16
1 sayı: 3 ücretsiz

Tahayyül 3. Sayı

  • Upload
    fahir

  • View
    244

  • Download
    3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Düşlediğimiz devrim, var olan toplumsal ve ekonomik koşulların yerle bir edilmesinden çok, bir kendini yeniden var etme, bir seçimdir. Özgür ve dayanışmacı yeni bir hayatın hayalini kuruyoruz. Bu hayat şu anda, dünyanın farklı yerlerinde,bambaşka ellerde şekilleniyor, biliyoruz. Dayatılan tek tipleştirmeye, tüketim alışkanlıklarına, aramızdaki "devletleşmiş" ilişkilere çeşitliliklerimizle karşı koyuyoruz. Devletin sadece yönetme-yönetilme ilişkisinden doğan bir kabus olmadığını, yaşamlarımızda, ilişkilerimizde kendini var eden ve güçlendiren bir şey olduğunun farkındayız. Bu yüzden yaşamın her alanında mücadeleyi, karşı koymayı büyütmek, ateşi sadece barikatlarda değil; evlerde,okullarda,mezbahanelerde de yakmak gerektiğini biliyoruz. Asla uzlaşmadan,dayanışmayla! ODTÜ'de faaliyet gösteren Anarşist Tahayyül otonomunun çıkardığı fanzinin ücretsiz ikinci sayısıdır. www.facebook.com/anarsist.tahayyul

Citation preview

Page 1: Tahayyül 3. Sayı

1

sayı: 3ücretsiz

Page 2: Tahayyül 3. Sayı

2

Devletsiz bir dünya tahayyülüdür harekete geçiren bizleri topyekün. Özgürce yaşamak uğruna vuruyoruz otoriteler deryası ortasında filizlenen bir isyan ile arzularımızı dışa. Bir kağıt parçası, bir sokak arası yahut bir barikatın ardı

oluyor kimi zaman bize ses. Ve haykırıyoruz tümden özgürlük şiarını. Devireceğiz toptan, yakacağız tahtlarını;

çizeceğiz göğün maviliğince sınırlarımızı. Hür uçsun kuşlar, hür koşsun insanlar; itaat etmeyin dostlar, yıkalım

hükümranlıklarını!

f a c e b o o k . c o m / a n a r s i s t . t a h a y y u l

Page 3: Tahayyül 3. Sayı

3

Düşlediğimiz devrim, var olan toplumsal ve ekonomik koşulların yerle bir edilmesinden çok, bir kendini yeniden var etme, bir seçimdir. Özgür ve dayanışmacı yeni bir hayatın hayalini kuruyoruz. Bu hayat şu anda, dünyanın farklı yerlerinde,bambaşka ellerde şekilleniyor, biliyoruz. Dayatılan tek tipleştirmeye, tüketim alışkanlıklarına, aramızdaki "devletleşmiş" ilişkilere çeşitliliklerimizle karşı koyuyoruz. Devletin sadece yönetme-yönetilme ilişkisinden doğan bir kabus olmadığını, yaşamlarımızda, ilişkilerimizde kendini var eden ve güçlendiren bir şey olduğunun farkındayız. Bu yüzden yaşamın her alanında mücadeleyi, karşı koymayı büyütmek, ateşi sadece barikatlarda değil; evlerde,okullarda,mezbahanelerde ve hapishanelerde de yakmak gerektiğini biliyoruz. Asla uzlaşmadan,dayanışmayla!

