32
Sayı: 2009/40 16 Ekim 2009 1 TL Sosyalizm İçin Emperyalist haydutlara militan yanıt! Sağlığımız ve geleceğimiz için SSGSS yıkım demektir! sokağa, eyleme, mücadeleye!

Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-40 / Ekim

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Sayı: 2009/40 16 Ekim 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Emperyalist haydutlara

militan yanıt!

“İMF defol bu

dünya bizim!”

Sağlığımız ve geleceğimiz içinSSGSS yıkım demektir!

sokağa, eyleme,

mücadeleye!

Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERSağlıkta ve sosyal haklarda yıkım

anlamına gelen SSGSS saldırısı bir yıldır

yürürlükte... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

“Sağlıkta dönüşüm”

doğmamış bebekleri katlediyor!. . . . . . . 4

Kürt hareketini tasfiyeye endeksli

“açılım”da son perde . . . . . . . . . . . . . . . 5

Tayyip Erdoğan, işçi ve emekçilere “genç

bir Türkiye” için “en az 3 çocuk

doğurun” diye buyurdu... . . . . . . . . . . 6-7

İMF-Dünya Bankası karşıtı eylemler

düzenin saldırganlığını artırdı..... . . . . . . 8

Temizöz davası sürüyor… . . . . . . . . . . . 9

Grevi tabanda örmek ve

örgütlemek için göreve. . . . . . . . . . . . . 10

Sınıf devrimcilerinin

İMF-DB karşıtı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

İşçi ve emekçi eylemlerinden…..... 12-13

Entes direnişi sürüyor... . . . . . . . . . . . . 14

Güven Elektrik’te işten çıkartma saldırısı

yaşanıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15

Devletin Kürt açılımı . . . . . . . . . . 16-18

Kadın işçiler hak ve talepleri uğruna

mücadeleye atılmalıdır . . . . . . . . . . . . . 19

Herkese parasız sağlık hizmeti. . . . . . . 20

YÖK düzeninin krizine ve geleceksizliğe

karşı 6 Kasım’da alanlara! . . . . . . . . . . 21

Gençlik eylemlerinden... . . . . . . . . . . . 22

İMF-Dünya Bankası’nın İstanbul

kararları: Tehdit, soygun,

şantaj ve yeni imaj . . . . . . . . . . . . . . . . 23

Türkiye-Ermenistan arasında protokol

imzalandı.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Dünyada grev hazırlıkları…. . . . . . . . . 25

Dünyadan işçi ve emekçi

eylemlerinden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

Dersim’in nefesi kesilmek isteniyor! . . 27

Çocuk katili devlet hesap verecek!… 28

Sınıf devrimcilerinden . . . . . . . . . . . . . 29

Yayaşayanlar anlatıyor… . . . . . . . . . . . 29

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/40 l 16 Ekim 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

18 Ekim Pazar günü sendikalar, meslek örgütleri,işçi ve emekçiler, devrimciler Kadıköy Meydanı’ndasağlıkta yıkımı derinleştiren SSGSS saldırısına karşıtaleplerini haykıracaklar.

Zaten sosyal güvencesi ve sağlık hakkı büyükoranda gaspedilen işçi ve emekçiler, SSGSS saldırısıylabirlikte daha büyük bir yıkıma sürüklendiler. Sermayedevleti henüz saldırı yasasını istediği düzeyde hayatageçirebilmiş değil. Ancak hayata geçirilebilen kısmıdahi saldırının boyutlarını gözler önüne sermektedir.“Sağlıkta reform” adı altında uygulamaya sokulansağlığın özelleştirilmesi saldırısı milyonlarca işçi veemekçinin en temel hakkını ortadan kaldırmaktadır.“Paran kadar sağlık” anlayışı toplumsal bir hizmetolması gereken sağlığı özel şirketlere havaleetmektedir. Paralı ve pahalı hale getirilen sağlık hizmetipiyasanın insafına terkedilmiştir.

Gaspedilen haklarını korumak, yeni haklarkazanmak için işçi ve emekçilerin mücadeleden başkayolu yoktur. Arkası gelmesi gereken bir çıkış olarak 18Ekim eyleminin anlamı ortadadır. Güncel ve aciltalepleri uğruna mücadeleye atılmayan işçi veemekçileri yeni saldırılar beklemektedir.

Sermaye iktidarının elini rahatlatan, “yaptım oldu”dedirtecek kadar pervasızlaştıran işçi ve emekçilerinörgütsüzlüğü ve eylemsizliğidir. Milyonlar öfkeli vetepkilidir. Ancak bu öfke ve tepki militan eylemlerle,direnişlerle, grevlerle kendini göstermekten uzaktır.

Kuşkusuz bunda sendikal bürokrasinin payıküçümsenemez. Milyonların geleceğini ve sağlıkhakkını sermaye hükümetiyle anlaşarak altın tepsidesunanların mücadeleyi örgütlemek gibi bir dertleribulunmamaktadır. Görev ve sorumluluk emekten yanaolduğunu iddia eden ilerici sendikacılara, öncü işçi veemekçilere, devrimcilere düşmektedir.

Bu anlamda 18 Ekim bir gövde gösterisinedönüştürülmeli, işçi ve emekçiler yeni ve militaneylemlere hazırlandığının işaretlerini sermayeiktidarına vermelidirler. Tüm işçi ve emekçiler,sendikalar, devrimci güçler, meslek örgütleri eylemigüçlendirmek için etkin bir katılım sağlamalıdırlar.Talepleriyle, duruşlarıyla, coşkularıyla eylemlerin vemücadelenin devam edeceğini haykırmalıdırlar.

Sınıf devrimcileri kendi cephelerinden eyleminkitlesel ve güçlü geçmesi için gösterdikleri çabayıeylem alanına da akıtmak için son hazırlıklarınıyapmalı, tüm enerjileriyle yüklenmelidirler.

***Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ekim Gençliği’nin

Ekim 2009 tarihli 120. sayısı çıktı. Ekim Gençliği’ninson sayısını kitapçılardan ve Eksen Yayıncılıkbürolarından temin edebilirsiniz.

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

İnsanın vazgeçilmez en temel haklarından birisiolan sağlık, sadece Türkiye’de değil, emperyalist-kapitalist dünyada piyasa koşullarında yenidendizayn edilmesi gereken en kârlı alanlardan birisidir.Milyarlarca doların döndüğü sağlık sektörüemperyalistlerle işbirlikçilerinin iştahınıkabartmaktadır.

Sağlık sektöründe en temel harcamalar ilacayapılmaktadır. Özellikle Türkiye’de toplam sağlıkharcamalarının yarıya yakınını ilaç harcamalarıoluşturmaktadır. Bu oran kapitalist ülkelerde toplamsağlık harcamalarının yüzde 10-18’ine denkdüşmektedir. 2003 yılında Türkiye’nin eczacı satışı(perakende) 6 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Buhaliyle ilaç sektörü uluslar arası tekeller için istismaredilmesi ve ele geçirilmesi gereken bir cennettir.

İşçi ve emekçilerin sosyal güvenlik ve emeklilikgibi en temel kazanılmış haklarını piyasaya açmak,sağlık sektöründe hizmet üreten sağlık emekçilerininhaklarını ve iş güvencesini ortadan kaldırmak isteyensermaye iktidarı 1970’lerden bu yana önemli adımlarattı. Ancak bu konuda en kapsamlı saldırı geçen yıl 1Ekim’de yürürlüğe girdi. Aylarca onbinlerce işçi veemekçinin, sendikaların, demokratik kitleörgütlerinin, meslek odalarının, devrimci güçlerineylemli tepkisine konu olan Sosyal Sigortalar veGenel Sağlık Sigortası Kanunu (SSGSS), geniş birtoplumsal muhalefete rağmen mecliste onaylandı veyürürlüğe girdi.

Sağlıkta yıkım anlamına gelen saldırılar sadeceSSGSS ile sınırlı değildir. Devlet, sağlık ve sosyalgüvenlik alanındaki saldırıları “Aile hekimliğiuygulaması”, “Tam Gün Çalışma Yasa Tasarısı”,“Kamu Hastane Birlikleri Tasarısı” vb. uygulamalarlatamamlamak istemektedir. Her biri sağlığınözelleştirilmesi ve piyasaya açılması, çalışanlarınhaklarının gaspı, esnek istihdam ve çalışma koşullarıanlamına gelen sözkonusu saldırı yasaları SSGSS’yitamamlar niteliktedir. Milyonlarca işçi ve emekçininyararlandığı toplumsal bir hizmet olması gerekensağlık hakkı kapitalizmin “herşey kâr için” mantığınaterkedilmektedir.

SSGSS saldırısının uygulanmaya başlanmasınınüzerinden bir yıl geçti. Zaten parça parçaözelleştirilen, paralı ve pahalı hale getirilen sağlık vesosyal güvenlik hakkı SSGSS ile daha da ulaşılamazoldu.

Bir yıllık uygulamanın ardından kamu hastaneleride neredeyse ticari işletmelere dönüştürüldü. Genelbütçeden hastanelere ödenek ayrılmadı. 100 binsağlık emekçisine ihtiyaç varken personel alımıyapılmadı. Aile hekimliğinin yaşama geçtiği tümillerde sağlık ocakları kapatıldı. İlk basamak sağlıkhizmetleri de paralı hale getirildi. Sermaye devletiözel hastanelere ödediği payı artırdı, özel sağlıkşirketlerini teşvik etti. Ancak hastaların ödediğimuayene katkı payını artırdı, kadınlarda 58,erkeklerde 60 olan emeklilik yaşı kademeli olarak65’e yükseltildi vb.

Son bir yıllık sağlık uygulamaları ve bu alandayaşanan sorunlar, sermaye iktidarının, “sağlıktadönüşüm”den ne anladığını açığa çıkardı. SSGSSsaldırısını sorunsuz hayata geçirmek, emekçilerin

tepkisini bertaraf etmek için demagojiye sarılansermaye hükümetinin balonları da söndü. AKP,emekçi kitlelerin desteğini alabilmek amacıyla bolkeseden atmıştı, “Herkesin sağlık güvencesi olacak”,“Prim ödeyebilen ödeyecek yoksa devletkarşılayacak”, “Sigortalı olanlardan ek katkı payıalınmayacak” vb. Sadece bir yıllık uygulamanınsonuçlarına bakıldığında dahi ortaya çıkan tablokorkunç boyutlardadır. Son bir yıl içerisinde bebekölümlerinde artış olmuştur. Sevk zinciri adı altındaiçinden çıkılamaz bir tablo yaratılmıştır, muayaneücretleri eczanelere havale edilmiştir, hastanede rehinkalma olaylarında artış yaşanmıştır. Parası olmadığıiçin acil servise alınmayan emekçilerin içler acısıgörüntüleri burjuva medyanın dahi gündeminegirmiştir vb.

Kapitalizm, insanı değil kârı esas alan insanlıkdışı bir sistemdir. Daha fazla kâr için milyonlarcainsanın sağlığı, canı, geleceği onu hiçilgilendirmemektedir. Kapitalizmde “parası olanyaşar”, olmayanın ise varlığının ya da yokluğununhiçbir anlamı ve değeri yoktur. Çünkü insanın,doğanın ve toplumun hiçbir değeri yoktur.Emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin sefilçıkarları herşeyin üzerindedir. Kapitalist devlet buyüzden sermayenin kârlı gördüğü tüm alanlarısermayenin sömürüsüne açmak istemektedir.

Burjuvazi, Sovyetler Birliği’nin varlığıkoşullarında ve işçi sınıfının mücadeleleri sonucundakatlanmak zorunda kaldığı kamu hizmetlerini artıkdevletin sırtında bir yük görmektedir. Bugün artık buyükten tümüyle kurtulmaya çalışmaktadır. Bumantığın doğal bir sonucu olarak da hastanelerözelleştirilmekte, sağlık paralı ve pahalı halegelmekte, sağlık çalışanlarının işgüvencesi ve haklarıgaspedilmekte, bütçeden toplumsal sağlığa ayrılan

pay kısılırken özel sağlık kuruluşlarına aktarılan payartırılmaktadır.

Sovyetler’in varlığı koşullarında emperyalist-kapitalist dünyanın sosyalizmden korkması, işçi veemekçilere ise umut olması boşuna değildir. ZiraEkim Devrimi’nin ardından Sovyetler’in toplumsalyaşam, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında aldığıönlemler, yaptığı düzenlemeler ve uygulamalartümüyle işçi ve emekçilerin yararına ve çıkarınaolmuştur.

Devrim sonrası oldukça geri koşullarda bulunanSovyet halkları açlık ve sefalet içindekıvranmaktadır. Ancak işçi devleti çok kısa bir süredeen temel toplumsal hizmetleri sağlamış, açlık vesalgın hastalıklara el atmış, başta eğitim ve sağlıkolmak üzere tüm temel haklardan halkın ücretsizyararlanabileceği toplumsal hizmet geliştirmiştir.

Çarlık Rusyası’nın kadınların yüzde 95’ini sağlıkhizmetinden faydalanamaz hale getiren iş yasasınıkadınlar lehine değiştirmiştir. Fabrikalarda yüzde 82-87 gibi çok yüksek oranlarda yaşanan ölümlerinoranını en aza düşürmüştür.

Toplumsal devrimin ardından üretim alanlarıkamulaştırılmış, gıda maddelerinin yanısıra kitleselolarak tüketilen temel mallar, konut, posta, elektrik,su vb. hizmetler parasız olarak işçi ve emekçileresunulmuştur.

Anayasal olarak da sağlık ve emeklilik hakkınıgüvenceye alan Sovyetler’in işçi devleti, paralı sağlıkhizmetini yasaklamış, anayasanın 120. maddesini şuşekilde düzenlemiş ve uygulamıştır: “SSCB halkı,hastalık, sakatlık olsun tüm yaşamı boyuncasağlıklarının korunması hakkına sahiptir. Bu hak,sosyal güvenlik sistemiyle sağlık hizmetlerininparasız verilmesiyle, çalışan her kişinin ulaşabileceğisağlık kurumlarının kurulmasıyla garanti altına

Sağlıkta ve sosyal haklarda yıkım anlamına gelen SSGSS saldırısı bir yıldır yürürlükte...

Haklarımız ve geleceğimiz içinsokağa, eyleme, mücadeleye!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Neredeyse her gün sağlık alanında yaşananskandallara bir yenisi daha eklenmektedir. Yaşanan sonskandalın adresi ise İzmir olmuştur. Sağlık EmekçileriSendikası’nın (SES) yaptığı açıklamaya göre; SağlıkBakanlığı tarafından Temmuz ve Ağustos aylarında ailehekimliği pilot ili olan 33 ilde, Konjenital KızamıkçıkEnfeksiyonu ve Konjenital Kızamıkçık sendromunuengellemek amacıyla 18-35 yaş grubu kadınlara 1 dozkızamıkçık aşısı uygulanmıştır.

Bu aşının olası riskleri nedeniyle hamile olanlardauygulanmaması ve aşı yapıldıktan sonra da 4 haftayakadar gebe kalınmaması gerekmektedir. Ancak SağlıkBakanlığı’nın başlattığı aşı kampanyasında yetkililer,ne bu durumu dikkate almış ne de aşı yapılanları buyönde bilgilendirmişler.

Nitekim SES’in ve diğer sağlık örgütlerinin yaptığıaraştırma sonucunda sadece İzmir ilinde bu riskkapsamına giren 100 kadının varlığı tespit edilmiştir.Olayın duyulmasından sonra da yetkililerden herhangibir yardım göremeyen bu kadınlardan 60’ı çocuklarınınözürlü doğma riskini göze alamadıkları için panikhalinde kürtaj olma yolunu seçmişlerdir.

Sağlık örgütlerinin özel çabalarıyla açığa çıkartılanskandal karşısında Sağlık Bakanlığı’nın hareketegeçmesi ise olayın kamuoyuna yansıması sonucundagerçekleşmiştir. Ancak bu “harekete geçme”, olayınnedenlerinin araştırılması ve sorumlularıncezalandırılmasından ziyade yaşanan skandalın nasılörtbas edileceği üzerine gerçekleşmiştir. Zira durum netek başına bir takım kişilerin ihmalkarlığından ilerigelmiştir ne de olayın boyutu sadece onlarla sınırlıkalmaktadır.

Birçok uygulamada olduğu gibi düzenlenen bu aşıkampanyasında da açığa çıkan en temel gerçek,“Sağlıkta Dönüşüm” adı verilen politikanın sağlıkalanında faaliyet gösteren sermaye çevrelerini dahazengin etmekten öteye bir amaç taşımadığıdır. Üstelikdaha doğmamış çocukların bile sağlığını tehdit etme,geleceğini karartma pahasına!

Bu yüzdendir ki Sağlık Bakanlığı Temel SağlıkGenel Müdürlüğü, başta İzmir olmak üzere 33 ilin

valilik ve sağlık müdürlüklerine durumun “uygulamahatası” olduğunu zoraki kabul eden bir uyarı yazısıgöndererek sadece hamile iken aşı yapılan kişilerinkayıtlarının tutulmasını yeterli görmüştür. Yinekonunun gündemden düşürülerek üzerinin örtülmesiiçin hiçbir yetkilinin açıklama yapmaması yönündetalimat verilmiştir.

Öte yandan sağlık örgütleri aşı kampanyasıbaşlatılmadan önce kamuoyuna yaptıkları açıklama veuyarılarla, hedeflenenin aslında ilaç tekellerinin dahafazla kâr etmelerini sağlamak olduğunu ortayakoymuşlardır. Bilimsel ölçülere dayanmayan böylesi birkampanyanın başarı şansının olmayacağını vurgulayansağlık örgütleri, Sağlık Bakanlığı’nın halkın sağlığınımı önemsediğini yoksa bu kampanya ile başka gayelermi güttüğünü sormuşlardır. 60 kadının kürtaj olmasınaneden olan ve onlarca aileyi de çocuklarının sakatdoğması riskiyle yüz yüze bırakan sağlık skandalı,sağlık örgütlerinin sordukları soruda hiç de haksızolmadıklarını ortaya koymuştur.

“Sağlıkta Dönüşüm” politikalarıyla sağlıkhizmetinin toplumsal, insani bir hizmetten ziyade kâradayalı ticari bir hizmete dönüşmesi süreci tüm hızıyladevam etmektedir. Elbette ki işçi ve emekçileri her günyeni yıkımlarla karşıya karşıya bırakarak ve yenibedeller ödeterek…

Bu anlamda yaşanan olay ne sadece birkaçyetkilinin ihmalkarlığıyla izah edilebilir ne desorumluluk birkaç kişiye kesilerek işin içindensıyrılabilinir. Çünkü yaşananlar doğmamış bebeklerinyaşamını ilgilendirmekte, toplumsal içeriği bakımındanda adli bir olaydan öteye daha ağır bir suçuiçermektedir.

Ancak insan sağlığını ve toplumun çıkarlarınıgözetmeyen kapitalist sistem suç işlemeye devametmektedir. Bu suçun adı yeri geldiğinde “iş kazası”yeri geldiğinde ise “doğal afet” olmaktadır.

İşçi ve emekçiler sağlıkta yıkım anlamına gelensermayenin saldırılarına dur demedikçe kapitalistsistem suç işlemeye devam edecek, doğmamışbebeklerimize kadar elini uzatacaktır.

alınır. Toplumun sağlığının korunması SSCBdevletinin temel sorumluluğu ve görevidir.Tedavi ne kadar uzun sürerse sürsünparasızdır. Koruyucu hizmetler, danışmanlık,laboratuvar tetkikleri, hastanede yatışlarhepsi parasızdır.”

Sovyet Rusya’da sosyal güvenlik sistemide işçi ve emekçiler yararına geliştirilmiştir.SSCB’de dünyanın en geniş sosyal güvenliksistemi kurulmuştur. Ekim Devrimi’nin hemenakabinde sosyal güvenlik sisteminin herkesikapsayacağı, merkezi bir yapı tarafındanyürütüleceği ilan edilmiştir. Ayrıca, Lenin,Nisan-Mayıs 1917’de sosyal güvenliksisteminin özelliklerini şu şekilde belirtmiştir:

“Bütün işçileri kapsar; hasta, sakat, yaşlı,meslek hastalığı olanlara, anne, hamile,emekli, dul ve yetimlere ek tazminat öder;işçilerin konut edinmesini, sanatoryumdan vetatil olanaklarından yararlanmasını, sağlıkhizmeti almasını, işçi sınıfının çocuklarınınkreş ve anaokulu eğitimi gereksinimleriniparasız olarak sağlar.”

Sovyet Rusya’da, 1970’li yıllarınortalarına kadar bu hizmetlerden hiçbir şekildeücret talep edilmemiştir.

Belki bugün işçi ve emekçiler için hayalgibi görünen tüm bu uygulamalar aslındaimkansız değildir. Ancak ne yazık ki bugüniçin işçi ve emekçilerin bilinçlenme veörgütlenme düzeyi, mücadelenin seyrikazanılmış hakların korunmasını dahi olanaklıkılmamaktadır. Özellikle SSGSS karşıtıyaygın ve kitlesel tepkilerin ardından yasanınonaylanması hareketin geri çekilmesine nedenolmuştur. Ancak işçi ve emekçilerin örgütsüzolması, sendikaların ise uzlaşmacı, işbirlikçibir mücadele çizgisi izlemesi, devrimcigüçlerin işçi sınıfını ilgilendiren temelgündemler sözkonusu olduğunda üzerlerinedüşen görevleri yerine getirmekten uzakdurması kaçınılmaz olarak bu tabloyu ortayaçıkarmaktadır.

SSGSS sürecinde önemli bir mücadeledinamiği heba edilmiştir. Yasa sendikalbürokrasinin uzlaşmacı ve işbirlikçi tutumusonucunda onaylanmıştır. Ancak SSGSSsaldırısının sonuçları milyonlarca işçi veemekçinin yaşamını ve geleceğini derindenetkilemeye devam etmektedir. İnsanlık dışıuygulamalar işçi ve emekçilerde öfke vetepkiye neden olmaktadır. Hem sağlık hizmetiveren emekçiler, hem bu haktan faydalananmilyonlarca işçi ve emekçi, hem de sağlıksektörünün bir bileşeni olan eczanelersaldırının sonuçlarından oldukça rahatsızdır.Bu tepki ve öfkenin örgütlenmesi, eylemli birhat üzerinden mücadele kanalına akıtılmasıgerekmektedir.

Bu anlamda sağlık örgütlerinin,sendikaların, meslek odalarının 18 Ekim günüKadıköy’de gerçekleştireceği mitinganlamlıdır ancak yeterli değildir. Eylem ancakyeni bir çıkışın işareti, mücadeleninsüreceğinin ilanı olabildiği koşullarda işlevliolacaktır. Saman alevi gibi sönen, ani birçıkışın ötesine geçemeyen tepki eylemlerininsınırları ortadadır. Saldırıların püskürtülmesi,hakların kazanılması için birleşik, sistematik,planlı, kararlı ve militan bir mücadelesürecinin örülmesine ihtiyaç vardır. Bugörevin bilinci ve sorumluluğuyla tüm işçi veemekçilerin, sendikaların, sol siyasal güçlerin,devrimcilerin 18 Ekim mitingine katılmasıgerekmektedir.

“Sağlıkta dönüşüm” doğmamış bebekleri katlediyor!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Sağlık Bakanlığı’nın aşı kampanyası yüzlerce ailenin hayatınıkararttı…

“Sağlıkta dönüşüm” doğmamış bebekleri katlediyor!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Kürt halkına özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

29 Temmuz’da İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ınyaptığı basın toplantısıyla resmen başlattığı “Kürtaçılımı” süreci devletin “kırmızı çizgileri”ninkoyulaşmasıyla sancılı bir hal almasına rağmensürüyor. Sorun, siyasal gündemin ön sıralarındakiyerini koruyor.

Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığıaçıklama ile temel sorunun “terör sorunu” olduğunuifade ederek, “Kısa vadede yapacağımız çalışmalardaha çok genelgeler ve yönetmelik değişiklikleriyleyapacağımız çalışmalar. Orta vadede, yasaldüzenlemeler yapacağımız çalışmalar var. Anayasadeğişikliği uzun vadeyi gerektirebilen çalışmadurumundadır. Ama bu, şartlara göre değişebilir.Burada aradığımız, genelde mutabakat zemini.Mutabakat zeminini ne kadar erken sağlarsak birçokdeğişikliği daha erkene çekmemiz de mümkünolacaktır. Bunu biraz da gidişat belirleyecek” dedi.

Erdoğan’ın bu sözleri “Kürt sorununun çözümü”için özellikle Kürt hareketi tarafından kilit roldegörülen anayasa değişikliğinden doğan sıkıntılarınyanı sıra CHP ve MHP’nin bugünkü tavrınındeğişmesine bağlı olduğuna işaret etmektedir.Kuşkusuz ki Erdoğan, “Bunu biraz da gidişatbelirleyecek” derken, bu değişikliğin ve mutabakatoluşumunun Kürt hareketinin etkisizleştirilmesiyleyakından ilişkili olduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Beşir Atalay, “demokratik açılım” çalışmalarınınbütün yoğunluğuyla sürdürüldüğünü, Ekim ayınınikinci yarısında konuyu Meclis’in gündeminegetireceklerini söyledi, “Önümüzdeki hafta da 3toplantı var. Önce Suriye’deyiz, 13 Ekim’de oradamuhatabımız bakanlarla görüşeceğiz. 14 Ekim’deMısır’da, Irak’a komşu ülkelerin içişleri bakanlarıtoplantıları var. O ülkelerin desteğini almamız bizimiçin çok önemli. Sonra da 15 Ekim’de başbakanımızınbaşkanlığında bir heyetle Bağdat’ta olacağız.Anlaşmalar imzalanacak. Bunu Kuzey Irak’labağlantılı görüyoruz. Başbakan’ın planı Ekim’inikinci yarısında Meclis’te bu konuyu gündemegetirmek” dedi.

Atalay’ın sözlerinin anlamı, sömürgeci sermayedevletinin Güney Kürdistan’da konumlanmış olanKürt gerilla güçlerinin etkisizleştirilmesi hedefineyönelik olarak önümüzdeki günlerde diplomasialanındaki tahkimatını tamamlama eşiğinegelindiğidir. Söz konusu anlaşmalara imza atacaknoktaya gelinmiş olması da gösteriyor ki, TSK’nınGüney Kürdistan’da yapacağı sınır ötesi harekatınçerçevesi konusunda Türkiye ile Irak arasında varolan pürüzler de büyük ölçüde aşılmıştır.

Beşir Atalay, geçen hafta Diyarbakır’da “siviltoplum örgütleri” temsilcileriyle bir araya geldi.Atalay, “demokratik açılım” çalışmalarında “iki özelana hedef” bulunduğunu belirterek şunları söyledi:“Türkiye’de terör bitsin, terör endişesi ve korkusukalmasın. Bunun için atılacak adımları atıyoruz.Bunun pek çok boyutu var. Diplomatik ve bölgeülkeleriyle görüşmeler var. Önümüzdeki hafta yoğunbir şekilde böyle geçecek. Dış seyahatler vetoplantılar var. Hepsiyle yoğun irtibatlarımız var.Bunun içinde Kuzey Irak da dahil. İçeride isedemokrasi şemsiyesinin genişlemesi. Biz bunun içinpaket falan düşünmüyoruz, 7 yıl önce başlattığımızsürecin bir devamı olarak düşünüyoruz. Bu süreç

devam ediyor. Bu, yeni bir ivme.”Atalay’ın sözleri, sermaye devletinin Kürt

hareketini etkisizleştirip tasfiyeyi hedefleyen çizgisiniteyit etmektedir. Atalay, açık şekilde “açılım”ınreformlar boyutunda “ani” gelişmeler olmayacağınısöylerken, Kürt hareketinin askeri olaraketkisizleştirilmesi yönünde önümüzdeki günlerdekritik anlaşmaların imzalanacağını belirtmişolmaktadır.

Tüm bunların üstüne Irak hükümetinde yer alanKürdistan İttifak Bloku üyesi parlamenter YusufAhmed, Türkiye ile İran’ın PKK ve PJAK’a karşıIrak’la gizli bir anlaşma imzaladığını ileri sürdü.Yusuf Ahmed, bu anlaşmayla Türkiye ve İran’ınGüney Kürdistan’da sınır ötesi operasyondüzenleyeceklerini söyledi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Türkiye’ninönündeki terörü tamamen yok etmenin tam zamanıdır.Bunun uluslararası ve bölgesel şartları oluşmuştur”sözlerini de aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.Tüm bunlar, “açılım” adı altında sömürgeci sermayedevletinin öncelikli olarak PKK’ninetkisizleştirilmesini hedeflediğini göstermektedir.

Tayyip Erdoğan’ın mektubuna karşılık veren CHPlideri Deniz Baykal da “Çok önemli tutarsızlıklar,çelişkiler, belirsizlikler içeren, tehlikeli tuzaklarbarındıran ‘açılım politikası’nda” birlikteolmayacaklarını bildirdi. “Önce PKK silah bıraksın”çizgisini sürdüren Baykal, devletin imha, inkar vetasfiyeye dayalı politikasında ısrarcı olduklarını dilegetirmektedir.

Düzen güçlerinin Kürt sorununa yaklaşımı farklıyollardan da olsa aynı noktaya çıkmaktadır.Görünürde başını AKP hükümetinin çektiği “açılım”aslında değişen ölçülerde ve düzeylerde ordu dahiltemel yönetici güç odakları tarafından da desteklenenbir devlet politikasıdır. Hepsi de “kırmızı çizgileri”niilan etmiş bulunmaktadırlar, Kürt halkının haklı vemeşru taleplerini reddedmektedirler. Sermayedevletinin “açılımı”nın Kürt halkının taleplerini engeri noktada tutarak bir “çözüme bağlamayı”hedeflediği apaçıktır.

Öte yandan PKK yöneticilerinden Cemil Bayık,

geçtiğimiz günlerde ANF’de yayımlanan söyleşisindeABD ve AB’nin PKK’nin tasfiyesine destek verdiğini,tezkerenin amacının PKK’nin tasfiye edilmesiolduğunu belirterek, “Ya teslim olursunuz, benim yenidevreye soktuğum politikayı kabul edersiniz ya daaskeri saldırılarla sizleri ezer geçerim tehdidiyapılmaktadır” dedi. Yine PKK yöneticilerindenMurat Karayılan, Ekim ayı içinde DTP’ye dönükkapsamlı bir operasyon yapılacağını ileri sürerek,“İleriki süreçte kapsamlı bir operasyon yapacaklarınışimdiden kamuoyuna duyuruyorum. Yasal demokratikzeminde mücadele yürüten daha başka Kürtsiyasetçiler gözaltına alınacak ve bu, basında yoğunişlenecektir. Bu tür uygulamalarla süreçtırmandırılacaktır” dedi.

Kuşkusuz ki Bayık ve Karayılan’ın bu sözleri,PKK’nin Güney Kürdistan’daki kamplarına yöneliksınır ötesi harekat beklentisini yansıtmaktadır. Doğalolarak Kürt hareketi, bu kapsamlı saldırının Türkiyeiçindeki Kürtler’in büyük ölçüdehareketsizleştirilmesi girişiminin ardından geleceğinihesaplamaktadır.

Bir kez daha anlaşılmaktadır ki, sömürgecisermaye devletinin ABD patentli “Kürt açılımı”politikası, Kürt hareketini etkisizleştirip tasfiye etmekve kendi “kırmızı çizgileri” içinde Kürt halkınıdenetim altına almaktır. Açıktır ki, “Kürt açılımı”politikası, gelinen yerde Kürt halkına yönelik yıllardırsüren kirli savaşın ufak tefek rötuşlarla bir uzantısı veonun özel bir evresinden ibarettir. Yapılmak istenenkırıntı düzeyindeki bazı kültürel hakları kabul ederekKürt halkını yatıştırma planından ibarettir. Sermayedevletinin bu “açılımının” Kürt halkının taleplerini engeri noktada tutarak Kürt sorununu değil, Kürthareketini çözmeyi hedeflediği apaçıktır.

Kürt halkına gerekli olan özgürlük, eşitlik ve butemelde gönüllü birliktir. Onun gerçek ihtiyacı,devletle ve kurulu düzenle değil; Türkiye’nin işçi veemekçileriyle birleşmek ve bütünleşmektir. Ulusalözgürlük ve eşitlik istemlerini boğmakta kararlıolduğunu her vesile ile kanıtlayan sermaye devletinekarşı birlikte, omuz omuza savaşmaktır. Kalıcı birçözümün biricik yolu budur.

Kürt hareketini tasfiyeye endeksli“açılım”da son perde

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

“Genç Türkiye” sosyalist bir Türkiye olmak zorundadır!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Tayyip Erdoğan, işçi ve emekçilere “genç bir Türkiye” için “en az 3 çocuk doğurun”diye buyurdu...

Gerçek çözüm ve kurtuluş sosyalistTürkiye ile mümkündür!

Tayyip Erdoğan TÜRYAK Yaşılık Konseyitarafından düzenlenen “Uluslararası Örnek KıdemliVatandaşlar Kongresi”nde yaptığı konuşmada işçi veemekçilere seslendi ve bir kez daha “en az 3 çocukyapın” mesajı verdi.

Türkiye gibi emperyalist-kapitalist sistemegöbekten bağımlı bir ülkenin başbakanı olanTayyip’in konuşması gerçekten ibretlikti.

