56

Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

http://www.gencaydergisi.com Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

Citation preview

Page 1: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012
Page 2: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 1 Sayı 2 - Mart 2012

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

ÇANAKKALE ZAFERİ: TÜRK MİLLETİ’NİN DİRİLİŞİ / Sertaç EKEMEN

MİLLÎ BİR DEYİŞ İLE “YENİGÜN” / Fatma ORAKCI

SÖYLEŞİ: REŞAT GENÇ KONU: YENİGÜN

YENİGÜN ŞİİRLERİ

SÖYLEŞİ: AHMET BİCAN ERCİLASUN

DÜŞMANA KARŞI ŞANLI, KAHRAMAN, GAZİ OLMAK / Aybike Gökçen ŞİMŞEK

MİLLİ MÜCADELEDE TIBBİYELİ BİR GENÇ: HİKMET BORAN / Alperen KIZIKLI

TÜRKİYE, AÇ HÜRLER VE TOK ESİRLER ÜLKESİ OLAMAZ / Abdullah SOMUNCUOĞLU

SIKI DURUN! ÇİNLİLER GELİYOR! / Recep BAYRAM

SUBLİMİNAL MESAJLAR (BİLİNÇALTINA YÖNELİK) / Ahmet Kürşat SOMUNCUOĞLU

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLÎ DAVAMIZ KIBRIS / Serhat ÇAKIR

UYUYANLARA AĞIT / Galip ERDEM

KİTABİYAT / Aybike Gökçen ŞİMŞEK

BİR TUTAM TÜRKÇE / Fatma ORAKÇI

Page 4: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

1

ÇANAKKALE ZAFERİ:

TÜRK MİLLETİ’NİN DİRİLİŞİ Sertaç EKEMEN

Rus Emperyalizmi tarihinin en büyük iç

karışıklığıyla boğuşuyordu. II. Nikola

Başkumandan Gregory Rasputi’nin Kızıl

komutası ile yeri yerinden oynatmış, Rus

halkı artık Rusların Babası ve kiliselerinin

başı Nikola Petoviç’ ten deyim yerindeyse

illallah etmişti. 1905 devimlerinin

getirdiği kaotik durumlar Çarı liberal

konularda politikalar üretmeye itmiş,

1905 yılı içerisinde Duma parlamentosu

resmen kurulmuştu. Bunun akabinde de

ülkede, sular biraz daha durultulmaya

çalışılsa da, halkın ve bilhassa köylülerin

reform beklentileri olağanca hızıyla

artmaya devam etmişti. Nihayet yapılan

toprak reformu da halk içinde kabul

görmeyince, Rus Çarlığı için kaçınılmaz

son başlamıştı

28 Haziran 1914 yılında başlayan birinci

dünya savaşında Rusya Almanya ile karşı

karşıya kalmıştı. Zaten iç isyanlarla

boğuşan Rusya güçlü Alman ordusuna

karşı ağır kayıplar veriyordu. Bu

kayıpların çoğunluğunun köylü sınıftan

oluşması içerideki gerginliği iyice

tırmandırıyordu. Bu durum, Rusya’dan çok

İtilaf kanadının diğer ucu İngiliz ve

Fransızları derinden etkiliyordu. Engin

coğrafyasıyla hem cephe avantajını

korumak, hem de hammadde

kaynaklarından yararlanmayı en önemlisi

‘tehlikeli ideoloji’ olarak gördükleri

sosyalist akımın bu büyük coğrafyada

hüküm sürmesini istemiyorlardı. Almanya

ve İngiltere’de yükselen sosyalist

hareketlenmeler ve Bunun dışında bir

Fransız Komünü süreci ışığında Rus

emperyalizminin Sosyalist akımla

perçinlenmesi olmaması gereken bir şeydi.

Osmanlı İmparatorluğu ise, kabuğuna

çekilmiş, balkan savaşlarından nasibini

almıştı. Mehmet Reşat 76 yaşında

oturduğu tahtında ağabeyi II.

Abdülhamit’in denge politikasını

olağanca gücüyle korumaya çalışmaktaydı.

Ne var ki yönetimdeki ortağı İttihat ve

Terakki yöneticileri, bu politikanın

geçerliliğini yitirdiğini düşünüyorlardı.

Başta Talat Cemal ve Enver Paşalar, yeni

güç dağılımında taze bir devlet olan ve

sanayisi ile taş çıkartan Almanya’nın

yanında yer almanın gerekliliğini

vurgulamaktaydılar. Fakat bu durumu

henüz payitahttan gizlemekteydiler.

Savaşın başlaması ile saflar ve kozlar belli

olmuştu. Rus ve Fransız ateşi arasında

kalan Almanya anakarası, Alman

ordusunun Belçika’yı işgal etmesiyle

İngiltere’yi de savaşa sokunca üç büyük

ateşle karşı karşıya kalmıştı. İşte bu

durum itibari ile hem Osmanlı sıcak

gücünden yararlanmak hem de cephe

genişletip, üzerindeki baskıları hafifletmek

amacıyla son dönem yakın dost olan II.

Wilhelm diplomasisi Osmanlı kapılarını

aşındırmaya başladı.

İtilaf kanadı ise, böyle bir olayın hem

savaşın uzamasına ve var olan savaş

gidişatını Almanya lehine bir denge

Page 5: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

2

konumuna getireceğini düşünüyorlardı.

Bu suretle Fransa İngiltere ve Rusya,

bildirge ile Osmanlı tarafsızlığını ilan

etmesi takdirinde Kapitülasyonların ve

her türlü ekonomik-ticari imtiyazların

kaldırılmasını önermişlerdir. Bu gelişme

ışığında Sultan Reşat, savaş başladıktan

kısa süre sonra tarafsızlığını ilan etti.

Ne var ki Almanya, Kapitülasyonlar

konusunda İtilaf kanadının samimiyetsiz

olduğunu ve Osmanlının ekonomik

hürriyetinin ancak galibiyetle

sonuçlanması takdirinde gerçekleşeceğini

söylüyor. Ayrıca Rus imparatorluğundaki

Türklerin hürriyetini de vadetmesi Türkçü

Enver Paşa’nın düşüncelerini

cezbediyordu. Nihayet 2 ağustos 1914’te

Alman-Osmanlı ittifak anlaşması, Cemal,

Talat ve Enver üçlüsü ve yüksek Alman

diplomatları ile imzalanmıştı.

Goben ve Breslav’ın, Türk sancağı çekilip

Sivastopol’u bombalaması ile Osmanlı

resmen dünya savaşına girmişti.

Artık itilaf kanadının seçeneği kalmamıştı;

hasta adamın ya fişi çekilmeli ya da

Avrupa, Alman veyahut kurulması

muhtemel Komünist emperyalizmin

gölgesine düşecekti.

İşte tüm bunlardan sıyrılıp, Osmanlıyı da

biran önce paylaşmak için, itilaf devletleri

tarafından açılmış bir cephe Çanakkale

cephesi.

Çanakkale konumu gereği, İstanbul’un ön

kalesi ve Osmanlıyı dünyaya bağlayan bir

köprüydü. Bu yüzden Çanakkale’nin, itilaf

kanadı tarafından ilhakı hem İstanbul’u

açacak hem de Osmanlı imparatorluğunun

dünya ile bağını koparacaktı. Ayrıca

Mehmet Reşat’ın Alman direktifiyle hilafet

makamını kullanıp, Cihat ilan etmesi

sömürgelerdeki hareketlenmeler

açısından tehlike arz etmeye başlamıştı.

Osmanlıyı biran önce sindirmek bu

hareketlenmeleri de sindirmek olacaktı.

Bu netice ışığında 28 Ocak 1915 te savaş

kararı alınmıştı.

15 Şubat’tan 15 Mart’a kadar itilaf

donanması tarafından ağır bombardıman

altında tutulan Çanakkale boğazı;

İnflexible, Agammennon, İrirestible, Queen

Elizabeth Charlamagne, Albion,

Vengeance, Swiftsun gibi dönemin en

büyük zırhlıları ile İstanbul’u

yağmalamaya hazırlanıyordu. İtilaf

donanmasının boğazın içine doğru

tecavüze başladığında tarih 18 Şubat’ı saat

ise; sabaha karşı 05.00’i gösteriyordu.

Gerek Nusret mayının dâhiyane mayın

döşemesi, gerek İtilaf harekâtının kendine

aşırı güven beslemesi ve Türk Topçusunun

yılmayan azmi ile deniz harekâtının a ve b

planının yok olmasına sebep olmuştu.

Denizlerdeki en büyük iki yapıt olan,

Ocean ve İrirestible’i kaybetmişlerdi.

Hasta adamın şamarı, Güneş Batmaz

İmparatorluğu şaşkına çevirdi.

Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye

gönderilen General Sir William Birdwood,

5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda,

Donanmanın tek başına Boğaz’dan

Page 6: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

3

geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir

ordunun karadan donanmayı desteklemesi

gerektiğini bildiriyordu. Kendilerine bir

sömürge birliği göndermeleri için

Fransızları ikna edeceğini de ilave

ediyordu. Böylece Mısır’daki Anzak

Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir

kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.

Cephedeki Kara Harekâtını

konuşlandırmak için harekete geçirilen

General Hamilton, eğer donanma tekrar

başarılı olursa tümenine hiç karaya

ulaştırmayacaktı. Olası geçiş durumunda,

Karadeniz’den gelen Rus birlikleri ile

İstanbul’daki istihdamları işgal edecekti.

Fakat gene başarılı bir geçiş sergilemeyen

müttefikler, Gelibolu’ya asker çıkarmıştı.

Kara harekâtı içinde ise, teknolojiden

yoksun fakat azimkâr Türk Ordusu ve

idealist subayı Yarbay Mustafa Kemal’le

karşı karşıya kalmıştı.

25 Nisan, Arıburnu, Kumkale

muharebeleri ile umduğunu bulamayan

itilaf güçleri, Türk birliklerinin Anafarta

zaferi sonucunda ve İngiliz hükümetine

karşı halk ve kraliyet baskılarının da

artması ile sistemli bir çekilme fikrine

girmişlerdir.

Sonuç olarak; 9 Ocak 1916’da Gelibolu

Yarımadası’nda tek bir itilaf askeri bile

kalmamıştı. Boğazdan, Akdeniz’in derin

sularına kadar düşman gemilerinden

temizlenmişti.

İstanbul’u alamayıp, boğazlarda sıkışan

denizler imparatoru Britanya, büyük bir

prestij kaybetmiş, yepyeni cepheler

kazanmıştı. Rusya gibi bir müttefikini

kaybedip önündeki 80 yıllık

şekillenmesine sebep olacak siyasetin,

Sovyet emperyalist hareketinin

yaratılışına çaresiz şahit olmuştu. Öte

yandan, Müslüman hareketlenmelerini bu

başarısızlıktan sonra durduramayan

İngiltere ve Fransa imparatorluklarında

isyanlar başlamıştı. Bu durum cephelerde

Alman galibiyetlerine bir vesile yaratmıştı.

Tarih ihtimalleri göz önünde barındırmaz

fakat Çanakkale galibiyetinden sonraki

yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri’nin

savaşa girmemiş olması durumu, muzaffer

tarafın İttifak kanadı olmasına neden

olabilirdi.

Page 7: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

4

MİLLÎ BİR DEYİŞ İLE “YENİGÜN” Fatma ORAKCI

Türkçede ‘Yenigün/Yengi Kün’ Farsçada

‘Nevruz’ anlamına gelmektedir. Yılbaşı’

şeklinde algılanan bu bayram Türklerde

güneş yılı hesabına göre On İki Hayvanlı

Takvimde ve Celali Takviminde Güneş’in

Koç burcuna girişi, yani 22 Mart’a ve Rumi

Takvime göre 9 Mart’a tekabül etmektedir.

Türkler, İranlılar ile münasebetleri

dolayısıyla ‘Yenigün’ anlamına gelen

‘Nevruz’ sözcüğünü de almışlardır. Divan-ı

Lügati’t-Türk’te ‘Nevruz’ olarak geçen bu

bayram, Osmanlı Devleti’nde ‘Nevruz-ı

Sultani’, ‘Sultan Nevruz’ ve ‘Nevruz-ı

Hümayun’; Kıbrıs Türklüğünde ‘Mart

Dokuzu’; Gagavuz Türklerinde ‘Nevroz’;

Kumuk Türklüğünde ‘Navruz’ ya da

‘Yazbaş’; Karaçay-Malkar Türklüğünde

‘Gollu’, ‘Gutan’, ‘Çoppa’, ‘Altın Hardar’ ve

‘Saban Toy’; Nogay Türklüğünde ‘Navruz’;

Kırım Türklüğünde ‘Nawrez’ ve ‘Kantar’;

Güney Azerbaycan Türklüğünde ‘Noruz’ ve

Kuzey Azerbaycan Türklüğünde ‘Novruz’;

Türkmenistan Türklüğünde ‘Nowruz’;

Özbek Türklerinde ‘Navruz’; Karakalpak

Türklüğünde ‘Nevruz’; Afganistan’ın

kuzeyinde yaşayan Türkler arasında ‘Yenpi

Kün’; Kırgız Türklerinde ‘Nooruz’; Kazak

Türklerinde ‘Nawrız’, ‘Navrız

Merekesi/Mayramı’, ‘Ulıstıng Ulı Küni’, ‘Ulıs

Küni’; İdil-Ural Bölgesi Tatar Türklerinde

‘Newruz’; Başkurt Türklerinde ‘Nawruz’;

Uygur Türklerinde ‘Noruz’; Hakas

Türklerinde ‘Çıl Pazı’; Karay Türklerinde

‘Artarıh Ayı’; Çuvaş Türklerinde ‘Kallm’;

Saha(Yakut) Türklerinde ‘Isıakh’ şeklinde

kullanılmaktadır, söylenilmektedir.

Hem dini hem milli bir bayram olan ve 21

Mart’a tekabül eden Yenigün Türk

kültüründe doğma, büyüme, kurtulma,

yeni bir yılın başlangıcı, tabiatın

yenilenmesi, hayatın canlanması,

güzelliklerin gelip kötülüklerin bertaraf

edilmesini ve ürünlerin bereketlenmesini

sembolize eder.

Türk kültüründe önemli bir yeri olan

Yenigün Bayramı edebiyata, tiyatroya,

felsefeye, estetiğe, el sanatlarına,

yemeklere, fala, resme, minyatüre, müziğe,

oyun ve spora vb. birçok kültür unsuruna

tesir etmiştir ve aynı zamanda dine ve

inançlara, mitolojiye göre de kutlanış

şekilleri çeşitlilik arz etmiştir.

Etkinliklerde Türk kültür unsurlarında,

motiflerinde Yenigün’e ait birçok kült

mevcuttur. Kült, yüce ve kutsal olarak

bilinen varlıklara karşı saygı ve onlara

tapınmadır. Ateş, su, atalar ve Hızır-Nebi

kültü ön önde gelenleridir.

Türk Dünyasında büyük bir coşku ile

kutlanan bu bayram, birçok Türk

Cumhuriyetlerinde Sovyet Hükümeti

tarafından yasaklanmıştır. Dini ve milli

Page 8: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

5

değerlerimizi yansıtması bakımından

onların çıkarlarına tehlike arz etmiş olsa

gerek ki Yenigün’ün kutlanılmaması için

baskılar, yasaklamalar uygulanmıştır fakat

ceddimizden bize yadigâr olan hoşgörüyü,

saflığı, iyi niyeti, sevgi ve barışı, kardeşliği

aşılayan bu bayram günümüzde çok şükür

ki ihya olmuştur.

Yılbaşı sayılan bu kutlu günde

hükümranlığı, siyasi otoriteyi, bağımsızlığı,

dirilişi, diriliği, ifade eden sarı, kırmızı ve

yeşil renkleri otağlarımızda,

sancaklarımızda, elbiselerimizde gerek

birlikte gerek tek tek kullanılagelmiştir.

Yenigün Bayramı gibi bu üç renk de bize

yani Türk milletine aittir. Bu mevzuu da

belirttikten sonra Türk edebiyatının ilk

ürünlerinden olan Divan-ı Lügat-it Türk’te

geçen şu mısraları sizlerle paylaşmak

istedim:

Türlü çeçek yarıldı

Barçın yadhım kerildi

Uçmak yeri körüldi

Tumlug yana kelgüsüz

Türlü çiçek açıldı

İpek kumaştan yaygı serildi

Cennetin yeri görüldü

Kış gene gelecek değildir

Türk Dünyasında Yenigün Bayramı’nın

kutlanışına dair bölümlerde yemekler,

oyunlar, hazırlıklar vs. üzerinde durmaya

çalışacağım.

Azerbaycan’da Yenigün

Azerbaycan Türklerinde de bütün Türk

Dünyasında olduğu gibi Yenigün hayatın

canlandığı bayram; temizlik, zenginlik,

bereket, toplumsal barış, yeniden doğuş

bayramıdır.

Azerbaycan Türklüğünde Yenigün 21 Mart

tarihinde kutlanmaktadır. Bu bayramda

kırlardan toplanan Nevruzçiçeği ve

Nevruzgülü ile evler süslenir. Nişanlanan

kız ve delikanlının ev ahalisi birbirlerine

hediye gönderir. Sofralarda yedi çeşit kuru

yemiş bulundurulur; şekerbura, baklava,

gorğa (buğday kavurması), feseli, nohut,

hurma, fındık, ceviz, kişmiş(üzüm

kurusu).Yüz elliden fazla çeşidi olan

Azerbaycan pilavı pişirilir. Kompostolar,

şerbetler, boyanmış yumurtalar ve

şekerlerle sofralar renklenir,

zenginleştirilir.

Azerbaycan’da üç gün içerisinde oynanan

‘Bey-Vezir’ ve ‘Şah Oyunu’ toplum düzenini

ve barışı simgelemektedir. Yaşlılar ziyaret

edilir, büyüklerin elleri öpülür, mezarlar

ziyaret edilerek ruhlar yâd edilir. Soy

kökünün anıldığı Yenigün Bayramı’nda

âşıklar, ozanlar, saz ustaları imtihan edilir.

Yel Baba’nın adının geçtiği türküler

söylenen milli ve dini bayramda bahar

töreni ile ilgili düzenlenen maske tiyatrosu

Page 9: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

6

şeklindeki ‘Kosa-Gelin’ oyunu

oynanmaktadır.

Köylerde ‘Kapı Kusma’, ‘Tongal Yapma’

(ateş çatma), kulak falı ve yarışlar

yapılmaktadır. Azerbaycan yaşantısında

‘Belilbelican’, ‘Bahis oyunu’, ‘Fal oyunu’,

‘Vesfi-Hal’, ‘Vicah’, ‘Kapıpustu’, ‘Papakattı’,

‘Enzeli’, ‘Dibevurma’, ‘Ay karakuşum, salma

yere birerler’, ‘’Kosa-Kosa’, ‘Mirnevruzu’,

‘Ninnigetti’, ‘Semeni toyu’, ‘’Tekem-Tekem’,

‘Telkesme’, ‘Hıdırnebi’, ‘Haftaseyri’,

‘Çömeçgelin’, ‘Çütçü bala’ ve ‘Şalsallama’

adlı merasim ve oyunlar eşliğinde Yenigün

Bayramı eğlenceli bir şekilde

yaşatılmaktadır.

Nevruz musikisi ve Nevruz makamları

oldukça yaygındır. ‘Nevruz-ı revende’,

‘Nevruz-i seba’ ve ‘Nevruz-i hara’ rast

makamı ile okunmaktadır.

