68

Kaduse Dergisi Sayı1

  • Upload
    kaduse

  • View
    253

  • Download
    8

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi İNUBAT yayınıdır.

Citation preview

EDĠTÖRDEN…

“Tıbbiyeden her Ģey çıkar, arada bir de doktor çıkar.” Cenap ġahabettin‟in bu cümlesindeki “her

Ģey”in küçük bir örneği: KADÜSE. Peki ne demek bu Kadüse? Kadüse Prof. Dr. Süheyl Ünver

tarafından tıp sembolü olarak önerilmiĢ iki yılanlı tıp ambleminin adıdır. 1937 yılında da hekimliğin

sembolü olarak kabul edilmiĢtir.

Eline alan herkesin kendine göre bir Ģeyler bulabileceği; her renkten, her telden, fakültemizin bu

formattaki ilk bilim, kültür, sanat dergisi… Çok uğraĢtık, çok yorulduk, az uyuduk ama sonunda ilk

sayımızla sizlerle buluĢuyoruz. Siz geleceğin hekimlerine sadece doktorluğun bize yetmemesi

gerektiğini hatırlatmak için… Belki de artık sizin de düĢlerinizin peĢinden koĢmaya baĢlamanız için…

Tıpkı rüyalarımızın KADÜSE‟sinin peĢinden koĢtuğumuz gibi…

Yoksa siz rüya görmez ya da hayal kurmaz mısınız? Kim bilir belki de yaĢadığımızı sandığımız her an

belki de baĢka bir zamanın rüyasıdır ve hayata geçmek için tekrar tekrar uyanmamızı bekliyordur.

Einstein‟ın ya da Tesla‟nın yaptığı her Ģeyi rüyasında görmediğini kim kanıtlayabilir mesela? Gündüz

kurduğun hayallerin gece baĢkasının rüyası olmadığını bilebilir misin peki? Sizce de hayali kurulan

her Ģey geleceğin muhtemel gerçekleri değil midir? Christopher Reeve‟nin dediği gibi “Birçok kez

hayaller baĢlangıçta imkansız görünür, daha sonra olası ve yeterince istekli olunursa en sonunda

kaçınılmaz olurlar.” ĠĢte elinizde bu kaçınılmaz sonlardan biri duruyor.

KADÜSE size milat olmaya geliyor. Merkezine bilimi alıp sizden gelenlerle de renklenen eserimizle

buluĢma vaktiniz geldi sonunda. Bu vuslatı daha da geciktirmeme adına ilk sayımızın ilk önsözü

niteliğindeki yazımı bitiriyorum. Sizlerin de desteğiyle daha da iddialı olacak gelecek sayılarımızda

buluĢmak dileğiyle... Herkese keyifli okumalar. Bilimle kalın…

BarıĢ Emre ASLAN

BAġKANDAN…

Kıymetli Dergi Okuyucuları,

Büyük emekler ve uykusuz gecelerin sonucu olarak ortaya çıkan dergimizi sizlerle paylaĢmanın

tarifsiz mutluluğunu yaĢıyoruz. Küçücük bir kıvılcımla baĢlayan yolculuğumuz Ģimdi tatlı bir

yorgunlukla gülümseme olarak yüzümüze yerleĢiyor. Biliyoruz ki gidilecek yol oldukça zor ve

zahmetli. Ancak biz de bir o kadar sağlam ve inançlıyız. Biz bu yolculukta yolumuz karanlığa

açıldığında karanlığın bize öğretecekleri için heyecanlanmayı öğrendik. Karanlıkta birbirimize sarılıp

kocaman bir aile olmayı deneyimledik ve Ģimdi elinizde tuttuğunuz bu dergi kocaman bir aile

sıcaklığının ürünüdür. Bu eserin oluĢturulmasında en büyük paya sahip olan baĢta editörümüz BarıĢ

Emre Aslan olmak üzere, tüm yayın kurulu üyelerine, bizden desteğini esirgemeyen dekanımız Prof.

Dr. Ünsal Özgen‟e, yol göstericiliği için dekan yardımcımız Prof. Dr. Üner KayabaĢ‟a ve Yrd. Doç.

Dr. Ahmet Çığlı‟ya, dergimize bizi kırmayarak danıĢmanlık yapmayı kabul eden, eğitimciliğin sınıftan

çıkınca bitmeyip hayatın her alanında devam ettiğini bizlere gösteren saygıdeğer hocalarımız Prof. Dr.

Çağatay TaĢkapan ve Yrd. Doç. Dr. Onur Öztürk‟e ve emeği geçen herkese teĢekkürlerimi

sunuyorum. Son teĢekkür ise size: Elinizde tuttuğunuz dergiye değer kattığınız ve onu okumaya değer

bulduğunuz için. Sözlerimi Ralp Waldo Emerson‟un bir sözüyle bitirmek istiyorum: “Yol sizi nereye

götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki iz bırakın.”

Kalıcı bir iz bırakabilmiĢ olmak dileğiyle...

Keyifli Okumalar!

BüĢra ġĠMġEK

1

HABERLER

LABORATUVARDA BEYĠN ÜRETĠMĠNE ĠLK ADIM

Bilim adamları, laboratuvar ortamında minyatür insan

beyinleri geliĢtirmeyi baĢardı. “Nature” dergisinde

yayımlanan araĢtırmaya göre 9 haftalık bir fetüsünkine

benzer geliĢim gösteren bezelye büyüklüğündeki

beyinlerin düĢünme yeteneği yok.

Avusturya Bilimler Akademisi Moleküler Biyoteknoloji

Bölümü araĢtırmacıları, embriyonun beyin ve omuriliği

geliĢtiren kısmını üretebilmek için hem embriyolardan

alınan kök hücreleri hem de yetiĢkinlerden alınan deri

hücrelerini kullandı. Büyümeleri için jel damlacıkları

içine konulan hücreler, daha sonra besin ve oksijen

alabilmeleri için özel bir biyolojik reaktörün içine

yerleĢtirildi. GeliĢmeye baĢlayan hücrelerin serebral

korteks, retina ve bazı örneklerde yetiĢkin beyninde

bellekten sorumlu olan hipokampus gibi beyin bölgelerini

oluĢturdukları gözlemlendi.

Laboratuvar ortamında üretilen beyin dokularının 2 aylık

bir süre içinde 4 milimetrelik büyüklüğe ulaĢtığını ancak

beyin dokusunda kan akıĢı olmadığı için besin maddeleri

ile oksijenin beyin benzeri yapının ortasına

ulaĢamadığına iĢaret eden bilim adamları, bu nedenle

yaklaĢık bir yıl hayatta kalan “minik beyinlerin” daha

fazla büyüyemediğini söyledi.

Elde edilen beyin dokularının farelere aktarılarak ilaç

araĢtırmalarında kullanılması da planlanıyor.

AraĢtırmacılardan Juergen Knoblich, elde ettikleri beyin

dokularını mikrosefali hastalığı ile ilgili araĢtırmalar için

kullanmaya baĢladıklarını açıkladı. Knoblich, laboratuvar

ortamında üretilen beyin dokularında bilinç ve

farkındalığın söz konusu olmadığını, bu nedenle

dokuların kullanılmasının herhangi bir etik soruna yol

açmayacağını sözlerine ekledi.

Bilim dünyasında büyük heyecan yaratan çalıĢmanın

Ģizofreni, otizm ve Alzheimer gibi nörolojik hastalıkların

anlaĢılması ve tedavi edilmesinde çığır açacak

geliĢmelere yol açması bekleniyor.

Kaynakça:

http://www.nature.com/news/stem-cells-mimic-human-

brain-1.13617#/ref-link-1

http://m.livescience.com/39247-mini-human-brains-

grown-in-dish.html http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23995685?dopt=A

bstract&holding=npg

TUĞÇE BOZKURT

ASPĠRĠN KANSERĠ ÖNLEYEBĠLĠR MĠ

Aspirin'in kanserin tekrarlamasını engelleyip

engellemediğine yönelik Ģu ana kadar yapılmıĢ en

kapsamlı araĢtırma Ġngiltere'de baĢladı. AraĢtırmaya

bağırsak, meme, prostat, mide ve özefagus kanserine

yakalanmıĢ yaklaĢık 11 bin kiĢi katılıyor.

Ağrı kesici ve ateĢ düĢürücü Aspirin'in kanser

tedavisindeki olumlu etkileri üzerine son yıllarda birçok

iddia ortaya atılmıĢ ancak bunlar kapsamlı araĢtırmalarla

test edilmemiĢti. Bilim insanları, araĢtırmadan olumlu

sonuçlar alındığı takdirde bunun kanser tedavisinde

büyük değiĢimler yaratacağını ve daha çok insanın

hastalığı yenmesini sağlayacağını belirtiyor.

Ġngiliz Kanser AraĢtırmaları Derneği (Cancer Research

UK) ve Ulusal Sağlık Hizmetleri'nin (NHS) araĢtırma

kolunun finanse ettiği araĢtırmaya katılanlar, 5 yıl

boyunca her gün bir hap alacak. Daha sonra, Aspirin

kullananlarla plasebo (herhangi bir etkin maddesi

bulunmayan teselli ilacı) kullanan gruptaki hastaların

kansere yeniden yakalanma oranlarına bakılacak.

AraĢtırmayı yöneten Prof. Ruth Langley Aspirin'in ilk

evrelerdeki kanseri durdurduğuna ya da geciktirdiğine

dair bazı ilginç araĢtırmaların olduğunu ancak bunu kesin

olarak kanıtlayacak geniĢ çaplı bir test yapılmadığını

söylüyor. Cancer Research UK'den Dr. Fiona Reddington

da nükseden kanserlerin tedavisinin çok daha zor

olduğunu, bu nedenle kanserin tekrarlamasının

engellenmesinin çok önemli olduğunu vurguluyor.

Dünyada en çok kullanılan ilaçlardan olsa da doktorlar

Aspirin'in herkese iyi gelmediğini, danıĢılmadan

alınmaması gerektiğini ve her gün alınmasının bazı

kiĢilerde ülsere, mide ve beyin kanamasına neden

olabileceğini belirtiyor.

Ġngiltere'de 100 sağlık merkezinde yürütülecek olan

araĢtırmanın 12 yıl sürmesi planlanıyor.

Kaynakça:

http://www.independent.co.uk/life-style/health-and-

families/features/aspirin-can-protect-against-cancer-and-

treat-it-according-to-new-research-a6676056.html

http://m.nasdaq.com/article/can-aspirin-prevent-cancer-

20151023-00230

TUĞÇE BOZKURT

2

VARĠSE ZAMK YAPIġTIRICI YÖNTEMLE ÇÖZÜM

Amerika BirleĢik Devletleri'nde oldukça baĢarılı sonuçlar

veren "zamk" yoluyla varis tedavisinin Türkiye'de de 2

senedir uygulandığı ve baĢarı oranının %98 civarında

olduğu belirtildi.

Hastaların öğle arası tatilinde dahi varis

rehabilitasyonuna geldiğini belirten Türk Kalp ve Damar

Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr.

KürĢat Bozkurt, zamk yoluyla ilgili Ģu bilgileri verdi:

"Zamk, baĢka bir deyiĢle yapıĢtırıcı. Ġncecik bir telle

damarın içinden kasığa giriyoruz. Ek olarak ardından

Japon yapıĢtırıcısının tıbbi kullanım için üretilenini,

damarın içerisine bir silahla veriyoruz. Yukarıdan da

bastırıyoruz. Böylelikle damarı içeriden kapatıyoruz.

Toplamında iĢ 10 dk devam ediyor. Hastaya anestezi

vermiyorsunuz, dikiĢ atmıyorsunuz. Hasta yürüyerek

geliyor ve yürüyerek gidiyor."

Hastanın toplardamarının çapı 2 santimetreye kadar

olduğu durumlarda rahatlıkla kullanılabilecek bir

yöntemdir. Bunun üzerindeki çaplarda yeteri kadar kanıt

bulunamadığından bu yöntem uygulanmamaktadır.

Hastaların %90'ına uygulanabilir. Türkiye'de 8000

hastaya yapılmıĢ hiçbir alerjik bulguya rastlanmamıĢtır.

Kaynakça:

http://www.aa.com.tr/tr/saglik/varis-tedavisinde-yeni-

yontem-zamk/457907

SENA NUR KILINÇ

KALP PĠLLERĠNDE YENĠ TEKNOLOJĠ:

LEADSIZ KALICI KALP PĠLLERĠ

Kalıcı kalp pili takılan hastaların takiplerinde leadlerde

enfeksiyon, kırık, fonksiyon bozukluğu gibi ciddi

sorunlarla karĢılaĢılabiliyor. Tedavide bu leadlerin

çıkarılması gerekiyor. Ancak leadlerin takılması süresi

uzadıkça çıkarılmaları da bir o kadar zor ve yüksek riskli

bir iĢlem haline geliyor. Son yıllarda bu sorunlarla baĢa

çıkabilmek için leadsiz kalıcı kalp pilleri üretilmiĢtir.

Leadsız kalıcı kalp pillerinde lead bir kablo yardımı ile

kalbin içine yerleĢtirilir. Lead ve jeneratör arasındaki

iletimde ultrason aracılığı ile enerji transfer modeli

kullanılır. Leadsız kalıcı kalp pilleri sayesinde leadlara

bağlı geliĢebilecek sorunlar ile karĢılaĢılmıyor.

Günümüzde sadece tek odacıklı leadsız kalp pili koymak

mümkündür. Çift ve üç odacıklı leadsız kalp pilleri ile

ilgili yeni teknolojilere gereksinim devam etmektedir.

Kaynakça:

http://www.medikalakademi.com.tr/kalp-damar-

hastaliklari-tedavisinde-umut-veren-gelismeler-var/

SENA NUR KILINÇ

3

SAĞLIKLI TĠRYAKĠLER

Bazı tiryakilerin ömür boyu sigara içmelerine karĢın nasıl

sağlıklı akciğerlere sahip olabildiklerinin sırrı çözüldü.

Ġngiltere'de 50 bin kiĢinin incelendiği araĢtırmada, sigara

nedeniyle insanların DNA'larında ortaya çıkan bazı

olumlu mutasyonların akciğer fonksiyonlarını geliĢtirdiği ve sigaranın ölümcül etkisini maskelediği tespit edildi.

Ġngiltere Tıp AraĢtırmaları Vakfı'ndan uzmanlar,

araĢtırma sonuçlarının akciğer fonksiyonlarını geliĢtiren

yeni ilaçlar bulunmasına yardımcı olabileceğini söyledi.

Uzmanlar ayrıca, hiç sigara içmemenin en iyi seçenek olduğunu vurguladı.

Tiryakilerin hepsi olmasa da birçoğu akciğer

hastalıklarına yakalanıyor. Ancak yaĢamları boyunca bir

kez bile sigara içmeyenler de aynı hastalıklardan

muzdarip olabiliyor. Leicester Üniversitesi'nde yapılan

çalıĢmada uzmanlar, Ġngiltere'deki Biyolojik Banka

projesine katılan gönüllülerin sağlık ve genetik bilgilerini

inceledi. Bilim insanları özellikle nefes darlığına,

öksürüğe ve tekrarlayan akciğer enfeksiyonlarına yol

açan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına (KOAH) yakalananları ele aldı.

Sigara tiryakisi olan ve olmayanlarla KOAH hastası olan

ve olmayan denekler karĢılaĢtırıldığında, DNA'mızdaki

bazı kesimlerin KOAH riskini azalttığı görüldü. Yani "iyi

genlere" sahip sigara tiryakilerinin, "kötü genlere" sahip

olanlara kıyasla daha düĢük KOAH riski taĢıdığı tespit edildi.

AraĢtırma ekibinden Prof. Martin Tobin, BBC'ye yaptığı

açıklamada "Tütünün zararlarına karĢı herkese garantili

koruma sağlayacak sihirli bir yöntem yok. Akciğerleri

sigara içmeyen birine göre yine de daha sağlıksız olacak.

Ġnsanların gelecekte KOAH ve sigara bağlantılı kanser ve

kalp hastalıklarından korunmasının en iyi yolu sigarayı

bırakmak" dedi. Sigara bu çalıĢmada ele alınmayan

kanser ve kalp hastalıkları riskini de arttırıyor.

AraĢtırmada sigara içenlerde içmeyenlerden daha sık

görülen bir genetik kod da keĢfedildi. Henüz

doğrulanmasa da, bu kodların beyin faaliyetlerini

etkileyip bireyin kolayca nikotin bağımlısı olmasına yol

açtığı saptandı.

