69
TÜRKİYE’DE YÖNETİM BİLİMİ – KAMU YÖNETİMİ DİSİPLİNİ Aşağıda künyeleri verilen makalelerin tam metnine bu sayfadan erişilebilir: I. Nuray Ertürk Keskin, “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplininin Köken Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 39, Sayı 2, Haziran 2006, s. 1-28. II. Nuray Ertürk Keskin, “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 41, Sayı 4, Aralık 2008, s. 1-25. III. Nuray Ertürk Keskin, “II. Meşrutiyet’te Yeni Düzen Arayışı: Mülkiye Mecmuası Üzerine Bir İnceleme (1909-1911)”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, TODAİE, Ankara 2009, s. 225-236. IV. Nuray Ertürk Keskin, “Yönetim Olgusu Üzerine 1909 Tarihli Bir Makale: Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi”, Memleket SiyasetYönetim, Sayı 12, 2010, s. 181-200.

Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

yönetim bilimi, kamu yönetimi

Citation preview

Page 1: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

TÜRKİYE’DE YÖNETİM BİLİMİ – KAMU YÖNETİMİ DİSİPLİNİ

Aşağıda künyeleri verilen makalelerin tam metnine bu sayfadan erişilebilir:

I. Nuray Ertürk Keskin, “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplininin Köken Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 39, Sayı 2, Haziran 2006, s. 1-28.

II. Nuray Ertürk Keskin, “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 41, Sayı 4, Aralık 2008, s. 1-25.

III. Nuray Ertürk Keskin, “II. Meşrutiyet’te Yeni Düzen Arayışı: Mülkiye Mecmuası Üzerine Bir İnceleme (1909-1911)”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, TODAİE, Ankara 2009, s. 225-236.

IV. Nuray Ertürk Keskin, “Yönetim Olgusu Üzerine 1909 Tarihli Bir Makale: Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi”, Memleket SiyasetYönetim, Sayı 12, 2010, s. 181-200.

Page 2: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

2

TÜRKİYE’DE KAMU YÖNETİMİ DİSİPLİNİNİN ‘KÖKEN’ SORUNU*

Bu yazı Amme İdaresi Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Nuray E. Keskin, “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplininin Köken Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 39, Sayı 2, Haziran 2006, s. 1-28.

Özet: Türkiye’de kamu yönetimi disiplininin başlangıç tarihi, bu yıllarda başlayan ‘amme idaresi’ faaliyetleri [bir ders verilmesi, bir enstitü kurulması, bir kürsü açılması, ders kitapları çıkarılması] nedeniyle 1950’li yıllar olarak saptanmıştır. Oysa Türkiye’de kamu yönetimi disiplininin, bu tarihten önce ‘yönetim bilimi’ anabaşlığı altında toplanabilecek bir öncesi vardır. Bu yazı, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve daha sonra Almanya kaynaklı genel kamu hukuku ağırlıklı yaklaşımın yaygınlaşmasıyla kesintiye uğrayarak ‘unutulan’ Fransız kaynaklı yönetim bilimi incelemelerinden oluşmuş geçmişi ve Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde hukuksal yaklaşım dışında gelişen ‘yönetim bilimi’ incelemelerini konu almaktadır. Anahtar Sözcükler: Kamu yönetimi, yönetim bilimi, usuli idare.

Kamu yönetimi disiplininin başlangıç tarihine baktığımızda, araştırmaların büyük bir bölümü bizi daha sonra Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olan Woodrow Wilson’un 1887’de yazdığı “Yönetimin İncelenmesi” başlıklı yazıya götürür (Wilson, 1887). Kamu yönetimi disiplininin ‘kurucu metni’ kabul edilen bu yazıda Wilson, ‘devletin en fazla görünen kısmı’ ve ‘hareket halindeki hükümet’ olarak tanımladığı yönetimin bir bilim dalı olarak Avrupa’da geliştiğini söylemektedir. Wilson, “bu bilimi biz yaratmadık, bu yabancı köklü bir bilimdir… bu bilim Fransız ve Alman profesörleri tarafından geliştirilmiştir” dediği halde, açıklanması güç bir şekilde bu makale gerçekliğini yitirip bir tür inanca dönüşmüş ve disiplinin başlangıcı olarak kabul görmüştür.1 Disiplinin tarihsel gelişimini konu alan çalışmalarda yaygın düşünce, Wilson’un açtığı yoldan ilerleyen Amerikalı yönetim yazarlarının 20. yüzyılın başlarında ‘kamu yönetimi bilimini’ geliştirdikleri şeklindedir.2

Yönetim bilimi üzerine Wilson’un makalesinde önemle vurguladığı Kıta Avrupası birikimi, tam bir asır sonra yine bir Amerikalı tarafından gündeme getirilmiştir (Martin, 1987).3 Daniel W. Martin tarafından 1987 yılında yayımlanan “Déja Vu: Amerikan Kamu Yönetiminin Fransız Ataları” başlıklı makalede, 19. yüzyıl boyunca Fransa’da geliştirilen yönetim bilgisine dikkat çekilmektedir. Martin, kamu yönetimi disiplininin kurucularının Amerikalı yönetim yazarları olduğu şeklindeki yaygın düşünceye karşı

* Yazının hazırlanma sürecinde, düşünce aşamasından itibaren, desteğini ve katkısını esirgemeyen Prof. Dr. Birgül A. Güler’e ve Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyasına dikkatimi çeken Kudret Emiroğlu’na çok teşekkür ederim. 1 Bu makalenin, Wilson tarafından kamu yönetimi disiplininin başlangıcı olarak sunulmadığı açıktır. Öyleyse ne zaman ve kim tarafından ‘kurucu metin’ olarak nitelendirildiği, bu nitelendirmenin zaman içinde nasıl bir inanca dönüştüğü önemli bir araştırma sorusudur. 2 Kamu yönetimi disiplininin kurucuları olarak nitelendirilen Frank Goodnow, Frederick W. Taylor, Leonard D. White, W. F. Willoughby ile L. Gulick- L. Urwick gibi Amerikalı yönetim yazarlarının 20. yüzyılın ilk yarısında yayımlanan çalışmalarına kamu yönetiminin kökenine ilişkin saptamalarda sıkça değinilmektedir. Bu çalışmalardan bazıları Türkçe’ye de çevrilmiştir. 3 Bu makale 7-8 Ekim 2004 tarihinde Ankara’da düzenlenen II. Kamu Yönetimi Forumu’nda Yrd. Doç Dr. Koray Karasu tarafından sunulan “Kamu Yönetimi Disiplininin Kökenine İlişkin Bir Not” başlıklı bildiride incelenmiştir (Karasu, 2004).

Page 3: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

3

çıkmakta ve 20. yüzyılda gelişen Amerikan kamu yönetiminin atalarının 19. yüzyılda Fransa’da aranması gerektiğini dile getirmektedir. Disiplinin kökenine ilişkin bu tarihsel düzeltme, Türkiye’de, Martin’in makalesinin yayımlanmasından onyedi yıl sonra, Ekim 2004 tarihinde düzenlenen II. Kamu Yönetimi Forumu’nda Koray Karasu tarafından sunulan bildiri ile gündeme geldi. Karasu’nun, Martin’in itirazından hareketle kamu yönetimi disiplininin kökenine ilişkin yaptığı saptamalar, disipline ‘köken’ ve ‘inceleme nesnesi’ belirleme bakımından önemli katkılar sağlamakla birlikte, “Türkiye’de kamu yönetimi disiplinin kökeni nedir?” sorusunun düşünülmesi için de fırsat yarattı.

Türkiye’de yönetim bilimi/kamu yönetimi disiplininin ortaya çıkışı 1950’li yıllara dayandırılır (Güler, 1994; Emre, 1998).4 Bu tarihte Türkiye’de kamu yönetimi disiplininin inşasında üç önemli aşama dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki 1951 yılında Dünya Bankası tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin ‘yönetim bilimi’ ile tanışmasına neden olduğu söylenen Barker Raporu (IBRD, 1951: 203-204), ikincisi Birleşmiş Milletler tarafından bir ‘teknik yardım sözleşmesi’ne bağlı olarak 1953 yılında Türkiye Orta Doğu ve Amme İdaresi Enstitüsü’nün açılması, üçüncüsü 1957 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Türkiye’nin ilk ‘amme idaresi kürsüsü’nün kurulmasıdır.

Türkiye’de kamu yönetimi disiplinin başlangıç tarihi, bu yıllarda başlayan ‘amme idaresi’ faaliyetleri [bir ders verilmesi, bir enstitü kurulması, bir kürsü açılması, ders kitapları çıkarılması] nedeniyle 1950’li yıllar olarak saptanmıştır. ‘Yeni disiplin’ kurulurken ülkede varolan ‘umumi amme hukuku’ birikiminin yok sayıldığı (Güler, 1994: 10), ‘idare hukuku’ birikiminin ise, yönetim biliminin ABD’de siyaset biliminden koparak gelişmesi gibi, Türkiye’de de hukuktan ayrılarak oluşacağı düşüncesiyle (Emre, 1998:39)5 önceliğini kaybettiği söylenmiştir. Bu değerlendirmelerde, belki bir akademik kurum tarafından çıkarılmadığı için, 1928 yılından bu yana İçişleri Bakanlığı’nca yayımlanan Türk İdare Dergisi’nin varlığı üzerinde durulmamış; 1931 yılında aylık olarak yayımlanmaya başlayan Mülkiye Dergisi’nin varlığı üzerine herhangi bir değerlendirmeye gidilmemiştir. Oysa bu iki yayın, akla ‘yönetim bilimi’ konularının 1950’den önce de ilgililerin görüş alanı içinde olduğuna ilişkin sorular getirmektedir. Ancak bu tür sorular sorulmamış, ne Osmanlı ne de Cumhuriyet’in ilk çeyreği için yönetim bilimine ilişkin bir ‘başlangıç’ ya da ‘köken’ arayışına gidilmiştir.

Genel yargıya göre, kısaca, Türkiye’de kamu yönetimi disiplini “köklerindeki devlet idaresi-hukuk ağırlıklı Kıta Avrupası geleneğinden keskin bir dönüşle koparak yüzünü tamamen ABD’ye dönmüştür” (Karasu, 2004: 236). Oysa 1950’den öncesine baktığımızda, ‘yönetim bilimi’ faaliyetleri [bir yönetim okulu kurulması, ders verilmesi, Avrupa kaynaklı ders kitapları, bir bölüm açılması, yönetim incelemelerinin yayımlanması] bakımından Türkiye’de kamu yönetimi disiplinin gerçekte bir boşluğa doğmadığı görülmektedir. Bu yazı, 1950’li yıllarda Türkiye’de kamu yönetimi disiplini ABD tarafından kurulmadan önce, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve daha sonra Almanya kaynaklı genel kamu hukuku ağırlıklı yaklaşımın yaygınlaşmasıyla kesintiye uğrayarak ‘unutulan’ Fransız kaynaklı yönetim

4 Kamu yönetimi disiplininin gelişimi konusunda iki önemli kaynak bulunmaktadır: (Güler, 1994: 3-19; Emre, 1998: 35-54). 5Türkiye’de kamu yönetimi disiplini kurulmadan ve ülke yoğun biçimde ABD teknolojisiyle ilgilenmeye başlamadan önce “yönetimin incelenmesi konusunda yüz yıllık bir hukuksal yaklaşım deneyimi” bulunduğunu söyleyen yazar, bu ifadenin hemen arkasından yine de “çağdaş yönetim bilimi”nin 1950’li yıllarda kurulduğunu dile getirmektedir.

Page 4: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

4

bilimi incelemelerinden oluşmuş geçmişi ve Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde hukuksal yaklaşım dışında gelişen ‘yönetim bilimi’ incelemelerini konu almaktadır.

19. YÜZYILDA OSMANLI YÖNETİM BİLİMİ

Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyıl düşünce tarihi, 1830’lu yıllarda başlayan ve liberal bir iktisadi anlayış ile ona yönelik yeni bir yönetim modelinin gerçekleştirilmesi istemine dayanan ‘Tanzimat Reformları’ temelinde gelişmiştir. Bu dönem öğrencilerin eğitim amacıyla Kıta Avrupası ülkelerine gönderildiği, Avrupalı bilim adamlarının eserlerinin Osmanlıca’ya çevrildiği, çeşitli kurumların ‘ıslahı’ için Avrupa örneklerinin model alındığı ve İstanbul’a çok sayıda Avrupalı uzmanın geldiği bir dönemdir. (Berkes, 1973:149-216) Bu yüzyıla ait yönetsel düşünce tarihi, yayımlanan çalışmaların Avrupa kaynaklı görüş ve kavramlar üzerinde yoğunlaşmaları nedeniyle, büyük oranda Avrupa deneyiminin Osmanlıya yansıması şeklinde değerlendirilebilir.

Bu dönemde Osmanlı yönetim düşüncesini etkileyen en önemli devlet hiç kuşkusuz Fransa’dır. Fransız düşünü ile ilk tanışma, Babıali’de dış işleriyle ilişkili olarak kurulan Tercüme Odası’nda öğrenilen Fransızca aracılığıyla 1820’li yıllarda başlamıştır. (Berkes, 1973:176-177) 1838 yılında kurulan ve “tarihinin ilk aşamasında doktor yetiştirmekten çok eğitim, bilim, düşün ve ‘yönetim’ alanlarında ilk modern eğitimli kişileri yetiştiren” Tıbbiye Mektebi’nde öğretim dili Fransızca’dır.6 Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleştirilen pek çok reform programının da Fransa’nın önerileri doğrultusunda biçimlendirildiği bilinmektedir.7 Örneğin Osmanlı eğitim kurumlarının sistemleştirilmesi amacıyla, 1867 yılında Fransız hükümetinin tavsiyesiyle Fransız Eğitim Bakanı Victor Duruy’e bir proje hazırlatılmıştır. Duruy’un bu projedeki tavsiyelerinden biri; fen, tarih, hukuk ve ‘idare bilimleri’ okutacak bir üniversite kurulmasına ilişkindir. (Berkes, 1973: 209) Söz konusu projeden bir yıl sonra, Fransız liseleri modelinde, dersleri Fransızca verilen, yönetici ve öğretmenlerinin büyük bölümü Fransız olan Galatasaray Lisesi’nin kuruluşu da Duruy’un tavsiyelerinden biri olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Osmanlı’da yönetim okulu8 olarak 1859 yılında kurulan, 1877’de yüksekokul olarak yeniden düzenlenen Mekteb-i Mülkiye’nin yapılanışında Fransa’daki örgütlenme ile ders programlarının esas alındığı, ders kitaplarının Fransızca’dan çevrildiği, ders programında 1863’ten itibaren yabancı dil olarak Fransızca’nın yer aldığı görülmektedir. (Çankaya, 1968) Böylece Fransa’da 1800’lerin ilk çeyreğinde gelişmeye başlayan ‘yönetim bilimi’nin iki devletin bu ‘yakın’ ilişkisinin sonucu olarak bir yandan Mülkiye, Galatasaray, Tıbbiye gibi

6Mithat Paşa ile birlikte 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesini hazırlayan Keçecizade Fuat Paşa, Tıbbiye’nin ilk mezunlarından biridir. Tıbbiye Mektebi’ne 1847’de yaptığı ziyaret sırasında okulun kitaplığını inceleyen Fransız Mac Farlane, izlenimlerinde, kitaplıkta bulunan kitapların çoğunun Fransızca olduğunu aktarmaktadır. (Berkes, 1973: 205; 207) 7Tanzimat Fermanı’nın hazırlayıcısı Mustafa Reşid Paşa, 1840 yılında bir Fransız diplomatına şu sözleri söylemiştir: “Biz daima Fransa’ya müracaat ederiz. Muhtaç olduğumuz ıslahatı bize gösteren Fransa’dır. Islahatımızın tamamlanmasını ve başarıyla neticelenmesini Fransa’ya borçluyuz.” (Engelhardt, 1999: 481) 8 Osmanlı tarihinde ilk yönetim okulu, İstanbul’da Topkapı Sarayı içinde, 15. yüzyılda açılan Enderun Mektebi’dir. İlber Ortaylı, bu okulun Osmanlı'da devlet adamı yetiştirme geleneğinin özgünlüğünü temsil ettiğini söylemektedir. Ortaylı’ya göre bu yaratıcılık, 19'uncu yüzyılda Galatasaray gibi, Mülkiye gibi idareci mekteplerinin yanında Tıbbiye, Baytar Mektebi, Mühendis Mektebi gibi yatılı burslu kurumların kurulmasını da kolaylaştıran bir gelenektir. (Ortaylı, 2005) Enderun mektebi hakkında bir araştırma için bkz: (Akkutay, 1984).

Page 5: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

5

okulların ders kitapları diğer yandan da yine Fransa kaynaklı çeviri ve telif kitapların basılması aracılığıyla Osmanlı İmparatorluğu’na taşındığı söylenebilir.9

Fransa’dan Osmanlı’ya ‘yönetim bilimi’ transferinin iki farklı boyutu üzerinde önemle durmak gerekir. Bunlardan biri Fransa’nın emperyalist siyaseti ve bu siyaset doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu ile geliştirdiği ilişkilerdir.10 İkincisi ise 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızlı bir adem-i merkezileşme süreciyle dağılmaya doğru ilerleyen imparatorluğun ‘merkezileşme bilgisi’ne olan gereksinimi ve bu bilginin kaynağının da Fransa olmasıdır.11

Fransız kaynaklı ‘yönetim bilimi’, 1910’lu yıllarda yerini ‘yönetim hukuku’ alanına bırakarak sönmüş görünmektedir.

‘Usul-i İdare’ ve ‘Hukuk-u İdare’ Kitapları12

Mülkiye Mektebi ders programı incelendiğinde, 1879 yılına kadar ‘Medeni Memleketler İdaresi’, ‘Yönetim İşleri’, ‘Usul-i İdare-i Umumiye ve Yönetime Bağlı Şeyler’ başlıklı yönetim dersleri verildiği görülmektedir (Çankaya, 1954). 1879 yılından başlayarak programa ‘usul-i idare’ adlı bir ders girmiş ve 1910 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Dersin adı günümüz diline ‘yönetim metodolojisi’ olarak çevrilebilir. Usul, aslın çoğulu olarak, asıllar, kökler, kaynaklar anlamındadır. Terim olarak da yol, yöntem, kaide, düzen ve metot anlamlarına gelen usul, “bir bilimin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken esaslar, prensipler, başlangıç bilgileri ve teknikleri” demektir. (Develioğlu, 2003: 1123) Bu anlamda, ‘usul-i idare’, “yönetimin ilkelerini, şartlarını ve çerçevesini belirleyen bilim veya bilimlerin hepsine birden verilen isim” olarak tanımlanabilir.

Usul-i idare dersine ilişkin ulaşılabilen ilk kaynak 1884 yılında Sakızlı Ohannes Paşa’nın Mektebi Mülkiye dördüncü sınıf öğrencileri için hazırladığı ders notlarıdır.13

9Batı düşüncesini yansıtan yazılar yayımlayan ilk bilimsel dergi, “Mecmuayı Fünun”, 1862 yılında Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye (Osmanlı Bilim Derneği) tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. (Berkes, 1973: 208) Bilim, felsefe, ekonomi ve hukuk üzerine yazılar içeren bu derginin de ‘yönetim bilimi’nin geçmişi açısından incelenmesi gerekir. 10 Fransa’nın emperyalist siyasetine ilişkin çarpıcı bir örnek, 1890 yılında Paris’te basılan bir Osmanlı incelemesidir. Vital Cuinet tarafından hazırlanan dört ciltlik çalışma, Osmanlı ülkesinin idari bölünüşüne ilişkindir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetsel coğrafyası, her vilayet için ayrı ayrı düzenlenen haritalarla incelenmektedir. Kitap, Osmanlı vilayetlerinin sivil ve askeri yönetimi, coğrafik, demografik ve etnik özellikleri, eğitim, ulaşım, ithalat-ihracat durumu, maden kaynakları ve başlıca üretim alanları itibariyle ayrıntılı bilgiler ve istatistikler içermektedir. (Cuinet, 1890) 11 Eugéne Morel, 1866 yılında kaleme aldığı “Türkiye ve Reformları” başlıklı çalışmasında, Türkiye’nin eksiğinin merkezileşme olduğunu söylemekte ve “…Türkiye düzenli bir merkezileşme üzerine en iyi dersleri Fransa’dan başka nereden alabilir?” diye sormaktadır. (Morel, 2000: 16) 12 Bu yazıda kullanılan Osmanlıca kitaplar şu kaynaktan yapılan taramayla elde edilmiştir: Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyası (2001), Milli Kütüphane Başkanlığı, Ankara. Nüvis Beşeri Araştırmalar ve Yayıncılık tarafından hazırlanan bibliyografya, 1584-1986 yılları arasında Arap, Yunan ve Ermeni harfleriyle basılmış 37.359 farklı isimli Türkçe esere ait 50.760 bibliyografik künyeyi içermektedir. 13 Ermeni asıllı Ohannes Paşa, Mülkiye Mektebi’nde ‘Usul-i İdare’ dersi ile birlikte ‘İlm-i Servet-i Milel’ (iktisat) dersleri de vermiştir. Osmanlıda iktisadi liberalizmin öncülerinden sayılan Paşa’nın “Mebadi-i İlm-i Serveti Milel” (Milletlerin Zenginleşmesi Biliminin İlkeleri) başlıklı kitabı Türk tarihindeki ilk klasik iktisat kitabı sayılmaktadır.

Page 6: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

6

Günümüze kalan ders notlarından, 1884-1899 yılları arasında 4., 5. ve 7. sınıflarda ‘Usul-i İdare’ derslerinin Sakızlı Ohannes Paşa tarafından verildiği anlaşılmaktadır.14

- Sakızlı Ohannes Paşa, Usul-i İdare, (Mekteb-i Mülkiye 4. Sınıf İçin), Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Matbaası, İstanbul 1884. (taşbaskı, 125 s.)

- Sakızlı Ohannes Paşa, Usul-i İdare-i Mülkiye, (Mekteb-i Mülkiye 5. sınıf), Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Litografya Destgahı, İstanbul 1885. (taşbaskı, 129 s., kitabın ilk bölümü ‘usul-i idare’ başlığı ile basılmıştır)

- Sakızlı Ohannes Paşa, Usul-i İdare, (Mekteb-i Mülkiye 5. Sınıf İçin), Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Litografya Destgahı, İstanbul 1892. (taşbaskı, 346 s.)

- Sakızlı Ohannes Paşa, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mekteb-i Mülkiyeyi Şahane Yedinci Sınıf Talebesine, Mekteb-i Mülkiye Litografya Destgahı, İstanbul 1899. (138 s.)

Bu dönemde usul-i idare üzerine, Sakızlı Ohannes’in Mülkiye ders notları dışında, çeşitli kitaplar da basılmıştır. Aşağıda 1868-1909 yılları arasında usul-i idare adı ile basılan kitaplar yer almaktadır:

- Usul-i İdare-i Vilayet, Amire Matbaası, İstanbul 1868. (294 s.)

- Giridi Hüseyin Nesimi, Usul-i İdare-i Mülkiye, İstanbul 1885. (taşbaskı 129 s.)

- Giridi Hüseyin Nesimi, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Litografyası, İstanbul 1887. (İkinci bölüm, 57 s.)

- Sabri, Usul-i İdare, Matbaa-i Mülkiye, İstanbul 1885. (taşbaskı, 180 s.)

- İzzet, Usul-i İdare ve Kavanin, E. Tuzliyan Matbaası, İstanbul 1885. (288 s.)

- Ahmed Naci, Usul-i İdare yahud İdareye Dair Numune, Kasbar Matbaası, İstanbul 1893.(231 s.)

- Usul-i İdare ve Islahat, 1902. (58 s.)

- Mehmed Ziyaeedin Kızıltan, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mektebi Mülkiye Taş Destgahı, İstanbul 1909. (taşbaskı, 224 s.)

1880’li yıllarda Mülkiye’de ‘usul-i idare’ dersleri okutulurken, Hukuk Mektebi’nde ise ‘hukuk-u idare’ dersleri yer almaktadır. Üstelik ‘hukuk-u idare’ ile ‘usul-i idare’ üzerine yazanlar ve bu dersleri okutanlar farklı kişilerdir. Kısaca bu dönemde ‘yönetim’ odaklı ancak biri hukuksal diğeri metodolojik olmak üzere iki farklı yaklaşımın varlığından söz etmek mümkün görünmektedir.

- Ali Ragıp, Hukuk-u İdare, Matbaai Amire, İstanbul 1887.

- İbrahim Hakkı, Hukuk-u İdare, Karabet Matbaası, II Cilt, İstanbul 1890. (367 s.)

- Hacı Ahmed Reşid, Hukuk-u İdare, İstanbul 1895. (775 s.)

- İsmail Hakkı Göreli, Hukuk-u İdare, İstanbul 1908. (390 s.)

- Celal Derviş, Hukuk-u İdare, İstanbul 1909. (384 s.)

- Ahmed Şuayb, Hukuk-u İdare, Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, İstanbul 1911. (468 s.)

Ali Çankaya, usul-i idare ve hukuk-u idare derslerini aynı anlamda ele almış ve ‘usul’ ile ‘hukuk’ sözcüklerinin aynı yıllarda neden ayrı kullanıldıklarına ya da işaret ettikleri farklılıklara ilişkin bir değerlendirme yapmamıştır. Kimi yerlerde ‘usul-i idare’

14 Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyasında 1884-1899 arasında, Sakızlı Ohannes Paşa’ya ait on iki adet ders notu yer almaktadır. Ancak, Milli Kütüphane’de 1897-1898 yıllarına ait yalnızca üç ders notu bulunmaktadır.

Page 7: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

7

derslerini parantez içinde ‘basit idare hukuku’ olarak açıkladığı görülmektedir. “Türkiye’de Kamu Yönetimi Öğretiminin Gelişimi” başlıklı yazısında Burhan Aykaç, Mülkiye ders programında bulunan ‘usul-i idare’ dersinin kamu yönetimi ile doğrudan ilgili olduğunu belirtmektedir. (Aykaç, 1995: 274) İki alanın da uzmanlarının farklı isimlerden oluşması ve hukuk kitapları ile usul kitapları arasındaki göz ardı edilemeyecek hacim farkı bu çalışmaların yönetimi başka yaklaşımlarla inceledikleri tezini güçlendirmektedir. Buna rağmen bu varsayımın kesinlik kazanması kitapların içerik analizlerinin yapılması sayesinde mümkün olabilecektir.15

İbrahim Hakkı Paşa’nın Hukuk-u İdare kitabı birkaç incelemeye konu olmuştur.16 Buna rağmen, usul-i idare kitaplarının günümüze kadar dikkat çekmediği, bir başka deyişle – unutulduğu - görülmektedir. Bir örnek olmak üzere, kitaplardan birinin içeriği aşağıda özetlenmektedir.

Fransızca’dan Çeviri Bir Kitap: Fenn-i İdare-i Mülkiye (1883)

Osmanlı İmparatorluğu’nda Fransız kaynaklı yönetim bilimine örnek oluşturacak çalışmalardan biri 1883 yılında “Fenn-i İdare-i Mülkiye” adıyla İstanbul’da basılan kitaptır.17 Fenn-i idare, Osmanlıca bir tamlamadır. Osmanlılarda fen sözcüğü cins, tür, hal, bilim dalı gibi Arapça ve Farsçadan geçen çeşitli anlamları içerdiği gibi, 19. yüzyılda gözlem, deney ve kanıta dayalı bilimleri anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlılar, 19. yüzyılda dini bilimler için ‘ulum’, Batı kaynaklı bilimler için de ‘fen’ sözcüğünü kullanmışlardır (İhsanoğlu, 1992: 397). ‘Mülkiye’ sözcüğü ise başlangıçta hükümetin yalnızca sivil –yani askeri olmayan- personelini ifade etmek için kullanılırken, 19. yüzyılın ikinci yarısında, devlet hizmetini düzenleme ve yönetmenin özel bir yolu anlamına gelmiştir (Findley, 1996: 6-9). 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, ‘mülkiye memuru’ olarak nitelenen kişiler yerel yöneticilik, diplomatlık, defterdarlık, müfettişlik, tahrir memurluğu, hakimlik ve buna benzer görevleri yerine getiriyordu. Osmanlı bürokratik reformlarını Weberyen yaklaşımla inceleyen Carter Findley’e göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda hükümet yazışmalarını yürüten, maliye ve toprak mülkiyeti kayıtlarını tutan ‘kalemiye’ sınıfının, 19. yüzyılda ‘mülkiye’ sınıfına dönüşümü, geleneksel patrimonyal koşullardan modern kamu yönetimine/devlet hizmetine geçiş bağlamında gerçekleşmiştir. Bu durumda ‘fenn-i idare-i mülkiye’ tamlamasını ‘devlet yönetimi bilimi’ ya da ‘yönetim bilimi’ olarak çevirmek yanlış olmaz.

Kitabı Fransızca’dan tercüme eden Fahri, önsözde bu çeviriyi yapma nedenini açıklamaktadır. Yazar, bilgi ve medeniyetçe ilerleyen Avrupa’da devlet yönetimi işlerinin (umur-ı idare-i mülkiye) bir bilim haline geldiğini ve bu kapsamda pek çok telif kitap yayımlandığını, bu kitapların da ders kitabı olarak okutulduğunu dile getirmektedir. Yazar, bu bilimin Osmanlı’da da gelişeceğini ve bu konunun uzmanları tarafından yazılacak kitapların sayısının zamanla artacağını söylemektedir. Fahri, bu

15 Burada sayılan Osmanlıca kitapların bir bölümü Ankara dışındaki kütüphanelerde (İstanbul’da Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özege Kataloğu) bulunmaktadır. Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyası’nda Milli Kütüphane Kataloglarında gösterilen kitapların bir bölümü ise Milli Kütüphane’de bulunamamıştır. Milli Kütüphane kataloglarında yer alan ve ulaşılabilen Sakızlı Ohannes’e ait üç ders notu ise taşbaskı olduğu için değerlendirilememiştir. 16 Hukuk Mektebi’nde öğretim üyeliği yapan, diplomatlık ve sadrazamlık görevlerinde bulunan İbrahim Hakkı Paşa’nın (1813-1918) idare hukuku kitabı, Tekin Akıllıoğlu tarafından incelenmiştir. (Akıllıoğlu, 1983: 56-69) İbrahim Hakkı Paşa ve eserleri hakkında bir başka değerlendirme ise Carter Findley’in Osmanlı memurlarının toplumsal tarihini konu alan çalışmasında yer almaktadır. (Findley, 1996: 217) 17 Fenn-i İdare-i Mülkiye (1883), Çev. Fahri, İstanbul. (Kitap, Milli Kütüphane’de bulunmaktadır. )

Page 8: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

8

çeviriyi, şimdilik Avrupa devletleri yönetiminden bir örnek sunmak amacıyla yaptığını ve ünlü bir Fransız yazara ait bu kitabın tümünün çevirisini ard arda yayımlayacağını belirtmektedir.18

Kitap iki bölümden oluşmaktadır. “Yönetim Bilimine Konu Olan Kanunlar Nelerdir?” başlıklı birinci bölümde, umumi hukuk üzerine kısa bir değerlendirme yapıldıktan sonra, hükümet iktidarı tanımlanmaktadır. Hükümet iktidarı, ‘kanunları yapma iktidarı’ – ‘kanunları inceleme iktidarı’ ve ‘kanunları uygulama iktidarı’ olarak üçe ayrılmaktadır. Yazar, bu sınıflandırmadan sonra, ilk ikisinin yönetim bilgisine ait olmadığını, bu nedenle kitabın konusunun da ‘kanunları uygulama iktidarı’ ile sınırlı olduğunu belirtmektedir.19 Bugünkü deyişle söylenirse, yönetim bilimi, yasama ve yargı alanı dışında kalan, yasaları uygulama konusuyla ilgili bir alan olarak tanımlanmaktadır. Yazar, kanunları uygulama iktidarını merkezi yönetim, eyalet yönetimi ve eyalete bağlı birimlerin (liva, kaza, nahiye) yönetimi olarak üçe ayırarak incelemektedir.

Kitabın “Devletin Kurumlarının Yalnızca Bir Merkeze Bağlı Olması” başlıklı ikinci bölümünde ise Fransa’nın merkezileşme süreci ve bu süreçte benimsediği temel ilkeler açıklanmaktadır.

Kitapta yer alan değerlendirmeler arasında en önemlilerinden biri, devletin birinci görevinin genel yararı sağlamak olduğu ve halkın çıkarı için neler yapılması gerekiyorsa onların uygulanması gerektiği şeklindeki ifadedir. Yazar, “Kamuya Ait ve İnsanlığa Yararlı Olacak Şeyler” başlıklı bölümde de, imaret ve hastane gibi kurumların yapılması, yoksulların ve kimsesizlerin korunması gibi işlerin devletin görevi olduğunu belirtmektedir. Bu görev için gerekli olan geliri sağlama işinin de devlete ait olduğunu söyleyen yazar, her türlü uygulamanın idare-i mülkiye memurları vasıtasıyla yerine getirileceğini vurgulamaktadır.

Fenn-i İdare-i Mülkiye, kamu yönetimi disiplininin kökeni açısından dikkate değer sonuçlar sunmaktadır. Birincisi, bu kitap, yönetim biliminin Wilson’un 1887 tarihli makalesinden önce Fransa’da bir bilgi alanı olarak çalışılmakta olduğu saptamasını doğrulamaktadır. Kitabı Osmanlıca’ya çeviren Fahri’nin, “Avrupa’da kamu yönetiminin bir bilim haline geldiği, yönetim bilimi kitaplarının sayısının gittikçe arttığı ve bu kitapların derslerde okutulduğu” saptaması, Wilson’un ünlü makalesinden tam beş yıl önce yapılmıştır. İkinci olarak bu çeviri, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yönetim bilimi incelemelerinin varlığını göstermesi açısından önemli bir örnek oluşturmaktadır.

Mülkiye Okulu: Fransa ve Osmanlı’dan Önce Mısır’da

19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren yönetim biliminin Fransa’da bir inceleme alanı olarak kabul edildiğini ve oldukça gelişkin bir yönetim yazınının ortaya çıktığını artık biliyoruz.20 Bu dönemde yönetim biliminin eğitime taşınması da en az kamu yönetimi yazını kadar dikkate değerdir.

18 Önsözde “Balterce” şeklinde bir ifade yer almaktadır, eğer bu “Balter tarafından” anlamına gelirse, Fransız yazarın adının Balter olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Ancak kitapta yazara ya da orijinal baskısının hangi yılda olduğuna ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. 19 Wilson da 1887 tarihli yazısında, kamu yönetimini “amme hukukunun teferruatlı ve sistematik uygulanışı” olarak tanımlamaktadır (Wilson, 1961: 65). 20 Yönetim düşününün insanlığın toplumsal tarihi ile yaşıt zenginliği bir tarafa bırakılacak olursa, yönetim olgusuna sistematik ve bilimsel yaklaşımın öncüsü ‘Prusya kameralistleri’ olarak kabul edilmektedir. Prusya’da merkeziyetçi bir devlet yönetimi oluşturmak için gerekli olan yöneticileri yetiştirmek amacıyla

Page 9: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

9

Fransa’da ilk ulusal yönetim okulu 1848’de kurulmuştur (Tortop, 1990: 18; Karasu, 1994: 229). Ancak, bu tarihten on dört yıl önce 1834’te Mısır’ın başkenti Kahire’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından kurulan ‘Dersane-i Mülkiye’ adında bir yönetim okulundan söz eden kaynaklar vardır (Çankaya, 1968: 55; Ergin, 1941: 434).21

Fransa etkisiyle doğduğu düşünülebilecek bu Mısır okulunun Fransa deneyiminden daha önce kurulmuş olması ilginç görünmektedir.22 Dersane-i Mülkiye, Mehmet Ali Paşa’nın reformlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Büyük ölçüde Fransa’dan etkilendiği söylenen, Fransa’ya öğrenciler gönderen ve Mısır’da Avrupa tarzı eğitim kurumları açılmasını sağlayan Kavalalı’nın 1834 yılında ‘idare elemanı yetiştirmek amacıyla’ kurduğu bu okul, yönetim bilimi incelemeleri açısından araştırılmaya değerdir.23

İstanbul’da Mekteb-i Mülkiye, Mısır’daki Dersane-i Mülkiye’den yirmibeş, Fransa’daki ilk yönetim okulunun açılmasından onbir yıl sonra, 1859 yılında kurulmuştur. Mülkiye ile aynı tarihte Bosna Vilayeti’nde maiyet memuru yetiştirmek amacıyla, Mithat Paşa tarafından Mekteb-i Mülkiye’nin şubesi olarak ‘Sabah Mektebi’ açılmıştır. Ali Çankaya’ya göre, Mekteb-i Mülkiye’nin kuruluşuna ilişkin amaç ve gerekçeyi açıklayan çeşitli belgeleri incelemek, Mülkiye’nin neden kurulduğu hakkında bize bilgi vermekle birlikte, döneme ilişkin düşünüşü ortaya koyarak aynı zamanda ‘idare teşkilatı’ ve ‘bilim tarihlerimiz’ için de pek çok ipucu elde etmemize yol açmaktadır. Çankaya’nın saptaması doğrudur. Gerçekten de Mülkiye’nin kuruluş süreci ve yaklaşık yüz elli yıllık tarihi Türkiye’de yönetim biliminin kökenine ilişkin çok önemli ipuçları sunmaktadır.24 Ancak bu yazıda Osmanlı’da 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Fransız kaynaklı yönetim bilimi incelemelerinin geçmişi, Mülkiye’nin tarihsel sürecine ilişkin kapsamlı bir değerlendirme yapılmaksızın, yalnızca Mülkiye’nin ders programlarındaki değişim üzerinden açıklanacaktır.

