32
Kızıl Bayrak 2014 1 Mayısı’nda Kızılay’a girmek olanaklı olmamıştır. Ancak kazanan, bürokratik icazetçi çizgiye, reformizme, 1 Mayıslar’ın içinin boşaltılmasına karşı devrimci direniş iradesi olmuştur. Ankara 1 Mayısı’nın gösterdikleri... Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 19 • 9 Mayıs 2014 • 1 TL S.26 S.5 Genç komünistler ‘DGB’yi tartıştı Saldıran zorba bir rejimin olduğu yerde, işçilerin, emekçilerin ve ilerici-devrimci güçlerin kendilerini savunmaları ve direnmeleri haklı ve meşrudur. Devlet şiddetine karşı direnmek meşrudur! Fabrika kapandı- kapanmadıya dair... Greif işçileri, yazılı bir açıklama yaparak, fabrikanın kapanıp kapanmamasına karşı sözlerini yinelediler. s.3 s.23 1 Mayıs’tan Haziran’a... Geçmişin devrimci mirası ve TKİP - H.Fırat Taksim 1 Mayısı 2014 Haziran Direnişi 2013 s.4 Z aman hızla Haziran’a akıyor. Devrimci kitle mücadelelerinin gelişimini korku atmosferinde sinenlerden veya seçim sandıklarından değil de geçmiş birikimleri politik ve moral açıdan koruyup yarına taşıyanların belirlediğini unutmayanlar için 1 Mayıs, birikimleri Haziran’ın yıldönümüne devretmeyi başarmış bir mücadele günü olmuştur. Değişimin, ilerlemenin, gerçek çözümün sınıf ve emekçi kitle mücadelesini geliştirmekten, onu devrimcileştirmekten geçtiğini bilenler, şimdiden Haziran Direnişi’nin ve 15-16 Haziran’ın yıldönümlerine hazırlanmalı, Haziran’da ölümsüzleşenlerin kavgasını daha ileriye taşımaya bakmalıdırlar. MÜCADELEYE DEVAM!

Kızıl Bayrak 2014 19

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2014 19 / 9 Mayıs

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2014 19

Kızıl Bayrak

2014 1 Mayısı’nda Kızılay’a girmek olanaklıolmamıştır. Ancak kazanan, bürokratik icazetçiçizgiye, reformizme, 1 Mayıslar’ın içininboşaltılmasına karşı devrimci direniş iradesi olmuştur.

Ankara 1 Mayısı’nıngösterdikleri...

Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 19 • 9 Mayıs 2014 • 1 TL

S.26S.5 Genç komünistler ‘DGB’yi tartıştı

Saldıran zorba bir rejimin olduğu yerde,işçilerin, emekçilerin ve ilerici-devrimcigüçlerin kendilerini savunmaları vedirenmeleri haklı ve meşrudur.

Devlet şiddetine karşıdirenmek meşrudur!

Fabrika kapandı-kapanmadıya dair...Greif işçileri, yazılı bir açıklamayaparak, fabrikanın kapanıpkapanmamasına karşı sözleriniyinelediler.

s.3 s.23

1 Mayıs’tan Haziran’a...

Geçmişin devrimci mirası ve TKİP - H.Fırat

Taksim 1 Mayısı2014

Haziran Direnişi2013

s.4

Zaman hızla Haziran’a akıyor. Devrimci kitle mücadelelerinin gelişimini korkuatmosferinde sinenlerden veya seçim sandıklarından değil de geçmiş birikimleripolitik ve moral açıdan koruyup yarına taşıyanların belirlediğini unutmayanlar

için 1 Mayıs, birikimleri Haziran’ın yıldönümüne devretmeyi başarmış bir mücadelegünü olmuştur. Değişimin, ilerlemenin, gerçek çözümün sınıf ve emekçi kitlemücadelesini geliştirmekten, onu devrimcileştirmekten geçtiğini bilenler, şimdidenHaziran Direnişi’nin ve 15-16 Haziran’ın yıldönümlerine hazırlanmalı, Haziran’daölümsüzleşenlerin kavgasını daha ileriye taşımaya bakmalıdırlar.

MÜCADELEYE DEVAM!

Page 2: Kızıl Bayrak 2014 19

2014 1 Mayısı Taksim ve Kızılay kararlılığıyla, baştaİstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere ülke çapındakipolis zorbalığı ve terörüyle, bir o kadar da militandirenişlerle belleklere kazındı. 2007’den bu yanayaşanan 1 Mayıslar’ın birikimi ile Haziran Direnişi’ninyarattığı toplumsal-siyasal atmosfer, kimilerininkatılımdan yola çıkarak iddia ettiğinin tersine 1 Mayıseylemlerine de taşınabildi. Ne zamanında 1 Mayıslar’ıniçini boşaltmakta, “çayırlarda- çukurlarda” günükurtarmakta temel rol üstlenen sendikal bürokrasiTaksim kararlılığından çark edebildi, ne de Taksim’inkazanılması süreçlerinde “akıllılık” edip oraya burayasıvışan sol gruplar Taksim kararlılığını eskisi gibitartışabiliyor.

Direniş kararlılığı kazandı

Şüphesiz 1 Mayıs’ın örgütlenmesinde başrolüüstlenen sol etiketli sendikal bürokrasi ve bu ağındenetimindeki sendikalı “öncü” güçler, kitlesel katılımkonusunda bir kez daha kıllarını kıpırdatmadıklarınıgösterdiler. Dahası Taksim’i 2007-2009’da olduğu gibikazanma iradesiyle zorlamayacaklarını daha ilk anlardasergilemekten çekinmediler. Çok da şaşırtıcı olmayanbu tutuma rağmen sol ve devrimci gruplar ileazımsanmayacak nicelikte bir örgütsüz militan kitleİstanbul ve Ankara’nın sokaklarını uzun saatlerboyunca direniş alanlarına çevirdiler. Böylece AKP’nin“sıkıyönetim” uygulamasına, dünya basınında “kentlerpolis işgali altında” gibi manşetlere konu olan yığınağa,acımasız polis terörüne karşı militan kararlılık kazandı.Yakın yılların politik ve moral birikimi korunaraksonrasına devredilebildi. 6 Mayıs anmalarının havasıve şimdiden Haziran’ın yıldönümü üzerine yapılantartışmalar bunun ifadesidir.

AKP geçen yıl olduğu gibi Taksim’e girişi bir kezdaha engellemeyi başarsa da Taksim’de sembolleşenmilitan kitle mücadelesini ve devrimci kararlılığıdarbeleyemedi. Dikkat edilirse 2013 yılı başlarında ilanedilen İmralı görüşmeleri süreciyle birlikte onun enbüyük hedeflerinden biri bu olageldi. Kürt hareketinin(ve Türkiye solundan yedeklerinin) oyalanmasındasağladığı başarıya bel bağlayarak, 2013 1 Mayısı’nasaldırdı. Ardından Mayıs ayı boyunca yapılanneredeyse her sol gösterinin, basın açıklaması vebenzerinin üzerine polis sürülerini saldı. Ne yapıp edipTaksim’in kazanılmasıyla elde edilen politik ve moralgücü kırmaya çalıştı. “Taksim’in yayalaştırılması”,“Taksim’e Topçu Kışlası” gibi projeler, bir yanıyla onunranta olan düşkünlüğünü yansıtsa da diğer yandankitlelerde oluşan mücadeleyle kazanma bilincini vehafızasını silme hedefinin ifadesiydi. 31 Mayıs’tagörkemli bir toplumsal patlamayla karşılanan GeziParkı’ndaki polis saldırganlığı, bu sürecin bir parçasıolarak gündeme geldi.

Militan kitle mücadelesinin birikimleri

Her ne kadar aralarındaki bağı koparmanın epeyce

meraklısı olsa da Haziran Direnişi, özellikle 2007 1Mayıs’ından itibaren canlanan kitle mücadelelerininmirası üzerinden yükseliyor. Dinci-gerici iktidar, türlütürlü “açılım”, “demokratikleşme” yalanlarıyla liberalaydınları ve solcu geçinen bir dizi çevreyi zorlanmadanyedeğine aldığı bir dönemde, 2007’den başlayarak ençok 1 Mayıslar’da teşhir oldu. 2009’da elbette ki “içiboşalır, sıradan bir hava boşaltma kutlamasına döner”hesabıyla hem çaresizce Taksim’deki barikatları kısmenaçtı, hem de 1 Mayıs’ın tatil edilmesi talebini kabuletti.

2010-2012’deki üç 1 Mayıs ise hiç de sermayeiktidarının beklediği gibi olmadı. Katılım sayısıylaolmasa da dünya çapındaki etkisiyle Küba 1Mayısları’nın bile önüne geçen büyük gösterileredönüştü Taksim 1 Mayısları. Mücadeleyle kazanılacağıbilinci geniş kitlelere yayıldı. Sermaye iktidarının yıllarboyunca 1 Mayıs ve Taksim üzerine yürüttükleri karapropaganda tam anlamıyla çöktü. 1 Mayıs’ın gerçektende iki sınıfın karşı karşıya geldiği, mücadelenin seyrineetkisi olan bir gün olduğu gerçeği çıplak hale geldi.Tüm bu özellikleriyle 2007-2012 1 MayıslarıTürkiye’deki sınıf ve kitle hareketine itilim kazandıranuğraklar oldular. Bugün en pespaye grupların bileTaksim kararlılığını “meydan takıntısı” olaraktartışamamasını buna borçluyuz. Onlar sınıf ve kitlehareketinin, Taksim iradesinin içinde yer alan solgrupların, sendikal bürokrasinin bilinen gerçeğinin;2014 1 Mayısı’nın tescil ettiği bütün bu sorunlarınarkasına sığınarak şimdiden militan mücadelelerdensıvışmanın yolunu döşemekle meşguller. Kaldı ki budavranış Haziran Direnişi’nin canlılığını sürdüren moralgücüne rağmen, Kızılay-Sıhhiye ayrışmasında bizzat 1Mayıs günü sergilenebildi zaten.

Karamsarların derdi

DİSK’in önüne ulaşan kitlenin sınırlılığına bakıpkaramsarlığa gömülenlerin sorunu ise daha farklı. Bukesimin sıkıntısı, Haziran Direnişi sonrasındaki toplamsürecin toplumsal-siyasal atmosferini, AKP’ningeriletilmesi, seçimlerde sol iktidar alternatifiçıkarmaya tahvil etme vb. heveslerinin hezimetedönüşmesinden kaynaklanıyor. Haziran’da eylemlerdepoz veren iyi halli küçük-burjuvaziyi 1 Mayısmeydanlarında görmeyince, “ikisi zaten farklıdinamiklere dayanıyor, bir ilişkileri yok, Haziran AKP’yekâr etmedi” deyip, militan solu suçlamaya bakıyorlar.Oysa Haziran’ı militanlaştırıp Taksim’i zapt edenler ile1 Mayıslar’da en ön saflarda çarpışanlar hiç de farklıdinamikler değil.

Solun yapısal zaaflarını, işçi ve emekçi hareketininsendikal örgütlülük ve mücadele planındaki geriliğini,bir de bu gerilikte birinci dereceden sorumlu sendikalbürokrasinin utanç verici tutumlarını dayanak yapıpdirenen 1 Mayıs’ın öneminin karartılması şaşırtıcıolmasa gerek. Bunu yapanlardan şapkalarını masayakoyup, karnaval havasındaki gösterilerde binleri-onbinleri peşlerinden sürüklüyorlarken, militan

eylemlerde ortalıkta gözükmemeleri üzerinedüşünmeleri beklenemez herhalde.

Şüphesiz Taksim ve Kızılay 1 Mayısları fiilisıkıyönetime ve polis terörüne rağmen işçi ve emekçikatılımı bakımından daha kitlesel olabilirdi. Ama bunuverili koşullardan-durumdan bağımsız tartışmanınhiçbir anlamı yoktur. En başta işçi sınıfı ve emekçilerbüyük bölümüyle gerici burjuva ideolojisinin veörgütlenmelerinin cirit alanı olmaya terk edilmişdurumdadır. Komünistler dışında sınıfı bizzatfabrikalardan kuşatarak bilinçlendirmeye,örgütlemeye, mücadeleye kanalize eden bir sol yokortada. Sınıf mücadelesini olduğu kadarıyla arakademe sendikal koltuklarını korumak sınırlarında elealan icazetçi bir anlayış hakimdir. İkinci olarak sendikalörgütlülüklerin durumu içler acısıdır. Sendikalbürokrasinin uzun yıllardır süregelen hakimiyeti bualanı eritmiş, felç etmiştir. Bunu Haziran Direnişigünlerinde olduğu gibi, 1 Mayıslar’da da görmekmümkündür.

İşçi ve emekçilerin öfkesiniHaziran’a taşımak...

Yine de sınıf ve kitle mücadelesinin potansiyelleriniya da AKP iktidarının ve sömürü düzeninin yarattığıtepkiyi anlamak için işçi bölüklerinin döne dönesendikal örgütlenme girişimlerinde bulunmalarınabakmak yeterlidir. Daha ötesine nasıl geçilebileceğinigörmek isteyenler içinse Greif direnişi net birperspektif sunmaktadır. Gerek aslen çürümüş vezayıflamış sendikal bürokrasi şebekesinin parçalanıpaşılmasında, gerekse işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinmilitan mücadelelere kazanılmasında, dolayısıyladevrimci siyasal bir sınıf hareketinin geliştirilmesindeher zamankinden daha büyük olanaklar karşımızdaduruyor. 2014 1 Mayısı’nda AKP’nin, dahası sermayedüzeninin yatıştırmaya muktedir olamadığı açığa çıkanve sokakları dolduran öfke bunu anlatmaktadır.Günümüzde 1 Mayıslar’ın, öncesinde ve sonrasındauzun bir zaman dilimi boyunca gündemde öneçıkması, mücadelenin seyri üzerinden tartışılması,demek oluyor ki kendinden menkul bir gün olmaktankurtarılmış olması bile başlı başına önemli birkazanımdır.

Şimdi zaman hızla Haziran’a akıyor. Devrimci kitlemücadelelerinin gelişimini korku atmosferindesinenlerden veya seçim sandıklarından değil de geçmişbirikimleri politik ve moral açıdan koruyup yarınataşıyanların belirlediğini unutmayanlar için 1 Mayıs,birikimleri Haziran’ın yıldönümüne devretmeyibaşarmış bir mücadele günü olmuştur. Değişimin,ilerlemenin, gerçek çözümün sınıf ve emekçi kitlemücadelesini geliştirmekten, onudevrimcileştirmekten geçtiğini bilenler, şimdidenHaziran Direnişi’nin ve 15-16 Haziran’ınyıldönümlerine hazırlanmalı, Haziran’daölümsüzleşenlerin kavgasını daha ileriye taşımayabakmalıdırlar.

1 Mayıs’tan Haziran’amücadeleye devam!

Page 3: Kızıl Bayrak 2014 19

Taksim ve Kızılay meydanlarını 1 Mayıskutlamalarına kapatan dinci-gerici AKP iktidarı, bir kezdaha azgın polis terörü estirerek, işçi ve emekçilerinmeydanlara girmesini engelledi.

Bu arsız polis terörünü estiren iktidar, yargıkurumundaki tetikçilerini de harekete geçirerek, 1Mayıs kutlamalarına katılan yüzlerce kişi hakkındadava açtı. Gün boyu polis terörü estiren iktidarınefendileri, açtıkları soruşturmalarla 1 Mayıskutlamalarını “zan” altında bırakmaya çalışıyorlar.Kendi yasalarını bile ayaklar altında alan bu ikiyüzlüküstahlık, burjuva devletin sınıf karakterindenkaynaklanıyor.

Yoğunlaşmış şiddet aygıtı…

Burjuvazinin siyasal zor aygıtı olan devlet, olağandönemlerde hem şiddet araçlarını tekelindebulundurur hem şiddetin her biçimini fütursuzcakullanır. Bu gerici şiddet her zaman işçi sınıfını,emekçileri ve onların siyasal temsilcileri olan devrimciparti ve örgütleri hedef alır.

Özünde sınıfsal baskıdan türeyen cinsel, etnik,ulusal, dinsel, mezhepsel, bölgesel vb. baskılara karşıgelişen mücadeleyi bastırmak için de, burjuva devletöncelikle şiddete başvurur. Baskı, sömürü, ayrımcılık,işsizlik, sefillik üreten kapitalist sistemin temelaçmazlarından biri, bu yapısal sorunlara karşı gelişensosyal mücadeleyi bastırmaktır. Bu olgu, burjuvadevleti, özü itibariyle yoğunlaşmış bir şiddet aygıtıhaline getirmiştir.

Burjuva devlet karmaşık bir kurumlar ve ilişkilerağını da kapsar. Eğitim, sağlık, hukuk, din, siyaset,medya ve başka bazı kurumlar da devletin bu ilişkilerağına dahildir. Fakat bu durum, devletin esasmisyonunu, yani yoğunlaşmış bir şiddet aygıtı olduğugerçeğini değiştirmez.

Ülkeden ülkeye belli farklılıklar taşısa da, burjuvadevletin bu karakteristik özelliği, çağımızda evrenselbir olgudur. Bütün burjuva devletler, sistem karşıtıtoplumsal hareketler militan bir düzeye yaklaştığında,“demokrat” maskeyi bir yana atarak, faşist yüzlerinigösterirler.

Sicili kanlı Amerikancı rejim

Türkiye gibi, orta düzeyde gelişmiş kapitalistülkelerde devlet, faşist özünü saklamaya fırsatbulamaz veya bunu çok gerekli görmez. Zira buülkelerde sınıf çatışmalarının sert olması polis,istihbarat, ordu gibi zor aygıtları ile “sivil” faşistçetelerin her zaman işbaşında olmasına neden olur.Burjuvazi, ideolojik aygıtları da etkin bir şekildekullanır, ancak yine de gerici iktidarını şiddetaygıtlarına dayandırır.

NATO bünyesinde oluşturulan kontrgerilla, askeridarbeler, Maraş, Çorum, 1 Mayıs, Sivas, Gazi gibikitlesel kıyımlar, ilerici aydın, yazarların hedef alınması,Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş, cezaevlerindeyapılan sayısız katliam ve daha pek çok olay, devlet ve

uzantıları tarafından uygulanan şiddetin, nasıl da vahşibir boyut alabileceğini gösteriyor.

Bu icraatların toplamı, Amerikancı rejimin sicilininnasıl da kanlı olduğunu gözler önüne seriyor.Vurgulamak gerekiyor ki, sözünü ettiğimiz kıyımlarıgerçekleştiren iktidarın özünde, kayda değer birdeğişiklik olmamıştır.

Terör ve şiddet araçları polisin elinde

Sınıfsal özü ve tarihi, Türk burjuva devletininyoğunlaşmış bir gerici şiddet aygıtı olduğunuispatlayan sayısız örnekle doludur. Bu da devletin 1Mayıs kutlamaları başta olmak üzere, toplumsalmuhalefete karşı izlediği saldırgan politikanın ve ilerici-devrimci güçlere karşı tahammülsüz, saldırganolmasının nedenlerini gösteriyor.

12 yıllık iktidarı boyunca işçilere, emekçilere,gençlere, kadınlara, ilerici ve devrimci güçlere kinlesaldıran bir polis ordusu oluşturan sermayenin vurucugücü AKP ise, önceki hükümetlerden de arsız, küstahve saldırgan bir politika izliyor. Belli bir kitle desteğinedayanmaktan, emperyalistlere hizmet etmekten vebüyük sermayenin onayından güç alan dinci-gericiiktidar, bu desteklere dayanarak her 1 Mayıs’ta işçi veemekçilere savaş ilan ediyor.

Kameralar önünde azgın bir terör estiren polis,kudurgan bir şekilde 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçi veemekçilere saldırıyor. Histerik saldırılara bir de hukukve medya terörü ekleniyor. Dinci-gericiliğingüdümünde olan yargı ve medya gösteri yapmahakkını kullanan işçi ve emekçilere tıpkı polis gibisaldırıyor.

Bu paralel saldırganlık, faşist özün militaristkurumlarla sınırlı olmadığını, hukuk ve medyakurumlarının da aynı özü taşıdıklarını gösteriyor.Özellikle “hukuk” diye adlandırılan burjuvazinin yargıkurumları, faşist saldırganlıkta etkin bir rol oynuyorlar.

Yargı polis terörünü tamamlıyor

Yargı, bir yanda işçi ve emekçilere karşı işledikleri

suçlar sabit olan polisleri koruyor; Haziran Direnişi’ndeolduğu gibi, kameralar önünde cinayet işleyen polisleribile koruyan bir yargı var. Diğer yanda ise, gösteriyapma gibi sıradan demokratik haklarını kullananeylemcilere karşı, tıpkı polis gibi saldırgan bir tutumalıyor. Savcıların “delil” diye gösterdikleri şeylerebakıldığında, bu durum tüm vahametiyle gözler önüneseriliyor.

Alenen cinayet işleyen polisleri koruyan sermayeyargısı, aynı anda göstericilerin taşıdığı gaz maskesi,toz maskesi, baret, eldiven, bilye, deniz gözlüğü,megafon, sprey boya gibi eşyaları “suç aleti/örgütselmalzeme” diye tasnif etmekte, bunlara dayanarakdavalar açmaktadır.

Hem Haziran Direnişi’nde hem 1 Mayıs’ta benzerdavalar açıldı. Kafa-kol kıran, gazla boğan,göstericilerin kafasına nişan alarak gaz bombası atanpolisi koruyan yargı, polis saldırısına uğrayangöstericilere dava açarak, emekçilerin sıradansavunma araçlarını kullanmalarını bile “suç aleti”olarak lanse ediyor. Emekçilerin meşru savunma vedirenişini gayri meşru göstermeye çalışan yargı, polisinsokakta estirdiği terörü, “hukuk” alanında sergiliyor.

Emekçilerin direnme hakkı meşrudur

Sınıflar mücadelesinde şiddete başvuran taraf, herzaman burjuvazi ve onun devletidir. Tüm tarihsel vegüncel olaylar, bu olguyu kanıtlar. Bu gericisaldırganlık, sömürü ve kölelik düzeni kapitalizminşiddete başvurmadan ayakta kalamayacağını gösterir.Aksi halde, sıradan demokratik eylemlere saldırmayaihtiyaç duyamazdı.

Böyle bir sınıfa ve onun iktidarına karşı işçisınıfının, emekçilerin ve diğer ezilenlerin her araçlakendilerini savunması ve direnmesi meşru vegereklidir.

Çatışmalardaki şiddetin boyutu sınıflarmücadelesinin seyrine bağlı olsa da, her demokratikeyleme şiddetle saldıran gerici/zorba bir rejiminolduğu yerde, işçilerin, emekçilerin ve ilerici-devrimcigüçlerin, uygun gördükleri araçlarla kendilerinisavunmaları ve direnmeleri haklı ve meşrudur.

Devlet şiddetine karşıdirenmek meşrudur!

Page 4: Kızıl Bayrak 2014 19

Sınıfa yönelik kapsamlı saldırıların olduğu, kitlelerinöfke ve tepkisinin kitlesel olarak sokaklara aktığıHaziran Direnişi’nin ardından gerçekleşecek ilk 1Mayıs, sınıf ve kitle hareketi açısından büyük önemtaşıyordu. Özellikle seçimlerle birlikte sokağın değil,sandıktan çıkan sonuçlara bel bağlandığı, AKP’ninseçimlerde aldığı oy oranlarının ilerici-sol güçlerdemoral bozukluğu yarattığı bu dönemde sokağıngücünü yeniden göstermenin de önemi büyüktü. İşçisınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1Mayıs’ın, tarihsel ve sınıfsal özüne uygun olarakbirleşik, kitlesel ve devrimci temellerde kutlanmasısınıf mücadelesinin geleceği bakımından önemtaşımaktaydı.

İstanbul’da ilerici-sol güçlerden sendikalara kadar 1Mayıs’ın Taksim’de kutlanması konusunda bir ortaklıksağlanmasına rağmen, Ankara’da, bizzat bu aynıgüçlerden bazılarının 1 Mayıs’a sayılı günler kalabaşlayan ve dahası başlamadan bir dayatma ilebitirilen 1 Mayıs tartışmaları sonucu politik temeldebir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma sonucu Ankara’da iki 1Mayıs kutlanmasına karar verildi. İP tarafındanörgütlenen Tandoğan mitingini de dahil edersek,Ankara’da üç ayrı 1 Mayıs mitingi gerçekleşti. Toplamolarak 20 bini bulmayan işçi, emekçi, gencin katılımıylagerçekleşen 1 Mayıs’lara kuşkusuz ki, damgasını vuran,Taksim’le paralel bir şekilde Kızılay’da gerçekleşendevrimci direniş iradesi oldu.

Kızılay’ın anlamı alan tartışmasınınçok ötesindedir!

Komünistler olarak, öncekideğerlendirmelerimizde, Haziran Direnişi’nin ardından,birleşik, kitlesel ve devrimci 1 Mayıs’ın Kızılay’daolması gerektiğini ifade ettik. Zira, Kızılay sadece biralan tartışması değildir. 1 Mayıs’ı Kızılay’dakutlamanın, (tıpkı Taksim gibi) birbiriyle içiçe geçen vebirbirini tamamlayan pek çok nedeni vardı. HaziranDirenişi ile birlikte kitlelerin öfke ve tepkilerini ortayakoydukları, sermaye devletiyle irade savaşınınsomutlandığı yer haline gelmiştir Kızılay. Kitlelerinistemlerini ve tepkilerini, fiili-meşru mücadeleningücüyle ifade ettikleri yer olan Kızılay, Ankara’nıntartışmasız eylem meydanı haline gelmiştir. Taksimgibi... Bir yıl boyunca neredeyse her eylem ve açıklamabu alanda gerçekleştirilmiş, Berkin Elvan’ın yaşamınıyitirmesinden sansür eylemlerine kadar bir dizi süreçtekitleler Kızılay’da buluşmuştur. Haziran Direnişi’ndekatledilen Ethem’in Kızılay’ın özgürleştirildiği günvurulması da bu alana politik-manevi olarak bir anlamkazandırmıştır.

Tüm bunlarla birlikte Kızılay, Haziran Direnişi’ninardından mücadele anlayışının da somutlandığı yerhaline gelmiştir. Devletin işaret ettiği ve biat ettirmekiçin yönelttiği alanlar mı tercih edilecek, yoksadevrimci irade ve kararlıkla, fiili-meşru mücadeleanlayışı mı belirleyici olacaktı. Dolayısıyla Kızılay, tekbaşına kentin merkezindeki bir meydan tartışmasının

adı değil, aynı zamanda Haziran’ın ardından geçmişicazetçi eylem anlayışının reddi, kitle hareketininihtiyacı olan fiili-meşru mücadele hattınınsomutlandığı alan olmasıdır.

Geride bıraktığımız 1 Mayıs’tan anlaşıldı ki, birileri,Haziran’la birlikte içinden geçtiğimiz tarihsel döneminpolitik sonuçlarını anlamadıkları gibi, yaşananları dayok saydılar. Hayatın, mücadelenin akışının aynışekilde seyredeceğini düşündüler. Sanki bu kentte onbinlerce insan sokaklara çıkarak direniş sloganlarıylaKızılay’a akmamış gibi. Sanki bu direnişte on binlercekişi, tüm statükoları, kalıpları, geleneksel tarzı, eskialışkanlıkları yok saymamış gibi. Sanki bu direniştesendikal hareket, kitle hareketinin peşindentopallayarak sürüklenmemiş ve sınıfta kalmamış gibi.Sanki bu ülkede on binler “artık hiçbir şey eskisi gibiolmayacak” dememiş gibi. Sendikal hareket ve onlarayön veren anlayışlar, 1 Mayıs mitingini, bu yıl,alıştıkları-bildikleri gibi örgütlemeye kalktılar. Kenditabanlarını ve iç işleyişlerini yok sayarak, Kızılay gibi birseçenek ve aynı zamanda bu ülkede ilerici-sol güçleryokmuş gibi davranarak, bir de Türk-İş’i de yanlarınaalarak bildikleri şekilde, devletin çizdiği, icazet alanlarısınırlarında bir miting örgütlemeye kalktılar.Ankara’nın ilerici-sol güçlerin de her zamanki alıştıklarıbiçimde mitinge dair önceden planlanmış her şeyidayatmaya kalktılar. Üstüne üstlük de büyük biraymazlıkla Sıhhiye mitinginin duyurusunu daGüvenpark’a yapma komedisinin altına imza attılar.

Sıhhiye mitinginin örgütleyicileri, dayatmacı vebenmerkezci tutumları ile Ankara’da parçalı ve aynızamanda mitinglerin katılımlarının görece zayıfolmasının da bizzat sorumlusudur. Dayatmacıtutumları ile mitinglerin parçalanmasının önünüaçarak, birleşik bir zemini parçalayarak, aynı zamandakitlelere çağrı yapılmasını zayıflatarak, havaboşaltmaya dönük miting programıyla kitlelerin öfkeve tepkisini yatıştırmak görevini üstlendiler.

Kuşkusuz ki bu uğursuz rol, sadece sendikalbürokrasiye ait değildir. Bu sendikal hareketlere yön

veren siyasal anlayışlar da bu tablonun bizzatsorumlusudur. EMEP ve Emek Gençliği, Sıhhiyemitingini can hıraç savunmuş, hatta Emek Gençliği,arsızca “1 Mayıs’ta İzlanda’dayız” afişleri ile güyaKızılay çağrısını alaya almaya kalkmıştır. Ancak bumücadele kaçkınları, sözde Taksim’de olacaklarınısöyleyenler, Taksim’in politik anlam ve öneminin sonbir yıldaki izdüşümü olan Kızılay’a gözlerinikapamışlardır. Kızılay’da işçi olmadığını söyleyenler,Gebze’de “işçisiz!”, “kitlesiz” bir mitingin altına imzaatarak ikiyüzlü tutumlarını sergilemekten de geridurmamışlardır.

Kızılay’da direniş iradesi!

1 Mayıs’ın tarihsel anlamı, sınıfsal özüne uygunolarak Kızılay’da kutlanması gerektiğini savunan ilerici-devrimci güçler, Kızılay çağrısını yükselttiler. Kısazaman diliminde Kızılay çağrıları yükseltilmesinerağmen kolektif bir iradeye dönüştürmek ve 1 Mayısçağrısını yaymak konusundaki eksiklikler ile HaziranDirenişi’nde sokakların örgütlü zeminleredönüştürülememiş olması katılımı sınırlayan temelfaktörlerdir.

2014 1 Mayısı’nda Kızılay’a girmek olanaklıolmamıştır. Erken saatlerden itibaren estirilen vahşipolis terörü katılımı olumsuz etkilemekle birlikte,örgütlü zeminlerin katılımının sınırlılığı da etkendir.Ancak bu tablo, Kızılay’ın haklılığından, sergilenendirenişin öneminden zerre kadar bir şeykaybettirmemektedir. Kazanan bürokratik icazetçiçizgiye, reformizme, 1 Mayıs’ların içinin boşaltılmasınakarşı devrimci direniş iradesi olmuştur.