Kaynakça:

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4006731/

Ceylan Tuna

ALZHEĠMER VE PARKĠNSON OLUġMADAN

YAKALANACAK

Hacettepe Üniversitesi'nde hizmete girecek parçacık

hızlandırıcı laboratuvarında Alzheimer ve Parkinson gibi

nörolojik hastalıklar, belirtileri ortaya çıkmadan tespit

edilebilecek.

HÜ Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı BaĢkanı

Prof. Dr. Eser Lay Ergün, bir moleküler ve fonksiyonel

görüntüleme yöntemi

olan Pozitron Emisyon Tomografisi(PET) yönteminin

2001'den itibaren Türkiye'de hastalar üzerinde kullanımının yaygınlaĢtığını belirtti.

PET yönteminin vücutta hem normal durumun hem de

hastalık odaklarının kimyasal ve biyolojik süreçleri

hakkında detaylı bilgi verdiğini belirten Ergün, bu

yöntemin nörolojinin ve kardiyolojinin yanı sıra onkoloji

alanında kullanıldığını anlattı.

Ergün, Türkiye'de 16 siklotron (parçacık hızlandırıcı)

cihazı olduğunu, ancak bu cihazların daha çok ticari kullanıldığını ifade etti.

Hacettepe Üniversitesi‟nde parçacık hızlandırıcı

laboratuvarının açılmasıyla PET görüntülemede yeni

araĢtırmalara imkan sağlanacağına dikkati çeken Ergün,

"Toplam 10 milyon liranın üzerinde harcama yapılan

laboratuvarda, 30 ton ağırlığında ve 10 MeV gücünde bir

parçacık hızlandırıcı cihazı devreye alınacak. Bu cihaz ile

baĢta onkoloji olmak üzere nöroloji ve kardiyolojide

birçok hastalığın erken teĢhisi ve takibi yapılabilecek.

Hastalar, dünyada nadir merkezlerde yapılan nükleer tıp tetkiklerine de eriĢebilecek." dedi.

HÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Uğur da

laboratuvarın özellikle kanser ve beyin araĢtırmalarındaki

önemine dikkati çekerek, söz konusu cihazlarla çeĢitli

tümörlerin farklı özelliklerinin görüntülenebileceğine iĢaret etti.

Bu geliĢmenin kanser hastaları için yeni imkanlar

doğuracağını ve tedavide önemli rol oynayacağını

vurgulayan Uğur, "BaĢta Alzeimer, Parkinson, inme

hastalıkları olmak üzere birçok nörolojik hastalığın henüz

klinik bulgular ortaya çıkmadan, erken teĢhisiyle

hastalığın ilerlememesi ya da daha yavaĢ seyretmesi için

erken tedaviye baĢlanabilecek" diye konuĢtu.

Kaynakça:http://www.ntv.com.tr/saglik/alzheimer-ve-parkinson-

olusmadan-yakalanacak,QYfyKqsxNkeuAC90PO-0wA

Ceylan Tuna

4

MÜZĠK AĞRILARINIZI DĠNDĠREBĠLĠYOR

Ġngiltere‟de yapılan araĢtırmaya göre müzik dinlemek

ağrıları azaltabiliyor. Bilim adamları araĢtırmalarında 73

klinik çalıĢma yürüterek 7 binden fazla hastadan müziğin

ağrı kesici ve rahatlatıcı yönünü incelemek için veri

topladı. Sonuçları Lancet dergisinde yayınlanan

araĢtırmaya göre ameliyat esnasında, öncesinde ve

sonrasında müzik dinleyen hastaların ağrısı daha az

oluyor. Hatta bu hastalarda iyileĢme ve güç kazanma

dönemi daha kısa sürüyor. Hastanın müzik dinlemesinin

ameliyat sonrasındaki endiĢesini de azalttığını gören

bilim adamları bunun yanı sıra hastaya verilen ağrı kesici

miktarının da azaldığını belirtti. Müziğin bu olumlu

etkilerinin yanında aynı zamanda ucuz ve güvenilir bir

yol olduğunu vurgulayan bilim adamları sezaryen ve

histeroskopi esnasında kadınların kulaklık ile müzik

dinlemesinin oluĢturacağı etkileri araĢtırmak üzere

Londra‟da pilot bir araĢtırma yürütüyorlar.

The Lancet Journal dergisi

ġeyma Biratlı

RADYASYONSUZ TÜMÖR TEġHĠSĠ

Stanford Üniversitesi‟nden bilim adamları kanser

hastalarını radyasyona maruz bırakmadan

uygulanabilecek bir yöntem geliĢtirdiler. GeliĢtirilen bu

yeni yöntem sayesinde hastalık tespiti esnasında kiĢilerin

radyasyona maruz kalmaları engellendiği için ileride

görülebilecek yan etkilerin oluĢma oranı önemli miktarda

azalıyor. Bu yöntem MRI ile aynı teĢhis seviyesinde ve

tümörleri bulmak için manyetik rezonans görüntüleme

yöntemi geliĢtirilerek oluĢturulmuĢ. AraĢtırma 8 ile 33

yaĢ arasında 22 lenfoma ve sarkoma hastasında yapıldı.

Ġngiliz bilim insanları ilerleyen zamanlarda bu yöntemi

farklı kanser türlerinin tespitinde kullanmayı amaçlıyor.

Özellikle çocuklara uygulanacak radyasyonlu tedavi

yönteminin ileride ortaya çıkacak yan etkileri

http://www.sciencedaily.com/releases/2014/02/140218 ġeyma Biratlı

DÜġÜNCE OKUMAK MÜMKÜN MÜDÜR?

KarĢımızdaki insanların, onların istediği ya da istemediği,

düĢüncelerine, hayallerine kimi zaman ulaĢmak isteriz.

Bu zihin telepatisi acaba gerçekte mümkün müdür,

yapabilir miyiz? Elbette merak konusudur. DüĢünce

okumak; telepatik yeteneği olduğunu iddia eden kiĢilerin

baĢkasının zihnindeki düĢünce ve fikirleri, o kiĢinin

vericilik çabası göstermemesine karĢın anlayabilmesine

verilen addır. Bilim de düĢünce okuma ile ilgili alanda

yoğunlaĢmıĢ ve bu konuda birçok deney ve araĢtırmalar

gerçekleĢtirmiĢtir.

Amerikalı ve Britanyalı uzmanlar, bir cihaz yardımıyla

kiĢilerin gördüklerini ya da dinlediklerini anlayabildikleri

bir deney gerçekleĢtirmiĢlerdir.Dünya‟nın çeĢitli

üniversitelerinden araĢtırmacılar; beyin tarama

sonuçlarına bakarak kiĢilerin gördüklerini ya da

dinlediklerini belirleyebildikleri iddiasında. Britanya'da

yapılan araĢtırmalarda, deneklere aynı anda iki farklı

görüntü göstererek beyin aktivitelerini gözlemlediler.

Deney sırasında biri mavi biri kırmızı çizgilerden oluĢan

resimlerin biri sağ biri sol göze yerleĢtirilerek, beyin

aktiviteleri gözlemlendi. Her bir gözün sadece önündeki

görüntüyü görmesini sağlayan gözlüklerle elde edilen

sonuçlarda, beynin iki görüntü arasında gidip geldiği

bazen birini bazen diğerini gördüğü belirtildi. Bu arada

fMRI adlı yöntemle beyin taraması yapan uzmanlar,

kırmızı ya da mavi resme odaklanırken beynin farklı

bölümlerinin çalıĢtığını saptadı.

ABD de ise aynı deney gündelik bir örnekte uygulandı.

Uzmanlar deneklerin baĢlarına elektrotlar yerleĢtirerek,

iki deneğe “Ġyi Kötü Güzel Çirkin” filmini izlettiler. Bu

arada beyin ses korteksi aktivitesi incelendi. Ekibin

baĢkanı Prof. Itzhak Fried bu yöntemle hangi sahnenin

izlendiğini hangi seslerin duyulduğunu tespit

edebildiklerini ifade etti. Yani teknolojinin yardımı ve

geldiği nokta sayesinde, zihin okuma ve

karĢımızdakilerin düĢüncelerine ulaĢmak artık mümkün.

Kim bilir belki ileride daha kolay bir hal alır.

Fakat basit zihin okuma teknikleri de vardır. Bunu

yanınızdakiler üzerinde denemek ister misiniz?

Yakınınızdaki insanlardan herhangi birini seçin ve onun

düĢüncelerini okuyabildiğinize odaklanın. Onun

düĢüncelerinin yavaĢ yavaĢ aktığını ve size ulaĢtığını

hayal edin. O su içmek istediğinde zihninizde “su içsem

mi” gibi bir fikir oluĢacaktır. Zihin okuduğunun farkında

olmayanlar “ ben de su içecektim” diye düĢünseler de

aslında basit bir telepatik bağ kurabilmiĢlerdir. Hadi siz

de deneyin.

www.Psikolojikbilimler.com

ASENA BALIKÇI

5

TEKNOLOJĠK HAYAT

KÖPEĞĠNĠZĠN SESĠNE KULAK VERĠN

Köpeklerin seslerinden ne demek istediklerini ve o anki ruhsal durumlarını sensörler

aracılığıyla tespit eden cihaz, olası sonuçları sahibine aktarıyor.

BU GÖZLÜĞE GÖZ KIRPIN

Gözünüzü uzun süre kırpmadığınızda bu ekran görüntüyü bulanıklaĢtırarak sizi göz kırpmaya

zorluyor. Gözünüzü kırptığınızda görüntü tekrar netleĢiyor.

DOKTOR KORKUSUNA ÇÖZÜM

Parlak renkli plastik kulaklığı olan bu alet, medikal ya da diĢle ilgili iĢlemler öncesinde

korkan çocukları rahatlatmak amaçlı tasarlandı. Anestezi gerektiren tıbbi bir operasyon

geçirmesi gereken minikler, anestezik gaz sayesinde (oyun konsolundan gelen)

sakinleĢtirilebilecekler ya da uyutulabilecekler. Çocuklar oyuna odaklanmıĢken uyutucu gaz

Ģnorkel benzeri bir tüpten yayılıyor.

www.enilgincbuluslar.net

ASENA BALIKÇI

6

ÜNCEL

NOBEL ÖDÜLÜNÜ KAZANAN ĠLK TÜRK BĠLĠM ĠNSANI:

AZĠZ SANCAR

Nobel Ödülü, 9 yıl önce Orhan Pamuk'un edebiyat ödülünü kazanmasının ardından Türkiye

doğumlu bir bilim insanına verildi. Prof. Dr. Aziz Sancar, kimya alanında Nobel ödülünü 2

kiĢiyle paylaĢtı. Peki Sancar'a Nobel'i kazandıran çalıĢması ne hakkında?

Sancar, ultraviyole yani morötesi ıĢınların DNA'ya verdiği hasarı ve vücudun bu hasarı tamir

sürecini haritalandırdı. Alanı değiĢtiren bu gözlem, kanserli hücreleri daha kolay öldürme

Ģansının doğması olarak değerlendiriliyor.

Türkiye 9 yıl aradan sonra bir Nobel ödülü ile daha ayağa kalktı. Mardin doğumlu bilim

insanı Aziz Sancar, kimya alanında Nobel ödülünü 2 bilim insanıyla paylaĢtı. Nobel'i kazanan

üç ismin ortak noktası, genetik bilgiyi taĢıyan DNA'nın hasar gördükten sonra vücudun onu

nasıl tamir ettiği ile ilgili araĢtırma yapmaları.

Önce kısaca Aziz Sancar‟ı tanıyalım. ”Boyu biraz daha uzun olup yüksekten gelen

topları karĢılayabilseydi belki de dünyaca ünlü „üstün‟ bir kaleci olacak ve gene

gururlandıracaktı bizi. Ama kitaplarda adı buluĢlarıyla geçmeyecek ve Türk gençlerine ilham

kaynağı olamayacaktı.”(Bilim Teknik)

Mardin‟de çiftlikle uğraĢan orta gelirli ailenin sekiz çocuklarını okutma isteğini ve

çabalarını boĢa çıkarmadı. Ġçlerinden birinin bilim yolundaki yolculuğu Nobel Kimya

G

7

Ödülü‟ne kadar ulaĢtı. Aziz Sancar ilk ve orta öğrenimini –ilkokul 2. sınıf hariç- Savur‟da

tamamladı. Harp Okulu‟ndaki eğitimine devam eden ve o sırada evlenen abisinin eĢine

refakat için Ankara‟ya geçmesiyle Aziz de 2. sınıfı Ankara Barbaros Ġlkokulu‟nda okudu. Bir

yılın sonunda Savur‟a döndü ve liseye kadar eğitimini burada tamamladı. Savur‟da lise

olmaması nedeniyle liseyi Mardin‟de okudu. Daha sonra Ġstanbul Üniversitesi Tıp

Fakültesi‟ne girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Bir süre Savur‟da hekimlik yaptıktan sonra

biyokimya eğitimi almak amacıyla TÜBĠTAK bursuyla John Hopkins Enstitüsü‟ne gitti ve

kendisini Nobel‟e ulaĢtıracak yola ilk adımını atmıĢ oldu. ġimdi de gelelim bize Nobel‟i

getiren çalıĢmalara:

Ġnsan vücudunun yapıtaĢı bilindiği gibi hücreler. DNA, hem hücreler bölünüp yenilenirken

hem de güneĢ ıĢınları veya radyasyon gibi dıĢarıdan gelen sebeplerle zarar görüyor. Ama

hücreler bir Ģekilde DNA'yı tamir edip yoluna devam ediyor. ĠĢte Sancar'a Nobel Ödülü

kazandıran çalıĢması da o tamirle ilgili. Sancar tüm alanı değiĢtiren çalıĢmasında, GüneĢ‟te de

bulunan ultraviyole, yani morötesi ıĢınların zarar verdiği DNA'nın hücre tarafından nasıl

tamir edildiğini haritalandırdı. Sancar'ın çalıĢmasının odak noktası DNA'nın yapıtaĢı olan

nükleotidler. Morötesi ıĢınlar nükleotid adı verilen bu yapıtaĢlarında hasara neden oluyor.

Sancar'ın gözlemiyle ortaya çıkarılan süreçte enzimler hasarlı bölgeyi tespit ediyor, izole edip

çıkarıyor. Daha sonra çıkarılan yeri dolduruyor ve hasarı tamir ediyor. Bu iĢlemde hücre üç

enzimi kullanıyor. Biraz daha ayrıntıya girecek olursak; bakterilerde kromozomdan ayrı

olarak bulunan daha küçük halkasal DNA moleküllerine plazmid denir. Aziz Sancar bakteri

hücresi içindeki kromozomun UV ıĢınlarının etkisiyle yok edilip plazmidin sağlam ve tek

baĢına hücre içinde bırakıldığı Maxicell* yöntemini geliĢtirdi. Daha sonra fotoliyaz**

enzimini kodlayan geni klonlayarak fazla miktarda enzim elde etti ve enzimi saflaĢtırabilmek

için de önce Maxicell yöntemini, ardından da ıĢık enerjisini kimyasal enerjiye çevirmeyi

keĢfetti. Bu enzimin pek çok canlıda olmasına rağmen insanda olmadığı düĢünülüyordu.

Sancar da geliĢtirdiği özel testlerle yaptığı araĢtırmalar sonucunda insanda fotoliyaz

onarımına rastlamadı. Hatta insanda fotoliyaz enziminin olmadığına dair bir makale bile

8

yayımladı. Tam da o sıralarda baĢka araĢtırmacılar hardal bitkisinde de fotoliyaz enzimini

üreten genin benzerine rastladı. Bu genin ürettiği enzim sayesinde bitki mavi ıĢığa tepki

veriyordu. O günlerde Ġnsan Genom Projesi kapsamında da insanda fotoliyaz enzimi kodlayan

gene benzer iki gen bulundu. Sancar‟ın bu konuyla ilgilendiği bilindiğinden kendisine bu

projede yer alması teklif edildi. Fotoliyaz genine benzer bu genler aslında Sancar‟ın bilime

yapacağı altıncı*** katkının temelini oluĢturuyordu. Zira bu genler daha sonra bir tesadüf

sonucu ilgisini çekecek olan biyolojik saat konusundaki çalıĢmalarında baĢrolde olacaktı.