Page 4: Tahayyül 3. Sayı

4

Otuz yılı aşkın süredir başta anarşistler olmak üzere anti-militaristler ve savaş karşıtları, savaşların coğrafyası olmuş bu topraklarda iktidarların fiziksel öldürme ve şiddet aygıtlarının hayatı ve doğayı yıkıma uğratma çabalarını reddediyorlar. Zenginler, devlet adamları, patronlar, askerler, polisler kısacası iktidarı arzulayanlar ve onun ta kendisine dönüşenler coğrafyamızda yıkım, baskı, tahakküm ve katliam arzularken vicdani retçiler ve total retçiler hayatı istediler, istiyorlar. Bedenlerinin askeri disip-lin mekanlarında kapatılmasını ve düzenlenmesini, ruhlarının acı ve keder içinde bırakılmasını ve sistemin ve iktidarların çıkarları doğrultusunda başkalarını öldürmeyi değil, hayatı istediler, istiyorlar. Bu topraklarda, şiddet, ölüm tehdidi, baskı, aç bırakma ve sömürü mekanizmalarıyla vesayetlerin yeni biçimler ve aygıtlar ürettiği ve askerlik benzeri yaşam biçimlerinin ve şiddet aygıtlarının kültürel, cinsel, politik ve ekonomik alanlarda daha inceltilmiş biçimlerle sürüyor… Öldürmenin ve şiddetin neşesinin ışıltılı ve sıradan bir hal aldığı bu topraklarda, karanlığın ve ölümün hayaletleri ve eylemleri fiziksel şiddeti ve yaşam düşmanlığını yoğunlaştırıyor… Sokakta, işyerinde, evde ve tabiatta sömürüye, baskıya ve

4

Page 5: Tahayyül 3. Sayı

5

hayat kudretinin azalmasına ve tüm canlılar olarak beden ve ruhlarımızın disiplin ve kontrol mekanizmalarıyla iktidarların yatırım nesnesine dönüştürülmeye çalışılıyor… Üç çocuk yapın, iyi vatandaş olun, dev-let büyüklerinize karşı çıkmayın, size verilene razı olun… İktidarların öğütleri ve eylemleri sokakta ve evde kadınlara şiddete, güvencesiz çalışmaya, doğanın talanına, düşük ücretlere ve kötü yaşam koşullarına dönüşüyor…Ruh ve bedenlerimizin ürettiği: Karakollarda öldürülen mülteciler, soğukta katı atık toplayanlar, travesti cinayetleri, koca dayağı, gelecek kaygısı yüzünden intihar, iş cinayetleri, Roboski, Ali İsmail, Ethem, kentsel dönüşüm, ağaçları kes ve yol yap, kirli hava, küresel ısınma ve öte yanda bol ışıklı borsalar, pahalı otellerde iftar açmalar, gemi sahibi olma, cepler doldukça alınan keyif; lüksün, katliamın, paranın sıcak ve güvenlik veren yanı; ışıltılı bir aşk hikayesi…İktidar arzulansın, sermaye biriksin, ölüm ve şiddete yönelik istekler tatmin olsun; şirketler kar etsin, dev-letler sınırları kontrol etsin, herkes iyi yurttaş olsun diye, yaşam, bir ölüm kampına dönüşüyor… Yasalar, kültür ve adalet şiddeti ve nesneleşmeyi sıradanlaştırırken bizden kendimizin ve başkalarının ölümüne ve ses çıkarmayacak canavarlara dönüşmememiz isteniyor… Kalbinizde vicdan, hayatta sevinç aramayın… Asla bir böceğe dönüşüp işleri aksatmayın… Öldürmeden yaşatıyorlar… İşte vicdani retçiler ve total retçiler orduların, disiplinin ölüm ve şiddet aygıtlarının ve mekanizmalarını kendilerini yakalayıp bedenlerini ve ruhlarını askere dönüştürmek yerine hayatı istediler ve istiyorlar … Ayaklarının korku salan postal sesleriyle dar-beleri yapan ayaklara ve ellerinin faili meçhul cinayetleri işleyen tetikçi parmaklarına dönüşmesine ve dillerinin soykırım, imha ve köy boşaltma ve çocuk yaşta denileceklerin idamı ve katliamı emri veren sözler üret-mesine karşı çıktılar… Bir acayip ses ve yüzüyle bir vicdani retçinin günlüğünden alınmadır: “Öldürmektense dans etmek, kederlenmektense şenlikli olmak, öldürmektense yaşatmak, sömürülmektense üretmek daha iyidir…” Haritaların başında durmuş ve daha önceleri nehirlerin akışını değiştirmiş, ağaçları kesip, taş üstünde taş bırakmamış bir genera-lin ve erlerinin savaş ve ölüm sanatına karşı yaşama sanatı; paraları dizen borsacıların para kazanma, gökdelenleri inşa eden mimarların eril güven-lik, patronların sömürü, bürokratların kontrol ve disiplin sanatına karşı geyiklerin patikada yürüme sanatı…Sözleri, elleri, duyguları, ayakları ve inançları hayatı istedi, istiyor.

