32

Kızıl Bayrak 13-02

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-02/11 Ocak

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 13-02
Page 2: Kızıl Bayrak 13-02

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Geçtiğimiz hafta hızla toplumun gündemine giren“İmralı görüşmeleri”, Kürt sorununu siyasalgündemlerin ilk sıralarına yerleştirdi. Düzengüçlerinden Kürt hareketine ve toplumun ilerici-solkesimlerine kadar bugün herkes, hararetli bir şekilde“Ada görüşmelerini” ve Kürt sorununun “çözümünü”tartışıyor.

Bu tablo, aynı zamanda Kürt sorunu gibi temel birsiyasal sorun karşısında kimin nerede konumlandığınıda bir kez daha gözler önüne sermiş bulunuyor. Birtarafta Ada görüşmeleri üzerinden Kürt hareketinitasfiye etmeyi amaçlayan, bu doğrultuda bütün“enstrümanları” kullanmaktan sakınmayan düzengüçleri, öte tarafta bu “entegre” oyundan medet uman,çözüm bekleyenler. Bu durum karşısında, Kürt halkınıngerçek kurtuluşu ve özgürlüğünü tutarlı bir şekildesavunan, bunu bilimsel dünya görüşü doğrultusundamücadele konusu eden sınıf devrimcilerine büyüksorumluluklar düşüyor. Bu sorumlulukların başında iseİmralı görüşmeleriyle birlikte siyasal gündemin ilksıralarına yerleşen Kürt sorunu karşısında, tutarlıdevrimci yaklaşımı güçlü bir şekilde işçi sınıfı veemekçilerle buluşturmak yer alıyor.

***Kapitalizmin yarattığı azgın sömürü koşulları ve

burjuvazinin kar hırsı, işçi sınıfına bir taraftan tamköleliği dayatırken öte taraftan canına kast etmeyedevam ediyor. Bunun son örneğini bir kez daha madenocaklarında gördük. 7 Ocak'ta Kozlu'da TTK tarafındanişletilen maden ocağında yaşanan iş cinayeti 8 işçinincanına mal oldu.

Öte yandan, bu koşullar karşısında işçi sınıfındaöfke ve mücadele isteği her geçen gün daha damayalanıyor. Bunu artan işçi direnişleri üzerinden tümçıplaklığıyla görmekteyiz. Geçtiğimiz yıl başlayan vesüren işçi direnişlerine, yılın ilk günlerinde yenilerieklenmiş bulunuyor. Şişecam işçilerinin yanı sıra Kartalbelediyesi, Abdi İbrahim İlaç Fabrikası, YatağanTermik Santrali ve Teknopark işçileri, yeni yılın ilkgünlerinde ortaya koydukları direnişlerle azgın sömürükoşullarına karşı tutulması gereken yolu gösteriyor.

***Devrimci Kadın Kurultayı’na sayılı günler kala,

gazetemizin bu sayısında da kurultay gündemleri ilebağlantılı olarak kadın sorununa genişçe bir yer ayırmışbulunuyoruz. Zira farklı yönleri üzerinden kurultaygündemlerini devrimci okura sunmayı önemsiyoruz.

Bununla birlikte, arkası 8 Mart ve bahar dönemiolan Devrimci Kadın Kurultayı’nın, siyasal sınıffaaliyetinin bütünlüğü ve sürekliliği içerisinde elealınması gerektiğinin altını bir kez daha çiziyor, süreciomuzlayan herkese başarılar diliyoruz.

***Haber ve makalelerimizi güncel olarak da takip

edebilmeniz için twitter hesabımız: @kizilbayraknet

Kürt sorununda AKP’nin tasfiyeci oyunu...3

Sermaye devleti “açılım oyunlarını”

sürdürüyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Devlet tasfiye,

Kürt hareketi çözüm istiyor! . . . . . . . . . . . 5

Kürt halkına yönelik

ırkçı linç girişimleri sürüyor!. . . . . . . . . . . 6

Suriye halkının ekmeğini ve

buğdayını çalan bir yağmacı! . . . . . . . . . . 7

Düzen siyasetinin sahte kutuplaşma

çabaları devam ediyor! . . . . . . . . . . . . . . . 8

AKP taşeron düzenini süreklileştiriyor.. . . 9

İşçi sağlığı ve iş güvenliği

mücadelesini büyütelim! . . . . . . . . . . . . . 10

İlaç tekeli Abdi İbrahim’in

azgın işçi sömürüsü! . . . . . . . . . . . . . . . . 11

CHP’den sendika düşmanlığı! . . . . . . . . 12

Bursa’da metal işçilerine

mücadele çağrısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

Demir-çelik işçileri

haklarının peşinde! . . . . . . . . . . . . . . . . . 14

Arçelik işçileri işçi kıyımını ve sendikal

ihaneti protesto etti… . . . . . . . . . . . . . . . 15

AKP iktidarının yayılmacı/saldırgan

planlarını bozalım!. . . . . . . . . . . . . . 16-17

Teknopark İstanbul İnşaatı İşçileri ile direniş

üzerine konuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . 18-19

Teknopark işçilerine polis terörü... . . . . . 20

Altın Şafak güneşi karartırken... . . . . . . . 21

Avrupa’da kapitalist kriz ırkçılığı,

burjuvazi faşist hareketleri büyütüyor... . 22

Devrimci Kadın Kurultayı’nın güncel

çağrısı... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Devrimin kartalı: Rosa Luxemburg . . . . 25

Yeraltı Rusyası’nda 20 yıl:

Sıradan bir Bolşevik’in anıları. . . . . . 26-27

TMMOB’yi savunmak

zorunluluktur!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28-29

Hepimiz devletin yasal mermilerinin

hedefiyiz... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 13-02

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

İmralı görüşmeleri, beklendiği gibi yeni yılın ilkgünlerine damgasını vurdu. Türkiye’nin siyasalgündeminde diğer tüm sorunları ve gelişmeleri gölgedebırakacak düzeyde öne çıktı. AKP’nin bu son hamlesidaha uzun süre gündemdeki yerini koruyacağa dabenziyor. Hem dört koldan yürütülen kampanyanınkapsamı ve yürütülüş tarzı bunu gösteriyor, hem dehedefler çok iddialı.

AKP’nin “çözüm”ü ya da tasfiye planı

Kürt hareketi başta olmak üzere siyasal çevrelerdeyarattığı karşılık bir yana, AKP kendi hedeflerini dönedöne açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor.“Samimiyetle” iddia ettiği gibi dinci-gerici akım“çözüm” istiyor. Fakat bu hiç de muhataplarının ısrarlaummaktan vazgeçmeyeceklerini gösterdikleri türden birçözüm değil. AKP adına kim ağzını açsa çözüm derkenneyi kastettiklerini net bir şekilde ortaya koymaktançekinmiyor. En baştan belirttikleri üzere “bütünenstrümanların birbiriyle entegre kullanıldığı buçalışmanın” amacı, Tayyip Erdoğan’ın Afrika’dan birkez daha ilan ettiği üzere; “bölücü terör örgütükadrolarının silahı bırakarak Türkiye’yi terk etmesidir.”

Dinci-gerici akımın programında, anlayışında, sözve davranışında bugüne dek çözümden anladığı başkane var bilmiyoruz. Bir önceki manevrasını, 2009’danbaşlatarak 2011 seçimlerine kadar sürdürüp hemenardından bıçak gibi kestiğini, şimdi Silvan olayınabağlayarak samimiyet testinden yırtmaya çalışıyor.Fakat 2011 yazına bakıldığında, Kürt hareketine yöneliksaldırgan dilin seçimlere günler kala, -demek oluyor kio ana dek oyalamayı başardığı Kürt hareketininAKP’nin seçim hesaplarını bozamayacağı bir aşamayavarıldığı andan itibaren- start aldığı görülmeyecekmidir? Silvan olayı, Oslo sürecinin koca bir oyunolması gerçeğinin üstünü, ancak unutkanlıkla malulhafızalar nazarında kapatabilir.

İhtiyatlı açıklamalardan“umutlu” olmaya doğru...

Diyelim ki dinci-gerici cephenin bütün buçığırtkanlıkları duymazlıktan gelinebilir. Ya da AKP’ninmilliyetçi tabanını ve kamuoyunu yatıştırma taktiği vs.biçiminde safça yorumlara konu edilebilir. Emperyalhayaller peşindeki bir zorbanın sözleri, tüm netliğinerağmen zorlama yorumlara tabii tutulsa bile, 10 yıllıkpratiği ortada. Kaldı ki sermaye iktidarı, sözde “çözüm”sürecine girildiğini, bunun adımlarının çoktandıratıldığını ilan ederken bile gerilla kıyımlarınısürdürüyor. Cemaat mahkemeleri KCK tutsaklarına ağırcezalar yağdırmaya devam ediyor. AKP iktidarı kenditabiriyle “siyasetle müzakere, terörle mücadele”çizgisini harfiyen hayata geçiriyor. Sahi “siyaset” kim,“terör” ne? Bu denli kaba bir ayrıştırmaya karşın TayyipErdoğan’ın manevralarını olduğu gibi değil de olmasıumulan gibi algılamaya meyletmek sebepsiz değilelbette. Manevranın yeni-Osmanlıcı bir oyun olduğu budenli ortadayken, bunun hiç değilse güçlü bir olasılıkolduğunu es geçemeyenlerin, ihtiyatlı olmayı giderek

ikinci plana çekip “umut”a ağırlık vermelerineşaşmamak gerek.

Şayet siz ne pahasına olursa olsun masaya oturmayaodaklanmışsanız, “Türkiye’nin mevcut sınırlarıiçerisinde Demokratik Cumhuriyet ve DemokratikÖzerk Kürdistan stratejisi”ni devletle müzakerelereendekslemişseniz, bu yönlü iğreti adımlar dahi isteristemez sizde büyük beklentiler yaratacaktır. Geçelimdünyadaki mücadeleleri, geçelim son 30 yılınTürkiyesi’ni, son 15 yılda bizzat yaşadığınız pahabiçilmez değerdeki deneyimlere-derslere rağmen,düşmanın aldatma ve oyalamalarına açık hale gelirsiniz.

Son iki haftanın gelişmelerine bakıldığında Kürthareketi, taleplerini ve kaygılarını dile getirmeye devametse de giderek artan şekilde, AKP’nin çizdiği manevrasahasına girmektedir. Bunu, halihazırda AKP’nin bu son“çözüm” gösterisinden umduğu sonuçları alabileceğininilk işareti saymak abartı olmayacaktır. Konunungündeme gelmesinden bu yana yaşananlar, Kürthareketi cephesinden yapılan açıklamalar, şimdilik silahbıraktırmak gibi hedeflere dair kesin belirlemelerdebulunulamasa bile, AKP’nin birbuçuk yıllık bir oyalamaiçin gerekli “enstrümanlar”a sahip olduğu anlamına dagelmektedir.

Tasfiyeci çözüme soldan umut bağlayanlar

Önümüzdeki birbuçuk yılın 2011 seçimleri öncesidönem gibi geçmesinden kendi hesabına yarar umankuyrukçu solun tutumu da bunu doğrular niteliktedir.HDK bileşenleri daha şimdiden, elbette AKP’ye yönelikbelli uyarılar eşliğinde güven arttırıcı adımlar atılmasıgerektiği ilanıyla yola koyuldular bile. Tüm siyasieylem ve pratiklerini karşıtı olmaya addettikleri,samimiyetine zerrece inanmadıklarından kuşkuduyulmayacak AKP’nin oyununun iç yüzünü teşhiredeceklerine, barış gibi ulvi bir hedefle perdeleyerekoyuna dahil olma niyetini deklare ettiler. Muhtemeldirki AKP’nin hem bizzat kamuoyu önündeki yetkiliağızları, hem de yandaş kalemleri tarafından boy boypropagandası yapılan tasfiye planı ile halklarınyakınlaştırılması, barışı ve kardeşliği arasında en küçükbir alaka bile olmadığını bilmezden gelmek daha kolaybir yol olarak görülüyor. Ne de olsa serde “yereliktidarlaşma”, ardından parlamentoda daha fazla koltukkapma hayali var.

Üstelik bu kadarı daha ortada “İmralı’yla devletadına MİT heyeti görüşüyor”un dışında bir şey yokkenyapılıyor. Kamuoyuyla “umut” dışında paylaşılan birşey de yok, şayet AKP sözcüleri ve medyadakikalemşorlerini veri almayacaksak. Zira onlar kendiçözümlerini (daha doğrusu “terörü bitirme” hedefini)propaganda etmek dışında bir şey yapmıyorlar. Dahasıbu çerçevede Anayasa’da yapacakları göstermelikdeğişiklikleri, “4. Yargı Paketi”nden silahlarıntoplanacağı ya da Kürt silahlı güçlerinin sınır dışınaçekileceği tarihe, Öcalan’ın koşullarında yapılmayacakdüzeltmelerden PKK’nin kaç yöneticisinin hangiülkenin başkentine gönderileceğine dek bir dizi adımıoldukça açık, bir o kadar da aşağılayıcı bir dilleanlatıyorlar.

Düzenin Kürt sorununu yatıştırma ihtiyacıve oyalama başarısı...

Sorun niyetlerle ilgili olsaydı, belki Türkiye’nin yeniOsmanlıcı zorbalarına iyi niyet telkinlerinin bir anlamıolabilirdi. Neticede Türk sermaye devletinin deemperyalizmin yeni dönem bölgesel politikalarıçerçevesinde Kürt sorununu yatıştırma ve denetimaltına almaya ihtiyacı var. Bundan önce iflas eden Kürtaçılımı bu ihtiyacın ürünüydü. “Bölge düzeyindeKürtleri emperyalizmin ve gericiliğin saflarındamevzilendirmek de bununla olanaklıydı. Sözde Kürtaçılımı, bunun sınırlı bazı tavizlerle başarılabileceğiinancına ve bu arada silahlı biçimiyle Kürt hareketininşu veya bu biçimde tasfiye edileceği hesabınadayanıyordu.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi’nden...)

Bu süreç iflasla sonuçlansa bile AKP bir başkayönden belli sonuçlar almış oldu. Üç yılın atmosferi2011 seçimlerinde AKP’ye oy desteği olarak geridöndü. “İmralı görüşmeleri” açıklamasıyla başlayan2013 sürecinde yine bir tasfiye hesabı, ama daha açıkbir ifadeyle yer alıyor. Bunun gerçekleşipgerçekleşmeyeceğini göreceğiz. Fakat 2014 baharınakadar oyalayabilmek, sorunu bu yolla yatıştırabilmekbile AKP cephesinden başlı başına önemli bir başarıolacaktır. Ve o şimdiden bunun yolunu açmışgörünüyor.

Kürt halkının özgürlüğü ve tam hak eşitliğibir devrim sorunudur!

Her şeye rağmen şu ya da bu yöndeki bir başarınınKürt sorununda herhangi bir çözüm sağlamayacağı isebugünden bellidir. Zira Türkiye’de Kürt sorununun,Kürt ulusunun özgürlüğü ve tam hak eşitliğisağlanmaksızın kalıcı bir çözümü mümkün değildir. Buise kurulu düzende ancak devrimlegerçekleştirilebilecek köklü dönüşümü, bir başkadeyimle Türk sermaye devletinin temellerinedokunmayı gerektirir. Emperyalizmin hüküm sürdüğübir dünyada ve sermaye egemenliği koşullarında bunuanayasal reformlar yoluyla gerçekleştirebileceğinisanmanın, ham hayallerle oyalanmaktan, Kürt halkınındevrimci dinamizmini döne döne burjuvaziyeyedeklemekten başka bir anlamı yoktur.

İşçi sınıfı devrimcileri olarak bir kez dahavurgulayalım ki: “Çürümüş ve tükenmiş bir cumhuriyetisosyalist bir işçi-emekçi cumhuriyeti ile aşmak,günümüz Türkiye’sinde biricik gerçek devrimciprogramdır. Kürt halkının meşru ulusal haklarını vemücadele içinde elde ettiği tüm kazanımları kararlılıklasavunan TKİP, her temel toplumsal-siyasal sorunuolduğu gibi Kürt sorununu da toplumsal devrimperspektifi içinde ele almakta, ulusal sorunda gerçeközgürlüğün ve tam eşitliğin ancak kurulu düzeninaşılması ile olanaklı olduğunu bir kez dahavurgulamakta, köklü ve kalıcı bir çözümün tümmilliyetlerden işçi sınıfı önderliğinde birleşik bir devrimmücadelesinden geçtiğinin altını çizmektedir.” (TKİPIV. Kongre Bildirisi, bkz. www.tkip.org)

Kürt sorununda AKP’nin tasfiyeci oyunu....

Köklü ve kalıcı çözüm için halklarınbirleşik devrim mücadelesi!

Page 4: Kızıl Bayrak 13-02

İmralı’da gerçekleşen görüşmeler ve akabindeyapılan açıklamalarla “Kürt sorunu” burjuva siyasetgündeminde öne çıkan temel bir başlık oldu. Düzenpartilerinden medyasına, “kanaat önderleri”ndendüşünce kuruluşlarına, sermaye gruplarındancemaatlerine kadar düzen cephesi topyekûn birşekilde gelişmelere dair açıklamalarda bulunmakta,tartışmalar yürütmektedir. Kürt hareketinin farklıkesimlerinden de yine gelişmelere dairdeğerlendirmeler ve açıklamalar yapılmaktadır. Buhaliyle konunun uzun bir süre daha gündemdendüşmeyeceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Hükümet yetkilileri görüşmelerin bir müzakereolmadığını, görüşmelerle PKK’ye silah bıraktırmanınhedeflendiğini ve “çeşitli enstrümanların bir ardakullanıldığı entegre bir strateji”nin izlenildiğiniaçıkladılar. Erdoğan ve baş danışmanı YalçınAkdoğan’ın ardından Sadullah Ergin, Bülent Arınç,Hüseyin Çelik benzer minvalde açıklamalar yaptılar.Böylece AKP hükümetinin Kürt halkının özgürlük,eşitlik ve demokratik hakları gibi bir dertleri olmadığıbir kez daha görüldü. Görüşmelerle amaçlanan tekhedefin Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesi ilesilahlı direnişinin tasfiye edilmesi olduğu net birşekilde ortaya konuldu.

Nitekim düzen cephesi bu yönde tam bir söylemve eylem birliği içerisinde hareket ediyor. “Entegresistemin” bir gereği olsa gerek 31 Aralık 2012tarihinde Diyarbakır’da 10 kişilik bir gerilla grubununkatledilmesi için binlerce asker sevk edilirken,Genelkurmay 20 bölgeyi operasyonlar için yasakbölge ilan ediyor, Şırnak, Batman ve Doğubeyazıt’ta“KCK operasyonları” adı altında gözaltı ve tutuklamaterörü sürüyordu. Yine Afyon’da faşist-ırkçı saldırılarörgütlenirken, sermaye devleti tarafındanyönlendirilen silahlı çeteler Rojava’ya dönüksaldırılar gerçekleştiriyor, hapishanelerdeki hakihlalleri artıyordu.

Sadece bu veriler ışığında bile ele alındığındaİmralı görüşmelerinin, gerek AKP hükümetininiktidarlaşma hedefleriyle bağlantılı “iç hesapların”,gerekse de emperyalizmin bölgesel politikalarınadaha iyi hizmet edebilmek amacıyla belirlenmiş “dışhesapların” bir ürünü olduğu tüm açıklığıylaanlaşılmaktadır. Zira görüşmelerle bir yandan Kürtsorununun çözüleceğine dair toplumda, ama özelliklede Kürt kitlelerinde ham hayaller yayılmayaçalışılırken, öte yandan Kürt halkının bugüne kadarbastırılamayan direnişinin hangi “kırıntı haklar”çerçevesinde yok edilmek istendiğine dair birçerçeve-program bile sunulmuş değildir. Öyle ki budurum kimi burjuva köşe yazarları tarafından bile“olmayacak duaya âmin denmesi” olaraknitelenmekte ve bu tasfiye adımının ek adımlarladesteklenmesi gerektiği belirtilmektedir.

Bu ek adımların neler olabileceği, nereye kadar“genişleyebileceği” ise sözkonusu entegre sisteminindiğer “enstrümanları” üzerinden önümüzdeki dönemiçinde netleşecektir. Özellikle 4. yargı paketine veyeni anayasa hazırlıklarına işaret edilmesi tasfiye

planının, kimi kırıntı haklar çerçevesinde AKP’niniktidarlaşma hedefleriyle bağlantılı bir şekildegerçekleştirilmek istendiğini ortaya koymaktadır.

Öte yandan CHP’nin sürece “şartlı destek”vermesi, AKP’nin “iç hesaplarına” karşıtlık temelindegelişirken, “dış hesaplar” çerçevesinde emperyalistefendilere verilmiş mesajdan öte bir anlam taşımıyor.Aslında bununla “yeni CHP”nin, emperyalistefendilerin “Kürt sorununu yatıştırıp denetime alın,böylece bölgesel taşeronluğu etkin bir şekilde yerinegetirmenin önündeki handikaptan kurtulun” yönlütelkinlerine uygun hareket ettiği görülmektedir.

Bu çerçevede en başından beri bu politikayısavunan TÜSİAD’dan da süreci destekleyen olumluaçıklamalar yapılırken, ipleri ABD’nin elinde olanFetullah Gülen gibi gerici güçlerden de projeye destekmesajları gelmekte.

Düzen cephesinden bu projeye hedefleri açısındandeğil ama yolu ve yöntemi bakımından tek itirazınfaşist MHP ve onunla benzer kulvarda koşan kimiulusalcı çevrelerden gelmiş olması ise şaşırtıcı değil.MHP’nin bu gelişmeler üzerinden şovenizmi ve faşistkudurganlığı kışkırtarak seçim malzemesi olarakdeğerlendirmesi beklenen bir tutumdur.

Düzen cephesinden gelişmeler bu yöndeseyrederken, kaderi üzerine onca söz söylenip, sürekliplanlar kurulan Kürt hareketi cephesinden degelişmelere dair önemli açıklamalar gelmektedir.Başta Murat Karayılan olmak üzere, KCK YürütmeKonseyi Üyesi Cemil Bayık, Mustafa Karasu gibiyöneticilerin yaptığı açıklamalardaki ortak vurgu;AKP’nin niyetinin sorunu çözmek olmadığı ve esashedefin saflarda beklenti oluşturarak bir gevşemeninyaratılmak istendiğidir. Açıklamalarda AKP’ninadımlarının, Kürt hareketinin son dönemde kazanmışolduğu üstünlüğü ve inisiyatifi boğmaya dönük yenitaktiksel adımlar olduğu da söyleniyor. Buna karşılıkkendilerinin de “yeni hamlesel çıkışlar” içinhazırlıklarını sürdüreceklerini, mücadeleye devamedeceklerini, gevşemeye asla izin vermeyeceklerinibelirtmektedirler. Fakat aynı açıklamalar diğer yandanbeklentileri besleyen söylemler de içermektedir.

Çeşitli kesimler PKK’nin silahlı gücünün buşekilde tasfiyesinin akıldışılığından bahsetse desermaye devleti açısından sürece akıl yoksunluğuiçinde yaklaşıldığını söylemek pek mümkün değildir.Zira sermaye devletinin onca sıkışmışlığına veüstünlüğü yitirmiş olmasına rağmen hala böylesinebir pervasızlık içerisinde hareket edebilme cüretinikendinde bulabilmesini sağlayan en önemli neden,Kürt hareketinin mücadele perspektifini devletipazarlık masasına oturtma ekseni üzerine kurmuşolmasıdır. Zira Kürt hareketi cephesinden her birüstünlük, kazanım ve başarı devleti masaya oturtmayave müzakere çağrılarında bulunmaya dönük birer kozolarak ele alınıyor.

Nitekim gerek PKK yöneticilerinden, gerekse delegal Kürt siyaset cephesinden AKP’nin pervasızyaklaşımlarına karşı gösterilen ihtiyatlı tutumlarakarşın, sürecin “bir ciddiyet içersinde ele alınıp

müzakerelere” dönüştürülmesi çerçevesindeçağrılarda bulunulması da ihmal edilmiyor. OysakiKürt hareketinin bugün kazanmış olduğu moralüstünlük ve ileri sürdüğü taleplerle sermayedevletinin böyle bir pazarlık masasına oturmasınıbeklemek, mevcut konjonktürde benzer birhayalcilikten başka bir anlama gelmez.

Bu açıdan sermaye devleti için geriye kalan tekçıkar yol, Öcalan’ı devreye sokarak Kürt hareketinien geri talepler noktasına çekmek, böylece hareketitasfiye etme düşüncesidir. AKP hükümetinin “iç” ve“dış” hesapları bu planın devreye sokulmasını dahayakıcı bir ihtiyaç haline getirmiştir. AKP hükümeti veyandaş medyası bu plana kendilerini öyleinandırmışlar ki her ne kadar bu hayallerinin bir anolsun gerçekleşmiş olacağını varsaysak bilepolitikleşmiş ve ayağa kalkmış Kürt halkının özlemve taleplerinin böylesi bir sonuç iledizginlenebileceğini düşünmek toplumsalgerçekliklerden kopmak anlamına gelecektir.

Komünistler 2009 yılında gündeme getirilen Kürtaçılımıyla ilgili değerlendirmede bu gerçeğe şusözlerle işaret etmişlerdi:

“Kürt sorunu derin tarihi kökleri ve kapsamlıtoplumsal boyutları olan siyasal bir sorundur.Çimentosu inkârla karılmış ve tüm dokusu buna göreşekillenmiş gerici burjuva sınıf düzeni ayaktakaldıkça, iki ulusun tam eşitliğine ve gönüllü kardeşçebirliğine dayalı bir çözüm ummak ham hayalden ötebir şey değildir. Öteki her şey bir yana, bu tür birçözüm, iki halktan emekçilerin uzun süreli birdevrimci mücadele içinde kaynaşmasına, ancak bu türbir mücadelenin sağlayabileceği köklü bir demokratikeğitimden geçmesine, bu yolla inkârcı düzeninaşıladığı her türden zehirli düşünce, eğilim vedavranıştan arınmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu iseyalnızca devrime dayalı bir mücadele programı vestratejisi ile sağlanabilir.” (Devletin Kürt Açılımı,EKİM, sayı: 259, Ekim 2009)

Bugün yeniden öne çıkan Kürt sorununun bir kısırdöngü içerisinde sonuçsuz kalması istenmiyorsa ve butopraklarda gerçek ve kalıcı çözüme kavuşturulmasıisteniyorsa, bunun yolu, ulusal sorunun bizzatkaynağı durumunda olan mevcut sermaye iktidarınınyıkılıp yerine halkların özgürlük, eşitlik ve gönüllübirliğine dayalı sosyalist işçi-emekçi iktidarınkurulmasından geçmektedir.

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Sermaye devleti “açılım oyunlarını” sürdürüyor...

Kürt halkının özgürlük ve eşitlikmücadelesini boğamayacaklar!

Page 5: Kızıl Bayrak 13-02

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Sermaye devletinin PKK lideri Abdullah Öcalanile görüşmelere başlandığını bir biçimde duyurmasıve ardından da milletvekilleri Ahmet Türk ve AylaAkat Ata’nın Öcalan ile görüşmesi Kürt sorunukonusundaki tartışmaları alevlendirdi. Düzen cephesive özellikle burjuva medya Kürt sorunununçözüldüğü yönünde beklentileri kışkırtmayaçalışırken, Kürt hareketi cephesinden ise dikkatli vetemkinli bir yaklaşım sözkonusu. Ortadaki bir diziveri ise devletin amacının Kürt sorununu çözmekdeğil Kürt hareketini tasfiye olduğu gerçeğinidoğruluyor.

Amaç tasfiye

Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapıldığını ilkolarak açıklayarak bizzat düğmeye basan AKPhükümetinin başı Tayyip Erdoğan, niyetlerinigizlemeden ortaya koymaya devam ediyor. Sonolarak ülke dışına çıkarken gazetecilerin sorularınıyanıtlayan Erdoğan, “Bu yeni başlamış bir süreçdeğil. Bizim buradaki gayretimiz terörle mücadeledebaşarılı olabilmektir” diye konuştu.

Böylelikle amaçlarının Kürt sorununu çözmekdeğil, Kürt hareketini tasfiye etmek olduğunu bir kezdaha teyit eden Erdoğan, bu düşüncelerini “dikkatedilirse bizler, şu anda siyasetçi olarak böyle birgelişmenin içinde olmadık, olmuyoruz” diyerekpekiştirdi.

Erdoğan açıklamalarında yapılanın “müzakere”değil “görüşme” olduğunu da vurguladı.

Bu süreçte ön plana çıkan Erdoğan’ın “siyasidanışmanı” Yalçın Akdoğan da bir televizyonkanalında yaptığı açıklamada temel amaçlarının“örgütün silah bırakması” olduğunu söyledi.

Akdoğan’ın ilgili açıklamasında en dikkat çekicinokta ise KCK Yürütme Konseyi Üyesi MuratKarayılan’ı hedef alan sözleriydi. Karayılan’ı“Öcalan’a racon kesmek”le suçlayan Akdoğan,“Karayılan Öcalan’ın iradesine karşı bir tavır alıyor”iddiasında bulundu.

Bu sözler devletin Kürt hareketi içerisinde tasfiyeplanına karşı ortaya çıkabilecek itirazları ve engelleriortadan kaldırmak amacının bir ifadesi sayılıyor.

Kürt hareketi temkinli

Akdoğan’ın hedef aldığı Karayılan, geçtiğimizgünlerde yaptığı açıklamada görüşmelerinkamuoyuna açık yürümesini istemiş, ayrıcabeklentiye girilmemesi yönünde uyarılardabulunmuş, şu ifadeleri kullanmıştı:

“Önderlikle bir diyalog oldu ve artık yeni birsüreç başladı gibi göstermeye çalışıyor. Böyle bir şeyyok. Bu bir aldatmacadır. Bu bir psikolojik savaşpropagandasıdır. Kürt kitlesini yanında tutma, saf-demokratik güçleri de beklentiye sokma ve onlarınmücadele azmini törpülemeye dönük bir politikadır.Bu yüzden kimse gevşememeli, herhangi birbeklentiye girmemeli, hiç kimse ‘hemen demokratikçözüm süreci gelişecek’ gibi bir hayalekapılmamalıdır.”

BDP cephesinden yapılan açıklamalarda ise

yapılan görüşmelerin kendilerini umutlandırdığı,ama bu kadarının yetersiz olduğu belirtiliyor.Görüşmelerin müzakere aşamasına dönüştürülmesive Kandil ile kendilerinin de muhatap alınmasıgerektiği ifade ediliyor.

Grup Başkanvekili Pervin Buldan da bu tutumubir kez daha şöyle dile getirdi:

“Biz bunun adını müzakere ve diyalog süreciolarak söylemek için henüz erken olduğunudüşünüyoruz. Yapılan bir istişaredir, bir görüş alış-verişidir. Bundan sonra gelişecek olan süreçiçerisinde üç kesim birden muhatap alınmakzorundadır. Biri Sayın Öcalan, TBMM’de BDP’liler,Kürt halkı ve dağda özgürlük mücadelesi verengerillalar muhatap alınmalıdır. Bir tarafı içine alıpbir tarafı dışında bırakırsanız bu süreçten olumlusonuçlar çıkaramazsınız.”

“Silah bırakma değil,çözüm üzerine görüştük”

Bu arada BDP cephesinden geçtiğimiz günlerdeTürk ve Ata’nın Öcalan ile yaptığı görüşmeye dairbazı açıklamalar geldi. BDP Genel BaşkanYardımcısı Nazmi Gür yaptığı açıklamada Öcalan ilepozitif bir görüşme yapıldığını, silah bırakmanındeğil Kürt sorununun çözümünün tartışıldığınısöyledi.

Gür’ün şu söleri sürecin Kürt Hareketicephesinden de nasıl okunduğunu özetliyor:“Silahların bırakılması Türkiye hükümetinin veBaşbakan’ın gündeme getirdiği bir görüştür. HemPKK yöneticileri, hem de İmralı ile yapılangörüşmelerde bu konu şimdilik gündeme gelmemiştir.Müzakere olursa Kürt sorununun çözümü konusunda

olur. Şimdi yapılacak olan müzakere PKK’nin silahbırakıp bırakmaması üzerine değildir. 30 yıldır bumücadele sürüyor. Eğer Hükümet sorunun çözümüiçin çok önemli adımlar atarsa PKK de büyükadımlar atacaktır. Silahlı mücadele için sebep dekalmaz. Mesele Kürt sorununun çözümüdür. 2,5yıldır yapılan görüşmeler çok önemliydi ancak,Hükümetin amacı, PKK’nin tasfiyesi üzerine olduğuiçin başarılı olamadı. Hükümet böyle sonuçalamayacağını gördü. Hükümet artık Kürt sorununusilah ve zorla çözülemeyeceğini anladı. Kürtler’intalepleri çok nettir. Kürtler, hak ve hukukunu istiyor.Eğer Hükümet ve Sayın Erdoğan, seçim öncesi içinseçime yönelik böyle bir girişim yaparsa, Türkiye deKürtler de kaybeder. Türkiye büyük bedel öder. Bizsayın Erdoğan’ın büyük adımlar atması halinde Kürtsorununu adım adım çözeceğine inanıyoruz.”

