34
Space Science we love space Ay: Ağustos Sayı: 03 Yıl: 2013 ESA’nın Çalışmaları Avrupa Uzay Ajansının en son yaptığı çalışmalar ve projeler Mars Hakkında Yuri Gagarin Neden Öldü ? Uzay Teknolojisi Gravity filmi Ekim’de vizyon’da NASA Güneşi Çözecek Akıllı telefonuz da yüklü QR okuyucu programıyla dergimize ulaşabilirsiniz.

3. Sayı (Ağustos)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love spaceAy: Ağustos Sayı: 03 Yıl: 2013

ESA’nınÇalışmalarıAvrupa Uzay Ajansının en son yaptığı çalışmalar ve projeler

MarsHakkında

Yuri Gagarin Neden Öldü ?

Uzay Teknolojisi

Gravity filmi Ekim’de vizyon’da

NASA Güneşi Çözecek

Akıllı telefonuz da yüklü QR okuyucu programıyla dergimize ulaşabilirsiniz.

Page 2: 3. Sayı (Ağustos)
Page 3: 3. Sayı (Ağustos)
Page 4: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space

içindekiler10

6Trend

Güneşi ÇözeceklerNASA, Güneş'in neden 'anormal derecede sıcak' olduğunu anlamak için eşi benzeri görülmemiş bir deney yapacak.

Gagarin'in Ölüm Nedeni AçıklandıUzaya giden ilk adam olarak tarihe geçen Yuri Gagarin'in sır ölümü üzerindeki perde tam 45 yıl sonra kalktı. Test sürüşünde yaşamını kaybeden Gagarin'in uçağının düşmesine yabancı bir obje-nin değil, bir savaş uçağının neden olduğu açıklandı.

12ESA’nın ÇalışmalarıUzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da değişik bir ekolü temsil ediyor.

Güneş Sistemi’nin OluşumuÜzerinde yaşadığımız Dünya’nın ve bizi ısıtan, Dünya’yı aydınlatan Güneş’in aslında hidrojen gazı atomlarının yoğunlaşmasıyla oluştuğu söylenir.

8

20GüneşGüneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldız. Orta büyüklükte bir yıldız olan Güneş, tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur.

Dosya

İnceleme

16 Güneş Sistemimizde10. Gezegen Var

Yoksa bu, binlerce yıl öncesinden bildirilen ve bek-lenen NİBİRU (MARDUK) olabilir mi?

Makale

19

Page 5: 3. Sayı (Ağustos)

22Astronomi Tarihine Giriş

İlk insanlar sadece gece ile gündüzün birbirini takipetmesinden “Gün” kavramını ,sabit gök cisimlerin-den “Zamanı”,Ay’ın evrelerinden “Takvimi” bulmuş-lardır.

Güneş TutulmasıAy'ın yörünge hareketi sırasında Dünya ile Güneş arasına girmesi ve dolayısıyla Ay'ın Güneş'i kısmen ya da tümüyle örtmesi sonucunda gözlemlenen doğa olayıdır.

Akademik26

Space ScienceSAHİBİ

Özgen Medya

YÖNETİMGenel DirektörCelalettin ÖZGENEditörCelalettin ÖZGENGörsel YönetmenCelalettin ÖZGEN

DİJİTAL YAYINCI

issuu.com

REKLAM

Bütün reklamlar “adsoftheworld.com” adresinden alınmıştır.

KAYNAKLAR

Yayın Türü İki ayda bir,süreli yayın

18

Yayın ÇeşidiDijital YayınÜCRETSİZ YAYIN’dır.

Bu dergi Özgen Medya tarafından yapılmıştır.Tüm Hakları Özgen Medya’ya aittir.

Page 6: 3. Sayı (Ağustos)

kapak konusuBulutsular

BulutsularTeleskopla gözlenebilen, fotoğra�arda görülebilen (Optik bölge), değişik şekillerde olabilen, "yoğun yıldızlararası maddeden" oluşmuş cisimlere Nebula (Bulutsu) adı verilir. Bazıları parlak, bazıları karanlık görülen bu cisimlerin varlık-ları uzun süredir bilinmekte.

Şekilleri ile dikkat çekici olan bulutsulara bazı özel isimler verilmiştir: Kartal nebulası, Kuzey Amerika Nebulası, At Başı Nebulası, Orion(Avcı) Nebulası gibi...

Karanlık nebulalar, arkalarında bulunan yıldızların ışığını sönükleştirip görünmelerini engellediğinden karanlık böl-geler olarak gözleniyorlar. Parlak olanlar ise içlerinde kesinlikle parlak bir yıldız veya yıldızlar barındırırlar.

ATBAŞI BULUTSUSU Bu fotoğrafta pekçok gökcismi içiçedir. Karanlık bölge ön tarafta kalan ve ışığı soğuran bir karanlık bulutsudur. Mavi ve kırmızı renkler bölgedeki toz ve hidrojen'in varlığını gös-termektedir.

ORION BULUTSUSU Orion (Avcı) takımyıldızının kemerinden sarkan kamanın ortasında yer alır. Çıplak gözle bulutsu yapısı algılanabilir. Kış boyunca gözlenebilen Orion; takımyıldızında en parlak bulutsu olan gökcismi ve aynı zamanda kuzey yarımkürenin en parlak bulutsusudur. Kırmızı renk, bölgedeki Hidrojenin fazlalığını göstermektedir. "Bebek Yıldızlar" oluşum sürecin-deler.

ETA CARINAE BULUTSUSU Dev bulutsu samanyolunun en büyük HII (iyonize olmuş Hidrojen gazından meydana gelir) bölgelerinden biridir. Eta Carinae ise Samanyolunun en büyük kütleye ve ışınıma sahip yıldızıdır.

LAGOON BULUTSUSU Çok sayıda genç yıldız içerir ve Yay (Sagittarius) takımyıldız-ında yer alır. Yayılmış bulutsu türündedir ve ışığın büyük bir kısmı gaz salmalarından kaynaklanır (Yıldızların gaz bulut-larına uyguladığı güçlü radyasyon nedeniyle salınan ışınım.)

ROZET BULUTUSU Bulutsunun merkezinde görülen NGC 2244 açık yıldız kümesinin yıldızları nebula içinde oluşmuş-lardır. Yani bir anlamda ölü bölge içinde parlayan "Bebek yıldızlardır" onlar.

RHO OPHIUCHI & PIPERho Ophiuchi bölgesindeki mavi renk ışığın yansıtılmasından kaynaklanıyor, Pipe ise ışığı engelleyen bir bölge.

GEZEGENİMSİ BULUTSU Güneş benzeri yıldızlar evrimlerinin son basama-ğında dış zar�arını uzaya fırlatırlar (Süpernova patlamaları.) Fotoğrafın merkezinde Beyaz Cüce olarak adlandırılan çok yoğun bir yıldız bulun-maktadır. Yani yıldız ömrünün sonuna geldiğinde, başka bir deyişle yakıtı tükendiğinde dış katman-larını büyük bir patlamayla uzaya savururken aşırı yoğun olan ve ağır elementlerden oluşan merke-zi bir beyaz cüceye dönüşür. Eğer yıldız bizim güneşimizin kütlesinin örneğin 10 katı büyüklü-ğünde olsaydı bir Karadeliğe dönüşecekti.

MAGELLAN BULUTSULARI

Büyük Magellan Bulutu ve Küçük Magellan Bulu-tu Güney yarımkürede çıplak gözle çok rahat gözlenebilmektedir. Yıldız oluşumlarının yoğun olması nedeniyle Magellan Bulutsuları dense de "Magellan Bulutları" olarak da tanımlanmaktadır-lar. Çünkü bu bulutsular, aslında Düzensiz Gökada sınıfına girmektedir. Buradaki Bulut terimi, düz-ensiz gökadaları tanımlamak için kullanılıyor. Dünyanın çevresini dolaşan kâşif Fernao Magel-lan, bulutsulara kendi ismini vermiştir. Galaksi-mize çok yakındırlar ve galaksimizin etrafında eliptik bir yörüngede dolanırlar. Çok büyük kütleli Süperdev yıldızlarını barındırır-lar ve bu Süperdevlerin ömrü çok kısadır. Dolayı-sıyla süpernova gözlenme ihtimali, başka bir deyişle yıldızın ölüm anını görme ihtimali yüksek olan bir bulutsudur. Nitekim şu meşhur 1987A Süpernovası, Büyük Magellan Bulutsusunda göz-lenmiştir.

/Space ScienceDergi

Facebook sayfamızı ziyaret edin!

Page 7: 3. Sayı (Ağustos)
Page 8: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space6

trend

GüneşiÇözeceklerNASA, Güneş'in neden 'anormal derecede sıcak' olduğunu anlamak için eşi benzeri görülmemiş bir deney yapacak. Uzaya gönderilecek bir spektrograf ulaşılmamış bilgileri bilime kazandıracak.

Daha Önce Benzeri YapılmadıGüneş'in neden 5510 derece gibi yüksek bir sıcaklığa sahip oldu-ğu, insanların en az merak ettiği konulardan biri olabilir. Ancak NASA, Güneş'in çekirdeğinde kopan nükleer tepkimelerle değil, atmosferini ilgilendiren bir deney düzenleyecek. Roketin içinde yer alan Bölge Görüntüleme Spektrograf güneş gözlemevi, Güneş'i detaylı bir şekilde inceleyecek.

Çalışma,Sırrı Çözülebilecek Mi?Bilim insanlarının uzun yıllardır kafasını kurcalayan soru, Güneş'teki taçküre plazması milyonlarca derece sıcaklığa erişirken, 'fotosfer' olarak bilinen yüzeyin sadece birkaç bin derece sıcak-lıkta olması. NASA'nın Japon Uzay Araştırma Ajansı ve Avrupa Güney Gözlemevi'yle yaptığı projede, IRIS bölgede 240 km çözü-nürlükle haritalar çıkaracak.

Dünya 2.8 Milyar Yıl Sonra ‘Ölecek’Güneş, 5 milyar yıl içinde ömrünü tamamlaya-cak. Ölüm sürecinde genişleyerek hayat verdiği Dünya’yı da yutacak olan Güneş, gezegenimizin nihai ölüm tarihini saklıyor. Ancak gökbilimciler, Dünya’nın �ziksel olarak yok olmasa da, bir gün üzerindeki yaşamın tamamen sona ereceğini öne sürdü.

Dünyamız, Güneş tarafından yutulmadan önce ‘ölebilir.’ Gökbilimcilerin gerçekleştirdiği simülasyonlar, 3 milyar yıl içinde Dünya’daki tüm canlı türlerinin yok olacağını ortaya koydu. İngiltere’nin St. Andrews Üniversitesi’de astrobiyo-log olan Jack O’Malley-James, “Yavaş ve hızlı çevresel deği-şimlerin bir araya gelmesi, Dünya’daki tüm canlı türlerinin neslinin tükenmesine neden olacak. En son yaşam türleri 2.8 milyar yıl son-ra Dünya’dan silinmiş olacak” dedi. İngiliz gökbilimci, ‘okyanusların 2 milyar yıl içinde eriyeceğini, geriye Mars’a benzeyen kurumuş kum tepeleriyle örtülü araziler kalacağını’ belirtti. Dünya’da bir zamanlar yaşamın var olduğuna dair izler, geride kalan az sayıdaki su birikinti-sinde yatacak.

O’Malley-James’in simülasyonuna göre, birkaç milyar yıl içinde artan buharlaşma oranları ve yağmur suyun-daki kimyasal reaksiyonları, atmosferden daha fazla karbondioksit çekecek. Azalan karbondioksit oranları, hayvan ve bitkilerin yok olmasına neden olurken, dü-nya mikropların evi haline gelecek. Aynı zamanda ok-sijen tükenecek ve artan sıcaklıklar okyanusların bu-harlaşmasıyla geride kuru bir gezegen bırakacak.“Çok uzun zaman sonraki Dünya yaşama çok yabancı bir yer haline gelecek” diyen O’Malley-James, “Tüm yaşam formları suya ihtiyaç duyuyor. Gelecekte su küçük biri-kintilerde, sıcaklığın düşük olduğu yüksek yerlerde veya mağaralarda ve yerlatında olacak. Dahası, gele-ceğin dünyasında yüksek sıcaklıklar ve morötesi radyasyon gibi birçok zorlu durumla mücadele etmek gerekecek” yorumunu yaptı.

Page 9: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 7

Neptün’ün Yeni Uydusu KeşfedildiNeptün'ün 14’üncü uydusu keşfedildi . 'S/2004 N 1' adı verilen uydu, dev gezegenin en küçük uydusu.

Bilim insanları Neptün'ün 14’üncü uydusunu keşfetti. ABD uzay dairesi, Güneş Sistemi'nin sekizinci ve Güneş'e en uzak gezegeni Neptün'ün yeni uydusuyla birlik-te uydu sayısının 14'e çıktığını açıkladı.Hubble uzay teleskobuyla tespit edilen dev gezegenin, 19.3 kilometre çapındaki en küçük uydusuna 'S/2004 N 1' adı verildiği belirtildi.Yeni uydunun, Neptün'ün 105 bin 250 kilometre açığında tespit edildiği duyuruldu. Uydunun, SETI Enstitüsü gökbilimcilerinden Mark Showalter tarafındanNeptün etrafındaki halkaların katmanlarının incelendiği sırada beyaz bir nokta şek-linde ortaya çıktığı ve keşfedildiği kaydedildi. Showalter'ın, 2004'ten 2009 yılına kadar çekilen 150'den fazla fotoğra�a Neptün'ün hareketini takip ettiği ifade edildi.Neptün'ün ilk keşfedilen ve en büyük uydusu Triton, gezegenin Alman gökbilimci Johann Gottfried Galle tarafından keşfedilmesinden yalnızca 17 gün sonra, 10 Ekim 1846'da İngiliz gökbilimci William Lassell tarafından keşfedilmişti. Neptün'ün diğer12 uydusu ise ancak 20. yüzyılda keşfedilebildi. Güneş Sistemi' nin en büyük geze-geni gaz devi Jüpiter'in ise 67 uydusu bulunmaktadır.