Page 6: Tahayyül 3. Sayı

6

Sürrealist grup, 1924: Jacques Baron, Raymond Queneau, André Breton, Jacques-André Boiffard,Giorgio de Chirico, Roger Vitrac, Paul Éluard, Philippe Soupault, Robert Desnos, Louis Aragon.Pierre Naville, Simone Collinet-Breton, Max Morise, Marie-Louise Soupault. Toplumsal baskının miadı doldu – ne işlenmiş bir suçun kabulü ne de ulusal savunmaya katkı insanları özgürlüklerinden vazgeçmeye zorlayabilir. Hapishane fikri, kışla fikri: bugün her ikisi de harcıalem olmuş fikirler; bu gaddarlıklar artık kimseyi dehşete düşürmüyor. Alçaklık, maddi veya ma-nevi bahanelerle (namus, hastalık, yurtseverlik) bu sorunu geçiştirenlerin teslimiyetinde yatıyor. İnsan zihni, bu zindanların ve onlara sığınanlarda veya kapatılanlarda yol açtıkları aşağılanma ve küçülmenin saldırılarından kurtulduğu anda –ki anlaşıldığı kadarıyla intihar etmek için hücreyi ya da koğuşu tercih eden gerçek deliler de var– işte bilinç bu azaptan kurtuldu mu artık hiçbir tartışma veya cayma söz konusu olamaz. Bunların hepsine külliyen son verme fırsatı hiç bu kadar büyük olmamıştı, onun için bize fırsattan bahset-meyin. Bırakın katiller işlerini görsün; barış istiyorsanız savaşa hazırlanın; bu tür beyanlar sadece en bayağı korkuları veya en ikiyüzlü arzuları gizler. Biz neyi beklediğimizi, neye davetiye çıkardığımızı kabul etmekten kork-muyoruz: felaket. Asıl felaket, bazı insanların başkaları üzerinde hak sahibi olduğu bir dünyada yaşamak. Bıçakların ve makineli tüfeklerin karşısında

Page 7: Tahayyül 3. Sayı

7

hâlâ “kutsal birlik” gibi bir safsatadan nasıl dem vurulabilir? Askerleri ve mahkûmları dışarı salın. Özgürlüğünüz mü? Özgürlüğün düşmanlarına özgürlük yok. Zindancıların suç ortağı olmayacağız. Meclis budanmış bir affı oylamakla meşgul; önümüzdeki bahar me-zun olacak sınıflar dışarı çıkacak; İngiltere’de koca bir kent tek bir adamı kurtaramadı; Amerika’da sırf sesleri güzel diye bazı idam mahkûmlarının infazının Noel sonrasına ertelendiğini duymak kimseyi şaşırtmadı. Şarkılarını söylediler, şimdi ölebilirler. Nöbetçi kulübelerinde ve elektrikli sandalyelerde ölüm bekliyor; acılarına son verilmesine izin verecek misiniz?

Hapishaneler boşalsın!Ordu lağvedilsin!

Page 8: Tahayyül 3. Sayı

8

Geçen günlerin, buruşturulup atılan kağıtların ve ateşi sönen barikatın ardından yitip gitmeye başlamış umutların üstüne söylenecek birkaç söz olduğunu düşünüyorum. Şöyle ya da böyle susturulan düşünceler, engellenen hayaller tarihte ve bugünde gösteriyor ki bize halkın ümidi halktan başkası değil ve olmayacak. Yıllar boyu hiyerarşik olarak halkın üzerinde yer almış bir kurum tarafından belirlenmeye çalışılan “gelecek” başarısızlıkla sonuçlanan toplumsal deneyimlere yol açmıştır. Nasıl şahsi hayatımız üzerinde dışarıdan bir yaptırım uygulandığında davranışlar, düşünceler genelde idealine ulaşmak yerine daha kötüye gidiyorsa; tarihte yaşananlar da halkın aynı şekildeki otoriter bir etki sonucunda ulaştığı noktanın idealinden ne kadar da uzakta olduğunugözler önüne seriyor. Bu noktada şimdiye kadar bir iktidar tarafından belirlenmiş yollarla özgürlük arayışına girmiş insanların tarihte ve bugünde deneyimlediği başarısızlıklar sonucu umutsuzluğa kapılmaması işten bile değil. Bu ned-enledir ki otoriteler tarafından yok edilen umutları filizlendirecek olan, özgürlüğün gücü ve yaşamdaki yansımalarıdır.