Demirtaş: Görüşmeler önemli

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, partisinin grup toplantısında İmralı ile yapılan görüşmelerlebaşlayan süreç hakkında konuştu. Demirtaş’ın konuşmasında bu sürece gelinmesi için büyük mücadelelerverdiklerini, sorumluluğun artık hükümette olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“Bunun için yıllardır büyük mücadeleler verdik”

“Her şeyden önce resmi bir heyetin görüşmesi bizler açısından önemlidir. Çünkü bu sıradan bir gelişmedeğildir. Çok gecikmiş bir gelişmedir. 14 yıl sonra aleniyet kazanarak kısmen şeffaf olarak girişiminbaşlanması, önemlidir. Bunun için yıllardır çok büyük mücadeleler verdik, bedeller ödedik. Yeri geldiğindecoplanmıştık, yeri geldiğinde cezaevine atılmıştık, yeri geldiğinde taşlanmıştık, yeri geldiğinde hakareteuğramıştık. Ama söylemekten geri durmamıştık. Adının önüne ‘Sayın’ kelimesi getirildi diye cezaevine atıldı,posterini taşıdıkları için çocuklar cezaevine atıldı. ‘Teröristbaşı’, ‘bebek katili’ dediler ama bir resmi heyetİmralı’ya giderek kendisiyle görüşmeye başladı. Olumlu buluyoruz, doğru bir adımdır. Türkiye’nin içi barışıancak bu adımla başlayabilirdi.”

“Sorumluluk hükümettedir”

İmralı sisteminin ortadan kaldırılması gerektiğini ifade eden Demirtaş, konuşmasını şu sözlerlesürdürdü: “Sayın Öcalan’ın koşullarının müzakere yürütülebilecek bir koşula getirilmesini istiyoruz.Müzakere aşamasında koşullar birbirine yakınlaştırılması gerekiyor.. İmralı’nın kapatılması da gündemegelebilir. Bunlar tartışılabilir. Sayın Öcalan halkla ve KCK ile teması kolaylaştırılmalıdır. Sürecin başsorumluluğu bizde değil, hükümettedir. CHP’nin başından destek sunması da değerlidir. Ana muhalefetpartisinin böyle bir sorumluluğu yerine getirmesinden memnunuz.”

Devlet tasfiye,Kürt hareketi çözüm istiyor!

Page 6: Kızıl Bayrak 13-02

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

KCK davasında yargılanan Kürt halkınınhaklı ve meşru talepleridir...

17 Ocak’ta devrimci veyurtsever tutsaklarla

dayanışmaya!Sermaye devletinin Kürt halkına karşı uyguladığı baskı ve

asimilasyon politikası, son olarak AKP hükümeti eliyle “KCKoperasyonu” adıyla sahnelendi. 2011’in sonlarına doğrubaşlayan ve dalga dalga yayılan operasyonlar, adeta birhukuk terörüne dönüşerek birlerce yurtseveri demirparmaklıklar ardına gönderdi.

KCK adı altında yürütülen operasyonun, Kürt halkınayönelik sistematik saldırılardan temel farkı ise, özel biçimdehareketin başını çeken ya da yönlendiren güçleri hedeflemekyerine hayli geniş ve hukuki olarak dayanaksız da olsapervasızca önüne geleni tutuklaması oldu. KCK üyesi olmaklasuçlanmak için Siyaset Akademisi’nde ders vermekten puşitakmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze biçimindegerekçeler üretildi ve bu gerekçelere göre cezalar kesildi.

Bugün aralarında gazetecilerden akademisyenlere,avukatlara, öğrencilere, doktorlara uzanan binlerce kişi KCKoperasyonları kapsamında cezaevinde bulunuyor. Ancak KCKadı altındaki hukuk terörünün hedefinde yalnızca Kürthareketi olmadığı da özellikle 2012 Newrozu’nun ardındangörüldü. 10-12 Nisan arasında yapılan ve yeni bir KCK dalgasıolarak adlandırılan operasyonda bir dizi ilerici ve devrimcikurum da saldırının hedefi oldu.

Yapılan operasyonlarda gözaltına alınanlar arasındabulunan sınıf devrimcilerinden Burcu Deniz ve ilerleyenaylarda soruşturmaya dahil edilen Zeynel Nihadioğlu da KCKoperasyonu kapsamında tutuklandı ve o günden bu yanatutuklular.

Sözkonusu KCK dalgası ile birlikte operasyonun amacınınyalnızca KCK örgütlenmesini etkisiz kılmak olmadığı da açıkçagörülmüş oldu. Zira Newroz’a katılmayı “suç” olaraktanımlayan ve operasyonu da buna dayandıran sermayedevletinin asıl yargılamak istediğinin, Kürt halkının haklı vemeşru talepleri olduğu açığa çıktı.

Newroz’da Kürt halkıyla omuz omuza alanlara çıkan, polisterörüne karşı birlikte mücadele eden ilerici ve devrimcigüçler KCK operasyonuna dahil edilerek, Kürt hareketi ilebirlikte Türkiye sol hareketinin ve ilerici devrimci güçlerinbütününe bir mesaj verilmek amaçlandı. Kürt halkınınyanında olanın, sermaye devletine karşı ezilen bir ulusunmücadelesini sahiplenenlerin onunla aynı baskının hedefiolacağı ilan edildi.

Ancak hukuk terörü yalnızca gözaltı ve tutuklama ile desınırlı kalmadı. Sermaye düzeninin savcıları aylarca davayıaçmayarak ve dosyayı gizli tutarak tutukluluğu fiili bir infazadönüştürdüler. Delil diye ortaya konulanların ise incirçekirdeğini doldurmadığı artık tüm KCK davalarındanbilinmekteydi. Sınıf devrimcilerine yöneltilen suçlamalararasında Ekim Gençliği imzalı yazılar ve gözaltı sırasındauygulanan şiddete karşı atılan “İnsanlık onuru işkenceyiyenecek” sloganları dahi bulunuyordu.

İşte bu pervasız saldırının ilk duruşması 17 Ocak günüÇağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde görülecek.Devrimci harekete gözdağı vermek ve Kürt halkının haklımeşru taleplerinin işçi ve emekçilere ulaşmasını engellemek,şovenizmin etkisini kıracak her tür çabayı baltalamak içintezgahlanan bu kirli oyuna verilecek en iyi yanıt ise tutukludevrimci ve yurtseverler ile birlikte onların haklı-meşrutaleplerini sahiplenmekten geçiyor.

Bizler de sınıf devrimcileri olarak tüm ilerici ve devrimcigüçleri Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinisahiplenmeye, bunun somut adımı olarak da KCKtutsaklarıyla dayanışmaya çağırıyoruz. Davanın görüldüğü 17Ocak günü adliye önünde olacak ve sermaye devletinin tümsaldırılarına karşı şiarlarımızı haykıracağız.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)

Sermaye devleti yeni bir açılım-müzakeresüreci başlatarak bir kez daha Kürt sorununçözümü yönlü umutlar yaydı. AKP şefi her fırsattaamacın Kürt hareketini tasfiye etmek olduğunuvurgulasa da, ortada ciddi bir plan olduğu vetarafların farklı beklentilerle de olsa sürecikontrollü biçimde sürdürmeyi amaçladığıgörülüyor.

Ancak bir yandan büyük umutlar yayanprojelerden bahsedilirken, sermaye devleti biryandan da Kürt halkına yönelik saldırılarınısürdürüyor. Son bir kaç hafta içerisindegerçekleştirilen şoven kışkırtmalar ve linçsaldırılarına bakmak bile Kürt halkının karşıkarşıya kaldığı ırkçı terörü görmek için yeterli.

2012’nin son günlerinde Afyon’un Sultandağıilçesinde iki grup arasında çıkan yol vermekavgasında bir kişi ölmüştü. Olayın ardındansorunu ırkçı bir kışkırtmaya dönüştüren faşistlerAfyon Vatansever Gençlik adı altında Kürtlere aitev ve işyerlerine saldırdılar. Kürtlere karşı ırkçısloganlar atan grubun Kürt mahallelerineulaşmasına ise izin verilmedi. Ardından kollukgüçleri kentte yoğun bir ablukaya girişti.

Ancak tüm bu abluka nasılsa tek bir faşistinbile yakalanmasına sebep olmadı. Bunun yerinelinç girişimine maruz kalan Kürt aileler tacizedilmeye ve baskı görmeye devam etti. Öyle kitemel ihtiyaçlarını almak için dahi evdençıkamayan aile, çocuklarını okula dahi yollayamazhale geldi. İnşaatlarda çalışan Kürtlere iş deverilmemesi tam bir tecrit ortamı yarattı.

Irkçı saldırının sokak-linç ayağını bu kezdevletin saldırıları aldı. Sultandağı İlçe KaymakamVekili Mevlüt Şekerci, Kürt ailelere ilçeyiterketmeleri için para teklif etti. Şekerci, ailelerinkentten gitmesi için evlerine karşılık ilçede paratoplayarak 300 bin TL vereceklerini söyledi.Böylece yaşanan ırkçı saldırı, devlet katında dasahiplenilerek bir adım öteye götürülmeye ve

Kürtlerin sürgününe dönüşmeye çalışıldı. Aile isebu teklifi kabul etmek dışında bir seçeneğininkalmadığına dair açıklamalarda bulundu.

Aynı tarihlerde Karabük’te Roboski anmasısırasında faşistlerce provokasyon düzenlenmeyeçalışılmıştı. Karabük Üniversitesi öğrencilerieylem yaptığı sırada faşist bir grup da karşı eylemyaparak ırkçı sloganlar atmış ve saldırıteşebbüsünde bulunmuştu. Alperen Ocaklarıtarafından yapıldığı söylenen provokasyonun Kürtöğrencilerin evlerinin basılmasıyla sürdüğüöğrenildi. Bir kaç evi basan faşistler ortalığıdağıtarark tehditler savurdu. Faşistler kentte terörestirirken tek bir hukuki yaptırım uygulanmadı.

Son olarak ise, Afyon ve Karabük’teyaşananların ardından ırkçı saldırılara bir yenisidaha eklendi. Bu kez ırkçı faşist gruplar Kürt birailenin düğününe saldırdı. Zeytinburnu’ndaYiğitoğlu Düğün Salonu’nda Batman’lı bir aileninnişanı sırasında 50 kişilik bir grup düğün salonunagelerek önce ırkçı sloganlar attı. Ardından iseellerindeki satır, sopa, sallama ve pompalıtüfeklerle düğündekilere saldırdı.

34 HR 0549 plakalı BMC marka minibüs ilegeldikleri öğrenilen saldırganlara, çevrede bulunanpolisler herhangi bir müdahalede bulunmadı. Kapıönündeki çok sayıda kişi bu saldırı sırasındayaralanırken faşist grubun içeri girmesine engelolunarak büyük bir katliam da önlendi.

Saldırı sırasında 5’i ağır olmak üzere 15 kişiyaralandı ve çevre hastanelere kaldırıldı.

Saldırıya uğrayanların tanıklıkları da vahşisaldırı ve polis işbirliğini gözler önüne serdi. Zirayakalanan ve polise teslim edilen saldırganların dapolis tarafından serbest bırakıldığı öğrenildi.

Tüm bu örnekler sermaye devletinin Kürtlerenasıl yaklaştığını gözler önüne seriyor. Bir yandan“barış”tan bahsederken diğer yandan devlet terörütırmanıyor, hukuk terörü katilleri-ırkçısaldırganları koruyor.

Kürt halkına yönelikırkçı linç girişimleri

sürüyor!

Page 7: Kızıl Bayrak 13-02

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Sermaye iktidarı ülke topraklarını Suriye’ye yöneliksaldırganlığın lojistik üssü ve cephe gerisi haline getirmişbulunuyor. Özel eğitimli katillerden ve paralı askerlerdenoluşan çeteler aracılığıyla sürdürülen bu vahşisaldırganlık, bizzat sermaye devleti eliyle yönetiliyor.MİT, CIA ajanlarının, TSK mensuplarının cirit attığıSuriye’de bugün Esad’a bağlı Suriye ordusu ile ÖSOarasındaki çatışmalar tüm şiddetiyle sürüyor. Yalan vekaralamalar eşliğinde ÖSO’nun Türk devleti patentliprovokasyonlarının ardı arkası kesilmiyor. Temel gıdamaddelerinin aylardır karaborsaya düştüğü, halkın açlıkiçinde kıvrandığı, mezhepsel çatışmaların tırmandırıldığıSuriye’de, emperyalist güç ve hegemonya savaşı dakızışıyor. Suriye’ye yönelik emperyalist işgalinşakşakçılığını yapan düzen medyası ÖSO’yu, baskıcıEsad rejimi karşısında allayıp pullama ve Suriyemuhalefeti olarak sunma görevine çeşitli vesilelerledevam ediyor.

Türk devleti Suriye savaşını elindeki tüm ideolojik-politik araçlarla birlikte topyekûn bir şekilde sürdürüyor.Medya; savaşın adeta bir cephesi olarak etkili bir silaholarak kullanıyor.

Gelinen aşamada sermaye iktidarı, çeteler üzerindenfiilen yürüttüğü Suriye’ye yönelik askeri müdahaleyiolağanlaştırmış durumda. Bu nedenle Suriye’ye yönelikkirli müdahalenin perde arkasındaki değil bizzatönündeki güç olarak Türk sermaye devleti belirgin birodak haline gelmiş bulunuyor. ÖSO çatısı altında yeralan “Tevhid Sancağı Tugayı” lideri Abdülkadir Salih’inçıktığı bir canlı yayında Türkiye dışında herhangi birülkeden yardım almadıklarını itiraf etmesi ve lojistikdestek için Türkiye’ye teşekkür etmesi, yapılmış bir gafdeğildir.

Oysaki Suriye’deki iç savaşı Türkiye’denyönlendiren aynı Abdülkadir Salih, çok değil daha birkaçay önce İstanbul’da gerçekleştirdikleri toplantıda şusözleri sarf etmişti: “Bize silah yardımı yapılsaydı bugünSuriye rejimi ayakta kalmazdı. Türkiye’den bize gelenherhangi bir silah yardımı yok. Türkiye’den bize geleninsani yardımlardır. Türkiye, Suriyeli sığınmacılarainsani ve sosyal destek vermektedir. Elimizdeki bütünsilahlar, silahıyla Esad ordusundan ayrılmış olanaskerlerin elindeki silahlardır. Ya da bizim rejimindepolarından aldığımız silahlardır”. Şimdi ise sözdemuhalif çeteler ve sermaye iktidarının sözcüleriyalanlarla maskeledikleri gerçekleri gizleme ihtiyacıduymuyorlar.

Abdülkadir Salih’in söz konusu canlı yayındaÖSO’nun içerisinde El Kaide ve Hizbullah bağlantılıkontra örgütlenmelerin cirit attığını reddedip, diğertaraftan El Kaide’yi açık bir şekilde cephedensahiplenmesi, malumun itirafı niteliğindedir. ÖSO şefi,aynı programda Halep’te bir fırının bombalanmasını vehalkın katledilmesini Esad ordusuna maletmiş, ÖSO’nunSuriye’de gerçekleştirdiği katliamları kanıtlayanvideoları ise ‘Suriye yönetiminin propagandası’ olaraknitelendirerek mazlum rolü oynamaya devam etmişti.Sonuç olarak emperyalizmin kuklası dinci militaristodaklarla organik bağı olan ÖSO çeteleri, iç savaşın tozudumanı içinde çoğu zaman kendi örgütledikleriprovokasyonlarla Esad rejimini yıpratmak için her türlüoyunu çevirmektedirler.

Abdülkadir Salih’in canlı yayında yaptığıaçıklamalardan anlaşılıyor ki süreç uzasa da bu çetelerintetikçilik konusundaki kararlılıkları sürecek. ABD’ye vetaşeronu Türkiye’ye hizmet adına yeni katliamlargerçekleştirmek için yanıp tutuşan ÖSO komutanının,gözü dönmüşcesine canlı yayında Türkiye’den veözellikle NATO’dan daha çok silah istemesi ve tamponbölge talep etmesi bunu gösteriyor.

Bizler, Abdülkadir Salih’in Tevhid SancağıTugayı’nın ismini Ras el-Ayn’da (Serêkaniyê) yaşananyağma ve hırsızlık olaylarından da tanıyoruz.Hatırlanacağı gibi bu çetenin henüz birkaç hafta önceSuriye halkına yapılan yardımları çalarak Antakya’dafahiş fiyata satmaya çalıştığı ortaya çıkmıştı. Bu sözde‘muhalifler’ Halep’de değirmenleri ve depolarıyağmalayarak halkın buğdayını, ekmeğini çalan katil vehırsız sürüsünden başka bir şey değiller. Ne kadar evvarsa hepsini yağmaladıklarını söyleme arsızlığınıgösteren bu çete, efendilerine hizmet etmek için bölgedeNATO’ya bağlı kontra bir güç olarak varlığını sürdürenÖSO içerisinde Türkiye ile ilişkileri en güçlü olançetelerin başında geliyor. ÖSO komutanının Suriye’dekikatliam, savaş ve yağmayı sınırın ötesinden değil

Türkiye topraklarından yürüttüğü, buğday yağmacılığınıAntep’te sürdürdüğü hatta burada ticaretle uğraştığıbiliniyor. Salih’in komutanı olduğu bu çete, provokatifeylemlerini ve katliamlarını Halep’in merkezindebulunan tarihi camiye saldırı düzenleyerek, çarşıdayağmacılık yaparak ve ardından halkın üzerine ateşaçarak devam ettirmiştir. Serekaniye’de Kürtlere veAlevi köylerine yönelik ÖSO saldırısında bu aynıkomutanın ve ekibinin imzası var. Sermaye iktidarı iseiplerini elinde tuttuğu bu çete komutanlarının yağma vetalanla ceplerini doldurmalarına krallar gibi yaşamalarınaizin vererek onları bölgedeki tetikçileri olarak beslemeyedevam ediyor.

Bu toprakların adı geçen özel eğitimli kontra-çetelerin karargahı yapılması ve Patriotlar’ınkonuşlandırılması, Türkiye’nin emperyalist savaş ve içsavaş örgütü olan NATO’nun bölgedeki merkez üssühaline getirilmesi önümüzdeki günlerin büyük yıkımlaragebe olduğunu gösteriyor. İşçi ve emekçilerin önündeise, bu dizginlerinden boşalan emperyalist barbarlığıdurdurmak için işçilerin birliği ve halkların kardeşliğiiçin mücadeleyi yükseltmekten başka bir seçenekbulunmuyor.

Suriye halkının ekmeğini vebuğdayını çalan bir yağmacı!

Cihad fırsatını kaçırmayın!

Dinci gericiliğin, Suriye’ye yönelik provokasyonlarda özel bir yer tuttuğu ve “Cihad” adı altında bir çok kişininSuriye’ye giderek çetelere katıldığı biliniyor. Bu Uygulama bizzat devlet tarafından da destekleniyor. Gericigazeteler orada ölen çete üyelerini şehit olarak adlandırarak sayfalarına taşımaktan geri durmuyor. Ancak Akitgazetesi geçtiğimiz günlerde işi bir adım daha ileriye götürerek doğrudan “Cihad” çağrısı yaptı.

Geçmişte de Türkiye El Kaidesi tarafından Suriye Emiri olarak atandığı yönlü iddialar bulunan veHabervaktim’de yazan Feyzullah Birışık yazısında açıktan “Cihad” çağrısı yaptı.

Ancak yaptığı çağrı Birışık’ın ve günümüzdeki İslamcıların tüccar kafası ile hareket ettiklerini de bir kez dahagösterdi. Zira Sırtlanlar ve Şebbihalar başlıklı yazısında sözde manevi bir amaçtan bahseden Birışık, bunuyaparken bile adeta pazarlamacı edasıyla “Suriye cihadı sevaplar kazanmak için tam bir fırsat… Bu fırsat birdaha ele geçer mi bilmiyorum ama treni kaçıran çok pişman olabilir…” dedi.

Ancak savaşmaya gitmeyecek olanları da düşünen ve onlardan da maddi yardım isteyen Birışık, “İster canla,ister mal ile, ister her ikisi ile tam bir fırsat…” diyerek kampanya tanıtımını sürdürdü.

Birışık yazısında “İslam savaş hukuku”nun üstünlüğünü de anlata anlata bitiremedi. “Kafirler”in insanlık dışıdavranışları olduğu çünkü onların vahiyle tanışmadığını söyleyen Birışık, bir kez daha konuyu reklama getirerekşöyle dedi: “Kâfirlerin, çocuk-kadın ve yaşlı demeden hunharca katletmeleri islamın savaş hukukunun reklamınıyapmış oluyor… Evet, biz şebbihaların yaptıklarını yapmayız… Bizim dinimiz buna müsaade etmez…”

Suriye’deki çetelerin burjuva basına dahi sıklıkla yansıyan katliamları, insanlık dışı işkenceleridüşünüldüğünde Birışık’ın nasıl bir reklam hedeflediği de merak konusu oluyor. Ancak belli ki Birışık ticarigüdüleriyle bu konuda da “reklamın iyisi kötüsü olmaz” sloganını benimsiyor.

Page 8: Kızıl Bayrak 13-02

Güncel8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Eski Genelkurmay başkanlarından emekli Orgeneralİsmail Hakkı Karadayı’nın geçtiğimiz hafta 28 Şubatsoruşturması kapsamında gözaltına alınması düzencephesinde önemli bir gündem oldu. İ. Hakkı Karadayıda bu kapsamda daha önceki diğer üst rütbeliler gibi,“Hükümeti cebren devirmek, hükümetin görevlerinikısmen veya tamamen engellemek, engellemeyeteşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek” suçlarındantutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi. Ancakdiğerleri gibi tutuklanmayıp, yurtdışına çıkış yasağı veadli kontrol kararıyla serbest bırakıldı. Karadayı’nın,Batı Çalışma Grubu (BÇG) belgelerinde imzasıolmaması ve yaşı nedeniyle bırakıldığı öne sürülüyor.

Ergenekon operasyonları dışında sadece 28 Şubatsoruşturması kapsamında, bugüne kadar 90 kişigözaltına alınmış, aralarında emekli orgenerallerin deolduğu 62 kişi tutuklanmıştı. İsmail HakkıKaradayı’nın ise, 3. Yargı Paketi olarak bilinen yasadeğişikliği ile adli kontrolü düzenleyen CezaMahkemeleri Kanunu’nun (CMK) 109. maddesindekisüre sınırının kaldırılması sonucu serbest bırakıldığıbelirtiliyor. Tutuklu bulunan emekli generallerdenÇevik Bir, Teoman Koman, Fevzi Türkeri, Mehmet AliYıldırım ile eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz de 3.yargı paketindeki değişiklikten yararlanarak,tahliyelerini istemiş ancak bu talepler reddedilmişti.

Karadayı’nın ifadesinin alınmasıyla 28 Şubatsoruşturmasına ilişkin iddianamenin son halini alacağı,savcıların 15 gün içinde iddianamenin yazımınıtamamlayarak mahkemeye sunacakları öne sürülüyor.Karadayı’nın 28 Şubat soruşturması kapsamındatutuklu bulunan eski Genelkurmay 2. Başkanı emekliOrgeneral Çevik Bir’in, bir ay önce savcılığa yaptığısuç duyurusu nedeniyle ifadesine başvurulmuştu.

Çevik Bir, suç duyurusunda, Karadayı’nın dahaönce Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’ndasöylediği “Batı Çalışma Grubu’ndan (BÇG) haberimyok” sözlerinin gerçeği yansıtmadığını iddia etmiş,Genelkurmay Başkanı Karadayı’dan aldığı emir vedirektiflere göre çalıştığını ifade etmişti. (28 Şubat1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararlarınınuygulanıp uygulanmadığının denetimi amacıylakurulan BÇG’nin, irticai faaliyet içerisinde olduğunuiddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla 6milyona yakın insanı fişlediği iddia edilmektedir.)

Karadayı ise sorgusunda, Batı Çalışma Grubu(BÇG) ve diğer konulardaki sorulara "bilgim yoktu"yanıtını verdi. Böylelikle ‘ucuz kurtulmuş’ oldu!Avukatı da benzer bir şekilde verilen adli kontrolkararını “buna da şükür” diyerek karşıladı. Çevik Birde bu konuda serzenişte bulunarak neden beniçerideyim de Karadayı dışarıda diye beyhude birşekilde yakınmaktadır. Zira çıkar ilişkilerine dayalıburjuva siyasetinde kime ne olacağı belli olmuyor.

Düzen medyası da bu konu üzerinde durarakdikkatleri yine 28 Şubat soruşturmasına çektiler. AKPcephesinden bu durum bir kez daha demokrasigüzellemeleriyle karşılandı. AKP Genel BaşkanYardımcısı M. Ali Şahin; “Türkiye normalleşirken,daha güçlü demokrasiye doğru yol alırken, geçmişteyaşanmış demokrasi ve hukuk dışı uygulamalarınhesabının sorulmaması mümkün değildir” diyerek hergün yeni baskı ve yasaklamalarla gündeme gelen

Türkiye’nin “normalleştiğini” ve demokraside yolaldığını bu olay vesilesiyle iddia edebildi. CHP’ninkonuyla ilgili görüşünü ise Ankara Milletvekili AylinNazlıaka “Adil yargılanma sürecine yönelik olaninancımızı her zaman korumayı isteriz, ancak AKP’ninintikam alırcasına yargıyı alet etmesine dün olduğu gibibugün de karşıyız” diyerek sanki mevcut kuruludüzende adalet varmış gibi yargının alet edilmemesigerektiğini söyledi. Yine bildik söylemlerle düzensiyasetçileri kitleleri sahte bir biçimde taraflaştırmaktave bilinçleri bulandırmaktadırlar.

Sürecin başından beri dinsel gericilik ve düzenordusu arasında bir hesaplaşmadan ibaretmiş gibisunulan Ergenekon davaları ile kitleler farklıbiçimlerde düzen kurumlarına bağlanmak istenmiş,sahte taraflaştırmaların parçası yapılmaya çalışılmıştı.Hatırlanırsa, AKP sözcüleri Ergenekon davaları ile“sivil siyasetin alanını genişlettiklerini” iddiaetmişlerdi.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki, ABD’ninTürkiye’ye ve onu çevreleyen bölgeye yönelikplanlarına engel olabilecek olası pürüzlerin ortadankaldırılması olarak işleyen Ergenekon süreci hiçbirşekilde AKP sözcülerin ifade ettikleri üzere “sivilsiyasetin alanını genişlettikleri” bir süreç değildir. Evet,ABD’ nin dönemsel ve bölgesel çıkarlarına göreordunun politika üzerindeki vesayeti, geleneksel “milli”sorunlarda olduğu üzere, engele dönüştüğünde orduterbiye edilmiştir ve son 28 Şubat soruşturmasısüreciyle birlikte buna devam edildiği ortadadır. Ancaktemel mesaj darbeciler ve darbe girişimiyle hesaplaşmadeğil, ABD’nin istemi dışında darbe bileyapılamayacağıdır. Son süreçte AKP, ordunun odağındaolduğu ulusalcı cenaha karşı kendi üstünlüğünü iyicepekiştirirken, ordu da ABD’nin dönemsel ihtiyaçlarınauyumlu hale getirilmiştir. AKP ve cemaatin ulusalcıklik karşısındaki geleneksel tutumu, emperyalizminihtiyaçlarına zemin hazırlamıştır.

Ergenekon ve bu kapsamda 28 Şubat sürecisoruşturmaları hiçbir şekilde demokrasi adınayapılmamaktadır. Bu vesileyle işçi ve emekçi kitlelerde

her iki yönde yaratılmak istenilen yanılsamaya izinverilmemelidir. Zira ne AKP darbecilerle ve buzihniyetle hesaplaşan demokrasi savaşçısıdır ne de ordubu ülkede demokrasinin ve laikliğin bekçisi olmuştur.Yargı kurumu da ne rütbeli generallerin ne de bugüncemaatçilerin vesayetinde olan siyasal erk söz konusuolduğunda, hiçbir zaman adalet dağıtmamış, tam tersinekurulu düzenin bekası için tıpkı kolluk güçleri gibiçalışmış bir düzen kurumudur.

Her iki cenahta, emperyalist çıkar ve politikalarauyum ve hizmette emre amade, NATO’cu, işçi veemekçilerin ezilmesinde, Kürt halkına ve diğer ezilenkimliklere düşmanlıkta ortaktırlar. Çünkü her ikisi dekapitalizmden beslenmektedir.

Tüm bu nedenlerle 28 Şubat soruşturmasının düzensiyasetinde nereye düştüğü konusunda bilinç açıklığıyaratmak, tüm kesimleriyle burjuva gericiliği ve tümkurumlarıyla düzen ve devlet gerçeği konusunda işçi veemekçi kitleleri aydınlatmanın önemi ortadadır.

Düzen siyasetinin sahte kutuplaşmaçabaları devam ediyor!

“İstesek hepsini tarardık”

“İstesek hepsini tarardık” Bu sözler, Cizre Emniyet Müdürü Ercan İçli’ye ait. Cizre Güvenlik Hizmetlerini Destekleme ve Güçlendirme Derneği’nce Emniyet Müdürlüğü Lokali’nde

düzenlenen etkinlik sırasında kimi katılımcıların kentte yoğun olarak kullanılan biber gazına tepkigöstermeleri üzerine Emniyet Müdürü konuya açıklık getirdi.

Ancak Emniyet Müdürü Ercan İçli’nin özrü kabahatinden büyük oldu. Önce polisin “durup dururken”gaz atmadığını ve biber gazından kendilerinin de mutlu olmadığını söyleyen İçli bir süre sonra dilininaltındaki baklayı çıkararak Kürt halkına kin kusmaya başladı.

“Roket atıyorlar, biz yine gaz atıyoruz” diyerek mağdur pozlarına bürünen İçli, son Newroz kutlamalarınıkastederek “Biz isteseydik oranın hepsini tarardık. Orada 100-200 kişi ölürdü” şeklinde konuştu. Ayrıca İçli“Biz bir şehit verdik ama hiçbir vatandaşın burnu kanamadı” yalanına başvurmaktan da geri durmadı.

Böylece İçli adeta biber gazına razı olun yoksa hepinizi katlederiz mesajı verdi. Bunu yaparken dedevletin kolluk güçlerinin katliamcı kimliklerini bir kez daha gösterdi. İçli gibi düşünen devlet, hatırlanacağıüzere ’92 Newrozu’nda halkın üzerine ateş açarak onlarca kişiyi öldürmüştü.

2012 Newrozu’nda ise benzer görüntüler yaşanmasına ramak kalmıştı. Zira özel harekatçılar hemmahallelerde Newroz kutlayanların üzerine, hem de hızlarını alamayarak BDP binasına yönelik uzunnamlulu silahlarla ateş açmış, şans eseri ölen olmazken onlarca kişi yaralanmıştı.

Page 9: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı KozluMüessesesi’nde meydana gelen metan degajı (ani metanbasıncı ve buna bağlı göçük, zehirlenme) sonucu 8maden işçisi katledildi. İş cinayeti taşeron firma Starİnşaat Ticaret AŞ’nin kömür üretimi öncesi hazırlıkçalışması yaptığı yerin 630 metre altındaki galerideyaşandı. Çok daha yüksek can kayıplarına yolaçabilecek bir faciadan dönüldü. Ama 8 işçinin canınamal olan metan degajı ne bir kazaydı, ne de önlenmesimümkün olmayan bir tesadüf. Çünkü bu iş cinayeti“geliyorum” diyordu. Taşeronlaştırma ile işcinayetlerinin kolkola yürüdüğü bu ücretli kölelikdüzeninde bugün değilse yarın yaşanacaktı.Özelleştirme, taşeronlaştırma, işçi sağlığı ve iş güvenliğiönlemlerinin alınmaması, denetimsizlik,sendikasızlaştırma-örgütsüzleştirme gibi nedenler yeniyılın ilk günlerinde yeni bir madenci katliamınıhazırladı.

Devlet çalışma hayatını denetleme ve işçilerin cangüvenliğini sağlama yükümlülüğünü üstünden atalı çokoldu. Bunun yerine işçi sağlığı önlemlerini üstünü birçırpıda silinebilecek birer yatırım maliyeti görerek buyönde düzenlemeler yapıyor. Ya da çeşitli yasaldüzenlemelerle işletmelerin kapılarını, kuralsızlığasonuna kadar açıyor. Kapitalistlerin kâr hırsı içinişçilerin canını rahatından gözden çıkaran AKPhükümeti doğrudan sorumlu olduğu iş cinayetleri içinüzüntü beyanları yapmakla, basmakalıp demeçlerleincelemelerin devam ettiğini söylemekle yetiniyor.