üniversitelerde kamu yönetimi alanında araştırma ve eğitim yapmak üzere kürsüler kurulduğu bilinmektedir (Dunshire, 1973; Şaylan, 1978). 21Ali Çankaya, Mısır’daki bu yönetim okulunun Mülkiye Mektebi’nden yirmibeş yıl önce faaliyete geçmesi üzerinde dikkatle durmak gerektiğini söylemekte, ancak konuya ilişkin başka hiçbir bilgi vermemektedir. 22Fransızların ilk ulusal yönetim okulu tarihi doğruysa, dönemin sömürgeci ülkelerinin, ‘yeni’ ya da ‘modern’ kurumlaşmayı kendi ülkelerinden önce sömürgelerinde/sömürge ülkelerde yaşama geçirdikleri ortaya çıkmaktadır. Eğer öyleyse, bu hareket tarzı nasıl açıklanabilir? 23Napolyon’un 1798’de Mısır’a asker çıkarmasından üç yıl sonra imzalanan tahliye sözleşmesiyle Fransızlar Mısır’ı boşaltmak zorunda kaldılar. 1802 yılında imzalanan Fransa-Osmanlı anlaşması da Fransa ile savaş haline son verince, işgal döneminde Mısır’ı kurtarmak için giden Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1805’te Mısır’a vali olarak atandı. Reformlarıyla birlikte anılan ve 1805-1844 yılları arasında Mısır valiliği yapmış olan Kavalalı’nın II. Mahmut’u da etkilediği söylenmektedir. Kavalalı, 1831 yılında II. Mahmud’a karşı ayaklandı ve 1839’da özerkliğini ilan etti. Mısır, 1882’de İngiltere tarafından işgal edilmiştir. Daha geniş bilgi için: (Altundağ, 1945; Çetin 1998; Sinoue, 1999) Mısır yönetimi üzerine iki Osmanlıca kaynak: Mısır İdaresi Hakkında Siyasetname (1837), Bulak Matbaası, Kahire; Mısır Kanuni Umumisi (1837), Bulak Matbaası, Kahire. (Osmanlıca basılı kitaplardan ilki Milli Kütüphane, ikincisi ise Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özege katalogunda bulunmaktadır.) 24 Mekteb-i Mülkiye’nin kuruluşuna ilişkin belgelerden en önemlisi, Mülkiye mektebi açılması konusunu Sadaret’e teklif eden Meclis-i Vala mazbatasıdır. Bu belgede ticaret ve sanayinin gelişmesi nedeniyle yabancı devletler ile gittikçe artan ilişki ve işlerin en iyi şekilde görülebilmesi için ülkede bulunan memurların devlet yönetimine ait işlerin ve başka devletlerle ilgili usullerin bilgisine sahip olmaları ve bu bilgiyi elde etmek için de ilgili konularda eğitim görmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Belgede, genel eğitim amacıyla memleketin farklı yerlerinde faaliyet gösteren çeşitli okulların vereceği eğitimin, devlet yönetiminde kullanılacak bilgiye yetmeyeceği belirtilmektedir. Bu nedenle memurları idare işlerine ilişkin ilim ve bilgi ile donatmak amacıyla Mülkiye Mektebi kurulmaktadır (Çankaya, 1954: 7).

Page 10: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

10

Yönetim Bilimi Dersleri

İki yıllık orta dereceli bir meslek okulu olarak kurulan Mekteb-i Mülkiye’nin 1859 yılında hazırlanan onbir maddelik nizamnamesinde, okutulacak bilim dalları hat ve yazı sanatı, matematik, geometri, tarih, coğrafya, istatistik, yeni kanunlar, devletler hukuku - devlet anlaşmaları, ekonomi politik ve ‘memleket yönetiminde gerekli olan diğer şeyler’ şeklinde sıralanmaktadır.25

Mülkiye’nin ders programları incelendiğinde, okulun ilk yıllarından itibaren kamu yönetimini konu alan derslerin varlığı dikkat çekmektedir.

- İlk yıllarda okutulan derslerden biri, Tercüme Odasından Emin Efendi tarafından verilen “Medeni Memleketler İdaresi”dir (Çankaya, 1954: 18).26

- 1871 yılında ders programına “Umur-u Mülkiye” (Yönetim İşleri) ve “İdare Hukuku” dersleri eklenmiştir.

- 1877 yılına ait ders programında 4. sınıf için “Usul-i İdare-i Umumiye ve İdareye Müteallik Mevat” (Genel Yönetim Metodolojisi ve Yönetime Bağlı Şeyler) başlıklı bir ders yer almaktadır.27

- 1879 yılına ait ders programında yüksek kısımda 4. ve 5. sınıflarda “Usul-i İdare” dersi bulunmaktadır.

- 1891 yılında yeniden düzenlenen Mekteb-i Mülkiye Nizamnamesinde yer alan ders programında 5, 6 ve 7. sınıflarda haftada bir saat olmak üzere “Usul-i İdare-i Mülkiye” dersi olduğu görülmektedir.

Ali Çankaya, II. Meşrutiyet’in ilk aylarında Mülkiye aleyhinde bir kampanya başlatıldığını, okulun kapatılıp Darülfünun’un bir şubesi haline getirilmesi için çalışıldığını söylemektedir. Çankaya ayrıca, çoğunluğunu Mülkiyelilerin oluşturduğu başka bir grubun ise, okulu Batı sisteminde yeniden düzenlemeyi ve Paris Siyasi İlimler Mektebi’ne benzer bir kişilik kazandırmayı istediklerini belirtmektedir. Bu mücadeleler sonucunda Mülkiye, 1909-1910 ders yılı başında Darülfünun’un bir şubesi haline getirilmiştir. Bu tarih, ders programında usul-i idare derslerinin kayboluşu ve yerini hukuk-u idare derslerine terk edişi bakımından dikkat çekicidir. Sonraki yıllarda okulun bağlantısı ve yapısı değişikliklere uğramış, ama bu özellik değişmemiştir.

25 Okul, nizamnamesi gereğince rüştiye-idadi arasında iki yıllık bir eğitimden sonra 1861’de 33 kişiden oluşan ilk mezunlarını vermiştir. Öğrencilerin daha iyi eğitim alabilmeleri, derslerin daha iyi öğretilmesi ve programa başka bilim dallarının da eklenebilmesi amacıyla eğitim süresi 1877’de dört yıla (iki yılı yüksek olmak üzere) çıkarılarak, Mekteb-i Mülkiye’ye yüksekokul statüsü kazandırılmıştır. Ali Çankaya, o tarihlerde Osmanlı üzerindeki Fransız etkisinin gücü nedeniyle, Mülkiye’nin 1877 yılındaki yeniden yapılanışında Paris’teki Siyasi İlimler Okulunun teşkilatının büyük ölçüde etkili olduğunu belirtmektedir (Çankaya, 1954: 5-6, 17). 26 Aynı tarihte ders programında tarih ve kanun düzenlemeleri, fıkıh, istatistik, devletler hukuku ve anlaşmalar, ekonomi politik, ceza hükümleri usulü, güzel yazı, coğrafya, matematik, kozmoğrafya, ticaret kanunları ve ticaret bilgisi gibi dersler yer almaktadır. 27 Mülkiye’nin 1877’deki yeniden yapılanışı için hazırlanan kanun tasarısında tarih, coğrafya, hukuk, edebiyat, ulum-u tabiiye, fenn-i tedbir-i memleket (iktisat), arkeoloji gibi derslerin Fransızca, kalanların da Osmanlıca okutulması kabul edilmiştir. Tasarı görüşmelerinde, derslerin Fransızca okutulmasının çeşitli sorunlar doğuracağı ileri sürülmüş ve bu derslere ait kitapların hemen hepsi Osmanlıca’ya çevrildiği için de bu madde tasarıdan çıkarılmıştır. Yeni programda dördüncü sınıfta okutulan diğer dersler şunlardır: Çeviri, Osmanlı memleketlerinin açıklamalı coğrafyası, etnoğrafya, istatistik, iktisat ve maliye, maliye dairelerinin örgütlenmesi, ticaret hukuku ve ticaret sözleşmeleri, devletler hukuku ve Osmanlı Devleti’nin anlaşmaları.

Page 11: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

11

Okul 1912-1913 ders yılında üçüncü sınıftan itibaren İdari – Siyasi – Mali şubelere ayrılmak ve ders programı da yeniden düzenlenmek suretiyle tekrar bağımsız hale getirilmiştir. Ali Çankaya, öğretim süresini de dört yıla çıkaran bu düzenleme ile birlikte Mülkiye’de o zamana kadar yapılmamış radikal reformlara girişildiğini söylemektedir.28 1912-1913’te hazırlanan yeni ders programında “usul-i idare” derslerinin yerini “hukuk-u idare” dersleri almış durumdadır. Üçüncü sınıftan itibaren, ‘idari şube’yi seçen öğrencilere ‘Hukuk ve Kavanin-i İdare (Askeriye Teşkilatı)’ başlıklı ders dışında yönetim dersi verilmediği gibi, diğer iki şubenin ders programlarında yönetim dersi hiç yer almamaktadır.

Mülkiye Mektebi, 1915’te kapatılır ve Hukuk Mektebi’ne bağlı ‘idari’, ‘mali’, ‘siyasi’ şubeleri bulunan ‘Darülfünun Ulum-i Siyasiye Şubesi’ne çevrilir (Çankaya, 1968: 390). Mülkiye’nin kapanış gerekçelerinden biri, okulu Batılı anlamda ıslah etmek için gerekli olan ödeneğin, devletin içinde bulunduğu sıkıntılar nedeniyle genel bütçeye konulamaması, diğeri ise Mülkiye’deki eğitim programının Hukuk Mektebi’nde daha geniş şekilde izlenmekte olduğu iddiasıdır. Mülkiye’nin kapatılma kararının alınmasında, bu gerekçelerin yanı sıra Hükümet ve Meclisi Mebusan’daki Mülkiye aleyhtarlığının da etkili olduğu söylenmektedir. Üç yıllık bir aradan sonra 1918’de okul yeniden açıldığında 1913’te getirilen idari, mali, siyasi şube ayrımı kaldırılmıştır. Düzenlenen yeni ders programında hem idare hukuku hem de umumi amme hukuku dersleri bulunmasına rağmen, yönetim başlıklı ders yoktur.29

Mülkiye’de Yönetim Derslerinin Değişimi (1860-1953)30 1860’lar Medeni Memleketler İdaresi 1871 Umur-ı Mülkiye (Yönetim İşleri) 1877 Genel Yönetim Metodolojisi ve Yönetime Bağlı Şeyler 1879 Usul-i İdare 1882 Usul-i İdare 1888 Usul-i İdare 1894 Usul-i İdare-i Mülkiye 1909 Usul-i İdare 1910 Usul-i İdare-i Mülkiye 1911 Hukuk-u İdare 1920 Hukuk-u İdare ve Amme 1921 Hukuk-u İdare + Hukuku Amme 1936 Hukuk-u İdare + Hukuku Amme (Şehircilik + İşletme İktisadı + Mahalli İdareler Maliyesi )

1952 Amme İdaresi (ABD'li Prof. Tacusch) İdare'de Yeni Temayüller (İsviçreli Prof. Heckscher) Umumi Amme Hukuku+İdare Hukuku

1953 Amme İdaresi Prensipleri (Prof. Marschall Demock) İdarede Organizasyon ve Metod (Prof. L. Harvey) Personel İdaresi (ABD'li Prof. Kingsbury)

Umumi Amme Hukuku+İdare Hukuku

28 Okulun idadi bölümü 1900 yılında ayrılmış ve Mülkiye üç yıllık yüksekokul olmuştur. 29 1 Nisan 1918 tarih ve 115 sayılı Mekteb-i Mülkiye’nin Tesisi Hakkında Kanun, Takvimi Vekayi: 8.4.1918, 324. Bu kanuna göre, “uzman idare amiri” yetiştirmek üzere, Dahiliye Nezareti’ne bağlı olarak kurulan Mekteb-i Mülkiye’nin öğretim süresi üç yıl olarak belirlenmişti. Okulun yatılı ve ücretli (her yıl seçme sınavı ile otuz parasız öğrenci de alınacaktır, bu öğrenciler mezun olduktan sonra on yıl mecburi hizmet göreceklerdir) olması kararlaştırılmıştır. 30 Mülkiye’de yönetim derslerinin değişimini gösteren tablo, çeşitli yıllara ait ders programlarının taranması ile oluşturulmuştur. Ders programları için: (Çankaya, 1954)

Page 12: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

12

Ders programlarının değişiminden de izlenebileceği gibi, 20. yüzyılın başında hukuk ağırlıklı yönetim yaklaşımı egemen olmuş görünmektedir. Bu dönem aynı zamanda Alman nüfuzunun ağırlıklı olarak kendini yerleştirmeye başladığı yıllara denk gelir.31 Mülkiye Mektebi’nin tekrar açılması için hazırlanan kanun tasarısının Meclis-i Mebusan görüşmelerinde (ZC, 16 Mart 1918), okulun kapatılması hakkında Hafız Mehmet Efendi tarafından söylenenler, Alman nüfuzunun sonuçlarını ortaya koymaktadır (Çankaya, 1954: 161-162):

“…malumdur ki evvelce bir Mülkiye Mektebi mevcuttu. Tabii, bu mektep idare

memurları yetiştiriyor ve bu memurlar da memleketi idare ediyorlardı. Bu muvafık görülmedi, bir Darülfünun teşkil edildi, bu da doğrudan doğruya Almanya Darülfünunundan kopya edildi. Demek ki Almanya’da idare memurları Darülfünundan yetişiyor. Biz de onların fikrine ittibaen idare memurlarını Darülfünundan yetiştirmeyi nazarı dikkate aldık ve Mülkiye’yi kaldırdık. Veli beyefendi (Aydın azası), “bu memleketin Darülfünununda yetişen idare memurları devlete lazım oldukları gibi yetişmeyecek, hükümet gerek ahlaken gerek başka suretle memurlarını kendi murakabesi altında yetiştirmek istiyor” dedi. Şimdi madem ki Almanya’da idare memurları Darülfünundan yetiştiriliyor ve Almanya kendi memleketinin mahiyeti ile ruhu ile münasip surette yetiştiriyor, biz de kendi muhitimizle mütenasib bir surette Darülfünun’da memurlarımızı yetiştirelim. Bunun için müstakil bir mülkiye mektebi tesisine hacet nedir?”

Hem 1910’lardan itibaren giderek artan Alman etkisi, hem de 19. yüzyılda

geliştirilmiş Fransız kaynaklı yönetim bilimi incelemelerinin ‘unutulması’ ve ‘yok sayılması’ sonucunda, hukuksal yaklaşım daha da ağırlık kazanmış ve zamanla kökleşmiştir.32 Hukuk ile yönetim bilimi arasındaki mücadele, Meclis-i Mebusan’ın 9 Mart 1918 tarihli görüşmelerinde, Cebeli Bereket azası Sezai Bey’in memurlarda hukuk bilgisinin, yönetim bilgisinden daha gerekli olduğunu savunduğu konuşmasında da kendini göstermektedir (Çankaya, 1968: 390):

“….Binaenaleyh, bendeniz Mülkiye Mektebi’nin gerek tedrisat ve gerek netice

itibariyle Hükümetin tasvir ettiği kadar memlekete menfaat temin edeceği kanaatinde değilim. Halbuki bu mekteb kabul edildiği ve açıldığı takdirde diğer müessesata müracaat edecek kimse bulunmayacaktır. Memlekette büyük memurlar için lazım olan şey hukuk fikridir, malumat-ı hukukiyedir. Hukuka intisab olmadıkça, yalnız idari malumatla memlekette beklenen vazifeyi hüsn-i ifa imkansızdır.”

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, 1924 tarihinde yayımlanan bir tüzük ile öğrenim süresi dört yıla çıkarılırken, ‘idari’, ‘mali’, ‘siyasi’ şube ayrımı da tekrar

31 1898 yılından sonra Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki artan etkisine ilişkin bir değerlendirme: (Tuncer, 2000: 99). 32 20. yüzyılın ilk yarısında Alman etkisinin giderek güçlendiğini gösteren bir başka kanıt yabancı dil eğitimindeki değişimdir. Fransızca 1865 yılından itibaren sürmekte olan egemenliğini, 1936 yılında ders programına giren Almanca ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Almanca dersinin hocalığını 1936-1942 yılları arasında bir Alman, H. Möller yapmıştır. Mülkiye’de 1875-1887 arasında okutulan Farsça, 1887’de idadi kısmına nakil edilmiştir. İmparatorluktaki azınlıklardan sayıca daha fazla olanların dillerinden olan Arapça, Ermenice, Bulgarca ve Rumca öğrenimi 1880’li yılların sonunda zorunlu hale getirilerek, öğrencilerden Fransızca’dan başka bu dillerden birini seçip öğrenmeleri istenmiştir. 1883-1908 arasında okutulan Arapça dersi 1908’de kaldırılmıştır. 1889-1908 arasında okutulan Ermenice 1908’de, 1893-1913 arasında okutulan Bulgarca, 1913’te, 1888-1914 arasında okutulan Rumca ise 1914’te kaldırılmıştır. 1865’den itibaren Fransızca, 1936’dan itibaren de Almanca dersleri devam etmektedir. 1930’da yalnızca ‘siyasi şube’ için ders programına alınan, 1950’den itibaren yıldızı sürekli yükselen, 80’li yıllarda ise egemenliğini ilan eden yabancı dil İngilizce olmuştur.

Page 13: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

13

getirilmiştir. Mekteb-i Mülkiye 1936 yılında Ankara’ya taşınmış, adı da Siyasal Bilgiler Okulu (SBO) olarak değiştirilmiştir.33 Okul Ankara’ya taşındıktan sonra idari şubenin ders programına Alman kaynaklı “şehircilik”, “mahalli idareler maliyesi” ve “işletme iktisadı” dersleri ile “Türk idare teşkilatı tarihi” derslerinin eklendiği görülmektedir.34

1940’lı yılların sonuna gelindiğinde Siyasal Bilgiler Okulu’nun fakülte haline getirilmesi tartışılmaya başlanmıştır. Gerek bu değişikliğe ilişkin tartışmalarda gerek okul içindeki çeşitli uygulamalarda Anglosakson etkisinin sık sık dile getirilmesi dikkat çekicidir. SBO müdürü Fethi Çelikbaş, 1949-1950 ders yılının açılışında yaptığı konuşmada, yaz aylarında Paris’te toplanan Siyasi İlimler Konferansında edindiği izlenimleri anlatmıştır (Çankaya, 1968: 613). Çelikbaş, konferansta her ülkede siyasi bilimler öğretimine önem verilmesi ve bağımsız siyaset bilimi kürsülerinin kurulması hakkında Amerikalı bir profesör tarafından yapılan teklifin hiçbir itirazla karşılaşmadan oybirliği ile kabul edildiğini dile getirmiştir. Çelikbaş ayrıca, 1948-1949 ders yılında, İngiliz ve Amerikan üniversitelerinde uygulanan ‘adviser’ sisteminin (öğrencileri belirli gruplara ayırarak her grubun başına o gruptakilerin bütün dertleri ile uğraşan, sorunlarını halleden bir profesörün verilmesi) birinci sınıfta denenmeye başlandığını da belirtmiştir.

SBO profesörler kurulu, Üniversiteler Kanunu’nun 1946 yılında yürürlüğe girmesinden sonraki ilk toplantısında, okulun üniversite camiasına katılmasına oybirliği ile karar vermiştir.35 SBO’nun fakülte olarak Ankara Üniversitesi’ne bağlanması hakkındaki kanunun TBMM görüşmelerinde, Kars milletvekili Akif İyidoğan, “Anglosaksonlar camiasında ‘science politique’ eğitimi veren okulların, fakülteler halinde yönetildiğini” söyleyerek, Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde maliye, şehircilik, idari ilimler ve dış ilişkiler enstitülerinin kurulacağını dile getirmiştir (Çankaya, 1968: 627) Barker Raporu’nun açıklanmasından bir yıl önce yapılan bu konuşma, “ABD kamu yönetimi disiplininin” Türkiye’de kurulma hazırlıklarının daha önce başladığını göstermektedir.

TÜRKİYE’DE YÖNETİM BİLİMİ (1928-1950)

Genel kanıya göre, Türkiye’de yönetim bilimi, 1950’den önce yalnızca idare hukuku çerçevesinde ele alındığı için, yönetim konuları hukukçuların tekelinde kalmış ve kamu yönetiminin hukuksal olmayan yanıyla incelenmesi ancak 1950’li yıllarda gerçekleşebilmiştir (Örnek, 1988: 26). Bu kanının aksine, 1928 yılında İçişleri Bakanlığı’nca yayımlanmaya başlayan ‘İdare Dergisi’ ile 1931 yılında Mülkiye Mektebi Öğrenci Derneği tarafından çıkarılmaya başlanan ‘Mülkiye Mektebi Mecmuası’nda yer alan yazılar, 1950’den önce yönetim bilimi konularının ilgililerin görüş alanı içinde olduğunu göstermektedir. Söz konusu dergilerin 1950’li yıllara kadarki sayıları incelendiğinde, yönetim biliminin ‘hukuksal olmayan yanları’ itibariyle özellikle

33 16.6.1935 tarih ve 2777 sayılı S.B.O. Hakkında Kanun’a göre, okul, yatılı ve parasızdır. Öğrencilerin yiyecek, içecek, giyecek ve kırtasiye ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması kararlaştırılmıştır. 34 İktisadi işletmecilik, Türkiye’de 30’lı yıllarda yerleşmiş görünmektedir. Bu dönemde işletme iktisadı konusunda Demiryolları Mecmuası, İktisat ve Ticaret Mecmuası, İstanbul Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, İşletme Ekonomisi ve Organizasyonu Mecmuası, Mülkiye Mektebi Mecmuası, İdare Dergisi ve Belediyeler Dergisi gibi dergilerde çok sayıda makale yayımlanmıştır. Yayınların büyük bölümünün Alexander Rüstow, Konrad Engelmann, Alfred Isaac, Eduard Mörz, Ernest Reuter ve R. Rösler gibi Alman yazarlardan çeviri olduğu görülmektedir. Bu dergilerin muhtelif sayılarında “İşletme Ekonomisi İlmi” başlıklı çok sayıda yazının sahibi olan Muhlis Ete, Mülkiye’de de bu dersin hocasıdır. 35 Okul, 23.3.1950 tarih ve 5627 sayılı Kanunla fakülte olarak Ankara Üniversitesi’ne katılmıştır.

Page 14: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

14

1930’lu yıllarda çok sayıda yazıya konu olduğu görülmektedir. Bu iki dergide yer alan ve büyük bölümü idare hukukçusu olmayan yazarlar tarafından kaleme alınmış ya da çevrilmiş olan yönetim konulu makaleler, işletme yönetimi tekniklerinin 1930’lu yıllarda aktarılmaya başladığını göstermektedir.36 Ancak bu, Avrupa üzerinden yapılan ‘dolaylı’ bir aktarmadır, yönetim teknolojisinin transferi konusunda ABD ile ‘doğrudan’ ilişkiye 1950’li yıllarda geçilecektir. Ayrıca Türkiye, 1927 yılında Paris’te toplanan üçüncü yönetim bilimleri kongresi ile 1930 yılında Madrid’te ve 1933 yılında Viyana’da toplanan dördüncü ve beşinci yönetim bilimleri kongrelerine katılmış, bu kongrelerde alınan kararlar da çeşitli incelemelere konu olmuştur.

Türk İdare Dergisi

Türk İdare Dergisi, 1928 yılının Nisan ayında, Dahiliye Vekaleti’nin aylık mecmuası olarak, ‘İdare’ adıyla yayımlanmaya başlamış ve ilk altı sayısı eski yazı ile basılmıştır (Özşen, 1988: 5-25). Dergi 1942 yılına kadar başlıca iki bölümden oluşmaktadır, ilk bölümde mevzuat, personele ilişkin konular, çalışma raporları, mülki idare/yerel yönetim işleri gibi İçişleri Bakanlığı ile ilgili konular yer alırken, ikinci bölümde çeşitli makale ve çevirilere yer verilmiştir. İlk sayıda yer alan önsözde, derginin ikinci bölümünün yöneticiliği ilgilendiren mesleki yazıların yayımlanması, yönetsel ihtiyaçların incelenmesi ve gelişmiş ülkelerin idare yöntemleri hakkında bilimsel tartışmalar yapılması amacıyla oluşturulduğu belirtilmiştir. Dergi, iki yıllık bir aradan sonra, adı ‘İdare Dergisi’ olarak değiştirilerek 1944’te tekrar yayımlanmaya başlamıştır. Bu tarihten sonra iki ayda bir yayımlanan derginin içeriği de köklü bir değişime uğramış ve iki bölümden oluşan yapı kaldırılarak, derginin ana yazı kaynağını makale, inceleme ve çeviriler oluşturmaya başlamıştır.

Yayımlanan yazılardan, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında yönetsel yapının oluşturulup, geliştirilmesi açısından başka ülkelerin uygulamalarına ilgi duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda çeşitli Avrupa ülkelerini, ‘şehirler ve belediyecilik’, ‘idare teşkilatı’, ‘idari ıslahat’, ‘vilayet idareleri’, ‘taşra yönetimleri’, ‘yerel yönetimler’ ve ‘memur rejimi’ gibi konular açısından inceleyen makaleler yayımlanmıştır. Bir bölümü çeviri niteliğindeki yönetim incelemelerine en fazla konu olan ülkeler İtalya, Fransa, Almanya, Belçika, İspanya ve Romanya’dır. Bu ülkelerin yanı sıra Doğu Avrupa ve İskandinav ülkeleri ile Japonya yönetimi de bazı incelemelere konu olmuştur. Farklı ülkelerin yönetim uygulamalarına duyulan ilginin 40’lı yılların sonuna doğru ABD yönetimine kaydığı görülmektedir.

Türk İdare Dergisi’nde 1930’lu yıllarda yayımlanan yazılar, bu dönemde yönetim biliminin ve işletme bilgisinin Türkiye’de oldukça ilgi gördüğünü göstermektedir. Bu yıllarda dergide ‘iktisadi işletmecilik’, ‘bürokrasi’, ‘kırtasiyecilik’, ‘asri büroculuk’, ‘idarede rasyonalizasyon’, ‘yönetim bilimi’, ‘Taylorculuk’ ve ‘Fayol’un ilkeleri’37 gibi konularda çok sayıda makale yayımlandığı görülmektedir. Türk İdare Dergisi’nde 1928-

36 Behlül Üsdiken ve Demet Çetin, 1935-1965 döneminde Türkiye’de üretilen ‘işletme yönetimi yazını’ üzerine bir inceleme yapmışlardır. Yazarların bu araştırma sonucunda ulaştıkları tespitlerden biri Türkiye’de işletme yönetiminden söz eden ilk yayınların 1930’lu yılların ortalarında yayımlandığı, ikincisi ise bu dönemde işletmecilik yaklaşımının Almanya’dan aktarılan bilgilerle şekillendiğidir (Üsdiken ve Çetin, 1999a; Üsdiken ve Çetin, 1999b). 37 Henri Fayol’un Sınai ve Umumi İşlerde İdare: Uzak Görme, Teşkilatlandırma, Kumanda, Ahenkli Düzen Birliği, Kontrol başlıklı kitabının Türkçe çevirisi, 1939 yılında İnhisarlar Umumi Direktörlüğü tarafından yayımlanmıştır.

Page 15: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

15

1945 yılları arasında yayımlanan ‘yönetim bilimi’ yazıları başlıca dört başlık altında toplanabilir:

‘Yönetim Bilimi’

- “İdare Nedir?” (1928), Sayı 4, Temmuz, s. 65-68. (eski yazı)

- Atıf (1928), “İdare-i Hususiyeler Kalmalı mı, Yoksa Kalkmalı mı?”, Sayı 1, Nisan, s. 86-92. (eski yazı)

- Ekrem (1929), “İdare Hususunda Nazariyeler, Kaideler, Tecrübeler”, Sayı 14, Ağustos, s. 1076-1082.

- M. Atıf (1929), “Muntazam ve Temiz İdare”, Sayı 20, Kasım, s. 1374-1379.

- Faik (1931), “Hükümet Makinesinde Valinin Rolü”, Sayı 39, Haziran, s. 517-546.

- Zoltan Magyary (1934), “Umumi İdarede Sayın İlmi Tensiki”, (Çev. Ali Kemali), Sayı 72, Mart, s. 341-361.

- Daniel Warnotte (1935), “İdari İlimler Hakkında Arsıulusal Bir Lügatçe Yapmak Projesine Dair”, (Çev. Ali Kemali), Sayı 90, Eylül, s. 1638-1649.

- Naci Kıcıman (1935), “Varşova’da Toplanacak Altıncı Arsıulusal Yönetim Bilgileri Kongresi”, Sayı 91, Ekim, s. 1804-1810.

- “İdare İlminin Muhtelif Cepheleri” (1944), (Çev. Vecihi Tönük), Sayı 171, Kasım-Aralık, s. 186-188.

- Fazlı Güleç (1945), “İdarede Sezin Dayanakları ve Yürütüm Araçları”, Sayı 172, Ocak-Şubat, s. 60-64.

- Fazlı Güleç (1945), “İdare Nedir?”, Sayı 173, Mart-Nisan, s. 18-21.

- Fazlı Güleç (1945), “İdare Karakterinin Kümeye ve Küme Durumunun İdareye Karşı Tesirleri”, Sayı 177, Kasım-Aralık, s. 40-44.

- Fazlı Güleç (1946), “İdarede İnisiyatif”, Sayı 178, Ocak-Şubat, s. 21-25.

‘Taylorculuk - İktisadi İşletmecilik’

- İbrahim Ali (1930) “İdarelerde Rasyonalizasyon”, Sayı 31, Ekim, s. 2036-2087.

- Richard Coure (1933), “Hükümet Muamelatını İktisadileştirme Esasları”, (Çev. Macit Burhan), Sayı 59, Şubat, s. 281-309; Sayı 60, Mart, s. 416-433.

- Süheyp Nizami (1934), “Uslaştırma”, Sayı 72, Mart, s. 317-326.

- Süheyp Nizami (1934), “Taylorculuktan İş Kafiyeciliğine”, Sayı 73, Nisan, s. 497-506.

- “Umumi İdarelerde Uslaştırmanın Kuvveden Fiile Çıkarılması İçin Lazım Olan Esaslı Prensipler” (1934), (Çev. Ali Kemali), Sayı 74, Mayıs, s. 640-654.

- Taylor (1935), “İktisadi İşletmecilik Esasat ve Prensipleri”, (Çev. Macit Burhan), Sayı 83, Şubat, s. 418-454; Sayı 84, Mart, s. 626-669.

- Hasan Şükrü Adal (1937), “Henry Fayol’un Tecrübi İdare Prensipleri”, Sayı 107, Şubat, s. 321-332.

- Burhan Ergin (1945), “Rasyonalizasyon”, Sayı 172, Ocak-Şubat, s. 29-59.

‘Bürokrasi – Kırtasiyecilik’

- “Asri Büroculuk-Reform: Alman Devlet İdaresinde Büro Teşkilatı” (1932), (Çev. Macit Burhan), Sayı 56, Kasım, s. 1329-1342.

- Westphal (1932), “Yeni Dosyacılık Usülleri”, (Çev. Macit Burhan), Sayı 57, Aralık, s. 1509-1515.

- Macit Burhan (1933), “Alman Hükümetinin Memurin Dosyacılık Talimatnamesi”, Sayı 58, Ocak, s. 133-168.

- Macit Burhan (1933), “Almanya Hükümeti Resmi Daireler Muamelat Talimatnamesi”, Sayı 62, Mayıs, s. 670-680; Sayı 63, Haziran, s. 957-961.

Page 16: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

16

- Hasan Şükrü Adal (1938), “Bürokrasi”, Sayı 128, Kasım, s. 791-803.

- Wilhem Triebel (1935), “Kırtasiyecilikle Mücadele ve İdarecilerin Islahı”, (Çev. Macit Burhan), Sayı 91, Ekim, s. 1857-1887.

- Burhan Ergin (1940), “Kırtasiyecilik Nedir ve Nasıl Kaldırılır?”, Sayı 143, Şubat, s. 1624-1647; Burhan Ergin (1941), Sayı 160, Temmuz, s. 3119-3137.

‘Memurlar - İnsan İlişkileri’

- M. Celal (1929), “Memurların Hürriyeti ve Hududu”, Sayı 11, Şubat, s. 281-285.

- “Şeflik ve Amirlik Psikolojisi ve İnsan Muamele Usulleri” (1933), (Çev. Macit Burhan), Sayı 68, Kasım, s. 1464-1479.

- G. Bichoffe (1934), “Memur Nedir ve Kimdir?”, (Çev. A. Hidayet), Sayı 70, Ocak, s. 160-173; Sayı 71-74 ve 78, Şubat-Mayıs ve Eylül.

- “Şeflik ve Amirlik Sanatı” (1934), (Çev. Macit Burhan), Sayı 76, Temmuz, s. 1165-1187.

- “Memurlara 12 Açık Mektup” (1934), (Çev. Macit Burhan), Sayı 81, Aralık, s. 2084-2107.

Mülkiye Mektebi Mecmuası

Nisan 1931’de ‘Mülkiye Mektebi Mecmuası’ adıyla, öğrenci derneği tarafından çıkarılmaya başlanan dergi, üç yıl sonra Aralık 1934’te ‘Aylık Siyasal Bilgiler’ adını almış ve Temmuz 1937’den itibaren de ‘Siyasi İlimler Mecmuası’ adıyla yayımlanmıştır.38 Dergide yönetim konularının yanı sıra, siyaset, iktisat, maliye, şehircilik, yerel yönetimler, bütçe, uluslararası ilişkiler gibi konularda da yazılar bulunmaktadır. Genel olarak bir ‘sosyal bilimler dergisi’ görünümündeki dergide ayrıca coğrafya, tarih, edebiyat, eğitim, sağlık gibi çeşitli alanlara ilişkin yazılara da rastlanmaktadır.39

38 Mülkiye dergisi, ilk olarak, 1908 yılında kurulan Mekteb-i Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardım Derneği’nce Ocak 1909’dan itibaren aylık olarak yayımlanmaya başlamış ve kırküç sayı çıkarılmıştır. (Çankaya, 1968: 1329; Findley, 1996: 258) Mülkiye Mektebi’nin 1915’te kapatılması üzerine, bir yıl sonra mezunlar derneği kendini feshetmiştir. Mülkiye 1918’de yeniden açıldıktan sonra, 1921 yılında dernek de tekrar kurulmuştur. Mezunlar derneği 1931 yılında ikinci kez feshedildiğinde, derneğin taşınabilir malları ile yayınladığı ve sahibi olduğu “Mülkiye Mecmuası” da Mülkiye Mektebi Talebe Teşekkülü’ne devredilmiştir. (Çankaya, 1968: 1333) Eylül 1939 tarihli 102 inci sayıdan itibaren, derginin sahibi Hasan Şükrü Adal, genel yayın müdürü ise Hasan Refik Ertuğ’dur. Nisan 1931 tarihinde yayımlanmaya başlayan derginin ulaşılabilen son sayısı Aralık 1954 tarihli 285 inci sayıdır. Bu çalışma kapsamında, Mülkiye Mecmuası’nın, Nisan 1931-Aralık 1954 tarihleri arasındaki ciltleri taranmıştır. Derginin yerine 20 Ocak 1956 tarihinden itibaren “Siyasi İlimlerde Fikir Dünyası” adlı aylık dergi yayımlanmaya başlamıştır. Derginin 1921-1931 yılları arasında yayımlanıp yayımlanmadığına ilişkin bir bilgiye ulaşılamamıştır. 39 1912 yılına kadar yayımlanan Mülkiye dergisinin Ocak 1909-Ağustos 1911 tarihleri arasındaki otuz sayısı, “mülkiye memurlarının profesyonellik anlayışını” ortaya koymak amacıyla Carter Findley tarafından incelenmiş ve yayımlanan makaleler ile yazarları hakkında bir değerlendirme yapılmıştır. (Findley, 1996: 258-270) Findley, dergide yer alan makalelerin bir bölümünün genel kültür özelliği taşımakla birlikte, en çok ilgi duyulan konunun idareye ilişkin sorunlar olduğunu belirtmektedir. Dergide yer alan makalelerin en önemlileri ‘tensikat’, ‘memurların yargılanması’, ‘kırtasiyecilik’, ‘taşra yönetimi’, ‘vilayet meclisleri’, ‘belediyeler’, ‘aşiretlerin iskanı’ gibi uygulamaya dönük konularda yoğunlaşmaktadır. Makaleler arasında, Findley’in deyimiyle “genel idare kuramı” olarak nitelendirilebilecek ‘yönetim bilimi’ yazılarının varlığı dikkat çekicidir. Bunlar arasında “Felsefe-i İdareden Bir Nebze” (Yönetim Felsefesi’nden Bir Nebze), “Ulum-u İçtimaiye ve Fenn-i İdare”, (Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi), “Hükümet-i Kırtasiye ve Teşevvüş-i İdare” (Kırtasiyecilik ve Yönetimde Karışıklık), “Muvaffakiyat-ı İdareden: Kararda Teenni, İcrada Ciddiyet ve Sebat” (Yönetimde Başarı: Akılcı Karar Alma, Ciddi ve Kararlı Uygulama) başlıklı yazılar yer almaktadır. Dergide yer alan yazı sahiplerinin çoğunluğu, Abgülgani Seni (Yurdman), Bedii Nuri, Ahmet Kemal (Varınca), Hüseyin Cevdet

Page 17: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

17

Mülkiye dergisinde, 1930’lu yıllarda ‘yönetimde rasyonalizasyon’, ‘yönetsel teknik’, ‘işletmecilik’, ‘bürokrasi’, ‘kırtasiyecilik’, ‘memur statüsü’ en çok işlenen yönetim konularıdır. Yönetim üzerine yazanlar arasında birkaç isim öne çıkmaktadır: Muhlis Etem, Hasan Şükrü Adal, Sıddık Sami Onar, Hürrem Kubat ve Muhtar Hamdi Yazır. Bu yazarlardan alınan aşağıdaki bölümler, 30’lu yıllarda Türkiye’de yönetim biliminin bir inceleme konusu olarak ilgi gördüğünü kanıtlamaktadır.

“Devlet Müesseselerinde Rasyonalizasyon”, Muhlis Etem.

