32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 24 • 13 Haziran 2014 • 1 TL S.16 S.13 Bunalımlar, savaşlar ve devrimin olanakları Özgürlük özlemini boğmak istiyor s.3 DİSK ihanete ortak oldu s.12 Metal grup TİS süreci başlarken... S ermaye devleti Lice’de bir katliama daha imza attı. Kalekol yapımına karşı direnen kitleye ateş açtı. İki kişi hayatını kaybetti. Katliamın ardından yapılan eylemlere yönelik de azgın polis terörü devreye sokuldu. D inci-gerici çete IŞİD Musul’da kontorü ele geçirdi. Emperyalistlerin ve Türk sermaye devletinin beslediği bu katiller sürüsünün saldırıları karşısında Musullu emekçiler evlerini terketmek zorunda kaldılar.

Kızıl Bayrak 2014-24

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2014-24 / 13 Haziran 2014

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2014-24

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 24 • 13 Haziran 2014 • 1 TL

S.16 S.13Bunalımlar, savaşlar ve devrimin olanakları

Özgürlük özlemini boğmak istiyor

s.3

DİSK ihanete ortak oldu

s.12

Metal grup TİS süreci başlarken...

Sermaye devleti Lice’de bir katliama dahaimza attı. Kalekol yapımına karşı direnenkitleye ateş açtı. İki kişi hayatını kaybetti.

Katliamın ardından yapılan eylemlere yönelik deazgın polis terörü devreye sokuldu.

Dinci-gerici çete IŞİD Musul’da kontorü elegeçirdi. Emperyalistlerin ve Türk sermayedevletinin beslediği bu katiller sürüsünün

saldırıları karşısında Musullu emekçiler evleriniterketmek zorunda kaldılar.

Page 2: Kızıl Bayrak 2014-24

Dinci-gerici AKP iktidarının “Kürt açılımı” adıylasergilediği ortaoyunu, beşinci yılını tamamlamaküzere. Beş yıldır “Kürt sorununu çözüyoruz, çözmeküzereyiz, ha çözdük ha çözeceğiz” nutukları birbiriniizliyor. Ne var ki, pratikte atılan somut bir adıma henüzrastlanmadı. Kabul etmek gerekiyor ki, bir sorunhakkında bu kadar çok laf edilip bu kadar az işyapılması, ender rastlanan bir durumdur.

Ortaoyunu sergilemek konusunda başarılı olduğugözlemlenen AKP iktidarının, beş yıldır çözümüyönünde tek bir somut adım atmadığı Kürt sorunukonusuna bu kadar çok laf etmesi, dinci-gericizihniyetin riyakarlıkta sınır tanımadığını kanıtlıyor.Ancak bu kaba riyakarlığın yıllar yılı “geçer akçe”olmasında, Kürt hareketinin tüm umutlarını AKP ileyapılacak bir anlaşmaya bağlamış olmasının da önemlibir rolü vardır.

Karakollu “çözüm süreci”

Dinci-Amerikancı iktidarın “çözüm süreci” adıaltında gerçekleştirdiği icraatlarda, Kürt sorununçözümü konusunda pratik bir adım yok. Yeri geldiğindeuzun vaazlar veren hükümetin başı, Kürt halkınınözgürlük ve eşitlik özlemlerinin karşılanması için kılınıkıpırdatmadı. 17 Aralık’tan sonra “başçalan” unvanıkazanan AKP şefi Tayyip Erdoğan, duruma göre “Kürtkardeşlerim” gibi laflar etse de esas olan demagojik“tek dil, tek din, tek devlet, tek bayrak, tek millet”nutuklarını da eksik etmedi.

Ancak bu durum, AKP iktidarının Kürtlerkonusunda bir şey yapmadığı anlamına gelmiyor.“Çözüm süreci” boyunca AKP iktidarının en belirginicraatı, Kürt illerinde büyük karakollar inşa etmek oldu.Bu ilkel zihniyete göre Kürt sorunu büyük karakollarinşa edilerek çözülür.

“Kaçırılan çocuklar” demagojisinden Lice’ye…

Karakol inşaatına tepki gösteren halka kurşunsıkılması ve iki kişinin katledilmesiyle gündeme gelenLice olayları, dinci-gerici iktidarın kirli niyetini, tümçıplaklığıyla gözler önüne serdi. Kürt halkının öfkesiylekarşılanan karakol inşaatlarına karşı eylemleryoğunlaşırken, AKP şefleri Kürt hareketini hedef almakiçin gerekçe bulmaya çalışıyordu. “kaçırılan çocuklar”hikayesi Lice ve başka bölgelerdeki eylemler devamederken piyasaya sürüldü.

Hükümet ve borazan medyası tarafından toplumungündemine yerleştirilen “kaçırılan çocuklar” hikâyesi,dinci-gerici iktidarın iğreti de olsa Kürt sorunununçözümüyle ilgili olmadığını gözler önüne serdi.

Roboski’de Kürt çocuklarını F16 savaş uçaklarıylabombalayan, tutukladığı çocuklara işkenceyi, cinseltaciz ve tecavüzü reva gören dinci-Amerikancı iktidar,“Kürt çocuklarının hamisi” havalarında piyasayaçıkıyor.

Bir kez daha riyakârlığın dikalası ile karşı karşıyayız.

Kürt hareketine saldırmak için Kürt çocuklarını dolgumalzemesi olarak kullanmak... Bu kaba riyakârlığaancak böyle ucube bir düzen cüret edebilir. 12yaşındaki Uğur Kaymaz’ın sırtını 13 kurşun sıkan polisikahraman ilan eden AKP ile onun şefi, utanıpsıkılmadan “kaçırılan Kürt çocukları” için timsahgözyaşları dökmeye başladılar.

Lice saldırısı, “kaçırılan Kürt çocukları” söylemininpiyasaya sürüldüğü günlerde gerçekleştirildi. Yanidinci-gerici iktidar, Lice saldırısıyla Kürt halkına karşıgiriştiği saldırıya yeni bir boyut katmıştır.

Lice’den bayrak provokasyonuna…

Lice’de akıttığı kan kurumamışken, hem Lice’deişlediği suçları unutturmak hem şovenizmi körüklemekiçin bayrak provokasyonuna sarılan AKP şefleri, bir kezdaha olayın özünü saptırarak üste çıkmayaçabalıyorlar.

Lice’nin ardından gündeme getirilen bayrakprovokasyonu pek çok açıdan tartışmalı. Yani ortadabir bayrak indirme olayı var ama nasıl olduğu, nedenengellenmediği belli değil. Bayrak indiren kişinin derdinedir? Yani ortada çok soru işareti var yanıtlanmasıgereken.

Irkçı-inkarcı politikada ısrar…

AKP’nin beş yıllık icraatları, devletin resmi çizgisiolan ırkçı-inkarcı politikayı özü itibarıyla, muhafazaettiğini ortaya koyuyor. Öncesi bir yana Roboski kıyımı,çocuk kaçırma hikayesi, Lice saldırısı, bayrakoperasyonu ve ortalığı kaplayan şoven hava…

Bu ve benzer tüm tutumlar, AKP için çözümsürecinin bir anlam ifade etmediğini ortaya koyuyor.Zira her icraatı, Kürt sorununun yeniden üretilmesinehizmet edecek türdendir.

Bu arada Rojava konusundaki politikası da ırkçı-inkarcı çizginin dış politikadaki dışa vurumu olmuştur.“Çözüm süreci” ile Kürt halkı ve hareketini oyalayanAKP iktidarı, aynı zamanda cihatçı çeteleri Rojava’nın

üstüne salarak Kürt halkına olan düşmanlığınıkanıtlamıştır. Bu sürede Rojava sınırına hendekaçılması gibi icraatlar da, dinci-gerici iktidardan Kürtsorununa çözüm üretmesini beklemenin, hamhayalden ibaret olduğunu ayrıca kanıtlamaktadır.

HDP İmralı ziyareti…

Lice katliamından sonra sıkışan AKP iktidarı, hemenbir manevra yaparak, HDP heyetini İmralı adasınagönderdi. Böylece Kürt hareketi ve destekçileri, bir kezdaha beklenti içine girdiler.

Nitekim hem PKK lideri Abdullah Öcalan hem BDPheyeti hem Kürt medyası, İmralı ziyaretinin büyükönemine vurgu yapıyorlar. Oysa bu ziyaretlerin çok daişlevli olmadığı yıllardan beri biliniyordu. Her gerilimolduğunda MİT şefi Öcalan’la görüştürülüyor.

AKP’den beklenti temelsizdir…

Bu saatten sonra AKP iktidarından çözüm için birşey beklemek, en iyi deyimle olmayacak duaya amindemektir. Kuşkusuz dinci-gerici iktidar Kürt halkını vehareketini oyalamaya devam edecektir. Ancak bumanevraların bir oyundan ibaret olduğu defalarcakanıtlanmıştır. Hal böyleyken “çözüm süreci” oyununaumut bağlamanın, dinci-gerici iktidarın ekmeğine yağsürmekten başka bir işe yaraması mümkün değil.

Çıkış yolu işçilerin birliğihalkların kardeşliğidir

Deneyimler, AKP’nin de önceki iktidarlar gibisorunun çözümüne değil, daha da derinleşmesinehizmet ettiğini gösteriyor; hem güncel hem geçenyıllarda sergilediği pratik, bunu kanıtlıyor.

Bu koşullarda Kürt işçi ve emekçiler için tek çıkışyolu kalıyor. O da “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!”şiarını siyasal olarak gerçekleştirmektir. Bu yol aynızamanda Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler için de tekalternatiftir.

Sermaye iktidarı çözümün değilsorunun kaynağıdır!

Page 3: Kızıl Bayrak 2014-24

Yıllardır “çözüm süreci” adı altında Kürt sorununuistismar eden sermayenin vurucu gücü dinci-gerici AKPiktidarının maskesi, Lice’de parçalandı. Yeni kalekolinşa edilmesine karşı mücadele eden bölge halkınınüzerine kurşun yağdıran devlet güçleri, iki kişiyikatlederken çok sayıda kişiyi de yaraladı. Saldırının,“kaçırılan Kürt çocukları” söylemiyle, dinci-gericiiktidar tarafından Kürt hareketine karşı yürütülengerici kampanya ile çakışması, dikkat çekti. AKPşefinin, aynı dönemde B ve C planlarından da sözetmesi, saldırı zamanlamasının tesadüf olmadığınaişaret ediyor.

Kitleyi çapraz ateşe tutan askerlerin pervasızlığı,son dönemde işçi ve emekçilere küstahça saldıransermaye iktidarının, Kürt halkını da devletin kabaşiddetiyle sindirmek istediğini gözler önüne serdi.Dinci-gerici iktidar, artık her muhalif gücü, faşistsaldırganlıkla sindirebileceğini sanıyor. Buna bağlıolarak namluları, eşitlik ve özgürlük özlemlerindenvazgeçmeyen Kürt halkına çeviriyor.

Dinci-gericilik Kürt halkına kurşundan başkabir şey sunamaz

“Kürt açılımı” başlattığını ilan ederek Kürt halkınıoyalamaya başlayan AKP iktidarı, aradan yaklaşık beşyıl geçmesine rağmen, tek bir somut adım atmadı.“Kürt açılımı”nın içi kof bir söylemden ibaretolduğunun ortaya çıkması üzerine “Oslo süreci”,“İmralı süreci” başlatan dinci-gerici iktidar, Kürtsorununun çözümü yönünde tek bir adım atmamasınarağmen, Kürt hareketi ve halkını beş yıldır oyalıyor. Busayede seçimlerde oy oranınıarttıran AKP, ırkçı-inkarcı politikayıda fütursuzca uyguladı.

“Barış süreci” söylemini dilinedolayan sermayenin vurucu gücüAKP, pratikte tersi yönde adımlaratmaktan biran bile geri durmadı.Nitekim başta Lice olmak üzere,birçok Kürt yerleşim alanında büyükkarakollar (kalekol) inşa etmeyedevam eden bu iktidara, Kürthalkının öfkesi arttı ve sonhaftalarda karakol inşaatlarınıengellemeyi amaçlayan eylemlersüreci başladı.

Kürt halkının, “mademki ‘çözümsüreci’ var neden karakol inşaediyorsunuz” diyerek tepkigöstermesine tahammül edemeyendinci-gerici iktidar, karakolinşaatlarını engellemek isteyenhalka defalarca saldırdı vecinayetler işledi. Son Lice’deki olayda ise, halkı çaprazateşe alan kolluk kuvvetleri, iktidarın katliamcı yüzünübirkez daha gösterdiler.

Büyük karakollar inşa ederek “barış süreci”işlettiğini iddia eden AKP iktidarı, Kürt sorununun

çözümünden anladığı şeyin, Kürt halkına kurşunsıkmak olduğunu birkez daha gösterdi. Roboski’de F16savaş uçaklarıyla Kürt çocukları ve gençlerinin üstünebomba yağdıran bu iktidar, dün de Lice’de halkı çaprazateşe alarak cinayetlerine yenilerini ekledi.

Birkez daha görüldü ki, sermaye iktidarı ve onunvurucu gücü AKP’nin -tıpkı işçive emekçilere olduğu gibi-Kürt halkına da kurşundanbaşka sunacak bir şeyibulunmuyor. Çözüm beklemekbir yana, en sıradan bir hakkınkazanımı bile, ancak bugerici/zorba iktidara karşımeşru/militan mücadele ilemümkün olabilir.

Gerici şiddete karşıbirleşik mücadele

Tersi yönde estirilenhayallere rağmen, Kürtsorununu çözmek, ırkçı-inkarcıresmi devlet çizgisini sürdürendinci-gerici iktidarın boyunuaşan bir iştir. Öncesi bir yana,Haziran Direnişi’nden bu yanazulmün kamçısını elden

bırakmayan bu iktidar, faşist baskı ve zorbalıklatoplumsal muhalefete saldırıyor. İlkel bir kinle işçilere,emekçilere, ilerici devrimci güçlere ve diğer toplumkesimlerine saldıran bu iktidarın, Kürt sorununa iğretide olsa bir çözüm getirmesi olanaksız. Zira en iğreti

çözümde bile, egemenlerin belli tavizler vermesikaçınılmazdır. Oysa bu iktidar, sıradan demokratikhakların kullanılmasına dahi, tahkim ettiği polisordusuyla saldırıyor. Yani uzun yılların mücadelesiylekazanılan sınırlı demokratik hakların kullanımını bilefaşist zorbalıkla engellemeye çalışıyor.

İşçilere, emekçilere, ilerici-devrimci güçlere buazgınlıkta saldıran bir iktidarın, Kürt halkına farklıdavranması beklenebilir mi? En mütevazi birdemokratik hakkın kullanılmasına tahammületmeyenler, eşitlik ve özgürlük gibi önemli talepleriolan Kürt halkının derdine derman olabilir mi?

Olmayacağını biliyorduk. Lice katliamı ile bizzat buiktidar, kendisinden temelsiz beklentiler içindebulananları hayal kırıklığına uğratmak pahasına, ırkçı-inkarcı yüzünü tüm çirkinliğiyle gözler önüne sermiştir.

Haziran Direnişi’ne katılan gençleri katleden,Soma’da toplu işçi kıyımı gerçekleştiren, madencitekmeleyen, Okmeydanı’nda cemevi avlusundakilerekurşun sıkan, Kürt illerine kalekol inşa eden, Lice’dehalkı çapraz ateşe alan aynı iktidar, aynı zihniyettir.

Bu iktidardan işçi sınıfıyla emekçilere olduğu gibi,Kürt halkına da hayır gelmez. Sermaye iktidarı ve onunvurucu gücü AKP, sorunların çözüm merkezi değilyeniden ve daha da derinleştirerek üreten birbataklıktan başka bir şey değildir. Böyle bir iktidardanbeklenti olmaz, onunla mücadele edilir.

İşçi sınıfıyla emekçileri olduğu kadar Aleviemekçileri ve Kürt halkını ezen, eşitlik ve özgürlüközlemlerini boğmak isteyen bir ve aynı iktidardır.Dolayısıyla sermayeye ve onun vurucu gücü olan AKPiktidarına karşı birleşik, meşru/militan mücadeleninörülmesi, sorunları çözmenin olduğu gibi, taleplerikazanıma dönüştürmenin de tek yoludur.

“Çözüm” değil, eşitlik ve özgürlük özlemlerini boğma süreci…

Birkez daha görüldü ki,sermaye iktidarı ve onunvurucu gücü AKP’nin -tıpkıişçi ve emekçilere olduğugibi- Kürt halkına dakurşundan başka sunacak birşeyi bulunmuyor. Çözümbeklemek bir yana, ensıradan bir hakkın kazanımıbile, ancak bu gerici/zorbaiktidara karşı meşru/militanmücadele ile mümkünolabilir.

Page 4: Kızıl Bayrak 2014-24

Şovenizmle suçlarınıörtmeye çalışıyorlar!

Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde kalekol yapımına karşıortaya konan direnişe dönük saldırıda iki kişininkatledilmesinin ardından Kürt halkı sokaklara döküldü.“Çözüm” aldatmacasıyla oyalanan, gerçekte isetalepleri bir kez daha yok sayılan Kürt halkı, öfkesini vedinamizmini bir kez daha gösterdi.

Katliam ve Kürt halkının öfkesi karşısında sessizkalan düzen güçleri, eylemler sırasında Diyarbakır 2.Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki bayrağın indirilmesinifırsat bilerek karşı saldırıya başladılar. Ülkenin dört biryanında şoven histeriyi körüklediler. Faşist güruhlarısokaklara saldılar.

Katliamcı gelenek sürüyor

Lice’de iki kişinin katledilmesi, sermaye devletininKürt sorunu karşısındaki geleneksel politikalarınınsürdüğünü, AKP’nin “çözüm” aldatmacası adı altındabu geleneksel politikanın taşıyıcısı olduğunu bir kezdaha gösterdi. Öyle ki, gerillanın çekilmesini fırsatbilen AKP iktidarı, Kürdistan’ın dört bir yanındakarakol ve kalekol inşaatları ile askeri amaçlı HESprojelerini hızlandırarak bölgedeki askeri varlığınıgüçlendirmek için kolları sıvadı. Kürt halkının haklı vemeşru taleplerini karşılamak şöyle dursun, herseferinde bu talepleri yok saydı, bunu yapamadığıyerde de baskı ve zorbalıkla ezmeye çalıştı.

Ancak Kürt halkı düzenin karşısına çıkardığı tümoyunlara rağmen direnişi elden bırakmadı. Kürtemekçiler, on yıllardır süren direngenliğindeneyimiyle, düzenin saldırılarının karşısına fiili vemilitan eylemlerle çıktı. Kürdistan’ın bir dizi yerineyapılmak istenen kalekollara karşı direnişe geçtiler.

Düzeni korkutan şey de tam olarak buydu. Zira“çözüm süreci” etiketli tüm yalanlara karşı, başınıemekçilerin ve gençlerin çektiği halk direnişi eldenbırakmadı. Oysa düzen bu aldatmacayla beraber Kürthalkını teslim almak ve etkisizleştirmek istiyordu. Sonyaşananlar bunun mümkün olmadığını da bir kez dahagösterdi.

‘Yavuz hırsız’ iş başında

Kürt halkının Lice’deki katliama karşı duyduğu

öfkeyi sokaklara akıtması sırasında Diyarbakır 2. HavaKuvvet Komutanlığı’ndaki bayrağın indirilmesini fırsatbilen düzen güçleri, buna dört elle sarılarak gündemiçarpıtmaya, katliamdan çok bayrak indirilmesi olayınıntartışılmasını sağlamaya çalıştılar. Faşist güruhlarıniplerini çözerek sokaklara saldılar. Bir dizi yerdeyapılan “bayrağa saygı” eylemleriyle şoven histeriyiyaydılar. Faşist saldırıların önünü açtılar. Lice içinyapılan eylemlere yönelik linç girişimlerinimeşrulaştırdılar, bununla da kalmayarak örnekgösterip teşvik ettiler. Salyalarını akıta akıta, hesapsorulacağı nidaları attılar.

Sermaye düzenin faşist güçleri beslenebilecekleribir av bulmuşçasına saldırıya başladılar. Dinci-gericiAKP iktidarı da “hem suçlu hem güçlü” deyiminidoğrularcasına karşı saldırıya geçti. Bulunmaz birfırsattı ne de olsa; şovenizmi körükleyerek hemsuçunun üzerini örtecek, hem de Kürt halkınıneylemlerini şovenizmle güçlendirilmiş zorbalıklabastıracaktı.

Saldırganlık daha da devam edecek. Devlet erkânıtarafından yapılan açıklamalara göre, bundan sonrayapılacak eylemlere, yol kesme gibi uygulamalara“tahammül edilmeyecek” ve ezilecek.

İşçi ve emekçiler; Kürt halkıyla dayanışmaya!

Dincisiyle, faşistiyle, sosyal-demokratıyla; düzengüçlerinin başlattığı saldırı, hem Kürt halkına, hem deher ulustan işçi ve emekçilere dönük saldırganlıktır.

Kalekollarla Kürt halkının üzerindeki askeriablukasını arttırmak, şoven dalgayı kullanarak Kürthalkının taleplerini bastırmak isteyen düzen, aynıbaskıyı işçi ve emekçiler üzerinde de kurmaya çalışıyor.İşçi sınıfın en meşru eylemlerinin karşısına polisordularıyla çıkan sermaye düzeni, şovenizm zehrisoluyan işçi ve emekçileri bölüp parçalamaya ve azgınsömürü koşullarına karşı duyarsızlaştırmaya,kendilerine yönelik tüm saldırıların gözardı edilmesinisağlamaya çalışıyor.

Sermaye düzeninin saldırısını püskürtmenin yoluise “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarı ile Kürt-Türk, tüm ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçilerinmücadeleyi yükseltmesinden geçiyor.

Lice’de katliam...Lice’de 7 Haziran’da yol kapama eylemine katılan

15-20 kişilik eylemciyi askerlerin çapraz ateşe alaraktaraması sonucu iki kişi hayatını kaybetti. Çok sayıdaeylemciyse açılan ateşte, gaz bombalı saldırılardayaralandı.

Yukarı Çalıbükü (Biryas) Köyü’ndeki silahlı saldırınıngerçekleştiği saatlerde Cellik bölgesinde de askerlersaldırıya geçti. Buradaki çatışmalarda da 4 eylemciyaralandı. Yaralılar arasında bulunan gençlerdenbirinin göğsüne gaz bombası kapsülü isabet etti.

Hayatını kaybedenlerin isimleriyse Ramazan Baranve Hacı Baki Akdemir olarak açıklandı.

Katliama “arbede” savunması!

Hayatını kaybedenlerin cenazesleri gece saat 01.00sularında Lice Devlet Hastanesi morguna getirildi.Katliamın ardından kitlesel sahiplenmeden duyulankorkuyla savcı otopsi için Malatya’ya gönderilmesinekarar verdi. Cenazeyi götürmek için hastaneye polissevk edilirken Akdemir’in akrabaları polislere izinvermedi.

Cenazeyi almak üzere hastane önüne 2 TOMA veçok sayıda Akrep tipi zırhlı araçla gelen polisler, buradatoplanan emekçilerin tepkisiyle karşılaştı. “Katillerburadan defolun!” diyerek polisler protesto edilirkensavcının görevlendirdiği iki polis Akdemir’inyakınlarıyla konuştu. Aile bireyleri telefonla savcıyla dagörüştü. Savcının kararına, “Gerekirse bizi de buradaöldürün ama cenazemizi vermeyiz” diyerek karşılıkveren yakınları cenazenin alınmasına izin vermedi.

Bu sırada Akdemir’in ablası Mahire Kaya, polislere“Köpekler buradan gidin, Ben kardeşimin cenazesinisizin kanlı ellerinize vermem” diye haykırdı. Sonuçalamayacağını gören polisler, hastane önünden ayrıldı.

Savcı daha önce otopsi için yeterli donanımınolmadığı için sevkin gerketiğini iddia ettiği Lice DevletHastanesi’ne gelerek otopsiyi yaptırdı. Otopsiraporuna ölüm nedenini “arbede” diye yazdırmayakalkması üzerine tartışma çıktı. Akdemir’in cenazesiKali Mahallesi’ndeki camiye getirildi.

Binler uğurladı

Ramazan Baran’ın cenaze törenine katılanemekçilerde büyük bir öfke vardı. Cenazenindefnedileceği Yeniköy Mezarlığı’na götürüldüğügüzergahta bulunan devlet ve Gülen cemaatikurumları tepkilerin hedefi oldu. Ayrıca Diyarbakır 2.Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile kepenkkapatmayan BİM ve A-101 marketleri yürüyüşsırasında taşlandı.

Baran ve Akdemir’in cenazeleri on binlerce kişininkatılımı ile toprağa verildi. Konuşmalar, sloganlar vemarşlar eşliğinde yapılan cenaze törenlerinde Kürtemekçiler öfkelerini haykırdılar.

Page 5: Kızıl Bayrak 2014-24

Lice’deki katliamla birlikte kalekolların amacıyeniden gündeme geldi. Kürt halkının varlığının inkaredildiği “çözüm süreci”nin esasta neye hizmet ettiği,kalekollar düzenin Kürt halkına imha dışında biryaklaşımı olmadığını bir kez daha gösterdi. Zirakalekollar açıktan saldırı üsleri olarak herhangi birtartışmaya yer bırakmayacak şekilde misyonu açıkaskeri yapılar.

Düzen güçlerinin hep bir ağızdan tekrarladığı “genelgüvenlik” söylemi, “barış gelse de kalekola ihtiyaç var”argümanı ile ancak kendi tabanlarını aldatabilirler.

İlk baştan itibaren bir tasfiye projesi olan “çözümsüreci”nin politik arenada ilk adımları atılırken aynıanda bölgede askeri hegemonyayı sağlamlaştıracak,gerillaya karşı üstünlük sağlayacak adımlar atıldı.Bunun için çizilen hatta karakolların “kalekol” adıylagüçlendirilmesi ve yeni karakolların bu temelde inşaedilmesi, bölgede gerilla geçiş noktaları ve devletinaskeri kontrolünün sağlayamadığı alanları ise barajlarinşa ederek su altında bırakma, sınır hattını kontrol içingüvenlik yolları, gözetleme uçakları hatta zeplin alımıgibi somut planlar yapıldı. Kalekol, güvenlik yolu vebarajı gibi adımların atılabilmesi ise ancak bölgedekigerillanın alan boşaltması, çatışmasızlık içineçekilmesiyle sağlanabileceği yoksa devletin kendikarakolunda dahi korunaklı olmadığı koşullarda inşaatçalışmalarının yapılamayacağı açıktı. Bunun için kalekolyapımı devletin süreçten en büyük başarı beklediğiaşamada iken aynı zamanda sürecin de güvencesiydi.

“1000 operasyondan” 1000 kalekola...

Devlet bütçesinden bu plan için geçen zamanaparalel olarak orantılı artan parasal kaynak aktarıldığıbilgisi Kalkınma Bakanlığı, Kamu Yatırımlarının İllereDağılımı veri tabanı kayıtlarında mevcut. Geçtiğimiz yılKürt illerini kapsayan temel illerde yapımı sürenkalekol sayısı 70 idi. Sadece Hakkari’de TOKİtarafından 189 adet karakol ve kalekol ihalesi yapıldı.

Buna yapılanlar, yapımı planlananlar da dahiledildiğinde meselenin üç-beş bina meselesi olmadığıaçıktır.

Dersim’de 2012’de merkezi bütçeden harcamalarınil bütçesinin yüzde 61’ine ulaştığı, bu oranın Hakkari’deyüzde 40; bölgenin en gelişkin ili Diyarbakır’da iseyüzde 30’u bulduğu aktarılıyor. Bu harcamaların isekentlerin altyapı harcamalarına belediye bütçelerinegitmediği ise birer veridir.

Dersim’de kişi başına asker-polis harcaması, Türkiyeortalamasının 6 katını aşarken, Hakkari’de ise genel

ortalamayı 3 kata yakın geride bırakmaktadır.Sermaye devletinin inkar ve imha politikasının en

dolaysız tanımlarından biri olan Mehmet Ağardöneminin “1000 operasyonu” ne ise bugün sözdeçözüm süreci içerisindeki uygulamada 1000 kalekolunda taşıdığı anlam aynıdır. AKP iktidarının planlamatakvimi işlediğinde yeni inşa edilen 1000 kalekollabirlikte toplam 1600 kalekolla “çözüm süreci”‘güvence’ altına alınacak.

Kürt halkı direnişle kendi yolunu çiziyor

Gelinen yerde durmadan “güvenlik” açıklamasıylakalekollar gerekçelendirilmeye çalışılıyor. Kürt halkıgüvenlik tanımının on yılların baskı ve işkencemerkezleri olan karakolların yeniden yapılandırılmasınıkarşıladığını biliyor. Bunun için kalekollarınyükselmesine seyirci kalmadı. Bunun için “çözümsüreci”yle ayrılmaz bir bağ içinde yükselen kalekollarAKP’nin maskesini düşüren turnusol kağıdı oldu.Düzenin “çözüm süreci” ile arkasına yedeklenenliberallerden Kürt hareketinin ve kuyruğuna takılanreformistlere kadar herkesin sessiz kaldığı adımlarıyine direngen Kürt halkı teşhir etti.

Bugün hala burjuva kalemşorlar başta olmak üzerebir dizi çevre 20 ayı bulan “çatışmasızlık” söylemleriyle‘pembe tablo’nun sürmesi temennilerini tekrarlıyor.

Fakat bunu söyleyenler bizzat kalekolprotestolarında devletin estirdiği devlet terörününgeçmişini hiçe sayarak bunu yapmış oluyorlar. Zira yineLice’de yine kalekol protestosunda Medeni Yıldırımkatledileli 12 ay oldu. Devlet Kürt halkına karşı silahkullanmada bu dönem boyunca hiç çekincegöstermedi. Gever’de 6 ay önce Reşit ve Veysel İşbilir’iardından cenaze töreni sırasında Bemal Tokçu’yukatletti. Ocak ayında Roboski’de Serhat Encü’nün askerkurşunuyla vurulması gerçeği çatışmasızlıkatmosferinin ne menem bir anlam taşıdığını gösteriyor.

Fakat tüm sansüre, kirli propagandaya, tecritablukasına, siyasal temsilcilerinin müzakere ısrarınakarşın Kürt halkı sokaklara çıkarak, militan eylemlerleöfkesini ortaya koyarak tepkisini gösteriyor. Kalekollarakarşı ayları bulan protesto eylemlerinden gelinenyerde şehirlerarası ana ulaşım hatlarını keserekdirenişlerle devam eden eylemlerle mevcut durumaseyirci kalmayacaklarını ve hak kırıntılarınakanmayacaklarını gösteriyorlar. “Çözüm süreci” kalekolgüvencesindeydi! Artık kalekollar Kürt halkının hedefeçaktığı bölgede devletin inkar ve imha politikasınınsimgesidir.

İki kişinin askerler tarafından katledildiği Lice’nintarihi de katliam ve acılarla dolu. Faili meçhullerin,yargısız infazların, yakılan köylerin kentidir Lice. BuKürt kasabası yaşanabilecek tüm felaketlerin izleriyledolu. Öyle ki daha 6 Eylül 1975 tarihinde Lice’deyaşanan deprem, sonrasında yaşanacak felaketlerinbir habercisiydi.

Bu depremde Lice ve çevre köyleri büyük hasargörmüş, sadece 23 saniye süren 6.6 şiddetindekidepremde 4 bin insan hayatını kaybetmişti. Ancakdaha sonra Lice halkının yaşayacağı felaketlerinkaynağı bizzat devlet olacaktı. Zira Lice, 1925’tekiŞeyh Said İsyanı’ndan bu yana sabıkalı bir kenttir.

“Hawara Licê-Lice’nin feryadı”

Türkiye’nin boşaltılan ilk ilçesidir Lice. 1993 yılındadevlet tarafından yerle bir edilen Lice’den dumanlaryükselir. 22 Temmuz 1993’te Tuğgeneral BahtiyarAydın’ın öldürülmesinin ardından Lice’ye dört günboyunca tüm giriş-çıkışlar yasaklanır. Lice’nin kapılarıdünyaya kapalıdır. Lice artık bir “hayalet kent”tir.