Vahşi kapitalizm tüm dünyada insanlığıgeleceksizliğe, doğayı yokoluşa sürüklerken Türkiyegibi ülkelerde bunun yansıması çok daha ağırolmaktadır. Kapitalizm temel insani ihtiyaçları,insanlığın geleceğini ve çevre sağlığını değil kâryasasını esas alır. Asalak burjuvazinin sınıfsalçıkarları sözkonusu olduğunda, toplumsalzenginlikleri üreten milyonların ve dünyanın geleceğikapitalizm için koca bir hiçtir. Kapitalizm kâr üzerinekurulu sömürücü bir sistemdir. Bundan dolayıTürkiye’yi yönetenler de milyonlarca işçi veemekçiyi, onların çocuklarını ve geleceklerini değilkapitalizmin geleceğini düşünür.

İşte bu yüzden Tayyip Erdoğan gibi kapitalizmetapınan sermaye uşaklarının din istismarı üzerinden“insan sevgisi, yaşlılara saygı, paylaşım, dayanışma,demokrasi, kardeşlik, eşitlik, hak, adalet” vb.kavramları kullanması tam bir ikiyüzlülüktür. YaşlılıkKonseyi’nde Tayyip Erdoğan’ın yalan ve çarpıtmadolu sözlerinin karşısında gerçeklerin çıplaklığıkapitalizmin barbarlığını bir kez daha gözler önünesermektedir.

Tayyip Erdoğan konuşmasında, “Babamız, anamızyaşlandığı zaman onları kendi başına bırakmayıvarlığımıza saygısızlık olarak görüyorum” diyereksözde genç nesillere akıl verdi. Yaşlılık dönemini,insanların sevgiye, güler yüze, okşanmaya muhtaçolduğu dönemler olarak ifade eden Erdoğan, bugörüşünü ise AKP’nin “muhafazakar-demokratkimliğinin altında yatan felsefe”ye bağladı. Tayyip’infelfesine göre “aile kurumunu korumak,sağlamlaştırmak, geleceğe taşımak” en önemlimisyonlarından birisiymiş.

Yıllarca kölece çalışma koşulları altında toplumsalüretime katılan milyonlarca işçi ve emekçiye mezardaemeklilik dayatan, sosyal haklarını gaspeden SSGSSyasası, sermaye partisi AKP’nin yaşlılara gösterdiği“sevgi” felsefesinin özetini anlatmaktadır.

Banka kuyruklarında süründürdüğü işçiemeklilerine aylık 600-650 milyon, memuremeklilerine ise 800-850 milyon reva gördüğü maaş,AKP’nin yaşlılara gösterdiği “saygı”nın özünüoluşturmaktadır. AKP gibi sermaye uşağı partilerin,tıpkı kapitalist sistemin kendisi gibi, değer vermediği,insan yerine koymadığı bu toplumun üreten kesimleri,yani işçi ve emekçileridir.

Ama onlar için sömürücü sisteme ömür boyusadakatle hizmet etmiş kişiler, saygı ve sevgiduyulması gereken kesimlerdir. Cumhurbakanlığındanbaşbakanlığa, milletvekilliğinden ordunun çeşitliyönetici kademelerine kadar görev yapmış kişileronlar için korunması ve kollanması gerekenkesimlerdir. Zira onlar için, 11 milyar emeklilikmaaşına hak kazanan cumhurbaşkanıyla 8 milyar alan

başbakan emeklileri, işçi ve emekçilere saldırıyasalarının onaylanması için parmak indiripkaldırmakla mükellef milletvekilleri 4-4.5 milyaraylıkla emeklilik hakkına layık görülen kesimlerioluşturmaktadır.

Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan birbaşka olgu ise yaşlı nüfusu artan Türkiye’ningençleşmesi gerektiğidir. İşçi ve emekçilere “en az 3çocuk” doğurmalarını dikte eden Tayyip Erdoğan’ın“gençleşme” tezi buna dayanmaktadır. Erdoğan,mevcut genç nüfus durumunun korunabilmesi adınabunun yapılması gerektiğini savunmakta, bunu dayapılmış “bilimsel araştırma” verilerinedayandırmaktadır. Erdoğan, söz konusu verilere göreçocuk sayısının 2 olmasının bile gerileme nedeniolacağını buyurmakta ve “Nüfusumuz ne kadar artarsao kadar güçlü olacağız” diyerek “genç Türkiye”ninöneminden bahsetmektedir.

Yaşlılara sahip çıkmayan sermaye devletinin vehükümetinin “genç bir Türkiye” arzu etmesi ilkbakışta şaşırtıcı gelebilir. Ancak insanı değil kârıtemel alan kapitalist sistemin işleyiş yasalarınabakıldığında, bu arzunun gerisinde kapitalizmin ucuzişgücüne duyduğu ihtiyacın yattığı açığa çıkmaktadır.Zira tüm dünyada olduğu gibi Türkiye kapitalizmi degençliğe sahip çıkmamakta, aksine onların geleceğinikarartmaktadır.

Çıplak gerçekler ve bu gerçeklerin rakamlarayansıması dahi bunu doğrulamaktadır. UNICEF’in2009 raporuna göre Türkiye’de yılda 1 milyon 381 binçocuk doğmakta, bunların 32 bini ise yoksulluk,yetersiz beslenme, önleyici ve iyileştirici sağlıkhizmetlerinin yetersizliğinden dolayı ölmektedir.Önlenebilir nedenlerden dolayı Türkiye’de günde 88çocuk ölmektedir! Bu kayıtlara geçen rakamdır. Busayının çok daha fazla olduğunu söylemek abartıolmayacaktır.

TÜİK anketine göre ise Mart 2009 dönemindeişsizlik sayısı bir önceki yıla göre 1 milyon 244 bin

kişi artarak 3 milyon 776 bin olmuştur. Bu rakamınyüzde 27,5’ini genç nüfus oluşturmaktadır.

Dünya Bankası raporunda, Türkiye’nin 15 ve 24yaş arası olarak tanımlanan genç nüfusunun yüzde30’unun istihdam edildiğine dikkat çekilmekte, gençnüfusun işsizlik oranının ulusal oranın iki katındandaha fazla olduğu belirtilmektedir. Gençlerin yaklaşıkyüzde 40’ının “ne okula gittiği ne de çalıştığı”belirtilen raporda, özellikle genç kadınların daoldukça düşük bir istihdam oranına sahip olduğuvurgulanmaktadır.

Genç nüfusu ilgilendiren en temel gündemlerdeneğitime ve sağlığa bütçeden ayrılan pay ise sermayedevletinin ve hükümetinin gençliğe ne kadar “değer”verdiğini gösteren bir başka veridir. 2009 yılıitibarıyla eğitime bütçeden ayrılan pay yüzde 2.80,sağlığa ayrılan pay ise yüzde 5.27’dir.

Sermayenin has temsilcisi ve hizmetkarı TayyipErdoğan, “sevgi, saygı” edebiyatıyla işçi veemekçilere özünde hiç utanmadan “Siz en az 3 çocukdoğurun ki gençleşelim! Nasıl olsa bunlardan en azbiri işsiz olacak, her gün doğan 100 çocuktan 88’ininise yaşama şansı olmayacak, geleceksiz, güvencesiz,eğitimsiz ve sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkumedilecek” demektedir.

Gençliğe herhangi bir gelecek sunmayan, aksineonu geleceksizliğe ve kölece çalışma koşullarınamahkum eden sermaye iktidarının “genç nüfus”merakı nereden doğmaktadır? TÜSİAD baronlarındanSabancı’nın üniversitesine bağlı Eğitim ReformuGirişimi tarafından Can Fuat Gürlesel’e hazırlattırılan“Fırsat Penceresi mi, Kriz Tehdidi mi: 2025’e DoğruNüfus, Eğitim ve Fırsatlar” başlıklı çalışma buihtiyacın arkasında hangi kaygıların yattığını ortayaçıkarmaktadır.

Çalışmaya göre, Avrupa’nın önümüzdeki dönemdenüfusunda yaşanacak azalma ve yaşlanma, onunekonomisini, sosyal yapısını ve güvenliğinietkileyecek. Avrupa’nın nüfusu azalırken Türkiye

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Türkiye İş Kurumu’nun aylık yayınladığı İstatistik Bülteni, işsizlik başvurularının hızla arttığını gösterdi.Rapora göre kayıtlı işsiz sayısı yüzde 102,55 oranında artış göstererek 1 milyon 626 bin 66’ya yükseldi.Geçen yıl aynı ayda kayıtlı işsiz sayısı 802 bin 800 seviyesinde bulunuyordu.

Kapitalizmin kriziyle birlikte işsizlik sorunu artarak devam ediyor. İşsizlik oranındaki artış kapitalistbüyük işletmelerde taşeronlaşmanın yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Orta ve küçük işletmelerde sigortasızişçi çalıştırma oranı hızla artmaktadır. Bu nedenle küçük ve orta işletmeler, işçileri işten atmakta, işçilikmaliyetini en aza çekmek için çabalamaktadırlar.

İçinde bulunduğumuz kriz koşullarında dünyada ve Türkiye’de işsizlik çığ gibi büyümektedir. İşsizliktendolayı cinnet geçirerek intihar edenlerin, ahlaki dejenerasyona uğrayanların, psikolojik dengesi bozulanlarınsayısı da artmaktadır.

Sürekli işsizler ordusu üreten kapitalizmde, işsizlik, işçilere karşı kullanılan etkin bir silahtır. Burjuvazisadece işçilerin bir kısmını işsiz bırakmakla kendini sınırlamaz. Aynı zamanda işsizlik silahını çalışanlarakarşı tehdit olarak da kullanır. Böylece kapitalistler, işçiyi daha uzun süre ve daha ucuza çalıştırma olanağınıelde ederler.

İşsizlik kapitalizmin yapısal bir sorunudur. Bu nedenle kapitalizm işsizlik sorununu çözmek bir yana dahada büyütür. Uyguladığı politikalar işsizliği sürekli artırır. İşsizliği üreten kapitalist sistemin bizzat kendisidir.Bu sistem ayakta kaldığı sürece işsizlik de var olacaktır. Sermaye sınıfı zaman zaman işsizliğe karşı mücadeleettiği yalanına dört elle sarılmaktadır. Oysa uyguladıkları politikalarla, dayattıkları ağır ekonomik-sosyalyıkım programlarıyla işsizliği daha da boyutlandıranlar, kan emici kapitalistlerdir.

İşsizlik yozlaşma ve çürümenin zeminidir!

Kapitalist üretim içinde de olsa işçiler, kendi yaşamlarını disipline ederler. İşsizlik sadece iktisadi bir olguolarak tanımlanamaz. İşsiz, üretimden kopmuş, koparılmış insan demektir. İşsiz, 8-10 saatini çalışarak geçirenişçiden farklı olarak, tamamen boşluktadır. İşçi için üretim sonrasının zaman öldürülen kahvehane vb. yerler,işsizler için sürekli gidilen yerlerdir. Tam da bu koşullar çürüme ve yozlaşmanın önünü açar. İşsizlik aynızamanda, işsizlerde derin sosyo psikolojik ve kültürel yaraların açılmasının zeminidir.

Her koşulda yozlaşma, çürüme, işçi ve emekçilerin yerleşik değerlerinden kopuş işsizlik zeminindenbeslenir. Hatta bir süre sonra, bu eğilimin bizzat kendisi yerleşik değerlerinden biri haline dönüşür ve enuygunsuz para kazanma yolları, en dizginsiz ahlak dışılık kanıksanır hale gelir.

Sermaye sınıfı işsiz kitleleri diğer sınıf kardeşlerine karşı kullanmaya, ideolojik olarak onları çürütmeye veyozlaştırmaya çalışmaktadır. İşsizlik, yoksulluk, sefalet kader değildir. Kapitalist üretimin getirdiği belalardırbunlar. Kapitalizm, sermaye büyüdükçe yedek işsizler ordusunu yaratır. İşsizlik açlık demektir. Öte yandan,kapitalizm, artı değer sömürüsü gereği hep ucuz işgücü peşindedir. Ucuz işgücü ise yoksulluk demektir.

Kapitalizmde sermaye büyüdükçe, mülkiyet gittikçe küçük bir azınlığın elinde toplanmaktadır. Kapitalistpatronlar sadece daha çok kâr dürtüsüyle hareket ederler. Koşullar uygunsa, her üretim döngüsü, sermayenindaha da büyümesini getirir. Sermaye büyüdükçe yedek ordunun nüfusu daha da artar. Tam bir bolluk içindeaçlık çelişkisi yaşanır.

Saldırılara karşı işçi sınıfının devrimci eylemi büyütülmeli!

İnsanlığı kapitalist sömürüden kurtaracak olan işçi sınıfının kolektif eylem gücüdür. İş, işgüvencesi,barınma, sağlık, eğitim, beslenme vb. en temel insan hakkıdır. Kapitalizmin açlık, işsizlik, yoksulluk ilecehenneme çevirdiği dünyayı, işçi sınıfının devrimci eylemiyle kazanacağı sosyalizm cennete çevirecektir.

İşsizler de işçi sınıfının bir parçasıdır. Bu yanıyla ortak mücadelenin koşulları vardır. Ancak bumücadelenin motor gücü toplumsal üretimde tuttuğu yer gereği işçi sınıfı olmak zorundadır. Tüm toplumsalkatmanların harekete geçirilebilmesi için işçi sınıfının devrimci enerjisinin ve gücünün açığa çıkarılmasıgerekmektedir.

İşsizlik silahı kapitalistlerin elinden alınmalıdır. Sosyal yıkım programlarının püskürtülmesi için birleşikörgütlü bir mücadelenin yükseltmesi gerekmektedir. Krizin faturasının kapitalistlere ödettirilmesi talebiyleyükseltilecek mücadele, işsizliğin bir saldırı aracı olarak kapitalistler tarafından kullanılmasının zeminini yoketmenin de biricik yoludur.

Her türlü kötülüğün kaynağı olan kapitalist düzen yıkılmadığı koşullarda, işsizlik sorunu artarak devamedecektir. İşsizliğin kalıcıve tam çözümü ancakişçi sınıfının devrimciiktidarı olan sosyalizmdemümkündür. Ancaksosyalizme giden yol daemeğin korunmasıuğruna yükseltilecekdevrimci sınıfmücadelesininbüyütülmesindengeçmektedir.

Kapitalizm işsizlik üretir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

genç ve yetişkin “çalışabilir” nüfusa, yani ucuzişgücüne sahip olacaktır. Bu potansiyeliyle sadeceTürkiye kapitalizminin değil Avrupa kapitalizminingereksinimlerini de önümüzdeki 50 yıl boyuncakarşılayabilecek konumda olacaktır. Ancak onlar içinsadece ucuz işgücüne değil aynı zamanda genç vesatın alma gücü artacak nüfusa da ihtiyaç vardır.“Genç Türkiye” arzusunun gerisinde yatan bir başkakaygı da budur!

Vahşi kapitalizmin çarkları arasında öğütülenmilyonlarca işçi ve emekçinin yaşamının, geleceğininve emeğinin onlar hiçbir kıymeti bulunmamaktadır.Onlar bu vahşi çarkın döngüsünü sağlayacak ucuzemek gücüne ve pazara sürülen metayı satın almapotansiyeline ihtiyaç duymaktadırlar. Onlar, üretimaraçlarına ve milyonların ürettiği toplumsalzenginliklere el koyan nüfusun küçük bir azınlığınınsınıfsal çıkarlarını düşünmektedirler.

İşçi ve emekçilerin “genç bir Türkiye”ye ihtiyacıvardır ve bu zorunludur. Ancak bu “genç Türkiye”sosyalist bir Türkiye olmak zorundadır. İşçi sınıfınındevrimci iktidarı koşullarında genç-yaşlı, kadın-erkekher milliyetten işçi ve emekçilerin gerçekkurtuluşunun koşulları vardır, mümkündür ve şuşekilde formüle edilmiştir:

“12) Kapitalizmin bütün bir gelişme sürecitarafından hazırlanan toplumsal devrim,proletaryanın kurtuluşunun temel koşuludur. Budevrimle, ‘mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir’.Üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyetson bulur, bunlar toplumsal mülkiyete dönüştürülür.Kâr amacına yönelik kapitalist meta üretimininyerini, tüm toplum tarafından ve toplum hesabınayapılan, onun tüm üyelerinin refahını ve çok yönlügelişimini amaçlayan mal ve hizmet üretimi alır.Toplumsal üretimdeki plansızlık, anarşi ve rekabet,yarattığı tüm yıkıcı sonuçlarla (buhranlar, işsizlik,toplumsal servetin israfı, savaşlar, çevre tahribatı vb.)birlikte, ortadan kalkar.

13) Proletaryanın nihai hedefi, toplumun sınıflarabölünmesinin ve bu bölünmeden doğan her türlütoplumsal ve politik eşitsizliğin ortadankaldırılmasıdır.

Bir tarihi geçiş çağının ardından ulaşılacaksınıfsız komünist toplumda, insanın insan tarafındansömürüsü son bulur. Çalışma bir eziyet ve geçinmekiçin bir zorunluluk olmaktan çıkar, yaşamın doğal birgereksinmesi haline gelir. İşbölümüne kölecebağımlılık, onunla birlikte kafa emeği ile kol emeğiarasındaki farklılık ortadan kalkar. Kadın-erkekeşitsizliği tüm görünümleriyle silinip gider. Uluslararasına örülmüş her türden çitlerin yıkılmasıylabirlikte devlet sınırları da ortadan kalkar. Bilim,kültür ve sanat, tüm bireylerin özgürce katılabildikleribir etkinlik alanı haline gelir. Kent ile kır arasındakieşitsizlikler ortadan kalkar. Doğayla insan arasındadenge ve uyum ileri bir düzeyde yeniden kurulur. Tümbunlarla birlikte, yöneten-yönetilen ayrımı tümdenortadan kalkar, devlet tüm izleriyle silinip gider.

İnsanlığın ancak evrensel bir çerçevedeulaşabileceği geleceğin bu komünist toplumunda, hertürlü engelden kurtulmuş üretici güçlerin büyümesimuazzam ölçüler kazandığı ve kollektif zenginlikkaynakları gürül gürül fışkırdığı içindir ki, bölüşümilişkilerinde burjuva hukukunun dar ufku da nihayettam ve kesin olarak aşılır ve toplum bayraklarınınüzerine şunu yazabilecek hale gelir: ‘Herkestenyeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!’

14) Proletaryanın bu nihai hedefeyürüyebilmesinin ilk koşulu, politik iktidarın elegeçirilmesidir. Burjuvazinin sınıf egemenliği şiddetyoluyla yıkılır, yerine bir geçiş dönemi devleti olanproletarya diktatörlüğü kurulur.” (TKİP Programı,II. Bölüm Toplumsal devrim, sosyalizm ve komünizmara başlığı...)

Türkiye İş Kurumu Eylül ayı işsizlik raporu yayınlandı...

Kapitalizm işsizlik üretir!

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

İMF-Dünya Bankası temsilcilerinin İstanbul’da düzenlediğitoplantının üzerinden günler geçmiş olmasına rağmentartışmalar hala sürüyor. Düzen cephesinin tepkisi çeşitliağızlardan dile getiriliyor. Başbakan Erdoğan ve Vali Güler’in,İMF-DB karşıtı eylemleri hazmedemedikleri yaptıklarıaçıklamalardan anlaşılıyor.

İstanbul Valisi Muammer Güler, eylemlerde ortaya çıkanzararların faturasının eylemcilere ödettirileceğini ilan etti.Tayyip Erdoğan ise, “14 mekan verdik, gidin orada bağırın,çağırın” diyerek eylemlerden duyduğu hazımsızlığı dile getirdi.Burjuva medya da eylemleri karalamak için kendi cephesindenharekete geçti. Emperyalistlere ve mali kuruluşlarına yöneliköfke ve tepkiyi karalamak için her türden manipülasyonukullandı. Hala da karalama kampanyasını sürdürüyor.

“Zarar gören banka ve işyerlerinin” faturasını eylemlerdeöne çıkan devrimcilere ödetmekten bahseden İstanbul ValisiMuammer Güler, “Basın açıklamasından sonra polise saldırıldı.Polisin müdahalesi tamamen suçun önlenmesine yönelikti”diyerek antiemperyalist direnişi karalamaya çalıştı.

Oysa İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü, emekçilerin sesinikısmak, eylemlerini bastırmak için İstanbul’u savaş alanınaçevirdi. Yüzlerce emekçi yaralanırken, bir emekçi kullanılangaz bombaları nedeniyle yaşamını yitirdi. Onlarca kişi gözaltıterörüne maruz kaldı. Faşistlerin devrimcilere yönelik linçgirişimi ise polisin denetiminde ve gözetiminde gerçekleşti.

Kolluk güçleri, kongre vadisine yönelenantiemperyalistlerin meşru eylemine sürekli gaz bombasıatmasına ve azgınca saldırmasına rağmen, İstanbul Valisi,dünya halklarına yeni saldırı planları yapan emperyalistlere veişbirlikçilere kalkan olan kolluk güçlerini ve eylemcilereuyguladığı terörü savunmak için çırpındı.

Sermaye medyası da emperyalist haydutları ülkeden kovmahedefiyle militan gösterilere imza atan antiemperyalistlerineylemini karalamak için kolları sıvadı. Eylemlere yönelik yalanfuryası günlerce sürdü. Dinci medya da eylemlere yöneliknefretini ve düşmanlığını tüm açıklığı ile ortaya koydu.Eylemcilerin çevreye verdiği zararı abartan haberler üretti.Yeni Şafak gazetesi de İMF-DB karşıtı eylemleri karalamayadönük malzemeden oluşan haberleri bolca kullandı. TayyipErdoğan’ın konuşmalarına methiyeler dizdi.

Her tür yalanı kullanan sermaye medyası, gerçeklerikarartarak devrimci eylemlere ve eylemcilere saldırdı.Aralarında eylemin öznesi olan devrimcilerin, komünistlerinömür boyunca hücrelere kapatılmasını dile getirmepervasızlığını gösterenler bile oldu. Ama yüzlerce gaz bombasıatan, emekçilerin kolunu bacağını kıran, bir kişinin ölümüneyol açan katiller sürüsünün icraatlarına ışık tutan görüntüler isesermaye medyası tarafından özenle saklandı. Medyada polisinvahşi saldırılarına tek kelime edilmedi.

6-7 Ekim’de İMF-DB toplantısından çok, antiemperyalisteylemler gündeme damgasını vurdu. Eylemlerde antikapitalist,antiemperyalist sloganlar öne çıktı. İnsanlığın güzel geleceğiolan sosyalizm için mücadele çağrısı alanlara taşındı. Eylemlerözelde İMF-DB’ye yönelik tepkiyi, genelde kapitalist dünyadüzenine yönelen nefreti gösterdi. Bu tepkinin siyasaliçeriğinin güçlendirilmesi, devrim ve sosyalizm kanalınaakıtılması öncelikle komünistlerin ve devrimcilerin görevidir.Tam da bu zeminde yaşanan zayıflık aşılamadığı sürece, düzenbir şekilde bu tepkiyi kendi kanallarında eritme olanağıyaratacaktır.

Devlet terörüne son!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Erdoğan bir kez daha antiemperyalistlere çattı!Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da yeni vapurların Marmara’ya indirilmesi için düzenlenen

törende yine İMF ve Dünya Bankası protestolarına saldırdı. Erdoğan konuşmasında şunları ifade etti: “Demokratik eylem yaptılar. Ne demokratik eylemi?

Bunlar saldırdılar. Kime? IMF’ye mi? Dünya Bankası’na mı? Hayır. Benim halkıma, benimvatandaşıma saldırdılar. İstiklal Caddesi’ni mazlum esnafımın dükkanın camlarını indirdiler.Sıkılmadan demokratik eylem yaptıklarını iddia ettiler. 14 mekan verdik, gidin orada bağırın çağırın.Sizin vatandaşın camını çerçevesini indirme hakkınız var mı? Bunun adı eylem mi? Protesto mu?Bunun adı fiili saldırı. Sorsan IMF nedir, bilmezler. Dünya Bankası ne işe yarar, onu da bilmezler.Bellemişler bazı şeyleri, şablon bunlarınki. O şablonların içinde dönüp dururlar.”

Erdoğan’ın bu kadar hiddetlenmesi boşuna değil. Çünkü antiemperyalistler onun efendilerinesaldırdı. Devrimciler, antiemperyalistler Erdoğan gibilerinin hizmet etmek için yarıştığı, tümolanaklarını onlar için seferber ettiği emperyalist-kapitalist sistemin sembol kuruluşlarınabankalarına, Mc Donaldsları saldırdı... Milyarların açlık sınırında yaşamasına sebep olanlara yöneliksaldırı haklı ve meşrudur.

İşçi ve emekçiler Erdoğan gibi uşakların, işbirlikçi burjuvazinin sayesinde İMF’nin, DünyaBankası’nın ne demek olduğunu çok iyi bilirler. Sağlık hakkı elinden alınan, hastane kapılarındangeri dönen, üç kuruş maaş için gece mesailerinde ömür tüketen, emekli olamadan yaşamını yitirenemekçiler bu emperyalist haydutları çok iyi öğrendiler.

Erdoğan’ın bu kadar saldırganlaşması boşuna değildir. Çünkü Erdoğan’ın tahmininin aksineantiemperyalistler, bu suç örgütlerinin dayatmalarını kolayından kabul etmeyeceklerini buprotestolarla beyan etmişlerdir.

Erdoğan çaresizlik içinde, ne kadar saldırganlaşırsa saldırganlaşsın boşuna… Bir tarafta hayatıyaşanılmaz kılanlar, diğer yanda geleceği temsil edenler, kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömecekolanlar...

İMF-DB haydutlarına İstanbul’u dar eden antiemperyalistler iki gün boyunca maruz kaldıklarıgözaltı terörünü protesto etmek için 8 Ekim günü Elmadağ’daki Hilton Oteli önündeydiler.

“İMF ve Dünya Bankası defol! / İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik” pankartını açan ilerici vedevrimciler iki gün boyunca maruz kaldıkları polis terörünü, basına yansıyan fotoğrafları kullanarakteşhir ettiler.

ÇHD İstanbul Şube Başkanı Av. Taylan Tanay, 6 Ekim günü gerçekleştirilen protestolar sırasında200’e yakın kişinin gözaltına alındığını ancak emniyetin verilerinde birçok kayıtsız gözaltınınbulunduğu bilgisini verdi.

7 Ekim günü de antiemperyalistlere yönelik polis terörünün sürdüğünü söyleyen Tanay, gözaltınaalınanların maruz kaldığı işkence ve kötü muameleye dikkat çekti.

Konuşmada ayrıca gösteriler sırasında sivil faşist-polis işbirliğine de değinildi. Tanay, sivil faşistgruplar tarafından eylemcilere satırlı-bıçaklı saldırılar gerçekleştiğini ve bu saldırıların kollukgüçlerinin desteğiyle örgütlendiğini sözlerine ekledi.

Tanay’ın ardından İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik adına basın açıklamasını okuyan AyşeRojda Şendur, İMF ve Dünya Bankası’nın İstanbul’da hakettiği şekilde karşılandığını ve toplantılarınyapıldığı Kongre Vadisi’ne ulaşmak isteyen devrimcilerin polis ve sivil faşistlerin saldırılarınarağmen toplumsal devrimin köklerinin ne kadar derinde olduğunu gösterdiklerini belirtti.

Protestolar sırasında iki eylemcinin tutuklandığının söylendiği açıklama polisin, devrimci güçlerinsermayenin finans kuruluşları ve onların işbirlikçileri ve bekçileri dışında hiçbir yeresaldırmadıklarının altı çizildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik Hilton Oteli önündeydi!

“Antiemperyalistler serbest bırakılsın!”

İMF-Dünya Bankası karşıtı eylemler düzenin

saldırganlığını artırdı...

Antiemperyalistlerinmeşru eylemlerini

çarpıtma ve yalanlarkarartamaz!

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Sermaye devleti katillerini aklıyor! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Temizöz davası sürüyor…

Devlet katillerini korumaya devam ediyor!Burjuva toplumlarda hukuk, burjuvazi için koruma

kalkanından ibarettir. Yasalar, mevcut kurulu düzeninişçi ve emekçilere karşı işlediği suçları ve uyguladığıterörü açıkça savunma işlevi görmektedir. Ezilenyığınlar ve Kürt halkı, burjuva yasalarının ne anlamageldiğini yaşayarak öğrenmiştir. Sermaye iktidarıbugüne kadar işçi ve emekçilere, devrimcilere ve Kürthalkına yönelik sayısız katliama imza atmıştır. Kürthalkının mücadelesini bastırmak için gerçekleştirilen17 bin cinayetin de, devrimcilere yönelik kanlıoperasyonların da merkezinde sermaye iktidarınınkendi düzenini koruma ve kollama dürtüsüyatmaktadır. Bu anlamıyla düzen sözcülerinin sıklıklakullandığı “hukuk devleti” kavramı “terör devleti”olarak okunmalıdır.

Devletin bütün kurumları bugün açıkça bu kandenizinin bir parçasıdır. Ordusundan polisine,yargısından parlamentosuna ve hükümetine kadarbütün bu mekanizmaların hamurunda baskı, sömürüve katliam vardır. “Avrupa normları”,“demokratikleşme paketleri” ya da “açılımları”,“hukukun üstünlüğü” gibi tekerlemeler ise bu sömürüve katliam üzerine kurulu saltanatlarının üzeriniörtmenin bir aracıdır.

Kirli ve kanlı ilişkiler ağının en yoğun yaşandığıbölge kuşkusuz Kürt halkının varlık gösterdiğialandır. Cizre burada önemli bir merkezdurumundadır. Bu merkez bugünlerde fazlasıylagündemde. Gündeme getiren olay ise şu an Kayseri İlJandarma Komutanı olarak görev yapan Albay CemalTemizöz’ün kanlı icraatlarıdır. 7 aydır tutuklu bulunanAlbay Cemal Temizöz’ün yargılandığı davanın 3.duruşması 9 Ekim günü Diyarbakır’da görüldü.Duruşmada Tutuklu sanıklardan Albay Temizöz’ünyanı sıra Kamil Atağ, Tamer Atağ, Fırat Altın(Abdulhakim Güven), Hıdır Altuğ ve Adem Yakinhazır bulundu. Tutuksuz yargılanan ve hakkındayakalama kararı bulunan Kukel Atağ ise duruşmayakatılmadı.

Bilindiği gibi Albay Temizöz’ün 1993’te Cizre’de“terörle mücadele ediliyor’’ görüntüsü altında“korucu, itirafçı ve uzman çavuşlardan bir grupoluşturduğu” biliniyor. Bu grup toplamda 23 kişiyikatletmişti.

3. duruşma da bildik manzaralara sahne oldu.Temizöz’ün neredeyse her duruşmasında mutlaka biryada birkaç subay mahkemeye gelmekte, davayısürdüren hakimlerle görüşmektedir. Ne görüştüğütabii ki işçi ve emekçilerden gizlenmektedir. AncakTemizöz’ün özel bir korumaya alındığı ve sermayeordusu tarafından desteklendiği açıktır.

Her duruşma öncesinde olduğu gibi 3. duruşmadanönce de, Temizöz’ün bulunduğu sırada KolorduKomutanlığı’ndan üst düzey üç subay, iki resmimakam aracı ile birlikte adliye binasına gitti.Subayların Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı DurduKavak’ın odasına geçtiği, bu odada askeri yetkililer,başsavcı ve Temizöz davasına da bakan Diyarbakır 6.Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ile bir görüşme yaptığıkamuoyuna yansıdı. Dahası Temizöz 7 aydır tutukluolmasına rağmen hala görevinden alınmamıştır.Çünkü devlete göre o 23 yargısız infaza imza atmışbir “kahraman”dır. Nitekim Temizöz, duruşmadakiifadesinde de benzer şeyler söylemiş ve başarılarındanbahsetmiştir. Savunma tutuklarında da, “Bu ortamdajandarma olarak herhangi bir şehit vermedik. Meslekhayatım boyunca ben hiç karargah görevi yapmadım.Hep alanda, vatandaşın huzur ve güveni için

mücadele ettim. Lekesiz bir şekilde görevimi yaptım.Kayseri İl Jandarma Komutanı iken tutuklandım.Halen bu görevim devam etmektedir. Mağdur durumadüştüm. Terör örgütlerinin hedefi durumuna geldim.Beni öldürmek istemektedirler. Başarılı çalışmalarımjandarma teşkilatı tarafından takdir edilmiştir.Tahliyemi talep ediyorum” demiştir.

Temizöz’e göre 23 kişiyi katletmek lekesiz birşekilde görev yapmak anlamına gelmektedir. Buradaönemli olan Kürt halkına sıkılan kurşunlar değil,herhangi bir askerin ölmemiş olmasıdır. Bu başarısayılmakta, tahliye talep edilmektedir. Ne de olsa budüzen böyle kurulmuştur. 17 bin cinayetin yanında 23tanesinin ne önemi vardır! Kim bilir kaç tane cellat buişin içindedir. Temizöz’ün böyle düşünmesindeşaşılacak bir durum bulunmuyor. Zira kellekoparanlar, kulak koleksiyonu yapanlar devlettarafından ödüllendirilmektedir.

Temizöz’ün mahkeme ve avukatlık masraflarınındevlet tarafından karşılanması da sahiplenici birdavranış biçimidir. Dahası mahkeme salonundayaşanan tartışmalar, mahkemenin kamuoyu tarafındanyakından takip edilmesine rağmen, devletin katillerikoruyan bir misyon üstlendiğini açıkça

göstermektedir.Duruşmada yaşanan gerilimin ardından müdahil

avukatlardan ikisinin dışarı çıkarılması bunuanlatmaktadır. Geriye kalan müdahil avukatlar ise“Yaşanan tartışmalar duruşma zaptına tam olarakgeçirilmemiştir. Mahkeme iki müdahil avukatınsalondan çıkarılması yönünde karar vererektarafsızlığını yitirmiştir. Bu karar keyfidir. Ayrıcadosyada bulunan, sanıklardan Cemal Temizöz’ünavukatının ücretinin Jandarma GenelKomutanlığı’nca verildiği yönündeki belge, devletinbu davada taraf olduğunu göstermektedir. Bunedenlerle reddi hakim talebinde bulunuyoruz’’diyerek mahkemeye tutum almışlardır.