Sancar’ın Bir Diğer Önemli ÇalıĢması: Biyolojik Saat

Sancar, yaklaĢık olarak 19 yıldır biyolojik saat üzerine çalıĢmalarını sürdürüyordu. Bu fikrin

çıkıĢ noktasında ise bakteriler üzerinde yapılan çalıĢmalar var. ġöyle ki; bakteride bulunan ve

ıĢığa tepki veren proteinlerden biri, UV ıĢığın DNA üzerindeki hasarını gidermeye yarar.

Sancar‟ın yaptığı çalıĢmalar sonucunda da görüldü ki bu proteinin yapısal olarak bir benzeri

de insan hücrelerinde bulunmakta.

Bu keĢfin üzerine giden Sancar, bu proteinin iĢlevi ile biyolojik saat arasında bir bağ

olduğunu, hatta insanın biyolojik saatini ayarladığını görmüĢtür.

Prof. Aziz Sancar 2014 yılında AA'ya konuĢmuĢtu. Kanser tedavisindeki 'sirkadiyen saat'

(Ritmik saat) buluĢunu anlatmıĢtı.

Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser konusunda önemli çalıĢmalar yapıldığını belirtirken, kanser

mekanizmasının 10 yıl içinde çözüleceğine inandığını söylemiĢti. Ancak kanserin nasıl

olduğunu çözümlemenin onu tedavi etmek anlamına gelmediğine iĢaret eden Sancar, tedavi

konusunda bir Ģey söylemek için erken olduğunu belirtmiĢti.

DNA ONARIMININ MĠNĠMUM OLDUĞU ZAMAN TESPĠT EDĠLECEK

Sirkadiyen saat (günlük ritim) konusunda önemli bir buluĢ yaptıklarını bildiren Sancar,

sirkadiyen saatin DNA onarımını kontrol ettiğini ifade etti. Sancar, DNA onarımının günün

belli saatlerinde arttığını, belli saatlerde de minimum seviyeye indiğini söyledi.

9

Amaçlarının vücuttaki DNA onarımının minimum olduğu zamanı tespit edip, kanser

hücrelerine ilaç verip, bu hücrelerin ölmesini sağlamak olduğunu belirten Sancar, ''Hedefimiz

DNA onarımının ne zaman minimum ne zaman maksimum olduğunu belirleyerek, DNA

onarımı potansiyelinin en az olduğu zaman ilaç tedavisi uygulayarak, hem ilacın etkisini

çoğaltmak hem de yan etkileri azaltmak'' Ģeklinde konuĢtu.

Bu kapsamda çalıĢmayı öncelikle kalın bağırsak kanseri üzerinden baĢlatacaklarını anlatan

Sancar, ''Kalın bağırsağın biyolojisi ve DNA onarımı saatleri konusunda daha çok bilgi sahibi

olmamız nedeniyle bu kanser çeĢidinden çalıĢmalarımızı baĢlatacağız. AraĢtırma

çalıĢmalarına 2-3 ay içinde baĢlıyoruz'' dedi.

Kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda çalıĢma yaptığını bildiren Sancar, Ģunları

kaydetmiĢti;

''Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA'yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA

onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaĢamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı

anlamak, aydınlatmak için bir çalıĢma baĢlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu "inhibe"

edip, kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalıĢacağız.

DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz

bu mekanizmayı açıklamak.''

Maxicell*: Bu terim Oxford Dictinary of Biochemistry and Molecular Biology‟ye girdi.

Fotoliyaz**: UV ıĢınları DNA‟nın yapısında timin ikilikleri (dimerleri) oluĢmasına neden

olur.Sancar‟ın doktora danıĢmanı tarafından 1958‟de keĢfedilen fotoliyaz enzimi DNA‟da

meydana gelen bu hasarı onarıyor.

Bilime 6 katkısı***:

1.Maxicell yöntemini geliĢtirmesi

2.Fotoliyaz enzimi ile ilgili keĢifleri

3.Nükleotid kesip çıkarma onarım mekanizmasını aydınlatması

4.Transkripsiyona bağlı DNA onarım mekanizmasını açıklaması

5.Protein-DNA bağlanmasında moleküler arabulucuyu keĢfetmesi

6.Kriptokrom ve biyolojik saat konusundaki keĢifleri

Kaynakça:

1. http://www.cnnturk.com/video/bilim-teknoloji/bilim/aziz-sancara-nobel-odulu-kazandiran-calismasi-ne

2. http://www.milliyet.com.tr/aziz-sancar-nobel-odulunu-ald-gundem-2128354/

3. http://onedio.com/haber/hakiki-milli-basari-2015-nobel-kimya-odulunu-kazanan-aziz-sancar-ve-calismalri-600889

4.Bilim ve Teknik (TÜBĠTAK) Kasım 2015 sayısı.

BarıĢ Emre ASLAN

Fatma Bengisu BARAN

10

10

ĠYOGRAFĠ

DELĠ MĠ DÂHĠ MĠ?

“ Ġnsan imkansızı baĢarabilir sözü yetersizdir çünkü insan imkansızın da

ötesine ulaĢabilir.”

Nikola Tesla

Dünya çapında ücretsiz kablosuz enerji... Ölüm ıĢınları... Deprem makineleri… Uzaktan kumanda...

Radyo ve radar cihazları… Ve çevreci enerji... Hepsi dünyayı elektriklendiren dâhinin bereketli

aklından. Geceyi gündüze çevirme gücü için Nikola Tesla‟ya teĢekkür etmeliyiz. Onun alternatif

akımı ya da AC güç sistemi bütün modern elektronik aletlerimizin keĢfini sağladı. Ama trajik olarak

son dönemlerinde 700‟den fazla patentin sahibi olan parlak zekası bazılarının delilik dediği Ģeyle

gölgelendi.

20. yüzyılın baĢlarında akıl almaz baĢarıları göklere çıkarılıyordu ama 1943 yılında New Yorker

Hoteli‟nde vefat etti, fiilen beĢ parasız ve itibarsız… Farklı bir hale getirdiği dünyanın onu

unuttuğunu izleyerek… Ne var ki FBI, Tesla üzerine gizli bir dosya topladı ve öldüğünde BirleĢik

Devletler hükümeti bilimsel makalelerini üstlendi. Milli güvenliği tehdit edebilecek kadar güçlü ve

korkunç fikirleri nelerdi? Bir delinin zırvaları mıydı yoksa bir dâhinin eserleri miydi? Pek çok insan

Tesla‟nın gerçekten bir Ģey bulduğuna inanmıyor. Daha doğrusu bilmiyor. Belki de geriye bakıp

Tesla‟nın gerçekten neyin peĢine düĢtüğünü araĢtırmamız lazım.

Tesla‟nın peĢine en çok düĢtüğü Ģeydi dünya çapında iletilebilen kablosuz enerji. Kablosuz enerji

iletimi sürekli tekrar edilir, Tesla‟nın en egzotik vizyonlarında bile. Bu kayda değer fikri anlamanın

kilit noktası bu tuhaf ama güçlü icattı. Tesla tarafından ilk 1891‟de 35 yaĢında iken patentlendi.

Adı Tesla bobini. Tesla bobini prizden gelen 120 voltluk standart voltajı 500.000 voltun üzerine

çıkarıyor. Tesla bobinini içinden su geçen bir hortuma benzetebiliriz. Elektrik akımı suyun akımı

B 1

11

11

11

gibidir voltaj da suyun basıncı gibi. Eğer çıkıĢa bir ağızlık yerleĢtirirsek su basıncının gücü

katlanarak artar. Suyun akıĢ hızı ise düĢer. Bir Tesla bobini de böyle çalıĢır. Akımı etrafında sarımlı

olan birincil küçük bir bobinden yine sarımlı ikincil çok daha büyük bir bobine ileterek voltajı

muazzam oranlarda yükseltip akımı düĢürür. Devasa bir Tesla bobini kullanarak mucit, bütün

dünyaya elektrik dolu bir atmosfer sunmak istiyordu. Dünyayı doğal bir iletken olarak

kullanabileceğine ve bütün dünyaya güç verebileceğine inanıyordu. Özetle dünya dev bir elektrik

prizi olacaktı ve bu voltaj dolu atmosfer frekansı çok yüksek elektrikle dolduğu için insana ya da

baĢka herhangi bir canlıya zarar vermiyordu.

Bu çılgınca özgün teorisini kanıtlamak için Tesla New York‟taki evini terk etti ve 1899‟da 43

yaĢında kablosuz elektrik deneyleri yapmaya baĢladı Colarado‟nun rüzgarlı çayırlarında. Bir

labarotuvar ve 25 m yüksekliğe çıkan bir kule inĢa etti. Ambara benzeyen yapının içinde devasa bir

Tesla bobini vardı. Buradaki yerel elektrik Ģebekesinden faydalanan Tesla‟nın bobini, 12 milyon

volttan fazlasını üretebiliyordu. Tesla bobinleri insanlara zarar vermeyen bir enerji üretir. Tıpkı

elektrik direklerinin radyo dalga ıĢını bombardımanı gibi. Tesla, Colorado‟daki deneylerinin

baĢarılı olduğunu ve kablosuz elektrik iletimini baĢardığını iddia etti 40 km ötedeki 200 ampulü

yakarak. Yani elektriği istediği yöne doğru yönlendiriyor ve kablosuz olarak iletebiliyordu. 2007

yılında bazı saygın üniversite hocaları bu deneye benzer bir deney yapmaya karar verdiler. Sadece

birkaç metre ötedeki birkaç ampulü yakma deneyiydi. Ama baĢarılamadı. Tesla müthiĢ zekası ve

dehası sayesinde tüm projelerini beyninde saklayan biriydi. Fikirlerini hiçbir zaman kağıda

dökmediği için bu deneyin nasıl yapıldığı hakkında hiçbir bilgi mevcut değil. Ancak o zamandan

kalan tek bilgi Tesla‟nın “iyonosfer tabakasının elektriği ilettiği” cümlesidir. Bu deney esnasında

Tesla iyonosfer tabakasını kullandı ama nasıl yaptığı halen bilinmemektedir.

Bunlara ek olarak Tesla daha sarsıcı bir iddiada da bulundu. Uzaydan mesajlar aldığında dair. Mars

ve Venüs‟ten radyo dalgaları ile mesajlar aldığını ve bu dalgalarla gelen Ģifreleri çözdüğünü

söylemiĢtir. Tesla bir eĢiği aĢtığına inanıyordu. Enerjiyi kablosuz olarak gönderebileceğini

kanıtladı. Sadece daha büyük bir verici inĢa etmek için paraya ihtiyacı vardı. Tesla doğu yakasına

Long Ayolundsound„a döndü. 1901‟de Colaroda deneylerine dayanarak Tesla hayalini kurduğu

kablosuz elektrik ağını bu bölgede kurmaya baĢladı. Adını Wardenclyff koydu. Bir labarotuvardan

ve elektrik santralinden oluĢuyordu. BitiĢiğinde ise 62 metrelik heybetli bir kule vardı. Santraldeki

elektrik kuledeki dev bir Tesla bobinine gönderiliyordu. Bobin de yüksek voltaj ve frekanslı

elektriği atmosfere iletecekti. Bu, dünyayı kablosuz enerji ile donatacak sistemin birçok

vericisinden ilki olarak planlandı. Lazım olan büyük miktardaki elektrik, devasa hidroelektrik

projelerden gelecekti.

Sanayici J.P.Morgan‟ı Wardenclyff‟in inĢaatına 150 milyon dolarlık yatırım yapmaya ikna

edebilmek için Tesla kulenin milyonlarca dolar kazandıracağını vaadetti. Ayrıca dünyanın herhangi

bir yerine mesajlar, haberler, müzik ve hatta filmleri ileterek. Ayrıca bu proje kimi bilim insanları

tarafından günümüz internetinin atası olarak kabul edilmektedir. Tesla Wardenclyff‟te 4 yıldan

uzun bir süre kablosuz konseptini geliĢtirmeye çalıĢtı. Kısmen Wardenclyff‟i bitiren,

zamanlamaydı. 12 Aralık 1901‟de Tesla kablosuz ağı üzerinde çalıĢırken Guglielmo Marconi erken

davrandı ve baĢarıyla Atlantik Okyanusu‟nun üzerinden bir radyo sinyali iletti. Marconi‟nin baĢarısı

bir ilkse de gerçekte bunu baĢarabilmek için Tesla‟nın patentlerinin 17‟sini kullandı. “Marconi iyi

bir dost, 17 adet patentimi kullanıyor. Bırakın devam etsin” diyordu eski öğrencisine. Tesla

radyonun babası unvanını kaybetmekle kalmadı. Marconi‟nin baĢarısı Wardencliyff‟in kaderini de

12

12

12

mühürledi. Yani 1905‟te hala yapım aĢamasında iken ve birkaç inanılmaz elektrik gösterisinin

ardından Wardenclyff projesi terk edildi ve sonra yok edildi.

“Dünya buna hazır değildi. Zamanının çok ötesindeydi. Ama aynı kanunlar sonunda galip gelecek

ve bunu muhteĢem bir baĢarı yapacak.” Nikola Tesla.

Peki Tesla baĢarabilir miydi? Bilim topluluklarının büyük Ģüpheleri vardı. Ama nasıl olur da

Wardenclyff‟in baĢarısızlığından 1 asır sonra Tesla‟nın fikirleri hâlâ tutkuyla dikkate alınır. Belki

de Wardenclyff‟ten çok daha önce Tesla zaten dünyayı değiĢtirdiği içindir. Bugün elektrikli

dünyamız üzerine fazla düĢünmeyiz. Ġhtiyacımız olan enerji en yakın priz kadar uzaktadır. ĠĢte bunu

mümkün kılan adam 1856‟da Hırvatistan‟da doğdu ama kendisine her sorulduğunda bir Hırvat değil

bir Sırp olduğunu söylerdi. Bilime olan merakı ilk gençlik yıllarında baĢladı ve genç yaĢında

olmasına rağmen çok üst düzey makaleleri okumuĢtur. Hatta okuduğu makaleler yeterli

gelmediğinden dolayı baĢka dillerde yazılmıĢ makaleleri okumak için bildiği yabancı dillere

yenilerini eklemiĢtir. 7 tane ana dili vardı diyebiliriz. Sırpça, Çekce, Macarca, Almanca, Fransızca,

Ġngilizce, Ġtalyanca. Hatta ilerleyen zamanlarda Sanskritçe‟yi de öğrendi.

Tesla kariyerine 1881‟de BudapeĢte‟deki bir telefon Ģirketinde elektrik mühendisi olarak baĢladı.

Bir gün bir arkadaĢıyla parkta yürürken Tesla aniden yeni bir elektrik motoru için çığır açacak bir

konsept hayal etti ve toprağa çizdi. Bu basit çizim indüksiyon motorunun patentine dönüĢtü. Artık

dünyadaki standart elektrik motoru bu olacaktı. Her Ģey için kullanılıyor bu. Aletlerden tertibata,

hibrit araçlardan endüstriyel santrallere kadar. Motor temelde 2 parçadan oluĢuyordu. Bobin ve

rotor. Bobine enerji verilmesiyle bobin içinde kuzey-güney manyetik alanları sürekli rotasyon

yapar. Dönen manyetik alanı da rotor takip eder ve motor dönen manyetik alanın etkisiyle sürekli

hareket eder.

1884‟te 28 yaĢındayken Tesla, Amerika‟ya taĢındı. Cebinde az bir para ve patronunun Thomas

Edison‟a yazdığı bir referans mektubu vardı. Mektupta kısaca Ģu yazıyordu. “2 büyük adam

tanıyorum ve bir tanesi sizsiniz. Bu genç adam da diğeri.” Edison parlak zekalı genç mühendisi iĢe

aldı. Daha sonra Ģirketinin elektrik jeneratörlerini yeniden tasarlamasını istedi 50.000 $ ikramiye

13

11

3

karĢılığında. Tesla muazzam kâr getirebilecek patentler ürettikten sonra Edison‟dan ikramiyesini

istedi. Edison “ Dalga geçiyor olmalısın, Amerikan mizah anlayıĢını hiç öğrenmemiĢsin daha” der

ve parayı vermez. Tesla da istifa ederek karĢılık verir. Böylece yeni yetme genç dahi ile köklü mucit

arasında hayat boyu sürecek bir düĢmanlık baĢlar. Tesla, Edison‟u terk eder ve New York‟ta 1 yıl

boyunca çukur kazma iĢinde çalıĢır. Yeni icatlar için sermaye biriktiren Tesla. Ģehrin tepesine

çekilen elektrik kabloları ağını görünce dehĢete kapılır. O kadar çok kablo vardı ki kimi yerlerde

gökyüzü görülemiyordu. Tesla‟nın verimsiz bulduğu bu akım sistemine doğru akım yani DC

deniyordu. Edison DC enerjisinde büyük bir yatırımcıydı. Tesla daha iyi bir yolun olduğunu

biliyordu. Ve küresel standart olacak yeni bir sistem üretmeye kararlıydı. Alternatif akım yani AC.

AC ve DC elektrik arasındaki fark, elektriğin veya elektronların nasıl aktığı ile alakalıdır. DC‟nin

çalıĢması için bir kablo üzerinde “–“ kutuptan “+” kutba sürekli ve doğrudan bir elektron akıĢı

olmalıdır.

1887‟de Tesla bir baĢka daha ucuz bir güç sistemi için 7 ABD patenti aldı. Adı alternatif akım.

Tesla bir AC jeneratör sistemi geliĢtirdi. Elektrik akımını negatif ve pozitif kutuplar arasında

değiĢtiriyordu. Saniyede 60 tur. AC‟yi bir trafo aracılığıyla neredeyse 0 kayıpla göndererek voltajı

arttırıp akımı azaltabilirdi. Bu sayede AC verimli olarak DC‟den yüzlerce km öteye iletilebilirdi.

Milyoner giriĢimci George Westinghouse Tesla‟nın icatlarının uzun mesafe güç iletiminin kilidini

açabileceğini düĢündü. Patentleri 60.000 $ ve Westinghouse Ģirketinde yüklü bir hisse senedi

karĢılığında satın aldı. Eğer yeni AC sistemi baĢarılı olursa Tesla zengin olacaktı.

Nikola Tesla 1891‟de Amerikan vatandaĢı oldu. Aynı yıl onun AC‟si ile Edison‟un DC‟si arasında

topyekün bir savaĢ patlak verdi. Edison AC‟nin tehlikelerini göstermek için bir propaganda

kampanyası baĢlattı. Edison New York Eyaleti‟ni 1890‟daki ilk elektrikli idam için Tesla‟nın ve

Westinghouse‟un AC gücünü kullanmaya ikna etti. Bir muhabire göre dehĢet vericiydi. Asmaktan

çok daha kötüydü. Edison bu tekniğe Westinghousing adını koydu. Asıl amacı halkın bu elektriği

evlerinde istememesini sağlamaktı. 1893‟te kötü basına rağmen Tesla ve Westinghouse Ģirketi

Chicago dünya fuarının ıĢıklandırma ihalesini kazandı. Tarihteki ilk tam elektrikli fuar.

Ġhaleyi kaybeden Edison bu fırsatı kaçırdığı için hüsrana uğramıĢtı. Tesla‟nın patentli ampullerini

kullanmasına izin vermedi. Daha sonra Tesla kendi ampulünü kendisi üretti.

1 Mayıs 1893‟te baĢkan Grevor Cleveland bir düğmeye bastı ve Tesla‟nın 200.000‟den fazla

lambası fuar alanını aydınlattı. Abidevi bir baĢarıydı ve modern elektrik aydınlatma çağının

müjdecisiydi. Edison‟a karĢı kazanılan bu zaferle kendine güveni artan Tesla, AC‟nin

geleceğin akımı olacağına inandı. Bunu kanıtlamak için dünyanın en büyük doğal

1 14

1

harikalarından birinin gücünü kullanmaya çalıĢacaktı: Niagara ġelalesi. Niagara ġelalesi

saniyede 3 milyon santimetreküpten fazla su akıtıyordu. Bu da yaklaĢık 2.4 milyon kw

elektrik üretmeye yeter. Chicago baĢarısının ardından Niagara komisyonu alternatif akım

üretmek üzere Tesla ile anlaĢma imzaladı. Tesla Ģelalelerde AC gücünü üretebilmek için

kompleks bir jeneratör ve trafo sistemi tasarlayıp mühendisliğini yaptı. Tesla her Ģeyi

yazmıyordu. Bunların bir çoğu kafasındaydı. Tesla biraz kendi küçük dünyasında yaĢıyordu.

Diğer insanlara pek fazla açıklama yapmazdı.

1896‟da uzak mesafe enerji aktarımı yapan ilk AC hidroelektrik santrali devreye girdi. Düğmeye

basıldığında Tesla burada değildi ancak eserine o kadar güveniyordu ki çalıĢacağını biliyordu.

Bugün dünyamız pırıl pırıl: Tesla‟nın AC teknolojisi sayesinde. Edison ile son savaĢını kazandı.

Ama zaferin bedeli çok ağır oldu. Akım savaĢlarında Westinghouse finansal olarak tükenmiĢti.

Alternatif akım, Tesla'yı kimi kaynaklara göre dünyanın en zengin insanı yapabilecek bir

buluĢtu. Westinghouse ve Tesla arasındaki kontrat, Tesla'nın üretilen enerjiyle doğru orantılı

olarak para almasını öngörüyordu ve Tesla birim baĢına oldukça yüksek bir rakam alıyordu.

Alternatif akımın büyük baĢarısı yüzünden Westinghouse'un, Nikola Tesla'ya oldukça büyük

bir miktar borcu olmuĢtu. Bu mali yük o kadar büyüktü ki Westinghouse Electric Company

1907'de batma noktasına geldi. George Westinghouse sorunu çözmek için Tesla ile

konuĢunca, sonradan anlatıldığına göre Tesla kontratı yırttı ve alacaklarından vazgeçti.

ġirketin bekası için büyük bir jest yapan Tesla kâr payı sözleĢmesini yırtıp attı. Daha iyi icatlar

yapacağını zaten biliyordu.

“Para insanların kendine biçtiği kıymete haiz değildir. Benim bütün param deneylere yatırılmıĢtır.

Bunlarla yeni keĢiflerde bulunup insanoğlunun yaĢamının biraz daha kolaylaĢtırmasını sağlıyorum.”

Nikola Tesla.

Edison‟a karĢı kazanılan zaferin ve alternatif akımın baĢarısının ardından Tesla meĢhur olmuĢtu

ama her dehanın çoğu kez bir bedeli vardır. Tesla garip saplantılara yakalandı. Sürekli yaralı

güvercinlere yardım etme ve sağlıklarına geri kavuĢturma ihtiyacı hissetmesi gibi. Hatta birine o

kadar çok bağlandı ki ondan karım diye bahsederdi. Tesla mikroplardan korkardı. Ellerini sürekli

yıkaması gerekirdi. Her Ģeyi üçlü yapardı ve New Yorker Hotel‟de üçe bölünebilen sayısı olan bir

odada kalma kararında çok katıydı. 3327 nolu odayı istedi. Her zaman 9 peçete isterdi ve ekmeğinin

9 dilime bölünmesi gerekirdi. Odasına gelen havlu ve tabak sayısı da her zaman ya 3 ya da 9‟du.

Tesla kadınların mücevheratını itici bulurdu. Günde sadece 2 saat uyurdu. Tesla hiç evlenmedi.

Kulağı delik kadınların karĢısında korkunç bir ızdırap duyardı. Delik kulaklara ve mücevherata

katlanamazdı. Saplantıları ve takıntılarına rağmen Tesla olağanüstü mucit zekasını her zaman

kullanabiliyordu. 1898‟de uzaktan kumandayı icat etti. Tesla‟nın uzaktan kumanda prensipleri

bugün televizyondan cephelerde istihbarat için kullanılan insansız hava araçlarına uzayda çalıĢan

uydulara kadar her yerde görülebiliyor. Tesla‟nın icatlarının çoğu topluma faydalı olsa da öngörü

güçleri de karanlık bir yola saptı. Daha korkutucu ve yıkıcı istikametlere…

Doğadaki en kuvvetli güçlerden biri depremdir. Bu gücün bir silah olarak kullanıldığını hayal edin.

Bazıları Tesla‟nın bunu keĢfetmiĢ olabileceğine inanıyordu. Tesla deprem makinesi mekanik bir

osilatördü. Basitçe titreĢim üreten bir makine ve bu titreĢimleri üreterek makine değiĢik yapılarla

rezonansa girebilirdi. Osilatör makinesinin temelde dayandığı prensip Ģudur: Uyarıldığında her

madde bir rezonans frekansına sahiptir. Eğer frekans tutturulup osilatör makinesi gibi bir dıĢ güç

tarafından arttılırsa her malzeme parçalarına ufalanabilir. Washington‟daki Tacoma Narrows

köprüsünün 1940‟ta yıkılması bu prensibi ortaya koydu. Köprünün etrafında esen rüzgar frekansı

15

tam tutturup çelik köprünün ritmik bir hareketle çılgınca sallanmasına neden oldu. Nihayet köprü

yıkıldı. 1898‟de Tesla bir alarm saatinden büyük olmayan ayarlanabilir frekanslı bir osilatör

yaptığını iddia etti ve inĢaat halindeki bir binada kullanma denemesinden bahsetti.

“Birkaç saniyede binanın titremeye baĢladığını hissettim. 10 dakika daha devam etseydim binayı ve

sokağı yıkabilirdim. Aynı cihazla Brooklyn Köprüsü‟nü 1 saatten kısa bir sürede East River‟a

indirebilirdim.” Nikola Tesla

1934‟te Tesla bir ölüm ıĢını tasavvur etti. Fikri milyonlarca volt elektrik yüklenmiĢ,

yoğunlaĢtırılmıĢ parçacık ıĢınlarını havaya ateĢlemekti. Bu da düĢman filosundaki uçakları 400 km

öteden indirebilirdi.

Tesla son yıllarını New Yorker Hotel‟deki küçük odada geçirdi. Tesla oteldeki 3327 nolu odasında

tek baĢına öldü. Ama 86 yaĢındaki deli dahinin ölümü öğrenildiğinde BirleĢik Devletler hükümeti

bilimsel çalıĢmalarına el koydu. Öldüğü sırada makalelerinde ne olduğuna dair büyük bir endiĢe

vardı. Çünkü 2. Dünya SavaĢı‟nın ortasıydı ve Nazilerin bunu ele geçirmesinden korkuluyordu.

Hükümetin iddia ettiğine göre Tesla‟nın makaleleri incelendikten sonra 1952‟de serbest bırakıldı ve

sonra da Yugoslavya‟da Belgrad‟a gönderildi. ġu anda da orda Nikola Tesla müzesinde

bulunuyorlar. Ne var ki bazı makalelerinin çoğunun hala kayıp olduğuna inanılıyor. Bu makalelerde

ne olduğunu hiç öğrenemeyebiliriz. Bildiğimiz ise yeniden değerlendirilen eserleri gösteriyor ki

bazı fikirleri zamanının 1 asır ötesindeydi. Hatta yüzyıldan uzunca bir süre önce Tesla yeĢillenmiĢti

bile. ABD günde 20 milyon varil petrol tüketiyor ve benzin fiyatı sürekli yeni rekorlar kırıyor. 1

asır önce Tesla fosil yakıtların geleceğini gördü.

“Eğer güç elde etmek için yakıt kullanırsak sermayemizden yeriz ve onu hızla tüketiriz. Bu yöntem

barbarca ve boĢ yere müsrifçedir ve sonraki nesillerin çıkarı için durmamız gerekir.” Nikola Tesla

Tesla toplumun yenilenemeyen yakıtları tüketme hızından endiĢeleniyordu. Kömür, petrol daha

yeni çıkıyordu ve baĢka bir enerji kaynağı bulma ihtiyacı duyacağımız bir zamanı öngörmüĢtü.

Tesla Ģimdi yenilenebilir enerji dediğimiz Ģeyin geliĢtirilmesini bekliyordu. 1901‟de ıĢıma

enerjisinin kullanımı için bir aygıtın patentini aldı. Patent güneĢten ve diğer ıĢıma enerjisi

kaynaklarından bahsediyor. Kozmik ıĢınlar gibi. Tesla ayrıca jeotermal enerjiye de önem verdi.

1931‟de New York Times‟a gönderdiği geleceğin enerji usulü baĢlıklı bir makalesinde dünyanın

doğal enerjisinin nasıl kullanılacağını inceledi.

16

“Tek yapılması gereken bu muazzam jeotermal enerjiyi kullanabilmek için uzun kazıkları yere

gömebilmenin ekonomik ve hızlı bir yolunu bulabilmek.” Nikola Tesla

Tesla ayrıca bir çevreci ıĢıklandırma öncüsüydü. 1893 Chicago Dünya Fuarında Tesla bir floresan

ampul sergiledi. Edison‟un akkor ampullerinden daha düĢük sıcaklıkta ve daha uzun süre

yanıyordu. Bugünkü uzun ömürlü verimli ampullerin atasıydı bunlar. Ayrıca Tesla Nobel Ödülü‟nü

reddeden tek kiĢidir. Philadelphia deneyinde ise bir denizaltını mürettebatı ile birlikte görünmez

hale getirmiĢtir. Ancak bu olay çok gizli olduğu için yeterince bilgiye sahip değiliz.

Tesla‟nın baĢka hangi fikirleri zamanının çok ötesindeydi? Tarih bu dâhiyi göz ardı etmiĢ olabilir.

Ama bugün yeniden keĢfediliyor. Modern dünyayı bugünkü haline getirdi. Tabi birçok insanın

nihayet bunu anlaması uzun yıllar aldıysa da belki de bu artık değiĢiyor. Ama Tesla‟nın bıraktığı

asıl miras bir mucidin yaratıcı ruhuydu. DüĢüncede hiçbir sınır tanımamak ve gerçekten her Ģeyin

mümkün olduğuna inanmak.

“Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve baĢarılarına göre değerlendirsin. Bugün

onların olsun ama uğrunda çok uğraĢtığım gelecek benimdir.” Nikola Tesla.

Kaynakça:

"TeslaTimeline" . TeslaUniverse. http://www.teslauniverse.com/nikola-tesla-timeline-1861-dane-tesla-dies .

http://www.tfcbooks.com/teslafaq/q&a_040.htmTwentyFirstCenturyBooks,Breckenridge, CO.

http://yunus.hacettepe.edu.tr/~akilli07/Nikola_Tesla_Website/icatlari.html

AbcTesla,AnlaĢılmamıĢDahi,MargaretCheney

http://www.teslascience.org/pages/white.htm

http://www.teslasociety.com/biography.htm

Nikola Tesla Master of LightningDocumentary-Copyright 2000 New Voyage Communications.

BĠLĠMVEÜTOPYA/Tesla/MART2000/SAYI69SAYFA :7

History Channel yapımı Nikola Tesla kablosuz elektrik mucizesi belgeseli ana kaynak olarak kullanılmıĢtır.

)Nikola Tesla hayatı, buluĢları belgeselinden yardımcı kaynak olarak faydalanılmıĢtır.

ÂSIM ĠHSAN DÖNMEZ

17

ĠLĠM

KÂĠNATIN GERÇEĞĠ: KARA DELĠKLER

Kara delikler, yıllardır gökbilimle kozmolojinin merkezlerindeki yerlerini

koruyorlar. Bunların içinde neler olduğu hala bilinmiyor. Ancak, kara

deliklerin öteki özellikleri hakkında kuramsal ve dolaylı gözlemsel bilgiler sürekli geliĢiyor.

KARA DELĠK NEDĠR?

Kara delik, astrofizikte çekim alanı her türlü maddesel oluĢumun ve ıĢınımın kendisinden

kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara

delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir

nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ıĢık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara

deliklerin, tekillikleri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir.

Kara deliklerin içinde zamanın ise yavaĢ aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir.

KARA DELĠKLER NASIL OLUġUR?

Kara delikler baĢlıca iki türden oluĢuyor. Birincisi, GüneĢ‟ten 8 kat daha

ağır bir yıldızın merkezindeki yakıtı kısa sürede tüketip çökmesiyle oluĢan

“yıldız kütleli kara delik”; ötekiyse, gökadaların merkezlerinde bulunan milyonlarca, hatta

milyarlarca GüneĢ kütlesinde olan “süper kütleli” ya da dev kütleli kara delikler. Bunların

nasıl oluĢtuğu konusunda kesin bilgi olmamakla birlikte, evrenin gençlik yıllarında gökadalar

oluĢurken merkezde toplanan dev gaz bulutlarının çökmesiyle ortaya çıktıkları sanılıyor.

KARA DELĠKLERĠN ÖZELLĠKLERĠ

Son yıllarda keĢfedilmeye baĢlanan, on binlerce GüneĢ kütlesinde “orta sıklet” kara delikler

var; ama bunların özelliklerinin de ötekilerden farklı olmadığı anlaĢılıyor. Bu benzer

özelliklere karĢın hareketsiz kara deliklerle, dönen kara delikler arasında ancak kuramcıların

öngörebildiği önemli bazı farklar var. Örneğin, hareketsiz kara deliklerde, içine giren hiçbir

maddenin geri çıkamadığı hayali bir küre olan olay ufkunun merkezinde, tekillik denen ve

içinde bilinen fizik kurallarının geçerliliğini yitirdiği, matematiksel bir nokta olarak tarif

edilen bir delik var.

Dönen kara deliklerin olay ufkunun içindeyse bir delik değil, simit Ģeklinde bir tekillik olduğu

ve ikinci bir olay ufku bulunduğu düĢünülüyor. Peki ıĢığın bile kaçmasına izin vermedikleri

için kendileri görünmeyen, ancak yol açtıkları etkiler sayesinde varlıkları ve kütleleri

belirlenebilen kara deliklerin dönüp dönmediğini nasıl anlayacağız? Yine dolaylı etkilerinden:

Çevrelerinden çektikleri, yıldız ya da gaz bulutlarıyla beslenen kara delikler, bu maddeyi

B Kara Delik terimi ilk defa Princeton fizikçilerinden John

Wheeller tarafından 1968‟de yayımladığı “Evrenimiz,

Bilinenler ve Bilinmeyenler” isimli makalede

kullanılmıĢtır. Kara delikler çok ağır olduklarından, çok

büyük çekimsel alana da sahiptirler. Çekimsel kuvvet öyle

büyüktür ki, ıĢık dahil hiçbir Ģey kara delikten kaçamaz.

18

yutmadan önce çevrelerinde neredeyse relativistik hızlarda dönen diskler içinde on

milyonlarca derece sıcaklıklara kadar ısıtıyorlar. Disk içinde sürtünmeyle ısınan madde

parçacıkları da X-ıĢınları yayıyorlar. Disk içindeki iyonlaĢmıĢ demir atomlarının yaydığı, X-

ıĢınlarının kolay tanınan özel bir imzası oluyor.

Bu ıĢınlar incelenerek parçacıkların delik çevresindeki yörüngeleri konusunda bilgi

sağlanabiliyor. Örneğin, bir kara deliğin güçlü kütle çekimi, X-ıĢınlarını daha düĢük enerji

düzeylerine indirebiliyor. ĠĢte bu gibi iĢaretleri inceleyen gökbilimciler, Chandra X-ıĢınlarını

Uzay Teleskopu ve XMM Newton X-ıĢını Teleskopu‟ndan yararlanarak bir kara deliğin

dönüp dönmediğini gösteren bir yöntem keĢfetmiĢler. Kara delik çevresinde dolanan bir

parçacığın yörüngesi büyük ölçüde kara deliğin hemen yakınındaki uzay zamanının bükülme

derecesi ve kara deliğin dönüĢ hızıyla yakından ilintilidir.

KARA DELĠKLERĠ NASIL KEġFEDEBĠLĠRĠZ?

Yerden yaptığımız gözlemlerle kara delikleri tespit etmek hiç kolay değil. Görünmemelerinin

dıĢında, çok küçük bir hacme sahipler. Bunları ancak, çevrelerinde bulunan gök cisimlerinin

ve gazların davranıĢını inceleyerek tespit edebiliriz. Bu tür incelemeler sonucunda kara delik

olması muhtemel birçok gökcismi bulunmuĢ. Örneğin, bizim galaksimiz olan Samanyolu‟nun

ortasında 4 milyon GüneĢ kütlesine sahip bir kara delik olduğu düĢünülüyor.

Kaynakça:

STEPHEN HAWKĠNG „ĠN “KARA DELĠKLER ve BEBEK EVRENLER” ADLI KĠTABI

Dr. Mahir E. Ocak

TUBĠTAK BĠLĠM ve TEKNĠK EKĠM 2003

TUBĠTAK BĠLĠM ve TEKNĠK DERGĠSĠ NĠSAN 2008

AYBUKE AHSEN HELVACI

19

IP TARĠHĠNDE BÜYÜK BĠR DEVRĠM: ĠLK KAFA NAKLĠ

DÜNYANIN ĠLK KAFA NAKLĠ OPERASYONU 2017‟DE GERÇEKLEġECEK.

ÇOK ġAġIRTICI GELEBĠLĠR AMA YAPILIRSA ĠTALYAN CERRAH TIP

DÜNYASINDA YENĠ BĠR ÇIĞIR AÇMIġ OLACAK!

Dünyadaki ilk kafa nakli denemesi 1970 yılında bir maymun üzerinde yapılmıĢ ve bu

maymun 8 gün sonra bedenin kafayı reddetmesinden dolayı ölmüĢtür. Vladimir Petrovich

Demikhov bir köpek yavrusunun baĢını ön ayaklarıyla birlikte bir köpeğe naklederek çift baĢlı

köpek elde edilmiĢ ve köpekler bir aydan az yaĢamıĢlardır. Bu köpekler tıp tarihine

“FrankeĢtayn‟ın Köpekleri” olarak geçmiĢtir. Bu çalıĢmalarını 15 yıl boyunca 19 kez

yapmıĢtır ve en uzunu 1 ay yaĢamıĢtır. Bu çalıĢmalar Amerikalı cerrah Robert J. Wihte‟a

ilham vermiĢ ve maymunda ilk baĢ naklini gerçekleĢtirmiĢtir.

Çinli cerrah ġiaoping Ren 1000 farede kafa naklini denemiĢtir. Wall Street Journal, deney

yaptığı hayvanların su içebildiğini, nefes aldığını ve gözlerini açtığını belirtiyor. Ancak

fareler birkaç dakikadan uzun süre yaĢayamıyor ve bunca yapılan denemeden sonra insanda

ilk kafa naklinin yapılması herkese pek de inandırıcı gelmiyor. Ancak ortada operasyonu

yapmak isteyen bir cerrah ve bir de gönüllü hasta var.

2015‟in baĢında Ġtalyan cerrah Sergio Canavero bu kafa nakil iĢleminin tekniğini anlatan bir

makaleyi Surgical Neurology International Dergisi‟nde yayınladı. Sonrasındaysa Amerikan

Nörolojik ve Ortopedik Cerrahlar Akademisi‟nin yıllık toplantısında bu süreci 2015 içerisinde

baĢlatmaya niyetli olduğunu bildirerek, diğer araĢtırmacıların da bu hayalini gerçekleĢtirmesi

sırasında yanında olmaya çağırdı.

BaĢta imkansız gelse de bu cerrah ameliyatı yapabileceği deneği buldu. Rusya‟da Werdnig-

Hoffman sendromuyla dünyaya gelen ve vücudunu hareket ettiremeyen 30 yaĢındaki Valery

T

20

Spiridonov, Ġtalyan doktor Sergio Canavero‟ya güvendiğini ve ilk kafa nakli için donör olmak

istediğini söyledi. 2017 yılında yapılacak ve bazıları tarafından “fantastik” olarak görülen

ameliyata ilk insan deneği olmaya talip olan Spiridonov, “Bu fikrimden asla vazgeçmem.

Kendimi bildim bileli hareket edemeyen bu vücuttayım. En azından ölmeden önce bir baĢka

bedende yer alabileceğim.” diyor. Dünyada ilk kez bir insanda denenmesi planlanan kafa

nakli sırasında, Spiridonov‟un kafası, beyin ölümü gerçekleĢmiĢ ancak diğer tüm

fonksiyonları çalıĢan bir baĢka kiĢinin bedenine yerleĢtirilecek ve tüm damar bağlantıları

sağlanacak.

Canavero‟ya göre Ģu anda bu naklin önündeki en büyük engellerden birisi aktarılan kafanın

omuriliğini aktarılacak olan vücudun omuriliğine bağlamak. Diğeri ise kafa gibi devasa bir

organı, vücudun onu reddetmeden kabul etmesini sağlamak. Bu ikinci engel, uzun yıllardır

bilim insanlarını büyük çaplı organ nakilleri konusunda zorlayan bir engel. Ġlki ise, ilk defa

1970 yılında Case Western Reserve University‟de bir maymunda denenen kafa naklinde

baĢarısızlıkla sonuçlanan bir konu. Maymun, nakil sonrasında her ne kadar kafasını hareket

ettiremediyse de, 9 gün boyunca biraz destekle nefes almayı baĢardı. Sonundaysa vücut

kafayı reddettiği için maymun öldü. Ancak son 45 yılda bilimdeki geliĢmeler, 1970‟tekine

göre çok daha baĢarılı bir denemeyi mümkün kılabilir. Canavero konu hakkında Ģunları

söylüyor: “Bu nakil yarı çılgınca, yarı dahiyane. Her Ģey hem vücudu hem de kafayı

soğutmakla baĢlayacak. Sıcaklık öyle bir ayarlanacak ki, hücreler nakil sırasındaki oksijen

yetersizliği nedeniyle ölmeyecekler. Sonrasında boyun kesilecek ve tüm hayati damarlar

tüplere bağlanacak. Bu sırada, hem kafadaki hem de vücuttaki omurilik kesilecek. Alıcının

kafası, vericinin vücuduna aktarılacak ve iki omuriliğin uçları birleĢtirilecek. Bunu aĢırı

yoğun bir spagetti huzmesi gibi düĢünebilirsiniz. Bunları birbirine kaynaĢtıracağız. Bunu

baĢarmak için bölgeye bolca polietilen glikol isimli bir kimyasal verilecek. Bu enjeksiyon

birkaç saat boyunca sürdürülecek. Tıpkı sıcak suyun, kuru spagettiyi birbirine kaynaĢtırması

gibi polietilen glikol de hücreler ve dokuların birbirine kaynaĢmasına neden olacak.”

Prosedürün son aĢaması ise kasları ve dokulara kan sağlayacak damarları dikmek ve 3-4

haftalık bir yapay koma hali sağlamak. Bu sürede vücut iyileĢmek için fırsat bulacak. Ayrıca

koma sırasında vücuda gömülü bazı elektrotlardan elektrik verilerek omuriliğin uyarılması ve

yeni sinirlerin aktif hale getirilmesi sağlanacak.

21

The Independent gazetesinden Christopher Hootan‟ın aktardığına göre ameliyat 36 saat

sürecek ve 150 doktor ile hemĢireden oluĢan bir ekip tarafından yapılacak. Operasyonun 11.2

milyon dolara (yaklaĢık 29 milyon lira) mal olacağı hesaplanıyor. Belki yıl sonuna kadar

gerçekleĢtirilecek dünyadaki ilk kafa nakli ameliyatıyla ilgili Ġtalyan doktor Sergio

Canavero‟nun kendisine söylediklerini de aktaran Valeriy, ameliyat masasından yeni bedenle

kalkma Ģansının 17 binde bir olduğunu vurguladı. Operasyonun imkansız gelmesinin yanında

etik açıdan uygun olmadığı da düĢünülüyor. Canavero da bu konu hakkında Ģöyle

düĢünüyor:“Deneyi aslında ABD‟de yapmak istiyorum; ancak izin alabileceğimizi pek

sanmıyorum. Muhtemelen Avrupa‟da bir ülkede izin almak çok daha kolay olacak. Bu

deneyde bizi zorlayan asıl nokta etik. Böyle bir operasyon daha baĢından yapılmalı mı?

Eminim buna karĢı çıkacak çok fazla insan olacaktır.”

Bazı cerrahlar bu konuya olumlu baksa da çoğu cerrah tarafından gerçekleĢtirilemeyeceği

düĢünülüyor. ĠĢte Türk cerrahların bu ameliyat hakkında yorumları:

„SIKINTI ĠYĠLEġMEDE OLUR‟

-Akdeniz Üniversitesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Prof. Dr. Ömer Özkan: “Sinir

iyileĢmesi diye bir kavram var. Sinirin tamir edilmesi zaten mümkün ama tamir edilen, bizim

onardığımız Ģeyler sinirin uçları değil çıkıntıları. O çıkıntılar da ancak günde 1 mm iyileĢir. O

ısıyı düĢürerek ana hücrelerin ölmeyeceğini iddia ediyorsa ki olabilir ama önemli olan sinirin

uçlarının günde 1 milimetre iyileĢmesidir. Bu en azından 2-4 yıl gerektirir. O zamana kadar

da iç organlar yaĢamaz. Onarmada sıkıntı yok ama iyileĢmede sıkıntı oluyor. Yoksa kafayı

nakletmek teknik olarak zor değil ama önemli olan sonuçları.”

„ABD‟DE HAYVANDA YAPMIġTIM, KAFA YAġIYOR‟

-Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Doç. Dr. Serdar Nasır: “Kafa naklini

Amerika‟dayken 1-2 hayvanda yapmıĢtım. Kafa yaĢıyor. Kafayı yaĢatmanın yüz naklinden

bir farkı yok. Fakat burada en önemli konu beyinden gelen sinirlerin omuriliğe ulaĢmasını

sağlamak. Kafa nakli yapsanız da hasta felç kalacak. Kafa nakli olabilir. Bir iĢe yaramaz.

Ayrıca beyin 5 dakika kadar kansız yani oksijensiz kalırsa, beyin ölümü gerçekleĢiyor. Eğer

ileride sinir iyileĢmesi mümkün olursa kafa nakli de mümkün olur. Teknik olarak çok

mümkün. Günümüz koĢullarıyla yapılsa bile iĢe yaramaz.”

Ve sonuç olarak bu ameliyatın yapılması tıp dünyasında çığır açacak ve belki baĢka nice cerrahların

önünü açacaktır.Her ne kadar korkutucu gelse de ameliyat baĢarılı geçerse belki de bu insanı yeni

bir hayat bekliyordur...

Kaynakça:

(http://surgicalneurologyint.com/surgicalint_articles/ethical-considerations-regarding-head-transplantation/) vikipedia(ilk

kafa nakli denemeleri)

(http://www.hurriyet.com.tr/ilk-kafa-naklini-rus-valeriy-deneyecek-28688633)

(http://tr.euronews.com/2015/04/23/genetik-kas-erimesi-hastasi-spiridonov-ilk-kafa-nakli-icin-gonullu/)

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Demihov) (http://norosirurji.dergisi.org/pdf/pdf_TND_884.pdf

(http://www.dunyaninilkleri.com/ilkler/dunyadaki-ilk-kafa-nakli.html)

SAKĠNE ġANLIKAN

22

ARPIM TABLOSUNUN MATEMATĠKSEL ĠSPATI

Bence hayatta her Ģeyde bir mantık vardır. Ama bunu çoğu zaman fark etmeyiz.

Aslında kolaya kaçar ezberleriz. Eğitim döneminde bize çarpım tablosu ezberletilir.

Bilmiyorum belki de öyle baĢlaması gerekiyor, bunu eleĢtirmeye nefesim yetmez.

Eminim çoğu üniversiteli öğrenci matematiğin hiçbir konusunun ispatını

bilmiyordur. Bu yazının amacı biraz da bu aslında. Bundan çok önce izlediğim bir videodan

bahsetmek istiyorum size.

Çarpım tablosunu hiç geometrik düzlemde düĢündük mü? Çünkü her matematiksel değerin

bir uzay görüntüsünün olduğunu düĢünürüm ben. Belki grafik belki bir doğru ya da bir nokta.

Bu izlediğim videoda sayıları bir düzlemde doğru olarak kabul etmiĢti. ġimdi ona bir göz

atalım:

Ġlk olarak 2x2 iĢlemini düĢünelim. Ezber bilgimize göre sonucunun 4 etmesi gerekiyor.

Bunun bir düzleme dökülmüĢ olarak tarifi ise Ģu: Aynı düzlemde bulunan 2 paralel doğru,

onlara paralel olmayan diğer 2 doğruyla 4 farklı noktada kesiĢir.

Yine aynı Ģekilde 3 paralel doğru, onlara paralel olmayan aynı düzlemdeki farklı 3 doğruyla

9 farklı noktada kesiĢir. Bunu böyle devam ettirebiliriz.

Ç

23

Sadece tek basamakta değil bu yöntem. Ġki basamak olan sayıları düĢünelim, onları yaparken

de sayıları yine ayrı ayrı düĢünmemiz gerekecek. Örneğin 25x14 iĢlemini yapacak olursak 25

sayısını düzleme dökerken 7 paralel doğru çizmeliyiz. Bu paralel 7 doğruyu 2 gruba

ayırmamız gerekir. 2 tanesini baĢa, diğer 5 tanesini de biraz ilerisine yazmalıyız. Bu bize 25

sayısını tanımlayacaktır. Ve onlara paralel olmayan 5 doğru çizeceğiz ve yine 2 basamak

olduğu için 2 gruba ayırmamız gerekecek. 14 sayısını da bir grupta 1 doğru diğer grupta 4

doğru olacak Ģekilde sıralayıp doğruları kesiĢtirmeliyiz. Ve bu kesiĢim noktalarını da aynı

doğrultuda olanları onluk sisteme göre toplamalıyız. Bu bize 350 rakamını verecektir.

AĢağıdaki Ģekilde açıklamaya çalıĢalım:

Bu Ģekilde çok basamaklı sayılarda da kullanabileceğimiz bir ispat yöntemi. Videodan

öğrendiğim bir Ģey varsa o da bu matematiksel değerlerin uzayda bir varlığıdır. Her Ģeyi

ezberlemek yerine bir mantık bulmaya çalıĢabiliriz. Her zaman iĢimizi kolaylaĢtırır bu ve

bence çok daha önemli olan matematiği öğrenmemiz değil, matematiği nerede kullandığımızı

sorgulamaktır. Matematikteki her konu belki iĢimize yaramayabilir hatta belki hiçbir iĢimize

de yaramaz matematik ama bilmeliyiz ki matematik yaptığımız belki de çoğu uğraĢtan daha

fazla hızlı karar verme yeteneğini geliĢtiren bir mekanizmadır.

Matematikle kalmanız dileğiyle...

Ali Rıza EKĠCĠ

24

ARAPSĠKOLOJĠ

Ġnsanoğlunun bilinmeyene olan merakı pek çok icat ve keĢfi bizlere kazandırdı.

Tabii bu merak maddi sahadaki ilerlemelerle yetinmeyip madde ötesi bir aleme

olan merakı da doğurdu. Bu merakın araĢtırmaya ittiği alanlardan birisi de

parapsikolojiydi.

Parapsikoloji, ruhsal yetenekleri ve onunla ilgili olayları inceleyen bir araĢtırma dalıdır.

Fransızcadan Türkçeye geçen terim, „ruhbilim ötesi‟ demektir. Parapsikolojik deneyler

casusluk ile ilgili bilgi elde edilip edilemeyeceğini incelemek için BirleĢmiĢ Devletler ile

anlaĢmalı olarak yürütülen araĢtırmaları içermektedir.

,

.

Her yeni gün klasik bilgilerin izah edemediği ve muhtemelen edemeyeceği telepati, durugörü,

önsezi, vücut dıĢı ve ölüme yakın deneyimler, ölüm sonrası iletiĢim gibi psiĢik olaylar

görülmektedir. Peki bu olayların tek nedeni beyin mi? Tabi ki beyin günlük yaĢamdaki idrak

ile iliĢkilidir. Ancak birçok insanın yaĢadığı normal ötesi deneyimlerin sadece beynin idraki

ile oluĢtuğunu onaylamaz bu. Son bulgular bizleri insanın fiziksel olmayan, spiritüel ve

madde ötesi yönüne götürür.

Yogi ve medyumlar da çalıĢarak bu normal ötesi özellikleri kazanabilirler. Aslında her insan

bu parapsikolojik kabiliyetlere sahiptir; farkında olmayıp kullanamasa da… Mesela bir insan

telepati ile düĢünce okuyabilir; durugörü yoluyla dünyanın herhangi bir yerindeki bir olayı

görüp iĢitebilir. Yakın gelecekten haber verebilen insanlar da aslında bu psiĢik yetenekleri

göstermektedirler. (Bu da genellikle falcılık olarak nitelendirilir.)

BĠLĠMSELLĠK

Parapsikoloji yüz yılı aĢkın süredir yapılan bilimsel araĢtırmalara rağmen ruhsal yeteneklere

dair ikna edici bir kanıt ortaya koyamamakla eleĢtirilir. Genel olarak bilim insanları

Parapsikolojiyi sahte bilim veya sözde bilim olarak düĢünürler. Parapsikoloji günümüzde

ABD'den Yunanistan'a dek yaklaĢık 40 ülkede üniversitelerde kürsü edinmiĢ bulunmakta ve

okutulmaktadır.

P

Medyum Eva Carrière‟in elleri arasında

belirdiği iddia edilen paranormal ıĢık (1912)

Salpêtrière ekolünden Charcot‟nun

bir histerik hasta üzerinde hipnoz gösterisi.

25

Parapsikolojiyi eleĢtirenler Carl Sagan'ın “Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir.”

sözünü sıkça tekrarlarlar. Parapsikolojik araĢtırmaların bilimsellik değeri akademik çevrelerde

günümüze dek tartıĢılmıĢtır. Öte yandan bazı parapsikologlar da bu konuların, fizik,

matematik ya da biyolojinin konularından bir hayli farklı (ruhsal) olduğuna dikkat çekerek,

bazı ölçütlerin tüm bilim dallarına uygulanamayacağına, bilimselliğin ölçüsünün teorik

düzeyden ve tekrarlanabilirlikten ziyade bilimsel yöntemin uygulanması, deneysellik, çalıĢma

biçimi vs. olması gerektiğine dikkat çekmektedirler. Zaten parapsikoloji de deney dıĢı psiĢik

deneyimlere daha çok dayanmaktadır.

Freud “Eğer yaĢamımı tekrarlayabilseydim, kendimi psikanaliz yerine parapsiĢik araĢtırmaya

adardım” demiĢtir. Jacques Bergier'in "Gizli Parapsikoloji SavaĢı" adlı eserinde,

parapsikolojinin uluslararası değerinin ve geleceğinin ne kadar parlak olacağını vurguladığını

görüyoruz. O halde, ön yargılarımızı bir yana bırakıp, konuyu ciddiyetle araĢtırmalıyız.

Parapsikoloji çok eski dönemlerde Çin medeniyetinde çatal çubukla su arama çalıĢmalarında

kullanılıyordu. Orta çağda ise din dıĢı her Ģeyin büyücülük olarak adlandırılmasından dolayı

olağanüstü yeteneklere sahip insanlar cezalandırılıyordu. Ancak bu dönemlerde de Yunan

medeniyeti gibi medeniyetlerde kehanet merkezleri varlığını sürdürmeye devam etmekteydi.

Mesmerizm denen dönemde ise parapsikolojinin temelleri atıldı. 17. yy‟da Doktor Anton

Mesmer hastalarını ruhsal Ģifa yöntemleriyle tedavi ediyordu. 19. yy‟un sonlarına doğru ise

bu konuda Londra PsiĢik Derneği gibi kuruluĢların kurulmasıyla parapsikoloji

kurumsallaĢmıĢ ve önem kazanmıĢ oldu. Hala bu konuda araĢtırma ve çalıĢmaların

sürdürüldüğü pek çok üniversite ve laboratuvar bulunmaktadır. Bu çalıĢmaların kullanım

alanları çeĢitlidir.

PARAPSĠKOLOJĠNĠN ÇEġĠTLĠ UYGULAMALARI

A)PARAPSĠKOLOJĠ VE POLĠSĠYE OLAYLAR

1951 yılında Londra‟da büyük bir kiliseden, kralların taç giydiği dönemlerde kullanılan 50 kg

ağırlığında bir taç çalınmıĢtı. Ġngiliz emniyeti hırsızları bulamayınca Belçika‟nın Anvers

Ģehrinde oturan bir adamdan yardım istediler. Peder Harkos adındaki bir kiĢi geldi ve kilisede

konsantre oldu. Daha sonra tarif ettiği adresin hırsızların alet satın aldığı dükkan olduğu

anlaĢıldı. Peder Harkos tekrar konsantre oldu ve hırsızların adreslerini doğru olarak verdi.

Yakalanan dört kiĢi suçlarını itiraf etti. Bu olay Peder Harkos‟ un ilk baĢarısı değildi. Daha

önce, II. Dünya SavaĢı sırasında bazı kayıp ölülerin bulunmasını da sağlamıĢtı. Polis bu tür

kiĢileri neden kullanmıyor ve olayları daha çabuk çözmüyor diye sorabiliriz. Ama polisin ve

milli istihbarat mensuplarının bu konuda eğitilmiĢ olması, her Ģeyden önce bu tür bir metodun

26

kabul edilmiĢ, resmi bir metot haline gelmesi gerekiyor. Yine psi deneklerinin verdikleri

bilgiler sayesinde bulunan kayıp kiĢiler olmuĢtur. Bu bakımdan ABD gibi kimi ülkelerde

polisin kayıp kiĢileri bulmada çaresiz kaldığında zaman zaman medyumlara baĢvurduğu ileri

sürülür.

B)PARAPSĠKOLOJĠ VE ARKEOLOJĠ:

Belirli bir sayıda da olsapsi deneklerinin yardımıyla sürdürülen arkeoloji çalıĢmaları vardır.

Bu konuda özellikle, 4445 denek tarafından verilen bilgilerdeki çakıĢmalardan yola çıkarak

kazı yerlerini belirlemek amacındaki Stephan Schwartz‟ın çalıĢmalarını belirtmek gerekir.

Bununla birlikte bu bilgilerin kesinliğini saptamak da çok güç.

C)PARAPSĠKOLOJĠ VE ĠSTĠHBARAT ÖRGÜTLERĠ

Ġstihbarat örgütlerinin amacı gizli belge ve bilgilere ulaĢabilmektir ki bu ajanların hayatını

daima tehlikeye sokar. Peki ya ajanımız bir medyum ya da telepatsa?

ABD ve eski Sovyetlerde istihbarat örgütleri tarafından parapsikoloji çok araĢtırılmıĢtır.

Mesela 1970‟lerde CIA bünyesinde hipnoz ve telepati için 7000 medyum çalıĢmaktaydı.

Ayrıca Amerikalılar Vietnam SavaĢı‟nda da parapsikolojik denemeler yapmıĢtır. Bu konuda

en tanınmıĢ çalıĢmalar CIA‟nin himayesinde gerçekleĢtirilmiĢ olanlardır ki bunların son kod

adı “Stargate”dir. YaklaĢık 20 yıl boyunca CIA tarafından çok gizli bir program uygulamaya

kondu. Bu programda seçilmiĢ ve hazırlanmıĢ bir grup denek vardı. Bu ekipte en yetenekli

denek olarak kabul edilen Joe McMoneagle çalıĢmasından dolayı liyakat niĢanı aldı.

Parapsikolojinin istihbarat çalıĢmalarında kullanılması sadece ABD ve Rusya ile sınırlı değil.

Bazı Avrupa ülkeleri de bu tür çalıĢmaları 1. Dünya SavaĢından itibaren yapmıĢtır. Sovyet,

Çekoslovakya, Romanya,Bulgaristan, Çin, Moğolistan gibi ülkelerde de parapsikoloji

çalıĢmaları devlet desteğinde sürdürülmüĢ ve pek çok olumlu sonuç elde edilmiĢtir.

D)TELEKĠNEZĠ VE TELEPATĠ

Telekinezi bir cismin uzaktan bir etkiyle (beyin veya düĢünce gücüyle) hareket ettirilmesi

veya biçim değiĢtirmesidir. ( Mesela bir çatalı bükmek.) Ayrıca halk arasında nazar adı

verilen olayın da telekineziyle yakından ilgisi vardır. BakıĢlarla insan veya hayvan üzerine

yüklenen bir enerji o canlıya etkide bulunur.

Telepati aslında farkında olalım veya olmayalım, hepimizin farklı seviyelerde yaĢadığı bir

olay. Bir sohbet esnasında tanıdığımız bir kiĢiden bahsederiz ve bir müddet sonra o kiĢi

çıkagelir. (Hani deriz ya „iyi insan lafının üstüne…) Bazen de karĢımızdaki insanla

konuĢurken, bizim tam söylemeye hazırlandığımız bir Ģeyi muhatabımız söyleyiverir. Bunlar

günlük hayatta karĢılaĢtığımız telepati Ģekillerinden yalnızca birkaçı.

Telepatinin nasıl gerçekleĢtiğine bakarsak, beyin dalgaları ile gerçekleĢtiği sanılmaktadır.

Yayılan beyin dalgalarını, diğer insanların algıladığı düĢünülmektedir. Ancak bu algılama

esnasında bazı yanlıĢ algılar mümkündür. Bu sebeple her telepatik algının doğru olduğu ve

gerçekleĢeceği düĢünülmemelidir. ABD ve eski Sovyetlerde düĢünceleri beyin dalgalarına

dönüĢtürüp önce hayvanlara, daha ileride de insan beynine iĢleme ve kitlelere hakim olma

konusunda çalıĢmalar yapıldığı da iddialar arasında.

27

Parapsikolojinin ilgi alanındaki konulara bakacak olursak; Bakster algı (bitkilerin dıĢ dünyayı

algılayıp anlamlandırabilme yetisi), beden dıĢı deneyim (uyku benzeri hallerde yolculuk),

değiĢik Ģuur halleri, durugörü (duyu organları kullanılmadan algı oluĢması,en ünlü ismi Inga

Swann), ekminezi(hipnoz), empati, felaket belirtisi (büyük ve önemli felaketler öncesinde

kiĢide görülen anormal his ve davranıĢlar), levitasyon (fiziksel etki olmadan nesnelerin

havaya kaldırılıp gezdirilmesi, Daniel Durglas Home (1936 Hindistan‟daki levitasyonu), ölüm

döĢeği vizyonları (ölüm esnasında insanın algıları), ölüm-ötesi deneyimi (tıbben ölü sayılmıĢ

ancak yeniden canlandırma metodlarıyla yaĢama dönmüĢ kiĢilerin bu ölüm-yaĢam arası

süreçteki deneyimleri), psikokinezi (insanın düĢünce gücüyle maddeler üstünde etki yapması

,UriGeller-Nina Kulagina), telepati (düĢünceler arası bağlantı).

Bu konuları ve daha pek çok olağanüstü olayı inceleyen parapsikolojiye ilgi her geçen gün

artmaktadır. Kim bilir belki siz de bu tür olaylara tanıklık ettiniz; belki de yarın bu tarz

olaylardan herhangi birinin baĢ kahramanı olacaksınız. Kim bilir…

Kaynakça:

*psiĢik: Ruhla ilgili olan

*psidenekleri: Psikolojik araĢtırmalarda kullanılan denekler

DharmaAnsiklopedi,SALT,Alparslan ve ÇOBANLI,Cem. DharmaYayınları,Ġstanbul,2001

TheFounders of PsychicalResearch, GAULD, Alan. Routledge, London,1968.

Prof.Dr. Ferit PEHLĠVAN-Biyofizik - Nusret Sefa YILMAZ-Parapsikoloji üzerine derleme

Ġhsan KARAKOÇAK-Nisan/1996 „Parapsikoloji‟ adlı yazısı - ARTĠCLES ĠN PUBMED

.ExtraordinaryExperiences in ĠtsCulturalandTheoreticalContext(VonLucadov W.,Wold F.)

.Is The Brain TheCorrector of PsychicPhenomenaor Ġs A ParadigmShiftĠnevitable(Banilla E.)

.ExploringThePerceptualBiasesAssociatedWithBelievingandDisbeliaving in ParanormalPhenomena(Simmonds,Moore C.)

AYġE ÇETĠN

28

ÖPORTAJ

Ġstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ABD öğretim üyesi Prof.

Dr. Erbuğ Keskin ile keyifli bir röportaj gerçekleĢtirdik.

Kendileri bizi kırmadı ve uzaktan da olsa röportaj sorularımızı içtenlikle cevapladı. Ġnönü

Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi‟nde de bir arada olma fırsatını

yakalayacağımız Prof. Dr. Erbuğ Keskin ile yaptığımız röportajı hocamızın sıcak sohbetini

kesmemek adına önce sorularımızı topluca yazıp sizi bu güzel söyleĢiyle baĢ baĢa

bırakıyoruz.

1.Bize kendinizi tanıtır mısınız?

2.Öğrencilik yıllarınız nasıl geçti, ilgi alanlarınız nelerdi, neden tıbbı seçtiniz?

3.Hayatta size yön veren önemli kiĢiler oldu mu?

4.Mezun olmadan önceki hedefleriniz nelerdi, Ģimdiki hedefleriniz nelerdir?

5.Meslek hayatınızda sizde etki bırakan anılarınız oldu mu, iyi ki yapmıĢım ya da iyi ki

yapmamıĢım dediğiniz Ģeyler varsa bizimle paylaĢabilir misiniz?

6.Hem bir hekim olarak hem de sevilen bir hoca olarak tıp fakültesi öğrencilerine

tavsiyeleriniz nelerdir?

7.Son yıllarda tıp fakültelerinin sayısının ve öğrenci kontenjanlarının artmasını nasıl

değerlendiriyorsunuz? Sizce gelecekte ülkemizde bu mesleğe etkisi nasıl olur?

8.Öğrencilere ders çalıĢma ve TUS hazırlık süreci için tavsiyeleriniz nelerdir?

9.Tıp öğrenci kongreleri hakkında ne düĢünüyorsunuz? Bu sene 3. Ulusal Tıp Öğrenci

Kongremizde sizi de aramızda görmek istiyoruz.

10.Aziz Sancar'ın çalıĢmalarını ve alınan Nobel Ödülü‟nü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir

milat olur mu?

11.Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

… Sis perdesinin ardından hayal meyal hatırladığım ilkokul öncesi çocukluğum, Kadın Doğum

uzmanı olan babamın tayinleri nedeniyle hep dolaĢarak geçti. Ġlkokulu 3 ayrı kentte okudum.

Sonra Galatasaray Lisesi ve Ġstanbul Tıp Fakültesi...

R

29

Tutkunu olduğum genel cerrahi uzmanlığını fakültemde yapamayacağımı anlayınca baĢlayan ve

beklenmedik biçimde çocuk cerrahisi ile biten CerrahpaĢa maceram. Uzmanlık sonrası ansızın

karĢıma çıkan Çukurova Tıp Fakültesi seçeneği ve orada geçirilmiĢ 20 unutulmaz yıl… 5 sene

önce de baĢladığım yere yani Çapa‟ya geri dönüĢ...

Böyle özetlemesi ne kadar kolay değil mi? Oysa 5. sınıfta soğuk bir sonbahar akĢam üzeri

Çapa‟nın bahçesinde bir bankın üzerinde, o zamanki kız arkadaĢımla gelecek hayalleri kurarken,

hiçbir zaman eriĢilemeyecek hedefler gibi geliyordu. Ben genel cerrahide akademisyen

olacaktım... O kadın doğum yapacak, devlette çalıĢacak ve kendi muayenehanesini açacaktı…

Yıllar sonra yine bir sonbahar akĢamında evimizin balkonunda otururken, o iki gencin naif

duygularını buruk bir özlemle hatırlayacağımızı ve onların hayallerini gerçekleĢtirmiĢ olmanın

huzurunu yaĢayacağımızı, o gün o bankın üzerinde ikimizde bilmiyorduk...

Terörün bütün ülkeyi kasıp kavurduğu, her gün 10-15 kiĢinin öldürüldüğü, sınıf arkadaĢlarımızın

okulun bahçesinde vurulduğu yıllardı...

Ama düĢünüyorum da bazı açılardan Ģimdiki öğrencilerden Ģanslıydık. Henüz TUS diye bir Ģey

icat edilmemiĢti. Her klinik, asistan sınavını kendisi yapıyordu. O alan için gerçekten önemli

bilgileri öğrenmek, kazanmak için yeterliydi. Torpile, kayırmaya çok yatkın bir sistem olsa da,

Ģimdikiler gibi fakültenin son iki yılını TUS kabusuyla geçirmiyorduk...

Tıp eğitiminin sıkıntıları hep vardı. O yıllardan beri çok değiĢtirmeye çalıĢtık eğitim sistemini,

ama bazı Ģeyler aynı kaldı.

Sonradan hiç kullanılmayacak, ezber bilgilerin çoğunlukta olduğu, asıl iĢimiz olan hastalardan,

hastaneden uzak geçirilen tıp fakültesinin ilk iki yılından kurtulamadık mesela... Ġleriki sınıflarda,

amfilerde, kalabalık sınıflarda anlatılan, klinik bağlamından kopuk teorik derslerden de...

Oysa geriye dönüp baktığımda aklımda daha çok kalan ve iĢe yarayan bilgilerin, teorik derslerde

değil ya bir vizitte veya poliklinikte ya da ameliyatta, yoğun bakımda veya acilde ama hep

pratiğin içinde öğrenilmiĢ olduğunu fark ediyorum…

Ama ne yazık ki artan öğrenci sayısı nedeniyle pratik içinde öğrenme iĢi giderek zorlaĢıyor. Biz

350 kiĢiydik ve vizitlerin kalabalığından yakınırdık. ġimdi sınıflar 600 kiĢi Çapa‟da. Ülkedeki

hekim sayısını Avrupa Birliği ülkeleri düzeyine çıkarmak için uygulanan bu politikalara yön

verenler, kontenjan konusunda kantarın topuzunun kaçtığını, sanıyorum fark ettiler. Bu seneden

baĢlayarak kontenjanların düĢürüleceği konusundaki haberlerin doğru olmasını umuyorum.

Tıp eğitimindeki açmazlardan birisi de, eğiticilerin amaçları ile eğitilenlerin amaçlarının

örtüĢmemesidir. Ülkemizdeki tüm tıp fakültelerinin amacı ”donanımlı birinci basamak hekimi”

yetiĢtirmektir. Ancak, aklında bir sene sonra gireceği TUS olan, ders aralarında, öğle tatilinde

TUS kitaplarını elinden düĢürmeyen, gecelerini kütüphanede, hafta sonlarını dershanede geçiren

ve amacı bir an önce uzman olmak olan öğrencilerle bunu yapmak pek de kolay değildir.

Derslerimde öğrencilerime ”Tıp fakülteleri, 1. basamak hekimine de, Nobel Ödülü alacak bilim

adamına da dönüĢebilecek, kök hücre yetiĢtirmelidir.” derim hep ve buna inanırım da gerçekten...

Çapa mezunu Aziz Sancar Nobel Ödülü‟nü alana kadar, ”Nobel Ödülü hedefi” onlara çok uzak

bir hayal gibi gelirdi. Ama sanıyorum Türkiye‟deki tüm tıp fakültelerinin öğrencileri için o hedef

artık daha gözle görülür ve ulaĢılabilir oldu…

30

1981 yazının son günlerinde postacının getirdiği ÖSYM sonuç belgesini açıp tıp fakültesini

kazandığımı öğrendiğim ana geri dönsem, yani tıp hayatımı yeniden yaĢamak mümkün olsa, ne

yaparım diye düĢünürüm bazen. Buradan çıkardığım sonuçları mesleğin çok baĢındaki

arkadaĢlarımla paylaĢmak istiyorum.

Her türlü zorluğuna, bitmek bilmeyen nöbetlerine, uykusuz gecelerine, tüm gayretime rağmen

kötü sonu engelleyemediğim, bebeklere, çocuklara, elimin altından kayıp giden kısacık hayatlara

rağmen, hiç Ģüphesiz yine hekim olurdum. Yine cerrah olurdum.

Genç meslektaĢlarım; çok okuyun, ustalarınızı dikkatli izleyin, hep sorun, aldığınız cevapları hep

sorgulayın.

KarĢınıza, bilginizi küçümseyecek, ”Ben sizin yaĢınızdayken... ” diye size kendilerini anlatacak,

yaĢlı meslektaĢlar, hocalar çıkacaktır. Hiç aldırıĢ etmeyin. Ġsa‟dan önce 1500 yıllarına ait

papiruslar da bile yazmıĢlar ”ġimdiki gençlerde iĢ yok” diye. O zamandan beri nesiller bir

sonrakini beğenmemiĢ hiç.

Oysa, Ģimdiki tıp bilgisinin, en iyimser tahminle, binde biri kadardı toplam bilgi. Biz sizin

yaĢınızdayken USG yoktu, BT, MR yoktu, bilgisayar, cep telefonu ve internet yoktu… Yabancı

kitaplar basıldıktan yıllar sonra ulaĢırdı elimize. Eski baskı Türkçe kitaplarla yetinmek

zorundaydık.

Hiç Ģüphe yok ki siz bizden çok daha iyi yetiĢiyorsunuz, bizden çok daha iyi hekimler, çok daha

iyi hocalar olacaksınız. Siz bu toplumun en zeki bireylerisiniz. Kendinize ve bilginize güvenin.

Kimsenin ve hiçbir Ģeyin beyninizi biçimlendirmesine izin vermeyin... Doktrinlerle, ezberlerle,

hocaların söyledikleriyle biçimlenen beyinler, gerçek doğruyu göremez olurlar... Tıp Bilimi ”kral

çıplak” diyebilen cesur öncülerle ilerlemiĢtir hep. Geçtiğiniz, herkesi ”aynı” yapmaya

planlanmıĢ, öğütücü eğitim sistemine rağmen koruyabildiğiniz, hep sorgulayan, hep Ģüphe eden

tavrınızı bundan sonra da özenle koruyun…

Kimsenin size doğru bulmadığınız bir Ģeyi yaptırtmasına izin vermeyin ve hiçbir menfaat

karĢılığında siz de yapmayın…

Kimsenin hayallerinizin önüne geçmesine izin vermeyin... Yıllar sonra geriye baktığınızda

yapmadığınız Ģeylerden değil, yaptığınız Ģeylerden piĢman olun…

Ama genç meslektaĢlarım, bütün bunlardan daha da önemlisi;

Tıp fakültesi nasıl olsa biter, herkes bitirmiĢtir. TUS da kazanılır ama hayatı ıskalarsanız bir

ikinci Ģansınız olmaz.

Yani; bir daha 22-23 yaĢında olmayacaksınız. Sakın, size baĢkaları tarafından, daha ciddi olduğu

söylenen Ģeyleri yaparken, hayatın yanı baĢınızdan akıp gitmesine izin vermeyin.

Herkese yalan söyleyebilirsiniz, herkese bahaneler uydurabilirsiniz ama 50‟li yaĢlarınıza

geldiğinizde, bir sabah aynada karĢınıza çıkacak saçları ağarmıĢ, yüzü kırıĢmıĢ, adam ya da kadını

kandıramayacaksınız.

Size; ”Doktor oldun, uzman oldun, hatta hoca oldun... Peki ya gençliğin? ”

diye sorduğunda verecek cevabınız olsun...

Erbuğ Keskin

Professor and Chairman

Pediatric Urology

Istanbul University Medical School

34093

Çapa/Istanbul

Fatma Bengisu BARAN

BarıĢ Emre ASLAN

Mizgin GEÇĠT

31

ARĠH

Anadolu coğrafyasında tıbbın önemli bir köĢe taĢı:

Gevher Nesibe ġifahanesi ve Medresesi

“Dünyada Tıp Eğitimi ve Sağlık Hizmetini birlikte veren ilk merkez”

Orta çağ, batıda bir duraklama bir skolastik devir iken doğuda deyim yerindeyse bilimin altın

çağını yaĢadığı bir dönemdir. Türk Kavimleri bu asırda Önasya denilen ve Mısır‟ı da içine

alan bölgelerde büyük devletler kurmuĢlar ve yine bu devirde Ģîfaiye denen hastaneleri inĢa

ettirmiĢlerdir. Gerçek manada tıbbın temellerinin atıldığı büyük tabiplerin yetiĢtirildiği

medreseleri de bu dönemde yaptırmıĢlardır.

Selçuklu döneminde tıbba büyük önem verilmiĢ karantina ve hıfzıssıhha çalıĢmaları önemle

yürütülmüĢ ve birçok hastaneler kurulup nice hekimler yetiĢtirilmiĢtir. Bu devirde hastanın

sadece biyolojik yönü ele alınmayıp aynı zamanda psikolojik yönü de ele alınaraktan çeĢitli

telkin tedavileri de uygulanmıĢtır. Bunda hekim-hasta iliĢkilerindeki dürüstlük ve ahlaktan

doğan itimat önemli bir etkendir. Yine bu dönem tıbbının fizyolojik ve donanımsal özellikleri

düĢünüldüğü zaman çok baĢarılı ameliyatlara sahne olmuĢtur. Dr. Sigrid Hunkenin doktora

tezi de bunu teyit etmektedir.

Yine bu dönemde yapılmıĢ önemli eselerden biri de Gevher Nesibe ġifahanesidir. Gevher

Nesibe Hatunun kimi kaynaklara göre vasiyeti kimi kaynaklara göre isteği üzerine ağabeyi

Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları arasında Kayseri'de

inĢa ettirilmiĢ ünlü Gevher Nesibe ġifaiyyesi ve 1210-1214 yılları arasında yapılan medresesi

tıp eğitimi ve sağlık hizmetini birlikte veren dünyanın ilk merkezidir.

Gevher Nesibe Hatun ve DarüĢĢifanın YapılıĢı

Melike Ġsmetüddin Gevher Nesibe Hatun ya da bilinen adıyla Gevher Nesibe

Sultan, Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıçarslan'ın kızıdır. 1204 yılında verem hastalığına

T

32

yakalanarak Kayseri'de vefat etmiĢtir. Halk ozanları tarafından söylenegelmiĢ rivayetlere göre

Gevher Nesibe Sultan saray baĢ sipahisine aĢık olmuĢ ve ağabeyi l. Gıyaseddin Keyhüsrev

evlenmelerine izin vermemiĢtir. L. Gıyaseddin Keyhüsrev, baĢ sipahiyi savaĢa göndermiĢ ve

savaĢta ölmesine neden olmuĢtur. Bunun üzerine verem hastalığına yakalanan Gevher

Nesibe'nin durumuna çok üzülen ağabeyi ona vasiyetini sormuĢ, o da ağabeyine kendi

hastalığının Ģifası olmadığını ve ölüm yokuĢunda olduğunu, Ģifası olan hastalıkları çeken

insanların acı çekmemesi ve tedavisi için kendi adına insanların ücretsiz yararlanabileceği bir

Ģifahane yaptırmasını vasiyet etmiĢtir. Gevher Nesibe Hatun hekimlerin tüm çabalarına

rağmen iyileĢememiĢ ve vefat etmiĢtir. Kimi rivayetlere göre ise Selçuklular o yıllarda Bizans

ve Haçlılarla savaĢmaktadır. Bir ara cepheden o kadar çok yaralı gelir ki sarayın koridorları

revire döner. Ne yazık ki gazilerin çoğu hekim yüzü göremeden vefat eder, elbiseleri ile

defnedilirler. Bunun üzerine Gevher Nesibe bir gün sultanın huzuruna çıkar. Ne kadar takısı

varsa önüne koyar ve kararlı bir sesle “Ben bir Ģifahane yaptırmak istiyorum ağabey” der.

Gıyaseddin Keyhusrev çok duygulanır onun bıraktığı mücevherlerin üzerine binlerce kese

altın ekler ve Anadolu‟nun “en büyük” Ģifahanesinin yapılmasını emreder.

Bina hızla Ģekillenir ama Gevher Nesibe Hatun bunu göremez. Bugün türbesi, adına yapılan

Ģifahanede bulunmaktadır.

MĠMARĠ YAPISI

Yapı, 2.800 m2‟lik bir alanı kaplayan birbirine bitiĢik, açık avlulu iki birimden meydana gelir.

Batıdaki bölüm Ģifahane, doğudaki tıp medresesidir. Her iki bölüm de tipik Selçuklu medrese

planına sahiptir. Birbirine dar bir koridorla bağlantılı olan binalardan dârüĢĢifa 1.680 m2,

medrese ise1.120 m2 ebatlarındadır. Ġki bölüm, ortasında havuzu bulunan, dört tarafından sivri

tonozlu revaklarla çevrili açık avlulu, dört eyvanlı plan Ģemasına sahiptir.

(Sağdaki resimde çeĢitli iĢaret ve damgalar görülürken soldaki resimde bir kadın silüeti

görülmektedir)

Şifahanenin süslemesinin taç kapıda yoğunlaştığı görülmektedir. Şifahane girişinde bulunan

taç kapı gerçek bir sanat eseridir. Taç kapıya günün belirli saatlerinde dikkatli bakıldığı

33

zaman bayan siluetine benzer bir görünüm oluşmaktadır. Gölge oyunu ile meydana gelen bu

siluet halk arasında Gevher Nesibe Hatun’un silueti olduğuna inanılmaktadır. Bu konu ile

ilgili olarak Sayın Selen Bostan’ın bir makalesinde “Cepheden bakıldığında dikey eksene

göre simetrik bir çift göze, bir burna ve ağza benzetilen mukarnas hücreleriyle birlikte

mukarnasın sınır çizgisi omuzlara doğru dökülen saç ya da örtüyü çağrıştırmaktadır. Çağrışım

halkın gözünde Darüşşifanın banisi Gevher Nesibe Sultanla özdeşleşmektedir. ” diye

bahsetmektedir.