Taşeronlaştırma iş cinayetlerine davetiye

Özelleştirme ve taşeronlaştırma güvencesiz çalışmadüzeninin temel ayaklarından. AKP ve patronlar kolkola bu düzeni sağlamlaştırmak için yasa üstüne yasaçıkarıyor. Taşeronlaştırma ekonomik bir“zorunluluktan” ziyade burjuvazinin sınıf çıkarlarınıngereği siyasal bir tercih. Zira “asıl işveren” işçilereyapacağı ödemenin daha fazlasını taşeron firmayayapabiliyor. Ama taşeron çalışma işçinin haklarınınelinden alınması, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlerdemek. Çünkü yasal mevzuat, işçileri değil patronlarıgözetiyor. Çünkü işçilere örgütsüzlüğü dayatan busistemde, işten atılma korkusu işçinin kölelikkoşullarına razı olmasını sağlıyor. Üstelik cangüvenliğinin hiçe sayıldığı bilinmesine rağmen.

TTK’da da bu yol izlenmiş. Üretim öncesi hazırlıkişlerini taşeronlara veren TTK, Kozlu’da ihaleyi birinşaat şirketi olan Star İnşaat Ticaret AŞ’ye vermiş.Fakat deneyimi ve birikimi olmayan şirketlere verilengaleri açma ve işletmecilik işlerinin bir katliamadönüşmesine ilk kez tanık olmuyoruz. Genel Madenİşçileri Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alabaş, taşeronfirma Star İnşaat’ın, madencilik konusunda biruzmanlığı olmadığının altını çiziyor. Star İnşaat’ın işgüvenliği konusunda gerekli önlemleri almadığına dairÇalışma Müdürlüğü’nde birçok raporun olduğunu, bukonu hakkında yetkililerin defalarca uyarıldığınıbelirtiyor. Bunlara rağmen katliamın yaşanması,kapitalistlerle AKP’nin elele vererek ekmeklerini yerinyedi kat altından çıkaran madencilerin canınakastettiğinin belgesidir.

Denetimler göstermelik!

İş cinayetinin ardından toplantı yapan Faruk Çelik’inaçıklamaları da denetimlerin bir formaliteden ibaretolduğunun, iş güvenliği önlemlerinin caydırıcılığıolmayan göstermelik cezalarla sağlanamayacağının yada AKP’nin böyle bir derdinin olmadığının bir itirafı.Bakanlık olarak riskli tüm işkollarında denetimlerisürdürdüklerini belirten Bakan Çelik, taşeron firma vemüessesede de 16 Kasım 2012’de teftiş yapıldığınıbelirtti. Çelik şunları söyledi: “Bu teftişte 5 eksik husustespit edilmiş, bu eksikliklerin giderilmesiyle ilgiligerekli uyarılar yapılmış. Özellike hazırlık çalışmalarıdahil tüm çalışmaları kapsayan müstakil bir sağlıkgüvenlik dökümanı oluşturmaları ve riskdeğerlendirmesi yapılması istenmiş. Ayrıca idari paracezaları da ilgili şirkete, müesseseye kesilmiş.” Oysa budenetimlerin sonucunda oluşturulan müfettişraporlarında açıkça şu ibare yer alıyor: “Bu madenocağında bir kaza meydana gelmemesi tesadüftür”

Bu göstermelik denetimlerin ardından bile işcinayetlerinin yaşanması şirketlerin korunduğunu, çıkankömür miktarının insan canına yeğ tutulduğunugösteriyor. Zira Balıkesir Dursunbeyli ve BursaKemalpaşa’da da aynı senaryo tekrarlanmıştı. Tıpkı2010 yılında TTK’nın Karodon işletmesinde olduğugibi.

Kaza değil cinayet!

8 işçinin can verdiği son olayda ise taşeron firmaişlerin süratle yürümesi kaygısıyla gereken önlemlerialmadı. Kârını işçilerin canından üstün tuttu.

Dev Maden Sen’in açıklamasında galeri açmak içinen az 20 metrede bir, sondajla kazı yapılacak bölümüniçinde biriken gazın alınması ve bu gazın tamamıboşalıncaya kadar beklenilmesi gerekirken, Kozlu’dabuna uyulmadığına dair iddialar bulunduğu belirtiliyor.Gazın tamamen boşalmasını beklemeden hazırlıkçalışmalarının sürdürülmesi sonucu gazlı basıncın degajpatlamasına (kömürün basınçla püskürmesi) nedenolduğu ifade ediliyor. Yani söz konusu olan gerekli süre

beklenilerek işlemlere devam edilse hiç yaşanmayacakbir “kaza”.

Bu noktada Bakan Çelik’in açıklamaları gerçeğiyansıtmıyor. Söz konusu olan ani gaz püskürmesininyoğun bir şekilde gerçekleşmesi sonucu oluşan göçükteişçilerin kurtarılmasının ya da kendilerinikurtarmalarının mümkün olmadığını söyleyen Çelik,gerekli önlemlerin alınması durumunda böyle birkazanın gerçekleşmeyeceğini ise elbette ki dilegetirmedi. Çünkü onun görevi bu cinayetlerimeşrulaştırmak.

İşçi düşmanı Star

İşçilerin çalışma koşullarının oldukça kötü olmasınınve insanca çalışma koşullarına özlemlerinin birgöstergesi ise işçilerin verdikleri sendikalaşmamücadelesi. Star Madencilik‘te çalışan işçiler 2010yılında Genel Maden-İş Sendikası’nda örgütlenmiş.Fakat taşeron firmanın, işkolu ve yetki konusundaitirazları (firma “yapılan iş inşaat işi” diyerek itirazediyor) nedeniyle toplu sözleşme yapılamamış.

Zira bu katliamdan önce de çalışma koşullarındankaynaklı eylemler yapılmıştı. Kozlu maden ocağındaçalışan işçiler geçtiğimiz temmuz ayında işbırakmışlardı. İşçiler mazeret izinlerinin verilmemesini,rahatsızlıklarına rağmen doktora gitme taleplerininkarşılanmamasını, yedek kıyafet ve çizmeverilmemesini protesto etmişlerdi. Ama TTK KozluMüessese Müdürü eylemi “yasadışı” ilan etmişti.

Yine aynı madende ve aynı taşeron şirkette çalışan200 maden işçisi de 2011 Haziran ayında ücretlerininverilmemesini, çalışma koşullarının kötü olmasını, gazmaskelerinin bile olmamasını protesto etmişlerdi.

2010 yılında TTK’ya bağlı Karadon Müessesesi’ndetaşeron şirketin galeri açma işini yaptığı ocaktameydana gelen patlama sonrası Tayyip Erdoğan“mesleğin doğasında var” diyerek madencilerinölümünü kadere bağlamıştı. Ne Karadon’un ne deKozlu’da yaşanan katliamlar kader. Bu katliamınsorumlusu taşeron düzenini yaygınlaştırmak isteyenler,işçilerin emeklerine yok pahasına el koyanlardır. Bukatliamın sorumlusu AKP ve kapitalistlerdir!

AKP taşeron düzenini süreklileştiriyor...

Madendeki katil: Taşeron!

Page 10: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Vahşi ve insanlık dışı yüzünü işçi sınıfı veemekçilere dayattığı ortaçağ kölelik koşullarınınyanısıra işçi katliamlarıyla gösteren kapitalist sömürüsistemi, geçtiğimiz yıl boyunca inşaattan madenlere,enerjiden tarım sektörüne kadar bir dizi işkolundayüzlerce işçinin canını aldı.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yılboyunca yaptığı araştırmalardan derlenen verilere göre2012 yılının Aralık ayında en az 76, 2012 yılında ise enaz 878 işçi iş cinayetlerinin kurbanı oldu. AKP’ninTürkiye ekonomisinin lokomotifi olarak adlandırdığıinşaat sektöründe, yarıya yakını düşme kaynaklı olmaküzere en az 279 inşaat işçisi yaşamını yitirdi. En basit işgüvenliği önlemlerini dahi almayarak işçileri ölümeyollayan inşaat patronları, devasa büyüklüktekigökdelenleri işçilerin kanı ve canıyla yükselttiler.

2012 yılında tarım sektöründe ise çoğunluğumevsimlik olarak çalışan en az 90 işçi yaşamınıkaybetti. Dünyanın en zengin enerji bölgesine komşuolan, bir enerji köprüsü haline getirilmeye çalışılan vehızlı bir şekilde özelleştirme talanına maruz kalan enerjisektöründe en az 86 işçi iş cinayetine kurban edildi.Maraş’ın Afşin ilçesinde ise meydana gelen göçüksonrası hâlâ 9 işçinin cenazesinin çıkarılmadığı madensektöründe ise geçtiğimiz yıl içinde 81 işçi ölümeyollandı.

Yeni yıl katliamlarla başladı

Kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları yeni yılınilk haftasını da kanlı bir işçi katliamıyla kapattı.Zonguldak Kozlu madeninde taşeron şirket bünyesindeçalışan maden işçilerinden 8’i göz göre görekatledildiler.

2 yıl önce yine Zonguldak’ta 30 işçinin grizupatlamasında hayatını kaybettiği işçi katliamının birbenzeri olan iş cinayeti, ucuz işgücü ve düşük üretimmaliyetleri üzerine kurulu taşeronluk sistemininmantığını da en çıplak biçimde bir kez daha ortayakoydu.

Bu sistemin bekçisi gibi hareket eden AKPhükümetinin, sermayeye dikensiz gül bahçesi yaratmamisyonunu da teşhir eden son katliam, dinci-gerici

iktidarın ne kadar pervasızlaştığının da yeni birgöstergesi oldu. Katliamın yaşandığı ocağa gidenÇalışma Bakanı Faruk Çelik’in, işçilerin bedenlerisoğumadan bu kölelik ve ölüm düzenine sahip çıkanaçıklamalarda bulunması asalak patronlar ve hükümetinsuç ortaklığının da arsız biçimde itirafından başka birşey değildi.

İşçi sağlığı ve iş güvenliğimücadelesinin önemi...

Tüm barbarlığıyla can almaya devam eden kapitalistsömürü sistemi yeni işçi katliamlarına imza atıppatronlar sınıfını tüm bu katliamlardan aklanırkengeçtiğimiz yıllarda Davutpaşa patlaması, Tuzlatersaneleri, madenler ve kot kumlamada yaşanan işçiölümlerinin hemen hemen tüm sektörlerde yaygınbiçimde yaşandığı görülüyor. İş cinayetlerindekidurdurulamaz bu artış, bu alanda yürütülecekmücadeleyi de önemli bir aşamaya getirmiş bulunuyor.

Sanayi havzaları ve tek tek fabrikalarda yürütülecekörgütlenmelerde “işçi sağlığı ve iş güvenliğiönlemlerinin alınması” talebi de işçiler arasında yaygınbiçimde işlenmeli ve temel mücadele talepleri arasındayer almalıdır. Düşük ücret sorunu, uzun çalışma saatlerigibi sorunların yanısıra bu talep üzerinden de kapitalistpatronlar üzerinde baskı kurulmalıdır. İşçi sınıfınınyaşam hakkının da gaspı anlamına gelen kuralsızçalışma koşulları yaygın biçimde teşhir edilmelidir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi kapitalistsistemin teşhiri için de büyük olanaklar sunmaktadır.Madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda ve fabrikalarda,her gün, her yerde işçi kanı akıtan kapitalistasalaklardan hesap sorma çağrısı yükseltilerek günceltaleplerin işçi sınıfının iktidar mücadelesiyle bağı güçlübir biçimde kurulmalıdır. Kapitalist sömürü altındakiemekçi yığınlar, ancak bu mücadeleler büyüdüğükoşullarda taraf haline gelebilir ve patronların karşısınadikilebilir.

İş cinayetlerine arka çıkan burjuva mahkemeleri,polis ve sermaye hükümetin de içinde bulunduğu buorganize suç şebekesini dağıtmanın yegane yoluörgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmektir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliğimücadelesini büyütelim!

AKP hükümeti kıdem tazminatınıngaspında “durmak yok, yola devam”dedi...

Sermayenin kapsamlısaldırılarını püskürtmek

için mücadeleyiyükseltelim!

Sermayenin ve onun bugünkü temsilcisi AKPhükümetinin sınıfa yönelik sosyal-iktisadi saldırıları hızkesmiyor. Geçtiğimiz yıl başta “Sendikalar ve Toplu İşSözlemesi Kanunu” olmak üzere bir dizi düzenlemeyihayata geçiren, bu ve benzeri saldırılarla işçi sınıfınatam kölelik dayatan AKP iktidarı, gelinen yerdesermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yeni adımlaratmanın hesabını yapıyor.

Hükümet olduğu 10 yıllık dönemde “taşeronçalışma sistemi, çalışma yaşamının kuralsızlaştırılması,üretimin esnekleştirilmesi” vb. bir dizi saldırıyı hayatageçiren, deyim yerindeyse sermayenin kapsamlısaldırılarını uygulamakta kimsenin eline sudökemeyeceği AKP hükümeti, bir süredir işçi sınıfı veemekçilerin kıdem tazminatı hakkına göz dikmişbulunuyor.

Bir süredir gündemde olan ve “kıdemtazminatının fona devredilmesini” öngören yasaldüzenlemeler, geçtiğimiz yıl AKP hükümeti tarafındansözde “rafa kaldırılmıştı”. Başta AKP şefi TayyipErdoğan olmak üzere sermaye hükümetinintemsilcileri “böyle bir gündemlerinin olmadığı”yalanını ortaya atmış, hemen ardından ise“Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununu”meclisten geçirmişti. İşçi sınıfının grev ve örgütlenmehakkını gasp eden bu hamle ile yolu düzleyensermaye hükümeti, geçtiğimiz günlerde yaptığıaçıklama ile kıdem tazminatına yönelikdüzenlemelerin 2013 Haziranı’na kadartamamlanacağını duyurdu. Bu durum kıdemtazminatı üzerinden gündeme gelen saldırıhazırlığının hiçbir şekilde kesintiye uğramadığını,geçtiğimiz yıl ortaya atılan “rafa kaldırma” söylemininAKP hükümetinin bildik manevralarından biriolduğunu gözler önüne sermektedir.

İlk olarak Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS)kapsamında gündeme gelen ve adım adım zeminidöşenen kıdem tazminatının gaspına yönelikhazırlıklar, görüldüğü kadarıyla son aşamaya gelmişbulunuyor. Bu yönüyle önümüzdeki günlerde butarihi saldırı karşısında mücadeleyi büyütmek ve geripüskürtmek görevi yakıcı bir hal almış bulunuyor.Zira, UİS kapsamında işçi sınıfına dayatılan saldırılarkıdem tazminatı hakkının gaspı ile sınırlı değil. AKPhükümeti tarafından “Taşeron çalışma sistemininkurumsallaştırılması, kiralık işçi uygulamaları, özelistihdam büroları vb.” bir dizi kapsamlı düzenlemekapıda bekletiliyor.

Açıkça görülmektedir ki, 2013 yılının ilk günlerindegündeme getirilen bu kapsamlı saldırılar, baştaüretimden gelen gücün kullanılması olmak üzere,birleşik, kitlesel, fiili-meşru ve militan bir mücadeleile geri püskürtülebilir.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) olarakişçi sınıfı ve emekçileri, öncelikle kıdem tazminatınıngaspını öngören saldırı olmak üzere, işçi sınıfına tamkölelik dayatan sosyal-iktisadi saldırı furyasınıdurdurmak ve gasp edilen hakları geri almak içinmücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

Bağımsız Devimci Sınıf Platformu (BDSP)09 Ocak 2013

Page 11: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

AKP’nin hükümet olduğu 2002’den bugüneTürkiye’nin tekelci sermaye grupları uluslararasıpazarlarda hızla yayıldılar. Balkanlar, Ortadoğu, KuzeyAfrika, Kafkaslar, Orta Asya, Avrasya bölgesine sermayeihracına gidildi ve sanayi üretimine hız verildi. Sermayeiktidarı 10 yıl boyunca ABD ve AB emperyalizmi ileolan tarihsel işbirlikçi ilişkilere dayanarak ekonomikalanda ‘bölgesel güç’ olmak için ülkenin kapitalistüretimini hızlandırdı.

Palazlanan ve sermaye hacmi büyüyen TÜSİADüyesi tekeller üretim alanında büyümüş, uluslararasıpazardaki kâr oranları birkaç misli artarak katlanmıştır.Aynı zamanda AKP iktidarına yakınlıkları ile tanınanMÜSİAD çatısında yer alan sermaye grupları dapazarlarını ve sermayelerini büyüttüler. Sermayegruplarının hızla büyümesi ve güçlenmesi AKP’ninemek düşmanı politikaları ile mümkün olmuştur.

Son 10 yılda metal, petro-kimya, ilaç, inşaat, yazılım,medya vb. gibi çeşitli sektörler genişledi ve büyüdü. İşte100 yıllık tarihinin en büyük sermaye hacmini vebüyüme oranını yakalayan Abdi İbrahim’in Türkiye’ninen büyük ilaç tekeli olarak yıldızını parlatan süreç böyleyaşanmıştır. “İşin dehası dahasını yapmak” sloganıylaüretim yapan Abdi İbrahim, başarı öyküsünüçalışanlarının emeğini son teknoloji üretim - yönetmeteknikleriyle maskeleyerek sömürmesine ve AKP’ninsektörü büyüten yasal düzenlemelerine borçludur.Küresel bir aktör olmak için daha çok kâr hırsıylaişçilerin emeğinden çalarak büyüttüğü sermayesi vetekelleşmesiyle sermayedar olarak dehası ortadadır.

Abdi İbrahim’in 2011 cirosu 853 milyon dolardır.3500 çalışanın 3000’e yakını ilaç mümessillerdenoluşurken geriye kalanı üretimde ve Ar-Ge’de yer alaneleman, operatör, laborant, mühendisten oluşuyor. 150markası, 350 milyon kutu ilaç üretim kapasitesi, ABonaylı üretim merkezi ve Ar-Ge’si, 30’a yakın lisansörü,20’den fazla ülkeye ihracatı ile Abdi İbrahim dünyanın100 ilaç tekeli arasında yer alırken Türk ilaç sektörününlider firması olarak sektördeki liderliğini 9 yıldırkoruyor.

Kârını büyütmek için üretime devasa yatırımlaryapan ve pazardaki payını artırmak için reklamkampanyalarına, çeşitli organizasyonlara büyükkaynaklar ayıran Abdi İbrahim, sıra çalışanlarınageldiğinde ‘insana verdiği değer’ sloganı arkasınasaklanarak işçilerinin emeğini azgınca sömürerekservetine servet katıyor. Abdi İbrahim Yönetim KuruluBaşkanı Nezih Barut’un yüksek teknolojiye yaptığıyatırımlar cirosunun yüzde 5’ini Ar-Ge’ye ayırmasıanlamına geliyor. Deneyimli Hintli mühendislerinçalıştırıldığı Ar-Ge, Nezih Barut için yeni ürünlerinüretilerek ilaç pazarına sürülmesi ve kâr marjınınbüyümesi açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir.Dünya pazarında küresel bir aktör olarak yer alması veilaç tekelleriyle girdiği rekabeti kazanabilmesi içinüretimde izlediği bu politikanın önemli bir rolü vardır.Bunun için işçilerinin sömürüsünü katmerleştireceküretim tekniklerini ve işyeri politikalarını uygulamakonusunda 100 yıllık tarihinin verdiği bir deneyime vepervasızlığa sahiptir. Nezih Barutçu, bu muazzam servetbirikiminin karşılığında patronlar örgütünün yaniTÜSİAD’ın yönetim kurulu üyeliğine getirilmiştir.

Abdi İbrahim üretimdeki işçi hacmini azaltıp, işçimaliyetlerini düşürmeyi öngörürken bununla yetinmiyor.

Artan ilaç üretimi programına uyabilmek için üretimhızını, çalışma saatlerini artırıyor ve çalışma koşullarınıağırlaştırıyor. Gelişmiş teknolojinin ürünü olanmakinelere, yeni ürünler geliştirilen Ar-Ge teknolojisine,reklamlara ayırdığı paranın onda birini dahi işçilerineayırmamak için her türlü oyunu çeviriyor. Üretiminhızını ve kalitesini artırabilmek için çalışanların üretimsürecinde söz sahibi olması düzenbazlığı ile çalışanlarlayapılan toplantılarla düzenini sürdürüyor. ‘Üretelim vehepimiz kazanalım’ yalanlarıyla işçilerin gözleriboyamaya çalışıyor. Aynı zamanda İlaç İşverenleriDerneği Başkanı olan Nezih Barut, sektörün sermayeşefi olarak krizi bahane ederek istihdam daralmasınıgerekçelendiriyor. Krizi gerekçe göstererek ilaçfiyatlarında düşüş ve buna bağlı iş daralması yalanıyla200 çalışanını kapı dışarı etmiştir. İşçilerin keyfi iştenatmalara karşı direnişe geçtiği Abdi İbrahim, bir taraftanüretimde işçilerini işten çıkarırken öte yandan ilaçmümessillerinin sayısını arttırmaya çalışmaktadır. Birtaraftan daralmaya gidip 3-4 işçinin işini bir işçiyeyaptırırken, öte taraftan elde ettiği kârı satış sayısınıattıracak harcamalara ayırmaktadır. Ancak NezihBarutçu da diğer ilaç tekelleri gibi üretimde olsunolmasın dönemsel çıkarları için çalışanlarını bir çırpıdakapının önüne koymaktadır.

Aralarında önemli ücret farklılıkları olan beyaz vemavi yakalıların benzeri yorucu ve ağır koşullarda birarada çalıştığı, uzun çalışma saatlerine rağmen ücretlerinsektöre göre düşük olduğu Abdi İbrahim parlatılmışteknolojisi ile tam bir sömürü cehennemidir.Çalışanlarını bu koşullara mahkum eden Abdi İbrahimsermayesini daha da büyütmek için hiçbir masraftan veyaldızlı kampanyalar yapmaktan geri durmamıştır. Bupahalı reklam kampanyaları, krizde olduklarınısöyledikleri son 2 yıllıkdönemde daha da artmıştır.

Aile hekimlerini dijital dünyada buluşturan‘www.1arada.com’ sitesinin hayata geçirilmesi, “Akılcıİlaç Kullanımı” kampanyası gibi projeler Abdi

İbrahim’in üretime dayalı sermayesini büyütmesininadımlarıdır. 100. yıl kutlamaları çerçevesinde 100. YılVan Gogh sergisi ile sürdürülen kampanya yüksekmaliyetli ancak firmanın markasını parlatması hedeflikampanyalardan biridir. Reçetesiz ilaç pazarınınbüyümesi üzerine bu pazara hitap eden ürünlerüretilmesi Abdi İbrahim’in krizden kaynaklı işçidaralmasına gitmesinin yalan olduğunun birgöstergesidir. Abdi İbrahim’in son on yıllık yatırımı 270milyon dolardır.

Sermayesini büyüten Abdi İbrahim biriYunanistan’da, diğeri de Cezayir’de iki ilaç şirketinidaha satın almak için girişimler içindedir. Kazakistan’daönemli bir ilaç şirketini satın almış ve Japonya’nın ikincibüyük ilaç şirketi olan Otsuka ile bu şirketinbünyesindeki ilaçları Türkiye’de üretmeyi hedefleyenanlaşma yapan Abdi İbrahim tekelleşmesini hızlasürdürmektedir.

Teşvik Yasası ile ilaç tekelerini de memnun edenAKP sermaye birikiminin büyümesi için her türlü yasaldüzenlemeyi yapmaktadır. Bu çerçevede ilaç kârı yüksekolan onkoloji ve bioteknoloji alanlarının yatırım alanlarıolarak belirlenmesi ilaç sermayesini ve onun lideri olanAbdi İbrahim’i mutlu etmiş ve dünyada 110 milyardolarlık pazarı olan bioteknoloji alanını hedef olarakbelirlemiştir.

Dünyanın ilaç devleri arasında yarışan Abdi İbrahim,gözünü kâr hırsı büyümüş bir kapitalist olarak işçilerinhaklı taleplerine karşı saldırgan tutumlarını sergileyerekişçi düşmanlığını tescillemektedir.

Abdi İbrahim’dedirenişç ilere suç

duyurusu

İşten atıldıkları için direnişe geçen işçilerhakkında Abdi İbrahim patronu savcılığa suçduyurusunda bulundu. Suç duyurusunda,“Fabrikanın 100 yıllık prestijine zarar vermek, Abdi İbrahim fabrikası adını zedeleyerekilaç satışlarını düşürmek ve kapı önünde bekleyerek çalışanların psikolojisini bozmak” gibi suçlamalarbulunuyor.

İfade vermek için karakoldan aranan işçilerden Mehmet Ergün, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Abdiİbrahim patronu biz işçilerden duyduğu korkuyu savcılığa başvurarak bir kez daha gösterdi. Mahkemeyeverecek kadar korkuyor olmaları mücadelemizin doğru yolda olduğunu bir kez daha bize gösterdi. Bizlere suçlumuamelesi yapanlar, işçileri sömürerek, canı istediğinde kapıya koyanlar asıl suçlu onlardır.” Ergün, bu tarzsaldırıların işçilerin haklı ve meşru mücadelesini engelleyemeyeceğini ifade etti.

Abdi İbrahim işçileri, direnişlerinin 9. Günü olan 4 Ocak Cuma günü, sınıf dayanışmasını yükselterekTeknopark İstanbul İnşaat işçilerinin eylemine katıldılar. Teknopark işçilerinin ücretlerini ödemeyen İstanbulTicaret Odası’na (İTO) aynı zamanda Abdi İbrahim İlaç fabrikasının patronu Nezih Barut’un da üye olması,eyleme sınıf dayanışmasının da ötesinde bir anlam katıyor ve eylemin topyekûn sermaye temsilcilerine karşıyapıldığının altını çiziyordu.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

İlaç tekeli Abdi İbrahim’inazgın işçi sömürüsü!

5 Ocak 2013 / İTO önü

Page 12: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

CHP, sendika düşmanı yüzünü bir kez dahagösterdi. Kartal Belediyesi, aralarında Genel-İşİstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şubeyönetiminden 4 işçinin de bulunduğu toplam 10işçiyi hiçbir gerekçe göstermeden 8 Ocak’ta iştenattı.

Emekten yana olmakla ve taşeronluk sisteminikaldıracağı vaatleriyle seçimlere giren CHP,ardından almış olduğu tüm belediyelerde ve CHPyöneticilerinin patron olduğu birçok fabrikadasendikalaşmak isteyen işçilere saldırmış, hiçbirsendika girişimine izin vermemişti.

En son geçen sene İstanbul’da MaltepeBelediyesi’nde sendika hakkı için mücadele edentaşeron işçiler, CHP’li belediye başkanı tarafındanişten atılmış, direnişe geçen işçilere, belediyebaşkanı da saldırmış, birçok kez polis ve zabıtalarıişçilerin üstüne salarak işçi düşmanı yüzünügöstermişti.

CHP’li Kartal Belediyesi işten atma saldırısındanönce geçtiğimiz günlerde sendikayı düşürmek içinbelediyeye ait olan Kartursaş adlı firmayı ihaleyesokmamış, böylece sendikanın örgütlü olduğu firmayıdevre dışı bırakarak sendikanın yetkisini düşürmehamlesi yapmıştı. Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’luŞube bu saldırıya karşı Kartal’da bir eylemgerçekleştirerek protesto etmişti. CHP’li belediye dearadan iki hafta geçmeden karşı saldırıya geçerek,sendikanın yönetim kurulunda olan 4 işçiyle birliktesendika üyesi 10 işçiyi işten atmış oldu.

Yaptığımız görüşmelerde, belediyenin busaldırılarına karşı sendikanın eylemli bir sürecegireceği ifade edildi.

CHP’nin iki yüzü, bir safı var!

En tantanalı şekilde direnişleri ziyaret eden ve işçidostu maskesiyle dolaşan CHP’liler, Topkapı

Şişecam’da da aynı töreni sergilediler. CHPyöneticileri ve milletvekilleri işçilere nutuk çekipdestek mesajları verdiler. Fakat işin tuhaf yanı işçileredestek veren CHP aynı zamanda dolaylı da olsa patronkonumunda. Çünkü Şişecam’ın ortağı olan İşBankası’nın yüzde 28 oranındaki hissesi CHP’ye ait.Dolayısıyla 11 kişilik Şişecam Yönetim Kurulu’nun4’ünün atanmasında CHP’nin parmağı var.

CHP’nin bu ikiyüzlülüğü insana “bu ne perhiz, bune lahana turşusu” dedirttiriyor. Ama CHP’lilerŞişecam yönetimi nezdinde tek bir adım, tek bir taşatmadan bu ikiyüzlülüğü sürdürüyor.

Elbette ikiyüzlülük CHP’nin karakterinde var.Fakat işçi sınıfı da bu ikiyüzlülüğü iyi tanıyor. İzmirBüyükşehir, Buca, Konak, Maltepe, Akdeniz Çivi vedaha nice işçi direnişinde doğrudan veya dolaylı olarakCHP işçilerin karşısındaydı. Bunlar ve daha bir diziörnek de gösteriyor ki CHP’nin iki yüzü, tek bir safıvar: O burjuvazinin safında!

CHP’den sendikadüşmanlığı!

Anadolu’dan işçieylemleri

Anadolu’nun çeşitli kentlerinde işçilerhakları için mücadelelerini sürdürüyorlar.2013’e sermayenin saldırıları ile giren işçi sınıfı,her alanda direniş bayrağını yükseltereksözünü söylüyor.

Trabzon’da Farabi işçileri işlerini istedi

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp FakültesiFarabi Hastanesi’nde işten atılan taşeronişçilerin eylemleri 2 Ocak’tan beri sürüyor.

Yılın ilk günü işlerine son verilen 68 işçi,soğuk havaya rağmen 7 Ocak’ta hastane AcilServisi önünde bir araya geldi. “Siz tokken bizaçız, işimizi geri istiyoruz” yazılı pankart açanişçiler “İşimizi geri istiyoruz!” sloganını attılar.

Eylem sırasında konuşan işçiler aralarında22 yıldır çalışanların da olduğu işçilerin kapınınönüne konulduğunu, sonuna kadar mücadeleedeceklerini söylediler.

Direniş çadırına ÖGB saldırısı

Yapılan açıklama ve konuşmaların ardındandireniş çadırını kuran işçilere ilerleyensaatlerde üniversite yönetimi tarafındanyollanan Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) saldırdı.

ÖGB’ler çadırı sökerken direnişçi 5 işçiyi dedarp ettiler. Direnişçi işçiler, kararlılıklarınınsaldırılarla kırılmayacağını ifade ederekdirenmeye devam edeceklerini ifade ettiler.

Denizli’de DEBA işçileri haklarının peşinde

Denizli’de Basma ve Boya SanayiFabrikası’nın 2009 yılında üretimidurdurmasının ardından 10 aylık ücret vekıdem tazminatlarını alamayan işçiler, OrganizeSanayi Bölgesi’nde eylem yaptı. İşçiler,ağızlarını siyah kurdeleyle kapatıp, sessizceDEBA patronu Esat Sivri’yi protesto etti.

Yaklaşık 1 saat ağızlarında siyah kurdeleylesessiz eylem yapan işçiler adına açıklamayı,TEKSİF Sendikası Başkanı Recep Oktay yaptı.Oktay, işçilerin alacakları ödenene kadareylemlere devam edeceklerini belirtti. DEBA’da850 işçi mağdur durumda.

İşten atılmaya karşı direniş

Bandırma-Balıkesir yolu üzerinde bulunanAyhan Sezer Yağ ve Gıda End. Ltd. Ştifirmasında çalışan 5 işçi, Öz Gıda-İşSendikası’na üye oldukları gerekçesiyle iştenatıldı. İşçiler, sendikalı olarak işe geri alınmatalebiyle direnişe başladı.

Çalışma koşulları yüzünden bu haldeolduklarını söyleyen Ayhan Sezer yağ fabrikasıişçileri “Sendikamızdan, haklarımızdan,işimizden, iş güvencemizden aslavazgeçmeyeceğimizi işe geri alınana, sendikahakkımıza saygı duyulana kadar hiçsusmayacağımızı fabrika yönetimine duyurmakiçin buradayız” dediler.

25 Kasım 2010 / Mersin

Page 13: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Metal İşçileri Birliği ülkenin farklı yerlerindeçalışmalarını sürdürüyor. MİB çalışanları, bildiri, afiş,bülten kullanarak işçi sınıfının öncü kuvveti metalişçilerinin sesi olmaya devam ediyorlar.

Metal İşçileri Birliği TOFAŞ’ta yaşanan işçikıyımını teşhir eden ve işten atılan işçilerin gerialınmasını talep eden çalışmalarını sürdürüyor.

Heykel’de dağıtım

Heykel’de bildiri dağıtımı yapan MİB çalışanları,zabıta ve Türk Metalciler’in tacizlerine rağmendağıtımlarını sürdürdüler.