Bu nedenle duruşma dosyası bir üst mahkeme olan4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilecek. 4. AğırCeza Mahkemesi bundan sonra duruşmanın hangimahkemede görüleceğine karar verecek.

Devletin katliamcıları aklama çabaları kuşkusuzAlbay Temizöz ile sınırlı değildir. Sermaye iktidarısokakta infaz gerçekleştiren, karakollarda işkencedeadam öldüren, cezaevlerinin kan gölüne dönmesinisağlayan, Hrant Dink gibi birçok ilericiyi katledenkatilleri korumaktadır.

Devlet terörüne Adana’da protesto İMF-DB zirvesini protesto edenlere dönük uygulanan polis terörü Adana’da 10 Ekim günü İnönü

Parkı’nda düzenlenen eylemle protesto edildi. Krize Karşı Emek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla gerçekleştirilen eylemde; İMF ve Dünya

Bankası’nın yeni sömürü ve yağma planlarının taşıyıcısı ve planlayıcısı olduğu ifade edildi. İMF-DB Zirvesi’ne karşı sokağa çıkanlara yönelik devlet terörünün de ele alındığı açıklama şu sözlerle

sona erdi: “Vahşi saldırı ve linç girişimlerinin yetmediği yerde devreye gözaltı ve tutuklama terörü sokulmuş sırf bu

ülke emekçileri üzerindeki emperyalist baskı ve sömürünün son bulmasını istedikleri için 200 kişi vahşicegözaltına alınmış, 2 antiemperyalist tutuklanmıştır. Bunun yanında binlerce kişi bu gözü dönmüşlüktennasibini fazlasıyla almıştır. İnsanlık tarihinin görmüş olduğu bu en barbar sömürücü asalaklara karşısında buülke işçi emekçilerinin onurunu temsil edenlere karşı girişilen bu saldırı aynı zamanda bu düzen bekçilerininişçi emekçilerin sırtından dönen bu sömürü çarkını korumaktaki gözü dönmüşlüklerini de gösteriyor.”

Kızıl Bayrak / Adana

Kartal’da İMF-DB karşıtı eylem Kartal bölgesinde İMF ve Dünya Bankası zirvesi karşıtı başlattığımız çalışmaların son ayağı olarak zirve

sonrası bir eylem gerçekleştidik.11 Ekim günü Kartal Meydanı’nda gerçekleştirilen eylemde Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi

dövizleri ile BDSP imzalı bayrak açılırken önce kısa bir oturma eylemi yapıldı.Çav Bella Marşı’nın söylendiği eylemde okunan basın

metninde İMF-DB politikalarının yarattığı açlık veyoksulluk bilançosuna vurgu yapıldı. Emperyalistler veişbirlikçilerine karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Eylemin ardından Kızıl Bayrak gazetesinin satışınageçildi.

Kartal çay bahçelerinden başlayarak ajitasyonkonuşmaları eşliğinde gazetemizin satışını yaptık.Üzerimizde BDSP önlüklerinin olması da görselliğimizigüçlendirdi. Çay bahçeleri bitiminden BankalarCaddesi’ne geçtik. Yaklaşık 1 saat boyunca İMF-DBzirvesi, sağlıkta dönüşüm uygulamaları ve kriz temellikonuşmalar yaptık.

Kartal BDSP

İMF-DB protestolarına dönük

devlet terörü protesto edildi

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

25 Kasım eylemine hazırlanırken...10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Sermaye iktidarı, kamu emekçilerinin kazanılmışhaklarına yönelik saldırılarına devam etmektedir.Emeklilik yaşının kademeli olarak 65’e çıkarılması,sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilerek sosyalhakların tırpanlanması, sağlığın paralı hale getirilmesi,ücretlere sefalet düzeyinde artış yapılması, ek dersücretinin düşürülmesi, kamu hizmetlerininözelleştirilmesi, esnek istihdam ve çalışmabiçimlerinin çalışma yaşamına egemen halegetirilmesi, grevli-TİS’li sendika hakkınıntanınmaması... En son hazırlıkları devam eden KamuPersonel Rejimi Kanunu Tasarısı ile de kamuemekçilerinin en temel hakkı olan işgüvencesi degaspedilmek isteniyor.

Sermaye hükümeti, bu yıl gerçekleştirilen toplugörüşme sürecinde bir kez daha kamu emekçilerinintaleplerini görmezden geldi. Bildiğini okumaya devameden sermaye hükümeti karşısında etkili bir güçgöremediği için kamu emekçilerine pervasızcasaldırmaya devam etmektedir.

Kamu emekçilerinin tepki ve öfkesi her geçen günartmaktadır. Ancak fiili-meşru mücadele geleneğiniterkeden KESK’in hareketi yasallık cenderesinesıkıştıran tutumu, Kamu-Sen ve Memur-Sen’in kontra,işbirlikçi konumu nedeniyle bu tepki ve öfke akacakbir kanal bulamamaktadır.

KESK’in işyerleriyle bağı uzun zamandırkopuktur. Sahte sendika yasası sonrası karar almamekanizmaları tabanın iradesini yansıtan temsilcilerkurulu vb. mekanizmalardan alınmış başkanlarkuruluna devredilmiştir. Sendikal demokrasi ve işleyişsendika yönetimlerinin keyfine bırakılmıştır.Bürokratik ve hantal işleyişin sendikalara hakimkılınması sonucu dinamik yapısını yitiren KESK, uzundönemdir hak alıcı bir mücadele çizgisi izlemektenuzaktır. Bugüne kadar en dinamik kesimleribünyesinde toplayan ve bu haliyle örgütlü-örgütsüzkesimleri harekete geçirebilen KESK, çözümü,yüzünü tabanına, işyerlerine değil asıl olarak “kardeşörgütlere” dönmekte bulmaktadır.

Kamu-Sen ve Memur-Sen’in durumu ise ortadadır.Kontra ve işbirlikçi bu iki konfederasyon KESK’ietkisizleştirmek, kamu emekçilerinin mücadelesinigeriletmek için devlet tarafından kurulmuşlardır.KESK’in geriye düşen durumu nedeniyle bugün heriki sendika da kitle tabanına kavuşmuş durumdadır. Bukonumları nedeniyle yönetim düzeyinde teşhir veeleştiriye konu edilirken, üye kitlesi bakımındanhesaba katılması, tabanı üzerinden ortaklaşılmayaçalışılması gerekmektedir.

Kamu emekçileri hareketinin mevcut durumu vesendikal tablosu özetle bu şekildedir. Ciddi saldırılarlakarşı karşıya olan kamu emekçileri örgütlülüğe vesendikalarına güvensiz, özgücüne inançsız birhaldedir. Böyle bir süreçte KESK ve Kamu-Sen, kamuçalışanlarına grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkıverilmesi, toplu görüşme sürecinde karşılanmayantaleplerini gündemleştirmek amacıyla uyarı amaçlı işbırakma eylemi gerçekleştirme kararı aldılar.Konfederasyonlar ayrı ayrı aldıkları eylem kararlarınıortaklaştırmış görünüyorlar.

KESK Genel Başkanı Sami Evren, iki

konfederasyonun bütün bir eylem programıbirlikteliğine gitmediğini ama iş bırakma eylemlerininaynı gün yapılması konusunda uzlaşmaya vardıklarınısöyledi. Evren, konfederasyonların iş bırakma eylemidışındaki eylemlerini kendi belirledikleri takvimdoğrultusunda uygulayacağını da dile getirdi.

Her şeyden önce, izlediği mücadele çizgisi ilearalarında bir fark kalmadığını düşünen, Kamu-Sen ileKESK’i aynı gören emekçiler şahsında, yönetimdüzeyinde işbirliği yaparak bu kanıyı güçlendiren birtutum içerisine girmek onaylanamaz bir tutumdur. ZiraKamu-Sen’in konumu ortadadır. Ayrıca bugüne kadarher fırsatta Kamu-Sen’in kamu emekçileri içerisindeoynadığı uğursuz rolü haklı olarak teşhir edenKESK’in, bu anlamda inandırıcılığı ve güvenirliliğizayıflamaktadır. Eğer Kamu-Sen, kamu emekçileriiçerisinde etkisizleştirilmek isteniyorsa yapılmasıgereken Kamu-Sen’in yönetimine değil tabanına

seslenmektir. Kamu-Sen’in tabanını kucaklayan vefiili-meşru mücadele içerisine çeken bir mücadeleanlayışına ve çalışma tarzına ihtiyaç vardır.

Ancak daha da önemlisi KESK’in, sektör sektör,işyeri işyeri uyarı grevini tabandan doğru örgütleyecekbir konumlanma içerisine girmesidir. Mevcut haliylehareketin ve KESK’in dinamikleri önemli ölçüdezaafa uğramıştır. Dinamikleri harekete geçirmek içinsendika sendika, şube şube, işyeri işyeri greviörgütleyecek, tabanı harekete geçirecek komite veyakomisyonların oluşturulması gerekmektedir. Süreç“Grev ve direniş komiteleri” üzerinden tabandanörülmeli ve örgütlenmelidir.

Bir diğer önemli konu da adı uyarı grevi olan 25Kasım eylemini, sonrası ile birlikte örgütlemektir. Ziraadı üzerinde 25 Kasım bir uyarı grevidir. Amacısermaye iktidarını uyarmaktır. Eğer sermaye iktidarı,emekçilerin uyarı greviyle vermeye çalıştığı mesajaaldırmazsa, hak kazanımı olana kadar mücadelekesintisiz bir biçimde eylem ve direnişlerle devametmelidir. Kamu emekçileri, hak ve taleplerinikazanıncaya kadar süresiz iş bırakma eylemine, işçisınıfı ise genel bir greve hazırlanmalıdır.

Tüm bu süreç “Grev ve direniş komiteleri”aracılığıyla tabandan örgütlenmeli, örgütlü-örgütsüztüm emekçilerin bu komiteler aracılığıyla hareketegeçirilmesi hedeflenmelidir. Dönemin ve uyarıgrevinin ihtiyacı budur. Tüm öncü, devrimci kamuemekçileri bu görev ve bilinçle üzerine düşen göreviyerine getirmek, eksikliklerine devrimci bir bakışlamüdahale ederek 25 Kasım eylemine hazırlanmakdurumundadır!

Kamu emekçileri hakları için 25 Kasım’da uyarı grevine gidiyor...

Grevi tabanda örmek ve örgütlemek için göreve!

Kamu emekçileri 25 Kasım'da uyarı grevinde!

KESK ve Kamu-Sen 12 Ekim günü Ankara Mülkiyeliler Birliği'nde gerçekleştirdikleri basın toplantısı iletoplu görüşme sürecinde dile getirdikleri talepleri dikkate alınmadığı için 25 Kasım'da tüm alanlarda uyarıgrevi gerçekleştireceklerini ve iş bırakacaklarını duyurdu.

Ortak basın toplantısında konuşma yapan KESK Genel Başkanı Sami Evren, toplu görüşme sürecindetalepleri karşılanmadığı için uyarı grevine gideceklerini, uluslararası sözleşmelerden doğan haklarınıkullanacaklarını ifade etti. 25 Kasım'da tüm kamu emekçilerini iş bırakma eylemine katılmaya çağıran Evren,bu eylemin sadece iki konfederasyona üye 600 bin kamu emekçisinin değil, bütün emekçilerin eylemiolduğunu dile getirdi. 4688 sayılı kanundan doğan haklarını kullanacaklarını belirten Evren, "25 Kasım'daeylem önlüklerimizi giyerek davul ve zurnalar eşliğinde eylemler gerçekleştireceğiz" dedi.

Bütün demokratik kitle örgütlerini eylemlerine destek vermeye çağıran Evren, 25 Kasım'da uçaklarınuçmayacağını, trenlerin çalışmayacağını, vergilerin toplanmayacağını ifade etti.

Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız ise hükümetin krizi yönetemediğini dile getirerek 25 Kasım'dauyarı grevi gerçekleştireceklerini söyledi.

Tersanelerde 18 Ekim mitingine çağrı

Tersane İşçileri Birliği Derneği üyeleri, SSGSS’nin 1. yıldönümü nedeni ile Herkese Sağlık GüvenliGelecek Platformu tarafından hazırlanan, 18 Ekim Pazar günü Kadıköy’de gerçekleşecek olan mitinge çağrıyapan broşürlerin dağıtımını gerçekleştirdi.

Dernek üyeleri, sabah işe giriş saatlerinde Tuzla Gemi Tersanesi önünde işçilere seslenerek mitinge çağrıyaptı.

Kızıl Bayrak / Tuzla

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Hrant Dink’in 17 Ocak 2007 tarihindeöldürülmesiyle ilgili davanın 11. duruşması 12Ekim günü Beşiktaş’taki İstanbul 14. Ağır CezaMahkemesi’nde görüldü. Dava sürecinde ortayaçıkan deliller karartılıp, Hrant’ın katledilmesinegiden süreçte görev alan kontrgerilla elemanlarıdevlet eliyle korunup aklanırken mahkeme süreci 3-5 tetikçinin yargılanmasına sıkıştırıldı. Geçmişduruşmalarda olduğu gibi bu duruşmada da aynı“yargılama oyunu” sahnedeydi.

Dink ailesinden Hrant Dink’in eşi Rakel Dink,kızı Delal Dink ve kardeşi Orhan Dink’in dekatıldığı duruşmada tutuklu sanıklar Ogün Samast,Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ahmet İskender veErsin Yolcu da hazır bulundu.

Çetin: Cinayetin arkasındaki örgütlügüçler açığa çıkarılsın

Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Dinkailesinin avukatı Fethiye Çetin, davanın siyasi birdava olduğunu belirterek, sanıkların arkasındakiörgütlü gücün açığa çıkarılması gerektiğini söyledi.

Çetin “Bu sadece hukuki bir dava değil, aynızamanda siyasi bir dava. Siyasi kararlılıkgösterilmediği taktirde, sonuç alınabilecek bir davadeğil. Biz yine de çabalarımızı sürdüreceğiz.Cinayetin arkasındaki organize, örgütlü güçlerinaçığa çıkarılmasını istiyoruz. Üç gencin mahkumedilmesinin ötesine geçmek için güçlü bir siyasiirade gereklidir” diye konuştu.

Dink’in katledildiği silah mahkeme salonundaydı

Dink’in katledilmesinde kullanılan silahmahkeme salonuna getirilerek tutuklu sanıklaragösterildi. Dink ailesinin avukatları, sanıklarasilahın tek tek gösterilmesini istedi. MahkemeBaşkanı Erkan Canak, bu nedenle sanıklardan silahıtek tek tarif etmelerini istedi.

Samast, avukatların ısrarla sorduğu “Kullandığınsilahı hatırlamıyor musun” sorularına öfkelendi.Ogün Samast, silahı hatırlamadığını, Yasin Hayal’insilahı hazırlayıp berber dükkanında beline

koyduğunu söyledi. Silahı hatırlayan tek kişiyse, cinayetten iki üç

gün önce silahı Samast’ın beline koyduğunu itirafeden Yasin Hayal oldu.

Ergenekon davası belgeleri istendi

Dink ailesinin avukatları, gayrimüslimazınlıklara yönelik nefret propagandasıbağlamında, iki farklı davanın dosya vebelgelerinin mahkemeye getirilmesini istedi.

Bunlardan biri, Malatya’daki ZirveYayınevi’nde üç kişinin öldürülmesiyle ilgili davaolurken diğeri de Ergenekon davasıydı.

Mahkeme başkanı, Ergenekon davasında sanıkDurşum Ali Özoğlu’un azınlıklarla ilgilibölümlerinin ve yine Ergenekon sanıklarındanSevgi Erenol’un Genelkurmay’da ‘misyonerfaaliyetleri’ başlığı ile verdiği brifinglerin eksikdökümünün emniyetten istenmesine karar verdi.

Duruşmada ayrıca, Ergenekon sanığı SevgiErenol’un Genelkurmay Başkanlığı’nda verdiğibrifinglerin eksik kalan bölümlerinin de mahkemedosyasına eklenmesi, Ergin Çağoltay’ın tanıkolarak ifadesinin alınmasını, Ogün Samast’ınyakalandığı sırada otobüsün önünde ve yanındabulunan kişilerin tanık olarak dinlenmesini veErhan Tuncel’in Trabzon İstihbarat ŞubeMüdürlüğü’nde kullandığı telefonların tespitedilerek telefon ve SMS dökümlerinin istenmesinitalep etti.

Adliye önünde “Adalet nöbeti”

Diğer yandan Hrant’ın Arkadaşları BeşiktaşMeydanı’nda sabah saatlerinden itibarentoplanmaya başladı. DTP İstanbul MilletvekiliSebahat Tuncel, Bağımsız İstanbul MilletvekiliUfuk Uras, Avrupa Parlamentosu temsilcileri,Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) de davayıizlemek üzere Beşiktaş Adliyesi’ne geldiler.

Basın açıklamasının ardından Adalet İçinDayanışma Grubu Beşiktaş Adliyesi önünde günboyu sürecek olan “Adalet Nöbeti”ne geçti.

Bir bebekten katil yaratan kapitalizmin karanlığıdır! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Eski Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer’in busene ilköğretim ders kitapları üzerinden yaptığı tarama,anti-bilimsel, ırkçı ve gerici eğitim müfredatının, eğitimsisteminin demirbaşı olduğunu birkez daha gösterdi.

Evrim teorisine saldırılıyor

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 5. sınıf kitabının ‘HerŞeyi Yaratan Allah’tır’ ünitesinde, evrim teorisine atıfyapılarak, maymun fotoğrafıyla birlikte şu sorulara yerveriliyor: “Bir maymunun anlamlı bir eser yazabilmesimümkün müdür? Maymun, düzenli bir tek cümleyi bilerastgele de olsa yazabilir mi? Tesadüfen bir tek cümle bileyazılamazken koskoca evren tesadüfen meydana gelebilirmi? Tartışınız.”

“Her Türk asker doğar!”

Aynı kitabın ‘Vatanımız ve Milletimizi Seviyoruz’isimli 6. ünitesindeyse ödev olarak ‘Vatan sevgisi ile ilgilisloganlar’ belirlemeleri istenen öğrencilerden askeruğurlama törenlerine dair düşünceleri ve “Vatan borcu,namus borcu” sözünün niçin kullanıldığı soruluyor.

Irkçılık ile yeni Ogün Samastlar yaratılıyor

Bu yıl yenilenen ve ‘Ermeni Sorunu’ yerine ‘Türkiye-Ermeni İlişkileri’ başlığının kullanıldığı 8. sınıf İnkılapTarihi ve Atatürkçülük kitabının ‘Atatürk’ten sonraTürkiye’ başlıklı 7. ünitedesindeyse ‘Asala cinayetleriniTürkiye’ye taşıdı’, ‘Bu defa da Bulgaristan’da öldürdüler’başlıklı haberlerin yer aldığı gazete kupürlerinin altındaöğrencilere ‘Gazete haberleri size Ermeni terörü hakkındahangi ipuçlarını veriyor?’ sorusu yöneltiliyor.

Burjuvazi yalanlarla düzenini korumaya çalışıyor

Tüm egemen sınıflar gibi burjuvazi de, kendi düzenininsürekliliğini sağlayabilmek için diğer mekanizmalarınyanısıra eğitim kurumlarını da kullanır. Burjuvazi, kendisınıfsal çıkarlarını diğer toplumsal kesimlerin deçıkarıymış gibi göstermeye çalışır.

Sermaye devleti için eğitim kurumu, kendiideolojisinin toplum nezdinde karşılık bulmasını sağlayantemel önemde bir araçtır. Bu örnekte de görüldü üzeredevlet bu aracı en verimli şekilde değerlendirmeyeçalışıyor.

Eğitim sisteminin bütün aşamaları, gençliğe egemenideolojiyi empoze etmek üzere şekillenmiştir. Eğitimkurumlarında bir yandan burjuvazinin yalanlarıpompalanıyor, diğer yandan da tartışmanın, sorgulamanınönüne geçmek için ezberci, anti-bilimsel bir yöntemuygulanıyor.

Aynı zamanda bugün eğitim sisteminin gerici ve ırkçı-şoven karakteri öne çıkıyor.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana “tek dil, tek kültürve tek millet” bilinci yaygınlaştırılmıştır. Ders kitaplarıgerici-ırkçı yalanlarla doludur. “Türk’ün Türk’ten başkadostu yoktur” söylemiyle bir paranoya yaratılırken, halklararasında kin ve nefret tohumları ekiliyor. “Tek dil ve tekmillet” yalanlarına, Kürt halkının dilini ve kültürü yoksaymak eşlik ediyor, kardeş halklar ötekileştiriliyor.

Eğitim sisteminin bütününde ırkçılık ve şovenizmkörükleniyor.

Fakat burjuvazinin ders kitaplarını doldurduğuyalanları fayda etmeyecek! Tüm bu yalanlar kapitalizminalaşağı edilmesinin önüne geçemeyecek.

Irkçılığın ve gericiliğin değişmezadresi ders kitapları!

Dink davasında yargılama oyunu

Binler Hrant’ı katleden karanlığakarşı yürüdü...

İlerici ve devrimci kurumlar 10 Ekim akşamı Hrant Dink’i katleden karanlığa karşı İstiklalCaddesi’ni meşalelerle aydınlattı. Hrant Dink için adalet yürüyüşünde Güler Zere, Engin Çeber, UğurKaymaz ve Ceylan Önkol da unutulmadı.

Hrant Dink’in 12 Ekim sabahı Beşiktaş Adliyesi’nde görülen duruşması için 10 Ekim akşamı TaksimTramvay Durağı’nda toplanan 2 bine yakın kişi “Uzatın elinizi Hrant’ı düştüğü kaldırımdan kaldıralım!”pankartı arkasında Galatasaray Lisesi’ne yürüdü.

Adalet İçin Dayanışma Platformu’nun çağrısıyla gerçekleştirilen eylemde basın açıklamasını okuyanSayat Tekir, Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden geçen 2 yıl 9 aylık süreye rağmen dava sürecininbir sonuca ulaşmadığını hatırlattı. Asıl sorumluların hala yargılanmadığını belirtti. Açıklamada, zanlılariçin işlemeyen hukukun davanın tüm mağdurları ve takipçileri için işletildiğine işaret edildi.

Tramvay yolunu kapatan kalabalığın sık sık sloganlarla kestiği basın açıklamasında Hrant’ınkatillerinin; yedi kadın işçiyi katleden selden, işçi sağlığı önlemleri alınmadığı için katledilen kot taşlamave tersane işçilerinden, Kabahatler Kanunu’yla yaşamları cehenneme çevrilen transseksüellerdenbilindiği söylendi.

Güler Zere ve devrimci tutsakların durumuna ve devlet eliyle gerçekleştirilen kanlı katliamlara dadikkat çekilen açıklama şu sözlerle sona erdi:

“Zalimler adalet isteyenlerin inancını ve direncini iyi bilirler... Bugün buradayız! Hrant için... GülerZere için.. Ceylan Önkol için geçmiş ve gelecek için...

Adalet istiyoruz!”Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Sınıfa karşı sınıf!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Sağlık emekçilerinden eylemSES Aksaray Şubesi, SSGSS’nin birinci yılında

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ileÇapa Tıp Fakültesi Monoblok önünde basınaçıklamaları gerçekleştirdi.

“SES İstanbul Aksaray Şubesi” pankartının açıldığıeylemde, “Sağlık ticaret sağlıkçılar köle değildir”,“SSGSS, IMF, DB sağlığa zararlıdır”, “Katkı paylarıgeri çekilsin” dövizleri taşındı.

Basın açıklamasını okuyan SES Aksaray ŞubeBaşkanı Songül Beydilli, IMF ve Dünya Bankası’nınemri ile sağlık ve sosyal güvenlikte başlatılanözelleştirmede, AKP hükümetinin uygulamayakoyduğu “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ve 1 Ekim2008 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar veGenel Sağlık Sigortası Yasası ile yeni bir döneminbaşladığını söyledi.

Açıklama, sağlık emekçilerinin taleplerininsıralanmasıyla son buldu.

Açıklamanın sonunda “Vatandaşın cebindensağlıkçının emeğinden tasarruf olmaz” şiarı ile 18Ekim’de Kadıköy’de düzenlenecek mitinge çağrıyapıldı.

Eylem boyunca, “Katkı payları geri çekilsin!”,“İnsanca yaşamak istiyoruz!”, “Sağlıkta ticaret ölümdemektir!” sloganları atıldı. Eyleme hasta yakınları dadestek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Olay Medya’da işten atma saldırısı!Bursa’da Olay Gazetesi, Olay TV ve Olay FM’i

bünyesinde barındıran Olay Medya’daki sendikalörgütlülüğü, işten tama saldırılarıyla dağıtılmakistenen Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Bayramdönüşü de 2’si sendika temsilcisi olan 12 basınemekçisinin iş akdinin feshiyle karşı karşıya kaldı.

TGS, 8 Ekim günü basın açıklaması gerçekleştirdi.Şehreküstü Meydanı’nda yapılan açıklamada, iştençıkarma bahanesi olarak, Şeker Bayramı’nda dağıtılançikolata paketlerinin alınmamasının gösterildiğinibelirten TGS, asıl nedenin basın emekçilerininsendikalı olmaları nedeniyle işten atılmaları olduğunuifade etti.

Kızıl Bayrak / Bursa

Bağlar Belediyesi’nde sendikadeğişimi

Diyarbakır’ın Bağlar Belediyesi’nde çalışanişçiler, Belediye-İş Sendikası’ndan ayrılarak, DİSK’ebağlı Genel-İş Sendikası’na üye oldular.

Yapılan mutabakat sonrası noter huzurundaimzalanan dilekçelerle Genel-İş’e geçen işçiler, işçitemsilcileri ile Bağlar Belediyesi hizmet binasında biraraya geldiler.

DTP’li Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran’layaşanan sorunlar üzerine sohbet eden işçi temsilcileriDİSK Başkanı Süleyman Çelebi’ye yapılan silahlısaldırıyı da kınadılar.

Hastane önünde direniş sürüyor!Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde

çalışırken Dev Sağlık-İş Sendikası’na üye olduklarıiçin işten çıkarılan 18 işçi, sendikalı olarak tekrar işedönmek için hastane önünde direnişlerinisürdürüyorlar.

Sağlık işçileri, 9 Ekim günü sendika ve meslekörgütlerinin katılımıyla eylem gerçekleştirdiler.

İşçiler, “Önce maaşımızı vermediler Şimdi iştençıkartıyorlar Sendika haktır engellenemez”, “İşimize,ekmeğimize, hastanemize sahip çıkıyoruz” pankartlarıile “Güvenceli iş, güvenceli gelecek”, “İşten atmalaryasaklansın”, “Sendika haktır engellenemez”dövizlerini taşıdılar.

Eylemde ilk açıklamayı yapan DİSK GenelSekreteri Tayfun Görgün nerede bir haksızlık,adaletsizlik ve hak gaspı varsa DİSK’in mücadelesininve dayanışmasının orada olduğunu ifade etti.

İTO Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen ve SESOkmeydanı İşyeri Temsilcisi Semra Ustabaşyaptıkları konuşmalar ile direnişe sahip çıktılar.

Konuşmaların ardından Dev Sağlık-İş GenelBaşkanı Arzu Çerkezoğlu basın açıklamasınıgerçekleştirdi.

Çerkezoğlu, 2,5 aydır ücretlerini alamayan sağlıkçalışanlarının İş Kanunu’nun 22. maddesi uyarıncaişbaşı yapmayarak haklarını aradıklarını, yapılan bueylem sonrasında ücretlerin ödenmesi ile beraberişçilerin tekrar işbaşı yaptığını belirtti.

Yapılan açıklamanın ardından eylem sona erdi.Eyleme Genel-İş 1, 2 ve 3 No’lu Şube, Birleşik Metal-İş, Sosyal-İş, Nakliyat-İş, Emekli-Sen, Sine-Sen,Tümka-İş, SES Şişli ve Aksaray Şubeleri destekverdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İSG işçileri eylemde! İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı işçileri bir ay

kadar önce işten atma saldırısıyla karşılaşmışlardı.ISG Yer Hizmetleri AŞ’de çalışan sendika üyesi 217işçi, işten atılmalarının 32. gününde gerçekleştirdiklerieylemle sendikal örgütlenmeye yönelik baskılarıprotesto ettiler.

Sabiha Gökçen Havalimanı anakapısı önündetoplanan işçiler ve destekçi kurumların anakapıönünde basın açıklaması yapmasına kollukkuvvetlerince izin verilmedi. Geçiş yolununkapanmasını bahane eden polisin dayatması üzerineeylem kapıya 100 metre mesafede gerçekleştirildi.

“İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!”, “Direne direnekazanacağız!”, “İSG şaşırma sabrımızı taşırma!”,“Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarının atıldığıeylemde “Sendika hakkımız engellenemez!”, “İşimize,aşımıza dokunma” pankartları ve dövizleri taşındı.EMEP, AKA-DER, Herkese Sağlık Güvenli GelecekPlatformu (HSGGP), UİD-DER BostancıTemsilciliği’nin destek verdiği eyleme Sinter Metal

işçileri ve Esenyurt Belediye işçileri de katıldı. Eylemde konuşan Hava-İş Sendikası Genel

Başkanı Atilay Ayçin mücadelelerine sonvermeyeceklerini ve işçilerle birlikte kararlılıklayürüyeceklerini söyledi.

Eylemde HSGGP adına söz alan ÇetinDurukanoğlu 18 Ekim’de Kadıköy’degerçekleştirilecek mitinge çağrı yaptı.

Direnişçi Sinter işçileri ise Havalimanıçalışanlarının mücadelesini selamladıktan sonra kendimücadele süreçlerini anlattılar. Tüm Sinter işçilerininyanlarında olduğunu vurguladılar.

Esenyurt Belediyesi işçileri de konuşma yaparakBelediye Başkanı tarafından fiili saldırıya varanmüdahalelerle karşılaştıklarını anlattılar. HerÇarşamba yaptıkları eylemlere çağrı yaptılar.

Kızıl Bayrak / Kartal

Ücretlerini alamayan işçiler, inşaatıtahrip etti

Çorlu Gençlik ve Kültür Merkezi inşaatındaçalışan işçiler, ücretlerini alamayınca tepkileriniinşaattaki bazı eşyaları tahrip ederek gösterdiler.Kültür merkezi içindeki mimar ve mühendislerinkullandığı iki odalı bölümün kapı ve camlarını kıranişçiler, masa ve sandalyeleri de ateşe verdiler.

70 - 80 günden bu yana tek kuruş almadıklarını vezor durumda olduklarını belirten yaklaşık 20 işçi,müteahhit firmanın işi bir başka taşerona devrettiğini,tüm çabalarına rağmen muhattabiyet kuracak kimseyeulaşamadıklarını söylediler.

SES “geçiçi görevlendirmeyi”protesto etti

SES Ankara Şubesi, Dışkapı Yıldırım BeyazıtEğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan üyelerinedönük uygulamaları protesto etemek için hastaneönünde basın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada, SES üyelerine geçici görevlendirmeuygulamasının dayatıldığı, bunun da üyelere dönükbaskı ve sindirme politikası olduğu ifade edildi.

SES üyesi çalışanların, Sağlık Sen’e üyeolmamalarından kaynaklı bu tutum ile karşı kaşıyakaldıklarının söylendiği açıklamada, konu hakkındaBaşhekim Öner Odabaş ve İl Sağlık Müdürü MustafaAksoy ile yapılan görüşmelerin sonuçsuz kaldığıbelirtildi.

TTB Genel Sekreteri Eriş Bilaloğlu da yaptığı

İşçi ve emekçi eylemlerinden…

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

konuşma ile TTB’nin ağlık emekçilerinin yanındaolduğunu ifade etti.

AYÖP’ten Renta direnişine destek!Eskişehir’de 8 Eylül tarihinde Renta

Fabrikası’ndan çıkarılan BMİS üyesi işçilerin direnişisürüyor.

Eskişehir Ataması Yapılmayan ÖğretmenlerPlatformu 12 Ekim günü gerçekleştirdiği basınaçıklaması ile, direnişlerinin 20. gününde Rentaişçilerinin yanında olduklarını söyledi.

Direniş yerine yürüyüşle gelen AYÖP, fabrikaönünde basın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada, sendikalı oldukları için işten çıkarılanRenta işçilerinin sürdürdükleri direniş selamlandı.İşçilerin hükümetin uyguladığı neo-liberal politikalaryüzünden işsiz kaldığı söylenirken, hükümetinözelleştirmeleri de haklı kılmaya çalıştığı ifade edildi.Diğer yandan AKP’nin Renta’da olduğu gibi özelsektörde hak gaspına uğrayan işçileri görmezdengelindiğininin, umarsanmadığının söylendiğiaçıklamada, öğretmenlerin durumuna da vurgu yapıldı.

Sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin deözelleştirildiğinin ifade edildiği açıklamada,öğretmenlerin işsiz bırakıldığı söylendi. Açıklama şusözlerle sona erdi: “İşsiz öğretmenler olarak bizlerRenta’da direnen işçilerin direnişini selamlıyor ve herzaman destekçileri olduğumuzu buradan ilanediyoruz.”

