Upload
lyxuyen
View
328
Download
46
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
DİŞ HEKİMLİĞİ FAKÜLTESİ
AĞIZ- DİŞ VE ÇENE CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI
ORAL CERRAHİDE KORTİKOSTEROİD
KULLANIMI
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi İsmail DAĞLI
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Hüseyin KOCA
İZMİR – 2010
ÖNSÖZ
Çalışmalarımda bana zaman ayıran sayın hocam Prof. Dr. Hüseyin KOCA’ya,
her zaman sevgi ve destekleriyle beni ayakta tutan aileme ve arkadaşlarıma
sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
İZMİR-2010 Stj. Diş Hekimi İsmail DAĞLI
İÇİNDEKİLER:
1.GİRİŞ 1
2.GENEL BİLGİLER 2
3.KORTİKOSTEROİDLER 12
4.ENFLAMASYON SÜREÇLERİ 22
5.KORTİKOSTEROİDLERİN ANTİENLAMATUAR ETKİSİ 22
6.RİSKLER VE KONTRAENDİKASYONLAR 23
7.ORAL CERRAHİDE KORTİKOSTEROİD KULANIMI 25
8.KOMPLİKASYONLAR 36
9.SONUÇ 38
10.KAYNAKLAR 39
11.ÖZGEÇMİŞ 47
GİRİŞ
Oral cerrahi sonrası oluşma ihtimali bulunan komplikasyonlar bulunmaktadır.
Operasyon sonrası oluşabilen ağrı, ödem, trismus gibi lokal sorunlara nadirde olsa
görülen enfeksiyon, hasta ve hekimi için sıkıntı yaratan durumlardandır.
Postoperatif ağrı, ödem ve trismus yaratan faktörler komplekstir ve bu belirtiler
travma ile başlatılmış enflamatuar proçesle bağlantılı olarak ortaya çıkar.
Günümüzde cerrahi girişimlerden sonra ortaya çıkan postoperatif şikayetleri en
aza indirmek için çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçların başında antienflamatuar
ajanlar gelmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; enflamasyon hakkında genel bilgiler, enflamasyonun
oluş şekli ve güçlü antienflamatuar etkiye sahip olan kortikosteroidlerin etki
mekanizmasını, yan etkilerini, endikasyonları ve kontraendikasyonlarını incelemeyi
amaçladık.
2
GENEL BİLGİLER
Oral cerrahi girişimlerin çok büyük bir kısmında ve operatif işlemler sırasında
yumuşak ve sert dokularda meydana gelen travma, postoperatif dönemde ağrı, ödem,
enfeksiyon gibi lokal şikayetlere sebep olmaktadır. Bunlar enflamasyonun ortaya
çıkardığı belirtilerdir ( 1,2,5,7,9,16,21,34,36 ).
Enflamasyon doku zedelenmelerine karşı bir cevaptır ve vücudun en önemli
doğal savunma mekanizmalarından birisidir ( 10,22 ).
Fonksiyon olarak vücudun tüm defans sistemini mobilize edip bölgeye
taşıyarak zararlı fiziksel ve kimyasal etkilere ve ayrıca patojen mikroorganizmalara
karşı kuvvetli bir mücadele başlatır ( 3,30 ).
Cerrahi işlemler dahil travma kaynağı ne olursa olsun, enflamasyonun yarattığı
değişiklikler aynıdır ve şu unsurları içerir.
1 - Bölgeye fagositik hücreleri ( nötrofilik polimorf nüveli lökositler, makrofajlar,
histiositler ) ulaştırarak bakteri, ölü hücre ve diğer artıkları ortadan kaldırmak,
2 – Antikorları travma bölgesine ulaştırmak,
3 – Ödem sayesinde irritanı nötralize ve dilüe etmek,
4 – Travma bölgesini izole etmek ve enflamasyon bölgesini daraltmak ( fibrin
teşekkülü, fibrozis veya granülasyon dokusuyla set çekerek ),
5 – Tamir olayını başlatmak ( 3),
Yara iyileşmesi, ancak enflamasyonun tam bir biçimde gerçekleşmesiyle
mümkündür. Tamir olayı enflamasyonun erken fazında başlar ve devam eder.
Enflamatuar cevap ideal bir şekilde gerçekleşmez ise, yara iyileşmesi bozulur ve
travma gören doku enfekte olarak iltihaplı hale dönüşür ( 3 ) .
3
Enflamatuar cevap 4 şekilde ortaya çıkar;
1 – Akut enflamasyon
2 – Subakut enflamasyon
3 – Kronik enflamasyon
4- Kronik granülomatoz enflamasyon ( 3 ).
Bu 4 tip cevap birbirine dönüşebilir. Bu dönüşüm irritan ajanın şiddetine ve
vücudun o andaki durumuna ( cins, yaş, beslenme alışkanlıkları, hormonal denge,
immünolojik aktivite derecesi ) bağlıdır ( 3 ).
AKUT ENFLAMASYON
Akut enflamasyon, vücudun etkeni ortadan kaldırma veya nötralize etme
çabasında olduğu dönemdeki değişikliklerdir. Steril cerrahi müdahaleler dahil tüm
mekanik travmalar, radyasyon, sıcak ve soğuk travmalar, kimyasal ajanlar ve patojen
mikroorganizmalar aynı cevabın başlamasına neden olur ( 3 ).
Akut enlamasyon, makraskobik olarak 5 kardinal bulguya sahiptir.
1- Dolor - Ağrı
2- Color - Lokal sıcaklık artışı
3- Tumor - Ödem
4- Rubor - Eritem
5- Functio Leasa - Fonksiyon kaybı ( 16,22,30,39,41 ).
Mikroskobik olarak, damarsal olaylar ve lökosit aktivitesindeki dinamik
değişiklikler göze çarpar.
1 – Nörojenik refleksle başlayan ve birkaç dakikadan fazla devam etmeyen arteriel
konstrüksiyon ve bunu takiben dilatasyon,
2 – Dilatasyona bağlı arteriol, kapiller ve venüllerde kan akımında artış,
3 – Venül ve kapillerde dilatasyon sonucu permeabilite artışı,
4
4 – Likit birikimi ve ödem,
5 – Kan akımında azalma,
6 – Lökositlerin damar duvarı dışına çıkması ( 3 )
Akut safhada nötrofiller sahaya hakim olup ölü hücre ve bakteri sindirimi
işlemini başlatırlar. Bu hücreler çok hareketlidir ve birçok lizozim içerirler, ancak
kısa ömürlüdürler. Daha sonra ortama monositlerden kaynaklanan makrofajlar hakim
olarak, debrisi, ölü polimorfları, bakterileri ve fibrini ortadan kaldırırlar ( 22 ).
Akut enflamatuar eksuda, sıvı içinde protein ve hücrelerden ibarettir. Sıvı
kısım sürekli olarak plazma ile değişir. Plazma değişimi ile pek çok ilacın da
enflamasyon alanına taşınması, ayrıca lokal irritan ve toksinlerin seyreltilmesi de
sağlanmış olur. Seröz, fibröz, prülan ve hemorajik olabilir ( 16,22 ).
Cerrahi girişimler sonrası oluşan postoperatif enflamasyon, vasküler
permeabilite artışı, lökositlerin migrasyonu, enflamasyonun kimyasal mediatörlerinin
lökositlerden serbestleşmesi ve bu mediatörlerin kinin ve başka mediatörlerle
reaksiyona girmesi ile karakterizedir ( 41 ).
Enflamatuar alanda lizozomal enzimler de ( hiyaluronidaz, kollajenaz )
serbestleşmekte, bunun sonucunda damar permeabilitesi daha da artmaktadır ( 16 ).
Enflamasyonun kimyasal mediatörleri;
1. Vazoaktif aminler: Histamin ve seratonin,
2. Plazmaproteazlar:
a) Kinin sistemi (Bradikinin ve Kallikrein ),
b) Kompleman sistemi ( C3a, C5a, C5b, C9 ),
c) Koagülasyon fibrinolitik sistem ( fibrinopeptidler )
3. Araşidonik asit metabolitleri ;
a) Sikloeksijenaz yoluyla ( Endoperoksitler, prostoglandin, tromboksan ),
5
b) Lipooksijenaz yolu ile ( Lökotrien, 5HPETE, HETE ),
c) Monoenzimatik yol ile ( Kemotaktik lipitler ),
4. Lizozomal bileşikler,
5. Oksijen derive serbest radikaller,
6. AGEPC ( Asetilalkilfosfogliserid ),
7. Lenfokininler,
8. Diğer kimyasal mediatörler ( 30 ).
Enflamatuar cevap belirgin doku hasarı olmadan etkeni ortadan kaldırır veya
nötralize ederse rezolusyon gerçekleşir. Doku hasarı söz konusu ise normal yapı
ancak doku proliferasyonu ( rejenerasyon ) ile sağlanabilir. Rejenarasyon
gerçeklezmez ise organizasyon olur ve doku hasarı fibröz doku ile tamir edilir
( reparasyon ). Abse oluşumu ve pü toplanması ile süpürasyon, ajanın persiste
kalması ile kronik enflamasyon ortaya çıkar ( 22 ).
Ağrı kuvvetli bir doku harabiyetine bağlı olan veya olmayan, benzer bir
fizyopatolojik nedene bağlı olmaksızın gelişebilen sensoryal ve emosyonel bir duygu
olarak tanımlanır. Eğer hasta duyguyu ağrı olarak tanımlıyorsa hekim de ağrı olarak
kabul etmelidir ( 8 ).
Kayaalp’e göre ağrı, çoğu zaman doku zedelenmesine bağlı, yani nosiseptif
(duyusal ) nitelikte bir duygudur. Ağrı; akut, kronik ve psikojenik olabilir. Akut
ağrıya neden olan lezyon ile ağrı arasında zaman, yer ve şiddet bakımından yakın bir
ilişki vardır.
Ağrı karmaşık yapılı ve çok boyutludur. Eksojen veya endojen ağrılı uyaranın
( nosiseptif uyaran ) sinir sisteminde işlenmesi ile oluşan bu hoş olmayan his,
organizmanın bu impulsa verdiği biyolojik aktif bir cevaptır, kişiye özgüdür,
subjektiftir ve 4 ana kompenenti içerir ( 18 ).
6
1 - Ağrılı uyaranın impuls olarak iletilmesi sonucu uyaranın yerinin, süresinin
şiddetinin belirlenmesi ( nosisepsion ).
2 - Yeri, süresi ve yoğunluğu belirlenen ağrılı uyaranın, hastanın geçmiş
deneyimleri ve gelecek beklentileri çerçevesinde değerlendirelerek bilişsel olarak
ağrının algılanması.
3 - Ağrının algılanması sonrası ağrılı uyarana verilen emosyonel cevap ( korku,
huzursuzluk, endişeli olmak )
4 - Ağrılı impulsun oluşturduğu segmental spinal ve supraspinal refleks cevap
( terleme, kan basıncı ve nabız değişiklikleri gibi vegeratif refleks cevapları ve
mimik, kaçma refleksi, tonus artışı ve kontraksiyon gibi motor refleks cevaplar )
( 11,18,19,42,44 ).
Septom olarak ağrı ani olmuş ise aktüel bir hasarı ( bir hastalık hali, fraktür, diş
apsesi vb. ) haber vererek sinyal vazifesi görür ve biyolojik sorumluluğunu yerine
getirir ( 14 ).
Ağrının nasıl bir mekanizma ile gerçekleştiği konusunda iki zıt görüş
bulunmaktadır. Birinci teoriye ( spesifite teorisi ) göre; ağrı duyusunu doğuran
uyarının, zedelenen yapıda santral sinir sistemine iletimi ve sonra korteksi ulaşması
her bir ağrıya özgü olan reseptörler, periferik sinir lifleri, santral traktuslar ve ara
çekirdekler aracılığı ile olmaktadır. İkinci teori ( pattern teorisi ) ise, özel ağrı
reseptörerinin, sinirlerinin ve iletim sisteminin olmadığı esasına dayanır. Buna göre
ağrı; non-spesifik periferik reseptörler ile sinir liflerinin şiddetli bir biçimde
uyarılması sonucu oluşmaktadır. Birinci teori deneysel bulgulara daha uygundur ve
genellikle kabul görür ( 19 ).
