32

Kızıl Bayrak 13-05

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-05/1 Şubat

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 13-05
Page 2: Kızıl Bayrak 13-05

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

10 Şubat günü gerçekleştirilecek olan DevrimciKadın Kurultayı’na yönelik hazırlıklar devam ediyor.Sınıf devrimcileri bir yandan kurultay çağırılarını sınıfve emekçi kitlelere taşırken öte yandan kurultay gününeyönelik son hazırlıklarını tamamlıyor.

Kızıl Bayrak gazetesi olarak Devrimci KadınKurultayı’na sayılı günler kala gazetemizinsayfalarında “kadın sorunu” gündemli yazılara geniş birşekilde yer ayırmaya devam ediyoruz. Zira süreceyayın cephesinden sunulacak olan her katkının, gerekkurultayın tanıtımı ve duyurusu bakımından gereksedevrimci okurun eğitimi ve tartışma zeminioluşturabilmesi bakımından önemli olduğunudüşünüyoruz.

***Sınıf devrimcileri, geçtiğimiz hafta yayınladıkları

deklarasyonla “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliğiİçin Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları”nı kamuoyunaduyurdular. Temel siyasal gündemler temelindeörgütlenecek olan kurultaylar bir dizi sanayi kentindegerçekleştirilecek.

Devrimci baharın öngünlerinde toplanacak olankurultayların başarısı her şeyden önce işçi sınıfınınöncü-mücadeleci kesimlerine mal edilebilmesiylesağlanacaktır. Dolayısıyla kurultay hazırlıklarınıöncelikle bu temelde ele almak ve toplam bahar dönemiboyunca sınıfı politik mücadeleye kazanma bakışıaçışıyla hareket etmek büyük bir önem taşımaktadır.

*** AKP gericiliğinin sınıfa dönük saldırıları kesintisiz

sürüyor. Geçtiğimiz dönem meclisten geçirilerekyasalaşan ve sınıfın sendikal örgütlüğünü hedef alan“Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu” bunlardanbiriydi. Sendikalar ve TİS Kanunu’nun yürürlüğegirmesinin ardından 26 Ocak tarihinde sendikal işkoluistatistikleri yayınlandı. Buna göre bir dizi sendika“baraj” altında kalarak yetkisini kaybetti.

Sendikal bürokrasinin bu saldırı dönemindeki tavrıbellidir. Yasa daha ilk gündeme geldiğinde kılınıkıpırdatmayan sendikal bürokrasi, bu yasanın hayatageçmesinde en az sermaye sınıfı kadar sorumluluk

sahibidir. Zira kapalı kapılar arkasında yaptıklarıpazarlıklarla sınıfa karşı yeni bir ihanet süreciişlettikleri çok geçmeden ortaya çıkmıştır. Dolayısıylaihanetçi sendikal koruculardan, bu saldırı karşısında birşey yapmalarını beklemek, ölüden gözyaşı beklemektenfarksızdır.

Fakat kendisine “mücadeleci” tanımı yapan sendikalçevrelerden de dişe dokunur herhangi bir pratik ortayakonmamıştır. Kaldı ki, yasa en başta bu sendikalarıtasfiye etmeyi hedeflemekteyken bu böyledir.

Sınıfın devrimci baharına yürürken, sermayeninkapsamlı saldırılarına karşı mücadeleyi büyütme vegeri püskürtme görevi bir kez daha sınıfın öncü veilerici kesimlerinin omuzlarındadır.

Sınıfın devrimci baharına yürüyoruz!........3

“İmralı görüşmeleri” sürecinin aylık

bilançosu… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Sendika üye istatistikleri açıklandı, gasp

tablosu netleşti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5

Katliamcı devlet geleneğine devam!. . . . . 6

Irkçı-şoven saldırganlığa karşı

mücadeleye!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Avukatlar tehlikede! . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Çalışma Bakanı kıdem tazminatı için

tarih verdi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

28 Ocak eyleminin gösterdikleri ve

devrimci sorumluluk . . . . . . . . . . . . . . . . 10

Karayolu işçileriyle

özelleştirme üzerine. . . . . . . . . . . . . . . . . 11

Daiyang-SK Metal grevi üzerine. . . . 12-13

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için...

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı! . . . . . . . . . . 14

İşçi kurultayları hazırlık

çalışmalarından . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15

Kadın sorunu üzerine

konferanslardan.../2

Tarihten günümüze kadın ezilmişliği ve

kapitalizm - H. Fırat . . . . . . . . . . . . .16-19

Devrimci Kadın Kurultayı sözcüsü ile

kurultay ve kadın sorunu

üzerine konuştuk.... . . . . . . . . . . . . . . 20-21

Feminizme savrulanlar, devrim iddialarını

yitirenlerdir... - S. Soysal . . . . . . . . . . 22-23

Kadın sorunu, KESK ve feminizm. . . . . 24

Devrimci kadınlar

kurultaya hazırlanıyor.... . . . . . . . . . . . . . 25

Suriye’de yıkıcı savaştan

çıkış arayışları… . . . . . . . . . . . . . . . . 26-27

Esenyurt’ta coşkulu

karne eylemi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

“Terörizmin Finansmanının Önlenmesi

Hakkında Kanun Tasarısı” mecliste.... . . 29

Zincirlere dolanmış dev üzerine...

T. Kor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 13-05

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Emperyalist saldırganlığın tırmandığı, Kürt halkınadönük imha ve inkar politikalarının tam bir saldırıfuryasına dönüştüğü, işçi sınıfının kalan kırıntıhaklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen projeleringündeme geldiği ve tüm bunlara paralel olarak faşistbaskı ve devlet terörünün dizginlerinden boşaldığı birdönemde baharı karşılamaya hazırlanıyoruz.

Bütün bu tablo, dolaysız olarak bahar döneminingündemlerini ve bu gündemler üzerinden önümüzdekisüreç boyunca yürütülecek olan mücadelenin politikçerçevesini oluşturmaktadır.

Devrimci baharın çağrısı: İşçilerin birliği halkların kardeşliği!

Bu yıl bahar dönemine işçi sınıfını hedef alankapsamlı bir saldırı dalgasıyla giriyoruz. Ulusalİstihdam Stratejisi (UİS) kapsamında gündemegetirilen, kıdem tazminatı hakkının gaspından esnekçalışma koşullarının yaygınlaştırılmasına kadar birdizi saldırıyı barındıran bu program, yeni döneminmücadele gündemlerini de oluşturuyor. Sınıfın büyükmücadelelerle elde ettiği kazanımlarından geriyekalanlarını da ortadan kaldırmayı hedefleyen sermayedüzeni, gelinen yerde işçi sınıfına tam köleliğidayatıyor. UİS’te sona gelindiğini ifade eden sermayedevletinin sözcüleri, iki yıl içerisinde bu saldırılarıhayata geçirmeyi umuyorlar.

Bu saldırılara karşı mücadeleyi büyütmek içinbahar dönemi önemli bir yerde duruyor. Zira budönemde sokaklar ısınıyor. Başta işçi sınıfı olmaküzere emekçilerin ileri ve öncü kesimleri mevcuttalepleri ve mücadele gündemleri üzerinden alanlarainmeye hazırlanıyorlar. Bu süreci sermayeninkapsamlı yıkım saldırılarına karşı mücadeleyibüyütme ve saldırı programını geri püskürtmebakışıyla değerlendirmek ise, başta öncü-ilerici işçilerile sınıf devrimcilerine düşüyor.

Dönemin öne çıkan diğer gündemlerini ise Kürtsorunu ile her geçen gün tırmandırılan emperyalistsaldırganlık oluşturuyor. Sermaye devleti Kürtsorununda imha ve inkara dayalı “bütünlüklü” birpolitik süreç işletiyor. Bir taraftan “ada görüşmeleri”ile Kürt halkını oyalayan, düzen içi çözüm umutlarınıbeslemeye çalışan sermaye devleti, öte yandan Kürthareketini tasfiye etmeyi hedefleyen politikalarınıkesintisiz sürdürüyor. Kürt hareketinin “müzakere”merkezli yaklaşımı ise Kürt halkını aldatıp oyalamayıamaçlayan sermaye devletine büyük bir kolaylıksağlıyor. Bu tablo karşısında Kürt sorununa yönelikişçi sınıfının devrimci tutumunu öne çıkarmak, bunusınıf merkezli bir politik faaliyetle birleştirmek vebunu yaparken Kürt halkının tüm kazanımlarınısavunmak büyük bir önem taşıyor.

Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı kitlelerdebiriken öfkeyi örgütlemek de, dönemin öne çıkan birbaşka sorumluluk alanıdır. Bahar dönemindeyoğunlaşacak olan eylemli süreç, emperyalist savaşakarşı kitlelerin tepkisini açığa çıkarma bakışıyla elealınmalı, sınıf içerisinde anti-emperyalist bilinçgüçlendirilebilmelidir.

Toplamında süreç kapitalist sömürüye veemperyalist saldırganlığa karşı “işçilerin birliği,halkların kardeşliği” bakışıyla örülmeli ve bu tutumu

işçi sınıfına maletmek için tüm olanaklar seferberedilebilmelidir.

“Başta emperyalist savaş ve saldırganlık olmaküzere, Kürt sorunu, artan baskı ve devlet terörü vb.temel siyasal gündemler üzerinden işçi sınıfınıpolitikleştirmek, devrimci politik etkiyi sınıf içerisindeyaygınlaştırmak yeni dönemin en öncelikli görevleriarasında yer almaktadır. Böyle bir çabanın kendisi birtaraftan işçi sınıfını kendi fabrikasının dar sınırlarınındışına çıkaracak, politik süreçlere kendi bağımsız sınıfkimliği ve hareketi üzerinden müdahil olmasınısağlayacaktır. Öte taraftan, tam da bu zemin üzerindekendi partisi ile olan bağlarını güçlendirmesininolanaklarını çoğaltacaktır.” (Sosyalizm İçin KızılBayrak, 23 Kasım 2012, Sayı:13-46)

Sınıfın direnme iradesini büyütelim

Kapitalist sömürü düzeninin derinleşen krizisınıfın ve emekçi kitlelerin yaşamını her geçen gündaha da çekilmez kılıyor. Krizin faturasını emekçilereyükleyen ve bunun için arkası kesilmeyen yıkımprogramlarını pervasızca uygulayan kapitalist düzenekarşı dünyanın dört bir yanında sosyal mücadelelergiderek kendisini daha belirgin bir şekilde ortayakoyuyor. Zira sermayenin işçi sınıfını ve toplumunfarklı kesimlerini hedef alan çok yönlü saldırıları öfkeve hoşnutsuzluğu her geçen gün büyütüyor. Kapitalistsömürü düzeninin işçi ve emekçilerin kabaran buöfkesi karşısında ilk sarıldığı, faşist baskı ve devletterörü oluyor. Bir dizi ülkede polis devletiuygulamaları artık olağan bir hal almış bulunuyor.

Türkiye’nin tablosu da bu genel gidişattan farklıdeğil. Bugün sokağa çıkan, sesini yükselten kimolursa olsun, karşısında polis-yargı terörünü görüyor.En küçük çıkış bile azgın bir devlet terörü ilesindirilmeye çalışılıyor.

Fakat buna rağmen sokağa çıkan, mücadele edenişçiler, emekçiler ve gençler, polis terörü ve zorbalıkkarşısında sinmeyeceklerini pratikleriyle ortayakoyuyorlar. Daiyang-SK’da sendikal örgütlülüklerinisavunan, Teknopark’ta hakları için direnen işçiler,bugün için sınırlı da olsa sınıfın direnme iradesini vegücünü ortaya koyuyor. Bu aynı şekilde toplumunfarklı kesimleri üzerinden de görülebilmektedir.Geçtiğimiz yılın sonunda gençlik cephesindenODTÜ’de sergilenen direniş, geçtiğimiz günlerdepolis ve yargı terörü karşısında militanca direnendevrimci avukatlar, bu topraklardaki direngen damarınyeni örnekleri oldular.

İçerisinden geçilen dönemin olguları, önümüzdekisürecin işçi sınıfı ve emekçilerin yeni mücadele vedirenişlerine sahne olacağını gösteriyor. Ziraemperyalist-kapitalist sistemin keskinleştirdiğiçelişkiler, her geçen gün toplumun derinliklerindemücadele eğilimini güçlendiriyor. Bugün içinkendisini lokal çıkışlarla ortaya koyan bu eğilimbüyük önem taşıyor. Durgunluk ve sessizliğiparçalayarak, topluma izlenmesi gereken yolugösteriyor.

Bahar süreci her şeyden önce bu bakışla elealınmalı, işçi sınıfı ve emekçi kitleler her geçen günartan baskı ve sömürüye karşı direnmeye ve mücadeleetmeye çağırılmalı, siyasal faaliyet her adımında

sınıfın direnme iradesini örgütlemeye hizmetedebilmelidir.

Bahara ilk adım: Kurultaylar

Sınıf devrimcileri tam da böylesi bir sürecinöngünlerinde iki ayrı kurultay örgütlemeyi önlerinekoymuş bulunuyor. Birisi çalışmaları bir süre öncebaşlayan ve artık sona gelinen Devrimci KadınKurultayı, diğeri ise geçtiğimiz günlerde duyurulan“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için sınıfa karşısınıf kurultayı”.

Kurultayların gündemleri ile dönemin öne çıkangelişmeleri arasındaki dolaysız bağ, sürecin sınıfdevrimcileri tarafından bütünlüklü bir şekilde elealındığını göstermektedir. Bir başka ifadeyle, kurultayçalışmaları dönemin öne çıkan gündemlerinedayanmakta, bu gündemlere dönük bakışı ortayakoymayı ve dahası bu gündemlere dayalı mücadeleyigüçlendirmeyi amaçlamaktadır.

Elbette kurultay çalışmalarının bir yönü, ele aldığıkonular üzerinden devrimci sınıf tutumunu ortayakoymaktır. Buradaki amaç toplumun devrimci-ilericikesimleriyle sınıfın yüzünü mücadeleye dönmüşunsurlarını bu tutum etrafında mücadele etmeyeçağırmaktır. Bu açıdan kurultay çalışmaları temelsiyasal gündemler üzerinden yürütülen ideolojik-politik mücadelenin bir aracı olarak tanımlanabilir.

Fakat öte yandan kurultay çalışmaları sınıfa dönükgündelik politik müdahalenin güçlendirilmesinehizmet etmek zorundadır. Sınıfı ve emekçileri politikmücadeleye çağıran, dahası pratik bir tutum almayasevk eden diğer bir dizi araç gibi kurultaylar da sınıfıdevrimcileştirmenin, harekete geçirmenin birer aracıolarak değerlendirilmelidir.

Bunun yolu öncelikle araçlardan çok politikayı öneçıkaran bir çalışma tarzını hayata geçirmektengeçmektedir. Örneğin bu aynı dönemde emperyalistsavaş ve saldırganlığa karşı etkin bir politik faaliyetörgütlenebildiği koşullarda, kurultay vb. etkinliklerpolitik faaliyete güç katan bir işlevi yerinegetirebilecektir.

Bütün bir bahar sürecini kazanmak için kurultaysüreçleri bu iki işlevi üzerinden değerlendirilmelidir.Öncesi ve sonrasıyla birlikte kurultaylar, politikçalışmanın sürekliliği içerisinde gerçekleştirilmeli vepolitikanın devamlılığı üzerinden ele alınabilmelidir.Bu her şeyden önce siyasal faaliyette süreklilik vebirikim yaratma olanağı sunacaktır.

Devrimci baharda enginlerle buluşacağız!

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, tüm verilertemposu artacak bir mücadele sürecine girdiğimizigöstermektedir. Sınıf devrimcileri kurultaylarlagirecekleri bahar dönemini bu bakışla ele alacaklar,her türlü darlığı kırarak enginlerle buluşmanınadımlarını çok daha güçlü atacaklardır.

Bunun için en küçük bir olanağı dahi büyük birtitizlikle değerlendirerek, varolan enerjiyi katbekatyoğunlaştırarak ve siyasal faaliyette hiçbir boşlukalanı bırakmayarak, her adımda sınıfla kurduklarıbağları güçlendirecek, devrim ve sosyalizminbayrağını daha yükseklerde dalgalandıracaklardır.

Emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye, faşist baskı ve teröre karşı...

Sınıfın devrimci baharına yürüyoruz!

Page 4: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

“İmralı görüşmeleri” hemen hemen AKP’ninplanladığı çerçevede işliyor. Yılın ilk ayında devletinsaldırıları hızından bir şey kaybetmedi. Katliam,tutuklama, cezalandırmalar sürerken, Kürt hareketieksenindeki siyasal özneler, sahte çözüm oyununa dairbeklentileri büyütecek şekilde hareket ettiler. Bukesimin, AKP iktidarının çözüm iradesine kuşkuylayaklaştığını gösteren epeyce veri var. Fakat bucepheden konuşanlar, yazıp çizenler, başta Kürt halkıolmak üzere tüm işçi ve emekçilere ciddi ciddi birçözüm sürecine girildiğinin propagandasını yapıyorlar.Üstelik Tayyip Erdoğan ve avenesinin saldırgan,aşağılayıcı, terbiye edici üslubuna rağmen bu konudakiısrarlarından milim şaşmıyorlar.

Şu ana kadar AKP’nin umduğundan da ilerisonuçlar aldığı bile söylenebilir. Her şeyden öncemeseleyi tam da 2013 yılı politikalarına uygun birçizgide tartıştırmayı başarıyor. Kaçıncısı olduğu bilesayılamayan aldatma manevralarının sonuncususayesinde, şimdiden oyalama sürecinin ilk ayını sağsalim geride bıraktı.

Tasfiyeci “çözüm” oyununagönüllüce yedeklenenler

Sadece Kürt hareketi değil, tarihsel deneyimlerinderslerini ve ulusal sorunda bilimsel devrimciperspektifi bir yana bırakan Türkiye’nin kuyrukçu soluda bu oyalamanın oyalanan tarafı olmaya soyundu.HDK çatısı altında bir araya gelenler, bu konuda başıçekiyorlar. Bir kez daha görüldüğü üzere, ulusalsorunda kendilerinin herhangi bir çözüm stratejilerikalmış değil. “Demokratik cumhuriyet ve demokratiközerklik” ekseni, yani köhnemiş burjuva cumhuriyetinikendi içinde demokratikleşme projesi artık tümününortak yörüngesidir. Böyle olduğu içindir ki dinci-gericiiktidarın aldatma sanatının iç yüzünüsergileyeceklerine, çözüm ve barış yolunda hükümetitutarlı, samimi, kararlı olmaya çağırıyorlar. Budoğrultudaki her çabaya destek vereceklerini taahhütetmeyi eklemeyi de unutmuyorlar. Sanki ortadaoyalama-aldatma dışında bir şey varmış gibi,“müzakereci çözüm sürecini baltalamak isteyenler”ivicdanla, gönülle ikna etmeyi iş ediniyorlar (bkz. 8Ocak tarihli HDK açıklaması).

Sahi kim kimden ne bekliyor? Muhatap olaraksamimiyete davet edilen dinci-gerici iktidar, sırtınıABD’ye dayamış, bölge halklarına karşı acımasızcatetikçiliğe soyunmuş, kısa dönemde bölgesel aktörolma hayali suya düştüğü için zıvanadan çıkan,sıkıştıkça karşısındaki herkesi polis ve yargı terörüyleezmeye yeltenen bir zorba mı, değil mi? Onun Kürtsorunundaki “çözüm”ü, kırıntı bile sayılmayacakgöstermelik adımlar karşılığında “terörü bitirmek”ten,“PKK’ye silah bıraktırmak”tan başka neyi içeriyor?Zorbaların efendisi Tayyip Erdoğan’ın önümüzdekibirbuçuk yılı sorunsuz atlatmak hesabıyla başlattığı budenli kaba bir oyuna ciddi ciddi bir çözüm misyonubiçmek için, savrulmanın son raddesini de aşmışolmak gerek.

“Entegre” oyunun “terörle mücadele...”ayağının bir aylık bilançosu

Yeni aldatma-oyalama manevrası gündemegetirildiğinde ne demişti Tayyip Erdoğan: “Terörlemücadele, siyasetle müzakere...” Şimdiye kadar“terörle mücadele, siyasetle müzakere” çizgisinin ilkayağının aksamamasına büyük bir özen gösterildi.ANF’den Erdal Er’in dökümü bunu net bir şekildeortaya koyuyor:

“31 Aralık’ta Lice’de 10 gerilla katledildi. 7 Ocak2013 tarihinde Çukurca’da 14 gerilla katledildi. Aynıgünler ve sonrasından kitlesel gözaltılar yapıldı ve çoksayıda kişi tutuklandı. 9 Ocak’ta Paris katliamı yapıldı.Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemezhayatını kaybetti. Nusaybin ilçe merkezinde bir gerillainfaz edildi. 14 Ocak’ta Medya Savunma Alanları TürkSavaş uçakları tarafından bombalandı ve 7 gerillayaşamını yitirdi.

“Tabloyu özetlersek; 31 Aralık 2012 tarihinden 14Ocak 2013 tarihleri arasında tespit edilen 35 Kürtgenci, gerillası, siyasetçisi katledildi.” (ANF, 25 Ocak2013) Bunlara dinci çeteler eliyle Batı Kürdistan’ayönelik günlerce süren saldırıları, çetelerin Türkiyesınırından tanklarla gönderilmelerini vb.ni de ayrıcaekleyelim.

Bu tabloya rağmen hala bir çözüm sürecinden vebunun sabote edilmesi olasılığından söz edilebiliyor.Bilindiği gibi Paris suikastları da sürecin saboteedilmesi girişimi olarak yorumlandı ve böylece İmralıgörüşmeleri ile başlayan dönemin ciddiyetine dayanakyapılmak istendi. Paris polisi tarafından zanlı olaraktutuklanan şahsın her yanından ajan-provokatörlükakması da devletin “derin”, “karanlık” güçlerininsabotaj niyetine yoruluyor. Oysa Özgür Politika yazarıFerda Çetin, “PKK’nin 20’si Avrupa’da 50 kişilik liderkadrosunu hedef alan ‘terörle mücadeledeuygulanacak ödül yönetmenliği’ni” hatırlatarak (bkz.ANF, 28 Ocak 2013), olayın dosdoğru başındaAKP’nin bulunduğu “görünen” devletin işi olduğuna,çarpıcı ve tartışmasız bir kanıt sunmuş oldu.

“...siyasetle müzakere” cephesindeyeni bir şey yok!..

Ne var ki ne pahasına olursa olsun her şeyi İmralıgörüşmelerine ipotek etmiş bir anlayış nezdindebunların pek de bir belirleyiciliği olmuyor. Peki oncaumutlu bekleyişin, ürkek misafir hallerine bürünmenintemelini oluşturan “...siyasetle müzakere” ayağında nevar? İmralı’da bir masa kurulmuş, kim ne alıyor, kimne veriyor belli değil. Bunun dışında her şey fazlasıylaaçık. “Siyasetle müzakere” halkasında, örneğin hiçesayma var. “Sizi görüştüren benim, ister görüştürürümister görüştürmem, susun, haddinizi bilin” türündenaşağılamalar var.

Bütün bunları entegre oyunun bir parçası değil de“müzakere-mücadele sarkacı”nın bir sonucu sayananlayış, haliyle 1999 İmralı sürecinin ve 2004’ünsonlarına kadar “devletin hizmetine girme”

uğraşlarının, 2011 seçimlerine kadar 5-6 kez aldatılmışolmanın unutulmasını, kısaca Kürt halkından gerçeğegözlerini sımsıkı kapamasını bekliyor. Katliamlar,yargılamalar, tutuklamalara karşın, istihbaratgörevlilerinin “PKK’ye silah bıraktırmak, hiç değilsesınır dışına çekilmelerini sağlamak” hedefiyleoturduğu bir masayı barışın ve çözümün adresi olarakgösteriyor. Bu bir inançtan değil, çözümsüz stratejiyetabi olmanın ürünü bir inanma mecburiyetindenkaynaklanıyor. Sonucuna dair yargı ise Özgür Gündemyazarlarından Veysi Sarısözen’in kaleminden şöyleyansıyor:

“Durum şu: Müzakere sürecini Kürt tarafı kayıtsızşartsız destekliyor. Başbakan istediği kadar sertkonuşsun, ne derse desin, ister tahkir etsin, ister alayetsin, hükümet ne yaparsa yapsın, ister bombalasın,ister tutuklasın, ister kurşunlasın Kürt tarafı, yaniBDP’den PKK’ye, gerilladan melleye kadar tüm halkİmralı sürecinde PKK Önderi Öcalan’ın arkasında teksaf halinde toplanmış. Türkiye solunun ezici çoğunluğuda öyle. Yüzü aşkın aydının açıklaması, imzalardikkatle analiz edildiğinde, AKP’nin aydınlarüzerindeki etkisinin sıfırlanmak üzere olduğunu veaydınların da İmralı sürecini desteklediğinigöstermekte. ‘Şöyle olursa masadan çekiliriz’ diyen tekbir Kürt yok.” (Bkz. ANF, 30 Ocak 2013)

Başka söze gerek var mı bilinmez ama biz KCKYürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın 23Ocak tarihli röportajını anmadan geçmeyelim.AKP’nin süreçten umduğu sonucu alıp alamayacağıolasılığının ve Kürt hareketinin nihai tavrınınanlaşılabilmesi için özellikle “KCK adına Öcalan’ıngörüşmesi yeterlidir” ara başlığı altında söylenenlerindikkatlice okunmasını öneriyoruz.

Gerçek özgürlük, eşitlik vekardeşliğin adresi

birleşik sosyalist işçi-emekçicumhuriyetidir!

Bütün bunlar gösteriyor ki dinci-gerici iktidarınentegre oyun çerçevesinde çaldığı maya, hedefindekikesimler içinde tutmaya başlamıştır. Bu oyun belkiAKP iktidarına birbuçuk yıl kazandırabilir. Fakat ağırbedeller pahasına da olsa özgürlük ve eşitliközleminden vazgeçmeyen Kürt halk kitlelerini uzunsüreli yatıştıramaz.

Kürt halkını, işçi ve emekçi kitleleri temelsizbeklentiye sürükleyenler, başında AKP’nin bulunduğusermaye iktidarının, halklarımızın bu en büyükdüşmanının değirmenine su taşıyadursunlar. İşçi sınıfıdevrimcileri olarak bizler, Kürt halkının her türlükazanımını koşulsuz savunduğumuz gibi, halklarımızınaldatılmasına karşı sorumluluklarımızı yerinegetirmekten de vazgeçmeyeceğiz. Kürt halkınınözgürlüğünün, tam hak eşitliğinin ve halklarımızınonurunu taşıyacakları sosyalist bir cumhuriyettekardeşçe gönüllü birliğinin önündeki en büyük engelolan sermaye iktidarını alaşağı etme uğraşına devamedeceğiz.

“İmralı görüşmeleri” sürecinin aylık bilançosu...

Tasfiyeci oyuna kapılanlarKürt sorununu mu çözüyor,

AKP’nin sorunlarını mı?

Page 5: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Çalışma Bakanlığı işkollarındaki işçi sayıları vesendikaların üye sayılarına ilişkin istatistikleri açıkladı.Geçtiğimiz haftalarda çıkarılan “Sendikalar ve Toplu İşİlişkileri Kanunu”na bağlı olarak yayınlanan istatistikler,bu yasanın nasıl da büyük bir gasp yasası olduğunu birkez daha doğruladı. İstatistik sonuçlarına görehalihazırda yüzde 1 olarak uygulanan işkolu barajınedeniyle çok sayıda sendika toplusözleşme yetkisinikaybeti, pek çoğu da sınırda. Sendikalı olduğu haldetoplusözleşmeden yararlanamayacak olan işçilerin sayısıyüzbinleri bulmakta. Gaspın boyutlarını başlıklar halindeşöyle ifade edebiliriz:

* Daha önce toplu sözleşme yetkisine sahip olabilen7 sendika yeni istatistiklere göre yüzde 1 olarakbelirlenen barajın altında kaldı. Bu sendikalar arasındaDeri-İş ve Nakliyat-İş gibi sendikalar da bulunuyor.Daha önce toplusözleşme imzalayan 52 sendika varken,yeni durumda bu sayı 43’e düştü. Bu yeni yasanıntoplusözleşme hakkına vurduğu ilk büyük darbeyigösteriyor.

* Pek çok sendika da yüzde 1’lik barajı kılpayıgeçebildi. Bu sendikalardan DİSK Tekstil Sendikası’nın1.10, Tümtis’in yüzde 1.01, Ağaç-İş’in yüzde 1.10,Oleyis’in yüzde 1.01, Öz-İş’in 1.01 üye oranlarıbulunuyor. Bakanlık 6 ayda bir bu istatistikleriyayınlamaya devam edecek. Dolayısıyla bu sendikalarher an baraj altı kalma korkusu yaşayacak veistatistiklerde yapılacak küçük oynamalarla baraj altındabırakılabilecekler.

* Yüzde 1’lik baraj 2016’da yüzde 2’ye çıkarılacak.Bu durumda ise bugünkü üye sayılarıyla birlikte toplam13 sendika daha barajın altında kalacak. Böylelikle de ikiişkolunda (basın, yayın ve gazetecilik ile sağlık ve sosyalhizmetler işkolu) barajı aşabilecek sendika kalmayacak.Yani bu işkollarında toplusözleşme hakkı tümdenortadan kaldırılmış olacak. Öte yandan da yüzde 2oranının hemen üstünde olan 6 sendika daha barajınaltında kalma korkusu yaşayacak.

* İşkolu barajı 2018 yılında yüzde 3’e çıktığında iseen az 7 sendika barajın altında kalırken böylelikle busendikalara üye 105 bin işçi toplusözleşme hakkınıkaybedecek. Yanısıra 4 işkolunda (inşaat, ticaret-büro-eğitim, hava-kara ve demiryolu ulaşımı, konaklama veeğlence) yetkili sendika kalmayacak. Bu orana bağlıolarak da yine 3 sendika daha baraj korkusu yaşamayabaşlayacak.

* Tüm bunlardan sonra ve bugünkü verilerdenhareketle bakıldığında yeni yasa ile birlikte 27 sendikabaraj altında kalırken, daha önce toplusözleşme yetkisialabilen 52 sendikadan sadece 23’ü yetki alabilecek.Böylelikle toplamda 265 bin sendikal işçi, sendika üyesiolmasına rağmen toplu sözleşme hakkınıkullanamayacak. Yetkili sendika kalmayan işkollarıylabirlikte 5 milyon 277 bin işçi toplusözleşme yapabileceksendika bulamayacak.

* Daha özelde ise barajın altında kalacak sendikalarınbüyük bölümünün mücadeleci olarak bilinensendikalardan olmasıdır. Taşeron işçileri çetinmücadelelerle örgütleyen Dev Sağlık-İş yetkisizbırakılmıştır. Diğer yandan Sosyal-İş ve Nakliyat-İş gibisendikalar şimdiden “yetkisiz” kalmışlardır. BirleşikMetal-İş ve Tümtis gibi sendikalar da mevcut üyesayılarını kat kat yükseltmedikçe “yetkisiz kalacaksendikalardandır. Daha genel ölçekte DİSK’in 15sendikasından sadece biri yüzde 3 barajını aşabilecektir.Bu veriler de gösteriyor ki, bu yasa mücadeleci

sendikaları büyük ölçüde sendikal haklardan yoksunbırakıp onları dernek statüsüne sokarken, Türk Metal veTes-İş gibi sendikalara özel bir ayrıcalık sağlamaktadır.(Kaynak DİSK-AR raporu...)

İşçi sınıfı nereden bakılırsa bakılsın büyük bir hakgaspıyla yüzyüze kalmıştır. Sermaye ve devleti işçisınıfının sendikal hak ve özgürlüklerini iyiden iyiye kuşaçevirmiş, dahası önüne yeni ve daha yüksek engellerkoymuştur. Bu her bakımdan faşizan bir yasadır. Yüzde10’luk işkolu barajı 12 Eylül faşist darbesinin ürünüydüama bugünkü biçimiyle yüzde 1’lik barajıyla AKP’ninyeni yasası ondan daha demokratik değildir. Demokratikolmak bir yana sonuçları itibariyle ondan daha dafaşizan, daha gaspçı, daha bir hoyrattır.

Anayasalarına bir sendikaya üye olmayı hak olarakyazan sermaye ve uşakları, gerçekte işçi işçilerinsendikalaşmasını engellemek için zorbalıkta sınırtanımıyorlar. Ama bu zorbalığa rağmen sendikalaşanişçilerin önüne de engeller koyuyorlar. Amaç işçisınıfının elini kolunu bağlamaktır. Sendikal barajlarınişlevi bundan ibarettir. Bundan dolayı da sendikal barajmilyonda 1 dahi olsa özünde faşizandır. Çünkü bu,örgütlü bir şekilde sermaye ile toplusözleşme yapmairadesi gösteren işçinin bu iradesine müdahale etmek,ona ipotek koymaktır. Bunun için milyonda bir dahi olsasendikal barajlar işçi sınıfının hakaret etmek, onu iradesiolmayan köle yerine koymak, onurunu çiğnemekdemektir.

Bunun için bu gaspçı yasa neyi nasıl gaspettiğindençok öncelikle işçi sınıfının onurunu ve iradesini hedefalmıştır. İşçi sınıfı bu yasaya baktıkça her şeyden önceyüreğinde derin bir sızı duymalı, böyle bir yasayı sineyeçektiği için utancını yaşamalıdır. Ama belirtmek gerekirki bu utanç herkesten önce de sendikaların başınaoturmuş, onun kaynaklarına hükmeden, karar alma-imzaatma yetkisine sahip olan yöneticilere aittir. Ama oyöneticilerden bazıları var ki, bu utancın en beteriniyaşamalıdır, ama onlar bundan utanç duymayacak kadararsız ve aldırmazdırlar. Elbette Türk-İş ve Hak-İşyöneticilerini kastediyoruz. Çünkü bu yöneticilerin, busatılmış hain takımının bu gasp yasasının altında imzalarıvar. Normalde onurlarına ve iradelerine helal gelmesindiye barajın zerresi üzerine dahi tartışma yapmayı kabuletmemeleri gerekirken altına imza atan bu utanmazsoysuzlar, böylelikle, iradesiz ve onursuz olduklarını birkez daha ispatlamışlardır. Evet bunlar ipleri sermaye vehükümetinin elinde olan iradesiz kuklalardır. Tümhareketlerini olduğu gibi geleceklerini de onlarınellerine bırakmışlardır. Öyle ki kendi durdukları zeminide kaydıran bir yasanın altına imza atabilmişlerdir. Bunedenle işçi sınıfı bu onursuz-iradesiz kukla takımını birgün dahi o koltuklarda oturtmamalıdır. Oturttuğu her güniçin büyük bir utanç duymalıdır.