Hubble Gözlerini ‘Mavi Gezegen’in Üzerine DiktiDünya’da 63 ışık yılı uzaklıkta bulunan HD 189733b gezegeni, Hubble Uzay Teleskobu’nun yakın takibine girmiş durumda. Yıldızın etrafındaki dönüşünü 2,2 günde tamamlayan gezegenin Dünya ile tek bir benzerliği bulunuyor, o da mavi olması.

Vulpecula (küçük tilki) takımyıldızında yer alan HD 189733b gezegeni, gökbilimcilerin yakından gözlemlediği kozmik nesnelerden biri haline geldi. Gezegen üzerinde yapılan ilk araştırmalar, HD 189733b’nin atmosferinin bulutlarla kaplı olduğunu göstermişti.Hubble’ın gezegenden yansıyan ışıkları yakalayan spektro-grafı, ‘geçiş yapan bir gezegen’ olan HD 189733b hakkında daha fazla bilgi edinilmesini sağladı. Yıldızının önünden ve arkasından dolanan gezegen, sebep olduğu Güneş tutulmaları sayesinde önemli bilimsel bilgiler sundu.HD 189733b, yıldızının arkasından geçtiği zaman, Hubble teleskobuna düşen ışınlar elektromanyetik spektrumunda maviyi işaret etti.

Gaz devi olan HD 189733b, yıldızına olan yakınlığından dolayı sıvı halde su bulunduramayacak kadar sıcak. Ancak gezegenin atmosferinde mavi rengi yayacak başka moleküller yer alıyor. Gökbilimciler, HD 189733b’nin bu-lutlarının sıvı gazdan oluştuğunu düşünüyor.

‘Mavi’nin Sırrı Ne?İngiltere’nin Exeter Üniversitesi’nde gökbilimci olan Fre-deric Pont, Discovery News’e yaptığı açıklamada, “Mavi rengin silikat bulutlardan ve sodyum atomlarının emil-mesinden kaynaklandığını düşünüyoruz” ifadesini kul-landı.Pont, “Diğer faktörler, duman gibi fotokimyasal aerosoller veya atomlar ve sodyum dışındaki moleküllerin gerçek-leştirdiği soğurma olabilir... Ancak bunlar öne çıkan olasılıklar değil” dedi.Bir yüzü sürekli yıldızına bakan, diğer yüzü ise sürekli karanlıkra olan HD 189733b, saatte 7000 km hıza ulaşan rüzgarlara tanık olabilir.ABD’nin California Teknoloji Üniversitesi’nden gökbilimci Heather Knutson, “Bu gezegenin var olabilecek en Dünya dışı gezegenlerden biri olduğunu düşünüyorum... Açıkça-sı HD 189733b’yi görebilseydik, alışık olduğumuz hiçbir şeyle karşılaştırma yapamazdık. Oldukça ilginç bir keşif” dedi.Mavi gezegen HD 189733b hakkındaki araştırma, Astrop-hysical Journal Letters dergsinin 1 Ağustos’ta yayımlana-cak sayısında yer alacak.

Page 10: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space8

trend

Rus televizyonu "Russia Today"e konuşan Aleksey Leonov, 45 yıl sonra kozmonot Yuri Gagarin ve uzman pilot eğitmeni Vladimir Seryogin'in gerçek ölüm nedenlerini açıkladı."Uçağı kaz sürüsü ya da balon düşürdü açıklamasına sıradan bir insan inanır ama bir profesyonel asla" diyen Leonov, ailesinin Gagarin'in nasıl öldüğünü bil-me hakkı olduğuna her zaman inandığını söyledi.

Ölüme Su-15 Neden Oldu

Gagarin'in içinde bulunduğu MiG-15 savaş uçağının, düşmesine yakın mesafeden geçen bir SU-15 savaş uçağının neden olduğunu dile getiren Aleksey Leonov, "Bu olayda SU-15 uçağının savaş pilotu, kur-alları ihlal etmiş ve 450 metre mesafesini korumamış. Böyle olduğunu biliyorum çünkü kaza bölgesine git-miş ve görgü tanıklarıyla konuşmuştum. Bulut nede-niyle 10-15 metre alçalan SU-15 savaş uçağı, Gagarin'in uçağının çok yakınından geçerek, paniğe neden oluyor. Saatteki hızı 750 kilometre olan uçak bu pani-ği atlatamayarak yere çakılıyor" dedi.

Ölümüne Neden Olan Pilot Hala Yaşıyor

Dünyaca ünlü kozmonot Yuri Gagarin'in ölümüne neden olan pilotun ismi ise açıklanmadı. "Russia Today" televizyo-nuna konuşan Leonov, Gagarin'in uçağının düşmesine neden olan pilotun ismini açıklamama şartıyla bu açıkla-mayı yapmayı kabul etti. Hayatta olan pilot şu anda 80 yaş-ında ve önemli sağlık sorunları yaşıyor."İsmini açıklamayacağıma söz verdim" diyen Leonov, o dö-nemde Gagarin'in bir suikaste kurban gittiği ve bir UFO ile çarpışması sonucu yaşamını yitirdiği iddialarının da ortaya atıldığını hatırlattı.

Gagarin'in Ölüm Nedeni AçıklandıUzaya giden ilk adam olarak tarihe geçen Yuri Gagarin'in sır ölümü üzerindeki perde tam 45 yıl sonra kalktı. Test sürüşünde yaşamını kaybeden Gagarin'in uçağının düşmesine yabancı bir objenin değil, bir savaş uçağının neden olduğu açıklandı.

Rus kozmonot Yuri Gagarin 1965 yılında uzaya giden ilk insan unvanını alarak tarihe geçmişti. Gagarin uzay yolculuğundan tam üç yıl sonra 27 Mart 1968'de trajik bir ölümle yaşama veda etti.Dünyaya kapalı bir rejim olan dönemin Sovyet Sosyalist Cumhu-riyetler Birliği, Yuri Gagarin'in ölüm nedenini gizlemeyi tercih et-ti. Dönemin Sovyet lideri Leonid Brejnev'in, popülaritesinden çekindiği kozmonot Gagarin'i öldürttü iddialerı ortaya atıldı.Uzman pilot eğitmeni Vladimir Seryogin'le MiG-15 savaş uçağı-nın test uçuşunda yaşamını yitiren Yuri Gagarin'in ölüm nedeni, yabancı bir obje (kaz sürüsü ya da balon) karşısında, manevra yapamayan uçağın yere çakılması olarak açıklanmıştı.

20 Yıl Önce Görevlendirildi

Bundan tam 20 yıl önce kendisi de kozmonot olan Aleksey Leonov'a, 1968 yılında Gagarin'e tam olarak ne olduğunu ortaya koyması görevi verildi.

Uzaya ilk giden insan olan Yuri Gagarin (sol) ve Aleksy Leonov gençlik yıllarında.

Aleksey Leonov, Gagarin'in gerçek ölüm nedenini ilk kez açıkladı.

Page 11: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 9

2020’nin MarsKeşif AracıABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Kızıl Gezegen’e yollayacağı yeni keşif robotunun deta-ylarını içeren raporu tamamladı. 154 sayfalık rapor, 19 bilim insanı tarafından 5 ayda hazırlandı.NASA, Curiosity’nin ardından Mars’ta en önemli keşif görevini gerçekleştirecek uzay aracının planlarını içeren raporu sundu. Uzay aracı hakkındaki 154 sayfalık rapor, 5 ay süren sayısız top-lantı ve 6 bin e-posta tra�ği sonunda hazırlandı.Bir gün Dünya’ya gönderilmesi amaçlanan numuneler toplaya-cak yeni nesil keşif robotu, 2020 yılında Mars’a gönderilecek. Robot, Mars’ta ulaşılan yaşam izlerinin doğruluğunu araştıracak, Dünya’ya gönderilmesi için yaşam izlerini barındıran numuneler toplayacak ve ‘Evren’de yalnız mıyız’ sorusunu yanıtlamaya çalışa-cak.

Numuneleri Saklayacak

Büyüklük bakımından Curiosity’ye benzeyecek olan yeni keşif aracı, robotik kolu hariç 3 metre uzunluğunda olacak. Genişliği 9 metre, uzunluğu ise 2,1 metre olacak.Yeni robot, Curiosity’ye kıyasla yeni özelliklere sahip olacak. İnce-leyeceği kayaların mineral içeriğini ve kimyasını çok daha geliş-miş ve yüksek çözünürlüklü görüntüleme ve deney araçlarıyla tanımlayabilecek. Dahası, Curiosity gibi sondaj yaparak numune toplamak yerine, inceleyeceği kayaları kimyasal yapılarına göre belirleyecek.2020’nin uzay aracı, kayalardan toplayacağı parçaları deney tüp-lerine aktaracak ve NASA’nın yıllar sonra toplaması için depolaya-cak. Depo biriminin 31 deney tüpünü saklayacak kapasitesi bulu-nacak.

Yıldızına En Uzak Gezegen BulunduABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA), yıldızıyla arasındaki bugüne kadar tespit edilen en uzak mesafeyi gözler önüne seren bir gezegen tespit etti. Hubble Uzay Teleskobu tarafından tespit edilen gezegenin, yıldız sistemlerinin oluşumu hakkındaki teorileri yeniden tartışmaya açabile-ceği belirtildi.

Gökbilimciker, Hydra (Su yılanı) takımyıldızında alışılmışın dışında bir keşifte bulundu. Güneş Sistemi dışında bugü-ne kadar yaklaşık 900 gezegen keşfeden astronomlar, yıldızıyla arasında rekor denilebilecek yeni bir gezegenbulunduğunu açıkladı.Söz konusu gezegen, Dünyamızdan 176 ışık yılı mesafede yer alan TW Hydrae kırmızı cüce yıldızına ait. Kırmızı cü-cenin yörüngesindeki gezegen, yıldızından tam 13 milyar kilometre uzaklıkta yer alıyor.NASA’nın sayfasından yapılan açıklamada, gezegenin yaklaşık 66 milyar kilometre çapındaki bir gaz ve toz dis-kinin içindeki 3 milyar kilometrelik bir boşlukta yer alıyor. NASA, ‘söz konusu boşluğun burada geçmekte olan bir gezegen tarafından (keşfedildiği belirtilen gezegen) oluş-tuğunu, gezegenin yörünge hareketi esnasında toz ve gazı tıpkı bir kar temizleme aracı gibi kenarlara ittiğini’ belirtti.

Uzay Yürüyüşüne Sızıntı Engeliİtalyan astronot Luca Parmitano'nun Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki yürüyüşü başlığındaki su sızıntısı nedeniyle tamamlanamadı.Uluslararası Uzay İstasyonu'nda (UUİ) yapılan uzay yürüyüşü, astronutun başlığındaki tehlikeli su sızıntısı nedeniyle yarım kaldı. İtalya'nın uzayda yürüyen ilk astronotu Luca Parmitano'nun başlığındaki su sızın-tısı, yürüyüşün aniden kesilmesine neden oldu. Sızıntı nedeniyle konuşmakta ve duymakta zorluk çeken Parmitano'nun, ortağı Christopher Cassidy'den,istasyona geri dönmek için yardım istediği belirtildi.Su sızıntısının nedeni henüz bilinmezken, kaynağının, başlıkta bulunan içecek çantası olabileceği düş-ünülüyor. Öte yandan Luca Parmitano, başlığa sızan suyun tadının içme suyuna benzemediğini söyledi.Tamamlanamayan yürüyüşün, Parmitano ve Cassidy'nin 8 günde yaptıkları ikinci uzay yürüyüşü olduğu belirtildi. Bir aydan fazla bir süredir UUİ'de olan Luca Parmitano, geçen salı günü uzay yürüyüşü yapan ilk İtalyan olmuştu.

Page 12: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space10

trend

‘Gravity’ Filmi Ekim’de VizyondaYönetmenliğini Alfonso Cuaron ve David Heyman'ın yaptığı ve bilimkurgu meraklılarının büyük heye-canla beklediği Gravity'nin (Yerçekimi) nihayet ilk fragmanı görücüye çıktı.

Filmin başrolünde hemen herkesin tanıdığı Sandra Block ve George Clooney var. Bu iki ismin �lme katacağı popü-lerlik su götürmez bir gerçek. Ancak �lmin yapım ve oyun-cu kadrosu yanında çokta sağlam bir senaryosu var. Film son derece normal bir uzay göreviyle başlar. Ancak kısa sürede her şey değişir ve göreve çıkılan uzay gemisi kul-

lanılamaz duruma gelir. Stone ve Kowalsky yaşanan bu olum-suzluktan ötürü Dünya ile bağlantılarının koptuğunu anlar. İkili artık uzayda yalnız ve çaresizdir. Oksijenleri de bitmek üzere olan ikili kurtulmak için son şans olarak uzayın derin-liklerine inmeye karar verir.