Dokulardaki enflamatuar reaksiyona bağlı olarak iki ayrı tipte ağrı mediatörü
salgılanır. Bunlardan ilki “ aljezik mediatörler “ adını alır ve duyusal sinir uçlarının
7
doğrudan stimüle eder. Bradikinin, histamin ve serotonin bu grupta toplanır. Ağrı
mediatörlerinin ikinci tipi tek başına ağrı oluşturmayan, ancak duyusal sinir uçlarının
aljezik etkenlere karşı duyarlılığını arttıran ve onların ağrı yapıcı etkilerini
güçlendiren “hiperaljezik ağrı mediatörleri “ dir. Bu maddeler prostasiklin ve
prostoglandinler ( özellikle prostoglandin E2 ) dir ( 7,19 ).
Cerrahi girişimlerden sonra ortaya çıkan enflamasyon 3 farklı fazda
oluşmaktadır. Birinci, yani başlangıç fazında histamin ve serotonin serbestleşir.
Birinci fazdan 30-60 dakika sonra gerçekleşen ikinci faz kininler tarafından
yönlendirilir. Üçüncü ve son faz prostagladinlerin etkisi altındadır ( 35 ).
İnaktif halde mast hüceleri, bazofil lökositler ve trombositlerde bulunan
histamin, mast hücrelerinin degranülasyonu ile serbestleşerek özellikle akut ağrı ve
ödem oluşmasında rol oynar. Histamin arteriyol ve venüllerde dilatasyon, venlerde
konstriksüyona ve özellikle venüllerde permeabilite artışına yol açar. Tüm etkileri 8-
10 dakika ile sınırlıdır (25,30,41,45 ).
Histamin ve bradikinin birbirlerine benzer fonksiyonlar gösterip, serbest duyu
sinir uçlarını direkt olarak stimüle ederler ( 41 ).
Bradikinin bilinen en kuvvetli endojen vazodilatatörlerden biridir. Histamine
benzer biçimde permeabiliteyi arttıran bradikinin, araşidonik asit zinciri ile temasa
geçerek hiperaljeziye neden olmaktadır. Her iki kimyasal mediatör de kısa yarı –
ömürlü olup, asıl rolleri travma sonrası erken dönemde görülmektedir
(23,25,33,41,43 ).
Ağrının ve enflamasyonun geç fazı tamamen prostoglandinlerin formasyonları
ve fonksiyonları ile bağlantılıdır ( 33 ).
8
Prostoglandinler, araşidonik asidin ( AA ) uzun zincirli yağ asidi deriveleridir
ve nötrofillerdeki fosfolipazın etkisiyle zarara uğramış hücre membranına ait
fosfolipidlerden meydana gelir. Bu aktiviteyi bradikinin stimülasyonu başlatır (45).
Üç, dört veya beş çifte bağ içeren 20 karbon atomlu doymamış yağ asitlerinden
sentezlenirler ve siklopentan halkasındaki substiuentlerin durumuna göre A, B, C, D,
E ve F olmak üzere altı grupta karşımıza çıkarlar. İnsanda oluşan prostoglandinlerin
ana kaynağı araşidonik asittir ( 17,19,30,33,45 ).
Mekanik, kimyasal, fiziksel ve biyolojik etkiler sonucu hücrelerdeki
fosfolipazlar ( fosfolipaz A, C ) aktive olur ve hücre membranının fosfolipidlerinden
3 farklı doymamış yağ asidinin oluşmasına neden olurlar .
A-)Araşidonik asit ( 5 – 8 – 11 – 14 eikozatetraenoik asit )
B-)5,8,11,14,17 – eikozapentaenoik asit
C-)8,11,14 – eikozatrienoik asit ( 19,45 ) .
Araşidonik asidin metabolitleri enflamatuar proçeste ağrı ve ödemin
oluşmasına katkıda bulunmaktadır ( 19,30,33 ).
Bradikinin, kateşolaminler, asetilkolin, anjiotensin,vazopressin ( ADH ),
serotonin, histamin, trombin gibi biyolojik maddeler, sinirsel, kimyasal, mekanik
travmalar ve anafilaksi reaksiyonları prostoglandin oluşumunu uyarırlar ( 46 ).
Araşidonik asit organizmada iki yoldan metabolize edilir. Bunlardan ilkinde,
araşidonik asit ve diğer yağ asitleri, prostoglandin endoperoksit sentetaz enziminin
( PGS ) etkisine maruz kalırlar ( 19,30 ).
Bu enzimin iki komponenti vardır. Birincisi yağ asidi siklooksijenazıdır ve
araşidonik asidi hızlı bir şekilde prostoglandin endoperoksite ( PGG2’ye ) dönüştürür
( 30,38 ).
9
Siklooksijenaz enzimi, siklooksijenaz -1 ( COX-1 ) ve siklooksijenaz -2 (
COX-2 ) olmak üzere iki şekilde bulunmaktadır. Siklooksijenaz - 1, siklooksijenaz
enziminin esas formu olup, başlıca prostanoidlerin sentezinden sorumludur. Buna
karşın lökositler endüklenebilen bir enzim olan siklooksijenaz - 2‘yi içermekte ve bu
enzim de ağrı ve enflamasyonun oluşturan prostanoidleri meydana getirmektedir
( 38 ).
Prostoglandin endoperoksit sentetaz enziminin ( PGS ) ikinci komponenti olan
hidroperoksidaz, PGG2’yi PGH2’ye dönüştürür ( 19,45 ).
Prostoglandin endoperoksit ( PGG2 ) ve prostoglandin hidroperoksit ( PGH2 )
trombositlerin agregasyonunu ve serbestleşmesini stimüle eder ( 19,45 ).
PGH2 daha sonra üç ürüne dönüşür ( 19 );
a) Tromboksan A2 ( TxA2 )
b) Prostosiklin ( PGI2 )
c) Stabil prostoglandinler ; PGD2, PGE2, PGF2alfa
PGH2’nin Tromboksan A2 ( TxA2 )’ye dönüşümü trombositlerdeki tromboksan
sentetaz enzimi ile olur. Tromboksan A2 daha sonra enzimatik olmayan bir yolla
inaktif Tromboksan B2’ye ( TxB2 ) dönüşür ( 19,45 ).
PGG2, PGH2 ve Tromboksan A2 güçlü birer trombosit agregatörü ve
vazokonstriktör olmalarına karşın, PGH2’den prostosiklin sentetaz enzimi ile oluşan
prostosiklin ( PGI2 ), güçlü trombosit antiagregatörü ve vazodilatörüdür ( 19,45 ).
Araşidonik asit, metabolizmasının 2. evresinde lipooksijenaz enzimleri
tarafından hidroperoksieikozatetraenoik asitlere ( HPETE ) dönüştürülür. Trombosit
lipooksijenazı ( 12-lipooksijenaz ), araşidonik asidi 12 HPETE’ye, 5-lipooksijenaz
ise 5-HPETE’ye çevirir. Daha sonra 5HPETE ve LTA4 sentetaz enzimi ile Lökotrien
A4 ( LTA4 ) meydana gelir. LTA4 çok güçlü bir ağrı ve ödem mediatörüdür. LTA4
10
primer lökotriendir. Bundan LTB4, LTC4, LTD4 ve LTE4 ortaya çıkar. Böylece
lipooksijenaz ve siklooksijenaz ürünleri ile enflamasyonda ağrı ve ödemin
gelişmesinde etki gösterirler ( 19,30,33 ).
Araşidonik asitten enzim dışı yolla ve serbest oksijen radikalleri yardımı ile
güçlü kemotaktik etkiye sahip lipidler de ortaya çıkmaktadır ( 30,45 ).
Prostoglandinler enflamtuar madiatörler arasında çok önemli rol oynarlar.
Lokal olarak, venüllerin dilatasyonlarına, kapiller permeabilitenin artmasına, ağrı
reseptörlerinin ve hassas sinir uçlarının etkilenmesine sebeb olduğu gibi, düz kas
kasılmalarını ve otonom sinir sisteminin bazı fonksiyonlarını denetler. Ayrıca
bağırsak hareketlerini, uterus kasılmalarını artırır, mide asit salgılanmasını azaltırlar,
enflamasyonda ağrının şiddetindeki değişimlerden de sorumludurlar ( 6,16,17,45 ).
Prostaglandinler, ayrıca algojenik ( ağrı oluşturucu ) özelliğine sahiptirler.
Özellikle PGE2 ağrı ve ödem başlamasında belirgin bir rol üstlenir. Bu madde duyu
reseptörlerini hassaslaştırarak doku hasarı olan bölgede ağrının gelişmesine neden
olur ( 17,33 ).
Enflamasyonun ikinci fazında oluşmaya başlayan hiperaljezi, cerrahi
travmadan yaklaşık 4 saat sonra prostoglandin fazının başlaması ile pik seviyeye
ulaşır ( 35 ).
Enflamasyonun diğer bir kardinal bulgusu olan ‘tumor’ yani ödem,
vazodilatasyon ve artmış vasküler permeabilite sonucu oluşur. Hücreler arası aralığa
kan elemanları ( plazma ekstravazasyonu ) birikir ( 3,16,17 ).
Doku hasarını takiben ortaya çıkan arteriyel ve vazokonstriksiyon ve daha
sonra oluşan vazodilatasyon arteriyol, venül ve kapillerde kan akımını artırır.
Normalde kapiller ve venüllerin endotel hücreleri arasında ki porlar, enflamasyon
nedeni ile normal boyutlarına göre beş misli genişleyerek sıvı, kristaloid ve
11
protenleri ( albumin, globulin, fibrinojen ) çevre dokulara fazlaca geçirirler. Sonuç
olarak çevre dokularda fazla miktarda sıvı ve protein birikmesi ile ödem ortaya çıkar.
Ödem sıvısı başlangıçta proteinli bir transüda iken kısa zamanda eksüdaya dönüşür,
bir süre sonrada venlerle ve lenfatiklerle drene olarak çözünmeye başlarlar ( 3 ).
Prostoglandinler, bradikinin etkisini artırır, bradikininde prostoglandin
sentezini stimüle eder. Bu feed-back, enflamasyonun klinik belirtilerinin uzamasına
katkıda bulunmaktadır ( 17 ).
Hasarlı doku bölgesinde cerrahi girişim sonrası bol hücre içeren belirgin
miktarda sıvı birikmesi jenarasyon için gerekli temel koşullarda biri olmasına karşın,
aşırı miktarda olduğunda bazı olumsuzluklara sebeb olabilir ( 20,31 ).
Özellikle dil, damak ve farenksteki girişimler sonrasında aşırı miktarda oluşan
ödem solunum yollarını tıkayabilir, ayrıca bol hücre ve protein içeren bu sıvı lokal ısı
artışı ile bakteriler için mükemmek bi besi yeri görevi görür ( 20,31 ).
Oral cerrahi girişimleri sonrası çiğneme kaslarında özellikle Masseter ve
pterygoideus internus’un travmaya uğraması veya postoperatif ödemin bu kaslarının
etkilemesi ile ödeme,buna parelel olarak da trismusa sebeb olmaktadır ( 9,13,20 ).
Amin ve Laskin ( 2 ), trismus derecesini şu formülle hesaplamışlardır.
preoperatif ağız açıklığı – postoperatif ağız açıklığı X 100 = % Trismus derecesi
preoperatif ağız açıklığı
Cerrahi girişimle ilgili olarak oluşan enflamasyon ve ağrının yol açtığı
şikayetleri ortadan kaldırmak veya olabildiğince azaltmak mümkündür ve bu amaç
için ;
Analjezikler ( Periferik ve Santral etkili analjezikler )
Lokal anestezikler
Genel anestezikler
12
Antienflamatuar ilaçlar
Antibiotikler ( Lokal ve sistemik antibiotikler )
Trankilizanlar
Akupunktur
Elektromanyetik enerji
Ultrasound
Hipnoz kullanılmaktadır ( 9,17,29,33,44 ).
Postoperatif ağrı tedavisinde tercih edilen yöntem genellikle antienflamatuar ve
analjeziklerin sistemik kullanımlarıdır ( 15,16 ).
Antienflamatuar ilaçlar 4 ana grupta toplanırlar ;
Nonsteroid – antienflamatuar ilaçlar
Steroidal – antienflamatuar ilaçlar
Enzim preparatları
Bitkisel kökenli maddeler ( 16 ).