“Rasyonalizasyon fikri, evvela yüksek bir sanayi arzeden Amerika Birleşik Devletleri’nde çıkmış ve son on beş sene zarfında Avrupa’ya yayılmıştır.” (Etem, 1931)

“İlim ve Tatbikat”, Sıddık Sami. “….Memlekette yayın hayatı tamamen durgundur. Ne mali, ne idari, ne de adli

ihtiyaçlarımızı inceleyecek, araştıracak, uygulamaya ışık tutacak hiçbir eser yayımlanmıyor. Halbuki memleketimiz yönetimini, inkılap prensiplerinin birer ifadesi olan yeni kanunların uygulanmasını üzerlerine almış olanlar bugün her günden ve her yerdekinden fazla okumak, uygulamada ilmin gösterdiği gerçeklere göre hareket etmek mecburiyetindedirler. Bir Fransız ya da bir Alman memurun arkasında geniş bir deneyime sahip, kurulmuş bir makine ve bir zihniyet vardır. Türk memuru ise, inkılabı en cahil ve ilgisiz halk kitleleri arasında duyurabilmek için idare makinesini yeniden kurmak, yeni bir zihniyet yaratmak ve nihayet bu prensipleri halka anlatabilmek, onları memleket ihtiyaçlarına en uygun bir tarzda uygulayabilmek için birçok milletlerin deneyimlerini incelemek ve onlardan yararlanmak mecburiyetindedir.” (Sıddık Sami, 1931)

“Tecrübi İdare”, Hasan Şükrü Adal.

Yazı, Fayol’un ilkelerinden hareketle, yönetim biliminin kurulmasını konu almaktadır. Adal, Fayol’un La doctrine administrative, L’eveil de L’Esprit public ve Administration industrielle et generale eserlerindeki düşüncelerin temel çizgilerini göstermektedir. (Adal, 1935)

“İlmi Teşkilat ile Bürokrasiye Karşı Mücadele”, M.V.M. Van Gogh, Çev. Hürrem Kubat.

Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsü Belçika Şubesi tarafından yayımlanan “Etidues Administrative” isimli eser, yönetimin ilgili olduğu konuları şöyle sıralamaktadır: 1. Yönetim tekniği, 2. İdare hukuku ve idari davalar, 3. Yönetimin güncel ihtiyaçlara uyarlanması, 4. Sömürge yönetimi. (Kubat, 1936)

“İdare Tekniği”, Süheyp Nizami Derbil.

“Toplumsal yaşamda etkili olan, iz bırakan hukukun uygulamasıdır, yoksa resmi gazetelerin yapraklarına basılı metinlerin hayata doğrudan etkisi yoktur….Canlı hizmet, yani yazılı hükümlerin uygulama şekli ve tarzı, teknik unsurdur…Türkiye Cumhuriyeti memurlarının kırtasiyecilik ve yöntemsizlikten kurtularak rasyonel bir zihniyetle görevlerine sarılmalarını dilerim.” (Derbil, 1938)

“Bürokrasi”, Hasan Şükrü Adal.

“…Bürokrasideki kırtasiyecilik hastalığını, sanayide uygulanan rasyonel usullerle tedavi etmek başlıca gündem maddesidir. Fayolism ve Taylorism cereyanları gibi.” (Adal, 1938)

gibi asıl mesleği kamu görevliliği olan, aynı zamanda siyasetçi, gazeteci ya da yazar kimliğiyle tanınan isimlerden oluşmaktadır.

Page 18: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

18

1930’lu yıllarda Mülkiye Dergisi’nde yayımlanan yönetim konulu yazılar kronolojik olarak şu şekilde sıralanabilir:

- Muhlis Etem (1931), “Devlet Müesseselerinde Faaliyet ve Müsmiriyet”, Sayı 3, Haziran, s. 12-14.

- Hasan Şükrü (1931), “Woodrow Wilson”, Sayı 4, Temmuz, s. 44-48.

- Hasan Şükrü (1931), “Fransa’da Reisicumhur”, Sayı 5, Temmuz, s. 16-20.

- Ferit (1931), “Memur ve Memur Statüsü”, Sayı 5, Temmuz, s. 12-15.

- Nazım (1931), “İdarenin Ticari İşlere Müdahalesi”, Sayı 5, Temmuz, s. 31-36.

- Hamdi Hasan (1932), “Devlet Teşkilatında Vali”, Sayı 16, Ağustos, s. 41-48.

- Muhlis Etem (1933), “Teknokrasi Nedir?”, Sayı 26, Mayıs, s. 36-40.

- Sabri (1933), “İdare İlimleri Kongreleri”, Sayı 29, Ağustos, s. 19-22; Sayı 30, Eylül, s.20-28.

- P. Satinof (1934), “Memur ve İşçi”, (Çev. Haluk Sarım), Sayı 39, Haziran, s. 44-46.

- Hasan Şükrü (1934), “Memurluğun Meslek Haline Getirilmesi”, (P. Stainof’dan çeviri), Sayı 35, Şubat, s. 28-35.

- Hasan Şükrü (1934), “Memurların Tayini”, (P. Dubois Richard’dan çeviri), Sayı 37, Nisan, s. 40-44.

- Hasan Şükrü (1934), “Memur Statüsü”, Sayı 39, Haziran, s. 36-43.

- Hasan Şükrü (1935), “Amerika’da Amme Hizmetlerinin ve Memur Adedinin Fazlalaşmasını Gösteren İstatistikler”, ABD Chicago Üniversitesi İdare Profesörü Leonard D. White tarafından 1933’te yayımlanan Trends in Public Administration başlıklı kitabın kroniği, Sayı 46, Ocak, s. 27-28.

- Hasan Şükrü Adal (1935), “Devlet Filosofisinde Otorite Fikrinin Evrimi”, Sayı 49, Nisan, s. 49-59.

- İdare Kroniği: “Bulgaristan’da Mesleki Teşkilat”, “Fransa İdaresinde Kadın”, “Alman Demiryollarının Yönetsel Teşkilatı”, (1935), Sayı 53, Ağustos, s. 42-44.

- Hürrem Kubat (1936), “Devlette Reform”, (Achille Mestre’den çeviri), Sayı 64, Temmuz, s.32-38.

- Hasan Şükrü Adal (1936), “Devlet Müdahalesinin Genişlemesi ve Ademi Merkeziyet Meselesi”, Sayı 65, Ağustos, s. 1-6.

- Hasan Şükrü Adal (1936), “Şehir ve Devlet”, Sayı 69, Aralık, s. 42-48.

- Hasan Şükrü Adal (1937), “İlmi Siyasete Doğru I: Bir Siyaset İlmi Mevcut Olabilir mi?”, (Karl Mannheim’dan çeviri), Sayı 73, Nisan, s. 39-43.

- Zoltan Magyary (1937), “Hükümet Şefinin İdari Rolü”, Sayı 79, Ekim, s. 430-435.

- Muhtar Hamdi Yazır (1937), “Devletler Hukuku Karşısında İdare Otoriteleri”, Sayı 80, Kasım, s. 468-471.

- Hasan Şükrü Adal (1938), “İdari Kronik: Almanya’nın Yeni Memurin Kanunu”, Sayı 84, Mart, s. 747-749.

- Muhlis Etem (1939), “İktisadi Devlet Bilgilerinden İşletme Ekonomisinin Mevkii”, Sayı 101, Ağustos, s. 176-181.

- Hasan Şükrü Adal (1939), “Bürokratik Muhafazakarlık”, Sayı 105, Aralık, s. 427-430.

1940’lı yıllarda, önceki on yıla kıyasla yönetim bilimi konularına olan ilginin azaldığı dikkat çekmektedir. Bu dönemde sayıca azalmış yönetim yazılarının ‘memurluk statüsü’, ‘yerel yönetimler’ ve ‘rasyonel idare’ üzerine odaklandığı görülmektedir.40 1940’lı yıllarda yönetim üzerine yazanlar arasında Hasan Refik Ertuğ 40 Siyasi İlimler Mecmuası’nda 1940’lı yıllarda yayımlanan yönetim konulu yazılara örnek olarak şunlar verilebilir: Hasan Refik Ertuğ (1940), “Yeni Türk Mevzuatında Memur Statüsü”, Sayı 112, Temmuz, s. 179-182; Hasan Refik Ertuğ (1940), “Memur Mefhumu: Memurun Tarifi”, Sayı 113, Ağustos, s. 252-

Page 19: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

19

ve Namık Zeki Aral öne çıkmaktadır. Namık Zeki Aral, 1946 yılında yayımlanan “Teşkilatlanma” (Rasyonalizasyon) başlıklı makalesinde, aynı yıl TBMM milletvekillerine sunulan bir risaleden yola çıkarak, bu akımın Türkiye’deki etkisi hakkında detaylı bilgiler vermektedir (Aral, 1946: 451-454).

‘Rasyonalizasyon’ Risalesi

Namık Zeki Aral, “Teşkilatlanma” başlıklı yazısında, Ağustos 1946’da Edib Atam imzasıyla TBMM’ye sunulan bir risaleyi anlatmaktadır. Aral, “Sayın Milletvekillerine Açık Mektup” başlıklı risale içine yerleştirilen nottan, Edib Atam’ın Toprak Mahsulleri Ofisi organizatörü olduğunun anlaşıldığını söylemektedir. Risale, milletvekillerinden rasyonalizasyonun sanayide olduğu gibi, devlet kurumlarında da uygulanmasını istemektedir. Risalenin yazarı, batıyı örnek göstererek şöyle demektedir:

“Onların rasyonel yönetim ilkeleri uyguladıkları bir devirde bizim, artık tarihe teslim edilmesi gereken köhne idare usulleriyle medeniyet kervanına katılmamız mümkün değildir. Batının doğa kanunlarını çıkış noktası kabul ederek akıl ve mantığa dayalı olarak geliştirdiği en ileri sosyolojik, psikolojik ve ekonomik esaslara dayanan yönetim, işletme ve iş prensipleriyle yöntemlerini öğrenmek, ülkemizin imkan ve ihtiyaçlarına uygun bir şekilde tatbik etmek ve bütün yurttaşlarımıza uygulamalı olarak öğretmek mecburiyetindeyiz. Yönetim bir bilim ve sanattır.”

Aral, ‘teşkilatlanma’ olarak Türkçeleştirdiği, ‘rasyonalizasyon’ kavramının, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle 1930’lu yıllarda bütün dünyada önem kazandığını ve konu üzerine Fransa’da birçok yayın yapıldığını belirtmektedir. Ayrıca, “en az gider ile en çok gelir elde etmek” anlamında kullanılan ‘rasyonalizasyon’ teriminin, Türkçe’ye ‘makulleştirme’ olarak da çevrilebileceğini söylemektedir. Aral’a göre sorun ‘kırtasiyecilik’tir. Bu illet idare makinesinde aksaklık yaratarak, bireyle devletin arasını açmakta, memleket için tehlike saçmaktadır. Bu nedenle devlet makinesinin işleyişine düzen vermek ve hastalığın teşhisiyle birlikte tedavi imkanlarını da aramak gerekmektedir.

Yönetim Bilimleri Kongreleri

Türkiye’de 1930’lu yıllarda yönetim bilimi konularına olan ilginin bir başka kaynağının da ‘İdare İlimleri Kongreleri’ olduğu anlaşılmaktadır (Sabri, 1933; Adil, 1928; M. Celal 1929; Adil, 1931; Devize, 1932).

Bu kongrelerde ele alınan yönetim konuları ile kongre kararları, Türkiye’de yönetimin hukuksal yaklaşım dışında incelenmesi açısından etkili olmuştur. Türk İdare ve Mülkiye dergilerinde çeşitli yazılara konu olduğu görülen yönetim bilimleri kongreleri’nin ilki 1910 yılında Brüksel’de toplanmıştır. Araya Birinci Dünya Savaşı’nın girmesi nedeniyle, ikinci kongre ilkinden onüç yıl sonra, 1923’te yine Brüksel’de yapılmıştır. Türkiye, 1927’de toplanan üçüncü kongreye katılmıştır. Paris’te yapılan ve 19 devletin katıldığı kongrede hükümeti temsil etmek üzere Darülfünun idare

256; Sayı 114, s. 290-296, Sayı 115, s. 334-339; Ernst Reuter (1940), “Mahalli İdarelerle Devlet Arasındaki Münasebetler”, (Çev. Muhtar Yazır), Sayı 116, Kasım, s. 387-392; Sayı 117, s. 446-452; Hasan Refik Ertuğ (1940), “Müstahdemin Tarifi”, Sayı 117, Aralık, s. 393-397; Hasan Refik Ertuğ (1940), “Memurluğa Giriş: Memur Olabilmek Şartları”, Sayı 117, Aralık, s. 440-445; Sayı 118, s. 484-490; Sayı 119, s. 225-230; Sayı 120, s. 269-272; Sayı 121, s. 1-4; Sayı 122, s. 46-50; Sayı 125, s. 181-187; Hasan Şükrü Adal (1943), “Mahalli Demokrasi Bakımından Bir Şehir İdaresinin Vasıtaları”, Sayı 152, Kasım, s. 438-446; Namık Zeki Aral (1949), “Rasyonel Çalışma”, Sayı 219, Haziran, s. 138-141; Namık Zeki Aral (1949), “Rasyonel Çalışmanın Tanzimi”, Sayı 221, Ağustos, s. 176-179.

Page 20: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

20

hukuku profesörü Muslihiddin Adil (Taylan), Dahiliye Vekaleti teftiş heyeti başkanı Mustafa Arif ve mahalli idareler genel müdürü Akif Behzat gönderilmiştir. Kongrede ele alınacak konular beş bölüme ayrılmıştır:

1. Komün yönetimleri (Komünlerin özerkliği, hizmetleri, memurları, gelirleri)

2. Devlet ile komün arasındaki yönetim kademeleri (İdari taksimat, kademelerin teşkilat ve faaliyetleri, komünler ve devlet ile ilişkileri, sendikaları, kent yönetimleri)

3. Merkezi yönetim (merkezi yönetimin rolü, hizmetlerin düzenlenmesi, yönetimin sanat ve ticarileştirilmesi, idari davalar)

4. Yönetime ve idare hukukuna ait belgelerin birleştirilmesi ve tasnif edilmesi (çeşitli ülkelerde bu işi üstlenmiş olan kurumların diğer ülkelerdeki kurumlarla işbirliği yapmaları)

5. Memuriyetle ilgili konular (göreve alma, mali haklar, sorumluluk, çalışma tarzı, teftiş usulleri, kumanda birliği)

Her bölüm saptanan başlıklar itibariyle bir komisyonda görüşülmüş ve görüşmeler sonucunda tespit edilen öneriler sunulmuştur. Kongrede merkezi yönetim konusunu inceleyen bölüm, daimi komisyondan, 1923 kongresinde ortaya konulan Fayol ilkelerinin çeşitli ülkelerdeki uygulamasından doğan sonuçların yayımlanmasını talep etmiştir.

Dördüncü Yönetim Bilimleri Kongresi, Paris Kongresi’nden üç yıl sonra, 1930 yılında Madrid’te toplanmıştır. On yedi devletin katıldığı kongrede Türkiye’yi Darülfünun idare hukuku profesörü Muslihiddin Adil ve Madrid elçiliği başkatibi Behçet Şefik temsil etmiştir. Madrid Kongresi’nde yönetim konuları yedi bölümde görüşülmüş ve ‘temenni’ niteliğinde bir takım ilkeler belirlenmiştir. Kongrede sunulan ilkelerin “siyasi konulara değinmeden ve kongrede temsil edilen ülkelerin kanunlarını eleştirmekten sakınılarak tespit edildiği” vurgulanmıştır. Madrid’te bir önceki kongrede görüşülen konulara ek olarak ‘uluslararası yönetim örgütü’ ve ‘kadınların memur olması, vatansızlık, idarenin takdir hakkı’ konuları da ele alınmıştır. Bu kongrede merkezi Brüksel olmak üzere Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsü’nün (International Institute of Administrative Sciences - IIAS) kurulması ve uluslararası bir yönetim bilimleri dergisinin (The International Review of Administrative Sciences – IRAS) yayımlanması kararlaştırılmıştır.41

Yönetim bilimleri kongrelerinin beşincisi 1933 yılında Viyana’da toplanmıştır. Yirmisekiz ülkenin katıldığı kongrede görüşülen konular üç bölüme ayrılmıştır:

1. İdari davalar ve Şurayı Devlet (Yönetilenler)

2. Memurlara ilişkin mevzuatın esasları ne olmalıdır? (Memurlar)

3. Bugünkü fikir hareketlerinin etkisi altında genel yönetim nasıl olmalıdır? (Yönetim)

Bu kongrede de diğerlerinde olduğu gibi, ele alınan konular çeşitli boyutlarıyla tartışıldıktan sonra öneriler sıralanmıştır. Uluslararası yönetim bilimi kongrelerinin, toplantılarda ele alınan ‘yönetim konuları’, kongre sonucunda açıklanan ‘temenni kararlar’ ve bu kararların ‘katılan ülkelerin gündemine yansıması’ açısından incelenmesi, kamu yönetimi disiplininin geçmişine ilişkin değerlendirmelere önemli katkılar sağlayacaktır.

41 1930 yılında kurulan Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsü halen merkezi Brüksel olmak üzere faaliyet göstermektedir. Enstitünün Türkiye Ulusal Seksiyonluğu ise TODAİE tarafından yürütülmektedir (iiasiisa.be, 2005; todaie.gov.tr, 2005).

Page 21: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

21

Yönetim Bilimleri Enstitüleri: TODAİE ve SBF Amme İdaresi Kürsüsünden Önce

Türkiye’nin 1933’ten sonra yapılan yönetim bilimi kongrelerine de katıldığı görülmektedir. Hasan Refik Ertuğ, 1947 yılında İsviçre’de toplanan kongre vesilesiyle kaleme aldığı yazıda, bu kongrede Türkiye’nin ‘bilim ve uygulama faaliyetleri’ açısından gereği gibi temsil edilemediğini dile getirmektedir (Ertuğ, 1948a). Ertuğ’a göre, İsviçre kongresi Türkiye’nin bilim hayatında önemli bir eksikliği ortaya çıkarmıştır ki bu eksiklik Türkiye Yönetim Bilimleri Enstitüsü’dür. Ertuğ, İstanbul ve Ankara hukuk fakültelerinde, hukuk ve iktisat bilimlerini ilgilendiren incelemeler yapmak üzere kurulmuş araştırma enstitüleri bulunduğu halde, yönetim bilimleri için gerekli olan araştırma merkezinin henüz kurulamadığını söylemektedir. Yazar, “yönetimin deneyimlerinden bilim adamlarını ve bilimin bulguları ile yeni gelişmelerden yönetimi faydalandırmak, böylece hayatı vatandaş için daha iyi yaşanılır hale getirmek amacıyla ‘uygulama’ ile ‘kuramın’ buluşacağı bir araştırma merkezine duyulan ihtiyacı” anlatmaktadır. Ertuğ, böyle bir enstitünün kurulması için en uygun kurum olarak Siyasal Bilgiler Okulu’nu gördüğü için, Yönetim Bilimleri Enstitüsü Statüsü olarak hazırladığı bir taslağı SBO müdürlüğüne bir yazıyla sunduğunu dile getirmektedir (Ertuğ, 1948b).

Türkiye’de ilk yönetim bilimi enstitüsü, 1949 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, Sıddık Sami Onar tarafından, ‘İdare Hukuku ve İdare İlimleri Enstitüsü’ adıyla kurulmuştur (ata.boun.edu.tr, 2005). 1952 yılında ise Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde tüzel kişiliğe sahip dört enstitüden (Maliye, İdari İlimler, Dış Münasebetler, İskan ve Şehircilik) biri olarak ‘İdari İlimler Enstitüsü’ kurulmuştur.42 Enstitü’nün amacı, “yönetim bilimleri, siyaset bilimi ve idare hukuku alanında ve bunlarla yakından ilgisi olan hukuk dallarında kuramsal ve uygulamalı nitelikte bilimsel araştırmalar yapmak, yönetimle ilgili konuları incelemek ve bu bilimlerin gelişmesine, yaygınlaşmasına çalışmak” olarak belirlenmiştir. IIAS’ın Türkiye Ulusal Seksiyonu 60’lı yıllarda bu enstitü içinde yer almış, dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenlenen uluslararası yönetim bilimi toplantılarına da aynı enstitünün temsilcileri katılmıştır (Çankaya, 1968: 787-791) Enstitü, 1982 yılında Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne (KAYAUM) dönüştürülmüştür.

DEĞERLENDİRME

Türkiye’de ‘yönetim bilimi’nin geçmişinin 19. yüzyıla dayandığı söylenebilir. Ancak bu ilginin bir süre sonra ‘hukuk ağırlıklı devlet’ incelemelerine kaydığı görülmektedir.43 Yönetim bilimi, 19. yüzyılın dilinde ‘usuli idare’ ya da ‘fenni idare’ terimiyle idari malumat edinme alanıdır. 1910’dan başlayarak yerini terk ettiği rakibi ise ‘hukuku idare’ terimiyle hukuki malumat edinme alanı olan yönetim ve kamu hukuku dalı olmuştur. Hukuksal bilginin egemenliğini kurduğu yıllar, işletme iktisadı üzerinden Anglosakson (taylorcu) bilimsel yönetim ilkeleriyle süreçlerinin de ülkeye giriş yaptığı

42 SBO’yu Ankara Üniversitesi’nin bir fakültesi olarak yapılandıran 5627 sayılı kanunun 1. maddesi, söz konusu dört enstitünün, Fakülte’ye bağlı olarak kurulmasını öngörmüştür. 43 Gerçekte bu dönemde Osmanlı’nın Fransa’yı yakından izlediği göz önünde bulundurulursa, ilgi alanı değişikliğinin de Fransa’dan kaynaklandığı kolaylıkla görülebilir. Fransa’da 19. yüzyılda idare hukuku bağımsız bir disiplin haline gelerek, popüler bir nitelik kazanmıştır. Bu gelişme, devlet yönetimi üzerine çalışanların da idare hukukuna yönelmesine yol açmıştır. Daha geniş bir değerlendirme için: (Karasu, 2004: 235-240).

Page 22: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

22

yıllardır. Belki ilginç bulunabilecek bir diğer özellik ise, Anglosakson işletme bilgisinin ülkeye Alman bilim adamları eliyle giriş yapmış olmasıdır.

Türkiye’de yakın tarihin farklı dönemlerinde ülkedeki reform sürecinde etkili olmuş üç devletin, yönetim biliminin gelişiminde de belirleyici oldukları görülmektedir. Yönetim okulu olarak 1859’da kurulan, ama gerçek anlamda bir yüksekokul olarak 1877’de ‘ıslah’ edilen Mekteb-i Mülkiye’nin üzerinde kuruluşundan itibaren etkili olan bilgi Fransa kaynaklıdır. Mülkiye’nin 19. yüzyıldaki yapılanışında Fransa’daki örgütlenme ile ders programlarının esas alındığı, ders kitaplarının Fransızca’dan çevrildiği, ders programında 1863’ten itibaren yabancı dil olarak Fransızca’nın yer aldığı görülmektedir. 1910’lu yıllara gelindiğinde, Mülkiye’de hukuk derslerinin ağırlık kazandığı, akademik yapılanmada Almanya Darülfünunu’nun örnek alınarak Mülkiye’nin 1915’te kapatıldığı ve devleti yönetmek için sadece hukuki bilginin yeterli olduğu düşüncesinin yükseldiği görülmektedir. Alman etkisinin doruğa çıktığı 1930’lu yıllarda programa Almanya kaynaklı derslerin (işletme iktisadı, şehircilik) ve yabancı dil olarak Almanca’nın eklendiği, bu dersler için Almanya’dan hocalar getirildiği görülmektedir. 1940’lı yılların sonu ise Anglosakson etkisinin telaffuz edilmeye başlandığı yıllardır. Bu dönemde ABD model alınarak SBF’nin yeniden yapılandırıldığı, ABD kaynaklı yönetim derslerinin programa alındığı, Amerika’dan hocalar getirildiği ve Türk öğretim üyelerinin eğitim için ABD ve İngiltere’ye gönderildiği bilinmektedir. Ayrıca, 1930’da yalnızca siyasi şube için programa konulan İngilizce dersi, bu dönemde tüm öğrencilere açılmıştır.

Kısaca 1950’li yıllarda kurulan kamu yönetimi disiplininin, bundan önce yönetim bilimi anabaşlığı altında toplanabilecek bir öncesi vardır. Bu aşamanın, 19. yüzyılın ikinci yarısında ‘yönetim incelemeleri’ ve yüzyılın sonuna doğru ‘idare hukuku’ içine çekilerek Fransa tarafından, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ‘hukuk ağırlıklı devlet’ yaklaşımı ile Almanya tarafından şekillendirildiği görülmektedir. Yönetim bilimine ‘işletmecilik’ damarının ise 30’lu yıllarda yine Almanya etkisiyle ‘işletme iktisadı’ aracılığıyla girdiği söylenebilir.

Tarih, modern kapitalist devlette yönetim düşününün gelişmiş/egemen devletlerden azgelişmiş devletlere ‘aktarma’ ya da ‘transfer’ yoluyla biçimlendiğini göstermektedir. Kamu yönetimi disiplininin ABD’ye ait olduğunu ama pek de mucizevi bir buluş olmadığını görmek, yönetim biliminin ‘evrenselliği’ ve ‘yerelliği’ üzerine tartışmak için fırsat sunabilir. Bu açıdan tarihsel birikimin çeşitli incelemelere konu olması, Türkiye’de kamu yönetimi disiplininin inceleme nesnesi ve akademik yapılanışı itibariyle yeniden tanımlanmasına katkı sağlayabilir.

Page 23: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

23

KAYNAKÇA

Adal, Hasan Şükrü (1935), “Tecrübi İdare”, Mülkiye Mektebi Mecmuası, Sayı 51, Haziran, s. 17-25.

Adal, Hasan Şükrü (1938), “Bürokrasi”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 87, Haziran, s. 100-102; Sayı 88, s. 169-172, Sayı 89, s. 241-244.

Adil, Muslihiddin (1928), “Beynelmilel Ulumi İdariye Kongresi”, İdare, Sayı 8, Kasım, s. 97-123.

Adil, Muslihiddin (1931), “Dördüncü Madrid Beynelmilel İdari İlimler Kongresi”, İdare, Sayı 37, Nisan, s. 231-242.

Akıllıoğlu, Tekin (1983), “Hukuku İdare Üzerine”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 16, Sayı 2, Haziran, s. 56-69.

Akkutay, Ülker (1984), Enderun Mektebi, Gazi Üniversitesi, Ankara.

Altundağ, Şinasi (1945), Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı: Mısır Meselesi 1831-1841, TTK, Ankara.

Aral, Namık Zeki (1946), “Teşkilatlanma”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 189, Aralık, s. 451-454.

Aykaç, Burhan (1995), “Türkiye’de Kamu Yönetimi Öğretiminin Gelişimi”, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyumu Bildirileri, Cilt II, TODAİE, Ankara, s. 271-279.

Berkes, Niyazi (1973), Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Çankaya, Ali (1954), Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1949), I. Cilt, Örnek Matbaası, Ankara.

Çankaya, Ali (1968-1969), Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), I-II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara.

Celal, M. (1929), “Beynelmilel Üçüncü Ulumi İdariye Kongresi (Paris 23 Haziran 1927), Birinci Şubesinin Kabul Ettiği Temenniler”, İdare, Sayı 21, Aralık, s. 1497-1503.

Cuinet, Vital (1890), La Turquie D’Asie, Geographie Administrative Statistique Descriptive et raisonnée de chaque Province, Paris.

Çetin, Atilla (1998), Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Mısır Valiliği: Osmanlı Belgelerine Göre, Fatih Ofset, İstanbul.

Derbil, Süheyp Nizami (1938), “İdare Tekniği”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 85, Nisan, s. 805-808.

Develioğlu, Ferit (2003), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara.

Devize Albert (1932), “Madrid Kongresi’nde Görüşülen İdari Islahat”, (Çev. Enis Behiç), İdare, Sayı 57, Aralık, s. 1444-1461.

Dunshire, Andrew (1973), Administration, The Word and Science, London’dan aktaran, Gencay Şaylan (1978), “Yönetim Biliminin Evrenselliği ile İlgili Bazı Düşünceler”, Amme İdaresi Dergisi, 11/2, s. 3-15).

Emre, Cahit (1998), “Yönetim Bilimi,” Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim-Sosyal Bilimler II, TÜBA, Ankara, s. 35-54.

Engelhardt (1999), Tanzimat ve Türkiye, Türkçesi: Ali Reşad (1910), Kaknüs Yayınları, İstanbul, s. 481.

Ergin, Osman (1941), Türkiye Maarif Tarihi, II. Cilt, Osmanbey, İstanbul.

Ertuğ, Hasan Refik (1948a), “İdare İlimleri Enstitüsü”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 209, Ağustos, s. 193-195.

Ertuğ, Hasan Refik (1948b), “İdare İlimleri Enstitüsü Statüsü-Statü Ön Tasarısı”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı 209, Ağustos, s. 217-221.

Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyası (2001), Milli Kütüphane Başkanlığı, Ankara.

Etem, Muhlis (1931), “Devlet Müesseselerinde Rasyonalizasyon”, Mülkiye Mektebi Mecmuası, Sayı 2, Mayıs, s. 7-9.

Fenn-i İdare-i Mülkiye (1883), Çev. Fahri, İstanbul.

Page 24: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

24

Findley, Carter V. (1996), Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

Güler, Birgül A. (1994), “Nesnesini Arayan Disiplin: Kamu Yönetimi,” Amme İdaresi Dergisi, Cilt 27, Sayı 4, Aralık, s. 3-19.

Gogh, M.V.M. Van (1936), “İlmi Teşkilat ile Bürokrasiye Karşı Mücadele”, Çev. Hürrem Kubat, Mülkiye Mektebi Mecmuası, Sayı 63, Haziran, s. 42-47.

İhsanoğlu, Ekmeleddin (1992), “Tanzimat Döneminde İstanbul’da Darülfünun Kurma Teşebbüsleri”, 150. Yılında Tanzimat, TTK Yayını, Ankara.

Karasu, Koray (2004), “Kamu Yönetimi Disiplininin Kökenine İlişkin Bir Not”, II. Kamu Yönetimi Forumu Bildiriler Kitabı, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Eylül Ankara, s. 225-242.

Martin, Daniel W. (1987), “Deja Vu: French Ancedents of American Public Administration”, Public Administration Review, Vol. 47, No.4, s. 297-303’den aktaran Koray Karasu, “Kamu Yönetimi Disiplininin Kökenine İlişkin Bir Not”, II. Kamu Yönetimi Forumu Bildiriler Kitabı, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Eylül 2004 Ankara, s. 225-242.

Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Mart 1918’den aktaran Ali Çankaya (1954), Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1949), I. Cilt, Örnek Matbaası, Ankara, s. 161-162.

Morel, Eugéne (2000), Türkiye ve Reformları, Çev. S. Belli, Ütopya Yayınevi, Ankara.

Ortaylı, İlber (2005), “Saray Okulu Enderun”, Milliyet, 17 Temmuz 2005.

Özşen, Tayfur (1988), Türk İdare Dergisi (1928-1988), İçişleri Bakanlığı, Ankara.

The Economy of Turkey, An Analysis and Recommendations for a Development Program (Report of a Mission sponsored by the International Bank for Reconstruction and Development in Collaboration with the Government of Turkey, IBRD, Washington 1951, s. 203-204’den aktaran Cahit Emre, “Yönetim Bilimi”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim-Sosyal Bilimler II, TÜBA, Ankara 1998, s. 39-40.

Tortop, Nuri (1990), Yönetim Biliminin Temel İlkeleri, TODAİE, Ankara.

Tuncer, Hadiye (2000), 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara.

Sabri (1933), “İdare İlimleri Kongreleri”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 29, Ağustos, s. 19-22; Sayı 30, Eylül, s. 20-28.

Sıddık Sami (1931), “İlim ve Tatbikat”, Mülkiye Mektebi Mecmuası, Sayı 5, Temmuz, s. 5-8.

Sinoue, Gilbert (1999), Kavalalı Mehmed Ali Paşa: Son Firavun, Çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, İstanbul.

Üsdiken, Behlül ve Çetin, Demet (1999a), “From Betriebswirtschaftslehre to Management or from Economics to Human Relations: Turkish Management Literature in Its Early Years”, 15th European Group for Organizational Studies Colloquium’da sunulan bildiri, Coventry, İngiltere, 4-6 Temmuz 1999’dan aktaran Üsdiken, Behlül ve Çetin, Demet (1999b), “Türkiye’de Akademik Dünyanın Yönetme İşine Yaklaşımında 1950’li Yıllarla Birlikte Ne Değişti?”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 32, Sayı 4, Aralık s. 48-51.

Wilson, Woodrow (1887), “The Study of Administration”, Political Science Quarterly, Vol 2, June, s.197-222. Türkçe Çevirisi: “İdarenin İncelenmesi” (1961), Çev. Nermin Abadan, Seçme Parçalar, Türk Siyasi İlimler Derneği, İstanbul, s. 53-73.

“Viyana Beynelmilel Beşinci İdari İlimler Kongresi”, (1933), İdare, Sayı 60, Mart, s. 434-435.

(http://www.ata.boun.edu.tr/chronology, 1.11.2005)

(http://www.iiasiisa.be/iias/aiestce.htm, 1.11.2005)

(http://www.todaie.gov.tr/tdis2.asp, 1.11.2005)

Page 25: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

25

TÜRKİYE’DE YÖNETİM BİLİMİNİN GELİŞİMİ: 1870-1910

Bu yazı Amme İdaresi Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Nuray E. Keskin, “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 41, Sayı 4, Aralık 2008, s. 1-25.

Özet: Türkiye’de yönetim bilimi alanı, incelemeler ve yayınlar bakımından “yoklar dünyası” değildir. Tersine, hacimli, ama yok sayılıp görülmez kılınmış ve dolayısıyla sınıflandırılmamış önemli bir gövde bulunmaktadır. Bu makale, yönetim bilimi incelemeleri bakımından günümüze kadar ihmal edilmiş Osmanlı geçmişine odaklanmaktadır. Yazının ilk bölümünde 19. yüzyılın son çeyreğinde yayımlanan usul-i idare kitaplarının içerik analizi yapılmakta, ikinci bölümde ise 1909-1911 yılları arasında Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan yönetim yazıları ele alınmaktadır. Osmanlı geçmişi, Amerikan kamu yönetimi disiplini kurulmadan önce, Türkiye’de yönetim olgusunun hukuksal olmayan yönleriyle de inceleme konusu olduğunu göstermektedir. Anahtar Sözcükler: Yönetim, yönetim bilimi, kamu yönetimi, usul-i idare, Mülkiye Mecmuası.

Türkiye’de kamu yönetimi disiplini, Birleşmiş Milletler teknik yardım programının bir parçası olarak, 1950’li yıllarda inşa edilmiştir. Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ilk amme idaresi kürsüsü 1957 yılında kurulmuş, kürsünün kuruluşu New York Üniversitesi’nden gelen heyet tarafından gerçekleştirilmiştir. Profesör Albert L. Sturm başkanlığındaki ABD’li heyetin ilk önerisi, Türk kamu yönetimi araştırmaları üzerine bir bibliyografya çalışması hazırlamak olmuştur. Mevcut yönetim incelemelerini bir arada gösteren böyle bir bibliyografyanın, kamu yönetimi alanında yapılacak planlı bir öğretim ve araştırma faaliyetine temel olacağı düşünülmüştür. Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari İlimler Enstitüsü ile New York Üniversitesi heyeti ortaklığında 1957 yılı Aralık ayında çalışmalara başlanmış, Türkiye ile birlikte Almanya, Fransa, ABD ve İngiltere’de Türk ve yabancı uzmanlar tarafından sürdürülen taramalar, bir yıl sonra Kasım 1958’de sona ermiştir. Seçme ve notlu bibliyografya, Türkçe ve İngilizce olmak üzere, iki ayrı kitap halinde 1959 yılında yayımlanmıştır.44

Türk Amme İdaresi Bibliyografyası, 1928 başından 1957 sonuna kadarki otuz yıllık dönemi kapsamaktadır. Başlangıç yılı olarak 1928 seçilirken, Latin alfabesine geçiş tarihi göz önünde tutulmuş, daha öncesine gitmenin “fazla emek ve zaman alacağı, üstelik eski yazıyı bilmeyen yeni neslin de pek işine yaramayacağı” düşünülmüştür. Bu tercih, mevcut yönetimin yapı ve işlev bakımından gelişimi ile hukuki ve hukuki olmayan yayınlara konu olmasının son otuz yıllık döneme rastladığı iddiasıyla desteklenmiştir. Bununla birlikte, önemli bazı kaynakları ihmal etmemiş olmak için “Devlet ve Siyasi Müesseseler” – “İdare Tarihi ve Biyografiler” başlıklı bölümlere 1928 yılından önce yayımlanmış bazı eserler de eklenmiştir. İlk derlemede, bibliyografyanın kapsadığı otuz yıllık dönem içinde yönetim ile ilgili 4.000 kitap ve makale saptanmıştır.

44 Albert L. Sturm ve Cemal Mıhçıoğlu, Türk Amme İdaresi Bibliyografyası 1928-1957 (Seçme ve Notlu), SBF Yayınları, İdari İlimler Enstitüsü Yayın No 5, Ankara 1959. Çalışma Albert L. Sturm ile SBF Amme İdaresi Doçenti Dr. Cemal Mıhçıoğlu’nun yönetiminde hazırlandığı için, her ikisinin de adını taşımaktadır. Bu dönemde SBF İdari İlimler Enstitüsü Müdürü ise Tahsin Bekir Balta’dır.

Page 26: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

26

Son elemenin ardından, bunlardan yalnızca 1.133 tanesine yer verilmiştir. Elemenin neye göre yapıldığı, bu aşamada hangi ölçütlerin dikkate alındığı bilinmemektedir.

