12
Öğrenci Temsilciler Konseyi (ÖTK) üniversitelerde öğrencilerin sorunlarını dile getirip bu sorunları çözmek için kuruldu. Ancak bugün YÖK düzeninin kurduğu ÖTK, üniversitelerin gerçek temsilcileri olmadığını; asıl özneleri “marjinal” diye tanımlayarak göstermiştir. Ortadoğu halkları gelecekleri için ayakta Tunus’ta başlayan isyan ateşi tüm Ortadoğu’yu sar- mış durumda. Halk ayaklanmaları ile Tunus ve Mısır diktatörleri kaçmak zorunda kalırken isyan Bah- reyn, Yemen, Libya, İran, Irak, Fas, Cezayir’e sıçra- mış durumda. Üniversitenin temsilcilerini öğrencilere sorduk S12 Özcan: “Polis bazen kontrolden çıkıyor” S3 Sağlık reformundan çıkan geleceksiz sağlık çalışanı S4 Fen-Edebiyat Fakülteleri ne iş yapar? S6 Kampüsten haberler S9 ÖTK tarihine genel bir bakış 3 28 Şubat 2011 | Fiyat: 50 Krş Uluslararası Gezici Kadın Filmleri Festivali başlıyor! S10 Ölüleri Gömün! (İstanbul DT) S11 Üniversitelerde uygulanan cinsiyetçi politikaya karşı Genç-Sen’li Kadınlar gelecekleri için alanlarda olacak. S7 Gençlerin geleceği yok ediliyor Gençliğe geleceksizliği vaad eden hükümet, işsizlik so- rununun önüne geçemiyor. Üniversitelerde örgütle- nen öğrencelere YÖK’üyle, mezunlara ise polisleriyle, işsizliğe karşı hak arayışına girenlerin mücadelesine ket vurmaya çalışıyor. Tunus’ta mezun işsiz bir gen- cin kendini yakması bardağı taşıran son damla oldu. İşsizlik ve yoksulluk yüzünden so- kaklara dökülen halk, iktidarı deviriyor. Türkiye’de de aynı sorunların olması iktidarı korkutuyor ki işsizlik rakamları düşürülüyor. Geleceksizliğin dayattırıldığı gençlik, kapitalist düzene karşı verilen mücadelede ön saflarda yer alıyor, üniver- sitelerde ve mahallelerde örgütleniyor. Gençler ege- menlerden geleceğini kaza- nana kadar alanlarda olmaya devam edecek. S2,3 Gençliğe yönelik baskılar artıyor Ortadoğu’da da sorunlar aynı Mücadeleyi gençlik örüyor 2 Demokrasi seçilenlere var, Başbakanın ÖTK başkanları ile Erzurum’da gerçekleştirdiği toplantıya giderek öğrencile- rin taleplerini iletmek isteyen Genç-Sen’lilerin Erzurum’a ulaşmasına engel olmak için devlet her yola başvurdu. 3 3 İktisatçılar da işsizliği teh- likeli buldu, İstanbul Ekonomik Araş- tırmalar Derneği’nin (İEAD) yaptığı araştırma- ya katılan İktisat hocaları Türkiye’nin ekonomik gidişatını olumlu değerlendirirken işsizlik soru- nuna dikkat çektiler. 10 Gerçek işsizlik oranı %21, TÜİK İşsizlik rakamını son raporunda %11 ola- rak açıkladı ancak DİSK yaptığı araştırmayla bu rakamların gerçeklerden ne kadar uzak olduğu- nu ortaya çıkardı. 3 5

Kampüs Gazetesi 3. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kampüs Gazetesi 3. Sayı

Citation preview

Page 1: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

Öğrenci Temsilciler Konseyi (ÖTK) üniversitelerde öğrencilerin sorunlarını dile getirip bu sorunları çözmek için kuruldu. Ancak bugün YÖK düzeninin kurduğu ÖTK, üniversitelerin gerçek temsilcileri olmadığını; asıl özneleri “marjinal” diye tanımlayarak göstermiştir.

Ortadoğu halkları gelecekleri için ayaktaTunus’ta başlayan isyan ateşi tüm Ortadoğu’yu sar-mış durumda. Halk ayaklanmaları ile Tunus ve Mısır diktatörleri kaçmak zorunda kalırken isyan Bah-reyn, Yemen, Libya, İran, Irak, Fas, Cezayir’e sıçra-mış durumda.

Üniversitenin temsilcileriniöğrencilere sorduk S12

Özcan: “Polis bazen kontroldençıkıyor” S3

Sağlık reformundan çıkan geleceksiz sağlık çalışanı S4

Fen-Edebiyat Fakülteleri ne iş yapar? S6

KampüstenhaberlerS9

ÖTK tarihine genel bir bakış

325 Şubat28 Şubat 2011 | Fiyat: 50 Krş

Uluslararası Gezici Kadın Filmleri Festivali başlıyor! S10

Ölüleri Gömün! (İstanbul DT) S11

Üniversitelerde uygulanan cinsiyetçi politikaya karşı Genç-Sen’li Kadınlar gelecekleri için alanlarda olacak. S7

Gençlerin geleceği yok ediliyor

Gençliğe geleceksizliği vaad eden hükümet, işsizlik so-rununun önüne geçemiyor. Üniversitelerde örgütle-nen öğrencelere YÖK’üyle, mezunlara ise polisleriyle, işsizliğe karşı hak arayışına girenlerin mücadelesine ket vurmaya çalışıyor.

Tunus’ta mezun işsiz bir gen-cin kendini yakması bardağı taşıran son damla oldu. İşsizlik ve yoksulluk yüzünden so-kaklara dökülen halk, iktidarı deviriyor. Türkiye’de de aynı sorunların olması iktidarı korkutuyor ki işsizlik rakamları düşürülüyor.

Geleceksizliğin dayattırıldığı gençlik, kapitalist düzene karşı verilen mücadelede ön saflarda yer alıyor, üniver-sitelerde ve mahallelerde örgütleniyor. Gençler ege-menlerden geleceğini kaza-nana kadar alanlarda olmaya devam edecek. S2,3

Gençliğe yönelik baskılar artıyor

Ortadoğu’da da sorunlar aynı

Mücadeleyi gençlik örüyor

2

Demokrasi seçilenlere var, Başbakanın ÖTK başkanları ile Erzurum’da gerçekleştirdiği toplantıya giderek öğrencile-rin taleplerini iletmek isteyen Genç-Sen’lilerin Erzurum’a ulaşmasına engel olmak için devlet her yola başvurdu.

33

İktisatçılar da işsizliği teh-likeli buldu, İstanbul Ekonomik Araş-tırmalar Derneği’nin (İEAD) yaptığı araştırma-ya katılan İktisat hocaları Türkiye’nin ekonomik gidişatını olumlu değerlendirirken işsizlik soru-nuna dikkat çektiler.

310

Gerçek işsizlik oranı %21, TÜİK İşsizlik rakamını son raporunda %11 ola-rak açıkladı ancak DİSK yaptığı araştırmayla bu rakamların gerçeklerden ne kadar uzak olduğu-nu ortaya çıkardı.

35

Page 2: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

İşsizliğe, yolsuzluğa, geleceksizliğe, baskılara ve sömürüye karşı isyan ateşini yakan Ortadoğu halkları diktörlükleri hedef alırken, onurlu bir yaşam talebini yükselti-yorlar. Üniversite mezu-nu işsiz genç Muhammed Buazizi’nin seyyar satı-cılık yaptığı tezgahına el konmasına karşı kendisi-ni yakarak rejimi protes-to etmesi Arap ülkelerin-de isyan ateşini fitillemiş oldu. Buazizi’nin ken-disini yakması yıllardır diktatörlük rejimi altında yaşayan halkların korku duvarlarını yıkmasını sağlarken eylemler kısa sürede Tunus’un dört bir yanına yayıldı. IMF ve Dünya Bankası’nın “örnek ülke”si ilan edilen Tunus diktatörlüğü halk ayaklanması karşısında dört hafta dayanabildi, 23 yıldan beri diktatörlüğü elinde tutan Bin Ali istifa ederek ülkeyi terketmek zorunda kaldı.

Stratejik konumu ile ABD emperyalizminin kritik halkası konumunda olan Mısır’da başlayan halk ayaklanısı karşı-sında Mısır diktatörü Mübarek’in bir dahaki se-

çimlerde aday olmayaca-ğını açıklaması, yetkileri-nin bir kısmını yardımcısı Ömer Süleyman’a devre-deceğini açıklaması halkı tatmin etmemiştir. Tüm baskı ve tehdide rağmen kararlılıkla eylemlerine devam eden Mısır hal-kı karşısında Mübarek ancak 18 gün dayana-bilmiş ve yönetimi ise Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devretmiştir. Bununla yetinmeyen Mı-

sır halkı ise demokratik bir işleyiş için taleplerini dillendirmeye devam ediyor.

Bahreyn, Yemen, Libya, İran, Irak, Fas, Cezayir’de ise tüm devlet törürüne rağmen halk taleplerini dillendirmeye, diktatörlüğü hedef alan eylemler yapmaya devam ediyor. Bundan sonra ise korku duvarlarını yıkarak güçlerini farkeden Orta-doğu halklarının önünde

sadece diktatörleri değil bunun kaynağı olan sis-temi yıkma perspektifini yakalama görevi duruyor.

Ortadoğu halkları tüm işçilere, emekçilere ve ezilen halklara izlenmesi gereken yolu gösteriyorlar.

Emperyalistler yenilecek, direnen halklar kazanacak!

İpek Bozkurt

2

Toplumun her alanın-da artan baskı politikları; sosyal alanın her düzeyde kısıtlanmasına dek varan uygulamalar Türkiye’de öğrenciler,işçiler, emekçiler, işsizler tarafından tepki ile karşılanırken özellikle Hol-landa, Arjantin, İngiltere, Cezayir, İtalya gibi ülkelerde de öğrencilerin ön plana çıktığı eylemlerde genellikle eğitim hakkının kullanımını kısıtlayan uygulamalar ve eğitimin piyasanın bir girdisi haline getirilmesi protesto edildi.

Hollanda’da Liberal Parti (VVD) ve Hristiyan Demok-ratlar Birliği’nden (CDA) oluşan sağ azınlık hüküme-tinin eğitim alanında yap-mayı planladığı tasarruflar, öğrenciler ve öğretim üye-leri tarafından düzenlenen büyük bir gösteriyle protesto edildi. Lahey’deki Malieveld meydanında düzenlenen ve ülke genelinden gelen 10 binden fazla öğrenci ve öğretim üyesinin katıldığı gösteride yapılan konuşma-larda, hükümete öngörülen kısıtlamalardan vazgeçmesi çağrısı yapıldı. Son yılla-rın en büyük eylemi olarak değerlendirilen, öğrenci dernekleri ile sendikalarının öncülüğünde yapılan göste-riye muhalefetten de bir çok siyasetçi katıldı.

Hollanda’da öğrenciler üniversite işgal ettiTalepleri dikkate alınma-

yan öğrenciler, ülkenin en tanınmış üniversitelerinden Utrecht Üniversitesi’nin bazı salonlarını işgal ettiler. Hü-kümetin yükseköğretimde ki kısıtlamalarını protesto eden öğrenciler, eylem sırasında toplumda eğitimin rolünü de içeren panel, tartışma ve film gösterimi yaptılar.

Arjantin’de hükümet eğitimi piyasalaştırmak amacıyla devlet yardımla-rını azaltınca öğrenciler, hükümeti protesto etmek için sokaklara çıktı ve polisle karşı karşıya geldi.

İngiltere’de öğrenciler arttırılan öğrenci harçlarını ve kamu harcamalarındaki kesintileri protesto etmek için sokaklardaydı. Londra ve Manchester kentlerinde düzenlenen gösterilerde onaylanan öğrenci harçla-rı ve kamu harcamaları ile ilgili tasarı protesto edildi. Kanunun geçmiş olmasına rağmen öğrenciler yapılan eylemlerle hükümete geri adım attırabileceklerini dü-şünüyorlar. Sağlık sistemin-den eğitim sistemine kadar yapılan birçok kısıtlama öğrencilerin tepkisine neden oldu. Hükümet öğrenci harç-larına yapılan zamlar, sağlık sistemindeki kısıtlamalar ve kamu sektöründe 300 bini aşkın kişinin işine son verme gibi uygulamalar ile kamu

açığını kapatmayı planlıyor.İtalya’da merkez sağ

koalisyonun, yüksek öğretim kurumlarında araştırma har-camalarının kısılması ve öğ-retim üyelerinin azaltılması gibi, bütçe kısıtlamasının yanı sıra özelleştirmeye de kapı aralayan; üniversitede reform tasarısı öğrencilerin şiddetli tepkisiyle karşılaş-tı. Birçok kentte öğrenciler üniversiteleri işgal eder-ken, Roma’da öğrencilerin Senato’yu basma girişimine sert müdahale edildi.

Bir yandan bu öğrenci eylemleri olurken diğer yan-dan özellikle Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Bahreyn, Ürdün gibi Ortadoğu ülkele-rinde baskıcı rejimlere karşı, düzen değişikliği talebiyle ortaya çıkan halk ayaklan-malarında kıvılcımı çakıp fitili ateşleyenler ve müca-deleyi omuzlayanlar genelde öğrenciler oldu. Öğrencilerin ön saflarda olduğu eylemler-de halk daha fazla özgürlük

sloganı atarken eylemlerin çıkış noktası ülkedeki artan yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik oranı ve temel ihtiyaç mal-zemelerinden özellikle gıda maddelerinin artan fiyatları oldu.

İşsiz bir gencin Tunus’ta kendini yakmasıyla başlayan ve ayaklanan Ortadoğu’daki diğer ülkelerde de benzer eylemlerle tetiklenen ayak-lanmalar, tüm dünyada gençlerin taleplerine ter-cüman olurken, öğrenciler açısından işsizlik ve gelecek-sizlik meselesinin ne kadar yakıcı olduğunu da gün yüzüne çıkarıyor. Bir yan-dan parasız, nitelikli eğitim isteyen Avrupalı, Amerikalı öğrenciler, diğer taraftan Ortadoğu’da benzer talep-lerle; rejimi sarsan işçilerin, emekçilerin, işsizlerin yanın-da sokağa çıkan öğrenciler. Saflarımız aynı, mücadele-miz ortak. Metin Şenyurt

Her konuşmasında halkı tehdit eden, halkın meşru taleplerini görmezden gelen Kaddafi son olarak olayların El Kaide tarafından desteklendi-ğini iddia etti. Yaptığı konuş-mada “Bütün bunların sebebi aşırı uyuşturucu kullanımı. Kardeşlerim lütfen kendinize geliniz. Müslüman Kardeşler bile bütün bu yaşananlara karışmıyor. Bütün reformların şeriat kuralları içinde olmasını istiyorlar. Eskiden Müslüman Kardeşler de şiddete başvuru-yordu ancak şimdi olayları El Kaide yapıyor” diyen Kaddafi, kendi iktidarının halka dayan-dığı iddiasında bulundu.

Tıpkı Türkiye’deki egemen-ler gibi ayaklanan halkları bir grup marjinal olarak gören Kaddafi, halkın ayaklanmasın-dan kendini tamamen soyutla-yarak ayaklanmaların nedenle-rini görmezden gelerek çözüme ulaşabileceğini sanmakta. “Ülkenizde barış mı savaş mı var sizin probleminiz. Hiç kim-se ülkenin bugünkü duruma geleceğine inanmazdı. Bazıları bu durumdan çok memnun. Bankalar ve okullar kapandı. Her yerde silahlar satılıyor. Ülkenize bunların olmasını görmek istiyorsanız bu sizin seçiminiz. Size kutlu olsun. Ancak bunu nasıl istiyorsunuz anlamıyorum. Sizden bir kez daha dışarı çıkıp çocuklarınızı dışarıdan toplamanızı istiyo-rum. İsyancıları mahkemelere verin. Çocuklarınızı bırakın rehabilite edelim. Bakın nasıl değişecekler. Kız kardeşlerim, aydınlar çocuklarla konuşmalı. Onlara mantığın ışığını göster-meli. Bu saçmalıkları göster-meli. Bir kez daha öldürülen 4 askerin ailesine baş sağlığı diliyorum. Bin Ladin ölenle-ri geri getirebilecek mi? Bin

kişinin öldüğü Zaviye bütün aşiretlerin başkentidir. Bu isyan devam ederse çok kızgın olacağız. Ülkeyi yıkıma uğra-tacağız” diyerek halkı tehtit etmeye devam etmekte.

Kaddafi diğer yandan da ayaklanan halklara ordu ara-cılığıyla ölümü reva görüyor. Zaviye’de camilerde toplanan halka ordunun ateş açması sonucu yedi insan hayatını kaybederken, elliye yakın kişi de yaralandı.

Ülkeden kaçan Mısır’lı işçilerin açıklamalarına göre hükümet karşıtı isyancılar, başkent Trablus’un 120 km ba-tısındaki Zaura’nın kontrolünü ellerine geçirdi. Sokaklarda hiçbir askere veya polise rast-lanmadığını belirten işçiler, şehrin kontrolünün tamamen ‘’Halk Komiteleri’’nin elinde olduğunu söyledi.

Öte yandan Tobruk’un yönetimini ele geçiren halk 41 yıllık Kaddafi rejiminden kurtulmanın sevincini yaşıyor. Şehirdeki askerlerin de halka destek vermesiyle şehir bay-ram yerine döndü.

Mısır sınırında bulunan askeri üslerin ise boşaltıldığı belirtildi. Uzun menzilli roket-lerin ve araçların geride bıra-kıldığı gelen bilgiler arasında. El Bayda havaalanı ise tama-men boşaltıldı ve halk tarafın-dan kontrol ediliyor.

Halka saldırmayı reddedip Malta’ya sığınan dört pilotun ardından, Libya’lı pilot da veri-len emirlere uymayarak halka saldırmadı. Pilotlar paraşütle-rini kullanarak uçaktan atladı. Uçaklar ise boş bir araziye düştü. ODTÜ Sarp Sök

Trablus’ta yaşayanların anlattı-ğına göre, Trablus’un batısındaki Faşlum Bölgesi’nde Kaddafi karşıtı sloganlar atan 7 kişi güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürüldü.

Libya’da halk ve hükümet yanlısı güçler arasındaki çatışmalar de-vam ediyor. Verilen bilgilere göre başkent Trablus’un bazı bölgeleri de muhalif güçler tarafından ele geçirildi. Libya’da askerin yönetime müdahele etmesi gündemde.

Halkın mücadelesi sürüyorTrablus’ta halkın mücadele-

si devam ederken, isyanın kalbi Bingazi’de de protestocular şehrin kontrolünü tamamen ele geçirdiler. Şehir artık muhalif güçler tarafın-dan yönetiliyor.