Page 13: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 11

Filmin Ekim 2013'te Türkiye'de vizyona girmesi bekleniyor. "Gravity" ayrıca izleyicilere 2D ve 3D seçeneği de sunacak.

Değerledirme :

Film tüm uzay ve bilimkurgu meraklılarının beklediği bir �lm. Oyuncu ve yapım kadrosu �lmin kalitesi hakkında biz-lere ipuçları veriyor. Eminim benim gibi birçok uzay meraklısı ve bilimkurgu sever Gravity'i dört gözle bekliyor.

Page 14: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space12

dosya

ESA (Avrupa Uzay Ajansı)Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da değişik bir ekolü temsil ediyor.

İnsanoğlunun uzay serüveni, Sovyetler Birliği'nin, 4 Ekim 1957'de Dünya'nın ilk suni uydusu Sputnik-1'i dünya dışı uzaya gönderme-siyle başladı. Sputnik-1, Dünya'dan 224 km yukarıda kimi bilimsel deneyler yapmak için fırlatılmıştı.Sputnik-1'in ardından, dünya dışı uzaya ilk insanlı uçuşu gene Sovyetler gerçekleştirdi. 1961 senesinde Yuri Gagarin, Vostok-1 isimli kapsül ile, Dünya'nın etrafını 1 defa dolandı. Sovyetler'in bu önemli başarıları karşısında ABD, o zamanlar daha yeni �lizlenen uzay yarışında öncülük şansını yitirmişti. Ancak, 20 Haziran 1969'da Apollo-11 uçuşu ile ABD, Ay'a ilk defa kişi indirmeyi başararak tari-he geçecek ve uzay araştırmaları alanında önemli adımların nere-deyse tek odağı haline gelecekti.İnsanoğlunun yaşadığı Dünya'ya "tepeden" bakmaya başladığı o tarihlerden bu yana, uzay araştırmaları ve uzaydan araştırmalar çok hızlı bir gelişim gösterdi; uzay teknolojilerinde ardı ardına dev-rimler yaşandı. Bir zamanlar sadece bilimsel merakın bir ürünü gibi görünen bu çalışmalar, bugün günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline geldi. Belki daha da önemlisi, felse� görüşümüzü kökünden etkiledi. Artık evreni, her türlü etnik ve dinsel şovenizmden uzak, bir "dünya vatandaşı" duyarlılığıyla algılamaya başladık. Carl Sagan'ın deyişiyle "Merkezi ve kuruluş amacı biz olmayıp, enginlikte ve sonsuzlukta kaybolmuş minnacık; yüzlerce milyar galaksi ve milyar-larca trilyon yıldızla bezenmiş bir kozmik okyanusta dönüp dolaşan bir Dünya" üzerinde yaşadığımızı farkettik. İnsanoğlunun gözünü gökyüzüne çevirmesiyle başlayan bu süreç, uzayın kendisi gibi sonu olmayan bir serüvene benziyor. Uzay araştırmalarında kulla-nılan ve gün geçtikçe daha da güçlenen teknik donanım ve artan bilgi birikimi de bu serüvende insanoğlunun en büyük yardımcısı. Gelecek yüzyılın araştırmacıları hiç kuşku yok ki, uzay araştırmaları üzerine yoğunlaşacaklar. Bu araştırmaların temelini oluşturan, dis-iplinlerarası yatay çalışmalar, projeler, çalışma ve düşünce sistemleri de bu doğrultuda gelişecek.

Bilimin bütün disiplinlerinin bir arada bulunmasını gerektiren uzay araştırmaları büyük organizasyonlarla yürütülüyor. Bunlar arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA. Önemli adımlara imza atmayı ve bunu iyi bir reklamla dünyaya duyurmayı hep başarmış olan NASA, uzay serüvenlerinin "Baş Oyuncu"su! Sovyetler ise, her ne kadar uzay çalışmalarının başını çekmiş ve uzay yarışında adı ABD ile bera-ber anılmış olsa da bugün bu alanda öncü rolü oynamaktan biraz uzak görünüyor.Günümüzde uzay araştırmaları bu iki ülkeyle sınırlı değil artık. Japonya, Kanada gibi gelişmiş ülkelerin bireysel çalışmalarının yanı sıra, adını en son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir başka büyük organizasyon daha var: ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da değişik bir ekolü temsil ediyor.Kısa adı ESA (European Space Agency) olan Avrupa Uzay Ajansı, 14'ü kıta Avrupa ülkesi (Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya ve Norveç) biri de kısmi işbirliği (Kanada) olmak üzere 15 ülkenin hükümetler düzeyinde üyesi olduğu bir Avru-pa kuruluşu. ESA, Avrupa'da bulunan iki eski Avrupa Uzay Orga-nizasyonu, ESRO (European Space Research Organization) ile ELDO'nun (European Organization for the Development and Construction of Space Vehicle Launchers) birleşmesiyle 1975 senesinde kurulmuş bir organizasyon. Çekirdeğini oluşturan bu iki kuruluşun yükümlülüklerini ve haklarını elinde tutan ESA, temel olarak, uzay bilimleri (gezegenler, uzay boşluğu, Güneş, ısı, enerji, göktaşları, yıldız sistemleri, uzay �ziği, astronomi vb.), yeryüzü gözlemleri (enerji, su, maden ve mineral kaynaklarının araştırılması), telekomünikasyon (uydu haberleşmesi, GPS), uzay taşıyıcıları (uydu fırlatma sistemleri, araştırma uyduları), mikro-çekim ve uluslararası uzay istasyonu gibi alanlarda çalışmalarını sürdürüyor.

Page 15: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 13

dosya

Merkezi Paris'te bulunan ajansın başkanı ayrıca onun yasal tem-silcisi. ESA, üye ülkelerin başkanlarından oluşan bir konsey tara-fından yönetiliyor ve bütün kararlar bu konseyce alınıyor. Her sene toplanan konseyin alacağı kararlar gelecek çalışmalara dair idari ve politik amaçları temel alıyor. Bu sene konseyin en önemli gündem maddesini ESA'nın en en son geliştirdiği Ariane 5 roketi oluşturmuş! Bu roket, talihsizlik sonucu ortaya çıkan yalın bir hata nedeniyle düşmüştü. Hata ise; bir önceki model olan Ariane-4 roketlerinin yön değiştirme sistemlerini düzenleyen bilgisayar programlarının, yeni modele göre yeniden düzenlenmeden, bütün parametreleriyle Ariane-5'te aynen kullanılması. Sistemi Ariane-4'ten tümüyle değişik olan Ariane-5'te eski programın kullanılması gibi bir hata da ESA'ya, roketin taşıdığı ve başka bir kopyası bulunmayan Cluster uydusunun kaybına, yani 15 yıllık çalışmanın heba olmasına ve trilyonlarca TL değerinde bir maddi kayba mal oldu. Ama ESA yönetiminin bu gibi durumlardaki tavrı, moral bozukluğu yaşamak yerine, vakit yitirmeden yeni bir atılım yaparak daha gelişmiş sistemler geliştirmek ve daha iyi bir başarı ile hatayı tela� etmek.ESA'nın yönetimini elinde bulunduran hükümetler düzeyindeki bu konsey, kuşkusuz bilim adamlarından bağımsız değil. Konsey'in, tamamı bilim adamlarından oluşan alt komisyonları var ve alı-nan bütün kararlar bu komisyonlara iletilerek değerlendiriliyor. Bu komisyonlarda şekillenen projeler genel merkeze iletiliyor. Böylece, başta politik ve idari olarak başlayan süreç, sonunda bil-imsel ve teknolojik projelere dönüşüyor. Sözkonusu projelerin hayata geçirilmesi ise çalışma alanlarına göre dağılmış, ESA'ya bağlı değişik merkezlerdeki kuruluşlarda gerçekleşiyor. Örneğin, teknolojik bir çalışma ise Hollanda'da bulunan ESTEC'e; bilimsel bir çalışma ise; İtalya'da bulunan ve asıl olarak, uydular aracılığıyla elde edilen verilerin bilimsel araştırma amaçlı kullanılması çalış-malarının yürütüldüğü ESRIN'e aktarılıyor. ESA'ya bağlı böyle üç ana kuruluş var:

• ESTEC (The European Space Research and Technology Center-Avrupa Uzay Araştırmaları ve Teknoloji Merkezi) Noordwijk, Hollanda

• ESOC (The European Space Operations Centre-Avrupa Uzay Operasyonları Merkezi) Darmstadt, Almanya

• ESRIN (The European Scienti�c and Research Institute-Avrupa Uzay Araştırmaları Enstitüsü) Frascati, İtalya.

ESA bu merkezlerde, eğitimli bilim adamlarından oluşan orta-lama 2000 araştırmacı ve teknisyeni barındırıyor. ESA ayrıca, amaç ve hede�ere yönelik olarak, üye olmayan öteki ülkelerle bilimsel ve teknololojik alanda ortak çalışmalar, teknoloji ve bilgi birikimi aktarımı, eğitim, proje gibi konularda ikili işbirliği anlaşmaları da yapıyor.

Dünya ve Uzay Kaşi�eri

ESA'nın temel hede� üye ülkelerce; "uzay araştırmaları, uzay teknolojileri ve bunların uygulamalarında Avrupa ülkeleri ara-sında barışçıl amaçlarla bir işbirliği sağlamak" olarak ortaya konulmuş. Bu hede�ere yönelik olarak da ESA, Uzay Bilimleri, Yeryüzü Gözlemleri (Earth Observation), Telekomünikasyon, Uzay Nakil Sistemleri, İnsanlı Uzay Uçuşları ve Mikroçekim Bilimleri gibi disiplinlerde uzay teknolojilerini destekliyor.Uzay bilimi tek bir disiplin değil; Güneş ve gezegen araştırma-larından astro�ziğe dek uzanan geniş çaplı ve birbiriyle sıkı iliş-ki içinde olması gereken disiplinleri kapsıyor. Uzayı ve evreni araştırırken yakın çevremizi, gezegenleri ve her şeyden önem-lisi Dünya'yı değişik bir açıdan inceliyor. ESA da uzay araştırma-larının yanı sıra Dünya'ya dair bilim programları üzerinde çalışı-yor. Bu denli geniş çaplı bir alana yayılmış ESA projelerinin tüm-ünü saymak, bu sayfaların kaldıramayacağı bir yükü oluşturur. Ama gene de önemli birkaç örneği vermekte yarar var.

ESA’ya Üye Olan Ülkeler

Avusturya Belçika Çek Cum. Danimarka Finlandiya Fransa Almanya Yunanistan İrlanda

İtalya Lüksemburg Hollanda Norveç Polonya Portekiz Romanya İspanya İsveç

İsviçre Birleşik Krallık Kanada

Page 16: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space14

dosya

ESA'nın "bilim programı" kapsamında, 1968-1983 seneleri arasında fırlatılmış ve şu an görevlerini tamamlamış 11, şu anda etkin dur-umda 5 bilimsel uydusu var. 1978'de NASA ile ortak fırlatılan IUE (International Ultraviolet Explorer) uydusu, 10 000 gökcismini ince-ledi. Avrupa'nın en çok bilinen uzay aracı Giotto özellikle Halley kuyrukluyıldızını karşılaması ile tanınır; Giotto şimdilerde Güneş çevresindeki uzun yörüngesinde kış uykusunda! Tek astronomi uy-dusu olan Hipparcos, 1989 senesinde astro�zik çalışmaları için gök-yüzündeki bütün yıldızların bir kataloğunu oluşturmak amacıyla fırlatılmıştı. Hipparcos, 120 000 yıldızın 2-4 miliark-saniye hassasiye-tle ölçtüğü konum ve parallaksları hakkında epey veri topladı. Adı-nı sıkça duyduğumuz, insanoğlunun uzaydaki gözü Hubble Uzay Teleskobu (Hubble Space Telescope) ESA'nın %15 ortaklıkla yürüt-tüğü bir proje. Buna göre Avrupa'lı araştırmacıların bu teleskopta %15 gözlem zamanı kullanma hakları var. Ama pratikte, yürüttükle-ri çalışmaların önemi nedeniyle bu zamanın daha fazlasını kullanı-yorlar. 1990'da fırlatılan Ulysses, Güneş kutbunun üzerinde, şimdi-ye dek keşfedilmemiş bölgelerdeki parçacıkları ve alanları gözle-mek üzere ekliptik düzleme dik bir yörüngeye oturtuldu. ISO da (Infrared Space Observatory) şimdiye dek yapılmış olandan binler-ce kat daha çok hassasiyetle, kızılötesi ışınımları gözlemleyecek. Aralık 1995'te fırlatılan ve yeni keşi�erini yakınlarda Dünya'ya ulaş-tıran SOHO (Solar Heliospheric Observatory), Güneş'in gizlerini ara-lamaya devam ediyor. Elektromanyetik spektrumun X, Gama ve kızılötesi bölgelerinde gözlemlerini sürdüren XMM (X-Ray Multi-Mirror), INTEGRAL (International Gamma-Ray Laboratory) ve FIRST (Far Infrared and Submillimetre Telescope) projeleri evreni bu dal-gaboylarında gözleyecek. Bunların dışındaki ARTEMIS (Advanced Relay Technology Mission) ve DRS (Data Relay Satellite) uyduları ise iletişim amaçlı uydu projeleri. ESA tarafından geliştirilen ve ilki 1979 senesinde fırlatılan Ariane roketleri ise 90 uçuşta 130'un üzerinde uyduyu Dünya yörüngesine yerleştirdi (Bunlardan biri de Türkiye'ye ait haberleşme uydusu TÜRKSAT). ESA'nın, her biri önemli bilimsel amaçları olan bu uyduları, uzay araştırmalarına ve dolayısıyla dünya bilimine katkılarını simgeliyor. Çünkü bu çalışmaların ürünleri, büt-ün dünya ülkelerinin araştırmacılarına veri olarak yansıyor.