Bu iradeyi 2015 1 Mayıs’ına daha güçlü taşımak,sınıfın devrimci eylemini birleşik, kitlesel, devrimci 1Mayıs’ı Kızılay’da gerçekleştirmek, bunun için her türlüçabayı seferber etmek ilerici ve devrimci tüm güçlerinen temel sorumluluğudur.

Ankara’dan sınıf devrimcileri

Kazanan direniş iradesi oldu!

Page 5: Kızıl Bayrak 2014 19

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırımgözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyor sermayedevletinin anayasasının 10. maddesi. Sonra şöyledevam ediyor: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veyasınıfa imtiyaz tanınamaz.”

Bir taraf sefada, diğer taraf sefalette eşit

Bir avuç asalağın yani kapitalist sınıfın elinde,üretici tek sınıf olan işçi sınıfı üzerindeki tahakkümünüsürdürmesinin en büyük güvencesi olan devlet aygıtınıkutsamak için özenle seçilmiş kelimelerdir bunlar.Ancak sözcükler yazıldığı gibi yaşanmıyor. Bu kuruludüzende, toplumsal yaşamın hiçbir alanında eşitliktenbahsedilemez. “Adalet”, “özgürlük” gibi insanlığınözlem duyduğu değerler, kavramlar kapitalist-emperyalist sistemde ancak yeni yıkımlar, acılar,felaketler getirecek haksız bir savaşın gerekçesiolmaktadır.

Diliyle, düşüncesiyle, inancıyla, diniyle, mezhebiyleasgari eşitliğe sahip olabilmek için bu düzende ikisosyal statüden birine ait olmak gerekir. Ya sömürücükapitalist sınıfa ya da işçi sınıfına. İlkinde birarayagelenler sefada eşitlenirken, ikincisinin ortak paydasıise açlık ve yoksulluk sınırının altında sefaletteeşitliktir.

Onların “suç işleme özgürlükleri” vardır

Sömürü düzeninin bataklığından beslenen unsurlar,AKP örneğinde olduğu gibi saplandıkları çamurdasuçüstü yakalanırlarsa sınırsız bir imtiyaza sahiptirler.Çünkü onların “günah, suç işleme özgürlükleri” vardır.Yolsuzluk düzeninde çaldıkları “paraları sıfırlama”hakkını kendilerinde görenlerin, sırayla birbirleriniaklamaları, bakanları için meclislerinde ‘millete’ kapalıbir mizansen sergilemeleri, yasalarca güvence altınaalınan o “özgürlükleri” sayesindedir.

Burjuva hukuk, sömürücü sınıfın gayri meşru koruyucusudur

Ekonomik krizlerin teğet geçtiği ayrıcalıklızümreleri, işledikleri suçlarda da yine kendi kanunlarıteğet geçmektedir. Ancak Erzurum’da yaşları 13 ile 16arasında değişen üç çocuk, bir başka çocuktan zorla 2lira aldıkları için yargılanabilmektedir. Bu küçükhırsızlık, düzen adaletinde “iştirak halinde birden fazlakişiyle birlikte nitelikli yağma” olarakadlandırılmaktadır.

Burjuva hukuk sistemi, sömürücü sınıfın gayrimeşru çıkarlarının koruyucusudur. Bu öyle birkorumadır ki, çıkarlarını kollamakla görevli kollukgüçlerinin eline bulaşan kanı kanun maddeleriyle desiler.

Adalette ya fail meçhuldür,ya da davalar zamanaşımına uğrar!

Yaşadığımız ülkede yakın tarihin kaydettikleriyle,geçmişin izleri aynı yerde kesişmektedir. Kitlegösterilerinde, sokak ortasında kanlı pusularda,kapıları faşist sembollerle işaretlenen Alevimahallelerinde, kıyımlarda, askerlerce taranan,uçaklarla bombalanan Kürt illerinde, yargısızinfazlarda, kayıplarda... İz bırakan devletin cinayetşebekeleridir. Ancak burjuvazinin mülkletemellendirdiği adalette ya fail meçhuldür, ya dadavalar zamanaşımına uğrar.

Oysa sıra düzen içi dalaşmaya geldiğinde devletin o“güzide kurumları” bir hesaplaşma merkezi olur.Paşasından siviline, yargısından polisine... İster“Ergenekon” ister “paralel yapılanma” ile ithamedilsinler, asla işledikleri insanlık suçlarından hükümgiymezler. Zira bin kanlı operasyonun sözcüsü Ağar’ında dediği gibi bir konuşurlarsa, ‘bir tuğla çekerlersedevlet yıkılır.’

Destan yazdırmaya adliye koridorlarında devam ediyorlar

Haziran Direnişi, emekçilerin gözünde devletin entemel kurumlarının çöküşünü hızlandırmıştır. Medyası,adaleti, polisi bu düzenin en güvenilmeyecekkurumlarının sıralaması olmuştur. Direniş boyuncapolislerine “destan” yazdıranlar, şimdi de bu destanaadliye koridorlarında devam etmektedirler. Polisşiddeti aklanırken, haklarında dava açılanlar devlet

terörüne maruz kalanlar olmaktadır. HaziranDirenişi’nde katledilenlerin davaları ise ancaktoplumsal baskı ve çeşitli girişimler sonucuaçılabilmektedir. Öte taraftan görevlerine devam edenkatil polisler devletin koruması altındadır.

Sermaye devletinin hukuk terörü o kadarpervasızdır ki, Ethem’in katili olan polise 5 yıl,aralarında Ethem’in ailesinin de olduğu onlarca insanaise Ethem’in davasının görüldüğü gün çıkan olaylargerekçe gösterilerek 12 yıl ceza istenmektedir.

Sınıflar mücadelesinde saflar keskinleştikçe,devletin tüm kurumları kendilerine düşen vazifeyiyerine getirmek için daha fütursuz olmaktadır.Sokaklarda terör estiren bir devletin isteryöneticilerinin dilinde, isterse anayasasında yazılıolsun “demokrasi”, “hak”, “hukuk”... Yapılanların hiçbirmeşru zemininin olmaması, devlet terörü için engelteşkil etmez.

Ancak servet ve sefalet arasındaki uçurum gittikçebüyümektedir. Bu adaletsizlikten hoşnut olmayan onmilyonlar “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”,“İşgal, grev, direniş!” dedikçe, kalıcı çözüm olan devrimve sosyalizmi kavga şiarlarına ekledikçe, ancak ozaman “Dolaşacaktır elini kollunu sallaya sallaya/Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle/ İşçi tulumuyla bugüzelim memlekette hürriyet.”

Sömürücülere “suç işleme özgürlüğü”, emekçilere devlet terörü!

* Ali İsmail Korkmaz davası:12 Mayıs - Kayseri

* Mehmet Ayvalıtaş davası:21 Mayıs - İstanbul

* Ethem Sarısülük davası 26 Mayıs - Ankara

Page 6: Kızıl Bayrak 2014 19

1 Mayıs geride kaldı. 1 Mayıs bir kez daha AKPiktidarının işçi ve emekçilerin mücadelesinden nekadar korktuğunu gösterdi. Başta Taksim ve Kızılay 1Mayısları için alınan yoğun polis hazırlığı bunu açıkçagösterdi. Milyon dolarlar harcanarak alınan yeniTOMA’lar ve kitleleri durdurmak için geliştirilmişdemir duvarlarla polis saldırganlığını güçlendirmek içinhazırlandı.

Katmerciler’in ürettiği Toplumsal OlaylaraMüdahale Aracı olarak kodlanan “Efe” lakaplıpanzerlerin yetersiz kalması üzerine yeni TOMA’larNurol tarafından üretildi. 1 Mayıs öncesi propagandareklamlarıyla uzun uzun medyada anlatılan “Ejder”lakaplı TOMA’lar “Taksim savunmasında” kullanıldı.

AKP iktidarını bu sene asıl zorlayan etkenlerden biride direniş ruhunun kendini Kızılay Meydanı’nı dakapsayarak büyütmesi oldu. Bugün için Taksim kadartemel bir taraflaştırma zeminine sahip olmasa da yıllarsonra ilk kez Kızılay 1 Mayısı için devrimci bir iradeninsergilenmesi, Haziran Direnişi ile aşılan icazetçizihniyet karşısında fiili-meşru ve militan sokakmücadelesinin konulması ile devlet iki cephedesavaşmak zorunda kaldı.

Bu nedenle Taksim 1 Mayısı gibi Kızılay 1 Mayısıiçin de adı konmamış sıkıyönetim uygulamaları ve çoköncesinden planlandığı anlaşılan savaş taktikleri ile 1Mayıs günü Kızılay Meydanı ablukaya alındı. 1 Mayısgünü Kızılay’a çıkan cadde üzerine yerleştirilen mavikamyon dorseleri açıldığında devasa bir duvar halinegeldi. TOMA’ların yanlarına geçişi engellemek içinyerleştirilen bu demir yığınlarının üzerineyüklenildiğinde biber gazı sıkabildiği de iddia edildi.Elindeki tüm saldırı araçları, binlerce polise rağmenkorkusu dinmeyen sermaye devleti çareyi saldırıaygıtlarını tahkim etmek ve polisi daha dagüçlendirmekte arıyor.

Sermaye devletinin sıkı bir kolluk gücü disiplininesahip olmasına karşın Haziran Direnişi karşısındaçaresiz kalması yeni arayışlara girmesine yol açtı.Polisin elini güçlendirmek adına bir yandan taktikzeminin araçları sağlanırken diğer yandan estirilendevlet terörü cezasız bırakılarak teşvik ediliyor. Yasalarve idari yetkililer “polis destanlarına” sahip çıkıyor.

Bu güce yaslanan polis artık düzenin kendiyasalarını bile hiçe sayıyor. 1 Mayıs günü Beşiktaş’tagözaltına alınan bir gencin boynuna zorla puşitakılarak “delil” için görüntüsü çekiliyor. Pervasızlıktabir adım daha atan polis sokakta gözaltıyla başlattığısaldırıyı yargı ayağında tamamlamak adına delilüretiyor. Fakat bu örnek özel bir dikkati hak ediyor.Zira polisin delil için kullandığı tek malzeme puşili

görüntü. AKP iktidarı döneminde daha dasaldırganlaşan düzen kurumları için puşili bir gözaltıfotoğrafı dahi örgüt üyeliğinden yargılanmaya hattaceza almaya yeterli görülüyor. Bunun için polisgözaltına aldıklarının cebine sapan vb. yerine limonkoymayı, puşili fotoğraf çekmeye tercih edebiliyor.

Düzenin gelişen taktikleri karşısındadeğişmeyen gerçek

Düzen boş durmuyor. Her anını yeni saldırı aygıtlarıgeliştirmek, mevcut saldırganlığı daha pervasızkullanmak için değerlendiriyor. Fakat Haziran Direnişi,2014 1 Mayısı (Taksim, Kızılay ve çeşitli illerde aramanoktalarında gösterilen militan tutum) polisin kitlelerkarşısında bir korku silahı olmaktan çıktığını gösterdi.AKP iktidarı elindeki propaganda silahlarına, azgınterör ve sıkıyönetim-OHAL uygulamalarına karşınkitleleri ne kontrol edebiliyor ne de geri adım attırıyor.

İşçi ve emekçiler 1 Mayıs iradesinde kendini bulanduruşla sadece bedenleriyle dahi olsa yılmadanmeydan okumaya devam ediyor. Taksim’de, Kızılay’dacadde aralarında gözaltına alınan gençleri polisinelinden alıyor.

Geliştirilmiş ‘Ejder’leri kitlenin karşısındaarızalanıyor, tek bir militanın kararlı duruşuyla yerindeçakılı kalıyor. Kurşun geçirmez denen camlarıparçalanıyor. 39 bin polis yığılan İstanbul’daeylemciler, Okmeydanı Hastanesi önünde polisinüzerine yürüyerek gereken dersi veriyor. Kan revaniçindeki polisin hastaneye götürülme anıyla, kargatulumba taşınan çevik kuvvetiyle, 19 yaralı polisaçıklamasıyla İstanbul Valisi Mutlu, aslında düzeninsaldırı aygıtlarının yenilgisini itiraf ediyor.

Bu kararlı duruşun yansıdığı 1 Mayıs’ta demirduvarları Ankara’da sağlam kaldıysa kitle o günüzerine yürümediği içindir. Ama işçi ve emekçilerdirenişe geçti mi hiçbir gücün ayakta kalmayacağıaçıktır. Direniş bugün meydanları kazanamasa dasokakları terk etmeyerek ve saldırıya boyuneğmeyerek yanıtını verdi.

1 Mayıs geride kalırken düzenin tüm gücününpamuk ipliğine bağlı olduğunu, Haziran’ın direnişruhunun sokakları terketmediğini bir kez daha gördük.Bunun için 1 Mayıs sonrası düzen güçleri karapropagandaya mücadele kaçkını sendikalara teşekkürederek devam ediyor.

Gelecekte ise ne işbirlikçi-mücadele kaçkınlarınınen uzak meydanlara gidişi ne de meydanları kuşatankolluk gücünün şiddeti onları kurtaramaz.

Ankara Dayanışması:Direniş ve dayanışma büyüyor!

Ankara Dayanışması 1 Mayıs’ta yaşanan devletterörünü kınamak için Güven Park’ta bir basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasını Ankara Dayanışması adınaMustafa Sarısülük gerçekleştirdi. İşçi sınıfının birlik,mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta işçi veemekçilerin bu yıl da devlet terörüyle karşı karşıyakaldığını ifade eden Sarısülük, başta İstanbul ve Ankaraolmak üzere birçok şehirde adı konmamış birsıkıyönetim uygulaması olduğunu belirtti. Kutlamaalanlarına yürümek isteyen kitleye on binlerce polisinsaldırdığı ifade edilirken 10 yaşında bir çocuğun böylebir saldırı sonucu gözünden ağır yaralandığı dilegetirildi. Ayrıca çok sayıda insanın yaralandığı vesadece İstanbul’da 250’yi aşkın kişinin, Ankara’da ise139 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

1 Mayıs 2014’ün AKP iktidarı ve polisin yarattığıdehşet görüntülerine sahne olduğu ve halkın,demokratik haklarını kullanmasının bir kez daha devletzorbalığıyla engellenmeye çalışıldığı söylendi. Butablonun Haziran ve sonrasında da defalarca yaşandığıbelirtilirken iktidarın halka savaş açtığı ve 8 kişinin busüreçte katledildiği ifade edildi. Adım adım kurulandiktatörlüğün toplumsal muhalefeti bastırmak içingerçekleştirilen vahşi saldırıların halkın direnişiylekarşılaştığı ve tutmadığı, ülke ölçeğinde direnişin, bir okadar da toplumsal dayanışmanın büyüdüğüvurgulandı.

Basın açıklamasının ardından 5 dakikalık oturmaeylemi gerçekleştirildi. Oturma eyleminin ardındanEthem Sarısülük vurulduğu yerde anıldı. Ethem’invurulduğu yere kızıl karanfiller bırakıldı. Eylemanmayla sonlandırıldı. Ayrıca Ali İsmail Kormaz veMehmet Ayvalıtaş davalarını takip etmek için AnkaraDayanışması’nın otobüs kaldıracağı belirtildi.

KESK’lilerdenpolis terörü protestosu!

KESK İzmir Şubeler Platformu 1 Mayıs günüTaksim’deki saldırıları protesto etmek için BasmaneMeydanı’na yürüme kararı almıştı. Kitlenin BasmaneMeydanı’na yürüyüşü esnasında polisin azgın saldırısısonucu yaşananları ve gözaltılar yapılan yürüyüş ileprotesto edildi.

Konak YKM önünde toplanan kitle buradan EskiSümerbank önüne yürüdü. Burada açıklama yapanKESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü SESŞube Başkanı Rukiye Çakır, Taksim Meydanı’nın önemiüzere açıklamalarda bulundu. Çakır Taksim’in,Kızılay’ın ve Konak’ın hiçbir meydanın emekçilereyasaklanamayacağını vurguladı. Çakır, Taksim ve Kızılmeydanlarında yaşanan polis saldırısını kınamak içinBasmane Meydanı’na yürüyen kitleye vahşicesaldırıldığını ifade etti. Yaşanan polis saldırısı sonucu5‘i çocuk, 6’sı KESK üyesi ve yöneticisi ve diğergençlerin şiddet uygulanarak ve yaralı bir şekildegözaltına alınmasını protesto etti. Gözaltına alınan 37kişinin gece yarısı bırakıldığını ifade etti.

Eyleme TMMOB ve DİSK ile birlikte, aralarındaBDSP’nin de olduğu devrimci ve ilerici kurumlar destekverdi.

Kızıl Bayrak / Ankara - İzmir

Yeni taktikleri deyetmedi!

Page 7: Kızıl Bayrak 2014 19

Bu yıl yine azgın bir terör uygulayan sermayedevleti, 1 Mayıs’ta 171 kişiyi gözaltına aldı. Polis terörüyargı terörü ile sürdü. 4 güne çıkarılan gözaltısüresinden sonra tüm gözaltılar serbest bırakıldı.Savcılık ifadeleri sırasında adliye önünde dayanışmaiçin bekleyişler ve açıklamalar oldu.

Savcı ek süre istedi, adliyeye gelmedi!

Taksim 1 Mayısı’nda gözaltına alınanların 3Mayıs’ta gözaltı süreleri dolmalarına rağmengetirilmeyip aradan saatler geçtikten sonra ek süreverilerek gözaltı bir gün daha uzatıldı. Taksim 1Mayısı’nda uygulanan polis saldırıları yargı terörü iledevam etti. Eylemden alınan 171 kişi için önce ek süreverilerek gözaltı bir gün uzatılmıştı. Yeniden ek süreverilerek gözaltı süresi 2 güne çıkarıldı.

1 Mayıs’ta polisin azgın saldırısının ardındangözaltına alınan 171 kişinin ek gözaltı sürelerinin dedolmasına rağmen ne savcılık işlemleri yapıldı ne deserbest bırakıldılar. Bunun yanında, ek gözaltı süresialan savcı, gözaltı süresinin dolduğu saatlerde adliyededahi bulunmuyordu.

Duruma tepki gösteren avukatlar bir tutanakhazırlayarak bu keyfiyeti kayıt altına aldılar.

Avukatlardan ek süreye protesto

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Gayrettepe veVatan’daki merkezlerinde tutulan gözaltıların 3Mayıs’ta savcıya ifade vermek için adliyeye getirilmesibeklendi. Fakat sabah 09.00’da gözaltı süresi dolarakadliyeye sevk edilmesi gereken kitle çeşitlioyalamalarla bekletilmeye devam edildi. Tüm ifadelerialmak için tek bir savcı görevlendirilirken görevli savcıda adliyeye saatlerce gelmedi.

Haklarında ek gözaltı süresi kararı olmadığı haldesevk işlemi gerçekleşmedi. Bunun üzerinegözaltındakileri savunmakla görevli avukatlar tutanaktuttu. Savcının öğlen saatlerinde gözaltındakiler için 24saatlik ek gözaltı süresi verdiği öğrenildi.

Savcının tutumunu protesto eden başta ÇağdaşHukukçular Derneği üyeleri olmak üzere avukatlar,ikinci kez ek gözaltı kararı alınmasına tepki olarakİstanbul Adliyesi’nde bekleme eylemi yaptılar.

1 Mayıs gözaltılarını takip eden avukatlar imzasıylaaçıklama yapılarak eylem duyruldu. Açıklamada şunlarifade edildi: “1 Mayıs 2014 günü gözaltına alınan 171kişi hakkında bugün ikinci kez ‘ek gözaltı kararı’ alındı.Matbu ifadelere dayandırılan ve adeta bir şablonunüzerinde ‘kes-yapıştır’ yöntemi ile hazırlanan ilgili ekgözaltı kararı hukuki dayanaktan yoksundur. 2 gündürİstanbul Adliye binası içerisinde bu ve benzeri kararlarakarşı gereken tüm itirazları yapmış olmamıza rağmen,olağan hukuk yollarının kasti olarak tıkandığı, en basitusul kurallarının dahi ayaklar altına alındığı açıkça

ortadadır. Karşımızda en ufak birsorumluluktan dahi kaçınan bir Adliyebürokrasisi, ancak daha da önemlisi bubürokrasiyi yaratan bir siyasi algı sözkonusudur.”

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’denbasın açıklaması

Adliye önündeki bekleyiş sırasında destekiçin gelenler biraraya gelerek gözaltılar serbestbırakılana kadar dayanışma sürdürüldü.

Öğlen saatlerinde DİSK, KESK, TMMOB veTTB basın açıklaması yaptı. İlk olarak CHPmilletvekili Mahmut Tanal bir konuşmayaparak gözaltı süresinin hukuksuz bir şekildeuzatıldığını ve savcıların avukatlarıdinlemediğini ifade etti. Uzatma kararınınsiyasi olduğunu söyleyen Tanal, Taksim’inyasaklanması konusundaki AİHM kararınıhatırlatarak yasaklamayı kınadı.

KESK İstanbul Şubeler Platformu adına dönemsözcüsü Hüseyin Tosu konuştu. Tosu, 1 Mayıs öncesiİstanbul’un hapishaneye çevrildiğini söyleyerek 1Mayıs’ta uygulanan faşizan saldırıları ve darpedilerekgözaltı yapılmasını kınadı. Ek süre uygulamasının da birişkence yöntemi olduğunu söyleyen Tosu, gözaltılarınserbest bırakılması talebiyle konuşmasını sonlandırdı.

TMMOB İKK adına ise Süleyman Solmaz konuştu.Solmaz, yönetenlerin akılla, bilgiyle değil, keyfiuygulamalarla ülkeyi yönettiklerini söyledi. Gözaltılarınserbest bırakılması gerektiğini söyleyerek konuşmasınısonlandırdı.

Kurumlar adına ortak açıklamayı ise DİSK İstanbulBölge Temsilcisi Önder Atay okudu.

Yaralananların da bilançosunun açıklandığıaçıklamada keyfi ve kuralsız bir şekilde gözaltısüresinin uzatılması teşhir edildi.

Tüm gözaltılar serbest

Avukatlar, getirilen eylemcilerle adliyenin 7 kataltında yer alan nezaretlerde görüşerek bilgi aldı.Sağlık kontrolleri biten eylemcilerle ifade işlemibaşladı. Sabaha kadar süren ifadeler sonrası tümgözaltılar serbest kaldı.

Sorgular sırasında avukatlar kapıya çıkarak zamanzaman bilgilendirmede bulundu. Parça parça gözaltılarserbest kaldılar. Kapıda bekleyen kitle serbestbırakılanları “Her yer Taksim, her yer direniş!”, “Budaha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganlarıylakarşıladılar. Gözaltından çıkanlar, uygulananişkenceleri “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”sloganıyla protesto ettiler. BDSP’liler “Yaşasın 1 Mayısyaşasın sosyalizm!” sloganıyla adliyeden çıktılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

4 Mayıs 2014 / İstanbul

4 Mayıs 2014 / İstanbul

1 Mayıs gözaltılarıserbest

Hastaneye polis saldırısıkınandı

1 Mayıs’ta Okmeydanı Eğitim ve AraştırmaHastanesi’ne yönelik polis saldırısı 5 Mayıs’tayapılan basın açıklamasıyla kınandı. SES Şişli Şubesi,Dev Sağlık-İş ve İstanbul Tabip Odası (İTO)tarafından gerçekleştirilen ortak basın açıklamasıBaşhekimlik önünde gerçekleştirildi.

Eylemde ilk olarak SES İşyeri Temsilcisi HakifeAktaş bir konuşma yaptı. Aktaş, 1 Mayıs günüyaşanan polis saldırısının ve yoğun gaz kullanımınınetkilerinden bahsetti. Yaralanan ve rahatsızlıkgeçirenlerin hastaneye sığındığını belirten Aktaş,insanların tedavilerinin yapılması engellenerek polistarafından gözaltına alındığını ve sağlıkemekçilerinin de polisler tarafından tehdit edildiğinikaydetti. Hastanenin eczane kısmının basıldığınıbelirten Aktaş, polislerin attığı gaz kapsüllerinin BPolikliniği’nin camlarını kırarak hastane içinegirdiğini söyledi.

İTO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hakan Hekimoğluda kısa bir konuşma yaparak defalarca yaptıklarıuyarılara rağmen polislerin hastane bahçesine gazbombası attığını ifade etti. Bu durumu kınadıklarınıbelirterek sorumluların cezalandırılması gerektiğinisöyledi.

Kurumlar adına ortak açıklamayı okuyan SES ŞişliŞube Başkanı Fadime Kavak ise hastaneye yöneliksaldırı ve sağlık hakkının engellenmesini kınadı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 8: Kızıl Bayrak 2014 19

HHB avukatları Berkin Elvan soruşturmasındakigelişmeler üzerine 6 Mayıs günü basın toplantısıdüzenledi. Basın toplantısı Çağlayan’daki Halkın HukukBürosu’nda gerçekleştirildi.

Avukat Evrim Deniz Karatana ve Av. Oya Arslan,Berkin’in vurulmasının emrini veren ve gaz bombasıkullanan 3 çevik polisin fotoğraflarını basına dağıttı vepolisin ateş ettiği anın görüntülerini gösterdi.

Basın toplantısında Berkin’in babası Sami Elvan, Av.Oya Arslan ve Av. Evrim Deniz Karatana açıklama yaptı.İlk sözü alan Av. Arslan daha önce bürolarına yönelikbaskınların gerçekleştiğini ve bu sebeple basıntoplantısını Halkın Hukuk Bürosu’nda yaptıklarınıvurguladı.

Arslan, Berkin’in komada olduğu 269 gün boyuncakatillerin açığa çıkarılması için büyük bir çabaharcandığı, görüntülere ulaşılmasının bu süreiçerisinde verilen mücadele sayesinde gerçekleştiğinibelirtti. Arslan aylar boyunca birçok sefer görüntülereulaşmaya çalıştıklarını ancak kısa bir süre önce olayyerinde bulunan TOMA’nın görüntülerinin ellerinegeçtiğini ifade etti.

Elvan Ailesi’nin avukatı Karatana ise Berkin için 3milyon insanın sokağa döküldüğünü ve 7 ay boyuncadosyada hareketsizlik olduğunu ve sürekli olaraktaleplerine olumsuz cevaplar aldıklarını kaydetti.Karatana ilk önce kendilerine 1000 polisin ismininverildiğini, aradan geçen zaman içerisinde çemberindaraldığını ve Berkin’i vuran polislerin ‘5. Birlik’tegörev yaptığının ortaya çıktığını ifade etti.

Katillerin tutuklanması içinmücadeleye devam

Karatana, 16 Haziran günü Berkin’in nasıl ve hangipolisler tarafından vurulduğunu tespit ettiklerini ve butespitlerinin tanıkların verdiği ifadelerle de

uyuştuğunu anlattı. 4 polisi tespit ettiklerini kaydedenKaratana, emri veren ‘sarışın amir’in yanı sıra 2 gazbombası silahı kullanan bir de fişek dolduran polisinolduğunu dile getirdi. Karatana, bu polislerin açıkçaöldürmek için Berkin’i hedef aldıklarını, bundansonraki aşamada katillerin tutuklanmaları içinmücadele vereceklerini söyledi.

Karatana daha sonra görüntüler ve fotoğraflareşliğinde Berkin’i vuran polislerin olay anındakihareketlerini anlattı. Görüntülere ve verilen bilgileregöre polis Berkin’e 50 metre mesafeden ve gizlenerekateş ediyor. Berkin sabah saat 07.00 sıralarındayaralanıyor ve ilerleyen dakikalarda önemli bir olayınyaşandığını belli eden hareketlilik yaşanıyor.

Karatana, polislerin isimlerinin şu an belliolmadığını ancak kısa bir süre sonra ellerinegeçeceğini belirtti.

Görüntülerin paylaşılmasının ardından tekrar sözalan Av. Oya Arslan, Başbakan’ın yalan söylediğininortaya çıktığını, Berkin’in annesinin söylediği gibiErdoğan’ın katil olduğunu dile getirdi.

Polis hedef alarak Berkin’i vurdu

Arslan’ın ardından söz alan Sami Elvan ise her şeyinapaçık ortada olduğunu maaşları kendi vergilerindenverilen polislerin evlatlarını katlettiğini belirtti. Elvanolay sırasında çocuğunun herhangi bir eylemiolmadığını, polislerin ise nişan alarak Berkin’ivurduklarını dile getirdi.

Polislerin gereken cezayı almasını istediklerinisöyleyen Elvan, polislerin Berkin’in ve HaziranDirenişi’nde katledilenlerin kanı üzerinden parakazandığını söyledi.

Baba Elvan’ın konuşma sırasında kendini kötühissetmesi üzerine basın toplantısı sona erdirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

HHB: Berkin’in katilleribelirlendi!

ÇHD işkenceye ortakolanları şikayet etti

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi,keyfi bir biçimde 1 Mayıs gözaltılarının süresini uzatanve bu şekilde işkence ve kötü muameleye ortak olansavcı ve hakimleri Hakimler ve Savcılar YüksekKurulu’na şikayet etti.

1 Mayıs direnişini bitiremeyecekler

ÇHD’li avukatlar şikayet dilekçesini teslim etmedenönce Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde“Gözaltılarınız, süre uzatımlarınız 1 Mayıs direnişinibitiremeyecek!” yazılı ozalit açarak basın açıklamasıyaptı.

ÇHD İstanbul Şubesi adına basın açıklamasınıokuyan Av. Güçlü Sevimli, hukuki hiçbir gerekçeolmadan 1 Mayıs Bayramı’nın Taksim’de kutlanmasınınengellendiğini ve İstanbul’da fiili bir sıkıyönetimuygulandığını söyledi.

Bu fiili sıkıyönetimle birlikte 30 Nisan’dan itibarenbaskınlar ve gözaltılar yaşandığına dikkat çekti.

Hukuksuzlukların bu süre zarfında devam ettiğinibelirten Sevimli, adliyede hazır bulunan avukatlarınkarşılarında hiçbir muhatap bulamadıklarını ve gözaltısürelerinin iki defa uzatıldığını ifade etti. Sevimli,yaşanan sıkıntıları dile getirerek, gözaltıların bir anönce serbest bırakılması ve adliyede sevk taleplerinintek bir gerekçe gösterilmeksizin reddedildiğine işaretetti.

Polisin işkencesine ortak oldular

171 kişi emniyette tüm işlemleri tamamlanıp,adliyeye sevk edilmesine rağmen soruşturmasavcılarının uzatma süreleri içerisinde suçlamaya dairhiçbir işlem yapmamasına dikkat çeken Sevimli, “kişiözgürlüğü ve güvenliği” hakkının keyfi bir biçimdeengellendiğini ifade etti.

Sevimli, 171 kişinin fiziki işkence ve kötümuameleye uğradıklarını söyledi ve “Gözaltı süreleriniyasal gerekçe olmaksızın uzatmakla hakim ve savcılarişkence ve kötü muamele suçlarına ihmal edensuretiyle iştirak etmişlerdir” dedi.