Ajitasyon konuşmalarıyla yapılan dağıtım sonaermek üzereyken zabıta ekipleri gelerek dağıtıma engelolmaya çalıştı. Kalabalık bir şekilde gelen zabıtalar izinalmadan dağıtım yapılamayacağı, sokakların kirlendiğive dağıtımdan insanların rahatsız olduğu gibigerekçelerle dağıtımı engellemeye çalıştılar. Bununüzerine emekçiler ve gençler zabıtaya tepki gösterdi.Birçok insan bildiri alırken, bu bildirilerin insanlarıbilinçlendirdiğini söyleyerek zabıtaya neden engelolmaya çalıştıklarını sordular. Sınıf devrimcilerinin veemekçilerin tutumu nedeniyle zabıta alandan ayrılmak

zorunda kaldı.

Türk Metalciler’den provokasyon

Hemen ardından kendisini TOFAŞ işçisi olaraktanıtan ancak kimliğini gösteremeyen Türk Metalcilergelerek TOFAŞ’ta bir sorun yaşanmadığı yalanınısöyleyip “siz neden ortalığı bulandırıyorsunuz” diyesordular. Kışın ortasında işten atılan 850 TOFAŞişçisinin halinden memnun olduğunu iddia ettiler. Sınıfdevrimcilerinin bu provokasyon karşısında soğuk kanlıbir tutum sergilemelerinin ardından bu kez de TürkMetal beslemeleri şovenist ezberlerini tekrarladılar.BDP ve PKK üzerinden emekçilerin milliyetçiduygularından yararlanmak istediler ama bekledikleritepkiyi alamayınca konuşmalarına son vermek zorundakaldılar.

Servis noktalarına dağıtım

İşçilerin servise bindiği noktalarda ve Güzelyayla,Mesken’de servis güzergahlarına “TOFAŞ’ta işçikıyımına hayır!” başlıklı bildiriler dağıtıldı. AyrıcaMetal İşçileri Birliği imzalı afişler aynı servisgüzergahına yapıldı. Dağıtım sırasında işçilerinTOFAŞ’ta yaşananlara ilgisinin yoğun olduğugözlendi. Kısa süre içerisinde yüzlerce bildiri işçilereulaştırıldı.

Afiş çalışması

Bildiri dağıtımı haricinde “Köprüleri, otoyollarısatın aldınız, faturayı işçilere mi kestiniz? Faturayıödemeyi reddediyoruz! Tofaş’ta, Arçelik’te iştenatılanlar geri alınsın!”, “Renault, Arçelik, Tofaş… İştenatmalar durdurulsun! MESS ve Türk Metal ittifakınakarşı eyleme!” ve “TOFAŞ’ta işçi kıyımına hayır!Krizin faturasını kapitalistler ödesin!” şiarlarıylabirlikte Metal İşçileri Birliği imzasının da kullanıldığıA4 boyutunda afişler çarşı merkezine yaygın birşekilde yapıldı.

Güzelyayla, Mesken’de servis güzergahlarına,Atatürk Caddesi ve İnönü Caddesi’ne de yaygın birşekilde yapılan afişlere işçi ve emekçilerden olumlutepkiler alındı.

Bursa’da metal işçilerinemücadele çağrısı

Şişecam direnişianlaşmaylasonuçlandı!

Fabrikalarının taşınmasına karşı direnişe geçenve fabrikayı işgal eden Şişecam işçilerinin direnişi13. günde anlaşma ile sonuçlandı. Kristal-İş GenelMerkez Yöneticileri patron temsilcileriyle yaptıklarıgörüşmenin ardından şube yönetimiyle toplantıyaptı. Şube yönetimi ile yapılan toplantıda Şişecampatronu ile müzakere edilen talepler görüşüldü.Şube yönetiminin onayı ile sendika ve Şişecampatronu arasında anlaşma imzalandı.

Anlaşmaya göre 200 işçi 10 fabrikayadağıtılacak. İşçiler gidecekleri fabrikaların saatücretine tabi olacaklar. Mevcut sosyal hakları toplusözleşmedeki hali ile uygulanacak.

Topkapı’da sözleşmeli çalışan 50 işçi ise kadroluolarak Eskişehir fabrikasına alınacaklar. Eskişehir’ealınacak işçiler burada asgari ücretle çalışacakolmaları. Sözleşmeli işçilerin tek avantajıEskişehir’e giderlerse eğer kadrolu olarakçalışacaklar.

Diğer kentlere gidecek işçilere 2000 TL taşınmamasrafı verilecek.

İşçiler sendikaya tepkili

Topkapı Şişecam’da çalışan işçiler gideceklerifabrikanın saat ücreti ortalamasına tabi olacaklarıiçin sendikaya tepkililer. İşçiler mevcut ücret vesosyal hakları ile geçmek istiyordu. Sendikagidilecek fabrikaların saat ücretine göre gidilmesiiçin anlaşmış oldu.

İşçilerin hangi fabrikaya gideceği kura çekimi ilebelirlenecek. Kura çekimlerinde saat ücreti enyüksek olan işçilerin saat ücretinin en düşük olduğufabrikaya düşme riski var. Bunun önüne geçmekiçin işçiler sendikada toplanarak görüşmegerçekleştirecekler.

İşçiler fabrikayı boşalttı

Sendika yöneticileri anlaşmanın ardındanfabrikada işçilere anlaşmayı açıkladılar. Daha sonrakapı önüne çıkarak basına ve destekçi kurumlaraanlaşma sağlandığını duyurdular ve kapı önündeyapılan açıklamanın ardından işçiler fabrikayıboşalttı.

Kızıl Bayrak / GOP

Metal İşçileri Birliği faaliyetlerinden...

İzmirMetal İşçileri Bülteni dağıtımları İzmir’de sürüyor. Bülten dağıtımları Bakırçay Havzası’nda çalışan Türk

Metal üyesi ve sendikasız olan demir-çelik işçilerine ulaştırılarak başladı. Sabah saatlerinde gerçekleşendağıtımda önce Menemen-Asarlık’ta ve sonrasında Menemen üst geçit duraklarında işe giden işçilere bültenlerulaştırıldı.

Dağıtımlara, Çiğli Organize’de Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu ZF Lemförder ve SchneiderElektrik fabrikalarında devam edildi. Torbalı Organize Sanayi Bölgesi’nde Birleşik Metal-İş Sendikası’nınörgütlü olduğu İmpo Motor Fabrikası işçilerine de bültenler ulaştırıldı. Dağıtımlar sırasında işçilerle sohbetetme imkanı da bulundu. İşçilerle sınıf hareketi ve savaş üzerine çeşitli sohbetler serviste de sürdü. Bir haftasüren dağıtımlarda 600 civarında bülten işçilere ulaştırıldı.

Ankara Metal İşçileri Bülteni, Sincan’da işçilerin yoğun olarak bulunduğu yerlere dağıtıldı. Ayrıca fabrikalara özel

bültenler ulaştırılarak Arçelik’te, TOFAŞ ’ta ve birçok metal fabrikasında yaşanan gelişmeler de örnekgösterilerek dayanışma ve örgütlenme çağrısı yapıldı.

Page 14: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Sermaye devletinin tetikçiliğini yapan ve failimeçhul cinayetlerle anılan Erol Evcil’ in fabrikalarındahuzursuzluk dinmek bilmiyor. Erol Evcil’e ait, Sivas’taSivas Demir-Çelik fabrikası, İzmir Yeni Foça yolundabulunan ve Türk Metal’in yetkili olduğu Sider Demir-Çelik ve İzmir Otogar yakınlarında kurulu Ede Demir-Çelik, sendikasız olan Erkay Haddecilik’de yıllardırhaksızlık diz boyu sürmekte. Geçtiğimiz haftalardaSivas demir-çelik işçileri yaşadıkları sorunları ancakvaliliğe yürüyerek gündeme taşıyabilmişlerdi.

Eylem yapılmadan ücret verilmiyor!

İzmir’de yıllardır üç fabrikada da her maaş dönemieylemler yapılmakta. Sider Demir-Çelik’te işçilerneredeyse ayda iki kez servislere binmeyip fabrikadabekleyerek haklarının bir kısmını alabiliyorlar.Sider’de işçilerin son eylemi ise fabrikanın sınırlarınıaşarak Foça yolundan Çanakkale kavşağına trafiğikeserek yürüyüş yapmak olmuştu. Bu eyleminsonucunda ise alacaklarının % 60’ını alan işçilereylemi bitirmişti. Ancak aradan bir hafta geçmedenSider’de öne çıkan işçiler işten atma saldırısıylakarşılaştı ve beş işçi işten çıkarıldı.

Ede Demir-Çelik ve Erkay Haddecilik işçileri’de 3Ocak günü fabrikalarının önünde toplanarakalacaklarının ödenmesini beklediler. Erkay Haddecilikişçileri bir aydır fabrikalarında üretim olmadığındankaynaklı çalışmadıklarını ve üç aydır da ücretalamadıklarını belirttiler. Her ücret zamanı geldiğindepara olmadığı söylenerek kendilerinin aylarcabekletildiğini vurguladılar.

Erkay Haddecilik işçileri, fabrika müdürününaçıklama yapmasıyla dağıldılar. Müdür, Foça’daSider’in üretime başlamasının ardından Erkay’ın daüretime başlayacağını, ücretlerin de o zamanyatırılacağını söyledi. Ancak bunun için net bir günaçıklanmazken, ücretlerin ödenmesinin bir kaç haftayıbulabileceği belirtildi.

Ede Demir-Çelik’tepatron-sendika işbirliği

Erkay Haddecilik ile aynı yol üzerine bulunan EdeDemir-Çelik işçileri de yine fabrikalarında alacakları

için beklediler. Ede işçileri de aynı şekilde 3 aydırücretlerini alamadıklarını, üretimin yapılmadığınıbelirttiler. İşçilerin fabrika müdürüyle yaptıklarıtelefon görüşmelerinde ise paralarının hazır olduğu vesaat 17.00’ye kadar yatırılacağı söylendi.

Ancak işçiler ilerleyen saatlerde tekrar müdürlekonuşarak açıklamayı fabrika önünde yapmasınıistediler. İşçiler müdürlerini beklerken Türk Metal’inyetkili olduğu Ede Demir-Çelik’e, sendikanın İzmirŞubesi’nden yöneticiler geldiler. Fabrika müdürününde gelmesiyle birlikte, fabrika içerisinde işçilerle birgörüşme yapıldı.

Müdür konuşmasını yaparken işçiler de ıslık vealkışlarla müdürü protesto ettiler, ancak eylemsürdürülemedi. Müdür işçilere yalnızca Ekim ayıücretinin %17’sinin akşam saat 17.00’ye kadaryatırılacağı yönlü açıklamada bulundu. Oysa işçilerin 3aylık ücret alacağı bulunuyor.

Metal İşçileri Birliği işçilerin yanında

Metal İşçileri Birliği çalışanları da işçilerinyanında oldular. İşçilerle Sider’in de aynı sorunlarıyaşadığı, Ede Demir-Çelik ve Erkay haddecilikişçilerinin eylemleri ortaklaştırması gerektiği üzerinesohbetler gerçekleştirildi.

İşçiler ise örgütsüzlükten yakınarak fabrikalararasında böyle bir bağlarının olmadığını söylediler.Ayrıca işçilere Metal İşçileri Bülteni’nin dağıtımıgerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Demir-çelik işçilerihaklarının peşinde!

Ümit Bisiklet’te BirleşikMetal-İş düşmanlığı

İşçileri kölelik ve sömürü koşullarına mahkumetmek için zorbaca yöntemleri devreye sokanpatronlar, örgütlenme girişimlerinden ve sınıfbilinçli işçilerden ölesiye korkuyorlar.

Bu korku sonucu yapılan saldırılardan biri de2012’nin son gününde İstanbul Hadımköy’dekurulu Ümit Bisiklet fabrikasında yaşandı.

Uzun çalışma saatleri, düşük ücret uygulamasıve kölece çalışma koşullarının hüküm sürdüğüfabrikada öncü işçiler işten atıldı.

Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu GüvenElektrik fabrikasının kapatılması ve tazminathaklarının gasp edilmesine karşı direniş ve eylemlergerçekleştiren işçiler arasında bulunan iki kadınişçi, Aralık ayının ilk haftasında işbaşı yaptıklarıÜmit Bisiklet fabrikasında keyfi bir biçimde iştenatıldılar.

İşten atma saldırısına ilişkin görüşlerinialdığımız kadın işçiler, fabrika müdürü tarafındansorguya çekildiklerini ve kendilerine Birleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı YılmazBayram’ı tanıyıp tanımadıklarının sorulduğunusöylediler.

İşten atılmalarına gerekçe olarak gösterilenperformans düşüklüğünün gerçek olmadığınısöyleyen işçiler, bunun arkasında yatan gerçeknedenin Güven Elektrik’te yürüttükleri mücadeleolduğunu söylediler. İşçiler, bilinçli işçilerinpatronlar tarafından fabrikalarda istenmediklerinivurguladılar.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Yatağan’da direniş çadırı

Yatağan Termik Santrali’nin Bağkaya havzasında bulunan kömür taşıma ve dış üniteler bakım işininözelleştirilmesi için 14 Ocak’ta ihale gerçekleştirilecek. Özelleştirmeye baştan beri karşı olan Tes-İş üyesi işçilerise tepkilerini göstermek ve özelleştirmeyi engellemek için santralin önünde direnişe geçtiler.

Yaklaşık 600 işçi “Santraller halkındır satılamaz!” sloganları eşliğinde santralin önüne gelerek burada direnişçadırı kurdular ve 24 saat nöbet bekleyeceklerini açıkladılar.

Çadırın önünde Tes-İş Şube Başkanı Fatih Erçelik basına ve işçilere seslenerek YEAŞ Genel Müdürlüğü veYatağan İşletme Müdürlüğü'nün işleri parça parça özel şirketlere verdiğini ifade etti.

Direniş çadırında her vardiyadan 5 işçinin 24 saat nöbet tutacağının anlatıldığı konuşmada bir müdahaleolması halinde işçilerin üretimden gelen gücünü kullanacağı ilan edildi. Erçelik konuşmasını 200 işçinin mağduredilmesine izin vermeyeceklerini belirterek noktaladı.

Page 15: Kızıl Bayrak 13-02

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013.

Arçelik’te işten atma saldırısıyla karşılaşan işçiler9 Ocak’ta fabrika önünde eylemdeydi.

Arçelik’in Çayırova’da kurulu olan fabrikasıönünde işten çıkarmaları protesto eden işçiler,üretimde daralma olmadığını, patron-Türk Metalişbirliğine itiraz ettikleri için işten atıldıklarınısöylediler.

Fabrika girişinde biraraya gelen atılan işçiler,“Sıfırcı sendika”, “Patron sekreteri Türk metal”,“Sendika işveren ortaklığına son” dövizlerini açarak,Türk metal çetesini hedef aldılar. Metal İşçileriBirliği çalışanları da eyleme “İşçilerin birliğisermayeyi yenecek!”, “Atılan işçiler geri alınsın!”,“BOSCH, Arçelik, Tofaş… İşten atmalaryasaklansın!” dövizleriyle katılarak destek verdi.

“Kahrolsun sendika ağaları!”

Basın açıklamasını atılan işçiler adına YılmazGüney okudu. Sözlerine Arçelik’in gerçek emekçileriolarak işçi kıyımına son verilmesi için toplandıklarınıbelirterek başlayan Güney, Arçelik yönetimini veTürk Metal çetesini şu sözlerle hedef aldı:

“Biz emekçilerin yanında olması gereken,koltuklarının sevdasına düşüp Arçelik’te yapılan veartık yeter dediğimiz işçi kıyımlarına sessiz kalıp gözyuman Türk Metal Sendikası’nı kınıyoruz. Biliyoruzki bizler üretim azaldığı için değil yapılan buhaksızlıklara göz yummadığımız, sessiz kalıpsusmadan dik bir duruş sergilediğimiz içinişlerimizden çıkarıldık.”

Güney, Arçelik şirketini dünyada söz sahibi birkonuma taşımak için ailelerinden ve kendilerindenferagat ettiklerini ifade ederek “Bizim suçumuzkazandırmak mı?” diye sordu.

Açıklama “Arçelik işçisi yalnız değildir!”, “Atılanişçiler geri alınsın!”, “Kahrolsun sendika ağaları!”sloganlarıyla son buldu.

Arçelik’te ne olmuştu?

Geçtiğimiz aylarda TİS tartışmaları sırasında birgrup işçiye ekstra zam yapılması gündeme gelmişve sendikanın TİS planlamaları işçiler tarafındanprotesto edilmişti. Yeni yıl öncesi Arçelik,“daralma” gerekçesiyle 80 kadar işçiyi kapınınönüne koydu. Ancak atılan işçilerin büyükkısmının protestoya katılanlardan oluşmasıdaralmanın bahane olduğunu gösterdi. Arçelik’i debünyesinde barındıran Koç Holding’in, son onyılda yüzde 683 oranında büyüdüğü dedaralmanın gerçek dışılığının bir başka kanıtı.Atılan işçiler işe iade davalarını açtıklarınıbundan sonra da hak arama mücadelelerinisürdüreceklerini ifade ettiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Koç AKP ile palazlandı

Son dönemde yaptığı işçi kıyımları ve devletten aldığı milyar dolarlık özelleştirme ihaleleriyle gündemdeolan Koç Holding, son on yılda yüzde 683 oranında büyüdü.

AKP’nin ilk kez hükümet olduğu 2002 yılından bu yana geçen dönem, Koç Holding için büyük vurgunçağı oldu. Öyle ki holding sırf bu dönem iki kat büyüdü. Holdingin aktif büyüklüğü 13.7 milyar TL’den 107.4milyar TL’ye çıktı. Gelirleri 12.8 milyar TL’den 70 milyar lirayı aşarken 10 yıldaki kârı da 13.4 milyar TL oldu.

AKP döneminde, 2006 yılında Türkiye’nin en büyük şirketi Tüpraş’ın başına konan Koç Holdingböylelikle rakiplerine büyük fark attı. Son olarak köprü ve otoyolları da satın alan Koç Holding’in AKP ileelde ettiği büyük kazançlar bununla da kalmıyor. Koç Holding önümüzdeki yılların en büyük silahalımlarından birisi olan savaş gemisi ve zırhlı araç işini de üstlenmiş durumda.

Bu rakamlar AKP’nin sadece “yeşil sermaye” olarak adlandırılan yeni yetme burjuvaziye değil, ondan dafazla tekelci burjuvazinin kaymak tabakasına çalıştığını gösteriyor. Yani burjuvazi arasında bu tür renkayrımı yapmanın hiçbir maddi temeli de yoktur. Öyle ki örneğin son otoyol ve köprü ihalesini Koç ve Ülkergrubu işbirliği yaparak almıştı.

Bu denli yüksek büyüme rakamlarına ulaşan Koç Holding, Arçelik ve Tofaş’ta ise yüzlerce işçiyi üretimdaralması adı altında işten atmakta.

Arçelik işçileri işçi kıyımını ve sendikal ihaneti protesto etti...

“Sendika işverenortaklığına son!”

09 Ocak 2013 / Çayırova

OSİM-DER’densınıf faaliyeti

Dudullu Organize Sanayi bölgesinde, işçisınıfının mücadele mevzisi OSB-İMES İşçileriDerneği (OSİM-DER) yürüttüğü çalışmalarla sınıfaseslenmeye devam ediyor.

OSİM-DER, ücret gaspına karşı fiili mücadeleyiseçen İTO-Teknopark işçilerinin sesini işçi veemekçilere ulaştırmak için yaygın bir şekilde ozalityaptı. Ozalitlerde “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni,hakları ve onurları için direnen Teknopark işçileriyalnız değildir!” şiarları kullanıldı.

Teknopark işçileri ve OSİM-DER’in Kozlu’daki işcinayetini protesto etmek için yapacağı eylemeçağrı amaçlı dernek imzalı afişler kullanıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Page 16: Kızıl Bayrak 13-02

CMYKCMYK

“Yeni Osmanlıcılık”, “bölgesel güç”, “aktiftaşeron” gibi tanımlara konu olan Türk devleti/AKPiktidarının dış politikasındaki militarist ton, dahabelirgin bir hal almaya başladı. Bu olguyu hem dinci-Amerikancı iktidarın şeflerinin vaazlarında hem bölgeülkelerine dönük pervasız müdahalelerindegörebiliyoruz. Bundan dolayı “komşu ülkeleredüşmanlık” rotasına yerleştirilen bölgesel dış politika,göründüğü kadarıyla, sadece Türk burjuvazisi ileBeyaz Saray’ın efendileri tarafından destekleniyor.

Suriye’deki iç savaşa dolaylı ve doğrudanmüdahale ederek taraf olan AKP iktidarı, Irak’takiiktidar çatışmasına da burnunu sokuyor. Türkiyetopraklarını kirleten mevcut NATO/Amerikan üsleriyetmiyormuş gibi, Malatya Kürecik’e Füze Kalkanıkurduran, Adana, Maraş ve Antep’e Patriot bataryalarıyerleştirmeye başlayan dinci-Amerikancı iktidar,İran’la ilişkileri de geriyor. Emperyalistler adına aktiftetikçilik ile yayılmacı heveslerini bir potadabirleştirmeye çalışan AKP’nin bu saldırgan dışpolitikası, doğal olarak komşu ülkelerle gerilimiarttırıyor.

AKP iktidarı-silahlı çeteler işbirliğirezaleti ayyuka çıktı

İktidar savaşında Baas yönetimine karşı MüslümanKardeşler’in safında yer alarak Suriye’nin içişlerinekarışan Ankara’daki Amerikancılar, silahlı çetelerineğitimi, donanımı ve barınmasını da sağlıyorlar.Kökten dinci cellatlardan müteşekkil olan El Kaide ile

benzerlerine, sonuna kadar kapılarını açan AKPiktidarı, Suudi Arabistan-Katar ikilisi tarafındanfinansmanı sağlanan silahları çetelere ulaştırıyor.Vaazlarda bu suç ortaklığı reddedilse de ABD,İngiltere, İsrail medyasınında çıkan sayısız haber vegörüntü, AKP-silahlı çeteler işbirliğini defalarcagözler önüne serdi.

Dinci gericiliğin borazanlığını yapan medya da,kökten dinci çetelere ekranlarını/sayfalarını cömertçeaçarak savaşın psikolojik ayağını icra etti/ediyor.Geçen günlerde “borazan medya” kuruluşlarındanKanal 24 televizyonuna çıkan çete şeflerinden biri,yaptığı yardımlardan dolayı AKP hükümetine teşekküretti.

Özgür Suriye Ordusu’nun Halep-İdlib BölgeKomutanı diye takdim edilen Abdülkadir Salih adl ıkişinin, Tevhid Sancağı Tugayı çetesinin şefi olduğuanlaşıldı.

Reuters Haber Ajansı, bu çetenin elemanlarının,halkın buğdayını yağmalarken çekilen görüntüleriniyayınladı. Uzayan iç çatışmalardan dolayı halk gıdasıkıntısı çekerken, bu haydutlar, halkın ekmeğine degöz dikecek kadar arsızlar. Bu aynı çetenin katliam,yıkım ve yağma yaptığına dair çok sayıda haber demedyada yer almıştır.

AKP iktidarı ile borazan medyanın pek çokkirli/kanlı işe bulaşmış bu türden çete şefleriyleiçli/dışlı olmaları, Türk burjuvazisinin siyasal alandakitemsilcilerinin zorba zihniyetini tüm çıplaklığıylagözler önüne sermektedir.

İç savaşı körükleyenlerSuriye halkından yana olabilir mi?

Uzun bir aradan sonra ilk kez halka seslenenBeşşar Esad’ın dış güçlerin güdümüne girmeyen vesilahlı olmayan muhalefete, siyasi çözümeulaşabilmek için diyalog çağrısında bulunması, ABD,AB ve AKP şeflerini rahatsız etti.

“Suriye halkından yanayız” pozlarına giren TayyipErdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisi, Esad’ın çağrısını“reddettiler.” Sanki çağrı kendilerine yapılmış gibikonuşan AKP şefleri, “Suriye halkının çıkarlarını bizbiliriz” havalarında açıklamalar yaptılar. GüyaErdoğan-Davutoğlu ikilisi, Suriye’de insanlarınölmesinden, kentlerin tahrip edilmesinden rahatsızlar.

Kendilerini “Suriye halkının dostu” diyeyansıtmaları, riyakârlığın dik alasıdır. Zira AKP şefleribaştan beri silahlı çeteleri desteklediler, halen dedestekliyorlar. Emperyalist/siyonist koalisyonunpolitikasına uygun bir şekilde hareket eden AKPşefleri Suudi Arabistan-Katar ikilisi ile önceSuriye’deki iç savaşı kışkırttılar, şimdi ise, körükleyipduruyorlar. Vahşi kıyımlar gerçekleştiren kökten dinciçeteleri eğiten, finanse eden, silahlandıran üçlüAmerikancı koalisyon -Türkiye, Suudi Arabistan,Katar- bu tutumuyla Suriye’deki kıyım ve katliamlarınbaş sorumluları arasında yer alıyor. Bu konumlarıylaSuriye halkının dostları değil olsa olsa düşmanlarıolabilirler.

İranlı rehinelerle takas edilen Türkgörevliler Suriye’de ne arıyordu?

AKP iktidarının, silahlı çetelerin saldırılarınakatılan, kimi zaman ise komuta eden asker ya da polisgönderdiğine dair haberler hem yazılı hem görselmedyada defalarca kez yayınlandı. Son olarak ise,rütbeli dört askeri pilotun Suriye ordusu tarafındanyakalandığına dair haberler çıktı. Halep’te yakalananTürk subaylarının bir hava üssünün ele geçirilmesisaldırısına katıldıkları ve üsteki uçakları kaçırmayıplanladıkları haberi farklı medya kuruluşlarında yeraldı. İlk günlerde AKP şefleri haberlerin yalanolduğunu iddia etseler de, konuyu unutturmayaçalıştılar. Nitekim pilotların adlarının yayınlanmasınarağmen ne hükümetten ne Genelkurmay’dan ses çıktı.Yani skandal boyutlarındaki bu olay, iktidar tarafındanda zımnen doğrulanmıştır.

Dinci çetelerin aylardan beri rehin tuttukları 38İranlıyı serbest bırakmaları karşılığında Baasyönetiminin de çok sayıda kişiyi serbest bıraktığıbildirildi. Esad yönetiminin serbest bıraktığı kişilerarasında dört Türk’ün de bulunduğu Suriyeli yetkililertarafından da doğrulandı. Serbest bırakılan dörtTürk’ün, sözü edilen pilotlar olduğu da gelen bilgilerarasında.

AKP iktidarının yaplanlarını

AKP iktidarının yayılmacı/sa 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 13-02

Görüldüğü üzere AKP iktidarı Suriye’deki içsavaşın fiilen de tarafı durumundadır. Görünen o ki,savaşı kızıştırmayı, yayılmacı emellerine ulaşmakaçısından işlevsel görmektedirler. Hal böyleyken,dinci-Amerikancı şeflerin barıştan söz etmeleri,riyakârlığın dik alasıdır.

‘Savaşa hazırlık’ hangi ihtiyacın ürünü?

Geçen hafta gerçekleştirilen 5. BüyükelçilerKonferansı’nda konuşan Tayyip Erdoğan, “Her an, herimkânımızla savaş için hazırız” diye buyurdu.

Söz konusu konuşmada “savaş narası” atan AKPşefi, bunu “toprakları korumak için” diye sundu.Ancak bu lafının hiçbir kıymet-i harbiyesibulunmuyor. Zira hâlihazırda Türkiye’nin topraklarıbir saldırı tehdidi altında bulunmuyor. Ancak Türkiyetoprakları, NATO’nun bölge halklarına saldırı üssühaline getirilmiş durumda. Bu rezalet yeni bir durumolmamakla birlikte, AKP iktidarı döneminde çok dahavahim bir hal almıştır.

Verili koşullarda -İsrail dışında- bölgedekomşularını tehdit eden biri varsa, o da Türkdevletidir. Türkiye bir tehdit altında değilken, AKPşefinin “her an, her imkânımızla savaş için hazırız”şeklinde sözler sarf etmesi, bizzat dinci-Amerikancıiktidarın savaş kışkırtıcılığı yaptığını kanıtlar.

Her vesileyle “barış havariliği” yapan TayyipErdoğan’ı bu militarist/saldırgan üsluba sürükleyenetmenler, yayılma hevesleri depreşen kapitalist sınıfıntemsilcisi olması, emperyalistler adına tetikçiliği“kutsal vazife” addetmesi ve “yeni Osmanlıcılık”hayalleri ile malul bir siyasal anlayışı temsiletmesinde saklıdır.

Ne palazlanan sermayeninne dinci-Amerikancı projenin

askeri olacağız!

Türkiye ekonomisi büyüyor, kapitalist sınıflarpalazlanıyor. Bu süreç, özellikle AKP iktidarıdöneminde çok hızlı gelişti. Ekonomi büyürken, işçisınıfıyla emekçilerin yaşamında bir iyileşmeninolmaması, bu büyümenin sadece kapitalistlerinkasalarını doldurmalarına yaradığını gösteriyor.Nitekim hem TÜSİAD kodamanları hem AKPiktidarından özel bir şekilde nemalanan asalakkapitalistlerin serveti, büyük bir hızla büyümektedir.Elbette ki, işçilerin vahşi sömürüsü sayesinde…

Sermaye birikiminin gelinen yerde muazzamboyutlara ulaşması, Türk burjuvazisinin “bölgeselgüç” olma heveslerini iyice depreştirmiştir. TayyipErdoğan’ın dış gezilere birer bölük kapitalistlegitmesi, son günlerde gündeme gelen “Afrikaçıkartması”, yakılıp yıkıldıktan sonra yağmaya açılan“Libya pastası”ndan aldıkları yağlı payın, dinci-gerici

medya tarafından bir övünç nişanesi olarak sunulmasıvb… Tüm bunlar söz konusu yayılmacı yöneliminyansımalarıdır.

Emperyalistlerin hakim olduğu alanlardan kırıntıdüzeyinde de olsa pay almanın bir bedeli var.Emperyalist/siyonist projede AKP iktidarının payına‘aktif tetikçilik’ düşmesi bundandır. “Komşularla sıfırsorun” söyleminden, “komşularla savaş” noktasınagelinmesi ise, ‘emperyalistler adına tetikçilik’ gibialçaltıcı bir rol üstlenen işbirlikçi rejimlerin ne halleredüştüğünü gözler önüne seriyor.

Dinci-Amerikancı iktidarın bu gerici, yayılmacı,bir o kadar da saldırgan politikalarında ısrarı, sadece

bölge halklarının değil, ondan da önce Türkiye işçisınıfıyla emekçilerinin başına büyük belalar açmayaadaydır. Zira füze kalkanları ile Patriot bataryalarıboşuna kurulmuyor.

İşçi sınıfı ile emekçiler sermayenin yayılmaheveslerine olduğu kadar, AKP iktidarının saldırganpolitikalarına karşı da mücadele etmekleyükümlüdürler. Emperyalistler adına savaşkışkırtıcılığı yapan iktidarı ancak işçi sınıfı dizegetirebilir. Sınıf devrimcileriyle ilerici/öncü işçiler bugerçeğin farkında olmalı, dahası hem Türkiyeliemekçilere hem bölge halklarına karşı taşıdıklarısorumluğun ciddiyetiyle hareket etmelidirler.

CMYKCMYK

ayılmacı/saldırganı bozalım!

İşçi sınıfı ile emekçiler sermayenin yayılma heveslerine olduğu kadar, AKPiktidarının saldırgan politikalarına karşı da mücadele etmekleyükümlüdürler. Emperyalistler adına savaş kışkırtıcılığı yapan iktidarıancak işçi sınıfı dize getirebilir. Sınıf devrimcileriyle ilerici/öncü işçiler bugerçeğin farkında olmalı, dahası hem Türkiyeli emekçilere hem bölgehalklarına karşı taşıdıkları sorumluğun ciddiyetiyle hareket etmelidirler.

aldırgan planlarını bozalım! Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Patriot sevkiyatı son hız sürüyor

Türkiye’nin savaş ve saldırganlık üssü haline getirilmesinin önemli adımlarından olan Patriot sevkiyatıbaşladı. Ocak ayının sonunda tüm Patriotlar’ın ve askerlerin bölgede konuşlanmış olması bekleniyor. ABD veHollanda’nın ardından Almanya’da Patriot ve asker sevkiyatını başlattı.

Alman haber ajanslarında yer alan bilgiler doğrultusunda 330 askeri araç ve 130 konteynerden oluşan birkonvoyun Travemünde Limanı'na geldiği ve buradan da Danimarka Bandıralı Suecia Seaways isimli kargogemisiyle yola çıktığı duyuruldu.

Geminin 21 Ocak’ta İskenderun Limanı’na varacağı belirtiliyor. Buradan ise Patriotlar silahlarınkonuşlandırılacağı Kahramanmaraş’a gönderilecek. Sürecin maliyetinin ise 25 milyon euro olduğu belirtiliyor.