Tarihe Lice Katliamı olarak geçen devletinsaldırılarında 20 kişi öldürüldü. Resmi kayıtlara göre401 konuttan 302’sine tam, 86’sına orta, 13’üne azhasarlı raporu verildi. Bu katliamda binlerce asker yeraldı. Katliam sonrası Lice enkaza döndü. Devlet, herşey bu kadar açıkken saldırıları PKK’nin üstüneatmaya çalıştı. 9 bin 600 nüfuslu ilçeden geriyesadece 300 kişi kaldı.

Lice’de devlet ölüm demek

4 Ağustos 1994’te 108 evin, 2 kahvehanenin, birdükkânın ve 70 yaşındaki Tahir Kozat’ın evinde diridiri yakıldığı yer Lice’dir. Devletin bahanesi yine PKKsaldırılarıdır.

1994’te askerler tarafından gözaltına alınan 8gencin cesetleri 2003’te toplu mezardan çıktı.2009’da koyunlarını otlatmaya çıkan 14 yaşındakiCeylan Önkol havan mermisiyle parçalanarak canverdi. Annesi Ceylan’ın parçalarını eteğinde topladı.Yine Lice’de 18 yaşındaki Medeni Yıldırım, 28 Haziran2013’teki kalekol protestosunda askerler tarafındanvurularak öldürülmüştü.

Lice, devletin B ve C planlarınınuygulandığı yerdir

Haziran Direnişi’nin yıl dönümünde A’dan Z’yeestirdiği terörün ardından Erdoğan, Kürt sorunu içinde devletin B ve C planlarının olduğunu söylemişti.Lice’de yaşanan, devletin B ve C planlarınınuygulanmış halidir.

Devlet için sabıkalıbir kasaba: Lice!

“Çözüm süreci”kalekol

güvencesindeydi!

Page 6: Kızıl Bayrak 2014-24

Lice katliamına yaygın eylemlerle yanıt...

Lice’de kalekol inşaatına karşı günlerce eylemyapan kitleye, polis ve askerler gaz bombaları ilesaldırdı. Saldırılar ile bölgedeki direnişi kıramayansermaye kolluğu askerler, 7 Haziran’da kitleyi çaprazateşe tutarak bir katliama daha imza attı. 2 kişiyaşamını yitirirken çok sayıda yaralanan oldu.Katliamın ardından İstanbul, İzmir, Bitlis, Dersim,Siverek, Viranşehir, Batman, Cizre, Adana’da yapılaneylemlerle her yer Lice halkıyla dayanışma, katliamaöfke eylemlerine sahne oldu.

İHD Lice’deki katliamı kınadı

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Lice’degerçekleştirilen katliamı kınamak için 8 Haziran’daylem yaptı.

Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirileneylemde, “Savaş politikalarından vazgeçin, Kürtsorununda, çözüm için adım atın!” yazılı pankart açıldı.

Basın açıklamasını okuyan İHD İstanbul ŞubeBaşkanı Abdülbaki Boğa şunları söyledi: “Kalekolyapımını durdurun! HES inşaatlarını durdurun!Güvenlik yolu inşaatlarını durdurun! Sivil halkıniradesine saygı gösterin! Ona kulak verin!” Boğa, Türksermaye devletini, ölüm ve katliam planları olduğuaçığa çıkan ‘B’ ve ‘C’ planlarından, bunun yanı sıra“çocukların kaçırıldığı” iddiası gibi psikolojik harptaktiklerinden vazgeçmeye çağırdı. Basın açıklamasınınardından 10 dakikalık oturma eylemi yapıldı.

Gever’de basın açıklaması sonrasıkitleye saldırı!

Colemêrg’in (Hakkari), Gever (Yüksekova) İlçesi’ndeBDP İlçe Örgütü’nün çağrısıyla Lice’deki katliamıkınamak için 8 Haziran’da eylem düzenlendi.

Kitlesel olarak Cengiz Topel Caddesi üzerindeki EskiCezaevi Kavşağı’na kadar yürüyüş yapılmasınınardından Oslo Oteli önünde basın açıklamasıgerçekleştirildi. Açıklama sonrası sloganlar atarakdağılan kitleye polis gaz bombası ve TOMA ile saldırdı.Şemdinli yolu ve Abdullah Canan Köprüsü başta olmaküzere birçok mahallede gençlerle polisler arasında

uzun süre çatışmalar devam etti, ilçede esnaf kepenkkapattı.

9 Haziran’da da eylem sürdü. Türkiyemetropollerinde kitlesel protestolar gerçekleştirilirkenColemêrg’in (Hakkari), Gever (Yüksekova) ilçesi’ndesabah erken saatlerden itibaren fırın ve eczanelerdışında kepenkler açılmadı.

İlçenin birçok mahallesinde Licê katliamını protestoetmek isteyen gençlere gaz bombaları ile saldıranpolislerle çatışmalar yaşandı. İlçe halkı, polislertarafından atılan gaz kapsüllerinden etkilenirken birçokevin camından içeri isabet eden gaz kapsülleri ile bazıevlerin perdeleri yandı ve camları kırıldı. TOMA’lardangençlere yönelik küfürlü anonsların yapıldı.

Ankara’da Lice katliamına öfke!

Ankara Dayanışması, 8 Haziran’da Güvenpark’tatoplanarak yaptığı basın açıklaması ve oturma eylemiile katliamı kınadı. Basın açıklamasında ilk olarakLice’de katledilenler ve tüm devrim şehitleri için saygıduruşunda bulunuldu. Ankara Dayanışması adınayapılan basın açıklamasında, devletin savaşçığırtkanlığı yapmaya devam ettiği, içeride ve dışarıdasavaş hazırlıkları yaptığı vurgulandı. AKP’ninkalekollarla savaş hazırlıklarını sürdürdüğü belirtildi.Lice’de gerçekleşen katliamın hesabını Haziran ruhu ilesorma çağrısı yapılarak basın açıklaması sonlandırıldı.

Lice’nin öfkesi Mamak’ta

Mamak’ta ilerici ve devrimci kurumların katliamakarşı verdiği tepki direnişle devam ediyor. Saat19.00’de BDSP’li sınıf devrimcileri flamalar ve ajitasyonkonuşmaları ile ara sokaklarda dolaşarak Lice’dekikatliama karşı sokağa, eyleme, hesap sormaya çağırdı.Öfkeli yürüyüşün ardından Tuzluçayır Meydanı’ndabulunan BDP, ESP ve Partizan kitlesi ile buluşuldu.Burada yapılan kısa bir yürüyüşün ardından cami-cemevi inşaatının olduğu ve polislerin konuşlandığıbölgeye yüründü.

Polisin burada TOMA ile saldırısına barikatlarkurarak ve havai fişeklerle karşılık verildi. Saat 20.30’akadar burada devam eden eylemin ardından YDG-H

tarafından bir halk otobüsü taşlarla ve molotoflarlakullanılmaz hale getirildi. Arkasından polis azgıncasaldırıya geçti, bu sırada da molotoflarla karşılıkverildi. Polisin ilerlemesinin durmasının ardından kitletoplanarak tekrar saldırıya geçti. Çatışmalar buradabüyük oranda son bulmakla birlikte Abidin Aktaşsokakta küçük gruplar halinde devam etti.

Taksim’den katliama öfke Lice’ye destek!

DİSK, KESK, TMMOB ve İTO’nun çağrısıyla,aralarında BDSP’nin de bulunduğu çok sayıda ilerici vedevrimci kurum saat 18.00’de Galatasaray Lisesiönünde buluşarak dün Lice’de gerçekleşen katliamatepki gösterdi.

“Lice’de katliam var, karakol değil barış istiyoruz!”ozalitinin açıldığı eylemde ilk olarak İstanbul TabipOdası (İTO) Genel Sekreteri Samet Mengüç birkonuşma yaptı. Lice’de yaşanan katliama tepkigösteren Mengüç, “barış sürecinde” devletin kandırmave aldatma politikasının merkezi olarak Lice’yi seçtiğiniifade etti. Devletin yıllardır Lice’de uyguladığıkatliamlara değinerek Lice’yi yalnız bırakmama çağrısıyaptı.

Mengüç’ün konuşmasının ardından oturmaeylemine geçildi ve KESK İstanbul Şubeler PlatformuDönem Sözcüsü Fadime Kavakbasın açıklamasınıokudu. AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı ve Lice’deyaşanan katliamlar şu ifadelerle kınandı:“Diyarbakır’ınLice ilçesinde binlerce insan günlerdir, bu galip gelmearzusunun karşısında artık hiç kimse ölmesin diyerekbarış nöbeti tutuyor. Savaşın ölüm dışında hiçbir şeygetirmeyeceğini ifade edenlere ise AKP özelbirlikleriyle saldırıyor. Etrafına ölüm saçan bir zoraygıtı, yandaş medyanın kör noktalarından güç alarakzulüm saçmaya devam ediyor!”

Haziran Direnişi’nde ve Soma’da katledilenleranılarak Lice’den yükselen sesin sahiplenilmesi çağrısıyapıldı. Basın açıklamasının ardından KESK GenelBaşkanı Lami Özgen, DİSK İstanbul BölgeTemsilcisi Önder Atay da kısa bir konuşma yaparakyaşanan katliama tepki gösterdi.

Avcılar’da Lice katliamı protestosu

Avcılar Gezi Dayanışması’nın çağrısıyla 11Haziran’da biraraya gelen kitle Marmara Caddesiboyunca yürüyüş gerçekleştirdi.

Lice’deki katliamı kınamak ve Lice haklınındirenişini selamlamak için biraraya gelen kitleden sıksık sloganlar yükseldi. Caddenin sonunda dayanışmaadına basın açıklaması okundu. Açıklamada çözümsüreci yalanları eşliğinde yükseltilen baskıcıuygulamalar, faşist çeteler eliyle gerçekleştirilenprovokasyonlar ve Haziran Direnişi’ne değinildi.Açıklama “Faşizme karşı birlikte direneceğiz” denilereksonlandırıldı. Yürüyüşe SDP, EÖC, BDP, ÖDP veBDSP’nin içinde bulunduğu devrimci ve ilerici kurumlarkatılım gösterdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-Gever

Page 7: Kızıl Bayrak 2014-24

5 Haziran’da taşeron yasası ile ilgili olaraksendikalar ve AKP iktidarı arasında bir görüşme yapıldı.Görüşmenin ardından yapılan açıklamada sendikalarınbazı taleplerinin kabul edildiği iddia edildi. Tümyalanlara rağmen taşeronluk sistemi ile ilgili esasailişkin bir değişiklik olmadığı ortaya çıktı.

AKP tarafından “iyileştirme” diye reklamı yapılantaşeron sistemiyle ilgili düzenleme için Tayyip Erdoğanile görüşen üç konfederasyon torba yasa tasarısındakitaşeronlaştırma ile ilgili 5 maddeye dair itirazlarını dilegetirdi. Bu görüşmenin ardından DİSK, Türk-İş ve Hak-İş, hükümet ve bakanlıkların yönetici ve temsilcilerininkatılımı ile mecliste söz konusu 5 madde ile ilgili yenibir toplantı gerçekleştirdi.

AKP iktidarı kuralsız çalışma hedefinde kararlı

Toplantı sonunda yapılan açıklamalar taşeronlukköleliğinin son bulması konusunda herhangi birilerleme sağlanamadığının göstergesidir. Taşeronlukköleliğinin devamı açısından herhangi bir engel sözkonusu değildir. Sermaye sınıfını temsilen AKPtaşeronluk köleliğinin kökleşmesine engel olmayacakkimi noktalarda esnemiştir. Ancak taşeron işçiliğinindaha da yaygınlaşmasının önü açılmıştır.

Taşeron köleliğine karşı kıyasıya bir mücadeleyeihtiyaç vardır. Fakat sendika bürokratları sadece kapalıkapılar ardından medet uman görüşmelerle sürecigeçiştiriyor. DİSK tarafından Kani Beko imzasıylagörüşmeye ilişkin yapılan açıklamada, üçkonfederasyonun ortak görüş hazırlayarak itiraz ettiği5 maddenin 4’ünün taşeronlaştırmanın daha dayaygınlaştırılması ve kuralsızlaştırılmasına yolaçabilecek maddeler olduğu, diğer maddenin isetaşeron işçilerin sendikalaşma ve toplu pazarlıkhakkına ilişkin olduğu söylendi.

Taşeron işçilerin sendikalaşma ve toplu pazarlıkhakkını düzenleyen tasarının 13’üncü maddesi ile ilgiliolarak, üç konfederasyon, toplu iş sözleşmesinindoğrudan asıl işveren ile yapılması ve toplusözleşmeden doğan maliyet farkının idare tarafındanödenmesinin zorunlu hale getirilmesi talebi AKPiktidarı tarafından reddedilmiştir. Sonuç olarak,taşeronlaştırmanın daha da yaygınlaşması vekuralsızlaştırılma, taşeron işçilerinin kamunun işçisiolmasının tek olanağının da ortadan kaldırılmasına yolaçabilecek düzenlemelerin kısmen geri çekilmesisağlanmıştır.

Taşeron yasası işçi alacak davalarını daha da zorluhale getirmiştir. Tasarı ile işçi alacaklarındankaynaklanan davaların belirsiz alacak davası olarak

açılmasının önü kapatılıyor. Tasarı ile işçi alacaklarınınbelirli alacak davaları haline getirilmesi hedefleniyor.İşçinin dava açması zorlaştırılıyor. Böylece işçi veişverenin eşit konumda olduğu ve işçilerin tümalacaklarını bilebilecek durumda olduğu ve davaaçarken alacaklarını tam olarak belirterek dava açmasıisteniyor. İşçilerin dava açarken “yasaya aykırı biçimdeişten çıkarıldım, yasalardan ve (toplu) işsözleşmelerinden kaynaklanan haklarım, kıdemtazminatım, ücret alacaklarım, ihbar tazminatım, fazlaçalışmalarım, yıllık ücretli izinlerim ödenmedi”diyemeyecek, bunun yerine her bir alacağı için miktarbelirtmek zorunda kalacaktır. Oysa işçinin davaaçarken tüm alacaklarını kesin olarak bilmesi,hesaplaması mümkün değildir. Bu nedenle belirsizalacak davası işçinin lehinedir. Taslak ile belirsiz alacakdavalarının önü kapatılmak isteniyor.

Bu konuda bir diğer olumsuz düzenleme ise işçialacaklarında hak düşürücü süre getirilmesidir. Taslakile, “iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin ücretalacaklarına ilişkin uyuşmazlıklarda dava açma süresi işsözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir yıldır”hükmü getirilmektedir.

Taşeronluk yasa taslağı kamuda taşeron işçiçalıştırmayı devamlı hale getirecek düzenlemeleriçeriyor. Taslağın 2. maddesi ile kamu idaresine ait birişyerinde “yeterli nitelikte veya sayıda personelolmaması durumunda” hizmet alımı ihalesine çıkmahakkı tanınıyor. İş Yasası’nın 2. maddesine göre asıl işişletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerleuzmanlık gerektiren işler dışında bölünerek altişverene verilemez. Bu ifadede yer alan üç koşul aynıanda ve birlikte gerçekleşmek zorundadır. Taslak ilegetirilen yeni hükümle yeterli sayıda veya niteliktepersonel olmaması durumunda yasanın bu hükümleriişlemez hale getirilecektir. Öte yandan yapım işi olan

asıl işlerin de hizmet alım sözleşmesiyle ihaleyeçıkarılmasının yolu açılmaktadır. Bu durum Kamu İhaleKanunu’nda yer alan yapım işi hizmet işi ayrımının daortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

Öte yandan taslağın 4. maddesi ile özelleştirmekapsamındaki işyerlerinde mal veya hizmet üretimineait işler iş yasasındaki sınırlamalara tabi olmaksızıntümüyle alt işverene devredilecektir. Böyleceözelleştirme kapsamına alınan kuruluşlar tam birtaşeron cennetine dönüşecektir. Diğer bir ifadeyleözelleştirme kapsamına alınan işyerleri özelleştirilmesüreci tamamlanmadan fiilen özelleştirilmiş olacaktır.

Aslında taslak taşeronu sınırlamıyor, ilelebettaşeron uygulamasının önünü açıyor. Taslağın 5.maddesi ile muvazaalı (hileli) veya yasaya aykırı altişveren çalıştırmanın yaptırımı köklü biçimdedeğiştirilmektedir. İş yasasındaki mevcut düzenlemeyegöre asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işealınarak çalıştırmaya devam edilmesi suretiyle haklarıkısıtlanamaz. Bu durumda asıl işveren-alt işverenilişkisi muvazaalı (hileli) kabul edilir ve alt işvereninişçileri başından itibaren asıl işverenin işçisi sayılarakişlem görürler. Bu düzenleme hileli taşeronçalıştırmanın en ciddi yaptırımıdır.

Taslakta taşeron işçisine kıdem tazminatı ve yıllıkücretli izin hakkı tanınmıyor. Taslakta var olan haklaryeniymiş gibi sunulmaktadır. Taşeron işçiler de diğerişçiler gibi iş hukuku hükümlerine tabidir ve diğerişçiler gibi kıdem tazminatı ve yıllık izin hakları vardır.Sanki taşeron işçilerin yasal olarak izin hakkı yokmuşama şimdi verilecekmiş gibi bir yanılsama yaratılmakistenmektedir. Oysa taşeron işçilerin, taşeron şirketdeğişse de aynı işyerinde çalışmaya devam etmeleridurumunda izin ve kıdem tazminatı mevcut yasaldüzenlemelerle de korunmaktadır. Mevcut yasaldüzenlemede de asıl işveren alt işverenle birlikte(müteselsil) sorumludur.

Taşeron yasa taslağında kamu kesiminde taşeronçalıştırmayı daha da genişleten uygulamalargetirmektedir. Taslak ile özel sektörde çalışan taşeronişçilere yönelik, onların koşullarını iyileştirecek birdüzenleme yoktur. Örneğin Kamu İhale Kanunu’na tabihizmet alımlarında ihale süresi üç yıla çıkartılırken özelkapitalist işletmelerde bu yönde bir düzenleme yoktur.Taslağın amacı kamuyu hileli taşeronluktan kaynaklıyüklerden kurtarmak ve hileli işlemlerle taşeronuygulamasını yaygınlaştırmaya dönük hukuki kılıflarbulmaktır.

Taşeron yasa taslağı ile taşeron çalıştırmakısıtlanmıyor. Muvazaalı taşeron çalıştırmanınyaptırımı arttırılmıyor. Tersine kamuda taşeronçalıştırma daha da kolaylaştırılıyor ve hileli olan yasayaaykırı taşeron uygulamaları adeta ödüllendiriliyor.Hukuksuz işlemlerin ilelebet sürdürülmesine olanaktanınıyor.

Gebze’de sınıf bilinçli işçilerin çıkardığı yerel işçigazetesi Grev işçilerle buluşmaya devam ediyor.Autoliv fabrikasına 9 Haziran’da dağıtımgerçekleştiren sınıf devrimcileri kendini sözdesendika olarak nitelendiren Türk Metal çetesitarafından engellenmek istendi.

Gebze organizede bulunan Autoliv fabrikasında16.00-00.00 vardiyası girişinde sendika temsilcisi“ben burada sorumluyum, burası özel mülkiyet

dağıtıma devam ederseniz polis çağıracağım, sizkimsiniz” diye pervazsızca faaliyeti engellemek istedi.

Güvenliğin ve temsilcinin engellemesine rağmengiriş vardiyası dağıtımı yapıldı. Soma’daki patronlaortak hareket eden sendikacı sıfatlı işçi düşmanlarıburada da gerçek yüzünü gösterdi. Yaşananengellemelere rağmen dağıtım sırasında Grevgazetesine işçilerin yoğun ilgisi vardı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Sendika bürokratlarından devrimci faaliyete tahammülsüzlük

Taşeron köleliğine karşımücadeleye!

Page 8: Kızıl Bayrak 2014-24

Sendika ağalarıdestek veriyor!

Sendika ağaları AKP iktidarının taşeron işçilerinkadro sorununa ilişkin adımlarının ne anlama geldiğikonusunda tam bir bilinç açıklığı ile hareket ediyorlar.İşçilerin eylem ve mücadele isteğini zayıflatmak, işçilerarasında çaresizlik duygusunu yaymak için tümhünerlerini sergiliyorlar. Nitekim taşeron işçi olarakçalışan ve üyeleri olarak kayıtlarına geçirdikleri taşeronişçileri için sendika bürokratları, merkezi Ankara vebirçok yerelde AKP il binaları önünde basın açıklamasıeylemleri dışında herhangi bir eylem yapmayıakıllarından bile geçirmediler.

AKP iktidarı ile sendika ağalarının yaptığı songörüşmede de görüldüğü gibi, sendika ağaları taşeronişçilik karşıtı mücadeleyi zayıflatmak için işbirlikçi birtutum içinde olmayı sürdürüyorlar. En ileri tutumiçinde olan DİSK yöneticileri bile bir yandan AKPiktidarının taşeronluk köleliğini kaldırmaya niyetiolmadığını dile getiriyor. Öte yandan taşeronlukköleliğine karşı somut bir eylem planı ortayakoymuyor.

Taşeronluk köleliğine son vermek için...

Kuşkusuz sendika ağaları taşeron işçilik karşıtımücadeleyi zayıflatmak için işbirlikçi bir tutum içindeolmayı sürdüreceklerdir. Zira taşeronluk köleliğine sonverme mücadelesini, her gün AKP’nin kapısı önündebekleyen ve taşeron işçilerinin sorunlarının çözümünümahkeme kararlarında, protestoyu aşmayaneylemlerde arayan sendika ağaları öremezler.

AKP iktidarı, taşeron işçilerinin mücadeleisteklerinin arttığı bilinciyle hareket ediyor. ZiraGreif‘te olduğu gibi, taşeronluk köleliğine karşı işçilerinmücadelesi büyüyor. Taşeron köleliği karşıtı eylemlertaşeron işçilerinin, taşeronluk saldırısına karşı büyüyen

öfkesinin göstergesidir. Bu nedenle AKP iktidarıtaşeron işçilerinin beklentisini arttırmak içintaşeronluk yasasını ortaya koyuyor.

Eksik olan taşeron işçilerinin mücadele isteği değil,taşeron işçilerinin yeterli bilinç ve örgütlülüktenyoksun olmalarıdır. Yapılması gereken taşeronişçilerinin ülkenin dört bir yanında örgütlenmeye hızvermesidir. Gerekli olan, yakalanan olanakları en iyişekilde değerlendirmek, taşeron işçileri arasındataşeron köleliği karşıtı tam bir bilinç, örgütlenme veeylem seferberliği başlatmaktır.

Taşeron işçilerinin öncü rolü oynayacak dinamiklerikendi etrafında toplayacak ve daha geniş ölçekteharekete geçirecek bir birlik ve örgütlülüğüzorlamaları, özelde dinci-gerici AKP iktidarına vegenelde taşeron işçilik yandaşı sermaye cephesineverilecek en önemli ve etkili yanıttır.

Her yere yayılan bir genel direniş için gerekli olantopyekûn mücadele ateşini tabana yaymaktır. Taşeronişçileri sendika ağalarının etkinliğini kırmak için degerekli olan taban örgütlülükleri mekanizmalarınıoluşturarak bir an önce harekete geçirmelidirler. Tabanörgütleri taşeron işçilik saldırısının kapsam ve niteliğikonusunda işçileri aydınlatmanın etkin araçlarındanbiridir. Ayrıca kendi arasında güçlü bağları olan tabanörgütlülükleri taşeron işçilik karşıtı mücadele ateşiniülke geneline yaymanın işçi ve emekçileri bu yoldataraflaştırmanın da imkanlarını içinde taşımaktadır.

Taşeron işçilerinin taşeron köleliği karşıtımücadelede gösterecekleri fedakarlık ve kararlılıkülkeyi taşeron cumhuriyetine çevirmek isteyensermaye cephesinin korkulu rüyasıdır. Taşeron işçileri,birinci, ikinci, üçüncü skaladan ücret alma ayrımınıreddetmeli eşit işe eşit ücret, taşeron işçiliğinyasaklanması talepleri ile topyekûn mücadeleye omuzvermelidirler.

Sütaş’ın Aksaray ve Karacabey’deki fabrikalarındaçalışan 26 işçi, 13 Nisan’dan itibaren belli aralıklarlaTek Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için iştençıkarılmıştı. İşçiler de sendikalı olarak işe dönmek içinSütaş önünde eyleme başlamışlardı. Direnişlerinisürdüren işçilerin eylemlerini kırmak için direnişalanına Sütaş yönetimi tarafından hayvan gübresidöküldü. Bu olayın yayılması ve gelen tepkiler üzerineSütaş’ın sahibi Muharrem Yılmaz, TÜSİADbaşkanlığından istifa etmek zorunda kaldı.

Muharrem Yılmaz CNN Türk’te katıldığı “EkonomiÖzel” programında kendini aklamak için işçileri vesendikayı suçlamaya çalıştı. Muharrem Yılmaz şunlarısöyledi:

“Sizi temin ediyorum, Sütaş’ta hiç kimse sendikalıolduğu için işten çıkartılmamıştır. Bundan haberimizbile olamaz. Sadece bu olaylara sebep olanlar, tek tekolay bazında işten çıkarılmaları sağlanmıştır. Bundanbizim, yönetimin haberinin olması gelenşikayetlerledir. Duraklarda kavga, ailelerinçocuklarımıza baskı var talepleri... Nasıl sendikalörgütlenme talep etmek haksa işyerinde huzur talepetmek de haktır.

İşçiler ‘fıskiyemi kırdı!’

Ne akıllara, ne vicdanlara sığar mı gübre atılmasıiddiası? Böyle bir şey olabilir mi? Hangi yönetici böylebir şey yapabilir mi? Sütaş’ta fabrikamızın dışında birkavşakta bir tabela, tabelanın altında küçük bir çimalan, Pazar günü hiç kimse yok, gösteri yapan yok,çevre düzenlemesi kapsamında oranın bakımıyapılıyor. Adam da orayı gidip gübreliyor. Kırık, sukaçırmakta olan bir fıskiyeyi kırıyorlar. Su basıncıyla ogübre sıvı gübre haline geliyor. O su birikiyor. İki tanebordür taşını kırıyorlar, oradan bunu asfalta doğruyaymaya çalıştıklarını görüyoruz. Burada kasıt var. Suborusunu patlatacaksın, bordür taşını kıracaksın,asfalta yayacaksın, sonra fotoğrafını çekipkullandıracaksın. Ertesi gün bunun nasıl kullanıldığınıgördük.”

Sütaş Yönetim Kurulu da yaptığı yazılı açıklama ilesendikanın işçilere baskı yaptığını, eylemcilerin üzerinegübre döküldüğünün de yalan olduğunu söyledi.

Muharrem Yılmaz ve Sütaş Yönetim Kurulu’nunyaptığı açıklamalar bir kez daha sermaye sınıfınınarsızlığını göstermektedir. Soma’da yüzlerce madenişçisini katledenler, hayatını kaybeden işçilerinarkasından “Asıl bizim kaybımız var, sermayemiziyatırmıştık” demişti. Şimdi de Sütaş kapitalistleri,sendikalı oldukları için işten attıkları işçilerisuçluyorlar.

İşçilerinin örgütlenmesinin huzurlarını kaçıracağınıgayet iyi biliyorlar. Onlara göre işçilerin insanca yaşamve çalışma koşullarına sahip olabilmek için sendikalıolmak istemeleri fabrikanın huzurunu bozuyor. Sütaşsermayedarları da ‘bozulan huzur ortamını yenidentesis etmek için’ sendikalı işçileri işten çıkarıyor.

Sermaye sınıfının huzurdan anladığı uysalcaköleliğe razı olan işçi, haksız kazancın sayesindezenginlik içinde bir yaşam demek. Ancak artansömürüye ve kölelik koşullarına karşı mücadele yolunuseçen işçilerin artması, kapitalistlerin huzurunun dahaçok kaçmasına neden olacak.

Suçlu sendikalı olan vefıskiyeyi kıran işçilermiş!

Page 9: Kızıl Bayrak 2014-24

Yatağan işçileri, özelleştirmeye karşı sessiz kalankonfederasyonun genel merkezini işgal ederekharekete geçmesini istediler.

Özelleştirme karşısındaki direnişlerini aylardırsürdüren ve Yatağan’dan sonra da Ankara’da eylemleryapan Yatağan işçileri 10 Haziran’da Türk-İş GenelMerkezi’ni işgal etti.

Yatağan işçilerinin Türk-İş Genel Merkezi’ni işgaletmesinin ardından basına açıklamada bulunanTürkiye Maden-İş Sendikası Yatağan Şube BaşkanSüleyman Girgin, çalmadık kapı bırakmadıklarını ancaksiyasi iktidardan net bir cevap alamadıklarını belirtti.Girgin, işçilerin bu noktadan sonra topyekûn masayayumruğunu vurup sonuç almak istediklerini vurguladı.

TES-İş Şube Başkanı Fatih Erçelik de “Biz buözelleştirme iptal edilene kadar Türk-İş’tenayrılmayacağız, burada yatıp burada kalkacağız” dedi.Erçelik Soma’da 301 arkadaşlarını kaybettiklerinihatırlatarak şunları söyledi: “Ne yazık ki bu faciaözelleştirmelere karşı çıkma konusundaki haklıdavamızı bir kez daha ortaya koydu. Soma olmakistemiyoruz, bu özelleştirme durdurulmalı. Ha şimdiölmüşüz ha 3 gün sonra, ne farkeder? Başbakan’ıgöreve çağırıyoruz, bu ihaleleri iptal edin, biz ölmek

istemiyoruz.” Yatağan Termik Santrali’nin ertelenenihalesinin 13 Haziran Cuma günü yapılacağı bilgisinialdıklarını belirten Erçelik, hem bunun hem de Yeniköyve Kemerköy santralleri satışının iptalini istedi.

İşçiler Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ınodasında bekleyişini sürdürürken Atalay’ın Cenevre’deolduğu belirtildi.

“Ayağa kalk!”

Türk-İş’teki işgalin başlamasıyla birlikte eylemedestek vermek, bürokratların görevlerini yerinegetirmesini istemek için farklı kentlerden işçiler deişgalin ikinci gününde (11 Haziran) Ankara’ya geldi.Kütahya, Elbistan, Amasya, Konya’dan gelen onlarcaişçi Türk-İş Genel Merkezi’nde işgale katıldı. İşçilerbürokratların eylem kaçkınlığına dikkat çekerek genelmerkez duvarına “Ayağa kalk!” şiarını yazdılar.

Yüzlerce maden işçisine mezar olan Soma’dan daişçiler eylem için Türk-İş önüne geldiler. Soma işçilerişunları söyledi: “Yatağan’ın da Soma olmaması içinburadayız. Konfederasyonumuzu dürterekuyandırmaya geldik.”

“Türk-İş’in gereğiniyapmasını istiyoruz!”

Türk-İş’i işgal eden Yatağan işçilerinden MustafaÖztürk’le işgalin başladığı gün (10 Haziran) konuştuk.

Öztürk süreçleri ve talepleri konusunda şunlarıanlattı:

“Bugün sabahtan Türk-İş’e geldik. Muğla’dakiYatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerininözelleştirilmesinin iptal edilmesini istiyoruz. Yeniköy veKemerköy’deki işletmelerin ihalesi yapıldı, Yatağan isehenüz bekliyor. Soma’daki katliamdan sonrabeklettiler. Bu özelleştirme sürecinde ihalelerinonaylanmasının ardından özelleştirmeler kesinleşmişoluyor. Bu hafta Cuma günü Özelleştirme İdaresi’ndeYatağan termik santralinin ihalesinin yapılacağıbilgisini aldık. Bu ihalelerin de, bunlarınonaylanmasının da önüne geçmeye çalışıyoruz. Bugünburadayız çünkü Türk-İş’in gerekeni yapmasınıistiyoruz. Hükümetin özelleştirmeleri iptal etmesi içinTürk-İş’in diğer sendikalarıyla da topluca hareketetmesini istiyoruz. Diğer sendika başkanlarıyla dagörüşülecek birlikte hareket edilmesi için.

Biz özelleştirmenin iptalini istiyoruz. Sürecinertelenmesi, yavaşlatılması, bekletilmesi gibi birtalebimiz yok. Ya iptal edilecek ya iptal edilecek. Çünküözelleştirme ölüm demek oluyor. Soma’da gördükbunu. Özelleştirme olunca ücretlerin artacağınıdüşünüyor işçiler fakat öyle olmuyor, işten çıkarmalaroluyor, istihdam azalıyor ve taşeronlaştırmayla,güvencesizleştirmeyle sendikalardan ve birçokhakkından mahrum bırakılıyor işçiler. Sonuç olarakişçiler örgütsüzleştirilmeye çalışılıyor.