Bibliyografya giriş yazısını izleyen 11 bölümden oluşmaktadır: 1) Devlet ve Siyasi Müesseseler, 2) Amme İdaresi ve İdare Hukuku ile İlgili Genel Eserler, 3) Teşkilat ve İdare (Merkezi İdare-Mahalli İdareler), 4) Personel İdaresi, 5) Mali İdare, 6) İdari Yetki ve Usuller, 7) İdarenin Kontrol ve Murakabesi, 8) Başlıca İdari Faaliyet Sahaları, 9) İdare Tarihi ve Biyografiler, 10) Dergiler, 11) Genel Müracaat Kaynakları. Kitabın giriş yazısında, Türk kamu yönetimini konu alan çalışmaların büyük bölümünde idarenin dinamik yönlerinden ziyade, hukuki yönleri üzerinde durulduğu ve yönetim incelemelerinin büyük ölçüde hukuki konularla ilgili olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu nedenle bibliyografyada yer alan eserlerin çoğunun mevcut geleneği takip ederek idare hukuku konuları üzerinde yoğunlaştığı, ancak yönetimin hukuk dışı yönlerini ele alan yazıların zikredilmesine de gayret edildiği belirtilmiştir. Kitabın kapağındaki “Amme İdaresi” tabirinin ise, hem Türkiye’de anlaşıldığı anlamda idare hukukunu, hem de ABD ve diğer Batı ülkelerinde anlaşılan anlamda kamu yönetimini içine aldığı söylenmiştir.

Türkiye’de Amerikan kamu yönetimi disiplininin bir öğretim dalı olarak fiili inşa edilme sürecinde, ülkedeki yönetim incelemeleri birikiminin araştırılması dikkate değerdir. Ancak, ortaya çıkan bibliyografya iki açıdan sorunludur. Bunlardan ilki, çalışmayı yürütenlerin yönetim olgusunu ele alan bütün incelemeleri idare hukuku bağlamında değerlendirmeleri ve hukuksal yaklaşımın egemenliği varsayımından kurtulamamış olmalarıdır. İkincisi ise, 1928 yılından öncesinin -Cumhuriyet’in ilk yılları ile Osmanlı geçmişinin yok sayılmasıdır.

İçinde taşıdığı sorunlara rağmen ortaya çıkan ürün, Amerikan kamu yönetimi disiplini kurulmadan önce, Türkiye’de yönetim olgusunun hukuksal ya da hukuksal olmayan yönleriyle inceleme konusu olduğunu göstermektedir. Nitekim Türkiye’de 1950’li yıllarda inşa edilmeye başlayan kamu yönetimi disiplininin, ‘yönetim bilimi’ anabaşlığı altında toplanabilecek bir öncesi olduğu, “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplininin Köken Sorunu” başlıklı yazıda ortaya konmuştu.45 Yazıda, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Fransız kaynaklı yönetim bilimi geçmişi ve Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde hukuksal yaklaşım dışında gelişen yönetim bilimi incelemeleri ele alınmıştı. Bu makale ise, yönetim bilimi incelemeleri bakımından günümüze kadar ihmal edilmiş Osmanlı geçmişine odaklanmaktadır. Yazının ilk bölümünde 19. yüzyılın son çeyreğinde yayımlanan usul-i idare kitaplarının içerik analizi yapılmakta, ikinci bölümde ise 1909-1911 yılları arasında Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan yönetim yazıları ele alınmaktadır.

USUL-İ İDARE KİTAPLARI

“Memurları idare işlerine ilişkin ilim ve bilgi ile donatmak, memurların başka devletlerle ilgili usullerin bilgisine sahip olmalarını sağlamak” amacıyla 1859’da bir yönetim okulu olarak Mülkiye Mektebi’nin açılmasıyla başlayan süreç, bu okulda “usul-i idare” başlıklı derslerin verilmesi, aynı isimle ders kitapları basılması, Fransızca’dan Osmanlıca’ya “yönetim bilimi” başlıklı kitapların çevrilmesi ile devam etmiştir.

45 Nuray E. Keskin, “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplinin Köken Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, 39/2, Haziran 2006, s. 1-28.

Page 27: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

27

20. yüzyılın başlarında Mülkiye ders programından çıkarıldığı için üniversite dışında kalan yönetim bilimi, II. Meşrutiyet’in ilanıyla doğan Mülkiye Mecmuası’nda Mülkiye mezunlarınca kaleme alınan yazılarda geliştirilmiştir. Mülkiye Mecmuası, Osmanlı’nın son döneminde yönetim olgusu üzerine bilimsel incelemelerin yapıldığını gösteren önemli bir kaynaktır. Dergideki yazılar, soyut ve yüksek seviyede yer alan hukuki kuramlar ya da yürürlükte bulunan kanun metinlerinin analizi dışında, hukuki düşünceden uzak çalışmalardır. Osmanlı devletinin çeşitli yönetim kademelerinde görev yapan mülkiye mezunlarından oluşan yazarlar grubu, yönetimi bir bilim dalı olarak kabul etmektedir. Yazılarda “fenni idare”, “usuli idare”, “tarzı idare”, “hüsnü idare” ve “ulumu idariye” gibi kavramların yaygın kullanımı, yönetimin hukuki olmayan bir inceleme alanı olarak düşünüldüğünü göstermektedir.

Bir Ders Kitabı

Usul-i idare, Mülkiye Mektebi’nde verilen bir ders olarak ilk defa 1879 yılında karşımıza çıkmaktadır. 1910 yılına kadar Mülkiye ders programında yer alan usul-i idare, bu tarihten sonra yerini hukuk-u idare dersine bırakmıştır. Usul-i idare dersine ilişkin günümüzde ulaşılabilen ilk kaynak, 1884 yılında Sakızlı Ohannes Paşa’nın dördüncü sınıf öğrencileri için hazırladığı ders notlarıdır. Günümüze kalan ders notlarından, 1884-1899 yılları arasında dördüncü, beşinci ve yedinci sınıflarda “usul-i idare” derslerinin Sakızlı Ohannes Paşa tarafından verildiği anlaşılmaktadır. Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyası’nda; dördüncü sınıf (1884/1885/1888/1891), beşinci sınıf (1885/1886/1892/1893/1897/1889), yedinci sınıf (1897/1899) olmak üzere Sakızlı Ohannes’e ait oniki ders notu bulunmaktadır. Bu yazıda Milli Kütüphane’den ulaşılabilen üç ders notu; 5. Sınıf – 1897, 7. Sınıf – 1897, 7. Sınıf – 1898/1899 incelenmiştir. Ancak, kitapların içeriğine ilişkin değerlendirmeye geçmeden önce, usul-i idare derslerini veren ve ders notlarını hazırlayan Sakızlı Ohannes’i tanımak gerekir.

Sakız adasından göç eden Serovpe Sakızoğlu (1730-1790) ailesinden gelen Ohannes, 1836 yılında İstanbul’da doğmuştur. Yükseköğrenimini Paris’te yapmış, 1856 yılında Babıali Tercüme Odası’nda çalışmaya başlamıştır. Hilmi Ziya Ülken, Ohannes’in siyasi faaliyetinin burada başladığını belirtir. 1863’te Matbuat Müdürlüğü’ne atanmış ve Maarif Nezareti tercüme kalemini yönetmiştir. 1868’de Devlet Şurası Muhakemat Şubesi müşavirliğine ve üyeliğine getirilmiş, 1872’de Ticaret Nezareti müşavirliğine atanmıştır. 1877’de Mülkiye Mektebi’nde iktisat ve usul-i idare dersleri vermeye başlayan Ohannes’in İlm-i Servet-i Milel [İktisat] ve Usul-i İdare [Yönetim] başlıklı kitaplarının Türkiye’de bu konularda yazılmış ilk eserler olduğu söylenmektedir.46 Sakızlı Ohannes, Cemiyeti İlmiyeyi Osmaniye [Osmanlı Bilim Derneği] tarafından yayımlanan Mecmua-i Fünun dergisinin de yazarları arasındadır. “Aydınlanmanın hakim fikirlerine dayanarak Batı medeniyetinin yenilikleri, Osmanlı-Türk dünyasınca bilinmeyen bütün yeni bilgi dalları hakkında haber vermek” amacıyla çıkarılan Mecmua-i Fünun’da, iktisat bilgisinin Sakızlı Ohannes’in yazılarında işlendiği belirtilmektedir. Bu derginin, Fransız kaynaklı yönetim bilimi incelemeleri açısından gözden geçirilmesi gerekir.

Ohannes’in iktisat kitabı, daha isminden başlayarak, Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinin ve onun liberal iktisat anlayışının Türkiye’deki temsilcisidir.47

46 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005, s. 51. 47 Sakızlı Ohannes, Mebadii İlmi Serveti Millet, Mihran Matbaası, İstanbul 1879.

Page 28: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

28

Eserinde servetin üretimi, dolaşımı, bölüşülmesi ve tüketilmesi konularını ele alır. İmparatorluğun kalkınması için serbest rekabeti gerekli görür, himayecilik, devletçilik ve tekel usulüne, narha (devletin fiyatları belirlemesi) karşıdır. Özel mülkiyeti savunan Ohannes, o dönemde Avrupa’da tartışılmakta olan sosyalizmi eleştirir ve insan doğasına aykırı olduğunu belirtir.48 Ohannes Paşa’nın liberal siyaseti, 19. yüzyıl koşullarında azınlıklar adına izlenebilecek en doğru yoldur. Ohannes’in izlediği bu yola ilk itiraz edenler devlet adamları içinde Ahmet Mithat Efendi, iktisatçılar içinde Musa Akyiğitoğlu olmuştur. Gelecek yıllarda Ohannes’e eleştiri getirecek bir başka isim ise, tarihçi Yusuf Akçura olacaktır.

Liberalizmi anarşizm olarak tanımlayan Ahmet Mithat Efendi, Hallül Ukad [Düğümlerin Çözülmesi] başlıklı kitabında Ohannes Paşa’nın liberalizm görüşü karşısına, devletçiliği ve himayeciliği koymaktadır:49

…Bunca kütüphaneler dolusu gerçekleri görmezlikten gelerek bir Mektebi Mülkiye’de, bir Mektebi Hukuk’ta Ohannes Paşa ve Münif Paşa tarafından okutulan birkaç yüz sayfalı ekonominin yalnızca Adam Smith sisteminden ibaret bulunan ve bugün kendi memleketlerince de kabul olunmamış ve uygulanmamış olan bilme mi esir olalım?...İşte efendim, size büyük ekonomistlerin (merkantilist ve fizyokrat görüşlü ekonomistler ve devlet adamları) özgeçmişleri ki, bunların hangisine yandaş çıkmış olsanız, aydınlığa çıkacak yolu bulur çıkarırsınız. Hatta Adam Smith’in bulduğu yol da

şu rehberler sayesinde keşfolunmuştur.

Yusuf Akçura, 1921 yılında yayımlanan Vaziyetimiz ve Vazifelerimizden Birisi başlıklı yazısında, Osmanlı’da iktisat derslerinin liberal Ermeni paşalarca verilmesini eleştirmektedir.50 Batılı kapitalistlerin 19. yüzyıldan beri, Doğu meselesi adı altında İslam memleketlerini sömürmeye ve yok etmeye çalıştıklarını belirten Akçura, bu emperyalist siyaset karşısında, Sakızlı Ohannes, Portakal Mikail paşaların ülkeler arasında gümrüklerin kalkmasını istediklerine dikkat çekmektedir. Akçura’ya göre, liberal iktisat yüksek üretim seviyesinde bulunan memleketler içindir, Osmanlı’da ise bu politika azınlıkların çıkarına cevap vermiştir. Bunun için Sakızlı Ohannes ve Portakal Mikail paşalar liberal bir siyaset izlemiştir. Ne var ki, geleceğin iktisatçıları da bu Ermeni paşalar tarafından yetiştirilecektir. Akçura’ya göre, asıl hata burada başlamış; bu durum Avrupa sermayesinin Türkiye’yi istilasını kolaylaştırmıştır.

Sakızlı Ohannes’in serbestiyetçi-liberal yaklaşımının izlerini, usul-i idare dersi için hazırladığı notlarda da görmek mümkündür. Mülkiye Mektebi beşinci sınıf öğrencileri için hazırladığı 1897 tarihli ders notunda, şirketler için bir bölüm ayırmıştır. Bu bölümde şirket ortaklığı, değişken sermaye, kapitülasyonlar, sınai ve fikri mülkiyet hakkı, kamulaştırma, madenlerin satılması, devlet tekelleri gibi konular işlenmektedir.

48 Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Türkiye’de Liberal Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi”, Liberal Düşünce, Sayı 2, İlkbahar 1996. http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mehmets/liberalizmindogusu.htm (15.05.2008). 49 Ahmet Mithat, Hallül Ukad, Tercümanı Hakikat Matbaası, İstanbul 1890 (Tercümanı Hakikat Gazetesi, 18.2.1890, Sayı 3510 - Gazetenin 3482, 3483, 3491, 3492, 3493, 3494 ve 3510 sayılı nüshalarında özgeçmişlere yer verilmiştir) Aktaran: Necdet Kurdakul, Tanzimat Dönemi Basınında Sosyo-Ekonomik Fikir Hareketleri, Kültür Bakanlığı, Ankara 1997, s. 288-290. Ahmet Mithat Efendi’nin yaşam öyküsü için şu kaynaklara bakılabilir: Cevdet Kudret, Ahmet Mithat, TDK, Ankara 1962; Hilmi Ziya Ülken, agk,

s. 113-124. 50 Yusuf Akçura, “Vaziyetimiz ve Vazifelerimizden Birisi”, Sebilürreşat, 18 Haziran 1921’den aktaran Hilmi Ziya Ülken, agk, s. 390.

Page 29: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

29

Sakızlı Ohannes’in çağdaşı Fahri, 1883 yılında Fenn-i İdare-i Mülkiye [Yönetim Bilimi] başlıklı Fransızca bir kitabı, Osmanlıcaya çevirmişti.51 Yazar, çevirinin önsözünde, bilgi ve medeniyetçe ilerleyen Avrupa’da devlet yönetimi işlerinin bir bilim haline geldiğini ve bu kapsamda pek çok telif kitap yayımlandığını, bu kitapların da ders kitabı olarak okutulduğunu dile getiriyordu. Yönetim biliminin Osmanlı ülkesinde de gelişeceğini ve bu konunun uzmanlarınca yazılacak kitapların sayısının zamanla artacağını söyleyen Fahri, şimdilik Avrupa devletleri yönetiminden bir örnek sunmak amacıyla bu çeviriyi yaptığını söylüyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetim bilimi ile tanıştıran bu kitabın Fransız yazarı, devlet iktidarını; kanunları yapma – kanunları inceleme – kanunları uygulama olmak üzere üçe ayırıyordu. Yazara göre, kanunları yapma ve kanunları inceleme yönetim bilgisine ait değildi, bu nedenle kitabın konusu kanunları uygulama iktidarı ile sınırlıydı. Bugünkü deyişle yönetim bilimi, yasama ve yargı alanları dışında kalan, yasaları uygulama konusu ile ilgili bir alan olarak tanımlanıyordu. Yazar, yönetim bilimini merkezi yönetim, eyalet yönetimi ve eyalete bağlı birimlerin (liva, kaza, nahiye) yönetimi olmak üzere üç başlık altında inceliyordu.

Sakızlı Ohannes’in ders notlarında da “idare-i mülkiye” kavramı, devletin yürütme gücü olarak tanımlanmaktadır. Kitaplarında karşılaştırmalı inceleme de yapan Ohannes, birçok bölümde İngiltere-Fransa gibi ülkelerin yönetim sistemlerine ilişkin örnekler vermektedir.

Usul-i İdare – 5. sınıf. Mülkiye Mektebi beşinci sınıf öğrencileri için hazırlanan Usul-i İdare başlıklı ders notu, 1897 yılında basılmıştır.52 Kitap 216 sayfa, dört bölümden oluşmaktadır. “İdarenin Kökeni ve Gereği” başlıklı ilk bölüm, kitaba giriş niteliğindedir. Bu bölümde, doğal hukuk-düzenlenmiş hukuk, kamu hukuku-özel hukuk, medeni hukuk, devletler hukuku, anayasa hukuku ve idare hukuku gibi alanlar tanımlanmaktadır. Bu tanımların ardından, “yönetsel örgütlenme” tanımı verilmektedir.

İkinci bölümde, Osmanlı yönetim sistemi ele alınmaktadır. Genel Osmanlı hukuku ve yabancı kanunlar başlıklı bölümleri, 1) Dilencilik, 2) Sağlık İşleri, 3) Silah Taşıyan Hakkındaki Uygulama ve Düzen, 4) Mezhepler, 5) Eğitim Hakkı ve Eğitim, 6) Basın başlıkları izlemektedir. Aşağı yukarı her başlık altında, Kavanini Ecnebiye [Yabancı Kanunlar] başlığı ile İngiltere ya da Fransa’dan örnekler verilmektedir. Her alt bölümde, “tanımlar – mevzuat - Fransa ve İngiltere’deki uygulama” şeklinde bir sistematik izlenmektedir. Üçüncü bölüm, şirketler hakkındadır. Ortaklık, değişken sermaye ve kooperatif gibi terimlerin tanımıyla başlayan bölümde; kapitülasyonlar, protokoller, kamulaştırmaya tabi emlak, kamulaştırma hükümleri, mülkiyet hakkı (sınai mülkiyet-fikri mülkiyet), toprak, madenler ve ormanları düzenleyen yasal hükümler, madenlerin yönetimi (madenlerin satılması-yargılama usulü), taş ocakları, ormanlar, devlet tekelleri ve eski eserler gibi konular işlenmektedir.

“Kamu Gücünün Bölünüşü” başlıklı dördüncü ve son bölümde kuvvetler ayrılığı ve kamu gücü kavramları tanımlandıktan sonra yasama, yürütme ve yargı güçleri anlatılmaktadır. Kavramsal tanımlamanın ardından, İdarei Mülkiyenin Kuvvei Siyasiye ile Münasebatı - İdarei Mülkiyenin Kuvvei Adliye ile Münasebatı başlıkları altında yürütmenin (idare-i mülkiye) yasama ve yargı güçleriyle ilişkisi açıklanmaktadır. Bu

51 Nuray E. Keskin, agk., s. 7-9. 52 Usul-i İdare, Sakızlı Ohannes Paşa, Mektebi Mülkiye Litoğrafya Destgahı, İstanbul 1897, 216 sayfa (Mektebi Mülkiye-i Şahane Beşinci Sene Talebelerine Mahsustur).

Page 30: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

30

bölümde son olarak, merkeziyet – tevsii mezuniyet - ademi merkeziyet kavramları ele alınmıştır.

Usul-i İdare – 7. sınıf. 1897 yılında basılan ve Mülkiye Mektebi yedinci sınıf öğrencileri için hazırlanan ders notu 78 sayfadan oluşmaktadır. Bu not, beşinci sınıflar için hazırlanan ilk notun devamı niteliğindedir. İki bölümden oluşan kitabın ilk kısmı “merkeziyet ve ademi merkeziyet” başlığını taşımaktadır. Merkeziyet usulünü köken, anlam ve içerik itibariyle ele alan yazar, bu açıklamanın ardından çeşitli ülkelerde yaşanan merkeziyet-ademi merkeziyet tartışmalarına yer vermektedir. İkinci bölüm devlet memurları konusunu işlemektedir. Bu bölümde memurluğa alınma, istihdam koşulları, vatandaşlık, memurluk koşulları, görev ve ahlaka ilişkin şartlar, liyakatın sağlanması, memurlukta yükselme, memurlar hukuku, memurların emekliliği, memurların hükümete karşı görevleri ve memurların yargılanması konuları ele alınmaktadır.

Usul-i İdare-i Mülkiye. Yedinci sınıf öğrencileri için 1898-1899 döneminde basılan ders notu 138 sayfadır. Kitap, İdare-i Mülkiye Tensikatı [Mülki Yönetimde Islahat] başlıklı giriş bölümünü izleyen iki alt bölümden oluşmaktadır: Merkezi Yönetim – Yerel Yönetimler. İdarei Merkeziye başlıklı ilk bölümde önce Fransa ve İngiltere merkezi yönetimleri anlatılmakta, ardından Şurayı Devlet ve Divanı Muhasebat incelenmektedir. İdarei Mahalliye başlıklı ikinci bölümde sırasıyla vilayet, liva, kaza, nahiye ve köyler ile belediye yönetimleri anlatılmaktadır. Valilerin görevleri ile vilayet, liva (sancak) ve kaza idare meclisleri incelenmektedir. Taşra örgütlenmesi ve yönetimi anlatıldıktan sonra Hicaz vilayeti, özerk eyaletler ve Girit vilayeti örnekleri üzerinde durulmaktadır. Bölüm, vilayetlerdeki belediye yönetimleri ile son bulmaktadır.

Usul-i İdare Üzerine Kitaplar

19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın ilk yıllarında usul-i idare üzerine, Sakızlı Ohannes’in Mülkiye ders notlarından başka kitaplar da basılmıştır.53 1584-1986 yılları arasında Arap, Yunan ve Ermeni harfleriyle basılmış 37.359 farklı isimli Türkçe esere ait 50.760 künye içeren Eski Harfli Türkçe Eserler Bibliyografyası, 19. yüzyılın ikinci yarısında usul-i idare başlıklı sekiz kitap yayımlandığını göstermektedir. İlk kitap 1868 tarihlidir. “Usul-i İdare-i Vilayet” başlıklı kitabın yazarı belirtilmemiştir, kitap 294 sayfadan oluşmaktadır. Bibliyografyada yer alan diğer kitaplar ise şunlardır:

Giridi Hüseyin Nesimi, Usul-i İdare-i Mülkiye, İstanbul 1885 (taşbaskı, 129 sayfa).

Giridi Hüseyin Nesimi, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mektebi Mülkiye-i Şahane Litografyası, İstanbul 1887 (57 sayfa).

Sabri, Usul-i İdare, Matbaa-i Mülkiye, İstanbul 1885 (taşbaskı, 180 sayfa).

İzzet, Usul-i İdare ve Kavanin, E. Tuzliyan Matbaası, İstanbul 1885 (288 sayfa).

Ahmet Naci, Usul-i İdare Yahud İdareye Dair Numune, Kasbar Matbaası, İstanbul 1893 (231 sayfa).

Usul-i İdare ve Islahat, 1902 (58 sayfa).

Mehmed Ziyaeddin Kızıltan, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mektebi Mülkiye Taş Destgahı, İstanbul 1909 (taşbaskı, 224 sayfa).

53 Nuray E. Keskin, agk, s. 6.

Page 31: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

31

Bu kitaplara örnek olmak üzere, 1893 tarihli Usul-i İdare Yahud İdareye Dair Numune ile 1902 tarihli Usul-i İdare ve Islahat aşağıda incelenmektedir:

Usul-i İdare yahud İdareye Dair Numune

Ankara vilayetinde maiyyet memuru olarak kaymakamlık stajını yapmakta olan Ahmet Naci tarafından yazılan kitap 1893 yılında basılmıştır.54 Yazar, kitabın kapağında Mülkiye mezunu olduğunu da belirtmektedir. Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler başlıklı kitabında Ali Çankaya, 1860 Trablusşam doğumlu Ahmet Naci’nin 1888 yılında mezun olduğunu belirtmektedir. Ankara vilayeti, mezuniyetinin ardından bir süre Dahiliye Nezareti Nüfus Kalemi’nde çalışan yazarın ikinci görev yeridir. Ahmet Naci, ilerleyen yıllarda önce Anadolu’da, daha sonra da Medine’de kaymakam olarak görev yapacaktır.55

231 sayfalık kitap, giriş yazısını izleyen üç bölüm ile sonsöz niteliğinde bir değerlendirme yazısından oluşmaktadır. İlk bölümde, “Kuvve-i Umumiyeye Ait Vezaif” başlığı altında toplumun/genelin/kamunun yönetimine ilişkin konular üzerinde durulmaktadır. İkinci bölümde “Efrada Aid Vezaif” başlığında bireylerin hem ayrı ayrı, hem de hükümetle ortak olan görev ve sorumlulukları ele alınmaktadır. “İştirak” başlıklı üçüncü bölüm şirketleri konu almaktadır. Son bölümde “Şark Medeniyeti” başlığı altında doğu medeniyetleri incelenmektedir.

Yazarın, içinde yaşadığı toplumun ve zamanın dinamiklerinden hareketle kaleme aldığı bu kitap, bir hukuk incelemesi değildir. Bu çalışmada iktisadi ve toplumsal örgütlenme, bir başka deyişle devlet bütünü üzerine odaklanan Ahmet Naci, bir yönetim incelemesi yapmaktadır. Zaman değiştikçe toplumsal ihtiyaçların da değiştiğini dile getiren yazar, devletlerin düzenlemelerine konu olan bu ihtiyaçlardan geçmiştekinin bugüne, bugünkünün de yarınkine benzemediğini belirtmektedir. İdare-i mülkiye, bu kitapta da “kanunları uygulayan devlet gücü” olarak tanımlanmıştır. Usul-i idare ise mülki idareyi de içine alan daha geniş bir kavramdır; toplumun/kamunun yönetimini anlatmaktadır.

İlk bölüm, toplumun yönetimi; kamu gücünün görevleri, mülkiyet, vergiler, borçlanma, vatandaşlık ve nüfus olmak üzere altı başlığa ayrılmıştır. Kamu gücünün görevleri; kanun yapmak, emniyeti sağlamak, eğitimi genelleştirmek, bayındırlık işlerini tesis etmek, sağlık işlerini meydana getirmek, muhtaçlara yardım etmek, memur istihdam etmek ve devlet gücü başlıkları altında ele alınmaktadır. Devlet gücü; eski dilde kanuniye – icraiye – adliye, bugünkü söylenişle yasama-yürütme-yargı olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır. Yasama başlığı altında mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet yönetim biçimleri anlatılmakta, yürütme gücü siyasiye, mülkiye ve askeriye olmak üzere üç alt başlığa ayrılmaktadır. “Emlak” başlığı altında, kamu mülkiyeti incelenmekte, konu; beylik malları, beylik arazileri, madenler, ormanlar, şimendiferler, belediye gelirleri gibi başlıklar altında ele alınmaktadır. “Tekalif” başlıklı bölümde, vergi türleri-oranları ve resimler üzerinde durulmaktadır. “İstikrazat” başlığı altında, devlet borçları (Duyunu Umumiye) görüş alanına çekilmektedir. Bu bölümde, borçlanmanın gereği, sakıncaları, borçlanma çeşitleri, mali değer, borç senetleri ve

54 Ahmet Naci, Usul-i İdare yahud İdareye Dair Numune, Kasbar Matbaası, İstanbul 1893. Kitap, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kütüphanesinde (NADİR-1204) bulunmaktadır. 55 Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1949), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969, s. 169-170.

Page 32: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

32

borçlanma usulleri gibi konular işlenmektedir. İlk bölümün, beşinci alt başlığı vatandaşlık konusuna ayrılmıştır. Burada, vatandaşlık kavramı tanımlanmakta, Fransa ve İngiltere uygulamaları üzerinde durulmakta, uyrukluğun değiştirilmesi, tüccar gruplarının uyrukluğu gibi, konunun farklı yönleri ele alınmaktadır. İlk bölümün son başlığı nüfus sorununa ayrılmıştır.

Kitabın ikinci bölümünde, toplum içinde yaşayan bireylerin görev ve sorumlulukları ele alınmaktadır. Konu; iyi ahlak ve davranış, eğitim, okullar, çalışma, rekabet, üretim ve israf–tasarruf olmak üzere yedi başlık altında işlenmektedir. İyi ahlak ve davranışın toplum hayatına etkisi üzerinde durulduktan sonra, eğitim konusu ele alınmaktadır. Eğitimin önemi ile başlayan bölümde, Osmanlı eğitim sisteminin yanı sıra, Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, İngiltere, Amerika ve doğu ülkelerindeki eğitim sistemleri de irdelenmektedir. Okullar başlıklı bölümde ise, özel okullar ile ilkokullar ele alınmaktadır. Dördüncü alt başlığın konusu çalışmadır. Çalışma nedir? sorusu ile başlayan bölümde, çalışmanın önemi, çalışma koşulları ve tekeller üzerinde durulmaktadır. Bir sonraki bölüm rekabet konusuna ayrılmıştır. Burada rekabet olgusu tanımlanmakta, bu olgunun fayda ve sakıncaları üzerinde durulmaktadır. İkinci bölümün yedinci alt başlığı üretim konusunu işlemekte, üretimin bölümleri incelenmektedir. Bu bölümde son olarak, israf ve tasarruf konusu ele alınmıştır.

Üçüncü bölümün konusu şirketlerdir. “İştirak”, bugünkü söylenişle ortaklık başlığını taşıyan bu bölümde ilk olarak ticari şirketlerin diğer şirketlerden farkı ortaya konmaktadır. Daha sonra ayrı başlıklar halinde; kolektif şirketler, komandit şirketler, anonim şirketler ve özel şirketler tanımlanmaktadır. Şirketleşme biçimlerine ilişkin açıklamaların ardından, tahkim usulü-arbitraj ile şirketlerin fesih nedenleri üzerinde durulmaktadır.

Kitabın sonuç bölümünde, Doğu medeniyetlerine ilişkin bir değerlendirme yazısı yer almaktadır. Ahmet Naci’ye göre, toplumsal kuruluşun [heyeti umumiye] kaynağı Doğu medeniyetleridir. Yazar, yedi bin sene devam etmiş ve binlerce devrim geçirmiş olan bu medeniyetlerin yeterince anlaşılamadığını iddia etmektedir. Bu bölümde; Çin-Japonya-Hindistan, Eski İran, Asur ve Babil, Mısır, Fenike ve İslam medeniyetleri üzerinde durulmakta, bu medeniyetlerin toplumsal kuruluş özellikleri hakkında kısa bilgiler verilmektedir.

Usul-i İdare ve Islahat

Bir diplomat tarafından kaleme alınan 58 sayfalık kitap 1902 yılında basılmıştır.56 Yazar, ‘usul-i idare’yi şöyle tanımlamaktadır: “Bir ülkenin usul-i idaresini belirleyen, o ülkede yürürlükte olan kanunlar ve düzenlemelerdir. Ancak yalnız yasal düzenlemelerin mükemmel olması kamu hizmetlerinin en uygun şekilde görülmesini sağlamak için yeterli değildir. Öncelikle yasal kuralların iyi icrası/yürütülmesi ve bu icra ile görevli olan memurların yetenekli ve bilgili olması gerekir.” Yazar, aynı hukuki düzene sahip iki devletten birinin, yönetim açısından diğerinden çok daha üstün olabileceğini söylemektedir. Örneğin, Belçika’nın neden daha mükemmel bir yönetime sahip olduğunu açıklamak için, yalnızca kanunlarını ve yasal düzenlemelerini inceleyerek, bunları başka bir devletinkilerle karşılaştırmak yeterli olmayacaktır. Yazara göre, daha

56 Usul-i İdare ve Islahat, 1902. (Kitabın basıldığı yere ilişkin bir bilgi yoktur, kitap Milli Kütüphane’de bulunmaktadır.)

Page 33: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

33

iyi yönetime sahip olmada belirleyici olan önemli işlerde istihdam edilen kişilerin bilim, dürüstlük ve ahlak açısından üstünlüğüdür.

Yönetimin amacını halkın refahını sağlamak olarak tanımlayan kitapta, ülkedeki mevcut yönetimin durumu eleştirilmekte ve hükümetin önemli işlerden hiçbirini gerektiği gibi yapmadığı belirtilmektedir. Yazar, bu nedenle ülkenin gittikçe geri kaldığını söyleyerek, memurların ikiyüzlülük ve vefasızlıklarından yakınmaktadır. Bilimde küçük bir ilerleme bile gösterilemediği için, sanayi ve ziraat konularında, Osmanlı’dan daha geri bir millet kalmadığını söylemektedir. Kitapta mevcut yönetimin yetersizliği ile yerine yeni bir usulün getirilmesinin ne kadar önemli olduğunun anlaşıldığı ve ıslahat isteğinin ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Yazar, mevcut yönetimin bütün olumsuzluklarına rağmen, çeşitli iyi örneklere de rastlandığını belirtmektedir. Bu savına örnek olmak üzere, İzmir vilayetinin Hüsnü Fehmi Paşa’nın yönetimi altındayken kısa zamanda büyük bir gelişme gösterdiğini, Cemil Bey’in başkanlığında Ziraat Bankası’nın muntazam bir Avrupa ticarethanesine dönüştüğünü söylemektedir. Yazar, usul-i idareye ilişkin açıklama ve örneklerini “mükemmel bir iş görebilmek için hem alet mükemmel olmalı, hem de icra edenler işin ehli olmalıdır” sözleriyle bitirmektedir.

MÜLKİYE MECMUASI: Aylık Siyaset-Yönetim Dergisi

Mülkiye Mecmuası, 1908 yılında kurulan Mektebi Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nce 1909-1911 yılları arasında yayımlanmış, aylık bir siyaset-yönetim dergisidir.57 II. Meşrutiyet yıllarında ülke yönetimi sorunu üzerine düşünen Mülkiye mezunlarının kaleme aldığı yazılar, yönetsel gerçekliğe ilişkin özgün sorular soran ve bu soruları derinlemesine araştıran çalışmalardır. Mülkiye Mecmuası, yönetim olgusunu hukuksal yaklaşım dışında ele alan yönetim incelemelerinin yayımlandığı önemli bir kaynaktır. Ancak, dergi günümüze kadar ne siyaset ne de yönetim bilimi uzmanlarının ilgi alanına girmiştir. Derginin varlığı üzerine yapılan değerlendirmeler, tarih, eğitim, sosyoloji gibi alanlardaki biyografik incelemelerle sınırlıdır. Dergi, araştırma konusu olan kişinin Mülkiye dergisi yazarlarından biri olma durumunda, bu tür çalışmaların ilgi alanına girmiş görünmektedir.58

Dergi üzerine tek kapsamlı inceleme, Batılı bir tarihçi tarafından yapılmıştır. Osmanlı bürokratik reformlarını ve memurlarının tarihini Weberyen yaklaşımla inceleyen Carter Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye başlıklı kitabında, Mülkiye Mecmuası’nın otuz sayısını gözden geçirmiştir. Yazar, mülkiye memurlarının profesyonellik anlayışını incelediği bölümde, derginin geneli üzerine bir değerlendirme yapmaktadır.59 Findley, dergide yer alan makalelerin bir bölümünün genel kültür

57 Mektebi Mülkiye İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin [Mektebi Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği] 1913 tarihli Nizamnamesi’ne şu kaynaktan ulaşmak mümkündür: Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), s. 1323-1332. 58 Örneğin: Yılmaz Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri (1872-1913), Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996; Eyüp Baş, “Tarihi Osmani Encümeni Kurucularından Efdaleddin (Tekiner) Bey’in Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği Üzerine”, AÜİFD, XLVI, Sayı II, 2005, s. 167-204; Necmi Uyanık, Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri İleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya 2003. 59 Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 258-270. Ali Çankaya, derginin 43 sayı çıktığını belirtmektedir, ancak, Milli Kütüphane mikrofilm arşivinde 30 sayı bulunmaktadır. Çankaya’ya göre, Mülkiye dergisi 1912’ye kadar yayımlanmıştır.

Page 34: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

34

özelliği taşımakla birlikte, bunların sosyal bilimlere ve çağdaş toplumsal olaylara yönelik geniş bir ilgiyi yansıtmakta olduklarını söylemektedir. Mezunlar derneği üyelerinin daha çok ilgi duydukları konular ise, başta taşra yönetimi ve memuriyet koşulları olmak üzere, idareye ilişkin sorunlardır. Yönetim konulu yazıların bir bölümü ‘tensikat’, ‘memurların yargılanması’, ‘kırtasiyecilik’, ‘taşra yönetimi’, ‘vilayet meclisleri’, ‘belediyeler’, ‘aşiretlerin iskanı’ gibi uygulamaya dönük konularda yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte makaleler arasında “genel idare kuramı” olarak nitelendirilebilecek yönetim bilimi yazılarının varlığı dikkat çekicidir. Günümüz diliyle “Yönetim Felsefesinden Bir Nebze”, “Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi”, “Kırtasiyecilik ve Yönetimde Karışıklık”, “Yönetimde Başarı: Akılcı Karar Alma, Ciddi ve Kararlı Uygulama” gibi başlıklarla yayımlanan yazıların, birer hukuk incelemesi olmadıkları, aksine belirli bir ‘yönetim kuramı’ bilgisine dayandıkları görülmektedir.

1 Şubat 1324 [Miladi 1 Ocak 1909] tarihli ilk sayı, “Meslekimiz” başlıklı bir çıkarken yazısı ile başlamaktadır. Yazıda, Meşrutiyet’in ilanı ile doğan özgürlük ortamının bir ürünü olarak bu derginin Mektebi Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Talimatnamesinin 35. maddesi gereğince yayımlanmaya başladığı belirtilmektedir.60 Derneğin amaçlarından biri, fikir alışverişine aracı olmak, vatana hizmet etmek ve mezunların haklarını korumak üzere bir dergi çıkarmaktır; dergi hem derneğe ilişkin haberleri, hem de üyelerin makalelerini yayımlayacaktır.61 İlk sayıda, derneğin bağımsızlığı vurgulanmakta ve derginin sayfalarının yalnızca mülkiye mezunlarına açık olduğu söylenmektedir. Derginin amacı, mülkiye mezunlarının memleket için önemli bir gelişme-ilerleme unsuru olduğunu göstermektir:62

…cemiyetimiz kimseye minnardar değil, kimsenin fikri hususiyesine hizmet etmeyecek. Sayfaları yalnız mektebi mülkiye mezunlarının mahsulatı kalemiyesine küşade [açık], maksadı mezunin mülkiyenin bu memlekette mühim bir anasırı terakki [ilerleme unsuru] olduğunu iradeye matuf bulunacaktır… Memleketi Osmaniyenin her köşesine birer memur yetiştiren mektebimizin her sene ihmal edilemeyecek kadar mühim bir kemiyet-i ilmiye ile bir çok malumatlı gençler çıkardığını herkese ispat etmek mülkiye mezunlarının vezaifesidir…İşte “Mülkiye” mecmuası bu ihtiyacı vezaifi istifa maksadıyla meydanı intişare çıkarılıyor, mektebimiz bu nakle olan efradını yekdiğerine sonra kendisi harice tanıttıracak ve en sonra bunun neticei tabiyesi olmak üzere mektebin hukukunu, şerefini, namını müdafaa edecektir.