Kaddafi’nin ‘’Gördüğünüz yerde vurun’’ emrine karşın protestocular

toplu eylemler düzenleme çağrı-ları yapıyor. Ülkenin genelinde Kaddafi’ye bağlı bölgelerin gittikçe azaldığı belirlendi. Cuma namazı çıkışında Yeşil Meydan’da binler-ce kişi toplanarak Kaddafi karşıtı eylemlerde bulundu.

ABD, halkına karşı şiddet uygu-layan Libya Hükümeti’ne yaptırım-lar uygulayacağını açıkladı. Yaptı-rımlar arasında Kaddafi ve ailesinin ABD’deki hesaplarını dondurmak da var.

Venezulla Devlet Başkanı Hugo Chavez ise yaptığı açıklamada Libya Hükümetini desteklediklerini, emperyalist ülkelerin Libya’daki isyanları bahane ederek Libya’nın içişlerine karışmamasını söyledi. ODTÜ Sarp Sök

Uluslararası öğrenci hareketi büyüyor Libya halkı sokaklarda

2

Hollanda, Arjantin, İngiltere, Cezayir, İtalya gibi ülkelerde de öğrenciler eğitim hakkını kısıtlayan uygulamaları ve eğitimin piyasalaşmasını protesto etti.

Tunus ve Mısır’da diktatörler deviren is-yanların ardından şimdi de Libya’da ezilen halklar sokaklara çıktı.

Tunus’ta başlayan isyan ateşi tüm Ortadoğu’yu sarmış durumda. Halk ayaklanmaları ile Tunus ve Mısır dik-tatörleri kaçmak zorunda kalırken isyan Bahreyn, Yemen, Libya, İran, Irak, Fas, Cezayir’e sıçramış durumda.

Ortadoğu halkları gelecekleri için ayakta!

İsyan Libya’dan Trablus’a

Page 3: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

Öğrenci Temsilciler Konseyi (ÖTK), 1975 ‘de ODTÜ’deki kantin boyko-tunun sonucunda ODTÜ-DER’in bir devamı olarak kuruldu. ÖTK, üniversite yaşamında bir çok de-mokratik hakkın kaza-nılmasına öncülük etti, bu demokratik haklar da kolektif öğrenim hayatı-nın yaratılmasını sağladı.

Yürütme kurulundan, bölüm temsilciler kon-seyinden ve temsilciler meclisinden oluşan ÖTK’ nın yönetmelik taslağında yer alan, konseyin ama-cını açıklayan ifade ÖTK’ nın demokratik katılım ve temsiliyet açısından ne kadar önemli bir yerde durduğunu gösterir.

Ancak bugün darbenin ürünü olan YÖK, üniver-sitelerde özgür düşünceyi baskılamış, anti-demok-ratik ve piyasacı üniver-sitelerin oluşumunun önünü açmıştır. Üniversi-teler, neo-liberal küresel-leşme politikaları doğrul-tusunda şekillendirildi ve dönüştürüldü.

Günümüz ÖTK’ larının ODTÜ-ÖTK’sından temel farkları bulunmaktadır. Mesela ODTÜ-ÖTK’ sı

üniversitenin her öğren-cisinin katılımına açık iken; şimdiki ÖTK’ larda temsilci olma hakkı not ortalamasına ve sicile bağlıdır. Eski ÖTK’larda üniversite senatosu top-lantısında söz hakkına sahip olan temsilciler; şimdiki ÖTK’larda söz hakkına sahip değildir. Bir başka önemli farklılık ise; YÖK’ün ÖTK’larında yurt temsiliyeti bulun-mamaktadır. İktidar odaklarının ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen bu yeni ÖTK’ların bütçe-lerinin Üniversite Yöne-tim Kurulu tarafından belirlenmesi de, ÖTK’ ları yönetimlere bağımlı kılmaktadır.

Yukarıda ele alındığı şekliyle; YÖK düzeninin sermayeye bilgi sağlayan pazarlar haline getirilen bir öğrenci gençlik ya-ratmaya çalıştığı açıktır. Bürokratik işlemlere boğulmuş seçim döne-mi yaşanması, seçilen temsilcilerin öğrenciler tarafından bilinmeyişi de söz-yetki-karar me-kanizmasının işlerliğinin olmadığının kanıtıdır. Üniversitelerde tekno-

kentler gibi sermayeye dönük yatırımların olup da akademik ve bilimsel faaliyetlere yönelik mali bir yapılanmanın yer al-maması da buna örnektir.

Bu değişikliklerle, yeni ÖTK’ lara seçilen tem-silcilerin özerk olmayan ve anti-demokratik bir yapılanmayı amaç edinen üniversitelerde dönüşüm politikalarının aleti haline getirilmesine uygun ortam yaratılmış, son dönemde yaşananlar aracılığıyla bu durum daha da belir-ginleşti. Üniversitelerde dönüşüm sürecinin meşru bir zemine oturması için temsiliyet göstergesi olarak Başbakanla görüş-meye çağrılanlar, esasında YÖK düzeninin temsilci-leridir. YÖK düzeni ise; öğrencilerin talebi olan özerk-demokratik üniver-site modeline ters, üni-versiteler üstü kurulmuş baskı aygıtıdır. Tüm bu nedenlerden dolayı YÖK ve YÖK düzenine karşı mücadele ediyoruz, etme-ye de devam edeceğiz. ODTÜ Hande Karagöz

33

ÖTK tarihine genel bir bakış Bugünlerde güncel olarak tartışılan ÖTK’larla ilgili geçmişten bu güne bir bakış ile yansıtalım istedik.

12 Eylül referandumu siyasal iktidar tara-fından darbeyle ‘hesaplaşmanın’ zemini ha-line getirilirken darbenin üniversitelere yan-sıması olan YÖK üzerine bol keseden atılan vaatler hafızalarımızda diri bir şekilde duru-yor. Bu bol keseden atılan yalanların ana ek-seni ise üniversitelerin demokratikleşeceği söylemi. Olan bitense egemenlerin kendi ih-tiyaçlarını, toplumun ihtiyaçları olarak ka-bul ettirme çabasından başka bir şey değil.

Demokrasi; insanların yaşadıkları alana ira-di müdahale hakkının bulunmasıdır. Kabaca demokrasi, insanların kendi hayatları ile ilgi-li karar süreçlerinde söz sahibi olması olarak özetlenebilir. Doğal olarak bir yaşam alanı olan üniversiteler üzerine yapılan tartışmalarda esas belirleyenler üniversitede yaşayanlar; öğ-renciler, öğretim üyeleri, üniversite çalışanları olmalıdır. YÖK tartışmalarında ana eksen olan demokratikleşme söylemi referandumdan son-ra bu kararların alınış süreçlerine bakıldığında pratikte sınıfta kalmıştır. Söz hakkını almak için sokaklara çıkan, fikirlerini dile getiren öğ-rencilere gösterilen tahamülsüzlük demokrasi-ye olan tahamülsüzlüğün bir ifadesidir. Bu öyle bir demokrasi anlayışı ki siyasal iktidardan özerk olması gereken üniversiteler Başbakan’ın rektörlerle yaptığı ve Başbakan’ın rektörlere emirler verdiği bir toplantıda yeniden planla-nıyor. Bunlar olurken sokaklarda söz hakkı için direnen öğrenciler sıkıyönetimi aratmayan bir şekilde engellenmeye çalışılıyor, hedef tahta-sına konuluyor. Toplantının Jaguar koleksiyo-nuna sahip öğrenci temsilcileriyle yapılması demokrasinin sınıfsal yanını bize gösteriyor. Genç-Sen’in haklı mücadelesi halkın desteğini de arkasına alarak ilerlerken Genç-Sen’lileri karalama kampanyaları, çamuru atanın sura-tını çamura buluyor. “Bunlar sadece öğrenci eylemlerine katılmıyor, işte TEKEL işçilerine de desteğe gittiler” söylemi hatırlandığında TEKEL işçisi bir direnişçinin demokrasi tanı-mı durumu bizim için özetliyor, bunun adı para demokrasisi. 12 Eylül’de cuntaya ironi yapar-casına referanduma giden AKP hükümetinin kendisine yönelen öğrenci muhalefetine karşı takındığı kindar ve öfkeli tutumun ardında si-yasal iktidarlarını gelişmekte olan muhalefete karşı koruma kaygısı kadar geçmişin korku-ları da yatmaktadır. Korku; Başbakanın’dan bakanlarına, valisinden Emniyet Müdürü-ne ve rektörüne kadar tüm bürokrasiye sira-yet etmiş ve onları saldırgan hale getirmiştir.

Peki bilcümle devletlilerimiz bizim için de-ğişiklik yaptığını söylerken neden bu kadar korkuyorlar. 12 Eylül askeri darbesiyle toplum ve onun en dinamik unsurlarından üniversite gençliği sindirilmeye çalışılmıştır. Eğitimin ve-riliş yöntemiyle devletin hükümet etme biçimi arasındaki doğrusal ilişki eğitim kurumlarının da askeri cuntanın örgütlenme ve yönetme şekline uygun olarak yeniden kurgulanmasını gerektirmiştir. Bu kurgunun üniversite karşı-lığı YÖK’tür. YÖK ülkeyi cuntanın demir pen-çesiyle yöneten askeri konseyin üniversitedeki üniformasız karşılığıdır. YÖK geldiğimiz nok-tada klasik neo-libarel anlayışla bile çatışır görünmektedir. Yeni ekonomi politikalarının ortaya çıkardığı esnek üretim tarzı rekabetçi esnek dar anlamda çok yönlü insan tipolojisi-ne ihtiyaç duymaktadır. YÖK üniversitelerinin var olan yapısını sıradan ve düz insanlar yetiş-tirdiği düşünüldüğünde ve bunun karşısında özel üniversitelerin renkli yaşantısı göz önüne getirildiğinde derdimiz daha anlaşılır bir hal al-maktadır. Sermaye YÖK üniversitelerine kendi alternatifini kendisi yaratmıştır. Başbakanın, “üniversiteleri bilim yuvası haline getirmek istiyoruz” söyleminin özü sermayedarların ih-tiyaç duyduğu uluslar arası piyasa koşullarına uygun insan yetiştirmektir. Bu ‘yüce’ görev özel üniversitelere verilirken devlet üniversiteleri niteliksizleştirilmekte, mezunlar ciddi işsizlik oranlarıyla yüz yüze kalmaktadır. Bu üniver-sitelerin varlığı ve gelişmesi ülke nüfusunun yüzde 80’inin çocukları için yani halkın ezici çoğunluğu için, geleceksizleştirme ve bir nevi insanlıktan çıkarmaktır. Bilimin sermayenin hizmetine daha da açıldığı bir yerde bilim kar ile ölçülecektir, kendi varlığını inkar edecektir.

Anlaşılan bu değişikliğin esas adımı seçimler-den sonraya bırakılmış durumda. Tüm bu plan-ların arasında unutulansa söz hakkı için direnen Genç-Sen’in büyüyerek militanlaşan mücadele-si. Sözün özü evdeki hesap çarşıda karışacak.

YÖK’teki Değişim Politikaları ve Cevabımız

Aziz Güler

YÖK Başkanı: “Polis bazen kontrolden çıkıyor”

YÖK Baş-kanı 9 Eylül Üniversitesi’nde yaptığı açıklamalar-da polisin öğrenci-lere uyguladığı şid-detin daha orantılı olması gerektiğini açıkladı.

Prof.Dr. Özcan, öğrenci olaylarında polisin orantısız güç kullandığına dikkat çekerek, “Toplumsal olay-larda bazen polisi-mizin de profesyo-nelleşmesi ya da ne kadar profesyonel olduğuyla alakalı bir mesele. Bazen kontrolden çıkıyor-lar.” dedi.

Özcan’ın gös-termelik olarak yaptığı öğrenci görüşmelerinde son durak 9 Eylül Üniversitesiydi. 9 Eylül ÖTK’sı ile basına kapalı ola-rak gerçekleştirdiği

toplantıdan çıkınca Özdemir ile bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Po-lisin orantısız güç kullandığını itiraf ederek, üniversite-lerde polisi neden barındırmakta olduğunu “Öğren-ci sıfatı olmayan, dışardan çeşitli gruplara mensup arkadaşlarımızın orada olması ve onların polise karşı belli şekilde hare-ket etmeleri, polisi de bazen fazla güç kullanmaya itebi-liyor.” sözleriyle açıkladı. Yusuf Ziya’nın bu açık-lamalarıyla haklı talepleriyle müca-dele eden öğrenci-lere saldırı hakkını tanıması bütün gerçekliği gün yü-züne çıkarıyor. Bilket Üniversitesi Level Başol

Başbakan’ın ÖTK başkanları ile Erzurum’da gerçekleştirdiği toplan-tıya giderek öğrencilerin taleplerini iletmek isteyen Genç-Sen’lilerin Erzurum’a ulaşmasına engel olmak için devlet her yola başvurdu.

Genç-Sen’lilerin yola çıktıkları otobüsü her fırsatta durdurarak kimlik kontrolü ve arama yapan polis, hayvan kaçakçılığı, pat-layıcı madde taşıma bahanesiyle yolcuğula ket vurmaya çalışırken, yoldan geçen diğer araçları hiç bir şekilde aramadı.

Erzurum’a giden Genç-Sen’lileri polis her durdurduğunda GBT kontrolü yapa-rak sürekli geciktirmeye çalıştı. Bir GBT kontrolü tartışmalarla beraber yaklaşık 40 dakika sürdü. Genç-Sen’liler Erzincan’a vardıklarında Erzurum’daki toplantı çok-tan başlamıştı. Genç-Sen’liler Erzurum için tüm kararlılıklarını sergiledi ancak yavaşlatmalar sonucunda toplantıya gi-remediler. Bunun üzerine Genç-Sen’liler basın açıklaması yapmak üzerine kararlı-lıklarını sergiledi. Bu kararlılık karşısın-da polis geri adım atmak zorunda kaldı. Birçok TOMA,Jandarma Tankları ve yüzleri maskeli özel timlerin bulunduğu bir alana geçildi ve yol kapatılarak eyleme başlandı. Alanda sloganlar, halaylar ve türkülerden sonra basın açıklaması yapıldı. Devletin asıl amacının öğrencilerin Erzurum’a gitmesini engellemek olduğu bir kez daha anlaşıldı.

İlk olarak toplantının Erzurum’a alınma-sı, sonrasında 27-28 Ocak tarihleri arasında Erzurum’da basın açıklaması yapılmasını yasaklamak ve son olarak Erzurum’a git-mek isteyen öğrencilerin yolda 9 kez durdu-rulması gerçek temsilcilerle yüzleşmekten ve sorunlara çözüm bulmaktan kaçışın birebir göstergesidir.

Aynı zamanda gerçek temsilciler Erzurum’a giderken temsilcilerin dosyala-rını toplantıya iletebilmesi için Ankara’da Başbakanlığa yürümek isteyen öğrencilere de coplu ve gazlı saldırılar gerçekleşti sekiz öğrenci göz altına alındı. Sözde demokra-siden yana olanlar ne zaman alanlarda söz hakkını isteyenleri görse karşısına polisler-le, coplarla, gazlarla çıkıyor.

Ne seçilen 40 ÖTK başkanı ile yapılan görüşmelerde ne de daha öncesindeki görüşmelerde hiçbir somut adım atılma-

dı öğrencilerin “dinlendiği” ifade edildi. Çünkü orada üniversitelerin asıl sorunlarını bilecek “temsilciler” yoktu. Zaten Jaguar ile toplantıya katılanların üniverstelerde ula-şım, barınma sorunları yaşayan öğrencleri temsil ettiği söylenemez.

Ancak bu kaçışlardan da görüldüğü gibi örgütlü öğrenciler varlığını hissettirdiği sürece mevcut düzenin karşısına çok daha güçlenerek çıkacak. ODTÜ Sarp Sök

Söz hakkına demokrasi engeli

Page 4: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

Sağlık reformundan çıkan geleceksiz sağlık çalışanıSağlık alanında yapılan reformlar, hastanelerin sermayeyle yapacağı işbirliğini güçlendirmekte öte yan-dan sağlık çalışanlarını, sağlık bölümü öğrencilerini ve hastaları ise bu işbirliğine mahkum etmektedir.

Asıl önemli konu reform-ların neyi hedeflediği kısa-ca politik içeriğidir. Biraz daha yakından bakıldığında Avrupa ve Türkiye’de sağlık reformlarının piyasacı ilişki-leri standartlaşmaya yönel-diği görülür.

Diğer önemli nokta, bugün reform denildiğinde var olan uygulamalar dışın-da başka bir seçeneğin akla gelmemesi; rekabet, piyasa, özelleştirme, özerkleştirme kavramlarının tek doğru olarak sunulmasıdır.

- Dünya’da sağlık sek-törünün durumu merkez-de harcamalarla şişmiş çevrede ise kaynak yeter-sizliğinden kurumuş bir görüntü sergilemekteydi.

- Sağlıkta eşitsizlikler ekonomik kriz nedeniyle bü-tün ülkelerde artmaktaydı.

- İlaç ve tıbbi teknolojide hızlı gelişmelerin olduğu dönemlerde eşitsizliklerdeki artış sağlıktaki gelişmeler-den varlıklı sınıfların yarar-lanabildiğinin göstergesiydi.

Sağlık sistemlerindeki reform arayışları özellikle fi-

nansman boyutunda ortaya çıkmıştır. Bu şekliyle sağlık-ta reform finansmanı kamu ve özel sektörün sorumlu-luklarını yeniden tanım-laması, bakanlık yapısının değiştirilmesi, cepten öde-meler, kamu ve özel sigor-tacılık anlaşılmaktadır. Yine reformda bahsedilen özerk-leşen hastanelerde kendi yönetim yapılarını kendileri oluşturacaklar, kendi perso-nelini kendisi alabilecek ve personel sözleşme ile istih-dam edeceklerdir. Hastane-ler sundukları hizmetin kar-şılığı olan ödemeleri, bölge sağlık idareleri ile yaptıkları sözleşme çerçevesinde ala-caklar. Bu söylenilenden an-laşılan kamu hastaneleri ve üniversite hastaneleri sağlık işletmesine dönüştürülebi-lecektir. İşletmenin genel direktörü, yönetim kurulu ve işletme komitesi olacak-tır. Kurul üyeleri vali, genel, direktör ve bakan tarafından atanacaktır. Bu yapının de-mokratik işleyişle ilişkisinin olmadığı ortadadır.

