32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 22 • 30 Mayıs 2014 • 1 TL Birinci yıldönümünde, Haziran’da ölümsüzlüğe uğurladıklarımızı sahiplenmek için, kendi yaşamımızı elimize almak için yasak zincirlerini kırmaya. “Birgün gelecek, zaman bizim olacak, bizim!” s.3 S.16 Greif işçilerinden direniş manifestosu: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam! 1914’te Sosyal Demokrasi s.18 İşgal, boykot, direniş! s.26 Kavga bitmedi, daha yeni başlıyor! Milyonların baskı ve gericilik karşısında sokaklara döküldüğü büyük halk hareketinin üzerinden tam bir yıl geçti. Geçtiğimiz yıl 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece büyük bir öfke patlaması ile Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve hızla bütün bir ülke sathına yayılan Haziran Direnişi, bu topraklarda yeni bir dönemin kapılarını araladı. Uzun yıllardır baskı altında tutulan, iliklerine kadar sömürülen ve horlanan emekçi kitlelerin direniş sürecinde öne çıkardığı “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi, bir dönemin kapandığını en özlü bir şekilde ortaya koyuyordu. “Sosyal mücadele açısından yeni bir dönem başladı. Gezi türü hareketlere bu ülkenin şiddetle ihtiyacı vardı... Bu bir aşamadır ve çok önemlidir. Bu açıdan tarihi denebilecek bir önemi var Haziran Direnişi’nin. Türkiye’de sosyal-siyasal mücadelenin gelişmesi bakımından çok önemli bir basamak.” Haziran Direnişi-2 H. Fırat (Ekim Sayı 292 Aralık 2013) Bu daha başlangıç! Dünya ölçeğinde kitle hareketlerinin büyük halk isyanlarına dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz. Yerkürenin hemen her kıtasında emekçi yığınlar, onyıllardır uygulanagelen neo-liberal yıkım politikalarının yarattığı öfke ile sokaklara iniyor. İşte Haziran Direnişi, içerisinden geçtiğimiz yeni tarihsel döneme has sınıf- kitle hareketlerinin Türkiye halkasını oluşturmaktadır. (Devamı s.2’de...)

Kızıl Bayrak 2014-22

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2014-22 / 30 Mayıs

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2014-22

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 22 • 30 Mayıs 2014 • 1 TL

Birinci yıldönümünde, Haziran’daölümsüzlüğe uğurladıklarımızısahiplenmek için, kendi yaşamımızıelimize almak için yasak zincirlerinikırmaya.

“Birgün gelecek, zamanbizim olacak, bizim!”

s.3

S.16Greif işçilerinden direniş manifestosu: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

1914’te Sosyal Demokrasi

s.18

İşgal, boykot, direniş!

s.26

Kavga bitmedi,daha yeni başlıyor!

Milyonların baskı ve gericilik karşısındasokaklara döküldüğü büyük halk hareketininüzerinden tam bir yıl geçti. Geçtiğimiz yıl 31Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece büyük biröfke patlaması ile Taksim Gezi Parkı’ndabaşlayan ve hızla bütün bir ülke sathınayayılan Haziran Direnişi, bu topraklarda yenibir dönemin kapılarını araladı.

Uzun yıllardır baskı altında tutulan,iliklerine kadar sömürülen ve horlananemekçi kitlelerin direniş sürecinde öneçıkardığı “artık hiçbir şey eskisi gibiolmayacak” söylemi, bir döneminkapandığını en özlü bir şekilde ortayakoyuyordu.

“Sosyal mücadele açısından yeni birdönem başladı. Gezi türü hareketlere buülkenin şiddetle ihtiyacı vardı... Bu biraşamadır ve çok önemlidir. Bu açıdan tarihidenebilecek bir önemi var HaziranDirenişi’nin. Türkiye’de sosyal-siyasalmücadelenin gelişmesi bakımından çokönemli bir basamak.” Haziran Direnişi-2 H.Fırat (Ekim Sayı 292 Aralık 2013)

Bu daha başlangıç!

Dünya ölçeğinde kitle hareketlerininbüyük halk isyanlarına dönüştüğü birdönemden geçiyoruz. Yerkürenin hemenher kıtasında emekçi yığınlar, onyıllardıruygulanagelen neo-liberal yıkımpolitikalarının yarattığı öfke ile sokaklarainiyor. İşte Haziran Direnişi, içerisindengeçtiğimiz yeni tarihsel döneme has sınıf-kitle hareketlerinin Türkiye halkasınıoluşturmaktadır. (Devamı s.2’de...)

Page 2: Kızıl Bayrak 2014-22

Milyonların baskı ve gericilik karşısında sokaklaradöküldüğü büyük halk hareketinin üzerinden tam biryıl geçti. Geçtiğimiz yıl 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayangece büyük bir öfke patlaması ile Taksim GeziParkı’nda başlayan ve hızla bütün bir ülke sathınayayılan Haziran Direnişi, bu topraklarda yeni birdönemin kapılarını araladı.

Uzun yıllardır baskı altında tutulan, iliklerine kadarsömürülen ve horlanan emekçi kitlelerin direnişsürecinde öne çıkardığı “artık hiçbir şey eskisi gibiolmayacak” söylemi, bir dönemin kapandığını en özlübir şekilde ortaya koyuyordu.

“Sosyal mücadele açısından yeni bir dönembaşladı. Gezi türü hareketlere bu ülkenin şiddetleihtiyacı vardı... Bu bir aşamadır ve çok önemlidir. Buaçıdan tarihi denebilecek bir önemi var HaziranDirenişi’nin. Türkiye’de sosyal-siyasal mücadeleningelişmesi bakımından çok önemli bir basamak.”Haziran Direnişi-2 H. Fırat (Ekim Sayı 292 Aralık 2013)

Bu daha başlangıç!

Dünya ölçeğinde kitle hareketlerinin büyük halkisyanlarına dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz.Yerkürenin hemen her kıtasında emekçi yığınlar,onyıllardır uygulanagelen neo-liberal yıkımpolitikalarının yarattığı öfke ile sokaklara iniyor. İşteHaziran Direnişi, içerisinden geçtiğimiz yeni tarihseldöneme has sınıf-kitle hareketlerinin Türkiye halkasınıoluşturmaktadır.

“Dünya tarihi yönünden yeni bir bunalımlar vesavaşlar dönemine girildiğini, geride kalan tarihselsürecin de gösterdiği gibi, bunun kaçınılmaz birbiçimde beraberinde devrimleri de getireceğini;nitekim halen dünya ölçüsünde, henüz devrimlerdüzeyine varmamış olsa bile, yarının devrimlerinegötürebilecek büyük toplumsal hareketlilikleryaşandığını, dolayısıyla tarihsel ölçülerle burada birbütünlük bulunduğunu söylüyor parti. Bu tahlilinsağladığı bilinç açıklığı iledir ki, Haziran Direnişi’neilişkin değerlendirmelerimiz olayların genel çerçevesikapsamında yeni tarihsel döneme özel bir tarzda işaretetmektedir.” Haziran Direnişi-1 H. Fırat (Ekim Sayı 291Kasım 2013)

Türkiye toplumunun derinliklerinde on yıllardırmayalanan ve sarsıcı etkiler yaratan bu büyük direniş,yeni dönem kitle hareketlerinin bir başlangıcıniteliğindeydi. Zira on yıllardır uygulanan kapsamlıneo-liberal saldırı programları, toplumun mücadeleeden kesimlerini hedef alan sistematik devlet terörü,ezilen halklara ve mezheplere yönelik baskı veasimilasyon politikaları toplumun fay hatlarındamuazzam bir enerji birikime yol açtı.

Yıllardır bu gerici ve boğucu atmosferden çeşitlibiçimler altında çıkış arayan emekçi kitleler, HaziranDirenişi ile birlikte korku duvarlarını yerle bir ettiler.2013 Haziranı’nda fay hattında ilk büyük kırılmayaşandı. Haziran Direnişi’ne malolan o sloganda daifade edildiği gibi, “bu daha başlangıç”tı.

Sermaye düzeninin Haziran korkusuher geçen gün büyüyor

Bu büyük direniş başta AKP iktidarı olmak üzeretüm sermaye çevrelerine büyük bir korku saldı. Öyleki, yedikleri bu sarsıcı tokatla kimyaları bozuldu. Neyeuğradıklarını şaştılar.

Bu nedenledir ki, bir yıldır hemen her eylemin veher direnişin arkasında ‘Gezi hareketi’ arıyorlar. Bunedenledir ki, her eyleme azgınca saldırıyorlar. Üç kişiyan yana gelse yüzlerce polis ordusuyla karşılarınadikiliyorlar.

Sermaye düzeni Haziran korkusunu en açıkbiçmiyle ilk olarak geçtiğimiz yıl okulların açılmasıylayaşanacak eylemli süreç üzerinden ortaya koydu.Henüz Haziran Direnişi’nin etkileri sıcakkenüniversitelerin eylem ve direnişlerle açılacağıbeklentisi, sermaye düzeninin uykularını kaçırmayayetmişti. Yanılmadılar da. ODTÜ’de yaşanan direniş vehemen ardından gündeme gelen cami-cemeviprojesine karşı başlayan kitlesel-militan eylemler,korkularının nedensiz olmadığını, toplumun farklıkesimlerinin duyarlılıklarının hala daha diri olduğunugözler önüne serdi.

Dahası, Haziran ruhunun işçi sınıfı içerisindemayalandığına tanıklık eden sermaye düzeni ve onundevleti, saldırganlıkta gemi azıya aldı. Haziranbarikatlarını fabrikalarına taşıyan ve işgal eylemibaşlatan Greif işçilerine dönük saldırı esnasında,İstanbul Valisi’nin ‘Gezi’ korkusuna bir kez dahatanıklık ettik. İşgal eylemini hedef alan polis terörününardından fabrika önüne çadır kurmak isteyen direnişçiişçilere polis şeflerinin söylediği “Vali burası Gezi’yedöner diye çadıra izin vermiyor” sözleri, HaziranDirenişi’nin sermaye devletinde yarattığı korkununboyutlarını da gözler önüne sermiş oldu.

Haziran’ı yaratan sorunlaryerli yerinde duruyor

Büyük halk hareketinin yıldönümünde şu olgununaltını kalınca çizmek gerekiyor: Haziran Direnişi’niyaratan sorunlar yerli yerinde duruyor. Hatta daha daderinleşiyor. Halk hareketinin mayalandığı zemin hergeçen gün daha da güçleniyor.

Elbette hareket bugün belli oranda geri çekilmişdurumda. Bu işin doğası gereği böyle. Zira fay hattındabir ilk kırılma gerçekleşti, belli bir enerji boşalmasıyaşandı. Bunun geçici durum kendisi yanıltıcıolmamalıdır. Sınıf ve emekçi kitlelerin öfkesi bir kezdaha ve bu kez çok daha yıkıcı bir kapsamda birikmeyebaşladı bile. Zira sermaye düzeninin başta işçi sınıfıolmak üzere toplumun emekçi-ezilen kesimlerini hedefalan saldırılarının arkası kesilmiyor. BugününTürkiyesi’nde işçi sınıfının neredeyse tamamı açlıksınırının altında, asgari ücretlere çalıştırılıyor. Kölelikkoşullarında çalışmak anlamına gelen taşeronlukolağan çalışma rejimi olmuş durumda. Kürt halkını veAlevi emekçileri hedef alan yoğun bir baskı veasimilasyon saldırıları kesintisiz devam ediyor.

Bütün bunlar an be an toplumun derinliklerindepatlayıcı maddeler biriktiriyor. İşte sermaye devletininher olayın ya da eylemin arkasına ‘Gezi’ araması vebüyük bir korkuya kapılması bundan kaynaklanıyor.

Yeni Haziranlar yaratacak,yeni Ekimlere yürüyeceğiz!

Geçtiğimiz bir yıl içerisinde sınıf ve emekçilercephesinde yaşanan eylemli süreçler, yeniHaziranlar’ın kapıda olduğunu, dahası yeni dönemkitle hareketlerinin çok daha sert ve militan biçimleralacağını ortaya koydu.

Özellikle sınıf cephesinden yaşanan gelişmeler bugerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi. Gelinenyerde işten atma saldırısına karşı işçiler fabrikalarınıyakıyor. Yine Yatağan’da, Antalya’da işyeri ve fabrikaişgalleri gerçekleşiyor. Greif işçileri taşeron köleliğine,düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına karşı 60gün boyunca fabrikalarını işgal ederek tarihi bireylemin altına imza atıyorlar vb... Son olarak Soma’dayaşanan katliam karşısında işçilerin öfkesi sel olupsokaklara taştı.

Bütün bu gelişmeler Haziran Direnişi’ni mayalayansüreçlerin yerli yerinde olduğunu ortaya koyuyor.Dahası sermayenin kapsamlı saldırıları ile tablo çokdaha ağırlaşıyor. Bu demek oluyor ki yeni Haziranlarkapıda... Geçtiğimiz yıl Haziran barikatlarında sınananve güçlenen işçiler, emekçiler ve gençler isefabrikalarında, okullarında ve yaşamın dört bir yanındayeni Ekimler yaratma yolunda yeni Haziranlar’ahazırlanıyorlar.

Kavga bitmedi, daha yeni başlıyor!

Page 3: Kızıl Bayrak 2014-22

“Ölüm suretlerini gezdiren serseriler sızıpkalacaklar birazdan

ve bir tül gibi yırtılırken çevren bu kent yenidenyaşanacaktır!”

Tarih akıyor yeni biçimler alarak. “Bir gün gelecek,zaman bizim olacak, bizim” diyor komünist sanatçıBrecth. Bir karanlığın ucundaki ışığa koşar gibi, solukalıp verirken aldığı tadı duyumsamaz ya insan, o kadardoğal ve o kadar hayati. İnsanlığın elinde tarihinlambası inerken o derin karanlıklara bir andakarşılaşılacak. Zamanı bizim kılacak şey elbette sınıfsavaşımı ile birlikte tarih bilincidir, böyle bakılınca herşey toplumsal anlamını daha iyi ortaya koyacaktır.İnsanı koşullarını değiştirmek için harekete geçmeyezorlayan bilinç, tarih bilincidir.

Kapitalizm öldürür!

Kapitalizmde üretim doğrudan insan ihtiyaçlarınıkarşılamak için değil, pazara dönük olarak yapılır. İnsanihtiyaçlarıyla meta ve hizmetler arasındaki ilişki ancakdolaylı olarak bu pazarda kurulur. Böylece insan emeğiile ihtiyaç arasındaki bağ kopartılarak üretim“ihtiyaçlardan” bağımsız kılınır. Amacın kâr etmek vesermaye birikimini arttırmak olduğu koşullardatoplumsal ihtiyaç ve üretim arasındaki açı hızlaaçılarak üretim, giderek sermayenin yeniden veyeniden üretimi biçimini alır.

Doğada ve toplumda her şeyin karşıtıyla ve çatışmahalinde olduğunu, kapitalizmin bunalımını aşmayadönük her hamlesinin, onun temellerine darbeindirecek güçleri de harekete geçirdiğini unutmayalım!Üretim için üretim yüzyıllardır kıyım ve yıkım dışındabir şey getirmemiştir. Kapitalist krizin ve çıkışsızlığıntoplumu nasıl köklerinden sarstığını ve kitleleri nasılharekete geçirdiğini yaşayarak görüyoruz. Kapitalizminçelişkileri uzun bir dönemdir daha dakeskinleşmektedir. TKİP III. Kongresi’nde ifade edilenbiçimiyle alıntılıyoruz:

“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimlerdönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar vesavaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuranyakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusalgerçek, yeni bir devrimler döneminin de dolaysız birhabercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalistbunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım veacılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır.Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de...”

Sermaye iktidarının fıtratında katletmek var!

Sermaye birikiminin döngüsünü sağlayan işçilerinölü bedenleridir. Devletin katliamcı yüzüne biryenisinin daha eklendiği tarihteki en büyük işçikatliamlarından birini daha yaşadık. Sayısı konusundaresmi rakamların altında kaldığı yüzlerce ölü işçibedeni orta yerde duruyorken şirket sahibinin “en çok

da biz mağduruz” sözleri “şimdi mağdur değilsiniz amaolacaksınız” haykırışları ile karşılanırken, yani aslındaöfke hakimken her şeye, sınıf kinini büyütmezamanıdır! Zaman hesap sorma zamanıdır!

Soma A.Ş’nin sahibinin söylediği sözler benzerolaylar karşısında ne kadar saçmalanabileceğinihatırlattı. 2009 yılında Ankara Çankaya’da yedi gençdoğalgaz faciası sonucu ölmüştü. Başkent Doğal GazA.Ş. Genel Müdürü Veysel Karani Demir “gençler yarıçıplaktı” demişti ve ardından istifa etmek zorundakalmıştı.

Çernobil Faciası üzerine kanserojen maddeninyayılması ile ilgili dönemin sözcüleri yine incilerdöşemişti. TAEK başkanı Özemre “Ne bulursanızyiyebilirsiniz.” ve “Çayda tehlike yok ama dışsatımıyasaklıyoruz” (1986) 45. Hükümet Sanayi ve TicaretBakanı Cahit Aral “Dinine, imanına inanan ‘Radyasyonvar demez” (1986)

Bu iki örneğin dışında birçok örnek bulunur amayine de hiçbiri Soma A.Ş’deki kadar net bir sınıfsalvurgu taşımamaktadır. Ölen onlarca can üzerinepatronlar ve patronlar sınıfı için neyin önemliolduğunu göstermektedir. AKP iktidarının son yıllardadaha fazla yaptığı “mağdur” edebiyatının belki de ensinir bozucu olanıydı Soma A.Ş sahibinin sözleri.

Madencinin fıtratına ölümü yerleştiren sermayedevleti toplumda yaşayan her yaş aralığındanemekçilere fıtratında ne olduğunu bir olaydahatırlatıyor. Haziran günlerinden bugüne varana dekaslında egemenler korkularını her biçimdetekrarladılar. Haziran başlamadan sermaye devletininsözcüleri “Tekel gibi olmasın” diye korkuyorlardı.Haziran’da korku duvarlarını aşan sadece kitlelerolmadı, bir yandan sermaye devleti de Tekelkorkusunu ‘aşmış’ oldu.

Geçtiğimiz bir sene boyunca saldırganlığını arttıranAKP hükümeti azgınca saldırmaya devam ediyor.İşçilere, emekçilere, gençlere, kadınlara yönelik maddimanevi saldırganlığını arttırıyor. “Gençlerimiz ölüyorgidiyor, ‘Polis’imiz nasıl sabrediyor? 1 Mayıs’ta“provokatörler”, Okmeydanı’nda “terör örgütü”militanları, Soma’da “ortalığı karıştıranlar”, Gezi’de“çapulcular”, “nerede bu coğrafyanın geri kalançoğunluğu?”

Geri kalan çoğunluk için kısa kısa bakalım…Fabrikalarda, inşaatlarda, tersanelerde, taşeronluğunkol gezdiği her yerde ölüm ile burun buruna, açlıksınırında, yoksulluk ve savaş kıyımlarında yaşammücadelesi veriyor.

Her gün 3 kadından biri tacize, tecavüze ve şiddetemaruz bırakılıyor. Daha geçtiğimiz gün yine bir kadıncinayete kurban verilirken boşanan kadının fıtratındaöldürülmek var diyor. Bir Kürt kadını Rojava’dakiradikal İslamcı çetelerin katliamından kaçarken ikiçocuğunun gözleri önünde katledildi. Aynı gün 13yaşında Ali vuruldu ve gözlerini kaybetti. Türkiyesınırlarında aynı gün bir çocuk ve kadın sınırı geçmeyeçalışırken vuruldu. El Nusra ve IŞİD çetesi cennete

gitmesinler diye kadınlara tecavüz ediyor ve öldürüyor.Onlarca çocuk evlendiriliyor, çalıştırılıyor,

öldürülüyor. Berkin, Pamir, Ahmet, Didem ve dahaismini yazamadıklarımız. Çocukluklarını sisteminçarkları arasında yitiren büyüklerimiz oluyorlar artık.

Milyonlarca genç eşit olmayan bir yaşamda gelecekhayalleri kuruyor, dershaneler, özel okullar, değişensınav sistemleri ve müfredatlar ile yapboz tahtasınadönüştürülüyor geleceklerini kurdukları her köprü.

Geri kalan çoğunluk için aslında Haziranlar’ı,Greifler’i büyütmek dışında pek bir seçenek kalmıyor.Sermaye iktiadarı zulmünü arttırıyor. Korkusu azdıkçasaldırmaya devam ediyor.

Haziran’dan bugüne: Direniş özgürleştirir!

Var olan tarih bilinci zulmün ve gericiliğinkarşısında insanlığın ortak mirasını yaratırken belirliyöntemsel ortaklıklar yaratmış. Yüzyıllar öncesindenaktarılan bir örnek. Galile’nin karşısında kilise vardır,bağnazlık ve gericilik. Galile inancının peşinde gerçeğinizindedir. Galile’nin öğrencileri “mutsuzdur o ülke ki,kahramanlardan yoksundur” diye isyan ederler. Galile“hayır” der “Mutsuzdur o ülke ki, kahramanlar ister.”Kitlelerin, toplumların, insanların kahramanlara değilkendi yaşamını ellerine almaya ihtiyacı var. Bununyapılabildiğini hem tarih hem de yaşananlar gösteriyor.

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” denilengünlerin üzerinden bir yıl geçti. Bir sene boyuncaumudumuzu, öfkemizi, kinimizi büyütecek onlarcaolay yaşadık.

17 Aralık sadece bir yolsuzluk operasyonu olarakgeçmedi tarih sayfalarına. Bu devletin ne kadarçeteleşmiş, bu sistemin ne kadar çürümüş olduğunukanıtladı bizler için. Ayakkabı kutularından,kollarındaki saatlere ve sıfırlanamayan paralara kadarpisliğin içinde oluşlarını seçim hayalleri ile bir nebzehafiflettiler.

Taşeronluk sisteminin ölüm demek olduğunu sondönemlerde ilk haykıran Greif işçileri oldu. Soma’dayüzlerce canın katilliğinin bir numaralı sanığı olansermaye devleti bu suç aleti ile on yıllardır işçi kanı ilebeslenmekteydi. 44 tane taşerona karşı emeklerininarkasında olan Greif işçileri Haziran’ın ruhunayaslanarak ve “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”diyerek fabrikayı işgal etti.

Ardından Seyitömer, Milas, Karşı gazetesi, Anteksişçilerinin işgali, aslında sermaye sınıfının fıtratındasömürmek olduğunu bilen işçilerin kendi gelecekleriniellerine almasıydı. İTÜ, Mimar Sinan, Siirt, Ege işgalleribaşladı, gençlik işgallere omuz verdi. Hepsi işçi sınıfıaçısından Haziran kadar önemliydi.

Birinci yıl dönümünde, Haziran’da ölümsüzlüğeuğurladıklarımızı sahiplenmek için, sermaye devletininkorkularını büyütmek için kahramanları beklemeyedeğil kendi yaşamımızı elimize almak için tüm işçi veemekçilerle birlikte bir kez daha yasak zincirlerinikırmaya.

“Birgün gelecek,zaman bizim olacak, bizim!”

Page 4: Kızıl Bayrak 2014-22

Hesap sormak için mücadeleye!

Okmeydanı’nda Uğur Kurt’un vurulmasınınardından Alevi emekçiler “artık yeter!” diyerek İzmir,İstanbul, Ankara ve ülkenin dört bir yanında alanlaraçıktılar. “Adaletsizliğe ve vicdansızlığa yeter artık!Meydanlara çıkıyoruz” çağrısını yükselten ilerici Aleviörgütlerinin ülkenin dört bir yanında gerçekleştirdikleriprotesto eylemleri, yıllardır baskı ve asimilasyonsaldırılarına maruz kalan Alevi emekçilerinin birikenöfkesine ışık tuttu.

Uğur için sokağa çıkan Alevi emekçilere gaz vemermi yağdıran kolluk güçleri, geçen yıl Haziran ayınadamgasını vuran büyük halk hareketi sırasında Aleviçocuklarının sokak ortasında kurşunlanmasının dafailleriydiler. AKP iktidarının şefi katillerin ellerinisoğutmamak için tüm maharetini sergiledi. AKP şefibüyük halk hareketi sırasında da katillerin sırtlarınısıvazlamıştı. AKP iktidarı ve devlet sadece Alevilerikatletmekle yetinmiyor. Alevilerin ibadet yapmalarını,inançlarına uygun olarak şehitlerinin cenazelerinikaldırmalarına bile tahammül etmiyor.

Sermaye devletinin yürütme gücü olan AKP iktidarıbir yandan da kentsel dönüşüm adı altında Armutlubaşta olmak üzere Alevilerin yoğun olarak yaşadığısemtlerde emekçileri yerlerinden, yurtlarındançıkarmaya çalışıyor. Rantsal dönüşüm projelerininönünde engel olarak gördüğü ilerici, devrimcidinamiklere, Alevilere, Kürtlere yönelik saldırılara hızveriyor. Bu çerçevede bir kez daha kolluk terörünüarttırıyor.

Uğur’un katledilmesinin arkasında devletin ve AKPiktidarının sistematik saldırı politikaları yer alıyor. AKPiktidarı sadece cinayet işleyenlere destek vermekleyetinmiyor. Aynı zamanda Alevi-Sünni çatışmasınındümenine su taşıyor. Emekçileri mezhep temelindebölmek için tüm hünerini sergiliyor.

Cemevi’ne cümbüş evi diyen AKP iktidarının şefikatledenleri koltuğu altına alıyor. Bu nedenle katillerhala ellerini kollarını sallaya, sallaya geziyorlar. Buanlayışın Uğur’un katillerinin göstermelikyargılanmasına dahi izin vermeyeceği aşikardır.Dünden bugüne Alevilerin üzerinde tepinen devletgeleneği, gelinen yerde AKP iktidarı eliyle artaraksürüyor.

Bütün bu katliamlarda kullanılan el farklı da olsagövde belliydi. Bu gövde faşist sermaye devletinin takendisiydi. Devletliler, her seferinde adresi başkayerlerde arasalar da, “kışkırtma”, “tahrik” gibi kılıflarabüründürmek için çaba gösterseler de, gerçekte adresde belliydi. Bu adresin adı katliamcı sermayedevletiydi.

Sermaye devletinin egemenleri, dünden bugüneAlevileri sürekli olarak ötekileştirdiler, horladılar,baskılara, şiddete ve katliamlara maruz bıraktılar. UğurKurt’un katledilmesi yaşananların son halkasıdır. Tümsaldırı ve katliamların ardından saldırılarla ilgili olarakdevlet erkanın yaptığı açıklamalarda iki temel noktaöne çıktı. Bunlardan ilki Alevilere yönelik saldırılarıninkar edilmesi, ikincisi ise saldırı ve katliamların

icracılarının devlet tarafından sahiplenilmesiydi. UğurKurt’un katledilmesinin ardından da aynı tutum öneçıktı. Uğur Kurt’un katledilmesinin ardından AKPsözcülerinden gelen açıklamalar saldırganları daha dacesaretlendirdi. Dinci parti sözcüleri red ve inkaradayanan açıklamalarla yeni katliamlar için kapılarıardına kadar açmışlardı.

AKP iktidarı Alevilere yönelik saldırıları açıkçadestekleyen tutumuyla Uğurların katledilmesininzeminini döşedi. Örneğin AKP iktidarı “Madımakkatillerine zaman aşımı” ve “Madımak anmasınıyasaklama” vb. tutumlarla fiilen Alevilik inancınıyasakladı. AKP şefi Tayyip Erdoğan yaptığıaçıklamalarla Aleviliğe ve Alevilere yönelik saldırılarınayyuka çıkmasına yol açtı. Başta Diyanet İşleriBaşkanlığı ve bu kurumdan fetva alan TBMM Başkanıda aynı tutumu sürdürdü. Yargıtay’ın “Çankaya CemeviYaptırma Derneği” hakkında verdiği karar ise yargınında bu red, inkar, yasaklama ve katliama davetiyeçıkarma sürecine katıldığının açık göstergesi olarakkayıtlara geçti.

AKP iktidarı laik-anti laik çatışması, başörtüsü,giyim kuşam gibi sorunları büyüterek, işçi veemekçileri bu temelde bölmek istemekte, buçerçevede Aleviler üzerindeki baskılar, katliamtehditleri artmaktadır. Son zamanlarda Alevileri hedefalan saldırılarda devletin gizli güçleri saldırılarıntertipleyicisi, başta dinci parti olmak üzere açık güçleriise saldırıların seyircisi veya aktif bileşeni oldular.

Milyonlarca işçi ve emekçi her gün işsiz kalma,evsiz kalma tehdidi altında yaşamını sürdürüyor. Tamda bu ortamda işçi ve emekçiler Alevi ve Sünnitemelde saflaştırılmak isteniyor. Bu temeldekibölünme diğer sorunların önüne geçiriliyor. Aynısorunları, sıkıntıları yaşayan işçi ve emekçilerin butemel üzerinden bölünmesi hedefleniyor. Zira dinciparti şefi Çankaya’ya çıkmak için Ağustos’ta yapılacakolan seçimi kazanmak zorundadır. Çankaya stratejisininbaşarısı için Alevilere yönelik saldırıyı içeren politik dilibilinçli olarak kullanıyor.

Emekçilere yönelik katliamların ve suni bölünmeninpanzehri emek-sermaye çatışmasını temel alan işçi veemekçilerin politik mücadelesidir. Bunun dışındaki hertutum burjuvazinin ekmeğine yağ sürmek demektir.İşçi ve emekçiler, ekonomik-demokratik hak ve

özgürlüklerden yoksunluğa son vermek için birleşip,düzene karşı mücadele etmek yerine giderektırmandırılan laik-anti laik çatışması peşindensürüklenmemelidir.

Sivas’ta 33 canımızı alan ateş bugün de yanmayadevam ediyor. Gerici-faşist güruhun tutuşturduğualevler, bugün sermaye devletinin dümeninde oturandinci parti AKP tarafından harlanmaya devam ediyor.Sivas’ta yakanlar, Roboski’ye bombalar yağdıranlar,bugün sokak ortasında Uğurları kurşunluyor.

Dün tüm bu katliamların üzerini örten düzen yargısıise, “zamanaşımı” gibi kılıflarla katliamcı devletiaklamayı, tıpkı Gezi şehitleri davalarında olduğu gibikatilleri korumayı sürdürüyor. Özelde sınıf bilinçli işçive emekçiler, genelde işçi ve emekçiler, emek-sermayeçatışmasının üzerine çekilmek istenen kara perdeyiyırtmak sorumluluğu ile yüzyüzedir.

Tüm bu vahşet, kirli operasyonlar, katliamlar,provokasyonlar, kontra hukukun kararları işçilerin veemekçilerin birleşik mücadelesinin önünü kesmekiçindir. Bu baskı ve kölelik düzenini yaşatabilmek içinölüm kusan sermaye devletinin hesaplarını veoyunlarını boşa çıkarmak gerekiyor. Uğur Kurt ve diğertüm katliamların hesabını sormanın biricik yolu isebirleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi yükseltmektir.

Dünden bugüne Recep Tayyip Erdoğan yaptığıaçıklamalarla Alevilere karşı kin ve nefretsöylemlerinde sınır tanımadığını ortaya koymuştur.Alevilere karşı toplumsal kesimleri kışkırtacak tarzdakonuşmalar yapmış, mitinglerde Alevilik inancınıyuhalatmıştır. Tam da bu gelişmelerden sonra Alevilereyönelik tehditler artmış, Alevi evleri yurdun dörtyanında, tıpkı Maraş Katliamı öncesinde olduğu gibiişaretlenmiş, gelinen noktada katliamcı yaklaşımCemevleri’ne kadar uzanmıştır.

Katliamlar ve katliam provalarının önüne geçilmesiancak işçi ve emekçilerin birleşik devrimcimücadelesinin yükseltmesiyle mümkündür. Baskı vekölelik düzenini yaşatabilmek için ölüm kusan sermayedevletinin hesaplarını ve oyunlarını boşa çıkarmak içinyapılması gereken işçi sınıfının devrimci iktidarıyolunda mücadele ateşini harlamaktır. Ancak, bumücadele büyütüldüğü koşullarda katliamların önünegeçilebilir ve aynı zamanda Uğurların katillerindenhesap sorulabilir.

Page 5: Kızıl Bayrak 2014-22

Uğur Kurt’un katledilmesi protesto edildi

Okmeydanı’nda 22 Mayıs günü Liseli Dev-Genç’inBerkin Elvan için yaptığı anmaya saldıran polis,mahalle içerisine kurşun yağdırdı. Polisin açtığı ateşsonucu hayatını kaybeden bir yakınının OkmeydanıCemevi’nde yapılacak cenaze törenine gelen Uğur Kurthayatını kaybetti.