Bu utanmaz-arlanmaz üst kademe asalakyöneticilerini bir kenara koyalım ama DİSK yönetimi ve

SGBP de dahil olmak üzere alt kademe sendikayöneticilerinin bu yasanın utanca ortak olduklarınıunutmayalım. Bugün bu sendikaların yöneticilerininağlamalarına sızlamalarına kimse kanmasın. Göstermelikaçıklamalarına, cılız eylemlerine bakıp da aldanmasın.Onların görevi olup biteni izleyip sonra da ağlamak veyakınmak değildir. O koltuklarda oturmak önde gitmek,onuruna ve iradene yönelik bir girişim karşısında dasırası geldiğinde kendini ateşe atmaktır. Bunuyapmadıktan sonra herkesin bildiğini söylemek, adınıkoymak, tarifini yapmak sizi kurtarmaz! Onurunuz veiradeniz çiğnendi, sorumluluklarınızı ortada bıraktınız,görevinizi yapmadınız. Bu durumda yapmanız gereken,bu acı gerçeği kabul etmek, koltuklarınızı bırakmak veişçi sınıfına özeleştirinizi vermektir.

Bu ara kademelerin bir kısmının zora girdikçe topuişçi sınıfına attığını, “işçilerin eylemlere katılmıyor”,“arkamızdan gelmiyor” bahanelerine sığındığınıbiliyoruz. Bu tarz yaklaşıma prim verilemez. İşçisınıfının arkalarından ne kadar geldiğinden öncesorumluluklarına ne kadar sahip çıktıklarının hesabınıvermelidirler. Çünkü yöneticiyseniz önden gitmelisiniz.Çünkü ordusu genelkurmayın arkasından gitmiyorsa,demek ki ona güven duymamaktadır. Yöneticikoltuklarını tutanlar en önde gitmiş, mücadele etmiş,gerektiğinde kendilerini ateşe atmış olsalardı, işçi sınıfıda arkalarından elbet giderdi. Ama böyle davranmadılar.Satılmış ağalarının arkasında silik bir gölge gibidavrandılar. Kapalı kapılarda onların pazarlıklarına kulakkabartıp olacaklar için fal açtılar. Ancak iş olup bittiktensonra mızmızlanıp yeniden uykuya daldılar.

İşte bu alt kademe sendikacılar mızmızlanıpyakaracaklarına önce bu davranışlarının hesabınıvermeli, sonra da sahip oldukları ayrıcalıkları apoletleribırakıp söz-yetki ve karar hakkını işçilere iadeetmelidirler. Bu yapıldıktan sonra oturup bu zordurumdan nasıl çıkılacağı, işçi sınıfına giydirilen deligömleğinin nasıl parçalanacağı, sermaye ve uşaklarınakarşı mücadelenin nasıl yükseltileceği işçi sınıfıbünyesinde tüm işçi sınıfı bileşenlerinin katılabileceğitoplantılarda netleştirilmeli, kararlar alınmalı ve gereğiyapılmalıdır.

Tüm bunlardan sonra belirtelim ki işçi sınıfı, tüm buolup bitenlerin gerisinde asıl olarak kendi güçsüzlüğününyattığı gerçeğini unutmamalıdır. Öyle ya tabanörgütlülükleriyle inisiyatif kullanabilen bir işçi sınıfıolsaydı hem hainlerden hesap sorar, hem kaypakyöneticilerin iplerini ellerine alır, hem de zatensendikalarının efendisi olurdu. İşçi sınıfının sorumlulukduyan-mücadele isteği olan tüm neferleri bu gerçeğiunutmamalıdır. Unutmamalı, ama davranışta ve eylemdede gereğini yapmalıdır. Bu da damek oluyor kiyaşanılanlardan ders çıkararak sorumluluk almalı, tabanörgütlülüklerini kurmak-sendikaları kazanmak-mücadeleyi yükseltmek üzere kavgaya atılmalıdır.

Sendika üye istatistikleri açıklandı, gasp tablosu netleşti…

Hesaplaşma ve kavgayı yükseltme zamanı!

Page 6: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Geçtiğimiz hafta “Darbeleri Araştırma Komisyonu”tarafından İçişleri Bakanlığı’na sunulan belge ve raporlarbir kez daha sermaye devletinin katliamcı kimliğini açığaçıkardı. Komisyon böyle bir amaç taşımasa da, ortayaçıkan belge ve veriler, yaşanan her katliamda sermayedevletinin doğrudan rolü hakkında bir fikir veriyor.

Bunun son örneği geçtiğimiz hafta TBMM DarbeleriAraştırma Komisyonu’na sunulan İçişleri Bakanlığı'naait “gizli” ibareli Sivas Katliamı raporuyla görüldü.Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yollanmış bir belgekatillerin korunduğunu gösteriyor. Katliam dönemindeSivas Terörle Mücadele Şube Müdürü Ali Çilettarafından hazırlanan ve Polis Baş Müfettişliği'ne yazılan5 Ekim 1993 tarihli bu belgede, katliamı örgütleyenlerintespit edilmiş olmasına karşın gözaltına alınmadığı ifadeediliyor. Bunun gerekçesi olarak şunlar söylenmekte:“Yangın olayına kadar, olaylar süreklilik arz ettiğindenşubemiz görevlileri devamlı olayı tahrik eden veyönlendirenleri tespit etmişlerdir. Kültür Merkezi’nde,vilayet önünde ve Madımak Oteli önünde toplulukdağılma eylemi göstermediğinden o güzergahlarda topluhareket edildiğinden alınamamış, Kültür Merkezi’ndekizor kullanma anında alınmak istenmişse de toplulukengel olmuştur.”

Polisin elinde bulunan baskı aygıtlarıyla nasıl birterör estirdiğini hemen her gün yaşayan ve gören bizleriçin bu ifade oldukça komik kaçmaktadır. Polisin, tespitettiği katliamcıları kalabalık oldukları savunusuylaalmadıklarını iddia etmesinin hiç bir inandırıcılığı yoktur.Son elde edilen belge, göstermelik kişilerin gözaltınaalınması, mahkemelerde bunların aklanması ve katillerinzamanaşımı kılıfıyla cezasız bırakılmasıyla, bir kez dahaSivas katliamının, başından ve sonrasında işleyen süreçlebirlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde, tamamendevlet tarafından işlenen bir katliam olduğunugöstermektedir.

Basına yansıyan bir diğer belge de Malatya’da ZirveYayınevi’nde biri Alman üç kişinin katledilmesidavasında ortaya çıkan ses kaydıdır. Mahkemeyesunulan bir harddisk içerisinde hem sanık hem de tanıkolan İlker Çınar'ın İnönü Üniversitesi İlahiyatFakültesi’nde öğretim görevlisi olan Ruhi Abat’la yaptığıgörüşme yansıyor. Bu ses kaydında Abat, Çınar'a şunlarıdemekte: “Bu işten artık dönüş yok, korkutma amaçlıyapmasını istediğimiz bir olayı; şerefsizlere vurun dediköldürmüşler, bu yüzden sen de bize yardım edeceksintamam mı?”

Bu telefon konuşmanın kaydı, sanıklardan BinbaşıHaydar Yeşil’e aittir. Bu veri, katliamda düzenin kollukgüçleri ve gerici-faşist çetelerin birlikte hareket ettiğinigöstermektedir.

Böylesi bilgilerin açığa çıkması ve katliamlarınkomisyonlarda ele alınarak incelenmesi özü itibariylemevcut devlet gerçeğini değiştirmek için değildir. BugünAKP’nin sözde darbeleri ve darbe süreçlerine götürenolayları araştırması geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmasöylemleriyle yapılmaktadır. Oysa söz konusu olansermaye devletinin emperyalizmin denetiminde yenidönem ve yeni ihtiyaçlara göre yenidenyapılandırılmasıdır. Bununla birlikte toplumsal hafıza dabir operasyona tabi tutulmaktadır. Ergenekon davalarınabağlanan pek çok katliam ve benzeri girişim devletgerçeğini aklama ve yeni dönem ihtiyaçlarına uygun halegetirme vesilesi oldu. Tam bir ikiyüzlülük vepervasızlıkla, 12 Eylül yargılamaları, Ergenekonoperasyonu, 28 Şubat soruşturması vb. vesilelerle,

“derin devletle hesaplaşıldığını” ve demokrasiningeliştirildiği yalanları toplumun geniş kesimlerine işlendive işlenmeye de devam ediyor.

Devletin tüm kurumlarını ele geçirmenin ve özeldemedyanın imkanları kullanılarak çürümüş ve çeteleşmişdevletin değiştiği algısı yaratılmak istenmektedir. Oysakisadece AKP’nin iktidar olduğu 10 yıllık dönemdeyapılanlara bakıldığında bile katliamcı devletgeleneğinin devralınarak kesintisiz sürdürüldüğügörülecektir.

Durmak yok yola devam!

Sözde hesaplaşılan eski resmi tarihe bakıldığında“derin” devlet organizasyonuyla işlenen pek çok katliamvardır. Örneğin, 9 Ekim 1978 yılında AnkaraBahçelievler’de 7 TİP üyesi böyle katledildi. Ancakeskiyle hesaplaşma iddiasındaki bugünün siyasal aktörüAKP, bu katilleri 3. Yargı Paketi ile salıverdi!

Bir başka örnek ise 16 Mart 1978 yılında İstanbulÜniversitesi’nde katledilen devrimci öğrencilerindavasıdır. İlişkilerin, MİT'e, Emniyet'e ve askereuzanmasıyla tam bir kontrgerilla davası olan bu dava, 12Eylül darbesinden sonra İstanbul SıkıyönetimMahkemesi'nce 1982'de beraat ile sonuçlanmıştı.Şaşırtıcı değil elbette. Yine şaşırtıcı olmayan, 1997'deİstanbul Barosu Susurluk Komisyonu, 16 Mart davası ileilgili yeni belgeler bulunca, 1997'de dava yeniden açıldı.Ancak darbelerle hesaplaştığını ileri süren “yeni” rejimdöneminde bu dava zamanaşımına uğradığı için rafakaldırıldı!

Zamanaşımı ile katillerin aklanmasının örnekleriAKP döneminde sıkça karşımıza çıktı. Yukarıda dadeğindiğimiz gibi, Sivas katliamı da, “yeni” olduğunuiddia edilen AKP döneminde zamanaşımına uğramış,hatta Erdoğan, Sivas katliamcılarının zaman aşımındankurtarılmasını 'hayırlı' olsun diye karşılamıştı. Ayrıca“domuz bağı” ile nam salan hizbul-kontra elemanlarınınteker teker salıverilmeleri unutulmamıştır.

Kemal Türkler cinayetinin de zamanaşımınauğraması bu açıdan şaşırtıcı olmamakla birlikte, bunatepki gösteren kızının yargılanması eski-yeni ayrımıolmadan faşist sermaye devleti geleneği ve gerçeğiniortaya koymaktadır.

Hrant Dink davası da bu açıdan çok önemli birörnektir. Tam bir yıl öncesinden Trabzon, Ankara veİstanbul polisi tarafından Hrant Dink’in öldürüleceğibilinmesine rağmen önlem alınmadığı açığa çıkmıştır.Buna dair hiçbir adım atılmaması, sonrasında da bildikyargı senaryosunun işletilmesi de bize hesaplaşılan birdevlet geleneği olmadığını göstermektedir. Hrant Dinkdavası sadece yargılananlarla kısıtlı tutularak, açıkça

ortaya çıkan bağlantılar görmezden gelinmiş, bizzatmahkemenin kararlarıyla engellenmiştir. Hemen herşeyin örgüt bağına vesile edildiği bu dönemde HrantDink cinayetininde bir “örgüt” izine rastlanılmaması dabir tesadüf değildir. Bundan dolayı Hrant Dink’inkatillerinin ve bir başka örnek olan Zirve Yayınevikatliamı katillerinin bir hukuki düzenleme kılıfıbulunarak bırakılacakları tahmininde de rahatlıklabulunulabilir.

Devletin katletme geleneğinin devamı son olarakRoboski katliamında görülmüştü. Bu katliamınsorumlularından hesap sorulmasına dair tek bir adımatılmamış, katledenler madalya almış ancak katliamdansağ kurtulanlara cezalar yağdırılmıştır.

Örnekler çoğaltılabilir. Katliamlar, faili meçhuller,işkenceler kısacası sömürü üzerine kurulu bir düzenin veonun egemenlik aracı devletin kullanabileceği her türdenkirli işler kullanılmaya devam etmektedir ve edecektir.Devrimciler, Kürt halkı, işçi sınıfı ve ilerici her muhalifbugün elinden cop, gaz bombası, kurşun eksik olmayanbu devlet gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bunun araçlarıdöneme göre değişmekte, dozu azalmakta ya daartırılmaktadır. Uygulayıcıları da AKP dönemininrengine uygun olarak değişmiştir ama öz aynı kalmış,hedefi, işçi ve ezilen emekçi halk, değişmemiştir. Tümbunlara ek olarak, baskı ve zorun çok ve ağır bir şekildeyaşanmasına rağmen demokrasi ve adalet kelimelerininen çok kullanıldığı bir dönem olarak AKP dönemininayrı bir özelliği olduğunu da vurgulamak gerekmektedir.

Son olarak belirtmek gerek ki, Meclis AraştırmaKomisyonu, devletin geçmişte yaptığı katliamlarıaklamak için işlemektedir. Yaşanan kanlı katliamlarıbirkaç tetikçiye yıkıp sermaye devletini temizeçıkarmaya çalışmaktadır. Sermaye devletinin siciliöylesine kirli ve kanlıdır ki, bu komisyon bunu ne kadaraklamaya çalışsa da mızrak çuvala sığmamaktadır.

Katliamların hesabını sormak içinörgütlü mücadele büyütülmeli!

Katliamların hesabını böylesi komisyonlar değil, işçive emekçilerin örgütlü gücü sorabilir. Faşist darbelerin, 1Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Gazi gibikatliamların, hapishanelerde yaşanan katliamların veoperasyonların, faili meçhullerin, kaçırılıp gözaltındakaybedilenlerin, işkencelerin, yargılı-yargısız infazların,Roboskiler’in hesabı er ya da geç sorulacaktır.Katliamlara sessiz kalmamak ve yeni katliamların önünegeçmek için sömürü üzerine kurulu bu düzenin vesermaye devletinin yıkılıp, yerine eşitliğe ve özgürlüğedayalı sosyalist işçi-emekçi iktidarını kurmak içinörgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz.

Katliamcı devlet geleneğine devam!

Page 7: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Ermeniler’in yoğun olarak yaşadığı İstanbul’unSamatya semtinde son birbuçuk ay içinde peş peşeırkçı saldırılar gerçekleşti. Daha çok savunmasız yaşlıkadınları hedef seçen bu saldırıların Hrant Dink’inölüm yıldönümüne eşlik etmesi hiç de tesadüf değil.Birbuçuk ayda dört defa gerçekleşmesine rağmen birtürlü önlen(e)meyen bu saldırılar sonucu MaritsaKüçük adlı Ermeni kadın alçakça katledilirken diğer üçolayın mağduru kadınlar ise şans eseri ağır yaralıolarak kurtuldu.

İstanbul’un her köşe başının sivil-resmi polistarafından tutulduğu, istihbarat elemanlarının ciritattığı bir kentte yaşanan bu saldırıların basit bir adlivaka olmadığı ve devletin bilgisi olmadangerçekleşmeyeceği aşikâr. Zira gerek yaşanansaldırıların biçiminden ve saldırıların “bir türlüönlen(e)meyişinden” gerekse de saldırılar sonucusermaye hükümetinin ve uzantılarının yaptığıaçıklamalardan, Ermenilere yönelik devletgözetiminde yeni bir sistematik saldırıyla karşı karşıyaolduğumuz anlaşılıyor.

Öyle ki yaşanan ilk olaydan bugüne dinci-gericiAKP hükümeti ve yandaş medyası özel bir tarzdagerçekleşen bu saldırıları “adli vaka” ve “hırsızlık”olayı olarak yansıtarak üzerini örtmek yoluna gitmiştir.Oysaki Matris Küçük’ün katledilme biçiminden deanlaşılacağı üzere olayın bir gasp ve hırsızlık olmadığıortada. Zira masanın üzerinde duran paralaradokunulmadığı ve diğer olayların mağdurlarının dasadece öldüresiye dövülmek suretiyle saldırıya maruzkaldıkları anlaşılıyor. Mağdurlarının ortak özelliğininErmeni olmaları bunun ırkçı bir saldırı olduğuna kuşkubırakmıyor. Ayrıca son saldırıda görgü tanıkları olayıntek bir kişi tarafından değil gözcülerle birlikte organizebir şekilde gerçekleştirildiğini ifade ediyor. Tüm buveriler orta yerde dururken sermeyenin kolluk gücününsaldırıların üstünü örten bir yaklaşımla olayıkapatmaya dönük tutumları ise faillerin devletçedesteklenip yönlendirildiğini göstermektedir. Yinemahallelilerin anlatımına göre olayların ardındanherhangi bir soruşturmanın açılmaması ve önlemalınmaması yanı sıra faillerin deşifre olmaması içinbölgedeki kameraların sivil polisler tarafından

sökülmesi bunu göstermektedir. Bu tutum saldırılaraaçıkça davetiye çıkartmak anlamına gelmektedir.

Hrant Dink’in katledilmesi ve ardından yaşanangelişmeler anımsanırsa sermaye devletinin bir kezdaha benzer tutumlar içerisinde olduğu görülür.Hatırlanacağı gibi Hrant Dink, ırkçı faşistlere açıkçahedef gösterilirken, katledilmesine yönelik planlarınyapıldığı bilindiği halde, Valilik bunu engellemekyerine Dink’i çağırarak yazdığı yazılardan vazgeçmesiyönünde tehditler de bulunmuştu. Hrant’ın bilinçli birşekilde katledilmesine göz yumulurken öte yandan bucinayet yine bir “adli vaka” olarak sunulmuştu. Aradan6 yıl geçmesine rağmen bu katliamı planlayan,organize eden ve katliamın engellenmesi yönünde elinikıpırdatmayan devlet görevlilerinden hiçbirigöstermelik olsa bile ceza almazken üstüne üstlükhepsi sırası geldikçe terfiler ettirildiler.

Nitekim o günün İstanbul Valisi olarak HrantDink’in tehdit edilmesine bizzat aracılık yapan veİstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah birlikte“gazcı kardeşler” olarak da nam salan eski İstanbulValisi Muammer Güler, hizmetlerinden ötürü bugündinci-geri AKP hükümetinin İçişleri Bakanlığımertebesine yükselmiştir. Sadece bu terfi bile sermayedevletinin ve onun icra kurulu AKP iktidarının ırkçıfaşist zihniyetini, Ermeni halkına dönük yaklaşımlarını

ortaya koymaktadır. Bu şoven-faşist zihniyet kendisiniher vesile ile açığa vurduğu gibi Samatya’da yaşanansaldırılarda olayın üstü örtülmek suretiyle bir kez dahatezahür ediyor. Tıpkı zorunlu askerliği yaparkenöldürülmesine rağmen intihar ettiği ileri sürülenErmeni er Savag Şahin Balıkçı olayı gibi…

Elbette bugün, AKP iktidarı tarafından sürdürülenbu zihniyet sadece ona özgü değil. Irkçılık veşovenizm sermaye devletinin geçmişten miras aldığıbir geleneğinin sonucudur. 1915’de Ermenilere yöneliktehcir olayların ardından 100 yıl sonra bile aynı ırkçı,faşist düşünce ve yargılar topluma sistematik birşekilde empoze edilmektedir.

Elbette bu şovenist-ırkçı söylemlerden sadeceErmeniler değil Kürt halkı, Aleviler ve farklımilliyetten, dinden ve mezhepten herkes payına düşenialıyor. Öyle ki daha geçtiğimiz günlerde CHP’li birmilletvekilinin meclis kürsüsünden “Türk ulusuylaKürt milletini kimse bana eşit ve eşdeğerdekıldıramaz” diyerek hükümeti ve muhalefetiyle birbütün olarak sermaye düzeninin mayasının nasıl daırkçılık ve şovenizm zehriyle karıldığını ispat etmiştir.

Çünkü ırkçılık ve şovenizm sermaye iktidarının işçive emekçileri bölmek ve baskı altında tutarak kölelikzincirlerini pekiştirmek için kullandığı en etkiliaraçlardan biridir. Bugün AKP hükümetininemperyalizmin bölgesel politikalarına daha iyi hizmetedebilmek amacı ile içerde her türlü muhalefetisindirebilmek için siyasal gericiliği tırmandırdığı,toplumu ırkçılık ve şovenizm zehri ile kirletmesinetanık olmaktayız. Bir yandan sokakta faşist devletterörü pervasızca uygulanırken öte yandan burjuvahukukunu ayaklar altına alan uygulamalar gündelikhale geliyor.

Samatya’da Ermenilere yönelik gerçekleşen ırkçısaldırılar, sermaye devletinin bu politikalara bundansonra da başvuracağının somut bir kanıtıdır. Fakat işçi,emekçiler ve toplumun tüm ezilen kesimleri yeniacılarla yüz yüze kalmak istemiyorsa geçmişdeneyimlerden dersler çıkarak sermaye iktidarına karşıörgütlü mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor. Ulusal,mezhepsel, cinsel ve her türden eşitsizliği sınıfsaleşitsizlik ve kölelikten aldığı güçle perçinleyensermaye iktidarına karşı “İşçilerin birliği halklarınkardeşliği!” şiarıyla yanıt verilmelidir. Halklarıngerçek kardeşlik ve eşitlik temelinde bir aradayaşayacağı bir toplumsal düzen, ancak sınıfsal köleliğidayalı özel mülkiyet düzeninin ortadan kaldırılmasıylamümkün olacaktır.

Irkçı-şoven saldırganlığa karşımücadeleye!

Samatya ırkçı saldırılarına protesto

Samatya’da ard arda Ermeni asıllı kadınlara yönelik saldırıların yaşanması, Halkların DemokratikKongresi (HDK) tarafından 27 Ocak günü yapılan eylemle protesto edildi.

İstanbul Koca Mustafa Paşa semti otobüs son durağında biraraya gelen HDK bileşenleri, “Ermenihalkının yanındayız. Irkçılığa geçit vermeyeceğiz!” pankartı açtı.

Otobüs duraklarından, Samatya Meydan’a kadar yapılan yürüyüş sırasında öldürülen Ermeni kadınMaritsa Küçük’ün evinin önünde durularak kırmızı karanfil bırakıldı.

Meydanda HDK İstanbul Meclisi adına Ahmet Saymadi basın metnini okudu. Yaşanan saldırılaradeğinilerek başlanan açıklamada, saldırıya uğrayanların Ermeni ve kadın olmasına dikkat çekildi. Adli birolay gibi gösterilmesine rağmen, evde açıkta bulunan paraların bile alınmadığına vurgu yapıldı. Bu saldırılarkarşısında olayları aydınlatacak adımların devlet tarafından atılmadığına dikkat çekildi. Ermenilere yöneliksaldırıların Samatya ile sınırlı olmadığı belirtilen açıklamada, yaşananların devletin katliamcı politikasının birsonucu olduğu, 1915 Ermeni soykırımının 100. yılına yaklaşılan şu günlerde, bu olayların devletin yakınzamanda izleyeceği politikayı gösterdiği vurgulandı.

Açıklamanın ardından, milletvekili Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü birer konuşma yaparak, halklarınkardeşliği ve eşitliği için mücadele edileceğini, iktidarlar tarafından ezilen halkların korunacağını belirttiler.Konuşmaların ardından Ferhat Tunç “Sarı Gelin” türküsünü seslendirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 8: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar Günü dolayısıylaavukatlar eylemdeydi.

Çağlayan Adliyesi önünde gerçekleştirilen eylemdeilk sözü Çağdaş Hukukçular Derneği adına Av. ZeycanBalcı Şimşek aldı. Şimşek, geçen yıl avukatlar için entehlikeli ülke olarak Türkiye devletinin seçildiğini, buyılsa İspanya’nın ETA militanlarının avukatlarınayönelik tutuklama kararları nedeniyle seçildiğinibelirtti. Ancak son yaşanan tutuklamalar nedeniyleİspanya ile birlikte Türkiye’nin de protesto edileceğiifade edildi.

Devletin Demokles’in kılıcı gibi hukukucezalandırma sistemi olarak kullandığını ifade edenŞimşek, tutuklanan ÇHD İstanbul Şube Başkanı TaylanTanay’ın Metris Hapishanesi’nden yazdığı mektubuokumak üzere Av. Süleyman Göktaş’ı çağırdı. Tanay’ınmektubunun okunmasının ardından ÇHD İstanbulŞube yöneticilerinden Av. Gülvin Aydın basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada İspanya’nın ardından Türkiye’nin deeylem listesine alınması şu sözlerle ifade edildi: “keyfi

tutuklama terörü ile birlikte, Avrupa genelindekiprotestoların gündemine Türkiye de eklenmiş oldu. Buhaliyle, daha 3 yıl önce ilan edilen bu protesto vemücadele günü Türkiye’ye ikinci kez ithaf edilmişoldu.”

Aydın, 24 Ocak tarihinin seçilmesine neden olantarihsel olayları da aktararak “devrimci avukatlıkpratiği bütün dünyada saldırı ile karşılanmaktadır”dedi.

Açıklamanın bitiminde servislere binilerek İspanyaBaşkonsolosluğu’na doğru yola çıkıldı. Levent’te yeralan konsolosluk önünde yeniden ozalitler açılarakİspanya’daki avukatlara yönelik saldırılar kınandı.Ardından Avrupa ülkelerinde Tehlikedeki AvukatlarGünü için hazırlanan ortak açıklamayı SavunmayaÖzgürlük Platformu adına Esra Salmanlı okudu.

Adliye ve İspanya Başkonsolosluğu önündekieylemlere HEY Tekstil direnişçileri “Devrimciavukatlar onurumuzdur!” ozalitiyle katıldılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Avukatlar tehlikede!

ÇHD’den tutuklu avukatlara ziyaret

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyeleri,Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde tutuklu olan avukatları30 Ocak günü ziyaret etti. Ziyaret öncesi hapishaneönünde açıklama yapıldı.

Hapishane önünde biraraya gelen ÇHD üyesiavukatlar, “Devrimci avukatlar onurumuzdur!” ozalitiaçtı. İlknur Alcan’ın okuduğu açıklama tutuklananavukatlardan Naciye Demir, Şükriye Erden, Ebru Timtik,Barkın Timtik ve Betül Kozağaçlı’nın Bakırköy KadınHapishanesi’nde bulunduğunun hatırlatılmasıyla başladı.

Açıklamada avukatlar hakkında birçok şey söylendiği,medya eliyle karalama kampanyası yapıldığı vurgulandı,duvarların ardına kapatılmalarına rağmen onların itibarsızlaştırılamadığı, dostları ile savundukları işçiler,emekçiler, ezilen haklar ve devrimcilerin onları unutmadığı belirtilerek şunlar söylendi:

“İşte bugün ‘ajan’ dedikleri, ‘vatan haini’ diye suçladıkları bu insanlardır. Tıpkı yıllar önce Nazım Hikmet’eve bu ülkede bağımsızlık, özgürlük, insanca bir yaşam için mücadele eden nice güzel insan için söylendiği gibi,bugün de devrimci avukatlar ‘vatan haini’ ilan edilmek istenmektedir.”

Açıklama Nazım Hikmet’in “Vatan haini” şiirinin okunmasının ardından ÇHD’li avukatların bu “suçu”işlemeye devam edeceklerini belirtmesiyle son buldu. Avukatlar ziyaret için hapishaneye girdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ÇHD’den Erdoğan’ayanıt

AKP şefi Erdoğan, yaptığı konuşmayla ÇHD’yesaldırmış ve polisin yalanlarını yeniden gündemegetirmişti. ÇHD yaptığı açıklamayla tehdit vesuçlamaları yanıtladı. ÇHD adına yapılan açıklamadaErdoğan’ın yalan ve iftiralarına değinilerek “11 kapılıbir yerde, gecenin yarısında toplantı halindeyken,sahte kimlik ve belge yakarken” yakalanma yalanınınkamuoyunu yanıltmak için söylendiği belirtildi.

ÇHD’nin açıklamasında Bekir Bozdağ’ın ardındanTayyip Erdoğan’ın da yaptığı açıklamayla hukuk dışıarama, gözaltı ve tutuklama terörüne sahip çıktığı,operasyonun arkasında AKP iktidarının olduğu ifadeedilerek savunma yapacak avukatların dahiulaşamadığı bilgilerle açıklama yapılması eleştirildi.ÇHD açıklamasında bu konuda şunlar ifade edildi:“Keza Türk Ceza Kanunu’nun 288. maddesinde, adilyargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek de hapiscezasını gerektiren bir suç olarak düzenlenmiştir. Halböyleyken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın anayasa veyasaları hiçe sayarak, derneğimize yönelik buoperasyon hakkında, tamamen yalanlardan oluşanbir açıklama yaparak, siyasi iktidar nezdindehakkımızda hüküm verildiğini kamuoyuna, dolayısıylasoruşturma makamlarına açıklaması, soruşturma veyargı makamlarına telkin ve hatta talimat niteliğitaşımaktadır. Bu da, AKP’nin ileri demokrasisinin (!)ya da faşizminin geldiği boyutu göstermesibakımından dikkat çekicidir.”

Devrimci avukatlık geleneğine saldırıldığı ifadeedilen açıklama şu ifadelerle bitirildi: “ÇağdaşHukukçular Derneği, 1974 yılından bu yana kesintisizolarak toplumsal muhalefetin odağı olmuştur veolmaya devam edecektir. ÇHD, tutuklumeslektaşlarımızın onurlu duruşundan devraldığıbayrağı yükseltmeye bugün daha da kararlıdır.”

Tutuklu avukatlariçin itiraz

ÇHD’li avukatların tutsaklığının 7. günü olan 28Ocak günü Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbulŞubesi ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği,Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde basınaçıklaması gerçekleştirip avukatların tutukluluğunaitirazda bulundular.

Avukatlar adına açıklamayı gözaltına alınıpserbest bırakılan ÇHD’li avukat Efkan Bolaç okudu.

Bolaç, ÇHD’ye ve meslektaşlarının bürolarınayapılan baskınları anlatarak “meslektaşlarımız hiçbirdelil olmaksızın sahte belgeler eşliğinde keyfi vehukuksuz bir biçimde tutuklanmışlardır” dedi.

Derneklerine ve meslektaşlarına yapılan busaldırının toplumsal muhalefeti diri tutan tümkesimlere yapılmış topyekün bir saldırı olduğunusöyleyen Bolaç, saldırının siyasi iktidara karşımücadele eden tüm kesimlere gözdağı verilerektoplumu hizaya çekme operasyonu olduğunu belirtti.

Bolaç, “Ne var ki bu operasyon başarısızlığauğramış, bu saldırılar barolar, sendikalar, demokratikkitle örgütleri, partiler, işçiler, öğrenciler, devrimcilerbir olup oyunu boşa çıkarmışlardır” dedi.

Eylem, Dr. Av. Fikret İlkiz, Dr. Av. DuygunYarsuvat, Dr. Av. Hasan Fehmi Demir, Dr. Av. MuratÇelik ve Dr. Av. Köksal Bayraktar’ın hazırlamış olduğuitiraz dilekçesini savcılığa sunmak için avukatlarıntoplu şekilde adliyeye girmesiyle sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 9: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

“Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” ilesınıfın örgütlenme ve grev hakkına yönelik kapsamlı birsaldırıyı hayata geçiren AKP iktidarı, yeni saldırılar içinpervasızca tarih vermekten de kaçınmıyor. Öyle kisendikaların “genel grev” nedeni saydığı ve sınıfınelindeki son tarihsel kazanım olan kıdem tazminatınıngasp edilmesine bugüne kadar cesaret edilememişti.Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bizzat dinci-gericihükümetin başı Erdoğan, “böyle bir gündemimiz yok”diyerek geri adım atmak zorunda kalmış ve konunun“rafa kaldırıldığı” söylenmişti.

Şimdi ise Çalışma Bakanı Faruk Çelik, yine bizzatErdoğan’ın kıdem tazminatının fona devredilmesi içinplanların hızla hayata geçirilmesi talimatını verdiğiniaçıklamaktadır. Çelik’in yaptığı bu açıklamalara bakılırsakıdem tazminatına ilişkin yasal düzenlemelerin vedeğişikliklerin 2013 Haziran ayına kadar tamamlanmasıhedefleniyor.

Yine de kamuoyu tepkisini hesaba katan sermayehükümeti, kıdem tazminatını doğrudan gündemegetirmek yerine, taşeron çalışmaya ilişkin düzenlemeleriçerisine yedirerek bu saldırıyı sonuçlandırmayıdüşünüyor. Faruk Çelik, özellikle taşeron işçilerininücretlerini zamanında ve tam olarak almaları yönündebir çalışma yürüttüklerini belirtirken, tazminat sorunuylada bu çerçevede bağını kurarak kıdem tazminatı fonunugerekçelendirmiş oluyor. Bunu da “kıdem tazminatıçerçevesinde çalışanların taşeron işçilerin altındakaldığını” belirterek, oluşturulacak fon yoluyla tazminathakkını yaygınlaştıracakları ve yararlanma hakkınıkolaylaştıracakları iddiası üzerinden gerekçelendirmişoluyor.

Böylece saldırı yasalarını sınıfın yararına adeta bir“reform”muş gibi sunan AKP’nin ikiyüzlü politikalarıylabir kez daha karşı karşıyayız. Zira her şeyden öncehükümetin taşeron çalışmaya ilişkin hazırlamış olduğu

düzenlemenin iddia edildiği gibi

sınıfın yararına olan bir düzenleme olmayıp, taşeronluksisteminin tek ve temel çalışma biçimi olarakyaygınlaştırılmasını hedefleyen bir projenin ürünüolduğu açıktır. Bugüne kadar yasalarda “temel işlerintaşerona devredilemeyeceği” yönündeki ibareler buvesileyle ortadan kalkmış olacak ve taşeron çalışmatemel çalışma biçimi olarak uygulanmaya başlanacak.

