32
Sayı: 2013 / 13 29 Mart 2013 1 TL www.kizilbayrak.net Birlik ve kardeşlik için buluşalım! İ ş çi l e r i n b i r l i ğ i h a l k l a r ı n k a r d e ş l i ğ i i ç i n Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı 6 kentte toplanıyor... 6 kentte toplanıyor... Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları

Kızıl Bayrak 2013-13

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-12/22 Mart

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2013-13

Sayı: 2013 / 13 29 Mart 2013 1 TL

w w w. k i z i l b a y r a k . n e t

Birlik ve kardeşlik için buluşalım! İşçilerin birliğ

i h

alkla

rın k

arde

şliği

içi

nSınıfa Karşı Sınıf Kurultayı

6 kentte toplanıyor...6 kentte toplanıyor...Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları

Page 2: Kızıl Bayrak 2013-13

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Emperyalist saldırganlığın yeni hamlelerle hızkazandığı, Kürt sorunu üzerinden sahte “çözüm”projelerinin gündeme getirildiği bir süreçte, işçilerinbirliği, halkların kardeşliği çağırısı giderek daha fazlaönem kazanıyor. Türkiye ve bölge halklarınıngeleceğini yakından ilgilendiren bu gelişmelerkarşısında işçi sınıfının bağımsız devrimci sınıftutumunu örgütlü bir sınıf gücüne dönüştürmek vebirleşik, kitlesel, siyasal, militan bir sınıf-kitle hareketiüzerinden yaşanan bu gelişmelere müdahale etmekgünün görev ve sorumluluğu olarak önümüzde duruyor.

Elbette sınıf-kitle hareketleri nesnel süreçler olarakmayalanmaktadır. Fakat bunun böyle olması, busüreçleri hızlandırmak ve sınıfı devrimcileştirmek içinverilmesi gereken çabayı yadsımaz. Tersine günümüzdünyasında yaşanan gelişmeler bu sorumluluğu tümyakıcılığı ile döne döne ortaya koymaktadır. Sınıfdevrimcilerinin “devrime hazırlık” olarak tanımladığıbu sorumluluk, gündelik olarak hayata geçirilen politikmücadelenin merkezine oturtulmalıdır.

Sınıf devrimcileri tarafından örgütlenen ve sayılıgünler kalan “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği içinSınıfa Karşı Sınıf” kurultayları da bu çerçevede elealınmalı ve hayata geçirilmelidir. Kurultay çalışmalarıher adımında sınıfı devrimcileştirmek ve politikmücadeleye kazanmak bakışıyla örgütlenmelidir.Kurultayların arkasının 1 Mayıs olduğu düşünülürse buayrıca önem kazanmaktadır. Zira kurultay çalışmalarıkendi içerisinde hayata geçirilecek ve bitirilecek birkampanya süreci değil, tersine temel siyasal gündemlerüzerinden sınıfa dönük politik müdahalenin araçlarıolarak gündeme gelmiştir.

Hali hazırda devam eden kurultay çalışmalarınıbütünlüklü olarak yansıtmak amacıyla gazetemizin busayısında kurultay hazırlık süreçlerini, kurultayıngündemlerini ve hedeflerini ortaya koyan röportajlarave haberlere geniş bir yer ayırmış bulunuyoruz. Tümokurlarımızı hazırlıkları süren ve sayılı günler kalankurultay çalışmalarını güçlendirmeye davet ediyoruz.

***Gelinen yerde devrimci baharın doruğu olan 1

Mayıs dönemine de girmiş bulunuyoruz. Dünyada veTürkiye'de 2013 1 Mayısı’nın öne çıkan temelgündemlerini ise işçi sınıfına dayatılan çok yönlüsosyal-iktisadi yıkım saldırıları ve her geçen güntırmandırılan emperyalist saldırganlık oluştuturuluyor.Dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı ve emekçilerkapitalist krizin sosyal-iktisadi faturasına veemperyalist saldırganlığa dur demek için alanlarainmeye hazırlanıyor.

Bir taraftan kurultay çalışmalarını sürdüren, öteyandan 1 Mayıs hazırlıklarını başlatmış bulunan sınıfdevrimcileri de 1 Mayıs hazırlıklarını yine bugündemler üzerinden şekillendirecekler. 1 Mayıshazırlık sürecinde ve 1 Mayıs alanlarında kapitalistsömürüye, emperyalist savaşa, Kürt halkı üzerindekibaskı ve sömürüye karşı “işçilerin birliği halklarınkardeşliği” şiarını yükseltecekler.

Bu tempolu sürecin büyük bir titizlikle örgütlenmesiise 1 Mayıs'ın kazanılması bakımından büyük önemtaşıyor. Sınıf devrimcileri 1 Mayıs gündemleriüzerinden en geniş sınıf ve emekçi kitlelerine ulaşmakve harekete geçirmek için şimdiden tüm hazırlıklarınıyapmalıdırlar.

Obama emretti: AKP-İsrail kucaklaştı… . 3

Çetelere silah sevkiyatının merkezi

Esenboğa Havaalanı . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Roboski raporu onaylandı, sermaye devleti

kendini akladı... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5

Öcalan’ın mesajının anlamı... . . . . . . . . . . 6

Sol hareketten ilk değerlendirmeler . . . . . 7

İzmir KHK sözcüsü ile konuştuk... . . . . 8-9

Birlik ve kardeşlik çağrısı yükseliyor! . . 10

Özelleştirmeye karşı

topyekun mücadeleye!. . . . . . . . . . . . . . . 11

DİSK olağanüstü kongreye giderken.... . 12

Bosch’ta sudan sebeplerle işten atılan

öncülerden Akan Yılmaz anlatıyor.... . . . 13

Taşeron yasası, “taşerona çözüm”

ambalajıyla meclise gidiyor . . . . . . . . . . 14

Sınıf hareketinden.... . . . . . . . . . . . . . . . . 15

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar / 3

Ulusal sorunda reform ya da devrim -

H. Fırat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Avrupa’da yeni ve yıkıcı kriz dalgası -

Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . 19-21

Barack Obama’nın Ortadoğu ziyareti . 22

Arap Birliği’nin 24. zirvesi . . . . . . . . . 23

Dünyanın dört bir yanında

şalterler indi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Kadın istihdamının artırılmasına dönük

politikalarla ne amaçlanıyor? . . . . . . . . 25

Kamuya tasfiye, emekçiye sürgün! . . . 26

Ankara’da faşist saldırı ve

provokasyonlar... . . . . . . . . . . . . . . . . . 27

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi

Yönetim Kurulu üyesi Av. Gülizar Tuncer

ile konuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

Kaybedilen bedenler, kaybedilmeyen

savaşlar... - T. Kor . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Ya kömür tutuşursa! . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Page 3: Kızıl Bayrak 2013-13

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

ABD Başkanı Barack Obama, İsrail’i ziyaretisırasında AKP şefi Tayyip Erdoğan’la siyonistbaşbakan Benyamin Netanyahu’yu telefonlagörüştürerek, “barıştırdı”. Görüşmenin ardından TelAviv ve Ankara’dan yapılan açıklamalarda, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sorunların aşıldığı “müjdesi”verildi.

Tel Aviv’den yapılan açıklamada, İsrail başbakanıNetanyahu’nun Türkiye’den özür dilediği, MaviMarmara Gemisi’ne yapılan baskında öldürülen 9 Türkvatandaşının ailelerine ise tazminat ödeneceğibelirtildi.

Ankara’dan yapılan açıklamada ise, siyonistbaşbakanın özrünün kabul edildiği, dolayısıylaTürkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden normalleşeceğininsinyalleri verildi.

Açıklamaları takiben büyükelçilerin karşılıklıolarak Ankara ve Tel Aviv’e giderek “olağan” işlerinedevam edecekleri duyuruldu. Böylece taraflar, ırkçı-siyonistler ile dinci-Amerikancı AKP, zamangeçirmeden “hasret gidermeye” başladılar.

“Gazze kuşatmasının kaldırılması”güme gitti

Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP şeflerininçoğu, İsrail’le yaşanan sorunun aşılması için üçtalepleri olduğunu söylüyorlardı. Özür dilenmesi,ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve Gazzeüzerindeki ablukanın kaldırılması… Obama-Netanyahu-Erdoğan görüşmesinde ilk ikisi kabuledildi, ancak üçüncüsüne dair ortada net bir vurgubulunmuyor. Yani siyonist rejimin Gazze’nin etrafınakara, deniz ve havadan ördüğü ablukanınkaldırılacağına dair bir alamet yok anlaşmada.

Filistin davasını ve Filistin halkının acılarını gericisiyasetinin aracı olarak kullanmanın ustası olan TayyipErdoğan, bu durumu lafları eğip bükerek gözdenkaçırmaya çalıştı. Konuyla ilgili gazetecilerinsorularını yanıtlayan AKP şefi, “sadece Gazze’de değiltüm Filistin için tüketim mallarının girişindekikısıtlamaların kaldırılacağını” iddia etti.

Tüketim mallarının girişindeki kısıtlamalarınkaldırılıp kaldırılmayacağı belli değil. AncakGazze’nin etrafına örülen vahşi ablukanın tüketimmallarının girişine yapılan kısıtlamanın çok ötesindebir kapsamda olduğunu herkes biliyor. Bunun anlamı,Gazze etrafındaki kuşatmanın özü itibarıyla olduğugibi devam edeceğidir.

Gazze’nin etrafındaki ablukanın kaldırılmasıtaleplerinden vazgeçtikleri gerçeğinin üstünü örtmekiçin, “İnşallah en kısa zamanda Gazze’de, BatıŞeria’da oradaki kardeşlerimizle kucaklaşma fırsatınıbulacağız” söylemine başvuran Tayyip Erdoğan, birtaşla iki kuş vurmaya hevesleniyor. Hem “Gazzekuşatmasını kaldırttık” yalanını yutturmaya hem elleriSuriye halklarının kanına bulaştıktan sonra, Araphalkları nezdinde yerlerde sürünen imajını düzeltmeyehevesleniyor. Vurgulamak gerekiyor ki, AKP şefininArap halkları nezdinde imajını düzeltme şansıbulunmuyor. Zira Suriye’deki yıkıcı savaşta -Katar veSuudi krallarıyla birlikte- oynadığı utanç verici,

uğursuz ve savaş suçları kapsamına giren rol,Ortadoğu halkları tarafından artık bilinmektedir.Dolayısıyla demagojilerin, yerlerde sürünen imajıayağa kaldırma gücü kalmamıştır.

İlk destek açıklaması Washington’dan

Ankara ve Tel Aviv’den yapılan açıklamaları,bekleneceği üzere ilk takdir edenler, Beyaz Saray’ınsavaş baronları oldu. ABD’nin “dostu” ve “müttefiki”olan iki devlet arasında sağlanan anlaşma, bölgehalklarını hedef alan saldırganlık ve savaşpolitikalarına birlikte destek vermeleri açısında büyükönem taşıyordu Washington nezdinde. Buzlarçözüldüğüne göre, siyonistlerle Ankara’daki dinci-Amerikancıların halklarakarşı ortak cephede alenibir şekilde hareketetmelerinin önünde birengel kalmadı demektir.

Netanyahu-Erdoğanikilisini takdir eden ABDBaşkanı Obama, kendieseri olan İsrail-Türkiyeanlaşmasını sevinçledestekledi. Basınayansıyan haberlerden, TelAviv-Ankara arasındakigizli diplomasinin Obamaİsrail’e gelmedenbaşladığı anlaşılmaktadır.Tarafları barıştıran ABDoldu, ama iki Amerikancırejimin şefleri de bunu dört gözle bekliyorlardı ki, birsorun yaşanmamış gibi hemen işe koyuldular.

Nitekim konuyla ilgili açıklama yapan BarackObama, “Amerika Birleşik Devletleri hem Türkiye hemde İsrail ile Yakın Ortaklığımıza derin bir önemvermektedir. Bölgesel barış ve güvenliğin ileriyetaşınması için, iki taraf arasındaki olumlu ilişkilerinyeniden tesis edilmesine büyük önem atfediyoruz”ifadesini kullandı. Artık emperyalist/siyonist güçlerleAnkara’daki suç ortakları “bölgesel barış ve güvenlik”için işbaşındalar.

Beyaz Saray’ın kapılarıTayyip’e yeniden açılıyor…

Uzun zamandır İsrail’le anlaşmanın yollarınıarayan dinci-Amerikancı AKP iktidarı, Obamasayesinde nihayet muradına ermiş oldu. Zira İsrail’leilişkilerin sorunlu olması, Tayyip Erdoğan vemüritlerinin Washington’daki işlerini zorlaştırıyordu.Demagojik anlamda olsa da, siyonist rejime olumsuzlaf söylenmesini hoş karşılamayan etkili YahudiLobisi, Tayyip Erdoğan’a Beyaz Saray’ın kapılarınıkapatmıştı.

Geçmişte de, Beyaz Saray’ın kapıları yüzünekapandığında, ancak “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron’unayaklarına giderek açtırabilen AKP şefi, son dönemdede aynı sorunla yüz yüze olduğunun farkındaydı elbet.Bundan dolayı, İsrail’in özrü kabul etmesini dört gözle

bekliyordu. Nitekim Obama’nın “yakında görüşürüz”sözünü alan Tayyip’in havası birden değişti. Ortadoğupolitikası iflas etmişken, “Türkiye’yi şahakaldırmaktan, uçurmaktan” söz etmeye başlaması birtesadüf değildir.

AKP şefi, “faşizm”in temsilcileriyleanlaşmaktan memnun

Tayyip Erdoğan 28 Şubat’ta Viyana’da katıldığı birkonferansta, siyonizmi, tıpkı faşizm gibi bir ‘insanlıksuçu’ olarak tanımlamıştı. Bu tanımlama siyonistrejimden, Yahudi lobisinden ve Obama yönetimindentepki görmüştü. Ankara’ya gelen ABD Dışişleri BakanıJohn Kerry, bu konuda Tayyip Erdoğan’la aynı fikirde

olmadıklarını, medya önündeaçıkladı.

Aradan henüz bir ay bilegeçmeden Obama’nınarabuluculuğuyla siyonistlerle(kendi tanımıyla, faşizmintemsilcileri/insanlık suçuişleyenler) anlaşan TayyipErdoğan faşizmin temsilcileriylekucaklaşmaktan pek memnunolduğunu saklamıyor. Bu aradadinci-gericiliğin medyadakigörevleri borazancıları da, ırkçı-siyonist rejimle anlaşmayı, AKPve Tayyip Erdoğan’ın “birzaferi” olarak pazarlamak için,anında seferber edildiler

Bu tablo, Amerikancı dinci-gericiliğin nasıl da ahlak ve ilke yoksunu olduğunugözler önüne seren yeni bir vesile olmuştur.

Karşı-devrimci cephe güçlendirildi

Türkiye-İsrail arasında yaşanan sorunlar, ikiAmerikancı rejimin temel ilişkilerinde kayda değer birdeğişikliğe yol açmadı. Ekonomik, ticari, askeri,istihbarat, güvenlik gibi alanlardaki anlaşmalar,pratikte uygulanmaya devam etti. Buna karşın aradakigerilim yapay değildi. Daha çok ırkçı-siyonistlerinküstahlığından kaynaklı bir gerilim vardı. Bu geriliminaşılması, merkezinde ABD, Türkiye-Katar-SuudiArabistan üçlüsü ile İsrail’in bulunduğu Ortadoğu’dakikarşı-devrimci cepheyi güçlendiren bir rol oynayacak.

Bu cephenin tutumu elbette pratikte kesişiyordu.Bunun en bariz örneği, bu cephenin Suriye’deki yıkıcısavaşta taraf olması ve savaşı daha da derinleştirmekiçin aynı anda seferber olmasında görülüyor. Bunakarşın bu iki has Amerikancı rejim arasındaki gerilimingiderilmesi, Ortadoğu halklarının en büyük düşmanıolan bu karşı-devrimci cephenin lehine olmuştur.

Olaylar, bu cephenin, bölge halklarına karşı birçokkoldan yürüttüğü saldırıların önümüzdeki dönemdedaha pervasız bir hal alacağına işaret ediyor. Bukoşullarda Ortadoğu halkları ile ilerici-devrimcigüçlerinin de birleşik bir direniş geliştirmelerininbüyük bir önem taşıyacağını bir kez daha vurgulamakgerekiyor.

Obama emretti: AKP-İsrail kucaklaştı…

İki Amerikancı rejimin temelilişkilerinde kayda değer birdeğişikliğe yol açmadı. Daha çokırkçı-siyonistlerin küstahlığındankaynaklı bir gerilim vardı. Bugerilimin aşılması, merkezindeABD, Türkiye-Katar-SuudiArabistan üçlüsü ile İsrail’inbulunduğu Ortadoğu’daki karşı-devrimci cepheyi güçlendiren birrol oynayacak.

““

Page 4: Kızıl Bayrak 2013-13

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Suriye’deki yıkıcı savaşın uzamasında özel bir roloynayan AKP iktidarı, bu ülke halklarının acılarını,sefil çıkarları için en kaba bir şekilde istismaretmekten de geri durmuyor. Bir yandan savaşıkızıştıran Ankara’daki Amerikancılar, öte yandan“Suriye halkının yanındayız” türünden riyakârcaaçıklamalar yapıyorlar.

Silahlı çetelerin Baas yönetimini devirmegücünden yoksun oldukları bilinmesine rağmen, bugüçleri silahlandırmak, yıkım ve katliam döngüsününuzamasından başka bir sonuç yaratmıyor. Halböyleyken ABD, İngiliz, Fransız emperyalistleri ileTürk devleti ve körfezin çürümüş kralları bu çetelerifinanse ediyor, eğitiyor ve silahlandırıyor.

Çetelerin sivilleri hedef alan saldırılarının giderekyaygınlaştığı bu günlerde, silah sevkiyatınıngüzergahlarıyla ilgili haber yapan ABD’nin NewYork Times (NYT) gazetesi, Ankara’daki EsenboğaHavalimanı’nın silah sevkiyatının merkezi noktasıolduğunu ortaya koydu.

Adını gizli tuttuğu Türk ve yabancı yetkililer ilesilahlı çetelerin şeflerinden aldığı bilgileri aktaran

gazete Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün askeri kargouçaklarının, son aylarda Esenboğa Havalimanı’na sıkyaptıkları inişlere dikkat çekti.

CIA’nin, Suriye’deki çetelere gönderilen silahtrafiğini Türkiye üzerinden organize ettiğini yazanNYT, Hırvatistan’ın başkenti Zagreb üzerinden gelensilahların da Esenboğa’ya nakledildiğini belirtti.Silahlı çetelere Türkiye üzerinden 3500 ton silahsevkiyatı yapıldığını belirten gazete, sevkiyatta buyılın başlarından itibaren belirgin bir artış olduğunuyazdı. Katar’dan silah taşıyan kargo uçağının sonolarak Pazar günü Esenboğa Havalimanı’na indiğibilgisi de haberde yer aldı.

Silah sevkiyatının tek giriş yeri Türkiye olmasada, çetelere ulaşan silahların önemli bölümününTürkiye üzerinden ve Türk devletinin işbirliği ilegerçekleştirildiği uzun süre önce bir sır olmaktançıkmıştı. Bu arada onlarca ülkeden devşirilenbinlerce kökten dinci çete mensubunun toplanma veSuriye’ye sevk yeri de Türkiye’dir.

AKP iktidarının daha özel planda ise TayyipErdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin, Suriye’dekiyıkıcı savaşta açıkça taraf tuttukları, çeteleri eğitipsilahlandırmaktan sorumlu oldukları ve tepedentırnağa Suriyelilerin akan kanına bulandıkları gerçeğide, Arap medyasına konuşan gazeteci, yazar ve siyasiyorumcular tarafından sık sık dile getiriliyor. Bunakarşın, yayın çizgisiyle gerici Suriye muhalefetine vesilahlı çetelere destek veren NYT’nin de bu haberiyapması, AKP iktidarının Suriye’deki yıkıcı savaşanasılda pervasızca müdahale ettiğini de ortayakoyuyor.

Türk devletinin silahlı çetelerle suç ortaklığınıortaya koyan haber üzerine açıklama yapan DışişleriBakanlığı Sözcüsü Levent Gümrükçü, “Elimizde butür haber ve iddiaları doğrulayacak resmi bilgibulunmuyor” demekle yetindi. Ancak bu türaçıklamaların öylesine yapıldığı ve bir kıymet-iharbiyesinin olmadığı biliniyor. Tıpkı, Türkiye-Suriye sınırına yakın bölgelerde çember sakallısilahlı çeteleri görmeyen kimse kalmadığı halde,bununla ilgili “resmi bilgilerin bulunmaması” gibi…

Çetelere silah sevkiyatınınmerkezi Esenboğa Havaalanı

Gericiliğe karşıdevrimci sınıfmücadelesi!

AKP iktidarıyla birlikte, toplumsal yaşamdagericiliğin dozajı giderek artırılıyor. Toplum yapısıdinci-gerici ideolojiye göre yeniden biçimlendiriliyor.Bu değişim, hak ve özgürlüklerin gaspıyla birliktegündeme geliyor. Dinci-gerici akım, iktidardaolmanın tüm avantajlarını bu yönlü kullanıyor.Eğitim kurumlarında, medyada, sosyal yaşamda vediğer kamusal alanlarda gerici kültürünü yeni yasave yasaklarla topluma dayatıyor.

İlk başlarda tepkiyle karşılansa da artıkolağanlaşan içki yasakları, haremlik-selamlık ya daçeşitli şekillerde karşımıza çıkan sansüruygulamalarına son olarak, Milli Eğitim’in okullarayolladığı mescit genelgesini ekleyebiliriz.

Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve TerbiyeKurulu’nun valiliklere gönderdiği yazının ardındanMersin Akdeniz İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, ilçedekitüm okullara bir genelge gönderdi. Genelgeyle,“okullarda ibadet yapmak isteyen personel veöğrencilere gerekli kolaylığın gösterilmesi, seçmelidini bilgiler derslerinde uygulama alanları içinihtiyaç duyulan uygun ortamların ve ibadetyerlerinin sağlanmasını” istendi.

Bilindiği gibi, “dindar nesil” yetiştirme hevesiyleeğitim sistemi çok yönlü değişime uğramış, 4+4+4ile eğitim alanında daha köklü değişimlergetirilmişti. Eğitim müfredatı, önceki debilimsellikten hayli uzak olmasına rağmen, daha dagerici içerik kazanmıştı. Adına her ne kadar“seçmeli” dense de dini dersler çoğu okullardazorunlu olmuştu. Bu son genelgede bunun birparçası olarak gündeme getirilmektedir.

Toplumsal yaşama dayatılan gericiuygulamaların bir diğer örneği de geçtiğimiz yılAfyon’da alkol tüketimi ve satışınınvalilikçe yasaklanmasıydı. Afyon Valiliği bunundışında, kadınlara ayrı otobüs gibi uygulamalarıylaadeta şeriat uygulamalarını hayata geçirmekistemektedir. Gerçi alkol satışına getirilenyasaklama, açılan dava sonucu şimdilik iptal edildi.Ancak egemen zihniyet bunun farklı uygulamalarlada sürdürmektedir.

Alkol yasağı ülke gündemine ders kitaplarınakonan sansürlerle de girmişti. Hatırlanırsa, EdipCansever’in lise kitaplarında yer alan “Masa damasaymış hani” şiirinde yer alan “Bir bira içmekistiyordu kaç gündür / Masaya biranın dökülüşünükoydu” dizeleri sansürlenmişti. Bir başka örnekse,THY’de içki servisinin kaldırılmasıydı.

İçkiye konan yasak ya da sansür gibi adımlarla,toplumun duyarlılığı bir yandan test edilirken, biryandan da bu gerici uygulamalara toplumalıştırılmaya çalışılmaktadır. Mesele tek başınaiçkinin yasaklanması meselesi değildir. Zira sözkonusu olan hak ve özgürlükler alanına getirilenyasaklama ve sınırlamadır. Bu yönlü adımlar sadecebir başlangıç olarak değerlendirilmelidir.

Kurulu düzen çarklarını gericilikle kör edilmiş,uyuşturulmuş ve baskılanmış insanlar üzerindendaha rahat çevirmek istemektedir. Bu nedenle dincigericiliğin hak ve özgürlükler alanını daraltan hertürden uygulaması karşısında örgütlü tepkigöstermek gerekliliktir. Burada, gericiliğin kaynağınıgöstererek, sınıfa karşı sınıf tutumuyla işçi veemekçilerin bilincini açacak çalışmaların yürütülmesiönem kazanmaktadır. Zira dinsel gericiliğin baskı veuygulamaları ancak devrimci sınıf mücadelesininyükseltilmesiyle geriletilebilir.

Page 5: Kızıl Bayrak 2013-13

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Geçtiğimiz günlerde mecliste onaylanan Roboskiraporu, Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajı ile birlikte“barış” ve “çözüm” beklentisinin yükseltildiğigünlerde yayınlanmıştı. Roboski raporunun içeriği,AKP iktidarının uyguladığı tasfiyeci politikalardoğrultusunda Kürt sorununun çözümü üzerindenyarattığı beklentilerin dayanaksızlığını gösteriyor. Vebununla birlikte rapor, Kürt halkının devrimciözlemlerine, eşitlik ve özgürlük taleplerine karşısermaye devletinin geleneksel çizgisinden tavizvermeyeceğine ilişkin bir kanıt özelliği taşıyor.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonubünyesindeki Uludere Alt Komisyonu’nun hazırladığı84 sayfalık raporda “Tüm Türkiye’yi derinden üzen vesarsan bu olayla ilgili yapılan araştırma veincelemelerde; olayın kasten yapıldığına yönelikolarak herhangi bir delil elde edilemediği görüş vekanaatine varılmıştır’’ ifadeleri kullanılıyor. Sözdeincelemelerini bitiren ve ağırlıklı olarak AKPmilletvekillerinden oluşan komisyon çoğunluk oyuylakatliama ilişkin ‘Kasıt yok. Sivil ve askeri yetkililerarasında koordinasyonsuzluk var’ sonucuna varmışbulunuyor.

Görünen o ki AKP iktidarı içinden geçtiğimizsiyasal süreçte Uludere’deki katliamı ustalıkla ört basetmenin tasfiyeci manevralarına ayak bağı olmasıkaygısı duymamıştır. Bu nedenle, Kürt sorunununsözde çözüm süreci ile ilgili gelişmelerin yaşandığıgünlerde raporun açıklanmasını tercih ederek, bu yenisiyasal atmosferin tozu dumanı içinde katliamınüzerini örterek bir taşla iki kuş vurmanın peşindedir.Bu durum Kürt hareketine yönelik tasfiyepolitikasında AKP iktidarının kararlılığını gösteriyor.Öte yandan dikkati çeken diğer nokta ise Kürthareketinin ‘çözüm süreci’ni kesintiye uğratmamakadına izlediği uzlaşmacı politikaya uygun bir şekildeUludere raporunu ele almasıdır. BDP Roboskiraporunun Öcalan’ın mesajı çerçevesinde “helalleşmeve uzlaşmanın” barışmanın bir örneği olarak meclistarafından onaylanmaması çağrısı yapması sınırlarındabir tavır sergilemekle yetinmiştir.

Meclis Uludere Alt Komisyonu’nu havaharekâtının gerekçesi olarak gösterilen Herongörüntülerini Genelkurmay ve Aselsan’dan gelenuzmanlar eşliğinde izlemişti. Uzmanlar incelemelerinirapor haline getirdiler. Aselsan’ın Heron görüntülerinidakika dakika incelediği rapor Türkiye ile Irakarasındaki insan ve yük hayvanlarından oluşanhareketliliğin an an izlendiğini gösteriyor. 3,5 saatboyunca insansız hava aracıyla takip edilen konvoyunsınır ötesinde Genelkurmay ve AKP iktidarının emirkomuta zinciri içerisinde bombalanmasına kararverildiği, ilk bombanın 21.40 son bombanın 22.40’taatıldığı bu görüntülerin çözümlenmesi sonucundaanlaşılıyor. Gözcü adlı İHA bölgenin batısındabulunan Düğün dağından Çukurca bölgesine kadarsınır hattını tararken 17.20’de bir araç hareketini,18.23’te insan ve hayvanlardan oluşan grubu farkediyor. Irak sahasında uçuş yapma yetkisindenkaynaklı ilk gözetlemenin ABD İHA’ları tarafındanyapıldığı bilgisine ise zorunlu olarak yer verilmiş.17.20’den 00.50’ye kadar TSK’ya ait İHA tam 7 saat

40 dakika boyunca gözetleme yapıyor. Yani vahşiceyapılan bombalamanın ardından bölge saatlerceizlenmeye devam ediliyor. Rapora göre ilk bombanınatıldığı ana kadar Türkiye’ye doğru hareket edengrubun ve katliamın anı görüntülerde tüm çıplaklığıylagörülüyor.

‘Olayın kasten yapıldığına yönelik bir delil yok’,‘Kaçakçı grubun içinde teröristlerin de olduğu bilgisivar’ tespitlerinin yer aldığı raporda “Vur” emrinin kimtarafından verildiği ve sorumlulara ilişkin herhangi birifadeye bile yer verilmekten kaçınılmıştır. “Kaçakçıgruplar içine PKK’lıların da sızabildiği” vurgusu ile‘teröre karşı mücadele’ adı altında sürdürülen kirlisavaşta uygulanan imha yöntemleri meşrulaştırılmıştır.Böylece on yıllardır zorbalıkla, katliam ve baskı ileteslim alınmaya çalışılan Kürt halkının özgürlükmücadelesine yönelik sermaye devletinin tutumundaesasa ilişkin bir değişiklik olmadığı bir kez dahagözler önüne serilmiş oldu.

Tüm kanıtlar şüphe götürmez bir şekilde Roboskikatliamının planlı bir şekilde yapıldığına işaretederken komisyonunun ‘kasıt yok’ tespitindebulunması AKP’nin sözde “çözüm sürecindeki” ikiyüzlülüğünün kanıtı olarak değerlendirilmelidir. Bizzatkendi elleriyle Roboski’de ki katliamıgerçekleştirerek, ardından yalan ve demagojiylegerçeklerin üstünü örtenlerin Kürt halkına yönelikimha ve inkarının kaynağı olan resmi devlet politikasıile hesaplaşmasını beklemek boş bir hayalden başkabir şey değildir.

Bilindiği gibi katliam sonrasında başbakandan,genelkurmaya kadar yapılan açıklamalarla düzensiyaseti açık bir devlet katliamını daha ört bas etmepolitikasını hızla devreye sokmuştu. Roboski’de savaşuçaklarıyla bombalanan çoğu çocuk olan Kürtemekçilerden geriye kalan ölü bedenler; AKPgericiliğinin saldırılarını ‘ileri demokrasi’ maskesialtında en faşizan biçimlerde sürdüreceğinin bir beyanıolmuştu. Ve süreç o günden bugüne bu doğrultudailerledi.

Kürt halkını, işçi ve emekçileri kandırarak kontrolaltına almak için kurulan tasfiyeci pazarlık masalarınınve barış söylemlerinin sahteliğinin en somut göstergesiRoboski raporudur. Daha dün Roboski’de 34 Kürtemekçinin vahşice katledilmesinin sorumlusu olanAKP iktidarı katliamı ört bas etme sürecini bu raporlanoktalamayı amaçlamaktadır. Zira raporun meclisteonaylanması da bu aklama sürecinin son halkasıolmuştur.

AKP’nin dümeninde oturduğu sermaye devleti şugünlerde bir kez daha ‘Kürt sorunu’nun çözümüiddiası ile işçi ve emekçilerin karşısına çıkmışbulunuyor. AKP iktidarı, Kürt halkından ve işçi-emekçilerden bu oyununu desteklemelerini bekliyor.Ancak Kürt halkına bu güne kadar pek çok kez çözümvaadinde bulunan dinci-gerici AKP iktidarı herdefasında savaşın, inkarın ve imhanın şiddetiniartırmaktan öte bir tutum sergilememiştir. Sınır ötesioperasyonlar, gerillaya yönelik imha saldırıları, KCKtutuklamaları ve Kürt siyasetçilere yönelik suikastlarlakirli savaş sürekli tırmandırılmıştır. Tarihi katliamlarıntarihi olan sermaye devleti Roboski katliamını busürecin tam ortasında gerçekleştirdi. Bu nedenle dinci-gerici iktidarın ‘müzakere’, ‘açılım’,’ çözüm’,‘demokratikleşme’ yalanlarıyla sürdüğü, “barış,kardeşlik, birliktelik” vb gibi vaadlerin havadauçuştuğu bu yeni sürecin katliamlar, kurşunlar,işkenceler, tutuklamalar eşliğinde devam edeceğindenkuşku duymamak gerekir. İşte Roboski bu gerçekliğinyakın geçmişteki en somut ve acı kanıtı olmuştur.

Mecliste onaylanan Roboski raporu AKPiktidarının önümüzdeki günlerde toplumsal muhalefeteyönelik izleyeceği yola dair bir ayna tutmaktadır.Fakat kan ve zulümle mayası yoğrulmuş olan çürümüşsermaye iktidarının Kürt halkının, işçi ve emekçilerindevrimci militan mücadelesini boğmaya gücü yetmez.Hiçbir rapor ya da aldatmacanın sermaye devletininRoboski’de sergilediği vahşeti gizleyemeyeceği gibiKürt halkının, işçi ve emekçilerin sermaye devletininkatliamlardan hesap sorma iradesini de yok edemez.

Roboski raporu onaylandı, sermaye devleti kendini akladı...

Hesabını işçi ve emekçiler soracak!