Biz bu ilaçlar içinde steroidal – antienflamatuar ilaçlar sınıfında bulunan
kortikosteroidleri inceliycez.
KORTİKOSTEROİDLER
Kortikosteroidlerin antienflamatuar etkileri 1949 yılında ilk defa Hench ve
arkadaşları tarafından romatoid artritis tedavisi üzerinde yapılmıştır ( 47 ).
1950’li yıllarda birçok araştırmacı şunu gösterdi ki hidrokortizon oral
cerrahiden sonra enflamasyonu engelleyebilir ( 48,51 ).
1952 yılından bu yana özellikle glukokortikosteroidler antienflamatuar etkileri
nedeniyle diş hekimliği uygulamalarında kullanılmaktadır ( 10,26,27,40 ).
Diş hekimliğinde kullanımları ile ilgili ilk raporlar Spies ve arkadaşları (1952)
ile Strean ve Horton tarafından yayınlanmıştır. Bunları takip eden diğer çalışmaların
13
sonucunda, potent sentetik glukokortikosteroidlerin de geliştirilmesi ile, bu ajanların
oral cerrahide kullanımı daha popüler hale gelmiştir (26).
Kortikosteroidler, adrenal bezlerden salgılanan hormonlardır. Bu bezler
retroperitoneal olarak her bir böbreğin üst kısmında yer alan, insanda 5x3x1 cm
boyutlarında multifonksiyonel endokrin organlardır (28).
Bezlerden her biri embriyolojik ve histolojik bakımdan farklı ikibölgeden
oluşur. Organın santral kısmında yer alan bölüme medulla, medullayı çepeçevre
saran periferik bölüme de korteks adı verilir (28,37).
Korteks, dıştan içe doğru; zona glomeruloza, zona fasikülata, zona retikülaris
olmak üzere üç tabaka içerir. Gelişimi ve yapısı birbirinden farklı olan korteks ve
medulla farklı hormonlar salgılar (28).
Adrenal medulladan epinefrin ve norepinefrin salgılanır. Adrenal korteks
hormonları ise mineralokortikoidler, glukokortikoidler ve gonadokortikoidler (seks
steroidleri) olmak üzere 3 temel gruba ayrılır (28,37).
Mineralokortikoidler zona glomerulozada üretilir. Zona fasikülata ve zona
retikülaris birlikte glukokortikoidleri ve seks steroidlerini üretirler. Doğal
glukokortikoidlerin hepsinde bir miktar mineralokortikoid aktivitesi ve
mineralkortikoidlerde debir miktar glukokortikoid aktivitesi vardır. Steroid
hormonlarının tümü A,B,C,D olarak işaretlenmiş 4 adet halkadan oluşan
siklopentanoperhidrofenantren çekirdeği içerir. Steroid hormon sentezinin prekürsörü
olan kolestrol, korteks hücreler tarafından ya direkt olarak kandan alınır (eksojen
kaynaklı) ya da granülsüz endoplazmik retikulumda (SER) asetattan sentezlenir
(endojen kaynaklı). Adrenokortikotrop hormon (ACTH), eksojen kollestrol
kullanımını artırır. Adrenokortikal büyüme ve sekresyon aktivitesi başlıca ACTH
tarafından düzenlenir. ACTH, anterior pituitar bez tarafından salgılanır ve bu
14
hormonun salıgılanması hipotalamus tarafından salgılanan ‘Corticotropic Relasing
Factor’ tarafından kontrol edilir (28,37).
Plazmada dolaşan serbest kortizol hem hipotalamusa hemde ön hipofize direkt
negatif ‘feedback’ mekanizması ile etki ederek her iki hormonun salgılanmasını
kontrol eder. Ayrıca kimyasal, fiziksel ve mental stresler hipotalamusu uyararak
ACTH sekresyonunu artırır ve buna bağlı olarak plazma kortizol seviyesi normalin
20 katına kadar yükselebilir (28,37).
ACTH’un ve kortizolün sekresyonunda biyolojik saatlere göre düzenlenmiş bir
ritm (diurnal, sirkadian, veya günlük ritm) söz konusudur. Normal bireylerde sabah
ACTH kan seviyesi, akşamkine göre daha yüksektir. ACH – kortizol sekresyonu,
uykunun 3. ve 5. saatinden itibaren belirgin bir biçimde artmaya başlar ve uyanana
kadar, hatta uyandıktan sonraki kısa bir süre de yükselmeye devam eder. Daha sonra
sekresyon miktarında ani bir düşüş gözlenir. İnsanda zona glomerulozadan salgılanan
doğal mineralokortikoid hormonlarının en önemlisi tüm mineralokortikoid
aktivitesinin %95’inden sorumlu olan aldesterondur. Aldesteronun başlıca etkisi,
vücudun sıvı – elekrolit dengesini sağlamak amacı ile sodyum ve potasyum iyonları
üzerinedir. Aldesteron böbrek tubuluslarından ve barsaklardan sodyum emilimini
artırırkeni tükrük ve ter bezleri yolu ile olan sodyum kaybınıda azaltır. Aldesteron
hidrojen ve amonyumun böbreklerden irahını da uyararak vücudun asit baz dengesini
de ayarlamış olur. Aldesteron yokluğunda, idrarla günlük 20 gr sodyum kaybedilir.
Bu ise tümvücut sodyumunun % 1’ine eşittir. Sodyum eksikliğine bağlı olarak
ekstrasellüler sıvı hacmi, normalin % 20-25 altına iner. Ekstrasellüler sıvıda
potasyum iyon kontrasyonunun artması kardiyotoksik etki yapar. Bu durumda
mineralokortikoid tedavisi yapılmazsa 3 gün ile 2 hafta arasında ölüm meydana gelir.
Aldesteron aşırı salgılandığı hastalıklardan olan primer aldesteronizmde (Conn
15
sendromu) hipertansiyon, polidipsi, poliüri, hipopotasemi ve alkaloza bağlı klinik
tablo gelişir (28).
Aldesteron üretimi, renin – anjiotensin sistemi, ekstrasellüler sıvının potasyum
iyon konsantrasyonu ve ACTH tarafından düzenlenir (28,37).
Zona fasikülatada zona retikülariste sentez edilen glukokortikoidlerin insanda
en çok salgılananı kortizoldür (hidrokortizon) ve glukokortikoid aktivitenin % 95’in
den sorumludur (26,28).
Glukokortikoidlierin başlıca etkileri karbonhidrat, protein ve yağ
metabolizması üzerinedir (28,37).
Glukokortikoidler, karaciğerde glukoneogenezi arttırıp hiperglisemiye yol
açarlar. Karaciğerde ve daha az olmak üzere cizgili kaslarda glikojen yapımını
arttırırlar. Protein sentezini inibe eder ve yıkımını artırırlar (katabolik etki). Yüksek
dozları lipolizi hızlandırır ve vücuttaki yağ dağılımını değiştirirler. Ekstremitelerdeki
cilt altı yağ dokusunu eritmelerine karşın ensede, supraklavikular bölgede ve yüzde
cilt altı yağ dokusu birikimini arttırırlar. İltihap olayını inhibe ederek antienflamatuar
etki oluştururlar. Yüksek dozları antikor oluşumunu azaltır. Eritrosit, nötrofil, lökosit
ve trombosit yapımını artırırlar, eozinofil lökosit ve lenfosit düzeyini düşürürler
(28).
Kemiklerin protein matriksini bozarak ve kalsiyumun barsaklardan emilimini
azalıp böbreklerden atılımını arttırarak, osteoporozise neden olurlar. Gebelerde
yüksek dozları doğumu başlatır. Fazlalığı büyüme hormonunu inhibe eder. Damar
düz kaslarının ve myokardın adrenerjik stimülasyona verdiği cevabı arttırırlar.
Santral sinir sistemi üzerinde hafif eksitatör etki yaparak öfori, irritabilite, heyecan,
hiperkinezi ve nadiren psikoz oluştururlar (19,28,37).
16
Glukokortikoid sekresyonunun kontrol edilemez bir biçimde artması ile gelişen
‘Cushing’ sendromunda glukokortikoidlerin yukarıda sayılan etkileriyle oluşan klinik
tablo ortaya çıkar (28,37).
Adrenal korteksten daha düşük oranda androstenedion ve çok az miktarda da
testosteron salgılanır. Testosteron en güçlü androjenik hormondur ancak korteksten
salgılanan miktarı testislerden salgılananın yanında önemsiz sayılabilir ve erişkin
erkekte fazla bir fizyolojik ve patolojik değerlere sahip değildir. Kadınlarda
korteksten salgılanan androjenler önem kazanırlar. Androjenik hormonların başlıca
etkileri protein metabobliması ve ve sekonder seks karakteri üzerinedir. Anabolik
etki ile aminoasitlerden protei sentezini arttırırlar. Kemiklerin olgunlaşmasını
hızlandırırlar. Kas kitlesini ve gücünü arttırırlar. Fazla salgılanmaları kadınlarda
maskülinizasyona ve erkek çocuklarında sekonder seks karakterlerinin erken
görülmesine yol açar. Adrenal bezin glukokorikoid sekresyonu ve lipid içeriği yaşa,
türe, cinsiyete, gonadların fonksiyonuna ve çeşitli streslere bağlı olarak değişir.
Kortizolün yarı ömrü 1-2 saat, kortikosteroidin yarı ömrü 1 saat, aldesteronun yarı
ömrü 30 dakikadır. Kortizolün total plazma konsantrasyonu sabah saatlerinde 15
µg/dl, aldesteronun ki 0,003-0.015 µg/dl ’dir. Steroid inaktivasyonunda major görev
alan organ karaciğerdir. Karaciğerden başka; kas, deri, fibroblastlar, barsak ve
lenfositler de kortikosteroid metabolizmasında rol oynarlar. Konjuge steroidlerin
%70 idrarla, % 20 feçesle, kalanı cilt yoluyla dışarı atılır. Adrenal medulla, yaşam
için zorunlu değildir. Medullanın yokluğu kromofin paraganglionlarının çalışması ile
kompanse edilebilir. Medullada sentezlenen katekolaminler (adrenalin ve
noradrenalin) kromafin hücrelerde granüller şeklinde depolanır. Normal aktivite
sırasında sürekli fakat çok az miktarda sekresyon yapar. Ancak akut ve kronik stres
17
yaratan durumlarda (egzersiz, cerrahi girişim, hipoglisemi, anoksi, hemofari, korku,
soğuk gibi) kan fazla miktarda katekolamin salgılanır (28).
Kalsiyuma bağlı olarak adrenal medullanın preganglionik liflerini veren
splanknik sinirin uyarılması ile katekolamin sekresyonu artar. Sekresyon kolinerjik
ve β adrenerjik ajanlarla uyarılır, α adrenerjik ajanlarla baskılanır. Katekolaminler,
albumin ile gevşek bir şekilde bağlanarak dolaşıma katılırlar. Biyolojik yarı ömürleri
çok kısa olup 15-30 saniye kadardır. Adrenalin, damar yatağında α ve β2 reseptörlerin
egemen olmasına göre bazı damarlarda vazokonstriksiyona bazılarında ise
vazodilatasyona sebeb olur. Buna göre α reseptör aktivasyonu ile vazokonstriksiyon,
β2 reseptör aktivasyonu ile vazodilatasyon yapar. Cilt, mukoza ve böbrek
damarlarında daralma, çizgili kas, koroner, serebral, mezenterik damarlarda ise
genişlemeye neden olur. Myokardın kasılma hızını ve gücünü, kalbin atış hacmini
attırırlar. Noradrenalin bradikardi, adrenalin ise taşikardi yapar. Katekolaminler
bronş düz kaslarını, mesanenin detrusör kasını, mide barsak düz kasını gevşetir,
trigon ve sfinkter kaslarını büzerler. Musculus dilatör pupillayı kasarak midriyazise,
göz kapaklarına yapışan düz kasları kasarak göz kapağı aralığının büyümesine neden
olurlar. Tükürük bezlerinin mukus salgılayan hücrelerini uyarırlar. Karaciğerde
glikojenizi arttırarak hiperglisemi oluştururlar. Solunum sayı ve derinliğini
arttırabilirler. Faktör V’i aktive ederek kan koagülasyonunu hızlandırırlar. Ayrıca
trombositlerin adhezivitelerini arttırırlar. Mast hücrelerinden histamin salınmasını
inhibe ederler. Hipofiz ön lobundan ACTH salınımını arttırırken, arka lobundan
antidiüretik hormon (ADH) salınımını azaltırlar. Adrenal bezden salgılanan
katekolaminler süratle metabolize olurlar ve idrarla daha çok metanefrin veya vanil
mandelik asit (VMA) olarak ekstrete edilirler (28).