Bu plan, sendikalar yasası, bölgesel asgari ücret,kıdem tazminatının gaspı ve kiralık işçi uygulaması gibibir dizi saldırı yasasıyla birlikte “Ulusal İstihdamStratejisi” adlı projenin temel taşlarından biridir. Buyüzden bu saldırı yasasını hayata geçirmek için kollarısıvayan sermaye hükümetinin, konuyu “taşeron işçilerinsorunlarına çare bulmak”, “ücret sorunlarını gidermek”gibi kamuoyunda bu sadırıyı meşrulaştırmayı vemuhtemel tepkileri etkisizleştirmeyi hedefleyen kimiaçıklamalarla birlikte sunması hiç de yabancısıolmadığımız bir yöntemdir. AKP’nin geçmişte olduğugibi bugün de ücret sorunu yaşayan işçilerin hakmücadelesine nasıl yaklaştığını Teknopark işçilerinin songünlerdeki eylemlerine karşı tutumundan görmekmümkündür.

AKP’nin kıdem tazminatı saldırısını taşeronçalışmaya ilişkin düzenleme içerisinde ele alarak sonucagitme hesapları ise ayrı bir kurnazlık örneğidir. ZiraAKP, patronların tazminat hakkını filen gasp etmelerini,sınıfın bu tarihsel hakkının tümden tasfiye edilmesiplanının bir bahanesi haline getirmeye çalışıyor. Veaslında patronların bu hakkı gasp etmesini engellemeyedönük denetim ve yaptırımları neden gerçekleştirmediğisorusunu atlayarak durumu olağan ve meşru kılan biryaklaşımla hareket ediyor. Bu konudaki sorumluluğunubir yana bırakarak, saldırı yasasına haklılıkkazandırmaya çalışıyor. “Kıdem tazminatı çerçevesindeçalışan işçilerin, taşeron işçilerin altında kaldığı” itirafıise, normal koşullarda bir çalışma bakanı için istifanedeni sayılması gerekiyor. Yazık ki sınıf hareketininbugünkü mevcut düzeyi, burjuvazinin bu maaşlıuşaklarına bu türden pervasızca açıklamalar yapmaimkanı sunuyor.

Kıdem tazminatına ilişkin yapılacak düzenlemeylebu hakkın “kullanımının daha genişleyeceği vekolaylaşacağı” iddiası ise tam bir aldatmacadan ibarettir.Sermaye sınıfı, eğer oluşturulacak fona prim yatırmazsaya da eksik yatırırsa işçilerin kıdem tazminatını almahakkı yine olmayacak. Patronların bu primleriyatırmamaları halinde göstermelik de olsa bir yaptırımsözkonusu değil. Üstelik primleri daha sonrayatırabileceklerine dair ifadeler, patronları adeta buna

özendiren bir içerikle hazırlandığını göstermektedir.Bu bakımdan tazminat hakkından yararlanma

koşulları yine patronların “insafına” bırakılmışdurumda. Sermayenin fona ödeyeceği primmiktarı ise oldukça düşük tutularak “tazminatyükünden” kurtarılmaları da sağlanmaktadır.

Diğer yandan fondan tazminat almanınkoşulları sadece bununla sınırlı kalmıyor. 15 yıl

dolmadan ve 3 bin 600 günlük kıdem primiyatırılmayan hiçbir emekçi tazminatınıalamayacak. Bu şartlar sağlandığı koşullarda bile

tazminatının ancak yarısını çekebilecek. İkincikez para çekimi için ise yine 1800 günlük prim

koşulu aranacak.Sadece bu iki örnek üzerinden bile fon

yoluyla kıdem tazminatı hakkından yararlanmakoşullarının “genişleyeceği ve kolaylaşacağı”iddialarının nasıl bir kandırmacadan ibaret olduğuanlaşılabilir.

Ancak kıdem tazminatı fonunun sınıfa dönük etkilerisadece bununla sınırlı kalmayacak. Mevcut haliylekıdem tazminatı hakkı 1 seneye 1 aylık brüt ücretetekabül ederken ve TİS yoluyla bu hak daha ilerikoşullara çekilebilirken, oluşturulacak fonla birlikte aylıkgelirinin sadece yüzde 4’ü oranında bir tazminat hakkıkazanılmış olunacak. Bu da 1 yılda yüzde 48’e tekabülederek mevcut kıdem hakkından önemli bir oranda kayıpyaşanması anlamına gelmektedir.

Ayrıca fonda biriken kıdem tazminatında yaşanan hergelir artışı üzerinden vergi alınmaya başlanacak. Askeregiden ve evlenen kadınlar için sağlanan kıdem tazminatıhakkı da ortadan kalkacak.

İşçi ve emekçiler Kıdem Tazminatı Fonu’nunolumsuz sonuçlarını sadece ekonomik kayıplarüzerinden yaşamayacaklar. Bugünkü haliyle kıdemtazminatı işçilere patronlar karşısında kısmi de olsa bir işgüvencesi sağlamakta ve toplu işten çıkarmaların önünükesen bir işlev görmektedir. Fakat fonun oluşmasıylabirlikte patronların başta sendikalaşma faaliyeti olmaküzere herhangi bir nedenle toplu olarak işçileri işten atmasaldırılarının önünde hiçbir engel kalmayacak. Bu durumise işçileri patronlar karşısında tamamen güvencesiz vesavunmasız bırakacağı için mücadeleyi en geri noktayaçekecektir. Sermaye sınıfının bu yasadan en çok yararumduğu sonuçlardan biri de budur.

Kapitalist üretimin ve toplumsal ilişkilerinindeğişmez bir gerçeği olarak oluşturulan her bir fonun,işçi ve emekçilerden sağlanan birikimlerin düzenli birşekilde sermaye aktarılmasındaki rolü Kıdem TazminatıFonu için de geçerli olacaktır. Nasıl ki başta İşsizlikSigortası Fonu gibi emekçilerin ücretlerinden kesintilerleoluşturulan fonlar bugüne kadar sermayeye ve onlarınicra kurulu olarak hükümetin talanına sunulduysa,Kıdem Tazminatı Fonu da bu kesimlerin ağzının suyunuakıtmaktadır.

Kıdem tazminatı hakkının tasfiye edilmek istenmesiişçi sınıfı için ortaçağ köleliğine dönüş anlamınagelecektir. Sermaye hükümetinin şimdilik bu adımlarıatmaktan geri durmasını sağlayan etkenler sınıfın örgütlükesimlerinin bu hakkın korunmasına yöneliksergiledikleri duyarlılıktan kaynaklanıyordu. Ancakhükümetin Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Yasası’nıkolayca çıkarması, bu saldırının da hayata geçirilmesiiçin koşulların uygun olduğunu düşünmesinden ilerigelmektedir. Nitekim Çalışma Bakanı’nın açıklamalarınakarşı sendikalar cephesinden kayda değer bir tepkininortaya konulmaması bunu göstermektedir.

Sendikal hareketin mevcut zayıflığına karşılıksermaye hükümetinin bu yasayı çıkarmada yine de birdizi handikapı olduğunu belirtmek gerekir. Sınıfhareketinde altan alta yaşanan kaynaşma ve bir dizidireniş şahsında açığa çıkan tepkiler, bu kazanımın kolaykolay gasp edilmesine izin verilmeyeceğini gösteriyor.Kıdem tazminatının gasp edilmek istenmesinin yaygınbir ajitasyon-propagandaya konu edilmesi, bu doğrultudasınıfın eylemsel gücünü açığa çıkaracak birleşik-militanbir mücadele hattının örülmesi güncel bir görevdir. Baştasınıf devrimcileri olmak üzere sınıfın ileri ve öncükesimleri bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmelidir.

Çalışma Bakanı kıdem tazminatı için tarih verdi…

Kıdem tazminatı hakkımızıgasp ettirmeyelim!

Page 10: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Karayollarının özelleştirilmesi saldırısı tüm hızıyladevam ediyor. Sermaye hükümetleri yıllarcakarayollarında taşeronlaşmaya hız verme konusundatam bir anlayış birliği içinde hareket ettiler. AKPiktidarı ise Karayolları Şube Şeflikleri’ni, araçparklarını anahtar teslim satmaya başladı.

Yol-İş bürokratları başından itibarenözelleştirmeden haberdar oldukları halde sürecisessizce izlediler. Karayolu işçilerinin saldırınınkapsam ve niteliğini anlamaları ve özelleştirme karşıtımücadelenin örgütlenmesi için kıllarını bilekıpırdatmadılar. Tüm mesailerini özelleştirme karşıtımücadelenin boğulması için harcadılar.

Sendika ağaları karayolu işçilerinin yükselentepkisi ve öfkesini hissettikleri anda 28 Ocak eylemiiçin düğmeye bastılar. Ama 28 Ocak eylemi işçilerinmücadele isteği ve özelleştirmeye yönelik öfkesine ışıktuttu. Bu durum sendika bürokratları açısından süreciyönetmenin kolay olmayacağı bir dönemin başlangıcıolarak kayıtlara geçti.

Eylemde işçilerin özelleştirme karşıtı öfkesive mücadele isteği öne çıktı

Ülkenin dört bir yanından Ankara’ya gelenkarayolu işçileri özelleştirmeye ve taşeronlaşmayakarşı tepkilerini gösterdiler. Haykırdıkları sloganlar buöfke ve tepkinin ürünüydü. 18 bölgeden yaklaşık 3 binişçi güvencesiz, sendikasız çalışmanın adı olanözelleştirme saldırısını protesto ettiler. 3 bin işçinineyleme katılması anlamlıydı. Zira gerek genel merkezve gerekse de şube yönetimleri eylemi özel bir çabayakonu etmedikleri halde azımsanmayacak ölçüdekarayolu işçisi eylem alanında yerlerini almışlardır.

Karayolu işçilerinin tepkisi Yol-İş Genel BaşkanıRamazan Ağar’ın konuşması boyunca sürdü. RamazanAğar konuşmasını uzatarak ve konuşma sonunda,sözde mücadele sözü vererek işçilerin tepkisinifrenlemeye çalıştı. Karayolu işçileri Ramazan Ağar’ınkonuşması sırasında “İşçiler burada Kumlu nerede?”,“Kumlu istifa!”, “Satılmış sendika istemiyoruz!”,“Genel grev, genel direniş!” sloganlarını haykırarakfrenleme çabalarının etkili olamayacağını gösterdiler.

28 Ocak eyleminde konuşan Yol-İş Genel BaşkanıRamazan Ağar, AKP iktidarına karayolu işçilerininseçmen olduğunu hatırlattı. Karayolu işçileriniözelleştirmeye devam etmesi durumunda AKPiktidarını sandıkta cezalandırarak gücünü göstermeyeçağırdı. Konuşmasının devamında 9 bin taşeronişçisinin karayolu işçisi olduğunun tescillendiğinibelirterek AKP iktidarını yargı kararlarına uymasıgerektiğini belirtti.

Ramazan Ağar, Yol-İş Sendikası’nın 81 ilde örgütlüolduğunu, yüzlerce şantiye ve inşaatta karayoluişçilerinin çalıştığını belirtip gerektiğinde hizmetüretiminden gelen güçlerini kullanacaklarını söyledi.Hemen ardından ise iş barışını bozmama sözü verereküretimden gelen gücü kullanma sözünün koca biryalandan ibaret olduğunu kanıtladı. Zira uzlaşmacıçizgi başından itibaren Yol-İş bürokratlarının ortaktutumu olarak öne çıktı.

28 Ocak eyleminden birkaç ay önce yaptıklarıgirişimlerle karayolları şube şefliklerinin satışınıengellediklerini söyleyen sendika ağalarının yaptıklarıaçıklamaların yalan olduğu ortaya çıktı. Zira bu

açıklamadan kısa bir süre önce 400 yakın şube şefliğitaşeronlara devredildi. Üstelik şubelerin araç parklarıda taşeron firmaların hizmetine sunuldu. Özelleştirmedurumunda ülkeyi eylem alanına çevireceklerinisöyleyen Yol-İş bürokratları sözlerini yerinegetirmekten ise özenle kaçındılar. 28 Ocak eylemininasıl amacı ise karayolu işçilerinin öfkesini boşaltmaktı.

Yol-İş bürokratları, karayolu işçilerinin anagövdesini oluşturan taşeron işçilerinin Ankaraeylemine katılmaları için bir çaba içinde olmadılar.Taşeron işçilerinin Ankara eylemine katılmakonusundaki duyarlılıklarını zayıflatmak için “işbırakarak eyleme gelirseniz sonuçlarına katlanırsınız.Bu durumda sendika bir şey yapamaz” türündenaçıklamalarda bulundular. Böylece Karayolları’nda enbüyük kitleyi oluşturan taşeron işçilerinin eylemekatılımının önünü kapadılar. Ayrıca bir günlük grevkararlarını da boşa çıkarmış oldular.

Karayolcular bilgi paylaşım sitesinde 28 Ocakeyleminin ardından, karayolu işçilerinin Yol-İş GenelMerkezi’ne yürümeleri konusunda birçok açıklama yeraldı. Bu eylemin gerçekleştirilmesi sendikaağalarından hesap sorulması için önemli bir olanakolacaktı.

Eylem alanında karayolcular bilgi paylaşım sitesiniyöneten yönetici geri bir tutum aldı. Öncü işçilerinKarayolları Genel Müdürlüğü önünde sendikaağalarını hedefleyen ajitasyon konuşmaları veşiarlarının haykırılmasına yönelik önerisine karşı çıktı.Dahası günlerce bilgi paylaşım sitesinde yer verdiğiYol-İş Genel Merkezi’ne yürünmesi kararınınarkasında duramadı.

Öncü işçileri bekleyen görevler

Sınıf devrimcileri başından itibaren 28 Ocakeylemine önem verdiler. Zira 28 Ocak eylemiözelleştirme karşıtı mücadelenin büyütülmesi, sendikaağalarından hesap sorulması açısından önemli birolanaktı. Özelleştirme karşıtı mücadele potansiyelininaçığa çıkarılması açısından da eylem önemli bir araçtı.

Sınıf devrimcileri güçleri oranında 28 Ocakeylemine yönelik hazırlık toplantıları yaptılar. Hazırlıktoplantılarında özelleştirme karşıtı mücadele anlayışınıöncü işçilere mal etmeye çalıştılar. Kayseri 6. Bölge’de28 Ocak eylemine çağrıyı içeren özgün bildirileriyaygın olarak kullandılar. Öncü işçilerin tüm

çabalarına rağmen özelleştirme karşıtı mücadeleninortaklaştırılması, özelleştirme saldırısına maruz kalan18 bölgede özelleştirme karşıtı örgütlenme için birkomitenin oluşturulması konusunda yeterli mesafealınamadı.

Öncü işçiler eylem alanında özelleştirme karşıtımücadele anlayışına güç kazandırmak ve sendikaağalarına yönelik işçi tepkisini ortaya çıkarmak içinazami çaba gösterdiler. Bu çaba anlamlı sonuçlarortaya çıkardı. Eylem alanında bulunan işçiler eylemeyapılan müdahaleye destek verdiler. Sendika ağalarınıoldukça sıkıntıya sokan bu tablo, mücadeleciyaklaşımın işçiler tarafından desteklendiğinin açıkgöstergesi olarak kayıtlara geçti.

Son çeyrek asırda böylesi bir mücadele isteğikarayolu işçilerinin içinde boy vermemiştir. Karayoluişçilerinin özelleştirme karşıtı mücadele isteğinin bukadar büyüdüğü aşikardır. Bu önemli bir olanaktır.Tam da bu zeminde öncü işçiler Karayolları’ndaözelleştirme sürecinin final yılı olan 2017 yılına kadarözelleştirme karşıtı mücadeleyi ilmek ilmekörmelidirler.

Öncü potansiyelin açığa çıkarılması hedefidoğrultusunda 28 Ocak eylemi yeni olanaklar ortayaçıkarmıştır. Karayolları’nda yaşanan özelleştirme,taşeron işçilik vb. sorunların ortadan kalkmasıkarayolu işçilerinin birleşik militan mücadelesininilmik ilmik örülmesiyle mümkün olabilecektir. Bununiçin ilk kavranacak halka öncü işçi potansiyelinin açığaçıkarılmasıdır. Bu planlı, hedefli gündelik çalışmayıgerektirmektedir.

Karayolu işçilerinin öfke ve tepkisininkendiliğindenliği aşan bir düzeye çıkarılması içinKarayolu işçilerinin sesi olacak bir bülteninçıkarılması acil bir ihtiyaçtır. Bülten aracının etkin birtarzda karayolları bölgelerinde kullanılmasımücadelenin örgütlenmesine de katkı sunacaktır.

Karayolu işçileri mücadelesinin birleştirilmesikadar farklı bölgelerde çalışan karayolu işçilerininözelleştirme karşıtı eylemsel süreçler içine çekilmeside önemlidir. Bu tür eylemlerle karayolu işçilerininöfke ve tepkilerinin bilinçli bir hale gelmesi açısındanönemli araçlardan biridir. Aynı zamanda bu türeylemler karayolu işçilerinin özgüvenlerinin artmasınayol açacağı da aşikardır. Sokağı çıkışı hedefleyen yereleylem örneklerinin yaygınlaşması birleşik mücadeleyede hız kazandıracaktır.

Karayollarından komünist işçiler

28 Ocak eyleminin gösterdikleri vedevrimci sorumluluk

Page 11: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Türkiye’nin birçok kentinden gelen Karayoluişçileri, 28 Ocak günü Ankara’da Karayolları GenelMüdürlüğü önünde kitlesel bir eylemgerçekleştirdiler. Karayolları işçileri 28 Ocakeylemini ve sendikanın tutumları ile ilgilisorularımızı yanıtladılar...

- Ankara’ya neden geldiniz? Özelleştirmelerhakkında ne düşünüyorsunuz?

İşçi (Kayseri): Özelleştirmeler var, bizözelleştirmeye karşıyız. Taşerona karşıyız. Taşeronsisteminin ne kadar kötü bir sistem olduğunubiliyorum. Bunu engelleyebilir miyiz diye burayageldik.

Mehmet Çetin (Gaziantep): Görüyoruz toplumu,durum malum. Bu köleliktir. Bunu çalışma bakanıkendi söyledi. Beyaz kölelik. Beyaz kölelik diyorsabuyursun. Nasıl kölelikmiş bu, beyaz kölelik minormal kölelik mi, açıklamasını yapsın. İyileştirmediyor, neyi iyileştirmiş anlatsın. İyileştirecek bir şeygöstersin. 1 yıl önce Başbakan Kilis’e geldiğinde“meclise sunacağız” dedi. Hani, nerede? Bu ülkedeyasa var mı? Biz taşerona karşı mahkemeyikazanmışsak ama bir şey olmuyorsa mahkemelerkaldırılsın. Tayyip Erdoğan dediğini yapsın.

Araştırma teknikeri (İzmir): Sendikacıağabeylerimizin gazını almaya geldik. Bu hükümetleanlaşmalı bir eylem. Bunun hiçbir anlamı yok.Erzurum’dan 26 saat yol gelen arkadaşlarımızıgördünüz. 10 dakikada bitirdiler basın açıklamasını.Müteahhitler gelmiş, işbaşı yapmış karayollarında.Ne yazık ki ihale bittikten sonra yapılan bir eylemiçin geldik buraya. Bizim amacımız daha tepkili bireylemdi. Nedense arkadaşlarımızın çoğu buradafarklı bir havaya mı uydu ne oldu, herkes dağıldıgitti. Kısaca özetleyeyim, bu eylem anlamsız bireylemdir. İşçiye hiçbir kazanımı yoktur. Hükümetleişbirliği yapılarak gerçekleştirilen bir eylemdir.İhaleler olmuş bitmiş, şubeler, şantiyeler satılmış. Bizsadece geldik ve gidiyoruz.

İbrahim Çaydar (İşyeri temsilcisi,Malazgirt/Muş): Karayollarının özelleştirilmesinekarşı çıkmak için geldik. Satılan haklarımızamüdahale etmek için geldik. Haraç mezat satılmayakarşı çıkmak için geldik. Haklarımızı savunmayageldik, karayolları bizim evimizdir, emeğimizdir,mücadelemizdir. Taşeron bu işi yapamaz.Malazgirt’te, Bulanık’ta, Varta’da kar mücadelesiyapmak taşeronun haddini aşar.

İşçi (Antalya): Biz taşeron işçileri olarakkarayollarının bütün işlerini yapıyoruz. Çok ezik veağır şartlarda çalıştığımız için haklarımızıalamıyoruz. Her sene sonu iş garantisi olmadığı içinhiçbir şey yapamıyoruz. Mahkemeye gittik, kazandık.Yargıtay’a gittik, kazandık. Öyleyken, karayollarıyargı kararlarını uygulamadı, bizi daha da mağduretti. En ufak şeyde bize çıkış veriyorlar, tekrar girişyapıyorlar. Haklarımızın hiçbirini alamıyoruz.

Antalya 1 No’lu Şube Başkanı: Yönetimkurulunun almış olduğu kararla buradayız,

sendikamıza inanarak buradayız. Bundan sonra dainanacağız.

Cengiz Topel (Antalya): Özelleştirme köleliktir.Taşeron sisteminin kendisi köleliktir. İnsanlarınemeklerini bu kadar kolay sömüren bu faşist düzenbütün emekçileri zor duruma sokuyor.

Şinasi Topçu (Kayseri 6. Bölge): Özelleştirmeyigeri püskürtmek için buraya geldik. Alınmış eylemkararının bir hava boşaltma eylemi olduğunubiliyorduk. Bu durumu boşa çıkarmaya dönük, dahamilitan bir mücadeleyi başlatmak adına çalışma dayürüttük. Ama yetersiz olduğunu gördük. Şu andasatışlar gerçekleşmiş durumda. Bunu boşadüşürmenin yolu, çok daha militan direnişi ortayakoymaktan, üretimden gelen gücü kullanmaktan,işleri durdurmaktan geçiyor. Bunu sokağa taşımaktangeçiyor. Bunu da sendika ağalarının yapmasınıbeklemiyoruz, beklentimiz de yok. Bunu alttanörebildiğimiz ölçüde, sınıf devrimcileri bu işibaşarıyla tamamladığı ölçüde sonuca varacağız. Öyleki bir tepki var, bu tepkiyi örgütlemek gerekiyor. Bizedüşen görev de bu. Sendika ağalarına bu işi bırakmadüşüncesinde değiliz.

Mehmet Akif İnce (Kayseri 6. Bölge):Haklarımızı savunmak için geldik. Kayseri 6.Bölge’de yol çizgi operatörüyüm. Biz iki kişiçalışıyoruz. Yanımdaki arkadaşım kadrolu. O 2500alıyor, ben 1000 TL alıyorum. Arada büyük bir farkvar ve bütün işçiler böyle.

- Sendikanın beklemeci tutumu hakkında nedüşünüyorsunuz? İşçiler ne yapmalı?

İşçi (Kayseri): Sendikamız işçiyi satmış durumdaşu anda. Sadece bizim gazımızı almak için burayaçağırdılar. İşçiler bunları tasfiye etmeli. Bunlar,işçinin lideri değil.

Araştırma teknikeri (İzmir): Biliyorsunuz bizkamu sektöründe çalışıyoruz. Yıllarca tembelliğealıştık. Arkadaşlarımızın sorunlarıyla ilgilenmedik.Gün geldi şimdi biz aynı duruma düştük ve yalnız

kaldık. Sendika buna hazır değil. 300 bin TL’likMercedes’e binen bir sendika başkanının işçininhakkını savunacağını düşünebilir misiniz? 15 milyarmaaş alan bir sendika başkanının 800 TL alan birtaşeron işçisini anlayabileceğini düşünüyor musunuz?Bu yüzden yapılan hiçbir eylemin bir anlamı yok.

İbrahim Çaydar (İşyeri temsilcisi,Malazgirt/Muş): Hükümetin oyalamasıdır. Ayakoyunlarıdır. Bu oyuna sendika da gelmeyecek, bizlerde gelmeyeceğiz.

İşçi (Antalya): Sendikamız bizim yanımızdaydı,hala da yanımızda. Ben bir şeyler olacağınainanıyorum. O inançla geldik buraya. Bundan sonrada inanacağız.

Antalya 1 No’lu Şube Başkanı: Bu eylem uyarımahiyetinde. Gaz alma, öfke boşaltma eylemi değilbu. Yol-İş’in tutumunu Genel Merkez yönetimi,Antalya yönetimi iyi bilirler. Biz hiçbir zaman yalanve hile ile hiçbir şey yapmadık. Yola da onun içindüştük. Ankara dedik ve geldik.

Cengiz Topel (Antalya): Bu pasif eylem. Biz budurumu kabul etmiyoruz. Bu eyleme ikna eden, bueylemi zorlayan da işçidir, tabandaki işçidir.Sendikanın bu eylemi, işçilerin gazını almaya yönelikbir eylem.

Şinasi Topçu (Kayseri 6. Bölge): İşçilerkesinlikle başındaki bu tortuları atacak bir duruşiçerisinde olmalı, işçiler şu anda örgütsüz. Ancakmevcut sendikalar içerisinde örgütlü. Sınıf zeminindeörgütlenmesi gerekiyor. Hak ve özgürlüklerinin eldeedilmesini, kendi mücadelelerinde görmeli.Sendikaya bir iş yaptıracaksak bunu alttansıkıştırarak, baskı kurarak yaptırabiliriz. Bunubaşardığımız ölçüde, bunların da üzerimizde biryönetici olarak kalmalarının şansı olmayacaktır.

Mehmet Akif İnce (Kayseri 6. Bölge): Eylemleredevam, hakkımızı savunmaya devam. Bazılarınınistifa etmesi bizim için daha karlı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Karayolu işçileriyle özelleştirme üzerine...

“Hak ve özgürlükleri mücadele ilekazanacağız!”

Page 12: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Son yıllarda sanayi havzalarında parçalı fakatsüreklileşen, bir anlamıyla birbirini tetikleyen direnişlergelişmekte. Bunlar kuşkusuz parçalı, dağınık vebirleşik bir mücadele hattından yoksun. Bu mücadeleyitetikleyen sermaye sınıfının azgın sömürü ve kârhırsıdır. Başta ücretlerin düşük olması, sağlıksızçalışma koşulları, esnek üretim, taşeronlaştırma, işgüvencesinin olmaması mücadelenin temel nedenlerinioluşturmaktadır. Ve bu mücadele eğilimi kendisinisendikalaşma temelinde göstermektedir.

Trakya bölgesi işçi sınıfının yoğun olduğu ve sonyıllarda ardı ardına direnişlerin yaşandığı bir bölgedir.Yakın geçmişte, deri sektöründeki direnişler, petro-kimyadaki örgütlenme girişimleri, metal sektöründekigözle görülür örgütlenmeler ve son yaşanan grevdeneyimleri bölgedeki mücadele dinamiklerinin hergeçen gün çoğaldığını göstermektedir.

Buradan yola çıkarak Daiyang-SK’da yaşanan grevsürecini anlamak ve değerlendirmek daha yerindeolacaktır. Avrupa Serbest Bölgesi’nde kurulu olanfabrika Güney Kore sermayelidir. Bu toprakları ucuzişgücü cenneti olarak gören yabancı sermaye, kendiülkelerinde yapamadığı pervasız sömürüyü istediğişekilde -özellikle de Avrupa Serbest Bölgesi’nde-serbest bir şekilde yapmakta, hatta daha ileri giderekişçilerin kazanılmış haklarını geri almak için her geçengün dizginsiz bir şekilde saldırmaktadır. Bu haliyleAvrupa Serbest Bölgesi patronlar için cennet, işçiler

için cehenneme dönmüş durumdadır.Bu cehennem şimdi sınırlı da olsa tek tek sendikal

örgütlenme mücadelesiyle işçi sınıfının isyanınatanıklık etmektedir. Daiyang-SK Metal grevi şimdidenbu tanıklığın artık simgesi haline gelmiş durumdadır.Daiyang-SK Metal işçileri üç senelik bir örgütlenmesürecini yaşadı. Bu üç senelik sürecin kesintiliolmasının sebebi ise öncülerin işten atılması ve hukuksürecinin uzun vadeye yayılmasıdır. Bu durumörgütlenmeyi sekteye uğrattı. Fakat bu olumsuzluğarağmen sendika bu mücadelenin takipçisi olarak süreciadım adım izlemiş ve örgütlemiştir. Öncü işçilerin işealınmasıyla örgütlenme çok hızlı bir şekildetamamlanmıştır. Ardından TİS süreci başlatılarakişçinin taban iradesi temelinde taslak oluşturulmuş vepatrona sunulmuştur. Sunulan taslağa hiçbir şekildeyanıt verilmeyerek grev yolunun önü açılmıştır.

Grev süreci

Grev kararı alındıktan sonraki ilk hafta sendikatarafından eğitimler verilmeye başlanmıştır. Anlamlıfakat kısa süreç içerisinde amacına tam olarakulaşmayan eğitimlerböylesine keskin birsüreçte sınıfınhafızasında yer edecekbir nitelik taşımadı.

Kuşkusuz direniş süreçleri bir okuldur. Fakat yine deeğitimi sendika cephesinden daha örgütlü, dahasistematik gerçekleştirebilmek, muhtemel sorunları enaza indirgemek ve geleceğe dönük daha sağlıklı bir yönçizmek bakımından önem kazanmaktadır. Hâlihazırdabu ihtiyaç orta yerde durmaktadır.

Daiyang-SK Metal işçisi böyle bir örgütlenmedeneyimini ilk defa yaşamaktadır. Sürecin buraya kadargelmesini ne sendika, ne işçiler, ne de kamuoyubekliyordu. Yer yer çevreden hasmane bir şekilde “buörgütlenme bir yere gitmez, greve çıkamazlar, çıksalarda ne işçi, ne sendika arkalarında olur!” minvalindesöylemler mevcuttu.

İşçiler haklı davalarına olan inanç, coşku vekararlılıkla greve çıktılar. Grev sürecinde fabrikaönünde çadır kurulmaya çalışıldı fakat devletin kollukgüçlerinin zor kullanmasıyla çadır kurulamadı. Sendikakimi zaman yasal prosedürleri öne çıkararak fiili-meşrumücadeleden geri durdu. Kimi zaman da ASB’ningirişini kapatarak fiili iş bırakma eyleminin öncüsüolmayı başarabildi. Burada en önemli dayanakkuşkusuz ki Daiyang-SK Metal işçisinin kararlıduruşudur. Bu eylemle birlikte Daiyang-SK Metal işçisisınıf kinini, haklı davasındaki meşruiyeti görmüş,

sınamış ve buradanbaşarıyla çıkmıştır.Bu eylemle birlikteASB’de çalışanbinlerce işçininsermayeye olanöfkesi ve sınıfdayanışması etekemiğebürünmüştür.Servislerdenalkışlarla destekverenler, servislerdeninmeye çalışanişçiler, eyleminhemen ardındansendikalaşmaya dönüksomut adımlartoplamında sınıf

dayanışmasının en güzel örneği olarak yaşanmıştır.Ardından içerde yapılan üretim ve sevkiyata yönelikengelleme eylemi Daiyang-SK Metal işçisinin haklımücadelesinin kamuoyuna geniş çapta yayılmasınavesile oldu.

Grevin can damarı: “Komiteler”!

Grevde işçilerin bu sürece daha etkin katılabilmesi,öznenin kolektifleştirilmesi çok büyük bir önemtaşımaktadır. Sürecin başında her ne kadaroluşturulmaya çalışılsa da “komiteleşmek” sözde kaldı.Hâlbuki grev komitesi, basın komitesi, dayanışmakomitesi, teknik komite gibi (bunlar çoğaltılabilir)komiteler aracılığıyla etrafta atıl hiçbir işçibırakılmayabilinirdi. Bugün hala bunlar Daiyang-SKMetal grevinde bir ihtiyaç olarak önümüzdedurmaktadır. Bu anlamıyla iç örgütlülük zayıftır ve buzayıflık bugün fazlasıyla hissedilmektedir. Bugünyapılması gereken şey grev silahının gerçek özünekavuşturulması için eksikliklerin taban iradesine

Daiyang-SK Metal grevi üzerine...

Trakya’da mücadele birikimleri büyüyor!

Trakya’da grevle dayanışmabüyüyor

Daiyang – SK Metal’de 14 Kasım tarihinde başlayan grev ve başlatılan açlıkgrevi eylemi Çorlu Belediye Meydanı’nda kurulan çadırda sürüyor. ÇorluAvrupa Serbest Bölgesi’nde grevlerini sürdüren ve polis terörünün hedefiolan Daiyang-SK Metal işçilerinin mücadelesini desteklemek için “Daiyang-SKGreviyle Dayanışma Platformu” kuruldu!

Platform kuruluşu için yaklaşık 25 sendika, meslek odası, demokratik kitleörgütü ve devrimci güçlerin katılımıyla 29 Ocak Salı akşamı DİSK BirleşikMetal–İş Sendikası Trakya Şubesi’nde bir toplantı gerçekleştirildi.

Toplantıya ayrıca Daiyang-SK grevcileri de katıldı. İlk olarak DİSK Birleşik Metal–İş Trakya Şube BaşkanıHazır Fedai Duvan, Daiyang-SK grevini ve gelinen aşamayı ayrıntılı bir şekilde anlattı. Ardından katılımcılarteker teker söz alarak yaklaşımlarını sundu. Grevci işçilere gıda desteğinden fiili eylemlere kadar birçok somutöneri tartışıldı. Genel olarak olumlu bir havada gerçekleşen toplantıda platform oluşturularak yürütme seçildi.Yürütmede ayrıca grevci işçilerin de olması gerektiği özel olarak vurgulandı. Platform yürütmesi kısa bir süresonra toplanarak diğer bileşenlerle birlikte bir planlama yapacak.

Grevle dayanışma

Hemen her gün yereldeki işçi ve emekçilerin destek ziyaretleri greve güç katıyor. İlk açlık grevi ekibininaçlık grevinin son günü olan 26 Ocak günü Çorlu meydandaki alana bir çok kurum, kişi ve fabrikalardan metalişçileri gelerek destek ziyaretinde bulundu. İlk ziyaret ÖDP tarafından gerçekleştirildi. Ardından BDP Çorlu ilçeteşkilatı da çadır ziyaretinde bulundu.

Pancar Motor işyeri temsilcileri grev çadırına gelerek, açlık grevindeki işçilere dayanışma ziyaretindebulundular. Ardından Avrupa Serbest Bölgede bulunan Daiyang – SK fabrikası önünde bekleyen grevgözcülerini de ziyaret ettiler.

08.00 – 16.00 vardiyasından çıkan DİSA otomotiv işçileri sloganlarla Çorlu meydandaki grev çadırınageldiler. Burada bir süre Daiyang–SK işçileriyle sohbet eden DİSA otomotiv işçileri, Çalışma Bakanlığı’nagönderilmek üzere başlatılan imza kampanyasına imza attıktan sonra alandan ayrıldılar.