Kurt’un vurulmasının ardından da polis mahalleyeve cemevine yönelik saldırılarına devam etti. Devletterörüne karşı sokağa çıkan emekçiler polisimahalleden çıkmasını istediler. Bir süre uzaklaşan polisHalk Cephesi’nin Uğur Kurt’un kaldırıldığı hastaneyeyürümek istemesi üzerine tekrar saldırıya geçti. HalkCephesi polis barikatına karşı oturma eylemi başlattıancak polis oturma eylemine dahi birçok defa gazbombası, plastik mermi ve tazyikli suyla saldırdı.Mithatpaşa Caddesi’nde başlayan çatışmalar gece geçsaatlere dek devam etti.

Akşam saatlerinde ise ilerici, devrimci kurumlar veOkmeydanı halkı binlerin katılımıyla polis terörünükınadı. Yürüyüş devam ettiği sırada cemevi gelen HacıBektaşi Veli Dernekleri Başkanı Ercan Geçmez,Alevilerin artık kendilerine saldıran polislerlehesaplaşacağını, Anayasa ve hukuk kalmadığı içinkendi önlemlerini kendilerinin alacağını belirtti.

Kitle polisin ses ve gaz bombalarına karşı molotofkokteylleri, taş ve havai fişeklerle cevap verdi. Cemevibirçok kez gaz bombalarının hedefi oldu. Birçok kişiyaralandı. Çatışma sırasında Ayhan Yılmaz adlı emekçipolisin attığı gaz fişeği sonucu başından ağır yaralandı.Yılmaz saatler sonra hayatını kaybetti.

23 Mayıs’ta Uğur Kurt’u son yolculuğunauğurlamak için yüzlerce emekçi Okmeydanı Cemeviönünde buluştu. Polis ise kendisine tepki gösterendevrimcilere karşı silahına sarılmaya devam etti vemahalleyi abluka altına aldı.

İlerleyen dakikalarda savcı cemevine gelerek keşifyaptı. Öfkeli kitle savcının Kurt’un vurulmasından 1gün sonra gelmesine tepki gösterdi ve “Katil devlethesap verecek” sloganını haykırdı. Emekçiler savcıeşliğinde gelen bir polise ise daha şiddetli tepkigösterdiler. Polis alanda bulunan canlı yayın aracınagirerek canını zor kurtardı.

Akşam saatlerine doğru ise Uğur Kurt’un ailesiağıtlarla cemevine geldi. Cemevinden Kurt’unoturduğu evin önünde yapılan törenlerin ardındancenaze Sivas Hafik’e gönderildi.

Uğur’u son yolculuğuna gönderen kitle bir süreöfkeli sloganlarını haykırdı ve eylemini sona erdirdi.Polis daha sonra Kürt gençlerinin başlattığı eylemibahane ederek mahalleye azgınca saldırdı. Rahatçacinayet işlemek isteyen polis basını çatışmanın olduğuyerden çıkardı ve mahalleye gaz bombası yağdırdı.Polis terörüne karşı tekrar toplanan devrimci güçlersaldırıya molotof kokteylleri ve havai fişeklerle cevapverdi.

Gebze’de sınıf devrimcilerinin çağrısıyla birarayagelen işçi ve emekçiler Eski Çeşme’den KentMeydanı’na yürüdü. BDSP adına yapılan açıklamadaUğur’un katledilmesi teşhir edildi ve Soma’da katillerinhala serbest olduğuna dikkat çekildi.

Sarıgazi Dayanışması’nın çağrısıyla Vatanİlköğretim’in önünde toplanan kitle “polis terörüneson” pankartıyla Demokrasi Caddesi’nde yürüyüşegeçti. Meydanda yapılan basın açıklamasındakatliamların hesabının sorulacağı ifade edildi.

Kadıköy’de biraraya gelen kitle sokaklarda öfkelisloganlar haykırdı. Boğa Heykeli önünde sona erdirileneylemin ardından kitlenin bir kısmı Okmeydanı’nageçti.

Ankara Dayanışması’nın çağrısıyla 22 Mayıs’taGüvenpark’ta toplanan yüzlerce kişi helikopterli veTOMA’lı polis ablukasına rağmen eyleminigerçekleştirdi. Polisin saldırıya hazır şekildekonumlanarak terör havası yaratmaya çalışmasıkitlenin kararlılığı karşısında boşa düştü. AnkaraDayanışması adına yapılan basın açıklamasınınardından yarım saat oturma eylemi gerçekleştirildi.

23 Mayıs’ta Mamak’ta BDSP, Halkevleri, HDP,Akader, PSA Mamak Şube, Çorum SungurluÇiçeklikeller Köyü Derneği tarafından yürüyüşdüzenlendi. Natoyolu trafiğe kapatılarak yapılanyürüyüş sonrasında Tuzluçayır’da toplanan kitle ilebirleşilerek anma gerçekleştirildi. Anmanın ardındanilerici ve devrimci güçler polis barikatına doğruyürüyüşe geçti. Polis saldırısı sonucunda başlayançatışmalar ilerleyen saatlerde iradi olarak sonlandırıldı.

PSAKD Güvenpark’ta basın açıklaması yaptı.Batıkent’te Atlantis Meydanı’nda toplanılarak

Batıkent Cemevi’ne yürüyüş yapıldı. Kitle yürüyüşünardından tekrar Batıkent Meydanı’na geri döndü veeylemi sonlandırdı.

Adana Alevi Platformu İnönü Parkı’nda basınaçıklaması yaparak Uğur Kurt’un katledilmesini kınadı.Açıklamada, “Bu ülkede yaşayan Aleviler olarak devletve polisin şiddetini Dersim’den, Sivas’tan, Maraş’tan,Çorum’dan biliyoruz.” ifadelerine yer verilerek,“Devleti yönetenlerin artık bu politikalarındanvazgeçmelerini ve akıllarını başlarına toplamalarınıistiyoruz.” denildi.

Avcılar’da BDSP yürüyüş gerçekleştirdi. MarmaraCaddesi girişinde toplanan sınıf devrimcileri sermayedüzeninin ve devletin sokak ortasında insanlarıkatlederek mücadeleden alıkoymaya çabaladığı,Soma’daki madencilerin, işçilerin, öğrencilerin sokağaçıkan, hakkını arayan herkese yönelik bir saldırıolduğunu vurguladı.

Kayseri’de BDSP, Halk Cephesi, DHF, SDP, Halkçı

Gençlik Derneği ve Kayseri İşçi Derneği’nin çağrısıylabiraraya gelen kitle Kayseri Forum’dan meydanayürüdü. Meydanda basın açıklaması gerçekleştirildi.

Bursa’da Diren Bursa’nın çağrısı ile Setbaşı’ndatoplanan kitle yolun iki şeridi kapatarak Heykel’eyürüdü. Devlet terörüne karşı tek çözümün devrimolduğu dile getirilen eylemde yoğun polis ablukasıdikkat çekti.

Halk Cephesi’nin Heykel’de trafiği kapatarak yaptığıeyleme polis saldırdı.

Bolu’da aralarında öğrencilerin de bulunduğuyaklaşık 200 kişi, İzzet Baysal Caddesi’nden BankalarMeydanı’na yürüdü ve burada basın açıklaması yaptı.

Kartal’da PSAKD Cemevi’nin çağrısıyla birarayagelen kitle Ahmet Şimşek Koleji önünde toplanarakBankalar Caddesi’nden meydana yürüdü. KartalMeydanı’nda sonlandırılan yürüyüşün ardından basınaçıklaması yapıldı ve devletin Alevilere dönük inkar veasimilasyon politikası vurgulandı.

Manisa’da Alevi Kültür Dernekleri ve Hacı Bektaş-iVeli Anadolu Kültür Vakfı tarafından yapılan eylemçağrısı üzerine Manolya Meydanı’nda buluşuldu. Sınıfdevrimcilerinin de katılım sağladığı eylem ManisaCemevi’ndeki nöbet eylemi çağrısıyla son buldu.

Didim Demokrasi Platformu üyeleri cemevindetoplanarak 19 Mayıs Caddesi üzerinden kentmeydanına yürüdü. Didim Demokrasi Platformuüyeleri Didim Cemevi’nde bir gece açlık grevi vedemokrasi nöbeti tutacaklarını söyledi. Soma’dayaşamını yitiren maden işçisi Erdal Demirer’in abisiCengiz Demirer’in de yer aldığı eyleme 800 kişi katıldı.

İzmir Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) bileşenlerive KESK’in çağrısını yaptığı eylemde biraraya gelenbinlerce kişi Basmane Meydanı’nda toplanarak eskiSümerbank önüne yürüdü. Devrimci, demokrat, ilericisiyasal hareketler ve duyarlı İzmirli emekçilerinkatıldığı eylemde Ege Boykot Komitesi adına dakonuşma yapıldı. Eylem basın açıklamasının ardındansona erdirildi.

BDSP, Çiğli Kasaplar Meydanı’nda sürdürdüğü imzastandı faaliyetinin ardından yürüyüş gerçekleştirdi.Anadolu Caddesi’nin Konak yönünü trafiğe kapatarakyürüyüş yapan sınıf devrimcilerine çevredekiemekçiler ve Çiğli esnafı alkışlarla destek verdi. ÇiğliBelediyesi önünde sonlandırılan yürüyüşün ardındanbasın açıklaması yapıldı.

Page 6: Kızıl Bayrak 2014-22

Alevilerden kitlesel veöfkeli protesto!

Alevi emekçiler cemevlerinin kurşunlanmasınavaran devlet terörüne, baskı ve katliamlara karşı 25Mayıs’ta ülke genelinde alanlara çıktı.

İstanbul’da Alevi derneklerinin çağrısıyla yapılaneylem için yüzlerce Alevi Şişli Meydanı’nda toplanarakHalaskargazi Caddesi’ni çift taraflı olarak trafiğe kapattıve Taksim’e doğru yürümeye başladı. Ancak kitleninönü Osmanbey’de kurulan polis barikatıyla kesildi.Bunun üzerine basın açıklaması gerçekleştirildi.

Alevi Bektaşi kurumları adına basın açıklamasınıokuyan Doğan Demir, Okmeydanı’nda katledilen UğurKurt’un Alevilere yönelik bilinçli saldırıların bir parçasıolarak katledildiğine dikkat çekerek hesabınısoracaklarını ve mücadeleye devam edeceklerinibelirtti.

Basın açıklamasının ardından tekrar Şişli yönüneyürüyüşe geçildi. Eylem Mecidiyeköy’de sona erdirildi.

Ankara’da Güvenpark’ta biraraya gelen Alevidernekleri, basın açıklaması ve oturma eylemigerçekleştirdi.

İlk sözü alan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür VakfıGenel Başkanı Ercan Geçmez, Türkiye halklarınınçeşitliliğinden rahatsız olan AKP hükümetini, tekçianlayışını ve farklı kültürlere olan saldırılarını eleştirdi.

Basın açıklamasını okuyan PSAKD Genel BaşkanıMüslüm Doğan ise “Bu politikalarla, Alevilerin yoğunyaşadığı yerleşim bölgelerine yönelik polis şiddetiarttırılmakta, Aleviler için yaşam zorlaştırılmakta,yalnızlaştırma ve ötekileştirilmektedir. Kentseldönüşüm adı altında insanlar yerlerinden, yurtlarındançıkartılmak istenmektedir” dedi.

BDSP eyleme Ziya Gökalp Caddesi’nden yürüyüşyaparak katıldı.

Basın açıklamasının ardından on dakikalık oturmaeylemi yapıldı.

İzmir’de Sevinç Pastanesi önünde toplanan kitleKıbrıs Şehitleri Caddesi’nden Talatpaşa Caddesi’neoradan da Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü.

ABF Başkanı Selahattin Özel, saygı duruşununarkasından bir konuşma gerçekleştirdi. Özel, “ErdoğanAlevilerden nefret ediyor. Araştırdık, sorduk, çünküAlevilerin davası insanlık davasıdır. Kadın ve erkekayırmıyor ve insanlık için mücadele ediyor. Onun içinErdoğan Alevilerden nefret ediyor” dedi.

Kitle dağıldığı sırada, Alevi emekçiler kürsüye veABF’ye karşı tepki gösterdi. Eylemin ve programın kısatutulduğunu, yürüyüşün yeterli olmayacağını dilegetirdiler. Ayrıca ABF bileşenlerinden Cumhurbaşkanıile iftar yemeğine katılanlara tepki gösterildi ve kısasüreli tartışma yaşandı.

Sınıf devrimcileri yürüyüşe “Katil devlet hesapverecek!” şiarlı pankart ve flamalar ile katılırken, DLBde “Berkin’den Uğur’a onlara sözümüz devrim olacak!”pankartı ve dövizlerle katıldı.

Bursa’da Kent Meydanı’nda basın açıklamasıyaparak Uğur Kurt’un katledilmesine tepki gösterenAleviler, “Artık yetti! Katliamlara ve ayrımcılığa son!”dedi.

Basın açıklamasında Uğur Kurt’un, devletinAlevilere yönelik bilinçli politikaları yüzündenkatledildiğine dikkat çekildi.

Adana Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla, AtatürkParkı’nda buluşan yüzlerce kişi 5 Ocak Meydanı’nayürüdü. 5 Ocak Meydanı’na gelindiğinde Alevi BektaşiFederasyonu Bölge Sorumlusu Mikdat Öztürk basınaçıklamasını okudu. Açıklamada Uğur Kurt’unkatledilmesi protesto edilirken, Tayyip Erdoğantarafından yapılan ayrımcı, kamplaştırıcı söylemlereleştirildi.

Eyleme, aralarında BDSP’nin de olduğu devrimci veilerici güçler destek verdi.

Kayseri Hacıbektaş Veli Kültür Derneği ve Vakfı,Uğur Kurt’un katledilmesine ilişkin olarak basınaçıklaması yaptı.

Basın açıklamasını okuyan Feyzullah Keskin,“Koçgiri’den başlayan katliamları ile süregelen Dersim,Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Gazi katliamları ilesüregelen katliam serisi kitlesel olmasa da hedefgösterilerek ve gözetilerek devam etmektedir. Birkatliam haberi de İstanbul’dan geldi. Uğur Kurt adlıarkadaşımız katledildi” şeklinde konuştu.

Keskin, Kayseri’de artan faşist saldırılara ve Somakatliamına değinerek “Kayseri’de faşist saldırılar ciddiboyutlara ulaşmıştır. Öğrencilere saldıran, Soma’daişçileri katleden, Uğur’u öldüren anlayış bir ve aynıdır”dedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul–Ankara-İzmir-Bursa-Adana-Kayseri

Emniyet Genel Müdürlüğü, Baran Tursun Vakfıtarafından hazırlanan raporla gündeme gelen polisinöldürdüğü 27 kişinin ‘fıtratında’ olduğu içinöldüklerini açıkladı.

Emniyet Genel Müdürlüğü’ne göre polistarafından öldürülen 27 kişiyle polisin hiçbir ilgisi yok.6’sı polisin Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’ndatanımlanan ‘yetkilerini kullanması’ sırasında, 6’sıToplantı ve Gösteri Yürüyüşleri sırasında, 6’sı görevharici kişisel sebepler sonucu, 3’ü trafik kazasında, 3’üpolisin müdahalesi sırasında yaşanan çatışma sonucu,biri yüksekten düşme sonucu, biri kalp krizi sonucu vebiri de kanserden yaşamını yitirmiş.

Açıklamanın bir yanı inkar diğer yanıysa “yasal”savunma. Katledilen 27 kişiden 12’si için açıkçayasanın verdiği hak dahilinde polisin cinayet işlediğikabul ediliyor.

‘Kendi kendilerini öldürmüşler!’

Bu açıklama bir kez daha bu katliamların bir devletgeleneği olduğunu açığa çıkardı. Sermaye devletininsivil yada resmi cinayet şebekelerinin döktükleri herkanın ardından sayısız kez benzer açıklamalar yapıldı.İşkencehanelerde ‘kendini asanlar’, ‘kafalarını duvaraçarpanlar’, ev baskınlarında ‘duvardan, balkondandüşenler’, zindanlarda ‘kendilerini yakanlar’,‘birbirlerini öldürenler’ yalanlarıyla gizlenencinayetlerin ülkesidir burası.

Bu kadar da değil! Öyle bir devlettir ki, insanlarınkafalarını vahşice parçalayarak öldürdükten sonrakırılan demir çubuklar için katledilenlere,yaralananlara ‘devletin malına zarar vermekten’davalar açılır. 1996 yılının 24 Eylül’ünde, 10 tutsağınkafalarının parçalanarak öldürüldüğü Diyarbakırzindanında olduğu gibi...

Artık ‘faili meçhul’ cinayet yok,failleri korunan cinayetler var!

Erdoğan AKP döneminde ‘faili meçhul’ cinayetinolmamasıyla övünür. Bunu söylerken önceki yıllardadevlet tarafından işlenen katliamların tetikçilerini,faillerini korudukları gibi, kendi dönemlerininkatillerini de korumaktan vazgeçmezler. Sömürüdüzeninin bekası için kan döken tetikçilerin meçhuldebırakılmayıp ödüllendirildiği, terfi ettirildiği bir zamandilimindeyiz. Yakın gelecek, içinde bulunduğumuzdönemi ‘faili meçhul’ cinayetlerin az, failleri korunancinayetlerin çok olduğu bir başka karanlık yıllar olarakyazacak.

Polisin öldürdüğü 27 kişi,‘fıtratında’ olduğu için ölmüşler!

Page 7: Kızıl Bayrak 2014-22

Sermaye iktidarı son yıllarda artan kitle eylemlerinitırmandırdığı devlet terörü ile dizginlenmeye çalışıyor.Geçmişten bugüne toplumsal muhalefetin öncügüçlerine ve öncelikle devrimcilere yönelik sistematikbir şekilde uygulanan polis şiddeti şimdi sokaklaraçıkan geniş kitlelerin mücadelesini ezmek için seferberediliyor.

Haziran Direnişi’nden sonra polis aygıtı bu amacahizmet etmek için teknik donanımlarla geliştirilerekyeniden tahkim edilmişti. Bu zaman zarfında kitlelerisindirmek için her türlü zorbalık ve işkence ülkenindört bir yanında kol gezdi. Cizre, Van, Diyarbakır,İstanbul, İzmir, Soma, Eskişehir, Antakya, Adana,Ankara, Kocaeli vb. sayısız kent direnişe ve kollukkuvvetlerinin saldırılarına tanık oldu. Sokakların teslimalınması için TOMA’lar, akrepler, panzerler, bibergazları, plastik mermiler, çevik kuvvet ordusu ilekitlelerin üzerine yüründü. Hareketin düzen sınırlarınındışına çıkmasına engel olmak için devrimci güçlersistematik bir şekilde yürütülen maniplasyonkampanyaları ile kitlelerden tecrit edilmeye çalışıldı.Bu hamleler kitleleri sokaktan çekmeye yetmeyincetoplumsal muhalefetin potansiyel güçleri özel olarakhedef tahtasına konmaya başlandı. Böylece yıldırmave korkutma politikası kapsamlı bir şekilde devreyesokuldu.

AKP şefinin Almanya mitingi öncesi ve sonrasındaAlevi Bektaşi Federasyonu şahsında Alevilere yönelikkullandığı saldırgan ifadeler bunun örneklerindenbiridir. Okmeydanı’nda gerçekleşen Berkin Elvan veSoma gündemli eyleme azgınca müdahale edilirkencemevinin de kurşun yağmuruna tutulması ve UğurKurt’un başından vurularak katledilmesi polisterörünün ne denli pervasız uygulandığına işaretetmektedir. Sanki savunmasız kitlelerin üzerine ölümkusanlar kendileri değilmiş gibi bir de bu zorbalığakarşı yanıt vermek için kullanılan devrimci şiddeti“terör eylemi”, meşru savunma hakkını kullanankitleleri ise “terörist” ilan ediyorlar. Cinayet şebekesigibi çalışan polis teşkilatının işlediği cinayetler isedüzen yargısı tarafından suç sayılmıyor.

AKP iktidarı köşeye sıkıştıkça saldırganlaşıyor

AKP yerel seçimlerde kazandığı başarının ardındancumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerden de zaferleçıkmanın hesabı içerisinde sömürüye ve zulme karşımücadele eden kitlelere tam anlamıyla savaş ilanetmiş durumda. AKP’nin seçim başarısı sokaklardayakılan direniş ateşini söndürememiş, bu nedenledaha saldırgan bir zorbalık devreye sokulmuştur. Buzorbalık polis ve hukuk terörü ile icra edilmektedir.Açıktır ki ekonomik, sosyal ve siyasal yıkımpolitikalarına karşı ortaya konan mücadele iradesininönünü kesmek için işçi ve emekçiler yıldırılarak teslimalınmak istenmektedir.

AKP sözcülerinin açıklamaları, bu konudapervasızlıklarının boyutunu da gözler önünesermektedir. Bu açıdan “Maskeli, molotoflu eylemlermasumane bir hak arama değil; terör eylemi, terör

suçudur” diyen Erdoğan’ı AKP İzmit Belediye BaşkanYardımcısı İbrahim Bulut’un “Ülkemizin huzuru içinyüzünde maske elinde silah olanı öldürmek polisinyetkisi ve görevi olmalı’’ sözleri birbirinitamamlamaktadır. Polise vur emri vermek anlamınagelen bu açıklamalarla birlikte molotofun ateşli silahsayılarak cezasının arttırılması ve polislerle ilgili yenibir paketin kapıda olması, yürürlükte olan PVSK’nınyanı sıra polisin yetkilerini genişletecek yeni saldırılarınkapıda olduğunu kanıtlıyor. Ki Soma Katliamı sırasındaişçi kıyımına karşı sokaklara dökülen maden işçilerininve yakınlarının öfkesini bastırmak için yapılanlar da buyaklaşımı destekliyor. ÇHD üyesi avukatlar dövülerekgözaltına alınıyor, özel harekat polisleri ve birbaşbakanlık müsteşarı katliamın bizzat sorumlusu AKPşefini protesto eden maden işçisini yerlerde sürüyereklinç ediyor, Soma’da olağanüstü hal ilan edilerek tümeylemler bir süre yasaklanıyor. Ve tüm bu sergilenenşiddet PVSK ‘ya dayanılarak devreye sokuluyor. Bununyanı sıra diğer kentlerde Soma Katliamı’nı protestoedenlere benzeri bir devlet terörü ile yanıt verildi veAKP bir kez daha sermayenin vurucu gücü olduğunutescillenmiş oldu.

Bilindiği gibi Haziran Direnişi’nde kitleleri hedefalan vahşi polis şiddeti AKP iktidarı tarafından açıktansahiplenilmişti. Aynı dönem içerisinde katil polislerinkahraman ilan edilmesi ile polis cinayetlerinin önüaçıldı. Şimdi de vahşi polis şiddetine karşı meşru olandevrimci savunma hakkının kullanılması gerekçegösterilerek polise açık bir şekilde vur emriverilmektedir.

PVSK ile sınırsız yetkilerle donatılan poliskuvvetlerinin sırtı AKP şefi tarafından sıvazlanaraködüllendirilmektedir. Öte yandan polis terörününvardığı boyut burjuva hukuk kurallarını dahi hükümsüzhale getirmektedir. Böylece her türlü keyfiliğin vepervasızlığın önü açılmaktadır. Ethem Sarısülükcinayetinde olduğu gibi gerçek mermilerle ya da bibergazı kapsülleri ile eylemcileri katleden ya da sakatbırakan faşist terör düzen mahkemeleri tarafındancezasızlıkla desteklenmektedir. Sermaye iktidarınınemriyle polis cinayetleri işlenmekte ve aynı emirkomuta zinciriyle düzen mahkemeleri katil polislerikoruması altına alarak aklamaktadır. İşte bu gerçekpolis şiddetinin toplumsal yaşamın her alanında kol

gezmesine neden olmaktadır. Burjuvazinin zor aygıtı olan devlet tüm kurumları

ile birlikte faşist saldırganlıkta rol oynuyor.Burjuvazinin yargı kurumları polis cinayetlerikarşısında dün üç maymunu oynuyorlardı, bugün de‘hukuk’ sermaye iktidarının sınıfsal çıkarlarıdoğrultusunda faşist militarist kurumların bir dişlisiolarak çalışıyor. Geniş kitlelerin mücadele alanlarınaçıktığı bir dönemde bu gerçek toplumsal bir gündemhaline gelmiş durumdadır. 5. duruşmada infaz edildiğipek çok delille sabit olmasına rağmen EthemSarısülük’ün katili Ahmet Şahbaz’ın ‘meşrumüdafaanın’ kasıt dışı aşılmasından tutuksuzyargılanması, Uğur Kurt’un kurşunlaması ardındansavcının olay yerini incelemeye 24 saat sonra gidip hiçbir görgü tanığını dinlememesi ve balistik raporlarınınaçıklanmaması suçları sabit olan suçluların nasılkorunduğunu gösteriyor. Devrimcilerin kurumlarıbasılırken Uğur Kurt’un katilleri sermaye devletininhimayesi altına alınıyor. Yani özcesi polis vuruyor yargıise koruyor.

Burjuva hukukta adaletin terazisinin nasıl işlediğinisokağa çıkan, mücadele edenlere karşı polis ve yargıişbirliği ile açılan davalarda da görüyoruz. Polisterörüne karşı önlem olarak kullanılan gaz maskesi,eldiven, baret gibi eşyalar suç delili ya da örgütselmalzeme olarak görülüyor. Peki, cinayet şüphesi ileyargılanan polisler? Onlar bir kaç istisna hariç tutuksuzyargılanıyor. Kafa kol kıran, göz çıkaran burjuva hukukkurallarına göre bile aslında suç işleyen polisler isekahraman ilan ediliyor.

Başta Taksim olmak üzere kentlerin merkezlerineçıkan emekçilerin özgürlük talebini boğmak içindevreye sokulan saldırganlık yargı-polis işbirliğininürünüdür. Haziran Direnişi’nin yıldönümü öncesindeAKP; polislerin sokaklarda estirdiği polis şiddetiniarttırarak tam bir burjuva aklıyla hareket ediyor.Boyutları artan toplumsal hoşnutsuzluğun ve sürendüzen krizinin içinden çıkacak bir toplumsalhareketliliğin korkusu ile yaşıyor. Sınıf ve emekçihareketinin gelişmesine, güç ve moral kazanmasınaengel olmaya çalışıyorlar.

Korkularını gerçek kılacak şey ise işçi veemekçilerin, gençlerin, kadınların sokaklara taşan fiili-meşru, militan, devrimci direnişi olacaktır.

Polis terörü kol geziyor

Page 8: Kızıl Bayrak 2014-22

Depremde mezarda emeklilik,Soma’dan sonra taşeron kölelik!

Maliye, Hazine ve Çalışma Bakanlığı tarafındanhazırlanan taslakla tüm işkollarında taşeron çalışmanınönü açılacak. Kamu kuruluşlarından diğer tümkapitalist işletmelere kadar oldukça geniş bir alandayapılacak bu değişiklikle sermaye, asıl işleri de ‘taşeronişçilere’ yaptırabilecek.

Sürekli olarak “Taşeron sorununu çözeceğiz” diyenAKP hükümetinin sorunları çözme yöntemi böylece birkez daha açığa çıktı. Başbakan Yardımcısı Ali Babacanbaşkanlığında yapılan ve Maliye Bakanı, ÇalışmaBakanı ile ilgili bürokratların katıldığı EkonomiKoordinasyon Kurulu, taşeronlaştırmayıyaygınlaştırmak için programlarını hazırladı.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in iddiasına göre,yapılan hem kamu hem de ‘özel sektörde’ daha çokistismarın engellenmesine yönelik yeni bir düzenleme.Ancak tam tersine, İş Kanunu ikinci maddedekideğişikler ile taşeron işçiliğinin önündeki hukuksalengeller de ortadan kaldırılmaktadır.

Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun hazırladığısaldırı taslağının 5. maddesi, mevcut İş Kanunu’nun 2.maddesinin 8, 9 ve 10. fıkralarının değiştirilmesiniöngörüyor. Mevcut İş Kanunu’nun 2. maddesi‘tanımlar’ başlığını taşıyor ve 7. fıkrası da taşeron yani‘alt işverenlik’ ilişkisini düzenliyor. Bu bir kapitaliste,üretim alanında taşeron işçi çalıştırabilmesi için üç şartzorunluluğu getiriyor. Yani ‘işletmenin ve işin gereği ileteknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirmesi...’

Hazırlanan taslak ise, bu fıkradan sonra gelen üçfıkranın değiştirilmesini öngörüyor. Mevcut 8. fıkra, birkapitalistin yasaya aykırı olarak asıl işini, taşeron işçiyeyaptırdığının ortaya çıkması halinde o işçiyi kadrosunaalmakla yükümlü kılıyor. Ancak taslak, bu hükmüdeğiştiriyor ve şöyle diyor: “Yedinci fıkra hükümlerineaykırı olarak alt işverene iş verilmesi veya asıl işverenişçilerinin hakları kısıtlanmak suretiyle alt işverentarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesihallerinde alt işverenin işçilerine ödenecek ücret vediğer sosyal haklar asıl işverenin emsal işçisine ödenenücret ve sosyal haklardan daha az olamaz.”

Bu şu demek oluyor. Eğer bir kapitalist yasaya aykırıolarak taşeron işçi çalıştırıyorsa, kadrolu olan asılişçinin maaşı kadar ücret ödemesi ve sosyal haklartanıması halinde taşeron çalıştırmaya devamedebilecek. Yani tüm işçiler olmayan sosyal haklar veasgari sefalet ücretiyle eşitlendikten sonra, işçilerin birbölümü yasal mevzuata uygun taşeron işçisi halinegelecek.

Yurtta taşeron, cihanda taşeron!

Böylece sermaye sınıfının yıllardır çıkmasınıbeklediği kölelik kanunları da yürürlüğe girmiş olacak.Taşeronlaştırmanın sermaye sınıfının küresel birsaldırısı olduğu düşünülürse, Türkiye de gerçekten birtaşeron cumhuriyetine dönüştürülmüş olacak. Bu daAKP hükümetinin sermayeyle arasındaki dolaysızilişkiyi göstermektedir.

Aslında taşeron çalışmanın neredeyse tümişkollarına girmiş olduğu düşünülürse, yapılmaya

çalışılanın bir takım hukuki düzenlemeler olduğuortaya çıkmaktadır. Bundan sonrası daha pervasızcagelecek taşeronlaştırma olacaktır. Bu yeni Somalardemektir. Akla gelebilecek tüm işkollarında, kamukuruluşlarında mevcut işi yapan az sayıda işçininyanında çok daha fazla aynı işi yapan taşeron işçilerolacaktır.

Sermayenin taşeronundan taşeron yalanları

Çalışma Bakanlığı yetkililerine bakılırsa hazırlanantaslağın amacı taşeronu yaygınlaştırmak değil, önünükesmekmiş. Sermaye sınıfının siyasi taşeronları 5.maddedeki düzenlemenin özelde de ‘taşeron’çalıştırmayı ortadan kaldıracağı yalanını söylüyorlar.“Bir patron aynı maaşı verdikten sonra asıl işini nedentaşerona versin ki? Kendi işletmesinde tek söz sahibiolacakken, maliyeti düşük olmayan taşeron firmayıoraya niye soksun” diyorlar.

Taşeron çalışmanın güvencesizlik, örgütsüzlükolduğu ve ayrıca çalışma döneminin kısmi sürelerlesınırlandırılması ile kıdem tazminatının gasp edileceğidüşünülürse, söylenen yalanın büyüklüğü ortayaçıkmaktadır. Taşeron saldırısını sınıfa yönelik bütün bir‘torba’ saldırının parçası olarak düşünmek gerekir. İşçive emekçilerin hiçbir sosyal hakkının olmadığı üretimalanlarında, sürekli maliyet hesabı yapan kapitalistler,bilinçli olarak sefalet ücretine ve köleliğe mahkumettiği kadrolu işçilerin sayısını sınırlı tutacaklardır.Onların tercihi sayıca daha fazla ‘en köle’ taşeronişçileri olacaktır.

Diğer taraftan AKP’nin Soma Katliamı’nın hemensonrasında hazırlığını yaptığı taşeron saldırısı ile nasılbir yas tuttuğu görülmektedir. Bu durum, Marmaradepreminde on binler enkaz altındayken aynıparlamentodan çıkarılan mezarda emeklilik yasasınıakla getirmektedir. Hükümetler değişse de uygulamahep aynı kalmaktadır. Kapitalizm işte budur.