Dünya'nın Uzaydan Gözlenmesi

Uzaydan Dünya'yı gözlemlemek, şimdiye değin, geniş bir uygula-ma alanına sahip verileriyle Dünya ve çevresinin düzenli bir görün-tüsünü sağlayarak, bilimsel, sosyal, iktisadi ve politik düzeydeki önemini kanıtladı.

Peki sebep uzaydan gözlem? Üzerinde yaşadığımız gezegen kırılgan bir ekosisteme ve sınırlı kaynaklara sahip. Dünya'nın çevresi ve iklimi sadece atmosfer, okyanuslar, buzul bölgeleri ve karalardan etkilenmez; insanın da bunda payı vardır. Yerkürede-ki yaşantımızın sürmesi de, kaynakların iyi kullanımına ve eko-sistemimizin karmaşık yapısını anlamaya dayanıyor. Günümüz-ün, sera etkisi, ozon deliği gibi önemli problemleri da global bir araştırma disiplini ve çözüm üretimini gerektiriyor. Dolayısıyla bu tür sorunların çözümünde karşımıza çıkacak soruların yanıt-larını uzaydan aramak daha yararlı hale geliyor. Çünkü canlı bir sistem olan Dünya'nın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak sağlıklı ölçümler, sadece uydular yardımıyla elde edilebiliyor. Uzaktan kumanda edilebilen bu uydularla, Dünya'nın karasal kütlesini, okyanusları, buzulları ve atmosferi uzaydan gözlemek çok daha kolay hale geliyor ve sağlıklı ölçümler yapılabiliyor.Dünya'yı uzaydan gözlemek için yine, yerbilimleri, temel bilim-ler, uygulamalı bilimler, atmosfer bilimleri ve deniz bilimlerinin içinde olduğu karmaşık bir disiplinler ağına gereksinim var ESA bu konudaki çalışmalarını, ilki 1977'de fırlatılan Meteosat uydu-ları ile başlattı. Meteosat'ın elde ettiği görüntüleri hava durumu programlarından biliyoruz. Ama Meteosat, bu programlarda gördüğümüz gibi bölgesel değil, çok daha geniş alanlardan veri topluyor. Bu veriler de çoğunlukla bilimsel araştırmalarda ve hava tahmini raporlarında kullanılıyor. Yine Yeryüzü gözlemleri-nin başka ayağını oluşturan yerbilimleri ve pratik uygulamaları için 1991'de ERS-1 (European Remote Sensing) ve 1995'de de ERS-2 uyduları yörüngeye yerleştirildi. Görece daha genç olan Metop ise özellikle kutup yörüngesinde dolaşarak meteorolojik veri sağlıyor. Yeni nesil yeryüzü gözlemi uydusu Envisat serisinin ilki ise 1999 senesinde fırlatılacak. Bu uydu, ERS uydularının gör-evlerini daha kapsamlı olarak sürdürmenin yanı sıra, özellikle çevrebilim, atmosfer kimyası ve okyanus bilimleri alanında önemli veriler sağlayacak.Tüm bu uyduların verilerine Avrupalı kullanıcıların ulaşabilmesi için ESA, 1977 senesinde Earthnet isimli bir programı devreye soktu. Earthnet ile, ERS uydularının verileri toplanıyor, yeniden işleniyor, arşivleniyor ve kataloglanıyor; bu da bütün dünya araştırmacılarına derli toplu hazır bir bilgi birikimi sağlıyor. Tür-kiye'nin de içinde olduğu birçok ülke, bu uyduların verileri ile kendi ülkelerinin jeolojik, coğra� vb. özelliklerini araştırabiliyor.

Page 17: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 15

dosya

İnsanlı Uzay ve Mikroçekim

İnsanoğlu yüzyıllar boyunca uzayda yolculuğu düşledi. Bu düş, 1950'li yıllara kadar ama bilimkurgu romanlarında kendine yer bulabildi. Ama en son 40 yıllık dönemde yaşanan gelişmeler bu düşlemi (fantezi) gerçeğe dönüştürdü. Henüz yıldızlararası yolcu-luk halen düş olsa da, bundan böyle Ay'a kişi gönderildi ve Mars'a ulaşmak bilimkurgu romanlarından bilimsel kitaplara ter� etti. Daha da önemlisi bundan böyle bilimsel deneyler ve laboratuvar-lar dünya dışı uzaya taşındı. Son yıllarda bu konuda atılan en önemli adımlar kuşkusuz uluslararası uzay istasyonu ve uzay laboratuvarı projeleri.İnsanoğlunun en büyük projelerinden olan Uluslararası Uzay İstasyonu için ilk hazırlıklar kimi Avrupa ülkelerinde 1985'ten son-ra başladı. 1988 senesinde hükümetlerarası bir anlaşmaya ABD ve Japonya da imza attı ve Avrupalı hükümetler de ortaklaşa ESA çatısı altında birleşmeyi kararlaştırdılar. 1993 senesinde Rusya'nın da katılımıyla projenin yürürlüğe konulma süreci başlatılmış oldu.Ekim 1995'te Fransa'da, ESA'ya üye ülkelerin toplantısında alınan kararlar üzerine, Avrupa bu çalışmadaki yerini almış oldu. Uluslar-arası Uzay İstasyonu'nda Avrupalılar'ın; COF (Columbus Orbital Facility) adı verilen ve uzay istasyonunun merkezine bağlanacak basınçlı bir laboratuvar kurma ve Ariane 5 ile fırlatılarak hem lojis-tik servis verip hem de istasyonu yeniden hızlandıracak ATV'yi (Automated Transfer Vehicle) yapma gibi iki temel katkısı olacak.Yörüngede düşük çekimli bir ortam, mükemmele yakın bir uzay boşluğu, Dünya'yı ve evreni gözlemek için uygun bir konum Uluslararası Uzay İstasyonu için �ziksel avantajlar. İstasyonun doğru yere yerleştirilmesi mikroçekimin sağlanması demek Mik-roçekim, istasyonun konumu için gereken en ilginç özellik. Mik-roçekimli ortam, çekim kuvvetlerinin etkisinin en az hissedildiği yer olarak düşünülebilir: Kütleçekimi, evrenin temel kuvvetlerin-den birisidir ve yeryüzünde ya da bir gök cismi üzerinde durur-ken bize ağırlık hissi verir. Fakat, serbest düşme durumunda, Dünya etrafında dolanan uzay araçlarında gerçek mikroçekim adı verilen suni ağırlıksız durum yaratılır. Burada önemli olan Dünya'dan 300 km kadar yüksekteki araca etki eden çekim kuvvetiyle merkezkaç kuvvetin birbirini dengelemesidir.Yerçekimi, konveksiyon, çökelme ve ağırlıktan kaynaklanan bas-ınç gibi etkilerle kendini gösterir; biyolojik, kimsayal ve �ziksel birçok olguyu etkiler ve öteki etki ya da kuvvetlerin çoğuna bas-kın gelir. Uzay istasyonunda yaratılacak olan mikroçekim ortam sayesinde, yerçekiminin etkilerinin perdesi kalkacak ve böylece günyüzüne çıkacak olan ikincil kuvvetlerin etkilerinin deneysel olarak çalışılması olanaklı hale gelecek. Bu koşullar altında, uzay istasyonunda, Dünya'da üretimi zor olan ürünlerin, karmaşık pro-tein yapılarının ve kompozit malzemelerin üretimi için yeni pers-pekti�erin sağlanacağı umuluyor. Yerçekiminin bütün hayat biç-imlerine olan etkisi bu biçimde ele alındığında temel biyolojik mekanizmaların ve işlemlerin kuramlarında yeni sürprizler kaçın-ılmaz oluyor.Şimdiye değin, mikroçekim koşullarında gerçekleştirilen deney-lerde, gelişmiş kimyasal özellikli kristaller ve mükemmel yapılar elde edildi. Bundan sonrası için ise, önemli biyolojik maddelerin yapıtaşını oluşturan kimi protein kristallerinin X-ışını kırınımı yön-temiyle analizinin yeni ilaç araştırmalarında önemli rol oynaya-cağı bekleniyor.Aynı şekilde, hücre biyolojisinde de önemli bulgular ortaya çıkıyor.Örneğin ESA'nın Biorack uçuşunun sonuç-larına göre, kimi biyolojik hücreler ve tek hücreli organizmalar,

mikroçekim ortamında, Dünya'da olduğundan değişik gözleni-yorlar. Bu da evrimin, hücre düzeyinde nasıl işlediğini anlama-mıza yardımcı olabilir; çünkü Dünya'da bütün hayat biçimleri yerçekiminin varlığında evrimlerini tamamladı.İnsan �zyolojisi üzerine yapılan uzay deneyleri, kişi kalp/kan ve dolaşım sistemlerindeki faaliyetle ilgili yeni ve önemli görüşlere yol açtı. Bu sonuçlar da, astronotların ağırlıksız ortama nasıl uy-um sağladıklarını anlamamızı kolaylaştırıryor. Bütün bu araştır-malar sonunda; İnsan vücudundaki su ve kan gibi sıvıların, yeni tanımlanan bir hormon tarafından denetim edildiğinin keş�; ortakulakta bulunan kişi denge sisteminin konveksiyon tarafın-dan belirlendiğinin keş� ve daha önceden kuramsal olarak ön-görülen, kristallerin büyütülmesi işlemi için düşük çekimli or-tam gerekliliğinin kanıtlanması gibi önemli bilgiler elde edildi.Malzeme bilimleri ve doğa bilimlerinde, mikroçekim koşulların-da yapılan uzay araştırmaları daha emekleme döneminde ol-makla beraber elde edilen sonuçlar oldukça umut verici.Uzay istasyonunda, mikroçekim dışında vakum, aşırı sıcak ve aşırı soğuk gibi koşullar da sözkonusu. Bu koşulların etkileri üzerine çalışmak da bilimsel araştırmaların yanı sıra mühendis-lik gibi uygulamaya dayalı alanları içine alıyor. Tüm bu çalışma-lar da astronomi, astro�zik, ışınım �ziği, manyetosfer �ziği gibi birçok disiplini biraraya getiriyor. Uluslararası uzay istasyonu ay-rıca yeni teknolojiler için de bir test alanı, Dünya ve gökcisim-lerinin gözlemi için bir platform ve uzaydaki bir bilimsel araştır-ma enstitüsü olacak. İstasyon ilk aşamada 3, tamamlandıktan sonra 6 astronotu barındıracak. İstasyonun ayrıca bilimsel ve teknik malzeme yüklerinin bulunacağı doğrudan dünya dışı uzaya açılan dış bağlantı elemanları da olacak. 108 m uzunlu-ğunda ve 74 m genişliğindeki istasyonun kütlesi ise 400 ton. 335 ile 460 km arasında bir yüksekliğe yerleştirilecek olan istas-yon, saatte 29 000 km hızla, Dünya'nın çevresini 90 dakikadan daha az bir sürede dolanacak. Yörüngesinde sinüs eğrisi şeklin-de bir yol izlerken Dünya'nın %85'e yakın bir kesimi da göz-lenebilecek. COF'un dışında istasyona araştırma amaçlı Japon ve Amerikan modülleri ile 3 adet Sovyet modülü yerleştirilecek. Amerika'nın laboratuvarlarının bul-unduğu modül 1998'de diğ-erleri ise 2002'de istasyonun tamamlanmasına kadar olan sür-eçte yörüngeye yerleştirilecek ve bütün bu laboratuvarlar ara-sında bir bilgi alışverişi sağlanacak.Uzayı deney amaçlı kullan-manın en önemli araçlarından biri de uzay laboratuvarları. ESA ilk uzay laboratuvarı çalışmalarına, Amerika'nın, 1970'lerin baş-ında, mekiğin kargo kısmına yerleştirilebilecek bir laboratuvar yapmaları halinde Amerikan Uzay Mekiği programında yer al-malarını teklif etmesiyle başlamış oldu. Amerika'ya ilk uzay laboratuvarı 1980 senesinde teslim edildi ve ESA astronotunun yeraldığı ilk görev de 1983 Kasımında gerçekleştirildi. Biorack (hücre biyolojisi), Anthrorack (insan �zyolojisi), Glovebox (den-ey hazırlama), gelişmiş akışkan �ziği modülü (akışkan bilimi), gelişmiş protein kristalleşme aracı (protein kristal büyütme) halihazırda kurulu olan uzay laboratuvarlarından bazıları.Uzay laboratuvarı programının ESA için başka önemi, Avrupa'lı araştırmacıları dünya dışı uzaya taşıması ve kendi astronot eki-bini kurarak uzay araçları için gerekli deneyimi kazanması. Uzay laboratuvarları ve Mir'de görev alan ESA astronotları, şimdi Uluslararası Uzay İstasyonu'na hazırlanıyorlar. Geleceğin insanlı uzay serüvenleri de, tıpkı Uluslararası Uzay İstasyonu ve uzay laboratuvarı projelerinde olduğu gibi, bütün ulusların yakın işbirliği çerçevesinde düşünülebilir.

Page 18: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space16

makale

Güneş Sistemimizde 10. Gezegen Var

Zecheria Sitchin

Yoksa bu, binlerce yıl öncesinden bildirilen ve bek-lenen NİBİRU (MARDUK) olabilir mi?