Kızıl Bayrak / Trakya

Page 13: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Serbest bölgeler sermayenin çitlerle çevrili özelsömürü alanlarıdır. Burada sermaye örgütünün kuralve hukuku geçerlidir. 1970’li yılların ikinci yarısında,gelişmiş kapitalist ülkelerde artan işgücü maliyeti,yükselen işsizlik oranları, iletişim ve ulaştırmateknolojisinde sağlanan büyük gelişmeler gibi bazıetmenlere bağlı olarak, uluslararası işbölümü yenidenbiçimlendirilmeye başlandı. Temel hedef, azgelişmişülkelerdeki ucuz işgücünden yararlanmaktı. AncakSovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun varlığı ile sınıfmücadelelerinin dünya çapındaki yaygınlığı sermayeyiserbest sömürü noktasında sınırlandırıyordu.

Türkiye’de 1927 yılında çıkarılan Serbest MıntıkaKanunu ve 1953 yılında kabul edilen 6209 sayılıSerbest Bölge Kanunu, ağırlıkla ticarete yönelikti.1976-1977 yıllarında ise Türkiye’de ihracata dönükimalat sanayii üretimi yapacak serbest bölgelerinkurulması gündeme geldi. Ancak bu dönemde varolan sınıf hareketi nedeniyle bu projelergerçekleşemedi. Neoliberal saldırıların yaşamageçirilmesi amacıyla gerçekleşen 12 Eylül faşist askeridarbesinin ardından özellikle sermayenin has uşağıTurgut Özal döneminde devreye sokuldu.

1985 yılında 3218 sayılı Serbest Bölgeler Yasasıçıkarıldı. Bu kanuna göre, serbest bölgelerin herbirinin kurulmasından sonraki 10 yıllık süre içindekesin bir grev yasağı vardı (Geçici Madde:1). Buyıllarda, Türkiye’de serbest bölgelerde yatırımyapılması için yapılan çağrı ve davetlerde, bu grevyasağı özellikle belirtiliyordu. Bu yasak kağıt üzerinde2002 yılında kaldırıldı. Bugün biz bu yasağın sermayetarafından fiiliyatta nasıl uygulanmaya çalışıldığınıÇorlu’da Avrupa Serbest Bölgesi’nde kurulu bulunanDaiyang-SK grevi üzerinden açıkça görüyoruz. Korekökenli Daiyang-SK sermayesi sendikayı dahimuhatap almamakta, toplu iş sözleşmesineyanaşmamakta, işçilere sendikasızmış gibidavranmaktadır. Bu, burjuva hukukunun dahi nasılayaklar altına alındığını açıkça göstermektedir.Türkiye’de 20 serbest bölge bulunuyor ve bu serbestbölgelerde 22 Nisan 2010 tarihinde yapılan birdüzenlemeyle taşeronlaştırmanın da önü açılmışoldu.

Avrupa Serbest Bölgesi (ASB), sanayi merkeziÇorlu bölgesinde 2 milyon metrekarelik alan üzerinekuruludur. Özünde Türk kökenli, fakat bir Almansermayedarı olan Şahinler Holding tarafından kurulanAvrupa Serbest Bölgesi, organize sanayibölgelerindeki ağır çalışma ve sömürü koşullarıylaeşdeğer niteliktedir. OSB’ler nasıl ki sermayeninorganize sömürü bölgeleriyse, ASB’ler de serbest birsömürü alanıdır.

1998 yılında temelleri atılan ASB, 2003 yılındadinci-gerici parti AKP’nin şefi Erdoğan tarafındanresmi olarak açıldı. Avrupa Serbest Bölgesi’nde tekstil,cam sanayi, bilgisayar, paslanmaz çelik, ambalaj,otomotiv ve kimya gibi çeşitli sektörlerde faaliyetgösteren yaklaşık 200 fabrikada binlerce işçiçalıştırılmaktadır. Bilkont, Büro Teknik, Epta Metal,Şahinler Mensucat, Daiyang-SK, Neptün Oto, MegaMatbaa ve Makine, MTU Motor, Nursan OtoSistemleri, Unilever, Bekaert Tekstil, Foxconn gibiönemli fabrikalar Avrupa Sanayi Bölgesi kapsamındafaaliyet gösteren temel fabrikalar arasındadır. 2010yılı verilerine göre yıllık ticaret hacmi 2 milyar dolarınüzerinde olarak açıklanmaktadır. Bu devasa meblağıngerisinde işçilere dayatılan ve ortaçağ çalışmakoşullarını aratmayan ağır çalışma ve sömürükoşulları bulunmaktadır.

Üçüncü ayına giren Daiyang-SK Metal fabrikasında

yaşananlar bu ağır çalışma ve sömürü koşullarını teyiteder niteliktedir. Daiyang-SK Metal’de yaşanankuşkusuz ki buzdağının sadece görünen kısmıdır. 200fabrikada, düşük ücretler, güvencesizlik, sosyalhakların gaspı, sendikasızlık, işçi sağlığı ve güvenliğitedbirlerinin alınmaması gibi birçok sorun hemen hergün işçilerin sırtında ağır bir yük olarak durmaktadır.Daiyang-SK Metal’de yaşananlar ASB’de yaşananlarınkısa bir özeti niteliğindedir.

ASB’de faaliyet gösteren sermayedarlara, ASByönetimi tarafından kurumlar vergisi muafiyeti, Ar-Gepersoneli gelir vergisi muafiyeti, KDV’siz fatura kesmeve alma imkânı, stopaj ve damga vergisi muafiyetlerigibi önemli imkânlar sunulmaktadır. Ayrıca ASBtanıtım broşüründe “ucuz ve kaliteli işgücü”olanağından da bahsedilmektedir. Bu sözcük her şeyiaçıklamaya yeter de artar bile. Çorlu ASB’de devasabir artı-değer birikimi bulunmaktadır. Bu birikimoldukça büyük oranda sermayenin kasasınaakmaktadır. Burjuvazi gittikçe palazlanırken, işçi veemekçiler dipsiz bir yoksulluğa itilmektedir. Buradakiolgu emek-sermaye çelişkisinin ne denli keskinolduğunu göstermektedir. Fakat aynı zamandaburadaki mücadelenin de ne derece şiddetligeçeceğinin göstergesidir. Özel güvenlik birimleriyle,polisiyle, mülki idare amirleriyle burjuvazinin bu kalesiözel olarak korunmakta, kendine has kanunlar büyükbir keyfiyet içerisinde uygulanmaktadır. 3 aydırfabrika içerisinde çevik kuvvet bekliyor. Grevcilertoplu olarak bölgeye sokulmuyor, sürekli olarakbölgede çalışan işçilere kimlik kontrolü yapılarak tambir baskı ve terör ortamı yaratılıyor.

Salt ASB değil, bir bütün olarak Tekirdağ, birsanayi kentidir. Çorlu, Lüleburgaz, Çerkezköy, Kapaklı,Saray ilçelerinde onbinlerce sanayi işçisiçalışmaktadır. Büyük ve orta ölçekli fabrikalarbulunmaktadır. Bu bölgelerde kurulan sanayibölgeleri sermayedarlar tarafından yeni ve genişistihdam alanları olarak değerlendirildi. Ancak herfırsatta kriz gerekçesiyle yoğun bir sömürü dayatıldı.Esnek üretim biçimleri bölgede yaygın olarak devreyesokuldu. Son dönemlerde yoğun sömürü koşullarınakarşı işçi ve emekçiler de sendikalaşma bilincigelişiyor. Saldırıların dozajı arttıkça mücadele serpilipgelişiyor. Avrupa Serbest Bölgesi’nde Epta Metal veDaiyang-SK Metal grevleri en belirgin ve öne çıkanörnekler arasındadır. Çerkezköy’de Trexta işçilerinindirenişi yine somut bir örnek olarak karşımızdadurmaktadır. Bir sömürü cehennemi olan bölge,sermaye açısından şimdilik tam bir cennet gibigözükmektedir. Fakat Tekirdağ bölgesinde sınırlı daolsa sınıf cephesinden yükselen kıpırdanmacanlanarak sürecektir. Sermayenin sömürü kalesi olanbölge, işçi sınıfının militan mücadelesinin kalesiolacaktır.

yaslanılarak hızla geride bırakılmasıdır.

Sınıf dayanışması veilerici güçlerin tutumu üzerine...

Eylem biçimi olarak ASB’de kurulu olan Daiyang-SK Metal grevini Çorlu’nun merkezine de taşınması çokanlamlı ve ses getirici bir eylem biçimi olmuştur. Fakatçözüm halkasının bu olmadığı da açıktır. Bu yanıylameşru-fiili bir eylem takvimi oluşturmak belirleyiciönemdedir. Grevin bir hareketliliğe ve canlılığakavuşmasının biricik yolu budur. Başta Birleşik Metal-İşSendikası’nın örgütlü olduğu fabrikalar seferberedilmeli, grev sınıfın diğer bölüklerine detaşınabilmelidir. Bunun anlamı Daiyang-SK greviüzerinden toplam bir örgütlenmenin ve hareketinkanallarının açılmasıdır.

Ayrıca Daiyang-SK fabrikası önü başta olmak üzere,Çorlu’da kurulan açlık grevi çadırı fiili bir eylemselhattın güzergâhları olmalıdır. Kamuoyu oluşturmak,diğer sınıf bölükleriyle birebir temasa geçmek, kitleleri“sınıfa karşı sınıf” politikasıyla bütünleştirmek çokanlamlıdır ve aynı zamanda olması gereken budur. Buaçıdan bakıldığında kurulan çadır havanın en kötüolduğu zamanlar bile ilgi odağı olmayı başardı. Çorluişçi sınıfı bölüklerini yakınlaştırdı, dayanışmayıgüçlendirdi, örgütlenme arayışlarına adres oldu.

Bir direnişin, grevin ayakta durabilmesi ancakkamuoyu desteği ve sınıf dayanışmasıyla mümkündür.Dayanışma direnen işçileri moral açıdan güçlendirecek,yalnız olmadığını çeşitli eylem ve etkinliklerlegösterecektir. Daiyang sürecinde dayanışma ayağınınbiraz geç başlatılması her ne kadar olumsuz olsa dasonrasında bu yönlü atılan adımlar oldukça anlamlıdır.“Daiyang-SK Metal Greviyle Dayanışma Platformu”nunkurulması bu açıdan önemli bir başlangıçtır. Ayrıca buTrakya’da bir ilktir. Bu açıdan bu yanı güçlendirmek, darve faydacı tutumlardan kurtularak “dayanışmayı”hedefleyen ve işleyen bir platform yaratmak fazlasıylaönem kazanmaktadır. İki ayı aşan süredir grevyokmuşçasına hareket eden sendika ve birçok kurum vekuruluşun, Birleşik Metal-İş ve Trakya İşçi Birliğitarafından yapılan çağrıyla Daiyang-SK GreviyleDayanışma Platformu’nda buluşmasının anlamıyeterince açıktır.

Ayrıca Türk-İş bünyesinde bulunan sendikalardanHak-İş’e bağlı sendikalara kadar Lüleburgaz’dan,Tekirdağ merkezden, Edirne’den katılımların olması herşeyden öte başlı başına önemli bir kazanımdır. BuDaiyang-SK Metal işçilerinin yürüttükleri mücadelegücünün diğer emek örgütlerini ve tüm kamuoyunu danasıl toparladığını göstermiştir. Sınıf kendi gücünügöstermiş ve toparlayıcı bir eksen yaratmıştır.

Sınıf devrimcilerinin tutumu vesonuç yerine...

Sınıf devrimcileri olarak başından itibaren Daiyang-SK Metal işçilerinin örgütlenme çalışmasının bir parçasıolmaya ve önünü açmaya çalıştık. Dar kaygılargütmeden birleşik, militan ve fiili-meşru bir mücadelehattını temel aldık ve bu doğrultuda etkin bir çaba ortayakoyduk.

Önümüzdeki dönemde de birleşik mücadele hattınıörmeye çalışan, tabanın iradesine, sendikanın birleştiriciçabasına güç veren bir tutumla yol yürüyeceğiz.

Zira Daiyang-SK Metal işçisi, bugün işçi sınıfınatutulması gereken yolu gösteriyor. İşçiler grevle birliktebüyük bir coşku, kararlılık ve dirençle mücadelebayrağını yükseltmeye devam ediyorlar. Burada eldeedilecek en küçük kazanım, işçi sınıfı ve emekçilere malolacak ve onu ileriye taşıyacaktır. Bunun için baştaBirleşik Metal-İş Sendikası olmak üzere tüm emekörgütleri ve ilerici kamuoyu bu greve tüm gövdesiylegüç vermek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Trakya’dan sınıf devrimcileri

Avrupa Serbest Bölgesi...

Sermayeye teşvik, işçiye cehennem!

Page 14: Kızıl Bayrak 13-05

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için...

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı!Bizler çeşitli fabrikalardan devrimci işçiler olarak,

önümüzdeki aylarda “İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği için Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları”nıtoplayacağımızı ilan ediyoruz.

Kurultayımızı halkların kardeşçe yaşayacağı birdünyanın yaratılması amacına hizmet etmesi içintopluyoruz. Kurultayımız bu amaç için atılmış biradım, ortaya konulmuş güçlü bir irade olacaktır.Kurultayımızda omuz omuza veren işçiler, ulusal baskıve eşitsizliğin her biçimine karşı net bir tutum ortayakoyacaklar ve sömürüsüz, savaşsız, kardeşçeyaşanılacak bir dünya mücadelesinde ellerinibirleştireceklerdir.

Kurtuluş kendi ellerimizdedir!

Kurultay çağrısında bulunan biz devrimci işçiler,tüm halkların kardeşçe yaşayacağı ve savaşlarınkökünün kurutulacağı bir dünyanın ancak işçi sınıfınınelleriyle kurulacağına inanıyoruz. Çünkü her türlübaskı ve eşitsizliğin gerisinde emperyalist-kapitalistdünya düzeni var. Bu düzenin efendileri sınırsız birsömürü ve yağma uğruna keyiflerince sınırlar çizerekemekçi halkları bölüyorlar. Birini diğerinden üstüntutup eşitsizlikleri körüklüyor, düşmanlık tohumlarıekiyor, savaşlara başvuruyorlar. Böylece aynı sorunlarıyaşayan, aynı biçimde ezilen, hatta aynı dili kullananemekçilerin birleşmesini engelliyorlar. Bu sayedemilyonlarca emekçinin yaşamı köleleştiriliyor,fabrikasında emeği, sofrasında ekmeği çalınıyor,ülkesinin zenginlikleri yağmalanıyor.

Tüm bunlar gösteriyor ki, sınıfsal baskı ve kölelikdüzenini sürdürebilmek için ulusal baskı veeşitsizlikler sürekli körükleniyor. Bu zemindetırmandırılan şovenizm, sınıfsal baskı, eşitsizlik vekölelik düzeni gerçeğinin üstünü örtmek içinkullanılıyor.

İşte bunun için diyoruz ki, ulusal baskı veeşitsizliğe karşı mücadele ile sınıfsal baskı ve köleliğekarşı mücadele birbirinden ayrılamaz. Her türden baskıve eşitsizliğin son bulması için sınıfsal baskı veeşitsizliğin son bulması gerekir. Başka bir ifadeyle,emperyalizme karşı mücadele vermeden ve sermayeiktidarını yıkmadan ne ulusal ne de sınıfsal baskı,eşitsizlik ve kölelik son bulabilir.

Bundan dolayıdır ki kurultayımızı, “sınıfa karşısınıf” duruşuyla, emperyalizme ve burjuvaziye karşıtüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin birliğinisağlama hedefiyle topluyoruz.

Birlik ve kardeşlik için özgürlük ve eşitlik!

Biz işçilerin birliğe hava kadar, su kadar ihtiyacıvar. Bundan yoksun olduğumuz içindir ki yaşamımızcehenneme dönüyor. Birliğimizi kurmak için isekardeşliğe ihtiyacımız var. Çünkü fabrikalarda yanyana çalıştığımız, aynı sömürü dişlileriyle ezildiğimizsınıf kardeşimiz ayrımcılığa uğrarken, ulusalkimliğinden dolayı baskı görürken sustuğumuz içindirki, aramıza duvarlar örülüyor.

Emperyalistler ve uşakları birlik olmamızıengellemek için biz işçi ve emekçileri parçalayıpbölüyor, birbirimize düşman hale getiriyorlar. Bunun

için de en çok aramızdaki dinsel ve etnik farklılıklarıkullanıyorlar. Bizleri sınıf kardeşlerimizin etnik ve dinikimliklerinin aşağılanmasına ortak ediyorlar.

Oysa başka ulusu ezen bir ulus özgür olamaz.Nitekim ülkemiz tarihinden de biliyoruz ki, Kürtemekçi kardeşlerimizin kimlikleri yok sayılırken,Alevi kimliğinden dolayı başka kardeşlerimizayrımcılığa uğrarken bizler asla özgür olmadık.Böylece daha fazla bölündüğümüz için daha çokkaybettik, daha fazla sömürüldük, kölelik zincirlerimizdaha da ağırlaştı.

İşte bunun için, başta kardeş Kürt emekçi halkıolmak üzere etnik ve dinsel kimliğinden dolayı baskıve ayrımcılığa uğrayan tüm emekçi kardeşlerimiz içinözgürlük ve eşitlik istiyoruz. Çünkü deneyimlerimiz debize gösteriyor ki, özgürlük ve eşitlik kardeşliğin,kardeşlik ise birliğin harcıdır. Halklar kardeşolduğunda işçilerin birlik olması kolaylaşır. Ve ancakişçiler birlik olmayı başardığında, halkların kardeşçeyaşayabileceği bir düzen kurulabilir. Zaten asalaklarınbirliğimizden korkmalarının nedeni de budur. İşteböyle bir düzeni, tüm milliyetlerden işçilerin veemekçilerin özgürlük ve eşitlik temelindeki gönüllübirliğine dayalı sosyalist cumhuriyetini, ancak bizler,işçiler kurabiliriz.

Bu nedenledir ki kurultayımız, burjuvazi tarafındanaramıza ekilen düşmanlık tohumlarını ve önyargıduvarlarını yıkmak için toplanıyor.

Emperyalist savaş ve saldırganlığıdurdurmak için!..

Sadece yaşadığımız ülkede değil, tüm dünyadabirlik ve kardeşliğe ihtiyacımız var. Çünkü burjuvazidenilen asalaklar takımı bizi sadece içerde değil,dışarda da bölüp parçalamaya çalışıyor. Böylelikleemperyalist savaşların askeri haline getirip, kardeşhalkların üzerine göndermek istiyor.

Hedefte şimdilerde Suriye var. Suriye halkını Esad

rejiminden, onun kanlı eylemlerinden kurtarmakistediklerini söylüyorlar. Oysa bu koca bir yalandır.Onların derdi Suriye halkı değildir. Onlar Libya’daolduğu gibi Suriye’de de Amerikan emperyalizminintaşeronluğunu yapıyorlar. Ortadoğu üzerindekiemperyalist egemenliğin pekişmesini istiyorlar.Dolayısıyla onlar özgürlük değil yağma ve kölelikpeşindeler.

Böyle bir durumda kaybeden sadece Suriye halkıdeğil, biz de dahil Ortadoğu’nun tüm emekçi halklarıolacaktır. Çünkü biz bu oyuna düştükçe sömürü vekölelik zincirlerimiz daha da ağırlaşacaktır.

Bundan dolayıdır ki biz işçiler, ülkemizde olduğugibi Ortadoğu’da da işçilerin birliğini, halklarınkardeşliğini savunuyoruz. İçeride ve dışarıda işçi veemekçiler kardeşlerimiz, emperyalistler, kapitalistasalaklar ile uşakları düşmanımızdır! Ancak omuzomuza verdiğimizde, emperyalistler ile uşaklarınıOrtadoğu’dan kovmayı başarabiliriz.

Kurultayımız bunun için de emperyalizme veuşaklarına karşı mücadele çağrısı olacaktır.

Haydi kurultaya!

Bu düşüncelerle toplayacağımız “İşçilerin Birliği,Halkların Kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayları”na tüm sınıf kardeşlerimizi katılmaya,sözünü söylemeye, kurultay çalışmalarında bizzatyeralarak destek olmaya çağırıyoruz. Öyle ki kurultaysalonlarımız emperyalizme ve işbirlikçilerine karşısınıfımızın birliği ve kardeşliğimizin gücüne sahneolsun. Sömürüsüz, eşit, özgür bir ülke ve dünyamücadelesi için atılan tok bir adım olsun.

Öyleyse haydi kurultaya!Haydi birliğe, kardeşliğe, kurtuluşa ve

özgürlüğe!

Sınıfa Karşı Sınıf KurultaylarıHazırlık Komiteleri

24 Ocak 2013

Page 15: Kızıl Bayrak 13-05

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013.

Sınıf devrimcilerinin “İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği için Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları”başlığıyla örgütleyeceğini duyurduğu kurultaylarınçalışmaları 27 Ocak Pazar günü yapılan işçitoplantılarıyla başladı. İzmir, Ankara ve Adana’dagerçekleşen toplantılarda siyasal konjonktür, Kürtsorunu ve sınıf hareketi üzerine tartışmalar yapıldı,kurultay üzerine konuşuldu.

Ankara’da işçi kurultayı hazırlık toplantısı

Ankara’da işçi kurultayı hazırlıkları çerçevesinde2. geniş katılımlı toplantı gerçekleşti. Toplantıda ilkolarak önceki toplantıda kararı alınıp, yapılan anketlerdeğerlendirildi. Onlarca işçi ve emekçinin ülkenintemel sorunları, emperyalist savaş karşısındakitutumları ve Kürt sorunu konusundaki düşünceleriaktarıldı. Anketlerden işçilerde genel anlamda ülkenintemel sorunları karşısında bir duyarsızlık olduğu,düşünce belirtenlerin ise egemenlerin ve medyanındiliyle konuştuğu anlatıldı.

Anketlerin değerlendirmesinin ardından 2 temelgündeme ilişkin propaganda çalışmalarının artırılması,kurultaya kadar bu kapsamda etkinlikleringerçekleştirilmesi konuşuldu. Aynı zamanda işçilerlebirebir iletişim kurabilmek ve tartışabilmek amacıylaanket aracının etkili bir şekilde sürdürülmesi,emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı imza metnininkentin genelinde yaygın bir şekilde kullanılması,kurultayın yerel ayaklarının oluşturulması, yerellerdekitleye dönük tüm çalışmaların yerel KHK’lartarafından örgütlenmesi, kitle etkinlikleriningerçekleştirilmesi, gelişmelerle bağlantılı olarakeylemli süreçlerin örgütlenmesi kararlaştırıldı.

Nisan’ın başında gerçekleştirilmesi hedeflenen İşçiKurultayı Şubat ayının başında deklare edilecek…

İzmir’de işçi toplantısı

İzmir’de işçi kurultayı çalışmaları işçi toplantısı ilebaşladı. Toplantıya İzmir’in çeşitli bölgelerindenişçiler katıldı. Toplantının açılış konuşmasındasermaye devletinin içerde ve dışarda yürüttüğü saldırıpolitikalarına değinilerek kurultayın gündemleri ile

ilgili bilgilendirmede bulunuldu. Açılış konuşmasının ardından söz alan konuşmacı

ise, kurultayın hangi ihtiyacın ürünü olarakörgütleneceği sorusunu cevapladığı sunumunda,sınıfın siyasal konularda bağımsız tavrını vealternatif duruşunu ortaya koyması gerekliliğiüzerinde durdu. Kurultay gündemlerininaçıklanması ile devam edilen sunumda “işçilerinbirliği halkların kardeşliği” şiarının anlamıörneklerle somutlandı.

Mücadeleye ve kurultay çalışmalarına omuzverme çağrısıyla son bulan sunumun ardından sorucevap bölümüne geçildi. Gelen sorular ve eklerleberaber kurultayın gündemlerinin işçi sınıfınınekonomik sorunlarıyla kuracağı bağ ve çalışma tarzıtartışıldı. Toplantıda kurultayın çalışmalarınıyönlendirecek kurultay yürütme komisyonuna katılımçağrısı yapılarak, liste oluşturuldu.

Adana’da hazırlıklar başladı

Adana’da Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıklarısürerken, 7 Nisan’da gerçekleştirilecek “Sınıfa KarşıSınıf Kurultayı”nın hazırlıklarına da başlandı. Bukapsamda kurultayın ana gündemlerinden seçilen konubaşlıkları üzerine işçi eğitim seminerleri ve bir okumaprogramı oluşturuldu.

Planlanan seminerlerin ilki Sanayi İşçileriDerneği’nde yapıldı. Kurultayların amacına dairyapılan giriş sonrasında seminere geçildi.“Emperyalist savaş ve tutumumuz” başlıklı seminerdeemperyalist-kapitalist sistemin yapısı, yaşadığı krizlerve savaşlar üzerine bir sunum gerçekleştirildi.

Son olarak Suriye gündemiyle emperyalistlerinOrtadoğu üzerinden yaptıkları hesaplara değinildi.Sunumda, emperyalizme karşı verilecek mücadeleninönemine değinilerek, bu mücadelenin anti-kapitalistiçerikte olması gerektiğinin altı çizildi. İşçi sınıfınınbağımsız tutumunun ne olması gerektiğinedeğinilerek, emperyalist politikaların teşhiri güncelörneklerle yapıldı.

İşçi eğitim seminerleri “Kürt sorunu vetutumumuz” başlığıyla devam edecek.

Kızıl Bayrak / Ankara-İzmir-Adana

Madencilerden“grev” uyarısı

Zonguldak, maden işçilerinin büyükeylemine sahne oldu. 27 Ocak’tagerçekleştirilen “emeğe saygı eylemi”ylemaden işçileri, iş cinayetlerine, sefaletücretlerine, ağır çalışma koşullarına karşı“genel grev” şiarını yükselttiler.

Mitinge katılmak için ülkenin çeşitlibölgelerinden maden işçileri İstasyonMeydanı’nda bir araya geldi. İşçiler, geçtiğimizay hayatını kaybeden 8 işçiyi de unutmayarakKozlu Maden Ocağı önünde toplanıp ölenleriandı. Genel Maden İşçileri Sendikası’nındüzenlediği mitingte, binlerce işçi ve emekçiİstasyon Meydanı’ndan Madenci Anıtı’nayürüdü.

Genel Maden İşçileri Sendikası GenelBaşkanı Eyüp Alabaş, emeğin başkentindenseslendiğini ifade ederek “Emeğin başkentiZonguldak’tan emeğe saygı istiyoruz” dedi.Alabaş, mitingin bir başlangıç olduğunu,madenlerde taşeron çalıştırmaya karşımücadeleyi büyüteceklerini ifade etti. Alabaşkonuşmada şunları ifade etti: “Artık Türkiye’dehiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bundan sonrahiç kimse emekçileri görmezden gelemeyecek.Artık yeter diyoruz. Biz güzel ölmekistemiyoruz. Taşerona hep birlikte son verecek,taşeron bataklığını hep birlikte kurutacağız.”Kozlu’daki 8 işçinin öldüğünü anımsatanAlabaş, “İş cinayeti diyoruz. Çünkü biz, daha2004 yılında, ‘Yeraltında taşeron olmaz’demiştik.”

Eylemde en çok öne çıkan sloganlardan biri“İşçi, memur elele genel greve” oldu. Alabaşkonuşması sırasında “Gerekirse üretimdengelen gücümüzü kullanacak mıyız?” diyesorarken işçilerin yanıtı hep bir ağızdan “evet”oldu.

Maden işçilerinin eylemine DİSK, KESK,TÜRK-İŞ, Sendikal Güç Birliği Platformu katıldı.Direnişteki DHL ve THY işçileri, HDK ve TKPmadencilere destek olmak için alanlardaydı.Miting konuşmaların ardından sona erdi.

27 Ocak 2013 / Zonguldak

İşçi kurultayları hazırlıkçalışmalarından...

DHL’de baskılara rağmen direniş!

Gebze Güzeller Sanayi Bölgesi’ndeki DHL deposu önünde direnişini sürdüren işçilerin kaldığı çadır 29 Ocakgecesi bir kez daha saldırıya uğradı. TÜMTİS’e üye oldukları gerekçesiyle işten atılmalarının ardından direnişbaşlatan DHL işçilerinin, kış aylarında soğuktan korunmak için kurdukları çadır, işçilerin direniş alanındanayrılmalarının ardından üçüncü kez tahrip edildi.

Direnişleri boyunca patron ve patron yanlısı kişilerce baskı ve tehditlere maruz kaldıklarını belirten işçiler,dün gece direniş alanına gelen polisin de “bu çadırı burada istemiyoruz” şeklinde tehdit savurduğunu anlattı.Gece yaşadıkları bu gerginliğin ardından sabah saatlerinde direniş alanına gittiklerinde çadırın yıkıldığınıöğrenen işçiler bunun bir tesadüf olmadığını dile getirdi. Sendikalı olarak işe dönme talebiyle başlattıklarıdirenişin yasal ve son derece haklı olduğunu belirten işçiler, çadırı yeniden kuracaklarını, haklarını elde edenekadar direnişlerini sürdüreceklerini ifade etti. İşçiler çadırlarını yeniden kurarak direnişe devam ediyor.

DHL Esenyurt deposu önünde direnişini sürdüren işçilerin çadırı da geçtiğimiz günlerde zabıta tarafındanyıkılmış, çadırda bulunan eşyalara el konmuştu.

Page 16: Kızıl Bayrak 13-05

CMYKCMYK

Kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi

İnsanlık tarihinin belli bir döneminde cinsayrımcılığına ve ayrıcalığına dayalı ilişkilerin olmadığı,daha 19. yüzyılın ikinci yarısında bilimsel olarakkanıtlanmış durumdaydı. Bütün tarihsel ve antropolojikveriler bu çerçevede kadın sorununun tarihselliğinetanıklık etmekte, bunun tarihin belli bir evresinde vebelirli koşullara bağlı olarak ortaya çıkan bir sorunolduğunu göstermektedir. Gerici ideolojiye ve dinselsafsataya karşı bilim bu konuda tümüyle devrimciteoriden yanadır, her bakımdan onu doğrulamaktadır.Sosyalizmin bilimsel teorisi tarihsel ve toplumsalveriler üzerinde yükseldiğine göre bu şaşırtıcı dadeğildir.

Tarih içinde bin yılların ataerkil toplumunu ondançok daha uzun bir tarihi süreci kaplamış anaerkiltoplum önceliyordu. Bu toplumda kadının belirgin birüstünlüğü vardı, fakat bu öteki cins üzerinde tahakkümkurmaya dayalı ve onu ezmeye yönelik bir üstünlükdeğildi. O günün toplumsal ilişkileri içinde kadınıntuttuğu yere bağlı olarak oluşan doğal bir toplumsaldurumdu bu. Burada kadının cins ayrıcalıklarına bağlıolarak erkeğin ezilmesi ve sömürülmesi değil, fakat ogünün toplumuna egemen anaerkil ilişkilere doğal birbağımlılığı sözkonusudur.

Anaerkil toplum ya da bilimsel açıdan daha uygunbir niteleme ile ilkel komünal toplum, henüz özelmülkiyetin, sınıfların, sömürünün, devletin olmadığı,genel olarak toplumda sınıf egemenliğine dayalıilişkilerin ve dolayısıyla onun ürünü ya da uzantısıöteki toplumsal sömürü ve ezme biçimlerinin ortaya

çıkmadığı, bu çerçevede cins ezilmişliğinin debulunmadığı bir toplum biçimidir. Bu, sınıfsız,sömürüsüz, mülkiyetsiz, devletsiz bir toplumdu, demekoluyor ki, insanlığın bugün geleceğe ilişkin olarakhedeflediği bir toplumsal durumun ilkel düzeyde birörneği idi. İşte böyle bir toplumda kadın, üretimdeki vegenel toplumsal ilişkileri içindeki yerinden gelenbelirgin bir üstünlüğe sahiptir, fakat bu sonradanekonomik güce, maddi ve manevi baskıya dayalı olarakerkeğin kadın üzerindekurduğu egemenliktentümüyle farklı idi.

İnsan toplumununvaroluş ölçeği o aşamadahenüz bugünle hiçbirbiçimde kıyaslanamazölçüde küçüktü, insantoplulukları küçükölçekli kabileler halindeyaşıyorlardı. Bu kabileyaşamı içinde birkomünal mülkiyetortaklığı bulunduğunu,kadının bir diziavantajından dolayı butoplumda öne çıktığını,otorite sahibi olduğunu,manevi saygı gördüğünübiliyoruz. Soy zincirininkadına görebelirlendiğini; evliliklerde erkeğin kadının kabilesinegittiğini, bu manada kadına tabi olduğunu,boşanmalarda gerisin geri kendi kabilesine döndüğünü

ve beraberinde bir şey götüremediğini biliyoruz.Çocukların kadının kabilesine ait olduğunu, çocuğundoğduğu kabileye mensup olan dayının evlendiğikadının kabilesine giderek nispeten uzak bir yabancıolarak kalan amcadan çok daha değerli ve ön plandabulunduğunu biliyoruz. Tarihsel ve antropolojikincelemeler bütün bunların tartışma götürmezkanıtlarını bize açıklıkla sunuyor.

Köleci sınıf toplumunu önceleyen tanrıça kültürü,tümüyle kadının toplumda etkin, egemen ve saygınolduğu bir tarihsel dönemin göstergesidir. İnsanlıktarihininin düşünsel-kültürel boyutunda tanrılardanönce tanrıçalar var ve tanrıların bunların yerini almasızamanla oluyor. Ve bu, mitolojinin açıkça tanıklık ettiğigibi, barışçı biçimde olmak bir yana ancak büyükmücadeleler sayesinde ve bu mücadelelere sahne olanzorlu bir tarihi geçiş döneminin sonrasındagerçekleşiyor.

Bu, sınıflı toplumun ve ona eşlik eden erkekegemenliğinin, bin yıllara yayılan zorlu ve sancılıdoğumunun düşünsel-kültürel yansımasından başka birşey değildir kuşkusuz. Tarih içinde özel mülkiyetin,sömürünün, sınıfların, bunlara dayalı tahakküm veezme biçimlerinin, bütün bunların temel bir aracı olarakdevletin doğumuna, bu aynı sürecin cins ilişkileriplanında yansıması olarak erkek egemenliğinin doğumueşlik etmiştir.

Üretici güçlerdeki gelişme zamanla üretim içindeerkeğe daha üstün bir konum kazandırdı ve bu aynıgelişmenin yarattığı zenginlik gitgide özel mülk olarakerkeğin elinde birikti. Erkek tam da bu sayede adımadım toplum içerisinde ön plana çıktı ve kadının sahipolduğu üstünlükleri devralmaya başladı. Ama arada

köklü ve temelli bir fark vardı;kadın üstünlüğü sınıfsız vesömürüsüz bir toplumsalilişkiler sistemi içindegerçekleşiyorken, dolayısıylabaskıya, zora, bunlara dayalıezme biçimlerinedayanmıyorken; bunu izleyenerkek egemenliği, sınıfsal baskıve sömürünün egemen halegeldiği bir toplumsal ilişkileriçinde gerçekleşti, sınıfsalsömürü ve baskının cinsilişkileri planındaki uzantısıoldu.