Mülkiye dergisinin sayfalarında siyasete, ilimler ve fenlere [kuram ve uygulamaya], sosyolojiye, güzel sanatlara kısaca insanlığı ayrı ayrı yollardan

60 Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Darüşşafakalılar, Mülkiyeliler, ressamlar, rüsumat memurları, işçiler, çeşitli milletler, kadılar…kısaca toplumun birçok kesimi ilk kez örgütlenmeye başlamıştır. Hürriyetin verdiği ilk sarhoşluk içinde, istibdat yönetiminde yayın hayatına devam eden dört gazete İkdam-Sabah-Tercüman ve Saadet 40.000-60.000 gibi tirajlara ulaşmıştır. Meşrutiyet’in ilanının ardından iki ay içinde iki yüzden fazla gazete yayın izni almıştır. 1908-1909’da 353, 1910’da 130, 1911’de 124, 1912’de 45, 1913’te 92, 1914’te 75, 1915’te 6, 1916’da 8, 1917’de 14, 1918’de 71 süreli yayın basın hayatına başlamıştır. Bu dergilerde; güzel sanatlar, edebiyat, eğitim, tarih, idare, mizah, çocuk, iktisat, kadın, din, askerlik, sağlık, spor gibi hemen her konuya yer verilmiştir. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler I: İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1984, s. 399-403; Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını, İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, s. 70. 61 Ali Çankaya, agk., s. 1323, 1327. 1908, 1909 ve 1910 yıllarında derneğin üye sayısı 800’ün üzerinde kalırken, aidat ödeyen üyelerin sayısı 528’den 150’ye düşmüştür. I. Dünya Savaşı sırasında çok sayıda üyenin orduya katılması nedeniyle dernek kendisini feshedecek ve ancak 1921’de yeniden kurulabilecektir. Mülkiye Mektebi de 1915’ten 1918’e kadar kapalı kalacaktır. Carter Findley, agk., s. 260; Ali Çankaya, agk., s. 1332. 62 Ali Çankaya, agk., 390.

Page 35: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

35

geliştirmeye çalışan her türlü bilgi alanına ait yazılar bulunacağı, her yazarın düşüncesini serbestçe dile getireceği belirtilmiştir. Yazının geri kalan bölümünde Mülkiye Mektebi’nin kuruluşu ve tarihsel gelişimine ilişkin bilgi verilmiş, çeşitli yıllara ait ders programları eklenmiştir.

Mülkiye mezunlarının dergi çıkarma hazırlığı, Mülkiye Mektebi’ne karşı bir dalganın giderek yükseldiği ve memurlarda hukuk bilgisinin, yönetim bilgisinden daha gerekli olduğu düşüncesinin yaygınlık kazandığı bir döneme denk gelmektedir.63 Ali Çankaya, II. Meşrutiyet’in ilk aylarında Mülkiye aleyhinde bir kampanya başlatıldığını, okulun kapatılıp Darülfünun’un bir şubesi haline getirilmesi için çalışıldığını söylemektedir. Çankaya ayrıca, çoğunluğunu Mülkiyelilerin oluşturduğu başka bir grubun ise, okulu Batı sisteminde yeniden düzenlemeyi ve ona Paris Siyasi İlimler Mektebi’ne benzer bir kişilik kazandırmayı istediklerini belirtmektedir. Bu mücadele sonucunda Mülkiye, 1909-1910 ders yılı başında Darülfünun’un bir şubesi haline getirilmiştir. Bu tarih, ders programında usul-i idare derslerinin kayboluşu ve yerini hukuk-u idare derslerine terk edişi bakımından da dikkat çekicidir. Okul, 1912-1913 ders yılında üçüncü sınıftan itibaren İdari – Siyasi – Mali şubelere ayrılmak ve ders programı da yeniden düzenlenmek suretiyle tekrar bağımsız hale getirilmiştir. Ancak, kısa bir süre sonra, 1915 yılında Mülkiye kapatılacak ve Hukuk Mektebi’ne bağlı ‘idari’, ‘mali’, ‘siyasi’ şubeleri bulunan ‘Darülfünun Ulum-i Siyasiye Şubesi’ne çevrilecektir. Mülkiye’nin kapanış gerekçelerinden biri, okulu Batılı anlamda ıslah etmek için gerekli olan ödeneğin, devletin içinde bulunduğu sıkıntılar nedeniyle genel bütçeye konulamaması, diğeri ise Mülkiye’deki eğitim programının Hukuk Mektebi’nde daha geniş şekilde izlenmekte olduğu iddiasıdır. Mülkiye’nin kapatılma kararının alınmasında bu gerekçelerin yanı sıra, Hükümet ve Meclisi Mebusan’daki Mülkiye aleyhtarlığının da etkili olduğu söylenmektedir. Üç yıllık bir aradan sonra 1918’de okul yeniden açıldığında, 1913’te getirilen idari, mali, siyasi şube ayrımı kaldırılacaktır.

20. yüzyılın başında hukuk ağırlıklı yönetim yaklaşımının egemen olmasıyla birlikte üniversite dışında kalan yönetim bilimi, aynı yıllarda Mülkiye mezunlarınca kaleme alınan yazılarda geliştirilecektir.

Mülkiye Yazıları ve Yazarları

Abdülhamit dönemi istibdadının ardından, Mülkiye Mecmuası’nda “ansızın bir fikri coşkunluk fışkırmış, memurların görevlerini tartıştıkları, farklı vilayetler hakkında bilgi alışverişinde bulundukları ve idari sistemde gerekli değişiklikleri kimi zaman ileri bir düzeyde inceledikleri bir forum ortaya çıkmıştır.”64 Dergi yazarları, Abgülgani Seni (Yurtman), Bedii Nuri, Ahmet Kemal (Varınca), Hüseyin Cevdet, Satı Bey, Hasan Basri, Ali Seydi, Rıfkı, Ali Reşat, İsmail Müştak, Hüseyin Cahit, Hasan Hamid, Sami Paşazade gibi asıl mesleği kamu görevliliği olan, aynı zamanda siyasetçi, gazeteci ya da yazar kimliğiyle tanınan isimlerden oluşmaktadır.

63 Nuray E. Keskin, agk., s. 11-13. 64 Carter Findley, agk., s. 268.

Page 36: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

36

Dergide güncel siyasal gelişmeler, tarih bilimi ve tarihçilik65, Osmanlı tarihindeki isyan ve ihtilaller, eğitim sorunları gibi konuları işleyen yazılar da yayımlanmıştır. Erzincan Mutasarrıfı Şefik, Dersim [Tunceli] bölgesinin genel durumu hakkında bilgi veren ve bu bölgedeki ıslahatın nedenleri üzerinde duran bir yazı kaleme almıştır. Kürdistan’ın genel durumu ve ıslahat sorunu, dergide bir yazı dizisi olarak işlenmiştir. Dergide basılan yazıların bir bölümünde de, Cavit Bey, Osmanlı ülkesinin servet kaynaklarını, Sami Paşazade eğitim sorununu, Efdaleddin Bey ise, Osmanlılarda vatan sevgisini incelemektedir.

Mülkiye’de yayımlanan yönetim bilimi konulu makaleler ve uygulamaya yönelik sorunların tartışıldığı yazılar şunlardır:

- Abdülgani Seni, “Taşrada İdare Memurlarının Hal ve Mevkii”, Sayı 1, Şubat 1909, s. 56-61.

- Abdülhalik Mithat, “Memurin Muhakemesi”, Sayı 2, Mart 1909, s. 29-32.

- Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10.

- Cevdet, “Tensikat-Islahat”, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 11-14.

- Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

- Bedii Nuri, “Belediyelerimiz”, Sayı 5, Haziran 1909, s. 21-26.

- Abdülgani Seni, “Siyaset-i İdareden Bir Numune: Rıfk mı Şiddet mi?”, Sayı 5, Haziran 1909, s. 55-60.

- Hakkı Behiç , “Tensikat-ı ve Mezunin-i Mülkiye”, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 20-28.

- Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimat-ı Mülkiye”, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30.

- Abdülgani Seni, “Muvaffakiyat-ı İdareden: Kararda Teenni, İcrada Ciddiyet ve Sebat”, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 42-47.

- Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25.

- Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

- Abdülgani Seni, “Felsefe-i İdareden Bir Nebze”, Sayı 10, Kasım 1909, s. 21-30.

- Bedii Nuri, “Ulum-u İçtimaiye ve Fenn-i İdare”, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33.

- Es-Seyyid Mehmed Emin, “Hükümet-i Kırtasiye ve Teşevvüş-i İdare”, Sayı 11, Aralık 1909, s. 50-53.

- Bedii Nuri, “İdare ve Salahiyet”, Sayı 12, Ocak 1910, s. 30-33.

- Abdülgani Seni, “Her Valinin Derece-i Salahiyeti Bir mi Olmalıdır?”, Sayı 12, Ocak 1910, s. 34.

- Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek”, Sayı 18, Temmuz 1910, s. 42-48.

- Ahmed Kemal, “Tesviye-i İdare Ameliyatı,” Sayı 20, Eylül 1910, s. 17-20.

- Satı Bey, “Tecrübelilik, Tecrübesizlik Meselesi”, Sayı 20, Eylül 1910, s. 50-55.

- Abdülgani Seni, “Memurin-i Devlet ve Evsafı”, Sayı 21, Ekim 1910, s. 18-33.

- Abdülgani Seni, “Osmanlılarda Devletçilik, Memuriyetçilik, Teşebbüs-i Zati, İstidad”, Sayı 21, Ekim 1910, s. 50-63.

65 Efdaleddin Bey, “Osmanlı İhtilalleri”, Sayı 11, Aralık 1909, s. 45-49; Ocak 1910, Sayı 12, s. 52-57; Şubat 1910, Sayı 13, s. 53-56; Mart 1910 Sayı 14, s. 60-64; Nisan 1910, Sayı 15, s. 56-60; 1910 1326, Sayı 16, s. 55-58; Haziran 1910, Sayı 17, s. 44-49; Temmuz 1910, Sayı 18, s. 49-56; Ağustos 1910, Sayı 19, s. 48-60; Eylül 1910, s. 55-64. Efdaleddin Bey, “Tarih”, Sayı 1, Şubat 1909, s. 61-64; Sayı 2, Mart 1909, s. 63-64; Sayı 3, Nisan 1909, s. 61-64; Sayı 4, Mayıs 1909, s. 63-64; Sayı 5, Haziran 1909, s. 61-64; Sayı 6 Temmuz 1909, s. 44-48; Sayı 7 Ağustos 1909, s. 57-61; Sayı 8, Eylül 1909, s. 60-62; Sayı 9, Ekim 1909, s. 59-64. Eyüp Baş, “Tarihi Osmani Encümeni Kurucularından Efdaleddin (Tekiner) Bey’in Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği Üzerine”, AÜİFD, XLVI, Sayı II, 2005, s. 167-204.

Page 37: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

37

- Abdülgani Seni, “İdare Memurlarının Halat-ı Ruhiye-i İçtimaiyeleri: Devr-i Sabıkta-Devr-i Hazırda”, Sayı 23, Aralık 1910, s. 21-41.

- Abdülgani Seni, “Vilayetde Mektupçuluk Vazifesi ve Ehemmiyeti”, Sayı 28, Haziran 1911, s. 177-181.

Vilayetlerin yönetimi ve mülki taksimat konusu, dergide bir yazı dizisi olarak işlenmiştir.66 Hasan Hamid, Bedii Nuri, Abdülgani Seni gibi yazarlar konuya ilişkin değerlendirmelerini, diğer yazılardaki saptamaları da dikkate alarak ve kimi zaman bunları eleştirerek ortaya koymuşlardır. Bu konudaki ilk yazı, ismi 1902 tarihli bir belgede Memurin-i Mülkiye Komisyonu azası olarak geçen, Hasan Hamid Bey’e aittir.67 “Vilayetlerin Yönetimi” başlıklı yazı, Nisan 1909 tarihinde derginin üçüncü sayısında yayımlanmıştır. Hasan Hamid Bey bu yazıda, Osmanlı devletinin toprağa dayalı örgütlenişinde liva/sancak kademesinin esas alınması gerektiğini dile getirmiştir. Temmuz 1909 tarihli altıncı sayıda, Bedii Nuri’nin, bir sonraki sayıda ise Abdülgani Seni’nin yazıları yayımlanmıştır. Bazı yazarlar, mevcut idari birimlerin çok büyük olduğunu, en büyük idari birimin liva olması gerektiğini savunmaktadır.68 Livanın temel yönetsel birim olarak esas alınmasına karşı çıkan yazarlar ise, Irak gibi uzak bölgelerde, liva gibi küçük idari birimlerin ihtiyaçları için Bağdat ya da Basra yerine İstanbul’a başvurmalarının sadece gecikmeye yol açacağını düşünmektedir.69 Örneğin Yemen’de görevli bulunan Abgülgani Seni, “İdare-i Vilayet ve Taksimat-ı Mülkiye” başlıklı yazısında, “İstanbul’dan cevap almak için üç aydan fazla beklemek gerektiğini, buna karşın Yemen’deki vilayet merkezine sorulan bir hususa cevap almanın on ya da yirmi gün sürdüğünü” belirtmektedir.

Taşrada memurlar ile yerel güçleri bir araya getiren vilayet meclislerinin yetkilerinin genişletilmesi sorunu, Mülkiye dergisi yazarlarının en çok üzerinde durdukları konulardan biridir. Mülkiye yazarları, yerel güçlerin nüfuzu kısıtlanmadığı sürece, bu meclislerin yetkilerinin genişletilmesine karşı çıkmaktadır. Birçoğu vilayet memuriyetlerinde bulunan bu yazarların, görev yerlerinde yaşadıkları deneyim nedeniyle ademi merkeziyetçiliğe karşı oldukları görülmektedir. Toprakta örgütlenişte esas alınması gereken ölçeğe ilişkin liva mı, vilayet mi olsun tartışmasında ortaya çıkan kutuplaşma bu konuda da sergilenmiştir. Yazarların bir bölümü, vilayet meclislerine egemen olan yerel güç tehlikesine dikkat çekmekte, bu kişilerin memurları da yönlendirdiğini, beğenmedikleri vergiyi bile kaldırabildiklerini belirtmektedir.70 Bazı yazarlar ise, yerel projelerin daha kolay hayata geçirileceği iddiasıyla, vilayet meclislerine özellikle imar işleri ve ek vergiler konusunda daha geniş yetkiler tanınmasını istemektedir.71

66 Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10; Bedii Nuri, “İdarei Vilayat”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 6, Temmuz 1909; Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimatı Mülkiye”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30; Es-Seyyid Mehmet Emin, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 39-40. Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45. 67 BOA: İ.TAL/1318-C057/227, 14.C.1318 (1902). 68 Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 3, Nisan 1909, s. 3; Es-Seyyid Mehmet Emin, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 39-40. 69 Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1; Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayet ve Taksimat-ı Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 17. 70 Abdülgani Seni, “Taşrada İdare Memurlarının Hal ve Mevkii”, Mülkiye, Sayı 1, Şubat 1909, s. 58-59. 71 Abdullah Cemal, “Vilayet-i Mecalis-i Umumiyesi”, Mülkiye, Sayı 16, Mayıs 1910, s. 45-48.

Page 38: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

38

Vilayetlerin idaresine ilişkin üçüncü tartışma konusu, başta valiler olmak üzere, taşra yöneticilerine ne kadar yetki verilmesi gerektiğine ilişkindir. Yerel yetkinin karşısında, “istizan” yani her şey için İstanbul’dan izin isteme yer almaktadır. Mülkiye yazarlarının tümü, yazılarında “istizan”a karşı, “salahiyet” [yetki] isteklerini dile getirmektedir.

Derginin yazarları arasında iki isim öne çıkmaktadır: Abdülgani Seni ve Bedii Nuri.

Abdülgani Seni

Abdülgani Seni [Yurtman], 1871 yılında İstanbul’da doğmuştur. İstanbul Dava Vekillerinden Karaosmanoğlu Osman Nuri Bey’in oğludur.72 Birkaçı Arapça olmak üzere 18 kitap, bin kadar da makale yazdığı söylenmektedir. 1918’e kadar Dahiliye Vekaleti bünyesinde maiyyet memurluğu, kaymakamlık, vilayet mektupçuluğu, mutasarrıflık gibi görevlerde bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde Hariciye Vekaleti’ne geçmiş ve siyasi temsilcilik, müsteşar yardımcılığı, şifre müdürlüğü, Arapça tercümanlığı gibi görevler yapmıştır. 1940 yılında Polis Enstitüsü Arapça öğretmenliğine atanmıştır. 1951 yılında 80 yaşındayken ölmüştür.

Abdülgani Seni, 1904 yılında Yemen-Sana’da kaleme aldığı “Siyaset-i İdareden Bir Numune: Rıfk mı, Şiddet mi?” başlıklı yazıya başlarken, bir yönetim ya da siyaset dersi vermek amacıyla Batılı eserlerin sayfalarını karıştırmayacağını, doğrudan ülke gerçeklerine odaklanacağını belirtmektedir.73 Yazının hareket noktası, başlıktan da anlaşılacağı gibi, yönetimin iki şekilde gerçekleşebileceği savına dayanmaktadır: Esneklik ya da zorlama. Yazar, kuramsal ve hatta mantıksal olarak bir devlet yönetiminin ülkenin her noktasında aynı ilke üzerinde yükselmesinin akla yatkın olduğunu, ancak tecrübe ve uygulamaların her zaman bunun tersine işlediğini söylemektedir. A. Seni, Osmanlı ülkesinde bulunan Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Ermeni, Rum gibi çeşitli milletlerin ahenkli [düzgün bir biçimde] yönetimi için iki noktaya önem vermek gerektiğini belirtmektedir: 1) Bu milletler o bölgede karışık bir durumda mıdır? 2) Ülkenin her bölgesinde ayrı milletler mi hakimdir? Birinci duruma göre, azınlıkların yasal zorunluluklara bağlılığı uygun görülerek, böyle bir ülkede yeknesak bir usul-i idare makul ve mümkün görülür. Yazar, Anadolu ve Rumeli topraklarında yeknesak bir idare usulünün uygulanabileceğini, zira geçmişten bu yana her iki bölgenin de bu şekilde yönetildiğini söylemektedir. İkinci duruma göre, ülkenin çeşitli bölgelerinde ayrı ayrı ikamet eden her bir millet için toplumsal yaşamın gereklerine uygun ayrı ayrı yönetim biçimleri uygulamak zorunludur. Yazar, Arabistan, Arnavutluk, Trablusgarp gibi bölgelerde, buralarda yaşayan halka uygun farklı yönetim usullerinin benimsenmesi gerektiği görüşündedir.

“Yönetim Felsefesinden Bir Parça” başlıklı yazıda Abdülgani Seni, örgütlenme olgusunu işlemektedir.74 Yazıda, meşruti idarenin, “hükümet kuvvetleri” kuram ve uygulamasını meydana getirdiği, bununla da yönetimin “idare kuramı” gibi bağımsız bir bilim şeklini aldığı söylenmektedir. Siyasi kahramanlık dönemlerinde devletlerin yalnızca toprak fethedip, tebaalarının sayısını artırmakla ilgilendiklerini belirten yazar, şimdi devletlerin en önemli görevinin sınırlarını genişletmek ve tebaa sayısını artırmak

72 Ali Çankaya, agk, s. 370-371; Carter Findley, agk., s. 262. 73 Abdülgani Seni, “Siyaset-i İdareden Bir Numune: Rıfk mı Şiddet mi?”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 5, Haziran 1909, s. 55-60. 74 Abdülgani Seni, “Felsefe-i İdareden Bir Nebze”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 10, Kasım 1909, s. 21-30.

Page 39: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

39

değil, menfaatleri çoğaltmak olduğunu söylemektedir. Bu nedenle de devlete artık bir “hakimiyet birliği değil, bir yasa kaynağı değil, fakat bir ‘teşkilat’ ya da bir ‘hizmet teşkilatı’ ya da daha doğrusu ‘ruh-u teşkilat’ olarak yaklaşmak zamanının geldiğini belirtmektedir.

Abdülgani Seni, 10 Haziran 1910 tarihinde Selanik’te kaleme aldığı “İdarede Şahıs, Meslek” başlıklı yazıda, zihinleri “şahsiyet”ten ziyade “meslekperverlik”e alıştırarak, bu yönde eğitmek konusu üzerinde durmaktadır.75 Yazar’a göre, yönetimde her türlü kişiselliğin yerini meslekperverlik aldığında, vatanın siyasi birliğine başka bir sağlamlık ve ciddiyet verilmiş olacaktır.

Bedii Nuri

Trablusgarp İstinaf Mahkemesi Ceza Reisi Mehmed Hilal Efendi’nin oğlu olan Bedii Nuri, 1872 yılında İstanbul’da doğmuştur.76 Meşrutiyet’in başlarında kurulan Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye, Mülkiye, Şehbal, Envarı Ulum gibi dergilerde, gündelik gazetelerde iktisadi ve toplumsal konulara ilişkin yazıları yayımlanan Bedii Nuri, ülkenin farklı bölgelerinde yönetici ve eğitimci olarak görev yapmıştır. Arapça, Türkçe, Fransızca, Rumca ve Farsçayı konuşup yazabilmektedir. Bedii Nuri, çeşitli dergilerde yayımlanmış 50’nin üzerindeki makalesiyle II. Meşrutiyet döneminin önemli düşün adamlarından biridir. Bir değerlendirmeye göre, Mülkiye Mecmuası’nın “en derin kavrayışlı yazarı” da odur.77 Osmanlı döneminde seçim konusundaki ilk telif eser, Hakk-ı İntihab [Seçim Hakkı] adıyla Bedii Nuri tarafından yazılmıştır.78 Bedii Nuri, Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye dergisinde yayımlanan “Ulumu İçtimaiye” başlıklı makalesinde Hilmi Ziya Ülken’in deyimiyle “adeta bir sosyoloji kitabının şemasını veriyor gibidir” ve bu çalışmada yaptığı sınıflama Türkiye’de sosyoloji ve sosyal bilimlere ait ilk denemedir. Türkiye’deki ilk deneysel sosyoloji araştırması da Bedii Nuri’ye aittir. Sosyoloji metodunu, Osmanlı devletinin en sorunlu bölgelerinden birine, Arnavutluk bölgesine uygulayan Bedii Nuri, bu bölgedeki aşiret yapısını incelemiştir.79 Aşiret yapısı üzerindeki çalışmalarını derinleştirmek için, 1913 yılı başlarında Basra vilayeti Müntefik sancağı mutasarrıflığı görevini kabul etmiştir. Basra’dan Irak Mektupları adıyla Şehbal dergisine makaleler gönderen Bedii Nuri, çalışmalarının olgunlaştığı bir sırada 1 Temmuz 1913’te öldürülmüştür. Osmanlı Arşivleri’nde yer alan bir belgeye göre, Bedii Nuri’nin, Basra mebusu Nakibzade Seyyid Talib’in adamları tarafından öldürüldüğü kanıtlanmıştır.80 Bunun üzerine Seyyid Talip’in idamına, olaya karışan Basra Mebusu Abdullah Saib Efendi’nin ise küreğe konulmasına karar verilmiştir. Ölümünden beş yıl sonra üstün hizmetleri ve ailesinin mağduriyeti nedeni ile varislerine yardım yapılacaktır.81 Bedii Nuri, Osmanlı devletinin çöküş yıllarının,

75 Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 18, Temmuz 1910, s. 42-48. 76 Ali Çankaya, agk, s. 325-326; Yılmaz Soyyer, agk, s. 46-47. 77 Carter Findley, agk, s. 264. 78 Bedii Nuri, Hakkı İntihab, Matbaai Hayriye ve Şürekası, İstanbul 1913 (208 sayfa). 79 Bedii Nuri, “Arnavutluk’ta Kan Gütmek Adeti”, Şehbal, Sayı 59, 1912; “Arnavutluk Teşkilatı İçtimaiyesi-I”, Şehbal, Sayı 61, 1912; “Arnavutluk Teşkilatı İçtimaiyesi-II”, Şehbal, Sayı 62, 1912 “Arnavutluk Teşkilatı İçtimaiyesi: Cibal Kanunu”, Şehbal, Sayı 64, 1912; “Arnavutluk Teşkilatı İçtimaiyesi: Şimal ve Cenup Arnavutluk”, Şehbal, Sayı 65, 1912. 80 Basra Kumandanı Ferid ve Müntefik Mutasarrıfı Bedii Nuri Beyleri adamları vasıtası ile katlettirdiği sabit olan Basra Mebusu Nakibzade Seyyid Talib'in idamı ve olaya karışan Basra Mebusu Abdullah Saib Efendi'nin küreğe konulması. BOA: İ.HB/1334-M058/177, 13.M.1334 (1918) 81 Merhum Müntefik Mutasarrıfı Bedii Nuri Bey’in üstün hizmetleri ve ailesinin mağduriyeti nedeni ile varislerine yardım yapılması. BOA: MV/24/201, 21.Ca.1334.

Page 40: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

40

aynı zamanda son bir gayretle yeniden toparlanıp yeniden ilerleme arzusu içinde olduğu yılların düşünürüdür. Yazılarında toplumu, ilerlemeyi, evrimi ve inkılabı ele almış; toplum yeteneği, kamuoyu, kitle ve yığın kavramları ile bireycilik, sosyalizm ve anarşizm akımlarını incelemiştir.

Bedii Nuri, yönetim biliminin bilimler sınıflandırmasındaki yerini sosyal bilimlerin dalı olarak belirlemiştir. Yazar, “Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi” başlıklı yazısında sosyolojinin yönetim bilimi için önemini açıklamaya çalışmaktadır.82 Yönetim bilimlerini “toplumların ahenk ve düzenini koruma, bunlara bağlı ilişkileri idare etme” şeklinde tanımlayan Bedii Nuri’ye göre, hukuk bilimleri, iktisadi bilimler, yönetim bilimleri [ulumu idariye] gibi alanlar sosyal bilimlerin bir parçasını oluşturmaktadır. Bunlar, gerçekte toplumun adalete, ekonomiye ve yönetime ait bölümlerini içermektedir. Toplumu yönetme işinin, toplumdan ve toplum bilimi ihtiyacından uzak olamayacağını söyleyen yazar, toplumların yönetimini üstlenen idarecilere, sosyolojiyi ve sosyal bilimleri dikkate almalarını tavsiye etmektedir.

Bedii Nuri tarafından 1904 yılında Ankara vilayetinde (bu dönemde Havza kaymakamı) kaleme alınan “Hükümet-i Kırtasiye” başlıklı makalenin konusu “kırtasiyecilik”tir.83 Yazar’a göre, Meşrutiyet’ten önceki idarenin bıraktığı eserlerin en kötüsü evrak havale etmek, evrak üzerinde yalan-yanlış iş yapmak, belgeleri yasal sürece uymak amacıyla incelemeden onaylamak gibi kırtasiyecilikten ibaret bir yönetim biçimidir. Yazar, önceki idarenin gerçek amacının halkın isteklerini yerine getirmek ve ülkeyi iyi yönetmek değil, yalnızca öyle yapıyor görünmek olduğunu söylemektedir. Yazıda Ankara vilayeti örneğinde somutlaşan, uygulamadan örnekler verilmektedir. Yazar, bürokratik iş ve işlemlerin sadeleştirilmesi, hızlandırılması konusunu idari ıslahatın önemli parçalarından biri olarak görmektedir.

1909 tarihli “Vazifelerimiz” başlıklı yazıda Bedii Nuri, mülkiye mezunlarının memlekete karşı büyük bir sorumluluk taşıdıklarını dile getirmekte ve mülkiyelilerin görevlerini anlatmaktadır.84 Ona göre, meşrutiyet düşüncesinin ülkede yerleşmesi, meşruti idarenin ilanıyla birlikte halkın zihninde meydana gelen yanlış anlayışların giderilmesi, meşrutiyetin faydalarının telkini, memleketteki irtica köklerinin temelinden yok edilmesi mülkiye memurlarının başlıca görevidir. Bedii Nuri, mülkiye mezunlarından maliye ve ekonominin ıslahı, gelirlerin artırılması, eğitim ve bayındırlık işlerinin geliştirilmesi, vakıf eserlerin korunması, belediye işlerinin yeniden düzenlenmesi, turizmin geliştirilmesi gibi konulara yoğunlaşmalarını istemektedir. Taşrada eşrafın nüfuzuna dikkat çeken Bedii Nuri, birçok vilayette eski derebeylik usulünün bütün kötülükleriyle yürürlükte olduğunu belirtmektedir. Bedii Nuri’ye göre, bazı vilayetlerdeki eşrafın konaklarında, hükümet dairesi gibi işlerin yürütülmesi, ceza verilmesi, hükümet işlerine müdahaledir. Üstelik çıkarlarını zedeleyen en ufak bir gelişme karşısında eşrafın tahriklere kalkıştığı görülmektedir. Hatta okullu idare memurlarının azline sebep olan olayların başında eşrafla kavgaları gelmektedir ki bu durum iyi incelenmelidir.

Mülkiye Mecmuası, II. Meşrutiyet yıllarında Avrupa yönetim biliminden ayrı –hukuk incelemelerinin de dışında - Osmanlı aydın çevreleri tarafından geliştirilen bir yönetim bilimi literatürü oluştuğunu göstermektedir. Bir inceleme alanı olarak yönetim,

82 Bedii Nuri, “Ulum-u İçtimaiye ve Fenn-i İdare”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33. 83 Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25. 84 Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

Page 41: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

41

ait olduğu yerin maddi koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle bağımsız yönetim düşüncesi, toplumun ihtiyaç ve sorunlarının bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Mülkiye Mecmuası’nda yönetim üzerine yazanlar, inceleme konularını Fransa, Almanya, İngiltere ya da ABD gibi egemen bir ülkenin yerel kaygı ve sorunlarından hareketle değil, içinde yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarından yola çıkarak belirlemişlerdir. Yönetsel faaliyet ve usullerin incelendiği yazılarda aranan yeni düzenle ilgili olarak “amaçcı faktör” öne çıkmaktadır.85 Mülkiye dergisinde yayımlanan yazılar son dönem Osmanlı aydınında yönetim düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu tarihsel birikim milli mücadele yılları ile Cumhuriyet dönemindeki uygulamaları da biçimlendirecek, dergide dile getirilen düşünceler gelecek yılların tartışmalarında tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır.

DEĞERLENDİRME

Düşünsel birikimin bilgisine sahip olmak, düşüncenin derinleştirilmesinin önündeki en büyük engelden –aktarıcılıktan kurtulma yolunda önemli bir adım olacaktır. Bu nedenle bilgi eksikliği sebebiyle ‘yok’lar üzerine kurulan geçmişi bilgi eksikliklerini gidererek tanımlamak ve önyargıları yıkmak gerekir. Yönetim gerçekliği üzerine yaratıcı ve özgün çalışmalar yapmanın yolu, ancak böyle açılabilir görünmektedir.

Araştırmamız, yönetim biliminin bir çalışma alanı olarak kurumsal dünyaya, 1879 yılında yüksek öğretim programında açılan derslerle giriş yaptığını göstermektedir. Bu bakımdan eldeki yazar Sakızlı Ohannes ve yapıtlar da onun dersnotlarıdır. Kurumsal varoluş, Batı kaynaklarından aktarma usulünün ve liberal yaklaşımın tekelinde kalmıştır. İncelediğimiz dönemde bilgiyi üretme yerine aktarma ve yalnızca Batı kaynaklarına dayanarak aktarma usulünün ne ölçüde eleştiri konusu olduğunu bilmiyoruz; ama liberal yaklaşım oldukça erken zamanlardan başlayarak eleştiri konusu edilmiştir. Bu açıdan eleştirel konumda yer alan Ahmet Mithat Efendi ile Musa Akyiğitoğlu, araştırma gündemine çekilmesi gereken iki yazardır. Ancak bu eleştirinin yönetim olgusu üzerine tartışmalardan değil, asıl olarak bu işi yapan kişinin benimsediği iktisat politikası bakımından geliştirildiği düşünülebilir. Üzerinde durulmasında yarar olan başka bir nokta, iktisat ve yönetim uzmanlığının aynı yazarda birleşmiş olmasıdır. Bunu ‘kişiye bağlı’, ‘rastlantısal durum’ olarak değerlendirmek yerine, iktisat politikası ile yönetim bilimi bilgisinin birbiriyle ilişkisi üzerinde durmak için bir uyarıcı saymak daha yerinde olur.

Yönetim alanı, en azından bir yazar tarafından 1900’lerin ilk yıllarında kendi başına “bilim” olarak tanımlanmıştır. Bu, yönetim gerçekliğini araştırma işinin bütüncül, sistemli, sürekli bir ilgi konusu haline gelmesi için yeterli olmamakla birlikte, ilgi konularından biri haline geldiğini göstermektedir.

Türkiye’de yönetim bilimi alanı, incelemeler ve yayınlar bakımından “yoklar dünyası” değildir. Tersine, hacimli, ama yok sayılıp görülmez kılınmış ve dolayısıyla sınıflandırılmamış önemli bir gövde bulunmaktadır. Bu yazıda ortaya konulan bilgi bir “ilk keşif bilgisi” olarak kabul edilmeli, tamamlanmış kesin sonuç olarak görülmemelidir.

85 Bu tanım, Georges Langrod’dan alınmıştır: “Yönetim Hukuku ve Yönetim Bilimi: Karşıtlık veya Uyuşum”, Çev. Visalettin Pekiner, Amme İdaresi Dergisi, 3/2, Haziran 1970, s. 169.

Page 42: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

42

KAYNAKÇA

Abdülgani Seni, “Siyaset-i İdareden Bir Numune: Rıfk mı Şiddet mi?”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 5, Haziran 1909, s. 55-60.

Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimatı Mülkiye”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30.

Abdülgani Seni, “Felsefe-i İdareden Bir Nebze”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 10, Kasım 1909, s. 21-30.

Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 18, Temmuz 1910, s. 42-48.

Ahmet Mithat, Hallül Ukad, Tercümanı Hakikat Matbaası, İstanbul 1890.

Ahmet Naci, Usul-i İdare yahud İdareye Dair Numune, Kasbar Matbaası, İstanbul 1893.

Baş, Eyüp, “Tarihi Osmani Encümeni Kurucularından Efdaleddin (Tekiner) Bey’in Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği Üzerine”, AÜİFD, XLVI, Sayı II, 2005, s. 167-204.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi: İ.HB/1334-M058/177, 13.M.1334 (1918)

Başbakanlık Osmanlı Arşivi: MV/24/201, 21.Ca.1334. (1918)

Başbakanlık Osmanlı Arşivi: İ.TAL/1318-C057/227, 14.C.1318 (1902)

Bedii Nuri, “Ulum-u İçtimaiye ve Fenn-i İdare”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33.

Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

Bedii Nuri, “İdarei Vilayat”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 6, Temmuz 1909.

Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25.

Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

Çankaya, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969.

Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara 2003.

Findley, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.

Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye Mecmuası, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10.

Keskin, Nuray E., “Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplinin Köken Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, 39/2, Haziran 2006, s. 1-28.

Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Basını, İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1985.

Kurdakul, Necdet, Tanzimat Dönemi Basınında Sosyo-Ekonomik Fikir Hareketleri, Kültür Bakanlığı, Ankara 1997.

Langrod, Georges, “Yönetim Hukuku ve Yönetim Bilimi: Karşıtlık veya Uyuşum”, Çev. Visalettin Pekiner, Amme İdaresi Dergisi, 3/2, Haziran 1970, s. 156-172.

Sakızlı Ohannes, Usul-i İdare, Mektebi Mülkiye Litoğrafya Destgahı, İstanbul 1897, 216 sayfa (Mektebi Mülkiye-i Şahane Beşinci Sene Talebelerine Mahsustur).

Sakızlı Ohannes, Usul-i İdare, Mektebi Mülkiye Litoğrafya Destgahı, İstanbul 1897, 78 sayfa (Mektebi Mülkiye-i Şahane Yedinci Sene Talebelerine Mahsustur).

Sakızlı Ohannes, Usul-i İdare-i Mülkiye, Mektebi Mülkiye Litoğrafya Destgahı, İstanbul 1898-1899, 138 sayfa.

Seyitdanlıoğlu,Mehmet, “Türkiye’de Liberal Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi”, Liberal Düşünce, Sayı 2, İlkbahar 1996.

Soyyer, Yılmaz, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996.

Sturm, Albert L. ve Cemal Mıhçıoğlu, Türk Amme İdaresi Bibliyografyası 1928-1957 (Seçme ve Notlu), SBF Yayınları, İdari İlimler Enstitüsü Yayın No 5, Ankara 1959.

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler I: İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1984.

Usul-i İdare ve Islahat, 1902 (yazarı belirsiz).

Uyanık, Necmi, Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri İleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya 2003.

Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005, s. 51.

Page 43: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

43

II. MEŞRUTİYET’TE YENİ DÜZEN ARAYIŞI Mülkiye Mecmuası Üzerine Bir İnceleme (1909-1911)

Bu yazı, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform başlıklı kitapta yayımlanmıştır.

Nuray E. Keskin, “II. Meşrutiyet’te Yeni Düzen Arayışı: Mülkiye Mecmuası Üzerine Bir İnceleme (1909-1911)”,

18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, TODAİE, Ankara 2009, s. 225-236.

Özet: II. Meşrutiyet’in ilanının ardından 1908 yılında kurulan Mektebi Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, kuruluşundan kısa bir süre sonra aylık bir siyaset-yönetim dergisi yayımlamaya başlamıştır. Mülkiye Mecmuası adıyla 1909-1911 yılları arasında çıkarılan dergi, yönetim olgusunu -hukuksal yaklaşım dışında- ele alan incelemelerin yayımlandığı önemli bir kaynaktır. Yönetsel faaliyet ve usuller ile idari örgütlenmenin incelendiği yazılarda, yeni bir düzen arayışı öne çıkmaktadır. Bu çalışma, Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan makaleler üzerinden, II. Meşrutiyet yıllarındaki reform düşüncesini irdelemeyi amaçlamaktadır. Anahtar Sözcükler: Yönetim, ıslahat, reform, Meşrutiyet, Mülkiye Mecmuası.