Page 6: Kızıl Bayrak 2013-13

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajı beklendiğigibi büyük bir yankı yarattı. Mesajla birlikte onaverilen tepkiler de anında yerli ve uluslararası basınınmanşetlerinde yer aldı. Mesajla ilgili başlık da hemenhemen aynıydı; “Öcalan’dan silah bırakma çağrısı...”Milyonların katıldığı Newroz ise Öcalan’a verilentam desteğin bir ifadesi olarak değerlendirildi.Mart’ın ikinci haftasından itibaren kutlamalarınabaşlanan Newroz’un finalinin hem büyük birkitleselliğe sahne olacağı, hem de İmralı sürecinedesteğin güçlü bir ifadesi olacağı bekleniyordu zaten.

Aynı şekilde Öcalan’ın mesajı da beklenene denkbir çerçeveye sahipti. Şüphesiz mesajın en belirleyiciyanı silahlı mücadele ve çekilmeyle ilgili kısmıdır.Öneminden dolayı burada bir kez daha aktaralım:

“Bugün yeni bir dönem başlıyor.Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset

sürecine kapı açılıyor.Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir

süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri,eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.”

“... ‘Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetlerkonuşsun’ noktasına geldik.

“...artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil,siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınırötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”

Bu kadarı elbette başta AKP olmak üzere Türksermaye cephesini ve ABD, AB gibi emperyalistodakları epeyce memnun etmeye yetti. Mesajı silahbırakma çağrısı olarak ilan eden AKP, yürüyen süreceuygun bir açıklama olarak olumlu karşıladığınısöylerken, ABD ve AB’den selamlama açıklamalarıgeldi.

Oysa açıklama burjuva basında öne çıkarıldığı vebüyük bir heyecana dayanak yapıldığı biçimiyle açıkbir çağrıdan ziyade, bir aşamaya, bir eşiğegelindiğine işaret ediyor. Bu aşamanınbaşlayabilmesinin koşularını anlamak isteyenlerinKürt basınına şöyle bir göz atmaları yeterli olur.Öcalan ve Kürt hareketi “biz üzerimize düşeniyaptık, sonrasının gelmesi AKP hükümetinin atacağı

adımlara bağlı” diye özetlenebilecek bir yaklaşımiçindedir. 2013 Newrozu’na temel başlık olarakseçilen “Öcalan’a özgürlük, Kürtlere statü” talebi,karşılık olarak beklentinin ne olduğunu net birşekilde yansıtıyor.

Elbette “Öcalan’a özgürlük”ten kastın Öcalan’ınhemen serbest bırakılması olmadığı biliniyor. Amagerek Öcalan’ın, gerekse toplamda Kürt hareketininbu doğrultuda belli adımlar atıldığını görmedikçe,“silahlı unsurların sınır ötesine” çekmeyibaşlatacaklarını beklemek naiflik olur. Zira Kürthareketi ve Öcalan payına, bir yenilgi ve yıkım değil,mücadeleyle kazanma ruh halinin dorukta olduğu birdönem söz konusudur. Bu Öcalan’ın mesajınıntümünden yansımaktadır da. Öcalan kazanımlaranlamında bugün gelinen yeri, uzun yıllar boyuncasürdürülen mücadelenin dolaysız bir ürünü saymaktave en baştan bugüne tüm mücadelesini net ifadelerlesahiplenmektedir.

Tüm bunları bir yana bırakıp “silah bırakmaçağrısının hayata geçirilip geçirilmeyeceğine”bakacak olan AKP iktidarı için, asıl zorlanma bundansonra başlayacak. Çünkü 2013 Newrozu’yla birliktegerçekten de “İmralı görüşmeleri” sürecinin en kritikdönemine girmiş bulunuyoruz. AKP şimdiye kadarelini ovuşturarak, büyük bir memnuniyetle epeyceyol aldı. Şimdi tasfiyeci çözüm aldatmacasınakilitlenenler olasılıkla Tayyip ve avenesinin “baldıranzehiri” içmeyi göze aldığını göstermesini, bugünekadarki söylemlerini bir yana bırakıp Kürthareketinin beklentilerine yanıt vermesinibekleyecektir.

Bir kez daha yinelemek pahasına da olsa şimdidensöyleyelim; bu akbabadan güvercine dönüşmesinibeklemekten başka bir anlama gelmiyor. AKP’nin şuya da bu şekilde tasfiyeci çözüm oyununu bugünekadarki ustalıkla sürdürüp sürdüremeyeceğinegelince; bunu ise Kürt hareketinin ve Öcalan’ıntutumu kadar, Kürt halkıyla birlikte tüm işçi veemekçilerin kölelik ve sömürü düzeni karşısındakikonumlanışları belirleyecektir.

“Geri çekilme içinkomisyon kurulsun!”

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,Öcalan’ın mektubunun ve “geri çekilme”çağrısının açıklanmasının ardından yaptığıaçıklamada “Geri çekilme içn komisyonkurulsun” dedi.

Demirtaş, Kürt sorunundan kaynaklı silahlımücadelenin yüzde 99’unun bittiğini söyledi.Geriye kalan yüzde bir içinse dinci-geriçi AKPiktidarına çağrıda bulundu. “PKK Lideri SayınAbdullah Öcalan’ın çağrısı çok net. Kürtsorunundan kaynaklı silahlı mücadelenin yüzde99’u bitti. Yüzde 1’i hükümete kaldı. Hükümetüzerine düşeni yaparsa yüzde 1’lik kısım da umutediyoruz biter” dedi.

Geri çekilme konusunda bir komisyonkurulduğu takdirde, çekilmenin Ağustos ayınakadar tamamlanabileceğini söyleyen Demirtaş,şunları ifade etti: “Geri çekilme içinParlamento’da yasal düzenlemenin yapılmasıgerekiyor. Bu süreç için hem resmi hem de sivilbir komisyonun kurulması önerimiz var. SayınÖcalan’ın yaptığı çağrıyı stratejik bir hamleolarak görüyorum. Bu süreçte tüm kesimlerüzerine düşeni yapmalı. Provokasyonlar, Kürt veTürk siyasetçilere saldıralar olabilir ama hiçkimse geri adım atmamalıdır.”

Newroz’da Türk bayrağı açılmaması üzerineyapılan eleştirileri de yanıtlayan Demirtaş,şunları söyledi: “Bizim Türk bayrağıyla ilgili birsorunumuz yok. Türk bayrağı bu ülkede yaşayanherkesin bayrağıdır. Ancak bayrak dayatmasıyapanların niyetinin iyi olmadığını düşünüyorum.Irkçı çevrelerin yaptığı dayatma, bayrak önündediz çöktürme anlayışıdır. Kürtler bundan rahatsız.Türkiye Cumhuriyeti devletinin bayrağındanrahatsız değiliz.”

Başbakanın sözükanunmuş!

Öcalan’ın Newroz mesajı ve KCK’nin ateşkesilan etmesiyle tartışılmaya başlanan silahlıgüçlerin geri çekilmesi tartışmalarında, “yasalgüvence” talebi de gündemde yer almaktaydı.

Yapılan farklı açıklamalardan biri de AKPGenel Başkan Yardımcısı ve Parti SözcüsüHüseyin Çelik’ten geldi. Taraf gazetesine verdiğibir röportajda Çelik şunları söyledi: “PKK’lılarınsınır dışına çekilmesi ile ilgili kanuni bir engelbulunmadığına göre, konuyla ilgili bir yasaldüzenleme yapılmasına da gerek yoktur. Böylebir çalışma da zaten söz konusu değil.”

Çelik, Başbakan Erdoğan’ın çeşitlikonuşmalarında geri çekilme durumundamüdahale olmayacağını taahhüt ettiğinibelirterek bunun yeterli oluğunu ve kanuni birdüzenlemeye gerek olmadığını ifade etti.

Çelik ayrıca mevcut pişmanlık ve eve dönüşyasalarının yeniden gözden geçirilebileceğini desözlerine ekledi.

Öcalan’ın mesajının anlamı...

“İmralı süreci”ndekritik eşik atlanacak mı?

Page 7: Kızıl Bayrak 2013-13

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’ndaokunan mesajı tüm kesimler tarafından bir dizideğerlendirmeye tabi tutuldu. Mesajın ardından solhareket temsilcileri de kimi ilk değerlendirmeleryaptılar.

Sol hareket temsilcilerinin açıklamaları ve siyasalyayınlara yansıyan değerlendirmelerde öne çıkanlarşöyle...

SDP Genel BaşkanıRıdvan Turan, ETHA’yayaptığı değerlendirmede Kürthalkının sürece dair üzerinedüşeni yaptığını belirtti.Hükümetin bu sürecibaşkanlık tartışmalarıylabirlikte yürüttüğüne de

dikkat çeken Turan, sürecin sonuçlanması için şunlarıtanımladı:

“Eğer mesele ileriye doğru çözülecekse, anadilbaşta olmak üzere Avrupa yerel özerklik şartınaşerhin kaldırılması başta olmak üzere daha aleniyetçibir yerel yönetim anlayışının gündemleştirilmesiönemli. Bu adımların atılması gerekiyor. Zaten buzamana kadar yol seyrini belli edecek hiçbir adımınatılmaması, şüphe ve endişelerimizi biraz dahagüçlendiriyor. Yargı paketleri açıklandı, bunlardabeklenen ve sorunu çözecek yol temizliği manasınagelecek bir şey görmedik. Gerek hükümetin aynısöylemlerini sürdürmesi gerek siyasi operasyonlarınsürüyor olması bunlar bütün olarakdeğerlendirildiğinde hükümetin tutumunun sonderece kaygı verici olduğu ortada.”

Halkevleri GenelBaşkanı Oya Ersoy’undeğerlendirmeleri deETHA’da yer aldı. Ersoyyaptığı değerlendirmedeNewroz’da milyonların barıştalebi etrafında saflaştığını

ifade ederken AKP’nin sürece dair programınınolmadığını belirterek “AKP’nin niyeti, sonuçitibariyle silah bıraktırmak. Demokratikleşmekonusunda bir niyetinin olduğunu gösteren en küçükbir emare yok” ifadelerini kullandı.

Öcalan’ın açıklamalarını barış ve kardeşlik içinifade edilen genel görüşler olarak gördüklerinibelirten Ersoy, çözüm için şunları söyledi: “Eğer birkardeşlik sağlanacaksa, bunun yaşam alanlarındaörgütlenmesi önemlidir. Ayrıca, bu sadece AKP ileKürt siyasal hareketi arasında bir masanın kurulup,masa başında barış sürecinin olmayacağı açıktır.Demokratikleşme sürecinin örgütlenebilmesi içinTürkiye’deki sosyalistlere görev düşmektedir.”

Evrenselyazarı İhsanÇaralan ise 22Mart tarihli

başyazıda yaptığı değerlendirmede alandaki kitlenintalepleriyle Öcalan’ın çağrısının örtüştüğü belirtti vemesaja dair şunları ifade etti: “Uzun mesajında,‘Ortak vatan’, ‘Demokratikleşen bir Türkiye’,

‘Hazirana kadar silahlı güçlerin sınır dışınaçıkarılması’, ‘Silahı bırakıp siyasi mücadeleyeyönelme’, ‘Silahlar susmalı’ diyen; ‘Misak-ı Milliye’vurgu yapan Öcalan, ‘Yeni bir Anayasaya gerek yok,1924 Anayasası yeter’ diyerek, Kürt siyasi güçlerininyeni dönem stratejisinin dayanaklarını da ortayakoyuyor.”

“(...) Diyarbakır Newrozu’na rengini veren ikitalep, Öcalan’ın sözünü ettiği “yeni Türkiye”isteminin de temelinde olan ‘barış’ ve Kürtlerin,liderleri olarak Öcalan’ın artık cezaevinde kalmasınarazı olmayacaklarını ifade eden ‘Öcalan’a Özgürlük’talebiydi.

Şu açıkça görüldü ki, Kürt halkı ‘barış’ ve‘Öcalan’a özgürlük’ü birbirinden ayırmıyor. Biriolmazsa öteki de olmaz diye düşünüyor.”

AtılımgazetesininNewroz’un ertesigünü yayınlanan22 Mart 2013

tarihli 56. sayısının Başyazı’sı Newroz’a veÖcalan’ın mesajına ayrılmıştı. Yazıda 2013Newrozu’nun “tarihsel mesajı” şu şekilde tanımlandı:

“2012 Newrozu ‘devrimci halk savaşı’ diyeadlandırılan mücadele döneminin bileşeni ve faşistsömürgeciliğe dişe diş direnişin sahnesi olmuştu. Buyılın Newrozu ise, meydanlardaki gerçekleşmetarzıyla, demokratik barış içerikli yeni mücadeledöneminin köşe taşı oldu.”

Öcalan’ın mesajının “Kürt ulusal demokratikhareketinin yeni bir tarihsel döneme girişini” haberverdiği belirtilerek “Coğrafyamızda gerillaya dayalısilahlı ulusal mücadele yerini demokratik siyasetedayalı silahsız ulusal mücadeleye bırakma yolunagiriyor” denildi.

Devletin anlaşma yaptığını, sırtında hançerlemegeleneği olduğunu da hatırlatan Atılım, AKP’ninfırsatını bulduğunda Kürt halkını sırtındanhançerleyebileceğine de dikkat çekti. Kürthareketinin bunun farkında olduğu ve Kürt halkınınsavaşa da barışa da hazır olduğunu gösterdiğibelirtildi.

ÖDP Genel BaşkanıAlper Taş’ın ETHA’yaverdiği röportajda da “yeni birdönem” başladığı vurgularıöne çıktı.

Alper Taş yaptığıaçıklamalarda mektubun ve sürecin “Batı’dakiemekçi hareketinin zihninde oluşan sorunlara birbakıma yanıt vermesi gerekiyor” diyerek kimikaygıları dile getirdi. Taş özellikle sürecin “AKPhükümeti tarafından bir başkanlık sistemiyletaçlandırılması” tehlikesine dikkat çekti; Misak-ıMilli söyleminden yola çıkarak ‘Kürt-Türk el elebölgesel seferberliğe’ şiarının tehlikelerine işaret ettive “İslam kardeşliği” söyleminin yarattığı kuşkularıngiderilmesi gerektiğini belirtti.

Taş sol güçlerin alması gereken tutuma dair ise şutanımlamada bulundu: “Yani sermayeninegemenliğinde gerçek bir barış olmaz. Emperyalizm

bölgede olduğu sürece gerçek bir barış olmaz. Kürthalkının kısmi bazı demokratik haklara kavuşması dagerçek bir barış olmaz. Ve bu gerçek birdemokratikleşme olmayacak elbette.”

TKP MK üyesi KemalOkuyan Newroz’un ardından22 ve 23 Mart tarihli soLyazılarında ağırlıklı olarak bukonuyu işledi. 22 Mart tarihli“Buraya kadar...” başlıklıyazıda Okuyan sürece dair şutespitte bulundu: “Gecikmiş

bir uluslaşma süreciydi, evet... Ancak bir gerçekti.Yirmi yıl önce de, on yıl önce de... Kalabalıklar ozaman da toplanıyordu. Büyük kalabalıklar. O zamanda aynı kişinin önderliği geniş bir kesimlercetartışmasız kabul ediliyordu.

Peki dün ne oldu? Dün, Türkiye CumhuriyetiDevleti bu gerçeği kabullendi.”

Okuyan 23 Mart tarihli “1924 yeter mi?” başlıklıyazısında da tespitlerini şöyle sürdürdü: “Çoğunluk‘barış süreci’ diyebilir. Bense, ‘AKP projesine tazekan’ demek durumundayım.

İktidarın Irak ve Suriye’deki hesapları için yenienerji topladığı, siyaset alanının ve toplumunİslamcılaştırılması için yürütülen faaliyetlere güçlütabanı olan bir siyasi hareketin birinci ismitarafından açıkça “olur” verildiği gerçeğini nasılgörmezden geleceğiz?

İşin içine Kürt siyaseti girince, AKP projesibaşkalaşmıyor ki!

Olur olmaz, bu ayrı tartışma. Ben Türkiye’nin bu“proje”ye sığmayacağını düşünüyorum. Ancak soleğer üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerinegetirmezse yıkım öyle ya da böyle kaçınılmaz.”

HalklarınDemokratik Kongresi 24Mart tarihli Genel MeclisiSonuç Bildirgesi’ndeHDK’nin görüşü şöyleözetlendi: “HDK, 2013Newrozu’nda AbdullahÖcalan’ın çağrısıyla Kürt

Özgürlük Hareketi’nin eşitlik ve özgürlükmücadelesini silahlar olmadan sürdürmeyibenimsemesinin Türkiye’yi barış, çözüm vedemokrasi yürüyüşünde yeni bir evrenin başlangıcınaulaştırdığını saptıyor.”

Sürecin HDK’nin “içinde yeşereceği ve gelişeceğiçok elverişli bir iklimin habercisi” olduğunu söyleyenHDK, şu değerlendirmede bulundu: “HalklarınDemokratik Kongresi, doğmakta olan barış ikliminitüm bileşenleriyle birlikte ilerletmek, Türkiye’ninbatısına taşımakta kararlıdır. Bununla birlikte kimlikhak ve iddiaları nedeniyle halkların birbiriniboğazlaması ve devletin bir milliyeti diğerinden üstüntutması zemininin ortadan kalkması olasılığızenginle-yoksul, ezilenle-ezen, mazlumla-zalimarasındaki mücadelenin gündemden kalkacağıanlamına gelmiyor. Tam tersine, barış iklimi bumücadelelere halklar arasında etnik barikatlarolmadan girişmek için yeni bir imkan yaratıyor.”

Öcalan’ın Newroz mesajının ardından...

Sol hareketten ilk değerlendirmeler

Page 8: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

7 Nisan Pazar günü İzmir’de gerçekleşecek olan“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için sınıfa karşısınıf kurultayı” sözcüsüyle kurultay hazırlıklarıüzerine konuştuk.

- Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları’nın İzmir ayağı 7Nisan günü gerçekleşecek. Ön hazırlık çalışmalarıhakkında bilgi verirmisiniz.

- Düşünsel ön hazırlık sürecini saymazsak kurultayçalışmaları Şubat sonu ve Mart başında gerçekleşentoplantılarla başladı. Şu aşamada ise bire bir kitleçalışmasına, ev, fabrika ve işyeri ziyaretlerine öncelikveriliyor. Tüm süreç boyunca kurultayın gündemleriniişleyen afiş bildiri gibi propaganda materyallerikullanıldı. Halen de kullanılmaya devam ediliyor.Kurultayın amacını anlatan bir dosya hazırlanmıştı. Busendikalara demokratik kitle örgütlerine ve öncüişçilere iletildi.

Bu hafta birlik ve kardeşlik toplantıları başlığıaltında bir dizi toplantı gerçekleştireceğiz. Ev ve işyeriziyaretlerimiz devam edecek. Kurultay çağrı afişleriniyapacağız. Davetiyeleri dağıtmaya başlayacağız.

Kurultay çalışması kapsamında imzaya açılanÖzgürlük ve Eşitlik Beyannamesi çalışması da tümbunlara paralel olarak sürdürülüyor.

- Beyanname çalışması kurultay ön hazırlıksürecinde önemli bir yerde duruyor. Amacı ve şu anakadar elde edilen sonuçlarla ilgili nelersöyleyebilirsiniz?

- Beyanname çalışması kurultayın önemliayaklarından biri. Ancak ondan da öte dünyada veülkede yaşanan siyasal gelişmelerle ilgili olarak işçisınıfı ve emekçileri belli bir tutum etrafında bir arayagetirmenin bir aracı. Tıpkı kurultaylar gibi. Bu açıdankurultay sürecini aşan bir yanı var. Biliyorsunuzbeyanname 16 Mart’ta düzenlenen bir basınaçıklamasıyla imzaya açıldı. Bu basın açıklamasıvesilesiyle sendikalar başta olmak üzere değişik kitleörgütlerine ve siyasal oluşumlara ulaşılarak çalışmanınamaçları anlatıldı. İmkân olan yerlerde yönetimleresunumlar gerçekleştirildi.

- Nasıl tepkiler aldınız?- Söz konusu kurumlar genel olarak bu türden

imza metinlerine alışkınlar. Bir dizi kurum yöneticimetni imzalamış durumda. Destekleri için teşekkürediyoruz.

Ama bizim esas amacımız kendi bileşenlerimiziaşan bir tarzda kurultay gündemlerinin ve metindeortaya konulan politik tutumun daha kapsamlı birşekilde tartışılmasını sağlamaktı. Bir hafta boyuncaekiplere dayalı bir tarzda gerçekleştiren ziyaretlererağmen çabalarımızın bu türden bir tepkiyi açığaçıkarmak noktasında sınırlı kaldığını görüyoruz. Basınaçıklamasına katılan ya da katılamayıp sürençalışmaya sonradan destek olmaya çalışanları, ya datamamen ilgisiz davrananları bir kenara koyuyorum.Daha genel bir kesim kendi görevini pasif bir destekçiolmak olarak görüyor. Oysa ki gerek emperyalist savaşve saldırganlık gerekse ulusal etnik ve mezhepsel baskıinkâr ve ayrımcılık tüm ülkenin gündemi, doğal olarak

tüm işçi ve emekçilerin sorunu.Bu sonuçta sendikal yapıların içinde bulunduğu

mevcut durumun rolü var kuşkusuz. Ama bir kısmı içinsorun biraz daha başka. Ne yapılıyor ve anlamı nedirdiye bakılmıyor, kim yapıyor diye yaklaşıyorlar. Vesolda olma iddialarına rağmen devrimcilerle arayamesafe koymaya çalışıyorlar. Yoksa ekseriyetleçalışma olumlu karşılanıyor.

Kendini işçi sınıfının ekonomik sorunlarıylasınırlamayan, sınıfın siyasal gelişmelere karşı tutumalmasını sağlamanın da kendi görevleri arasındaolduğunu bilen ve her türden dar grupçuyaklaşımlardan kendini soyutlamış TÜMTİS gibisendikaların farklı bir yerde durduğunu da ekleyelim.

- Çalışmanın esas ayağını fabrikalar ve emekçisemtler oluşturuyor. Buralarda nasıl bir çalışmasürdürüyorsunuz?

- İçerde arkadaşlarımızın bulunduğu fabrikalardaçalışma bu arkadaşlarımız üzeriden yürütülüyor. Buişletmeler de dâhil olmak üzere birçok fabrikayabeyanname metinlerini dışarıdan da dağıtıyoruz. Ertesigün tekrar fabrika önüne giderek geri toplamayaçalışıyoruz. Aynı şeyi emekçi semtlerdeki, evziyaretlerinde de yapıyoruz. Başlangıçta bir metnidağıtıp sonradan tekrar toplamaya çalışmanın ne kadarverimli olacağı üzeriden şüphelerimiz vardı. Fakat şuana kadar elde ettiğimiz sonuçlar bu şüpheyi ortadankaldırdı. Gerek mahalle çalışmalarında gerekse fabrikadağıtımlarında gördük ki belli kayıtları olsa da birçokişçi ve emekçi metni imzalayıp geri getirmiş. Vetartışmak konuşmak istiyor. Üstelik tartışmakkonuşmak isteyenler arasında metni şu veya bugerekçeyle yanlış bulduğunu söyleyip imzalamayanlarda var. Şimdi bu tür talepleri geride kalan kısa süredekarşılamak için çaba gösteriyoruz.

- İşçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlükdüzeyinin oldukça geri olduğu genel kabul gören birveri olduğuna göre bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

- Tabi önce bu ilginin düzeyini doğru tanımlamaklazım. Toplumun büyük kesimi gibi İzmirli işçiemekçiler de genel olarak depolitize durumdalar. Ya dadüzenin şu veya bu ideolojik yaklaşımın etkisi

altındalar. Benim anlatmaya çalıştığım tam da bu tablodüşünüldüğünde alınan tepkinin beklentilerimizinüstünde olması. Yoksa siz 300 kişilik bir işletmeyebeyannameyi dağıtıyorsunuz. 25-30 tanesi geri geliyor.Ve bunların daha sınırlı bir kısmı sizle konuşmatalebinde bulunuyor. Aynı şey semt çalışmalarında dageçerli. Siz 100 evin kapısını çalıyorsunuz. 20-25’isizinle konuşmayı kabul ediyor ya da metni imzalıyor.Şunu da biliyoruz ki metni imzalamak bir adım bumetin doğrultusunda mücadele etmek veya kurultayakatılmak başka bir adım.

Gene de mevcut durumda bu sonuçlar bizim içinfazlasıyla anlamlı. Çünkü ulaşılan her bir işçi bir başkaişçiye ya da yeni bir fabrikaya ulaşmanın kanalıdemek.

Ayrıca şunu da eklemeliyiz: Dünyada ve ülkedeönemli siyasal gelişmeler oluyor. Ve bu gelişmelerinetkisiyle işçi sınıfı da bir politizasyon süreci yaşıyor.İnsanlar evde işyerinde kahvede bu gelişmeleritartışıyor konuşuyor. Sorun partileri, medyası,ideolojik manipülasyon merkezleri ile düzenin butartışmalara yön veriyor oluşu. Yoksa dünyadaekonomik kriz var, hegomanya savaşların yol açtığıemperyalist savaş saldırganlık var. Gözünü kapatmakisteyenlerin bile kaçamayacağı kapsamlı sosyalsorunlar var. Bu ülkede uzun zamandır süren (gelinenyerde AKP’nin zaferiyle yumuşamış görünen) rejimkrizi var. Burjuva manada hukukunu bile ayaklar altınaalan mahkemeler ve devlet zoru gerçeği var. Dinselgericiliğin yükselmesi var. Ve son gelişmelerle yeni biraşamaya ulaşmış görünen Kürt sorunu var. Busorunları sadece bir avuç elit tartışmıyor. İşçiemekçiler de tartışıyor. Fabrikalarda da bunlarkonuşuluyor. Şu bilinçle konuşuluyor bu bilinçlekonuşuluyor ama konuşuluyor. Biz öncü işçileringörevi de burada başlıyor. Sınıfın tüm bu konulardakendi bağımsız tutumunu ortaya koymasını sağlamak.Kurultayların en temel amacı da bu zaten.

- Kürt sorunu kurultayın temel gündemlerindenbir tanesi. İzmir’de süren kurultay hazırlıkçalışmalarında bu konuda ne tür tepkilergözlemliyorsunuz?

- “Ulusalcı şoven İzmir” söylemi bizim çalıştığımız

İzmir KHK sözcüsü ile konuştuk...

“Kurultayımız işçilerinmücadele kürsüsü olacak”

Page 9: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

alanları tam tanımlamıyor. Ötesinde iki ayrı dünyaolduğu gibi iki ayrı İzmir de var. Bakırçay’da ÇiğliOrganize’de BEGOS’ta ya da Ege Serbest Bölge’deinsanların esas duyarlılık alanları daha farklı. Amagene de ulusal duyarlılık diye ifade edilen ve yeryer şoven histerilere dönüşen tutumların İzmir işçisınıfı içerisinde kendine bir etki alanı bulduğu dagerçek. Ama aynı kesim kendini ekseriyetledemokrat, antiemperyalist, eşitlikçi ve özgürlükçügörüyor. Oysaki sınıfsal, ulusal-etnik mezhepsel hertürlü baskı ve inkara karşı durmadan bu sıfatlarınhiçbirisine sahip çıkılamaz.

Çalışmayla bir şekilde ilişkilenen ve ulusalduyarlılığı belirgin olan arkadaşlarımız da uluslarınkendi kaderini tayin hakkının meşru olduğunu ifadeeden bir metne imza atabiliyorlar. Sorun Kürtsorununun kendi somut mahiyetinden çıkıyor.Madem işçilerin birliğini tartışıyoruz, biz nedenbölünmeden yana olalım, birlikten yana olmalıyızdeniliyor. Biz de zaten bunu anlatıyoruz. Birlikinkâr ve baskı üzeriden kurulamaz. Özgürlük veeşitlik temeli üzerinden kurulabilir.

Emperyalist savaş ve saldırganlık konusundazaten bir duyarlılık ve buna dayalı bir mutabakatvar.

Şu ana kadar “emperyalizm Suriye’yi kanabuluyor iyi yapıyor” diyene biz hiç rastlamadık.ABD’ye şu veya bu nedenle sempati besleyen nekadar işçi var -ya da var mı- biz bilmiyoruz. Bizimve çalışmaya katılan arkadaşların çevresinde yok.Bu duyarlılık bilince, eylemli bir tepkiyedönüşmüyor. Bunda sınıf hareketinin mevcutdurumu, devrimci hareketin zayıflığı gibi nedenlerbaşat faktör. Ama gene de bu konuda da kafakarışıklıkları var. Kimi işçiler ABD’ye karşı,emperyalizme düşman ama onun uşağı AKP’ye oyveriyor. Ya da iktidar olsa aynı hizmetitereddütsüzce yapacak olan CHP yi destekliyorvb...

Bu konuları tartışıyoruz. Emperyalizme karşımücadele neden kapitalizme, dolayısıyla mevcutdüzene karşı mücadeleden ayrılamaz bunu ortayakoyuyoruz.

- Buradan kurultay gününe geçersek, nasıl birkurgu ile gerçekleşecek kurultay?

- Öncelikle şunu belirtmeliyiz. Kurultayımızkonuların genel mahiyetinin ortaya konulacağı birtartışma platformu olmaktan çok; kapitalistsömürüye, emperyalist saldırganlığa, ulusal-etnikmezhepsel baskı ve ayrımcılığa karşı bir arayagelmiş işçilerin eylem kürsüsü olacaktır.Tartışılacak olan böyle bir mücadelenin nedengerekli olduğu değil, nasıl yürütülmesi gerektiğidir.Bu doğrultuda bütün katılımcılar düşünce veönerilerini serbestçe sunacak, ortak bir mücadelehattı ortaya çıkarılmasına gayret gösterilecektir.Böyle bir mücadele neden gereklidir sorusuna yanıtön hazırlık çalışmaları boyunca döne döne ortayakonulmaktadır zaten.

Kurultay Hazırlık Komitesi tarafındanhazırlanan iki temel sunum olacak. Bunlar“emperyalist savaş-saldırganlık ve devrimci sınıftutumu”, “Kürt sorunu ve devrimci sınıf tutumu”başlıklarını taşıyor. Bunu hazırlık komitesindenbazı arkadaşlarımızın bu başlıkları değişikaçılardan ele alan konuşmaları izleyecek. Serbestkürsü bölümünde ise katılımcılar kendi düşünce veönerilerini ortaya koyacaklar.

Manisa’dan işçi arkadaşlarımız tarafındanoluşturulan müzik grubu işçi sınıfının marşları ilekurultayımıza katkıda bulunacak. Hemen heretkinliğimize destek veren Duvara Karşı TiyatroTopluluğu ise hazırladıkları oyunla mücadelecoşkumuza ortak olacak.

Kızıl Bayrak / İzmir

Adana KHK sözcüsüyle “İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği İçin Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” üzerinekonuştuk...

- Kurultayın temel hedeflerini anlatır mısınız? - Öncelikle amacımız yaşanmakta olan tüm

sorunlar karşısında sınıfa karşı sınıf tutumunugeliştirebilmek. Çünkü her türlü sorunun kaynağıkapitalist sistemin ta kendisidir. İşçi ve emekçilerinkarşı karşıya bulunduğu tüm sorunların gerisindesermaye sınıfının iktidarı bulunmaktadır. Kürtsorunundan emperyalizmin bölgesel çıkarlarına kadarher şeyin gerisinde bu sömürücü sınıfın iktidarı vedevleti bulunmaktadır. Tüm kurumsal yapısıyla kendisınıf çıkarlarını korumanın, sömürü düzenini devamettirebilmenin derdinde olan bu gerici sınıfın, işçi veemekçilere sunabileceği tek şey daha fazla sömürü veköleliktir. Dolayısıyla Kürt ulusunun haklı ve meşruistemlerine bugüne dek imha ve inkarla yanıt veren,emperyalizme işbirliğini sadakatle yerine getirensermaye sınıfının böyle temel siyasal konularda da

meseleye kendi sınıfının penceresinden bakacağı,sebep olduğu sorunları değil bu sorunlar karşısındakendi taleplerini ortaya koyanları bertaraf etmeyeçalışacağı ortadadır. Kolayca görülebilecek olan bugerçekler bile bizlere izlenebilecek tek bir yol olduğunugöstermektedir. Sınıfa karşı sınıf tutumunu geliştirmek,tüm sorunlara işçi sınıfının kendi bağımsız tutumuylayaklaşabilmek!

- Kurultay çalışmaları hangi araç ve yöntemlerlesürdürüyorsunuz?

- İşçi ve emekçileri sermaye ve onun hükümeti olanAKP tarafından yaratılmaya çalışılan yanılsamaya karşıuyarmak, kendi bağımsız devrimci sınıf tutumunusergileyebilmesi için müdahale etmek gibi birgörevimiz var. İlk akla gelen araçlar olarak bildiri, afişgibi çeşitli materyalleri kullanmanın yanı sıra kurultayöncesinde işçi ve emekçilerle kurultay gündemleriçerçevesinde çeşitli eğitim toplantıları, seminerler vb.yapıyoruz. Emekçi semtlerinde bu çerçevede ilkadımları atmış bulunmaktayız. Bunu daha da etkili halegetireceğiz. Ek olarak çeşitli işkollarında çalışan işçi veemekçileri fabrikalarında, işyerlerinde ziyaret ederek,kurultay hakkında oluşturduğumuz dosya ilesendikalar ve demokratik kitle örgütlerini de ziyaretederek, kurultay hakkında bilgilendirmelerdebulunuyoruz. İlerleyen günlerde de yerel radyolardaprogram yapmayı, duyuru amaçlı ilan vermeyidüşünüyoruz.