Bugün özelleştirme yapılırsa Soma’dayaşadıklarımızın tekrar yaşanmasının önü açılmışolacak. Bunun olmaması için de biz ne gerekiyorsayapmaya hazırız ve Türk-İş’in de gerekeni yapmasınıistiyoruz.”

Kızıl Bayrak / Ankara

Yatağan’da direnişçikorkusu Gül’ü kaçırdı!

Yatağan işçileri 5 Haziran’da Bodrum’a gelenAbdullah Gül’ü de hoş karşılamadı. Tayyip Erdoğan’ınardından Muğla’ya gelen Abdullah Gül Yatağan TermikSantrali önünden geçemedi. Bodrum’dan Muğla’yakarayoluyla geçen Abdullah Gül protesto edilmemekiçin köy yollarına girerek kaçmak zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konvoyu, BodrumMuğla yolu üzerinde Yatağan Termik Santrali’neyaklaştığı sırada Bozüyük Köyü yoluna girdi. Bunu farkeden Yatağan enerji ve maden işçileri karşılarınaçıkmaktan kaçan Abdullah Gül’ü protesto etmek içinyolu trafiğe kapattı. Cumhurbaşkanı Gül’ünkonvoyunun arkasında bulunan bazı araçlar köyyoluna dönemeyince işçilerin arasında kaldı.

Jandarmanın gücü işçileri engellemeye yetmeyinceuzun süre trafik kapalı kaldı.

Jandarmanın saldırısını boşa düşüren işçiler“Yatağan Soma olmayacak!”, “Soma’nın hesabıgörülecek!” sloganlarını haykırdı. Yolda “Direnedirene kazanacağız!”, “Özelleştirmelere hayır!”,“Madencilerin katili özelleştirmedir!” pankartlarıaçıldı.

İşçiler adına TES- İş Sendikası Yatağan ŞubesiYönetim Kurulu Üyesi Kemal Özcan açıklama yaptı.Özcan, eylemde şunları ifade etti: “İşçilerdenkorkuyorlar. İşçilerin kurduğu mahkemelerde hesapverip, halkın önünde yargılanacaklar. Son derece iyiniyetle yapmış olduğumuz sesimizi duyurmagirişiminden bile bu kadar korkan ve çekinen, işçiyigörmezden gelerek yolunu değiştirenlerden hesapsoracağız.”

İşçilerin kapattığı yol yaklaşık yarım saat sonraaçıldı.

Yatağan işçileri Türk-İşGenel Merkezi’ni işgal etti!

Page 10: Kızıl Bayrak 2014-24

Seyitömer işçisiyine direnişte!

Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim A.Ş.’de gecevardiyasında çalışan işçiler, 10 Haziran sabahı işçıkışında tesislerin önünde oturma eylemi başlattı.İşçiler, çıkarılan işçi arkadaşlarının işe geri alınmasınıisteyerek şunları söylediler: “Özelleştirmeden sonradaha önce de arkadaşlarımız işten çıkarıldı. Bugün de18 arkadaşımızın işten çıkarıldığını öğrendik. Buarkadaşlarımızın tekrar işe alınmasını istiyoruz.”

İşçilerden Adnan Yıldız da şunları söyledi: “İşveren,2 ay önceki işten çıkarmalara karşı başlatılaneylemlere karıştığı gerekçesiyle 18 arkadaşımızı iştençıkardı. Bu haksız bir uygulama. Hakkımızı alıncayakadar oturma eylemine devam edeceğiz.”

İşçiler oturma eylemi yaparken Kütahya İlJandarma Komutanlığı’na bağlı jandarmaların da“önlem” alması dikkat çekti. Yaklaşık 200 işçininoturma eylemi yaptığı santral önünde, işletme müdürüYunus Akman işçilerle görüştü. İşçilerin, işten atılanarkadaşlarının geri alınmasını istemesi üzerine Akman,“18 işçinin 17 Nisan’da meydana gelen olaylardandolayı savcılık soruşturması açılması üzerine iştençıkarıldığını” söyledi. Akman, işçilerin mahkemedenberaat etmesi halinde tekrar işlerine geri döneceğiniifade etti.

İşçiler adına açıklama yapan Ahmet Ergen isesantralin özelleştirilmesinin ardından kendilerine işçiçıkarılmayacağı sözü verildiğini belirtti. Özelleşmeninardından 80 işçinin çeşitli iftiralar atılarak iştençıkarıldığını söyleyen Ergen şunları ifade etti: “Buolaydan sonra 130 kişi de sebep gösterilmeden iştençıkarıldı. Çıkarılan işçilerin yerine il dışından personelgetirdiler. Tepki olarak yapılan eylemlerde 3arkadaşımız provokasyon yapılarak cezaevine atıldı. 20kişi işten çıkartıldı. Tarafımıza işçi çıkarılmayacağınadair söz verilmesine rağmen bugün 18 arkadaşımızdaha işten çıkarıldı. Bizim talebimiz işten çıkarılanarkadaşlarımızın koşulsuz tekrar işe dönmeleridir.”

Direniş çadırı kuruldu

Eylemlerine devam eden işçiler, 11 Haziran’da çadırkurarak direnişlerini sürdürüyorlar. İşçiler atılanarkadaşları alınana kadar eylemlerinin süreceğini ifadeettiler.

17 Nisan günü 109 işçinin çıkarılmasının ardındaneylem esnasında işletmenin güvenlik amiri tarafındanateş edilmesi sonucu olaylar çıktığını söyleyen GürcanKara ise şunları söyledi: “Bu olayların başlangıcı 17Nisan. 17 Nisan’da 109 arkadaşımızı işten çıkardı. Ozaman biz gelin insanlarla konuşun dedik. Kimsekonuşmadı. O zaman güvenlik amirinin silahınıateşlemesi ile olaylar çığırından çıktı. Bize silah çekenarkadaşın arkası aranmıyor ekmeğini savunanarkadaşlar yargı yolunda.”

İşçiler, 18 işçinin işlerine dönünceye kadar eylemedevam edeceklerini söylüyorlar.

Seyitömer işçileri de“İşgal, grev, direniş” demişti

Seyitömer işçileri daha önce yaptıkları direnişlegündeme gelmişlerdi. 17 Nisan 2014’te SeyitömerElektrik Santrali’nin özelleştirilmesinin ardından 109işçi işten çıkarılmıştı. İşten çıkarmalara karşı direnişegeçen işçiler jandarma ve çevik kuvvet polisleriyle dişediş çatışmıştı. İşçiler arabaları ters çevirerek tesis alanıiçerisinde olan yerleri ateşe vermişlerdi. Firmaya ait 3ayrı bina ateşe verilirken, araçlarda tahrip edilmişti.

İşçilerin bu eyleminin ardından Kütahya’da 20Seyitömer işçisi gözaltına alınmıştı. Bu işçilerden 3’ütutuklanarak Kütahya E Tipi Kapalı Hapishanesi’neatıldı. 17 işçinin de tutuksuz yargılanmasına kararverilmişti.

Feniş işçileri gasp edilenmaaşlarını aldı!

Geçtiğimiz yıl 9 Eylül’de işten atılan FenişAlüminyum işçileri Ücret Garanti Fonu’ndan kalanücretlerini aldılar. 418 işçinin 2 ay 10 günlük kalanmaaşları geçtiğimiz hafta ödendi. 100’den fazla idaribölüm çalışanının ise ödenmeyen 8 aylık maaşlarıvardı. İdari bölüm çalışanlarının 3 aylık maaşlarıödendi ve 5 aylık maaşları içeride kaldı. Direnişinbaşında Çelik-İş Sendikası, işçilerden avukatlık ücretialmayacağını duyurmuştu. Ancak Çelik-İş avukatı JanAras Arslan işçilerle yaptığı toplantılarda çokuğraştığını, SSK’da adam bulduğunu, bu işlerinyapılmasının çok zor olduğunu, ilk defa acz belgesiçıkartılıp ücret garanti fonundan ücret alındığınıdemagojik konuşmalarla dile getirip, işçilerden ÜcretGaranti Fonu’ndan alınan paradan % 10 hak ettiğinisöyledi. Direnişte olan işçiler Mart ayı içerisindeAnkara‘da bulunan Çelik-İş Genel Merkezi’ne toplugidişlerinde bu konuyu gündeme getirmiş ve işçilerinavukat gideri ödemeyeceğine dair sendika tarafındanteminat verilmişti. Direnişte olmayan işçilerin bir kısmı% 10’u kabul ettiler. Ancak direnişte olan işçiler buödemeyi gerçekleştirmedi.

Bu ay itibariyle Çelik-İş Genel Merkezi’ndendirenişin ihtiyaçları (yemek vb.) için gönderilen 10 binTL civarında paranın artık gönderilmeyeceğiduyuruldu. Hem bu konu, hem de tazminatlarınödenmesi ile ilgili gelişmelerin öğrenilmesi için Çelik-İşGenel Merkezi ve Hak-İş Genel Merkezi ile görüşmeyegidildi. İşçilere tekrardan yuvarlak cevaplar verensendikacılar, süreçle ilgisiz olduklarını bir kez dahagösterdiler.

Kızıl Bayrak / Gebze

Mecaplast’ta sözleşmeimzalandı

Mecaplast işçileri 9 Haziran akşam saatlerindetoplu sözleşmeyi imzaladı.

Sözleşme sürecinde patron işçilerin taleplerinikarşılamaya yanaşmadığı gibi eskiden kazanılmışsosyal hakları da geri alma amacıyla hareket etti.İşçiler aylardır ısrarlı bir şekilde mücadelelerinisürdürdüler.

Taleplerinin kabul edilmemesi durumunda 10Haziran tarihinde greve çıkacaklarını ilan edenMecaplast işçileri, aylardır fabrikada çeşitli eylemlerletepkilerini ortaya koydular. Sakal bırakma, kokarttakma ve mesaiye kalmama eylemleri yaptılar.

Aylar içerisinde yapılan görüşmelerde birçok haknoktasında patronla uzlaşıldı fakat ücret zammınoktasında tartışmalar sürecin devam etmesine nedenoldu. 9 Haziran’da, gün boyunca yapılan görüşmesonucunda patron işçilerin taleplerini kabul etmekzorunda kaldı. İmzalanan sözleşmeye göre seyyanen300 TL (evli olanlara 460 TL) zam verildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 11: Kızıl Bayrak 2014-24

Soma ve Seyitömer’in öfkesini Greif deneyimiyle birleştiren sınıf yenilmez!Soma’da yaşanan madenci katliamı sermaye ile

burjuva devlet arasındaki ilişkiyi aşikar etmesinin yanısıra, sendika bürokrasisinin üç kuruşluk çıkarkarşılığında kapitalist işletmelere nasıl kul köleolduğunu da gösterdi. Sermaye ve onun koruyucusuolan sermaye devletinin aynı safta yer alması anlaşılırbir şeydir. Ancak, işçilerin öz örgütlenmesi olansendika yönetimlerinin bu kutsal ittifaka dahil olmasıkabul edilemez, lanetle kınanacak bir durum olmanınötesinde sınıf mücadelesinin başarısı için ezilmesigereken bir durumdur.

İşçi sınıfının mücadelesinin ve tabanörgütlenmesinin nispeten geri ve zayıf olduğudönemlerde sendikaların yönetimini ele geçirenler,bazen mücadelede öne çıkmış da olsalar, sermayetarafından devşirilerek kapı kulu yapılıyorlar. İşçilerinalttan denetlemesinin zayıf olduğu zaman vedurumlarda bu hainlerin tutumu çok daha fütursuzcave işçi sınıfı hareketi içinde oldukça yıkıcı olmaktadır.Bu devşirmeler, sermayenin çıkarları için, içerisindengeldikleri sınıflarına, işçilere üç kuruşluk çıkarkarşılığında ihanet ediyorlar. Yakın zamanda SeyitömerTermik Santrali ve Greif işçilerinin yaşadıkları ihaneti,Soma madencileri de yaşadılar. Seyitömer ve Greif’teyaşanan sendikal ihaneti işçiler kendi öz direnişleriyleaçığa çıkartırken, Soma’da yaşanan ihanet ise madencikatliamından sonra açığa çıkarak gizlenemez oldu.

Her üç işletmede de sendikal bürokrasinin ihanetive satılmışlığı olmasına karşın, bu ihanetlere karşısendika yönetimlerinin ve sol hareketin değişikvaryantlarının çok farklı tavır aldıklarını gördük.Sendikal bürokrasinin ihanetine uğrayan, uğradığıihanetin faturasını (Soma’da resmi rakamlara göre 301,gerçekte ise daha fazla işçi katledildi) çok pahalıödeyen işçi sınıfının öncüleri, alınan bu farklıtutumların arkasında yatan ideolojik ve politiknedenleri inceleyerek anlamak zorundadırlar. Bunlarıanlamak için gerekli çabayı ortaya koymayan işçiler veonların öncüleri sınıf mücadelesinde önlerineçıkacak/çıkarılacak olan engel ve ihanetleri zamanındagörerek aşmakta başarılı olamazlar. Soma işçilerinin,sendikalarının başını tutan satılmışlar tayfasına karşıortaya koyduğu öfkeyi destekleyen veya destekler gibigözüken birçok çevre, aynı duyarlılığı nedense Greifdirenişçilerinden esirgemişlerdi. Bu tutum tesadüfideğildir.

Greif işçilerinin ortaya koydukları direniş işçilerintaban örgütlülüğüne dayanıyordu. Tek başına budurum bile sermaye sınıfının olduğu kadar, onlarınkapı kulu olan devşirmeleri korkutmaya yetti. Soma’dayaşanan ihanet daha çok kendiliğinden ve yüzlercemadencinin katledilmesinin yol açtığı anlık bir öfkepatlamasıyla açığa çıktı. Greif işçilerinin tabanörgütlenmesinin saldığı korku, sendika bürokrasisini veonların etekleri altına sığınanları Greif işçilerine karşıdevletin kanatları altında birleşmeye sürükledi. Bu aynıtayfa Soma’da, işçi katliamının yol açtığı öfkepatlamasıyla bir saman alevi gibi parlayan tepkiyiyayılmadan denetim altına almak için, aynı gericirollerini ‘işçi dostu’ olarak sahnelediler. Kralın, ortayaçıkan başarısızlığı vezirlerinin üzerine yıkarak ve vezir

kelleleri uçurarak savuşturması gibi, bu hain tayfası da,işçilerin sendikayı basmasına, devşirme yöneticilerinisendikadan kovmasına destek veriyor gibi görünerekkendi ihanetlerini perdeleme yolunu tuttular. Onlar,işçi öfkesinin sınıfın bilinciyle buluşmasını önlemek içindevredeydiler. Soma madencileri yeni bir sendikalihanet yaşamak ve ağır bir fatura ödemekistemiyorlarsa sahte dostlarını gerçek dostlarındanayırmasını öğrenmenin yanı sıra, madenlerinde kenditaban örgütlerini yaratarak sendika yönetimlerini sıkıbir denetime almalılar. Sendika yönetimlerinikendilerine düzenli bilgi vermek ve işyeri ile ilgilikaraları ortak tartışmalarla almakla yükümlükılmalıdırlar. Greif direnişinde ortaya çıkan sendikalihanet dersleri sahte ve gerçek dostları ayırmanındersleriyle doludur. Onların gerçek dostu sınıf bilincinesahip işçiler ve bunu güvenceye alacak olan tabanörgütlenmeleri olacaktır. Bundan başka bir güvenceyoktur sınıflar mücadelesinde.

Greif işçilerinin direnişine karşı devletin kanatlarıaltına sığınan DİSK/Tekstil yönetimini destekleyen 44sendika “uzmanının”, Soma madencilerinin sendikayıbasma ve yöneticilerini yuhalayarak kovalamalarınakarşı sessiz kalma aldatmacasına karşı da dikkatliolmak zorundadır. Bu bayları bünyesinde tutan, işçiaidatlarıyla onların maaşını ödemeye devam edensendikaların yönetimlerine karşı kendi sınıfsal tavrınıortaya koyarak, bunların sendikalardan temizlenmesiniistemelidir. Dün Greif işçilerini kamuoyuna şikayeteden uzmanlar ve onları bünyesinde barından sendikayönetimleri dost olamazlar.

44 uzmana ve onlar gibi olanlara bir çift sözümüzvardır. Sizlerde az da olsa tutarlılık varsa sendikayıbasarak sendika yöneticilerini, seçimler bile olmadansendikadan kovan Soma madencilerinin ‘vandallığına’karşı da bir açıklama yaparak kınamalısınız.Hayatınızda bir kez olsun riyakarlığı bir yana bırakaraktutarlı olmaya çalışın. Ya da kimin elinden maaşlarınızıalırsanız alınız, aldığınız paranın işçi aidatlarındanödendiği gerçeğine bağlı kalarak aracılara kul köleolmaktan kurtulun, işçilerle birleşerek onurluyaşamanın tadına varın.

Son söz, dünyanın sayılı metropollerinden olanİstanbul’da, bütün olanaksızlık ve ihanete karşın başıdik ve onurla, sınıfı için direnen ve bu direnişlerinitarihsel derslerle dolu bir başarıyla tamamlayan Greifişçilerinin. Bu, sınıfın bir parçası olan Greif’in direngen

işçilerine gecikmiş bir selamımız olarak da kabuledilsin.

“Greif’te emeğimizi çalmaya kalkanlarla hesabımızbitmedi. Onurlu mücadelemizde her aşamada ihaneteden Budaklar’ın ihanet çetesiyle hesabımızkapanmadı. Haklarımızın zerresini onlarayedirtmeyeceğimiz gibi onların emeğimiz üzerindenemalanmalarına, izin vermeyeceğiz. İhanetçetesinden ve onlara uşaklık yapanlardan mutlakahesap soracağız.

Artık her bakımdan da daha güçlüyüz. Sınıfımızadına büyük mücadele değerleri yarattık, çetin birmücadele içerisinde büyük deneyimler kazandık, bumücadele içerisinde yetişmiş ve kaynaşmış işçilerolarak çıktık. Bunun için bugüne kadar yaptıklarımızıbaşlangıç sayıyoruz ve mücadelemize devamedeceğimizi ilan ediyoruz.

Artık işçi sınıfı, yasaların içerisinde sermaye ile algülüm ver gülüm sendikacılık oynayan bürokrattakımına boyun eğmeyecek.

Artık işçi sınıfı, DİSK’in bu bürokratlar tarafındaniçinin boşaltılmasına ve değerlerine ihanet edilmesinesessiz kalmayacak.

Artık işçi sınıfı, meydanı bu sendika ağalarına vebürokrat takımına bırakmayacak.

Çünkü artık nasıl yapacağımızı biliyoruz. Her anıbüyük bir ders olan direnişimizden öğrendik,çelikleştik. Çünkü kendimize ve işçi sınıfınagüveniyoruz. Artık sermaye ve uşakları kaybedecek,işçi sınıfı kazanacak, biz kazanacağız.

Büyük emeklerle yarattığımız büyük işgaleylemimizi, işçi sınıfımıza armağan ediyoruz. Amadaha fazlasını hep birlikte yaratmak üzere bunubaşlangıç sayıyoruz. Bütün dostlarımızı ve sınıfkardeşlerimizi yürekten kucaklıyor, omuz omuzayürümeye çağırıyoruz.”

Greif’te olduğu gibi, Soma, Seyitömer, Yatağan,Feniş, Kazova ve daha nicelerinde emeğimizi çalmayakalkanlarla hesabımız bitmemiştir. Kendi tabanörgütlenmesini sağlayan işçiler yarım kalan hesabınsorulmasının arkasını getirecektir.

İşçi sınıfının öfkesini Greif direnişin deneyleriylebirleştiren ve bu deneyleri sınıflar savaşında daha dageliştiren işçi sınıfı yenilmez olacaktır.

Yaşasın işçi sınıfının sınıf dayanışması!Stuttgart BİR-KAR

Page 12: Kızıl Bayrak 2014-24

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nun 10Haziran günü yayınladığı açıklamaya ilişkin Greifişçileri facebook sayfalarından açıklama yaptı.Rıdvan Budak’ın etkisine dikkat çekilen açıklamayıokurlarımıza sunuyoruz...

Greif direnişine sahip çıkmak için kılınıkıpırdatmayan DİSK’in “başkanları”, sınıfa yönelikbunca saldırı karşısında tek bir mücadele kararıalmadı, ama Greif direnişini yaratanları hedef alanbildirge yayınladı.

30 Mayıs’ta toplanan DİSK Genişletilmiş BaşkanlarKurulu’nun bugün (10 Haziran) yayınlanan sonuçbildirgesinin büyük bölümünü sınıf devrimcilerine veonurlu Greif işçilerine ayıran DİSK’in “başkanları”, şuifadelere yer veriyor:

“Sınıf ve kitle sendikacılığının önüne set çekmeyeçalışan siyasi iktidarın yanısıra, sendikal mücadeleniniçini boşaltan, dar siyasi çıkarlarını sınıf mücadelesininönüne koyan kimi sol sekter siyasi çevrelerin “darpratikçilik” ve “çocukluk hastalığı” olarak görülebilecektürden eğilimlerinin sınıf mücadelesini sekteyeuğratması ve işçilere her düzeyde zarar vermesi hiçbirkoşulda kabul edilemez ve bu anlayışların mahkûmedilmesi gerekmektedir.

Elbette ki, DİSK ve DİSK üyesi sendikalar daeleştirilerden muaf değildir, eksiklik ve yanlışlarımız,yöntem ya da anlayışlarımız eleştirilebilir. Ancakunutulmamalıdır ki sınıf mücadelesinin öncelikli hedefiiktidar ve sermayedir. Sermayeye ve iktidara karşımücadeleyi tali plana atıp DİSK’e ve üye sendikalarayönelik eleştiri sınırlarını aşan, yalan, karalama vehakaretler eşliğinde fiili saldırılara dönüşen eylemlereyönelenler, sendikalarımızı yıpratarak bilinçli veyabilinçsiz olarak sermaye ve iktidara hizmet etmektedir.

Siyasi iktidarın ekmeğine yağ süren, DİSK’i ve DİSKüyesi sendikaları işçiler ve toplum karşısındadüşmanlaştırmaya ve itibarsızlaştırmaya yönelikçabaların, ‘sola’, ‘sosyalistliğe’ veya ‘devrimciliğe’ maledilmesi mümkün değildir.

Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuz, DİSK ve DİSKüyesi sendikaların faaliyetlerine yönelik bu tür

‘sabotaj’ girişimlerini, bizzat, temsilcisi olduklarınıiddia ettikleri işçilerin örgütlü eylemi ileengelleyeceğini ilan eder.

Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuz, gerekKonfederasyonumuza ve üye sendikalarımızadüşmanca tutum alan bu yaklaşımlara ve gereksedevlet güdümlü, icazetçi/taşeron sendikal anlayışlarakarşı, DİSK’in tarihsel deneyimleri ve ilkeleri ışığında,işçi sınıfının demokratik katılımına dayalı mücadelesinisürdürmekte kararlıdır.”

Tüm bu laf kalabalığı Greif işçisine açıktan ihaneteden Rıdvan Budaklar’a sahip çıkacağız demektenbaşka birşey değildir. Bunun için DİSK BaşkanlarKurulu’na Budak damga vurdu diyoruz. Ama anlaşılıyorki DİSK’in başkanlık koltuklarında oturanlar, iddialarıne olursa olsun Budak’la aynı zihniyeti taşıyorlar.Budaklar’a kol kanat gerip onların laflarıylakonuşuyorlar.

Greif gibi bir büyük direnişe sırt dönenler, kıllarınıkıpırdatmayanlar, tek bir basın açıklamasını bile çokgörenlerin yaptığına bakın.

Gerçek DİSK’liler sizden utanç duyuyor. Ama sizutanma duygusunu dahi yitirmişsiniz anlaşılan.

Ama dediklerinizin zerrece önemi yok. Çünkü işçisınıfı sizin ne mal olduğunuzu iyi biliyor. İşçi sınıfı Greifişçilerini anlıyor ve ona hak veriyor. DİSK sizin gibibürokratlardan, sizin zihniyetinizdeki yöneticilerdenkurtulmadıkça DİSK olamaz, tarihine ve değerlerineyakışır bir sendikacılığı varedemez.

Eğer sizde zerrece DİSK’lilik ve sınıf sendikacılığıruhu olsa yapacağınız ilk iş, Greif işçisine ihanet eden,bu işi polis operasyonuna desteğe kadar vardıranBudaklar’ı kınamak olurdu. Bunu yapmıyorsunuz,bunun yanında sınıfa yönelik bunca saldırı varkentutup tek bir somut eylem kararı almıyorsunuz amaonurlu Greif işçilerine ve sınıf devrimcilerine yönelikhakaret ve tehdit dolu uzun bir utanç belgesini kalemealıyorsunuz.

Bu yaptığınızı unutmayacağız, işçi sınıfına ihaneteden ve ihanete ortak olanlardan mutlaka hesapsoracağız.

“İhanete ortak olanlardanmutlaka hesap soracağız!”

Esenyurt’ta TEKSİF’tensendika nöbeti

Düzce’de bulunan Örma Tekstil’e ait fabrikadaçalışan yüzlerce işçinin Türk-İş’e bağlı TEKSİFSendikası’na üye olmasının ardından Örma patronu,Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş Sendikası’nı devreye sokarakTEKSİF’in bu fabrikadaki örgütlenmesine saldırmıştı.

Öz İplik-İş’e üye olmayan ve TEKSİF’ten de istifaetmeyen onlarca işçiyi işten atan patrona karşı DüzceÖrma işçilerinin yanıtı ise geçtiğimiz günlerde başlayandireniş oldu. Düzce’deki fabrika önünde işçilerinbekleyişi devam ederken Örma’nın İstanbulEsenyurt’ta kurulu fabrikasında çalışan işçiler depatron eliyle Öz İplik-İş Sendikası’na üye olmayazorlanıyor.

9 Haziran günü Esenyurt’taki fabrikada işçilerletoplantı yapan Örma patronu işçileri Öz İplik-İş’e üyeolmaya zorladı. Teksif Sendikası ise Örma patronununbu dayatmasına karşı 11 Haziran sabahı Esenyurt’takifabrika önündeydi. Sabah erken saatlerde TEKSİF’inses aracını fabrika önüne çeken yöneticiler, işe girişsaatinde Örma işçilerini sendikal haklarına veörgütlülüklerine sahip çıkmaya çağırdı.

İşçilere seslenen TEKSİF Örgütlenme DairesiMüdürü Asalettin Arslanoğlu, patron eliyle “hediye”edilmek istenen Öz İplik-İş’e karşı işçilerinsendikalarına sahip çıkmaları çağrısında bulundu.Örma işçilerinin işe giriş saatinde BDSP’liler ve Greifişçileri de fabrika önündeydi. İşçilerin Sesi de işçileredestek verdi.

Saat 10.00’daki çay molasında konuşmalar yapanTEKSİF yöneticilerine fabrikanın özel güvenlikleri vepatronun adamları saldırdı. Mikrofonu almaya çalışansaldırganlar arbedenin ardından geri çekildi.

TEKSİF Sendikası’nın Avrupa Yakası’ndaki fabrikatemsilcileri de (Vakko, Harmancı Etiket, Teksim Giyim,Polimer Plastik, Rimaks Tekstil) fabrika önündekibekleyişe katıldılar.

İkitelli’de bulunan İntem Triko işçileri de ÖrmaTekstil önüne desteğe geldiler.

Gün boyu fabrika önünde nöbetini sürdüren Teksif,akşam iş çıkışı işçilerle Esenyurt’ta bir toplantı yaptı.Toplantıda sendika tarafından Düzce’deki süreçaktarıldı. Son durumla ilgili bilgilendirmede bulunuldu.Sendikalaşmanın avantajları, ekonomik getirilerianlatıldı. Sonrasında işçiler tarafından çeşitli sorularsoruldu ve gün boyunca patronun ve adamlarının ayakoyunları anlatıldı.

Toplantının sonrasında e devlet şifreleri olan işçilerTeksif Sendikası’na üye yapıldı.

Fabrika müdürleri işçileri odalarına çağırarak Özİplik-İş Sendikası’na üye olmalarını istiyorlar. Açıktanda Teksif’in yetki almasını engellemek için kendilerinedestek vermelerini istiyorlar. Birçok işçi bu durumatepki göstererek imza için uzatılan kağıdıimzalamamışlar. Patron yasadışı olarak bir postanedenfabrikadaki bütün işçiler için e-devlet şifreleri almış(ayrıca işçilerden kimlik fotokopilerini istemiş) veuzatılan kağıdı imzalayan işçilere e-devlet şifrelerinivererek Öz İplik-İş Sendikası’na üye yapmış.

Kağıdı imzalamayan işçilere ise e-devlet şifrelerinivermiyor. İşçiler bu durumla ilgili savcılığa suçduyurusunda bulunacaklar. Aynı şekilde şifreleri satanpostane sorumlularıyla ilgili de suç duyurusuyapacaklar.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Page 13: Kızıl Bayrak 2014-24

Metal grup TİS süreci başlarken...

150 bine yakın metal işçisini ilgilendiren grup toplusözleşme sürecine girdik. MESS ile yetkili durumundakiüç sendikanın (Türk Metal, Birleşik Metal, Çelik-İş)taraf olduğu süreç, yetki için yapılan başvurularınardından taslakların oluşturulması aşamasındabulunuyor.

MESS her şeyi eskisi gibisürdürmek için direnecek

Kronik bir kapitalist kriz zemininde devam edensert bir rekabet içerisinde, tüm avantajı ucuz ve yoğunemek sömürüsü olan MESS’in (metal patronlarınınbirlikleri, yönetici merkezi) esneme imkanlarıbulunmuyor. Bunun için süreci, en büyük silahı (kendideyimleriyle partnerleri) olan Türk Metal’i dekullanarak enflasyon oranında zamlar ve tüm kuralsızçalışma biçimlerini olduğu gibi muhafaza edebilecekbir biçimde tamamlamak istiyorlar. Bunun içinellerindeki tüm imkanları kullanarak direneceklerdir.Böylelikle işlerini eskisi gibi sürdürmek isteyeceklerdir.

Metal işçileri “artık yeter” diyerekmücadele edecek

Fakat önceki dönemde net biçimde görüldüğüüzere metal işçileri dayanma sınırlarını çoktanaşmışlardır. Artık maruz kaldıkları çalışma koşullarınındeğişmesini istemektedirler. Bu nedenle de oyunlara,yalanlara karınları toktur. Fakat mesele de bu noktadaçıkmaktadır. Artık bellerini büken bu sömürü düzenininbir parça değişmesini istiyorlar ama bunubaşarabilecek bir güç ortaya koyamıyorlar.

Geçtiğimiz TİS döneminde bunu Arçelik ve Renaultbaşta olmak üzere pek çok fabrikada zorladılar da.Ama hem yeterince örgütlü olamadıkları hem demücadelelerine önderlik edebilecek bir güçbulamadıkları için kırıldılar. Yüzlerini döndükleriBirleşik Metal hem politik olarak hem de bizzat pratikolarak onlara sahip çıkmadı, bu ihtiyacı karşılamadı,karşılayabilecek bir güçten yoksun olduğunu gösterdi.Böylelikle MESS ve Türk Metal yeniden düzenlerinikurabildiler. Enerjiyi boşaltmak amacıyla tarihlerindeyapmadıkları türden sendikacılık oynadıktan sonramücadele potansiyeli taşıyan yüzlerce işçifabrikalardan atıldı.

Fakat tüm bunlara rağmen bugün yine de metalişçileri cephesinden ciddi mücadele olanakları var.Öfkeyi her an mayalayan dayanılmaz çalışma ve yaşamkoşulları, Haziran Direnişi ile toplum düzeyindeyaratılan güçlü mücadele havası, Greif direnişi,Soma’da çöken işbirlikçi sendikacılık gibi etkenler,MESS ile işbirlikçilerinin durumunu zorlaştırmaktadır.Elbette önceki dönemde olduğu gibi metal işçilerinisonuna kadar götürecek olan faktör güçlü tabanörgütlenmeleri ile sağlam bir önderlik olacaktır.Dolayısıyla asıl başarı ölçüsü bu alanda sağlanacakkazanımlara bağlıdır.