18
Adrenal korteksteki zona fasikülatadan salınan primer glukokortikoid olan
kortizolün (Hidrokortizon) yüksek dozda alınması genellikle enflamasyonu hatta
başlamış olan bazı etkilerini bile bloke edebilir. Kortizolün antienflamatuar etkisinin
temel mekanizmasında hakkında bilgiler yetersiz olması ile beraber bu etki için
yüksek dozlarda salgılanması yada hastaya uygulanması gereklidir. Yüksek miktarda
salgılandığı yada hastaya uygulandığı zaman genellikle başlıca iki etki ortaya
çıkmaktadır ;
1. Enflamasyon erken dönemlerinde bloke olur,
2. Eğer enflamasyon başlamış ise çabuk sonuçlanır ve iyileşme hızlanır.
Kortizolün en önemli antienflamatuar etkilerinden biri, lizozomal
membranların stabilizasyonudur. Yani, kortizol lizozom membranlarının intrasellüler
yırtılmasını normole göre fazlaca güçleştirir. Bunun sonucu olarak da başlıca
lizozomlarda depolanan ve haraplanan hücrelerde serbestleşerek enflamasyona yol
açan proteolitik enzimlerden çoğu az miktarlarda salgılanabilir (12).
Kortizol kapiller permeabiliteyi azaltarak, plazmanın dokulara kaybını önler ve
lökositlerin, makrofajların enflamasyon alanına akümülasyonunu azaltır. Araşidonik
asit akışının baskılanması ile de, prostoglandin sentezlenmesini engeller (12,26).
Ayrıca lökositerin dokulardaki fagositoz yeteneklerini azaltıp daha fazla
anflamasyon materyalinin serbestleşmesini önler. İmmun sistemi, özellikle T
lenfositlerini suprese ederek enflamasyon alanına giren T hücrelerinin ve antikorların
miktarını azaltır ve bunların gerçekleştireceği doku reaksiyonlarını minimalize eder.
Lokal ısı artışını da engelleyerek bu yolla ortaya çıkacak vazodilatasyonu azaltır.
Enflamasyonun iyice geliştiği durumlarda bile, kortizol alınması saatler yada günler
içinde enflamasyonu azaltarak iyileştirici etkisini de gösterir. Hızlı bir biçimde ortaya
çıkan etki ile enflamasyona neden olan etkilerin çoğunu bloke eder daha sonra da
19
iyileşmeyi hızlandırır. Bu, belki de öteki fiziksel streslerde salgılanan çok miktarda
kortizolün tam tanımalanamayan faktörlerle vücut direncini arttırması ile sağlanır;
belki aminoasitlerin mobilizasyonu be bunların haraplanan doku onarımında
kullanılması; belki hücresel enerji için glikoz ve yağ asitlerinin artması; belki
kortizolün enflamasyon ürünlerinin inaktivasyomu ya da uzaklaştırılmasındaki bazı
katalitik etkileri bunlar arasında sayılabilir (12).
Antienflmatuar etkinin ortaya çıkmasındaki kesin mekanizmas ne olursa olsun,
kortizol; romatoid artrit, romatizmal ateş ve akut glomerulonefrit gibi bazı
hastalıklarla savaşta en önemli rolü oynar. Bu hastalıkların hepsi ağır lokal
enflamasyonla karakterizedir ve vücuda zarar veren başlıca faktör, hastalığın öteki
etkilerinden çok enflamasyonun kendisidir. Bu tip hastalıklarda kortizol ya da diğer
glukokortikoidler verildiğinde enflamasyon 24-48 saat içinde geriler ve temel
hastalık durumunu düzeltmese bile, sadece enflamasyonun dokuyu haraplayıcı
etkilerini önleyerek hayat kurtarıcı bir rol üstlenir. Kortizol diğer enflamatuar
cevaplarda olduğu gibi allerjide de enflamasyon cevabını bloke ederek ölüme neden
olabilecek şok tablosunu önler (12).
Yüksek dozda kortizol alınımı, vücuttaki tüm lenfoid dokularda önemli
derecede atrofiye neden olur, böylece lenfoid dokulardan T hücreleri ve antikor
oluşumu da azalır. Sonuçta vücudun bağışıklık düzeyi düşer. Böylece daha önceden
kontrol altına alınmış tüberküloz gibi bazı hastalıklar ağırlaşarak öldürücü karakter
alabilir. Öte yandan kortizol ve diğer glukokortikoidlerin bağışıklık sistemini suprese
etmeler doku transplantasyonlarında doku reddi cevabını önlemedeki başarıları bu tip
durumlarda sıklıkla tercih edilen ilaçlar durumuna gelmelerine neden olmuştur (12).
Değişik sentetik glukokortikoidlerin klinik farmakolojik özelliklerinin
kıyaslanmasında kortizol diğerlerine göre standart olarak karşımıza çıkar.
20
Antienflamatuar ilaç olarak kortizolün izolasyonundan ve kullanılmaya
başlanmasından itibaren daa potent daha uzun süreli antienflamatuar etkili ve dah az
mineralokortikoid yan etkiye sahip birçok sentetik ajan geliştirilmiştir.
Antienflamatuar aktivitenin süresine göre kortizon, hidrokortizon, prednizon
(prednisone), prednizolon (prednisolone) ve metilprednizolon (methylprednisolone)
kısa süreli aktivasyona sahip olanlar olarak kabul edilmektedir. Triamcilone orta
süreli aktivasyona betametazon (betamethsone) ile deksametazon (dexamethasone)
ise uzun süreli aktiviteye sahip olanlardır (26).
Antienflamatuar potansiyel bakımından prednisone ve prednisolone,
hidrokortizonun dört katı daha etkilidir. Metilprednisolone ve triamsinolone beş
misli, betamethasone ve dexamethasone ise 20-30 misli fazla etkilir.
Mineralokortikoid aktivite bakımından incelendiğinde, prednisone ve prednisolone
hidrokortizona göre daha hafif bir mineralokortikoid yanıta sebeb olur. Minimal
yanıttan hiçbir yanıt alınamayanlar sırasıyla, metilprednisolone, triamcinolone,
betamethasone ve dexamethasone’dur (26).
Plazma ve biyolojik yarı ömürdeki farklılıklar yönünden hidrokortizonun süresi
prednisone’dan 2-3 kez, dexamethasone’dan 3-5 kez kısadır (26,32).
Çizelge 1. Glukokortikosteroidlerin farmakodinamiği
Türevi Dozaj Antienflamatuar
potansiyel
Sodyum
retansiyon
potansiyeli
Plazma
yarı
ömrü
Biyolojik
yarı
ömrü
Hidrokortisone 20.00 1.0 2 + 90 8-12
Prednisone 5.00 3.5 1 + 60-120 18-36
prednisolone 5.00 4.0 1 + 200 18-36
Methylprednisolone 4.00 5.0 0 180-200 18-36
Triamcilone 4.00 5.0 0 300 18-36
Betamethasone 0.60 25.0 0 100-300 36-54
Dexamethasone 0.75 30.0 0 100-300 36-54
21
Tüm veriliş yolları bu gruptaki ilaçlar için kullanılabilir. Ancak başlangıç
zairve noktası ve etkinin süresi; veriliş yoluna, dozoja ve ajanın çözünebilirliğine
bağlıdır (26).
Glukokortikosteroidlerin en hızlı ve tümüyle emilime uğradığı yol, oral yoldur.
Bu nedenle parenteral yollar kadar etkilidir (4,26).
Glukokortikosteroidlerin suda çözünebilen esterleri cüvut sıvılarında hızlı ve
yüksek konsantrasyona ulaşabilmek amacıyla IV yada IM yolla verilirler.
Glukokortikosteroidlerin suda daha az çözünen asetatları, yavaş emilim sağlamak ve
etki süresini uzatmak amacıyla sadece IM olarak verilirler. Steroidler pek çok
fizyolojik fonksiyon üzerinde etki yarattığı için bu etkilerin yanında eşlik eden
potansiyel yan etkilerde mevcuttur. Allerjik reaksiyonlar dışında bu yan etkiler,
terapinin şiddetine ve süresine bağlıdır (26).
Kortikosteroidlerin yan etkileri şu şekilde sıralanabilir,
Vücudun defans sisteminin baskılanması ile enfeksiyonlara direncin
azaltılması
Hipertansiyon
Hiperglisemi
Hipokloremik – hiperkalemik alkalozis
Gastrointestinal ülser perforasyonu
Amenorrhea
Hirsutizm
Akne
Öfori ve mental psikozlar
Ekimoz
Osteopeni
22
Glokom
Uyku bozukluğu
Aşırı yeme
Allerjik reaksiyonlardır (24,26).
Bu makale daha çok kortikosteroidlerin operatif işlemlerde kullanımı sonucu
oral cerrahi sonrası oluşan ağrı, ödem ve trismus gibi enflamasyon sekellerinden
korumaya dikkat çekmiştir.
Enflamasyon Süreçleri
Hücre yaralanması ve ölümlerine karşı vücudun doğal savunma mekanizması
enflamasyondur. Bu iltihap kırmızılık ( rubor ), sıcaklık ( color ), ağrı ( dolor ) ve o
bölgede ödem ( tumor ) ile belli olur. Dokuda bir yaralanma oluştuğu zaman, çok
miktarda histamin, bradikinin, serotonin ve diğer bileşenler o bölgeye salgılanır (52).
Bu bileşenler özellikle histamin lokal vazodilatasyona sebep olur. Dolayısıyla
kan akımının artması venüllerin ve kapillerin permeabilitisinde artışa neden olur.
Lökositler zarar görmüş alana sızar ve organizmaları ve debrisi fagositize eder. Eğer
iyileşme görülürse, enflamasyon süreci mümkündür. Fakat sıklıkla haddinden fazla
enflamasyon hastaya istenmeyen ağrı, ödem ve trismusa sebep olur.
Kortikosteroidlerin Anti – enflamatuar Etkisi
Kortikosteroidlerin vücut fonksiyonlarına bir çok etkisi vardır. Kortikosteroid
karbonhidratları, yağları, proteinleri ve metabolizmayı etkiler; elektroliz ve su
dengesi, kardiovasküler sistem fonksiyonu, böbrek, iskelet kasları, sinir sistemi ve
diğer organlar ve dokulardır. Belki de kortikosteroidlerin en önemli etkisi; kapiller
dilatasyon, ödem oluşumu, fibrin oluşumu, lökosit migrasyonu ve fagositoz ile
enfeksiyonu baskılaması veya engel olmasıdır ( 53 ).
23
Normal koşullar altında vücut günde yaklaşık 15-30 mg arası hidrokortizon
üretir. Öte yandan stres altında günde 300 mg hidrokortizon üretebilir ( 54 ).
Enflamasyonun baskılanması için verilen kortikosteroidlerin genel düşünce
olarak normal fiziksel durumlarda salgılanan hidrokortizon seviyesini aşmamasıdır
( 55 ).
Bunun sebebi, mevcut kortikosteroidlerin ilgili antienflamatuar
potansiyellerinin bilinmesinin önemli olmasıdır ( 56 ) .
Riskler ve Kontraendikasyonlar
Uygun kullanıldığında, kortikosteroid enflamasyon için değerli bir tedavidir,
fakat steroidler uygun bir şekilde verilmezse, hastanın sağlığı riske atılmış olabilir.
Büyük sorunlardan biri de kortikosteroidlerin kullanımı hastalık belirtileri olan belli
başlı semptomların ve işaretlerin baskılanabilmesi ve bu nedenle hastalığın
keşfedilememesidir. Ek olarak, kortikosteroidlerin kullanımı, cushing sendromuna ve
hipotalamus, hipofiz ve adrenal supresyona sebep olur. Genellikle, adrenalin
supresyonu 1 aylık günde 20 mg ya da buna eş hidrokortizon kullanılması ile oluşur
(57).