Bilimadamları; Pluto’dan, dünyaya üç kat daha uzak olan güneş sisteminin en uzak uzaysal objesini keşfettiler. Şu anda dünyadan 12.8 milyar km. uzaklarda bulunan onuncu gezegene; deniz canlılarının tanrıçasının adı olan “Sedna” adı verildi. Califor-nia Teknoloji Enstitüsü’nden Dr.Mike Brown grubunda bulunan astronom arkadaş-larıyla birlikte, Polamar Caltech Gözlemevi’nde sergiledikleri kesintisiz çalışmaları sonunda, geçtiğimiz Kasım ayında Sedna’yı uzaydaki yörüngesinde saptamışlardı. Bu ilk görüntüden birkaç gün sonra, Sedna, daha güçlü bir teleskop olan Spitzer Uzay Teleskobu tarafından da saptandı. Sedna aynı zamanda, 1930’da Pluto’nun keş-�nden beri güneş sisteminde keşfedilen en iri uzaysal obje. 1000 km lik bir çapı ol-duğu tahmin edilmekte. Sedna halen güneşten 100 milyar mil (kabaca, dünyanın güneşe olan olan uzaklığından 90 kat) daha uzakta ve eksantrik bir yörünge üzerin-de bulunmaktadır. Pluto’nun 9.cu gezegen olduğunu kabul edenler, Sedna’yı da ye-ni keşfedilen bir gezegen olarak önermektedir. NASA da, yeni gezegeni; Charles Ar-thur’un önerdiği (Inuit Tanrıça’nın adıyla) Sedna olarak adlandırmayı kabul etmiş ve onu, 1930’da Pluto’nun keş�nden beri bulunan 10. gezegen olarak, ilan etmiş bulunmaktadır.Aslında, bilinen Güneş Sistemimiz’in en uzak mesafelerinin ötesinde başka bir gezegenin var olup olmadığı sorusu, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerindeki düzensizliklerinden ötürü uzun yıllardır tahmin edilmekteydi. Yer-çekimsel bir kuvvet, bu iki dev gezegenin yörüngelerinde düzensizliklere yol aç-maya devam etmektedir. Bu kuvvet, çok uzak ve görünmeyen büyük bir nesnenin varlığını akıllara getirmekteydi.. Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareket-lerinde meydana gelen düzensizlikleri onayladı. Rasathanede çalışan bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezege-nin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Har-rington, 10’uncu gezegenin Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan ol-dukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.Ve ilk olarak 1982 yılında NASA ‘dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir’ şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin ola-sılığı resmi olarak kabul etmişti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Ast-ronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu), uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dün-ya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu henüz bilmediğimizdir.”Nibiru’ya gelince: Astronomlar, neredeyse elli yıldır, güneş sisteminde, Pluton’un dışında, oldukça uzun yörüngeli bir gezegenin varlığından şüpheleniyor ve bu doğ-rultuda araştırmalar yapıyorlar. “Planet X” adı verilen bu araştırma içinde, Zecharria Sitchin’in Sümer metinlerinden çıkardığı bilgilerin doğruluğunun kanıtlanmak üzere olduğunu söyleyenlerde vardı. Şimdi Nibiru’nun büyüsü giderek daha çok insanı çekmeye başlıyor. Hele, gezegenin dünya yakınına bir daha ki geliş tarihinin aşağı

yukarı 2012 yılına rastlayacağı tezi dikkate alının-ca, heyecan daha da artıyor. Bilindiği gibi, Olmec ve Maya takvim sisteminin döngüler üzerine kurulu yapısında, merakla beklenen bir tarih var. Bu, Maya takviminde “13 Ahau” olarak adlandırı-lıyor ve bir daha ki 13 Ağustos da 2012’ye rastlı-yor..Sitchin dünyanın her yerinde akademik çevreler-cede sevgi ve saygıyla anılan çok değerli bir ara-ştırmacı. Dahası, yaşamının kırk yılını Mezopo-tamya uygarlıklarına ait çivi yazısı tabletlerin derlenip okunmasına ve deşifre edilmesine ver-miş.Yazıtlara gore, dünyamız, milyonlarca yıl önce “Nibiru” adlı bir gezegenle yaşadığı büyük bir çarpışma sonucu parçalandı ve bugünkü halini aldı.

Page 19: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 17

Dünyadan kopan parçalar, bugün Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağını oluşturdu, bu arada çarpan Nibiru gezege-ni de kuyrukluyıldız benzeri çift odaklı elip-tik bir yörüngeye girdi Güneş Sistemi’nde. Bu yörünge, yaklaşık 3600 yıl sürüyordu. Sitchin teorisine daynak olarak dünyanın “amorf” yüzey biçimini gösteriyor: Eğer dünyadan okyanuslardaki suyu çeker.

İşte, bundan 450 000 yıl önce, “Nibiru” ya da “Marduk” adlı bu gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyo-nun başkanıydı ve onun tarafından dünya-mıza bazı mineraller almak üzere yollan-mış olan ekibe de “Annunaki” deniyordu. Başlarında, Sümer dininin en büyük tanrısı olan Enlil vardı. Enki, İnanna, Ninlil, Ereşki-gal gibi diğer “tanrı”lar da aslında bu eki-bin “beyin takımı”nı oluşturmaktaydı. Gelir-ken, yanlarında, madenlerde çalıştırmak üzere eğitilmiş iri cüsseli, devasa işçiler getirmişlerdi ki bunlar Tevrat’taki “Ne�lim”e denk geliyordu. Bir süre sonra ağır şart-lara isyan eden devlerin yerine, dünyadaki varolan en uygun yaratık seçilmiş, bu maymunsu yaratık üzerinde genetik iş-

lemler uygulanarak “insan nesli” geliştirilmişti. Annunakiler arasında, bu insanlarla ilişki kur-anlar da çıkmıştı ve bir anlamda “melez tür” yaratma deneyleri yapılmıştı – aynı, Yaratılış bölümünde “Tanrının oğulları insan kızlarını eş olarak seçti” ayetinde söylendiği gibi. Tevrat’ın “Genesis” bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullar-ının kızlarıyla evlenen “Ne�limler” in 12. Geze-genden geldiği yazar. “Ne�lim” sözcüğünün özgün anlamı “Tanrı’nın Oğulları veya Gökler-den Gelen Devlerdir.” Sitchin’e göre tarihsel bilgiler Kutsal kitapların içinde saklıdırlar.Onbinlerce yıl bu insanları çalıştıran Nibiru sakinleri, yani “Annunakiler”, İsa’dan önce 1600 dolaylarında, aralarındaki bir dizi karışık-lık sonucu dünyadan ayrıldılar. Bir sonraki gezegen yörüngesi yaklaşımında, yani 3600 yıl sonra geri dönmek üzere. İşte Sitchin’in teorisi bu. Hemen tekrar belirtelim, bütün bu iddialar ünlü dil bilimcinin birer birer deşifre ettiği 5000 yıllık Sümer tabletlerinin çevirisine dayanıyor. Dahası, Sitchin’in anlattıkları, Tevrat dahil bütün eski dini kaynakların Sümer mitolojisinden esinlendiği yolundaki arkeoloji ve Sümeroloji görüşlerini destekli-yor. Eski Sümer metinlerinde Nibiru gezege-ninin, 3600 yılda bir dünyanın yakınına gelip sonra yine uzaklara doğru yöneldiğinden söz ediliyor. Bu dönemlerle ilgili anlatılanlar, hayli çarpıcı. Ünlü Sümer yaratılış destanı Enuma Eliş’te, Nibiru geldiği sırada dünyada olanlar-dan söz ediliyor ve Tanrılarının gezegeni yak-laşırken, dünyanın büyük depremlerle ve sel-lerle, kasırgalarla sarsıldığı anlatılıyor. Kadim halklar, 12. Gezegenin periyodik yaklaşması-nı; büyük karışıklıkların, büyük değişimlerin ve yeni devirlerin bir belirtisi olarak dikkate almışlar. Bu gün Eski Ahit’te , yağmurların,

sellerin ve depremlerin zamanı olarak tasvir edilmektedir. Mezopotamyalı bilginler gibi Musevi kahinler de bu gezegenin Dünya’ya yaklaştığı ve insanoğluna görünür hale geldiği zam-anı, yeni bir çağın öncüsü olarak değer-lendirmişlerdir. Bu arada, NASA’nın açıkladığı ve SEDNA diye isimlendirdiği gezegenle ilgili gelişmeleri ve açıklamaları yakın-dan takip etmeye devam edeceğiz. Umarız, NASA, UFO’lar konusunda ve daha birçok konuda izlediği gizlilik ve yanlış bilgilendirme politikasını bu konuda sürdürmez.

Page 20: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space18

araştırma

Uzay TeknolojisiYapay Uydular

Yapay uydular insanoğlunun geliştirip Dünya'nın veya başka geze-genlerin yörüngesine yerleştirdiği uydulardır. Bu uydular genellikle yarı-bağımsız bilgisayar kontrollü sistemlerdir.

1957'de SSCB tarafından fırlatılan ilk yapay uydu olan Sputnik 1'den beri, binlerce yapay uydu Dünya'dan fırlatılmıştır. Bu uyduların her birinin belli bir amacı vardır. Yapay uyduların amaçlarından bazıları şunlardır:

Haberleşme uyduları: TV, radyo, telefon gibi iletişim araçlarını kullanabilmek için uzaya gönderilmiş uydulardır. Modern haberleşme uyduları çoğunlukla "Molniya" veya "Alçak Dünya" yörüngelerini kullanırlar.

Meteoroloji uyduları: Bu uydular dünyadaki meteorolojik olayları gözlemlemek için kullanılırlar.

Anti-uydu silah sistemleri: "Katil uydular" olarak da bilinen bu uyduların amaçları düşman uydularını yok etmektir. Düşman uyduları vurmak için kinetik mermiler ya da enerji veya partikül silah sistemleri kullanırlar.

Astronomi uyduları: Uzaydaki diğer gökcisimlerini gözlemek amacıyla kullanılır-lar.

Biyouydular (Biosatellites): Bilimsel amaçlarla canlı organizmalar taşıyan uydulardır.

Minyatür uydular: Çok çeşitli amaçlarla kullanı-labilen sıradışı şekilde ufak cüsseli uydulardır. 500–100 kg arasında olanlara "miniuydu", 100–10 kg arasında olanlara "mikrouydu", 10 kg'dan daha ha�f olanlara "nanouydu" denir.

Seyrüsefer uyduları (Navigasyon uyduları): Ra-dyo sinyalleri vasıtasıyla dünya üzerindeki mob-il cihazların yerlerini GPS sayesinde tespit etme-ye yarayan uydulardır. Günümüzde uçaklarda, otomobillerde hatta elde kullanımı oldukça yay-gınlaşmış olan sistem. sayesinde dünya üzerin-deki konum birkaç metre hassasiyetiyle tespit edilebilir.

Gözetleme uyduları: Daha çok askeri gözetle-me ve keşif amaçlarıyla kullanılan bu uyduların gerçek kabiliyetleri konusunda detaylı bir bilgi mevcut değildir. Bunun nedeni, bu sistemlere dair bilgilerin "çok gizli" gizlilik derecesinde ol-masıdır.

Gözlem uyduları: Bu uydular sivil gözlem ama-cıyla (çevre faciaları, harita yapımı vs.) kullanılan uydulardır.

Güneş enerjisi uyduları: Bu uydular güneş en-erjisini dünya üzerindeki alıcılara yönlendirerek, alternatif enerji kaynağı olarak kullanılması planlanan uydulardır.

Uzay istasyonları: Uzay istasyonları, üzerinde insanların yaşaması için inşa edilmiş yapılardır. Günümüzde bilimsel amaçlarla kullanılan bu yapılar astronotların yıllarca barınmasına imkân verebilmektedir. Bu istasyonlar uzay taşıtı değil-lerdir ve iniş-kalkış kabiliyetleri yoktur. Bu istas-yonlara gidiş geliş diğer uzay taşıtları vasıtasıyla sağlanır.

Page 21: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 19

Ay'ı Parlatan Dev PatlamaNASA, sürekli meteor yağmuruna maruz kalan Ay’ın son zamanlardaki en büyük çarpışmalardan birini yaşa-dığını ve yüzeyinde delik oluştuğunu belirtti. Ay’ın yüzeyine Mart ayında çarpan meteor, 20 metre genişli-ğinde krater oluşturdu.

Dünya gibi çok katmanlı bir atmosferi olmadığı için meteor yağ-murlarına karşı savumasız kalan Ay, son zamanların en şiddetli çarpışmasına tanık oldu.ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 17 Mart’ta Ay’a çar-pan bir meteorun, 20 metre genişliğinde bir krater açtığını belir-tti. Saatte 90 bin kilometreyle Ay’a çarpan gök cisminin neden olduğu patlama, Dünya’dan çıplak gözle bakıldığında fark edile-bilecek bir parlama ortaya çıkardı.NASA Meteroit Çevre O�si’nden Bill Cooke, “17 Mart 2013 tari-hinde, Mare Imbrium’a küçük bir meteor isabet etti... Yaşanan çarpışma, geçmişte tanık olduğumuz çarpışmalara kıyasla 10 kat daha fazla parlaklık saçtı” açıklamasını yaptı.Mare Imbrium, 1146 km genişliğiyle Ay’ın en büyük kraterlerin-den biri olarak biliniyor. 3-4.5 milyar yıl yaşındaki krater, geçmişte lavlarla dolu olduğu için karanlık bir yüzeye sahip.Gökbilimciler, son sekiz yıldır Ay yüzeyinde yaşanan meteroit çar-pmalarının takip edildiğini ve ilk defa bu denli büyük bir çarpış-ma gözlemlendiğini ifade etti.