Soma’nın taşeronları kurs belgelerindeSoma madenlerinde çalışan taşeron şirketlerin resmiyette olmadığı iddia edilse de belgelerle taşeronların

bilgileri yansımaya devam ediyor.DHA’dan Taylan Yıldırım’ın haberine göre, Soma Kömür İşletmeleri'ne ait kurs belgelerinde firma adı olarak

taşeron şirketlerin isimleri kaydedilmiş.Soma Kömür İşletmeleri'ne ait ortaya çıkan işçi sağlığı ve güvenliği (çok tehlikeli işlerde çalışanların)

yetiştirme mesleki eğitimi kurs takip yoklama çizelgesinde, taşeronların isimleri görüldü. Yoklama çizelgesinde, işçilerin bağlı oldukları taşeronların isimleri, 'firma' bölümünde yer aldı. Belgedeki

Adem Y.'nin Adem Yıldırım, Atmış'ın Abdullah Atmış'ı, Ermiş'in Muharrem Ermiş'i, Er-Öz'ün Soner Ergün'ü,Gema'nın Nurettin Atmış, H. Şen'in Hüseyin Şen, S. Biral'in Selahattin Biral, S. Durmaz'ın Sinan Durmaz,Şengün'ün Ahmet Şengün, Yörem'in ise ekipbaşı olan ancak taşeron olarak bilinen İbrahim Özdemir'i,simgeliyor.

Soruşturma kayıtlarına giren kurs belgeleri ayrıca madende katledilen işçilerin bir bölümünün aynı günkursta göründüğünü de kanıtladı. Belgelere göre ya işçiler kurs döneminde çalışmaya indirildiler yada kursbelgeleri sonradan hazırlandı. Madende çalışan bazı işçiler, kurs görenlerin, zaman zaman madendeçalıştırıldıklarını aktardı.

Page 9: Kızıl Bayrak 2014-22

Kadıköy’de taşeron çalışmaya veiş cinayetlerine protesto

DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB ve Türk-İş’intaşeronluğa ve iş cinayetlerine karşı birlikte örgütlediğimitinge 5 bine yakın kişi katıldı.

Saat 12.00’de Tepe Natilius ve Haydarpaşa Numunekollarında başlayan toplanmanın ardından kortejleroluşturularak iskelede kurulan miting alanına yürüyüşbaşladı.

Tepe Natilius kolu

Natulius kolunda en önde mitingin ana şiarı olanpankart ve Soma’da katledilen maden işçilerinin adınınyer aldığı “Soma’yı unutma!” pankartı taşındı. DİSK’inmitinge katılımıysa oldukça zayıftı. Birçok mitingdeDİSK kitlesinin ana gövdesini oluşturan Birleşik Metal-İş ve Genel-İş bile 100 kişiyi aşmadı. DİSK içinde enkitlesel katılım 90 kişiyle Birleşk Metal-İş’teydi. BirleşikMetal-İş kortejinde Gebze’de direnişe başlayan M&TReklam işçileri de yer aldı. Limter-İş Sendikası yaşanantoplu katliamlara dikkat çekmek için tabutlarla yürüdü.Roboski, Davutpaşa, Soma ve Tersane katliamlarınıhatırlatan yazılarla tabutlar taşındı.

Bu kolda yer alan devrimci-ilerici örgütlerse şöyle:Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), HDP,Halkevleri, EHP, DDSB, SDP, Mücadele Birliği Platformu,Devrimci Hareket, TKP 1920, Söz Dergisi, Kaldıraç, Köz,TÖP-G, DAF, SDH, ÖDP.

ÖDP ve EHP Birleşik Muhalefet olarak tek pankartarkasında yürüdü. HDP kortejinde en öndekatliamların yasını temsilen siyah bez ve tabutlartaşındı. HDP Kürtçe ve Türkçe iki pankartla mitingdeyerini aldı. Liseli Genç Umut üyeleri yüzlerinesürdükleri kömürlerle Soma’da katledilen madencileriandı.

Natulius kolunda taşeron çalışmayı ve işcinayetlerini teşhir eden pankart ve sloganlardandevlet ve AKP hükümetiyle ilişkisini vurgulayanlar öneçıktı. Keza sendika kortejlerinde, Soma için sendikabürokratlarının suskunluğu da eleştirilere konu oldu.“Kahrolsun sarı sendikacılık!” ve “Sözün bittiği,ihanetin kol gezdiği yer Soma’yı unutma!”pankartlarıyla buna özel olarak dikkat çekildi.

Sınıf devrimcileri Greif’in işgal ruhuna özel vurguyaparak mitingde “Taşeron köleliğine, iş cinayetlerineve güvencesiz çalışmaya karşı işgal grev direniş!”pankartını taşıdı. Kızıl flamalarıyla ve disiplinliduruşuyla bu koldaki en canlı kortejlerden biriydi. Sınıfdevrimcileri ayrıca Gezi Sanatı’nın Soma’dan çektiğifotoğrafları da yürüyüş sırasında taşıdı.

Sınıf devrimcileri polis noktasına katillere üzerleriniaratmayacaklarını vurgulayarak girdi. Polisler bununüzerine yoldan çekildi. BDSP’liler “Katil polis hesapverecek!” sloganları eşliğinde üst aratmadan alanagirdi.

BDSP’nin ardından Gebze İşçilerin Birliği Derneğiyer aldı. GİB-DER yürüttükleri “Taşeron köleliğine,sefalet ücretine, mezarda emekliliğe hayır!”

kampanyasının şiarını pankarta çıkarttı. Bu kolda Dev Turizm-İş, Dev İletişim-İş, Enerji-Sen,

Gıda-İş, Sine-Sen, Munzur Çevre Derneği, Divriği KültürDerneği, İnşaat İşçileri Sendika Girişimi, Diş HekimleriOdası, Kocamustafapaşa Dayanışması sınırlı katılımgösterdi.

Haydarpaşa kolu

Haydarpaşa-Numune kolunda da en önde Soma’dakatledilen maden işçilerinin adının yer aldığı “Soma’yıunutma!” yazılı pankart taşındı. Ana pankartın hemenardında ise Türk-İş yer aldı. Türk-İş ana pankartını TürkMetal üyesi işçiler taşıdı. Ana pankartın ardındayürüyen Türk Metal bu kolun en kalabalık kortejinioluşturdu. Türk-İş’e bağlı Demiryol-İş, TGS, Koop-İş, TezKoop-İş, Haber-İş, Harb-İş, Yol-İş, Belediye-İş, TEKSİF,ve DERİTEKS sendikaları da yürüyüşte yerlerini aldılar.Türk Metal haricinde birçok sendikanın katılımı zayıftı.DERİTEKS Tuzla Şubesi, TEKSİF, Demiryol-İş veBelediye-İş sendikaları diğerlerine nazaran göze çarpansendikalar oldular.

Türk-İş kortejinin ardında yer alan KESK’in yürüyüşebaşladığı sırada sınırlı bir katılımı vardı. Kortej alanayaklaştığı sırada KESK kortejine katılımlar oldu. KESKpankartının önünde baret ve kefen giyen üç kadınkamu emekçisi yürüdü.

UİD-DER, DİP, HKP, CHP ve İşçi Partisi sendikalarınardından yürüdü.

Alana girişler devam etmesine rağmen programbaşlatıldı. İlk sözü alan Somalı maden işçisi HidayetMerdan “Ailelerin ve işçilerin başı sağolsun!” dedi.Merdan, “Türkiye’nin demiyorum, çünkü içinde katillervar” dedi. İşçi olmakla gurur duyduğunu söyleyenMerdan, patronun kendisini anlayamayacağını, çünküonun gökdelende oturduğunu belirtti. Yaşananın kazadeğil katliam olduğunu ifade eden Merdan,denetimlerin göstermelik olduğunu belirtti.

Konuşmanın ardından Soma Katliamı ile ilgilisinevizyon gösterimi yapıldı.

Taşeron yasaklansın, işçi güvenliğinisendikalar ve odalar denetlesin

Daha sonra kürsüye DİSK yöneticileri çıktı. DİSKadına konuşma yapan Arzu Çerkezoğlu, Soma’nınfaillerini bildiklerini ifade ederek “İlk günden itibarenkatliamı kim örtbas ettiyse failler onlardır” dedi.Başbakan’ın “bu işin fıtratında var” sözlerini teşhireden Çerkezoğlu, AKP’nin fıtratında ise emek ve işçidüşmanlığı olduğunu söyledi. Çerkezoğlu, ‘hak-hukuk’diye tanımladıklarının arkasında ülkenin taşeroncumhuriyetine çevrilmesi ve taşeronluğunyasallaştırılmasının olduğunu sözlerine ekledi.Çerkezoğlu dört temel talepleri olduğunu söyledi vetaşeron sisteminin yasaklanması, madenlerinkamulaştırılması, işçi sağlığı ve iş güvenliği

tedbirlerinde denetimin emek ve meslek örgütlerineverilmesi ile Çalışma Bakanı ve hükümetin istifa etmesigerektiğini dile getirdi.

Çerkezoğlu’nun konuşmasının ardından KESKDönem Sözcüsü Hüseyin Özev söz aldı. Özevkonuşmasında Soma’da yaşanan iş cinayetindehayatını kaybeden işçi kadar yüzlerce işçinin de her yılhayatını kaybettiğine dikkat çekti.

Özev’in konuşmasının ardından Ruhi Su DostlarKorosu ve Hilmi Yarayıcı ezgileriyle mitingde yer aldı.Direnişçi Feniş işçilerinin mesajı da kürsüden okunarakhakları için direnen işçiler selamlandı. Kürsüden 27Mayıs’ta M&T Reklam işçilerinin gerçekleştireceğieyleme çağrı yapıldı.

TMMOB adına Süleyman Solmaz, iş cinayetlerininönüne geçemedikleri için Soma’da hayatını kaybedenişçilerden özür diledi. İstanbul Tabip Odası BaşkanıSelçuk Erez ise sağlık sektöründe yoğuntaşeronlaşmanın olduğuna dikkat çekti.

Miting programı Erez’in konuşmasının ardındanbitirildi.

Mitingden notlar:*Mitingde tüm sendikaların zaten sınırlı olan

katılımı program başladığı anda azaldı. Alana girişlebirlikte başta Türk-İş olmak üzere tüm sendikaların veilerici güçlerin kitlesi miting alanından ayrılmayabaşladı.

*Sendika bürokratlarının konuşmaları sırasındasınıf devrimcileri “Kahrolsun sendika bürokratları!”,“Sendikalar göreve genel greve!” sloganlarını attı.Anti-kapitalist Müslümanlar’ın Kandil eylemineyaptıkları çağrıyı dahi duyuran miting sunucuları, Greifişçilerini selamlamaktan öteye geçmedi.

Greif işçilerine konuşma verilmeden mitinginbitirilmesi protesto edilirken Greif’e karşı 44 imzacıarasında yer alan Serkan Öngel işçilerin olduğubarikata kadar gelerek pervasız tutumunu sürdürdü.İhaneti savunmaya çalışan Öngel tepkiler karşısındaalandan uzaklaştı. Sınıf devrimcileri protestolarınındaha başlangıç olduğunu, sendika bürokratlarındanhesap sormaya devam edeceklerini vurguladı. Bundansonra bürokratların hiçbir yerde rahat olamayacağı,ihanetin hesabı sorulana kadar peşlerinde olunacağısöylenerek miting alanından çıkıldı. Sınıfdevrimcilerinin bürokratları teşhirine çevreden işçi veemekçiler de destek verdi. Sadece konuşulduğu,gerçek bir mücadele izlenmediği vurgularıylaprotestoya katılanlar oldu.

* Taşeron çalışma ve iş cinayetlerine tepkininyükseldiği dönemde eylem protesto sınırlarınıaşamazken, dillendirilen taleplerin hayata geçirilmesiiçin mücadele hattı da ortaya konulmadı.Pankartlardan sloganlara kadar taşeron çalışma ve işcinayetleri AKP iktidarı sınırına indirgendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 10: Kızıl Bayrak 2014-22

Kartal Yavuz Selim Hastanesi’nde iş bırakma eylemibaskıyla kırılamayınca başhekim sendikayı muhatapalmak zorunda kalarak geri adım attı.

Dev Sağlık-İş üyesi işçiler Kartal Yavuz SelimHastanesi’nde 28 Mayıs’ta saat 07.00 itibariyle işbıraktı. Hastanenin girişinde iş kıyafetlerini ve sendikaönlüklerini giyerek toplanan işçiler alkışlarla vetaleplerinin yazılı olduğu dövizleri taşıyarak eylemlerinibaşlattılar.

Hastane polisi işçilerin bulunduğu alana gelerek“Kaymakamlık’tan izin aldınız mı?” sorusuyla işçileribaskı altına almaya çalıştı. İşçilerin kararlılığı sayesindegeri adım atan polis hastane içine doğru uzaklaştı.

Sendikayı tanımayan yönetime karşıiş bırakıldı

Sendikanın örgütlenme uzmanı açıklama yaparakeylemlerinin en başta taşeron köleliğine karşıolduğunu vurguladı. “Tüm çabalara rağmen hastanemüdürü ve başhekimin işçilerin sendikasını vesendikalaşma hakkını tanımadı. Bu eylem buna karşıbir eylemdir” dedi. Özellikle sağlık işçilerinin büyük birkısmının yol ücretlerindeki çarpıklığı gibi uygulamalarakarşı da bir eylem olduğunu belirtilen konuşmada ülkegenelinde yapılacak eylemlerden bahsetti.

Ardından “İş güvencesi, insanca yaşanacak ücret,taşeronluğun kaldırılmasını ve sendikanın tanınarakTİS’nin yapılmasını yani gayet haklı ve meşru olantalepler için mücadele ediyoruz, sürdüreceğiz” denildi.

Eylem sürerken hastane müdürü, taşeronpatronları ve hastane güvenlikleri işçilerin beklediğialana geldi. İşten atmakla, işçilerin yaptığı eylemin

doğru olmadığı yalanlarıyla işçilere eylemlerinisonlandırma dayatması sürdürüldü. Desteğe gelensınıf devrimcilerinin hedef gösterilmeye çalışılmasınakarşın sınıf devrimcilerinin kararlı duruşu ve işçilerinsahiplenmesi sonucu bu çaba boşa düşürüldü.

İş bırakan Yavuz Selim Hastanesi işçileribekleyişlerini sürdürürken eyleme yeni işçiler degelerek devam etti. Yakacık Kadın ve ÇocukPolikliniği’nde iş bırakıldı.

Direnişin etkisiyle başhekim işçilerin bulunduğualana gelerek görüşme talep etti. 5 kişilik heyetinyaptığı görüşme sonrasında açıklama yapan Dev Sağlıkİş Sendikası Genel Sekreteri Gürsel Kaya taleplerinkabul edildiğini ve sendikanın bundan sonra muhatapalınacağını duyurdu.

Sınıf devrimcilerine tahammülsüzlük

İşçilerin alkışlarıyla biten konuşmanın ardındandesteğe gelen kurumların isimlerini sayarak teşekküreden Dev Sağlık-İş yöneticileri oradaki sınıfdevrimcilerini DİSK yöneticilerine yönelikeleştirilerinden kaynaklı görmezden gelmeye çalıştı.

Gerek sınıf devrimcilerinin duruma müdahalesigerekse hastane emekçileri ve diğer katılımcılarıntepkisi geri adım attırdı. Bu esnada yöneticiler Greifişgal süreci üzerinden sınıf devrimcilerinin DİSK’insendikal anlayışına dair değerlendirmeleri üzerindenoluşan kinlerini kustukları tutumlara giriştiler. Fakattüm bu çabaları sınıf devrimcileri tarafından boşadüşürüldü.

İstanbul’da toplamda beş ayrı hastanede yapılaneylemlerle taşeron uygulamasına karşı çıkılmış oldu.

Kızıl Bayrak / Kartal

Kartal’da iş bırakmageri adım attırdı

İstanbulİstanbul’da bir dizi hastanede gerçekleştirilen

eylemlerle taşeronluk sistemine ve uygulamalarınason verilmesi talebi yükseltildi. Günün ilk eylemiOkmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gecevardiyasından çıkan işçiler tarafından gerçekleştirildi.Kartal Yavuz Selim Hastanesi ve GaziosmanpaşaHastanesi’nde iş bırakma eylemleri yapılırken diğerhastanelerde ise öğle saatinde uyarı eylemleri yapıldı.

Basın açıklamasında taşeron şirketlere bağlıçalışan sağlık işçilerinin yaşadığı sıkıntılar,sendikalarının ve örgütlülüklerinin tanınmamasıkarşısında eylemde oldukları belirtilerek yaşadıklarısıkıntıların giderilmesi talebi yükseltildi.

BursaUludağ Üniversitesi taşeron sağlık işçileri de

polikliniklerin önünde eylem yaptı. Eylemde “Somakaza değil, kader değil cinayet! Taşeron ölümdemektir! Yasaklansın!” pankartı açıldı. Buradakonuşmalar ve alkışlarla hasta ve hasta yakınlarınaseslenildi, taşeron köleliği protesto edildi.

Eylem boyunca “Susma haykır taşeronabaşkaldır!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Taşeronsağlığa zararlıdır!” sloganları atıldı.

Konuşmalarda taşeron sisteminin Soma’dagörüldüğü gibi ölüm anlamına geldiği dile getirildi.AKP’nin yeni düzenleme yaparak taşeron sisteminiyaygınlaştırmaya çalıştığı söylendi.

Basına yansıyan düzenleme ile taşeroncumhuriyetine bir tuğla daha ekleneceği belirtildi.

Kocaeli Üniversite Hastanesi’nde çalışan DevSağlık-İş üyeleri de taşeron sistemini protesto için işbıraktı.

Sağlık işçilerinden taşeronsistemine karşı eylem

Page 11: Kızıl Bayrak 2014-22

DİSK-AR iş cinayetleri raporu

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları KonfederasyonuAraştırma Enstitüsü (DİSK-AR), TÜİK, SGK, ILO ve Euro-stat verileri üzerinden iş cinayetleriyle ilgili bir raporhazırladı.

‘İş kazalarının’ %90’ı kayıtdışı

Bu rapora göre iş cinayetlerinin yüzde 90’ı kayıtdışı.Her on iş kazasından yalnızca bir tanesi SGK kayıtlarınayansıyor. Son yayınlanan SGK istatistiklerinde 2012 yılıiçin ‘iş kazası’ sayısı sadece 74 bin 871 iken, TÜİK 2013verilerine göre bu rakam 706 bin olarak görülüyor. İkiveri arasında zamansal uyumsuzluk bulunsa da aradakidevasa fark kayıt dışı ‘iş kazalarının’ ne kadar yüksekolduğunu ortaya koyuyor.

‘İş kazaları’ artıyor

TÜİK verilerine göre ‘iş kazalarının’ sayısı SGK veri-lerinin yaklaşık 9,5 katı. Aynı veriye göre her 100 kayıtlı‘iş kazasının’ yaklaşık 1’i ölümlü olarak gerçekleşiyor.Söz konusu oran TÜİK verilerine yansıtıldığında 2002yılı için iş cinayetinde kaybettiklerimizin olası sayısı 7bine kadar ulaşıyor.

2002-2005 yıllarında ortalama kayıtlı iş cinayeti sa-yısı 898 iken 2006-2012 yıllarında bu sayı 3’te 1 ora-nında artarak bin 223’e ulaştı. Her üç kayıtlı işcinayetine bir yenisi eklenmiş durumda. Raporda, AKPhükümetleri döneminde resmi rakamlarla 11 bin 282kişinin ‘iş kazalarında’ hayatını kaybettiği belirtiliyor.Ancak kayıt dışı ‘iş kazası’ oranları dikkate alındığındaölenlerin sayısının on binlerle anılacağı ifade ediliyor.

İşe bağlı sağlık problemi yaşayanların sayısı 895bin. Çalışanların yüzde 80’i fiziksel sağlığını, yüzde 9’uruhsal sağlığını olumsuz etkileyecek etmenlerle birlikteçalışıyor. İşçilerin yüzde 19’u kaza riskiyle çalışırken,yüzde 14’ü de kimyasal madde, toz duman veya zararlıgazlara muhatap kalıyor. Yüzde 15’iyse zor duruş şek-line veya harekete maruz kalıyor. Her yüz çalışandan7’si zaman baskısı ve aşırı çalışma yükünün basıncı al-tında ruhsal sorunlar yaşıyor.

2012-2013 dönemi arasında ‘iş kazası’ sonucunda 3gün ve üzeri iş yerinden uzak kalacak şekilde yarala-nanların sayısı 299 bin, işe bağlı meslek hastalığı sonu-cunda aynı sürelerle işten uzak kalanların sayısı 162bin. Geçirmiş olduğu kaza/sağlık sorunu nedeniyle ye-niden işe başlayabileceğini düşünmeyenlerin sayısı sa-dece 1 yıl içinde, ‘iş kazası’ geçirenler için 9 bin, işebağlı sağlık sorunu yaşayanlarda 117 bin kişi. Buna kar-şın bugüne kadar kalıcı iş göremezlik sorunu yaşayan-lar arasında SGK’dan gelire sahip olanların sayısısadece 62 bin.

Madenlerde taşeronlarla birlikte artış var

En çok ‘iş kazası’ yaşayan ve en çok sağlık sorunuyaşayanlar ise madenciler. Her 10 işçiden biri yıl içinde

‘iş kazasına’ muhatap kalırken, her 20 işçiden biri işebağlı sağlık sorunu ile karşılaşıyor. İş cinayetlerinin sık-lıkla yaşandığı madencilik iş kolunda taşeron işçi sayı-sındaki artış dikkat çekici. Türkiye Kömür İşletmeleriKurumu bünyesinde resmi olarak 6678 taşeron işçisiçalışıyor.

Raporda şunlar ifade ediliyor: “Türkiye Kömür İşlet-meleri Kurumu kapsamındaki kadrolu işçi sayısı ise2012 yılında 4575 olarak verilmektedir. Dolayısıyla sek-törde taşeron çalıştırma genel bir hal almaktadır.Soma örneği ise taşeron çalışmanın resmi kayıtlarınçok ötesinde bir yaygınlığa sahip olduğunu göstermek-tedir. Devlet Denetleme Kurulu Raporlarında, bir çeşittaşeron ilişkisi olan rödovansla işletilen kömür işletme-lerinde yapılan iş güvenliği denetimlerinde ocaklarınbirçoğunda henüz koruyucu sağlık ve güvenlik hizmet-lerinin beklendiği ölçüde yerleşmediği, metan gazı vegöçük risklerine karşı tedbirlerin yeterince alınmadığı-nın tespit edildiği, bununla birlikte, rödovanslı saha-larla iç içe özel firmalar tarafından taşeron vasfı ileçalıştırılan ve işçi sayıları 5–10 kişiden ibaret birçokküçük, kayıt dışı maden ocaklarının da faaliyet göster-diğine dikkat çekilmektedir. ”

Madenlerde her yıl ortalama 43 kişi öldü

“Güvenilirliği son derece şüpheli resmi kayıtlaragöre son 10 yılda madenlerde yaşanan iş kazalarındaher yıl ortalama 43 kişi hayatını kaybetmiş durumda-

dır. Sektörde iş kazası oranı 2002-2012 döneminde 2,5kat artış göstermiştir. Sektörde AKP döneminde yakla-şık olarak her üç iş kazasına ilave olarak yeni bir iş ka-zası gerçekleşmiştir. İş kazalarında madenciliksektörünün payı 2009-2012 yılları arasında 2002-2008yıllarına göre yüzde 8’den yüzde 13’e yükselmiştir.

Türkiye AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında ölümlü işkazalarında açık ara öndedir. AB üyesi 27 ülke için or-talama ölümlü iş cinayeti oranı istihdam edilen 100 binkişi başına 2,1 iken, Türkiye’de bu oran 14,3’tür. Yaniyaklaşık 7 kat fazladır. Ölümlü iş cinayeti oranın endüşük olduğu ülke yüz binde 0,9 ile Hollanda iken, Hol-landa’yı yüz binde 1,2 ile Almanya ve İsveç takip et-mektedir. Hollanda ile Türkiye arasındaki fark 16 kataulaşmaktadır. Türkiye’ye iş kazası oranında en yakınülke olan Kıbrıs’ta ise bu oran Türkiye’nin yaklaşık üçtebiri kadardır. Türkiye madencilik sektöründe ise AB-27ülkelerinin ortalama değerinden 16 kat daha fazlaölümlü iş kazası ile karşılaşmaktadır.”

Maden ölümlerinde ülkeler arasında birinciyiz

“Türkiye ILO tarafından sağlanan veri tabanında2011 yılı için madenlerde ölümlü iş kazası sıklığı ora-nında verisi olan ülkeler arasında birinci sıradadır. Tür-kiye’yi Arjantin takip etmektedir. Ancak Arjantinverisinde taş toprak sektörü de verilere dahil edilmiştir.Aynı zamanda Arjantin için meslek hastalıkları da verikapsamında değerlendirilmiştir.”

Page 12: Kızıl Bayrak 2014-22

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın(TEPAV), Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK)verilerine dayanarak yaptığı araştırmaya göre, kömürve linyit madenlerinde çalışanların yüzde 4.2’si çocuk.Sadece kömür ve linyit madenlerinde 2 bin 76 çocukişçi var.

Kömür ve linyit madenlerindeki çocuk işçilerinyüzde 85.5’i kayıtdışı çalışırken, yaş ortalaması 15-19arasında değişiyor. Aylık ücretleriyse sadece 226 lira.TÜİK’in 2012 yılı hane halkı işgücü anketi üzerindenrapor hazırlayan TEPAV Analisti Güneş Aşık, “Hanehalkı işgücü anketinde 15 yaşın altındaki çocuklargörülmüyor. Bu nedenle söz konusu istatistikleryalnızca 15 yaşından büyüklerin durumunugöstermektedir” diyor.

Verilere göre, kömür ve linyit çıkaran işçilerin 164’ü15 yaşında, 334’ü 16 yaşında, 274’ü 17 yaşında, 916’sı18 yaşında ve 388’i 19 yaşında. Bu gerçeği daha vahimhale getirense kömür ve linyit çıkarılmasında çalışan18 yaşın altındakilerin yalnızca yüzde 14.5’inin kayıtlıistihdam edilmesi. Çocuk işçilerin aylık ortalama netgeliri ise sadece 226 lira. 18 yaş ve üstündekiçalışanların çalışma süresi 51 saat olarak görünürken,18 yaşın altındakilerin çalışma saati süresi 32 saat. Buda günde 6 saatten fazlaya tekabül ediyor.

Madencilik alanı sadece kömür ve linyitçıkarılmasıyla sınırlı olmazken, ham petrol ve doğalgazçıkarımı, metal cevherleri madenciliği, diğermadencilik ve taş ocakçılığı ile madenciliği destekleyenhizmet faaliyetleri de bu alana giriyor. Tüm bualanlarda 113 bin işçiden, 15-19 yaş arasında çalışansayısı 5 bin 308 olarak görülüyor. Tüm madencilikalanında çalışanların 361’i 15 yaşında, 519’u 16yaşında, 508’i 17 yaşında, 2 bin 949’u 18 yaşında ve971’i 19 yaşında.

18 yaş altındaki çalışanların kayıtdışılık oranımadencilik işkolunda yüzde 47.1. 18 yaşüstündekilerde ise bu oran yüzde 12.3. Madencilikişkolu 18 yaş altında çalışanların aylık geliri net 467, 18yaş üstündekilerin geliri 1172 TL.

Çocuk işçi sayısı 1.3 milyon

TÜİK’in 2012 tarihli hane halkı işgücü istatistikleri,Türkiye’de çalışanların yüzde 5.39’unun 15-19 yaşarasında olduğunu gösteriyor. Yani 24.8 milyonluktoplam istihdam rakamının 1.3 milyonu 15-19 yaşarasında. Bu rakamın 149 binini 15 yaşındaki çocukçalışanlar oluşturuyor. Yine istatistiklere göre 18 yaşaltındaki çocukların sadece yüzde 17’sinin sosyalgüvencesi var.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Soma Katliamı’nınarkasından madende çocuk işçi çalıştırılmadığını veispatlandığı takdirde istifa edeceğini söylemişti.Böylece bakanın söylediklerinde ne kadar samimiolduğu bir kez daha açığa çıktı.

Çocuk emeğinin sömürüsü içinyasal kılıf hazır

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın çocukişçilik için hazırladığı yönetmelik değişikliği 2013’ünson aylarında Resmi Gazete’de yayınlanmıştı. Çocuk veGenç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları HakkındaYönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’teşöyle deniliyor: “Mesleki ve teknik eğitim okul vekurumlarından mezun olan meslek sahibi ve 16 yaşınıdoldurmuş genç işçiler; sağlığı, güvenliği ve ahlakınıntam olarak güvenceye alınması şartıyla buyönetmeliğin eklerinde belirtilen sınırlamalara bağlıkalmaksızın ihtisas ve mesleklerine uygun işlerdeçalıştırılabilirler.”

Bilindiği gibi 4+4+4 sistemiyle artık çocuklar yasalolarak ortaokuldan sonra çalışabilir hale gelmiştir.Ayrıca meslek liseleriyle birlikte çocuğun çıraklıkyaşının indirilmiş olması ve gençlerin çalışmasınailişkin yönetmeliğin de değiştirilerek “18 yaşına kadarolan çocuklar ağır işlerde çalışamaz” ifadesininkaldırılması, çocuk işçiliğin önünü açan uygulamalardır.Hemen arkasından gelen bu yönetmelik değişikliği deAKP’nin, sermayenin istediklerini adım adım nasıl dayerine getirdiğini göstermektedir.

“Çocuk da olsa”maden işçisi

Çayırova’da bulunan M&T Reklam’ın önünde 27Mayıs’ta kitlesel bir basın açıklaması gerçekleştirildi.Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi’ne bağlıfabrikalardan işçilerin desteği ile gerçekleşen basınaçıklamasına Gebze İşçilerin Birliği Derneği, ESP,DDSB, UİD-DER de katıldı.

Eylemde “M&T Reklam işçisi yalnız değildir!”,“Sendika hakkımız gasp edilemez!”, “Direne direnekazanacağız!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganları sıkça atıldı.

Birleşik Metal-İş Gebze Şube Başkanı NecmettinAydın, eylemde yaptığı konuşmada sürece kısacadeğindi ve M&T Reklam’a sendika girene kadar veatılan işçiler geri alınana kadar mücadeleedeceklerini, baskılara boyun eğmeyeceklerini dilegetirdi.

Ardından söz alan Birleşik Metal-İş GenelBaşkanı Adnan Serdaroğlu da sendikanın yetkialmasının ardından işten çıkarmaların hukuksuz birşekilde başladığını, bu hukuksuzluğun her yerdeişçilerin karşısına çıktığını, bunları aşmak içinellerinden gelen çabayı sergilediklerini dile getirdi. İşyasalarının işçiler açısından geriletildiğini, çıkarılmakistenen yeni yasa ile taşeron sisteminin daha daağırlaşacağını bunu kesinlikle kabul etmeyeceklerini,taşeron sisteminin Soma’da nasıl bir faciaya dasebep olduğunu söyledi. Patronun görüşmetaleplerini kabul etmediğini, ancak yine de görüşmetalebinde bulunacaklarını ve işçilere karşı baskılardevam ettiği koşullarda tepkilerinin sertleşeceğinisöyledi.

Basın açıklaması sırasında mesaileri biten M&TReklam işçilerinin çoğu servise binmediler. Kapıdançıkıp basın açıklamasının yapıldığı yere geldiler.

Basın açıklaması “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganıyla bitirildi.

M&T Reklam işçileri Birleşik Metal-İşSendikası’nda örgütlenmiş, 13 Mayıs’ta fabrikadayetki alınmış, 14 Mayıs’ta ise 19’u Çayırova’da, 16’sıda Düzce’de bulunan fabrikalardan 35 işçi iştençıkarılmıştı. İşten atmalar daha sonra da devametmiş ve atılan işçi sayısı 45’e ulaşmıştı.

Kızıl Bayrak / Gebze

“M&T Reklam işçisiyalnız değildir!”

Page 13: Kızıl Bayrak 2014-22

Bile bile katliama hazırlanan maden ocaklarındaSoma acılı bir durak oldu. Türkiye’den dünyaya onmilyonlarca insanın kalbinin Soma’da durakladığı,Soma’yla birlikte çarptığı bu katliamın ardından madenişçileri kendilerine ‘ölüm tünelleri’ dışında başka birçıkış aramaya başladılar.