Kortikoteroid kullanımının diğer yan etkisi posterior subkapsüller katarakt,
glokom, hipertansiyon, myopati, osteopörozis, ruhsal ve kişilik değişimi, psikiyatrik
sorunlar, ince frajil deri oluşumu, fiziksel zayıflama gibi durumlar içerir ( 55 ).
Bu uzun yan etki listesi açık bir şekilde gösteriyor ki kortikosteroidler gelişi
güzel kullanılmamalı, riskleri ve faydaları dikkatlice göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu yan etkiler göz önüne alındığında sistemik veya topikal kortikosteroidlerin
mutlak kontraendikasyonları ;
Aktif, iyileşmiş veya iyileşmekte olan tüberküloz
Oküler herpes simpleks
24
Primer glokom
Akut psikoz
Alerjidir.
Göreceli kontraendikasyonlar ;
Diverdikülit
Yeni oluşmuş intesinal anostomozlar
Aktif veya latent peptik ülser
Cushing sendromu
Böbrek yetmezliği
Hipertansiyon
Tromboembolik eğilim ya da tromboflebitis
Osteoporozis
Diabetus mellitus
Myastenia gravis
Psikotik eğilim
Akut yada kronik enfeksiyonlar
Hamileliğin birinci trimesteri ( 58 )
Ayrıca azalmış karaciğer fonksiyonuna sahip yaşlı hastalarda steroid etkileri
daha uzun sürebilir. Çünkü bu ilaçların metabolizmaları karaciğerde gerçekeşir.
Hipertansiyon ve glokom gibi yan etkiler mineralokortikoid aktivitesi nedeniyle
olmaktadır. Ancak yeni geliştirilen glukokortikosteroid türevlerinde bu yan etkiler
ortaya çıkmadığı için bunların kullanımı kontraendike değildir (26).
Destekleyici antibiotik kullanımı, bir enfeksiyon varlığında önerilir. Buna
örnek olarak, perikoronel enfeksiyona sahip bir üçüncü molar çekiminden sonra
glukokortikosteroid antibyotikle kombine edilebilir (10,26,27).
25
Yan etkilerinin fazlalığına rağmen kortikosteroidler çok geniş kullanım alanına
sahip ilaçlardır. Diş hekimliğini ilgilendiren pek çok uygulamada kullanılmışlardır.
Bunları sıralıyacak olursak;
Akut apikal periodontitis’te
Pulpa kuafajında
Akut ve kronik mukoza membranı lazyonlarında
Papillamatöz hiperplazi’de
Tempromandibüler eklemde akut romatoid artit’te
Lupus eritematozis’te
Akut lenfatik lösemi’de ağız içi lezyonlarını azaltmada
Trombositopenik purpura’da ağız içi lezyonlarının
azaltılmasında
Desquamatif gingivitis’te
Gömük molar çekimini takiben ağrı, ödem, trismus gibi
postoperatif sekellerin azaltılmasında
Vestibüloplasti’de granülasyon dokusunu önlemede
Pulpitis tedavisinde
Aşırı duyarlılık hallerinde
Rekkürent aftöz stomatitit’te
Anafilaksi’de (27).
Oral Cerrahide Kortikosteroid Kullanımı
Cerrahi prosedürler baş ve boyunda ağrı oluşturur ve hastaya rahatsızlık verir.
Doğru ve ideal cerrahi tekniklerle ve dokunun nazikçe ele alınması ile hastanın bu
rahatsızlığını ve acısını en düşük seviyeye düşürülebilir fakat tamamen elimine
26
edilemez. Kortikosteroidlerin kullanımı oral operasyondan sonra ağrının, ödemin ve
trismusun azalmasına yardımcı olur ( 59,70 ).
Ödemin azalmasına kortikosteroidlerin bileşenlerinin de etkisi vardır.
Kortikosteroid karşıtları kullanılan kortikosteroidlerin yararlarının yanında yan
etkilerini de sorgularlar ( 70 ).
Perioperatif kortikosteroid kullanımı ile ilgili çalışmalarda çok önemli noktalar
vardır.
1. Ne tür bir oral cerrahi gerektiriyor ? Bir çok çalışma üçüncü molarların
giderilmesinin çekim olduğunu fakat diğer kalan çalışmalarda
çekimlerde daha travmatik cerrahi gerekebildiğini gösteriyor.
2. Hangi kortikosteroid kullanılmalı ve bunun potansiyel dozu ne olmalı?
3. Sonuçlar objektif ya da subjektif ölçülebilir mi?
Ağrının, ödemin ya da trismusun subjektif ölçümü yapılırken kullanılan
double-blind ( çift kör ) metodu ve placebo kullanımı, kontrol edilen ilaca karşı olan
önyargıyı bertaraf etmede yardımcı olur. Ayrıca bunu hatırlatmakta önemlidir ki en
iyi cerrahi teknikle bile aynı operasyon hastalarda bir çok farklı derece de travmalar
oluşturur. Hastalar arasında özellikle komplikasyonlar operasyon sonrası çok farklı
şekilde gelişebilir. Uygun ve rastgele numaralandırılmış hasta üzerinde yapılan
çalışmalar bu etkileri azaltmada yardımcı olabilir
. Messer ve Keller 1975’de dexamethasone ’nun kullanımı ile ilgili şunu bildirdiler.4
mg ( 107 hidrokortizona denk antienflamatuar doz [HCE] ) üçüncü molarların
çekiminin tamamlanmasından sonra Masseter kasına enjekte edildi. 5.000’nin
üzerinde hastada yapılan klinik araştırmalarda dexamethasone alınması ile ilgili,
dexamethasone almayana göre tahmin edilebilir bir ödem azalması, trismus azalması
ve ağrı azalması görüldü ( 59 ).
27
1964 yılında, 4 mg triamcinolone (triamsinolon) etkilerinin mead et al (çift kör
+ placebo ) çalışmasında, iki gün boyunca günde 3 kere ağız yoluyla (toplam 120 mg
HCE) ve buna karşılık double-blinded ve placebo metodu ile 196 hasta oral cerrahi
geçirdi (135 gömük diş, 48 zor cerrahi çekim,13 karışık). Ödem, ağrı ve trismus
subjektif bir şekilde hesaplanıp sınıflama sistemi kullanıldı ve sonuçlar gösterdi ki;
triamcinolone %68,8 mükemmel, %26 iyi, %5,2 vasat buna karşı placebo deneyinde
%20 mükemmel, %36 iyi, %39 vasat, %5 zayıf sonuç meydana geldi. Hiç bir kötü
etki rapor edilmedi ( 60 ). Bu çalışma ile ilgili kesin eleştiri şu ki ağrı, ödem ve
trismusun özel faktörlerini hiçbir objektif parametre ile ölçülemez.
Natihansen ve Seifort ( 61 ) double-blinded ( çift kör ) metodu ile rastgele
deneylerde betamethasone 0,6 mg günde 4 kere 4 gün boyunca (toplam 320 mg
HCE) buna karşılık placebo metodu ile 90 hastanın üzerinde çoklu çekim ve
alveoloplastiler; 40 hastada gömük molarların çekilmesi, 23 tane hastada apikal
rezeksiyon yapıldı. Şu görüldü ki, operasyon sonrası görülen komplikasyonlar ağrı,
enfeksiyon, ödem, trismus ve ekimoz hastanın operasyon öncesi ağız durumu ve
hastanın tıbbi durumundan etkilenir. Her hastadaki daha önce bahsedilen
semptomlarının her birinin olası meydana gelme durumunu çift kör gözlemcisi
değerlendirdi. Gözlemcinin değerlendirmesi operasyondan sonraki 3. günde gerçek
semptomlarla karşılaştırıldı. Bu araştırmacılar hastanın operasyon sonrası durumunu
kontrol etmek için geçerli bir girişimde bulundular. Fakat hastalığın operasyon
sonraki sonuçlarının değerleri, olması gerekenin üstünde belirlendi. Örneğin
betamethasone grubunun sadece %9’u ve placebo grubunun sadece %15’i beklenen
ağrı seviyesinde gözlemlendi. Betamethasone alanlarda, placebo alanlardan daha çok
kişide ağrı, ödem, trismus ve ekimoz da beklenen gelişme görüldü. Fakat önceden
bahsedildiği gibi sonuçlardan gelen nihai veriler, komplikasyonların zayıf öncül
28
değerlendirmeleri yüzünden oldukça sınırlıydı. Fakat önemli olan Betamoshane
kullanan hiçbir hastada operasyon sonrası enfeksiyonun hiçbir belirtisi gelişmediği
halde placebo kullanan grubun % 15’ inde enfeksiyon geliştiği kaydedildi.
Caci ve Gluck tarafından yürütülen bir double-blind ( çift-kör ) çalışmasında 129
hastada gömük 3. moların çekilmesinden sonra oluşan ödem, ağrı, trismusun
engellenmesi için papase ve prednisolone ’un etkilerini incelendi ( 62 ). Bu kontrollü
deney ve devam eden araştırmaların sonuçları Tablo 1 de özetlenmektedir. Her hasta
10 mg hemen, cerrahi operasyonun olduğu günde her 4 saatte bir 5 mg ve
operasyondan sonraki 3 gün içerisinde ki her 6saatte bir 5mg ( toplam, 400-420 mg
HCE) hem placebo hem papese hemde prednisolone almak için gelişi güzel
belirlendi. Hastalar klinik tedavi uzmanı tarafından özel olarak hafif orta ve şiddetli
tecrübe edenler olarak değerlendirmeye tabi tutuldu. Orta ve şiddetli kategorileri, az
sayıda hastanın bu gruplarda yer almasından dolayı birleştirildi. Bulgular istatistik
olarak x2 testi kullanımıyla analiz edildi.
Prednisolone alan hastaların %85,7’de hafif ödem, %61,9’da hafif trismus ve
%95,2’sinde hafif ağrı gözlemlendi. Placebo grubunda ise; %84,1’inde hafif ödem,
%36,4’ünde hafif trismus, %75’inde de hafif ağrı gözlemlendi. Kalan hastalar ayrı
kategorilerin her birinde orta ve şiddetli semptomlar gösterdiler. Ödem için önemli
bir değişiklik gözlemlenmedi. Placebo ve papase ile kıyaslandığında trismus ve ağrı
prednisolone için P<.05 seviyesine önemli bir gelişme gösterdi ( 62 ). Bu ağrı ve
trismusta olan gelişmenin gösterildiği tek çalışmaydı fakat ödem için operasyon
öncesi kortikosteroid kullanıldığında aynı şeyden bahsetmek söz konusu değildir. Ne
yazık ki orta ve şiddetli semptom kategorileri birleştirildiğinde kişilerin ya tamamı
cevap verdi yada hiç biri tedaviye cevap vermedi. Bu çalışma gösterdi ki
29
prednisolone gerçekten placebo ve papase ’den daha verimli fakat üstünlük
derecesine kullanılan puanlama sistemiyle karar verilemez.
Metilprednisolone ‘un uygun dozuna karar verilmesi için Huffman rastgele
seçtiği gömük 3. molar dişi çekilecek 129 hastaya operasyon öncesi damardan 40mg
Metilprednisolone sodyum süksinat (200 mg HCE) ya da 125 mg Metilprednisolone
sodyum süksinat (625mg HCE) verildi. Ödeme elle muayene ve gözle bakılarak
karar verildi. Bu veri x2 testi ile analiz edildi. Metilprednisolone alan her iki grupta
da ödem miktarında istatistik olarak azalma vardı (operasyon sonrası 24 saat ve 48
saatte P<.005). Daha fazla doz Metilprednisolone ile bağlantılı olarak operasyon
sonrası ödemde biraz azalma oldu. Fakat bu azalma önemli bir azalma değildi.
(P>.10) (63). Ödem ölçümünün öznelliğinin çalışmanın geçerliliğini bir ölçüde
yitirmesine sebep olmasına rağmen 40 mg Metilprednisolone ‘nun 125 mg kadar
etkili olduğu ortaya çıktı.
İki farklı doz kortikosteroid kullanan başka bir çalışma da Ware et al tarafından
yapıldı (64). Bu double-blinded ve kontrollü placebo deneyi gömük 3. moları
çekilmiş 51 hastayı içermekteydi. Hastalara 3 gün süre zarfında toplam 9mg
dexamethasone (240 mg HCE) ya da 13.5 mg dexamethasone (360 mg HCE) verildi.
Ödemin objektif ölçümü olarak bir kumpas yardımıyla yanak kalınlığı ölçüldü.