- Kurultay günü için ne gibi bir kurgunuz var?- Kurultayımızın kendisinin ve kurultay

salonumuzun, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşısınıfımızın birliği ve kardeşliğimizin gücünügösterebileceği bir toklukta olmasını istiyoruz.Kurultayımızın sömürüsüz, eşit, özgür bir gelecekmücadelesi için atılan tok bir adım olabilmesi içinsunumlardan görselliğe ve katılıma kadar titiz birhazırlık içinde bulunmaktayız. Başarılı olacağımızıinanıyoruz.

Kızıl Bayrak / Adana

“Amacımız sınıfa karşı sınıf tutumunugeliştirebilmek!”

İzmir’de eşitlik ve özgürlük çağrısı sürüyor

İzmir’de bir yandan Özgürlük ve Eşitlik Beyannamesi’nedestek toplanırken, ev ve kahve toplantıları, işyeri toplantılarıörgütlenerek işçiler kurultaya çağrılıyor.

Kurultay hazırlıkları çerçevesinde, Çiğli, Güzeltepe veMenemen’de Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı’nın çağrı afişleri yaygınbir şekilde yapıldı.

Beyannameler ise fabrikalarda, emekçi semtlerinde,merkezi noktalarda imzaya açılıyor. Çalışmalar kapsamındaÇiğli organizede bulunan Birleşik Metal-İş sendikasının örgütlüolduğu ZF Lemförder ile Schneider, Tek Gıda-İş Sendikası’nınörgütlü olduğu Alliance One tütün ve Teksif sendikasınınörgütlü olduğu Roteks fabrikasına beyannameler ulaştırıldı.

Torbalı-Ayrancılar’da kurulu bulunan ve Birleşik Metal-İş’te örgütlü İmpo Motor işçilerine de sesli ajitasyonlareşliğinde Özgürlük ve Eşitlik Beyannamesi ulaştırıldı.Dağıtılan beyannameler ertesi gün yeniden kapıya gidilerektoplandı.

Habaş, İDÇ, Sider, Akdemir, Kar-demir gibi demir çelik fabrikalarında çalışanişçilerin servis noktası olan Asarlık durağında da imza toplandı.

Beyanname çalışmaları emekçi setlerde de sürdü. Harmandalı, Güzeltepe, Yamanlar, Adatepe ve Kuruçeşme ileGültepe’ye beyannameler ile gidildi. Kapı kapı dolaşılarak beyannameler dağıtıldı ve daha sonra tekrar evler ziyaretedilerek imzalar toplandı.

Karşıyaka Çarşı ve Buca Şirinyer gibi merkezi noktalarda da açılan stantlarla beyannameye destek istendi.Kızıl Bayrak / İzmir-Buca

Page 10: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

7 Nisan’da Eminönü Halk Eğitim Merkezi’ndegerçekleşecek olan İşçilerin birliği halkların kardeşliğiiçin Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı’na hazırlıkçerçevesinde hazırlık komiteleri çalışmalarını çokyönlü olarak sürdürüyor.

Ümraniye Ümraniye Kurultay Hazırlık Komitesi, Genel-İş

üyesi belediye işçileri ile kurultay gündemleri üzerine23 Mart’ta toplantı yaptı.

Toplantıda işçiler, kurultay gündemlerini daha iyiişlemek ve kurultayı geniş işçi kesimlerine mal etmeküzerine konuşmalar gerçekleştirildi. Bütün işçilerintartışmalara katılımı ile gerçekleşen toplantı canlı biratmosferde geçti

24 Nisan Pazar günü metal işçilerinin katıldığıkurultay gündemli bir toplantı gerçekleştirildi. Farklımetal fabrikalarında çalışan işçilerin katıldığıtoplantıda ilk olarak kurultayın gündemleri olanemperyalist savaş ve Kürt sorunu üzerine bir konuşmagerçekleşti.

Konuşmadan sonra kurultay gündemlerininfabrikalarda tartışmaya açılması ve kurultayafabrikalardan katılımın nasıl örgütleneceği canlıtartışmalarla sürdü. Sınıfın siyasal faaliyetlerdenuzaklığı ve sendikaların bu sorunlara ilgisizliğinintartışıldığı toplantı sonrasında somut planlamalargerçekleştirildi.

OSİM-DER bünyesinde kurulan inşaat işçilerikomisyonu da kurultay gündemli bir toplantı yaptı.Toplantıda kurultayın gündemleri ve kurultay gününenasıl bir katılım sağlanacağı tartışıldı.

Ajitasyon-propaganda çalışması çerçevesindeDudullu OSB, İMES, Ferhatpaşa hattı, Baraj yolu,Kadosan, DES, Esenşehir mahallesinde ve Sarıgaziçevresine afişler yapıldı. Farklı farklı noktalardadevletin kolluk güçleri tarafından GBT kontrolübahanesiyle kurultayın duyurusu engellenmeyeçalışıldı.

24 Mart Pazar günü öğleden sonra gün boyuSarıgazi Meydan’da stant açılarak kurultayın duyurusubirçok işçi ve emekçiye ulaştırıldı. Kitlesel bir şekildearaç kalkış saatlerinin olduğu kurultay bildirileridağıtımı ile beraber emperyalist savaşa ve NATO’ya

karşı imza toplandı. Ayrıca sesli ajitasyon eşliğinde Kızıl Bayrak

gazetesi satışı da gerçekleştirildi.

KartalKartal Merkez’de bulunan duraklarda 22 Mart’ta

sabah saatlerinde imza toplayan sınıf devrimcileri,emperyalist saldırganlığın faturasının işçi veemekçilere ödetilmeye çalışıldığını belirterekemekçilere bu faturayı ödemeyi reddetme çağrısıyaptılar.

23 Mart Cumartesi günü ise Maltepe Trenİstasyonu ve Beşçeşmeler’de kurultay bildirileri,kurultay için yerelde çıkarılan “Kartal KurultayBülteni” kullanıldı. Dağıtımların yanı sıra“Emperyalist saldırganlığın ve krizin bedeliniödemiyoruz!” başlıklı imza metni ile emperyalistlerinsömürü ve talan politikalarına karşı emekçilerdenimzalar toplandı.

24 Mart Pazar günü Kartal İşçi Kültür Evi’ndeyapılan Pazar kahvaltısında kurultayın amaçları vegündemleri tartışıldı.

26 Mart’ta Uğur Mumcu, Yakacık, E-5 Kartalköprü, Sanayi, Taş ocağı, Kartal merkez, Atalar’da işçive emekçilerin yoğun olarak kullandığı güzergahlar,otobüs durakları ve tren istasyonlarında etkin birşekilde afiş yapıldı.

Kurultay çağrısının yer aldığı bildiriler iseEsentepe, Karlıktepe ve Petrol-İş mahallelerinde kapıkapı dolaşılarak dağıtıldı. Kurultay çağrısı yapılanbildiri dağıtımı esnasında Kızıl Bayrak gazetesi dekullanıldı.

Küçükçekmece23 Mart Cumartesi günü Kürt sorunu gündemli

panel gerçekleştirildi. Ayrıca kurultay çağrısı evtoplantıları ile de sürüyor. Bir yandan da kurultayaçağrı yapan afiş ve bildiriler kullanılıyor.

Kurultaya çağrı yapan bildiriler sanayibölgelerinde ve işçi ve emekçilerin yoğun olarakkullandığı semt pazarlarında dağıtılırken, afişler deİkitelli sanayi ve Atatürk Mahallesi’nde kullanıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye-Kartal-Küçükçekmece

Birlik ve kardeşlik çağrısıyükseliyor!

Kurultayhazırlıklarından...

Ankara23 Mart Cumartesi günü Yüksel Caddesi’nde

kurultaya çağrı bildirileri kullanılırken, 26 Mart’taŞirintepe Açıkalın Durağı’nda işçi servislerinekurultay bildirileri ulaştırıldı.

MAN, Türk Traktör ve MİTAŞ gibi fabrikalarınişçi servislerinin yanı sıra kamu emekçilerine dekurultay çağrısı yapıldı. Farklı bir noktadansürdürülen dağıtımla da, Yenimahalle Belediyesiişçilerine kurultay çağrıları yapıldı.

Ayrıca Sincan Organize Sanayi Bölgesi’ndePlevne, GMK Bulvarı ve Pazar Pazarı’na bildirilerdağıtıldı. Kurultayın merkezi afişleri de Sincan’dakullanılmaya başlandı.

İşyerlerine yönelik özel çağrıların yapıldığıçalışmalarda, Çankaya Belediyesi Belde A.Ş. işçileriziyaret edildi. Aynı zamanda toplu sözleşmegörüşmelerinin sürdüğü bir dönemden geçildiğiiçin işçilerle toplu sözleşme süreci üzerine dekonuşuldu, kurultay bildirileri işçilere ulaştırılarakkurultayın gündemleri anlatıldı.

Aynı gün Çankaya Belediye Başkanı BülentTanık’ın önümüzdeki dönemde yeniden adayolacağını açıkladığı toplantıya gidilerek kurultaybildirgeleri işçilere ulaştırıldı.

Sincan’da kurultay davetiyesi ve bildiriler eldenişçilere ulaştırılmaya başlandı. Ev ziyaretleri iledevam eden kurultay çalışması kapsamındaseçilmiş fabrikaların işçileri ile kurultay üzerinetoplantı yapılması planlandı.

Tuzluçayır’da açılan stantta mücadele çağrısıyükseltilirken, emekçilerden imzalar toplandı.

Ankara’nın merkezinde bulunan yaklaşık 50Demokratik Kitle Örgütü ve sendika kurultayçalışması çerçevesinde ziyaret edilerek, kurultayınamaçları ve hedefleri anlatıldı, kurultaya davetedildi. Bu kurumlardan kurultaya katılımistenmesinin yanı sıra kurultayda kurumları adınakonuşma yapmaları ve “Özgürlük ve EşitlikBeyannamesi”ne imzaları talep edildi.

AdanaYurt, Mavi Bulvar, Beyazevler, Baraj Yolu

güzergahı, Barkal, Denizli, E-5, DervişlerMahalleleri’nde afiş çalışmaları yapılırken,bildiriler de yaygın bir şekilde dağıtılıyor.

Kurultay çalışmaları kapsamında MeydanMahallesi, Çarşı merkez, Akkapı, Dağlıoğlu,Beşevler, Şakirpaşa, Narlıca, Dervişler, Atakent,Şehit Erkut Akbay ve Yurt Mahalleleri’nde bildiridağıtımı yapılarak, işçi ve emekçilere kurultayınçağrısı ulaştırıldı.

Yine işçilerin işe gidiş güzergahları olannoktalardan Saydam ve Obalar Caddeleri’ndebildiri dağıtımı gerçekleştirilirken, Öz Gıda-İş’inörgütlü olduğu Marsa fabrikasına iş çıkışında bildiridağıtımı yapıldı.

MersinBirleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü

Çimsetaş fabrikasında bildiriler işçilere ulaştırıldı,kurultaya katılım çağrısı yapıldı.

Mersin’de sürmekte olan liman işçilerinindirenişine de destek ziyaretleri yapılıyor. Yanı sırakurultay gündemleri liman işçilerine taşınarak,kurultaya katılım çağrısı yapılıyor.

Kızıl Bayrak / Ankara-Adana-Mersin

Page 11: Kızıl Bayrak 2013-13

Özelleştirme saldırıları Türkiye’nin son 35 yılınadamgasını vurdu. AKP dönemi boyuncaözelleştirmeler artarak sürdü. Şimdi sıra daKarayollarının, Demiryolları’nın ve PTT’ninözelleştirilmesi saldırıları var.

Karayolları, Demiryolları ve PTT’nin sermayeyepeşkeş çekilmesi için gerekli olan yasal altyapıoluşturulmuş bulunuyor. Bu yasal düzenlemeleriarkasına alan AKP iktidarı özelleştirmeler içindüğmeye bastı. Karayolları şube şeflikleri taşeronfirmalara peşkeş çekilmeye başlandı. 2017 yılındaKarayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı işyerlerininaraç parklarıyla birlikte peşkeş çekilme sürecinintamamlanması hedefleniyor.

Otoyollar ve köprüler Ülker ve Koç tekeline satıldı.Ancak satış rakamının otoyollar ve köprülerden 3 yıldaelde edilen gelire karşılık olarak elden çıkarılmasıtepkilere yol açtı. Köprü ve otoyolların en az 20 milyardolar edeceğine dair uzman raporları ortalığa saçılıncamızrak çuvala sığmadı. AKP iktidarı şimdilik ihaleyiiptal etti. Öte yandan otoyollar ve köprülerin Mayıs ayıiçinde özelleştirme yağmasına açılacağını da açıkladı.

Karayollarının özelleştirmenin hedefine çakıldığıgünlerde demiryollarının özelleştirilmesi içinUlaştırma Bakanlığı’nın hazırladığı yasa tasarısıhükümet tarafından benimsenerek meclise gönderildi.Böylece sermayeye bir yağlı lokma daha ikram edildi.Şimdi özelleştirme sırası PTT’ye geldi.

PTT’de özelleştirme kıskacında…

Özelleştirilmek istenen PTT devlete ait en karlıkuruluşlar içinde yer alıyor. Geçtiğimiz yıllardaPTT’nin karı sürekli olarak arttı. 2003 yılı sonundayaklaşık 23 milyon TL olan karını, kapitalizminuluslararası düzeyde yaşadığı kriz koşullarında 2009yılında 230 milyona çıkardı. PTT’nin yıllık karbilançosu azalmak bir yana sürekli olarak arttı.

AKP iktidarı Karayolları ve Demiryollarına yönelikyatırım miktarını düzenli olarak artırdı. Aynı yaklaşımıPTT’de de sergiledi. Örneğin 2004 ile 2011 yıllarıarasında PTT’ye yapılan yatırım 117,5 milyon iken,2012 yılında yapılan yatırım harcaması 140 milyondolara çıktı. Peki özelleştirilecek yerlere yönelik artanbu yatırım aşkının gerçek nedeni nedir? Yapılan buyatırımların nedeni özelde PTT ve geneldeözelleştirilecek tüm kuruluşların cazibesini artırmak,özelleştirmeyi kazanan kapitalist firmaları maliyetartırıcı sorunlardan kurtarmaktır.

Posta işleri teknolojik gelişmelerden doğrudanetkilenmektedir. Gelişen teknoloji postahizmetlerindeki çeşitliliği artırmakta veyaygınlaştırmaktadır. PTT’nin iktisadi varlığına,gücüne ve değerine ilişkin olarak yapılan tüm bağımsızbilimsel araştırmalarda internet ile ortaya çıkan e-ticaret uygulamasının lojistik alt yapısının büyüdüğüsaptanmıştır. Bu nedenle özelleştirme programınaalınan PTT’nin önümüzdeki dönemde karlılığının dahada artacağı aşikardır.

AKP iktidarı uzun yıllardan bu yana özelleştirmehedefi doğrultusunda PTT’de esnek çalışmayöntemlerine hız verdi. Gelinen noktada çalışanlarınana gövdesi 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamekapsamındaki sözleşmeli personelden oluşmaktadır.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre PTT’de

istihdam edilenler üst düzey PTT bürokratlarıylasınırlanmıştır. Güvenceli çalışan işçi sayısınınminimize edilmesi çerçevesinde özel bir çabagösterilmiştir.

AKP iktidarı döneminde hizmet alımı yöntemiylePTT’de taşeronlaşmanın önü iyiden iyiye açılmıştır.Dinci partinin hükümet olduğu ilk yılda taşeron işçisayısı 2001 iken, 2011 yılında bu sayı 8644’e, 2012yılında ise 10 bine yaklaşmıştır. Bu göstergeler AKPiktidarının taşeronlaşmaya yönelik desteğinin en açıkgöstergesidir.

Özelleştirmelerden kapitalist tekellerkârlı çıktılar…

Özelleştirmelerden büyük gelirler elde etmesöylemine sarılan AKP iktidarının tüm söylemleri kocabir yalandan ibarettir. 1985 ile 2007 yılları arasındayapılan özelleştirmelerden elde edilen gelir 14,3 milyardolar iken, buna karşılık özelleştirme için yapılanharcamalar 13,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.Kısacası ortada övünülecek bir kârlılık yoktur.Özelleştirme tam bir yağmaya dönüşmüş, büyük yağlılokmaları kapitalistler yutmuştur. Telekom 2,5 yıllıkkârının karşılığında, TÜPRAŞ 3 yıllık kârıkarşılığında, Tekel 2,5 yıllık kârı karşılığındaözelleştirilmiştir.

Yapılan tüm özelleştirmelerden kapitalist işletmelerkârlı çıkmışlardır. PTT’nin özelleştirlmesindennemalanacak olanlar da yine asalak burjuvazi olacaktır.İşçileri bekleyen sonu anlamak içinse daha önceyapılan özelleştirmelere bakmak fazlasıyla yeterlidir.Özelleştirmelerden sonra işçilerin önemli bir kısmıişinden-ekmeğinden olmuştur. Çalıştırılmaya devamedilen işçi ve emekçilerin ücretleri dondurulmuştur.İşçilerin bir kısmı ekonomik ve özlük hakları yoksayılarak sefalet ücretine talim edecekleri işyerlerinegönderilmişlerdir. Tıpkı TEKEL işçilerine revagörüldüğü gibi 4-C uygulamasına maruz kalmışlardır.

Bir çok işletme “0” işçi maliyeti ile devredilmiş,sendikal örgütlülükler dağıtılmıştır. Bu nedenle 1987yılında 650 bin kamu işçisi adına toplu sözleşmemasasına oturan Türk-İş, gelinen noktada üyelerininyüzde 60’ını kaybederek yaklaşık 300 bin kamu işçisi

adına toplu sözleşme masasına oturur hale gelmiştir.

İşçiler özelleştirmeye karşı direndilersendika ağaları özelleştirmeci cepheye

omuz verdiler…

Özelleştirmeye karşı işçiler tepkilerini gösterdiler.SEKA, PETKİM, TÜPRAŞ, TELEKOM, TEKEL’deortaya çıkan işçi direnişleri ülke gündemine oturdu.Özelleştirmeye karşı günler, haftalar hatta aylar sürenmücadeleler yaşandı. İşçiler kimi zaman fabrikalarakapandılar. Kimi zaman soğuğa, kara, fırtınaya, polisterörüne inat 78 gün Ankara’da direniş ateşinikörüklediler. Kimi zaman özelleştirme sonrasındafabrikanın kapılarına barikat ördüler. Kimi zaman iseellerini şartele uzatıp üretimi durdurdular.

Tüm bu mücadelelere rağmen özelleştirmesaldırıları boşa çıkarılamadı. Çünkü ateş hep düştüğüyeri yaktı. Özelleştirme belası kapısına dayanan işçilermücadele ettiler. Ama bu yetmedi. Çünkü özelleştirmesaldırısı sermaye cephesi tarafından topyekunyürütülürken, özelleştirme karşıtı mücadele topyekunbir mücadeleye dönüştürülemedi. Özelleştirmesaldırısının hedefindeki işyerleri ve işçiler arasındabirlik ve beraberlik sağlanamadı.

Özelleştirme saldırısı sürerken işçi örgütleri olansendikaların başına çöreklenmiş ihanet şebekeleriişçilerin tepkisini dindirmek, özelleştirme cephesinedestek vermek için tüm hünerlerini sergilediler. Haber-İş Sendikası ağaları daha şimdiden özelleştirme karşıtıtepkiyi kontrol altına almak için çaba göstermeyebaşladılar. Tıpkı özelleştirme kıskacındaki karayoluişçilerinin örgütü olduğu Yol-İş Sendikası ağaları, tıpkıözelleştirme ateşi altındaki Demiryolu işçilerininörgütlü olduğu Demiryol-İş’in başına çöreklenmişsendika ağaları gibi…

Özelleştirme kıskacındaki PTT çalışanları işçi-memur-sözleşmeli ayrımına son vermeliözelleştirmeye karşı ortak bir mücadele programıetrafında birleşmelidirler. Ayrıca Karayolları,demiryolları da özelleştirme kıskacında bulunuyor. Buyanıyla mücadelenin ortaklaştırılması, özelleştirmekarşıtı platformun güçlendirilmesi mücadeleninbaşarısı için son derece önemlidir.

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

PTT özelleştirme kıskacında...

Özelleştirmeye karşıtopyekun mücadeleye!

Page 12: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Önümüzdeki günlerde Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu’nun (DİSK) olağanüstü genel kurulugerçekleşecek. Genel-İş başkanı Erol Ekici’nin DİSKGenel Başkanlığı’ndan istifa etmesi üzerinegerçekleşecek genel kurulda başkanlığa en yakınadayın Birleşik Metal-İş Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu olduğu söyleniyor. DİSK’in yaşadığı busüreç sendikal harekette yaşanan dibe vuruşun ençarpıcı göstergelerden biri olmakla birlikte sınıfhareketinin de özellikle sermaye hükümetininsaldırıları gözetildiğinde bir yol ayrımındabulunduğunun en önemli işaretlerinden birinivermektedir.

Bugün DİSK’i olağanüstü kongreye taşıyan sürecebaktığımızda, özelikle de Genel-İş’te yaşananolayların gerisinde mücadele kaçkını uzlaşmacısendikal anlayışın yattığını ve ondan beslenen birsendikal bürokrasi gerçeğini görüyoruz. Fakat bununkendisi sadece Genel-İş’le sınırlı bir durum değil.Bugün Genel-İş yöneticilerinin kimi belediyelerlekurmuş olduğu bağlar veya bu yönlü işbirlikçi-uzlaşmacı sendikacılık anlayışı, farklı iş kollarındabulunan diğer sendikalar üzerinden de mücadeleyi“masa başında bitirme” söylemleriyle, sendikalaşmafaaliyetinde öncü işçilerin atılmasına seyircikalmalarıyla ya da işçilerin militan mücadelelerinipasifize eden tutumlarıyla benzer şekillerdesürmektedir. DİSK’in de içinde yer aldığı sendikalhareketin bugünkü içler acısı tablosunun ilkedenyoksun ve pragmatist hesaplar yapan bir dizi sol siyasiparti ve örgüt tarafından da desteklendiğinideneyimlerle biliyoruz. Bu gerçeği yaşanan bir dizidirenişin yanı sıra geçtiğimiz yıllarda gerçekleşenMaltepe Belediye işçilerinin direnişi de net birbiçimde ortaya koymuştu. Yani CHP’li belediyelerin“imkanlarından” yararlanmanın “çekiciliği” sadece“sendikal bürokrasiye” has bir durum arz etmiyor.

Bu yüzden de gerçekleşecek genel kurulda herşeyden önce DİSK’in de muaf olmadığı ve her yanınısaran sendikal hareketteki bu yozlaşma gerçekliği

tespit edilmeli, ona kaynaklık eden nedenler tahliledilmeli ve sendikal bürokrasi ve yozlaşmaya karşımücadeleyle, sermayenin saldırılarına karşı izlenecekmücadele arasındaki dolaysız bağı ortaya koyacak biranlayış ve program sunulmalıdır. Yoksa yine“DİSK’in şanlı geçmişi” ile başlayan cümlelerle yeniyönetimi belirlemeye dönük sürdürülecekpazarlıkların üstü örtülmüş olunacak. Fakat bununlaartık bir yere gidilemediği ortadır. Geçtiğimiz yılolağan genel kurulla yönetime gelen ve bir hayli geniştemsiliyeti barındırarak “farklılığını” öne çıkaranDİSK’e yeniden mücadeleci kimliğini kazandıracağıiddiasını sürdüren yönetimin bu bir yılın ardından iççekişmelerle olağanüstü genel kurula gitmek zorundakalması bu durumu çok iyi özetlemiştir. Ve bugünyaşanılan sıkıntılar ve sorunlar yine aynı şekildesadece birileri üzerinden açıklama yoluna gidilerek birhesaplaşmaya konu olacaksa DİSK üyeleri bir kezdaha kaybedecektirler.

Evet sorumlular hesap vermelidir ama her şeydenönce sermaye hükümetinin pervasız saldırılarıkarşısında DİSK’in bu süreçte neden ve nasıl olup tadişe dokunur bir mücadelenin çağrıcısı veörgütleyicisi ol(a)madığının hesabı verilmelidir.Uzlaşmacı, bürokratik anlayışların nasıl bu kadarrahat ve kolayından yaşam varlığı bulduğunun hesabıverilmelidir. DİSK’te yaşanan bu süreçlere karşıtabanın neden sürece daha etkin bir şekildekatılmasının sağlanmadığının hesabı verilmelidir.

Eğer DİSK’i sahiplenmekten ve yeninden geçmişmirasıyla buluşturmaktan söz edilecekse kongreyi herşeyden önce bu temelde bir hesaplaşmanın zeminineçevirebilmek gerekiyor. “DİSK’i yıpratmamak” ya da“kendi iç birliğini bozmamak” adına böylesi bir içmücadelenin ve arınmanın önüne geçmeye çalışanlar,bundan geri duranlar isteyerek ya da bilmeyerekmevcut durumdan memnun olan ve beslenenlerolabilirler ancak. Sınıfın ardı ardına kaybettiğimevziler düşünüldüğünde ve sermayenin bir dizikapsamlı saldırıları düşünüldüğünde sendikal

hareketin yeniden bir kimlik kazanabilmesi sert veçelişkili iç mücadeleleri gerektirmektedir. Yani artıksermaye hükümetini, tescillenmiş Türk-İş yönetiminiya da bir başkasını suçlamak, eleştirmek mücadeleninihtiyaçları açısından hiçbir anlamı olmayan boşsözlerdir.

Başta DİSK’e bağlı üyeler olmak üzere tüm işçi veemekçiler arasında yeniden bir umut ve mücadeleruhu aşılayacak bir çıkış yaratmak için tümgelişmelere sınıf hareketinin ihtiyaçları üzerindenyaklaşabilmek gerekir. Elbette bunun yolu da sınıfındevrimci ideolojisinden beslenmeyi ve tüm yaşamınısınıfın çıkarlarına adayabilmekten geçmektedir.Aldıkları yüksek maaşlarla, “profesyonellikanlayışlarıyla” ve kuşandıkları“dokunulmazlıklarıyla” sendikal bürokrasi tümsorunlarının asıl nedeni ya da parçasıyken, sınıfmerkezli devrimcilik anlayışını ve mücadelesini “sınıfdışı” gibi kavramlarla itibardan düşürme çabalarıboşuna değildir. Çünkü onlarda bilmektedirler kitabandan yükselecek militan bir çıkış kendivarlıklarıınn da sonu olacaktır.

O halde başta DİSK üyeleri olmak üzere tüm sınıfkesimleri olağanüstü kongreyi sendikal bürokrasiyleve ona kaynaklık eden her türden uzlaşmacı anlayışlahesaplaşmanın bir fırsatı halinedönüştürebilmelidirler. Sınıfın fiili, birleşik ve militanmücadelesinin örülmesi doğrultusunda kenditaleplerini öne çıkartabilmelidirler. Bürokratikmekanizmaların parçalanması ve söz, yetki kararhakkının tabana yayılması noktasında talepler önesürmelidirler. Olağanüstü genel kurul üzerindensermayenin saldırılarına karşı etkin bir mücadeleprogramı ve bu programı sınıfın tüm kesimlerineyayma noktasından bir eylemsel hat öneçıkarılabilmelidir. Sınıf mücadelesinin her birmevzisinin eylemsel bir dayanışmayla kazanılmasınave buradan sağlanacak moralle topyekun birmücadelenin ivmelenmesine dönük bir anlayış ortayakonulmalıdır.

Yaklaşan 1 Mayıs da göz önüne alındığında DİSKkongresinin bu temelde bir iç mücadeleye konuedilmesi sınıf hareketi açısından oldukça faydalısonuçları olacaktır. Başta sınıf devrimcileri olmaküzere sınıftan yana tüm ilerici öncü güçlere kongreyebu temelde müdahale etmek ve bu anlayışı sınıfkitleleri arasında yaygınlaştırmak görevi düşmektedir.DİSK’in geçmiş mirasına da ancak bu sayede sahipçıkılmış olunur.

DİSK olağanüstü kongreye giderken...

Kongre pazarlıkların değilmücadelenin kürsüsü olmalı!

MİB’den mücadele çağrısı

GebzeMİB çalışmaları kapsamında Gebze’de “Kazanmak için mücadeleye ve greve hazırlanalım! / Metal İşçileri

Birliği” ozalitleri Tatlıkuyu, Şifa, İçmeler ve Esenyalı köprülerine, Arçelik fabrikası çıkışına yapıldı. Metal İşçileri Birliği’nin MESS süreci ile ilgili bildirisi de MESS kapsamındaki fabrikaların servislerinin yoğun

bir şekilde kalktığı duraklara ve GOSB’da bulunan LG-Arçelik fabrikasının vardiya çıkışına dağıtıldı.

BursaMetal İşçileri Birliği, MESS-Türk Metal görüşmelerinde tutulan uyuşmazlık zaptının bir oyun olduğu, sonucun

yine bir satışla biteceğini işleyen bildirilerin dağıtımını Bursa’da da gerçekleştirdi. Sabah işe gidiş saatinde Mesken servis güzergahına gerçekleşen dağıtımda, metal işçilerinin ilgisinin yoğun

olduğu gözlendi.

MenemenMetal İşçileri Bülteni’nin son sayısı 21 Mart’ta Menemen Üst Geçit Durağı’nda Bakırçay havzasında çalışan

demir çelik işçilerine ulaştırıldı. Sabah 07.00-07.30 saatleri arasında gerçekleşen bülten dağıtımında 200 adetbülten demir-çelik işçilerine ulaştırıldı. Dağıtımda işçilerle metal toplu sözleşmeleri üzerine sohbetler edildi.İşçilerin toplu sözleşmeye dair soruları yanıtlandı.

Kızıl Bayrak / Bursa-Gebze-Menemen

Page 13: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Bosch’ta sudan sebeplerle işten atılan öncülerdenAkan Yılmaz, işten atılma sürecini ve mücadeleye dairtespitlerini gazetemiz ile paylaştı...

Beni sudan sebeplerle işten attılar. Benim açımdankötü bir durum bu. Çünkü bacağımda sorun var artık,işimi de yapamam. Zaten yapsam da MESS’in ve TürkMetal’in kara listesine alındığım için büyükfabrikalarda da iş bulmam zor. Fakat işten atılmamBosch’taki genel durum açısından olumlu gelişmelerevesile oldu. Bu da doğrusu beni sevindiriyor. Uyuyandev uyandı. Fabrikalar işten atılmam üzerinehareketlendi, üç vardiyada yemek yememe eylemiyapıldı, mesaiye kalınmadı. Eylemlere Türk Metalüyesi işçiler dahi katıldılar. Böylelikle gücümüzügösterdik. Bir süredir işçi arkadaşlara hakim olan ataletve rehavet duygusu aşıldı.

Bunlar olumlu şeyler, ama bu kadarıyla kalmamalı.Bu olumlu havayı iyi değerlendirmek gerekiyor. Benbu noktada kendimi düşünmüyorum. Ama iştençıkarılışım iyi bir fırsata dönüştürülürse Bosch’takimücadelemiz büyük bir atılım yapabilir. Bunun içintüm işçi arkadaşlarımızla birlikte sendikayöneticilerimize büyük iş düşüyor. Bakın kendi adımaaçık ve net konuşuyorum: Bu mücadelede ben bundansonra da üstüme düşeni yaparım. Çadır kurmaksa çadırkurmak, eylemse eylem, nereye giderse gitsin. Yeter kiböyle bir karar alınsın…

Sıcağı sıcağına eylemler yapmalıyız. Eğer boşlukyaratır da bu iş soğursa, işten atılanlar çoğalabilir vebana bunu yapan Bosch yönetimi ile sarı sendikanıncesareti artabilir. Oysa şu birkaç gündür ortayakoyduğumuz tutumla biz işçi arkadaşlar neleriyapabileceğimizi gördük. İşçi arkadaşların kendisinegüveni geldi. İnanır mısınız pek çok yerden işçiarkadaşlar arıyor ve sonuna kadar mücadele etmeyeyönelik kararlılıklarını anlatıyorlar.

Evet bugüne kadar mücadelemizde pek çok hatayaptık. Yasalara, mahkemelere çok güvendik. Kendiişimizi göreceğimize başkalarından medet umduk.Bakın şikayet etmek için başvurduğumuz savcı bilebana, “kanuna mahkemeye bel bağlamayın bir an önce

aranızda birliği sağlayın” dedi. Şuna inanıyorum kibirlik ve beraberliğimizi sağlamadan, karşımızdakizorbalığa karşı dişe diş mücadele etmeden biz bumücadeleyi kazanamayız. Bugüne kadar hep saldırıyauğrayan, mağdur olan taraf biz olduk, ama pek degerekli yanıtı veremedik Ama artık bugünden sonrabaşka türlü davranmalıyız. Gelinen yerde herkesin bugerçeği kavraması gerekiyor. Tamam daha önce desaldırıya uğradığımızda ayağa kalktık Bosch işçileriolarak. Ama hep o noktada bıraktık, yani inisiyatifielimize bir türlü alıp da o noktadan daha da ileriyegitme gücü gösteremedik. Bundan sonra kazanacaksakbaşka türlü davranmalıyız.

Bosch’un kurucusunun bir sözü var iyi bilinir. Derki Roberth Bosch, “insanların güveninikaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim” iyiama ben insan değil miyim? Ameliyat olduğu içinrapor almak zorunda kalmış olmamı kullanıp beniişimden ettiler. Peki bana bunu reva görenler TürkMetal’in tepeden atanmış yöneticileri ve temsilcileribir yıldan fazladır raporlu olmalarına rağmen nedenişten atılmıyor? Besbelli ki burada açık bir tercih var.Bosch yönetimi ile sarı Türk Metal yöneticileriişbirliği yapıyor ve Bosch’taki mücadelemizi bitirmeyeçalışıyor.