Taslaklar sürecin seyrini belirleyecektir

Mevcut aşama ise tüm bir sürecin seyrinin neolacağını daha baştan göstereceği gibi mücadeleningidişatını da belirleyebilecek kadar önemlidir. Çünküişçilerin taleplerini karşılamayan taslaklar ile dahabaştan satışın yolu açılmış olmaktadır. Öte yandan iseişçilerin uğruna dövüşmek istemeyeceği “orta yolcu”taslaklarla sürecin sonraki seyri de daha baştançizilmektedir.

Mevcut sendikaların her birinin bu sürece nasılyaklaştığı ve ne tür taslaklar hazırladığı az-çok biliniyor.

Türk Metal bildiğimiz gibi

TİS görüşmelerine yaklaşık 120 bin işçiyi temsilenkatılan Türk Metal Sendikası’nın yönetimi taslaklarıişçilerle değil asıl olarak patron örgütü MESS ile birliktehazırlıyor. Taslağın hazırlanmasında MESSpatronlarının verebilecekleri esas alınıyor. Bununlabirlikte ise metal işçisini bu satış sözleşmesine razıedebilecek bir strateji kuruluyor. Bu strateji, öncekidönemden de gördüğümüz üzere içerisinde zararsızeylemlerin de olduğu bir senaryo üzerine kuruluyor.Böylelikle çetin bir pazarlık yapılıyor görüntüsüyaratılacak, ancak işçilerin de beklentisini yukarıyaçekmeyecek talepler formüle ediliyor. Bundan sonrası,metal işçilerine bu oyunu yutturmaya kalıyor.

Fakat MESS uşaklığı ile işçilerin tabandan baskısıarasında sıkışması nedeniyle Türk Metal yöneticileri buoyunu yönetmekte zorlanıyorlar. Bu kapsamda oyunubozabilecek unsurların fabrikalardan ayıklanması dayine bu stratejinin bir parçasıdır. Bu dönemde deönceki döneme benzer tepkilerin olması muhtemel. Şuaşamada Türk Metal yönetimi bu tepkileri deyatıştırmak amacıyla daha önce olmadığı biçimiyletaslakların hazırlanmasında işçileri işin içerisinekatmak doğrultusunda göstermelik çalışmalar yapıyor.Böylelikle Birleşik Metal cephesinden yapılan

“yöntem” baskısı da aşılmaya çalışılıyor.

Birleşik Metal-İş’e güven azaldı

Üye sayısı bakımından küçük, ancak sürece etkileribakımından büyük, aynı zamanda metal işçileriningözünün üzerinde olduğu Birleşik Metal-İş Sendikasıise ne yazık ki 2010-12 dönemi bir parça dıştatutulursa, genel olarak metal işçilerinin bubeklentilerini karşılama gücü gösteremiyor.

DİSK’in mücadeleci geçmişi ve iddiaları nedeniylemetal işçileri için alternatif sendika olarak görülmeyedevam edilen Birleşik Metal-İş, elbette Türk Metal gibipatron işbirlikçiliğini kurumsallaştırmış bir sendikadeğil. Ama yönetimine hakim anlayışlar, “sınıfa karşısınıf” duruşu ve kararlılığından uzak bulunuyorlar.Bunun için metal işçilerinin öz gücüne dayalı fiili-meşrumücadele ile MESS’i ezecek bir TİS stratejisioluşturmak yerine sınırlı mücadele ve pazarlıklarlaihtiyatlı bir yoldan sonuca gitmeye çalışıyorlar.

Bu nedenle yöntem olarak daha demokratikyollardan taslaklar hazırlanıyorsa da, sonuçtayöneticilerin dediği oluyor. Bu uzlaşmacı ve ihtiyatlıyöneticilerin sınırlı ve ihtiyatlı yaklaşımları ile taslaklarda sınırlanıyor, sakatlanıyor. Önceki dönemtaslaklarına bakıldığında sonuçta ücret talepleri sınırlıtutulurken taslaklara konulan çalışma sürelerininkısaltılması gibi talepler ise sonrasında üzerindedurulmayan “propagandif” talepler olarak kaldı. Fakatne olursa olsun sonuçta taslaklarda yer alan “makul”taleplerin dahi çok çok altında bir kopya sözleşmeyeimza atıldı. Metal işçilerini en çok yaralayan,umutlarını kıran da bu oldu.

Çelik-İş iddiasız oyuncu

“Benim üyem az, diğerleri ne yaparsa ona razıyım”ıkendisine şiar edinen Çelik-İş ise bu rolü benimsemiştirve diğer iki sendikanın taraf olduğu sürecin sonundabahtına ne çıktıysa ona imza atmaktadır. Onun için bu

Page 14: Kızıl Bayrak 2014-24

sendikanın taslaklarının hiçbir önemi yoktur, kendisive üyeleri de bunu bilerek sürece yaklaşmaktadırlar.

Bu aşamada ne yapmalı?

Genel olarak ileri-öncü metal işçileri ve ama özeldeMetal İşçileri Birliği’nin bu sürecin metal işçileri içinolumlu sonuçlar doğurmasında rolü büyüktür. Bugüçler, henüz mevcut engelleri aşabilecek düzeyde birgüç ve örgütlülük kapasitesi yaratamasalar dahisürecin seyrini belirlemede etkin olacaklardır.

Bu kapsamda bu öznelerin, özellikle MESS veişbirlikçilerin oyunlarını bozmak, en azından deşifreetmek ve metal işçilerini uyarmak, ihtiyatlı ortayolcuları kararlı davranmaya ya da görevleriüstlenmeye zorlamak, bunlarla bağlantılı olarak metalişçilerinin inisiyatifi ele geçirmelerini sağlamak gibitemel görevleri bulunmaktadır.

Taslak sürecinde ise yapılacaklar bellidir. ÖncelikleMİB’in TİS konulu toplantısında vurgulandığı gibi,Birlik işbirlikçilerin ve orta yolcuların taslaklarıhazırlarken ortaya koydukları ölçüleri aşmalı, onlarınmetal işçisinin zihinlerine geçirdikleri dar çerçeveleriyıkmalıdır.

MİB’in taslak hazırlığında taleplerinbelirlenmesindeki ölçüleri, öncelikle MESS’in nevereceği değil haklı ve meşru olan ile birlikte,mücadelenin güç ve olanaklarının devrimci bir tarzdadeğerlendirilmesine dayalıdır. Talepler bu temelkriterler baz alınarak belirlenmelidir.

Birleşik Metal’e hakim anlayışlar da haklı ve meşruolanı ölçü aldıklarını iddia etmektedirler amamücadeleyi en geri çerçevede kurdukları ve metalişçilerine, aslında kendilerine güvenmedikleri içinkırıntı düzeyindeki taleplerle taslaklarınıoluşturmaktadır. MİB ve öncü işçiler, her şeyden öncefiili-meşru mücadele gücü, inancı ve kararlılığıylaonlardan ayrılmaktadır. Bu kararlılığın gerisindekapitalizmi aşan sosyalist ufuk bulunmaktadır.

İşte bu ölçüler üzerinden hareket eden MİB, TİStoplantısında haklı ve meşru olandan yola çıkarak şutalepleri formüle etmiştir:

1. İnsanca yaşamaya yeterli asgari ücret (3200TL’lik yoksulluk sınırı baz alınmalı)

2. Taşeronluk uygulaması kaldırılsın, tüm taşeronişçiler kadroya alınsın!

3. İkramiyeler ücretten ayrı hesaplansın!4. Telafi, denklik gibi esnek çalışma uygulamalarına

son!5. 7 saatlik iş günü, 35 saatlik çalışma haftası!6. Kesintisiz iki günlük hafta sonu tatili!7. Kıdem tazminatı ile ilgili kazanılmış haklara

dokunulamaz, yasal değişikliklere atıf yapan ifadelerçıkarılsın!

8. İş güvencesi! 9. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemler

alınmalıdır!Mevcut aşamada Birlik bileşenleri taslak oluşturma

süreçlerini, bürokrasinin egemenliğinden çıkarıp metalişçilerinin aktif biçimde katıldığı canlı bir tartışmaortamına dönüştürmelidir. Bu çerçevede bir yandanolanaklı olan yerlerde içeriden sürece müdahaleedilecek ve taleplerin bu kapsamda olması içinmücadele edilecektir. Diğer yandan ise tüm metalişçilerini hedefleyecek tarzda bu taleplerin etkin birpropagandası yapılacak, bu süreç bağımsız tabanörgütlenmeleri ve tartışma zeminlerininörgütlenmesiyle birleştirilecektir.

Metal İşçileri Birliği 8 Haziran günü MESS Grup TİSsüreci konu başlığı ile bir genel toplantı düzenledi.Toplantı bir dizi kent ve fabrikadan birlik bileşenlerininkatılımıyla yapıldı. İşkolunda örgütlü üç sendikaya üyeişçiler ve örgütsüz metal işçileriyle birlikte Greif veFeniş işçileri de toplantıya katıldılar.

Toplantıda başlamış bulunan MESS Grup TİS süreci6 başlık altında yapılan oturumlarda tartışıldı. Bu altıbaşlık sırasıyla, “MESS Grup TİS sürecine girerken”,“Greif’ten öğrenelim”, “Talepler ve taslak süreci”,“Nasıl örgütlenmeli?”, “Nasıl mücadele etmeli?”biçimindeydi.

Her bir oturumda yapılan sunumların ardındangenel tartışmaya geçildi. Tartışmalarda konunun ilkeselboyutları ele alınırken, somut deneyimlerle tartışmalarzenginleştirildi ve pratik planlama çerçevesinde somutsonuçlara bağlandı. Tartışmaların tümünde Greifdeneyimi özel bir yer tuttu. Özellikle Greif sunumunuyapan Greif direnişçisi Engin Yılgın’ın anlatımları sonderece işlevsel ve zihin açıcı tartışmalara konu oldu

Sürece girerken işkolunda durum

“MESS Grup TİS sürecine girerken” başlıklıoturumda yapılan sunumda MESS Grup TİS sürecininsınıf mücadelesindeki öneminin altı çizildi. Metalişçilerinin genel olarak işçi sınıfı içerisindeki öncürolüne dikkat çekildi. İmzalanacak sözleşmenin sadecekapsam dahilideki işçileri ve metal işçileri için değil,genel olarak ücret ve haklar bakımdan emsaloluşturacağı anlatıldı.

Ardından Grup TİS süreci güncel yönleriyle elealındı. Yakın dönemdeki TİS süreçlerinin deneyimleriışığında bugünkü tablo irdelendi. 2010-12 dönemindeicazetçi sendikal anlayışlar eliyle varolan büyük moral

imkanların kaybedildiğine dikkat çekildi. Türk Metal’inönceki dönem aşağıdan yükselen büyük tepkininzorlamasıyla sendikacılık oynadığı, böylelikle metalişçilerini yanıltarak ihanet sözleşmesine imza attığıvurgulandı. Türk Metal’in sendikacılık oynamasıylaBirleşik Metal-İş’e hakim anlayışların her dönem birbiçimde sığındıkları “mücadele ettik ama” ile başlayansınırlı mücadele çizgisinin silikleştiği ve gölgede kaldığıbelirtildi.

Önceki dönem ortaya çıkan bu tablonundeğiştirilmesi için fiili-meşru mücadele yolununönemine dikkat çekildi, bu yoldan yürümenin neanlama geldiğini gösteren Greif örneğindenyararlanması gerektiğinin altı çizildi.

Oturum boyunca yapılan sunum ve tartışmalarda,MESS, Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve genel olarakmetal işçilerinin durumu farklı cepheleriyle elealındıktan sonra önceki döneme göre daha zorşartlarda sürece girildiği belirtildi. Bununla birlikteHaziran Direnişi, Soma, Greif deneyimi, fabrikalardabiriken öfkenin düzeyi dikkate alındığında bu döneminmücadele bakımından yine de oldukça sert vehareketli geçeceği belirtildi. Özellikle mücadeleningeleceği bakımından MİB ve ileri-öncü işçilerin ortayakoyacakları mücadele ve müdahale kapasitesinin,böylelikle de güç kazanacak olan taban inisiyatiflerinintayin edici olduğu vurgulandı.

Greif deneyiminden öğreniyoruz

İkinci oturumda Greif deneyimi ele alındı. Greifdirenişçisi Engin Yılgın ilk sendikal örgütlenmeaşamasından başlayarak Greif’te büyük işgal eyleminimümkün hale getiren süreci anlattı. Sendikabürokratlarından bağımsız olarak örgütlenen taban

Metal işçileri Greif’inışığında sürece hazırlanıyor!

Page 15: Kızıl Bayrak 2014-24

komitelerine dikkat çekti, bu komiteler ile birlikte hakmücadelesinde elde edilen kazanımların itici,birleştirici ve ufuk açan işlevine değindi. Örgütlenmesürecinin tamamlanmasının ardından başlayan toplusözleşme sürecinde de bu örgütlenme ve mücadeleçizgisinin kararlılıkla sürdürüldüğünü ortaya koydu.Sendikal bürokrasinin alışıldık toplu sözleşmekalıplarının daha taleplerin belirlenmesi ve taslaklarınhazırlanması sürecinden başlayarak kırıldığınıayrıntılarıyla anlattı. Bürokrasiden bağımsız ancakkararlı bir önderlik ile birlikte Greif işçilerinin hak talepetme gücünü arttırdığını özellikle de taşeronlukmeselesinin mücadeleye katılan işçilerin sayısınıarttırdığını ve kararlılığını güçlendirdiğini belirtti.İhtiyaca yanıt veren taleplerin belirlenmesinin, işçilerinsürece aktif katılımının ve mücadeleye azimlesarılmalarının yolunu açtığına, böylelikle giderekkatlanarak büyüyen büyük bir enerjiyi açığaçıkardıklarına dikkat çekti.

Yılgın anlatımında özellikle toplu sözleşmesürecinde hakları kopara kopara almayı hedefleyen,haklı ve meşru olandan hareketeden, mevcut gerçekliği hesabakatan ancak tümüylemücadelenin öz gücünedayanarak en ileri olanı isteyenbir duruş ile birlikte net birmücadele stratejisininbelirlenmesinin önemine vurguyaptı. Belirsizliğin, kararsızlığın,pazarlıklara bel bağlamanınkazanmanın önündeki en büyükengeller olduğunu söyledi.

Yılgın taslaklarınhazırlanmasının ardındanyaşanan süreç hakkında dabilgilendirmede bulundu.Tümüyle işçilerle birliktehazırlanan taslağın arkasındadurduklarını, taslağı hayalcigören sendika bürokratlarınaboyun eğmediklerini söyledi.Taslak üzerine görüşmeleryapıldığında tüm bilgileri anındaişçilerle paylaşıldığını vekomitelerde değerlendirildiğinibelirtti. Uyuşmazlık doğmasınınardından da planlanan işgal eylemini hayatageçirdiklerini vurguladı. İşgal eylemi olmadan gerçekbir grevin mümkün olamayacağını belirtti ve busüreçte yaşadıklarını aktardı. Süreci politik olarakkazandıklarını, toplu sözleşmenin imzalanmamasınınise tümüyle sendikal bürokrasinin ihaneti nedeniyleolduğunu belirtti.

Yılgın sorular üzerine süreç içerisindeki tekhatalarının sendika bürokratlarının bu denli çürümüşolduklarını kestirememek olduğunu, hatanın fiili-meşru mücadele ve taban inisiyatiflerindeki ısrarlarıdeğil, zaman zaman bu çizgide yeterince kararlıdavranamamaları olduğunu vurguladı. Bununla birlikteartık bu deneyimin gücüyle işçi sınıfının bu yoldangiderek kazanacağı günlerin yakın olduğunu belirtti.

Yılgın’ın sunumunun ardından kapsamlıtartışmalarla Greif deneyimi irdelendi. Pek çokbakımdan MESS Grup TİS süreci ile ilişkisi içerisindeanlamlı sonuçlar çıkarıldı. Greif deneyimini tüm süreçboyunca metal işçisine anlatmanın önemine vurguyapıldı ve bu çerçevede toplantı, söyleşi gibi kitleetkinliklerinin yanında yayınlarımızda döne döneişlemenin bir ihtiyaç olduğu söylendi.

Taleplerimiz ne olmalı?

Toplantının üçüncü oturumunda talepler ve taslaksüreci ele alındı. Yapılan sunumda taleplerinmücadelenin tüm bir ruhunu ve gidişatını belirlediğiaktarıldı. Taleplerin oluşturulma sürecinde mevcutsendikal anlayışların ölçüleri anlatıldı. Tüm TİSstratejisini metal işçisini satış sözleşmesine boyuneğdirmek üzere MESS ile yapan Türk Metal’in işçileringözünü boyayan ama aynı zamanda da MESS’indayatmaları karşısında uçurum yaratmamaya özengösteren taslaklar oluşturduğu belirtildi. BirleşikMetal-İş’in ise yine mücadeleyi de bir parça işiniçerisine katmakla birlikte ipleri koparmadan pazarlıklaalınabilecek anlayışla taslaklarını oluşturduğu ifadeedildi. Bununla birlikte Birleşik Metal-İş’in taslaklarınınyine de bir parça metal işçisinin taleplerine yanıtverdiği, ama asıl sorunun bu talepleri söküp alacak birmücadele kararlılığında olduğu söylendi. Diğer taraftantaslak oluşturma süreçlerinde Türk Metal’in giderek

anket, bilgilendirme toplantısıgibi araçlar kullandığı görüldüğü,ancak bunların aşağıdanyükselen tepkinin önünü almakamacıyla oynanan bir gözboyama oyunu olduğuvurgulandı.

Birliğin taleplerinbelirlenmesi ve taslak oluşturmasürecinde mevcut sendikalanlayışlardan farklı olarak, söz-yetki ve karar hakkının tümüyleişçilere bırakıldığı bir yöntemisavunduğu, öte yandan isetaslaklarda yer alacak taleplerinesasta patronların ne kadarvereceği değil iki temel ölçüolacağı belirtildi. Bunlardan ilkihaklılık ve meşruluk, ikincisi isemücadele dengeleri ve gücüdür.Bu temel ölçüler üzerindentalepler belirlenmeli ve Greif’teolduğu gibi işçilerin herbakımdan katılımcı olduğu,beraberinde ise dişe diş birmücadele anlayışı ile eğitildiği bir

süreç işletilmelidir. Sunumda bugünkü koşullarda taleplerin ne olması

gerektiği belirtilirken aynı zamanda MİB olarak mevcutyöntemleri ve ölçüleri kıracak bir müdahale sürecininörgütlenmesine dikkat çekildi. Ardından da taslaklardayer alması gereken talepler şöyle sıralandı: İnsancayaşamaya yeterli ücret (yoksulluk sınırı baz alınmalı),ücret makasını azaltacak önlemler alınmalı, ücretlereyedirilen ikramiyeler yeniden ayrı hesaplanmalı,çalışma süreleri azaltılmalı (35 saatlik çalışma haftası),kesintisiz iki günlük hafta sonu tatili, işçi kıyımlarınıengelleyecek önlemler alınmalı, telafi ve denkleştirmebaşta olmak üzere esnek çalışma ile ilgili uygulamalarkaldırılmalı, taşeronlaştırma kaldırılmalı, kıdemtazminatı ile ilgili yasaya atıflar kaldırılmalı, işçi sağlığıve iş güvenliği tedbirleri alınmalı.

Yapılan tartışmalarla bu talepler üzerindemutabakat sağlandı. Ardından da TİS sürecindemevcut aşamanın taslakların hazırlanması süreciolduğuna dikkat çekilerek, bir çalışma ve müdahaleplanı üzerinde konuşuldu. Bu çerçevede, MİBbileşenlerinin hem yöntem hem de taleplerbakımından bu ilkesel çerçeveyi hayata geçirmek üzere

bulundukları alanlarda aktif biçimde çalışmasıgerektiği söylendi.

Birliğin esas olarak mevcut ölçüleri yıkma,taleplerin belirlenme sürecini sendikabürokratlarından bağımsız olarak tabandan birtartışma sürecine dönüştürme görevine işaret edildi.Buna bağlı olarak mevcut durumda yapılacak işler vekullanılacak araçlar somutlandı. Buna göre MİB,önümüzdeki günlerde konuyla ilgili TİS broşürünügüncelleyerek yayınlayacak, bülten yeniden işlevli halegetirilecek, fabrikalara yönelik özel sayılar çıkaracak,duvar gazeteleri, anket ve pul hazırlayacak. Sosyalmedyanın daha etkin kullanımı için önlemler alınacak.Bu materyallerimiz fabrikalara, sanayi havzalarınataşınacak, kent merkezlerinde standlar kurulacak. Buarada da konu çerçevesinde sendikaların yaptığıçalışma ve zeminlere müdahale etmek dışında, MİBkendi cephesinden çeşitli biçimlerde toplantılarörgütleyecek.

Nasıl mücadele etmeli, nasıl örgütlenmeli?

Toplantının bundan sonrasına örgütlenme vemücadele konulu iki oturum birleştirilerek devamedildi.

Örgütlenme konusunda özellikle tabanörgütlenmeleri üzerinde duruldu. Sürecin tüm birseyrini tayin edecek olan gücün tabanörgütlenmelerinde olduğu vurgulandı, Greif örneğiverildi. Bu süreçte taban örgütlenmelerinin somutbiçiminin TİS komiteleri olduğu, bunun için enbaşından itibaren mevcut tüm imkanlar ve ilişkilerdeğerlendirilerek bu tür komitelerin kurulmasınınöncelikli bir görev olduğu vurgulandı. TİS komitelerininsadece fabrika bazlı düşünülmemesi gerektiği, fabrikabazında olmasa bile farklı fabrikalardan işçilerinbiraraya getirilerek komitelerin kurulabileceği anlatıldı.Konuşmalarda komitelerin biçimine ve işleyişine dairanlamlı vurgular yapıldı. Komitelerin sendikayönetimlerinden bağımsız olması, söz ve kararhakkının yine TİS komitelerine bırakılmasının buörgütlerin işlevselliği bakımından olmazsa olmazolduğu ifade edildi. Örgütlenme konusundaki ilkelerinişçilere anlatılması, bugünün en önemli görevlerindenbiri olarak tanımlandı.

Mücadele yönteminin ne olması gerektiğikonusunda ise, mevcut anlayışların icazetçiliği veyasalcılığı paylaştığı, eylemlerin göstermelik kaldığı,mücadelenin tali, masabaşı pazarlıkların her şey gibigörüldüğü anlatıldı. Bu anlayışların karşısında iseGreif’te somutlanan fiili-meşru mücadele çizgisininhayata geçirilmesi gerektiği vurgulandı. En başındanitibaren net bir stratejiyle işçilerin uğruna mücadeleedecekleri taslaklarla, ama grev ve işgal konusundanet bir irade ile metal işçilerinin bu mücadeleyehazırlanması gerektiği anlatıldı.

Birliğin bu mücadele anlayışının etkin birpropagandasını yapması, mevcut mücadeleleri budoğrultuda etkilemesi, ayrıca kendi cephesinden debağımsız bir eylem çizgisi örgütlemesi gibi sonuçlarçıkarıldı. Özel olarak da bu süreç içerisinde sendikalihanetle hesaplaşmanın önceki dönemde olduğu gibiöne çıkabileceği, bu sürece etkin bir biçimde yönverilmesi gerektiği, bu kapsamda birliğin ayrıcaihanetten hesap sormak ve çalışmalarını savunmaküzere hazırlanması gerektiği vurgulandı.

Oturumların bitmesinin ardından, tartışmalarınsonuçları özetlendikten sonra toplantı bitirildi.

Metal İşçileri Birliği9 Haziran 2014

Birliğin taleplerinbelirlenmesi ve taslakoluşturma sürecinde mevcutsendikal anlayışlardan farklıolarak, söz-yetki ve kararhakkının tümüyle işçilerebırakıldığı bir yöntemisavunduğu, öte yandan isetaslaklarda yer alacaktaleplerin esasta patronlarınne kadar vereceği değil ikitemel ölçü olacağı belirtildi.Bunlardan ilki haklılık vemeşruluk, ikincisi isemücadele dengeleri vegücüdür.

Page 16: Kızıl Bayrak 2014-24

Komünist hareket, içine girdiğimiz tarihsel dönemeilişkin değerlendirmesini, 2009 yılında toplanan TKİPIII. Kongresi’nde şöyle özetlemişti:

“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimlerdönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar vesavaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuranyakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusalgerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız birhabercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalistbunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım veacılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır...”(TKİP III. Kongresi Bildirisi...)

Bazı çevreler tarafından “ütopya” gibi algılanabilenbu temel önemdeki değerlendirme, günümüzdetoplumsal gelişmeler ve sınıflar mücadelesi gerçekleritarafından, özü itibarıyla doğrulanmış bulunmaktadır.

Sınıflı toplumlar tarihinin çatışmalı seyri,kapitalizmin gelişim ve egemenlik ilişkilerinin düz birçizgide seyretmediğini gösterir. Ücretli emeksömürüsünde ortaklaşan kapitalistler, iktidar ve rantpaylaşımı için aralarında çatışırlar. Kapitalizmin “eşitsizgelişim yasası”na bağlı olarak bazı güçlerin gelişmesi,bazılarının ise gerilemesi, emperyalist güç merkezleriarasındaki çatışmayı da kaçınılmaz kılar. Buçatışmaların sonuçlarını, yoğun sermaye birikimine vemilitarist savaş aygıtlarına hakim olanlar belirler. Farklıtarihsel dönemlerde, hegemonyanın emperyalistgüçler arasında el değiştirmesi, bu kurallara göreişlemektedir. Hegemon olan güç emperyalist güç(1950’den sonra ABD), hem dengeleri koruyabilmekhem rakip devletlerin gelişimini önleyebilmek için,hiçbir kural tanımaksızın, halen tanığı olduğumuzbarbarlık örnekleri olan emperyalist işgal savaşlarınabaşvururlar.

Kapitalizmin bunalımlar dönemi, hegemonyauğruna çatışmaları inanılmaz bir biçimde hızlandırdı.Milyonlarca insanın yaşamına, onlarca ülkeninharabeye çevrilmesine neden olan her iki emperyalistdünya paylaşım savaşı böylesi süreçlerin ürünleriolmuşlardır. Kapitalizm böyle dönemlerde, içeride ardıarkası kesilmeyen sosyal saldırıları yoğunlaştırır;saldırganlığa karşı gelişecek olan devrimci toplumsaltepkileri bastırabilmek için ise, “sivil” faşistlerisokaklara salar ve polis devleti uygulamalarınıyoğunlaştırır. Dış politikada ise yoğun bir silahlanma,militarizm ve emperyalist saldırganlığı bayrak edinir vebuna uygun yasal düzenlemeler yapar. Tüm buhazırlıkları ise, “düzeltici savaşlar” olarak da bilinen vekriz dönemlerinin kaçınılmaz ürünleri olan emperyalistsömürge savaşları takip etmektedir.

Nitekim II. emperyalist paylaşım savaşı ile dünyanınemperyalistler tarafından tekrar paylaşılması veegemenlik ilişkileri yeniden dizayn edilmiştir. ABDemperyalizmi bu savaştan tartışmasız egemen güç

olarak çıkmıştır. Alman emperyalizmi ise askeri olarakyenik çıkmasına rağmen, bu ülkenin kapitalist tekelleri(Krupp, Thysen, Siemens, Mercedes, Volkswagen, vb.)savaştan büyük vurgunlar vurarak çıkmışlardır. Buzenginliğe de dayanan Alman kapitalizmi savaşınyarattığı yıkımı hızla geride bırakarak dünya egemenliksistemi içerisinde tekrar yerini aldı. Aynı tarihidönemlerde ABD emperyalizminin tartışılmazekonomik ve askeri gücü karşısında, egemenlikpastasından daha büyük dilimler kapabilmek amacıyla,Avrupalı emperyalistler güçlerini birleştirdiler. BaşınıAlmanya ile Fransa’nın çektiği Avrupa ekonomi vegümrük birliği 1957 yılında altı ülke tarafından böylesibir ihtiyacın ürünü olarak kurulmuştur. Bu birlikkademeli olarak, bugün yirmi yedi ülkenin üyesiolduğu Avrupa Birliği’ne dönüşerek, ABD veJaponya’nın yanısıra dünyanın üçüncü emperyalistegemen gücü haline gelmiştir.

Kapitalizmin “eşitsiz gelişme yasası” ve değişen dünya dengeleri

II. emperyalist paylaşım savaşını izleyen yıllardaABD ve Avrupa’da yaşanan ekonomik büyüme, ‘70’liyıllarda yerini durgunluğa, buhranlara ve bölgeselkrizlere bıraktı. Kapitalist sistemin yapısal sorunu olanbu krizler, sistem içerisindeki güç ve egemenlikdengelerinde de altüst oluşları beraberindegetirmektedir. 2008 yılında dünyayı saran ve 1929’dakiyıkıcı bunalımla kıyaslanan kapitalizmin küreselkrizinin öngünleri olan 2007’de, Almanya’nın

Heiligendamm şehrinde toplanan G7/G8 ülkelerininyapmış oldukları toplantının kapanış deklarasyonundabu durum şöyle itiraf edilmiştir:“Gelişmekte olanülkeler (bununla kastedilen BRİC ülkeleri olan Brezilya,Rusya, Hindistan ve Çin) dünya ekonomisi içerisindedaha büyük bir pay ve güç elde etmişlerdir...”

BRİC ülkelerinin giderek büyüyen etkisi, krizden ikiyıl sonra İMF tarafından yapılan bir değerlendirmedeşöyle ifade ediliyor: “1990 ile 2007 tarihleri arasındaBRİC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) geneldünya ekonomisi ve üretimi içerisindeki paylarını %13’ten %21’e ve yine bu aynı ülkeler krizi izleyen üç yıliçerisinde ise % 7,1’lik yeni bir büyüme ile % 28,1 birgüç oranına ulaşmış bulunmaktadırlar…” ( İMF, WEO,sayfa 179)

2008 krizi, G7 olarak bilinen ABD, Kanada, İngiltere,Almanya, Fransa, İtalya ve Japonya’da ağır bir yıkımolarak yaşanmış, akıtılan trilyonlarca dolara rağmenaşılamayan kriz devam etmektedir. Krizle birliktehızlanan güç merkezlerinin yer değiştirmesi, İMFtarafından bugünün verilerine dayanılarak, dünyapiyasalarının ve egemenlik ilişkilerinin gelecektealacağı biçim üzerine yapılan bir açıklamada şunlarifade edilmiştir:

“1990 ile 2030 tarihleri arasında dünya genelindeekonomik gelişmeler şöyle bir seyir izleyecektir. AvrupaBirliği (EU-27) ülkelerinin dünya ekonomisi içerisindekive genel üretimindeki payı % 28,5’ten % 13,5’e,ABD’nin ise % 24,5’ten %14,5’e düşeceği ve yine buaynı tarihlerde Çin %4’ten % 24,5’e, Hindistan ise %3’den % 10,5 ‘e yükselecektir. Bu gelişmelerin sonucu

Bunalımlar, savaşlar v

Page 17: Kızıl Bayrak 2014-24

olarak dünün dominant güçleri olan ABD ve AvrupaBirliği ülkelerinin dünya üzerindeki egemenlik gücü %53’ten, %28’e gerilerken Çin ve Hindistan’ın ise gelişmedüzeylerine bağlı olarak % 7’den % 35’e yükselecek vedünya pazarları üzerinde daha fazla hak talepedeceklerdir. Ekonomik dengelerinde yaşanılan bu hızlıdeğişimin bir sonucu olarak Asya ve Afrika kıtası,dünya ekonomisi içerisinde merkezi bir ağırlığa sahipolacaktır.” (İMF, WEO sayfa 180)

Kapitalistler arası eşitsiz gelişmelere bağlı olarak,egemenlik ilişkilerinde yaşanılan bu keskin değişimler,emperyalistler arası çelişkileri de şiddetlendiriyor. Buçelişkilerin dışa vurduğu alanlardan biri, kapitalistüretimin devamı için gerekli olan hammadde ve enerjikaynakları üzerinde egemenlik kurma kavgası; diğeriise, üretilen metaların dünya pazarlarına engelsiz birbiçimde sürülebilmesi ve yeni pazarların elegeçirilmesi uğruna yaşanan çatışmalarda...