Operasyon öncesi ve sonrası üst ve alt santral kesici dişlerinin insisal yüzleri
arasındaki açabilinen maksimum uzaklık farkıyla trismus ölçüldü. Yanak kalınlığının
ortalama artışı ameliyat sonrası gün 2. gün placebo için 8.06 + 7.25 mm, 9.0 mg
dexamethasone için 5.94 + 5.5 mm, 13.5 dexamethasone için 3.44 + 2.86 mm
ölçüldü (64).
Bu veriler dexamethasone ’un trismus ve ödem için gerçekten azaltıcı bir etkiye
sahip olduğunu belirtmiştir fakat araştırmacılar istatistiksel olarak placebo grubu ve
30
dexamethasone grubu arasında önemli bir fark olmadığını gösterdiler. Ayrıca daha
yüksek dozlu dexamethasone daha düşük dozluya göre daha iyi sonuç verdi.
Listelenmiş daha büyük standart sapma hastalar arasındaki travmaya karşı olan
mevcut çeşitliliği gösterir. Eğer daha fazla hasta çalışmaya dahil edilseydi o zaman
önemli bir değişiklik gözlemlenebilirdi. Kontrol grubundan hiç bir hastada ve teste
katılan 35 hastadan sadece 3’unde operasyon sonrası enfeksiyon meydana geldi.
Yazarlar bunu şansa bağladı.
Linenberg oral cerrahi geçirmiş 121 hastada dexamethasone ’un verimliliğini
ölçen bir dizi test çalışması yürüttü (65). Her hasta iki günlük periyotlarla 6 mg
dexamethasone aldı (160 mg HCE). Dudak frenulumu ya da sanral kesici dişin
mesial yüzeyi ile mandibula açısı kumpaslarla ölçüldü. Kumpas kullanımına ek
olarak yüzdeki şişlik oluşumunun yumuşak metal bir çubuk yardımı ile hatları
belirlendi. Maxiller ve mandibular santral kesicilerin incisal kenarlari arsındaki
uzaklıkla trismus ölçüldü. İlk deney enfeksiyon süreci dolayısıyla trismus ve
sellulitis tedavisi görmüş hastaları içermekteydi. Kontrol grubuna hastaneye yatırma,
antibiyotikler, iltihabi drenaj ve sıcak uygulamaları gibi geleneksel tedavi yöntemleri
uygulandı. Deney grubundaki 16 hastaya ise geleneksel tedavi yanında
dexamethasone verildi. 4 gün sonra, geleneksel tedavi uygulanan hastaların
%36’sının dexamethasone alan hastaların %75’inin sellulitisi iyileşmişti. Geleneksel
tedavi uygulanan hastaların %50’sinin dexamethasone alan hastaların ise %80’nin
trismusu iyileşmişti (65).
İkinci deneyde üçünçü moları alınmış hastalarda oluşan trismus ve ödem
dönemleri karşılaştırıldı. 5 hasta sadece buz torbası kullanırken, 8 hasta buz torbası
kullandı ve dexamethasone aldı (65). Kontrol gurubunda operasyon sonrası ödem ve
31
trismus tedavisinin ortalama süresi sırasıyla 5,8 gün ve 6,4 gündü. Dexamethasone
terapisiyle 8 hastanın 7 ’sinde hiç ödem yoktu ve 8 hastanın 6 ’sında trismus yoktu.
Bu çalışmanın üçüncü bölümünde kendi kontrollerine izin verildi. Gömük
üçüncü moları çift taraflı çekilen 8 hastada tek taraflı molar çekilmiş kısmına buz
torbası uygulaması yapıldı (65). Diğer taraftan çekilen molarlara geleneksel
tedavinin yanında dexamethasone uygulandı. Ödem için ortalama geleneksel
tedavinin süresi 7,5 gündü trismus için de kontrol tarafında 9,1 gündü.
Dexamethasone uygulandığında ödemi olmayan 5 hastada ameliyat sonrası ödem
süresi 3 gündü. Dexamethasone verildikten sonra trismusun hastalardaki ortalama
süresi 4.6 gün, fakat 3 hastada hiç bir şekilde trismus görülmemiştir. Bir hasta hariç
hepsinde dexamethasone verildikten sonra trismus süresi azalmıştır.
Aynı deney 12 hasta da full-mouth ya da maksiller alveoloplastide uygulandı
(65). Kontrol grubunda operasyon sonrası ödem ve trismus ortalama 5.2 gün ve 4.4
gündü. 7 hasta da trismus gelişmedi. Dexamethasone kullanıldığı zaman ortalama
süreler 3.5 gün ve 0 gündü. Bu çalışmanın son kısmı ise 50 hastada double-blinded
ile bilateral gömük üçüncü molarların çekimi ve full-mouth veya maksiller
alveoloplasti uygulamasıydı. Bu deney kontrol grubuna placebo uygulanmasınıda
kapsıyordu. Operasyon sonrası placebo uygulanan hastaların 1’inde hiç ödem, 19
hastada ise hiç trismus görülmedi. Kontrol grubundaki ödem ve trismusun ortalama
günleri 5.3 gün ve 3.4 gündü. Dexamethasone uygulanan hastalarda operasyon
sonrasında 40’ında hiç bir ödem 42’sinde hiç bir trismus görülmedi. Tedavide ki
ortalama ödem için 3 gün ve trismus için 4.7gündü ( 65 ).
Linenberg’in çalışması kontrol grubunu ve verilen cevabın objektif ölçümleri
kullanarak cerrahi prosedürü ayırmada daha kuvvetlidir. Sonuçlardan çıkan,
dexamethasone kullanımı süper konvansiyonel bir tedavi şeklidir fakat hiç bir
32
istatistiksel veri yoktu. Bu yüzden rastgele seçimlerde verilen tepkiyi ölçmek
zorlaşacaktır.
Hooley ve Grancis hastaların kendi kontrolünde olduğu bir başka deneyde
betamethasone’nin etkilerini 47 hastada çift taraflı üçünü molarların çekiminde
incelediler (66). Double-blind ve placebo kontrolü çalışmaları oluşturuldu. 2 tane 0,6
mg betamethasone tableti operasyon öncesi geceleri verildi ve 0,6 mg tablet günde 4
defa toplam doz olarak da 14,4 mg (toplam 480 mg HCE) verildi. Placebo grubu
hastalarının üçüncü molarları çekilirken izlendi. Her bir hasta operasyon öncesi ve
operasyondan 2 gün sonra karşılaştırmak için fotoğrafları çekildi. Hastaların yüzü
slaytlara aktarıldığında yüzlerindeki ödem hesaplandı. Ağrılar objektif bir şekilde
analzejik tablet kullanılarak ölçüldü. Hastaların maksimum ağız açıklığı maksiler ve
mandibular santral kesicilerin incisal kenarlarının arasında ki mesafe ölçülerek
hesaplandı.
Kontrol ve betamethasone grup arasında ki ödem oranı 5,6’ya 1 olarak
hesaplandı. Kontrol grubunda kıyaslamada her steroid kullanan hasta için 7,25
analzejik tablete 3,68 analzejik tablet gerekti. Betamethasone kontrol gurubunda
trismusu 20,02 mm’ den 9,06 mm’ ye azalttı. Test grubunda olan 2 hasta da alveolar
kemik iltihabı (alveolitis) gelişti (66).
Bu iyi kontrollü çalışmada, yazar ödem ölçümünde kumpası seçmedi çünkü
kumpas, ödemi bir yönde ölçüyordu. Bu tam bir metot değildi çünkü birçok yönde
ölçüm gerekiyordu. Bu çalışma ile ilgili eleştiri sadece istatistiksel eleştiri değildi.
Görünen o ki betamethasone grubunda sonuçlar placebo grubundaki sonuçlardan
iyiydi fakat bu sayılarla belirtilemedi.
Skjelbred ve Lokken’in çalışmasında kontrol grubundaki 24 hasta da
betamethasone in etkilerini araştırılıyordu. Bilateral gömük üçüncü moların
33
çekilmesi esnasında. 9 mg (300 mg HCE) m. Triceps brachii’ye veya entrolateral
gluteal bölgeye enjekte edildi (67). Molarlar çıkarttırılırken steril salin enjekte
edilmiş. Araştırmacıların postoperatif objektif ve subjektif kayıtları değerlendirmesi
engellendi.
Şişkinlik yüze sabitlenmiş ayarlanabilir plastik vidalı iki taraflı plak şeklinde
cihazlarla ölçüldü. Vidalar deriyle temas edene kadar sıkıştırılmıştı. Vidalar
şişkinliğin büyüklüğüne göre uyduruldu, sıkıldı yada gevşetildi. Ağız açılabilirliği
Vernier ölçme aleti ile ölçüldü. Elektronik termometre olası lokal sıcaklığı ölçmek
için kullanıldı. Ağrı görsel bir skala ile ölçüldü. Hastalar ayrıca kanama ile ilgili 4
noktada skala edildi. Her operasyon sonrası kontroller de hastaların hematom ve
ekimoz değerlendirmesi yapıldı. Operasyon sonrası altıncı günde yaraların iyileşmesi
değerlendirildi. Şişkinlik, ağız açılabilirliği, oral sıcaklık ve ağrılar Wilcoxin çift
taraflı testi ile analiz edildi.
Betamethasone verilen 24 hastanın 23’ünde daha az yüz şişliği görüldü.
Betamethasone verilen hastalarla placebo verilen hastaların karşılaştırılmasında ise
ayrı ayrı operasyon sonrası üçüncü günde 23,4 mm’ ye 51,8 mm (P<.001) ve altıncı
günden sonra 3,5 mm 11,3 mm’ dir. Operasyon sonrası üçüncü günde %44’den
%23’e düştüğü görüldü (P<.001). Placebo ve betamethasone karşılaştırıldığında aynı
bulgular operasyon sonrası altıncı günde bulunduğunda oranlar %7’ye %21’dir
(P<.001). Betamethasone uygulanan hastaların tedavisinde placebo’ ya göre daha az
ateşlenme görülse de istatistiksel olarak belirgin bir fark görülmedi. Hastalar açıkça
ifade etti ki operasyon sonraki ilk üç gün betamethasone kullanıldığında daha az ağrı
çekiyor (P<.001). Aktif ve placebo grubu arasında kanama ve ekimoz göz önüne
alındığında az fark olduğu görüldü. Hiç bir hastada enfeksiyon komplikasyonlarını
görülmedi. Sekiz hastanın mide bulantısından şikayet etmesi ilginçti ve placebo
34
grubunun da kötü hissetmesi de ilginçti. Bu arada betamethosone verilen bir hasta
iğnenin yapıldığı yerden ağrı çektiğini ve bir başkası uykulu olmaktan şikayet etti. 24
hastadan 23’ü betamethosone uygulamasını tercih etti (67). Bu çalışma açıkça
betamethosone’nin etkisini gösterdi.
Sisk ve Bonington, kortikosteroid ve non-steroidlerin antienflamatuar etkisini
göstermek için gömük üçüncü molarların çekiminde metilprednisole, flurbiprofen
veya placebo’yu kullandı (68). Atmış hasta rastgele şekilde placebo ağızdan 50 mg
flurbiprofen veya 125 mg prednisolone damar içinden (IV) (625 mg HCE) operasyon
öncesi verildi. Hastalara aktif tedavinin yanında uygun dozajda placebo uygulandı.