Konumuz kadın sorunuolduğu için, bu toplumsaldeğişimi daha çok kadın-erkekilişkilerinin evrimi üzerindenele alıyoruz. Yeri geldikçevurgulandığı gibi gerçekte

burada daha genel planda bir toplumsa evrim var vekadın-erkek ilişkilerindeki tarihsel değişim de bununbir parçası olarak gerçekleşiyor. Çözülen daha genel

Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../2

Tarihten günümüze kadın

Kadın sorunu üzerine 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Bu toplumda kadının belirgin birüstünlüğü vardı, fakat bu öteki cinsüzerinde tahakküm kurmaya dayalıve onu ezmeye yönelik bir üstünlükdeğildi. O günün toplumsal ilişkileriiçinde kadının tuttuğu yere bağlıolarak oluşan doğal bir toplumsaldurumdu bu. Burada kadının cinsayrıcalıklarına bağlı olarak erkeğinezilmesi ve sömürülmesi değil, fakato günün toplumuna egemenanaerkil ilişkilere doğal birbağımlılığı sözkonusudur.

Page 17: Kızıl Bayrak 13-05

planda ilkel komünal toplumdur, sınıfların, sömürünün,özel mülkiyetin ve devletin olmadığı toplumsaldüzendir. Doğmakta olan özel mülkiyet, sömürü,sınıflar, sınıfsal sömürü ve baskı ilişkileri, bunların zoradayalı güvencesi olarak devlet, özetle tüm sonuçlarıylasınıflı toplumdur.

Sınıfların doğumuna erkek egemenliğinin doğumueşlik etti, bu ikisi aynı sürecin iki farklı boyutudur. İlkiaynı evrimin sınıf ilişkileri, ikincisi ise cins ilişkileriplanındaki yansımasıdır. Ne zaman ki mülkiyet,sömürü, sınıflar ve devlet, bunları olumlayan vemeşrulaştıran ideoloji, kültür, değer yargıları, dinselinançlar vb. doğdu, işte o zaman kadın cinsinin binyıllara yayılan ve halen de sürmekte olan ezilmişliği debaşlamış oldu. Sınıfsal sömürü ve baskının tüm maddive manevi araçları kadın üzerindeki cinsel sömürü vebaskının da araçları oldular. O zamandan beri kadınezilen bir cinstir, toplum biçimlerindeki değişime bağlıolarak bu ezilmişliğin biçimi zaman içinde değişmişfakat özü süregelmiştir.

Bütün bu köklü tarihsel değişimlerin ve kadının binyılları bulan cinsel ezilmişliğinin kuşkusuz binbir türlügörünümü var. Fakat bizim için burada gerekli olan budeğişimin ve onun ürünü cinsel ezilmişliğin özü veesasıdır. Bu değişimin ve ezilmişliğin nelere bağlıolarak ve nasıl doğduğu, dolayısıyla nelere bağlı olarakve nasıl ortadan kalkacağıdır. Biz tarihçi ya daantropolog değil, devrimciyiz. Sömürü ve baskıyadayalı bir sınıf egemenliği sistemini tüm uzantıları vesonuçlarıyla ortadan kaldırmak peşindeyiz. Buçerçevede bizi ilgilendiren, belirli bir toplumsalolgunun tarihsel oluşum ve evriminin binbir görünümüya da biçimi değil, fakat temelde onu doğuran veyaşatan ana etkenlerdir. Biz cinsel eşitsizlik, baskı vekölelik ilişkilerini doğuran ana etkenleri kavrarsak,böylece bu aynı ilişkilerin köklü ve temelli biçimdeortadan kaldırılmasının gerekli ve zorunlu koşullarınada açıklık getirmiş olur, haliyle buna yönelik devrimcimücadele ufkumuzu da bu temellere dayandırırız.Tarihsel ve antropolojik verilerden çıkan temel sonuçlarburada bizi bu kadar, yalnızca bu sınırlar içindeilgilendirmektedir ve özel ayrıntılarla uğraşmamızabunun için gerek yoktur.

Kadın sorunu tarih içinde ve belli toplumsalkoşullara bağlı olarak doğmuştur, o halde zamanla vesözkonusu koşulların köklü değişimi ile de ortadankalkacak/kaldırılacaktır, önemli olan bunun bilincindeolmaktır. Dolayısıyla kadın köleliğine ve ezilmişliğinekarşı mücadeleyi bu tarihsel ve sınıfsal bir perspektifiçin ele alabilmektir.

Kapitalizm ve kadın sorunu

Kapitalizm kadın sorununu yaratmadı, onukendinden önceki sınıflı toplumlardan devraldı. Onakendi koşullarına uygun düşen yeni bir biçim verdi,

kendi sömürü ve egemenlik ilişkilerine uyarladı ve buyeni temel üzerinde devam ettirdi. Buradaki durumaynen sınıfsal sömürü ve egemenlik ilişkilerindeolduğu gibidir. Bunları da kapitalizm yaratmadı,yalnızca kendinden önceki toplumlardan devraldı.Özünü koruyarak bu ilişkilere kendi yeni koşullarınauygun düşen bir içerik ve biçim kazandırdı.

Kapitalizm kendinden önceki sınıflı toplumdandevraldığı herşeyi kendine uydurur, her alanda kendiburjuva biçimini yaratır. Nasıl sömürü ilişkilerininfeodal biçimi yerine kapitalist biçimini geçirdiyse,kadın üzerindeki cinsel baskı ve sömürü alanında dabenzer bir şey oldu. Burjuva toplumu feodal toplumdankadının bin yılların ürünü ezilmişliği ile birlikte bunubir ideoloji, bir kültür, bir gelenek haline getiren, yaniher yolla olumlayan ve meşrulaştıran herşeyi devraldı,bütün bunları özüne dokunmadı, yalnızca onlara kendiburjuva doğasına ve kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniihtiyaçlarına uygun düşen bir biçim verdi. Özetleburjuva toplumu kadın sorununun özüne dokunmadı,onu kendi egemenlik ve sömürü ilişkilerinin yenikoşullarına uyarlamakla yetindi.

Kapitalist toplumda üretici güçlerin gelişmesiylebirlikte nesnel koşulların kadının kurtuluşu içinkendiliğinden olgunlaşması ile resmi burjuva

toplumunun kadın sorunu karşısındaki tutumu tümüylefarklı iki şeydir, bunları biri birinden özenle ayırmakdurumundayız. İlki kadının özgürleşmesinin nesnelzeminini olgunlaştırırken, ikincisi kadının cinselezilmişliğini kendi yeni sömürü koşullarına uyarlamayave ondan en iyi biçimde yararlanmaya bakar. Modernsanayi tarihsel olarak emekçiyi de belli sınırlar içindeözgürleştirdi. Onu dünün toprağa bağımlı kölesiolmaktan çıkardı, kapalı feodal ekonominin bönleştiriciortamından kurtardı, büyük sanayinin ve geneltoplumsal-kültürel ilişkilerin içine çekti. Bu elbetteemekçinin konumu ve kurtuluş koşulları bakımındanbüyük bir tarihsel ilerlemenin bir ifadesiydi. Fakat öteyandan bu aynı süreç, işçileşen emekçinin kapitalistsömürü ve köleliğin girdabı içine girmesi, dünün toprakköleliği ilişkilerinin yerini modern burjuva toplumununücretli kölelik ilişkilerinin alması demekti.

Modern sanayinin gelişmesinin kadının toplumsalkonumu üzerindeki etkisi de benzer biçimde oldu.Kapitalist gelişmenin ve sömürünün zorunlu ihtiyaçlarıkadını geniş ölçekli üretim sürecinin içine çekti.Olabildiği kadarıyla bu kadının kapalı ev yaşamının okısır ve bunaltıcı ortamından çıkması, toplumsalilişkiler genel alanına girmesi demekti. Geniş ölçekliüretim sürecine bir yanından katılan kadın böylece

CMYKCMYK

n ezilmişliği ve kapitalizmH. Fırat

Kadın sorunu tarih içinde ve belli toplumsal koşullara bağlı olarakdoğmuştur, o halde zamanla ve sözkonusu koşulların köklü değişimi ile deortadan kalkacak/kaldırılacaktır, önemli olan bunun bilincinde olmaktır.Dolayısıyla kadın köleliğine ve ezilmişliğine karşı mücadeleyi bu tarihsel vesınıfsal bir perspektif için ele alabilmektir.

konferanslardan.../2 Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 13-05

Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../218 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

toplum yaşamının öteki alanlarına da bir ölçüde olsunaçılabilme olanağı buldu. Bir ölçüde diyorum, ziraerkek işçiden farklı olarak ev yaşamının ve çocukbakımının tüm tüketici yükü kadının üstünde kalmaya,dolayısıyla onun toplumsal-kültürel yaşama katılmasınıbüyük ölçüde sınırlamaya devam etti. Kapitalizmi vekapitalistleri kadının özgürleşmesi değil, fakat yalnızcageniş ölçekli kapitalist üretimin ve sömürününihtiyaçları ilgilendiriyordu. Kapitalist gelişmeninkadının toplumsal konumuna etkisi ele alınırken bunuönemle gözönünde bulundurmak gerekir.

Yine de kadını geniş ölçekli üretimin içine çekeniktisadi gelişme önemli bir tarihi ilerlemenin ifadesiydi.Bu süreç kadını sosyal ilişkiler alanına çekmeklekalmadı, emekçi ve ezilen cins olarak sosyal uyanışınıda hızlandırdı. Sosyal mücadelelere katılmasını, bumücadeleler içinde saygınlık ve özgüven kazanmasını,kendine bu yolla da bir nebze olsun özgürleşme alanıyaratmasını kolaylaştırdı. Ama önemle yinelemekgerekir, bu modern sanayinin gelişmesininkendiliğinden yarattığı bir sonuç oldu. Modernsanayinin kendiliğinden önünü açtığı bu süreçlereburjuvazi doğrudan bir katkıda bulunmak bir yana, tamtersine, binbir karşı müdahale ve engellemede bulundu.8 Mart’ın kadın emekçilerin sosyal mücadeleleri ileözdeşleşmesi, kuşkusuz kadın emekçinin mücadelekapasitesini, sınıfsal ve cinsel özgürlük arayışını ortayakoymaktadır. Fakat bu aynı olgu tersinden deburjuvazinin bu arayışa karşı gösterdiği muazzamgerici sınıfsal direnişe tanıklık etmektedir. 8 Mart’ınortaya çıkmasını simgeleyen tarihsel olaylarda bilebizzat burjuvazinin bu gerici karşı direnişi vardır.

Bu nedenle kapitalizmin iktisadi gelişmesininkadının kurtuluşunu kolaylaştıran nesnel ön koşullarıkendiliğinden yaratması ile bu toplumsal düzeninegemen sınıfı olarak burjuvazinin bilinçli tutumuarasında kesin ve kategorik bir ayrım yapmak gerekir.Kadının bugünün toplumunda kazandığı belli hak veözgürlükler sistemli biçimde burjuva ideolojikmanipülasyonlara konu olduğu için bu sorun özellikleönemlidir. Burjuvazi en devrimci döneminde bilekadının özgürleşmesi için, ezilen cins olmaktançıkabilmesi için, kadının o çok yönlü ezilmişliğininortadan kaldırılması için hiçbir şey yapmadı. Çünküsınıf olarak bundan bir çıkarı yoktu. Tersine, kadınınezilen cins konumunun yeni biçimler içinde korunmasıbirçok bakımdan onun sınıf çıkarlarına ve tercihlerineuygun düşüyordu.

Kadının bugünün toplumunda sahip olduğu tümkazanımların burjuvaziye rağmen ve dahası onun sınıfdüzenine karşı mücadele içinde kazanıldığını ne denlivurgulasak azdır. Bunların bir kısmı kalıcı kazanımlaradönüştü, zaman içinde ve hiç değilse gelişmiştoplumlarda birer kültürel norm haline geldi. Örneğin

kimse artık bu saatten sonra kadınları kaba bir biçimdeeve kapatamaz. Ama kapitalizm bunu başkamekanizmalarla, daha dolaylı ve ince mekanizmalarlasonuçta bir biçimde yine de yapıyor. Örneğin topluişten çıkarmaların öncelikli hedefi haline gelen kadınaeve, mutfağa ve çocuk odasına dönmekten başkayapacak ne bırakıyor kapitalizm. Burada suçlu olanbizzat toplumsal sistemin kendisi. Bu suç öylekendiliğinden bir sonuçtan ibaret de değil, tersine, dahaönce de söylendiğigibi, bunalımdönemlerinde burjuvapropagandası bunu yeryer arsızca savunur da,kadının yuvasına,mutfağına veçocuğunun yanınadönmesi gerektiğinisöyler. Kadın iştençıkartılıp sokağa atılır,eve gönderilir. Sonrada örneğin, işsizolduğuna göreçocuğunu niye yuvayaveriyorsun, otur bariçocuğuna bak, devletibuna ilişkin gereksizharcama yükündenkurtar denilir. Almanyagibi bir ülkede bile artık eşlerden biri çalışmıyorsaçocukları ya yuvaya almıyorlar ya da yalnızca yarımgün lütfen alıyorlar.

Kadın sorunu temelde emekçi kadınların sorunudur!

Kapitalizmde bir kadın sorunu var dedim ve bunuyeri geldikçe çeşitli açılardan örnekledim. Dikkatederseniz sorunun bazı yönleri daha çok ya da hementümüyle emekçi kadını ilgilendiriyor. Bu nedenle kadınsorunu temelde bir emekçi kadın sorunu, emekçikadınların sorunudur. Çünkü kadının ezilmişliği busınıfsal kesimde bütün boyutlarıyla var. İktisadi, sosyal,kültürel, bütün yönleriyle var. Elbette kadın sorunununbir de salt cins olmaktan gelen, ezilen cins olmaktangelen bir yönü var. Bu toplumda her sınıftan kadınlar,bir bütün olarak kadın cinsi aşağılanıyor. Görünürdeyüceltilen bile gerçekte en aşağılık biçimlerde, enincelikli ve o ölçüde rezil yollarla aşağılanıyor.

Yine de sorun temelde iktisadi-sosyal bir zemineoturuyor, belirgin bir sınıfsal nitelik taşıyor vedolayısıyla temelde işçi ve emekçi kadınlarıilgilendiriyor. Şu veya bu sınıfa ait kadının tavrını

belirleyen son tahlilde ait olduğu sınıftır. Burjuvakadını sözkonusu olduğunda bu özellikle ve dolaysızolarak böyledir. Tarihin farklı evrelerinde ve üstelik işçihareketinin basıncı altında kadın hakları sorunuüzerinden ortaya çıkan burjuva feminist akımların işçive emekçi sınıf kadınının sosyal ezilmişliğine gözlerinibelirgin bir sınıfsal tutumla kapatmaları bununifadesidir.

Biz kadın özgürlüğünü, kadının sosyal ve siyasalyaşamdaki tam eşitliğinisavunurken elbette herhangisınıfsal ayrım yapmıyoruz, bunubütün bir kadın nesli içinistiyoruz. Kadın cinsiniaşağılayan bütün bir ideolojinin,geleneklerin, göreneklerin,hukuksal-yasal eşitsizliklerinortadan kaldırılmasını kesin birbiçimde istiyoruz. Kadınınözgürlüğü ve eşitliği içinverdiğimiz mücadele bir bütünolarak kadın cinsinin toplamınıkapsıyor. Ama gene de buyerinde tutum bize, kadın sorunudenilen sorunun emekçi kadıniçin başka, burjuva kadın içinsedaha başka bir anlam ifadeettiğini, aradaki farkın temeldeiki ayrı sınıfın çıkarları ve

tercihleri arasındaki farka denk düştüğünü hiçbirbiçimde unutturmamalıdır. Bilinçli davranabilmekoşullarında ve son tahlilde, insanların tavırlarınıbelirleyen ne ulusal ne de cinsel kimliktir, ama kesinbiçimde sınıfsal kimliktir. Eğer sınıfsal kimliğiolmuyorsa, bu yalnızca açık bir bilinçsizlik durumununifadesidir ya da çarpıtılmış bilinçlerin bir göstergesidir.Bir emekçi sınıfsal davası varken sözüm ona “ulusaldava”ya sarılıyorsa, bunu öteki şeylerin önünekoyuyorsa, bu yalnızca onu burjuva şovenizmi ya damilliyetçiliği tarafından sersemletmesinden dolayıdır.Bir emekçi kadın kendi sınıf konumu ve kimliğiniunutarak salt kadın hakları üzerinden feminist bir çizgibenimsiyorsa, bu yalnızca cinsel ezilmişliği de değilkendi durumu ve konumu hakkındaki bilincininçarpıklığını ve yüzeyselliğini gösteriyor. Emekçikadının feminist değil fakat sosyalist olması gerekir,zira sosyalizm onun hem sınıfsal ve hem de cinselezilmişliğine yanıt veren bir dünya görüşü ve mücadeleperspektifidir. Sosyalizm bu anlamda tam olarakfeministtir de.

Feminizm ve feminist akımlar

Feminist sıfatını burada olumlu manada, yani cinseleşitlik sorununda, kadın hak ve özgürlükleri alanındahassasiyet anlamında kullanıyorum. Sol literatürdeburjuva kadın akımlarına haklı ve yerinde bir tepki vetutum çerçevesinde oturmuş olumsuz anlamı bir yanabırakarak, burada feminist olmayı temelde kadınıneşitliği ve özgürlüğünden yana tutum olarak alıyorum.Kadının eşitliği ve özgürlüğündan yana olmak, teriminolumlu anlamında elbette ki feminist olmaktır.Sosyalizm bu anlamda feminist anlayış ve tutumu enkapsamlı ve derinlikli biçimde içerir.

Fakat yazık ki feminizm öte yandan belli birideolojik-sınıfsal akımdır. Bu akıma yakındanbaktığımızda onun, kadının çok boyutlu özgürleşmesisorununu toplumsal kapsamından ve sınıfsaltemelinden kopararak, basitçe ve en sığ biçimde kadın-erkek arasındaki ilişkilere indirgeyen, eşitliği çoğudurumda içi boş biçimsel haklar çerçevesinde ele alanburjuva ya da küçük-burjuva bir akım olduğunugörürüz. Bu türden bir feminist ideolojik eğilim vetutum, elbette burjuva ve küçük-burjuva kadınakımlarını ifade eder. Bu akımlar kuşkusuz bu dar veyüzeysel sınırlar içinde yine de haklı ve demokratik bir

Kadının bugünün toplumundasahip olduğu tüm kazanımlarınburjuvaziye rağmen ve dahası onunsınıf düzenine karşı mücadeleiçinde kazanıldığını ne denlivurgulasak azdır. Bunların birkısmı kalıcı kazanımlara dönüştü,zaman içinde ve hiç değilse gelişmiştoplumlarda birer kültürel normhaline geldi. “

Page 19: Kızıl Bayrak 13-05

Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../2 Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

yön taşırlar ve biz de onları bu sınırlar içindedestekleriz.

Fakat bu sınırların ötesinde, kendi ideolojik-sınıfsaleksenine indirgemeye kalktığı ölçüde, kadınının eşitlikve özgürlük mücadelesini gerçekte sakatlar,güdükleştirir ve dahası emekçi kadına kurulmuş birtuzak işlevi görür. Bu tür bir feminizm, kadınınkurtuluş mücadelesi için anlamlı sonuçlar yaratmak biryana, onu sakatlar ve zaafa uğratır. Emekçi kadınıemekçi erkekle karşı karşıya getirir. Türkiye’de sonbirkaç yıldır 8 Mart kutlamalarının tam bir skandaladönüşmesi de bizden buna en taze ve dikkate değer birörnektir. 8 Mart emekçi kadının emekçi erkekle omuzomuza mücadelesi içerisinde kazanılmış bir gündür.Böyle bir günü alıp gülünç biçimlerde erkekkarşıtlığına dönüştürmek, sınıfsal özünü boşaltarak onuen güdük ve çarpık haliyle bir “kadınlar şovu”naçevirmek, akıl alır şey değildir. İşin aslında devrimdönekliğinin masum görünümlü bir başka marifetiolarak bakmak gerekir buna. Bunu yapanlar ezilen cinsbilinci yeni uyanmış, ama bu alanda henüz erkekkarşıtlığından da öteye geçmemiş sıradan samimikadınlar olsa, bu yine de anlayışla karşılanabilir. Amahayır, bunların ağırlıklı kesimi dünün devrimdönekleridir ve 8 Mart’ı bu denli pervasızcayozlaştırmaya yeltenmelerinin gerisinde buradan gelensorunlu bir tutum var.

Oysa Batı, Avrupa’da ve Amerika’da, bir zamanlar,örneğin ‘60’lı yılların o genel uluslararası kitleselkabarışı döneminde kadın hakları eksenindesamimiyetle ortaya çıkan, sosyalizmin bu konudasöylediklerini de anlamaya çalışan, sosyalizminsöylediklerinin üstünlüklerini farkeden ve bu yönüylesahiplenen; ama öte yandan da geleneksel sosyalistakıma üzerinde pekala düşünülmesi gereken bazı haklıve yerinde eleştiriler de yönelten, örneğin kadınsorununda devrim indirgemeciliğini eleştiren; nasılsadevrim olunca bu iş çözülür diyerek kadın eşitliği veözgürlüğü uğruna kesintisiz biçimde sürdürülmesigereken çok yönlü mücadelenin ihmal edilmesinieleştiren feminist gruplar oldu zamanında. Onlarınişaret ettiği bu samimi eleştiriler belirgin bir anlam, birdizi yönden bir haklılık taşıyordu. Demek ki, sosyalmücadelelerin o güçlü döneminde böyle sağlıklıfeminist akımlar da çıkabiliyormuş. Ama bunun böyleolabildiğini dönemin nasıl bir dönem olduğunuözellikle gözönünde bulundurmak gerekir. Bu dünyadasınıf mücadelelerinin ve devrimci akımların son derecegüçlü olduğu, Vietnam Devrimi’nin, Çin’de KültürDevrimi’nin yaşandığı, Avrupa’da gençlikhareketlerinin patlak verdiği, tüm dünyada ulusalkurtuluş mücadelelerinin sürdüğü, birçok ülkede güçlüdevrimci halk hareketelerinin yaşandığı bir dönem. Buezilen ve emekçi insanlığın zorlu mücadeleler içindeyüceldiği bir dönem. Tabii ki böyle bir döneminfeminist akımları da bundan olumlu manada payalacak, sağlıklı ve samimi özellikler taşıyacaklardı.Kadın duyarlılığı ile ortaya çıkan, ama bu sorunun butoplumun içindeki çözümsüzlüğünü gören, bundanhareketle sosyalizmle bağ kuran, ama sosyalistakımların da bu meseleyi yer yer biraz mekanik halegetirdiğini, nasıl olsa burjuvazi devrilir ve mülkiyetineel konulursa bu sorun da kendiliğinden çözülür bakışıiçinde ele alabildiğini, devrimci akımların bu yönüylekadın sorununu özel bir mücadeleye konu etmeyi ihmalettiğini düşünen, bunu haklı ve yerinde bir tutumlaeleştiren feminist akımlar işte böyle bir dönemdeortaya çıktılar. Kendilerine sosyalist-feminist diyen butürden ilerici akımlar ile devrim dönekliğinin ifadesibugünün sözde feministleri arasında temelli bir fark varkuşkusuz.

Kadın mücadelesinin onurunu uluslararası işçi sınıfı hareketi taşıyor

Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin

onurunu tarihsel olarak devrimci işçi hareketi taşıyor.Burjuvazinin en radikal devrimi olan ve eski toplumusert bir saldırı hedefi haline getiren FransızDevrimi’nin bile bu konuda bir şey yapamadığını,onun ilan ettiği insan haklarının gerçekte erkek haklarıolduğunu, öyle kaldığını daha önce vurgulamıştım.Tıpkı tüm öteki burjuva demokratik hak veözgürlüklerin mücadeleyle kazanılması gibi, kadınınbugün toplum içerisinde sahip olduğu hak veözgürlüklerin de zorlu sınıf mücadeleleriyle eldeedildiğini bir an bile unutamayız. Bu mücadeleninbütün bir onurunun uluslararası işçi sınıfı hareketine aitolduğunu biliyoruz. 8 Mart üzerinden bu çok dolaysızbir ilişki olarak bizim karşımızda duruyor.

Ama burjuva toplumu burjuva toplumu olarakayakta kaldığı sürece, bu hakların gerileyebildiğini,gaspedilebildiğini ya da iktisadi bir içeriğekavuşamadığı ölçüde dayanaksız kaldığını da biliyoruz.Biçimsel eşitlik yetmiyor. Ama kapitalizmde haklar herzaman çok büyük ölçüde biçimsel haklardır.Özgürlükler her zaman çok büyük ölçüde biçimselözgürlüklerdir. Bu aynen kadın özgürlükleri için degeçerli.

Kadının özgürleştirilmesi sorunu bizi bu noktadabir kez daha mevcut sınıf ilişkilerinin köklü birdönüşüme uğratılması sorununa, yani devrim sorununagötürüyor. Ama, sorunu devrim sorunu olarakkoyduğumuz her durumda bunun kapsamlı bir reformboyutu olduğu da zaten diyalektik düşüncenin mantığıgereğidir. Her devrim mücadelesi beraberindereformlar biçiminde kazanımlar yaratır. Zaten kadınhakları ve özgürlüğü alanında elde ettiğimiz bütünkazanımlar da, kadının tam eşitliği ve özgürlüğüuğruna kurulu düzene karşı verilmiş mücadelelerin yanürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Bizim programamızınher zaman kuşkusuz devrim istemlerine sıkı sıkıyabağlı olarak ele alınan bir reform istemleri boyutu davardır. Partimizin programında kadın sorununundevrimci çözümü ile bugünkü koşullar altında kadın-erkek eşitliği için verilecek mücadele arasında bir bağkurulur. Devrim bölümünde bu sorunun temelli olaraknasıl çözüleceği anlatılır. Önden teorik bölümde,sorunun kaynağı ve köklü çözümü tanımlanır;kapitalizmin bu sorunun kaynağı olduğu ve toplumsaldevrimin bu sorunu çözeceği saptanır. Türkiye Devrimibölümünde sorunun devrimci iktidar koşullarında nasılbir perspektifle ele alınacağı ve çözüme götüreleceğiortaya konulur. Sonra da, “Acil demokratik ve sosyal

istemler” bölümünde “Her alanda kadın-erkekeşitliği!” talebi ve şiarı formüle edilir. Bu görünürdekısacık bir formüldür ama gerçekte bir reformlarprogramıdır. Biz kadının eşitliği ve özgürlüğü için butoplumsal düzen altında elde edilebilecek tüm hak veözgürlükler için de bugünden mücadele ederiz, zatenkadın da bugünden bir takım hak ve özgürlüklere iyi-kötü sahipse, politik yaşamda belli bir yeredinebilmişse, bu zaten tam da bu mücadelelersayesinde olmuştur. Bu mücadeleyi sürdürmeye devamedeceğiz. Bu mücadeleyi sürdüreceğiz ama sisteminkendi temellerini ortadan kaldıramadığımız sürecekapıdan kovduğumuzun bacadan gerisin gerigireceğini, bu sorunun döne döne yaşayacağını, herdefasında yeni görünümler altında yeniden gündemegeleceğini de unutmayacağız.

İşte 1970’ler Türkiyesi’ndeki kadın ile 2000’liyıllardaki kadını karşılaştırdığımız zaman gerilemeninne kadar kaba bir biçimde ortaya çıktığınıgörebiliyoruz. Bugünün Türkiyesi’nde kadın çarşafasokulmaya çalışılıyor. Kadına ilişkin dinsel önyargılaro dini ideolojinin gücü ölçüsünde yeniden güçkazanıyor. Ama öte yandan medeni hukukta bir takımdüzenlemeler de yapılıyor, kadınların mirastan eşitbiçimde yararlandırılmasından tutunuz da ailemülkiyetinin kadın ile erkek arasında ortak olmasınakadar... Ama kapitalizm hilelere dayanan bir sistemdir.Kapitalizmin yasaları emekçiler ve ezilenler için çoğudurumda kağıt üzerinde boş laf olarak kalır. Bu ezilencins olarak kadınlar için de aynen geçerlidir. Erkekegemen toplum yasalarla konulmuş bu türden gerçekya da aldatıcı engelleri bir biçimde aşıp boşa çıkarır.Kadınlar gene mağdur kalıyorlar ya da bir parça buişten yararlananlar oluyorsa, bunlar yine burjuvazininkendi kadınları oluyor. Kaldı ki burjuvazinin kadınlarıiçin bu sorunlar, sosyal eşitsizlik, mülkiyet, zenginlikvb.’den gelen sorunlar zaten yok. Burjuvazi genelliklekendi sınıfının kadınları ile evlendiği için, bir evlilikbozulduğunda kadın fazlaca mağdur olmuyor. Buradada kadın cinsi olarak belli bir aşağılanmayı yaşıyorkuşkusuz, fakat ekonomik yönden mağdur olmuyor.Cinsel incinme ya da aşağılanmayı ise kendi sınıfanlayışı çerçevesinde pek de sorun etmiyor. Emekçikadın ise cinsel ezilmişliği her alanda ve her yönüyleyaşıyor. Ve burjuva toplumunun aldatıcı ve ikiyüzlüyasalarının bu konuda ona pek de bir yararı olmuyor.

Kızıl Bayrak, Sayı: 2006/7, 24 Şubat 2006

Page 20: Kızıl Bayrak 13-05

Kadın Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 201320 * Kızıl Bayrak

- 10 Şubat tarihinde Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu olarak “Özgürlük, eşitlik ve sosyalizmmücadelesinde Devrimci Kadın Kurultayı”gerçekleştireceksiniz. Kurultayın kapsamını vehedeflerini anlatabilir misiniz?

- DKK sözcüsü: Kurultayda tartışılacak birçokbaşlık var. Kadın sorununun tarihsel olarak ortayaçıkışı, kadının kurtuluşu, kadının yaşadığı sorunlara veçözüme dair yaklaşımlar, kapitalizmde yaşanan güncelsorunlar, kadının örgütlenmesi, 8 Mart ve tüm bubaşlıklar çerçevesinde komünistlerin tutumu kurultayınkapsamını oluşturuyor. Kurultayda, kadının yaşadığısorunlar tarihsel bir çerçevede ve güncel boyutu ileişlenecek. Ama bence kurultayın tüm başlıklarıyla

birlikte ilk hedefi kadının yaşadığı sömürününortaya çıkışını, kadının kurtuluşu için nasıl birmücadele çizgisi olması gerektiğini Marksizm’inışığında bir kez daha incelemek ve ortaya koymak.

Kadının kurtuluşu ve özgürleşmesinin nasılolacağı konusunda ortada birçok yaklaşım var.Özellikle Marksizm adına söz söyleyenler var ki,asıl ortadan kaldırılması gereken bulanıklığın ilkhalkasını da bunun oluşturduğunu düşünüyoruz.Devrimci Kadın Kurultayı’nı tartışırken ortadakibulanıklığı berraklaştırmak bizim için önemli birhedeftir.

Devrimci Kadın Kurultayı’nı kadınınyaşadığı sorunların tarihsel ve sınıfsal kökenineinerek bunun güncel yansımalarına yanıtüreterek Marksizm’in, devrimci yaklaşımınbayrağını dalgalandırmak hedefiyleörgütlüyoruz. Komünist hareketin butopraklardaki 25. yılı, 25. yılımızda devrimin vesosyalizmin bayrağını yükseltirken birçoksoruna dair komünist çizginin bakışını,mücadele hattını bir kez daha ortaya koymak,

kitlelere bunun gücüyle, donanımıyla gitmekomuzlarımızdaki sorumluluk. Tam da bu noktadaDevrimci Kadın Kurultayı’nın, komünistlercephesinden kadının kurtuluşu mücadelesine verilmişbir cevap olacağını düşünüyoruz.

- Kadının yaşadığı sorunların kökeni ve kadınınkurtuluşu mücadelesi açısından düşüncelerinizianlatabilir misiniz?

DKK sözcüsü: Engels’in deyimiyle kadınıntarihsel yenilgisinin başladığı döneme baktığımızdaözel mülkiyetin ve sınıflı toplum yapısının ortayaçıktığını görüyoruz. Öncesindeki dönemde kadın veerkeğin eşit yaşadığı, toplulukların ortak yaşam kültürüile hareket ettiği, soyun devamının kadın üzerindenbelirlendiği anaerkil veya diğer bir adıyla ilkel

komünal toplum düzeni var. Yerleşik hayata geçilmesi,hayvanların evcilleştirilmesi ile ortak mülkiyetkavramının yerini özel mülkiyet anlayışının aldığınıgörüyoruz. Ve bu özel mülkiyet erkeğin elindetoplanmaya başlıyor. Çünkü özel mülkiyetinoluşmasına vesile olan sürü veya araç-gereçlerle dışyaşamda daha çok uğraşan erkek. Oluşan mülkiyetinerkeğin elinde toplandığı ve soyun devamlılığınınerkek üzerinden belirlenmeye başladığı bir sonuçlakarşılaşıyoruz.

İnsanlığın bu evresi mülkiyete sahip olanlar veolmayanlar arasındaki ayrımın, mülkiyeti olanlarınmülke sahip olmayanlar üzerinde hakimiyet kurduğu,insanın insan üzerindeki tahakkümünün başladığı birsüreç. Ve eşzamanlı olarak özel mülkiyeti elindebulunduran erkeğin kadın üzerinde de tahakkümünün,sömürüsünün başladığını da görüyoruz. Özelmülkiyetin ve sınıflı toplum yapısının oluşması ileerkeğin egemenliğinin başladığı dönem birbirinidoğurmuş ve iç içe geçmiştir.

Kadının yaşadığı sorunların tarihsel kökeninde özelmülkiyete dayalı bir anlayış varsa, kadının kurtuluşuve özgürleşmesi özel mülkiyetin ortadan kalkması ilemümkün olacaktır. Kadının yaşadığı sorunların,sömürünün, ezilmişliğin kaynağını oluşturan özelmülkiyeti ve dolayısıyla sınıflı toplum yapısını ortadankaldıran bir mücadele ve bunu sağlayacak birtoplumsal devrim kadının kurtuluşunu sağlayacaktır.Sosyalizmi hedefleyen bir devrim kadınınözgürleşmesinin güvencesidir.

- Devrimci Kadın Kurultayı için nasıl bir önçalışma yürüttünüz?