Basın açıklamasının ardından ÇHD’li avukatlarsorumlu savcı ve hakimler hakkında cezai işlemuygulanmasını talep eden dilekçelerini sunmak üzereadliyeye girdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 9: Kızıl Bayrak 2014 19

Haziran Direnişi sırasında Eskişehir’de uygulananpolis şiddetine ilişkin soruşturmalar polisin sistematikişkencesini ortaya koyuyor.

Ali İsmail Korkmaz’ı katleden ve aynı sokakta birdizi eylemciyi darp eden işkencecilerin soruşturmalarıpolisin gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla gösteriyor.Eskişehir polisinin katlettiği Ali İsmail’in davası ve ağıryaraladığı Doğukan Bilir ve Caner Ertay ile ilgilisoruşturmaları polis şiddetini su yüzüne taşıyor.

Geçtiğimiz günlerde ilk olarak Ali İsmail Korkmaz ileaynı dakikalarda ve aynı sokakta darp edilen DoğukanBilir’in soruşturmasında polislerin ifadesi alındı. Farklıkentlerde ifade veren polislerin verdiği ifadelerinbirçok bölümünün tamamen aynı olması dikkat çekti.Görüntü kayıtlarına göre Bilir’i coplarla dövdüğügörülen Terörle Mücadele Şubesi polisleri ŞabanGökpunar, Selçuk Bal ve Hüseyin Engin adlı polisler,ifadelerinde Bilir’i dövmediklerini iddia ettiler.

Ali İsmail’in katillerinden ortak savunma

Eskişehir’de Terörle Mücadele Şubesi’ndeykensoruşturma sırasında görev yeri değiştirilerekAnkara’da trafik polisliği yapan Selçuk Bal ifadesindeşunları söyledi:

“Elindeki cisimle bana vurabileceğini düşünerekşahsa zarar vermeden yakalayıp gözaltına almak için,sakatlanmayı göze alarak omzumla ve vücudumun yankısımlarıyla durdurarak şahsı yakaladım. Gözaltınaalmak için zorlandığımı gören Şaban Gökpunaryardıma geldi. Bilir’in direncini kırmak için kısamesafeden hafifçe cop ile birkaç kez bacaklarınavurdum.”

Eskişehir’de polislerle birlikte eylemcilere saldıranve elindeki meşe odunuyla eylemcilere vururkengörüntülenen Serkan Kavak’ın Doğukan Bilir’ikovaladığını görmediğini ileri süren Bal, “görseydimengel olurdum” dedi.

Bir diğer polis Gökpunar’ın ifadesi ise Aydın’datalimatla alındı. Gökpunar şunları söyledi: “Bilir,arkadaşımdan cüsse olarak daha iri yapılı ve uzunboyluydu. Şahıs bütün gücüyle uğraşıyordu. AncakSelçuk arkadaşımız direncini kırmak için yasalçerçevede bedeni güç kullanarak, kısa mesafeden copuile birkaç kez ayaklarına doğru vurdu.”

Ankara ve Aydın’da iki polisten alınan ifadelerin bukadar ortak yan taşıması eylemcilere birliktesaldıranların savunmalarını da birlikte hazırladıklarınıgösteriyor. İşkenceci polisler Haziran Direnişi eylemleriboyunca benzer saldırılar gerçekleştirmiş, Ali İsmail’i

katletmişlerdi. Ali İsmail’in ölümü üzerinebaşlayan davada da polisler benzer ifadelervererek birbirlerini korumuşlardı.

Baz istasyonu raporu da polisleri yalanladı

Ali İsmail soruşturmasındaysa görüntülerinardından baz istasyonu kayıtlarının da bilirkişi raporutamamlandı. Bilirkişi raporu Ali İsmail’in de faillerinde aynı sokakta olduğunu kanıtladı.

Ali İsmail’in failleri dava sürecinde görüntüleriboşa düşürmek için “dövülen Ali İsmail değildi”iddiasını öne sürmüşlerdi. Fakat baz istasyonukayıtlarına göre, davada yargılanan polislerin ve dörtsivil sanığın cep telefonları aynı noktadan, Yunus EmreCaddesi üzerinden sinyal aktarıyor.

Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan bilirkişiraporuna göre Ali İsmail Korkmaz’ın cep telefonu 2Haziran 2013 akşamı saat 23.00’den sonra dövüldüğünoktaya en yakın baz istasyonlarından sinyal verdi.

Aynı şekilde sanık polis Şaban Gökpunar veHüseyin Engin ile sivil sanıklardan İsmail Koyuncu,Ramazan Koyuncu, Ebubekir Harlar ve MuhammetVatansever’in telefonları da aynı noktadan sinyal verdi.Yalnızca Yalçın Akdoğan adlı polisin telefonu bir başkanoktadan sinyal verdi.

Öte yandan, Başpolis Şaban Gökpunar Korkmaz’ındövülmesinden 15 dakika önce TEM Büro Amiri MutluUmutlu’yla görüştü.

İşkenceci polislere polisten destek

Polis şiddeti ve cinayeti soruşturmalarında sıkçaolduğu gibi soruşturmada da yine polis görev aldığıiçin delillere ilişkin bilgiler ya karartılıyor ya da ayakdiretilerek zamana yayılıyor.

Eskişehir’de gözaltındaki Caner Ertay’a işkenceyapan polislerin kayıtları hastaneye götürdüklerindegüvenlik kameralarına düştü. Soruşturma kapsamındagörüntüleri inceleyen Kriminal Daire Başkanlığı,polislerin kimliğini tespit edemediklerini iddia etti.Farklı açılardan bir dizi kayıt olmasına, görüntülerdeeşgallerin açıkça belli olmasına karşı Kriminal DaireBaşkanlığı, polisleri korumak için bilgileri gizledi.

Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir’de katledildiği gecepolisler başka sokaklarda da pusu kurarak eylemcileridarp etmiş, gözaltına aldıklarına işkence yapmıştı. Bueylemcilerden biri olan Caner Ertay’ın suç duyurusuüzerine soruşturma başlatılmıştı. Fakat aradan geçen10 ayı aşan sürede Terörle Mücadele Şubesi’ndeki

polislerin kimlikleri ‘kesinleşmedi.’ Görüntüleriinceleyen Kriminal Daire Başkanlığı, savcılığagönderdiği raporda “görüntülerin flu olması”, “kamerakayıtlarının gece alınmış olması” gibi mazeretler önesürerek polisleri tespit edemediklerini iddia etti.

Ali İsmail Korkmaz davasında olduğu gibi, Ertay’ınsoruşturmasında da polisler, işkence yapanlarıkorumak için bilgileri gizliyor, faillere ilişkin delillerikarartıyor. Kriminal Daire Başkanlığı’nın “flu” dediğigörüntülerde Ertay’ın polis aracının bagajındançıkarılması, zorla götürülmesi açıkça görülüyor. YunusEmre Devlet Hastanesi’ndeki Ertay ayaktayürüyemediği için tekerlekli sandalyeyle götürülüyor.

Kameraya çok yakın bir noktada konuşan polislerinyüz hatları da net bir şekilde seçiliyor.

Polisin ‘göremediği’ kayıtların şimdi JandarmaKriminal Daire Başkanlığı’na sunulacağı ifade ediliyor.

Deliller ortada, failler sokakta!

3 ayrı soruşturma dosyasının gösterdiği polisinsistematik işkence ve saldırılarının soruşturmasürecinde aklamaya yönelik yönlendirme çabasıoluyor. Eskişehir Terörle Mücadele Şubesi polisleriamirlerinin denetiminde, yanlarına faşistleri alaraksokaklara pusu kurmuş, eylemcileri öldüresiye darpetmişti. Şimdi yansıyanlar, teşhir olanlar yaptıklarıvahşetin çok sınırlı bölümüdür. Fakat bu haliyleuygulanan işkence, planlı pusular tüm çıplaklığıylaaçığa çıkmasına karşın polislerin tamamı tutuklu değil.Tutuklananlarsa Ali İsmail’i sahiplenen binlerin sokaktaverdiği mücadelenin basıncıyla tutuklandı. Bu dakatillerden, işkencecilerden hesap sormak için yargısoruşturmalarının değil sokaktaki mücadelenin temelolduğunu bir kez daha gösterdi.

Alevi mitingine katılanlara soruşturma3 Kasım 2013 tarihinde Alevi derneklerinin baskıya ve asimilasyona karşı İstanbul’da gerçekleştirdiği

mitinge katılanlar hakkında soruşturma başlatıldı. Çağdaş Hukukçular Derneği’nden (ÇHD) avukatların verdiği bilgiye göre, mitinge katılanlar hakkında

başlatılan soruşturma kapsamında, polis eyleme katılan yirmi civarında kişiye ulaşmaya çalışıyor. Polisinaradığı listenin çoğunluğu BDSP’lilerden oluşuyor. Soruşturma kapsamında toplamda kaç kişinin olduğu ise şuanda net değil.

Alevileri imha ve inkarla asimile etmeye çalışan devlet, şimdi de bu asimilasyon uygulamaları karşısındagösterilen meşru, demokratik tepkileri sindirme çabasını sürdürüyor.

Eskişehir polisininüç soruşturması...

Page 10: Kızıl Bayrak 2014 19

Haziran Direnişi’nde Bezmi Alem Valide SultanCamisi’nde yaralananları tedavi ettikleri için iki hekimeaçılan dava protesto edildi.

Davanın görüldüğü 7 Mayıs günü İstanbul TabipOdası (İTO) Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önündebasın açıklaması gerçekleştirdi. Eylemde ilk olarak İTOYönetim Kurulu Üyesi Dr. Samet Mengüç bir konuşmayaptı. Mengüç, bütün dünya kamuoyunun gözleriönünde yaşanan bu süreçte hekimliğin, insanlıkdeğerlerinin ve insanlık onurunun yargılanmakistendiğini ifade ederek tepki gösterdi.

Korkutma ve engelleme çabası boşuna

Ardından TTB Başkanı Özdemir Aktan bir konuşmayaparak bu mahkemeyle asıl olarak hükümetin,devletin yargılandığını ifade etti. Hekimlerin doğruyuyaptığını ve yapmaya devam edeceğini söyleyen Aktan,

direniş eylemlerinin ardından çıkartılan yasayıhatırlattı. Çıkarılan yasayla birlikte hekimliğinyapılmasının yasaklandığını söyleyen Aktan, bu yasaylaöngörülen cezanın karapara aklayanlara ve uyuşturucusatanlara verilen cezayla eşdeğer olduğunu belirtti.

Yasanın depremde dahi hekimlerin göreviniyapmasını engellediğini söyleyen Aktan, yasaklarınkimseyi korkutamayacağını ve bu engelleme çabasınınboşuna olduğunu ifade etti.

Dünyanın birçok sağlık örgütünden yargılananhekimlere destek geldiğini söyleyen Aktan, hekimlerinhastaların yanında olmaya ve gerekeni yapmayadevam edeceğini söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

135 hekim kendisini ‘ihbar’ etti

Ardından İTO Yönetim Kurulu Üyesi HakanHekimoğlu basın açıklamasını okudu. Açıklamada şu

ifadelere yer verildi: “Bugün İstanbul Çağlayan AdaletSarayı’nda ‘Hekimlik’ yargılanmaktadır. Hekimliğinyargılanması, insanlığın yargılanması demektir. Dr.Erenç Yasemin Dokudan ve Dr. Sercan Yüksel’inşahsında yapılmakta olan bu yargılama; Hipokrat’tanbu yana yani 2500 yıllık yazılı ve pratik geleneği olanhekimliğin yargılanmasıdır.”

Açıklamanın devamında hekimlerin mesleğebaşlarken ettikleri Hipokrat yemini hatırlatılarak ayrımgözetmeksizin herkesi tedavi ettikleri ve etmeyedevam edecekleri ifade edildi. Yargılanan iki hekim için8 yıla varan cezalar istendiği belirtilen açıklamada 135hekimin de kendisini ihbar ederek Haziran sürecindekendilerinin de yaralananları tedavi ettiklerinimahkemeye bildirdiği aktarıldı.

Birçok sağlık örgütünün katılarak destek verdiğieylem basın açıklamasının ardından sonlandırılarakdevam eden duruşmaya geçildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İTO: Gezi hekimliği yargılanamaz!

İstanbul Haziran Direnişi davası başladıİstanbul’daki en geniş eylemcinin yargılandığı Haziran Direnişi davası 6 Mayıs’ta

başladı. Aralarında 1 Haziran 2013 tarihinde Dolmabahçe Bezmi Alem Valide SultanCamii’ne girenlerin de bulunduğu 7’si yabancı uyruklu 255 kişinin yargılandığıdavanın ilk duruşması yapıldı.

Duruşmaya katılanların ifadeleriyse polisin pervasızlığını bir kez daha gösterdi.Görkem Celiloğlu televizyon kanallarına görüntü çekmek için eylem alanına

gittiğini belirterek, “Müdahale sırasında herkes çekilince ben önde kaldım. Busırada polis beni gözaltına aldı.” dedi. Mimar Gizem Ünek ise bir arkadaşınıngözaltına alınmasına tepki gösterdiği için kendisinin de gözaltına alındığını ifade etti.

Emniyet Müdürlüğü’nde yakalama tutanağının kendisine zorla imzalatıldığınıbelirten Deha Okyay, “Tutanağın içeriğini kabul etmiyorum” dedi.

AKP şefi Erdoğan’ın da diline sakız ettiği Bezmi Alem Valide Sultan Camii’de içkiiçildiğine ilişkin iddia ise dava dosyasında somutlanamadı. İddianamede camiiçindeki kamera görüntülerinin “çözünürlüğünün düşük olduğu”, “Foto FilmŞubesi’ndeki iyileştirme çabalarına rağmen Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ndebulunan sanıklardan E.Ö.’nün elindeki kutudan ne içtiğine yönelik bir tespitinyapılamadığı” belirtildi.

Dava duruşmaları Mayıs ayı boyunca Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerigörülerek devam edecek.

‘Puşi’den delil üretildi!Polis pervasız terörünü yargıda ceza

kararlarıyla beslemek için “delil”üretiyor. Taksim 1 Mayısı’nda gözaltınaalınan bir gence zorla puşi takıldı,gencin itiraz ve engelleme girişimlerinekarşın polis ısrarla puşiyi takarken diğerbir polis de görüntü aldı.

Basına yansıyan görüntülere göre,Beşiktaş’ta bir duvara yaslanmış gözaltındaki iki genç, polisin puşi takmagirişimine direniyor; biri eylemlere ilk kez katıldığını söylüyor, “Amirimyapmayın öğrenciyim, İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciyim” diyor.

Fakat “Taksana şunu” diyen bir polis gencin boynuna puşiyi geçiriyor; busırada da bir başka polis fotoğraf çekiyor ve “Çektik bitti” diyor.

Daha önce tek delil “puşi takması” olan Cihan Kırmızıgül’e 11 yıl 3 ay hapiscezası verilmişti. Keza Antalya’da Haziran Direnişi nedeniyle tutuklanan AyşeDeniz Karacagil için savcının açıklaması, “Taktıkları kırmızı renkli fularınsosyalizmi simgelediği” idi. Polisin daha önce de gözaltındakilerin cebinelimon, sirke gibi “deliller” koyduğu düşünüldüğünde puşili fotoğraf çekerekdelil saymaları şaşırtıcı olmuyor.

Page 11: Kızıl Bayrak 2014 19

Türkiye’nin vergi “rekortmenleri” belli oldu. 2013vergilendirme döneminde Türkiye genelinde en çokgelir vergisi beyan eden ilk 100 kişilik listenin ilk beşsırasını Koç ailesi oluşturdu. Mustafa Rahmi Koç, 2013yılı için 37 milyon 492 bin 324,78 lira vergi tahakkukettirerek listenin başında yer alırken, geçen seneninliste başı olan Koç Holding Yönetim Kurulu ÜyesiSemahat Sevim Arsel bu yıl listenin ikinci sırasında yeraldı. Gelir Vergisi rekortmenleri sıralamasında Koç veArsel’i Suna Kıraç, Mustafa Vehbi Koç, Yıldırım Ali Koç,Mehmet Ömer Koç izledi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, yaptığıaçıklamada, vergi rekortmenlerini canı gönüldenkutladı ve “ödediği vergilerle ülkemizin kalkınmasınakatkıda bulunan 2013 yılı Gelir Vergisi Türkiye Geneliİlk 100 sıralamasına girmiş mükelleflere”teşekkürlerini sundu.

Türkiye’nin en zenginlerinden olan, işçi veemekçilerin sömürüsü üzerinden safahatlarını sürenbu burjuvalar karşımıza vergisini veren, namuslu-dürüst insanlar olarak lanse ediliyor. Ayrıca büyükvergi yükünü bu burjuvalar çekiyormuş görüntüsüyaratılıyor. Oysa bunların ödediği ile işçi veemekçilerden dolaylı ve dolaysız yollardan alınantoplam vergi oranı kıyaslandığında gerçek çok farklıdır.Biliyoruz ki, bütçe gelirlerinin çok büyük bir kısmını işçive emekçilerden kesilen doğrudan ve dolaylı vergileroluşturmaktadır. İşçi ve emekçiler hem ücret vemaaşlarından doğrudan kesilen vergilerle, hem detüketici olarak KDV, ÖTV adıyla dolaylı vergilerle asılvergi yükünü çekmektedir. Bunların toplamıhesaplandığında aslında bir emekçinin toplamgelirinin neredeyse dörtte üçü vergiye gitmektedir. Buülkede vergi rekortmeni varsa bu işçi ve emekçilerdenbaşkası değildir.

Dolaysız vergiler açısından bakıldığında 13 milyonukayıtlı olan ücretli işçi ve emekçi en büyük vergiödeyen kesimdir. Daha maaş eline geçmedenbordrodan vergiler kesilmektedir. Dolaylı vergilerTürkiye’nin vergi sistemindeki adaletsizlik veçarpıklığın bir diğer önemli ayağıdır. TÜİK’in hane halkıaraştırmalarına göre hane halkı başına gelirin yüzde82,5’i tüketime ayrıldığı bir yerde vergi yükü de butüketim üzerine bindirilmekte, gelirinin tamamınayakınını tüketime ayıran işçi ve emekçiler yoksulluklaboğuşmaktadır. Öte yandan geliri en yüksek yüzde20’lik zenginlerin tüketimleri üzerindeki vergi, hanegelirinin sadece yüzde 16,3’ünü oluşturmaktadır.Özcesi devlet zenginden değil, yoksuldan daha çokvergi almaktadır.

Buna ek olarak SGK gelirleri, belediye gelirleri,İşsizlik Fonu gelirleri gibi milli gelirin yüzde 37’sinibulan devlet fonlarında birikenler de yineemekçilerden kesilen paralardır. Ve bunlar sermayeyeteşvik vb. adlarla burjuvaların kasalarındabirikmektedir.

Açlık sınırının 1065 TL olduğu bu ülkede, brütasgari ücretten (1.071), kesilen gelir vergisi 136,55,damga vergisi ise 8,13 TL.’dir. Diğer kesintilerden sonraeline geçen 846 TL ile nasıl geçineceğini hesaplayanişçi ile ilgilenen ise yoktur.

Devlet sermayenin olunca işçiye gelince“vergilendirilmemiş kazanç kutsal değildir!”denilmektedir. Ama aynı zamanda patronlara vergimuafiyeti ya da vergi affı da getirilebilmektedir. Bu birçelişki değil sermaye devleti gerçeğidir!

Türkiye gerçekliğinde vergi demek, emekçilerdenalınan ve emekçilere hizmet olarak geri dönmeyenparalardır. Bir de tüm yüzsüzlüğüyle Maliye Bakanı“mükelleflerin kazançlarından alınan vergilerinvatandaşlara hizmet olarak geri götürüldüğünü”söylemektedir. Bir dönemin meşhur reklâmındaolduğu gibi ödenen vergiler bizlere yol, su, elektrik vb.hizmet olarak dönmüyor. Hizmet olarak tanımlananher şey için zaten vergisi de içinde olmak üzere pekçok para ödeniyor. Eğer söylediklerinde bir doğrulukpayı varsa o da ödediğimiz vergilerin işçi ve emekçileregaz, TOMA ve silah olarak geri döndüğüdür. Devlet bukonuda fazlasıyla “hizmetkârdır!”

İmparator’un(*) yükselişi!

Vergi rekortmeni Koç ailesi ise zenginliğini nasılelde etmiştir? Türkiye’nin ve dünyanın en büyükzenginleri arasında bulunan Koç Grubu, gıdadanelektrikli ev aletlerine, otomotivden enerjiye pek çokalanda faaliyet gösteren büyük bir sermayedir.Şirketlerinde toplan 81 bin işçi çalıştığı ifade ediliyor.Bu işçilerin emeği üzerinden servet edinen bu burjuvaailenin mensupları vergisini ödeyen “iyi” vatandaşlar,nedense işçi hakları söz konusu olduğunda aynı“iyiliği” göstermemektedir. Büyük patronun ne denli“iyi” olduğunu bir de örneğin geçmişte direnişlere dekonu olan Arçelik bünyesinde çalıştırılan taşeronişçilerine ya da Tansaş-Migros işçilerine de sormakgerekmektedir.

Böylesi büyük para babalarının servetlerini nasılelde ettikleri gerçeğinin arkasında işçilerin sömürülenemeği, gasp edilen hakları, iş cinayetlerinde kurbangiden ömürleri ya da sakatlanan bedenleribulunmaktadır. Bu gerçeği unutmamalı, sermayesınıfının karşısına işçi sınıfı ve emekçilerörgütlülüklerini kuşanarak çıkmalıdır.

“Her türlü dolaylı verginin kaldırılması, artan oranlıgelir ve servet vergisi”, “Vergiden muaf asgari ücret!”gibi mücadele talepleri ile örgütlü mücadeleyibüyütmekten başka seçenek yoktur.

(*) Koç ailesinin işçilerin sömürüsü üzerinden nasılzenginleştiğini anlatan Erol Toy’un “İmparator” adlıromanı konuyla ilgili olarak okunması gereken önemlibir yapıttır.

5 Mayıs günü İstanbul’da düzenlenen VII.Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’nakatılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Twitter hesabında ilginçmesajlar paylaştı.

Hisarcıklıoğlu, Türkiye’de işçi ve patronun iki ayrısınıf olmadığını iddia etti. İddiasına dayanak olaraksaişçi ve patronun aynı sofrada yemek yemesini(!) veaynı sosyal ortamı paylaşmasını(!) gösterdi.Hisarcıklıoğlu şu tweetleri attı:

* Bizde işçi ve işveren iki ayrı sınıf değildir.* Hemen her şehirde işveren işçi ile birlikte çalışır,

aynı masada aynı yemeği yer, aynı sosyal ortamıpaylaşır.

* İşçimiz de çalıştığı işyerini kendisininmiş gibigörür. Bu özveri ile çalışır. Bu bir aile anlayışıdır.

Hisarcıklıoğlu’na patron-işçi ilişkisinin yedikleriyemekle ilgili olmadığını, üretim araçlarındakimülkiyet ile ilgili olduğunu, aradaki ilişkiyi belirleyenşeyin artı-değer sömürüsü olduğunu uzun uzunanlatmayacağız. O, kendi sınıfını besleyen sömürüçarklarının nasıl işlediğini biliyordur elbet.

Hisarcıklıoğlu “kardeşlik-birlik” masallarıyla sınıfayrımlarının üzerini örtmeye çalışıyor. Katıldığıkonferans vesilesiyle kendisine soralım; siz hiçgüvenlik önlemleri alınmadığı için yaşamını yitirenpatron duydunuz mu? Hangi patron çuval yerinekonarak filikalara bindirilmiş?

Hadi soruları biraz daha çoğaltalım... Sefalet ücretiyle çalışan ve evini zor geçindiren bir

işçi, lüks içinde yaşayan bir patronla hangi sosyalortamı paylaşır? Siz lüks restoranlarda karnınızı tıkabasa şişirirken, yeri geldiğinde bir işçinin maaşındandaha yüksek meblağda hesap öderken, yanınızda hiçişçi bulunur mu?

Sahi, işçilerin tazminatlarını ve alacaklarını gaspeden Feniş patronu Sedat Aloğlu nerede demiştiniz?Ya da haklarını isteyen işçilerini polis zoruylafabrikadan çıkaran Greif patronu... Hadi ona ‘yabancısermaye’ dediniz sayalım, basın emekçilerinintazminatlarını anmayan Karşı gazetesi patronuna nediyeceksiniz?

Bu sorular uzar gider... Hani aile anlayışı var ya; bu sözlerinizi, asgari

ücretin bile altında bir maaşla, günde 12-16 saat ağırkölelik koşullarına mecbur bırakılan işçilere biranlatsanıza...

Yalnız bir konuda haklılığınızı teslim edelim:Çalıştığı yer/araçlar işçinindir! Greif işçileri bunubilerek fabrikalarını işgal ettiler örneğin... Meraketmeyin, işçi sınıfının geri kalan bölükleri de bunuöğreniyor/öğrenecek. Ama onlar sizin gibi masallarokumayacak. Dürüstlük ve onurlarıyla karşınıza çıkıp,üretim araçlarına el koyduklarını, sizin sömürüdüzeninize son verdiklerini söyleyecekler.

Siz ondan sonra ne yapacağınızı düşünün...

Hisarcıklıoğlu ‘sınıfları’şimdiden kaldırdı...

Vergi adaletsizliğininülkesi: Türkiye! 

Page 12: Kızıl Bayrak 2014 19

‘İşçilere yeni haklar’, iş güvencesi ve iş imkanıyalanıyla hazırlanan yeni sosyal güvenlik paketiyle işçive emekçileri kapsamlı bir saldırı bekliyor.

Kamuda 3-4 saatlik çalışma

Kamuda çalışan bir milyona yakın taşeron işçisineyeni haklar getireceği söylenen saldırı paketiylekamuda yarı zamanlı çalışmanın önünün açılmasıhedefleniyor.

Düzenlemeyle yeniden yapılan taşeron işçi tanımıile taşeron çalışma kaldırılmak bir tarafa yeni bir yasalçerçeveye sokuluyor. Taşeron işçilerinin kısmi ‘yenihaklar’ elde etmesi için 10 yılı aşkın süre çalışmışolması gerekiyor. Tabi bu süre zarfında sürekliçalışmanın bir işçi için mucize olduğunu unutmamakgerekiyor. Ve elbette kamuda taşeron işçi çalıştırmadevam edecek.

Kamu kurumlarında ‘talebe göre’ 3-4 saatlik yarızamanlı işçilik başlayacak.

İstihdam büroları=Köle tacirleri

Ayrıca Özel İstihdam Büroları’nın işlevi arttırılıyor.Bakanlar Kurulu gündemindeki paket, ‘milyonlarca işçive emekçi için bir şans’ gibi gösterilerek asıl amaçsaklanmaya çalışılıyor. Bakanlar Kurulu’nun

gündemindeki paket ile istihdam bürolarının işleviarttırılacak.

Açıkça söylemekten sakınmadıkları ise bazıhizmetler için kadrolu işçi çalıştırmak istemeyenkapitalistlerin, istihdam büroları aracılığıyla işçikiralayabilecek olması. Bu kapsamda çalışanlarınmaaşı, kıdem tazminatı, iş güvenliği ve sigorta priminiistihdam büroları üstlenecek.

Kadın işçileri bekleyen tehlike

Özel İstihdam Büroları, doğum iznine giden kadınçalışanın yerine eleman bulabilecek. (Doğumdan sonrakadın işçinin akıbeti ise belirsiz)

Üç çocuk teşviğiyle ilgili olarak da 6 maddelik birtaslak hazırlandı. Bu formülü destekleyecek esnekçalışma modeli geliştirilecek. Doğum öncesi ve sonrasıyarı zamanlı çalışma, sigorta priminin devlettarafından karşılanması, evlenmenin teşvik edilmesigibi destekler taslakta yer alıyor. Çocuğu 2 yaşınagelene kadar annelere evden veya kısmi süreli çalışmaolanağı tanınacak.

Kadın işçiler için bir iyileştirme gibi sunulsa dahazırlığı yapılanlar, kadın işçileri geçici işçi durumunasokmaktan ibaret. Sermaye sınıfının ekonomi politikasıkadın işçileri ucuz, yarı zamanlı işçi haline getirirken,gerici anlayışta kadınları ek olarak adım adım evehapsetmeye çalışıyor.

Yeni sosyalgüven lik paketi!Türk-İş’e bağlı TÜMTİS Sendikası ile bir süre önce

imzalanan TİS’in geçerli olacağı Mayıs ayıbaşlamadan DHL yönetimi çeşitli depolardasendikalı ve sendikasız işçileri işten attı.

TİS ile birlikte örgütlenme sürecinin ilkaşamasında yer alan 8 öncü işçi işe geri alınmazkenDHL yönetimi saldırılarını sürdürüyor.

Bu saldırı ve tehditler karşısında ise bir grupöncü işçi işten atılan işçilerin işe geri alınmasıtalebiyle imza toplamaya başladı.

DHL yönetimi, TİS sürecinde “Müşterilerimikaybediyorum. İşçi çıkaracağım” diyerek sendikanınve işçilerin TİS taleplerini aşağıya çekmeye çalışırkenTÜMTİS yönetimi ise, işten atılan işçiler için“Sözleşmeye madde koydurduk. İlk işe alımda tekrarsiz alınacaksınız. Önce sendika üyesi işçilerin büyükçoğunluğuna yer gösterilecek. Her durumda önceüyelerimizin hakları korunacak” diyerek çeşitli sözlerverdi.

Sendika yönetiminin verdiği sözlere rağmen DHLyönetimi işçi kıyımına devam ediyor.

DHL yönetimi çıkardığı her işçiye istifa dilekçesiyazdırarak işe geri dönüş yolunu kapatmayaçalışırken tüm bu saldırılara karşı TÜMTİS yönetimitarafından bir açıklama yapılmadı henüz.

En son atılan işçilerin arasında 10 yıla yakın birsüredir DHL’de çalışan işçiler de bulunuyor.

Zorlu Center’da Sasel’e bağlı yüklenicifirmalardan Aktürk taşeronunda çalışan işçiler 5Mayıs sabahı iş başı yapmadı. Şantiyede 90civarında işçi işi durdurdu. İşçiler 2 aydır ücretödenmediğini, ödendiğinde ise düzensiz olduğunubelirttiler.

İşçilerin çağırması üzerine İnşaat İşçileri SendikaGirişimi (İİSG), ÇHD’li avukatlarla birlikte şantiyeyegitti.

İİSG, taşeron patronla görüştüğünde 1 aylıkücretlerin hemen yatırılabileceği, fakattazminatların verilemeyeceği söylendi. Teklifi kabuletmeyen işçiler, tazminatlarını da alarak iştenayrılmak istediklerini ifade etti.

Taşeron patronunun talepler karşısında adımatmaması üzerine İİSG ve işçi temsilcileri ana firmaolan Zorlu Holding’in önüne gitti. Holding BaşkanıAhmet Zorlu’yla kapıda karşılaşan işçilere, şirketinişçilerin alacakları ve hakları konusunda olumluyaklaştığı ifade edildi.