Soma’da Erdoğan ve bakanlara karşı kendiliğindengelişen öfkeli tepkilerin ardından sermaye ve AKPortalığı yatıştırabileceğini sandı. Göstermelik yasilanlarının arkasından katliamın yaşandığı madeninsorumlularının gözaltına alınması ve tutuklanması buamaçlaydı.

Ancak ne ilan edilen ‘OHAL’ ne de göstermelikgirişimler, yaşananları maden işçilerinin ‘fıtrat’ olarakkabullenmesini sağlamadı. İşçiler denetimiyapılmadan, güvence verilmeden ocaklaragirmeyeceklerini söylediler. Devamında SomaMaden’in bir diğer ocağı da kapatıldı. Somalı madenişçileri kendilerini koyun yerine koyan, AKPmitinglerinin alkışçısı yapan ve iliklerine kadarsömürdükten sonra ocaklarda katleden maden

sahiplerine olan öfkelerini her fırsatta gösterdiler.Ancak kendilerine yönelik kumpasın içinde sinsi bir

şekilde görev alan Maden-İş Sendikası’nı daunutmadılar. Kaymakamlık önünde gerçekleştirdiklerisessiz eylemleri, katliamda suç ortağı olansendikacılara yönelttiler. Sendika binasına yaptıklarıyürüyüşler sendika yönetiminin istifası içindi. İşçilerinbu öfkeli eylemleri karşısında ilk olarak TürkiyeMaden-İş Ege Şube Başkanı Tamer Küçükgencay istifaetmek zorunda kaldı. Ardından sendikanın beş kişilikyönetim kurulu istifa etti.

Maden işçileri Dev Maden-Sen’e üye oluyor

Tüm bu kuşatmanın ve ölüm ocaklarının karşısındamaden işçileri kendilerine bir yol bulmaya çalışıyorlar.Yaşadıkları böylesine zorlu ve acılı bir süreçte DİSK’ebağlı Dev Maden-Sen’e üye olan işçiler var. Soma veKınık gibi yerlerde açılan stantlarda maden işçilerisendikaya üye yapılıyor.

Maden işçileri bir yol arıyor

Soma’da maden işçilerisendikayı bastı

26 Mayıs’ta sabah saatlerinde SomaKaymakamlığı önünde biraraya gelen işçiler, sendikayöneticilerinin patronla işbirliği yaptığını ve katliamdasorumluluğu bulunduğunu söyleyerek sendikabinasını bastılar. İşçiler toplu halde sendikadan istifaetme kararı aldıklarını açıkladılar.

Geçen hafta Kaymakamlık önünde sessiz oturmaeylemi yapan ve Ankara’da AKP yetkilileri ileyaptıkları görüşmelerin ardından işçiler kendilerineverilen sözler üzerine eylemlerine son vermişlerdi.Ancak ocaklarla ilgili işçilere verilen sözlertutulmadığı gibi işçiler denetimi yapılmayan ocaklara‘dayıbaşları’ tarafından tehditle çağılmışlardı.

Eylem devam ederken işçilerin sayısı ve tepkisinin

artması sonucunda Maden-İş Sendikası Ege BölgeŞube Başkanı Tamer Küçükgencay istifa ettiğiniaçıkladı.

Ancak işçilerin eylemleri sendikanın beş kişilikyönetim kurulunu da istifa ettirdi. İstifalara rağmenişçilerin tepkisi devam etti.

Soma’da maden işçilerinin sonraki hedefi, TürkiyeKömür İşletmeleri’ne (TKİ) bağlı Ege Linyit İşletmesiMüessese Müdürlüğü oldu. Yaklaşık 500 işçi,Müessese Müdürlüğü’ne kadar yürüdükten sonrabinanın önünde Müessese Müdürü Hakkı Dural’ıistifaya çağırdı.

Daha sonra Soma Kaymakamı ile görüşen işçilereylemlerini Belediye Mezarlığı’nda oluşturulanMadenci Şehitliği’ne yürüdükten sonra bitireceklerinisöylediler.

İşçiler 43 arkadaşlarının yattığı MadenŞehitliği’nde arkadaşlarını andıktan sonra eylemlerinibitirdiler.

Liman işçileriaçlık grevi başlattı

Kocaeli’de bulunan ve TCDD’ye ait olan DerinceLimanı’nın 39 yıl süreyle özelleştirilmesi sürecindeteklif verme süresi yarın (Çarşamba) sona erecek.Geçtiğimiz hafta özelleştirme ihalesine karşı çıkanLiman-İş Sendikası’na bağlı liman işçileri çadır kurarakdirenişe başlamıştı. Limanda 24 yıldan beri çalışan AliErdoğan ise bugün açlık grevine başladı. İlerleyengünlerde diğer işçilerin de açlık grevine katılmasıbekleniyor.

Özelleştirilmesin diye

Greve çıkan işçiye sendika yöneticileri de destekverdi. Derince Limanı önünde açlık grevine çıkan AliErdoğan yaptığı açıklamada, “Bizim burada olmamızınamaçları belli. Özelleşmesin diye birilerine peşkeşçekilmesin diye. Sadece liman satılmıyor. Deniz desatılıyor. Büyük bir kısım dolgu oluyor. Özelleştirmeyekarşıyız. Daha önce de aklıma gelmişti, ama o cesaretibulamamıştım kendimde. Muhakkak birileri bir şeyleryapmalı. Bir hafta boyunca açlık grevinde olacağım.Benden sonra da açlık grevine çıkan arkadaşlarımolacaktır” dedi.

Şirketler sıraya girdi

Açlık grevine giren Ali Erdoğan’a ve beraberindekiişçilere destek olarak Liman-İş Sendikası Genel BaşkanıÖnder Avcı, Genel Sekreteri Ahmet Uçar, Mali SekreterHüseyin Gonca, sendikanın İstanbul Şube BaşkanıSabri Erdemir, İzmir Şube Başkanı Serdar Akdoğan,Kocaeli Şube Başkanı Bülent Aykurt da DerinceLimanı’ndaydı.

Öte yandan yarın (Çarşamba günü) sona erecekolan teklif verme süresi içerisinde Yılport Holding A.Ş.ile Kumport Liman Hizmetleri ve Lojistik Sanayi veTicaret A.Ş.’nin yanı sıra Arkas Holding ve Safi KatıYakıt Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin de ihalede dosyavererek katılacağı kaydedildi.

Caner Aktan - Kocaeli / 27.05.14

Page 14: Kızıl Bayrak 2014-22

Yerel seçimlerinin hemen ardından AliağaBelediyesi’nde çalışan 104 işçinin işine son verildi.Taşeron bünyesinde çalışan işçilerin işe dönmetalebiyle başlattıkları direniş üçüncü haftasını geridebırakıyor. Belediye işçileri ilk elden kurduklarıkomiteleriyle bir eylem programı çıkardılar. Belediyeönünde kurulan çadır ve imza kampanyası üzerindenbaşlatılan direniş süreci, işçi ailelerinin kimi zaman yolkesme eylemleriyle daha direngen biçimler üzerindende sürüyor.

Böylelikle ülke genelinde süren mevzi direnişlereAliağa Belediyesi’nden atılan işçilerin de direnişieklenmiş oldu. Elbette her bir direnişi, içerdiği talepler,dayandığı dinamikler, avantajlar ve dezavantajlarıbakımdan kendi içinde değerlendirmek gerekir.

Bu açıdan işe geri dönme talebiyle yola çıkanAliağa işçilerini uzun soluklu bir mücadeleninbeklediğini belirtmek gerekiyor. Zira belediye işkolunda yaşanan bir dizi direnişten de görüleceğiüzere işe iade talebi, imkansız olmamakla birlikteancak kararlı fiili militan bir mücadele sonucundakazanılabilmektedir.

Belediyelere işçi sınıfı ve sermaye karşıtlığıüzerinden değil de düzen partilerinin karşıtlığıüzerinden bakan ve çözümü buradan doğru arayanyaklaşımlar bu direnişlerin en büyük handikabıolmuştur. Bu sorun direnişe çıkan işçilerin kendi içindesağlam bir birlikteliğin oluşturulması bakımındanolduğu kadar toplumun en geniş desteğininsağlanması açısından da kritik bir önem arz ediyor.

Bu yüzden direnişçi işçilerin, taleplerini kazanmakiçin mücadeleye ve onun ihtiyaçlarına her şeyden öncesınıfsal perspektif üzerinden bakmaları gerekiyor.Mücadeleye ilişkin yol ve yöntemleri bu eksenüzerinden kurabilmelidirler. Keza dost ve düşmanayrımını da bu eksen üzerinden yapmalıdırlar.

Direniş, “yasal sınırlara” daraldığı ve beklemeci birhatta kaldığı sürece sonuca ulaşması zorlaşacaktır. Zirabelediye yönetiminin izleyeceği en temel taktik sürecimümkün olduğunca uzatmak ve direnişçi işçilerinyılarak kendiliğinden mücadeleyi bırakmalarınıbeklemek olacaktır. Bu çerçevede belediye işçileriizleyecekleri fiili meşru mücadeleyle süreçte inisiyatifikendi ellerine alarak belediye yönetimini pes ettiriptalepleri kabul etmesini zorlamalıdırlar.

Ancak bu sayede direniş, kazanana kadar kararlı birşekilde sürdürülebilir. Bunun için başta direnişkomitesi olmak üzere direnişi sürdüren tüm işçilerebüyük sorumluluk düşüyor. Meydanda kurulan direnişçadırı ve toplanan imzalar başlangıç adımı olarakanlamlı olmakla birlikte direnişin talepleri ve hedefleridüşünüldüğünde sonuca varmada yetersiz kalacağıaşikardır.

Bu gerçekliği Soma’da yaşanan katliamla bir kezdaha görmüş olduk. Zira işçi sınıfının kanı ve canıylabeslenen bu aşağılık düzen daha ölülerimizin kanıkurumadan “taşeronluk” sistemini yaygınlaştıracak

yeni saldırı yasalarını devreye sokmaktadır. Böylesineaşağılık bir düzende işçi ve emekçiler olarak yaonurumuzu koruyarak haklarımızı ve taleplerimizimilitan mücadelelerle kazanacağız ya da ölüm kusanbu düzende kurbanlık koyunlar olarak görülmeyedevam edeceğiz.

Bu yüzden de direnişçi işçiler belediye yönetimineboyun eğdirmek istiyorlarsa daha aktif bir mücadeleprogramını biran önce önlerine koymalıdırlar. Direnişçiailelerin yapmış olduğu yol kesme eylemleri vb.yöntemler genişletilerek devam ettirilmelidir. Buradadüzenin kolluk kuvvetlerinin “kuzu postuna bürünmüşkurt” misali işçilerin dostuymuş gibi gözüküp gerçekteise onların militan mücadelelerini engellemeye yönelikadımlarına kesinlikle izin verilmemeli ve bu adımlarboşa düşürülmelidir. Nitekim en ufak bir eylemliliktemaskelerini çıkararak gerçek yüzlerini gösterecektirler.Bunu anlamak için Soma’da yaşanan deneyimebakmak bile yeterli olacaktır.

Direnişe tüm işçilerin daha aktif bir katılımgöstermesi için alt komiteler kurulmalıdır. Bu sayedehem direniş işçiler açısından gerçek bir mücadeleokulu haline gelecektir hem de her bir işçi direnişinöznesi haline gelerek direnişi sonuna kadarsürdürebilme iradesini gösterebilecektir. Bugüne kadaryaşanan birçok örnekten de anlaşılacağı üzere işçilerkendi aralarında böylesi bir örgütlenme sağlayamadığıkoşullarda direnişler zamanla güç kaybetmektedir.

Direnişin kazanımında birinci koşul işçileringöstereceği kararlı duruş ise ikinci koşul belediye

üzerinde yaratılacak etkin bir kamuoyu baskısıolacaktır. Aliağa yerelinin geniş bir işçi ve emekçiyibarındırması ve Soma süreci üzerinden işçi veemekçiler arasında dayanışma duygusununkuvvetlenmeye başlaması önemli bir avantajdır. Fakatbu duyguyu daha da güçlendirmek ve aktif bir desteğedönüştürmek yine direnişçi işçilerin göstereceğiçabaya bağlı olacaktır. Bu açıdan çalınmadık kapıbırakılmamalı ve direniş daha görünür kılınmalıdır.Soma için yapılan eylemler ve İzmir merkezindeyapılan taşeron eylemine katılım anlamlı örnektir.Direnişçi işçiler sadece kendi sorunları için değiltoplumsal olaylara da duyarlılık gösterebilmelidirler.Böylelikle toplumun en geniş kesimlerden kendileriiçin gerekli olan desteği elde edebilirler.

Yine başta Genel-İş olmak üzere tüm sendikalar,demokratik kurumlar ve siyasi partiler üzerindemücadelelerini desteklemeye ve dayanışmaya yönelikbir basınç oluşturmalıdırlar. DİSK’in Soma Katliamı’nınardından taşeron işçilerini örgütleme yönündekikararının samimiyeti Aliağa işçilerinin direnişine neoranda sahip çıktıkları üzerinden de anlaşılmışolacaktır. Bu yüzden direnişçi işçiler Genel-İşSendikası’ndan daha aktif bir destek almayızorlamalıdırlar. Yine kent genelinde süren direnişlerledaha aktif bir dayanışma içeresinde olunmalıdır.

Aliağa işçileri yükselttikleri mücadele bayrağınıdirenişin ilk günkü kararlılığıyla sürdürmeleri halindeişçi sınıfının yeni bir kazanım elde etmesinin önünüaçacaktır.

Kazanmak için fiili-meşru mücadele!

Page 15: Kızıl Bayrak 2014-22

22 Mayıs’ta Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde(AİBÜ) okuyan Demokratik Öğrenci DernekleriFederasyonu’ndan (DÖDEF) öğrencilerin düzenlediğibir panel gerçekleştirildi. Yeniceşıhlar köylüleri, İTÜöğrencisi ve Greif işçilerinin katıldığı panelde, SomaKatliamı, taşeronluk, sendikal bürokrasi ve direnişüzerine konuşmalar yapıldı.

Panelin ardından taşocağına karşı yaşam alanlarınısavunan direnişçi Yeniceşıhlar köylüleri ile birarayagelerek direniş üzerine sohbet ettiler.

Okmeydanı’nda silahla vurulan Uğur Kurt’un ölümhaberinin gelmesi üzerine gece 01.30’da Bolu Valiliğiönünde AİBÜ öğrencilerinin yaptığı bir saatlik oturmaeylemine Greif işçileri de katıldılar. Gece DÖDEF’liöğrenciler tarafından ağırlanan işçiler cuma günüBolu’dan döndüler.

DİSK binasında biraraya gelen direnişçiler, UğurKurt’un ölümü ve Okmeydanı’nda yaşanan eylemlerinyoğunlaşması, aynı gün Ayhan Yılmaz’ın da yaşamınıyitirmesi nedeniyle 24 Mayıs Cumartesi yapmayıplanladıkları buluşmayı iptal ettiler.

Direnişçi işçiler yaptıkları değerlendirmetoplantısının ardından Okmeydanı’na Uğur Kurt’uncenaze törenine katılmak üzere DİSK binasındanayrıldılar. Cenaze töreninin ardından tekrar nöbetedönüldü.

Greif yönetimi işçilere gönderdiği mesajda şunlarıyazdı: “Yönetimin aldığı karar sonucunda; size birseferlik ayrılık tazminatı adı altında toplu iş sözleşmesişartları dikkate alınarak kıdem ve ihbar tazminatınıztutarında ödeme yapılacaktır.”

Greif işçileri, yürüttükleri mücadelede her aşamadayanlarında olan avukatları Zeycan ve Bülent Şimşek’inyeni doğan bebeklerini görmek ve mutlu günlerindeyanlarında olmak için ziyaretlerine gittiler.

25 Mayıs’ta Greif direnişçileri Kadıköy’de taşeronçalışmanın yasaklanması için gerçekleştirilen mitingekendi pankartlarıyla katıldılar. Mitingde konuşmayapmak isteyen işçilere söz verilmek yerine sadeceisimlerinin okunması işçilerin tepkisine yol açtı. Üstelik44 taşerona karşı yürüttükleri mücadele içerisinde

kendilerine sırt dönen sendika bürokratlarının çıkıp dakürsüden taşeronluğa karşı konuşmalar yapmasınakarşın da “Kahrolsun sendika ağaları!” sloganınıhaykırdılar.

26 Mayıs’ta işçiler tazminatlarını almak içinSamandıra’daki Greif fabrikasına gittiler. Temsilcilerinortalığı karıştıracağı dedikosunu yayan Budaklarınoyunu Samandıra’ya gidince ortaya çıktı. Hemferagatname de hem de Budakların hazırladığı ve Greifişçilerinin ortak açıklaması gibi sunulan metin, işçileretazminatlarının karşılığında dayatıldı. Nöbettekidirenişçilerden yalıtılmaya çalışılan işçiler, Budaklartarafından işçileri ihbarcılığa düşüren, ifade tutanağıanlamına de gelen bir içeriğe sahip metni tazminatlarıkarşılığı dayatma yoluyla imzalattılar. Böylece birkezdaha nasıl bir sermaye işbirlikçisi olduklarını ortayakoydular.

Yapılan görüşmeler sonucunda nöbettekidirenişçiler tazminatla ilgili belgelere “Fazlaya dairhaklarımız saklıdır” yazarak imzalarını attılar.Tazminatları eksik yatırılan işçiler dava açacaklarınıbelirttiler. Budakların hazırladıkları feragatnameyiimzalamayan işçilerin tazminatları ödenmedi.

Akşam saat 18.00’de DİSK Genel Merkezi önündebir açıklama yapan işçiler direnişin toplam sürecinideğerlendirdiler. Açıklamanın sonunda nöbetinsonlandırıldığını duyurdular.

Ertesi gün Greif yönetimi ile direnişçiler arasındayapılan görüşmelerin sonrasında, DİSK Teksil Sendikasıyöneticilerinin hazırladığı ve Greif işçilerinin ortakaçıklaması gibi hazırlanan metne imza atmadan,sadece feragatname imzalanarak tazminatlar ödendi.Orhan Purhan ve Çoşkun Alsaç, direnişin meşruluğunuortadan kaldırmaya hizmet eden, bir suç ve suçluyaratmayı hedefleyen Budakların hazırladığı metni deGreif yönetiminin feragatnamesini deimzalamayacaklarını, bankaya yatırılacağı söylenenparayı da almayarak dava açacaklarını dile getirerekhiçbir belgeyi imzalamadılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Greif işçileridirenişlerini sonlandırdılar

Tüpraş’ta 50 taşeron işçisiişten çıkarıldı

Tüpraş’ta taşeron olarak Tekfen’e bağlı Bafor adlımüteahhit firması, alacaklarını talep eden ve budurum karşısında 1 günlük iş bırakma eylemi yapan 50işçiyi işten çıkardı. İşten çıkarılan işçiler Tüpraş D girişkapısı önünde nöbete başladı.

Yarısı bankadan yarısı elden

Taşeronlaşmanın getirdiği esnek çalışma koşullarıaltında çalışan yaklaşık 150 taşeron işçisi 26 Mayıs’ta işbıraktı. Taşeron firmanın maaşlarını ve sosyal haklarınıgasp ettiğini ifade eden işçiler, patronun tazminatödemeden işten çıkarma uğraşında olduğunu kaydetti.İşçiler, kendilerine bordro dahi verilmediğini, patronunellerine yazılı bir kağıt verip, maaşlarının yarısınıbankadan, yarısını da elden ödeyerek vergi kaçırdığınıda söylediler.

İşe geldiklerinde öğrendiler

Çelik montaj ve boru montaj işlerinde çalışan işçilerbu durumu sosyal medya üzerinden de duyurdu.Resimlerden kişileri tespit eden patron, bir taraftan 50kişinin iş akdini feshederken, diğer taraftan daKocaeli’de faaliyet gösteren yerel gazeteleri arayarakçalışanların haklarının ödendiğini ve olayınabartıldığını ileri sürdü. 27 Mayıs’ta sabah işe gidenişçiler, Tüpraş D kapısına geldiklerinde iş akitlerininfeshedildiğini öğrendiler.

Maaş ve alacaklarımız ödensin

1 buçuk aylık maaşlarının ve sosyal haklarınıniçeride olduğunu vurgulayan işçiler, “Hakkettiğimizmaaş ve alacaklarımız ödensin, gidelim. İşveren bizeparalarımızın bankaya yatırılacağına dair yazı veriyor,ne tarih var ne de imza, buna kanıp gitmemizi bekliyor.Maaşlarımızı öderken de, yarısını banka yoluyla,yarısını elden verip, bordro dahi vermiyor, vergikaçırıyorlar’’ şeklinde konuştular.

Caner Aktan – Kocaeli

Page 16: Kızıl Bayrak 2014-22

Bundan 106 gün önce yola çıktık. Birliğimizingücüne dayanarak, Kaveller’in ruhunu kuşanarakşalteri indirdik, fabrikamızı işgal ettik. İnsana yakışırşartlarda çalışmak ve yaşamak istedik. Kölece çalışmakoşullarına hayır dedik.

Asla sadece kendimizi düşünmedik. Kendimizidüşünseydik bize vaadedilen koltukların peşindengider, Rıdvan Budaklar gibi o koltuklarda bir ömürboyu otururduk. Sadece kendimizi düşünseydiktaşeronlardan bize ne deyip sırtımızı döner işimizebakardık. Sadece kendimizi düşünseydik başkaları gibizorluklarla karşılaştığımızda ilk fırsatta bu zorlu yoldanvazgeçerdik.

Ama biz, sadece kendini düşünen, arkadaşına veişçi sınıfına sırtını dönen ahlaksızlardan değildik.Kurtuluşun tek başına olmadığını bilen işçilerdik. İşçisınıfımızın değerlerine sadık kaldık, tereddütgöstermeden ileri atıldık. Bu kavgada başta nediyorsak arkasında durduk, nasıl başladıysak öyledevam ettik. En önde yürümeyi, bedel ödemeyi gözealdık. Bedel ödeme zamanı geldiğinde de ödemektenkaçınmadık. Kendimiz için değil sınıfımız için direndik.

Hiç pişman olmadık. Mücadelemizden dolayı mutluve gururluyuz.

Yürekleri körelmiş, vicdanları cüzdanlarından ibaretolanlar elbette bizi anlayamazlardı. Anlamadılar da.Onlardan anlamalarını beklemiyorduk ama, daha enbaşında ihanetin hançerini sırtımıza vurdular. Bir kezde değil. Hemen her aşamada sınıfına yabancılaşmışağa ve bey takımıyla boğuştuk. Biz onlara gölgeetmeyin başka ihsan istemez derken onlar, sınıfdüşmanlarımızın safına geçip tüm maharetlerini bizekarşı sergilediler. Sınıf düşmanlarımız da hep onlarısiper aldı. İşte böylelikle de her anı zorlu bir kavganıniçinde bulduk kendimizi. Yine de diz çökmedik, amandilemedik kararlıca yürüyüşümüzü sürdürdük.

İhaneti en kirli yüzünü gördük yine de şaşırmadık.Çünkü onları iyi tanıyorduk, hazırlıklarımızı da zatenona göre yaptık. Ama sadece ihanetle boğuşmadık.Aynı zamanda ruhunu bürokrasiye teslim etmiş,onunla sarmaş dolaş olduğu halde devrimcilik taslayanDİSK bürokratları da bize sırt çevirdiler. Bizimbürokratizme ve yasalcılığa prim vermeyengözüpekliğimiz karşısında korkuya kapıldılar. Düzendenve giderek Budaklar’dan yana saf tuttular. Ellerindetuttukları sınıfımıza ait imkanları bizden esirgediler,üstüne ihanete kol kanat gerdiler. Görev vesorumluluklarına sahip çıkmadıkları gibi bizi deoyaladılar. Böylelikle de ihanet şebekesinden de utançverici bir teşekkür aldılar.

Direnişimiz onların maskelerini indirdi. DİSK’iniçerisine düşürüldüğü içler acısı durumu gözler önüneserdi. Kaveller, Derbyler, Paşabahçeler, 15-16Haziranlar’ı yaratan devrimci işçilerin canı ve emeği

üzerinden yükselen DİSK’in bu bürokrat takımıtarafından nasıl da içinin boşaltıldığını açığa çıkardı.

Yine sendikal demokrasinin bu bürokratlartarafından nasıl da bir oyuna çevrildiğini gösterdi.Bunlar sözde işçilerin söz hakkına sahip olduğu amagerçekte her şeyin kendileri tarafından belirlendiği buoyuna ortak olmamızı istediler. Biz reddettik. Tabaniradesine dayalı komitelerimizi kurup, yüzlerce işçininkatıldığı gerçek bir demokrasiyle kararlarımızı aldık.Onlar bunu doğal olarak kendilerine tehdit saydılar vegelecekleri için dehşete kapıldılar. İşçilikten başka herişi yapan kravatlı başkanların patronluk yaptığısendikalarımızda, biz işçilerin düşünce ve iradelerinezerrece değer verilmediğine tanık olduk.

Mücadele gücü ve takatinden yoksun bir DİSK ilekarşılaştık. Neredeyse son 30 yılının en büyük eyleminigerçekleştiren ve bunu da büyük bir özveriyle yapanüyesi olan işçiler karşısında kılını kıpırdatmayan birDİSK’le karşılaştık. Yöneticileri böyle bir işçi direnişikarşısında sırtlarını dönerken, Budaklar gibileri deonlara göz göre göre ihanet ederken bunu “sendikaldisiplin” adına sineye çeken, ortak olan, bunu mazeretyapan bir anlayış ve kültürle karşılaştık.

Böyle bir yapıda Rıdvan Budak gibi çürümüşağaların yaşaması bizi şaşırtmıyor. Çünkü tabandanbağımsız işçi hareketine ve örgütlenmesine kapılarıkapalı olan, onlarla aynı ortamda yaşamaktan sıkıntıduymayan bir örgütlülükte Rıdvan Budaklar çok olur.Bunun için Budaklar’ı temizlemek yetmez, asıl olarak

onları üreten bu toprağı değiştirmek gerek. Bu toprağıdeğiştirmek ise ancak tabandan örgütlenmiş vesendikalarını yönetme iradesine sahip işçilerin eseriolacaktır. Bunu biz başaracağız.

Bu süreçte ihaneti ve dost bildiklerimizin bizi yalnızbıraktıklarını gördük ama aynı zamanda da büyük birdestek ve dayanışmaya da şahit olduk. Ülkenin pek çokköşesinden emekçi arkadaşlarımız, ilerici ve devrimcidostlarımız direnişimize destek vermek için seferberoldular. Bu kadarla da kalmadı sesimiz sınırları aşarakpek çok ülkeden yankı buldu. Tüm dostlarımıza yürekdolusu teşekkür ediyoruz. Sağolsunlar, varolsunlar.

İşte böylelikle yüzlerce işçinin katıldığı ve geceligündüzlü sürdürdüğü işgal fabrikasında, canlı birkolektif bir yaşam örgütleyebildik. Yemek, barınma, içyaşam vb. gibi konularda hemen hemen hiçbir sorunyaşamadık.

Dayanışmanın büyük gücünü arkamıza aldık,yüzlerce işçinin katıldığı ve söz-karar hakkına sahipolduğu gerçek bir demokrasi ile büyük bir mücadelegücü ve enerjisi yarattık. Öyle ki iki ay boyuncayaptıklarımızı, işçi aidatlarıyla büyük servetlerinüzerinde oturan pek çok sendikanın yapamayacağınaeminiz.

İşte bunu yarattığımız gerçek işçi demokrasisineborçluyuz. Yüzlerce işçinin dahil olduğu budemokrasinin direnişimizin en büyük kazanımlarınınbaşında olduğunu düşünüyoruz. İşçilerin söz ve kararhakkına sahip olduğu, ürettikleri gibi yönettikleri,

Bu daha başlangıç, m

Page 17: Kızıl Bayrak 2014-22

sözde değil gerçekte bir işçi demokrasisi örneğiydi bu.İşte bu demokrasiden aldığımız güçle direniş

ateşimizi başta Greif’in diğer fabrikalarının önü olmaküzere İstanbul’un pek çok bölgesine yaydık.Hadımköy’den çıkıp Sultanbeyli fabrikasına girdik.Engelleri aşıp saatler boyunca fiilen üretimidurdurduk. Sadece bu dahi işçi sınıfımızın tarihindeolmayan bir büyük eylemdi. Öte yandan sayısız eylemyaptık. İstanbul’un her köşesini eylem alanına çevirdik,Boğaziçi köprüsünü kestik, Amerikan Büyükelçiliği’negittik, Taksim’de, Kadıköy’de yürüyüş ve basınaçıklamaları yaptık, işçi sınıfı hainlerinden hesapsormak için imza kampanyaları örgütledik.

Bu büyük mücadelemizde sayıları az olsa dahiGreif’in emekçi kadınları ise büyük bir görev üstlendi.En önde yürüdü ve direnişi sonuna kadar sürdürmeiradesini de gösterdi. Geif’in emekçi kadınları onurunve direncin örneği oldular.

Sınıf düşmanlarımız günler boyunca büyük birkorkunun içerisinde kıvranıp durdular. Onları soluksuzbıraktık. Böylelikle kendi davaları için birleşen vesorumluluk alan işçilerin neler yapabileceğinigösterdik.

İşte böylesine yürekli ve her anı büyükmücadelelerle dolu bir direnişi kendi talepleriyönünden kazanmak fazlasıyla mümkündü. Bu olanağaen başından işgal eylemimizin polis operasyonuylabitirildiği aşamaya kadar fazlasıyla sahiptik. Ama busonuca ulaşmamız mümkün olamadı.

Çünkü sadece tek bir patronla değil, gerçekteAmerikan emperyalizmi ve onunla tam bir işbirliğiiçerisindeki sermaye sınıfı ve devletiyle mücadeleettik. Bu güçler Greif patronunun arkasında birleşti vebize karşı tam bir cephe oluşturdular. Şubat ayıiçerisinde Greif CEO’sunun Türkiye’ye gelerek ekonomibakanı Nihat Zeybekçi ile görüşmelerinde ekonomibakanı bu direnişi bitirmek için ellerinden geleniyapacaklarını söylemişti. Karşımızda emperyalizmin veonların işbirlikçilerinin aklını, enerjisini ve gücünügördük. Bunlar gerçekte son derece makul olantaleplerimizi karşılamak yerine, eylemimiz işçi sınıfınaörnek olmasın, sömürü düzenlerinde bir gedikaçılmasın, taşeronluk sistemi çökmesin diye biziezmeye yöneldiler.

En sonunda gece yarısı polis operasyonuna dabaşvurdular. Üzerimize savaşa gelir gibi geldiler. Büyükbir zorbalıkla üzerimize çullandılar, işgalimizi kırdılar.Ancak ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir zaman onlaraboyun eğmedik. Önden yaptıkları tehditlere, saldırılarave satın almalara rağmen hayatlarında hiç polisin vahşiyüzünü hiç görmemiş onlarca arkadaşımız, barikatlarınarkasında dik durma yürekliliğini gösterdi. Öncesindesöylediğimiz gibi polis zoruyla, ellerimiz kelepçeli amabaşımız dik fabrikadan çıkarıldık.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen günler boyuncadirendik. Nice zorluklara göğüs gerdik, soğuk, yağmurçamur, TOMA’lı saldırılar bizi yıldıramadı. Ancak ihanetve ihanete kol kanat geren bürokratlar buna rağmenoyun oynamayı sürdürdüler ve bir kez dahasermayenin yardımına koştular.

Öte yandan bu aşamada dahi emek dostlarımızdanazımsanmayacak derecede büyük bir dayanışmaörgütlenmesine rağmen, sınıfımızın desteğinialamadık.

İşte bu koşullarda sonuna kadar, gücümüzün sondamlasına kadar direndik. Belki baştan koyduğumuzhedeflerimize ulaşamadık, ama yine de dediğimiziyaptık. Ya taleplerimizi kabul edecekler ya da kapatıpgidecekler dedik. Taleplerimizi kabul etmediler,ama tabelalarını indirmek, fabrikayı kapalı tutmakzorunda kaldılar. Direnme iradesini gösterenlerintazminatlarını vermeyerek cezalandırmaya kalktılar,ama direnişimiz onlara geri adım attırdı ve haklarımızısöküp aldık.