DKK sözcüsü: Bağımsız Devrimci Sınıf Platformuolarak Türkiye’nin birçok sanayi bölgesinde DevrimciKadın Kurultayı’nın çalışmalarını yürütüyoruz.Devrimci Kadın Kurultayı’nın ön çalışmasını dahedefleri doğrultusunda belirledik. Bunlardan birieğitim ve okuma çalışmaları çerçevesindeplanlamalardı. Biri kadının yaşadığı sorunların çözümüaçısından devrimci çizgiyi tartıştırmak vetaraflaştırmak amacıyla bir faaliyet yürütmek, birdiğeri de güncel sorunlarla da bağını kurarakyürütülecek kitle çalışması ve eylemli bir hattı.

Kurultayımız ideolojik bir tartışma kürsüsüolduğundan ön çalışmasında bunu besleyecek birçalışma planı oluşturduk. En başta oluşturduğumuzekipler kurultayı besleyecek teorik-politik bir çalışmayürüttüler. Yoldaşlarımıza, işçi ve emekçi kadınlaradönük seminerler, paneller, ev toplantıları vb. ilekurultay kapsamındaki başlıklar çerçevesindetartışmalar yapıldı. Afiş, bildiri, stand, imza metinleri,bültenler vb. araçları yaygın ve etkili bir tarzdakullanarak kurultayın duyurusunu etkin bir şekildeyaptık. Örneğin bir ilimizde daha etkin bir şekildeolduğu gibi talepler çerçevesinde yürütülen imzakampanyası ile kitle çalışması ayağı güçlendirildi.Kadınların yoğun olarak çalıştıkları fabrikalarakurultayın duyurusu taşındı, kadın işçilerle toplantılaryapıldı. Hazırladığımız kurultay dosyamız ilesendikalara, derneklere, meslek örgütlerine gidildi,tartışmalar yürütüldü. Kurultay öncesinden başlayıp 8

Devrimci Kadın Kurultayı sözcüsü ile kurultay ve kadın sorunu üzerine konuştuk...

“Devrim kadının özgürleşmesiningüvencesidir!”

Page 21: Kızıl Bayrak 13-05

Kızıl Bayrak * 21KadınSayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Mart’a kadar sürecek 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özüneuygun örgütlenmesi ve kutlanması gerektiğiçerçevesindeki deklarasyon metni imzaya açıldı.Devrimci Kadın Kurultayı’nın ön çalışmalarının birayağını da eylemli çağrılar ve direniş ziyaretlerioluşturdu. çıkıyoruz. “Direniş çadırlarından DevrimciKadın Kurultayı’na” şiarıyla direnişler gezildi.

- Kapitalizmde çifte sömürü altındaki kadınlarbirçok sorunla karşı karşıyalar. Kurultay bunlarüzerinden bir tartışma yürütecek. Kurultayınsonrasında kadınların yaşadığı sorunlarla ilgiliyapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?

DKK sözcüsü: Kapitalizm sizin de dediğiniz gibiişçi ve emekçi kadınlar için çifte sömürüden başkahiçbir şey değil. İş yaşamında kadınlar en güvencesizkoşullarda çalışıyor. Düşük ücretler, işten çıkartılmakorkusu ile yüz yüze kalanlar yine kadınlar. Zaten en azüç çocuk doğurmakla mükellef birer kuluçka makinesiolarak görülen kadınlar ev işleri, çocuk bakımı vb.yükümlülüklerden kaynaklı çalışmasının önüne birçokengel çıkıyor.

Güncel örnekleriyle birlikte de görüyoruz ki, şiddetde her biçimiyle kadınların karşısında. Bu sistem şiddetdemektir, şiddeti sürekli besliyor. Taciz, tecavüz, kadıncinayetleri... Her gün dünyanın dört bir yanındanhaberler düşüyor. Gerici zihniyetin, dinin egemenliğiningüçlü olduğu Türkiye’de kadın cinayetlerinin oranıkorkunç düzeyde. AKP’nin ilk 7 yılında, kayda geçenresmi rakamlara göre %1400 artmış durumda. Bu oranzaten her şeyi anlatıyor. Emperyalist savaş vesaldırganlık tırmandırılıyor. Kürt halkına dönük baskılarartıyor. Bu süreçlerin en ağır etkileri kadınlar üzerindenyaşanıyor.

Kadının kapitalizmde karşı karşıya kaldığı her türlüsoruna karşı sürekli bir mücadele içerisinde olmakgerekiyor. Kapitalizm azgın sömürüsünde pervasızcadavranıyor ve bunun yansımaları ağır bir şekildeyaşanıyor, süreklileştirilmiş bir mücadele çok önemli bunoktada. Özellikle iş yaşamındaki sorunlar üzerindençalışmalar yürütmeye çalışıyoruz. Çalışmalarımızdadönemsel kesintiler yaşanabiliyor. Öncelikle çalışmaalanlarımızda bu eksikliği giderici müdahaleler yapmayıönümüze koymamız gerekiyor.

Devrimci Kadın Kurultayı’nın ardı 8 Mart. Çoğuyerde kurultay çalışması sırasında başlamış olan 8 Martçalışmalarımızı hızlandırarak sürdüreceğiz. Gerekkurultay gerekse de 8 Mart çalışmalarının ortayaçıkardığı/çıkaracağı imkanları kalıcılaştıracak mevzilerioluşturmamız önemli. Kadınların yaşadığı sorunlarekseninde yürüteceğimiz çalışmaların süreklileşmesinibunlar sağlayacaktır.

- Kurultay vesilesiyle işçi ve emekçi kadınlaraburadan bir çağrınız var mı?

DKK sözcüsü: Öncelikli olarak başta işçi ve emekçikadınlar olmak üzere, tüm işçi ve emekçileri DevrimciKadın Kurultayı’na katılmaya, 8 Mart’ta alanlardaolmaya çağırıyoruz.

Ayrıca işçi ve emekçi kadınlara çağrımız şudur:Kadınların cinsel, sınıfsal hatta Kürt kadınları için ulusalsömürüsünün çok boyutlu bir şekilde yaşandığı budönemde yaşananlara karşı örgütlü mücadeleyekatılmaya çağırıyoruz. Kadınların özgürleşmesinin ilkadımı mücadele içerisinde yer almasıdır. Kadınlarmücadele ettikçe, haklarını aradıkça bilinçlenmesi arttığıgibi kadınların mücadelede yer alması hatta ön saflardabulunması erkeklerin geleneksel algısında kırılmalar,dönüşümler de yaratmaktadır.

Asla yürüdükleri yoldan dönmeyen, yanarak canveren New Yorklu dokuma işçisi kadınların mücadelesi,devlete, sisteme karşı devrimin bayrağını yukarılarataşıyan devrimci kadınların yaşamları bizlere yolgösteriyor. Tüm işçi ve emekçi kadınları bu yoldayürümeye, üreten ellerimizden geleceği yaratmayaçağırıyoruz.

“Toplumsal zihniyetin değişmeli!”

Anadolu Yakası Genel İş 1 No’lu Şube’ye bağlı AtaşehirBelediyesi Temsilcisi Banu Aşçı ile Devrimci Kadın Kurultayıüzerine konuştuk...

- Günümüz toplumunda sizce kadınların yaşadığısorunlar nelerdir?

- Kadınlar üzerinde baskı, şiddet, sömürü ve cinsiyeteşitsizliğinin gün geçtikçe arttığı bir süreç içerisindeyiz.

Toplumda hakim olan cinsiyetçi toplumsal değerler vegerici zihniyet de kadınlar üzerindeki baskı ve şiddetinartmasının da en önemli sebepleridir. Neticesinde her günkadın cinayetleri, tecavüz ve şiddet haberleri ile karşıkarşıya kalmaktayız. Bu toplum için utanç tablosudur.Yasalarda değişiklik yapılmalı ve cezalar caydırıcı niteliktaşımalıdır. Tabii bu da yeterli değildir. Toplumsalzihniyetin değişmesi de gerekmektedir.

- Kadın işçilerin yaşadığı sorunlara karşı nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?- İşyerimizde kadın-erkek cinsiyet ayrımı yapılmamaktadır. Çalıştığımız kurumda TİS ve İş Kanunu

çerçevesinde ilgili maddeleri uygulanmaktadır. İş yaşamında olağan sorunlarda diyalog yoluylaçözülmektedir.

- 10 Şubat Pazar günü Devrimci Kadın Kurultayı gerçekleşecek. Bize kurultay hakkında düşüncelerinizibelirtir misiniz?

- Gerçekleştireceğiniz Devrimci Kadın Kurultayı’nın, kadının toplumsal yaşamda, sosyal, kültürel,ekonomik alanda yaşadığı eşitsizlik durumuna dikkat çekmek, çözüm yolları sunmak adına çok büyükkatkılar oluşturacağına inanıyorum.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

“Mücadelede ayrımsınıfsal kimlik üzerinden olur!”

Emekçi bir kadın ile Devrimci Kadın Kurultayı ve 8 Mart üzerine konuştuk...

- Günümüzde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunlar sizce nelerdir?- O kadar çok sorunla karşı karşıya kalıyoruz ki… Emeğimizin karşılığını hiçbir şekilde alamıyoruz iş

yerinde de, evde de. Çalışan kadınlara baktığımızda çoğunun güvencesiz çalıştığını görüyoruz. Bunların dışında kadınlar sürekli şiddete maruz kalıyor. Bu şiddet sadece koca tarafından değil, kocanın

ailesi tarafından da uygulanıyor. Kadın olduğumuz için aşağılanıyoruz, kadın olduğumuz için değersizgörülüyoruz. Aşağılanma, değersiz görülme ve şiddet sadece evle ya da işle de sınırlı olmuyor.

- Kadınların yaşadığı baskı, eşitsizlik ve sömürü gün geçtikçe artarken, kadının kurtuluşunun nasılgerçekleşeceğini düşünüyorsunuz?

- Bu zamana kadar yaşadığım deneyimlere ve aldığım eğitime dayanarak ben bu sistemde bir kurtuluşgöremiyorum. Kadınların sorunları sadece eşleri, yakınları tarafından gündeme gelmiyor ki. Örnek olarak,devlet kocası tarafından şiddet gören kadını alıp sığınma evlerine yerleştiriyor. Bir kadını alıp bu evlereyerleştirmekle kadına yönelik şiddet son bulmaz. Buralarda bile kadınlar tacize uğruyor, aşağılanıyor vedayanamayıp gerisin geri kocanın yanına dönmek zorunda kalıyor.

Çalışan çoğu kadının sosyal güvencesi olmuyor.Ekonomik bağımsızlığını kazanan, sosyal güvencesiolan kadınlar da yine şiddet görüyor.

Ben sosyalist bir kadın olarak bu sistemde birkurtuluşun olduğunu düşünmüyorum.

- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kadın,erkek işçi ve emekçilerin birleşik bir temeldeörgütlenmesi gereken bir mücadele günüdür.Sendika ve meslek örgütlerinin 8 Martlar’da aldığıtutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Sendikaların ya da meslek örgütlerinin ufuklarıbu sistemle sınırlı olduğu için böyle bir mücadelegünü yerine cinsiyet farklılıklarını ön planda tutarak,bugün de kadınlar yürüsün bir gün de onların olsunanlayışıyla hareket edebiliyorlar.

Mücadelede ayrım kadın-erkek cinsiyet temelindedeğil, sınıfsal kimlik üzerinden, sınıfsal temelde olur.

1 Mayıs Mahallesi’nden emekçi bir kadın

Page 22: Kızıl Bayrak 13-05

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013Kadın

Uzun bir dönemdir sol hareket ile sendika ve meslekörgütlerinde kadın sorununda feminist çizgi belirginlikkazanmış bulunuyor. Somutta 8 Martlar’da yaşananayrışmalarda kendisini gösteren bu çizgi ilerici-solgüçlerde de bulanıklık yaratmaktadır. Dolayısıyla herfırsatta ve zeminde sınıf mücadelesini bölen bu eğilimekarşı mücadele önem taşımaktadır.

Her sorun gibi kadın sorununa bakış da sınıfsal birnitelik taşır. Feminist hareketin tarihsel evriminebakıldığında, bu gerçek net bir şekilde görülür.

18. yüzyılın ortalarında kadının hak eşitliği istemiyleortaya çıkan, burjuva kadınlarının damgasını vurduğukadın hareketi, “oy hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı,siyaset hakkı”nı talep ediyor, burjuva kadının burjuvaerkeğiyle eşitliğini istiyordu. Toplum ölçeğinde kadınhaklarının insan haklarının bir parçası olması vekadınların hak eşitliği taleplerinin (burjuva ve orta-burjuva kesimlerin talepleri olmakla birlikte)meşrulaştırılmasının ötesinde, burjuva kadın hareketininkadınların hak kazanımlarına özel bir katkısı olmamıştır.

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, işçi sınıfıpartilerinin yol göstericiliğinde, sınıf hareketinin birparçası olan proleter kadın mücadelesi gelişmeyebaşlamış ve o günden bugüne önemli kazanımlar eldeedilmiştir. Dolayısıyla, bugün kadınların sahip olduğutüm temel demokratik ve sosyal haklar, tam da kuruluburjuva düzene karşı sosyal-siyasal mücadeleleriçerisinde, önemli ölçüde işçi hareketi sayesinde ve işçisınıfı partilerinin önderliğinde elde edilmiştir.

1960’lı yıllarda şekillenen feminizm ise, dönemintoplumsal hareketlilikleri ile bağlar kurmayıbaşarabilmiştir. Bu dönemde feministler, toplumsalcinsiyet rollerinin bütünüyle yıkılmasını ve tam bireşitliği savunmuşlar, dönemin toplumsal hareketlerinede yaslanarak, kürtaj hakkı, doğum kontrolü vb.alanlarda kazanımlar elde etmişlerdir. (Aynı döneminsosyalist feminstleri ise, bugünkülerden farklı olarak

Marksizm ile bağ kuran daha özgün bir akımdı.)Burada feminist hareketin tarihsel gelişim sürecini

ayrıntılı olarak ele almak gerekmiyor. Vurgulamakistediğimiz birinci nokta, feminist hareketin sınıfsalkarakteridir. Başlangıçta kadının hak eşitliği mücadelesitümüyle burjuva kadınlara dayanmıştır. ‘60’lı yıllardakikadın hareketi ise orta ve küçük burjuva kadınlarınadayanmakla birlikte, burjuva kadın hareketinin uzantısıolarak şekillenmiştir. Ufku burjuva sınırların ötesinegeçememiş, sorun düzen sınırları içinde kadının biçimselhak eşitliği temelinde ele alınmıştır.

Vurgulanması gereken ikinci nokta ise, kadınların entemel kazanımlarının işçi sınıfı ve onun partilerininmücadeleleri sayesinde elde edilmiş olduğudur.‘60’lardaki kısmi kazanımlar da, dönemin yükselentoplumsal hareketliliği ve onun devrimci dinamizmininetkisiyle sağlanabilmiştir.

Türkiye’de feminizmyenilginin ürünüdür!

12 Eylül ‘80 darbesi Türkiye’de toplumsal hareketaçısından önemli bir dönemeci ifade eder. Dünyaölçeğinde esen gerici liberal dalga ile Türkiye’de faşistdarbenin yarattığı ağır baskı ve gericilik atmosferiörtüşmüştür. SSCB’nin çöküşü ile birlikte “kapitalizminebediliği”nin ilan edildiği bir gericilik dönemidir bu.

Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalga ilesoldaki yenilgi ve tasfiyeciliğin ürünüdür. ‘80 darbesininardından, geçmişte kimi sol örgütlerin bünyesindeyeralan kadınların, kendilerinin deyimiyle “sınıfsal,kimliksel farklılıklar parantez dışına atılarak, tek birortaklıkla (kadınlık)” bir araya gelmesiyle ortayaçıkmıştır.

Dünyada da bu dönemde esen liberal gerici rüzgaraparalel bir feminist hareket şekillenir. ‘60’lı yıllardafeministler toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılmasını talep

ederken, bu dönemin feministleri tarafından bu rollerkabullenilir. Erkek kimliğinin eril bir iktidara sahipolmasından yola çıkılarak “ezen” olduğu ifade edilir vekadın kimliğinin “ezme” misyonu olmadığı, yaşatılmasıgerektiği söylenir. Mücadelesi de öncelikli olarak bu“eril iktidara” yani erkeğe yönelir. Türkiye’de ‘80’lerdeortaya çıkan feministler de, kadın cinsinin ezilmişliğitemelinde erkek egemenliğine karşı mücadeleyi esasalırlar.

Türkiye’de feminizm, sol harekette tasfiyecisavrulmanın derinleşmesiyle etki alanını genişletti.Halkçı küçük-burjuva devrimci akımların önemli birbölümünün “reformizm”e evrimi, ‘90’ların ortalarındanitibaren işçi hareketinin geri çekilişi ile birlikte hızkazandı. Bu gelişme giderek toplumsal mücadeleninçeşitli alanlarında da sonuçlarını üretti. Bu alanlardanbiri ise kadın sorunu ve mücadelesi oldu. Reformist solakımlar feminist düşünce ile buluştular ve “sosyalistfeminizm” adı altında gerçekte “burjuva feminizmi”neyöneldiler.

Böylece, kurulu toplumsal düzeni hedeflemesigereken kadının kurtuluşu mücadelesi, yerini cinsiyeteşitsizliği temelinde bir mücadeleye, somutta erkekegemenliğine karşı mücadeleye bırakmıştır. “Emekçikadın” mücadelesinin yerini sınıflarüstü bir “kadın”mücadelesi almış, kızıl renk mor renge evrilmiştir.

Dolayısıyla, bugün kadın sorununa yaklaşımdakisavrulmanın kaynağında, sol hareketin ağırlıklı birbölümünün iktidar perspektifini yitirerek reformcu birçizgiye evrilmesi yatmaktadır. 8 Martlar’da yaşanantablo bunun doğal bir sonucudur.

Feminizm/“sosyalist feminizm”inaçmazları

Kadın sorununun tarihsel ve toplumsal temellerinigörmek istemeyen feminizm, sorunu kadın-erkekeşitsizliğine indirgemektedir. Böylece kadın mücadeleside kapitalist düzen sınırları içerisinde biçimsel haklarınelde edilmesi mücadelesi olarak ele alınmaktadır.

Bugün kendisini feminist ve “sosyalist feminist”olarak tanımlayanlar, kadın sorununa bakışta kısmifarklılıklar taşısalar da, temelde soruna aynı yerdenbakmaktadırlar. Her ikisi de sınıflı toplumlarda “sınıflarüstü” bir kadın mücadelesini esas almakta, kadınlarınsınıfsal değil cins olarak ezilmişliğini öne çıkarmaktadır.8 Martlar’da emekçi kadın kavramının terkedilerek“kadın dayanışması” ekseninde “kadınlar günü”nünkutlanması, erkek emekçilerin alanlara alınmamasınınsavunulması, feministler ile sosyalist feministlerinortaklaşmalarının en somut göstergesidir. Kendilerinisosyalist olarak tanımlayan kimilerinin “kadın-erkekelele parolası ve paradoksu da bir daha dönülmemeküzere aşılmıştır“ (Sosyalist Kadın, sayı: 8) söylemleri degelinen noktayı özetlemektedir.

Sonuçta, kadın ve erkeğin ortak mücadelesinidışlayan bağımsız bir kadın hareketi, birleşik emekçimücadelesini bölmeye ve kadın emekçilerinmücadelesini burjuva toplum sınırlarına hapsetmeyehizmet etmektedir. Böylece sadece kadın-erkek işçi veemekçilerin ortak mücadelesini değil, aynı zamandaemekçi kadın mücadelesinin kendisini de sakatlayıpzayıflatan bir rol oynamaktadır.

8 Martlar’da yaşanan tablo bunun en somutörneğidir. Reformistlerin denetimindeki sendikaların(somutta KESK’in) tutumu bu konuda açık bir fikir

Feminizme savrulanlar, devrim iddialarını yitirenlerdir...

Gerçek ve kalıcı çözüm sosyalizmde!S. Soysal

Page 23: Kızıl Bayrak 13-05

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013 Kadın

vermektedir. KESK’te etkin olan reformist akımlarfeminist düşünce ile buluşunca, bir emek örgütüolan KESK bünyesinde kadın gündemli eylem veetkinlikler, salt kadın emekçiler tarafındanyapılmaya başlanmıştır. Erkek kamu emekçilerikadınların talepleri uğruna mücadelenin dışınaçıkarılırken, kadın emekçilerin ufku da cinskimliğine ilişkin sorunlara daraltılmıştır.

Öte yandan, devrimci iktidar perspektifiniyitiren dünün devrimcileri, aynı zamandaMarksizmin tahrif edilmesi rolüne de soyunmuşbulunmaktadırlar.

İşçi sınıfının ideolojisi olan sosyalizm, kadınınhem sınıfsal hem de cinsel ezilmişliğine yanıtveren bir dünya görüşüdür. Burjuva düzenkoşullarında kadının özgürlüğü ve eşitliğimücadelesine elbette gereken önemi verir, fakathukuksal planda çok ileri kazanımlar elde edilsebile, tam da sınıfsal ezilmişlikten dolayı bunlarınönemli ölçüde kağıt üzerinde kalmaya mahkumolduğunu ortaya koyar. Zira, kadının ezilmişliğihak yoksunluğundan değil kapitalizmin ekonomikkarakterinden kaynaklanır.

Günümüzün “sosyalist feministleri” ise, işçisınıfının ideolojisi olan sosyalizm ile bir burjuvaideolojisi olan feminizmin evliliğinigerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu çabayaMarksizmin tahrifatı eşlik ediyor. “Sosyalist-feminist” ya da “marksist feministler”,“Marksizmde bulunduğunu düşündükleri kategorikboşlukları doldurma çabası içinde” olduklarını,“Sosyalizmle-kadın hareketi ittifak ilişkisinikurmak” istediklerini söylüyorlar. “DogmatikMarksistler cinsiyetler arasındaki güç ilişkilerininsınıf ilişkilerini nasıl şekillendirdiğini ortayakoyamadıkları ölçüde, ayrı bir cinsiyet ilişkileriteorisi oluşturmak durumunda kalmak”,“Marksistlerin kadınla erkeğin kapitalizmi farklıdeneyimlemeleri, patriyarkal ilişkileri görmemesive ev içi emeği gözetmemeleri” vb. söylemlerlekendi varoluşlarını gerekçelendiriyorlar. Bubakışın ürünü olarak sınıf mücadelesindensoyutlanmış bağımsız kadın örgütlerinisavunuyorlar. Kadın-erkek ilişkisini, kapitalistüretim ilişkilerin bağımsız ele alınamayacak olanev ekonomisinin sınırlarına hapsediyor ve bunlarıda Marksizme dayanarak yaptıklarını iddiaediyorlar.

Kadın sorunundabiricik gerçek çözüm!

Kadın sorununun toplumsal bir sorun olduğunuortaya koyan Marksizm, tüm diğer temeltoplumsal sorunlarda olduğu gibi kadın sorunundada gerçek ve köklü çözümün, bu sorunu yaratantoplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklıolduğunu ifade eder. Bu nedenle toplumsaldüzenin ürettiği sonuçlara karşı değil, temellerinekarşı mücadeleyi esas alır.

Sınıf ilişkilerini dışta bırakarak cinsiyetilişkilerini açıklamak olanaklı değildir. Marksizm,kadın sorununu ve cinsiyet ilişkilerini sınıfsaltemelleriyle ele alır. Cinsiyet eşitsizliğinin, sınıfsaleşitsizliğe dayanan toplumsal sistemdenkaynaklandığını ifade eder. Bu bakışın ürünüolarak, kadının kurtuluşunun yegane yolunun, işçi-emekçi kadın ile işçi-erkek emeğin sınıfsaltemelde birleşerek, özel mülkiyet ve sömürüdüzeni kapitalizme karşı mücadelesinden geçtiğinisöyler.

Dolayısıyla, işçi ve emekçi kadınlar içinözgürleşmenin ve gerçek kurtuluşun yolu, burjuvadüzenden kaynaklanan tüm diğer temel toplumsalsorunlar gibi kadın sorununun da gerçek ve kalıcıçözümünü sağlayacak olan sosyalizmmücadelesinde yerini almasıyla açılacaktır.

Bir genç komünist kadının kaleminden...

İnsanlık onuru için bir parça bilinç, bir tutam direnç!

Günümüzde tecavüz; hemen hemen her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde ve emperyalist savaşlarınbilanço istatistiklerinde kendisine genişçe yer bulmaktadır. Bunun yanı sıra devletin sindirme araçlarından biri olantecavüz, işçi ve emekçi, devrimci kadınların her an karşısına çıkabilen bir saldırı biçimidir.

Sömürünün çocuğu, insanlığın utancı: Tecavüz...

İlkel komünal dönemin ardından kadının tarihsel yenilgisiyle beraber ortaya çıkan tecavüz, sömürü sistemininyarattığı bir biçim olarak varlığını sürdürür. Özel mülkiyetin keşfiyle başlayan bu süreçte kadının bir mülk olarakdeğerlendirilerek alınıp satılan bir meta konumuna indirgenmesi tecavüzü ortaya çıkaran maddi koşullardır. Toplumdakadının ikinci sınıf konumu; mülkiyeti elinde toplayarak ataerkil sistemin baş kahramanı erkeğin, kadına sahip olma,ezme, sömürme ve hatta bedenine hükmetme algısını doğurmuştur. Bu algı sömürü sistemlerinin ideologlarıtarafından kutsanmış ve körüklenmiştir.

Tarihsel olarak sınıflı toplumların baskı ve sömürü zinciri içerisindeki bir halka olan tecavüz, kapitalizmin yarattığıbuhran dönemlerinde artmakta, ekonomik buhranın dışa vurumu olarak kendini göstermektedir. Ataerkil kültürleberaber ele alındığında görülecektir ki, tecavüzü yaratan ve yaşatan sömürünün kendisidir.

Son dönemde artan tecavüz olayları haklı bir öfkeyle karşılanmakta ancak bu haklı öfke yanlış kanallarda yol alarakerkeğin “bilinci”ne ve “hayvansı duygu”larına sıkışmaktadır. Ne var ki, erkeğin “bilinci”ni belirleyen ve “hayvansıduyguları” nı yaratan olgular bütünü gözden kaçırılmaktadır. Tecavüzün maddi koşullarını, amacını kavrayışaçıkarmadığımız ölçüde, “sapık” olarak görülen bir kişinin tecavüzü deliliğe, bir polisin tacizi düzenle bütünleşmeye dekvarabilir. Bunun örnekleri çokça bulunmaktadır.

Evet; tecavüz, bedene uygulanan bir saldırının ötesinde insan onuruna, kimliğine yönelen, insanı adetahiçleştirecek boyutta kapsamlı ve sarsıcı bir saldırıdır. Etkilerinin psikolojik ve sosyal yanlarıyla beraber bir ömür boyusürdüğü bu saldırıda “insanlık” adına en ufak bir kırıntı bulmak mümkün değildir.

Böyle olsa da saldırının karakterinden ve yarattığı etkiler üzerinden tecavüzü tek başına ele aldığımızdadüşebileceğimiz idealist yaklaşımlardan ziyade komünistler olarak bu saldırı biçiminin tarihsel kökenlerini, toplumsalmaddi koşullarını ve egemenlerin elinde oynadığı rolü irdelemek gerekir. Tecavüzü ortaya çıkaran maddi koşullarıalgılamadığımız oranda işi erkeğin “bilinci”ne vardırmak kaçınılmaz olur ki, bu da belirttiğimiz gibi idealizmin körkuyusunda çırpınmak anlamına gelir. Ortada bir suç ve suçlu varsa, tecavüz olayının kendisinde değil, tarihin içerisindegelişen üretici güçlerin yarattığı toplumsal ilişkilerde aramak gerekir.

Bir işkence yöntemi olarak tecavüz...

Tecavüz, tarih boyunca baskı aracı olarak kullanılagelmiştir. Günümüzde de baskı ve sindirme aracı olarak işlevgören tecavüze devlet erki sık sık başvurmaktadır. Özellikle ilerici ve devrimci kadınlara yöneltilen tecavüz kişiyihiçleştirme amacı gütmektedir.

Devlet, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde uyguladığı zorun-şiddetin örgütlü biçimidir. Ve böyle olduğu ölçüdekendisine yönelen muhalif hareketleri sindirme onun en temel işlevlerinden biri olmaktadır. Bunun için çeşitli baskıaraçlarını devreye sokmaktadır. Tecavüz de bu baskı araçlarından yalnızca biridir. Etkileri bakımından diğer işkenceyöntemlerinden fiziksel ve psikolojik boyutlarıyla daha sarsıcı olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak bu kabul, tecavüzüayrı bir kulvara koyarak ona karşı ortaya konulacak tutumu zayıflatmamalı aksine bilince çıkarılarak celladın yüzünetükürülmelidir.

Suçlu kapitalizmin kendisiyse, onu ayakta tutmaya çalışan uşakların uyguladığı en küçüğünden en büyüğüne herbir davranış aynı kin ve bilinçle karşılık bulmalıdır. Bu kin sınıf kininden, bilinç ise sınıf bilincinden başka bir şey değildir.

İnsanlığın hafızasında eski acı bir anı olacak tecavüz...

Kadının tarihsel yenilgisiyle beraber tarih sahnesine çıkan tecavüz, bu yenilginin son bulmasıyla da ortadankalkacaktır. Kadın, devrim mücadelesi içerisinde özgürleşecek ve prangalarını kıracaktır. Ve ancak sömürünün sonbulduğu günlerde insanlığın hafızasında eski acı bir anı olacaktır tecavüz. İnsanlık onuru işkenceyi yenecek ve erkeğide kadını da özgür ve eşit bir dünyada insanlaştıracaktır.

Bugün ise kadın sorununu ideolojik ve politik boyutlarıyla irdeleyen bizkomünistlere düşen görev, tecavüzün arka planını görebilmek, toplumsalolaylara bu çerçevede bakabilmek ve bu saldırıya karşı bilincin veideolojinin silahıyla kuşanarak mücadeleyi büyütmektir.

Page 24: Kızıl Bayrak 13-05

Kadın24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Uzun yıllardır reformist sol harekette, Kürthareketinde ve KESK’te kadın sorunu çerçevesindefeminizmin etkisi altında bir gelişme yaşandı. Feministdüşünceler ise dünyada ve Türkiye’de çeşitlievrelerden geçerek gelişti.

Dünya ölçeğinde gelişen liberal dalga, ‘80 darbesi,SSCB ve Doğu Bloku’nun çözülüşü ile üst üste ikidarbe yiyen Türkiye sol hareketini de etkisi altına aldı.“Demokratik devrim” eksenli “halkçı-küçük burjuvadevrimci” akımların önemli bir bölümünün“parlamentocu reformizm”e evrimi olaraktanımlayabileceğimiz bu süreç, ‘90’ların ortalarındanitibaren işçi hareketinin geri çekilişi ile birlikte hızkazandı. Küçük-burjuva devrimciliğindenparlamentocu reformizme yaşanan bu “evrim”,KESK’te de hızla etkisini gösterdi. Fiili-meşrumücadele çizgisi yerini diyalogcu, protestocu çizgiyebıraktı. Sınıf mücadelesi “toplumsal muhalefet”derekesine düşürüldü.

Bu dönüşümün toplumsal mücadelenin çeşitlialanlarında da sonuçlar üretmesi kaçınılmazdı. Bualanlardan birisi ise kadın sorunu oldu. Reformcu solakımlar, hızlı bir biçimde feminist düşüncedenetkilenerek, “sosyalist feminizm” kavramı üzerinden“sosyalizm” ile “burjuva feminizmi”ni buluşturdular.

Bugün bu reformist hareketler, KESK’e yön verenhareketler olarak, KESK’in politikalarının belirleyicisikonumundadırlar. Bu nedenle, KESK’in feministyaklaşımı, bu reformist akımların kadın sorununayaklaşımının izdüşümüdür. Mor renge boyanmışeylemler, reformist akımların popülist yaklaşımıylatam bir uyum içinde gerçekleşmektedir. Erkeksiz kadınyürüyüşleriyle kendini taçlandıran süreç, tümdemokratik örgütlenme ve faaliyetlerde tam bir kadın-erkek ayrışmasına doğru evrilmektedir. Toplumsalbütünlüğünden soyutlanmış kadın sorunu, salt erkekegemenliğine karşı mücadeleye ve demokratikreformların elde edilmesine indirgenebilmektedir. Buyaklaşımı, söylemlerinden politikalarına, örgütlenmetarzından eylem biçimlerine kadar görebilmekteyiz.

KESK’te “kadın” politikaları

“Kadınların kurtuluşunun toplumsal cinsiyettemelinde emek/üretim, cinsellik/beden ve ailealanlarındaki ilişkilerimizin kadınların ortakmücadelesi ile yeniden düzenlenmesi ile mümkünolacağına inanıyoruz.” (“KESK’li kadınlar ŞiddetinHer Türlü Biçimine Karşı”, KESK Kadın Dergisi,KESK’in Sesi özel sayısı, 25 Kasım 2012, S: 4 )

“Bu direnç ve ısrar yargının başta feministlerolmak üzere kadın hareketi tarafından ‘erkek adalet’olarak tanımlanmasına yol açmış ve bu doğru tarif,mücadelenin rotası konusunda da bir berraklıksağlamıştır(…) En haklı politik taleplerimizden birisikadınların ‘erkek adalet değil gerçek adalet’ talepleriolmuştur.” (Candan Dumrul, “Mevzu KadınaYönelik Şiddetse Adalet Teferruattır!”, KESKKadın Dergisi, KESK’in Sesi özel sayısı, 25 Kasım2012, S: 13)

“Var olan toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar veerkekler tarafından sorgulanması, kadını meta olarakgören zihniyetin değişmesi gerekiyor. Yoksa erkek biryolunu bulup öldürmeye devam ediyor.” (SakineEsen Yılmaz, “25 Kasımdan 25 Kasımlara”,EĞİTİM-SEN Kadın, Kasım-2012, S: 4)

KESK’in yayınlarına yansıyan yukarıdaki alıntılar,KESK’te kadın sorunundaki hakim politikalara aynatutuyor.

Bir emek örgütü olan KESK’te de, KESK’e hakimsiyasal anlayışların evrimi ile birlikte, emekçi kadınmücadelesi kadın mücadelesine, kadın-erkek kamuemekçilerinin birleşik mücadelesi yerini “kadınlarınörgütlü mücadelesi”ne bırakmıştır. Bu evrim, kadınkamu emekçilerinin bir sınıfın parçası olarak örgütlümücadeleye daha ileriden katılma çabasını, kadınemekçilerin cinsiyet eşitsizliğine ve erkekegemenliğine karşı mücadele zeminine daraltmıştır.Kadın kamu emekçilerinin sorunlarının bir kısmınıifade eden cins eşitsizliği temelindeki mücadeleninyönü de, sistemin temellerine değil, erkeğe doğruçevrilmektedir. Böylelikle kadın emekçilerin bilinçleribulandırılmakta, kadın kamu emekçilerinin vermesigereken mücadele salt cinsiyet temelli sorunlarınasıkıştırılmakta, aynı zamanda kadın-erkek kamuemekçilerinin birleşik mücadelesi zedelenmektedir.Elbette ki bu politikalar, kadın emekçilerin örgütlenmeve eylem tarzını da doğrudan belirlemektedir.