Bakın işten atılmamın gerisinde aynı zamandaMESS de vardır. Bu konuda somut bir bilgi de var.Yakın zamanda MESS üye işyerlerinin insankaynakları müdürleriyle bir toplantı yapıyor. Butoplantıda MESS Genel Sekreteri İsmet Sipahi, Boschİnsan Kaynakları Müdürü Mecit Taner’i azarlayarak vebenim de içerisinde olduğumuz bir grup işçinin adınıvererek “Bunları neden hala işten atamadınız?” diyesoruyor, ders veriyor, azar çekiyor. İşte o Mecit Tanerki nasıl bir çıkar ilişkisi varsa fabrikada Türk Metal’eçalışıyor.

Son olarak arkadaşlarıma çağrım şudur: Ben bubedeli öderim, ama tek arzum Bosch’ta bu mücadeleyikazanmaktır. Elimden geldiğince bu mücadeleyekatkımı sunacağım. Ama siz de bu mücadelenin peşinibırakmayın.

Bosch’ta sudan sebeplerle işten atılan öncülerden AkanYılmaz anlatıyor...

“Ben bu bedeli öderim,yeter ki Bosch’taki

mücadeleyi kazanalım”

Bosch öncü işçileritemizlemeye girişti

Bosch yönetimi, MESS’in çıkarlarıdoğrultusunda, fabrikadaki örgütlülüğü kırmak veBosch işçilerine korku salmak amacıyla, öncü işçilerişu ya da bu mazeretle işten atma saldırısına başladı.Geçtiğimiz günlerde Bosch yönetimi öncü işçilerdenbiri olan Akan Yılmaz işten atarken, şimdi de öncüişçilerden Metin Gürgün’ü tazminatsız bir şekildeişten attı.

Bosch işçilerinin 17 Mart’ta gerçekleştirdiği 1.yıldönümü etkinliğinin ardından gerçekleşen buişten atma saldırıları kendi başına ne bir tesadüftürne de Bosch yönetiminin salt sıradan işten atmagirişimidir. Bosch merkez yönetimi, MESS ile ortakyaptıkları görüşmede “öncü işçileri fabrikadantemizleme ve Birleşik Metal-İş’in fabrikadakigücünü kırma” yönünde aldıkları karardoğrultusunda bu saldırıya girişmiş bulunuyor.

MESS’in Bosch’a yönelik ilgisi elbette kendibaşına ele alınamaz. Metal TİS süreci yavaş yavaşkızıştığı bir durumda metal işçilerinin geçmişsözleşmeden aldıkları özgüveni Bosch üzerindenkırıp Birleşik Metal-İş’e boyun eğdirmek için busaldırının yapıldığı açıktır.

Fabrikada her iki işten atma saldırılarınınardından gerçekleşen yemekhane eylemlerianlamlı, ancak böylesine planlanmış bir saldırıyıpüskürtmek için yeterli değildir. Çünkü saldırıBosch’un genel merkezi ve MESS tarafındanplanlanan ve yürütülen bir saldırıdır.

Bunun için Bosch işçisi her zamankinden dahadik, daha kararlı ve daha öz güvenli bir şekildesaldırıyı göğüslemelidir. Bosch işçisinin bunugeçekleştirebilecek gücü ve iradesi esarettenkurtuluş mücadelesinin kendi içinde vardır.

İşten atılan işçiler geri alınsın! Yaşasın sınıf dayanışması!

Metal İşçileri Birliği

MESS dayatmalarınakarşı yürüyüş

Birleşik Metal-İş üyesi SCM işçileri, MESSdayatmalarını 25 Mart’ta yaptığı yürüyüşle protestoetti. Eylem, metal iş kolunda 2012-2014 grup topluiş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlık zaptınıntutulmasının ardından Birleşik Metal’in, MESSdayatmalarına karşı karar aldığı yürüyüşlerkapsamında yapılıyor.

Gece vardiyasından çıkan ve gündüz vardiyasınagirecek olan SCM işçileri, saat 7.30’da Beyçelikönünde toplanarak SCM’ye yürüyüş gerçekleştirdi.“MESS dayatmalarına hayır / Birleşik Metal-İş” ve“SCM işçileri” pankartları arkasında kortej oluşturanSCM işçileri alkışlarla yürüyüşlerini başlattılar.

Birleşik Metal-İş flamalarını taşıyan işçiler“MESS, MESS şaşırma sabrımızı taşırma!”, “Sefaleteteslim olmayacağız!”, “Sadaka değiltoplusözleşme!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hepberaber ya hiç birimiz!”, “İnadına sendika, inadınaDİSK!” sloganlarını attılar.

Yoldan geçen servisler ve araçlar korna çalarakişçilere destek verirken, bazı fabrikalarda da işçileralkışlarla SCM işçilerini destekledi.

Eyleme Metal İşçileri Birliği de destek verdi. Kızıl Bayrak / Bursa

Page 14: Kızıl Bayrak 2013-13

Bir süredir boyalı basın tarafından büyük birmüjde olarak sunulan taşeron yasası BakanlarKurulu’ndan geçti. Tayyip Erdoğan’ın talimatıylagündeme geldiği belirtilen ve Nisan ayı içerisindeçalışmaları tamamlanarak meclise sunulması beklenenyasanın taşeron işçilerin sorunlarını çözeceği sıklıklavurgulanıyor.

Yasanın yapacağı düzenlemelerin ise öncelikleişçilerin ücret alacaklarının ödenmesini garanti altınaalmak ve iş güvencesini düzenlemek olduğu yandaşbasın tarafından işleniyor.

Basında taşeron sorununun çözümü gibi sunulandüzenlemeler ise şöyle: Taşeron işçilerin ücretalacaklarından asıl işveren sorumlu olacak,ödenmeyen ücreti asıl işveren ödeyecek; taşeronişçiler günde 8, haftada 45 saatten fazlaçalışamayacak, çalışırsa fazla mesai alacak; işçilereher yıl giriş-çıkış yapılmaması için 3 ila 5 yıllıksözleşmeler yapılacak; işçiler yıllık izin hakkındanyararlanacak...

İlk bakışta olumlu gibi gözüken bu düzenlemeler,daha dikkatli incelendiğinde ise neredeyse tamamınınzaten halihazırda iş yasalarında mevcut olduğugörülmekte.

Taşeron olarak tanımlanan çalışma biçimi 4857sayılı iş yasasında asıl işveren-alt işveren ilişkisiiçerisinde tanımlanıyor. Ve yasanın tüm eksikliklerineve belirsizliklerine rağmen tüm taşeron işçiler aslında4857 sayılı iş kanununa tabi çalışıyorlar.

Bugün ücret sorunundan yasada büyük biryenilikmiş gibi sunulan asıl işverenin sorumlu olmasıise zaten iş yasasının ikinci maddesinde şu biçimdeyer alıyor: “Bu ilişkide asıl işveren, alt işvereninişçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan,iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğutoplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden altişveren ile birlikte sorumludur.”

Yine taşeron işçilerin çalışma saatleri, ücretödemeleri gibi başlıklar, aynı yasaya tabi olduklarıdüşünüldüğünde yasal olarak yani kağıt üzerindegüvence altına alınmış durumda.

Taşeronun giriş-çıkış yapmak gibi ayak oyunlarınabaşvurarak işçilerin haklarını gaspetmesinin demahkemelerin verdiği emsal kararlarla boşadüşürüldüğü bilinmekte. Yani basının taşeronun sonugibi sunduğu düzenlemelerin ağırlıklı kısmı kanunen

işçilerin sahip olduğu kağıt üzerinde haklardan başkabirşey değil.

Saldırıyı ambalajlama çabası!

Boyalı basının bu sevinç gösterileri incelendiğindeise dizginsiz AKP şakşakçılığından çok daha fazlasıile karşı karşıya olduğumuz görülmekte. Zira amaçhiç de sadece AKP reklamı yaparak sayfalarıdoldurmak değil.

Bundan çok daha sinsi olan asıl amaç, AKP’ninyeni hazırladığı bir saldırıyı ambalajlayarak sankitaşeronun sonuymuş gibi göstermek. Zira bu yenidüzenleme hiç de taşeron işçilerinin yaşamkoşullarını düzeltmeyi, güvencesiz çalışmayı, esneküretimi ortadan kaldırmayı amaçlamıyor.

Aksine yapılmak istenen düzenleme, tam daAKP’nin (kötü) ünlü Ulusal İstihdam StratejiBelgesi’nde öngörülenlerin parçası olarak taşeronsistemi yasal olarak da güvenceye almak. Bugüntaşeron sistemi zaten fiili olarak her alandauygulanıyor. Bu uygulama alanlarının büyük birkısmının yasa dışı olduğu da bilinmesine rağmensermayenin hukuku ve yasaları doğallığında buuygulamalara göz yumuyor.

Yine iş yaşamını düzenleyen temel metin olan4857 sayılı kanuna baktığımızda “İşletmenin ve işingereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirenişler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlereverilemez” ifadesi aslında bugün taşeronuygulamalarının nasıl bir hukuksuzlukla yürüdüğünüde gösteriyor.

Ancak bu yasal düzenlemeler hiç de taşeronunsonu olmuyor. Çünkü yasa her zamanki gibi fiiliuygulamaların arkasından geliyor. Tüm dünyadaolduğu gibi Türkiye’de de kapitalizm bugün taşeronsistemde büyük bir çıkar sağlıyor. Güvencesizliğin veesnek üretimin en doğal bileşeni olan taşeron sistemyasal boşluklardan ya da hukuksal düzenlemeeksikliklerinden değil, bizzat işçi ve emekçilerintepkisizliğinden güç alarak uygulanıyor.

Taşeron sistemin üretimi parçalamada sağladığıkolaylık ve denetimsizlik iş cinayetlerine davetiyeçıkarıyor. İşçilerin ücretlerini gasp ederken,sendikalaşmanın önünde engel olarak dikilirken, işgüvencesini taşeronun iki dudağı arasına sıkıştırırkenve kıdem hakkını ortadan kaldırırken sermayedüzeninin yasaları kağıt üzerinde kalmayı sürdürüyor.

Bugün de sermaye işçi ve emekçilere kapsamlısaldırı hazırlığı içerisinde. Her fırsatta iş yaşamınınkatılığından bahseden iktidar, aslında sermayeninihtiyaçlarını dillendirmekten başka birşey yapmıyor.Bunu yaparken de türlü demagojiler eşliğinde saldırıyasalarını hayata geçiriyor. Kıdem tazminatınıngaspını “işçiye kıdem güvencesi” diye sunuyor,657’de yapılacak değişikliği “kimse yan gelipyatamayacak” diye meşrulaştırmaya çalışıyor.

Taşeronu yaygınlaştırmaktan ve yasal güvenceyealmaktan başka anlamı olmayan yeni yasa da buçerçevede “taşerona çözüm” ve “işçiye müjde”şiarlarıyla gündeme getiriliyor. İşçiler dur demedikçede bu saldırıların önü kesilecek gibi görünmüyor...

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Taşeron yasası, “taşeronaçözüm” ambalajıyla

meclise gidiyor

PTT AŞ’ye grevliyanıt!

PTT’nin özelleştirilmesi sürecinin bir aşamasıolan PTT AŞ’nin kuruluş kararı haber işkolundakiemekçilerin greviyle protesto edildi. PTT’de örgütlütüm sendikaların (Bağımsız Haber-Sen, Birlik Haber-Sen, Haber Sen , Türk Haber-Sen) katıldığı grevlesermaye hükümeti AKP’nin özelleştirme saldırısınatepki gösterildi. PTT emekçileri özelleştirmeye karşıalanlara çıkarken meclise gelen yasa ileri bir tariheertelendi.

İstanbulGrevin İstanbul ayağında ise Karaköy’den

Sirkeci’ye yürüyüş vardı. Karaköy İskele’de “PTT halkındır satılamaz!”

pankartı açan kitle, buradan Sirkeci’deki tarihiİstanbul Büyük Postane’ye yürüdü.

Sirkeci Büyük Postane önüne gelindiğindeemekçiler tüm alanı doldururken ses aracınınüzerinde Türk Haber-Sen, Birlik Haber-Sen ve HaberSen şube başkanları emekçilere seslendiler. Yapılankonuşmalarla PTT’nin özelleştirilmesi sürecindeyürütülecek mücadeleye vurgu yapıldı.

Basın açıklamasında tasarının PTT’nin sunduğukamu hizmetini sermayenin kar hırsına teslimetmeyi, PTT emekçilerini ise köleleştirmeyiplanladığını belirtildi.

Açıklamanın ardından kamu emekçileri halaylarlaeylemlerini sürdürdüler. Tüm eylem boyunca canlıolan kitle sık sık sloganlarla tepkisini gösterdi.

Eylemde, greve katılımı engellemek için baştaPTT Genel Müdürü Oman Tural olmak üzere tümyönetici kademelerin baskı uyguladığı ifade edildi .

İzmirİzmir’de ise iş bırakan emekçiler Basmane garı

önünde toplandı ve buradan Cumhuriyet meydanınayürüdü. Eylemde ortak basın metnini İsmet Özayokudu. Özay açıklamada grev kararı almanedenlerini açıkladı. PTT’nin özelleştirilmesininsonucunda emekçilerin ve çalışanların mağdurolacağı ifade etti.

Eylem ve yürüyüş boyunca “PTT halkındırsatılamaz!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Susmahaykır, talana hayır!” gibi çeşitli sloganlar atıldı.

Adanaİş bırakma eylemi “PTT Halkındır Satılamaz”

şiarıyla PTT Başmüdürlüğü önünde çekilen halaylarlabaşladı. Gündeme getirilen yasa tasarısınıngörüşülmesinin haftaya ertelenmesi haberiemekçiler tarafından alkışlarla karşılanırken, bunun,yapılan iş bırakma eyleminin bir sonucu olduğu ifadeedildi. Ayrıca iş bırakma eylemine gün boyu devamedileceği de yinelendi.

Yapılan basın açıklamasını Haber-sen ‘den YusufKösele okudu. Açıklamada, mücadele kararlılığı dilegetirilirken, Memur-Sen’in yaptığı grev kırıcılığı dayapılan konuşmalarda teşhir edildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir-Adana

Page 15: Kızıl Bayrak 2013-13

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/13 * 29 Mart 2013.

“DHL’ye sendika halaylarla girecek!”

Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF)tarafından, 26 Mart günü dünya ve Türkiye’deki DHLdirenişiyle dayanışma günü olarak ilan edildi. İstanbul veİzmir’de yapılan eylemle DHL işçilerinin direnişkararlılığı vurgulandı, sınıf dayanışması yükseltildi.

İstanbul’da Kıraç DHL önünde TÜMTİS basınaçıklaması düzenledi. Eylemde ilk olarak TÜMTİSGenel Başkanı Kenan Öztürk söz aldı. Öztürk’ünardından ITF Örgütlenme Koordinatörü Alen Clifford veUNI Örgütlenme Daire Başkanı Alen Tate söz alarakDHL işçileriyle dayanışma içerisinde olacaklarını ifadeettiler.

TÜMTİS İzmir Şubesi tarafından Kemalpaşa’dabulunan şirket önünde de bir protesto eylemigerçekleştirildi. Kemalpaşa Ulucak girişinden şirketönüne kadar bir yürüyüş yapılarak, basın açıklamasıokundu. Eylem İzmir Müzisyenler Derneği tarafındansöylenen ezgilerle ve çekilen halaylarla bitirildi.

Uluslararası sendikal birlikler Global Union (UNI),Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu (ITF) veIndustriALL İstanbul’da 26 Mart’ta gerçekleştirdikleriforumla sendikalaşma önündeki saldırıları ve buna karşıuluslararası mücadeleyi konuştular. Türkiye’de çokuluslu DHL, Ismaco, DESA ve IKEA’da çalışan işçilerinsendikalaşması önündeki engelleri değerlendiren üçuluslararası sendika, direnişlerle dayanışmayıbüyüteceklerini belirttiler.

Daiyang-SK işçilerinden eylem

4. ayını geride bırakan Daiyang-SK Metal grevi kritikbir aşamaya gelmiş bulunuyor. Çorlu Belediyesiönündeki direniş çadırında biraraya gelen Daiyang-SKMetal işçileri ve sendika yöneticileri 21 Mart’ta bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı Birleşik Metal-İşSendikası Yönetim Kurulu Üyesi Erdoğan Özer okudu.

Açıklamada Daiyang-SK grevinin ilk günküheyecanıyla sürdüğü, bundan sonra da süreceği belirtildi.Daiyang-SK Metal greviyle ilgili olarak yetkililer göreveçağrıldı.

Açıklamaya BDSP’nin yanı sıra TKP de destek verdi.Eylemin ardından işçiler sendikanın Trakya Şubesi’ndebir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıdan sonra işçileresendika tarafından dayanışma paraları dağıtıldı. AyrıcaDaiyang-SK Metal Greviyle Dayanışma Platformu’nunetkinlikten elde etmiş olduğu 11 bin lira da işçileredağıtıldı.

Çiğli Belediye işçileri kazandı!

Çiğli Belediyesi’ne bağlı Kafesan’da çalışan işçiler,ücretlerinin eksik ve geç yatırılmasına karşı 21 Mart’ta işbıraktılar.

Son birkaç aydır ücretlerini zamanında alamayan vealdıklarında da kesintili alan işçiler işbaşı yapmadı.İşçiler Çiğli Organize yolunda bulunan şantiyeyekendilerini kapatarak işe çıkmadı. Ayrıca bütün araçlarda şantiyeye çekilerek hiçbir aracın işe çıkmasına izinverilmedi. Şantiye işçileriyle birlikte idari binadakisendika üyesi işçiler de iş bırakarak ve şantiyeye gelerekeyleme katıldılar. Belediye Başkanı tarafından bir ödemeyapılmayınca işçiler kararlılıklarını eyleme döktüler veaynı gün bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Organize çıkışındayolu tek şerit kapatan işçiler, İzmir’in en işlekcaddelerinden olan Anadolu Caddesi’ne geldiklerindeyolu tamamen trafiğe kapattılar. İşçilerin eylemi 22Mart’ta da kararlılıkla devam etti.

23 Mart’ta ise yapılan görüşmeler ve işçilerinkararlılığı sonuç verdi. İşçilerin bu ayki ücretlerihesaplarına yattı.

“Zegna’ya boykot direnişe destek!”

Tuzla Organize Sanayi’de sendikalı oldukları içinişten atılan ve direnişe başlayan İsmacco işçileri,Nişantaşı’nda bulunan mağaza önünde eylem yaptılar.İşçiler, Zegna ürünlerinin boykot edilmesini ve direnişedestek verilmesini haykırdılar. Eyleme uluslararasısendika temsilcileride katılarak desteklerini açıkladılar.

Zegna önünde eylem konuşmaların ardındansonlandırılarak, aynı cadde üzerinde bulunan DESAmağazası önünde de bir protesto gerçekleştirildi.

HEY Tekstil işçileri eylemde

HEY Tekstil işçileri, direnişlerinin 408. gününde yinesokakta, eylemdeydiler. İşçiler önce patronları AynurBektaş’ın Esenyurt’taki villası önünde aylamgerçekleştirdiler. Ardındansa Avcılar Pelican Mall’dakiMANGO’da blokajdaydılar. HEY Tekstil işçileripatronun evinin önünde ve MANGO’da yaptıklarıeylemlerle mücadelelerini sürdüreceklerini bir kez dahaifade ettiler.

Yurtiçi’nde direniş korkusu

Yurtiçi Kargo’nun Haramidere’deki aktarma merkeziönünde süren direnişe, işten atılan bir işçi daha katıldı.İşçi kıyımı ve sendika düşmanlığına karşı YurtiçiKargo’nun Esenyurt Haramidere’deki aktarma merkeziönünde 2 ayı aşkın süredir direnişlerini sürdürenDİSK/Nakliyat-İş Sendikası üyesi kargo işçileri, tekrardireniş alanında buluştular.

25 Mart’ta sabah saatlerinde aktarma merkezi önünegelen işçiler Yurtiçi Kargo patronunun sendikadüşmanlığı ve korkusunun yeni bir örneğine daha tanıkoldular. Daha önce girişe açık olan aktarma merkezigirişinin branda kaplı sürgülü bir kapıyla kapatıldığınıfark eden işçiler, bu durumu, patronun direniştenduyduğu bir rahatsızlığın göstergesi olduğunu ifadeettiler.

Sınıf hareketinden...

Lüleburgaz’da kitlesel buluşma!

Sendikal Güç Birliği Platformu’nun (SGBP), demokratik,mücadeleci ve güçlü bir sendikal hareket iddiasıyla, “Kuralsız,güvencesiz çalışmaya hayır! Taşeron işçiliğine son!” şiarı ilebaşlattığı yürüyüşlerinin ilki Lüleburgaz’da gerçekleştirildi.

Ağırlığını yerel güçlerin katılımının oluşturduğu mitingde,SGBP’nin yerini alması ile başlayan yürüyüş, şehriniçerisinden geçilerek, miting alanı olan Kongre Meydanı’naulaşılmasıyla son buldu.

Kortejlerin miting alanına girmeyi tamamlamasınınardından miting programı saygı duruşu ile başladı. Mitingindeilk olarak Petrol İş Trakya Şube Başkanı Turgut Düşovakürsüye çıkarak kitleye seslendi. Düşova konuşmasındaAKP’nin saldırılarını ve Türk-İş’in sessizliğini protesto etti.

Konuşmanın ardından Adana’da 13 yaşında iş cinayetine kurban giden Ahmet Yıldız hatırlatılarak,AKP’nin çocuklara vaadettiği geleceğe vurgu yapıldı. SGBP Kadın Koordinasyonu adına NeslihanTaşolukNakaş konuştu. SGBP bileşeni sendika yöneticilerinin sahneye çağırılmasıyla devam eden mitingde anakonuşmayı SGBP Dönem Sözcüsü Kristal-İş Sendikası Genel Başkanı Bilal Çetintaş Yaptı.

Oldukça uzun bir konuşma yapan Çetintaş, AKP döneminde gerçekleşen sendikal yasaklara, hakgasplarına, UİS’e, Sendikalar Yasası’na vb saldırılara değinerek güvencesizliğe ve kuralsızlığa dikkat çekti.Çetintaş, umutları kaybetmemek ve birleşik mücadeleyi büyütmek gerektiğini belirterek “gelecek günler,güzel günler ellerimizde” sözleri ile konuşmasını bitirdi.

Konuşmanın ardından mitinge katılan diğer sendika ve partilerin temsilcileri sahneye davet edildi. Uluslararası Endüstri Sendikası Temsilcisi Kemal Özkan’ın yaptığı konuşmanın ardından kürsüden

Daiyang-SK işçilerinin çağrısı dile getirildi. Daiyang-SK işçilerinin grevine destek çağrısı yapılan kürsüde,mitinge katılan işçilerden Daiyang işçilerine destek sözü alındı.

Miting Üç Deniz Topluluğu’ndan Ferda Ereren’in ezgileri ile sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Trakya

Page 16: Kızıl Bayrak 2013-13

CMYKCMYK

3 Ekim 2009Kapitalist toplum, köklü ve kapsamlı sorunlarla

karakterize olan bir toplumdur. Kapitalist toplumdasömürü, baskı, tahakküm, yoksulluk, yoksunluk,işsizlik, kadın cinsinin ezilmesi, şiddet, savaşlar vb.,tüm bunlar başlı başına birer sorundur. Kapitalizmsayısız sorunların kaynağı olan bir toplumsal düzendir.Bu öteki sorunların her biri nasıl ki kapitalizmintemellerine vuran bir mücadele içerisinde aşılmadığısürece çözülmeden kalıyorsa, aynı şekilde ulusal sorunda çözülmeden kalır.

Elbette tüm bu sorunlar belirli sınırlar içindeyumuşatılabilir. Örneğin sömürü toplumsal birsorundur; biz onun belirli dönemlerde ve belli sınırlariçerisinde yumuşatılabildiğini, emekçi sınıfların birparça yatıştırılabildiğini biliyoruz. Nitekim tarihselolarak sosyal demokrasinin misyonu bu olmuştur.Klasik sosyal demokrasi, II. Enternasyonal dönemindensöz ediyorum, emekçi sınıfların belli sınırlariçerisindeki ekonomik, sosyal, siyasal hakları uğrunamücadelelerinin bir ürünü oldu. Burjuvazi bumücadelelerin basıncı altında belli tavizler vermekzorunda kaldı. Bu tavizler verildiği ölçüde de bunuverebilen ülkelerde burjuva sınıf düzeni bir parçarahatlamak olanağı buldu. Toplumsal çelişkilerin birparça yatıştırılması, toplumsal gerilimlerin birsüreliğine dizginlenmesi anlamında.

Kapitalist düzende sorunları belli bir dönem ve bellisınırlar içerisinde reforme etmek, dolayısıyla busorunların beslediği dinamikleri hiç değilse bir dönemiçin belli sınırlar içerisinde yatıştırmak mümkündür. Bu,ulusal sorun için de geçerlidir. Ulusal sorunda dareformist bir program olanaklıdır. Ulusal sorun dakapitalist düzenin sınırları içerisinde belli ölçülerdereforme edilebilir. Buna bizzat egemen sınıfın kendisiihtiyaç duyabilir, ya da ezilen ulus halkının mücadelesi

bu sonucu doğurabilir. Bu aynı sonuç, devrim uğrunaverilmiş zorlu mücadelelerin bir yan ürünü olarakgerçekleşebilir.

Türkiye’de Kürt sorunu eksenli modern ulusalakımlar, başlangıçta büyük ölçüde Marksizm bayrağıaltında ortaya çıktılar, ‘60’lı ve özellikle ‘70’li yıllarda.‘70’li yıllarda Kürt sorununu eksen alanlar parti vegruplar, farklılaşan çizgileriyle bir sol akımlar çeşnisioluşturuyorlardı. PKK bunlardan biri olarak sivrildi.Kendisini üstelik en tutarlısından marksist-leninistolarak tanımlıyor, hedefini sınıfsız toplum olaraksaptıyordu. Ulusal sorunu genel toplumsal sorunun birparçası olarak gördüğünü iddia ediyordu. Aşamalı amakesintisiz bir devrimden yana olduğunu söylüyordu.Ulusal bağımsızlığı kesintisiz nitelikteki bir devrimsürecinin yalnızca bir ilk aşaması olarak görüyordu.Bağımsız birleşik Kürdistan’dan sosyalist Kürdistan’a,elbette oradan da komünizme ilerlenecek iddiasında idi.İşte bu kültürden, bu gelenekten gelen, bu ideolojiyedayanan, mücadelesini de bu temel üzerinde ateşleyen,ilk önemli gücünü de bu sayede kazanabilen bir partioldu PKK. ‘90’lı ilk yıllara kadar da, hiç değilse resmisöylem planında, devrim iddiasını hala da koruyan birpartiydi. Gerçekte ise daha çıkışından itibaren ulusalsorun eksenli halkçı küçük-burjuva devrimcidemokratik bir akımdan öte bir şey değildi. Öteki herşey dönemin genel devrimci atmosferinin bu kimliküzerinden yüzeysel bir yansımasından ibaretti. NitekimEkim Devrim’in açtığı çığırın ifadesi tarihsel cereyangeride kalır kalmaz bu yüzeydeki sırlar hızla döküldü veküçük-burjuva ulusal demokratik kimlik tüm çıplaklığıile açığa çıktı.

Yine de Türkiye’de Kürt sorununun toplumungündemine devrimci demokratik programa ve kimliğedayalı bir parti tarafından sokulması dikkate değer birolgudur. Alt sınıfların ulusal enerjisini PKK eksenli

mücadele açığa çıkardı. Bu Türkiye toplumunu daderinden sarstı. İnkarcılığa büyük bir darbe vurdu. Kürtrealitesi devletin zirveleri tarafından kabul edilebilirhale geldi. Bunu önce Özal ve Demirel resmikonumlarıyla dile getirdiler. Sorun tüm toplumungündemi haline gedi. Tüm bunlar genel bir Marksizmiddiası ile devrimci demokratik bir bayrak altındayapıldı. Mücadele alt sınıflara dayalı olarak ve devrimcisöylemlerle yürütüldü. Kürt hareketinin bugüne kadarkazandığı herşey, şu anki pazarlık gücü de dahil, hep debu devrimci dönemin kazanımları oldular ve bugünekaldılar.

Son on yılda buna eklenmiş esaslı bir şey yok. Sonon yılın başlangıcı İmralı teslimiyeti idi. Bunun ilk beşyılında Kürt hareketinde büyük bir demoralizasyonyaşandı. Hareket büyük bir kargaşanın içerisine girdi vekısmi bir dağılma yaşadı. Son on yılın son beş yılındabaşarılan, bir yeniden toparlanmadan ibarettir. Ama buda o eski kitlesel destek ve eski kadrosal güçle başarıldı.Daha önce üzerinde durduğum koşullarda yeniden birmoral güç ve özgüven kazanan aynı güçler, aynı kitledestektir temelde sözkonusu olan. Bu bile, Kürtsorununda ulusal reformun, tam da devrimci gelişmeninbir yan ürünü olduğunu gösterir.

Biz komünistler, ulusal sorun ya da herhangi birbaşka toplumsal ya da siyasal sorun, bu düzen sınırlarıiçinde köklü ve kalıcı bir biçimde çözülmez diyoruz.Ama bu, bu düzende hiçbir şey çözülmez, sorununkapsamında herhangi değişiklik olmaz anlamınagelmez. Eğer bu sorunlar uğruna devrimci mücadeleverirseniz, bu düzen içerisinde de bu sorunlarkapsamında epeyce kazanım elde edebilirsiniz.Sözkonusu sorunları reforme etmek, yarattığı ağırlığıhafifletme anlamında ve yalnızca bu sınırlar içinde.

Marksizmin reformlar konusundaki bakışaçısıaçıktır. Marksizm reformlara karşı değildir. Tam tersine,onları devrimci mücadelenin kaçınılmaz yan ürünleriolarak görür ve kabul eder. Sorunun can alıcı noktası daişte burada, bu ele alıştadır. Reformlar devrimcimücadelenin yan ürünleri olarak mı kazanılacaklardır,yoksa kendi içinde bir program haline getirilip, böylecebu düzeni reforme etmenin, aynı anlama gelmek üzereonarmanın ve güçlendirmenin bir zemini miolacaklardır? Sorunun ve dolayısıyla devrimciMarksizm ile sosyal-demokrat reformizm arasındakianlaşmazlığın, buna uçurumun demek daha uygundur,özü işte budur.

Kürt sorununda halen fiilen ya da kısmen de resmengerçekleşmiş bulunan reformları zamanında devrimcibir çizgide ve devrim uğrunda verilmiş bir mücadeleyeborçluyuz. PKK’nın sürükleyici kadroları zamanındadevrimcilerdan oluşuyordu. Mücadelede kendini fedaederek hareketi bugünlere taşıyan kadroların büyük birbölümü de kendilerini marksist-leninist olarakgörüyorlardı. Nesnel konumları buna uygun düşmesede, öznel niyet ve duygularıyla bunda tümüyle samimiidiler de. PKK böyle bir dönemden, bu konum ve

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 3

Ulusal sorunda ref

Kürt sorunu üzerine 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 2013-13

eğilimlerden geçerek bugünkü düzen içi çizgisine geldi.Biz Kürt sorunu devrimle çözülür derken, Kürt

sorununda atılacak adımların da devrim sonrasınaertelenmesi anlamında hiçbir şey söylemiyoruz. Kararlıve tutarlı devrimci mücadeleyi bugün ne kadar iyiyürütürseniz, daha bugünden o kadar çok da taviz eldeedersiniz. Devrimci mücadeleyi terk ettiğiniz yerde isegeriye yalnızca reformlar kalır. Reformlar sınırları bellitavizlerdir, sorunu kökünden çözmezler. Yalnızcayumuşatır, yatıştırır, hafifletirler. Yani sendikalar iyimücadele ederlerse ücretleri artırırlar, iş güvencesi eldeederler, çalışma koşullarını iyileştirirler. Ama bu işçileriücretli köle olmaktan çıkarmaz, ücretli emeksömürüsüne tabi statülerini değiştirmez. Daha iyi birgelire ve nispeten daha iyi yaşam koşullarınakavuşurlar, ama sermayenin ücretli köleleri olarakkalakalırlar. Reform sömürüyü ortadan kaldırmaz,hiçbir biçimde temeline dokunmaz ama onu bir parçahafifletir. Sömürü ilişkilerinden doğan gerilimleriazaltır. Kurulu kapitalist düzen zemininde reformlar buanlama gelir. Buna kapitalist düzende reformalarıniğreti, koşullara göre geçici, hep yeniden gaspedilebilirniteliğini de eklemek gerekir.

Kürt hareketi devrimci bir gelenekten geldiği için,aslında Marksizmde ulusal sorunun çözümünün neolduğunu, ulusal özgürlüğün ve eşitliğin ne anlamageldiğini çok iyi bildiği için, reform platformuna geçtiğibir dönemde de devletsel oluşuma varabilecek bireşitlik istiyor. Ama bu tutumunda zerre kadar birtutarlılık yok. Devrime dayalı çözümü terkettiğiniz birdurumda ancak onunla kazanılabilir olanıisteyemezsiniz. İstersiniz ama alamazsınız. Ya ulusalreform çizgisi izleyeceksiniz, belli sınırlardaki tavizlererazı olacaksınız. Ya da köklü bir şekilde iki ulusarasındaki ilişkilerin yeniden yeni bir temel üzerindekurulmasını mı istiyorsunuz, o zaman devrim yolunututacaksınız. Reformlarla, burjuva gericiliği ile uzlaşmaarayışları içerisinde, emperyalistlerin hakemliğinde vesonuçta anayasal düzenlemelerle ne özgürlük ne eşitlikelde edebilirsiniz. Bu temelsiz hayallerle oyalanmaktır,kendini ve daha da kötüsü Kürt emekçilerinialdatmaktır.