Başımız dik, vicdanımız rahat,gururlu ve mutluyuz. Çünkü onyıllar boyu işçi sınıfımıza giydirilendeli gömleğini yırtıp attık. Yasalcı-icazetçi bürokratların saltanatınısarstık. Sömürü cehenneminden birçıkış yolunun olduğunu gösterdik.Yeni bir mücadele geleneği, kültürüve değerler sisteminin ilk taşlarınıdöşedik. Yeni bir yol açtık. İştebunun için bizim direnişimizlebirlikte işgal ve direniş ateşisınıfımız içinde yayılmaya başladı.Bugüne kadar patronlar tarafındanhiçe sayılan, yasalarla eli kolubağlanmak istenen işçikardeşlerimiz, işgal ve direnişyoluna başvurmaya başladılar.Zentiva, Seyitömer, Karşı, Yatağan,Anteks fabrikalardaki işçiarkadaşlarımız yaptıklarıyla bizionurlandırdılar. Aynı şekilde öğrenci gençarkadaşlarımız da üniversitelerinde işgal bayrağınıyükselttiler. Böylelikle yasalcılık ve pazarlıkçılığımücadele olarak satanların devrinin geride kaldığı, işçisınıfına hep kaybettirenlerin yolun sonuna geldiğigörülüyor.

Soma’daki işçi katliamı ise bu çürümüş ve yozlaşmışbürokratik sendikal düzenin artık yıkılmak zorundaolduğunu kanıtladı. Bu vesileyle Soma’daki işçikatliamının sorumlularından hesap soracağımızı,işçinin sırtına kene gibi yapışmış olan sendikaağalarından kurtulmak için dişimizle tırnağımızlamücadele edeceğimizi duyuruyoruz.

Bundan sonra da açtığımız bu yolda sınıfımızlabirlikte yürüyeceğiz. Kendi tarzımız, değerlerimiz vedirencimizle sınıf mücadelesinin içinde ve en önündeolmaya devam edeceğiz. Başlattığımız bu mücadeleyisürdürecek, yasalcılığın-bürokratizmin kaleleriniyıkacağız.

Greif’te emeğimizi çalmaya kalkanlarla hesabımızbitmedi. Onurlu mücadelemizde her aşamada ihaneteden Budaklar’ın ihanet çetesiyle hesabımızkapanmadı. Haklarımızın zerresini onlarayedirtmeyeceğimiz gibi onların emeğimiz üzerindenemalanmalarına, izin vermeyeceğiz. İhanetçetesinden ve onlara uşaklık yapanlardan mutlakahesap soracağız.

Artık her bakımdan da daha güçlüyüz. Sınıfımızadına büyük mücadele değerleri yarattık, çetin birmücadele içerisinde büyük deneyimler kazandık, bumücadele içerisinde yetişmiş ve kaynaşmış işçilerolarak çıktık. Bunun için bugüne kadar yaptıklarımızıbaşlangıç sayıyoruz ve mücadelemize devam

edeceğimizi ilan ediyoruz.Artık işçi sınıfı, yasaların

içerisinde sermaye ile al gülümver gülüm sendikacılıkoynayan bürokrat takımınaboyun eğmeyecek.

Artık işçi sınıfı, DİSK’in bubürokratlar tarafından içiboşaltılmasına ve değerlerineihanet edilmesine sessizkalmayacak.

Artık işçi sınıfı, meydanı busendika ağalarına ve bürokrattakımına bırakmayacak.

Çünkü artık nasılyapacağımızı biliyoruz. Her anıbüyük bir ders olandirenişimizden öğrendik,çelikleştik. Çünkü kendimizeve işçi sınıfına güveniyoruz.Artık sermaye ve uşakları

kaybedecek, işçi sınıfı kazanacak, biz kazanacağız.Büyük emeklerle yarattığımız büyük işgal

eylemimizi, işçi sınıfımıza armağan ediyoruz. Amadaha fazlasını hep birlikte yaratmak üzere bunubaşlangıç sayıyoruz. Bütün dostlarımızı ve sınıfkardeşlerimizi yürekten kucaklıyor, omuz omuzayürümeye çağırıyoruz.

Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!Yaşasın işçi sınıfının birlik ve mücadelesi!Yaşasın Greif işgalimiz!Yaşasın işgal, grev, direniş!

Direnişçi Greif işçileri26 Mayıs 2014

mücadeleye devam!

Artık işçi sınıfı, yasalarıniçerisinde sermaye ile algülüm ver gülüm sendikacılıkoynayan bürokrat takımınaboyun eğmeyecek. Artık işçi sınıfı, DİSK’in bubürokratlar tarafından içiboşaltılmasına ve değerlerineihanet edilmesine sessizkalmayacak.Artık işçi sınıfı, meydanı busendika ağalarına ve bürokrattakımına bırakmayacak.

Page 18: Kızıl Bayrak 2014-22

Avrupa işçi hareketi ve hareketin o dönemdekipolitik temsilcileri olan sosyal demokrat ve sosyalistpartiler, ayak sesleri duyulan emperyalist savaştehlikesine karşı sürekli uyarıda bulunmuş ve buna izinvermeyeceklerini ilan etmişlerdi. II. Enternasyonal’inen etkili gücü olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin(SPD) kurucularından Wilhelm Liebknecht ve AugustBebel 1870-71 Almanya-Fransa savaşında gösterdiklerinet savaş karşıtı tutumlarıyla işçi hareketi içindeönemli bir politik etki kazanacaklardı. Bebel’inölünceye kadar (1913) başında bulunduğu SPD’nin dışpolitikada militarizm ve savaş karşıtı tutumu, partinindeğişmez ilkesiydi. SPD’nin tutumu, Enternasyonalinkararlarını da doğrudan etkiliyordu.

25 Haziran 1914’te, yani savaş kredilerine onayvermeden kısa bir süre önce SPD parti merkez yayınorganı “Worwärts” gazetesi, işçi sınıfını ve emekçikatmanları savaş tehlikesine karşı kitlesel gösterilerekatılma çağrısı yapıyordu.

Çağrı şu sözlerle bitiyordu “Bir Dünya Savaşıtehlikesiyle karşı karşıyayız! Sizi barışta dahi aldatan,küçümseyen, kullanan egemen sınıflar, şimdi ise savaşmalzemesi olarak kullanmak istiyor. Despotlarınkulaklarının her yerde, ‘Biz savaş istemiyoruz!Kahrolsun savaş! Yaşasın halkların enternasyonalkardeşliği!’ şiarıyla çınlatılması gerekiyor.”

Çağrıya yanıt veren yüz binler sokaklarda,meydanlarda yaptıkları görkemli gösterilerle fiili olaraksavaşa izin vermeyeceklerini haykırıyordu. Benzergösteriler, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yapılıyordu.

Sosyal demokrasi ihanet ediyor

Yapılan savaş karşıtı açıklama ve çağrılara karşınAvrupa Sosyal Demokrat Partileri, 1914 Ağustos’undapatlak veren emperyalist savaşa giren hükümetleredestek verdiler ve bu utanç verici tutumu “anayurdusavunma” argümanına dayandırdılar. Sosyal şoven birtutum alan bu partilerin gerekçeleri; Rusaristokrasisine karşı, Almanya’nın militaristmonarşisini, Alman gericiliğine karşı Fransacumhuriyetçiliğini savunmaya dayandırılıyor ve işçisınıfının bilinci karartılıyordu.

4 Ağustos’ta Reichstag (Alman parlamentosu)Sosyal Demokrat Parti gurubu savaş kredilerine onayverdi. Partinin ikinci başkanı ve keskin savaş karşıtıkonuşmalarıyla öne çıkmış olan Hugo Haase, bu sosyalşoven tutumu yaptığı konuşmada şöylegerekçelendiriyordu: “Bu tehlike anında anayurduyalnız bırakamayız. Bu bağlamda, her halkın ulusalbağımsızlık ve kendini savunma hakkını tanıyan veaynı zamanda işgal savaşlarını mahkum edenEnternasyonal ile uyum içinde olduğumuzudüşünüyoruz. Umuyoruz ki, bu korkunç savaş acılarıdersi, yeni milyonların savaşa karşı nefretini uyandırırve onları sosyalizm ideali ve halkların barışı içinkazanır.(…)”

Yapılan oylamada SPD grubundan savaş karşıtı tekbir ses bile çıkmadı. Emperyalist savaşa karşı olan Karl

Liebknecht ise, “parti disiplinine uymak” adına red oyukullanmadı. Fakat kısa bir süre sonra K. Liebknechtdoğrudan savaş karşıtı muhalefetin öncülüğünü yaptı.Zira SPD ve sendikaların başına çöreklenmiş bu işçiaristokrasisinin tersine, işçi sınıfının büyük çoğunluğusavaş histerisine karşıydı. 2 Aralık’ta yeni savaşkredileri için yapılan oylamada red oyu kullananLiebknecht, emperyalist savaş karşıtı direnişinsembolüne dönüştü.

Sosyal demokrasi ve sendika yönetimlerininburjuva devlet ve militarist aygıtıyla sağladıkları bubarış, (Burgfrieden Deutsches Reichen) Almanemperyalizmine savaşı sürdürme olanağını, gücünüsağlıyordu. Sendikalar oylamadan önce 1 ve 2Ağustos’ta yaptıkları konferansta, savaş kredilerinedestek sunma, devam eden grevleri sonlandırma vesavaş boyunca herhangi bir eylem gerçekleştirmemevaadinde bulunmuştu. SPD ve sendika yönetimi 6Ağustos’ta yayınladıkları ortak bir açıklamayla, işçisınıfını emperyalist savaş politikasını desteklemeyeçağırıyordu. Sosyal demokrasinin destek vermemesidurumunda, Almanya’nın bu azgın savaşı başlatmaolanağı olmayacaktı. Zira “iç cephenin” birliğiönemliydi. Böylece işçi sınıfının çıkarları, Keiserreich’in(Kaizer İmparatorluğu) “ulusal çıkarlarına” tabikılınıyordu. SPD’nin bu utanç verici tutumu, DeutschesReich’in (Alman İmparatorluğu) emperyalist paylaşımsavaşı için “genel seferberlik” başlatmasının önünüaçarken, savaş histerisinin yıllarca devam etmesininkoşullarını da sağlıyor.

İşçi hareketi ayrışıyor

Sosyal demokrat partilerin ihanetinden dolayı1914’ten başlayarak işçi hareketi açık bir şekildeayrışıyor, örgütsel olarak zıt kulvarlarda yürüyordu. Birtaraftan kendi ülkesinin burjuvazisi ile savaş suçunaortak olan sosyal demokrasi hareketi, diğer tarafta isekomünist işçi hareketi…

“… Daha şimdiden kokuşmuş bulunan oportünizm,sosyal-şovenizme dönüşerek, kesinlikle burjuvazi

kampına geçmiştir: manevi bakımdan da, siyasalbakımdan da, sosyal-demokrasiden kopmuştur. Ondanörgüt alanında da kopacaktır. Bundan böyle, işçiler“sansürden geçmeyen” bir basın ve “izinsiz”toplantılar, yani yığınların devrimci hareketinidesteklemeye yönelik gizli örgütler istiyorlar. Yalnızcaböyle bir “savaşa savaş”, boş bir söz değil, sosyal-demokrasiye yaraşır bir şeydir. Ve, bütün güçlüklere,gelip geçici yenilgilere, yanlışlara, yanılgılara, geçiciduraksamalara karşın, bu çalışma insanlığı muzafferproleter devrime götürecektir“ (Lenin: II.Enternasyonalin çöküşü)

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 1917’de Bolşevikparti önderliğinde zafere ulaşması, emperyalist savaşakarşı alınan devrimci politik tutum sayesinde mümkünolurken, Lenin’in, “muzaffer proleter devrim”öngörüsünü de doğruluyor. Ekim Devrimi’nin zaferininardından ise, işçi hareketi içindeki ayrışmaprogramatik ve örgütsel olarak her düzeydebelirginleşiyordu.

Sosyal demokrasinin “İhaneti” bir sonuçtur!

1. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesidöneme kadar SPD, temel konulardaki bazı zaaflarınarağmen, devrimci bir işçi partisi olarak müthiş birgelişmeyi geride bıraktı. Bismarck’ın (1878’den1890’da kadar uygulanan ve sosyalist partiyi yasadışıilan eden yasa) “Anti-Sosyalist Yasası” uygulandığındabile parti, zayıflamak bir yana sınırlarını aşan birgüçlenme süreci yaşadı.

Bir milyonu aşan üyesi, 4,3 milyon seçmeniyle(Kadınların o dönemde seçme hakkı yoktu) nicel olarakda Avrupa kıtasının en güçlü partisiydi. Nitekim 1912yılında yapılan Reichstag seçiminde SPD yüzde 35oranında oy alarak, parlamentonun ikinci büyükgrubunu oluşturuyordu.

Bir dizi eğitim kurumu, basın yayım merkezi, kültür,spor, gençlik derneği ağıyla dev bir siyasal güçoluşturan SPD, devletin sistematik baskı ve yasaklarınakarşın, kendi öz gücüyle bu devasa olanakları

1914’te Sosyal Demokrasi: “Bu tehlikeanında anayurdu yalnız bırakamayız”

A. Eren

Page 19: Kızıl Bayrak 2014-22

yaratabildi. Ayrıca politik olarak partiye bağlı,milyonlarca üyesiyle sendikalar ve Kooperatifler deörgütleyen SPD’nin, “Bir karşı devlet”oluşturduğundan bile söz edilmekteydi. SPD, SosyalistEnternasyonal’in en güçlü partisini oluşturuyordu veAvrupa işçi hareketi üzerinde büyük bir otoritesi vardı;öyle ki, parti toplantılarında, sosyalizme geçişingüncelliği tartışılıyordu. Ancak partinin, özellikledevrimci iktidar perspektifindeki zayıflıkla da bağlantılıolarak, bütün bu olanaklar belli bir aşamadan sonraayakbağına dönüşmeye başladı.

Sosyal Demokrasi’nin savaş öncesi örgütselbaşarısına rağmen, savaş kredilerini onaylaması, buhareketin derinleşen yapısal sorununu dışa vuruyordu.Parti ve sendika aygıtlarında, kurumlarında meslekiolarak çalışan birçok “görevli” ile işçi aristokrasisi, işçihareketinin grev, gösteri, miting gibi eylemlerini“rahatsız edici faktörler” olarak algılamaya başladı.Hatta işçi sınıfının bu tür eylemleri, “egemen sınıfladiyaloglarda elde edilen kazanımları tehlikeyedüşürdüğü” gerekçesiyle eleştiriliyordu. NitekimAugust Bebel, Parti, Sendikalar ve diğer kurumlarınyönetici kadrosundaki “küçük burjuva öğenin” artanetkisine dikkat çekiyor, “Bu insanlar durumlarındanoldukça memnun ve ayakları altındaki devrimcitoprağı kaybediyorlar” saptamasını yapıyordu.

1892 Berlin Parti Kongresi’nde parti çalışanlarınınücretlerine sınırlandırma getirme önerisi, “Partitarafından çalıştırılanların en iyi iş koşullarına sahipolmaları gerekiyor.” argümanıyla red edildi. Avrupa’nınen güçlü işçi partisinin 1890 yılı parlamento üyelerininsosyal bileşimi gözetildiğinde, savaş kredilerioylamasında ortaya çıkan sonucun arka planı daha iyianlaşılacaktır.

Parlamento grubu: 7 muhabir/redaktör, 6 tüccar, 4yazar, 3 restoran sahibi, 3 sigara fabrikatörü, 2 emekli,2 fabrikatör, 1 kunduracı, 1 litograf, 1 yayımcı, 1avukat, 1 sigara üreticisi, 1 tütün işçisi, 1 parti kadrosu,1 terzi ustasından oluşuyordu. 1911 yılında Jena’dayapılan parti kongresinde, işçi kökenli delegelerin oranıyüzde 10’u geçmiyordu. Diğer delegeler partikurumlarının yönetici ve resmi çalışanlarındanoluşuyordu. Partiye egemen olmaya başlayan bu yeniyönetici kast hareketteki revizyonist yönelimin sosyaltabanını oluşturuyordu. Devrim yerine elde edilenresmi kurumlara angaje olmak, bu kast için rutin birfaaliyet oluşturuyordu. Bu açıdan 1897’de Stuttgart’tayapılan parti kongresinde Wilhelm Liebknecht’in yenibir anti-sosyalist yasanın çıkmasını temenni etmesi,partinin devrimci duruş gücünü yeniden kazanmasınaduyulan özlemin dışavurumuydu.

Alman sosyal demokrat hareketini yakından izleyenliberal burjuva sosyolog Max Weber, burjuvaziden çokSPD’nin bir devrimden korkması gerektiğini, zira partişeflerinin kayıplarının burjuvaziden daha çok olacağınadikkat çekiyordu.

Bu dönemde, partide Marksist teorinin kavranışıdüzeyindeki düşüş ve bunun olumsuz etkileri kaygıverici boyuta ulaşmıştı. 1898 Mart ayı başındayayımlanan Eduard Bernstein’in “Sosyalizmin Koşullarıve Sosyal Demokrasi’nin Görevleri” adlı kitabı ilkdönemde parti içinde dahi tepki çekmemişti. Oysakitapta materyalist tarih anlayışı, sınıf mücadelesi, artı-değer teorisi doğrudan red ediliyor ve “sosyalizminamacı” olarak sunulan şey gerçek bir anlam ifadeetmiyordu. “Ne olursa olsun, nihai amaç benim içinhiçbir şeydir; hareket ise her şeydir…” tanımıyla, kitaprevizyonizmin reformist programını temel alınıyordu.

Parti içerisinde marksist teori, “teorisyenlerin işi”olarak algılanıyordu. 1905 yılında parti içinde yapılan

bir tespite göre üyelerin sadece yüzde 10’umarksizmin temel bilgilerini kavramış gözüküyor. 400bin üyesi bulunan partinin teorik dergisi “Die NeueZeit”in sadece altı bin abonesinin olması, sorununboyutunu gözler önüne seriyor. Bu somut gerçeklergözetildiğinde Karl Kautsky’nin 1891 Erfurt programıtartışmalarına ilişkin Victor Adler’e yazdığı sözler dahakolay anlaşılacaktır: “Bu defa yeni bir program sözkonusu. Biz “Marksistlerden” birimiz orda bulunmakzorundayız” diyor Kautsky. Ki, Friedrich Engels,Kautsky’nin 1878 yılında yayınlanan “Anti-Dühring”kitabını okuduktan sonra marksist olduğunu söyler.Kautsky’nin, Darwin ve Malthus’un etkisindenömrünün sonuna kadar kurtulamadığı bilinmektedir.

Bu durumu erken bir dönemde gözlemleyenEngels, 1883 yılında, Marks’ın teorik çalışmalarınıdevam ettirebilecek hiç kimsenin olmadığını üzülerekbelirtir. Bernstein ve Kautsky’nin gazete işleriyleuğraştıkları ve Kautsky’nin gerçek anlamda bilimselçalışmanın nasıl yapılacağını hiçbir zamanbeceremediğini belirten Engels, 1889’da Bebel’eyazdığı mektupta ise, “yeni neslin özellikle teorikalandaki zayıflığı oldukça vahim“ der.

Teorik cephedeki bu açmaz, doğal olarak parti vesendikalar yapısında örgütsel boyutta da yankısınıbuluyordu. SPD’nin emperyalist savaşa destek vereceknoktaya savrulmasının kökleri, teorik alandaki gerilikparti, sendika ve diğer kurumlarda egemen hale gelenküçük/orta burjuva kastın düzenle bütünleşmesininbelirgin bir rolü olmuştur.

Yıllara yayılan çürüme sürecinin vardığı nokta,sendika yönetimi ile parlamento grubundan(Parlamentoda SPD Fraksiyonu üye sayısı 1890-1914yılları arasında 35’ten 110’a çıkmıştı) bir kesimin,emperyalist yayılmacı savaşı açıktan savunmasıdır.Savaşın Sosyal Demokrasi’ye “Reich”in yönetimiylegerçek bir diyalog ve işbirliği olanağını yarattığınısavunan emperyalist savaş destekçileri, buna karşılıkise egemen kastın Prusya’da genel seçimle onaylananbir parlamentarist sisteme geçilmesini kabul edeceğinisöylüyorlardı. Friedrich Ebert ve Philip Scheidemanngibi revizyonistler ise, fazla tepki çekmemek için dahadikkatli davranıyor, emperyalist burjuvaziyle girişilensuç ortaklığının belli zorunluklardan kaynaklandığını,savaş gerçekliğinin Sosyal Demokrasi’ye başka yolbırakmadığını iddia ediyorlardı. Yani bir kesimparlamentarist sisteme geçiş için, diğer kesim ise,zorunluluktan dolayı emperyalist savaşı desteklediğiniilan ediyordu.

Egemen sınıf yanlısı bu iki revizyonist grupparlamento fraksiyonu içinde hala azınlığıoluşturuyordu. Belirleyici olan “Zentristler”in

(Merkezci) alacakları tutum olacaktı. “Zentristler”intutumunu belirleyen faktör, özellikle Alman işçihareketi içinde gittikçe artan emperyalist/şovenistideolojinin etkisiydi. Zira Sarayevo olayından sonrasistematik olarak işlenen nasyonalist propaganda vesavaş histerisi, işçi sınıfının önemli bir kısmını etkisinealmış bulunuyordu.

İşçi hareketinin tahribata uğratılmasının başaktörleri olan ve başında Karl Kautsky’nin bulunduğu“Zentristler”, savaş kredilerine red oyu vermeleridurumunda, Parti ve onun kurumlarınınyasaklanacağını, illegaliteye zorlanacağını ileri sürerek,Albert Südekum’dan kitlesel grevlere başvurulmadığısürece işçi örgülerinin yasaklanmayacağı teminatınıaldıklarını söylüyor ve savaş kredilerine onayveriliyordu. 7 Ekim 1914’te Lenin, AleksandrŞlyapnikov’a yazdığı bir mektupta “Kautsky budurumda en çok tahribat yaratan kişidir” diyor.Oportünistlerin hilebazlıklarını en tehlikeli ve alçakçagizleyen onun sofistizmidir saptamasında bulunanLenin, “işçilerin gözünü, aklını vicdanını çelen entehlikeli kişi” olarak tanımlıyor Kautsky’yi.

1916 yılından başlayarak egemen emperyalistburjuvazinin savaşı sürdürme çabalarına karşı, Almanişçi sınıfının kitlesel gösterileri yaygınlaşmaya başladı.Sosyal demokrasinin izlediği politikaya karşı 1917yılında önce “Bağımsız Sosyal Demokrasi Partisi” dahasonraki süreçte Spartaküs grubu, emperyalist savaşave militarist biçim alan devlet yönetimine karşıdevrimci bayrağı yükseltti.

Kasım 1918’de Almanya’nın savaştaki yenilgisidevrimci işçi hareketinin güç kazanarak devrime doğruyürümesinin yolunu da açmış bulunuyordu. Birkezdaha sahneye çıkan SPD, burjuva parlamentaristsistemin sözcüsü olarak, işçi sınıfı içerisindekitleselleşen genç Alman Komünist Partisi’nin önünükesmek için, çok boyutlu bir ihanet planını devreyekoydu. Kapitalist sistemi, gelmekte olan devrimden“korumak” için harekete geçen sosyal demokrasi,emperyalist savaşta suç ortağı olmakla yetinmiyor,karşı-devrimin temel gücü olarak da işçi sınıfı vekomünistlerin karşısına dikiliyordu.

Bu açıdan 1918-1919 Kasım Devrimi’nin yenilgisi,Alman işçi hareketinin, 1914’te SPD tarafından içinesürüklendiği açmazın devamı oldu. Savaş başladığındaişçi sınıfını sosyal şovenizmle zehirleyen SPD, devrimpatlak verdiğinde ise, burjuvaziyi ve onun kokuşmuşkapitalist sistemini koruyan kalkan oldu. SPD’nin buikili ihanetinden dolayı I. Dünya Emperyalist PaylaşımSavaşı, Alman işçi hareketinin yenilgisinin de yolunuaçacaktı.

***

Page 20: Kızıl Bayrak 2014-22

1914’ten önce savaşa karşı işçihareketinin yanıtı: “kapitalist

egemenliğin çöküşünü hızlandırmak”

1912 Basel Manifestosu, savaş çıkması durumunda“kitleleri ayaklandırarak, kapitalist egemenliğinçöküşünü hızlandırma” politikasını, II. Enternasyonalpartilerinin temel görevi olarak belirlemişti.Emperyalist büyük güçler arasında yağma ve talansavaşı karşısında işçi hareketinin politik temsilcileri,daha 1900’lerin başında açık uyarılarda bulunarak,partilerin pratik hazırlıklarını bu duruma uygunyapmaları çağrılarında bulunmuştu.

“Bugünlerde gerici olmak cesaret ister”

1894 yılında sıkça tekrarlanan bu söz, örgütlü işçihareketinin toplumdaki politik etkisini yansıtıyordu.Avrupa toplumları 19. yüzyılın 90’lı yıllarında güçlü işçipartilerinin doğuşuna sahne olmaktaydı. Alman sosyaldemokrasi hareketinin programatik, örgütsel ve pratikçalışmasından etkilenen diğer Avrupa ülkelerindeki işçihareketleri sosyal demokrat kitlesel işçi partilerini, kısasürede kurdular. 1882 İtalya, 1883 Rusya, 1884İngiltere, 1885 Belçika, 1887 Norveç, 1888 Avusturyave İsveç…

Paris’te Bastille işgalinin 100. yıl dönümünde 14Temmuz 1889’da toplanan ve kuruluşunu duyuran II.Enternasyonal’in kongresinde 22 farklı ülkeden, 400delege hazır bulunuyordu. Bu sosyalist işçi partileripratik-politik görevleri “sekiz saatlik iş günü, çocukçalışmasının yasaklanması, iş güvenliği, yeni partilerinkurulması, parlamentoların aktif kullanılması” şeklindesıralanmıştı. August Bebel’in kongreye sunduğu ve“İşçi sınıfının iktidara el koyarak, kapitalizmintasfiyesini ve üretim araçlarının toplumsallaşmasını”temel alan metin onaylanıyordu. Marksizmin temelöğretileri üzerinde kurulan II. Enternasyonal, F. Engelstarafından büyük bir başarı olarak nitelendirilecektir.Bu kitlesel sosyal demokrat, devrimci işçi partileri,egemen sınıflar karşısındaki devrimci gücüoluşturuyorlardı. Bu partiler, devrimci çizgiye sadıkkalabilmiş olsalardı, burjuvazinin emperyalist yağmasavaşına girişmesi kolay olmayacaktı.

“Sürekli savaş tehlikesi” devam ediyor

23-27 Eylül 1900 yılında II. Enternasyonalin 5. Pariskongresinde Rosa Luxemburg’un altı yıldır büyükdevletler arasında sürmekte olan savaşa (ABD-İspanyasavaşı, Filipin ve Küba’nın işgali, Japonya’nın Kore veTayvan işgali) dikkat çekerek, halkların kardeşliği vemilitarizme karşı mücadele için kongreye sunduğuöneri, oybirliğiyle kabul edildi. “Savaş tehlikesine karşıişçi partileri enternasyonal düzeyde ortak faaliyetlergeliştirecektir.” Ayrıca “emperyalist gericiliğin ittifakınakarşı grev ve ekonomik eylemlerle sınırlanmayan karşıbir enternasyonal eylemler yapılacaktır” şeklindekararlar alındı. Bu ve buna benzer stratejik önemdepolitik kararlar sosyalist partilerin kongrelerinde sıkçagündeme gelmiştir.

Fransa Sosyalist Partisi 1906’da (1-3 Kasım)topladığı kongresinde Jean Jaures’sin formüle ettiği birdeklarasyon yayımlanmıştır. Deklarasyon “bulutlarnasıl fırtına/şimşek taşıyorsa, kapitalizmde özündesavaşı barındırmaktadır” saptamasını yaptıktan sonraşöyle devam ediyor: “fakat savaşlar şimşekler gibidoğal güçlerin gerginliği sonucunda değil, tersineinsanların istenci sonucu çıkıyor ve böylece kaçınılmaz

değildir. İşçi sınıfı kapitalist toplum düzeni içinde dahisavaş tahribatını önleme gücündedir. “Savaşıönlemek” için gerektiğinde Parlamentaristmüdahaleden, açık eylemlere, kitlesel grevler veayaklanmaya kadar” her türlü aracın kullanılmasıgerekiyor, vurgusu yapılmaktadır.

1907’de Sosyalist Enternasyonal’in Stuttgart’tayapılan (18-27 Ağustos) kongresi, “Militarizm veuluslararası çelişkiler” gündemiyle toplanmaktadır.Tartışmaların temelini, Jaures (Fransız sosyalistleri) veBebel’in sunduğu karar metinleri oluşturmaktadır.Bebel’in sunduğu metin; savaşlar “kapitalist ekonomikdüzenin yenilgisinden sonra sonlanabilir”denmektedir. Ayrıca işçilerin ve parlamentodakitemsilcilerinin bütün güçleriyle silahlanmaya karşı heryerde mücadele etmelerinin altı çizilmektedir. Buarada kongrede Bebel ve Jaures arasında savaşa karşıyapılacak eylemlerin formülasyonuna ilişkintartışmalar yaşanmaktadır. Bebel, Keiserreich’da savaşdurumunda kitlesel grevler ve ayaklanma ile beyinlereışık saçmak için mücadele edeceğiz, tanımına sıcakbakmayarak, “işçi sınıfını ancak aydınlatarak, beyinlereışık saçarak, ajitasyonla örgütleyebiliriz...” diyor.

Savaşa karşı hangi pratik eylemlerin, hangi somutaraçların sistematik bir şekilde uygulanacağınınmuğlak bırakılmasının da etkisiyle, birçok parti için bukongrelerde alınan kararlar, birer “boş söz” olarakalgılanacaktır.

Bu kongrede Bebel’in önerisi üzerine Lenin,Luxemburg ve Martov’dan oluşan bir alt komisyonunhazırlayıp sunduğu metin oy birliğiyle kabul edilecektir.İşçi sınıfı ve onun politik temsilcilerinin savaşı önlemekiçin en etkili araçları ortak ve koordineli biçimdehayata geçireceği belirtilerek, savaşın çıkmasıdurumunda ise bütün güçler seferber edilerekkapitalist sınıf egemenliğinin tasfiye edilmesi sürecininhızlandırılmasına vurgu yapılmaktadır. Savaşa karşımücadelenin, sosyalizm için mücadeleye bağlanmasıönerisi kongrede fazla dikkate alınmaz.

Sosyalist Enternasyonal’in 1910 KopenhagKongresi’nde (28 Agustos-3 Eylül) Almanya veİngiltere’nin dev savaş gemilerinin yapımı ve artançatışmaları gölgesinde yapılmaktadır. Yayımlanan ortakbir kararda bütün sosyalist parlamenterlerinmeclislerde silahlanmaya karşı mücadele edeceği veher türlü desteği reddedeceği belirtilmektedir.Stuttgart Kongresi’nde alınan karar aynen oy birliğiylekabul edilmiştir.

Bu kongrelere paralel olarak 1911 yılındanbaşlamak üzere birçok Avrupa ülkesinde savaş karşıtıgörkemli kitlesel gösteriler yapılmaktaydı. Sadece 3Eylül’de Berlin’de 200 bin emekçi “halkların barışı” içinsokaklara döküldü.

Birinci Balkan Savaşı’nın (8 Ekim 1912-30 Mayıs1913) ardından işçi sınıfı saflarında emperyalist savaşakarşı kitlesel eylemlerde hızlı bir gelişme yaşanıyordu.Sosyalist Enternasyonal’in 1912 Olağanüstü BaselKongresi (24-25 Kasım) değişik ülkelerden delegelerin,

meydanda toplanan 15 bin kişiye yaptığı konuşmalarlaaçılır. Gündemde tek bir konu vardır: “Uluslararasıdurum ve savaşa karşı ortak eylemler.” Jaures şuaçıklamayı yapıyordu: “Yöneticiler iyi düşünmelidirler,savaş tehlikesini sürekli hatırlatmak istiyorlarsa,halklar da kendi devrimlerinin diğerlerinin savaşındandaha az canın kaybına yol açacağının hesabınıyapacaklardır.“

Basel Manifestosu sadece savaşı mahkum etmiyor,sosyalist bir dış politikanın ilkelerini de kararabağlıyordu. Balkan sosyalistlerinin birinci derecedekigörevlerinin, “çığırından çıkmış nasyonalist şovenizmekarşı, bütün Balkan halklarının kardeşliğini, -Arnavutların, Türklerin ve Romanyalıların- ilan etmek”olduğu vurgulanır.

Avusturya-Macaristan sosyalistlerinin görevini,“her türlü eylemle, Sırbistan’ın silah zoruyla işgaledilmesinin engellenmesi” olarak formüle edenkongre, burada en önemli sorumluluğun Almanya,Fransa ve İngiltere sosyalist partilerinde olduğubelirtilir. Avrupa hükümetleri hafızaları tazelemek için,kongrede 1870-71 Alman-Fransız savaşının ParisKomünü’ne, 1904-5 Rusya-Japonya savaşının 1905 RusDevrimi’ne yol açtığı vurgulanarak, “böyle bir dünyasavaşı olasılığının başta işçi sınıfı olmak üzere dünyahalklarının büyük tepkisine neden olacağını hesabakatmamak büyük bir çılgınlıktır” denir.