GÜNEŞ SİSTEMİ’NDE HAREKETLİ GECEGerçek zamanlı olarak izlenmeyen çarpışma, NASA’nın Alabama eyaletindeki Marshall Uzay Uçuş Merkezi’ndeki 35 santimetre genişliğindeki teleskoplar tarafından kaydedildi. Görüntüleri ilk fark eden isim olan Ron Suggs, “O kadar parlaktı ki gözümü aldı” ifadesini kullandı.Gökbilimciler, Ay’a çarpan gök cisminin 0.3-0.4 metre genişliğin-de ve 40 kilo civarında olduğunu tahmin ediyor. Çarpışmanın, 5 ton TNT’ye eşdeğer bir patlama ortaya çıkardığı ifade edildi.Ay’ın son sekiz yılın en büyük patlamasına tanık olduğu gece, Dünya’nın da çok sayıda meteroitin hücumuna uğradığı belirtildi. Bill Cooke, “17 Mart gecesi NASA ve Western Ontorio Üniversitesi, Dünya ve Asteroit Kuşağı arasında neredeyse aynı yörüngelerde hareket eden çok sayıda ateş topu tespit etti” dedi.

Dünya, zırh görevi gören atmosferi sayesinde sayısız meteroitin tehdidinden uzak kalmayı başarsa da, NASA 2005’ten bu yana 300’den fazla uzay taşının yüzeye ulaşmayı başardığına dikkat çekti.Şüphesiz Dünya’nın ağzına getiren en büyük meteor tehdidi, 15 Şubat sabahı Rusya’nın Çelyabinsk kenti üzerinde patlayan meteor olmuştu.NASA, LRO (Ay Keşif Uydusu) Dünya’nın uydusunda yaşanan patlama hakkında daha fazla bilgi elde etmeyi planlıyor.

Ay'daki patlamaların noktaları. Kırmızı ile işaretlenen nokta en son patla-manın yaşandığı yeri gösteriyor.

Page 22: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space20

inceleme

GüneşGüneş Sistemi'nin merkezinde yer alan yıldız. Orta büyüklükte bir yıldız olan Güneş, tek başına Güneş Sistemi'nin kütlesinin % 99,8'ini oluşturur. Geri kalan kütle Güneş'in çevresinde dönen gezegenler, asteroitler, göktaş-ları, kuyrukluyıldızlar ve kozmik tozlardan oluşur. Gün ışığı şeklinde Güneş'ten yayılan enerji, fotosentez yoluy-la Dünya üzerindeki hayatın hemen hemen tamamının var olmasını sağlar ve Dünya'nın iklimi ile hava duru-munun üzerinde önemli etkilerde bulunur.

Samanyolu Gökadasında bilinen yaklaşık 200 milyar yıldızdan birisi ol-an Güneş'in kütlesi sıcak gazlardan oluşur ve çevresine ısı ve ışık şeklin-de radyasyon yayar. Güneş'in çapı Dünya'nın çapının 109 katı (1.5 mil-yon km), hacmi 1,3 milyon katı ve ağırlığı 333.000 katı kadardır. Yoğun-luğu ise Dünya'nın yoğunluğunun ¼’ü kadardır. Güneş kendi ekseni et-rafında saatte 70.000 km hızla döner ve bir tam turunu yaklaşık 25 gün-de tamamlar. Güneşin yüzey sıcaklığı 5500 °C ve çekirdeğinin sıcaklığıy-sa 15,6 milyon °C’dir. Güneş'ten çıkan enerjinin 2,2 milyarda 1'i yeryü-züne ulaşır. Geriye kalan enerjisi uzayda kaybolur. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya'daki tüm petrol, ağaç, doğalgaz, vb. yakıta eşdeğerdir. Güneş ışınları 8,44 dakikada yeryüzüne ulaşır. Güneş, Dünya'ya en yakın yıldızdır. Çekim kuvveti Dünya yer çekiminin 28 katıdır.Güneş yüzeyi kütlesinin %74'ünü ve hacminin %92'sini oluşturan hidro-jen, kütlesinin %24-25'ünü ve hacminin %7'sini oluşturan helyum ile Fe, Ni, O, Si, S, Mg, C, Ne, Ca, ve Cr gibi diğer elementlerden oluşur. Gün-eş'in yıldız sınıfı G2V'dir. G2 Güneş'in yüzey sıcaklığının yaklaşık 5.780 K olduğu, dolayısıyla beyaz renge sahip olduğu anlamına gelir. Günışığı-nın atmosferden geçerken kırılması sonucu sarı gibi görünür. Bu mavi fotonların Rayleigh saçılımının sonucunda yeteri kadar mavi ışığın kırıl-masıyla geride sarı olarak algılanan kırmızılığın kalmasıdır.Tayfı içinde iyonize ve nötr metaller olduğu kadar çok zayıf hidrojen çizgileri de bulunur. V eki (Roma rakamıyla beş) çoğu yıldız gibi Güneş'in de ana dizi üzerinde olduğunu gösterir. Enerjisini hidrojen çekirdek-lerinin füzyonla helyuma dönüşmesinden elde eder ve hidrostatik den-ge içindedir, yani zaman içinde ne genişler ne de küçülür. Saniyede 600 milyon ton hidrojen, helyuma dönüşür. Bu da, Güneş`in her geçen sani-ye 4,5 milyon ton ha��emesine yol açar. Güneş'teki füzyon olayı sonu-cunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ve Güneş Fırtınası meydana gelir. Galaksimizde 100 milyondan fazla G2 sınıfı yıldız bulu-nur. Güneş, galaksimiz içinde bulunan yıldızların % 85'inden daha par-laktır, Güneş'ten daha sönük olan bu yıldızların çoğu kırmızı cücelerdir.Güneş, Samanyolu merkezinin çevresinde yaklaşık 26.000 ışıkyılı uzak-lıkta döner. Galaktik merkez çevresinde bir dönüşünü yaklaşık 225–250 milyon yılda bir tamamlar. Yaklaşık yörünge hızı saniyede 220 kilomet-redir (+/-20 km/s). Bu da her 1.400 yılda bir, 1 ışıkyılı ve her 8 günde 1 GB'dir. Bu galaktik uzaklık ve hız bilgileri şu anda sahip olduğumuz en doğru bilgilerdir ancak daha fazla öğrendikçe bunlar da gelişebilir.Güneş günümüzde Samanyolu'nun daha büyük olan Kahraman kolu ve Yay kolu arasında kalan Orion kolu'nun iç kısmında, Yerel Yıldızlararası Bulut içinde yüksek sıcaklıkta dağınık gaz bölgesi olan düşük yoğunluk-lu Yerel kabarcık içinden geçmektedir. Dünya'ya 17 ışıkyılı uzaklıkta yer alan en yakın 50 yıldız içinde Güneş, mutlak kadir olarak dördüncü sıra-dadır.

YapısıGüneş bir sarı cücedir. Güneş Sistemi'nin toplam kütlesinin yaklaşık % 99'unu oluşturur. Güneş hemen hemen mükemmel bir küre şeklin-dedir, basıklığı yalnızca 9 milyonda birdir, yani kutuplararası çapı ile ek-vator çapı arasında bulunan fark yalnızca 10 km.'dir. Güneş plazma hâl-indedir ve katı değildir; dolayısıyla kendi ekseni etrafında dönerken

kademeli olarak döner, yani ekvatorda kutuplarda oldu-ğundan daha hızlı döner. Bu gerçek dönüşün periyodu ek-vatorda 25 gün, kutuplarda 35 gündür. Ancak Dünya Gün-eş'in etrafında dönerken gözlem noktamız sürekli değiştiği için Güneş'in görünür dönüşü ekvatorda yaklaşık 28 gün kadardır. Bu yavaş dönüşün merkezkaç etkisi Güneş'in ek-vatorunda yüzey çekiminden 18 milyon kat daha güçsüz-dür. Aynı zamanda gezegenlerden kaynaklanan gelgit et-kisi Güneş'in şeklini belirgin derecede etkilemez. Kayalık gezegenlerde olduğu gibi Güneş'in belirli sınırları yoktur. Dış katmanlarında, merkezinden uzaklaştıkça gaz yoğunlu-ğu üstel olarak azalır. Ancak aşağıda açıklandığı gibi Güneş'in belirgin bir iç yapısı bulunur. Güneş'in yarıçapı merkezi-nden ışıkküresinin (fotosfer) kenarına kadar ölçülür. Bu hemen yukarısında gazların önemli miktarda ışık saçama-yacak kadar çok soğuk ya da çok ince olduğu katmandır. Işık yuvarı çıplak gözle görülen yüzeydir. Güneş çekirdeği toplam hacminin yüzde 10'una ama toplam kütlesinin yüz-de 40'ına sahiptir. Güneş'in içi doğrudan gözlemlenemez ve Güneş elektromanyetik ışımaya karşı opaktır. Ancak nasıl sismoloji deprem tarafından üretilen dalgaları kulla-narak Dünya'nın iç yapısını ortaya çıkarıyorsa helyosismo-loji de Güneş'in içinden geçen basınç dalgalarını kullana-rak iç yapısını ölçmeye ve görüntülemeye çalışır. Güneş'in bilgisayar modellemesi de iç katmanları araştırmak ama-cıyla kuramsal bir araç olarak kullanılır.

Page 23: 3. Sayı (Ağustos)
Page 24: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space22

akademik

Astronomi Tarihi’ne Giriş İlk insanlar sadece gece ile gündüzün birbirini takip etmesinden “Gün” kavramını ,sabit gök cisimlerinden “Zamanı”,Ay’ın evrelerinden “Takvimi” bulmuşlardır.İnsanlığın gök cisimlerini Geosentrik(Yer Merkezli Evren Modeli) ol-arak incelemeleri yüzyıllar sürmüştür.Güneş’in,Ay’ın ve Yıldız’ların görünen bağıl konumlarına,hareketlerine ve parlaklarına zaman astronomisine bağlı olarak incelemeleri uzun zaman almıştır.Ancak gerçek bir araştırma 16.yy da gerçekleşebilmiştir.Bu yy da Copernic’in Helyosentrik (Güneş Merkezli Evren Modeli) Sistemi keşfetmesi,dürbünün icadı, Kepler Yasaları ve Newton’un çekim kanununun ard arda gelmesi astronominin hızla gelişmesine sebep olmuştur.Böylece gök cisimlerini evren içindeki gerçek konumları ve parlak-lıkları belirlenmeye başlanmıştır.Newton’un çekim kanununun ar-dından ışığın renklere ayrılmasının bulunmasının Fraunhofer’ın Spektroskopu keşfetmesi Lagrange’nin ve Laplace’ın Gök Mekaniği ile ilgili çalışmaları astronominin matematik ve �zik ile iç içe geliş-mesini sağlamıştır.Böylece kuramsal çalışmalar başlamıştır.20.yy’ın başında atomun yapısı ile ilgili çalışmalar Blanck’ın Kuantum Teorisi,Einstein’nın Rölativite Teorileri �zikte olduğu gibi Astronomi de de sıçramalara sebep olmuş,modern astronomi ile birlikte kozmolojik kavramlarda ortaya çıkmıştır.1932 yılında Radyo Astronomi ‘nin ortaya çıkması ve 2.Dünya savaşı sırasında radyo tekniğinin gelişmesi uzundalga boyu bölgelerde ışınım gönderen yeni radyo kaynaklarının keş�ne yol açmıştır.Rad-yo teleskoplarla yapılan gözlemler galaksimizin spiral yapısını orta-ya koymuştur.Radyo astronomi tekniğinin hızla gelişmesi ekstraga-laktik radyo kaynaklarının ve yüksek enerjili bazı gök cisimlerinin keş�ni sağlamıştır.1950’li yılların sonunda uzay aracı ya da yapay uydu çalışmalarına başlanması astronomiden yeni,uzay teknolojisi alanını açmıştır.Uz-ay arçlarının fırlatılması ve yörüngeye oturtulması sonucunda at-mosfer dışı gözlem olanakları ortaya çıkmıştır.Böylece gök cisimler-inin özellikle kısa dalga boylarında ve yüksek enerjili gök cisimleri-nin gözlenmesi astro�ziğin gelişmesini sağlamıştır.İlk önce insansız daha sonra insanlı uçuşların yapılması ve 1969 yılında gönderilen Apollo 11 aracındaki 3 astronottan 2 si Ay’a inmiştir.1970 yılından sonra bu çalışmalar hızlanmıştır.Daha sonra Venüs ve Mars’a uzay araçları gönderilmiş bu gezegenler hakkında önemli bilgiler elde edilmiştir.Daha sonra Jüpiter den başlamak kaydı ile gezegenlerin fotoğra�arını çekecek ve dünya ya bilgi gönderecek uzay araçları gönderilmiştir.