Fakat kontrol gurubu ağızdan ve iğne ile placebo aldılar. Yumuşak doku genişliği bir
face-bow (yüz arkı) ile milimetrik ölçüldü. Bu metot Skelbord ve Lokken metoduna
benzerdir (67). Maksimum interincisal arası mesafe Boley ölçümü ile yapıldı. Ağrı
ve ödem subjektif şeklide ölçüldü. Bir grup ve kalan diğer gruplar bağımsız t testi
ile karşılaştırıldı. Bu çalışma öncelikle gösterdi ki kortikosteroidler ödemi önlemek
için bir ilaçtır fakat non-steroid antienflamatuar gruplar ağrı kesici olarak daha
iyidirler. Flurbiprofen’le tedavi öncesi sonuçları metilprednisolone veya placebo’yla
tedavi öncesi sonuçlardan 3 saat az ağrı çekildiğini gösteriyor (p<.05). Flurbiprofen
kullanan grupta az ağrı çekilmesine rağmen 3 grupta da istatistiksel olarak 2. , 5. ve
6. saatte ağrı çekme arasında fark görülmedi. Operasyondan sonraki 7. saatte;
flurbiprofen ve metilprednisolon kullanan grup daha az ağrı çektiler (P<.05) fakat bir
gün sonunda gruplar arasında cerrahi bir rahatsızlık görülmedi. Gün sonunda
istatistiksel olarak da fark görülmedi. Metilprednisolone ile placebo veya
flurbiprofen karşılaştırılmasında belli bir miktarda şişkinliğin az çıktığı ölçüldü
(P<.05) fakat subjektif ölçümler gösterdi ki 72 saatte metilprednisolone ve
flurbiprofen birlikte kullanıldığında daha az şişlik çıktığı ölçüldü (P<.01). Hiçbir
35
komplikasyon oluşumu rapor edilmedi (68). Objektif ve subjektif ölçümler arasında
postoperatif ödem farkının gösterilmesinde objektif ölçümlerin tutarlı olduğunu
gösterdi.
Beirne ve Hollander tarafından metilprednisolone, 3. moların çekilmesinde
sonra kullanımının ağrıyı, trismusu ve ödemi azaltması kabiliyeti tekrar
değerlendirildi (69). Rastgele seçilen otuz bir hastaya 3. molar çekiminden önce
double-blinded yöntemi ile 125 mg metilprednisolone (625 mg HCE) veya serum
fizyolojik IV verildi. Operasyon sonrası ağrı hesaplandı ve onlara verilen tablet
hesaplanıp bir tablo oluşturuldu. Yüz ödemi fotoğraflama tekniği ile Hooly ve
Francis tarafından ölçüldü (66). Yüz şişliğide Hoolland’ın modifiye face-bow tekniği
ile ölçüldü (75). Tismus, sağ maksiler ve mandibular santral kesiciler arasında ki
maksimum ağız açıklığı Boley ölçümü ile hesaplandı ve X2 testi bu analizde
kullanıldı.
Bir kez daha metilprednisolone’ un placebo’ ya göre şişliğe ve ağrıya karşı
daha üstün koruduğunu gösterdi fakat trismus için aynı şey geçerli değildi.
Metilprednisolone grubundan gelen hastlarda operasyondan sonra 20’de 17, 24’de 17
ve 24’de 21’inde 1. gün, 2. günden 3. güne, 4. günden 7. güne ağrı çekmediğini
gösterdi. Yüz şişliği, deney grubunda 2 tekniğin kullanıldığı gruptan daha az ölçüldü
(P<.01). Metilprednisolone alan hastalarda placebo alanlara göre daha az trismus
görülse de fark istatistiksel olarak belirgin değildi (69). Bu çalışma gösterdi ki
metilprednisolone yüz ödemini 3. molar çekiminden sonra etkili biçimde azaltıyor.
Ayrıca Hooley ve Franchis metodunda (66) ve Holland metodunda (75) yüz ödemi
ölçümleri tekrar üretilebilir ölçümlerdi.
Önceki çalışmalar kortikosteroidlerin 3. moların çekilmesinde kullanımının
operasyon sonrası komplikasyonları azatlığını gösterdi. Fakat onların etkisi ile ilgili
36
sorularda oral cerrahinin diğer tipleri de adres gösterildi. Schaberg et al (70), 39
hastaya Le Fort I osteotomisi veya transoral vertikal osteomide (TVO) placebo veya
metilprednisolone verildi. Le Fort I osteotomisi uygulan 26 hastanın 15’i ve TVO
uygulanan 13 hastanın 5’ine aşağıdaki metilprednisolone rejimi uygulandı;
1. Operasyon öncesi 12 saatlik periyotta 1 mg/kg kas içine (IM) (5 mg/kg
HCE)
2. Operasyon gününde her 4 saatte 0.5-1 mg/kg IV (5-10 mg/kg HCE)
3. Operasyon sonrası 0.5-1 mg/kg IM Metilprednisolone asetat
39 hastanın tümünde başın bilgisayarlı tomografisi (CT) ve operasyondan 24
saat öncesi ve operasyondan sonraki 72 saatte yüzün yumuşak dokuları tarandı.
Durumdan haberi olmayan bir radyolog yüz dokusu profilini izleyip, daha sonra yüz
ödemini ölçtü. Yüz ödemindeki değişimler öğrencilerin t testi ile analiz edildi
Le Fort I osteotomisi hastalarında metilprednisolone yüz ödemini 24 saat
içinde %61, 72 saatte %10 azaltıyor. 24 saat içindeki azalma 0.001 seviyesinde
incelendi. TVO operasyonundaki hastalarda yüz ödemi 25 saat içinde %38, 72 saat
içinde %45 azaltıyor. Bu sonuçlar istatistiksel sonuçlar değildir (70).
Yüz ödemi ile ilgili ölçümlerde bilgisayarlı tomografi (CT) tam sonuç vermeye
daha yakındı. TVO kullanımı sonrasında yüz ödemi istatistiksel olarak azalmasa da
bu azalma klinik olarak görüldü. Bu çalışma sonucundan çıkarılacak şu ki
metilprednisolone, Le Fort I osteotomisi veya TVO örneğinde olduğu gibi travmatik
oral cerrahide yüz ödemini azaltır.
Komplikasyonlar
Az önce konuşulan kortikosteroid kullanımı ile ilgili çalışmalarda yan etkileri
ile ilgili bilgi rapor edilmedi. Kısa süreli kortikosteroid kullanımı sonucu indüklenen
adrenalin salgılanmasındaki miktarı, Williamson et al (72) uygulamasında
37
dexamethasone kullandı. Oral cerrahide 8 mg (213 mg HCE) 10 hastaya damar
içinden verildi ve bu değerler hipotalamus – hipofiz yanıtları ile ölçüldü. 11
deoksikortisolun operasyon öncesi ve 3 günlük operasyon sonrası değerleri arasında
kayda değer farklar bulundu. Operasyon öncesi ve 11 deoksikortisolun operasyondan
7 gün sonrası arasında fark bulunmadı. Yeterli steroidin hücre içinde belli seviyede
tutulması için adrenal yetmezliği korunmalıdır. Yazar kısa dönem kortikosteroid
kullanımının uygun bir prosedür olduğunu belirtiyor (72).
Kortikosterodin kullanımı ile ilgili diğer önemli endişe ise oral cerrahi
operasyonundan sonraki yaranın iyileşme oranıdır. Hayvanlar arasında yapılan 2
araştırma kortikosterodin uzun kullanımında bir endişe olduğunu gösteriyor. Tydd
ve Tydd tavşanların 10 mg/kg/d kortikosteroidi 4 hafta kullanması sonucu kulak
yırtılmasında ki iyileşme hızını azalttığı göründü. 10 hafta kortikosteroid kullanan
tavşanların yaralarının iyileşme süresinin, 7 hafta kullanan tavşanlarınkinden daha
uzun olduğu görüldü (73).
Marks et al gösterdi ki farelerde yaraların iyileşmesi, kullanılan topikal
hidrokortison ve flocinolone aseton ile 5 gün içinde azalttığı görüldü (74).
Kortikosteroidin yaraların iyileşmesini geciktirdiğinin bir gerçek olduğu uzun
kullanım sonunda görüldü. Daha önce yapılan çalışmalara bakılarak insanlar 3
günden az kullandığında yaraların iyileşme süresini arttırmıyor.
38
SONUÇ
Birçok araştırmacı kortikosteroid kullanımını oral cerrahi sonrası özellikle 3.
molarların çekilmesindeki ağrı, ödem ve trismusun engellenmesi üzerinde çalıştı. İlk
denemeler kortikosteroidin oral cerrahi manipulasyonları enflamasyonu azalttığını
subjektif olarak gösterdi. Bu sonuçlar objektif trismus ve ödem azalmalarına
dayanmaktadır. Ödem azalabilen bir semptomdur. Trismusda da sıklıkla aktif ve
kontrol grubunda fark görülmedi. Kortikosteroid miktarı da 80 mg ve 625 mg HCE
arasındaydı. Birçok eski çalışma daha fazla doz kullanıp daha fazla sonuç elde
etmiştir. Hiçbir yazar nasıl veya neden kortikosteroid dozunu açıklamadı. Mantık
olarak görüldü ki 300 mg hidrokortizon (54) insan vücudu için yararlı olur. Bu
limitin aşılması vücudun enflamasyon sürecini eski duruma göre arttırır (Örnek:
Kontrol grubu)
Bu çalışmalara dayanarak kortikosteroidin operasyon öncesi kullanılması 3.
moların çekilmesinden sonra oluşacak komplikasyonlara, ödeme ve belki de trismusa
ve ağrıya engel olması için daha güvenli ve rasyonel görülüyor. Diğer başka oral
cerrahi prosedürleri de değerlendirildi. Fakat Le Fort I osteotomisi veya TVO
çalışmalarındaki hastalarda metilprednisolone’nin operasyon sonrası yüz ödemini
azalttığını temin etti. Daha başka sonuçlara ulaşmak için daha fazla çalışma
yapılmalıdır.
125 mg metilprednisolone IV veya IM operasyon öncesi uygulanması
önerilebilir. Bu uygulandığında hastanın oral cerrahi rahatsızlığı belli seviyede
önlenebilir. İleri ki çalışmalar yüz ödemini engelleyecek ya da azaltacak minimum
dozu belirleyecektir. Fakat hiçbir komplikasyon bu dozda metilprednisolone ile
bağlantılı değildir.
39
KAYNAKLAR
1- Akalın, S. Ertürk, S. , ” Gömük yada yarı gömük alt akıl dişlerinin
operasyonundan sonra meydana gelen ödemin objektif bir metodla
ölçülmesi ” , A.Ü. Diş Hek. Fak. Derg. ,1985, 12;1 ,233-236
2- Amin, M.M. , Laskin, D.M. , “ Prophylactic use of indomethacin for
prevention of postsurgical complications after removal of impacted third
molars “ , Oral Surg. , 1983, 55;5, 448-451
3- Bhaskar, S.N. , “ Synopsis of oral pathology “ , 7 Ed. , Mosby Comp. ,
1986, 74-84
4- Cawson, R.A. , James J. , “ Adrenal crisis in a dental patient having
systemic corticosteroids “ , British J. Oral Surg. , 1973, 10;305 ,
5- Chiapasco, M. , De Cicco, L. , Marrone, G. , “ Side effects and
complications associated with third molar surgery “ , Oral Surg. Oral Med.
Oral Pathol , 1993, 7;64 , 412-4290
6- Crossley, H.L. , Bergmann, S.A. , Wayn, R.L. , “ Nonsteriodal
antiinflammatory agents in relieving dental pain : a review “ , J. Am. Dent.
Assoc. , 1993, 106, 61-61
7- Dionne, R.A. , Campell, R.A , Cooper, S.A. , Hall, D.L. , Buckingham,
B. , “ Suppression of postoperative pain by preoperative administration of
ibuprofen in comprasion to placebo, acetaminophen and acetaminophen
plus codeine “ , J. Clin. Pharmocol. , 1983, 23, 37-43
8- Erdine, S. , “ Ağrı sendromları ve tedavileri “ , Nobel Tıp Kitapevi,
İstanbul, 1983, 3-113
40
9- Forsgren, H. , Heimdahl, A. , Johansson, B. , Krekmanow, L. , “ Effect
of application of cold dressing on he postoperative course in oral surgery “ ,
Int. J. Oral Surg. , 1985, 14, 223-228
10- Gersema, L. , Baker, K. , “ Use of corticosteroids in oral surgery “ , J.
Oral Maxillofac. Surg. , 1992, 50, 270-277
11- Goldman, H.M. , Forrest, S.P. , Byra, D.L. , Mc Donald, R.E. , “Current
therapy in dentistry “ , Volume 3, Mosby Comb. , Saint Louis, 1968
12- Guyton, A.C. , “ Tıbbi Fizyoloji “ , 1987, 2, 1311-1328
13- Gümrü, O.Z. , Timuçin, N. , Külekçi, G. , Kasabaoğlu, Ç. , Büyükuncu,
C. , Koçak, H. Ve ark. , “ Gömük alt akıl dişlerinin cerrahi çekimlerinden
sonra oluşan komplikasyonlar üzerine Augmentin’in etkisi “ , İ.Ü. Diş Hek.