Bununla birlikte Çek Cumhuriyeti’nin de Türkiye’ye asker yollayacağı yönlü haberler basına yansıdı. ÇekHaber Ajansı’nın geçtiği haberde 4 askeri uzmanın Türkiye’ye geldiği ve “Suriye tehdidi”ne karşı desteğinsüreceği belirtildi.

Patriot füze sistemlerinin ABD’den karşılanacak kısmı İncirlik’e ulaştı. 7 Ocak günü İncirlik Üssü’ne ABDhava kuvvetlerine ait C-17 model iki dev kargo uçağı iniş yaptı. Üssün güneyindeki hangarların önüne çekilenkargo uçaklarında Adana’ya konuşlandırılacak Patriot füze savunma sistemlerinin bazı bölümlerininbulunduğu belirtildi.

Hollanda hükümetinin gönderdiği Patriotlar da 7 Ocak günü yola çıktı. Hollanda'nın Vredepeel kentindeki Best kışlasından yola çıkan Patriotlar önce Groningen eyaletindeki

Eemshaven Limanı'na gidecek. Patriotlar burada gemilere yüklenerek deniz yoluyla İskenderun Limanı'nagötürülecek. Füzelerin yaklaşık iki haftalık bir yolculuğun ardından 22 Ocak'ta Adana'da olması bekleniyor.

Füzelerin konuşlanacağı bölgelerde hazırlık yapmak üzere Hollandalı ve Alman akserler de Türkiye'yegelmeye başladı. Füze savunma sistemini kullanacak yaklaşık 260 Hollandalı asker ise 21 Ocak'ta yola çıkacak.

Füzelerin yola çıkması nedeniyle Hollanda Genelkurmay Başkanı Tom Middendorp bir konuşma yaparakfüzelerin savunma amaçlı olduğunu iddia etti. Middendorp, füzeleri kullanacak askerlerin yola çıkış tarihiniyse21 Ocak olarak ifade etti.

Hollanda'dan gönderilecek askeri misyonun toplam maliyetinin 42 milyon euro dolayında olmasıbekleniyor.

Page 18: Kızıl Bayrak 13-02

Röportaj18 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

- Teknopark İstanbul Projesi inşaatında aylarcaalınteri döken işçiler olarak ücretlerinizingaspedilmesine karşı onurlu bir mücadele ve direnişbaşlattınız. İlk olarak, basına yaldızlı sözlerlereklamları servis edilen Teknopark İstanbulProjesi’nden ve bu projedeki çalışma koşullarınızdanbahseder misiniz?

Şevket Yalçınkaya: Ben Teknopark İstanbulProjesi’nde duvar ustasıydım. Biz, bu projede ağırinşaat koşullarında iş yaptık. İnsanlar ağır işkoşullarında alınteri dökerek mücadele ettiler, günlükekmeğini kazanmak için alınteri döktüler. Yağmurda,karda, kışta çalıştık. Ramazan ayında 45 derecesıcaklıkta çalıştık. Biz işçiler duvar işinde ağırlıklıolarak 30’luk Ytong kullanıyorduk. 30’luk Ytonglarınbir tanesi 30-35 kg civarındadır. Bir palette ve yaklaşık36 Ytong bulunuyor. Bir duvar ustası günde 6-7 paletcivarında Ytong’u taşıyor, bu yükü omuzlarına alarakduvar örüyordu. Bir işçi günde yaklaşık 2 ton civarındayük taşıyordu. Bizimle beraber çalışan ve bu yükleritaşıyan 75 yaşlarında bir işçi arkadışımız dahi vardı...Bizler böylesi ağır koşullarda çalışmamıza rağmenhakkımız olan ücretlerimizi alamadık, 4-5 aylık ücretalacaklarımız gaspedildi. Maruz kaldığımız buhaksızlığı içime sindiremiyorum. Patronların bizlereyağtığı büyük bir vicdansızlık ve karaktersizliktir.

Projenin sahibi olan Teknopark A.Ş. bize ana firmaolan Uzunlar İnşaat’ın iflas ettiğini ve kendilerinin buparayı ödeyemeyeciğini söyledi. Ben bizzat kendimTeknopark’ın genel müdürü ile de konuştum, onunbana söylediği şu: “Orda mağdur olan bizleriz.”Düşünün ki, işçileri mağdur eden insanlar, arsızca “bizmağduruz” diyebiliyor. Patronumuz olan şirketlerdenana firma diyor ki, “Ben iflas ettim”. Taşeron şirketdiyor ki, “ben ana firmadan para alamıyorum”. Anafirmasından taşeronuna tüm patronlar topu birbirineatıyor ve “ben mağdurum” diyor. Biz de işçiler olarakdiyoruz ki, “asıl bizler mağduruz”. Şu çok açık ki,bizlerin sırtından geçinen patronlar ücret hakkımızıalenen gaspettiler ve bizlere “Ne haliniz varsa görün”demiş oldular. Gerçekten vicdanlı düşünen insanlarneyin ne olduğunu zaten göreceklerdir.

Burçin Kuz: Ben de projenin ince işler taşeronundaMayıs 2012’den itibaren şantiye şefi olarak çalıştım.Malzeme siparişlerinden, sahadaki imalatlarınkontrolüne, hak ediş hazırlanmasından ana firma ilekoordinasyona pek çok işi firmanın tek teknikpersoneli olarak yapıyordum.

Şantiye çalışması yoğun emek ve dikkat gerektiren,gecesi-gündüzü olmayan bir alan. Haftanın 7 günü, hiçtatil yapmadan çalıştığınız olabiliyor. Taşeron firmadaçalışıyorsanız, bu yoğunluk en az personelleçözülmeye çalışıldığı için kendinize zaman kalmasıimkansız hale geliyor.

Bu proje de benim için tüm bu zorlukların birleştiğibir deneyim oldu. Yazın sıcağında depo olarak dakullanılan ve değil klima su sebili dahi olmayan birkonteynerda çalıştık. Sahada yapılan tüm ince

imalatlardan sorumlu olduğum için, yapılan her işinsüresinden ve kalitesinden de sorumluydum. Busebeple Uzunlar İnşaat dışında da, müşavirlik firmasıTÜMAŞ ve patron Teknopark yöneticilerinin her biriile sahada birebir görüşüyordum. İşin hızlanması içingayet de muhatap alınıyordum o zamanlar...

Temmuz ayından itibaren ücretlerimizödenmemeye başladı. Zaten şantiye koşullarından 1aylık gecikme kanıksanmıştır ancak bu gecikme 2-3ayı bulunca bizler için de dayanılmaz hale geldi.Sürekli oyalama taktikleri, “ha bugün ha yarınödeyeceğiz” yalanlarıyla biz haftalar kaybettik. ŞevketUsta’nın da bahsettiği gibi bu süre boyunca yöneticiyönetici gezdik, dilekçeler verdik, sonuç alamadık.

“Şirketler arasındaki anlaşmazlığın faturasıbiz işçilere kesildi!”

Turan Karaca: Ben Teknopark İstanbul projesindesıva işleri yapıyordum. Oldukça zor ve ağır koşullardaçalışıyorduk. Aynı zamanda düşük ücretlereçalıştırılıyorduk. Bizlerin alınteriyle dikilen binalarda,alınterimizin karşılığı olan ücretlerimiz verilmedi.Ücretlerimiz zaten düzensiz ödenirken hiçödenmemeye başlandı. Bizlere her seferinde,“hakedişleriniz yapılıyor, ücretlerinizi kısa süredevereceğiz” denildi. Uzunlar İnşaat’ın taşeronu, bizlerinde patronu olan Telci Yapı da bizleri sürekli oyaladı.Tüm şirketler tarafından sürekli oyalandık ve gelinennoktada 4-5 aylık ücret alacaklarımız içerde kalmışoldu. Ana firma ve taşeron şirketler arasındakianlaşmazlığın faturası biz işçilere kesilmiş oldu. İşçileraçık biçimde mağdur edildi.

“Biz işçiler ancak birlik olabilirsekhaklarımızı alabiliriz”

- Gaspedilen ücretlerinizi alma talebiylebaşlattığınız mücadeleden bahseder misiniz? Nasılbiraraya geldiniz? Mücadeleyi nasıl ördünüz?

Burçin Kuz: Aslında sürecin başında bizi her haftaödeme yapacaklarını söyleyerek oyaladıklarınısöyleyebilirim. Bu süreçte biraraya gelip ya datelefonla görüştüğümüzde hepimiz birbirimize dertyanıyorduk ancak yine de ödeneceğine dair umudumuzvardı. Bu sebeple de haftalar boyunca projesahiplerinin sorunu çözeceğini düşündük. Bizlerinsigorta bilgileri ve alacaklarımızı detaylı istedikleri veyakın zamana kadar da “uyumlu” davrandıkları içinharekete geçmek için biraz geç kaldık sanıyorum.Artık yeter dediğimiz noktada tüm proje sahiplerine birmail attık. Bir hafta süre verdik ve projenin gerçekyüzünü herkese anlatacağımızı söyledik. AncakTeknopark yönetimi avukatları aracılığı ile attıklarımailde mağdurun kendileri olduğunu ve atacağımızherhangi bir adımda hukuksal yola başvuracaklarınıileterek, tehdit etmiş oldu. Biz de ilk elden kendifirmamızda çalışan işçileri biraraya getirerek bir şeyleryapmaya karar verdik.

Şevket Yalçınkaya: Bu projede bizler gibi ücretalacakları gaspedilen 500’e yakın işçi var. Mağdurolan işçi arkadaşların bir kısmı olarak biraraya geldik.“Biz işçiler ancak birlik olabilirsek gaspedilenhaklarımızı alabiliriz” diyerek neler yapabileceğimizi tartışmaya başlattık. Çünkü birlik olmazsak, asalaksömürücülere karşı biraraya gelmezsek hiçbir zaman

Teknopark İstanbul İnşaatı İşçileri ile direniş üzerine konuştuk...

“Hakkımız ve onurumuz içinmücadele ediyoruz!”

Page 19: Kızıl Bayrak 13-02

Röportaj Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

hakkımızı alamayız, böyle bir ülkede yaşıyoruz...Öncelikle mimarımız ve ekip başları olarak

biraraya geldik, ardından aramızda bir komiteoluşturduk. “Sesimizi en gür şekilde duyuracağımızyer neresi olabilir?” diye düşünmeye başladıktansonra, projenin sahibi olan ve bu projeden milyonlarcadolar kazanacak olan İstanbul Ticaret Odası’nın önünegitmeye karar verdik. İlk olarak 28 Aralık Cuma günüİTO’nun Eminönü’nde bulunan binası önüne gittik veeylemlerimize başlamış olduk. 4 Ocak Cuma günü birkez daha İTO önüne gittik, bu kez polisin saldırısınada uğradık.

“Gaspçılardan ücretlerimizi alana dekİTO’nun önündeyiz, direnişteyiz!”

- Bundan sonrası için mücadele hattınızı nasılçizdiniz? Direniş kurgunuz nasıl olacak?Eylemlerinizin hedefinde nereler-kimler var?

Şevket Yalçınkaya: İTO’nun mağdur ettiği işçilerolarak 11 Ocak günü bir kez daha İTO’nun önündeolacağız. Ücretlerimiz ödenmediği takdirde burayadireniş çadırı kurarak eylemimizi her gün sürecek kapıönü direnişine çevireceğiz. Bu gaspçılardanücretlerimizi alana kadar da ordan ayrılmayacağız. Bizkölelik zamanında yaşamıyoruz, sonuna kadardireneceğiz ve mücadele edeceğiz. Biz bu yola başkoyduk, kazanana dek vazgeçmeyeceğiz.

Bizi asıl mağdur eden Telci Yapı’dır. Ancak, ötekişirketler de hakkımızın gaspedilmesininsorumlularıdır. Başta İTO olmak üzere, Telci Yapı’danUzunlar’a ve Teknopark A.Ş.’ye, projedeki tümpatronlar hakkımızın gaspedilmesinden sorumludur vedolayısıyla eylemlerimizin hedefindedir. Hepsinirahatsız edeceğiz. Uzunlar’ın da diğer patronların daevlerine kadar gideceğiz.

Proje şu an durmuş durumda. Ancak İTO başkaşirketler ve işçiler üzerinden projeyi devam ettirmekisteyecektir. İTO bugün bize, “ben sizin muhatabınızdeğilim” diyorsa, yarın öteki işçilere de aynı şeylerisöyleyecektir. Biz ezilirsek başkaları da ezilecek. İş onoktaya varırsa, şantiyeye girip yaptığımız imalatlarıda sökme yoluna gideceğiz. Yaptığımız binalarısökmesini de yıkmasını da biliriz.

Bundan sonraki süreçte de eylemlerimiz devamedecek. Gaz da yesek, cop da yesek biz pesetmeyeceğiz. Biz sadece para için değil, aynı zamandahaklarımız ve onurumuz için mücadele ediyoruz.Bizim olanı eninde sonunda alacağız. Onurlu olmakiçin onursuzun karşısında dik durmak gerekiyor.Bunun mücadelesini de vereceğiz. Biz hakkımız olanıalamadığız için bugüne dek rahat uyuyamadık, bundansonra da bu işin sorumluları rahat uyuyamayacak.

Burçin Kuz: Polis saldırısından sonra ailelerimizle

yaptığımız basın açıklamasında da vurgulamıştık, necop, ne gaz bombası bizim bu süreç içindeyaşadıklarımız kadar canımızı yakamaz heralde. Biz işyürürken nasıl muhatap alınabiliyorsak bugün demuhatap alınacağız, başka yolu yok! Bu bizim içinartık onur meselesi haline geldi. Pek çoğumuzhaftalardır doğru düzgün uyku uyuyamıyor; parasınıalamadığı için memleketine, çocuklarının yanınagidemeyen arkadaşlarımız var. Bundan sonrakendimize zarar vermenin bir anlamı yok. Biz onlarınuykusunu kaçırmaya karar verdik. Başaracağımızıdüşünüyorum.

Turan Karaca: Eylemlerimize İTO’nun önünegiderek başladık. Bundan sonra direniş çadırı kuraraksürekli olarak İTO’nun önünde olacağız. Biz bu işinköküne kadar, sonuna kadar gideceğiz. Kazananakadar direneceğiz, biz hakkımız olanı er ya da geçalacağız!

“Her direniş bir sonraki içindeneyim biriktiriyor”

- Farklı sektörlerde de olsa, sizin gibi patronlarınsaldırılarına karşı mücadele eden ve direnişörgütleyen işçi arkadaşlar var. Direnişteki diğerişçilerle ortak bir mücadelenin örgütlenmesineilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Şevket Yalçınkaya: Direnişçi arkadaşlara teşekkürediyorum. Özellikle Şişecam, Abdi İbrahim ve HeyTekstil işçilerine teşekkür ediyorum. Onlar da bizimgibi mağdur olan işçiler. Onlar bizlerin eyleminedestek sundular. Direnişteki işçiler olarakmücadelemizi ortaklaştırmamız gerekiyor.Mücadelemizi ancak böylece daha yüksek seviyelereçıkarabiliriz.

Burçin Kuz: Bizimle birlikte polis saldırısınauğrayan, buna rağmen yanımızda olan Abdi İbrahimve Hey Tekstil direnişçileri bize öyle bir moral ve güçverdi ki, kazanacağımıza inanıyorum. Her işçi direnişiaslında bizim meşru olduğumuzu ve haklarımız içindirenmemiz gerektiğini bir şekilde belleklerimizekazıyor. Her direniş bir sonraki için deneyimbiriktiriyor. Bu deneyimlerin ortaklaştırılması çokönemli.

“Yalnız değiliz, sadece alternatiflerimizinfarkında değiliz”

- İnşaat sektörü ağır sömürünün yanısırataşeronlaştırmanın, kuralsızlığın ve güvencesizliğin

derinden yaşandığı, örgütsüzlüğün ise çok zayıfkaldığı bir sektör. Ücret alacağı için mücadele vereninşaat-yapı işçileri olarak, sektördeki örgütlenmeihtiyacına yönelik neler söyleyebilirsiniz? Sektördekibu kara tabloya karşı işçiler olarak nasıl birörgütlenme süreci içerisine girmek gerektiğinidüşünüyorsunuz?

Burçin Kuz: İnşaat sektörü sirkülasyonun çokfazla, bu sebeple de biraraya gelmenin zor olduğu biralan. Tabii bu örgütsüzlük patronların da oldukça işinegeliyor. Bu kadar ağır çalışma şartlarında çalışıp, birde hak gasplarına uğrayacaksınız, tüm bunlara rağmenisyan etmeyeceksiniz! Bunun tek sebebi yalnızolduğumuzu düşünmemizdir. Ama pek çok direniş degösteriyor ki yalnız değiliz, sadece alternatiflerimizinfarkında değiliz.

Başta sendikalar olmak üzere işçi derneklerinden(biz teknik elemanlar özelinde) meslek odalarınakadar aslında biraraya gelebileceğimiz pek çok imkanvar. Bu imkanların mevcut durumları ve hakim olananlayıştan bağımsız olarak buralarda bulunmanın çokönemli olduğunu düşünüyorum.

Şevket Yalçınkaya: Sektördeki bu saldırılarıntemel nedenlerinden biri, biz işçilerin birlik olmamasıve örgütsüz olmasıdır. Bizlerin kendimize bir çekidüzen vermemiz gerekiyor. Bir mücadele verirkenhakkımızı başkalarına yedirmememiz lazım. Dernekteya da sendikada, biz inşaat işçilerinin mutlakaörgütlenmesi gerekir. Mecut dernek ve sendikaların damutlaka biraraya gelmesi lazım.

- Son olarak neler söylemek istersiniz?Şevket Yalçınkaya: Başta bizlerin mücadelesine

her türlü katkıyı sunan OSİM-DER olmak üzere, biziyalnız bırakmayan tüm dostlarımıza teşekkürediyoruz.

İşçiler olarak, birlik ve beraberlik mücadelesivermemiz gerekiyor. Ancak böyle bir mücadeleverirsek kazanırız.

Burçin Kuz: Ben de bu mücadeledeyanıbaşımızda olan başta ÇHD, OSİM-DER, İnşaatİşçilerinin Derneği ve direnişteki arkadaşlarımızateşekkür ediyorum. İşçilerin birliği er ya da geçsermayeyi yenecek. Bu bizim bugün yaşadığımız,büyük küçük deneyimler sayesinde olacak, bunayürekten inanıyorum.

Son olarak o şantiyede çalışan ve bugüne kadarulaşamadığımız arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum,biz ücretlerimizi er ya da geç alacağız, gelin bunubirlikte başaralım!

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Şantiyelerden, ofislerden, plazalardandirenişçi işçilere selam olsun!

Burjuva medyanın gazetelerinde, televizyonlarında görmek ve okumak mümkün olmasa da dünyanındört bir yanından direniş ve mücadele sesleri yükseliyor. Elbet tüm bu sesler geleceğe dair umut besleyenkesimleri bir yandan heyecanlandırıp, bir yandan da sisteme dair öfkesini biliyor.

İki hafta önce Teknopark İstanbul Projesi İnşaatı’nda çalışan işçiler de soluksuz emek harcadıklarıprojeden alamadıkları ücretleri için direniş bayrağını yükseltmeye başladılar. Bu süreç içerisinde bildiksenaryolar onlar için de işledi. Muhatap alınmadılar, üstü kapalı tehdit edildiler, kolluk güçleri ile karşıkarşıya geldiler… Ne var ki yılmadılar, yılmacaklar.

Teknopark İnşaatı’nda çalışan ve ücretlerini alamayan işçilerin başlatıkları bu mücadeleyi bizler için iki katdaha önemli kılan ise aralarında mimar bir kadın arkadaşımızın bulunmasıdır. Toplumcu Mühendis, Mimarve Şehir Plancıları olarak bugüne kadar yaptığımız tüm açıklamalarımızda, artık teknik elemanların ayrıcalıklıkonumlarını yitirdiklerini, ekonomik ve sosyal haklarını bir bir kaybetmeye başladıklarını, dünün ücretliçalışan beyaz yakalılarının bugün sınıfsal aidiyetlerinin netleştiğini belirtmiştik. Gelinen yerde Teknoparkişçilerinin yükselttikleri mücadele bayrağının bir ucundan da mimar bir arkadaşımız tutmaktadır. Dolayısıylaücret hakkı için başlatılan bu mücadele söylemlerimizin doğruluğunun, teknik elemanların kapitalizme karşımücadeleyi yükseltmeleri gerekliliğinin en son örneği olmuştur.

Sonuç olarak Teknopark İstanbul İnşaatı işçileriyle mücadelelerini sürdürdükleri her alanda yan yana veomuz omuza olacağımızı yineliyoruz.

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları

Page 20: Kızıl Bayrak 13-02

Sınıf Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 201320 * Kızıl Bayrak

İTO-Teknopak işçileri, İstanbul Ticaret Odası(İTO) önünde hakları için direniyorlar. Yaklaşık dörtaydır alamadıkları ücretleri için, her hafta Cumagünü İTO önünde eylem yapan işçiler, polis saldırınamaruz kaldı. İşçiler saldırıları eylem ve açıklamayaparak kınadı, hakları için yürüttükleri mücadeledekararlılıklarını ifade ettiler. İşçiler 11 Ocak gününekadar hakları ödenmez ise, İTO önünde çadırkuracaklarını açıkladılar.

“Yaşasın sınıf dayanışması!”

4 Ocak günü saat 10.00’da İTO önünde buluşanişçilere direnişteki Abdi İbrahim işçileri ve HEYTekstil işçileri de destek verdi.

Ayrıca Çağdaş Hukuçular Derneği üyesiavukatlar, KESK’li kamu emekçileri, OSB-İMESİşçileri Derneği, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu,İnşaat İşçilerinin Derneği ve İnşaat ve Yapı İşçileriDerneği de destek verdi.

Basın açıklamasını Teknopark işçileri adınaBurçin Kuz okudu. Kuz, çalıştıkları Uzunlar İnşaat’ınişçiler nazarında sicili bozuk olduğunu belirterekşirketin TTNet Arena, Mersin Stadyumu, VanDeprem Konutları gibi projelerindeki haksızlıklarınıanımsattı. Kuz, haftalar boyu süren çözümsüzlüğünardından eyleme geçtiklerini İTO Genel SekreteriCengiz Ersoy’la görüştüklerini fakat ödemeyi kabuletmediklerini belirtti. Kuz sözlerini “Hakkımız olanıalıncaya kadar ellerimiz yakanızı bırakmayacak! Bizhaklıyız, biz kazanacağız!” diyerek bitirdi.

Açıklamanın okunmasının ardından bekleyiş,konuşmalarla devam etti. Konuşmalarda ilk sözüÇHD MYK üyesi Av. Zeycan Balcı Şimşek aldı.Şimşek, kamu projesinde çalışdığı halde ücretlerinödenmediğini vurgulayarak şunları söyledi: “Amabugün proje tamamlanmak üzere ve inşaat işçilerininparası ödenmiyor. Bu kadar inşaat işçisinin ücretininödenmemesinden İstanbul Ticaret Odası birincidereceden sorumludur.”

Av. Zeycan Balcı Şimşek’in ardından, Abdiİbrahim direnişçisi Mehmet Ergün, HEY Tekstilişçisi Zeki Gördeğir, OSB-İMES İşçileri DerneğiBaşkanı Güneş Atalay, İnşaat İşçilerinin Derneği veİnşaat ve yapı İşçileri Derneği adına da birerkonuşma yapıldı.

İşçilere polis saldırısı

Konuşmaların ardından İTO yönetimi işçilerimuhatap almadığı için İTO önünde yol kesildi.

Polisin azgınca saldırıp darp etmesine karşın,işçiler yoldan ayrılmayıp, sloganlar atarak cevapverdi. İşçilerin kararlılığı karşısında daha daazgınlaşan polis, biber gazı sıkarak, kalkanlarlaişçileri kaldırıma kadar sürükledi. Çevik Kuvvetsaldırısına yenilmeyen işçiler, eylemlerine buradadevam ettiler. Saldırılar sırasında çoşkulu sloganlarsusmazken, rahatsızlanan 4 işçi hasataneyegötürüldü.

Burada bir kez daha söz alan Abdi İbrahim işçisisaldırılara rağmen direniş kararlılığını koruduklarınıifade etti. Konuşma “Yaşasın onurlu direnişimiz!”sloganıyla karşılandı.

Saldırının ardından İTO Genel Sekreteri CengizErsoy işçileri görüşmeye çağırdı. Ancak Ersoy’ungörüşmeye çağırmasına rağmen arabasıyla kaçtığıgörüldü.

Şişecam’a ziyaret

İTO önünde eylemlerini bir müddet dahasürdüren işçiler, akşamüzeri İTO önünden ayrılaraktopluca Şişecam’a ziyarete gittiler.

Polis saldırısınaailelerle eylemli yanıt

Polis terörüne maruz kalan İTO-Teknoparkişçileri 6 Ocak Pazar günü Kadıköy’de eylemgerçekleştirdiler. Aileleriyle eyleme katılan işçiler,Kadıköy Kilise önünde toplandıktan sonra Eminönüİskelesi’ne kadar yürüyüş gerçekleştirdiler.

Basın açıklaması, işçilerin Teknopark İstanbulProjesi inşaatında aylarca alın teri dökerek çalıştığıancak ücretlerini alamadığının belirtilmesiylebaşladı. İşçilerin iki haftadır hakları için eylemdeolduğu belirtilerek, İTO’nun yanıtının çözümbulmak yerine polis terörünü devreye sokmakolduğu ifade edildi.

Eylemde yapılan konuşmaların ardından destekiçin gelen OSB-İMES İşçileri Derneği, İnşaatİşçileri Derneği ve Abdi İbrahim işçileri’neteşekkür edilerek direnişte olan bütün işçilerselamlandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Teknopark işçilerine polis terörü...

“Hakkımızı alıncaya kadarelimiz yakanızda!”

DHL’ye korsan sendika

TÜMTİS’te örgütlendikleri için işten atılan DHL işçilerinin direnişi ve sendikanın örgütlenme çalışmasısürüyor. Örgütlenme çalışmasını engellemek için işçileri işten atan patronun imdadına Hak-İş’e bağlı Taşıma-İş Sendikası yetişti. İşçiler zorla Taşıma-İş’e üye yapılarak TÜMTİS’in örgütlenmesinin önüne geçilmeyeçalışılıyor.

DHL patronu sendikal örgütlenmeyi engellemek için baskı, tehdit, sendikaya üye olmayan işçileridiğerlerine karşı kayırma, sendikasız işçilerin ücretlerinde artış ve ek sosyal yardımlar sağlama, işten çıkarmagibi birçok yol yöntem denedi ancak başarı sağlayamadı. Patronun tüm çabalarına karşın örgütlenmeçalışmasının devam ediyor olması, direnişin ilk günkü kararlılıkla sürmesi ve DHL’nin dünyanın pek çokmerkezinde protesto eylemlerinin hedefi haline gelmesi, patronu TÜMTİS’e karşı yeni hilelere başvurmakzorunda bıraktı.

DHL patronu, işçileri yanlış bilgi ile aldatarak Hak-İş’e bağlı olarak yeni kurulan Taşıma-İş Sendikası’nı, buişyerindeki sendikal örgütlenme çalışmasının bölünmesi ve yenilgiye uğratılmasının aracı haline getirmekistiyor. Patron ve şirket yöneticileri Taşıma-İş’i işyerinde örgütlenmeye çağırıp, sendika görevlisi gibi hareketederek işçileri kendi arabalarıyla notere götürüp Taşıma-İş’e zorla üye yaptırmaya çalışıyor.

5 Aralık 2012’de Hak-İş konfederasyonuna bağlı olarak kurulan ancak Türkiye’nin hiçbir yerindeörgütlülüğü bulunmayan Taşıma-İş, korsanca bir çalışma ile DHL patronuna hizmette kusur göstermiyor.Hak-İş’in kendi web sitesinde dahi adı geçmeyen bu “sendika”nın Ankara, Samsun, Kocaeli ve İstanbul’dabulunan “il temsilcileri”, DHL’nin bu illerde bulunan yöneticileri vasıtasıyla işçileri zorla üye yapıyor.

Yazılı bir açıklamayla DHL’deki saldırıyı duyuran TÜMTİS MYK, tüm girişimlere rağmen sendikanın,işçilerin sendikal mücadelesinin yanında olacağını, DHL’deki mücadeleyi başarıyla taçlandıracağını vurguladı.

4 Ocak 2013 / Eminönü

6 Ocak 2013 / Kadıköy

Page 21: Kızıl Bayrak 13-02

Kızıl Bayrak * 21Toplum-yaşamSayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Pandora’nın kutusu açıldı bir kere. Dışarı çıkan herkötülük kızgınlık, kibir, pişmanlık korkudan beslendi.Korku iliklere işlediğinde olabileceklerin sınırı yoktur.Korkuyla beslenen korkuyu büyütür. Yunanmitolojisinde tanrılar bile böyle ayrılır. Korkuylabeslenen Hades umutla güçlenen Zeus. Bugün tanrılarYunanistan’dan da dünyadan da uzaklaşmış. Fakat korkuve umudun savaşı sürüyor. Tüm insanlık tarihindeolduğu gibi.

Tarihten öğreniyoruz. Gelecek için kurulan her fikirdiyalektik gereği geçmişe bağlanıyor. Fakat zaman herzaman ileri sarılmıyor. İnsanın içinde kirli hücreleritaşıyanlar geçmişi de geleceği kirletmek için kullanıyor.Geçmişin acılarını, hükümranlıklarını yeniden inşaetmek için okuyor. Geçmişe iki farklı göz ve iki farklıbakış, bugüne ve yarına iki ayrı sonucu getiriyor. Geçmişortadaysa yapılacak da bellidir. Bir daha asla demek içinbugün geçmişten öğrenileni yapmak gerekir. Zirafaşistler savaş çığlıkları atarak yürüyor yanıbaşımızda.Yürüyorlar umudu katletmek için.

Tarihleri ölüm, katliam ve acı olanlar yenidensahnede

1917’nin Bolşevik devrimcileri yolumuzu nasılaydınlatıyorsa bugün, 1930’ların Nasyonal SosyalistPartisi de öyle karanlığı sunuyor Yunan faşistlerine...

Burjuvazinin küçük beslemesi Altın Şafak GenelBaşkanı Nikolas Michaloliakos Hitler’e yaklaşabilir mitarih göstercek. Fakat onun yolunda yürüyüp adımlarınıbir bir takip ettiği aşikar. Örgütlenme modeli,parlamentoyu hedef olarak kullanma şekli, saldırılardagöçmenleri öncelikli görmeleri gibi Nazilerin dönemindene varsa aynı paralellikte bugünün Yunanistan’ın da dabunlar var. Partinin lideri Michaloliakos yıllar önceHitler ve yönetimini öven yazısıyla açıkça Nazileri örnekaldığını ifade etmişti. Kendisine “führer” denmesiniisteyen Michaloliakos, Hitler’i taklit etmeyi partiningençlik kollarından oluşan özel koruma birliği kuraraksürdürüyor.

Burjuvazinin işçi sınıfının devrimci yükselişindenduyduğu korku Altın Şafak hareketine kan taşıyor. Yunansermaye devletinin ‘gayrı resmi’ desteğini alan faşistlerdaha pervasız daha vahşi saldırılara girişiyor. BugünYunanistan parlamentosunda birkaç koltukla ve birkaçşehirde gerçekleştirdiği saldırganlıkla ön plana çıkıyorolsa da, yavru köpek gibi sahibi tarafından eğitilmeyedevam ediliyor. Yunanistan burjuvazisinin yedek gücüolan Altın Şafak hem sermaye grupları hem de devleteliyle palazlanıyor. Altın Şafak’ın bir dizi polisbirimleriyle ilişkili olduğu artık inkar edilemeyen birgerçek.

Kendisini “neoliberalizme veMarksizm’e karşı” olarak

tanımlayan Altın Şafak,1993’de Yunanistan siyasi

partiler sahnesinde yerinialmıştır. 2000’li yıllara

kadar varlığı belliolmayan faşist partiekonomik krizin ülkeyivurmasıyla doğru

orantılı olarak büyüdü.

Göçmen karşıtı propagandası krizden etkilenenemekçiler üzerinde etki yaratarak hem oylarını hemdesaldırganlığını arttırdı.

Altın Şafak, geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerdetarihinin en yüksek oy oranını toplayarak mecliste 18sandalye kazandı. Bu süreçte parlamentoda ırkçıaçıklamalar birbirini izlerken sokaklarda göçmen avlarıdüzenleyen faşist parti, saldırılarını mahalle baskınları vekundaklamaya kadar getirdi.

Altın Şafak partisinin sadece 2012 yılındakipratiklerinden birkaçı faşistlerin kudurganlıkta hanginoktaya ulaştığını gösteriyor.