İşçilerin talepleri için görüşmeye Zorlu Holdingyöneticilerinden Mahmut Perktaş, Aktürk ve Saselisimli taşeron firmaların patronları da katıldı.Görüşmede sorunun çözüleceği, taşeron patronlarlada bu yönde görüşeceğinin ifade edildiği aktarıldı.

ÇHD’li avukatlar vaat edilen çözümün birprotokolle resmileşmesini istedi. Taşeronpatronlarının protokolü kabul ettikleri söylendi.

İşçilerin ödeme için yaptığı hesaplarla taşeronpatronlarının yaptığı hesapların aynı olmadığıbelirtildi.

TİS imzalandı,kıyım sürüyor

>

Hak gasplarına karşıiş bıraktılar

>

Page 13: Kızıl Bayrak 2014 19

TMSF’nin Çukurova Holding’den yönetiminidevraldığı ağır ve zırhlı araç üreticisi BMC’nin satışihalesi gerçekleştirildi. Tek teklifi veren, EthemSancak’ın sahibi olduğu ES Mali Yatırım ve DanışmalıkAŞ 725 milyon önerdi.

2 Mayıs’ta gerçekleştirilen ihalede tek teklifi verenşirketle Komisyon Başkanı’nın “750 milyon lirayıaşalım” pazarlığı üzerine teklif 751 milyon lirayaçıkarıldı. Muhammen bedelinin 985 milyon lirayıbulduğu BMC için 751 milyon lira önerildi. İhaledeşimdi nihai karar bekleniyor. ES Mali Yatırım veDanışmalık AŞ sahibi Ethem Sancak 200 milyon dolarda borç devraldıklarını savunarak muhammen bedeleyaklaştıklarını iddia ediyor. İddiası doğru sayılsa dahi 7milyon doları bulan farkı cebinde kalacak olan Sancakkârını büyütmek için çabalıyor.

Şirkete 500 milyon dolar da yatırım yapacaklarınıifade eden Sancak, BMC’yi büyüteceklerini söylüyor.“BMC’yi küresel bir marka haline getireceğiz,fabrikada istihdamı arttıracağız, ayağa kalkan BMC’de10 binden fazla insan çalışacak” diyen Sancak işçialacaklarına dair soruyu ise yanıtsız bıraktı.

BMC işçilerinin sırtından milyon dolarlar kazananÇukurova Holding banka yatırımları nedeniyle iflasetmiş, aylarca işçileri maaş bile ödemedençalıştırmaya devam etmişti. Şirketi TMSF devralırkenişçi alacakları, kıdem tazminatlarının ne olacağıhavada bırakılmıştı. BMC şimdi ES Mali Yatırım veDanışmalık AŞ’ye geçerken ödemelere dair yine bir

bilgilendirme olmaksızın sömürü çarkları dönmeyedevam edecek.

Türk Metal, patronun yolunu bekliyor

Fabrikada yetkili Türk Metal ise iflas sürecindeolduğu gibi sessizce bekliyor. İşçilerin aylarca ücretalmadan çalışmasını milliyetçi propaganda ilesağlayan, hak gasplarına karşı ancak tabandan gelenbasınçla eyleme çıkan Türk Metal şimdi yeni patronuninsafını, hukuki sürecin işlemesini bekliyor. Alanlardaesip gürleyen, “Türkiye’nin en çok üyesi olansendikası” olmakla övünen Türk Metal şeflerikonuştuklarında patron için seviniyor. “Daha fazlakazandırma” sözleri veriyor.

Türk Metal İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Halil İbrahimTosun yeni patron Sancak’ın otomotiv sektörüyatırımlarına vurgu yaparak “sevindirici haber” içinşunları söyledi: “Biz işçiler olarak işin başından beriumutluyduk, yine umutluyuz. Özellikle ihale sürecindeEthem Bey’in yerli otomobille ilgili açıklamaları çoksevindirici. Şirkete bakış açısının çalışanlarla aynıçerçevede olduğunu gördük. Biz daha fazla üretmek,kazanmak ve kazandırmak istiyoruz. Bu fabrikayı alıpbüyütmek, yerli bir marka yaratmak isteyen birinintalip olması bizi sevindirdi. Ethem Bey daha önce defabrikaya gelmiş, kendisiyle görüşme fırsatıbulmuştuk. Biz Sancak Grubu’nun bu işe gönülverdiğini, fabrikaya ivme katacağına inanıyoruz.”

BMC satışındaişçinin adı yok

Taşeronlaştırma ve özelleştirmeye karşı

iş bıraktılar! Petrol-İş Sendikası’na üye TPAO işçileri, taşeron

çalıştırmaya yönelik düzenlemelere karşı 5 Mayıs’taeyleme çıktı. TPAO’nun Adıyaman, Batman ve TrakyaBölge Müdürlükleri’nde yarım günlük iş bırakmaeylemiyle işçiler tepkilerini ortaya koydu.

TPAO yönetimi, kuruluş bünyesinde sürdürülen ağırnakliyat, yol ve lokasyon yapım faaliyetlerinde çalışanişçilerin başka birimlere geçişlerini planladı. Şirketsendika üyesi TPAO işçilerine üretim biriminegeçmelerini teklif etti.

Bütünsel Dönüşüm Programı’nın ilk adımı:Taşeronlaştırma

“Bu girişim kabul edilemez!” diyerek eyleme çıkanPetrol-İş Sendikası, bu işlerin ya TPAO bünyesinde yenikurulan servis şirketine verileceğini ya da dışarıdanhizmet alımı yoluyla karşılanacağını aktardı. Petrol-İşbu uygulamanın TPAO’nun 2023 yılı hedefleridoğrultusunda yeniden yapılandırılması içinhazırlandığı iddia edilen ‘TPAO 2023 BütünselDönüşüm Programı’nın ilk adımı olduğuna dikkat çekti.

Petrol-İş, TPAO işçilerinin bu programa dönüktepkilerini defalarca şirket yönetimine ilettiğini ancakTPAO yönetiminin, bu kaygı ve itirazları dikkatealmadığını ifade etti.

Petrol-İş TPAO’nun, verimliliğe odaklı, istihdamıesnek ve güvencesizleştirilmiş bir şirket halinegetirilmek istendiğini istihdam ve personelpolitikalarının da özel şirket mantığıylaoluşturulmasının hedeflendiğini vurguladı.

İşçilerin tepkisini dikkate alın!

Yapılan açıklama şu ifadelerle sona erdi: “TPAOyönetimi işçinin tepkisini dikkate almadan buuygulamalarına devam ettiği takdirde eylemlerimizisürdüreceğimizi duyuruyoruz.

‘Bütünsel Dönüşüm Programı’ adı altındaTPAO’nun küçültülmesine ve zayıflatılmasına asla izinvermeyeceğiz.

Petrol-İş Sendikası ve TPAO işçisi, kamukuruluşumuz TPAO’ya sahip çıkacak, parçalanmasınave özelleştirilmesine izin vermeyecek, taşeronlaşmasaldırısına dur diyecektir.”

2014 yerel seçimlerin ardından Aliağa Belediyesi’niMHP’li Serkan Acar kazanmıştı. Acar görevine başlarbaşlamaz ilk icraatı taşeron işçilerinin işine son vermekoldu. 7 Mayıs günü saat 16.30 sıralarında AliağaBelediyesi’nin tüm birimlerinden 104 işçi iştençıkarıldı. İşten çıkarmaların ise devam edeceğisöyleniyor.

İşçiler çıkış haberlerini alır almaz belediye binasıönüne gelmeye başladılar. MHP’li Başkan Serkan Acarise belediye binasındaki odasından dışarı çıkmadı.Aliağa polisi de belediye içinde ve dışında bekledi.İşten çıkarılan işçilerin büyük çoğunluğunun Alevi vesol duyarlılığı olan işçilerin olması ise iştençıkarmaların bilinçli bir politika olduğunu gösteriyor.

Akşam üzeri bir grup belediye işçisi belediyebinasına girip Serkan Acar’la görüşmek istedi. AncakAliağa İlçe Emniyet amiri ve beraberindeki polisleraraya girerek işçilerin belediye binasına girmesiniengellediler.

İşçiler ve polis amiri arasındaki görüşmesonucunda işçiler belediye meclis üyelerinin yaptığıtoplantının sonucunu bekleme kararı aldılar. İşçilertoplantı sonucuna göre eylem planı çıkaracaklarını vebelediye önüne çadır kurarak mevcut haksızlığa karşı

mücadele edeceklerini açıkladılar.İşten çıkarılan belediye işçileri meclis üyelerinin

toplantısının bitiminin ardından kendi temsilcilerinibelediye başkanı ve meclis üyeleriyle görüşmesi içingönderdiler.

İşten atmalara karşı direniş

Yaklaşık 2 saat süren toplantının ardından Acar’ınişten çıkarmalar konusunda geri adım atmayacağınıduyurması üzerine işçilerin öfkesi arttı.

İşçiler Belediye binasına girmek istediler ve polisleretten barikat kurarak işçilerin belediyeye girmesiniengelledi.

İşçiler sık sık “Direne direne kazanacağız!”,“Faşizme karşı omuz omuza!”, “Serkan Acar dışarı!”sloganlarını attı.

İşçiler belediye önünde çadır kurarak direnişegeçeceklerini belirterek eylemlerine devam ettiler.Serkan Acar bütün gece belediye binasından dışarıçıkamadı.

Ertesi sabah belediye önünde tekrar biraraya gelenişçiler, çadır kurarak direnişe başladılar. İşçiler, sınıfdayanışmasını yükseltme çağrısı yaptılar.

Aliağa Belediyesi’nde 104 işçi işten atıldı

Page 14: Kızıl Bayrak 2014 19

Sütaş’ta sendikal örgütlenmeye karşı işten atmasaldırıları sürerken 2012 yılında işten atılan işçilerindava süreci karara bağlandı.

2012 Haziran ayında Tek Gıda-İş Sendikası’na üyeolan 16 işçi için açılan işe iade davasında her bir işçiiçin 12 aylık brüt ücret tutarında sendikal tazminatverilmesine hükmedildi.

Karacabey 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndegörülen davanın gerekçeli kararında başka işçilerinde aynı nedenle dava açtıklarına dikkat çekilirkentanık ifadelerine vurgu yapıldı. Daha önce eksiksoruşturma gerekçesiyle bozulan davada ilgiliişlemler tamamlandıktan sonra geçtiğimiz günlerdekarar duruşması gerçekleştirildi.

Sütaş patronu adına avukat davada işçileri

“asılsız ve hakaret içeren sözler sarf etmesi sebebiyleiş akdinin devamının işveren için çekilmez bir halegelmesi” nedeniyle 25/2 maddesiyle tazminatsız iştençıkardığını savunuyordu.

Fakat dava sürecinde hem işçi hem de şirkettanıkları hakarete ilişkin bir veri olmadığını aktararakbunun yalan olduğunu açığa çıkardı.

Mahkeme heyeti de tanıkların ifadelerini bazalarak patronun sendikal örgütlülüğü haber aldığı içinişten çıkarma yoluna gittiğine karar verdi. Mahkemekararında buna vurgu yapılarak hem işe iade kararınahem de sendikal nedenlerle işten çıkarma yapıldığıiçin 12 aylık maaşın brüt ücret olarak tazminat içinverilmesine hükmedildi.

Sütaş işçileri aradan geçen zaman dilimindesendikada örgütlenme mücadelelerini sürdürdü.Patron da işten atma ve sendikadan istifa baskısınadevam etti.

Sütaş davasında işe iade kararı

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı MuharremYılmaz’ın patronu olduğu Sütaş’ta kölelik koşullarındaçalışan işçiler sendikalaştıkları için işten atıldılar. TekGıda İş’te örgütlenen işçiler 26 Nisan Cumartesi günüfabrika önünde direnişe başladılar. 1 Mayıs’ı fabrikaönünde direniş alanında kutlayan işçiler kazananakadar mücadele edeceklerini dile getiriyorlar.

- Çalışma koşullarından bahseder misiniz?- Direnişçi işçilerden Abdullah Can: En düşük 12

saat, bazı bölümlerde 13 saatin üzerindeçalıştırılıyoruz. Resmi tatiller kesinlikle verilmiyor. Birebir veriliyor. Yaptığımız mesailerin karşılığınıalamıyoruz. Bazı bölümlerde 70-80 saat mesai oluyor,bordolarda 30 saat gözüküyor. İçerideki arkadaşlarınçoğu ekmeksiz kalacağız diye bir şey demiyorlar. Biziçeride bazı arkadaşların korkularından ve baskılardandolayı işverenden yana olduğunu da biliyoruz. Biz gecegündüz buradayız. Bu işin peşini bırakmayacağız.Hakkımızı arayacağız.

- Sendikalaşmanızın nedeni ağır çalışma koşullarımı?

- Bizim sosyal faaliyetlerimiz hiç yok. 2 ay önce birarkadaşımız temizlik yaparken calaskanın üzerindendüşerek hayatını kaybetti. Onun için calaskanınüzerinde uyuyor diye rapor tuttular. 12 saat çalışmışbu arkadaşımız. Sabaha karşı düşerek hayatınıkaybetti. Ben iş kazası geçirdim. Bana hiçbir şekildeyardımcı olunmadı. Bu şekilde devam ettim. Bir kızarkadaşım parmağını makinaya kaptırdı, UludağÜniversitesi’nde bunun raporları mevcut. Parmağınparçasını getirin dikelim dediler. Oradaki sorumlularmakinayı kapatmadılar, üretimin devam etmesi için.Böyle birçok örnek var. Arkadaşlarımız hepsini biliyor,onlar bizden daha iyi biliyor. Her şeyin üstü kapatılıyor.Arkadaşlarımız korkudan ses çıkaramıyorlar.

- TÜSİAD’ın başkanı milyarlar kazanıyor amaişçilerini kölelik koşullarında çalıştırıyor…

- Patron televizyonlarda hak-hukuk dersi veriyor

ama kendi işçilerine gelince bir şey yok. Bir abimiz 25sene çalıştı burada emekli oldu bir teşekkür bileetmediler. Hak-hukuk burada geçmiyor. Bu yolda var(fabrikanın önündeki yolu göstererek) ama bu yolunöbür tarafında yok. İnsan kaynakları üretimle yolunarasındadır. Bir sorun olduğunda insan kaynakları yayola çık ya da işine git der. Tazminatsız. Bizimyevmiyeci arkadaşlarımız var. Taşeronda çalışıyorlar.zamanları dolduğunda istifa ettirilip kıdem tazminatıhaklarını yakıyorlar. 2 ay sonra tekrar işe çağırıyorlar.Bunun karşısında para vermiyorlar.

- Sütaş’daki örgütlenme sürecini anlatır mısınız?- Engin Öz (Tek Gıda İş Sendikası

Mustafakemalpaşa Şube Başkanı): Ortalama 2-3 yıldıraktif olarak örgütlenme çalışması yürütüyoruz.Aksaray ve Karacabey’deki Sütaş işletmelerinde sonayaklaştık. 900’e yakın üye sayısına ulaştık fakat işverenyetki almamamız için işçi çıkarmaya başladı. Karacabeyişletmesinden 12, Aksaray’dan 10 işçi sendikaya üyeoldukları için işten çıkarıldı. Karacabey işletmesininönünde işten atılan arkadaşlarımızın geri alınması içinmücadeleye başladık. 1 Mayıs’ı da fabrika önündekutladık. Emek dostları da burayı bayram yerineçevirdi. Gerçek 1 Mayıs’ı burada kutluyoruz.

- Çalışma koşullarından bahseder misiniz?- İşçilerin çalışma koşulları çok ağır. Ortalama

günde 14 saat çalışıyorlar. 14 saatin sonunda izinalmadan fabrikadan çıkamıyorlar. Burada kölelikdüzeni oluşturmuşlar. Ortalama ücretleri 800-850 liracivarında. Çok ağır şartlarda çalışıyorlar. İşçininsendikayı tercih etme sebeplerinin başında çalışmakoşullarının ağır oluşu geliyor. Biz de bu çalışmayıbaşlattık, bizi tercih ettikleri için arkadaşlarımızateşekkür ediyoruz.

İşverenin elinde tek silah vardı; işçi çıkartmak, onuda yaptı zaten. Biz direnişe yeni başlıyoruz. Çeşitlieylem planlarımız var. Arkadaşlarımız işe alınana kadarburada direniş halinde olacak. Daha sonra eyleminİstanbul ayağı var. Sütaş Genel Müdürlüğü önündeeylememiz başlayacak. Yetmedi TÜSİAD’ın önündeeylemimiz devam edecek.

Yılmaz her konuşmasında siyasi iktidarı, toplumunanayasal haklarına saygılı olmaya çağırıyor. Aynı çağrıyıbiz kendimiz için istiyoruz. Burada çalışanarkadaşlarımız için istiyoruz. Çünkü bu anayasanın 51.maddesinin işçilere verdiği haktır. Nasıl ki onlar patronolarak patronlar kulübüne üye oluyorlar, biz dearkadaşlarımızın serbestçe sendikaya üye olmalarınıistiyoruz.

Kızıl Bayrak / Bursa

Direnişçi işçiler:“Sütaş’ta hak-hukuk yok!”

Page 15: Kızıl Bayrak 2014 19

Nisan ayında maden ocaklarında 6 maden işçisihayatını kaybederken, 16 işçi de yaralandı.

Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre, ölümlümaden kazaları listesinde Çin’i bile geride bırakarak ilksırada olan Türkiye’de Nisan ayı da maden işçileri içinfarklı olmadı. Dev Maden-Sen Yönetim Kurulu’nunyaptığı yazılı açıklama ile Nisan ayında maden ocakla-rında yaşanan iş cinayetlerine dikkat çekildi.

Dev Maden-Sen’in açıklamasına göre Nisan ayıiçinde 7 ayrı olayda 6 maden işçisi yaşamını yitirirken,16 işçi de yaralandı.

Nisan ayı verileri şöyle:4 Nisan: Bartın’ın Amasra İlçesi’nde, özel sektöre

ait bir maden ocağında süren sondaj çalışması sıra-sında başına demir düşerek yaralanan Naim Caner(33), kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

5 Nisan: Zonguldak’ın Gelik Beldesi Ayiçi Mahal-lesi’nde faaliyet gösteren özel sektöre ait bir madenocağında grizu patlaması sonucu Mustafa Çelik, Hüse-yin Çelik ve Canberk Bozok adlı maden işçileri yarala-narak hastaneye kaldırıldı.

5 Nisan: Aydın’ın Karpuzlu İlçesi’nde, özel sektöreait maden işletmesinde kamyonlara yol gösteren Meh-met Yolcu’ya (40) plakası belirlenemeyen TIR çarparakölümüne neden oldu.

9 Nisan: Burdur Yaylabeli’nde faaliyet gösteren özelsektöre ait mermer ocağında meydana gelen iş kazasısonucu yaralanan Ekrem Alma, hastaneye götürülür-ken yolda yaşamını yitirdi.

16 Nisan: Kocaeli’nin Körfez ilçesinde İbrahim Akar(34), gece mesaisinde çalıştığı kireç ocağında anidenfenalaşarak hayatını kaybetti.

26 Nisan: Nevşehir’in Gülşehir İlçesine bağlı Gü-müşyazı Köyü’nde, özel sektöre ait faaliyet yürüten lin-

yit ocağında meydana gelen grizu patlaması sonucu;Ferdi Gürlek (32) yaşamını yitirdi. 12 işçi ise yaralı ola-rak hastaneye kaldırıldı. Bunlar arasında Selim Uçar(33) ve Emin Gülkan’ın (34) durumlarının ciddi olduğuöğrenildi. Diğer yaralılar ise; Yaşar Güneş, Uğur Kale,Tarık Devci, Ersin Akkuş, Serkan Ercan, Aydın Gürkan,Kuddusi Özbek, Mustafa Mehmet Dadak, Mehdi Yıldızve Turgay Demir.

30 Nisan: Karaman Aşağı Kızılca Köyü Pamukderesimevkiinde kum ocağında traktör römorkuna kum dol-durdukları sırada kum yığınının altında kalan MustafaOk (54) öldü. İşçilerden İrfan Doğan (26) ise yaralı ola-rak kurtarıldı.

Madende kömür ölüm kokmayadevam ediyor

İş cinayetleri sürüyorÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 5-

7 Mayıs tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’ndedüzenlenen 7. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği(İSG) Konferansı öncesinde, son 10 yılda ölümlü işkazası sayısında yüzde 56’lık bir gerileme olduğunusöyledi.

Ancak sadece Nisan ayının ikinci yarısındayaşanan iş cinayetleri bile gerçeği fazlasıylayansıtıyor. İşçi Ölümlerine Son Platformu’nunverilerine göre, 16-30 Nisan tarihleri arasında 42işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu işçilerden3’ü ise çocuk işçi. Bu verilere göre en fazla işcinayeti inşaat ve hizmet iş kolunda yaşanıyor.

Ayrıca İzmir Tabip Odası tarafından hazırlananraporda, 2014 yılının ilk 4 ayında Türkiye’dekiinşaatlarda en az 97 işçinin iş cinayeti sonucundayaşamını yitirdiği ifade edildi.

Aliağa’da iş cinayetiSanayi ve işçi kenti Aliağa’da, 2 Mayıs günü

gerçekleşen iş kazalarında bir işçi yaşamınıkaybederken bir işçi de kolunu kaybetti. İşcinayetinin bu seferki adresi Viking Kağıt fabrikasıoldu. Fabrikada kalite kontrol bölümünde çalışanÖzkan Köse isimli işçi fabrika sahasında kağıtbalyaların kontrolünü yaptığı sırada balyalarınüzerine düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Bir diğer “iş kazası” da petro-kimya sektöründemeydana geldi. Petrol-İş Sendikası’nın örgütlüolduğu Star Rafinerisi’nde kesme taş üreten Lotustaşeronunda çalışan Yakup Güleç isimli işçi sağkolunu kompresöre kaptırdı. Sağ kolu omuzdankopan işçi ilk önce Aliağa Devlet Hastanesi’ne,oradan da Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nekaldırıldı.

Savcılığın iki olayda da inceleme başlattığıöğrenildi.

Kızıl Bayrak / Aliağa

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bir soru önergesine verdiği yanıt ile, 10 yılda İŞKUR’a işbaşvuruların yüzde 323 oranında arttığını itiraf etmiş oldu.

Çelik açıklamasında, 2013’te 2 milyon 359 bin 304 kişinin İŞKUR’a başvurduğunu,bu başvuruların 1 milyon 36 bin 427’sini işsizler, geri kalanını ise daha iyi şartlarda işarayanların oluşturduğunu ifade etti. Çelik, 2003’te ise İŞKUR’a 557 bin 92 başvuruyapıldığını söyledi.

2013 yılında yapılan başvuruların profili ise şöyle açıklandı:“15-29 yaş aralığında 747 bin 157’si erkek, 446 bin 169’u kadın. 30-64

yaş aralığında 747 bin 151’i erkek, 416 bin 4’ü kadın. 65 ve üstü yaşgrubunda 2 bin 91’i erkek, 432’si kadın. Okuma yazma bilmeyenlerin 17bin 287’si erkek, 14 bin 532’si kadın. Okuryazar olanlar-lise eğitimaralığında yer alanların 1 milyon 240 bin 475’i erkek, 637 bin 797’sikadın. Meslek yüksek okulu-doktora eğitim aralığında yeralanların 238 bin 937’si erkek, 210 bin 276’sı kadın.”

Ayrıca Çelik’in açıklamalarında 2013’te İŞKUR’abaşvuranların, yüzde 19.4’ünü meslek yüksekokulu ve üstünde mezun olanların oluşturmasıdikkat çekti.

Page 16: Kızıl Bayrak 2014 19

“... Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklardadevrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş,

emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örneklerisergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının

yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır...”(TKİP Kuruluş Bildirisi)

Bir tarihsel birikimin üzerinde yükseliyoruz

Kendi kısa tarihimiz boyunca da vesile doğdukçavurguladık; hiçbir şey boşluktan doğmaz, doğamaz.Bizi doğuran, küçük-burjuva devrimciliğindenkopuşumuzu ve yeni temeller üzerinde ortayaçıkışımızı olanaklı kılan bir geçmiş devrimci birikim var.Daha önce de önemle belirtmiştim; bu birikimden kökalmasaydık, bu birikimle hesaplaşma yeteneği degösteremezdik. Her diyalektik kopuş kendinden öncekidönemin birikimi üzerine yükselir daima. Kopuşunortaya çıkardığı yeni bilinç, eski bilincin kavranması veileri bir noktada diyalektik olarak aşılması anlamınagelir. Eğer komünizmin 150 yıllık mirası olmasaydı,eğer Ekim Devrimi’yle başlayan 70 yıllık bir tarihidönemin toplam birikimi olmasaydı, bu büyük tarihibirikim ve miras olmasaydı, eğer Türkiye’nin son 35-40yıllık kitlesel boyutlar kazanmış siyasal mücadeleleri,bu mücadeleler içerisinde oluşmuş devrimci birikimiolmasaydı, biz böyle bir parti kurmak gücü ve olanağıbulamazdık. Biz bu anlamda aynı zamanda olumlu birbirikimin, devrimci bir birikimin ürünüyüz. Onuanlayan, onu özümseyen, ondan ileriye taşınacakherşeyi alan, onda geriyi, başarısızlığı, zaafiyeti temsileden herşeyle de hesaplaşan bir mücadeleninürünüyüz.

Bugüne kadar kopuşumuza çok vurgu yaptık.Saflarından koptuğumuz geleneksel halkçı akımlarlasert bir hesaplaşma yürüttük. Bunları yapmakzorundaydık. Kopuşumuzu çok vurguladık dedim,vurgulamak zorundaydık. Zira zamanını doldurmuşbulunan bir geçmiş devrimcilik anlayışındankopuyorduk; onu aştığımızı, onu geride bıraktığımızıvurgulamak zorundaydık. Yeni bir ideolojik-politikkimlik, yeni bir örgütsel kimlik olduğumuzu, yeni birdevrimcilik anlayışını temsil ettiğimizi, tümüyle yenibir temel kazandığımızı vurgulamak zorundaydık.

Ama gelinen yerde, partili kimlik aşamasınaulaştığımız bir evrede, biz artık sadece reddettiğimizmirası değil, aynı zamanda üzerinde yükseldiğimizbirikimi de yeterli açıklıkta vurgulamak durumundayız.Bir tarihin ürünü olduğumuzu hiçbir biçimdeunutmamalıyız. Parti olarak bizi doğuran tarihselbirikimin bilincinde olmak, bu çerçevede sol hareketin30 yıllık devrimci mirasını yerli yerine oturtmakzorundayız.

Son 30-35 yılı bilerek özellikle vurguluyorum. Bunuhiç de ‘60’lar öncesini görmezlikten gelmek,

tarihimizin bu dönemini yaşanmamış saymak içinyapmıyorum. Ya da, bu ülkede cumhuriyetin ilk 30-40yıllık döneminde, sosyal mücadeleler açısından o sonderece çorak ve kısır dönemde, herşeye rağmensosyalizm davası için bir şeyler yapmaya çalışaninsanların emeğini ya da çabasını, oradaki iyiniyeti vesamimiyeti küçümsemek ya da oradan sahipçıkılabilecek şeyleri görmezlikten gelmek içinyapmıyorum. Ama Türkiye’de modern temellerüzerinde gerçek sosyal mücadeleler dönemi son 30-40yıllık dönem olduğu içindir ki, ben de özellikle budönem üzerinden konuşuyorum. Bu dönemin birikimiüzerinde yükseliyoruz. Bu birikimi anlamalı, bubirikime sahip çıkmalı ve bu birikimin ürünüolduğumuzun her zaman bilincinde olmalıyız.

Geçmişi olmayanın geleceği olmaz, diye veciz birsöz vardır. Bu güzel bir özdeyiştir. Genellikle geçmişetutucu ya da oportünist bir şekilde sarılmak içinkullanılır, bu noktada gerici ya da geriye dönükniyetlere alet edilmiş bir sözdür. Ama temelde doğrubir sözdür. Geçmişe tutucu bir şekilde sarılanların,geçmişin zaaflarını, zaafiyetlerini savunmak için buözdeyişe sarılanların durumu ne olursa olsun, bizgeçmişle sert bir hesaplaşmayı yaşayan, o noktadageçmişi aşıp geleceğe bakan bir akım olarak kendikimliğimizi oluşturduğumuz bir noktada, “geçmişiolmayanın geleceği olmaz” özdeyişinin anlamını pozitifbir tutumla gözönünde bulundurmalı, bunungereklerine uygun davranabilmeliyiz.

Geçmişte olumlu olanı, bu geçmişin içindengeleceğe taşınacak olanı anlamayı ve özümsemeyibaşaramayan bir hareket zaten yeni bir kimlikyaratamaz, yaşama gücü ve olanağı bulamazdı.İnkarcılığın tutunduğuna tanık olunmamıştır,kendinden önceki birikimi hiçleyen bir akımın yaşadığıgörülmemiştir. Biz eğer, çok sınırlı güç ve imkanlarlaçok kötü bir dönemde, gerçekten tarihsel konjonktürolarak çok kısır ve elverişsiz bir evrede ortaya çıktıysak,ama buna rağmen yaşama gücü bulabildiysek vebugüne gelebildiysek, belli ki biz “geçmişi olmayanıngeleceği olmaz” bilincine fazlasıyla sahip bir hareketolarak davranmışız. Biz bu geçmişe kaba inkarcı birtarzda yaklaşmış olsaydık, zaten birkaç yıl içerisindesilinir giderdik. Hiçbir biçimde kök tutamazdık. Bizkendi ulusal ve evrensel tarihimizde kendimize sağlamkökler bulduğumuz içindir ki, bu temel üzerinde yenibir filiz olarak yeşermek, yeni bir gövde olarak gelişipserpilmek imkanını da böylece bulabildik.

Proletarya sosyalizmi dönemi

Türkiye’nin ‘60’lı yıllarına baktığımız zaman, net birbiçimde bir burjuva sosyalist hareket görüyoruz.Aslında görkemli bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Türkiye’debir sol uyanış dönemidir. Sosyalizmin büyük

heyecanlar yarattığı, sosyalist olmak iddiasındakipolitik akımların toplumla yüzyüze, düzenin resmigüçleriyle karşı karşıya geldiği, kendini bir kuvvetolarak hissettirebildiği bir dönemdir. Solun ilk kezolarak kitleselleştiği bir dönemdir. Bu gerçek birheyecan ve coşku dönemidir. Bence Türkiye’nin sol vesosyalizm konusunda samimi heyecanları ve coşkularıyaşadığı bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Ama bu aynızamanda, marksist bilincin ışığında devrimci açıdanbakıldığında, çok da yüzeysel bir dönemdir. Çünkü budönemin soluna çok büyük ölçüde orta sınıf aydınlarıdamgasını vurmaktadır. Mücadele edenler alt sınıflaroldukları halde, o dönemin bilinci çok büyük ölçüdeYÖN, MDD ve TİP’de ifadesini bulan orta sınıf aydınlarıtarafından oluşturulmaktadır. Bu dönemin ideolojikgörüşlerine, programlarına, mücadele platformlarınabaktığımız zaman, düzenin ve düzen kurumlarınınaşılamadığını görmekteyiz. Biz burjuva sosyalizmiderken de bunu kastetmekteyiz. İşin özünde düzenikendi temelleri üzerinde reforme etme programlarıdırbunlar.