İşletmelerde çalışacak personel 1475 sayılı İş Ka-

nununa tabi olacaktır. Yeni torba yasa ek olarak esnek istihdam, performans, dene-me süresi tanımlamalarıyla sağlık çalışanının hem iş gü-vencesinin olmayacağı hem de daha fazla sömürüleceği bir zemini yaratmaktadır. Sağlık Bakanlığınca belirti-len şey sağlık öğrencilerinin geleceksizliğidir. Yine sağlık işletmeleri blok satış yönte-miyle ve en az 10 yıl hastane olarak işletilme koşuluyla özelleştirilebilecektir.

Tüm bu hizmetin finans-manı Genel Sağlık Sigortası ile sağlanacak, hizmet üretici-si kurumlarla, hizmeti finanse eden kurumlar birbirinden ayrılacaktır. Bunun nedeni hizmeti üreten özerk ku-rumları rekabete sokmak, sigorta kurumu aracılığıyla rekabet eden kurumlardan hizmet satın almaktır.‘Temel düşünce rekabetin sağlık kurumlarını kaliteyi arttırma ve fiyatları düşürme yönün-de motive edeceğidir.’Genel Sağlık Sigortası fonu sisteme katılan(katılım zorunludur)vatandaşlardan alınacak primlerle finanse edilecek ve alkole, sigaraya, çevreye zararlı endüstri alanları-na konulacak ek vergilerle sistem desteklenecektir. Ayrıca bireyler aile hekimine başvurduklarında, röntgen, laboratuar ve diğer hastane hizmetlerini kullanırlarken bir miktar katkı payı ödeye-cektir.

Prim sistemi asgari ücretin 1.2-2.4 katları geliri olanlarda oransal olarak alınacaktır. Asgari ücretin 2.4 katı ve üst geliri olanlar %100 prim ödeyecekler. Görülen o ki orta seviye memurla, bir özel şirketin CEO’su aynı primi ödeye-cektir.

Bütün alanların güven-cesizleştiği bu günlerde, ga-ranti meslek gözüyle yazılan sağlık bölümlerindeki piya-salaşma ve sağlık öğrencile-rini bekleyen geleceksizlik ortadadır. Hacettepe Üniversitesi Aytek Hüseyin Çeliksöz

“40 yaşındaki Zahide teyze-miz hizmet sektöründe taşeron bir firmaya bağlı olarak çalış-maktadır. Zahide teyze 10 yıl-dır diyabet (şeker hastalığı) ile mücadele etmektedir. Düzenli kontrolden geçmesi gerekir-ken, günde 12 saat çalışmak zorunda kaldığından üzerine bir de devlet hastanelerinde-ki bitmek bilmeyen randevu sıraları eklenince uzunca bir süredir kontrollerini aksat-maktadır. Muayene olmaya çalıştığı devlet hastanesinde 5 ay sonrasına randevu verildiği için özel bir hastaneye gitmeye karar verir.

Özel hastanede aynı gün içinde randevu alan Zahide teyzeyi muayene eden doktor, rutin yapılan tetkikler dışın-da başka gereksiz laboratuar ve görüntüleme tetkikleri de istemiştir. Doktorun hastalı-ğıyla çok ilgilendiğini düşü-nen Zahide teyze sağlığından endişelendiği için tereddüt etmeden bütün istenenleri yaptırmıştır. Başına gelecek-

lerinden bihaber Zahide teyze sonuçları doktoruna göster-miş, reçetesini ve gerekli öne-rileri alıp çıkışını yaptırmaya gitmiştir. Sağlığın parasız olduğu kandırmacasının ger-çek olmadığını eline tutturulan faturayla anlamıştır. Neden para ödemek zorunda olduğu-nu sorduğunda kendisine özel sağlık kuruluşunda muayene olduğundan 12 liranın maa-şından kesileceği ve yaptır-mış olduğu her bir tetkik için belirtilen ücretleri ödemesi gerektiği söylenmiştir. Zor günler için biriktirdiği para-sını özel hastaneye bırakmak zorunda kalan Zahide teyzenin ilaç alacak parası kalmamıştır. Bir hafta sonra maaşını alıp eczaneye gidince kendisine verilen reçetenin süresinin dolduğu ve yeniden muayene olup yazdırması gerektiği; ancak bu reçetenin de para-sını ödemek zorunda olduğu söylenmiş. Çaresiz tekrar para ödeyip muayene olan Zahide teyze eczaneye geri döndüğün-

de bu sefer de şekerini ölçmek için günlük kullanması gere-ken sticklerin de artık devlet tarafından karşılanmadığını öğrenince…”

Bu hikayede anlatılanla-rın hepsi tamamıyla gerçek olmakla beraber ailesinin güvencesinden ‘faydalanan’ öğrenciler için de geçerli olup kesintiler anne babasının ma-

aşından olmaktadır. Bu ülkede farklı isimle, farklı hastalıklar-la bu olayın birçok örneğine rastlamak mümkündür. Ben-zer durumlar bu yaşanılanlara paralel olarak eğitim sektörün-de de görülmektedir ve bunun için şiarımız:

“Parasız eğitim, parasız sağlık” olmadır…

4

Sahte ilaç cezasının faturası kime?

Zahide Teyze ile Türkiye’den sağlık manzarası

Yıllardır satılan ilacın sahte çıkması ve bu durumu eczacı-ların dahi yeni farketmesi giderek piyasalaşan sağlık ala-nında yaşanan çarpıklığın ve insan hayatının nasıl değer-sizleştiğinin en net göstergesidir.

Birbiri ardına sıralanan hataların, baştan savma yapılan görevlerin ve çözülmeyen sorunla-rın etkileri, söz konusu sağlık olunca daha çok hissediliyor.

Geçtiğimiz ay haberler-den öğrendiğimiz Pfizer’in ürünlerinden biri olan Sab Simplex, bebeklerin gazını gidermek için ülkemizde de çok yaygın olarak kullanılan bir ilaç. Öyle ki bebeği olan ve bu ilacı bilmeyen çok az sayıda insan var. Fakat bu ilaçlar Türkiye’de yıllardır kaçak olarak satılmakta ve bu kaçak ilacın sahteleri dahi var . Aynı zamanda doktorların da hastaları-na tavsiye ettikleri bir ilaç. Komik olan durumlardan biri ise ilacın orijinali(kaçak olan orjinali yani) 25 tl iken sahtesi 27 tl.

Olay ise bir ailenin be-beklerine aldıkları ilaçlar arasındaki farkı keşfetme-siyle başlıyor. İşin tuhaf yanı bu ilaç sahte olmasa da ülkemizde zaten kaçak olarak satıldığı için elbet-te karşısında bir muhatap bulamıyorlar. Satan eczane-

lerin yasadışı bir iş yaptık-larından da o an haberleri oluyor.

Türkiye’de ilaç satmak için ruhsatı olmadığı için el-bette mesuliyeti Pfizer almı-yor. Hasta güvenliğine her zaman öncelik verdiklerini ve ilacı onların ithal edip satmadıklarını söylüyorlar. Yine de Pfizer’in neden bu ilacı Türkiye’de satmak için yıllardır ruhsat almadığı da merak konusu . Çünkü böyle bir durumun Pfizer’in itibarını sarsacağı aşikar ve 7-8 yıldır süregelen bu olay için herhangi bir çalışma başlatmamış olmaları dikkat çekici doğrusu.

Çıkan haberlerden midir, yoksa gerçekten öyle bir niyetleri vardı da bizden mi sakladılar bilinmez, Pfizer mart ayında kesin olarak ruhsat alacaklarını ve so-ruşturma başlatacaklarını

bildirdi. Sağlık bakanlığı ise bu konuyla ilgili eczaneleri daha önce de gelen şika-yetlerden dolayı uyardığını açıkladı. Ve çıkan haber üzerine Sab Simplexler toplanmaya başlandı. Bu konu biraz irdelendiğinde ise ülkemizde satışa sunulan ruhsatsız daha birçok ilaç olması da kafalarda soru işaretleri bırakmıyor değil. Sağlığın piyasalaştığı ve toplumun değil sermaye-nin gözetildiği politikalarla sağlık alanının dev ilaç şir-ketlerinin yönlendirmesine bırakılmasıyla buna benzer daha fazla skandalın orta-ya çıkması muhtemeldir. Biz, başta sağlık öğrencileri olmak üzere insan hayatının değersizleştirilmesine karşı susmayacağız, suç ortağı olmayacağız. Ayşegül Yay

Güvencesiz geleceğe karşı Ankara’ya

- Sağlığın satılmasına, top-lumun değil sermaye çıkarı-nın gözetilmesine,

- Sağlıkta uygulanan politi-kalara,

- Tıp eğitiminin niteliksiz-leştirilmesine,

- Sağlık öğrencilerinin geleceksizleştirilmesine,

- Güvencesiz çalışma ko-şullarına karşı profösörlerin, öğretim üyelerinin yaptıkları

yürüyüşler, sağlık çalışan-larının hastane önlerinde yaptıkları basın açıklamaları; asistanların, taşeron işçile-rin iş bırakma eylemlerinin ardından öğrenciler, işçiler, hemşireler, hekimler, öğretim üyeleri, bütün sağlık çalışan-ları hep birlikte güvenli bir gelecek ve insanca yaşam için, çok ses, tek yürek olmak için 13 MART’TA ANKARA’DAYIZ.

Page 5: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011 5

Neden bu kadar genç artık üniversite eğitimi alma şansı yakalıyor?

YÖK düzeni üniversitelerin kapılarını emekçi çocuklarına açmaya karar mı verdi?

Yaşananlar başbakanın dediği gibi mi? Dok-tor olamasan da üniversiteli olman yeterli mi?

Bir gencin hayali üniversiteli olmak olabilir mi?

Hiç kimse eğitimli olmak için eğitim al-maz. Bir genç “kendini geliştirmek” için eğitim alıyor, üniversitelere açıktan da olsa girmek istiyor. Ama üniversiteli olmak bir gencin he-deflerine ulaşmasına yetmiyor.

Hukuk, tıp gibi uzmanlık alanları ve popüler meslek grupları dışındaki tüm bölümler bir yıl içinde çok fazla işsiz kalan mezun veriyor. Bir genç için lisans eğitimi iş bulmaya yetmiyor. Yanına dil sertifikaları, mesleki uzmanlık serti-fikaları, yurt dışı eğitimleri, stajlar ve referans-lar da gerekiyor.

Bir genç için lise ile başlayan geleceğinden kaygılı süreç üniversiteden mezuniyetinde bile sona ermiyor. Gelecek kaygısı katlanarak artıyor, bir gencin tüm yaşamını ve tercihlerini belirliyor.

Genç insanlar kapitalizmin onlara dayattığı şartlar karşısında yenilgiyi en başta kabul ede-rek başlıyor.

4/C’yi kabul etmek gibi, asgari ücretin altın-da çalışmayı, sigortasız, sosyal haksız çalışmayı kabul etmek gibi, ilk işe girerken iki aydan başlayan deneme süresini kabul etmek gibi, yıllarca süren stajyerlik statüsünü kabul etmek gibi tarihsel yenilgiler en baştan dayatılıyor.

İşçi sınıfının tarihsel kazanımları sadece kanunlar değiştirilerek elinden alınmaz, sınıfa yeni entegre olan genç kuşakları o kazanımlar-dan mahrum bırakarak da elinden alınır. Şu an üniversite mezunu gençler işe başlama şansını yakalasa bile sınıfın tüm kazanımlarından fera-gat etmek zorunda kalıyor.

İşte gençliğin bu konumu üniversite müca-delesini belirliyor. Geleceğinden kaygı duyanlar gelecekleri için dövüşebilir. Çünkü kaybede-cekleri bir şeyleri yoktur. Hala kaybedecekleri şeyler olduğuna inananlardan mıyız yoksa?

Gençliğe dayatılan tüm şartlar kapitalizmin dünya çapındaki krizinin sonuçlarıdır. Bu se-beple yeni bir icatla karşı karşıyayız duygusuyla değil kapitalizmin gerçekliğiyle mücadele edi-yoruz duygusuyla sorun kavranabilir. Gençlerin gelecek kaygısıyla baş başa bırakılması kapita-lizm için ölüm kalım meselesi olduğundan bu böyle işlemektedir. Ya kriz günlerinde daha az kar edip yeni işçilere istihdam sağlanacaktır, ya da kar oranlarını yüksek tutmak için yeni işçi-lere iş imkanları kapalı tutulacaktır. Kapitalizm iyi veya kötü seçeneği değil niyetinden bağımsız olarak kendi devamlılığını sağlayacak seçeneği tercih etmek zorundadır.

Gençler açısından da durum böyle tezahür etmektedir. İyi geleceği veya kötü geleceği tercih etmek değil kapitalizmin ona dayattığı geleceksizlik karşısında ayakta kalmak veya kalmamaktır ayrım.

Sadece mezunlar değil, liseliler ve üniversi-teliler de dahil tüm gençler bir politik müdahale olmaksızın kendiliğinden çözümler üretmek için kolları sıvamış durumdalar. Kapitalizmin dayattığı bu ölüm kalım savaşında hayatta kalmanın yollarını arayacaklardır. Bu durum patronların anlattığı gibi meslek sahibi olma dönemi değil dayatılan geleceksizliği kabul edip etmeme dönemidir.

Artık kimsenin bileğinde altın bilezik yok. Üniversitelerden birkaç altın bilezik sahibi olarak mezun olsak bile güvencesiz iş piyasala-rında para etmemektedir. Mezun olan milyon-ların ağzıyla kuş tutması bile yetmiyor artık. Bu yüzden genç kardeşlerimizin patronlara ken-dilerini beğendirmek için sarf ettikleri enerjiyi var olan adaletsiz dengeleri bozmak için sarf etmesinin yoluna düşmek geleceğimizi kazan-manın yoludur.

Bertolt Brecht yoldaşın dediği gibi;Haydi unutmayalım

Soruyu somut soralım

Hem açken, hem de tokken

Bu dünya kimin dünyası?

Gelecek kimindir?

Öğrenciler Torba’nın uygulama alanında

Gerçek işsizlik oranı %21

Havacılık ve Uzay Üniversitesi ile gelecek vaat ediliyor

Bir bölüm kapatılıyor on bölüm açılıyor

Çok tartışıldı, üzerinde çok polemik yapıldı, emekçi kesimlerin tüm itirazlarına rağ-men birkaç maddenin çıkarılmasıyla sonuçta meclisten geçti. Peki emek sömürüsünü derinleştiren torba yasa biz öğrencilerin hayatlarını nasıl etkileyecek?

TÜİK İşsizlik rakamını son raporunda %11 olarak açık-ladı ancak DİSK yaptığı araştırmayla bu rakamların gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu ortaya çıkardı.

Yükseköğretim Kurumu(YÖK) ‘ün kurulmasına izin ver-diği Türkiye’nin ilk Havacılık ve Uzay Üniversitesi 2011-2012 eğitim-öğretim dönemiyle eğitime başlayacak.

Özellikle son yıllarda öğ-renciler okumak için çalışmak zorunda kalıyor. Harçlar, emekçi ailelerin çocuklarına üniversite kapılarını kapayacak denli yüksek. Öğrenciler barın-ma, beslenme, ulaşım derken part-time işlerden arta kalan zamanlarda ders çalışıyor. Bu durum gelecek üzerindeki kara bulutlar dışında, bugün için de emekçi kesimlerle kader ortağı yapıyor.

Sonuçta torba yasanın emek-çileri yoksulluğa, sefalete, gü-vencesizliğe iten tüm maddeleri öğrencileri de doğrudan etkileye-cektir. Hali hazırda güvencesiz ve sigortasız çalışmak durumunda kalan öğrenciler bu yasanın arka çıktığı patronlar tarafından daha da sömürülecek.

Yasada “İşletmelerde mes-lek eğitimi gören örgün eğitim öğrencilerine, asgari ücretin net tutarının; yirmi ve üzerinde personel çalıştıran işyerlerinde yüzde 30’undan, yirmiden az

personel çalıştıran işyerlerinde yüzde 15’inden, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücre-tin yüzde 30’undan aşağı ücret ödenemez” denilerek örgün eğitimdeki yüz binlerce gencin üç kuruşluk ücretlerine resmen göz dikilmektedir.

Yasayla mesleki eğitim gören öğrencilerin staj yapabilecekleri işyeri sayısı artırılıyor. 10’un üzerinde işçi çalıştıran işyerleri, stajyer uygulama kapsamına alınacak. İşyerinde staj yapan öğrencilerden 18 yaşını biti-renlere asgari ücretin üçte biri oranında ücret verilecek. Bu oran daha önce asgari ücretin üçte ikisi oranındaydı.

Yasayla, genel sağlık sigor-talıların kapsamı genişletiliyor. Buna göre, çıraklar, stajyer öğ-renciler, üniversitelerde kısmi zamanlı çalıştırılan öğrenciler, yabancı uyruklu öğrenciler, stajyer avukatlar, İŞKUR’un açtığı meslek edinme kurslarına katılanlar, kendileri üzerinden

genel sağlık sigortası kapsamın-da olacak; bu kursa katılanların bakmakla yükümlü oldukları da bu kapsamda yer alacak.

Yasa içerisine daha önce okuldan atılmış öğrencilerin affı gibi tuzak, aldatıcı maddeler yerleştirerek toplumun tepkisi-ni azaltmak amaçlanıyor. Öyle ki öğrenci affından da mevcut siyasal sisteme karşı mücadele ettiği için okuldan atılan öğ-renciler yasa kapsamı dışında tutuldular.

Ayrıca üniversitelerden atılmanın tarihe karıştığı ya-lanlarıyla harçlara gelecek olan %400-500 oranındaki zamlar es geçiliyor, üzeri örtülüyor.

Emekçi sendikalar torba ya-sayla amaçlananları şu şekilde değerlendiriyorlar:

Güvencesizleştirmenin ve esnek çalışmanın yaygınlaşma-sı. 4-C statüsü benzeri çalışma biçimini daha da yaygınlaştır-mak. Atamaları daha da siyasal-

laştırmak. Parti-devlet bütün-leşmesine gidiş.

Suskun, itiraz etmeyen, ita-atkar işçi ya da memur profili. Sendikasız ya da yandaş sen-dikaya üye yeni işgücü profili. Emekçiler arasındaki rekabeti derinleştirmek.

Torba yasanın gölgesinde sömürünün daha da derinleştiği, sefaletin iliklere kadar işledi-ği ve harç-barınma-ulaşım-beslenme sorunlarıyla boğuşa-rak geçirmek zorunda kalınan günler bekliyor. Başbakan’ın dediğinin aksine bu sıkıntılar yüzünden uzaklaşılıyor öğrenci olmaktan. Ve tam da Başbakan’a ve bakanlarına inat tüm bu saldırılara karşı, gençliği, emeği, geleceği ve umudu savunmak için sesler birleştirilmelidir. Asla yalnız yürümeyeceksin!