Page 9: Tahayyül 3. Sayı

9

“Anarşistlerin geleceğe dair bir düş dünyasında yaşadıkları ve bugünün dünyasına gözlerini kapadıkları sık söylenen bir şeydir. Belki de, bugünün dünyasını fazlasıyla görüyoruz; gerçek renkleriyle hem de. Yakamızı bırakmayan bu otoriter önyargılar ormanında baltayla dolaşmamızın nedeni budur. Bizler ne hayal âleminde yaşıyoruz, ne de insanları olduklarından daha iyi hayal ediyoruz, onları oldukları gibi görüyoruz. Bu nedenle insanların en iyisinin bile otoritenin uygulamalarıyla özde kötü kılındığını; “güçler dengesi” ve “yetkililerin denetimi” teorisinin, iktidara sahip olanların, aşağıladıkları “egemen halkı”, yönetenin kendileri olduğuna inandırmak için ürettikleri ikiyüzlü bir formül olduğunu ileri sürüyoruz. İnsanın insanı yönetmesinden bu nedenle nefret ediyoruz.” –Pyotr Kropotkin

Özetle kendi inisiyatifinden, kendi kararlarını kendi elinde tutmaktan vazgeçmemiş bir toplumsal organizasyonun özgür ve sürdürülebilir bir to-plum için ideal olduğunu öne sürüyoruz. Özgürlük ancak ve ancak tavizsiz, topyekûn olduğu vakit özgürlüktür. Bu nedenle umutları söndüren otoriteler-in sözde “özgürlükçü” alternatiflerine karşı son sözü söyleyecek olanlar da her birimizdir: “Hayat biziz, biz belirleyeceğiz!”İnsana ve yeryüzüne uygulanan zulüm bulmadan karşılığını; bitmeyecektir söylenecek tüm sözler, bitmeyecektir yanan ateşi barikatın ve dinmeyecektir ilelebet isyanı halkın!

Page 10: Tahayyül 3. Sayı

10

Bu tozlu yol o kadar tekdüze ki yürüdükçe batıyor gibi hissediyorum. Ne bir bitki, ne de bir nefeslik can var bu hiç bir sona varmayan arafta. Güneş o kadar kavurucu ki, gölgem bile düşüp kaldı bir kaç metre geride. Bilmi-yorum, belki de kilometrelerce gerideydi yolculuğumun başından beri ama ben farkedemeyecek kadar bunalmıştım. İnsan, gölgesi yokken kendisiyle konuşmayı daha da çok önemsiyor, sanki akıl sağlını koruma şansı varmış gibi bu çölde. Gerçekten hangi çöl bu kadar özensizce işkence edebilir ki başka; susuzluk yok, açlık yok, ölmek yasak. Ama yorgunluk ve bıkkınlık o kadar yoğun ki durmaya cesaret edemiyorum. Bir adım ardına bir ikin-cisi, bir üçüncüsü diye diye ne kadar yol almışım. Böyle başlayan masallar vardı, dönüp bakılınca bir arpa boyu yol gidilmiştir. Bu düşünce aklımı işgal ettiğinden beri ardıma bakmaya korkuyorum. Her adımda, bir önceki adım, bir adım daha geride kalıyor diye düşünmek gerek böyle durumlarda. Ner-eye gideceğini bilmeden yürümeye devam eden herkes böyle düşünmüştür herhalde anlamsızlığın bir noktasında. Geleceği, bir sonraki adımdan ibaret olan bir insan neye özlem duyar en çok? Eskiden olsa, bir arkadaşa, müziğe ya da hiç düşünmeden bir kadının dokunuşuna derdim. Ama "o" kadının dokunuşu, kurumuş derimi bu sonsuz ağustostan daha acımasızca yakabilirdi ve kemiklerim elinin ağırlığı altında ezilirken, ciğerlerime dolan her bir nefesle kanıma karışıp, ezberlediğim tüm duyuları hiçe sayarak dondurabilirdi geçmişi. Ah.. Sadece soğuğundan kaça-bilmek için dünyayı yalana boğmak zo-runda kalırdım ve o bunu hiç umursamazdı. Yalan söylediğimi bile bile, belki de benden

a ğ u s t o s

nefret edercesine katlanırdı bana, bir siğil gibi yayılmıştım hayatına ama o oldukça başarılı bir şekilde kesip attı beni. Yani hatırımda kalabildiği kadarıyla, bir kadının dokunuşuna(en azından o kadının) özlem duymuyorum. Utancımdan ya da inkârımdan da değil üstelik. Ben en çok sessizliğe özlem duyuyorum. Ap-talca geliyor aslında, içinde bulunduğum bu kıvılcımsız ateşi düşününce, ama