‘60’lı yıllar burjuva sosyalizminin damgasınıvurduğu bir dönem oldu ve bu dönem ‘71 DevrimciHareketi’nin çıkışıyla kapandı. ‘71 Devrimci Hareketiyeni dönemin, devrimci küçük-burjuva radikalizminin,aynı anlama gelmek üzere küçük-burjuva sosyalizminindoğuşunu işaretler. Bilindiği gibi biz, ‘71 DevrimciHareketi’ni Türkiye’nin reformist geleneğindendevrimci bir kopuş olarak değerlendiriyoruz. Buradakidevrimci kopuş, ‘71’in devrimciakımlarında/örgütlerinde ifadesini bulan küçük insangruplarının silahlanarak dağa çıkması ya da şehirgerillacılığı yapması değildir hiç de. Kopuşun kendisiasıl anlamını bu akımların ideolojik-politik bilincindebulmaktadır. Bu akımlara baktığımızda, bunların devletkonusunda, devlet yıkıcılığı konusunda, düzenin dahatemel noktalardan reddi konusunda, düzenkurumlarının karşıya alınması konusunda radikal birideolojik-politik tutum içerisinde olduğunu görüyoruz.Kopuşa asıl anlamını veren de bu zaten. Yoksa küçükinsan gruplarının silahlanarak dağa çıkmış olması ya dakentlerde bir takım silahlı eylemler yapmış olmasıdeğil. Bunların sembolik politik-pratik anlamı varyalnızca.

‘71 Hareketi, kendinden birkaç yıl sonra görkemlibir büyüme yaşayacak büyük devrimci akımlarakaynaklık etti. Ve kalıcı olan yan hiç de küçük insangruplarının silahlı eylemi olmadı. İşin bu bireyselşiddete dayalı eylem çizgisi yanı daha ‘74 yılındageride kalmış, aşılmıştı. Bu ancak o dönemTürkiye’sinde, ‘70’li yıllarda fazla bir ciddiyeti olmayanbir takım küçük grup ve çevreler tarafındansürdürülmek isteniyordu. Oysa ‘71 Hareketi’ndenköklenen asıl akımlar büyük kitlesel mücadeleleriniçerisinde kendilerini buldular. Kitle çizgisine oturdular.

Geçmişin devrimci miras

Page 17: Kızıl Bayrak 2014 19

Büyük kitle eylemlerinin bir parçası, yer yer öncüsühaline geldiler. Demek ki kalıcı olan, küçük insangruplarının silahlı eylemleri değil. Devrimcilik orada hiçde devlete silah çekmekten ibaret değil. Devlet vedüzen kurumlarını karşıya alan, şiddete dayalı devrimfikrine bağlılık gösteren bir ideolojik ilerlemesözkonusu. Devlet ve devrim konusunda bir ilerlemevar, kopuşun ideolojik-politik özü, ifadesini asıl olarakburada bulmaktadır. ‘60’lı yılların sol akımlarına,burjuva sosyalizminin temsilcisi bu akımlarabaktığımızda, olmayan da bu zaten.

‘70 yıllar, bu temel üzerinde ortaya çıkan ve ‘70’liyıllara egemen yaygın küçük-burjuva hareketliliğiiçinde kendini bulan küçük-burjuva sosyalizmi dönemioldu. Küçük-burjuva sosyalizmi de kendi çapındagörkemli bir dönem yaşadı, gelişip serpildi. Fakatsonuçta o da gelişmesinin sınırlarına vardı. Belli birnoktadan sonra da karşı-devrimin sert karşı saldırısıylayüzyüze kalarak yenilgi ve yıkımla sonuçlandı. Ve‘80’lerin ortası, bu yenilginin, bu yıkımın çok darastlantı olmadığını, sözkonusu olanın basit bir karşı-devrim yenilgisi olmadığını, bu hareketlerin yapısalzaafiyetleri, açmazları temeli üzerinde bu denli yıkıcıve tasfiyeci etkisini gösterdiğini ortaya koydu. Yine‘80’lerin ikinci yarısı, küçük-burjuva hareketliliğininartık geçmişteki biçimiyle tekrarlanamayacağına datanıklık etti.

Dolayısıyla, ‘60’lı yıllar orta sınıf sosyalizminin, buanlamda burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesidönemi olduysa, ‘70’li yıllar da küçük-burjuvasosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi oldu. Ve ‘80’liyıllar, bu her iki sosyalizm türünün ürünü olanakımların yenilgiyi yaşadıkları ve dağılma süreçleriyleyüzyüze kaldıkları bir evreye tanıklık etti. Biz işte tamda bu dönemde, ‘80’lerin ikinci yarısında, siyasalmücadele sahnesine doğduk. Ve bir dönemin, burjuvave küçük-burjuva sosyalizmlerinin birbirlerini izleyereksırayla damgasını vurdukları bir dönemin kapandığınıve artık proletarya sosyalizminin damgasını vuracağıdönemin başladığını ilan ettik.

Ama az önce dünya üzerinden söylediğimin buçerçevede bir kez daha altını çiziyorum. Bu bizim,deyim uygunsa dar bir insan çevresinin, o günkübilincinin ve inancının ifadesiydi. Dönemler daimasınıflar mücadelesiyle ve sosyal hareketliliklerlebelirlenir. Dönemlerin bitişi, yeni dönemlerin başlayışı,nesnel toplumsal nedenler ve dinamiklerle belirlenir.Küçük insan çevrelerinin bilinci bunu yalnızca kavrayıpyansıtabilir. Bir dönem kapanıyordu, biz bunu farkettik.Yeni bir dönemin ilk işaretleri konusunda ciddi biretken o dönemin sınıf hareketliliği idi. Ama bunun ‘91yılının başında kırılmaya uğraması ve bugüne kadarbelini yeniden doğrultamaması, kendi birikimini, kendienerjisini bugüne kadar ortaya koyamaması, sınıfhareketinin damgasını vuracağı yeni bir dönemin

henüz başlayamadığının da bir göstergesi. Ama biz buyeni dönemi kucaklayarak bir siyasal akım olarak‘87’de doğmuşuz. Belli bir gelişme yaşamışız ve bugünpartimizi kuracak aşamaya gelmişiz. Deyim uygunsabaşlayacak dönemi kucaklayacak bir öncü hazırlıksüreci içinde olmuşuz.

Yeni döneme işçi sınıfının ve tarihsel olarak onuntemsil ettiği proleter sosyalizminin damgasınıvuracağının açık göstergeleri şimdiden var. İlkgösterge, sınıfın bu yeni döneminin başlangıçevresinde ortaya koyduğu ilk hareketlenmeler, oradakikapasite, potansiyel idi. İkinci bir gösterge isetersinden bir olgu üzerinden yansıyor. Küçük-burjuvakitleler belli hareketlilikler ortaya koysalar bile geçmişitekrarlamayacaklarını aradan geçen on yıllık süreiçerisinde fazlasıyla göstermişlerdir.

Bu ülkede yeni bir sosyal mücadeleler dönemiancak işçi sınıfının damgasını taşıyabilir. Artık biz ‘60’lıve ‘70’li yıllardaki türden küçük-burjuva yığınlarınegemen olacağı ve damgasını vurabileceği bir tarihseldönemi bu ülkede yaşayamayacağız. Türkiye’dekisosyal ilişkilerin evrimi, küçük-burjuvazi üzerinde yıkıcıetkiler yapan bir takım başka gelişmeler sözkonusu. Bizçoğu kere yirmi yılın yorgunluğu dedik, ama bu işingerçekte öznel yanı. Bir de bunun nesnel temeli var.Türkiye’de burjuvazi bugün öyle bir egemenlik kurmuş,öyle bir örgütlü aygıt yaratmış, siyasete, kültüre,ideolojiye ve gündelik yaşama öylesine yönvermektedir ki, bu hakimiyetin karşısında ideolojiksağlamlığı ve politik bir gücü, ancak gerçekten bu

düzenin anti-tezi olan sınıf, onun temsilcisi ve öncüsüpolitik akım, yani komünist bir sınıf partisi başarabilir.Sayısız sol akım içerisinde bütün bu kargaşaya, bütünbu çalkantıya karşı ideolojik açıdan sağlam durmayıyalnızca komünist hareketimizin başarmış olması bilebu açıdan hiçbir biçimde rastlantı değildir.

Bu gerçek, yeni döneme işçi sınıfının damgasınıvuracağının, işçi sınıfının temsilcisi olan akımüzerinden kanıtlanmasından başka bir şey değil. Yanibir toplumsal sınıfın gösterebileceği bir kapasiteyi vetutarlılığı, o sınıfın henüz kendini siyaset sahnesindeortaya koyamadığı bir dönemde, o toplumsal sınıfıntemsilcisi olan siyasal akım kendi şahsındagösterebilmektedir. Bizim üzerimizden yansıyan,gelecekte işçi sınıfının gerçekleştireceği önderlikkapasitesinin bir göstergesinden, bu sınıfa özgüdevrimci tutarlılığın bir ifadesinden başka bir şey değil.Ve öyle anlaşılıyor ki, ‘60’lı yıllar burjuva sosyalizmi içinbir yükseliş, ‘70’li yıllar küçük-burjuva sosyalizmi içinbir yükseliş, ‘80’li yıllar bu her iki sosyalizm türü içinbir yenilgi ve çözülüş dönemi oldu. Devrimci kitlehareketleri yönünden durgun geçen ‘90’lı yıllar ise yenibir sosyalizm türü için, proletarya sosyalizmi için birşekillenme dönemi olarak yaşandı. Ve öyle anlaşılıyorki, partili bir kimlikle gireceğimiz 2000’li yıllar,partimizin damgasını vuracağı bir dönemin de ifadesiolacaktır.

(TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuşması’ndan...Partinin Adı ve Amblemi, Eksen Yayıncılık, s.32-38)

ı ve TKİPH. Fırat

Page 18: Kızıl Bayrak 2014 19

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) 6Mayıs’ta Avcılar, Kartal, Gebze ve Bursa’da yaptığıetkinlik ve eylemlerle Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i andı.

AvcılarAvcılar’da eylem Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu

ve Devrimci Liseliler Birliği tarafından ortak olarakgerçekleştirildi. Marmara Caddesi’nde düzenlenenyürüyüşte kızıl bayraklarını dalgalandıran sınıfdevrimcileri üzerinde üç yiğit devrimcinin resmininbulunduğu, “Kavgamızda yaşıyorlar! Denizler’inyolunda devrime, sosyalizme!” yazılı pankartlarınıaçtılar.

Devrimci Liseliler Birliği (DLB) ise “Deniz YusufHüseyin – Kavgamızda yaşıyorlar!” yazılı pankart ileyürüyüşte yerini aldı. Yürüyüş boyunca çevredekiemekçilere seslenilerek, Denizler’in mücadelesianlatıldı ve çürümüş düzene karşı mücadeleye davetedildi. Çevredeki emekçiler de anma programınakatılarak, saygı duruşuna ve sloganlara eşlik ettiler.Yürüyüşün ardından BDSP adına basın açıklamasıyapıldı.

Denizler’in ‘71 kopuşu ile birlikte parlamenterhayaller yerine düzenin sınırlarını aşan birörgütlenmeyi tercih ettiği belirtilen açıklamada, bukopuşun sermayeyi önlem almaya ittiği ifade edildi.‘71 askeri faşist darbesinin ardından düzen tarafındandevrimci avına çıkıldığına dikkat çekildi ve toplumagözdağı verilmek amacıyla Denizler’in katledildiği dilegetirildi. Türkiye topraklarında devrimin tohumlarınınölümün üzerine tereddütsüzce yürünerek atıldığı veonların bayrağının komünistler tarafından taşındığısöylendi.

Basın açıklamasının ardından kitle ve çevredekiemekçiler Denizler şahsında devrim şehitleri için saygıduruşunda bulundu. Saygı duruşunun ardından ise hepbirlikte Gündoğdu Marşı söylendi.

Program, düzeni teşhir eden konuşmalarla devametti ve söz bu düzene başkaldıran Greif işçilerineverildi.

Greif işçisi Coşkun Alsaç, onurlu bir yaşam içinfabrikalarını işgal ettiklerini ve işçilerin birlik olduğuzaman neler yapabileceklerini gösterdiklerini ifadeetti. Alsaç, Denizler’in, İbolar’ın, Mahirler’in veMazlumlar’ın kavgasını fabrikalara taşıdıklarını veonların yolundan yürüyeceklerini dile getirdi. Alsaç’ınkonuşmasının ardından anma programı türkü vemarşlarla devam etti. Kitle gür bir şekilde Şarkışla’yı ve

Çav Bella’yı söyledi.Marşların ardından söz Greif işçisi Ahmet Mekin

Demir’e verildi. Demir, üç yiğit devrimci için kalemealdığı şiirini okudu. Şiir kitle ve çevredekiler tarafındanalkışlarla karşılandı. Şiirin ardından haykırılan sloganlarile anma sona erdirildi.

KartalBankalar Caddesi İntiba’nın önünde toplanan kitle

sloganlarla yürüyüşe geçti. BDSP yazılı kızıl flamalar veönde “Denizler’in yolundan devrime, sosyalizme!-BDSP” şiarlı pankartla yapılan yürüyüşe çevredekiemekçiler de alkışlarıyla ve korteje katılarak destekverdi.

Bankalar Caddesi’nin ardından çay bahçelerininyanından geçilen yürüyüş boyunca, katledilen devrimciönderlerden ve 6 Mayıs tarihinin önemindenbahsedildi. 6 Mayıs’ın sadece bir anma günü değil aynızamanda devrim ve sosyalizm mücadelesininyükseltildiği bir gün olduğu vurgulandı.

Yürüyüş, çay bahçelerinden sonra emekçilerinyoğun olarak kullandığı güzergahta sonlandırıldı.Tekrar 6 Mayıs tarihinin öneminden bahsedilerekdevrim ve sosyalizm uğruna şehit düşenler anısınasaygı duruşuna geçildi. Saygı duruşu esnasında “Bizkazanacağız” şiiri okundu.

Eylemde BDSP adına yapılan basın açıklamasındaşunlar söylendi: “Denizler, ufku düzeni aşamayan solu,sosyalizm adına parlamenter çizgide debelenenlerimahkum etmişlerdir. Düzeni reddederek devrime gidenyolu açacak devrimci bir örgüt yaratmak için önemlibir adım atmışlardır. Devletin, düzenin karşısınadevrimin bayrağını dalgalandırarak devrimci bir çizgiortaya koymuşlardır. Denizler’in yolunda ilerlemekdevrimde ve devrimci bir örgütte ısrar etmek, devrimcibilinci kuşanmaktır.”

Basın metninin okunmasının ardından OSİM-DERŞiir Topluluğu 6 Mayıs’a yazılan ve devrimci şairlerinşiirlerinden oluşan şiir dinletisi sundular. Eylem“Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganı ile sonlandırıldı.

GebzeEskiçarşı Çeşme önünde biraraya gelen Gebze BDSP

“Denizler’in devrim bayrağı ellerimizde! / BDSP”pankartını açarak sloganlarla eylemi başlattı.

Eskiçarşı önünden Kent Meydanı’na doğrusloganlarla ve konuşmalarla yürüyüş gerçekleştirildi.Kent Meydanı’nda BDSP adına yapılan basın

açıklamasında, Denizler’in yolunda ilerlemenindevrimde ve devrimci örgütte ısrar olduğu vurgulandı.

Denizler’in devrim bayrağını 26 yıldır komünistlerindalgalandırdığının vurgulandığı açıklamada, Denizler’inyolundan devrime ilerleme çağrısı yapıldı. YeniHaziranlar, yeni Greifler yaratma vurgusu yapanaçıklama şu sözlerle sonlandırıldı: “Bizler biliyoruz kiDenizler’in devrim bayrağını dalgalandırmak sermayedüzenine karşı yeni mücadele mevzileri yaratmaktangeçer. Emperyalizme, faşizme ve sömürüye karşı birerDeniz olmaya çalışırken Haziran Direnişi’ne ve Greifişgaline yenilerini eklemek bizlerin önündekisorumluluktur.”

Eyleme ESP de destek verdi. Kent Meydanı’nagelindiğinde 6 Mayıs eylemi gerçekleştiren GençlikMuhalefeti ile “Faşizme karşı omuz omuza!” ve“Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı.

Açıklamanın ardından Eskiçarşı Çeşme önünetekrar yürüyüş yapılarak anma etkinliğine geçildi.

Anma etkinliği Deniz, Yusuf ve Hüseyin şahsındatüm devrim şehitleri için saygı duruşu ile başladı. Saygıduruşunda “Güneşe akın var” şiiri okundu. Saygıduruşunun ardından Denizler’i, Türkiye gençlikhareketi ve devrimci mücadelesini, Haziran Direnişi’nianlatan sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi.Sinevizyon gösteriminin sonunda “Devrimciler ölmezdevrim davası yenilmezdir!” sloganı atıldı. Anmadevrimci türkü ve marşlardan oluşan müzik dinletisi iledevam etti. Sohbetlerle etkinlik sonlandırıldı.

BursaBursa BDSP gerçekleştirdiği bir söyleşi ile

katledilişlerinin 42. yılında Denizler’i andı. İdamsehpasına başları dik, tereddütsüzce yürüyenDenizler’in, devrime inancın ve bağlılığın, bu düzeneve devletine baş eğmemenin sembolü oldukları dilegetirildi. ‘71 devrimci kopuşunun önemi ve ‘71devrimci hareketinin önderleri şahsında biçimlenendevrimci kimlik üzerinde duruldu.

‘60’lı ve 70’li yıllardaki mücadele dönemlerininkarakterlerine değinilirken, proleter devrimler çağındaolduğuna vurgu yapıldı. Denizler’in yolundailerlemenin devrimde ve devrimci bir örgütte ısraretmek anlamına geldiği belirtilerek komünisthareketin, devrimci teori, devrimci örgüt, devrimcisınıf diyalektik bütünlüğünü bünyesinde topladığısöylendi. Söyleşi tartışmalarla sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Gebze-Bursa

Sınıf devrimcileri Denizler’i andı!

Avcılar GebzeKartal

Page 19: Kızıl Bayrak 2014 19

Genç komünistler, ölümlerinin 42. yılında devrimciönder Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ımezarları başında andı. Karşıyaka Mezarlığı’ndabuluşan Ekim Gençliği, Devrimci Liseliler Birliği veBağımsız Devrimci Sınıf Platformu sancak, flama vepankartlarıyla Deniz Gezmiş’in mezarına yürüdüler.Anma programı Deniz Gezmiş’in mezarı başında tümdevrim şehitleri için gerçekleştirilen saygı duruşuylabaşladı. Saygı duruşunun ardından Ekim Gençliği adınabir konuşma gerçekleştirildi.

“Devrim tohumu oldular”

Konuşmada, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyinİnan’ın 42 yıl önce Türkiye devrimci hareketindeödenen yeni bir bedel oldukları ifade edildi. Düşmanınkarşısında başeğmez ve yenilmez bir tutumsergiledikleri, bu şekliyle Türkiye devrim tarihininumudu ve direnme gücü oldukları ifade edildi.Denizler’in dalgalandırdığı bayrağın, düzeni karşısınaalan ve düzenin zora dayalı bir devrimle yıkılmasıgerektiğini ortaya koyan bir bayrak olduğu, bubayrağın düzen ve tüm kurumlarının karşısına dikilendevrimin ve sosyalizmin bayrağı olduğu, bu yüzdenasıldıkları ifade edildi.

‘60’ların devrimci hareketine önderlik eden Deniz,Yusuf, Hüseyin, Sinan Cemgil, Mahir ve İbo’nun kimizaman bir işçi grevinde, kimi zaman bir toprakeyleminde, kimi zaman ise hiç tanımadıkları insanlariçin ölüme giderken görmenin mümkün olduğu ifadeedildi. Tercihlerini daima mücadeleyi büyütmeküzerine yaptıkları vurgulandı.

2007 1 Mayısı ile başlayan, sonraki yılların 1Mayıslar’ı ve 2009 Tekel direnişi ile devam edenhareketliliğin, Haziran Direnişi ile doruğa ulaştığı,Berkin Elvan ve son 1 Mayıs eylemlerinin ise bumücadelenin artık daha çetin verileceğini gösterdiğibelirtildi. Açıklamaya şöyle devam edildi: “Bir dizi işçidirenişi, fabrika işgalleri bu çetin mücadelenin üretimsüreçlerinde de yürütüldüğünü göstermektedir. YeniHaziranlar’ı işçi sınıfının yaratacağını öngören bizleriçin bu hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Greif, Feniş, Karşıgazetesi vb. birçok direniş düzenin sınırlarını aşmıştır.Bugün Denizler’in devrimci ruhu Greifler’deyaşamaktadır.”

Gençliğin devrimci birliğini kurmanın Denizlerinyolunu parlamentoya çıkaranların karşısına devrimcialternatif olabilmek olduğu belirtilirken “Denizlereolan devrim sözümüzü tutacağız!” denildi.

“Denizler’in devrimci ruhu Greifler’de”

Ekim Gençliği’nin konuşmasının ardından Greifişçisi Orhan Purhan bir konuşma gerçekleştirdi.Purhan, Denizler’in yolundan giden işçi sınıfınınDenizler’i anması gerektiğini vurguladı. Militan bir sınıfhareketi yaratmanın gerekliliğine vurgu yapan Purhan,fabrikalarda örgütlenerek yeni Greifler yaratmakgerektiğini ve Denizler’in uğruna öldükleri davanın buşekilde hayat bulacağını ifade etti. Purhan “Yaşasındevrim ve sosyalizm!” sloganıyla konuşmasını

sonlandırdı.Orhan Purhan’ın konuşmasının ardından

sloganlarla Mahir Çayan’ın mezarına gidildi veburada da bir anma gerçekleştirildi. BuradaMamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu devrimcimarşlarla bir dinleti sundu. Ardından saygıduruşu gerçekleştirildi. Mahirler’in, Denizler’inidamlarını engellemek için gerçekleştirdiklerieylem sırasında şehit oldukları belirtildi. Tarihedevrimci dayanışmanın bir simgesi olarakkazındığı ifade edildi. Sonra tekrar kortejoluşturularak mezarlık kapısına kadar atılancoşkulu sloganlarla anma sonlandırıldı.

Ayrıca Ekim Gençliği, saat 20.00’deTuzluçayır Mahallesi’nde gerçekleştirdiğieylemle emekçilere hesap sorma çağrısı yaptı.

Eylemden notlar:* Kortejin en önünde Marx, Engels, Lenin,

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kapakkaya,Habip Gül, Ümit Altıntaş, Hatice Yürekli veAlaattin Karadağ sancakları yer aldı.

* Ekim Gençliği “Denizlerin yolundandevrime, sosyalizme!” pankartıyla eylemekatılırken Ekim Gençliği flamaları da kullandı.

* Devrimci Liseliler Birliği de eylemeflamaları ve coşkulu sloganlarıyla katıldı.

* Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu üçfidanın resimlerinin olduğu “Kavgamızdayaşıyorlar!” pankartıyla ve flamalarıyla eylemekatıldı.

* Kortej, anmada diğer ziyaretçilerin içindekızıl görselliğiyle göz doldurdu.

Kızıl Bayrak / Ankara

“Denizler’in yolundan devrime yürüyoruz!”

6 Mayıs 2014 / Ankara

6 Mayıs 2014 / Ankara

Page 20: Kızıl Bayrak 2014 19

Ölümlerinin 42. yılında Denizler birçok ilde yapılaneylemlerle anıldı. Devrimci önderlerin bıraktığı mirasınhalen yaşadığını birkez daha ortaya koyan anmalarda,binlerce kişi devrime ve önderlere olan bağlılıklarınıhaykırdılar, mücadele sözü verdiler.

İstanbulİstanbul’da anmaların merkezi Dolmabahçe oldu.

İlk olarak ‘68’liler Vakfı’nın düzenlediği anmagerçekleşti. Anmada denize karanfiller atıldı.

Ardından ‘78’liler Vakfı’nın düzenlediği anmabaşladı. Anmada “Yaşasın Türk ve Kürt halklarınınkardeşliği!” şiarlı ozalit açıldı. Vakıf başkanı CelalettinCan’ın anma sırasında okuduğu basın açıklamasındaDenizler’in devlet tarafından katledildiği belirtildi. Can,onların masal öznesi olarak gösterilmeye çalışılarakdevrimci kimliklerinin ve duruşlarının içininboşaltılmak istendiğini ifade etti. ‘68 kuşağının faşizmeve emperyalizme karşı başkaldıran bir kuşak olduğunusöyleyen Can, egemen sınıfların Denizler şahsındatoplumun geleceğini yok etmek istediğini belirtti.Eyleme Emekçi Hareket Partisi, Tüm EmeklilerSendikası (Emekli-Sen) İstanbul 3 No’lu Şube, İşçiKardeşliği Partisi, Karşı Sanat Çalışmaları, KüreciklilerDayanışma ve Kültür Derneği, Türkiye Komünist Partisi1920, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Yaşam AğacıDerneği, Yeşil ve Sol, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)katıldı. İHD de destekçi oldu.

Gençlik Muhalefeti ve EHP Gençliği saat 16.00’daKabataş İskelesi önünde toplanıp “Denizler’in ve Gezişehitlerinin yolunda emperyalizmi ve AKP’yi yıkacağız”pankartını açarak sloganlarla yürüyüşe başladı.Dolmabahçe’ye kısa bir mesafe kala yürüyüşe araverildi. Buradaki yeşillik alana Deniz Gezmiş, YusufAslan ve Hüseyin İnan anısına üç fidan dikildi. Marşlarve sloganlarla tekrar devam eden yürüyüşün ardındanDolmabahçe girişinde bir basın açıklamasıgerçekleştirildi.

Açıklamada, Denizler’in mücadelesinin HaziranDirenişi’nde de devam ettiği ifade edilerek 1 Mayıs’tayaşanan polis terörü kınandı. Haziran Direnişi’ndeyitirilenler anılarak, Denizler’in ve onlarınmücadelesini gençliğin sürdürdüğü ve verilenmücadeleyle emperyalizmin yıkılacağı ifade edilerekaçıklama sonlandırıldı.

Öğrenci Kolektifleri de Kabataş’tan Dolmabahçe’yeyürüyerek Denizler’i andı. Dolmabahçe’de saygıduruşuyla başlayan anmada basın açıklamasını BircanBirol okudu. Denizler’in mücadelesinin devam ettiğibelirtilen anma boyunca “Denizler’e sözümüz devrimolacak!”, “Mahir, Hüseyin, Ulaş kurtuluşa kadar savaş!”sloganları atıldı. Marşların söylendiği anma 6. Filo’nundenize döküldüğü yerden karanfillerin denizebırakılmasıyla sonlandırıldı.

HDP bileşenleri saat 18.00’de AKM önündetoplandı. “Eşitlik ve özgürlük için mücadeleye devam”pankartı arkasında bileşenler kendi pankart veflamalarıyla kortejlerini oluşturarak yürüyüşe geçti.DİSK yöneticileri de anmaya katılarak destek verdi.

Denizler’in 6. Filo’yu denize döktüğü

Dolmabahçe’ye kadar devam eden yürüyüş boyuncasloganlar atıldı. Yürüyüş sırasında ayrıca HaziranDirenişi’nde katledilenlerin resimlerinin yer aldığıpankart da taşındı. Dolmabahçe’ye varıldıktan sonraÜç Fidan şahsında yapılan saygı duruşunun ardındanortak basın açıklamasını Emek Gençliği’nden Elif Enginokudu.

Denizler’in idamından bu yana maskelerin değiştiğifakat sistemin özünde bir değişiklik olmadığıbelirtilerek katliamcı geleneğin Haziran’da da 8 kişiyikatlettiği ifade edildi. Açıklamanın devamında AKPhükümetinin Kürt sorununda uyguladığı politikalarteşhir edildi. Basın açıklamasının ardından LeventTüzel bir konuşma yaptı. Denizler’i anan Tüzel, AKPpolitikalarını eleştirerek mücadelenin sürdüğünü ifadeetti. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Mustafa Köz debir konuşma yaparak Denizler’den sonra HaziranDirenişi’nin umut verdiğini ifade etti. Konuşmalarınardından anma sonlandırıldı.

İzmirDİSK, KESK ve TMMOB tarafından yapılan Denizler

anması Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkeziönünde gerçekleştirildi.

Eylemde “Denizlere çıkar sokaklar! / DİSK, KESK,TMMOB” pankartı açıldı. Anmada ilk önce Denizlerşahsında mücadelede şehit düşenler için saygı duruşuyapıldı. Ardından kısa bir müzik dinletisigerçekleştirildi. Daha sonra basın açıklaması okundu.Ortak hazırlanan basın metnini KESK Şubeler

Platformu Dönem Sözcüsü SES Şube Başkanı RukiyeÇakır okudu.

Çakır, Türkiye’nin dört bir yanına kurulan NATOüslerinin yerinde durduğunu hatta patriotlargetirildiğini, AKP iktidarının savaş çığırtkanlığınıarttırdığına vurgu yaptı. Her gün ülkede yeniçocukların öldüğünden, yolsuzlukların veyoksullukların arttığından bahsederek AKP iktidarınınsaldırgan politikalarından bahsetti. Kapitalist sisteminvar olduğu sürece acıların, katliamların, yolsuzluklarınbitmeyeceğine dikkat çekti.

Basın açıklamasının ardından GündoğduMeydanı’na yüründü ve buradan denize karanfillerbırakıldı. Karanfillerin denize atılmasının ardındaneylem bitirildi. Eyleme HDP bileşenleri, Alınteri, DİPdestek verdi.

GebzeGençlik Muhalefeti gerçekleştirdiği yürüyüşle Kent

Meydanı’na gelerek açıklamasını gerçekleştirdi.“Emperyalistler, işbirlikçiler 6. filoyu unutmayın!”ozaliti ile gerçekleştirilen eylemde Denizler’inmücadelesini sahiplenme vurgusu yapıldı.

Saat 18:00’da Eski Öğretmen Evi’nin önündenyürüyüşe başlayan Emek Partisi de Eskiçarşı üzerindenKent Meydanı’na yürüdü. Saygı duruşunun ardındanbasın açıklaması gerçekleştirildi. EMEP’in eylemineHDP bileşenleri ve UİD-Der destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir-Gebze

Denizler eylemlerle anıldı

Page 21: Kızıl Bayrak 2014 19

Vali Mutlu “tarih annelerinacısını silmiyor” dedi

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 42 yıl önceidam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve YusufAslan’ın ölüm yıldönümünde Twitter adresinden mesajyayınladı. Vali Mutlu’nun attığı tweet şöyle:

“Sağdan soldan, yurt vatan diyen nice evlatlar astıkidam sehpalarında. Keşke aldatanları tanıyıpkanmasaydık. Tarih annelerin acısını silmiyor”

Bu sözler, sömürü ve zulüm düzeninin valilikmakamından 15 yaşındaki Berkin’in, 20 yaşındakiMehmet Ayvalıtaş’ın öldürülmesine ortak olanİstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya ait.