KESK’in örgütlenme ve eylem tarzınaegemen olan feminizm

KESK de dahil olmak üzere, mevcut sınıf örgütleriiçinde, bu örgütlerden bağımsız olmayacak komisyon-komite-kol vb. oluşumların, kadınların mücadeleyekatılımını kolaylaştırması açısından işlevsel olduklarıçok açıktır. Bu komisyonlar ile emekçi kadınlar, hemyaşadıkları sınıfsal sorunları hem de kadın olmaktankaynaklı sorunları doğrudan ve rahat bir şekilde ifadeetme olanaklarını yakalamış olacaklardır. Böylesi birörgütlülük, emekçi kadınların öne çıkmasına vemevcut sınıf örgütleri içinde etkinleşmesine hizmetedecektir.

Peki, KESK’te kadın örgütlenmesi bu işlevi mitaşımaktadır? KESK kadın örgütlenmesi (KadınMeclisi, Kadın Sekreterlikleri ve Kadın Komisyonları)kadın mücadelesini diğer tüm mücadele alanlarındankopararak kendi içine hapsetmektedir. Kadınemekçileri ilgilendiren sorunlar ve talepler, KESK’inörgütlülüğünün dışında ele alındığı gibi, kadınemekçilerin ufku da salt kadın olmaktan kaynaklısorunlara daraltılmaktadır.

Bazı örnekler vererek bu durumu somutlayalım:* 2005 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”,

İstanbul başta olmak üzere pek çok kentte iki ayrımiting kutlamasına sahne oldu. Devrimciler kadınlı-erkekli, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü kutlarken,liberal-reformist akımlar sadece kadınlardan oluşan

yürüyüş kortejleriyle “Dünya Kadınlar Günü” mitingiyapmışlardı. KESK tabii ki reformist-feministmitingde yerini almıştı. Sonraki yıllarda da KESK’inbu tablosu değişmedi. Dahası KESK Kadın Meclisiüzerinden bağlayıcı kararlara da dönüştürüldü.

* KESK’in 25 Kasım 2009’da “toplu sözleşme vegrev hakkı” talebiyle gerçekleştirmiş olduğu grev, 25Kasım “Kadına yönelik şiddete hayır günü”nügölgelediği ve buradan hareketle kadın sorununuönemsizleştirdiği gerekçesiyle KESK içindeki kadınörgütlerinden tepki almıştı. Bu da göstermektedir ki,KESK içinde var olan kadın örgütleri, sendikalmücadeleyle kadın sorununu ayrıştırmakta, bunlarıbirbirlerinin karşısına koymaktadır. Toplu sözleşme vegrev hakkıyla kadına karşı şiddet olgusunubirleştiremeyen KESK ve KESK kadın örgütleri, buolay vesilesiyle sığ anlayışını bir kez daha ortayakoymuştur.

* 2012 tarihli KESK Kadın meclisinin aldığıkararlar ise ibretliktir. Kararda; Hizmet üretimindengelen gücümüzü kullanarak 8 Mart’ın tatil ilanedilmesi talebinin öne çıkarılması; 8 Mart’ın kadınörgütlerinden, emek, meslek örgütlerinden ve siyasipartilerden kadınlarla ortaklaşarak örgütlenmesi vekutlanması; Anayasa mücadelesinin bu konuda çalışmayürüten kadın örgütleriyle ortaklaştırılması, KESKorganlarında, 25 Kasım ve 8 Martlar’da kadıneylemleri dışında eylem kararı alınmaması maddeleriyer almaktadır. Bu kararlar çerçevesinde, “8 Martresmi tatil ilan edilsin” talebiyle gerçekleştirilen veyalnızca KESK üyesi kadınların katılımıylagerçekleşen iş bırakma eylemi, erkeksiz yürüyüşlerdensonra erkeksiz grevler dönemine girildiğini ortayakoymaktadır.

Sonuç olarak…

Kadın sorunu, feminist akımların çizdiği yüzeyselçerçevenin çok ötesinde güçlü toplumsal temelleri olanbir sorundur. Ataerkil sisteme karşı verilen mücadelekapitalizme karşı mücadelenin, yani kadın mücadelesisınıf mücadelesinin bir parçası olmadığı sürece,kadınların yaşadığı sorunların çözüm yolunu açacakolan güçlü mücadeleler örgütlenemez.

KESK, kadın dayanışması yerine sınıfdayanışmasını, kadın kadına mücadele yerine emekçikadınla emekçi erkeğin birlikte mücadelesini temelealmalıdır. Kapitalizmin sınıf çelişkilerine ve özünedokunmadan kadın sorununun çözülemeyeceği dönedöne ortaya konularak feminist-reformist anlayış teşhiredilmelidir. Öte yandan kadın sekreterlikleri, kadınkomisyonları sınıf mücadelesini temele alan birörgütlenme anlayışıyla yeniden yapılandırılmalıdır.Tüm sendika birimlerinde tarihsel olgu ve olaylarsınıfsal özüyle birlikte ele alınarak, kadın sorunu sınıfsorununun bir parçası haline getirilmelidir. Bu hiç dekadın sorunu çerçevesindeki mücadelenin demokratikboyutunun küçümsenmesi değildir; tersine bumücadelenin de, doğru bir bakış açısıyla ele alınmasıölçüsünde, daha güçlü bir biçimde yükseltilmesinehizmet edecektir.

Bu görev ise, kadının kurtuluşunun, sınıfsalsömürünün ve özel mülkiyetin ortadan kalkmasıylamümkün olacağını düşünen ilerici-devrimci sosyalistkamu emekçilerine düşmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri

Kadın sorunu, KESK ve feminizm

Page 25: Kızıl Bayrak 13-05

Kadın Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013..

Sınıf devrimcileri, 10 Şubat günü İstanbul’dayapılacak Devrimci Kadın Kurultayı’nın çalışmalarınısürdürüyor.

İzmir’de, Çiğli Organize’de Roteks, Vena ve BelgüTekstil’de çalışan işçilere Emekçi Kadın Bülteniulaştırıldı. Yine kurultay hazırlıkları kapsamındaörgütlenen kampanya çerçevesinde tekstil, plastik vemetal fabrikalarında işçilerden imza toplanıyor.

Ankara’da “8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal önemi ve 8Mart tutumu” başlıklı seminer Sincan’da 27 Ocak günügerçekleştirildi. 8 Mart gündemli bir seminer de, 29Ocak akşamı Ekim Gençliği tarafından gerçekleştirildi.

Kızılay, Tuzluçayır, Tekmezar, Şirintepe ve Egemahallelerine afişler yapıldı. Sincan’da 12. Cadde’de vemerkezde kurultay çağrıları yapılırken, kadın emekçilereve kurumlara yönelik etkinlik çağrıları devam etti.Dikmen ve İlker caddelerine de afişler yapılırken, birebirev ziyaretleriyle emekçiler panele davet edildi.

Sendikalar, odalar, demokratik kitle örgütleri deziyaret edilerek kadın sorunun sınıfsal kökeni üzerinetartışmalar yapıldı.

Bursa’da faaliyetler afişlerin yapılmasıyla devametti. Afişler merkez, İnönü Caddesi, Atatürk Caddesi,Cumhuriyet Caddesi, Fomara Meydanı, Fevzi ÇakmakCaddesi, Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve Ulubatlı HasanBulvarı, Namazgah ve Gökdere hattına yapıldı. Afişçalışması sırasında sınıf devrimcilerine para cezasıkesildi.

GOP’ta BDSP’liler haftalar önce eğitim ve okumaçalışmalarına başladılar. Kadın kurultayınıngündemlerinin yer aldığı eğitim ve okuma çalışmasıhaftalık sunumlar şeklinde gerçekleştirildi.

Kurultay materyalleri sanayi havzalarında vemahallelerde kullanıldı. Elmabahçesi, Topkapı, GOP,Gazi Mahallesi, Karadolap Mahallesi başta olmak üzerebirçok alana afişler yapıldı. Kurultay çağıran bildirilermahallelerde ve fabrikalarda kullanıldı. Ev toplantılarıile kurultay hazırlıkları sürdürüldü.

Esenyurt BDSP, 26 Ocak günü Esenyurt veBeylikdüzü’nde emekçi kadınların katılımıyla evtoplantıları düzenledi. Toplantılarda, ‘Maden’ filmiizlendi. Küçükçekmece’deki Şahintepe CumartesiPazarı ile Atatürk Mahallesi’ndeki Pazar Pazarı’nda veZeytinburnu metrobüs çıkışında kurultaya çağrıbildirileri emekçilere ulaştırıldı.

İkitelli-Atatürk Mahallesi civarına Devrimci KadınKurultayı afişleri yapıldı. İkitelli Tatlıses Köprüsü’nde deajitasyonlarla yapılan bildiri dağıtımı sırasında KızılBayrak emekçilere ulaştırıldı.

Pendik merkezde kurultay bildirilerinin dağıtımıyapıldı. Ajitasyon konuşmaları ile emekçiler kurultayaçağırıldı. Kurultay afişleri Konaşlı, Aydınlı, Esenyalı,Sanayi ve Aydos mahallerine, işçi ve emekçilerin geçişgüzergahlarına yapıldı.

Gebze ve Çayırova’da kurultay afiş ve bildirilerimahallelerde ve merkezi noktalarda kullanıldı.

Tatlıkuyu, Fen İş, Mudurnutepe, Develi Durağı’na,Ulaştepe ve Emek mahallelerine yaygın bir şekildeafişler yapıldı. Mevlana Mahallesi, Ulaştepe veMudurnutepe’de yaygın bir şekilde bildiri dağıtımıyapıldı.

Kayseri şehir merkezinde kurultay çağrı afişlerikullanıldı. Battalgazi, Dersim ve Ziya Gökalpsemtlerinde hazırlık toplantıları yapıldı.

Emekçi Kadın Komisyonu 27 Ocak’ta “8 Mart’ıntarihsel arka planı” konulu bir seminer düzenlendi.

Adana’da 26 Ocak günü Sanayi İşçileri Derneği’nde“anne-baba-çocuk iletişimi” konulu bir söyleşigerçekleşti. İkinci seminer konusu olan “kadın sorunu vesosyalizm deneyimleri” 27 Ocak günü tartışıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir-Ankara-Bursa-İstanbul-Gebze-Kayseri-Adana

Devrimci kadınlar kurultaya hazırlanıyor...

“Devrimci Kadın Kurultayı’na yürüyoruz”

“Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesinde Devrimci Kadın Kurultayı”na 2 hafta kala çalışmalarınısürdüren sınıf devrimcileri 27 Ocak Pazar günü yaptıkları eylemle mücadeleyi büyütme ve kurultaya katılımçağrısı yaptı.

Ümraniye’den sınıf devrimcileri kurultay gününe çağıran bir eylem yaptı. “Emperyalist savaşa ve NATO’yakarşı çıkıyoruz, Devrimci Kadın Kurultayı’na yürüyoruz” şiarlı eylemde emperyalist savaş vurgusu ön planaçıktı.

Demokrasi Caddesi Üçler Market’in önünde yürüyüşle başlayan eylem Sarıgazi Meydanı’nda okunanbasın metniyle son buldu.

Eyleme İTO-Teknopark direnişçi işçileri de destek verdi. İzmir’de 27 Ocak günü Konak Eski Sümerbank önünde gerçekleştirilen eylemde “Kadına yönelik şiddete,

cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye karşı mücadeleyi büyütelim, Devrimci Kadın Kurultayı’nda buluşalım” ozalitiaçıldı.

Açıklamanın ardından çevredeki emekçi kadınlara “Emekçi Kadın Bülteni” verilerek panele çağrı yapıldı. Kızıl Bayrak / Ümraniye-İzmir

Ankara’da kurultayçağrısına saldırı

Ankara’da Devrimci Kadın Kurultayı bildirilerinidağıtan ve saldırıya uğrayarak gözaltına alınan sınıfdevrimcileri, 29 Ocak günü gece saatlerindeserbest bırakıldılar.

Bildiri dağıtımı yapmak için Balgat’ta bulunanSementa Tekstil fabrikasının önünde bulunan 2sınıf devrimcisine patron-ÖGB ve ustabaşı olduğutahmin edilen 15-20 kişilik bir grup saldırdı. Henüzdağıtıma başlamadan saldırıya uğrayan sınıfdevrimcilerini bir işçi yakını aracına alarak alandanuzaklaştırabildi. Bu olay üzerine, başka birdevrimci, düşen eşyaları almak için olay yerinegittiğinde aynı grubun sözlü tacizine uğradı. Bununüzerine çıkan kısa süreli arbedenin ardından polisgeldi. Saldırgan grubu alandan uzaklaştıran polislerkadın devrimciye kimlik sordu. Bu keyfi tutumukabul etmeyen sınıf devrimcisi fabrika çıkışıesnasında işçilere yaşananları teşhir etti. Kimlikgöstermeyen devrimci sivil polisler tarafındangözaltına alınmak istendi. Daha sonra iki sınıfdevrimcisi daha olaya müdahale etmek içingeldiğinde toplamda 3 kişi zorla -biber gazlı saldırıile- gözaltına alındı. Devrimciler gözaltı sırasında“Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Katil polis hesapverecek!” sloganlarını attılar.

Bu sırada fabrikadaki bazı işçilerin devrimcileresahip çıktıkları görüldü.

Gözaltına alınan devrimciler Balgat 10 NisanPolis Karakolu’na götürüldü. Sementapatronundan ve saldırgan gruptan şikayetçi olmakisteyen devrimciler, gözaltı işlemi yapılmadığıhalde keyfi bir biçimde saatlerce alıkonuldu. TMŞve Güvenlik Şube ile konuşan polis amirinin “Bizceza verecek birşey bulamadık” sözleri durumunkeyfiliğini ortaya koydu. Saldırı sırasında darpedilen sınıf devrimcisi rapor alarak şikayetçi oldu.Gece 01.30 sıralarında ise 3 kişi de serbestbırakıldı.

Ankara BDSP’den basın toplantısı

BDSP, saldırıyla ilgili olarak 30 Ocak günü İHDAnkara Şube’de bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

“Devrimci sınıf faaliyeti engellenemez!Sementa patronu hesap verecek!” başlığıyladüzenlenen basın toplantısında ilk olarak BDSPadına yapılan açıklama okundu. Basın metnindeSementa patronunun sınıf düşmanı kimliği teşhiredildi ve bu tür saldırıların devrimcilerin iradesi vekararlılığı karşısında sökmeyeceği vurgulandı.Patron-polis işbirliğine de değinilen BDSPaçıklamasında saldırının tesadüf olmadığı ve başkahazımsızlıkların ürünü olduğu belirtildi.

Daha sonra saldırı esnasında darp edilen vegözaltına alınan devrimciler yaşadıklarını anlattılar.

Kızıl Bayrak / Ankara

28 Ocak 2013 / Ankara

Page 26: Kızıl Bayrak 13-05

İkinci yılını tamamlamak üzere olan Suriye’dekiolaylar, ülkenin yarısını harabeye çevirmiş durumda.Yakılıp yıkılan kentler, mülteci durumuna düşürülenmilyonlar, öldürülen on binler, gerileyen ekonomi,yaygınlaşan işsizlik, yoksulluk, açlık, kışkırtılan etnik,dinsel, mezhepsel ayrılıklar, çöküşün eşiğine geleneğitim ve sağlık sistemi…

Suriye halklarının bedelini ödediği ve ödemekteolduğu bu vahim tablonun oluşmasında Baas rejimi,dinci-gerici muhalefet, emperyalist güçler, baştaTürkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsü olmak üzeregerici bölge devletlerinin payı var. Her birinin kendinegöre çıkar ve hesapları olan bu güçlerin hiçbiri, Suriyehalklarının sorun ve talepleriyle ciddi anlamda ilgilideğil.

Suriye’de yaşayan halkların ve emekçilerinsorunlarıyla ilgilenen sol/sosyalist güçler ise, yazık ki,olayların bu noktaya varmasını önleyebilecek güçtenyoksundu. Hem uzun yıllar yoğun baskı altındakalmaları hem hareketin ilk döneminde yenidentutuklanmaları, kitlelerle buluşmalarını zorlaştırmıştır.Bu durum, zaten hazırlıklı olan dinci-gerici güçlerekitle hareketini istismar etme kolaylığı sağladı.

Emperyalistlerle gerici bölge devletlerinin sürecedoğrudan müdahale etmeleri, kökten dinci çetelerinbirçok ülkeden Suriye’ye taşınması ise, kısa süredeişlerin çığırından çıkmasına neden oldu. Baasyönetiminin, ilk günden şiddeti esas alan bir politikaizlemesi, olayların bu noktaya varmasında önemli birrol oynamıştır. Gecikmeli olarak bazı adımlar atmasıise, pek etkili olamadı. Zira bölgenin “üçlü gericicephe”si (Türkiye-Katar-Suudi Arabistan) veemperyalistlerin desteğine yaslanan gerici muhalefetve kökten dinci çeteler, Baas yönetiminin sayılıgünleri kaldığı hezeyanına kapılmış, bu da yıkıcı savaşateşinin birçok kente sıçramasını kaçınılmaz kılmıştır.

Baas rejimini yıkma planları tutmadı

Suriye’deki olayları fırsat bilen emperyalistlerlebölgedeki işbirlikçileri, Suriye’yi “ikinci Libya”haline getirme planını uygulamaya başladılar. Busüreçte AKP iktidarının özel bir rol oynadığınıvurgulamak gerekiyor. Patavatsız açıklamalarıyla öneçıkan Tayyip Erdoğan, öyle bir hezeyana kapıldı ki,olayların ilk aylarında bile Baas yönetimine birkaçhafta ömür biçebilmişti.

Bölgede üçlü gerici cephenin sağladığı milyondolarlar, silahlar, eğitim ve lojistik destek, Türkiyesınırının “açık kapı” haline getirilmesi, arkada iseemperyalist güçlerin yangına körükle gitmesi, pek çokülkeden transfer edilen gözü dönmüş katillerdenoluşan kökten dincilerin Suriye’ye yığılması…

İşte bu tabloya bakan AKP şefi ve onun gibiler,“hedefimize ulaşmak üzereyiz, Şam’da dinci,Amerikancı, neo liberal bir yönetimi işbaşınagetirmenin eşiğindeyiz” vehmine kapıldılar. İki de birBeşar Esad’a ömür biçme fütursuzluğundabulunmaları bundandır.

Bu gerici güçlerle onların güdümünde hareket edenMüslüman Kardeşler, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO),yurtdışındaki muhalifler ve kökten dinci çetelerSuriye’yi bir savaş alanına çevirmeyi başardılar. Güya

Baas diktatörlüğünü yıkmak istiyorlardı, oysa yıkımve katliamlarda ondan geri kalmadılar. İki yıla yakınsüre geçti, bu kadar destek, bu kadar silah, bu kadarpetro-dolarlara rağmen, Suriye’de tek bir kenti biledenetleyecek güce ulaşamadılar. Denetledikleribölgelerde ise, halka ortaçağ zihniyetini dayatan dinci-gericiler, siyasal ve ahlaki açıdan Baas’ın çokgerisinde olduklarını, icraatlarıyla kanıtladılar. Din vemezhep ayrımcılığını kışkırtmaları ise işin çabası…

Görünen o ki, bu aşamada Baas yönetiminiyıkabileceğine inanan pek muhalif kalmadı. Rusya veÇin’in net duruşundan dolayı emperyalist güçlerindoğrudan saldırı düzenleme şansı da olmayınca,gelinen yerde ÖSO ve kökten dinci çetelerle BeşarEsad yönetimini yıkmanın mümkün olmadığını,neredeyse tüm taraflar kabul etmek zorunda kaldı.Nitekim daha önce, defalarca Esad rejimi ilegörüşmeyi kesinlikle reddettiklerini açıklayan SuriyeUlusal Koalisyonu (SUK) Başkanı Muaz el Hatib bile,gözaltındaki muhaliflerin serbest bırakılması vesürgündeki Suriyelilerin pasaportlarının yenilenmesidurumunda Esad rejiminden yetkililerle doğrudantemas kurmaya hazır olduklarını duyurdu.

Gerici cephede sarsıntılar

Savaşın uzamasına rağmen beklenen sonucaulaşılamaması, kökten dincilerin denetim altınaaldıkları bölgelerde şeriat ilan edip pek çok vahşikatliama imza atmaları, Baas yönetimininazımsanmayacak bir kitle desteğine sahip olduğununanlaşılması, muhalif olanların bir kesiminin ise, gericimuhalefetten uzaklaşması, ordunun bütünlüğünüönemli ölçüde koruyabilmesi ve içerideki ilericimuhalefetin savaş sarmalına karşı açık bir tutumalması, Rusya’nın rolü vb.…

Bu etkenlerden dolayı olayların bu mecradaseyretmesi gerici cephede sarsıntılar yarattı. Suudikralı, kökten dincileri tahtı için tehlike olarak görmeyebaşlayınca, Suriye’deki çatışmaların siyasalgörüşmelerle çözülmesi gerektiğini savunmayabaşladı. Mezhep kışkırtıcılığı yapan iki uydu kanalınıkapattı. Muhtemeldir ki, petro-dolar musluğunu dakısmıştır. Böylece ‘üçlü gerici cephe’ önemli birbileşenini yitirmiş oldu.

Emperyalist cephenin başı olan ABD ise,Afganistan bataklığından kurtulamamışken, ekonomikkrizin ağır yükü altında ezilirken ve içteki sosyal

sorunlar giderek ağırlaşırken, Suriye’de bir savaşagirişemeyeceğini, bizzat Barack Obama’nınaçıklamalarıyla ilan etti. İngiliz emperyalizmi dolaylıyollarla savaşı kışkırtsa da, doğrudan müdahaleetmeye hevesli görünmüyor. AB bileşenleri ise, gericimuhalefeti desteklemekle yetiniyor. İşin içine girmesiiçin yoğun baskılara maruz kalan Ürdün KralıAbdullah da, baskılara karşı koyarak kenarda durmayıbaşardı…

Bu tabloda işin yükü Fransız emperyalizmi ileTürkiye-Katar ikilisine kalmış görünüyor. Ancakbunların güdümündeki ÖSO, kökten dinci çeteler veyurtdışındaki Suriye Ulusal Koalisyonu’nun ülkeiçindeki halk desteği sınırlıdır. Bu koalisyonun içbütünlükten yoksun olduğu, başkan konumundakiMuaz el Hatib’in Esad yönetimiyle görüşmeye hazırolduğunu ilan etmesi, koalisyonun ise bunureddetmesiyle su yüzüne çıkmıştır. Birçok sorunlamalul bu güçlere dayanarak Baas rejimini yıkmagirişiminin başarıya ulaşma olasılığı sıfıra yakıngörünüyor.

İlerici muhalefet siyasi diyalogdan yana

Silahlı çeteler bir yana bırakılırsa, Suriyemuhalefeti başlıca üç gruba ayrılıyor.

İlki, ülke içinde bulunan ve daha çok sol/sosyalistveya ulusalcı/yurtsever parti, grup ve kişilerden oluşanmuhalefet. Bu güçler bir bütün oluşturmasalar da,savaşa karşı çıkma konusunda mutabıklar. Bu güçlerhem Baas yönetiminin hem ÖSO ve diğer güçlerinsilahlı çatışmalara son vermesini talep ediyor. Tümtarafların katılımıyla, geçiş süreci için bir “ulusalkurtuluş hükümeti”nin kurulması gerektiğinisavunuyor.

İkincisi, ülke dışında bulunan ve hem savaşı hemdış müdahaleyi reddeden Suriye Ulusal EşgüdümOrganı (SUEO) adı altında birleşen parti, örgüt vegruplar. Cenevre’de konferans düzenleyen bileşenleri,yayınladıkları sonuç bildirgesinde Baas yönetimiylebir masa etrafında görüşmeye hazır olduklarını beyanettiler. Belli şartları olmakla birlikte, SUEO bileşenlerisavaş, yıkım ve katliamların durdurulması için BeşarEsad yönetimini muhatap kabul etmeye hazırolduklarını ilan ettiler.

Üçüncüsü ise Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK). Buoluşum hem silahlı çeteleri destekliyor hememperyalist müdahaleyi açıkça savunuyor. Verilidurumda savaşı sürdürmekten yana tutum alan tarafıoluşturuyor. Bu gerici oluşumun hem iç bütünlüktenyoksun hem halk arasındaki desteğinin zayıf olduğubelirtiliyor. Bu oluşumun kitle desteği olan bileşenininMüslüman Kardeşlerle sınırlı olduğu kabul ediliyor.

Halkın büyük çoğunluğu savaş istemiyor

Muhalefetin savaşı reddeden birinci ve ikincikesiminin temsil ettiği eğilimin güç kazanma ihtimaliyüksek görünüyor. Zira savaş, yıkım, yoksulluk veölümden bıkmış milyonlarca Suriyelinin beklentilerinedenk düşen bir çözüm planı önermiyor. Baas karşıtıveya destekçisi, toplumun önemli bir kesimi, bedeliniödedikleri bu yıkıcı savaştan kurtulmak istiyor.

Dünya26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Suriye’de yıkıcı savaştançıkış arayışları…

Page 27: Kızıl Bayrak 13-05

Dünya Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Savaşa son verecek bir çözüm isteyenlerçoğunluğu oluşturuyor; bu konuda farklı taraflarmutabık. Ancak yansıyanlar, toplumun bu kesimininaktif bir politik tutum içinde olmadığına işaret ediyor.Sol/sosyalist güçlerin toplumun bu çoğunluğunun enazında ileri kesimiyle birleşmeyi başarabilmesidurumunda, savaşı sona erdirecek bir geçiş sürecininbaşlatılması noktasında etkili bir rol oynayabilirler.

Belirtelim ki, içerideki muhalefetin önemli birkesimi de, Baas yönetimini dikta bir yönetim olaraktanımlıyor. Ancak kökten dincilere ve emperyalistmüdahaleye de şiddetle karşı çıkıyor. Savaşdairesinden çıkışı sağlayacak bir geçiş sürecinin,demokratik hak ve özgürlükler alanınıngenişletilmesi, sivil, laik, demokratik bir yönetiminkurulmasını kapsaması gerektiğini dile getirensol/sosyalist muhalefet, savaşın yarattığı yıkımlavahim boyutlara ulaşan sosyal sorunlara çözümüretilmesi gerektiğini de savunuyor.

Baas yönetimi taviz vermeyehazır görünüyor

Ayakta kalma gücünü korusa da hem içeride hemdışarıda sıkışan Baas yönetimi de, çözüm içinmuhalefetin farklı kesimleriyle masaya oturmayahazır olduğunu döne döne beyan ediyor. Bu konudayasal düzenlemeler yapıldığı, pek çok muhalifşahsiyetle ilgili tutuklama kararlarının kaldırılacağı,pasaportlar verileceği ve ülkeye dönenlere yasalkoruma sağlanacağına dair resmi açıklamalar dayapılıyor.

Baas yönetiminin pek çok açıdan bir diktayönetimi olduğu bir gerçek. Bu tür yönetimlerin tavizvermemek için ayak dirediği deneyimlerle de sabittir.Bununla birlikte Baas rejiminin ciddi bir sarsıntıyaşadığı, dahası muhalefetle bir ortak buluşmanoktası bulmadan, silahlı çetelerle baş etmesinin olasıolmadığı, Esad ve çevresi tarafından da anlaşılmışgörünüyor. Ekonomik ambargoya, dış güçlerinmüdahalesine ve silahlı çetelerin kuralsız savaşyöntemlerine rağmen, tek bir kenti bile muhaliflerekaptırmamış olsa da, Baas yönetiminin kolayatlatamayacağı bir sarsıntı geçirdiği ve taviz vermekzorunda olduğunu idrak ettiği görünüyor. Nitekimuzun yıllar zindanlarda tutulan sol/sosyalist liderlerinbir kısmı artık devlet televizyonundaki tartışmaprogramlarına bile katılabiliyor.

Bu kadarını, emekçilerin talepleriyle başlayankitle hareketinin kazanımları saymak gerek. Buhareket, hedefinden saptırılmış, daha vahimibölgedeki gerici güçlerle emperyalistlerin Suriye’yemüdahale etmesine vesile olmuş olsa da, bellikazanımlar yaratmıştır. Nitekim muhalefetin önemlibir kesiminin dış müdahale ve kökten dinci silahlıçetelere cepheden karşı olması, hareketin farklımecralarda ilerlediğinin de delilidir.

En genel hatlarıyla tablo böyle olsa da, yıkıcısavaşın kısa sürede sona erdirilmesi kolaygörünmüyor. Zira hem silahlı çeteler hem bunlarınarkasındaki gerici güç odakları, savaşı sürdürmekteısrar edeceklerdir. Ancak emperyalist müdahale vesilahlı çetelere karşı olan muhalefetin önerdiği geçişsüreci “ulusal kurtuluş hükümeti”nin kurulabilmesidurumunda, yıkıcı savaşta ısrar eden güçlerinzayıflatılması mümkün olabilir.

Verili koşullarda, Suriyeli emekçiler için bundandaha ileri bir çözüm ufukta gözükmemektedir. Henüziktidarı ele geçirecek gücü olmayan, ne bilinç neörgütlülük ne donanım yönünden buna hazır olanemekçilerin, bu savaştan biran önce kurtulmalarıhayırlı olacaktır. Aksi halde etnik, dinsel, mezhepselparçalanmayı kışkırtan ortaçağ zihniyetinin egemenolması anlamına gelir ki, bu, Suriye ve bölge halklarıiçin felaketlerin uzun yıllara yayılmasından başka birsonuç yaratamaz.

Müslüman Kardeşler’e (İhvan) mensup olan MısırCumhurbaşkanı Muhammed Mursi, kanalkentlerinde (Port Said, İsmailiye, Süveyş) bir aylıksüreyle sıkıyönetim ilan ederek, kitle hareketini zoryoluyla bastırmayı denedi. Ancak onlarca kişininkatledilmesi, bir o kadarının tutuklanması ve savrulantehditler, beklenen sonucu yaratamadı. Hem başkentKahire’deki Tahrir Meydanı’nda hem kanalkentlerinde eylemler devam ediyor. Bu da terörsopasının, İhvan yönetiminin beklediği etkiyiyaratmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Kanal kentlerinde sokağa çıkma saatininbaşlamasından sonra sokaklarda futbol maçlarıyapıldı, insanlar caddelerde dolaşmaya çıktı, esnaflarişyerlerini açtı vb. Tüm bunlar sokağa çıkmayasağının bir hükmü olmadığını, kanal kentlerininsakinlerinin yasağı tanımama konusunda kararlıolduklarını kanıtladı. Bu da, kağıt üzerindekiyasalardan çok, mücadelenin pratik alandaki seyrininönemli olduğunu gösteriyor.

İktidara yerleşme çabasını sürdüren İhvan vediğer dinci-gerici güçler, kitlelerin sokak eylemlerinedevam etmesine tahammül etmek istemiyorlar.Doğaları gereği, emekçilerin demokratik hak veözgürlüklerden yararlanmasına tepki duyan dinselgerici koalisyon, ABD’nin sağladığı gaz bombalarınınölçüsüz bir şekilde kullanılmasının yeterli olmadığını,eylem yapma hakkını kullanan muhaliflere kurşunsıkılması gerektiğini savunuyor. Nitekim eylemlerinaltıncı gününde de kolluk kuvvetleri, Tahrirmeydanında iki genci katletti.

Olayların devam etmesi üzerine Mursi ile muhalifgüçlerin görüşme masasına oturması gerektiğini dilegetiren Muhammed El Baradey’in çağrısına, tepkigösteren dinci-gerici güçler, İhvan-Muhalefetgörüşmesine karşı çıktılar. Mısır’daki İslamcılar,Muhammed Mursi’nin muhalefetle, özellikle de

Ulusal Kurtuluş Cephesi’yle görüşmesinin gereksizolduğunu ilan ettiler. Dinci gerici parti ve selefigruplar, görüşmelere değil devlet terörünün daha daazgınlaştırılmasına gerek olduğunu açıkça savunmayabaşladılar.

Bu çağrı, dinsel gericilerin, emekçilerindemokratik haklarını kullanmasına bile tahammüledemediklerinin yeni bir kanıtıdır. Yani her yerdeolduğu gibi, Mısır’da da dinsel gericilik, karşı-devrimcibir rol oynuyor.

Cumhurbaşkanı Mursi de, birçok icraatlarıyla, işçive emekçilerin sokaklara çıkmasına tahammül etmekistemediğini göstermişti. Bir oldu-bitti ile anayasayaeklediği maddelerle kendine ‘firavun’ yetkileritanıyan Mursi, gerici zihniyetini tüm çıplaklığıylaherkesin gözleri önüne sermişti.

Oysa isyan halinin devam ettiği Mısır’da, kitlelerisopa ile zapturapt altına almak kolay değil. Bundandolayı dinsel gerici İhvan yönetimi ve destekçileri,isyanın dolaysız kazanımı olan özgürlükler alanınıortadan kaldıramıyorlar.

“Rejimin kurumları parçalanacak, devletdağılacak, kaos ortamı oluşacak” söylemiylesıkıyönetim ilanı ve kolluk kuvvetlerinin zorbalığınımeşrulaştırmaya çalışan dinsel gerici koalisyon, 25Ocak isyanının kazanımlarını ortadan kaldırma hesabıiçindedir.

Karşı-devrimci bir misyon üstlenen dinsel-gericikoalisyon, kısa sürede niyetlerini belli etmek zorundakalmıştır. Bu pervasızlığa rağmen, İhvan temsilcisiolan Mursi’yi ‘Firavun’ yetkisiyle donatıp, toplumsalhareketi ezme girişimleri Mısırlı emekçilerindirenişine çarpacaktır. Kanal kentlerinin sıkıyönetimsaldırısını püskürtmeleri, direnme kararlılığınıngücünü göstermiştir. Olaylar halk isyanınındinamiklerini ezmenin kolay olmadığını, tersine dahada güçlenme eğiliminde olduğuna işaret ediyor.