Kapitalist/emperyalist sistemin temelözelliklerinden biri olan bu durum, daha geçen yüzyılınbaşında Lenin tarafından Emperyalizm kitabında şöyleözetlenmiştir:

“Bugünkü kapitalizmi belirleyen temel özellik, enbüyük girişimcilerce kurulmuş tekel birliklerininegemenliğidir. Bu tekeller, özellikle, bütün hammaddekaynaklarını ellerine geçirdikleri zaman daha sağlambir manzara gösterirler. Uluslararası kapitalistbirliklerin, rakiplerinin her türlü rekabet olanaklarınıyok etmek, onları sözgelimi demir cevherinden, petrolkaynaklarından vb. yoksun bırakmak için nasıl birçabayla çalıştıklarını daha önce görmüştük. Sadecesömürgelere sahip bulunmak durumu, tekellere

rakipleriyle giriştikleri mücadelede çıkabilecek hertürlü rastlantıya karşı tam bir başarı garantisivermektedir; hatta karşı taraf, bir devlet tekelinebaşvurarak, kendini savunmaya geçtiği zaman dadurum aynıdır. Kapitalizm geliştikçe, hammaddeeksikliği de kendini o kadar duyurmaktadır; rekabetinkoşulları o kadar sertleşmekte, bütün yeryüzündehammadde kaynakları arama çabaları o kadaralevlenmekte, sömürgelere sahip olma mücadelesi okadar amansız olmaktadır. (Lenin, Emperyalizm, SolYayınları, sayfa 97)

Tükenen enerji kaynakları, silahlanma, emperyalist saldırganlık

Değişen dünya dengeleri ve buna bağlı olarakgelişmekte olan farklı emperyalist güçlerin enerji vehammadde kaynaklarına duyduğu ihtiyaç düne kıyaslabugün çok daha yakıcı hale gelmiştir. Günümüzdünyasında üç kapitalist merkez (Amerika/Kanada,Avrupa Birliği ve Japonya) dünya nüfusunun sadece%13’üne tekabül etmektedir. Bu %13’lük nüfus,toplam enerji ve hammadde kaynaklarının %54’ünükullanmaktadır. Bu kapitalist merkezler, tükettiklerienerjinin sadece %4’ünü kendi öz kaynaklarıylakarşılayabiliyorlar. Geriye kalan enerji ihtiyacı ise (ki,bu oran dünyadaki toplam enerji üretiminin %50’sinetekabül ediyor), hegemonya savaşları yoluylasömürgeleştirdikleri ülkelerin enerji ve hammaddekaynakları yağmalanarak sağlanmaktadır.

II. emperyalist paylaşım savaşı sonrasında

kapitalist/emperyalist güçler tarafından paylaşılandünya pazarları, sistem içerisinde güç ilişkilerindemeydana gelen değişikliklere bağlı olarak, bugünyeniden dizayn edilmek istenmektedir. Zayıflamasürecinde bulunan dünün egemen güçleri müthiş birşekilde hırçınlaşmakta, akılalmaz boyutlara varansilahlanmaya yönelmektedirler. Dün, “Soğuk savaşlarınsonu geldi, dünya barışı, silahsızlanma sürecine girdik”safsatalarıyla dünya halklarını aldatmaya çalışan buemperyalist savaş merkezleri, sadece 2009 yılındadünya çapında, silahlanmaya 1,6 trilyon Dolarharcamışlardır.

Bu harcamaların %64’ü (987 milyar Dolar) savaşaygıtı NATO’ya bağlı devletler tarafından yapılırken,bunların başını çeken ABD, o yıl silahlanmaya 661milyar Dolar harcamıştır. NATO ile birlikte hareketeden ülkeler de hesaba katıldığında, silahlanmayaharcanan 1,6 trilyon Dolar’ın %77’sinin dünyahalklarının, işçi ve emekçilerin baş düşmanı bir avuçemperyalist ülke tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.Sadece bu veriler üzerinden bakıldığında bilemilitarizmin, emperyalist saldırganlık ve sömürgesavaşlarının günümüz dünyasının tartışılmaz gerçekleriolduğu görülecektir.

Madalyonun diğer yüzünde ise, bu barbarlığa durdemek için, dünyanın her tarafında işçi ve emekçilerin,mazlum halkların büyüyen öfkesi, durdurulamayandevrimci kabarışı bulunmaktadır.

Almanya, Avrupa Birliği emperyalist saldırganbir güç ve karşı devrim merkezidir

Her iki emperyalist paylaşım savaşının mimarı olanAlman emperyalizmi, dünya halklarının özgürlükistemlerine, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyalizmmücadelelerine karşı, ABD emperyalizmi ile tam birittifak halinde saldırgan emperyalist bir güç ve karşıdevrim merkezi olarak çalışmaktadır.

Kapitalist Alman tekelleri ve onların hizmetindekisermaye devletinin, özellikle iki Almanya’nınbirleşmesinden sonra emperyalist saldırganlık vesömürgeci eğilimleri güçlenmiştir. II. EmperyalistPaylaşım Savaşı’ndan sonra savaşın galip güçleritarafından uluslararası bağlayıcı yaptırımlar yolu iledizginlenmek istenen Alman tekelleri ve onlarınhizmetindeki Alman orduları kışlalarına hapsedilmişti.‘90’lı yılların başından beri, özellikle Rusya ve dünyahalklarının özgürlük mücadelelerine karşı ABDemperyalizmi ve NATO ile kurulan gerici ittifakların birsonucu olarak 1996 yılında uluslararası bağlayıcılığıolan kararlar ortadan kaldırıldı. Bunu takip edenyıllarda ise, özellikle SPD-Yeşiller iktidarı dönemindeAlman ordularını kışlalarına hapseden anayasada

ve devrimin olanaklarıA. Eren

Page 18: Kızıl Bayrak 2014-24

bağlayıcı bazı maddeler değiştirdi; Alman ordularıyeniden savaş arabalarına koşuldu. 1998 yılının Ekimayında ise yine aynı iktidar tarafından parlamentodakabul edilen bir karara dayanarak Alman orduları,Yugoslavya’ya karşı NATO tarafından başlatılanemperyalist yağma savaşının baş aktörü oldu.

1999 yılında Almanya’nın Münih kentinde yapılan“güvenlik” konferansında birliğe bağlı bütün ülkelerinonayıyla NATO’nun yeni askeri stratejik politikalarışöyle açıklanmıştır: “Bugüne kadar krizlerin ortadankaldırılmasını amaçlayan askeri politikamız, bu gündensonra, terörizme, örgütlü çetelere ve bizler gibi uygarelit ülkelerin sosyal refahı için çok önemli olan enerjikaynaklarına ulaşımın ve taşınmasının güvenceyealınması amacıyla askeri yaptırımlar ve gerekirsesavaş ilan edilmesi de dahil olmak üzeregenişletilmiştir; NATO’ya bağlı ülkeler bu konudaüzerlerine düşeni yapmakla yükümlüdür.” (GüvenlikKonferansı 2009 Münih)

Bu saldırgan politikanın gereği olarak bugünUS.Centcom (Birleşik Devletler Kumanda Merkezi)tarafından, görevlendirilip finanse edilen 11 bine yakınAlman askeri, dünyanın enerji kaynakları bakımındanstratejik önemdeki ülkelerde bulunmaktadır. Almanorduları “Enerji güvenliği projesi” kapsamında “enerjikaynaklarına güvenli bir şekilde ulaşılması ve engelsizbir şekilde taşınması amacıyla” Afrika Burnu’ndanSomali’ye, Süveyş Kanalı’ndan Akdeniz’e uzananalanda sömürgeci olarak görev yapmaktadır.

Alman ordusu barışçıl amaçlarla görev yapıyorsöylemi ikiyüzlü bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü biryandan “hantallıktan arındırılmış, seri, atak işi vemesleği askerlik olan” paralı katiller sürüsü demekolan, özel ordulara geçilirken, diğer yandan ise sadecesilahlanmaya 74 milyar Euro harcama yapılarak Almansavaş aygıtı tepeden tırnağa modern silahlarladonatılmaktadır. Ayrıca bu devletin ve onun işgalciordusunun yayınlanan birçok belgesinde, kapitalisttekellerin hizmetindeki devletin emperyalistsaldırganlık ve sömürgeci niyetleri açıkça ifadeedilmektedir. Bu belgelerin sadece birkaçına gözatmak bile bu gerçekleri ispatlamaya fazlasıylayetecektir.

Alman ordularının yeni görev alanlarını tanımlayanbir belgeye göre “anavatanın” nasıl ve kimlerinihtiyacına göre savunulacağı şöyle ifade edilmektedir:“Ordumuzun günümüzdeki en önemli görevi dünyapiyasalarında sınırsızca ticaret yapabilme hakkımızınkorunması, ayrıca ihtiyacımız olan enerji ve hammadde kaynaklarına özgürce ulaşmamızın garantiyealınmasıdır.” (Alman ordusunun savunma politikalarıçizgileri 1992)

Yine Alman Savunma Bakanlığı’na ait bir başkabelgede, ordunun tekellerin çıkarları için nasıl birfonksiyon üstlendiği açıkça ifade edilmektedir:“Almanya ve Avrupa’nın stratejik geleceğinin biricikgüvencesi, başta enerji kaynakları ve hammaddelereher şart altında ulaşabilmek olmak üzere, ayrıcaonların güvenli bir şekilde taşınmasının garantiyealınmasına bağlıdır. Güvenli enerji kaynakları sorunugünümüz modern dünyasının evrensel güvenliğiaçısından asıl ve belirleyici olandır.” (Alman SavunmaBakanlığı Beyaz Kitabı 2006 baskısı) Tam da bugerekçelerden dolayıdır ki Alman orduları yıllardırAfganistan’da (Alman Savunma Bakanı Guttenberg’insöylediği gibi “Almanya’nın güvenliği bugünHindikuş’ta savunulmak zorundadır”) işgalciemperyalist bir güç olarak görev yapmaktadır.

Dünyanın mazlum halklarının topraklarındaki enerjive hammadde kaynaklarının talan edilmesini,

“geleceğin güvencesi” sayan Alman emperyalizmi, bukuralsız yağma savaşlarının yarattığı ve yaratacağısorunları da hesaba katıyor. Öyle ki, bu emperyalisttalan savaşlarının yarattığı yıkımların, milyonlarcainsanın barbarca yok edilmesinin, korkunç boyutlaraulaşan açlık ve yoksulluğun, bunlara bağlı olarak,dünya halklarının işçi ve emekçilerinin hızla büyüyenöfkesi, diğer yağmacı güçleri olduğu gibi Almanemperyalizmini de korkutmaktadır.

Bu korku, Alman askeri istihbarat örgütü yöneticisive Riziko olasılıkları değerlendirme bölümü şefiReinhard Herden tarafından şöyle ifade edilmektedir:“İnsanların var olan sosyal refah düzeyi, yaşadığımızson yıllarda iyiden iyiye kötüleşmektedir. Servet sefaletkutuplaşması uçurumu hızla büyümektedir. Budurumun kendisi büyük bir yoksulluk içerisindeyaşayan proleterleri, ülkeler hatta kıtalar düzeyindehızla çoğaltmaktadır. Bunların biriken öfkesi şimdilikdar sınırlar içerisinde kalmakta, en kötü durumlardaise kendi zayıf iktidarlarını zorlamaktadır. Ama bunungelecekte de bu sınırlar içinde kalacağını kimse garantiedemez. 20. yüzyıl savaşları refah düzeyleri yüksekgelişmiş ülkeler arasında yaşanmıştı. Ama çağımızsavaşları, bugün barış ve refah içinde yaşayan bugelişmiş ülkelerle, sahip oldukları bu refahlarınıkoruyabilmek için, yoksul ülkelerin halklarına karşıyürüteceği savaşlar biçiminde olacaklardır.” (Almanordusu askeri eğitim pratiği- Broşür sayı 2+3 1996)

Avrupa Birliği cephesinde son yıllarda yaşanangelişmeler, temel hatlarıyla yukarıdaki saptamayauygun şekillenmektedir. ‘90’ların başında duvarlarınyıkılması ve her biri revizyonist kastlara dönüşmüşbulunan Doğu Avrupa’daki “sosyalist ülkelerin” ardıardına çöküşü ile birlikte kapitalist sistemin lehinedeğişimler yaşanmıştı. Dün Varşova Paktı’na bağlı olanbu ülkeler, Avrupa Birliği çatısı altında, kapitalistsisteme entegre edildiler. Hızla Avrupa Birliği’ne dahiledilen bu ülkeler, aynı zamanda emperyalist savaşaygıtı NATO’ya eklemlendiler. Batılı emperyalistleri kısasüreliğine rahatlatan bu ülkelerin sisteme entegreedilmeleri, kapitalizmin derdine merhem olmadı. 20yıldan az bir sürede kapitalizmin küresel krizi tümhaşmetiyle sistemi sarsmaya başladı.

Kapitalist sistem içerinde yaşanılan güçdengelerindeki değişimler özellikle BRİC ülkelerinde

hızla yaşanan ekonomik büyüme, batılı emperyalistlerirahatsız ediyor. Bundan dolayı yeni katılımlarlabüyüyen Avrupa Birliği ve NATO, eski Doğu Blokuülkelerine dayanarak Rusya ve Çin’in enerji vehammadde kaynaklarına ulaşımını sınırlamak istiyor.Geçerken belirtelim ki, Ukrayna’yı savaşın eşiğinegetiren bu yayılmacı politika, Rusya’nın kararlıtutumundan dolayı hedefine ulaşmaya muvaffakolamadı.

2010 yılında Portekiz’in başkenti Lizbon’datoplanan savaş aygıtı NATO zirvesinde bir araya gelenüye devletler, özellikle Avrupa Birliği ülkeleriniilgilendiren şu kararları almışlardı:

“Avrupa Birliği ülkeleri, enerji ihtiyaçlarıbakımından büyük bir oranda başka ülkelerebağımlıdır. Bugünün şartlarında birlik üyesi ülkelerenerji ihtiyaçlarının %50’sini ithal ederek karşılamakdurumundadırlar. Ama 2030 yılına kadar birliğe üyeülkeler enerji ihtiyaçlarının %70’ni ithal etmek zorundakalacaklardır. Bu durumun kendisi birlik üyesi ülkelerinenerji ihtiyacı konusunda kendilerini garantilemekihtiyacını bir zorunluluk olarak dayatmaktadır.” (NATOZirvesi, Lizbon 2010)

Bu somut durumun bir ürünü olarak, NATO’nunLizbon toplantısında şu kararları almışlardır:

- Avrupa Birliği’nin askeri olarak güçlendirilmesi, buamaçla 150 bin olan birliğin asker sayısının 200 bineçıkartılması ve birliğe üye ülkelerin askeridonanımlarının geliştirilmesini bir zorunluluk olarakbelirler.

- Avrupa Birliği ile NATO arasında var olanişbirliğinin daha da geliştirilmesi.

- Dünyanın her tarafında olası sınır dışı askerioperasyonlar için hazırlık yapılması; bu amaçla birliküyesi ülkelerin gerekli sorumluluklarını yerinegetirmesini bir zorunluluk olarak belirler.

Bu temel belirlemelerin ışığında ABD, NATO,Almanya ve Avrupa Birliği ülkeleri, yeni askeristratejilerini şöyle belirlemişlerdir: “Güvenlik kelimesigünümüzde yeni bir anlam kazanmış bulunmaktadır.Kazandığı yeni anlamla güvenlik, kendi ülke vebölgelerimizin savunulması ile sınırlı kalamaz. Tersineekonomik çıkarlarımızın korunması, özellikle enerji vehammadde kaynakları üzerinde egemenliğingüvenceye alınması için batının gelişmiş sanayi ülkeleri

Page 19: Kızıl Bayrak 2014-24

ordularını, her an kriz bölgelerine gönderilecek, özelbiçimde eğitilmiş ve en ileri askeri teknoloji iledonatılmış saldırı birlikleri biçiminde yenidenbiçimlendirilmeleri gerekmektedir.”

Bu hazırlıkların üzerinden Avrupa Birliği ordusu,geride kalan 10 yıl içerisinde 22 askeri operasyonda,dünyanın dört kıtasında on binlerce asker ve polisi ilesömürgeci işgal güçleri olarak görev yapmıştır.Afrika’da, Kongo’da, Çad’da, Somali’de Ruanda’daIrak’ta, Yugoslavya’da, Afganistan’da, Libya’da“demokrasi”, “insan hakları”, “barış” yalanları adına,ülkeler yerle bir edilmiş, milyonlarca insan katledilmiş,on milyonlarca insan yerinden yurdundan sürülmüş,geride kalanlar ise büyük bir açlık ve sefalet içerisindeyaşamaya mecbur edilmişlerdir.

Rüzgar ekenler, fırtına biçecekler!

İşçi ve emekçilerin ürettiği bütün bir zenginliği gaspederek varlığını sürdüren asalak kapitalistler ve onlarınhizmetindeki emperyalist saldırgan devletler,yeryüzünü ve onun gerçek sahibi olan milyarlarca işçive emekçiyi büyük felaketlerle yüzyüze bırakmışlardır.İşçi sınıfıyla emekçilerin alınteriyle yaratılmış buncazenginliğe rağmen, insanlığa mübah görülen dünyaorta yerde durmaktadır.

Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) tarafındanyapılan bir çalışmanın, aşağıdaki sonuçları, insanlığınnasıl bir felakete sürüklenmiş bulunduğunu gözlerönüne sermektedir.

- 67 ülkeden 37’sinde insanlar açlık içerisindeyaşamaktadır.

- 14 ülkede 5 yaş altı çocuk ölümleri inanılmazboyutlara ulaşmış durumda ve her yıl 30 milyona yakınçocuk basit, önlenebilir hastalıklardan dolayıölmektedir.

- 1,3 milyar insan (dünya nüfusunun beşte biri)içecek bir bardak temiz su bulamamaktadır.

- 2,4 milyar insan sağlık hizmetlerindenyararlanamamaktadırlar.

- 1,5 milyar insan günlük 2 Dolar karşılığındaçalıştırılmaktadır.

- 2008 yılı krizi ile birlikte açlık içerisinde yaşamakzorunda kalan insan sayısı 848 milyondan 923 milyonaçıkmış bulunmaktadır. (İLO Globale İşsizlik Krizi

Raporu Şubat 2009) Bu araştırmanın yapılmasının üzerinden geçen beş

yılda, tablonun çok daha vahim hale geldiğinibelirtelim.

Burjuvazinin, kapitalizmin ebediliği ve tarihinsonunu ilan ederken, ikiyüzlüce insanlığa vadettiği“sosyal adalet ve refah toplumları”nın ne anlamageldiği orta yerde duran bu korkunç tablodanyansımaktadır. Başta işçi ve emekçiler olmak üzereinsanlık bu gidişe hiçbir biçimde tahammületmeyecektir. Tersini düşünmek her anlamıyla bilimireddetmek anlamına gelir. Sınıflar mücadelesininbugünkü düzeyi ve ortaya çıkarttığı somut verilerebakıldığında, özel mülkiyete dayalı bu sömürü vekölelik sisteminin ömrünü tükettiği ve sosyal birdevrimle mutlaka tarihin çöplüğüne atılacağı, sınıfdevrimcileri için bilimsel bir gerçektir.

Burjuvazi sınıf çıkarlarının bir gereği olarak var olanbu sosyal gerçekliği çok iyi bilmekte ve tümhazırlıklarını buna göre yapmaktadır. 2008’te patlakveren kapitalizmin küresel krizinin hemen ardındanAmerikan Haber Alma Örgütü’nün (CIA) şefi olanDennis Blair tarafından yapılan şu açıklama,emperyalist devletlerin neye hazırlandığını gözlerönüne sermektedir:

“Dünyanın ve Amerika’nın güvenliğini tehdit edenasıl tehlike terörizm değildir. Aksine evrensel ekonomikkriz ve onun ortaya çıkarttığı sonuçlardır. Çünkü bukriz, özellikle ekonomisi zayıf ülkelerde yoksulluğu,açlığı ve gelecek korkusunu hızla büyütmekte ve bunabağlı olarak sosyal patlamalar kontrol edilemezboyutlara ulaşmaktadır. Amerika gözlerini bugerçeklere dikmelidir.” (www.nytimes.com2009/02/13Washington)

Bu öngörünün boş bir iddia olmadığı, krizin hemenbaşında dünyanın farklı bölgelerinde bulunan Haiti,Kamerun, Tunus, Mısır, Etiyopya, Hindistan, Senegalgibi ülkelerde yaşanan ve yer yer halk isyanı noktasınavaran eylemlerde milyonlarca işçi ve emekçinin büyükmücadelelerine tanık olduk. Bu isyanlar sonucuonlarca yıldan beri işbaşında bulunan diktatörler,alaşağı edildi.

Avrupa cephesinde ise, kapitalizmin küresel krizininyarattığı sosyal yıkımlara karşı işçi sınıfının, emekçilerinve gençlerin mücadelesi kitlesel ve militan bir hal aldı.

Kapitalist/emperyalist sistemin kabesi ABD baştaolmak üzere İngiltere, Yunanistan, İtalya, İrlanda,Fransa, İspanya, Bulgaristan, İzlanda, Letonya, Litvanyagibi ülkelerde kitle gösterileri, grevler, genel grevler veişgaller yaşandı.

Devasa boyutlara ulaşan militan kitle eylemleri,özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin burjuva sınıflarındaderin kaygı ve korkulara neden oldu. Bunun bir sonucuolarak Avrupa burjuvazisi kendi hizmetindeki AvrupaBirliği Güvenlik Enstitüsü uzmanlarına rapor hazırlattı.

- Avrupa birliği güvenlik stratejisi 2020- başlığıyla2010 yılında yayınlanan raporda dünyadaki ekonomik,sosyal ve siyasal gelişmeler kapsamlı şekildedeğerlendirildikten sonra Avrupa Birliği’nin “güvenliği”konuları da ele alınıyor. Avrupa burjuvazisine, nasıl biryönelim ve hazırlığa başlaması gerektiğini anlatanrapor, esas olarak askeri alanda kime karşı ve nasıl birhazırlık yapılması gerektiği konusunda önerileriçeriyordu.

Raporun temel tespitlerinden birinde şöyledeniyor:

“21. yüzyılda gelişmiş Avrupa Birliği ülkeleri veonların şampiyonu olan ABD arasında çatışma ihtimaliyoktur. ABD ile AB’ye yönelik herhangi bir ülketarafından başlatılabilecek bir savaş ihtimali deneredeyse imkansız. Zira bu kadar gelişmiş bir savaşteknolojisi karşısında böyle bir girişimde bulunanlarınintiharı ve sonu olacağı açıktır…” (-Avrupa BirliğiGüvenlik Stratejisi 2020, sayfa 14)

Kendi içlerinde ve kendilerine yönelik bir savaşihtimalinin neredeyse hiç mümkün olmadığı ifadeediliyor olmasına rağmen, Avrupa Birliği ortakordusunun 150 binden 200 bine çıkartılması ve engelişmiş askeri teçhizatla donatılması ihtiyacı neredendoğmaktadır. Bir tezat gibi görünmesine rağmenraporu kaleme alan uzmanlar tarafından bu ihtiyacınneden gerekli olduğu kendi mantık silsilesi içerisindeaçıklık kazanmaktadır: “Bu elit ülkeler içerisindeyaşanması muhtemel olan çatışmalar ve savaşlar asılolarak, ülke sınırları içerisinde yaşayan farklı sosyal veekonomik sınıflar arasında politik ve sosyalnedenlerden dolayı yaşanacaktır.” (Avrupa BirliğiGüvenlik Stratejisi 2020, sayfa 57)

Burjuvazi, kurulu düzeninin geleceği açısından,yaşanılan toplumsal olaylara işçi ve emekçi hareketiningidebileceği sonuçlarına bilimsel veriler üzerindenbakmakta ve tüm hazırlığını buna göre yapmaktadır.Çünkü o, yüzyılların deneyimi üzerinden sınıfsavaşımlarının ne anlama geldiğinin, örgütlü bir işçihareketinin gücünün nelere muktedir olabileceğini,devrimci mücadele tarihimizden fazlasıyla öğrenmişbulunmaktadır.

Tam da bu deneyimlerden dolayıdır ki, kendisiniher anlamda burjuvaziye satmış olan bu aşağılık “bilimadamları” kılıklı uzmanlar takımı, son bir uyarı ileburjuvaziyi asıl tehlike konusunda uyarma ihtiyacıduyuyorlar.

“Dünya global bir köye dönüşmüştür, ama çevresibüyük bir devrim tehlikesiyle sarılı olan bir köye”(Avrupa Birliği Güvenlik Stratejisi 2020, sayfa 62)

Günümüzde sınıflar mücadelesine teori vepolitikada, olayların gelişim seyrine marksist vebilimsel veriler üzerinden bakmak, buna uygun birdevrim programına sahip olmak ayırdedici bir önemtaşır. Bunun pratik karşılığı ise, bilimsel sosyalizmdüşüncesi ile işçi sınıfının devrimci birliği demek olanleninist ihtilalci bir partiyi var etmektir. Bu ayırdedicitemel iki özellik, dönem değerlendirmesine bağlıolarak “Devrime hazırlanıyoruz!” şiarını yükseltendevrimci sınıf partisi tarafından temsil edilmektedir.

Page 20: Kızıl Bayrak 2014-24

Kapitalist dünyada işler iyi gitmiyor. Sisteminekonomik krizi derinleşerek devam ediyor. Psikolojiksavaş metotlarıyla, “krizi aştık” ve “göstergeler iyiçıktı” gibi yalan haberlerle sürdürülen çok yönlüpropagandaya rağmen kapitalist ekonominin kurallarıişlemeye devam ediyor. “Son mali rakamlar bazıilerleme belirtileri gösteriyor” (23.04.14-BBC)haberini, çok geçmeden “Son ekonomik göstergeler,Euro bölgesindeki ekonomik toparlanma sürecinindurduğuna işaret ediyor” (05.06.14-BBC) türündenhaberler izliyor. Sistem içi alınan ve büyük birgürültüyle uygulamaya konan önlemler, kapitalistsitemin krizini derinleştirmekten başka bir işeyaramıyor.

Ekonomik krizi aşmak için burjuvazinin alabileceğiönlemler(!), propaganda edildiği gibi çok alternatiflideğildir. Burjuvazinin elinde faizlerle oynama,enflasyonu kışkırtma veya düşürmenin dışında başkabir seçenek-enstrüman yoktur. Bunun dışında, dahadoğrusu bu politikaların kaçınılmaz olarak varacağısonuç; dünya pazarını meta bolluğundan arındıracakolan topyekûn bir savaştır. Kapitalist toplumun tarihi,bu acı gerçeği kanıtlayan olgularla doludur. Neredenbakarsak bakalım kapitalist üretimin ortaya çıkardığıgenel ekonomik krizi kapitalist sistem içerisindekalarak aşma çabaları, insanlığa ve doğaya karşıişlenen suçları katlayarak arttırmaktan başka bir sonuçyaratmıyor.

Burjuvazi kendi krizi karşısında çaresizdir

Kapitalist sistemin militarist gücü NATO ve finansmerkezi Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) bu haftayaptıkları toplantılardan çıkan sonuçlar, kendikrizlerine çözüm(!) bulma çabalarındakiumutsuzluklarını ve çaresizliklerini ortaya koydu.Üretici güçlerin üretim ilişkilerine başkaldırısı olarak daadlandırılacak olan kapitalist sistemin krizine, sistemiçerisinde kalarak normal(!) yollardan çözümbulamadıklarının itirafı olan NATO ve AMB kararları,dışta ve içte savaş ve terörü tek seçenek olarakgördüklerinin itirafı oldu.

NATO Genel Sekreteri Rasmussen Brüksel’dekisavunma bakanları toplantısında, ‘güvenliğe yöneliktehditlerin arttığını ve öngörünün azaldığını’ belirtti.‘NATO birliklerinin tepki yeteneği ve askeri donanımıarttırılarak ittifakın daha hızlı, çevik ve esnek halegetirileceğini’ söyleyerek, silahlanma çılgınlığında yenibir evreye geçildiğinin mesajını verdi. Militarist savaşörgütü NATO’nun başı bununla da yetinmeyerek,saldırgan önlemleri ‘Avrupa’daki sınırları kuvvetyoluyla değiştirmek niyetinde olan Rusya’ya karşıaldıklarını’ ileri sürdü ve Rusya’yı savaşın hedefi olarakilan etti.

Üretici güçler üretim ilişkilerine başkaldırıyor

Pazarın üretilen metaları eritemez olması, kapitalistüretimin tıkanarak durma aşamasına doğrutırmanması kapitalist tekelleri acilen ‘yeni’ pazar

sorununu çözmeye yöneltiyor. Ne var ki ‘yeni’ ve ‘boş’olan bir pazarın olmadığı ve kalmadığı çoktandırbilinen bir gerçektir. Kapitalist tekellerin önünde tekseçenek kalıyor, rakip pazarlara el atarak bu pazarlarıharaca bağlamak. Afganistan’da başlayan, Ukrayna’dadevam eden ‘insan hakları’, ‘sınır bekçiliği’ savaşlarınınaslı astarı da budur.

ABD emperyalizmin başı Obama’nın Polonya’da,savaş makinası NATO’nun genel sekreteriRasmussen’in Brüksel’de attıkları savaş naralarınınarkasında kapitalist sistemin derinleşen krizininyıkıcılığı karşısında içine düştükleri acınası çaresizliklerigizlidir.

AMB’nin 5 Haziran günü açıkladığı kararları,militarist alanda, daha çok da ‘dışarıya’ karşı esensavaş rüzgarlarının ‘içeriye’ taşınmasının belgesiolmuştur. NATO sınırların zor yoluyla değiştirilmesinekarşı, sınırların yılmaz savaşçısı olarak ortaya atılıpsavaş tamtamları çalarken, emperyalizmin finansmerkezi AMB ise, yatırımların durmasının, ekonomininbüyümemesinin, ticaretin tıkanarak işsizliğinartmasının sorumlusu olarak deflasyonu göstererek,çoktandır izledikleri enflasyonist politikalara hızvereceklerini ilan etti.

Ne kadar gizlenmeye çalışılsa da ekonominin kendiyasaları bu burjuva bayları boşa düşürerek, Avrupaekonomisinin deflasyon sürecine girmiş olduğunukabul ettirdi. Deflasyona karşı AMB, yürüttüğüenflasyonist politikalarını aldığı ek önlemlerlegüçlendirmeyi amaçladığını açıkladı. AMB, aldığı bukaralarla başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilere karşısürdürdüğü saldırıyı, iç savaş metotlarıylayoğunlaştıracağını da böylece ilan etmiş oldu.

AMB’nin kararları

Avrupa Merkez Bankası (AMB) gösterge faizini onbaz puan daha düşürerek yüzde 0,25’ten 0,15’eindirdi. Ana faiz haddini bütün zamanların en düşükseviyesine çeken AMB, aynı zamanda ticari bankalariçin ceza faizi uygulamasını da başlattı. Her gün merkezbankasına 156 milyar Euro yatıran özel bankalarekonominin canlanması için şirketlere kredi açmakyerine merkez bankasında tuttukları mevduat içinbundan böyle yüzde 0,1 oranında faiz ödeyecekler.

AMB enflasyon silahıyla saldırıyor

AMB, piyasaya bedava para sürüp enflasyonu

kışkırtarak, fiyatların yükselmesinin cazibesinedayanamayan kapitalisti yatırımlara yönlendireceği,üretimin artışa geçmesiyle de işsizliği düşüreceklerihayalini yayıyor. Oysa, bedava para politikasını,AMB’nin uyguladığı yüzde 0,15’lik faizi de almayanJaponya Merkez Bankası 20 yıldır uyguluyor. Japonyaekonomisi, bedava para politikasına rağmen yirmiyıldır deflasyonun pençesinden kurtulamadı. JaponMerkez Bankası’ndan piyasalara sürülen faizsizmilyarlar, yatırımdan çok spekülatif alanlara yöneldi.Gayrımenkul piyasalarının şişerek 2008’de mali krizolarak karşımıza çıkmasında Japonya Merkez Bankasıyaptığı katkısıyla ne kadar övünse azdır. AMB’nin 5Haziran günü aldığı piyasalara bedava para dağıtmakararını da en içten ve samimi duygularla borsalarselamladı. Almanya borsası DAX tarihi rekorunukırarak, ilk defa on bin puanın üzerine çıktı.

Çatışma şiddetlenecek

Kapitalist üretimin içerisine girdiği krizin temelindeüretim eksikliği bulunmuyor. Tersinden bu krizintemelinde üretim fazlalığı vardır. Pazarlar metalarladolup taşarken, diğer tarafta ise bir milyar aç insanbulunuyor. İroni de buradadır. Metaların bolluğu, birmilyar insanın açlığının nedeni olmaktadır. Asıl sorunbu tarihsel ironiye son vererek, üretici güçlerin üretimilişkilerine başkaldırısında, üretim aletlerinin özelmülkiyetine son vererek, toplumsal üretimi toplumsalmülkiyet biçimiyle tamamlayarak özgürleştirmektir.