Astronomi Tarihi’nin DönemleriAstronomi tarihi üç ana başlık altında incelenebilir.1- Dürbünden önce astronomi2- Dürbün ve Teleskop Çağı3- Uzay Teknolojisi

İlkel AstronomiGökyüzünün ve gök cisimlerinin gözlemi insanlığın kendisi ka-dar eskidir.Yüzbinlerce yıl önce insanoğlu düşünmeye başlayıp doğa içindeki varlığını idrak etmesi ile birlikte dikkatini bağımlı olduğu büyük astronomik olaylara yöneltmiş olmalıdır.Bu olay-lar gündüz ve gecenin ardarda gelmesi Güneş’in hergün ortaya çıkıp kaybolması mevsimlerin periyodik olarak meydana gel-meleri sayılabilir.İnsan yazıyı icad etmeden çok önce Ay’ın evre-lerinin gök yüzünde her gece görünmesini yıldızların ve Güneş’in yıllık yer değişimini gözlemişlerdir.Gök yüzünün bu ilkel göz-lemi daha iyi bir yer aramak ya da ekim,hasat ile ilgili hava tah-minlerini yapabilmek için daha düzenli gözlemler yapmışlar ve bu gözlemlerde yavaş yavaş gelişerek, insanda bir yerde bilinç-lenerek astonominin başlangıcına ulaşılmıştır.Ancak bu ilk ast-ronomik kavramlar yüzyıllar boyunca mistik ve mantık dışı düş-üncelerden kolay kolay kurtulamamıştır.Bunların kaynağı gök cisimlerinin arz dışında ve erişilemez ve büyük bir güce sahip olması gibi düşüncelerdir.Böylece gökyüzünün incelenmesi uzun süre ikili bir görünüm ortaya koymuştur.Bir yandan gök cisimleri ile insanın ilgilenme-si çevrimsel olayların değişmez doğa kanunlarına ortaya çıkar-mış öte yandan insanın gök yüzüne kendinen uzaklaştıkça gücü artan varlıkları yerleştirmesine yol açmıştır.Bu ilkel kav-ramların hem kutsal hemde sosyal karakterleri insan bilincinde uzun süre yerleşmesine neden olmuştur.Bu da astronomi ile felsefe arasında güçlü bi ilişkinin temellerini oluşturmuştur.

Page 25: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 23

akademik

Güneş TutulmasıAy'ın yörünge hareketi sırasında Dünya ile Güneş arasına girmesi ve dolayısıyla Ay'ın Güneş'i kısmen ya da tümüyle örtmesi sonucunda gözlemlenen doğa olayıdır.

Tutulmanın olması için Ay'ın yeniay evresinde olması ve Dünya'ya göre Güneş ile kavuşum halinde olması, yani yörünge düzle-minin Dünya'nın Güneş çevresindeki yörünge düzlemi ile çakış-ması gerekir. Bir yıl içinde Ay, Dünya çevresinde yaklaşık 12 kez dönmesine karşın, Ay'ın yörünge düzlemi ile Dünya'nın yörünge düzlemi arasında 5 derece kadar bir açı olması sonucu, Ay her defasında Güneş'in tam önünden geçmez ve dolayısıyla bu çakış-ma seyrek olarak oluşur. Bu yüzden, yılda iki ile beş arasında gün-eş tutulması gözlemlenir. Bunlardan en çok ikisi tam tutulma ola-bilir. Güneş tutulması Dünya üzerinde dar bir koridor izler. Bu yüzden herhangi bir bölge için güneş tutulması çok ender bir olaydır.Güneş tutulması, tam tutulma zamanı dışında asla çıplak göz ile izlenmemelidir.En son gözlemlenen Güneş tutulması, 11 Temmuz 2010'da ger-çekleşen tam tutulmadır. Türkiye'den gözlemlenebilen en son Güneş tutulması ise, 29 Mart 2006 tarihinde gerçekleşmiştir. En son da 4 Ocak 2011 tarihinde görülmüştür.

Tutulma TürleriTam Güneş Tutulması: Ay'ın Güneş'in Dünya'dan disk halinde görünen ışıkyuvarını tümüyle örtmesi ile oluşur. Güneş'in çok parlak olan ışıkyuvarı Ay'ın karanlık gölgesi ile örtülür ve Güneş'in ışıkyuvarından çok daha soluk olan Güneş tacı çıplak gözle görülebilir hale gelir. Tutulmaya ancak tam tutulma zamanında güvenli olarak çıplak gözle bakılabilir. Bu sırada hava, parlak yıl-dızlar ve gezegenler gözle görülebilecek kadar kararır. Tam tutul-ma, Dünya yüzeyindeki dar bir koridorda gözlenebilir.

Halkalı Güneş Tutulması: Ay'ın, Güneş'in önünden tam kavuş-umlu geçişinde Güneş'i tam örtmediği zaman gözlemlenir. Ay'ın çapı, Güneş'in ışıkyuvarının çapının yaklaşık 400'de biridir. Ancak Ay'ın Dünya'ya uzaklığı, Güneş'in uzaklığının yine yakla-şık 400'de biridir. Bu yüzden Ay'ın Dünya'dan görünür büyüklü-ğü Güneş ile yaklaşık olarak aynıdır. Ancak gerek Dünya'nın Güneş çevresindeki, gerekse Ay'ın Dünya çevresindeki yörün-geleri tam daire olmadığından, Ay her tam kavuşumlu geçişte Güneş'i tam olarak örtmez. Bu durumda, Güneş diskinin Ay tarafından örtülmeyen kısmı, Dünya'dan halka şeklinde göz-lemlenir.Hibrit Güneş Tutulması: Tutulmanın Dünya yüzeyinin bazı böl-gelerinde tam, bazı bölgelerinde halkalı olarak gözlenmesi de-mektir. Hibrit tutulmalar ender olarak görülür.Parçalı Güneş Tutulması: Ay'ın Güneş'i kısmen örtmesi sonu-cunda oluşur. Her tam ve halkalı tutulma, parçalı tutulma olarak başlar ve tam kavuşumdan sonra yine parçalı tutulma halinde devam eder ve biter. Tam tutulma sırasında, tutulmanın tam olarak gözlenebildiği Dünya yüzeyindeki dar koridorun dışın-daki geniş alanlarda, tutulma parçalı tutulma olarak görülür.

GözlemÇok kısa bir süre bile olsa Güneş'e doğrudan bakmak, göz retinasında kalıcı hasara ve dolayısıyla körlüğe varan görüş kalıcı görüş bozukluk-larına neden olabilir. Retina acıya duyarlı olmadığından, bu hasarın oluşma hissi algılanmaz. Olağan koşullar altında Güneş, doğrudan bakılamayacak kadar parlaktır. Ancak tutulma sırasında Güneş kısmen örtüldüğünde, parlaklığı azalıp doğrudan bakılabilir olduğu yanılsa-ması kolaylıkla oluşabilir. Özellikle çocuklar ve deneyimsiz gözlemciler bu yanılgıya kolaylıkla düşebilirler. Göz bebeği en parlak nesneye değ-il, ortamdaki toplam ışığa göre tepki verir. Dolayısıyla göz bebeği Gün-eş diski kısmen örtüldüğünde, Güneş'in normal haline bakıldığı dur-umdan daha geniş olur, böylelikle retina Güneş'in örtülmeyen kısmın-dan gelen ışınıma daha çok maruz kalır. Bu yüzden, tam tutulma süresi dışında tutulma halindeki Güneş'e doğrudan bakmak, normal koşul-lardaki Güneş'e bakmaktan daha tehlikelidir. Güneş'e özel önlem alın-maksızın dürbün, teleskop, fotoğraf makinesi vizörü gibi optik araçlar-la bakmak ise, çıplak gözle bakmaktan çok daha tehlikelidir.

Page 26: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space24

dosya

Güneş Sisteminin OluşumuÜzerinde yaşadığımız Dünya’nın ve bizi ısıtan, Dünya’yı aydınlatan Güneş’in aslında hidrojen gazı atomlarının yoğunlaşmasıyla oluştuğu söylenir. Yani bu muazzam yapılar, Güneş, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, gezegen uyduları, asteroitler hidrojen gazının bir tür tepkimesiyle oluşmuştur. Varsayım bu, ancak insana inanılmaz geliyor.

Güneş sisteminin oluşumunu açıklayan kuramlardan bugün için en kabul edileni Bulutsu Kuramıdır. Bu kurama göre Güneş ve Güneş sistemi yoğun halde bulunan hidrojen gazı başta olmak üzeri gaz ve toz bulutlarının dönmesiyle oluştu. Ama nasıl?Güneş sistemini oluşturan gaz ve toz bulutu önce dağınık bir yapı-daydı ve dönme hareketi yapmaktaydı, ancak bu hareket oldukça yavaştı. Bir süre sonra bulutun bir yerinde yoğunlaşan maddenin kütle çekimi de artınca etrafındaki gaz ve toz bulutu daha hızlı dön-meye başladı. Döndükçe ısınan bulut merkeze doğru yoğunlaşma-ya başladı. Merkezdeki bu yoğunlaşma bir süre sonra sıcaklığın art-masına ve bu da atomlar arası çarpışmalara neden olduğundan il-kel güneş ilk ışınımını yaymaya başladı. Merkezden uzakta kalan di-ğer toz ve gaz yapıları ise ilkel güneşin etrafında dönmeye devam ettiler. Yaklaşık 100 milyon yıl kadar sonra ilkel yapının içerisindeki hidrojen yoğunluğu ve basıncı füzyon olayını başlatarak Güneş’i enerjisini kendi sağlayan bir yıldız haline getirmiştir.

Şimdi akla şu soru gelebilir. Güneş oluşturan bu yapıdaki gaz ve toz bulutu nereden gelmektedir? Bu soruyu Gökbilimciler de kendilerine sormuşlardır. Evrende yeni yıldız oluşum bölgeleri-ne bakıldığında bu bölgelerin yakın zamanda (en az birkaç mil-yon yıl) patlamış bir süpernova sonucunda oluştuğu görülmüş-tür. Bu anlamda Güneş’in de bir veya birkaç süpernova patlama-sının kalıntılarıyla oluştuğu düşünülmektedir.Güneş etrafında dolanan gaz ve toz bulutunda da bir farklılaş-ma olmuştur. Aynı Güneş’in oluşum evresindeki gibi, toz ve gaz topluluklarının daha yoğun olduğu bölgelerde yeni oluşumlar meydana gelmiştir. Yoğun gaz topluluğu kendi etrafında döner-ken yakınlarındaki gaz ve toz birikintilerini de kendine çekmiş ve yoğunlaşma başlamıştır. Bu olay ile gezegen oluşumu başla-mıştır.Peki gezegen oluşumu ile Güneş’in oluşumu aynı ise, bugün yapıları ve özellikleri neden farklıdır? Sorunun cevabı yukarıda Güneş’in oluşumunu açıklayan paragrafta gizli. Gezegenleri oluşturan topluluğun yoğunluğu ve basıncı yeterli gelmediği için füzyon olayı başlamamış ve bir süre sonra bu yapı soğuma-ya ve kabuk bağlamaya başlamıştır.Güneş sistemindeki gezegenler karasal ve gaz gezegenler ol-mak üzere iki kısımda incelemek mümkündür. Merkür, Venüs, Dünya ve Mars iç gezegenleri yani karasal gezegenleri oluştu-rur. Bu gezegenler Güneşe yakın olduklarından ilk etapta yapı-larında su, metan gibi elementleri barındıramamıştır. Bunun yerine metallerden oluşmuşlardır. Güneş’e iç gezegenlerden daha uzakta yer alan Jüpiter, Saturn, Uranüs ve Neptün ise met-an ve hidrojeni tutabilmişlerdir.Gezegenler, önce küçük toz ve taş parçacıkların birbirleriyle çarpışıp birleşmeleri ile büyümüşler, sonra daha büyük cisimler-le çarpışarak bugünkü şekline gelmişlerdir. Günümüzdeki geze-genlere düşen meteor ve göktaşı sayısı ile milyarlarca yıl önceki çarpışma sayıları arasında uçurum denilecek fark bulunur. Geze-genlerin ilk oluşum süreçlerinde oldukça sık çarpışmalar olmak-taydı. Çünkü gezegenler ile diğer cisimlerin yörüngeleri sürekli kesişmekteydi. Bugün ise bu olay çok sık olmamaktadır. Evet Dünya ve diğer gezegenler bazen meteor veya göktaşı bulutlar-ının içerisine girmektedir. Ancak bu topluluklar Güneş’in etrafın-da dolanan kuyrukluyıldızların bıraktığı kalıntılardır.

Page 27: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 25

dosya

Gezegen oluşumu neden durmuştur peki? Gezegenler bölgedeki tüm gaz ve toz bulutunu bitirmişler miydi? Böyle bir şey söylene-mez. Gezegen oluşumunun bir anda bitmesinin nedeni, enerji üretmeye ve fazla enerjisini çevresine yaymaya başlayan Güneş’in Güneş rüzgarı oluşturmaya başlamasıdır. Bu rüzgar daha ha�f olan gaz ve toz yapılarını sistemden ileri itmiştir. Bu yapıların bir kısmı Jüpiter ve Saturn gibi devlerin etrafında şu anda dönmekte-dir. Örneğin Saturn halkalarının bu yolla oluştuğu tahmin ediliyor.Mars ile Jüpiter arasında yeralan Asteroid Kuşağının nasıl oluştu-ğuna ilişkin ise bazı görüşler var. Bunlardan biri Jüpiter’in devasa kütlesinin çekimi nedeniyle bu bölgede gezegen oluşamadığını söyler. Diğer görüş ise bu bölgede bir zamanlar bir gezegen oluş-tuğunu ancak Jüpiter’in çekim etkisiyle parçalandığını belirtir. İlk görüş Gökbilim çevrelerinde daha inandırıcı bulunmaktadır. Çün-kü asteroid kuşağında şekilsiz cisimler olduğu gibi Ceres gibi kür-esel yapıda gökcisimleri de yer almaktadır. Gezegenin parçalan-ması ile böyle küresel cisimler oluşamaz. Bu yapılar ancak Siste-min ilk oluşum evrelerinde oluşmuş olabilir. Ancak bunlar sadece görüş. Asteroid Kuşağının oluşumuna ilişkin olan kuramlardan hangisi daha doğrudur, bunu ilerleyen zaman gösterecek. Belki de bu güneş sisteminin oluşumunu açıklayan Bulutsu Modeli de doğrulayacak başka bir keşif olacaktır. Bu konuda GSD Gezegen-ler(Güneş Sistemi Dışındaki gezegenler) bize bilgi verebilirler. Bu anlamda bu tür gezegen sistemlerini bulmak önemli.