Mali’nin emperyalist istilası ve ötesi…1960’ta Fransa’nın sömürgesi olmaktan çıkan Mali, eski kolonist Fransa’nın yeniden işgaline uğradı. Dünyanın

en yoksul ülkelerinden biri. Aynı zamanda Afrika Kıtası’nın altın rezervlerine sahip üçüncü ülkesi. Ayrıca yeniteknoloji ve nükleer santrallerin vazgeçilmezi olan uranyum kaynaklarına sahip Mali’de, Tuaregler’in yaşadığıbölgede yeni petrol yataklarının keşfedildiği söylenmekte. Bunlara, önemli bir alanı çöl olan Mali’nin başta Fransaolmak üzere emperyalist devletlerin nükleer silah deneme alanı olduğu gerçeği eklenirse ‘istikrarsızlaşan’Mali’nin, yeniden stabilize edilmesinin önemi anlaşılır olmaktadır.

Mali’yi, varlığı bile tartışma konusu olan eski bir anlaşmaya dayanarak işgal eden emperyalist Fransa’nınburjuva ‘sosyalist’ Cumhurbaşkanı Francois Hollande, “Fransız askerlerin, İslamcı militanlarla mücadele eden Malihükümetine destek” için gönderildiğini söylerken yalan söylüyordu. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius da,“Fransa’nın doğrudan müdahalesi sadece birkaç hafta alacaktır” derken yalan söylüyordu. Müdahaleninüzerinden geçen süre söylenenlerin yalan olduğunu fazlasıyla kanıtladı. Asıl olan Fransa’nın eski kolonileriüzerindeki tarihsel hak iddiasıdır. 1960’larda Mali ile Senegal’in bir federasyon oluşturmasını askeri birmüdahaleyle engelleyen Fransa, bugün, Mali’yi işgal ederek bölgeyi istikrarsızlaştıran asıl unsur olmuştur.

Dünya gericiliğinin Fransa’nın Mali işgaline desteği, diplomatik desteğin sınırlarının da ötesinde, fiili birdesteğe dönüşmüştür. Bu koalisyonun ‘Bölgeye Kore ve Çin’in ilgisinin giderek artmakta olduğu’ tesbitini yapantarih profesörü Jean Pierre Vallat, Mali’ye yapılan emperyalist müdahalenin, bir bütün olarak batı emperyalizmitarafından desteklenmesinin emperyalist karakterini ve amacını ortaya koyuyordu.

Fransa emperyalizmi Libya’nın işgalinde olduğu gibi bugün de Suriye’ye askeri müdahalenin önde gelensavunucusu olmuştur. Uluslararası ‘sorunların çözüm’ünde militarizmin baş savunucusu olan Fransa’nın Mali’yemüdahalesi, savaş yanlısı politikalarının bir devamı olarak gerçekleşmiştir.

Mali’ye yapılan emperyalist müdahale ve işgalde de aynı oyun sahnelendi. Kendi beslemeleri olan ve Libya’nınişgali döneminde silahlandırarak ortaya saldıkları El-Kaide ve benzeri çeteleri, bu kez Mali’de kendilerine rakipmişgibi sundular. Oysa aynı uşaklarını Suriye’de silahlandırmakta bir mahzur görmüyorlar. Mısır ve Tunus’ta eski vezamanı geçmiş, Binali ve Mübarek uşaklarının yerine medeniyetler savaşının “karşı kutubunda” yer alanların,Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmelerinin yolunu açtılar. Mali ve Afganistan işgalinde bahane olarakkullandıkları “İslamcı militanlarla mücadele” yalanına sarılan emparyalist çeteler ‘islamcı militan’ çetelerini,Suriye’de silahlandırmakta bir mahsur görmüyorlar.

Kanal kentleri sıkıyönetim ve sokağa çıkmayasağını boşa düşürüyor

Page 28: Kızıl Bayrak 13-05

Gençlik28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Bir süredir karne eyleminin hazırlıklarını sürdürenEsenyurt Devrimci Liseliler Birliği, milyonlarcaliselinin karne aldığı 25 Ocak Cuma günü Esenyurt’tayürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Gerici,piyasacı eğitim anlayışını teşhir eden devrimci liseliler,temsili karne yakıp kalem kırarak eğitim sisteminiprotesto ettiler.

Afiş faaliyeti, bildiri dağıtımları, film gösterimlerive periyodik toplantılarla hazırlanılan eylem coşkuluve kitlesel bir şekilde gerçekleştirildi.

Coşkulu yürüyüş

Esenyurt Lisesi önünde “Eğitim sistemi yine sınıftakaldı! Karneler sizin olsun gelecek bizimdir! /Devrimci Liseliler Birliği” pankartının açılması vesloganlarla başlayan eylem, Uğur Dershanesi önüneyürünerek devam etti. Dershane önünde yapılankonuşmalarda dershanedeki öğrencilere seslenilerekliseliler mücadele alanlarına çağrıldı.

Dershane önündeki konuşmaların ardından kitle

Köyiçi Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Meydandaokunan basın açıklamasında ise milyonlarcaöğrencinin karnelerini aldığı günde asıldeğerlendirilmesi gerekenin eğitim sisteminin tablosuolduğu vurgulandı.

Geride kalan dönemde, 4+4+4 olarak formüleedilen kademeli eğitim sisteminin sonuçlarınıngörüldüğü ifade edildi.

Karnelerin çürümüş düzenin aynası olduğubelirtilen açıklamada liselerde, dershanelerdemücadeleyi büyütme ve baştan aşağı çürümüş olaneğitim sistemini bu düzenle birlikte alaşağı etmeçağrısı yapıldı. Açıklamanın sonunda tüm liselilerDevrimci Liseliler Birliği çatısı altında mücadeleyiyükseltmeye çağrıldı.

Liselilere mücadele çağrısı

Basın açıklamasının ardından söz alan Abdiİbrahim direnişçisi Mehmet Ergün, işten atıldıklarınıve bir aya yakın süredir direnişte olduklarını belirterek,işçilerin haklarını gasp eden bu sistemin onlarınçocuklarının da geleceğini çaldığını söyledi.

Ardından söz alan BDSP temsilcisi de, işçi veemekçilere sömürü ve köleliği reva gören bu sisteminonların çocuklarına da geleceksizliği dayattığını ifadeetti.

Uyuşturucu, fuhuş ve yozlaşmaya karşı sesiniçıkarmayan polis ve devletin söz konusu olan devrimciliseliler olduğunda baskı uyguladığını ifade edentemsilci, baskıların sonuç vermeyeceğini dile getirdi.Devrimci mücadele mirasından da örnek veren BDSPtemsilcisi, mücadele çağrısıyla konuşmasını noktaladı.

Konuşmaların ardından devrimci liseliler karneleriyakıp, kalemlerini kırarak eğitim sistemini protestoettiler. Eylem, Çav Bella, Gündoğdu, Büyüparçalarının hep bir ağızdan söylenmesi ve halaylarçekilmesiyle son buldu.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Esenyurt’ta coşkulu karne eylemi

Ankara DLB’den Devrim Okulu

Ankara DLB, liselerin tatile girmesinin ardından Devrim Okuluörgütledi. Devrim Okulu’nun ilk etkinliği 26 Ocak günü Mamakİşçi Kültür Evi’nde yapıldı. İlk günkü programda Yılmaz Güney’in“Zavallılar” isimli filminin gösterimi yapıldı. Ardından YılmazGüney sineması ve toplumsal gerçekçilik üzerine söyleşigerçekleştirildi.

Film gösteriminin ardından Devrim Okulu’nu ve programınıanlatan bir konuşmayla başlayan söyleşi film üzerine konuşmalarile devam etti. Açlık, yoksulluk gibi kavramların günümüzde deyakıcılığını koruduğu, Yılmaz Güney’in filmlerinde yaşamdangerçeklikleri anlattığının altı çizildi. Katılımcıların film üzerineyorumlarını aktardıkları söyleşide, filmin çekiminden bugüne 40yıl geçmesine rağmen halen aynı sorunların yaşandığı, hatta sorunların daha da katlandığı ifade edildi. YılmazGüney filmlerinin yıllardır izlenmesinin nedeninin toplumsal yaşamın gerçeklerini anlatabilmesi olduğu üzerindeduruldu. Örgütlenme ihtiyacı tartışmaları ile birlikte ilk gün programı sonlandırıldı.

Devrim Okulları’nın ikinci etkinliği ise 28 Ocak günü yapıldı. “Felsefe söyleşisi” başlığı altında gerçekleştirilenetkinlikte ‘kişinin özneleşmesi’ üzerine canlı tartışmalar yapıldı. Tartışmalar sırasında liseliler “İnsan nedir?”, “Neiçin ve nasıl mücadele etmelidir?” sorularının cevaplarını tartıştılar.

Kızıl Bayrak / Ankara

DLBçalışmalarından...

Devrimci Liseliler Birliği (DLB), liselerinsömestr tatiline girmesine rağmen çalışmalarınısürdürüyor. Esenyurt’ta karne eylemi üzerinedeğerlendirme toplantısı yapan DLB’liler,Ümraniye’de Liselilerin Sesi’ni liseli gençliğetaşıdılar.

Esenyurt’ta değerlendirme toplantısı

Esenyurt’ta, 25 Ocak’taki karne eylemininardından bir kez daha biraraya gelen DLB’lilerönümüzdeki dönemin mücadele gündemlerinitartıştılar ve planlamalarını gözden geçirdiler.

Toplantıda, eylemin kısa süredeörgütlenmesine rağmen katılım ve coşkuaçısından anlamlı bir etki yarattığı görüşündeortaklaşıldı. Yapılan konuşmalarda, bu tablonunanlamlı olmakla beraber daha da ileriyetaşınması gerektiği vurgulanarak önümüzdekidönemde yapılacaklar üzerinden tartışmalaryürütüldü. Önümüzdeki dönemde liseli gençliğintemel gündeminin YGS-LYS olduğu ve budoğrultuda güçlü bir faaliyet yürütmek gerektiğisöylendi.

Ümraniye’de Liselilerin Sesiyükseliyor!

Ümraniye DLB, Mehmetçik Lisesi ve TOKİLisesi çevresine karne gündemli afiş çalışmasıgerçekleştirdi. DLB, öğrencilere ara karneninverildiği 25 Ocak günü de Sarıgazi DemokrasiCaddesi’nde stant açarak liseli gençliğeLiselilerin Sesi dergisini ulaştırdı. Standın önünde“Eğitim sistemi yine sınıfta kaldı” şiarının yazılıolduğu ve karne şeklinde tasarlanan afişlerasıldı.

Dergi satışı sırasında yapılan sohbetlerleliseliler eğitim hayatının eşitsiz ve adaletsizolduğunu belirttiler.

Çiğli’de liselilerden etkinlik

Okulların ara tatile girdiği ilk gün olan 26Ocak Cumartesi günü liseliler etkinlikte buluştu.

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi’nde yapılanetkinlikte emperyalist kapitalist sistemin önemlikurumlarından biri olan Dünya TicaretÖrgütü’nün ve uyguladığı politikaların neyehizmet ettiğinin teşhirinin yapıldığı “İSYAN” adlıfilm gösterildi.

Gösterimin ardından film değerlendirildi.Sağlığın paralı hale getirilmesi, dünyanınemperyalizmin yağmasına açılması, başka birdünyanın mümkün olduğu konuşulurkenliselilerin kendi okullarında yaşadıkları sorunlartartışılarak neler yapılması gerektiği üzerindeduruldu. Liseliler okullarda yaşadıkları mücadeledeneyimlerini aktardılar. Serbest kıyafet, imamhatip orta okulları, servis sorunu ve kantinboykotu tartışılan sorunlar olarak öne çıktı. Yenidönemde liselilere dönük daha kapsamlı veverimli çalışmalar yapılması planlandı. Budoğrultuda ayda bir film gösterimi yapılmasıkararlaştırıldı. Ayrıca tartışılan başlıklarüzerinden Liselilerin Sesi dergisine yazılaryazılması kararlaştırıldı.

Liselilelerin Sesi / İstanbul- İzmir

25 Ocak 2013 / Esenyurt

Page 29: Kızıl Bayrak 13-05

Güncel Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/05 * 01 Şubat 2013

AKP hükümeti “Terörizmin FinansmanınınÖnlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” ile tüm toplumüzerindeki baskıyı arttırmaya çalışıyor. TBMM AdaletKomisyonu’nda kabul edilen tasarı önümüzdekigünlerde meclisin gündemine gelecek. Bu yasa ilesermaye devleti, düzene karşı tüm muhalif hareketlerive tüm sermaye çevrelerini mali açıdan da denetimaltına alacak, denetim altına almanın ötesinde istediğizaman el koyma hakkını yasalaştıracak.

11 Eylül ve sonrası

Ekim Devrimi’nin ardından 20. yüzyıl boyuncaemperyalist-kapitalist sistem baş düşman olarakgördüğü sosyalist kampı temel mücadele gündemiolarak belirlerken, her türlü aracı bu mücadeleye karşıseferber etmiştir. Faşizmin güçlenmesine, BM, NATOgibi emperyalist kurumların kurulması, açık-gizliörgütlenmelerle dış ve iç savaş aygıtlarının devreyesokulması, Komünizmle Mücadele Dernekleri benzeriörgütlenmelerin kurulması, komünizmpropagandasının yapılmasının suç sayılmasına kadarbirçok örnek verilebilir. Tüm bunlar sisteminsosyalizm ‘belası’ndan kurtulma çabalarıydı.

‘89 çöküşüyle birlikte sistem savaş alanınıgenişletti. Özellikle 11 Eylül’ün ardından terörtanımını değiştiren ve kapsamını genişleten sistem,ihtiyaçları doğrultusunda çıkardığı yasalarla yeni birtakım adımlar atmaya devam ediyor. “Ya bizimtarafımızdasınız ya da terörün!” ikilemini ortaya koyanABD emperyalizmi tüm dünyayı kendi bekası içinsavaşın içine çekmiş durumda. Yugoslavya,Afganistan, Somali, Irak, Suriye ve birçok ülkede vetüm dünyada gücünü arttırmaya çalışan ABD bunauygun uluslararası yasaları da çıkarttırmaya devamediyor.

Yasanın uluslararası boyutu

Birleşmiş Milletler tarafından 10 Ocak 2000’deimzaya açılan “Terörizmin FinansmanınınÖnlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme”ye 11Eylül’ün ardından Türkiye de imza attı. Aradan geçen12 yılın ardından da yasa tasarısı olarak meclise geldi.

Uluslararası boyutta Birleşmiş Milletler GüvenlikKonseyi’nin listesinde yer alan El Kaide ve Talibanüzerinden gerekçelendirilen, tüm dünyadaki malidolaşımın denetim altına alınmasının bir parçası olarakele alınması gereken sözleşme ile imzası olan 34ülkedeki birçok para alış-verişi denetim altınaalınmaya çalışılmaktadır.

Sözleşme ile istedikleri kişi, dernek, şirket vb.hesabına el koyma ve bunu da sadece konseyinkararına dayandırarak yapma hakkına uluslararasıyasal kılıf giydirmiş oluyorlar. Bunun meşruluğunu da34 ülkenin imzasına dayandırıyorlar.

Sözleşmenin Türkiye boyutu

İktidara geldiği ilk günden beri erkinigüçlendirmeye çalışan AKP, devletin bütünmekanizmalarında tam hakimiyet kurmak için adımlar

atmaktadır. Emperyalizmin bölgesel çıkarları ve Türkburjuvazisinin çıkarları doğrultusunda bunları yapanAKP, aradan geçen 12 yılda epeyce mesafe katetmişbulunuyor. Sadece hükümet olmasının ötesinde ordu,emniyet, üniversiteler, yargı, eğitim, medya üzerindetam bir hakimiyet kurmuştur. Yapılan operasyonlarladüzen içi ve düzen dışı tüm muhalif odaklarısindirmeyi hedeflemiş, bunda da belli bir başarı eldeetmiştir.

“Terörle Mücadele Yasası” ile “terör” kavramınıyeniden ele alan sermaye devleti, kapsamınıgenişletirken her türlü muhalif hareketi “terör”kapsamına almanın yasal dayanağını oluşturmuştur. Buadımını bugünlerde gündeme getirilen yasa ilefinansman alanında gerçekleştirecektir. Düzen içiçatışmada hizaya sokamadığı kesimleri mali olarakköşeye sıkıştırmayı tercih eden AKP, bunu artık birtakım vergi kaçakçılığı veya yargı hikayelerine konuetmeden yapmanın yasal kılıfını hazırlıyor.

Bu yasa ile de finansman anlamında denetiminarttırılacağı, aynı zamanda da özellikle sermayegrupları üzerinde tahakküm uygulanacağı ortada. Buaçıdan BDP’nin yasayı Kürt işadamlarına dönük birsaldırı olarak değerlendirmesi de yerindedir. Ancakyasayı sadece bu açıdan ele almak yetersiz olacaktırzira amaç sadece burjuvazinin içindeki bir hesaplaşmadeğildir.

Sendika, oda, dernek gibi birçok kurumunhesaplarına istedikleri zaman sorgusuz, sualsiz, yargıkararı olmadan el koyabilmenin yolu açılmaktadır.Bunun kendisi mali denetimden öte psikolojik birbaskı ve denetim anlamına geliyor. İktidar erkininistenildiği gibi kullanılması demektir. Sınıfmücadelesine katkı sağlayan-sağlamayan tümkesimlerin, kurum ve kişilerin denetim altına alınmasıanlamına gelmektedir.

Madde madde yasanın getirdikleri

Uluslararası boyutun Türkiye ayağında AKPpervasızlığı kendisini bir kez daha göstermektedir.Hazırlanan yasa tasarısında yer alan maddeler bunutüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Madde 3: TMK Kapsamında terör suçu kabuledilen fiillere ilişkin fon sağlanması veya toplanmasıyasaklanmıştır.

Tüm konser ve dayanışma etkinliklerini veeylemlerini, basın açıklamalarını TMK kapsamına alansermaye devleti bu madde ile finans yönüne yönelikmüdahaleyi de yasalaştırıyor.

Madde 4: Daha önceden örgüte fon sağlayan,tespit edilmesi halinde örgüt üyesi olarakcezalandırılacak.

Terör tanımını ve üyelik tanımını genişletensermaye devleti üye olmakla beraber üye gibi çalışmakmaddesini TMK’ya sokmuş ve hiçbir delile sahipolmasa da üyelik cezasını verebilmenin önünü açmıştı.Bu madde ile bunu mali yöne de taşımaktadır. Ayrıcageçmişe yönelik bir araştırma içine de girileceği, “dahaönceden örgüte fon sağlayan” ifadesi ile ortaya çıkıyor.Dayanışma amaçlı bir konser bileti, kart almak, kalemalmak da bu kapsama sokulursa şaşırmamak gerekiyor.Zira tüm işçi eylemleri ve dayanışma etkinlikleri terör

kapsamına sokulmaya çalışılmaktadır, yasada bukonuda bir boşluk bulunmamaktadır.

Madde 5: Malvarlığının dondurulması kararı,yargı kararı olmaksızın yapılabilecektir.

“Yargı kararı olmaksızın” bu kararın alınabilmesiTeksas kanunlarının geçerli olduğu anlamınagelmektedir. Kaldı ki düzen yargısı da sistemin dışındakararlar vermemektedir.

Madde 6: Yabancı devlet hükümetleri tarafındanyapılacak malvarlığının dondurulmasına ilişkintalepler hakkında karar verme yetkisi DeğerlendirmeKomisyonu’na aittir.

Madde 7: Değerlendirme Komisyonu’na suçunişlendiğine dair makul sebeplere dayanarak yabancıülkelerdeki malvarlığının dondurulması için taleptebulunma yetkisi verilir.

Bu iki madde ile yetki alanını ülke sınırlarınındışına taşıyan devlet, imzaladığı uluslararasısözleşmeden aldığı güçle bunu yapmaktadır.

Madde 9: Değerlendirme Komisyonu; yargısalgüvenceye bağlanması gereken bir hususta, doğrudanidare tarafından oluşturulan bir kurul niteliğindedir.

Oluşturulan Değerlendirme Komisyonu ile idareninyani hükümetin ve bakanlıklara bağlı çalışankurumların yetki alanının genişletilmesi ve iktidarerkinin tek elde toplanmasına hizmet etmektedir.Birçok konuda sorgusuz, sualsiz, yargısız karar almahakkı bu yasa ile karara bağlanmaktadır.

Tüm bunlar, burjuvazinin AKP hükümeti eliyle işçi,emekçiler ve tüm muhalif kesimler üzerindekibaskısını, denetimini arttırmaya çalıştığını açıkçagöstermektedir.

Özellikle TMY ile ilişkilendirilmesi, yargı kararıolmaksızın karar alma yetkisinin verilmesi,Değerlendirme Komisyonu’nu burjuva hukukun veyargının dahi üzerine koymaktadır. Yasa bu haliyleneredeyse toplumun her alanına müdahale edebilecekbir dikta rejiminin yasal formlarından biridir.

Ancak bizler bilmekteyiz ki, tüm yasalar mevcutişleyişin birer yansımalarıdır. Zaten burjuva hukukunauygun olarak veya olmadan yapılanların yasalarlagüvence altına alınması ve kılıf giydirilmesi olan buyasanın da bizler için bir meşruluğu ve hükmü yoktur.

“Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” mecliste...

Baskı ve denetime yasal kılıf geliyor!

Page 30: Kızıl Bayrak 13-05

Toplum-yaşam30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/05 * 1 Şubat 2013

Proletaryanın kimliği bil ki çeliğin dövülmesi gibimeşakkatli bir sürecin sonucunda şekillenmiştir. Öyleüç-beş yıllık değil, yüzyılları bulan ezilmişliğin yanındayüzyılları bulan özgürlük ve eşitlik düşlerinin sonucudur.Adını kazanmak için kan ve can bedeli mücadeleedenlerdir bugün sınıfın ruhunu var edenler... Fakat sınıfkimliği yekpare mermer de değildir. Kazanacağı sonsavaşa kadar yengiden çok yenilgi almak zorundaolanlar, bedeninde geçmişin yaralarını taşır. Ruhundarüzgarla savrulan şanlı kavga bayrakları vardır amabirkaç maddi çıkar uğruna çok ihanet görmüştür. Bugünruhunu yaralayan, ayağa kalkmasını zorlaştıran buyaralardır.

O ruh ki estirdiğinde yeli, dünden bugüne ne varsayılgın, yorgun olanı alıp götürür. Lakin estirdiğinde...

Bu topraklarda burjuvazi geç öğrendi işçinin kanınıemerken “gönüllülük” esasını, “istediğin yerdeçalışabilirsin” demeyi. Bunun için tarihi, ezilenemekçileri zorla fabrikalara taşıyarak başladı.Köylerinden koparılıp alınan binlerce gencin hayalleriniişgal ederek fabrikaları doldurdular. Zonguldak’tazorunlu işçilik oldu yapılanın adı. Tercih şansıbulunmayanların tercihini yapan burjuvazi, 12 saatlikvardiyaları dayatıp, yemek ve barınmayı işçininkarşılamasını buyuruyordu. Günü geldi madendeçalışmak zorunluluğu tercihe döndü. Sonu ölüm olankara mezarlara her gün gönüllü indi işçiler. Zirayerüstünde çalışmaktan daha fazla ücreti vardı.

Zorunlu işçilik = kölelik, kölelik = taşeron!

Madenlerde hayat alan sistemin işçiyi köle olarakgörmediğini söyleyebilir misin? İşçi hayatını riskeederek sermayesini katlama peşinde olanların “kayıpzaman” oluşmaması için, metan gazı ölçümünü olmasıgereken sınırın kaç katı aralıklarla yaptığını bilir misin?Madenlerde ücret şartlarını kazılan metre başına yapmakzaten ölümü dayatmaktır. Ölmeyen işçiyse sefaletemahkumdur. Çünkü adının önündeki sıfat taşerondur.Bunun için madenlerde zorunlu işçilik dönemleriunutulmuyor, bunun için yaşananı kimse inkar edemiyor.

Yasaları kendisi için paspas etmeyi adet edinenler,şimdi taşeronluğun kılıfını daha geniş dikiyor. Dünekadar “hizmet alanlarında çalıştırılabilir” denen taşeronişçiler artık üretimin omurgası haline geliyor.

Eski düzen, yeni kölelik!

Bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının fona devri,Ulusal İstihdam Stratejisi, Taşeron Yasası, Toplu İşİlişkileri Yasası vb. nice hazırlık bir yanıyla var olanhakları tırpanlamayı, burjuvazi için ekonomik birkaynak yaratmayı hedeflese de diğer yanında psikolojikbir savaş yatıyor. İşçi sınıfının 12 Eylül darbesiylekaybettiği mevzileri dolduran burjuvaziye aynı çatışmagünlerinin yeniden doğmaması için kalkan oluyor.Bunun için tek başına kâr odaklı değil sınıf bilinçli birharekat yürütülüyor. Patronlar “mahsulünü” sıkıdenetliyor. Burjuvazi de bilir ki bereketli topraklardayız.

Lakin... toprak bereketliyken zararlı otlar da çabukbiter, topraktan o da yeni filizlenen çiçek kadar beslenir.

Bunun için çiçeğimizi kurutmak isteyenlere inat toprağıiki kez eşelemek, kontrol etmek gerek. Zira gecelerinsessizliğinde zararlılar yürüyor filizi kurutmak için.

Sınıfın bilincine yönelen her adımla biraz daha köksalıp biraz daha nüfuz ediyorlar. Yasalara “işveren” diyeisim değiştirip girenler, bugün sendikaların lügatına da“üretmek”, “daha çok kazandırmak” tanımlarını katıyor.

TÜLOMAŞ kapitalizmiözümsemiş yapı...

“Eğer Eskişehir’de sanayinin gelişmesi bir efsaneyekonu olmuş olsaydı, herhalde başlangıçta, ‘Eskişehirdenen ilde gözün alabildiği kadar ufka uzanan sulak veverimli topraklar vardı’ diye başlar ve şöyle devamederdi: ‘...Günün birinde bu zengin toprakları iki demirçubuk ikiye böldü ve kızgın buhar soluyan bir demiraraba bu çubuklar üzerinden geçip gitti. O zamaninsanlar bir de baktılar ki, bu demir arabanın sayesindeıraklar eskisi kadar ırak değil; yer değişmiş, gökdeğişmiş, insanlar değişmiş, yeni yeni işler yapmayabaşlamışlar...”

Bir hikaye anlatıyor bize Lokomotif AŞ fakat ikidemir çubuğu döşeyenin, kızgın buhar soluyan demirarabayı yürütenin öznesi olmadan...

Hikayeler güzeldir lakin anlatıcı Türkiye Lokomotifve Motor AŞ olunca sonu kirli bitiyor.

“1 Şubat’ta gerçekleşecek olan ihaleye dairşartname ve ihale ilan da sitede yer alıyor. İhaleilanında işyeri hekiminin belirlenmesine dair ise‘Ekonomik açıdan en avantajlı teklif sadece fiyat esasınagöre belirlenecektir’ ibaresi yer alıyor. Bunun dışındagerekli şartlar ve belgeler uzun uzun sıralanıyor. Buihaleyle doktor alımı uygulaması bugün için belki deilk.”*

Aktarılan haber sınıfı uyarıyor. Ufukta gelen bulutlarbereketi bırakmayacak bu topraklara. Zincirleri sıkıp,köleliği resmileştirmenin, bilinci esir almanın peşinde.Zorunlu işçilikle başlayan kölelik şimdi en az ücrete, en

çok çalışacak işçiyi arıyor. Köle olmakta, ücretinibelirlemekte özgürsün!

“Onlara ödeme yapmak istiyorsan sen bilirsin…Burası özgür bir dünya!”**

İşçilere alın terinin karşılığını vermek üzerine ikitaşeron patronunun replikleri bu gerçeklikte ne kadarfilme aittir. Yaşanan da bu değil mi? İşçiler hak etmekiçin emeğini sömürüye açarken kazandığı hak dahi birlütuf olarak sunulur. Biat etmek ve sistemi kabul etmekhak ettiğini almak için koşul olur. Saldırı bir kez dahaekonomik değil psikolojiktir. Hedef sınıf kimliğidir. “İşiveren” patron değil abi sıfatıyla anıldıkça sınıf kontroledilebilir. Özgürlük sadece dilde kaldıkça izin verilebilir.

Son dememek için...

İşçiler devlet teröründen öğreniyor, bir kez dahakimin sınıfından olduğunu, sınıfını tanıyor ve dedüşmanlarını... Çünkü en ufak hak talebine dahisaldırmak nasıl ki sınıf refleksiyse, yarattığı bilinç de okadar sınıfsaldır. Patronların köpeği olan polis terörü,sınıf kimliğini parçalayan bu zehri de temizliyor. Sondememek için bilinci diri tutmaya, tarihe bakmaya,anıları geleceğe taşımaya ihtiyaç var. Etkiyle, acıtecrübeyle kazanılan bilinç, savaşı zorluyor. Büyütülecekumut, kazanılacak zafer için bizim haykırmaya, bizimyumruğumuzu vurmaya ihtiyacımız var. Yoksa hergeçen gün saf kölelik, özgürlük adıyla önümüzesunulmaya devam edecek. Uyuyan dev ayağa kalksa dazincirlerine dolanıp kalacak. Gelecek güzel, özgürgünler için ilk adım; zincirleri parçalayalım!

* Bkz. kizilbayrak.net “İhaleyle pompa, motor vedoktor!” haberi (20.01.13)

** Bugün yaratılmak istenen Kiralık İşçi Bürolarıuygulamasının Avrupa’daki örneği “İşte Özgür Dünya”filminde anlatılıyor. Filmde Ken Loach göçmen işçilerin“flexible/esnek işçi” olarak çalıştırılmasını ve aracıpatronların işçilerin haklarını sömürmesini anlatıyor.

Zorunlu işçilikten ihaleli köleliğe...

Zincirlere dolanmış dev üzerine...T. Kor

Page 31: Kızıl Bayrak 13-05

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

Cumartesi Anneleri, 409. hafta eylemini baştageçtiğimiz hafta tutuklanan avukatlar olmak üzere, tümkatledilen, kaybedilen ve onlarca yıl hapis yatanavukatlara ithaf ettiler.

Galatasaray Lisesi önünde yapılan eylemde kayıpyakınlarından Hasan Ocak’ın abisi Ali Ocak ve NihatAydoğan’ın eşi Halime Aydoğan konuştu. Ali Ocak,emperyalizme hizmet için patriotlar ve askerlerinülkeye getirildiği bir süreçte İçişleri Bakanlığı’naMuammer Güler’in atanmasının tehlikeli bir hazırlığaişaret ettiğini ifade etti.

Ardından Av. Şevket Epözdemir’in özgeçmişiokunup basın açıklamasına geçildi.

Basın açıklamasını kayıp yakınlarınınavukatlarından Av. Gülizar Tuncer okudu.

Tuncer, kayıp yakınları avukatlarından Av. ŞevketEpözdemir ve Av. Metin Can’ın kaybedilmesi vekatillerinin korunması sürecini aktararak, avukatlara yönelik baskıların bugün de devam ettiğini belirtti.

Avukatlara kumpas kurulduğunu ifade eden Tuncer şunları söyledi: “Biliyoruz ki avukatlarımızın en büyüksuçu gözaltında kaybedilenlerin, infaz edilenlerin, işkence görenlerin insan hakları ihlallerine maruzbırakılanların adalet arayışının mücadelesini vermeleridir.”

Açıklamanın ardından eylem sonlandırıldı. Kızıl Bayrak / İstanbul

Mücadele Postası

Akit ve Star gazetelerinde hedef gösterilengazeteciler, sözkonusu haberlere tepki gösterereksuç duyurusunda bulundular.

ETHA editörü ve ANF muhabiri Arzu Demir,Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü NadiyeGürbüz ve Atılım Gazetesi Genel YayınKoordinatörü Sedat Şenoğlu 29 Ocak günüİstanbul Adliyesi önünde gerçekleştirdikleri basınaçıklamasıyla haklarında çıkan haberlericevapladılar.

Basın açıklaması yapan Arzu Demir, “Bugünyine bir suç duyurusu için buradayız” diyerekbenzer haberlerin tekrarlandığına dikkat çekti.“Hükümetin yarı resmi gazetesi gibi yayın yapanStar ve Akit Gazetesi, bizleri MLKP’li ilanederek hedef tahtasına oturttu” diyen Demir,çıkan haberde Gazetecileri Koruma Komitesi veSınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün dehedef alındığını ifade etti.

Demir, yapılmak istenenin tutuklu gazetecilergerçeğinin üzerini kapatma çabası olduğunubelirtirken, buna izin vermeyeceklerini, tutuklumeslektaşlarının sesini duyurmaya devamedeceklerini, içerde ve dışarda yine yazacaklarınısöyledi.

Demir, açıklamayı Star ve Akit gazeteleri ilehaberde imzaları bulunan Zafer Kütük ve YenerDönmez hakkında suç duyurusundabulunacaklarını ifade ederek bitirdi.

Necati Abay’ın eşi ve avukatı A. GülizarTuncer’in de katıldığı açıklamaya Kızıl Bayrakda destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Komploya karşısuç duyurusu

Bize açlık ve yoksulluk dayatılıyordu. Yarına geleceksizbir yaşam dayatıyorlardı. Ucuz çalışma, uzun çalışma yanısıra insanların sosyal hayatlarını bitirerek ilkel çağkoşullarında ücretli birer köle olduğumuzu ve bu koşullarınhiç değişmeyecekmiş gibi olduğunu ortaya koyuyorlardı.

Yani kardeşler, bizlere sınıf savaşı dayatılıyordu. Bizlerişçiydik. Bizler Yurtiçi Kargo işçileriydik. A’dan Z’ye hayatadair aklınıza gelecek ne varsa taşıyanlar ve yaşamı güzelkılanlardık. Biz taşıdıkça Yurtiçi patronu daha da zenginleşti.Çiftlik, şarap mahzeni, Silivri’deki meşhur evi, 26 yaşındakigenç sekreteriyle evlenmesi mi?

Sayın Arıkanlı sayısız şirketinle hayat artık sana güzelolmayacak! Dayatmalarına boyun eğmeyeceğiz! Ucuzişgücü, uzun çalışma, sürgünlerin ve angarya dayatmaların,bu bize savaş çağrısıdır. Savaş çağrın kabulümüzdür.

Bizler Yurtiçi Kargo işçileri olarak örgütlü mücadele ilesendikal haklarımızı alana kadar kıyametin olmaya devam

edeceğiz.Karşında bilesin ki üç-beş işçi olmayacak. Bu bir sınıf savaşıdır. İşçi sınıfının savaşıdır. Savaşımız kazanana

kadar devam edecek… Yurtiçi kargo işçileri

Kıyametiniz olacağız!

Cumartesi Anneleriavukatlarının yanında

Page 32: Kızıl Bayrak 13-05