Kapitalist istemin krizine toplumsal bir devrimleson vermenin dışında kalan bütün yollar, insanlıktoplumu ve doğa için korkunç bir yıkıma yol açacaktır.AMB’nin derinleştirdiği enflasyonist politikalarla işçisınıfı ve emekçilere karşı açtığı iç savaşı, NATO’danyükselen ‘sınır-pazar bekçiliği’ savaş naralarıtamamlıyor. Emperyalist metropollerin dış politikadakisilahlanma ve savaş politikalarına, içeride gericilik,polis devletinin takviyesi ve faşizmin tırmandırılmasıeşlik edecektir.

İnsanlık yol ayrımına hızla yaklaşıyor. Ya toplumsalbir devrimle kapitalist barbarlığa son verilecek ya dainsanlık ve doğa burjuvazinin kâr hırsı uğruna yıkımauğratılacaktır.

Toplumsal devrimler hiçbir zaman bu kadar yakıcıolmamıştır.

Finans kapitalin militarizasyonu: NATO ve AMB kararları

Page 21: Kızıl Bayrak 2014-24

Üç gün süren çatışmaların ardından, Irak’ın ikincibüyük kenti Musul’un cihatçı IŞİD (Irak ve Şam İslamDevleti) çeteleri tarafından ele geçirildiği bildirildi.Başkent Bağdat’a 400 km uzaklıkta bulunan Musulkentinin havaalanı, cezaevi, valilik, emniyetmüdürlüğü, askeri bölgeler gibi stratejik önemi olannoktalar cihatçı çeteler tarafından ele geçirildi.

Cihatçı çetelerin ele geçirdiği bölgelerde yaşayanhalkın evlerini terk ettiği, yollara düşen on binlercekişinin Güney Kürdistan’a veya diğer Irak kentlerinekaçtığı bildirildi. Yapılan açıklamaya göre evini terkedenlerin sayısı şimdiden on binleri aştı. Kent veçevresinde çatışmaların devam ettiği ve insani dramıngiderek ağırlaşacağı bildiriliyor.

Merkezi hükümet aciz, Barzani beklemede

Ülkenin ikinci büyük kenti ve petrol yatağı olanMusul’un önemli bölgelerinin üç günde cihatçı çetelertarafında işgal edilmesi, Bağdat’taki merkezihükümetin utanç verici bir acz içinde olduğunu gözlerönüne serdi. İlk açıklamada dışarıdan destek talepeden başbakan Nuri El Maliki, belli ki Irak ordusu vepolisine güvenmiyor. Musul kentinin bu kadar kısasürede ve bu kadar kolay bir şekilde cihatçı çetelereteslim edilmesi, El Maliki’nin neden aciz durumadüştüğünü de anlatıyor.

Irak ordusu ve polisi içinde yer alan ancak IŞİDçeteleriyle işbirliği yapan bir kesim olduğu biliniyordu.Musul’un cihatçılara terk edilmesi, bu kesimin oldukçaetkili olduğunu kanıtlıyor. Yolları kontrol noktalarıyladolu olmasına rağmen, Irak’ta intihar saldırılarının birtürlü önlenememesi, cihatçıların devlet içinde güçlüdayanaklara sahip olmalarıyla izah ediliyordu. Musulolayı, bu durumun sanılandan da vahim olduğunugözler önüne serdi.

Irak ordusu ve polisinin yanı sıra, Barzani’ye bağlıPeşmergelerin de geri çekildiği bildirildi. Küçük çaplıbazı çatışmalar dışında, Peşmergelerin de cihatçıçetelerle karşı karşıya gelmekten kaçınmaları,Musul’un önemli noktalarının kolayca IŞİD tarafındanişgal edilmesiyle sonuçlandı.

Bağdat olağanüstü hal ilan etti

Ülkenin ikinci büyük kentini cihatçı çetelerekaptıran Bağdat’taki El Maliki hükümeti, olağanüstühal ilan ederek Musul’u işgal eden katil çetelerine karşıher araçla savaşacağını ilan etti. Hükümetin askerioperasyon için yetki, silah, donanım, güç kaydırma vb.için yetkilendirildiğini belirten El Maliki, Musul’uncihatçı teröristlerin eline terk edilmeyeceğini söyledi.

Olağanüstü halin Musul’un yanı sıra Ninova,Selahaddin, Diyala, Ambar gibi kentleri de kapsayacağıbelirtildi. Hükümetin bir aylık olağanüstü hal ilan etmeyetkisi olduğunu belirten Iraklı gözlemciler,çatışmaların seyrine bağlı olarak bu süreninyenilenebileceğini belirtiyorlar.

Olağanüstü hal ilan eden ve savaş yetkisi alan ElMaliki yönetiminin cihatçı çetelerle nasıl baş edeceği

bilinmiyor. Felluce kentinin de bu çeteler tarafındanhaftalar önce işgal edildiği ve halen onlarındenetiminde olduğu dikkate alındığında, El Malikiyönetimin işinin pek kolay olmadığı anlaşılır.

Bir kez daha Suudi Arabistan-Türkiye-Katar“şer ekseni”

Siyonist İsrail’le birlikte bölgenin en Amerikancırejimleri olan Suudi Arabistan, Türkiye, Katar üçlüsü,cihatçı çetelerin baş destekçileridir aynı zamanda.Suriye’de Beşar Esad yönetimini devirmek için histerikbir şekilde faaliyet yürüten bu şer ekseni, IŞİD’ingelişip güçlenmesinde uğursuz bir rol oynamıştır.Elbette ABD emperyalizmi ve batılı ortaklarının daonay ve desteği ile oynadılar uğursuz rollerini.

Katar-Suudi Arabistan ikilisi petro-dolar ve uydukanallarından yaydıkları iğrenç propaganda ile cihatçıçeteleri tahkim ederken, Türk devleti ve AKP iktidarıise yüzlerce kilometrelik sınırı açtı, eğitim kamplarıoluşturdu, silah sevkiyatını gerçekleştirdi, tetikçicihatçıları taşıdı ve bu çetelerle daha pek çok suçaortak oldu.

Hem Suriye hem Irak’ta savaşan bu cihatçı çeteninIrak’taki kanlı faaliyetleri de “şer ekseni” tarafındandesteklendi. Rezil çıkarları için aralarında çatışan “şerekseni” üçlüsü, buna rağmen cihatçı katilleri finanseedip silahlandırmaya devam ediyorlar.

IŞİD’in petrol pazarı Türkiye

IŞİD çatısı altında toplanan cihatçı çeteler,Suriye’deki petrol bölgelerinin bir kısmının kontrolünüele geçirmek için diğer cihatçı çete El Nusra Cephesi ilesavaştı; Suriye’nin Irak sınırına yakın bölgelerinde buçatışmalar devam ediyor. El Nusra’yı gerileten IŞİD,Suriye petrollerinin bir kısmını ele geçirdi. Petrolündenetimini ele geçiren bu cihatçı çetenin aylık gelirinin700 milyon Dolar’a ulaştığı tahmin ediliyor.

Körfez şeyhlerinin petro-dolarlarına ek olarak

petrol yağmasından elde ettiği bu gelirle güçlenenIŞİD, azılı katillerden oluşan bir kirli çıkarlar şebekesiolarak küstahça saldırılar düzenleyebiliyor.

IŞİD çetelerine bu mali finans kaynağını sağlayan,AKP iktidarının açtığı petrol pazarıdır. Çaldığı Suriyepetrolünü ucuz fiyata satan IŞİD çeteleri için Türkiye,tam bir “serbest pazar” durumundadır. Bu pazarıoluşturan AKP iktidarının yandaşları da, ucuza aldıklarıçalıntı petrol sayesinde büyük rantlar elde ediyorlar.AKP iktidarı ve etrafındaki yiyici takımı, rant uğrunakomşu halkların kanını döken IŞİD çeteleriyle yıllardanberi işbirliği içindedir.

Gerici planların bedelini halklar ödüyor

Ortadoğu halklarının başına bela edilen cihatçıkatillerin bu kadar güçlenmesi ABD, Fransa, İngiltereemperyalistleri ile Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibigerici Amerikancı rejimlerin çok yönlü desteğisayesinde mümkün olmuştur. Askeri, mali, siyasi,medya, diplomasi ve diğer alanlarda sağlanan çokyönlü destek, cihatçı çeteleri güçlendirmiş, sınıra yakınolan Suriye ile Irak kentlerinde etkili olmalarınısağlamıştır.

Cihatçı tetikçilerin 70’i aşkın ülkeden devşirilipSuriye ve Irak’a taşınmaları, silahlanmaları,eğitilmeleri, finanse edilmeleri ve bu sayede halklarakarşı ağır suçlar işlemeleri, adı geçen devletlerin çokyönlü desteğinin bir sonucudur.

Bu emperyalist ve gerici devletler, bölgesel çıkarlarıiçin cihatçıları tetikçi olarak kullanırken, devam edençatışmaların ağır bedelini ise halklar ödüyor. Besleyipsilahlandırdıkları çeteleri kullanan ABD ile işbirlikçileri,tetikçilerini “terör örgütleri listesi”ne ekliyorlar, amaöte yandan da destek ve işbirliği devam ediyor. Zira budestekler olmadan IŞİD’in bu kadar pervasız birsaldırıya girişmesi söz konusu bile olamazdı.

Bu belayı savuşturmak, yazık ki, bölge halkları içinkolay olmayacak. Buna karşın çıkış yolu da bellidir;emperyalizme ve bölgedeki işbirlikçilerine karşıhalkların meşru, militan, birleşik direnişini örmek…

ABD ile işbirlikçilerinin beslediğiIŞİD Musul’da…

Page 22: Kızıl Bayrak 2014-24

Dünya Kupası turnuvası yaklaştıkça Brezilya’dakiişçi ve emekçilerin eylemlilikleri de artıyor.

Stadyumlar ve kupa hazırlıkları için harcananparanın sağlık, ulaşım, eğitim ve barınma sorunlarınaaktarılması gerektiğini savunan işçi ve emekçiler sonolarak Sao Paulo metrosunda grev ilan etti. Sao Paulokenti Dünya Kupası açılışına ev sahipliği yapacak.Metro grevi, açılış stadına giden bütün yollarınkapanmasına yol açtı. Günlük 4.5 milyon yolcu taşıyanSao Paulo metrosunun durması nedeniyle 209 km’likkuyruklar oluştu.

Sendikalar ile vali arasındaki taleplere ilişkingörüşmelerden bir sonuç alınamayınca vali grevidurdurmak için mahkemeye başvurmuştu. Sao Pauloyerel mahkemesi, davayı trafiğin yoğun olduğusaatlerde %100 diğer saatlerde %70 oranda metronunhizmet vermesi hükmüne bağlayarak sendikalaragözdağı vermeye çalışmıştı. Fakat karara uymayanlarıncezalandırılacağı açıklanmasına karşın işçiler grevkararına sahip çıktı. Mahkemenin kararı neredeyse hiçuygulanmayarak grev hayata geçirildi.

İşçiler, evsizler sokakta!

Binlerce evsiz Brezilyalı, turnuvanın ilk maçınınyapılacağı Corinthians Stadyumu önünde eylem yaptı.“Evsiz İşçiler Hareketi” üyelerinin düzenlediğiyürüyüşte, hükümetten sağlık ve eğitime daha çokyatırım yapması, ayrıca toplu taşımayı finansal olarakdesteklemesi talep edildi. Ana caddeyi trafiğekapatarak yürüyen eylemciler talepleri içinmücadelenin süreceğini ifade ettiler.

Eylemlere karşı demagoji

Eylemler artarken Brezilya Devlet Başkanı DilmaRousseff ise “Halkın futbol sevgisine güveniyorum.Kupa başladığında gösteriler bıçak gibi kesilecektir”diyerek hareketi kırmak için demagojiyi sürdürüyor.

FIFA Başkanı Sepp Blatter de Rousseff’e katılarak“Ben de optimistim (iyimser) futbol başladığında herşey daha güzel olacak” dedi. Korkularını gizlemeyeçalışsalar da demagojinin yanında tehditler savrularak“Dünya Kupası sırasında şiddet içeren eylemlere izinvermeyiz” dendi. Kupa için binlerce polis ve askeringörev alacağı açıklandı.

“Ronaldo, bizi iyi dinle!”

Devletin işçi ve emekçi eylemlerine yönelik anti-propaganda çalışmasına Brezilyalı futbolcu Ronaldo dadestek verdi.

Ronaldo geçen hafta ülke çapında süren gösterilereyönelik “Gösteri yapmak herkesin hakkı, ancak yüzlerimaskeli vandallar ortaya çıkınca polis hemen hareketegeçerek tekme tokat hepsini dışarı atmalı” diyerekpolis saldırılarını meşrulaştırmıştı.

Ronaldo’nun sözleri de protesto edilerekfutbolcunun basın işlerini yürüten ajansın önündeeylem yapıldı. Juntos (Birlikte) Gençlik Hareketi üyeleriRonaldo’nun açıklamalarını protesto ettiler.

“FIFA go home!” yazılı pankartı ajansın önünebırakan gençler, “Ronaldo, bizi iyi dinle, halkımız staddeğil sağlık ve eğitim istiyor” dediler.

Brezilya kupaya grevlehazırlanıyor!

Brezilya’da metrogrevcilerine saldırı

Dünya Kupası turnuvasının açılış maçının yapılacağıSao Paulo’da 3 bin metro işçisinin grevi kararlılıklasürüyor. “Vandallık” ve “görevi kötüye kullanma”iddialarıyla 42 işçinin işten çıkarılması ve zamoranındaki fark üzerine başlayan grev birinci haftasınıdoldurdu. 9 Haziran’da metro işçilerini bulunduklarıAna Rosa İstasyonu’ndan çıkarmak için polis saldırıyageçti. Polisin plastik mermi ve gaz bombası dakullandığı saldırıya direnişle karşılık veren metroişçileri binada kalmaya devam etti. Saldırıyı dışardakarşılayan işçilerden 13’ü gözaltına alındı. İşçileriçıkarmayı başaramayan polis geri çekilmek zorundakaldı.

Grevi mahkeme kararıyla engellemeye çalışan valibaşarılı olamamış, işçiler ortak kararlarıyla grevebaşlamışlardı. 9 Haziran’da bir mahkeme kararı dahaçıkarılarak grev üzerindeki baskı yoğunlaştırıldı. SaoPaulo Bölge İş Mahkemesi grevin sona erdirilmesineilişkin karar aldığını açıkladı. Mahkeme heyetininaçıklamasında grevin “haksız” olduğu iddia edilirkengrevci işçilere eylemin her günü için 400 bin Real(yaklaşık 178 Dolar) para cezası verildi. Cezayı Metroİşçileri Sendikası’nın ödeyeceği belirtildi.

Mahkemeden çıkan “haksız grev” kararı da polissaldırısı da işçilerin kararlı duruşunu kıramadı. Genişbir forum toplayan metro işçileri greve devam kararıaldı.

Sao Paulo Metrosu Çalışanları Sendika BaşkanıPrazeres Junior, grev kararına ilişkin şunları aktardı:“Eğilim şu anda grevin devam etmesi yönünde çünküAlckmin bu sabah işten çıkarılan 42 işçinin yenidengöreve başlamasını reddetti. Eğer işten çıkarılanlaryeniden göreve başlarsa bence sendika grevi bırakır.”

Grevdekiler toplu sözleşmedeki zam talepleriniyüzde 12.2’ye indirdi. Fakat eyalet hükümeti yüzde8.7’lik artış teklifinden geri adım atmamakla beraberişçilerin yeniden işe alınmayacağını da söyleyerekpervasızlığını sürdürdü.

Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff ise “SaoPaulo’da yaşanan bu restleşmeye ve diğerlerinemüdahil olmama” kararı aldığını açıkladı. İşçilerin zamtalebini restleşme olarak tanımlayan Rousseff böylecetaraf olduğunu da gösterdi.

Page 23: Kızıl Bayrak 2014-24

İsyan barikatlarından geliyoruz, gecenin körkaranlığında geleceğimiz ve özgürlüğümüz içindövüştük. Sabahın aydınlığını barikatta karşıladık.

Ethem’le omuz omuzaydık polisin “yasal mermisi”ile vurulduğunda, ancak Ali İsmail’in yanında olamadıkgecenin kör karanlığındaki pusuda… Berkin bir çocukdeğil yoldaşımızdı, elinde sapanı… Ahmet, Abdullah,Mehmet, Medeni, Hasan Ferit’le aynı barikatınbaşındaydık. Haziran’da yaktığımız isyan ateşisönmedi. Kor bir ateş gibi avucumuzda isyan ateşi veyakacağız zulmün saraylarını elbet…

Ege’den, İTÜ’den, Soma’daki madenci katliamınınhesabını sormak için gerçekleştirdiğimiz işgallerdengeliyoruz.

ODTÜ’den, rantın yoluna karşı devrimin yolunututarak geliyoruz.

Greif işçilerinin işgal ettiği fabrikadan çıktıkgeliyoruz. İşçi sınıfıyla omuz omuza işgal, grev, direniştürküsünü söyleyerek geliyoruz.

Taşeron köleliğine, iş cinayetlerine,özelleştirmelere, işçi sınıfının haklarının gaspedilmesine karşı Greif, Soma, Yatağan, Feniş, Anteks,Sütaş işçileriyle geleceğimizi bir tutup geliyoruz.

1 Mayıslar’da dövüşerek Taksim, Kızılay iradesinikuşanıp geliyoruz.

Üniversitelerden geliyoruz; paralı eğitime,soruşturmalara, baskılara, yasaklamalara karşımücadelenin içinden geliyoruz.

Kendi geleceğimizi kurmak için, gençliği devrime

kazanmak için geliyoruz. Ve biliyoruz ki, bunun tekyolu örgütlenmek ve mücadele etmekten geçiyor.

Karşımızda örgütlü bir sermaye sınıfı ve onundevleti varken, bizim de devrimi örgütlememizgerekiyor.

İşte bunun için onlarca üniversite ve liseden, kendigeleceğimiz için tartışmaya, kararlar almaya,mücadeleyi büyütmeye ve kendi geleceğimiziellerimize almaya geliyoruz.

Sokağa dökülen milyonların devrimci potansiyelini,dinamizmini kucaklamaya, örgütlemeye geliyoruz. Bukokuşmuş düzeni yıkmak için devrimci politikayı etkinkılmaya geliyoruz. Gençliğin devrimci birliğiniyaratmak için, mücadelenin ateşini sıkılıyumruklarımızın içine alarak biraraya geliyoruz.

Gençliğin devrimci birliği için Ekim Gençliği II. YazKampı’nda buluşuyoruz.

Sunumlarla, atölye çalışmalarıyla, söyleşilerle kendigeleceğimizi tartışmak, üretmek, paylaşmak, sınıfsızsömürüsüz sosyalist bir dünyanın tohumlarını atmakiçin buluşuyoruz.

7-13 Temmuz’da İzmir Seferihisar’da, kavgamızüzerine tartışmak ve onu büyütmek için buluşuyoruz.

Sen de kavgada yerini al, sen de gençliğin devrimcibirliğini yaratmak için bize katıl ve elini taşın altına koy.

Ekim Gençliği II. Yaz Kampı’nda beraberörgütleyelim geleceğimizi!

Ekim Gençliği

Ekim Gençliği II. YazKampı’nda buluşalım!

Devrimci sanatçılar anıldı

GebzeGebze İşçilerin Birliği Derneği Haziran ayında yitirilen

devrimci sanatçılar Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve OrhanKemal ile Haziran Direnişi’nde katledilenleri ve Soma’dayitirilen 301 madenciyi andı.

Gebze İşçilerin Birliği Derneği Kültür-SanatKomisyonu tarafından 7 Haziran’da “Haziranda ÖlmekZor!” şiarıyla düzenlenen etkinlik saygı duruşu ilebaşladı. Saygı duruşunda Adnan Yücel’in “BizKazanacağız!” şiiri okundu. Sonrasında “HazirandaÖlmek Zor!” adlı sinevizyon izlendi. İki bölümden oluşansinevizyon devrimci sanatçıları, Haziran Direnişi’ni veSoma’da katledilen maden işçilerini konu alırkenbeğeniyle izlendi

Etkinliğin devamında Kültür-Sanat Komisyonu adınabir konuşma gerçekleştirildi. Konuşmada devrimcisanatçıların insanların insan gibi yaşayacağı bir dünyaiçin mücadele ettikleri, mücadeleyi en ileri noktadansahiplenerek, hiçbir baskıya, zorbalığa, işkenceye boyuneğmedikleri söylendi. Yıllar öncesinden işçi ve emekçilerimücadeleyi çağıranların Haziran’la birlikte sokaklardayer aldığı söylenerek Haziran Direnişi anlatıldı. Haziranruhunun sönmediği, tam tersine ODTÜ’de, İTÜ işgalinde,üniversite işgallerinde, Greif’te, Feniş’te mücadeleyedevam edildiği vurgulandı. Hesap sorma çağrısıyükseltilerek konuşma sonlandırıldı.

Konuşmanın ardından Gebze İşçilerin Birliği DerneğiMüzik Grubu tarafından devrimci sanatçılar tarafındanyazılıp bestelenen ezgiler söylenirken, Soma madenişçileri için de türküler söylendi. Müzik dinletisi Çav Bellaile bitirildi. Etkinlik mücadeleyi büyütme çağrısı ilesonlandırıldı.

Küçükçekmece6 Haziran Cuma günü Orhan Kemal’in büyük eseri

“Bereketli Topraklar Üzerinde” romanının 1979’da ErdenKıral tarafından çekilen ve sıkıyönetim tarafındanyasaklanan filmi izlendi. Çukurova’ya çalışmak için gelenKöse Hasan, Pehlivan Ali ve Yusuf adlı üç işçininyaşamları üzerinden işçilerin yaşadıkları sömürüyüanlatan film ilgi ile izlendi.

Anmada devrimci sanatçılar anısına müzik ve şiirdinletisi gerçekleştirildi.

Anma programından önce İşçilerin Birliği Derneğiadına konuşma yapıldı.

İşçilerin Birliği Derneği adına yapılan konuşmanınardından anma programı başladı. Devrimci LiselilerBirliği ve derneğin müzik topluluğunun ortak hazırladığısunum başta Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arifve Haziran Direnişi’nde katledilenler olmak üzeremücadelede yitirilenler için bir dakikalık saygı duruşu ilebaşladı.

Saygı duruşunun ardından Nazım Hikmet, OrhanKemal ve Ahmed Arif’in hayatlarını, sanatlarını veverdikleri mücadeleyi anlatan, onların şiirlerinden,yazılarından parçalara yer verilen sunum, müzik ve şiirdinletisi gerçekleştirildi. Anma programı baştan sonabüyük bir ilgi ile izlendi ve “Haziranda Ölmek Zor”parçası ile sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze - Küçükçekmece

Page 24: Kızıl Bayrak 2014-24

Gençliğin tercihi seçim sandıklarına sığmaz dedik,gençliğin öfkesi bu düzene sığmaz dedik. Bunun böyleolduğunu Haziran’dan sonra tekrar gördük. 1 Mayıs’tabarikatlar kurup işçi sınıfının safında sınıf savaşınakatıldık, Soma’da maden işçileri katledildiüniversitelerimizi işgal ettik, 31 Mayıs’ta sokaklaraçıktık. Dost-düşman gençliğin taşıdığı potansiyeli,gençliğin öfkesini, gelecek özlemini, militanlığınıgördü. Önlemler aldılar, tehditler savurdular, polisoperasyonları yaptılar ancak gençliğin taşıdığı devrimcipotansiyeli yok edemediler. Evet, yok edemediler;çünkü bu düzenden hiçbir beklentisi olmadığınıhaykıran gençliğin devrimci potansiyelini yok etmegücü ve olanağından yoksundur egemenler.

Haziran’dan bugüne, gençliğin devrimcipotansiyelini yok edemezsiniz!

Haziran Direnişi’nde korku duvarlarını yıkıpsokaklara çıkan gençlik, bu düzenden bir beklentisiolmadığını defalarca gösterdi. Reformistler, HaziranDirenişi’nin tüm yıkıcı, değiştirici, dönüştürücü,yaratıcı gücünü seçim sandıklarına hapsetmeye çalıştı.Sermaye iktidarı ise sömürüye, baskılara veyasaklamalara seçim sonrasında da pervasızca devametti. Reformistlerin girişimi gençliğin ufkunu daraltıpdüzen sınırlarının içine hapsetmeye hizmet ederken,AKP iktidarı ise, devletin sopasıyla gençliği terbiyeetmeyi hedefliyor. Buna karşın mücadeleden geridurmayan gençlik, geleceğine sahip çıkmaya devamediyor.

Kitlelerin öfkesinin dinmeyeceği, yer yer geriçekilse bile bu kokuşmuş düzen var oldukça,patlamalara yol açan öfkenin kaybolmayacağı açıktır.Bunun en somut göstergesi 1 Mayıslar’dır, fabrikalarınıişgal eden, direnişe geçen Greif işçileridir, Yatağanişçileridir, Anteks işçileridir. Soma’da yüzlerce işçininkatledilmesinin ardından sokağa çıkan yüz binlerdir,üniversitelerini işgal eden gençliktir, 31 Mayıs’tır,Haziran’dır…

Gençlik sınıf gündemlerine uzak değildir

İşçi sınıfı, mücadele sahnesine çıktığında tümdengeleri değiştirebileceğini, emekçi kitleleri, gençliğive diğer ezilenleri peşinden sürükleyebileceğini,sergilediği direniş örnekleriyle göstermiştir. Greif işgali,Yatağan işçilerinin direnişi, Soma’daki katliam, taşeronişçilik gibi örnekler, gençlik kitlesinde de yankısınıbulmuştur. Bu etki, gerçekleştirilen işgal eylemlerindede kendisini göstermektedir. Gençlik, son yıllardaortaya koyduğu militan tavrını, toplumsal olaylaragösterdiği duyarlılıkla bir kez daha ortaya koymuştur.

Tüm bu gelişmelerin karşısında sermaye iktidarıbaskılarını arttırmaktadır. Yeni Geziler’den, yeniHaziranlar’dan korkmaktadır. On binlerce polisikitlelerin üzerine salmasının, onlarca TOMA’yla,akreplerle saldırmasının, günler öncesinden eylemalanlarında önlemler almasının, hedef gözeterek ölüm

saçmalarının arkasında bu korkuları vardır. Ancakkorkuları ecellerine fayda etmeyecektir.

Soma’daki madenci katliamı sadece yüzlerce işçininkatledilmesi ile değil, kapitalizmin vahşi sömürüçarkına, işçileri kömür torbası gibi gören ilkelzihniyetine, sermayenin üniversitelerle kurduğu rezililişkiden düzenin işçi sınıfından nasıl da korktuğunadek, birçok gerçeği gözler önüne sermiştir. Kitlelerhümanist duygularla değil, düzene karşı başkaldırıruhuyla sokaklara çıkmıştır. Ayağa kalkan kitlelerdüzenin yas ilan etmesinden şehitlik edebiyatınasarılmasına kadar tüm oyunlarını bozmuştur. Yas değilmücadele günü şiarı karşılık bulmuştur. Gençlik bunoktada da militan bir tutum almıştır. Kendi geleceğiniişçi sınıfının geleceğiyle bir tutan, kendi geleceğinesahip çıkmayı işçi sınıfının kurtuluşunda gören birbakış ortaya konmuştur.

Bu katliam, hiç bir güvenlik önlemi olmadan,taşeron köleliğine mahkum edilen işçi sınıfının çalışmave yaşam koşullarını gözler önüne sermiştir. Taşeronköleliğinin boyutlarını ve sonuçlarını gözler önünesermiştir. Düzen güçlerinin ve sözcülerinin, SomaHolding patron ve yöneticilerinin açıklamaları düzeninpervasızlığını ortaya koymuştur. Bu pervasızlıkkarşısında kitleler sadece katledilen madencilerianmak için değil, düzene karşı öfkelerini haykırmakiçin de alanlara çıkmıştır. Taşeron köleliğinin ne türsonuçlar doğuracağını ortaya koyan bu katliam,kapitalist düzende işçilerin hayatlarının bile hiçesayıldığını ortaya koymuştur.

Gençlik tüm bu yaşananlar karşısında sergilediği

tutumla sınıf gündemlerine uzak olmadığınıgöstermiştir.

Gençliğin dinamizminin, militanlığının eylemselbiçimi: İşgaller

Gençlik de üniversitelerinden ses verdi. Ayağakalktı. Üniversitelerini işgal ederek devrimci, militaneylem biçimlerine sahip çıktı. Haziran’da meydanları,parkları özgürleştiren mücadele ruhu yeniden ortayaçıktı. Yakın dönem işçi eylemlerinden aldıkları güçle detaleplerinin arkasında durdular. Soma katliamınınhesabını sormak ve sermayenin üniversite ile ilişkisineson vermek için soruşturmalara, polis terörüne karşıtaleplerini ortaya koydular. İTÜ’de taleplerini kabulettirirlerken, Ege işgal eylemi ancak bir geceoperasyonu ile son bulmuştur. İşgal eylemleriningençlik kitlelerinin sahiplenmesi gençliğin düzeninsınırlarına sığmadığını bir kez daha göstermiştir.Reformizmin etkisinin kırıldığı bu eylemler gençliğintaşıdığı devrimci potansiyelin kanıtı olmuştur.

Tüm bu süreçler ve eylemler gençliğin devrimcipolitikalara ve yöntemlere yatkınlığını, taleplerininarkasında militan bir tutum alabildiğini göstermiştir.Polisin tehditlerine karşı işgal eylemleri devam etmiş,binlerce öğrenci sahiplenmiştir.

Gençlik hareketinin örgütlenme ihtiyacı tümyakıcılığını koruyor

Ancak gençliğin içinde bulunduğu örgütsüzlük,

Gençliğin devrimci birliğini yaratalım!

Page 25: Kızıl Bayrak 2014-24

“Bu daha başlangıç mücadeleye devam!” Haziran Direnişi’yle sokaklara taşınan bu slogan

tüm yıl boyunca direnişçilerin dilinden eksik olmadı.Sokakları, meydanları, kendimizi özgürleştirdiğimizdirenişin yıldönümü yaklaşıyor. 31 Mayıs’ın ardından“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” demiştik. Öylede oldu. AKP ve sermaye her adımını sokağın tepkisinidüşünerek atıyor. Çünkü 1 yıl boyunca hepsokaklardaydık... Gezi şehitleri ve Berkin Elvan içinsıralarımızdan sokaklara döküldük. ODTÜ’de katledilenağaçlar için “Her yer ODTÜ!” dedik, fidanlarımızıdiktik. Yolsuzluk ve hırsızlık düzenine karşı meydanlarıdoldurduk. Twitter yasaklarına karşı tweetlerimizisokaklara yazdık. Tribünlerde Ali İsmail için yazılanmarşı söyledik. Gezi şehitlerinin katillerinden hesapsormak için mahkeme kapılarına dayandık. 1 Mayıs’ıHaziran Direnişi’nde zaptettiğimiz meydanlarımızdakutlamak için direnişi Kızılay ve Taksim iradesiylebüyüttük, polis zorbalığının karşısında saatlercedirendik. Soma’da katledilen işçilerin hesabını sormakistedik. Sokaklar hiç boş kalmadı, gelecek ve özgürlükisteyenlerin sloganları yankılandı, yankılanıyor. Budüzenin bekçilerine korku salıyor. Bunun için Erdoğanhala Berkin’in adını nefretle anıyor. Bunun içindirenişin meydanları olan Taksim ve Kızılay’ıemekçilerle, gençlerle buluşturmamak için zorbalıktasınır tanımıyorlar. 1 Mayıs’ta olduğu gibi çelik duvarlarörüyor, Taksim’e çıkan her sokağı bariyerlerlekapatıyorlar. Neredeyse her eylemimize birsavaştaymışız gibi saldırıyorlar. Bu korku değil de başkanedir?

Bu korku kendi servetlerini büyütürkenyoksullaştırdıkları emekçilerden duyulan korku.

Bu korku sınavdan sınava bir yarış atı gibikoşturulan ama geleceksizlik labirenti için oyaladıklarıbizlerden duydukları korku.

Gelecek sınav salonlarında değil direnişmeydanlarında!