Yine yılbaşı ile ilgili deyimler, atasözleri ve

maniler söylenmektedir. Yenigün,

Azerbaycan Türk kültürünün bütün

motiflerini içeren inanç, gelenek, örf ve

adet, insaniyet ve hoşgörünün en güzel

temsillerinden biridir.

Milli ve dini bayram olan Yenigün, Çağdaş

Azerbaycan’da devlet düzeyinde bir

günlük tatil olarak kutlanmaktadır.

Kazakistan’da Yenigün

Kazakistan Türklüğünde Yenigün, Navrız

ayının 22. Gününde kutlanılmaktadır.

Kazakistan’da yılbaşı yaklaşırken evler

temizlenir. Kutlamaların yapılacağı yere

‘Kiyiz üyler’ (keçe çadır) kurulur ve bu üyin

sahibi, mensubu olduğu ailenin tamgasını

ya da söz konusu yerleşim yerinin işleme

flamasını kiyiz üyin önüne asar. Yemekler

için ocaklar hazırlanır. Al, yeşil, sarı, ak,

mavi ve kara renkli flamalar asılır.

Navrız ayının 21. Gecesini 22. Güne

bağlayan saat 03.00’dan itibaren başlayan

geceye ‘Kıdır tünü’ (Hızır gecesi) adı

verilmektedir. Bu gecede evin köşesine çift

kandil yakılır, kaplar tahıl ve pınar suyu ile

doldurulur ki yıl boyunca iyilikler,

güzellikler devam etsin. Kıdır tününde,

kötü ruhları kovuşturmak için boğa ve

tayın üzerine kuklalar bindirilir. Boynuna

zil, başına da tüy takılır ve dolaştırılır.

Bayrama katılanlardan kimileri yüzlerine

maske takarlar. Kıdır tününde yağan

yağmur ve kar bereketin göstergesidir ve

uğurlu sayılmaktadır.

Gök Kuş ile sembolize edilen Kıdır Ata,

Yenigün’de bütün yeryüzünü dolaşır ve

yoksulu varlıklı, çıplağı giyinik, açı tok

yapar.

Köpköje ( Navruz köjesi), Jeti Jut ( Yedi

yokluk: Kuraklık, mal kaybı, yangın, savaş,

veba, sel, zelzele), Jeti Jok (Yedi yok:

Ölümsüzlük, göğün direği, taşta demir,

kaplumbağada dalak, kuğuda süt, atta öd,

Tanrı’da ciğer), Jeti Jetim (Yedi yetim:

Dinlenmeyen söz, sahipsiz bez, sahipsiz

yer, başsız el, kuğusuz kazsız göl, vatandan

ayrılan il,, akransız insan), Jeti Kat Kök

(Yedi kat gök: Bunlar yedi yıldızdır. Ay,

Merkür, Şolpan, Güneş, Kızıl Yıldız ‘’Mars’’,

Page 10: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

7

Müşteri ‘’Jüpiter’’, Satürn), Jeti Şerip-

Evliye (Yedi evliya: Mekke, Medine,

Buhara, Şam, Katım, Mısır, Kur’an)

şeklinde eski inançlardan bugünkü güne

kadar yedi sayısının kutsallığı inancı

yemek kültürüne de yansımıştır. Yenigün

kutlamaları için hazırlanan yemek

listesinde mayalı hamurun yağda

kızartılması ile yapılan ‘Bavursak’ ve

‘Şelpek’ de mevcuttur.

Davulcular, bayramı renklendiren etkin

kişilerdir. Bunların yanı sıra

‘Beyge/Kökpar’, ‘Kız kuvuv’, ‘Tüye tartıs’

(deve yarışı), ‘Avdarıspak’, ‘Küres’, ‘Tayak

şaşu’, ‘Tırmanu/Begana’, ‘Aksüyek’, ‘Arkan

tartıs’, ‘Sokır teke’, ‘Tayak jürütü jigit

kuvuv’, ‘Kümis alu’ gibi spor ve oyunların

yanında ‘Dama’, ‘Satranç’, ‘Dokuz kumalak’,

‘Bes tas’, ‘Asık’, ‘Kumar’, ‘Mırş mırş’ ve ‘Tepe

dengdik’ gibi zekâya dayalı oyunlar için

meydanda özel yerler hazırlanmaktadır.

En eğlenceli oyunlardan biri olan ‘Kız

kuvuv’ oyununda oyunculardan biri kız

diğeri erkek, iki atlı ile oynanmaktadır.

Düz bir alana, bir-iki km ara ile iki çizgi

çekilir. İlk çizgide erkek oyuncu durur ve

kız oyuncudan on adım ileridedir. Kızın

delikanlıyı geçmesi ve delikanlının da kızı

kovalaması sebebi ile oyuna bu ad

verilmiştir. Kızı kovalayan genç, varış

çizgisine varıncaya kadar at üzerindeki

kızı öper. Çizgiye ulaştıklarında geri

dönülür ve kız delikanlıyı kovalamaya

başlar. Kız, gence ulaşırsa kamçı ile ona

vurur. Başlangıç çizgisine varınca oyun

biter.

Dini bir bayram kabul edildiği gerekçesiyle

bayramlaşırken karşılıklı dualar edilir.

‘Körüsüv’ (görüşme) oldukça ehemmiyetli

bir gelenektir. Yaşça küçük olanlar

büyüklerin bayramını kutlamaya giderler.

Zengin sofralar kurulurken, dini bayram

gereklerinden olan Mevlid okutulur.

‘Dastarhan’ (sofra) gün boyu yerden

kaldırılmaz.

Bu bayramda bekârlar evlendirilmeye

çalışılır ve bunun sevabı üzerinde durulur.

Her çadırın önünde ellerinde tuz ve ekmek

bulunan gençler ve kızlar, dombra ve

geleneksel kıyafetler ile konukları

karşılarlar.

Kırgızistan’da Yenigün

Kırgız Türklerinde Yenigün Bayramı

ideolojik sebeplerden ötürü

yasaklanmıştır fakat 1989 yılında

Gorbaçov döneminde tekrar izin

verilmiştir. Resmi bir program

düzenlenmiş ve Kur’an okunarak,

kurbanlar kesilerek bayram kutlamaları

tekrar başlamıştır.

Kırgız Türkleri bayram hazırlıklarına bir

hafta önceden başlarlar. Yeni elbiseler

alınır, boz üyler temizlenir ve tamir edilir.

Bayram günü ocaklar hazırlanır ve

yemekler yedi kazanda bu ocaklar

üzerinde pişirilir. En ünlü yemekler

‘Sümölök’ ve ‘Köcö’dür.

Bayramda kızlar ve gelinler öküzlerin

kulak ile boynuzlarına erik ağacı dalları ve

yeşillikler sararlar. Bu öküzler daha sonra

Page 11: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

8

tarlaya sürülür. Böylelikle yeni yıl için

tarlada yapılan ilk çalışma temsil edilir.

Ateş yakılır ve hastalıklardan temizlenme

amacıyla herkes bu ateşin üzerinden atlar.

İnsanlar evine dönünce su kapları,

insanların başının üzerinden dökülür ki

yeni yıla sıkıntılardan arınmış şekilde

girilsin. Bayramda kimse çalışmaz ve

herkes açık renkli kıyafetler giyer.

‘Kız kuumay’ (atlı bir kızın atlı bir delikanlı

tarafından kovalanıp taş atarak oynanan

oyun), ‘Ulak tartış’ (atlı delikanlıların bir

oğlağı kapmak üzere oynadıkları oyun),

‘Tıyın enmey’ (at üzerinden eğilerek parayı

alma oyunu), ‘Eniş’ (at üzerinde yapılan

güreş), ‘Ak çölmök’, ‘Coluk tatlamay’,

‘Balban küröş’, ‘Arkan taştamay’, ‘Corgo’,

‘Cöö çabış’, ‘Er oodarış’, ‘Köz tanmay’,

‘Tokuz karool’, ‘Töö çeçmey’ gibi oyunlar

eşliğinde eğlenceli bir kutlama yapılır.

Yenigün yenilenme, bolluk, bereket, eşitlik,

misafirperverlik, merhamet ve dostluk

bayramıdır. Hal hatır sorulur, mezarlar ve

büyükler ziyaret edilir, dualar ve Kur’an-ı

Kerim okunur ve Kadir Gecesini andıran

bir gün yaşanır. Evlerde kurutulmuş ardıç

ağacı ile tütsü yakılır. Ölenler için Kur’an-ı

Kerim okunur. Gelenlere sümölök ikram

edilir. Fakir ve kimsesizlere sadakalar

verilir.

Özbekistan’da Yenigün

Özbek Türkleri, Yenigün Bayramını mesire

yerlerinde ve vadilerde kutlar. Bayram

günü erkenden zurnalar çalınır; at

binicileri, pehlivanlar, palyaçolar, falcılar,

şarkıcılar hafızlar, rakkaseler bayrama

özel yeteneklerini sergilerler.

‘Sümelek’, ‘Kök samsa’, ‘Patir nan’ (büyük

ekmek), ‘Qatlama’, ‘Çuçvara’, ‘Kesken aş’

(kesme aş), ‘Pilav’ ve ‘Haşlanmış et’ gibi

yemekler sofralara servis edilir.

‘Ak terekmi, kök terek’ (beyaz ağaç mı mavi

ağaç mı), ‘Ak süyek’ (beyaz kemik), ‘Çillik’

adlı oyunlar oynanır. Yenigün;’e özgü

‘Bayçiçek Koşuğu’ gibi Nevruz koşukları

söylenir. Büyük bir ateş yakılır ve çeşitli

eğlencelerle koşuklar söylenir.

Özbek Türk geleneğine göre herkesin iyi

niyet ile sümelek pişen kazanı karıştırması

şarttır. Sümeleğin piştiği zamanı, insanlar

küskünlüklerini unutarak barışmak için

vesile görür ve buna da ‘Nevruz şerafeti

anı’ derler.

Bayram kutlamalarında kızlar ve erkekler

ip atlarlar, salıncağa binerler. Tarlalar

sürülmeden önce kurbanlar kesilir,

öküzlerin boynuzları yağlanır. Bu ‘Şah

maylar’ (boynuzunu yağlama) merasimi

yılın bereketli geçmesi arzusunu, bolluğun

ümit edildiğini göstermek içindir.

Page 12: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

9

Türkmenistan’da Yenigün

Türkmen Türklerinde Yenigün

Bayramında söylenen ‘Moncukattılar’ yılda

bir defa söylenir. Halk Edebiyatı biliminde

moncukattılara ‘Takvim türküsü’, ‘Takvim

türü’, ‘Takvim oyunu’ şeklinde isimler

verilmektedir ve aynı zamanda kadere

bakmak, fal bakmak için bir vesile, kâhin

oyunu olarak da görülmektedir.

Akşamüzeri başlanan moncukattılar

oyunu katılımcıların sayısına, coşkunun

derecesine göre devam eder. Oyun

oynanırken çeşitli bentler ile oyun daha da

eğlenceli hale getirilir. Bu bentlerle

kızların iyi dilekleri, iyi niyeti, güzel kader,

gönlündeki genç ile görüşmek, evlenmek

beyan edilir ve devamında da kırmızı

cübbe giyen, kara edik (çizme), ak kalpak

giyen, atmaca gibi yiğitler tarif edilirken

bu bentlerde yaşayan kızlar, gül gibi nazik,

utangaç, yardıma muhtaç seklinde tasvir

edilir. Erkekler adına çekilen moncukattı

kuralarında ise bentler genellikle duygusal

muhtevalıdır. Güzel, ferasetli kıza sahip

olmak, sevgilisine kavuşmak, vefalılık gibi

duygu, düşünce ve arzular yer almaktadır.

Türkmen Türklüğünde Yenigün, atalar

sözüne ve bulmacalara da konu olmuştur.

Doğu Türkistan’da Yenigün

Doğu Türkistan Uygur Türklerinde

Yenigün, eski yıla veda edip yeni yıla

kavuşmak ve yeni yılın bereket ve bolluk

getirmesi amacıyla kutlanan bayram

niteliğindedir.

1938 yılında Aksu’da bir yaylada Yenigün

Bayramını kutlamak gayesiyle toplanan

30000 kadar Uygur Türk’ü, Çinli diktatör

Sheng Shicai’nin emri ile dağıtılmış ve o

tarihten sonra Yenigün kutlamaları

yasaklanmıştır. Ancak bu tür dar

zihniyetlere ve yasaklamalara rağmen

milli şuura vakıf olan kardeşlerimiz

1980’li yıllardan itibaren Yenigün

kutlamalarını yapabilmektedir.

Bayram öncesinde evler, köyler, mahalle

ve kasabalar temizlenir. Eksiklikler

giderilir, bozukluklar tamir edilir.

Köprüler süslenir. Keçe kilim ve halılar

yıkanır, yeni elbiseler alınır.

Buğday, mısır, arpa, nohut, pirinç,

mercimek gibi yedi çeşit hububat ile

iğdenin karıştırılmasıyla yapılan ‘köce’ adı

da verilen ‘Nevruz aşı’ pişirilir.

İğde, şeftali kurusu, et, koyun kelleri,

sarımsak, sirke gibi yedi malzemenin

karışımından oluşturulan ‘Nevruz suyu’ da

Yenigün Bayramına özgü bir içecektir.

Page 13: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

10

Bütün halk yaylalara gider. Yol boyunca

şarkılar ve türküler söylenir. Alana

çadırlar kurulur. ‘Nevruz hademeleri’

büyük kazanlarda Nevruz aşı hazırlarlar.

Uygur Türklerinin ‘Sezende’ dedikleri

müzisyenler davul, zurna, dutar, rebap,

tambur, kalun, çenk, huştar, keman, tef

gibi çeşitli milli çalgılarla Nevruznameler,

on iki makam parçaları ve halk türküleri

çalıp söylerler. Bunların ardından ‘Nevruz

meşrebi’ müziğini icra ederler. Bu

meşrepte genç ihtiyar, büyük küçük, kadın

erkek herkes dans eder. Ateş yakılır ve

üzerinden atlanır. Ardından toplu halde

‘Ateş dansı’ oynanır.

Kutlamalarda meddahlar, destancılar,

kıssahanlar destan, kıssa ve hikâyeler

anlatarak eğlencelere katkıda bulunurlar.

Destancılar kendilerine has kılık, hareket

ve ses tonlamalarıyla ‘Bin bir gece

masalları’ ve ‘ Çahar derviş’ gibi destan ve

hikâyeleri anlatarak bayramı

renklendirirler.

‘Novruz keldi’, ‘Köklem’, ‘Ay keldi’, ‘Noruz

gül’ ve ‘Hızır Noruz’ gibi önemli

Nevruznamelere sahip olan Uygur Türkleri

arasında ‘Oğlak tartışış’ (oğlak kapmaca),

‘Darvazlık’ (cambazlık), hayvan dövüşleri

gibi spor faaliyetleri de oldukça yaygındır.

Ebediyete intikal eden kişilerin, dini

zatların, devlet büyüklerinin mezarları

ziyaret edilir ve buna ‘Nevruz duası’ adı

verilir. Küs olan karı kocalar barıştırılır.

Evlenme yaşı gelenler için teşebbüslerde

bulunur. Yaşlılara, bakımsızlara, yetimlere,

fakirlere yemek ve para gibi maddi

yardımlarda bulunulur.

Kırım Türklerinde Yenigün

Kırım’da hazırlıklara bir hafta kala

hazırlıklar başlamaktadır. Erkekler tarım

aletlerini tamir eder, kadınlar ise ev ve

avluları temizlerler. Yenigün’e iki gün kala

genç kızlar evlerde toplanıp Yenigün

gecesi fal bakmak için hazırlıklar yaparlar.

Erkek çocuklar ise eski kürk ve cübbeye

kuyruk takarak, kürklü elbiselerin kürklü

tarafını dışarıya doğru çıkararak keçi

elbiseleri hazırlarlar. Yine kadınlar, çeşitli

‘Köbete’ ler (et, pirinç, kuru üzüm

katılarak hamurdan yapılan yemek),

kurabiyeler ve tatlılar pişirirler.

Yenigün sabahı mezarlar ziyaret edilir.

Kadınlar evde köbeteler, sarı burmalar,

tava lokumları, cantık gibi milli yemekleri

hazırlarlar. Erkekler ise pullukları alıp

tarlaya giderler ve en yaşlı erkek bereket

duasını okuduktan sonra eline sabanı alıp

toprağı açar ve buraya bir avuç buğday

tohumu serper.

‘Haza Nevruz mübarek’ diye Yenigün

türküsü söyleyerek köydeki evler tek tek

ziyaret edilir. Çocuklara pembe ve yeşil

elbiseler giydirilir. Kızların feslerinin

kenarlarına kardelenler takılır. Çocuklar

evlere yaklaşırken Nevruz türküsü

söylerler.

Akşama doğru köyün kenarındaki

külobasının bulunduğu yerde salıncaklar

Page 14: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

11

kurulur ve ateş yakılır. Gençler ve çocuklar

bu ateşin üzerinden atlarlar.

Türkiye’de Yenigün

Türkiye’de 1924’e kadar coşku ile

kutlanan bu bayram 1924’ten sonra gerek

ekonomik gerek toplumsal sebeplere bağlı

olarak unutulmaya yüz tutmuştur.

Türkiye’de günler öncesinden hazırlıklara

başlanır. Bayramdan bir hafta önceki Salı

ve Perşembe günleri mezarlar ziyaret

edilir. Bayram günü ‘Cihan kokola’ adı

verilen ateş üzerinden atlanır. Yedi gün

bekletilen ‘Nevruz közü’ adlı suya kırk dul

kadın ve erkek adı sayılır ve atılır. Ruhsal

rahatsızlıkları olanların bu suyu

içtiklerinde iyileşeceklerine dair inanç

mevcuttur. Nevruz gecesi doğum yapan

kadın olursa, o gece geç saatlere kadar

evin damında ateş yakılır ve bayram günü

dünyaya gelen çocuklara Nevruz, Doğan,

Gündoğan, Aydoğan ve Yenigül gibi isimler

verilir.

Bayram sabahı gençler, kendi aralarında

yumurta tokuşturur, at yarışı yapar, cirit

oyunları oynarlar. ‘Kulak asmak/Kapı

kusmak/Kapı dinlemek’, ‘Yeddi levin/ Yeddi

nevin’, ‘ Mendil atma/ Desmal atma/ Şal

atma/ Baca baca’ gibi etkinliklerle

kutlamalara heyecan katılır. ‘Oyun dede’

(kümbet), ‘ Saklambaç’, ‘Pamuk-iğne

oyunu’, ‘Uzu eşek’, ‘Çellik’, ‘Mazı’, ‘Evcilik’,

‘Beş taş’, ‘Yasan’, ‘Dalya’, ‘Mantuvar açma’,

‘Kosa kosa’ oyunları oynanır. Folklor

ekipleri halk oyunları gösterisi yaparlar.

Kutlama alanına kuzu ve oğlak getirilir ve

kurban kesilir. Emicek, sarmuk, körmen,

çiğdem, nevruz, yarpız, soğancık vb.

bitkiler toplanır, yıkanır, temizlenir ve

kazanlarda kavrulduktan sonra yenilir.