7-14 Haziran 1914’te İtalya’da “Kızıl Hafta”başlamıştır. Ancona’da militarizm ve savaşa karşıyapılan gösteri büyük bir terörle bastırılmış ve gerideiki ölü on beş yaralı bırakmıştır. Bu saldırı ülke çapındabir genel grevle yanıtlanır. Büyük kentlerde barikatlarinşa edilerek, işçiler karakol ve kamu binalarını işgalederek birçok silah deposuna el koyar. Bir milyon kişiyikapsayan bu militan hareket ortak bir önderliktenyoksun olduğu için bir hafta sonra sonlandırılır.

1914’te Ferdinand’ın ölümüyle sonuçlanansuikasttan sonra Brüksel’de bulunan SosyalistEnternasyonal Büro’nun savaşa karşı yoğun eylemdönemine geçilmesi ve gelmekte olan bir dünyasavaşının önlenmesi çağrılarına karşın, birçok ülkedeemekçiler hükümetlerinin “barış” söylemlerinekanarak pasif kalır. Özellikle Rosa Luxemburg partilerinpratik eylemleri sürdürmesi ve barışın korunması içinetkili, acil eylem kararları almak üzere,Enternasyonalin olağanüstü toplanması çağrısı yapar.Ardından 9 Ağustos 1914’te kongrenin Paris’teyapılması kararlaştırılır. 27 Haziran’da Paris, Lyon,Nancy, Dijon ve diğer Fransa kentlerinde, Almanya’nınbirçok yerinde savaşa karşı kitlesel eylemler yapılır.Aynı kitlesel eylemler İngiltere’de yapılmaktadır. YineBulgaristan kitlesel eylemlerin merkezine dönüşmüşbulunmaktadır.

Savaşa karşı bu kitlesel eylemlikler içinde 31Temmuz 1914’te Jean Jaures Paris’te katledilir. 1Ağustos’ta Almanya Rusya’ya savaş ilan eder. SPD vesendika yönetimi ortak bir açıklamayla savaşa destekverilmesi çağrısında bulunur. SPD’nin bu ihanetçitutumunu, II. Enternasyonal partilerinin çoğu takipeder. Ezici çoğunlukla emperyalist savaşa destekvererek, burjuvazi ile suç ortaklığı yapan II.Enternasyonal, bu aşamada utanç verici bir şekildeçökmüştür!

II. Enternasyonal’in sadece az sayıdaki partileri(Başta Ekim Devrimi’ni zafere taşıyan Bolşeviklerolmak üzere, Bulgaristan sosyalistleri, Hollanda’daTribunistler, Sırbistan Sosyal Demokratik İşçi Partisi veİtalya Sosyalist Partisi) emperyalist burjuvazinin savaşhisterisine destek vermediler.

Page 21: Kızıl Bayrak 2014-22

Kapitalist tekellerin birliği AB parlamentosu içinyapılan seçimler, Pazar günü tamamlandı. 25 MayısPazar günü tamamlanan seçimlerin sonuçları ABParlamentosu seçimlerine katılılımın düşük düzeydegerçekleştiğini ortaya koydu. AP seçimlerinin yapıldığı1979’dan bu yana katılım oranındaki düşüş buseçimlerde de devam etti. Seçimlere katılım %43,1olarak gerçekleşti.

Seçimlere yönelik düşük katılımın yanı sıra,açıklanan sonuçlar kapitalist tekellerin AB’ye karşıitirazlarında da bir artış olduğunu ortaya koydu.Avrupa halkları AB’nin emek düşmanı, sermayeninçıkarlarını temel alan politikalarına karşı biriken tepkive öfkelerini AB karşıtı milliyetci faşist partilere ve solreformist partilere oylarını vererek ortaya koydular.Özellikle ekonomik yıkım ve işsizliğin yoğun olarakyaşandığı ülkelerde, AB / Avro karşıtı partiler, düzeninmerkez partilerini geride bıraktılar.

Yunanistan’da sol ittifak Syriza aldığı yüzde 26,7oyla, ülkedeki seçimlerin galibi oldu. Fransa veİngiltere gibi AB’nin iki büyük emperyalist ülkesindeseçimlerinin galibi milliyetçi-faşist partiler olurken,İtalya’da ikinci oldular. Bu iki ülkede de, düzenin ikitemel merkez partisi seçimlerden yenilgiyle çıktılar.Birliğin kurucu üyelerinden Fransa’da AB karşıtı faşistUlusal Cephe’nin birinci parti olmasını, BaşbakanManuel Valls “siyasi deprem” ve ‘şok’ olarak tanımladı.

2014 AP seçimlerinin sonuçları, kapitalist tekellerinmal ve sermaye dolaşımını özgürce sağlamanın aracıolarak hayata geçirilen birliğe karşı Avrupahalklarından güçlü bir itirazın yükselmekte olduğunukanıtladı. Birlik üyesi bütün ülkelerde, sistemin AByanlısı partileri seçimlerden oy kayıpları ve yenilgiyleçıktılar.

AB karşıtı oyların, merkez partilerden milliyetçi-faşist veya reformist sol partilerde toplanmış olması,toplumun değişik kesimlerinin nezdinde kapitalistsistemin inandırıcılığının aşınarak devam ettiğini vealternatif arayışının derinleştiğini gösteriyor.

Almanya’da yeni ve güçlü birfaşist parti yaratılıyor

AB’nin ekonomik kaymağını yiyen, ekonomikmucizeler yaratmakla övünen Almanya’da da AB/Avroyanlısı partiler oy kaybına uğradılar. AB/Avro’nun enateşli savunucusu olan Alman emperyalistburjuvazisinin Yunan karşıtlığı ve aşağılamasınınyarattığı milliyetçi zehir iklimi, bu ülkede yeni bir faşistpartinin doğumuna ebelik yaptı. Merkez sağ ve faşistpartilerden gelenlerin, milliyetçi-popülist bir zemindebirleşerek kurdukları AFD/Almanya İçin Alternatifseçimlerde yüzde 6,8 oranında oy aldı. Partinin faşistşefi Bernd Lucke “biz gerçek Avrupalıyız... sağ radikalveya popülist partilerle çalışmayacağız” açıklamasıeşliğinde Almanya’da yeni bir halk partisinin doğduğudile getirilse de, tüm bunlar bu partinin faşistkarakterini gizlemeye yetmiyor.

İktisadi yıkım, kışkırtılan milliyetçilik veAP seçim sonuçları

BBC, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde öne çıkankonular başlıklı bir araştırma yayınladı. Buna göreişsizlik ve egemenlik en temel konular arasında yeralıyordu.

Başta Almanya, Fransa, Yunanistan, İspanya vePortekiz olmak üzere AP seçimlerinin sonuçları bugözlemi doğrular nitelikte veriler sunuyor.

Avrupa da rekor düzeyde seyreden işsizlik, özeliklegençler arasında çok daha yaygın olarak yaşanıyor.Yunanistan ve İspanya’da gençler arasındaki işsizlikyüzde 50’nin üzerinde. Bu iki ülkede, ücretlerdeki %20ve %10 oranındaki düşüler de AB’ye karşı tepkiyiyükselten bir başka etkendir. ECB, DB ve İMF’denoluşan Troykanın ekonomik yıkım programları buülkelerde ve elbette benzer diğer ülkelerde, AB’yekarşı, aynı zamanda ulusal egemenlik taleplerinigüçlendiren bir rol oynamıştır.

İspanya’da iktidardaki gerici Halk Partisi (PP) ve anamuhalefetteki Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE)egemenliği ilk kez bu seçimlerde kırıldı ve iki partinintoplam oy oranı, ülkenin Franko sonrası tarihinde ilkkez yüzde 50’nin altında kaldı. Buna karşılık 2008’debaşlayan kapitalist sistem krizi sonrasında “Troyka’ya,kemer sıkma politikalarına ve bankalara” karşı ortayaçıkan Podemos (Yapabiliriz) adlı yeni siyasi hareket,Avrupa Parlamentosu’na 5 milletvekili göndermeyibaşardı.

AB’nin kurucu üyelerinden Fransa’da, faşist UlusalCephe birinci parti olmasını merkez sağ ve solpartilerin,ekonomik ve sosyal sorunların çözümünekarşı ortaya koydukları başarısızlıklarının yanı sıra,rakip olarak gördükleri Alman emperyalizmikarşısındaki çaresizliğine borçludur. İngiltere için debenzer şeyleri söyleyebiliriz. AB’nin bu iki büyükemperyalist ülkesinde seçimlerin galibi olarak, İspanya,Yunanistan ve Portekiz’in tersine gerici-faşist partilerinbirinci parti olarak çıkmaları, AB’de emperyalistrekebetin daha da sertleşeceğinin işaretleri olarakgörülmelidir.

AB’nin sağladığı olanaklardan en kazançlı çıkanAlman emperyalizmi oldu. Sendika yönetimlerininburjuvaziyle ‘rekabet güçlerini arttırmak’ için yaptıklarıanlaşmaya bağlı olarak düşürülen ücretler sayesinde,Alman burjuvazisi AB’de rakiplerine karşı üstünlükkurdu. Üstün teknolojinin emrine verilen ve uygulanandüşük ücret politikaları, Alman kapitalist tekellerinirakipleri karşısında üstün kıldı. Ekonomik ve sosyalyıkıma uğratılan AB’nin irili ufaklı ülkelerindeki ABkarşıtı oylar, hiç kuşkusuz, Alman emperyalizmine karşıyükselen ve rakipleri tarafındandan kışkırtılantepkinin, AB karşıtlığı altında kendisini ortayakoymasından başka birşey değildir.

AP seçimlerinin ilk sonuçlarını yorumlayan Almanyorumcular, AB’nin sağladığı olanaklardan en çokkendilerinin yararlandığını, dolaysıyla da ülkelerindeAB karşıtlığının diğer ülkelere nazaran daha zayıfkaldığını ifade ederlerken, aslında bu gerçeği itirafetmiş oluyorlardı.

Avrupa’da yeni bir döneme doğru

AP seçim sonuçlarının farklı ülkelerde farklıgerçekleşmiş olması, Avrupa’da sürmekte olanmücadelenin de farklı güçler arasında ve çok değişikamaçlar çerçevesinde gitgide keskinleşerek süreceğineişaret ediyor. Burjuva devlet parlamentoları içerisindeen işe yaramaz ve hemen hiçbir siyasal hükmüolmayan bir parlamento olan AP seçimlerininsonuçları, bu parlamentonun siyasal arenada işgalettiği yere ters orantılı olarak etkili olacaktır.

Örneğin, AB’nin büyük emperyalist güçleriarasındaki rekabet savaşı sertleşerek şiddetlenecektir.Seçimlerden güçlü olarak çıkan/çıkartılan faşist partilerrakiplerine karşı bir silah olarak kullanılacaktır. ABüzerinde egemen olma savaşları, yeni ittifaklar veparçalanmalarla birlikte ilerleyecektir.

Nedir ki, Avrupa’da, tekelci burjuvazinin bütünistek ve temennilerine karşın kavga tek boyutlu olarak,yanlızca tekeller arası rekabet savaşları olarakyaşanmayacaktır. Burjuva medyanın AP seçimlerisonrasında özellikle faşist partilerin seçim başarılarınıöne çıkartma çabalarına karşın bu böyle olacaktır.Avrupa’da halklar arasında emperyalist tahakküm vehaydutluğa karşı milliyetçilik ve faşizmi dıştalayangerçek bir dostluk, dayanışma ve mücadele birlikteliğide büyüyerek gelişecektir.

İspanya’da 2008 krizinden sonra kurulanPodemos’un AP seçimlerindeki liste başı adayı olanPablo İglesias, seçimlerin ardından daha fazla işsiz veevsizin olmaya devam edeceğini açıklayarak: “Yarınakadar Güney Avrupa’daki diğer dostlarımızla birlikteAvrupa Parlamentosu’nda Almanya’nın ya daTroyka’nın sömürgesi olmak istemediğimizi söylemekiçin çalışacağız” derken, tam da buna işaret ediyordu.

Nereden bakılırsa bakılsın, Avrupa’da yeni birdöneme doğru gidiliyor.

AP seçimleri:AB’de sarsıntı devam ediyor!

Page 22: Kızıl Bayrak 2014-22

Alman basınında çıkan bir habere göre,Almanya’nın en yüksek yargı kurumu olan Karlsruhekentindeki Federal Savcılık, Almanya NSA davasında“soruşturmaya gerek yok” yönünde karar verdi.

Araştırma komisyonu değil, unutturma komisyonu

Bilindiği gibi geçen sene, ABD Ulusal GüvenlikAjansı analisti Edward Snowden, çalıştığı kuruma aitçok sayıda gizli bilgi ve belgeyi ifşa etmiş, dünyanınfarklı ülkelerini kapsayan bu dinleme ve kayıtlardanAlmanya da nasibini almıştı. Milyonlarca Almanvatandaşının telekomünikasyon bilgilerine ulaşmaklayetinmeyen ABD’nin, dinlediği 112 devlet ve hükümetbaşkanının arasına Almanya başbakanı AngelaMerkel’i de eklediği ortaya çıkmıştı. Snowden’e göreMerkel’in cep telefonu da dinlenmişti.

Almanya’da siyaset gündemini alt üst eden bu olay,tam bir skandal olarak nitelendi ve haftalar süren birdevlet krizine yol açan tartışmalara konu olmuştu.ABD’nin Almanya’daki istihbarat çalışmaları ile ilgiliçok çeşitli iddialar ortaya atıldı. Mesela ABD’nin BerlinKonsolosluğu’nun çatısında çok güçlü bir dinlemeaygıtının gizlendiği ileri sürüldü.

Olay patlak verdiğinde yapılan tartışmalarınsonucunda parlamentoda bir araştırma komisyonukuruldu. Komisyonun bu konuda tam yetkili olduğu vegereken her türlü yardımın esirgenmeyeceği bizzat içve dışişleri bakanları tarafından ifade edildi.

Fakat zaman geçtikçe, bu komisyonun olayıgerçekten bütün yönleriyle araştırıp ortaya koymayadeğil, aksine göstermelik bir komisyon olduğu ve olayısüründürerek unutturmaya çalıştığı anlaşıldı, bizzatkomisyon üyeleri tarafından ifade edilmeye başlandı.

Hıristiyan Demokrat CDU ile Sosyal Demokrat SPDhükümeti, komisyonu çalıştırmak şurada dursun, ABDile ilişkilerin bozulacağı kaygısıyla çalışmalarınıengellemek için uğraştılar. Komisyonun Snowden’inAlmanya’da ifadesine başvurulması yönlü talebi isehükümet tarafından reddedildi.

Die Linke ve Yeşiller partisi komisyonunçalışmalarının engellendiğini ve ABD tarafındansindirilmeye çalışıldığının belirtmesinin ardından,araştırma komisyonunun başkanı CDU’lu ClemensMüller, baskılara dayanamayarak istifa ettiğini açıkladı.

ABD’nin Almanya’daki dinleme skandalına karşıFederal Savcılık tarafından açılan davada, geçen biryılın ardından başsavcı Harald Range’nin yaptığıaçıklamaya göre, dava için yeterince delil bulunmadığıgerekçesiyle “soruşturmaya gerek olmadığı” kararınavarıldı.

Hepsi kirli, hepsi gayrimeşru

Almanya’da son yıllarda yaşanan en büyükskandallardan biri olan bu dinleme olayı hakkındaburjuva basının ve burjuva politikacıların yaptıklarıaçıklamaların hepsi ikiyüzlü ve yalandan ibarettir. Zirahangi ülkeye ait olursa olsun, var olan tüm istihbaratörgütleri halkların, işçi ve emekçilerin aleyhineçalışmaktadır. Temel işleri arasında yer alan sabotaj,spekülasyon, komplo, cinayet, insan kaçırma veişkence, gizli dinleme, provokasyon gibi kirli işlerinhepsi de, sömürü ve baskı üzerine kurulu olan burjuvadüzenin devamı içindir.

İcraatları halktan gizlenemeyecek kadar ortayaçıktığında ise, burjuva politikacıların yaptıkları,“skandal’’ açıklamaları da ikiyüzlülükten başka birşeydeğildir. Skandal olan birşey yoktur aslında, zira buörgütlerin esas işleri budur ve bunun içinkurulmuşlardır. Bu yüzden de Almanya’nın eleştirileriüzerine NSA başkanı çıkıp çok haklı olarak “bizimişimiz bu”, diyebildi.

Gerek Alman istihbarat örgütü BND gerekse deABD NSA’sı olsun, bir birlerinden farksızdır. Her biridiğerinden kirli olan bu suç örgütleri birbirlerinin kirliçamaşırlarını çok iyi biliyorlar ve bunların karşılıklıolarak ortaya serilmesinden korkuyorlar.Soruşturmaya gerek duyulmayan da asıl olarak bu kirliicraatlardır.

“Herkes için hukuk ve adalet”burjuva düzende bir aldatmacadır

Bu dava şahsında ortaya çıkan bir başka gerçek ise,burjuva düzende hukuk devleti, bağımsız yargı, herkesiçin eşitlik ve adalet gibi kavramların hiçbirinandırıcılığı olmayan aldatıcı kavramlar olduğudur.

Bu dava açıldığında, Almanya’nın bir demokratikhukuk devleti olduğu ve her şeyin hukuka uygunyürütüleceği ve bağımsız yargının vereceği kararaherkesin saygılı olacağı belirtiliyordu. Oysa davanınseyrine bakıldığında yaşanan hukuksuzlukların haddihesabı yoktur.

Bu dava da göstermiştir ki, herkes için soyut birhukuk yoktur. Tıpkı demokrasi gibi, burjuva düzendehukuk da son derece sınıfsal bir kavramdır ve esastaburjuvazinin çıkarlarına hizmet eder.

Bu davanın asıl mağduru Almanya’da ve dünyanındört bir yanında işçi-emekçiler ve ezilen halklardır.Onlar kendi sınıfsal çıkarları ve kendi sınıfsalörgütlerinin öncülüğünde örgütlenip hesapsormadıkça, bu davalar daha çok burjuvamahkemelerinde aklanmaya ve üzeri örtülmeyedevam edilecektir.

“Soruşturmaya gerek yok!”

25 Mayıs’ta gerçekleştirilen etkinlikte programkısa fakat canlı ve dinamik tutularak salondabaşından sonuna kadar devrimci ve sıcak bir ortamyaratıldı. Salon görselliğine özel bir itina gösterilerektümüyle etkinliğin içeriğine uygun hazırlandı.Etkinlik salonunda Haziran Direnişi’ni, Greif işgalinive Soma maden katliamını yansıtan görsellerkullanıldı.

Etkinlik gençlerin koro halinde söylediği“Merhaba” şarkısıyla açıldı. Aynı koro BertoltBercht’ten derlenen “Bir işçi konuştu” şiiri gruphalinde seslendirildi. Ardından, Lozan BİR-KARGençliği adına konuşma yapıldı. Gençlikkonuşmasında Haziran Direnişi’nden Greif’e “Budaha başlangıç işgal grev direniş!” temaları işlendi.Daha sonra BİR-KAR’ın Greif işgaline ilişkinhazırladığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Etkinlikprogramı Lozan BİR-KAR Gençliği’nin hazırlayıpsahnelediği “Umut direnişte” tiyatro oyunu iledevam etti.

Haziran’dan Greif direnişinemücadele büyüyor

Daha sonra Lozan BİR-KAR adına bir sunumyapıldı. Konuşma 2008 yılında patlak veren kapitalistkrize dikkat çekilerek başladı. 2011 yılındaOrtadoğu’da gerçekleşen halk hareketlerini, Mısır veTunus örnekleri üzerinden ele alan sunumdadevrimci sınıf mücadelesi açısından taşıdıklarıolanak ve zafiyetlere değinildi. Konuşma Türkiye’de2013 Haziranı boyunca patlak veren halk hareketiüzerinde sürdürülerek, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibiHaziran Direnişi’nde devrimci bir önderliktenyoksun olmanın tüm dezavantajının yaşandığı, arzuedilen bir devrimci sıçramayı yaratmadığı vurgusunuyaparak konuşmanın ağırlıklı bölümünü Greifişgaline getirdi.

Greif işgaline ilişkin sunumda önemli bazınoktalar öne çıkarıldı. Konuşmada Greif işgaline dairşu tespitler aktarıldı: “Birincisi Greif işgali herşeyden önce cüretli militan devrimci bir işçi eylemdir.İkincisi: Greif işgal eyleminin başarısı kuvvetli birtaban örgütlenmesine sahip olmasındadır.Üçüncüsü: Greif işgalinin bir başka başarısı Greifişçileri bünyesinde kendi devrimci önderliğinibulmasıdır. Dördüncüsü: En önemli olanı Greifdirenişi 60 gün boyunca kendi hukukunu,proletaryanın ahlakını disiplinini, değerlerini,kültürünü, demokrasisini, mizahını gösterdi.”

Türkiye işçi sınıfının Greif direnişi şahsında herrenkten sahte dostlarını da açığa çıkararak pahabiçilmez bir turnusol kağıdı işlevi gördüğüvurgulandı.

Kızıl Bayrak / Lozan

Lozan’da BİR-KARGençliği’nden etkinlik

Page 23: Kızıl Bayrak 2014-22

Alman kapitalist tekellerinin Hitler faşizmidöneminde tutsakları en ağır ve zor koşulardaçalıştırdıkları biliniyordu. Kapitalist tekellerin işçilerinterini emmekle yetinmedikleri, Hitler faşizmine esirdüşen ve toplama kamplarında tutulan insanlarıköleler gibi çalıştırdıkları da açığa çıkan belgelerdengörülüyordu.

Giyimde “modanın ve şıklığın sembolü” olanBOSS’tan, Dresdner Bank’a, otomotiv sektörünün devtekellerinden VW, BMW ve Mercedes’e, çelikendüstrisinin devlerinden Thyssen’e ve şimdilerdeitiraf edildiği gibi otomotiv devi Audi’ye kadar uzananbütün kapitalist tekeller toplama kamplarında tutulanmahkumları esaret koşularında çalıştırmışlar.

Audi şirketi, kurulduğu 1932 yılında binlerceinsanın çalışma kamplarından fabrikaya getirilerekköle gibi çalıştırıldıklarını geçtiğimiz günlerde açıklık(!)adına itiraf etti.

Audi AG tarafından yapılan açıklamada Nazi SSbirliklerinin, 3 bin 700’ün üzerinde mahkûmu AutoUnion fabrikalarında zorla çalıştırmak için 7 adet kampinşa ettirdiği belirtiliyor.

16 bin 500’den fazla mahkûmun Almanya’nındoğusundaki Zwickau ve Chemnitz kentlerindekifabrikalarda, 18 bin mahkûmun da Bavyera’nıngüneyinde yeraltı inşaatlarında çalıştırıldığı ortayaçıktı. Bavyera’da planlanan inşaatın çalışmalarısırasında da 4 bin 500 kişinin hayatını kaybettiğikaydediliyor.

Çalışmayı kaleme alan tarihçiler Martin Kukowskive Rudlof Boch, o dönemde yaşanan insanlık dışısömürülerin ahlaki sorumluluğu noktasında, Audi’nininternet sitesi “Auto Union’un babası” olarak adıgeçen Richard Bruhn’u işaret ediyorlar. Bruhn aynızamanda Audi, DKW, Horch ve Wanderer markalarıarasında arabuluculuk yaparak müzakereimzalamalarını sağlayan isim.

Nazi partisi üyesi olan Bruhn, 2. EmperyalistPaylaşım Savaşı süresince dört otomobil şirketininoluşturduğu Auto Union’un başkanlığını yapmıştı.Şirket daha sonra 1965 yılında Audi’nin de içindebulunduğu Volkswagen Grup’un bir parçası olmuştu.

Sermaye faşizmi besledi,faşizm de sermayeyi

Kapitalist sistemin krizinin derinleşmesine paralelolarak kışkırtılan milliyetçi canavarlığın hangiboyutlara ulaştırıldığını Avrupa Parlamentosuseçimlerinin sonuçları bir kez daha ortaya koydu.

Ortaya çıkan belgelerden dolayı gizlenemez olangerçekleri itiraf etmek zorunda kalan kapitalisttekellerin itirafları onların faşizmle olan suçortaklıklarını ortaya koyuyor. Faşizmin arkasındakiekonomik gücün kapitalist tekeller olduğu gerçeği, hertürlü burjuva-liberal yalanları boşa çıkartarak tarihintanıklığında döne döne ispatlanıyor. Faşizmi besleyentoprak kapitalist sistemdir.

Audi’den faşistlerleişbirliği itirafı

26 Mayıs Pazartesi günü Wuppertal'da Somalıişçilerle ve Greif direnişçileriyle dayanışma etkinliğigerçekleştirildi.

Wuppertal BİR-KAR Gençliği'nin örgütlediğietkinliğe gençlik ağırlıklı bir katılım oldu. Etkinliksaat 20.00'de başlatıldı. İlk önce BİR-KAR Gençliktemsilcisi tarafından Soma katliamı ve Greif direnişihakkında bilgilendirmeyi de içeren, Almanca kısa biraçılış konuşması yapıldı. Ardından SomaKatliamı’nda yaşamını yitiren maden işçileri içinsaygı duruşu yapıldı.

Bunu, gençlik temsilcisinin Greif fabrika işgalikonusunda bir bilgilendirme yapması, direnişin enönemli özelliklerini içeren açıklamaları izledi. Sonra,BİR-KAR’ın hazırladığı, Greif direnişinin başındansonuna her aşamasını etkileyici biçimde anlatansinevizyonun gösterimi yapıldı. Sinevizyon ilgiyleizlendi ve olumlu tepkilere yol açtı.

Sinevizyonun ardından bu kez direnişe dairsorular soruldu, cevaplar verildi. Ayrıca gençlerdenbazıları Greif direnişi ile ilgili gözlemlerini dilegetirip, anlamlı değerlendirmeler yaptılar.

Etkinlik verilen kısa bir aranın ardından, etkinliğedayanışma amacıyla katılan dost sanatçı ZeleMele'nin sahne alması ile devam etti. Zele Mele,ikinci kez bu amaçlı bir etkinliğe katıldığını, dahaönce Greif işgalinden sadece kısa bir haberçerçevesinde haberdar olduğunu, şimdi ise esasıitibariyle anlamaya başladığını anlattı. “Sinevizyonuizleyince Greif işgal eyleminin daha önce tanıkolduğumuz işçi direnişlerinden epeyce farklıözelliklere sahip olduğunu ve kazanacağınıdüşündüm” dedi. Zele Mele, Greif işçileriniselamlayarak, dinletisine Gurup Yorum'un Madencitürküsü ile başladı. Zazaca, Kürtçe ve Türkçetürkülerden oluşan dinletisi katılımcılar tarafındanbeğeni ile dinlendi.

Etkinliğin finalinde ise genç bir Kürt sanatçısıDelil Delois sahne aldı.

Etkinlik BİR-KAR Gençliği’nin ilk etkinliğiolduğunun belirtilmesinin ve yeni etkinliklerdebuluşulma çağrısının ardından sonlandırıldı.

Etkinlikte Greif ve Soma işçilerine gönderilmeküzere maddi destek toplandı.

Kızıl Bayrak / Wuppertal

Wuppertal'da Soma veGreif'le dayanışma etkinliği

Page 24: Kızıl Bayrak 2014-22

Günler öncesinden başta Avrupa AleviFederasyonu ve üyesi derneklerin tüm imkanlarınıseferber ederek yürüttüğü çalışmalar olmak üzere,ilerici ve devrimci güçlerin ve çeşitli inisiyatiflerinhummalı çalışmaları ve Köln'ü Erdoğan'a dar etmeçağrıları tam olarak hedefini buldu.

Alman devlet ve hükümet yetkililerinin ziyaretiertelemesi yönlü diplomatik telkinlerini, Almanya'daistenmeyen adam ilan edilmesini, en önemlisi deSoma madenlerinde yaşamını yitiren yüzlerce işçininkanlı cesetlerini hiçe sayarak Köln'e gelen Erdoğan'ı,ezici bölümünü Alevi kitlesinin oluşturduğu 70 binprotestocu karşıladı. Protesto yürüyüşüne ve ardındanyapılan mitinge, Kürt hareketi ile devrimci parti veörgütler de tüm güçlerini kattılar.

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF)organize ettiği yürüyüş ve miting için Avrupa’nınbirçok ülkesinden ve kentlerinden sabahın erkensaatlerinde gelen kitle önce, Köln'deki Ebertplatzmeydanında toplandı. Sadece Ebertplatz değil, yakıncaddeler de protestocular ve kızılın ağır bastığı çeşitlirenklerden pankartlar ve flamalarla dolup taştı.

Saat 13.00’te, on binler yürüyüşe geçti. Kitle öfkeyüklüydü. Dinci-gerici AKP'nin şefi Erdoğan'ınküstahlığına çok kızgın oldukları her hallerindenanlaşılıyordu. Yürüyüş için toplanma yerinden sonunadek hiç susmadılar. Tüm kortejler, son derece canlı vecoşkulu genel sloganların yanı sıra, aralıksız biçimdeağırlıklı olarak AKP ve katil Erdoğan'a dönük sloganlarhaykırdı. Deyim yerindeyse Köln gün boyunca onbinlerce protestocunun yorulmak bilmez sloganları ileçınladı.

“Katil Erdoğan!”, “Soma ne kazadır, ne kader, işçikatliamıdır!”, “Soma'nı katili sermaye devleti!”, “Katildevlet hesap verecek!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”,Almanca olarak “Yaşasın enternasyonal dayanışma!”,“Yaşasın halkların kardeşliği!”, “AKP istifa!” gibisloganlar en çok atılan sloganlardı. “Her yer Taksim,Soma, her yer direniş!”, “Direne direne kazanacağız!”ve “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”sloganları ise tüm kitlenin oldukça gür biçimde veortaklaşa attığı sloganlar oldu. Bu arada, yol boyuncases cihazları üzerinden sürekli olarak, Almanca veTürkçe sermaye devleti ve Erdoğan teşhirinden oluşanajitatif konuşmalar yapıldı.

Yürüyüşe Alevi ve Kürt örgütlerinin yanı sıra TKİP,TKP, TİKB, MLKP, TKP/ML, Halk Cephesi, ÖDP, DEV-GENÇ, EÖC, SKYP, Kaldıraç, KKP, ADHK, ATİK, AGİF,Çarşı Grubu, Suriyeliler, yerli partilerden MLPD, DKPkendilerine ait pankart, bayrak ve dövizlerle katıldı.Çarşı attığı sloganlar, coşkuyla söyledikleri şarkıları ileher zamanki gibi yürüyüşün en renkli ve ilgiyle izlenengrubu oldu.

Ring Caddesi, Rudolfplatz ve AachenerCaddesi'nden geçilerek, İnnere Kanalstrasse ileSchmalbeinstrasse arasındaki yeşil alana gelindi.Burada miting yapıldı.

Mitingde, Alevi Federasyonu tarafından kurulanplatformda, konfederasyon başkanı Turgut Öker vefederasyon başkanı Hüseyin Mat başta olmak üzere,neredeyse tüm Alevi örgüt temsilcileri konuşmalar

yaptılar. Ardından, Alman partilerinden SPD, Sol Parti,Yeşiller, CDU temsilcileri kürsüye çağrılıpkonuşturuldu. En son olarak ise, Avrupa DemokratikGüç Birliği'ni temsilen Yek-Kom Eşbaşkanı HamideAkbayır konuştu.

Yürüyüşün başlangıcından miting alanına dek sonderece canlı, hareketli ve coşkulu bir atmosfere sahipolan on binlerin Erdoğan karşıtı protesto eylemi,konuşmaların ardından sona erdi.

Komünistler Erdoğan'ı protesto yürüyüş vemitingine, TKİP imzalı büyük boy “Bütün ülkelerinişçileri birleşin!” pankartı, TKİP bayrakları ve çoksayıda dövizle katıldılar. Yürüyüşte ayrıca, BİR-KAR da,üzerinde “Soma bir işçi katliamıdır, sorumlususermaye düzeni ve devletidir!” yazılı bir pankart, BİR-KAR bayrakları ve dövizleri ile katıldı. Protestoeyleminin başından miting alanına dek, “Gelin canlarbir olalım, katliamcı sermaye devletinden veAmerikancı AKP'den hesap soralım!” başlıklı bir bildiridağıttı.