Ulusal bir kanalda tartışma programına katılan AltınŞafak partisi sözcüsü, karşı görüşlü 2 bayanı canlıyayında darp ederek tartışmadan anladığı dili gösterdi.

Altın Şafak üyeleri, 15 Mayıs 2012 tarihindeYunanistan’ın büyük partilerinden PASOK milletvekiliEvangelos Venizelos’un üstüne kaynar su atarak saldırıdabulundu.

17 Aralık günü SYRIZA milletvekiline stadyumdasaldıran faşistler “Yunan milliyetçilerinin Yunanistan’ıillegal göçmenlerden korudukları”nı ifade ediyorlardı.

Geçtiğimiz haftaysa Aitolikos’da Roman mahallesinibasan faşist parti güçleri 6 evi ve 4 aracı kundakladı.

Yunanistan’ın faşizm deneyimi vedarbe günlükleri

Yunanistan’da faşizm ilk kez kullanılmıyor elbet. 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonlarında YunanistanKomünist Partisi öncülüğündeki Partizanları ezmek içinde faşistler göreve çağrılmıştı. Hatta “ulusal” çıkarlarınıbir kenara itmekten geri durmayarak ülkedeki Naziyönetimiyle EDES (faşistlerin o dönemdeki askeribirliği) ateşkes ilan ederek savaş cephesini tekeindirmişti. Komünistlere karşı savaş uzun sürse deemperyalizmin desteğiyle faşistler amacına ulaşmıştı.Fakat komünistlerin Nazilere karşı fedakarlık ve onurlayükseltikleri savaş tüm işçi sınıfının bilincinde hak ettiğiyeri almıştı.

“Burası Politeknik... Size, özgür savaşçılarkonuşmakta, burası Politeknik... Burası Politeknik... Size,çocuklarınız konuşmakta.”

Bu sesle tarihe yazıldı bir ülkede darbecilerinyenilgisi. Bu ses Politeknik Üniversitesi’nin 24 saatyayın yapan öğrenci radyosu Özgür Savaşçı’dan MariaDamanaki’ye ait. Bu sesle başlayan çağrı 3 gün sürenPoliteknik Üniversitesi işgaline ve başta GenelkurmayBaşkanlığı önünde yapılan eylemlerle Cunta’nınyenilgisine milad oldu. Artık faşist darbenin yenilmesi

zaman meselesiydi. Bir ülkede kolluk gücüyle emekçilerbastırılabilir. Fakat asla yenilmezler. Tarih bir kez dahafaşistlere karşı Yunanistanlı emekçilerin direnişini yazdı.Bir kez daha umutla kavgaya sarılan zafere erişti.

Geçmişin gölgesinde kalan bitmeyen kavga

Bugün Yunanistan’da mücadelenin pratiği faşizmisınırlamaya, ezmeye yetmiyor. Zira sokakları boşkalmasa da, militan eylemliliklerde polisle çatışılsa dagenel grevler ve de siyasal taleplerle genel grevler ilanedilse de, ideolojik-politik platformları düzen içi sınırlaramahkum edilmiş durumdadır. Ne anarşist örgütler ne desendikalar faşist partiye karşı etkin bir mücadele örüyor.

Fakat işçi sınıfı öğreniyor. Dünya devrim tarihindenöğreniyor, kendi pratiğinden öğreniyor. Bugün değilseyarın faşistleri de yenmeyi, burjuvaziyi de alt etmeyiöğrenecek.

Pandora’nın kutusunda ne kaldı?

Pandora’nın kutusunda kalan kelebek, ümittir. AltınŞafak karşısında Yunanistan emekçilerinin ellerindeyükselen kızıl bayraklar en güçlü panzehirdir.

“Ege denizi kararıncaDağlar uykuya dalarYine ıssız ovalardaİsyan ateşi yanarVarlığımız feda olsunBu uğurda savaşaYemin ettik biz emekçilerSosyalizmi kurmayaKızıl yıldız parlayacakEmekçinin alnındaOrak çekiç patlayacakFaşistlerin beyninde”

Yunanistan işçi sınıfı faşizmi iyi tanır. İşçi sınıfınındikiş tutmaz yaralarında hep faşizmin darbeleri vardır.Bundan dolayıdır ki, Yunanistan İşçi Marşı’nda dahifaşizmi yenmek tezahür edilir.

Yunanistan devrimi hissetmiş, partizanları dağlarındasaklamış, meydanları işçilerle dolmuş ülke.

Yunanistan geçmişi kaçırmış fakat gelecek için emekharcayanların ülkesi.

Faşistler şafağı değerli kılmak için altın olmasınıbekleyenlerdir. Bizse şafağı birlikte karşılayamamanınhüznünü taşıyarak tereddütsüz devrim için ölenleriz.Bugün şafak geç doğuyor ama yarın...

Yarın şafak kızıl doğacak! T. Kor

Altın Şafak güneşi karartırken...

Devrim korkusu faşizmi besliyor!

Page 22: Kızıl Bayrak 13-02

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013Dünya

Geçtiğimiz hafta Yunanistan’ın kuzeyinde bulunanAitolikos kasabasında romanların yaşadığı bir kamp 70kişilik ırkçı faşist bir grup tarafından basıldı.Aralarında yüzleri maskeli kişilerin de bulunduğugrup, ellerinde sopalarla kampa saldırdı, bazıkulübeleri ve araçları ateşe verdi.

Aitolikos’ta daha önce de Roman emekçileri tacizeden ırkçı gruplarla Roman emekçiler arasındagerginlik yaşanmıştı. Çıkan olayların ardındanAitolikos Belediyesi Romanlar’a ait bazı ev vekulübeleri “kaçak inşaat olduğu” gerekçesiyleyıkmıştı.

Yunanistan’da yabancı işçilere, göçmenlere,“ötekiler”e karşı sürdürülen ırkçı-faşist saldırılarınarkasında Altın Şafak Partisi’nin olduğu biliniyor.

Emperyalist kriz Yunanistan’dafaşist partileri parlamentoya taşıdı

Kriz süreçlerinde geleneksel siyasal yapılaraduyulan güvensizlik örgütsüz, bilinçsiz ve gelecekkaygısı içindeki kitleleri daha radikal arayışlara iter.Böyle süreçlerde işçi ve emekçiler bir yandan solarayışlar içindeyken, güçlü bir sınıf partisinin olmadığıkoşullarda da ırkçı-faşist hareketlere yönelir.

Emperyalist krizi en ağır şekilde yaşayanYunanistan’da da durum böyle. Borç batağındakiülkede, işsizlik yüzde 20’yi aşmışken, her 4 kişidenbiri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Sokaklardayaşayanların sayısı ise çığ gibi büyüyor. Krizinyarattığı yıkıcı etkileri kullanan faşist Altın ŞafakPartisi, tüm yabancıları Yunanistan’dan kovmayı vesınırlara mayın döşemeyi vaat eden bir propagandafaaliyeti sürdürdü, yoksul Yunanlılara yiyecek dağıttı.Altın Şafak Partisi böylece, 2009’da %0,29 olan oyoranını bu seçimde 23 kat artırarak %6,97’ye yükselttive parlamentonun 300 sandalyesinden 18’ine sahipoldu.

Faşist Altın Şafak ırkçı, göçmen ve yabancıdüşmanı, anti-semitik ve antikomünist yapılanmasınakarşın, Avrupa’daki neo-faşist hareketlerin aksine,çalışma, örgütlenme ve eylem tarzı ile klasik faşistörgütlenmelere daha yakın. Hitler faşizmini referansalıyor, gamalı haçı andıran sembolleri kullanıyor, naziselamı veriyor.

Avrupa’da büyüyen ırkçılık veırkçı faşist partilerin güçlenmesi

Kapitalizm, dünya ölçüsünde tarihinin en büyükbunalımlarından birini yaşıyor. 80’lerin başındanitibaren kapitalist neo-liberal saldırılar sonucu sosyaldevlet çöktü, işçi sınıfının mücadelelerle kazandığıhaklar yok edildi, sosyal haklar budandı, işçi sınıfınınçalışma ve yaşam koşulları ağırlaştı, işsizlik arttı.Yaşanan emperyalist küresel kriz ile birlikte, devkapitalist tekellerin kapanması gündeme geldi veyüzbinlerce işçi sokağa atıldı. Kapitalist tekelleriniflasını ülkelerin iflası izledi ve derinleşen krizhalihazırda Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya,Fransa ve Kıbrıs’tan sonra AB’nin merkezine doğruilerliyor. Troyka ve yerel yönetimler işçi sınıfına ve

emekçi kitlelere kemer sıkma politikaları dayatıyor.İşsizler ordusu büyürken, milyonlarca insan açlığa,yoksulluğa itiliyor. Tüm bu tablo işçi ve emekçikitlelerde hayal kırıklığına neden oluyor, güvensizliği,umutsuzluğu besliyor, gelecek kaygısını büyütüyor.

Göreceli refahlarını kaybedeceği endişesine kapılankitlelerin tepkisi büyüyor. Örgütsüz ve bilinçsizkitleler, krizin yol açtığı yıkımın asıl kaynağınınkapitalist düzen olduğunu göremiyorlar ve ne yazık kiöfkelerini yanlış kanallara boşaltıyorlar. Tepkileriniburjuvazinin hedef olarak gösterdiği yabancı işçi veemekçilere, göçmenlere, romanlara yöneltiyorlar;milliyetçi faşist partilerin destekçisi oluyorlar.

Dün Yahudi düşmanlığı vardı, günümüzde bununyerini İslam düşmanlığı almış durumda. Yabancı işçive emekçiler ile müslüman nüfusun az olduğuülkelerde ise, toplumun en alt katmanında yer alanRoman emekçiler, ari ırk yaratmayı savunan faşistlerinhedef tahtası oluyor. Geçtiğimiz sene Fransa’da veİtalya’da Romanlar’a karşı girişilen faşist uygulamalarve sınır dışı etmeler, son olarak da Yunanistan veMacaristan’daki saldırılar bunun örnekleridir.

***Kriz dönemlerinde sınıf mücadelesi muazzam bir

dinamizm kazanır. Sınıfın öfkesi sokağa taşar.Avrupa’nın birçok ülkesinde krizin bedelini ödemeyireddeden işçi sınıfının ve emekçilerin yaygın, kitlesel,militan eylemlilikleri buna örnektir. Yunanistan’da,Portekiz ve İspanya’da krizin patlak verdiği günden buyana grevsiz geçen bir gün neredeyse yok. Yunan işçive emekçileri 20’nin üzerinde genel grevgerçekleştirdi. Öncüsünden yoksun işçi sınıfınınmücadelesi düzeni yıkan bir mecraya evrilmemişse de,sınıf enerjisini ve deneyimlerini biriktiriyor ve büyükbir patlama potansiyeli taşıyor. Bunun bilincinde olanemperyalist kapitalist sistem yarın olası bir patlamayıkontrol altına alabilmek için, bugünden ırkçı faşist

örgütleri palazlandırıyor, destekliyor, karşı-devriminyedek gücü olarak yarına hazırlıyor.

Burada işçi sınıfına düşen görev, burjuvazinin işçisınıfı ve halkları karşı karşıya getiren her türlüoyununu boşa çıkarmak, mücadele içindebiriktirdikleri enerji ve deneyimlerini ortaklaştırmak vebunları krizin asıl merkezine, emperyalist kapitalistsistemin kendisine yöneltmektir.

Avrupa ülkelerinde faşist hareketler:

Macaristan’da ekonomik krizle beraber desteğihızla artan faşist parti Jobbik, geçen yılki seçimlerdeyüzde 17 oyla ülkenin 3. büyük partisi oldu. Yahudi veRoman düşmanı bu faşist partinin gençlik kolları,Mussolini ve Hitler’in “siyah ve kahverengigömlekliler”i gibi hareket ediyor. Paramilitarist parti,siyah milis üniforması giyerek, Ku Klux Klan gibimeşaleler taşıyarak Roman köylerini basıyor.

Doğu Avrupa’da ırkçı faşist örgütlülüklergüçleniyor. Litvanya’da da TT adlı faşist partiseçimlerde yüzde 12,7 oy almıştı. Letonya’da LNNKyüzde 5, Slovakya SNS yüzde 5,1, Slovenya’da SNSyüzde 5,4 oy desteğine sahipler. Bulgaristan’daATAKA, özellikle Türkiye karşıtı söylemler kullanıyor.240 sandalyeli ulusal mecliste 21, AP’de ise 3milletvekili var.

İsveç: Sosyal demokrasinin beşiği sayılan İsveç’te,göçmenlerin devletin borçlanmasında büyük roloynadığını ileri süren ırkçı yabancı düşmanı İsveçDemokratları (SD) ilk kez 2010 seçimlerinde yüzde5,7 oy oranıyla 20 milletvekili çıkardı. Parti 1988’dekuruldu.

Finlandiya’da Nisan 2011’de yapılan milletvekiliseçimlerinde yüzde 19 oy alarak dikkat çeken GerçekFinlandiyalılar Partisi (Perussuomalaiset), göçmenlerekarşı sert söylemleri ile oy topluyor.

Avrupa’da kapitalist kriz ırkçılığı, burjuvazi faşist hareketleri büyütüyor...

Page 23: Kızıl Bayrak 13-02

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013 Dünya

Norveç: 1997’den beri ülkenin 2. büyük partisiolan ırkçı-faşist İlerici Parti (FrP), 2009’da yapılanseçimlerde oyların yüzde 22,9’unu almıştı. AndersBreivik’in geçen yıl 77 kişiyi katlettiği olaysonrasında, oyları yüzde 17’den yüzde 11’le geriledi.

Danimarka: Avrupa’da ırkçılığın önemlikalelerinden bir olan Danimarka Halk Partisi (DF),1995’ten bu yana katıldığı tüm seçimlerde yabancıdüşmanlığı ile ilgili politikalarıyla oy oranınıartırırken, 15 Eylül 2011’de yapılan seçimlerde yüzde12,3 oy alarak 22 milletvekili çıkardı ve ülkenin 3.büyük partisi haline geldi.

Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi,İslam düşmanlığı üzerinden işçi ve emekçileri bölerekgüç topluyor. 2010 seçimlerinde yüzde 15’in üzerindeoy alarak 24 milletvekilini parlamentoya sokmuştu.

Avusturya’da ırkçı faşist Jörg Haider liderliğinde1999’da yaklaşık yüzde 27 oy alarak koalisyonhükümetine giren Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ),2007 yılına kadar hükümette kaldı. Partinin kurucularıarasında Hitler döneminden kalma naziler bulunuyor.Bölündükten sonra FPÖ ve BZÖ olarak yola devameden partiler, son genel seçimlerin yapıldığı 2008yılında toplamda yüzde 28 oy oranına ulaşarak 183sandalyeli meclise 53 vekil gönderdi. Son anketleregöre daha da güçlenen iki parti yüzde 32 civarındadesteğe sahip.

İsviçre, Avrupa’da yabancı düşmanı ırkçı partininseçimlerde birinci sırada yer aldığı tek ülke. İsviçre,islam karşıtlığının son yıllarda en fazla politik rantgetirdiği ülkelerin başında geliyor. Son seçimlerdeyüzde 26 oy alarak elde ettiği 54 milletvekili ile ulusalmeclisteki en büyük siyasi grup olan İsviçre HalkPartisi (SVP), dörtlü koalisyondan oluşan hükümetinortaklarından birisi.

İtalya’da, faşist Umberto Bossi’nin liderliğiniyaptığı Kuzey Ligi (Lega Nord), 2008’deBerlusconi’nin Forza İtalia’sı ile birleşmişti. KuzeyLigi, İtalya’nın yoksul güney bölgelerinin ayrılmasınıve Padaniya adlı yeni bir devletin kurulmasınısavunuyor. Kuzey Ligi, üç ayrı dönem hükümette yeraldı. Son genel seçimlerde yüzde 8,3, AvrupaParlamentosu seçimlerinde yüzde 10,2 oy oranınaulaştı. Temsilciler Meclisi’nde 59 sandalyeye sahip.

İngiltere yabancı karşıtı Britanya Ulusal Partisi(BNP), 2009’da yapılan Avrupa Parlamentosuseçimlerinde 900 bin oy aldı. BNP’nin önümüzdeki yılyapılacak genel seçimlerde meclise girmesi bekleniyor.

Fransa’daki ırkçı faşist Parti Ulusal Cephe’ninlideri, 2011’de istifa eden faşist Jean-Marie Le Pen’inkızı olan Marine Le Pen. Le Pen, Fransa’daki 2012başkanlık seçimlerinde yüzde 18 oy aldı ve en popülerüçüncü aday oldu. Avrupa Parlamentosu’nda 3milletvekilleri var. Ulusal Cephe, göçmen karşıtı,özellikle islam karşıtı söylemleriyle yabancıdüşmanlığının yayılmasında önemli rol oynuyor.

Almanya’da Nasyonal Demokrat Parti’nin (NDP)son seçimlerde oyların sadece yüzde 1,5’unu almasışaşırtıcı olmasın. Almanya’da Pro Almanya gibi güçlümilliyetçi faşist örgütlenmeler mevcut. Faşistpartilerin bizzat devlet eliyle besleniyor olması, 2000-2006 yılları arasında 9 yabancı emekçinin öldürüldüğüolayların üzerindeki sis perdesiyle birlikte gözlerönüne serildi. Neo-Nazi örgüt Nasyonal Yeraltı’nınhücre evinde Federal Anayasayı Koruma Dairesitarafından sadece gizli servis çalışanlarına verilenkimlikler bulundu ve eylemlerde kullanılan askerimalzemenin Alman Ordusunun malı olduğu, devletkurumlarında bu olayı araştıran dosyaların yok edildiğiortaya çıktı.

Belçika’da Flaman bölgesi parlamentosundaki enbüyük fraksiyona sahip olan Flaman Menfaati partisi(Vlaams Belang), göçmenlere karşı sert yasalarınçıkarılmasını ve Flaman bölgesinin bağımsızlığınıistiyor. Faşist parti 2007 seçimlerinde Belçikagenelinde yüzde 12 oranına ulaştı.

Avrupa 2013'ten de umutsuz

Araştırma kurumlarına düzenli olarak yaptırılan vesonuçları açıklanan anketlere göre, Avrupa ekonomisi 2013

yılında da küçülecek. Üç bin kapitalist şirketi kapsayan sonankete göre, Aralık ayında işletmelerinin sipariş girdisinde

önemli düşüş kaydedildi. Ortak para bölgesindeki taleptevarolan gerileme yüzünden derin resesyona girdiği

belirtiliyor. Avro Bölgesi'nin en önemli konjonktür

barometrelerinden sayılan satın alma endeksi 46puana kadar gerilemiş bulunuyor. Büyüme eşiği olarak

adlandırılan 50 puanlık sınırın oldukça altına inmişdurumda. Almanya'nın satın alma endeksi puanıaralıksız onuncu kez düştü. Fransa, İtalya ve Hollanda

üretim düzeyini korurken, İspanya, Avusturya veYunanistan'da sanayi sektörünün daralmaya devam ettiği belirtiliyor.

Avro dışı ülkelerden sanayi ürünlerine gelen talepteki gerilemenin 18 aydır ihracatçı şirketlerinsipariş girdisinde kaydedilen düşüş trendine ivme kazandırdığı belirtiliyor ve 2012'nin tatminkârgeçmediğini ve ilerisi için de umut vermediğini belirtiyorlar.

Avrupa ortak para bölgesi ekonomisi kriz nedeniyle geçen yılın ikinci çeyreğinde yüzde 0,2, sonçeyreğinde ise yüzde 0,1 oranında küçülmüştü. Yeni yıl mesajında, ''Gelecek yıl ekonomik ortam kolaydeğil, zor olacaktır'' diyen Almanya başbakanı Merkel, talepdeki daralmanın ihracata bağımlı olanalman kapitalist ekonomisinin de yola açacağı sonuçlara dikkat çekiyordu.

Chavez’in yemin töreni ertelendi

Hugo Chavez’in sağlık sorunlarının sürmesinedeniyle yemin töreninin ertelendiği duyuruldu.

Venezüella Cumhurbaşkanı Hugo Chavez,Küba’da geçirdiği kanser ameliyatının ardından birdizi komplikasyon geçirmiş ve bu nedenle de tedavisisürmüştü. Beklenenden uzun süren tedavi ise gericimuhalefeti umutlandırmış, gerek sağlık durumunadair söylentiler yayarak, gerekse yemin töreninibahane ederek Chavez karşıtı bir propagandayürütülmeye çalışılmıştı.

10 Ocak’ta yapılması planlanan Cumhurbaşkanıyemin töreni, Chavez’in sağlık durumu nedeniyleertelendi. Parlamento yapılan oylama ile Chavez’eiyileşene kadar süre verilmesini onayladı. Bu kararlabirlikte muhalefetin Chavez’in hastalığındanfaydalanma umutları da boşa düşmüş oldu.

Chavez’in sağlık durumuna dair ise son olarak Enformasyon Bakanı Ernesto Villegas bir açıklamayaparak Chavez’in tedaviye yanıt verdiğini belirtti.

Hindistan'da tecavüz davası başladı

Hindistan'da büyük kitle gösterilerine konu olantoplu tecavüz davası 3 Ocak'ta başlarken, sanıklar 7Ocak günü ilk kez mahkeme önüne çıkarıldı.

Avukatların tecavüz sanıklarını savunmayıreddedeceklerini açıklamasıyla mahkeme duruşmadasanıklara yeni avukat atadı. Sanıklara mahkumedildikleri takdirde idam cezası verilecek.

Zanlılar hakkındaki iddianamenin bin sayfadanfazla olduğu belirtilirken, savcıların elinde çoksayıda kanıt ve 30'a yakın şahit de bulunuyor.

Kadına yönelik şiddetin protesto edildiğigösteriler sonrası Hindistan yönetimi yeni yasahazırlıklarına başladı. Ülkede tecavüze karşı cezalarıartırmak üzere hazırlanan yeni yasaya öldürülengenç kadının adının verilmesi teklif edilmişti.

Ülke çapında geniş eylemlere neden olan saldırıda, 23 yaşındaki genç kadın Yeni Delhi'de bindiğiotobüste toplu tecavüze uğradıktan sonra dövülüp yola fırlatılmıştı. Genç kadın, 16 Aralık'ta uğradığısaldırı ardından kaldırıldığı hastanede günlerce yoğun bakımda verdiği yaşam mücadelesini kaybetti. Gençkadının yoğun bakımda kaldığı süreçte sokaklarda kitlesel eylemler örgütlenerek, kadına yöneliksaldırıların son bulması için önlemlerin artırılması istenmişti.

Page 24: Kızıl Bayrak 13-02

Kadın24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçları üzerindenşekillenen gerici savaşlar, emekçiler için telafisi zorsiyasal-sosyal, kültürel ve ekonomik tahribat anlamınageliyor. Bu çok yönlü tahribat ise en çok kadınlarıvuruyor. Dünden bugüne egemen sınıflar tarafındantutulan kayıtlar yaşanılanların çok küçük bir kesitiniyansıtsa da, bu haliyle bile bizlere, kadınların normalşartlarda yaşadıkları çifte sömürü ve aşağılanmanın,taciz, tecavüz vb. cinsel şiddet olaylarının savaşdönemlerinde katbekat arttığını göstermektedir.

Savaşların kirli bilançosu

-Japon ordusunun 1937-1945 yılları arasında işgalettiği Kore’de gerçekleştirdiği yıkımın faturasınıkadınlar en ağır bir şekilde ödedi; 300 bine yakın Korelikadın fuhuş sektöründe çalıştırılmak üzere alıkonuldu.

- 1947-1952 yıları arasında ABD, çoğu NATO üyesi15 devletle Kore’ye saldırdı. 4 milyon insanınkatledildiği savaşta yüzlerce kadına tecavüz edildi.

- ABD’nin 1963 yılından 1973 yılına kadar dâhilolduğu Vietnam savaşında ölenlerin %10’unu asker, %90’ını ise siviller oluşturuyordu ve sivillerin %80’i isekadınlar ve çocuklardı. Vietnam savaşında binlercekadın tecavüze uğradı. Sadece My Layi Köyü’nde 450Vietnamlı çocuk ve kadına tecavüz edilip öldürüldü.Kuzey-Güney Vietnam savaşında tecavüze uğrayankadın sayısı en az 30 bin olarak kayıtlara geçti.

- 1970’te Pakistan-Bangladeş savaşı sırasındayaklaşık 200 bin Bangladeşli kadının Pakistanaskerlerinin tecavüzüne maruz kaldığı, 25 bin civarındakadının bu nedenle hamile bırakıldığı kaydedildi.

- 1971’de Bangladeş’de iç savaşla beraber 400 binkadına tecavüz edildi ve istenmeyen 25 bin gebelik oldu.

- 1991-1992 yıllarında ülkelerindeki açlık vesavaştan kaçan 300 bin Somalili arasında bulunankadınlar gittikleri Kenya’da, mülteci kamplarında bukamplardaki görevli askerlerce tecavüze uğradı;tecavüze uğrayanlar arasında, dört yaşındaki kızçocukları da bulunuyordu.

-Bosna-Hersek’te, 1992 yılındaki 5 ay süren ve 300bin sivilin katledildiği çatışmalar sırasında 20 bin ile 50bin arasında kadın tecavüze uğradı.

Yine 1990’dan 2002’ye kadar olan 12 yıllık yıkıcı içsavaş nedeniyle Sierra Leone’de yerlerinden edilmişkişilerin %94’ü tecavüz, işkence ve cinsel kölelik gibicinsel saldırılara maruz kaldı.

- 1994-1995 yıllarında 13-65 yaşları arasında 15binin üzerinde Ruandalı kadın, vahşi yöntemlerletecavüze uğradı. Kendilerine tecavüz edenlerce savaşganimeti olarak kaçırılıp zorla alıkonuldular.

- 1999’da Yugoslavya’ya savaş ilan eden NATO,Demokratik Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasınısağladıktan sonra, önce Bosna-Hersek’i, sonraKosova’yı ve Makedonya’yı işgal etti. Dört yıl sürenBosna savaşında 20 binden fazla kadın tecavüze uğradı.Bosna ve Kosova’ya konuşlanan BM ve NATObirlikleri, bu iki ülkeyi Balkanlar’ın kadın ticaretimerkezi haline getirdi.

- Çalışması ve evli değilse meslek edinmesi

yasaklanan, yanlarında erkek olmadan dışarı çıkamayanve burka taşımak zorunda olan Afganlı kadınları“Taliban’dan kurtarmak” bahanesiyle 2001 yılındaAfganistan’a müdahale eden emperyalistler, ülkezenginliklerini sömürmelerinin yanında Afgankadınların esaretini bir kat daha artırdılar. Afganistanlıkadınlar yurtdışındaki kadın tüccarlara satıldı. Artanyoksulluk pek çok Afgan kadınını çocuklarını satmayazorladı ve pek çoğu intihara sürüklendi.

- Amerika’nın demokrasi ve özgürlük söylemleriyle2003 yılında işgal ettiği ve 650 binden fazla insanınkatledildiği Irak’ta, Ebu Garip Cezaevi’nin bir tecavüzkampı gibi kullanıldığı kamuoyuna da yansımıştı vearalarında sekiz yaşında kız çocukları olmak üzerebinlerce kadın tecavüze uğradı.

Özgür bir gelecek için...

Zorbalıkla ülkeleri işgal eden ve halklarıköleleştirmeye uğraşan emperyalist barbarlar veişbirlikçi takımı 2011 yılında Libya topraklarınıyağmaladıktan sonra şimdi de Suriye topraklarınayöneliyorlar. Emperyalist güçler Suriye seferine, işgalettiği ülkelerde toplu tecavüzler gerçekleştiren, askerigenelevler oluşturup uluslararası kadın ticaretini vefuhuşu teşvik eden NATO eşliğinde hazırlanıyorlar.

Kuruluşundan bu yana emperyalizmle köleceilişkiler içerisinde olan Türk sermaye devleti ise bugerici savaş sürecinde en önde yer almakta,emperyalizmin Ortadoğu’daki istikrarı için Türkiyetopraklarını bir uçtan ötekine savaş üssünedönüştürmektedir.

Emperyalistler adına Suriye halkını köleleştirmeprojelerini yürütmek için en önde saf tutan Türksermaye devleti, bu projeleri yürütebilmenin ön koşuluolarak ise bizlere iş yerine ücretli köleliği, insancayaşamaya yeten ücret yerine sefalet ücretinidayatmaktadır. Asgari ücret ve azami sömürününyarattığı açlık, yoksulluk, sosyal ve kültürel yozlaşma ve

çürüme sonu gelmeyen yaralanma ya da sakatlanmaylasonuçlanan iş cinayetlerini, intiharları, bununla birlikteemekçi kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz olaylarınartması ve sıradanlaşmasını beraberinde getirmektedir.

Bu noktada biz Türkiyeli işçi-emekçilerin kaderiyleOrtadoğu’daki emekçi halkların kaderi, dahası tümdünyadaki işçi sınıfının kaderi birleşmektedir. Bugünegemen emperyalist-kapitalist dünya düzeni bizleringeleceğini çalmakta, bizlere kan ve gözyaşından,sömürü ve sefaletten başka hiçbir şey vaatetmemektedir.

Bunun için, burjuvazi tarafından çok yönlü baskıaltına alınan işçi sınıfı ve bu sınıf içerisinde çiftesömürüye, aşağılanmaya, her türlü cinsel şiddete maruzkalan emekçi kadınlar olarak kapitalizme olduğu kadarbizleri kendi sefil çıkarları için daha fazla köleleştirmekve sömürmek isteyen emperyalizme karşı da erkek sınıfkardeşlerimizle omuz omuza örgütlü mücadeleyiyükseltmemiz gerekmektedir.

Özgür bir geleceğin, eşit bir dünyanın ve gerçek birkurtuluşun sosyalizmle mümkün olacağını, bugündenözgürleşebilmenin yolunun ise kölelik zincirlerini tektek kırarak devrim mücadelesinde yer almaktan geçtiğinibilerek emperyalist saldırganlığa ve kapitalist sömürüyekarşı kavgayı büyütelim.

Emperyalist saldırganlığa karşı 20 Ocak’ta alanlara

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, 20 Ocak günü emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı alanlara çıkacaklarınıduyurdu.

Dört örgüt adına yapılan ortak açıklamada Ortadoğu’da estirilen savaş ve saldırganlık ile Türkiye’ninemperyalizmin taşeronluğunu yapmasına karşı tüm ülkede alanlara çıkılacağı belirtildi.

Açıklamada “Emperyalizm Ortadoğu‘da tüm çıplaklığıyla hegemonyasını güçlendirecek yeni bir dönemi

başlatırken, Ortadoğu halklarının gerçek özgürlük ve demokrasi temelli gelecekleri ancak anti-emperyalist bir

mücadele ile inşa edilebilecektir” ifadelerine yer verildi. Yapılan açıklamada son olarak şu ifadeler yer aldı: “Şimdi, bölgesel güç olma hevesiyle yanıp tutuşan,

ülkemizi emperyalizmin askeri üssüne dönüştürmeye çalışan AKP hükümetine dur deme zamanıdır! Suriye

halklarının geleceğini ellerinden alan ve yaşadığımız toprakları ABD emperyalizminin kirli üssü haline

getirilmesine karşı eşit, özgür, demokratik ve bağımsız bir ülke mücadelesini hep birlikte büyütmeye

çağrımızdır!”

Örgütler 20 Ocak günü Antep’te bölge mitingi yapacaklarını, aynı gün diğer tüm illerde de yürüyüş ve basınaçıklamaları yapacaklarını bildirdiler.

Devrimci Kadın Kurultayı’nın güncel çağrısı...

Emperyalist savaşlara ve gericiboğazlaşmalara son!

Page 25: Kızıl Bayrak 13-02

Kadın Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013..

Rosa Luxemburg, genç yaşlardan itibaren haklımücadelesi için durmadan savaşan, tüm zorlukoşullarda dahi inancını yitirmeyen, proleter devrimikendine yol edinmiş kadın bir devrimcidir. Lenin,Rosa’yı “O bir kartaldı ve hep öyle kalacak” sözleriile tariflemişti.