ODTÜ Tuba Mumcu

DİSK’in araştırması işsizlik ra-kamlarının Türkiye İstatistik Kuru-munun açıkladığı rakamların iyimser rakamlar olduğunu ve rakamların üzerinde oynandığını gün yüzüne çıkardı.DİSK’in yaptığı araştırma TÜİK’in %11 olarak açıkladığı işsiz-lik oranı, başta umutsuzluk olmak üzere çeşitli nedenlerle son 3 aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve işe başlamaya hazır olan umudu kesik işsizlerin de hesaba katıldığı zaman % 17.36 seviyesine yükseliyor. 1 saat bile çalışsa işsiz sayılmayan, yetersiz ve eksik zamanlı istihdam edilen gizli işsizlerin de ilave edildiğinde bu oran %21’e ulaşıyor.

DİSK-AR’ın raporunda göre işye-rini kapatan 200 bin kişinin henüz iş bulamadığı belirtildi ve öğrenimine devam eden veya yeni mezun işsiz-lerin sayısının ise 304 bin düzeyinde olduğu ifade edildi. Yine son 3 yıllık dönemde umudu olmayan işsizlerin sayısı diğer nedenlerle birlikte işsiz sayılmayanlarla 367 bin kişi arttı. Bu kişiler işsiz sayılmadıkları için işsiz-

lik verilerine dahil olmadı. Kayıtdışı çalışanların sayısı 755 bin kişilik artış gösterdi. Arınç Kılıç

Astronot ve uzay bilimci yetiş-tirecek olan üni-versite, ilk eğitim dönemiyle 400 öğrenci alacak. Öğrenci alırken özellikle Fen ve Anadolu Lisesi mezunları tercih edilecek ve aday-lara psikolojik test de uygulanacak.

THK Başkanı emekli pilot Tüm-general Osman Yıldırım “Bu üniversi-te sadece Türkiye için değil Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar için de bir ilk olacak” dedi. Türkiye’nin sektö-re stratejik yatırımlarının arttığını belirten Yıldırım, üniversitede Uzay, Havacılık, Bilgisayar, Mekotronik, Elektrik-Elektronik Fakülteleri’nde mühendislik eğitimi verileceğini, İşletme Fakültesi’nin de bulunacağını

söyledi.2014 yılında

Üniversite’nin tam kapasite eğitim ver-meye başladığında pilot eğitimiyle birlikte en fazla 4 bin kontenjana ulaşacağına dikkat çeken Yıldırım, “Bu okuldan mezun olanların işi garan-ti” diye konuştu.

Açılan yeni bö-lümlerle öğrencilere gelecek garanti-si verilirken var olan işsizlik sorunun üstü kapatılmaya çalışılıyor. Ancak bu çabalar ne kadar artarsa artsın bugün her 5 üniversite mezunundan birinin işsiz olması bu gerçeği apaçık gösteriyor. ODTÜ Baran Özmen

Eğitim fakülteleri-nin konuşulduğu YÖK Genel Kurulu’nda Eği-tim Fakültelerinde bazı bölümlerin kapatılma-sına, bazı bölümlerin de yaygınlaştırılmasına karar verildi. Bartın Üniversitesi’nde ise birçok Eğitim Fakültesi için bölümlerin açıl-ması için kurul onay verdi.

Toplantıda eğitim fakültelerinde açılma-sının teşvik edilmesi ve yaygınlaştırılmasına karar verilirken, Bartın Üniversitesi’ne yeni bölümler açılmasına karar verilmesi ise çelişkileri gözler önüne seriyor.

Öğrenci kontenjan-larının azaltılması veya kontenjan verilmemesi gereken programlara yönelik MEB Talim Terbiye Kurulu Baş-kanlığı ile birlikte çalışma başlatılacak. Eğitim fakültelerinde program yeterlilikleri-nin gözden geçirilmesi ve mezunların niteliği-nin yükseltilmesi için bir çalışma yapılacak. Yaygınlaştırılması düşünülen program-lar için öğretim üyesi yetiştirmeye yönelik tedbirler alınacak.

YÖK’te bölümaçılmasına onayBartın Üniversitesi

Rektörü Prof. Dr. Ra-mazan Kaplan, Eğitim Fakültesi bölüm ve ana bilim dallarının YÖK Genel Kurulu tarafın-dan onaylandığını bil-dirdi. Rektör Kaplan, Bartın Üniversitesi’nin tercih edilen bir üni-versite olma yolunda emin adımlarla ilerle-diğini ifade etti.

Üniversite Rektö-rü Prof. Dr. Rama-zan Kaplan, yaptığı açıklamada Bartın Üniversitesi’nde Eği-tim Fakültesi’ne bağlı bölüm ve ana bilim dallarının açılması yönünde YÖK Ge-

nel Kurulunun karar aldığını bildirdi. 2008 yılında kurulan Bartın Üniversitesi’nin hızla geliştiğini ve gelecekte tercih edilen üniver-siteler arasında yer alacağını ifade eden Rektör Kaplan, Eğitim Fakültesi’nin üniver-siteye ve kente önemli katkılar sağlayacağına inandığını dile getirdi. Ancak bu katkı ataması yapılmayan öğretmen-lere sağlanacak duru-yor. Rektör Kaplan, “YÖK Genel Kurulu al-dığı kararla bir süredir beklediğimiz Eğitim Fakültesi bölümlerinin açılması ile ilgili ça-lışmamıza onay verdi. Kurduğumuz bölümler ve ana bilim dalları ile, tercih edilen bir fakülte oluşturmak istiyoruz. Edebiyat Fakültemizin de Eğitim Fakültemi-zin de önce kadrosunu oluşturacağız ve daha sonra öğrenci alaca-ğız. Göreve geldiğimiz günden itibaren Üni-versitemizi büyütmeyi ve güçlendirmeyi ilke edindik. Eğitim Fakül-tesi, Üniversitemize ve kentimize önemli katkılar sağlayacaktır” dedi.

BolognaSüreci’ne doğruKaplan’ın bu açıkla-

maları akıllara Bolog-na sürecini getirdi. Yaygınlaştırılması planlanan bölümlerin sermaye ihtyacına göre belirlenecek olması. Bartın Üniversitesi’nde bölüm ve ana bilim dallarının seçilirken daha çok tercih edilen bölümler içermesi dik-katleri çekti. Bologna süreci üniversitelerin dönüşüm adı altında eğitimin piyasalaştı-rılması ve mali özerk-lik gibi uygulamaları gündeme getirdi. Anadolu Üniversitesi Rıfat Çapar

Gelecek Kimindir?

Emre Öztürk

Page 6: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

Lise sıralarında şuan oku-duğumuz mesleklere dair fikir sahibi bile olmamıza katkısı olmayacak gerekli gereksiz bir ton bilgiyle donatılmamı-za rağmen sayısal kökenliler olarak bir durumu matema-tik yardımıyla soyutlayarak denklem haline getirebiliriz. Bu denklemin taraflarının birbirine eşitliği ise ancak bilinmeyenleri yerine yer-leştirerek sınanabilinir. “iyi bir meslek = iyi bir gelecek “ eşitliğindeki meslek ve gele-cek denklemlerini oluşturan bilinmeyenler ÖSYM’nin tercih kitapçıklarında yazma-dığından okuduğumuz mü-hendislik/mimarlık fakülte-lerinin eğitiminin dayandığı bilimsellikten uzak bir tespit olur. Bu yüzden öncelikle bilinmeyenleri(anlatılmayanları) belirtip bu eşitliği sınamamız gerekir:

• 2005’de YÖK ‘ün aldığı kararla mühendis, mimar ve şehir bölge planlama öğren-cilerinin diplomalarındaki mühendis/mimar ibaresi kaldırılarak mühendislik/mimarlık okumuştur ibaresi yerleştirilmiştir. Bu kararla unvanlarımız ve imza yetki-miz elimizden alınmıştır.

• Üniversitelerde aldığı-mız mühendislik/mimarlık eğitiminin yetersiz olduğu vurgulanıyor ve mezuniyet sonrası sınavlara tabi tutulup “yetkin/yetkili” gibi kavram-larla ancak mühendis/mimar olabileceğimiz söyleniyor. Bu doğrultuda “yetkin mühen-dislik” uygulaması ve mezu-niyet sonrası 4 seneye varan “staj” adı altında çalışma şartları karşımıza sunulmak-tadır.

• MİSEM(Meslek içi Sü-rekli Eğitim Merkezi) ile eğiti-mini aldığımız mesleğimizin bir kolu hakkında çalışabil-memiz için belgelendirme şartı koşuluyor. Bu doğrultu-da 4 sene boyunca aldığımız eğitimin yetersizliği 18 saatlik

ücretli kurslarla giderileceği söylenmektedir.

• Yılda 25.000 mühendis(!)’in mezun oldu-ğu ülkemizde %25’i işsiz ya da meslek dışı işlerde ve geri kalan %75’nin çoğunluğu ise esnek çalışma koşullarında iş güvencesiz ve düşük maaşa çalışmak zorunda bırakılmak-tadır.

Bu bilgilerin de bizlere gösterdiği gibi bilinmeyenleri eşitlikteki denklemlere yerleş-tirdiğimizde “iyi bir meslek = iyi bir gelecek” söylemi bir eşitlikten çok bizi bekleyen belirsiz geleceği gizlemek için oluşturulan yıkılmaya mahkûm bir hipotezdir ve önümüze konulan bu engel-ler karşısında yapılacakları belirleyebilmek için önce-likle mühendislik/mimarlık öğrencileri olarak gerçek bir eşitlik oluşturmamız gere-kir: “mühendislik/mimarlık fakülteleri = 0; gelecek = 0 - 0 / 0 = BELİRSİZLİK”. Fakat belirsizlik bizi tam olarak karşılamamaktadır. Sonuçta kötü şartlarda veya meslek

dışı işlerde çalışacak olsak da, unvanımız gasp edilmiş olsa da…vb aldığımız eğitim belir-sizliği ifade etmez. Bu yüzden belirsizlik yerine durumumu-zu karşılayacak tek söz vardır: KALDIRIM MÜHENDİSLİ-Ğİ. Evet, bu denklemin eşiti belirsizlik değil tam tersine KALDIRIM MÜHENDİSLE-Rİ olacağımızdır. Bu somut-luğa dayanarak, GENÇ-SEN’li mühendislik/mimarlık öğren-cileri olarak bizlere dayatılan, aldığımız eğitimi hiçe sayan mesleki haklarımızı gasp etmeye yönelik bu geleceksiz-leştirme uygulamalarının kar-şısında sessiz kalmayacağımı-zın pratik ayaklarını örmeliyiz ve bölümünü yeni tanımaya başlayanlarından mezuniyet aşamasına gelen tüm KAL-DIRIM MÜHENDİSLERİNİ bu geleceksizlik denklemini çözmeye, mücadeleyi birlikte yükseltmeye çağırmalıyız. Dokuz Eylül Üniversitesi Hüseyin Caner Yıldırım

Bünyesinde sosyal ve fen bilimleri-nin neredeyse tamamını kapsayan bir yer olarak akademik alanın içinde bir “karizması” olan Fen-Edebiyat Fakül-teleri (F.E.F.ler) ; üretim ilişkilerinin içindeki değişimden ve hükümetle-rin ekonomi-politik tercihlerinden kaynaklı, akademik alandaki başkaca fakültelere oranla öğrencilerine daha fazla “geleceksizlik” vadeden bir yer haline getirildi. Örneğin; matematik bölümleri matematik alanında bilim insanı yetirmekle yükümlü bir bö-lümken; daha çok dershanelere staj-yer, devlet okullarına sözleşmeli ve vekil öğretmen yetiştiren bir bölüm haline getirildi. Türk Dili ve Ede-biyatı, Tarih, Felsefe, Fizik, Kimya, Biyoloji vb. bilim dalları da ne yazık ki aynı akıbeti yaşıyor. Fen-Edebiyat Fakülteleri de tüm fakülteler gibi işsizlik oranını gizleme stratejisinin kurbanı olarak her yıl artan konten-janları, gelişmeyen fiziksel-teknik (derslik, laboratuar, bilimsel araç-ge-reç) imkânları ile sağlıklı bir bilimsel bilgi üretme işlevini gittikçe yitiriyor. Ayrıca cumhuriyetin kuruluşundan bugüne resmi devlet ideolojisi doğ-rultusunda “bilim” üretecek kadro-

ların da yetişmesine önayak olan söz konusu fakülteler; bilimin ideolojik-leştirilmesinde bizlere çeşitli örnekler de sunmuşlardır. Özellikle 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası devletin “sakıncalı” bulduğu konuların araştırılması dahi yasaklanmıştır. Tam da bu noktada bilimsel maddi gerçeklikler ışığında inandığı gerçeği bilimsel olarak ge-liştirme serüveninde sosyolog İsmail Beşikçi’ nin hayatı ibret vericidir.

Artık günümüzde Eğitim Fakültesi’ne girecek puanı alamayan öğrencilerin “hiç olmazsa” öğretmen olabilmek için tercih ettikleri yerler haline gelen F.E.F.’ler sistem tarafın-dan Eğitim Fakülteleri’ne rakip bir alan olarak kurgulanıyor. Başka bir değişle YÖK; F.E.F.leri, “formasyon” uygulaması ile işlev yönünden Eğitim Fakültelerine eşitmiş gibi bir ham-le gerçekleştiriyor. Zaten yeterince kadrolu öğretmen (sendikalı-iş gü-venceli) kadrosu açmayan ve mevcut öğretmen açığını sözleşmeli-vekil öğretmenlerle (sendikasız-sosyal haksız-iş güvencesiz) kapatmaya ça-lışan devlet, öğretmen yetiştirmekle yükümlü Eğitim Fakültelerini işlev-

sizleştirirken bir yandan KPSS pa-zarını1 da genişleterek F.E.F.lerdeki öğrencileri de bu rekabetin içine girmeye mecbur bırakıyor.

Nitekim YÖK, Fen-Edebiyat ve İla-hiyat fakültesi öğrencilerine yüksek lisans yoluyla formasyon verilmesi uygulaması yerine, formasyonun lisans düzeyinde verilmesi yönünde2 bir karar almış ve bu kararı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası EĞİTİM-SEN Danıştay yoluyla iptal ettirmişti. YÖK’ün bu kararı F.E.F. öğrencileri için “olumlu” gibi gözükse de aslın-da F.E.F.’leri işlevsizleştiren (aynı zamanda Eğitim Fakültelerini de önemsizleştiren) ve Eğitim Fakültesi öğrencilerini mağdur konuma sü-rükleyen bir karar olması nedeniyle EĞİTİM-SEN’nin itirazına takıldı. Peki her aşamasında/alanında buram buram piyasacılık-ezbercilik-reka-bet-sömürü kokan eğitim sisteminde adaletsizliği formasyon uygulaması mı doğurmaktadır? Veya formasyon uygulamasını kaldırmakla Eğitim Fakültesi öğrencilerini daha garantili bir gelecek mi beklemektedir? Çözüm nedir? Yaşamın ileriki safhalarında karşımıza çıkacak iş güvencesinden yoksun, sigortasız, sendikasız, esnek çalışma koşullarına karşı, işsizlik kâbusunu yok etmek için şimdiden

örgütlü mücadele etmek. Unutmayın erken örgüt-lenmek hayat kurtarır…

Anaokulundan üniver-siteye kapitalist üretim iliş-kilerine uygun bir eğitim anlayışına karşı mücadele ederken, Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen;

* Formasyonun bir hak olduğunu söyler, talep eden herkese ücretsiz verilmesi için,

* Formasyonun kesin bir çözüm olmadığını, bu-nun yanında Fen-Edebiyat Fakülteleri’nde daha fazla akademisyen kadrosu açılması için,

*Paralı eğitim uygu-lamalarının kaldırılması için,

*Eğitim Fakültesi öğrencileri ve ataması yapılmayan öğretmenler ile “daha fazla öğretmen kadrosu” açılması için ortak mücadele eder.

DİPNOTLAR- Öğrenci Gençlik Sendikası’nın

araştırmalarına göre son 3 yılda KPSS’den elde edilen gelir 70 milyon liradır.

Dokuz Eylül ÜniversitesiM.Kaan Uğur

Ankara Ostim’de yaşanan patlama sonu-cu 20 kişinin ölmesiyle ilgili TMMOB yaptığı bir açıklamada ‘iş kazası değil iş cinayeti’ demiş. Ben de onların bıraktığı yerden dev-ralarak ‘iş cinayeti değil, işçi katliamı’ diyo-rum. Cinayet tanım itibariyle tekil bir anlam barındırırken, katliam ise birçok kişinin toplu olarak öldürülmesi anlamına gelir.

31 Ocak 2008’de Davutpaşa’da havai fi-şek atölyesinde su kazanın patlaması sonucu ölen 21 işçi, 17 Mayıs 2010’da Zonguldak’da-ki Karadon Maden Ocağında yaşanan grizu patlaması sonucu ölen 30 işçi, Ostim’de peş peşe yaşanan iki patlama sonucunda ölen 20 işçi, Elbistan’ kömür madenlerinde ki göçüklerde ölen işçiler, hemen her gün tersanelerden gelen ölüm haberleri… Bunlar ilk elden aklımıza gelenler. İşte tam da bu yüzden katliam sözcüğünün konuya daha uygun düşmekte. Çalışma ve Sosyal Güven-lik Bakanı Ömer Dinçer’in, verdiği resmi rakamlara göre 2009 yılında 64 bin iş kazası tespit edildiğini, bu kazalarda 1.171 kişinin hayatını kaybetti. Resmi olmayanlarla bera-ber bu sayının ne kadar artacağını varın siz düşünün.

Her katliamın ardından ‘işçilerin hatası’ ağzıyla konuşan yetkililer, İşçi katliamlarına yol açan sebeplereyse değinmekten kaçını-yor. Ömer Dinçer, Ostim’deki patlamayla ilgili ‘İş sağlığı ve güvenliği, önce insanın kendi sağlığını ciddiye almasıyla olabilir. Biz yapısal ve teknolojik tedbirleri alsak bile, eğer insanlar kendi hayatlarını önemsemi-yorlarsa bu çok büyük bir zafiyettir.’ diyerek kendisini aklamaya çalışsa da, yaşananların

sebebi açık!Sendikalaşma hakkını gasp edenler,

işçilere söz ve karar hakkı tanımayanlar, sorumluları cezalandırmayanlar katliam-lara davetiye çıkartanlardır! Onlar işçileri suçluyor fakat bu, Ostim’de ilk patlamanın olduğu işyerinin işletme ruhsatının olmadı-ğı, tiner ve boya imalatı yapan ikinci işyeri-nin de sadece torna ruhsatı olduğu gerçeğini değiştirmiyor! İşçiler, kâr hırsına kurban edildikleri yetmiyormuş gibi bir de öldükleri için suçlu ilân ediliyor!