Açıklamanın ardından çekilen halaylar sonrasındaziyaret sona erdi.

Belediye işçilerinin direnişi sürüyorEsenyurt Belediyesi’nde çalışırken 19 Ağustos

2009 tarihinde işten atılan ve belediye önündebaşlattıkları direnişlerini sürdüren Belediye-İşSendikası İstanbul 2 No’lu Şube üyesi işçiler herÇarşamba günü yaptıkları yürüyüşlerine 14 Ekim günüde devam ettiler.

Esenyurt Köyiçi Meydanı’nda toplanan işçilerburadan sloganlarla Esenyurt Belediyesi önüneyürüdüler. Tek sıra halinde yürüyen işçiler, yürüyüşboyunca attıkları coşkulu sloganlarla mücadelekararlılıklarını gösterdiler.

Direniştike işçilerden birinin, Esenyurt Belediyesiönünde okuduğu basın açıklamasında direniş sürecihakkında bilgi verildi. Direnişin son olarak işten atılanbelediye işçileriyle beraber, 16 işçiyle devam ettiğiifade edildi. Bakırköy 11. İş Mahkemesi’nde ilkdavanın görüldüğü, bir sonraki davanın da 16 Kasımtarihine ertelendiği belirtildi.

Çarşamba eylemlerinin Esenyurt’taki emekçilerebelediyenin haksız uygulamalarının anlatılması içinbir araç olduğunun söylendiği açıklamada, işsiz kalanbelediye işçilerinin kamuoyunda epey yer almışolmasına rağmen, belediye başkanının ve yönetiminindirenişe kulaklarını tıkadığı söylendi. İşçilerbelediyenin tutumunu teşhir etmektenvazgeçmeyeceklerini ifade ettiler.

Emek-İş Sendikası’ndan bir temsilcininkonuşmasının ardından basın açıklaması bitirildi.

Ardından direniş yerinde oturma eylemigerçekleştirildi.

Basın açıklaması ve eylem boyunca atılansloganlarla işçiler direniş kararlılıklarını dile getirdiler.Yürüyüş boyunca “Direne direne kazancağız!”,“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Sendika hakkımız engellenemez!”,“Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Yılgınlık yok direnişvar!”, “Sendika düşmanı başkan istemiyoruz!”sloganları atıldı.

Yaklaşık 50 kişinin katıldığı eyleme BDSP veEmek-İş Sendikası da destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Yargı emekçileri adalet istiyorBüro Emekçileri Sendikası (BES) Adana Şubesi

14 Ekim günü Adana Adliyesi önünde gerçekleştirdiğieylemle yargı emekçilerinin sorunlarını gündemetaşıdı.

Büro emekçileri adına basın açıklamasını okuyanBES Adana Şube Başkanı Sinan Tunç 2006 ve 2008yıllarında gerçekleştirdikleri Ankara yürüyüşleriyleyargı emekçilerinin sorunlarını dile getirdiklerinisöyledi ve bu yıl yapılacak olan Kurum İdari Kurulutoplantılarındaki ana taleplerini sıraladı.

Büro Emekçileri Sendikası Adana Şubesipankartının açıldığı eylemde “Yargıda adaletistiyoruz!”, “Toplu sözleşme hakkımız grevsilahımız!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Eködeme hakkımız gasp edilemez!” sloganları atıldı.Eyleme yaklaşık 30 kişi katıldı.

Diğer yandan, BES Genel Merkezi yargıemekçilerinin haklı taleplerini görmezden gelenAdalet Bakanlığı yetkilileri hakkında AnkaraCumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Kızıl Bayrak / Adana

Kent AŞ işçisinin direniş kararlılığıİzmir Karşıyaka Belediyesi’nde 30 Nisan 2009 tarihinde “daralma” gerekçesiyle işten atılan ve şimdiye

kadar gerçekleştirdikleri eylemler ve Karşıyaka Şantiyesi önünde sürdürdükleri direnişleriyle işlerine geridönme mücadelesi veren Genel-İş Sendikası üyesi Kent AŞ işçilerinin 16 Eylül 2009 tarihinde İzmir’denAnkara’ya başlattıkları yürüyüşleri devam ediyor.

İzmir-Ankara arasındaki 600 kilometrelik mesafeyi yaya olarak kateden 65 belediye işçisi ve 5 sendikayöneticisi işe geri dönme talebinin yanısıra belediyelerde taşeronlaştırmaya karşı da yürüyorlar.

Yürüyüşlerine başladıkları ilk günden beri kararlılıklarını koruyan işçiler çeşitli engellere ve zorluklararağmen yürüyüşlerini sürdürdüler.

Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Erol Ekici, Genel Sekreter Kani Beko, Eğitim Daire Başkanı HüseyinÇalışkan ve Örgütlenme Daire Başkanı Remzi Çalışkan’ın da yer aldığı yürüyüşün son durağı olan Ankara’yayaklaşılırken direnişçi işçilere destek de büyüyor.

Direnişçi işçileri destek veren SES Ankara Şubesi ve Dev Sağlık-İş Sendikası’nın yanısıra dünya çapındakamu sektöründe çalışan yaklaşık 20 milyon emekçiyi temsil eden PSI, Kent AŞ işçilerini ziyaret etti.

PSI (Uluslararası Kamusal Hizmetler Sendikası) Genel Sekreter Yardımcısı ve Avrupa Bölge SekreteriJürgen Buxbaum, Polatlı’da işçilerle beraber yürüdü.

Öğle saatlerinde Polatlı Karaboğaz mevkisinde, Kartal Tepe eteklerinde konaklayan İzmirli işçiler veDİSK Yönetim Kurulu üyeleri burada bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün konuşmasında, Kent AŞ işçilerinin mücadelesine ve kararlılığınavurgu yaptı.

Yürüyüşün 28. gününde Ankara Polatlı’da konaklayan işçileri KESK Genel Merkez yöneticileri ziyaretetti. Ziyarette konuşma yapan Sami Evren, sınıf hareketi için böylesi kararlılıkla yapılan eylemlerin öneminedeğindi. Ayrıca, Birleşik Metal-İş Sendikası Anadolu Şube’de örgütlü Başöz enerji işçileri de pankartlarıylaziyarette bulunarak Kent AŞ işçilerinin mücadelesine destek oldular.

Kent AŞ işçileri 17 Ekim günü Ankara’da miting gerçekleştirecekler.

Süleyman Çelebi’den açıklama5 Ekim günü DİSK’in İstanbul Şişli’deki Genel Merkez binasında silahlı saldırıya uğrayan DİSK Genel

Başkanı Süleyman Çelebi, uğradığı saldırı ile ilgili basın açıklaması yaptı. Çelebi, saldırının ardından hakkında çıkan iddiaları yanıtladı. Çelebi, silahlı saldırıyı gerçekleştiren ve şu anda tutuklu bulunan Rıza Tunçbilek isimli kişiyle iddia

edilenin aksine hiçbir ticari ilişkisi olmadığını, Tunçbilek’in ifadelerine dayandırılarak yapılan haberleringerçek dışı olduğunu belirtti.

Rıza Tunçbilek’in bundan 2,5 ay kendisini ziyarete gelerek “Bana 2,5 trilyon borcun var” dediğini aktaranDİSK Başkanı, “herhalde şaka yapıyor” diye düşündüğünü ve görüşmede Rıza Tunçbilek’in ekonomikdurumunun kötü olduğunu, büyük sıkıntı yaşadığını, yaşadığı sorunların psikolojik durumunu da olumsuzetkilediğini hissettiğini söyledi.

Tunçbilek’in, silahlı saldırıyı psikolojik bir travma içerisinde kişisel olarak veya bu durumu bilen birileritarafından yönlendirilerek yapmış olabileceğini belirten Çelebi, bu olayın DİSK’i ve şahsını yıpratmayayönelik bir komplo olduğu yönündeki endişesinin ağır bastığı konusunda da görüş bildirdi.

Sendika üyeleri, DİSK Başkanı’na “Katiller halka hesap verecek!”, “İnadına sendika inadına DİSK!”sloganlarıyla destek verdi.

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Küçükçekmece İşçi Platformu, işçilerinsınıf bilincini güçlendirmek, onlara sınıfmücadelesi tarihini anlatmak, deneyimleripaylaşmak ve buradan doğru sınıfınörgütlülüğünü güçlendirmek amacıyla İşçiEğitimi Seminerleri planladı. Seminerler 3haftaya yayılacak şekilde ve 3 bölümüzerinden planlandı.

Seminerlerin ilki 11 Ekim günü Sefaköyİşçi Kültür Evi’nde Tez Koop-İş SendikasıEğitim Danışması Volkan Yaraşır’ınsunumuyla gerçekleşti. “Sınıf bilinci vekimliği” başlıklı seminer Volkan Yaraşır’ınKomünist Manifesto’dan alıntı yaptığı şusözlerle başladı, “Şimdiye kadarki bütüntoplumların tarihi, sınıf savaşımlarıtarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ilepleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, teksözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle süreklikarşı karşıya gelmişler, kesintisiz, kimizaman üstü örtülü, kimi zaman açık birsavaş, her keresinde ya toplumun tümüyledevrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya daçatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıylasonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir.”

Yaraşır, sınıflar mücadelesinin tarihselbir birikim olduğunu ifade ettikten sonra“manifesto bu birikimin bir sonucudur” dedi.

Sınıf kimliği oluşturabilmenin yolununsınıfın kendi ideolojisini oluşturmasındangeçtiğini dile getiren Yaraşır, burjuvazininfeodalizme karşı benzer şekilde hareketettiğini söyledi. Kiliseye karşı üniversiteleri,İncil’e karşı ansiklopedileri, rahiplere karşıprofesörleri ortaya çıkardığını ifade etti.Burjuvazinin tüm bunları feodalizminbağrında yaptığını dile getiren Yaraşır,burjuva devrimlerinin ardından girilen yenisınıfsal çelişkilerin ortaya çıktığını,kapitalist burjuva toplumun çelişkileriniçözecek sınıfın ise işçi sınıfı olduğunusöyledi. İşçi sınıfının kendi ideolojisinioluşturma sürecinin burjuvazinin izlediği yolgibi olmadığını belirten Yaraşır, “Çünkü buzamana kadar ki tüm devrimlerde bir azınlıksınıfa karşı başka bir azınlık sınıf devrimyapmıştır. Ancak işçi sınıfının çelişkileri,çözeceği devrim toplumun ezilençoğunluğunu ezen azınlığa karşı devrimidir.Bu devrimin asıl amacı ise sınıfları vesınırları ortadan kaldırmaktır. Sınıfın bumücadele sürecinde kendi iedeolojisinioluşturma süreci partisi aracılığıyla olur.Partisi bu süreçte en iyi öğreten veöğrenendir. Burada temel sorun şudur.Monifetoda ifade edildiği gibi sınıfınkurtuluşu kendi bilinçli eylemiyle olur. Asılcevaplamamız gereken soru şudur. Sınıfınbilincini ve kimliğini nasıl inşa edeceğiz?Burada temel olarak dikkat edilmesi gerekenşey parti ve taban iradesinin diyalektikbirliğini kurmaktır. Bunu yapabilen tarihselen yi örnek ise Bolşevik devrimdir” dedi.

Bu diyalektiğin iyi kurulamadığıdurumlarda Almanya’da olduğu gibi güçlütaban iradelerinin yenilmiş olacağını ifadeeden Yaraşır, sınıf bilincini ve kimliğinioluşturma mücadelesi içerisinde işçisınıfının bir dizi engelle mücadele etmekzorunda olduğunu söyledi.

Proletaryanın kapitalizm sınırları

içerisinde sınıf bilincine sahip olamayacağınıifade eden Yaraşır, burjuvazinin bu süreçte işçisınıfında sahte bir bilinç oluşturmaya çalıştığınıdile getirdi.

Yaraşır sunumunda şunları söyledi,“İşçilerin görevi çalışmak ve 4-5 yılda bir oykullanmaktır. Bu sahte bilinç işçilerişeyleştirmiştir, metalaştırmıştır. Bu sahte bilincikırabilirsek ancak başarılı olabiliriz. Bu daancak politik mücadeleyle olur. Bunu dayapacak en temel güç işçi sınıfının ortak aklı vebeyni olan partisidir. Her işçide potansiyelolarak bir sınıf bilinci vardır. Fakat sınıfınnesneleşme ve ötekileşme sürecinde bu dışarıçıkmaz. Bizim amacımız sınıfın kendi kendininkurtuluşunu yaratmaktır. Bunun için kimlik vebilinç sorununu çözmeliyiz. Bunun çözülebildiğidurumlarda işçi eyleme geçer, işçi örgütlenir.İşte o zaman sınıf kendi kurtuluşunu kendi elinealmaya başlar. Böylece sınıfın devrimcikimyasını açığa çıkarabiliriz. Bu yüzden işçilerkendilerindeki kimlik oluşturma süreçlerindeburjuva sınıfın siyaset mantığını bilmelidir.Bizlere sunulan hiçbir şey göründüğü gibideğildir. Her olayın ve olgunun bir arka planıvardır. Bizler her olaya ve olguya işçi olmak üstkimliğiyle bakmalıyız. Dini, mezhebi vb.ayrımlar bizim alt kimliklerimizdir. Eğerolaylara bu alt kimlikler penceresindenbakarsak yapay ayrımlar ve ayrışmalarmeydana gelir. Bizlerin aynı zamanda bir ülkeside yoktur. İşçiler enternasyonal bir yapıyasahiptir. İşçiler bu bakışla hareket etmelidir.

2008 kriz süreciyle birlikte sınıfmücadeleleri tarihi yeni bir sürece girmiştir.İşçi sınıfı arasındaki yapay ayrımlarsilikleşmekte yeni ve militan bir sınıf hareketisürecine girmiş bulunuyoruz. Bu sürecisınırların kalmadığı bir dünyaya evriltmekiçinse buralarda bulunan siz işçilere önemligörevler düşmektedir. Sürekli okumalı,kendimizi geliştirmeli ve her türlü olanaklamücadele yolunu seçmeliyiz.”

30 işçinin katıldığı seminer, Kasım ve Aralıkaylarında gerçekleştirilecek toplantılarla devamedecek.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Entes direnişi sürüyor...14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Entes’te direnişgüncesinden...

146. gün…Bugün İMF karşıtı eylemlerin yapılacağı ilk gündü.

Kararlaştırdığımız gibi Taksim Meydanı’ndaydık. Birçok kurumkatılmıştı ve aynı 1 Mayıs’ta olduğu gibi bir görüntü vardı. (...)İstiklal’in ara sokaklarında çatışmalara katıldık. Tazyikli su ve bibergazıyla karşılaştık. Akşam saatlerine doğru eylemi sonlandırdık.

147. gün…Dün olduğu gibi bugün de kitlenin öfkesi sokaklardaydı.

Kararlaştırdığımız gibi Pangaltı’ya doğru yol aldık. Fakateylemcilerin toplanmasına dahi izin vermeyen polisin küçük küçükgruplar halinde duran göstericileri gözaltına almaya başladığıhaberini aldık. Ana caddenin arkasında toplanan grubun olduğu yeregittik. Polis barikatıyla karşılaştık. Barikata yüklendikten sonraüzerimize gazlı su sıkarak dağıtmaya çalıştılar. Birçok kişiyaralandı. Birçok kişi de gözaltına alındı. (...)

148. gün…Bugün Entes’te, çay paydosuna kadar kalabildim. Paydosta

işçileri karşıladıktan sonra yola çıktım ve Taksim Hilton Oteli’ninönünde yapılan basın açıklamasına katıldım.

149. gün…Neta’da 13 yıldır çalışan bir mühendis yanıma gelerek kendisine

psikolojik baskı uygulandığını bu yüzden istifa edeceğini söyledi.Ayrıca bütün gün boyunca Neta’ya iş başvurusunda bulunanlaroldu. Bu arada Neta, Entes’in kardeş firması ve ortakları aynıdır.(...)

Çevre fabrikalarda çalışan işçiler ziyaretime geldiler.

150. gün…Hrant Dink’in bir türlü sonuçlanamayan mahkemesi için

Taksim’de meşalelerle yapılan yürüyüşe katıldım. 2 yıl 9 aydırsüren mahkemenin 12 Ekim’de duruşması görülecek. Duruşmaöncesi yürüyüşe katılan kitle asıl sorumluların halayargılanmamasına karşı öfkelerini dile getirdi. (...)

153. gün…Daha önce Neta’da çalışan, işten çıkarılan ve iş aramak için

OSB’ye gelen bir kadın direniş yerine gelerek Entes’i takip ettiğini,tek başıma olmama rağmen bu direnişin oldukça etki yarattığınısöyledi. Yanımızda biraz soluklandıktan sonra tekrar iş aramayakoyuldu.

Eski deri işçisi direnişin yanından geçerken sendikal mücadeledeneyimini hatırlayarak elinde bir paket küp şekerle yanımıza geldi.“Sizi böyle görünce çok duygulandım ve eli boş gelmek istemedim”dedi.

Eski Netaş grevcisi Taner Ağabey de beni ziyaret edenlerarasındaydı.

Ardından Direniş Platformu’nun toplantısına katıldım. (...)

154. gün…Hayat Su çalışanı bir işçi yanıma geldi ve kısa bir sohbet

gerçekleştirdik. Direnişlere yabancı olduğunu ama yine de duyarsızkalmadığını söyledi. Biraz çalışma koşullarından bahseden işçidirenişe destekte bulunarak yanımdan ayrıldı.

Neta’da yeni stajyerliğe başlayan 6-7 öğrenci yemekpaydosunda ziyaretime geldi. Neden çıkarıldığımı ve amacımın neolduğunu sordular. Direnişin yanında olduklarını belirttiler.

Gürsaş işçisi eşiyle beraber yanıma gelerek ziyarette bulundu.110 gün kapı önünde direnen ve açtıkları davayı kazandıklarınısöyleyen Gürsaş işçisinin sevinci yüzünden okunuyordu. “Belliolmaz ama belki işe geri alınabiliriz” diyordu. Umarım dediği gibiişe geri alınır. Yanımızdan ayrılırken 1 Mayıs marşını son sesledinletmeyi de ihmal etmedi.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Küçükçekmece’de işçisemineri

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

İşten çıkarmalara hayır! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Birleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’luŞube’de örgütlenen ve geçtiğimiz aylarda Toplu İşSözleşmesi imzalanan Güven Elektrik’te işten atmasaldırısı yaşandı. “Yaşanan kriz” ve “bölümünmaliyeti arttırması” gerekçe gösterilerek geçtiğimizhaftalarda motor bölümünden 18 işçinin işine sonverildi.

İşten atma saldırısının TİS’lerin hemen ardındangerçekleşmiş olması Güven Elektrik patronununniyetini de açıklıkla ortaya koymaktadır. GüvenElektrik patronu işten çıkartma saldırısıyla birliktesendikal örgütlülüğü tasfiye etmeyi ve buna paralelolarak sendikayı etkisiz, iradesiz bir tabela örgütühaline dönüştürebilmeyi hedeflemektedir.

Buradan da anlaşılacağı gibi asalak patronlarınsendikal örgütlenmeyi kırmak adına sıklıklabaşvurdukları yöntemleri şimdi de Güven Elektrikpatronu uygulamaktadır. Sendikal örgütlenmeninengellenemediği bir yerde yetki kabul edilip TİSimzalanmakta ama hemen sonrasında çeşitligerekçelerle işten çıkartmalara gidilmekte, bölümlerkapatılmakta, işler fasona devredilmekte ya da bunabenzer yöntemler devreye sokulmaktadır. Böyleceörgütlenmenin zayıflatılması ve tasfiye edilmesizamana yayılarak gerçekleştirilmiş olmaktadır.

Elbette bu taktiklerin başarıya ulaşıp ulaşmamasıher şeyden önce patronların karşılarında nasıl birsendikal anlayış bulduklarına göre değişmektedir.Kendilerince örgütlülüğü dağıtmak adına en ufak birzemin yakaladıklarında hiç çekinmeden bu planlarıdevreye sokmaktadırlar. Bir yerde patronlar içinböylesi yollar daha makul olmaktadır. Zira yaşanansaldırılar karşısında işçilerin ikna edilmesi,tepkilerinin dindirilmesi artık patronların “sorunu”olmaktan çok sendika yöneticilerinin “görevi” halinegelmektedir.

Nitekim son işten atılmalarla birlikte GüvenElektrik’teki örgütlenme süreci de zihinlerde buihtimali daha çok kuvvetlendirmektedir. En azındanGüven Elektrik patronunun BMİS yönetimi şahsındabu imkânı bulabildiği görülmektedir. Şimdi ise tümbunlara ek olarak, fabrikada yeni işten çıkarmalarınyaşanabileceği ve motor bölümünün kapanabileceğisöylentileri dolaşmaktadır.

Öte yandan sendika yönetiminin yaşanan çıkışlaradair yaptığı açıklamada; böyle bir saldırıyı dahaöncesinden de bekledikleri, 40 kişilik bir liste varken“verilen mücadele” ile sayının 18’e düşürüldüğü,bunlardan 3’ün ise kendi isteğiyle çıkanlardanoluştuğu belirtilmektedir.

Böylece sendika yönetimi var olan durumukaçınılmaz, hatta sayının 18’e düşürülmesini bir“başarı” olarak sunarak aslında yukarıda ifade etmişolduğumuz görüşlerde ne derece haklı olduğumuzuortaya koymaktadır. Çünkü tekrar etmek pahasınasöylemek gerekir ki, bu saldırı sendikal örgütlülüğüzayıflatmayı ve tasfiyeyi hedefleyen bilinçli bir planınparçasıdır. Ve sendikal örgütlenmenin hemen ardındangelişen bu süreçte işçilere “sendikalı olsanız da iplerbenim elimde” mesajını vermek isteyen patronun budoğrultuda önemli bir kazanımı olacağı çok açıktır.

En ufak bir direnişe bile konu edilmeyen böylesisaldırıların işçilerin zihninde yaratacağı ilk soruların -

başında “sendikalı olduk da ne değişti” ya da“sendikalıyız ama iş güvencemiz nerede?” geleceğiçok açıktır. Bu soruların da sendikaya ve sendikalörgütlülüğe olan güveni oldukça zayıflatacağıortadadır.

Tüm bunlar BMİS yöneticilerinin bilemeyeceğigerçekler değildir. Ama çözüm bu gerçeklere uygunbir sınıf sendikacılığının hayata geçirilmesindeyatmaktadır. Oysa ki bugün “sınıf sendikacılığı”nıuyguladıklarını iddia eden BMİS yöneticileri bile“işçiler mücadele etmedikçe, direnmedikçe sendikacıolarak ben ne yapabilirim” sözlerini çok rahatındantelaffuz edebilmektedirler. “Sınıf sendikacılığı”vasfına ulaşabilmek genel olarak işçilerin hareketegeçtiği ve mücadelelerini arttırdığı dönemlerde“yöneticilik” yapmaktan değil, tam da mücadelenindurgun olduğu ve süreçlerin sancılı geçtiğidönemlerde hareketin ihtiyacı olan “önderlik”misyonunu karşılayabilmekten geçmektedir.

Bunun yolu ise tek işçiden de gelse “direnelim”talebine hayat vermekten, bu mücadeleyi diğer işçi

bölüklerini de harekete geçirip birleştirmenin bir aracıolarak görmekten geçmektedir. Dahası, hiçbir işçidenbu talep gelmese bile onları bu yönde ikna etmeyeçalışmaktan geçmektedir. Ama sırf fabrikadasendikanın ‘tabelasının’ korunması adına patronlagerilim yaşamaktan kaçınılmakta, 40 yerine 18 işçininçıkarılması bir “başarı” olarak görülebilmektedir.Bunun adı ise sınıf sendikacılığı değil enkestirmesinden uzlaşmacı sendikacılıktır.

Asalak patronların bu uzlaşmacılığı gördüğü heryerde daha azgın bir şekilde saldıracağı ortadadır.Nitekim Güven Elektrik’te de patronun saldırılarınınboyutunu sistemli bir şekilde arttırdığı görülmektedir.Bu saldırılara gerekli yanıt verilmediği sürece GüvenElektrik işçilerinin sendikalarına daha sıkısarılmalarını sağlayacak olan sınıf bilinci deoluşturulamayacaktır. Bu tablo etkin bir devrimcimüdahale ile aşılamadığı sürece Güven Elektrikkazanımı kaybedilme riskini sürekli muhafazaedecektir.

Küçükçekmece İşçi Platformu

Güven Elektrik’te işten çıkartma saldırısı yaşanıyor

“Mücadeleyle kazanılan haklar yinemücadeleyle savunulur!”

Gebze’de yıkımlara karşı toplantı Kentsel Dönüşüm Projesi’yle yıkım kararı alınan Gebze Cumhuriyet ve Adem Yavuz Mahallesi

emekçileri, yıkımlara karşı bir yaptıkları bir dizi eylemle biliniyor. Yıkımlara karşı oluşturulan Gebze Adem Yavuz ve Cumhuriyet Mahallesi Yaşatma Derneği’nin açılışı 11

Ekim Pazar günü yapıldı. Açılışta konuşan dernek yöneticileri, kentsel dönüşümle beraber neyin amaçlandığına ve projenin kimleri

hedef aldığına dair konuşmalar yaptılar. Ardından söz alan Gençlik Kolları temsilcisi, gençliğin örgütlenmesinin hayati öneminden bahsederken

konuşmasında “Bizler geleceğimizi, ekmeğimizi ve evimizi onlara teslim etmemeliyiz. Geleceğimizi,bugünümüzü karartanlar yarınımızı aydınlatamazlar” ifadelerine yer verdi.

Yine, yıkımlara karşı oluşturulan kadın komisyonu adına yapılan konuşmada da “Bizler işçiyiz, köylüyüz,emekçiyiz ezilen ve sömürüleniz, biz burjuva olamayız. Eğer biz yıkımlara karşı evimizi savunamazsaksermayenin bekçiliğini yapmış oluruz. Onun için örgütlenmeli ve karşı çıkmalıyız” dedi.

Ardından Başıbüyük ve Dikmen Vadisi avukatları hukuki sürece dair bilgi verdiler. Etkinlik müzikdinletisiyle son buldu. Etkinliğe yaklaşık 200 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

EKİM’den, Parti’den...

CMYK

İsimlendirilmesi artık resmen böyle yapılmasada gündemde yeniden bir “Kürt açılımı” var,tartışma ve girişim olarak. Tartışma tümkesimlerde yapılıyor ve girişim, bu kez bir devletpolitikası olarak, hükümet üzerinden gündemegeliyor.

Aylardır tartışılmasına rağmen açılımın içeriğiüzerine herhangi bir açıklık yok halen. Amaaçılımı gündeme getirenlerin döne dönesıraladıkları olmazlardan nelerin olabileceğini,daha doğrusu olabileceklerin sınırlarını anlamaktafazlaca bir güçlük de yok. Son olarak Meclis açılışkonuşmasında Cumhurbaşkanı’nın (ki “tarihifırsat” nitelemesiyle yeni açılımı aylar öncesindenilk kez o müjdelemişti) ortaya koyduğu çerçeve,yapılmak istenenin sınırları konusunda yeterliaçıklığı sunmaktadır. Tek millet, tek devlet, tekbayrak ve tek resmi dil temelinde, “farklılıklarızenginlik olarak kucaklamak ve yönetmek” olaraközetlenebilecek bir çerçeve bu. Devletin başıolarak Cumhurbaşkanı, aynı konuşmasında, bunu“milli birliği” güçlendirmenin zorunlu gereğiolarak da ortaya koymakta, açılımın bunuhedeflediğini vurgulamaktadır. Bu, hükümetinaçılıma getirdiği en son tanım (“Milli BirlikProjesi”) ile çakışmakta ve böylece devletkatındaki ortak amacı dile getirmektedir.

Açılımın sınırlarına ilişkin olarak oluşanaçıklığın özü özeti, Kürtler’in bir ulus olarakvarlığının ve bundan doğan siyasal haklarınınreddi ve inkarıdır. Bu, geleneksel çizginin özündekorunması ama bir biçimde reforme edilmeyeçalışılmasıdır. Bununla mantıksal bir uyumçerçevesinde, hükümet açılım için Kürtcephesinden resmen ve açıktan herhangi birmuhatap kabul etmemektedir. Bu elbette Kürthareketinin hesaba katılmadığı anlamına gelmiyor.Ama hükümet, açılımı devlet yapmaktadır, Kürthareketine düşense buna kolaylık sağlamaktırhavasında ve hesabında. Kürt hareketinin bugünkügücü ve beklentileri düşünüldüğünde buolmayacak duaya amin demekle aynı şeydir vehalen açılımın en büyük handikabınıoluşturmaktadır.

Açılım konusunda başlangıçta bir hayliumutlanan Kürt hareketi ise, gelinen yerde,gündemde olanın açılım değil fakat tasfiyeolduğunu söylüyor. Evet, tam da öyle. Ama yinede burada bir çelişki yok; zira açılımın resmiağızlarca dile getirilen amacı da zaten esasıyönünden bu. Açılım Kürt sorununu çözmeksöylemiyle fakat gerçekte bugünkü biçimiyle Kürthareketini bir sorun alanı olmaktan çıkarmak,silahlı Kürt direnişini tasfiye etmek üzereyapılmak isteniyor. Kürt hareketi açılımınçerçevesiyle uyuma girerse bunu barışçı biçimde,kendi çözüm çerçevesinde ısrar ederse bunu başkabiçimlerde yapmak istediklerini gizliyor değiller.Aynı hesap açılımın her iki durumda da devletinişini kolaylaştıracağı inancına dayanıyor. Devletkatındaki mutabakatın gerisinde temelde bu var.

Bu durumda tutarsızlığı Kürt hareketinin kendikonumunda ve beklentilerinde aramak gerekir.Kürt hareketi devrime dayalı programını çoktanbir yana bırakmıştır. Düzenle barışmaya vebütünleşmeye dayalı bir strateji izlemektedir veyürüttüğü mücadelenin bunun önünü açacağınainanmaktadır. Ama tutarsızlığı, bir yandan düzenlebarışma çizgisi izlerken, öte yandan gerçekteancak o aynı düzenin aşılması ile elde edilebilecekbir ulusal istemler bütünüyle hareket etmesindedir.Bu halen Kürt hareketinin akıl almaz çelişkisidir.Devrimle elde edilebilir olanı kurulu düzenlepazarlıkların ürünü anayasal reformlarla eldeedebileceğini sanmak, ham hayallerleoyalanmaktır.

Kürt hareketi tutarlı olmak istiyorsa iki şeydenbirini seçmek zorundadır. Ya ulusal eşitliğe dayalısiyasal istemlerden vazgeçmeli, ya da bunun gericiburjuva düzeni ile pazarlıklarla, dolayısıylaanayasal reformlarla elde edilebileceği hayalinden.İkisinden de vazgeçmemek, bir çıkmaza saplanıpkalmakla aynı anlama gelmektedir.

Aynı kaba tutarsızlık kuyrukçu solun tümündevardır. Onların ortak sloganı “demokratik, adil veonurlu bir barış!”tır. Ama bu çevreler, ilkin bununsiyasal kapsamını tüm açıklığı ile ortaya koymakve sonra da bunun kurulu burjuva düzeni sınırlarıiçinde ve anayasal reformlar yoluyla nasıl olanaklıolabileceğini izah etmek sorumluluğu ileyüzyüzedirler. Tümü de hala marksist geçindiğinegöre, bunu Marksizmin ulusal sorun teorisi veprogramıyla bağdaştırarak yapmak gibi biryükümlülük de var önlerinde. Devrimci olmakiddiasını sürdürüp de ulusal sorunda anayasalreform çizgisinin ardından sürüklenmek, tüm kişi,grup ve partileriyle kuyrukçu sol çevrelerin ortakçelişkisi ve yapısal tutarsızlığıdır.

Bu kısa değinmeleri bir yana bırakarak, devletaçılımının tam da bu dönemde gerçekte hangiihtiyacın ürünü olarak gündeme geldiği sorununageçmek istiyoruz.

Amerikan emperyalizmine bağımlılık, tümkesimleriyle Türk burjuvazisinin, tümkurumlarıyla Türk devletinin ve tüm partileriyleTürk burjuva siyasetinin tarihsel ortak paydasıdır.II. Emperyalist Dünya Savaşı’nı izleyen bütün birtarihi dönem boyunca bu böyle olagelmiştir vedünyadaki hegemonik güç ilişkilerinde köklü birdeğişim ortaya çıkmadığı sürece de böyle olmayadevam edecektir.

Kapitalist dünyanın hegemon emperyalistgücüne “milli mutabakat”a dayalı bu bağımlılık,Türk burjuvazisi için kendi sınıf egemenliğinisağlama almanın temel önemde bir dış güvencesiidi. Karşılığında ise ABD’nin başında bulunduğuemperyalist dünya kampı hesabına bölgejandarmalığı görevi üstleniliyor, bunun bir gereğiolarak da Türkiye toprakları bölge halklarına karşıemperyalizmin tehdit, saldırı ve savaş üssü halinegetiriliyordu.