Güneş’in Sonu Nasıl Olacak ?Güneş’de tüm yıldızlar gibi 4,5 milyar yıl sonra mevcut hidroje-nini bitirecek ve helyum atomları birleşerek karbona dönüştür-meye başladığında sıcaklığı çok artacaktır. Bu sıcaklığı azaltmak için hacmini arttıracak, soğuyacak tekrar büzüşecek. Bir süre sonra ise büyük bir patlama ile uzaya oksijen ve karbonunu at-acak olan güneşimiz bir beyaz cüce olarak daha sönük olarak parıldayacak.

Aşağıdaki gra�kte Güneş’in ömrüne ve başına geleceklerle ilgili bilgi verilmiştir. Buna göre Güneş’imiz yaklaşık 3 milyar yıl sonra hidrojen atom sayısının azalması iç sıcaklığı artacak ve basınç büyüyecektir. Bundan dolayı da Güneşimiz büyümeye başlaya-cak, 10 milyar yaşinda ise kırmızı deve dönüşüp, 11 milyar yıl yaşında patlayacak ve sonuçta beyaz cüceye dönüşecek.

Bu resme yanlamasına bakınız.

Page 28: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space26

inceleme

MarsGüneş Sistemi'nin Güneş'ten itibâren dördüncü gezegeni. Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars'a ithâfen adlandırılmıştır. Yüzeyindeki yaygın demiroksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için Kızıl Geze-gen de denir.

İnce bir atmosferi olan Mars gerek Ay'daki gibi meteor kraterlerini, gerekse Dünya'daki gibi volkan, vadi, çöl ve kutup bölgelerini içer-en çehresiyle bir yerbenzeri gezegendir. Ayrıca rotasyon periyodu ve mevsim dönemleri Dünya’nınkine çok benzer.Mars’taki Olimpos Dağı (Olympus Mons) adı verilen dağ Güneş Sis-temi’nde bilinen en yüksek dağ ve Marineris Vadisi (Valles Marine-ris) adı verilen kanyon en büyük kanyondur. Ayrıca Haziran 2008’de Nature dergisinde yayımlanan üç makalede açıklandığı gibi, Mars’ın kuzey yarımküresinde 10.600 km. uzunluğunda ve 8.500 km. geniş-liğindeki dev bir meteor kraterinin varlığı saptanmıştır. Bu krater, bugüne kadar keşfedilmiş en büyük meteor kraterinin (Ay'ın güney kutbu kısmındaki Atkien Havzası) dört misli büyüklüğündedir.Mars, Dünya hariç tutulursa, halen Güneş Sistemi’ndeki gezegenler içinde sıvı su ve yaşam içermesi en muhtemel gezegen olarak gör-ülmektedir. Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter keşif projelerinin radar verileri gerek kutuplarda (Temmuz 2005) gerekse orta bölgelerde (Kasım 2008) geniş miktarlarda su buzlarının var olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. 31 Temmuz 2008’de Pho-enix Mars Lander adlı robotik uzay gemisi Mars toprağının sığ böl-gelerindeki su buzlarından örnekler almayı başarmıştır.Günümüzde, Mars, yörüngelerine oturmuş üç uzay gemisine ev-sahipliği yapmaktadır: Mars Odyssey, Mars Express ve Mars Recon-naissance Orbiter. Mars, Dünya hariç tutulursa, Güneş Sistemi’ndeki herhangi bir sıradan gezegenden ibaret değildir. Yüzeyi pek çok uzay aracına evsahipliği yapmıştır. Bu uzay araçlarıyla elde edilen jeolojik veriler şunu ortaya koymuştur ki, Mars önceden su konusu-nda geniş bir çeşitliliğe sahipti; hatta geçen on yıllık süre sırasında gayzer (kaynaç) türü su fışkırma veya akıntıları meydana gelmişti. NASA’nın Mars Global Surveyor projesi kapsamında sürdürülen in-celemeler Mars’ın güney kutbu buz bölgesinin geri çekilmiş oldu-ğunu ortaya koymuştur.Mars’ın 1877 yılında astronom Asaph Hall tarafından keşfedilen Phobos ve Deimos adları verilmiş, düzensiz biçimli iki küçük uydu-su vardır. Mars Dünya’dan çıplak gözle görülebilmektedir. "Görünür kadir"i −2,9’a ulaşır ki bu, çıplak gözle çoğu zaman Jüpiter Mars’tan daha parlak görünmesine karşın, ancak Venüs, Ay ve Güneş’çe aşıla-bilen bir parlaklıktır.

Mars’ta YaşamEvrende yaşamın Dünya’daki koşullara benzer koşullar altında orta-ya çıkabileceği varsayımından hareketle, günümüzde bir gezege-nin yaşanabilirlik (İng. planetary habitability) ölçüsü, yani bir geze-gende yaşamın gelişebilme ve sürebilmesinin ölçüsü yüzeyinde su bulunup bulunmamasıyla yakından ilgili görülmektedir. Bu da bir güneş sistemindeki gezegenin güneşine uzaklığının gereken uygun uzaklıkta olup olmamasına bağlıdır. Mars’ın yörüngesinin Dünya’nın yer aldığı bu uygun kuşağın yarım astronomik birim kadar daha uzağında olması, ince bir atmosfere sahip bu gezegenin yüzeyinde suyun donmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte gezegenin geçmişindeki sıvı su akışları Mars’ın yaşanabilirlik potansiyeli taşıdı-ğını ortaya koymaktadır. Verilere göre, Mars yüzeyindeki sular

yaşam için gerekenden çok daha tuzlu ve çok daha asitlidir.Gez-egenin manyetosferinin olmayışı ve son derece ince bir atmos-fere sahip oluşu büyük bir handikaptır. Yüzeyindeki ısı tranferi (İng. heat transfer) pek büyük değildir, meteorlara ve güneş rüz-garlarına karşı savunması hemen hemen yok gibidir ve suyu sıvı halde tutacak atmosfer basıncı yetersizdir (dolayısıyla su gaz haline geçer). Verilere göre gezegen geçmişte günümüzdeki haline kıyasla daha yaşanabilir haldeydi. Bütün bu olumsuzluk-lara rağmen Mars’ta organizmaların olmadığı ya da hiç yaşama-mış olduğu söylenemez. Nitekim 1970’lerdeki Viking Programı sırasında Mars toprağındaki mikroorganizmaların saptanması amacıyla Mars’tan getirilen örneklerde bazı pozitif görünen son-uçlar elde edildi. Fakat bu sonuçlar birçok bilim insanının katıl-dığı bir tartışmaya yol açtı ve kesin bir sonuca ulaşılamadı. Buna karşılık Viking Programı’yla edinilen verilerden yararlanan profe-sör Gilbert Levin, Rafaël Navarro-González ve Ronalds Paepe yeni bir taksonomik sistem hazırladılar ve bu sistemde Mars’taki yaşam türü Gillevinia straata adı altında ele alındı.Sonraki yıllarda Phoenix Mars Lander tarafından yürütülen den-eyler Mars toprağında sodyum, potasyum ve klorür içeren bir alkali bulunduğunu gösterdi. Bu besleyici toprak yaşamı taşıma-ya gayet elverişliydi, fakat unutulmaması gereken bir sorun daha vardı: Yaşamın yoğun morötesi ışınlardan korunabilmesi.Nihayet Johnson Uzay Merkezi Laboratuvarı’nda Mars kökenli ALH84001 meteoru üzerinde organik bileşimler saptandı; varı-lan sonuca göre bunlar Mars üzerindeki ilk yaşam türleriydi. Öte yandan Mars yörüngesindeki uzay gemileri kısa zaman önce düşük miktarlarda metan ve formaldehit saptadılar ki, bunlar da yaşamın varlığını ima eden işaretler olarak yorumlandılar; zira bu kimyasal bileşimler Mars atmosferinde hızla çözünmektedir-ler.

Page 29: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 27

Mars’ta biyolojik kökenli oldukları ileri sürülen oluşumlardan en tanınmışları “koyu kumul lekeleri” adıyla bilinen oluşumlardır.İlk kez Mars Global Surveyor tarafından 1998-1999 yıllarında gön-derilen fotoğra�arla keşfedilen “koyu kumul lekeleri” Mars’ın özellikle güney kutup bölgesinde (60°-80°enlemleri arasında) görülebilen, buz tabakasının üzerinde veya altında beliren, mahiyeti henüz anlaşılamamış oluşumlardır. Mars ilkbaharının başlarında belirmekte ve kış başlarında yok olmaktadırlar. Bun-ların kış boyunca buz tabakasının altında kalan fotosentetik koloniler, yani fotosentez yapan ve yakın çevrelerini ısıtan mik-roorganizmalar oldukları ileri sürülmektedir.

ALH84001 adı verilen Mars meteoru, bakteri düzeyinde yaşam belirtileri olduğu ileri sürülen mikroskobik oluşumlar göstermektedir.

Mars Global Surveyor (MGS) tarafından çekilmiş fotoğrafta görülen, mahiyeti anlaşılamamış “koyu kumul lekeleri”.

“Koyu kumul lekeleri”nin Mars Global Surveyor tarafından çekilen yüksek çözünürlüğe sahip fotoğrafında lekelerin yakın plandan görünümü.

Page 30: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space28

Ağustos 2013

Pzt. Salı Çar. Per. Cuma Cmts. Pazar1 2 3 4

5 6 7 8 9 10 11

12 13 14 15 16 17 18

19 20 21 22 23 24 25

26 27 28 29 30 31

AY’IN EVRELERİ

Ay’daki Olaylar

Ay, 7 Ağustos’ta yeni ay evresinde iken, Akrep (Cancer) Takımyıldızı üzerinde olacaktır.

14 Ağustos tarihinde, ilk dördün evresinde bulunan Ay, Terazi (Libra) Takımyıldızı üzerinde görülebilir.

22 Ağustos tarihinde Kova (Aquarius) takımyıldızı üzerinde gözlemeye başlayacağımız uydumuz, dolunay evresinde olacaktır.

Ay 29 Ağustos’u 30 Ağustos’a bağlayan gece son dördün evresinde bulunurken, Boğa (Taurus) Takımyıl-dızı doğrultusunda görülecektir.

Page 31: 3. Sayı (Ağustos)

Space Sciencewe love space 29

Ağustos 2013GÖK OLAYLARI

3 AğustosCumartesi Ay Dünya’ya en uzak konumunda

(405.800 km)

4 AğustosPazar Ay, Mars ve Jüpiter gündoğumundan

önce yakın görünümde

Gezegenler Merkür gündoğumundan bir buçuk saat önce doğuyorVenüs akşamları bir buçuk saat sürey-le batı ufku üzerindeMars gündoğumundan iki saat önce doğuyorJüpiter gündoğumundan iki buçuk saat önce doğuyorSatürn 23:30’da batıyor

4 Ağustos sabahı gündoğumundan yarım saat önce doğu ufku.

9 AğustosCuma Ay ve Venüs günbatımında yakın

görünümde

10 AğustosCumartesi Ay ile Venüs günbatımından sonra

batıda yakın görünümde

12 AğustosPazartesi Ay ve Spika yakın görünümde

Perseid göktaşı yağmuru

13 AğustosSalı

Ay ve Satürn yakın görünümde

*Göktaşı yağmuru 12/13 Ağustos gecesi, geceyarısından sonra etkinleşecek

Gezegenler Merkür bu hafta gözlenemeyecekVenüs akşamları bir buçuk saat süre-yle batı ufku üzerindeMars gündoğumundan yaklaşık iki buçuk saat önce doğuyorJüpiter 02:30’da doğuyorSatürn günbatımında güneybatıda ve 22:30’da batıyor

AySatürn13 Ağustos

akşamı Satürn ve Ay güneybatı ufku üzerinde yakın konumda bulunuyor.

19 AğustosPazartesi Ay Dünya’ya en yakın konumunda

(362.300 km)

Gezegenler Merkür bu hafta gözlenemeyecekVenüs akşamları bir buçuk saat sürey-le batı ufku üzerindeMars gündoğumundan yaklaşık iki buçuk saat önce doğuyorJüpiter 02:00’da doğuyorSatürn günbatımında güneybatıda ve 22:00’da batıyor

M100 Gökadası

31 AğustosCumartesi Ay Dünya’ya en uzak konumunda

Ay ve Jüpiter yakın görünümde

Page 32: 3. Sayı (Ağustos)

Dergimizin “issuu.com” da okuyucusu olmak için ;issuu.com/celalettinozgen

adresine girebilirsiniz.

Bizi “issuu.com” dan takip edebilirsiniz.

Bu ayın ve geçen ayların yayınlarını görmek için ;

Page 33: 3. Sayı (Ağustos)

bizi iPad’inizden takip edebilirsiniz!

www.issuu.com

ÜCRETSİZDergimiz iPad ve iPhone’da

Page 34: 3. Sayı (Ağustos)