Bugün ne hükümetin ne de patronların işçi katliamlarını engellemek gibi bir ama-cı olduğunu sanmayın. Her olaydan sonra çıkıp ‘araştırıyoruz’, ‘sorumlu kimse hesabı sorulur’ diyerek göz boyasalar da kap kara kesilmiş yüreklerinin rengini gizleyemiyor-lar! Ölen madenciler için, ‘bu mesleğin ka-derinde var’ diyen başbakandan ya da ‘güzel öldüler’ diyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’den olumlu bir şeyler beklemek saflık olur. İşçi ölümleri onlar için olağandır.

İşçi katliamlarından kurtulmanın yolu bugünün işçileriyle, geleceğin işçisi olan öğrencilerin ortak bir mücadele hattı örme-sinden geçmekte. Genç-Sen bu hattın inşası konusunda emin adımlarla yoluna devam ediyor.

Bu hattı bir kez ördükten sonraysa, artık bizim için ‘güzel öldüler’ diyenlere bir güzel-likte neden biz yapmayalım? Erdal Kozan

Fen-Edebiyat Fakülteleri ne iş yapar?

Ders: Mesleğe geçiş, Konu: Kaldırım mühendisliği

Bir güzellik de biz yapalım!

Fen-Edebiyat Fakülteleri gün geçtikçe bilim insanı yetiştirmekten git-tikçe uzaklaşıp, işsizler ordusuna yeni neferler katmaya ve esnek-iş gü-vencesiz çalışma koşullarına işçiler yetiştirmeye daha da yakınlaşıyor.

6

ÖSYM’nin önümüze koyduğu sınavlarla dolu 12 yıllık eğitim öğretim hayatımızın sonunda “ iyi bir meslek = iyi bir gelecek” gibi birbiriyle doğru orantılı olduğunu düşündüğümüz bu eşitliğe endekslediğimiz hayallerimizle mühendislik/mimarlık fakültelerini tercih ettik.

Page 7: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 2011

Sendikal hareket içerisinde ka-dın mücadelesi neden gereklidir?

Hayatın her alanında kadın olmak zor, fakat sendikalarda yöne-tici kadın olmak, uzman kadın olmak daha da zordur. Sendikalar bugün sistemin içinde, erkek egemen zihniyetin hakim olduğu bir alan. Bu alan kadınla-ra kapalıdır. Hak arama mücadelesi sadece erkeklere mahsusmuş gibi bir anlayış vardır. Fa-kat sendikal tarihte en büyük bedeller kadınlar tarafından ödenmiştir. New York iplik fabrikasında diri diri ateşe verilen kadınların bedenleriyle emek mücadelesi yükseltilmiştir. Emek ve sosyalist mücadele içiçe yürürken kadınlara “Önce devrim olacak, sonra kadın kurtulacak” dendi. Ancak bugün bize gösterdi ki bu büyük bir yanlış.

Ne devrim oldu, ne de kadın kurtuldu.Peki, DİSK Kadın Komisyonu

nasıl kuruldu? Ne gibi çalışma-larda bulundu?

DİSK Kadın Komisyonu aktif olarak 2005’ten bu yana bir çalış-ma başlatmıştır. Sendikalardaki kadın rolünün ak-tifleşmesi üzerine tartışmalar yürüt-mekte, sendika içinde, sendikaya rağmen kadın emeğinin görü-nürlüğü, kadının özgürleşmesi için mücadele yürüt-mektedir. Bu ne-denle de cinsiyetçi sendika tüzük ve

politikaları reddederek; alternatif, kadın görünür kılan, bağımsız kadın örgütlenmesinin önünü açan bir tüzük çalışmasının içinde yer almıştır. Elif Akgül

8 Mart Nedir?New York’ta 40 bin

kadın eşit şart ve eşit ücret talebiyle greve başladı. Fabrika patro-nunun diğer işçilerin greve destek vermesini engellemek üzere fabri-kaya kilit vurması ve po-lislerin kadınları ateşe vermesi sonucu yana-rak yaşamını yitiren 129 kadının başlattığı mücadeleyi, kadınların birebir özneler olarak devam ettirmesi gere-kir. Bu olaylardan 52 yıl sonra Danimarka’nın Kophenhag şehrin-de düzenlenen Kadın Sosyalist Enternasyonel toplantısında 8 Mart 1857 de New York’ta başlayan, kadınların haklarını kazanılması ve kadınların birlikte-liği mücadelesinin her yıl Kadın Günü olarak kutlanmasını kararlaştır-dılar. Kadınların yaşa-mın her alanda ezilmesi, taciz ve tecavüzler hatta kadın cinayetleri ise bu mücadelenin yürütülme-si gerekliliğinin göster-gesidir. Amerika’da oy hakkını kazanan kadınlar yürüttükleri mücade-le ile bugün yürütülen

mücadeleye ışık tutuyor, kazandıkları zaferle de emsal teşkil ediyor.

Üniversitelerdeki cinsiyet rolleri Erkek egemen sistem-

de kadınların ezilmesi üniversite ve bölüm seçi-mine de yansıyor. Kadın-ların daha çok öğretmen-lik, hemşirelik, ebelik gibi bölümlere yönlendirilme-si, üniversitelerin bulun-duğu illere dikkat edilme-si ve üniversitenin birinci öğretim olmasının tercih edilmesi gerek ailenin gerekse toplumun kadın-lar üzerindeki baskısını

derinleştiriyor. Toplum-sal cinsiyet rollerinin üstlendirildiği bu sistem-de kadınlar yurtlarda da cinsiyetçi ayrıma maruz kalıyor. Gerek yurtlarda kadınların uğradığı taciz-ler, gerek yurt giriş-çıkış saatlerindeki farklar, ge-rekse yurt görevlilerinin kadınlara karşı tutumu bu ayrımı net olarak yan-sıtmaktadır.

İş yaşamında negatif ayrımcılık Üniversite mezunu

kadınların iş yaşamında da binbir zorluk çekti-ğini; ataması yapılma-

yan öğretmenlerden % 92’sinin kadın olması, işe alım sırasında kadınla-rın evli olmaması talebi, işten çıkarılma sırasında ise önceliğin kadınlar olması apaçık ataerkil toplumun kadınlara bakışını göstermektedir. Torba yasada var olan “Evden çalışma”, “Uzak-tan çalışma” maddeler ile çalışan kadınlar ise eve hapsedilmek isteniyor. Osmangazi Üniversitesi Bilge Su Erdoğan

İstanbul | Genç-Sen’li Kadınlar 18 Şubat’ta saat 15.00’te Taksim Tramvay Durağı’nda Prof. Orhan Çeker’in açıklamalarına karşı bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Genç-Sen’li Kadınların “Cinsiyet-çi Eğitim İstemiyoruz”, “Cinsiyetçi Profesör Üniversiteden Defol” ve “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” slo-ganlarına eşlik eden kadınlardan biri basın açıklaması sonrasında pankar-tın önüne gelerek genç kadınların yanında olduğunu söyledi.

Konuşmasında kadın cinayetle-rine, kadına yönelik şiddet ve tacize karşı kadınların birleşmesine çağrı yaptı. Ayrıca üniversiteli kadınların sorunlarının çözülmesini istedi.

Ankara | Genç-Sen’li Kadın-lar, bugün Ankara’da saat 16.30’da Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkanı’nı yap-tığı açıklama karşısında Yüksel Caddesi’nden Sakarya Meydanı’na yürüyerek orada basın açıklaması yaptı.

Katilleri, tacizcileri, tecavüzcü-leri kollayan yasaların bir an önce değiştirilmesini, suçlulara caydırıcı cezalar verilmesini talep eden Genç-Sen’li Kadınlar, kadınları tecavüze uğradıkları için suçlayan Prof. Çe-ker’ e kadınların yaşama haklarının ellerinden alınışını nasıl görmezden geldiğini sordular.

Erkek egemen sisteme, cinsiyet-çi eğitime, kadına yönelik şiddete, devletin katilleri korumasına karşı her daim mücadele edeceklerini haykıran Genç-Sen’li Kadınlar, bü-tün kadınları mücadelelerine destek vermeye çağırdı.

Eskişehir | Eskişehir’de Genç-Sen’li Kadınlar 18 Şubat’ta Adalar Migros önünde Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkan’ı Orhan Çeker’in yaptığı açıklamaları protesto etti.

Basın açıklamasında Orhan Çeker’in yaptığı açıklamasıyla kadı-

na yönelik şiddeti, kadın katillerini yaratan sisitemin savunuculuğunu yaptığı vurgulandı. Ayrıca kadınlara uygulanan taciz, tecavüz ve cina-yetleri Orhan Çeker’in meşrulaştı-rılması Aliye Kavaf’ın ise cinayet-leri münferit göstermesinin kadın katillerini korumaya yönelik olduğu

ifade edildi. Üniversitelilerin gele-ceklerinin elinden alındığı yetmiyor gibi cinsiyetçi eğitim politikalarıyla genç kadınların bir kez daha ezil-mek istendiğinin altı çizildi. Hacettepe Üniversitesi Sinem Gündüz

8 Mart Dünya Ka-dınlar Günü için yapı-lan toplantıda gündem maddeleri genç kadınla-rın üniversitede yaşadığı sorunlar ve mezun olan kadınların iş bulma ve atanma sırasında yaşa-dıkları ayrımcılık oldu.

Üniversite bölüm-lerinde kadın ve erkek sayılarının eşit dağılımın olmaması, akademisyen-lerin erkek egemen bir dil kullanması, üniversi-telerin başlıca sorunu ol-duğu ifade edildi. Daha üniversiteye başlamadan bölüm seçecek öğren-cilerin üzerinde ailenin ve çevrenin baskısının olduğuna dikkat çekildi.

Örneğin öğretmen atamalarında % 90’ın erkek olması cinsiyet ayrımcılığının me-zun olduktan sonra da ayrımcılığın her alanda kadınların karşısına çıktığı konuşuldu.

Kadınların öldürül-mesine karşın uygula-nan ceza indirimleri, katillerin devlet eliyle korunması işlenen cina-yetleri daha da arttırdı-ğı vurgulandı.

Üniversiteli Çağla Arin’i öldüren katile tıp öğrencisi olması gerek-çesiyle gelecek indirimi verilmesi devletin kadın katilleriyle birlikte suç ortağı olduğu belirtildi.

Toplantıda kadın cinayetlerinin durdu-rulması için uygulanan yasaların değiştirilmesi gerektiği, kadınların birlikte mücadele ederek haklarını koruması ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için birleşik bir mücadele örülerek yasa-ların katillerin yanında değil asıl ezilen kadın-ların yanında olması gerektiği için mücadele-lerini sürdürmelerinin gerekliliği vurgulanarak toplantı sonlandırıldı. Hacettepe Üniversitesi Sinem Gündüz

Sendikal mücadelede yürütülen kadın mücadelesi Genç-Sen’li Kadınlar cinsiyetçilik

değil gelecek için alanlarda

Genç-Sen’li Kadınlar Prof. Çeker’i Protesto Etti

AÜ’de Genç-Sen’li Kadınlar 8 Mart için bir araya geldi

Sendikalarda kadın mücadelesi ile ilgili olarak DİSK Ka-dın İşçi Komiyonu Üyesi, Genel İş İstanbul Konut İşçileri Sendikası Şube Başkan Nebile Irmak Çetin’le görüştük. Üniversitelerde uygulanan cinsiyetçi politikaya karşı

Genç-Sen’li Kadınlar gelecekleri için alanlarda olacak.

Anadolu Üniversitesi İki Eylül Kampüsü Ya-bancı Diller Yüksekokulu kantininde Genç-Sen’li Kadınlar toplantı gerçekleştirdi.

7

Page 8: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

28 Şubat 20118

Kanayan “dil” yarası Doğduğu yerde yabancılaştırılarak, başka bir kimlik empoze edilmeye çalışılarak en önemlisi kendini kendi dilinde ifade etmesine izin verilmeyerek sözde “özgürlükle” sunulan yaşamlar sanıldığı kadar kolay sürmüyor.

İstanbul Gazi Mahallesi’nde üç kahvehane ve bir işyeri, 12 Mart 1995 akşamı otomatik silah-larla tarandı. Saldırganlar olay yerinden uzakla-şırken gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürdü, taksiyi ateşe verdi. Olayın ardından başlayan çatışmalar, 13, 14 ve 15 Mart günlerinde de sürdü. Çatışmalar, 15 Mart günü Ümraniye’ye sıçradı. 22 kişinin öldüğü 155 kişinin yara-landığı katliamla ilgili yargılanan 20 polisten 18’iberaat etti, sadece 2 polise 4 yıl ceza verildi. Ancak cezalar da ertelenince polisler salıverildi. Katliamın ardından Türkiye’de benzerine sıkça rastladığımız hukuk skandallarından birine

daha sahne olduk, dava Trabzon’a gön-derildi. Mağdur halkın hem müşteki hem de sanık sıfatıyla ifadesi alındı, dava Trabzon gibi alakasız bir yere alınarak mağdurlar yıldırılmak istendi ve mağdurlar dava esnasında baskılara ve tehditlere maruz kaldılar.

Gazi katliamı, Ergenekon ve Mehmet Ağar davalarında gündeme gelmiş ancak ne dosya incelenmiş ne de kayıp yakınlarının davaya müdahil olma istekleri kabul edilmişti. “Bin gizli

operasyon yaptık” diyen dönemin emniyet müdürü Mehmet Ağar’a Gazi katliamı ile ilgili hiç bir kovuş-turma yapılmadı. Tüm ifadelerin ve delillerin Gazi katliamı davası sü-recinde görmezden gelinmesi, dava sürecinin sürüncemede bırakılması, en son Ergenekon soruşturması kapsamında verilen ifadeler Erge-nekon savcılarının, faili meçhulle-re yönelik avukatların taleplerini hasıraltı etmesi ve devletin diğer yandan ise KCK davasında takındığı tutum ve 21 Eylül komplosu, devle-tin “derin” karakterini tüm açılığıyla ortaya koyuyor.O dönemde görevde olan emniyetten istihbarata kadar bir dizi devlet görevlisinin ifade-lerinden ve beyanlarından ve en son da ergenekon soruşturmasında verilen ifadelerden de anladığımız kadarıyla katliamı gerçekleştiren-lerin yine devletin kadrolu eleman-ları oldukları ortada ancak hükümetin birkaç tetikçiyi yargıladığı iddiası, kendi hizmetindeki birkaç vitrin süsünü feda etmesi; kendi devletini başka bir konseptte daha da derinleştirirken hiç inandırıcı gelmiyor.

Gazi, Maraş, Çorum, Beyazıt, Sivas ve daha nice katliamlar; egemen sınıfın, konumunu ko-rumak için giderek daha çok korkutma ve disip-lin denklemine başvurarak toplumsal muhalefeti etkisizleştirmeye, bireylerin özneye dönüşmesini

önlemeye çalışmasının sadece bir yöntemi. Yara-tılmak istenen korku toplumunun arka planında, ezilenlerin, emekçilerin ve öğrencilerin en ufak bir talebinden dahi çekinen burjuvazinin korku-su yatıyor. Baskılar ve korku politikaları ezilen-lerin, emekçilerin, öğrencilerin sesini kısmaya yetmeyecektir. Metin Şenyurt

Yaşanan anadil sorunu gör-mezden gelmeye çalışılarak, ba-sitleştirilerek en temel ihtiyaç bile yabancılaştırılıyor. Her gün okulda kendini başka kimlikle ifade ettirmek zorunda bırakan koşullara bir de anadilinden başka bir dille eğitim verilmeye çalışılıyor. Üstelik normalleş-tirilmeye çalışılan bu sorun ise gerçek özneler tarafından dile getirildiğinde hiç de normal olmadığı apaçık görülüyor.

“Kürtçeyi de bildiğim hal-de, ana dili Türkçe olan bir Kürt’üm ben. Doğuda gerçekle-şen doğumumun hemen ar-dından ekonomik sebeplerden ötürü batıya göç etmek duru-munda kalmış bir ailenin ferdi-yim. Konuşmaya başladığım ilk dil duygudan oldukça yoksun-du; adını tam koyamıyorum ama ailemin Kürtçe düşünüp Türkçe telaffuz ettiği bir sen-tezle kullandığı ağırlıklı olarak Türkçe bir dildi. Öğrendiğim bu

ilk dile de tam olarak hâkimiyet kurabilmiş sayılmazdım. Çünkü “farklı bir yer”de yeni bir yaşam kuran ailem eğitim hayatım-da yaşayabileceğim sıkıntıları öngörerek ev içinde, gündelik hayatta dahi Türkçe konuşma-ya özen göstermişti. Ancak ilko-kul çocuklarının ezberden şiir okumasına benzeyen bu çaba-ları konuştuklarının duygusunu vermeye yetmiyordu. Yani bu vadeye kadar, iletişim kurma-nın en mükemmel aracı olan lisan, benim için anlaşılması güç, karmakarışık bir dünya olmuştu.

Söylenenleri anlamak için içimden defalarca tekrar ediş-lerim, duygusunu veremedi-ğim telaffuzum yaklaşan okul günleriyle birlikte zor senelere işaretti.

Dil gelişimin bir parçası. Onu öğrendikten sonra insan-lar evreni anlamaya çalışır. Fakat tam da öyle bir zamanda;

okula başladıklarında, karşılarında dilini hiç bilmedikleri bir öğret-men; (genellikle) anlaşa-madığı öğrenciyi döverek öğretiyor kendi dilini. Öğreniyor öğrenmesine de; her dayak yiyişin-de annesinin kucağına koşacaksa bu çocuklar, mecburen sadece ken-dilerinin anladığı bir dil öğrenirler. Ve anneleriyle konuşurlar sadece. Varsın bu dille ÖSS’den sıfır çeksinler. Dünyanın en güzel dilidir o; konuşma-dan anlaştıkları. Çünkü bir insana kaç tane dil öğretirseniz öğretin en iyi konuşabildiği dil, ana (kucağında öğrendiği) dilidir.” diyerek anlatıyor yaşadıklarını.

Gazi Katliamı ilk değil Kontrgerilla, Maraş’ta, Çorum’da, Beyazıt’ta, Sivas’ta yaptığı katli-amın aynısını 16 yıl önce 12 Mart’ ta Gazi Mahallesi’nde yaptı.

Faşist saldırılara karşı toplu çıkış yapan öğrencilerin ülkü-cüler tarafından polis desteğiy-le öldürülmesi üzerinden 33 yıl geçiyor. Bombayı ‘’Allahsızlar’’ diyerek atan Zülküf İsot kaç-maya başladı. Polisler de onu kovalamaya başladı. Fakat sonra ‘’Durun’’ dedi polislere Emniyet Müdürü Reşat Altay ve Zülküf İsot kaçtı. Zülküf İsot’un o bombayı atıp kaçar-ken polislere durun diyeceğini 9 gün öncesinden biliyordu zaten Reşat Altay.