20. yüzyılın son on yılına girilirken, bu rol

Devletin Kürt açılımı16 H Kızıl Bayrak HSayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

EKİM’den, Parti’den... Sayı: 2009/39 H 9 Ekim 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

üstlenmede belirli bir değişikliğe yol açan iki önemligelişme üstüste bindi. Bunlardan ilki, onyılları bulanbir gelişme sürecinin ardından Türk burjuvazisininartık önemli bir sermaye birikimi düzeyine ulaşmasıve böylece dış piyasalara açılacak güce kavuşmasıoldu. 12 Eylül faşist darbesi ile düzlenen zemindekuralsız ve sınırsız bir sömürü dönemi olarak yaşanan‘80’li yıllar bu açıdan bir dönüm noktası oluşturdu.İkinci önemli gelişme ise Doğu Bloku’nun çökmesi veSovyetler Birliği’nin dağılması idi. Savaşı izleyendönemin dünyasında oturmuş tüm dengeleri köktendeğiştiren bu olay, Türkiye’yi çevreleyen bölgelerdebüyük bir istikrarsızlıkla birlikte önemli bir boşlukyarattı.

Bu iki gelişme bir arada, Türk burjuvazisininyayılmacı heveslerini körükleyerek onu bölgesel birgüç olarak sivrilme arayışlarına itti. ‘90’lı ilk yıllarınresmi politika sahnesindeki “Adriyatik’ten Çin seddineTürklük dünyası” söylemleri, burjuva düşüncedünyasındaki II. Cumhuriyetçilik ve Yeni-osmanlıcılıktartışmaları, bunun yansımaları oldular. Turgut Özal,özellikle de son döneminde, Türk burjuvazisinin buyeni heves ve eğilimlerinin siyasal temsilcisi, birbakıma simgesi oldu.

Fakat başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye’yiçevreleyen bölgeler, aynı zamanda dünya ölçüsündekiemperyalist nüfuz mücadelesinin en stratejik alanlarıidiler. Böyle olunca, ulaşmış bulunduğu yeni güçdüzeyine rağmen, Türk burjuvazisi bu mücadeledeancak taşeron olarak önemli bir rol üstlenebilirdi.Nitekim dayanaktan yoksun propaganda söylemlerininötesinde bu konuda yeterince gerçekçi davranıldı vesözkonusu rol, dünyanın yeni güç dengeleri içindeABD ve İsrail hesabına üstlenildi. Bu yıllarda İsrail ileilişkilerin sayısız açık-gizli anlaşmalar ile en ileridüzeye çıkarılması, ABD de içinde olmak üzere üçlübir siyasal-askeri mihver olarak kurumlaştırılması,bunun ifadesi oldu. Türk burjuvazisi, ABD hesabına,Yugoslavya’nın parçalanmasında, Afganistan veIrak’ın işgalinde, Kafkasya ve İç Asya üzerindenRusya’nın kuşatılmasında, önemli politik-askeri rollerüstlendi.

Bununla birlikte, yarım yüzyılı aşan bir tarihseltemele oturan ve birçok bakımdan pürüzsüz olan builişkilerde, yine de belli sorunlar yok değildi. Vebunlar, zaman zaman ilişkilerde bunalım olaraktanımlanabilecek sonuçlara yolaçabilecek denli önemde kazanabiliyordu. Genellikle çok geçmeden aşılsada, ilişkilerde bunalım doğuran handikaplar, Türkburjuvazisinin ABD emperyalizmi ile her bakımdanuyumlu bir bölge politikası izlemesini, böylecebölgesel düzeyde önemli bir güç olarak öne çıkmasını,yine de zora sokuyordu.

İşbirlikçi büyük burjuvazinin hemen tüm kesimleri,özellikle iç politik yaşamın belli sorunları üzerindenfarklı eğilimler taşıyor olsalar da, dış politik yaşamınbu önemli handikaplarının aşılmasında, zaman içindegüçlenen bir mutabakat içinde oldular.

Böylece son zamanlarda gürültüsü ölçüsündeyankısı da büyük olan Kürt ve Ermeni açılımlarınıngerçek arka planına gelmiş oluyoruz.

ABD’ye bağlılık, sadakat ve hizmette

kusursuzluğunu tarihsel olarak kanıtlamış Türkburjuvazisinin, buna rağmen çıkarlarının gerektirdiğibelli durumlarda ona ters düşebildiği belli sorunlar daolmuştur, yukarıdaki kısa özetle bunu dile getirmeyeçalıştık. Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve Ermeni sorunu,bunun başlıca üç alanı olageldiler ve Türk dışpolitikasının belli sınırlar içinde de kalsa ABD’denfarklılaşabildiği nadir sorunlar alanını oluşturdular.Öteki ikisini bir yana bırakarak “açılım”tartışmalarının asıl alanı olan Kürt sorununda bufarklılaşmanın ne anlama geldiğine bakalım.

Türkiye, tarihsel olarak dört parçaya bölünmüşKürdistan’ın, toprak ve nüfus olarak en büyük parçasıüzerinde egemen olan devletlerden biridir. Ötekilerlekıyaslandığında Kürt sorununda en katı ve inkarcıdavranış çizgisini de o temsil edegelmiştir.

II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın hemen ardındanTürkiye ile yakın ilişkilere giren ve onun tüm iç ve dışpolitikası üzerinde belirleyici etkilerde bulunabilenABD emperyalizmi, “son Kürt isyanı” toplumsal birgüç boyutları kazanana kadar bu katı inkarcıegemenliğe herhangi bir itiraz yöneltmek bir yana, bualanda Türk burjuvazisine onyıllar boyunca tam destekvermiştir. Genel toplumsal uyanışla birlikte Kürtulusal uyanışının da gaddarca ezilmesi anlamına gelen12 Mart ve 12 Eylül faşist askeri darbelerininardındaki gerçek gücün ABD olduğunu hatırlatmakbile kendi başına bu konuda yeterli bir fikir verebilir.

Bu tarihsel destek PKK’nin önderlik ettiği yeniKürt isyanına karşı da aynı biçimde devam etti. ABDpayına olduğu kadar İsrail payına da... Ortadoğuhalklarına karşı kurulan üçlü saldırgan politik-askerimihverin bu hakim ikilisi, “terör” olarak damgalananmodern Kürt ulusal uyanışının bir kez dahaezilebilmesi için Türk devletini her yolla desteklediler.Ve sonuçta bunu, Abdullah Öcalan’ın tutsak edilipTürk devletine teslim edilmesiyle taçlandırdılar.Böylece bu desteğin ulaşabileceği boyutları tümaçıklığı ile göstermiş oldular.

Bütün bunlar, ABD ve İsrail ile Kürt sorunuüzerinden yaşanan sorunların Türkiye’deki Kürtsorunuyla bir ilgisi olmadığını ortaya koymaktadır.İlişkilerde pürüzlere yol açan Türkiye’deki Kürtsorunu değil, fakat Kürt sorununun bölgesel niteliğiidi. Gerek ABD ve gerekse İsrail için, İran, Irak veSuriye’deki Kürt sorunu, kendileriyle sorunlu bu ülkerejimlerini zayıflatmanın bir önemli olanağı idi ve buyeni bir tutum da değildi. Örneğin ABD ve İsrail ikilisi‘70’li yıllarda İran Şahı kanalıyla bu politikayı Irak’akarşı izlemişlerdi. İsrail’in 1982 yılına ait gizli birstratejik belgesinde, Irak’ın, tam da bugün olduğu gibi,Şii, Arap ve Kürt bölgeleri olarak üçe bölünmesihedefi, bu politikanın bir başka önemli örneği olarakanılabilir burada.

Türk devleti ile ilişkilerde sorun yaratan da buoluyordu. Zira Kürt sorunu üzerinden ABD-İsrailikilisini hedefi olan ülkeler, bu aynı sorununbastırılmasında, ama yalnızca bu sınırlar içinde,Türkiye’nin müttefikleri durumunda idiler. Buülkelerdeki Kürt sorununu azdırmak ve Kürthareketlerini desteklemek, Türk devletinin çıkar vetercihleriyle bağdaşmayabiliyordu.

Irak’a yönelik son emperyalist müdahale ve işgal,bu alandaki anlaşmazlığın Türkiye-ABD ilişkilerindeyaratabileceği sorunları somut olarak gösterdi. ABDbu müdahale esnasında Güney Kürtleri’nindesteğinden en iyi biçimde yararlandı ve karşılığındabugünkü federe Kürt devletinin ortaya çıkışını tamolarak destekledi. Bu Türkiye’nin Güney Kürdistan’ailişkin kırmızı çizgilerinin yıkılması demekti veberaberinde ABD-İsrail ile ilişkilerde belli sıkıntılarınyaşanmasını getirdi.

Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım Washington ziyareti ilebu konuda yeni bir mutabakata ulaşıldı ve böyleceilişkilerdeki geçici kriz de aşılmış oldu. Türkiye,karşılığında tam da ABD’nin istemi doğrultusundahamiliğini üstlenmek üzere, Güney Kürdistan’dakifedere devleti resmen tanımış oldu. Böylece

Devletin Kürt açılımı

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Devletin Kürt açılımı18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Türkiye’nin işbirlikçileri ile Güney Kürdistan’ınişbirlikçileri Amerikancı çizgide ortak safa girmişoldular. Bu ABD’nin Irak’a müdahale sonrasında Kürtsorununda izlediği çizginin büyük bir başarısı oldu.

Bugün Türk devletini AKP hükümeti üzerindeniçerde Kürt açılımı yapmaya yönelten de temelde iştebu gelişmedir. Güney Kürdistan’a hamilik,Türkiye’deki Kürt sorununu bir parça olsunyatıştırmayı ve olanaklıysa bunu silahlı Kürthareketinin tasfiyesi ile birleştirmeyi bir ihtiyaç halinegetirmiştir. Propaganda çözüm üzerinden yapılıyorolsa da gerçek amaç sorunu kontrol altına almak ve birparça olsun yatıştırmaktır.

Bu çerçevede açılım ABD’nin ve elbette Avrupalıemperyalistlerin tam desteğine sahiptir. Aynı şekildeişbirlikçi büyük burjuvazinin hemen tüm kesimlerininde... İşbirlikçi burjuvazi sınırları iyi çizilmiş belliadımların içerde Kürt sorununu bir parçayatıştıracağına ve Güney Kürdistan üzerindekidenetimi kolaylaştıracağına inanmaktadır. Fakatbundan da önemli olarak, Amerikan emperyalizmi ilebölgesel plandaki işbirliği ve uyumun önündekiönemli bir engelin kalkacağını, böylece emperyalizmeverimli ve karlı bir taşeronluk için daha uygunkoşulların oluşacağını düşünmektedir. Kürt açılımıiçin olduğu kadar Ermeni açılımı için de hükümetidesteklemesi, desteklemekten öteye özelliklecesaretlendirmesi bundan dolayıdır.

Bu tablo, aynı zamanda, bu girişimlere nedendevletin başı olarak Cumhurbaşkanı’nın önayakolduğunu, AKP hükümetinin bu netameli “milli”konularda nasıl bu denli kolay risk üstlenebildiğini vehükümetle sorunlu durumdaki ordunun bu açılımlarakerhen de olsa neden onay ve destek verdiğini deaçıklamaktadır. Emperyalizmin ve işbirlikçi büyükburjuvazinin çıkar ve tercihlerinin bu alandakiçakışması, hükümete güç vermekte ve orduyu onu bualanda desteklemeye yöneltmektedir. Bu durumdagerici burjuva muhalefetinin karşı çıkmalarının esasamacı ve sonucu da bugüne kadar şovenizmlesersemletilmiş kitlelerden oy desteği devşirmekolmaktadır. Bu karşı çıkmaların hükümeti bellisınırlara çektiği ve onun manevra alanını haylidaralttığı da bir gerçek olsa bile.

Fakat tüm bunlara rağmen açılımla amaçlanansonuçlara ulaşma şansı yoktur. Bu şans ancak Kürthareketi muhatap alınarak ve belli beklentilerikarşılanarak elde edilebilirdi, oysa bundan uzakdurulmaktadır. Buna rağmen hükümet düşündüğüçerçevede açılımını sürdürmeye çalışacaktır. Çünkübununla Kürt hareketinin kitle desteğinde bellizayıflamalar yaratabileceğini, burjuva kamuoyununçözüm beklentisi içinde olan kesimleri nezdinde Kürthareketini tecrit edebileceğini ve bu arada tasfiyeyeyönelik girişimlerinde emperyalistlerden daha büyükbir destek alabileceğini ummaktadır.

Bu amaçlara ne ölçüde ulaşılabileceğini, açılımçerçevesinde atılacak adımların niteliğine vekapsamına da bağlı olarak, zaman gösterecektir. Fakattüm bu girişimlerin en iyi durumda bile Kürtsorununun çözümü doğrultusunda bir ilerlemesağlayabileceğini beklemek boş hayallerleoyalanmaktır.

Kürt sorunu derin tarihi kökleri ve kapsamlıtoplumsal boyutları olan siyasal bir sorundur.Çimentosu inkarla karılmış ve tüm dokusu buna göreşekillenmiş gerici burjuva sınıf düzeni ayaktakaldıkça, iki ulusun tam eşitliğine ve gönüllü kardeşçebirliğine dayalı bir çözüm ummak ham hayalden ötebir şey değildir. Öteki herşey bir yana, bu tür birçözüm, iki halktan emekçilerin uzun süreli birdevrimci mücadele içinde kaynaşmasına, ancak bu türbir mücadelenin sağlayabileceği köklü bir demokratikeğitimden geçmesine, bu yolla inkarcı düzeninaşıladığı her türden zehirli düşünce, eğilim vedavranıştan arınmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu ise

yalnızca devrime dayalı bir mücadele programı vestratejisi ile sağlanabilir.

Sorunun tüm kaynağı ve çözümün de baş hedefiolarak gerici burjuva sınıf düzeninin bu alandayapabileceği bir şey yoktur. Kürt hareketi ise izlediğiçizgi ile böyle bir süreci kolaylaştırmak bir yanatümden zora sokmaktadır. Ya devletle masa başıbarışı ya savaşın tırmandırılması kısır ikileminedayalı çizgisi bunun ifadesidir. Bu yalnızca Türkhalk kitlelerinde şovenizmin azdırılmasını ve Kürthalk kitlelerinde ezilen ulus milliyetçiliğinin köksalmasını kolaylaştırır, son on yılın özelliklekanıtladığı gibi. Bundan ise başka bazı sonuçlar belkiçıkabilir ama iki halkın gerçek özgürlüğüne vegönüllü kardeşçe birliğine dayalı bir çözüm aslaçıkmaz.

(TKİP Merkezi Yayın Organı Ekim’in, Ekim 2009tarihli 259. sayısından alınmıştır…)

Sermaye devletinin kirli yüzü makyaj tutmuyor. Daha geçtiğimiz haftalarda AKP hükümeti, kollukgüçlerine taş attıkları gerekçesi ile yargılanan çoçuklar hakkında yeni bir düzenleme içeresinde olduklarınısöylerken, hali hazırda cezaevinde tutulan çocukların hakları çiğnenmeye devam ediliyor.

Yargılanan bir çok çocuk, tutuldukları cezaevindeki kötü koşullar nedeni ile sağlık sorunları ile karşıkarşıya kalıyor. Bu kötü koşullara, bir de tedavi olamama gibi hak ihlalleri ekleniyor.

Sermaye devleti gerekli gördüğü, zorunlu kaldığı süreçlerde açık katliamlar yapmaktan çekinmezken,zaman zaman da işi zamana yayarak cinayetlerini derinden işlemeyi tercih edebiliyor. Sermaye devletinindevrimci tutsaklara yönelik uyguladığı politikalar ile nasıl ki tutsaklar sessiz sedasız ölüme terkediliyorsa, 1,5yıldır kaldığı cezaevinde kötü koşullar nedeni ile rahatsızlanan 15 yaşındaki T.N.’nin tedavisi de “bürokrasi”aracının kullanımı ile gerçekleştirilmiyor.

15 yaşındaki T.N., 2008 yılının Şubat ayında Şırnak Cizre’deki bir gösteride gözaltına alındı. Mahkemetarafından tutuklu yargılanmasına karar verilen T.N., Mardin Kapalı Cezaevi’ne konuldu. Örgüt üyeliğisuçundan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması istenilen T.N.’nin tutukluluk hali 1,5 yıldır devamediyor.

Bu yılın Temmuz ayında rahatsızlanan T.N., boğazında şişlik yüzünden konuşmakta ve nefes almaktagüçlük çekiyor. Bu problemden kaynaklı Temmuz ayında fenalaşan T.N., Diyarbakır Tıp Fakültesi’ne sevkedildi. Boğazındaki şişlik büyümüştü. Hastane tetkikler için boğazından parça aldı ve cezaevinden tetkiklersonuçlandıktan sonra T.N.’nin yeniden getirilmesini talep etti.

Ancak T.N.’nin ikinci kez hastaneye sevki için Adalet Bakanlığı izin vermedi. Sevk için yapılan sevkbaşvurusu acil olmadığı gerekçesiyle reddedildi.

Adalet Bakanlığı’nın bu tutumu ise çok tanıdık. Bürokratik engeller ile bir çocuğun cezaevinde iken kalıcıhastalığa yakalanmasına sebep olanlar, birçok devrimci tutsağı da cezaevlerinde katletti.

Her ne kadar “acil” sözcüğünün anlamı “hemen yapılması gereken” olarak tanımlansa da, sermaye devletiiçin bunun geçerliliğinin olmadığını da yeri gelmişken hatırlatalım. Durumu aciliyetini koruyan GülerZere’nin ölüme terkedilmesi, T.N.’nin hastaneye sevkinin oldukça güç olacağının işaretini veriyor.

Sermaye devletinin yüzü makyaj tutmuyor. Uğurlar’ı, Ceylanlar’ı acımasızca katledenler, cezaevlerindekiçocukları da ölüme terketmekten çekinmezler...

Devlet bebeklere de acımıyor!İMF-Dünya Bankası şeflerine İstanbul’un kapılarını sonuna kadar açan, emperyalist haydutları ülkeden

kovmak için sokakları eylem alanına çeviren antiemperyalistlere ise azgınca saldıran sermaye devletiprotestoların ardından bir süre cam-çerçeve edebiyatı yaptı.

Onlar için açlıktan beli kırılan, geleceği karartılan, işsizlik girdabında boğulan, sağlık ve eğitim gibi entemel insan haklarından faydalanamayan milyarca işçi ve emekçinin yaşamının hiçbir değeri yoktur, olamaz.On yıllardır kardeş Kürt halkına yönelik yürütülen kirli ve haksız savaşı meşru göstermek için de gerçekleriçarpıtır, Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini karartmaya çalışırlar. Ezen, sömüren, imha ve inkar eden,işgalci, haksız ve gayrı meşru olan sermaye iktidarı işçi ve emekçilerin bilincini manipüle etmek için elindekiher türlü aracı etkin kullanmaya çalışır. Ancak ne yaparsa yapsın mızrak çuvala sığmaz ve her gün yeni birvahşet haberi yansır.

En son Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışının 11. yıldönümünde eylem yapan göstericilere yapılanvahşi saldırıda 18 aylık bir bebek de yaralandı. Cizre’de, kolluk güçlerinin attığı gaz bombalarından birisievinde annesinin kucağında bulunan 18 aylık Mehmet Uytun’un başına geldi. Beyin kanaması geçiren bebekyoğun bakıma alındı.

Cam-çerçeve edebiyatı yaparak ortaya çıkan hasara ah-vah eden sermaye düzeni katlettiği çocuklara,yaraladığı bebeklere, imha ettiği Kürt halkına ise hiç acımıyor. Hatta her geçen terörünün dozunu artırarakfaşist yüzünü iyice açığa çıkarıyor.

Taş atan çocuklaracezaevinde ölüm dayatılıyor

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Kadın işçiler mücadeleye... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Dünyada yılda 2 milyon işçinin yaşamına “işkazası” adı altında kastedilmektedir. Teknolojiningelişmişliği ve sağlık alanında kaydedilen ilerlemeyerağmen bu böyledir. Üstelik söz konusu rakamlarsadece kayıt altına alınanları yansıtmaktadır. Gerçektesayının daha fazla olduğuna kuşku duyulmamalıdır.Daha fazla kâr üzerine kurulu kapitalist sistemde işçisağlığı önlemleri “gereksiz masraf” olarakgörülmektedir. Koruyucu önlemlerin alınması yerineişçinin sağlığına kastetmek daha “ucuz” olmaktadır.

Türkiye’de ise işçi sağlığı ve iş güvenliği açısındantablo vahimdir. Her gün 3 işçi iş kazasındakatledilmektedir. Türkiye iş kazaları ve meslekhastalıkları nedeniyle ölüm oranı açısından dünyagenelinde 3., Avrupa’da ise 1. sırada yer almaktadır. İşkazalarının sektörler açısından dağılımında ise metaleşya imalatı ilk sırada yer almaktadır. Bunu sırasıylainşaat, dokuma ve kömür madenciliği izlemektedir.

İşçi sağlığı ve güvenliğinde temel amaç, çalışmayaşamında işçilerin sağlığına zarar verebileceketmenlerin önceden belirlenerek gereken önlemlerin

alınması, rahat ve güvenli bir ortamda çalışmalarınınsağlanması, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşıişçilerin psikolojik ve bedensel sağlıklarının korunmasıolmalıdır. Metal, yoğun emek gerektiren ve bedenselçalışmanın ağırlıkta olduğu bir işkoludur. Buna rağmenişçi sağlığı açısından uygun ve sağlıklı koşullar genelolarak sağlanmamakta, iş kazalarına ve meslekhastalıklarına davetiye çıkarılmaktadır. Metal işçileriişçi sağlığı açısından büyük sorunlarla karşı karşıyadır.Ana ve çocuk sağlığı açısından düşünüldüğünde isekadın işçilerin karşı karşıya oldukları riskler üzerindedaha fazla durulmalıdır.

***Metal sektöründe kadın işçilerin karşı karşıya

kaldığı meslek hastalıkları şu başlıklar altındaözetlenebilir:

* Kimyasal maddelerin etkileri;Üretim sürecinde kullanılan kimyasal maddeler,

özellikle ağır metaller (kurşun, asbest, nikel vb.) baştaakciğer kanseri, bronşit gibi solunum sistemihastalıkları olmak üzere, sindirim, göz ve cilt

hastalıklarına neden olmaktadır. Özellikleotomotiv sanayinde kullanılan silika kumu, kot

taşlama işçilerinde sıklıkla görülen ölümcülsilikozis hastalığına neden olmaktadır.

Sanayide kullanılan silika dışındakikrom, kurşun, nikel gibi kimyasal

maddeler de kanser gibi ciddihastalıklara ve ölümlere neden

olabilmektedir. Kadın işçilerinçalıştıkları ortamlarda bulunan bu

kimyasallar emzirme yoluylaçocuklarına geçmekte,

çocuklar da bu hastalıkriskleriyle karşı

karşıyakalmaktadır.

* Fizikseletkenlerden

kaynaklananhastalıklar;

Yapılan işinniteliğine göre

fizikseletkenler

meslek

hastalıklarına neden olmaktadır. Örneğin elle veyapedalla kullanılan işin sürekliliği, sürekli sarsıntı yapanaletlerle çalışmak el ve ayak parmaklarında ağrı veuyuşuklukla birlikte kendini gösteren ve dolaşımbozukluğuna neden olan ‘Raynaud sendromu’na nedenolmaktadır. Ayrıca ellerin sürekli kullanımı sonucu elve bilek ağrılarıyla kendini gösteren Karpal tünelsendromu (*) da sık görülen hastalıklardandır. Dahaçok kadınların tercih edildiği montaj vb. bölümlerdeçalışan işçilerde bu hastalıklar daha sık görülmektedir.Yine fiziksel bir etmen olarak makine gürültülerininyoğunluğu işitme kaybına varan çeşitli hastalıklaraneden olmaktadır. Ayrıca kadınların fiziki yapılarınauymayan işlerde çalışmaları vücutlarında fizikseldeğişikliklere yol açmaktadır.

Ek olarak çalışma koşullarının ağırlığı, patron veustaların baskıları, hakaretleri vb. uygulamalar işçilerüzerindeki stresi artırmakta, çeşitli psikolojiksorunların oluşmasına etken olmaktadır.

Tüm bunlara uzun çalışma süreleri, dinlenmesürelerinin yeterli olmaması, yemeklerin besindeğerinin düşüklüğü, tuvalet, yemekhane gibi ortakkullanım alanlarının kirliliği vb. etkenler eklenincehastalık riskleri artmaktadır.

Olumsuz koşullarla birlikte yapılan işin ağırlığıyorgunluk ve dikkat kaybı yaratmakta, bu da iş kazalarıriskini artırmaktadır. Kimi yerlerde ise makinelerinbakımsızlığı, iş yerinin fiziksel koşulları da kazalaradavetiye çıkarmaktadır. İşyeri hekimlerinin tam günbulunmaması ve gerekli ilk müdahale için yeterlidonanımlarının olmaması da işçi sağlığı açısındanönemli bir diğer sorundur.

İş yasasında ana ve çocuk sağlığı

Kadın işçilerin sağlığa zararlı ve tehlikeli işlerdeçalışıyor olmaları hamile kadınların doğacakçocuklarını da tehlikeye atmaktadır. İş Yasası’nda anave çocuk sağlığını gözeten bazı özel koruyucudüzenlemeler görünürde bulunmaktadır. Doğum öncesive sonrası izinlerle gebelik süresindeki periyodikizinlerin ve emzirme izinlerinin vb. haklarıngenişletilmesi, ana ve çocuk sağlığı açısından yenidendüzenlenmesi gerekirken bu haklar ihlal edilmektedir.

Mevcut yasada fazla çalışma yasağı bulunmaktadır.Yasaya göre doğum öncesinde ve doğum sonrasında biryıla kadar geçen sürede, kadın işçiye fazla çalışmayaptırılamayacaktır. Aksi takdirde, oluşabilecek bir işkazasında bu uygulama risk olarakdeğerlendirileceğinden işveren başka hiçbir nedenolmasa bile kusurlu bulunacaktır. Ancak çoğufabrikada bu uygulanmamaktadır. Yasada doğumöncesinde ve sonrasında altıncı aya kadar kadın işçileregece işi yaptırılamayacağı yazmaktadır. Hekimraporuyla bu süre doğumdan sonra bir yıla kadaruzatılabilmektedir. Ancak buna uyulmamaktadır.

Yasa hükmünde, kadın işçilerin ağır ve tehlikeliişlerde çalıştırılamayacakları belirtilmiştir. Ancak kadınişçinin çalışabilmesine izin verilmiş olanlarında veyaağır ve tehlikeli olmayan işlerde, doğum öncesi vesonrasında bir yıla kadar geçecek sürede, kadın işçinindaha hafif işlere verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Metal İşçileri Kurultayı’na giderken…

Kadın işçiler hak ve talepleri uğrunamücadeleye atılmalıdır

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Ağır ve tehlikeli işlerden olmamasına rağmenörneğin sadece ayakta kalmayı, hafif de olsa yüktaşımayı, uzanarak iş görmeyi gerektiren işlerdeçalışan kadın işçilerin, doğum öncesi ve sonrasıdönemde, daha hafif işlere verilmesigerekmektedir. Keza, kimyasallarla çalışan kadınişçiler, özel dönemleri tamamlanıncaya kadar buişlerden uzaklaştırılarak daha hafif işlerealınmalıdırlar. Hatta kadın işçilerin bu özeldönemlerinde stres yaratan işlerden de uzaktutulmaları beklenmektedir. Yine “Ağır veTehlikeli İşler Yönetmeliği”ne göre, bukapsamda olmakla beraber, kadınlarınçalışmasına izin verilmiş olanlarında çalışanlar,özel hal (regl) gördüklerinde bu işlerdeçalıştırılamayacaklar, hafif işlere alınacaklardır.Özel hal süresi, yönetmelikle beş gün olarakbelirlenmiştir. Sürenin başlangıcı, kadın işçininbeyanına göre dikkate alınmalıdır.

Emeğimizi korumak, haklarımıza sahipçıkmak için kurultaya!

İşçi sınıfı ancak örgütlü mücadelelersonucunda yasalarda bir takım haklar eldeetmiştir. Ancak bu haklar kağıt üzerindekalmaktadır. Kazanılmış haklarınkullanılabilmesi de büyük mücadelelergerektirmektedir. Ne var ki, sermaye sınıfıfırsatını buldukça bu kısmi hakları da elimizdenalmaktadır. Bu nedenle hak ve taleplerimiz içinyürütülecek örgütlü mücadelenin önemibüyüktür.

Çalışmaları süren Metal İşçileriKurultayı’nın, metal işçilerinin örgütlenmesineve mücadelesine anlamlı katkıları olacaktır.Kurultay, metal sektöründe çalışan kadınişçilerin, başta sağlık olmak üzere, güncel ve aciltalepleri için mücadele çağrılarınıyükseltebilecekleri bir imkandır. Kadın işçiler,Metal İşçileri Kurultayı’nda yerini almalı,sözünü eyleme dökmek ve taleplerini kazanmakiçin harekete geçmelidir.

* İşyerlerinde iş kazalarına ve meslekhastalıklarına karşı koruyucu önlemleralınsın!

* Kadın işçilerin ana ve çocuk sağlığınazararlı işlerde çalıştırılması yasaklansın!

* Tüm çalışanlar için genel sigorta (işsizlik,sağlık, kaza, emeklilik, yaşlılık) yapılsın!Primler işveren ve devlet tarafından ödensin!

* İşyerlerinde İşçi Sağlığı ve İş GüvenliğiKurulları oluşturulsun!

* İşyerlerinde doktor tam gün ve korumaamaçlı tedavi için bulunmalıdır!

* Doğumdan önce ve sonra 3’er aylıkücretli izin, tıbbi bakım ve yardım!

* Kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreşve emzirme odaları açılsın!

* 7 saatlik işgünü ve 35 saatlik çalışmahaftası!

* Her türlü fazla mesai ve gece çalışmasıyasaklansın!

(*) Karpal tünel sendromu, elin ve elbileğinin ağrılı bir hastalığıdır. Karpal tünel, elbileğindeki kemik ve diğer dokuların oluşturduğudar bir kanaldır. Bu tünelin içinden median sinirgeçer. Bu sinir başparmak, işel ve parmaklardaağrı ve uyuşuklukla kendini gösteren işaretparmağı, orta parmak ve yüzük parmağınınduyusunu alır ve başparmaktaki kaslarakumanda eder. Bu tünelin içerisindeki bağlar vetendonlar şişip gerildiği zaman, median sinirebaskı yaparlar. Bu baskı giderek karpal tünelsendromunu oluşturur.

İMF, Dünya Bankası vb. emperyalist kuruluşların Türkiye’deki işbirlikçilerine verdiği direktifler sonucundasağlık sisteminin piyasaya açılması yıllardır adım adım hayata geçirilmektedir.

Bu adımların başında SSK’ların bilinçli politikalarla zarar ettirilmesi gelmektedir. SSK’da biriken kaynaklarsermayeye aktarılmış, ilaç fabrikaları kapatılarak uluslararası ilaç tekellerine alan açılmıştır. Daha sonra iseoluşturulan pilot bölgelerle “Aile hekimliği” uygulamasına geçiş yapılmıştır. Sağlık Sigortalar ve Genel SağlıkSigortası’nın (SSGSS) işçi ve emekçilerin sağlık hakkını geliştireceği, sosyal güvencesini güçlendireceği üzerineyalanı üzerine kurulu kampanyalar örgütlenmiştir. “Aile hekimliği” ile birinci basamak sağlık hizmetlerininözelleştirilmesinin en önemli adımı atılmış, eş zamanlı olarak emekçi semtlerindeki sağlık ocaklarında muayeneücretli hale getirilmiştir.

Geçtiğimiz yıl 1 Ekim’de yürürlüğe giren SSGSS Yasası, sağlıkta özelleştirme politikalarının dizginsizbiçimde hayata geçirilmesi anlamına gelmektedir. SSGSS’nin sonuçları açığa çıkmaya başladıkça işçi veemekçilerde tepkiye neden olmaktadır.

SSGSS tüm işçi ve emekçiler için yıkım demektir. Ancak kadın emekçiler için iki kat daha fazla yıkımanlamına gelmektedir. SSGSS, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları zorlukları artırmakta, bir takım pozitifayrımları ortadan kaldırarak kadın işçiye çift yönlü bir yıkım dayatmaktadır. Saldırı yasasıyla birlikte işçi-emekçikadınların mücadeleleri sonucunda kazanılmış, fakat birçoğu kağıt üstünde kalmış bir dizi hak datırpanlanmaktadır. Bugüne kadar kamuoyunda yasanın genel tablosu ve yıkımı üzerinde durulmuş ancak kadınemekçileri hedefleyen yönleri üzerinde fazlaca durulmamıştır. Oysa sağlıkta şimdiye kadar görülmedik biçimdeyıkım getirecek saldırı dalgası çift yönlü olarak kadınları derinden etkilemektedir.

Yasanın kadınları etkileyen bölümleri özetle şöyledir: “Emzirme yardımı” çerçevesinde yapılan yardım emekçi kadın lehine artırılacağına, önceleri altı ay olan bu

yardım %83 oranında düşürülerek bir defaya mahsus verilmektedir. Dul eş için yapılan yasal düzenlemeler iseonun tek başına ayakta durmasını güçleştirecek şekilde değiştirilmiştir. Eşinin ölümü durumunda, onun askerliksüresini borçlanarak emeklilik süresini tamamlattırma hakkı kaldırılarak, dul eşin almaya hak kazandığı aylık%50’ye düşürülmüştür.