Page 11: Tahayyül 3. Sayı

11

kendi adımlarımın ve rastgele monologlarımın gürültüsü o kadar yoğunlaşıyor ki bazen, kendimi öldüresim geliyor. Ne yazık ki ölmek de yasak. Basitçe anlat-mak gerekirse ölümün hiç bir aracısı yok burada. Burada ölüm size merhamet etmez, hayatta olmanın kendisi bir külfet haline gelmişken uzaktan seyredip sırıttığını hissedersiniz. Ben bir kaç kere rüyamda görmüştüm, yüzü hiç de çirkin değil. Zaten nefret duyabilecek kadar farkında da değilim kafamın dışındakilerin. Bazen adımları kendi içime doğru atıyorum. Aklıma geldikçe, artık çok uzak-larda kalmış iç meselelerimi çözüyorum. Ama çok sık değil, çabucak biterlerse suskunluğa gömülüp ilerlemeyi unutabilirim. Zaman kavramını yitirdiğimden beri düşüncelerle ölçüyorum hayatı. Gün kavramını güneşin doğuşu ve batışıyla değil aklımın uyanışı ve yavaşlamasıyla tanımlıyorum. En çok terkedilişlerimi düşündüm. Bir de izlemeye fırsatım olmadığı filmleri. Bazen de filmleri hatırlıyorum, anılarımla karışık. Bir kesinlik belirleyemedim, başkalarının

hayalleri ile kendi anılarım arasında. Ancak iki şeyden emin olabiliyorum, mutlu sonlar bana ait değil ve o, dokunduğunda bulutları utançtan kızartan kadın, beni çok uzun zamandır özlemiyor. İnsanlar terkedilmeyi, aşık olmaktan daha doğal karşılıyor. Sanki hiç birimiz layık değilmişiz gibi başka bir insanın bin bir koşullu sevgisine. Sevilme-mek, sevgiliye seni seviyorum demekten daha sevimli bu dünyada. Pardon "o" dünyada. Bazen geçmiş ile şu anın ayrımı kayboluyor, mekanları karıştırıyorum. Bu sıradanlığın içinde, gözlerimin hala görebildiğinden emin olmak çok zor. Kafamı nereye çevirsem aynı rüzgarsız

düzlük var. Gerçi görünürde bir ufuk yok, ilerlediğimden başka taraflarda. Tüm dünya, eni sonsuz bir silindir gibi. Bilmiyorum, belki de düşündüğüm kadar aklıselim değilim artık.

Vitrinime sevimsizliği astığımda ilk farkeden çok da yakın olmayan bi arkadaşım olmuştu. Bana "Mutsuzluğu bir bağımlılık haline getiriyorsun." demişti. Aslında bu önermesi çok da yanlış sayılmazdı, sadece biraz daha