Rosa Luxemburg, 5 Mart 1870’de Polonya’da Lineve Alias çiftinin beş çocuğunun en küçüğü olarakdünyaya geldi. 3 yaşındayken ekonomik zorluklarnedeniyle ailesi Varşova’ya taşınmak zorunda kaldı.Bacağındaki rahatsızlık nedeniyle bir yıl hastanedekalan Rosa, annesinin desteğiyle okumayı yazmayıöğrendi ve on yaşına kadar evde öğrenim gördü.Yahudi kimliğinden kaynaklı ilk ayrımcılığını Rus KızOrtaokulu’nda yaşadı. Zorlu geçen ortaokul yıllarındansonra, Avrupa’da kadın öğrencilere kapısını açan teküniversite olan Zürih Üniversitesi Felsefe Fakültesi’neyazıldı. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanışanRosa Luxemburg dönemin solcu grupları içinde yeraldı ve sadece 18 yaşındayken içinde bulunduğugruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre’ye kaçmakzorunda kaldı. İsviçre’de öğrenimini tamamladıktansonra kendisine göre mücadelenin kalbi olan Berlin’egeldi. Alman vatandaşlığına geçebilmek için buradasahte bir evlilik yaptı. Burada ilk olarak Alman SosyalDemokrat Partisi’nin (SPD) ileri gelen marksistleri ileyakın ilişkiler geliştirip, partinin aktif bir üyesi oldu.Rosa’ya göre sosyalizm engin bir yenilenme vezenginleşme kaynağıydı. Rosa Luxemburg, Marx’ın“varolan her şeyi insafsızca eleştirme” yönteminibenimseyip sosyalizm düşüncesi içinde tartışılmayacakhiçbir konunun olmadığını ileri sürdü. Sosyalizmmücadelesinde Rosa Luxemburg eleştiriyi silahadönüştürebilen, teorik yenilenmelerin tüm risklerinikimliğinde taşıyan ve bunu salt bir teorisyen olarakdeğil, aynı zamanda eylemci olarak da gerçekleştirenbir devrimciydi.

***Alman kapitalizmi, 1873 durgunluğunu aşmasıyla

birlikte geniş bir coğrafyaya yönelik politikalargeliştirmeye ve adımlar atmaya başladı. Bu yönde işçisınıfı içinde özellikle vasıflı iş gücüne farklı ücretpolitikaları uygulandı. Tekeller bu yöntemle vasıflıişçileri işçi sınıfından kopararak ayrıcalıklı işçileryaratıp, işçi sınıfının birleşik gücünü parçalamakistiyorlardı. İşçi sınıfı içerisinde oluşan bu aristokratkesim, SPD’nin parlamenter çizgisiyle bütünleşti.Siyasal arenada reformcu eğilim giderek güçlenmeyebaşlar. Bu eğilimin en önde gelen sözcüsüBernstein’di. Bernstein “evrimci sosyalizm” diye detanımlanan temel görüşlerinde, kapitalist toplumungelişiminin sınıflar arası çelişkiyiyumuşatacağını, kapitalizmi ehlileştireceğini vesendikal mücadeleyle kapitalist sömürünün ortadankalkacağını ileri sürmekeydi. Rosa Luxemburg,Bernstein tezlerine karşı çıkıp, parti yönetiminden burevizyonist görüşlere tavır almasını istedi. RosaLuxemburg 1899’da yayımlanan ‘Sosyal Reform muDevrim mi?’ adlı çalışmasıyla Bernstein’ın revizyonistgörüşlerine yönelik eleştirilerini dile getirdi. BöyleceSPD içinde reformizm ile devrimci çizgi arasında ensert biçimde devam edecek mücadele net olaraktaraflarını bulmaktaydı. Rosa Luxemburg buçalışmasında, kapitalizmin çelişkileri, devrimci

mücadele içinde sendikaların rolü, parlamentarizm,karma hükümetler, devrimci şiddet, açlık ve devrimgibi konuları inceleyerek işçi sınıfının kurtuluşununsosyal reformlarla değil, sosyal devrimle mümkünolacağını savundu. Birçok konuda artık SPD ileayrılıklara düşüyor ve SPD yönetimini, eyleminiörgütsel yapı için bir tehlike olarak görüyordu. Yineson yıllarda burjuva parlamentarist eğilimbelirginleşmiş olmasına karşın, SPD’nin işçi sınıfıiçinde etkili olmasından dolayı Karl Liebknecht veRosa Luxemburg, SPD’den ayrılmayı işçi sınıfındanuzaklaşmak olarak görüyor, kopmayı bir türlü gözealamıyorlardı. Ancak SPD’nin, emperyalist savaşıAlman burjuvazisi cephesinden desteklemesindensonra ayrılmak onlar için zorunluluk haline geldi.

Rosa ve Karl, 5 Ağustos 1914’te SPD içerisindeEnternasyonal grubunu kurdular, sonradan bu grup“Spartakistler Birliği” adını aldı. Spartakistler ise işçihareketinin tarihinde ihtilalin ve enternasyonalizminparlak temsilcileri olarak yer aldılar. Bir çok kitleseleylem gerçekleştirdiler. Bütün bunlar yaşanırken aynızamanda dünya savaşı patlak vermişti. Spartakistler1916, 1 Mayıs kutlamalarına olağanüstü önemverirken Luxembug fabrikalarda ve PostdamMeydanı’nda toplanan 10 bin savaş karşıtı göstericiyedağıtılan broşürleri yazmıştı. Mitingingerçekleştirildiği alanda Luxemburg dokunulmazlığıkaldırılarak tutuklanmış ve dört yıl bir ay hapiscezasına çaptırılmıştı. Bir yıl içinde dört cezaevigörmüştü, en son Wronki Cezaevi’ne nakledildi.Cezaevinde zorlu dönemler geçirdi. O’nu en çokzorlayan tecritti ve tecridi sadece kalemiyle kırabilirdi.Dostlarını harekete geçirmek, onlara hayat aşılamakiçin kalemini içerde geçirdiği sürece, daha bir inatla,daha bir kararlılıkla, daha bir sabırla ve daha büyükcesaretle kullandı. O uzun taş duvarlar onu pratiktenalıkoysa da, yazdığı makaleler ve eleştiri yazılarıylavarlığını her zaman hissettiriyordu. 6 Kasım’da siyasimahkumlara af ilan edildi. 8 Kasım’da takvimine mavimürekkeple büyük çarpı atıp “Gece 10’da” diyeyazmıştı. Cezaevinden hemen ayrıldı ve geceyi ertesigün yapacakları gösteriyi hazırlayan demiryolu işçilerisendikasının bürolarında geçirdi. Berlin’e, devrimülkeyi silip süpürmesinden dört, Cumhuriyet’in ilanedilmesinden bir gün sonra geldi. Luxemburg’u hemenBerliner Lokalanzeiger’in yazı bürosuna götürdüler.

Önceki gecede bir grup işçi, imparatorun gözdesi olanbu sağcı gazeteyi işgal etmiş ve proletarya tarafındankamulaştırıldığını bildirmişlerdi. Daha sonra SpartakisBirliği’nin ve ardından Alman Komünist Partisi’ninyayın organı olacak olan Die Rote Fahne’nin (KızılBayrak) ilk sayısını çıkarmış oldular. Matbaacılargazeteyi basmayı reddetmişlerdi. İlk iki sayısıçıktıktan sonra başka bir matbaa aranmaya başlandı.Aradan biraz zaman geçtikten sonra Küçük Dergi adlıbir dergi bulundu ve Kızıl Bayrak’ın üçüncü sayısıyayınlandı. Spartakistler için süreç kızgınlaşmış vedaralmıştı, Spartakist ayaklanma kendiliğindendi;lidersiz, plansız, örgütsüzdü. Spartakistler’in yakasınayapışmak için sabırsızlanan Gönüllü Birlikler, işçilerivahşi bir şekilde dövüp bedenlerine tanınmayacakşekilde parçaladılar. 1918 Aralıkı’ndaki Spartakistayaklanma bastırılıp, sosyal demokrat hükümetkazanmıştı. Bütün ısrarlara rağmen Rosa, Berlin’iterketmedi. Spartakist kıyım başlamıştı.

Rosa ve Karl bir müddet Berlin’in merkezindekiEden Oteli’nde saklanırlar ama yerleri tespit edilir.Onları tutuklamak için askerler otele gelirler. Kimliktespiti yapmak için Rosa’yı yüzbaşının yanınagötürürler. Kimlik tespitinde de dik başlılığınıkoruyarak her zamanki gibi, yüzbaşının sorularınasivri cevaplar verir. Rosa Luxemburg cezaevinegötürülmek için askerlerle arabaya giderken oradan birasker aradan sıyrılarak dipçikle Rosa’nın kafasınabirkaç kez vurur, ağzından ve burnundan kan gelenLuxemburg yerden kaldırılır. Baygın bir şekilde ikiaskerin arasına arka koltuğa konulur, araba yüz metreilerledikten sonra bir silah sesi gelir; Rosa, arkadaşıSonia’ya hapishanede yazdığı mektupta şöyle diyordu:“Her şeye rağmen görev başında bir sokakçatışmasında ya da dar ağacında can vermek isterim”.Rosa’nın da istediği gibi mücadelesi uğruna katledilipölümsüzlüğe ulaşmıştır. Bu çürümüş düzen birçokdevrimciyi katletse bile onların düşüncelerini,inançlarını, devrim mücadelesini asla yokedemeyecektir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi:“‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budalazaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’.Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içindeyine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp,gür sesi ile şunu haykıracaktır: ‘Vardım, Varım,Varolacağım!’”

Ümraniye’de Rosa Luxemburg anması

Ümraniye Devrimci Kadın Kurultayı Hazırlık Komitesi, 10 Şubat’ta gerçekleştirilecek olan kurultay içinhazırlıklarını sürdürüyor.

Bu hazırlıklar kapsamında 5 Ocak günü devrimci kadın önder Rosa Luxemburg’u anlatan film gösterimiyapıldı. 1986 yılında yönetmen Margarethe von Trotta tarafından çekilen “Rosa Luxemburg” isimli filmingösterimi OSB-İMES İşçileri Derneği’nde gerçekleştirildi.

Film gösteriminden önce bir açılış konuşması yapılarak, kadınların tarih boyunca süregelen ezilmişliğianlatıldı ve bugün AKP eliyle devam eden sömürü ve şiddetten bahsedildi. “Devrimci Kadın Kurultayı”öncesinde, 15 Ocak 1919 tarihinde katledilen devrimci kadın önder Rosa Luxemburg’u anmanın devrimcibir sorumluluk olduğu ifade edildi. Ardından yapılan konuşmada ise Luxemburg’un bir devrimci olaraksürdürdüğü yaşamı kısaca anlatıldı.

Film gösteriminden sonra işçi ve emekçilerle sohbet gerçekleştirildi. Kızıl Bayrak / Ümraniye

Devrimin kartalı: Rosa Luxemburg

Page 26: Kızıl Bayrak 13-02

Cecilia Bobrovskaya, 1873 yılında Rusya’dadoğdu. 1917 Ekim Devrimi ve devrim sonrasındaBolşevik Parti’nin sıradan bir üyesi olarak çalıştı.Partideki işi daha çok, çarlık Rusyası’nda korkunç birbiçimde sömürülen işçilere devrimci materyallerigötürmekti. Bu, o dönem oldukça zor bir işti; çünküCecilia Bobrovskaya sürekli olarak ajanlar tarafındantakip ediliyordu. Bir dönem yiyecek bile bulamıyordu.Fakat buna rağmen faaliyetini kararlılıkla sürdürdü.Devrimci bir parti inşa etmek için fabrika işçilerini,köylüleri ve öğrencileri örgütlemeye çalıştı.

Devrim sürecinde yaşadıklarını anlattığıkitabından bir bölümü yayınlıyoruz…

(…)Sabah saatlerinde demiryolu işçileri sokaklara akın

etti ve Levada’da bir miting gerçekleştirdi. İşçiler kızılbir flama açtı ve komite üyesi Voyeikov alanda birkonuşma yaptı. Mitingin haberini alan Vali, hemenLevada’ya geldi. Valinin karşısına onunla konuşmaküzere Voyeikov çıktı. Voyeikov’un etrafındayoldaşlarımız kalabalık bir şekilde yerlerini almıştı.Yapılan konuşmanın sonrasında vali geri çekilmekzorunda kaldı. Lokomotif işçileri şehre yürüyüşegeçerek demiryolu işçilerinin eylemine katılmayaçalıştılar. Fakat Kazaklar yolu keserek buna engeloldu. Lokomotif işçileri ve Kazaklar arasında çıkançatışmada cesur işçilerden bazıları Kazakları etkisizhale getirerek mızraklarını zaferlerinin bir göstergesiolarak dalgalandırdı.

İlk olarak Matrossov ve Voyeikov’un da aralarındaolduğu 18 kişilik demiryolu işçisi grubu tutuklandı veişçiler daha sonra 1 Mayıs gösterilerini başlattığıgerekçesiyle Vyatka eyaletine sürgün edildi.Birçoğumuz ajanlar tarafından dikkatle takipediliyorduk. Bu tüm örgütün ve çeperlerin birçoğununtutuklanmasına yol açtı. Kharkov’da ajanlık yapanpolis Varşova’daki kadar acemi değildi. Bir keresindetakip edildiğimin farkına bile varmamıştım. Dahasonra polisin beni yaz boyunca takip ettiğini anladım.Fakat genel tutuklamalardan bir ay önce ajanlaryaptıklarını gizlemeyi bırakmışlar, evimi açıktanizleyip adımlarımı sürekli olarak takip etmeyebaşlamışlardı. Acil bir işi halletmem gerektiğindesabah erkenden dışarı çıkıp alışverişe gidiyormuş gibiyapmaya başlamıştım. Bazen çeşitli mağazalaragiriyor, terziye uğruyor ve bir sürü kıyafetdeniyordum. Bu elbette ki bir hayli uzun sürüyor, ensonunda ajan beklemekten usanıp gidiyordu.

Bir keresinde bildiri dolu bir paketi bir yereulaştırmam ve Lubotinli iki işçiyle görüşmemgerekiyordu. O sabah dikkatle sağıma soluma baktımve istasyona gitmek üzere ayrıldım. Trene bindiğimdeyassı burnu olan, şüpheli görünen bir adamın yanvagona bindiğini fark ettim. Lubotin istasyonundaindiğimde o da indi. Perona göz attım, işçiler benibekliyordu. Açıkça görmezden geldiğimi belli ederekyanlarından geçtim. Bir şeylerin ters gittiğini hemenanladılar ve beni görmemiş gibi yaptılar. Büfeyegiderek bir fincan çay söyledim. Bir masaya oturdumve çayımı içerken bir taraftan da ne yapmamgerektiğini düşündüm. Yakındaki bir diğer masaya daarkadaşlarım geçerek bira içtiler. Üçüncü bir masadaise yassı burunlu adam oturmuş, çay içiyordu. Tüm

bunlar o kadar tuhaf görünüyordu ki neredeysekahkaha atacaktım. Bir sonraki Kharkov treni gelenekadar bu şekilde oturdum. Çoraplarımın içinde vegöğsümde hala güvende olan bildirilerle trene bindim.

Şehre döndüğümde yassı burunlu adamortalıklarda görünmüyordu. Yorgunluktan düşenekadar şehirde dolandım. Sonra Puşkin Caddesi’ndekitıp kurumunda yaşayan hemşire arkadaşımın yanınagitmeye karar verdim. Orada bir şeyler atıştırdım veçay içtim. Bildirileri arkadaşımın odasına sakladım veyeteri derecede dinlendikten sonra eve döndüm.

Fakat günlük maceralarım böyle mutlu sonaermeyecekti. O gece polisler tarafından uyandırıldım.Yassı burunlu adam da aralarındaydı. Bu gerçek beni okadar altüst etti ki, tüm bunların bir kabus olduğunudüşündüm. Fakat kısa sürede kendime geldim vebunun acı bir gerçek olduğunu anladım. Hapishaneyegitme sırası bendeydi. Uzun bir süre şanslıydım.Varşova’da çalışmış, yurt dışına çıkmış, Kharkov’dabütün sene çok önemli ve tehlikeli çalışmalaryürütmüştüm ve şimdi bedel ödeme zamanı gelmişti.Yine de bu felsefi düşünceler özgürlüğümü kaybetmeolasılığının yarattığı ve beni mahveden o korkunç hissiyatıştıramazdı. Bu deneyimi ilk kez yaşayan herkesaynı şeyi hisseder.

Durumu zorlaştırmak için polis memuru rahatsızedici derecede keyifli bir tavır takındı. Odamda aramayapılırken espri yapmaya çalıştı ve bana şunlarısöyledi: “Cesaretin mi kırıldı? Bence tüm bunların birFransız romanında yaşanacağını düşünüyordun:mükemmel bir polis memuru gelecek ve ‘Madam,bunu yapmak beni üzse de sizi kanun namınatutukluyorum’ diyecek.” Daha sonra masamınüzerindeki kitapları karıştırmaya başladı. Marks’ınKapital’ini ve Ekonomi Politik’ini eline alarak “Sendeçok kapital var, ama cüzdanında sadece 60 kopekgörünüyor” dedi.

Gecenin geri kalanını, günün ilk ışıkları ayıltıcıetkisini gösterene dek avazı çıktığı kadar bağıransarhoş bir hayat kadının olduğu karakolda geçirmek

zorunda kaldım. Gözlerimin önünde görevdekipolisten havlu çaldı. Dikkatle burulmuş kızıl bıyıklarıolan, iyi kesimli bir ceket giymiş bir adam bütün gecevolta attı. Polisler birbirlerine bu adamın devletinfonundan zimmetine para geçirdiği için tutuklandığınıfısıldamıştı.

Sabah erkenden bilindik bir Kharkovhapishanesine götürüldüm. O dönem hapishaneninmüdürü Yarbay Dikhov’du. Favorileriyle, şaşıgözleriyle ve öldürücü ifadesiyle, bana Melshin’in tamda anlattığı gibi olan gardiyanı hatırlatmıştı.Dikhov’un iki gözde askeri vardı, Stadnik ve Melnik.Gizli koridorda sırayla görevi devralıyorlardı. Her ikitarafında hücrelerin olduğu bu dar, karanlık koridoruntam olarak gizli olduğunu söyleyebilirdik. Dışarıdanhiçbir ses buraya sızamıyordu.

Melnik ve Stadnik şaşırtıcı derecede iyi eğitilmişti.Soruları cevaplamaktansa yanmayı tercih ederlerdi.Aylarca tutuklu kalmış biri, birilerinin sesini duymakiçin şiddetli bir istek duyar. Bu yüzden Melnik’le veStanik’le konuşmaya çalıştım, fakat sessiz kalmayadevam ettiler.

Tahta yatağım ve döşeğim sabah altıda kaldırılır veduvara bağlanırdı. Sıra ve masa da aynı şekilde duvarabağlanırdı. Yüksekliği fazla olmadığından mavigökyüzünden bir parça olsun görebilecek kadarpencere eşiğine erişmem benim için çok zordu. Yataksadece akşamları altıda indirildiği için gün içerisindeyatamıyordum. Avlunun tecrit edilmiş bir köşesindeyaptığımız günlük yürüyüşümüz 15-20 dakika sürmekzorundaydı. Avlunun bir ucunda nöbetçi kabini vardı.Arkamda ise inatla tek bir kelime etmeyi reddedenbaşka bir nöbetçi yürüyordu.

Her ne kadar tam tersi görünse de gizli koridordasosyal bir yaşam sürdürüyorduk. Gizli şifreyleyaptığımız hararetli tıklamalar tüm gün boyuncasürüyordu. Umumi tuvalette birbirimize notlarbırakıyorduk. Tıklamalar yoluyla birbirimize takmaisimler veriyorduk. Örneğin, bana bırakılan notlarınüzerinde “saksağan” yazılı oluyordu. Gardiyan beni

Çeviri26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

Yeraltı Rusyası’nda 20 yıl:Sıradan bir Bolşevik’in anıları

Page 27: Kızıl Bayrak 13-02

Çeviri Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

her tuvalete götürdüğünde su borularının arasında“saksağan” için bırakılmış mektupları arıyordum.

Polis, tutukladığı yaklaşık iki yüz kişiyle bağlantılıolarak bizim davamızla meşguldü. Birçoğu 3-4 aysonra serbest bırakılmıştı; sadece daha “tehlikeli”olanlar tutuklanmıştı. Biz de sayısız kez sorguyaalınmıştık ve bu işin önemli bir kısmında benitutuklayan keyifli memur Kaptan Nornberggörevliydi. Beni tuzağa düşürmek için her hileyebaşvuruyordu.

Sorguların birinde bana birden şunları söyledi:“Güney İşçileri ile olan bağlantının senin aracılığınlakurulduğunu inkâr edemezsin. Hatta sana eve geçdöndüğün bir akşam, odanda Ekaterinoslav’dan gelenve elinde Güney İşçileri’ne ait bir sepet olan bir kızbulduğunu bile hatırlatabilirim. ‘Oralarda neleryapıyorsunuz?’ diye sorduğunda sana ‘ses çıkarıyoruzkardeşler, ses çıkarıyoruz’ diye cevap vermişti.”

Bu ayrıntılar beni tamamen dehşete düşürdü.Bütün bunlar gerçekten de olmuştu ve bahsettiği kişiancak konuşma sırasında orada olan Zhelabinolabilirdi.

Bu ayrıntılarla yarattığı etkiden memnun,Nornberg bana Zhelabin’in her şeyi itiraf ettiğini veçoktan serbest bırakıldığını anlatmaya devam etti.Zhelabin gerçekten bize ihanet etmiş miydi yoksa buNornberg’in zekice tahmini miydi, buna o anda kararveremezdim. Onuphry Zhelabin hapishanedenkaybolmuştu ve onu bir daha görmemiştik. 1924Martı’nda, Leningrad’ta kaldığım kısa süre içerisindeKharkov davasına ait eski polis kayıtlarını bulup“Onuphry Zhelabin’in dürüst itirafını” kendigözlerimle görebilme fırsatım oldu.

1900 yazı boyunca takip edilmiş olsak da ve tümörgüt çökertilmiş olsa da sorgular gösteriyordu ki,polis bizi nasıl gruplara ayıracağı ve bize karşı nasılsomut suçlamalar kullanacağı konusunda çıkmazagirmişti. Ellerinde hepimizin isyancı olduğuna dairkanıtları vardı. Fakat hangimiz hangi suçu işlemiştikbulamıyorlardı ve gruptaki bazı tavuk yürekli kişilerher şeyi anlatmasaydı asla bulamayacaklardı. Buyüzden tutukluluğumuzun ilk 3-4 ayında polishangimizin komite üyesi olduğunu bilmiyordu. Fakatbu sorun onlar için hemen açıklığa kavuşmuştu.

Tutuklanan genç işçilerden biri sorgu sırasında, 1Mayıs eyleminden sonra Vyatka eyaletine sürgünedilen demiryolu işçileri Voyeikov ve Matrossov’unlider olduğunu ağzından kaçırdı. Polis hemen buişçileri geri getirtip Kharkov hapishanesine attı. Vedaha sonra Voyeikov itiraf etti. Birilerinin ona ihanetetmiş olması gerçeği ve Vyatka yolunda çektiği acılaronda öylesine bir etki yaratmıştı ki, kendisi aşağılayıcıbir biçimde polise bizim davamızı çözmesi içinyardım etmeye başladı. Voyeikov’un ihaneti hepimizinüzerinde üzücü bir etki bıraktı. Diğer taraftan polisdurumdan memnundu. En mutluları ise KaptanNornberg’ti. Yaptığı itiraftan sonra Voyeikov serbestbırakıldı. Dışarı çıktığında aşırı derecede içmeyebaşladı ve kısa bir süre sonra öldü.

İstedikleri bütün bilgileri aldıktan sonra polisyoldaşlarımızdan bazılarını 3-4 ayın ardından serbestbıraktı. Yine de birçoğumuz hala hapishanedeydik.Polisin beni neden komite üyelerinden daha fazlatuttuğunu uzun bir süre anlayamadım. Örgütümüzhakkında bütün ayrıntıları öğrendiklerini biliyordum.Ben komite üyesi değildim. Fakat sorguların birindemeseleye dair aydınlatılmış oldum. Karakolagötürüldüm ve hoş bir karşılamanın ardından Norberg,“Kharkov Komitesi davasının soruşturmasıtamamlandı. Komite üyeleri de dahil herkes serbestbırakıldı; fakat mahkemeye kadar gözetim altındatutulacaklar. Ancak seni bir süre daha alıkoymayakarar verdik. Güney İşçileri editörü Kharchenkotutuklandı. Delillere göre senin onunla yakındanbağlantın var” dedi. “O zaman beni ne diyetutuyorsunuz? Benden hiçbir şey öğrenemeyeceğinizi

nasıl olsa biliyorsunuz” diye sorduğumda iseNornberg her bir kelimenin üzerine basarak,“Kharchenko güçlü bir adam, daha yeni tutuklandı.Sen ise bir kadınsın, hapishanede sağlığın bozuldu,sinirlerin bozuk. Bu yüzden senin Kharchenko’dandaha önce konuşma olasılığın daha yüksek” şeklindecevap verdi.

Bu aşağılayıcı açık sözlülük karşısındaki öfkemitarif etmek çok zor. Ona cesaretimin kırılmadığını vehala karşı koyma gücümün olduğunu kanıtlamak içininanılmaz bir istek duydum. Karşı koymamın tek yoluaçlık grevine başlamaktı. Greve kişisel olaraktanımadığım ve yakın zamanda tutuklanan yeniyoldaşlarım olmadan tek başıma çıkmaya kararverdim. Hapishane hücreleri hiç boş kalmıyordu, vesık sık şunu söylüyorduk: “Hapishane, doğa gibi,boşluğa karşı koyamaz.”

O zamanlar hapishane yönetimi, savcı ve polisaçlık grevlerinden hala çok korkuyordu. Bu yüzdenyemek yemeyi reddettiğimi öğrenen bütün hapishanegörevlileri aşırı derecede tedirgin oldu. Grev boyuncahücremde dokunaklı sahnelere şahit olabilirdiniz.Kaptan Nornberg ve Yarbay Dikhov “bir kaşık çorba”ya da “yarım fincan süt içmem” için banayalvarıyorlardı.

Sağlığımla ilgili bu dokunaklı endişenin kaynağıdiğer yoldaşların grevi duyup bana katılacaklarındanve meselenin daha da ciddi bir hal alacağındankorkuyor olmalarıydı. Grevi 3 gün sürdürdüm. 4. günneredeyse bayılıyordum ve durumumu görengardiyanlar her zaman yaptıkların aksine yatağımıkaldırmadı. Kısa bir süre sonra karakola çağrıldım veburada serbest bırakılacağımı, polisin sıkı gözetimialtında bir an önce memleketime gitmem vemahkemeye kadar orada kalmam gerektiğiniöğrendim.

Halsizlikten ve mutluluktan bayılmamak için bütünkararlılığımı kuşanarak hücreme döndüm. Sert bir çayiçtikten sonra -grevden sonraki ilk içeceğim-eşyalarımı toplayabilecek ve istasyona gidebilecekkadar güç toplayabildim.

Böylelikle Kharkov’da yürüttüğüm bir yıllıkfaaliyetin bedelini bir yıldan daha az süren tutsaklıklaödemiş oldum, ki bu o zamanlar çok ucuz bir bedelolarak görülüyordu.

Aylar süren hücre hapsinden sonra kesin olarakprofesyonel bir Parti çalışanı olmaya karar verdim. Buyüzden eve döndüğümde yetkililerin emrettiği gibicezamı beklemeyi değil, yurt dışına kaçıp illegalolarak yaşamayı seçtim.

(…)İngilizce’den çeviren S. Deniz

Devrimci KadınKurultayı

hazırlıklarından...

10 Şubat’ta gerçekleştirilecek Devrimci KadınKurultayı için sınıf devrimcileri faaliyetlerinisürdürüyor. Sınıf devrimcileri bir yandan yaygınpropaganda yaparken diğer yandan toplantılar veseminerlerle sosyalist temelleriyle kadın sorununutartışıyorlar.

İzmir Kadın sorununa ilişkin gerçekleştirilen eğitim

seminerlerinden 4. sü, 6 Ocak günü Çiğli İşçi KültürSanat Evi’nde yapıldı. Seminerde “Burjuvatoplumu ve burjuva kadın hareketi” ile kadınsorununa yaklaşımlar sunuldu.

Seminer konuya dair görüşler ve sorularlatamamlandı.

5 Ocak günü Çiğli Belediyesi önünde“Emperyalist savaşa, şiddete, sömürüye karşımücadeleye” şiarlı resim sergisi ve imza standıaçıldı. İşçi ve emekçilere kadına yönelik şiddetekarşı ve “8 Mart resmi tatil olsun” gibi çeşitlitalepler için imza atma çağrısı yapıdı.

Diğer yandan, 3 Şubat günü gerçekleştirilecekolan “Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart” konulupanelin çağrısı da yapılmaya devam ediliyor.Kurultayın çağrı bildirileri emekçi semtlerindeyaygın bir şekilde dağıtıldı.

Adana5 Ocak günü gerçekleştirilen “Tarihsel

süreçleriyle kadın sorunu” başlıklı seminerdekadın sorununun ilkel-komünal toplumdankapitalizme kadar uzanan tarihselliği anlatıldı.

Kapitalizmin kadın emeğini nasıl sömürdüğü,neden ihtiyaç duyduğu ve sorunu neden çözmekistemediği anlatıldı. Kadın sorununun gerçekçözümünün özel mülkiyet düzeninin yıkılması vesosyalizmin kurulmasıyla gerçekleşeceğininvurgulandığı seminer sosyalizmin kazanımlarıanlatılarak sona erdi.

ManisaKurultay çalışmaları kapsamında Manisa’da bir

hazırlık toplantısı yapıldı. Toplantıda DKK faaliyetinin politik önemi,

emekçi kadın sorununun tarihsel arka planı,kapitalizmde ve dünden bugüne kadın sorunu, 8Mart ve emekçi kadın mücadelesi başlıkları elealındı. Manisa’da DKK faaliyetleri kapsamındakullanılmak üzere tek sayılık yerel bir bülteninçıkarılması, hazırlanılacak anketlerle işçi kadınlaraulaşılması, kadın sorununun kavranabilmesiaçısından iç seminerlerin örgütlenmesi ve birpanelin örgütlenmesi kararları alındı.

Toplantıda oluşturulan DKK Hazırlık Komitesi,10 Şubat’a kadar yapılacakları planladı.

Kızıl Bayrak / İzmir-Adana-Manisa

Page 28: Kızıl Bayrak 13-02

Kent-çevre28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

AKP hükümeti özelleştirmeler ve yağmapolitikaları ile neoliberal dönüşümün tüm gerekleriniyerine getirmeye, yılların hayalini gerçek kılmayadevam ediyor. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibitemel hizmet alanlarında yaşanan “tedbirli” dönüşümkent arazilerinin yağmalanması, enerji ve bankacılıksektöründeki kapsamlı özelleştirme ile taçlandırılarak(!) tam bir “garaj satışı” gerçekleştiriliyor. TümTürkiye’nin tanıklığında yaşanan bu saldırı bırakalımtoplumsal bir muhalefetle karşılaşmayı adeta alkışlarlailerlerken emek cephesinin kaleleri de birer-ikişerAKP’nin hışmına uğruyor.

Son döneme damgasına vuran bu saldırganlık saltbir iktisadi dönüşüm olmanın ötesinde, bütünlüklüolarak hayatın her alanının yeniden dizaynınıkapsarken gelişi tüm dünyada benzer şekilde olmakta.Artan devlet terörü, kurumsallaşan baskı veörgütsüzleştirme üzerinden şekillenen süreç tümdünyada farklı biçimlerde kendini açığa vuruyor.Kapitalizmin öngördüğü bu yeni dünya düzenindeTürkiye’nin payına düşen AKP, sistemin kitlelereaçtığı savaşta tam bir savaş hükümeti olarak üzerinedüşeni fazlasıyla yapmaktadır.

Devletin tüm kurumlarını ele geçiren AKP,geçmişte devlet içinde yaşanan bir dizi iç çatışmayason vererek sisteme büyük bir hareket kabiliyetikazandırarak siyaset, yargı ve kolluk güçleri bir bütünolarak istenen alanlara sorunsuz olarakyönlendirebilmektedir. Son dönemde alışılmışınüstünde bir tempo ile her türlü muhalefete en sertbiçimde saldıran devlet, toplumsal muhalefetodaklarını ele geçirme ve dağıtma işine girişmişdurumdadır.

Bu saldırıların son hedefi de TMMOB oldu.

TMMOB hedefte!

TTB, TMMOB ve hatta Baro gibi meslek odalarıile yıldızı bir türlü barışmayan AKP iktidarı, değişikvesilelerle bu örgütlere saldırdı. Yönetimleri seçimlerlebelirlenen, varlıklarını ve yetkilerini doğrudananayasadan alan meslek örgütlerinde izlenen ilkyöntem, bu örgütleri ele geçirmeye çalışmak oldu.Ancak bu yöntemin karşılık bulmaması ile birlikteyasal düzenlemeler ve fiili engellemeler devreye girdi.Medya eliyle sürekli karalanan ve birçok kez linçkampanyaları ile toplumun önüne atılan meslekörgütleri sayısız kez AKP şeflerinin hedefi oldu.TMMOB bu saldırılardan en fazla nasibini alan örgütolurken, AKP iktidarı bu kez kelimenin tam anlamıylaörgütün ipini çekmeye hazırlanıyor. 2012 içindeyaşanan KHK süreci ile kısmen sıkıştırılan TMMOB,hazırlanan son Torba Yasa ile iktidara teslim edilmeyehazırlanılıyor. Özellikle son dönemde “kentseldönüşüm” ile dozu gittikçe artan bu saldırılar sonundaTMMOB yasasının değişimine kadar geldi.