Bu yasayla tüm çalışanlar için emeklilik yaşı 65’e, emeklilik prim gün sayısı 9 bin güne yükseltilmiştir.Emekli aylıkları %23-%33 oranında düşürülmüştür. Yıpranma payı kaldırılmıştır. 10 yıl çalışmamış ve 1800 günprim ödememişse ölen kişinin ailesine aylık bağlanmayacaktır, 10 yıl çalışmamış ve 1800 gün prim ödememişsesağlığını kaybederek çalışamayacak durumda olan kişiye ise, malulen emekli aylığı bağlanmayacaktır. Ölümaylığı %75’ten %50’ye düşürülmüştür. Bir diğer uygulama da, çocukların 18 yaşından sonra anne-babanınsigortasından faydalanamayacak olmaları ve ev içinde yaşayan, 25 yaşından büyük evlenmemiş kadınların sağlıksigortasından yararlanma hakkının kaldırılmasıdır. Yasayla evlenmemiş kadınlar, ailenin kazancına göre sağlıkprimi ödemeye zorlanmaktadır.

Tüm bunların yanında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için sigortalı olmak da yetmemekte ve “katılımpayı” adı altında fark ücreti ödemek gerekmektedir. Hastanede adım başı karşımıza çıkan bu uygulama sağlıkocaklarından başlayarak kademeli olarak hastanelerde uygulanmakta, ilaç, muayene, tahlil, teşhis, tedavi,ameliyatlarda kullanılan malzemelerin ücreti “katkı payları” kapsamında emekçilerden tahsil edilmektedir.

Ayrıca trafik kazası geçirenlerden, kalp hastalarından, böbrek, hipertansiyon, şeker hastalığı, beyin kanamasınabağlı oluşan felçlerden, doğuştan hasta bebeklerden, lösemili çocuklara kadar, tüm işçi, emekçi ve çocuklarındankatkı payı alınmaktadır. “Katılım payı” gerektiğinde beş kat artırılabilecektir. Yasaya göre, aylık geliri asgariücretin üçte birinden fazla olan herkes sağlık hizmetlerinden faydalanmak için prim ve fark ücreti ödemekzorundadır. Primini ödeyemeyenler hastane kapılarından geri dönecektir.

Geçtiğimiz Mayıs ayında yasada yapılan değişiklikle, hiçbir sosyal güvencesi olmayan kadınların hamilelikdönemi boyunca ücretsizolan muayeneleri ücretlihale getirilmiştir.

Yasayla parası olansağlık hizmetine ulaşmakta,parasız olansa kaderine terkedilmektedir. Güncelörnekleriyle sıkçakarşılaşıldığı üzere kadın veçocuk sağlığı açısından buuygulamalar oldukça ciddisorunlara neden olmaktadır.

Kadın emekçileri iki katdaha fazla etkileyen SSGSSsaldırısına karşı kadınlarmücadelede bir adım öneçıkmalı, erkek işçikardeşleriyle omuz omuzamücadele etmelidir.

Parasız sağlık!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

SSGSS saldırısı kadın emekçileri iki kat daha fazla etkiliyor...

Herkese parasız sağlık hizmeti!

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

6 Kasım’da alanlara! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Kapitalizmin yaşadığı yapısal krizle birliktesaldırılarını yoğunlaştırdığı bir dönemdeyiz. Ortayaçıkan yeni krizle birlikte kapitalizm açmazlarıyla birkez daha karşılaştı ve saldırganlığını arttırdı. Gençlikaçısından da krizin sonuçlarının yakıcı bir şekildehissedildiği bir süreçten geçiyoruz.

Son yıllarda gençlik sermaye düzeninin yoğunsaldırılarıyla karşı karşıya kalıyor. Ekonomiksaldırının boyutları her geçen yıl artıyor. Tek boyutluilerlemeyen bu saldırılar kuşkusuz yozlaştırma, baskıve denetim ile birlikte çok yönlü olarak hayatageçirilerek yükselecek muhalefetin de önü kesilmeyeçalışılıyor. Sermaye düzeni, üniversiteleri suskuntoplum yaratmanın fabrikalarına dönüştürmüşdurumda. Üniversite yaşamı boyunca çok yönlüsaldırılarla karşılaşan gençlik, yaşamının gerikalanında da ekonomik saldırılar ve hak gasplarıylakarşı karşıya kalacağı için bu dönemde uygulanansindirme uygulamalarının ne kadar karşılık bulduğusermaye açısından çok önemlidir. Üniversitelerdedüşüncelerini ifade etmek, hakkını aramak, tartışansorgulayan bir insan olmak hatta ve hatta farklı birgörünüşe sahip olmak bile saldırıların veya sindirmepolitikalarının odağı olmanın nedeni olabiliyor. Sonsenelerde üniversitelerden yansıyanlar;yoğunlaştırılmış denetim mekanizmaları, polisablukasında kampüsler, soruşturma ve cezalar, faşist,ulusalcı çeteler eliyle saldırılar…

Krizin bedeli öğrencilere de kesilmeye çalışılıyor!

Yazın ortasında harçlara yapılması planlananzamlarla birlikte uzun senelerden sonra görece birhareketlilik ortaya çıktı. Üniversitelerin kapalı olduğubir dönem olmasına karşın gençlik tepkisini sokaktadile getirdi. Sokakta yükselen ses hedeflenen zamlarınyapılmasını engelledi.

Harçlara yapılması hedeflenen zamlar krizinbedelinin öğrencilere de kesilmeye çalışıldığınıgösteren yakıcı örneklerden biriydi. Krizini aşmayaçalışan sermaye IMF ve DB gibi emperyalistkuruluşları İstanbul’da ağırlayarak işçi ve emekçileredönük yeni yıkım politikalarını karara bağlamış oldu.Krizin toplumdaki tüm yansımaları bire bir gençliğinyaşamını ektilemektedir. Krizle birlikte artan iştençıkarmalarla işsizliğin geldiği oran, sistemin pembedüşlerinin yalanlığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Geleceğimizi karartanlara karşı yürüttüğümüzmücadelede “Harçlar kaldırılsın, eğitime ayrılanbütçe artırılsın!”, “Parasız eğitim istiyoruz!”, “Krizinfaturasını ödemiyoruz! Krizin bedeli kapitalistlere!”şiarlarını yükseltmeliyiz.

Düzenin üniversitelerdeki eli ayağı YÖK’tür!

Kapitalizm ‘70’lerde yaşadığı krizden çıkmak içinneo-liberal politikalara başvurdu. Türkiye’de ‘70’lerdeyükselen muhalefetin karşısında bu yönlü adımlarınıatamayan sermaye darbeye başvurdu. Darbenin ardısıra dönüşümler hızlı bir şekilde hayata geçirildi. Bupolitikalar, üniversitelere eğitimin ticarileştirilmesisaldırısı olarak yansıdı. Paralı eğitim uygulamalarınınve özelleştirmelerin önü açıldı.

12 Eylül ile birlikte üniversitelerdeki denetimi

artırarak tek elde toplamak ve ticarileştirme adımlarınısıklaştırmak için 6 Kasım 1981’de YÖK kuruldu. Ogünden bugüne YÖK’ün icraatlarıyla üniversitelerticarethane-kışla modelini oluşturmuş, toplumdanyalıtık alanlara tamamen dönüştürülmüştür. Eğitiminparalılaşmasının geldiği boyutla beraber işçi-emekçiçocuklarının üniversite hatta lise okuması bile hergeçen gün zorlaşmaktadır.

Eğitimin ticarileşmesinden artan baskı koşullarına,işsizlikten geleceksizliğe, emperyalistlerin dünyahalklarına dönük saldırganlığından “açılım” adıaltındaki sahte politikalarla maskelenmeye çalışılanKürt halkına dönük kudurganlığa kadar daha birçokyönüyle düzenin sömürüsünün yansımaları gençliğinkarşısında duruyor. Önümüzdeki dönemde busorunlara karşı mücadele hattı oluşturmalı ve hersöylemimizde, pratiğimizde sorunun temel kaynağıolan kapitalist sistemi hedefe çakmalıyız. Gençlikkitlelerine sorunun ana kaynağını göstermekten geridurmamalı, karşımızdaki sorunların bütünselliğinikavramalı ve kavratmalıyız.

Birçok üniversitede devrimci-demokratöğrencilere, devrimci faaliyete karşı kullanılansoruşturma silahına karşı “Soruşturma ve cezalar geriçekilsin! Eğitim hakkımız gasp edilemez!” diyereküniversitelerin baskıcı ve anti-demokratik yapısınıteşhir etmeliyiz. Üniversitelerde “açılımın” sahteadımlarından biri olarak Kürt dili eğitiminin başlamasıyönlü adımlar atılıyor. “Anadilde eğitim” talebiningerçek çözümü için sözümüzü söyleyerek devletinhamlelerinin arka planını ortaya koymalıyız. Gençliğinhapsedildikleri karelerden çıkmalarını sağlamak içinyaşadıkları sorunlardan doğru mücadele etmelerinisağlamakla birlikte bunu yaratan düzeni teşhiretmeliyiz. Kriziyle debelenen YÖK düzeninin gençliğedayattığı geleceksizliğin karşısında kurtuluşunun budüzende olmadığını her yönüyle ortaya koymalıyız.Toplumsal gündemleri veya yerellerin özgünsorunlarını sistematik ve ısrarlı bir çalışmayadönüştürmeliyiz. Bu çalışmaları YÖK’e ve YÖKdüzenine karşı mücadele alanlarına taşımalıyız.

Birleşik ve geçmişin zaaflarını aşan bir 6 Kasım!

12 Eylül karanlığının mirası YÖK, aradan geçen 28yılda eğitimin ticarileştirilmesiyle, üniversitelerinyüklendiği misyonla iyice teşhir olmuşken buna karşıyükselen muhalefet her geçen yıl gerilemektedir.Önümüzdeki 6 Kasım sürecini nasıl ele almakgerektiğini söylemeden önce son yılların eksiklikleriniortaya koymak gerekir. Son yıllardaki 6 Kasımtablolarına baktığımızda parçalılık en çok göze çarpannokta. Ayrılma gerekçelerinin çoğunun politik değil debiçimsel tartışmalardan doğru olması da gençlikhareketi adına gelinen noktanın vahametinigöstermektedir.

Son yılların 6 Kasım’larına baktığımızda protestoeyleminin ötesine geçemeyen bir tablo var. Haftalarıbulan, birbirini tekrarlayan toplantılar, sonrasındabiçimsel-politik ayrışmalar ve birkaç günlük çağrıyasıkışan bir eylem… 6 Kasım günü gerçekleşecek bireyleme çağrı yapmanın ötesine geçemeyen bir “önsüreç” yaşanıyor. Bir süreç olarak örülemeyen, yerellebağı kurulamayan parçalı eylemler bütünü olmaktanöteye geçemiyor.

Gençliğin gündemlerine söz söyleyen, YÖK’üprotesto eden bir yaklaşımla açıklama gerçekleşse debunlar alanlara taşınamıyor. Gençliğin gündemlerininyerellere taşındığı, yerel sorunların işlendiği veyürüyen çalışmaların 6 Kasım alanına taşındığı birsüreç örülemiyor. Yerelde açığa çıkan sorunlara karşıtepkiler açığa çıkıp, yer yer kitleselleşen yereleylemler örgütlenirken bunların 6 Kasım alanınataşınamaması geçmiş yılların ders çıkartılması gerekenolumsuz örnekleridir.

Harç zammıyla ortaya çıkan süreç bir kez dahagençlik hareketinin ihtiyaçlarını ve sorumluluklarımızıhatırlatmıştır. En yakıcı olarak kendini hissettirengeniş gençlik kitlelerinin ortak bir zeminde hareketedebileceği birleşik bir örgütlülük ihtiyacıdır.Hareketin böylesi bir örgütlülüğe sahip olmamasısonucunda oluşan tepkiler parçalı kalmıştır. Öylesineki parçalı ilerleyen süreçleri birleşik bir zemine çekmetartışmaları hayli uzun bir zaman almıştır.Kendiliğinden ortaya çıkan kimi tepkileremüdahalelerde de atıl kalınmıştır. Zamların geriçekilmesiyle de birçok örgüt bu süreçten yüz geriçevirmiştir. Süreci harç saldırısını aşan bir hattabütünlüklü ele alıp birleşik bir mücadeleyedönüştürmek gerekirken zam sınırında bakmanınsonucu yön değiştirmeye neden olmuştur.

Gençlik hareketi açısından yaz dönemiyle birlikteortaya konan tepkiyi ve krizle birlikte daha da artansaldırıları göz önüne aldığımızda hareketi ileriyetaşıma sorumluluğuyla yol yürümeliyiz. Bize düşensorumluluk ortaya çıkan dinamiği hareketi yükseltecekbir olanağa dönüştürmektir. Yaz boyunca harçsaldırısına karşı sesimizi yükselttik. Krize çözümbulma iddiasıyla İstanbul’a gelen IMF ve DB’ye karşıeylemlerimizle sokakları ısıttık. Saldırılarınyoğunlaşmasıyla tepkilerin çoğaldığı, eylemlerinsıklaştığı, grev ve direnişlerin yaygınlaştığı budönemin gençlik hareketi açısından öneminigörmeliyiz. Durgunluğu kırmanın, hareketiyükseltmenin manivelasını yaratma çabasıyla hareketetmeliyiz.

Gençlik açısından önemli bir gündem olan 6Kasım’ı bu sene işlerken, 6 Kasım’a yürürkenkendinden menkül bir eylem gününe sıkışmamasınısağlamalıyız. 6 Kasımların son yıllardaki tablosunukırabilmeli, birleşik bir 6 Kasım örgütlemeli ve önsüreciyle beraber 6 Kasım’a yürüyüp sonrasınataşıyabilmeliyiz.

Ekim Gençliği(Ekim Gençliği’nin Ekim 2009 tarihli 120.

sayısından alınmıştır…)

YÖK düzeninin krizine ve geleceksizliğekarşı 6 Kasım’da alanlara!

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Gençlik eylemlerinden...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

İÜ’de oturma eylemi başladı...

İstanbul Üniversitesi Öğrencileri, Beyazıt Kampüsüanakapı önünde 14 Ekim günü gerçekleştirdikleri oturmaeylemi ile soruşturma ve okuldan uzaklaştırmalarıprotesto etti. Öğrenciler oturma eylemlerinin 6 Kasım’akadar süreceğini duyurdu.

Oturma eylemine geçmeden önce basın açıklamasıyapan öğrenciler eylemde, “Bekçi Yunus üniversitehakkıma dokunma!” ozalit pankartı ile “Söylet gitsin, bizkalıyoruz”, “Eğitim haktır engellenemez”,“Soruşturmanız vız gelir”, “YÖK gitsin, biz kalıyoruz”dövizleri taşındı.

Kürtçe dövizlerin de taşındığı eylemde basınaçıklamasını İstanbul Üniversitesi öğrencisi Eren Cangerçekleştirdi.

Can, yaptığı açıklamada, İstanbul Üniversitesi’ndeanti demokratik uygulamaların, soruşturmaların vecezaların devam ettiğini söyledi. Yeni dönemin başladığıilk gün İÜ’nün yine onlarca öğrenciye ceza verdiğini, yazboyunca hiçbir işlem yapmayan İÜ yönetiminin okulunaçılmasıyla cezaları açıklamaya başladığını söyledi. Can,50’den fazla öğrencinin iki hafta ile dört dönem arasındadeğişen, toplamda 30 döneme yakın uzaklaştırma cezasıaldıkları bilgisini verdi.

Toplamda 54 öğrencinin 14 yıl 9 ay uzaklaştırmacezası aldığını belirtti.

Basın açıklamasının ardından oturma eyleminegeçildi. Ceza alan öğrencilerden birinin velisinin yaptığıkonuşmada ise soruşturma ve cezalara üzülmenin yanındaduyulan öfke de dile getirildi.

Eğitimin amacının, sorgulayan, düşüncelerini özgürceifade eden öğrenci yetiştirmek olması gerektiğini ifadeeden öğrenci velisi, bunun insan haklarına, ahlaka, usuleve yasaya aykırı olduğunu söyledi.

Ceza alan öğrencilerin yaptığı konuşmaların ardındaneylem son buldu.

Eylemin sonunda, 6 Kasım 2009 tarihine kadar sabahsaat 09.00 – 14.00 arasında oturma eylemlerinin süreceğive temsili çadır kurulacağı ifade edildi. 15 EkimPerşembe günü İÜ Siyasal Bilimler Fakültesi ÖğretimGörevlisi Yard. Doç. Dr. Sezai Temilli’nin kapı önünde‘demokrasi’ dersi vereceği, 16 Ekim Cuma günü isecezalara ilişkin meydanda bir tiyatro oyunu sergileneceğiduyuruldu.

Eylem boyunca, “Fermanları yaktık geri dönüş yok!”,“YÖK gitsin biz kalıyoruz!”, “Eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim!”, “Eğitim hakkımız engellenemez!”sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi’ne 12 Ekim günü faşist bir saldırı gerçekleşti.Yaklaşık 10 kişilik faşist grup, kulüplerde kimsenin kalmadığı bir saatte saldırdılar.Faşistler, ÖKM’nin çevresinde asılı olan kulüp afişlerini indirdiler, fakültelere girerek slogan attılar.13 Ekim günü İÜ’de faşist saldırılar devam etti. ÖKM’ye gelen faşistler yine saldırı girişiminde

bulundular. Ancak kalabalık bir şekilde içeriden çıkan devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler saldırıyıpüskürttüler. Faşistlerin kaçması üzerine, devrimci, demokrat yurtsever öğrenciler bir müddet faşistlerinpeşinden gittiler. Daha sonra faşistlerin bir kısmı karakola sığındı. Ayrıca faşistlerden bazıları kaçarkenbellerinde sakladıkları satırları gösterdiler.

Daha sonra Kürtçe “Beyazıt faşizme mezar olacak!” sloganlarıyla ÖKM’ye gelen öğrencilerle birlikteokuldan toplu çıkış yapıldı. Yaşanan olaylarda hiç kimse yaralanmazken, faşistlerden birinin kaçarken atılantaşlardan kafasına darbe aldığı öğrenildi.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Bu yıl da üniversiteler birçok sorunla eğitim-öğretim hayatına başladı. Trakya Üniversitesi’ndeki sorunlara müdahale edebilmek bu çerçevede üniversitede de politik bir

atmosfer ve hareketlilik yaratmak hedefiyle Trakya Üniversitesi’nde bulunan ilerici, devrimci, yurtsever vedemokrat öğrenciler bir araya gelerek Parasız Eğitim İstiyoruz Platformu’nu kurdular.

Ekim Gençliği, TÜÖD, Devrimci Gençlik Birliği, Edirne Gençlik Derneği, Edirne Demokratik Haklarve Kültür Sanat Derneği, Gençlik Muhalefeti,Emek Gençliği, TÖK tarafından kurulan platforma,Eğitim-Sen her türlü desteği sağlayacağınıaçıkladı.

Platformu kamuoyuna deklare etmek için 12Ekim günü Ayşe Kadın Yerleşkesi önünde platformbileşenleri tarafından bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Açıklamada platformun kurulduğuve yaşanan sorunlara karşı her alanda kararlı birmücadele içerisinde olunacağı ifade edildi.

Eylemde sık sık “Müşteri değil öğrenciyiz!”,“Savaşa değil eğitime bütçe!”, “YÖK kalkacakpolis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek!”sloganları atıldı. Yaklaşık 25 kişinin katıldığıeyleme Eğitim-Sen de destek verdi.

Ekim Gençliği / Edirne

KTÜ Öğrenci Kolektifleri üyeleri 8 Ekim günü, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde (KTÜ) toplananYÖK Genel Kurulu’nu protesto etti.

Toplantının yapılacağı KTÜ içindeki Osman Turan Kültür Merkezi’ne öğrenciler alınmazken, yoğun“güvenlik” önlemlerinin alındığı KTÜ’de sivil polisler ve özel güvenlik birimleri daha protesto başlamadanöğrencilere saldırdı.

Öğrenci Kolektifi üyeleri saldırılara rağmen basın açıklamasını gerçekleştirerek, özgürlüğün, bilimin veöğrencilerin içeride olması gerektiğini söylediler.

Gaziantep Üniversitesi’nin akademik yıl açılışında Genç-Sen’li öğrencilere faşistler saldırdı. AtatürkKültür Merkezi’nde gerçekleştirilen açılışa Maliye Bakanı Bakanı Mehmet Şimşek, THY Genel MüdürüTemel Kotil ve Gaziantep Valisi katıldı.

Törene katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek konuşmasını yapmak üzere kürsüye geldiğinde, kültürmerkezi kapısının önünde bekleyen Genç-Sen üyesi öğrenciler salona girmek istedi. ÖGB ve polisleröğrencilerin içeriye girmesine engel oldu.

Şimşek’in salondan ayrılmasının ardından yemekhane önünde bekleyen faşistler, yemek yiyen Genç-Sen’li öğrencileri beklemeye başladı. Şimşek’in ardından yemekhaneden çıkan Genç-Sen’lilere saldıranfaşistler, daha sonra kampüs içerisine doğru kaçtılar.

Genç-Sen’li öğrencilere müdahale eden ÖGB’ler ise faşistlerin kaçmasına gözyumdu. Kaçanlarınellerinde satır ve bıçakların olduğunu söyleyen Genç-Sen’liler, amaçlarının salona girip üniversitegençliğinin sorunlarını dile getirmek ve harç parası yüzünden üniversitelere kayıt yaptıramayan binlerceöğrencinin durumunu anlatmak olduğunu söyledi.

İstanbul Üniversitesi’nde faşist saldırı!

Trakya Üniversitesi’nde Parasız Eğitimİstiyoruz Platformu kuruldu!

Gaziantep Üniversitesi’nde faşist saldırı

KTÜ’de YÖK toplantısına protesto

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Her sokağı, her fabrikayı isyan odağına dönüştürmek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Dünya Bankası ve IMF’nin yıllık genel kurultoplantısı İstanbul’da yapıldı. Toplantı sonucundaalınan kararlar uluslararası sermayenin yeni yolharitasını ortaya koydu. Aslında İstanbul Kararları, G-20 zirvesinde alınan kararların bir teyidi niteliği taşıdı.G-20’nin hedefleriyle uyumlu ekonomik politikalarbelirlendi.

G-20 zirvesinin gündemi “küresel krizden çıkış,küresel ekonomik sürecin iyi yönetilmesi, ekonomidecanlanma belirtilerinin desteklenmesi ve olası yenikrizlerin önlenmesi için ekonominin dengeli bir yapıyabürünmesi” gibi maddelerden oluşmuştu.

IMF-Dünya Bankası’nın İstanbul toplantısı enbaşta bir imaj yenileme “operasyonu” oldu. Kapitalistkrizi öngöremeyen, yıkıcı sonuçları karşısında, acizkalan ve önlem alamayan IMF ve Dünya Bankası,uluslararası alanda teşhir olmuş ve ciddi itibar kaybınauğramıştı. Bu toplantıda bir nevi iade-i itibar eldeedilmeye çalışıldı ve herşeye rağmen vazgeçilmezlikvurgusu yapılarak, imaj tazelendi. Uluslararası medyakonsantre bir dezenformasyon işlevi görüp, IMF’nin“değişen yüzünü” ve “reformcu yönünü” göstermeyeçalıştı. Daha toplantının başında IMF BaşkanıDominique Strauss-Kahn 2010 yılında 90 milyoninsanın yoğun bir yoksulluk yaşayacağını, işsizliğinartacağını, eğer krizde viraj alınmazsa, 3. dünyaülkelerinde savaşların kaçınılmazlığından bahsetmesiIMF’nin tırnak içindeki gerçekçiliğinin ifadesi oldu.Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’in 2010yılında 59 milyon kişinin işsiz kalacağı açıklaması,Dominique Strauss-Kahn’ın sözlerini tamamlayıcıiçerikteydi. Bu iki emperyalist örgüt çıplak durumuortaya koyuyor. Yapılması gerekenlerin altını çiziyorve bir toparlanma sürecine girildiğine vurguyapıyordu. Ama öte yandan küresel bankacılıksisteminde kayıpların 4.5 trilyon dolara ulaşmasına vebaşta ABD olmak üzere metropollerdeki işsizliğinhızla artmasına ve kronik bir hal almasına, üretimde veticarette görülen hızlı deformasyonlara somutçözümler getiremiyordu.

Toplantı sonucunda alınan kararlarda, küreselkrizden çıkış işaretlerinin doğmasına rağmen, risklerinhalen varlığını koruduğu vurgulandı. Krizden çıkış içinen başta ülkeler arası işbirliği ve uyumun gerekliliğininaltı çizildi. Gelişmekte olan ülkelerin, ekonominintoparlanmasının lokomotifi olacağı vurgulandı.Hükümetlerin ekonomiyi canlandırıcı paketlerinivaktinden önce geri çekmemeleri ve küresel talepeksikliğine karşı devlet harcamalarının gerekliliğibelirtildi. Ayrıca finans sisteminin etkin denetimininzarureti üzerinde duruldu.

Bir reform ve değişim şeklinde deklare edilen bukararlar özünde uluslararası sermayenin yeni saldırıpolitikalarını içermektedir.

Teknik bir tanımla küresel talep eksikliğini aşmakiçin devlet harcamalarının yapılması kararı, özündekrizin yükünün emekçileri üzerinden çıkarılmasındanbaşka anlam taşımamaktadır. Bugüne kadar aynıörgütlerin ekonomide devletin rolüne ve devletharcamalarına yönelik kullandığı lanetleyici ifadeleriterk etmesi ilginçtir. 2008’de başlayan krizle birliktesermaye, devleti aktif göreve çağırmıştır. Bu durumdevletin sermayenin hem dostu, hem de uşağıolduğunun somut göstergesidir. Ayrıca IMF ve DünyaBankası vereceği kredinin koşullarını, sermayenin

hareketini engelleyen her türlü gelişmenin önlenmesiüzerine kurmuştur. Bunun anlamı sınıfın her düzeydekiörgütlülüğünün dağıtılması, işten atılmalarınkolaylaştırılması ve güvencesizliğinsistemleştirilmesidir. Geçen hafta yine İstanbul’dayapılan değişik dünya sendikal örgütlerinin katıldığı,güvencesizlik ve düzensiz çalışmaya karşı uluslararasıçapta yürütülen kampanyanın Türkiye ayağıtoplantısında, IMF ve Dünya Bankası politikalarınınişçileri tehdit ettiği, güvencesizliği bir kural halinegetirdiği ve bu yönde hükümetleri, yeni baskıyasalarının çıkartılması için yönlendirdiği açıklandı.En çarpıcı örnek olarak da Ruanda gösterildi. Sınıfısosyal bir enkaz haline getiren ve para-militer güçlerinsaldırısını doğallaştıran IMF ve Dünya Bankası’nındeğişen yüzüydü.

Türkiye’de özellikle Hak-İş’in IMF ve DünyaBankası’nın reformculuğunu “keşfetmesi” vetoplantılarına katılması son derece trajik bir gelişmeoldu. Türkiye’deki sendikal yapıların korparatist vebürokratik karakterinin açıkça dışavurumuydu. Salazar

faşizminin korparatist devlet modelindeki gibi sermayedevlet ve sendika arasındaki organik ilişkinin somutbir göstergesiydi.

Ayrıca İstanbul kararlarında finansal sistemin sıkıdenetimine vurgu yapılsa da, bu kararın kendisi dekapitalist kriz gerçekçiliğinin nedenlerini vesonuçlarını anlamaktan uzaktır.

Kapitalizmin temel çelişkisinden kaynaklanan,değişim değeri alanının özerklik kazanması ve kendikendine hareket eden, bir spekülatif sermayeheyulasına dönüşmesi öyle bir aşamaya ulaşmıştır ki,bu sürecin ulusal sınırlamalara tahammülü olamaz.Kısaca kapitalizmde kriz ontolojiktir ve onundoğasındadır. Özetleyecek olursak İstanbul Kararları,bir yandan IMF ve Dünya Bankası’nın oluşturmayaçalıştığı yeni imaja hizmet etmiştir. Bu imaj, her şeyerağmen kapitalizmsiz olmaz imajıdır. Öte yandan yinebu kararlar dünya halklarına yönelik bir soygunreçetesidir. İşçi sınıfı ve emekçilere düşen görev isekapitalizme karşı, her sokağı, her fabrikayı isyanodağına dönüştürmektir.

İMF-Dünya Bankası’nın İstanbul kararları:

Tehdit, soygun, şantaj ve yeni imajVolkan Yaraşır

Hikmet Kıvılcımlı mezarı başında anıldı! Hikmet Kıvılcımlı ölümünün 38. yılında Topkapı’da bulunan mezarı başında anıldı. Vedat Türkali’nin

çağrısıyla bir araya gelen parti ve kurumlar ile SODAP, Kıvılcımlı’nın mezarı başında ayrı ayrı anmaetkinlikleri gerçekleştirdiler.

Kıvılcımlı bugüne ışık tutan devrimcidir! Vedat Türkali’nin çağrısıyla bir araya gelen Sosyal İnsan Yayınları, Sosyalist Dayanışma Platformu,

Toplumsal Özgürlük Platformu, 14 Mayıs Platformu, Demokratik Toplum Partisi, Emekçi Hareket Partisi,Halkevleri, İşçi Kardeşliği Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Özgürlükçü Sol Hareket, SosyalistDemokrasi Kolektifi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Emek Hareketi, Sosyalist Parti, Türkiye KomünistPartisi, Türkiye Gerçeği pankart açarak Kıvılcımlı’nın mezarı başına kadar sloganlarla yürüdüler.

Eylemde, “Devrime adanmış bir ömür… Dr. Hikmet Kıvılcımlı sosyalizm mücadelemizde yaşıyor”pankartı ve devrimci önderlerin resimleri taşındı.

Yapılan konuşmalarının ardından anma sona erdi.

SODAP Kıvılcımlı’yı andı Hikmet Kıvılcımlı’yı mezarı başında anan bir diğer grup ise SODAP oldu. “Varlığın varlığımızı yarattı Varlığımız fırtınalar koparacak Gelecek direnişte, gelecek partide / SODAP”

pankartının ve Kıvılcımlı’nın resimlerinin taşındığı anmada SODAP adına Muzaffer Kaya bir konuşmagerçekleştirdi.

Kıvılcımlı’nın, hayatının sonuna kadar sosyalizm mücadelesini yürüttüğünü belirten Kaya, ardında onlarcaeser ve direniş bıraktığını vurguladı.

Eyleme EHP ve Teori ve Politika da destek verdi. Kızıl Bayrak / İstanbul

Necdet Adalı anıldı 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin ardından idam edilerek katledilen ilk devrimci olan Necdet Adalı 8

Ekim günü Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda bulunan mezarı başında anıldı. SDP, Sosyalist Parti, ESP, 78’liler Birlik ve Dayanışma Derneği ve Devrimci 78’liler Federasyonu

tarafından düzenlenen anma Karşıyaka Mezarlığı önünde “Kurtuluş savaşçıları ölümsüzdür” pankartınınaçılmasıyla başladı.

Adalı’nın mezarına yapılan yürüyüş sırasında “Necdet Adalı ölümsüzdür!”, “Devrim şehitleriölümsüzdür!” sloganları atılırken yürüyüşün ardından Adalı’nın mezarı başında konuşmalar yapıldı.

Mezar başında SDP, Sosyalist Parti ve 78’liler Federasyonu adına yapılan konuşmalarda Necdet Adalı’nın12 Eylül darbesinin ardından idam edilen ilk devrimci olduğu ve devrimci kimliğiyle kendinden sonra gelendevrimcilere bıraktığı mirasın önemine değinildi. 12 Eylül darbecilerinin yargılanması istendi.

Anma sırasında Adalı’nın mezarına karanfiller bırakıldı.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Türkiye’nin iç politikasına olduğu kadar dışpolitikasına da Amerika’nın bölgesel hesapları yönvermektedir. ABD, emperyalist hesapları gereği Türksermaye devletine saldırganlık politikalarında aktifdestek ve taşeronluk rolü biçmektedir. Bu rol, dışardaemperyalist saldırı ve savaşlarda ABD’nin tamhizmetinde olmayı gerektirmektedir.

ABD, bölgesel hegemonya mücadelesinde yeni birstratejik yönelime girmiştir ve bu yönelimde Türksermaye devletine de özel bir misyon biçmiştir. Buözel misyon gereği içerde Kürt sorununda Amerikancıçözüm doğrultusunda “Kürt açılımı”gündemleştirilmekte, dış politikanın Kafkasyaayağında ise Ermenistan-Türkiye ilişkileriçerçevesinde atılacak adımlar gündemegetirilmektedir.

Son dönemde Türkiye’nin, Ermenistan, Rusya veAzerbaycan ile geliştirdiği ilişkiler, imzalananprotokoller, artan ziyaretler ve oluşturulan diplomasitrafiği ABD emperyalizminin Kafkasya üzerindenTürk devletine biçtiği teşorunluk hizmetinin gerekleriarasındadır.

ABD, Kafkaslar’daki nüfusunu artırmak veegemenliğini sağlamlaştırmak istemektedir. Bunu daRusya ile yakın ilişkiler kuran Ermenistan’ı Türkiyeüzerinden kendine yakınlaştırarak yapmakistemektedir. ABD için önemli olan ne Kürt sorunu nede Ermenistan-Türkiye ilişkileridir. O, bölgeyi kendisiiçin güvenli ve denetimi altında bir enerji koridoruhaline getirmek istemektedir. Bunun içinKafkasya’daki ülkeler arası ilişkileri kendi çıkarlarıdoğrultusunda dizayn etmeye çalışmaktadır.

Bilindiği gibi Ermenistan-Türkiye ilişkilerindeherhangi bir yakınlaşma Azerbaycan ve Türkiyeilişkilerinde gerilime konu olmaktadır. Karabağ sorunuüzerinden Azerbaycan’a hamilik yapmaya çalışan, “ikidevlet tek millet” gerici söylemiyle yaklaşan Türksermaye devleti, Azerbaycan ile girdiği ekonomikilişkiler gereği arasını bozmak istememektedir.