Tarih annelerin acısını silmediği gibi, annelere buacıları yaşatanları da unutturmayacak. Denizler’inardından attığı tweet, bu düzenin diğer temsilcileriylebirlikte vebalini taşıdığı suçlardan kendiniaklayabileceğini sanan Mutlu’yu da kurtaramayacaktır.

Oğlunun katilini bulamadan yaşama veda edenanne Fadime Ayvalıtaş, “Benim Mehmet’imin katiliniİstanbul Valisi ilk günden korudu. Vali ‘o gece yağmuryağıyordu ve araba kayıp kaza yaptı’ demiş. O geceyağmur yoktu. Sadece onlar mı yaşıyor bu İstanbul’da.Sabah gelirken içimde bir ümitle gelmiştim, katiltutuklanır diye. Ama Mehmet’imin katilini kolladılar.Ben hiçbir yerde böyle bir adalet görmedim” demişti.

Üzerinde yaşadığımız topraklar durmaksızın, Mutlugibi devlet görevlilerinin doğrudan sorumlusuoldukları katliamlarda devrimci kanıyla sulandı. “Yurtvatan diyen nice evlatlar astınız”, infaz ettiniz,işkencehanelerde öldürdünüz, kaçırıp kaybettiniz.Yetmedi Haziran günlerinde gaz kapsülleriylevurdunuz.

“Keşke aldatanları tanıyıp kanmasaydık” diyorMutlu. Açlık ve yoksulluk düzeni sürsün diye, ABDemperyalizminin sadık hizmetkarı olmak için her şeyibilerek ve isteyerek yaptınız.

Şimdi, en unutulmaz günlerimizde aldanmaktan vekanmaktan bahsediyorlar. “Kadın da olsa, çocuk daolsa” emirlerini kimlerin verdiğini, kimlerin ‘polislerinedestan yazdırdığını’ çok iyi biliyor bu ülkede anneler.

Devlet erkanının şüphesi olmasın, tarih neannelerin acısını silecek, ne de cellatları unutturacak.

Denizler katledilişlerinin 42. yıldönümündemezarları başında anıldı. Üç fidan için çok sayıdakurum Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na gelerekyürüyüşlerle Denizler’i unutmadıklarını haykırdı. Tekilolarak da gelişlerin olduğu mezarlığı binler ziyarettebulundu.

Anıları binleri buluşturdu

Karşıyaka Mezarlığı’na sabah saatlerinden itibarengelişler başladı. Denizler’in mezarları kızıl çiçekler veHaziran Direnişi’nde katledilenlerin fotoğraflarıyladonatıldı. Mezar kenarlarına sigaralar bırakıldı. Kurumanmaları akşama doğru sona ererken, tekil ziyaretlersürdü. Binlerce insanın ziyaret ederek Denizler’i vedavalarını unutmadığını ifade ettiği anmalarda, kavgayeminleri edildi, gözyaşları döküldü, eski günleryadedildi, hatıra fotoğrafları çekildi. Denizler içinyapılan anmaların ardından Mahir ve avukatları HalitÇelenk’in mezarları da ziyaret edildi.

İlkini Devrimci Öğrenci Birliği’nin düzenlediğianmaları, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu ve EkimGençliği, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut veHalkevleri, Dev-Lis ve SDP, Kaldıraç, ESP, Partizan,Alınteri, SYKP, SDH, EMEP, Liseli Solcular, LiseliDirenişçi Gençlik, ÖDP ve Gençlik Muhalefeti, EHP,Devrimci Hareket, BDP, HDP gerçekleştirdi. KESK veDİSK de temsili bir katılımla mezar ziyaretigerçekleştirdi. CHP, HKP ve ADD de ziyaret edenlerarasındaydı.

Ziyaretler özellikle öğlen saatinde yoğunlaşırken,adeta anma için sıra oluştu. Kurumlar geliş sıralarınagöre, mezarlık girişinden Denizler’in mezarına kadarolan yol üzerinde uzun bir kortej oluşturdular. Herkurum flamaları ile katıldı. Sabah ilk olarak anmagerçekleştiren DÖB, Denizler’in mezarlarının olduğusokak girişine Deniz’in resminin olduğu büyük boy birpankart astı.

Her kurum sloganlarla bekleyiş ve yürüyüşünardından mezar başında anmalarını gerçekleştirdi. Çoksayıda bekleyenin olmasından kaynaklı anmalar kısatutuldu. Saygı duruşu ve açıklamayla anma bitirildi.Sadece mezar ziyareti gerçekleştirerek ayrılan

kurumlar oldu. Toplamında canlı ve kitlesel bir 6 Mayısoldu. Katılım açısından Dev-Lis ve SDP en kitleseli iken,Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut ve Halkevleri’ninbirlikte gerçekleştirdiği anma öne çıkanlardı. EkimGençliği ise kızıl görselleri ile dikkatleri çekti. Genelolarak oluşan sıkışıklık, sırada bekleyenlerin olmasıanmaların bir tören havasında geçmesine neden oldu.Fakat anlamlı bir kitlesellikle Denizler’i sahiplenmeninde ortaya çıktığı bir gün oldu. Açıklamalarda ise herkurum kendi politik yaklaşımını sergilediği bir metin vekonuşma ile kendini ifade etti.

Direnişçi işçiler devrimci önderleri unutmadı

Anmalarda en önemli noktalardan biri de direnişçiGreif ve Yatağan işçilerinin katılımı oldu. ÖncelikleYatağan işçileri önlükleri, baretleri ve sloganlarıylaDenizler’in mezarına geldiler. Karanfil bıraktılar, mezarbaşında fotoğraflar çektirdiler. Ardından marşlar vesloganlarla ayrıldılar. Greif işçileri de temsili birkatılımla ziyarete geldiler. Ekim Gençliği anmasınakatılan Greif işçileri adına Orhan Purhan söz alarak“Denizler’in yolundan gidiyoruz” dedi. PurhanDenizler’i anmanın da ancak onun yolundanyürüyenler tarafından gerçekleştirilebileceğini ifadeetti. Ardından Mahir’in mezarında yapılan anmasonrası sloganlarla mezarlıktan ayrıldılar.

Anmalar sürerken Ankaragücü taraftarları da“Düşse de yolumuz bozkırlara Denizler’e çıkarsokaklar” pankartıyla gelerek ziyarette bulundular.Taraftarlar pankartlarını yol üzerindeki ağaçlara astılar.Çarşı grubu da ziyaret gerçekleştirdi. Denizlerinanmasında Haziran Direnişi’nde yaşamını yitirenler,Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik de unutulmadı.Yürüyüşlerdeki sloganlarda, konuşmalarda anıldılar,resimleri Denizler’in mezarlarında hep vardı. Adetaziyaretçi akınına uğrayan mezarlar, getirilenkaranfillerle kızıl bir örtü ile kaplandı. Sermayedevletine öfkenin kusulduğu, devrim davasınabağlılığın haykırıldığı anmalarda, devrimcilerinölümlerinin ardından yapılan anmaları bile devrimcidayanışmanın bir örneğine sahne oldu.

Kızıl Bayrak / Ankara

Page 22: Kızıl Bayrak 2014 19

Coşkun Alsaç: Daha önceki yıllarda Taksim’iyasakladıklarında çeşitli mazeretler öne sürüyorlardı.‘İnşaat var, trafiği engelliyor’ şeklinde yalanlarla 1Mayıs’ta Taksim’i işçilere kapatıyorlardı. Bu sene böylebir neden de bulamadılar. Neden yasakladıklarınınkendileri de adını koyamadılar. Çünkü trafikengellenmesi söz konusu değil, inşaat çalışmalarıyoktu. Aksine geçen yıllara nazaran genişletilmiş,büyümüş bir alan. Rahatlıkla miting düzenlenebilecekbir alan.

“1 Mayıs irade savaşıdır”

Ama burada yasakçı bir zihniyet var. 1 Mayıssermaye iktidarı ile işçilerin irade savaşıdır. İşçilerin‘Biz Taksim’de kutlayacağız’ diye iradesini göstermesikarşısında, sermaye devleti de kendi iradesini gösterdi.Taksim işçi sınıfının kanıyla canıyla bedel ödediği biralan. Bizler de işçiler olarak bu irade savaşında yerimizialdık. Girmeyi başaramadık ancak devlet terörünekarşı direniş gösterdik.

“Seneye de Taksim’e yürüyeceğiz”

- 1 Mayıs günü neler yaşadınız?- Bizler Greif işçileri olarak DİSK’in yanında

pankartımızla yer aldık ve Taksim’e doğru yürüyüşebaşladık. Polis engeliyle karşılaştık. Sendikayla polisarasında görüşmeler oldu. Bu görüşmelerden birsonuç çıkmadı ve yürüyüşe devam ettik. O sıradafaşizan bir saldırıyla karşılaştık. Gaz bombaları,kimyasal içerikli tazyikli su ile saldırıya geçtiler. Kitleyiana caddeden sürdüler. Bunun karşılığında kitle heryeri Taksim alanına çevirdi. “Her yer Taksim her yerdireniş!”, “Yaşasın 1 Mayıs!” sloganları ile her sokakta1 Mayıs yaşatıldı ve her sokaktan Taksim’e gidilmesiyönünde irade gösterildi. Greif işçileri olarak bumücadele ve irade savaşının içerisinde olduk.

Seneye 1 Mayıs’ta yine aynı iradeyi göstereceğiz. 1Mayıs işçi sınıfının mücadele günüdür. Taksim işçisınıfınındır. İşçi sınıfı 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayanakadar iradesini gösterecektir.

“Taksim’de olmak başlıca haklarımızdan biri”

Emine Bilgili: 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasıişçilere yasaklanamaz. Orası biz işçilerindir. Özgürlükve demokrasi için alanlara çıktık. 1977’de TaksimMeydanı’nda emekçi yoldaşlarımızı öldürdüler. Buyüzden 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak başlıcahaklarımızdan biri... Orada olmalıydık ancak hükümetengelledi.

Ben 1 Mayıs’tan önceki gece DİSK’e geldim. Saat23.00’e doğru yolların kapatılabileceğini söylediler. Bubilgiyi alır almaz DİSK’e geldim. İlk önce halaylarımızıçektik. Sonra büyük bir çatışma oldu. Polisler etrafımızısarmaya başladılar. Kitle geri çekilmek zorunda kaldı.

Greif işçileri olarak en öndeydik. İşçiler korkupkaçmadı. Aksine savaşmayı seçtiler. Benim için çokanlamlıydı ancak gazdan dolayı çok rahatsızlandım.

Biraz da tecrübesizliğimden kaynaklandı. Bu ilk 1Mayıs’ım oldu.

“Emeğimiz ve haklarımız için...”

Yavuz Baytaş: 1 Mayıs için işçi sınıfının haketmediği bir yer gösterildi. “1 Mayıs’ı bizimgösterdiğimiz yerde kutlayacaksınız” gibi birdayatmada bulundular. Daha önceki yıllara bakarsak,kanla, canla alınmış bir yerdir Taksim Meydanı.Devletin gerici zihniyeti yüzünden senelerdir TaksimMeydanı’na gitmemiz engelleniyor. “Çalışma var,inşaat alanı, emekçiler değil marjinaller geliyor” vb.gerekçelerle. Bu tür söylemlerle yine Taksim’eçıkmamız engellendi.

Karşılığında biz de Taksim’e ilerlemeye çalıştık. Amakolluk kuvvetleri ve onları yönetenler müdahaleyekalktılar. Müdahale sırasında bir arkadaşımız gazkapsülüyle kulağından yaralandı.

Bizler Greif’te direnişteydik. Greif işçileri olarakgreve çıkmıştık. İşyerimizde de bize aynı muameleyiyaptılar. Orada da polis müdahalesiyle dışarıyaçıkarıldık. 1 Mayıs’ta da aynı şekilde davrandılar.

“Devlet korkuyor”

Emeğimiz ve haklarımız için oradaydık. Taşeronköleliğine karşı mücadele verdiğimiz için oradaydık. 1Mayıs’a nöbette olduğumuz DİSK’te hazırlandık. Diğerişçi kardeşlerimizle buradan yürüyüşe geçtik. 1Mayıs’ın daha iyi geçmesini isterdik. Devletinengellemesi olmadan, çelengimizi koymak,sorunlarımızı dile getirmek isterdik. Ama devletkorkuyor, “gücümü yitiririm” mantığıyla düşünerek,Taksim’e büyük kitlelerin çıkmasını engelliyor. Polissaldırısının başlıca sebebi bu.

“Devlet, polis emperyalizme hizmet ediyor”

Ahmet Mekin Demir: Ben de bir işçiysem ve işçisınıfının bir parçasıysam, 1 Mayıs benim debayramımdır. Bu yüzden Türkiye ve bütün dünyadabütün bayramlar nasıl serbestçe ve özgürcekutlanıyorsa, nasıl 29 Ekim, 23 Nisan, Kurban veRamazan Bayramları kutlanıyorsa, 1 Mayıs işçi veemekçilerin bayramı da bu şekilde kutlanmalıydı.

Türkiye’deki hükümet ve polisin kime hizmet ettiğinibiliyoruz. Bunlar emperyalist güçlerin tarafında, onlarauşaklık yapıyorlar. Kimse kimseyi kandırmasın. Yokçeteymiş, yok parelel yapıymış... Bunlara inanmıyoruz.

Bundan yıllar önce yaşanan bütün olaylarda suçuPKK’ye atıyorlardı. Şimdi PKK de ortada yok. Devletkendi içindeki hesaplaşmaları öne sürüyor. FethullahGülen, Tayyip Erdoğan’ın yakın dostuyken, üstadıykenşimdi 1 numaralı düşman oldu. Böyle bir hükümetlekarşı karşıyayız. Bu yasakların olması da gayet doğal.

Bu yasaklar biz işçileri yıldıramayacak. Her sene vebu sene olduğu gibi biz mücadelemizi en iyi şekildeyürütmeye çalıştık.

1 Mayıs günü Greif ordusu ön plandaydı. Ben debir Greif işçisi olarak eylemin bir parçası oldum. En önsaflarda dostlarımla, yoldaşlarımla en önde mücadeleettik. Mücadelemize devam edeceğiz. Buradan bütünyoldaşlara, bizi yalnız bırakmayan herkese can-ıgönülden teşekkür ediyorum.

“Mücadele devam edecek!

Emel Özyön: 1 Mayıs’ın yasaklanması beklediğimizbir durumdu. Geçen sene birçok bahaneyle,çalışmalardan dolayı yasakladılar. Bu sene deörgütlerin olduğunu, bu sebeple sorunların çıkacağınıbahane ettiler. Yasağın asıl nedeninin bunlarolmadığını biliyoruz. Çünkü serbest olduğu zamanhiçbir sorun olmadı. Ne bir ölü, ne bir yaralı oldu. Nede bir çatışma yaşandı. Amaçları polisi kullanarakişçilerin üzerinde baskı oluşturmak ve insanlarısindirmek. Aslolan amaçları bu. Polis müdahalesiyle,gazı ve TOMA’sıyla insanları korkutarak, gözdağıvermeyi amaçladılar.

Biz işçiler ve emekçiler olarak, özelinde Greifdirenişçileri olarak bu duruma sessiz kalamazdık.Taksim’e çıkacağımızı söyledik. 1 Mayıs alanı TaksimMeydanı’dır. Onların gösterdiği yer olan Yenikapı ya daKadıköy değildir. Seneler önce Taksim’de ödenenbedeller, kaybettiğimiz insanlarımız var. Onlarcainsanımız Taksim’de katledildi. Bu yüzden 1 Mayıs alanıTaksim’dir.

Bunun için biz Taksim’i zorlayacağımızı söyledik.DİSK’in önünden caddeye çıktık. Aslında Şişli Cami’ninönünden direnişçi işçiler olarak ortak bir kortejoluşturarak yürüyeceğimizi söylemiştik. Ama orayagitme imkanımız olmadı. Her yeri kapattılar veyürüyüşümüzü engellediler. Biz de DİSK’in önündenyürüyüşe geçtik.

Yolu kapatmışlardı. Kısa sürede müdahale ettiler.Çok yoğun bir polis ablukası vardı. Neredeyse hersokağı kapatmışlar. Müdahale ile birlikte çatışmalaryaşandı. Vali Mutlu 1 Mayıs’tan önce yoğun birmüdahale olacağını, resmen öldürebileceklerini bileaçık açık söyledi. Ama bu tehditler bizleri yıldırmadı.Sloganlarımızda söylediğimiz gibi ‘baskılar biziyıldıramaz!’ 1 Mayıs işçilerin bayramıdır. Bu ülke işçi veemekçilerindir. Çünkü üreten biziz. Bunlara izinvermeyeceğiz ve her zaman mücadele devam edecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Greif işçileri 1 Mayıs’ı anlattı...

Page 23: Kızıl Bayrak 2014 19

Büyük işgal eylemimize karşı kullanılan en önemlimalzemelerden birisi fabrikanın kapanması oldu. Greifyönetimi, bu konuyu eylemimizin 30’lu günlerindenitibaren gündeme getirmeye başladı. Eğerdayatmalarını kabul etmez de direnişi sürdürürsekfabrikanın kapatılacağını söylüyorlardı. Dayatmalarınıkabul etmedik, haklı taleplerimizde ısrar ettik. 14 Martgünü taşeronlarla fabrikaya yapılan çıkarmalarınınbozguna uğramasından sonra “fabrikayı kapattık”dediler. Ama uzunca bir süre bu konuda herhangi biradım atılmadı, ilgili kuruluşlarda yaptığımızaraştırmalarımızda herhangi bir girişime rastlamadık.

Buna rağmen kapattıkları konusunda ısrargösterdiler ve toplu çıkışlara başladılar. Bunun üzerineonlardan fabrikayı kapattıklarını kanıtlamalarını,kanıtlamaları halinde bir protokol yapılarak kazanılmışhaklarımızı vermeleri şartıyla fabrikayıboşaltabileceğimizi dahi söyledik. Ama onlar yenidayatmalarla bundan kaçındı. Arkasından sonradandeğiştirilebileceği ibaresini düşerek, fabrika ile ilgilikapatma kararı alındığı yolunda 1 Mayıs tarihli birtoplu çıkış bildirimi yaptılar.

Bundan hemen sonra ise polis operasyonuylaişgalimiz kırıldı. Gözaltından çıktıktan sonra fabrikaönünde direnişe devam ettik. Onlar ise buna karşılıkfabrikanın tabelalarını indirdiler ve tırları sokarakfabrika boşalıyor görüntüsü yarattılar. “Görüntüyarattılar” diyoruz çünkü makinaların büyük bölümühala da fabrikada duruyor. Fabrikadan çıkarılıp diğerfabrikalara taşınan makinalar genel olarak acil işlerinüretimi için gerekli makinalardır.

Bu aşamada yönetimin neler planladığına dairortada kesin bir bilgi olmamakla birlikte fabrikanınonlar açısından kapatılma ve açılma koşulları bellidir.

Greif yönetimi fabrikayı neden kapatır?

Greif’in Türkiye’de bulunma koşulunu biliyoruz. Birdünya tekeli olarak Greif, en düşük maliyetle (en baştaucuz işgücü anlamına geliyor bu) üretip rakiplerinekarşı en düşük fiyatı vererek en yüksek kâr oranınaulaşmak istiyor. Türkiye her şeyden önce taşeronluğunyaygın ve kuralsız biçimde uygulandığı sudan ucuza işçibulunulabilen bir ülke olduğu için tercih ediliyor.

İşte bunun için her yabancı tekel gibi sudan ucuzaişçi çalıştırma olanağını kaybettiğinde fabrikanınkapısına kilit vurmaktan da kaçınmıyor.

87 gün önce işgal eylemine başladığımızda yönetimkısa sürede direnişimizi kırabileceğeni ya da küçüködünlerle bizi kandırabileceğini sanıyordu. Ancak baktıki olmuyor, karşısında taşeronluğun bitirilmesinde ve 4ikramiyede kararlı dirençli bir işçi bölüğü var, o zamankara kara düşünmeye başladı.

Her şeye rağmen yenilgiyi kabul edebilirdi amabaktı ki, diğer fabrikaların gözü de Hadımköy’ünüzerinde, işte o zaman fabrikayı kapatma silahına

sarıldı. Deyim uygunsa kanserin tüm bedeneyayılmasındansa kanserli organı kesip atma yolunagitti.

Greif yönetimi fabrikayı neden açar?

Ancak hala da fabrikanın kapatıldığı söylense de,ortada öyle değişmez bir karar yok. Çünkü yıllariçerisinde kurulmuş bir entegre tesis olan fabrikayıkapatmanın büyük bir maliyeti var. Bunun içinfabrikayı kapatma kararının gerisindeki nedenlerbugün ortadan kalksa, Greif yönetimi de anındafabrikayı yeniden faaliyete geçirecektir.

Zaten bugün anlaşıldığı kadarıyla yönetim fabrikayıanında boşaltmak yerine bu nedenlerin, en başta dadirenişimizin ortadan kalkmasını beklemektedir. Çünküsürmekte olan direnişimizden ve fabrikanınkapandığına inanıp tazminatlarını almaya razı olan çoksayıda arkadaşımızın fabrikanın kapanmadığınınanlaşılmasıyla göstereceği olası tepkidenkorkmaktadırlar.

Öyle ki eğer direnişimiz olmasa ve istedikleri gibikeyiflerince sömürecekleri bir düzen kurabileceklerineinansalar fabrikayı hemen bugün çalıştırırlar.

Öte yandan ise ilgili yasaya göre bir şirket toplu işçiçıkarmaya gittiği takdirde, altı ay geçmeden buişçilerin yerine yeni işçi alımı yapamıyor. Bunun için

göründüğü kadarıyla zamana oynuyorlar, en azındanbir altı ayın geçmesini, suların durulmasını, bu aradada uysal ve istedikleri koşullarda sömürebilecekleriişçiler bulmaya çalışacaklardır.

Ya taleplerimizi kabul edeceklerya da kapatıp gidecekler!

Direnişi sonuna kadar sürdürmeye kararlı olan bizGreif işçileri, fabrikanın yeniden faaliyete geçipgeçmeyeceği konusunda papatya falları açacak değiliz.Bazı fırdöndüler gibi kölece çalışmaya boyun eğip dizçöküp ağlayacak da değiliz. En başta dediğimiz gibi, yabu yönetim son derece haklı taleplerimizi karşılayacakya da fabrikayı kapatıp çekip gidecek!

Şu durumda eğer haklarımızı vermez ise sadeceHadımköy fabrikasıyla da kalmayacak, ne yapıp edipdiğer fabrikalarında da yeniden örgütleneceğiz veonlara keyiflerince sömürme olanağı vermeyeceğiz. Yailiklerine kadar sömürdükleri işçilere haklarını verecekya da tüm fabrikalarını kapatıp gidecekler!

Unutmasınlar bu memleket bizim, biz burdayız vedirenmekten-örgütlenmekten-mücadele etmektenasla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz!

Direnişçi Greif işçileri8 Mayıs 2014

Bir kez daha hatırlatalım: Ya haklarımızıvereceksiniz ya da kapatıp gideceksiniz!

Page 24: Kızıl Bayrak 2014 19

Direnişçi Greif işçileri 6 Mayıs günü facebooksayfalarında yaptıkları açıklamada göreviniyapmayan ve işçilerin davasına ihanet eden sendikapatronlarının derhal istifa etmelerini istedi.

Greif işçileri tarafından yapılan açıklama şöyle:“GÖREVLERİNİ YAPMAYANLARIN VE İHANET

EDENLERİN İSTİFASINI İSTİYORUZ!!!! Yüzlerce Greif işçisi taşeronluğun kaldırılması ve

insanca çalışma koşulları için bedel ödemeyi seçipbüyük bir direnişe başlarken, en başından itibarenonlara ihanet eden RIDVAN BUDAK’IN BAŞINDAOLDUĞU TEKSTİL SENDİKASI’NIN YÖNETİMİ istifaetmelidir!!!

DİSK’in son 30 yılının en büyük eyleminigerçekleştiren, yüzlerce üyesi hakları için fabrikaişgal eylemi yaparken tek bir eylem yapmayan,sendikanın hiçbir imkanını işçilerin hizmetinesunmayan böylelikle görevlerini ihmal eden- dahasıDİSK’in adını da kullanarak Greif işçilerine ihaneteden Budaklar karşısında suskun kalan, böyleliklebu büyük ihanete göz yumarak ortak olan DİSKYÖNETİM KURULU ÜYELERİ İSTİFA ETMELİDİR!!!”

Görevini yapmayan veihanet edenler DERHAL İSTİFA ETMELİDİR!

Greif işçisi Coşkun Alsaç, İşçi FilmleriFestivali’ndeki tabloyu yazdı...

Etkinlikte bizler de içinde olmakla birlikte direnişteolan; Kumport liman, Punto Deri, Karşı direnişi, Enerji-Sen yöneticisi ve BEDAŞ işçisi, Cerrahpaşa’dan taşeronsağlık işçisi olmak üzere kısa bir konuşma yaptık.

Greif direnişi adına konuşmayı ben gerçekleştirdim.Direnişin başlama amacı ve önemi üzerinde duran vesendikal bürokrasi gerçeğini ele alan bir konuşmayaptım. Biraz açacak olursak; biz Greif’in onurlu işçileriolarak, insanca bir yaşama yetecek ücret ve taşeronköleliğine karşı bir mücadele başlattık. Aynı zamandaişçi sınıfının fiili meşru mücadelesinin uzun yıllardırgerçekleşmediği bir zamanda, sınıfa kazanmanınyolunu gösteren bir eylem ve direniş gerçeğinigösterdik.

Düşük ücret ve taşeron köleliği biz işçiler için,insanlık dışı çalışma ve yaşam kosulları demektir. BizlerGreif işçileri olarak bunun bilincindeydik. Ve bununsorumluluğu ile mücadelemize leke sürdürmedendirenişimizi sürdürdük ve sürdürmeye de devamediyoruz. Ama ne yazık ki; sendika bürokrasisi bizim bumücadelemizi anlayamadı ve kavrayamadı. Sendikaağaları işçi sınıfının çıkarları yerine kendi çıkarlarıdoğrultusunda koltuk kaygısı güderek, onurlu, direnenayrıca sınıfın çıkarları açısından son derece önemi olanbu direnişe ihanet ettiler. Sendikal bürokrasi, işverendanışmanı ve avukatları, sendikalar masasındanpolislerle ortak hareket ederek, Greif direnişinisırtından hançerlemiştir. Benim ordaki konuşmam kısave öz olarak bu gerçekleri anlatıyordu.

Benim arkamdan kendini BEDAŞ işçisi ve Enerji-Senyöneticisi diye tanıtan biri ve Cerrahpaşa’dan taşeronsağlık işçisi konuşma yaptı. Sanki oraya benimkonuşmama karşılık olarak zorla çıkartılmışcasına ikiside, “DİSK’in eleştirilmesi doğru değil, bukonfederasyon mücadeleyle kuruldu” diyerekkonuşmasını tamamladı. Hele sağlık işçisi arkadaşDİSK’in önlüğünü daha düz giymeyi bilebeceremezken, “biz bu önlükle kazandık” diyerek,

sanki Greif işçileri DİSK’i karalıyormuş gibi çıkış yaptı.Oysa ki bu iki arkadaş ne bizim ordaki konuşmamızı

anlamış, ne de bizim direnişimizin amacını kavramışdeğildir. Ben konuşmamda “Greif işçileri olarakKavel’lerin yolundan ilerledik” dedim. Peki soruyorumsize, Türk-İş anlayışına karşı DİSK’i kuran Kaveller’inmücadele ruhu değil miydi? DİSK’i ortaya çıkaran bumücadele ruhunu temsil eden ve sahiplenen Greifişçisi değil miydi? Bizler burda DİSK’i değil, DİSK’e vebağlı sendikalara çöreklenmiş sendika ağalarını vebürokratlarını eleştiriyoruz. Şu iyi bilinmelidir ki, DİSK’ibiz temsil ediyoruz. Biz sendikal bürokrasinin ihanetineuğradığımızda daha direnişimizin ilk günlerinde,isteseydik başka bir sendikaya geçebilirdik. Fakat bubizim için kolaycı bir tutum olurdu ki yapmadık. Tamtersine DİSK’in mücadeleci ruhuna leke süren busendika ağalarına karşı mücadele verilmesi vesendikalardan sökülüp atılması gerektiğini düşündükve mücadele ettik.

Greif direnişini takip eden ve ilgilenen dostlarımızçok iyi biliyor ki, bu mücadele sedece sermayeye karşıdeğil, aynı zamanda sendikaların başına çöreklenmişağalara karşı da verilmiştir. Oysa ki; bizler DİSK’in 47.yılını işgal fabrikamızda kutladık ve sınıf şehitleriniandık. Ve yine hatırlanacağı gibi Greif in Sultanbeyli’debulunan taşeron fabrikasına yaptığımız uyarı eyleminive yine Boğaz Köprüsü eylemini, biz DİSK’inönlükleriyle gerçekleştirdik. Üstelik öyle sizin gibi oönlüğü ters de giymedik.

Şu iyi anlaşılmalı ve kavranılmalı ki, Kavel’in de,DİSK’in de mücadele ruhunu ve onurunu Greif işçileritemsil etmektedir.

Greif işçisi ihanete, baskı ve tehditlere karşı başıeğik fabrikayı boşaltmadı. Tam tersinden başı dik ellerikelepçeli onurlu bir şekilde çıkartıldı.

Bizler Greif işçileri olarak sınıfımıza, onurlu birdireniş armağan ediyoruz.

İşgal, grev, direniş!Yaşasın onurlu mücadelemiz!

Greif işçisi Coşkun Alsaç

Greif işçileri olarak,’ne katıldık...

Greif işçileri DİSK Başkanı olsalardıne yaparlardı...

Akın: DİSK Başkanı olsaydım giderdim fabrikayadireniş zaferle taçlanıncaya kadar ölümüne yanlarındadururdum.

Bedri: Greif işçilerine tutamayacağım sözüvermezdim.

Oktay: Koltuğumu sarstıkları için sırtımı dönerdim. Coşkun: Direnişin zaferle sonuçlanması için DİSK ve

diğer sendikaların üyelerini seferber etmek için elimdenne geliyorsa onu yapardım. En başta da başkanıolduğum sendikanın üyelerini dayanışma grevineçıkarırdım. İşçilerle aynı havayı solumak için oradaolurdum, ekmeğimi, suyumu onlarla paylaşırdım.

Tuğba: Hemen işçileri ziyarete gider, yanlarındaolduğumu gösterirdim. Mücadele zaferle taçlanıncayakadar da yanlarında olurdum. İşçiler koltuğumu elimdenalacak diye korkmazdım.