Bayram alanına oğmaç, haşlanmış renkli

yumurta, piyaz, baklalı dolma, haşlanmış

patates, zeytinyağlı dolma, çörek, katmer,

yumurta haşlaması, börek ve çörek

getirilir. Bayramdan önce ‘Fadimana

Bekmezi’ yapılır ve bayramda misafirlere

ikram edilir. Yenigün’den bir hafta sonra

gençler ev ev dolaşarak buğday, mercimek,

nohut, mısır, ceviz ve dut kurusu toplarlar

ve ceviz ile dut kurusu dışında kalanlar

kazanda kaynatılır ve tabaklara konularak

dağıtılır. Buna ‘Yel Hediği’ adı

verilmektedir.

Bayramdan sonraki ilk hafta içerisinde

ürün bereketi için toplu ibadet yapılır,

dualar yapılır. ‘Bişi’ ler dağıtılarak küs

olanlar barıştırılır.

Kaynakça

-Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi,

Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı

Yayınları, Ankara, 2004.

Page 15: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

12

SÖYLEŞİ: REŞAT GENÇ

KONU: YENİGÜN Fatma ORAKCI - Metehan ÇAĞRI

Yenigün (Nevruz) Türkistan’da milli bir

bayram olarak coşkuyla kutlanırken,

Türkiye’de yapılan etkinlikleri nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Genel olarak Türk Dünyasının bütününe

baktığımızda, Türkiye’deki Nevruz algısı

ve kutlamaları daha sönük daha zayıf.

Neden? Nevruz 1920’li yılların sonlarına

kadar Türkiye’de de Selçuklu, Osmanlı

döneminden beri devam edip geldiği gibi

bir hayli coşkulu bir biçimde yaşanır

kutlanırdı. Cumhuriyet döneminde ne

oldu? Cumhuriyet dönemi tarihimizde

büyük ve hızlı dönüşümler dönemi ve bu

süreç içinde insanlar sosyokültürel

gelişme dediğimiz sosyolojik manada

süratle köylerin giderek boşalmaya

başladığı bir dönem. Cumhuriyetin

başlangıcında %70 nüfus köylerde

yaşamaktayken giderek bu tablonun tam

tersine dönüp %30 nüfus köylerde yaşar

durumdadır. Köy nüfusunun düşmesi

insanların büyük şehirlerde ve varoşlarda

kendilerini şehirli uğraşlarla geçindirme

durumunda olması, nevruzu halk

nazarında geri plana itti.

Biz yaşta olanların çocukluk dönemlerinde

coşku ile yaşanırdı. Hıdrellez’de olduğu

gibi halk bunu kendi yaşardı. Tatil olsun

diye beklemezdi. Ancak unutulmaması için

resmi bayram olmasında yarar vardır.

Türk Cumhuriyetlerinde bazılarında bir

gün, bazılarında iki gün coşku içinde,

müzikle, oyunla, eğlence biçiminde

yaşatılmakta, o güzellikler ve coşku bizleri

de imrendirmektedir.

Şunu da unutmamak lazım; Türk

dünyasının büyük kesimi 20 yıl önceye

kadar Sovyet sınırlarındaydı. Dini

inançları, milli inançları kutlayamadıkları

için Nevruza sıkı sıkıya sarıldılar.

Türkiye’de Nevruz ne zaman gündeme

gelmeye başladı?

Ciddi, kâmil manada ilk gelişim 1994

yılıdır. Çünkü 1991’de bugünkü Türk

Cumhuriyetleri birer birer Sovyetlerden

ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Demirperde kalktı. Onlar nasıl Nevruz

kutlarlar, yaşarlar, onların ekranları –en

çok da bizim kameramanlarımız- oraya

gidip çekim yaptıkları için bizim

ekranlarımız bize aktarmaya başladı.

“Türk Dünyası’nın bir milli bayramı

varmış. Bizde de kutlansın, Nevruz’u

unutmuş olan Türkiye Türklüğü Nevruz’u

yeniden öğrensin, yeniden hatırlasın,

bizde de yaşatılsın” dendi. Bir gayretle

bizde de Nevruz kutlamaları başlatıldı.

Türk Dünyasından Kültür Bakanları bazen

Page 16: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

13

bir araya gelirler, ateşler yakarlar, yürüyüş

yaparlar. Nevruz oyunları oynanır, ateş

üstünden atlanır vs. falan ama bunu

hayatımızın son 70-75 senesinde unutmuş,

bir kenara koymuş olan Türk halkı

köylüsüyle, kasabalısıyla, şehirlisiyle

yeniden öğrenmediği için, yeniden

öğretilmediği için, devlet eliyle resmi

bayram ilan edilip de tıpkı 19 Mayıs gibi,

23 Nisan gibi, Cumhuriyet Bayramımız gibi

devlet eliyle yaşar, yaşatılır kutlanır

konuma gelmediği, getirilmediği için,

eğitim programlarımızda ilkokuldan

üniversiteye kadar Nevruz ile ilgili bilgi

verilmediği için, hala bizde Nevruz, Türk

cumhuriyetlerindeki coşkunun 1/10’i

boyutunda ancak bulunur.

Sarı – Kırmızı – Yeşil renkleri Nevruz ile

özdeşleşmiş durumda. Bu renklerin

kültürümüzdeki yeri nedir?

Türklerde de başka bir takım milletlerin

tarihi süreçlerinde olduğu gibi renklerin

tarihi, kültürel, anlamları ola geldi. Türkler

en eskiden beri dünyanın merkezini

(yaşadıkları toprağı), orta kesimini sarı

renk ile simgelerlerdi. Sarı renk söz

konusu olduğu yerde hep altın sarısıdır.

Altın, dünyanın merkezini ifade etti. Ve

merkezin rengi olunca tabi yönlerinde

rengi olması lazımdı. Kara, Kuzey’in rengi

oldu. Ak, Batının rengi oldu. Gök – bakın

yeşil de demedim mavi de demedim-

Doğuyu ifade eden bir renk oldu ve kızıl,

güneyi ifade eden bir renk oldu. Türkler

gittiler bunu Anadolu’ya da getirdiler.

Kuzeyine “Karadeniz” dediler. Batısına

“Akdeniz” dediler. Akdeniz, Türkiye’yi

şöyle aşağıya doğru kuşattığı için ona

ayrıca isim veremezlerdi, atladılar ta

aşağıya “Kızıldeniz “ dediler. Doğuda ne

vardı Türkiye’nin deniz olarak? Hazar

Denizi var. Ona da “Gökçe Deniz” dediler.

Gün geldi o Gökçe Deniz, Türkiye’nin

uzantısı dışında kaldığı için onu bir şekilde

sembolize etmeliydi. Oradaki bir gölümüze

“Gökçe Göl” dedik. Hala da öyle diyoruz.

Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar, ta

Şamanist dönem sürecinden beri getirmiş

olduğumuz Türk kültürü, Anadolu’da en

gelişmiş şekliyle kök saldığı, yaşadığı,

devam ettiği için bakanız şimdi bir büyük

Türk düşünürü, dini düşünürdür de aynı

zamanda biliyorsunuz - Hacı Bektaşi Veli –

onun öğretisi var; onu dört kapı ve her

kapıda onar makam olmak üzere kırk

makam olarak ifade etti. Hacı Bektaşi

Veli’nin Velâyetnamesi’nde karşımıza

çıkan bu: 4 kapı 40 makam. 4 kapısından

biri mavi kapıdır, Doğu kapısı. Biri kara

kapıdır, Kuzey kapısı. Öteki beyaz kapıdır,

ak kapı, Batı kapısı. Bir diğeri kızıl kapıdır,

Güney kapısı. Bakınız kültür nasılda

devam edip geliyor.

Şimdi geldik sarı renge. Sarı renk niye

dünyanın merkezini temsil ediyor idi?

Şunun için: En eski Türk inanışı- Türk

kozmogonisi diyelim ona, Erlik ya da

Yerlik Han var. Tanrı, yer altı dünyasının

Tanrı’sı. O, orada bir altın sarayda ve bir

altın taht üzerinde otururdu. Her tarafı

idare eder, yönetir. Dolayısıyla altın

sarısının dünyanın merkezini ifade

etmesindeki nedeni, Erlik Han’ın sarayının

ve tahtının rengi ve o renk, sarı renk

devlet otoritesinin devlet kudretinin rengi

oldu. Gelelim renkler üçlüsündeki al

(kırmızı) renge. Alev rengidir. Adını

oradan alır zaten alev. Eski Türk

inanışlarında alev kutsaldı. Nevruz’da ateş

yakılması, ateşin üzerinden atlanması

Page 17: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

14

bundandır. Ateşin üzerinden atlanarak

kötü ruhların, kötülüklerin etkisinden

kurtulmak, birtakım hastalıklardan

korunmak beklenirdi. İşte bu inanışta

dolayı Türkler o al rengi başlarının

üstünde, öncülük yapan liderlerin elinde

ya da yanı başlarında görmek arzusunda

oldular. O nedenle bayraklar, sancaklar al

renk oldu. Hatta hükümdarların otağda al

renk idi.

Geldik yeşile. Sarıyı söyledik, al’ı söyledik.

Yeşil, Eski Türkçe “yaşıl” Erlik Han’ın

oğullarından birinin adıydı Yaşıl Han. O,

ister bitki, ister hayvan, ister insan, bütün

canlıların doğup büyümeleri, gelişmeleri

ile sorumlu olan bir Han idi. Dolayısıyla o

inanıştan başlayarak, yeşil renk Türklerde

hayatın, canlılığın, diriliğin, çoğalmanın,

tabiat ananın rengi oldu.

Devlet gücünün, devlet kudretinin rengi

olarak “sarı”; bir diğeri, kutluluğun,

kutsallığın, koruma himaye etme,

kötülüklerden uzak kılma duygusunun

rengi olarak “al” ve nihayet yaşamanın,

varlığını sürdürmenin, hayatiyetin,

canlılığın rengi olarak yeşil renk…

Bu renkleri Türk tarihinde en erken

Köktürkler döneminde görüyoruz. Çin

Seddi’ne yakın yerlerde yapılan kazı

çalışmalarında Köktürk hükümdarlık

ailesine mensup bazı şehzadelerin

mezarları bulundu, açtılar ve bir de

görüldü ki o şehzadeler defnedilirken iç

kat elbise giydirilerek defnedilmiş.

Elbiselerden biri al ipek, biri sarı ipek, biri

yeşil ipek. Oradan anlaşılıyor ki, bu üç

renk en geç – hunlar dönemini bilmiyoruz-

Köktürkler zamanından başlayarak

Türklerde hükümdarlığı, devleti, devlet

hayatını ifade eden renkler olarak

görülmeye başlamış.

Oradan Büyük Selçuklulara geliyoruz.

Büyük Selçuklularda bakıyoruz yine sarı-

kırmızı-yeşil renkli bayraklar. Selçuklu

Devletini Selçuklu Ordusunu sembolize

etmek amaçlı kullanılıyor. Osmanlılara

gelene kadar bu üç renk, bir kırmızı, bir

sarı, bir yeşil bayrak olarak kullanılıyor.

Ayrı ayrı renkler halinde. Osmanlı

Devletine geldiğimiz zaman bu üç rengi

birden, Osmanlı Devlet Başkanlığı

forsunda görüyoruz. O renklerin

yansımasını Osmanlı Devletinin ortadan

kalkmasına kadar görürüz. Tipik bir örnek

vereceğim size, Atatürk’ün mareşal

üniformalı resmine bakınız kalbinin

üstünde “imtiyaz madalyası” vardır. Yeşil,

kırmızı renklerden oluşan şeridin ucunda

altın. Osmanlı padişahları tarafından

verilmiş en üstün madalyon.

Türk kültürünün çok önemli bir parçası

olan ve Nevruz ile anılan bu

renklerimizin başka çevreler

tarafından sahiplenilmesini nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Onun çok hazin bir hikâyesi var veyahut

da ibretlik bir hikâyesi var. O şöyle:

Osmanlı saltanatı bitene kadar bu renkler

devleti sembolize etti hatta istiklal

madalyası ile cumhuriyet sürecine de

yansıdı. Biz biraz garip bir milletiz bazı

şeyleri çabuk unuturuz.

Sene 1943. II. Dünya Savaşı bütün harareti

ile devam ediyor ve Almanlar o kadar çok

cepheye yayılmışlar ki, askeri araçları,

tankları vs. hareket ettirmekte petrol

sıkıntısı yaşamaya başlıyorlar. Ne

yapalım? Bir bakıyorlar ki Kuzey Irak’ta

Page 18: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

15

bol petrol var. Kim var Kuzey Irak’ta?

İngilizler var. İngiliz yönetimi hâkim

oraya. Ne yaparız da oradan İngilizleri

çıkartırız, oradan petrol alırız? Kuzey

Irak’ın güçlü aşiretlerinde biriyle temasa

geçiyorlar. Alman ordusundan “Godfried

Johannes Müller” , “Nafi Remzi Reşid” ile

temasa geçiyor. Sonuçta bu ikisi bir

uzlaşmaya varıyor. Almanlar Kuzey Irak’a

ulaşacaklar. Oradaki Kürtleri, İngilizlere

karşı isyan ettirecekler, destekleyecekler

ve orada bağımsız bir Kürt Devleti

kurduracaklar. Buna karşılık Kürtler de

Almanları bol bol istifade ettirecek. Hesap

bu!

Anılarını yazdı Müller, anılarının o

kısmının başlığı “Üç renkli bayrak,

Kürtlere benim armağanımdır” diyor ve

hazırlanış hikâyesini de şöyle anlatıyor; “

Yemin edecektik birbirimize ve her ne

suretle olursa olsun ihanet etmeyecek,

birbirimizi ele vermeyeceğimize, yarı

yolda bırakmayacağımıza dair. Gel yemin

edeceğiz. Neyin üzerine? Kutsal

kitaplarımız ve bayraklarımız üzerine.

Baktık bizim kutsal kitabımız var,

bayrağımız var ama Nafi Remzi Reşid’in

sadece kutsal kitabı var. Bayrak yok.

Remzi ben ve eşim, sarı-kırmızı-yeşil

renklerden oluşan bayrağı birlikte

hazırladık.”

“Bu üç renkten oluşan bayrağı biz

hazırladık, İngiliz istihbaratı da bunlardan

haberdar olmuş, takipteler. Kırım üzerinde

Türkiye’den de geçip semadan Hakurk

vadisine paraşütle indiğimiz zaman, o

bayraklardan da yanımıza bol miktarda

almıştık aşiretlere dağıtmak üzere ama

İngilizler bir hafta önceden haber almışlar.

Maalesef bizi Kuzey Irak’a götüren uçağın

pilotu da İngiliz casuslarındanmış. Bizi

ihbar etmişler, her birimizin başına 1000

dinar ödül koymuşlar ve o aşiretler dağa

taşa dökülmüşler bizi bulmak için, o parayı

almak için.” Biz yakalındık diyor Müller.

Osmanlı tarihe karıştıktan 23 sene sonra

birileri aldılar bu üç rengi. Bağımsızlık ilan

edeceğiz diye Kuzey Irak Kürtlerine

verdiler. E şimdi bir Kürtçülük, bölücülük

hareketi başladığı zamanda bir sembol

lazım. Nerede? Orada buldular kendilerine

göre sözüm ona sembolü.

Kültürünü unutan toplulukların başına her

zaman gelen musibettir, beladır bu…

Rengimizin çalınıp sahiplenilmesine

müsaade etmeseydik olay bitecekti ama

hafızayı beşer, nisyan ile maluldür.

Unuttuk kendi kültürümüz çocuklar.

Nevruzda böyle oldu.

Biz unuttuğumuz için birileri buna sanki

bir başka unsurun ifadesiymiş gibi

sunmaya başladılar. Kürt bayramı dendi,

İran Bayramı(!). İran bayramı idiyse bu

menşei itibariyle İranlı kaynaklardan 800

Page 19: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

16

sene evvel 1000 sene evvel ta Çin

Seddinde bu renklerin oralarda ne işi var?

Bunu izah etmeleri lazım. Bunun varlığı

Çin kaynaklarında biliniyor. O tarihte bir

İran kaynağı mı var? En erken kayıt

İran’da Firdevs-i’nin şehnamesidir.

Biliyorsunuz 11.yy’ın ilk yarısı. Ben

bundan 1800 sene evvele dair kaynak

gösteriyorum.

Neden “Nevruz” ifadesi yerine

“Yenigün” kullanılmıyor? Son olarak bu

konuya da kısaca değinebilir misiniz?

Nevruz, adı üstünde Yenigün. Kültürel

farklar, kültürel dalalet içinde olmanın

başımıza getirmiş olduğu sıkıntılardan söz

etmiyor muyuz? Nevruz, İran bayramı diye

iddia edenler bize diyorlar ki “adı bile

Farsça, nerden sizin oluyor ?”

Yenigün neyin yeni günü oluyor? Bir yılın

yeni günü. O zaman ki uygulamada yılın ilk

günü 21 Mart. O yılın ilk günü 21 Mart aynı

zamanda tabiatında yeni günü oluyor.

Bahar başlangıcı… Ancak Orta Asya’dan

göç edince bu ismi kullanmayı bırakmışız.

İran üzerinden batıya ilerleyip o

topraklarda hâkimiyet sürdüğümüzden ve

çabuk etkilendiğimizden dolayı “Yenigün”

ismini bırakmışız. İranlılardan “Nevruz”

ismini almışız.

YENİGÜN

Ergenekon, destan olmuş kutlu bozkurt yolu bize

Tanrı Dağı ata yurttur, beş bin yıllık ocak bize

Anadolu Alp-Erenle mesken olmuş bin yıl bize

Nevruz Türk’e bahar olmuş, nevruz yeni gündür bize

Allah’a şükürler olsun bir yıl daha verdi bize

Cihan bugün bahar oldu, Çağan bayram olsun bize

Ulu Türk’ün yeni yılı bereket getirsin bize

Kutlu yolda yürüyenler; bu yıl bozkurt yılı bize

Metehan Çağrı

Page 20: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

17

YENİGÜN ŞİİRLERİ NEVRUZ

Altaylar’dan, Viyana’ya Nevruz, Türk’ün bayramıdır. İlan ediyom cihana, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Türk, cefaya katlanacak, Muhabbetle tatlanacak, İlelebet kutlanacak, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Vurmasınlar yanlış aşı, Nerde Türk var, Türk gardaşı, Türk takviminin yılbaşı, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Tarihinden al haberi, Türk isen gel, kaçma geri, Ta Satık Buğra’dan beri, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Türk olan alsın nasibi, O, bu yurdun öz sahibi, Sinsin gibi, Cirit gibi, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Kem fikirler duysun hele, Bunu böyle herkes bile, Töreleşti kanun ile, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Körükle ateş yakalı, Bakırdan dağı yıkalı, Ergenekon’dan çıkalı, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Almaatı, Bişkek, Taşkent, Bakü, Yesi ve Semerkant, Oba oba, kasaba, kent, Nevruz, Türk’ün bayramıdır.

Kırcaali, Gümülcine, Tibet, Moğolistan, Çin’e, Varna, Kırım, Urumçi’ne, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Bosna Hersek, usul usul, Şam, Şiraz, Kerkük ve Musul, Feymânî der ki; velhasıl, Nevruz, Türk’ün bayramıdır. Aşık Feymani (Osman Taşkaya)

NEVRUZ MANİSİ

Nevruz geldi, yaz geldi. Karga geldi, saz geldi. Oturan adamlara, Bülbülden avaz geldi. Bizim atlar karadır. Başın silkip varadır. Nevruz geldi, gelmedin Kız yüreğim yaradır. Günorladır çoğludur Kızlar evde bağlıdır. Her yıl Nevruz gecesi, Yar yarına bağlıdır. Sülgünün civcivleri Çıkarın biceleri Allah muradın ersin Nevruzun geceleri

Anonim

Page 21: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

18

Page 22: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

19

SÖYLEŞİ: AHMET BİCAN ERCİLASUN Fatma ORAKCI - Metehan ÇAĞRI

Türkistan’da Nevruz (Yenigün) milli bir

bayram olarak kutlanırken,

Türkiye’deki etkinlikleri nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Nevruz, gece ile gündüzün eşit olduğu gün

dönümüne denk geldiği için birçok millet

ve kavim tarafından özel bir gün olarak

kabul edilmektedir. 12 hayvanlı Türk

takviminin 21 Martta başladığı çok eski

kaynaklarda kayıtlıdır. Yani eski Türk

takvimine göre 21 Mart yılbaşıdır.

Türklerin 21 Martta Ergenekon’dan

çıktığına da inanılır. Bu inanış, bir tabiat

olayının millî bir gün hâline getirildiğini de

gösterir. Bazı izleri devam etmiş olmakla

birlikte son asırlarda Anadolu Türkleri

Nevruz kutlamalarını unutmuşlardı.

Azerbaycan dâhil diğer Türklerde ise

canlılığını korumuştu. Gerçi Sovyet

döneminde onlarda da bir kesinti oldu;

fakat hafızalarda Nevruz canlı idi. Sovyet

dönemi bitince hafızalardaki Nevruz

yeniden ortaya çıkıverdi. Biz ise unutmuş

olduğumuz Nevruz’u yeniden

canlandırmaya çalışıyoruz. İyi de ediyoruz.

Türk kültürünün önemli bir parçası

olan Nevruz’u, Türkiye’de bölücü

unsurların sahiplenmesini nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Bir tabiat olayı birçok topluluk tarafından

kutlanabilir. Ancak kutlamaların bir

bölücülük aracı hâline getirilmesi son

derece yanlıştır. 21 Martta gece ile gündüz

sadece belli bir bölgede veya belli bir

topluluk için eşit olmuyor ki…

Balkanlarda, Türkiye’nin batısında ve

doğusunda, Azerbaycan’da, Batı ve Doğu

Türkistan’da, Moğolistan’da ve daha

birçok yerde 21 Mart gün dönümüdür.

İsteyen bu günü kutlayabilir; ama hiç

kimse Türkiye’yi bölmek amacıyla

kutlama, bayram veya başka bir faaliyet

yapamaz. Tabii bunu benim söylememden

çok yetkililerin bilmesi gerekir.

Ergenekon’a olumsuz anlam yükleyen

yetkililerin ise daha iyi bilmesi gerekir.

Türk dili esperantosu mümkün müdür?

Eğer mümkünse olumlu ya da olumsuz

etkileri neler olur?

Türk dili esperantosu mümkün değildir.

Yalnız bizim için değil hiçbir millet için

yapma dil mümkün olamaz.

Page 23: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

20

Altay dil teorisi hakkındaki

görüşleriniz nelerdir?

Altay dil teorisi Türk, Moğol, Mançu-

Tunguz dillerini akraba kabul eden bir

teoridir. Buna göre adı geçen diller, Ana

Altayca adı verilen ortak bir dilden

türemiştir. Altay ailesine Kore ve Japon

dillerini katan bilginler de vardır. Teoriyi

reddeden bilginler ise bu diller arasındaki

ortak kelimelerin alış veriş olduğunu ileri

sürerler. Bence Moğol ve Mançu-Tunguz

dillerinin üst katmanları Türkçe ile

akrabadır; alt katmanları farklıdır.

Biz Türk’üz diyoruz ancak Türkistan’da

yaşayan Türk boyları ‘biz Kazak’ız’, ‘biz

Özbek’iz’ diyorlar. Özbek Türk’üyüz,

Kazak Türk’üyüz demiyorlar. Bu

noktada Türk oldukları bilincinin

yerleştirilmesi için mi çalışmalar

yapılmalı yoksa “Türk” kavramı yerine

“Turan” kavramı mı kullanılmalı?

Diğer Türklerin kendilerini farklı adlarla

adlandırmaları, 70 yıl boyunca içinde

yaşadıkları Sovyet rejiminin sonucudur.

Yani 1917’de ve sonra doğan bir Kırgız,

Özbek… Çocukluklarından itibaren ne

öğrendilerse tutumlarını ona göre

belirlemektedirler. Hepsinin Türk ve

Türkçe ile ilgili olarak öğrendikleri şudur:

Türk, Türkiye’de yaşayan milletin adı,

Türkçe de onların dilidir. Kavramları bu

şekilde öğrenen bir Özbek, Kazak, Tatar…

Türkiye’de yaşamadığına göre “ben

Türküm, benim dilim Türkçe” diyebilir mi?

“Kökümüz bir” sözüne itiraz etmiyorlar;

çünkü rejim de bunu inkâr etmemişti.

Yapılacak iş, Sovyetlerden önce Türk ve

Türkçe terimlerinin onlar için de

kullanıldığını tarihî belgelerle anlatmaktır.

Benim “Makaleler” adlı eserimde yer alan

“Dilimizin Adı” başlıklı araştırmada bunun

birçok örneği vardır. Bu konuda ilim

yolundan ve sabırla ilerlemek gerekir.

Zorlamak ters netice verir. Bugün

Azerbaycan aydınlarının birçoğu bu

konuda bizim gibi düşünmektedir. Doğru

bilginin diğerlerine de yavaş da olsa

ulaşacağına eminim. Turan kavramı ise

Türk birliği anlamında kullanılmaya

devam edecektir.

Yakın zamanlarda Türk Dünyası’nın

önemli isimlerinden Rauf Denktaş’ı

kaybettik, Rauf Denktaş hakkındaki

düşüncelerinizi kısaca alabilir miyiz?

Rauf Denktaş, Türk tarihinin son

dönemlerde yetiştirdiği en büyük

isimlerden biridir. Bence, uykuda

zannedilen Türklük yapısının uykuda

olmadığını gösteren canlı bir örnektir.

Mütevazı, fakat tuttuğunu koparan, bu

vasfıyla dünya diplomasisine de kendisini

kabul ettiren gerçek bir millet önderidir.

Türkiye’yi yönetenlerin ondan alacakları

çok dersler vardır.

Geçtiğimiz günlerde Taksim’de Hocalı

Soykırımını anmak için bir açık hava

toplantısı düzenlendi. Yapılan etkinlik

hakkındaki görüşleriniz nelerdir? İdris

Naim Şahin’in parti propagandasına

dönüşen konuşmalarını ve açılan bazı

pankartların ırkçı ve provakatif oldu

yönündeki eleştirileri siz nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Hocalı katliamını anmakta geç bile kaldık.

Azerbaycan’ın beşte biri düşman çizmesi

altında ve biz buna tepki göstermiyoruz.

Bu nasıl tasada birlik? Ortada vahşice

işlenmiş cinayetler vardır. Türk elbette

ayağa kalkacaktır ve kalkmalıdır. Ermeni,

Page 24: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

21

Ermeni çıkarlarını korumak ister; Türk de

Türk çıkarlarını. Türk olan için bu

böyledir; gerisi lâfügüzaftır.

Eğitim sisteminde köklü bir reform

yapılmaya çalışılıyor ancak yapılan

çalışmaya birçok eleştiri geldi. Bir

eğitimci gözüyle yapılan çalışmaları

kısaca değerlendirebilir misiniz?

Şu anda eğitimde yapılana reform değil

zorba yöntemlerle bildiğini okumak denir.

Eğitim ciddi bir iştir. Öncelikle zorbalık ve

dayatma bırakılmalı, konuyla ilgili gerçek

uzmanlar dinlenilmelidir. İleri gitmiş

ülkelerin eğitim sistemleri önümüzde

duruyor. Eğitim ataşe ve müşavirlerimiz

de yıllardan beri o ülkelerde görev

yapıyor. Baksınlar, bu iş oralarda nasıl

yürüyor. Gelişmiş ülkelerin hemen hemen

hepsinde mesleğe yönlendirme 16

yaşından sonradır ve hepsinde

üniversiteye girebilmenin şartları çok

ağırdır. ABD’de binlerce üniversite var,

ama orada da iyi bir üniversiteye

girebilmek çok zordur. İmam-Hatip

okulları başlangıçta meslek okulları olarak

açılmıştır. Doğru olan da budur. Bilgili

imam, vaiz, hatip vb din görevlileri

yetiştirmek için bu okullar açıldı ve sonra

da onların üstüne Yüksek İslam

Enstitüleri. Müslüman ve dindar

yöneticilerimiz bunu kötü bir şey mi kabul

ediyorlar? Farklı meslek isteyen genç, lise

bitirme sınavlarına girip lise diploması da

alır ve istediği fakülteye gidebilirdi. Şimdi

düz liselerin yanında bir de İmam-Hatip

liseleri, yani ikili eğitim var. Nerede

öğretimin birliği (tevhid-i tedrisat) yasası?

Yoksa birçok yasa gibi bu da işletilmemek

üzere mi çıkarıldı? Bence eğitimde en

önemli konu kalite konusudur ve yetkililer

dayatmayı bırakıp kaliteyi yükseltme

konusuna yoğunlaşmalıdır.

Page 25: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

22

DÜŞMANA KARŞI ŞANLI, KAHRAMAN,

GAZİ OLMAK: ŞEHİRLERİN İSTİKLÂLİ Aybike Gökçen ŞİMŞEK

“Ey Milleti Neci beyi İslamiye; bin üç yüz

senedir Allah’ını, peygamberini, senden

memnun ettiğin bir din ölüyor. Yani

ecdadının kanı pahasına fethettiği bir

kalenin burcunda ki Al Sancağın bugün

Fransızlar tarafından indiriliyor. Şimdi,

acaba bunu alıp yerine koyacak sende

birkaç yüz İslam kanı ve gayreti hiç yok

mu? İsyan etmeyin, yalnız vakarlı ve

azametli olarak sadece o Al Sancağımızı

geri yerine koyalım. Tekrar kemali

azamet ve muhabbetle yerlerimize avdet

edelim. Korkma! Seni burada ki birkaç

Fransız kuvveti kıramaz.

Sen mevcudiyetini gösterecek olursan,

değil birkaç yüz Fransız kuvveti hatta

bütün Fransız milleti kıramaz. Buna

emin ol!”

Bu bildiri, 28 Kasım 1919’da Maraş’ta,

Türk bayrağının indirilmesi üzerine halkı

uyanmaya, ayaklanmaya çağıran Avukat

Kısakürek Mehmet Ali’nin yürekli sesidir.

Bu milletin o dönemde ki ruhunu yansıtan

bir sesleniştir. Gaziantep, Şanlıurfa,

Kahramanmaraş direnişleri istiklal

harbinin ilk kıvılcımını oluşturmuştur.

Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş

maalesef, Ermeni destekli Fransız ordusu

tarafından işgal edilmiş ve şehirde

bulunan halk birçok istismara uğramıştır.

Bu şehirlerarasından ilk işgale uğrayan

Gaziantep’tir. 15 Ocak 1919’da İngilizler

daha sonra da Fransızlar tarafından işgal

edilen bu şehrin halkı galeyana gelmiş ve

vatanlarını savunmak için her türlü çareye

başvurmaya mecbur edilmiştir. Şehirde

bulunan Ermeniler ise bu işgali fırsat

bilerek Türklere hakaret etmişler, yıllardır

hoşgörü ile yaşadıkları bu vatana ihanet

etmişlerdir.29 Ekim 1919’da Gaziantep’te,

Şanlıurfa ve Kahramanmaraş gibi,

Fransızlar tarafından işgal edildiğinde

Türkler çok yeise düşmüşlerdir. Hiç bir

hareket yokken Türk topraklarının bu

şekilde bir düşmandan bir düşmana

devredilmesi, Türk haysiyetini zedelediği

aşikârdır. Bütün bunlara tepki olarak

mitingler yapıldı ve Gaziantep’te ki Fransız

komutanına bir protesto mektubu

gönderildi.

Gaziantep’te de her yerde var olduğu gibi

vatanı savunmak ve teşkilatlanmak için

“Cemiyeti İslamiye” adında bir cemiyet

kuruldu. Cemiyet, birçok vatanseverin

yardımıyla şehir içinde ve köylerde

genişletilmiş, tamamen gelişmiş ve bir

taraftan da silah ve cephane tedariki

sağlanmaya başlanmıştır.

Page 26: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

23

Gaziantep’in kurtuluşundan bahsederken

Şahin Bey’i asla göz ardı edemeyiz. Vatanın

müdafaasını her şeyin üstünde bilen

Teğmen Şahin ve kuvvetleri Gaziantep’in

savunması için ellerinden gelenleri

yaptılar. Teğmen Şahin, kuvvetleriyle

Fransızların şehre giriş ve çıkış yollarını

tıkamış ve bu netice sonucunda

Fransızlarla bir anlaşma yapılmak

istenmiştir. Tamamıyla Türk lehine olan

bu teklifi Fransızlar tarafından kabul

edilmemiştir. Bunun üzerine Teğmen

Şahin düşmanı kesin olarak bu yoldan

geçirmemek ve son mermiyi atıncaya

kadar direnmek kararı verdi ve bu kutsi

dava uğruna şehit düştü.

Bu olaylar tarihimizde sadece bir şehre ya

da bir defaya mahsus değildir;

Kahramanmaraş’ta ise, Ermenilerin de

desteğiyle önce İngilizler daha sonra da

Fransızlar tarafından işgal edildi. Bu olay

sonucunda bütün Türk Milleti galeyana

geldi ve bölgede ki komutanlar esaslı

tedbirler almaya başladı.

Kahramanmaraş’ın istiklal savaşında

adını yaptığı kahramanlıkla

ölümsüzleştiren bir Sütçü İmam’ı vardır

ki; çok şükür Türk Milleti henüz

unutacak kadar gaflete düşmedi. Türk

Milletinin mukaddesatına kirli elleriyle

uzanan bu hainlerin karşısında gözünü

kırpmadan silahına davranan kahraman;

yılmayan Türk azmini göstermiştir.

Kahramanmaraş’ta yapılan bu işgalde;

Fransızlardan çok Ermeniler millete çok

büyük acılar çektirmişlerdir. Bu satılmış

insanlar; camileri bombalama planları

yapıyor, Türklere olmadık eziyetler

yaptıkları gibi, gençlerinden birçokları

Fransız ordularına katılıyordu.

Kahramanmaraşlılar bu devamlı yapılan

eziyetler ve işgalin getirdiği onur kırıcı

durumdan dolayı, vatanlarının kurtulması

için cemiyet faaliyetle yürütmeye başladı.

Bir diğer şanlı istiklal savaşı şehrimiz

Şanlıurfa. Şanlıurfa’nın da kaderi;

Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi önce

İngilizler daha sonra da Fransızlar

tarafından işgal edildi. Fransızlar,

Şanlıurfa’da ilk iş olarak Şanlıurfa

jandarma tabur komutanına işten el

çektirmişlerdir, kaymakamı ve komutanı

Adana’ya sürmüşlerdir. Suçluları tahliye

etmeye kadar devletin iç işlerine ve hatta

adliye işlerine haksız ve yersiz olarak el

atmış olurlar. Bütün bunlar Şanlıurfa

mutasarrıfı tarafından lazım gelen

makamlara bildirilmişse de bir sonuç

alınamamış ve ancak bütün milletin

Page 27: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

24

silahlanarak vatanlarını koruması

kararlaştırılmıştır.

20 Ekim 1921’de yapılan Ankara

Anlaşması ile Gazi, Şanlı Kahraman

şehirlerimiz; önce İngilizlerin sonra da

Ermenilerin ihanetiyle katmerleşen

Fransızların yapmış olduğu işgalden; bu

şehirlerde ki vatan aşkıyla yanan

milletimizin desteğiyle resmen

kurtulmuşlardır.

Son olarak; istiklal için düşmanla çarpışan

bu şehirlere unvanları verilerek; milletin

yürekli davasının hakkı verilmiştir.

Şahinbey Destanı / Mehmet Sait

“Antep Kalesi’nde ve her mahallesinde,

Karabıyıklı Dağı’nda,, Dülük Dağı’ında,

Güreniz’de, Sof’da, Karadağ’da,

Ve Antep’in her tepesinde, her dağında,

Ve Antep’in her yanında,

Bir meşale yandı…

İşte;

Şahin’im bunun için dayandı…

Dayandı Şahin’im bir kere daha dayandı…

Kevser’e sevindi,

Antep’e içi yandı…

Şahin’im bir çınar gibi devrildi yattı…

Bir süre, Anteplinin ruhunu dağıttı…

Anaları bacıları mateme attı…

Anteplinin o’na yaktığı feryat, figan,

Koca bir türkü, derin bir ağıttı…

Uyan Şahin uyan, uyanmaz mısın?

Diz çöküp düşmana dayanmaz mısın?

Al kızıl kanlara boyanmaz mısın?

Uyan Şahin uyan, gör neler oldu.

Sevgili Antep’e Fransız doldu.

….

Şahin’i sorarsan, otuz yaşında.

Süngüyle vuruldu köprübaşında,

Çeteler oturmuş ağlar başında…

Uyan Şahin uyan, gör neler oldu.

Sevgili Antep’e Fransız doldu.

Page 28: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

25

MİLLİ MÜCADELEDE TIBBİYELİ BİR

GENÇ: HİKMET BORAN Alperen KIZIKLI

“Ben Milli Mücadeleye çıktığımda

ordunun da halini gördüm, saltanatın

da. Bir de bağımsızlık ışığı gözünden

parlayan Dr. Hikmet’i”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde

Osmanlı milyonlarca kilometrekare

toprağını kaybetmiş ve yüz binlerce

insanını yitirmiş bir şekilde Anadolu

topraklarına çekilmişti.

Mondros Ateşkes’in hayata geçirilmesiyle

birlikte Anadolu, Rumeli ve Ortadoğu

topraklarının büyük bir kısmı da düşman

işgaline uğramıştı. Musul, İstanbul,

Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun,

Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana yer

İtilaf Devletleri'nin askerleriyle dolmuştu.

Türkleri, öz yurtlarından atmak için ne

gerekiyorsa yapılıyordu.

İngiliz maşası olan Yunanlıların, İzmir'i

işgal etmesi, bardağı taşırmış, düşmana

karşı ilk kurşunun Hasan Tahsin Bey

tarafından atılmasına neden olmuştu.

Milli mücadelenin milatlarından biri olan

bu olay, tüm Anadolu ve Rumeli

topraklarında milli bilincin uyanmasına

katkı sağlamıştır.

Fakat toplumdaki herkesim işgale karşı

direnişe sıcak bakmıyor ve bu konuda

farklı fikirler ortaya atılıyordu. Bazı Türk

aydınları tarafından Amerikan, İngiliz

veya Fransız mandası olma fikri sıcak

karşılanıyordu. Türk’ün tarihinde işgaller

karşısında umutsuzluğa ve karamsarlığa

düşülen bir vaka yoktu. Nitekim bu

teslimiyetçi zihniyet, halkın milli

mücadele istek ve azmine balta vuramadı.

Çünkü yüce Türk milleti her zaman

vatanını savunmak ve topraklarında hür

yaşayabilmek adına taşın altına elini

koymaya hazırdı. Fakat bir önder, bir

başbuğ gerekiyordu. Bu önder,

Çanakkale’de destan yazmış bir Türk

subayı olan Mustafa Kemal’di.

Mustafa Kemal Paşa, bütün bu

olumsuzluklar karşısında Türk

milletine “Memleketi bu müthiş badireden

kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini

lazımdır: milletin birliği” diyerek, vatan

müdafaası için milletin birliği sağlamanın

önemine işaret ediyordu.

Bu ülkü için öncelikle milli kongrelerin

yapılması şarttı. Böylelikle milletin

temsilcileri bir araya gelerek ülkenin

içinde bulunduğu duruma çözüm

getirecekti.

Bu çözümün en önemli kararları Sivas

Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919)

alınmıştır. Fakat yazının giriş kısmında

belirtildiği gibi, vatan müdafaasıyla yanıp

tutuşan bir millet olduğu gibi manda ve

himayeye sıcak bakan bir kesimde vardı.

Page 29: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

26

Üstelik bunlar azımsanmayacak bir sayıda

idi. Kongrede manda lehine söz alıp

görüşlerini ifade ediyorlardı.

Manda tartışmalarının yoğun olarak

yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa

Kemal Paşa manda lehindeki

konuşmalara ithafen etrafındakilere şöyle

seslenmiştir: “İstanbul'da ve buradakiler

nevmit ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal

etkisi altında cesaret ve ümitlerini

kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ve

marazi bir haleti ruhiye içinde hareket

ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur.

Bir milletin istiklâl hakkını aramasından

ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını

akıtmasından daha tabii ne tasavvur

edilebilir? Şerefsiz, istiklâlsiz, esir bir millet

çocukları olarak yaşamak yerine, efendice

ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı

tercihtir. Bunu anlayamamak ne garip

mantıktır?”

Kongreye katılanlar arasında genç, yiğit,

milletperver bir Türk delikanlısı, bir tıbbiye

öğrencisi de vardı. Mekteb-i Tıbbiye-i

Şahane (İstanbul Askeri Tıp Okulu) 3. sınıf

öğrencisi Hikmet Bey, tıbbiyelilerin

temsilcisi olarak Sivas Kongresi'nde

bulunuyordu.

İşgal altındaki İstanbul’da neler

yaşanmaktaydı? İstanbul’da milli bilinç

ne durumdaydı? Tıbbiyeli Hikmet’in

Sivas Kongresi’ne katılması nasıl

gerçekleşti?

Başkent İstanbul’un işgal edilmesiyle

birlikte 1919'un Mart ayında Mekteb-i

Tıbbiye-i Şahane (İstanbul Askeri Tıp

Okulu) İngiliz birlikleri tarafından ele

geçirilmişti. Tıbbiye öğrencileri, okullarını

kurtarmak için çare aramaktaydılar. Bu

nedenle Tıbbiye’nin kuruluş tarihi olan 14

Mart'ı hep birlikte kutlamaya karar

verdiler. Fakat asıl amaçları işgal

kuvvetlerine tepki göstermek, tüm

yurttaki işgalleri protesto etmekti.

Tıbbiyeliler 14 Mart 1919’da tıbbiye 3.

sınıf talebesi olan Hikmet Bey’in

önderliğinde büyük bir gösteri yaptılar.

Okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk

Bayrağı astılar. Bunu gören işgal

kuvvetleri, olaya müdahale etseler de

engel olamadılar. Böylelikle 14 Mart

resmen tıbbiyelilerin tepkilerini

gösterdikleri, milli tavırlarını ortaya

koyduğu gün olarak tarihe geçti. (Nitekim

cumhuriyetin kuruluşundan sonra 14 Mart

tarihi her yıl Tıp Bayramı olarak

kutlanılmaya başlanmıştır.)

Bu tepkinin yetmeyeceğini bilen 25

tıbbiyeli okullarından Sivas Kongresine

gönderecekleri delegeleri seçtiler. Fakat

iki kişi seçilmesine karşın iki kişi için

paraları çıkışmayınca bir öğrencinin

gitmesine karar verdiler.

14 Mart gösterilerini organize eden 3.

sınıf öğrencisi Hikmet Bey'in,

tıbbiyelilerin temsilcisi olarak Sivas

Page 30: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

27

Kongresi'ne gönderilmesi hususunda

mutabık olundu ve 19 yaşındaki tıbbiyeli

Hikmet (Boran) Sivas Kongresinin 35

delegesinden biri olarak tıbbiyelileri

temsilen gönderildi.

Tıbbiyeli Hikmet Bey’in Sivas

Kongresindeki Tarihi Sözleri

Manda ve himaye konusunda

görüşmelerim yapıldığı esnada Tıbbiyeli

hikmet gençliğinin verdiği heyecanla,

mandanın lehine konuşanlara duyduğu

hiddetle söz aldı. Ve şu sözleri haykırdı:

”Paşam! Temsilcisi bulunduğum

tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı

başarmak için açtığınız çalışmalara

katılmak üzere beni gönderdi.

Amerikan mandasını kabul edemem.

Kongre bu yolda bir karar verecek olsa

bile, bunlar kim olursa olsun, bütün

gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki,

Amerikan mandasını siz de onayladınız.

Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil,

vatan batırıcı sayarız. Tel’in (ilan)

ederiz.”

Mustafa Kemal bu sözlerin üzerine

‘Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli

bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat

edin’ dedi. Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:

‘Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar

ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz

mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız

tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm’

dedi.

- ‘Varol Paşam’ diyen Hikmet

memnuniyetini ifade ederek ve Mustafa

Kemal’in elini öpmüştür. Tıbbiyeli

Hikmet’i alnından öpen Mustafa Kemal ise

gençliğe güvenmenin ne kadar doğru bir

karar olduğunu bir kez daha görmüştür.

Son Söz

Hikmet Bey’in bağımsızlık aşkı tüm

hekimlere ve ülke gençlerine örnek

olmalıdır. “Che Guevara’nın

hekimleriyiz.” diyen tıp hekimleri

öncelikle onu tanımalıdır, onu

anlamalıdır. Tıbbiyeli Hikmet Boran’ın

bağımsızlık aşkından bi’haber bir hekimin

Che Guevara’nın mücadelesini kendi milli

mücadelesiymiş gibi sahiplenmesi aklın

almayacağı bir durumdur.

Tıbbiyeli Hikmet’in hayatı tıp

fakültelerinde derslerde anlatılmalı, milli

şuuru ne kadar yüksek bir genç olduğu

belirtilmeli, bununla birlikte tıbbiyelilerin

Türk Ocakları gibi nice milli teşebbüsün

kuruluşunda rol aldıkları, vatan

müdafaasına olan katkıları tüm tıp

fakülteli gençlere öğretilmelidir.

Page 31: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

28

Tıbbiyeli Hikmet Boran’ın ışığının bizlere

her zaman yol göstermesi için ise;

doğduğu şehir olan Balıkesir’in Savaştepe

ilçesine ve mezun olan her hekimin bir

şekilde yolunun düştüğü Ankara’daki

Sağlık Bakanlığı’nın bahçesine Tıbbiyeli

Hikmet anıtı dikilmelidir.

Hikmet Boran: (1901-1944) Balıkesir’in

Savaştepe ilçesinde doğmuştur. Posta-

Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in

oğludur. Ailesi Abhazya'dan Çerkez

göçmenleri arasında gelmiştir. Ünlü

sunucu Orhan Boran’ın babasıdır.

Page 32: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

29

TÜRKİYE, AÇ HÜRLER VE TOK

ESİRLER ÜLKESİ OLAMAZ Abdullah Nuri SOMUNCUOĞLU

Milliyetçi camianın 80 öncesi

söylemlerinden bir olan “Türkiye, aç

hürler ve tok esirler ülkesi olamaz” tarihi

lafını 30 sene sonrasına, günümüze

gelerek incelemeye alacağız. O zamandaki

bir cümleden bu zamana geniş bir bakış ile

hep beraber değerlendirmeler yapmaya

çalışacağız. Bu 8 kelimeden oluşan

küçücük bir cümlenin aslında bugün ne

kadar fazla karşılık bulduğunu birlikte

göreceğiz.

Açık söyleyeyim ben bu cümleyi ilk

duyduğumda, tam olarak anlayabilmek

için üzerinde bir süre düşündüm. Çünkü

zaten benim de üzerinde çalıştığım ve

biraz sonra da anlatacak olduğum

meseleleri o kadar kısa ve öz olarak

anlatıyordu ki, bir kere daha bu tür

söylemleri geliştiren bu millî davayı takdir

ettim. Şimdi cümlemizi incelemeye

başlayalım.

Evvela cümlemizin ilk tarafına bakalım,

yani “aç hürler”e. Ben bu kavram için daha

önce şöyle bir tanım yapmıştım. “Eski

köleler, şimdiki özgür köleler.” Peki,

kim bunlar?

Bu insanlar, köylerde, kasabalarda, küçük

şehirlerde, büyük şehirlerde, kısacası her

yerde bulunan, gelirleri açlık sınırının

altında, oldukça zor şartlarda yaşamak

zorunda, eğer bir işi de var ise sadece işten

eve, evden işe gidip gelmek durumunda

olan ve başka bir şansları da maalesef

genellikle olmayan, ülkemizin en büyük

çoğunluğudur. Evet, tahmin ettiğiniz üzere

nüfusumuzun büyük bir kesimini ve de

asgari ücret ile çalışan insanlarımızı da

içerisine alan büyük bir kitleden

bahsediyorum.

Bugün, devletin belirlediği aylık asgari

ücret miktarı 701 TL’dir. Eş çalışmıyorsa

ve 2 tane de çocuk varsa, buna istinaden

asgari ücret 734 TL olmaktadır.

Ülkemizde, hem devlet kurumları, hem de

çeşitli kuruluşların yaptığı çalışmalar

sonucu belirlenen açlık sınırı ise 4 kişilik

bir aile için aylık 1077 TL, yoksulluk sınırı

ise 2867 TL’dir. Yani, belirlenen asgari

ücret, gene belirlenen yoksulluk ve hatta

açlık sınırının da altında bir miktardadır.

Ne ilginç, garip ve hazin bir durum değil

mi? İzahı mümkün değil. Ama maalesef

durum bu şekildedir. Peki, anlattığımız bu

durumun sonuçları da olmayacak mı?

Biraz da onlardan bahsedelim.

İşte bu noktada da incelediğimiz bu tarihi

lafın ikinci kısmı devreye giriyor, yani “tok

esirler”. (Aslında “aç hürler” kısa bir süre

sonra mecburî “tok esirler” haline geliyor.)

Değerli okuyucular, Abraham Maslow’un

“ihtiyaçlar hiyerarşisi” isimli bir ünlü

söylemi vardır. Bu söylem, bir piramit ile

insan ihtiyaçlarının hiyerarşik olarak

Page 33: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

30

sıralamasını yapmış ve buradan çeşitli

sonuçlar çıkarmıştır.

Bu piramitte de görüleceği üzere,

insanların fizyolojisinden gelen bedensel

ihtiyaçları vardır. Karnının doyması,

ısınması, uyuması, giyinmesi vb. şeklinde.

Bu ihtiyaçlar sağlanamadan bir üst

basamağa geçilmesi genellikle pek

mümkün değildir. Çünkü insanoğlunda

sistem bu şekilde çalışmaktadır. Örneğin,

karnı aç olan veya üşüyen bir insandan

bilim yapmasını, düşünmesini, çalışmasını

bekleyemezsiniz. Bizim atalarımız ise bu

durumu doğadan bir örnek ile basitçe

şöyle izah etmiştir: “Aç ayı oynamaz.”

Bunun büyük oranda doğru olduğunu

hepimiz biliriz.

Piramidin yorumuna biraz daha devam

edelim. Piramit bize şunları söylüyor:

İhtiyaçlar şu sıralama ile giderilmek

isterler: Fizyolojik, güvenlik, sosyal,

saygınlık, kendini gerçekleştirme. Bu

sıralamada tamamlanan her basamak bir

diğer basamağa geçmek için ön şart

oluşturur. Bu teze göre bir basamaktaki

ihtiyaçlar karşılanmadan, bir sonraki

basamağa geçmek mümkün değildir.

Yukarıdaki kısımlarda ülkemizde yaşayan

insanların büyük bir kesiminin yoksulluk

ve hatta açlık sınırının altında bir gelirinin

olduğunu belirtmiştik. Buradan Stalin’in

meşhur tavuk hikâyesine geçelim.

Soğuk bir kış günü… Stalin ve arkadaşları

şöminenin başında oturmuş votka içip

sohbet ediyorlar. Stalin yanındakilere

soruyor; “bir toplumu en iyi, en sessiz ve

sakin bir şekilde nasıl yönetirsiniz bunu

bana anlatın.” Hemen bir tanesi atılıyor ve

“cebir kullanırım” diyor, bir diğeri “onlara

haklar veririm” diyor, öteki ise “iyi

yöneticiler seçerim” diye söylüyor. Stalin

bu cevapları beğenmiyor ve “yok” diyor,

hizmetçisini çağırıyor ve “bana bir tavuk

getirin” diyor. Hizmetçi bir tavuk getiriyor

ve Stalin’e veriyor. Stalin tavuğu kucağına

alıyor ve canlı tavuğun tüylerini

acımasızca yolmaya başlıyor. Tavuk

canhıraş bir şekilde feryat ediyor,

bağırıyor. Ama Stalin bu, hiç duymuyor…

Tavuğun tüylerini tamamen yolduktan

sonra ortaya atıyor. Bu arada dış kapı açık

ve dışarısı da -40 derece. Tavuk feryadı

figan ederek dışarı atıyor kendisini. Ama

Page 34: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

31

dışarı o kadar soğuk ki, hayvanın dışarıda

durması mümkün değil. Tekrar o yarı açık

kapıdan içeri diriyor. Dışarıda soğuktan

donmuş olan tavuk hemen gelip

şöminenin karşısına geçiyor ve sırtını

ateşe veriyor. Ancak şimdi de sırtı yanıyor,

tüyleri yok çünkü. Sonra duvar dibine

gidiyor, duvardaki sıvalar vs. rahatsız

ediyor tüyleri olmayan tavuğu. Daha sonra

masa ve sandalye ayaklarının dibine

gidiyor, onlardan da rahatsız oluyor. Ve en

sonunda tekrar Stalin’in ayaklarının

arasına doğru yürüyor. Stalin cebinden bir

miktar yem çıkarıyor ve tavuğa atıyor.

Tavuk yemeye başlıyor ve sonra Stalin

ayağa kalkıyor, yürüyor, yürürken az önce

vahşice tüylerini yolduğu tavuk da

peşinden gitmeye başlıyor. Ve Stalin şunu

söylüyor: “Bir toplumu yönetmek

istiyorsanız onu önce çıplak hale

getireceksiniz, sonra ona istediğinizi

yaptırırsınız.”

Bu açıklamalardan sonra konumuza tekrar

dönersek, anlattığımız önce bilimsel

verilerde sonra da bu bilimin hayattaki

kurgusunda karşımıza şöyle bir süreç

çıkıyor.

Öncelikle insanlar fakirleştirilirler.

Sonra bu insanlar, fakirleştirene

muhtaç olurlar.

Sonra bu insanları fakirleştirenler,

onlara ancak karınlarını

doyurabilecek kadar bir ücret

verirler. Gözlerini açtırmazlar.

Bu aşamadan sonra, karnının

doymasının da kesilmemesi için bu

insanlar ne denirse sorgulamadan

yapmaya başlarlar. Resmî olarak

köle değillerdir. Aslında özgürlerdir

de. Ancak özgürlükleri paralarıyla

doğru orantılı olduğundan, o kadar

özgürdürler. Sistem budur! “Eski

köleler, şimdiki özgür köleler”

Bu durumu anlatan benzer bir örnek daha

bizim yöremizde şöyle anlatılır. Eskiden

tavuk çalmak için hırsızlar şöyle bir

yöntem izlerlermiş:

Bir mısır tanesini önce ortasından iğne ile

deler ve oradan bir uzunca bir iplik geçirir

ve çalacağı tavuğun önüne doğru atarlar.

Mısır tanesini gören tavuk büyük bir

sevinçle bir hamlede onu kursağına

indirir. Daha sonra hırsızlar sanki oltaya

takılan balık gibi ipliği yavaşça çekmeye

başlarlar. Tavuk ne olduğunu anlamadan

mecburi bir şekilde hırsıza doğru

yürümeye başlar. Sahibi uzaktan baksa da

garip bir durum göremez. Çünkü iplik

incedir ve tavuk da bir yere doğru

yürüyordur. En sonunda hırsız yavaş

yavaş çekerek tavuğu alır ve kaçar.

Page 35: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

32

Bu hikâyeyi referans alarak da insanlar

için bir deyim söylenir, “kursağından

bağlı” şeklinde. Bir önceki hikâye ile

benzer anlamdadır.

SONUÇ: MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ’NİN

EVLATLARI NEYİ HAK EDİYOR?

İslam özgürlük demektir. İslam

bağımsızlık demektir. İslam karanlıktan

aydınlığa çıkmak demektir. İslam iyilik ve

doğruluk mücadelesi demektir. İslam’da

özgür olmak temel şarttır. Özgür olmayan

bir insan İslam’ı tam olarak ne anlayabilir

ne de uygulayabilir.

Asırlardır İslam’ın bayraktarlığını yapan

ve Allah’ın izni ile kıyamete kadar da

yapacak olan, İslam üzerine yaratılmış

mübarek Türk Milleti, tarihi boyunca

hiçbir zaman boyunduruk altına

girmemiştir. Büyük âlim ve de şair Akif’in

dediği gibi:

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür

yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?

Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner

aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam

taşarım.”

Bu milletin şimdiki durumundan çok daha

iyileri hak ettiğini hepimiz düşünüyoruz.

Ancak “daha iyi” kavramı belirsiz bir

kavramdır. Ben bunun için (aslında

dünyanın başka bir yerinde daha önce de

gündeme gelmiş bir şekilde) bir çıta

koyacağım. Benim düşüncem, öncelikle

toplu olarak bu hedefe ulaşılmalı, daha

fazlası daha sonra ortaya koyulmalıdır.

Türk Milleti’nin her evladının şu doğal

hakları olmalı:

Bir iş: Yararlı ve kazançlı.

Geçinecek kadar bir maaş: Yeterli gıda,

kıyafet ve sosyal faaliyetlerden

faydalanabilecek kadar.

Bir ev: Doğru dürüst, insana yaraşır

bir şekilde.

Sağlık hizmetleri: İnsana yaraşır bir

biçimde.

Yaşlılık, özürlülük, emeklilik, işsizlik

için ekonomik koruma.

Ve tabi ki iyi bir eğitim.

Bu haklar Türk Devleti tarafından güvence

altına alınmalıdır.

Yazımı Gazi Paşa’nın konu ile ilgili bir özlü

sözü ile tamamlamak istiyorum.

“Cumhuriyet Sizden Fikri Hür, Vicdanı

Hür, İrfanı Hür Nesiller İster”

Page 36: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

33

SIKI DURUN! ÇİNLİLER GELİYOR! Recep BAYRAM

Geçen Şubat ayında Çin Devlet Başkan

Yardımcısı ve büyük ihtimalle de

önümüzdeki dönemde Çin’in yeni lideri

olacak olan Xi Jinping’in heyetiyle

Türkiye’yi ziyaret ederek, ekonomi

üzerine bir takım toplantılar yapmasını ve

Türkiye’nin önümüzdeki ekonomi sürecini

daha iyi okuyabilmemizi değerlendirmek

açısından önemli buluyorum.

Ziyaret, usulen devlet protokolü ve

karşılıklı iyi niyet temennileri üzerine

gerçekleşti gibi görünse de öne çıkan

konular itibari ile her iki ülke için stratejik

öneme sahip olduğunu öncelikle belirtmek

isterim.

Çin’in dünyanın en büyük ihracatçısı

olduğunu, 2011’de dış ticaret hacminin 3

Trilyon Dolara ulaşarak yeni bir rekora

imza attığını, dünyanın en hızlı büyüyen

ekonomisi olduğunu, en fazla patent

alımında dünyada ikinci ülke olduğunu

belirterek Türkiye-Çin ilişkileri üzerine

durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu

göstergeler, karşımızdakinin nasıl dostane

ilişkiler içinde olmamız gerektiğini

bilmemiz ve bu ilişkinin ters tepmesi

halinde nelerle karşılaşabileceğimizi

yorumlamamızı kolaylaştıracaktır.

Dört yıl öncesine kadar küresel politikalar

izleyen ülkelerde ki buna Türkiye’de dahil,

Çin mallarına kota uygularken bugün

dünyada ne değişti de Türkiye, Çin’e

kucağını açtı? 2008 krizi ile piyasaların

allak bullak olması, bankacılık

sektöründeki batışlar ve Türkiye’nin Cari

Açığını kontrol edememesi bu sıcak

havanın sebeplerinden olsa gerek. Buna

Türkiye’nin Otomotiv Sektöründeki

atacağı hamleleri ve Üçüncü Köprü ile

Kanal İstanbul projesini de eklersek Çin’in

Türkiye için ne derece önemli olduğunu

görürüz.

Bu sürecin öncesine bakarsak, şu an hali

hazırda Çinli müteahhitler, 10 Milyar

Dolarlık sözleşmeye imza atmış

durumdalar ve Bakan Zafer Çağlayan’ın

yaptığı açıklamaya göre Elazığ ve Bolu’ya

bu anlaşmalar neticesinde Santral

kurulacak. Çin’in Türkiye’den doğrudan 3

Milyar Dolarlık tahvil alacağı ise

Türkiye’nin yeni bir borç ağına

bağlanacağının işaretidir. Başbakan

Yardımcısı Ali Babacan da açıklamasında

Page 37: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

34

iki ülke arasında 2002 yılı sonunda 1

Milyar Dolar olan dış ticaret hacminin

2011 yılı sonu itibari ile 24 Milyar Dolara

çıktığını söyledi. Bunları bu şekilde

değerlendirdiğimizde iyi şeylerin

olduğunu söylemek mümkün ancak kim

kime kaç dolarlık satış yapmış diye

baktığımızda Türkiye, 2011 yılı sonu

itibari ile Çin’e 3 Milyar 130 Bin Dolarlık

mal ve hizmet satarken, Çin Türkiye’ye 21

Milyar 692 Bin Dolarlık mal ve hizmet

satmıştır. Bu mal ya da hizmetin ülke

içindeki katma değerleri de aslında ayrıca

hesaplanmalıdır. Bu rakamlara göre Çin,

Türkiye’den 7 kat fazla kazanç elde

etmektedir. Oysa Milli bir devletin dış

ticareti, denge usulüne göre hareket

etmelidir. Aksi halde Türkiye gibi Cari Açık

kıskacından kurtulamaz.

Bir de bu duruma Babacan’ın ölçü olarak

verdiği 2002 yılının öncesi olan 2001

yılından bakalım. İki ülkenin bu

dönemdeki toplam dış ticaret hacimleri 1

Milyar 156 Bin Dolar ve Çin’in Türkiye’ye

toplam ihracatı 925 Bin Dolar iken

Türkiye’nin Çin’e ihracatı 230 Bin Dolar

kadardır. Bu iki rakamın oranına

baktığımızda Çin, Türkiye’den 4 kat fazla

kazanç elde etmektedir. Buna göre

Türkiye’nin dış ticaret dengesinin bu

dönemlerde 2011’e göre daha düzenli

olduğu ve cari açığın da 2011’dekinden

daha az olduğu görülecektir.

İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi, 2015

yılında 50 Milyar Dolara, 2020 yılında ise

100 Milyar Dolara ulaşacağını

hedeflediklerini belirten Çağlayan, inşallah

bu hacimlerdeki aldı verdi dengesini de

gözetiyordur. Aksi halde çok satmakla

kazançlı satmanın ayrımının nasıl

olduğunu daha çok sorgulamamız

gerekecektir.

Ali Babacan’ın Çin’den Bankacılık

Sektöründe de yatırımlar beklediğini ve

Türk Bankaların Çin’de hizmet

sunabilmeleri için kolaylaştırıcı hamleler

yapılması gerektiğini belirtti. Bu durum,

Ziraat Bankası’nın halka arz olunarak bir

kısmının da Çin tarafından alınabileceği ya

da Çinlilerin yeni bir banka ile piyasalarda

dengeleri bozabileceğini akıllara getiriyor.

Çin hükümetinin Türkiye’den alacağı

tahvil faizlerinin bu bankalar eli ile

vatandaşlarımıza kredi olarak döneceğini

düşünürsek, bir taş ile iki kuş vuracak,

hem devleti hem de vatandaşlarımızı

borçlandıracaklardır. Maden sektöründe

de yapılacak yatırımlar, öz kaynakların

doğrudan kullanımını ne derece etkiler

bunu zaman gösterecektir. Yerli otomobil

konusunda da yan sanayiyi oluşturan

firmaların da Çin’in ucuz maliyet gücünü

göz önünde bulundurarak hareket

etmelerini gerektirecektir. Yerli

otomobilin bütün parçalarının Çin’de

üretildikten sonra montajın Türkiye’de

yapılması, Bursa’nın da şimdiye kadar

getirmiş olduğu sanayi birikimini bir

çırpıda silebilecektir.

Amerika’nın ise böylesine bir durumdan

habersiz ya da bu işin içinde herhangi bir

tedbirinin olmadığını da düşünemeyiz.

Page 38: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

35

100 Milyar Dolarlık Savunma harcaması

yapan Çin, acaba bu konuda Amerika’yı

neden endişelendirmiyor? Bu husus

üzerinde dikkat edilecek bir açıklama olan,

Amerika’nın bu hususlardaki menfaatleri

ile uyuşan ancak kamuoyunun dikkatinden

kaçan ve gözdağını andıran öngörü,

Amerika’nın Eski Dışişleri Bakanlarından

Henry Kissenger’ın açıklamasıyla geldi. Bu

açıklamaya göre Kissenger, Çin’in artan

etkisine rağmen, gelecek yıllarda süper

güç olmak yerine kendi iç sorunları ile

uğraşacağını söyledi. Bu durum elbette ki

Çin yöneticileri için de endişe vericidir.

İran üzerinde de bu tip öngörülerin sık sık

konuşulması, Doğu Türkistan Türkleri ve

Türk Dünyası’nı doğrudan ilgilendirecek

kötü hadiselerin olacağına gebedir.

Bunların devamında ise Xi Jinping’in

Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlendiği rolden

memnun oldukları yönünde açıklama

yapması, Rusya’nın, Amerika’nın, Avrupa

Birliği’nin olduğu gibi Çin’in de Türkiye’yi

Ortadoğu’ya sürükleme politikası olsa

gerek. Bu süreçte Türkiye’nin Kazakistan,

Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve

Kırgızistan ile ilişkilerini güçlendirmesi, bu

devletlerle ekonomik ve askeri işbirliğine

giderek dünyanın bu bakir ve enerji dolu

topraklarından daha fazla pay almayı

hedeflemesi gerekmektedir. Aksi halde

Batı’nın Ortadoğu’da karakolluğunu, Çin’in

de ekonomi üssü olmak görevinden başka

bir durum Türkiye için söz konusu

değildir.

Milli Ekonomi politikalarının en lazım

olduğu bir dönemde sırf liberalleşmek için

sonu muğlak olan kararlara imza atmak ve

geri dönüşü olmayan yollara sapmak, ne

yazık ki tam bağımsızlığı tartışılır hale

getirecektir.

Page 39: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

36

SUBLİMİNAL MESAJLAR

(BİLİNÇALTINA YÖNELİK) Ahmet Kürşat SOMUNCUOĞLU

Hipnoz, kişinin bilincini devre dışı bırakıp,

bilinçaltına etki ederek uyaranlardan kısa

bir süreliğine uzaklaşmasını sağlamak ve

telkin alabilecek düzeye getirmektir.

Beş duyuyu etkileyerek insanların

bilinçaltına yerleştirilen telkinlerle

insanların davranış ve alışkanlıklarını

değiştirmek mümkün olmaktadır. Bu

amaçla yıllardır yapılan hipnoz

uygulamaları gelişerek ve çeşitlenerek

günümüzde birçok alana yayılmıştır.

Eğitimde öğrencilerin sınav korkusunun

geçirilmesi ve performanslarının

arttırılması için verilen telkinlerde,

psikiyatride fobilerin ve birçok

hastalıkların tedavisinde, cerrahide

hipnoz-anestezi olarak, diş hekimliğinde

diş gıcırdatmalarının önlenmesinde vb.

birçok alanda, hipnoz ve telkin yöntemleri

kullanılmaktadır.

Hipnozun uygulama şekillerinden biri

de ‘Subliminal Telkin Verme Yöntemi’

dir.

Subliminal, bilinçaltını etkilemeyi

hedefleyen gizli mesajlar olarak tarif

edilebilir. Başka bir objenin içinde saklı

işaret, resim veya seslerle normal insan

algısı limitlerinin altında kalmasını

sağlayarak o anda fark edilmemesi üzere

tasarlanır. Bir ürünün reklâmını

yapmaktan, bir inancın ya da görüşün

propagandasını yapmaya kadar birçok

alanda; sanat çalışmalarında, müzik

alanında, sinemalarda, reklamcılıkta,

siyasette ve tıbbi alanlarda bu teknik

kullanılmaktadır.

Bilincimiz, duyusal girdileri analiz eder.

Düşünür, muhakeme eder, eleştirir,

değerlendirir. Fikirleri, telkinleri yargılar,

kabul eder veya reddeder. Yani mantık

süreçleri egemendir ve bilişsel

fonksiyonlar üstlenir.

Page 40: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

37

Bilinçaltı ise beynimizin farkında

olmadığımız yanıdır. Beden dili

bilinçaltının hâkimiyetindedir.

Vücudumuzdaki reaksiyonlar bilinçaltına

bağlıdır. Bilinçaltımız, fark etmesek de

büyük bir buzdağının görünmeyen

yüzüdür. Bilincimiz 1/1000’lik bir kısmı

kaplarken bilinçaltımız geri kalan 999’luk

bölümü etkisi altında tutar.

Bilinçaltımız bütün deneyimlerimizi

depolar. Heyecanlarımızı, sezgilerimizi,

alışkanlıklarımızı ve güdülerimizi

depoladığı gibi bunların harekete

geçirilmesinden de sorumludur. Bilinçaltı,

zihin telkin ve imgeleme yoluyla iknaya

hazırdır. Bilinçli zihnin aksine

sorgulamadan tekrarlı önerileri kabul

eder, pekiştirir. Bütün otomatik

davranışlarımız, alışkanlıklarımız ve

heveslerimiz hafızada kayıtlı bilgiler

arasındadır.

Bilinç aynı anda 3 ilâ 7 işi yapabilir. Daha

fazla görev yüklendiğinde kilitlenir. Bu

yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz,

bizi o anda ilgilendirmeyen birçok veri bu

filtreden süzülür. Beş duyumuzun

karşılaştığı çok sayıda duyum,

algılanmadan bilinçaltı hafıza deposuna

aktarılır. İşte bu aşamada bilişsel sürece

değil ama bilinçaltına hitap eden tüm

propaganda ve veriler, bizim

davranışlarımıza yön çizen güdüler olarak

karşımıza çıkar. Bu özelliğinden dolayı

subliminal tekniklerle bilinçaltımıza

istenilen mesajlar verilebilmektedir.

Subliminal mesaj ile bilinçaltımızı

etkilemede en çok kullanılan teknikler

şunlardır:

Alışılagelmiş olarak kullanılan semboller

tarafından bilinçaltına yönelik olarak bazı

düşünce ve davranışları etkileyebilmek

için verilen telkinler; İşitsel mesajlar,

reklam afişleri, logolar ve benzeri

nitelikteki görsel malzemenin içine

saklanmış şekil, kelime ve rakamlar, 25.

Kare tekniği.

İnsan beyninde bilinçaltının tepki verdiği

iki önemli olay vardır: Doğum ve ölüm.

Bunlara arketip denir. Beyin, bu iki olaya

daha fazla tepki verir. Bilinçaltı bu iki

arketipe giren mesajlara daha duyarlıdır.

Page 41: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

38

Sex mesajı doğum arketipinde, kill mesajı

da ölüm arketipinde karşılanıyor.

Kuzuların Sessizliği filminin afişinde de

aynı şeyi görebiliriz. Oradaki kelebek

figürünün üzerinde bir kuru kafa

vardır(ölümü simgeler). Biraz daha

dikkatli bakınca o kuru kafanın nü

şeklinde resmedilmiş 7 kadından

oluştuğunu görürüz. Bu afişte ölüm ve

doğum arketipleri (ve bununla bağlantılı

cinsellik) birlikte kullanılmıştır. Bunu

gördüğümüz anda herhangi bir filmin

afişinden öncelikli olarak bilinçaltımızda

yer eder.

- İşitsel subliminal mesajlar; Dijital ses

dosyalarına gizlenen işitsel yollardır. İnsan

kulağı sadece belirli frekans

aralıklarındaki sesleri duyabilir. Eğer bir

müzik parçasını rahatça duyabiliyorsak,

bu bizim duyabileceğimiz frekans

aralığında olduğunu gösterir. İnsan

beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya

da daha yüksek frekansları algılayabilecek

kapasitededir. Subliminal mesaj içeren bir

MP3′ü dinlediğimizde, içindeki gizli mesajı

sadece beynimiz algılar açıkça bunu

duyamayız. Algılamak duymak değildir.

- Görsel subliminal mesajlar; Gözle

algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık

patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da

televizyon görüntüsü yoluyla bilinçaltına

itilen 25. kareler. Ekrana bakarken

yalnızca "göz kırpma" hızında bir görüntü

ekrana gelip kaybolur. Bunu fark edemeyiz

fakat bilinçaltımız bu mesajı alır.

Gördüğümüz bir anlık görüntü, 655 satır

ve frame/çerçeve denilen 24 kareden

oluşur. Sinema bandında, saat, dakika,

saniye olarak bir diziliş vardır. Saniyeden

sonra kare gelir ve bir saniye 24 karedir.

Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki

kareyi oluşturur. Her 327,5 satırda bir de

"control-track" denilen aralık vardır. İşte

bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına

başka görüntüler atılarak 25. kare

oluşturulur. Bu son kare olan 25inci kare

anlıktır. Yani görüntü saniyede 1/24

olacakken, bu 1/25'e çıkar. Kareler 25

olunca bir anda bir görüntü gelir ve anında

kaybolur. Genellikle görünmez, daha

doğrusu görülür ama bilinçaltında kalır.25.

karenin temel mantığı da mesajı bilinç-

altına göndermek olduğu için, artık dünya

sinema sanayisinde bu tekniği

kullanmayan yok gibidir. Herhangi bir

televizyon kanalındaki herhangi bir dizi/

film ya da bir belgeseli seyrederken aynı

zamanda 25. karelerle bilinçaltımız

gönderilen mesajlara/ telkinlere/

saldırılara maruz kalabilir. Bu gizli

mesajlar sayesinde, o reklâmı, diziyi, filmi

ya da herhangi bir resmi hazırlayanların

kendi hedefine, niyetine ve ideolojisine

göre vermek istediği telkinler

bilinçaltımıza gönderilmiş olabilir.

Page 42: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

39

Filmlerle, reklamlarla her türlü mesaj

rahatlıkla verilebildiği halde 25. Kare

tekniğini kullanarak bilinçaltına

ulaşılmasının sebebi bu mesajları açıkça

verdiklerinde bu kadar etkili olmamasıdır.

Kişi, bilinçli bir tercih ile gördüklerini veya

duyduklarını ya reddediyor ya da kabul

ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek

olarak getirilmiş oluyor. 25. Kare tekniği

ile saklı mesajları görmüyor, duymuyor ve

hissedemiyoruz, yani algı frekanslarımızın

tamamen altında veya üstünde yer alıyor.

Böyle bir şeyi kabul yahut reddetme gibi

bir seçeneğimiz de olmuyor. Temel

mantık; hedefteki kitlenin bilinçli tercih

hakkını elinden alarak gizlice amaçlarına

ulaşmaktır.

İnsanla ilgili uyguladıkları, gözlemledikleri

ve deneylerle ortaya koydukları bilgi ve

bulgulardan yola çıkarak “İnsanı nasıl

etkileyebiliriz” sorusuna cevap arayan

psikolog ve psikanalistler, ilk başta ticari

hedefler ve büyük şirketlerin mallarını

halka pazarlamanın bir yolu olarak bu

bilinçaltı telkinlerin uygulanması yolunu

açmıştır. Daha sonra ise bu taktiği

öğrenenler, bilhassa yapımcılar kendi

niyet, inanç ve ideolojisine göre vermek

istediği mesajları bu yolla insanlara

vermeye başladılar.

Bir grup psikolog ve yazar bu konunun

gündeme geldiği ilk yıllarda bu yöntemin

uydurma ve efsane olduğunu ve insanları

etkilemeyeceğini söylediler. Ancak, beyin

dalgalarını ölçen teknolojilerin gelişmesi

ile gizli mesaj içeren reklama beynin daha

farklı ve fazla tepki verdiği

gözlemlendikten sonra, bu yöntemin etkisi

ispatlanmış oldu. Aynı ürünün gizli mesaj

içerenini gören deneklerin beyin

dalgalarıyla gizli mesaj içermeyenini gören

deneklerin beyin dalgaları karşılaştırıdı ve

arada ciddi bir fark olduğu ortaya çıktı.

Örneğin 5 Temmuz 1971 tarihli Time’ın

arka kapağında çıkmış Gilbey’s London

Dry Gin reklamı. Reklamda bardaktaki

buzlar üzerinde ‘sex’ yazıyor. Bu reklam

sayesinde Gilbey’s’in 1.5 milyon dolarlık

satış yaptığı tespit edilmiş. Bunun üzerine

reklamla ilgili bir araştırma yapılmış. Bu

reklam deneklere gösterildiğinde yüzde

60’ı reklamın kendilerinde uyandırdığı

etkiyi ‘doyuma ulaşma’, ‘sex düşkünlüğü’,

Page 43: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

40

‘heyecanlanma’, ‘romantizm’, ‘duyguları

okşayıcı’ gibi ifadelerle tanımlamış.

Reklamın gizli mesaj içermeyen versiyonu

ise denekler tarafından bu şekilde

tanımlanmamıştır.

Knight Dunlap adında Amerikalı bir

psikoloji profesörü gözbağcılık gösterisi

yaparken bilinç gücüyle algılanmayan

“hissedilemez gölgeler” kullanarak aynı

uzunluktaki 2 çizgiyi seyircilerin farklı

ölçülerde algılamasını sağlamıştı. James

Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema

salonlarında yaptığı bir deney sonucu

patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını

iddia etti. Bu deneyde film perdede

oynarken, saliselik görüntüler hâlinde

gözle görülemeyen gizli mesajlarda :

“patlamış mısır ye” ve “kola iç” sloganları

çıkıyordu. Bu sloganlar neticesinde kola

satışlarının yüzde 18,1, patlamış mısır

satışlarının ise yüzde 57,7 arttığı görüldü.

1957 Senesinde Vance Packard bu gizli

ikna yollarını ele aldığı “The Hidden

Persuaders” adlı kitabında, umut, korku,

suçluluk ve cinsellikleri üzerine

odaklanmış reklâmlar ile insanların

ihtiyaçları olmayan malları dahi satın

almaya ikna edildiğini tespit etmiştir.

1980 yılında Olimpiyatlarda, Ruslar kendi

oyuncularının odalarını kırmızı renkle

ışıklandırırken, diğer oyuncuların

odalarını mavi ışıkla aydınlatmışlardır.

Çünkü kırmızı, canlandırıcı ve hareket

vericidir. Oysa mavi sakinleştirir. Aynı

şekilde İngiliz milli takımı daha çok beyaz

formayı tercih eder, rakip takımın ise

uygun olduğu zaman kırmızı forma ile

sahaya çıkması için teklifte bulunur.

Çünkü beyaz saflığı temsil eder sükûnet

verir. Kırmızı canlandırır. Böylece, karşı

takımın sükûnet içinde kalması ve kırmızı

formaları gören İngiliz oyuncularının da

aksine daha canlı olması sağlanmaktadır.

Bunlar renk ve şekillerle bilinçaltına

verilen subliminal telkin örnekleridir.

Yapılan bir araştırmada, ‘hırsızlık

yapmayacağım’ şeklindeki subliminal

işitsel mesajla, mağaza içi hırsızlıklarda %

37 azalma saptanmıştır.

Bu tip reklamlar, birçok ülkede, ticari

alanda ürünlerin daha fazla tüketilmesine

yönelik olarak kullanılmaktadır. Yapılan

bir deneyde 100 km lik bir yola belirli

aralıklarla dikilen farklı renkli

tabelalardan, yoldan arabasıyla geçen

şahısların fark etmemesine rağmen, yolun

sonunda istenilen renge sempati artışının

sağlandığı saptanmıştır. Bu şekilde yapılan

afişlemeler ve el kol işaretleri de aynı

derecede etkili olmaktadır.

Page 44: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

41

Siyasi alanda da kullanılmaya başlanan bu

yöntemi, ABD başkanlık seçimlerinde

tarafların televizyon programları dahil her

konuşma ortamlarında fazlasıyla

kullandıkları belirtilmektedir. Time

dergisinin Kaddafi’ yi kapak yaptığı bir

sayısında bu teknik kullanılarak, resim

içine çıplak gözle görülemeyecek şekilde

‘kill’ (öldür) yazılması bu tip telkin

mesajlarına örnek olarak gösterilebilir.

Twinkle Twinkle Little Star şarkısında,

arka planda ‘Allah Yoktur’ subliminal

telkini yer almaktadır. Bu nedenle bu şarkı

bazı İslam ülkelerinde yasaklanmıştır.

John Lennon’ ‘İmagine’ şarkısının geri

planında Marksist ve Komünist

ideolojilerin yayılmasına yönelik telkinlere

yer vermiştir.

Subliminal mesaj tekniği, çizgi filmlerde,

şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde

yasal olmayan bir şekilde

kullanılmaktadır. Çocuklara sevgiyi

kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz

çizgi filmlerin arasına pornografik

resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler,

masonik örgütlerin ya da gizli tarikatların

propagandasını yapmak için gizli

semboller, bu teknolojiyle saklanmaktadır.

Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde

cinsellik temasını yıllardır çocukların

bilinçaltına kazımıştır. Bütün dünyada

milyonlarca çocuğun seyrettiği Aladdin

çizgi filminde; Aladdin bir kaplanla

konuşurken, geri planda esrarengiz bir

sesin ‘elbiselerini çıkart’ şeklindeki

tekrarları açıkça duyulabilir. Kaptan Popey

çizgi filminde de çocukları pornoya teşvik

eden mesajların daha da bariz olduğu

görülmektedir. Tom ve Jerry, Mickey

Mouse ve Aslan Kral çizgi filmlerinden

Dövüş Kulübü'ne kadar pek çok ünlü

Hollywood ürününün sahneleri arasına

'sex' kelimesi ustaca yerleştirilmiştir.

Çocuklar, fark etmeden o görüntüleri

beynine misafir etmekte ve şahsiyetinin

oluştuğu o en ciddî yaş diliminde (sıfır-

yedi yaş arası) bu görüntüler

bilinçaltlarında hapsolmaktadır. Bilinçaltı

asimilasyonu ile çocuklar cismen ailesi

yanında ama ruhen başkalarının oyuncağı

olacak şekilde yetiştirilmektedir.

Bu yöntem; ahlaki değerler üzerine etkili

olabilen bir savaş silahı olarak da

gelişebilecek niteliktedir. Bir milleti yok

etmek için benliği olmayan öz değerlerden

yoksun her zaman kullanılmaya ve

Page 45: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

42

birilerinin kuklası olmaya müsait bir nesil

oluşturmak yeterlidir.

Film ve programların alt yazılarında ‘bu

programda sanal reklam uygulanmıştır ‘

ibaresi verilmektedir. Ancak hangi

telkinin, ne şekilde yüklendiğini bilemeyiz.

Belki yeni bir ürün satışı, belki bir siyasi

partiye oy vermemiz, belki de yapmamızı

istedikleri çok daha başka şeyler

bilinçaltımıza yüklenmektedir. İşte bu

nedenle, bugün bu reklamların geçerliliği,

gerçeklik payı ve etik değerleri üzerinde

tartışmalar başlamıştır. ABD, İngiltere ve

Rusya gibi bir çok ülkede ‘Subliminal

Telkin Yöntemleri’ yasaklanmıştır. Ancak

bu ülkelere ait birçok kuruluş, ürünlerini

pazarladığı ülkelerde bu yöntemlere

başvurmaktadır.

25. Kare Subliminalt tekniğinde ve diğer

Subliminal bilinçaltı tekniklerinde dikkat

edilmesi gereken nokta; kullanılan

teknikten ziyade, hangi alanda hangi

hedef-niyet çerçevesinde kullanıldığıdır.

Bu mesaj yönteminin insanlığa faydalı

olacak şekilde kullanılması için gerekli

özenin gösterilmesi gerekmektedir. Stres

yönetimi, sigarayı bırakma, kendine güven

eksikliği gibi daha onlarca farklı konularda

artık bu subliminal teknikten

yararlanılabilir.

Bilgisayarımızı yanlış kodlamalarla iş

görmez hali getirebiliriz. Bilinçaltımız da

tıpkı bir bilgisayar gibidir. Bu nedenle

izlediğimiz, gördüğümüz ve duyduğumuz

her şeye dikkat etmemiz gerekir. Zira

insan beyni büyük ve kusursuz bir

yazılımdır, bu yazılımın kodlarıyla

oynamak çok yanlış sonuçlar doğurabilir.

Page 46: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

43

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

MİLLÎ DAVAMIZ KIBRIS Serhat ÇAKIR

Kıbrıs’ın Jeopolitik Önemi ve Tarihi

Kıbrıs meselesine değinmeden önce

Kıbrıs’ın tarihi ve jeopolitik öneminden

bahsetmek gerekir. Kıbrıs Sicilya ve

Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü

büyük adasıdır. Kıbrıs tarih boyunca

sürekli el değiştirmiştir. Mısırlılar, Hititler,

Akalar, Dorlar, Finikeliler, Asurlular,

Persler, Romalılılar, Araplar, Lüzinyanlar,

Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar,

İngilizler Kıbrıs’tan gelip geçmişlerdir. Bu

kadar el değiştirmesinde adanın stratejik

öneminden kaynaklanmaktadır. Ülkemiz

açısından önemine değinmek gerekirse

Güneyden Türkiye’nin coğrafi güvenliğini

sağlamakta Türkiye’nin derinliklerine etki

edebilecek hava ve deniz üssü

karakterinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika

ülkeleriyle olan deniz ticareti yollarını

kontrol altında bulundurmaktadır. Adanın

önemine ulu önder Atatürk’ün Kıbrıs

hakkında söylediği şu sözler Kıbrıs’ın

Türkiye açısından önemli olduğunu

kanıtlar niteliktedir.

‘’Efendiler, Kıbrıs düşman elinde

bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal

yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat

ediniz Bu ada bizim için çok önemlidir’’

diye konuşur.

Ada 1 Ağustos 1571’de Osmanlı

imparatorluğunun eline geçmiştir. Adada

Türk hâkimiyeti öncesi adada Katolik dini

hâkimken Ortodokslar büyük baskı altına

alınmış, Türklerin adayı almasında en çok

Ortodokslar memnun olurken yoğun bir

şekilde adaya Anadolu’dan Türk nüfusu

göç ettirilmiştir. Adada Osmanlının

adaletli yönetim anlayışıyla huzur içinde

yaşayan halk Yunanistan’ın bağımsızlığını

kazanmasıyla uyguladığı yayılmacı

siyasetiyle huzur ve barış kalmamıştır.4

Haziran 1878’de 92 bin altın karşılığında

İngilizlere devredilerek adadaki 308 yıllık

Osmanlı idaresi sona bulur. Adanın

mülkiyeti Osmanlı Devletinde olmak

şartıyla yönetim geçici olarak İngiltere’ye

geçer, bu durum kâğıt üzerinde kalarak 29

Ekim 1914’te İngiltere tarafından ada tek

taraflı olarak ilhak edilir. Ayrıca adanın

İngilizlere kiralanmasıyla ENOSİS’ i

gerçekleştirme için fırsat olduğunu

düşünen Rumların Yunanistan’dan gelen

destekle ilhak faaliyetlerine hız

vermişlerdir. Rumlar İngilizlere sürekli bu

ENOSİS dileklerini usanmadan bıkmadan

dile getirip baskı altına almayı

çabalamışlar İngilizlerde zaman zaman

Rumları bu isteklerinde dolaylıda olsa

desteklemişlerdir. İngiliz idaresindeki

Page 47: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

44

Kıbrıs da planlı bir şekilde hem Osmanlı

imparatorluğu hem de Türkiye

Cumhuriyeti döneminde Türk halkı göçe

zorlanır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı

Devletinin İngiltere’ ye karşı cephede

olması Kıbrıs Türklerinin üzerinde büyük

baskıların doğmasına sebebiyet vermiştir.

Lozan Antlaşmasıyla 1923’te Kıbrıs adası

İngiltere’ye resmen bırakılarak Lozan’dan

1959’ a kadar Rumların ada üzerinde

sadece kendilerinin egemen olmak

istemesi sonucunda Ortodoks kilisesinin

kışkırtmaları ile İngiliz yönetiminin 11

ağustos 1931’de koyduğu gümrük

yasalarını protesto eden Rumlar ENOSİS

için ayaklanmışlardır. Her ne kadar

İngilizler geçmişte Rumları

desteklemesine rağmen Kıbrıs’ı Rumlara

vermek istememektedir.

Kıbrıs Türklerine Yapılan Katliamlar

İkinci Dünya Savaşından sonra Rumların

EOKA terör eylemleri hızlı bir şekilde

artarak 2.Dünya Savaşı sonrasında

kazanan tarafta olan İngiltere ve

Yunanistan olması nedeniyle Atina

açısından güven ve rahatlama olmuştur.

On iki adanın Yunanistan’a verilmesiyle

Türkiye bu durum karşısında tepki

gösterememiş çünkü Sovyetler Birliği

tehdidinin diplomasideki pazarlık gücünü

zayıflatması ve ABD’nin desteğini

istemektedir. Türkiye’nin uluslararası

alanda durumu Rumları cesaretlendirmiş

ENOSİS girişimlerinin artmasına sebebiyet

vermiştir. ENOSİS’in en büyük savunucu

Kilise olmuş, bunun yanı sıra da Rumların

Komünist Akel partisi de ENOSİS’e destek

vermiştir. İngiltere’nin Kıbrıs konusunda

geçmişte Rumlara destek vermesi Kıbrıs

Türklerine ekonomik siyasi ve kültürel

alanda uyguladıkları baskılar sonucu

binlerce Kıbrıs Türkü göçe zorlanarak

bunun en büyük sorumlusu olan İngiltere

Rumların ENOSİS düşüncesine karşı

uluslararası alanda Türkiyenin’ de

varlığını görmek istemektedir. Bu

düşüncesindeki asıl sebep İngiltere’nin

Kıbrıs konusunda kendisine biçtiği pay

Ortadoğu’ya hâkim olmak ama o günün

şartlarında görevini ABD’ ye bırakarak bu

sebeple Kıbrıs’ ı bir üs olarak kullanmak

istemektedir. ENOSİS’e karşı çıkmasında

en önemli sebepte bu durumdur.

Yunanistan 23 Temmuz 1955 tarihinde

BM Genel kuruluna başvurarak Kıbrıs

meselesini yeniden gündeme getirerek

İngiltere’nin çağrısıyla Londra konferansı

toplanır. Yunanistan ENOSİS’i talep

etmekte Türkiye’ de Yunanistan’ın

ilhakına karşı çıkmaktadır. Konferanstan

sonuç çıkmayınca dağılarak Rumların

uluslararası alanda başarılı olamayacağını

anlamasıyla Makarios’un önderliğinde

terör örgütü kurularak Kıbrıs Türkü’nü

katletme kararı alırlar. Bu örgütün adı

EOKA başına da Grivas adlı terörist

geçerek Makarios ve Yunanistan’dan emir

beklemekte beklediği emir 1955 yılının

Ocak ayında gelmiştir. OKA’nın

eylemlerinin artmasıyla öldürülen

Türklerin sayısı 8’e ve yaralıların sayısı

39’a ulaşmış, EOKA’nın bir polis

karakoluna saldırısıyla 15 Türk

yaralanmıştır. 4 yıllık faaliyet

dönemlerinde 30 Türk köyüne saldırılar

düzenleyen ve bu köylerin Türk halkına

göçe zorlayan EOKA 200 civarında Türkü

katletmiş yüzlercesini yaralayarak faaliyet

süresi içinde 4750 Bombalı saldırıda

bulunmuş 2979 sabotaj eylemi

gerçekleştirmiştir. Bu eylemlerle hedef

Kıbrıs Türkünü adadan temizlemek ve

Page 48: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

45

ENOSİS’i gerçekleştirmektir. Bu

katliamların olması durumunda

Türkiye’nin sesiz kalmaması on iki

adaların Yunanistan’a verilmesi ile Kıbrıs’

da aynı duruma düşünülmesi

beklenemezdi, yoksa Türkiye’nin de

güvenliği tehlike altına girecekti. Türklerin

ilk yığınsal tepkileri olan 5-6 Haziran 1956

olayları iki halk arasında gerginliği

tırmandırmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs’ın

ilhakın’a karşı yeni çözüm bulunması

gerekiyordu. Adnan Menderes döneminde

‘’Taksim’’ fikri işte bu arayışların sonucu

ortaya atılmıştır. İsmet İnönü de bu fikre

destek vermiştir. BM sorunun barışçı

yollarla halledilmesi gerektiğini

söylemekte daha sonrasın da sürgünde

bulunan Makarios’un serbest bırakılması

ile sorun ne kadar barışçı yollarla

halledebilirdi ki bu esnada Kıbrıs’ta EOKA

eylemlerine devam etmektedir. Türk

kesimi de bu saldırılara karşı Fazıl

Küçük’ün kurduğu Volkan, Ağrı gibi

küçük direniş örgütleri ile Rumların

saldırılarına karşılık vermekte fakat her

türlü maddi ve manevi desteği

Yunanistan’dan sağlayan EOKA’ ya karşı

durması beklenemezdi. Daha geniş

anlamda örgütlenmesi ve bilimsel esaslara

göre teşkilatlandırılacak örgüte ihtiyaç

vardı. Bu sebeple EOKA terörüne karşı

Rauf Denktaş Burhan Nalbantoğlu ve

Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından

Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT)

kurulmuştur.

Bu zamana kadar Rumların yaptığı

katliamlardan bahsetmiştik Kıbrıs Türkleri

için dönüm noktası olan 27-28 Ocak

olayları sonucunda Kıbrıs da Türklere

sürdürülen vahşetin artık İngilizler

tarafından gerçekleştiğini göreceğiz. Kısa

sürede olsa roller değişmiş bu değişimi

meydana getiren Kıbrıs’ta yüksek sayıda

basılan Bozkurt gazetesinde yayınlanan

haberler olmuştur. Dışişleri Bakanı Fatih

Rüştü Zorlu’nun açıklamaları Bozkurt

gazetesince yanlış yorumlanıp İngiltere

taksimi kabul etti şeklinde

değerlendirilerek gazete baskıdan

çıkmadan haber dışarıya sızarak, haberi

duyan Kıbrıs Türkü sokaklara dökülür.

Lefkoşa sokakları ‘’ Taksim’’ nidalarıyla

çınlar, yıllardır Rumların tedhis

hareketleri karşısında ses çıkarmayan

İngiltere’nin silahsız Türk Halkına karşı

acımaz davranması da emperyalist

Batılıların çifte standardını göstermekte,

İngiliz askerleri resmen terörist

olmuşlarıdır. Burada şunu belirtmek

gerekirse İngiltere her ne kadar

Uluslararası alanda Rumlara bazen destek

vermemiş gibi görülse de ortak amaçları

her zaman aynı olmuş Kıbrıs Türküne

soykırım faaliyetleri devam etmiştir.

Anavatan Türkiye’de tepkiler

gösterilmekte mitingler yapılmakta

ENOSİS’e karşı ‘’Taksim’’ tezi ileri

sürülmektedir. Kıbrıs da iki taraf arasında

geçen çatışmalarının sonunun gelmemesi

üzerine çözüm yolları aranmakta kısa

sürede olsa Yunanistan ve Türkiye

Başbakanlarının Zürih’te buluşarak varılan

anlaşmalar sonucunda 16 Ağustos 1960’da

iki halkın kurucu egemenliğinde ve

yönetimiyle federatif Kıbrıs Cumhuriyeti

kuruldu. ENOSİS ve TAKSİM bir süre geri

plana itilmiştir. Anayasa hazırlanıp Rumlar

artık Türkler üzerinde baskı

uygulamayacağı için bu durumu içlerine

sindiremeyerek, Kıbrıs Cumhuriyetini

ENOSİS için sıçrama tahtası olarak

gördüler. Rumlar yine Rumluğunu yapıp

Türk milletvekillerine kamu yöneticilerine

Page 49: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

46

silah zoru ile görevinden uzaklaştırıp

Kıbrıs cumhuriyetinin meşruluğunu

ortadan kaldırarak Anayasada’ da 13

maddelik değişiklik teklifleri ile Türkleri

Devletin ortağı olarak değil de azınlık

olarak lanse etmektedirler. Anayasa

değişikliği Türkiye ve Kıbrıs Türkleri

tarafından reddedilerek Rumlar tekrardan

silahlı eylemlerine başlayarak bu

amaçlarına ulaşmak için Akritas planını

uygulamaya koymuşlardır. Akritas

planının okunması rahmetli Denktaş’ın

vasiyetidir.

Bu savaş Kırmızı-Beyaz bayrağın adada

kalması veya Mavi-Beyaz bayrağın

adanın tümünde dalgalanması

savaşıydı. Denktaş haklıdır çünkü

Akritas planı hala yürürlüktedir.

Bu planın sonucu olarak ortaya çıkan 21

Aralık 1963’ de Kanlı Noel Türklere

yapılan soykırım gerçeğini yansıtmaktadır.

Tahtakale, Aspava (Kumsal) ,Küçük

Kaymaklı’ya sızan EOKA’cı Rumlardan

kaçamayan Türkler katledilmiştir. TMT

artık yeraltından yerüstüne çıkarak saldırı

amaçlı değil de tamamen savunma

niteliğinde Kıbrıs Türkünü koruma

görevini üstlenmiştir. Türkiye garantörlük

hakkını kullanarak Yeşil hat anlaşması

imzalanmış, Rumlar bir taraftan görüşme

masasına gelirken diğer taraftan Ayvasal

köyünde katliamlarına devam ederek 12

Türkü toplu mezarlara gömmüşlerdir.

Kıbrıs Türkü Anavatandan yardım

istemekte Makarios’ un görüşmelere

yanaşmaması ve saldıra devam etmesi

üzerine Türkiye garantörlük hakkını

kullanarak Türk jetleri Lefkoşa

semalarında dolaşmakta bunun

sonucunda Rum saldırıları kesilmiş,

1967’de Kıbrıs Geçici Yönetimi

kurulmuştur. Makarios artık saldırı

yöntemini değiştirerek ekonomik siyasal

baskılarla Türk halkı göçe zorlanarak Türk

halkının erime süreci 1974 Türk Barış

harekatına kadar sürmüştür. Kıbrıs sorunu

yepyeni boyutlara girecek Türk Halkı

özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşacak

20 Temmuz 1974 Türk Barış harekâtı

gerçekleştirilecektir.’’ Kıbrıs Barış

Harekâtı’ ’Kıbrıs’ın Yunanistan’la

birleşmesini önlemek adada iki halk için

de geçerli olan barışı gerçekleştirmeyi

amaçlamıştır. Kıbrıs’taki Nicos Sampson

Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmış

Yunanistandaki cuntada yönetimi sivillere

devrederek Türkiye ve Yunanistan

arasında diplomasi başlamış, iki ülkenin

Dışişleri bakanları cenevrede toplanarak

cenevre protokolünü yayınlamışlardır.

Protokolün 1. Maddesine göre Türkiye

garantör devlet olarak haklılığını resmen

tescil ettirdi.Cenevre Protokolü Türk

Diplomasisinde büyük başarı olmuş, 2.

Cenevre konferansında ise Türkiye

federasyon tezini benimsemiştir.

Başbakan Bülent Ecevit istenildiği

şekilde sonuç alınmazsa ikinci bir

harekatın söz konusu olacağını belirterek

14 Ağustos 1974’ de İkinci Barış harekatı

gerçekleştirildi.TSK Atilla hattı olarak

isimlendirlen hedefe ulaşıp Magosa-Lefke

hattı çizildi.Türkiyenin birinci harekatı

dünya kamuoyunca yasal bulunurken

Page 50: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

47

ikinci harekat işgal olarak

nitelendirilmiştir.Türkiyenin’de buna

cevap olarak Zürih ve Londra antlaşmaları

çerçevesinde garantörlük hakkını

kullanmış yasal olduğunu söyleyerek bu

tezinde de haklılığını dile getirmiştir.

1974 Kıbrıs Barış Harekatından Sonrası

Kıbrıs Barış harekatından sonra Kıbrıs

Türkü kendi bölgesini oluşturmuş, 1960

antlaşmalarının Rumlar tarafından ihlal

edilmesiyle kendini siyasi boşlukta

hisseden Kıbrıs Türk halkı 13 Şubat

1975’de Kıbrıs Türk Federe Devletini

kurmuştur. Rauf Denktaş’ın bundan sonra

asıl amacın bir federesyon çevreçevesinde

Kıbrıs Rum toplumuyla birleşmek

olduğunu açıklamasıyla Rauf Denktaş’ın

Rum kesimiyle görüşmeleri sürerken Rum

kesimi Kıbrıs meselesini sürekli çıkmaza

sokmakta ekonomisi giderek gelişen Rum

kesiminin tersine ekonomik sıkıntı çeken

Kıbrıs Türkünün bu durumunu sürekli

fırsat olarak kullanlanarak iki taraf

arasında kesinteye uğrayan ilişki 1980’de

yeniden başlamıştır. Türk tarafı iki

toplumlu iki bölgeli federe devlet

önerisine karşı Rum tarafı iki

toplumluluğu kabul etmekte ama iki

bölgeleliliği reddetmektedir. Türk kesimi

ayrıca can ve mal güveliğine karşı TSK’ yı

bölgesinde istemekte Kıbrıs Türkünü

yıldırma politikası sonucu göçe

zorlamalarına Kıbrıs Türkü’ nün kesinlikle

Rum yönetimi altına girmeyeceğini ve son

olarak da ENOSİS’ i kabul etmeyeceğini

söylemekte ve söylemlerinde son derece

haklıdır. 1983’ e değin Kıbrıs’ ın BM

gündeminde yer almasına rağmen çözüm

bulunamamış bunda da suçlu tarafın Rum

kesiminde olduğunu görmekteyiz.Kıbrıs

Türkü 1975 yıllından itabaren devlete

sahip olduğundan 1960 Anayasasından

doğan self-determinasyon hakkını

kullanarak KKTC’ yi ilan etti.Rauf Denktaş

yeni Devletin Cumhurbaşkanı seçilerek

artık bu süreden sonra Denktaş’ın

diplomasi savaşı başlamakta BM

bünyesiden Kıbrıs meselesi çözülmeye ele

alınmaktadır. BM artık çözüm önerileri

sunmakta bu önerilerinin bazıları

Türklerin aleyhine olmasına karşılık

Rumların itirazlarının olması Kıbrısı

içinden çıkılmaz duruma düşürmüştü.

Rumlar bütün adayı kendi himayelerine

almak istemektedir. O dönemde

Türkiye’de Özal Hükümeti bulunmakta

Kıbrıs meselesine gereken önemi

vermemiş çünkü Özal’ın dış politikası Batı

ile bütünleşmek olduğu için Denktaş’ ta

Kıbrıs meselesinde büyük ödünler

verileceğinden kaygı duymakta kaygısında

da haklıydı. 1992’de ANAP dönemi sona

ermiş DYP-SHP koalisyonunda Kıbrıs

politikası Özal dönemine göre değişmiş

Denktaş büyük ölçüde rahatladı. Denktaş

Kıbrıs konusunda masaya oturmaya her

koşulda hazır iken kırmızı çizgilerinden

ödün vermemek şartıyla her platformda

dile getirmekte 1994’ lerin sonlarına

gelindiğinde Kıbrıs’a hala çözüm

bulunamamiştı. Kıbrıs meselesinde

GKRY’nin AB birliği üyeliğine başvurması

Page 51: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

48

ayrıca Türk tarafına danışmadan tek

taraflı bu tutum sergilemesi meseleyi iyice

çıkmaza sokmuştur. Avrupa komisyonu

1993’te Rum yönetiminin başvurusunu

kabul etti.Şimdi bu durumları

değerlendirmek gerekirse geçmişte

yapılan antlaşmalar gereği gerek Rum

tarafının gerek AB’nin böle tutum

sergilemesi Uluslararası Hukuku

çiğnemek degilmiydi? KKTC’nin sadece

siyasi anlamda değil ekonomik anlamda da

ambargo uygulunmıştır .

Kıbrıs Türk ile Kıbrıs Rum tarafları

arasında sorunun çözümünde uzlaşmaya

varılamayınca BM Genel Sekreteri

tarafından Annan isimli plan sunulmuş,

Akritas’tan Annan planı’na;

Makarios’tan Hristofyas’a 24 Nisan

2004’te Kıbrıs’ın her iki kesiminde Annan

Belgesi üzerinde refaranduma gidilmiş

KKTC halkı kabul ederken GKRY halkı ise

belgeye hayır diyerek Belge yasal açıdan

geçersiz sayılmıştır. Rumlar da çoğunlukla

‘’evet’’ demiş olsalardı Maraş Güzelyurt

Rumlara verilmiş,Rumlara Kuzeydeki

taşınmazlara dönmüş,Türk askeri adadan

çekilmiş askersizleşme süreci sürüyo

olacaktı.Ne var ki Rumlar AKEL’in de

desteklediği bir çoğunlukla ‘’hayır’’

diyerek gerçekte istediklerinin gündeme

getirdiklerinden ibaret olmadığını

gösterdiler. Bu zamana kadar anlattığımız

Kıbrıs meselesini diplomasi mekiği

içerisinde değilde ağırliklı olarak Kıbrıs

Türkü’ne yapılan katliamları dile

getirdim.Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT)

üzerinde durmak gerekir çünkü GKRY’i

2005 yılını EOKA yılı ilan ederken TMT’ yi

günümüzde fazla kimse

bilmemektedir.Ulusal bilincimizi

güçleştirmek adına önemli bir yere

sahiptir.Yakın zaman da kaybettiğimiz

TMT’nin kurucuları arasında olan KKTC

Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş

başta olmak üzere ismi sanı anılmıyan bu

dava uğrana canını veren

kahramanlarımızın ve hunharca

katdedilen Kıbrıs Türkü’nün ruhları şad

mekanları cennet olsun…

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

Page 52: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

49

UYUYANLARA AĞIT Galip ERDEM

Derin bir uyku içindesiniz. Rahatsınız,

huzurlusunuz, memnunsunuz! Olup

bitenleri görememenin, uyandırılacağınızı

düşünememenin keyfini sürüyorsunuz.

Saadetinizin hep böyle devam etmesini,

hiç uyandırılmamanızı isterdim.

Ama maalesef bir gün gelecek, siz de

uyandırılacaksınız. Yazık ki o zaman,

“Artık çok geç olacak!” Bir daha uyumak

şöyle dursun, yatak bile bulamayacaksınız.

Ve o vakit, sizin hesabınıza üzülmek yine

bize düşecek.

Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz.

Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından

korkuyorsunuz. Yuvanızın temeline

dinamit koymak istiyorlar, diyoruz,

aldırmıyorsunuz. Sözümüze kulak

verirseniz tedbir almak gerekeceğini

anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz.

Bir tek endişeniz var: Gününüzü gün

etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.

Mücadeleden ürküyorsunuz. Öylesine

ürküyorsunuz ki, sizin için yapılan

mücadelelerle ilginiz olmadığını

göstermek ihtiyacını duyuyorsunuz.

Memleketimizin bin bir dâvası var.

Nizamınızı yıkmak isteyen düşman

kuvvetler sayılamayacak kadar çok. Diken

üzerindesiniz. Fakat dikenli bir yolda

ayağınızı yaralamadan yürümenin

mümkün olmayacağını unutuyorsunuz.

Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya

görmüşçesine, sırtınızı dönüyor, yeni ve

eskiden daha derin bir uykuya

dalıyorsunuz. Canınıza kastedenler her

geçen gün yatağınıza daha fazla yaklaşıyor,

korunma imkânlarınızı gittikçe

azaltıyorlar. Hiçbir feryat sizi

uyandıramıyor, tehlikeyi anlamanızı temin

edemiyor. Yaklaşan düşmanın ara sıra

yumruğunu yiyor, hassas bir yerinize iğne

batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor, şaşkın

şaşkın bakıyor ve sonra da sayın başınızı

tekrar yastığa gömüyorsunuz. Kurtuluş

ümitlerine veda etmeden uyanmanızı

istiyoruz. İyi niyetimize akıl erdiremiyor,

gayretlerimize yabancı kalıyorsunuz. Hatta

biz olmasak daha rahat uyuyacağınızı

sandığınız, bu yüzden bize düşman

kesildiğiniz bile oluyor. Yine de

başucunuzda davul çalmaktan

vazgeçmeyeceğiz. Gözünüzün açılması için

ne mümkünse yapacağız. Gafletten

sıyrılmağa biraz da sizin çalışmanızı

bekliyorsak, acaba haksızlık mı ediyoruz?

1969

Page 53: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

50

KİTABİYAT Aybike Gökçen ŞİMŞEK

Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi... Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi...

Orta Asya’nın en ortasında, bir demiryolu istasyonu çevresinde yaşayan bir avuç insanın hayatıyla, tüm dünyayı ilgilendiren bir gelişme nasıl mı gelişir? Cengiz Aytmatov’un bu şaheserinde kendinizi çölün ortasında bir bozkır çocuğu olarak bulacaksınız. İnsanların basit sorunlarına şahit olacak, bildiğimiz evrenin sınırlarında dolaşacaksınız.

"...Yalnızım, evet yalnızız. Yani, bak, büyük kalabalıkların ortasında, insan denilen sosyal varlık kendi iç dünyasının mahpusu halinde, şifasız bir yalnızlığa mahkûm. Yalnızım, evet herkes yalnızdır, yalnızız. Bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor. Hatta kendi kendimizle mücadelelerimizde bile kendilerimiz birbirine karşı yalnızdır..."

Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çemberini kırmaya, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah’ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükûn bulamayacaktır.

Page 54: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

51

BİR TUTAM TÜRKÇE Fatma ORAKCI

Etimoloji (kök ve köken bilgisi) üzerine

deneme sahası olan yazımda, birkaç

kelime üzerine durmak amacındayım.

Denemelerim öncesinde, sık yapılan

hatalar için şu kuralları belirmek

lüzumunu görüyorum: Türkçede bir fiil

kök veya gövdesine iyelik eki, hal ekleri,

gelmez. Fiil köküne kip ekleri ile şahıs

ekleri gelmektedir. İsim kök ya da

gövdesine ise iyelik eki ve hal ekleri

gelmektedir. Aksi iddia edilemez. Bunu

da belirtmiş olmakla sözcüklere

geçebiliriz.

1. Uygula- : Tatbik etmek

Uy-gu+la-

Uy: 1. Ölçüleri birbirine tutmak;

2. renk, biçim vb. yönünden birbirini

tutmak;

3. zevke, anlayışa uygun düşmek;

4. bir inanca, bir anlayışa, bir

duruma veya egemen güce uygun

davranışta bulunmak;

5. bağlı olmak, tabi olmak

6. uygun düşmek, münasip olmak.

Uy-: fiil kökü

-gu-: fiilden isim yapım eki

+la-: isimden fiil yapım eki

NOT: Türkiye Türkçesinde ‘uygu’

diye bir ad yoktur fakat “+la” eki

isimden sonra gelir ve “-gu” ekinin

de fiilden isim yahut isimden isim

yapma işlevleri vardır.

2. Ütülü: Ütülenmiş, ütü ile kırışıkları

giderilmiş

Üt-ü+lü

Üt: 1. Kesilmiş tavuğun tüylerini

yakmak;

2. Kesilmiş koyun, keçi, dana gibi

hayvanların baş ve ayak tüylerini

yakmak.

Üt-: fiil kökü

NOT: Orta Türkçede üt-, üti- (Divan-ı

Lügati-t Türk’te üti-, ütüle-, ütük,

ütül-, ütülen- ) şekillerine rastlarız

-ü(k): fiilden isim yapma eki

Ütü: Giysilerin kırışıklıklarını

gidermek için bunların üzerinde

geçirilen kızgın demir araç.

3. Sınıkçı: Kırık, çıkık bağlayan kimse.

Sı-n-ık+çı

Sı-: Kırmak

Sı-: fiil kökü

-n-: fiilden fiil yapım eki

Sın-: Kırılmak

-ık: fiilden isim yapım eki

Sınık: Kırık, çıkık

NOT: Orta Türkçede, Divan-ı Lügatit

Türk’te “sınuk, sınguk” şeklinde

geçmektedir. Türkmen Türkçesinde

‘sınık’, Özbek Türkçesinde ‘sinık’,

Yeni Uygur Türkçesinde ‘sunuk’,

Kazak ve Kırgız Türkçesinde

‘sıngan’, Başkurt Türkçesinde

‘hınğan’, Azerbaycan Türkçesinde

‘gırıg’ şeklindedir.

Page 55: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

52

4. Çıplak: Yalın

Eski Türkçede “yabı- ‘örtmek’ +

-l-(a)k” kullanımını görürüz. Divan-ı

Lügati-t Türk’te “yabıdak, yabıtak”

kelimesinden hareketle “yabılak

>*çabılak>*çapılak>*çıpılak>çıplak

çözümlemesini yapan Prof. Dr.

Tuncer Gülensoy’un yönteminden

yola çıkarak şu şekilde tahlil etmiş

bulunmaktayım:

Çıpı-l-(a)k

Çıpı: fiil tabanı

-l-: fiilden fiil yapım eki

-(a)k: fiilden isim yapım eki

NOT: Anadolu ağızlarında “çılbak,

çılbah, cıblak” ; Altay Türkçesinde

“cılangaş”; Türkmen Türkçesinde ise

“çıplak” şeklindedir.

5. Aşıla-: Aşı yapmak

Aş+ı+la

Aş: Divan-ı Lügati-t Türk’te kenet

anlamında kullanılmıştır.

aş: isim kökü

+ı: isimden isim yapım eki

Aşı: Bitki aşısı, hastalık aşısı. (Eski

Türkçede “ek, perçin, kaynak”

anlamına gelmektedir.)

+la: isimden fiil yapım eki

6. Aşağılık: Aşağı olma durumu, adilik.

*aş-ak+ı+lık

Orta Türkçede “dağ eteği” anlamına

gelen ‘aşak’ kelimesi mevcuttur. Bu

kelime Türkmen Türkçesinde “alt

taraf, dip” manasında

kullanılmaktadır.

aş: fiil kökü

-ak: fiilden isim yapma eki

+ı: isimden isim yapma eki

+lık: isimden isim yapma eki

7. Görsel: Görme ile görme duyusu ile

ilgili.

*kö-r-sel

kö-: fiil kökü

-r: fiilden fiil yapım eki

-sel: fiilden isim yapım eki

NOT: (*) işareti; kökün bir tahmin,

bir faraziye, olduğu manasına

gelmektedir. Fransızca “-sal, -sel, -al,

-el, -l” ekleri hiçbir Türk lehçesinde,

şivesinde, tarihi döneminde yoktur.

Bu ek ile yapılan gövdeler, tamamen

uydurma bir sözcüktür. Prof. Dr.

Fındıoğlu’nun şu sözü bilinçsizce

kullanılan bu ekin yerleştirilmeye

çalışılması vehametini özetler

mahiyettedir: “Türkçemizi ‘-sal’ a

bindirdiler, ‘-sel’ e verdiler.”

8. Çarıklı: çarığı olan.

Çar+(u)k+lug(Divan-ı Lügati-t Türk)

çar-: fiil kökü

+(u)k: fiilden isim yapım eki

Çarık: Sığır kellesinin derisinden

yapılan ayak giyeceği. Eski Türkçede

ve Orta Türkçede “çaruk” şeklinde

geçmektedir.

+lug: isimden isim yapım eki

NOT: Türkiye Türkçesinde, bu

kelime /g/ sesinin düşmesi ile ünsüz

düşmesi ve ünlü düzleşmesi sonucu

“çarıklı” kelimesi mevcuttur.

KAYNAKÇA:

1) Gülensoy, Tuncer, Türkiye

Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin

Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK

Yayınları, Ankara, 2011

2) Eyuboğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin

Etimoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınları,

İstanbul, 2004

Page 56: Gencay Dergisi Sayı: 02 - Mart 2012

GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABI “YENİ” ANAYASANIN ŞİFRELERİ’Nİ

İNTERNET SİTESİNDEN İNDİREBİLİR VEYA MERKEZİMİZDEN BASILI OLARAK

TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.

millidusunce.org