Türkiye-Azerbaycan arasında geçiş sağlayan petrolboru hattının yanısıra Temmuz ayında imzalananNabucco doğalgaz anlaşması, iki ülke arasındakiilişkileri güçlendirmiştir. Ancak anlaşma sadece bu ikiülkeyi değil Avrupa’yı ve ABD’yi de yakındanilgilendirmektedir. Zira Türkiye, Bulgaristan,Romanya, Macaristan ve Avusturya güzergahınıizleyecek boru hattının Hazar denizindeki doğal gazkaynaklarını Avrupa’ya taşıması öngörülüyor. BöyleceAvrupa’nın Rusya’ya doğalgaz bağımlılığı azaltılmışolacak. Rusya’nın bölgedeki gücünü geriletmekisteyen ABD için anlaşmanın bu açıdan ayrı bir anlamıda bulunmaktadır.

ABD, bölgeye yönelik hesapları gereği Rusya ileyakın ilişkiler kuran Ermenistan’ı denetim altınaalmak istiyor. ABD’nin, Türkiye-Ermenistan ilişkileriiçin çizdiği “yol haritası” doğrultusunda son dönemdeyakınlaşan iki ülke 10 Ekim’de bir protokol dahaimzaladı. Protokol her iki ülkenin meclisindegörüşülecek, onay görürse protokol yürürlüğe girecek.Protokole göre, yürürlüğe girmesinden itibaren iki ayiçerisinde ortak sınırlar açılacak. Her iki ülkenindışişleri bakanlıkları düzenli siyasi istişare

gerçekleştirecek ve mevcut sorunların tanımlanmasınave tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihselkaynak ve arşivlerin “tarafsız bilimsel” incelemesinide içerecek şekilde bir diyalog uygulanması için çabagösterilecek. İki ülke arasında mevcut ulaştırma,iletişim, enerji altyapısı ve şebekelerinden en iyişekilde istifade edilmesi ve bu yönde tedbirleralınması da protokol maddeleri arasında bulunuyor.Protokolün yükümlülüklerinin uygulanması için deayrı alt komisyonları kapsayan hükümetler arası ikilibir komisyon oluşturulacak.

ABD’nin denetiminde gerçekleşen Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasından rahatsız olacakülkelerden birisi de Rusya’dır. Rusya, ABD’ninKafkasya üzerindeki hesaplarını görmekte, Türkiyeüzerinden Gürcistan ve Ermenistan’ı yanına çekerekRusya’nın bölgedeki etkisini zayıflatmaya çalıştığınıbilmektedir. Ancak bu anlamda Rusya’nın eligüçlüdür. Zira Ermenistan’ın stratejik altyapısı,elektrik şebekesi, nükleer enerji santrali, demiryolusistemleri Rusya’nın elinde bulunmaktadır.

Kısa bir süre önce Gürcistan gerilimi üzerindenRusya ile ABD arasında yaşanan gerginlik tırmanmış,Rusya’nın cepheden tutum alması üzerine ABD geriadım atmak zorunda kalmıştı. Rusya şimdi Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını kendi lehine kullanmayaçalışmaktadır. Rusya, Türkiye-Ermenistanyakınlaşmasıyla Gürcistan’ın stratejik değerinindüşmesini kendi çıkarlarına uygun görmektedir.

Emperyalistler arası hegemonik güç dengelerindekideğişim, Avrupa’nın da Kafkasya’daki gelişmeleriyakından izlemesini gerektirmektedir. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesinde özellikleBM, AGİT, Avrupa Konseyi, Avrupa-Atlantik İşbirliğiKonseyi ve KEİ’nin de destek verecek olması bununbir göstergesidir.

Görünen o ki emperyalistler güçler, Kafkasya’dakigelişmelere kendi çıkarları doğrultusunda yönverebilmek amacıyla sürecin parçası olmakta vegelişmeleri izlemeye devam etmektedirler. Bölgeninzengin enerji kaynakları, hassas dengenin geçiciolmaya mahkum olduğunu göstermektedir.

Protokol üzerine...24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Türkiye-Ermenistan arasında protokol imzalandı...

Emperyalistlerin Kafkasya’daki nüfus mücadelesinde geçici denge

Emek örgütlerinden kampanyaAsya, Avrupa ve Amerika’dan onlarca ülkenin emek örgütleri 7 Ekim günü Asya Asgari Ücret

Kampanyası başlattı. Kampanyayla, Asya’daki giyim işçilerinin ücretlerinin ve çalışma standartlarınındüzeltilmesi için ortak bir asgari ücret talep ediliyor.

Asya Asgari Ücret, Asya’nın önemli giysi üreticisi ülkelerinde resmi para birimlerine göre (Hindistan,Bangladeş, Kamboçya, Endonezya, Sri Lanka, Tayland, Çin ve Hong Kong) kolaylıkla değiştirebilecek birasgari ücret belirledi.

Asya Asgari Ücret nedir? Asya Asgari Ücret, “4 kişilik bir ailenin (2 yetişkin, 2 çocuk) geçimini sağlayabilmek için bir kişinin

haftada maksimum 48 saat çalışarak (fazla mesai, diğer ikramiyeler ve izinler dışta tutularak) elde ettiği geliritemel alıyor. Buna göre asgari ücret ile yiyecek, sağlık, ev giderleri, kıyafet, çocuk bakımı, ulaşım, yakacak veeğitim masraflarının karşılanabilmesi gerekiyor.

Her ülkenin para birimine uyarlanabilecek şekilde Dünya Bankası’nın “satın alma gücü paritesi”kullanılarak belirlenen standart ücretle Asya’daki giysi üretimi yapan tüm ülkelerde işçilerin aynı miktardaalım gücüne sahip olabilmeleri ve hizmetlerden eşit derecede yararlanabilmeleri hedefleniyor.

Buna göre, 2009 yılı için Asya Asgari Ücret 475 dolar olarak belirlendi.

Gine’de cuntacılara protesto

Afrika ülkesi Gine’de cuntacı lider DadisCamara’nın başkanlık seçimlerine aday olacağınınöğrenilmesi üzerine 28 Eylül günü yapılan eylemlerdepolis ve asker darbe karşıtlarına ateş açmış, çıkançatışmalarda 150’nin üzerinde insan ölmüştü.

Gine’deki sendikalar ölümleri protesto etmek için20 ve 21 Ekim tarihlerinde tüm işçi ve emekçilere işegitmeme çağrısında bulundu.

Sendikalar işe gitmeme eylemini genel grev olarakdeğil daha çok ölenlerin yasını tutmak ve saldırılarıprotesto etmek (işçiler işe gitmeyecekler ancak sokağaçıkıp herhangi bir eylem yapmayacaklar) için yapmayıplanlıyor.

Ayrıca, sendikaların bu eylemlerinin DadisCamara’nın seçimlere aday olmaması için cuntayönetimi üzerinde baskı oluşturacağı da düşünülüyor.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Dünyadan... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Dünyada grev hazırlıkları Piraeus Limanı’nda işçiler “Greve

devam” dedi! Yunanistan’ın Piraeus Limanı’nda çalışan işçiler

konteynır terminalinin yönetiminin bir Çin şirketineverilmesine karşı başlattıkları grevin sürdürülmesinekarar verdi.

Yunanistan’daki seçimlerin ardından göreve yenibaşlayan Ekonomi Bakanı Luka Katsela 13 Ekim günüliman ve gemicilik şirketlerinin yetkilileriyle birgörüşme yaptı. Liman işçileri ise Cosco şirketiyleyapılan sözleşmenin bir an önce iptal edilmesi içingreve devam edeceklerini açıkladı.

Grev 10 gün önce başlatılmış ve yaklaşık 400 binkargonun limana giriş-çıkışını engellemişti.

OMYLE sendikası, Yunanistan ve DoğuAkdeniz’ın önemli limanlarından olan PiraeusLimanı’nın satılmasının ekonomi ve işçiler için birfelaket olacağını söyledi. Sendika yetkilileri dünkügörüşmelerin ardından yaptığı açıklamada işçilerin“Zafere ulaşana dek” grevi sürdürmeye hazır olduklarıuyarısında bulundu. Sendika, seçimlerden öncelimanın satışına karşı çıkan yeni hükümeti “acil veetkili” önlemler almaya çağırdı.

KıbrısKıbrıs Rum Kesimi`nin ulusal havayolu Cyprus

Airways işçilerini temsil eden 5 sendikası grevehazırlanıyor.

Eurocypria’da ayrı bir fizibilite çalışması yapılmasıtalebi hükümet tarafından kabul edilmezse sendikalarCyprus Airways’te grev yapılacağını duyurdu.

Sendika temsilcisi işçilerin öncelikle fizibiliteçalışması yapılmadan hükümetin Eurocypria’ya dahafazla para aktarıyor olmasına karşı olduklarını söyledi.

Sendika temsilcisi ayrıca Cyprus Airways veEurocypria’nın her ikisinin de uçuş yapmasının ikişirketin işçilerine de zarar vereceğini ifade etti.

Nijerya’da dayanışma grevi Nijerya İşçi Kongresi (NLC), haftalardır grevde

olan öğretmenler ve doktorlarla dayanışmak için grevhazırlıkları yaptıklarını açıkladı.

NLC, zam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesitalebiyle haftalar önce greve çıkan öğretmenlerin vedoktorların talepleri 1 hafta içerisinde kabul edilmezseişçileri dayanışma grevine çağıracağını söyledi.

Yapılacak grevle hükümet üzerinde baskıoluşturulması planlanıyor.

Bulgaristan Demiryolu İşçileri Sendikası Başkanı Maria

Kalcheva, Varna demiryollarında çalışan işçileringreve hazır olduklarını açıkladı.

İşçilerin talep listesi oluşturduklarını söyleyenKalcheva, ücretlerinin ödenmemesinin ve iştenatmaların sektörde yaşanan en önemli sorunlar olduğuifade etti.

Kalcheva, yönetimle görüşmelerin hala sürdüğünü,eğer anlaşmaya varılamazsa Varna’da çalışandemiryolu işçilerinin grev yapacağını duyurdu.

Kanada Toronto Halk Kütüphanesi’nde çalışan kütüphane

görevlileri %86 oyla grev kararı aldı. Yeni bir sözleşmenin yapılmasına ilişkin

görüşmelerden sonuç alınmadığı taktirde kütüphanegörevlileri grev yapacaklar.

Kanada Kamu Çalışanları Sendikası’nda örgütlü

kütüphane çalışanlarının yarısı yarızamanlı çalışıyor ve tam zamanlıçalışanlara göre sosyal yardımlardan çokdaha az yararlanabiliyor. Sendikasözcüsü O’Reilly, kütüphaneyetkililerinin self-kontrol teknolojisineharcadığı masrafları işçilerin üzerindençıkardığını söylüyor.

İngiltere İngiltere’de posta çalışanları çalışma

koşulları ve maaşlar için ülke çapındagrev hazırlıkları yapıyor.

Posta çalışanlarının ilk grevinin 19Ekim’de yapılması planlanıyor.

Greve 120 bin işçinin tamamınınkatılabileceği ya da teslimat vesınıflandırma gibi bölümlerden işçigrupları için farklı günlerde yapılmasıüzere çeşitli eylem programınınçıkarılabileceği söyleniyor.

2009 yılı Nobel Barış Ödülü’nün sahibi, dünyanın birçok ülkesinde imza attığı işgaller ve kanlıkatliamlarla özdeşleşen Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Barack Obama oldu. Norveç Nobel Komitesi’nden yapılan açıklamada, 10 milyon İsveç kronu değerindeki ödülün Obama’yaverilme gerekçesi “uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirme konusundakiolağanüstü çabaları” olarak açıklandı.

Komitenin açıklamasında, Obama’nın nükleer silahsız bir dünya için çalışması ve vizyonuna özel önemverildiği belirtildi ve “Obama, başkan olarak uluslararası siyasette yeni bir hava yarattı. Çok taraflı diplomasi,BM ve diğer uluslararası kuruluşların oynayabileceği role vurguyla, merkezi konumunu yeniden kazandı”denildi.

Emperyalist işgallere, katliamlara verilen barış ödülü

Obama’ya biçilen misyon ile emperyalist tekeller Amerika’nın Bush döneminden kalma olumsuz imajınıdüzeltme niyetindeler. Nitekim özellikle Obama’nın başkanlığa seçildiği ilk dönemlerde yaratılmak istenenyanılsamanın karşılık bulduğunu da söyleyebiliriz. Fakat çok geçmeden, Obama başkanlığındaki ABD’nin deaynı emperyalist politikaları sürdürdüğünü görmüş olduk. Başkanından bağımsız olarak ABD, işgal, savaş,yıkım, sömürü ve barbarlıkla özdeşleştiği ölçüde Obama’nın da ABD’nin bunların zeminini hazırlayanpolitikalarını sürdürmekten başka bir şansı yoktur. Nobel Barış Ödülü de işte adı barbarlıkla anılan ABDpolitikalarının uygulayıcısına verilmiştir.

Emperyalizmin “barış” anlayışı

Obama’nın seçim döneminde Irak’taki işgali sonlandırma yönlü açıklamaları boşa düştü. İşbirlikçi rejimisiyasi ve ekonomik anlamda kontrol edebilecek mekanizmalar yaratılamadığı için fiili olarak dahi Irak’tançekilme sağlanamadı. Önce ertelendi, ardında da muğlak bir tarihe bırakıldı. Obama’ya verilen ödülün ilknedeni de işgalle beraber Irak’ı cehenneme çevirmesi olmalı.

Afganistan işgali de hala devam ediyor. Terör demagojisi ile işgal edilen Afganistan’da halk sefaletiçerisinde yaşıyor. Her gün ölüm haberlerinin geldiği Afganistan, Amerikan emperyalizmi için bir bataklıkhalini almış olsa da, ABD ek asker talebinde bulunuyor ve buradan çekilmeyeceğini net bir tutumla ortayakoyuyor. Ve ezilen halklara barbarca saldıran ve işgali destekleyen Obama’ya barış ödülü veriliyor.

Halklar arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesinden; Siyonist İsrail rejiminin kollanması ve desteklenmesibunun yanında ise Filistin’in baskı altında tutulması anlaşılıyor ise Obama’ya verilen ödül yerini bulmuşdemektir.

Filistin ve İsrail görüşmelerinde, siyonist rejimi himaye eden Obama, Filistin topraklarının gaspedilmesianlamına gelen ve sistematikleşmiş bir hal alan Yahudi yerleşimlerinin inşasına tutum almıyor.

Savaş suçu işleyen İsrail’i kınamıyor, Filistin halkının katledilmesine ses çıkarmıyor... Dahası, Obama yönetimi İsrail’e sağladığı silah desteği ile katliamlara ortak oluyor. İsrail’e en gelişmiş

silahları tedarik eden ve Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesine sebep olan ABD’nin başkanına barış ödülüveriliyor.

Burjuvazi Obama’ya barış ödülü verse de ezilen halklar için Obama savaş ve barbarlık ile özdeşleşmiştir.Ve hiçbir ödül Obama ve onun şahsında emperyalizmin maskesinin düşmesini engelleyemeyecektir.

Nobel Barış Ödülü Obama’ya verildi...

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Dünyadan...26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

İran’da işçiler açlık grevinde İran İslam Cumhuriyeti Erak Pars Vagon Sanayi

Şirketi’nde çalışan 1,700 işçiücretlerinin ödenmemesiniprotesto etmek için açlık grevine başladı. Bu grevlebirlikte işçiler 2009 yılı içerisinde 9. eylemlerinigerçekleştirmiş oldular.

İşçiler, talepleri karşılanmazsa Erak şehrine girişyolunu kapatacaklarını söylediler.

Müslüman İşçiler Birliği Başkan YardımcısıMuhammet Rıza Madahi, işçilerin 75 günlükmaaşlarının, emeklilik ücretlerinin ve sosyalyardımlarının ödenmemesi gerekçesiyle greve çıktığınısöyledi.

İşçiler, talepleri karşılanana kadar açlık grevinisürdüreceklerini ifade ettiler.

Güvencesiz çalışmaya karşı metalişçileri sokaklardaydı!

3-10 Ekim Dünya Güvencesiz Çalışmaya KarşıMücadele Haftası kapsamında çeşitli ülkelerdenbinlerce metal işçisi alanlara çıktı.

Bulgaristan’da Metal İşçileri Sendikası 30 Eylül-4Ekim tarihleri arasında güvencesiz çalışmayı konu alanUlusal Metal İşçileri Spor Oyunları’nı düzenlediler.

Almanya’da IG Metal’den 15 bin stajyer,üzerlerinde, gelecekten beklentilerinin yazılı olduğukartlar olan balonları gökyüzüne gönderdi. Gençişçilerin dilekleri arasında iş aramak, maaş almadançalışmak, düşük ücret, sabit dönem sözleşmeleri gibisorunların olmadığı bir dünya vardı.

Macaristan’da 7 Ekim günü 12 kentte flashmobeylemleri yapıldı. Renkli eylemleriyle işçiler medyanınilgisini çekti.

Endonezya’da IMF’ye (Uluslararası Metal İşçileriFederasyonu) bağlı bir sendika 8 Ekim günü güvencesizçalışmaya karşı 6 binin üzerinde kişinin katıldığı bireylem örgütledi.

Güney Afrika’da, Güney Afrika Ulusal Metalİşçileri Sendikası (NUMSA) 7 Ekim’de “Bizler köleliğekarşı savaştık, işçi simsarlığı da bundan farklı değil”yazılı dövizler taşıyarak eylem yaptı.

İsviçre’de, Tayland’ta ve Türkiye’de de IMFtemsilcilerinin katıldığı çeşitli etkinlik ve eylemlerlegüvencesiz çalışma koşulları protesto edildi.

Almanya kitlesel gösteriler Almanya’da banka çalışanları Bundesbank’ın

şubelerinin yarısının kapatılması planlarını Frankfurtsokaklarında kitlesel bir şekilde protesto ettiler.

1,400 banka çalışanı 13 Ekim günü yaptıklarıeylemle bankanın tarihindeki en büyük protestoeylemini gerçekleştirmiş oldular.

İşçiler, ıslıklarıyla, davullarıyla, sirenleriyle

Bundesbank’ın Frankfurt’taki şubesi önünde toplanarakkitlesel ve ses getiren bir eylem yaptı.

Bundesbank geçen ay 2012 yılına kadar 47 şubeden14’ünün, 2015 yılına kadar ise 9 şubenin dahakapatılacağını duyurmuştu.

Dresden, Bremen ve Aachen şehirlerindeki şubelerinkapatılması 300 işçinin işini kaybetmesine, 500 işçininise başka şubelere gönderilmesine neden olacak.

Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...

İran’da öğretmenler gözaltında

İranlı öğretmenler 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü kutladıkları gerekçesiyle gözaltına alındı.Öğretmen sendikaları 6 Ekim Salı günü Tahran’da bulunan Genel Sekreterlik binasında Dünya

Öğretmenler Günü’ne ilişkin toplantı yaptıkları sırada İran polisi binayı basarak öğretmenleri gözaltına aldı. Baskın sırasında öğretmenlere herhangi bir gözaltı gerekçesi gösterilmedi. Sendika üyesi 9 öğretmen ertesi gün serbest bırakılırken Genel Sekreter Baghani 11 saat boyunca sorguya

çekildi. Baghani, “izinsiz toplantı yapmak” ve “Dünya Öğretmenler Günü’nü kutlamakla” suçlandı. MehdiBohlouli 10 Ekim’de serbest bırakılırken Rezaiee ise hala gözaltında tutuluyor.

İstihbarat memurları, öğretmen derneklerinin hükümet tarafından dağıtıldığını, öğretmenlerin derneklerdenüyeliklerini iptal etmeleri gerektiğini ve İçişleri Bakanlığı’nın 2007 Nisan ayında öğretmen dernekleriniyasakladığını iddia etti. Fakat Eğitim Enternasyoneli’nin verdiği bilgiye göre öğretmen derneklerininkapatılmasına dair mahkemeden herhangi bir karar çıkmadı.

Öğretmen derneklerinin birçoğu istihbarat servisi tarafından saldırıya uğrasa da Tahran, İsfahan ve Kermanaktif olarak faaliyetlerini sürdürdü.

Fakat sendika toplantıları istihbarat servisi tarafından sürekli olarak dağıtılmaya ya da denetlenmeyedevam etti.

Eğitim Enternasyoneli, İranlı yetkililerden sendika üyesi öğretmenlerin serbest bırakılmasını istedi. DünyaÖğretmenler Günü’nün toplumsal ve ekonomik talepleri dile getirmek için dünya çapında kutlandığı, buyüzden İran’da örgütlenme ve ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesi gerektiği ifade edildi.

Kore’de hükümet karşıtı gösterilere katılanişçiler işten atıldı

Kore’de Temmuz ayında yapılan hükümet karşıtı eylemlere katıldıkları gerekçesiyle 3 kamu çalışanısendikasından 14 temsilcinin işine hükümet tarafından son verildi, onlarca işçi ise ceza aldı.

Kamu Yönetimi ve Güvenlik Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre 3 sendikadan 105 sendikalı kamupersoneli Temmuz ayındaki gösterilere katıldıkları için disiplin kuruluna gönderildi.

Disiplin kurulunda zorunlu politik tarafsızlık kuralını ihlal ettikleri gerekçesiyle 14 işçinin iştenatılmalarına karar verilirken 37 işçi ise uzaklaştırma, kınama ve para cezası aldı.

Kamboçya’da kötü çalışma koşulları

Kamboçya’nın Phnom Penh şehrinde bulunan Willbes Kamboçya Ltd. giyim fabrikasında çalışan 500’ünüzerinde işçi Pazartesi günü baygınlık geçirdi.

Kamboçya Krallığı Bağımsız İşçi Sendikası başkanı yaptığı açıklamada işçilerin fabrikada kullanılankimyasal sprey yüzünden bayıldığını söyledi.

Yapılan açıklamada giysileri sağlamlaştırmaya yarayan kimyasal spreyin kullanılması için Cumartesi günüfabrikanın kapatıldığı ve bu yüzden işçilerin bayıldığı ifade edildi.

Çevre ve Çalışma Bakanlığı’ndan yetkililerin yaptığı araştırmada 2,500 işçinin çalıştığı fabrikada yeterincehavalandırılma yapılmadığı kaydedildi.

Opel’de anlaşma sağlanamadı…

İspanya İşçi Sendikaları Salı günü yaptıkları açıklamada araba parçası üreten Kanada şirketi Magna’yla(MGa.TO) İspanya’daki Opel fabrikasına ilişkin yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamadığını söyledi.

Opel İspanya’nın işçi komitesi başkanı Juan Arceiz “Görüşmeler herhangi bir anlaşmaya varılamadansonlandı” dedi.

Sendika başkanları bir süredir hükümetle ve Madrid’teki Magna temsilcileriyle görüşmeler yapıyordu. Figueruelas kentinde bulunan Opel İspanya fabrikasında şu an 7,500 işçi çalışıyor. Fabrikayı satın almayı

planlayan Magna şirketi ise yaklaşık 1,500 işçinin işine son vermek istiyor. Şirket bir süre önce de Avrupa’da 10,500 işçinin işine son vermeyi planladığını duyurmuştu.

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Dersim’in nefesi kesilmek isteniyor! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Geçtiğimiz günlerde Dersim’de, Munzur’dayapılması planlanan 8 baraja karşı yaklaşık 20 binkişinin katıldığı bir miting gerçekleştirildi. Miting,kitleselliği bakımından şimdiye kadar gerçekleştirilençevre eylemleri içerisinde en dikkat çekeniydi. Bukitleselliğin nedeni tek başına çevre duyarlılığıdeğildir. Kuşkusuz Dersim halkının ve mitingekatılanların Munzur’a yapılması planlanan barajlaratepki göstermesinin gerisinde çevre katliamına karşıduyulan tepkinin rolü bulunmaktadır. Ancak Dersimhalkı aynı zamanda kültürüne, kimliğine, toprağına,geçmişine ve geleceğine de sahip çıkmaktadır.

Dersim’in kanlı tarihi

Osmanlı’dan günümüze egemenler için Dersim,sürekli bir tehlike ve vücuttan atılması gereken kötühuylu bir hücre olarak görülmüştür. Devlet, bu görüşeuygun olarak politika izlemiştir. Bölgede yaşayaninsanlar -ki çoğunluğunu Kürt ve Alevi kökenlileroluşturur- sistemli olarak asimilasyona ve katliamlaramaruz kalmıştır. 1938 yılında on binlerce Dersimli,Genelkurmay raporlarındaki talimatlarla katledilmiştir.Kalanlar da, ya sürgün edilmiş ya da Türkleştirmepolitikalarıyla ezilmeye, kimliksizleştirilmeyeçalışılmıştır.

Gelinen 86 yıllık süreç içerisinde aynı imha veinkar politikaları devam etmektedir. Munzur, onyıllardır süregelen katliamlara, sürgünlere tanık olmuş,suyu kana bulanmış, bir halkın inkarında cisimleşmişkoca bir tarihi bağrında yaşatmaktadır.

Sermaye iktidarı Dersim’i yok etmek istiyor!

Munzur Vadisi’nde, 42 bin hektarlık bir alan 1971yılında milli park olarak ilan edilmiştir. Bölgenin millipark ilan edilmesinde, sahip olduğu akarsular, yöreyeözgü bitki ve hayvan türlerinin varlığı etken olmuştur.Diğer taraftan Munzur’un dağları, gölleri, kanyonlarıve şelaleleri, doğal görünümü daha da zenginleştirenunsurlar arasındadır. Munzur Vadisi florasında 1518çeşit bitki türü mevcuttur. Bu bitki türlerinin 43 çeşididünyada yalnızca Munzur Vadisi’nde yetişmektedir.

Sadece birkaç cümlelik bu ansiklopedilik bilgilerdahi, Munzur’da nasıl bir doğal zenginlik olduğunuanlatmak için yeterlidir. Ama gelin görün ki şimdi bubölge sular altında bırakılacak, köyler yine boşalacak,binlerce dönüm orman yok olacak. Açıktır ki, sermayeiktidarının kollarını sıvadığı bu baraj projeleri ileDersim nefessiz bırakılmaya çalışılmaktadır. Bu yöndeilk adımlar da atılmaya başlanmıştır.

Şehir merkezinin içerisine kadar uzanan UzunçayırBarajı 17 Ağustos tarihi itibariyle su tutmaya başladı.Öyle ki hazırlanması gereken Çevre EtkiDeğerlendirme Raporu (ÇED Raporu) hazırlanmadan,yapılması zorunlu olan atık su arıtma tesisiyapılmadan... Böylece yöre insanının kolera, tifo,dizanteri, sıtma gibi hastalıklarla yüz yüze kalmasıiçten bile değil. Hiçbir önlem alınmadan başlanançalışmalar, 21 Ekim’den itibaren bir, Aralık ayında ikitribünde test üretimiyle ve 1 Mart 2010 tarihinde üçtribünden birden elektrik üretimine geçilerek devamedecek. Böylece Dersim’in çehresi iyice değişecek,Munzur’un özgür akışına set vurulacak.

Şimdilerde Hasankeyf, Kaz Dağları, Fırtına Vadisi,Allionai üzerinden yapılan tüm uygulamalar hiçbirbilimsel yönteme dayanmamaktadır. Bugün Dersim veMunzur’a yönelik hesaplar kültürü, doğası, geçmişi ve

geleceği bakımındandevletin imha ve inkarpolitikasından ayrıdüşünülemez. Tüm bunlaraeklenecek tek şey bitkilerin,hayvanların, en basitindenen karmaşık olanına kadartüm organizmalarınimhasına ve inkarına kadarvarmasıdır.

Bu katlima karşı çıkmakbirçok açıdan zorunludur.Çünkü Munzur’unözgürlüğü insanlığınözgürlüğü olacaktır!

Toplumcu Mühendis,Mimar ve Şehir Plancıları

Dersim’de 20 bin kişi Munzur için yürüdü! 

Dersim’de düzenlenen çevre mitinginde biraraya gelen 20 bin kişi Uzun Çayır Barajı ve yapılmasıplanlanan 6 barajı protesto etti. “Dersim’de baraj istemiyoruz!” şiarı ile düzenlenen 8 kilometrelik yürüyüşTürkiye’nin en büyük çevre mitingi olma özelliği taşıyor.

Tunceli’de yapımı tamamlanan Uzunçayır Barajı’nın yanısıra Munzur Nehri ve Pülümür Çayı üzerineAkyayık, Konak Tepe, Konaktepe Hidroelektrik 1, 2, Kaletepe, Bozkaya, Kemerbel isimli 6 adet daha barajınyapılması planlanıyor. Planlanan barajların hayata geçirilmesi bölgenin doğal dokusunun bozulmasına ve açıkbir çevre katliamına sebep olacak. Bir süredir barajlara karşı mücadele veren güçler, 10 Ekim günü Dersim’dekitlesel bir yürüyüş gerçekleştirerek Munzur’un gerçek sahibi olduklarını bir kez daha vurguladı.

Ağırlığını Desimliler’in oluşturduğu ancak çevre illerden de katılımların olduğu yürüyüşe 20 bini aşkınkişi katıldı. Dersim’de Kışla Meydanı’nda toplanan binlerce kişi buradan davul-zurna, halaylar ve sloganlareşliğinde yürüyüşe geçti. Kortejlerde “Dersim’de baraj istemiyoruz”, “Barajlara geçit vermeyeceğiz”,“Munzur Vadisi özgür kalacak” dövizleri ile yürüyüşe geçen kitlenin sayısı Cumhuriyet Caddesi üzerindegerçekleşen katılımlarla birlikte çok geçmeden 20 bine ulaştı.

Yürüyüş barajların yapılması ile birlikte sular altında kalacak olan meydanda son buldu. Polisin Meydangirişinde arama dayatmasında bulunması ise kitlenin kararlı tutumu ile boşa düşürüldü.

Meydanda kitleye seslenen Tunceli Belediye Başkanı Edibe Şahin Dersim’de doğanın tahrip edilmesinindevletin bilinçli bir politikası olduğunu söyledi..

Mitingte Mikail Aslan ve Ferhat Tunç da sahne alarak ezgilerini Munzur için seslendirdi.

Beşiktaş’ta 3. köprü mitingi

3. Köprü Yerine Yaşam Platformu İstanbul’da yapılması planlanan 3. köprüye karşı 11 Ekim günüBeşiktaş’ta miting gerçekleştirdi.

Yıldız Parkı’ında toplanan 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, TMMOB Orman Mühendisleri Odasıİstanbul Şubesi, Şehir Plancıları Odası, KESK, İmece-Toplumun Şehircilik Hareketi, Konut HakkıKoordinasyonu, Boğaziçi Çevre Kültür Dayanışma Derneği (BOÇEV), Sarıyer Dernekleri Platformu,Tarabya Üstü, Ömürtepe, Kireçburnu Halkı, Maden Mahallesi Derneği, Sahiline ve Yeşiline Sahip ÇıkPlatformu, Sarıyer Halkevleri ve Yurtsever Cephe, “İMF’nin, yağmacıların, sermayenin değil, bilimin,doğanın, halkın sesini dinle! Rant değil, insanca yaşam! / 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu” pankartıarkasında kortej oluşturarak sloganlarla Beşiktaş Demokrasi Anıtı’na doğru yürüyüşe geçtiler.

Kitlenin Beşiktaş Demokrasi Anıtı Meydanı’na girmesiyle birlikte programa geçildi. Sırasıyla, BoğaziçiÇevre Kültür Dayanışma Derneği (BOÇEV), Maden Mahallesi Derneği, selzede mağdurları, SarıyerMahalleleri Derneği Platformu adına ve CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve TMMOB OrmanMühendisleri Odası Başkanı Besim Seltok tarafından konuşmalar yapıldı. Yapılan konuşmalarda, 3. köprününİstanbul halkına, kente, çevreye ve doğaya karşı suç oluşturacağı ifade edilerek mücadelenin sürdürüleceğisöylendi.

Yapılan konuşmaların ardından horonlar çekildi. Miting programının ardından Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne yürüyüp basın açıklaması yapmak isteyen

kitlenin önü polis barikatıyla kesildi. Yapılan görüşmelere rağmen barikat açılmayınca basın açıklamasınageçildi.

“3. Köprü Yerine Yaşam Platformu” adına basın açıklaması yapan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odasıİstanbul Şube Yazman Üyesi Şerafettin Çengel, 3. Köprü projesinin doğaya, çevreye ve insanca yaşama karşıişlenecek bir cinayet olacağını söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dersim’in nefesi kesilmek isteniyor!

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Çocuk katili devlet hesap verecek!28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde katledilen 12yaşındaki Ceylan Önkol’un ardından kirli savaşgerçeği bir kez daha gün yüzüne çıkarken Kürt halkınayönelik operasyonlarına hız veren TSK da kirli savaşgerçeklerinin üzerini kapatma telaşına düşüyor.

Ceylan Önkol’un katledilmesinin ardından basındaçıkan haberler üzerine açıklama yapan Türk SilahlıKuvvetleri (TSK) sermaye devletinin Kürt halkınayönelik inkar ve imha politikalarının aklanması yolunagirişti.

Basını bilgilendirme toplantısı düzenleyenGenelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral MetinGürak Ceylan’ın ölümüyle ilgili açıklama yaptı.

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılmasına yönelikasimetrik kapsamlı ve organize bir psikilojik harekatsürdürülmektedir” diyen TSK, bir kez daha saldırganve tehditkar söylemlerle gerçekleri örtbas etmeyeçalışıyor.