Fak. Derg. , 1990, 24;3, 663-665
14- Hatemi, H. , “ Ağrı “ , Abdi İbrahim Yayınları, İstanbul, 1997, 17-18
15- Holzgreve, A. , Stedfeld, H.W. , “ Postoperatif ağrı ve şişliğin tedavisi “ ,
Med. Welt, 1990, 41, 198-201
16- Hotz, G. , “ Medikamantöze behandlung postoperativer und
posttraumatischer schwellungszustande “ ZWR, 1986, 95;3, 256-261
17- Jakson, D.L. , Moore, P.A. , Hargreaves, K.M. , “ Preoperative
nonsteroidal anti-inflammatory medication fort he prevention of
postoperative dental pain “ , J. Am. Dent. Assoc. , 1989, 119, 641-647
18- Jaennig, W. , “ Biologie und pathologieder schmerzmechanismen ; In
Lehrbuch der Schmertzerapie “ , Jurnal Wissentschaftliche
Verlagsgesellschaft, Stuttgart, 1993
19- Kayaalp, O. , “ Rasyonel tedavi yönünden tıbbi farmakoloji “ , 4. Baskı, 2-
3, Ankara, Feryal Maatbacılık, 1989
41
20- Keskin, C. , Soley, S. , Katiboğlu, A.B. , Ayhan, N. , Özyuvacı, H. ,
Tanyeri, H. , “ Tenoksikam’ın (Zikaral) ameliyat sonrası oluşan ödem
üzerine etkisinin ultrasonografi ile incelenmesi “ , İ.Ü Diş Hek. Fak. Derg. ,
1986, 21, 160-162
21- Kruger, G.O. , “ Textbook of oral and maxillofacial surgery “ , Mosby
Comp. , St. Louis, 1979
22- Lawler, A. , Hume, I. , “Inflammation, healing; essential of pathology for
dental students “ , Churchill Livingstone, Longman, Singapure Publishers,
1987
23- Lewis, G.P. , “ Immunoregulatory activity of metabolites of arachidonic
asid and their role in inflammation “ , British medical Bulletin, 1983, 39;3,
243-248
24- Linenberg, W. , “ The clinical evaluation of deamethasone in oral surgery
“ , Oral Surg. Oral med. Oral pahtol. , 1965, 20;6
25- Melman, K. , Marelli, H. , “ Basis principles in therapeutics “ , Clinical
Pharmacology, macmillian Publishing Co. Inc. , Newyork, 1972
26- Montgomery, M.T. , Hogg, J.P. , Roberts, D.J. , Redding, S.W. , “ The
use of glucocorticosteroids tol essen the inflammato sequelae following
third molar surgery “ , J. Oral Maxillofac. Surg. , 1990, 48, 179-1887
27- Özalp, E. , Bal, F. , Rodopman, A. , “ Diş hekimliğinde kortikosteroidler
“ , T.D.B.D. Diş hekimliğinde Klinik, Mart, 1988, 21-25
28- Özbek, E. , “Böbrek üstü bezlerinden salgılanan hormonlar “ , Atatürk Ü.
Diş Hek. Fak. Derg. , 1996, 6;1, 115-128
29- Pradhan, S. , Hollowa, J. , “ Pharmacology in Medicine ; Principles and
practice “ , SP. Press Int. Inc. , Maryland, 1986
42
30- Robbins, S.L. , Cotran, R.S. , Kumar, V. , “ Pathologic bases of disease “
, Third Ed. , W.B. Saunders Comp. , 1984, 40-81
31- Schmetzer, F. , “ Ağız, çene ve yüz cerrahisinde postoperatif ödemin
Asemetasin ile proflaksi ve tedavisi “ , Deut. Zeitschrift für Mund-Kiefer
und Gesichtschirurgie, 1987, 11, 454-459
32- Schwartz, S.L. , Dluyh, R.G. , “ Corticosteroids : clinical pharmacology
and therapeutic use “ , Drugs, 1978, 16;238
33- Seymour, R.A. , Walton, J.G. , “ Pain control after third molar surgery “ ,
Int. J. Oral Surg. , 1984, 13, 457-485
34- Sisk, A.L. , Bonnington, G.J. , “ Evaulation of methyprednisolone and
flurbiprofen for inhibition of the postoperatif inlammatory response “ , Oral
Surg. Oral Med. Oral Pathol. , 1985, 60, 137-145
35- Sisk, A.L. , Mosley, R.O. , Martin, R.P. , “ comprasion of preoperative
and postoperative diflunisal for suppression of postoperative pain “ , J. Oral
Maxillofac. Surg. , 1989, 47, 464-468
36- Soley, S. , “ Değişik antienflamatuar ajanların gömülü alt akıl dişlerinin
çekimleri sonrası oluşan ödeme karşı etkilerinin ultrasonografi ile
karşılaştırılması “ , İ.Ü. Diş Hek. Fak. , Doktora Tezi, 1989
37- Sonis, S.T. , Fazio, R.C. , Fang, L. , “ Principles and practice of oral
medicine “ , 2th Ed. , W.B. Sounders Comp. , Chapter 15, 1995, 146-155
38- Tavares, L.A. , Bennet, A. , “Acemethacin inhibits cyclooxygenase in
human gastric mucosa less than in leukocytes” , Topics in Arthiritis and
Rheumatism, Pelster B. , Newyork, Raven Press Ltd. , 1994, 1-4
39- Thomas, J. , “Non-steroidal anti-enflammatory drugs” , Austr. J. Pharmac.
, 1991, 72, 745-761
43
40- Timlioğlu, Ö. , “ Diş Hekimliğinde kortikosteroidlerin kullanışı” , A.Ü.
Diş Hek. Fak. Derg. , 1991, 131-135
41- Troullos, E.S. , Hargreaves, K.M. , Butler, D.P. , Dione, R.A. ,
“Comprasion of nonsteroidal anti-enflammatory drugs, ibuprofen and
flurbiprofen with methyprednisolone and placebo for acute pain, swelling
and trismus” , J. Oral Maxillofac. Surg. , 1990, 48, 945-952
42- West, J. , “Best and Taylor’s Physiological Basis of Medical Practice” , 8th
edition, Williams and Wilkins co. , Baltimore, 1996
43- Williams, T.J. , “Interactions between prostoglandinsi leukotriens and
other mediators of inflammation” , British Medical Bulletin, 1983, 39;3,
239-242
44- Yavuz, G.R. , Karaca, İ.R. , “Postoperatif dental ağrının ölçümü:
anksiyete ve analjeziklerin etkisi” , Gazi Ü. Diş Hek. Fak. Derg. , 1990,
7;1, 169-186
45- Yenerman, M. , “Genel patoloji” , İ.Ü. Diş Tıp Fak. Vakfı. , 1984, 2
46- Yensan, M. , “İnsan Biyokimyası” , Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş. ,
İstanbul, 1988
47- Hench PS, Kendall EC, Slocumb CH, et al : , “The effect of hormone of
the adrenal cortex (17-hydoxy-11-dehydrocorticostone; compound E) and
of pituitary adrenocorticotropic hormone on rheumatoid arthritis” , Proc.
Staff Meet Mayo Clin. , 1949, 24;181
48- Stewart GG, Chilton NW , “The role of antihistamines and corticosteroids
in endodontic practice” , Oral Surg. Oral Med. Oral. Pathol. , 1958, 11;433
49- Spika CJ , “ The place of coticosteroids and antihistamines in oral
surgery” , Oral Surg. Oral Med. Oral Pathol, 1961, 14;1034
44
50- Stewart GG. , “The antihistamines and corticosteroids in the reduction of
postoperative sequelae following endodontic surgery” , Oral Surg. Oral
Med. Oral Pathol. , 1956, 9;216
51- Ross R. , White CP. , “Evaluation of hydrocortisone in prevention of
postoperative complications after oral surgery” , A Preliminary report, J.
Oral Surg. , 1958, 16;220
52- Guyton AC. , “Hormone phsyiology and mechanisms of disease” , Ed. 3,
Newyork, NY, Saunders, p 48
53- Gilman AG. , Rall TW. , Nies AS, et al , “The pharmacological basis of
therapeutics” , Ed. 8, Newyork, NY, Macmillian, 1990, 1436-1452
54- Axelrod L. , “Glucocorticoid therapy” , Medicine, 1976, 55;39,
55- Axelrod L. , “Adrenal corticosteroids, in Miller RR” , Greenblatt (eds):
Handbook of drug therapy, Newyork, NY, Elsevier, 1979, 809-840
56- Olin RR. , “Glucocorticoids in: Facts and Comparisons” , St Louis, MO,
Lippincott Comp. , 1990, 122
57- Little JW. , Falace DA. , “Adrenal insuficiency in: Dental management of
the medically compromised patient” , Ed. 3, St Louis, MO, Mosby, 1988,
309
58- Hooley JR. , Hohl TH. , “Use of steroids in the prevention of some
complications after traumatic oral surgery” , J. Oral surg. , 1974, 32;864
59- Messer EJ. , Keller JJ. , “The use of intraoral dexamethasone after
extraction of mandibular third molars” , Oral Surg. , 1975, 40;594
60- Mead SW. , Lynch DF. , Mead SG. , et al , “Triamcinolone given orally
to control postoperative reactions to oral surgery” , J. Oral Surg. , 1964,
22;484
45
61- Nathanson NR. , Seifert DM. , “Betamethasone in dentistry” ,Oral Surg.
Oral Med. Oral Pathol. , 1964, 18;715
62- Caic F. , Gluck GM. , “Double-blind study of prednisolone and papase as
inhibitors of complications after oral surgery” , J. Am. Dent. Assoc. , 1976
63- Huffman G. , “use of metylprednisolone sodium succinate to reduce
postoperative edema after removal of impacted third molars” , J. Oral Surg.
, 1977, 35;198
64- Ware HH. , Campbell JC. , Taylor RC. , “Effect of a steroid on
postoperative swelling and trismus” , Dent prog. , 1963, 3;116
65- Linenberg WB. ,”The clinical avaluation of dexamethasone in oral
surgery” , Oral Surg. Oral Med. Oral Pathol. , 1965, 20;6
66- Hooley JR. , Francis FH. , “Betamethasone in traumatic oral surgery” , J.
Oral Surg. , 1969, 27;398
67- Skjelbred P. , Lokken P. , “Post-operative pain and inflammatory reaction
reduced by injectşon of a corticosteroid: Acontrolled trial in bilateral oral
surgery” , Eur. J. Clin. Pharmacol, 1982, 21;391
68- Sisk AL. , Bonnington GJ. , “Evaluation of metylprednisolone and
flurbiprofen inhibiton of postoperative inflammatory response” , Oral Surg.
Oral Med. Oral Pathol. , 1985, 60;137
69- Beirne OR. , Hollander B. , “The effect of metylprednisolone on pain,
trismus and swelling after removal of third molar” , Oral Surg. Oral Med.
Oral Pahtol. , 1986, 61;134
70- Schaberg SJ. , Stuller CB. , Edwards SM. , “Effect of metylprednisolone
on swelling after orthognatic surgery” , J. Oral Maxillofac. Surg. , 1984,
42;356
46
71- Bahn SL. , “Glucocorticosteroids in dentistry” , J. Am. Dent. Assoc. ,
1982, 105;476
72- Williamson LW. , Lorson EL. ,Osbon Bd. , “Hypothalamic-pituitary
adrenal suppression after short-term dexamethasone therapy for oral
surgical procedures” , J. Oral Surg. , 1980, 38;20
73- Tydd JJ. , Tydd M. , “The effects of cortisone acetate on tissue
regenaraion in the rabbit’s ear” , J. Anat. , 1973, 115;445
74- Marks JG. , Cano C. , Leitzel K. , et al , “Inhibition of wound healing by
topical steroids” , J. Dermatol. Surg. Oncol. , 1983, 9;10,-819-21
75- Holland CS. , “Thw development of a method of asseessing swelling
following third molar surgery” , Br. J. Oral Surg. , 1979-1980, 17;704
47
ÖZGEÇMİŞ
1984 yılında Bitlis’te doğdum. İlköğrenimini 1999 yılında Turgutlu Niyazi
Üzmez İ.Ö.O’da, lise öğrenimimi de Özel Rabia Hatun Lisesi’nde tamamladım. 2003
yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım.