32

Click here to load reader

Kızıl Bayrak 2013-31

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-31/02 Ağustos

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2013-31

Suriye’de Türk sermaye devletinin aktif taşeron olarak rol

aldığı savaş yeni boyutlar kazanarak sürüyor. Savaşın dünya

gündemine oturan yeni boyutu elbette ki Batı Kürdistan’da

dinci-çetelerin Kürt halkına karşı başlattığı kirli savaş oldu. Bu

saldırılarla birlikte görece güvenli Kürt bölgeleri de kan gölüne

dönmeye başladı.

Bilindiği gibi 2011 baharından bu yana tetikçi güruhlar ile

Baas rejiminin kıyıcı ordusu arasında süren savaşta yüzbini

aşkın insan hayatını kaybetti. Yüzbinlercesi yerini yurdunu

terk edip ağır mültecilik koşullarına mahkum oldu. Halep,

Hama, Homs gibi belli başlı kentler ile sayısız köy ve kasaba

harabeye döndü. Suriye halkı emperyalizmin tetikçiliğini

üstlenmiş ÖSO çeteleri ile Baas ordusunun ateşi arasında

katlanılmaz bir yaşama mahkum edildi. Batılı emperyalist blok

ve AKP iktidarı gibi bölgesel taşeronları şimdiden bu savaşı

daha uzun yıllar sürdürebileceklerini ilan etmiş bulunuyorlar.

Birinci yıldönümünde

Batı Kürdistan’daki kazanımlara saldırı…

Bu savaşta Kürt halkı, etkin olduğu bölgelerde şimdiye

kadar büyük yıkımların olmasını engelleyebilmişti. Bunu ise

çeteleri Kürt bölgelerinden uzak tutabilmesine ve Baas

rejiminin askeri gücünü Kürt bölgelerinden çekmesiyle birlikte

geliştirdiği özerk halk inisiyatifine borçluydu. 2012 yılının

sonlarında küçük çaplı çatışmalar Kürt bölgelerinde de vuku

buldu. Türkiye’de gündeme getirilen “çözüm süreci”nin belli

bir döneminde, PYD-YPG’yi ÖSO çatısı altında Baas güçleriyle

savaşa zorlamak hedefiyle çatışmalarda geçici bir artış da

yaşandı. Her şeye karşın bütün bu süreç boyunca Batı

Kürdistan’da Kürt hareketi etkin bir inisiyatifle hareket etmiş,

halkın aktif katıldığı fiili özerkliği kurumlaştırmayı başarmış

oldu. Bu yönde ilk adımların atılmasının üzerinden bir yıl

geçmişken Kürt halkı yeni bir saldırı dalgasıyla karşılaştı.

Cihatçı çetelerin başlattığı çatışmalar iki haftayı geride bıraktı.

Batı Kürdistan’da Kürt halkının kazanımlarına yönelik kirli

savaş giderek de büyüyor. Dinci çetelerin Temmuz ortasında

yeniden başlattığı saldırılar, Rojava Kürtleri tarafından büyük

bir direnişle püskürtülmüş, Serekaniye’de (Resulayn) PYD-YPG

güçleri denetimi ele geçirmişti. Bu gelişmeyle birlikte Türkiye-

Suriye sınırının geniş bir bölümü Kürt hareketinin kontrolüne

geçmiş oldu. (devamı s. 2’de...)

Kirli savaşa karşıKürt halkıyla dayanışmaya!

“Korkacaksınız,titreyeceksiniz,yıkılacaksınız!”

Baskıya, zorbalığa, doğa ve çevrenintalanına karşı patlak veren büyük HaziranDirenişi işçi ve emekçilere umut olmayadevam ederken sermaye devletininkorkularını büyütüyor. (s. 4)

Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 31 • 2 Ağustos 2013 • 1 TL

Kızıl Bayrak

Mısır’da devrim ve karşı-devrim sarmalı - Volkan Yaraşır (s. 22-25) Tunus’ta direniş yayılıyor... (s. 26)√ √

Sendikal örgütlülüğesaldırılarda yola devam

Sermaye hükümetinin sendikalhareketi tasfiye etmeye yönelikprojelerini kararlılıklasürdürdüğüne tanık oluyoruzbugünlerde. (s. 14)

Sermaye devleti için her bir bireyinözgürleşmesi-mücadele etmesisakıncalıyken, kadınların “özgürleşmesi”ninengellenmesinde dinci-gericilik önemli biraraç olarak kullanılıyor. (s. 28)

Kadına yönelik gericisaldırılar devam ediyor

Page 2: Kızıl Bayrak 2013-31

İlk günden bu yana yaşanan olaylar ve sergilenentutumlar bu saldırı dalgasının arkasında bizzat Türksermaye devletinin olduğunu gösteriyor. Kürt halkınınKobani’de idareyi ele alışının (19 Temmuz 2012) birinciyıldönümünün hemen öncesinde cihatçı çetelerinharekete geçmesi tesadüf değildi. Bilindiği gibi olaylarbaşlamadan hemen önce Suriye Kürdistan’ında Kürthareketinin özerklik ilan edeceği, daha doğrusu fiilenoluşmuş durumu siyasi olarak da tanımlayacağıdillendirilmekteydi. Böyle bir adım karşısında tüyleri dikendiken olan başlıca gücün Türk sermaye devleti olduğubiliniyor. Dahası bu adım, 2012 Temmuz’unda Suriyepolitikası (ve aslında komşularla ‘sıfır sorun’dan komşuhalklara saldırı çizgisine evrilen tüm dış politikası) iflasetmiş AKP’nin, bu kez daha ağır bir şoka uğramasıanlamına geliyor.

Cihatçı çeteleri azmettiren AKP’dir

Bunu bir yana bıraksak bile, bizzat AKP’nin DışişleriBakanı’nın açıklamaları da dinci çeteleri saldırıyaazmettirenin Türk sermaye devleti olduğunu ele veriyor.Dışişleri Bakanı, olaylar başlar başlamaz Suriye’de biremrivakiye izin vermeyeceklerini, herkesin yeni birparlamento oluşana kadar beklemesi gerektiğinisöyleyerek, Türk devletinin olaylardaki rolünü açığavurmakta herhangi bir sakınca görmedi. Yeni saldırıdalgasının başladığı 16 Temmuz’dan bu yana Türkdevletinin yaptıkları bunu tamamlar nitelikteydi.Çetelerden geldiğine kuşku duyulmayacak mermilerinTürkiye tarafına isabet etmesi bahanesiyle sık sık BatıKürdistan’da Kürt mevzilerine bomba yağdırıldı. Dinci-gerici çetelere gruplar halinde yeni takviyeler yine Türkiyetarafından araçlarla organize edildi. Dahası 70’e yakınÖSO komutanı Antep’te toplantıya alınarak Kürt halkınakarşı savaşın yeniden organize edilmesine girişildi.Nitekim bu toplantının sonrasında ÖSO’ya bağlı çoksayıda çete grubunun, Kürtlere karşı kirli savaşıtırmandıran Irak İslam Devleti ve Biladi Şam-El NusraCephesi’nin yanında saldırılara başladığı görüldü.

Tam da bu gelişmelerin yaşandığı günlerde AKPiktidarı önce PYD Başkanı Salih Müslim’le, ardındanGüney Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani ilegörüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin ortak ve asli sorununSuriye Kürdistan’ındaki gelişmeler olduğu açıklandı.Kamuoyuna yansıyan ve yansıtılmayan yanlarıylagörüşmelerde Kürt tarafına hem havuç hem de sopagösterilmiş olduğu anlaşılıyor. Özellikle Salih Müslim’inbeyanatları bu konuda şüpheye yer bırakmıyor. Türkdevleti ile görüşmüş olmaktan ve Türk Dışişleriyetkililerinin vermiş oldukları sözlerden oldukça memnunolan Müslim, AKP’nin açıktan silahlandırdığı, yönettiği,araçlara bindirip çatışma bölgelerine intikal ettirdiği, silahsevkiyatından yaralı tedavisine kadar hiçbir yardımıesirgemediği çeteler aracılığıyla savaşı kızıştırmasını biryana bırakabiliyor. Dahası AKP iktidarının tam dakendisiyle görüştüğü sıralarda ÖSO çetelerinin reislerinitoplayarak başka grupları da Kürtlere saldırttığınıgörmezden gelip, gönül okşayıcı bir takım sözlere vealdatmacalara kanabiliyor. İnanmış bir vaziyette,Davutoğlu’nun da El Kaideci gruplardan rahatsızolduğunu söyleyebiliyor. Oysa sahnede kaba bir Osmanlıoyunundan başka bir şey yok.

Rojava’daki kazanımların kaynağı

AKP’nin artık suyu çıkmış Osmanlı oyununa belbağlaması şüphesiz Kürt sorununda sürdürmekte olduğu“çözüm süreci” aldatmacasından bağımsız değil.Nihayetinde Rojava’daki gelişmeler ile Türkiye’deki

“çözüm süreci” en baştan itibaren etle tırnak gibibirbirine bağlı şekillendi. Ama bu hiç de iddia edildiği gibiRojava’daki kazanımların “çözüm süreci”nin ürünü olmasıgibi bir ilişki olmadı. Tersine Kürt hareketinin o dönemsürdürdüğü silahlı savaşım Rojava’da özerk halkinisiyatifinin ortaya çıkmasında belirleyiciydi. Dahası,Rojava çıkışından moral bulan PKK’nin Kuzey Kürdistan’dasilahlı eylemleri tırmandırması Rojava için bir tür güvencebile yarattı. “İmralı görüşmeleri” ise tüm bunlarınardından ve tartışmasız bir şekilde birbirini besleyensözkonusu iki olayın (Rojava inisiyatifi ve PKK güçlerininsilahlı eylemleri) ürünü olarak gündeme geldi. ÖzetleRojava’da bir devrimci süreç ortaya çıkmışsa, bununarkasında Suriye eksenli bölgesel konjonktür ile birliktehalkın aktif bir şekilde kaderini eline alması, silah kuşanıpsavunmasını tahkim etmesi vardır; yoksa emperyalistlerve yerli taşeronlarıyla masabaşı görüşmeler veyauzlaşmalar değil.

Türk sermaye devletinin, onun adına AKP’nin Suriyenezdinde boyundan büyük işlere bulaşmış olmanındersini ağır bir şekilde aldığını, Rojava üzerinden yeni birbatağa saplanmayı ise göze almadığını, bunun yerine üç-beş kez sahnelemiş olduğu ve her defasında da Kürthareketini aldatmayı başardığı malum Osmanlı oyununutercih ettiğini biliyoruz. Fakat “çözüm süreci” diye lanseedilen bu aldatmaca artık her yerinden dökülüyor.Gelinen yerde Kürt hareketinin yöneticileri de bunuaçıktan dile getirmek zorunda kalıyorlar.

Rojava’nın uyarısı

Peki Kuzey Kürdistan ve Rojava’da AKP’nin başındaolduğu Türk sermaye devletinin tutumu, daha doğrusuKürt halkının ve kazanımlarının baş düşmanı olduğu fiilendefalarca ispatlanmışken ve şimdilerde Rojava’da kan-canbedeli teyit ediliyorken, onunla masaya oturmuş olmayabağlanan bu umutlar, atfedilen bu önem niye? 2014-15seçimlerini kazanmayı “ölüm kalım meselesi sayması”,AKP’nin kurduğu masada bir takım adımlar atmakzorunda bırakılmasını sağlamaz, sağlamıyor,sağlamayacaktır. Hem önceki açılımlar-müzakereler-aldatmacalar, hem 7-8 aydır Türkiye, hatta yer yer dünyagündeminde en ön sırada olan “çözüm sürecinin” bugünekadarki bilançosu, hem de Rojava’da yaşananlar bununtartışmasız bir kanıtıdır.

AKP diyelim ki şimdilerde dillendirilen 1 Eylül, 15 Ekimvb. gibi tarihler gelip dayanana kadar kılınıkıpırdatmayacağını çoktan göstermiş bulunuyor. Kürthareketinin attığı adımlar orta yerde duruyorken AKPcephesinden ne anayasal-yasal düzenlemeler, neÖcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi, ne de başka bir adımgündeme geldi… Çok sıkıştığında bazı göstermelikmanevralar yapabildiğini, böylece Kürt hareketini masadatutmayı ve ona ciddi adımlar atmayı başarabildiğini iseAkil İnsanlar Komisyonu ile göstermelik Meclis Komisyonuörnekleriyle gösterdi. Kürt hareketi bu kadarına rızagösterdikten sonra, AKP’nin Eylülleri-Ekimleri atlatması,Kürt hareketini seçimlerin hemen ön günlerine kadarmasada oyalaması da işten bile olmayacaktır. Bu sürecinKürt halkında nasıl bir zayıflama yarattığını ise “Hükümetadım at” eylemlerinin tablosu göstermektedir.

Bu gidişat düşünüldüğünde Rojava’daki songelişmeler, AKP iktidarının aldatmacaları, ikiyüzlülüğü,sinsiliği ve saldırganlığı konusunda Kürt halkına yapılmışen canalıcı uyarıdır aslında. Kürt halkı başta olmak üzeretüm işçi ve emekçiler Rojava’nın mesajını aldıklarınıgöstermeli, emperyalistlere, bölgesel taşeronu AKPiktidarına ve onun komutasındaki gerici vahşet sürülerinekarşı Suriye halklarıyla dayanışmayı yükseltmelidirler.

Kızıl Bayrak’tan...

31 Mayıs’ta patlak veren kitle hareketi gelinenaşamada geri çekilmiş olsa da sermaye devletininkaygıları gün be gün daha da büyüyor. Zira hareketitetikleyen sorunlar yerli yerinde duruyor. Dahası busorunlara her geçen gün bir yenisi ekleniyor.

Bu nedenle AKP şeflerinin ve kimi devletyetkililerinin son dönemde yaptığı her açıklama,sonbaharda yaşanabilecek kitle eylemlerindenduyulan kaygının derin izlerini taşıyor. Sermayedevletinin sonbahar sendromunun gerisinde isehareketin önümüzdeki günlerde en küçük birkıvılcımla tekrar patlak verme potansiyeli yer alıyor.

Sermaye devleti ve hükümetinin kaygıları yersizdeğildir. Zira Eylül ayı ile birlikte okullar açılacak,direnişin ön saflarını tutan gençlik güçleri budönemde yeni bir eylemli sürecin kapılarınıaralayacaklar. Dahası başta Kürt sorunu olmaküzere bir dizi toplumsal ve sosyal sorun temelindemuazzam bir enerji birikimi yaşanmaktadır.Sermaye devletinin uykularını kaçıran tam da bunesnel koşullar ve mücadele dinamikleridir.

Sermaye devletinin uykularını kaçıran bir diğergelişme ise Kürt halkının Rojova’da gösterdiğiinisiyatif ve son dönemde hız kazanan özerklikçalışmaları oldu. Batı Kürdistan halkının savaşınbaşından beri özerklik doğrultusunda attığı adımlarve kazanımlar gelinen yerde sermaye devletini iyiceköşeye sıkıştırdı. Türkiye sınırlarında YPG bayraklarıdalgalanırken Türk sermaye devleti bir kez dahaçeteleri Batı Kürdistan halkının üzerine saldı. Bubeyhude çabadan da eli boş dönen sermaye devletişimdi ise sorunu diplomasi trafiği ile halletmeye,Rojova’da inisiyatifi ele alan Kürt hareketiüzerinden süreci ilerletmeye soyundu. SalihMüslim ve Neçirvan Barzani ile yapılan görüşmeler,Türk sermaye devletinin kirli Suriye politikasıekseninde gerçekleştiği ise açık. Bu noktada baştaYPG olmak üzere Kürt hareketinin tutumu ise kritikbir önem kazanıyor. Bugüne kadar emperyalistgüçlere ve savaşın gerici odaklarına mesafeli duranKürt hareketi, önümüzdeki günlerde bu tavrınıkoruyamaz ise mücadele ile elde ettiği tümkazanımları müzakere masalarında, diplomasitrafiğinde ve gerici ittifaklarda kaybetme riskiyleyüz yüze kalabilir. Dahası gerici emperyalisthesapların basit bir dolgu malzemesine dönüşebilir.

***Ekim Gençliği 1. Yaz Kampı başarıyla

gerçekleştirildi. Kampa rengini veren ise devrimciatmosfer, kolektif yaşam ve örgütlü kimlik oldu. Buyönleri ile öne çıkan gençlik kampı önümüzdekimücadele dönemine fazlasıyla anlamlı birikimleryaratarak geride kaldı. Gazetemizin bu sayısındagençlik kampına dair haber ve değerlendirmeleregenişçe yer ayırmış bulunuyoruz. Zira bu deneyimiokurlarımızla paylaşmanın, kampta elde edilenbirikim ve kazanımları gazetemiz aracılığıyla genelemal etmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.

***Önümüzdeki hafta “bayram tatili” nedeniyle

matbaa ve kargo gönderiminde yaşanacaksorunlardan dolayı gazetemizin yayına bir sayı aravermek zorunda kalacağız. Gazetemizin yeni sayısıbu nedenle 16 Ağustos 2013tarihinde okurlarımızlabuluşacaktır.

Page 3: Kızıl Bayrak 2013-31

Suriye politikasını, Beşar Esad yönetimini yıkmayaodaklayan AKP iktidarı, emperyalist efendileri veKörfez şeyhleriyle birlikte hezimete uğradılar. Zira Esadyönetimini yıkamadıkları gibi, besledikleri köktendincisilahlı çeteler de, son aylarda yenilgi üstüne yenilgialmaya başladılar. Suriye halkı, şeriatçı emirlikler kurançetelerden uzaklaştıkça, emperyalistler, AKP ve Körfezşeyhlerinin Baas yönetimini yıkıp yerine dinci-gerici birrejim kurma hesapları da boşa düştü.

Görünen o ki, Suriye’nin tümüne egemen olmaplanları boşa düşünce, ABD ve işbirlikçileri, ülkeyiparçalama seçeneğini denemeye karar verdiler.Türkiye sınırı boylarında “islami emirlikler” kurantetikçi çetelere silah sevkiyatını arttıran ABD ileTürkiye, Suudi Arabistan, Katar üçlüsü, Halep veçevresini ele geçirme hesabı içindeler. Bu plan tutarsaeğer, Esad yönetiminin basınç altına alınacağı vepazarlık masasında ciddi tavizler vermek zorundakalacağı var sayılıyor. Bu olmazsa eğer, Halep veçevresini Suriye’den koparıp, tetikçi çeteleryönetiminde bir devletçik kurma seçeneğini gündemegetirecekler.

Suriye Arap Ordusu (SAO) karşısında gerileyentetikçi çetelerin, son günlerde güçlerini Halepçevresinde yığınak yapmaya başladılar. Kusayr’ıkaybeden, Hums kentindeki son kaleleri düşmek üzereolan, başkent Şam çevresindeki birçok bölgedensökülüp atılan silahlı çetelerin, güçlerini Halepçevresinde toplamaya başladıkları bildiriliyor. Askerialandaki hazırlıklar, tetikçi çetelerle efendilerinin Halepve çevresini “kurtarılmış bölge” ilan etme sürecinibaşlattıklarına işaret ediyor.

Dinci çeteler Kürt halkı üzerine salındı

Bu kirli/kanlı planın uygulayıcılarından olanAnkara’daki Amerikancı iktidar, son günlerde Suriye’yedönük yoğun mesai yapmaya başladı. Yansıyan ilkicraat, cihatçı katillerin Rojava (Suriye Kürdistan’ı)üzerine salınması oldu. PYD ile ateşkes anlaşması

imzalamış olmalarına rağmen saldırıya geçen çeteler,sert bir direnişle karşılaşınca bazı bölgelerden geriçekildiler.

Kısa süreli çatışmalar, cihatçı çetelerin, Rojavahalkının desteğini alan PYD güçlerinin hakim olduğubölgeleri ele geçirme gücünden yoksun olduklarınıgösterdi. Görünen o ki, cihatçıları tetikçi olarakkullanan AKP iktidarı hem PYD’yi güçten düşürmekhem Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmakhesabı içindeydi. Ancak umduğunu bulamayınca, PYDile görüşme yolunu seçti.

Çete şefleri Antep’te

Rojava’da çatışmalar devam ederken, Halep veçevresinde bulunan çete şeflerini Antep’te toplayanAKP iktidarı, sefil çıkarlar peşinde olan bu tetikçileritek çatı altında birleştirme çabasını yoğunlaştırdı. ZiraAnkara’daki dinci-Amerikancılara göre Halep veçevresini Suriye’den koparabilmek için, bu bölgedekisilahlı çetelerin tek çatı altında birleştirilip savaşıyoğunlaştırmaları gerekiyor.

Çete şeflerinin Antep’teki toplantıları kapalı kapılarardında gerçekleştirildiği için, ne türden kirli planlaryapıldığı tam olarak bilinmiyor. Ancak kesin olan birşey varsa o da, AKP iktidarının, Halep ve çevresindedevam eden çatışmaların şiddetlendirilmesi veçetelerin Baas yönetimine karşı birlikte savaşmalarıiçin, onları ikna etmeye çalıştığıdır. Tek değilse bile,Antep’teki toplantının esas amacı budur.

Tayyip’ten açılım demagojileri…

Tetikçi çeteleri Rojava halkının üzerine salan AKPiktidarının şefi, aynı günlerde Cizre’de gerçekleştirilenbir havaalanı açılışına katılarak, “çözüm süreci”yle ilgilidemagojik bir vaaz verdi. Uzun süreden beri “çözümsüreci”ne dair laflar etmeyen AKP şefinin, Kürt illerinekarakollar inşa etmekle meşgulken, aniden demagojiksöylemlere dönüş yapması bir tesadüf değil.

AKP’nin yeni manevralarına karşılık, BDP EşbaşkanıSelahattin Demirtaş’ın, Roboski’de çocukları katledilenaileleri, Tayyip Erdoğan’ın verdiği iftar yemeğinekatılmaya ikna ettiği açıklandı. Demirtaş’ın, Roboskiliaileleri çocuklarının katilleriyle buluşturmak için özelbir çaba sarf etmesi, iktidarın, perde arkasında Kürthareketine bir şeyler vaat ettiğine işaret ediyor. YaniAKP aynı anda birkaç ipte oynamaya çalışıyor. Biryandan karakollar inşa ediyor, öte yandan Rojava’yatetikçi gönderiyor ama bunları yaparken Kürthareketine vaatlerde bulunmaya da devam ediyor.

Salih Müslim İstanbul’da…

PYD’yi, defalarca “terör örgütünün uzantısı” olaraktanımlayan AKP şefleri, Rojava’ya saldıkları köktendinciçetelerle çatışmalar devam ederken, Salih Müslim’iTürkiye’ye davet ettiler. PYD lideri Müslim, Erbil’denİstanbul’a gelerek, MİT şefi ve Dışişleri Bakanlığıbürokratlarıyla görüştü. Hatırlatalım ki, AKP şefleri,daha önce Müslim’le görüşmeyi kesin olarakreddediyorlardı.

Görüşmeden sonra gazetecilere açıklamalardabulunan Müslim, MİT şefinin vaatlerine “tav olmuş”izlenimi verdi. Esad rejimini yıkmak için çaba sarfettiklerini, Türkiye ile işbirliğini geliştirmekistediklerini, Suriye Ulusal Koalisyonu’yla (Amerikancımuhalefet) ilişkileri geliştirmek istediklerini belirtenMüslim, Türk devletiyle görüşmelerin devam edeceğinibildirerek “Halkımıza selamlarımızı söylüyoruz. İleriyebaksınlar. Güzel günler ileridedir” sözlerini sarf etti.

Türkiye’nin Rojava’yla ilgili politikasının olumluyönde değiştiğini savunan Müslim, AKP iktidarına jestyapmayı de unutmadı. Müslim’in ziyareti başlayınca,sınırdaki PYD bayraklarının indirildiği, yerineAmerikancı muhalefetin kullandığı bayrağın asıldığıgörüldü. Belli ki, Müslim, AKP iktidarıyla işbirliğinigeliştirmek karşılığında Amerikancı/gerici muhalefetleortak hareket etmeye fit olmuş.

PYD, AKP iktidarının istediği gibi Amerikancımuhalefete katılıp, Baas yönetimine karşı birliktesavaşır mı? Bu henüz belli değil. Ancak Müslim’inaçıklamaları ve Türk devletiyle görüşmelerin devamedeceğini “müjdelemesi”, PYD’nin böyle bir eğilimiçinde bulunduğuna işaret ediyor.

Dinci-Amerikancı iktidarın, içine düştüğü cendereyikırmayı amaçlayan bu planın tutması pek olasıgörünmüyor. Ancak Halep ve çevresinin Suriye’denkoparılması için yoğun çaba sarf etmeye devamedeceğini vurgulamak gerekiyor. AKP iktidarınınPKK/PYD liderleriyle görüşmesi, vaatlerde bulunması, -başka önemli nedenler olsa da- doğrudan Suriye’yiparçalama planıyla da bağlantılıdır.

Suriye’yi bölme planı gerici, Suriye başta olmaküzere tüm bölge halklarının geleceği açısındantehlikelidir. Bu plan için çırpınıp duran AKPiktidarından medet ummak, olmayacak duaya amindemektir. Zira halklara düşman dinci-Amerikancızihniyetten, özgürlük arayışı içindeki Kürt halkınadestek değil, olsa olsa köstek gelebilir.

AKP’nin Suriye’yi bölme planı

Page 4: Kızıl Bayrak 2013-31

Baskıya, zorbalığa, doğa ve çevrenin talanına karşıpatlak veren büyük Haziran Direnişi işçi ve emekçilereumut olmaya devam ederken sermaye devletininkorkularını büyütüyor.

AKP şeflerinin her ağızını açtığında HaziranDirenişi’ne saldırmasının gerisinde tam da bu korkuyatıyor. Bir TV programına katılan Bülent Arınç, kitlehareketinin yeniden büyümesinden duyduklarıkorkuyu dile getirerek şunları söylemişti: “Önümüzdekigünlerde eylemler yapılacağının istihbaratını aldık.”

Üniversitelerin açılmasıyla gündeme gelebilecekgençlik eylemlerini hedef alan Arınç, bu konuda“önlemler” alındığını ifade etmişti. Sermaye devletininönlemden kastettiği şeyin polis-yargı terörü olduğu iseartık bilinen bir gerçek. Yeni dönemde üniversitelerdeÖGB’lerin yerini polisin alacak olması AKP iktidarınıngençlik hareketini hedef alan saldırılarının kapsamınıayrıca gözler önüne seriyor.

AKP şefi Arınç’ın açıklamalarına paralel olarak bellibaşlı kentlerin polis şeflerinin Haziran Direnişi’ni veönümüzdeki süreci gündemine alan bir toplantıgerçekleştirdiği basına yansıdı. Ankara’da yapıldığıbelirtilen toplantıda, önümüzdeki günlerde gelişecekkitle eylemleri üzerinde estirilecek olan polis terörünmasaya yatırıldığından şüphe duymamak gerekiyor.

Sermaye devletininyeni eylem dalgası beklentisi

Sermaye devleti yetkililerinin yaptığı heraçıklamada yeni bir eylem dalgasının geleceğine işaretedilmesi nedensiz değil. Zira sermaye devleti deHaziran Direnişi’nin yılların birikimi üzerinden patlakverdiğini, halihazırda “geri çekilmiş” olsa da yeniçıkışları bağrında biriktirdiğini biliyor. Buna görekonumlanıyor ve hazırlıklarını yapıyor.

Basına yansıdığı kadarıyla Ankara’da toplanan polis

zirvesinde de yeni bir eylem dalgası geleceğinin altıçiziliyor. Toplantıda hareketin “nerede” ve “hangibiçimde” çıkacağının belli olmadığı, bir kıvılcımlabütün bir ülkeye yayılabileceği vurgulanırkeneylemlerde devrimci ve ilerici güçlerin inisiyatifalmasına karşı şimdiden “takip ve denetim”lerinyoğunlaştırıldığı ifade ediliyor. Ayrıca HaziranDirenişi’ni kırmak için devreye sokulan gözaltı vetutuklama terörünün hareketin direncinizayıflatabileceği fakat bununla hareketin önününkesilemeyeceği de itiraf ediliyor.

Bütün bu gelişmeler sermaye devletinin kitlehareketinin önünü kesmek için karanlık masalarda kirliplanlar yaptığını gösteriyor. Özellikle polis şeflerininAnkara’da yaptığı toplantıdan yansıyanlar yenidönemde gelişecek olan kitle eylemlerine karşı polis-yargı terörünün dizginlerinden boşalacağınınsinyallerini veriyor.

Yeni eylem dalgasına devrimci hazırlık

Sermaye cephesi kitle hareketinin yeni dalgalarınahazırlıklar yaparken devrimci ve ilerici güçler de kendicephesinden bu sürece yönelik etkin bir devrimcihazırlık içerisinde olmalıdır.

Bu çerçecede kitle eylemlerine müdahalezeminlerini şimdiden biçimlendirmek, özellikleforumları bu temelde işletebilmek önemli bir yerdeduruyor. Forum ya da benzeri zeminleri giderekhareketin örgütsel biçimlerine dönüştürmek dahasıeylem süreçlerine yön verilen politik merkezler olarakişletmek önem kazanıyor.

Gelişecek kitle eylemlerinin hızla yayılacağı vegiderek ülke geneline taşacağı, bu açıdan hareketinpolitik bir merkeze ihtiyaç duyacağı da açık. Devrimcive ilerici güçler hareketin içerisinde buna uygun birkonumlanışa sahip olmalı, mevcut olan platform,komite vb. zeminleri bu temelde değerlendirmelidirler.

“Korkacaksınız,titreyeceksiniz,yıkılacaksınız!”

AKP’de çarpıtmanınsınırı yok

AKP direnişle oluşan atmosferi dağıtmak içinbaskı ve şiddet politikalarına ağırlık verirken, emekçihalkın desteğini kırmak için de çarpıtma ve yalanmekanizmalarını yoğun olarak kullanıyor.

AKP’nin bu politikalarının en temel uygulamaalanıysa gerici ve burjuva basın oluyor. Gericibasının yalanlarla yaptığı haberler istenen sonucuüretemediği için burjuva basınla daha ‘dengeliçarpıtmalar’ kullanılıyor. Son olarak Sabah gazetesi“Pollmark” adlı bir şirket anketine dayanarak GeziParkı Direnişi’ne nasıl bakıldığını ve seçimeyansımasını işledi.

Habere göre 9-18 Temmuz arasında yapılanankette 5 bin 135 kişiyle yüz yüze görüşüldü. Anketegöre Gezi Parkı ile ilgili düşünceleri sorulankatılımcıların yüzde 51.2’si “Göstericilerin amacıkargaşa çıkararak hükümeti zor duruma düşürmek,desteklemiyorum” yanıtını verdi.

Polisin eylemcilere orantısız güç kullanıpkullanmadığına ilişkin soruya ise yüzde 51.5oranında “polis yapması gerekeni yaptı” karşılığıverdi.

Eylemlerin başlamasına AKP’ye karşı olan“ulusalcı ve solcu örgütlerin provokasyonu”nunneden olduğuna inanların oranı yüzde 46.4.

Anketin baştan sona taraflı bir kitleyleyapıldığının bariz örnekleri verilen cevaplarla açığaçıkarken en absürt gerekçe olan “Eylemlerinyayılmasında yabancı istihbarat örgütlerinin ve faizlobisinin parmağı olduğu” düşüncesine katılanlarınoranı da yüzde 47.4 olunca “objektif” gözlem iyiceaçığa çıkıyor. AKP şefi Erdoğan’ın bile söyleyip altınıdolduramadığı yalanlara inanan bir kitleyle yapılansözde anket ile direniş karalanmaya, AKP ve polis isemeşru kılınmaya çalışılıyor.

“Genel olarak hükümetin performansını başarılı”bulan anketçilere göre oy dağılımı şöyle: AKP 51.9,CHP 23.5, MHP 13.6; BDP 7.4, Diğer 3.5.

Ankette AKP’ye yönelik tek olumsuz sonuç sosyalmedyaya yönelik uygulamalara sınır ve denetimgetirilmesinin yanlış bulunması üzerine oluyor.

Page 5: Kızıl Bayrak 2013-31

On yıl boyunca 12 Eylül dönemini aratmayan bir

korku imparatorluğu yaratan AKP, kendisi için

sarsılmazlık miti yaratmıştı. Gözünü tam yetkili

başkanlığa diken AKP şefi Erdoğan, ülkeyi adeta bir

diktatörlükle yönetmekteydi. İşçilere, emekçilere her

türlü sosyal ve ekonomik baskıyı büyük bir pervasızla

dayatan AKP hükümetinin balonu Haziran Direnişi ile

sönmüş oldu. Yıllar süren baskıya, teröre ve

geleceksizliğe karşı gençler, işçi ve emekçiler

sokaklara barikatlar kurarak AKP’yi büyük bir

çaresizlik ve “nafile” bir saldırganlığa itti. Halen daha

sürmekte olan direniş her şeyden önce on yıllık bir

miti yıktı.

Dinci-gerici AKP iktidarı tam da bu kabustan

uyanmaya çalışırken Mısır’daki olaylarla bir kez daha

sarsıldı. AKP iktidarı emperyalist efendileri için

Ortadoğu’ya pazarlanan ılımlı İslam modeli olarak

önemli bir işlev görmekteydi. Mısır’da Müslüman

Kardeşler’in yıkılışı siyasal İslam’ın çöküşünü

işaretliyordu. Tam da bu yüzden Mısır’da Müslüman

Kardeşler’in iktidardan uzaklaştırılması karşısında en

çok tepkiyi AKP hükümeti gösterdi.

AKP’nin kabusa dönen bir diğer hayali ise Suriye

oldu. Emperyalist bir müdahale ile Beşar Esad’ın kısa

zamanda düşeceğini varsayan AKP iktidarı bugün

Suriye’de değişen dengeler karşısında bir kez daha

korku ve panik içerisine düştü. Çünkü Esad, bırakalım

AKP şefinin 6 aya kadar gider demesini, emperyalist

müdahalenin üzerinden iki yıl geçmişken belirgin bir

üstünlük sağlamış görünüyor. Emperyalistlerin bile

kabul ettiği bu gerçeği “ÖSO” komutanları da

saklamamaktadır.

AKP iktidarının baştan beri en büyük kabusu Kürthalkının Suriye’de inisiyatifi ele alması, bu temeldekazanımlar elde etmesi oldu. Bu nedenle AKPparanoyasına son günlerde Suriye Kürtleri deeklendi. Bir yıldır fiilen özerklik oluşturan Kürtlersüren iç savaşta Esad’la ve muhalif güçlerle mesafelidurarak kendi özerk bölge çalışmalarına yöneldi. Bukapsamda başını PYD’nin çektiği Kürt güçleri Suriyesorununda kazançlı çıkan tek taraf haline geldi.Kürdistan’ın dört parçasını da hem moral hem fizikiolarak etkileyen gelişmeler, AKP iktidarını hızladuruma müdahale etmeye yöneltti. “Özgür SuriyeOrdusu”nun yenilgisinin tartışıldığı bir anda AKPbeslediği dinci-gerici cepheyi son bir umutla Kürthalkının üzerine saldı. Ancak istediği sonucu eldeedemedi. 16 Temmuz’da başlayan çatışmalar dincicephenin Kürtler’in kontrolündeki bölgelerdençıkartılmasıyla sonuçlandı. Halen sürmekte olançatışmalarda gelecek ne gösterir bilinmez ama şu aniçin dinci cephe yalnızlaştırılmış ve püskürtülmüşbulunuyor.

Kürt halkı son durumda Suriye’de uluslararasıplanda tanınan bir statü kazanmış durumdalar.Dahası toplanan Kürt Ulusal Kongresi HazırlıkToplantısı’nda da görüleceği üzere PYD-PKK merkezlibir ulusal birlik oluşturmanın olanaklarını dayakalamış bulunmaktadır.

Bu gelişmelere Mardin’de dört bin askerle yapılantatbikatla yanıt veren ve askeri müdahale tehditlerisavuran AKP iktidarı kısa zaman da kuru gürültüyükesmek zorunda kaldı. Emperyalist şeflerin izinvermemesi, dahası ve en önemlisi PYD sözcülerininde ifade ettiği gibi Kürtler’in direnme iradesi şimdilikAKP iktidarını geri çekilmek zorunda bıraktı. ‘Köşk’teolağanüstü toplantı yapan devletin zirvesi henüz biraçıklama yapmadıysa da Dışişleri Bakanı AhmetDavutoğlu’nun şu sözleri müdahale tehditlerindensonraki aşamaya dair ipuçları vermektedir:“Suriye’deki bütün oluşumlar ve gruplar etnik ve dini

ayrım gözetmeksizin Türkiye’nin dostudur. Bizim

özellikle Kürt kardeşlerimizle ilgili geçmişte haklarını

her zaman savunduk. Çatışma ortamı dışında yeni

çatışma sebepleri çıkaracak girişimlerden uzak

durmak gerekiyor. Oradaki Kürt kardeşlerimiz

hepimizle akrabadır, kardeştir. Fakat emrivaki şekilde

atılacak bazı adımlar Suriye’de çok daha fazla

gerilim çıkmasına, kan dökülmesine ve bir anda iki

taraflı bir çatışmanın çok taraflı bir çatışmaya

dönülmesine neden olur. Hiçbir oluşumu Türkiye

tehdit olarak algılamaz. Ama geçici Suriye

parlamentosu oluşana kadar tarafların tek taraflı

adım atmaması gerekiyor.”

AKP için geçen bu kabus dolu ayların gerisindeGezi’de direnen Türkiyeli emekçilerin, Mısır’dahükümet deviren emekçilerin ve Kürt halkınınözgürlük mücadelesi yatmaktadır. Masa başındaçizilen tabloların yerle bir edilmesinin gerisindeişçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların mücadelesahnesine çıkmaya başlamaları yer almaktadır.

AKP iktidarınınçok yönlü kabusu

Tayyip’in kahramanına

terfi ödülü

İstanbul polisinin direniş eylemlerinde en çokgörülen yüzlerinden Güvenlik Şube Müdürü YunusDolar, Emniyet Müdür Yardımcısı oldu. Son terfilerarasında Yunus Dolar Ümraniye, Çekmeköy,Sancaktepe ve Şile’den sorumlu Emniyet MüdürYardımcısı görevine getirildi.

Yunus Dolar polisin birçok saldırısını bizzatyönetmesi ve keyfi uygulamaları ile tanınıyor.Özellikle Taksim yasağıyla başlayan süreçte İstiklalCaddesi ve meydandaki polis şiddeti görüntülerindeDolar’ın terfiyi nasıl hakettiği görülüyor. Kitleninüzerine birkaç metreden plastik mermi yağdırtmak,sadece görüntü alan genci gözaltına aldırıp avukatınıazarlamak, Kanal D muhabirini işten atmakla tehditetmek, öğretim görevlisinin kimliğini keyfi olarakgasp etmek vb... Tüm bunlar Yunus Dolar’ın sadecebirkaç haftalık görüntü kayıtlarına yansıyanicraatları. Bir de kameralardan uzak, kapalı kapılararkasında verdiği emirler düşünüldüğünde polisşiddetini nasıl yükselttiği, soruşturmalara karşıkoruduğu tahmin edilebilir.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de Dolar’ıngörevden alınması için bildiri yayınlamıştı.

Yunus Dolar elbette bireysel inisiyatifle buşiddeti savunup uygulamadı. Hizmet ettiği sermayedevleti için her türlü şiddetin uygulanabileceğinisavunarak o konuma getirildi. Fakat Yunus Dolarkişisel yeteneklerini de katarak bugün terfiyihaketmiş gözüküyor.

Bu arada Yunus Dolar’ın terfisiyle boşalankoltuğa yardımcısı Mithat Aynacı getirildi. Aynacı daözellikle devrimci ve ilerici güçlere yönelik saldırgankimliğiyle tanınan polis şeflerindendir.

BDSP’nin Denizler anmasındaki saldırı emriniveren Aynacı eylemde DİHA muhabirlerini gözaltınaaldırmıştı. Pervasız saldırılarda çevik kuvveti dahafazla şiddet için zorlayan Aynacı bir başka eylemdeANF muhabiri Zeynep Kuray’ı “bir de hapisten yeniçıkmışsın, arkadaşımın kolunu yaraladın” gibiprovokatif cümlelerle hedef göstermişti.

Aynacı’nın bilinen pratiği düşünüldüğünde YunusDolar’ın yokluğunun hissedilmeyeceğinisöyleyebiliriz. Zira Erdoğan’ın her konuşmasındapolisleri övmesi, işledikleri cinayetleri aklaması, gaztazyikli su kullanımına devam açıklaması yapmasıDolar ve Aynacı gibi polis şeflerinin elinigüçlendiriyor.

Page 6: Kızıl Bayrak 2013-31

AKP iktidarının uykularıkaçmış görünüyor

Büyük Haziran Direnişi sermaye devletininkorkularını büyüttü. Düne kadar sosyal ve iktisadiyıkım saldırılarını pervasızca uygulayan, kitlelerinyaşam tarzlarına, kimliklerine, kültürlerine keyfibiçimde müdahale eden, kar için doğayı ve çevreyiyağma ve talana açan sermaye devleti, bugün attığıher adımda kitlelerin direnme kararlığını hesabakatmak zorunda kalıyor, bunun kaygısıyla hareketediyor.

AKP iktidarının Haziran Direnişi’ne dair yaptığıaçıklama ve konuşmalar, sermaye devletininiçerisine düştüğü korku ve kaygıları dolaysız birşekilde yansıtıyor. Son olarak AKP şefi BülentArınç’ın yaptığı açıklamalar, kitle hareketinin yenidönemi üzerinden duyulan korkunun itirafıniteliğinde idi.

TRT Haber kanalında gündeme dairdeğerlendirmeler yapan Arınç, önümüzdekigünlerde yeni eylemlerin olacağına dairistihbaratlarının olduğunu, bu konuda önlemleralmaya başladıklarını belirtti. Dinci partinin şefiArınç TRT Haber’de yaptığı konuşmada şunlarısöyledi: “Önümüzdeki dönemden itibaren buprotestoların farklı amaçlarla ve farklı şekillerdegündeme gelebileceği yönünde istihbaratımız var.En azından eylülden sonra üniversitelerin açılmasınıbahane edebilirler, spor gösterilerini bahaneedebilirler. Farklı günleri kendi amaçları bakımındançok önemli saydıkları için o günlerde yine geçmişteyaşadığımız olaylara benzer bir takım davranışlardabulunabilirler. Bunlara kesinlikle müsaade edilmez.Hukukun dışına çıkıldığı zaman hukuk devletibunlara mutlaka karşı koyar. Biz de elimizdekiimkanlarla bunları önlemeye çalışırız. Bunda damutlaka başarılı oluruz. Önümüzdeki protestoeylemleriyle mahalli seçimlere giden süreç içindeTürkiye’yi daha çok karıştırmak herkesi bir korku veendişe içerisine koymak, hükümeti bu yollarla dahakolay yıpratabileceklerini düşünmek birilerininkafasında olabilir.”

Direnişin önümüzdeki günlerde yenidenbüyümesinden korkan AKP iktidarı görünen o kigözaltı ve tutuklama terörünü pervasız bir şekildesürdürmeyi planlıyor. Bülent Arınç’ın yaptığıaçıklamalar bu açıdan malumun itirafı niteliğinde.Sermaye devletinin yeni saldırı hazırlıklarını boşaçıkarmanın yolu ise mücadeleyi büyütmekten,direnişi dört bir yana yaymaktan ve sermayedevletinin korkularını gerçek kılmaktan geçiyor.

Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumun GenelMüdürlüğü 2013-2014 öğretim yılında ‘direniş, boykot,işgal, yazı yazma, resim yapma ve slogan atma gibi’eylemlerde bulunan öğrencilere öğrenim kredisi veburs verilmeyeceğini duyurmuştu. Özellikle Gezi ParkıDirenişi sonrası böyle bir karar alındı. Sermayedevletinin gençlikten korktuğunu bir kez daha buvesile ile anlamış olduk. En son Başbakan YardımcısıBülent Arınç yaptığı bir açıklamasında eylül ayındatekrar bir ayaklanma olacağını, ayaklanmanın daokulların açıldığı zamana denk geleceğini, buna göreönlem alacaklarını duyurdu. İstihbarati bir bilgiolduğunu kaydeden Arınç Gezi Parkı sürecinde önemlibir rol oynayan gençlikten çekindiklerini bir kez dahagözler önüne serdi. Apolitik olarak nitelediğimiz,ülkede ve dünyada yaşanan bir çok şeye kayıtsız kalangençliğin Haziran Direnişi sırasında nasıl silkindiğinihepimiz biliyoruz. Umutların salt gençlik üzerindendeğil bütün kesimlerce yeşerdiği bir dönem oldu. Bunuistihbarati bir bilgi diyerek gizemli hale çekmeyeçalışan devlet gayet bilmektedir ki gençlikyaşananlardan rahatsızdır. Dolayısıyla yeni yılınhareketli olacağı daha şimdiden bellidir. Çünkü artıkhiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Gelelim öğrenim kredisi ve bursların kesilmesiolayına. Yüksek Öğrenim KYK Genel Müdürlüğü 2013-2014 öğretim yılı içinde okuyan önlisans, lisans, özelyetenek, master ve doktora öğrencileri için burs veöğrenim kredisi müracaat şartlarını internet sitesindenaçıkladı. Kurum yaptığı duyuruda şunları ifade etti;“Öğrenim görmekte olunan öğretim kurumlarında,eklentilerinde, kalmakta olduğu yurtta, öğretimkurumu veya barındığı yurdun dışında, münferidenveya topluca her ne şekilde olursa olsun anarşi ve terörolaylarına karışan , öğrenim özgürlüğünü ihlal edici(direniş, boykot, işgal, yazı yazma, slogan atma vb.)davranışlarda bulanan bu fiillere eksik veya tamteşebbüste bulunan, üzerinde veya kendi kullanımınabırakılmış yerlerde ateşli silahlar, patlayıcı maddeler,bıçaklar vs. tüm kesici delici, yakıcı, boğucu, ezici,parçalayıcı, eza ve cefa verici salt saldırı savunmada

kullanılmak üzere, özel nitelikte yapılmış olan her türlüsuç aletlerinden birini veya bir kaçını bulunduranöğrencilere öğrenim kredisi ve burs verilmeyecektir.”

Tartışma yaratan bu madde aslında 2002 yılındanberi var. Lakin bu maddede bu kadar ayrıntılı bir ibareyok. Sadece anarşi ve terör eylemleri olarak geçmekte.Şu an direk hedefli bir hale getirildi. Gösteri ve yürüyüşkanunları ile korunan boykot etme, yürüyüş yapma vs.eylemler nasıl olurda suç teşkil eder. En basitindenburjuva hukukunun kendisine aykırı.

Maddeye tepki basın ve özellikle sosyal medyaüzerinden oldukça yankı buldu. Akabinde Eğitim-SenBasın Yayın Genel Sekreteri Tuğrul Culfa tarafından biraçıklama yapıldı. Culfa şunları ifade etti: “İktidarçocukları potansiyel bir suçlu olarak görüyor. Buiktidarın cezalandırma yöntemi. Bizler de bu haksızlığakarşı gençlerin yanındayız’ dedi. İşçi-emekçilerinkesilen vergilerinden verilen burs ve öğrenim kredilerine hakla öğrencilerin elinden alınır da sadece iktidaryanlılarına verilir.”

Görünen o ki daha yeni dönem açılmadan sermayedevletini büyük bir korku sarmış durumda. Her zamanmücadele alanlarının merkezi olan üniversiteler bu kezyine devletin eteklerini tutuşturdu. Yeni dönemdeöğrenci gençliği bir çok sorun beklemekte. Yeni YÖKyasa tasarısı, okullara yerleştirilecek olan polislerderken tam bir aymazlıkla saldırlar başladı. Lakindevlet şunu iyi bilmeli ki onlar devrim yürüyüşümüzüdurduramazlar. Tarih bunun çabasını veren herkesi çöpkutusuna gönderdi. Gençliğin biriken öfkesini böylesaldırılarla durduracaklarını sananlar yinekaybedecektir. Okullarımız açıldığında gençliğe veözelinde genç komünistlere büyük görevlerdüşmektedir. Yeni dönemi Gezi Direnişi’nden aldığımızgüçle karşılamalıyız. Ve sermaye devletine gerekencevabı mücadelemizle vermeliyiz.

Yazımıza Yılmaz Güney’in Cannes Film Festivali’ndeyaptığı konuşmasının son kısmıyla son verelim: “Dostve düşman bilsin ki kazanacağız, mutlakakazanacağız.”

İzmir’den bir genç komünist

Gençlikten korkmayadevam ediyorlar!

Page 7: Kızıl Bayrak 2013-31

Gençlik uykudan uyandı!

AKP şefi Erdoğan Gezi Direnişi sırasında ‘eli sopalıgençler değil, eli bilgisayarlı gençler istiyoruz’ demişti.Bu sözüyle Erdoğan direniş boyunca geleceğine sahipçıkan milyonlarca genci kendi deyimiyle bilim düşmanı“Vandallar” olarak göstermeye çalıştı. Elindebilgisayarı olan gençler ona göre geleceğin ülkeyöneticileriydi. Çünkü onlar düzenin bilimini kabuletmiş elinde bilgisayarı olan gençlerdi. Oysa elindesopayla direniş barikatlarında yerini alan gençlerüniversitelerde “parasız bilimsel anadilde eğitimistiyoruz!” diyen gençlerdi. Nitekim bu gençlerErdoğan için her zaman bilim düşmanıydılar.

Bilimin kapitalist toplumda neye hizmet ettiğinigörmek zor değildir. Kapitalizm koşullarında özelşirketlerin bilim ve tekniği geliştirme yeteneği “kârlıolan nedir?” bakış açısı ile sınırlanır. Onlar sadecepazarı olan bir ürün üretmeyi planlarlar ve sadeceürünü pazara çıkarmak için ne gerekiyorsa onuyaparlar. Öyle ki kapitalizmde bilim salt teknolojiyeindirgenmiştir. Peki kapitalizm için teknoloji nedir?Birkaç örnekle bilim-teknoloji ilişkisine göz atabiliriz.Kapitalistler için ilerlemiş bir bilim üstün silahteknolojilerinin üretilmesi, işçi ve emekçiyi ne kadarfazla sömürürüz düşüncesi ile üretilmiş makinalar vs...Yani kapitalist için bilim (teknoloji) emeğinüretkenliğinin artması, işçinin eski çalışma koşullarındadaha fazla meta üretmesidir. Yani daha fazla kârüretmektir. Fakat teknolojinin üretilmesi de birkapitalist için hayli maliyetli bir durumdur. Bu durumada çözüm bulunmuştur. Kapitalist bir üniversite ileanlaşır ve üniversite kapitaliste bilgi üretir. İhtiyaçlarınıkarşıladığı oranda kapitalist onu satın alır. Bu haliyle deüniversiteler sermayeye bağımlı hale gelir. Kısacasıkapitalist için bilim bu kadar basittir.

Kapitalizmde bilimin insanlığa karşı nasılkullanıldığını görmek için atom bombasının yapılışsürecini hatırlayalım. 1934 yılında İtalyan fizikçisiEnrico Fermi uranyum çekirdeği ile nötron taneciğininreaksiyonundan, atom numarası daha büyük olantransuranyum denilen yeni elementlerin meydanageldiğini ileri sürmüştür. Bu bilgilerden sonra Almankimyacılar işe koyulmuş ve çalışmaları geliştirmiştir.İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD New Mexico’daatom bombası yapım merkezi kurmuştur. 1945 yılındada Amerika Birleşik Devletleri tarafından 6 Ağustosgünü ilk uranyum bombası Japonya’nın Hiroşima

kentine ve 9 Ağustos 1945’te plutonyum bombasıNagazaki’ye atılmıştır. Bunun sonucunda Japonyateslim olarak İkinci Dünya Savaşından çekilmiştir.Bombaların etkisi ile 300 binden fazla insan ölmüş,250 bin kişi yaralanmış ve radyoaktif ışınlardan zarargörmüştür. Aradan geçen 68 seneye rağmen halaetkisi sürdüğü söylenmektedir. Bugün atombombasına sahip ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransave Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Böylesi bir silaha sahipolan bu devletler yarın insanlığı katletmek içingözlerini bile kırpmadan kullanacaklardır. İşte bilimonlar için milyonlarca insanın ölmesi ve ölecekolmasıdır.

Üniversiteler özgür düşüncenin üretildiği yerlerolması gerekirken kapitalizmde sermayeden bağımsızdeğildir. Bunun içindir ki yukarıda bahsedildiği gibiüniversitelerde ve sokaklarda ‘parasız, bilimsel,anadilde eğitim istiyoruz’ diye haykıran gençlerigörebiliriz. İşte bu gençler kapitalizmin oyunlarınakarşı oldukları için sırf bilimsel parasız bir eğitimistedikleri için aylarca cezaevine girebilirler. Çünküonların istediği sermaye için bilim değildir.

Sermayeye bağlı üniversiteler diğer yandan dadüzene uygun bireylerin yetiştirildiği yerlerdir. Buüniversiteler bencil, sorgulamayan, paylaşım bilmeyenbir gençlik yetiştirir. Çelişkili olan tarafı iseüniversiteler bilimin üretilmesi gereken yerlerdir vebilim doğası gereği insanı düşünmeye, araştırmayaitecektir. Bu da üniversiteyi düzenle çelişkili halegetirecektir. İşte bu yüzden Erdoğan “elinde bilgisayarlıgençler istiyoruz” derken tam da bunu ima etmeyeçalıştı. Düzenin çıkarları yönünde hareket edecek birgençlik istediği için.

Üniversitelerdeki eğitimin bilimselliği cebindebilgisayar alacak kadar para olanlar için vardır. Zatenüniversitelere gelene kadar harcanan paralardan bueğitimini bırakmak zorunda kalan hatta harç parasınıödeyemediği için okulunu bırakan binlerce genç vardır.

Sonuç olarak, tam da böyle süreçlerden geçerkendevrime bir gebe dünya varken, işçi ve emekçilersokaklara çıkmaya başlamışken geleceğimizi ve bilimiözgürleştirmek için saflarımız bellidir. Safımızsömürüye ve yoksulluğa hayır diyen işçi sınıfınınyanıdır. Tam da uykumuzdan uyanmışken elimize taşve sopa alıp barikatlara çıkma vaktidir.

Sarıgazi’de Anti-kapitalistMüslümanlar’a tanınan

alan!

İçerisinde Halkevi, EMEP, TKP gibi ilericikurumların da yer aldığı Çekmeköy Dayanışmabileşenlerinin Sarıgazi Dayanışma ile görüşmeistemesi üzerine bir toplantı gerçekleştirildi.

Sarıgazi Dayanışma’nın tüm bileşenlerinin katılımgösteremediği toplantıda, Çekmeköy Dayanışma’dangelenler herhangi bir örgütle bir bağı olmayaninsanlar olarak gelindiğini fakat forum içerisindeörgütlü yapıların da yer aldığını önden belirterektaleplerini ilettiler.

Çekmeköy’de bir süredir forumlargerçekleştirildiğini ve Sarıgazi’yle koordinasyonhalinde olunması gerektiğini ifade ettiler. SonrasındaÇekmeköy’de çok sınırlı imkanlarla forumuntoplandığını, Sarıgazi’deki gibi kitlenin daha ilerici vepolitik olmadığı ve “orada bulunan halkınduyarlılıklarını da gözeterek hareket edilmesi”gerektiği söylenildi.

Çekmeköy forumunda yeryüzü sofralarınınkurulucağı Sarıgazi Dayanışma’nın da buna destekolması istendi. Toplantıda BDP yeryüzü sofralarınıolumlu bulduklarını söyleyerek katılım göstereceğinibelirtti. DHF, halkın inançlarıyla bir sorunlarınınolmadığını bunun için katılım gösterebileceklerinisöyledi. Toplantıya katılan Partizan, Mücadele Birliğide katılım gösterilmesinde bir sorun olmayacağınıbelirtti.

Forumun içerisinde İşçi Partisi’nin de olduğu dilegetirilince BDP, “bizim ulusalcılarla yan yana gelmemizmümkün değil, hele ki İşçi Partisinin olduğu bir yerdeyer almayız” demesi üzerine dayanışma adınakonuşan bağımsız kişi, İP’in bir örgütlü yapı olarakolmadığı, kendisini dayatmadığını belirtti.

30 Temmuz Salı günü gerçekleştirilecek yeryüzüsofralarında, İhsan Eliaçık’ın konuşmacı olarak yeralacağı fakat yine ‘Anti-kapitalist Müslümanlar’ınolmayacağı, İhsan Eliaçık’ın ‘bağımsız’ bir şekildeorada yer alacağı söylenildi.

BDSP ise yeryüzü sofraları ve benzeri yöntemlerlekendisini kitle hareketi içerisinde meşrulaştırmayaçalışan ve dinci-gericiliğin bir parçası olan Anti-kapitalist Müslümanlar’a alan açmanın doğruolmadığını beliritti. Din-vicdan özgürlüğünüsavunmakla, işçi ve emekçilerin gerici yanlarınaseslenmek arasında çok büyük bir farkın olduğunusöyleyerek devrimci ve ileri güçlerin halkın geriyönlerine tabi olmak yerine, bin bir çeşit gerici-burjuva ideolojisiyle kuşatılmış olan işçi veemekçilerin değiştirilip dönüştürülmesi için,politikleştirilmesi için çaba harcanması gerektiğivurgulandı.

BDSP öte yandan Sarıgazi’de de pek çok kesiminmilliyetçi-şoven ideolojinin etkisiyle Türk bayraklarıylaalanlara geldiğini, devrimci ilerici güçlerin kitlehareketine sirayet eden milliyetçi gericiliğin kırılmasıiçin halkların kardeşliği vurgusunu ön plana çıkararakmüdahale ettiğini ve oraya tabi olmadığını, bulunduğualanı değiştirmek için çaba harcadığını belirtti.

Gerçekleştirilecek yeryüzü sofralarına SarıgaziDayanışma olarak değil, katılım sağlamak isteyenyapılar kendi isimleriyle katılacaklar.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Page 8: Kızıl Bayrak 2013-31

2012 yılında polisler ‘müdahale’ ettikleri birkavgada kullandıkları yoğun biber gazıyla ÇayanBirben’in ölümüne neden olmuşlardı. Polis cinayetiiçin açılan soruşturma tüm aklama çabalarına karşınpolisin cinayetini kabul etmek, biber gazını silaholarak tanımlamak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz hafta Yalova Cumhuriyet Savcılığıtarafından hazırlanan iddianamede polis cinayetiniaklamak için “taksirle adam öldürmek” suçlamasıyladava açılması istendi. Fakat tüm detaylarıyla açığaçıkan Çayan Birben soruşturması nedeniyle Yalova 3.Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Kemal Kaçan,davanın ağır cezaya gönderilmesine karar verdi.

Hakimin kararı polisin kullandığı biber gazınınsilah olarak tanımlanması anlamına geliyor. Bugünekadar görülen benzer davalarda yargılamada böylebir suçlama yer almıyordu. Biber gazıyla ölümü netolarak kabul edilen bir diğer örnek olan MetinLokumcu davasında gazın kullanımının hukuki birengel olmadığı açıklaması yeterli görülebiliyordu.Zira “Hem devletin kamu düzenini bozmak içineylemde bulunup, hem de yaralanınca ya da vefatedince devletten tazminat talebinde bulunulmasıhukuk sisteminin koruduğu bir hak olmamalıdır”diyerek Metin Lokumcu davasına savunma verenİçişleri Bakanlığı, böylece mahkemeye “terörist” içinbiber gazıyla ölümün makul görüldüğünü ilanediyordu.

Polisin kullandığı OC ve CS türü biber gazlarınınölümcül olduğu hem kimya mühendisleri hem dehekimlerin raporlarıyla sabit bulunuyor. MetinLokumcu’nun katledilmesi sonrası konuya dairkapsamlı bir araştırma süreci örülerek OC ve CS’ninetkileri üzerinden dokuz tıp derneğinin katkılarıylaTürk Tabipleri Birliği tarafından “Kimyasal SilahlarGösteri Kontrol Ajanları” adlı bir rapor hazırlandı. Burapor biber gazının silah olduğunu bilimseltemelleriyle ortaya koyarken mahkemeler ve devletinkarını sürdürdü.

Çayan Birben davasında polis cinayeti biraz da‘terör’ dışı bir soruşturma olduğu için kabul edilmekdurumunda kalındı. Dava elbette tek başına ÇayanBirben’in siyasal bir kimlik taşımaması ya daeylemde katledilmemesi nedeniyle bu noktaya vardıdenemez. Davada biber gazının silah olarak kabuledilmesi elbette direniş sonrası yaratılan duyarlılıkve toplumsal mücadele dinamiklerinin diriliği de birbasınç olarak etki oluşturdu. Zira böylesi günlerdepolis cinayetinin bir örneği olan Birben dosyasınınaklanması kitlelerin öfkesini bileyecektir. Bununbilincinde olan devlet süreci uzatırken hukuki olarakilk kez kağıt üzerinde biber gazının silah olduğunukabul etmek zorunda kaldı. Bu örnek düzen yargısıüzerinde toplumsal mücadele dinamiklerinin nekadar önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.

Hâkim Kaçan, polislerin ‘silah yoluyla kastenyaralama’ suçuyla yargılanmak üzere iddianameninYalova Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevkine karar verdi.Dava sürecinde Adli Tıp Kurumu aklamaoperasyonuna uygun olarak işlemiş fakat polis

ifadeleriyle de sabit olan biber gazının etkisinisonradan kabul etmek zorunda kalmıştı. Adli TıpKurumu tarafından verilen ön otopsi raporunda“Birben’in ölümünde biber gazının etkisiolmadığını” iddia etmişti.

Fakat son iddianameye giren raporda bibergazının etkisi için şunlar ifade edildi: “Kendindemevcut beyin-damar anevrizması (genişleme)bulunan kişinin yakın mesafeden yoğun olarak bibergazına maruziyeti halinde, serebral anevrizmanınrüptürüne (yırtılma) efor ve stres faktörüne ilavefaktör olarak etkili olabilir.”

Yalova’da, geçen yıl 27 Mayıs’ta kavgayı ayırmakisteyen Çayan Birben’e olay yerine gelen polislertarafından yoğun biber gazı sıkılmıştı. “Ben astımhastasıyım, sıkmayın” dediği halde, yakınmesafeden yüzüne sıkılan biber gazındanrahatsızlanan Birben ‘Bırakın yüzümü yıkayayım,nefes alamıyorum, rahatsızım’ demesine rağmenpolisler tarafından alıkonulmuştu. Birben’in ‘Benfenalaşıyorum, kötü oluyorum, ambulans çağırın’talebi de karşılanmamış ve Birben hayatınıkaybetmişti.

Biber gazının silah kabul edilmesi, davanın ağırcezada açılmış olması hukuki anlamda aklamanınolmayacağı anlamına gelmeyecektir. Düzenyoğunlaştırdığı polis şiddetine sahip çıkmayadavada devam edeceği şimdiden görülebilir.Sermaye hükümeti AKP’nin şefleri aracılığıyla sık sıkpolislere sahip çıkan açıklamalar yaptığı birdönemde açılan davanın sınırı bellidir. Polis şiddetive cinayetlerine karşı sonuç almanın yolu fiili-meşrumücadeleden geçmektedir. Bunun bilincinde olaraktüm polis cinayeti davalarını takip etmek, devletinaklama adımlarını teşhir etmek ve katillerincezalandırılması için eylemli mücadeleyi büyütmekgerekiyor.

Biber gazı inkar edilemedi!

Yargı katledilenler için

soruşturmuyor

Direnişe yönelik tutuklama terörü için

seferberlik ilan edip aynı anda birçok ilde

operasyon izni veren savcılar katledilenler için

‘adalet’ sağlamıyor. Direniş sürecinde hayatını ilk

kaybeden Mehmet Ayvalıtaş’ın katledilmesi ile

ilgili soruşturma bunun en somut kanıtıdır.

Direniş eylemleri sırasında, 2 Haziran akşamı, 1

Mayıs Mahallesi’nde eylem sırasında bir araç

kasıtlı olarak kitlenin üzerine sürmüş, Mehmet

Ayvalıtaş’ın ölümüne neden olmuştu. Yaşanan

cinayet kayıtlara “trafik kazası” olarak geçti. Katil

sürücü tutuksuz yargılanmak üzere serbest

bırakıldı, ancak olayın üzerinden 2 ay geçmesine

karşın soruşturma hâlâ tamamlanamadı.

Aradan geçen 2 aya karşın soruşturma

tamamlanmazken, polis katilin değil Mehmet

Ayvalıtaş’la birlikte yaralanan yeğeninin peşine

düşüyor. Kitlenin üzerine süren şoför, Mehmet

Ayvalıtaş’la birlikte 17 yaşındaki yeğenini de ağır

yaralıyor. Yeğeni kırılan kaburgaları ve delinen

akciğer zarı nedeniyle 20 gün yoğun bakımda

kalıyor. 17 yaşındaki genç yoğun bakımdayken,

polis ifadesini almak için 2 kez içeri girmek

istemiş, fakat doktorları izin vermemiş.

Baba Ali Ayvalıtaş “Bu olayın üstü kapatılıyor”

diyerek tepkisini gösterirken, kaza yerindeki

MOBESE kayıtlarının da ‘olmadığı’ ortaya çıkıyor.

Page 9: Kızıl Bayrak 2013-31

Güzeltepe’deçetelere karşı eylem

26 Temmuz akşamı Güzeltepe’de Turgay Tekinisimli bir genç çetelerin hedefi olmuş ve vurularaköldürülmüştü. Sınıf devrimcileri de aile ile görüşerekmahallede katillerin yakalanması ve çeteleşmeyekarşı bir eylem yapılmasını kararlaştırdı.

Eylem 31 Temmuz günü saat 19.30’da GüzeltepeSağlık Ocağı’nda bir araya gelen Turgay Tekin’inailesi ve emekçiler konuşma ve alkışlarla saat20.00’a kadar beklediler. Kitlenin toparlanmasıylabirlikte buradan alkış ve sloganlarla en önde ailesiolmak üzere, ellerinde “Çeteci katiller serbest, Gezidirenişçileri tutuklu!”, “Katiller bulunsun!”,“Güzeltepe’de çete-mafya istemiyoruz!”, “TurgayTekin’in katilleri bulunsun!” dövizleri ve Turgay’ınresimleriyle yürüyüşe geçtiler. Her sokakta evlerinbalkonlarından emekçiler tencere-tava vealkışlarıyla çeteleşmeye karşı olduklarını gösterdiler.

Yürüyüş Güzeltepe Polis Karakolu önünde 15dakikalık oturma eylemiyle devam etti. Oturmaeyleminde kitlenin öfkesi daha da arttı. Emniyetmüdürü bunun üzerine Turgay’ın ağabeyi ilegörüşmek durumunda kaldı. Ancak kitle sloganlarıile eylemine devam etti. Sık sık “Güzeltepe buradakatiller nerede!”, “Çetelerden hesabı emekçilersoracak!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”,“Katiller bulunsun hesap sorulsun!”, “Güzeltepeuyuma evladına sahip çık!” sloganlarını karakolunönünde öfke ile haykırdılar. Karakolun önündekieylemden sonra tekrar yürüyüşe geçildi. Yürüyüşesnasında konuşmalarla emekçiler çetelere karşımücadeleye çağrıldı.

Aynı zamanda Gezi Direnişi ile birlikteGüzeltepe’de gözaltına alınıp tutuklanan ErolÖzdemir şahsında tüm devrimciler sahiplenilerek,devletin devrimcileri uydurma gerekçelerletutuklayıp çeteci katilleri serbest bıraktığına dikkatçekildi. Bunun üzerine kitle hep bir ağızdan“Devrimciler içerde katiller dışarda!” sloganıylatutsaklara selam gönderdi. AKP ilçe binasınınönünden Çanakkale yolunu trafiğe kapatarakyürüyen kitlenin üzerine bir kişinin aracını sürmesiüzerine ortam gerildi. Araç sahibi aracını bırakarakAKP ilçe binasına sivil ekiplerin yanına gitmeyeçalıştı.

Çanakkale yolu üzerinden Güzeltepe girişi Taksidurağına kadar yüründü. Burada tekrar sloganlaratılmaya devam edildi. Sloganların ardından bir sınıfdevrimcisi söz alarak çeteleşmeye karşı sessizkalındıkça bu ölümlerin devam edeceğini,devrimciler tutuklanırken katillerin ise ellerinikollarını sallayarak sokaklarda dolaştığını belirtti.

Ardından Turgay’ın ağabeyi söz alarak buyürüyüşün Turgay’a yakışır bir şekilde bitirilmesigerektiğini, şiddeti hak edenlere karşı kullanıpkitlenin öfkesine hakim olmasını istedi. Acılarınınbüyük olduğunu ve bu işin peşini bırakmayacaklarınıherkesin de yanlarında olmasını isteyerekkonuşmasını tamamladı. Daha sonra Güzeltepemuhtarı söz alarak çetelerden herkesin şikayetçiolduğunu mahalle olarak bundan sonra hep beraberdavranılması ve mahallenin bu pisliklerdentemizlenmesi gerektiğini söyledi.

Eylem alkışlarla saat 21.00’de bitirildi. Kızı Bayrak / Çiğli

Devrimcileri asılsız ve dayanaksız gerekçelerlegözaltına alıp cezaevlerine koyan sermaye devleti,besleyip büyüttüğü çeteleri korumaya vemükafatlandırmaya devam ediyor. Bunun son örneğiÇiğli Güzeltepe’de yaşandı. Güzeltepe’de 23 yaşındakiTurgay Tekin isimli bir genç, 26 Temmuz akşamı saat23.00 sıralarında evinden götürülerek öldürüldü.

Turgay’ın katilleri gözaltına alındıktan kısa bir süresonra serbest bırakıldı. Güzeltepe mahallesinde işçi veemekçilerin kurtuluşu için mücadele yürüten sınıfdevrimcisi Erol Özdemir ise Gezi Direnişi’nde yer aldığıiçin hedef gözetilerek gözaltına alınmış ve ardındantutuklanarak Kırıklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’negönderilmişti. Devletin, çeteleri ve eli kanlı katillerikollarken devrimci ve ilerici güçler üzerinde tutuklamaterörü estirmesine mahalleli emekçiler tepki gösterdi.

Mahalleyi çetelerden temizlemeye çağırdı

Devrimcilerin evlerine ve derneklerine özelharekatlarla operasyon düzenlenirken kardeşininkatillerinin serbest bırakılmasına tepki gösteren TurgayTekin’in ağabeyi Şefik Tekin kardeşinin katledilmesiyleilgili olarak şunları söyledi.

“Kardeşim 26 Temmuz akşamı saat 23.00sıralarında evdeyken kapı çalındı. Vedat Tike ve üçarkadaşı kardeşimi alarak götürdüler. KardeşimiÇamlıkent’in oradaki dağlık alana götürmüşler veorada Vedat Tike ile arkadaşları, ilk önce bacağınasonra da kafasına ateş ederek öldürmüşler. Bu çok açıkşekilde göstermektedir ki kardeşim orada pusuyadüşürülmüştür.

Yerel ve ulusal basında ‘bilinmeyen kişilertarafından ve bilinmeyen nedenlerle’ yapıldığıyazılarak cinayet kapatılmaya çalışılıyor. Failleri belliolan bir cinayet söz konusu. Hatta polis tarafından

yakalanmalarına rağmen savcılıkta ifadeleri alınarak

serbest bırakılıyorlar. Mahallemizdeki devrimciler

tutuklanırken katiller serbest bırakılıyor. Hatta basında

kardeşimin fotoğrafı yerine hiç tanımadığım birinin

resmi konularak basının işlenen cinayete önem

vermediği ve sadece haber yaptığını görmek bizi

üzüyor. Biz sorumluların yakalanıp ceza almasını

bekliyoruz. Biz ailesi olarak da faillerin kim olduğunu

biliyoruz; Vedat Tike ve arkadaşlarıdır! Katiller

yakalanana kadar elimizden geleni yapacağız.

Tüm Güzeltepe halkına çağrımızdır; yanımızda olun.

Bugün bizim başımıza gelen yarın sizlerin de başına

gelebilir. Bu pislikleri mahallemizden temizleyelim ve

bunun için mücadele edelim. Bu şahıslar mahallemizde

organize bir şekilde ellerini kollarını sallayarak

dolaşıyor. İstedikleri saatte istedikleri insanı ormana

götürüp tehdit edebiliyorlar. Bunların önüne geçelim.

Bizim yandı, kimsenin canı yanmasın.”

Mahalledeki emekçiler de tepkili

Cinayetin ardından görüştüğümüz Güzeltepeli

emekçiler de durumdan şikayetçiler. Tariş Direnişi’ni

yaşayan mahallelerinin bu şekilde anılmaya

başlamasından rahatsız olduklarını, çetelerin mahalle

dışından yönetildiğini söylüyorlar. Dışarıdan polisin de

bildiği kirli güçler mahalleye yerleştiriliyor. Mahalle

halkı çetecilerin Güzeltepe’ye ilk geldiğinde ekmek

alacak paralarının dahi olmadığını, şimdi ise son model

arabalarla gezdiklerini dile getiriyorlar.

Mahalledeki kadın emekçiler de korktuklarını,

çocuklarını evden dışarıya çıkarmakta tereddüt

ettiklerini, hatta işten gelirken bile rahatsız olduklarını

ve gece uyuyamadıklarını söylüyorlar.

Kızıl Bayrak / Çiğli

Güzeltepe’deçeteci katiller serbest!

Page 10: Kızıl Bayrak 2013-31

İstanbul Tutsak direnişçilerin aileleri Galtasaray Lisesi

önünde yaptıkları oturma eylemine bu hafta da devamederek Gezi Direnişi sonrasında tutuklananlarınserbest bırakılmasını istedi.

Oturma eyleminin öncesinde tutsak direnişçi HasanTunç’un babası Haydar Tunç konuştu. Tunçkonuşmasında şunları ifade etti: “Polis saldırana kadarbizim çocuklarımız Gezi’de kolektif bir yaşamsürdürüyordu. Saldırı karşısında meşru direniş hakkınıkullandılar.”

Sonrasında ise tutsak Emek Ulaş Suna’nın annesiEmel Suna konuştu. Anne Suna, dosyada gizlilik kararıolduğu için suçlamanın tam olarak ne olduğunubilmediklerini ifade ederek şunları söyledi: “Bizimçocuklarımız onurlarına sahip çıktı. Haklarını aradı vesaldırı karşısında meşru müdafaa hakkını kullandı.Oğlumla ve arkadaşlarıyla onur duyuyorum.”

Konuşmasının ardından Emek Ulaş Suna’nın EdirneF Tipi Hapishanesi’nden gönderdiği mesajı okudu. Ulaşgönderdiği mesajda, iktidarın Gezi Direnişi’ndeyaşadığı yenilgiden dolayı, baskı ve tutuklamasaldırısıyla sindirme operasyonu uyguladığını, fakatbaşaramadığını belirtti. Mesajın devamında busaldırılar karşısında yine iktidarın direnişle karşılaştığınıbelirterek, “adalet ve özgürlük dilenmekle değil,sokaklarda kazanılır” dedi.

Oturma eylemi sloganlarla devam etti ve “Çavbella” marşı hep birlikte söylendi.

Sonrasında ise basın açıklaması okundu. Açıklamayıtutsak Çağrı Aydan’ın abisi, Cihan Aydan okudu.Açıklamada, gözaltı ve tutuklama saldırılarının devamettiği belirtilerek Adana ve Hatay’da yaşanan gözaltı vetutuklama saldırıları hatırlatıldı. Açıklama yaşanansaldırıların anlatılması ve katledilen direnişçilerinfaillerinin korunduğunun belirtilmesiyle devam etti.

Son olarak ise gözaltı ve tutuklamaların durdurulmasıve tutuklananların serbest bırakılması talebiyleaçıklama sonlandırıldı.

Eylemde, “Her yer Taksim, her yer direniş!”, “GeziDirenişi yargılanamaz!”, “Gözaltılar, tutuklamalar,baskılar bizi yıldıramaz!” sloganları atıldı.

Ankara Geçtiğimiz hafta tutsak ailelerinin ve Ethem

Sarısülük’ün ailesinin başlattığı ve her haftagerçekleştirilecek olan oturma eyleminin ikincisi 27Temmuz günü Ethem’in vurulduğu yerde saat 17.30’dagerçekleştirildi. Eylemde devletin gözaltı ve tutuklamasaldırısının halen devam ettiği tutsaklarladayanışmanın ve onlara sahip çıkmanın öneminedeğinilen kısa bir konuşma yapıldı.

Yapılan konuşma sonrasında şu an Sincan’datutuklu bulunan hemşire Hazal Kangal’ın halasınınHazal için yazdığı şiir okundu. Şiirin ardından tutsakaileleri oturma eylemine desteğe gelenlerle duygu vedüşüncelerini paylaştı.

Tutsak ailelerinden Erdal Koza’nın babası ve annesi,hemşire Hazal Kangal’ın babası ve annesikonuşmalarında çocuklarının suçsuz yeretutuklandığını ve serbest bırakılana kadarmücadelelerinin süreceğini ifade ettiler.

Eylem tutsak direnişçiler serbest kalana kadaroturma eylemlerinin her Cumartesi saat 17.30’daEthem’in vurulduğu yerde devam edeceği ve eylemlerigüçlendirme çağrısı yapılarak sonlandırıldı. “Faşizme karşı onuz omuza!”, “İsyan, devrim,özgürlük!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”sloganlarının atıldığı eyleme BDSP’nin de aralarındabulunduğu devrimci ve ilerici kurumlar da destekverdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara

Gezi Direnişi tutsakailelerinden eylem

İzmir’deEthem’in ailesi için eylem

Gezi Direnişi’ndepolis tarafındanöldürülen EthemSarısülük’ünİzmir’de yaşayanakrabalarına polistarafındangerçekleştirilen taciz29 Temmuz günüAlınteri tarafındanyapılan basınaçıklamasıyla protesto edildi. YKM önündetoplanılarak buradan Eski Sümerbank önüne yüründü.Yürüyüş esnasında Gezi Direnişi selamlandı ve Ethem’iöldüren polisin yargılanması talep edildi. Eylemde“Ethem yoldaş ölümsüzdür!” pankartı açıldı. EskiSümerbank önüne gelindiğinde basın açıklamasınıEthem’in akrabası Sevda Sarısülük okudu.

Sarısülük açıklamaya Gezi Direnişi’ndenbahsederek başladı. Ethem’in yaşam mücadelesi veöldürülmesi sürecinden söz etti. Sarısülükaçıklamasında “Hepimiz Ethem’iz, öldürmeklebitmeyiz!” sloganıyla Ethem’in sahiplenildiğini söyledi.Bu yaşanan sahiplenmenin sonucu olarak Ethem’inyakınlarının polis tarafından sürekli rahatsız edildiğinisöyledi. Sarısülük, polisin ailelerin yalnızlaştırma veötekileştirme çabasını boşa çıkaracaklarını belirtti.

Eyleme BDSP, ESP, EHP, DİP, MBP, DevrimciHareket, Kaldıraç, TKP 1920, Söz ve Eylem, Ege 78’liler,Konak-Karşıyaka-Bornova forumları destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Tutsak ailelerimücadeleyi devraldı!

Gezi Direnişi eylemlerine katıldıkları için ülkenin

dört bir yanında başta devrimciler, ilericiler devletin

tutuklama furyasıyla karşılaştılar.

İzmir’de de Gezi Parkı eylemlerine destek olmak

için İzmir’de eyleme katıldıkları için 51 kişi

tutuklanmıştı. Tutsak direnişçilerin aileleri ÇHD’de

biraraya gelerek toplantı yaptı. Gezi Tutsakları

Aileleri çocuklarının yanlış bir şey yapmadıklarını,

çocuklarının arkasında olduklarını ve çocuklarına

sahip çıkacaklarını ifade ettiler. Aileler evlatları için

bazı kararlar aldılar. Öncelikle Gezi Tutsakları Aileleri

3 Ağustos günü akşam saat 17.00’de YKM önünden

yürüyüş yaparak İş Bankası önüne gelip burada

oturma eylemi yapma kararı aldılar.

Aileler bundan sonra her Cumartesi oturma

eylemi yapacaklarını, çocuklarına sahip çıkacaklarını

ve çocuklarının yalnız olmadıklarını vurguladılar. Ve

tüm demokratik kitle örgütlerine, sendikalara,

derneklere ve mahallelerde düzenlenen forumlara

çağrı yapma kararı alarak destek isteyecekler. Aileler

sendikaları dolaşacak ve eylemi örgütleyecek

ekipleri belirledi. Aileler bundan sonra da düzenli

olarak biraraya gelme çağrısı yaptılar.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 11: Kızıl Bayrak 2013-31

Bir “vandal”ın hikayesi...Gezi tutsakları içinKırıklar’da eylem

Gezi Direnişi sürecinde yapılan operasyonlarla

gözaltına alınıp tutuklanan Gezi direnişçileri Kırıklar

F Tipi ve Şakran Hapishanesi’nde kötü muameleye

ve işkenceye maruz kalmaktadırlar. Bu yaşanan

durumu protesto etmek için İzmir Dayanışması ve

Gezi tutsak aileleri 30 Temmuz’da basın açıklaması

gerçekleştirdi. Saat 12.00’de Kırıklar F Tipi

Hapishanesi önünde F1 kapısında toplanan kitle

buradan F2 kapısına yolu kapatarak yürüdü.

Eylemde “Tecrite son! Zindanlar yıkılsın tutsaklara

özgürlük!” ozaliti açıldı. Gezi tutsaklarının

resimlerinin taşındığı eylem düdüklerle ve alkışlarla

coşkulu bir şekilde başladı. Dışarda bekleyen kitle

içeriden gelen tutsakların sloganlarıyla daha da

coştu.

F2 kapısına gelindiğinde Gezi tutsaklarının son

durumları hakkında bilgi verildi. Şakran

Hapishanesi’nde bulunan Burcu Koçlu’nun 29

Temmuz günü görüşcüleriyle görüşmesi keyfi bir

şekilde engellendiği söylendi. Burcu Koçlu’nun, ağır

kas rahatsızlığı olmasına karşın, diyeti

uygulanmadığı belirtildi. Hüseyin Kaya’nın fiziksel

işkenceye ve hücre cezasına uğradığı bildirildi. Faruk

Erdoğan, Ahmet Altınel, Gökhan Çoban, Yusuf Dut,

Mustafa Özüsağlam, Mert Toka, Binali Çelik’in

telefonda tekmil vermemesi üzerine saldırıya

uğradığı söylendi.

ESP, SDP ve Kaldıraç’a yapılan operasyon ve

gözaltına alınanlar hakkında bilgi verilerek gözaltına

alınanların serbest bırakılmaları istendi.

Konuşmanın ardından ortak hazırlanan basın

metnini Burcu Eker okudu. Eker, Gezi Direnişi’nin

sahiplenilme sürecinden bahsetti. Direniş sürecinde

binlerce insanın yaralandığı, 5 genç insanın

katledildiği, onlarcasının sakat bırakıldığı ve yine

onlarcasının tutuklandığı belirtildi. İzmir’de 51

kişinin tutuklandığı söylendi. Eker açıklamaya,

egemen erkin, bu süreç boyunca acz içerisinde

saldırdığı, elindeki tüm mekanizmaları, kolluk

güçlerini, medyasını, yargı terörünü seferber ettiğini

ama meydanların zaptedilmesinin, sokağın gücünün

engellemediğini ifade etti.

Eker, Türkiye’deki hapishane gerçeğine dikkat

çekti.

Kırıklar, Şakran, Sincan ve Edirne

hapishanelerinde yaşanan hak gasplarını ve

saldırıları özetledi. Eker açıklamayı şu sözlerle

bitirdi: “Attığınız her adım, başlattığınız her

uygulama, her saldırınız, ideallerimizi, mücadelemizi

sindirmeye yetmeyecek! Çünkü bizler, insanlığın,

özgürlük ve eşitlik içerisinde, zindanların, zincirlerin,

sömürünün, baskının ve ayrımcılığın olmadığı bir

dünyanın savunucularıyız. Nasıl ki milyonlar

meydanları zaptettiyse, sizi de iktidar

koltuklarınızdan alaşağı edecektir! Başta Gezi

tutsakları olmak üzere tüm siyasi tutsaklar serbest

bırakılsın! Tecrit ve insanlık dışı uygulamalar son

bulsun!”

Basın açıklaması, ÇHD İzmir Şube Başkanı

Hüseyin Korkmaz ve İHD İzmir Şube Başkanı Adnan

Kaya’nın dayanışma konuşmaları ile sona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Saltanatları uğruna yaşamları hapis etmektenkorkmayanlar hırslarını gizlemeden her haber bültenindeboy göstermekten çekinmiyor. Meydanda yer alanherkes bu ara kullanmayı eksik etmedikleri bir sıfatlaödüllendiriliyor. Bu sıfat “vandal”lık. Size bir “vandal”ınhikayesini anlatmak istiyoruz.

İzmir’de Gezi eylemlerinde toplam 50 kişi tutuklandı.Sözde suçlamalar ve tutuklamaya neden olacak bir teksuçlama olmayan bu dosya ve tutanaklardan tutuklananarkadaşlarımızdan biri Burcu Koçlu. Peki Burcu’yu diğer49 tutukludan ayıran fark nedir? Burcu da her birimiz gibi“vandal”, “terörist” ve “kemirgen” aslında, devletinsözlüğünde. Burcu Koçlu’yu bizlerden ayıran nokta %52özürlü raporu ve cezaevi koşullarında artan hayatitehlikesi.

Burcu 2007 yılında timus bezi ameliyatı oldu. Timusbezindeki yapısal bozukluk onu hayati tehlikesi olan ağırbir ameliyatla yüzleşmek zorunda bıraktı. Bu ameliyatsırasında kaburgaları açıldığı için “ameliyat hediyesi”olarak kaburgaları kalkanlarla birbirine bağlandı.Burcu’nun herhangi bir darbede ölüm ile burun burunageleceğini söylememize gerek yok. Aslında en önemsizsorunu bu. Daha önemlisi timus bezinin alınmasısonrasında kas hastası olması. Kas hastası olanyoldaşımız günde onlarca hap kullanmak zorunda.

Kullandığı hapların da birçok yan etkisi var. Depresyon,kilo, kızarma bunlardan birkaç tanesi.

En önemlisi ise Burcu’nun her an kriz geçirmekle karşıkarşıya olduğudur. Kriz geçirmesi durumunda cezaevindeölüm ile kavgaya girecek. Cezaevi koşullarında krizgeçirmesi durumunda gerçekleşmesi gereken müdahalegeç olacaktır. İlaçlarının yan etkisini azaltmak için tuzsuzyemesi gereken yoldaşımızın bu sorunu bileçözülmemişken kriz anında müdahale beklemek saflık veaptallık olur. Düzenli süt ve süt ürünleri tüketemediği,diyetlerine uyamadığı cezaevi koşullarını düşünürsekBurcu kriz ile karşı karşıya.

“Vandal”lıkta sınır tanımayan bizler bile sermayeiktidarının yaptıklarının yanından geçemeyiz. % 52 özürlüraporu devletin hastanesinden almış ve yargılamasırasında hâkim ve savcıya hatırlatılmış.

Bu durum karşısında Burcu’yu tutuklamak ölümedavetiye göndermektir. Burcu kriz geçirmeden derhalserbest bırakılmalıdır.

Burcu ile dayanışmayı büyütmek, Burcu içinilaçlardan daha önemli. Gezi Direnişi’nin ruhu ile BurcuKoçlu’ yu sahiplenmeliyiz ve yalnız olmadığınıgöstermeliyiz.

Burcu Koçlu’ya özgürlük!Kırıklar F Tipi Cezaevi’nden tutsaklar

“Herşey ihbar için”

Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkanlığı, “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” başlattığınıduyurdu. Polis tarafından yapılan açıklamada, proje ile “vatandaşın polise olan güveninin artırılması” ve “ihbarsistemine işlerlik kazandırılması” planladığı belirtildi. Proje kapsamında uygun görülen sokak, mahallelere yazılıve aynı zamanda sesli ihbar kutuları yerleştirilmesi düşünülüyor.

Projelerinin kısa bir zaman diliminde başlatılmasını hedefleyen Emniyet Genel Müdürlüğü, yaptığıaçıklamada sistemin ihbarcının kimliğini gizli tutmasını sağlayarak daha fazla insanın ihbara yönelmesiniplanladığın duyurdu.

AKP şefi Erdoğan’ın “tencere-tava eylemi yapanları ihbar edin” söylevi sonrasında polisin projeyihızlandırmasıysa asıl hedefin protesto eylemleri ve devrimci faaliyet olduğunu gösteriyor. İhbarın artırılabilmesiiçin her yol ve yöntem deneniyor.

Page 12: Kızıl Bayrak 2013-31

Ankara'da Gezi tutsaklarına tahliye

Ankara’da yapılan itirazlar sonucu, aralarında bir BDSP’linin de bulunduğu9 tutsak için daha tahliye kararı çıktı. Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’neyapılan itirazlar sonucu “Vatandaşlık haklarını kullanarak şiddet uygulamamışinsanların herhangi bir suç isnatı yoktur” kararını verdi. Kararın ardındanAnkara’daki tutsaklardan 9’u için tahliye kararı çıktı.

Tahliye kararı açıklananların isimleri şöyle: Akın Can, Osman Nuri Orhan, Soner Temel, Hikmet Tanıl, Birkan Sabaz,

Mert Atmaca, Can Deliduman, Hazal Kangal ve Ali Yılmaz Tutsaklar arasından bir tek Kaldıraç okuru Mazlum Demir hakkındaki itiraz reddedildi. Ankara'da bu ay içinde toplamda 25 direniş tutsağı serbest bırakıldı.

Ankara’da direniş sürecinde polisin hedef alarakattığı gaz bombası nedeniyle yaralanan Dilan Dursunsoruşturmasında MOBESE kayıtlarına ulaşıldı. Mevcutgörüntüleri inceleyen bilirkişi, raporunu tamamlayarakAnkara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur SuçlarıSoruşturma Bürosu’na gönderdi. Kayıtları inceleyenbilirkişi polisin direkt Dilan Dursun’u hedef aldığını,Dilan yaralandıktan sonra da yoğun gaz bombasıatmaya devam edildiğini belirtti.

Savcılığın talep ettiği MOBESE kayıtlarının bilirkişitarafından incelenmesiyle saniye saniye atış tespitedildi. Görüntülere göre, Akrep tipi zırhlı araçüstündeki polis arka çaprazdan Dilan Dursun’u hedefalarak gaz bombası attı. Dilan gaz bombası çarptıktansonra yere düşerken zırhlı araç gaz bombası atmayadevam ederek hızla uzaklaştı.

Raporda ayrıca polisin Dilan’ı vurduğuyerde sadece 10-15 kişilik bir grubunbulunduğuna dikkat çekildi. Yani polis 15kişilik bir gruba dahi gaz bombası atmayı‘orantılı’ gördü.

Soruşturmada daha önce ifade verentanıklar Dilan’ın Akrep’ten atılan gazbombasıyla yaralandığını açıklamıştı.Dilan’ın yaralanma anını görerek ilk tedaviyiyapan doktor da tanık olarak ifade verdi.Doktor Bolu’da bulunduğu için talimatlaifadesi alındı. İfadesinde Kolej yönündenhızla gelen koyu lacivert renkli Akrep’inkaçışan insanlara doğru gaz bombasıattığını, gaz bombası veya plastik mermininatıldığı anda bir kızın kontrolsüzce yerekapaklandığını ve Dilan’ın bu Akreparacından vurulduğunu kesin olarakgördüğünü ifade etti.

Ayrıca saldırı anının polis telsizi kayıtlarıda soruşturma dosyasına ulaştı. Telsizkayıtlarında Dilan’ın vurulduğu alanaTOMA ve 3 Akrep gönderilirken şu ifadegeçiyor: “Kolej Kavşağı’na doğru devamedin, oradaki grubu bir dahatoplanamayacak şekilde dağıtın.”

Emri alan polislerin icraatıysa Dilan Dursun’un gazbombasıyla vurulması oluyor. Telsiz konuşmalarınagöre 6273 Shortland aracından Kurtuluş kavşakta bireylemcinin yaralandığı belirtilerek merkezdenambulans gönderilmesi talep ediliyor. Merkez talebiyok sayarken tanık aktarımları çağrılan 112’nin bölgeyeambulans gönderemeyeceklerini belirttiğini ifadeediyor.

Savcı polisin aleni şiddetini gizleme gayesiyledosyaya kısıtlama kararı koydurmuştu. Böylece DilanDursun’un avukatları da soruşturma dosyasındakibilirkişi raporu ve telsiz konuşmalarına ulaşamayacaktı.Avukatların Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’neyaptığı itiraz üzerine kısıtlılık kararının suçtan zarargörenler ve vekilleri için geçerli olmadığını belirterekitirazı kabul etti. Böylece soruşturma dosyasındakibilgiler açığa çıktı.

Dilan’ın vurulmasıkayıt altında

Katliamın tanığı

polis saldırısını anlattı

Üniversite öğrencisi 19 yaşındaki Ali İsmail

Korkmaz’ın polis ve sivil faşistler tarafından

dövülerek katledilmesinin üzerinden iki ay

geçmesine ve olayın kanıtlarıyla orta yerde

durmasına karşın soruşturmada sadece bir sivil

faşist tutuklandı. Buna rağmen, gelen yeni bilgiler

Ali İsmail’i polis ve sivil faşistlerin döverek

öldürdüğünü bir kez daha kanıtladı.

Ali İsmail’in dövülme anı ile ilgili ifade veren bir

tanık daha saldırının polis ve sivil faşistler tarafından

gerçekleştirildiğini kaydetti. Tanık S.B.Y., hem

Korkmaz’ı dövenleri hem de o gece Eskişehir’de

terör estiren “Balyoz Timi”nde yer alanların

eşkallerini ve yaptıklarını en ince ayrıntısına kadar

anlattı.

Polis cinayetine ‘takipsiz’ yargı

Polisin cilt cilt ansiklopedi oluşacak sayıda

işlediği cinayetlerden bir tanesi de Mazlum Akay.

Polis tarafından katledilen Mazlum Akay’ın

ölümüyle ilgili olarak yürütülen soruşturmada savcı

polisi baz alarak “takipsizlik” kararı verdi. Bu kararla

da polise ‘zırh’ olan yargı, rolünü yine gereğince

oynadı.

29 Temmuz 2012’de, Yüreğir’in Çukurova

Caddesi üzerinde BDP’nin eylemine saldıran polisin

azgın terörü sırasında yoğun gaz bombası

kullanılmıştı. 853. Sokak’ta kafasına gelen gaz

bombasıyla yaralanan 10 yaşındaki Mazlum Akay

kaldırıldığı hastanede 4 Ağustos’ta yaşamını

yitirmişti. Savcılık soruşturmasında tanıklar

Mazlum’un düştüğü yerde gaz olduğunu ifade

etmişlerdi. Yine Mazlum’un ailesi, gaz fişeğine ait iki

metali savcılığa sunmuştu. Fakat savcılık, ‘metal

parçalarının bulunuş, alınış ve koruma şekli,

güvenirliliği sağlanmadan günler sonra ibraz

edildiği’ gerekçesiyle parçalar üzerinde kan ve doku

incelemesi yaptırmadı.

Savcılık, polis ifadesi ve fezlekesine dayanarak

‘Mazlum’un menzil dışında bulunduğunu’, ‘kalabalık

tarafından damlar üzerinden taş atıldığını’ ve ‘ölenin

başına isabet eden cismin gaz fişeği olduğunun

belirlenemediğini’ savunarak, 24 Haziran’da

takipsizlik kararı verdi. Ailenin sunduğu delilleri

inceleme yaptırmayan savcılık, tanıklar bölge

halkından olduğu için yok saydı.

Katiller korunuyor ve ödüllendiriliyor

Direniş sürecinde azgın terör estiren, yüzlerce

kişinin yaralanmasına neden olan ve beş kişiyi

öldüren polis teşkilatı, efendileri tarafından kollandı.

Ethem ve Abdullah’ı öldürenler gibi, Ali İsmail’i

öldüren polisler de korundu. Polisin katliamdaki

parmağı gizlenmeye çalışıldı. Ancak ortaya çıkan

gerçekler, polis katliamlarını defalarca kez kanıtladı.

Tüm bunlara rağmen katilleri koruyan sermaye

devleti, cinayet şebekesi gibi çalışan polis teşkilatını

bütün olarak ödüllendirdi. Maaş primi ve terfilerle

katillere yeni cinayetler için yol gösterdi.

Page 13: Kızıl Bayrak 2013-31

Karayollarının özelleştirilmesine karşı Ankara’dayapılan merkezi eylem sonrası bekleyişe geçen Yol-İşbürokratları, işçilerin mücadele taleplerini,eleştirilerini büyük bir tahammülsüzlükle karşılayaraksürgün, işten atma ve tehdit gibi yöntemlerebaşvuruyor. Son olarak Antalya bölgesinde yaşananolay sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin önemineışık tutmuş, taban örgütlenmesinin yakıcılığını tümaçıklığı ile göstermesi bakımından öğretici olmuştur.

Karayollarında özelleştirme saldırısı sürüyor.Özelleştirme saldırısının yanı sıra karayollarındagüvencesiz, sendikasız olarak çalışan yaklaşık 9 bintaşeron işçisi ile ilgili belirsizlik de devam ediyor.Karayolları Genel Müdürlüğü bünyesindeki yaklaşık400 şube şefliğinin bir kısmı kısa bir süre önce anahtarteslim taşeron firmalara peşkeş çekildi. AKP iktidarışube şefliklerinin peşkeş programını 2016 yılındatamamlamak ve karayollarının tümünün 2017 yılınakadar özelleştirilmesi hedefi doğrultusunda adımlarınısıklaştırıyor.

Yol-İş Genel Merkezi AKP iktidarının adımlarının neanlama geldiği konusunda tam bir bilinç açıklığı ilehareket ediyor. İşçilerin eylem ve mücadele isteğinizayıflatmak, karayolları işçileri arasında çaresizlikduygusunu yaymak için tüm hünerini sergiliyor.Nitekim karayollarının özelleştirilmesi konusundasendika bürokratları merkezi Ankara ve birçok yereldegerçekleşmeyen AKP il binaları önünde basınaçıklaması eylemleri dışında herhangi bir eylemyapmayı akıllarından bile geçirmediler.

Karayolu işçisine yönelik tehdit

Yol-İş bürokratları özelleştirme karşıtı her sese karşıdüşmanca bir tutum alıyorlar. Karayolu işçisi CengizTopel’in yaşadığı olay bu saptamanın ne denli doğruolduğunu kanıtlamak için fazlasıyla yeterlidir.Karayollarının özelleştirilmesine ve taşeron işçiliğekarşı muhalif duruşuyla bilinen Cengiz Topel internetsitesinden kamuda imzalanan sefalet sözleşmesini vekarayollarında çalışan taşeron işçilerin taleplerininsözleşme görüşmelerinin gündemine taşınmamasınıeleştirdi.

Tarihi boyunca bir defa olsun sermaye iktidarı vehükümetlerine sesini yükseltmeyen Yol-İş GenelBaşkan Yardımcısı İsmet Tan telefonla Cengiz Topel’iarayarak tehdit etti. İsmet Tan, Cengiz Topel’e şunlarısöyledi: “Eceli gelen köpek cami duvarına işer.” Yol-İşağalarının ilk kirli icraatları bu değildir. Daha önce deKarayolu işçisi Şinasi Topçu öncü sınıf devrimcisi kimliğinedeniyle yıllarca sürgün saldırısına maruz kalmıştır.Sürgüne açık destek veren sendika bürokratları ŞinasiTopçu’yu sendika üyeliğinden atmışlar, Şinasi Topçuaylar sonra mahkeme kararıyla üyelik hakkını tekrarkazanmıştır.

Yukarda verdiğimiz örnekler sendikabürokratlarının işçi düşmanı uygulamalarının sadeceiki örneğidir. İşçi düşmanı tutum sendikabürokratlarının en temel varoluş nedenlerinden biridir.Yol-İş bürokratları özelleştirme karşıtı mücadele

karşısında tehdit, sürgün, işten çıkarmalara çanaktutmaktan ve bu türden kirli silahları kullanmaktankaçınmayacaklardır. Karayolu işçilerinin sendikaağalarının saldırılarına karşı uyanık davranmamalarıdurumunda sendika ağalarının saldırıları tekilolmaktan çıkacaktır. Sendikal ihanet şebekesininsaldırıları, özelleştirme karşıtı mücadelede öne çıkanve çıkacak olan öncü işçi potansiyelinin yok edilmesihedefi doğrultusunda daha da genişleyecektir.

Yol-İş ağalarının işçiler arasındaki güvenirliliğiyerlerde sürünmektedir. Ankara eyleminde taşeronişçilerin yer alması için hiçbir girişimde bulunmayanYol-İş ağaları, bir de “iş bırakarak eyleme gelirsenizsonuçlarına katlanırsınız” diyerek tehdit silahınıkullanmış, AKP iktidarının elini güçlendirmiş, taşeronişçilerini ise zor durumda bırakmışlardır.

Yol-İş Genel Başkanı Ramazan Ağar’ın 28 OcakAnkara eyleminde verdiği sözlerin tümü boşa çıkmıştır.Karayolu işçilerinin gözünde Yol-İş yönetimi yalancıolarak kodlanmıştır. Zira Ramazan Ağar 28 Ocakeyleminde karayolları şube şefliklerininözelleştirilmesini yaptıkları girişimlerle engellediklerinisöylemiş, fakat eylemden sonra karayolları şubeşeflikleri taşeron firmaların kursağına yağlı lokmaolarak hızla atılmaya başlanmış ve karayollarınınelindeki araç parkları da taşeron firmaların hizmetinesunulmuştur.

Yol-İş ağaları Ankara eyleminde kürsüden yaptıklarıkonuşmalarda taleplerinin yerine getirilmemesidurumunda Türkiye’yi eylem alanına çevirecekleriniiddia etmişlerdi. Gerekirse genel grev silahınıkullanacaklarından da bahsetmişlerdi. Aradan geçen 6ay tüm bu söylemlerin işçilerin tepkisini frenlemeyeyönelik boş ifadeler olduğunu gözler önüne serdi.

Özelleştirme, baskı, tehdit ve sürgünleregeçit vermemek için…

Bütün özelleştirmelerin faturası işçi ve emekçilereçıkarılmaktadır. Örneğin köprü ve otoyollarınözelleştirilmesi ile 25 yıl boyunca köprü veotoyollardan elde edilecek devasa gelirler sermayeyearmağan edilmiştir. Özelleştirmenin ikinci ayağı tüm

karayolları şube şefliklerinin inşaat tekellerine devridir.Bunun tek bir anlamı vardır. O da, yaklaşık 16 binkarayolu işçisinin işsiz kalmasıdır. Bu saldırının enbüyük destekçisi sendika ağalarıdır. Sonucubelirleyecek olan ise karayolu işçisinin mücadele veörgütlenme düzeyi olacaktır.

Sermaye ve sendika ağaları işçi iradesiylekarşılaştıklarında, her türlü kirli silahı kullanarak işçiiradesini kırmaya çalışırlar. İşçilerin duyarlılığını,güçlerine olan inancını kırmak ve işçilerisersemletmek, yaşanan hareketliliğe karşı güvensizlikzeminini güçlendirmek, hareketi öncüsüz bırakmak içinher türden kirli silahları kullanırlar. Yol-İş ağasınınkarayolu işçisine yaptığı sendika ağalarının genelyaklaşımının sadece ve sadece yeni bir örneğidir.

Tüm olumsuzluklara rağmen karayolu işçilerinintepkisi büyümekte, bu tepkiyi örgütlemeye yönelikçabaları artmaktadır. Karayolları işçilerinin bilinçaçıklığı ve örgütlülük düzeyinin genişletilmesiçerçevesinde farklı araçlar kullanılmaya başlanmıştır.Kurulmuş internet siteleri ve Karayolu İşçileri Bültenigibi araçlar saldırıların ipliğini pazara çıkarmak vesaldırılara karşı mücadeleyi büyütmek içinkullanılmaya başlanmıştır. Bu çabalar henüz karayoluişçilerinin birliğini sağlama hedefine göre son derecemütevazi adımlar olmasına rağmen hem AKP iktidarını,hem de Yol-iş bürokratlarını rahatsız etmektedir.

Bugün yapılması gereken AKP iktidarının ve Yol-İşağalarının saldırılarına karşı karayolu işçilerinin içörgütlülüğünü güçlendirmektir. Karayolu işçileribulundukları tüm şubelerde sermayenin ve sendikabürokrasisinin saldırılarına karşı taban örgütlülükleriniinşa etmek için seferber olmalıdırlar. Şubeler tabanörgütlülükleri ağıyla örülmeli ve bölge örgütleriyletaçlandırılmalıdır. Bölge örgütleri ülke sathındaözelleştirme karşıtı mücadelenin dinamosu olacak birkoordineli çalışma hedefi ile planlanmalıdır.

Taban örgütleri karayollarına yönelik özelleştirmesaldırısının kapsam ve niteliği konusunda işçileriaydınlatmak için etkin bir araçtır. Ayrıca kendi arasındagüçlü bağları olan taban örgütlülükleri özelleştirmekarşıtı mücadele ateşini ülke geneline yaymanın işçi veemekçileri bu yolda taraflaştırmanın da imkanlarınıiçinde taşımaktadır.

Yol-iş bürokratlarının tutumu ve görevler!

Page 14: Kızıl Bayrak 2013-31

Haziran Direnişi karşısında tökezleyen sermayehükümetinin sendikal hareketi tasfiye etmeyeyönelik projelerini kararlılıkla sürdürdüğüne tanıkoluyoruz bugünlerde. Dev Sağlık-İş’in faaliyetgösterdiği işkolunda “yetkili sendika” olmasınarağmen Çalışma Bakanlığı tarafından keyfi bir şekildebu hak gasp edilmek istenmektedir. Bir diğeri iseTHY’nin, satın aldığı HABOM/MNG’deki işçilerinişkoluna girmediği halde zorla Çelik-İş Sendikası’naüye yapılması girişimdir.

Bu iki örneğin detaylarına geçmeden önce AKPhükümetinin “Ulusal İstihdam Stratejisi” kapsamındasendikal örgütlülüğü etkisizleştirmek, sendikalarıhizaya çekmek hedefi ile hareket ettiğinihatırlatmakta yarar var. Erdoğan’ın işçi ve emekçilerebirden fazla sendikaya üye olabilme “özgürlüğünü”“bahşettiği” 2010 yılından bu yana, değil ikisendikaya üye olmak bir sendikaya bile üye olmanınkoşullarında en ufak bir değişikliğin yaşanmadığı sonüç yılın verileriyle sabittir. Dahası Çalışma Bakanlığıtarafından açıklanan “Sendikalar ve Toplu İş İlişkileriKanunu” ile sendikal örgütlenmenin koşulları “işkolubarajları” ve “işkollarının birleştirilmesi” nedeniyleçok daha zor bir hal almıştır.

Sermaye hükümetinin izlediği yol haritasınınhedefleri ise açıktır: Bir yandan mevcut sendikalarbaraj tehdidi ile yetkisiz kılınarak silinip atılacak. Öteyandan kalanların yaşam şansı ise sermayehükümetiyle kuracakları ilişkilere göre belirlenecek.

İşte bu anlayışın çok çarpıcı bir örneğini DevSağlık-İş’in Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nınOcak 2013’te açıkladığı sendika istatistiklerine karşıaçılan itiraz davasını kazanması üzerindengörebiliyoruz. Ankara 12. İş Mahkemesi, 25

Temmuz’da verdiği kararla, istatistikte 1234 olarakbelirtilen Dev Sağlık-İş’in üye sayısının 7899 olduğuve işkolunda yüzde 2,81’lik bir örgütlenme oranınasahip olduğunu hükmetmiştir. Buna rağmen ÇalışmaBakanlığı Dev Sağlık İş’in üye sayısını 1.213 (yüzde0,43) olarak gösterilerek “yetkisiz” ilan edilmektir.Böylelikle AKP hükümeti, sermeye düzenininçıkarları söz konusu olduğunda “kendi hukuklarını”bile çiğnemekten geri durmadığnı göstermiştir.

Öte yandan mahkeme süreci sermayehükümetinin “işbirlikçi sarı sendikalardan” nasılfaydalandığını ve sendikal hareketi çekmek istediğidüzeye işaret etmektedir. Dev Sağlık-İş’in üyelerinintamamının sağlık ve sosyal hizmetlerde çalışantaşeron işçilerden oluşmasına karşılık bu işçilerinbağlı olduğu taşeron firmaların SGK’ya farklı işkollarıüzerinden bildirimde bulunuyor, fakat mahkemebilirkişi raporu doğrultusunda Dev Sağlı-İş lehinesonuçlanıyor. Bilirkişi raporuna Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş itiraz ederek AKP hükümetiyle kurduğu ilişkininboyutunu gözler önüne seriyor. İtiraz dilekçesinde“taşeron işçilerin sendika hakkı yok sayılırkenbilirkişinin taşeron işçileri sağlık işçisi sayan vesendika hakkını tanıyan raporu yasa veyönetmelikleri aşan, siyasi içerikler taşıyor” diyenSağlık-İş sanki bir işçi sendikası değil de sermayeninavukatlığını yapan bir kurum gibi hareket etmektedir.

Taşeron işçilerin sendikal örgütlenme haklarınıyok sayan ve bunu onaylayan görüşe “siyasi birtutum” diye karşı çıkan bir “işçi sendikası” profili AKPhükümetinin sendikal harekette ulaşmak istediğihedefin de somut resmidir aynı zamanda. Bu resmebakan işçi ve emekçilerin sermaye hükümetinin“taşeron işçilerin sorunlarına çözüm bulacağız”

söylemlerinin birer aldatmacadan ibaret olduğunugöreceklerdir.

Fakat bu kadarı yeterli değilse bir diğer birörneğe geçebiliriz artık. Türk Hava Yolları AnonimOrtaklığı (THY A.O.) tarafından satın alınanHABOM/MNG şu anda örgütsüz bir işyeridir. THYyönetimi, sektörde örgütlü olan Hava-İş’in gücünüzayıflatmak ve yetkisini düşürmek için havaişkolunda çalışan işçileri sürekli farklı iş kollarındagöstermeye ve sarı sendikalara üye olmalarınaçabalamaktadır. Şimdi de bu yöntemi HABOM/MNGişçileri üzerinden denemektedir.

Hatırlanacağı gibi THY yönetimi MNG Teknik’teçalışan işçileri adı sanı duyulmamış ve hiçbirkonfederasyona bağlı olmayan Metsan-İş adlı bir“sendikaya” üye olmaları yönünde zorlamıştı. Fakatburada çalışan işçilerin Hava-İş’te örgütlenmekararlılığı bu oyunu bozmuştu. Yine THY Teknik’teçalışan işçilerin işkolu “metal” sektöründegösterilerek burada yetkili sendika olarak Hak-İş’ebağlı Çelik-İş gösterilmek istenmişti. 2009 yılındaHava-İş’in yaptığı itiraz sonucunda bu işkolu da“metal” sektörü olarak değil “hava taşımacılığı”işkolunda olduğu yönünde karar çıkmıştı.

Sermaye hükümeti ve THY yönetiminin havayoluemekçilerini bölme ve işkolunun niteliğini “metal”olarak belirleyerek buradaki işçilerin ücret, sosyal veözlük haklarına dair bir dizi gaspın gerçekleştirilmesiplanlarında bir türlü başarı elde edememesi onlarıyeni hamlelere başvurmaya itmektedir. Şimdi demetal işkolunda gözüken ve örgütsüz olanHABOM/MNG’nin THY A.O. tarafından satın alınaraksektöre dâhil edilmesine çalışılmaktadır.

Ancak Hava-İş bu işyerinde yetkinin halakendilerinde olduğunu ve Bakanlığın kararına daitiraz ettiklerini belirterek itirazları sonuçlanan kadarişkolunun “metal” olarak tanımlanamayacağını dasöylemektedir. HABOM şirketinin devredildiği MNGfirmasının da işkolu olarak hava şşkoluna kayıtlıolduğunu ve yetkili sendikanın kendileri olacaklarınıileri sürmektedir.

Fakat THY yönetimi HABOM işçilerinin Hava-İş’teörgütlenmemesi için işçileri büyük bir baskı altındatutuyorlar. İşçiler bizzat THY yönetimininzorlamalarıyla bir kez daha Çelik-İş Sendikası’na üyeyapılmaya çalışılıyor. Böylelikle Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş’in üstlendiği misyonun bir benzerini Çelik-İş ifaetmiş oluyor.

Son dönemde gerçekleşmekte olan bu iki örnekdinci-gerici iktidarın sermaye sınıfının hizmetindenasıl da canla başla çalıştığını göstermektedir. Bugörev onların kendi iktidarlarını korumanın da tekyolu olarak önlerinde duruyor. İşçi sınıfının mücadelemevzileri olan sendikaların işlevsizleştirilmesine vesendikal hareketin yeni bir cendereye sokulmasıgirişimlerine karşı görev bu mevzileri kararlıklasavunmaktır. Gezi Direnişi’nin ruhunu kuşanaraksermaye düzenine karşı birleşik fiili-militan birmücadeleyi fabrika ve işyerlerimizde örgütlemektir.

Sendikal örgütlülüğe saldırılardayola devam!

Page 15: Kızıl Bayrak 2013-31

Yüzler gülüyor, keyifler yerinde. Bir dönemi dahakazasız-belasız atlatmanın memnuniyeti gözlerdenokunabiliyor. Herkes memnun...

İlk bakışta TÜSİAD, MÜSİAD veya TOBB’un herhangibir toplantısında çekilmiş gibi görünen bu fotoğrafabiraz daha dikkatli bakınca şık giyimli bu “beyler”in neTÜSİAD üyesi bir sermaye grubunun temsilcisi ne debakanlık bürokratı olduğunu anlayabiliyoruz. Bizanlıyoruz, ama eminiz ki onlar aynaya ve bufotoğraflara bakınca kendilerini bakan yardımcısı,Kamu İşverenleri Sendikası yöneticisi ve belki deSabancı olarak görüyor olabilirler. Abartı değil, onyıllardır çöreklendikleri koltuklarda ceplerineindirdikleri ve biriktirdikleri servetin onlarınkindenaşağı kalır yanı yok.

Bu beyler “Türkiye’nin en büyük işçikonfederasyonu olmakla” övünen Türkiye İşçiSendikaları Konfederasyonu’nun yöneticileri.Fotoğrafın çekildiği yer Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı ve Türk-İş’in web sitesinde adeta galerioluşturulmuş. “Türkiye’nin en büyük işçikonfederasyonu” bu “gurur” tablosunu üyeleriyle,basın ve kamuoyuyla paylaşıyor.

Fotoğraftaki yüzlerde, bir sözleşmeyi daha sefaletzammına bağlayıp kendi tabanından da herhangi birengelle karşılaşmamanın dayanılmaz hafifliği var.

Niye olmasın ki! Ne de olsa, kendi araştırmasındadahi yoksulluk sınırını 3.296 lira hesaplayan bir işçikonfederasyonu yüzde 4’lük bir zam oranıyla sürecibitirmiş ve hükümete hizmetini eksiksiz bir biçimdeyerine getirmiş.

Devlet sermayenin devleti, işçi sınıfının sırtındakambura dönüşen bu ihanet çeteleri de sermaye vehükümetin basit birer oyuncağı... Oynanan ortaoyunuise geçmiş dönemkilerin adeta bir kopyası.

Türk-İş bürokratları üzerlerine yapışmış ikiyüzlülüğealdırmadan bir satış sözleşmesinin daha altınaimzalarını çakıyorlar. Ama sorun yok çünkü bertarafolmanın, eskisi gibi saltanat sürememenin korkusuyla“karşı taraf” değil aynı taraftalar. Hükümetle sermayearasındaki “sosyal diyalog” üst düzey bir başarıylasürerken aynı “diyalog” -biz işbirliği diyelim- Türk-İşhainleri ile sermaye hükümeti AKP arasında da devamediyor.

Rakamlarla sefalet tablosu...

O zaman, istatistiklerin diliyle konuşalım. İşçi veemekçilerin içerisinde bulunduğu sefalet tablosunu birkez daha hatırlayalım ve rakamlarla devam edelim.

Türk-İş tarafından, işçilerin geçim koşullarını ortayakoymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyatdeğişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemekamacıyla her ay düzenli olarak yapılan “açlık veyoksulluk sınırı” araştırmasının 2013 Temmuz ayısonuçlarına göre:

- Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterlibeslenebilmesi için yapması gereken gıda harcamasıtutarı (açlık sınırı) 1.011,84 lira,

- Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira,elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeriihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamalarıntoplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 3.295,89 lira,

- Dört kişilik ailenin açlık ve yoksulluk sınırı tutarıbu şekilde olurken, bir işçi için belirlenen yaşamamaliyeti bu ay 1.134,12 lira olarak hesaplanmış.

Aynı araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin yaşammaliyeti bir önceki aya göre 32 lira azalmasına rağmenyılbaşına göre 87,41 lira artış göstermiş. Gıdaharcaması tutarına yedi ayın sonunda gelen ek yük ise26,84 lira olmuş.

Türk-İş müjdeyi verdi

Sefalet tablosunu ortaya koyarken kısa bir es veripyandaşlık yaptığı efendisi AKP’ye selam çakmadan dageçemiyor. “Ramazan ayında yerel yönetimler ilehayırsever vatandaşlarca yapılan ‘gıda yardımları’ vekurulan ‘iftar sofraları’nın yoksulların karnınıdoyurmasında –bir nebze de olsa- katkıda bulunduğu”vurgulanarak kölelik ve sefaletin sorumlularınaneredeyse “Allah razı olsun” deniyor.

“Bağımsız” olduğu iddia edilen açlık ve yoksulluksınırı araştırması tabi ki de bağımsız değil. Dervişin fikrine ise doğal olarak zikri de o yönde. İşçilere “çalışan”ifadesinin uygun görüldüğü raporun girişinde dahi“Ramazan’da gıda fiyatları geriledi” müjdesi veriliyor.Gerçek tablonun ortaya konulandan daha vahimolduğundan şüphe duymasak da şimdilik bu rakamlardahi bizi haklı çıkarmaya yeterli.

Kamu TİS’lerinde satış

Türk-İş’in ihanetçi ve sermaye işbirlikçisi tutumunubilenler verilen müjdeye inanmıyor. İnanmıyor çünkü,hükümet ile kamuda çalışan 200 bin işçi adınasürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde birincive ikinci altı ay için yüzde 4 ücret zammına imzaatanlar, her yıl Aralık ayında sermaye örgütleri vehükümetle birlikte yer aldıkları Asgari Ücret TespitKomisyonu’nda da sefalet zammına onay vermektençekinmiyorlar. İşçilerden aldıkları aidatlarla her ay birişçi maaşının en az 10 katı kadar ücret alan bu hainbürokrat takımı işçi sınıfının geleceğini, çalışma veyaşam koşullarını belirleyecek olan temel meselelerdeşimdiye kadar sermaye ve hükümetinin talepleridoğrultusunda hareket etmekten başka bir şeyyapmadılar.

Temmuz ayı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasındayoksulluk sınırını 3 bin liranın üzerinde hesaplamayımarifet sayan sendika bürokratları sefalet zamlarınaimza atmaktan da geri durmuyorlar.

Sendikal bürokrasinin saltanatını sarsmak...

İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzlüğünden güç alansendika ağaları şimdiye kadar istedikleri gibi at oynatıpsermaye ve hükümetle kader birliği ettiler. Ancak, sondönemde Türkiye’nin birçok bölgesinde ve sanayihavzalarında yükselen grev ve direnişler işçi sınıfıhareketinin boş durmadığına, sömürüye vegüvencesizliğe karşı mücadelenin ivmelendiğine işaretediyor. Hakları ve gelecekleri için mücadeleye atılanişçilerin bu hain takımını başlarından atabilmelerininve sendikal bürokrasinin saltanatını sarsmanın yolutaban örgütlenmelerini inşa edip bu asalaklarınkarşısına dikilmekten geçiyor.

O zaman başa dönelim ve fotoğrafa bir kez dahabakalım. Çünkü bazen görüntü birçok sözden, sayfalardolusu değerlendirmeden daha fazlasını anlatır…

Bir fotoğrafın anlattıkları...

Page 16: Kızıl Bayrak 2013-31

Aylar öncesinden düşünsel hazırlıklarınabaşlanılan Ekim Gençliği Yaz Kampı tarihi birdönemde başarıyla gerçekleştirildi. İlki düzenlenenkampımızın nasıl bir tarihsel dönemde, hangihedefler doğrultusunda yapıldığı, kampın buhedeflere ulaşmada gösterdiği emek ve ortayaçıkardığı anlamlı sonuçları bu değerlendirme ileortaya koymaya çalışacağız. Hem ileridekikamplarımıza, hem de çalışmamıza ışık tutmasıaçısından; hem katılımcıların yaşamındakideğişiklikleri, hem de içinden geçmekte olduğumuztarihsel sürece yön vermede kampın işlevini pratiktegöreceğiz.

Dünyada ve Türkiye’de gelişen olaylar...

Üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi ve sınıfmücadelelerinin geldiği aşama üzerinden geçtiğimizyüzyılda, Ekim Devrimi ile somut karşılığını bulanemperyalizm ve proleter devrimler çağına girildiği vetüm bir yüzyıla ve bugünümüze bu çağın karakteriniverdiği, bugün gelişen olaylara da bu çağ tespitiüzerinden yaklaşılması gerektiği açık bir durumdur.Sistemin yaşadığı krizler ve bunalımlara da buradanbakmak, tarihe diyalektik materyalist bakış açısındanbakmak anlamına gelmektedir.

Zira böylesi bir bakışa sahip olmamak tarihi doğruyorumlayamamaya neden olur, bugün gelişen dünyaolaylarına karşı çarpık bir bakış doğurur. Bu çarpıkbakış olayları nasıl ele alınacağından nasıl müdahaleedileceğine kadar bir dizi sorun ortaya çıkarır.

Bu aşamada sistemin yaşadığı krizler vebunalımların birer sonucu olarak Tunus, Mısır baştaolmak üzere Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da Avrupa’dave Amerika’da gelişen süreçler, savaşlar, iç savaşlar,kitle hareketleri ve isyanlar kendinden menkulolaylar değil, birbiriyle birçok bağlantısı olan vebirbirini tetikleyen olaylardır. Tunus-Mısır’da patlakveren ayaklanmaların bu topraklara sıçramapotansiyelinin yüksekliğine dikkat çekmiş ve“Devrime hazırlanıyoruz!” şiarını yükselterekgelişecek süreçlere ideolojik ve örgütsel hazırlıkyapılması gerektiğine işaret etmiştik.

Yine Türkiye’de on yılı aşkındır AKP üzerindensomut karşılığını bulan dinci-gericilik burjuvaiktidarın somut dayanağı olmuş, kendi sınıf çıkarlarıdoğrultusunda egemenliğini güçlendirmenin vesilesiolmuştur. Egemenlik perçinlendikçe AKP iktidarıbaskıyı, sömürüyü arttırmakta pervasızlaşmış,sadece ekonomik sorunlarla değil, doğanıntalanından kentsel dönüşüme, yaşam tarzlarınamüdahaleden örgütlenme özgürlüğünün gaspedilmesine, eylemlere saldırılardan meydanlarınyasaklanmasına kadar bir dizi icraata imza ataraktoplumda öfkenin birikmesine neden olmuştu.

Tam da böylesi bir süreçte 31 Mayıs Patlaması ilebaşlayan Haziran Direnişi korku duvarlarını yıkmış,sokağa dökülen kitleler gelecekleri ve özgürlükleriiçin barikatlar kurmuş, parkları ve meydanlarıözgürleştirmişti. Uyuyan dev uyanmış iktidara korkusalmıştı. Özellikle gençliğin direnişte oynadığı rol vealdığı inisiyatif çok anlamlıydı.

Ekim Gençliği olarak tüm bu sürecin başındansonuna kadar parçası olduk ve yön vermek, direnişibüyütmek için emeğimizi ortaya koyduk. Bu çabaözellikle gençliğin bilinç ve örgütlülük planındamesafe katetmesi için sadece direniş süreciüzerinden değil, düzene karşı devrim ve sosyalizmmücadelesinin bir parçası olması üzerindenmüdahalede bulunduk. Devrimci önderliksorumluluğunu yerine getirme çabası ile kitleeylemlerine önderlik etmeye çalıştık. Tüm siyasalçalışmamızı bu sürece yön vermek için şekillendirdik.

Kamp çağrısı, devrime çağrıdır!

Haziran Direnişi ile beraber kamp çağırısı yapanmateryallerinin kullanımına ara verdik. Afişlerle,bildirilerle, kamp gündemi üzerinden kitle çalışmasıyürütmedik. Ancak kamp çalışması bizler için ayağakalkmış gençlik içersinde onunla omuz omuzamücadele etmekti aynı zamanda. Eyleme yön vermekonunla birlikte soluk alıp vermekti. “Geleceğimiz veözgürlüğümüz için!” şiarını yükselttiğimiz günlerdegelecekleri ve özgürlükleri için alanlara çıkan,alanları ve kendilerini özgürleştiren gençliğe devrimçağrısını yapmaktı bizim için kamp çalışması. Zatenkampımızın politik bir etkinlik olduğunu, alışılagelmişalgıdan uzak, bir tatil olmadığını, kamp çağrımızıngençliği mücadeleye, devrime çağrı olduğunubelirtmiştik. Bu yüzden kampın örgütlenmesi aynızaman kitle hareketine yön vermekti, onun ileriunsurlarıyla buluşmak ve tartışabilmek, bağkurabilmekti. Bu gerçekleştiği oranda kamp çağrımızda karşılık bulacaktı.

Erteleme, kampın mücadeleyle,

direnişle kurduğu bağın göstergesidir

Aylar öncesinden kararını aldığımız yaz kampımızböylesi bir döneme denk geldi. Kitlelerin direnişçadırlarını kurduğu, barikatlarda meydanlardasabahladığı, gelecekleri ve özgürlükleri için eylemegeçtiği bir dönemde “Geleceğimiz ve özgürlüğümüziçin buluşuyoruz!” şiarlı Ekim Gençliği Yaz Kampıçağrımızın somut karşılığı kamptan önce alanlardaortaya çıktı.

Böylesi bir dönemde tüm çabamızı bu alanayoğunlaştırmamız kamp çalışmamıza ara vermemizeneden oldu. Kampı mücadelede bir araç olarak

kurguladığımız koşullarda bu çok doğaldı. HaziranDirenişi’nin belli bir aşamaya gelmiş olması vekampın bir araç olarak mücadeleyi büyütmeye,eylem içersinde olan gençliğin kendi eylemini bilinceçıkartmasına vesile olabilmesi için 22-28 Temmuz2013 tarihleri arasında kampımızı gerçekleştirdik.Gençliğin içinde bulunduğu eylemi ve direnişitartışabilmesinin ve yön verebilmesinin tercihten ötebir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Nasıl ki ertelerkendirenişin ve mücadelenin ihtiyaçlarını gözettiysek,gerçekleştirmeye karar verirken de yine mücadeleninsomut çıkarlarını önümüze aldık.

Bu yüzden kampta gerçekleştireceğimizseminerlerden atölyelere, tartışma başlıklarındanşiarlarına kadar Haziran Direnişi’ni öne çıkarmayı,gençlikle bağını kurmayı önümüze aldık. “İsyanbarikatlarından gençlik buluşmasına!” şiarıyla bunusomutlamış olduk. Kamp boyunca da gözlemlendiğiüzere kampa Haziran Direnişi’nin, barikatlarıncoşkusu ve ruhu hâkimdi. Tüm tartışmalar ve ürünlerkitle eylemiyle bağı içerisinde ele alınıyor, direnişkampta kanlı canlı yaşatılıyordu.

Düzen güçlerinin kampımıza

tahammülsüzlüğü ve çaresizliği

Bu yıl ilkini düzenlediğimiz kampımız düzengüçleri açısından da büyük bir ilgiye konu oldu. Kampöncesinde kamp çalışmalarının yakından takipedilmesinden gözaltı-tutuklama terörüne, kampalanının denetlenmeye çalışılmasından telefonlarlakatılımcıların ailelerinin aranmasına kadartahammülsüzlüklerini gösterdiler.

Kampın hemen öncesinde İzmir’de gerçekleşenoperasyonlarla kamp çalışmasına emek veren birçokyoldaşımızın tutuklanması elbette ki toplam direnişsüreci ve Ekim Gençliği’nin sürece müdahalesiüzerinden gelişse de kampımızın bu direniş süreciylebağının gücünü de göstermektedir. Kampı kendindenmenkul bir çalışma olarak görmediğimiz yerde,barikatlarda, meydanlarda yükselttiğimiz devrimçağrısını engellemek için gerçekleştirilen tutuklamaterörü dolaysız olarak kampımızı da hedefalmaktadır.

Kamp alanından görüntü alınmaya çalışılması,kampa gelen yollarda kamp yaptığımız haftaiçerisinde kontrollerin artması, jandarmanınkatılımcıların isimlerini almak için sürekli olarakkamp alanının işletmecisini sıkıştırması sermayedevletinin kampımıza yönelik tahammülsüzlüğünüortaya koyan örneklerdir.

Ankara ve İstanbul’dan kampa katılanların aileleriaranarak “oğlunuz-kızınız terör kampına gitti”sözleriyle provokasyon yaratılmaya çalışıldı. Hattakampa gelmemiş olan bir liselinin annesi dahi

Gençlik içinde devr

Page 17: Kızıl Bayrak 2013-31

aranarak, odasında yatan oğlunun terör kampında

olduğunu söyleyecek kadar pervasızlığını ve aczini

ortaya koydu düzen güçleri.

Bir katılımcının babası ise kampa ziyaret

gerçekleştirerek “terör kampını” yerinde gördü ve

destek verdi. Bu ziyaretin bir provokasyona

dönüşeceğini hesap eden ve “terör kampına aile

tepkisi”ni görüntülemeyi uman düzen güçleri elleri

boş döndü. Hatta ailenin desteğine karşı

hazımsızlığını aileyi tekrar arayarak ortaya koydular.

Kamp bileşenlerinin kararlı duruşu sayesinde tüm

baskılar ve karalama çabaları boşa düşürüldü hatta

kampa ek bir coşku, kararlılık ve militan bir ruh kattı.

Kısa film atölyesi bu terör kampı kara propagandasını

konu alan bir kısa film hazırlayarak ve bunu da tüm

kamp bileşeninin kolektif tartışması ve çekimi

üzerinden gerçekleştirerek devletin saldırıları etkin

bir teşhir çalışmasına konu edildi. Tüm bunların

karşısında devletin çaresizliği ayan beyan ortaya çıktı.

Seminerler, söyleşiler:

Kolektif tartışma kültürünün

oluşturulmasındaki başarının göstergeleri

Dünyada ve Türkiye’de gelişen süreçleri

tartışabilmek, bugün toplumun tartıştığı bir dizi

siyasal gündeme dair tartışmalar yürütebilmek için

seminer başlıkları seçtik. Türkiye’yi de direkt olarak

etkileyen Ortadoğu’daki savaşlar, toplumsal ve

siyasal olarak ülke gündeminde önemli bir yer tutan

Kürt sorunu ve “açılım süreci” ile kadın sorunu, tüm

bu sorunların düğüm noktası ve çözücü halka olan

işçi sınıfının misyonu tartışma konusu yapıldı. Son iki

başlık ise doğrudan gençliği kesen bir tartışma

yapılabilmesi için belirlendi. Halk hareketinin dersleri

ışığında devrimci gençlik mücadelesi, devrimci

gençlik hareketi ve Ekim Gençliği’nin misyonu

seminerleri ile dünyada ve Türkiye’de gelişen halk

hareketleri, Haziran Direnişi üzerine çok ayrıntılı ve

katılımı yüksek tartışmalar gerçekleştirildi.

Seminerlere katılım, söz alınması, tartışmaların

belirlenen süreleri aşması ve katılımcıların dinlenme

zamanlarını bu tartışmalar için feda etmesi

anlamlıydı. Sürenin bitmesine karşın katılımcılar

tartışmaların devam etmesi yönünde irade

gösterdiler ve tartışmalar yemek ve dinlenme

vakitlerinde de devam etti.

Büyük bir direnişin içersinden çıkıp kampa katılan

güçlerdeki bu coşku yeni dönem için umut vericiydi.

Belirlenen seminerlerin ilgi çekmesi ve hayatta

karşımıza çıkan somut sorunlar ve somut çözümler

üzerinden tartışmaların yürümesi fazlasıyla anlamlı

oldu.

Özellikle gençlik sunumlarında ortaya konan

yaratıcı fikirler, hem direnişin eğitici-öğretici yanınıgörmemizi sağladı, hem de kampın kolektif tartışmaortamının ön açıcılığını gösterdi. Bunun kendisikampımızın oluşturduğu atmosferin ne kadar verimlibir çalışma ve tartışma ortamı yarattığınıngöstergesidir aynı zamanda.

Temel Demirer ve Sibel Özbudun ilegerçekleştirilen söyleşiler kampın coşkusunu arttırdı.Her iki söyleşinin de hem içeriği hem de coşkusuHaziran Direnişi’ni yansıtıyordu. Ticari eğitim, gençlikve gelecek sorunu üzerine gerçekleşen söyleşilerinher ikisinde de somut pratik öneriler tartışıldı vemücadeleye dair inanç, kararlılık ve coşku artmışoldu.

Yılmaz Güney sineması üzerinden toplumcugerçekçilik tartışma konusu yapıldı. Kültür-sanatalanına dair yapılması gerekenler, bu alanınmücadeleyle bağını nasıl kuracağımız üzerine verimlitartışmalar gerçekleştirildi.

Haziran Direnişi’nde öne çıkan bir araç olaraksosyal medya da kampın söyleşi başlıklarındandı.Sosyal medyanın ve internet alanının nasıl bir silahadönüştürülebileceği tartışma konusu yapıldı.

Atölyeler: Kolektif yaratıcı emeğin

kullanıldığı eşsiz fabrikalar

Bir dizi atölye ile sanatın mücadelede nasıl etkilibir araç olabileceğine ve sosyalist toplumda nasıl birsanat anlayışının olması gerektiğine dair küçük bireradım atmış olduk. Ancak bu adımlar, bugünyaşadığımız kapitalist toplumun değer yargılarını,sanata bakışını ve bizlerin de bilinçlerinde oturtmayaçalıştığı kalıpları kırmak bakımından çok daha büyükadımlardı.

Ümit Yoldaş’ın “İsyanın sınırı, yaratıcılığın sonuyoktur” sözünün karşılık bulduğu alanlardan birisi deatölyeler oldu.

Kısa Film, Resim, Fotoğraf, Tiyatro, Müzik, Felsefeatölyeleri oluşturularak her birinin mücadelede nasılbirer araca dönüştürülebileceği üzerine anlamlıtartışmalar yapıldı. Her bir atölyede teknik bilgileredinmenin yanı sıra bir haftalık çalışmalarla bir diziürün ortaya kondu. Çekilen kısa filmden yapılanstencillara, kapanış etkinliğinde müzik ve tiyatroatölyelerinin sunduğu ürünlerden felsefe atölyesinintartışmalarına kadar verimli çalışmalar hayatageçirildi. Kamp değerlendirmelerinde atölyelerinyaratıcılığın gelişmesindeki etkisi öne çıkartıldı.

Bunların hepsinin yanında sanatsal faaliyetlerinbir dizi sanatçısının işi olmadığını, sanatın herkesingündelik faaliyetinin bir parçası olması gerektiğini ve“yaşamda seyirciye yer yoktur” sözünün somutkarşılığını atölye çalışmalarında göstermiş olduk. Birdizi teknik imkânsızlığa rağmen atölyelere ruhunu

veren bu yaratıcılık atölyelerin amacına ulaşmasını

sağlamış oldu. Unutmadan belirtelim ki, tüm

atölyelerin gerçek sonuçlarını mücadele alanlarında

somutlandığı oranda göreceğiz.

Kamptaki ortak yaşam, gençliğin

sosyalizme yatkınlığının göstergesi

Kamp öncesinde, “kapitalizmin yozlaştırma,

bireyselleştirme, bencilleştirme çabalarına inat,

kolektivizmi öreceğiz. Tüm kampı bu bilinçle

örgütleyeceğiz” demiştik. Bu sözlerin kampta karşılık

bulmuş olmasının haklı gururunu yaşıyoruz.

Yemekten temizliğe, teknikten güvenliğe kadar

komiteler üzerinden planlanan ancak herkesin

tümüne katıldığı, emek harcadığı, her alanda

emeğinin örgütlendiği bir yaşam kurgusunu hayata

geçirdiğimizi söyleyebiliriz. İşleri başkasına yıkmak,

işten kaçmak gibi kapitalist kültüre ait değerlerin

esamesi okunmadı. Bir dizi mali olanaksızlığa rağmen

şikâyetçi olan değil, sorunları kolektif bir tarzda

çözmeye odaklı bir algı vardı ve pratikte de karşılık

buldu.

Bu ruh hali herkesin hareketlerine, gündelik

yaşantısına, gözlerindeki parıltıya kadar yansıyordu.

Hemen hemen tüm katılımcılar daha ilk günden

aylardır, hatta yıllardır beraber yaşıyormuşçasına

kaynaştı ve yaşama dahil oldu.

Sosyalist toplumun ortak yaşam açısından

mütevazı bir örneğini kampımızda gördük, var ettik,

yarattık. Kampımızın en önemli kazanımlarından

birisi de bu kültürü katılımcılar arasında kısa bir

zaman dilimi içerisinde oluşturabilmemiz oldu.

Katılımcılardan birinin deyimiyle,

“hayallerimizdeki dünyanın somutlandığı yer” oldu

kampımız. Paylaşımı “üç yoldaş bir bardaktan su

içerek” yaşadık başka bir katılımcının deyimiyle.

Eksiklikleri göz ardı etmek

emeğimize saygısızlık olur

Kampın toplamındaki başarısına rağmen eşyanın

tabiatı gereği bir dizi eksikliği olduğu, olacağı açıktır.

Diyalektik bize hiçbir şeyin mükemmel

olamayacağını, her başarının içerisinde bir dizi

başarısızlığın da olacağını öğretmektedir. Elbette

kampımız için bunlar belirleyici olmamıştır ancak

bunları gözardı etmek emeğimize saygısızlık olur.

Kampın ön sürecinde, kitle çalışmasında ve

direnişe yön vermedeki eksikliklerimiz başta kampa

katılım olmak üzere, direniş içerisinde öne çıkan

güçlerin kampa katılımını örgütlemekte karşımıza

çıktı. Böylesi nitelikli ve başarılı bir kampa çok daha

fazla genç unsuru, mücadele içinde şekillenmiş

rim mayası tutacak!

Page 18: Kızıl Bayrak 2013-31

Aylar öncesinden hazırlığına başlanan ve yedi günsüren kamp çoşku ve heyecanla bitirildi. Ekim Gençliği,Yaz Kampı 2013 ile özgürlük ve gelecek mücadelesindeyeni bir yapı taşı olma konusunda anlamlı bir adımatmış oldu.

4. gün...3. gün yapılan forumun yaratıcı ve geliştirici etkisi

4. günün başlamasıyla kendini hissettirdi. Planlamanınardından kampın başından beri kampın parçası olanBDSP adına bir konuşma gerçekleştirildi. Konuşmadaözellikle içerisinden geçmekte olduğumuz tarihseldönem ve bu dönemde gençliğin tuttuğu yer vurgusuyapıldı.

Konuşmanın ardından “Kadın sorunu” üzerinegerçekleştirilecek sunuma geçildi. Sunumun ardındansoru cevap ve forum kısmına geçildi.

Forumun tamamlanmasıyla beraber atölyeçalışmalarına geçildi.

Yoğun ilgi gören atölyeler, insanların katılımı atölyesaatlerinin dışında da dinlenme zamanlarını daayırarak devam etti.

Saat 17.30 sularında Temel Demirer ile “Gençlik vegelecek sorunu” konulu söyleşi başladı. Temel Demirerkapitalizmin teşhiriyle başladığı konuşmasında tekalternatifin sosyalizm olduğunu özel olarak vurguladı.

Söyleşi bitmeden, resim atölyesinden bir yoldaşınsöyleşi esnasında yaptığı karakalem çalışması kampınanısına Temel Demirer’e hediye edildi.

Soru cevabın ardından akşam yemeğine geçildi.Gün boyunca yoğun bir programla süren kampçalışmaları akşam etkinlikleriyle devam etti. 21.00’debaşlayan sanat söyleşilerinde Yılmaz Güney’in sanatıve sineması tartışıldı.

Söyleşiye katılan Temel Demirer de sanata dairgörüşlerini dile getirdi. Militan sanatın özgürleşmearacı olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Demirer,sanatın mücadeleye katkıları üzerinde durdu. Aynızamanda birçok katılımcı söz alarak düşüncelerinipaylaştı.

Kampın 4. günü, gecenin sonunda güne dairyapılan forumla tamamlandı.

5. gün...Kamp çalışmaları 5. gününde erken saatlerde

başladı. 07.30’da kahvaltıda buluşan katılımcılar dahasonra “Sınıfın tarihsel misyonu” konulu sunumdabiraraya geldiler. Soru ve tartışmalarla devam edenseminerde sınıfın parçalı tablosu ve sınıfın örgütlenmesorunları üzerinde duruldu. Tartışmalarda HaziranDirenişi’nden örnekler paylaşıldı.

Seminerin bitmesiyle beraber tiyatro, resim ve kısafilm atölyeleri yapıldı.

Ekim Gençliği Yaz Kampı 5. gününde devrim vesosyalizm mücadelesinde, Taksim-Gezi Direnişi’ndedüşenler anısına bir etkinlik gerçekleştirildi.

Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte Ekim Gençliğiadına yapılan konuşmanın ardından Duvara KarşıTiyatro Topluluğu Gezi Direnişi’ne atfedilen bir oyunsergiledi.

Tiyatrodan sonra direniş tutsağı olan Ekim Gençliğiokuru Serdar Gür’ün annesi Nesrin Ana bir konuşmagerçekleştirdi.

Mamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu, hazırlamışolduğu anma programına başladı. Ardından ÖlümOrucu gazileri Muharrem Kurşun ve Fatime Akalınbirer konuşma gerçekleştirdiler.

Ardından Mamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu,

Büyük bir deneyimlegeleceğe yürüyoruz!

öncüleri katabilmemiz gerekiyordu.

Özellikle atölye çalışmalarının kampın çok daha

öncesinde hayata geçirmemiz hem atölyelerin

niteliğini hem de atölyelerden doğru katılımı

arttıracaktı. Haziran Direnişi’nin varlığı bu noktada

adım atmamızı zorlamış olsa da barikatlarda, direniş

alanlarında bunları hayata geçirebilmiş olsaydık, şu

anda daha ileri bir niteliğe kavuşmamızı sağlayacaktı.

Çok yoğun bir kamp programına sahiptik. Bu

elbette ki bu temel bir soruna dönüşmedi.

Katılımcıların katılımını değil ama toplamında

kampın verimini bir nebze de olsa düşürmüş oldu.

Ancak hemen hemen tüm katılımcılar günde 2-3 saat

uyumayı göze alıp, yorgunluğu yok sayıp kampın her

saniyesinden yararlanmaya, kampın her anının

parçası olmaya çalıştılar. Ancak bu yoğunluk bizlerin

işlerin peşinden koşan değil işleri örgütleyen

konumumuzu etkilemedi.

Kampın gücüyle

devrim çağrımıza devam edeceğiz!

Ekim Gençliği Yaz Kampı’nı başarıyla geride

bıraktık. “Başarıyla” diyoruz; çünkü toplamına

baktığımızda, gerçekleştirdiğimiz seminerlerden

söyleşilere, atölye çalışmalarından gündelik yaşamı

örgütlemeye, devlet güçlerinin saldırılarını

göğüslemekten bir dizi teknik aksaklığın üzerinden

gelmeye kadar kampın devrimci, örgütleyici, yaratıcı,

kolektif ruhu ve işleyişi tüm bu çalışmaların başarıyla

gerçekleşmesini, sorunların giderilmesini sağlamıştır.

Bu kampımızın başarısıdır.

Tüm katılımcılar ortak bir yaşamın, geleceğe ait

bir toplumun bir haftalığına da olsa parçası olmuş,

bunun değiştirici, dönüştürücü devrimci etkisini

yaşa(t)mıştır.

“İsyan barikatlarından gençlik buluşmasına!” şiarı

karşılık bulmuş, kampımız barikatların direnişin

ruhunu yaşatmıştır.

Kampımız kitle çalışmasında, gençliğe devrimci

önderlik misyonunu yerine getirmedeki

eksikliklerimizi görmede, bu noktada tartışmalar

yapmada, adımlar atmada bir manivelaya

dönüşmüştür. Artık kitle çalışmasında çok daha

yaratıcı ve verimli olunacağı iddiası bir temenniden

iradeye dönüştü. Bir dizi açıdan kalıpların kırıldığını

tartışmalarda gördük, bu kalıpların hayatta da

kırılacağının iradesini oluşturduk. Kampta

somutlandığı ve kelimelere döküldüğü üzere

“Yaşamın kendisini devrimci faaliyetin ta kendisi

olarak algılamak” gerektiğini bilince çıkarttık.

Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için

gerçekleştirdiğimiz kampımızın devrime çağrı

olduğunu söyledik ve böylesi bir bakışla başarıya

ulaştırdık. Kampımızda katılımcılar nezdinde de olsa

devrimin mayasını güçlendirdik. Hâlihazırda gençlik

içinde devrimin mayalandığını söylediğimiz yerde bu

mayanın tutmasının bugün için tek koşulu devrimci

önderlik misyonunun yerine getirilmesidir. Bu

misyonu yerine getirecek yegâne güç bizleriz.

Kampımız bunun bilince çıkartılmasının, kampın

bitimiyle beraber alanlarda bu bilincin ete-kemiğe

bürüneceğinin iradesi olmuştur.

Bu vesileyle tekrarlıyoruz: Kampın gücüyle

devrim çağrısını büyütmeye...

Ekim Gençliği

Page 19: Kızıl Bayrak 2013-31

programına Ölüm Orucu şehitlerini anmak içinhazırladıkları şiir, marş ve ezgilerle devam etti. Habip,Ümit, Hatice ve Alaattin yoldaşların anısına söylenentürkü ve marşların ardından hep birlikte “Bize ölümyok” adlı marş söylenerek etkinlik bitirildi.

Etkinliğin ardından yapılan gün değerlendirmesi ilede kampın 5. günü tamamlanmış oldu.

6. gün...Katılımcılar “Kitle hareketi ve gençlik mücadelesi”

üzerine tartıştı. Dünya’da ve Türkiye’de kitlehareketleri ve gençliğin bu mücadelelerdeki yerini elealan sunumda sol hareketin direniş sürecindekitutumları değerlendirildi ve eleştiriye konu edildi.

Sonrasında söz barikatlardan çıkıp gelen, direnişincoşkusunu kampa taşıyan katılımcılara verildi.

Kampın ilk gününde felsefe, tiyatro, müzik, resim,kısa film ve fotoğrafçılık dallarında oluşturulanatölyeler çalışmalarını tamamladı.

Kapanış etkinliğinin çalışmasını gün içinde yapanEkim Gençliği okurları çevrede oturan emekçilerietkinliğe davet etti. Çalışmanın neticesinde etraftanbirçok insan etkinliğe katılım sağladı.

Kapanış etkinliği kısa bir açılış konuşmasıylabaşladı. Konuşmanın sonrasında devrim ve sosyalizmşehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı.Ardından atölyeler üretimlerini sergilemeye başladı.İlk olarak kısa film atöylesinin kamp boyuncaçekimlerini gerçekleştirdiği ve polisin “terör kampı”demagojisine atıfta bulunan kısa filmin gösterimiyapıldı.

Daha sonra Tiyatro Atölyesi hazırladıkları oyunuoynamaya başladı. Müzik Atölyesi’nin hazırladığıprogramla kavganın şarkıları hep bir ağızdan söyledi.

Ve Sanat Tiyatro Topluluğu’nun etkinliğegönderdiği mesaj okundu. Ardından bir katılımcıAvrupa Ekim Gençliği adına kampı selamlayan birkonuşma gerçekleştirdi. Yurtdışından gençkomünistlerin yoldaşça selamları alkışlarla karşılandı.

Etkinlik genç komünistler tarafından yapılankonuşma ile devam etti. Coşkulu konuşmadan sonrasahne Grup Eksen’e bırakıldı.

Kapanış etkinliği MİKE Müzik Topluluğu’nunseslendirdiği coşkulu halaylarla sona erdi. Etkinlikesnasında ‘şikayet’ gerekçesiyle kamp alanına gelenjandarma tacizine rağmen “Çav Bella” marşı çevredeoturan emekçilerle birlikte sıkılı yumruklarla söylendi.

Son gün...Kampın son günü her zamanki gibi erken saatlerde

yapılan ortak kahvaltıyla başladı. Daha sonra kampınson seminer konusuna, “Gençlik hareketi ve EkimGençliği’nin misyonu” başlıklı tartışmaya geçildi.Sunum, Haziran Direnişi patlak vermeden önce EkimGençliği’nde yayınlanan değerlendirmelerden yapılanalıntılarla başladı. Bu noktada süreci ön gören isabetlideğerlendirmeler sunuldu.

Seminerin ardından hep birlikte kampdeğerlendirmesi yapıldı. Katılımcılar kampa dairgözlem ve düşüncelerini dile getirdiler.Değerlendirmelerin ardından halaylar çekilmeyebaşlandı. Bu arada kampın son ortak sofrası kuruldu.

Çekilen halaylar ve yenilen son yemeğin ardındankamp katılımcıları kampın deneyimlerinin, kolektifemeklerinin ürünlerini alanlarda, gittikleri her yerdeyaymak için sözleşerek kamp alanından ayrıldılar. Veilki düzenlenen Ekim Gençliği Yaz Kampı büyük birdeneyim ve emek ile sona ermiş oldu.

Ekim Gençliği / İzmir

* Kampı oldukça olumlu değerlendiriyorum.Kolektif ve dayanışma içinde bir hayat vardı. Herkesgörev aldı, herkesin öznel yeteneklerinisergileyebilecekleri atölyeler kuruldu.

* Tecrübe ettiğim ilk kamp, bu yüzden birheyecanım vardı. Bu deneyimi yaşamak çok güzel.Atölyelerin üretimleri çok güzeldi.

* Örneği olmayan bir kamp düzenledik, katılım birölçüt değildir. Dayanışma, kolektivizm ve gönüllülüğüilmek ilmek dokuduk.

* Ben kampı çok beğendim ve sizleri tanıdığımaçok memnun oldum. Biz büyük bir aileyiz. Çok dahabüyük şeyler başarabilir ve geliştirebiliriz. İsviçre’dekiçalışmaları yürütmek için güç verdi bana. (Avrupa EkimGençliği’nden katılımcı)

* İdeallerimizdeki yaşam biçimi, pratiğini kamptabuldu. Tartışmalar aydınlatıcı oldu. Ümit’indirengenliği ve ruhuyla ayrılıyorum kamptan. Artıkhiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

* Çok ciddi ve kritik bir dönemden geçtik. Kampınen büyük özelliği toparlayıcı olmasıydı. Seminerler veatölyeler oldukça eğiticiydi. Elbette yorulduk, ancakmotivasyon çok kuvvetliydi. Üretimler çok keyifliydi.Eksikliklerimiz vardı, ertelemeden kaynaklı.

* Burada olmayan yoldaşları temsil ettiğimin içinheyecanlıyım. Onların kamp sürecinde yoğun emeklerivardır. Herkes umut ve gururla ayrılıyor buradan.Özellikle atölyeler çok yararlı oldu. Kampın sonrası daçok önemli. Buradan aldığımız güçle kampüslerdedaha fazla şeyler yapacağız. Tutuklamalarçalışmalarımızı aksatmayacak. (İzmir’den bir katılımcı)

* Kamp çok verimliydi. Beni en çokheyecanlandıran şey, 2-3 saatlik panellerin ardındanyorulmadan tartışmaya devam etmemizdi. Seneyedaha güçlü bir kamp yapacağımızı düşünüyorum.

* Arkadaşlarımın vasıtasıyla geldim. Örgütlüdeğilim. Katılmadığım görüşler var. Ama burada çokşey öğrendim. Forumlarda daha aktif olmaya kararverdim. Hepinize yoldaş diyebiliyorum. Kolektifyapının ne olduğunu burada öğrendim, bireysel takılanbir insandım. Döndüğümde bayağı bir araştırmayapmaya karar verdim.

* Atölyelerin amacına ulaştığını gördüm, çok mutluoldum. Bu kadar yoğunluğun içinde toplumcu gerçekçi

sanatın hayata geçirilebileceğini gördüm. Söyleşiler,seminerler ufuk açtı.

* Çok heyecanlıyım. Önce kararsızdım. “Benişçiyim, ne işim var” dedim. “Hiç kimseyi tanımıyorum,nasıl kaynaşacağım, nasıl ısınacağım” diye düşündüm.Yoldaşlığın ne olduğun anladım. Birçok insanla aynıbardaktan su içtim. “Öğrenciler havalı olur” derlerdi,ama yok öyle birşey. Seminerler çok güzel geçti. (Birmetal işçisi)

* Maddi nedenlerle katılamayan arkadaşlar oldu.Cuma günü katıldım, atölyelerden çok etkilendim. Çokgüzel şeyler çıkarmışlar. Seminerleden de çok şeyöğrendim. (Manisa'dan bir metal işçisi)

* İlk defa böyle bir kampa katılıyorum. Yeni birdünya, yeni bir düzenden bahsediyoruz ve biz bununbir örneğini yaşadık 7 günde. Sonraki kamplardaeksiklikler giderilir diye düşünüyorum. (Esenyurt'tanbir işçi)

* Düşlediğimiz yaşamı burada somutlaştırdık, çokcoşku vericiydi. Atölyeler yaratıcı ve verimliydi.Sermaye devletinin kolluk güçleri ailelerimizi tehditetti, bu çok doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor.

* Hayalini kurduğum yaşama ilk adımı atmışoldum, çok mutluyum. Devamını diliyorum.

* Ben ilk defa bir örgütlülüğün içinde oldum,buraya merak ettiğim için geldim. Daha önce hiç böylebirşey yaşamamıştım. Çekingenliğimi attım. Bundansonra ben de örgütlenmeyi düşünüyorum.

* 3 yılda burada çok şey öğrendim. Mahirleri,Denizleri, İboları çok uzakta görmüyorum, sizeyakınlar. (İranlı bir katılımcı)

* Örgütlü bir insan değildim, bağımsızdım.Umudum direnişle yenilendi. Kampta yaşadıklarımumudumu perçinledi. Eğer buraya gelmeseydim neyikaybetmiş olacağımı bilmeyecektim. Çok radikalkararlar aldım.

* Tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Bunalımlar,savaşlar dönemindeyiz. Televizyonlarda kitlelerineylemini gördük. Kitlelerin eylemine birebir içindetanıklık ettik. Kaybedecek zamanımız yok. Hepimizinsorumluluğu yeni bir yaşamı başlatabilmek. Kendimizeve yaşama müdahale edebilmek. Kampımız buiradenin somutlanmasıdır.

Ekim Gençliği / İzmir

“Düşlediğimiz yaşamıburada somutlaştırdık!”

Page 20: Kızıl Bayrak 2013-31

- Gezi Direnişi ile başlayan süreç hakkındakidüşüncelerinizi alabilir miyiz?

- Gezi Direnişi ile birlikte bu topraklarda tarihyeni bir ivme kazandı; üzerine ölü toprağı serpilmişgibi duran toplum silkindi ve 1970’li yıllardan buyana ilk kez yığınsal ve radikal bir direnişe yetiliolduğunu gösterdi, hem dosta hem de düşmana…

Gezi Direnişi, farklı talepleri eklemleme becerisinigösteren bir kalkışmadır; direnişi tetikleyennedenler, kanımca birbiriyle bağlantılı üç motifetrafında toplanıyor.

Bunlardan ilki, AKP iktidarının toplumsal yaşama,yaşam tarzına artan müdahaleleri: İnsanların neyiyip ne içeceğine, kadınların kaç çocukdoğuracağından nasıl giyineceklerine, gençlerintaşıtlarda nasıl davranacağına, çocukların hangikitapları okuyacağından sanatçıların neyi ve nasılicra edeceklerine, Alevilerin ibadetlerini nerede,

nasıl gerçekleştireceklerine, TV dizilerinin tarihinasıl yansıtacaklarına… Boğucu birmuhafazakârlık toplumun her alanına müdahiloluyor. Bu ise, “özgürlük” talebinin kalkışmanınönemli bir ayağı olmasına yol açtı.

İkinci olarak, toplumsal açıdan muhafazakâr,ancak iktisadî açıdan gözükara bir liberal olanAKP’nin, yeni rant alanları yaratma hırsıdoğrultusunda yaşam alanlarına saldırısı:Akarsular, göller, kıyılar, parklar, ormanlar,kentsel mekanlar… Ülke sathında “rantsaldönüşüm”e hedef olmayan bir karış toprakkalmadı… Dargelirliler, köylüler, emekçiler,işsizler, öğrenciler; velhasıl bu ülkenin sıradaninsanları bir süre sonra nefes alacakları bir

mendillik alan kalmayacağını hissettiler. Bu ise, Gezikalkışmasının “ekolojik” veçhesini oluşturdu.

Ve nihayet, anaakım medyada fazla sözüedilmeyen, ancak bence bu direnişin en önemlimotifini oluşturan, iktidarın neoliberal politikalarısonucu derinleşen ve çapı giderek genişleyenyoksullaşma ve yoksunlaşmayı sayabiliriz. 2000’liyıllarda ülkede gelir dengesi daha da bozuldu,yoksulların ulusal gelirden aldıkları pay daraldı;“sağlık ve eğitimin ticarîleşmesi kentsel mağduriyetiderinleştirdi; işsizlik, özellikle genç işsizliği, vahim birhal aldı. Bu durum, Haziran kalkışmasının varoşlardaaldığı radikal boyutları açıklamaktadır ve GeziDirenişi’nin emek veçhesini oluşturuyor.

Haziran ayı içerisinde tetiklenen ekonomik krizinsonbaharda derinleşecek sorunlarıyla, ben budirenişin ikinci evresine yol vereceğini ve bu kezemek taleplerinin öne çıkacağına kaniyim.

İktidar eğer “Barış süreci” adı verilen gidişatı

yüzüne gözüne bulaştırırsa -ki öyle gözüküyor-, bupatlayıcı birikimine bir de Kürt tepkilerini ekleyin.

Yani iktidarı “sıcak” bir sonbahar bekliyor…

- Gezi Direnişi sürecinde gençliğin tuttuğu yerhakkındaki değerlendirmelerinizi paylaşabilirmisiniz?

- 1990’lı yıllarda doğan kuşak, gençliğin apolitik,tekbenci, duyarsız vb. olduğu yönündeki tümyargıları Gezi kalkışmasıyla birlikte yıktı. Herkalkışmada olduğu gibi Gezi Direnişi’nde de gençlikön plana geçti, toplumun kabuk tutmuş vicdanınıharekete geçirdi, insanlara bir şeyleryapılabileceğini, korku ve bezginlik duvarınınaşılabileceğini gösterdi.

Kişisel olarak o güne dek sokağa çıkmamış,polisle karşı karşıya gelmemiş onbinlerce gencininternet kafelerinden, odalarından, futbolsahalarından, kendi mekanlarından çıkarak hayatakarışmalarındaki sürat ve güvenlik güçleriyle karşıkarşıya gelmelerindeki gözüpeklik beni şaşırttı.Politikadan söz ettiklerine hiç tanık olmadığımöğrencilerim -ki genellikle “müreffeh” kesimleringençlerinden oluşuyorlar- direniş sırasında beniarayarak gelişmelerden haberdar ediyor, polisle nasılçatıştıklarını anlatıyorlardı. 2-3 gün içerisinde gençlikiçerisinde yepyeni bir “ethos”un biçimlendiğine tanıkolduk: Gözüpek, kararlı, özgüvenli, paylaşımcı,mizahî…

Bu “dönüşüm”de 1 Mayıs alanını geri kazanmakiçin, siyasi tutsaklarla dayanışmak için, NATO, IMFvb. zirvelerine, savaş tezkeresine karşı, Kürtlereyönelik baskı ve katliamları protesto etmek için,HES’lere karşı vb. yıllardır direnen, mücadele edendevrimci gençlerin payı çok büyük, hiç kuşku yok ki...TOMA’lara, çeviklere, gaz bombasına karşıdirenilebileceğini, daha az deneyimli akranlarınaonlar gösterdiler. Daha da önemlisi, direnişin“milliyetçi”, “anti-Kürt” ya da “kadın-düşmanı” birsöyleme teslim olmamasını onlar sağladılar.

- Haziran Direnişi’ndeki isyan barikatlarında yenidönem mücadelelerine hazırlanan gençliği ne gibigörevler bekliyor?

- Önümüzdeki dönem, öyle gözüküyor ki,“özgürlük” talebi ile emeğin mücadelesi buluşacak.Bunun yanı sıra, sonbahardan itibaren, AKPiktidarının kendisine sunabilecekleri -bununkocaman bir “hiç” olduğu gün geçtikçe daha görünüroluyor- konusunda düşkırıklığına uğrayan Kürtdinamiğinin yeni bir cephe oluşturma olasılığıyüksek.

“Laiklik”, “emek hakları” ve “Kürt” dinamikleri,teslim etmek gerekir ki, son onyıllar içerisindebirbirlerine yabancılaştı, yer yer düşmanlaştı.

Direniş hareketinin bu üç dinamiğin basıncıaltında parçalanmamasını sağlamak, son dereceönemli – iktidarın bu dinamikleri birbiriyle çatıştırmayönünde oynayacağından en ufak bir kuşkum yok.Bunun engellenmesi, üç talep hattını, üç dinamiği

“‘Özgürlük’ talebi ileemeğin mücadelesi buluşacak!”

23 Temmuz 2013 / İzmir

Page 21: Kızıl Bayrak 2013-31

(“devletçi” olmayan, toplumsal bir

laiklik/sekülarizm; Kürtlerin özgürleşmesi ve emeği

ve bios’u merkeze alan antikapitalist dinamik)

sentezleme potansiyeline sahip tek hareket olansosyalistlerin direnişin yönlendirilmesinde ağırlıkkazanmasıyla mümkün.

Direniş büyük ölçüde kamusal alanlarda(meydanlar, sokaklar, aynı zamanda okullar,

üniversiteler) gövde bulduğu ve ana gövdeyi gençleroluşturduğu ölçüde, gençlere bu sentezin fiiliyatageçirilmesinde çok önemli görevler düşüyor.

Yanı sıra, devreye giren “palalılar” iktidarın kendiparamiliterlerini hazırlamakta olduğunu gösteriyor.Öyle anlaşılıyor ki, paramiliter şiddet önümüzdekidönemde daha da artacak. Eğer yakın tarihte, yaniSivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da neler yapabileceklerinetanık olduğumuz bu “devlete yardımcı” güçlerdevreye girerlerse, mücadele çok daha zorlu birgörünüm alacak demektir. Özsavunu bu bakımdanbüyük önem kazanıyor.

- Birleşik, kitlesel ve militan bir gençlik hareketiyaratma bakışıyla hareket eden bir gençlik örgütüolarak bu yıl ilk kez bir kamp düzenliyoruz. “İsyanbarikatlarından gençlik buluşmasına!” şiarıylaörgütlediğimiz kampımız hakkındakidüşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

- Somut koşullar nedeniyle kamp yaşamınıza neyazık ki çok kısa bir süre konuk olabildim. Ama dahaikinci gün erişebildiğiniz örgütlülük düzeyi, benietkiledi. İşlerin kolektif ve paylaşımcı bir ruhlagerçekleştirilmesi, açık alanda sağlayabildiğinizteknik donanım düzeyi, söyleşimize katılanlarıncoşkusu, etkileyiciydi.

- Dönem içerisinde üniversitelerimizde polis,ÖGB terörüyle sık sık karşılaştık. Soruşturma vebaskılarla gençlik teslim alınmaya çalışıldı. Bugünise kampa katılan arkadaşlarımızın aileleri polistarafından aranarak “Çocuğunuz terör kampınakatılıyor” gibi bir söylemle baskı ve saldırılardevam ettiriliyor. Bu konu hakkında nedüşünüyorsunuz?

- Bu bir “polis geleneği” haline geldi. Geçenyıllarda konuşmacı olarak çağrıldığımız pek çokkampta polisin benzer telefonlu (hatta bizzatailelerin kapısına gelerek) bu tip “uyarılar”dabulunduğunu aktarmıştı arkadaşlar. Tabii bu kez ülkeçapında milyonları sokaklara döken direnişin“kuyruk acısı” da var “güvenlik” güçlerinde.Geçtiğimiz gün Gezi Parkı’nda düğünlerini yapan ikisağlıkçı gencin tanıklıkları, polisin “hile ve desise”konusunda nasıl “kendini aştığı”nı ortaya koyuyor:İlaç kutuları içine zehir koymalar, içinde fuhuşyapılan çadırları direniş alanına taşıyıp medyayahaber uçurmalar, dolar üzerinden “bağış” çantalarıgetirmeler... Ya da Antalya’dan Gezi Parkı’nayürüyüşe geçen gençleri “bu rampa diktir, arabayabinin sizi götürelim, ‘yürüdük’ dersiniz” önerileriyleaçığa düşürme çabaları, muhbirlik teklifleri...Gerçekten de “destan yazıyorlar!”

- Son olarak kamp katılımcılarına ve dört biryanda mücadele yürüten gençlik güçlerine nesöylemek istersiniz?

- Yığınların zaten meydanlarda haykırmaktaolduğu şeyi: “Bu daha başlangıç, mücadeleye

devam!” diyorum. Ve ekliyorum: Kazanacağız! Ekim Gençliği

“Zaman devrime akıyor!”

Dostlar, yoldaşlar... Bizler Kırıklar F Tipi’nde kalan Ekim Gençliği Gezi

Direnişi tutsaklarıyız. Yüz binlerin, milyonlarınheyecanına ve başkaldırısına destek olan vebaşkaldırının kendisi olan genç komünistleriz.Burjuvazinin korkusu büyüyor. Artık saltanatlarınınsonunun yaklaştığı, ezilen her kesimin uyandığı birdönemden geçiyoruz. Ve gençlik bu uyanışı enderinden hissediyor. “Yeni bir dünya mümkün!” diyehaykıran bedenler sosyalizme yaklaşıyor.

(...)Barikatlarda ve eylemlerde dinamik ruh ileeylemliklerin durumu değiştiren gençliğin önündekisorumluluklar gün yüzüne çıkmış durumda. Vekazanacağımız yeni bir yıl var önümüzde. Yenidönemde kampüslere rengimizi vermeli ve gençliğinenerjisini devrim ve sosyalizm kanallarına akıtmalıyız.(...)

Dostlar, kampta beraber olamasak da, yüreklerimizhep sizlerle. Bizler mücadelenin başka bir alanındaEkim Gençliği’ni sahiplenmenin onuru içindeyiz.Kavganın bitmediğini F tipinin metrelerceduvarlarından haykırarak buraları çalışma alanı olarakbenimsiyoruz. Rosa’nın dediği gibi: “Bütün gizli ve acıgözyaşlarının tekrarının vicdanına yükleyene kadarsoluksuz ilerleyeceğiz.” Sizlerle berber olabilmek ümidiile….

Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege ÜniversitesiGezi Davası Tutsakları

***

Sevgili yoldaşlar, Yaz Kampı’nı Avrupa Ekim Gençliği olarak yoldaşça

selamlıyoruz! Günlerdir kampın gidişatını büyük bir heyecanla

izliyoruz. Sizlerle bu ortamı paylaşamamış olmamızınüzüntüsünü yaşıyoruz. Fakat haber ve resimlerdenyansıyan kolektif yaşamı bizler de Avrupa’danpaylaşmış olduk. Yoldaşça sıcaklığınızı kilometrelerce

uzaktan yaşadık ve hissettik. Türkiye‘de 1 Mayıs‘a, 6 Mayıs’a ve Gezi Parkı

Direnişi‘ne Avrupa Ekim Gençliği olarak katılan birçokyoldaşımız oldu. Taksim Direnişi boyunca gençliğinkitlesel ve dinamik bir biçimde yer alması bizleri çoketkiledi ve mücadeleci ruhu Avrupa’da da hissettik.Burada birçok ülkede yaşanan destek eylemlerindegençliğin daha çok yer almasını sağladı. Katıldığımızher eylemin mücadeleci ruhu bizleri derinden etkiledi,mücadele etme irademizi güçlendirdi, devrimeinancımızı büyüttü ve mücadele sorumluluklarımızıyakıcı bir biçimde hissettirdi. Gençliğin önemli vetemel bir rol oynadığını bu süreçde çok net bir biçimdegörmüş olduk. (...)

Biz komünist gençler olarak bu sorumluluğunbilincine varıp bu mücadeleye sahip çıkmalıyız. Zamandevrime akıyor ve bizler devrime hazırlanmalıyız. Budevrimci görevimizi her alanda örgütleyeceğiz. YazKampı’nı devrime hazırlanma sürecinin bir adımıolarak görüyoruz.

Yaz Kampı’nı devrimci duygularımızla yürektenselamlıyoruz!

Yaşasın enternasyonal dayanışma!Avrupa Ekim Gençliği

***

Merhaba dostlarEkim Gençliği olarak “Geleceğimiz ve özgürlük için

buluşuyoruz!” şiarıyla örgütlediğiniz kampı devrimciduygularımızla selamlıyoruz. Gelecek günler nice“Haziran direnişlerine” gebedir. Devrime giden yolusizler gibi sınıf devrimcileriyle birlikte göğüslemektenonur duyarız. “Ve sanat” olarak bütün üretimlerimizişçi sınıfının hizmetinde olmuş ve olacaktır. Biliriz ki“sanat amaç değil araçtır, gaye hayattır.” Hayatı varedenlere bin selam olsun!

Yaşasın proleter devrimci sanat!Ve Sanat Tiyatro Topluluğu

Page 22: Kızıl Bayrak 2013-31

“Devrim korkusu, her zaman için devrimin yaygın birihtimal olmasından daha yaygın bir olgudur.”

E. Hobsbawn

Mısır’da iç savaşa doğru

Mısır, hızla bir iç savaş sürecine giriyor. Ordu kitleleriyönlendirerek ve kitlelerin aktif desteğini alarak,Müslüman Kardeşler’in darbeye karşı başlattıkları, RabiaMeydanı’nı işgal etme eylemine müdahale etti. Ordunungerçekleştirdiği katliam sonucu yüzlerce MüslümanKardeşler taraftarı yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.

Mursi ve Müslüman Kardeşler iktidarına karşı tarihinen büyük kitle eylemini gerçekleştiren Mısır halkının birkısmı, bu kanlı operasyona aktif olarak katıldı. Hatta bukatılım ordunun çağrısıyla oldu. Kitlelerin katılımıMüslüman Kardeşler’in bir daha iktidara gelmemesi gibibir nedenle gerekçelendirilse de, son derece trajik birdurumdur. Kitlelerin bağımsız inisiyatifini kırıcı, yaratılanbirikimleri aşındırıcıdır. Ayrıca kitle hareketini sistemiçine hapsedici ve sınırlayıcı içeriktedir.

Katliam ve fiili iç savaş ortamı Mısır’da bütündengeleri alt üst etti. Ordu, Mübarek sonrasındaPentagon ve NATO kanallı son derece iyi ayarlanmışhamlelerle, bir nevi toplum mühendisliğidüzenlemeleriyle inisiyatifini inanılmaz artırdı. Mısır’ıntek hakim gücü oldu. Kitle hareketini çarpıtarak,enerjisinden yararlanıp hem darbe yaptı, hem dedarbeyi geliştirici hamleler gerçekleştirdi.

Ordu, Mısır’da “yeni düzeni” kurmak için devreyegirdi. Ordu, Müslüman Kardeşler’in ya da başka birburjuva kliğin inisiyatifini, örgütsel ve ekonomik gücünü(Mursi ve Müslüman Kardeşler’in İsviçre, Türkiye, ABDve diğer ülkelerdeki hesaplarının dondurulmasınınistenmesi başlangıçtır) kırmayı hesaplıyor.

Ordu bu anlamda hem düzen kurucu bir misyonlahareket ediyor, hem de en önemli sermaye gücü olarak(kendisiyle ortak hareket eden sermaye gruplarıylabirlikte, sermaye ile sermaye arasındaki yıkıcı rekabetgereği ve sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmeeğilimleri doğrultusunda) doğasına uygun bir şekildesürece müdahale ediyor.

Mısır’da darbe ve darbeyi pekiştirici hamleler birbaşka boyutta, siyasal İslam’ın bölgenin stabilizasyonunuve kapitalist entegrasyonu aksatıcı yönler taşıdığı vebüyük kitle hareketlerine yol açtığı ve kriz yönetimindebaşarısız olduğu ve bunun doğal sonucu olarak bölgejeo-politiğinde ciddi riskler yarattığı için emperyalmerkezlerin bir yönelim değiştirdiğini ortaya koyuyor.

30 Temmuz 2013’te, AB temsilcisinin bütüntaraflarla görüşmesi, Müslüman Kardeşler’in “yeni”siyasal sürece katılmasını ve gözaltındakilerin vetutukluların bırakılmasını istemesi, sürecin hızlanormalleştirilme çabasıdır. Ayrıca AB’nin bölgedediplomatik, siyasi ve ekonomik nüfuz alanı oluşturmagayreti olarak yorumlanabilir. Bu girişimlerin Mısır’dasiyasal tansiyon ve polarizasyon düşünüldüğünde sonuç

alıcı olması pek mümkün değildir. Öte yandan kitlehareketinin dinamiklerinin görülmediğinin birgöstergesidir. Burjuva klikler arasındaki bir diplomasininnasıl sonuçlar doğuracağı önümüzdeki günlerde daha danetleşecektir. Bu faktörler yukarıdaki yorumumuzudeğiştirmez hatta güçlendirir.

Darbe ve sonrası gelişmeler son derece hızlı seyretti.Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan, 30 Haziran 2013’teyeni bir evreye giren devrimci sürecin yaşadığı sorunsalıya da Mısır’da devrim ve karşı devrim sarmalınıinceleyen bu makale daha önce bitirilmişti. Bu girişleyeni gelişmeler değerlendirildi. Mısır’da devrim ve karşıdevrim sarmalı sürüyor.

Mısır’da 25 0cak 2011’den, 30 Haziran 2013’e...

2011 Ocak Ayaklanması, Mısır’ı devrimci bir süreciniçine soktu. Tunus’ta başlayan Mısır’da kendini şiddetlehissettiren ayaklanma dalgası diktatör Bin Ali’yi 28günde, Mübarek’i 18 günde iktidardan düşürdü.

Senkronize bir karakter gösteren Arap isyanları;Kuzey Afrika’dan Arap Yarım Adası’na ve Ortadoğu’yahızla yayıldı.

Büyük öfke dalgası gerici Arap rejimlerinin bütününüsarstı. Ortadoğu’nun “kurulu” dengeleri ve statükolarıyaşanan süreçten şiddetle etkilendi.

Mısır ve Tunus’ta odaklanan isyan dalgası, muazzamdevrimci olanaklar yarattı. Her devrimci sürecin içindeyaşanan büyük gelgitler ve salınımlar Mısır ve Tunus’tada yaşandı. Yaşanmaya devam ediyor.

Emperyalizm, aşağıdan devrim tehdidine veOrtadoğu’daki jeo-politik dengeleri ve projeleri alt-üstedecek gelişmelere karşı hızla önlem aldı. Çok boyutlubir karşı devrimci programla hareket etti. Gerici Araprejimlerinin bu programa aktif bir şekilde dahil olmasınısağladı. Büyük sarsıntılara yol açabilecek ayaklanma

dalgası, gerici Arap rejimleri içinde ciddi bir tehlikeolarak algılandı.

Mısır ve Tunus’ta aşağıdan devrim tehlikesi, siyasalİslamcı güçlerin restorasyonun temel aktörü (ordunun ikiülkede de stratejik rol oynadığının altını çizmekgerekiyor) haline getirilerek engellendi. Ayrıca diğer Arapülkelerinde, farklı karşı devrimci taktikler devreyesokuldu. Libya ve Suriye’de yeni emperyal konsept,yoğunlaştırılmış bir iç savaş taktiği olan vekalet/taşeronsavaşları devreye sokuldu. Libya’da Kaddafi rejimi, NATOmüdahalesiyle yıkıldı. Suriye’de aynı konsepte uygun içsavaş politikaları hayata geçirildi. Bahreyn’de isyanbastırılamayınca, Suudi Arabistan devreye girdi.Ayaklanma büyük bir şiddetle bastırıldı. Ürdün gibi bazıArap ülkelerinde çeşitli politik varyasyonlar ve değişikdüzeylerde sübvansiyonlarla dalga kontrol altınaalınmaya, kırılmaya çalışıldı.

Arap coğrafyasında isyan ve ayaklanmaların odağınıoluşturan Mısır ve Tunus’ta, devrimci süreç salınımlı birşekilde devam ediyor.

Demokrasi, halkın “yeni afyonu”

Mısır ve Tunus’ta isyan dalgasının kırılması (Mısır’da18 gün devam eden isyan günlerinde 20 milyon kişimobilize oldu) en azından sistem içine çekilmesi,sistemin rektifikasyonu için kitlelerin yeni afyonu olandemokrasiye ve onun büyülü ve kolektif halüsinasyonaracı olan seçimlere stratejik rol yüklendi. Böylecekitlelerin sistemin siyasal labirentlerinde inisiyatifininkırılması ve sistem içi seçeneklere tabi olması vehapsolması hedeflendi.

Halkların öfkesi ve sokağın yıkıcı gücü seçimsandıklarında “boğuldu”.

Seçimlerin yapılması bile başlı başına bir lejitimasyonişlevi gördü. İsyanın yıkıcılığı kontrol altına alınarak,sistemin meşruluğu sağlandı. Demokrasi ve seçimler,

Restorasyonun restorasyonuVolkan Yaraşır

Page 23: Kızıl Bayrak 2013-31

restorasyon politikaların temel yönelimleri oldu. Restorasyon bir karşı devrimdir. Devrim ve karşı

devrim siyasal tarihte birçok kez aynı sürecin parçalarıolarak işledi. Sınıfsal antagonizmanın şiddetinin en üstboyuta yükseldiği koşullarda, egemenler ve ezilenlerolağanüstü bir savaşın içine girer. Savaşı örgütlü vehazırlıklı, güç kazanır. Mısır ve Tunus’ta devrim ve karşıdevrim/restorasyon diyalektiği bütün çıplaklığıyla işledi.Aşağıdan gelen devrim tehdidi, egemenlerin restorasyonhamleleriyle boşa çıkarılmaya çalışıldı.

Karşı devrim Marx’ın tanımıyla nasıl ki “devriminkamçısı” oluyorsa, Mısır’da devrimci süreçte karşıdevrimin kamçısı oldu. Devrimin bir tehdit olarakhissedilmesi bile sert restorasyon politikalarınıberaberinde getirdi.

Özellikle hem Mısır, hem de Tunus’ta devrimci siyasalöznenin yokluğu ya da örgütsüzlüğü, ayrıca işçi sınıfınınörgütsüzlüğü ve amorfe yapısı, karşı devrimin manevrave hamle yapma şansını arttırdı.

Büyük sınıf ve kitle hareketi mobilizasyonları,sistemin en örgütlü yapısı ve yine sistemin parçası olansiyasal güçler devreye sokularak bloke edildi. Mısır’daordu ve Müslüman Kardeşler, Tunus’ta En Nahda bu rolüüstlendi.

Konu itibarıyla Mısır’da yoğunlaşırsak, orduayaklanma sürecinde polisin ve “Baltacılar” adı verilenpara-militer güçlerin vahşeti karşısında nötr kalarak,yıpranmamaya çalıştı. Bir piyar çalışması olarak halklailişkilere özen gösterdi ve dikkat etti. Bu tavır artıkgitmesi kesinleşmiş Mübarek sonrası döneme, pozisyonalış olarak da okunabilir.

Mısır’da silahlı bürokrasi yani ordu sistemin kendisive Mısır kapitalizminin en önemli ekonomik gücüdür.Ordunun finans, inşaat, turizm, beyaz eşya, giyim ve gıdasektöründe ciddi yatırımları bulunmaktadır. Ayrıcaordunun Mısır toplumu üzerinde pederşahi bir imajıvardır.

Ordunun bu pozisyon alışı Mübarek sonrasındaotoriteyi hızla kendinde toplamasına olanak sağladı.Restorasyonun bir parçası olarak, ayaklanma günlerindeMübarek’le görüşen, son derece pragmatist tavır alan,tabanını kontrol altına almaya çalışan Mısır’ın ikinciörgütlü gücü Müslüman Kardeşler devreye sokuldu.

Böylece büyük kitle mobilizasyonunun kontrolüsağlanmaya, en azından gelişmelerin sistem dışınakayma riski engellenmeye çalışıldı.

Ayaklanmaya mesafeli yaklaşan, ayaklanmanın songünlerinde devreye giren Müslüman Kardeşler, büyük bir“şehvetle” ordunun, politik partneri olarak rol almayabaşladı.

Protestan İslamın Ortadoğu’daki en önemli gücü olanMüslüman Kardeşler, orduyla son derece uyumluhareket etti.

Mübarek’in yıkılmasından sonra Tantaviönderliğindeki askeri cunta, özellikle işçi grevlerini vedirenişlerini engellemeye ve yasaklamaya çalıştı.Müslüman Kardeşler sokakta cunta alehtarı gösteri veeylemlerden kendi taraftarlarını çekti. Kitle gösterileribloke edilmeye ve siyasal stabilizasyon yönünde adımlaratılmaya başlandı. Ordunun çeşitli katliamlarına rağmenaskeri cuntaya karşı eylemler durmadı. Askeri yönetimseçimlere gitmek zorunda kaldı.

Restorasyonun temel araçlarından biri olarakdevreye sokulan seçimlere Müslüman Kardeşler’indışında Nasırcı güçler, liberaller, sol ve sosyalist partilerdağınık ve parçalı bir pozisyonda katıldı.

Diktatör gitmiş, burjuva diktatörlük ise biçimdeğiştirerek varlığını sürdürüyordu. Restorasyonun biryansıması yani seçimlerin “büyüsü” ve ordunun aldığıönlemler, kitle hareketinin bir dönem geri çekilmesini

beraberinde getirdi. Seçim atmosferi yanılsamalarla dolu bir süreç oldu.

Sürece yine tarihsel olarak örgütlü olan güçler (ordu,Müslüman Kardeşler ve diğer siyasal İslamcı güçler)ağırlığını koydu.

Müslüman Kardeşler bir proje partisi ve bölgenin jeo-politik yönelimlerine uygun olarak, başta ABDemperyalizmi ve gerici Arap rejimleri tarafından aktifolarak desteklendi.

Müslüman Kardeşler ve orduyla konsensüsü

Müslüman Kardeşler, 2011’de legal siyasi yapı olarakHürriyet ve Adalet Partisini kurdu. Mısır’ın önemlisermayedarlarından biri olan Muhammed Mursi partininbaşkanlığına getirildi.

2011’de yapılan seçimlerde bağımsızlarda dahiledilirse, 8 partili bir koalisyon olan Mısır için Demokratikİttifak içinde yer alan Hürriyet ve Adalet Partisi 10milyonun biraz üzerinde oy aldı. Bu sonuçlar, MüslümanKardeşleri iktidara taşıdı.

Orduyla son derece uyumlu politikalar izleyenMüslüman Kardeşler, siyasal İslamın devlet ve toplumüzerinde nüfuzunu arttıran adımlar atmaya başladı.Müslüman Kardeşler hegemonyasını yayacak,yürütmenin temel organı olan cumhurbaşkanlığıseçimlerine bütün gücüyle yüklenmeye başladı.

16-17 Haziran 2012’de yapılan cumhurbaşkanlığıseçimlerinde Mursi, ilk turda yüzde 24,7 oy aldı.Mübarek sonrası başbakanlığa getirilen Mısır’ın eski karakuvvetleri komutanı Ahmet Şefik, ordunun adayı olarakyüzde 23,6 oy alırken; sol, laik ve liberallerin adayıHamdın Sabbahi ise yüzde 20,7 oy aldı.Cumhurbaşkanlığının ikinci turu 30 Haziran 2012’deyapıldı. Mursi ikinci turda yüzde 51,7 oy alarakcumhurbaşkanı seçildi. Mursi’nin aldığı toplam oy 13milyona ulaştı.

İlk başta seçimlerin yarattığı siyasal illüzyon,Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi, orduyla oluşturulankonsensüs yeni bir dönemin başlangıcı ve bölge jeo-politiğiyle uyumlu bir gelişme olarak “gözüktü”.

Mısır’daki “siyasal stabilizasyon” İsrail’in bölgegüvenliği açısından yaşamsal önem taşıyordu. ArdındanFilistin ve Suriye sorunu ve bağlantılı olarakOrtadoğu’nun yeniden dizaynının gerçekleşmesi içinMısır’da suların durulması gerekiyordu.

“Yeni” rejim bu yönde kitle hareketinin kırılması veparçalanması amacıyla hamleler yaptı. MüslümanKardeşler yeni rejimin inşası doğrultusunda son dereceatak ve agresif politikalar izledi.

Müslüman Kardeşler, Gramcsi’nin pasif devrimkavramına uygun bir şekilde düzenin yenidendüzenlenmesine girişti. Gramcsi, pasif devrimi organikkriz anlarında ya da hegemonya bunalımı durumundadevrimin pasifleştirilmesi, düzenin yeniden kuruluşu verestorasyonu için burjuvazinin kullandığı bir yöntemolarak tanımlar.

Mursi iktidarını ve uygulamalarını bir pasif devrimstratejisi olarak değerlendirebiliriz. Bu operasyon biranlamda devrimin çalınması, devrimin yaratıcıyıkıcılığının engellenmesi ve radikal dönüşümünün by-pass edilmesi anlamına geldi.

Mursi kısa zamanda pasif devrim stratejisine uygun,yoğun ve yıkıcı politikaları hayata geçirmeye başladı. Sivildiktatörlük ya da Mısır halkının tanımlamasıyla “yeniFiravun” olma yönünde hukuki ve fiili düzenlemeleregirişti.

Bir anlamda restorasyonun derinleşmesini içeren buadımlar, kendini somut olarak yeni anayasada gösterdi.

Bu arada Mursi, orduyla flörtünü arttırdı. Uyumlu

politikalarının bir göstergesi olarak eski cuntacı,Mübarek’in has kadrolarından biri olan Tantavi’yi ve bazıgenarelleri cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığına getirdive değişik taltiflerle “onurlandırdı.” Orduda arzuladığırevizyonun mimarı olarak , İslamcı kimliğiyle tanınanyine Mübarek döneminde askeri istihbarat şefi olarakgörev yapmış ve Pentagon koridorlarında yetişmiş,sabıkalı işkenceci Sisi’yi genelkurmay başkanlığına vesavunma bakanlığına getirdi.

Büyük reaksiyonlara yol açan anayasa reformu, birplebisit şeklinde onaylanması, Mursi’nin olağanüstüyetkilerle donanmasını sağladı. Devlet ve toplumu elegeçirmek ve kontrol altına almak yönündeki bu hamleyi,yargı, polis ve medyayı kuşatmak ve denetim altınaalmayı amaçlayan hamleler izledi.

Mursi seçim “başarısının” sağladığı güçzehirlenmesiyle ve demokrasinin afyon etkisiylehamlelerine devam etti. Ve toplumsal tabanınagüvenerek agresyonunu arttırdı. Bu arada Selefilerin deiçinde olduğu kabinede (Selefiler seçimlere Nur Partisinikurarak katıldı ve yüzde 27,8 oy alarak seçimlerden ikinciparti olarak çıktı) önemli değişiklikler yaptı. 11 bakanlıkMüslüman Kardeşler’den oluştu.

Mursi’nin mezhebi, ayrılıkçı söylemlerinden Selefilergüç alarak Hıristiyanlara yönelik saldırılar düzenledi.Kıptiler bazı yerlerde zorla göç ettirildi. Şiilere yöneliksaldırılar gerçekleşti ve linçler yaşandı.

Mursi iktidarına karşı gerçekleşen protestoeylemlerine, şiddet ve katliamlarla cevap verildi.

Müslüman Kardeşler’in adil bölüşümü: İşsizlik, açlık, yoksulluk

Mursi’nin, iktidara geldiğinde 100 günde“mucize”yaratacağı söylemi tam anlamıyla karabasanadöndü.

Ekonomi gerçek bir iflas noktasında geldi. Mısırekonomisi 2000-2010 arasında yıllık 1,9 oranındabüyüme gösterdi. Enflasyon yüzde 11 seviyesindeseyretti.

Mursi, Arap gerici rejimleri ve uluslararası sermayetarafından desteklendi. Mursi, hızla küresel finanskapitale angaje oldu. IMF’le yapılan görüşmeler sonrası,IMF’den 4,8 milyar dolar kredi alındı. Katar, Mursi’ye 5milyar dolar kredi sağladı.

Küresel finans kapital, finansal destekleri karşısındasosyal yıkım programları dayattı. Mursi sert kemer sıkmapolitikaları uygulamaya başladı. Kamusal hizmetler hızlaözelleştirildi. Kamusal hakların metalaştırılması yönünderadikal adımlar atıldı. Bütçede eğitim ve sağlık alanındaciddi kesintiler yapıldı. Kamu personelinde daralmayagidildi.

Müslüman Kardeşler’in “adil bölüşüm” iddiaları çokkısa zamanda her şeyiyle çöktü.

İşsizlik yüzde 9,8 den, yüzde 13,5’e yükseldi. İşsizlikoranında hızlı bir artış yaşandı. Mısır’da işsizlerin yüzde81,9’nun genç işsizlerden oluşması ve bu oranın yüzde30’nunda üniversite mezunlarından meydana gelmesi,sorunun ciddiyetini ortaya koyuyor.

Mısır GSYİH’ın yüzde 12’sini oluşturan turizmgelirlerinde ve dış yatırımlarda önemli azalmalaryaşandı. 10 milyon kişinin değişik düzeyde istihdamolduğu ve ekonomik gelir sağladığı turizm sektörü iflasnoktasına geldi.

2013’de Mısır para birimi dolar karşısında yüzde 12değer kaybetti. Borsa yüzde 10 gibi yıkıcı bir türbülansiçine girdi. Mısır’ın döviz rezervi tehlike işiğine ulaştı.Rezerv 32 milyar dolardan, 13 milyar dolara düştü.Mısır’da bütçe açığı GSYİH’nın yüzde 14’üne ulaştı,toplam borçları GSYİH’nın yüzde 80’ine yükseldi. Bu

Page 24: Kızıl Bayrak 2013-31

durum Mısır ekonomisi için yıkım anlamına geldi. Çok kısa zamanda ortaya çıkan bu yıkıcı tablo,

Müslüman Kardeşler’in adil bölüşüm ve kapsayıcılıksöylemlerini boşa çıkardı. Ayrıca siyasal İslam’ın gündelikhayatı yeniden düzenleyen, toplumu dizayn eden, farklıbir düzlemde üniform bir topluma evrilen uygulamalarıve biyo-politik düzenlemeleri katlanılmaz bir boyutaulaştı. Kitlelerin öfkesi birikmeye başladı. Kitlelerözgürlüklerinin çalınması yanında, sömürü veyoksulluğun şiddetle arttığı düzene karşı koymayabaşladı. Yine bütün yollar Tahrir’e çıkmaya başladı.Kitleler yeniden Tahrir ruhuyla silahlandı.

Emperyalizme ve siyonizme tam angajman

Mursi iktidarının dış politikası, jargon olarak anti-siyonist vurgu ve atraksiyonlara rağmen, emperyalizm vesiyonizmle uyumlu ve angajmanlı biçimlendi. Hatta kısasürede iyice alenileşen bu durum, İslamcı kitleleriniçinde reaksiyonlara yol açtı.

Mursi, Suriye’de taşeron savaşının örgütlenmesindeaktif rol aldı. ABD’ye yakın ilişkiler kurdu. Hamas’ı devredışı bırakarak hem Suriye operasyonlarında yerini ortayakoydu, hem de Filistin’de İsrail’in sömürgecipolitikalarına yeni olanaklar ve zeminler hazırladı.Hamas Suriye’deki merkezini Mısır’ın yönlendirmesiyleDaho’ya taşıdı. Ayrıca Hamas silahlı mücadeleyi fiilendurdurdu. Mursi, Gazze’ye uzanan tünellerin yüzde90’nını kapattı. İsrail’in bütün isteklerini yerine getirdi.Mursi, Gazze şeridinde İsrail’in çıkarlarını korumaya özengösterdi. Mısır ordusu Mursi’nin emriyle, 1978anlaşması sonucu askerden arındırılmış SinaYarımadası’nda radikal İslamcı gruplara karşıoperasyonlar gerçekleştirdi. Arap halkları için İsrailsoykırım, ölüm, sürgün, katliam anlamına gelir. İsrail herzaman Arap halklarının öfkesini tetikledi. MüslümanKardeşler tarihsel olarak bu dinamikten beslendi. Anti-semitizm ve İsrail düşmanlığı Müslüman Kardeşler’inbaşından beri politik varyasyonlarının temelinioluşturdu. Hatta Müslüman Kardeşler bu argümanlarüzerinden gelişti ve kitlesellik kazandı.

Mursi siyonizmle flörtünü sürdürdü. Enver Sedat’ınmezarını ziyaret etti ve iade-i itibarda bulundu. İsrail’leilişkilerini büyük elçilik düzeyine yükseltti. Camp DavidAnlaşması’na bağlılığını açıkladı.

Mısır’ın İsrail devletinin, Arap dünyasında tekgüvencesi olduğunu tekrar tekrar ispatlamaya çalıştı.

Müslüman Kardeşler’in bir yıllık iktidarı bütün uhreviyaldızlarının dökülmesine, büyünün bozulmasına yolaçtı. Müslüman Kardeşler’in İslam’ınprotestanlaştırılmasında (bölgenin stabilizasyonu,kapitalizmle uyumluluk ve entegrasyonu ve saf birkapitalist işleyişinin parçası olarak) Mısır versiyonuolduğu alenileşti. Yine aynı bir yıl, kitleler için yoksulluk,yıkım, despotizm, otoriterizmin inşası anlamı taşıdı.

Mursi’nin cumhurbaşkanı, Hürriyet ve AdaletPartisi’nden Hişam Kandil’in başbakan olduğu,Müslüman Kardeşler iktidarı ülkeyi bir yıl yönetemedi.

Kitleler yoksulluğa, muhafazakarlaşmaya, otoriterdüzenlemelere, neo-liberal sömürüye, açlığa, işsizliğe veötekileştirme, diskriminasyona karşı hızla ayağa kalktı.

Kitle hareketinde seçimler sürecinde görülen geriçekilme, 2012 Kasımı’nda Kurucu Meclis’in hazırladığıanayasa taslağına yönelik, protestolarla yerinimobilizasyona bıraktı.

Tepkiler üzerine tasarı referanduma götürüldü. 2012Aralık ayında yapılan referandumda yüzde 32,9 gibidüşük bir “evet” oyuyla anayasa onaylandı.Referandumun meşruiyet tartışmaları yoğunlaştı. Busüreç kitlesel reaksiyonları arttırdı. Kitle hareketi dalgasal

yükseliş sürecine girdi.Temerrüd (İsyan) Hareketi, Mursi’nin istifa edip,

erken seçim kararı alması için imza kampanyası başlattı.Kampanyaya muazzam bir katılım sağlandı. 22 milyonimza toplandı.

Mursi istifa etmedi. “Seçilmişlik” gerekçesiyle katı birtutum sergiledi. Kutuplaştırıcı söylemlerini yoğunlaştırdı.

2013 ortalarına doğru kitle hareketi yenidenyükselişe geçti. Bu arada son bir yıl içerisinde basın,gündeme getirmese de yoğun ve yaygın işçi eylemleri,direnişleri ve grevleri yaşandı. İşçi hareketi örgütlenmearayışını yoğunlaştırdı. Eylem ve direnişlerde orantısalgelişme görüldü.

30 Haziran 2013’de, 25 Ocak 2011 ayaklanması gibiMısır tarihinde, hatta dünya tarihinde görülen en büyükkitle eylemleri gerçekleşti. Milyonlar sokaklara çıktı.Tarihin en büyük kitle mobilizasyonuna 20 milyonunüzerinde kişi katıldı. Tahrir Meydanı ve diğermetropollerin meydanları kitleler tarafından işgal edildi.Hareket büyük kentlerin bütününde meydan işgalleri,grevler, yol blokajları şeklinde kendini dışavurdu. Ayrıcailk defa kırsal kesimde kitleler mobilize oldu.

25 Ocak 2011’de Mübarek’i alaşağı eden kitlehareketi, bu sefer muazzam bir yığınsallıkla Mursiiktidarını hedefledi.

Başkaldırının içinde taşıdığı yıkıcı enerji ve güç Mısıroligarşisini harekete geçirdi. 30 Haziran 2013, 25 Ocak2011’in yarıda bıraktığını devam ettirebilir, hareketsistem dışına çıkabilir ve kontrol edilemez bir noktayaulaşabilirdi. Kendini ilk başta Mursi’nin iktidardandüşürülmesi gibi politik sonuçlar yaratacak ayaklanmasüreci, büyük bir enerjiyle sistemin bütünüyle blokeolmasına yol açacak gelişmeleri tetikleyebilirdi.

Ayaklanmanın sokaklarda soluk alıp vermesi,sokakların kullanılmasındaki ısrar, iktidar sahipleri vemuktedirleri son derece tedirgin etti.

Mısır’da restorasyonun restorasyonu mahiyetindeaskeri bir darbe gerçekleşti. Darbe bir başka düzlemdedevrimin yeniden “çalınma” hamlesi oldu. Darbeye karşı6 Nisan Hareketi, Güçlü Mısır Partisi, devrimci vesosyalistler açık ve net tavır aldı.

Kitlelerin önemli bir kısmının darbeyi onaylaması(egemen ideolojinin etkisi ve küçük burjuva biryanılsama içinde) bu durumu değiştirmez. Ayrıca kitleprotestoları içinde, Mübarek yanlıları (asker ve siviller),gangasterler, lümpenler, baltacılar bulunmaktaydı ve bugruplar orduyu göreve çağırıyordu. Yine bu gruplarordunun müdahalesine açık tutum sergilediler.

Kitlelerin yarattıkları ve yaptıklarınınmuhteşemliğinin farkına varmama “hali”, siyasal tarihtebüyük acılara ve dalgasal kırılmalara yol açmıştır. Tarihteezilenlerin trajedileri benzer hikayeleri anlatmaktadır.Ayrıca kahredici bir şekilde sistem dışı bir gücün,devrimci bir öznenin yokluğu, sarsıcı isyan hareketlerinerağmen, burjuvazinin ideolojik hegemonyasınınkırılamamasını, bu yanılsama halini beraberinde getirdi.

Bu hal sisteme ve sistemin en örgütlü gücü olanorduya hamle yapma şansı verdi. Darbe yüksek bir“meşruiyet” üzerinden gerçekleşti.

Mısır’da gelişmeler sarsıcı, hızlı ve altüst edici birbiçimde gerçekleşti. Restorasyonun restorasyonumahiyetindeki darbeyle, ordu yeni hamleler yapma şanşıbuldu.

Bugün daha net ortaya çıktığı gibi darbeyle ikili biramaç güdüldü. Ya da süreç bu olanakları ve zeminleridoğurdu. Darbeyle bir taraftan aşağıdan devrim tehlikesibertaraf edildi, yıkıcı kitle hareketi sistem sınırlarınaçekildi, diğer taraftan burjuva klikler arasındakihesaplaşma keskinleşti.

Darbe kitle hareketinin olağanüstü gelişme

dinamiklerine ve taşıdığı yıkıcı potansiyeline karşıgerçekleşti. Çünkü tarihin en büyük kitle hareketi olarakanılan, kitle mobilizasyonunun Mursi iktidarını yıkması,tüm Ortadoğu’yu sarsacak dizginsiz ve önü alınmaz birsürecin kapılarını açabilirdi. Unutmadan vurgulamakgerekirse; iktidarları yıkma fiilini gerçekleştiren kitleler,yıkmayı öğrenir ve yıkma eyleminin muhteşemcazibesiyle tanışır. Bu durum kitlelerin özgüvenini,devrimci coşkusunu ve yaratıcılığını pekiştirir. Kitlelergiderek dizginlenemez bir güce dönüşür. Yıkıcılık kitleleremuktedir olma gücü ve kudreti verir. Devrimler tarihi birbaşka tanımla yıkıcılığın tarihidir.

Mursi iktidarının yıkılması, en başta devrimcisürecin devam ettiği ve iç salınım yaşanan Tunus’taetkisini gösterecekti. Dün nasıl Tunus, Mısır’ın sosyaldinamiklerini tetiklediyse bugün de, Mısır’ın Tunus’utetiklemesi, Kuzey Afrika’nın yeniden sarsılmasına yolaçabilirdi. Halihazırda bu süreç tamamlanmış ya dabitmiş değildir, farklı düzlemlerde devam etmektedir.Tunus’ta, Mısır benzeri kolektif protesto eylemleriningerçekleşmesi, grevler ve direnişler, yer yer gelişen kitlehareketleri önümüzdeki günlerde Tunus’ta sarsıcıgelişmelerin habercisi olabilir.

Bütün bunlarla birlikte, Mursi iktidarının düşmesi bile(Türkiye’de AKP ve T. Erdoğan iktidarının İstanbulayaklanmasıyla yaşadığı sarsıntılarla birlikte elealındığında) siyasal İslam’ın bölgenin bütünündegeleceğinin tartışılmasına yol açmaktadır. Bu sürecin ilkyansıyacağı coğrafyalardan biri Tunus ve En Nahdaiktidarı olması yüksek bir olasılıktır.

Bu konu bölge dengeleri ve jeo-politiği açısındanbaşlı başına önem taşıyor, bundan dolayı detaylı birşekilde başka bir makalede ele alınacaktır.

Devrim hep çalınacak mı?

Mısır’da dipten gelen ve yıkıcı enejisini daha daarttıran ikinci büyük sosyal dalga da sisteme hasarvermeden ve sistemin en önemli payandası ve enörgütlü gücü tarafından bloke edildi. Şimdilik ,

görünürde sistem kitle hareketini bloke etmeyibaşardı. Böylece Mısır’da kitlelerin olağanüstüseferberliği, ikinci kez “etkisizleştirildi.” Darbe, sistemintahkimine yönelik yeni bir restorasyon hamlesi ya dakarşı devrim operasyonu oldu.

Darbe, başta ABD ve AB emperyalizminin ve Mısıroligarşisinin acil ihtiyaçlarına yönelik gerçekleşti.Emperyalizm Mısır ve bölgenin içine girebileceği büyükaltüst oluş riskine karşı en güvendiği kurumu devreyesoktu. ABD önünü açarak iktidara taşıdığı, kendisiyle sonderece uyumlu, bölgeye projelerin önemli bir parçasıolan Müslüman Kardeşler iktidarını olası risklernedeniyle terk etti, desteğini çekti ve yerine başka birgücü pro-Amerikancı orduyu devreye soktu.

Ayaklanma günlerinde hem Mursi’nin, hem deSisi’nin Obama ve Pentagon yetkilileriyle “sıcak” telefongörüşmeleri aynı zamanda tercih ve yön belirleme sürecioldu.

ABD Mısır’ın “yeni düzenini” kurmak için orduyu“görevlendirdi”. Washington askeri darbeye, darbedememe gayreti içinde oldu. Bu tutum ve ısrar Mısır’da“yeni düzeni” kurma misyonuyla hareket eden orduyauluslararası meşruiyet kazandırma çabası olarakdeğerlendirilebilir. ABD her yıl Mısır ordusuna finansaldestekte bulunarak, sistem dışı gelişmelere karşı bu gücükoordine etmektedir. Darbe, aynı zamanda ABD’nindemokrasi “afyonunun” sökmediği koşullarda, her şeyiseferber edebileceğini göstermektedir.

ABD’nin demokrasi anlayışını en iyi ifade edenlerdenbiri Leo Strauus’tur. Neo-Con’ların felsefi sözcüsü

Page 25: Kızıl Bayrak 2013-31

konumunda olan Leo Strauus, politik felsefi anlayışındatoplumun yönetimini elitlere bırakır. Çünkü ona göreyönetme yeteneği yanlızca elitlerin başarabileceği birözelliktir. Strauus elitlerin amacının toplumuözgürleştirmek değil, “erdemli” kılmak olduğunu açıklar.Strauus eğitime ve eğitimli olmaya vurgu yaparak,toplumu cahiller sürüsü olarak görür ve öyle kalmasınısavunur (tabii ki kibarca). Demokrasi veya çoğunluğunegemenliği, eğitimsizlerin yönetimidir diye açıklar ve aklıbaşında herkes bu tür bir yönetim altında yaşamakistemeyeceğini belirtir. Ve demokrasinin önemli bir şeyolmadığının altını çizer. Strauus, çözüm olarakdemokratik görünümlü bir kontrol rejimini savunur.Strauus demokratik görünecek, kitlelerin demokratik birdünyada yaşadığını “hissetirecek” ama bütün iktidarın vedenetimin elitlerin elinde olduğu bir yönetim şeklinisavunur. O’na göre toplum cahil sürüler yığınıdır, sürüyünereye çeker ve yönlendirirsen oraya gider. Bazen seçimsandıklarıyla sürü yönlendirilir, bazen de tanklar, toplarve tüfekler sürüyü hizaya sokar. ABD’nin üstün meziyetyüklediği “demokrasi” ve “toplum” anlayışının özü budurve bunu Strauus son derece açık bir şekilde dilegetirmiştir.

Mısır’da sandıktan sonra şimdi tankla, topla vedarbeyle “toplum” hizaya sokulmaya çalışılıyor. Askericunta geniş bir meşruiyet arayışı içinde oldu. Cunta ilkmesajını Kipti liderler, liberaller, El-Ezhar ÜniversitesiŞeyhleri, Selefi Nur Partisi liderleriyle ve MüslümanKardeşler’den ayrılan kesimlerin katıldığı fotoğrafla verdi.Geniş bir meşruiyet imajı yarattı. Darbeden hemensonra Adli Mansur cumhurbaşkanı olarak atandı.Mansur eski Maliye Bakanı Hazim El Biblevi’yibaşbakanlığa atadı. Finans kapitalin sözcülerinden biriolarak kabul edilen Baradey dışişlerinden sorumlucumhurbaşkanlığı yardımcılığına getirildi.

“Yeni yönetim” ağırlıkla liberal yönelimli kimliklerdenoluştu. Yeni yönetimin arkasındaki esas gücün silahlıbürokrasi olduğu biliniyor. Ordu özellikle politik hayattakendini göstermemeye çalışıyor.

Cumhurbaşkanlığına getirilen Adli Mansur, geçişdönemine ilişkin bir yol haritası açıkladı. Açıklamaya göre9 aylık bir süre içinde normal siyasal sürece girilmesi

hedefleniyor. Bu arada 33 maddelik bir taslak anayasahazırlandı. Taslak bir cunta anayasası içeriği taşıyor. Vesiyasal İslamcılarla flört açıkça ifade ediliyor. İfade veörgütlenme özgürlüğüne yönelik ciddi engellerin olduğuanayasa taslağı, şeriat hükümlerini içeriyor ve ruhunuşeriat hükümlerinden alıyor. Öte yandan neo-liberaldüzenlemelerin önünü açan bir metin özelliğini taşıyor.

Taslağın çeşitli kesimlerce tartışılmasının 2 ay içindebitirilmesi hedefleniyor. Ardından anayasa referandumasunulacak. Referandum sonrası, cumhurbaşkanı ve genelseçimlerin yapılması ön görülüyor.

Yol haritası Mursi’ye karşı muhalefeti örgütleyeneylemci, radikal gençlik, Hıristiyan azınlık, TemerrüdHareketi ve laik liberal koalisyon olan Ulusal KurtuluşCephesi ve sosyalist gruplar tarafından reddedildi.

Mısır’da cunta yönetimi emperyalist merkezlerden,Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden açıkdestek aldı. Destek finansal boyutta da gerçekleşti. ABD,1,3 milyar dolarlık hibeye devam edeceğini ve SuudiArabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in Mısır’a12 milyon dolar yardımda bulunacağı açıklandı. ABD1979’da imzalanan Camp David Anlaşması sonrasındaher yıl 1,3 milyar dolarlık hibeyi Mısır ordusuna yapıyor.İsrail ve bölgenin jeo-politiği için bu hibe son dereceönemli bir işlev görüyor. Mısır ordusu pro-Amerikancıçizgisini her zaman korudu. Pentagon ve İsrail’le EnverSedat döneminde başlayan derin ilişkiler, Mübarekdöneminde ve Mübarek sonrası evrelerde her zamanözel bir düzeyde yürütüldü.

Darbe sonrasında yönetime getirilen “sivil kadrolar”,neo-liberal politikalarla uyumlu ve küresel sermayeyetam angaje kimliklerden seçildi.

Mısır’da kaotik süreç

Mısır darbe ve yaşanan katliamlarla birlikte kaotik birsürecin içine girdi. Kitle hareketinde bu süreçteçöküntüler ve parçalanmalar yaşanabilir. Milyonlarıncuntaya onayı bir dönem kitle hareketinde gerilemeyeve Tahrir ruhunda zedelenmeye yol açabilir.

Her şeye karşın, cunta yönetiminin toplumsal veekonomik krize yanıt üretmesi mümkün değildir. IMF’ten

alınan finansal destek, Suudi Arabistan, Birleşik ArapEmirlikleri ve Kuveyt’ten yapılan 12 milyar dolarlık“yardım”, Mısır’ın yapısal sorunlarına yanıtüretemeyecektir. Cunta yönetiminin ve sivil kadrolarınizleyeceği ultra neo-liberal politikalar, Mısır’da sosyalyıkımı arttıracaktır.

Mısır’da toplumsal kriz çözülmedi. Cunta bu krizigeçici olarak bastırdı ve öteledi. Önümüzdeki dönemdetoplumsal krizin derinleşmesi kaçınılmazdır.

Ortadoğu’nun kalbi bir iç savaş coğrafyasınadönüşüyor. Önümüzdeki süreçte ordunun ya da onunsivil uzantısının toplumsal ve ekonomik krize çözümüretemediği koşullarda, yıkıcı ve sarsıcı gelişmelerbeklenmelidir.

Bu süreç bir yanıyla da ordunun “kurtarıcılık” rolünüterk edip, karşı devrimin kılıcı rolüne bürünme sürecidir.Müslüman Kardeşlere yönelik katliam, aşağıdan devrimtehdidinin yeniden baş göstermesiyle ordunun tavrınınne yönde olacağının bir göstergesidir.

Yanılsamadan gerçekliğe dönüş, bazen tek bir olay,tek bir vakanın sonucunda olabilir. Özellikle ordununniteliğinin ortaya çıkması ve kitleler tarafındankavranması kopuşu hızlandıracaktır.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu Mısır merkezli yeni birtarihsel momentin içine giriyor. Ortadoğu’nun küreseljeo-politiğin odağı haline gelmesi ve emperyal öznelerarası çelişkilerin en yoğunlaştığı bölge olarak öneçıkması, önümüzdeki dönemde özellikle Mısır’dakigelişmelerin etkisini yoğunlaştıracaktır.

Mısır’ın içine girdiği kaotik dönem, kitle hareketindeyaşanan deformasyon hali süreç ilerledikçe aşılacak birdurumdur. Toplumsal ve ekonomik kriz kitlelerinarayışını ve örgütlenme ihtiyacını arttıracaktır.

Mısır’da kitle hareketi yeni bir salınım yaşıyor. Salınımdalgalı, gelgitli bir karekter taşıyor. Her şeye rağmenMısır’da devrimci süreç yeni bir momente girdi. Kitlehareketinin iki büyük dalgasının Mısır oligarşisitarafından kırılması sürecin bitmesi anlamına gelmez.Bugünden bazı kırılmalar yaşanmasına karşın yeni vedaha sarsıcı üçüncü bir dalga mayalanmaya başladı.Mısır devrim ve karşı devrim sürecinin en sert ve yoğunyaşanacağı bir sürecin içine giriyor.

Mısır’da doğacak üçüncü dalga ve onun yaratacağıenerji, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da fay hatlarınınkırılmasına yol açabilir. Bu süreç aynı zamanda yeniayaklanma senkronlarının doğması demektir.

Mısır’da özellikle işçi hareketinin öznel ve nesnelşekillenmesi (işçi eylemlerinin birleşik gücününyaratılması, sendikal alanda bürokratizmin vekorporatizmin aşılması, mücadelenin içinde yaygın tabanörgütlenmelerinin kurulması ve işçi sınıfınınsiyasallaşması) ve sınıflar mücadalesi içinden ortayaçıkacak bir devrimci öznenin varlığı, Arap isyanlarınıniçeriğini değiştirdiği gibi yıkıcı gücünü arttıracaktır. İşçisınıfı ayaklanma deneyimleriyle yukarıda bahsettiğimizolguları potansiyel olarak taşıyor. Bu durum son dereceönemlidir. Sorun sınıfın yıkıcı enerjisini kristalizeetmektir. Mısır’da 2004 ile 2008 arasında 1.7 milyon işçiçeşitli eylemlere katıldı. 2006 ile 2011 arasında 3 bingrev gerçekleşti. Ocak 2011 ile Nisan 2012 arasında 1100grev oldu. Ocak 2011 ile Haziran 2013 arasında ise birkaçyılın toplamından daha fazla grev gerçekleşti. İşçi sınıfıgrev, direniş ve çeşitli blokaj eylemleriyle Hazirangünlerine ağırlığını koydu. Kitle eylemlerine aktif katıldı.İşçi sınıfının atılımları Mısır’da devrimci sürecinderinleşmesi açısından stratejik önem taşıyor.

Ortadoğu’nun kalbi Mısır’da devrimci süreç yükselişve düşüş, savruluş ve salınımlı bir tarzda devam ediyor.Mısır’da kitlelerin Prometeus’un sönmeyen ateşiniaramadaki ısrarı sürüyor. Sürecek...

Page 26: Kızıl Bayrak 2013-31

Nasırcı/yurtsever Halk Hareketi’nin lideriMuhammed Brahmi’nin katledilmesini protesto etmekiçin başlayan eylemler, Tunus’ta başkent başta olmaküzere çok sayıda kentte devam ediyor. Tamarrud(İsyan) Hareketi, sol/sosyalist parti ve örgütler ilehalkçı/ulusalcı partilerin başlattığı eylemlere, TunusGenel İşçileri Sendikası da (TGİS) katılma kararı aldı.

Kökten dinci çetelerin Brahmi’yi katletmesindenönce de, Tunus’ta hareketli günler yaşanıyordu.Özellikle 30 Haziran’da Mısır’ı sarsan halk isyanınınMuhammed Mursi ve İhvan yönetimini devirmesininyarattığı sarsıcı etki, en çok Tunus’ta hissedildi.

Zeynel Abidin Bin Ali’yi deviren Tunuslu işçi veemekçiler, Mısırlı kardeşlerine örnek olmuşlardı. Şimdiise, Mursi’yi alaşağı eden Mısır işçi, emekçi ve gençleri,İhvancı (Müslüman Kardeşler) Nahda’yı yıkmak isteyenTunuslu kardeşlerine yol gösteriyorlar. Mursi’ninyıkılmasından beri Nahda şeflerinin diken üstündeolmaları bundandır.

“Meclis dağıtılsın,geçiş süreci hükümeti kurulsun!”

Sol/sosyalist parti ve örgütler ile halkçı/ulusalcıpartilerin oluşturduğu Halk Cephesi (HC), Brahmi’ninkatledilmesinden sorumlu tutulan hükümetinmeşruluğunu yitirdiğini, bundan dolayı kurucumeclisin dağıtılması gerektiğini savunuyor. HCönderliğinde örgütlenen eylemler, başkent Tunus’unyanısıra sıra, birçok kentte devam ediyor. Kitleseleylemler düzenleyen HC, başında İhvancı Nahda’nınbulunduğu hükümet istifa edene kadar eylemleredevam edeceğini belirtiyor.

HC sözcüsü ve Tunus Komünist İşçi Partisi (TKİP)lideri Hama Hammami, cephe adına yaptığıaçıklamada, Tunus’un içinde bulunduğu krizden Nahdave hükümet ortaklarının sorumlu olduğunu, buhükümetin halk nezdinde meşruiyetini yitirdiğini veülkedeki temel siyasal güçlerin katılımıyla bir “ulusalkurtuluş hükümeti” kurulması gerektiğini belirtti.Liderleri katledilmesine rağmen on binleri hareketegeçiren HC’nin, siyasal arenadaki etkisinin artmayadevam ettiği ve bu durumun Nahda üzerinde ciddi birbasınç oluşturduğu gözleniyor.

Bu arada Brahmi’nin katledildiği gün istifa eden70’i aşkın milletvekilinin kurucu meclis önündebaşlattıkları oturma eylemi de devam ediyor. Bueylemin de, Nahda ile koalisyon ortakları olan burjuvaliberal partiler üzerinde etkili olduğu gözleniyor.Nitekim bir bakanın istifası, Nahda yönetimindekigerici koalisyonun dağılma eğiliminin işareti sayılıyor.

TGİS HC’nin taleplerini destekliyor

Brahmi’nin katledilmesini genel greve giderek

protesto eden Tunus Genel İşçileri Sendikası (TGİS), HC

önderliğinde gerçekleştirilen eylemleri desteklediğini

ilan etti. Başında İhvancı Nahda’nın bulunduğu

hükümetin dağıtılmasını ve tüm toplumsal güçlerin

katılımıyla geçiş süreci hükümetinin kurulmasını

isteyen TGİS liderleri, bu taleplerle yapılan eylemleri

desteklediklerini ilan ettiler.

TGİS’in Nahda karşıtı direnişe destek ilan etmesinin

ardından eylemlere katılımın arttığı bildirildi. Daha

önce işçiler, birey olarak eylemlere katılıyordu. Oysa

dünden itibaren TGİS’in kurumsal olarak direnişe

destek ilan etmesi, dinci-gerici Nahda üzerindeki

basıncı daha da arttıracaktır.

Tunus’un İhvancıları dasıkıştıkça saldırganlaşıyor…

Mısır’da olduğu gibi, Tunus’ta da Nahda

yönetimine karşı İsyan (Tamarrud) hareketi bir süre

önce başlatılmıştı. Brahmi katledildiğinde, toplanan

imza sayısının 320 bini aştığı bildirilmişti. Yani Nahda,

bu olayın öncesinde de diken üstündeydi. Mursi ile

İhvan yönetiminin Mısır’da alaşağı edilmesi, Nahda

şefi Raşid el Gannuşi ve müritlerini fena halde

ürkütmüştü. Milislerini ve destekçilerini olası bir halk

isyanına karşı hazırlık yapamaya çağıran Gannuşi, kitle

hareketini bastırmak için, Nahda’nın keskin dişlerini

göstermekten çekinmeyeceğini hissettirmişti. Kitle

eylemlerine saldıran dinci çetelerin işi cinayet işleme

noktasına vardırmaları ise, siyasal islamcıların

iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceklerini bir kez

daha göstermiştir.

Brahmi’nin katledilmesinden sonra ivme kazanan

kitlesel direnişe karşı çetelerini ve destekçilerini

sokaklara salan İhvancı Nahda, Tunus’ta politik

kitlelerin çoğunluğu nezdinde gayri meşru duruma

düşen yönetimini koruyabilmek için şiddete

başvurmaya başladı. Hem polisi hem çetelerini

direnen halka saldırtan Nahda hükümeti, aynı

zamanda bazı tavizler vererek tarihin çöplüğüne

gitmekten kurtulmanın yollarını da arıyor.

Uzun süreli bir olağanüstü toplantı düzenleyen

Nahda şefleri, diyaloğa hazır olduklarını, ancak

meclisin ve hükümetin dağıtılmasına izin

vermeyeceklerini açıkladılar. Alanlarda kitlelere karşı

şiddete başvuran Nahda, diğer partilerle “uzlaşma”

arayışı içinde olduğu mesajlarını veriyor.

Aynı anda iki ipte oynamaya çalışan Nahda

hükümetinin bu taktiğinin tutması zor görünüyor. Zira

HC, TGİS, Tamarrud Hareketi ile İhvancı Nahda’ya karşı

olan diğer siyasal güçler, bu defa meclisi dağıtıp

hükümeti yıkma konusunda, her zamankinden kararlı

görünüyorlar.

Tunus’tadinci-gericiliğe karşı

direniş yayılıyor!

Brahmi’nin cenazesindeöfke seli

Tunus’ta uğradığı suikast sonucu hayatınıkaybeden Muhammed Brahmi için 27 Temmuz’dacenaze töreni düzenlendi.

Tunus’ta gerici düzen güçlerine karşımuhaliflerden iki önemli ismin bir yıl içindesuikaste uğraması Nahda hükümeti karşıtı tepkiyibüyütüyor. Brahmi’nin cenaze töreni de Nahdakarşıtı öfkenin dışavurduğu bir eyleme dönüştü.Binlerce Tunuslu cenaze törenine katılırken herkessuikastin arkasında Nahda’nın olduğunu ifadeediyor. Tören öncesi Brahmi’nin oğlu da buvurguya dikkat çekti. Brahmi’nin oğlu AdneneBrahmi, Nahda hükümetini sorumlu tutarakşunları ifade etti: “Muhammed Brahmi ülkesi içinöldü. Siz, Tunuslular, sizler de onun gibi olmalısınız,siz de onun uğruna öldüğü şey için ölmelisiniz.”

Kurucu Meclis üyesi de olan Brahmi’nintöreninde askerler de resmi törene katıldı. Tunusbayrağına sarılan tabutu askerlerin eskortluğundabaşkentteki evinden saat 11.00’de ayrılarak El-Jellaz Mezarlığı’na taşındı. Cenaze töreni için kitleHabib Burkiba Caddesi’nde yürüyüş düzenledi. ElNahda partisi riyakar açıklamalarla suikastinaydılatılacağını iddia ederken hiçbir yetkilisitörende yer almadı.

Tunuslu devlet yetkilileri, Brahmi ve Şubatayında katledilen Şükrü Belayid’in katil zanlısıolarak radikal İslamcı bir kişiyi “aktif bir şekildearadıklarını” açıkladı. Brahmi’nin ölümününardından yapılan ilk incelemede Belayid ileBrahmi’nin aynı silahla öldürüldüğü ifadeedilmişti.

Brahmi’nin ardındanNahda’ya öfke büyüyor!

Cenaze töreni öncesinde sol-sosyalist parti veörgütler başta olmak üzere geniş bir toplumsalkesim Kurucu Meclis önünde eylem düzenledi.Brahmi cinayetini protesto ederek meclisin feshiniistediler.

Brahmi için yapılan eylemler sırasında bir kişihayatını kaybetti. Polisin kafasına attığı gazbombası fişeği nedeniyle yaralanan Halk Cephesiüyesi 45 yaşındaki Muhammed Müfti hayatınıkaybetti.

Brahmi için katledildiği gün olan 26 Temmuz’dada ülke genelinde grev uygulandı. Uçaklarhavalanmazken, kentlerde ulaşımdan üretimehayat durdu. UGTT sendikası, 2011 sonundan beriüçüncü kez siyasi genel grev ilan etmiş oldu.

Gece ayrıca geç saatlerde muhalefetgrubundan 42 milletvekili, Kurucu Meclis’in feshinive hükümetin istifasını istemek için çekildikleriniaçıkladılar. Gece düzenlenen basın toplantısında42 milletvekili adına Khemaies Ksila, bir açıklamayaparak bu hareketlerinin Kurucu Meclis’in feshive hükümetin gitmesini hedefleyen birinci adımolduğunu söyledi. Halk Cephesi’nin üyeleri de olan42 milletvekili Nidaa Tunes isimli parti etrafındabirçok partinin bir araya geldiği “Tunus için Birlik”içerisinde yer alıyorlar.

Page 27: Kızıl Bayrak 2013-31

Son aylarda zamanının çoğunu Ortadoğu’daharcayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, İsrail ileFilistinli yetkililerin “barış görüşmeleri” oyununayeniden başlamalarını sağladı. Tarafları Washington’dabuluşturan Kerry, Filistin sorununun dokuz ay içindeçözüleceğini iddia etti.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Filistinli BaşmüzakereciSaib Erekat ile İsrail Adalet Bakanı ve BaşmüzakereciTzipi Livni ikilisini buluşturan Kerry “Filistin sorununuçözen adam” havalarında görünüyordu.

Görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyenKerry, Erekat, Livni üçlüsü, Filistin-İsrail sorunununçözüme ulaştırılması için kararlılıkla çalışacaklarınısöylediler.

Laf kalabalığından oluşan uzun bir konuşma yapanKerry, “Resmi nihai statü müzakerelerine başlamakiçin iki hafta içinde İsrail veya Filistin’de bir arayagelecekler. Taraflar, tüm nihai statü konularının, tümana meselelerin ve tüm diğer konuların müzakeremasasında olacağı konusunda mutabık kaldılar” dedi.

Erekat-Livni ikilisi de, barışa ve çözümeinandıklarını, müzakerelerin yeniden başlamasınınkendilerini bu konuda umutlandırdığını söylediler.

Erekat da dahil taraflar, “Filistin sorunu çözümsürecine girmiş bulunuyor” havası yaratan açıklamalaryaptılar. Oysa “Oslo Barış Süreci”nin başlatılmasından20 yıl sonra yapılan bu açıklamaların, hiçbir kıymet-iharbiyesi bulunmuyor. Zira Filistin halkının sorunları,20 yıl öncesine göre çok daha ağır ve karmaşık bir halalmış bulunuyor. Diğer bir ifadeyle, “barış süreci” diyeetiketlenen görüşmeler sürecinden çözümçıkmayacağı, son 20 yılda defalarca kanıtlanmıştır.

20 yıllık süreç, ABD imalatı “Oslo Barışı”nın Filistinhalkının sorunlarına çözüm üretemediği gibi, Filistintarafının içi boş beklentilerle oyalanarak zamankaybetmesine neden oldu. Bu aynı süreçte ırkçı-siyonist rejim baskı, yıkım, katliam ve toprak gaspınadayalı politikalarını pervasızca icra etmeye devam etti.

Batı Şeria’ya sıkışan Mahmut Abbas yönetimininKerry’nin vaat ve dayatmaları üzerine Erekat’ıWashington’a göndermesinin, Filistin davasına hiçbirfaydası olmayacaktır. İsrail’in 20 yıldan uzun süredir(Oslo’dan önce) zindanlarda tuttuğu 104 Filistinlitutsağı aşamalı bir şekilde serbest bırakma kararı

alması, bu durumu değiştirmiyor. Elbette eğer 104tutsak serbest bırakılırsa, bu olumlu bir gelişme olur.Ancak İsrail’in istediği zaman ve keyfi bir şekildeFilistinlileri zindanlara doldurabildiği yerde, bu adımınsembolik olmanın ötesinde bir anlamı yoktur. Dahavahim olanı, tutsakları serbest bırakma kararının,Yahudi yerleşimcilere Kudüs’te yüzlerce yeni konutinşa etmeleri garantisi verildikten sonra alınmışolmasıdır.

Görüşmelerin başlaması için özel bir çaba harcayanBarack Obama yönetimi, Filistin sorununu çözmeyedeğil, ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bazı kırıntılarkarşılığında Filistin halkının direnişini yozlaştırmahesabı içinde olan Washington’daki siyonizm hamileri,bu sayede İsrail’in güvenliğini garanti edebileceklerinide var sayıyorlar.

ABD planı başarısızlığa mahkum, bu plana umutbağlayan Abbas başkanlığındaki Filistin yönetimi ise,yeni hayal kırıklıkları yaşamaktan kurtulamayacak. ZiraObama yönetiminin önceliği Filistin halkının temeltaleplerini karşılayan bir çözüm üretmek değil, anti-siyonist direnişi bitirmektir. Direnişi doğuran nesnelkoşullar, yani siyonist işgal ve yarattığı vahim sonuçlarortadan kaldırılmadıkça, Filistin direnişini bitirmek dehiçbir güce nasip olmayacaktır. ABD planınıbaşarısızlığa mahkum eden, bu somut koşullardır.

Gazze Şeridi’ne egemen olan Hamas, MüslümanKardeşler’in sorunlarıyla uğraşmayı marifet sayarken,Abbas liderliğindeki El Fetih ise, “ABD barışı”na umutbağlamışken, Filistin’de tek kurtuluş yolunun direnişolduğunu haykıranlar da var.

Direnişçi çizginin en güçlü savunucusu olan FilistinHalk Kurtuluş Cephesi (FHKC), ABD güdümündeİsrail’le yapılacak görüşmelere açıkça karşıçıkmaktadır. Görüşme süreçlerinin Filistin halkınıoyalamaya ve siyonistlerin işini kolaylaştırmayayarayacağını belirten FHKC liderliği, Filistin halkınınmeşru militan direniş hattına sıkı sıkıya sarılaraközgürlük mücadelesini yükseltmesi gerektiğinivurguluyor.

“ABD barışı”ndan Filistin halkını özgürleştiripacılarına son verecek bir çözümün çıkmasıolanaksızdır. 20 yıl önce başlayan Oslo sürecininardından yaşananlar, ezilen halkların emperyalistlereumut bağlamaması gerektiğini döne dönekanıtlamıştır. Yeni başlayan bu sürecin de farklısonuçlar yaratması olası değil.

Filistin halkını ırkçı-siyonist işgalden kurtarabilecekyegane yol birleşik, militan, kitlesel direniştir. Direnişinbaşarısı için ise birleştirici devrimci bir bayrak altındatoplanması da gerekiyor. Vurgulamalıyız ki, neemperyalistlere umut bağlayan El Fetih ne dinci-gericilik odaklarının kirli sularında kulaç atan Hamas,birleştirici bir rol oynayabilir. Filistin halkının direnişdinamiklerini birleştirebilecek tek yol, anti-emperyalist/anti-siyonist devrimci önderliktir.

“ABD barışı”Filistin direnişini

bitirmeye endekslidir!

AB emperyalistlerindenMısır’a “özel ilgi”

Temmuz ayı içinde Mısır’a ikinci ziyaretinigerçekleştiren AB Dış Politika Yüksek TemsilcisiCatherine Ashton, devrik Cumhurbaşkanı,Genelkurmay Başkanı, geçici hükümetin başbakanıve bakanları ile 30 Haziran isyanıyla İhvan(Müslüman Kardeşler) yönetimini yıkan siyasalgüçlerin temsilcileriyle görüşmeler yaptı.

“Tüm taraflar”la görüşen Ashton, İhvancılarındahil olacağı bir yönetimin kurulması içingirişimlerde bulundu. Mısır’daki “krizin” aşılması için“tarafların uzlaşmasına yardım etmek” için Kahire’debulunduğunu söyleyen Ashton, gerekirse tekrargeleceğini de belirtti. Ashton’un Kahire’yi yoleylemesi, AB şeflerinin Mısır’a “yakın ilgi”göstermeye başladıklarına işaret ediyor.

Ashton’un, “Mısır’daki krizin aşılması için, siyasalislamcıların Rabia al Adaviyya’da yaptıklarıgösterilerin sonlandırılması karşılığında, Mursi’ningözaltında tutulduğu yerden güvenli çıkışınınsağlanması ve hakkındaki soruşturmalarındurdurulması, gözaltına alınan İhvan yöneticileri ilediğer İslamcı grupların şeflerinin serbest bırakılması,İhvan hareketinin yeni hükümete katılmasına yönelikMısır makamlarının garantisini içeren” bir “çözümplanı” sunduğu bildirildi.

Bu plan kabul görür mü? Orası henüz belli değil.Ancak taraflar arasındaki gerilimin artma eğilimindeolması, bu işin kolay olmadığına işaret ediyor.

Genel hatlarıyla tabloya bakıldığında, taraflarınkolay bir uzlaşmaya varmalarının zorluğu kolaylıklagörülebilir. Zira İhvancılar, ne pahasına olursa olsun,“Mursi koltuğuna oturana kadar alanlarda olacağız”derken, geçici hükümet ise, Rabia al Adaviyya’nınAnayasa Mahkemesi kararıyla boşaltılacağınısöylüyor. Yani gözünü iktidar hırsı bürümüşİhvancılar, geçici hükümete ve orduya meydanokurken, ordu ve geçici hükümet ise, kitle desteğinede yaslanarak, İhvancıların etkisini sınırlamayaçalışıyor.

Egemen sınıfların iki fraksiyonu arasındakiçatışmanın yanısıra, alanlara inen milyonların iktidarüzerindeki basıncı da var. İsyan eden milyonlar, talepve özlemlerinin gerçekleştirilmesini istiyor; yenikurulan geçici hükümetten bu yönde somut adımlaratmasını bekliyor.

Siyasal islamcıları korumaya ve iktidardan kaydadeğer bir pay almalarını sağlamaya çalışan AB,bundan dolayı, İhvancıların taraftarlarını sokaklardançekmelerini istiyor. Türkiye’nin başına musallat olanAKP iktidarını yıllardır destekleyen AB, Mısır’da ise,İhvancıları destekliyor. Bu destek, AB’nin İhvancılaradayanarak Mısır’da söz sahibi olmaya çalıştığınıgözler önüne seriyor. Ashton’un Kahire’yi yoleylemesi, AB’nin burjuva fraksiyonlar arası yeni birittifak kurma arayışını yoğunlaştırdığını gösteriyor.

Ashton’un burjuva fraksiyonlar arası ittifakoluşturma çabası, özü itibarıyla isyan eden milyonlarıdenklem dışı tutuyor. Oysa Mısır’ı “kriz sarmalı” içinesürükleyen olgu, isyan eden milyonlarca işçi, emekçi,genç ve kadının mücadelede gösterdikleri ısrar vemilitanca direngenliktir. Orduyu İhvan’a karşıharekete geçmeye zorlayan milyonların talepleri içinmücadelesi son bulmuş değil. 2.5 yılda üç yönetimiyıkan milyonlar, halen taleplerinin arkasındadırlar.

Page 28: Kızıl Bayrak 2013-31

Gerici zihniyet iş başında!

Sömürü ve yıkım saldırılarıyla her geçen günyaşamı zorlaştıran AKP iktidarı gerici ve baskıcıpolitikalarını uygulamaya devam ediyor. Dinci-gericiliğin her zamanki saldırganlıkları Ramazanayında ise daha da artıyor. Ramazan ayını fırsat bilenbu gericiler içlerindeki yobazlığı çeşitli biçimleraltında kusmaya devam ediyorlar.

Her fırsatta kadınlara yönelik gerici-baskıcısöylemleri dilinden düşürmeyen AKP iktidarı veonun şakşakçıları yine sahneye çıktı. Bu kez konuşankişi kendisine “tasavvuf düşünürü” diyen bir zat. Buzat “hamile kadınların dışarıya çıkmaları ve sokaktadolaşmaları terbiyesizliktir” sözleriyle kadınabakışını özetledi. Afganistan’da kadınların tek başınasokağa alışverişe çıkmasının orucu bozacağınısöyleyen şeriatçılar ile aynı günlerde Türkiye’de dehamile kadınların sokağa çıkması “terbiyesizliktir”diyenler aynı gerici zihniyetten besleniyorlar.Kadınlara saldırmakta hiçbir fırsatı kaçırmayan bugericiler kadınları nasıl evde tutarız diyedüşünüyorlar. Önce üç çocuk yapın diyerek evdekalmalarını salık veren iktidar şimdi de hamilelerindışarıya çıkmalarını engellemeye çalışarak kadınlarıeve hapis etmeye zorluyorlar.

Kadınların direnme gücünü Gezi eylemlerindegören dinci-gericiler yaşadıkları korku nedeniyle nediyeceğini ve ne yapacağını şaşırmış bir haldeler.Şimdiye kadar kadınları zapturapt altında tutmayaalışmış olanlar artık bundan sonra korkmaya devamedeceklerdir. Zira kadınlar anne de olsa, hamile deolsa sokaklarda, iş yaşamında ve mücadelealanlarında olmaya devam edeceklerdir. Kadınlarınbedenlerinden ellerini çekmeyen iktidarı buradanuyarıyoruz. Kürtajı, sezaryeni yasaklasan da, “3çocuk yapıp evlerinde otursunlar” desen de, işyaşamından uzaklaştırmak için doğum iznini uzatsanda, “hamilelerin sokaklarda dolaşması terbiyesizlik”desen de artık kar etmeyecek. Gezi direnişiningösterdiği gibi artık hiç bir şey eskisi gibiolmayacaktır. Kadınların bedenine, gücüne eluzatanlara sesleniyoruz: Biz emekçi kadınlargücümüzü tarihe direnen kadınlar olarak geçenRozalar’dan, Claralar’dan alıyoruz. Bizleri gerici,baskıcı, dışlayıcı ve saldırgan sözleriniz vepolitikalarınız yıldıramayacaktır. Emekçi kadınlarınartık bu gerici, baskıcı söylemlere karşı söyleyeceğive cevap vereceği tek şey ise şudur: “Mücadelealanlarında vardım, varım, var olacağım!”

Z. Can

Dinci-gericilik bulduğu her fırsatta kadına biçtiği rolün propagandasınıyaparken geçtiğimiz günlerde buna bir yenisi eklendi. Gerici zihniyet bu kezramazan vesilesi ile ortalığa saçıldı. Bir ramazan programına katılan Türktasavvuf düşünürü (!) Ömer Tuğrul İnançer şunları söyledi: “Hamileliği davulçalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez.Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz havaalmak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstüçıkarlar... Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor.Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir.”

Kadınlar “evde oturan kuluçka makinesi”

Böylece dinci-gerici AKP’nin şefi Erdoğan’ın son dönemde dörde-beşeçıkan “en az üç çocuk” talebi, “sezaryene karşıyım, kürtaj cinayettir”açıklaması gibi kadını kuluçka makinesi olarak gören zihniyete bir yenisidaha eklendi.

Sermaye devleti milyonlarca işçi ve emekçiyi ücretli köleler halinegetirip, gençliğin geleceğini ellerinden alırken, emperyalizme uşaklıktasınır tanımayıp içeride ve dışarıda savaş ve saldırganlık politikalarını

tırmandırırken, azgın devlet-polis terörü ile kendi çizdiği sınırların dışınaçıkan her düşünceye saldırırken kadınlar da kuşkusuz bu tablodan

nasiplerine düşeni alıyorlar: Kız çocuklarının eğitim haklarının ellerindenalınması “4+4+4” uygulaması ile yasal zeminlere kavuşturuluyor. Bursa

Nilüfer’de bir vakıf anaokulunda olduğu gibi kadınlar hamile kaldıkları içinişlerinden oluyorlar. Gezi Direnişi boyunca gözaltına alınan kadınlar çıplak ince

aramaya tabi tutuluyorlar, tacize uğruyorlar. Gezi Direnişi’nde şehit düşenMehmet’in, Abdullah’ın, Ethem’in, Medeni’nin ve Ali İsmail’in anneleri

oğullarının katillerini arıyorlar…Kadınlar bir yandan da dinci-gericilik eliyle sindirilmeye çalışılıyorlar. Sermaye

devleti için her bir bireyin özgürleşmesi-mücadele etmesi sakıncalıyken, kadınların“özgürleşmesi”nin engellenmesinde dinci-gericilik önemli bir araç olarak kullanılıyor.

Dinci-gericilik kadına, AKP şefi Erdoğan ve onun gibilerin tarif ettiği “en az üç çocukyapan, evinde oturan, ancak beyinin otomobiliyle gezintiye çıkabilen” bir misyonbiçiyor. Kadını hapseden, birey olarak kabul etmeyen bu bakış açısı “anneliğinkutsallığı”, “bizim kültürümüz” söylemleri ile süsleniyor, kadının ikinci sınıf cins olarakgörülmesi perdelenmeye çalışılıyor. Kuşkusuz ki bunda en büyük kazancı dinci gericiliğikendi çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusundan kullanan sermaye devleti elde etmişoluyor. Sermaye devleti kadının ezilmişliği ve koşulsuz sömürüsünün önünde bir engel

kalmaması için uğraşıyor.

Özgürlüğümüz için dinci-gericiliğe karşı mücadeleyi büyütelim!

Dinci-gericilik eliyle kadının ezilmişliği ve çifte sömürüsü beslenirken,kadınların gericilik eliyle gerçekleşen saldırılar karşısında mücadele etmektenbaşka bir seçeneği bulunmamaktadır. Taksim’de başlayan direniş ile genç

kadınların ve emekçi kadınların ön plana çıkması, mücadelede ön saflarda yer alması sermaye devletininkadınlara yönelik yaptığı planları bozarken, bu süreçte İnançer gibi zihniyetlerin ön plana çıkartılacağını vesaldırıların yoğunlaştırılacağını tahmin etmek güç değildir.

Bugün kadınların erkek sınıf kardeşleri ile birlikte hem İnançer gibi gericilere hem de bu zihniyeti besleyen vekendi çıkarları için kullanan kapitalist sisteme karşı mücadele etmekten başka bir seçenekleri bulunmamaktadır.

Kadına yönelik gericisaldırılar devam

ediyor!

Page 29: Kızıl Bayrak 2013-31

Çok yoğun ve eylemli bir yaz geçirdik ve geçirmeyedevam ediyoruz. Mayıs ayının yerini Haziran’a bıraktığıgünlerde Taksim Gezi Parkı’nda başlayan eylemlilikhemen her aşamasıyla büyük sarsıntılar yaratarakbugünlere kadar geldi. Yoğun polis terörü, sivil faşistçetelerle yapılan organizasyonlar, binlerce yaralı,yüzlerce tutuklu ve 5 şehide rağmen milyonlarınsokakları işgal ederken akla hayale gelmeyen iftiralarla,komplolarla, tehditlerle ve yalanlarla söndürülmeyeçalışan ateş söndürülemedi.

Bugün için kitle hareketi önemli oranda geri çekilmişve sokaklar birkaç hafta öncesine göre sakinleşmiş olsada bu büyük ayaklanmanın korkusunun egemenleriniliklerine kadar işlediğini görüyoruz. Böylesi tarihi birdöneme az da olsa tanıklık etmek, onu anlatmayaçalışmanın bir görev olduğunu düşünerek “Gezi ÖzelSayısı” hazırlamaya karar verdik. İtiraf etmek gerekir kiişin içine girdikçe boğulduğumuz bir deryaya daldığımızıhissettik. Ancak bunun can sıkıcı bir durum olmadığının,aksine oldukça keyifli olduğunun altını çizmek gerekiyor.Yayını hazırlarken elimizde binlerce fotoğraf, bir o kadarduvar yazısı ve milyonlarca hikâye olduğunu fark ettik.Ayrıca baş döndürücü bir hızla ilerleyen süreç bizi güncelkalmak konusunda oldukça zorladı. Yayında da dediğimizgibi, bundan şikâyet etmiyoruz elbette, görüyoruz ki budaha başlangıç mücadele sürüyor!

Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada ToplumcuEksen’in 9. sayısı olarak çıkan Gezi Özel Sayısı’nda dahaçok bu eylemlere katılmış insanların sesine kulakvermeye çalıştık. Gezi Direnişi’ni ete kemiğebüründüren, ona can veren ruhun mütevazı bir kürsüsüolmaya çalıştık. 9. sayımızı Gezi direnişçileriyle yapılanröportajlarla ve onların makaleleriyle oluşturmayagayret ettik. Aslında başta ağırlık vermeyidüşündüğümüz ancak sonradan elimizdeki yazılarınyoğunluğu sebebiyle biraz küçülmek zorunda kalan biralbümle direnişten bazı kesitleri fotoğraflarlasayfalarımıza taşımaya çalıştık.

Ancak biz tüm bunların bu tarihi günleri anlatmayayetmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Normalde önemli bireksiklik olarak görülebilecek anlatamadıklarımız için busefer üzülmüyor ve kendimizi noksan hissetmiyoruz.Tersine, hiçbir yayının sayfalarına sığmayacak bir olayınneferleri olmaktan gurur duyuyoruz. O yüzden bu yayınımütevazı olarak adlandırıyoruz.

Ülkenin dört bir yanında sokakları kazandık ve artıkinanıyoruz ve biliyoruz ki daha güçlüyüz. Bu dahabaşlangıç derken Ulucanlar şehidi, TKİP MK üyesi ÜmitAltıntaş’ın “isyanın sınırı, yaratıcılığın sonu yoktur”sözünü bir kez daha hatırlıyoruz.

31 Temmuz 2013

Toplumcu Eksen Gezi Özel Sayısı’ndan...Merhaba; Son günlerde yaşadıklarımız, bu sefer farklı bir

merhaba deme şansını verdi bize. Her zamankindendaha umutlu, her zamankinden daha güçlüyüz. Sesimiz

daha gür çıkıyor, adımlarımızı daha emin atıyor, yanıbaşımızdakine daha bir güvenle bakıyoruz. Gerçekçiolmanın imkânsızı istemek olduğunu hayatın içindesınıyoruz. İnşa ediyoruz, üretiyoruz, laboratuarlardakideneyleri sokaklara taşıyoruz, çizimlerimizibilgisayarlardan söküp sokaklara serpiyoruz, yakarengine bakmadan tüm renkleri paletimize koyup,yepyeni bir tasarımın temellerini atıyoruz ve artık dahagüçlüyüz biliyoruz…

Hayatla dalga geçecek kadar öfkeliyiz,vazgeçmeyecek kadar çok şey gördük, özgürlükten birparça tadınca başka bir dünya mümkün diyecek kadararsızlığımız üzerimizde, şaire “Haziran’da ölmek zor”dedirten yüreklerin yüzlerine bu kez gururla bakıyoruz.Çok şey öğrendik; suskunluğu nasıl yırtacağımızı,sesimizin okyanusları bile aşacağını, olmaz denilen herşeyin olabileceğini ve penguenlerin aslında kuş olduğunuve bir yerde TOMA varsa elbet bunun bir POMA’sının daolacağını…

Bir sağır kendi sesini ilk duyduğunda nasıl irkilirseöyle irkildik, ilk adımlarını atan bir bebeğin yüzündekiürkek gülücükler ve her düşüşünde yeniden ayağakalkmak için taşıdığı inatla direndik. Zalim Dehak’ınkafasına çekiciyle vuran demirci Ethem’i gördük, beyazönlükleriyle, cüppeleriyle gelen amatör profesyonellerinellerinden tuttuk, biz uyumadan uyumayan, üstümüzaçıkken üşüyen annelerimiz evlatlarının kurduğubarikatlara yüreklerini koyarken oradaydık. Faturanın entuzlusunu ödeyeceğini bile bile alanlara koşandevrimcilerin korkusuzluğuyla büyüdük, her şeyerağmen milyonları kucaklayan alanları elleriyletemizleyip bir sonraki eyleme hazırlayan direnişemekçileriyle toza kire bulandık, barikat gözcüleriyleufka bakıp, çArşı’dan sadece alışveriş yapılmayacağını, iyiortanın gol getirdiğini, futbol topunun gücünü aklımızakazıdık. Özgür bir dünya duasının her inançta olduğunugördük ve daha “mutluluğun” değil belki ama “çokşükür, çok şükür bugünü de gördüm, ölsem gam yememgayrinin resmini” yaptık. Ağzımızdan, kalemimizdençıkan sözlerin bazen yanı başımızdakinin canınıyakabileceğini, küfürlerimize meze ettiğimiz “ötekilerin”derdini anlamak için omuz omuza kavgaya girmemizgerektiğini anladık. Adı, dili, ülkesi yasaklanmış halklarıdaha iyi anladık dedik ki dünyanın gözü önünde bizebunu yapan, kim bilir size neler yaptı, hiç bilememiştik,artık bildik...

Cüreti, yaratıcılığı, dayanışmayı, direnmeyi, umutetmekten vazgeçmemeyi, değiştirmeyi, dönüşmeyi,dönüştürmeyi, paylaşmayı, sevmeyi, kardeşliği ve politikolmayı hayatın içinde tartıştık. Sayılmayacak kadar çokşey yapıp çok şey öğrendik. Ve hepsinden tek bir sonuççıktı: Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

Bu sayı tüm bunları anlatamayacak elbette. Çünkügeçtiğimiz ay boyunca milyonlarca insanın her birinin enaz bir hikâyesi oldu. Yaptığımız sadece bu büyük isyanınkendi penceremizden bir fotoğrafını çekmek olabilirancak. Ötesini zaten yaşadık yaşamaya da devamedeceğiz...

Kısa bir not: Son olarak söylemekte yarar var.Gezi Parkı ile açılan hesap henüz kapanmış değil.

Ülkenin dört bir yanında eylem ve direniş de devletin kör terörü de devam ediyor.

Yayın hazırlığı sırasında gelişenlere bile yetişmekte zorlandık.

Yine de bu yoğunluğun umut verici olduğuna inanıyoruz. Gerçekten de daha yeni başlayan bir mücadeleye

girişinin ilk cümlelerinde olduğumuzu yaşayarak görüyoruz.

(Toplumcu Eksen Gezi Özel Sayısı’ndan…)

Toplumcu Eksen Gezi Özel Sayısı çıktı…

“Barikatın türküsü bizi çağırıyor

Sanatın dili devrim diyor!”

Yeni bir dünya, yeni bir kültür mücadelesininkürsüsü, devrimci kültür ve sanatın mevzisi MamakKültür Sanat Festivali 10. yılında!

Bundan tam 10 yıl önce “Yoksulluğa mahkumyozlaşmaya teslim olmayacağız!” diyenler kararlıadımlarla çıkmışlardı yola. Yeryüzündeki en zor, engörkemli yapıyı inşa ediyorlardı. Yapının türkü söylergibi yapılmadığını bilerek… Harcını emekle, inançla,kavgayla kararak… Mamak Kültür Sanat Festivali biravuç devrimcinin sabırlı yürekleriyle, büyük özverive fedakârlıklarıyla bugünlere ulaştı. Kültür vesanatı, işçi ve emekçilerin gündelik yaşamının birparçası haline getirebilmek için verilen emeklerbugüne taşındı.

Devrimci kültür sanat çalışması, her zamandirenişin parçası oldu. Bunun için devletinsaldırılarının hedefi haline geldi. Kültür sanatfestivallerinde binlerce yüreğin biraraya gelmesinetahammül edemeyen devlet, Mamak İşçi Kültür Eviçalışanlarını tutukladı, ama direnişin en güzelezgileri susturulamadı!

Şimdi ezgilerimiz direnenlere, ağıtlarımız şehitdüşen yiğitlerimize…

10. Mamak Kültür Sanat Festivali’ni Taksim’deyanan ateşin sıcaklığı ve büyük direnişimizincoşkusuyla karşılıyoruz. Bu yıl festivalin temelgündemini kuşkusuz ki, Taksim’de başlayan ve tümülkeye yayılan Gezi Direnişi oluşturuyor. Üstelikfestival, artık Mamak’ın sınırlarını aşıyor. Türkiye’ninve dünyanın dört bir yanında direnenlerin çığlığınıbirleştirecek olan Mamak Kültür Sanat Festivaliişçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerinkatkılarını bekliyor.

Page 30: Kızıl Bayrak 2013-31

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,Gezi Parkı Direnişi sonrası söylediği yalanlarla durumukurtarmaya çalışıyordu. Topbaş şimdi de “CentralPark’tan daha büyük park” vaadiyle ortalığa çıkarakyalanlara devam ediyor.

Topbaş, Veliefendi Hipodromu’nun bulunduğu alanve çevresindeki bölge için ‘dev boyutlarda’ bir parkprojesi içine girdiklerini duyurdu. Sermaye hükümetiAKP şefi Erdoğan’dan icazet aldığını da ifade edenTopbaş “Central Park’tan daha büyük bir parkyapıyoruz” yalanına sarılarak emekçileri aldatmayaçalışıyor.

Zira Topbaş kamulaştırma sonrası park alanının 50hektar olacağını ifade ediyor. VeliefendiHipodromu’nun alanın da parkla birliktehesapladığında 110 hektarlık bir alan oluşuyor. FakatTopbaş’ın daha büyük olacağını iddia ettiği ABD’dekiCentral Park 341 hektar! Üçte birinden de az olan biralan üzerinden Topbaş şov yapmaya kalkıyor. KezaVeliefendi Hipodromu bile park alanından büyük.Fakat kelime oyunuyla hipodrom alanı park alanıiçinde gibi gösteriliyor.

Büyüklük oranındaki çarpıtma esasen sonucudeğiştirmiyor. Çünkü Topbaş’ın açıkladığı park projesinisermaye hükümeti AKP’nin yeni rant hesapları vedireniş karşısındaki manevraları olarak görmekgerekiyor. Öncelikle AKP’nin Gezi Parkı için alternatifbir alan sunma gayreti güttüğü ortadadır. Sermayedevleti büyük direniş nedeniyle İstanbul’un en merkeziyerindeki Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın talanınıdurdurmak zorunda kalmıştı. Şimdi planlanan parkla‘park istiyordunuz işte Gezi Parkı’nın on katı park’

denebilecek. Yine aynı amaçla miting alanı için Avrupave Anadolu yakalarında deniz doldurularak 1 milyonkişilik miting alanı inşa çalışmaları da sürüyor. “Parksapark, meydansa meydan” demek isteyen AKP şefleriböylece kendi iradesini kabul etmeyen kitlelerialdatabileceğini düşünüyor.

Direnişin yarattığı basınçla “bir durağın bile yerideğişecek olsa halka sorarız” cümlesini kuranTopbaş’ın bu tarz vaatler ve yalanları daha önce desunduğu biliniyor. Fakat pratik kanıtlıyor ki Topbaş’ıntüm vaatleri ya yalan ya da çarpıtmaya dayanıyor. GeziParkı eylemlerinin başında da Topbaş’ın yaptığı“sadece yayalaştırma projesi” açıklaması unutulmuşdeğil. Topçu Kışlası AVM projesi yokmuş gibi yaparakkitleleri kandırmaya çalışan Topbaş, şimdi de “ÇırpıcıÇayırı Parkı” üzerinden yalanlar saçıyor. Erdoğan dakonuya dair dolaylı açıklamalar yaparak reklamkampanyasına katılıyor. Erdoğan, “Central park değilşehir parkı” diyerek taklitçi olmamak gerektiğivurgusuyla konuya giriyor. Erdoğan’ın açıklaması biryönüyle Central Park’tan büyük parkyapamayacaklarının kabulüyken diğer yandan amacıngizlenmesine destektir.

“Kapitalizm gölgesini satamadığıağacı keser!”

Marks’ın bu sözü direnişte çokça kullanıldı.Kapitalizmin doğaya bakışını özetleyen bu söz bugünyapılan park projesini okumamızda da önemli bir hatsunuyor. Marks burjuvazinin kimliğini tek cümleyleteşhir ederken Gezi Parkı için sokağa çıkanların bilinçsıçraması da kendini bu özlü ifadede buluyordu.

Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keserse,gölgesini satabileceği ağacı da diker! Bu çıkarsamayıteyit eden bir diğer veriyse, yapılacak parkın alantercihidir. Zeytinburnu-Bakırköy hattında kalan bu parkbölgedeki dev inşaat projeleri düşünüldüğünde yenibir rantın parçası olduğu da ortaya çıkıyor. Yapılacakpark ile bölgenin ticari getirisi yükseltilecek. Parkın“Central Park” olup olmamasından daha önemli olanda budur.

“Akın Tekstil’e ait 74 bin metrekarelik fabrika vearazisi de takas yoluyla İBB mülkiyetine alınacak”diyen Topbaş, parkın projesinin patronlara kargetireceğini de ilan ediyor. Kamulaştırma adıylayapılan alışverişin kamu zararına gerçekleşeceğindenhiç kuşku yok. Zira kamu imkanlarıyla alınacakarazilere ödenecek meblağlar milyonlarla ifadeediliyor. Burjuvazi için hizmet üreten büyükşehirbelediyesi her yıl milyonlarca lirayı bir iki haftalık laleekimi için harcarken elbette bu projeye de benzer birharcamanın önü açılıyor.

İstanbul diğer bir dizi kentle kıyaslandığında halaşehir içi yeşil alanlara sahiptir. Bu alanların kullanımimkanlarının artırılması, parkların uzakta kalanbölgelerde yapılması asıl ihtiyaçtır.

AKP park yaparsa ya girişi parayla olur ya da parkın‘daniskası’ olur. Ya Zeytinburnu gibi bu koca şehringökdelenlerle dolan bir köşesine yapılıp “şehirmerkezi” diye sunulur. Ya da Maltepe sahildeki gibidenizi doldurarak 7 adalı park diye sunulur. Tüm karaparçalarını bitirmiş gibi Adalar fay hattının karşısındabinlerce metrekarelik alanı doldurup park yapmayıbüyüklük sayıyorlar.

Topbaş ve AKP şefleri sadece bir konuda doğruörneği tanımlıyor. Central Park Amerika’daburjuvazinin kalbi Manhattan’ın tam ortasındabulunuyor. Yani burjuvazinin gökdelenler arasındançıkıp rahat nefes alabileceği bir alan ihtiyacına hizmetamacı taşıyor. Bu noktadan bakıldığında AKP şefleri deaynı amacı güderek İstanbul’a bir parkkazandırdıklarını ifade etmeleri yalan olmayacaktır.Zeytinburnu-Bakırköy hattı gibi emekçilerle anılmayanbir bölgede yapılan park elbette Central Park’ı örnekalıyordur. Ama direniş günlerinin başında söylenen birsöz vardı, hatırlayalım; “Mesele Gezi Parkı değilarkadaş, hala anlamadın mı?”

İstanbul’a park,kapitalizmin yeni ortaoyunu

Risk değil rant alanı

Etiler’de imar izni verilen gökdelen arazisi Çevreve Şehircilik Bakanlığı tarafından “Riskli Alan”statüsüne çevrildi. Bakanlar Kurulu, Çevre veŞehircilik Bakanlığı’nın isteği üzerine aldığı kararlayaklaşık 32 bin metrekare alanı kapsayan, eski“Etiler Polis Meslek Yüksek Okulu” arazisini “AfetRiski Altındaki Alanlar” statüsüne aldı. Karar, 24Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarakbağıtlandı.

Akmerkez AVM civarındaki arazi Çevre veŞehircilik Bakanlığı’nın yaptığı planlarda 2,5 emsalinşaat hakkı verilmiş, yükseklik ise serbestbırakılmıştı. Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odasıİstanbul şubeleri rant projesi için dava açmıştı.

Odaların dava açması ve davanın muhtemel biryürütmeyi durdurma kararı alacak olması Çevre veŞehircilik Bakanlığı’nı harekete geçirdi. Bakanlıkproje alanı için araziyi ‘Riskli Alan’ ilan etti.

Riskli alan kararı bakanlığa dönüşüm yasasınadayanarak olağanüstü bir yetki veriyor. Kararladönüşüm için Boğaziçi Kanunu, İmar ve Korumayasaları dahil 13 ayrı yasaya uyma zorunluluğuortadan kaldırılıyor. Ayrıca çıkacak olası yürütmeyidurdurma kararları da mahkemeler yasaya göreyetkisiz olduğu için engelleniyor.

Geçtiğimiz mayıs ayında da Kadıköy Fikirtepe gibiönemli bir rant alanı “Riskli alan” ilan edilerek olasıevini satmayan mülk sahiplerine baskı yolu açılmıştı.“Riskli alan” hakkı bakanlığın elinde bir kozadönüşerek her türlü yasal engeli aşmak için devreyesokulan koruma kalkanı işlevi görüyor.

Page 31: Kızıl Bayrak 2013-31

İzmir’de gözaltılara

protesto

30 Temmuz’da sabah saatlerinde 6 ilde Gezi

Direnişi gerekçesi ile gerçekleştirilen operasyon,

İzmir’de ESP tarafından yapılan basın açıklamasıyla

protesto edildi. Saat 18.00’de İzmir Emniyet

Müdürlüğü’nün Bozyaka’daki binası önünde

gerçekleştirildi. Basın açıklamasında “Gözaltı ve

tutuklama terörüne son! Bize gücünüz yetmez! /

ESP” ozaliti açıldı ve Gezi tutsaklarının resimleri

taşındı. Açıklamada, Gezi Direnişi’ne ve ESP’ye

yönelik gözaltı saldırıları iktidarın polisi için

alışkanlığa dönüştüğü söylendi.

Daha önce İstanbul, İzmir, Adana, Hatay,

Mersin’de Gezi direnişçilerine yönelik sürece

yayılmış, periyodik bir biçimde gözaltı ve tutuklama

saldırılarının olduğu belirtildi. Gözaltı saldırısının

merkezinde Ankara’nın olduğu ifade edilerek

gözaltına alınanların bilgileri aktarıldı. Açıklamada

gerçekleşen saldırıların AKP iktidarının Gezi

Direnişi’ne yönelik intikam alma amacı taşıdığına

dikkat çekildi. Basın açıklamasının ardından 10

dakikalık oturma eylemi yapıldı. Eyleme BDSP, EHP,

Partizan ve Yenikapı Tiyatro grubu destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Merhaba Kızıl Bayrak okurları ve çalışanları. Birazgeç kalmış bir mektup. Evet geç kalmış çünküburadaki yoldaşlarla ilk kez F tipine konuluyoruz.Ortama alışma, işleyiş nasıl oluyor gibi gözlemleregirmiştik. Benim için ilk F tipi hatta ilk cezaevi. Benbu Gezi operasyonuyla her şeyi ilk yaşadım. İlk evbaskını, ilk TMŞ’ye götürülüşüm. İlk gözaltımdabağcık çıkarma, imza, ifade gibi dayatmalara karşıçıkıp direniş bayrağını yükseltmem oldu. İlkgözaltımda ilk açlık grevimi yaşadım. Hastalığımınolmasına rağmen ilk grev. İlk mahkemeye çıkışımtutuklanışım ve F tipi.

Evet yoldaşlar, bunları ilk kez yaşadım ve her şeyidoğal karşıladım. Bizler sınıf devrimcileri olarakyapılması gerekeni yaptık. Biz temsil ettiğimiz sınıfçıkarlarını gözeterek ve bulunduğumuz sınıfa yaraşırbir duruş sergiledik. Onlar da temsil ettiği sınıfayaraşır kararlar verdiler. Yani kararlar siyasikararlardı. Neyse sonuçta buradayız.

31 Mayıs’ta patlak veren Gezi Direnişi ve hemenardından Türkiye’nin dört bir yanına yayılması.İzmir’de de bu direniş 1 Haziran’da başladı. Kitlelerbu süreçte korku duvarlarını yıkıp sermayenin kolluk

güçlerine, TOMA’sına, biber gazına ve plastikmermisine karşı militan bir duruş sergiledi ve bumilitan duruşu halen yitirmiş değil. İzmir’de bumilitan duruş biraz kısa sürdü ama daha daşiddetlendi. Bu direnişte iki sınıf karşı karşıyagelmişti. Bir tarafta kârlarına kâr katmak isteyenve kendilerine dikensiz gül bahçesi yaratmayaçalışan sermaye, diğer tarafta kendi adlarına kararverilmesini istemeyen “Hükümet istifa!” diyen birhalk hareketi. Bu direniş boyunca büyük bedellerödendi. Onun üzerinde direnişçi gözünü kaybetti,yüzlerce insan biber gazı kapsülünden ve plastikmermiden dolayı yaralandı. Gezi Direnişi’nde 5yiğit yoldaşımızı şehit verdik. Bu şehitler boşunadeğildi. Boşuna bedel ödenmemişti. 5 şehityerine sokakları milyonlar doldurmuştu.Sokaklarda şehitlerin ismi okunarak “yaşıyor”deniliyordu. Ve her bir barikatın önünde aynıkararlılıkla savaşıyorlardı. Bütün bunlarsermayenin suratına tokat gibi iniyordu.

Bütün bu destansı direnişin karşısındasermayenin boş durmayacağını biliyorduk.Direnişin büyümesini ve kitlenin daha dabilinçlenmesini istemediğini biliyorduk. Direnişibitirmek için sermaye yeni bir saldırı düzenledi.Operasyonlarla, ev baskınlarıyla gözaltı vetutuklama terörü başladı. İzmir’de tamanlamıyla cadı avı başlatılmıştı. İzmir’de dört kezoperasyon dalgası yaşandı. Bizler BDSP’litutsaklar 3. operasyonda alındık. Bugünburadayız. Faşizmin duvarları arasında,bedenlerimizle sizlerin yanında değiliz. Bu acıama sadece yer değiştirdik. Bu duvarlar

arasında mücadeleye devam ediyoruz. Hem debedenlerimiz ellerindeyken. Ama bu hiçbir şeyideğiştirmiyor. Geçmişte yoldaşlarımız bize bunu eniyi şekilde gösterdi ve öğretti. Bedenlerimiz ellerindeolsa bile bilincimizi, sloganlarımızı ve devrime olanbağlılığımızı alamadılar, alamazlar. Fikirlerimize,düşüncelerimize el uzatamazlar. Sizler de dışarıdamücadeleyi sürdürüyorsunuz. Biz tutsaklar içeridemücadeleyi sürdürüyoruz. Bir sınıf devrimcisineyakışır şekilde. Dışarıda bir saldırı haberi alırsak, enufak bir şeyde bizler sloganlarımızla eylemliliğegeçiyoruz. Örneğin Ali İsmail Korkmaz’ın şehitdüştüğü haberini alır almaz bütün hücrelerleberaber “İsmail yoldaş ölümsüzdür!”, “Eskişehir’dedüşene dövüşene bin selam!”, “Her yer Taksim, heryer direniş!” sloganlarını atıp anma gerçekleştirdik.Yani yoldaşlar dediğim gibi duvarlar arasındamücadeleye devam ediyoruz. Bizler BDSP’li tutsaklarolarak her ne olursa olsun hücrede de, dışarıda daolsak mücadeleye devam edeceğiz. Tutuklamalarbizleri yıldıramaz. Hatta kinimizi daha da biler.

Özgür günlerde görüşmek üzere...Soner İnanç / BDSP’li Gezi Direnişi Tutsağı

Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevi

“Her yer Taksim,her yer direniş!”

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2013/31 * 2 Ağustos 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Page 32: Kızıl Bayrak 2013-31

Bir düşüncenin sonsuzluğuna, ebedi gerçeğin zaferine olan inanç,bu düşüncenin hiçbir zaman ikileme düşmeyeceğinden,yolunu hiçbir zaman şaşırmayacağından emin olmaktır;tüm dünya ona karşı çıkıyor olsa da.İşte gerçek filozofun gerçek dini budur....Varsın bizim için,düşüncelerimiz uğruna kolaylıkla feda edebileceğimizsevgi, çıkar, zengnlik olmasın;bu düşünce bize her şeyin kat kat fazlasını verecektir!Savaşacak ve kanımızı dökeceğiz,düşmanın acımasız gözlerine korkusuzca bakacağızve son nefesimize kadar savaşacağız!Bayrağımızın dağların doruklarındanasıl dalgalandığını görüyormusunuz?Yoldaşlarımızın kılıçlarının nasıl parladığını...Görmüyor musunuz?Onların orduları dört bir yandanharekete geçmiş,vadilerden bize doğru koşuyor,şarkılar söyleyerek dağlardan iniyor.Büyük karar günü,halkların kavga günü yaklaşıyorve zafer halkların olacaktır!(F. Engels, Ateşi Çalmak, Cilt 5 sayfa 268)

Proletaryanın büyük öğretmenive militan savaşçısı Friedrich Engels’iölümünün 118. yılındasaygıyla anıyoruz...