Bir ülkenin yönetimi, onun geçmiş ve bugünkü şartlarıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle Türkiye’de yönetim bilimcilerin “idare sisteminin ve düşüncesinin tarihini” inceleme başlıklarından biri olarak ele alması yerinde olacaktır. Düşünsel birikimin bilgisine sahip olmak, düşüncenin derinleştirilmesinin önündeki en büyük engelden –‘aktarıcılık’tan kurtulma yolunda önemli bir adım olacaktır. Öte yandan bilgi eksikliği sebebiyle ‘yok’lar üzerine kurulan geçmişi, bilgi eksikliklerini gidererek tanımlamak ve önyargıları yıkmak mümkün olacaktır. Yönetim gerçekliği üzerine yaratıcı ve özgün çalışmalar yapmanın yolu, ancak böyle açılabilir görünmektedir. Mülkiye Mecmuası üzerine yapılan bu inceleme de söz konusu çabaya yönelik bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Darüşşafakalılar, ressamlar, rüsumat memurları, işçiler, çeşitli milletler, kadılar… kısaca toplumun birçok kesimi ilk kez örgütlenmeye başlamıştır. İki ay içinde ikiyüzden fazla gazete yayın izni almış, 1908-1911 yılları arasında altıyüzden fazla süreli yayın basın hayatına girmiştir.86 Gazete ve dergilerde; güzel sanatlar, edebiyat, eğitim, tarih, yönetim, siyaset, iktisat, mizah, çocuk, kadın, din, askerlik, sağlık, spor gibi hemen her konunun işlendiği görülmektedir. Bu dönemde örgütlenen kesimlerden biri de Mülkiye mezunları olmuş, Meşrutiyet’in ilanının hemen ardından Mektebi Mülkiye Mezunları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği kurulmuştur. Derneğin amaçlarından biri, fikir alışverişine aracı olmak, vatana hizmet etmek ve mezunların haklarını korumak üzere bir dergi çıkarmaktır; dergi hem derneğe ilişkin haberleri hem de üyelerin makalelerini yayımlayacaktır. Mezunlar derneği talimatnamesinin 35. maddesi gereğince yayın hayatına giren Mülkiye Mecmuası, Meşrutiyet’in ilanı ile gelen özgürlük ortamının bir ürünü olarak doğmuştur. Derginin amacı, Mülkiye mezunlarının memleket için önemli

86 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler I: İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1984, s. 399-403; Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını, İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 70.

Page 44: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

44

bir gelişme-ilerleme unsuru olduğunu göstermektir. 1 Ocak 1909 tarihli ilk sayıda Mülkiye’nin sayfalarında siyasete, ilimler ve fenlere [kuram ve uygulamaya], sosyolojiye, güzel sanatlara kısaca insanlığı ayrı ayrı yollardan geliştirmeye çalışan her türlü bilgi alanına ait yazılar bulunacağı, her yazarın düşüncesini serbestçe dile getireceği belirtilmiştir. Mezunlar derneğinin bağımsızlığı vurgulanırken, derginin sayfalarının da yalnızca mülkiye mezunlarına açık olduğu söylenmiştir. Mülkiye, 1909-1911 yılları arasında aylık olarak yayımlanmıştır.

Dergi yazarları; Abgülgani Seni (Yurtman), Bedii Nuri, Ahmet Kemal (Varınca), Hüseyin Cevdet, Satı Bey, Hasan Basri, Ali Seydi, Rıfkı, Ali Reşat, İsmail Müştak, Hüseyin Cahit (Yalçın), Hasan Hamid, Sami Paşazade gibi asıl mesleği kamu görevliliği olan, aynı zamanda siyasetçi, gazeteci ya da yazar kimliğiyle tanınan isimlerden oluşmaktadır.87 II. Meşrutiyet yıllarında ülke yönetimi sorunları üzerine düşünen Mülkiye mezunlarının kaleme aldığı yazılar, hukuki kuramlar ya da yürürlükte bulunan kanun metinlerinin analizi dışında, hukuki düşünceden uzak çalışmalardır. Bu yönüyle Mülkiye Mecmuası, yönetim olgusunu hukuksal yaklaşım dışında ele alan incelemelerin yayımlandığı önemli bir kaynaktır. Ancak, dergi günümüze kadar ne siyaset ne de yönetim bilimi uzmanlarının ilgi alanına girmiştir. Derginin varlığı üzerine yapılan değerlendirmeler tarih, eğitim, sosyoloji gibi alanlardaki biyografik incelemelerle sınırlıdır. Dergi, araştırma konusu olan kişinin Mülkiye dergisi yazarlarından biri olma durumunda, bu tür çalışmaların ilgi alanına girmiş görünmektedir.88

Dergi üzerine tek kapsamlı inceleme, Batılı bir tarihçi tarafından yapılmıştır. Osmanlı bürokratik reformlarını ve memurlarının tarihini Weberyen yaklaşımla inceleyen Carter Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye başlıklı kitabında, Mülkiye Mecmuası’nın otuz sayısını gözden geçirmiştir.89 Findley’in değerlendirmesine göre, “Abdülhamit dönemi istibdadının ardından, Mülkiye Mecmuası’nda ansızın bir fikri coşkunluk fışkırmış, memurların görevlerini tartıştıkları, farklı vilayetler hakkında bilgi alışverişinde bulundukları ve idari sistemde gerekli değişiklikleri kimi zaman ileri bir düzeyde inceledikleri bir forum ortaya çıkmıştır.”90 Yazar, mülkiye memurlarının profesyonellik anlayışını incelediği bölümde, derginin geneli üzerine bir değerlendirme

87 Mülkiye dergisi ile aynı dönemde yayın hayatına giren bir başka süreli yayın Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası [İktisadi ve Sosyal Bilimler Dergisi] olmuştur. Bedii Nuri ve Satı kardeşler başta olmak üzere Mülkiye yazarlarının bir bölümü, bu dergiye düzenli olarak yazı göndermiştir. Derginin ilk sayısında, Batılı düşünürlere atıfla, devlet adamlarının yenileşme ve reform hareketlerinde sosyal bilimleri rehber alması gerektiği, aksi takdirde ülkenin düzeltilmesinin mümkün olmayacağı belirtilmektedir. Bu nedenle dergi sosyal bilimlerdeki uzmanların verimli yayınlarını temel alarak bu bilimlerin bütün dallarına ait ayrıntılı makaleler yayımlayacaktır. Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005, s. 161. 88 Örneğin: Yılmaz Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996; Necmi Uyanık, Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri İleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya 2003; Eyüp Baş, “Tarihi Osmani Encümeni Kurucularından Efdaleddin (Tekiner) Bey’in Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği Üzerine”, AÜİFD, XLVI, Sayı II, 2005, s. 167-204. 89 Ali Çankaya, derginin 43 sayı çıktığını belirtmektedir, ancak, Milli Kütüphane mikrofilm arşivinde 30 sayı bulunmaktadır. Çankaya’ya göre Mülkiye dergisi 1912’ye kadar yayımlanmıştır. Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969. 90 Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 268.

Page 45: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

45

yapmaktadır.91 Findley, dergide yer alan makalelerin bir bölümünün genel kültür özelliği taşımakla birlikte, bunların sosyal bilimlere ve çağdaş toplumsal olaylara yönelik geniş bir ilgiyi yansıtmakta olduklarını söylemektedir. Mezunlar derneği üyelerinin daha çok ilgi duydukları konular ise, başta taşra yönetimi ve memuriyet koşulları olmak üzere, idareye ilişkin sorunlardır. Yönetim konulu yazıların bir bölümü ‘tensikat’, ‘memurların yargılanması’, ‘kırtasiyecilik’, ‘taşra yönetimi’, ‘vilayet meclisleri’, ‘belediyeler’, ‘aşiretlerin iskanı’ gibi uygulamaya dönük konularda yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte makaleler arasında “genel idare kuramı” olarak nitelendirilebilecek yönetim bilimi yazılarının varlığı dikkat çekicidir. Günümüz diliyle “Yönetim Felsefesinden Bir Nebze”, “Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi”, “Kırtasiyecilik ve Yönetimde Karışıklık”, “Yönetimde Başarı: Akılcı Karar Alma, Ciddi ve Kararlı Uygulama”, “Tecrübelilik - Tecrübesizlik Meselesi”, “İdarede Şahıs, Meslek” gibi başlıklarla yayımlanan yazıların birer hukuk incelemesi olmadıkları, aksine belirli bir ‘yönetim kuramı’ bilgisine dayandıkları görülmektedir.92

Dergide güncel siyasal gelişmeler, tarih bilimi ve tarihçilik, Osmanlı tarihindeki isyan ve ihtilaller, eğitim sorunları gibi konuları işleyen yazılar da yayımlanmıştır. Erzincan Mutasarrıfı Şefik, Dersim [Tunceli] bölgesinin genel durumu hakkında bilgi veren ve bu bölgedeki ıslahatın nedenleri üzerinde duran bir yazı kaleme almıştır. Kürdistan’ın genel durumu ve ıslahat sorunu dergide bir yazı dizisi olarak işlenmiştir. Dergide basılan yazıların bir bölümünde de Cavit Bey Osmanlı ülkesinin servet kaynaklarını, Sami Paşazade eğitim sorununu, Efdaleddin Bey ise Osmanlılarda vatan sevgisini incelemektedir.

Bu çalışma, Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan yönetim yazıları üzerinden II. Meşrutiyet yıllarındaki reform düşüncesini irdelemeyi amaçlamaktadır. Dergi yazarları, her Osmanlı aydını gibi batmakta olan gemiyi kurtarma gayretindedir. Nitekim üzerinde en çok durulan kavramlar ‘ıslahat’, ‘tensikat’, ‘terakki’ ve ‘inkılap’tır. Yönetsel faaliyet ve usullerin incelendiği yazılarda, aranan yeni düzenle ilgili olarak “amaçcı faktör” öne çıkmaktadır.93 Dergide işlenen konular itibariyle reform yazılarını üç başlıkta toplamak mümkündür: 1) Taşra yönetimi ve mülki taksimat, 2) Memurluk sistemi ve tensikat, 3) Kırtasiyecilik.

Taşra Yönetimi ve Mülki Taksimat

Taşra yönetimi ve mülki taksimat konusu dergide bir yazı dizisi olarak işlenmiştir.94 Hasan Hamid, Bedii Nuri, Abdülgani Seni, Es-Seyyid Mehmet Emin, Abdullah Cemal gibi taşra bürokratı kimliği taşıyan yazarlar konuya ilişkin değerlendirmelerini, diğer yazılardaki saptamaları da dikkate alarak ve kimi zaman bunları eleştirerek ortaya koymuşlardır. Bu konudaki ilk yazı, ismi 1902 tarihli bir belgede Memurin-i Mülkiye Komisyonu azası olarak geçen, Hasan Hamid Bey’e

91 Carter V. Findley, a.g.k., s. 258-270. 92 Nuray E. Keskin, “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi: 1870-1910”, Amme İdaresi Dergisi, 41/4, Aralık 2008. 93 Bu tanım, Georges Langrod’dan alınmıştır: Georges Langrod, “Yönetim Hukuku ve Yönetim Bilimi: Karşıtlık veya Uyuşum”, Çev. Visalettin Pekiner, Amme İdaresi Dergisi, 3/2, Haziran 1970, s. 169. 94 Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10; Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1-12; Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimat-ı Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30; Es-Seyyid Mehmed Emin, “Hükümet-i Kırtasiye ve Teşevvüş-i İdare”, Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 50-53; Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Mülkiye, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

Page 46: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

46

aittir.95 “Vilayetlerin Yönetimi” başlıklı yazı, Nisan 1909 tarihinde derginin üçüncü sayısında yayımlanmıştır.96 Hasan Hamid Bey bu yazıda, Osmanlı devletinin toprağa dayalı örgütlenişinde liva/sancak kademesinin esas alınmasını, bunların da doğrudan doğruya Dahiliye Nezareti’ne bağlanmasını önermektedir. Hasan Hamid Bey’e göre mevcut idari taksimatla Osmanlı topraklarının iyi yönetilmesi mümkün değildir; bir şeyi iyi yönetebilmek için o şeyi ihtiyaçlara göre yeniden düzenlemek gerekir. Yazar, toprağa dayalı örgütlenişin kusurlarını şöyle sıralamaktadır: Vilayet ölçeği büyüktür, iktisadi ve ticari ilişkisi olmayan yerler aynı merkeze bağlanmıştır, vilayetler kendi içinde ihtiyaca göre bölünmemiştir, idari taksimatta ulaşım koşulları dikkate alınmamıştır. Hasan Hamid Bey, bazı vilayetlerin kimi ülkelerden daha geniş toprağa sahip olduğuna dikkat çekmekte, nüfusu 1.5 milyonu geçen Hüdavendigar [Bursa] vilayetinin bir valinin gayret ve çabası ile yönetilemeyeceğini dile getirmektedir.97 Hasan Hamid Bey’e göre vilayetler kaldırılmalı ve liva ölçeği esas alınarak ülke 120 yönetsel parçaya bölünmelidir. Bunu yapabilmek için de iyi eğitim almış, Osmanlı topraklarını gezmiş, bu konuda çeşitli incelemelerde bulunmuş mülki ve askeri yöneticilerden oluşan bir heyet kurulmalı, bu heyet ayrıntılı bir layiha hazırlamalıdır. Yazar, bu çalışmaya temel oluşturmak üzere ülkenin kadastro haritasının çıkarılması ve eksiksiz bir nüfus sayımı yapılması gerektiğine dikkat çekmektedir.

Temmuz 1909 tarihli altıncı sayıda Bedii Nuri’nin, bir sonraki sayıda ise Abdülgani Seni’nin yazıları yayımlanmıştır.98 Livanın temel yönetsel birim olarak esas alınmasına –en azından şimdilik karşı çıkan bu yazarlar, Irak gibi uzak bölgelerde liva gibi küçük idari birimlerin ihtiyaçları için Bağdat ya da Basra yerine İstanbul’a başvurmalarının yalnızca gecikmeye yol açacağını düşünmektedir. Bedii Nuri, eski fikirlerle eski çevrelerinden kurtulamayan mülki idarecilerin yetki genişliği usulünü benimseyemediklerini ve uygulayamadıklarını söylemekte; bu durumu itirazına gerekçe olarak göstermektedir. Yazar, ilk makalesinde dile getirdiği düşüncelerin bazı kesimlerce yanlış anlaşıldığını gördüğü için “Vilayetlerin Yönetimi ve Açıklama” başlıklı ikinci bir yazı kaleme almıştır.99 İdari bölünüşte liva kademesinin esas alınmasına karşı olmadığını belirten yazar, bu hedefe doğru hareket etmek gerektiğini, ancak bunun birdenbire gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Ona göre, bütün livaları merkeze/İstanbul’a bağlayacak bir kararın alınabilmesi için idari teşkilatta, vergilerde, ulaştırma sisteminde köklü değişikliklere ihtiyaç vardır.

Abdülgani Seni, “Vilayetlerin Yönetimi ve Mülki Bölünüş” başlıklı yazısında Hasan Hamid Bey’in toprağa dayalı örgütlenişte livalar esas alınmalı önerisinin, Fransa’daki departman teşkilatına dayandığını belirtmektedir. Yazara göre, Fransız teşkilatının sağladığı kolaylık ve getirdiği yönetim düzeni göz önünde bulundurulduğunda, “livalar esas alınsın” fikrini temeli ve içeriği itibariyle eleştirmek mümkün değildir. Ancak, Fransa ve Osmanlı toprakları yüzölçümü-nüfus bakımından birbiriyle karşılaştırıldığında, söz konusu önerinin uygulanamaz olduğu ortaya

95 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ.TAL/1318-C057/227, 14.C.1318, 1902. 96 Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10. 97 Yirminci yüzyılın başında Bursa vilayeti 71.878 kilometrekare üzerinde 1.691 bin nüfusa sahip, büyük bir idari bölgedir. Bilecik, Kütahya, Afyon, Balıkesir, Kocaeli gibi bugün hepsi ayrı birer il olan sancaklardan oluşmaktadır. Milli mücadele döneminde bu sancaklardan her biri il merkezi olmuştur. 98 Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1-12; Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimat-ı Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30. 99 Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Mülkiye, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

Page 47: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

47

çıkmaktadır. Fransa’nın 536 bin kilometrekarede 39 milyon nüfusa sahip bir ülke olduğunu hatırlatan A. Seni, Osmanlı devletinin yalnız doğrudan doğruya yönetilmekte olan parçaları toplamının 2.987.100 kilometrekareye yayıldığını, bu topraklar üzerinde ise yalnızca 24 milyon nüfus barındığını, bunların da çok dağınık olduğunu belirtmektedir. Bu tarihte Yemen mektupçusu olan yazar, “İstanbul’dan cevap almak için üç aydan fazla beklemek gerektiğini, buna karşın Yemen’deki vilayet merkezine sorulan bir hususa cevap almanın on ya da yirmi gün sürdüğünü” söylemektedir.

Savlarını onbeş senelik taşra deneyimine dayandıran A. Seni’ye göre yönetsel bölünüşün ikinci kademesini oluşturan livaları merkezi yönetime bağlamak, pirince giderken bulgurdan olma ile sonuçlanacaktır. Bedii Nuri de yolları bozuk livaları teftiş etmenin zorluğu giderilmeden, livaları sıkı bir kontrol altında bulunduracak teşkilat kurulmadan ve taşrada eşrafın nüfuzuna karşı önlem alınmadan Osmanlı mülki sistemini departman usulüne göre örgütlemenin doğru olmayacağı kanısındadır.

Türkiye’de taşra yönetimini konu alan çalışmalarda, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi’nin Fransız departman usulüne dayandığı söylenir. Oysa 1864’ten kırkbeş yıl sonra Mülkiye Mecmuası’nda yürütülen tartışmalar, bu yöndeki yerleşmiş kanıların sorgulanması ve tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Toprağa dayalı örgütlenmede esas alınan ölçek itibariyle Fransız departman usulü, yerleşik kabullerin aksine, 19. yüzyıl Osmanlısında değil, ulusal devletin kurulma sürecinde, milli mücadele döneminde benimsenmiş ve hayata geçirilmiştir.

Türkiye’de toprağa dayalı örgütleniş Hasan Hamid Bey’in makalesinde dile getirdiği öneriler doğrultusunda bir gelişim izlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda toprağa dayalı örgütlenmede ilk yönetim kademesini oluşturan vilayet, her biri bugünkü iller büyüklüğünde üç ya da dört liva/sancak içermektedir. Livaların altında da kaza ve nahiye kademeleri bulunmaktadır. Milli mücadele döneminde kabul edilen 1921 Anayasası ile yönetsel bölünüş dört kademeden üç kademeye indirilmiş, sistem büyük bölge esasından -15 vilayetli sistemden- küçük bölge esasına dayanan 74 vilayetli yeni bir yapıya kavuşturulmuştur. Vilayet, sözcük olarak korunmuş, ama eyalet anlamına gelen içeriği ortadan kalkmış ve yeni sistemde liva/sancak büyüklüğündeki yerleşmelere verilen ad olmuştur.100

Mülkiye yazarlarının üzerinde en çok durdukları konulardan biri de taşrada memurlar ile yerel güçleri bir araya getiren vilayet meclislerinin yetkilerinin genişletilmesi sorunudur. Toprakta örgütlenişte esas alınması gereken ölçeğe ilişkin liva mı, vilayet mi olsun tartışmasında ortaya çıkan kutuplaşma bu konuda da sergilenmiştir. Yazarların bir bölümü yerel güçlerin nüfuzu kısıtlanmadığı sürece, bu meclislerin yetkilerinin genişletilmesine karşı çıkmaktadır. Taşrada çeşitli vilayetlerde görev yapmış olan bu yazarların, görev yerlerinde yaşadıkları deneyim nedeniyle ademi merkeziyetçiliğe karşı oldukları görülmektedir. Bazı yazarlar ise, yerel projelerin daha kolay hayata geçirileceği iddiasıyla, vilayet meclislerine özellikle imar işleri ve ek vergiler konusunda daha geniş yetkiler tanınmasını istemektedir.101

Abdülgani Seni, “Taşrada İdare Memurlarının Hal ve Mevkii” başlıklı yazısında vilayet meclislerine egemen olan yerel güç tehlikesine dikkat çekmekte; vali, mutasarrıf ve kaymakamların taşrada nüfuz sahibi güçlü kesimler/eşraf nedeniyle yaşadıkları 100 Nuray E. Keskin, “Toprağa Dayalı Örgütlenme: İl Yönetimi Sisteminin Kuruluşu”, Memleket SiyasetYönetim, Sayı 5, Aralık 2007, s. 131. 101 Abdullah Cemal, “Vilayet-i Mecalis-i Umumiyesi”, Mülkiye, Sayı 16, Mayıs 1910, s. 45-48.

Page 48: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

48

sorunlar üzerinde durmaktadır.102 Yazar, taşra yöneticilerinin eşrafla iyi geçinmek ya da kanunları uygulamak arasında seçim yapmak zorunda kaldığını, eşrafın çeşitli talepleri karşısında yasalar çerçevesinde hareket etmeye devam edenlerin çeşitli şikayetlere uğradığını, haklarında soruşturma açıldığını ve hatta kimi zaman başka yere nakledildiklerini –mülki yöneticilerinse bunlara karşı hep sabır ve savunma içinde olduğunu anlatmaktadır. A. Seni, vilayet meclislerindeki nüfuzlu kişilerin memurları da yönlendirdiğini, beğenmedikleri vergiyi bile kaldırabildiklerini belirtmektedir. Meşrutiyet döneminde benzer sorunların devam edeceği kanısında olan A. Seni, taşrada sıkça karşılaşılan bu tür sorunları, istibdat döneminde de var olan ahlaki ve toplumsal bir hastalık olarak tanımlamaktadır. Yazara göre meşruti yönetimin çıkaracağı yeni yasalar çerçevesinde memurların görev ve yetkilerinin ıslah edilmesi de bu hastalıkla mücadeleye yardımcı olmayacaktır. Abdülgani Seni, biraz zamana muhtaç olmakla birlikte, bu sorunun en kesin biçimde bilim ve eğitim yoluyla çözüleceğine inanmaktadır. Taşrada eşrafın nüfuzuna dikkat çeken bir başka yazar Bedii Nuri’dir.103 Birçok vilayette eski derebeylik usulünün bütün kötülükleriyle yürürlükte olduğunu belirten yazara göre, okullu idare memurlarının azline sebep olan olayların başında eşrafla kavgaları gelmektedir ki bu durum iyi incelenmelidir. Bedii Nuri, bazı vilayetlerdeki eşrafın konaklarında hükümet dairesi gibi işlerin yürütüldüğünü, ceza verildiğini, bunun gerçekte hükümet işlerine müdahale olduğunu söylemektedir. Yazar, çıkarlarını zedeleyen en ufak bir gelişme karşısında eşrafın tahriklere kalkıştığını belirtmektedir.

Vilayetlerin idaresine ilişkin üçüncü tartışma konusu, başta valiler olmak üzere,

taşra yöneticilerine ne kadar yetki verilmesi gerektiğine ilişkindir. Yerel yetkinin karşısında “istizan” yani her şey için İstanbul’dan izin isteme yer almaktadır. Mülkiye yazarlarının tümü, yazılarında “istizan”a karşı, “salahiyet” [yetki] isteklerini dile getirmektedirler.

Memurluk Sistemi ve Tensikat

Memurluk sistemi; yetki, karar alma, deneyim, meslek, liyakat gibi konulardan memurların yargılanması, tensikat hareketi ve memurluk psikolojisi gibi farklı konulara uzanan yazılarda irdelenmiştir. Tensikat sözcüğü, memurların kadro dışına çıkarılması anlamında kullanılmıştır.

“Tensikat-Islahat” başlıklı yazısında Cevdet, merkezi yönetimin olduğu kadar taşra yönetiminin de baştan sona ıslah edilmeye muhtaç olduğunu belirtmektedir.104 Yazar, hükümetin iş ve işlemlerinde bir yenilenme-ilerleme içinde olmadığından yakınmakta, eski dönemden kalma yasa hükümlerinin halen yürürlükte olduğuna dikkat çekmektedir. Cevdet, mutlakiyetçi rejim altında keyfi emirlerle meydana getirilmiş bir takım kurallar yerine, meşruti yönetime uygun yeni yasal düzenlemeler yapılması ve bunların uygulanması gerektiğini söylemektedir. Yazara göre, ülke bütçenin bir an evvel düzenlenmesine, hükümet işlerinin ıslahına muhtaçtır. Maliye Nezareti’nin Meclisi Mebusan’a birer ikişer aylık bütçeler hazırlayıp gönderdiğini hatırlatan yazar, böyle geçici bütçelerin devlet işlerini aksatacağını belirtmektedir. Yazara göre mali yönetimin düzenlenmesi ve bütçenin denkleştirilmesi öncelikli işlerden biridir; bu amaçla geceyi 102 Abdülgani Seni, “Taşrada İdare Memurlarının Hal ve Mevkii”, Mülkiye, Sayı 1, Şubat 1909, s. 56-61. 103 Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62. 104 Cevdet, “Tensikat-Islahat”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 11-14.

Page 49: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

49

gündüze katıp çalışmak gerekmektedir. Bütçe ile birlikte memurların tensikatına ilişkin düzenlemelerin de sonuçlandırılması gereğine işaret eden yazar, devlet ve milletin kurtuluşu için yapılacak nesnel bir ıslahat hareketi karşısında hiçbir vicdan sahibinin rahatsız olmayacağını söylemektedir. Yazara göre merkezde ve taşrada işe yaramayan pek çok memur istihdam edilmektedir; bunların büyük bölümü önceki dönemde hatır ve kayırma yoluyla memuriyete alınmış, hatta kendi adına özel olarak memuriyet kadrosu ihdas edilmiş kimselerden oluşmaktadır. Yazar, meşruti yönetimin yararsız memuriyetlerin devamını kabul etmeyerek, hazine gelirlerini bu şekilde israf etmeyeceğini belirtmektedir. Cevdet’e göre, meşruti yönetim hükümet işlerinin ciddi ve sade bir tarzda yürütülmesini gerektirmekte, bu nedenle lüzumsuz memuriyetlerin lağvedilmesi yoluyla memurluk sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Abdülhalik Mithat, Mart 1909’da yayımlanan “Memurin Muhakemesi” başlıklı

yazıda memurların ayrı bir yargılama rejimine bağlı olmasını eleştirmektedir.105 Yazara göre, genel yargılama dururken, üstelik adalet kapıları herkese açıkken memurlara çeşitli nedenlerle istisnai işlemler uygulamak akıl ve mantıkla açıklanamaz. Anayasaya göre herkes yasalarla korunduğu halde, “memurdur” diyerek bazı kişileri idare meclisleri ve Şurayı Devlet’e göndermek ve bazı kişileri halktan biridir diyerek mahkemelere göndermek yakışık alır şeylerden değildir. Hak her yerde hak olduğu gibi hak - ne şekilde olursa olsun – her mahkemede aynı yol ve yöntemle aranır. Yazar, divanı harp uygulamasını itirazının dışında tutmaktadır. Yazara göre bu mahkemeler, her memlekette bulunan özel bir örgütlenmedir ve önemli bir amaca hizmet etmektedir: “Divanı harpler askerlik için lazımdır.” Askerde itaat, düzen ve bütünlük esastır; askerin işlediği suç nedeniyle yargılanması da askeri yargılama usulü ile olmalıdır. Abdülhalik Mithat’a göre adli örgütlenmenin de ıslah zamanı gelmiştir; ancak bu birkaç üyenin yer değiştirmesi, bir iki memurun görevden alınması ile halledilemeyecektir. Yazar, adliye teşkilatının zabıt katibinden başlayarak baştan sona gözden geçirilmesi gerektiğini söylemektedir.

“Mülkiye Mezunlarının Tensikatı” başlıklı yazıda Hakkı Behiç, hükümet tarafından

başlatılan tensikat hareketinin, toplumsal fayda yolunda mesai harcamış olanları kapsamaması gerektiği üzerinde durmaktadır.106 Yazar, vakıflar ve şehremaneti gibi bazı kurumların tensik edilecek memurları ayırabilmek için bir yeterlik sınavı yapacakları, diğer kurumların da aynı yolu izleyeceği yönünde haberler yayıldığına dikkat çekmektedir. Yazara göre hükümetin bir göreve en uygun olanı aramaya, yarışmalar düzenleyerek başarılı olanları almaya yetkisi ve hatta mecburiyeti vardır. Ancak, şimdi yapılan tensikat ve teşkilat memur ve müstahdemler arasında bir çeşit tasfiye düşüncesine dayanmaktadır. Yazar, gereğinden fazla olanların ihracı, işe yarayacakların yerinde bırakılması gibi bir uygulamada sınavdan başka bir yol izlenmesi gerektiğini dile getirmektedir. Devlet dairelerinde eskiden beri çalışmakta olan ve bazı müktesep haklara sahip bulunan memurların haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini belirten yazar, böyle bir müktesep hak iddiasına şu anda kendini en çok haklı gören kesimin Mülkiye mezunları olduğunu söylemektedir. Yazar, Mülkiye Mektebi’nin kuruluş nizamnamesine göre, Mülkiye öğrencileri ile bu mektebi kuran hükümet arasında zımni bir sözleşme olduğunu, her iki tarafın da buna uymak zorunda olduğunu belirtmektedir. Mülkiye öğrencileri eğitimleri süresince yalnızca memur 105 Abdülhalik Mithat, “Memurin Muhakemesi”, Mülkiye, Sayı 2, Mart 1909, s. 29-32. 106 Hakkı Behiç, “Tensikat-ı ve Mezunin-i Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 20-28.

Page 50: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

50

olmak üzere hazırlanmışlardır; bu nedenle bu mektepten diploma alan herkes mektebin kuruluş nizamnamesiyle hükümet tarafından kendilerine verilen taahhütlerin yerine getirilmesini talep etme hakkına sahiptir. Bu müktesep hak, hükümet şeklinin değişmesi nedeniyle ortadan kaldırılamaz. Hal böyle iken şimdi hükümet kadro dahilinde kalacak memurları sınava davet edip, bunlar arasında Mülkiye mezunlarını da sınavda başarılı olmak zorunda tutarsa taahhüdüne sadakat göstermemiş olacaktır. Yazara göre, Mülkiye mezunları için yeniden yeterlik sınavı zorunluluğu getirmek ve onları ortaokul-lise mezunları ile hatta hiçbir okuldan mezun olmamışlarla bir tutmak yanlış bir adım olacaktır.

1909 tarihli “Vazifelerimiz” başlıklı yazıda Bedii Nuri, Mülkiye mezunlarının memlekete karşı büyük bir sorumluluk taşıdıklarını dile getirmekte ve mülkiyelilerin görevlerini anlatmaktadır.107 Ona göre, meşrutiyet düşüncesinin ülkede yerleşmesi, meşruti idarenin ilanıyla birlikte halkın zihninde meydana gelen yanlış anlayışların giderilmesi, meşrutiyetin faydalarının telkini, memleketteki irtica köklerinin temelinden yok edilmesi mülkiye memurlarının başlıca görevidir. Bedii Nuri, Mülkiye mezunlarından maliye ve ekonominin ıslahı, gelirlerin artırılması, eğitim ve bayındırlık işlerinin geliştirilmesi, vakıf eserlerin korunması, belediye işlerinin yeniden düzenlenmesi, turizmin geliştirilmesi gibi konulara yoğunlaşmalarını istemektedir.

Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek” başlıklı yazıda, zihinleri şahsiyetten

ziyade meslek sevgisine alıştırarak, bu yönde eğitmek gerektiğini savunmaktadır. Yazara göre, yönetimde her türlü kişiselliğin yerini meslek sevgisi aldığında, vatanın siyasi birliğine başka bir sağlamlık ve ciddiyet verilmiş olacaktır.108 Yazar, “Devlet Memurları ve Nitelikleri” başlıklı yazısında, bir memuriyete atanabilmek için ne gibi niteliklere sahip olmak gerektiği üzerinde durmaktadır.109 Yazara göre bir memur her şeyden önce görevini yerine getirme iktidar ve yeterliğine sahip bulunmalıdır; görevini gayret ve sebat ile yerine getirmelidir; hilesiz ve doğru çalışmalıdır.

Abdülgani Seni, Adana’da kaleme aldığı Aralık 1910 tarihli yazıda, istibdat

yönetimi ile meşruti yönetim arasında idare memurlarının toplumsal psikolojisi üzerinden bir karşılaştırma yapmaktadır.110 Yazar, Meşrutiyet’in ilanını “inkılabı içtimaiye” [toplumsal devrim] ve “inkılabı ruhiye” [psikolojik devrim] olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Serbest ticaret, örgütlenme özgürlüğü, şirketleşme, Avrupa’ya öğrenci gönderme, vb. uygulamalar toplumsal devrimin yansımalarıdır. Psikolojik devrim ise toplumdaki bireylerin zihninde gerçekleşecektir. A. Seni, devrim psikolojisinin köylüler, kasabalılar, şehirliler, çiftçiler, sanayiciler, tüccarlar gibi toplumsal kesimler üzerinde ne tür bir etki yaratacağını değil, bu ruh halinin özellikle idare memurları üzerindeki etkisini inceleyeceğini söylemektedir. Yazar, ele aldığı iki dönemi “memurlar ve halk”, “memurlar ile memurlar”, “memurlar ve askerler” arasındaki ilişki bakımından incelemektedir. Memurların idare hizmetini nasıl yerine getirmeleri gerektiği, merkezi yönetim ile valiler arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı, hem tabur merkezi hem de nahiye merkezi olan yönetim birimlerinde tabur komutanı ile nahiye müdürü arasındaki görev-yetki çatışması yazıda örnekler verilerek işlenen 107 Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62. 108 Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek”, Mülkiye, Sayı 18, Temmuz 1910, s. 42-48. 109 Abdülgani Seni, “Memurin-i Devlet ve Evsafı”, Mülkiye, Sayı 21, Ekim 1910, s. 18-33. 110 Abdülgani Seni, “İdare Memurlarının Halat-ı Ruhiye-i İçtimaiyeleri: Devr-i Sabıkta-Devr-i Hazırda”, Mülkiye, Sayı 23, Aralık 1910, s. 21-41.

Page 51: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

51

konulardır. Geçmiş ile bugünü karşılaştıran yazar, toplumsal devrimin hedefinin “vatan ve milletin saadetini selametini sağlamak” olduğunu belirtmektedir. Ancak nasıl işe başlanacak, nasıl becerilecek, nasıl hakkından gelinecek? İşte bunun yolunun bilinmediğini söylemektedir. A. Seni, bir şeyler yapmak istediklerini, ancak nereden ve nasıl başlayacaklarını bilmediklerini itiraf etmektedir.

Kırtasiyecilik

Mülkiye yazarlarının ele aldıkları yönetsel sorunlardan biri de “kırtasiyecilik”tir. Bedii Nuri tarafından (bu dönemde Havza kaymakamı) kaleme alınan “Hükümet-i Kırtasiye” başlıklı makalede Ankara vilayeti örneğinde somutlaşan uygulamadan örnekler verilmektedir.111 Yazar’a göre, Meşrutiyet’ten önceki idarenin bıraktığı eserlerin en kötüsü evrak havale etmek, evrak üzerinde yalan-yanlış iş yapmak, belgeleri yasal sürece uymak amacıyla incelemeden onaylamak gibi kırtasiyecilikten ibaret bir yönetim biçimidir. Yazar, önceki idarenin gerçek amacının halkın isteklerini yerine getirmek ve ülkeyi iyi yönetmek değil, yalnızca öyle yapıyor görünmek olduğunu söylemektedir. Bedii Nuri, bürokratik iş ve işlemlerin sadeleştirilmesi, hızlandırılması konusunu idari ıslahatın önemli parçalarından biri olarak görmektedir.

Kırtasiyecilik konusunu işleyen ikinci yazı, o tarihte kaymakam olan Es-Seyyid Mehmet Emin tarafından kaleme alınmıştır.112 “Hükümet-i Kırtasiye ve Yönetimde Karışıklık” başlıklı yazı, devletin içişlerinde sabit bir program izlemesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Yazar, mutlakiyetçi yönetimin Avrupa’nın gözünü boyamak için “idare-i memleket” yerine “idare-i maslahat” ile uğraştığını ve bu süreçte birçok yolsuzluk yaşandığını belirtmektedir. Milletin belindeki esaret zincirini kırıp, hürriyetine sahip çıktığını söyleyen yazar, ne yazık ki hükümet işlerinin eski düzendeki alışkanlıklardan kurtarılamadığını dile getirmektedir. Yazara göre her memurun görev ve yetkilerini belirleyecek yasa bulunmadığı için, birçok iş yarım kalmakta ve tamamlanamamaktadır. Mehmet Emin, idare memurlarının görev ve yetkilerinin belirlenmesini, her memurun sorumluluğu üzerine alarak görevinin gereklerini yerine getirmesini ve hükümet işlerinin mümkün olduğu kadar sadeleştirilmesini istemektedir. Yazar, vilayet-liva-kaza birimleri arasındaki yazışmalardan hareketle uygulamadan kimi örnekler vermektedir.

Değerlendirme

Osmanlı padişahının mutlak egemenliğini Meclisi Mebusan’ın varlığı ile sınırlandıran 1908 hareketi, mutlakiyetçi monarşinin ve ona hizmet eden bir sivil-askeri bürokrasinin gücünün siyasal süreçten dışlanmaya çalışıldığı bir dönemin başlangıç noktasını oluşturur. Bu nedenle milli mücadele yılları ile Cumhuriyet’in inşa sürecinde alınan birçok kararın düşünsel hazırlığı II. Meşrutiyet dönemine dayanır. Nitekim II. Meşrutiyet yılları, ulusal kurtuluş hareketi ve Cumhuriyet’in ilanını izleyen reformlar döneminin iktisadi-siyasi-idari politikalar açısından belirgin bir devamlılık gösterdiği birçok yazar tarafından vurgulanmıştır.113 Mülkiye dergisinde yayımlanan yazılar, son

111 Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25. 112 Es-Seyyid Mehmed Emin, “Hükümet-i Kırtasiye ve Teşevvüş-i İdare”, Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 50-53. 113 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Yayınevi, Ankara 1998, s. 465; Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, 6. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1998, s. 142; Bülent Tanör, Kurtuluş (1918-1923), Yenigün Haber Ajansı, İstanbul 1997, s. 10; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul 1960, s. 97.