Page 12: Tahayyül 3. Sayı

12

cilalayıp, doksanların ortasında bir hit şarkı olarak çıkarabilirdi bu cümleyi. Beni,böyle şeyler diyebilecek kadar iyi ne zaman tanıdı bilmiyorum. Daha fazlasına da kimse katlanmaz zaten. Ama bazen de önemsemezler hepten. Geçmişi taşınmaz mülk listelerine eklemiyorlar nedense. Vicdanı kendisine yetmeyen insanlara yapay merhametler sunuyoruz onun yerine. Her köle için ayrı kırbaç kullanacak kadar hijyenik olsak da, modern döngü içinde ruhları arındırmanın bir yolu yok gibi. Hem zaten kimin zamanı var ki, benim dışımda tabii. Ben de hala bir ruhum olduğuna emin olamıyorum, yada salt ruhtan ibaret de olabilirim. Varlığım, kendi özünden teyitli olmasının yanında bir yerlerinde de sızıntı var sanki. Her adımda bir damla daha eksik hissediyorum. Bİr gün içimin tamamen boşalıp, bedenim ve ruhumla çöle karışacağımdan korkuyorum. Anılar ağırlaşıyor bazen, küf kokusu gibi biraz. Sebepsiz bir baş ağrısı yada parmağındaki ince kesik gibi yayılıyor kum tanelerinin üstünde. Eğer hala bir gölgem olsaydı güzel sesli bir kadın gibi sıyrılırdı bu sakat çölün durgunluğundan ve ağzının en ufak kıvrılmasında can bulabil-irdi hemen şuracıkta bin-lerce portakal ağacı. Yarın en sevdiğim filmlerin müziklerini hatırlayabilecek miyim bilmi-yorum. O yüzden bir gözü kör ve bir ayağı aksayan bir akordi-

12

Page 13: Tahayyül 3. Sayı

yon melodisiyle kapladım zihnimin son kıvılcımlarını. Eğer gecelerim her günü bir öncekinden daha çok taciz etmeye devam ederse, geçmişimin küçük ayrıntılarını kaybedebilirim ve elimde üç dakikalık bir monoloğa sığabilecek kadar yavan bir kabuk kalır sadece. Üçüncü sınıf hollywood filmelerinde ki beyaz önlüklü ve kemik çerçeve gözlüklü doktorlar deliliğin tanımını yine değiştirmeden delirmek gerek belki de. Yaratıcılığın sıfırın altında seyrettiği bu modern sinema kültürünün yaratacağı bir sonraki normallik anlayışı bugünün deliliğinden daha korkutucu olabilir. Daha önce de boş yere ümitlendiğim olmuştu, ama sanki karanlık basıyor zihnime. Gece çöker gibi değil de sanki iri yarı ve bedeninin yarısı terden sırılsıklam bi herif,elleri is veya makina yağı veya çamur içinde, gırtlağıma çöküyormuş gibi. Yağlı birer urgan gibi kalın, kaygan ve nasırlı parmaklarını, canın bedenimi terkedişine kilitlenmiş kan çanağı gözlerini, verdiği her nef-este büzülmüş dudaklarının ve sıkılmış dişlerinin arasından fırlayan salyaların moraran yüzüme düştüğü yerleri, boğazımın derinliklerine işleyen basıncı, parçalanan gırtlağıma dolan kirli kanı, ikimizin vücudunda da dolaşan ti-

tremeleri, kasılmaları ve tutulmaları hissedebiliyo-rum. Karşı koymuyorum, ama o sanki varlığımın kendisi bir küfürmüş gibi, patlamaları parmaklarının ucunda ve boğazımın içinde yankı bulan bir nefretle daha da derine gömüyor cinayetini. Alnında ki ter damlaları, kırışıklıkların arasından yavaşça aşağı süzülüp gözüne girdiğinde belli belir-siz kırpışmalara neden oluyor. Kollarındaki kaslar derisinin altında sarsılarak hareket ederk-en, her bir kasılma artık neredeyse bu kaba el-

13

Page 14: Tahayyül 3. Sayı

14

lerle bütünleşmiş olan boğazımdan bir ürperti halinde kasıklarıma doğru iniyor. Sonunda ölüme kavuşmanın heyecanıyla yarı yarıya sertleşiyorum. Gözlerim artık görmüyor ama bedenlerimiz arasında iletilen titreşimlerden, yüzünün çarpık bir hazla gerildiğini hissediyorum. Zihnim yavaş yavaş karanlığa teslim olurken hala direnen birkaç kişilik parçasını, bana ait olduğuna emin olamadığım bir dejavu ve önemli bir şeyleri unuttuğum hissi kaplıyor ve aklımda kime yöneltildiği artık biraz daha bulanıklaşmış bir soru asılı kalıyor... ...sizinle daha önce tanışmış mıydık?

Page 15: Tahayyül 3. Sayı

15

Özgürlük ve “tahayyülü” hiçkimsenin tekelinde değildir. Bu fanzinin mülkiyeti yoktur. Dilediğini yaz, dilediğinle paylaş.

Page 16: Tahayyül 3. Sayı

16f a c e b o o k . c o m / a n a r s i s t . t a h a y y u l