Reşat Altay rütbe alıp Trab-zon Emniyet Müdürü olduktan sonra da Hrant Dink’in öldü-rüleceği ihbarını aldığında ise buna ‘’Durun’’ demedi. Daha sonra ihbarı değerlenmediği gerekçesiyle görevden alınsa da, 16 Mart Katliamının failleri zamanaşımından dolayı dava-nın düşmesiyle cezasız kaldılar. İnsanlık suçlarının zamanaşımı olmasa da, 16 Mart Katliamı

gibi tarihi bir olayın zamanaşı-mı Türkiye’de oldu böylece.

Bu tutum, bugün de üni-versite öğrencilerine yönelik baskı ve şiddetiyle hala devam ediyor. Üniversitelerin asıl öznelerinin kendilerinin olması gerektiğini savunan, haklarını talep eden öğrenciler bugün her ses çıkarttıklarında polisin copuyla, biber gazıyla ve öfke-siyle karşılaşıyor. Üniversite hayatı boyunca harç parasını yatıramayan, ulaşım, barınma, beslenme gibi sorunlarla karşı-laşan ve bu sorunlara dair çö-züm önerilerini dile getirmek isteyen öğrencilerin talepleri dinlenmiyor.

Gençlik her zaman bu bas-kılardan yılmayarak hakkını aramaya ve mücadele etmeye devam edecektir. Öğrencileri yıldırmaya yönelik saldırılar, aramalar, tutuklamalar, gözal-tılar ve baskıların dozu arttıkça sesi daha gür çıkacak, eylemleri

daha kalabalık olacaktır. Sistem, onları ne kadar hak arayışla-rından vazgeçirmeye çalışsa da onlar tırnaklarıyla kazıyıp, omuz omuza vererek haklarını birer birer almaktadır. Onlara göre gençlik ne kadar marjinal ve başıboş olarak algılayıp yansıtıl-

maya çalışılsa da onların haklı-lığını tarih her zaman göstere-cektir. 16 Mart’ı unutmayanlar, bugün üniversiteleri özgürleşti-recek olan öğrencilerdir. Okan Üniversitesi Osman Erdem

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önüne ül-kücüler bomba koyarak 7 öğrenciyi katledip 41 öğrenciyi yaraladı.

16 Mart’ı tarih unutmayacak İşçiye Torba’dan çıkanlarPTT’den hiçbir şekilde gerekçe göste-rilmeden işten çıkarılan, ancak işine dönmek üzere 42 gündür direnen taşe-ron işçisine, Torba Yasa’yı ve bu yasanın karşısında neler yapılabileceğini sorduk.

PTT’de taşeron işçi olarak çalışırken hiçbir gerekçe göste-rilmeden işten çıka-rıldınız. İşinize geri dönme talebi ile 42 gündür direniyorsu-nuz. Kuralsız, güven-cesiz ve esnek çalışma-nın önünü açan Torba Yasa’yı taşeron işçiler açısından nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Direnişçi PTT işçisi: Bizi taşeron işçileri olarak zaten 20 yıl önce torbanın içine sokmuşlardı.

Gene de haklarımızı korumak için hukuki sürece başvurmak gibi bir takım yollarımız vardı.

Ancak Torba Yasa bunun da önünü kesmiş bulunuyor. Torba Yasa, taşeron şirketle ana firma arasındaki bağlantıyı tamamen koparıp her-şeyden taşeron şirketi sorumlu tutuyor. Bir çoğu sadece kağıt üzerinde olan şirketler ihale bitti-ğinde kendini feshedebili-yor ya da başı sıkıştığında kaçıp gidebiliyor. Torba Yasa bu durumun kar-şısında işçilerin hukuki süreci başlatarak hakları-nı aramasının da önünü kesiyor. Bütün haklarımız elimizden alınıyor. 3, 5 ay gibi geçici sözleşmelerle izin hakkı, tazminat hak-kı, kıdem hakkı olmadan çalışmak durumundayız. Torba Yasayla bunları talep edebileceğimiz bir muhattap da bulamaya-cağız. Kısacası taşeron işçileri zaten kölelik koşullarına mahkumlardı.

Bu yasayla kuralsızlığı kural haline getirerek bizlere dayatılan köleliliği katmerleştiriyorlar.

Bu saldırılar karşı-sında ne yapılabilir?

Bugün, Türkiye’de taşeron çalışan sayısı 2 milyonu aştı. Taşeron işçilerinin neredeyse tamamı örgütsüz, sendi-kalı değiller. İş güvence-sinden yoksun olmaları örgütlenmenin önünde sorun yaratıyor. Bu da işverenler açısından inanılmaz bir şekilde sö-mürünün önünü açıyor. Yani taşeron işçiler için bıçak kemiğe dayanmış durumdadır. Bir an önce tüm iş kollarında çalışan taşeron işçiler bulunduk-ları işyerlerinde örgütlen-meye başlamalıdır. Tüm sendikaları da kendi iş kollarında çalışan işçileri örgütlemeye, sorumlulu-ğa davet ediyoruz.

Direnişinizle ilgili ne söylemek istersiniz?Bugün Türkiye’de

bulunan devrimci, yurt-sever, kendine emekten yana diyen tüm dostların direnişlerle dayanışmayı yükseltmesini ve yanı-mızda olmalarını istiyo-ruz. Onurumuz için genç-lik üniversitelerde bizler de fabrikalarda başkaldı-rıyoruz. Gün, mücadele ve birlik günüdür.

Röportaj: İpek Bozkurt

Page 9: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

En basit tanımla, sınıftaki tüm ögrenci-lerin notlarının ortala-ması alınarak, ortalama üstünde bulunanların dersi geçtiği, altında ka-lanların ise dersi vereme-diği sistemdir çan eğrisi. Asla içindeki herkesin gülemeyeceği, gülenlerin gülemeyenlerin sırtına basarak yoluna devam etmesine olanak sağlayan sınav sistemidir.

Her ne kadar “dersi geçen sayısını arttırıyor, kopyaya engel oluyor” denerek savunulur olsa da, kullandırılmasındaki tek amacın okullarda, dersliklerde kollektiviteyi öldürmek olduğu geçmiş-ten bugüne görülen açık bir gerçek.

Başarı için birilerinin başarısızlılığı gerekir-ken, örneğin alınan ders notlarının başkasıyla asla paylaşılmaması, kollektif çalışmaya karşı durul-ması, yanındakinin hasta olmasının dahi insanı başarıya götürecek bir anahtar olarak görülmesi gibi durumlar uygulan-

dığı günden bu yana, bu sistemle doğal olarak ortaya çıktı. Asıl amaç-lanan; birbirine uzak, herkesin bireyselliği ön planda tuttuğu, birşeyleri ortak üretmenin zevkini tatmayan ve bu zevki asla bilemeyecek olan bir topluluğun oluşmasıdır okullarda.

Çan eğrisi ile birlikte rekabet sürekli artmakta, rekabet arttıkça birey-sellik ön plana çıkmakta ve bu da gerçekleştikçe öğrenciler birbirinden uzaklaşmakta, dahası gün geçtikçe öğrenciler arası dayanışma azalmakta, başarının, kurtuluşun bireysel gerçekleşebile-ceğini düşünen yığınlar ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde yarattığı bu bireysellikle, okullar-da hala uygulanan çan eğrisi sistemi paylaşım ve yardımlaşmaya olan karşıtlığını sürdürecek ve öğrencileri birbirinden uzaklaştırmaya devam edecektir. ODTÜ Baran Özmen

Dumlupınar Üni-versitesinde geçen yıl başlatılan uygula-ma ile Öğrenci Bilgi Sistemi (ÖBS) paralı hala getirilmiştir. Uygulamaya göre örgencilerin sınav sonuçlarının yada internet üzerinden öğrenci bilgi sistemi-ne giriş için okulun verdiği tek kulla-nımlık şifrelerin cep telefonlarına gelmesi için 32 TL ödeme yapmaları gerek-mektedir. Üstelik bu ücret isteğe bağlıdır fakat ücret ödemeyen öğrenci hiçbir şekilde notlarını öğreneme-mektedir. cep telefo-nuna mesaj gelmesi hizmeti olarak ilan edilen ücreti ödeme-yenler internet üze-rinden hiçbir işlemi yapamayacaklardır. 40 bine yakın öğren-cisi olan üniversite bu yolla topladığı bir dönemde 1tril-yonu geçkin paranın nasıl kullanıldığı ise bir muamma. Yeni bilgi sistemini kendi maaşlı memurlarına hazırlatan üniversi-te herhangi külfeti olmaksızın bu parayı örgencilerden her dönem talep etme-si modern soygun yöntemlerinden biridir. Üniversitede, internet üzerinden yapılan kayıtların bir hafta içerisinde bölüm tarafından da onaylaması gerek-mektedir. Hiçbir geçerliliği olmayan bu uygulamaya da son vermeyen yeni ücretli ÖBS gerçek bir soygundur.

Öğretim ele-manları da mağdur

Yeni bilgi sistemi için öğrencilerden her dönem 32 tl istenmesinin yanında bilgi sistemine not giren ders hocala-rından da kesinti yapmaktadır. Bu soygundan birçoğu-nun haberdar bile olmadığı hocalar bu durum karşısında mağdurlar.

Seçmeli soygunDaha önce kır-

tasiye masrafı( ders programı, transkript, öğrenci belgesi) adı altında alınan 75 lira-lar, kullandırılmadığı halde zorla satılan kitaplar( üstelik kitap almayanın kaydı yapılmıyor) zorla öğrencilere 75lira bedelinde ferdi kaza sigortası yapılması Dumlupınar Üniver-sitesi öğrencileri için ciddi sıkıntı yaratıyor. Ücretli ÖBS (Öğrenci Bilgi Sistemi) uygu-lamasının başlatıldığı dönemde uygulama-

ya başlanan zorunlu sigorta gelen tepkiler-den sonra isteğe bağlı hale getirilmiştir.

ÖBS boykotuDPÜ Genç-Sen,

yaptığı çalışmalarla bu ücretin ödenme-mesine çağrı yaptı. Rektörlüğe verilen dilekçe ile bu ücretin nerede kullanıldığı soruldu. Dilekçeye verilen cevapta topla-nan paranın “sms yolu ile tek kullanım-lık şifre uygulaması” için kullanıldığı ve toplanan paraların okul bütçesine alın-madığı yazıyor. Diğer taraftan uygulama-nın iptali için hukuki sürecin hazırlığında olan DPÜ Genç-Sen yaptığı sticker ile sesini duyurdu ve eğitim ve iletişim hakkı parasızlaştı-rılana kadar müca-deleyi sürdürmekte kararlı. Dumlupınar Üniversitesi Celal Şahin

Eğri bir sistem

Öğrenci Bilgi Sistemi paralı hale getirildi

Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’yle Genç-Sen’in içinde olduğu gençlik örgütleri üçüncü toplantısını yaptı.

Toplantıda öğrencile-rin taleplerinin gerçekleş-mesi ve bu toplantıların raporlaşması istendi.

Geçtiğimiz dönemin sonunda, Rektör Yar-dımcısı Hasan Mandal’ın istifasıyla birlikte top-lantılara katılmak üzere Prof. Dr. Naci Gündoğan görevlendirildi. Geçti-ğimiz dönemde yapılan toplantılarda dile getirilen bazı taleplerin gerçekleş-tirilmesi yolunda birçok olumlu adımlar atılsa da özellikle soruşturmalar konusunda, rektörlük aldığı kararlarla çelişkili hareketlerde bulundu.

Gerçekleştirilen top-lantıda gençlik örgütle-rinin talepleri daha önce

yapılan toplantıların so-nucunda çıkan kararların raporlaşması ve tutanak haline getirilmesi, bu raporların fakülte pano-larında duyurulması idi. Rektörlük bu talepleri bir sonraki toplantıda kara-ra bağlanması yönünde karar aldı.

Toplantı sonunda Rektörlük’le yapılacak toplantıların dördüncü-sünün 9 Mart 2011’de yapılması kararlaştırıldı.

Toplantıdan sonra Rek-törlük önünde basın açıkla-ması yapıldı. Açıklamada Anadolu Üniversitesi’ndeki gençlik örgütlerinin ta-lepler gerçekleştirilinceye kadar mücadele edeceği vurgulandı. Anadolu Üniversitesi Rıfat Çapar

Üçüncü toplantı Naci Gündoğan ile gerçekleşti

Çan eğrisi sistemi öğrencileri üni-versitelerde bireyselliğe itiyor.

Mersin’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tekno-kent açılışı için gelmesini protesto eden gençlik ör-gütlerine polis saldırdı.

ODTÜ’de bir süredir yurtta kalan öğrencilerin mücadelesi devam ediyor. 12 metrekare odalarda 4 kişi kalan, odalarındaki eşyaları kullanırken birçok sorunla karşı karşıya kalan, öğrenciler koşulların iyileş-mesi ve her bir odada kalan öğrenci sayısının azalması için imza toplayıyor ve eylemler düzenliyor.

İlk dönem yaptığı basın açıklamasında öğrencilerin isteklerine kulak verdiğini ve öğrencilerin talepleri doğrultusunda hareket

ettiğini açıklayan rektör-lük ise öğrencilerin meşru taleplerine kesin karşılıklar vermiyor. Artan baskılar karşısında kısmi düzenle-melere gitmek zorunda ka-lan rektörlük, asıl taleplere cevap verme noktasında ise sınıfta kaldı. Taleplerine kesin olarak karşılık alana kadar ODTÜ’lü yurt öğren-cilerinin eylemleri devam edecek. ODTÜ Sarp Sök

Yurt yemekhanesinin sağlıksız koşullarına, kalite-siz ve yüksek fiyatlı yemek-lerine karşı yurt birimindeki Genç-Sen’liler imza kam-panyası başlattılar.

Genç-Sen’liler gerek yurt girişinin karşısında açtıkları masalarda ve gerek yurt içinde blok blok, oda oda dolaşarak 5 bin dilek-çe topladılar.Çalışmaları sırasında Genç-Sen’liler yurt yönetiminin baskı ve ta-cizleriyle karşılaştılar. Bazı Genç-Sen’lilere soruşturma-lar açıldı uyarı ve kınama cezaları verildi. Çalışmalara devam ederlerse yurttan atılmakla tehdit edildiler.

Dilekçeleri topladıktan sonra KYK Yurdu girişin-de bir basın açıklaması yaptılar. Basın açıklama-sında yurttaki yemeklerin sağlıksız koşullarda hazır-landığını, yemekhanenin hijyen koşullarının yetersiz olduğunu ve buna rağmen yemek fiyatlarının çok yük-sek olduklarını kendilerine verilen yemek fişlerinin bir günlük yemek ihtiyaçlarını karşılamadığını, karınlarını

doyurabilmek için yemek fişinin üzerine para ekle-mek zorunda kaldıklarını belirttiler. Bu durumun son bulmasını ve hijyenik koşul-larda kaliteli ve ucuz yemek istediklerini söyledikten sonra yanlarında getirdik-leri ve açıklama sırasında tempo tuttukları tabak ve çatalları KYK yurduna doğ-ru fırlattılar. Basın açıkla-masından sonra hep birlikte topladıkları dilekçeleri KYK Bölge Müdürlüğüne teslim etmeye gittiler.

Baskılara rağmen ça-lışmalarını devam ettiren Genç-Sen’liler sonunda cid-di kazanımlar elde ettiler ve yemekhane koşulları iyileş-tirildi. Yemeklerin kalitesi arttırıldı. Yemek fiyatları indirilmese bile öğrencilere verilen günlük yemek fişle-rine önemli zamlar yapıldı. Genç-Sen’liler bütün bas-kılar karşısında yılmadan çalışarak kazanılabileceğini göstermiş oldular. Ege Üniversitesi Ali Can Erözgün

Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) ve Öğrenci Kolektifleri Cum-hurbaşkanı Gül’ün Mersin Üniversitesi’ni ziyaretini “Üniver-sitelerimizi YÖK‘e, Sermayeye ve AKP‘ye Teslim Etmeyeceğiz, Söz-Yetki-Karar Üniversite Bileşenle-rine” pankartı arkasında protesto etmek amacıyla bir araya geldi. Ancak Gül Üniversiteye gelmeden birkaç saat önce polis yaklaşık 43 öğrenciyi gözaltına aldı. Genç-lik Örgütleri akşam saatlerinde Mersin Üniversitesi’ni ziyareti sırasında da orada olacağını bildirmesi üzerine ziyaret basına kapalı gerçekleştirildi.

Öğrenciler adına Saliha Kara, yaptığı açıklamada hükümetin son dönemde artan neo-liberal politikasına değinerek, “Artan özelleştirmeler ve güvencesiz çalıştırma,kanun (güvence) altına alındı” dedi. Kara, Torba Yasası’nın meclisten geçmesiyle işçi ve emekçi düşmanlığı gös-terildiğini vurguladı.”Bu gün Abdullah Gül gelene kadar mevzi-lerimizi terk etmeyeceğiz” diyerek öğrencileri üniversiteye sahip çıkmak için eyleme çağırdı. Osmangazi Üniversitesi Bilge Su Erdoğan

3 Kasım’da Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde yapılan YÖK protes-tosunun ardından Rektörlük o eyleme katılan, katılmayan yaklaşık 30 kişiye soruşturma açmıştı. Geçtiğimiz hafta sonuçlarını öğrendiğimiz soruşturma-lar oldukça trajikomik sonuçlar doğur-du. Çoğu öğrencinin almış olduğu ilk ceza olmasına rağmen herkese 1 hafta uzaklaştırma verildi. Eyleme katılma-yan öğrenciler verdikleri savunmada orada olmadıklarını belirtmesine rağmen; disiplin kurulu tarafından “öğrenci liderliği” sıfatıyla “suçlu” olarak görülmesi, bu arkadaşlarımızın uzaklaştırma almasını engellemedi.

Yapılan bu uygulamalarının bir başka boyutu ise bazı öğrencilere soruşturma açılmadan uzaklaştırma verilmesiydi. Savunma hakkı tanın-

madan uzaklaştırılan öğrencilere bir de yaz okulu kayıt haftası, ekle sil haftası gibi tarihlerin seçilmiş olması öğrencileri zor duruma sokmak için adeta itinayla seçilmiş.

Tüm bunları rektör-lüğe bildiren öğrenci-lere verilen cevap ise oldukça komik. “bizim bundan haberimiz yok” diyen rektörlük ne kadar fütursuzca davran-dığın farkında olmasa gerek(!)