Sorunları yumuşatmak, sorunların yarattığı derinacıları hafifletmek, onların doğurduğu gerilimleridüşürmek değil, sorunların kendisini çözmekistiyorsanız devrimci olacak, devrim yolunututacaksınız. Devrimci konum ve kimliğin özü budur.Toplumsal devrim, toplumsal sorunların köklü birbiçimde çözülmesi demektir. Bu kapitalist mülkiyetdüzeninin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. İlkadımı iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi vebüyük ölçekli özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır.Ardından zamanla her türlü ayrımın, her türlü mülkiyetilişkisinin tasfiyesidir. Bu, toplumsal sorunun köklüçözümüdür. Çağımızın devrimciliği budur, devrimciMarksizm bu demektir.

Biz, PKK artık devrimci demokratik bir hareket

değil derken, öznel bir tavırla kimseyi devrimcilikonurundan yoksun bırakıyor değiliz. Yalnızca nesnelgerçeklikten hareketle bilimsel bir tanım yapıyoruz.PKK, eksen aldığı sorunu kurulu düzen temeli üzerindeçözmek isteyen bir partidir artık. Kurulu düzen içindekibir parti ise en iyi durumda reformcu bir partidir.Devrimcilik kurulu düzeni temelden aşmak, onunlacepheden karşı karşıya gelmek demektir. Kuruludüzenin temellerine vurmak demektir. Temellerinindeğişmesini istemek demektir. PKK böyle birşeyistemiyor, böyle bir sorunu yok artık. Abdullah Öcalanyeni kitaplarında devrim düşüncesini kategorik olarakkarşı çıkıyor, devrim ilkesine, devrime ilişkin temelkavramlara savaş açmış durumda. Sınıfsal bakışı biryana bırakmanın, sorunların toplumun sınıf yapısı vemülkiyet düzeni ile derinden bağını bir yanabırakmanın bir sonucudur bu. Benim için sınıfsalöğenin sorunlardaki rolü en fazla yüzde ondurdiyebiliyor. Sorunların temelinde zihniyet sorununugörüyor, yapılması gereken zihniyeti değiştirmektir,diyor. Böylece materyalizm ile de her türlü bağınıkesmiş, felsefi idealizmin kampına da geçmiş oluyor.

Zihniyet sonuçta bir düşünsel durumdur, maddiilişkilerden doğar, maddi ilişkilerin zihinlerde biryansımasıdır. Bir düşünüş tarzıdır, adı üzerindeoturmuş bir zihinsel davranış biçimidir. Amakulübedeki düşünüş kulübe koşullarından,saraylardaki düşünüş saray koşullardan doğar, bubilimsel felsefe demek olan materyalizmin abc’sidir.Abdullah Öcalan sınıf sorununu yüzde ona indirgeyip,sorunların temeline zihniyet sorununuyerleştirdiğinden, böylece materyalizmden kopmuş,felsefi idealizm kampına geçmiş oluyor. Nitekim yenikitaplarına tamamıyla bu idealist düşünce tarzıegemendir. Abdullah Öcalan’ın yeni kitaplarını okuyup,bütün bunları açıklıkla görmemek için ya körlük ya dabilinçli ve kasıtlı bir samimiyetsizlik içinde olmakgerekir.

Bugünün PKK’si tipik bir sosyal demokratakımdır. Zira bütün sorunların yalnızca reformeedilmesinden yanadır. Kurulu düzenin temellerineherhangi bir itirazı yoktur. Zaten sorunları da butemellere bağlamamaktadır artık. Kadın sorunu üzerinekonuşup duruyor Abdullah Öcalan. Bu meselede çokderinleştiğini, önemli yeni sonuçlara ulaştığını söyleyipduruyor. Ama sonuçta kadın sorununu götürüp erkeğinbeşbin yıllık tecavüz kültürüne bağlıyor. Sorununtoplumsal temellerini bir yana bırakıp yüzeydekiyansımalarını esas alıyor. Kadın cinsinin tarihselezilmişliği ile sınıflı toplum gerçeği, sömürü vemülkiyet ilişkileri arasındaki kopmaz maddi ilişkileribir yana bırakıyor. Toplumsal bilimin son ikiyüz yıldakien tartışmasız verilerini görmezlikten geliyor. Bumateryalizmden, tarihin materyalist kavranışından,toplumsal gerçeğe sınıfsal bakıştan kopmanınkaçınılmaz bir sonucudur. Herşeyi zihniyetle izahetmek, kadın sorununu da götürüp erkek egemenliğinin

tecavüzcü zihniyetine bağlamayı gerektiriyor. Tarih birdizi toplum gördü ama cinsler arası ilişki, biçimdeğiştirmekle birlikte, özünde değişmeden kaldı. Ziraözel mülkiyete dayalı toplumsal ilişkiler de, bir dizibiçim değişikliğinden geçmekle birlikte, özübakımından değişmeden kaldı. Temel kaldığı için de ocinsel ezilmişlik bugün hala sürüyor. Temel ortadankaldırılmadığı sürece de sürmeye devam edecektir.

Bu, tüm öteki toplumsal-siyasal sorunlar için deaynen böyledir. En demokratik bir burjuva toplumundabile milliyetçi duygular, üstün ırk ya da kültüre ilişkingerici düşünce ve eğilimler, bundan beslenen ya dabunu kullanan akımlar ortadan kalkmaz. Şovenizm,milliyetçilik duyguları hep bir zehirli silah olarak kalır.

CMYKCMYK

form ya da devrim H. Fırat

e konferanslar... / 3 Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 2013-13

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 318 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Bu sorunu kökünden kazımak, ulusların gerçekeşitliğini kurmak mı istiyorsunuz? Devrim yolunututmalı, devrime dayalı bir strateji izlemelisiniz.Devrimciler sorunları temellerinden çözmek yolunututarlar. Kapitalist bir toplumda devrimci olupolmamanın temel kıstası da budur. Bu hiçbir biçimdereform sınırlarındaki kazanımların önemini ortadankaldırmaz. Tersine, tam da bu sayede onları olanaklıkılar ve güvenceye alır.

Kürtlerin bugün kazandığı herşey devrimci döneminbirikimiyle kazanıldı, bunu bir kez daha yineliyorum.Bugün kabul edilen herşey o dönemde zaten birbiçimde kabul de edilmişti fiilen. Şimdi ona yasal biçimvermek, o yasal biçimlerle Kürt emekçilerini aldatmakistiyorlar. Ama Kürt emekçileri kazanımların bukadarını çoktan sindirdiler, onlar artık bundan ötesiniistiyorlar. Özgürlük ve siyasal eşitlik istiyorlar. Ancakgerçek özgürlük ve siyasal eşitlik bu düzende reformlaverilmiyor. Bunun için devrim yolunu tutmak gerekiyor.

Türkiye sol hareketinin kuyrukçu kesimlerininulusal sorun konusundaki tavrı utanç vericidir. Bunlar‘70’li yılların devrimci geleneğinden gelen parti vegruplar. Ulusal sorun, Kürt sorunu eksenli olarak, odönemin en ilgi çekici, en çok incelenen ve tartışılankonularından biriydi. Bu inceleme ve tartışmalarda,Marksizm-Leninizm, PKK de dahil herkesin ortakbeslenme ve başvuru kaynağı idi. Hemen tüm parti vegruplar kendini bu ortak referans kaynağı üzerindenizah etmeye, doğrulamaya, haklı göstermeyeçalışırlardı. Dönemin bütün devrimcileri ulusal sorunailişkin marksist klasikleri okur, Marksizmin ulusalsorunu ele alışını iyi kötü bilirlerdi. ‘90’lı yıllarınortasına kadar hala da iyi kötü biliyorlardı. ‘90’larınortasından itibaren tüm bildiklerini görülmemiş bir hızlaunutmaya başladılar. İmralı sürecinden sonra isetümden unuttular. Örneğin bunlardan birinin 1994tarihli Kuruluş Kongresi belgelerine bakınız. Orada,ulusal sorunda reformist program mahkum ediliyor, buçizgideki Kürt ulusal partileri devrimin ezip geçeceğigüçler arasında sayılıyordu. Ama bunu diyenler, bunudediklerinden yalnızca bir iki sene sonra, üstelik tam daPKK devrimden hızlı bir kopma sürecine girdiği birsırada, onun kuyruğuna takıldılar. Hala da orada öyleceduruyorlar. PKK’de İmralı’dan geçip bugüne gelenonca köklü ideolojik, felsefi, programatik ve stratejikdeğişime rağmen üstelik.

Her sınıfın, herhangi bir sınıfı temsil etmekiddiasında her bir siyasal partinin, kendi ilkeleri,bağımsız programı, bunların ifadesi bayrağı vardır.Türkiye’nin kuyrukçu solunun kendi ilkeleri, kendiprogramı, kendi stratejisi, tüm bunların ifadesi kendibayrağı yoktur. Marksizmin denenmiş, sınanmış, 20.yüzyılın tüm deneyimi ile doğrulanmış ulusal sorunprogramının bunlar için artık herhangi bir anlamıkalmamıştır. En kaba bir tutarsızlığın ifadesi olarak halaresmi programlarında buna ilişkin sözler duruyor olsabile. Kuyrukçu solun mensupları, artık en pozitif birtanımla, “Kürt halkının dostları derneği”ninmensuplarıdır.

Emperyalizm çağında ulusal sorun genel sosyalistdevrim mücadelesinin bir parçasıdır. Ulusal sorunailişkin leninist bakışın ve programın abc’sidir bu.Emperyalizm çağında ulusal sorunu genel demokrasisorunundan, demokrasi sorununu ise sosyalistdevrimden ayıramazsınız. Ayırdığınız bir noktada,kapitalist toplum düzeni karşısındaki devrimci konumuyitirirsiniz. Kapitalizme karşı demokrasi mücadelesi,kendi dar sınırları içerisinde yalnızca bir reformmücadelesidir. Kurulu düzeni devrimci tarzdaaşabilmeniz için demokrasi mücadelesini toplumsaldevrim mücadelesine bağlamak zorundasınız. Bunu‘90’ların ortasına kadar herkes biliyordu, şimdiyseherkes unutmuş görünüyor. Kürt sorununu değiltoplumsal devrim mücadelesinin bir parçası olarak elealmak, değil sosyalizm perspektifi içindeanlamlandırmak, demokrasi sınırlarında bir devrimdenbile koparmış durumdalar. Türkiye gibi bir ülkededemokrasi sınırlarında bir devrim sorununun tüm teoriktutarsızlığını bir yana bırakarak söylüyorum bunu.

İşçi sınıfı, kapitalist toplum içindeki konumunun birsonucu olarak, toplumun en kucaklayıcı sınıfıdır. İşçisınıfının devrimci programında tüm öteki ezilen vesömürülen sosyal katmanların yanısıra ezilen uluslara,ezilen cinse, ezilen mezheplere yer vardır. Sosyalizmişçi sınıfı eksenli olarak tüm ezilenleri birleştiren birbayraktır. Sosyalizm programı toplumsal ve siyasalözgürlükler sorununu en kapsamlı bir biçimde içerenprogramdır. Siz toplumun karşısına kendi programınızlave stratejinizle çıkarsınız. Ama sizin dışınızda da ulusalhareket bir güç olarak vardır, evet. Verdiğinizmücadelede, izlediğiniz mücadele stratejisi içinde buhareket bir yere oturuyorsa, sizin yürüttüğünüzmücadele ile bağdaşıyorsa ya da bağdaştığı süreceonunla birliktesiniz, değilse kendi bağımsız çizginizdekendi yolunuzu yürürsünüz.

Ulusal sorunda Marksizmin kendi denenmiş bayrağıvardır ve 20. yüzyıl devrimleri somut olarakgöstermiştir ki bu bayrak altında yüründüğü süreceulusal sorunun devrimci çözümü olanaklıdır. “Halklarhapisanesi”ne son veren ve onbeş sosyalist cumhuriyetve sayısız özerk ulusal bölgeden oluşan SovyetlerBirliği, altı cumhuriyet ve iki özerk bölgesiyleYugoslavya, yanısıra Çin, yanısıra Çekoslavakya vb.bunun örnekleridir. Tüm bu ülkelerde yeni ulusalsorunlar, devrimler yozlaştıktan sonra, burjuva ilişkileryeniden yeşerdikten ve özellikle de egemen halegeldikten sonra yeniden sökün etmiştir.

Marksizm bayrağı altında devrimci partilerin zafereyürdüğü her yerde ulusal sorun çözümekavuşturulmuştur. Ezilen ulusların hakları eksiksizolarak verilmiştir. Uluslar ve diller arasında eşitliksağlanmıştır. Halklar kardeşçe yakınlaşmış vekaynaşmışlardır. Ama bunu başarabilmek için devrimmücadelesinin ateşi içinde kaynaşmaları, devriminzaferine birlikte yürümeleri gerekiyordu. Yugoslavyahalkları dışarda Nazilere, içerde Nazi işbirlikçisi büyükburjuvazi ve toprak sahiplerine karşı Yugoslav halkdevrimini birlikte başarıya ulaştırmasalardı, bu eşitliği

bulamaz, o kardeşliği kuramazlardı. Ulusal sorunungerçek çözüm yolu buradan, devrimden geçiyor.

Toplumda şovenizm zehirini akıtabilmenin, ezilenulus milliyetçi dargörüşlülüğünü kırabilmenin tek yolu,sosyal-siyasal mücadele içerisinde kaynaşmaktır, bununüzerinde gereğince durmuştum. Ama sosyal-siyasalmücadele bir bütündür. Ulusal sorunu kendi içindeayıramazsınız. Hele önce bir Kürt sorunu çözülsündiyemezsiniz, zira bunu demekle gerçekte onunçözümünü de olanaksız hale getirirsiniz. Sorunlarıbütünlüğü içinde ele almak, demokrasi mücadelesisınırlarında bile bunu böyle yapmak, Kürt sorununu,Alevi sorununu, kadın sorununu, bütün bunları içerensiyasal özgürlükler sorununu, bütünlüğü içinde elealmak zorundasınız. Devrimci demokrasi sınırlarındabile programınızın bir bütünlüğü olmalı. Elbettedevrimciyseniz eğer, bunda tutarlı ve samimi olmakistiyorsanız eğer.

Sorunu kendi içinde Kürt sorununa indirgerseniz,böylece ezilen ulus dargörüşlüğünün tuzağına düşer,ezilen ulus milliyetçiliğinde öteye de gidemezsiniz. Buele alış sorunu kısırlaştırır ve zaman içinde deyozlaştırır. Bir taraftan ezilen ulus milliyetçiliğinibesler, öte taraftan ezen ulus şovenizmini. Sorunçözülmez, tersine kangrenleşir. Daha karmaşık, dahazor, daha içinden çıkılmaz bir hal alır. Belki birsüreliğine yatışır gibi görünür. Yakıcı hale gelmişbölgesel emperyalist ihtiyaçlarından dolayı ABD’ninbaskısı, biti kanlanmış işbirlikçi burjuvazinin bölgeseltaşeronluk hevesleri ve hesapları, yürütmekteolduğunuz mücadelenin de basıncıyla birleşince, bazıtavizlere dayalı geçici bir durum ortaya çıkabilir. Amaböylece sorun esası yönünden çözülmez, tersine,gerçekte yerli yerinde kalır. Üç-beş yıl, bilemediniz beş-on yıl sonra daha büyük ve belki de içinde çıkılmasıdaha zor sorunlar demeti olarak karşınıza yeniden çıkar.

Kapitalizmde sorunlar çözülmez, süründürülürsadece. Geçici olarak hafifletilir, bir parça yumuşatılır,ama içten içe, derinden derine hep süregider.Kapitalizm dengesiz, ikide bir bunalımlarla, sorunlarla,çatışmalarlar yüzyüze kalan, bunları döne döne yenidenüreten bir toplumsal düzendir. Bu, ulusal sorun için deböyledir. Aynı burjuva toplumu içinde farklı uluslar yada ulusal topluluklar olduğu sürece, onlar arasındaeşitsizlik, önyargılar, düşmanlık, giderek boğazlaşmalar,burjuva düzenin dengesiz, çelişmeli, çatışmalı,karmaşık bunalımlara gebe yapısına bağlı olarakyeniden yeniden gündeme gelirler. Kapitalizmde sorunçözülmez, yalnızca bir süreliğine yatıştırılıp denetimaltına alınabilir. Bu da gerçekte onun sürümcemedekalması, değişen koşullara bağlı olarak da yenidenyeniden depreşmesi anlamına gelir.

Devrim yolu, reformistlerin düzen tabanı üzerindereformla elde etmek istediklerini, devrimci bir tarzdaelde etmek olanağı sağlar. Artı böyle bir süreç içindebiriktirdiği güçle de devrimin zaferini, dolayısıyla dasorunların köklü ve kalıcı çözümünü hazırlar. Devrimmücadelesin yan ürünleri olarak elde edilecek olanreformlarla sürekli güç toplayarak, bu mücadele içindetüm milliyetlerden emekçilerin her düzeydeki birliğinigüçlendirip pekiştirerek ilerler. Demek istiyorum ki,sosyal devrim uğruna mücadele reformu ortadankaldırmaz, tam tersine onu özellikle olanaklı kılar.

Hiçbir toplumsal ya da siyasal sorun tecrit edilerekkendi içinde ele alınamaz. Toplumsal-siyasal sorunlaraynı kurulu düzenin, aynı toplumsal temelin, aynı sınıfegemenliği sisteminin ürettiği sorunlardır. Siyasalözgürlük sorunu, ulusal özgürlük sorunu, kadınözgürlüğü sorunu, din ve vicdan özgürlüğü sorunu,bütün bu sorunlar bir bütündür. Temelde bunlardemokrasi sorunlarıdır. Ama kapitalist düzendedemokrasi mücadelesi, burjuva düzenin temellerinihedef almadan köklü ve kalıcı bir başarıya taşınamaz.Bunun için gerekli olan bir toplumsal devrimprogramıdır.

(Devam edecek...)www.tkip.org’dan alınmıştır...

Page 19: Kızıl Bayrak 2013-13

Dünya Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Kapitalizmin yapısal krizi, Avrupa’da kamu borçkrizi ve bankacılık krizi olarak, ikili bir kriz şeklindekendini dışa vurdu. Avrupa’da kriz, içine girdiğimizdönemde altyapıdaki sorunların devamlılığından veyapısal dinamiklerden dolayı daha yıkıcı bir içeriğebüründü.

Reel ekonomiler AB’nin başat ülkeleri dahil sonderece istikrarsız bir görünüm sergilemesi ve giderekkötüleşmesi varolan riskleri çoğaltıyor. Bunun yanı sıratroykanın agresif politikaları, ekonomik dalgalanmalarayol açıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın (ABM) parasalgenişleme hamleleri ancak krizin semptomlarını ortadankaldırdı. Avro bölgesinde kriz, şirketlerin 2 trilyon dolargelir kaybına yol açtı. Yine aynı bölgede her 10işletmeden 4’ü krizden şiddetle etkilendi.

Bölgedeki ülkelerin cari açıklarında ciddiyükselmeler yaşandı. Hem özel hem de kamu borçstoklarında orantısal yükselişler görüldü. Vesürdürülemez bir aşamaya yükseldi. İspanya’nın toplamborç stoku % 506’ya, Portekiz’in % 479’a,Yunanistan’ın %296’ya, İrlanda’nın % 1200’e ulaştı.

AB’de ağırlaşan ve yaygınlaşan resesyonu hem borçkrizi, hem de zombi bankacılık krizi izliyor.

Kriz AB coğrafyasını enfekte etti. Krizin sadece ABdeğil, küresel düzeye de bulaşma etkisi güçleniyor.

Avrupa’da krizin bulaşıcı etkisi güçleniyor,Yunanistan iflasın eşiğinde

Yapısal krizin AB’ye vurmasıyla birlikte, YunanistanAB’nin en zayıf halkası olarak dikkat çekmişti. Hızlaiflas sürecine giren Yunanistan, troykanın çok vektörlüyıkıcı saldırılarına maruz kaldı. Troyka Yunanistan’ınyeniden sömürgeleştirilmesi yönünde politikalar izledi.Sistematik karşı devrimci programlar uyguladı.

Troykanın “kurtarma paketleri”, rafine neo-liberalsaldırılar Yunanistan’da kronik yoksulluk, işsizleştirme,mülksüzleştirme şeklinde sonuçlar yarattı.

Yunanistan işçi sınıfı neo-liberal karşı devrimcisaldırılara son derece net yanıtlar üretti. 56 büyükgrevin gerçekleştiği Yunanistan’da, 23 genel grevyaşandı. Onlarca sektörel grev yapıldı.

Finans kapitalin Yunanistan’ı abluka altına alma veişçi sınıfını köleleştirme operasyonları sonuç vermedi.

Troykanın finansal operasyonları ve Yunanistanoligarşisinin sosyal yıkım programları, Yunanistan’dakisorunları “çözmedi” hatta daha da derinleştirdi.

Troykanın periyotlarla açtığı krediler zombibankacılık ve kamu borç krizinin yarattığı anafor içindeadeta yutuldu. Kredilerle bir müddet soluk alanYunanistan ekonomisi, yeniden çökme noktasına geldi.

Troykanın Yunanistan’a aktardığı “yardım”kredileri, narkotik bağımlılık içindeki bankalartarafından adeta emildi. Borçlarını ödeyemez noktayagelen Yunanistan hızla iflasın eşiğine sürüklendi.Yunanistan ancak borçlarının silinmesiyle nefesalabilecek noktaya geldi.

Özellikle borçlarını silinmesine Almanya mesafeliyaklaşıyor. Yunanistan’da yaşanacak gerçek bir iflassadece AB’nin Akdeniz havzası değil, AB’nin dominant

ülkelerini de içine alacak yıkıcı sonuçlar yaratabilir.

İspanya’da zombi bankacılık salgını veemlak iflası

İspanya, bir anlamda Yunanistan’ın yolundangidiyor. Yunanistan’da ki hükümet değişikliklerinebenzer değişiklikler İspanya’da da yaşandı. İspanya’daproto-faşist Mariano Rajoy hükümeti kuruldu.

Troykanın ultra neo-liberal politikalarını en sertbiçimde hayata geçiren Rajoy, sorunları çözemedi, dahada şiddetlendirdi.

İspanya’da işsizlik Avrupa’nın en yüksek oranınaulaştı. Son 5 yıl içinde yoksullaşma ve mülksüzleşmehızla yoğunlaştı. Rajoy hükümetinin radikal kemersıkma politikalarına rağmen kamu borçları İspanyatarihinin en yüksek noktasına ulaştı.

Hükümetin bütçe politikaları tutmadı. Bütçe açığıyükseldi. Özel sektörün borçlanma düzeyi giderek arttı.Ekonomiyi zorlayan ve iflaslarla, batık kredilerle ciddiriskler taşıyan bu durumu Rajoy hükümeti kontroledemedi.

İspanya bir zombi bankacılık cennetine dönüştü.Bankacılık sistemi çürümüş bir durumda ve sistemdezombi salgını devam ediyor. Bu duruma devletinmüdahaleleri ise palyatif kalıyor.

Bu arada İspanya yıkıcı bir emlak iflası içinegirebilir. İspanya’nın en büyük emlak şirketi RoyalUrbis’in borçları 4 milyar avroya ulaştı. Şirket ödemegüçlüğü çektiğini açıkladı.

Zombi bankacılığın yarattığı yıkıcı sonuçları karaparayla engellemeye çalışan hükümet, Kara paraoperasyonlarının açığa çıkması sonucu skandallarlasarsılıyor.

İspanya içine girdiği kamu borç krizi ve bankacılıkkrizinden çıkamıyor. Rajoy hükümetinin radikal tasarrufönlemleri ekonominin yaşadığı problemleri

yoğunlaştırıyor. Ülkedeki yıkıcı resesyon derinleşiyor.

Portekiz’de radikal sosyal yıkım politikalarıve kitlesel öfke

Portekiz ekonomisi kriz sonrası hızla küçüldü. 2013yılında küçülme devam edecek ve risk eşiğini aşmaihtimali çok yüksek. Troyka, Portekiz’in acil ihtiyaçduyduğu krediyi verme karşılığında sert kemer sıkmatedbirleri dayattı.

2011 yılının ortalarında ilan edilen kemer sıkmapolitikaları kitleler tarafından tepkiyle karşılandı. Buarada erken seçimler ilan edildi. Seçimleri liberal-muhafazakar çizgideki sosyal demokrat parti kazandı.Portekiz’de de teknokrat ve proto-faşist nitelikli yeni birhükümet kuruldu.

Başbakanlığa getirilen Manuel Coelho troykanındayattığı ultra-liberal politikaları katı bir şekilde hayatageçirmeye başladı.

Coelho hükümetinin bütçe açığını kapatmagerekçesiyle uyguladığı politikalar tam bir sosyal yıkımyarattı.

Portekiz’de işsizlik oranı % 18’e ulaştı. Son verileregöre 25 yaş altı kişilerde işsizlik oranı % 40’larayaklaştı. AMB, AB, IMF’nin oluşturduğu troykaPortekiz’e 78 milyar avroluk kredi vermeyi taahhüt etti.Troyka krediyi dilimler halinde ödeme taktiği izliyor.Kamu borç krizinde olan bütün ülkelerde uygulanan butaktikle, her kredi dilimine karşılık yeni sosyal yıkımpolitikaları dayatılıyor. Sağlıkta, eğitimde, ulaşımda vegenelde kamu harcamalarında sert kesintilerinyapılması isteniyor. Ücretlerde, emekli maaşlarındaorantısal düşürülmeler yaşanıyor. Troyka Portekiz’evereceği yeni kredi dilimi için benzer taleplerdebulundu.

Hükümet 2013 bütçesinde bu yaklaşımlarla 5,3milyar avroluk kesintiye gitti. Bunun somut

Güney Kıbrıs’ta iflas, Yunanistan’da yıkım, İtalya’da olağanüstü kamu borç yükü,Portekiz’de yıkıcı öfke...

Avrupa’da yeni ve yıkıcı kriz dalgası Volkan Yaraşır

Page 20: Kızıl Bayrak 2013-13

Dünya Sayı: 2013/13 * 29 Mart 201320 * Kızıl Bayrak

yansımalarından biri çalışanların ücretlerinden % 4’eyakın ücret vergisi adında hak gaspı oldu. Ayrıca zatenaçlık sınırında yaşayan işsizlerin işsizlik parasından %6’lık bir kesintiye gidildi. Emeklilik maaşı 1350 avroüzerinde olan emeklilerin maaşlarında da % 3,5’lik birkesinti yapıldı.

Portekiz’de kriz derinleşiyor. Radikal sosyal yıkımprogramları, toplumsal çelişkileri şiddetlendiriyor.Portekiz’de dikkat çeken en önemli gelişme toplumsalmuhalefetin parlamento dışı bir mahiyette yükselişioldu. İşçi sınıfının grev ve direnişleri büyük ve sarsıcıkitle hareketleriyle tamamlanıyor. Bunun son göstergesi10,5 milyonluk bir ülkede 1 milyon kişinin sokaklarıişgal etmesi oldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nde ekonomik çöküş

Kıbrıs Cumhuriyeti iflasın eşiğinden döndü. Troykamuazzam yaptırımlarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin acilihtiyaç duyduğu kredinin 11 milyar avrosunukarşılayacağını açıkladı. Bu süreç emperyal öznelerarasındaki gerilimleri de dışa vurdu. Hatta süreç bir jeo-politik hamle olarak gerçekleşti.

Kıbrıs Cumhuriyeti bugüne kadar bir off-shore ülkeolarak dikkat çekiyordu. Aynı zamanda bir zombibankacılık cennetiydi. Özellikle Rus oligarklarınınfinansal merkezi gibi hareket ediyordu. Kriz Kıbrıs’ınmali sistemini çözdü ve hızla çökme noktasına getirdi.Bankacılık sistemindeki sarsıcı sorunlar 2012’dekendini dışa vurmuştu. AB’nin Akdeniz havzasındakikriz senkronunun Kıbrıs’a yansıması uzun sürmedi.

Akdeniz havzasında yaşanan senkronizasyon birmüddet Kıbrıs’ın gözden kaçmasına yol açtı. Kıbrıs’taüstü örtülen problemler hızla dışa vurdu ve ülkede ciddisorunlar yaşanmaya başlandı. Rus oligarklarının sıcakpara transferleriyle soluk alan bir ekonomiye sahipKıbrıs, bankacılık sisteminin çürümesi yadazombileşmesiyle bloke oldu. 2013 yılına gerçek bir iflastehlikesiyle giren Kıbrıs’ın mali sistemindeki tahrifatınen azından geçici olarak onarılması için 17,5 milyaravroya acil ihtiyacı var.

Kıbrıs’ın (bugün için bir noktada kontrol edilen)olası iflası, AB içindeki zayıf halkaları sarsacak ve ABiçi entegrasyon düzeyi ile derinliği düşünüldüğündegiderek şiddetlenen bir domino etkisi yaratacakboyuttadır.

Seçimler sonrası başkanlığa gelen NicosAnastasiadis’in liberal-muhafazakar siyasal çizgisitroykanın yol haritasıyla uyumludur ve AnastasiadisKıbrıs’ta ultra neo-liberal politikalar uygulayacağıbugünden anlaşılmıştır.

Kıbrıs 2013 yılı içinde AB’nin gündemini işgaletmeye devam edecektir. Kıbrıs’taki gelişmelerYunanistan, Portekiz, İspanya hatta İzlanda veİrlanda’nın içinde bulunduğu durumla birliktedüşünüldüğünde AB’nin içine girdiği yüksek konjonktüraçığa çıkmaktadır. Buna İtalya ve Fransa’nın eklenmesibu konjonktürün ne derecede yıkıcı olduğunu ortayakoyuyor. Bugün Kıbrıs’ta yaşanan AB ve Rusyaarasında ki jeo-politik saflaşmanın önümüzdekidönemde artması yüksek bir ihtimaldir.

Dünyanın en borçlu ülkelerinden biri: İtalya.

AB kapitalizmin yapısal krizinin odak coğrafyasıolmaya devam ediyor. AB’yi saran krizin yıkıcılığınınfarklı dinamiklerle daha da arttığı bir sürecin içinegiriyoruz.

AB’nin 3. büyük ekonomisi olan İtalya’da kamuborç krizi derinleşiyor. Siyasal krizin eşiğinden şimdilikdönen İtalya 2013 yılının içinde büyük altüst oluşlarasahne olabilir.

İtalya dünyanın en borçlu ülkelerinin başındageliyor. İtalya’nın borçları 2 trilyon avroyu aştı. ABkriterlerinin çok üzerine çıkan İtalya’da kamu borçlarıGSYH’ın % 120’sine ulaştı.

2008 sonrasında şiddetli bir durgunluk içerisinegiren İtalyan ekonomisi son 4 yıl içinde % 6,2 oranındadaraldı. İşsizlik orantısal olarak büyüdü. Resmirakamlara göre % 11’e ulaştı. Gençler arasındaysa buoran % 40’lara yaklaştı. Reel ücretlerde sistematikdüşmeler yaşandı. Vergi oranlarında ters orantılı birşekilde artmalar göründü. Berlusconi’nin pro-faşisthükümetinden sonra iktidara gelen teknokrat hükümetradikal kemer sıkma politikaları izledi. Ne var ki bupolitikalar somut hiçbir sonuç vermedi.

İtalya’da yapılan son seçimler burjuvaegemenliğinin meşruiyetini sarsıcı sonuçlar doğurdu.Sınıf egemenliğinin en rafine, en rasyonel ve rızanın enkolay üretildiği biçimlerinden biri olan burjuvaparlamenter sistemin işlevsizliği ortaya çıktı. Kriz sürecitarihsel ve son derece geniş meşruiyet zemini olanburjuva egemenlik araçlarını bile işlevsizleştiriyor ve altsınıfların müthiş yıkıcı potansiyellerini açığa çıkarıyor.

AB’yi saran kriz sarmalı İtalya’da borç krizinitetiklemiş durumda. İtalya sert ve şiddetli büyük altüstoluş sürecinin içine girdi. Kamu borç krizininderinleşmesi, zombi bankacılık salgını ve burjuvasiyasal sistemindeki çözülmeler önümüzdeki dönemdeİtalya’da toplumsal çelişkileri şiddetlendirmesi yüksekbir olasılıktır. İtalya’da sınıflar mücadelesi yeni birmoment kazanıyor.

Berlusconi gibi pro-faşist bir figürün yenidensahneye sürülmesi, neo-faşist harekette gözle görülürgelişmeler İtalya’da siyasal tansiyonun yükseleceğininhabercisidir.

İtalya işçi sınıfı krize karşı ciddi reaksiyonlargöstermişti. Genel grev ve grevlerin yanında büyük kitlegösterileri yaşanmıştı. Bürokratik ve korporatistsendikal yapıların blokajlarıyla işçi sınıfı bir durgunlukiçine girmişti.