Emel: İşçileri örgütler ve sahip çıkardım. Bu grevibüyütmeye çalışırdım. Gerek üyeliklerin olduğufabrikalarda, gerek sokaklarda dayanışma eylemleribaşlatırdım. İşçilerin kazanması yolunda elimden geleniyapardım. Sendika ağalarını, sendikal bürokrasiyiortalıktan kaldırır, sendikayı işçilerin iradesinebırakırdım. Çünkü işçiler en iyisini üretir.

Uğur: Sonuna kadar işçilerin yanında olurdum. Onlariçin her yerde eylemler yapardım. İhanet edenlerdenhesap sorar, sendikadan atardım. Böyle bir yetkim yoksabir beysbol sopası bulur, gereğini yapardım. Diğerfabrikalardan destek sağlamak için işçileri genel greveçıkarırdım.

Engin: İşçilerin söz, yetki ve karar haklarına saygıduyar, başlamış oldukları onurlu mücadelede yanlarındaolur, sendikanın tüm imkanlarını onlar için seferberederdim. Bu direnişin başka fabrikalara yayılması için deçağrıda bulunurdum. Başka yerlerde eylem olsa dahi bubir işgal olduğu için diğer işleri bir yana bırakır gecegündüz onlar için çalışırdım.

Page 25: Kızıl Bayrak 2014 19

82. gün: İşçiler güne 1 Mayıs’ı değerlendirerek vebasına yansıyan haberleri takip ederek başladılar. 1Mayıs’ta DİSK Tekstil bürokratlarını aradıklarını ancakne bu bürokratları ne de sendikanın tek bir flamasınıdahi alanda göremediklerini ifade ettiler.

Gün içerisinde tekil olarak ziyarete gelenlerlesohbet eden işçiler akşam saatlerinde Şişli Kent KültürMerkezi’nde gerçekleştirilen İşçi Filmleri Festivali’nekatıldılar.

Festivalde Greif işileri adına kürsüye Coşkun Alsaççıktı. “Kavellerin yolunu seçtik” diyen Alsaç, 10Şubat’tan bugüne gelen direnişten bahsetti. Greifişçilerinin direnişinin sadece patrona karşı olmadığını,sendika bürokrasisine karşı da onurlu mücadeleninsürdürüldüğünü ifade etti. “Emek dostları”nınkendilerini yalnız bıraktığını söyleyen Alsaç, bu süreçtebürokratların maskesini düşürdüklerini ifade etti.

Alsaç konuşmasında son olarak 1 Mayıs’a vurguyaparak, direnişçi işçiler olarak birlikte hareketettiklerini faşizme ve sömürüye karşı mücadeleyisürdüreceklerini söyledi.

***83. gün: Greif işçileri, gazetecilerin düzenlediği “

Dünya Gazetecilere Özgürlük Günü” eyleminekatıldılar. Gazeteciler Cemiyeti’nin önünden İstanbulValiliği önüne kadar yapılan yürüyüşte, dövizleri vesloganlarıyla basın emekçilerine destek verdiler.

1 Mayıs’ta polisin attığı gaz fişeğiyle kulağındanyaralanan Engin Yılgın da arkadaşlarının yanınasendikaya geldi. Gün içerisinde tekil ziyaretler devametti.

***84. gün: Greif işçileri bir yandan tekil ziyaretçilerini

ağırlamaya devam ederken öğlen saatlerinde deişçilerin bir kısmı Mücadele Birliği’nin Kadıköy’dedüzenlediği Denizler anmasına katıldı. Mitingde Greifişçileri adına Coşkun Alsaç konuştu. Alsaç işçi sınıfıadına direndiklerini ifade etti. Sendikal ihanete dikkatçeken Alsaç, kendilerine Denizler’in düşüncelerinirehber aldıklarını, bu düşünceler hayat bulana kadarfabrikalarda kızıl bayrağı dalgalandırmaya devamedeceklerini söyledi.

Mitingin ardından Greif işçileri sloganlarla KadıköyGreif İşçileri ile Dayanışma Bürosu’na geçtiler. Buradahep birlikte yemek yiyen ve sohbet eden işçiler akşamsendikaya dönerek diğer arkadaşlarıyla birliktedeğerlendirme toplantısı gerçekleştirdiler.

İşçiler akşam saatlerinde Hakları için direnişte olanKarşı gazetesi çalışanlarını işgal ettikleri gazetebinasında ziyarete gittiler. Gece yarısına kadardirenişler, örgütlenme ve mücadele süreçleri üzerine,1 Mayıs gibi birçok konuda sohbetler edildi.

***85. gün: Greif işçileri, sabah yaptıkları

değerlendirme toplantısının ardından planlarını hayatageçirmek için harekete geçtiler. Bir grup işçi AbbasağaParkı’na gitti. Ardından bir grup işçi de Karşı gazetesidirenişçilerinin yanına gitti.

Tüm Emek Sen üyeleri, Sosyalist Kamu Emekçileri,Avcılar’dan emekçiler Greif işçilerine ziyaret

gerçekleştirdi. Ayrıca, işgal fabrikasına yönelik polissaldırısında polisler tarafından hedef seçilerek fecişekilde darp edilen BDSP temsilcisi Murat Yıldırım daişçileri ziyaret etti.

Greif işçileri, Karşı gazetesi, Punto ve Tempoişçileriyle ortak mücadeleyi örgütlemek üzere toplantıyaptılar.

***86. gün: DİSK binasında nöbeti sürdüren işçiler

sabah günlük temizlik işlerini yaptılar, kahvaltı ettiler.Greif işçileri, devrimci önderleri ölüm

yıldönümlerinde andılar. İşçiler “Denizler’in yolunda,sınıf kavgasında, işgal, grev, direniş!” şiarlı bir dövizhazırladılar.

İtalya’da RUSG Tren Fabrikası’nı işgal eden işçilerGreif işçilerini ziyaret etti. Kazova işçilerini de ziyareteden direnişçiler Greif işgali ve şimdiki süreç üzerinebilgi aldılar.

Budakların ihanet takımı, yeni bir mesajgöndererek işçiler için çalıştıkları, fabrikanın açılmasıve işçilerin tazminatlarını almaları için çabaladıklarıyalanlarını yinelediler. Mesajda şunlar söylendi: “Greifyöneticileri ile yapılan görüşmeler devam etmektedir.Sendikamız fabrikanın tekrar açılıp çalışması vetazminat alamayan arkadaşların tazminatlarınıalabilmeleri konusunda çalışmalarını sürdürmektedir.Gelişmeleri size duyurmaya devam edeceğiz.”

İşçiler BDSP’nin Avcılar’da düzenlediği Denizleranmasına katıldılar. Anma programında söz alan Greifişçisi Coşkun Alsaç, onurlu bir yaşam için fabrikalarınıişgal ettiklerini ve işçilerin birlik olduğu zaman neleryapabileceklerini gösterdiklerini ifade etti. Alsaç,Denizler’in, İbolar’ın, Mahirler’in, Mazlumlar’ınkavgasını fabrikalara taşıdıklarını ve onların yolundanyürüyeceklerini dile getirdi.

Anma programının sonunda Ahmet Mekin Demirüç yiğit devrimci için kaleme aldığı şiiri okudu.

İşçiler anma programının ardından Avcılar Üç FidanGençlik Kültür Evi’ne geçtiler.

Direnişçi Greif işçileri facebook sayfalarındayaptıkları açıklamada görevini yapmayan ve işçilerindavasına ihanet eden sendika patronlarının derhalistifa etmelerini istedi.

***87. gün: Greif işçileri Karşı gazetesi ve Feniş

işçileriyle birlikte Kumport Limanı işçilerini ziyaretettiler.

Kumport’tan servislerin çıkışı sırasında direnişçilersloganlarını haykırdı ve konuşmalar yaptı.

Greif, Feniş ve Karşı gazetesi işçilerinin yanlarındaolduğunu söyleyen Liman-İş Örgütlenme UzmanıSinan Ceviz, Kumport’ta kirli oyunlar oynandığınıgenel müdürün taşeron firma kurarak işçileri kadroyaalınacakları şeklinde söylemlerle kandırdığını söyledi.“Buraya er ya da geç sendika girecek” diyen Ceviz, işcinayetlerine karşı sendikada örgütlenmenin öneminevurgu yaptı.

Greif işçileri adına söz alan Orhan Purhankendilerinin 44 ayrı taşeron firmaya rağmenörgütlenmeyi başardıklarını dile getirdi ve Kumportişçilerinin örgütlenme hakkına dikkat çekti. Purhanörgütlenmenin engellenmesinin insanlık suçuolduğunu, çünkü Kumport isçilerinin ekmeğini kanıylave canıyla kazanabildiğini ifade etti.

Feniş işçisi Mehmet Doğan ise patronların kar hırsıyüzünden işçilerin can vermek zorunda olmadığınıbelirtti. Doğan kendilerinin fabrikayı işgal ederekemeklerini savunduklarını Kumport isçilerinin de haklımücadelesinin yanında olacaklarını kaydetti.

Karşı direnişçileri adına söz alan Burak Öz işçigüvenliği için sendikalarda örgütlenmenin öneminedikkat çekti ve en temel hakların ancak direnişle eldeedilebileceğini ifade etti.

Tempo Çağrı Merkezi’nde işten atılan Sevim KayaDİAK binasına gelerek Greif işçilerini kendi yapacaklarıeyleme davet etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Greif Direniş Günlüğü

Page 26: Kızıl Bayrak 2014 19

6 Mayıs günü Denizler’in mezarı başında gerçekleştirilenanmanın ardından genç komünistler gençlik hareketinin ihtiyaçlarıve genç komünistlerin görevleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.Denizler şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan saygıduruşuyla başlayan söyleşinin ana konusunu “Devrimci GençlikBirliği”nin yaratılması ve bu konuda genç komünistlerin görevlerioluşturdu. Söyleşide ilk olarak, gençlik hareketinin Denizler’denbugüne evrimi üzerine bir sunum yapıldı. Sunumun sonundagençliğin, devrimci politikalar etrafında birleşmiş bir kitleörgütüne duyduğu ihtiyaç vurgulanarak tartışmalara geçildi.Benzer tartışmaların daha geniş kesimler içerisinde yürütülerekyaz aylarında gerçekleştirilecek Gençlik Kampı’nın planlanmasıgerektiği belirtilerek söyleşi sona erdi.

Tartışmaların yürütüldüğü soru-cevap bölümünde ise ağırlıklıolarak aşağıdaki başlıklar üzerine tartışmalar yürütüldü.

“‘DGB’ federasyon mu,siyasetlerin birliği mi?”

Bir katılımcının yukarıdaki sorusu üzerine, gençliğin devrimcibirliğini yaratma politikasının örgütlü-örgütsüz gençlikkesimlerinin duyduğu ihtiyacın bir sonucu olduğu, bu nedenleyaratılacak birliğin, sınırlı bir “siyasi örgütlerin birliği” olmayacağı,farklı sorunlar üzerinden mücadeleye atılan gençlik kesimlerinindevrimci bir hedefe, kapitalizmin yıkılması hedefineörgütlenmesinde bir araç olacağı belirtildi. Gençliğin devrimci birkitle örgütüne ihtiyaç duymasının, varolan siyasi kitle örgütleriningençliği düzen sınırlarına hapsetmesinden de kaynaklandığı, bunedenle gençliğin devrimci birliğinin düzen sınırlarınahapsolamayacağı, devrimci çizgide yer alan ve bu doğrultudabirliğin ilkelerini kabul eden tüm örgütlerin bu birliğe girmesininönünde de bir engel olmayacağı belirtildi.

“‘Devrimci’ bir örgütne kadar kitlesel olabilir?”

Politik ilkeler ve isim açısından “devrimci” bir örgütle, gençliğinbugünkü politik bilinci arasındaki açıya bağlanarak gelenyukarıdaki soru üzerine ise gençliğin mücadele içerisinde bilincinigeliştireceği ve ismini “demokrat” koyan ya da demokratiksınırlarda mücadele eden bir örgütün kendi başına devrimci bireksene oturamayacağı belirtildi. Bugünkü ihtiyacın düzen sınırlarıiçerisinde mücadele veren bir örgüt olmadığı, bu hedeflemücadele eden ilerici örgütlerin olduğu vurgulandı. Kapitalizminyıkılması sorunuyla yüz yüze bulunduğumuz ve sorunların dabirleşik olarak kendisini bu şekilde dayattığı, iç içe geçen

sorunların dönüp dolaşıp emperyalist-kapitalizmin çelişkilerinedayandığı bir tarihsel dönem içerisinde, gençliği düzen sınırlarınahapsetmeyecek, gençliğe düzenin aşılması için örgütlenme zeminiyaratacak bir örgüt ihtiyacı vurgulandı. Bu açıdan Greif fabrikakomitesinin ve direnişte ileri sürülen taleplerin, farklı partileridestekleyen, geri-ileri bilinçlere sahip heterojen bir işçi grubunubiraraya getirdiği ve onları ortak bir zeminde buluşturduğu örneğiverilerek bu örgütün de kitleselliğini zamanla, mücadele içerisindekazanacağı belirtildi. Amacın sınırlı bir birlik olmadığı, devrimcipolitikalar ekseninde gençliği taraflaştırmak olduğu, buna uygunörgütsel zeminin de DGB olacağı belirtildi.

“‘DGB’nin ‘esnek’liği ne olacak?”

“Kitleselleşme” sorusuna paralel olarak gelen yukarıdakisoruya dair ise birliğin esnekliğinin Greif örneğindenanlaşılabileceği belirtilmiş oldu. Birliğin hedefinin, farklıdüşüncelerden de olsa belli bir sorun ekseninde birleşen gençleri,devrimci bir mücadeleye, kapitalizmin yıkılması hedefineyöneltmek olacağı belirtildi. Bu açıdan, örgütün, genel olarakfarklı düşüncelere sahip olsalar bile, belli bir sorunda ortak birmücadele yürüten gençlerin birleşebileceği esneklikte olacağıvurgulandı. Ayrıca ‘DGB’nin, örgütsel olarak herhangi bir partiyebağlı olmayan, genç komünistlerin içinde politik çalışma yürüttüğübağımsız bir örgüt olacağına değinildi.

“‘DGB’den önce komünist gençlik örgütünün kurulmasıgerekmez mi?”

En uzun tartışmaların yaşandığı yukarıdaki soru üzerine ise,politik kitle örgütü ile komünist gençlik örgütünün birbirinekarıştırılmadan düşünülmesi gerektiği, bunun yanında bu ikisininbirbirini geliştiren diyalektik bir ilişki içerisinde olacağına vurguyapıldı. Bugünkü ‘DGB’ tartışmasının gençlik içerisinde kitleseldevrimci bir taraflaşma yaratma hedefine dayandığı, bunun dakomünistlerin gençlik örgütlenmeleri olmadan olamayacağıbelirtildi. Bunun yanında, genç komünistlerin, sorunlarıyla birliktebir faaliyet yürüttüklerine değinildi. Ve genç komünistlerin kendisorunlarını aşmak için daha sağlam bir irade göstermek zorundaolduğu ama bu sorunları, esas olarak geniş kitleleri devrimmücadelesine kazanma ve örgütlü bir güce dönüştürme hedefinihayata geçirirken aşabileceği vurgulandı. Aksi halde gençkomünistlerin sorunlarından bağımsız olarak, devrime gidilenyolda gençlik kitlelerinin düzen sınırları içerisine ya daörgütsüzlüğe mahkum olacağı belirtildi.

Ekim Gençliği / Ankara

Page 27: Kızıl Bayrak 2014 19

25 Mayıs 2014 günü Almanya’da AB Parlamentosuiçin seçimler yapılacak. Bu seçimlere, ilk defa MLPD dekatılıyor.

MLPD, AB parlamentosu seçimleri için başlatığıseçim kampanyası çerçevesinde 3 Mayıs Cumartesigünü Stuttgart’da bir miting yaptı. Mitinge MLPD/açıkliste birinci sıra adayı Peter Weispfenning konuşmacıolarak katıldı. MLPD MK üyesi olan PeterWeispfenning yaptığı konuşmada, AB’yi ve onunemperyalsit politikalarını eleştirerek, ‘Berlin’in gericisavaş partilerine karşı MLPD’ye verilen her oytoplumun devrimci temelde değişimine verilen oyolacaktır’ diyerek devrimci alternatifin büyütülmesiçağrısı yaptı.

Seçim mitinginde BİR-KAR adına da bir konuşmayapıldı. Konuşmada Avrupa Birliği’nin kapitalist-emperyalist karakterinin eleştirisi öne çıkarıldı.

BİR-KAR temsilcinin mitingde yaptığı konuşmayıokurlarımıza sunuyoruz…

Sizleri İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu(BİR-KAR) adına selamlıyorum.

Mayıs ayında kapitalist-emperyalist tekellerininAB’nin parlamentosu için seçimler yapılacak.

Burjuva devletlerin parlamentoları gibi, ABparlamentosu da, kapitalist tekellerin demokrasitiyatrolarının basit bir aletidir.

Biliyoruz ki, AB’de de önemli kararlar kulislerdekaralaştırılıyor. Hiç kuşkusuz alınan bu gerici, emekdüşmanı, emperyalist savaş ve soygun kararlarıparlamentolardan geçirilerken, onlara ‘demokratik’ birmaske geçirmeyi ihmal etmiyorlar.

NATO dünyamızı büyük bir savaşa, emperyalistyağma ve talan savaşlarına sürüklüyor. Afrika’danAsya’ya ve Avrupa’ya kadar uzanan emperyalist yağmasavaşlarında, AB’nin büyük emperyalist devletleri deyer almışlardır.

Başta Alman, İngiliz ve Fransız tekelci devletleriolmak üzere, AB bütün kurumlarıyla, her daim buhaksız savaşların tarafı omuştur.

Bütün dünyanın gözleri önünde parçalanarakemperyalist yağma ve hakimiyet savaş alanı halinegetirilen Ukrayna, AB’nin gerici ve emperyalistkarakterini açığa çıkartan somut bir örnektir.

ABD ve Alman emperyalizmi ve emperyalist savaşmakinesi NATO, bu ülkenin parçalanmasının birincidereceden sorumlusudurlar. ABD ve AB’ninemperyalist politikaları dünyamızı yeni bir yıkımıneşiğine hızla sürüklüyor. Onlarsa, bizlere hedef olarakRus emperyalizmini gösteriyorlar.

Ukrayna’da faşist çeteleri işbaşına getirenler deyine bu emperyalist haydutlardır.

Onlar, Afganistan’ın yağmalanmasının, Irak’ın birsavaş alanı haline getirilmesinin, Libya’nın siyasalharitadan silinmesinin, Suriye’nin yıkıntıyasürüklenmesinin, Mali’de akan kanların, daha on beşyıl önce parçaladıkları Yugoslavya’nın, kısacası, bugünedek işlenen tüm savaş suçlarının sorumlusudurlar.

AB; kapitalist-emperyalist tekellerin gerici, barışkarşıtı, sermayenin sınırsız dolaşımına özgürlük

sağlayan gerici bir birliktir. Bu o kadar açıktır ki, bu haydutlar Avrupa’da

yükselen işçi ve halk hareketlerine karşı, gerektiğindeAB’nin sınırlarını geçişe kapatmakta hiçbir sakıncagörmüyorlar. Sınırları tam bir polis ablukasına alıyorlar.

Tekellerin Avrupası’nda olduğu gibi, Almanya’da dazenginlikler arttıkça işçilerin ve çalışanların payınadüşen sefalet de büyüyor.

Avrupa Birliği bir yanıyla tekniğin geliştiği,sermayenin temerküzünün yoğunlaştığı bölgedir. Budurumun kaçınılmaz devamı olarak, karşı kutuptayoksulluk ve giderek açlık da yoğunlaşıyor.

Kapitalist sistem insanlığı ve doğayı yeni bir yıkımlabaşbaşa bırakıyor, bırakacaktır.

Avrupa’da, bir merkezden düğmeye basılmış gibiazgınca kışkırtılan Rus karşıtı milliyetçi-faşistpropagandayla işçileri ve gençleri kendi emperyalistamaçlarının ve savaşlarının nesnesi yapmak istiyorlar.

Kapitalist tekellerin gerici birliği olan AvrupaBirliği’nin, büyük emperyalist devletler dışında kalanküçük ekonomilere sahip olan ülkeler için bir yıkımdemek olduğunu, yine yakın dönemin deneylerindenbiliyoruz.

Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya, Kıbrıs,Saraybosna, Slovenya, Bulgaristan gibi ülkelerdeyaşanan ekonomik, sosyal ve kültürel yıkımlarınarkasında bu emperyalist birlik ve onların soygunpolitikaları vardır.

Sürdürülen emperyalist işgal savaşlarınınkaçınılmaz sonucu olarak yüz milyonlarca insanyaşadıkları toprakları terk ederek, ölüm yolculuğunaçıkıyorlar. Denizlerde boğulan, Türkiye-Yunanistan

sınırlarında terk edilmiş, soğuktan donarak ölübulunan çocuk ve kadın cesetlerinin arkasında dakapitalist sermaye vardır.

AB’nin insanlığa ve doğaya karşı işlediği suçlarkatlanarak artıyor. AB, kapitalist-emperyalist tekellerinbirliği olarak kaldıkça da bu suçlar ve devletlerin eliyleişlenen cinayetler artarak devam edecektir.

MLPD, AB parlamentosu seçimlerine, kapitalisttekellerin Avrupası’na karşı işçilerin ve halklarındevrimci Avrupası’nı yaratma programıyla katılıyor.Seçimlerde, kapitalist düzene karşı devrimi vesosyalizmi alternatif olarak ileri süreceğini dilegetiriyor. Bu nedenledir ki, seçimlerde MLPD’yidestekliyoruz.

Emperyalist tekellerin insanlığa ve doğaya karşıişlediği suçları ancak ve ancak dünya işçilerinin veemekçi halklarının devrimci birliğini kurarak veenternasyonal mücadele bayrağını yükselterekönleyebileceğimize inanıyoruz.

BİR-KAR olarak yerli ve göçmen tüm uluslardanişçileri, emekçileri ve gençleri, devrimin ve sosyalizminsesini yükseltmeye, sömürünün, baskının, işsizlik veyoksulluğun, eşitsizliğin ve savaşların olmadığı, herkesin bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibikardeşçesine yaşadığı bir Avrupa için mücadeleyeçağırıyoruz.

Kahrolsun kapitalizm!Kahrolsun emperyalist saldırganlık ve savaş!Yaşasın enternasyonal dayanışma!Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliğ Platformu(BİR-KAR)

Kapitalist tekellerin birliğine karşı, Avrupa halklarının devrimci birliği!

Page 28: Kızıl Bayrak 2014 19

ABD-AB emperyalistlerinin sevk ve idare ettiğiUkrayna’daki sağcı-faşist koalisyon, ülkenin güney vedoğu kentlerinde katliamlara başladı. Kentleri elegeçirmek için hem karadan hem havadan askeri saldırıbaşlatan Kiev’deki kukla yönetim, bu kentlerdeyaşayan halkın direnişiyle karşılaştı. Faşist çetelerinolası saldırılarına karşı silahlanan “Halk SavunmaKomiteleri” (HSK), kentlerini savunmak içindireniyorlar.

Güney ve doğu kentleri, batılı emperyalistleringüdümündeki darbeci yönetimi tanımayı reddetmiş veoluşturdukları komitelerle, kentlerini yönetmeyebaşlamışlardı. Darbe ile Kiev’de yönetime gelen sağcı-faşist koalisyon, şimdi silah zoruyla bu kentlerdeotorite sağlamaya çalışıyor.

Kentleri ele geçirmek için askeri saldırıylayetinmeyen Kiev’deki kukla yönetim, faşist çeteleri demeydana sürdü. Son günlerde hem Ukraynaordusunun askerleri hem faşist çeteler katliamagiriştiler. Sağcı-faşist koalisyonun başlattığı bu saldırı,Ukrayna krizini tetikleyen batılı emperyalistlerinçatışmaları kışkırtmaya devam ettiklerini birkez dahakanıtladı.

Odessa’da vahşi kıyım

Kiev’deki kukla yönetimin Kramatorsk, Sloviansk,Odesa, Donetsk, Luhansk ile diğer doğu ve güneykentlerini silah zoruyla ele geçirmek için başlattığısaldırı, Ukrayna krizinin kanlı safhasını açmışgörünüyor. Saldırıda tanklar, zırhlı araçlar, helikopterlerkullanan kukla yönetim, faşist çeteleri de provokatifsaldırılar için seferber etti.

Polonya ve baltık cumhuriyetlerinden devşirilenfaşistlerin de içinde yer aldığı bu çeteler, NaziSS’lerinin kuruluş yıldönümünü kutlama küstahlığındabulunarak gerilimi tırmandırmayı hızlandırdılar. Kuklayönetimi tanımayan bu kentlere sevk edilen faşistçeteler, birçok provokasyon gerçekleştirip cinayetişlemeye başladılar. Kendi geleceklerini belirlemek içinreferandum yapılmasını telap eden bu kentlerdekihalkın oluşturduğu HSK’lar öncülüğünde kitlegösterileri gerçekleştirildi ve pekçok kez faşist çetelerleçatışmalar yaşandı.

Odessa’daki çatışma esnasında sendika binasınasığınan kukla yönetim karşıtları, Sivas Madımak’taolduğu gibi, faşist çetelerin binayı kundaklamasısonucu katledildi. 38 kişinin yaşamını yitirdiği, 80’iaşkın kişinin yaralandığı kundaklama olayı, kuklayönetim ve batılı emperyalistler tarafındandesteklenen faşist çetelerin, Ukrayna’da iç savaşınfitilini ateşlemekten kaçınmayacaklarını gözler önüneserdi.

Yeni Nazi olduklarını ilan eden, Hitler’in SS’lerininkuruluş yıldönümünü kutlayan, vahşi katliamlaryapmaktan çekinmeyen faşist çeteler, batılıemperyalistlerin Ukrayna’daki “gözdeleri”durumundadır.

Ordu sivilleri katlediyor

Doğu ve güney kentlerine karşı askeri saldırıbaşlatan Kiev’deki sağcı-faşist koalisyon, HSK’larındirenişiyle karşılaştı. Saldırının başlatıldığı gün üçhelikopteri düşüren HSK’lar, kentlerini savunmak içinsavaşacaklarını ilan ettiler.

HSK’lar Ukrayna ordusunun saldırısına direnirken,sivil halk ise, (Rusya’da 1917 Şubat Devrimi ve sonrasıaylarda yaşananlara benzer bir şekilde) yollaradüşerek, askerleri saldırıdan vazgeçirmeye çalıştılar.Ancak saldırıyı durdurmak için askerleri ikna etmeyeçalışan sivil halk, kurşunlarla karşılaştı. Kitleyi tarayanaskerler ve onlar arasında bulunan faşist çeteler, onkişiyi, çoğunu sırtından vurarak katlettiler, 40’ı aşkınkişiyi de yaraladılar.

Peş peşe yaşanan iki vahşi katliamın doğu ve güneykentlerindeki gerilimi tırmandırmasına rağmen,Kiev’deki kukla yönetimin şefleri, askeri saldırınındevam edeceğini ilan ederek, yangına körüklegidiyorlar.

Batı medyası faşist çetelerin suç ortağı

ABD-AB emperyalistlerinin Ukrayna krizinitetikledikleri geçen Kasım ayından bu yana batımedyası, gerici kışkırtıcılığın borazanlığını yapıyor. Yanibatılıların Rusya’nın “yumuşak” karnı saydıklarıUkrayna’yı hedef alan emperyalist müdahaleninmedya ayağı da, önden hazırlıklıydı. Zira ilk günden buyana, kaba bir Rus düşmanlığı ve sağcı-faşistkoalisyonun sözcülüğünü yapıyor bu medya.

Son iki katliam örneğinde de durum değişmedi.Katliamı örtmeye çalışan BBC ve diğer batılı haberajansları, kundaklamayı, “binanın yanması sonucu çoksayıda Rus yanlısı öldü” şeklinde sunarken, diğerkatliamı da “orduyla çatışmaya giren çok sayıda Rusyanlısı öldürüldü” şeklinde duyurdular.

Oysa kundaklama olayı kameralar önünde yaşandı.Diğer olayda öldürülen siviller ise silahsızdı veçoğunluğu sırtından kurşunlandı. Kuşku yok ki,olayların mahiyetini en iyi bilenler, batılıemperyalistler ve onların medyasıdır. Hal böyleykenbatı medyasının Ukrayna ordusu ve faşist çetelerinkatliamlarına kılıf uydurmaya çalışması, suçortaklığından başka bir şey değildir.

Rusya iç savaş tehlikesine dikkat çekiyor

Kukla yönetimin askeri saldırısı, batılıemperyalistlerin Rusya’ya karşı yaptırımlarıgenişleteceklerini açıklamalarının ardından başlatıldı.Kiev’deki kukla yönetimin emperyalist efendilerindenemir almadan böyle bir saldırı başlatması imkansızdır.Dolayısıyla saldırı, yaptırımların devamıdır.

Hem yaptırımlara hem askeri saldırıya sert tepkigösteren Rusya, karşı tedbirler alacağını ve

yaptırımların, uygulayanların çıkarlarına da zararvereceğini ilan etti.

Askeri saldırı ve ardından yapılan katliamları dasert bir dille kınayan Moskova, Kiev’deki kuklayönetimi saldırıyı durdurması ve ordu güçleri ile faşistçeteleri geri çekmesi konusunda uyardı. ABD ve ABşeflerine de, “Kiev’deki kuklalarınızı durdurun” çağrısıyapan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, sorunu BMGüvenlik Konseyi’nin gündemine de taşıdı.

ABD emperyalizmi ile destekçileri, konununGüvenlik Konseyi’nde görüşülmesini engellediler.Kiev’deki sağcı-faşist koalisyonun sözcüleri ise, askerisaldırının devam edeceğini ilan ettiler.

Halen soruna doğrudan müdahale etmektenkaçınan Rusya, ABD, AB ve onların güdümündeki kuklayönetimin Ukrayna krizini çözmek yerinederinleştirdiği, bunun ise ülkeyi iç savaş riskiyle karşıkarşıya bıraktığı konusunda uyardı. Krizin ancakUkraynalı güçlerin geniş katılımıyla düzenlenen birkonferans ve siyasal uzlaşma ile çözülebileceğinibelirten Rus yetkililer, aksi halde iç savaşı önlemeninçok zor olacağı konusunda uyarıyorlar.

Önümüzdeki dönemde Ukrayna’da çatışmalarındaha da şiddetlenmesi olasıdır. Doğu ve güney kentlerihalkının kukla yönetimi meşru kabul etmesi mümküngörünmüyor. Kukla yönetim ise, batılı efendileri emirvermezse saldırıyı sürdürecek. Askeri saldırıyı Rusya’yabaskı yapmak için gündeme getiren batılıemperyalistler ise, belli ki, kan dökülmesinden rahatsızdeğiller. Görünen o ki, bu koşullarda çatışmalar, ancakUkrayna askerleri ile faşist çetelerin doğu ve güneykentlerinden çekilmeleriyle mümkün olabilir.