Komünistlerin korteji en canlı, en coşkulu ve ilgibulan kortejlerden biriydi. Hiç susulmadı, aralıksızbiçimde, “Soma'nın katili sermaye devleti!”, “Katildevlet hesap verecek!”, Almanca ve Türkçe olarak“İşgal, grev, direniş!”, “Direne direne kazanacağız!”,“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Faşizminarkasında sermaye var!”, “Özgürlük mücadelesienternasyonaldir!”, “Yaşasın enternasyonaldayanışma!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”sloganları haykırıldı. Ayrıca, yol boyunca Gündoğdu,Çav Bella ve Avusturya İşçi Marşı söylendi.

Komünistler yürüyüşte ve miting alanında Soma veGreif için bağış topladı.

Mitingden notlar...- Köln'deki son yılların en kitlesel ve görkemli

protesto eylemi olarak nitelenebilecek eylem, neyazık ki, miting alanında Alevi hareketinin marifeti ileyara aldı. O kadar ki, toplanma yerinde ve yürüyüştebir parça ortak bir ruhun hakim olduğu protestoeylemi, miting alanında rahatsız edici bir çehrekazandı.

- Alevi emekçileri, özellikle de genç kuşak herzaman devrimci söylemlere, sloganlara, marşlara,propaganda ve ajitasyona oldukça sıcak bir duruşiçindedir. Devrimci önderlerin adları dile getirildiğinde

coşku ile karşılıyorlar. Bu içerikte her çabayı anındadestekliyorlar. Nedir ki, her toplantı ve eylemde Deniz,Mahir ve Kaypakkaya'nın adlarını dillerindedüşürmeyen, her fırsatta selamlayan Alevi hareketininyöneticileri, hiç de buna uygun bir tutumun içindeolmadılar.

Şöyle ki: Politik platformlarını en geriden kurdularve her zamankinden daha da geriye dönüktüler. Baştacumhurbaşkanınınki olmak üzere, Alman devlet vehükümet temsilcilerinin, kimi parti mensuplarının,Köln Belediye Başkanı'nın ve kirli basının Erdoğan içindile getirdiklerini fazlasıyla ciddiye almışlardı. Adetasamimi bulmuşlardı.

Bunları burjuva demokrasisinin hasleti olarakdeğerlendiriyorlardı. Bu nedenle kürsüden yaptıklarıkonuşmalarda, adeta ikiyüzlü Alman burjuvademokrasisinin övgüsünü yaptılar. Zaten, TayyipErdoğan'a demokrasi dersi versin diye Merkel'emektup yazanlardan başka birşey de beklenemezdi.

- Kürsüye Alman SPD, Sol Parti, Yeşiller, CDU partitemsilcileri çıkarıldı ve konuşturuldu. Ne var ki, kürsüdevrimcilere yine kapalı tutuldu. Sadece, kendilerininde bileşeni oldukları Avrupa Demokratik Güç Birliğiadına bir temsilci, o da en son anda ve kitlenindağıldığı bir sırada konuşturuldu.

- Daha önce oldukları gibi, bu kez de oldukçakendilerine dönüktüler ve her şeyi kendilerinedaralttılar. Ufukları kendileriyle sınırlıydı. AKP veErdoğan karşıtlığından ibaretti. Ve bu gittikçe Alevihareketini ve yöneticilerini fazlasıyla olumsuzetkiliyordu. Attıkları sloganlar, yapılan konuşmalar hepbelirgin bir gerilikle maluldü.

- Federasyon başkanı H. Mat'ın ve özelliklekonfederasyon başkanı Turgut Öker'in konuşması çoksorunluydu. Öker'inki, Erdoğan'a dönük büyük ölçüdeküfürden ibaret bir içerikteydi. Açıkçası Alevi kitlesininhassasiyetlerine oynadı. Erdoğan'ın gerici ve saldırganpolitikalarına düşmanlık temelinde, adeta Alevikitlesini kemikleştirme çabası sergilendi.

- Sonuç olarak, tüm ilerici ve devrimci güçlerinemeğinin de büyük rol oynadığı Erdoğan karşıtı canlı,coşkulu ve görkemli protesto eylemi, ne yazık ki, Alevihareketi yöneticilerinin, miting alanındaki gövdegösterisi ve daha pek çok tutumuyla Alevi hareketininbir şovuna dönüştürüldü.

Kızıl Bayrak / Almanya

Erdoğan'ı Köln'de on binler protesto etti

Page 25: Kızıl Bayrak 2014-22

24 Mayıs’ta Ege Bölgesi’nde yaşanan ve pek çokbölgede hissedilen deprem büyük bir korku yarattı.Böylece deprem olmadığı sürece akıllara gelmeyendeprem hazırlıkları da tekrar gündeme geldi, medyadauzun tartışmalar yaşandı. Sonuç olarak 1999depreminin ardından sermaye devletinin depremhazırlığı adına hiçbir şey yapmadığı gözler önüneserilmiş oldu.

JMO: Dünyanın fıtratında deprem varölümün fıtratında “deprem yok”

Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kuruludepremin hemen ardından yaptığı açıklama ile felaketiyaratacak olanın deprem olmadığına dikkat çekerek,alınması gereken önlemler ve yapılması gerekenlerleilgili bir dizi öneri getirdi. Yaşanan depremfelaketlerinin “kader” olmadığına da değinilenaçıklamada şöyle denildi:

“Ülkemizde meydana gelen depremler ve bugünekadar yapılan tüm araştırmalar, afet zararlarınınönemli ölçüde denetimsizlikten kaynaklandığını vedoğa olaylarının afete dönüşmesinin en önemlinedenlerinden birinin de “Yapı Üretim-DenetimSistemi” olduğunu göstermektedir…

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak,meslektaşlarımızın yanı sıra halk arasında da kabul vedestek gören öneri ve taleplerin gerçekleştirilmesininyaşamsal önemde olduğunu vurguluyor ve bir kezdaha ifade ediyoruz ki; Doğa olaylarının afetedönüşmesi “kader” değildir ve toplumsal acılarıntekrar tekrar yaşanmaması bizim elimizdedir.”

İstanbul’da çadır yeri dahi kalmadı

Bilim insanlarının yaptıkları tüm açıklamalar aslındadepremin değil kapitalizmin kâr ve rant hırsınınöldürdüğünü açıklığı ile ortaya koyarken, 1999’dayaşanan depremin ardından sermaye devletinin aldığıtüm önlemlerin sözde kalması da bunu kanıtlarniteliktedir. 1999 depreminden iki yıl sonra hazırlanan“afet planı”nda toplanma alanı olarak belirlenenalanların ve 1. Derece Afet-Acil Ulaşım Yolu olarakseçilen yolların başına gelenleri incelemek dahisermaye devletinin kâr ve rant hırsının insan canınınkorunmasının önüne geçtiğini göstermektedir. İşte budurumla ilgili birkaç bilgi:

Afet planına göre İstanbul’da deprem anı vesonrasında kaçış için 480 nokta çadır kent alanı olarakbelirlenmişti. Emekçilerin toplanma ve çadır kurulmaalanları olarak tespit edilen yerler 2009’da 280’e ve2010’da ise 240’a indi.

Toplanma alanı olarak belirlenen pek çok alandaAVM, rezidans, özel üniversite ve TOKİ konutu yapıldı.İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li Meclis Üyesitarafından hazırlanan “Nama Acil Eylem Planı

başlığında boş alan olarak tutulacağı bilgisi verilenancak daha sonra yapılaşmaya açılan alanlar”ın listesişöyle: Ali Sami Yen (Şişli), Anthill (Şişli), Starcity OutletCenter (Bahçelievler), Zaman Gazetesi (Bahçelievler),Ağaoğlu MyCity (Bahçelievler), Meydan AVM(Bahçelievler), Sahilpark Veliefendi (Zeytinburnu),Onaltı Dokuz (Zeytinburnu), Ora AVM (Bayrampaşa),Forum İstanbul (Zeytinburnu), Kiptaş Ünalan Evleri(Üsküdar), Kiptaş Tuzla 2-3 Etap Konutları (Tuzla), DAPRoyal Center (Maltepe), TOKİ Avrupa Konutları (GOP),Kemalpark evleri (Esenler), Çınar Olimpia Park Sitesi(Bağcılar), Ataköy Konakları (Bakırköy), Capacity AVM(Bakırköy), Selenium Plaza (Beşiktaş), Ortaköy ErmeniVakfı Arazisi (Beşiktaş).

İstanbul’daki 562 cadde ve sokak “1. Derece Afet-Acil Ulaşım Yolu” ilan edildi. Ancak bu yolların pekçoğu otoparka çevrildi.

Bakan Güllüce: Çözüm kentsel dönüşümde!

Toplanma alanı olarak belirlenen alanlarda dahiAVM, rezidans gibi yapıların yükselmesi sermayedevletinin kentsel alanlarla ilgili tek düşüncesinin herkarış topraktan rant elde etmek olduğunu açıklıklaortaya koymaktadır. Sermaye devleti bir yandan da işçive emekçilerin olası bir depremde yıkılacağı kesin olanbinalarda yaşamalarına göz yummaktadır. Gözyummadığı durumlarda da “kentsel dönüşüm” silahınabaşvurarak insanların barınma hakkına gözdikmektedir. Deprem bahanesi ile “kentsel dönüşüm”

yapmak sermaye ve onun sözcüsü AKP hükümetininelinde kentsel alanlardan rant sağlama konusunda enbüyük ve etkili silah konumundadır. Çevre ve ŞehircilikBakanı İdris Güllüce’nin 24 Mayıs depremi sırasındaEsenler’de kentsel dönüşüm programı kapsamında birtemel atma töreninde olması da kuşkusuz ki ironik birtesadüfün ötesindedir.

Depremin hemen ardından konuşan Güllüceyaşanan depremi dahi kentsel dönüşümün bahanesihaline getirmiş ve şu açıklamayı yapmıştır:

“Ben de depremle ilgili çok kötü izler var. O yüzdenbu kentsel dönüşümü çok önemsiyorum. Başkanımızıda bu açıdan kutluyorum. Bunları konuştuk. SonraAllah dedi; ki Tevfik Göksu, İdris Güllüce siz haklısınızbir hatırlatayım. Böyle bir hatırlatma oldu. Evleri kötüolanlar hızla kentsel dönüşüm olmalı ki kurtulun. Sankiböyle bir şey oldu. Tarihe geçti bu. Depremle ilgilikonuştuk takriben 1 dakika sonra deprem oldu. Bizyukarıda iyi sallandık”

24 Mayıs depremi ile doğa bir kez daha uyarıdabulunmuştur. Bakan Güllüce’nin depremin hemenardından yaptığı pervasız ve ikiyüzlü açıklamasısermaye devleti ve onun sözcülerinin “depremtehlikesi” karşısındaki zihniyetini özetlemektedir.Onların zihniyeti depremi felakete dönüştüren ve bunukader olarak bizlere anlatan zihniyettir; yanikapitalizmin zihniyetidir. Bu zihniyete dur denmediğikoşullarda da doğanın bir sonraki uyarısında 24Mayıs’ta olduğumuz kadar şanslı olamama ihtimalimizyüksektir.

Doğa uyarmaya devam ediyor,kapitalizm dinlemiyor!

Page 26: Kızıl Bayrak 2014-22

Haziran Direnişi ile birlikte üniversite gençliğiüzerindeki kara bulutlar dağılmaya başladı. Bir senelikbu kısa yürüyüşte gençlik hareketi ivmelendi. Yarını ileilgili umudunu yitiren, işsizlik ve geleceksizlikgirdabında sürüklenen gençlik, 31 Mayıs günü yeni birdünya hayali ile sokaklardaki yerini aldı. Bu bir yıliçinde kitlenin geri bilincine yüklenen, kendi dar politikbakışları içinde tutmak isteyen reformist gençlikörgütleri, gençlik hareketinin önünde hamuru gereğibarikat olarak durmaktan kendini alamadı. Üniversitegençliği kendisine biçilmek istenen dar politikçerçeveyi aşma iradesini militan direnişleri ile gösterdi.

Berkin Elvan’ın sonsuzluğa uğurlanması ile ülkegenelinde kendiliğinden kitlesel bir şekilde yıllardırgerçekleşmeyen bir boykot süreci yaşandı. Dersleriboykot sürecinde gençlik hareketi bir yığın olmaktançıkarak daha devrimci bir düzeye doğru ilerlemepotansiyeli taşıdığını ortaya koyuyor. Soma’dagerçekleşen katliamdan sonra üniversite gençliği ‘derssokakta’ diyerek alanları tekrardan doldurdu. Bu seferişçi sınıfının dinamikleri üzerinden ilerleyen süreç,gençliği işçi sınıfının gündemlerine yaklaştırdı. Builerleyiş iktidarın her geçen gün artan pervasızlığınıdoruğa ulaştırdı. Kampüslerinde dersleri boykot edenöğrenciler dersliklerinden çıkarak emekçilerlekucaklaşmaya ve sermayenin kirli yüzünü yakındangörmeye başladı. Berkin Elvan ve Soma için boykoteylemlerinden sonra mücadelenin artık daha çetingeçeceği olgusu gözler önüne serildi.

Bu şartlar altında Ege Üniversitesi’nde gençliğinmilitan ruhunu kendiliğinden bir sürece bırakmakyerine hatları ve hedefleri tartışılan, belirlenen birçerçeve üzerinden ilerleme gerçeği kendini yakıcıolarak hissettiriyordu. Polis baskısının her geçen günarttığı, iki yüzlü bir şekilde Soma Katliamı bahaneedilerek gençliğin anmalarına rektörlük tarafındankısıtlama getirildiği, ÖGB’nin her yerde öğrencileri sivilpolisler eşliğinde takip ettiği ve fişlediği bir dönemdemilitan bir cevap verilmeli ve gençliğin SomaKatliamı’na olan öfkesi devrimci yöntemle açığaçıkarılmak zorundaydı. Ayrıca reformizmin sınıfgündemlerine ve sınıfa karşı uzaklığından kaynaklıSoma Katliamı üzerinden gerçekleşen boykottadışarıda kalması, yeni dönemde gençliği kısırlaşanbasın açıklaması ve yürüşlere süreklemeye çalışmasıengellenmeliydi.

Gündemler bu kadar ağır ve toplumsal olarak yakıcıiken devrimci gençlik hareketini oluşturmak isteyengençlik örgütleri yan yana gelerek ve uzun toplantısüreçleri yaşayarak boykot ve işgal seçeneğini öneçıkarttı. Reformist gençlik örgütleri toplantılar sonucubu eylemi ya zamansız olarak gördüler ya da gençliğikucaklayacak bir eylem olarak görmediler. Sonuçolarak iki fakültede boykot kararı alınarak kampüseduyuru yapılmaya başlandı.

İşgal günü iki fakültede gerçekleştirilmesiplanlanan boykot tam katılım ile sonuçlandırıldı.Sınıflara girilerek ‘ders sokakta!’ çağrısı yapıldı. Boykotiçin yürüşe katılmayan öğrenciler dahil hiçbiröğrenciden ters bir tepki alınmadı. Süreç içinde kimi

akademisyen ve gençlik örgütlerinin söylediklerininaksine hiçbir öğrenci sözlü taciz ya da darba maruzkalmadı. Daha sonra hazırlık binasına geçilerek binanınkapıları kaptalıp önlerine barikat kuruldu. Dahaönceden hazırlanan talepler ozalit haline getirilerekkampüsün dört bir yanına asıldı. Eylemin talepleri iseşunlardı;

1 - Başta Ege Üniversitesi olmak üzereüniversitelerdeki polis ablukasının kaldırılması,haftabaşında Canan Kulaksız anma şenliklerine yönelikpolis terörü ve şenliğin engellenmesi üzerinerektörlüğün özür dilemesi

2 - Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. CandeğerYılmaz’ın Soma’da yüzlerce maden işçisinin hayatınıkaybetmesine ilişkin yaşananın kaza değil katliamolduğunu açıkça vurgulayan bir mesaj yayınlaması

3 – Haklı talepleri için işgal eylemi gerçekleştirenhiçbir öğrenci hakkında adli ve idari soruşturmaaçılmaması.

Acil üç talebin kabulü halinde işgal eylemininbitirileceği ve binaya bir zarar verilmeyeceği EgeÜniversitesi Rektör Yardımcısı’na ilk görüşmede iletildi.İlk görüşmede ikinci talep dışında kalan talepler kabüledilse de Soma Katliamı üzerinden bürünülen sessizlikyüzünden tüm maddeler kabul olana kadar işgalindevam edeceği söylendi. Bu karar işgalin olduğubinada tüm katılımcıların ortak kararı doğrultusundaalındı. İçeride genel planlamalar yapılarak işgal günügerçekleştirilmeye çalışıldı. Fakat film gösterimi,tiyatro atölyesi gibi planlamalar yapılsa da hayatageçirilemedi. Basın komisyonu oluşturularak etkinolarak gündemlere cevap verilmeye çalışıldı. İçeridebirliği sağlamak konusunda sıkıntılar çekildi. Boykotkomitesi yazılamaları dışında tüm gençlik örgütlerininyazılamaları duvardaki yerini aldı. Bu durum bağımsızkatılımcıları dışlayan bir hal alarak devam etti.

İlerleyen saatlerde işgale katılmayan reformistgençlik örgütlerinin eylemi zorba bulduklarını söyleyipkampüsten çıkması ve içeriden çıkan gençlikörgütlerinin neden belirtmemesi hayal kırıklığınaneden oldu. Bu iki durum ile ilgili eleştirilerimizi halagündemde olan işgal eyleminin önüne geçmemesi için

bir süreliğine saklı tutuyoruz. Çıkışların yaşanmasındansonra toplantı alınıp işgalin devam etmesi gerektiğiiçeride kalan tüm gençlik örgütleri tarafındanvurgulanarak işgale devam kararı alındı. Sayı düşse detoplantıda işgalin önemi konusunda netlik olması işgaleylemliliğinin iç dinamiğini olumlu yönde etkiledi.Daha sonra genel güvenlik sorunları konuşularak ertesigün planlanması sabaha bırakıldı.

Gece saat 02.30 sularında İzmir Emniyeti 38öğrenciye bir helikopter, iki TOMA, iki akrep ve600’den fazla çevik ve özel harekat timleri ilesaldırmaya başladı. Saldırının başlaması ile birliktedaha önce kapatılan ilk kat ve merdivenleri iyicegüçlendirilerek barikat büyütüldü. Polis içeride yeralan yangın söndürme hortumları ile püskürtülmeyeçalışıldı. 600’den fazla çeviğe her kattaki merdivenebarikat kurularak cevap verilmeye çalışıldı. Polis kapalıortamda yoğun gaz kullanarak öğrencileri çatıya kadarsürükledi. Çevik kuvvetin sadece barikatlarıtemizlemesi 45 dakikadan fazla sürdü. Ve çatıya çıkanöğrenciler direnişe başka bir boyut kazandırdı.

Çevik kuvvetin çatıyı delme çabasına, hedef alarakattığı gaza ve plastik mermiye, çatı katına basılanyoğun biber gazına rağmen öğrenciler çatıda yaklaşık 2saat kalarak devrimci gençliğin neler yapabileceğinigösterdi. Helikopterle yapılan tacizlere, yeni Berkinleryaratmak için hedef alınarak atılan gaz fişeklerine karşıgösterilen muazzam militan direniş iki saat sonundakütüphane çatısından atılan pimli ve ateşleyici gazfişekleri sonunda son buldu. Daha sonra çatıya çıkanözel harekat timleri plastik mermi yağdıraraköğrencilere saldırdı. Çembere alınan öğrencilerekamera açıkken hiç bir şey yapılmayacağı söylenip,sakin olmaları söylendi. Daha sonra kamerakapattırılarak öğrencilere yakın mesafeden yoğun gazsıkılması ve öldüresiye darp başladı. Çatıda yaklaşık 15dakika süren bu işlemin sonunda öğrencilerin hepsineters kelepçe takılarak ve merdivenlerden sürüklenerekbir aşağı kata indirildi. Her katta oluşturulan çevikkoridorlarında işkence artarak devam etti. Bütünöğrenciler yerde üst üste yatırıldı. Bu sıradaöğrencilere çokca hakaret ve küfür edildi. Kadın

İşgal, boykot, direniş

Page 27: Kızıl Bayrak 2014-22

İzmir Ekim Gençliği, işgal karşısında devreyesokulan polis terörünü teşhir ediyor.

Ege ÜniversitesiEge Üniversitesi öğrencileri, Soma’daki işçi

katliamını ve artan polis terörünü protesto etmek için22 Mayıs günü yaptıkları boykotun ardından HazırlıkFakültesi’ni işgal etmişti. Gece yarısı ise azgıncasaldıran yüzlerce polis, darp ederek 39 kişiyi gözaltınaaldı. Öğrenciler üç gün sonra savcılıktaki ifadeişlemlerinin ardından serbest bırakılmıştı.

Tüm baskı ve zorbalıklara rağmen EgeÜniversitesi’nde devrimci faaliyet devam ediyor.

Genç komünistler sabah saatlerinde “Yaşasın Egeişgalimiz!”, “Soma’nın hesabı sorulacak!”, “İşgal,boykot, direniş!”, “Polis idare işbirliğine son!” şiarlıafişlerle kampüsü donattı.

Dokuz Eylül ÜniversitesiEge Üniversitesi’ndeki işgalin ardından yaşanan

polis terörünü teşhir eden afişler DEÜ DokuzçeşmelerKampüsü’nde yapıldı. Afişlerde “Polis terörüne son!”,“Soma’nın hesabı sorulacak!”, “Yaşasın Egeişgalimiz!” şiarları yer aldı.

Ekim Gençliği / İzmir

Ankara’da Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Heykeliönünde, Ege Üniversitesi işgaline yönelik polissaldırısına karşı 26 Mayıs'ta basın açıklamasıgerçekleştirildi. Basın açıklamasını Ekim Gençliği veKaldıraç örgütlerken, Halk Cephesi de açıklamayadestek verdi.

Basın açıklamasında geçmişten bugünekatledilenlerin ezilen halklar ve hakları için mücadeleedenler olduğu belirtilirken, katledenlerindeğişmediği; katledenlerin “yeri geldiğinde polisiyle,gaz bombaları ile, yeri geldiğinde madenlerde,

tersanelerde, fabrikalarda iş kazaları adı altındakatlettiği” vurgulandı.

Sermaye düzeninin gençliğe bireysel kurtuluşyollarını gösterse de, geleceksizlikten başka birşey vaatetmediği, buna karşı gençlik kitlelerinin birliktemücadeleyi güçlendirmekten başka kurtuluş yolununolmadığı anlatıldı.

Eylemde sık sık sloganlar atılırken YükselCaddesi’nden geçen gençler, emekçiler de alkışlayarakve sloganlarla eyleme destek oldular.

Kızıl Bayrak / Ankara

öğrencilere aşağılayıcı hakaretler edildi. Toplamdakesintisiz yarım saatten fazla işkenceye maruz kalanöğrenciler gözaltı aracına bindirildi. Hastaneyegidilince işkence sonrası bilanço ortaya çıktı. Biröğrencinin bacağı, üç öğrencini burnu kırıldı, biröğrencinin kaburgaları ezildi, koları bacakları sargıdaonlarca öğrenci dışarı çıktı. Plastik ve ters kelepçeyüzünden üç öğrencinin ellerinde sinir sıkışmasındanhissizlik başladı. Bütün öğrencilerin bacakları vekollarında darp izleri, gözlerde morluk olağan birdurum olarak kayıtlara geçti.

İşgal Ege Üniversite Rektörü Candeğer Yılmaztarafından Emniyet Müdürlüğüne yazı gönderilerek veyeni Ali İsmailler yaratmak hedefi ile saldırılaraksonlandırıldı. Gözaltı süreci boyunca genç komünistlertarafından gösterilen tutum işgal eylemindeki militaneylemliliği kucaklar nitelikteydi. TEM polislerinegerekli cevap devrimci tutumla tok bir şekilde verildi.İçeride tuvalet ihtiyacında yapılan özel bekletmeler, suve şekerin verilmemesi gibi keyfi uygulamalar yaşandı.Üç günün sonunda mahkemeye sevkler başladı. İşgalciöğrencilere “eğitimi durdurma, kamu malına zararverme, kasten adam yaralama, polise mukavemet,örgütsel yazılama” suçları yöneltildi. 18 kişisavcılıktan, 14 kişi ise adli kontrol ile serbest bırakıldı.Altı kişi tutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edildi.Mahkemeye sevk edilenler arasında üç Ekim Gençliğiokuru da vardı. Mahkemede savunma boyunca SomaKatliamı üzerinden gerçekleştirilen işgal sahiplenildi.Mahkemeye çıkarılan altı kişi de adli kontrol ileserbest bırakıldı. Böylece işgal eylemine katılan herkesserbest bırakılmış oldu.

Üniversitelerde işgal eylemi akademik taleplere veülke gündemine söz söyleyebilmek için kullanılacak engüçlü yöntemlerden biri. Bunun yanı sıra işçi sınıfının,Türkiye özelinde Kavel Direnişi ile birlikte başlayanmilitan direniş yöntemi olarak işgal eylemi, gençlikhareketinin bu yeni dönemdeki militan ruhuna dasesleniyor.

Eylemden notlar: - İşgal binası içerisinde koşullar netleştikçe

kopmalar yaşansa da direnen öğrencilerin tutumuoldukça iyiydi. Hukuki ve fiziki bir çok zorluğu gözealan devrimci bir kararlılık göze çarpıyordu.

- Bu sene başından itibaren defalarca yakıcı,kitlelerin sessiz kalamayacağı gündemler söz konusuolduğunda hemen her seferinde boykot gerçekleşti.Soma’da yaşananların ardından boykotu boşadüşürmek için neredeyse bütün fakültelerkendiliğinden dersleri iptal etti. Bunun yanında boykotve işgal eylemliliklerini karşılaştıracak olursaküniversite ve lise gençliği işgal eylemine daha olumluyanıt verdi.

- Aradan günler geçmesine rağmen bütünkampüsün gündemini halen işgal eylemi tutuyor. Heryerde işgal ve polis terörü konuşulmaya devamediliyor.

- İşgal binası önünde bekleyiş sürerken, üniversitedışındaki insanları da çağıran yaklaşık yetmiş kişininkatıldığı bir forum düzenlendi. Tartışmalar özverili vecanlı geçtiği sıralarda, içeride yaşanan tartışmaların,bölünmelerin yaşanması forumu olumsuz yöndeetkiledi.

Yaşasın Ege işgalimiz !İşgal, boykot, direniş !Soma işçisi yalnız değildir !Roboski’den Soma’ya hesap sormaya !

İzmir Ekim Gençliği

EÜ işgali içinAnkara’da eylem

Polis terörüteşhir ediliyor

Page 28: Kızıl Bayrak 2014-22

Son dönemde gençlik hareketi eylem biçimi olarakboykot ve işgal deneyimlerini yaşadı. Yakın dönemebaktığımızda, bu süreci, Tayyip Erdoğan’ın 18 Aralıkgünü ODTÜ’ye gelişine karşı yapılan eylemin ardındanörgütlenen boykotla ve Mimar Sinan Üniversitesi’nderektör açıklamasına karşı yapılan işgalle başlatabiliriz.Ardından, Haziran Direnişi’nin politikleştirdiği gençlik,Berkin Elvan’ın da yitirilmesiyle boykot eylemlerinidaha da yaygınlaştırmış, son olarak Soma madencikatliamı ve devlet terörünün daha da pervasızlaşması,boykot ve işgal eylemlerini gündeme getirmiştir.Gençlik, karşılaştığı sorunların yakıcılaşmasından veçözümsüzlüğünden dolayı daha ileri eylem biçimleriylebu sorunlara karşı mücadele etmektedir.

Eylemlere yol açan sorunlar benzerdir: Basık,gericilik, her geçen gün tırmanan devlet terörü veSoma’da yüzlerce işçinin katledilmesine sebep olankapitalizmin vahşi sömürü koşulları... Artık insanın birdeğerinin kalmadığı herkesin ortak düşüncesidir. Dahadoğrusu, sermaye devletinin işlemesi için her şeyinivermek zorundadır insan. Peki insana sunulan nedir?Geleceksizlik... Evet, geleceksizlik ezilen, sömürülen,baskı gören tüm sınıfların ortak sorunudur. Ve busorun, kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ortamında,sermayenin de sorunudur: İşsizlik artmakta, enflasyonartarken ücretler sabit kalmakta, emperyalist nüfuzmücadeleleri ve buna paralel yaşanan savaşlarTürkiye’nin dört bir yanını sarmakta, geleceksizlik heryönden günün içinde daha çok hissedilir halegelmektedir.

Sermaye devleti çözüm yolunu, demokratik haklarıher alanda kısıtlamakta, bu haklar uğruna mücadeleedenleri, polis saldırısı, yasaklamalar ve toplamda dadevlet terörüyle azgınca bastırmakta görmektedir.Kendi istediği sınırlarda bireyci çözüm olanaklarısunmakta, kendi istediği gibi bir gençlik yetiştirmeye,toplum oluşturmaya çalışmaktadır. Tıpkı kendi istediğigibi Kürt halkını, Alevileri ezdiği, işçileri sömürdüğü,kent yoksullarını oradan oraya sürüp, halklarısavaşlarla katlettiği gibi.

Bugün devletin kirli yüzü iyice ayyuka çıkmıştır amabuna rağmen, her türlü baskı yöntemi, katliamlar,sömürü yöntemleri, asimilasyon politikaları artarakdevam etmektedir. Bu baskı ve terör, geleceğinitehlikede görmesinden ve korkularındankaynaklanmaktadır. Sermaye kendi geleceğinikurtarmak için azgın devlet terörüne başvurmaktadır.Tüm savaşların, baskı ve gericiliğin sebebi kapitalizminiçinde bulunduğu çok yönlü krizdir.

İşgal eylemleri nesnel koşulların ürünüdür

Bütün bu sorunlar biraraya gelince ve gençliğingündelik yaşamında bu sorunlar yakıcılaştıkça,mücadele eğilimi de artmaktadır. Bir de üstüne busorunlara çözüm arayanların şiddetle bastırılmasıeklenince, gençlik çözümü daha militan eylemlerdearamaya başlamıştır.

Tarihe baktığımızda, ‘60’ların gençlik hareketi deöfkesini çeşitli yollardan ortaya koymaya çalışırken,

dünyada ve Türkiye’de biriken sorunlar, gençliği ‘68Haziran işgallerine, ardından Temmuz’da 6. Filoeylemlerine, ‘69 Komer’in arabasının yakılışına vetekrar üniversite işgallerine yöneltmiştir. İlk işgaller oderece meşrudur ki, dönemin başbakanı SüleymanDemirel tarafından “mesele sosyal meseledir, tümdünyada vukua gelmektedir” sözleriyle doğalkarşılanmıştır. O dönem, FKF’nin gençlik içerisinde birgüç oluşuna tanıklık etmiş ve öncü gençlikkesimlerinin, TİP’in etkisinden koparak Dev-Genç’tebirleşmesiyle yeni bir evreye taşınmıştır.

‘68 işgal eylemlerinin taleplerinin çoğu, gençliğingeleceksizlik sorunu dahilinde eğitim sistemi ve işbulma süreçleri açısından çeşitli reform talepleriydi.Bununla birlikte, gençlik üniversite yönetimine deortak olmak istiyor, sorunu kendisi çözmek istiyordu.Mücadele büyüdükçe, devlet vahşice mücadeleyikırmanın yollarını arayacaktı. “Eylemler kanunsuz,barışçıl değil” bahanelerinden, “komünizmle mücadeledernekleri”nin faşist yöntemleriyle mücadeleyi ezmeçabasına, polislerin faşist saldırılarından, yargının idamcezalarına kadar her türlü kirli yöntem bu süreçtedevreye sokuldu.

İşgallerde olasılıklar veöncülerin müdahalesi

Mücadelenin sertleşmesinin bir sonucu olarakgündeme gelen işgal eylemleri, dağılma ve geriçekilme olasılıklarını da arttırıyor. Sağlam birörgütlülüğe sahip olmayan kesimlerin kolay ve çabukkırılmasına sebep oluyor. Bu nedenle, nesnel koşullarınyanında, öznel etkenin de işgalin örgütlenmesindekirolü önem kazanıyor. Öncülerle kitleler arasındakibağın sıkılaştırılması daha da yakıcı hale geliyor, kikitleler düzenin karşı propagandalarına maruzkaldıklarında kırılmasınlar ve kitlelerin enerjisi doğruyönde açığa çıkabilsin.