İşçi sınıfı kendisine yönelik yeni stratejik saldırılarakarşı, yeniden sokaklara çıkması, grev ve direnişlerleayağa kalkması yüksek bir olasılıktır. Özellikle otomotivve metal sektörü dikkatle izlenmelidir. İşyerikapatmaları, toplu tensikatlar, işçi azaltmaları sınıfınöfkesini ve kolektif reaksiyonunu açığa çıkaracaktır.

Fransa’da krizin yıkıcı sonuçları: Sanayi üretiminde ciddi gerileme,

işyeri kapatmaları

AB’de yaşanan kriz, sadece AB’nin periferisinideğil, AB’nin iki dominant ülkesinden biri olan,ekonomik güç olarak avro bölgesinin ikinci büyükgücünü oluşturan Fransa’yı da şiddetle etkiledi.

Periferide, özellikle AB’nin Akdeniz havzasında

yaşanan kriz senkronu önce İspanya’yı, ardındanİtalya’yı etkileyecek ve sarsacak boyuta ulaştı. DalganınFransa’yı vurması uzun sürmedi.

Krizin yeni evresinde İspanya ve İtalya’dan sonraFransa ve Belçika gibi ülkelerde krizin anaforu içinegirdi. Bu gelişmeler krizin şiddetini ve yayılma gücünüortaya koymaktadır.

Fransa’da işsizlik son 15 yıllık kesitin en üstboyutuna ulaştı. Avro bölgesindeki bütçe açığınınGSYİH’ın % 3’lük sınırı Fransa’da aşıldı. Ekonomidedurgunluk sürüyor. Hollande hükümeti 2013 yılıbütçesini hazırlarken büyüme oranını % 0,08 üzerindenkurdu. Bu mütevazi kurgu bile bugünden çökmenoktasına geldi.

Büyüme oranını % 0.01 veya 0 olması bekleniyor. Sosyalist Hollande, farklı sosyalizasyon vaatleri ile

iktidara gelse de kısa zamanda radikal neo-liberalpolitikalar uygulamaya başladı. Hollande hükümetininen başta sağlık, eğitim ve ulaşımda kamuharcamalarının kısıtlanması yönünde bir programıdevreye sokması bekleniyor. Aynı zamanda önümüzdekigünlerde kapsamlı bir vergi yasasının gündeme gelmesiyüksek bir olasılıktır.

Fransa ekonomisi 2000’li yılların başından beriresesyon içinde. Yapısal krizin Fransa’ya yansımasıFransa’yı ciddi oranda sarstı. Fransa bu süreçten şiddetleetkilendi. AB içindeki ekonomik nüfuzunu kaybetmeyebaşladı. Almanya’nın ataklarına ekonomiksorunlarından dolayı yanıtlar üretemedi. Resesyonunağırlaşması, kamu borçlarında artışın sürmesi ve zombibankacılık krizinin devletin muazzam operasyonlarıylageçici kontrol altına alınması Fransa’yı bloke etti.

Sarkozy’nin Libya agresyonu, İngiltere-ABD ilegirdiği ilişkiler bu blokajı kırma çabası ve Almanya’nınAB içindeki hegemonik hamlelerine yanıt oldu.

Hollande, Mali işgaliyle bu süreci bir başkadüzlemde sürdürdü. Orta Afrika Cumhuriyeti’ndekigelişmelerde benzer adımlar olarak değerlendirilebilir.Bu arada Hollande hükümeti işsizlik, ekonomik büyümeve kamu borçlarının rasyonalizasyonu yönünde somutbir adım atamadı.

Fransa’da resesyon, kapitalist krizin yıkıcı etkileriylegiderek ağırlaştı.

2000 yılından bu yana sanayi üretiminde şiddetlidüşüşler yaşandı. Krizin yansımasıyla işyeri kapatmalarıve tensikatlar yoğunlaştı. 2012 yılında sanayide 125bine ulaşan istihdam azalması yaşandı. İşsizlik orantısalolarak yükseldi. Sanayi ve hizmet sektöründe yaşanandaralma arttı. Özellikle otomotiv sektöründe görünenkronik kapasite fazlalığı sektörü şiddetle sarstı.2010’dan itibaren özellikle 2012’de sektörde ciddi altüstoluşlar yaşandı. Sektörde yaşanan sorunlar ancak

Page 21: Kızıl Bayrak 2013-13

Kızıl Bayrak * 21DünyaSayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

devletin sübvansiyonlarıyla aşılmaya çalışıldı. Busübvansiyonlarda bir yere kadar etkili olabildi. 2012yılında ağırlıkta iç pazar ve Avrupa pazarına üretimyapan, küresel düzeyde Pazar kapasitesi zayıf olanPegeout, 2012 yılında 5 milyon avro zarar etti.Pegeout’nun gündeminde şirketin daralması var. 2014yılında Pegeout, Paris’teki en büyük fabrikalarındanbirini kapatacağı ve 11 bin işçinin işine son vereceğiniaçıkladı. Citroen şirketi de ciddi problemler yaşıyor.Citroen bazı fabrikalarını kapattı ve işçi çıkarmalarıyaptı. Renault’un durumu da giderek kötüleşiyor.Renault şirket olarak kısmen devlet denetiminde olmasıve ortaklık yaptığı Nissan’ın karlılığıyla, 2012 yılınıkarla kapattı. Renault bu pozisyonunu hızlakaybedebilir. Renault 2016 yılına kadar 7500 işçiyiçıkaracağını açıkladı. Aynı zamanda Fransa merkezlibazı üretim birimlerini kapatacağını bildirdi.

Fransa’ya AMB sert uyarılarda bulundu. HattaFransa’da yaşanan ekonomik sorunlara acil çözümlerbulunmaması halinde Fransa’nın büyük bir çöküşsürecine gireceği yönünde yorumlar yapılmaya başlandı.

AMB tasarruf önlemlerinin radikal bir biçimdeuygulanması uyarısında bulundu. Hollande hükümetisert kemer sıkma politikalarını gündeme getirirken,bunun yanında Mali işgalinde olduğu gibi emperyalistagresyon politikaları izliyor.

Fransa’nın radikal sosyal yıkım programları veözellikle metal ve otomotiv sektöründe görülen şiddetligerilemeler sonucu, 2013-2014 yılında yoğun sınıfmücadelelerine sahne olması yüksek bir olasılıktır.

Hollande hükümetinin, finans kapitalin yeni sözcüsüolarak radikal neo-liberal politikaları devreye sokması,Fransız işçi sınıfını hızla harekete geçirecektir. İşyerikapatmaları ve yaygın tensikatlar Fransa işçi sınıfınınradikalizasyonunu arttıracaktır.

Kriz ve Avrupa’da sınıfsal öfke patlamaları

Troykanın AB’deki kamu borç krizini kontrol etmeçabaları sonuç vermiyor. Çürümüş, zombileşmişbankalara ve şirketlere büyük sermaye aktarımları ancakkısa dönemli iyileşmeler yaratıyor. Zombileşme salgınadönüşüyor.

Hazine varlık alımları ve kredilendirmeoperasyonları semptom tedavisinden öte bir işlevgörmüyor.

Hükümetlerin finans kapitalin merkez bankasıdesteğiyle borçlarını garantilemesi, muazzam maliteşvik ve hazine fonlamaları sorunları çözmüyor.

AB’de kriz derinleşiyor ve yıkıcı etkisi güçleniyor.Hükümetlerin ultra neo-liberal politikaları şiddetleniyor.Krizin bütün faturası kemer sıkma politikaları adı altındatopluma mal ediliyor, finans kapital karşı devrimcipolitikalarla emeğin tüm tarihsel kazanımlarınasaldırıyor. Sosyal yıkım politikalarıyla işçi sınıfıköleleştirilmeye, açlığa ve işsizliğe mahkum ediliyor.

Krizin AB’ye yansımasıyla birlikte sınıf ve kitlehareketi son 5 yıllık dönemde gerçekleştirdiği büyükdalga yeni bir yükseliş eşiğine girdi. 2013 yılı Avrupa’dasınıf mücadelesinde yeni bir momenti simgeliyor. Bununilk ve sarsıcı işareti Portekiz de yaşandı. On buçukmilyon nüfuslu Potekiz’de kemer sıkma politikalarınakarşı bir milyon kişi ayağa kalktı. Sadece Lizbon’da beşyüz bin kişi harekete geçti. Lizbon sokakları, caddeleri1974 Karanfil Devrim’inin şarkılarıyla yenidenkucaklaştı ve güzelleşti, kitlelerle özgürleşti.

Yunanistan’da uzun soluklu ayaklanma hali sürüyor.Yunanistan işçi sınıfı yorulmak bilmez bir güçle vekararlılıkla finans kapitalin yıkıcı politikalarınadireniyor. Yunanistan 56. büyük grevini, 23. genelgrevini gerçekleştirdi. Yunanistan’da sınıflar mücadelesiyeni bir evreye girdi. Seçimler sonrası kurulan yenihükümetin saldırıları sınıf hareketinde senkronizegelişmelere yol açıyor. 2013-2014 yılında Yunanistan’dasınıfsal kutuplaşmanın şiddetlenmesi beklenmelidir.

Yunanistan’ın borçlarının silinmemesi halinde iflası

gündemdedir. Böylesi bir gelişme veya Troyka’nın katıyaptırımları, yeni ve yıkıcı saldırıları Yunanistan işçisınıfının şiddetli öfke patlamalarına yol açacaktır.

Yunanistan işçi sınıfı genel grevler ve kitlegösterilerinin muazzam birikimiyle yeni bir dönemegiriyor. Bu birikimlerin yol göstericiliğinde uzun soluklugenel grevlerin yaşanması, cadde ve meydan işgalleri,parlamento blokajları, sert sokak savaşlarının yaşanmasıyüksek bir olasılıktır.

Yunanistan’da neo-faşist hareketin gücü vemobilizasyonu, sokağı kullanma yeteneğiyle Yunanistandevletinin karşı devrimci tertip ve provakasyonlarınınyaygınlaşması da ihtimal dahilindedir. Polis devletiyönündeki gelişmeler, fiili sıkı yönetim uygulamalarıYunanistan’da sınıf mücadelesinin bir yansıması olarakkarşımıza çıkabilir.

Yunanistan’da yaşanacak bir iflas ülkede büyük altüst oluşlara yol açacaktır. Yunanistan’da sınıflarmücadelesi şiddetli bir dönemecin içindedir. Bu süreçAvrupa coğrafyasında bir dizi fay hattının da kırılmasınayol açabilir. Bu fay hatlarında sınıfsal öfke ve enerjibirikmiş durumdadır.

İspanya’da yaşanması muhtemel emlak iflası,İspanya’da toplumsal öfke patlamalarını beraberindegetirecektir. Bu gelişmenin İberya bölgesini sarmasıyüksek bir olasılıktır.

Kriz Fransa’nın yanında Belçika’yı da enfekte etti vesarsmaya başladı. Fransa ve Belçika da otomotiv vemetal sektöründe yaşanan iş yeri kapatmalarına karşısınıfsal öfke patlamaları yaşandı. Yer yer sokak savaşlarıgerçekleşti. Bugün açısından lokal öfke patlamalarışeklindeki bu gelişmelerin, içine girdiğimiz süreçteyaygınlaşması beklenmelidir.

Fransa’da Pegeout ve Renault’un bazı fabrikalarınıkapatmaları ve toplu tensikat politikaları sınıfın sokağaçıkmasını ve yeni işgal ve direnişler gerçekleştirmesiniberaberinde getirecektir. Petrokimya, lastik, çelik, ilaç vematbaacılık sektöründe benzer gelişmeler yaşanabilir.

Almanya’nın da bu dalganın içine girmesibeklenmelidir. Devlet sübvansiyonlarının etkisiylebugün açısından krizin yıkıcı sonuçlarını yaşamayanAlmanya önümüzdeki dönemde ciddi problemleryaşayabilir. Almanya’da özellikle otomotiv ve metalsektörü dikkatle izlenmelidir. Bochum opel fabrikasınınkapatılması bu gelişmelerin ön habercisi olarakdüşünülebilir. Bochum’ u Thyseen izledi. Thyseen-Krupp 4 bin işçiyi kapsayan işten çıkarmayı gündeminealdı.

Avrupa’da krizin derinleşmesi İspanya ve İtalya’yıetkilemesi hatta Fransa’yı sarsması, Almanyaekonomisinde yıkıcı sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.

2013-2014 yılı Alman işçi hareketinin yükselişinesahne olabilir. İçine girdiğimiz yeni moment bu olasılığıyükseltmektedir.

Böylesi bir dalganın balkanlarda ve doğu Avrupa’dasenkronlar yaratması da kaçınılmazdır. Slovakya veMacaristan’da yaşanan ekonomik kriz en somutgöstergelerden biridir. Bu ülkeleri Romanya veBulgaristan izliyor. Doğu Avrupa ve Balkanlarekonomik ve siyasal krizlerle sarsılıyor. AB’nin ikinciperiferisinde de büyük alt üst oluşlar yaşanabilir.

Avrupa’da içine girilen yüksek konjonktür zamanınruhunu değiştirmiştir. Artık Avrupa büyük sınıfsal öfkepatlamalarına gebedir.

Yunanistan halkıölümün pençesinde

Troyka çetelerinin Yunanistan devletiaracılığıyla hayata geçirdiği yıkım politikalarınınsonuçları, komşu ülkenin işçi ve emekçilerininhayat koşullarını her gün daha da çekilmezkılmaktadır. İşsizlik, hayat pahalılığı, eğitimbütçesinde yapılan kesintilerin sonucu olarakeğitim haklarının ellerinden alınması ve sağlıkolanaklarından yoksun kılınmaları bugün;Yunanistan’da olağan bir durum haline gelmiştir.

Sağlık alanında yapılan kesintilerin sonucuolarak kanser gibi ölümcül hastalıkların pençesinedüşen emekçilerin ülkede tedavisi artık erişilemezbir lüks haline gelmiştir. Troyka çetesinin dayattığıpolitikaların sonucu olarak, kanser tedavisini sağlıkkasaları artık ödemiyorlar. Tedavi için zorunlu olanilaçların bedelini hastalar kendi ceplerindenödemek zorunda bırakılıyorlar. Ayda üç bin avroyubulan ilaçları alamayan hastalar, ya ölümeterkediliyor veya bu ilaçların daha kalitesizini veucuzunu komşu ülkelerden, Bulgaristan, Romanyaveya Türkiye’den almak zorunda kalıyorlar.Hastanelerde çalışan personelin azaltılması vebozuk cihazların tamir ettirilmemesinin sonucuolarak da, hastanelerin hizmet verme kalitesioldukça düşmüş durumda.

Bununla birlikte kanserin tedavisi neredeyseolanaksız hale gelmekte. Bir çok hasta,hastanelerde kendilerine sıra gelmesi için üç-dörtay bekletilmektedir. Hastane sırası gelen hastalarınmasrafları ise 1000-2000 avroyu bulmaktadır.Radyasyon tedavisi, sınırlı sayıdaki ‘şanslı’ hastadışındakiler için olanaksız olmuştur. Sıranınkendilerine gelmesi için 3-4 ay bekleyen ağırhastaların tedavisi olanaksızlaşmakta, gerçekte iseburjuva devlet eliyle bu hastalar ölüme terkedilmektedir.

Emperyalizmin dayattığı koşullarla ülkede işçisınıfı ve emekçilerin hayatta kalma koşullarıçekilmez bir hal almışken, Euro Bölgesi BaşkanıJean Claude Juncker, “Yunanistan’a yapılacak yeni

ödeme üzerinde siyasi mutabakat sağlamış

olmaktan dolayı çok mutluyum” diyerekemperyalizmin gerçek yüzünü göstermiştir.

Aynı anlaşmanın sonuçlarını, YunanistanBaşbakanı Antonis Samaras da kredi dilimi üzerindeuzlaşılmış olmasını memnuniyetle karşıladıklarınıbelirterek, “Her şey gayet iyi gitti. Yarın tüm

Yunanlılar için yeni bir gün olacak” demiştir. Bu asalaklar ve satılmışlar sürüsü ‘Yunanlar için

yeni bir gün olacak’ derken, kuşkusuz ki kendisınıflarının çıkarları adına konuşuyorlar. Komşuülkemizin işçi ve emekçileri için “yeni bir gün” iseancak yükselttikleri mücadelenin zaferiyle mümkünolur.

*Sağlık koşullarıyla ilgili bilgiler RF News’denderlenmiştir.

Page 22: Kızıl Bayrak 2013-13

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013Dünya

Barack Obama, ABD başkanı olarak seçildiğinde,ilk ziyaretini Mısır’a yapmış, Kahire’den Arapdünyasına seslenmişti. Filistin sorununun çözümübaşta olmak üzere, Ortadoğu’da barış ve istikrar içinçalışacağını vaat ederek, Arap halklarına şiringörünmeye çalışmıştı.

Kahire’de nutuk atan Obama’nın derisinin rengininsiyah olması, farklı kesimlerde temelden yoksunbeklentilerin oluşmasını kolaylaştırmıştı. Elbette buham hayallerin ömrü uzun olmadı. Zira ABD’ninbaşkanları, politikayı derilerinin rengine göre değil,büyük tekellerin emperyalist çıkarlarına görebelirlerler. Bu çıkarlar ise, dünyanın işçileri, emekçilerive ezilen halklarının çıkarlarıyla her zaman tabantabana zıttır.

Obama’nın ikinci defa ABD başkanlığınaseçilmesinden sonra ilk ziyaretini siyonist İsrail’egerçekleştirmesi ve İsrail’de ilk ziyaret ettiği yerin,ABD’nin mali ve teknik yardımlarıyla kurulan “DemirKubbe” adlı füze üssünün olması, “siyahi başkan”danbeklentilerin son kırıntılarını da silip süpürdü.

Irkçı-siyonizme tam destek

Obama’nın İsrail’de yaptığı açıklamalar, ziyaretettiği mekanlar, ırkçı-siyonist hükümetin başıBenyamin Netanyahu ile iki seansta 8 saat sürengörüşmeler yapması, ABD’nin İsrail’e tam, koşulsuzve sınırsız destek sunmaya devam edeceğinin ilanıniteliğindeydi.

İsrail’in özel önem taşıyan bir müttefik (ABDBaşkan Yardımcısı Joe Biden’e göre İsrail,Amerika’nın dünyadaki en düşük masraflı savaşgemisidir) olduğunu vurgulayan Obama, ırkçı-siyonistrejimin sonsuza kadar yaşayacağını, ABD’nin “Yahudiİsrail devleti”nin güvenliğini kendi güvenliği kabulettiğini ve her koşulda bu devleti koruyacaklarını ilanetti.

Irkçı-siyonizmin simge isimlerinin mezarlarınıziyaret eden Obama, İsrail’in Yahudi yerleşim yerlerikurma çalışmalarını dondurması gerektiği yönündekigeçmiş açıklamalarını rafa kaldırdı. Filistintopraklarının silah zoruyla gasp edilmesi anlamınagelen Yahudi yerleşimlerinin kurulamasına alenidestek veren “siyahi başkan”, yüzsüzce “iki devletliçözümden yana olduğunu” iddia etti. Oysa biliniyor ki,Yahudi yerleşimleri Kudüs’ün doğu kesimi ile BatıŞeria’yı delik deşik etmiş ve iki devletli çözüm diyesunulan şeyin gerçek hayatta bir karşılığınınolmadığını, yıllar önce somut olarak göstermişti.

İran ve Suriye’ye tehdit

Irkçı-siyonist rejime sınırsız destek ilan edenObama, İsrail’de yaptığı küstahça açıklamalarla İranve Suriye’yi tehdit etti. Suriye’de kimyasal silahlarkullananlar emperyalistler desteğindeki silahlı çetelerolduğu halde, Baas yönetimini hedef alan Obama,kimin kullandığında bağımsız olarak, her tür kimyasalsilahın kullanımından Beşar Esad yönetimini sorumlututacaklarını ilan etti.

Kimyasal silahların kullanılması durumunda Baasyönetiminin bunun bedelini ödemek durumundakalacağı tehdidini savuran Obama, Beşar Esad’ın

yönetimden çekilmek zorunda olduğunu söyleyerek,Suriye’deki yıkıcı savaşı daha da körüklemeyehazırlandığı sinyalini verdi. Kimyasal silahlarla ilgilisözler, emperyalistler güdümündeki silahlı çetelerin busilahları kullanma ihtimallerinin yüksek olduğunaişaret ediyor.

Suriye’nin yanı sıra İran’a da tehditler savuranObama, İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek hiçbirgelişmeye izin vermeyeceklerini, ırkçı-siyonistlerhuzurunda ilan etti. İran için tüm seçeneklerin masadaolduğunu tekrarlayan Obama, İsrail’in, bu konudaABD’ye danışmadan kendi güvenliği için istediği gibihareket etme özgürlüğü olduğunu vurguladı.

Obama’nın küstah tehditlerine anında karşılıkveren İran’ın dini Lideri Seyyid Ali Hamaney, İsrail’inİran’a herhangi bir saldırıda bulunması durumunda,karşılığın beklenmedik sertlikte olacağını belirterek,Tel Aviv ve Hayfa’yı ezmekle tehdit etti. Hamaney’inanında bu sert karşılığı vermesi İran’ın tehdidi ciddiyealdığının göstergesi kabul ediliyor.

Filistin yönetimine havuç-sopa

İsrail’den Batı Şeria’ya geçen Obama, Filistinyönetimi başkanı Mahmud Abbas’la görüştü. İsrail’invergi gelirlerini gasp etmesinden, 500 milyon dolarvaat eden Arap Birliği’nin ise, tek bir sentvermemesinden dolayı mali iflasın eşiğinde bulunanAbbas yönetimine 500 milyon dolar vaat eden Obama,bunun karşılığında Filistinlilerin İsrail’in tüm saldırı vedayatmalarına boyun eğmesini istedi.

Yahudi yerleşimleri inşaatının birandadondurulamayacağını, Batı Şeria’da da tekrarlayanObama, vaat ettiği dolarlar karşılığında, Abbasyönetimine onursuz bir teslimiyet dayattı. Vaat edilenparaya ihtiyacı olan Abbas yönetimi, bu onur kırıcıduruma çaresizce katlanmak zorunda kaldı. ABD’denmedet uman Mahmud Abbas ve yönetimi bir kez dahahayal kırıklığı yaşamaya mahkum oldu. ABD’nin“arabulucu” değil ırkçı-siyonizmin “hamisi” olduğuortada iken, Abbas yönetiminin düştüğü durum, ezilenbir halk adına emperyalistlerden medet ummanınahmaklıktan başka bir şey olmadığını bir kez dahagözler önüne sermiştir.

Obama’nın derdi Filistin direnişini bitirmek veİsrail’in tüm dayatmalarını Filistin yönetimine kabuleettirmektir. 500 milyon dolar rüşvet vaat etmesibundandır. Ancak bu beklentiyi Abbas yönetimikarşılasa bile, Filistin halkı karşılamayacak ve siyonistişgal devam ettiği sürece direniş de devam edecektir.Nitekim Obama’ya karşı yapılan protesto gösterileri veüçüncü intifada için yapılan çağrılar, Filistin halkınınemperyalistlerden bir beklentisinin olmadığının yenibir kanıtı oluştur.

Ürdün’ün Suriye savaşındakirolü arttırılıyor

Batı Şeria’dan sonra Ürdün’e giden Obama, KralAbdullah’la görüştü. Suriye’de savaşan silahlıçetelerin eğitim üslerinden biri olan Ürdün, aynızamanda mülteci akınının duraklarından biridir.Suriye’deki yıkıcı savaşta açık tutum almaktan uzak

durmaya çalışan Ürdün kralının, silahlı çetelerin CIAtarafından eğitilmesine evsahipliği yaptığının ortayaçıkması ile emperyalist cephenin safında yer aldığıkanıtlandı.

Suriye’den gelen mültecilere onur kırıcı bir yaşamdayatan Ürdün yönetimi, sınırı kapatmayahazırlanıyordu. Ancak Obama’dan aldığı emir ve 100milyon dolarlık rüşvet karşılığında bu kararından vazgeçtiğini açıkladı. Suriye’deki yıkıcı savaşı daha daderinleştirmek için çaba harcayan ABD’nin, gericiÜrdün rejimine bu alanda daha etkin bir rol oynamasıiçin emir verdiği belirtiliyor.

25 yıl boyunca CIA’dan maaş alan eski Ürdün kralıHüseyin’in oğlu olan Abdullah, tıpkı babası gibiABD’nin sözünden çıkmayan biridir. Buna karşınABD emperyalizminin koruyup kolladığı kuklalararasında yer alıyor. Zira İsrail’le yakın işbirliği içindebulunan Ürdün yönetimi, siyonistler açısından kritikbir yerde durmaktadır.

Emperyalist/siyonist tehdit büyüyor

Hem Obama’nın verdiği mesajlar, hem ardındangörüşmelere devam eden ABD Dışişleri Bakanı JohnKerry’nin yaptığı açıklamalar, bölge halklarını hedefalan emperyalist/siyonist tehdidin güçlenmekteolduğunun işaretlerini verdi.

Siyonizme fütursuz destek, İran ve Suriye’yeküstahça tehdit, ırkçı-siyonistlerle dinci-gericiAKP’nin barıştırılması, Ürdün’ün Suriye’deki yıkıcısavaştaki rolünün arttırılması, Filistin yönetimineyapılan onur kırıcı dayatmalar…

Tüm bunlar, emperyalist/siyonist saldırganlığınivme kazanacağının göstergeleridir. Bu arada,Suriye’deki yıkıcı savaşta oynadıkları uğursuz rol ileemperyalist/siyonist saldırganlığın tetikçiliğini yapankarşı-devrimci üçlü cephe (Türkiye-Katar-SuudiArabistan) ile İsrail arasındaki ilişkilerin siyonistlerleAKP’nin yeninden kucaklaşması ile pekişme sürecinegirmesi, gerici çatışmaların bölgeye yayılması riskiniiyice arttırmaktadır.

Emperyalist/siyonist saldırganlığa karşıbirleşik direniş…

Gerici savaşların nasıl da yıkıcı bir hal aldığı, yanıbaşımızdaki Suriye’de tüm dehşetiyle gözler önündeduruyor. Emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerininbu çatışmaları bölge sathına yayma hazırlığı, çanlarıntüm Ortadoğu halkları için çaldığının uğursuzhabercisidir. Dinci-Amerikancı AKP iktidarının busaldırgan paktın vurucu gücü olması gerçeği, Türkiyeişçi sınıfı ve emekçilerinin geleceğini tehdit eden birduruma işaret ediyor.

Emperyalist/siyonist saldırganlığa karşı durma, busaldırıya maruz kalan halklarla dayanışma, Türkdevletinin bu tehlikeli planda oynadığı rolü engellemeve halkların birleşik direnişini örmek konusundaTürkiye işçi sınıfına, emekçilerine, ilerici-devrimcigüçlerine ve tüm ezilenlere önemli sorumluluk vegörevler düşmektedir. Bu görevlerin başarısı içinçalışmak, her anti-emperyalist/anti-siyonist parti,örgüt, kurum veya kişilerin görevidir.

Barack Obama’nın Ortadoğu ziyareti…

Page 23: Kızıl Bayrak 2013-13

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013 Dünya

Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleştirilen 24. ArapBirliği Zirvesi, gericiliğin seremonisinden ibaret kaldı.Dönem başkanlığını Irak’tan devralan Katar emirininyönettiği zirveye, gericilerin nutukları damgasınıvurdu.

Zirveyi yöneten Katar Emiri Şeyh Hamad BinHalife El Tani, birliğin Genel Sekreteri Nebil El Arabi,Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,emperyalistler güdümündeki Suriye MuhalifKoalisyonu Başkanı Muaz el Hatip gibi figüranlarınöne çıktığı zirvenin gündemine, Suriye’deki yıkıcısavaşın daha da şiddetlendirilmesi damgasını vurdu.

“Arap Birliği’nin tabutuna son çiviDoha’da çakıldı”

ABD Başkanı Barack Obama ile Dışişleri BakanıJohn Kerry’nin Ortadoğu ziyaretinin hemen ardındantoplanan bu zirve, denebilir ki, Arap Birliği’nintarihindeki en utanç verici zirvelerinden biri oldu.

Emperyalistler güdümündeki düşkün figüranlarınbaşı olan Suriye Muhalif Koalisyonu Başkanı ŞeyhMuaz el Hatip’e Suriye’nin koltuğunu bahşeden Katar,Birliğin kuruluş amacı ve tüzüğünü ayaklar altınaalmasına rağmen, masaya yumruğunu indiren tek birkişi olmamıştır. Cezayir, Irak ve Lübnan kararıonaylamamakla birlikte, pasif muhalefet dışında birşey yapamadılar. Diğerleri ise, savaş aygıtı NATO’nunSuriye’ye müdahale etmesini isteyen Şeyh el Hatip’insalona girişini alkışlayarak karşıladılar.

Emperyalist/siyonist güçlerin Ortadoğu planlarınınuygulanması için seferber olan Şeyh Hamad’ın, “bubirliğin lideri benim” havalarında boy gösterebilmesi,haklı olarak, pek çok Arap gazeteci ve siyasi yorumcutarafından, -zaten kayda değer bir misyonu olmayan-Arap Birliği’nin iflası olarak nitelendirildi. Suriyeli birsiyasi analizci ise, zirveyi, “Arap Birliği’nin tabutunaçakılan son çivi” olarak değerlendirdi.

NATO’dan yardım dileyen şeyh kürsüde

Katar Emiri Şeyh Hamad’ın davetiyle salona girenşeyh el Hatip, Suriye koltuğuna kurulurken, “SuriyeBaşbakanı” Amerikalı işadamı Gassan Hito’dayanındaydı. Ama nedense zirvede ABD’nin atadığıbaşbakan değil şeyh el Hatip ön plana çıktı.

Arap Birliği temsilcilerine hitap eden şeyh el Hatip,Türkiye’ye konuşlandırılan Patriot füze sistemlerininSuriye’ye uzatılmasını, John Kerry’den istediğiniaçıkladı. Emperyalist savaş aygıtı NATO’dan “masumsivilleri korumasını” da istediğini ilan eden şeyh,kimlerle işbirliği yaptığını ve kimlerden medetumduğunu dolaysız bir şekilde ortaya koydu.

NATO’yu “masum sivilleri koruyan bir hayırkurumu” gibi pazarlayan bu şeyh, buna karşın başındabulunduğu Muhalif Koalisyonun desteklediği silahlıçetelerin, Şam’da ilkokulları bombalayıp çocuklarıkatletmelerini “olağan” karşılıyor. NATO’nun eskiYugoslavya, Afganistan, Irak, Libya gibi ülkelerdegerçekleştirdiği yıkım ve katliamlar ortada iken,emperyalizmin bu vurucu gücünü Suriye’ye çağırmak,gözünü iktidar hırsı bürüyen şeyhin iyice zıvanadançıktığının kanıtı kabul ediliyor.

Filistin direnişini bitirme hamlesi

Şeyh Hamad başta olmak üzere, zirvede konuşanhemen herkes, Filistin sorununa değindi.Konuşmaların çoğu kaba riyakarlığın ötesinegeçemedi. Bu nutukların bir kıymet-i harbiyesibulunmuyor. Zira şu ana kadar Filistin halkına verilenhiçbir söz yerine getirilmemiştir. Örneğin öncekizirvede, iflas durumunda bulunan Filistin Yönetimi’ne500 milyon dolar vaat eden Arap Birliği, şuana kadartek bir sent bile ödememiştir.

Geçerken belirtelim ki, İsrail kuşatması altında varoluş savaşı veren Filistin halkına tek sent ödemeyenpetro-dolar şeyhleri, bu sürede Suriye’deki yıkıcısavaşı körüklemek için milyarlarca dolar akıtmaktankaçınmadılar.

Hamas’la El Fetih arasındaki sorunların giderilmesive “Filistinlilerin birliğinin” sağlanması için, Mısırbaşkanlığında “özel bir komisyon” oluşturulmasınıöneren Katar Şeyhi, “Doğu Kudüs’ü kurtarma” adıaltında 1 milyar dolarlık fon oluşturulması gerektiğinisavundu. Kendilerinin bu fona çeyrek milyon dolaraktarmaya hazır olduklarını ilan eden Katar Şeyhi’ninderdi, İsrail’le anlaşma sağlanabilmesi için, Filistindirenişinin bitirilmesidir. Katar Şeyhi, kirli petro-dolarlar karşılığında Filistin direnişininbitirilebileceğini hesap ediyor.

Belirtelim ki, Katar Şeyhi’nin attığı her adım,İsrail’in hamisi ABD’nin direktifleriyle uyum içindeolmak zorundadır.

Amerikancı Davut sahnede...

Arap Birliği, utanç verici bir şekilde Katar Şeyhi’neteslim olunca, Ortadoğu’daki “Amerikancı gericilikcephesi”nin başını çeken Türk sermaye devletininDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da zirvede öneçıkan isimlerden biri oluverdi.

AKP iktidarının Suriye’de izlediği yayılmacı,saldırgan politikanın mimarı sayılan Davutoğlu, ArapBirliği Zirvesi’nde de keskin dişlerini gösterdi.

Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğunun UlusalKoalisyon ve geçici hükümete devredilmesi kararınadestek veren AKP’li bakan, emperyalistlergüdümündeki muhalefetin Birleşmiş Milletler’de yeralması için de çaba sarf edeceklerini söyledi.

Baas yönetimi ile muhalifler arasında diyalogunbaşlatılması yönündeki tüm çabaları baltalayan,böylece Suriye’deki yıkıcı savaşı körükleyenDavutoğlu ve onun hükümeti, utanıp sıkılmadan“demokratik ve bağımsız Suriye”nin kurulamasınadestek verdiklerini öne sürüyorlar. Birer ölümmakinesi olan devşirme kökten dincilerin Suriye’yegeçişini sağlayan AKP iktidarı, CIA ile işbirliğiyaparak, çetelere yapılan silah sevkiyatını da organizeediyor. Bu zihniyete göre, kökten dinci çeteler“demokratik ve bağımsız Suriye”nin kurucuları olacak.