ÖHA muhabiri olarak PAÜ Genç-Sen temsilcisiyle yaptığımız görüş-mede; yapılan bu uygulamanın ne kadar hukuksuz olduğu, ülkenin çoğu yerinde olduğu gibi Pamukkale

Üniversitesi’nde de öğrencilere yönelik baskı ve sin-dirme politikaları devam ettiği, buna karşın öğrenciler uzaklaştırmaların hukuksuzluğuna karşı mücadeleden vazgeçmeyecekleri belirtildi.

Pamukkale Üniversitesi Olcay Evrim

ODTÜ’de yurt sorunu

Sağlıksız yemekhaneye imza kampanyası

İleri demokrasi MEÜ’de, 43 öğrenci gözaltında Rektör soruşturma açmış

öğrencinin haberi yok

Kampüsten haberler

İzmir’de söz hakkımızı kullanıyoruz

328 Şubat 2011 9

Page 10: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

3 28 Şubat 2011

Kentin hastalıklıları; futbolun sa-dece bir top ve etrafında koşturan 22 kişi olmadığını aynı zamanda toplumsal dayanışmanın temeli-nin atılabileceğini gösterir.

Birleşik Metal- İş Sendikası’nın (BMİS) ile patron örgütü Türkiye Metal Sanayicileri Sen-dikası (MESS) arasında yürütülen sözleşme görüşmelerinin olumsuz sonuçlanmasıyla bir-likte BMİS’den grev, patronlardan ise lokavt kararı çıktı.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 12 Kasım 2010 yılı burs kazanan öğrencilerin ailelerinin maddi durumları incelenerek, hesaplamalarda yanlışlık yapıldığı gerekçesiyle 2016 öğretmen çocuğunun bursu kesildi.

İstanbul Ekonomik Araştırmalar Derneği’nin (İEAD) yaptığı araştırmaya katılan İktisat hocaları Türkiye’nin eko-nomik gidişatını olumlu değerlendirirken işsizlik sorununa dikkat çektiler.

93 Mayısı’nda Almanya’da 29 Mayıs gecesi Solingen kentinde kafalarında kendi-lerinden olmayanlara karşı besledikleri kinle hareket eden yaşları 16 ile 24 arası değişen dört Neo-Nazi Alman genci, bir Türk ailenin yaşa-dığı evi kundaklama olayını gerçekleştdiler. Tarihin kara sayfalarına Solingen Katliamı olarak adını yazdıran bu kat-liam sonrasında Almanya lig-lerinde oynanacak olan futbol müsabakasında kahverengi beyaz gibi ilginç renklere sa-hip St.Pauli futbolun sadece yirmi iki oyuncunun bir topun peşinden koşmak olmadığı-nı ve anti-faşist ruhun yeşil sahalara da taşınabileceğini gösterdi.

St. Pauli, 17. yüzyılda Hamburg’daki salgında şehrin varlıklılarını rahatsız etmemeleri için hastaların toplandığı Hamburg’un bir sahil mahallesi olarak 1910’da kuruldu. 1980 yılına kadar kendi çapında sert ve zevkli maçların yaşandığı bir futbol takımı olarak varlığını sürdü-ren St Pauli bu yılın başların-da büyük dönüşümler yaşadı. O dönem St Pauli sokakları belediyenin içinde kentin has-talıklılarının yaşadığı binaları yıkıp yerine lüks binalar yap-mak istemesiyle hareketlendi. St Pauli’nin hastalıklı sakin-leri yaşadıkları bu binaları işgal ederek semti başka bir havaya büründürdüler. İşte bu ortamda kulüp işgalcilerin kulübü haline dönüşmeye başladı. İşgalcilerle beraber sokak çatışmalarında omuz omza olan takımın kalecisi Volker Ippig, bu yıllarda kendi ülkesi olan Nikaragua’daki iç savaşa kayıtsız kalamam diyerek eldivenlerini çıkar-tıp FSLN (Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi)’nin başını çektiği Nikaragua’nın ezilen-lerinin mücadelesine katıldı. Bir yıl sonra geri döndüğünde takım tam bir muhalif havaya büründü. Alman bir işçinin “ O, Che gibi bir özgürlük savaşçısı, Robin Hood gibi zenginden alıp fakire ve-ren bir kahraman… İşçilere zulmedildiği şu zamanlarda onun gibi birine çok ihtiyacı-mız var” diyerek bahsettiği

Korsan Störtebeker’in sömü-renlere karşı elinden bırak-madığı kuru kafa bayrağının toplumsal olayların yaşandığı bu mahalledeki takımın sim-gesi haline gelmesi de tesadüf olmasa gerek.

Futbol kariyerinde inişli çıkışlı bir tarihe sahip olma-sına rağmen, futbolu toplu-mun farklı kesimlerine sahip insanların bir araya geldiği bir eğlence aracı olarak gören ve böyle yaşayan bir taraf-tar kitlesine sahip St Pauli. 2000li yıllarda büyük bir mali kriz içerisine girip batmanın eşiğine geldiğinde 30 bin kişi-nin yaşadığı bir şehirde 10 bin tane kombine biletini 27 da-kikada tüketimiyle, “St pauli için içelim” gibi kampanyalar-la ve tabi ki eski başkan Corny Littmann’nın çabalarıyla nasıl takımına bağlı ve bir o kadar da renkli bir taraftar grubu olduğunu gösterdi futbol dün-yasına.

Yoksulların, işçilerin, hayat kadınlarının, eşcinselle-rin, anarşistlerin, muhaliflerin kısacası kentin hastalıklıları-nın takımı St. Pauli kulübün-den bahsederken ülkemizdeki Adana Demirspor gibi kitlesi metal işçilerinden oluşan, el-lerinde Che pankartlarıyla sa-hada hep bir ağızdan “çav bel-la” yı okuyan mavi şimşekleri; 80 sonrası komünist bir takım olduğu iddiasıyla kapatılan ve amigoluğunu Erkan Can’ın yaptığı Dinamo Mesken’i; 70’li yılların fırtına gibi esen sahaya ellerinde “vardır senin renginde şehit madenci kanı, başarılı ol ki sürsün yıllarca madencinin şerefi şanı” yazılı pankartlarla tribüne baretle-riyle çıkan bir taraftara sahip ve bayrağındaki kırmızıyı madencinin kanından, mavi-yiyse tulumundan alan “işçi milli takımı” Zonguldakspor gibi endüstriyel futbol çağında farklı bir yolun mümkün oldu-ğunu gösteren muhalif takım-larımızdan da bahsetmeden geçmek istemem. Kısacası bu yazıyı Che’ye atfedilen şu söz-lerle bitirmek isterim: “futbol basit bir oyun değildir, futbol devrimin silahıdır.”

Hüseyin Caner Yıldırım

Metal sektöründe yapı-lan grup sözleşmelerinde bugüne kadar, 80 bin üyeye sahip Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası’nın tavrı, sözleşmelerin onaylanmasını sağlarken, son görüşmelerde 15bin üyeye sahip BMİS söz-leşmeyi kabul etmedi. Yüz-de 5.35 oranındaki zam, İş Kanununa atıfta bulunulması (Ki bu, kanunda değişiklik yapılması durumunda bunun toplu sözleşmeye doğrudan yansıması anlamına geliyor. Torba Yasa ve sonrasında İş

Kanununda değişikliklerin gündemde olması nedeniyle, olası yasal değişikliklerin toplu sözleşmeye yansıması ihtimal dahilinde) BMİS’in sözleşmeyi onaylamamasın-da etkili olmuştu.

Grev oylamalarından çıkan karar; EvetGrev oylamalarının başarı

ile sonuçlandığını açıklayan BMİS’in açıklamasında “Ya metal işçilerinin taleplerine yanıt verecekler ya da 21 yıldır kapılarına uğramayan

sorunu üretim alanına davet edecekler. Artık saflar dizildi. İşbirlikçi ve dayatmacı toplu sözleşme düzeni yıkılacak. Özgürlük mücadele eden işçilerle gelecek” dendi.

İstanbul’dan Bursa’ya, İzmir’den Mersin’e kadar onlarca işyerinde grev oyla-malarından evet kararı çıktı. Sadece Eskişehir’de bulunan ve grup toplu sözleşmesinde yer almayan Renta’da yapı-lan grev oylamasında ‘hayır’ kararı çıkarken, BMİS tara-fından yapılan açıklamada

sendika üyelerinin greve evet oyu kullandıkları, patronun hayır sonucu çıkarmak için kendisine ait başka bir işye-rinde çalışanları Renta’da çalışıyormuş gibi gösterdiği belirtildi.

Bundan sonra ise, grev oylamasından evet çıkan işyerlerinde işçiler 60 gün içerisinde istedikleri gün greve başlayabilecekler.

ODTÜ Baran Özmen

Milletvekili İs-met Büyükataman, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun yanıtlaması iste-miyle soru önergesi verdi. Büyükata-man soru önerge-siyle ilgili “Yazıda özellikle öğretmen çocuklarının kişi başına düşen yıllık gelir hesabında yanlışlıklar yapıldığı ve fert başına düşen yıllık gelirlerin düşük gösterilerek bursluluk sınavına öğrencilerin girdiği ve başarılı olduğu belirtilmiştir. Bu durumda bulunan öğrencilerin maddi durumlarının araş-tırılarak gerekirse kazandıkları bursla-

rın iptal edilmesi de aynı yazıda belirtil-miştir. Özellikle öğ-retmen çocuklarının yıllık gelirlerinin doğru hesaplanma-dığı vurgulanarak öğretmenlerimizin ek ders gelirleri kas-tedilmiştir. Ancak ek ders ücretleri sabit gelirler değil-dir ve yaz aylarında zaten alınmamakta-dır. Sürekli değiş-kenlik gösteren bu gelirlerin bursluluk sınavına girecek olan öğrenciler açısından hesap-lanması gerektiğine dair de herhangi bir düzenleme mevcut değildir” dedi.

Soru önergesiyle ilgili Bakan Nimet

Çubukçu ise “Yö-netmelik gereği bir önceki yılın tüm gelirleri (maaş, ek ders ücreti, kira, icar vb) hesaba katılmaktadır. Mevcut durumun değiştirilmesine yönelik bir çalışma bulunmamaktadır” derken, bursluluk için, sınava başvuru sırasında ailenin bir önceki yıla ilişkin kesinleşmiş gelirle-rinin esas alındığını, bu nedenle öğret-menlerin ek ders ücretlerinin aile geliri hesaplanma-sında kullanılma-masının mümkün olmadığını söyledi.

ODTÜ Baran Özmen

İstanbul Ekono-mik Araştırmalar Derneği’nin (İEAD), ‘Online Anket’ yöntemi ile gerçekleştirdiği “Ho-caların Gözüyle 2011 Yı-lında Türkiye Ekonomisi Araştırması”, iktisat hocalarının 2011 yılına ilişkin değerlendirme-lerini ve beklentilerini ortaya çıkardı.

Türkiye’de üniver-sitelerde çalışan 726 hocaya yollanan ve 304 iktisat hocasının katıldı-ğı 17 anketin sonuçları, işsizliğin hala en önemli

sorun olduğunu gös-teriyor. Ankete katılan iktisat hocalarının yüzde 49.5’i işsizliği Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görür-ken, aynı ankete katılan hocaların yüzde 59.5’i, 2011 yılı içerisinde işsiz-lik rakamlarında önemli bir düşüş beklemiyor.

Ayrıca sorunun sade-ce Türkiye’de olmadığı işsizliğin Avrupa’da da artma riskinin büyük olduğu ortaya çıktı.

ODTÜ Nacican Altın

Kentin hastalıklıları yine sahada!

Patronlardan işçiye lokavt kararı

Öğretmen çocuğuna burs engeli

İktisatçılar da işsizliği tehlikeli buldu

Sporcular sendikalaşıyorTürkiye’de sporcular birçok isimle örgütlendiler. 1980 darbesiy-le kapatılan örgütleri şimdilerde yeniden kuruluyor.

Dünyada sporcu sendika-laşması 2. Dünya savaşından sonra artış göstermesine rağ-men Türkiye’de durum böyle de-ğildir. İlk kurulan sporcu sendikası 1965 yılında ku-rulan Profesyonel Futbolcular Sendi-kasıdır. Bu sendika değişik isimler ala-rak yoluna devam etmiştir. 12 Eylül askeri darbesi ile ka-patılmış, daha sonra kongresini gerçekleş-tiremediği için etkin bir hal alamamıştır.

Türkiye’de, spor-cuların örgütlen-mesine dönük dernek tipi faaliyetler genel olarak daha erken olmuştur. Farklı spor dallarına ait, birçok dernek etkinlik göstermektedir. Bunların arasında 1977 yılında kurulan ASD(amatör sporcular derneği) bu alanda ciddiye alınmayı hak eden ilk örgütlenmedir. ASD daha ön-

ceki dernek çalışmalarından farklı olarak, tüm spor dalla-

rını ve spora hizmet verenleri kapsayan bir anlayışla ha-reket ederek birçok merkezi ilde örgütlülük yakalamıştır. ASD çalışmaları yürütenler, 1979 yılında amatör–profes-yonel ayrımının spora hizmet verenleri böldüğü düşün-cesi üzerinde fikir birliğine vararak, derneği faaliyet-

lerini amatör-profesyonel ayrımı yapmadan, düzenlemişlerdir. ASD, 13 Eylül 1980 tarihinde yapacağı Genel Kurul ile adı-nı ‘Tüm Sporcular Derneği’ne dönüş-türmeye kalkmış ancak 12 Eylül Darbesi bunu en-gellemiştir. ASD, tüm sporcuların amatör-profes-yonel ayrımı olmadan örgüt-lenmesi hedefini, Türkiye’nin ilk sporcu sendi-kasına geçişin

temelleri kararlarla birlikte hayata geçiremedi.

İşte, tüm bu birikimi yara-tanların uzun yıllardır sürdür-dükleri ‘Sporda Sendikalaşma’ çabaları 2009 yılında yaşama geçmiş 29 Aralık 2009 tari-hinde yapılan basın açıklama-sıyla ‘ Spor Emekçileri Sen-dikası’ kuruluş çalışmalarını başlatmıştır.

Doğrudan üretici olmayan kültür, sanat ve spor gibi et-kinliklerin, yaşamın üretildiği alanlar olduğu algısından yola çıkarak buralarda da sınıf mücadelesi verilmelidir. Bu-gün sporda emek mücadelesi geçmişten daha önemli hale geldi. Aslında emek mücade-lesi bir hak ve insanca yaşam mücadelesidir.

Bu mücadele doğrultu-sunda Spor Sen’in amacı; emeğin en yüce değer olduğu ilkesinden hareketle; spor emekçilerinin haklarının güvencesini, spora ve sporcu-ya özgün koşulların, bilimsel yöntemlerle değerlendiril-diği bir spor iş yasasının çıkarılmasında görür. Spor iş yasasının çıkartılması-nın sağlanması hedefiyle, uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak tüm gücüyle mücadele etmeyi temel amaç ilan eder.

Pamukkale Üniversitesi Hüseyin Gökdemir

310

Page 11: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

328 Şubat 2011

Irwin Shaw’ın yazdığı İstan-bul Devlet Tiyatroları Müdürü Şakir Gürzumar’ın yönettiği oyun.

-Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından çıkıp savaşı durdur-maya kalksalar neler olurdu?

-Ordu, hükü-met, silah tüccar-ları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insan-lar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi?

-Ya kocalarını, sevgililerini, baba-larını ve oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi?

-Birkaç kişinin direnişi ger-çekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi? Sorularına cevap arar-ken savaş karşıtı sloganları gür sesle haykırıyor.

Profesyonel, Kredi Kartı-Vak’aaa İstanbul DT’nin diğer dikkat çeken oyunlarından.

Bir Savaş Hikayesi (Ankara DT)Ölüleri Gömün oyunu gibi bir

savaş eleştirisi olan Bir Savaş Hikayesi’nde baş karakterin sarfettiği sözler savaşın asıl yü-zünü ortaya koyuyor : “Hepimiz savaşın korkunç bir şey olduğu-nu söylüyoruz.

Fakat ailemizden ya da yakın-

larımızdan biri havaya uçuncaya kadar hiçbir şeyi umursamıyoruz.

Savaşlar öyle gazete köşe-lerinde ahkam keserek ya da kıçının üstünde oturup ütopik düşünceler üreterek ya da ülkeyi birilerine peşkeş çekerek

bitmez! Bitmiyor da...Çünkü ölmediysen, sakat kal-madıysan veya sevdiklerinden birinin öldüğünü ya da sakat kal-dığını görmediysen, hiçbir şeyin farkına varmıyorsun...”

Bir Delinin Hatıra Def-teri, Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndan Onbir Tab-lo Ankara DT’nin diğer dikkat çeken oyunlarından.

Şili’de Av (İzmir DT)Şubat ayında gösterimi olma-

yan oyun seçimle iktidara gelmiş Şili sosyalist hükümetinin devlet başkanı Salvador Allende’ nin devrilerek, Allende’ nin ölmesi ile sonuçlanan askeri darbeyi konu ediyor.

Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü, Bir Garip Orhan Veli İzmir DT’nin diğer dikkat çeken oyunlarından.

Sofokles’in Antigone’si (Adana DT)

Devlet Tiyatroları’nda savaş karşıtı oyunlardan biri de Adana DT’den II. Dünya Savaşı sonunda, Berlin’de bir toplama kampında ge-çen oyun Bertolt Brecht’in anısına saygıyla oynanıyor.

Görünmeyen (Di-yarbakır DT)

Oyunla ilgili fazla ayrıntı vermekten-se Diyarbakır Devlet Tiyatroları’nın oyun özetine bakmak yeterli olacak “Bilinmeyen bir rejim tarafından, bilin-

meyen suçlardan ötürü hapse atılmış olan iki mahkûm, kaçma ya da serbest bırakılma umudundan yoksun, yıllardır acımasızca işkence görmektedir-ler… Belirsiz bir dünyada aklın ve inancın sorgulanması üzerine bir kara komedi.”

Uysal Yurttaş Projesi (Konya DT)

Türkiye Tiyatroları’nda DOT’la tanıdığımız inyourface tarzıyla yazılmış oyun Yurttaş-larını uysallaştırarak her türlü duruma itaat eder hale getir-mek isteyen bir iktidar ve buna direnen insanların öyküsünü yansıtıyor. Ersu Han

Uluslararası Gezici Kadın Filmleri Festivali başlıyor!

Devlet ve insan

12-20 Mart’ta İstanbul’da, 26-27 Mart’ta Van’da, 2-3 Nisan’da Antalya’da, 9-10 Nisan’da Trabzon’da 25 ülkeden filmler ve konuklar, tema bölümleri, toplu gösterimler, panel, konfe-rans ve atölyelerle Filmmor Kadın Filmleri Festivali başlıyor!