Page 52: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

52

dönem Osmanlı aydınında yönetim düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu tarihsel birikim, milli mücadele yılları ile Cumhuriyet dönemindeki kimi uygulamaları da biçimlendirecek, dergide dile getirilen düşünceler gelecek yılların tartışmalarında tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır.

Mülkiye Mecmuası, sorunları çözmek amacına odaklanmış çözümlemeler ile çözüm önerileri sunan geniş bir “reform belgeleri” kaynağı olarak siyaset-yönetim araştırmacılarının ilgisini beklemektedir.

KAYNAKÇA

Abdülgani Seni, “Taşrada İdare Memurlarının Hal ve Mevkii”, Mülkiye, Sayı 1, Şubat 1909, s. 56-61.

Abdülgani Seni, “İdare-i Vilayat ve Taksimat-ı Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 7, Ağustos 1909, s. 15-30.

Abdülgani Seni, “İdarede Şahıs, Meslek”, Mülkiye, Sayı 18, Temmuz 1910, s. 42-48.

Abdülgani Seni, “Memurin-i Devlet ve Evsafı”, Mülkiye, Sayı 21, Ekim 1910, s. 18-33.

Abdülgani Seni, “İdare Memurlarının Halat-ı Ruhiye-i İçtimaiyeleri: Devr-i Sabıkta-Devr-i Hazırda”, Mülkiye, Sayı 23, Aralık 1910, s. 21-41.

Abdülhalik Mithat, “Memurin Muhakemesi”, Mülkiye, Sayı 2, Mart 1909, s. 29-32.

Abdullah Cemal, “Vilayet-i Mecalis-i Umumiyesi”, Mülkiye, Sayı 16, Mayıs 1910, s. 45-48.

Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Yayınevi, Ankara 1998.

Baş, Eyüp, “Tarihi Osmani Encümeni Kurucularından Efdaleddin (Tekiner) Bey’in Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği Üzerine”, AÜİFD, XLVI, Sayı II, 2005, s. 167-204.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ.TAL/1318-C057/227, 14.C.1318, 1902.

Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1-12.

Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25.

Bedii Nuri, “İdare-i Vilayat ve İzah”, Mülkiye, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

Bedii Nuri, “Ulum-u İçtimaiye ve Fenn-i İdare”, Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33.

Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, 6. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1998.

Cevdet, “Tensikat-Islahat”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 11-14.

Çankaya, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969.

Es-Seyyid Mehmed Emin, “Hükümet-i Kırtasiye ve Teşevvüş-i İdare”, Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 50-53.

Findley, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.

Hakkı Behiç, “Tensikat-ı ve Mezunin-i Mülkiye”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 20-28.

Hasan Hamid, “İdare-i Vilayat”, Mülkiye, Sayı 3, Nisan 1909, s. 1-10.

Keskin, Nuray E., “Toprağa Dayalı Örgütlenme: İl Yönetimi Sisteminin Kuruluşu”, Memleket SiyasetYönetim, Sayı 5, Aralık 2007, s. 119-174.

Page 53: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

53

Keskin, Nuray E., “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi: 1870-1910”, Amme İdaresi Dergisi, 41/4, Aralık 2008.

Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Basını, İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1985.

Langrod, Georges, “Yönetim Hukuku ve Yönetim Bilimi: Karşıtlık veya Uyuşum”, Çev. Visalettin Pekiner, Amme İdaresi Dergisi, 3/2, Haziran 1970, s. 156-172.

Soyyer, Yılmaz, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996.

Tanör, Bülent, Kurtuluş (1918-1923), Yenigün Haber Ajansı, İstanbul 1997.

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul 1960.

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler I: İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1984.

Uyanık, Necmi, Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri İleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya 2003.

Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005.

Page 54: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

54

YÖNETİM OLGUSU ÜZERİNE 1909 TARİHLİ BİR MAKALE:

“SOSYAL BİLİMLER ve YÖNETİM BİLİMİ”

Bu yazı, Memleket SiyasetYönetim Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Nuray E. Keskin, “Yönetim Olgusu Üzerine 1909 Tarihli Bir Makale: Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi”,

Memleket SiyasetYönetim, Sayı 12, 2010, s. 181-200.

Özet: Bu çalışma, Türk yönetim düşüncesi ve yönetim bilimi tarihi üzerine bilgi edinmeye 1900’lerin başından bir katkı olarak değerlendirilmelidir. Çalışma, Mülkiye Mecmuası’nın Aralık 1909 tarihli onbirinci sayısında yayımlanan “Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi” başlıklı makale ile bu makalenin yazarı Bedii Nuri’nin yönetim düşüncesine odaklanmaktadır. Bedii Nuri, yönetim alanını 1900’lerin ilk yıllarında “bilim” olarak tanımlamış; yönetim biliminin bilimler sınıflandırmasındaki yerini “sosyal bilimler dalı” olarak belirlemiştir. Bu çalışmada ortaya konulan bilgi, Türkiye’nin tarihinde modern dönemin yönetim düşüncesinin yönetim kuramı açısından irdelenerek, sınıflandırılması gerektiğini göstermektedir. Anahtar Sözcükler: Yönetim bilimi, toplumbilim, sosyal bilimler, kamunun yönetimi, Bedii Nuri.

İnsan toplumlarının iktisadi ve toplumsal örgütlenme tarzını, bir başka deyişle yönetim gerçekliğini temel özellikleri ile yasalarını ortaya çıkarmak üzere araştırma işi bütüncül, sistemli, sürekli bir ilgi konusu haline gelememiştir. Yönetim Bilimi’nin konusunu oluşturan kamunun yönetimi günümüzde bir yandan “aşırı uzmanlaşmış bilim dalları arasında sistemsiz bir biçimde paylaşılmış”, öte yandan “Amerikan örgüt-işletme yaklaşımlarının ağırlığı altında boğulmuştur.”114 Bu nedenle yönetim biliminin asıl konusu olan toplumsal bütünün yönetimi boyutu eriyip gitmiş; görülmez hale gelmiştir. Yönetim bilimi alanının yeniden kurulması ve genel olarak kamunun yönetimi sorunu ile ilgilenmesi gereği, Türkiye’nin günümüzdeki yönetim yapısını ele aldığı kitabında Birgül Ayman Güler tarafından irdelenmiştir. Güler, yönetim üzerine bilimsel çalışmalar yapabilmek için gerçekleştirilmesi gereken ilk hazırlığın, yönetim düşüncesi tarihi üzerine bilgi edinmek olduğunu belirtmektedir. Güler’in Sümer kil tabletlerinden modern dünyaya uzanan devletli toplumlar için çıkardığı harita, yönetim olgusu üzerine çalışırken yararlanabileceğimiz düşünsel birikimin göz alıcı boyutlarda bir genişliğe sahip olduğunu göstermektedir.115 Alan böylesine genişken, Türk Yönetim Bilimi-Kamu Yönetimi alanına katkıda bulunmuş bir düşünürler listesi yapmaya giriştiğimizde karşı karşıya kaldığımız “yokluk hali”nin gerçek durum olarak kabul edilmesi bir hayli güçtür. Bu yazı, bir anlamda ortadaki durumun yokluk değil, alanımızdaki bilgi eksikliği olduğunu gösterme iddiasının bir ürünüdür.

Yazının konusu, Mülkiye Mecmuası’nın Aralık 1909 tarihli onbirinci sayısında yayımlanan Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi [Ulum-ı İctimaiyye ve Fenn-i İdare] başlıklı makale ile bu makalenin yazarı Bedii Nuri’nin yönetim üzerine düşünceleridir. Osmanlı taşra örgütünün çeşitli kademelerinde görev yapmış bir yönetici olan Bedii

114 Birgül Ayman Güler, Türkiye’nin Yönetimi –Yapı, İmge Kitabevi, Ankara 2009, s. 13-14. Güler, kitabın ilk bölümünde yönetim düşüncesi, yönetim bilimi ve kamu yönetimi disiplini üzerine özgün bir açıklama getirmektedir. 115 Birgül Ayman Güler, a.g.k., s. 23-56.

Page 55: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

55

Nuri, o tarihlerde akademik kuruluşu henüz söz konusu değilken, “yönetim nedir? yönetim bilimi nedir?” sorularına cevap arayan ilk yönetim bilimcimiz olarak nitelendirilebilir.116 Türkiye’de yönetim alanı Bedii Nuri tarafından 1900’lerin ilk yıllarında kendi başına bilim olarak tanımlanmış; yazar yönetim biliminin bilimler sınıflandırmasındaki yerini sosyal bilimler dalı olarak belirlemiştir.

Bedii Nuri, aşağıda tam metni incelemeye sunulan yazıyı, tahrirat müdürlüğü görevindeyken 1909 yılında Edirne’de kaleme almıştır. Bu kısa ve önemli yazı, okumayı kolaylaştırmak amacıyla Osmanlıca’dan güncel Türkçe’ye çevrilmiş; kimi teknik terimlerin Osmanlıca karşılıkları parantez içinde verilmiştir. Bedii Nuri’nin düşünsel kimliği ise yazıyı izleyen bölümde irdelenmiştir. İlgili okuyucuların yazıyı derinlemesine inceleyebilmelerine olanak vermek üzere, makalenin sonuna yazının latin harfli çevirisi de eklenmiştir.

Günümüzden yüz yıl önce Bedii Nuri, yönetim olgusu ve bu olguyu inceleme yöntemi üzerine şunları söylemektedir:

SOSYAL BİLİMLER ve YÖNETİM BİLİMİ

Çoğu kez arkadaşlar tarafından şöyle bir itiraza hedef olduğumu gördüm: “Bütün işi yönetimden, memleketle ilgili kararları uygulamaktan ibaret olan bir kişi için toplumbilim [sosyoloji] ile uğraşmak kadar anlamsız bir şey olamaz… Toplumbilim [ictimaiyyat] bir idare memuru için gereksiz, faydasız, anlamı olmayan bir araştırmadır.”

Oysaki yayımlanacağı ümidi taşımadan geçmişte kaleme aldığım eserleri inceliyorum. Çoğunluğu toplumsal meselelerle ilgili, o sıralarda böyle herhangi bir meseleye dair yazdıklarıma bakıyorum: Hep toplumsal olayların/olguların analizini içeriyor. Bu itirazlar doğru olsa, bu kutlu meşrutiyet devri bu eğilimi, bu şen havayı bir kat daha yaymakla bu yolda harcanan bu kadar emeklerim, bu kadar araştırmalarım yönetim mesleğiyle ilgisi ve ona faydası olmayan çorak ve bunaltıcı bir alanda kaybolmaya mahkum olacaktı.

Bu arkadaşların düşüncesine göre, bir idare memuru toplumsal görüşler/kuramlar [nazariyat-ı ictimaiyye] ile değil, çeşitli devletlerin uygulanmakta olan yasalarını ve yönetim deneyimlerini öğrenme ile uğraşmalıdır. Hukuk, devletler hukuku, iktisat bilgisi… İşte bir ülkenin yönetimini üstleneceklerin uğraş ve öğrenim alanı…

Oldukça aydın fikirlilerde gördüğüm bu tuhaf ve yanlış savı çürütmek için yukarıdaki girişten sonra toplumbilimin yönetim işlerindeki [umur-ı idaredeki] gerekliliğini açıklamayı zorunlu gördüm.

Sosyal bilimlerin günümüzdeki değerini, anlamını gerçekten bilenler için bu iddia kadar yanlış, bu yaklaşım tarzı kadar anlamsız bir şey düşünülemez. Ancak, sosyal bilimlerin yönetim bilimlerinde [fünun-ı idarede] sahip oldukları yere göre şimdi her bir idare memuru bu bilimleri öğrenmekten geri kalamayacağı için, bu konuda Mülkiye ailesinden hiç kimsenin bu bilimin değerini inkar etmesini uygun göremem.

Unutmayalım ki yönetim demek, insanların oluşturdukları toplum kitlelerinin düzenini ve hatta bir dereceye kadar ilerlemesini, refah ve mutluluk sebeplerini sağlamak; bunu hazırlayan araçlara başvurmak demektir. Bu toplumun esası nedir? Nasıl bir araya gelmiş, nasıl kurulmuş ve nasıl çoğalmıştır? Toplum ardı sıra asırlardan oluşan hayatında çeşitli özelliklere sahip devirler geçirir mi? Bu dönemler çeşitli toplumlarda birbirine benzer midir ya da zıt özellikler mi gösterir? Bir başka deyişle bunlar “yasa” adı verilen değişmez-bozulmaz ve kesin bir ilkeye dayanan, daima benzer nitelikleri taşıyan bir biçim mi gösterir? Bu toplumların çeşitli zaman ve mekanlarda değişme ve dönüşme tarzı ne gibi etkenlere dayanır? “Toplum” denilen kitlelerin doğumu, gelişmesi ve yaşamı ve ölümü ne gibi yasaların etkisi

116 Başka araştırmalarla daha başka “ilk yönetim bilimciler” ortaya çıkarılırsa, buradaki oldukça iddialı olduğu açık olan “ilk yönetim bilimci” nitelemesini değiştirip düzeltmek alanımızı zenginleştirecek, bu da yazara elbette yalnızca mutluluk verecektir.

Page 56: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

56

altında gerçekleşir? Bir toplum istenilen tarzda biçimlendirilebilir mi? Ya da bu şekilde biçimlendirebilmek için ne gibi araçlara başvurmak gerekir?

İşte bu ve buna benzer sorular sayılamayacak kadar çok toplumsal sorulardır ki hepsi bir idare memurunun görev ve uzmanlık alanı içindedir. Bir kere “toplum felsefesi bilimi” [ilm-i hikmet-i ictimaiyye] toplumların durumundan söz eden bir bilimdir” demekle bu bilimin bir idare memuruna ne kadar gerekli olduğunu anlatmış oluruz: Çünkü idare memuru bu toplumların yönetimi konusuyla uğraşmayı üstlenmiş bir araştırmacıdan başka bir şey değildir.

İkincisi hukuk bilimleri, iktisadi bilimler, yönetim bilimleri, bunlar hep toplumbilimin sınırları içindedir. Bunlar gerçekte toplumun adalete, ekonomiye, yönetime ilişkin bölümlerini içerir. Yani hukuk bilimi demek, bir toplumun veya çeşitli toplumların hukuk alanında bağlı olduğu kanunları içeren bir sosyal bilim dalı demektir. Bu bilim toplumun adalet ve hukuk ihtiyacını düzenler. Toplum anlaşılmayınca, esasının neden ibaret olduğu güzelce bilinmeyince adalet ihtiyacı, hukukla ilgili güdüleri hakkında doğru bir fikir edinmek mümkün değildir. İktisat bilimi demek, toplumları iktisat alanında yöneten yasaları açıklayan bir sosyal bilim dalı demektir. Bir toplumun eğilimleri, güdüleri, bağlı oldukları mevzuatın esası incelenmeyince bir iktisat yasası anlaşılmaz. Bunun uygulanması mümkün olmaz. Zira unutmayalım ki bütün bu iktisat yasalarının uygulama alanı “toplum” olacaktır.

İdari bilimler [ulum-ı idariye] demek, toplumların ahenk ve düzenini koruma, bunlar arasındaki bağları [münasebetleri] anlamlı bir biçimde sevk ve kullanma [istimal] değil midir? Bu da toplum ve toplumbilim ihtiyacından uzak kalamaz. Bir tıp doktoru tedavi edeceği, üzerinde çalışacağı vücudun, insanın oluşum tarzını, organlarını nasıl bilmek zorundaysa, bir idare memuru, bir yönetim bilimi ilgilisi [fenn-i idare müntesibi] de meşguliyetine sebep olan toplumun bünyesini, organlarını, teşkilatını bilmek zorundadır. Böyle bir doktor nasıl zamanı, bünyeyi, mekanı dikkate alarak ilaç değiştirmek, gerektiğinde her türlü teknik zorluğa göğüs germek için insan bedeni üzerindeki deneyimlerinden, geniş bilgisinden yararlanmak zorunda ise, bir idare memuru da böylelikle toplum hakkındaki derin bilgisine başvurarak işleri yönetmek zorunda kalır.

Toplum bilinmeyince, bu toplumu yöneten yasalar ve mevzuat hakkında bilgi sahibi olunmayınca, bunlar üzerinde faydalı bir idare düşünülemez/tasavvur edilemez. Ve diyebiliriz ki çeşitli tarihlerde görülen bu kadar devrimler, bu kadar toplumsal çalkantılar hep “idaresizlik” dediğimiz toplum anlayışının kabul edilmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Toplumsal olayların akışını/oluşunu dikkatli bir gözle inceleyebilen, bu akışın hareket yönünü, şiddet derecesini ve gücünü ayırabilen bilgin bir toplumbilimci [sosyolog], bir idare memuru bu akışın önlenmesi ve seyrinin değiştirilmesi için gerekli olan girişimleri bulup uygular, veyahut buna mevcut vasıtaların/aletlerin yeterliğini değerlendirir de hiç olmazsa gereksiz yapay araçlarla kötülüğü şiddetlendirmekten başka bir şeye yaramayacak işlere girmez. İşte büyük tarihi devrimlerin çağdaşları olan idare memurları becerikli, dikkatle inceleyen bir toplumbilimci olsaydılar, devrim meydana geldiği anda o zamanı idare eden düşünsel akımın coşku ve heyecanını ya bilimsel olarak yatıştırır ya da boş yere mesai harcayarak milletin gücünü yıkmaya/bozmaya çalışmazlardı.

Şurada akla bir soru gelir: Toplumbilim ve sosyal bilimler ancak bir, bir buçuk yüzyıllık kısa bir geçmişe sahiptir. Ondan önce yetişen bunca yönetim dehasının, toplumbilim bilgisine sahip olmadıkları için yönetim biliminden de habersiz oldukları söylenebilir mi?

Bu sorunun akla uygun olmadığı şöyle doğrulanabilir: Tıbbi ve cerrahi bilimler bu yüksek seviyeye gelmeden, antiseptik yöntemleri bulunmadan önce doktorlar ve cerrahlar görevlerini nasıl yerine getirebilirlerdi? Bunların o tarihlerde görevlerini yapmalarını sağlayan şey uzun süreden beri devam eden pratik deneyimlerdi. Uzun süren deneyimler bunlara kendileri de bilmedikleri halde tıbbi yasaları buldurmuştu. Bunlar tıbbın ve bilimin gereklerini yerine getiriyorlardı, fakat bunu bir mesaide bulunmak üzere değil, bir deneyim ürünü olmak üzere icra ediyorlardı. Bu nedenle o zamanda tıbbın, cerrahinin her uygulaması istenen başarıyla sonuçlanmazdı. Bu istenen sonucun elde edilmesi ancak tıbbi ilke ve yasaların bilinmesi, tıbbi bilimlerin toplanması sayesinde mümkün olabildi. Şimdi adeta matematiksel bir kesinlik derecesine yakın bir doğrulukla ele geçirilen tıbbi başarılar, bu ilkelerin memnuniyet veren sonucudur.

Page 57: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

57

Yönetsel yasada da durum böyledir. Bir idare memuru çok zaman bilmeyerek toplumbilim ilkelerini uyguluyordu. Uzun süren bir deneyim onda toplum hakkında genel bir düşünce; geniş, kuşatıcı ve mükemmel bir düşünce meydana getirmişti. Bir memleketi iyi yönetmeye [hüsn-i idareye] uygun olan her bir idare memuru mükemmel bir toplumbilimci demektir. Çünkü o toplumun bazı sorumluluklarını ve ihtiyaçlarını uzun süren tecrübeleri sayesinde değerlendirmiş ve uygulamış oluyor. Ya bu sorumluluklar ve ihtiyaçlar önceden kuramsal olarak bilinse? Uygulama alanında ve yönetimde ne yararlı sonuçlar verir. Tıpkı fizik ve kimyanın sanayi ve zanaatlarda yaptıkları hizmetler gibi: Fizik ve kimya yasalarını bilmeyen, bu bilimlerin kuramsal bilgisine sahip olmayan kimse, ancak uzun bir tecrübe sonucu olarak ve büyük ölçüde eksik bir şekilde sanayi ve zanaatta başarı kazanabilir. Bu kuramsal bilgiye sahip olanlar ise sanatlarında geniş bir uygulama alanı bulmakla, bu bilgi sayesinde sonsuz fayda elde edebilirler.

Demek ki toplumbilim fizik ve kimya; idare ise bu bilimlere mahsus birer laboratuvardır -tecrübe mekanıdır. Fizik ve kimyaya vakıf olmayan bir kimseyi o karışık makineler karşısına koyunuz, nasıl şaşırır, hata eder, kırar döker ise veya yüzde doksan şaşırma olasılığı ne kadar fazla ise böylelikle sosyal bilimlere vakıf olmayan bir idare memuru da “toplum” denen o karmakarışık kitle örgütünün yönetiminin başında bulununca öylece şaşırır, hata eder, bu toplumun sağlamlığına, selametine ilişkin bir konuda kol bacak kırmak tehlikesine o kadar maruz bulunur.

Öyle ise bütün idare memurlarına tavsiye ederim: Toplumbilim ve sosyal bilimler. Ancak bu sayede şu karmakarışık toplumumuzun özelliklerine ve esasına ilişkin bilgi edinebiliriz, bu sayede makul bir idare adamı olabiliriz.

Bu yazıda Bedii Nuri, yönetim olgusuna yapısal ve hukuksal açıdan yaklaşanları eleştirmekte, yönetim olgusunu tarihsel ve toplumsal bir bakış açısıyla ele almanın gereği üzerinde durmaktadır. Bedii Nuri’nin düşünsel kimliğini tanımak, yukarıdaki yazıyı değerlendirme çabamıza ışık tutacaktır.

BEDİİ NURİ’NİN DÜŞÜNSEL KİMLİĞİ

Bedii Nuri, 1908-1913 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanmış ellinin üzerinde makalesiyle II. Meşrutiyet döneminin önemli düşün adamlarından biridir. 1873 yılında İstanbul’da doğan yazar, Trablusgarp İstinaf Mahkemesi Ceza Reisi Mehmet Hilal Efendi’nin oğlu, Yüksek Öğretmen Okulu müdürü iken I. Dünya Savaşı’nda Irak’a giden ve daha sonra Suriye’de Maarif Nazırı olarak çalışan Mustafa Satı’nın kardeşidir. Bedii Nuri Trablusgarp’da bulunduğu yıllarda şeri ilimler ve Arapça dersleri almış, daha sonra Mektebi Mülkiye’nin idadi ve ali kısımlarında okumuştur. Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca ve Rumcayı konuşup yazabilmektedir.117

Mülkiye’den mezun olduktan sonra ilk memuriyeti 1896’da tayin edildiği Ziraat Bankası muhasebe kalemi mukayyit refikliğidir. Bir süre Halep Vilayeti İdadisi’nde kavanin muallimi olarak çalışmış, Halep maiyet memurluğunda stajını tamamladıktan sonra 1898’de Erzurum-Diyadin kaymakamlığına atanmıştır. 1899-1913 yılları arasında Selanik-Razlık kaymakamlığı, Havza kaymakamlığı, Şehremaneti Meclisi azalığı, Ankara mektupçuluğu, Edirne ve İstanbul tahrirat müdürlükleri, Fatih belediye reisliği gibi görevlerde bulunmuştur.118 1913 yılı başlarında Basra vilayetinde Müntefik sancağı

117 Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1949), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969, s. 325-326; Yılmaz Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri (1872-1913), Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996, s. 46-47. 118 BOA: DH.MKT/40/2152,10.Ş.1316; BOA: DH.MKT/135/2248,14.CA.1317; BOA: İ.DH/1319-C35/1388,12.C.1319; BOA: İ.ŞE/15/18.L.1319; BOA: İ.DH/1327/-C50/1476/26C1327; İ.DH/1328-Ş36/1483, 23.Ş.1328; İ.DH/1331-R17/1498/06.R.1331.

Page 58: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

58

mutasarrıflığına atanmış, 1 Temmuz 1913 tarihinde Basra’da öldürülmüştür.119 Bedii Nuri, kısa yaşamında birçok makale kaleme almış, bunlar II. Meşrutiyet döneminde yayın hayatına giren Envar-ı Ulum, Mülkiye, Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye, Şehbal gibi dergilerde yayımlanmıştır.

Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi başlıklı kitabında Bedii Nuri’nin çalışmalarını irdeleyen bir bölüm bulunmaktadır. Ne var ki Ülken, Bedii Nuri’nin Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası ile Şehbal’de yayımlanan makalelerini irdelerken, Mülkiye Mecmuası’ndaki yazılarına değinmemiştir.120 Belki bu nedenle, Bedii Nuri’yi bir toplumbilimci olarak değerlendirirken, yazarın yönetim bilimci kişiliğinden söz etmemiştir. Bedii Nuri’nin bu yönünü, Carter Findley’in Kalemiyeden Mülkiyeye başlıklı kitabında sunduğu bilgilerden uyarı alarak görme şansı yakalayabiliyoruz.121 Mülkiye memurlarının profesyonellik anlayışını incelediği bölümde Mülkiye Mecmuası üzerine bir değerlendirme yapan Findley, dergide yer alan makalelerin sosyal bilimlere ve çağdaş toplumsal olaylara yönelik geniş bir ilgiyi yansıtmakta olduklarını, bununla birlikte yazarların daha çok idareye ilişkin sorunlar üzerinde durduklarını belirtmektedir. Findley’e göre derginin “en derin kavrayışlı yazarı” Bedii Nuri’dir. Mülkiye mezunlarının tarihini yazan Ali Çankaya da Bedii Nuri’ye ilişkin bazı bilgiler sunmakta, Bedii Nuri’yi “çalışkan, dürüst, bilgili” bir kişi olarak tanımlamaktadır.122

Bedii Nuri üzerine yapılan tek kapsamlı inceleme, 1996 yılında yayımlanan Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri başlıklı kitaptır.123 Kitabın yazarı Yılmaz Soyyer, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan sicili ahval dosyası dışında, Bedii Nuri’nin yaşam öyküsüne ilişkin başka bir kaynağın bulunmadığına dikkat çekmektedir. Soyyer’in sözleriyle Bedii Nuri, “…döneminin fırtınalı düşünce hayatına yön veren şahsiyetlerden biri olan kardeşi Satı Bey kadar önemli bir değerimizdir. Hakkındaki bilgiler, -Satı Bey’in kardeşi- tarzındaki bilgi kırıntılarından öteye gitmelidir… Türkiye’de sosyoloji tarihi yazanlar, Osmanlı alfabesi bilmedikleri, bilseler de bir imparatorluk dili olan o günkü Türkçeyi anlamadıkları için Türk sosyolojisini (eserleri sosyologlarımızın yerine edebiyatçılarımız tarafından günümüz Türkçesine kazandırılmış olan) Ziya Gökalp’le başlatmayı tercih etmişler ve yeterli görmüşlerdir. Oysaki Bedii Nuri, Prens Sabahattin’le aynı yıllarda, Gökalp’ten ise daha önce sosyoloji ile uğraşmıştır.”124 Bu kitapta Bedii Nuri, İttihat ve Terakki öncesinin Jön Türklük geleneğine bağlı, bu geleneğin devletçi-merkeziyetçi kanadını temsil eden ve II. Abdülhamit’e muhalif olmakla birlikte günlük siyasete uzak bir düşünür olarak tanımlanmaktadır. Soyyer’e göre, Bedii Nuri’nin bütün amacı sosyolojiyi Türk

119 Osmanlı Arşivleri’nde yer alan bir belgeye göre, Bedii Nuri ile Basra Kumandanı Ferid Bey’i, Basra mebusu Nakibzade Seyyid Talip’in adamları vasıtası ile katlettirdiği kanıtlanmıştır. Bunun üzerine Seyyid Talip’in idamına, olaya karışan Basra Mebusu Abdullah Saib Efendi’nin ise küreğe konulmasına karar verilmiştir. Ölümünden üç yıl sonra üstün hizmetleri ve ailesinin mağduriyeti nedeni ile Bedii Nuri’nin varislerine yardım yapılmıştır. BOA: İ.HB/1334-M058/177, 13.M.1334; BOA: MV/24/201, 21.Ca.1334 120 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005, s. 167-172. 121 Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 258-270. 122 Ali Çankaya, a.g.k., s. 326. 123 Yılmaz Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri (1872-1913), Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1996. 124 Yılmaz Soyyer, a.g.k., s. 20-24.

Page 59: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

59

toplumuna tanıtmak ve bu yeni bilimin verilerinden yararlanarak batmakta olan devleti kurtarmaktır. Özellikle ‘terakki’, ‘tekamül’ ve ‘inkılap’ kavramlarının üzerinde durmasının nedeni de budur.

Bedii Nuri’nin düşünsel kimliğine ilişkin bir ilk bilgi edinmek için, 1910 yılında Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası’nda yayımlanan “Düşüncenin Değişmesi” başlıklı yazıda dile getirdiği tarihsel materyalizme ilişkin değerlendirmesinden yararlanabiliriz.125 Bedii Nuri’ye göre Karl Marx, Antonia Lobriola gibi tarihi materyalizmi savunanlar, yani “tarihi sebepleri bir menfaat düşüncesi ve saikine bağlayanlar” düşünsel değişmenin tek nedeninin menfaatten ibaret olduğu fikrindedirler. Nitekim Komünist Beyannamesi’nde “Fikri değişme, düşünce ürününün maddi ürünle değişmesinden başka neyi ifade eder?” diye sorulmaktadır. Tarihsel materyalizmi savunanlara göre, bu değerlendirme tarihi incelemeler ile sabittir. Bununla birlikte, Bedii Nuri fikri değişmeyi gerektiren sırf iktisadi menfaatlerin yanı başına özgürlük aşkı, bağımsızlık gayesi gibi düşünceleri de ilave etmek gerektiğini söylemektedir:

“İktisadi sorunların ikinci derecede kaldığı durumlarda, bu ve buna benzer saiklerin mevcudiyeti inkar olunamaz. O zaman yenilikçi fırkaların bütün gayretleri tam anlamıyla insan haysiyetini kurtarmak, hükümetin ve kanunlarının yapmış bulundukları taksimatı ve sınıfları ortadan kaldırarak eşitliği tesis eylemek gayesine yönelik olur.”

Bu yaklaşım, Bedii Nuri’nin yönetim olgusuna bakış açısıyla uyumludur. Ona göre yönetim kendi başına bir şey değil, toplumsal yapının bağlısıdır; bu yapıyı yönetmek toplumsal yasaları bilmekten geçer. Toplumsal yasaları bilen yönetim, bu yapıyı amaçları doğrultusunda yönetebilir, yönlendirebilir ve değiştirebilir.

Yönetim-Siyaset Yazıları

Bedii Nuri, yönetim-siyaset üzerine kaleme aldığı yazılarda idari taksimat, kırtasiyecilik, belediyeler, vilayetlerin yönetimi, yönetim ve yetki, yönetim ve yasa, mülki rütbelerin felsefi ve toplumsal değeri, Mülkiye mezunlarının görevleri, siyaset felsefesi, yasama meclisleri, seçim hakkı gibi konuları işlemiştir. Yönetim-siyaset üzerine belli başlı yazıları aşağıda listelenmiştir:126

“Yasada Gelişme Dönemleri” [Kanunda Edvarı Tekamül], Mülkiye, Sayı 2, Mart 1909.

“Halk ve Yığınlar” [Halk ve İzdiham], Mülkiye, Sayı 3, Nisan 1909.

“Görevlerimiz” [Vazifelerimiz], Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

“Belediyelerimiz”, Mülkiye, Sayı 5, Haziran 1909.

“Vilayetlerin Yönetimi” [İdare-i Vilayat], Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1-12.

“Yönetimde Kırtasiyecilik” [Hükümet-i Kırtasiye], Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25.

“Vilayetlerin Yönetimi ve Açıklama” [İdare-i Vilayat ve İzah], Mülkiye, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

“Vilayetlerin Matbaaları ve Gazeteleri” [Vilayat Matbaaları ve Gazeteleri], Mülkiye, Sayı 10, Kasım 1909.

125 Bedii Nuri’den aktaran: Yılmaz Soyyer, a.g.k., s. 98. 126 Listenin hazırlanmasında Yılmaz Soyyer’in kaynakçası (s. 265-267) ile Milli Kütüphane Süreli Yayınlar Bilgi Sistemi’nden yararlanılmıştır. Bedii Nuri’nin diğer çalışmaları bir sonraki bölümde listelenmiştir.

Page 60: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

60

“Sosyal Bilimler ve Yönetim Bilimi” [Ulum-ı İctimaiyye ve Fenn-i İdare], Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33.

“Yönetim ve Yetki” [İdare ve Salahiyat], Mülkiye, Sayı 12, 1909.

“Yönetim ve Yasa” [İdare ve Kanun], Mülkiye, Sayı 13, 1909.

“Nüfus Artışı Sorunu” [Teksir-i Nüfus Meselesi], Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3, Sayı 18, 1910, s. 758-766.

“Yasama Meclisleri” [Mecalis-i Teşriye], Şehbal, Sayı 32, 1910.

“Seçim Hakkı” [Hakk-ı İntihab], Şehbal, Sayı 37, 1911.

“Basın ve Gazeteler” [Matbuat ve Gazeteler], Şehbal, Sayı 39, 1911.

“Mülki Rütbelerin Felsefi ve Toplumsal Değeri” [Rütbe-i Mülkiye’nin Kıymeti Felsefiye ve İctimaiyyesi], Şehbal, Sayı 41, 1911.

“Siyaset Felsefesi: Siyaset Bir Bilimdir” [Felsefe-i Siyaset: Siyaset Bir İlimdir], Şehbal, Sayı 47, 1911.

“Siyaset Felsefesi: Siyasette Doğal Yasalar ve Deneyimle İlgili Esaslar” [Felsefe-i Siyaset: Siyasette Kavanini Tabiyye ve Kavaidi Tecrübiye], Şehbal, Sayı 48, 1911.

“Avrupa Bizi Neden İstemiyor?” [Avrupa Bizi Niçin İstiskal Ediyor?], Şehbal, Sayı 67, 1328, s.

366-368. 127

Bedii Nuri’nin yöneticilerle ilgili düşünceleri Mülkiye dergisinde yayımlanan “Görevlerimiz” başlıklı yazıda yer alır.128 Mülkiye mezunlarının memlekete karşı büyük bir sorumluluk içinde olduğuna dikkat çeken Bedii Nuri’ye göre mülkiye memurlarının idari görevleri, Osmanlı ülkesinin bütün toplumsal olaylarını kapsayacak kadar geniştir. Mülkiye mezunları, Osmanlının toplumsal bünyesinin tamamının saadet ve refahının teminini, sosyolojik deyimle evrimleşmesini hazırlayacaktır ve hazırlamaktadır. Yazar, bir Mülkiyelinin görevlerini şöyle sıralar:

Meşrutiyet fikrinin ülkede yerleşmesi, meşruti idarenin ilanıyla birlikte halkın zihninde meydana gelen yanlış anlayışların giderilmesi, meşrutiyetin faydalarının telkini, memleketteki irtica köklerinin temelinden yok edilmesi.

Eşrafın nüfuzunun kırılması. Bedii Nuri’ye göre, taşrada eşrafın nüfuzu çok geniş ölçüde etkiye sahiptir, bazı vilayetlerde -ziraat vilayetlerinde- adeta eski derebeylik usulü bütün kötülükleriyle yürürlüktedir. Bazı vilayetlerdeki eşrafın konaklarında hükümet dairesi gibi işlerin yürütülmesi, ceza verilmesi hükümet işlerine müdahaledir. Gayrı meşru haklarının onda birine yönelik bir müdahaleye karşılık eşrafın tahriklere kalkıştığı görülmektedir. Hatta okullu idare memurlarının azline sebep olan olayların başında eşrafla kavgaları gelmektedir, bu durum iyi incelenmelidir.

Maliyenin ıslahı. Devletin bekası maliyenin ıslahı ile mümkündür. Özellikle taşra maliyesinin düzeltilmesi, taşrada vergi adaletinin sağlanması gereklidir.

Gelirlerin artırılması. Bütçe açığımızı kapamak ve muhtaç olduğumuz gelir artışının temini için teşebbüs edeceğimiz ıslahat yeni vergiler koymak ve mevcut vergileri artırmak yolunda değil, mevcut gelir kaynaklarımızdan daha çok üretim sağlamak yolunda olmalıdır.

Ekonominin ıslahı. Ülkenin doğal durumu nedeniyle, iktisadi meselelerde belirlenecek hedef ziraattır. Buna bağlı olarak zirai işlerimizin ıslah ve ikmaline çalışmak gerekir. Halkımızın cehalet ve teşebbüsten mahrumiyet derecesine göre, bu konuda memur, öğretmen, katiplerin gayret sarf etmesi gereklidir. İlkel aletlerle ziraat yapmak yerine, yeni aletlerle yapılacak ziraatın faydaları halka anlatılmalıdır. Ülkenin birçok yerlerinde ziraatın buğday ve arpadan

127 İstiskal: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek. 128 Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

Page 61: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

61

ibaret sanılmasını değiştirmek, zirai sanayi ürünlerini üretmeye yöneltmek, bu konuda bir inkılâp demektir. Bu arada ticaret ve sanayi de ihmal olunmamalıdır. Fransa da bir ziraat ülkesidir, ama beş milyon insan ziraatla uğraşırken, üç buçuk milyon kişi sanayi, bir milyon kişi ticaret, iki yüz yirmi bin kişi de madencilikle uğraşmaktadır.

Bayındırlık işlerinin ıslahı. Bizde şimdiye kadar yapılan şose yolları, ancak vali ve mutasarrıfların güzergahı olan yollar yapılmış, onların da pek çoğu eskiden yapılmış olup, tamir üstüne tamir eklenmiştir. Halbuki bayındırlık işlerinde dikkate alınacak esaslı noktalara, büyük bir ormanı sahile, verimli bir ormanı şehre bağlayacak yollar inşasına önem verilmemiştir.