Çünkü onlar, onların çocukları bizim geleceğimiziçalıyor, ayakkabı kutularına, çelik kasalarınadolduruyor, genç yaşlarında büyük servetlerin üzerinekuruluyorlar. Bizler “iyi bir gelecek” için borç harçyapıp dershanelere yatırıyoruz. Lise hayatımızın

özellikle son iki yılını ev-dershane-okul üçgenindetüketiyoruz. Sınavdan sınava koşturuyor, gençliğimizi,ömrümüzü sınav salonlarında tüketiyoruz. Sosyalhayatımızı bir kenara atıyor, test kitaplarınagömülüyoruz.

Bizim arkadaşlarımız dershane parasınıdenkleştirmek, okul harçlığını çıkarabilmek içininşaatta çalışırken ölüyor. Sınav stresi yüzünden intiharediyor. Bu sisteme kurban gidiyor.

Onların çocukları yolsuzluktan semiriyor, bizlerdershane yolunda sınavdan sınava koşturuyoruz.

Onların yolu yolsuzluğa, bizim yolumuz sınavsalonlarına çıkıyor.

Ama ne yaparsak yapalım, bizim geleceğimizi çalanbu haramiler varken, ‘paran kadar eğitim’ diyen budüzen varken geleceğimizden emin olamıyoruz.

O halde gelecek planımızı kendimiz çizmek içindireniş alanlarının yolunu tutalım. Tüm yollarıDenizler’e çıkaralım!

Direniş, devrim, özgürlük!

Bu düzenden ne bizim için ne de insanlık için iyi birşey çıkar. Bizlere geleceksizlikten başka bir şeysunamayan bu sistem, özgürlük isteğimizi de zorbalıklabastırmaya çalışıyor. O halde Haziran Direniş’ininyıldönümünü isyan ruhunu kuşanarak karşılayalım.AKP’den ve bu kokuşmuş düzenden kurtulmak içindirenişi büyütelim. Çünkü faşist baskı ve zorbalıkkarşısında ayakta kalmanın, geleceğine ve yaşamınasahip çıkmanın tek yolu direniştir. Direniş, devrimyürüyüşümüzün bir adımı olsun. Çünkü devrim, baskı,zulüm, geleceksizlik ve sömürü karşısında direnmeninötesine geçmek, haramilerin saltanatını yıkmakdemektir. Bizim ihtiyacımız olan da budur. Zulmünkalelerini sarsmak değil yıkmak!

Herkesin güvenle çalışacağı, eşit yaşayacağı birgelecek için direniş ve devrim!

Prangalarımızı çıkarıp atmak için, özgürlük içindireniş ve devrim!

Bir kez daha söylüyoruz “artık hiçbir şey 31Mayıs’tan önceki gibi değil!”

Bu daha başlangıç mücadeleye devam!(Liselilerin Sesi’nin Mayıs-Haziran 2014 tarihli 59.

sayısından alınmıştır...)

Direniş, devrim, özgürlük!gösterdiği militan tutumun sınırlarını da belirlemiştir.Gerçekleştirdiği eylemin iradesini güçlendirecek,militanlığını sürdürecek, yarınlara örgütlü gücünüarttıracak olan örgütlülüklerden yoksun olması,gençliğin mücadelesinin sınırlarını belirlemiş, heradımda bu örgütlenmenin ihtiyacı hissedilmiştir.

Bizler bilmekteyiz ki, mücadelemizin gerçekkazanımları sadece o anki taleplerimizin karşılanmasıile ölçülmemektedir. Bundan daha da önemlisigerçekleştirmiş olduğumuz eylemlerinörgütlülüğümüzü ne kadar geliştirdiğidir. Gerçekkazanımımız örgütlülüğümüzün yaratılmasındadır,güçlendirilmesindedir.

Gençlik hareketinin mevcut tablosu bunu açık birşekilde göstermektedir. Gençlik politikalardaortaklaşmış, sözünü söyleyebileceği, karar almamekanizmasında yer alabileceği örgütlülüklere ihtiyaçduymaktadır. Bu arayışını forumlarla, topluluklarla,öğrenci çalışmalarıyla aşmaya çalışmaktadır. Ancakbunlar, bugünkü politik ve eylem düzeyinikarşılamamaktadır. Eylemliliğini ve gücünü güvenceyealacak mekanizmalar yaratamamaktadır.

Gençlik hareketinin bu kendiliğindenliğinin veüzerindeki reformizmin etkisinin kırılması gençlikhareketinin güncel ihtiyacıdır. Tekrar tekrarsöylüyoruz. Devrimci politik bir odaklaşma yaratılması;gençliğin dinamizminin, militanlığının ve bugünküeylem düzeyinin kucaklanması gerekmektedir. Bupolitik odaklaşmanın örgütsel karşılığı devrimcipolitikalarda birleşmiş, politik kitle örgütününyaratılmasıdır.

Gençlik kampımız örgütlenme sorunununaşılmasında bir imkandır

Genç komünistler olarak gençlik hareketinidevrimcileştirme, ileriye taşıma; birleşik, kitlesel,devrimci bir gençlik hareketi yaratma hedefimizingüncel sorumluluğu böylesi bir örgütlülüğünyaratılmasıdır. Gençlik hareketinin ihtiyaçlarınınkarşılanmasıdır.

Ortaya koyduğumuz bu politika yakın dönemtartışmalarımıza ve önümüzdeki döneme de yönvermektedir. Bugün gençlik kitleleriyle, özellikle deileri gençlik kitleleriyle örgütlenme tartışmalarınıyürütmek, gençlik hareketinin güncel ihtiyaçlarınıtartışmak ve onları harekete geçirmeyi, kapsamayıhedefleyen Devrimci Gençlik Birliği’ni somutlamakgerekmektedir. Devrimci Gençlik Birliği devrimcipolitik odaklaşmanın, gençliğin devrimcipotansiyelinin, dinamizminin, militanlığının örgütlüzemine kavuşması, güvenceye alınmasıdır. Yoksagençliğin taşıdığı potansiyel heba edilecektir.Dinamizmi, militanlığı devrimci kanallarataşınamayacaktır.

Önümüzdeki dönem, bu birliğin sağlanabilmesi içinsomut adımların atılması gerektiği bir dönemdir. Budönemi öncelikle en geniş kesimleri tartışmanın içineçekerek değerlendirebilmeliyiz. Ekim Gençliği 2. YazKampı gençlik hareketinin ihtiyaçlarının tartışılacağı,somut adımların atılacağı bir kamp olacaktır. En genişkesimleri kampın parçası yapmak, kendi geleceklerinive örgütlülüklerini tartışmalarını sağlamakgerekmektedir.

Ekim Gençliği(Ekim Gençliği’nin Haziran 2014 tarihli 151.

sayısından alınmıştır...)

Page 26: Kızıl Bayrak 2014-24

Son 10 yıllık raporlara göre iş cinayetlerinin yüzde31’i ve yaralanmalarla sonuçlanan iş ‘kazalarının’yüzde 10’u inşaat iş kolunda yaşanıyor. 2014 yılının ilkbeş ayında sadece gökdelen inşaatlarında çalışırkendüşerek yaşamını yitiren işçi sayısı 100 oldu. Sonolarak geçen cumartesi günü İstanbul Kartal’da üçinşaat işçisi, iskelenin çökmesi sonucu 16. kattandüşerek hayatını kaybetti. Gökdelen yapımında çalışanişçilerin metrelerce yükseklikten düşmesine nedenolan iş cinayetleri en sık da, ‘prestijli’ projelerin yeraldığı İstanbul’da yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerdeAğaoğlu’nun Maslak’taki “1453 İstanbul” inşaatındaçalışan bir işçi yaşamını yitirmiş, işçiler bu cinayetetepki göstermişlerdi.

İzmir Tabip Odası İşçi Sağlığı ve İşyeri HekimliğiKomisyonu, ‘prestijli’ konut projelerinde yaşanan işcinayetleriyle ilgili araştırma yaptı. Hazırlanan raporinşaatlarda yaşanan iş cinayetlerinin, bu yılın ilk beşayında arttığını gösterdi. Bu araştırmaya göre, Türkiyegenelindeki inşaatlarda 97 işçi iş cinayetlerindeyaşamını yitirdi. İnşaatlardaki ölümler en çokyüksekten düşme sonucu meydana geldi.

Komisyon Başkanı Dr. Hakan Toksöz, işcinayetlerinin önüne geçeceği söylenen yeni İş Sağlığıve Güvenliği Kanunu’nun yayınlanmasına ve birçokmaddesinin yürürlüğe girmesine rağmen değişen birşey olmadığını söyledi. Toksöz, inşaatlarda kazalar veölümlerin azalmadığının altını çizdi.

Toksöz, büyük inşaat projelerinde bile iş güvenliğiönlemlerinin yetersiz olduğunu ifade ederek şunlarısöyledi: “Prestijli projelerle dikkat çeken inşaatsektörü, iş güvenliğinde sınıfta kaldı. Son yıllardainşaat sektörü, büyümesiyle doğru orantılı bir şekildeişçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda başarılı bir grafikçizemedi. İnşaat teknolojisinde önemli gelişmelerolmasına rağmen alınmayan basit önlemler nedeniyleölümcül iş kazaları bu sektörde artarak devam etti.Yaşanan ölümler, büyük reklamlarla tanıtılan inşaatprojelerinde her türlü lüks düşünülmesine rağmen işçi

sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yetersiz olduğunugösteriyor. Nitekim yapılan incelemelerde, ölümlerinönlenebilir olduğu tespit ediliyor.”

Toksöz, büyük projelerde işin çabuk bitirilmebaskısının iş cinayetlerini arttırdığını söyledi.İnşaatlarda gereken işçi güvenliği önlemlerininalınmadığını, işçilerin çalışma kapasitelerininzorlandığını, vardiyalı çalışma kurallarına uyulmadığınısöyleyen Toksöz, her yerde olduğu gibi inşaatprojelerini yapan şirketlerde de birçok işin taşeronaverildiğini söyledi. Taşeronlarında kazancını artırmakiçin işçi güvenliğini göz ardı ettiğini ifade etti.

“İnşaat işçilerinin örgütlenmesininönü açılmalı”

İnşaat işkolu çalışma koşullarının zorluğunun yanısıra, örgütsüzlük de işçileri savunmasız bırakıyor.Hatırlanırsa Esenyurt’taki AVM inşaatında 11 işçininyanarak ölmesine ilişkin davaya sunulan ikinci bilirkişiraporunda, hayatını kaybeden 11 işçi, ikinci derecedenkusurlu sayılmıştı. İnşaat işçilerinin yaşamış olduğutüm bu sorunlar üzerinden Toksöz çözüm önerilerinişöyle sıraladı:

“İş teftiş kurumu planlı denetimleri inşaatsektörüne daha çok yoğunlaşmalı. Yeni İş Sağlığı veGüvenliği Yasası ile ilgili yönetmelikler, sosyaltarafların da desteğini alarak yeniden düzenlenmeli.Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri’ne (OSGB) çekidüzengetirilmeli. İnşaatlarda taşeron şirketlerin çalıştırılmasıkonusu, her açıdan tekrar incelenip düzenlenmeli.Taşeron veya sigortasız işçi çalıştıranlara karşıverilecek cezalar caydırıcı olmalı. İnşaat işçilerininsosyal hakları verilmeli. Taşeron şirketlerde çalışanişçiler, sosyal haklarına kavuşmalı. İnşaat işçilerininörgütlenmesi ve bu alanda sendika kurmasının önüaçılmalı. Yasada olmasına rağmen yaygın olarakuygulanmayan iş durdurma, inşaatlarda dauygulanabilir mekanizmaya kavuşturulmalı.”

İşçilerin cansız bedenleriüzerinde yükseliyorlar

İş cinayetleri sürüyorİzmit’in Kartepe İlçesi Uzunçiftlik mevkii Hasanpaşa

Mahallesi’nde faaliyet gösteren Yıldız Cam firmasındaçalışan İsa Temizel, iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdi.

Temizel, 5 Haziran’da iş yerinde çalışırken üretilencamları monte etme işlemi sırasında birkaç dev camınaniden üstüne devrilmesi sonucunda hayatını kaybetti.

Arkadaşları Temizel’i Kocaeli Devlet Hastanesi’nekaldırmak istedi. Ancak Temizel hastaneye gidemedenyaşamını yitirdi.

Erkan Keleş davasında3. duruşma

BEDAŞ’a bağlı ALKAMA taşeron şirketinde çalışanErkan Keleş’in iş cinayetinde hayatını kaybetmesineilişkin davanın 3. duruşması 10 Haziran’da görüldü.

Keleş, bayram günü elektrik arızasını gidermesi içingerekli hiçbir güvenlik önlemi alınmadan çıkarıldığıdirekte akıma kapılarak hayatını kaybetmişti.

3 yıl sonra başlayan yargılama Çağlayan’dakiİstanbul Adliyesi’nde sürüyor.

Duruşma öncesinde adliye önünde Adalet Arayanİşçi Aileleri basın açıklaması düzenledi. Basınaçıklamasını Esenyurtlu Aileler’den Damla Kıyakokudu.

“Yaşananlar ‘iş kazası’ değil, iş cinayetidir” denilenaçıklamada bile bile önlem almamak,denetlememekten meydana gelen ölümlerin “kaza”olarak tanımlanamayacağı vurgulandı.

Kıyak açıklamada şunları söyledi: “Vicdan sahibi,adalet duygusunu yitirmemiş herkes ‘bu vahşeti’anlayarak davranmalı diyoruz. ‘İş cinayetlerine durdiyebilmek için vicdan ve adalet nöbetine’ başladık,devam ediyoruz.

Ve biz en çok canı yananlar, geride kalanlar içinbaşka canlar yanmasın diye, her ayın ilk Pazar günü,Taksim Galatasaray Meydanı’nda 13.00’te bir saatlikVicdan ve Adalet Nöbetimizi tutmaya devamedeceğiz...”

Açıklamadan sonra Erkan Keleş’in kardeşi HaydarKeleş söz alarak adalet mücadelelerinisürdüreceklerini, geride kalan işçiler için işçi sağlığı vegüvenliği tedbirlerinin alınması için davalarını sonunakadar sürdürmeyi önemli gördüklerini söyledi.

Zorla getirilme kararına rağmen sanıklarduruşmaya gelmedi. BEDAŞ ve ALKAMA şirketleriysedava sürecini uzatmak için çalışanlarının adreslerihakkında bilgi talebine cevap vermedi. Bu durumüzerine mahkeme heyeti sanıkların zorla getirilmesikararını yineledi. Duruşma 25 Aralık’a ertelendi.

Cam fabrikasındaiş cinayeti

Isparta Gül Petek Sanayi Sitesi’nde bir camfabrikasında 11 Haziran’da “iş kazası” yaşandı.

3,5 tonluk cam tabakasının taşınması sırasındahalat koptu. Halatın kopmasıyla cam tabakası üzerinedevrilen İbrahim Zabin isimli işçi ağır yaralandı.Tabakanın altında kalan 27 yaşındaki Zabin, SüleymanDemirel Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı.

Ameliyata alınmasına karşın Zabin hayatınıkaybetti.

Page 27: Kızıl Bayrak 2014-24

İHD İstanbul Şubesi Kadın Hakları Komisyonu, sonüç ay içerisinde kadına yönelik şiddetle ilgili raporyayınladı.

Rapor, 7 Haziran’da Galatasaray Lisesi önündegerçekleştirilen basın açıklamasıyla duyuruldu.

“Kadın cinayetleri politiktir, hesap sorulsun!”pankartı açan Kadın Hakları Komisyonu, “Jin jiyanazadî!”, “Kadın cinayetleri politiktir!” ve “Kadıncinayetlerine indirim değil, ağır ceza!” sloganlarını attı.

Komisyon adına basın açıklamasını okuyan MürvetYılmaz, yaşam hakkının, kadının vazgeçilmez hakkıolduğunu dile getirerek, bu hakkın devletlertarafından korunması gerektiğini ifade etti. Rojava’danTürkiye’ye geçerken askerler tarafından açılan ateşsonucu yaşamını yitiren Saada Darwich’e dikkat çekenYılmaz, açıklamaya şöyle devam etti: “Sadece SaadaDarwich değil, erkek egemen devletin el Nusra gibiörgütleri ve savaşı destekleyerek, özellikle Rojavabölgesini ve özellikle de kadınları hedef göstererekyaşam hakkı ihlali yapmakta ve yapanlarıdesteklemektedir. Bu uygulamalar sonucundametropol kentleri, güvenlikli denilen kamplar Rojavalı,Suriyeli kadınların her türlü şiddete maruz kaldığıalanlar olmuş, olmaktadır. Sınırları çizilen tel örgülerdeise kadınların gelecek umutları, cansız bedenleri asılı

kalmıştır.”Kadınların devlet haricinde en yakınındakilerin de

saldırısına uğradığını belirten Yılmaz, “Bu durum isekadın ölümlerini çığ gibi büyütmektedir. Nitekim sonüç ay içinde 83 kadın en yakınındaki adamlartarafından öldürülmüştür. Gerekçe çok sevmektir.Mersin’de E.F, F.F, Van’da N.D, İstanbul’da K.Derkeklerin sevgisi yüzünden öldürülen, dövülen tacizeuğrayan kadınlardan sadece birkaçıdır. Sadece basınayansıyan, adamların çok sevgileri nedeniyle üç ayiçinde 117 kadın yaralanmış, 26 kadın taciz vetecavüze uğramıştır” şeklinde konuştu.

“Şiddet ve tecavüz cezasız kalacak”

Meclisten çıkarılması beklenen yasa tasarısıhakkında konuşan Yılmaz, “Bu hali ile kadına yönelikşiddet, tecavüz durumunda erkekler cezasız kalacak.On beş, on altı yaşındaki gençlerin flörtleri isecezalandırılmaktadır. Yasa tasarısı bu hali ile küçükyaştaki evlilikleri saklamaya, kadın ve çocuklarayönelik şiddetin artmasına neden olacaktır” ifadelerinikullandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kadına yönelikşiddet raporu

Mamak EKK’dan Somalıkadınlar için etkinlik

Mamak Emekçi Kadın Komisyonu, Somalı kadınlaradestek olmak için çektiği belgeselin ilk gösterimini 8Haziran’da Mamak İşçi Kültür Evi’nde gerçekleştirdiğietkinlikle yaptı.

Etkinlikte EKK adına yapılan açılış konuşmasındaSoma’da yaşananlara, özel olarak da geride kalankadınlara ilişkin hatırlatmalarda bulunuldu.

Konuşmanın ardından “Yarına Kalanlar” adlıbelgeselin gösterimi yapıldı.

Beğeniyle izlenen belgeselin ardından Soma’dayaşananlara ilişkin duygular ve düşünceler ifade edildi.Yalnızca Soma’da değil Gever’de, Lice’de, Roboski’deyaşanan katliamlara da değinilen konuşmalar yapıldı.Ortak vurgu devletin, patronların çıkarları uğrunayaşamları hiçe sayması üzerineydi. Soma’da HaziranDirenişi’nde ve Kürdistan’ın dört bir yanında halayaşanmakta olan katliamların sorumlularından hesapsorulmasının örgütlenmeyle olabileceği üzerinetartışmalar yürütüldü. Soma’da yaşananlarla Şırnak’tayaşanan maden göçüğünün farklı olmamasına rağmenhem devletin hem de medyanın görmezden gelentavrı üzerine düşünceler belirtildi. Gündeminsoğumadığı, yaşanan acıların hala sıcaklığını koruduğubelirtilerek dayanışmanın önemine vurgu yapıldı.

Tartışmaların ardından EKK, Somalı kadınlarladayanışmak için yardım kampanyası başlattığınıduyurdu. 15 Haziran Pazar gününe kadar kadın, bebekve çocuklar için her türlü yardım malzemesinintoplanarak Soma’ya gönderileceği söylendi ve destekistendi.

Söyleşinin ardından etkinlik sonlandırıldı.Kızıl Bayrak / Ankara

Bir anne bebeğiylebirlikte tutuklandı

Colemêrg’in (Hakkari), Gever (Yüksekova)İlçesi’nde 4 Haziran tarihinde polis tarafındanYeşildere Mahallesi’nde yapılan ev baskınlarısonucunda gözaltına alınan 5 kadından 4’üçıkarıldıkları Hakkari Adliyesi’nde savcılık tarafındanserbest bırakıldı.

Altı çocuk annesi S.K. ise tutuklama talebi ileçıkarıldığı mahkemede “Örgüte yardım ettiği veeleman kazandırdığı” suçlamalarıyla tutuklandı.S.K.’nın 6 aylık bebeği ile birlikte Hakkari KapalıHapishanesi’ne götürüldüğü belirtildi.

S.K. isimli kadının eşinin de kesinleşmiş bir cezadandolayı hapishanede olduğu öğrenildi.

Gever’den bir Kızıl Bayrak okuru

Taciz ve tecavüze cezaindirimi

Çocuklara yönelik şiddet ve taciz olaylarına sonvermek için çıkarıldığı söylenilen 5. Yargı Paketi iletaciz ve tecavüzün önü açılıyor.

5. Yargı Paketi ile çocukların yetişkinlerce istismaredildiği durumlar için “taciz” ve “saldırı” ayrımıgetirilerek, çocukların “taciz” edilmesi durumundacezanın düşürülmesi gündeme gelecek.

TCK’nın birçok maddesi değişecek ancak içindekadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusundatek bir düzenleme yok. Aksine kadınlara tecavüzsırasında uygulanacak şiddet için erkeklere yeni “cezaindirimleri” gelecek. Cinayet davalarında haksıztahrik indiriminin uygulanmasının önüne geçecek bir

düzenleme bulunmuyor. Keza cinsel taciz, cinselsaldırı ve cinsel istismar suçlarında çocuğun vekadının beyanının esas alınması ve aksini ispatyükümlülüğünün erkekte olmasına dair de hiçbirhüküm yok.

Zamanaşımı korunurken, cinsel taciz ve kimicinsel saldırı suçlarında şikayet süresi 6 aylasınırlandırılıyor. 15-18 yaş arası gençlerin karşılıklıanlaşmaya dayalı birlikteliklerinde ceza arttırılıyor.Çocukların yetişkinlerce istismar edildiği durumlariçin “taciz” ve “saldırı” ayrımı getirilerek, çocukların“taciz” edilmesi durumunda ceza düşürülecek.

Diğer taraftan cinsel saldırıyı gerçekleştirenin“tedavisinden” söz ediliyor olması, devletin algısınınyapılan için hala daha suç olmadığını ortaya koyuyor.Meseleye cezai açıdan değil ‘tıbbi’ açıdan bakılarak,işlenen insanlık suçu hukuki zemindedeğerlendirilmiyor.

Page 28: Kızıl Bayrak 2014-24

“Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şeydünyevileşiyor ve insanlar yaşamın gerçek koşullarıylave diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.”

Karl Marks

Tarih elbette tekerrürden ibaret değildir. Tarihin,anın, zamanın bir işleyiş mantığı ve kanunu var. Buçerçeve içerisinde bile var olan olayları, anları,zamanları bir biri ile karşılaştırmak, kıyaslamak günceliçerisinde tesadüfün yer alamayacağının bir kanıtıdıraynı zamanda. Sistem aslında tüm insanlara sistematikbir istismar süreci işletmektedir. Kendi ormankanunlarını işletebilmek için kan ile dönen çarklarınaher geçen gün yenisini eklemektedir. Servet-sefaletkutuplaşmasının, özel mülkiyet düzeninin insanlıkhallerine yansıyan durumları vardır. İnsanlık halinin desorgulanmasını doğurur. İktidarın tutturduğu dil,zihniyetinin de temsilcisidir.

Devletin sistematik istismarı

Soma Katliamı’nın acısı ve öfkesi yepyeni iken,çözüm sürecinin çözümsüzlükleri artarken gündemebir anda “çocukları” için eylem yapan aileler geldi. Vesermaye devletinin sözcüsü Tayyip Erdoğan birkonuşmada “kaçırılan çocukların” geri verilme çağrısınıyaptı. Sistemin kendisinden kaynaklanan ve devleteliyle gerçekleşen çocuk katliamları, çocuk sömürüsüve çocuk mağduriyetleri orta yerde dururken; hiçbirşey olmamış gibi son dönemdeki “mağdur aileler” ve“çocuklar” meselesini gündeme getirilmesi devletinsistematik bir istismarıdır.

Bu “çocuk sevgisi”nin altında yatan nedenlereinmeden önce aklımıza ilk gelen açıklamalara bakalım.2006 yılında Diyarbakır’da “kadın da olsa çocuk da olsagereğini yapacağız” diyen, hapishanelerdekitecavüzlere, tacizlere, işkencelere karşı bir kelimeetmeyen, çocuk işçiliğin ve çocuk yaştaevlendirilmenin önünü eğitim sistemi ile açan,çocuklarımızı katleden, Berkin’in ardından GülsümAna’yı seçim mitinglerinde yuhalatan, Pamir’i aramaçalışmalarına “Pamir’den Gezi çıkmaz” diye seslenenaynı zihniyet ve aynı figürandı.

Bu “çocuk sevgisi” dolu açıklamaların ardındanyaşanan bayrak meselesi üzerine Lice için konuştuTayyip Erdoğan. Lice’de katledilen çocukların bedenleriüzerine basarak konuştu. Zulme karşı başkaldırınınyeridir Lice. Ceylan’ın ateşler içerisindeki gözlerinin,Medeni’nin kale kollara siper olan bedeninin resmidirLice. Feryadın yeniden haykırışa ve öfkeye dönüştüğügünlerde kalekol ve karakol yapımına karşı olangösterilerde devletin iki genci daha öldürmesi ilezulmün hüküm sürmesidir. Askerler tarafındanöldürülen Ramazan Baran’ın cenazesi sonrasındaDiyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki direktekiTürk bayrağının indirilmesine ilişkin Tayyip Erdoğanşunları söyledi: “İçişleri Bakanım hemen teftişi

başlatmıştır. Bunun çocuk olması bizi ilgilendirmez. Birçocuk bizim kutsalımız olan bir bayrağı almamaharetini gösteriyorsa bunun bir karşılığı muhakkakki olacaktır. Bedeli neyse bunun bedelini de onu orayagönderenler, kendisi, onlar da ödeyecektir. Çocukturdiye bizim bayrağımıza kutsalımıza bu şekildesaldırmak suretiyle buna sessiz kalmamız mümkündeğildir.”

Bu açıklamanın ardından Cizre İlçesi’nde Lice’dekikatliamı protesto eden halka polis saldırdı. Polisinsaldırı sırasında rastgele attıkları gaz bombaları birevin camını kırarak içeride bulunan 6 yaşındaki FurkanAvşar’a isabet etmesi sonucu ağır yaralandı.

Hapishanelerdeki çocuk mahkumların, niceCeylanlar’ın, Şerzanlar’ın, Uğurlar’ın, Roboskiler’in,Berkinler’in, Pamirler’in, Mertler’in, Gezi’de, Soma’dave iş cinayetlerinde öldürülen çocukların, evlendirilençocukların, YİBO’larda vahşete maruz bırakılançocukların hesabını vermemiş bir devletin “çocuksevici” olmaları tam bir riyakarlıktır.

Aslında tam da Marks’ın sözleri ile “kutsal olan herşey dünyevelişiyor.” Egemenlerin dün kutsal saydığı birçok olgu bugün ayaklar altında ya da tarihin sayfalarıiçerisinde duruyor. Bugün bu kadar kutsanan bayrak,vatan, millet kavramlarının sermaye için sadece kârgetirdiği oranda kutsal olduğunu biliyoruz. Aynıegemenler arasındaki ilişki gibi, dün kolkola girilen,beraber yürünen kişi-kişiler bugün “paralel yapı”olması hayatta tesadüflerin olmadığının bir kanıtı.

Krizler, bunalımlar ve güçlendirilen militarizm

Sistem krizlerinin, bunalımlarının ve savaşlarınıniçerisinde debelenirken attığı her adımı işçi veemekçilere fatura etmeyi amaçlıyor. Amaç sisteminkendi varlığını devam ettirmek olduğu kadar aracıolarak da bu faturaları kullanıyor. Bu faturaları ödemek

istemeyen işçi ve emekçiler açısından direnmenindışında bir seçenek kalmıyor. Direnmeye karşı sisteminsistematik olarak kendisini korumasının gerisindeelbette bunalımları sırasında güçlendirdiği militarizmyatıyor. Militarizmin güçlendirilmesinin savaş sanayiineyatırılan milyonların dışında “yetiştirilen” milyonlarcaçocuk ve genç için başka yansımaları oluyor.

Bu yansımalardan bazılarına kısaca değinelim.Kapitalist sistemin kendini üretme alanlarının başındaeğitim sistemi gelmektedir.

Okullarda müzik derslerinde ezberletilenmarşlardan, tarih, Türkçe, edebiyat, coğrafyaderslerinde “milli” olan her şeye onlarca övgüdizmelere, beden eğitimi derslerinde uygun adımyürüyüşlere, ilkokulda kanı ile bayrak resmini boyayançocuklara verilen ödüllere kadar adım adım işlenenşovenizmi ve militarizmi gösteriyor. “Vatan- millet-bayrak” edebiyatından, “padişahın askerlerinden”,“Atatürk’ün askerlerine” kadar varan sürekli birinin, birşeyin askeri olma hali çok küçük yaşlardan itibarenişleyen bir süreç. Bu tanıma “eğitim ordusu” kısmını daeklediğimizde dönem dönem çıkan “duyarlıvatandaşlarımızı” daha iyi tespit edebiliriz.Newrozlar’da başlarında takkeler, 1 Mayıslar’dasopalarla, Gezi’de palalarla saldıranlar... Bir çeşit askerigüç gibi bayrak, cami, ezan gibi “kutsal” olan ne varsaonu korumak pahasına devreye bu güç giriyor.

“120” filmi okullarda gösteriliyor. Bu filmSarıkamış’ta donarak ölen çocukların devlet içinöldükleri ve kahraman oldukları anlatılıyor. GençlikSpor Bakanlığı binlerin katıldığı “Sarıkamış Şühedayürüyüşleri” düzenliyor. Mücadelenin içindekiler“aldatılmışlar”, “kaçırılmışlar” vs. Çocukların taşatmaları, eylemlere katılmaları, mücadelenin içindeolmaları, dağa çıkmaları malzeme yapılıyor. Filistin’detaş atan çocuklara, Suriye’ye cihad için gidenlere sesçıkarmayanlar mücadelenin içerisindeki çocukları

Güncel olaylar ışığında çocuk,devlet ve hapishaneler

Page 29: Kızıl Bayrak 2014-24

dışlıyorlar.Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde

askerle poz verdirilen, operasyona giden askerlere elsallayan çocuklardan Emniyet’in reklamlarındakullanılan çocuklara kadar, devlet istismarın kendisidir.

Çocuk istismarı ve hapishaneler

Sistemin krizlerini örtülemek için kullanılanzorbalığın gizleyemediği gerçekler bugünlerdefazlasıyla açığa çıkmaktadır. Onca “dindar ve kindar”bir nesil yaratma çabasına rağmen bugün olan tümtoplumsal hareketliliklerde çocuklar ve gençler var. Busömürü sarmalı içerisinde Gezi’den Lice’ye varıncayadeğin çocukların katılımının nedenlerine bakılmakdurumundadır. Zulmünü arttıran sistem karşısındadireniş dışında bir şey bulamamaktadır. Doğallığındaegemenler sömürürken “çocuk-kadın demeden”sömürdüğü için direnişte de “kadın-çocuk” demedentopyekûn direniliyor.

Resmi rakamlar bu coğrafyada 25 bin çocuğunsokakta çalıştığını söylüyor. Aynı resmi rakamlarda sonon yılda çocuklara yönelik şiddette de yüzde 20 artışyaşandığı ve çocuklara yönelik olumsuzluklarınbaşında şiddetin geldiğini, şiddeti cinsel taciz veekonomik istismarın takip ettiğinigörüyoruz. Çalışan çocuk sayısı 8bin görülüyorken bunlara sokaktaçalışıp gece eve gidenlerieklediğinizde sayı 25 bin oluyor.Yani bu coğrafyada her 4 çocuktan1’i çalışıyor.