Tuğgeneral Gürak, “Ancak son yıllarda TürkSilahlı Kuvvetleri’nin bu özelliğinin yıpratılmasınayönelik asimetrik kapsamlı ve organize bir psikolojikharekat sürdürülmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinekarşı yürütülmekte olan bu savaşın maksadı,kamuoyunu etki altına alarak Türk Silahlı Kuvvetlerialeyhine bir tutum ve yanlış bir ‘algı’ oluşturmaktır.Uygulanmakta olan savaşın boyutlarının tahminedilenden çok daha karmaşık ve büyük olduğunudüşünüyoruz. Unutmayalım ki uygulamalı ve çok yönlübir disiplin olan ‘iletişimden’ de büyük ölçüde istifadeedilerek gerçekleştirilen bu psikolojik harekatın nihaihedefi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllardır bölücüterör örgütüne karşı sürdürdüğü bu mücadeledeki azimve kararlılığına zarar vermektir” dedi.

Apaçık bir katliamın ardından TSK, basınısuçlayarak kendini aklamaya, gerçeklerin üstünüyalanlarla örtmeye çalışıyor.

Türk sermaye devletinin sahip olduğu kabarık suçdosyası, devletin katliamlarını teşhir etmek içinkapsamlı bir çalışma yapmayı gerektirmiyor. ZiraKürdistan illerinden hemen her geçen gün yeni infazhaberleri geliyor.

Tarihi boyunca Kürt halkı üzerinden zulmü eksiketmemiş olan Türk sermaye devletinin yaptığı yargısızinfazlar, toplu katliamlar devletin daha neleryapabileceği hakkında fikir veriyor.

Kürdistan’da yürütülen kirli savaş çerçevesindeboşaltılan köyler, tecavüze uğrayan Kürt kadınları,katledildikten sonra kulakları, kafaları kesilengerillalar…

Geçtiğimiz aylarda açılan BOTAŞ kuyuları,Cumartesi annelerinin ağıtları, Mardin Kızıltepe’deUğur Kaymaz’ın üstüne yaşı kadar mermiboşaltanların aklanması, genelkurmay eskibaşkanlarının “iyi çocukları” koruması…

İşte Türk sermaye devletinin gerçekliği... Ve işte bunlar gibi onlarca örnek, Ceylan Önkol’u

katledenin sermaye devleti olduğuna dair şüphebırakmıyor.

Türk sermaye devleti Kürt halkı üzerindeuyguladığı imha ve inkar politikalarının toplumnezdinde karşılık bulmasını sağlamak, inandırıcılık vegüvenirlik sorunu yaşamamak için bugün dert yandığı“iletişim” araçlarını oldukça etkili bir biçimdekullanıyor. Gerek sansür yöntemi gerekse de yalanhaberler ile emekçiler çok yönlü kuşatma altınaalınıyor. Nitekim medya, onyıllardır bu toprakları kana

bulayan kirli savaşı, nedenlerini ve kaynaklarınısorgulamadı.

Burjuva medya, şovenizmin körüklenmesinde vebugün kirli savaşın mazur gösterilmesinde büyük birrol oynuyor. Medya savaş halinin toplum ölçeğindeyayılması ve savaşa toplumsal desteğin örgütlenmesiamacıyla kullanılıyor.

İşçi ve emekçiler, ordunun Kürdistan’da yürüttüğükirli savaş uygulamalarını ekranlarda göremezken,şehit edebiyatı ve “vatanın bölünmez bütünlüğü”üzerine kurulan nutuklarla emekçilerin bilinçleribulandırılıyor, şovenizm körükleniyor.

Diğer yandan, Türk sermaye devletinin haksız vekirli savaşını yansıtan, Kürdistan’daki katliamlarıanlatan ilerici, devrimci, yurtsever basın-yayınorganları sansür uygulamaları ile kapatılıyor,yasaklanıyor ve farklı yöntemlerle bunların genişkitlelere ulaşması engelleniyor.

Açıklama, bu noktada burjuva medyaya bir gözdağıniteliği taşıyor. “Ya benim yanımdasın ya karşı tarafta”deniliyor. Ortalığa saçılan pisliklerinin burjuvamedyada yer almasından rahatsız olan TSK buhaberleri yansıtanları daha baştan “Türk SilahlıKuvvetlerine karşı yürütülmekte olan’ bu ‘asimetrikkapsamlı ve organize bir psikolojik harekat”ın parçası

ilan ediyor. Nasıl ki, Dağlıca baskınından sonra bununla ilgili

haberlerin işlenmesi yasaklandıysa, Şemdinli örtbasedildiyse, bu sefer de TSK medyanın sınırlarınıbelirlemek için gerekeni yapacaktır. Fakat hiçbirsansür, TSK’nın, Türk sermaye devletinin katliamcıkimliğini gizleyemez, gizleyemeyecektir.

TSK kendini aklama çabasında…

Sermaye devleti katliamcı kimliğini örtbas edemez!

Hiçbir rapor Ceylan’ın katillerini aklayamaz!Ceylan Önkol katledildi. Yıllardır Kürt halkına inkar ve imhayı dayatan Türk sermaye devleti, onun kanlı

katliamlara imza atan ordusu tarafından katledildi. Şimdi bu katliam örtbas edilmeye, dahası suç Ceylan’ın üstüne atılmaya çalışılıyor. Daha önceden atıldığı

iddia edilen bombaya eğer Ceylan vurmasaydı, yaşamını yitirmezdi denmek isteniyor. Şu an açıktan dillendirilmese de “soruşturma” bu muhtevada ilerliyor. Önce TSK’dan yıpratılmak

istendiklerine dair açıklama yapılıyor, basına gözdağı veriliyor. Sonra “soruşturma” terör kapsamına alınıyor.Yani devlet, bunun bir “kaza” sonucu olduğunu söylese bile “bölgenin özelliklerinden” kaynaklı bu cinayettensorumlu tutulmuyor. Kaldı ki şu anki tablo Türk sermaye devletinin Ceylan’ın katledilişini örtbas etmeyeniyetli olduğunu gösteriyor.

“Souşturma” Ceylan’ın havantopu atışı ile öldürülmediğine sıkıştırılsa da, burada Ceylan’ın ne tür birsilahla katledildiğinin esasta bir önemi yoktur. Mayın, havantopu ya da bomba... Bunların hepsi, Kürt halkınınözgürlük mücadelesini boğmak için Türk sermaye devleti tarafından kullanılageldi. Kürt halkına karşıyürütülen kirli savaşın bir aracı oldu.

Uğurları acımasızca katleden ve sonra da katillerini aklayanların Ceylan için de aynı oyunu sahneyekoyacaklarından hiç şüphe yoktur.

Diyarbakır Başsavcılığı ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Ceylan’ın katledilmesini örtbas etmeye yönelik ilkaçıklamalarını yaptılar.

Atalay, yaptığı açıklamada, otopside Ceylan’ın cesedinden çıkan ve olay yeri inceleme çalışmasıneticesinde elde edilmiş metal parçalarının detaylı incelendiğini ve bu parçaların 40 milimetrelik lancerbombasına ait olduğunun anlaşıldığını söyledi.

Önkol ailesi ve avukatları raporu skandal olarak nitelendiriyor

Önkol ailesinin avukatı Serdar Çelebi ise, savcılığın gizlilik kararını gerekçe göstererek raporu kendilerinevermediğini, fakat basına raporun sunulduğunu ifade etti.

Ceylan’ın yerdeki patlamamış mühimmata vurması sonucu, elininin ve yüzününün de parçalanmasıgerektiğini söyleyen Çelebi, “Bunun karşıdan atıldığı bir mühimmat olduğu ve olay günü atıldığı bellidir.Önceden patlamamış bir mühimmat değil. Bu askeri mühimmattır” dedi.

Ayrıca görgü tanıkları ve Ceylan’ın annesi ile babasının beyanlarında bir vızıltı ve zırlama sesinden sonrapatlamanın meydana geldiğinin ifade edildiğini söyleyen Çelebi, raporun gerçeği yansıtmadığını ifade etti.Çelebi şunları söyledi: “Vızıltı uzaktan atılan bir merminin işaretidir. Sesidir. Uzaktan atılan mermininsonucunda Ceylan yaşamını yitirdi. Eğer Ceylan tahta ile vurmuş olsaydı yada başka bir cisimle kolu kopar,ayağına değer yüzüne parçacıklar gelir. Patlamamış savaş artığı parçacık veya mühimmat varsa alanda,geçmişte yaşadığımız vakalarda çocuk ona vurduğunda vücudun tamamı tahrip olduğunu gördük. Buradasadece karın kısmı tahrip olmuş.”

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

9 Ekim akşamı çeşitli illerde eylemlergerçekleştiren ilerici ve devrimciler Güler Zere vehasta tutsaklara yönelik imha politikasının devamettiğine dikkat çektiler.

İstanbul Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan kitle Güler

Zere’nin fotoğrafının bulunduğu pankart arkasındayürüyüşe geçti.

İngilizce ve Türkçe, “Kanser hastası Güler Zere’yeözgürlük! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”pankartlarının açıldığı eylemde İstiklal Caddesiüzerinde bir sürelik oturma eylemi gerçekleştirildi.

Oturma eylemi sırasında Çav Bella marşı söylendi.Hasta tutsakların isimleri okunduktan sonra“özgürlük!” sloganı haykırıldı. Kitle oturma eylemininardından sloganlarla Galasataray Lisesi önüne geldi.

Basın açıklamasını ÇHD İstanbul Şubesi’nden Av.Ali Şafak okudu.

Şafak yaptığı açıklamada, siyasal iktidarın hastatutuklu ve hükümlülere ilişkin sürdürdüğü imhapolitikasına devam ettiğini belirterek, hakkındadüzenlenmiş tüm tıbbi raporlara ve yürürlükte bulunanyasalara göre serbest bırakılması gereken GülerZere’nin serbest bırakılmayarak katledildiğini ifadeetti.

Adanaİnönü Parkı’nda gerçekleştirilen basın

açıklamasında demokratik kitle örgütlerinin, ilerici vedevrimci kurumların Güler Zere’nin serbestbırakılması talebini dillendirdikleri söylendi.

Açıklama şu sözlerle son buldu: “Güler Zere 3,5 aydır kimyasal içerikli şuruplarla

beslenmektedir. Hastane tarafından karşılanmasıgereken bu şuruplar, çeşitli bahanelerle verilmemekte,ailesi tarafından karşılanması bırakılmaktadır.

2 Ekim tarihinde yapılan muayenelerde GülerZere’nin sol alt boyun bölgesinde sert bir şişlik,ameliyat olan bölgede de su toplanması ve boyunbölgesinde çeşitli yerlerde şişlikler teşhis edilmiştir.Bölüm tarafından biyopsi yapılması istenmiş, biyopsiyapmak üzere dahili onkoloji ana bilim dalı başkanıProf. Melek Erkişi, Güler Zere’den biyopsi almıştır. Buesnada Güler Zere’yi taciz ederek “Sen dışarıdaolsaydın kaç kişiyi öldürecektin” diyerek faşist yüzünügöstermiştir.

Alınan biyopsi pataloji laboratuarınagönderilmiştir. Doktorların tümünün Kıbrıs’ta kongrede olduğundan tahlil sonuçları geç çıkacaktır.

Radyoterapiden yeni çıkmış bir hastanın ameliyatedilmesi doğru mudur?”

Eylem, yarım saatlik oturma eyleminin ardındansloganlarla sona erdi.

Eskişehir Kızılay İş Merkezi önünde toplanan kitle “Güler

Zere’ye Özgürlük - Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın”pankartını açarak Hamamyolu’na yürüyüşe geçti.Yürüyüşte çevrede bulunanlara konuşmalar yapıldı.Güler Zere’nin kötü koşullar altında tutsaklığınındevam ettiği, kötü davranışlara maruz kaldığı,hastalığının giderek ilerlemesine rağmen serbestbırakılmadığına ifade edildi. Zere’nin ölümündenAdli Tıp’ın ve devletin sorumlu olacağı belirtildi. Basın açıklamasından sonra Güler Zere için yazılmışbir şiir okunarak eylem sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul – Adana - Eskişehir

Sınıf devrimcilerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

Devletin imha politikasına karşı eylemler sürüyor...

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!

13 Ekim günü işçi ve emekçilere Kızıl Bayrak gazetesini ulaştırmak isteyen sınıf devrimcileri, kollukgüçleri tarafından saldırıya uğradı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri ve sermayenin sivil kolluk güçleri, CevizlibağMetrobüs - Tramvay üst geçidinde Kızıl Bayrak Gazetesi’nin 39. sayısını işçi ve emekçilere ulaştıran sınıfdevrimcilerine yönelik linç girişiminde bulundu. Cevizlibağ’da Kızıl Bayrak gazetesinin satışını gerçekleştiren5 gazete çalışanı, zabıta ekipleri ve sivil polisler tarafından engellenmek istendi. Kolluk güçleri, keyfiengelleme tutumunu çevrede bulunan işçi ve emekçilere teşhir eden sınıf devrimcilerine ve olayıgörüntülemek isteyen Kızıl Bayrak muhabirine saldırdı.

Sınıf devrimcilerine yumruk ve tekmelerle azgınca saldıran sermayenin kolluk güçleri, Kızıl Bayrakmuhabiri Yılmaz Yaşar’ı da yaklaşık 100 metre sürükledikten sonra Cevizlibağ Shell İstasyonu’nda bekletilenBüyükşehir Belediyesi’ne bağlı zabıta aracına bindirerek kaçırdılar.

Yerde yaka-paça sürüklenerek zabıta aracına zorla bindirilen Kızıl Bayrak muhabiri araç içerisinde deyarım saat boyunca kafasına, göğsüne, sırtına ve yüzüne aldığı tekme ve yumruklarla darp edildi. Fotoğrafmakinesi hafıza kartına ve muhabir kimliğine el koyulan, fotoğraf makinası parçalanan Yaşar, araç içerisindezabıta ve sivil polisler tarafından tehditlere maruz bırakıldı. Zabıta aracını arkadan izleyen münübüsteki sivilgiyimli bir kişinin talimatı üzerine Yaşar, Zeytinburnu sahil yolu üzerindeki bir park civarında arabadan aşağıatıldı.

Keyfi engelleme ve linç saldırısına maruz kalan Kızıl Bayrak çalışanları saldırı sırasında ve sonrasında,“Baskılar bizi yıldıramaz!” sloganıyla saldırıları protesto etti. Çevredeki işçi ve emekçilere olayı teşhir etmekiçin ajitasyon konuşmaları gerçekleştirdiler.

Saldırı sonrası çeşitli yerlerinden yaralanan sınıf devrimcileri suç duyurusunda bulunduktan sonra HasekiEğitim ve Araştırma Hastanesi’nde giderek saldırı sırasında aldıkları yaraları darp raporuyla belgelediler.Sermayenin sınıf devrimcilerine yönelik baskı, şiddet ve terör saldırısı amacına ulaşamayacaktır. Tam tersineher türlü saldırı karşısında sınıf devrimcilerinin devrimci mücadelesi kararlılıkla sürecektir.

Kızıl Bayrak susturulamaz! Devrimci faliyet engellenemez!

Kızıl Bayrak / İstanbul

BDSP’li tutsaklardan mektup...

Krizin faturası kapitalistlere!“Tuzla tersaneler bölgesinde, çalıştığı tersanede gemiden düşerek yaralanan işçi, Halil Daş kaldırıldığı

hastanede öldü” haberi 2 Ekim tarihli Radikal’in bir köşesine iliştirilmişti. Öyle ya bir işçi düşüp ölmüştü, okadar. Bu kadarcık bile yer vermeleri, Tuzla’da iş cinayetlerine karşı yaratılan muhalefetin ve basıncınsonucudur. Bir iş kazası daha yaşanmıştı. Halbuki hala 8 tekstil işçisi kadının İstanbul’da servislerinin içindeölüme terk edilmesinin öfkesini yaşıyorduk. Davutpaşa, kot taşlama işçileri, Renault Fabrikası’nda 10 tonağırlığın altında kalarak yaşamını yitiren işçi, Bursa’da patronlarının kasasını fazla mesai sırasında doldururkenyanarak ölen tekstil işçisi kadınlar ve niceleri sermayenin kâr hırsının boyutlarını ortaya sermeye yetmektedir.Patronlar için işçiler, ambarlarındaki maldan değersizdirler.

“İşçi sağlığı ve iş güvenliği”ne kaynak ayrılmazken işçiler, alınmayan basit önlemler ve kölece çalışmakoşullarından kaynaklı ölüme terkedilmiş oluyorlar. Halil Daş da bu işçilerden yalnızca biri. 26 yıllık ömrü,patronların kâr hırsı sonucunda bitirilmiş oldu. Krizin faturasını işçi ve emekçilere daha fazla işsizlik, ağırçalışma koşulları ve sömürü ile ödetenler, işçilerin kanı ile beslenmeye devam ediyorlar.

Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri, “önümüzdeki günlerde daha da derinleşecek olan krizinsonucunda yoksulluğun ve işsizliğin boyutlarının şimdikini ikiye katlayacağı”nı ifade ediyorlar. İşçi sınıfı veemekçiler, üretim maliyetlerinin düşürülmesi için her türlü yöntemin uygulandığını yaşayarak görüyorlar.Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, sigortasız çalıştırma, esnek çalışma ve son olarak özel istihdam büroları,işsizlik fonunun yağması ile krizi fırsata çevirmeye çalışan sermaye sınıfı, işçi sağlığı ve iş güvenliğine elbetteki kaynak ayırmıyor. Tuzla cehenneminde ve pek çok sanayi havzasında yaşananlar bunun kanıtı. Basitönlemlere dahi kaynak aktarmayarak işçi sağlığı ve güvenliğine dair adım atmayan sistem ve onun tümkurumları sermaye sınıfının çıkarlarına uygun hareket ediyorlar.

İMF-DB şeflerinin, kapitalizmin geleceğini tartıştığı günlerde, gelen bu ölüm haberi, sermayenin krizdençıkış yolu olarak nasıl bir yol izleyeceğinin bir kanıtı oldu sanki. Azgınca sömürüye ve işçilerin ölü bedenlerinebasarak zenginliklerine zenginlik katmaya çalışanlara yanıtı, tüm zenginlikleri var eden işçi sınıfı verecek.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!Ankara Sincan F Tipi’nden BDSP’li tutsaklar

5 Ekim ‘09

Cevizlibağ’da sınıf devrimcilerine yönelikzabıta-polis terörü! 

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Yaşayanlar anlatıyor...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/40 H 16 Ekim 2009

İMF-Dünya Bankası protestosunda gözaltınaalınan sınıf devrimcileri anlatıyor...

İrademiz karşısında acizleştiler!Kartal’da metal fabrikasında çalışan bir işçiyim.

Çalıştığım fabrikada son bir yıl içerisinde birçok hakkaybı ve saldırı yaşandı. Ücretler ödenmedi, zamyapılmadı, yemek paramız verilmedi ve buna benzerbirçok saldırıyla karşı karşıya kaldık.

Bu saldırılar sadece çalıştığımız fabrikaya özgüsorunlar da değildir. Krizle birlikte patronlar, dörtkoldan biz işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarınıgaspetmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Busüreçte birçok arkadaşımız işsiz kaldı, çalışanlar isebirçok saldırıya maruz kaldı.

Krizin faturası biz işçilere çıkartılırken İMF veDünya Bankası şefleri, yeni saldırılar planlamak içinİstanbul’da toplandılar. Ben de bu saldırılara maruzkalan bir işçi olarak üzerime düşen görevi yerinegetirmek için alanlardaydım. Kartal’daki eylemlerinyanısıra 6-7 Ekim günlerinde gerçekleştirileneylemlerdeki yerimi aldım. 6 Ekim günü başlayaneylemde çıkan arbede sonucunda ara sokaklara taşınançatışmalarda ben de elimi taştan esirgemedim.Saatlerce süren çatışma sonrasında İstiklal Caddesi’neçıkan ara sokaklarda üç koldan önümüzün kesilmesisonucunda gözaltına alındım.

Sokağın her çıkışını tutan polis güçleri, sokağıtümden gaza boğdu. Durulamayacak hale gelen busokakta mecburen nefes alabilmek için yaklaşık 20 kişibir apartmana sığındık. Bütün grubun apartmanagirdiğini tespit eden kolluk güçleri, apartmanın önünükeserek biber gazı ve coplarla içeri daldı. Polisinazgınca saldırısını yine sloganlarla, tekme veyumruklarla karşıladık. Tek tek bizleri kopartan polisherkesi apartmanın içinde ayrı ayrı dövmeye, ellerinene gelirse vurmaya başladı. Daha sonra kollarıma gireniki çevik kuvvet polisi kameraları görünce vurmayıkesti. İstiklal Caddesi üzerine çıktığımızda kameralarbizleri çekiyordu. Beni tutan polislerin elindenkurtularak devlet terörünü teşhir ettim ve sloganatmaya başladım. Tekrar üzerime saldıran polislerleberaber yere yuvarlandım. Arbede sırasında ellerindenbir kez daha kurtulmayı başardım. Ancak beni bir kezdaha zorla yakaladılar ve gözaltı aracına götürüldüm.Arabanın içinde ise ellerine ne geçerse telsiz, cop,kask, yumruk ve tekmelerle üzerimize saldırdılar.Kafama aldığım darbelerden kaynaklı üzerim kanolmuştu. Bu sırada aldığım darbelerden kaynaklıbaygınlık geçirmişim.

Kendime geldiğimde gözaltı aracı dolmuştu.Arabaya bindirilen uzun saçlı bir arkadaşla beniayırarak arabanın en arka bölümüne sürüklediler.Emniyete götürülene kadar özellikle ikimize yol boyusaldırdılar, küfür ve hakaret ettiler. Daha sonrahastaneye götürüldük.

Bir kez daha sloganlarla başlayan direnişimizkemer, ayakkabı bağcığı, imza vermeme tutumuyladevam etti. Bize azgınca saldıran polisin karşısında tokbir tutum aldık. Daha sonra hastaneden serbestbırakıldık.

Metal işçisi olarak yaşadığım bu ilk gözaltıdeneyimimde düzenin kolluk güçlerinin bizleriniradesi karşısında nasıl güçsüz ve çaresiz kaldığınıgörmüş oldum.

Kartaldan bir metal işçisi

Polis terörüne militan yanıt verdik...Emperyalist haydutlara karşı tersanelerde yoğun bir

çalışma yürüttük. Afiş, bildiri ve çeşitli eylemlerleİstanbul’u emperyalist efendilere ve uşak takımına daredeceğimizi ilan ettik. 6 ve 7 Ekim’degerçekleştirilecek gösterilere aktif bir şekildehazırlandık.

6 Ekim’de Taksim Meydanı’nda toplandık. Polisinyoğun gazına, tazyikli suyuna ve azgın terörüne maruzkaldık. 7 Ekim’de de benzer saldırılara maruz kaldık.

Saat 10:00’da buluşma noktasına vardık. Yoğunpolis ablukası mevcuttu. Sokak aralarında grup grupbekleşen eylemciler vardı. Kolluk güçleri ana caddedetoplanmaya izin vermiyorlardı. Pangaltı’da polislerönümüzü kestiler. Amirleriyle görüşerek TİB-DERolarak basın açıklaması yapacağımızı söyledik. Birkaçslogan attıktan sonra sivil giyimli birisi gelerek basınaçıklamasına izin vermeyeceklerini, bizimletartışmayacaklarını, valiliğin izin verdiği eylemnoktalarından birisine gidebileceğimizi söyledi. Polisbarikatını kaldırdıkları takdirde Taksim’e giderekeylemimizi orada yapacağımızı ifade ettik, kabulettiler.

Yürümeye başladık, siviller arkamızdan bizi takibealdılar. Askeri müzenin önüne geldiğimizde bayanarkadaşımızın çantasını arama bahanesiyle etrafımızçevik kuvvet tarafından sarıldı. Burada yaka paçagözaltına alındık. İki bayan yoldaşı aynı otobüse, diğeraltı arkadaşı da başka bir otobüse götürdüler. Otobüsünkapısından içeri girdiğimiz anda çok şiddetli birsaldırıya maruz kaldık. Kafamıza, ensemize, karnımızatekme ve yumruklarla aralıksız vurdular. Sürekli küfürve hakaret ediyorlardı. Bir arkadaş baygınlık geçirdi.Birçoğumuzun ağzı burnu kan içindeydi. Fiziki olarakkarşı koymamız olanaksızdı. Her birimize onlarcapolis birden yükleniyordu. Otobüsün içini işkence

yerine çevirdiler. Baskı ve terörle bizi teslimalacaklarını sandılar ama cevaplarını aldılar.

Kafamı önüme eğmemi söylediklerinde cevabımkısa ve net oldu, “Gücünüz yetiyorsa siz eğin”.Saçlarımı çekerek iki koltuğun arasına kafamı zorlabastırdılar. Enseme sürekli vuruyorlardı. Bir süre sonraserbest bıraktılar ve aynı şeyi yeniden denediler. Aynıkararlılıkla yeniden başımı kaldırdım. Vazgeçen onlaroldu.

Çevik otobüsün içinde telefonla görüntülerimizalındı, yüzlerimiz kontrol edildi. Kafamıza soğuk sudökülerek sağlık kontrolüne götürüldük. Yolda başkagözaltıların da olduğunu öğrendik. Otobüsün içindenbirbirimize zafer işareti yaparak slogan attık.Hastaneye indiğimiz anda sloganlara başladık veajitasyon konuşmaları yaptık. Hastanede ellerimizkelepçeli ve yanımızda polisler olduğu halde sağlıkkontrolü yapılmak istendi. Kelepçeler çözülüp, polislerdışarı çıkmadan muayene olmayacağımızı söyledik.Kabul etmek zorunda kaldılar.

Ferikay Karakolu’nda polisler, “savcı talimat verdiifade vermek koşulu ile serbest bırakılacaksınız” dedi.Polise ifade vermeyeceğimizi söyledik. Bir süre sonraüst arama tutanağı düzenleyip imzalamamızı istediler.Reddettik.

8 Ekim akşamı avukatlarımızın da bulunduğuortamda savcıya ifade verdik. İfademizde amacımızıaçıkça belirtik, gözaltına alınış biçimimizigördüğümüz işkenceyi anlatarak şikayetçi olduk.Adliye çıkışında tekrar sağlık kontrolüne götürülüporadan serbest bırakıldık.

İki gün boyunca Taksim ve civarında devlet terörestirdi. Eylemleri bastırmak için azgınca saldırdı.Orantısız gücüne ve uyguladığı insanlık dışıuygulamalarına rağmen yine de başarılı olamadı.

Bir tersane işçisi

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

İstanbul Davutpaşa’da hayatını kaybeden ve yaralananların aileleri, Taksim Tramvay Durağı’nda 16.hafta bulaşmalarını gerçekleştirdiler.

10 Ekim günü biraraya gelen aileler, “Davutpaşa’yı unutmadık unutturmayacağız” pankartı ve“Sorumlular yargılansın, adalet istiyoruz” dövizlerini taşıdılar.

Eylemde, Davutpaşa katliamında yaşamını yitiren Hasan Akhun’ın yakını Aziz Akhun basınaçıklamasını okudu. Akhun, patlamanın üzerinden 22 ay geçmesine rağmen halen dava dosyasınınaçılmamasına tepki gösterdi.

Zeytinburnu Belediyesi’nin 6 görevlisinin ifade vermeye gittiklerini söyleyen Akhun, 2 görevlinintutuklanma istemiyle Hakimliğe sevk edildiğini ancak, Sulh Ceza Hakimliği’nin iki görevlinintutuklanması istemini kabul etmeyerek, Savcılık Asliye Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunduğunu ifadeetti. Tutuklama kararı çıksa da çıkmasa da, bütün sorumluların yargılanması için ve adil yargılama içinmücadele edeceklerini söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Kayıp yakınlarının, kayıpların bulunması ve sorumluların yargılanması talebiyle Galatasaray Lisesiönünde gerçekleştirdikleri buluşmaların 237.’si 10 Ekim günü yapıldı.

Kayıp yakınlarının bu haftaki buluşmasında; 6 Ekim 1992’de okulun önünde sivil polislerce gözaltınaalınarak kaybedilen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu ve 5 Ocak 1994 tarihinde İznik –İstanbul yolunda gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Ali Efeoğlu’nun dosyası açıklandı.

Avrupa Akdeniz Kıyısındaki Zorunlu Kayıba Karşı Federasyon’un (FEMED) da destek verdiği eylemdeilk olarak, 23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız bir konuşmagerçekleştirdi. Yıldız konuşmasında, Erdoğan’ın Pir Sultan Abdal’ın adını anmasına tepki gösterdi.

6-7 Ekim’de gerçekleşen İMF-DB karşıtı protesto eylemlerinde polisin saldırılarına dikkat çekerek,“Polisin görevi dövmek mi? Kaybetmek mi? Biz kayıplarımız için adalet istiyoruz” dedi.

Yıldız’ın ardından, Cezayir’de 1997’nin Ocak ayında polis tarafından sokakta gözaltına alınan vekaybedilen Amrouche Amine’nin annesi ve aynı zamanda FEMED Başkanı Nasira Dutour söz aldı.

Dutour konuşmasına, kendisinin de bir kayıp anası olduğunu belirterek başladı. Dutour, Türkiye’dekikayıp yakınları ile dayanışma içerisinde olduklarını belirtti.

Basın açıklamasını ise İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına Özgür Sevgiokudu. Sevgi yaptığı açıklamada, 25 yaşındaki Efeoğlu’nun Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi iken 6Ekim 1992’de okulun önünde sivil polislerce gözaltına alınarak kaybedildiğini söyledi. Ayhan’dan 6 günönce gözaltına alınan Halil Önder’in götürüldüğü şubedeki sorgu şefinin, “Ayhan’ı neden almadınız? Onunişini daha önce bitirmeliydik” sözlerine tanık olduğunu ifade etti. Ayhan ile aynı zamanda siyasi şubedesorguda olan Hacer Arıkan’ın, polislerin kendisine “Ayhan elimizde” dediğine tanıklık ettiğini söyledi.

Eylemde kayıpların fotoğrafları da taşındı. Kızıl Bayrak / İstanbul

Kayıp yakınlarına destek 

Ümraniye bölgesinde işçilere Entes direnişininanlam ve önemini anlatan Entes’te Direnişin Sesi adlıbültenin 3. sayısı çıktı.

Bültenin ilk sayfasında “Entes Direnişi tüm işçisınıfına direniş çağrısıdır” başlıklı yazıyla işçi veemekçilere Entes direnişçisi Gülistan Kobatan’ın nedendirenişte olduğu anlatılırken 20 Ekim Salı günüBeşiktaş’taki Elektrik Mühendisleri Odası (EMO)İstanbul önünde yapılacak ve EMO’yu emekten yanatutum almaya çağıracak eylemin durusuna da yerverildi.

Bülten sayfalarında ayrıca Entes direnişçisi GülistanKobatan’ın, direnişinin 146 ve 147. günlerinde katıldığıİMF ve Dünya Bankası karşıtı protestolara ilişkingözlemlerine de yer verildi.

Bültenin son sayfasında ise “mücadele içindeözgürleşen kadınlar Gülistan Kobatan’ın direnişiniselamlıyor!” başlığı altında DESA direnişçisi EmineArslan, Sinter direnişçisi Lale Balta, MEHA direnişçisiSaliha Gümüş ve Emekçi Kadın Komisyonları’nındirenişle ilgili duygu ve düşüncelerine yer verildi.

TSK, Ceylan Önkol’un katledilmesiyle ilgili olarak, bulunduğu konumu daha da zora sokmamak içingerekli önlemleri alıyor. Askerlere konuşma yasağı getirilen taburda, silahlar da yenileriyle değiştiriliyor.

TSK yüksek perdeden savurduğu tehditlerle medyaya çeki düzen verirken, tedbir almayı da ihmaletmiyor. Öncelikle suçu örtbas edebilme derdinde olan TSK, kanıt sayılabilecek silahların taburdan çıkışınısağladı. Taburda, özellikle bomba atar silahlar başta olmak üzere, birçok silah yenileriyle değiştirildi.

Bunun yanında dışarıya bilgi sızmasını engellemek için askerlere konuşma yasağı getirildi. Askerlerdüzenli bir biçimde ankesörlü telefondan aileleriyle konuşabilirken, yeni karar ile askerlerin ancak acil birdurum olursa, komutanın izni ile aileleriyle görüşebileceği ifade edildi.Telefon görüşme yasağı ise, patlamanın olduğu 28 Eylül tarihinden 3 gün sonra alındı ve telefonlar o günkesildi.

Ayrıca terhiz olan askerler de uyarılılıp çevrelerine ve ailelerine bu olayla ilgili herhangi bir şeysöylememeleri “öğütlendi.”

Katliamlara imza atan bir ordunun delilleri yok etmesinde ya da bu cinayetle ilgili tanıklarıkorkutmasında şaşılacak bir şey yoktur. Kendi içinden sızan haberlerle başı bir çok kez ağrıyan ordu, yeniörneklerin yaşanmaması için şimdiden işi sıkı tutuyor.

Tabantepe taburunda konuşma yasağı!

Entes’te DirenişinSesi’nin

3. sayısı çıktı…

Davutpaşa’da 16. hafta...

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-40

Sağl

ıkta

tas

arru

f ol

maz

!

Tari

h:

18

Ek

im P

aza

r - 1

3.0

0T

op

lan

ma y

eri:

Kad

ıkö

y - T

epe

Nau

tilu

s

SS

GS

S s

ald

ırıs

ına k

arş

ı K

ad

ıkö

y m

itin

gin

e!