Eğitim işleri. Maarif, ülkenin ruhu derecesinde olduğundan istibdat devrinde bile Mülkiye mezunları için en büyük başarı bir okul kurmaktı. Bu ihtiyaç şimdi daha fazladır. Osmanlılığın daimi hayat mücadelesini kazanması maarifin kuvvetine bağlıdır. Bütün sosyal varlığını mektebe borçlu olan bu memurların vicdan borcudur. Maarif, Osmanlı sosyal yapısının ilk ihtiyaçlarından olduğu halde, son sırada alınması hayret vericidir. İlk eğitimin terakkisi, memleketin diğer dertlerinin kolaylaşmasına sebep olur (Bedii Nuri, yazılarında ülke nüfusunun yalnızca % 5’inin okur-yazar olduğunu belirtmektedir).

Vakıf eserlerinin korunması. Eski idare, ecdadımızın vücuda getirdiği vakıfları şuna buna yedirmiş, hatta bir kısmı tamamen mütevellilerin eline kalmıştır. Mülkiyeliler bu işe de el atmalıdır.

Belediye işleri. Ülkemizde en çok ihmal olunan mesele belediye işleridir. İstanbul’da şehremaneti Sultan Abdülhamit’in, taşralarda valilerin arpalığı olduğu için belediye işlerinde bir düzen yoktu. Mutfak masraflarını belediyelere karşılatan eski valilerin yerine geçecek olan yeni valiler, şimdi maziyi de anlayarak çalışmalıdır. Burası tarihi bir ülke olduğu halde turistin bulunmaması bir dereceye kadar güvenliğin sağlanamamasıyla açıklanabilirse de, asıl sebep ilgisizliktir. Ülkemizi turistin görmek isteyeceği hale getirmeliyiz. Kaplıcalarımızı, ulaşım kolaylıkları sağlayarak turistlerin hizmetine sunmak gereklidir. Bu işler de belediyenin görevi olmalıdır.

Bedii Nuri’nin yönetim anlayışı, yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi, iktisadi ve toplumsal bütünü esas almaktadır. Yazar, toplumsal gelişme ve ilerleme için vergi adaletini sağlamak, üretimi artırmak, yerel güç odaklarının etkisini kırmak, eğitim-tarım-ticaret ve sanayiyi geliştirmek, yerel yönetimleri güçlendirmek ve ülkenin turizm kaynaklarını değerlendirmek gerektiğini söylemektedir. Bedii Nuri’nin toplumun yönetimini üstlenenler için sıraladığı görevler, günümüzde de gerçekleştirilmeyi beklemektedir.

Yazar, Temmuz 1909’da yayımlanan “Vilayetlerin Yönetimi” başlıklı yazıda Osmanlı devletinin toprağa dayalı örgütlenmesini irdelemiştir.129 Dönemin öne çıkan tartışma konularından biri toprağa dayalı örgütlenmede liva/sancak kademesinin esas alınması, bunların da doğrudan doğruya Dahiliye Nezareti’ne bağlanmasıdır. Bedii Nuri, Osmanlı Devleti’nin toprakta liva esasına göre örgütlenmesine şimdilik karşı çıkmakta; birkaç livadan oluşan vilayet ölçeğine dayalı örgütlenmenin devamını savunmaktadır. Yazar, eski fikirlerle eski çevrelerinden kurtulamayan mülki idarecilerin yetki genişliği usulünü benimseyemediklerini ve uygulayamadıklarını söylemekte; bu durumu itirazına gerekçe olarak göstermektedir. Bedii Nuri, ilk makalesinde dile getirdiği düşüncelerin bazı kesimlerce yanlış anlaşıldığını gördüğü için “Vilayetlerin Yönetimi ve Açıklama” başlıklı ikinci bir yazı kaleme almıştır.130 İdari bölünüşte liva ölçeğinin esas alınmasına karşı olmadığını belirten yazar, bu hedefe doğru hareket etmek gerektiğini, ancak bunun birdenbire gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını

129 Bedii Nuri, “İdarei Vilayat”, Mülkiye, Sayı 6, Temmuz 1909, s. 1-12. 130 İdare-i Vilayat ve İzah, Mülkiye, Sayı 9, Ekim 1909, s. 41-45.

Page 62: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

62

söylemektedir. Ona göre, bütün livaları merkeze/İstanbul’a bağlayacak bir kararın alınabilmesi için idari teşkilatta, vergilerde, ulaştırma sisteminde köklü değişikliklere ihtiyaç vardır.

Bedii Nuri, Eylül 1909 tarihli yazıda hükümet işlerinde kırtasiyecilik sorununu ele almaktadır.131 Yazar’a göre, Meşrutiyet’ten önceki idarenin bıraktığı eserlerin en kötüsü evrak havale etmek, evrak üzerinde yalan-yanlış iş yapmak, belgeleri yasal sürece uymak amacıyla incelemeden onaylamak gibi kırtasiyecilikten ibaret bir yönetim biçimidir. Yazar, önceki idarenin gerçek amacının halkın isteklerini yerine getirmek ve ülkeyi iyi yönetmek değil, yalnızca öyle yapıyor görünmek olduğunu söylemektedir. Yazıda Ankara vilayeti örneğinde somutlaşan, uygulamadan örnekler verilmektedir. Yazar, bürokratik iş ve işlemlerin sadeleştirilmesi, hızlandırılması konusunu idari ıslahatın önemli parçalarından biri olarak görmektedir.

Bedii Nuri, bir yazı dizisinde siyaset olgusunu incelemiş, “Siyaset Felsefesi” başlıklı makalede siyaseti bir bilim olarak tanımlamıştır. Osmanlı döneminde seçim konusundaki ilk telif eser de Seçim Hakkı adıyla Bedii Nuri tarafından yazılmıştır.132 Kitap, Bedii Nuri’nin II. Meşrutiyet’in başlarından itibaren çeşitli dergilerde yayımlanan seçim konulu makalelerinin yanı sıra yayımlanmamış bazı yazılarını da içermektedir. Seçim Hakkı yedi bölümden oluşmaktadır:133 1) Toplum ve Hükümet, 2) Hükümet ve Hükümetin Görevleri, 3) Siyasi Gelişim, 4) Hükümet Görevlerinin Gelişim Tarzı, 5) Seçim Hakkı Nasıl Ortaya Çıktı?, 6) Çeşitli Memleketlerde Seçim Hakkının Gelişim Tarzı, 7) Osmanlı Memleketlerinde Seçim Hukuku. Son bölümde, Osmanlı Devleti’ndeki seçim tarihi özetlenmiştir. Kitapta, Müslüman olmayan cemaatlerin cemaat meclisleri için yaptıkları seçimler, vilayet kanunu gereği yapılan seçimler ve nihayet Meclis-i Mebusan için yapılan genel seçimler ele alınmaktadır.

Yönetime Tarihsel ve Sosyolojik Bakış

Bedii Nuri’nin diğer çalışmaları da yönetim bilimine bakış açısını besleyecek niteliktedir. Hilmi Ziya Ülken’e göre Bedii Nuri, Darwin’in “hayat mücadelesi” kanununa, Lanessan’ın “mücadele için ortaklaşma”, Paul Comes’in “mücadele için birleşme” kanunlarına başvurarak, biyolojik hayatta bulduğu esasların toplumsal hayatta da geçerli olduğu sonucuna varmıştır.134 Toplum kabiliyetinin kökeni ve evrimini organik hayatta bulan Bedii Nuri, “anatomik farklılık ve sinir cihazından yoksun ilkel organizmalarda nasıl hakiki bir duygu kabiliyeti aramak güçse, her türlü organlaşmadan yoksun ilkel toplumlarda da sosyal kabiliyet aramanın o kadar imkansız olduğunu” belirtir. Bedii Nuri’ye göre, bir toplum her varlık gibi, her canlı gibi göz önüne alınacak iki esaslı şey gösterir: Kendini meydana getiren organsal kuruluş ve fonksiyon tarzı-işleyişi.

Bedii Nuri, Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası’nın 24. sayısındaki “Sosyal Bilimler” başlıklı makalesinde Ülken’in deyimiyle adeta bir sosyoloji kitabının şemasını veriyor gibidir ve bu çalışmada yaptığı sınıflama Türkiye’de sosyoloji ve sosyal bilimlere ait ilk denemedir. “Toplumsal Yaşam” başlıklı yazısında “toplum nedir?” sorusunun peşine düşen Bedii Nuri, toplumu bireylerin toplamı olarak tanımlayan Spencer’i eleştirmekte, bir toplumu kuran şeyin bireyler değil, bunların bağlı oldukları

131 Bedii Nuri, “Hükümet-i Kırtasiye”, Mülkiye, Sayı 8, Eylül 1909, s. 19-25. 132 Bedii Nuri, Hakkı İntihab, Matbaai Hayriye ve Şürekası, İstanbul 1914 (208 sayfa). 133 Mehmet Ö. Alkan, “Eski Seçimlerden Seçmeler”, Radikal, 14 Mart 2004. 134 Hilmi Ziya Ülken, a.g.k., s. 167, 170.

Page 63: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

63

toplanış tarzı olduğunu ileri sürmektedir. Ülken’e göre Bedii Nuri, Ulum-ı İctimaiyye dergisinin fikir çevresinde egemen olan Spencercılık görüşünü aşmış, bu yönüyle de sonradan gelecek olan kolektif şuur düşüncesinin önderliğini yapmıştır. Yazılarında ilerlemeyi, evrimi ve inkılabı ele almış, toplum yeteneğini, kamuoyunu, kitle ve yığını, bireycilik, sosyalizm ve anarşizmi135 incelemiştir. Bu kavramların sancılı dönemlerin anahtar sözcükleri olduğunu belirten Ülken’e göre Bedii Nuri, Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarının, aynı zamanda son bir gayretle yeniden toparlanıp yeniden ilerleme arzusu içinde olduğu yılların toplumbilimcisidir.

Bedii Nuri, “Toplum Felsefesi” yazısında sosyolojinin psikolojiden farkını ortaya koyarken, “Tarih Felsefesi” başlıklı makalede tarihi olaylar arasındaki bağlantı ve ilişkileri aramıştır. Neden-sonuç ilişkisinin bilimin temellerini oluşturduğunu belirten yazar, her bir olayın bir nedenin -doğal bir nedenin ürünü olduğunu söyler. Bedii Nuri’ye göre, alemde her şey, bilgimizin derecelenişinde olduğu gibi, birbirine dayanır ve zincirleme bağlanır. Ancak, her bilginin esaslı ve zorunlu şartı, bu bilginin tanınan başka şeylerden ayrılması ve farklı olmasıdır. Bu farklılık başka bilinen şeylerle olan ilişkileri kavranmadıkça anlaşılamaz. Bu nedenle Bedii Nuri, toplumbilimin başka bilim dalları ile ilişkisini inkar veya ihmal etmek yerine, tam tersine benzeyişleri ve bağlılıkları ölçüsünde toplum felsefesini başka bilgilere bağlamak gerektiğine dikkat çeker.136 İnsanlığın fikri ilerlemesinde bilimin, yani gerçeği araştırma düşüncesinin geliştiğini ve bunun zorunlu bir yasa olduğunu belirten Bedii Nuri, bilimin yalnızca özel bir şekliyle değil, bir bütün halinde geliştiğini, bundan elde edilen sonuçların üst üste yığılmasıyla da düşünce hazinesinin geliştiğini yazmaktadır.137

Türkiye’deki ilk deneysel sosyoloji araştırması da Bedii Nuri’ye aittir. Sosyoloji metodunu Osmanlı devletinin en sorunlu bölgelerinden birine -Arnavutluk bölgesine uygulayan Bedii Nuri, bu bölgedeki aşiret yapısını incelemiştir. Arnavutluk sosyal teşkilatı ve Arnavutluk’ta kan gütme geleneği üzerine odaklanan çalışma, Soyyer’in değerlendirmesine göre en az çağdaşı Avrupalı sosyologların çalışmaları kadar özgün ve önemlidir.138 Modern sosyolojinin alan araştırmalarına çok yakın tekniklerle yapılan bu çalışma, Türk sosyoloji tarihinin ilk sosyal yapı (alan) araştırması olduğu gibi, Durkheim’in araştırmaları gibi dünya sosyolojisinin de ilk araştırmalarındandır. Yılmaz Soyyer, Durkheim’in “Dini Hayatın İlkel Biçimleri” çalışmasını bu çalışmayla aynı yıllarda yayınladığına dikkat çekmektedir.139 Soyyer’e göre, Bedii Nuri’nin Arnavutluk bölgesinde yapmış olduğu sosyolojik-antropolojik incelemelerin değeri, kültür antropolojisi açısından Bronislaw Malinowski’nin 1915-1918 yıllarında Trobriand Adaları’nda yaptığı çalışmalardan daha az değildir. Soyyer’in sözleriyle “Bedii Nuri, dünya literatürüne geçebilecek çapta ve değerdedir.”

135 Cemil Meriç, Türk düşünce tarihinde anarşizme siyasi bir nazariye olarak yer veren ilk yazarın Bedii Nuri olduğunu belirtir: “Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nın o geniş tecessüslü (araştırma merakı) muharriri bir Fransız sosyologunun (Palante) Revue Philosophique’de çıkan uzunca bir tetkikini “Ferdiyûn ve Fevzaviyûn” başlığı ile dilimize aktarır. Makalenin Türk umumi efkarında herhangi bir iz bıraktığını sanmıyoruz.” Cemil Meriç, Bir Facianın Hikayesi, Umran Yayınları, Ankara 1981, s. 61. 136 Hilmi Ziya Ülken, a.g.k., s. 169. 137 Yılmaz Soyyer, a.g.k., s. 110. 138 A.k., s. 36. 139 A.k., s. 238.

Page 64: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

64

Bedii Nuri’nin diğer çalışmaları aşağıda listelenmiştir:

“Mısır Uygarlığı” [Mısır Medeniyeti], Envarı Ulum, Sayı 4, 1908.

“1870 Senesinden Beri İtalya”, Envar-ı Ulum, Yıl 1, Sayı 6, 1908.

“Toplum Felsefesi” [Hikmet-i İctimaiyye], Envar-ı Ulum, Sayı 6, 1908.

“Toplum Felsefesi” [Hikmet-i İctimaiyye], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 1, Cilt 2, Sayı 5, 1909, s. 81-108.

“Kabiliyet-i İctimaiyye”, Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 1, Cilt 2, Sayı 7, 1909, s. 322-353. 140

“Toplumsal Yaşam” [Hayat-ı İctimaiyye], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3, Sayı 9, 1909, s. 1-19; Sayı 12, 1909, s. 448-456.

“Uluslararası Sosyal Bilimler Örgütü’nün Yedinci Kongresi” [Beynelmilel Ulum-ı İctimaiyye Müessesesi’nin Yedinci Kongresi], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3, Sayı 10, 1910.

“Bireycilik ve Anarşizm” [Ferdiyyun ve Fevzaviyyun], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3, Sayı 17, 1910, s. 640-671.

“Düşüncenin Değişmesi-1” [Tahavvülat-ı Fikriye-1], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3A, Sayı 23, 1910, s. 1034-1051; “Düşüncenin Değişmesi-2” [Tahavvülat-ı Fikriye-2], Sayı 24, 1910, s. 1149-1178.

“Sosyal Bilimler” [Ulum-ı İctimaiyye], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3, Sayı 24, 1910, s. 1109-1134.

“Ahlakla İlgili Araştırmalar” [Mebahis-i Ahlakiye], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3A, Sayı 25, 1910, s. 1308-1327.

“İktisadi Matematik” [İktisadi Riyazi-1], Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiyye Mecmuası, Yıl 2, Cilt 3A, Sayı 26, s. 1363-1370; “İktisadi Riyazi-2”, Sayı 27, s. 1461-1478.

“Tarih Felsefesi: Tarihi Olaylarda Bağlantı ve İlişki” [Hikmet-i Tarihiye: Vukuatı Tarihiyede İrtibat ve Münasebat], Şehbal, Sayı 19, 1909.

“İnsanlık ve Maddi Çalışma” [Beşeriyet ve Mesai-yi Maddiye], Şehbal, Sayı 22, 1910.

“Osmanlı Devriminin Kaynakları” [İnkılabı Osmani’nin Menabii], Şehbal, Sayı 24, 1910.

“İlerleme, İlerlemenin Esası” [Terakki, Mahiyeti Terakki], Şehbal, Sayı 26, 1910.

“Düşünsel İlerlemeler” [Terakkiyat-ı Fikriye], Şehbal, Sayı 27, 1910.

“Toplumsal İlerlemeler” [Terakkiyat-ı İctimaiyye], Şehbal, Sayı 28, 1910.

“Manevralar”, Şehbal, Sayı 30, 1910.

“Ahlak Nedir?”, Şehbal, Sayı 31, 1911.

“Ahlak ve Toplumlar” [Ahlak ve Cemiyetler], Şehbal, Sayı 33, 1911.

“Ölüm Olmasaydı?, Şehbal, Sayı 40, 1911.

“İktisadi Güç” [Satvet-i İktisadiye], Şehbal, Sayı 43, 1911.

“Vatan Kızı Trablusgarb” [Bin’tül Vatan Trablusgarb], Şehbal, Sayı 44, 1911.

“İyiliğin Evrimi” [Tekamül-ü Hüsn], Şehbal, Sayı 45, 1911.

“Arnavutluk’ta Kan Gütmek Adeti”, Şehbal, Sayı 59, 1912.

“Arnavutluk’un Toplumsal Örgütlenmesi-I” [Arnavutluk Teşkilatı İctimaiyyesi-I], Şehbal, Sayı 61, 1912; “Arnavutluk’un Toplumsal Örgütlenmesi-II” [Arnavutluk Teşkilatı İctimaiyyesi-II], Şehbal, Sayı 62, 1912.

“Arnavutluk’un Toplumsal Örgütlenmesi: Dağlar Yasası” [Arnavutluk Teşkilatı İctimaiyyesi: Cibal Kanunu], Şehbal, Sayı 64, 1912.

“Arnavutluk’un Toplumsal Örgütlenmesi: Kuzey ve Güney Arnavutluk” [Arnavutluk Teşkilatı İctimaiyyesi: Şimal ve Cenup Arnavutluk], Şehbal, Sayı 65, 1912.

140 Bedii Nuri, “kabiliyet-i ictimaiyye”yi insanları toplum denilen kitleler halinde bir araya gelmeye sevk eden içgüdü olarak tanımlamaktadır.

Page 65: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

65

Arnavutluk araştırmasının ardından Bulgaristan üzerine bir monografi hazırlamaya başlayan Bedii Nuri, aşiret yapısı üzerindeki çalışmalarını derinleştirmek için Irak’ta Basra Vilayeti Müntefik Sancağı Mutasarrıflığı görevini kabul etmiştir. Basra’dan “Irak Mektupları” adıyla Şehbal’e makaleler gönderen Bedii Nuri, çalışmalarının olgunlaştığı bir sırada henüz kırk yaşındayken hayata veda etmiştir. Bedii Nuri’nin genç yaşta ölümü, Soyyer’in sözleriyle “Türk sosyolojisini doğmakta olan bir devden mahrum bırakmıştır.” Bu erken ölüme, yönetim bilimciler de en az toplumbilimciler kadar üzülmelidir.

DEĞERLENDİRME

Günümüzden yüz yıl önce Bedii Nuri, yönetimi bilimsel bir inceleme alanı haline getirmemiz gerektiğini söylüyor, hatta yönetim biliminin ne tür sorularla uğraşması gerektiğine de işaret ediyordu. Bu bakımdan düşünürün iki sorusunu yinelemek yeterli olur: (1) “Bir toplum istenen şekil ve surete ifrağ olunabilir mi”; topluma, yönetim eliyle, belirlenmiş bir biçim ve görünüş kazandırılabilir mi; yönetim olgusunun böyle bir gücü var mı; varsa bu gücün sınırları nedir? (2) “Bu şekle ifrağ olunabilmek için ne gibi vesaile tevessül lazımdır”; toplumu amaçlanan biçime dönüştürebilmek için hangi yollara başvurmak, hangi araçları kullanmak gerekir?

Ne var ki bu ses duyulmamış ya da artık saptamak zorunda olduğumuz bazı nedenlerden ötürü kaybolup gitmiştir. “Yönetim bilimi” diye bir çalışma alanı kurulmamış, yeri kırk yıl sonra “kamu yönetimi” adı verilen bir aktarma çalışma alanıyla doldurulmuş, bundan elli yıl sonra da alanın uzmanları “yönetim bilimi ile kamu yönetimi aynı şey mi, farklı şeyler mi” gibi tuhaf bir soruyla uğraşacak kadar geri bir noktaya savrulmuşlardır. Türkiye’de kuşaklar arasında yaşanan kopukluk, düşünsel birikimin bilgisine sahip olma ve bu birikimi değerlendirme olanağını ortadan kaldırmıştır. Yönetim bilgisi yakın tarihin farklı dönemlerinde ülkedeki reform sürecinde etkili olmuş devletlerden aktarma/transfer etme yoluyla üretilirken, yönetim bilimi alanı “köksüzlük” ve “boşluk” özellikleriyle tanımlanır hale gelmiştir. Böylece, toplumsal bütünlüğün yönetimine ilişkin sorular soran, yönetim olgusunun genelgeçer yasalarına ulaşmaya çalışan yaratıcı ve özgün çalışmalar yapmanın yolu kapanmıştır.

Bu yazıda ortaya konulan bilgi, Türkiye’nin tarihinde modern dönemin yönetim düşüncesinin yönetim kuramı açısından irdelenerek, sınıflandırılması gerektiğini göstermektedir. Bedii Nuri, 1900’lerin başında toplumsal bütünlüğü esas alan bir yönetim bilimi tanımı getirmekte; bu bilimi sosyal bilimlerin dalı olarak sınıflandırmakta; toplumbilim ile yönetim bilimi arasındaki nedensel ilişkiye, iç içe geçme durumuna dikkat çekmektedir. Yazar, yönetim incelemelerinde çokdisiplinli bir çalışma yöntemi ve tarihsel perspektifin vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Bedii Nuri’nin çalışma konuları ve ilgi alanı, yönetim biliminin genel olarak “kamunun yönetimi sorunu” ile ilgilenmek üzere yeniden kurulmasının mümkün olduğunu düşündürmektedir.

Page 66: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

66

KAYNAKLAR

Alkan, Mehmet Ö., “Eski Seçimlerden Seçmeler”, Radikal, 14 Mart 2004.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA): DH.MKT/40/2152,10.Ş.1316.

BOA: DH.MKT/135/2248,14.CA.1317.

BOA: İ.DH/1319-C35/1388,12.C.1319.

BOA: İ.ŞE/15/18.L.1319.

BOA: İ.DH/1327/-C50/1476/26C1327; İ.DH/1328-Ş36/1483, 23.Ş.1328; İ.DH/1331-R17/1498/06.R.1331.

BOA: İ.HB/1334-M058/177, 13.M.1334 (Basra Kumandanı Ferid ve Müntefik Mutasarrıfı Bedii Nuri Beyleri adamları vasıtası ile katlettirdiği sabit olan Basra Mebusu Nakibzade Seyyid Talib'in idamı ve olaya karışan Basra Mebusu Abdullah Saib Efendi'nin küreğe konulması)

BOA: MV/24/201, 21.Ca.1334 (Merhum Müntefik Mutasarrıfı Bedii Nuri Bey’in üstün hizmetleri ve ailesinin mağduriyeti nedeni ile varislerine yardım yapılması)

Bedii Nuri, “Vazifelerimiz”, Mülkiye, Sayı 4, Mayıs 1909, s. 46-62.

Bedii Nuri, “Ulum-ı İctimaiyye ve Fenn-i İdare”, Mülkiye, Sayı 11, Aralık 1909, s. 29-33.

Bedii Nuri, Hakk-ı İntihab, Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, İstanbul 1914.

Çankaya, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (1859-1968), II. Cilt, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969.

Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara 2003.

Findley, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çev. Gül Çağalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.

Güler, Birgül Ayman, Türkiye’nin Yönetimi -Yapı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2009.

Keskin, Nuray E., “Türkiye’de Yönetim Biliminin Gelişimi: 1870-1910”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 41, Sayı 4, Aralık 2008, s. 1-25.

Meriç, Cemil, Bir Facianın Hikayesi, Umran Yayınları, Ankara 1981. http://www.birfacianinhikayesi.cemilmeric.net/8.html

Soyyer, Yılmaz, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedii Nuri (1872-1913), Akademi Yayınevi, İstanbul 1996.

Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, Sekizinci Baskı, İstanbul 2005.

Page 67: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

EK: ULUM-I İCTİMAİYYE ve FENN-İ İDARE

Çok vakit rüfeka (arkadaşlar) tarafından şöyle bir itiraza hedef olduğumu gördüm: “Bütün meşgulesi idareden, memleketin makarratını tesviyeden (kararların uygulanması) ibaret olan bir kişi için sosyoloji ile iştigal etmek kadar manasız bir şey olamaz. İctimaiyat bir idare memuru için lüzumsuz, faydasız bi-manaı tetkikat…”

Halbuki devri sabıkda (önceki zaman, geçmiş) böyle karalayarak kisve-i matbuata bürüneceğinden katiyyen nevmid (ümitsiz) olduğum eserleri tetkik ediyorum. Ekserisi mesaili ictimaiyeye (toplumsal meseleler) ait, o sıralarda bile herhangi bir meseleye dair yazdıklarıma ihalei nazar ediyorum: Hep vukuatı ictimaiyyenin tahlilatını muhtevi. Bu itirazat doğru olmak lazım gelse, bu devri mesud meşrutiyet bu meyile (eğilime), bu hava-i heşşe (keyifli havaya) bir kat daha inbisat (yayılma, genişleme) vermekle bu vadide masruf olan bu kadar emeklerim, bunca tetebbuatım (araştırmalarım) idare mesleğiyle münasebeti, ona taalluk ve irtibat ve faidesi olmayan çorak ve müzic (usandıran, rahatsızlık veren, tedirgin eden) bir sahada gaib (kayıp) olmaya mahkum bulunuyor demek olacaktı.

Bu rüfekanın fikrine nazaran bir idare memuru nazarıyat-ı ictimaiyye ile değil, muhtelif devletlerin kavanin-i filiyye ve mevcudesinin tetebbu ile, tecarüb-ü (uygulamalar) idare ile iştigal etmelidir. Hukuk, hukuku düvel, iktisadiyat… işte bir memleketin idaresini deruhde edeceklerin sahai iştigal ve tetebbuatı…

Oldukça münevver el-fikr olanlarda gördüğüm bu garip ve yanlış mütaalatı cerh etmek (kabul etmemek) için yukarı ki sername tahtında ictimaiyatın umuru idaredeki lüzum ve vücubini (gerekliliğini) serd ve izhara (gösterme, meydana çıkarma) mecburiyet gördüm.

Ulum-ı ictimaiyyenin hali hazıradaki ehemmiyeti, manasını hakkıyla bilenler için bu iddia kadar yanlış, bu tarzı taliki kadar manasız bir şey tasvir olunamaz. Ancak ulum-ı ictimaiyyenin fünun-ı idarede haiz oldukları mevkiye nazaran şimdi her bir idare memuru bu ilimleri öğrenmekten müstağni (gerekli bulmayan, çekingen) kalamayacağı için bu babda mülkiye ailesinden hiçbir ferdin bu ilmin ehemmiyetini inkar etmesini tecviz edemem.

Unutmayalım ki idare demek, efradı beşerin teşkil ettikleri cemiyet kitlelerinin intizamını ve hatta bir dereceye kadar terakkisini, esbabı refah ve mesudiyetini temin ve ihzarı vesailine tevessül demektir. Bu “cemiyet”in mahiyeti nedir? Nasıl terkib ve teşkil ve tezayüd ve tekessür etmiştir?

Cemiyet edvar-ı (devirler) mütakıben hayatıyesinde (hayatla ilgili) muhtelif evsafı (nitelik) haiz devreler imrar (vaktini geçirme) ediyor mu? Bu devreler muhtelif cemiyette birbirine müşabih (benzer) veya muhalif sıfat irae eyler mi? Tabiri ahirle bunlar “kanun” denilen layetagayyer (değişmez, bozulmaz) ve kati bir kaideye tabi, “evsaf ve halat-ı mümasilede daimi el-vuku olan” bir vasıf ve heyet ibrazına müstenid midir?

Bu cemiyetlerin zaman ve mekanı muhtelifede suret-i tegayyür (değişme) ve tahvili ne gibi müessirata (etkenlere) tabidir?

“Cemiyet” denilen kitlelerin sureti intacı (doğum şekli), nümüvv (gelişmesi) ve hayat ve memati (ölümü) ne gibi kanunların tahtı tesirinde cereyan eder?

Bir cemiyet istenilen şekil ve surete ifrağ olunabilir mi? (biçimlendirilebilir mi?)

Veyahut bu şekle ifrağ olunabilmek için ne gibi vesaile tevessül lazımdır?

İşte bu ve buna benzer bir soru ve la-yuadd (sayılamaz, pek çok) ictimai sualler ki hepsi bir idare memurunun vezaif ve ihtisas dairesine dahildir. Bir kere “ilmi hikmeti ictimaiyye cemiyetlerin ahvalinden bahs eden bir ilimdir” demekle bu ilimin bir idare memuruna şiddeti lüzumunu efham etmiş (anlamış) oluruz: Çünkü idare memuru bu cemiyetlerin idaresi mesele-i meşgulesini deruhte etmiş bir müdekkikten (araştıran, inceleyen) başka bir şey değildir.

İkincisi ulumu hukukiye, ulumu iktisadiye, ulumu idariye bunlar hep ilmi ictimainin dairei şümulunde dahildir. Bunlar hakikat halde cemiyetin hakka, iktisada, idareye mütealik aksam ve hususatını ihtiva eder. Yani ilmi hukuk demek bir cemiyetin veya muhtelif cemiyetlerin saha-i hukukiyede tabi olduğu kavanini ihtiva eder bir şube-i ilmi ictimai demektir. Bu ilim cemiyetin ihtiyacı adli ve hakkanisini tanzim eder. Cemiyet anlaşılamayınca, mahiyeti neden ibaret olduğu güzelce bilinmeyince ihtiyacı adliyesi, saiki hukukiyesi hakkında bir fikri salim edinmek mümkün

Page 68: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

68

değildir. İlmi iktisat demek, cemiyetleri sahai iktisadiyede idare eden kavaninden bahs bir şube-i ilmi ictimai demektir. Bir cemiyetin meyilleri, saikaları, tabi oldukları mevzuatın mahiyeti tahkik edilmeyince bir kanun-ı iktisadi anlaşılamaz. Bunun sureti tatbikı mümkün olmaz. Zira unutmayalım ki bütün bu kavanini iktisadiyenin sahai tatbiki “cemiyet” olacaktır.

Ulum-ı idariye demek, cemiyetlerin ahenk ve intizamını muhafaza, bunlar beynindeki revabıtı (görevleri) bir sureti müfidede (ifade eden, anlatan) sevk ve istimal (kullanmak) değil midir? Bu da cemiyet ve ilmi ictimai ihtiyacından müstagni (çekingen, gerekli bulmayan) kalamaz. Bir tabib tedavi edeceği, iştigal edeceği bünyenin, insanın sureti teşekkülünü, uzviyetini nasıl bilmek mecburiyetinde ise bir idare memuru, bir fenni idare müntesibi de (alakası olan) öylece medarı iştigal olan cemiyetin bünyesini, uzviyetini, teşkilatını bilmek mecburiyetindedir. Böyle bir tabib nasıl zamanı, bünyeyi, mekanı nazarı itibara alarak ilaç değiştirmek, icabete göre her nevi müşkilatı fenniyeyi iktiham (dayanmak) için bünyeyi insani üzerindeki tecaribinden (deneyimlerinden) malumat-ı vasisinden (geniş bilgisinden) istifade etmek mecburiyetinde ise bir idare memuru da böylelikle cemiyet hakkındaki malumat-ı amikasına (derin bilgisine) müracaatla tedviri (yönetmek) umur etmek mecburiyeti katisinde bulunur.

Cemiyet bilinmeyince, bu cemiyeti idare eden kavanin ve mevzuat malum olunmayınca bunlar üzerinde nafi ve müfid (faydalı ve yararlı) bir idare mutasavver olunamaz. Ve diyebiliriz ki muhtelif tarihlerde meşhud olan bunca ihtilaller, bunca ihtilacat-ı ictimaiyye hep “idaresizlik” dediğimiz cemiyet mefhum ve manasının telakki edilmesinden neşet etmişti. Cereyanı vakayi ictimaiyeyi bir nazarı nafiz ile tetkik ve tetebbu edebilen, bu ceryanın cihet-i seyrini, derece-i şiddet ve kuvvetini tayin edebilen bir mütefennin (alim, aydın) sosyolog, bir idare memuru bu cereyanın meni ve tahvili seyri için lazım olan teşebbüsatı bulup tatbik eder, veyahut buna vesait ve alat-ı mevcudenin kifayesini takdir eyler de hiç olmazsa vesaiti suniyye beyhude ile fenalığı teşdidden (şiddetlendirme) başka bir şeye yaramayacak işlere girmez. İşte inkılabat-ı azime-i tarihiye muasırları olan idare memurları muktedir, müdekkik (inceleyen) bir sosyolog olsaydılar, inkılabın hin-i vukuunda o zamanı idare eden cereyanı fikriyenin cuş ve huruşunu (coşma, şamata, gürültü) ya ilmen, fennen teskin veyahud beyhude sarfı mesai ederek kuvayı milleti tahriba sai (çalışan) olmazlar idi.

Şurada bir sual varid (akla gelir) olur: İlmi hikmeti ictimaiyye ve ulum-ı ictimaiyye ancak bir, bir buçuk asırlık bir hayat-ı kasireye (kısa) maliktir. Ondan evvel yetişen bunca dühat-ı (deha sahibi olanlar) idare, ilmi ictimaiyye vakıf olmamakla fenn-i idareden bihaber ve gafil mi idiler?

Bu sualin varid olmadığını isbat için fenni tıb ve cerrahi bu mertebei kemaliyete irtika etmeden (dayanmadan), muzadd-ı taaffün (antiseptik) ve dafi-i taaffün (antiseptik) usulleri keşf olunmadan evvel etibba (doktorlar) ve cerrahin nasıl ifa-ı vezaife edebilirlerdi? Bunları o tarihlerde ifa-ı vezaife ettiren şey ameli tecarübü medid (uzun süren) idi. Medide-i tecrübeler bunlara kendileri de bilmedikleri halde kavanin-i tıbbiyeti keşf ve izhar ettirmişti. Bunlar muktezayatı (icap eden, gerektiren) tıbbiyeyi, icabat-ı fenniyeyi yapıyorlardı, fakat bunu bir mesaide olmak üzere değil, bir mahsul-ü tecrübe olmak üzere icra ediyorlardı, onun için o zamanda tıbbın, cerrahinin her ameliyesi (uygulaması) matluba muvaffak bir süratte neticelenmezdi. Bu netice-i matlubanın (talep edilen, istenen) istihsali ancak kavaid ve kavanin-i tıbbiyenin malumiyeti, fünun-ı tıbbiyenin tedvini (biraraya getirilmesi) sayesinde mümkün olabildi. Şimdi adeta katiyet-i riyaziye mertebesine yakın bir sıhhat ile destres olunan (ele geçirilen) muvaffakiyeti tıbbiye bu kavaidin netice-i memnuniyet bahşası (veren) semeresidir.

Kanun-ı idariyede de hal böyledir. Bir idare memuru çok vakit bilmeyerek ictimaiyyat kavaidine tatbik-i hareket ediyor idi. Medid (çok uzun süren) bir tecrübe onda cemiyet hakkında bir fikri umumi ve şamil ve hatta muhit (kuşatan) ve mükemmel bir fikir hasıl etmişti. Bir memleketi hüsn-i idareye muvafık (uygun) olan her bir idare memuru mükemmel bir sosyolog demektir. Çünkü o cemiyetin bazı nevi ihtisabat (sorumluluk) ve levazımını (ihtiyaçlarını) tecrübe-i medidesi sayesinde takdir ve tatbik etmiş oluyor. Ya bu ihtisabat ve levazım evvelden nazariye ile malum olsa, saha-i tatbik ve idarede ne nafi (yararlı) semereler verir? Tıpkı hikmet ve kimyanın sanayi ve hırfetlerde (zanaat) yaptıkları hizmetler gibi: Hikmet ve kimya kanunlarına vakıf olmayan, bu ilimlere nazarı bir surette matla bulunmayan kimse ancak medid bir tecrübe semeresi olarak ve pek nakıs bir surette sanat ve hırfetde iktisab-ı muvaffakiyet edebilir. Bu nazariyata vakıf olanlar ise sanatlarında vasi bir sahai tatbik bulmakla bu nazariyat sayesinde bi nihaye semerat-ı nafıa iktitaf (toplama) edebilirler.

Page 69: Türkiye'de yönetim biliminin ve kamu yönetimi disiplininin gelişimi

69

Demek ki ictimaiyyat hikmet ve kimya, idare ise bu fenlere muhtass (mahsus) birer laboratuardır. Dar-el tecrübedir. Hikmete ve kimyaya vakıf olmayan bir kimseyi o karışık alatı hükmiye karşısına koyunuz, nasıl şaşırır, hata eder, kırar, döker ise veyahut yüzde doksan şaşırmak ihtimali ne kadar ziyade ise böylelikle ulum-ı ictimaiyeye vakıf olmayan bir idare memuru da “cemiyet” denen o kitlei müteazzıv (organlaşmış, örgütlenmiş) müşevveşenin (karmakarışık) reisi idaresinde bulununca öylece şaşırır, hata eder, bu cemiyetin sıhhatine, selametine mütealik bir hususda kol, bacak kırmak tehlikesine o kadar maruz bulunur.

Öyle ise bütün idare memurlarına tavsiye ederim: İctimaiyyat (sosyoloji) ve ulum-ı ictimaiyye (sosyal bilimler). Ancak bu sayede şu cemiyet–i müşevveşemizin mezaya (üstünlük vasıfları, meziyetleri) ve künhüne (köküne, esasına) kesbi vukuf (bilgi edinme) ve ıtlağ (haberli olma) edebiliriz, bu sayede makul bir idare adamı olabiliriz.