Festival bu sene “Ne alınır, ne verilir, ne çalınır, ne kazanılır ama bunların hepsi müm-kün sanılır. Dikilemez, biçilemez ama kimi metreyle ölçüp tera-ziyle tartmaya kalkar. Yasalarda ille de vardır ama fiiliyatta evrile çevrile yok edilir. İdraki ve inşası fizik-biyoloji, fıtrat yaradılıştan öteye geçmeyi gerektirir.” sorusuyla yola çıkıyor. Temasını da bu soru-nun cevabı yapıyor.

Kadınların Sineması, Kadınlardan Ortado-ğu, Kendine Ait Bir Cüzdan, Annelik Meselesi ve Cinsiyetler bölümlerin-de 25 ülkeden, 88 kadın yönetmenden 60’ı aşkın film bu sene Filmmor Gezici Kadın Festivali’nde gösterilecek. Bunun ya-

nında sinemada cinselliğe dair “O İş Anlattığınız Gibi Deği”l, sinemada sansüre dair “Yasaklar ve Yalanlar”, Film, Okuma, “Queer” gibi atölyeler festival kapsamın-da sinemaseverleri bekliyor olacak.

Mor Nokta ve üçncüsü düzenlene-cek olan Altın Bamya Akademisi ise festiva-lin merakla beklenen etkinliklerinden.

9. Filmmor Gezici Kadın Filmleri Festi-vali 12–20 Mart arası İstanbul’da, Cezayir, Fransız Kültür Mer-kezi, İstanbul Modern salonlarında, Van Kadın Derneği ortak-lığıyla 26-27 Mart’ta Van’da, Antalya Ka-dın Danışma ve Daya-nışma Derneği/Mer-kezi ortaklığıyla 2-3 Nisan’da Antalya’da,

KaradenizKadın Dayanışma

Derneği ortaklığıyla 9-10 Nisan’da Trabzon’da izleyi-cilerle buluşacak. Elif Akgül

Filmin izin belgesini almadan çekimlere baş-ladığı için, ilgili büroda çalışan Müzeyyen Gürkaya, Emrah’ın filminin çekilmesi için gerekli ‘kağıdı’ bir türlü onaylamıyor. Film çekilip bitiriliyor ama izin belgesi alınamadığı için bir türlü gösterime giremiyor. Bu; hem Uygar ailesinin hem de Emrah’ın felaketi oluyor zamanla.

Filme geçersek, karakterle-rin yeterince derinleşmediğini belirtmeliyim. Film içindeki tüm karakterler iki kampa bö-lünmüş; iyi ya da kötü, beyaz ya da siyah, özgürlüğü savu-

nanlarla devletçiler… Her bir ka-rakter, hayatının doğal akışı içinde değil, bulunduğu kamp üzerinden tanımlanıyor. Bu da doğal olarak, tek yanlı ve zayıf karakterler ortaya koyuyor. Aşağıdaki replik bile, bunun bir kanıtı.

Müzeyyen karakteri, kendi ki-şiliğinden sıyrılmış olarak ‘devlet’i temsil ediyor. O da zaten kendini, “Ben kağıdım, ben polisim, ben as-kerim, ben devletim. Sen kağıttan hesap soramazsın, kağıda saygıyı öğreneceksin” diye savunuyor. Müzeyyen’e göre, kanunlar insan-lardan daha önemlidir.

O aslında, yerleşmiş devlet algı-sının temsilcisi bir bakıma.

Devam edecek olursak, filmin senaryosu ve kurgusu zayıf. Öte yandan, Asuman Dabak’ın başarılı oyunculuğu dikkat çekiyor. Filmin final sahnesindeki güzelleme de; filmi izlemek isteyenler için sürp-rizi bozmayalım; aslında yönet-menin politik konumlanışının ve hangi saiklerle bu filmi çektiğinin bir göstergesi.

Sinematografik açıdan güçlü bir film olmasa da, devlet bürokrasisine ve merkezine insanı değil devleti koyan, devlet anlayışına karşı me-sajlar taşıyan bir film var karşımız-da. Mutlaka gidin görün diyemesem de, izlemek isteyenlere iyi seyirler. Deniz Doğruer

Pınar Selek’in İstiklal Kitabevi’nden 2007’de son baskı-sı çıkan “Maskeler, Süvariler, Gacılar” ilk olarak 2001 yılında yayımlanmıştı. Selek bu kitabında 1996 yı-lında HABITAT II’nin hemen öncesindeki günlerde, Cihangir’de Ülker Sokak’ta traves-tilere ve transeksüel-lere karşı uygulanan şiddetin öyküsünü anlatıyor. Cihangir Ülker Sokak’tan atılarak başka semt-lere taşınmak zorun-da kalan travesti ve transeksüeller daha sonra sadece ölümler-le gündeme geldiler. (Yasemin Öz, arka

kapak)Bugün 2011’de bu

kitaba tekrar bakma sebebimiz sadece Ül-ker Sokak’ta var olan erkek şiddetinin hala daha yanıbaşımızda, içimizde, önümüzde, arkamızda olduğu-nu vurgulamaktan ziyade; aynı zamanda Pınar Selek’in nere-deyse on yıla vuracak olan özgürlük müca-delesi. Mahkemenin yinelenen beraat kararına karşın, egemen güçlerin zu-lüm ısrarında; savaş karşıtı, sosyalist, fe-minist aktivist Pınar Selek’in yanında yer alıyoruz. Elif Akgül

Maskeler Süvariler GacılarÜlker Sokak: Bir Altkültürün Dışlanma Mekanı

TiyatroSergi

Ölüleri Gömün! (İstanbul DT)

Orijinal Vücut Dünyası

Kars’ta Heykeltraş Mehmet Aksoy tara-fından yapılan fakat yapımı yarım kalan “İnsanlık Anıtı”nı gören Başbakan Erdoğan’ın anıtı ucubeye benzetip, anıtı yıkma arzusunu yüksek sesle dile getir-mesi; heykeli taş yığını, edebiyatı parçalana-cak bir şey zanneden anlayışın hala kendini koruduğunu ispat etti. Başbakan’ın söylem-lerinin ardından AKP kurmayları birbirleriyle yarışırcasına anıta ha-karet etmeye başladılar. Sanatın içine tükürül-mesine kadar düşen bu yarış bize “Aslında var olmayan” Allianoi’yi, sular altında daha bir güzel duran Zeugma’yı, bizde ne işi olduğu-

nu zaten bilmediğimiz Yunan eserlerini verip Batı’nın elindeki islam eserlerini alma planla-rını, Başbakan Erdoğan ve kurmaylarının ne kadar sanatsever oldu-ğunu hatırlattı. Şiiri N.F. Kısakürek’ten, felsefeyi S. Nursi’den, resimi sa-vaş yahut padişah resim-lerinden, heykeli büstten ibaret gören anlayışın sanat anlayışı emir buyurdu. İnsanlık Anıtı, insanlığa dayanamadı. İnsanlık Anıtı’nın yıkılıp yıkılmayacağı yargının kararı sonucunda belli olacak olsa da bu tartış-ma ve hakaretler anıtın savunduğu insanlık de-ğerlerine koca bir darbe vurmayı başardı. Ersu Han

İnsanlık Anıtı, insanlığa dayanamadıBir insanın ikiye bölünmüş şekli ile insanla arasındaki iliş-kiyi anlatmak isteyen heykel hakkında yapılan açıklamalar ve yıkma kararı ile ülkede sanata verilen değer ortadadır.

Her yasak, kendi isyancısını ya-ratır. Sinan Çetin’in yeni filmi Kağıt’ın vermek istediği ana me-saj bu. Bir işçi filmi çekmek is-teyen Emrah Uygar’ın, devletin ‘kağıt’larıyla girdiği amansız mücadele anlatılıyor filmde. Fil-min izin belgesini almadan çe-kimlere başladığı için, ilgili bü-roda çalışan Müzeyyen Gürkaya, Emrah’ın filminin çekilmesi için gerekli ‘kağıdı’ bir türlü onayla-mıyor.

İnsan vücudunun zarif formunu keş-fedip, stres altında ve hastalık zamanın-da nasıl kırılgan olduğunu ve sağlıklıy-ken de nasıl müthiş bir güce ulaştığını, vücutlarını bağışlayan kişilerin bedenle-rinin ve iç organlarının yaşayan vücu-dun içinde olduğu gibi, bozulmamış haliyle sunarak keşfetmemizi sağlayan sergi 20 Mart 2011 tarihine kadar Ant-repo 3’te sergilenecek.

Frida Kahlo ve Diego Rivera Sergisi (İstanbul, Pera Müzesi)

1900’lü yılların önemli Meksikalı sosyalist ressamlarından Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın resimlerinden oluşan sergi 27 Mart 2011 tarihine kadar Pera Müzesi’nde sanatseverleri bekliyor. Kahlo ve Rivera’nın yaşadıkları dönem ve sanat anlayışları ile ilgili çeşitli panel-ler ve bilgilendirmelerin de olacağı sergi Türkiye’de bir ilk olması açısında da önem taşıyor. Ersu Han

311

Page 12: Kampüs Gazetesi 3. Sayı

YAYIN KURULU: Aziz Güler, Fidan Ataselim, Cansu Akkılıç, Özge Akman, Metin Şenyurt, Deniz Doğruer, İpek Bozkurt, Elif Akgül, Ersu Han, İsmail Yıldırım DİSK’in SESİ GENÇLİK ÖZEL SAYISI (Yerel Süreli Yayın) ARALIK/2010 DİSK ADINA SAHİBİ : TAYFUN GÖRGÜNSORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ : FAHRETTİN ERDOĞANYÖNETİM YERİ : Nakiye Elgün Sk. N.91 ŞİŞLİ/İSTANBULTEL : 0.212.291 00 05 - 06 FAX : 0.212.234 20 75BASKI : EZGİ MATBAASI - Sanayi Cd. Altay Sk. N.10 YENİBOSNA/İSTANBULGÖRSEL TASARIM : Gürkan Köse, Nacican Altın, Pınar Atalar [email protected]

Telefon: (0212) 291 00 05 / 06

www.gencsen.org

Adres:

Haberlerimizi internetten takip etmek içinwww.ogrenciajansi.com

[email protected]

GENÇSENÖGRENCi

GENÇLiKSENDiKASI

(

İlknur Kartal

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Sadece isimleri öğrenci temsilcileri eğer gerçekten temsilci olsalardı birçok sorunu-muzu çözmek için çaba

harcarlardıBaşbakanın ÖTK’larla görüşmesi hak-

kında ne düşünüyorsunuz?Toplantının amacının öğrencilerin sorunla-

rını çözmek olduğunu düşünmüyorum. Zaten oradaki temsilciler de seçilmişti ve tarafı belli olan temsilcilerle yapılan görüşmenin gerçek olduğunu düşünmüyorum.

Seyit Can Çayır

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Öğrencileri temsil etmiyorlar. Öğ-renclerin gerçek sorunlarını bilmiyor-lar bile. Nasıl seçildikleri ise belli değil çoğu öğrencinin bu temsilcilerden haberi yok.

Başbakanın ÖTK’larla görüş-mesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öğrencilerin sorunlarını konuşuypr gibi yaparak bizleri kandıracağını sandıklarını düşünüyorum ancak o toplantıya çağırılmayanlar ve çoğumuz böyle bir toplantının gerçekliği-ne inanmıyoruz.

Sevgi Bilir

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Bizleri temsil ettiğini düşünmüyorum çünkü çoğumuz temsilcileri tanımıyor bile bu şekilde bir temsiliyet söz konusu

değildir.Başbakanın ÖTK’larla görüşmesi hak-

kında ne düşünüyorsunuz?Yapılan görüşmenin gerçekçi olduğunu

düşünmüyorum. Orada sorunların çözümüne dair herhangi bir karar da alınmamıştır.

Ongun Cankat EdgüerGazi Üniversitesi

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Başkanları biz seçmiyoruz, yarı demokratik bir ülkedeyiz ve çıkarlar doğrultusunda hareket ediliyor. ÖTK ve diğer tüm topluluklarda bu durum böyle. ÖTK öğrenci sorunlarına destek

oluyor gibi görünüyor, daha ötesinde bir durum yok.Başbakanın ÖTK’larla görüşmesi hakkında ne

düşünüyorsunuz?Başbakanın yaptığı hiçbir şeyin doğru olduğunu görme-

dik. Bu toplantıda halka biz öğrencilerin sorunlarını dinliyo-ruz demek amacıyla yapılmıştır. Hiç bir iyi niyet yoktur.

Cihan Eligüzel Hacettepe Üniversitesi

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

ÖTK elbetteki öğren-cileri temsil etmiyor.

Çünkü ne zaman seçildiklerinden haberimiz bile yok. Hacettepe ÖTK Başkanı Burak Ba-hadır, Köşk çıkışında yaptığı açıklamada “Ben burada 35 bin Hacettepeli’yi temsil ediyorum” şeklinde bir demeç vermişti. Şahsen kendisini başkan olduktan sonra tanıdım. Son 4 yıldır da hiçbir temsilci seçiminden haberim olmadı.

Başbakanın ÖTK’larla görüşmesi hak-kında ne düşünüyorsunuz?

Başbakanın ÖTK Başkanlarıyla görüşmesi normal. Ancak ÖTK kurgusu baştan yanlış işletildiği için bu görüşmenin hiçbir anlamı kalmıyor.

Başak Kara Ufuk Üniversitesi

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Hayır ÖTK’lar öğrencileri temsil etmiyor. Ben oy kullanmadım hatta böyle bir seçimin olduğundan dahi haberim yoktu. Seçmediğim bir öğren-cinin, benim için bir temsiliyetinin

olması söz konusu değildir.Başbakanın ÖTK’larla görüşmesi hakkında ne

düşünüyorsunuz?Kesinlikle doğru değildir. Zaten gerçek temsilciler orada

olmadıkları için gerçek sorunlar da konuşulmamıştır. İnsan-ların gözlerini boyamak amacıyla yapılmış samimiyetsiz bir toplantıdır.

Genç işsizlik sorununu erte-lemeye devam

TÜİK’in son açıkladığı rapora göre 5 gençten 1 i işsiz gözü-küyor. Tunus’ta genç işsizliğin tetiklediği isyandan korkan hü-kümet ise çareyi yeni üniversite-ler kurarak ertelemekte buluyor. İşte bunların son örneğini de Özcan’ın Adana’da kurulacağını söylediği ikinci üniversite teşkil ediyor. Yalnız üniversiteden me-zun olanların nerede iş bulacağı, genç işsizlik rakamlarının daha ne kadar yükseleceği ve gele-ceksizlilkten kendi geleceklerini tayin edememe sorunu daha ne kadar ilerleyecek ayrı bir merak konusu olmaya devam ediyor.

Harçlar yüksek olmadığı

halde bu kadar can yaktıysa-Özcan başbakanla yapacağı görüşmeden önce basına verdiği demeçte “Zaten harçlarımız o kadar yüksek değil. Biz devlete olan maliyetin çok altında bir parayı öğrencilerimizden alıyo-ruz.” sözlerini sarfederek Türki-ye gerçeklerinden ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gösterdi. Dersane ücretlerini, okul harç-larını ödeyemediği için intihar eden veya iş cinayetlerinde ölen bu kadar insan varken, bunla-rı görmezden gelip, harçların yüksek olmadığını ifade etmek apaçık inkardır. Bilkent Üniversitesi Levent Başol

Dumlupınar Üniversitesi’nde üç dönemdir uygulamaya koyulan ve bir dönem için her öğrencinin 32 lira ödeyerek kullanabildiği “öğrenci bilgi sis-temi” bugün saat 14.00’da sevgi yolu Ev-Kur önünde üniversiteli öğrenciler tarafından protesto edildi.

Yaklaşık 300 kişinin katılımı ile gerçekleşen basın açıklama-sından sonra öğrenciler yaşanan

ulaşım sorunları için de belediye önüne yürüdüler. Kütahya hal-kının da destek verdiği bir basın açıklaması da belediye önünde yapıldı. Eylem bir hayli coşkulu geçti. Öğrenciler bu sorunların peşini bırakmayacaklarını hak-larını alana kadar eylemlerini devam ettireceklerini söyleyerek eylemi sonlandırdı. Juliana Gözen

Tuğçe Zaloğlu

ÖTK Başkanları öğrencileri temsil ediyor mu?

Öğrenci temsilcilerinin nasıl seçil-diğini bile bilmediğim için öğrencileri temsil ettiğini düşünmüyorum.

Başbakan’ın ÖTK’larla görüş-mesi hakkında ne düşünüyorsu-nuz?

Öğrencilerin sorunlarının sadece dinlendiği toplantıları, yapıcı ve çözüme yönelik bulmuyorum. Bu sadece muhalif öğrencilerin mücadelesini engellemeye yönelik toplantıdır.

Gökhan Dolan Uludağ Üniversi-

tesi Başbakan’ın öğ-

renci temsilcileriyle yaptığı toplantıda Uludağ Üniversitesi adına katılan temsil-ciyi tanıyormusun?

Hayır.Peki bu temsilcinin sizi temsil ettiğini

düşünüyor musun?Hayır düşünmüyorum. Kaldı ki o temsilci-

nin nasıl seçildiğine dair bile bir fikrim yokken seçilen öğrencinin beni temsil ettiğini düşün-mek saflık olur. Ayrıca üniversitemizde o kadar sorun varken sadece Başbakan’la toplantı yapıldığı zaman ortaya çıkan bir temsilci beni ne kadar temsil edebilir ki?

Üniversitenin temsilcilerini öğrencilere sorduk

Harçlar haraçlara dönüyor

DPÜ’de ulaşım sorunu protesto edildi

Üniversitelerde yükselen öğrenci hareketine karşı hükümet esas temsilciler yerine ÖTK’larla görü-şüp güya çözüm arayışında olduğunu iddia ediyor. Peki öğrenciler ÖTK’lar hakkında ne düşünüyor?

YÖK Başkanı Özcan, harçların Ömer Çetin gibi öğrencilerin canını aldığı yetmezmiş gibi harçları tekrar artıracağını belirtti.

Gamze Kaya Pamukkale Üniversitesi YÖK başkanı ile görüşen Pa-

mukkale Üniversitesi öğrenci temsilcisini tanıyor musun?

Hayır tanımıyorum. Kim olduğunu bilmiyorum.

Pamukkale öğrenci temsilcisi-nin seni temsil ettiğini düşünü-yor musun?

Hayır beni temsil ettiğini düşünmüyorum. Zaten seçimler internet üzerinden yapılıyor. Bu öğrenci sorunlarını doğru şekilde tahlil edip, çözüm arayışında bulunabilmesi için sağ-lıklı bir seçim olmadığını düşünüyorum.