Kitlelerin soruşturma, sınav, sağlık, aile vb.kaygılarını aşacak bir bilinç açıklığı kazanması, somutsorunların yakıcılığını ve mücadelenin gerçek çözüm

yolu olduğunu görmesi ihtiyaç oluyor. Ama bir yandanbunların somutta mücadele içerisinde gelişeceğini deunutmamak gerekiyor. Bu açıdan işgaller örgütlümücadele sürecinin bir parçası olarak düşünülmeli, bumücadeleyi güçlendirecek tarzda hayata geçirilmelidir.

Mücadelenin büyümesi için işgallerin kazanımlarlasonuçlanması da önemlidir. Üniversitenin tümbileşenlerini taraflaştırmaktan toplumuntaraflaştırılmasına, işgal-boykot eylemleriningüvenliğinden, ihtiyaçların karşılanmasına kadarsürecin birçok yönüyle örgütlenmesini sağlamak vemümkün olduğunca Türkiye çapında dayanışma vb.süreçleri koordineli bir biçime sokmak başarının temelköşe taşlarıdır.

Gençliğin devrimci birliğine duyulan ihtiyaç

Başarının köşe taşlarının sağlamlaştırılması için entemel halka sağlam bir devrimci politik kitle örgütüdür.Geçmişte FKF, ‘68 işgal eylemlerinin koordinasyonununsağlanmasında öncülük etmiş, fakat başarıların sınırlıolması, hareketin önünün TİP reformizmiyle kesilmesi,FKF’nin Dev-Genç’e evrilmesindeki en temel nedenolmuştur. Bu kopuşta sınırlı da olsa öznel etken MDD’ciakımdır ve kendi politikaları ekseninde gençliğe yönverebilmiştir.

Bu tarihsel deneyim, mücadelenin sertleşmesiyledüzen sınırlarının aşılacağını, bunun da örgütlenmeyeyansıyacağını göstermektedir. Bu da, içindebulunduğumuz dönem olarak, gençliğin, devrimcipolitikalar ekseninde mücadele eden bir politik gençlikörgütüne duyduğu ihtiyacı göstermektedir. Elbette kibu örgüt süreç içerisinde gelişecektir. Devrimcipolitikalar ekseninde gençlik kitlelerini taraflaştırmak,eğitmek, geliştirmek ve örgütlemek bir süreç işidir.Fakat bugün böyle bir örgütlülük ihtiyaçsa, bunun içinsomut adımlar atmak, gençliğin gündemine butartışmaları sokmak, militan eylemlerle birarada busüreci yürütmek, genç komünistlerin öncelikli göreviolmalıdır.

D. Baran

İşgal ve boykot eylemleri aynasında‘Devrimci Gençlik Birliği’

Page 29: Kızıl Bayrak 2014-22

- Çalışma koşullarınız nasıl, nasıl sendikalaştınızve neden direniştesiniz?

- Birinci kadın işçi: 9 senedir çalışıyorum. Ben herbölümde çalıştım. İlk işe girdiğimde Taş Ocağıpolikliniğinde çalıştım. Sonra acile aldılar, acildensonra laboratuvara geçtim, sonra 15. kata çıktım. Yaniher bir bölümde çalıştım. Şu an yine Taş Ocağı’ndayım.En gücüme giden, biz buraya girerken bizden sağlıkraporu alıyorlar, her şeyimiz sapa sağlam işe giriyoruz.Aradan 5 yıl geçtikten sonra hastalandık, kadınhastalığına, kansere yakalandım. Bir tane hastanebüyüğü gelip de “geçmiş olsun” demedi. Sanki benburada hiç emek vermemiş gibi oldum. İkincisi benburada kalp krizi geçirdim, çalışırken. Ben gözümüTuzla GİS-BİR Hastanesi’nde açtım. Hiç kimse benigeçmiş olsun diye aramadı.

Burada çalışıyorsam insan gibi görülmeyi sevgi vesaygı duyulmasını istiyorum. Benim kimsenin neparasında ne de malında gözüm var, bir güler yüzistiyorum. Yüzünü yere asıp iş yaparsan senden iyisiyok. Ama azıcık hasta olursan “çıkışını veriyoruz”diyorlar. Buraya 9 yıl önce böyle gelmedim. Şimdibende 4 tane stent var. Saçlarım beyazladı ve döküldü,kemoterapi zamanında. Ama geçirdim o günleri. Beneşimden ayrı yaşıyorum. İki kız çocuğum var okulagiden. Ama bu sürede kimse “biz seninle yıllardır,omuz omuza çalışıyoruz geçmiş olsun” demedi.Faturalarımı ödeyemiyor, çocuklarıma 1 kg meyvegötüremiyorum biz insan değil miyiz?

Bize yol paramızı ve maaşımızı aynı andavermiyorlar. Sırf sigortayı düşük yatırmak için ayrıveriyorlar parayı. 7 yılım hep girdi-çıktı olmuş. Benburada sağlığımı kaybettim, hakkımı istiyorum.Onlardan başka birşey istemiyorum. 2 aylık işçi iken

başıma ayna düştü. Sigortam yatırılmamış, beni başkahastaneye götürüp tedavi ettiler. Sigortam olmadığıiçin bütün parayı bana zorla ödettiler. Çalışanıolduğum halde ödedim.

Biz hakkımızı istiyoruz. İnsan gibi davranılmasınıistiyoruz. Biz köle değil insanınız.

- İkinci kadın işçi: Hakkımızı istiyoruz, yolparalarımızı kesiyorlar. Sağlığımız söz konusu,maaşlarımızı kesiyorlar, girdi-çıktı yapıyorlar. Bununiçin eylem yapıyoruz. Herşeyi biz yapıyoruz, dosyagötür, imzalat, bu faturayı götür, kan getir, idrar götür.Yani her şeyi biz yapıyoruz. Hastayı röntgene, MR’aindir-çıkar, hastayı ameliyathaneye götür-çıkar, her şeybizde.

Aldığımız maaşlar yetmiyor. Kira sadece 700 lira,aldığımız para kiraya gidiyor. Bu sebeplerden kaynaklıarkadaşlarla konuştuk, sırt sırta verdik, ortak kararlaraldık herkes de onayladı. Böylece sendikalaşmayabaşladık. Hep beraber birlik olup bu taşeron köleliğikaldırmamız gerekiyor.

- Taşeron köleliği biliyorsunuz işçileri öldürmeyedevam ediyor. En son Soma’da yaşananlar gözlerönünde. Siz taşeronluğa karşı ne yapılmasıgerektiğini düşünüyorsunuz?

- Birinci kadın işçi: Birlik olmamız lazım. Herkesinbirlik olması lazım. Bir elin nesi var iki elin sesi var. Hepberaber bu işi (taşeronluğu) kaldırmak zorundayız.Sendikalı arkadaşlar, sadece bizim arkadaşlarımız değiltüm sendikalı, taşeron arkadaşlarımızın birlik olmasılazım. Böyle olması gerektiğini düşünüyorum.

Kartal Emekçi Kadın Komisyonu

“Beş yıl sonra kansereyakalandım”

Aile hekimlerine hastane acillerinde zorunlunöbet dayatması sağlık emekçileri tarafındanprotesto edildi.

İstanbul Tabip Odası, SES, İstanbul Aile HekimliğiDerneği, Türk Sağlık Sen İstanbul Şubeleri ve çeşitlihekim derneklerinin örgütlediği eylem 28 Mayıs’taŞişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi KonferansSalonu önünde yapıldı.

“Acilde nöbet istemiyoruz”

Eylemde “Sağlıkta dönüşüm acilleri çökertti –Birinci basamağın işlevsiz kılınmasına izinvermeyeceğiz” yazılı pankart açıldı ve “Acilde nöbetistemiyoruz” sloganı haykırıldı.

İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi FethiBozçalı ülkede çeşitli salgın hastalıkların tekrarbaşgösterdiğini ve bu duruma karşı sağlıkçalışanlarına ihtiyaç olduğunu ifade etti.

Bozçalı'nın konuşmasının ardından Soma'dahayatlarını kaybeden madenciler ve Erzurum'daKKKA virüsüne yakalanarak hayatını kaybeden sağlıkemekçisi Recep Tepe için saygı duruşundabulunuldu.

Saygı duruşunun ardından söz alan İstanbulTabip Odası Başkanı Selçuk Erez, Sağlık Bakanlığı'ncaverilen görevlerin akılla çelişmemesi gerektiğinibelirtti ve kendilerinin sağlık alanında gerçeklerianlatmaya devam edeceğini dile getirdi.

Erez'in konuşmasının ardından çeşitli ailehekimliği dernekleri adına basın açıklamaları yapıldı.SES İstanbul Şubeleri adına söz alan Firdevs Tat,sağlıkta dönüşüm süreci için daha önce 'işlemez'dediklerini ve bu durumun şimdi hükümettarafından da görüldüğünü söyledi. Tat, sorunlarınyama yapılarak telafi edilmeye çalışıldığını ancakkendilerinin yama olmayı kabul etmeyeceklerinedikkat çekti.

Ortak basın açıklamasını okuyan İstanbul TabipOdası Aile Hekimliği Komisyonu Eşbaşkanı HatıraTopaklı acillerdeki çalışma koşullarının madenlerdenfarklı olmadığına dikkat çekti ve “Bu çalışmakoşullarının ağırlığı nedeniyle sağlık çalışanları,hastalarına nitelikli sağlık hizmeti sunamamaktadır”dedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hekimler zorunlu acilnöbetine isyan etti

Page 30: Kızıl Bayrak 2014-22

-“Bilinen en ölümcül kasırga; 500 bine yakın kişininölümüne sebebiyet vermiş olan 1970 Bholakasırgasıdır. O zamanın batı Pakistan’ını, şimdininBangladeş’ini vuran bu kasırga, 7 Kasım 1970’tebaşlayıp 13 Kasım 1970’te sona erdiğinde, bölgedekievlerin %85’i yok olmuş ve doğrudan etkilenenlerinsayısı 3,5 milyonu bulmuştur.”

-“1972 yılında İran’da oluşan kar fırtınası 4 binkişinin ölümüne yol açtı. 3-9 Şubat 1972 tarihlerindegerçekleşen bu olayda, özellikle İran’ın güneyinde 8metreyi bulan kar, içerisinde yaşayanlarla beraberyaklaşık 200 köyü haritadan silmiştir.”

-“2012’de ABD’yi vuran kasırgada 286 kişi öldü.ABD’den sonra Haiti, Jamaica, Dominik Cumhuriyetigibi ülkeler de kasırgadan etkilendiler. Hayatınıkaybedenlerin ve evsiz kalanların sayıları oldukçafazla.”

-“3 Aralık 1984 günü, ABD kökenli Union Carbidefirmasının Hindistan’da Bhopal’de kurduğu böcek ilacıüreten fabrikadan yanlışlıkla 40 ton metil isosiyanatgazını dışarı atması 18 bin kişinin ölümüne, 150 bindenfazla insanın zehirlenmesine neden oldu.”

-“Çernobil’den kaynaklanan radyoaktif serpinti 160bin kilometrekare toprağı kirletmiş, en az 9 milyoninsanı etkilemiş ve 400 bin kişinin evinden olmasına yolaçmıştır. 800 bin kişi kaza sonrasındaki temizlikçalışmalarına seferber edilmiştir; çocuklardaki tiroidkanserleri 100 kattan fazla artmıştır.”

-“30 Mayıs 1998- Afganistan’ın kuzeyini vuranşiddetli depremde 3 bin kadar insan yaşamınıyitirirken, Takhar bölgesinde 50 köy yerle bir oldu.”

-“4 Şubat 1998- İran’da meydana gelen 7.1şiddetindeki depremde en az 2 bin kişi öldü, binlercekişi yaralandı.”

-”17 Ağustos 1999’da gerçekleşen Gölcükdepreminde yaklaşık 40 bin kişi öldü.”

Gölcük depreminden çok iyi biliyoruz ki, bu türdoğa olaylarında sermaye sınıfından ölen yok denecekkadar az oluyor. Ölenler ise hep işçi ve emekçileroluyor. Sonra sermaye ve sözcüleri, Soma Katliamı’ndaolduğu gibi, timsah gözyaşlarıyla birlikte, “kader”edebiyatı yapıyor. Yalnız Türkiye’de değil, kapitalizmin -şimdilik- egemen olduğu dünyada her afet sonrasındasermayenin sözleri ve davranışı aynı. Kapitalistlerin işçi

emekçilere belirlediği kader ölüme koşullu olduğu için,sermayenin sözleri ve davranışı kendi içinde tutarlı.

Dere kenarında ev yapan işçi ve emekçiler, küçükçapta bir sel felaketinde dahi can ve mal kaybı yaşar.Böyle bir olay sonrasında, dere kenarında ev yapanlaren hafif ifadeyle cehaletle suçlanır. Olayda cehaletinpayı varsa dahi, bu, o kişinin değil, kapitalizmin bilgiyibile parayla satan barbarlığının sonucudur. Öte yandancehalet değil, dere kenarında ev yapmanın nedeni,insanın barınma ihtiyacıdır.

Gölcük’teki depremde işçi ve emekçilerin evleri depatronların evleri de aynı şiddetle sarsıldı. İşçi veemekçilerin evleri yıkılırken patronların evleriyıkılmadı. İşçi ve emekçiler de sağlam bir binadaoturmak ister. Ama sağlam bir binada oturabilecekparası yoktur. Yani yaptığını Ahmed Arif’in dizeleriyle“bilmezlikten değil, fukarılıktan” yapar.

Kapitalist üretimde, işçi güvenliği değil, iş güvenliğiesastır. İşçi ve emekçilerin payına düşen, kötükoşullarda aç/perişan ölmektir. Doğal afetlerde depayına düşen ölümdür. Kapitalizm “tarihin çöpsepetine” atılmadığı ve kapitalizmi tarihin çöpsepetine atmak için mücadele edilmediği sürece işçi veemekçilerin “kaderi” hep ölümdür.

Bu yazıda felaket tellallığı yapılmıyor. Kapitalizmin

nesnel gerçekliği anlatılıyor. Kapitalizmde işçi veemekçiler hakları için mücadele etmedikçe çaresizdirve “kaderini” kabullenmeye mahkumdur.

Ancak sosyalizmde işçi ve emekçilerin payına düşenölüm olmayacak. Üretimde işçi güvenliği esasalınacaktır. Sosyalizmde toplumsal mülkiyet olduğuiçin, barınma sorunu bireylerin tekil sorunları olarakdeğil, toplumun sorunu olarak ele alınacak. Tek başınabarınma sorunu toplumsal olarak ele alındığında bileyerleşim doğal afetlere karşı maksimum düzeydekorunaklı olacak. Bugün bile sermaye sınıfı doğalafetlerde zarar görmüyorsa, doğal afetlerdenkorunacak yeterince teknoloji var demektir.

İnternette “doğal afetler” kelimeleriyle aramayapıldığında, Sovyetler Birliği’nde Çernobil dışındadoğal afet sonrası ölümler yazmıyor. Kuşkusuz 70 yıldadoğal afetler olmuştur. Bu afetlerde ölenler deolmuştur. Ama hiçbiri internette yer alacak kadarbüyük değildir. Çernobil ise, adı hala Sovyetler Birliğiolsa da sosyalizmin yaşanmadığı bir ülkede gerçekleşti.

Bu gerçekliği göz ardı ederek o gün de sosyalizmyaşandığını söylesek bile, Çernobil dışında, başka birolay yok. Çernobil SSCB’deydi ama Türkiye’de,Karadeniz’de kanser Çernobil sonrası epeyce arttı.SSCB’de radyasyonlu ürünler imha edilirken, Türkiye’debakan televizyonda çay içerek radasyonlu çaylarınreklamını yaptı. Sosyalizmin adı bile insanları korumayıesas alırken, kapitalizmde kâr esas alınıyor.

Gerçek şu ki; işçi sınıfı çaresiz değil, “kaderi” deölüm değil. En başta kendi özlük hakları için mücadeleetmekten, yani bedel ödemekten kaçarak en ağırbedeli ödüyor. Aç kalmamak için mezardan farksızmadenlere giriliyor. Ama ölüler aç kalmaz ki...Mezardan farksız madenlere girmemek için bedelödemeyi göze almak gerekiyor. Yine mezardan farksızevlerde barınmamak için mücadele etmek gerekiyor.

Yaşamak için sosyalizm gerekiyor.M. Kurşun

Yaşamak için sosyalizm gerekiyor!

Cumartesi Anneleri 19 yıldır eylemde!Cumartesi Anneleri kayıplarının bulunması ve faillerinin yargılanması için eylemlerini 19 yıldır sürdürüyor.Galatasaray Lisesi önünde yapılan eylemde ilk sözü alan Hanım Tosun, tek bir kayıp kalmayana kadar

eylemlerinin devam edeceğini, sorumlulardan hesap sorduklarını ve sormaya devam edeceklerini ifade etti.Basın açıklamasını okuyan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe şunları söyledi: “19 yıldır haykırıyoruz: Bu

ülkede yurttaşın can güvenliği yok! Bu ülkede hak arama özgürlüğü yok! Bu ülkede kayıplarımızın akıbetiniortaya çıkaracak siyasi irade yok!”

“19 yıldır iktidarlar değişse de baskıcı, muhalifine zulüm üreten rejim değişmedi. Geçmişte evlatlarımızıdüşmanlaştırarak kaybeden zihniyet, bugün de yurttaşlık haklarına sahip çıkan tüm evlatlarımızı hedef aldı. 17yılda ‘Tank Cumhuriyeti’nden geldiğimiz nokta ‘TOMA Cumhuriyeti’ oldu.”

Page 31: Kızıl Bayrak 2014-22

ÇHD’den avukatlarasaldırıya ilişkin açıklama

Savunma hakkına yönelik baskı Uğur Kurt içinsavcı ile görüşen avukatlara saldırıyla devam etti.Savcı özel güvenlik ve polise talimat vererek kendisiile görüşmek isteyen avukatlara fiziksel saldırı emriverdi. ÇHD avukatlara yapılan saldırının ardındanyaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“Avukatlara yönelik bu saldırılar şüphesiz yeniolmamakla birlikte yoğunlaşmış durumdadır. Sonolarak Soma’da hukuksuz şekilde yakalanan ve darpedilen avukatlar bu kez de benzer bir muameleyeSavcılık makamının isteği ve keyfi tutumu üzerine,üstelik gözleri önünde maruz kalmışlardır.Mesleğimizin onurunu her zaman yüksekte tutanmeslektaşlarımıza bu kaçıncı saldırı? Her geçen gündevletten gelen yeni saldırılar karşısında bir sayıvermek olanaksız hale gelmiştir. Peki, bu baskı vesaldırılar tesadüf müdür? Hayır, elbette değildir.Avukatlara yönelik saldırılar toplumsal muhalefeteyönelik baskı ve saldırılardan asla bağımsız değildir.Devlet erkinin, Soma’da, işçilere ve ailelerine karşıtutumu nasılsa –Başbakanın müşavirinin attığıtekmeyi hatırlayalım- Başsavcının bugünmeslektaşlarımıza yönelik tutumu da öyledir.Saldırının kökeni ve nedeni bir ve aynıdır.”

67. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ÖdülüNuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ filmine verildi. NuriBilge Ceylan ödül konuşmasında “Bu ödülü Türkiye’ningençlerine ithaf ediyorum. Geçen sene hayatınıkaybeden gençlere ve ölen madencilerimize adıyorum”dedi.

Daha önce 1982 yılında senaryosunu YılmazGüney‘in yazdığı, yönetmenliğini de Şerif Gören‘inyaptığı ‘Yol’ filmi Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı.Ceylan’ın ödül aldıktan sonra Yılmaz Güney’in aynıödülü aldığında sıkılı yumruğuyla verdiği poza benzerpoz vermesi nedeniyle aralarında bağ kurulmayaçalışıldı.

Nuri Bilge Ceylan daha önce de 56. Cannes FilmFestivali’nde de Büyük Jüri Ödülü’nü “Uzak” filmiylealırken “Bu ödülü 21 yıl önce burada Altın Palmiyeödülü alan ve Fransa’da yaşamını yitiren YılmazGüney’e ithaf ediyorum” demişti.

Bir sinemacı olarak Nuri Bilge Ceylan’ın YılmazGüney’e olan saygısını gerek ödülü ithaf etmesigerekse de onun pozunu vererek anması anlaşılırdır.Zira bu topraklarda sinemadan bahsedilecekse YılmazGüney adı aşılamayan en önemli isimdir. Ancakdevrimci bir sanatçı Yılmaz Güney ile Nuri Bilge Ceylanarasında benzerlik kurulmaya çalışılması ise isabetlideğildir. İkisi farklı kategoride değerlendirilmesigereken sanatçılardır. Bu benzerliği kuranlar YılmazGüney’in devrimci kişiliğini yok saymakta, onu sadecesanat ürünleri çerçevesi ile “aydın” tanımına ve bellibir kalıba sıkıştırmak istemektedirler.

Oysa Yılmaz Güney’in sanatı taraflıdır, ezilenlerden,emekçilerden yanadır. Yılmaz Güney, düzenin üzerindeuyguladığı tüm baskılara rağmen devrimci sanatanlayışını içeride ve dışarıda savunmuş, eserlerinidevrimci kaygılarla üretmiştir. Yılmaz Güney’infilmlerindeki karakterlerle verilmek istenen,değiştirilmesi gereken bir dünyanın mesajıdır. AncakNuri Bilge Ceylan günümüz aydınlarından bir örnektir.Eserlerini bu sistemin sonuçlarını daha çok bireylerüzerinden işleyen bir sanatçıdır. Yılmaz Güney ilekarşılaştırılamayacak bir yanı da budur. Yılmaz Güneytoplumcu sanatın önemli örneklerine imza atmıştır.

Yılmaz Güney döneminde istese Yeşilçam’ın enzengini, en popüleri olabilecekken, o emekçi halkı,ezilenleri tercih etmiştir. Bu da onu geniş emekçi

kitlelerin sahiplenmesine yol açmıştır. Yılmaz Güney’indevrimci kişiliği sadece sanat üretiminde değil, yaşamıboyu devrimci mücadeleye sunduğu katkılarlabirleştiği için de örnek bir devrimci sanatçıdır. Dahalise yıllarında kaleme aldığı eserde “Buralar eşit olsacennet olur” cümlesini kullandığı için komünizmpropagandası yapmaktan aranmaktadır. Bilindiği gibi12 Mart 1971 faşist darbesinin ardından devrimcilereyönelik baskı ortamında Mahir Çayan ve yoldaşlarınıevinde saklamasından dolayı 2 yıldan fazla bir sürehapse ve sürgüne mahkûm edilmiştir. Benzeriörnekleri çoktur. Yılmaz Güney “Sanat tek başınadevrim yapmaz, fakat doğru bir çizgiyle dünyahakkında doğru bir siyasi görüşe sahip olan birsanatçı, eserleri yoluyla, halkla, kitlelerle çok güçlügeniş bağlar kurabilir” diyerek sanatına yüklediğianlamın farkında olarak üretimde bulunmuştur. Osanatıyla da, yaşamıyla da devrimin safındadır.

Nuri Bilge Ceylan’ın yaşamından ve sanatından buşekilde bahsedilemeyeceği ortadadır. Haziran Direnişiile birlikte ülke genelinde yaşanan bir canlanmanınonu da etkilemiş olması, konuşmasında direnişe veSoma’ya değinmesi kadar doğal birşey yoktur.Toplumsal gündemler artık daha fazla konuşulurhaldedir. Duyarlılık noktaları artmıştır. Haziran Direnişisürecinde ve devamında çeşitli biçimlerde kedinigösteren mücadele ruhu bu biçimde, bir kez dahaCannes’ta düzenin efendilerinin karşısına çıkmıştır.

İşte bu “Gezi ruhu”, Nuri Bilge Ceylan’ı, 2008Cannes Film Festivali’nde Üç Maymun filmiyle “En İyiYönetmen Ödülü”nü ödülü aldıktan sonra yaptığıteşekkür konuşmasında “Bu ödülü birisine adamakistiyorum: Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme...”demekten, Gezi’ye ve Soma’ya değinmeye itmiştir.Toplumsal sorunlara daha duyarlı olması kendisi içinanlamlı bir adımdır.

İlerici her adım işçi ve ezilen halklarınmücadelesine bir katkıdır. Mücadele geliştikçegünümüz aydın tipi de değişecektir. Bu yanıyla butartışmada görülmesi gereken, Haziran Direnişi ilebaşlayan süreçte “Artık hiçbir şey eskisi gibiolmayacak!” şiarının geçerliliğini koruduğu,mücadelenin değiştirici gücünün bir kez dahagörüldüğüdür.

C. İnci

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/22 * 30 Mayıs 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Haziran’ın ‘ödülü’

Page 32: Kızıl Bayrak 2014-22

Ahmed Arif, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal…Onlar onurlu bir kavganın, haklı bir isyanın sesioldular. Onlar sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın; hertürden zorbalığın son bulduğu, kardeşliğin,özgürlüğün, eşitliğin ve emeğin iktidar olduğu birdünya için mücadelede yer aldılar. Hayatları boyuncabuna bağlı kaldılar.

Şiire dağların isyanını ve kekik kokusunutaşıyan şair: Ahmed Arif

Ahmed Arif, 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’dadoğar. Ortaokulda iken ilk şiirlerini yazmaya başlar. İlkşiirleri 1942 yılında yayınlanır.

Kendisine göre, bir doğulu olması farklı bir şiirtarzı tutturması için önemli bir faktör olmuştur. DTCFfelsefe bölümünde okuduğu yıllarda “Rüstemo”yu ve“Otuzüç Kurşun”u yazar.

O dönemde gençliğin ilerici örgütü olan TürkiyeGençler Derneği’ne üye olur. Bir süre sonra kendiçizgisini bulmuş olarak yazdığı şiirler dahayayınlanmadan elden ele dolaşmaya, devrimcigençler tarafından ezberlenmeye başlar. 1951tevkifatında tutuklanan 184 kişi arasında EnverGökçe’yle beraber o da vardır. Komünistlere destekolduğuna dair bir ifade imzalatmak isteyen polis, A.Arif’i Ankara’dan İstanbul’a götürüp ünlü SansaryanHanı’nda aylarca işkenceden geçirir. A. Arif İşkenceyeboyun eğmez. Rahatsızlandığı için hastaneye kaldırılır.Daha sonra Harbiye cezaevine konulur. İki yıl hapis ve8 ay sürgün cezasına çarptırılır. Bu zorlu süreçteyaşadığı deneyimler, şiirinin bir diğer temasınıoluşturur.

Yazdığı şiirleri 1968 yılında Hasretinden PrangalarEskittim adlı bir kitapta gün yüzüne çıkaran AhmedArif, bu tek kitabı ve 19 şiiriyle, başka hiç kimseyenasip olmayan bir yer edinmiştir edebiyatımızda.

Ahmed Arif, her gerçek sanatçı gibi, yalnızcaçağına tanıklık etmekle kalmamış, taraf olmuş birozandır. Yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarından,yaşadığı topraklardaki çelişkilerden yola çıkar. Çağınıngerçekliğine sıkı sıkıya bağlıdır, ama onun tutsağıolmaz. Serzenişte bulunmaz, umutsuzluğa düşmezhiçbir zaman. Varolanı değiştirmeye çağırır büyük birinançla.

Sevdanın, isyanın, umudun en güzel şiirlerini yazdıAhmed Arif. Yoksul Kürt emekçilerinin acılarını,

umutlarını dokudu şiirinde. Şiirleri yıllar geçse dedillerden düşmeyecek.

İşçilerin, amelelerin bereketli romancısı:Orhan Kemal

Asıl adı, Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal,15 Eylül 1914’te Adana-Ceyhan’da doğar. Ailesinekatkı yapmak için Beyrut’ta işçilik yapan Orhan Kemal1932 yılında Adana’ya döner. Adana’da işçilik yaptığısırada tanıştığı işçilerin etkisiyle okumaya başlar.

1938 yılında askerlik yaptığı sırada Nazım Hikmetve Maksim Gorki’nin kitaplarını okuduğu ihbarıüzerine yargılanır ve 5 yıla hüküm giyer. Orhan Kemaledebiyattaki asıl atılımını ise bir süre sonra gittiğiBursa Hapishanesi’nde Nazım’la tanıştıktan sonrayapar.

1943 yılında tahliye olan Orhan Kemal, amelelikde dahil, pek çok işte çalışır. Fakat kimliği nedeniyleuzun süre aynı işte çalıştırmazlar. Dostlarınınçağrısıyla 1950 yılında İstanbul’a taşınırlar.

Fakat İstanbul’da hayat çok daha zordur. OrhanKemal de var gücüyle roman ve öykü yazarak ailebütçesine katkı yapmaya çalışır. Bu en verimliyıllardaki çalışmasından Murtaza (1952)ve BereketliTopraklar Üzerinde (1953) ve ardından Grev ve 72.Koğuş’ adlı romanlarını peşpeşe yayınlar. Bu aradaromanları ve öyküleri devleti rahatsız etmeyebaşlamıştır. 1956’da Ara Sokak adlı öykü kitabınedeniyle, mahkemede, niçin sürekli yoksullarınyaşamını işlediği, bu ülkede zenginlerin yaşamınıniçin yazmadığı sorulduğunda “Ben gerçekçi yazarım.En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşlarınyaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarındanhaberim yok” diye cevap verir. 1966’da iki arkadaşıylaberaber bu kez “hücre çalışması ve komünizmpropagandası” yapmak iddiasıyla ceza alır, iki ay hapisyatar.

Bir davet üzerine gittiği Sofya’da 2 Haziran günürahatsızlanan Orhan Kemal, 3 Haziran 1970 günühayatını kaybeder. Cenazesi 6 Haziran’da özel birkonvoy eşliğinde Türkiye’ye getirilir.

“Saat 11:30’da cenaze arabası sınırdan içeri girer.Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne’denBabaeskiye gelindiğinde, asfaltın dönemecinde birişçi, arabaya yaklaşır. Elindeki çiçek demetini uzatır.Demetin üzerindeki bantta şunlar yazılıdır: ‘Biz işçiler,

hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz” (Asım Bezirci,Orhan Kemal, Evrensel yay., 1994, s.43)

Komünist şair: Nazım Hikmet

İşçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci ozanı NazımHikmet’in ölümünden bu yana tam 51 yıl geçti. 3Haziran 1963’te yaşamını yitiren Nazım Hikmet, 61yıllık yaşamının ardından yüzlerce şiir, onlarca oyun,roman ve komünizme adanmış bir yaşam bıraktı.

Devrime ve sosyalizme sevdalı bu yürek, 61 yıllıkyaşamında işçi sınıfının davasına ve sosyalizmebağlılığından dolayı baskılar, saldırılar, karalamalar, 13yıllık tutsaklık ve en ağırı da yurdunu terketmekzorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Birçok insanın ilkkez sosyalizm ile tanışmasında etkin bir rolü olanNazım’ın şiirlerini okuyanlar, üzerlerinde taşıyanlaryargılandı, tutuklandı.

Nazım Hikmet, ülkenin emperyalist güçlerce işgalaltında olduğu dönemlerde, bağımsızlık savaşınakatılmak amacıyla öğretmenlik yapmak gerekçesiyleAnadolu topraklarına geçer. Burada Almanya’daokumuş ve sonrasında Türkiye’ye dönmüş, kendiniSpartakistler olarak tanıtan grupla tanışır. Sosyalizmbilinci Spartakistler sayesinde bu dönemde gelişir. Birsüre sonra Marksizm’i, Leninizm’i daha iyi öğrenmekve sosyalist inşayı yerinde görmek amacıyla SovyetlerBirliği’ne gider. Nazım, bir süre sonra devrime vesosyalizme sevdalı bir yürek olarak ülkesine geridöner. Dışarıda verdiği mücadele, kısa süreli tutsaklıkdönemi, ardından 13 yıllık cezaevi yaşantısı,ülkesinden sürgün edilmesi... Nazım tüm bu süreboyunca yüzünü işçi sınıfına döndü, devrime vesosyalizme inancını hiçbir zaman yitirmedi,komünizmin militan bir savunucusu oldu.

Nazım işçi sınıfı ideolojisini en kararlı tarzdasavunmanın ancak örgütlülükle mümkün olacağıbilinciyle davranarak 1923’te Türkiye KomünistPartisi’ne üye oldu. TKP’nin yaşadığı sürece rağmenhiçbir zaman umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmadı vedaima örgütlü mücadelenin gerekliliğini savundu.Tüm hayatı boyunca TKP’yi ve onun üyesi olduğunubüyük bir gururla söyledi. Hayatının en karanlıkdönemlerini tek başına geçirdiği zindanda bile,örgütlü bir devrimci gibi davranabilmeyi bildi.

Nazım Hikmet,Ahmed Arif,Orhan Kemal