İşkence, taciz, tecavüz, yoksayma, psikolojik baskı, çaresizhissettirme, kimliksizleştirme vehiçleştirme… İstismar bu sisteminfıtratında var. Hapishanelerkapitalist sistemin baskısının biraracı ve aynı zamanda karanlıktakalmış yüzü. Sistemin sahibi olanegemen sınıf, kendisine şu ya dabu biçimde karşı çıkanları “etkisizhale getirmek” için zindanlaraatıyor. Makineden çıkmışçasına“uyumsuz” yanlarını törpüleyerek,istedikleri gibi bir toplumyaratmaya girişen AKP hükümetidöneminde tutuklu sayısı 60 binden 130 bine çıktı.Çocuk tutsakların sayısı ise Adalet Bakanlığı verilerinegöre Mayıs 2013 itibariyle 1343’ü tutuklu olmak üzere1763 oldu.

2006 -2010 yılları arasında TMK kapsamında özelyetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 6bin çocuk, TMK kapsamındaki suçlardan gözaltınaalınıp tutuklanmış, şiddet, kötü muamele, her türlüpsikolojik ve cinsel istismar gibi çok ciddi durumlaramaruz bırakılmıştır.

Gündem Çocuk Derneği’nin, Gezi Parkı raporunagöre, 25 Haziran itibariyle en az 294 çocuk gözaltınaalındı. 2013 yılında İzmir Şakran ve Antalya ÇocukHapishanesi’nde çocuklara yönelik istismar, kötümuamele ve ağır işkenceler basına ve kamuoyunayansıdı. 2011 yılında Adana Pozantı ÇocukHapishanesi’nde kalan çocuklara yönelik cinsel şiddet,işkence ve kötü muamele ile birlikte yaşananlarınkamuoyunda gündem oluşturmasıyla çocuklar apartopar Ankara Sincan F tipi Hapishanesi içinde bulunan“Çocuk ve Gençlik Hapishanesi”ne nakledildi. 2012 yılıyaz aylarında, yine Sincan’da ve aynı çocuklara yönelikbaskı ve işkencenin devam ettiği tespit edildi. Ankara

Barosu, Sincan’daki “yumuşak oda ve benzeri işkenceve kötü muameleler” sebebiyle suç duyurusundabulundu.

Pozantı’dan sonra İzmir Şakran ve Antalya L Tipihapishanesindeki çocukların yaşadığı cinsel istismaravarıncaya kadar, dayak, taciz, hücre cezası gibi insanlıkdışı muameleleri sıkça duymaktayız. Pozantı’daçocuklar deterjan içerek intihara teşebbüs ediyor yada kendilerine zarar vererek nakil olmaya çalışıyorlar.İntihara teşebbüs eden çocuklar bir-iki gün revirekaldırıldıktan sonra tekrar hapishaneye gönderiliyor.

Çocukları kandıran bu sistemin kendisidir

Çocuk-çocukluk toplumsal bir kavramdır.Yaşadığımız toplumun altyapısı değiştiği taktirde,değer yargıları, aile biçimi ve sosyal ilişkileri göz önünealındığında içeriği değişebilecek bir kavram. Kapitalizmbize bir çocukluk sınırı ve tanımı belirliyor. Biyolojikolarak bir evreler bütününden elbette söz etmekanlamlı. Ancak sistem için kendisine en uygun biçimdebunu formüle etmek yani sınıfsal ayrımlar altında,sınıfsal ayrıcalıklarla ve aşağılamalara maruz bırakmak“kontrol etmek” sınırlarında tutmak önemlinoktalardır. Bu noktada da eğitim sistemi, din, aile,

hapishaneler yani topyekûnsistem örgütlü bir müdahale debulunur. Boşluk bırakmadan busüreci işletir.

“Çocukları korumak” adınaatılan her adım aslında busistemin tehlikeli olduğununaltına imza atmak demektir.Sistemin çarklarınınkeskinleşmesi ile insana verilendeğerin para ve metayaendekslenmesi sonucu ezilensınıfına mensup hiçbir yaşgrubunun, cinsiyetin, ulusun tekbaşına kurtulma şansıbulunmamaktadır. Çocuk konuolduğunda sınıfsız, etnikkimliksiz, fikirsiz kalınmasıistenir. Sistemin nesneleştirdiğiçocuk olgusu için yaşamkoşullarının gerçekliği çok netkendisini dayatmaktadır.

Yaşanan koşullar bu olduğu takdirde çocuklarıkandıran bu toplumun gidişatıdır. Çocukların düşlerinigerçek kılamayan, düş kurmasına dahi tahammüledemeyen bu sistemdir. Ne bir gelecek, ne birözgürlük, ne de yaşam alanı sunmayan devletinkendisidir, yalancı olan. Çocuklar biliyor ki mücadeleyekatılmasalar da kendilerini bekleyen sadece yoksulluk,hapishane ve devlet şiddetidir. Pozantı’daki tecavüzler,Roboski, Gezi, Soma, Lice ve daha birçok olaygösteriyor ki devletin varolduğu yerler çocuklar içingüvenli değil.

Güvenli ve güvenceli bir gelecek için gerçek çözümçocuklarımızı düşünmek ve onların adına bizlerinörgütlenmesi değildir. Çocuklarımızla birlikteörgütlenmek gerekmektedir.

Kartal Emekçi Kadın KomisyonuYararlanılan kaynaklar:İ. Demirok, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği,

çalıştay konuşmasıA.Tanrıverdi, İnsan Hakları Derneği Mersin Şube Başkanı,

çalıştay konuşması.Gündem Çocuk Derneği raporlarıH. Dağlı, Militarizm ve eğitim makalesiM. Foucault, Hapishanenin Doğuşu

Çocuk-çocukluk toplumsal birkavramdır. Yaşadığımıztoplumun altyapısı değiştiğitaktirde, değer yargıları, ailebiçimi ve sosyal ilişkileri gözönüne alındığında içeriğideğişebilecek bir kavram.Kapitalizm bize bir çocukluksınırı ve tanımı belirliyor.Biyolojik olarak bir evrelerbütününden elbette sözetmek anlamlı. Ancak sistemiçin kendisine en uygunbiçimde bunu formüle etmekönemli noktalardır.

Hapishane sistemine geçilmeden önce bazıkurumlar “gözetleme” görevini üstlenmiştir. Kiliselerailelere yardım ederken onlardan bilgi detoplamaktaydılar. Bekâr çocukların aynı evde kızlı-erkekli kalıp kalmadıklarını öğrenmekte; aileyigözetim altında tutarak, toplumun ahlâkî yapısınauygun olan konusunda eğitmekteydi. Yatılı okullarvardı, öğrencileri devamlı gözetim altında tutmakta,onları eğitmekte ve sınavlarla denetlemekteydi.Hastaneler hastaları not almakta, kaydetmekte,devamlı olarak gözetim altında tutarak ve doktoraitaat etmelerini sağlayarak iyileştirmekteydi.

Hapishanelerin bu toplumda neye hizmet ettiğiaşikardır. Egemen olan sistem kendi ekonomik altyapısına uygun bir ceza işlemi uygulamaktadır.Kapitalizm öncesi süreçlerde “cezalandırma” işleyişifarklı evrelerde gerçekleşirdi. Eski süreçlerde suçkavramı egemene olan itaatsizlikle ölçülür ve ceza iseegemenin şölenine dönüştürülürdü. Bu sırada halkaaçık bir güç gösterisi şeklinde öldürürdü. Temel olarakgelişen süreçle birlikte sistemin işleyişinde köklüdeğişiklikler olmaya başladıkça ceza sistemideğiştirildi. “Suç”lunun çektiği azaplara dayanmagücü halkta bir hayranlık uyandırmaya başladığı içinhalk tarafından kurtarılmalara girişildi.

Kapitalizm özel mülkiyet üzerine kurulu bir sistemolduğu için suç olgusu özel mülke saldırı iletanımlanmaktadır. İktidarın burjuva sınıfının elinegeçmesiyle suçlar çoğunlukla mülk üzerindentanımlanır olmuştu. Suç işlemenin sebebi isetembellikti. Tembelliğin önüne geçmek için suçlunun“ıslah edilmesi” gerektiği düşüncesi ortaya koyuldu.Bu ıslah etmenin iyi bir gözetlemeyle birleşmesihapishane sistemini doğurdu. Hapishane sistemi,suçluları devamlı çalıştırarak onları tembelliktenkurtarmakta, toplumdan ayırarak toplumukorumakta, sürekli gözetim altında tutarak “iktidar”bilincini desteklemektedir.

Kapitalist üretim ilişkilerinde canlı bir işeyaramaktadır. Eskiden öldürülmek, parçalanmaküzerinden güç gösterilirken bedenler kapitalizmdeson damlasına kadar verim alınması gereken canlılarolagelmiştir... Kapitalizm açısından verimli, üretken,sağlıklı bedenlere ve zihinlere ihtiyacı vardır. İlkiniktidar aracı öldürmek iken, modern dönemde yapılan“yaşatmak”tır. Modern dönemde esas olan yaşatmakve yaşamı kontrol altında tutmaktır. İşte bu anastratejinin yani yaşamların üretilmesi ya dadenetlenmesi, gözetlenmesi ve kapitalizmeuyarlanması için en önemli uygulama alanlarındanbiri, hapishanelerdir.

Çocuk hapishanelerine ilişkin birçok tartışmayapılırken belki de hiç sorgulamadığımız çocuklukkavramıdır. Ve doğallığında çocuk hapishaneleriüzerine tartışmalar yürürken “suç” kavramının önkabulü üzerinden şekillenmektedir. Kavramlarınaltının doldurulma süreci sistemin dışına çıkmadığısürece en fazla verilen cezaların fazlalığı veya yapılanistismar kapsamında tartışmalar yürütebileceğiz. Buise bir yanıyla sistem algısı ile hareket etmekdemektir. Çocuk hapishanelerine ilişkin üretilen tümformülasyonların (sevgi evi, eğitim evleri, yurtlar) biryanıyla sistemin birey üzerinde hiçleştirme politikasınıkabul etmek demektir.

Denetleme, gözetleme,uyarlama olarak hapishaneler

Page 30: Kızıl Bayrak 2014-24

İnsanlığın kurtuluş mücadelesinin Almanyatopraklarındaki yılmayan savaşçılarından ClaraZetkin’in aramızdan ayrılışının 81. yılı. Zetkin, tümyaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesine adamışkomünist bir kadın olarak 76 yaşında hayata veda etti.Clara Zetkin’in fiziki olarak varlığı 81 yıl önce sonbulmuş olsa da onun yarattığı birikim işçi ve emekçikadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşıyor.Zetkin, feminist akımların, “kadın hakları savunucusu”sığ tanımıyla sahiplenebileceği bir değer değil, aksinetüm kadınların kurtuluşunu sömürü ve kölelikzincirlerinin parçalanması ön koşuluna bağlayan birkomünisttir. Onun ölümsüz davasını selamlıyor vedevrimci anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Yaşamını sosyalizmin zaferine adayan birkadın: Clara Zetkin

Clara Eisner 1857’de Almanya’nın SaksonyaEyaleti’nde doğdu. Daha sonra ailesiyle birlikteLeipzig’e taşınan Eisner, öğretmenlik eğitimi aldı.Gençlik yıllarından itibaren burjuva toplumunçelişkileriyle yüzleşen ve sınıf hareketine ilgi duyanEisner bu dönemlerde Karl Liebknecht ve Bebel’inbroşürlerini okumaya ve Alman sosyal demokratlarınıntoplantılarına katılmaya başladı. Yine bu dönemlerdedaha sonra evleneceği ve soyadını kullanacağı OssipeZetkin ile tanıştı ve mücadeleye aktif bir şekilde dâhiloldu. Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne üye olan vepartisinin birçok politikasını eleştiren Zetkin I.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı destekleyen SPD’yetutum alarak emperyalist savaşa karşı bayrak açtı.Zetkin, daha sonraki yıllarda bu partiden ayrılarakAlman Komünist Partisi’ne üye oldu.

Kadın olmadan devrim olmaz!

Clara Zetkin mücadeleye katıldığı ilk yıllardanitibaren kadın sorununa özel bir ilgi duydu, yazıları veörgütlenme çabalarıyla emekçi kadınları kendisorunları etrafında biraraya getirmek için yoğun biremek harcadı. Öyle ki II. Enternasyonal’intoplanmasına sunduğu katkıları bir yana bırakırsakEnternasyonal’in daha ilk kongresinde kadın işçilerinsınıf mücadelesine katılmalarının önemini vurguladı.Daha sonra 1907’de yapılan yedinci kongrede SosyalistKadınlar Konferansı’nın toplanmasına öncülük etti. Bukonferans uluslararası emekçi kadın hareketine büyükkatkılar yapmış, 1910 yılında 8 Mart’ı yine ClaraZetkin’in önerisiyle ‘Newyork’lu tekstil işçisi kadınlarınanısına’ Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan etmiştir.

Clara Zetkin kadın sorununa sınıflar penceresindenbakarak onu Marksist bakış açısıyla tahlil etmiş veçözüm yolunu materyalist tarih anlayışıyla ortayakoymuştur. “Kadınlar Karl Marx’a ne borçludur?”makalesinde ise Marks’ın kadın sorununu görmezdengeldiği eleştirilerine yanıt vermiştir. “Elbette, Markskadın sorunuyla ‘doğrudan’, ‘yalnız onun üzerindedurarak’ uğraşmadı. Bununla birlikte, kadının hak-eşitliği için eşsiz olanı, en önemli olanı yaptı.

Materyalist tarih kavramıyla bize kadın sorunu üzerineeksiksiz formüller vermediyse de, daha iyisini verdi;onları bulmak ve kavramak için doğru, güveniliryöntemi. Kadın sorununu genel tarihsel gelişmesininakışı içinde, tarihsel bağımlılığı ve haklılığı içinde,genel toplumsal bağlantıların ışığında açıkçaanlamamızı, onun itici ve sürdürücü güçlerinitanımamızı, onların yöneldikleri amaçları, ortayakonan problemlerin ancak varlıklarıyla çözümekavuştuğu koşulları bulabilmemizi yalnız materyalisttarih anlayışı olanaklı kılar.”[1]

Devrim olmadan kadın kurtulamaz!

“Kadın sorunu kendileri de sadece kapitalist üretimmodunun bir ürünü olan sınıfların olduğu toplumlardageçerlidir.” [2] Bu sorun özel mülkiyetin ortayaçıkmasıyla birlikte oluşan sınıflı toplumların ekonomikilişkileri çerçevesinde oluşmuş ve her toplumda farklıbiçimler alarak ve her defasında kadın cinsininyenilgisini perçinleyerek bugüne ulaşmıştır. Evet,“Ortada bir kadın sorunu vardır: Proletaryanınkadınları için, burjuva kadınları için, aydın kadınlar içinve ‘en üstteki on binİ kadın için. Bu sorun, bu katlarınher biri için farklı bir form/anlam içerir.” [3] Ancak tümkadınların kurtuluşunu işçi ve köylü kadınlarınmücadelesi olanaklı kılabilir.

Clara Zetkin kadınların kurtuluşunun, insanlığınkurtuluşuna bağlı olduğunu özel olarak vurguluyordu.Kadın sorununun, kadının sınıfsal konumuna paralelolarak farklı biçimler aldığını söylüyor, ancak busorunun tamamen ortadan kaldırılmasının tek ve kalıcıyolunun komünizm olduğunu savunurken, bir yandanda bu sorunun ancak milyonlarca kadın ve erkeğingönüllü ve azimli mücadelesiyle yok edilebileceğininaltını özel olarak çiziyordu. “Komünizm, ancakmilyonlarca kadının gönülden istemini ve en azimlietkinliğini milyonlarca erkek kardeşinin istemi veetkinliğiyle, kendi kurtuluşu için kesinlikle ‘Olsun!’demeyi gerektiren zorlayıcı titan gücü halindebirleştirirse, kadınları boyunduruktan kurtarabilir.”[4]

Clara Zetkin devrim programı ile kadın

mücadelesini kesiştiren sınıf ve parti bilinçli birdevrimci olarak aynı zamanda kadın sorununda uğrunasavaştığı ideolojiyi teorik olarak zenginleştiren birteorisyendi. Zetkin, Marksist teoriyi yıpratmaya çalışanreformistlere karşı durarak, kurumların revizeedilmesinin bir şeyi değiştirmeyeceğini, tek yolunkapitalizmin yıkılıp yerine sosyalizmin inşası olduğunusavunmuştur. O sosyalizmin zaferi için verilen büyüksavaşta kavganın hep önünde olmuş ve özellikle işçi-emekçi kadınların devrim mücadelesinekazanılmasında önemli katkılar yapmıştır.

Emekçi kadınlar ona çok şey borçludur!

Hitler faşizminin Almanya’daki devrimci hareketibaskı ve zulümle boğduğu yıllarda SSCB’de yaşamakzorunda kalan Clara Zetkin, burada da mücadeledengeri durmamış ve 1933 yılında geçirdiği kalp krizisonucu aramızdan ayrılmıştır.

Kadınlar ona çok şey borçludur. On yıllar sonra bile,kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde resmininen önde taşınması boşuna değildir. O Marks’ın tarihselmateryalist yöntemini, toplumsal bir sorun olan kadınsorununun anlaşılması için ustaca kullanmış, bununlayetinmeyerek bizlere çok değerli bir miras bırakmıştır.O miras komünist kadınların ellerinde güvendedir.

Z. EylülDipnot ve Kaynaklar* Farklı dönemlerde Almanya başta olmak üzere birçok

Avrupa ülkesinde ve SSCB’de mücadele yürüten Clara Zetkin“Hayatın olduğu her yerde savaşmak istiyorum.” demiş vetıpkı söylediği gibi yaşamıştır.

Hülya Bartan, Sosyalizme ve Kadın Hareketine Adanmış İkiÖmür, Ç.Ü, İİBF, Adana

1. Clara Zetkin, Ausgewählte Reden und Schriften, Band I,Berlin 1957, s. 129

2-3.Clara Zetkin, “Sadece Proleter Kadınları KapsayarakSosyalizm Zafere Ulaşacaktır” , Sosyal Demokrat Parti KongresiKonuşması, Almanya, Ekim 1896. İngilizceden Çev. K.Ehram.Internet, 3 Mart 2014

https://www.marxists.org/archive/zetkin/1896/10/women.htm

4. Clara Zetkin, Ausgewählte Reden und Schriften, Band III,Berlin 1960, s. 170

“Hayatın olduğu her yerdesavaşmak istiyorum!”*

Page 31: Kızıl Bayrak 2014-24

“Zor bir hayat yaşayanlar, sefaletten ezilenler,haklarından yoksun bulunanlar, zenginlerin ve onlarınuşaklarının kölesi olanlar, hepsi, kendileri içinhapislerde çürüyenleri, işkenceye, ölüme gidenleritakip etmelidirler. Onlar hiçbir kişisel çıkargözetmeksizin herkes için mutluluk yolunun neredeolduğunu açıkça söylüyorlar. Onlar hiç kimseyi zorlasürüklemezler, ama bir kere onların saflarında yeraldınız mı, artık ayrılmazsınız. Çünkü haklı olduklarını,bu yolun en iyi yol olduğnu, başka yol olmadığınıgörürsünüz.”

Gorki’nin “Ana”sı, bu sözcüklerle, işçilere, yoksulköylülere ve toplumun ezilen katmanlarına seslenir.“Ana”, onlara mutluluğun ve özgürlüğun yolunun,kendileri için savaşan, bedel ödeyenlerin yanıolduğunu belirtir. Büyük bir edebiyat insanı olacakGorki de, konumunu kendi bilincinde estetize ettiği“Ana” gibi belirler ve devrimin kanatları altına girer.Toplumcu gerçekçiliğin öncüsü olan Gorki, ortayakoyduğu eserlerle dünya üzerinde milyonlarca işçi,emekçi ve gencin devrimin yolunu seçmesinde ya dakendisini eğitmesinde ders niteliğinde katkılarsunmuştur, sunmaya da devam etmektedir. “Ana”yazıldığı tarihten bu yana üzerinden bir asırdan fazlazaman geçmesine rağmen işçilerin ve emekçilerinelinde, onlara yol gösteren bir şaheser olmayısürdürüyor.

Gorki’nin safını belirlemesi de tıpkı eserlerindekiemekçiler gibi kendiliğinden gerçekleşmedi. MaksimGorki, yani asıl ismi ile Aleksey Maksimoviç Peşkov,1868 yılında Nijni Novgorod’da, marangoz bir baba veköy kökenli bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi.Küçük yaşlarda hem annesini hem de babasınıkaybeden Gorki, 8 yaşından itibaren çalışma hayatınıniçerisine girdi. Zorlu yaşam koşullarına karşınbüyükannesinin edebiyata düşkünlüğü, Gorki’ninbirçok klasik eserle tanışmasına vesile oldu. Küçükyaşlardan itibaren farklı işlerde çalışarak, birçoktoplumsal katmana ait karakteri gözlemleyen Gorki,ileride ortaya koyacağı eserlerinde bu karakterleretekrardan yaşam verecekti. Çalışma yaşamı ile birlikteçocukluk döneminde Rusya’nın çeşitli bölgelerini gezenGorki, yolculuklarında toplumun dışına itilmişkesimlerle tanıştı. Sistemin dışına itilmiş, özgür ruhluserseriler ve çingeneler, Gorki için adeta birerkahramana dönüştü. Gorki, ilk dönem eserlerinde bukesimleri yansıtarak, bir bakıma toplum dışınaitilmişlerin yaşamına da ışık tutar.

Gorki, gençlik yıllarında seyahatlerine son vererek,kendisini daha çok okumaya verir. Üniversiteye gitmekistemesine rağmen bunu gerçekleştiremez ve kendikendini eğitmeye koyulur. İlerleyen yıllarda ise ilkeserlerini ortaya koymaya başlar. Gençlik dönemindekaleme aldığı öykülerinde, çalışma yaşamı veseyahatlerinde tanıdığı karakterleri başarılı bir şekildekaleme döken Gorki’nin ismi, Rusya’nın en önemliedebiyat insanları Tolstoy ve Çehov ile birlikteanılmaya başlar. “Ayaktakımı Arasında” ve “KüçükBurjuvalar” adlı öyküleri ile ismini dünya çapında

duyurur. Edebiyattaki başarısı, Marksizm’letanışmasıyla aynı döneme rastlar.

Safını belirleyen yazar, bu seçiminden dolayı Çarlıkdespotizminin hışmından kurtulamadı. “Yaşam” adlıdergide yer alan bir şiirinden dolayı tutuklananGorki’nin 1902’de Petersburg Bilim ve SanatAkademisi’ne üyeliği de engellendi. Bunun üzerineÇarlık baskısını protesto eden Çehov ve Korolenko daakademiden istifa ettiler.

Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDiP)kuruluşundan itibaren partiyi destekleyen Gorki, partiiçerisindeki ayrışma sırasında da Lenin’in önderliğialtındaki Bolşevikler’den yana tavır aldı. Bazı konulardaLenin’le anlaşmazlıklar yaşamasına rağmen devrimcipolitika ve devrimci sanatın iki büyük ustası arasındakidostluk, Lenin’in ölümüne dek sürdü. Gorki, RSDİP’teyaşanan ayrışma sürecinde her ne kadar Bolşevikler’inyanında yer alsa da, Ekim öncesinde Lenin’in ihtilalkararınının karşısında yer aldı. Bolşevizmi tamanlamıyla özümleyemese de Gorki’nin pek çok politikrefleksi Menşevikler’den ileride durur. Örneğin 1914’tebaşlayan savaşta, Menşevikler sosyal şovenizmekaymıştır ancak, Gorki, emperyalist savaşın karşısındayer almıştır. Şubat devriminden sonra iseMenşevikler’in de içerisinde yer aldığı hükümetiçerisinde yer almış ve kültür alanında hizmetvermiştir. Ancak Lenin’in “Tüm iktidar Sovyetlere!”şiarı onun için, fazlasıyla yanlıştır ve o da Lenin’in bukararına sert bir biçimde karşı çıkar. Bu karşı çıkış onuntam anlamıyla bir “Bolşevik” olmadığını gösterdiği gibi,bazı bakımlardan normaldir de. Hatırlanacağı gibiLenin’in ihtilal üzerine tezleri Bolşevik Parti tarafındanda anlaşılamamış, hatta bazı önde gelen Bolşevikler,Gorki ile birlikte ihtilalin öngünlerinde yeni kurulanburjuva hükümete siper olmuşlardı.

Lenin ile yaşanan anlaşmazlık ilerki yıllardaaşılacaktır ve yazar, iktidarı ele almış işçi sınıfı için,çeşitli görevlerde yer alarak, yeni bir dünyanın yenikültürü için hizmet etmeye devam eder. 1919’da tekrarBolşeviklerle hareket etmeye başlayan Gorki, “DünyaEdebiyatı” bir kurum ile birlikte çeşitli dillerdeki birçokönemli eserin Rusça’ya kazandırılması için çalışmıştır.Ancak kuruluş aşamasındaki proleterya iktidarı ile birkez daha ters düşen yazar, İtalya’ya yerleşti ve 1928’ekadar orada kaldı. Sovyet hükümetinin çağrısı ileSSCB’ye dönen Gorki bu tarihten itibaren kendini işçisınıfı iktidarının gelişip, güçlenmesine adadı. Budönemde öncüsü olduğu toplumcu gerçekçilik veSovyet Edebiyatı’nın gelişimine katkı sundu. Birçokgenç edebiyatçının da yetişmesine yardımcı oldu. Tümbunlarla birlikte toplumcu gerçekçilik SSCB’de ‘resmi’sanat akımı haline geldi.

Gorki’nin devrime olan inancı, Lenin’le yaşadığıgerilimler yahut politik iniş çıkışlarından da okunabilir.Zaman zaman politikada yaşadığı tüm gerilimlererağmen, bunları debiyat eserlerinde yansıtmamıştır.Halbuki yaşamında büyük bir yer kaplayan politikadayaşadığı gerilimler, çok da güzel edebiyat malzemesiolabilecekken, o tartışmalarını eserlerine

yansıtmamayı tercih etmiştir.Gorki, gerek eserleriyle gerekse de SSCB’de aldığı

kültürel sorumlulukları ile nice toplumcu edebiyatçınınyetişmesine önayak oldu. Toplumcu gerçekçiliğinöncüsü olan Gorki, ortaya koyduğ eserler ile de işçisınıfının edebiyatı olabileceğini kanıtladı. Başta SSCBolmak üzere onun öncülüğünü yaptığı akım, tümdünyaya yayıldı ve her ulustan işçilerin emekçilerin,yoksulların yaşamı kaleme döküldü. Birçok kuşakgeçmişin devrimci deneyimlerini, yaşantısını,emekçilerin sıkıntılarını ve bilincinin gelişimini bueserler ile öğrendi.

Gorki, tüm eserleri ele alındığında saf bir toplumcugerçekçilik ortaya koymaz. Ancak gerçekçilik,eserlerinin ana unsurudur. Kaleme aldığı karakterler,ait oldukları sınıflara ait davranışları gösterirler. Nasılişçi sınıfının “Ana”sı kendi sınıfının yaşadığı bilinçgelişimini yaşayarak, devrimci mücadeleye atılıyorsa,Klim Samyagin küçük burjuva konumunun reflekslerinigösterir, iki ana sınıf arasında gider ve gelir. Burjuvalarise çürüyen sistemleri gibi çürük ve bozuk bir yaşamsürer.

Onun edebiyatı da yokluktan var olmamıştır. RusEdebiyatı’nda Puşkin ile başlayan gerçekçilik akımı vedaha sonrasında Tolstoy ve Turgenyev gibi yazarlarıneserleri, Gorki’yi ve onunla birlikte toplumcugerçekçiliğin ön aşamasını oluşturmuştur. Daha çokÇernişevski ile özdeşleşen “yeni insan” karakteri,Gorki’den önceki kuşakta yer alan yazarlarıneserlerinde ana karakter olmaya başlar. Çernişevskiağır sansür koşulları sebebiyle daha soyut bir biçimdetanımlamak zorunda kaldığı “yeni insan”ı ele almaksonraki kuşağa, Gorki’ye kalır. Rusya’da kapitalizmin veonunla birlikte işçi sınıfının gelişmesi, ayrıcaMarksizm’in nüfuzunu giderek arttırması edebiyatalanında ütopik diyebileceğimiz “yeni insan”ı sosyalisttemele oturtur. “Yeni insan” yeni bir toplum yaratmakiçin başkaldıran, örgütlenen ve sürekli gelişen işçi sınıfıve onun öncüsü olan marksist devrimciler olur. Busüreç önce Gorki ve “Ana”yı, kuşaktan kuşağa dataşıyarak Ostrovski, Şolohov, Gladkov ve diğer ülkelerlebirlikte ismini sayamayacağımız kadar toplumcugerçekçi sanatçıya önayak oldu.

Yazınında ve yaşamında işçi sınıfı için büyükhizmetler veren Gorki, yaşamı boyunca yakasınıbırakmayan kronik hastalıklarına 1936’da yenik düşer.Ancak romanları dünya çapında büyük yankılaruyandıran ve hala bilinçleri aydınlatmaya devam edenGorki’nin adı ve yapıtları nice uzun yıllar dahayaşamaya devam edecek...

M. Ak

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/24 * 13 Haziran 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Eserleriyleışık saçmayadevam eden büyük yazar

Page 32: Kızıl Bayrak 2014-24

Greif işçilerinin 60 gün süren fabrika işgali veardından DİSK binasında devam eden nöbetdeneyimi önümüzdeki günlerde İstanbul, İzmir,Ankara, Bursa, Adana, Mersin, Kayseri, Manisa veGebze'de panel ve konferanslar biçiminde işlenecek.

Greif deneyimi işçi kentlerinde yapılacakpanellerle-konferanslarla yeni işçi bölüklerineaktarılacak. Gerçekleştirilecek etkinliklerinhazırlıkları devam ederken bir dizi kentin programıda netleşti.

Greif direniş deneyimi üzerine gerçekleştirileceketkinliklerden program ve tarihi belli olan iller şöyle:

AdanaAdana Greif Dayanışması’nın “Taşeron Soma’dır!

Çözüm yeni Greif’lerdir” şiarıyla örgütlediği etkinlikprogramı şöyle:

* Açılış konuşması* Sinevizyon gösterimi* Greif ve Feniş direnişçilerinin konuşmaları* Şiir dinletisi* Fotoğraf sergisi

Tarih: 14 Haziran CumartesiSaat: 13.00Yer: Seyhan Kültür Merkezi

MersinMersin Greif İşçileriyle Dayanışma Platformu'nun

örgütlediği panelin programı şöyle:

* Sinevizyon* Greif ve Feniş direnişçilerinin konuşmaları

Tarih: 14 Haziran CumartesiSaat: 17.00Yer: Eğitim-Sen Binası

AnkaraAnkara Greif İşçileriyle Dayanışma Platformu "15-

16 Haziran Direnişi'nin 44. yılında, direnişçi işçilerinkatılımı ile, işçinin taşerona isyanı, Greif direnişidersleri" başlıklı panel-forum düzenleyecek.

Tarih: 14 Haziran CumartesiSaat: 17.00Yer: Yılmaz Güney Sahnesi(Şehit Gönenç Cad. Maltepe Cami karşısı -

MALTEPE)

GebzeTarih: 22 Haziran Pazar

Bursa“İşgal, grev direniş!

Taşerona, sömürüye karşı fabrikalarını işgal edenGreif işçileri Bursa’da!”

Tarih: 22 HaziranSaat: 17.00Yer: Ördekli Kültür Merkeziİletişim: 0553 409 16 18Facebook: Metal İşçileri Birliği - MİB

AydınTarih: 26 Haziran Perşembe

İzmir"Greif direnişinde 106 gün: Taban örgütlenmeleri

ve işçi demokrasisi"

Tarih: 28 Haziran CumartesiSaat: 18.00Yer: Tepekule Kongre Merkezi Ege Salonuİrtibat: 0535 024 12 88

Manisa"Greif direnişinde 106 gün"

Tarih: 29 Haziran PazarSaat: 13.00Yer: İşçi Kültür Sanat DerneğiAdres: 1. Anafartalar Mah. G. Osman Paşa Cad.

No: 35/4İrtibat: 0533 054 90 67

Kayseri“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam…”

Tarih: 29 Haziran PazarSaat: 14.00Yer: Hacıbektaş Kültür Derneği Toplantı salonuAdres: Cumhuriyet Mah. Sultan Hamam Cad.

Turan İşhanı Kat 5(NOT: İstanbul programı daha sonra

açıklanacaktır...)

Greif direnişinin deneyim ve dersleri tartışılıyor...

İŞGAL, GREV, DİRENİŞ!