Çeteleri silahlandırma çağrısı

Zirve’nin ardından kapanış bildirisi yayınlayanArap Birliği’nin önceliği, yine Suriye’deki savaşı dahada körüklemek oldu. Bildiride, birliğe üye devletlerinsilah dahil çetelere her türlü yardımı yapmayahaklarının olduğu ilan edildi.

Küstahça ifadelerle, Suriye’deki savaşta askeridengenin sağlanabilmesi için, muhaliflerin mali veaskeri açıdan desteklenmesi gerektiğini savununbildiri, Katar tarafından hazırlandı ve diğer üyelereonaylatıldı. Cezayir, Irak, Lübnan dışındaki ülkelertarafından onaylanan bildiri, Körfez şeyhleriningüdümüne giren Arap Birliği’nin, alçaltıcı birçöküşünün belgesi niteliğindedir.

Yıkıcı savaşı daha da derinleştirme, devam edenyıkım ve ölüm döngüsünü Suriye’nin her tarafınayayma esasına göre hazırlanan bildiri, gerçektemalumun ilanını dile getirmekten öte bir anlamtaşımıyor. Zira çetelerin kimler tarafından finanseedilip silahlandırıldıkları kimse için bir sır değil. ArapBirliği’nin buna resmi onay vermesi ise, bu birliğinkendi kendini rezil etmesinden başka bir yeniliktaşımıyor.

Arap Birliği’nin 24. zirvesi

Page 24: Kızıl Bayrak 2013-13

Dünya24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Başta avrupa ülkeleri olmak üzere sosyal hakgasplarıyla karşı karşıya bırakılan işçiler direnişlerinigrevlerle büyütüyor. Sermayenin saldırılarına karşımücadeleyi büyüten Polonya işçileriyse bölgesel genelgreve çıkarak sınıf dayanışmasının güzel bir örneğinisergilediler.

Polonya Dayanışma Sendikası 26 Mart günü için

Polonya’nın batı bölgesi Silezya’da genel grev çağrısıyapmıştı. Genel grevin hedefinde güvencesiz ve esnekçalışma bulunuyor. Bölgesel genel grevin, ülkedüzeyinde genel grevin yapılmasında ön açıcı olmasıplanlandı.

Silesia Bölgesi’ndeki genel greve yüz bin işçi veemekçi katılarak değişik eylemlerle taleplerini dilegetirdiler. Çelik, madencilik, enerji ve ulaştırmasektörlerinden çalışanların yanı sıra hastane emekçileride grevde yerlerini aldılar. Grev, özellikle sanayibölgesi Katowiç ve çevresinde oldukça etkili oldu.Grev, burjuva Tusk hükümetinin güvencesiz ve esnekçalışmayı yaygınlaştırma planlarının boşaçıkartılmasını hedefliyordu.

İngiltereMaliye Bakanı Osborne Çarşamba günü yeni

soygun bütçesini meclise sundu. Soygun bütçesininhedefinde sosyal harcamaların ve kamu çalışanlarınınhaklarının kısıtlanması vardı. Soygun bütçesine karşı,kamu çalışanlarının örgütlü olduğu sendika PCS birgünlük grev çağrısında bulundu. Sendikanın çağrısıyla250 bin işçi ve büro emekçisi grevde yer aldı.

Romanya Renault’a ait olan Dacia’nın Romanya’daki

fabrikasında (Dacia Mioveni) işçiler, toplu sözleşmegörüşmelerinde zam taleplerinin karşılanmaması vefabrikadaki baskıları protesto etmek için greve gittiler.

Üretimi durduran işçiler, fabrika içerisinde yürüyüşyaptılar. Fabrikada yetkili sendika temsilcisi resmi biraçıklama yapmadı. İş bırakma eylemi karşısındafabrika yönetimi önce eylemin “illegal” olduğunu ilerisürdü, fakat iki saat geçmeden taleplerin bir kısmınıkabul ettiğini açıkladı.

BrezilyaCuma günü Brezilya’da 30 bin liman işçisi,

limanların özelleştirilmesine karşı greve gitti.İşçiler, hükümetin yüzlerce liman terminaliniözelleştirme planlarını iptal etmesini talepediyorlar.

Santos ve Paranagua limanları grevden en çoketkilenen limanlar oldular. Ağırlıklı olarak, tahılve soya fasulyesinin ihracatının yapıldığı bulimanlarda mal akışında ciddi sorunlar yaşandı.Brezilya’nın yanı sıra ABD’de en büyükihracatlarını bu limanlardan yapıyorlar.

Otuzbin işçinin 8 saat süren grevinden sonrahükümet grevcilerle, grevin taleplerinimüzakere etmeyi kabul edince işçiler de

grevlerini sonlandırdılar.

İtalyaİtalya’da Cuma günü ülke çapında toplu taşıma

araçları çalışmadı, yolcu taşımadı. FILT-CGILsendikalarının çağrısına uyan toplu taşımacılıktaçalışan işçiler ve emekçiler Cuma günü greve gittiler.

Almanya’da köleceçalıştırılmaya isyan!

Almanya’nın Saarland eyaletinde kölelikkoşullarında çalıştırılan Romanyalı işçiler çalışma,barınma ve sefalet ücretlerini protesto etmek için 25Mart günü eylem yaptılar. Bostalsee İnşaatFirması’nda kelimenin gerçek anlamıyla barbarlıkkoşullarında çalıştırılan 50 Romanyalı işçinin yaşamkoşulları resmi makamlara duyurulmasına ve onlartarafından bilinmesine rağmen, işletmenin toplamakampları normlarında çalışma dayatmasına karşıhiçbir şey yapılmadı.

Romanya ve başka AB ülkelerinden işçilerucuzdan da öte neredeyse bedava denebilecekkoşullarda çalıştırılmak üzere Almanya’yagetiriliyorlar. Yapılan anlaşmaya göre gelen işçilerinçalışma müsadeleri yanlızca getiren işletme içinsınırlı tutulmaktadır. Bostalsee’de, toplama kamplarıkoşullarında çalıştırılan işçiler de bu çerçevedegetirilen ve çalıştırılan işçilerdir.

Açlık sınırında ödenen ücretlerle köleceçalıştırılan işçilerin barınakları da tam bir sefalettablosu sergiliyor. İşçiler daracık konteyner odalardave yerlerde yatıyorlar. Bu koşullarda çalışmayı vekalmayı kabul etmeyenlerin oturma ve çalışmaizinleri iptal edilerek geldikleri ülkelere gerigönderiliyor. Bu durum kalanlar üzerinde baskıyadönüştürülüyor.

Taşeron firmalar tarafından getirilen işçiler,Almanya’nın en büyük tekellerinde çalıştırılıyorlar.İnşaat tekeli Zublin’den, Bilfingerberger’e, otomotivtekeli Mercedes’ten VW’ye ve diğer sektörlerin devtekellerinde bu koşullarda getirtilen ve çalıştırılanişçilerle karşılaşmak olağan bir durum olmuştur.Ancak bu tekeller, vahşet ortaya çıkınca bu işçilerinkendi işçileri olmadığını utanmazca ilerisürebiliyorlar. Bostalsee İnşaat Firması’ndaçalıştırılan işçilerin ödenmeyen ücretlerini kimlerdenalacaklarını bilmedikleri örneğinde olduğu gibi...

Almanya’nın Saarland eyaletinde çalışmakampları normlarında, kölece çalıştırılan 50Romanyalı işçinin protestosu kapitalist sisteminbarbarlığına, bu barbarlığın yerleşmesi için yasalaryaparak burjuva vahşeti yerleştiren burjuva devletinve onun kurumlarının niteliklerine ayna tutmuştur.

Guantanamo’da yeni işkence kampı

ABD Başkanı Obama’nın, 2008 seçim kampanyasında ileri sürdüğü yalan vaatlerden biri de Guantanamotoplama kamplarının kapatılacağıydı. Ancak geçen zaman emperyalist şef Obama’nın da yalanlarını açığaçıkartarak, burjuva devlet yöneticilerinin ikiyüzlülüğünü deşifre etti.

Guantanamo toplama kamplarının kapatılması bir yana, Obama yönetimi 49 milyon dolarlık bir bütçeyleGuantanamo toplama ve işkence kamplarına ek yeni zindanlar yaptırılacağını (New York Times, 3/21/13) açıkladı.

Yapılması planlanan yeni toplama merkezinin “özel” toplama ve işkence kampı olma unvanını elinde tutanGuantanamo’dan daha da “özel” bir yere sahip olacağı açıklanıyor.

Guantanamo toplama kamplarında tutulan toplam olarak 779 tutuklunun büyük çoğunluğu hiçbir suçlama veyargılama yapılmadan gözaltında tutuluyorlar. Bu tutukluların en az 12’sini 18 yaşın altındaki çocuk tutuklularoluşturmakta. Ayrıca ABD’nin, 48 tutuklu için aldığı özel bir karar sonucu, bu tutuklular yargılanmadan toplamakaplarında tutulmaya devam edilebiliyor.

Guantanamo toplama ve işkence merkezi, sermaye devleti için, sınıfsal ve emperyalist çıkarlar söz konusuolduğunda burjuva demokrasisi ve hukukunun kağıt üzerinde yazılı bir aldatmacadan başka bir anlamtaşımayacağını bir kez daha gösterdi.

22 Mart 2013 / İngiltere

Dünyanın dört bir yanındaşalterler indi

22 Mart 2013 / İtalya

Page 25: Kızıl Bayrak 2013-13

Kadın Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013..

Son süreçte, AKP iktidarının kadın istihdamınınartırılmasına dönük olduğu iddia edilen politikalarıgündemde. Hazırlıkları halen devam eden kadınistihdamını teşvik paketinin son hali verilmemesinerağmen ayrıntıları parça parça yansımış bulunuyor.Aynı zamanda bir süredir kadınların çalışma yaşamınakatılımını artırmaya yönelik AB fonlarından hibeedilen bütçelerle İŞKUR üzerinden bir takım projelerbasına yansıyor. Kimi sermaye temsilcileri (Borusanvb.) bu projelere sponsorluğa soyunuyor. Mart ayınınbaşından itibaren ise, teşvik paketinin ayrıntılarıhükümetin sözcüleri tarafından büyük övgülereşliğinde basına yansımaya başladı. Teşvik paketindeneler yok ki! Kadın çalışanların doğum izinlerininartırılması, doğum izninin ardından kadınların işedönüşlerinin güvencelenmesi, çocuk yardımı, çocuksayısına göre emeklilik yaşının kademeli olarakdüşürülmesi, çeşitli illerde Organize SanayiBölgeleri’nde kreşler açılması, kadınlara “aileyaşamına uyumlu bir şekilde” esnek çalışmaimkanlarının sağlanması vb. vb.

2005 yılından itibaren AKP iktidarının kadınistihdamının artırılmasına yönelik olduğu iddia edilenkimi adımlarının, başbakanın “3 çocuk-5 çocukdoğurun” talimatlarının, kürtaj yasaklanmasınayönelik adımların ardından gündeme gelen teşvikpaketinin bir bütün olduğunu söylemek mümkün. Tümbu politikaların alt yapısını oluşturan nedenlerinötesinde, teşvik paketin kadınların istihdamınınartırılmasını sağlayacak “sosyal politikaları”içermediğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Zira, teşvik paketinden yansıyanlara göre, doğumizninin hangi koşullarda uzatılacağı belirsizliktaşırken, doğum izninden sonra işe geri dönüşleringüvence altına alınması yeni bir adımmış gibigösterilmesine rağmen, zaten bugünkü yasalarda da(her ne kadar ihlal edilse bile) bu maddebulunmaktadır. Yine, çocuk doğurulmasını teşviketmek amacıyla gündeme getirilen çocuk yardımı ise,çocuklarının bakımı için gerekli olan maddiihtiyaçların yanında neredeyse devede kulakkalmaktadır. Çocuk sayısına göre erken emeklilik ise,genç iş gücü ihtiyacı karşılığında kadınlara verilenyıpranma payından başka bir şey değildir. Pakettekreşlere ilişkin geçen madde ise tam anlamıyla gözboyamadır. Zira 10 ilde 10 OSB’de kreş açılmasıönerilmekte, bunların ücretsiz olduğuna dair birtanımlama yapılmamakta, ancak “kreşleri açacaksermaye kuruluşlarına vergide indirim” yapılacağıifadesi, asıl niyeti açıklıkla ortaya koymaktadır.Paketin kuşkusuz ki, en can alıcı maddesi, kadınınaynı zamanda aile içi sorumluluklarını da yerinegetirmesi gerekçesi ile, esnek çalışma biçimlerininönünün açılması ve part-time, çağrı üzerine çalışmavb. esnek biçimlerin yasal hale getirilmesidir.

Görüldüğü üzere, kadın istihdamının artırılması, nekadınların sağlıklı, güvenceli koşullarda çalışmasınaolanak tanımakta, ne de kadının çalışma yaşamınakatılımında en temel engel olan toplumsalsorumlulukları (ev ve çocuk bakımı) üzerinden

almaktadır. Tam tersine son olarak açıklanan teşvikpaketinde olduğu gibi, “aile yaşamına uyum” adıaltında bu sorumluluklara dayanarak, genç kadınnüfusunun ucuz iş gücü olarak nasıldeğerlendirileceğinin hesabı yapılmaktadır.

AKP’nin kadına dönük is tihdampolitikaları emeğe dönük saldırıdır!

AKP hükümetinin kadın istihdamını artırmayadönük olduğu ifade edilen teşvik paketleri,sermayenin sadece kadın emeğine dönük saldırıları ileaçıklanamaz. R.Tayyip Erdoğan’ın “3 çocuk doğurun”vaazları ile, kadın istihdamının artırılmasına dönükpolitikaları kendi içinde çelişki değil, tam tersine birbütünlük taşımaktadır. Resmi rakamlara göreTürkiye’de genç nüfusun artışında belirgin bir azalmasözkonusudur. Sermaye sınıfı, uluslararası rekabetkoşullarının ihtiyaçlarına göre genç ve ucuz iş gücüneher geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Çocuksayısının arttılmasıyla, uzun vadeli olarak genç nüfusihtiyacı, kadınların çalışmasıyla da ucuz işgücüihtiyacı karşılanmak istenmektedir. Muhafazakarlıksosuna bulandırılan söylemler, tümüyle sermayeninazami kar hırsının ürünüdür. Yapılmak istenen tümdüzenlemeler ise birbiriyle içiçe geçen 2 temelihtiyacı karşılamaya dönüktür.

Teşvik paketinin en kritik maddesini ise, kadınlariçin esnek çalışma modellerinin “teşvik edilmesi”oluşturuyor. Üretimi bir bütün olarak esnek,güvencesiz, kural dışı bir biçime dayandırmayaçalışan sermaye sınıfı, bir dönemdir bu doğrultudaçalışmalarını yoğunlaştırmış bulunuyor. UİS (Ulusalİstihdam Stratejisi) parça parça hayata geçirilmekistenirken, stratejinin en temel öğesi olan esnekçalışma, öncelikli olarak kadınlar üzerinden

yasalaştırılmak isteniyor. Dolayısıyla bu paket, sadecekadın işçileri değil, erkek işçileri de doğrudanetkiliyor. “Kadınların aile sorumlulukları” gerekçegösterilerek, sınıfın bütününü hedefleyen esnekçalışma, teşvik paketiyle resmileştirilmeye çalışıyor.

Bir başka nokta ise, yıllardır ulusal baskı veeşitsizlikle karşı karşıya kalan kürt kadınlarınınemeğinin azgınca sömürülmesi hedefleniyor. Kadınistihdamını artırmaya dönük projeler kapsamındaçoğunluğu Kürt illerinden oluşan “büyümemerkezleri” ve “artalanlar” tanımlanıyor. Bu alanlardakadın istihdamının artılması demek, kadınların ucuz işgücü olarak çalıştırılmaları anlamına geliyor. Birdönemdir sözü edilen bölgesel asgari ücretuygulaması ile hedeflenen vahşi sömürü, öncelikliolarak kadın emeği üzerinden gerçekleştirilmekisteniyor.

Kadın emeğinin korunmasına dönükmücadele, sınıf mücadelesinin parçasıdır!

“Kadın istihdamının artırılması” adına öne sürülenprojelerin gerçek mahiyeti açıklıkla görülmelidir.Paket, sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacının ürünüdürve bir bütün olarak işçi sınıfını hedeflemektedir.

Bu ve benzeri projelerle görülmektedir ki, kadınemeğine dönük saldırılar, çalışma yaşamında kadınerkek eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğindendeğil, bizzat kapitalizmin sınıfsal karakterindenkaynaklanmaktadır. İşçi sınıfı iktidarı ele geçirmediğisürece, verilen toplumsal mücadeleler ile kısmikazanımlar elde edilse dahi, kadının ikincil konumuesasta değişmeyecektir. Dolayısıyla kadın emeğininkorunmasına dönük mücadele sınıf mücadelesinin birparçası olarak ele alınmalı, kadın-erkek birleşikmücadele örülmelidir.

Kadın istihdamının artırılmasınadönük politikalarla ne amaçlanıyor?

Page 26: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Sermaye devletinin önümüzdeki dönem hedefleriarasında 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndadeğişiklik yapmanın da bulunduğu biliniyordu. Yasadeğişikliği bugüne kadar özellikle güvencesiz veesnek çalışmayı teşvik etme amacıyla gündemealınmış, resmi açıklamalarda da 657’nin katılığındandem vurulmuştu.

Bugün gazetesi yazarı Sadettin Orhan, gazetedekiyazısında yasa değişikliği paketinin son halinialdığını ve Çalışma Bakanı Faruk Çelik tarafındanson Bakanlar Kurulu toplantısında sunulduğunukaydetti.

Orhan’ın aktardığı haberde dikkat çeken ise yasadeğişikliğinin devlet memurlarına getirdiği“rotasyon” sistemi oldu. Düzenlemeye göre 2 milyon100 bin kamu emekçisi her 3 yılda bir çalıştığı kentideğiştirmek zorunda kalacak.

Düzenlemenin gerekçesinin ise personelyetersizliği bulunan bölgelerdeki açığın (Kürdistankastediliyor) giderilmesi olduğu söyleniyor.

Bakan Çelik’in sürgün düzenlemesinin ilkişaretlerini 2011 Kasımı’nda verdiği de hatırlatılıyor:

“Ülkemiz 781 bin kilometrekaredir. Kamudaçalışmayı benimseyenlerin, bir ayrım yapmaksızınTürkiye’nin dört bir tarafında da hizmet etmelerigerekiyor. Böyle bir yaklaşım sergilenirse hem kamuçalışanlarının birikimlerinin vatandaşlarımızaaktarılması hem gidilen yerde yeni bir heyecanla işebaşlanması hem de verimsizlik söz konusu ise budeğişiklik ile onun gözden geçirilmesi mümkün olur.Çakılı kadro gibi memurların aynı ilde 15-20 yılhizmet etmeleri verimi düşürüyor. Heyecanı ortadankaldırıyor. Belli bölgeler sürgün yeri gibi algılanıyor.Bunlar doğru yaklaşımlar değildir.”

Sürgün uygulaması, 657’deki diğer saldırılar ilebirlikte düşünüldüğünde kamu emekçilerininörgütlenmesinin önünde temel bir engele dönüşeceğiaçık. Düzenleme gerek sendikal örgütlülüğün,gerekse kişisel özgürlüklerin önüne geçiyor. Biryandan sosyal ve siyasal faaliyetler sınırlanırkendiğer taraftan kamu emekçileri devletin istediği gibisürgün edeceği, fiili olarak cezalandıracağı kölelerolarak tanımlanıyor.

“Yan gel yat”a son

Gündeme gelen sürgün uygulamasının yanısıra657’deki değişikliklerin bir dizi başlığı bugüne kadarbasına yansımıştı. Emek dünyasının piyasayaaçılması ve hizmet sektörünün de bilimin metalaştığıbir biçime uyarlanması amacı taşıyan değişiklik,neoliberal saldırılardan bağımsız değil.

AKP’nin kongre sürecinde gündeme getirdiği“2013 vizyonu” belgesi ve ardından yapılandüzenlemeler, yapılacak değişikliğin tam anlamıyla‘günün şartlarına uygun’ kölelik düzenlemesiolduğunu göstermişti.

Burjuva basının 2013’ün öngünlerinde arsızca“‘Devlete kapağı at yan gel yat’a son!” başlıklarıyladuyurduğu değişiklik paketinde kamu emekçilerininde işçi statüsüne benzer bir statü kazanacağısöyleniyordu.

Yine, yasada yapılacağı söylenen değişikliklerde“verimlilik” ilkesinin temel alınacağı sıklıklavurgulanıyordu. Buna göre “verimli” çalışmayan

emekçilerin işten çıkarılmalarının önü açılırken,yasal itiraz hakları da sınırlanıyor ve yöneticilerininisiyatifleri genişletiliyor.

Yasaya dair yansıyan bir başka önemli başlık iseücretlerin de aynı “verimlilik” kriterine görebelirlenmesi. Buna göre ücretler, performansa görebelirlenecek. Geçmişte “katsayı-gösterge”, “derece-kademe” sistemine göre belirlenen ücretlerin yapısıtamamen değişecek. Verimliliğin ölçülmesi sonucuücretler düşürülecek veya yükseltilecek. Emeklilikhesaplanırken de benzer kriterler gözönüne alınacak.

KESK’in varlık-yokluk sınavı!

Kuşkusuz ki yansıyan bu verilerin ne kadarınınilk başta yasaya yansıtılacağı şimdilik bilinmiyor.Ancak tüm bunların ve daha fazlasının AKP’nin,dolayısıyla sermayenin önümüzdeki döneme dairsaldırı planlarının parçası olduğu açık. Bir dizi hayatiadımı atarken emekçilere bir de sürgün cenderesidayatmak ise düzen cephesinin belki de en aşağılıkoyunlarından biri.

Yasanın öne çıkan ve emekçilerin hayatını kısavadede tehdit eden bir düzenleme olması, kapsamlısaldırının da yalnızca bu yönüyle ele alınmatehlikesini içeriyor. Oysa saldırı çok daha kapsamlıve kamunun tasfiyesinin dolaysız bir parçası.

Emek hareketi ise bugüne kadar ne yazık kigündemdeki değişikliğe karşı anlamlı bir adımatabilmiş değil. Önümüzdeki günler, bu alanda dakamu emekçilerinin örgütlü mücadelesi, özellikle deKESK için bir varlık-yokluk mücadelesi dönemiolacak gibi gözüküyor.

Kamuya tasfiye, emekçiye sürgün!

“Tuğla önemli,memurlar da yatıyor”AKP’li bürokratların pervasız açıklamalarına her

gün yenileri ekleniyor. Bu konuda sabıkalı isimlerdenÇevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar dakatıldığı Türkiye Tuğla ve Kiremit Zirvesi’nde hayliilginç bir konu çeşitliliğine imza attı.

Tuğlanın önemini anlatarak sözlerine başlayanbakan, konuşmanın sonuna doğru konuyu 657 sayılıDevlet memurları Kanunu’na getirdi ve memurlarınyatarak para kazandığı tespitlerini yaptı.

Bakanlar kurulu gündemine gelen yasa değişikliğiile ilgili tartışmalar henüz gündeme gelmişken belliki tartışmalara katkı yapmak isteyen bakan, “jakobenzihniyetleri” “ellerinin tersiyle” ittiklerini söyledi.

657 sayılı kanunun kendilerine uymadığınısöyleyen Bayraktar, “Devlet memuru oluyor birisi,ondan sonra yat, uzan, para kazan, böyle bir şey yok”şeklinde konuştu.

Kamu emekçilerine bildik suçlamaları yöneltenBayraktar’ın sözlerinde yeni birşey yok. Ancak tuğlaile başlayan konuşmasını buraya getirmesi de hayliönemli. Zira hükümetin yeni dönemdeki temelsaldırılarından biri olan 657’de yapılmak istenendeğişikliğin toplum gözünde meşrulaştırılması vedirençle karşılanmaması için yandaş basına vedevletlilere büyük işler düşüyor.

Page 27: Kızıl Bayrak 2013-13

Gençlik Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Ankara’ya geçtiğimiz hafta faşist saldırılar ve polisterörü damgasını vurdu. Üniversitelerde artan faşistsaldırılar, ÖGB ve polis terörüyle birleşerek hat safhayaulaştı.

Geçtiğimiz aylarda ODTÜ’de tüm ülkeningündemine oturan Erdoğan protestosu, saatler sürenazgın polis terörü ile karşılandı. Saldırıya rağmenODTÜ’lülerin gösterdiği kararlı ve militan direniş,örgütlenen kitlesel boykot ve eylemlerle sürdü.

Ankara Üniversitesi DTCF’de sürekli yaşanan faşistprovokasyonlar, 8 Kürt öğrencinin okuldan atılması iledevam etti. Cebeci Kampüsü’nde başlayan veTandoğan’a sıçrayan yemekhane eylemleri ile hızlanangelişmeler bir kez daha polis-ÖGB terörü ile sonuçlandı.Cebeci Newrozu’nda yaşanan ÖGB-polis işbirliğiylegerçekleşen saldırı, bir öğrencinin ÖGB tarafındanbıçaklanması ile başladı ve çevik kuvvet saldırısı iledevam etti.

Ertesi gün Hacettepe Üniversitesi’nde faşist-idare-polis işbirliğiyle provokasyon yaratılarak bir kez dahaüniversite gaz bombaları ve tazyikli sularla teslimalınmaya çalışıldı.

Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde Ankara’da sonaylarda artan öğrenci eylemlerinin düzen cephesiniönlem almaya zorladığı aşikardır. HacettepeÜniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nin eşzamanlıolarak aldığı 2 günlük tatil kararı, bu iki günün haftasonu ile birleşerek dört güne çıkması ise açıkça birprovokasyondur. Bu tatil kararıyla birlikte sosyal medyaüzerinden yoğunlaştırılan kara propaganda ve ilerici-devrimci öğrencilerin hedef gösterilmesiyle birliktegelişebilecek tüm saldırılar meşrulaştırılmayaçalışılmaktadır. 22 Mart akşamı bir öğrencinin faşistlertarafından sokak ortasında saldırıya uğraması bununyalnızca bir örneğidir.

Öte yandan “İmralı görüşmeleri” bahanesiyleçığırından çıkan faşist kudurganlık, Devlet Bahçeli’nin“Sabrımızı taşırmayın” açıklamaları ile birlikteüniversitelerdeki faşist çetelerin “legalite bitti, yaşasınillegalite” söylemleri, ilerici-devrimci-yurtseveröğrencilere kurulan pusuların bir başka nedenidir. Buçetelerin 21 Mart’ı “Büyük Gün” ilan etmeleri, tümüniversitelerde seferberlik çağrıları yapmaları ve ilerici-devrimci öğrencilerin bu saldırılara yanıt verme ihtimalide iki günlük tatilin bir başka nedenidir.

Üniversitelerin tatil olmasının nedenleridüşünüldüğünde akla ilk olarak Beytepe ve Cebeci’deyaşanan olaylar gelse de asıl neden öğrenci gençliğinhareketliliğidir. Tandoğan ve DTCF’nin de tatilolmasına rağmen Ankara Üniversitesi’nin ilerici-devrimci faaliyetin olmadığı kampüslerinin (Dışkapı veGölbaşı) tatil edilmemesi nasıl açıklanabilir? Yaşananprovokasyonların ardından haklarında anti-propagandayapılan ilerici-devrimci öğrencilerin öğrenci kitlelerinegerçekleri anlatmaması için zaman kazanan üniversiteyönetimleri, bir yandan da soruşturma ceza terörünüdevreye sokmuştur.

18 Mart’ta yaşanan olayların ardından rektör MuratTuncer’in “gereği yapılacak” dediği HacettepeÜniversitesi’nde 17 öğrenci yurttan atılmış, sonrasındaöğrencilerin tepkisi yönetime geri adım attırmıştır.İlerici ve yurtsever öğrenciler soruşturma sonuçlananakadar yurda geri alınmıştır. Öte yandan HacettepeÜniversitesi’nde yaşanan olaylarla ilgili 96 kişilik birsoruşturma listesi hazırlandığı bilinmektedir.

Bu saldırılar Ankara ile de sınırlı kalmamıştır. Aynıdönemde birçok üniversitede faşist-ÖGB-polisişbirliğinde saldırılar gerçekleşmiştir. Eskişehir,İstanbul, Çanakkale, Zonguldak gibi illerde yaşananolaylar bütünsel bir saldırıya işaret etmektedir. Elbettesaldırılar bunlarla sınırlı kalmayacaktır.

Ankara’daki üniversitelerdeki provokasyonlarAnkara polisinin katkıları ile sürecektir. Bundan sonrakisüreçte ilerici-devrimci öğrencilere düşen görev busaldırıları göğüsleyebilecek irade ve kararlılığıgöstermektir. Faşistlerin devlet ve okul yönetimleritarafından gördükleri destek düşünüldüğünde devrimciöğrencilerle eylemli dayanışmayı yükseltmek ve“Faşizme karşı omuz omuza!” sloganını ete-kemiğebüründürmek tüm ilerici-devrimci kamuoyunungörevidir.

Düzenin faşist saldırılar eşliğinde devreye soktuğutopyekûn saldırıları püskürtebilmenin tek yolu gençliğinbirleşik, kitlesel ve militan mücadelesini örgütlemektir.

Ankara Ekim Gençliği

DLB: Tek seçenekmücadele!

Esenyurt-Avcılar-Kıraç bölgelerindeki lise vedershanelerde hazırlıkları yürütülen eylem 22Mart günü Köyiçi Meydan’da gerçekleştirildi.

Lise ve dershanelere yönelik yoğun bir kitleçalışmasıyla hazırlanılan eylemde, liseliler özgürlükve gelecek için sosyalizm mücadelesine çağrıldı.

Eylem öncesinde meydanı ablukaya alarakçevik otobüsleri ve TOMA’yı yığan polis eylemiterörize etmek isterken eylem saatine dakikalarkala çevik kuvvet polisleri alandan çekildi.

“YGS-LYS’nin beş seçeneğine karşı tek seçenekmücadele! Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!Sınavsız üniversite!” pankartının açıldığı eylemdeokunan basın açıklamasında, 24 Mart’ta yapılacakYGS’ye dikkat çekilerek liseli gençliği geleceksizliğesürükleyen, yarış atına çeviren, özgürlüğünü çalanbu düzenin gerçek yüzünü anlatmak için alanlardaolunduğu söylendi.

Eğitim ve sınav sistemine karşı yürütülenmücadelede lise ve dershanelerde “Eşit parasızeğitim sınavsız üniversite!” talebiyle dağıtılanbildirilerin, toplanan imzaların ve yapılananketlerin liseli gençliğin bu eğitim sistemini veonun sınavlarını reddettiğini gösterdiği vurgulandı.

Basın açıklamasının ardından değerlendirmetoplantısında biraraya gelen devrimci liseliler stajsömürüsü, devrimci mücadele ve 1 Mayıs sürecinedair sohbetler gerçekleştirerek önümüzdekidönemde daha güçlü bir DLB çalışması örmeninimkan ve olanaklarını tartıştılar.

Liselilerin Sesi / Esenyurt

Özgürlük ve EşitlikBeyannamesiimzaya açıldı!

“Özgürlük ve Eşitlik Beyannamesi”, 21 Martgünü Ege Üniversitesi E-kafe önünde yapılan basınaçıklamasıyla imzaya açıldı.

Basın açıklamasında “Gençlik sözünü söylüyor,Özgürlük ve Eşitlik Beyannamesi imzaya açılıyor!”şiarlı ozalit açılarak kızıl flamalar taşındı.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Kirlisavaşlarda ölmemek ve öldürmemek için, kardeşhalkları düşman görmemek için, estirilen şovenist,ulusalcı, milliyetçi, faşist histeriye karşı halklarınkardeşliği ve gönüllü birliğini savunmak için,eğitimi parayla satın almamak ve insanlık adınabilgi üretebileceğimiz üniversiteleri yaratabilmekiçin, yapılması gerekenlere hazırladığımızbeyannameyi imzalayarak başlayabiliriz, lakinbitiremeyiz. Bu yüzden özgürlük ve eşitlikbeyannamesinin çağrısı, özgür ve eşit yarınlar içinverdiğimiz sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünyaiçin taraflaşma, en nihayetinde de berabermücadele etme çağrısıdır.”

Son olarak, beyanname metninin kendisininokunmasından sonra da beyanname imzaya açıldıve ilk imzalar toplanmaya başlandı.

Basın açıklamasına Devrimci Gençlik ve SYKdestek verdi.

Ekim Gençliği / İzmir

Ankara’da faşist saldırı ve provokasyonlar...

Birleşik, kitlesel, militanmücadeleyi yükseltelim!

Yemekhane eylemlerine ara verildi

Ankara Üniversitesi’nde haftalardır süren “ücretsiz yemek yeme eylemleri”, üniversite bünyesinde kurulacakolan komisyonun görüşmeleri boyunca “1 TL’ye yemek yeme eylemine” evrilmişti.

Eylemi örgütleyen bileşenlerin daralmasıyla birlikte, kalan bileşen bir açıklama yayınladı. Ekim Gençliği, KızılHareket, Söz Dergisi ve YDG imzalarıyla yayınlanan açıklamada sürecin başından beri yaşananlar anlatıldı.Açıklamada, üniversitenin sözünü verdiği komisyonun, eylemleri bitirmek için yönetim tarafından bir adım olduğuteşhir edildi.