Sağcı-faşist koalisyonUkrayna’yı iç savaşa sürüklüyor 

Page 29: Kızıl Bayrak 2014 19

Çocuk ölümlerinin sıklıkla gündeme gelmesiylebirlikte geçtiğimiz günlerde Aile ve Sosyal PolitikalarBakanı Ayşenur İslam açıklama yaptı ve şunu söyledi:“Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin.” Böylece AKPiktidarının toplumsal sorunlara karşı ürettiği “etkinçözüm yöntemleri”ne bir yenisi daha eklendi. AyrıcaAile ve Sosyal Politikalar Bakanı İslam, çocukistismarına karşı yeni yasal düzenlemelerin yapıldığınında müjdesini verdi ve şöyle dedi:

“Cinsel istismar ve saldırı suçlarıyla ilgili cezalarıyeniden düzenleyen bir tasarı var. Adalet Bakanlığıgeçtiğimiz dönemde bu teklifi kendi gündemine aldı.Şimdi bu taslağın meclis gündemine inmesi için birkararlılık gösteriyoruz. Bu kanunda çocuklara veyetişkinlere karşı işlenen cinsel suçların ceza oranlarınınisbi olarak arttırıyor bu tasarı.”

Her ne kadar bakan İslam yeni yasaldüzenlemelerin müjdesini verse de kadınların-kızçocuklarının tecavüzcüsüyle evlendirilmesi,“haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimi uygulamaları ilekadın cinayetlerinin cezasız kalması gibi durumlar artıksıradanlaşmışken birkaç yasa değişikliği ile bu sorununçözülemeyeceği ortadadır.

Göstermelik yasal düzenlemeler ve alınan sözdeönlemlerin yetersizliğinin her açığa çıktığı durumda isedüzenin yardımına başbakan, bakanlar ve başka yetkili(!) kişilerce yapılan açıklamalar koşmaktadır. Buaşamada kadınlara yapılan önerilerin en günceli “üççocuk yapıp evde oturmaları”dır. Uyuşturucu ve kötüalışkanlıkların yaygınlaşması ile ilgili BaşbakanYardımcısı Bülent Arınç’ın geçtiğimiz günlerde yaptığıgençlik dizilerini sorumlu ilan eden açıklama da budurumun en güncel örneklerindendir. “Herkes bilmelisigara içme yaşı küçüldü, alkol içme yaşı küçüldü.Uyuşturucuya başlama yaşı küçüldü” diyen Arınç,sorunun en önemli muhataplarından biri olarak

gençlik dizilerini göstermiş ve şöyle demişti: “Pek çok televizyonda gençlik dizi furyası başladı.

Yani liseli gençlere yönelik diziler. Okul sıralarındaöğretmenlere karşı hitapları, arkadaşlarıyla ilişkileri,kız yüzünden kavga etmeleri, genç yaşta bazıözentilere gitmeleri, lüks hayat özlemleri, annebalarıyla olan ilişkileri o kadar büyük dejenerasyonhalinde topluma naklediliyor ki ben Türkiye’ninyaşadığı bu sosyal bunalımda bu tür dizileri eğer eğiticive öğretici olmuyorsa çok büyük payının olduğunainanıyorum”

Sorunun gerçek kaynağını görmezden gelen bu türaçıklamaları yapan zihniyet çocuk istismarına karşı da“çığlık atmayı” geliştirmiştir.

Çocukların mücadele çığlıkları sizin sonunuz olacak!

Çocuk istismarına karşı geliştirilen bu etkin (!)yöntemin ise ne kadar geçerli olduğu 1 Mayıs’tayaşanan vahşi polis terörü sırasında test edildi. Pekçoğumuzun hafızalarına 1 Mayıs günü biber gazındanetkilenen çocukların çığlıkları kazındı. Böyleceçocuklarımızı öncelikle sermaye devletininvahşiliğinden korumamız gerektiği bir kez dahakanıtlanmış oldu.

Kısacası düzen temsilcileri tarafından yaşadığımıztoplumsal sorunların gerçek sebepleri ortayakonmadığı gibi çözüm yöntemleri de ya sözdekalmaktadır, ya da kadınlara önerilen “üç çocuk yapıpevde oturmaları” yönteminde olduğu gibi sorunu dahada derinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır.Tam da bu sebeple çocuk istismarına karşı atılacak birçığlık varsa onun da bu çürümüş düzene ve onuntemsilcilerine karşı yükseltilecek mücadele çığlıkları

“Çocuklarınızaçığlık atmayı öğretin”

Kütahya’da Berkin Elvaneylemine soruşturma

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde yaklaşıkolarak 120 öğrenciye soruşturma açıldı.

Polis tarafından katledilen Berkin Elvan’ı anmaeylemi nedeniyle başlatılan soruşturmaya paralelolarak da polis öğrencileri taciz ediyor. Tek tek sivilpolisler tarafından yolda çevrilerek veya yurt odalarınagelinerek “Emniyete kadar gelmeniz gerekmekte”denilip öğrenciler üzerinde baskı kurulmaya çalışılıyor.

Polis daha da ileri giderek tehditkâr konuşmalaryapıyor, öğrencileri korkutmaya çalışıyor.Üniversiteliler “Sokaklardaki meşruluğumuzun bizlerfarkındayız ve hiçbir zaman yılmadan mücadelemizedevam edeceğiz” diyerek soruşturmalar karşısında geriadım atmayacaklarını ifade ediyor.

Ekim Gençliği / Kütahya

Sincan DLB’denDenizler söyleşisi

Sincan Devrimci Liseliler Birlği (DLB), Denizler’inmücadelesi üzerine 3 Mayıs’ta bir söyleşigerçekleştirdi.

1 Mayıs’ın değerlendirilmesinin ardından öncelikle‘60’lı yıllardaki gençlik ve işçi hareketleri üzerindeduruldu. Ardından ‘68 kuşağının TİP reformizmini veMilli Demokratik Devrim düşüncesini aştığı vedevrimci hareketi yarattığı üzerinde duruldu.Denizler’in, Mahirler’den ve İbrahimler’den ayrı elealınamayacağı vurgulandı.

Denizler’den miras kalan düzenin kurumlarınıtanımama, onları zor yoluyla devirme, illegal partileresahip olunması gibi ilkelerin bugün reformist solyapılarca görmezden gelindiği belirtildi. Kemalistlerinve reformistlerin Denizler’i istismar ettiği üzerine veKemalizm’in içeriğine dair konuşmalar yapıldı.

Verilen aranın ardından ilerleyen günlerdeyapılacak eğitim çalışmaları üzerine tartışmayürütüldü. Eğitim çalışmasının Marksizm’in esaslarıüzerine yapılmasına karar verilerek söyleşisonlandırıldı.

Oldukça canlı geçen söyleşide örgütlenme üzerineanlamlı sohbetler gerçekleştirildi.

Liselilerin Sesi / Sincan

Page 30: Kızıl Bayrak 2014 19

Ankara Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi (HMÖİ)

gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla hapishanede kalpkrizi geçiren ve doktor ya da ambulans olmadığı içinhayatını kaybeden Aram Akyüz’ü andı, tüm hastatutsaklara özgürlük istedi.

Güvenpark’ta gerçekleştirilen basın açıklamasındaAram Akyüz’ün katilinin devlet olduğu teşhir edilirkenErzurum H Tipi Kapalı Hapishanesi’nden gelen birmektupla yeni bir çığlığın yükseldiği ifade edildi. 22Kasım 2013’te Dersim’de PKK’ye yardım-yataklıkiddiasıyla tutuklanan 59 yaşındaki Hüseyin Zeytin’inbağırsak kanseri olduğu, hapishaneye girmesiylebirlikte durumunun hızla kötüleştiği, 160 günde 85kilodan 70 kiloya düştüğü belirtildi. DoktorlarınErzurum’dan Ankara’ya sevk ettiği fakat AdaletBakanlığı’nın reddettiğinin altı çizildi. “Hüseyin Zeytin’e‘yardım ve yataklık’ suçundan fiili ‘idam’ cezası mıverildi?” diye soran HMÖİ, milletvekilliği YSKtarafından düşürülen ve 5 yıldır tutuklu olan HatipDicle’nin kalp rahatsızlığından kaldırıldığı hastanedentekrar hapishaneye gönderildiğini ifade etti.

Hasta mahpusların serbest bırakılması talebiylesonlanan eylemde her Cumartesi Güvenpark’taeylemlerin süreceği belirtildi.

İstanbulİHD, Galatasaray Meydanı’nda 111. F oturmasını

gerçekleştirerek hasta mahpusların durumuna dikkatçekmeye devam etti.

İHD Cezaevi Komisyonu adına basın açıklamasınıNur Sürer okudu. Devletin bir işkence yöntemi olarakhasta tutsakları yavaş yavaş ölüme terk ettiği belirtilenaçıklama hasta maphus Süreyya Bulut’un sağlıkdurumu hakkında bilgilendirmeyle sürdü.

Bulut’a 2003 yılında “Wernicke KorsakoffSendromu” tanısı konulduğu ve sol gözünün de körolmak üzere olduğu belirtildi. Vücudunda kalanşarapnel parçaları nedeniyle de çok fazla ağrı çektiğiifade edildi. Heyetin verdiği “hayati tehlike arz ediyor”yönündeki rapora rağmen serbest bırakılmadığı ve2013 Kasımı’ndaki başvuru sonucunda Bulut’ungönderildiği Adli Tıp Kurumu’ndan hala yanıt gelmediğiaktarıldı.

Açıklamanın devamında hasta tutsaklar; AdemYüksekdağ, Abdullah Ecevit, Ahmet Tamir, Ali CanYalçıner, Adem Amaç, Abdurrahman Çokur,Abdulvahap Kavak, Akif İpek, Ali Adıma ve AbdülazizÖzdemir’in sağlık durumları hakkında bilgi verilerekserbest bırakılmaları istendi.

Basın açıklamasının ardından Süreyya Bulut’unkardeşi Semra Kıvrak konuşarak ablasının sağlıkdurumunun kötüye gittiğini belirtti. Kıvrak, görüşegittiklerinde ablasının kendilerini uzun süre tanımaktagüçlük çektiğini, görüşe arkadaşları tarafındangetirildiğini anlatarak serbest bırakılmasını istedi.

Kızıl Bayrak / Ankara-İstanbul

Hasta mahpuslar içineylemler sürüyor

“Hüsamettin ve Soner’iaramaktan vazgeçmeyeceğiz!”

Cumartesi Anneleri eylemlerinin 475. haftasında22 yıldır failleri cezasız kalan Hüsamettin Yaman veSoner Gül için buluştu.

Galatasaray Meydanı’nda yapılan oturmaeyleminde kayıp yakınlarından Abdullah Canan’ın oğluYakup Canan, Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız,Hüsamettin Yaman’ın abisi Feyyaz Yaman ve HayrettinEren’in kardeşi İkbal Eren konuşma yaptı.

Kayıp yakınları, yaptıkları konuşmalarda seslerininduyulmamasına ve aslında belli olan faillerin yıllardırcezasız kalmasına tepki göstererek seslerininduyulmasını, kayıpların faillerinin cezalandırılmasınıistedi.

Bu haftaki basın açıklamasını Mukaddes Şamiloğluokudu.

Devletin cezasızlık politikasının teşhiriyle başlayanbasın açıklamasında Hüsamettin Yaman ve MehmetSoner Gül için toplanıldığı ifade edilerek süreçözetlendi.

Yaman ve Gül’ün 4 Mayıs 1992 tarihindeFındıkzade Otobüs Durağı’ndan birlikte gözaltınaalındıkları ve tüm girişimlere rağmen gözaltınaalındıklarının kabul edilmediği belirtildi. Açıklamanındevamında katillerden Ayhan Çarkın’ın itirafı üzerineailenin yeniden suç duyurusunda bulunduğu fakatdevlet tarafından sürüncemede bırakılan dosyanındaha sonra örgütlü suçlar kapsamından çıkarılarakdevlet memuru suçları bürosuna gönderildiği söylendi.Basın açıklaması Yaman ve Gül’ü aramaktanvazgeçilmeyeceği ve kaybedenlerin affedilmeyeceğiifade edilerek sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dersim’dekatledilenler anıldı

Dersim’de 76 yıl önce devletin gerçekleştirdiğikatliamda yaşamını yitirenler 3 Mayıs’ta Taksim’deeylemle anıldı. Galatasaray Meydanı’nda yapılaneylemde ilk olarak katledilenler için saygı duruşugerçekleştirildi. Saygı duruşunun ardından eylemidüzenleyen Dersim Pertekliler Derneği, AlibeyköyDersimliler Derneği, Gebze Dersimliler Derneği,Dersim Gazetesi, Özgür Demokratik Alevi Derneği,Kurmeşliler Derneği, Aguçan Derneği ve Munzur ÇevreDerneği adına ortak basın açıklamasını DersimGazetesi’nden Hüseyin Ayrılmaz okudu.

Dönemin Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarılan özelyasa sonucunda Dersim’de gerçekleştirilen soykırımınyıldönümü olduğu belirtilen açıklamada katliamınplanlı bir şekilde gerçekleştirildiği ifade edildi. 1937-1938 yıllarında gerçekleştirilen katliamlarda çok sayıdainsanın katledildiği belirtilen açıklamada bununHitler’den önce gerçekleştirilen bir soykırım olduğuifade edildi. Açıklamanın devamında Dersimkatliamından cesaret alanların; Sivas, Maraş, Çorum,Roboski katliamlarını gerçekleştirdiği söylendi.

“Katledilenlerin ahı yerde kalmasın” diye her yıleylem yapıldığı vurgulandı. Basın açıklamasınınardından konuşan Ferhat Tunç ise Dersimliler’ingerçek anlamda bir özür beklediğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 31: Kızıl Bayrak 2014 19

Gündemin yoğun olduğu bir ülkede ardı sıradeğişen gündemleri tartışmak, fikir alışverişindebulunmak, ileriyi göre(meye)n demokrasinin olmazsaolmazıdır. Övünerek Avrupa ile yarıştırılan ve tanımlarıda buna göre yapılan zaman zaman sözde restlerinçekildiği bir ülke demokrasisi. Elbette demokrasiyisadece başka ülkelerin gelişmişlik düzeyine göreşekillendirmek, yorumlamak kendi gerçekliğinigösterirken, ne yazık ki bu gerçeklik medyanın allayıppullamasıyla iyiye güzele yorumlanmakta ve bu yarıştahakemlik, jürilik görevini üstlenmekte.

Çok değil yakın zamanda Gezi’de açığa çıkandemokrasiyle övünenler demokrasinin iyi sınavverdiğini savunanlar var. (Gezi’de açığa çıkan demokrasibaşta olmak üzere bizler bu demokrasinin nasılolduğunu çok iyi bilmekte ve tanımaktayız. Yaşamımızınkesitleri övünülen demokrasinin izdüşümleriyledoludur. Bugün hapishanede olmam da bununörneğidir. Ama yazının konusu ben olmadığımdan bukonuyu geçiyorum.)

Demokrasinin “ileriliğini” savunanların ağızlarınapeleseng eyleyenlerin bununla beraber yaratmışoldukları bir bilinç bulanıklığı söz konusudur. Ki bugünyaratılan da tam da bunun ifadesidir. “İleri” söylenen,övünülen, övülen demokrasinin bilinç bulanıklığındanbaşka anlam ifade edilip edilmediğini ezilen milyonlarınyaşamlarından, yaşam alanlarına yapılanmüdahaleden, bu müdahaleye karşı çıkanların karşıkarşıya kaldıkları durum örnektir. Doğruların çarpıtıldığıbir basında doğruları halka taşımak yerine yaratılanbilinç bulanıklığına çanak tutup yandaş olmanınpratiğini seve seve kabul etmiştir. Bunun karşısındadoğruları halka ulaştırmayı, onları açığa çıkaran yazançizen ise ilerle(me)yen demokrasinin yöneticileritarafından hedef durumuna getirilmiştir.

Bugün ilerisiyle övünülen demokrasininizdüşümünü eğitimden sanata hukuktan basınasağlıktan iletişime kadar yaşamın her alanında tanıklıketmekteyiz. Ancak bir alan var ki gizli kalınmışgizlenilmeye çalışılmıştır. Bu alan “ileri demokrasi”nedir sorusuna öyle güzel bir cevap oluyor ki nasıl birdemokrasiye sahip olduğumuzu neyle övünüldüğünüaçıklar bizlere.

Bu alanlar modern olarak topluma sunulanhapishanelerdir. Nasıl ki demokrasinin yarıştırıldığı birülke demokrasisine sahipsek bu yarışa hapishaneler dedahil edilmekte. Peki bizler modern diye topluma lanseedilen alanları demokrasi merkezleri olan bu alanları nekadar takip ediyoruz? Bu alanlarda neler yaşanıyorbiliyor muyuz? Bakalım modern hapishaneler ne kadarövünç alanları, cazibe merkezleri, modern yaşamalanları...

“Bir ülkedeki demokrasinin nasıl olduğunu görmekve anlamak için o ülkenin hapishanelerine bakmakyeterli.”

Topluma hoş, güzel mekanlar olarak sunulan seçimmitinglerinde müjdesi verilen güzide yatırım alanlarıolarak tanımlanan hapishaneler, övünülen, övülen,yarıştırılan modern mekanlar... Hangi ülke güzideyatırım alanları olarak hapishaneleri tanımlar o dadüşünülecek ayrı mesele... Hapishanelerin övülen,övünülen alanların en başat sorunu “ileriliğini” hastatutsakların durumu olarak tanımlamak yanlış olmaz.

İçeriği doldurulduğunda hasta tutsakların yaşamkoşulları tedavi imkanları göz önüne alındığında budurum daha iyi algılanır.

Yaşamın her alanında en büyük hak ihlali insanyaşamının gasp edilmesi, ihlal edilmesi, ipotek altınaalınmasıdır. Bu ihlallere sessiz kalmak da bu suça ortakolmak demektir.

Hasta tutsakların tedavilerinin engellenmesi,yaptırılmaması, kelepçeli tedaviye zorlanması,hastaneye mahkemeye giderken sözlü ve fiziki işkence,saldırı, ölüme sürüklenmesi, öldürülmek istenmesi. Son10 yılda ölümüne seyirci kalınan adli tıp raporlarıylayaşayabilir denilmesine rağmen hapishanelerdekatledilen tutsak sayısı 2000-2011 verilerinde 2024 kişi.Türkiye’de idam edilenlerin sayısıyla karşılaştırdığımızdaölümlerde, katledilmenin sadece isim ve şekildeğiştirdiği karşımıza çıkıyor. İdam edilenlerin sayısı2512. 11 yılda hapishanede ölümüne seyirci kalınan2024 kişi. İşte ileriyi göre(meye)n demokraside insanaverilen değer. İşte bu ölümlerin olmasında en baştasorumlu olan kurumlardan birisi de Adli TıpKurumu’dur. Hapishanede rahat rahat yaşayabilir(ölebilir), yaşayabilmesinde (ölmesinde) bir sakıncayoktur raporunu veren Adli Tıp. Modern hapishanelercansız bedenlerde, eriyen hücrelerde tükenenbedenlerde kendini gösteriyor.

TTB ve Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin hazırlamışolduğu bir diğer rapora göre 100’ü kanser olmaklaberaber 300’ü aşkın hasta tutsak hapishanelerde. Busayı her geçen gün artmakta. İşte bugün hapishanedekihasta tutsaklardan biri de Kandıra F tipi’nde tutsakbulunan Abdullah Kalay’dır. Abdullah Kalay’ın %65 kalpyetmezliği olmasına rağmen, daha önce hapishanedegeçirmiş olduğu kalp krizi olmasına rağmen yinehastaneye 1 saat geç götürülmesi hücredençıkartılırken ayakta yürütülerek çıkartılması, aynı güntekrar hücreye getirilmesi de işin bir diğer katletmeprovasıdır. Ölüm oruçlarından kalma hastalıkları dasıralandığında bu tablo daha netliğe kavuşur. Bunarağmen adli tıp hala Abdullah Kalay’ın hapishanedekalmasında bir sakınca yoktur, rahat rahathapishanenin modernliğinden faydalanabilirdenmekte, katledilmek istenmekte... Açıktan cinayetişlenmektedir. Abdullah Kalay’ın yaşam hakkı gaspedilmiştir. Oysa bugün Abdullah Kalay gibi hapishanedekalp krizi geçiren, geçirdiği kalp krizi sonucu ameliyatedilen Ergin Soygun ise ertesi gün gecikilmeden tahliyeedilmiştir. Burada bir soruyu sormak yine birzorunluluk. İleriyi göre(meye)n demokrasi övünülendemokrasi bu mudur? Birilerinin ölmemesi içintahliyelerin yapıldığını diğer bir yandan birilerinin yaniAbdullah Kalay’ın ölümüne seyirci kalınmakta. Eşitdenen demokrasi eşitliği sağlamamakta. Her duyarlıbireyin kendilerine bu soruları sorması ve cevaplamasıönemlidir. Doğru cevaplar verilirse Abdullah Kalay iledayanışma yükseltilir.

İşte Abdullah Kalay nezdinde hasta tutsakların ortaksorunu modern hapishanelerde kılıfına uydurulmuşmodern ölüm alanları. Abdullah Kalay’ın durumu nasılbir demokrasinin olduğunu açıklar. Bu uygulamayasessiz kalanların kendilerine aydınım, ilericiyim,sanatçıyım, yazarım, gazeteciyim demesi boşunadır.Bizler haklıyız demokrasiden yanayız diyenlerin

antidemokratik uygulamalara sessiz kalmamasıönemlidir. Bırakalım insanların önüne gelen sıfatları.İnsan olabilmenin gerekliliklerini yerine getirebilmektüm bu sıfatlardan daha önemlidir .İnsana dair ne varsaonu güzel kılmaya çalıştığınızda bu sıfatlar anlamınıbulur. Devrimci tutsak Abdullah Kalay’ın durumunadikkat çekebilmek insan yaşamına verilen değerdir.Gezi’de gösterilen duyarlılık Abdullah Kalay’ısahiplenmede gösterilmelidir. Bizler de sizleraracılığıyla bu duruma dikkat çekmek istiyoruz,kamuoyu oluşturmak istiyoruz. Unutmayalım kihapishane sorunu sadece ilericilerin, devrimcilerin,komünistlerin, günümüz marjinallerinin sorunudeğildir. İnsana, doğaya, emeğe dair güzel düşlerbüyütenin umutlarını diri tutanların sorunudur.

Bu sorun;- Emeğine, alınterine, geleceğine sahip çıkanların;

yani insanlığın sorunudur.1 - Ürününe, toprağına, ağacına, suyuna, doğasına

sahip çıkanların; yani işçilerin, köylülerin, çiftçilerin,doğa ve çevreseverlerin,

2 - Eğitimine, sağlığına, ulaşımına, iletişimine sahipçıkanların; yani öğrencilerin, öğretmenlerin,avukatların, doktorların, esnafların, gazetecilerin,memurların,

3 -Bedenim benimdir diyen, bedenine, kimliğinesahip çıkanların ; yani kadınların LGBT’lerin,

4 - Diline, inancına, insanına, kültürüne sahipçıkanların; yani Lazlar’ın, Çerkezler’in, Ermeniler’in,Kürtler’in, Türkler’in, Aleviler’in...

5 - Bir bütün geleceğine sahip çıkanların geleceğiemeğiyle, dişleriyle, nasırlı elleriyle insana dair ne varsaonu yaşanılır kılmanın savunusunu yapanlarınsorunudur.

Şimdi tüm bunlar için mücadele eden ve tutsakdüşen Abdullah Kalay’ı sahiplenmenin onunladayanışmayı büyütmenin, hasta tutsakların durumunadikkat çekmenin zamanıdır.

Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Şimdidengöstermiş olduğunuz duyarlılıktan dolayı teşekkürlerimisunuyorum.

Dirençle-Umutla kalın… Sevgilerle… Hıdır Yıldız

M Tipi Hapishane E-5 İnebolu / Kastamonu

“İhlallere sessiz kalmak da suça ortak olmaktır”

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/19 * 9 Mayıs 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Page 32: Kızıl Bayrak 2014 19

(...)Devrimci gençliğin demokratik ve devrimci eylemlerine katıldım ve devrimci düşüncemi geliştirdim. 1967 yılında 9 arkadaşımla birlikte Çapa Fikir Kulübü’nü kurduk. O

dönemde FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun ve TİP’in bir üyesi olarak, onların düzenlediği bütün toplantı, forum, miting ve gösterilere katıldım. 1968 yılında okulun gerici yönetimi tarafından önce muvakkat ve daha sonra da kati olarak uzaklaştırıldım. Buna karşı Danıştay’dan yürütmenin durdurulması kararı

almama rağmen okulun faşist idarecileri bu karara uymadı. Benim düşünce yapım, katılmış olduğum eylemler ve gençlik örgütündeki çalışmalarım, okuldanuzaklaştırılmamın başlıca nedenleri olarak gösterildi. Hatırladığım kadarıyla o zamanlar katıldığım, “NATO’ya Hayır” ve Amerikan 6. filosunu protesto eylemleri, HalkAşıkları Gecesi düzenlemeye çalışmam, bazı bildirilerin dağıtılması ve işçi yürüyüşlerine katılmam öğrencilik sıfatıma zarar getiren hareketler olarak telakki edilmiştir.Oysa bunlar, yurdunu ve halkını seven herkesin, kendi inancı ve bilinci doğrultusunda sürdürmesi gereken ve kişisel sorumluluğu olan çalışmalardır.

Gelişen zaman içinde FKF gençlik örgütünde bazı görüş ayrılıkları belirmişti. Bu bir bakıma, ilerleyen bilincin ve edinilen tecrübelerin doğal sonucuydu. FKF içindebeliren başlıca iki görüş: Birincisi, FKF yönetiminin öteden beri TİP’in parlamentocu ve reformcu görüşü. İkincisi, milli demokratik devrimi savunan aşamalı devrim tezi.Bu düşünceyi ilk zamanlar Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi, daha sonra da PDA ve İşçi-Köylü de savunmaya çalıştı. Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi bazı olumsuzyanlarına rağmen, devrimci kadroların bilincinin ilerlemesine ve devrimci düşüncenin kavranmasına yardımcı oldu. Çünkü TİP ve yönetici kadrosu, devrimci kadrolar,işçiler ve köylüler arasında devrimci düşüncenin, Marksizm-Leninizm’in yayılmasını engelliyorlardı. Ben, TİP’in yöneticilerini, kendilerinesosyalist adını veren reformcu orta burjuva aydınları olarak görüyorum. TİP’in çizgisi de, orta burjuvazinin radikal kesiminin tutarlıreformist çizgisiydi.

Ben bu ayrılıkta MDD’yi (milli demokratik devrim) savunan grup içerisinde yer aldım. Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergiçevresi, tam ve -kelimenin gerçek anlamında- devrimci mahiyette olmamakla birlikte, TİP’e göre, işçilerin, köylülerin,gençliğin ve diğer halk kitlelerinin demokratik ve devrimci anlamda eylemlerine biraz daha fazla ilgi göstermeyeçalıştı.

Daha sonra 1969 yılında FKF’nin DEV-GENÇ’e dönüştüğü kurultayda, DEV-GENÇ ve Aydınlık SosyalistDergi içinde de ayrılık oldu. Ben bu ayrılıkta Proleter Devrimci Aydınlık ve İşçi-Köylü dergi ve gazetesiçevresindeki arkadaşların grubunda yer aldım. Bu dergi ve gazetenin çıkışına, dağıtımına yardımcıolmaya, savunduğumuz görüşleri işçiler, köylüler ve gençlik içersinde yaymaya çalıştım. Yine bu aradaTrakya’daki topraksız köylülerin, ellerinden toprağı jandarma gücüyle gaspetmiş büyük çifliksahiplerinin topraklarını işgal etmesi eylemlerine, İstanbul’da Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi,Pertriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer ve Derby fabrikalarındaki işçilerin haklı grev vedirenişlerine yardımcı olmak için elimden geleni yaptım. 15-16 Haziran büyük işçi yürüyüşüne katıldım vefırsat buldukça da faşistlerin üniversitelere yaptığı saldırılara karşı savunma mücadelesi veren devrimcigençliğin bu mücadelesine ve diğer demokratik eylemlerine katkıda bulunmaya çalıştım.

Ben buraya kadar anlattığım şeyleri söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bütün bunlar, o dönemdeki legal vekanunen de suç olmayan faaliyetlerdi. Ben de, bir devrimci olarak bu faaliyetler içerisinde yukarda anlattığımçerçeve içerisinde yer aldım. Bu çalışmalarımı, Marksizm-Leninizm’e inanan bir komünist devrimcinin halkınkurtuluşu için yapması gerekli çalışmalar olduğu kadar, devrimci gençliğin örgütü DEV-GENÇ’in üyesi olan birdevrimci gencin halka ve gençliğe karşı sorumluluğunun gereği olarak da sürdürdüm. Ancak şahsımı ilgilendirenkonular ve hakkımdaki isnatları taşan hususlardan gayri, gençlik örgütü ve çalıştığım devrimci gruplar içinde başkalarınıetkileyebilecek bir beyanda bulunamam. Anlatmış olduğum şeyler, gençlik ve içinde bulunduğum devrimci gruplarsaflarında kendi çalışma ve düşüncelerimle ilgili bulunmaktadır. Başkaları hakkında beyanda bulunmayı, kişisel sorumluluksahamı aşan bir hareket sayarım. Sıkıyönetim ilanına kadar faaliyetlerim bunlardı.

(...) Benim, bahsettiğiniz TİİKP adlı örgütle hiç bir bağıntısı olmayan kişisel nitelikteki faaliyetlerim, Türkiye Komünist Partisi

(Marksist-Leninist) ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu saflarına katılmama kadar sürmüştür. Sonradan katıldığım buörgütlere ne zaman katıldığımı hatırlamıyorum. Ve beni bu örgütlere kimin aldığını söylemeyi de gereksiz buluyorum.TKP/M-L ve ona bağlı TİKKO örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız buörgütlerin saflarına katıldığımı, onların illegal üyesi ve taraflısı olduğumu saklamıyorum ve bu örgütlerin üyesiolmaktan büyük bir kıvanç duyuyorum.

(...) Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi

hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içerisinde olmayıp da bizeyardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekenizaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetleinandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişmandeğilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli birmücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Birgün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım” dedi. Başka birdiyeceği olmadığını söyledi ve birlikte tutulan işbu ifade zaptı, okunup imzalandı(21 Nisan 1973, TKP/M-L, TİKKO, TMLGB Davası, Klasör No 3, Dosya No 1, SıraNo. 4).

(...)Kaypakkaya’nın savunmasından...

(İbrahim Kaypakkaya/Bütün Yazılar-1, Tufan Yayınları, s.12-17)

İbrahim Kaypakkaya’yı saygıyla anıyoruz...Faşizmin zindanlarında ser verip sır vermeyen devrimci önder