Yasa değişikliğinin niyeti açıkça TMMOB’ninbugünkü haliyle tasfiye edilmesi ve sorunyaratmayacak bir biçime evrilmesini sağlamaktır. Yasadeğişikliğiyle beraber örgütün muhalif duruşundagedikler açılması, birliğin atomize edilerek kolayyutulur bir lokma haline gelmesi ve rantınınpaylaştırılması hesaplanmaktadır. Özellikle merkezi

denetimin kaldırılması ve yönetim kurullarının nispitemsil esasına göre belirlenmesi ile tam bir tasfiyeöngörülmektedir. Çoktandır beklenen bu durum,hayatın son dönemdeki olağan akışına uygun olsa da -ki KHK ile bunun sinyalleri gelmişti- oda beyleripolitik olarak aklın mantığın çok ötesine geçmişdurumdalar. Öyle bir aşamaya ulaşmış durumdayız ki -örgüt tasfiye edilirken koltuk kavgası hız kesmedendevam ederken- bırakın birleşik bir tarzda mücadeleninolanaklarının zorlanmasına, dükkâncılık konusundayeni ufukların açıldığına şahit oluyoruz.

Koltuk kavgası tam gaz

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu(DDK) raporunu esas alan değişiklikler uzun zamandırAKP’nin gündemindeydi. Örgütü bağıra çağıra gelenbu çığın altında bırakan ve deyim yerindeyse yumurtakapıya dayandığı zaman da çıkışı imzakampanyasında, CHP milletvekillerinde ve Yargıtay’dagören oda yöneticileri ise tüm bu zaman boyunca örgütiçindeki muhalif güçlere saldırmakla uğraştıklarındanyapılabilecek hiçbir şeyi yapmadılar. Çokçadillendirilmiş ve çeşitli vesilelerle değişik odaklardançağrılar yapılmış olmasına karşın, oda beyliğininefendileri örgüt içinde mücadele dinamikleri yaratmakyerine kurdukları sistemi “Bizans oyunları” ileyönetmeye, kendi dışında kalanlara saldırmaya veonları yok saymaya hatta yok etmeye çalışmaya devamettiler.

AKP, dünyanın tek emekten yana mühendislik,mimarlık örgütü TMMOB’nin kapısına kilit vurmayahazırlanmaktadır. “Ne pahasına olursa olsun kentseldönüşümü yapacağız” diyen Erdoğan’ın, olay yaratanson “kuvvet ayrılığı” açıklamasının bile merkezindeyargı kararları ile durdurulan ve iptal edilen projelerolduğu düşünüldüğünde, önüne çıkan her şeyi silindirgibi ezen AKP pervasızlığının yapabileceklerikarşısında mevcut TMMOB’nin durma şansı olmadığı

net bir şekilde görülmektedir. Zaten “dostlar alışveriştegörsün” kabilindeki imza kampanyası durumungöstergesi adeta. 350 binden fazla üyesi olan birörgütün imza toplamaya kalkması -sonradan buyanlıştan dönülmüş bile olsa- bu kampanyayı sadeceörgüt içinde sınırlandırarak başlatmış olması oldukçadüşündürücüdür. Başta da dediğimiz gibi akılları türlühokkabazlığa çalışan, seçim dönemlerinin vekürsülerin iflah olmaz demagogları açısından böylesikora kor bir mücadele “sürdürülebilir solculuk”anlayışının içine sığmayacaktır. Kavga kendinidayattığında bile ilk önce çalışanlara saldıran ve ilktedbir olarak işten çıkartmaları gündeme getirenler,kendilerine yöneltilen tüm eleştirilerin çoktan altınaimza atmış durumdadır.

Oda çalışanları…

Aslında başlı başına bir tartışma başlığı olan “odaçalışanları” özellikle KHK sonrasında gelirleri azalanodalar için bir “sorun” haline dönüşürken, yıllardırtartışılan hizmet üretilmesi sorunu yönetici kastınayağına dolaşmıştır. Örgüt bünyesine ticari faaliyetlerisokmanın yaratacağı sıkıntıları dillendirenlerle,şövalye gibi çarpışan oda beyleri ekonomikdarboğazda faturayı çalışanlara kesmiştir. İştençıkartmalar, ücret kesintileri ve gönüllü çalışma gibitipik bir işletmeye özgü önlemler hayata geçirilmiş,konu üzerine yapılan tüm eleştirilere ve karşı çıkışlarada kulak tıkanmıştır.

TMMOB içindeki muhaliflerin çok iyi bildiğiüzere, özellikle “teknik görevli” olarak adlandırılanaynı zamanda oda üyesi teknik elemanlar konusu çokkarmaşık bir denklem gibidir. Teknik görevli kadrosugenel olarak oda bünyesindeki hizmet üretimikapsamında değerlendirilmektedir. Ancak buçalışanlardan beklenen oda yönetimlerine “sadakat”olduğu için çalışan üzerindeki yük işten öteye bunoktadaki siyasi baskıdır. Yönetici kanadındaki hakim

TMMOB’yi savunmak zorunluluktur!

Page 29: Kızıl Bayrak 13-02

Kent-çevre Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2012/18 (51) * 28 Aralık 2012

algı çalışanın kendisine hiçbir koşul altında “karşı”olamayacağı yönünde olduğundan çalışan seçimindetemel kriter “bizim adam” olmaktadır. Özelliklesendikalaşma tartışmalarında, hakim güç kanadındakidirenç ve tavır doğrudan bu eksenden gelişmektedir.Zaten çalışanlar arasında da önemli yarılmalar bununbir göstergesi olarak karşımıza çıkmakta, çalışanlarınbirliği “onlar ve bizler” üzerinden şekillenmektedir.Buna karşın beklenmeyen bir durum oluşursamobbingten sürgüne, çeşitli tacizlerden iştençıkartmaya dek bir dizi yaptırım uygulanabilmektedir.Muhalif unsurlar açısından da eleştirinin kaynağı bunoktalardadır. Bir yandan hakim anlayışa yakın kişileristihdam edilmekte, diğer yandan “bizden” olmakriterlerine uymayan çalışanlara baskıuygulanmaktadır.

Bir emek örgütü olarak TMMOB’nin “işten adamçıkartan bir işletme” durumuna düşürülmesi yeterincebüyük bir facia iken bunu normal karşılayan hattazorunluluk sayan, durumu meşrulaştırmak için mevzitutanların pervasızlıklarına arkadaşları iştençıkartılırken “biz-siz” kavgasında ısrarcı durumdakioda çalışanları eklenince örgüt içindeki koltukkavgasının boyutları ortaya çıkmaktadır. Örgüttarihinin en büyük saldırısı altında iken bile, entepesinden en altına kadar koltuğun telaşına düşenleresöylenecek söz bulmakta açıkçası zorlanıyoruz.

TMMOB içindeki sol güçler

Öncelikle TMMOB’nin işçi sınıfının bir mevzisiolduğu gerçeğini bir kez daha belirtmek gerekiyor.“Burası bizim çiftliğimiz istediğimizi yaparız”diyenler, oturdukları koltukları borçlu olduğumücadele tarihinin bir hamaset değil tersine gerçeğinta kendisi olduğunu bilmek zorundadır.Sorumlulukları dar çevrelerine değil bu örgütü yaratandeğerlere ve mücadelesinedir. Böylesi bir gerçeğihatırlatmak mevcut durum ve yapılacaklarıdeğerlendirirken şart olmuş durumda. Zira TMMOByöneticileri (örgüt içinde baskın olan ve belirleyicilikçemberi içindeki yöneticiler TMMOB yöneticisiolarak tanımlanmaktadır) odaların kendilerinebabalarından miras kalmış veya bizzat kendilerikurmuş gibi davranmaktadır. TMMOB’nin içindengeçtiği bu zorlu dönemde bile tabanla en ufak birirtibatlanma girişimi olmamış süreç, “yönetim”kastının deklarasyonları ile ilerlemekte daha doğrusuilerlememektedir. Yani yapılacaklar belirlenerekkamuoyuna “lütfen” deklare edilmektedir. YaniTMMOB’nin bu saldırı karşısında somut bir eylemplanı neredeyse bulunmamaktadır.

TMMOB bürokrasinin hali böyleyken örgütiçindeki muhalif güçlerin konumlanışı da çok da umutverici bir durumda gözükmüyor. Zira örgüt içindekisol güçler ya bürokrasiye yedeklenmiş ya da örgütündışına bir şekilde düşürülerek marjinalize edilmişdurumdadır. Özellikle örgütün iç işleyişinde örülenduvarlar ve karar alma mekanizmalarının tek eldetoplanması neredeyse en ufak bir hareketlenmeyi bileimkânsız kılarken, örgüt küreksiz, yelkensiz bir gemimisali dalgaların insafına bırakılmıştır. Örgüt içindenbir müdahale neredeyse imkânsızlaşırken dışarıdanyapılacak müdahaleler büyük oranda cılız kalmakta veoda beyleri tarafından kirli bir propaganda ilekarartılarak tersine bir biçimde kullanılmaktadır.

Açıktır ki harekete geçmesi/geçirilmesi gerekenTMMOB, daha doğrusu örgütün temsil ettiği kitleninkendisidir. Mühendis, mimar ve plancılarınoluşturduğu bu kitlenin ise örgütsüz, dağınık vehareket kabiliyeti ve refleksleri oldukça zayıf bir kitleolduğu açıktır. TMMOB’ye üye olmak örgütlü olmakanlamına gelmemektedir. Odalara üyelik esasitibariyle mesleki bir zorunluluk veya mesleki biraidiyet olarak göründüğünden odalar kitlelerinekonomik, demokratik taleplerine sahip çıktığı alanlar

olmamaktadır. Zaten kendi üyesine bile imzakampanyası ile ulaşmaya çalışmak gibi bir acizliktetam da bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Durum buhaldeyken yönetim kastının çabası daha çokodalardaki devrimci, demokrat kitleyi bölüpayrıştırmak yönünde olunca yaşanan saldırılarkarşısında izlenen politikalar da daha çok sağa veliberalizme doğru savrulmaktadır. Yani yönetimlermilitan bir mücadele yerine çubuğu mesleki alanadoğru bükmektedir. Tüm ideolojik-politiktartışmaların kendi içindeki çekişmelerde dolgumalzemesi olarak kullanıldığı bir ortamda busavrulmanın doğal olduğunu da kabul etmekgerekiyor.

Örgütün politika üreten odakları, geçmişte debugün de yaşanan sorunları aşmak ve saldırılarıkarşılamak için daha çok sağa yatmayı tercih ederken,sol güçlerin çabaları da yetersiz kalmıştır.“Yönetimlere gelmeden olmaz” sığlığı etrafındaşekillenen strateji seçimlere endeksli siyasetyapılmasını koşullayarak sol güçlerin bürokrasibatağında debelenmesine yol açmıştır. Kimi siyasalçevreler bürokrasinin dümen suyunda neredeyseacınacak bir duruma düşerken kimileri bağımsız birçizgide olsalar da seçimlerde bazı mevzileri kazanmakadına verdikleri tavizler ve yaptıkları ittifaklarlaçarkların bildik şekilde dönmesine engelolamamışlardır.

Dışarıdan müdahale kapıları da daha önce desöylediğimiz gibi bir takım oyunlarla kapatılmışdurumdadır. Yani gidişe dur diyecek örgüt içindekimuhalefet oldukça dağınık ve sıkışmış durumdadır.Yaşanan deneyimlerin muhalefetin dinamiklerinikendi içinde birleşmesini engelleyecek güvensizlikleryaratması da birlik zemininin oluşumuna engelolmaktadır.

Bu dağınıklıktan sıyrılan ise elinde tuttuğu örgütolanakları ile oda beyleri olmaktadır. Israrla sınıfsalçizgide hareketi reddeden ve kurumsallaşan birhamasetle işi yürütmeyi tercih eden bir anlayışörgütün tüm rotasını çizmektedir.

Benzer şeyleri sürekli tekrar etmek zorunda kalsakda çözüm işçi sınıfı eksenli politikalardangeçmektedir. TMMOB’nin fiziken korunmasınınötesinde bir teknik eleman hareketi yaratmak ancak buyolla mümkün olacaktır. Emek mücadelesi içindeki birTMMOB kendi temellerini sınıfın içine doğru atmayıbaşarabilmiş olsaydı bugünkü tasfiye saldırısı kâğıtüzerinde kalacak, başarılsa bile TMMOB ruhununyaşatılmasının olanakları kendini sürdürmeye devamedecekti. Ancak kısa vadede bu mümkünolmadığından mevcut tüm çalışmalar en azından bubakışla yürütülmeli bundan sonrası için kanallaroluşturulabilmelidir. Örgüt içindeki sol güçlerin deşapkalarını önlerine koyup düşünmesi gerekmektedir.Yapılan yanlışlıklar, omurgasızlıkların hesabıverilmeli güven ortamı sağlanarak birleşik mücadeleiçin tüm olanaklar zorlanmalıdır.

TMMOB’yi savunmak!

12 Eylül karanlığının bu topraklara son hediyesiAKP pervasızlığının rüzgârı karşısında bir yaprakolmamak ise ancak örgütüne sahip çıkan kitleler ilemümkün olacaktır. Geçtiğimiz yılın sonunda ODTÜöğrencileri iktidarın karşısında nasıl durulmasınıaçıkça göstermiştir. Her şeye inat kendilerine biçilenelbiseye girmeyi reddeden gençlik kâğıttan kaplanısarsmış, kavgayı tekrar hatırlatmıştır. Mevcut iktidarne yasaları ne bilimi ne de demokrasiyi tanımakta,gerçekleri sürekli olarak karartarak kendineuydurmaktadır. Geçmişten aldığı devlet mirasınıneredeyse zirveye taşıyan AKP iktidarı, dün suskuncaizlenen bir dizi saldırının rantını yemektedir. İşçi sınıfıve emekçilerin hareketsizliğinden beslenen bu süreç,emek örgütlerinin de korunma içgüdüsüyle sessizliği

tam bir yıkım yaratmış durumdadır.TMMOB’nin mevcut yönetiminin Kürt

meselesindeki ürkek tutumu, F tipleri ve 19 Aralık’agiden süreçte ve sonrasında tutsaklarla devletiuzlaştırma çabası, öğrenci hareketiyle bağlar kurmayıreddetmesi, saldırıya uğrayan tutuklanan üyelerini yoksayması tersinden birkaç kez muhalefete karşı polisinetekleri altına sığınması ve saymakla bitmeyecek“skandalları” halen akıllardadır. Yine son dönemdeörgüt yöneticilerinin “koltuk sevdası” yüzündensınıfsal bir teknik eleman hareketi yaratmak için atılantüm adımları baltalaması TMMOB’yi savunmasızbırakmıştır.

Tüm bunlara karşın TMMOB’yi savunmak birzorunluluktur. Çünkü;

- Ne hale düşürülmüş olursa olsun TMMOB,yöneticilerinden bağımsız olarak ve sınıfmücadelesinin önemli bir mevzisidir. TMMOBgeleneği bugünkü liberal yönetimlerin temsil ettiğideğersizlikler kümesi değildir. Savunulması gerekengelenek 19 Eylül ruhudur…

- TMMOB, binalarını polisle emekçilere vedevrimcilere karşı savunanların çiftliği değildir.Yaşanan bu süreç, Odalara çöreklenen ve yıllardırkendilerinden olmayan hiç kimseye yaşam şansıtanımayan oda beylerinin boyunu fazlasıylaaşmaktadır, TMMOB layıkıyla savunulduğu orandatüm bunların sonunda tasfiye olan örgüt değil odabeyleri olacaktır.

- TMMOB kentsel yağma ve rant politikalarınakarşı bilimin ve tekniğin son kalesidir.

- TMMOB, şantiyelerde, fabrikalarda, ofislerde,plazalarda, madenlerde, tersanelerde hakları gaspedilmiş, ücretleri ödenmeyen, fazla mesai ücretlerinialamayan, kadın olduğu için ayrımcılığa uğrayan tacizedilen, düşük ücretlerle güvencesiz çalışan, mobbingsürgün gibi saldırılara maruz kalan ve işsiz mühendis,mimar ve şehir plancılarının şu an için tek adresi, tekmevzisidir.

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları09 Ocak2013

Page 30: Kızıl Bayrak 13-02

Polis cinayeti30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/02 * 11 Ocak 2013

22 Aralık 2012 akşamı Diyarbakır’ın Sur İlçesi’ndeAlipaşa Mahallesi’nde 30 yaşındaki Özgür Arda isimlibir Kürt genci sivil polisler tarafından “dur ihtarına”uymadığı gerekçesi ile sokak ortasında katledilmişti.Polislere göre Özgür Arda’nın kimlik göstermeyipkaçtığı, hatta silah çektiği, Diyarbakır EmniyetMüdürlüğü’nün açıklamasına göre ise çatışma yaşandığıiddialarının tamamen yalan olduğu görgü tanıklarınınifadeleri ile ortaya çıktı. Sırtından vurulan, ambulansıngeç gelmesi ve ambulansa bindirilmesinin polislertarafından geciktirilmesi sonucu yaşamını yitiren ÖzgürArda, polisin organize bir cinayetinin kurbanı olmuştu.

Diğer polis cinayetlerinde olduğu gibi bir kez dahakatil polisler korunup kollandı, tutuksuz yargılanmalarısağlanarak serbest bırakıldı.

Yine aynı ifade: “Düşerken silahımateş aldı!”

Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınankatil polis M.F.K., baştan aşağı düzmece olan ifadesindeşunları söyledi; “Özgür Arda kendisine kimlik sorulmasıüzerine kaçmaya başladı, aynı anda diğer polisler ileberaber Arda’yı kovalamaya başladık, kovalamacaesnasında ‘dur, kaçma polis’ şeklinde ihtardabulunulduk, 50-100 metre kovaladıktan sonra Arda’nınelinde silah gördüm, kovalama esnasında uyarı amaçlıbir el ateş ettim, bu arada sendeleyerek dizleriminüzerine düştüm, o sırada bir el silah sesi duydum, ancakmerminin kendi silahımdan mı yoksa başka bir silahtanmı çıktığını anlayamadım, sokağın köşesini döndüktensonra Arda’nın yerde yatıyor olduğunu gördüm, ancakArda’yı hedef alarak ateş etmedim vs., vs...”

Polis katlediyor.Mahkemeler koruyor ve aklıyor!

Özgür Arda’nın katledilişi ile diğer polis cinayetleriarasında bir çok benzerlik var. Polis sokak ortasında,karakollarda ve emniyet binalarında işkence yapıyor,katlediyor. Daha sonra güya yargı önüne çıkartılıyor vegenelde de verilen ifadeler hep aynı olur.

Bu aynı düzmece ifadeler ve sözde yargılamalarınardından katillerin mahkemeler tarafından serbestbırakılması yeni polis cinayetlerinin kapılarını aralıyor.Mahkemeye çıkartılan polisler ve bir bütün olarak polisteşkilatı adam öldürdüklerinde devletin sırtlarınısıvazlayacağını, kendilerini koruyup kollayacağınıbilerek sokakta ve karakollarda terör estiriyor. Özetle,düzen yargısının polise verdiği mesaj şu oluyor: “Elinikorkak alıştırma, devlet sana belinde taşıdığın silahıneden verdi? Sen bunun için maaş almıyor musun?”

“İki oğlumu da polis katletti!”

Amed’de polisin katlettiği Özgür Arda’nın babası vemahalle sakinleri yaşananlara karşı tepkilerini ortayakoydular. “Ben oğlumun öldüğünü sonradan öğrendim.Eşim bana telefon açtı öyle hastaneye gittim. Durumuaraştırdım, polis kimliğini sorduktan hemen sonra ateşetmiş ve öldürmüş” diyen Mehmet Arda, polisincenazeyi kendisine göstermediğini söyledi. Oğlununaçık cezaevinden bir aylığına izin aldığını belirten Arda,

bazı yayın organlarında çıkan “Polis eve baskın yaptı”şeklindeki haberlerin doğru olmadığını söyledi.Özgür’den büyük olan oğlu Yılmaz Arda’nın da polistarafından aynı şekilde öldürüldüğünü söyleyen babaArda, “5-6 yıl önce Yılmaz, canına kasteden bir kişiyiöldürüyor. Olayın ardından polisler peşine düşüyor.Deniz kenarında Yılmaz, Özgür gibi polis tarafındanöldürüldü” dedi.

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi ÖzgürArda’nın katledilişinin ardından düzenlediği basıntoplantısında 2009-2012 yılları arasında kollukkuvvetleri tarafından katledilen ve yaralananlara dair“Kuzey Kürdistan Raporu”nu açıkladı. Rapora görebölgede son 4 yıl içinde 180 sivil insan devletinsilahlarından çıkan kurşunların hedefi olurken, 312 insanda yaralandı. Bu da gösteriyor ki gün be gün artan poliscinayetleri artık tüm toplumu hedef tahtasına çakmışbulunuyor. Bu düzende yasal mermilerin hedefi halinegelmek için hiç de muhalif bir kimlik taşımaya gerekyok. Tüm toplumun üzerinde kurulmak istenen korkuimparatorluğu özellikle sivilleri de hedef olarakseçmektedir ki herkes devlet teröründen yılsın ve itaatetsin. Her geçen gün yaşamı daha da çekilmez hale gelenemekçilerin kafasından devletin sopası eksikedilmemektedir ki emekçiler kurulu düzeni değiştirmeyiaklının ucundan bile geçirmesin, yönetenler iseyönetmeye devam edebilsin. Yani devletin zor aygıtınınsadece muhalif kesimi değil tüm toplumu tehdit olarakalgılaması “bu bezirgan saltanatı bu zulüm bitmesin”diyedir.

“İhtar olmadı, polislerhiçbir şey demeden ateş açtı!”

Olay öncesi Arda’nın yanında olan A.O’nu şu sözlericinayeti tüm açıklığı ile gözler önüne seriyor: “Biz olayöncesi mahalle köşesinde Özgür ile birlikte sohbetediyorduk. Polis gelip bize kimlik sordu. Özgürkimliğinin evde olduğunu söyledi. O esnada Özgür evedoğru koşmaya başladı. Polis hiçbir şey söylemeden

ateş açtı. Biz havaya ateş açtığını düşündük. Sonrasındagördük Özgür’e ateş açılmış, olay yerine gittiğimizde iseÖzgür yerde yaralı yatıyordu, polis bizi yaklaştırmadı,ambulans geç geldi ve de bekletildi, Özgür yarım saatcan çekişti”. Polisin Arda’yı vurmasının ardındanetraflarının çevrilerek gözaltına alındıklarını belirtenA.O. “Darp edilerek gözaltına alındık. Karakolda olayıniçinde olan polisleri teşhis ettik. Savcılıkta bir polis bana‘senin de başın yanacak. Arda’dan kimlik istediğimizi,kaçma dediğimizi söyle. Yoksa başın yanar’ şeklindekisözlerle üzerimizde baskı kurdu” dedi. Yine benzerşekilde silah sesini duyarak sokağa çıkanların olayyerinden uzaklaştırılmaları, tehdit edilmeleri de polisinorganize olarak işlediği cinayetin üstünü örtmeçabalarından başka bir şey değildir.

Mahkeme, katil polisin tutuklanması talebinireddederken “delilleri karartılma ihtimalinin olmadığını”öne sürmüştür. Zaten polis olayın hemen ardındancinayeti hasır altı etmeye kalkmış, olabildiğince tehditvb. yöntemle toplanacak delil bırakmamaya uğraşmıştır.Esasında mahkeme de neyin nasıl yapıldığını çok iyibilmektedir. Diğer yandan mahkeme heyetinintutuklama reddine ilişkin “şüphelinin kamu görevlisiolması” ifadesi “şüphelinin polis olması” şeklindeokunmalıdır. Çünkü bugün cezaevlerinde yüzlerce çeşitlikamu emekçisi öğretmen, sağlık çalışanı vb.bulunmakta, mahkemeler bunda herhangi bir sakıncagörmemekte, hatta “terörist” ilan edip tutuklamaterörünü meşrulaştırmaya çalışmaktadır. “Devlet içinkurşun atanlar” yıllardır bu topraklarda sırtısıvazlanmıştır. Kapitalist düzende, muhalif de olsasıradan sivil bir insan da olsa polis gerekli gördüğüyerde itina ile “etkisiz hale getirir” ve düzenmahkemeleri de katilleri koruyup kollar.

Fakat bütün buların hesabı er yada geç sorulacaktır.Asıl hesaplaşma kapitalist düzenin ve onun zor aygıtıolan devletin yıkılmasıyla, tarihin çöplüğünegömülmesiyle son bulacak ve işte hesap defteri de obüyük gün geldiğinde kapatılacaktır.

C. Yiğit

Hepimiz devletin yasal mermilerinin hedefiyiz...

Özgür Arda’yı katleden polislerserbest bırakıldı!

Rum asıllı olmak soruşturma sebebi

Öğretmen Ahmet Sarıtaş, okulda Rum asılı olduğunu söylediği için “uyarı” cezası aldı. Eğitimde gerici uygulamalar her geçen gün artıyor. Daha bir kaç gün önce gündeme gelen ve edebiyat

klasiklerini dahi “sakıncalı” ilan eden gerici zihniyetin son icraatı, Rum olduğunu söyleyen öğretmene cezavermek oldu.

Pendik Milli Eğitim Vakfı İlköğretim Okulu’nda öğretmenlik yapan Ahmet Sarıtaş 21 Aralık’ta kamuemekçilerinin iş bırakma eylemine katıldıktan sonra hakkında bir çok öğretmene olduğu gibi soruşturmaaçıldı. Ancak soruşturmanın sonuçlanmasının ardından Sarıtaş’a ulaşan evrakta “Okulda zaman zaman

kendisinin Rum asıllı olduğunu dile getirdiği, ülkemizle gelişmiş ülkeleri kıyaslama anlamında düşüncelerini

açıklarken, milli manevi değerlerimizin aşağılandığı algısının oluşmasına sebep verdiği” gerekçesiyle“uyarma” cezasına çarptırıldığı belirtiliyordu.

Ayrıca Sarıtaş’a okul değiştirme cezası da verildiği ancak bunun iptal edildiği öğrenildi. İddiaların dayanağı ise Sarıtaş’ın bir gün Yunanistan ile ilgili bir tartışma sırasında diğer öğretmenlere

kendisinin de Rum olduğunu söyleyip Yunanistan’da krize rağmen koşulların ve bir dizi hakkın Türkiye’deniyi olduğunu söylemesiydi.

Resmi olarak bu soruşturmanın açılması, NAZİ Almanyası’nda bile görülmeyecek bir uygulama zira enırkçı faşist rejimler dahi bu gibi ırkçı uygulamaları fiili olarak uygularken resmiyette farklı biçimlerdesürdürürler. Ancak AKP faşizan uygulamalarını o derece pervasızlaştırmakta ki artık alt kademe bürokratlarda her tür gericiliği yasal olarak da sürdürebileceklerine dair büyük bir güven duymaktalar.

Page 31: Kızıl Bayrak 13-02

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

ODTÜ’yü ezmek için AKP’nin yanında saf tutanrektörlerin başında bulundukları üniversitelerden 950akademisyen ortak imzalı bir açıklama yaptı.Açıklamada akademisyenler, ODTÜ’lü akademisyenve öğrencilerin yanında saf tutmanın demokrasi veakademi tarihi açısından vazgeçilmez bir sorumlulukolduğunu belirterek, rektörlerin açıklamasına isehiçbir şekilde katılmayacaklarını beyan ettiler.

Açıklamada ODTÜ’de yaşanan saldırı sonrasıüniversiteler adına açıklama yapıldığını gazetelerdenöğrendiklerini ifade edilerek şunlar söylendi: “Biz,aşağıda imzası bulunan ve Galatasaray Üniversitesi,İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi,Marmara Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel SanatlarÜniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi görevyapmakta olan öğretim elemanları olarak buaçıklamaya hiçbir şekilde katılmadığımızı beyanediyoruz”

“ODTÜ’de yaşanan olaylarda öğrencilerin maruz kaldığı polis şiddetini kınıyoruz” denen açıklamada ayrıcaüniversite yönetimleri için şunlar ifade edildi: “söz konusu açıklamayı yapan üniversite yönetimlerinin, polisinolayları başlattığı, olayların ilk aşamasından itibaren iyi niyetli davranmadığı ve orantısız güç kullandığıgerçeğini gözardı etmelerini manidar buluyoruz. Polis şiddeti karşısında tek vücut olarak tepki gösterenODTÜ’lü meslektaşlarımızın ve öğrencilerin yanında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz. Üniversiteninözgürlüğü sadece öğretim elemanlarının araştırma ve ifade özgürlüğünden ibaret değildir. Öğrencilerin düşünce,ifade ve protesto özgürlükleri de üniversite ortamının ayrılmaz bir parçasıdır.”

Son yıllarda artan baskılara dikkat çekilerek “baskıcı politikaların ana hedefi haline gelmiş olan ODTÜ’lüakademisyen ve öğrencilerin yanında yer almak, akademi ve demokrasi tarihi açısından vazgeçilmez birsorumluluktur” dendi.

950 akademisyen:ODTÜ’nün yanındayız!

Mücadele Postası

7 Ocak günü Marmara Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nde yer alan kantin önünde çay içen devrimci,ilerici ve yurtsever öğrencilere faşistler tarafından bir saldırı gerçekleştirildi. Yurtsever bir öğrenciyi küfür vehakaretlerle taciz etmeye başlayan faşistler daha sonra pervasız saldırılarını artırdı. Faşistlerden biri elindekiçayı öğrencinin yüzüne doğru fırlatarak küfür ve hakaretlerin ardından “bu okuldan gideceksiniz“ diyerektehditler savurdu.

Bunun üzerine kantin önünde devrimci ilerici ve yurtsever öğrenciler bir araya gelerek “Faşizme karşıomuz omuza” sloganını atarak İletişim Fakültesi B kapısına doğru yürümeye başladılar. Bu sırada faşistleryoğun bir özel güvenlik birimi (ÖGB) eşliğinde orta bahçede korunmaya alındı. Daha sonra Diş HekimliğiFakültesi’nde 15 kişilik faşist güruh Aziz Barkın Kadıoğlu adlı ilerici bir öğrenciyi darp ettiler. Bu saldırıüzerine Aziz Barkın Kadıoğlu faşist güruhu dekana şikayet etmeye gittiğinde dekanın sorgusu venasihatlarıyla karşılaştı.

Fişlemeleriyle ünlü İletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran, Barkın’a “Haydarpaşa Kampüsü ‘nde ODTÜ ‘yedestek eylemine neden katıldığını” sorduktan sonra vatan millet sevgisi üzerine nasihatte bulundu.Marmara Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nde faşist saldırıların yaşanmasında İletişim Fakültesi Dekanı YusufDevran, polis, ÖGB ve Nişantaşı Ülkü Ocağı başrol oynamaktadır.

Marmara İletişim Fakültesi’ndefaşist saldırı

Tunceli Üniversitesi öğrencileri 7 Ocak günüboykottaydı. ODTÜ öğrencilerine destek vermekve ODTÜ’ye karşı açıklama yapan üniversiterektörünün özür dilemesini sağlamak için yapılanboykot başarıyla gerçekleştirildi.

Alınan bilgiye göre sabah saatlerinde kantineve Mühendislik Fakültesi’ne boykotla ilgili afişleriasmak isteyen öğrencilerden üçü gözaltına alındı.

Derslere girmeyerek Mühendislik Fakültesikantininde toplanan öğrenciler rektöryardımcıları ile görüştü. Görüşmede öğrencilerintalepleri kabul edilirken, öğrenciler resmi biraçıklama bekledi. Böyle bir açıklama olmadan daboykota son vermeyeceklerini ifade ettiler.

Rektörlük binası önünde öğrenciler adınaaçıklama yapan Özgür Kiraz, tutumunu eleştirdiğiRektör Boztuğ’un öğrencilerden özür dilemesiniistedi. Konuşma şu sözlerle bitirildi: “RektörBoztuğ’un öğrencilere yapılan haksız saldıralar vegöz altılardan dolayı öğrencilerden özürdilemesini ve senato kararını geri çekmeleriniistiyoruz”

Üniversiteyi bir hafta boyunca boykotettiklerini belirten öğrenciler, hiçbir sınavagirmeyeceklerini belirterek bir süre rektörlükbinası ününde bekledikten sonra kampüstenayrıldı.Üniversite öğrencilerinin eylemi dolayısıyla polis,üniversite kampüsünde ve çevresinde yığınakyaparken, Elazığ’dan Dersim’e takviye ÇevikKuvvet polisi getirildi.

Eylemin ardından rektör gayrı resmi biraçıklama ile öğrencilerin talebini dikkatealacağını açıkladı. Öğrencilerse eylemleri resmiaçıklama gelinceye kadar sürdüreceklerini ifadeettiler.

ekimgencligi.net

Dersim’deboykot!

Page 32: Kızıl Bayrak 13-02