Yemekhane eylemleri, hazırlanan anketlerle öğrenciler tarafından değerlendirildikten sonra, anketten çıkansonuçlara göre yeni eylemlerle devam edecek.

Ekim Gençliği / Ankara Üniversitesi

Page 28: Kızıl Bayrak 2013-13

Röportaj28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Geçtiğimiz haftasonu hasta tutsaklardan HaciNasır hayatını kaybetti. Hasta tutsakların tedavisorununun süreklileştiği bir dönemdeyiz. Bu konuyunasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Gülizar Tuncer: Haci Nasır, cezaevinde olupserbest bırakılması gerekirken ölüme terk edilen hastamahpuslardan biri. Bugüne kadar yüzlerce mahpus onunyaşadıklarını yaşadı. Onlarcası cezaevinde ölmekdurumunda kaldı. Hala yüzlerce mahpus hasta olmasınarağmen ve bu hastalıkları cezaevi koşullarındayaşamalarına engel teşkil etmesine rağmen içerdetutulmaya devam ediliyorlar. Bu konuda aslında yasalmevzuat tartışmasına girmeden önce insani açıdanbakmak gerekiyor. Çünkü, yasal mevzuattakidüzenlemelere baktığımızda sadece hükümlüleraçısından belli düzenlemeler yapılmış görünüyor. Bunuyargılaması devam eden tutuklular açısındanuygulamamak mahkemenin takdirine daha doğrusukeyfine kalmış bir durum. Ve mahkemeler de malesefbu takdir haklarını olumsuz yönde kullanıyorlar.

Geçenlerde Adalet Bakanı bir açıklama yaptı.Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısınıkıyaslayarak tutuklu sayısının eskiye oranla daha azolduğunu, hükümlülerin daha fazla olduğunu söyledi.Hızlandırılmış bir yargılama sürecine girdik çünkü. Buanlamda tutuklu ve hükümlü sayısındaki artış veyaazalma çok önemli değil. Esas sorun, AKP’nin iktidarolduğu son 10 yıl içerisinde cezaevlerinde mahpussayısının 59 binden 138 bine çıkmış olmasıdır. Yanitoplum nüfusunda iki-üç kat bir artış yokkencezaevlerinde kalan insan sayısı artmıştır.

“Cezaevlerinde sorunlarsistematik olarak artırılıyor”

Cezaevlerinde yaşanan sorunları 10 yıl öncesiylekıyasladığımızda eskiye oranla çok daha boyutlu, çokdaha sistematik. Ve işkence ve kötü muamelenin dearttığını görüyoruz. Hasta mahpuslar bu sorunlaryumağının bir parçası, en önemli yanı. Çünkü hastalarölüme terk edilmiş durumda. Özellikle ağır hasta olanlarİHD verilerinde aktarılıyor; kanser, beyin tümörü, kalprahatsızlıkları ve benzeri hastalıkları olan ölümcülnitelikte hastalıkları bulunup cezaevi koşullarındakalması uygun olmayan yüzlerce mahpus var. Birkanser hastası açısından düşündüğünüzde sadece tedaviolanakları açısından, dışarıda daha iyi sağlanabileceğiaçısından değil moral açıdan da o insanların ailelerininyanında olması, doğayla başbaşa olması gerekir. Çünküsadece fiziksel anlamda bir iyileşme sağlanmıyor.Dışarısı ruhen de manevi açıdan da onlara daha iyigelen bir ortam. Tek kişilik veya 3 kişilik hücredeler.Ayda birkaç kez aileleri ve avukatlarını görebiliyorlar.Böylesine sınırlı bir diyalog olanağına sahipler.

Burada Ceza İnfaz Kanunu 16. Madde’de hayatitehlike şartı aranıyordu. Şimdi yeni yasal düzenlemeleryapıldı. Ve artık hayati tehlike şartı aranmıyor. Amaşöyle bir şey var ki eskisinden daha kötü, devletaçısından baktığımızda olumsuz bir yönelim var.Sakatlığı olan ve cezaevi koşullarında tek başıbayaşamını sürdüremeyecekler açısından serbestbırakılma olanağı getiriyor. Ama aradığı şartlar yine

hayati tehlike şartlarına yakın şartlardır. Sakat olmak,tek başına yaşamını sürdüremeyecek olmak hayatitehlike taşıyan hastalık yani ağır hastalık durumunuişaret ediyor. Bu açıdan farklılık yok aslında. Esassorun şu “Toplum için tehlikeli olmama” şartınıngetirilmiş olması.

Hasta mahpusların bırakılmasınınönündeki engel, Adli Tıp Kurumu

Şimdi Adli Tıp Kurumu’nu hepimiz biliyoruz. Adlitıp tarafsız ve bağımsız bir kurum değil. AdaletBakanlığı’na bağlı bir kurum. Dolayısıyla doğrudaniktidar odaklarının talimatlarına göre hareket ediyorlar.Hatta bunu belirtmekten hiçbir şekilde çekinmiyorlar.Güler Zere olayında Adli Tıp Kurumu Başkanı çok açıkbir şekilde itirafta bulunmuştu. Demişti ki; ‘biz, bizegelen insanların hangi suçu işlediklerini veyabaşkalarını mağdur etmiş mi buna da bakarız, dosyasınabakarız’. Böyle bir şey olamaz! Bir sağlıkçı, bir hekimya da bir bilirkişi önüne gelen insanın hangi suçuişlediği, hangi siyasal görüşe sahip olduğu üzerinden birdeğerlendirme yapamaz. Ama bunlar hem bu şekilde birdeğerlendirme yapıyorlar hem de bunu açık bir şekildeitiraf ediyorlar. Yani biz tarafız, devletten yana tarafızdiyorlar. ‘Muhaliflerin dosyaları önümüze geldiğinde,özellikle radikal sol ve Kürtlerin dosyalarında ona göredavranırız’ bunu çok açık bir şekilde ifade ediyorlar. Hiçtartışmasız adli tıp bağımsız değildir.

Biz Adli Tıp Kurumu yerine cezaevlerinin bağlıolduğu üniversite hastanelerinden sağlık kuruluraporları alınabilineceğini söylüyoruz. Bunun yeterlişart olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü sağlık kuruluraporları da çok detaylı. Bunu istiyoruz çünkü üniversitehastanelerinde doktorlar ‘seçilmiş’ değil. Ama Adli TıpKurumu’nda hepsi özel olarak seçilmiş. Mesela 3.İhtisas Dairesi’nin başına Nur Bilgen’i getirdiler!İşkenceyle ilgili rapor veren ihtisas kurumunun başınaişkenceyi gizlemekten ceza alan ama cezası hiçbirzaman uygulanmayan, uygulatılmayan tam tersineödüllendirilen bir hekim getirildi. Böyle bir kurum varkarşımızda. Ve böyle bir kurumun vereceği raporlarlainsanlar serbest bırakılacak. Birincisi, bu kurumunverdiği raporlara güvenmiyoruz. İkincisi, Adli Tıpşartını kabul etmiyoruz. Ama bizim için en önemlisi ve

hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz toplum içintehlikeli olmama şartı.

“Toplum için tehlikeli olandevletin bakış açısı”

Cezaevinde bir insan düşünün, ağır hasta, sakatlıkdurumu var. Ve cezaevinde tek başına yaşamınısürdüremeyecek durumda. Bu durumdaki bir insan içindevlet diyor ki ‘bu insan toplum için tehlikeli olabilir’.Fiziksel olarak bir şey yapamayacak bu insanınneyinden korkuyorlar; düşüncesinden, onunideallerinden, yaşama bakışından, dünya görüşünden.Ve onları hasta dahi olsalar, yerlerindenkımıldayamayacak durumda da olsalar toplum içintehlikeli görüyorlar. Esas tehlikeli olan bu. Toplum içintehlikeli olan devletin, devleti yönetenlerin,egemenlerin bu bakış açısı. Asıl toplum için tehlikeliolanlar, cezaevlerini yönetenler, infaz erteleme kararıveren savcılar. Çünkü hep güvenlik kaygısı insaniyaklaşımın önünde tutuluyor. Bu bizim açımızdan aslakabul edilebilecek bir şey değil.

Yasa çıktığı zaman basında ‘yüzlerce hasta serbestbırakılacak’ diye haberler yapıldı. Fakat biz kimseyigöremedik. Bir tek Hediye Aksoy serbest bırakıldı. O daçok gündeme getirilmişti. Hediye Aksoy’un bırakılmasıtabi ki olumlu ve önemli. Ama diğer mahpuslaraçısından söz konusu olamıyorsa ve halen Haci Nasırgibi insanlar o haldeyken bırakılmıyorsa yetkililer utançduymalılar.

Onu serbest bırakmayan savcılar yada serbestbırakılması yönünde rapor vermeyen doktorlar utançduymalılar.

Ali Haydar Yıldız örneği var. Felçli bir mahpus. Bizgidip Tekirdağ’da gördüğümüzde çarşafı kanlariçindeydi. Ve hala serbest bırakılmış değil. Beldenaşağısı felç, yürüyemeyecek durumda, tek başınayaşamını sürdüremiyor ama devlet onu cezaevindetutmaya devam ediyor. Ve onun gibi birçok hastamahpus var.

İHD Cezaevi Komisyonu F oturmalarında hastamahpusların durumunu ele alıp, yetkililere çağrıdabulunuyor. Bir an önce gerekli raporlar alınıp serbestbırakılsınlar diye ama malesef yasa çıktığından beriHediye Aksoy dışında serbest bırakılan olmadı.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Av. Gülizar Tuncer ilekonuştuk...

“Hasta mahpuslar sorunlar yumağının birparçası, en önemli yanı”

Page 29: Kızıl Bayrak 2013-13

Toplum-yaşam Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Ne zordur ölümü maddi bir yoklukla yaşamak. Herhâlükârda kaybedilen hayatlar vardır, lakin elle tutulurbir miras olarak mezar yeri dahi olmayanların acısı ikikattır. Kapitalizmin vahşeti bunu da yaratır işte.İnsanları mezar talep ettirecek noktaya vardırır...

Tüm vahşetin, işkencelerin fikir babası AmerikanHaber Alma Servisi’nin darbelerindeki imzalardan biride kaybetme politikasıydı. Bu saldırı esasta orta vadelibir hasar projesidir. Zira tek başına katletmeklekalınmamakta fiziki varlığın ortadan kaybedilmesiylebir sonraki kuşaklarda unutulması amaçlanmaktadır.Anılacak bir mezarı, bir ölüm tarihi ve yeribulunmayanlar yaratılmak istenmiştir. Fakat bupolitikanın uygulandığı topraklarda burjuvazinin katilsürüsüne gereken yanıt yine emekçilerden geldi. Hemde bu sefer elleri nasırlı, çocuklarının mezarını isteyenanneler verdi yanıtı. Evlatlarının kılına zarar gelmesinedayanamayacak yürekler ölü bedenlerine ulaşmak içindarbeleri aşarak sokaklara çıktı. Meydanın adıdünyanın öbür ucundaki bir kıtada Plaza Del Mayoolurken bu topraklarda Galatasaray’dı.

Geçtiğimiz hafta Cumartesi Anneleri’nin butopraklarda meydanlara çıkmasını tetikleyenkayıplardan Hasan Ocak’ın akıbeti için yine yaşlımeydanda anneler vardı. Ve bir de misafirleri vardı.Dünyanın öbür ucundaki kıtada aynı acıyla aynı taleplekendi yaşlı meydanlarından ayrılmayan bir ana, NoraMorales De Cortinas.

“Kaybedilenler bizim yanımızdadır.Şimdi ve her zaman!”

“umudu ve öfkeyi çağırıyor mayıs Meydanı’ndatoprakduy çağrımıağarmış Kızılderili alnınla gel anneyorgun bilekleriyle ayaklarınınyurdumun uçsuz bucaksız pampaları gibiüretken öpülesi ellerinle geltoplu mezar çiçeklerinden topla türkümütürkümü söyleyen melez sesinle gel”*

Kaybedilenlerle amaç maddi varlığın yok edilmesi,bir sonraki kuşakta silinmesiyken analar sloganlarıylayıktılar düzenin işkence politikalarını, kaybedilenlerinyanlarında olduğunu haykırdılar. Şimdi ve her zaman

vurgusuyla. Plaza del Mayo yani lafın Türkçesi’yleMayıs Meydanı... Her daim baharın ve kavganınhabercisi Mayıs.

Her Perşembe Mayıs Meydanı’ndaydı analar. 13Nisan 1977 günü başladı ilk arayış. 14 ana. Evlatları vemeydanları arasında kaybettiklerinin simgesiyle 14beyaz tülbentli ana...

Darbeciler “Perşembe Delisi” dedi onlara amaperşembeye takıntılı o analar deli ettiler darbecileri.Tüm silahı ve gücüyle bir avuç ananın evladı içinsokağa çıkışı darbeyi eritti. Baskı altında sindirilenemekçilere mücadele için meşale oldu.

“denizden geldikömürden daha siyah aydınlanmasını istedi aşkımın

gecesinin ve orada yandı, tutuştu,öfkesiz bir ateş

denizden geldi ve o mavi bir yıldızdı”**Kaybedilen 30 bin insandan 5 bininin işkence

gördüğü yer dönemin Deniz Mekanik Okulu’ydu.Şimdi 19 hektarlık bu okul alanı kaybedilenler anısınamüzeye çevrilmek üzere yerel insan haklarıkuruluşlarına devredildi. Onlar hep denizden geldi.Çünkü vahşetin sınırını kaldıran darbeciler binlerceinsanı uçaklardan denize attılar.

“Marcos Queipo, gökyüzünden ölülerin düştüğü biryerde büyümüş.

1970’lerin sonunda başkent Buenos Aires’e 200kilometre uzaktaki Parana Delta’sının farklı adalarındaçalışmış.

‘Askeri uçakların, bölgeye garip paketler attıklarınıhatırlıyorum. İçlerinde ne vardı bilmiyordum’ diyor.

Sonra bu paketlerin, nehir kenarlarındasürüklendiğini görmüş. ‘Birini açtığımda ödüm patladı.Paketlerin içinde cesetler vardı.’ diyor.”***

Tam 37 yıl devirdiler yaşlı meydanda. Kuşaklardeğişti ama mücadele değişmedi. Kazanılan her birkazanım haberi adım oldu yürüyenlere. Ve şimdikaybedenler yargılanırken dahi analar meydanda.Kayıpların sorumlularının yargılanması yetmez,arşivleri açın, başkalarına verilen çocukları bulundemek için. Evet Arjantin darbesi sadece kaybetmedi.Evlatlarını çalıp evlat edindirme sistemiyle 4 binçocuğu ailelerinden kopardılar. Plaza del Mayo

Anneleri o çocuklar için de yürüyorlar şimdi. Ve Arjantin’de her şey bitmiş değil zira 2000’li

yıllarda kaybedenler hala işbaşındaydı. “Etchecolatzdavası tanıklarından 77 yaşındaki eski inşaat işçisiJorge Julio Lopez ortadan kayboldu” 25 Aralık 2006Tarihli BBC haberi bildirdi gerçeği. Ve eklediArjantin’in kaybedenleri devam ettiren yönetimindengelen itirafla haberi: “Geçmiş, halen yenilmiş değil.”

Hasan OcakCumartesi Anneleri’nin ilk zaferi

Hasan Ocak 21 Mart 1995’te kaybedildi. Yani GaziDirenişi’nden 9 gün sonra. Devletin açık intikammesajıydı Hasan Ocak. Emekçilerin silahlara karşıdirenişi karşısında sadece katletmenin bir tepkiyaratmayacağı düşünülmüş olacak ki kaybedildi. Ziradaha Gazi ve Ümraniye şehitlerinin kanı mahallelerdenkalkmamıştı. Ama olmadı işte, yine başaramadılar.İmparatorluğun korku hükümranlığı ile değil bir kezdaha zafer gururu ile çıkıldı savaştan. Hasan’ın bedenibir kimsesizler mezarından çıkarıldı. “Bizde yok” diyendevlete yanıtı emekçiler cenazeyi alıp “o artık bizde”dercesine sahiplenerek verdiler. “Kaybedilenler bizimen değerlilerimizdi” diyen Hasan’ın kız kardeşi MasideOcak “İnsanların duruşuyla gözaltında kaybetmepolitikasını durdurduk” diyerek özetliyor o günleri.

“bir defter kalır gidenlerdenayrı düştüklerimizden bir kitapyıllar sonra aklına gelir de birdenbakarsın / kuytu dalında bir sayfanınincecik izler vardırdiretmişliğimizden”****

“Kaybedeceğin tek mücadeleterk ettiğin mücadeledir!”

Son sözü yine analarımız söyler. Terk ederekkazanılacak bir savaşın olmadığını iyi biliriz. Çokçaduymaya başladığımız “Savaşın kazananı, barışınkaybedeni olmaz” sözüne Arjantin’den yanıt veriyoranalar.

Tek kaybımız zaman. Her geçen gün çalıyorgeleceğimizin güneşinden bir damlayı.

Geçmişimize ulaşabilmek için meydanlarda analarınyanında saf tutmak gerek. Çünkü evlatlarını aramakyetmeyecekse özgürlük ve eşitlik getirmeye eklemekgerek nasırlı ellerin tuttuğu fotoğraflara tulumluyumrukların alın teri mücadelesini. Olmadı mıArjantin’de de böyle. Anaların kayıplar eyleminesendikaların katılması değiştirmedi mi tümmücadelenin rengini. Analar nasıl çıktılar “AskeriDiktatörlük Sonuna Yaklaştı” gösterisine.

* Emirhan Oğuz - Plaza del Mayo Anneleri** İnti-İllimani’nin Vino del mar, (O denizden

geldi) isimli şarkısı. Öğretmenler SendikasıBaşkanı’nın darbede askerler tarafından evinden alınıpkaybedilmesi, cesedinin denize atılışı üzerine yazılmış.Çünkü deniz bile kaybedilmesine rıza göstermeyip grisahile geri yollamış.

*** BBC Türkçe’nin “Arjantin’de ‘gökten yağancesetler’in öyküsü” haberi Fabian Magnotta’nın“Mükemmel Bir Yer” kitabından aktarılmış. / 26 Mart2013

**** Emirhan Oğuz - Yaşam şuncağız bir şey işte

Kaybedilen bedenler,kaybedilmeyen savaşlar...

T. Kor

Page 30: Kızıl Bayrak 2013-13

Sınıf30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/13 * 29 Mart 2013

Tutanakkanlı bir gömlekti omuzlarında Mart güneşidüşünüyordu ozan plâstik yerküreyi bir çocuk başı gibi okşayarakbir başka şafağın irkiltisiyle çoğuldüşünüyordu ozanvietnamı kongoyu ve kendi ülkesinibir çocuk başı gibi okşayarak

1965 sularındaellerinde çiğdem çiçekleriyle çocuklardemirin kömürün petrolün kahrından uzakişyerlerinde grevgazetelerde kürk ve kadınve kadillakevcil bir güvercin gibi sokulgansıcak1965 sularında yoksulluk

Hasan Hüseyin Korkmazgil

“27 Mayıs 1960’tan sonra Türkiye’de en büyükişçi grevi, Mart 1965 de, 40 binden fazla işçininçalıştığı Zonguldak kömür havzasında patlak verir.Grev 9 Mart’ta Kozlu maden ocağında başlar, oradanKadron, Kilimli ve diğer ocaklara sıçrar. 12 Mart’taaltı bin işçi, ücretlerinin azlığını ve kendilerineayrılan altı milyon liralık primin yüksek memurlararasında paylaşılmasını protesto etmek için büyük birgösteri yaparlar. Hükümet Karabük ve Adapazarıaskeri birliklerinden getirttiği askeri birlikleri, ağırtopçu taburunu ayaklanan maden işçilerinin üzerinesalar, çıkan çatışmada iki maden işçisi ölür, 10 işçiyaralanır. İlerici, demokrat basında çıkan haberleregöre, çatışma yerinde daha sonra 2000 mermi kovanıbulunmuş, askeri ve jandarma birliklerinin saldırısı,askeri uçaklar tarafından desteklenmişti.” (DimitirŞişmanov – Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi)

60’lı yıllar sınıf ve kitle hareketinin yoğun olduğu,sermayenin zor anlar yaşadığı bir dönemdi. 2.Emperyalist Paylaşım savaşından büyük bir iktisadi vemoral güçle çıkan ABD emperyalizmi, sömürgeülkelere yoğun bir sermaye akışı gerçekleştirdi. Buülkelerden birisi de Türkiye’dir. Kapitalizm buaşamadan sonra palazlanarak önemli bir güç halinegelir. Bu gelişmişliğe paralel olarak sınıf hareketinde

ciddi kıpırdanmalar gündeme gelir. İşçi sınıfı grevler,işgaller ve direnişlerle sermayeye korku salmaktadır.Saraçhane mitingi ve Kavel’le başlayan süreçZonguldak ve Kozlu maden işçilerinin direnişi vePaşabahçe, Derby, Singer, Demirdöküm işçilerinindirenişleriyle devam eder. On yıla yayılan bu birikim15-16 Haziran Direnişi’ni yaratır.

1965 Madenci direnişi 10 Mart tarihinde başlar.Direniş, Ereğli Kömür İşletmesi’ne bağlı Gelik,Çaydamarı, Kilimli ocaklarında 6 bin işçinin “liyakatzamları”nın dağıtımındaki eşitsizliği prortesto içinişbaşı yapmayı reddetmesiyle başlar. İşçiler tekyumruk halinde kenetlenerek ocaklara el koyarlar.Trenlerle gelen diğer işçileri ocaklara sokmazlar.Direnişi kırmak isteyen iki mühendis işçiler tarafındancezalandırılır. Zonguldak Valisi yanına bir tabur askeralarak direnişi bastırmak için bölgeye gelir. Ancakişçiler kazma ve küreklerle Valinin üzerine yürürler. 12Mart günü devlet direnişi bastırmak için son derece

kararlıdır. Askerler işçilerin üzerine sürülür. İşçilerdağılmayı reddederler. Asker işçileri kurşunlar veişçilerden Satılmış Tepe ile Mehmet Çavdar şehitdüşer. Bir çok işçi yaralanır, ancak kararlılık kırılamaz.Bu kez işçilerin hedefinde Kozlu vardır. Binlerce işçiKozlu’da buluşur. Gözlerinde arkadaşlarını katledendevlete karşı bir öfke vardır. İşçiler burada patronyanlısı bir mühendisi rehin alır. Devletin MehmetÇavdar’ın cenazesini istemesine karşı çıkarlar vearkadaşlarının cenazesini devlete teslim etmezler.Devletin verdiği yanıt savaş jetlerini işçiler üzerindenalçak uçuş yaptırmak şeklinde olmuştur. İşçilerkorkutulmak istenmiştir. Ancak işçilerin gözlerindekorkudan eser yoktur. 12 Mart akşamı işçiler şehrigerçek anlamda kuşatırlar.

İşçiler sık sık asker barikatlarını taciz ediyor veyüklenir. Bunun sonucunda barikat adım adım geriçekilir. Bölgede bulunan tüm resmi daireler kapatılır.Bölgeye yoğun bir şekilde asker sevkedilir. Valiliğinemriyle bölgeye donanma sevkedilir.

13 Mart sabahı devlet artık direnemez. İçişleriBakanı, Çalışma Bakanı ve Enerji Bakanı Zonguldak’agelirler ve işçilerle görüşürler. Bakanlarla görüşerekpazarlık yapan işçiler akşamüstü ocaklara inmeyikabul ederler. Direnişte yüzü aşkın işçi tutuklanır.

Türk-İş işçi düşmanı tavrını burada da ortayakoymuştur. Bölgede aylardır komünist bildiridağıtılarak işçilerin kışkırtıldığı açıklamasını döneminsendika başkanı Seyfi Demirsoy tarafından yapılmıştır.Ancak buna rağmen maden işçisinin bu direnişi Türk-İş içerisinde çatlaklara neden olmuştur. Ağır çalışmave sömürü koşullarına maruz kalan maden işçisisonraki dönemlerde de kendini tarih sahnesinde ortayakoyar. 1968 yılında yeniden ayağa kalkan maden işçisiZonguldakta sarı sendikayı hedef alır ve taşlarlasaldırarak camlarını kırar. 80 cuntasından sonra damaden işçisi ‘91 büyük madenci yürüyüşüyle yenidenboy verir. Tarih, sadece maden işçisinin değil, fakataynı zamanda bir bütün olarak işçi sınıfının ayağakalkışına tanıklık edecektir.

Kuzu Deri’de 100. gün etkinliği

Deri İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan Kuzu Deri işçileri, fabrikanın önünde 100. gün etkinliğigerçekleştirdiler. Birçok kurumun katılarak dayanışma gösterdiği etkinlikte, mücadele kararlılığı ortaya kondu.

İsmaco ve direnişçi THY işçilerinin de katıldığı etkinlik, ilk olarak Deri-İş Sendikası Genel Başkanı MusaServi’nin yaptığı konuşma ile başladı. Servi, işçilerin anayasal haklarını kullandıkları için itşen atıldığınıbelirterek başladığı konuşmasında, Kuzu Deri patronunun sendikal örgütlenmeyi kırmak için işçilere baskıuyguladığını, istifaya zorladığını ve işten çıkardığını belirtti. Servi, işkazaları, düşük ücretler ve işten atılmalarakarşı işçilerin sendikal haklarını kullandıklarını, işçilerin onurlu bir yol olarak mücadeleyi seçtiklerini vurguladı.Direnişlerin önemine vurgu yapan Servi, taleplerin kazanılması için dayanışmanın da örülmesi gerektiğine,çözümün emekten yana olanlarla ortak mücadeleden geçtiğine dikkat çekerek, zaferlerin sokaklardakazanılacağını belirtti.

Konuşmanın ardından, 100. gün için hazırlanan pasta kesildi. Etkinlik Kuzu Deri direnişçileri adına YücelAtasoy’un konuşması ile sürdü. Atasoy, direniş sürecine değinerek, sendikal haklarını kullandıkları için iştenatıldıklarını ve direnişe başladıklarını vurguladı. Atasoy, direnişin başından itibaren, sendikanın ve kitleörgütlerinin hep yanlarında olduklarını dile getirerek katılımcılara teşekkür etti. İsmaco’da direnişri sürdürenişçilerden Fikriye Aygül de bir konuşma yaparak, direniş süreçlerini anlattı. Tüm işçileri örgütlenerek,mücadele etmeye çağırdı. Direnişçilerin konuşmalarının ardından katılımcı kurumlar da birer konuşmayaparak destek açıklamalarında bulundular.

Konuşmaların sonlandırılmasının ardından Kuzu Deri direnişçileri, desteği hergün yanlarında görmekistediklerini belirterek, katılımcılara teşekkür ettiler. Etkinlik katılımcılara ikram edilen pilav ve pastanınardından halaylarla sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Jet, donanma, kurşun...

Ya kömür tutuşursa!

Page 31: Kızıl Bayrak 2013-13

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

“Saldırıları kabul etmeyeceğiz!”Merhabalar;Hapishanelerde siyasi tutsaklara yönelik saldırılar; sürgün, yasak, hücreleri talan, tek sıra

yürümeyi dayatma, şiddet uygulama, çıplak arama, kelepçeli tedaviye zorlama gibi farklışekillerde artarak yaşanmaya devam ediyor. Bu saldırı dalgasının son halkalarından biri deTekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Hapishaneler’deki kitap yasağı uygulamasıdır.

Çeşitli hapishanelerde kendi yasalarını da ihlal ederek şu ana kadar uyguladıkları kitapsınırlaması Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’de tutsakların hücrelerine girip şiddet uygulayarak,mevcut kitaplara el konulmasıyla yeni bir boyuta evrilmiştir. Tekirdağ Hapishanesi Eğitim Kurulukararı ile her tutsak hücresinde sadece 10 kitap (bu sayıya kültür, edebiyat ve siyasi dergiler dedahildir) bulundurabilecek. Bunun dışındaki kitap ve dergilerin hapishane dışına çıkarılması, yaniailelerine verilmesi isteniyor. Bu dayatma tutsaklara “kitap okumayın” demektir. “Güncel,tarihsel, politik, bilimsel … konularla ilgilenmeyin” demektir. Tecritin daha da koyulaştırılmasıdemektir.

Kitapların ailelere verilmesini istemek kitap değiş tokuşunu imkansızlaştırmaktadır. Çünküçoğunun ailesi farklı illerde oturmaktadır. Son yıllarda özellikle Kürt illerinden sürgünlerdolayısıyla ailelerimizin kat etmesi gereken mesafe binlerce kilometreye ulaşmıştır. Ekonomiknedenlerle yıllarca ziyarete gelemeyen ailelerin belki her hafta ihtiyaç duyulan kitaplar için gidipgelmeleri mümkün değildir. Bu da kitapların değişmesini imkansız kılmakta, tutsaklar kitapsızlığamahkum edilmektedir.

Bizler Bakırköy Hapishanesi’ndeki siyasi kadın tutsaklar olarak tutsakların tecritiniağırlaştırmaya, ailelerimizin ekonomik külfetini artırmaya yönelik bu saldırı karşısında TekirdağHapishaneleri’ndeki siyasi tutsaklarla dayanışma içinde olarak bu saldırıları kabul etmeyeceğimizibildiriyoruz.

Hitler dönemini aratmayan kitap düşmanlığına karşı dışarıda olmanın verdiği avantajıkullanarak sizi de saldırıyı teşhir etmeye, tutsaklarla dayanışmayı artırmaya çağırıyoruz.

Bakırköy Hapishanesi Siyasi Kadın Tutsaklar(PKK-PJAK, MLKP, TKİP, TKP/ML, TKEP/L)

20 Mart 2013

Devrimci kadın tutsaklardan mektup...

Mücadele Postası

24 Nisan 2011’de, Batman Kozluk’ta zorunlu askerliğiniyaparken, Kıvanç Ağaoğlu tarafından öldürülen ErmeniSevag Şahin Balıkçı davasında 25 Mart günü karar açıklandı.

Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı AskeriMahkemesi’nde görülen karar duruşmasında, BatmanGümüşörgü Karakolu'nda Sevag Şahin Balıkçı'nın “kazara”öldürüldüğü açıklamasıyla ceza indirimine gidildi. KatilKıvanç Ağaoğlu'na ''taksirle adam öldürme'' suçundan 4 yıl 5ay 10 gün hapis cezası verildi.

Savcı, mütaalasında “askerlik arkadaşı”nı öldüren KıvançAğaoğlu için "taksirle adam öldürmek" suçundan 2 ile 6 yıl,olayı örtbas etmek için askerlerle toplantı yapan KarakolKomutanı Sadrettin Ersöz için de "görevi kötüyekullanmaktan" 6 ay ile 2 yıl arasında hapis cezası istemişti.

12 duruşma süren yargılama boyunca Sevag’ın ailesiadına yargılamaya katılan avukatların talebleri geçiştirilmişti.Tanık ifadelerindeki çelişkiler ve olay yerinde herkesinkatıldığı bir keşfin yapılmaması gibi kararı direkt etkileyecekadımların atılmaması askeri mahkemenin üstlendiği aklamave ceza indirimini baştan kanıtlamıştı.

Nor Zartonk Sevag'ı unutturmuyor

Duruşma öncesi Nor Zartonk tarafından 2. HavaKuvvetleri Komutanlığı önünde yapılan basın açıklamasındayargı sürecindeki hukuksuzluklara dikkat çekilmiş ve askercinayetlerine göz yumulduğu ifade edilmişti.

Nor Zartonk’un eylemine HDK, Diyarbakır Barosu veMAZLUM-DER de destek verdi. Basın açıklamasını okuyanUmut Utku Aktaş, duruşmanın karar duruşması olmasınakarşın cinayetin hala aydınlatılmamış olduğunu ifade etti.

Mahkeme heyetinin müdahil avukatların taleplerini‘davayı gereksiz yere uzatır’ gerekçesiyle reddettiğinivurgulayan Aktaş, yaşanan hukuksuzluklarla yargınınbağımsız olmadığının kanıtlandığını söyledi.

Nor Zartonk, duruşmadan bir gün önce de Taksim’deeylem yaptı. Taksim Tramvay Durağı’nda “Kışlacinayetlerine son! Sevag seni unutturmayacağız!” pankartınınaçılmasıyla başlayan eylemde Galatasaray Lisesi’ne kadarsloganlarla yüründü.

Eylemde “Faşistler vuruyor, devlet koruyor!”, “Bijibratiya gelan!” sloganlarının yanısıra Ermenice sloganlarsıklıkla atıldı. Yürüyüş boyunca yapılan konuşmalardaaskerde yaşanan cinayetlerin “şaka”, “kaza” gibi gösterilerekörtbas edildiği ifade edilerek özellikle Kürt, Ermeni, solkimlikli kişilerin bu cinayetlerin hedefi olduğuna dikkatçekildi. Yapılan konuşmalardan sonra askerdekatledilenlerden Sevag Şahin Balıkçı, Mazlum Aksu, UğurKantar, Özer Baran’ın ismi haykırılıp “aramızda!” denildi.

Açıklamanın ardından eylem bitirildi. Kızıl Bayrak / İstanbul

Sevag cinayetine“kaza” indirimi

Hacı Halil Mah. Hükümet Cad. No:24 / B, Gebze / KOCAELİ

Page 32: Kızıl Bayrak 2013-13

Cellatlar “özür” şovları eşliğinde Ortadoğu halklarına ölüm kusmaya hazırlanıyor...

Son sözü direnen halklar

söyleyecek!