Selçuklular döneminde yapılmış âbidelerin yapı özellikleri, iç ve dış tezyinatlarının yanında,

pek çoğumuzun ilk bakışta dikkatini çekmeyen bir özelliği de eyvan ve tonozları meydana

getiren yontma taşlar üzerinde görülen taşçı işaretleri veya Türk damgalarıdır. Gevher Nesibe

Şifahanesi’nde de birçok taşçı işaretleri ve Türk damgaları bulunmaktadır.

Selçuklular döneminde yapılmıĢ âbidelerin yapı özellikleri, iç ve dıĢ tezyinatlarının yanında,

pek çoğumuzun ilk bakıĢta dikkatini çekmeyen bir özelliği de eyvan ve tonozları meydana

getiren yontma taĢlar üzerinde görülen taĢçı iĢaretleri veya Türk damgalarıdır. Gevher Nesibe

ġifahanesi‟nde de birçok taĢçı iĢaretleri ve Türk damgaları bulunmaktadır.

(KarĢılıklı 2 Yılan ve aralarında 12 dilimli Selçuklu madalyonu)

Taç Kapının üst kısmında da taştan işlenmiş kemer ve etrafında karşılıklı çeşitli Selçuklu

motifleri vardır. Bunlardan birisi kendi üzerine dolanmış karşılıklı iki yılanı andırmaktadır.

Bu iki yılanın ortasında da on iki dilimli Selçuklu madalyonu bulunmaktadır.

Isınma sistemi hala tam manasıyla çözülebilmiş değildir.1980 yılında yapılan onarım

sırasında toprak altından birçok spiral yivli künkler ortaya çıkmıştır. Bu yapının şifahaneye

suyu getiren ve dağıtan su tesisatı olduğu akıllara gelmektedir. Büyük bir ihtimal yakın

bölgelerden çıkartılan sıcak su veya sıcak buhar buraya getirilmekte ve binanın arka kısmında

bulunan yedigen kaideli bir su terazisinden geçerek, buradan binanın içerisine girmekte ve

dağılmaktadır. Muhtemelen bina künklerle yerden ısıtılmaktadır. Zira yapılan kazı ve

araştırmalarda yapının ve hamamın ısınmasını sağlayacak hiçbir ocak ve kazan

bulunamamıştır.

34

Anadolu Selçukluları, sağlık tesislerinde kadın-erkek, müslim-gayrimüslim ayrımı

yapılmaksızın hizmet verilmiĢ, Gevher Nesibe‟de de 20. yüzyıla kadar aynı anlayıĢla hizmete

devam edilmiĢtir.

Medrese de Eğitim ve Fiziki KoĢullar

1206 yılında yaptırılan medrese, 1890 yılına kadar hem hekim yetiĢtirmiĢ hem de hastaları

tedavi etmiĢtir. Öğrenciler medresede öğrendikleri teorik bilgileri, hastane kısmında

uygulamıĢlar ve Ģifa dağıtmaya çalıĢmıĢlardır. Medresesinde Selçuklu hükümdarı Alaaddin

Keykubat'ın sağlık nazırı Ekmeleddin gibi ünlü Türk hekimlerinden Ebubekir, Gazanferi, Ali

ġinasi, Ebu Salim Ibni Kübra, Yakubi, Sucauddin Ali Bin Ebu Tahir, Seyit Samet Gevher

Nesibe Medresesinde yetiĢmiĢler ve hocalık yapmıĢlardır.

ġifahanenin tavandan aydınlatmalı üç ameliyathanesi vardır. Bu ameliyathanelerde katarakt,

mesane ve fıtık ameliyatlarının yapıldığı bilinmektedir. Hastalara narkoz olarak da “afyon,

Ģarap, sarı sabir, ademotu ile hindistan cevizi karıĢımı” verilmiĢtir.

ġifahanesinde dahiliye, cerrahi ve göz, akıl hastanesi ve ruh hastalıkları bölümlerinin yanı sıra

eczane de bulunmaktaydı. Ġlaç yapımında kullanılan bitkiler ile marul, maydanoz gibi sebzeler

de medresenin damında kurulan serada yetiĢtirilmiĢtir. 1.5 metre kalınlığında toprağın

bulunduğu damın, bu sayede izolasyonu da sağlanmıĢtır. Seranın ısıtılmasının da medrese

içindeki merkezi ısıtma sistemiyle sağlandığı sanılmaktadır. Medrese de eczacılar tarafından

ıĢığa hassas ilaçların hazırlandığı karanlık odalar dikkat çekmektedir. Bu Selçuklu

tababetinin, o devirde „fotosensibilite‟yi bildiğini ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Ģifahaneye ait

olan orijinal bir ilaç kazanı bulunmuĢtur, bu kazan halen orada sergilenmektedir.

ġifahanenin batısında yer alan ve bîmârhane (akıl hastanesi) olduğu sanılan bir bölüm

bulunmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bir koridor ve koridorun iki yanına

düzenlenen dokuzar küçük hücre olmak üzere toplam 18 adet oda vardır. Hücrelerden güney

batı köşesinde hamam bulunmaktadır. Bu hamam o dönemde İslamiyet’in ve Türkiye

Selçuklularının temizliğe ne kadar önem verdiğinin de bir kanıtıdır.

Bimarhane de hasta odalarının eyvan kavislerinde, karĢılıklı ikiĢer delik bulunmaktadır.

Bunlar o zaman kuĢ ve su sesi ile müzik dinletilerek uygulanan telkin tedavisinde kullanılan

ses koridorlarıdır. Bu ses koridorlarının dünyanın ilk primitif hoparlörleri olduğu

düĢünülmektedir. Odaların tonozlarının birçoğunda ıĢık ve havalandırma için oluĢturulmuĢ

açıklıklar görülür. O dönemde Batı dünyasında hastaların toplumdan uzaklaĢtırılmak için son

derece kötü Ģartlara sahip binalarda ölüme terk edildiği düĢünüldüğünde yapının çarpıcılığı

daha belirgin ortaya çıkmaktadır. .

Medrese, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun dağılma döneminde ekonomik ve siyasi nedenlerle

kapatılmıĢtır. Halk arasında 93 Harbi‟ olarak bilinen Osmanlı-Rus savaĢı sırasında Kayseri‟ye

göç edenler buraya yerleĢtirilmiĢ ve yaklaĢık 50 yıl barınmıĢlardır. Medresede en büyük

tahribat da bu dönemde olmuĢtur. ÇeĢitli dönemlerde restore edilen medrese, son olarak

1982‟de Erciyes Üniversitesi‟nce restore ettirilerek Tıp Tarihi Müzesi‟ olarak hizmete

açılmıĢtır.

35

Günümüze Yansımaları

Külliyenin bulunduğu Kayseri semti de Gevher Nesibe adı ile anılmaktadır.

Erciyes Üniversitesi Hastanesi'ne Gevher Nesibe Hastanesi adı verilmiĢtir.

Mayıs 1993 yılında Amerikan Uzay Üssü NASA tarafından, Venüs gezegeninde bir

tepeye Gevher Nesibe Sultan‟ın ismi verilmiĢtir.

Gevher Nesibe Nanotıp Projesi Bilgitay çalıĢma grubu tarafından Nanotıp alanında

baĢlatılan proje Dünya'nın Ġlk Tıp Fakültesi Gevher Nesibe ġifahanesi ve Gıyasiye

Medresesi'nin kuruluĢunun 800. yılı (1206 - 2006) nedeniyle Gevher Nesibe Nanotıp

Projesi olarak adlandırılmıĢtır

DarüĢĢifadaki giriĢin üzerinde bulunan kitabede, "Kılıçaslan oğlu, dinin ve dünyanın

koruyucusu, büyük sultan Keyhüsrev zamanında, zamanı daim olsun, Kılıçaslan‟ın

kızı, din ve dünyanın ismeti Melike Gevher Nesibe‟nin vasiyeti olarak H.602 (1205)

yılında yaptırılmıĢtır." yazmaktadır.

Kaynakça:

^ http://arsiv.ntv.com.tr/news/245476.asp

^ http://www.semerkandaile.com/Detay.aspx?YaziID=127

^ http://hastaneler.erciyes.edu.tr/gevher_nesibe_yeni.htm

^ http://www.kayserihakimiyet2000.com/gevher-nesibe-hanim-kimdir/

^ http://gevhernesibe.erciyes.edu.tr/AnaSayfa/Tarihce

^http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/gevher-nesibe-sifahanesi.html

^http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=70

^http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=190

^http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3048

MUHAMMED DERVĠġ ARSLAN

36

EZĠ YAZISI

Malatya‟dan 4 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra peygamberler

diyarı ġanlıurfa‟ya ulaĢtık. Sanırım Ģehre gelen büyük bir çoğunluk gibi

biz de ilk olarak balıklı göle gittik. Yolculuk esnasında bayanların büyük

bir çoğunluğunun mor eĢarp taktığını fark ettim. Ayrıca insanların bir

kısmı da yöresel kıyafetler giymiĢti. Burası halk arasında balıklı göl olarak

biliniyor ama asıl adı Halil-ür Rahman ve Aynzeliha Gölü.

Efsanesi ise “Nemrut, zulmü ile çevresine korku ve dehĢet saçan bir hükümdardır. Bir gece

gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birinin, kendisini öldüreceğini öğrenir.

Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder. Nemrut‟un askerleri emri

uygulamaya baĢlarlar. Ġbrahim peygamberin annesi Sara, kaçarak bir mağaraya gizlenir.

Çocuğunu bu mağarada doğurur ve çocuğunu burada bırakıp evine döner. Çocuğu, bir diĢi

ceylan emzirir. (Türkiye‟de ceylan, Urfa ve çevresinde bulunmaktadır. ġu an koruma

altındadır ve sayıları 1000 civarındadır.) Aradan zaman geçer, askerler Ġbrahim‟i mağarada

bulurlar. Nemrut‟un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, ondan hoĢlanır ve

Ġbrahim‟i yanına alarak büyütür. Nemrut‟un zulmü, haksızlığı ve putlara tapıĢını, halkın da

putlara tapmaya zorlanıĢını gören Ġbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların

tanrı olamayacağını söyler. Halka, bu düĢüncesini aktarır. Halk, korkudan ağzını açamaz. Bir

tören günü herkesin törene gittiği bir anda, Ġbrahim sarayın putlar bölümüne girer ve bir balta

ile bütün putları kırar, baltayı da en büyük putun üzerine bırakır. Törenden dönenler,

endiĢeyle Nemrut‟a haber verirler. Görevliler; Hz. Ġbrahim‟e kızdıklarından bunu onun

yapabileceğini öne sürerler. Hz. Ġbrahim yargılanır, kendisine sorular sorulur ve cevabı

“Görüyorsunuz ya iĢte, balta büyük putun ellerinde, her halde o bu iĢi yapmıĢtır.“ der.

Öfkelenen Nemrut: “Bir taĢ parçası baltayı eline alıp, bu iĢi nasıl yapar?” diye haykırınca, Hz.

Ġbrahim, “ ĠĢte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taĢ

parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz. Tanrı diye ona

tapıyor, adak adıyor, baĢınız daralınca ona koĢuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise, neden böyle

bir iĢi yapamaz.“ deyince, ĢaĢkınlık geçiren Nemrut, Ġbrahim‟in ateĢe atılarak

cezalandırılmasını emreder. Her taraftan toplanan odunlar, bugünkü Halil-ür Rahman

Gölü‟nün bulunduğu yere yığılır. AteĢ yakılır ve bugünkü kalenin bulunduğu tepenin

üzerinden, Ġbrahim peygamber mancınıklar ile ateĢe fırlatılır. Nemrut‟un kızı, Zeliha

yalvarmasına rağmen, babasının yüreğini yumuĢatamaz. Ġbrahim peygamber, ateĢe

düĢtüğünde, burası bir göl ve gül bahçesine dönüĢür. Yakılan odunlar ise balık olur.”

Ģeklindedir. Halka göre bu göller ve içindeki balıklar kutsal ve bu balıklara dokunanların

baĢına bela geleceğine inanılıyor.

Daha Ģehre girer girmez Ģehrin manevi havası insanı kucaklıyor. Hz.Ġbrahim‟in bu Ģehirde

doğması, Hz.Lut, Hz. Ġshak, Hz.Yakup, Hz.Eyub, Hz.Elyasa, Hz. ġuayb ve Hz.Musa‟nın

hayatlarının belli bir döneminde bu bölgede yaĢaması ve Hz.Ġsa‟nın bu Ģehri kutsaması ve

peygamberlerin makamları bu tarihi Ģehrin peygamberler Ģehri olarak anılmasına neden

olmuĢ.

G

37

Hz.Ġbrahim MÖ.20‟nci yüzyılda yaĢamıĢ dini Ģahsiyettir. Musevilik ve Hıristiyanlığa göre,

din büyüğü, Ġslam‟a göre peygamberdir. Ġshak ve Ġsmail‟in babasıdır. Bu nedenle Yahudiler

ve Arapların atası olduğuna inanılır. Kur‟an-ı Kerim‟de birçok ayette ismi geçer. Allah,

kendisine samimiyetinden dolayı “Halil” yani “dost” sıfatını vermiĢtir. Günümüzde, Halil

Ġbrahim söylemi buradan gelmektedir. Özellikle, bu yörede, insanlar dualarında “Evine Halil

Ġbrahim bereketi düĢe” diyerek dua ederler. Böylece o yüce peygamberin cömertliği,

misafirperverliği, sofrasının adı ve bereketi her an anılmaktadır. Ġslam‟da, Ġbrahim‟in oğlu

Hz. Ġsmail‟i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı, önemli bir yer tutar ve her yıl

Kurban Bayramında, bu olay yad edilir. Ayrıca: Hz. Ġbrahim‟in doğduğu mağara, bu göllerin

yakınındaki “Mevlid-i Halil Camii” içinde olup, ziyarete açıktır.

Allah, Urfa‟da yaĢayan Eyyub peygamberin, kendisine bağlılığını göstermesi için; önce

mallarını ve çocuklarını elinden alır. Daha sonra ise, kendisine ağır bir hastalık verir. Hasta

yattığı mağarada, bütün vücudunu kurtlar kaplar. Eyyub peygamber; bütün bunlara rağmen

Allah‟a isyan etmez. Allah‟a ibadetten geri kalmaz, sabır ve Ģükür gösterir. Allah; onun bu

sabrına karĢılık olarak, sağlığını ve mallarını geri verir. Hz. Eyyub; bu nedenle, “Sabır”

örneği olarak kabul edilir.Hz.Eyyub‟ün hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak

Ģifa bulduğu kuyu; günümüzde Urfa‟nın Eyyub peygamber semtinde, ziyarete açıktır. Hz.

Eyyub‟un mezarı ise: Urfa‟nın ViranĢehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyyub Nebi

Köyü‟ndedir. Bu köy, bir peygamberler köyü gibidir. Eyyub peygamberin türbesi, hanımı Hz.

Rahme‟nin Türbesi ve Elyasa peygamberin vefat ettiği yer buradadır. Rivayetlere göre ilk

insan Hz.Adem ile Hz.Havva bu bölgeye yerleĢmiĢ ve ilk buğdayı Harran ovasında

ekmiĢlerdir.

Bu Ģehir 11 bin yıllık bir tarihi geçmiĢe sahiptir. Ayrıca Mezopotamya‟nın en eski yerleĢim

merkezlerinden biri olan ġanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde

bulunmasından dolayı stratejik bir öneme sahip olmuĢtur. ġehre bakıldığında yeni

yerleĢimlerin yakınlarında ve arasında bu tarihi yerlerin bulunması burada yaĢayan insanların

tarihle iç içe yaĢamasına olanak veriyor. ġanlıurfa; bugün de, mimari dokusunun

zenginliğiyle, Anadolu‟nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı

“Müze ġehir” adıyla da tanınmaktadır. Ġl merkezinde, Kültür Bakanlığınca tescil edilmiĢ; 180

tarihi ev, 32 cami ve mescit, 5 kilise, 7 medrese, 9 han, 8 hamam, 8 kapalı çarĢı, 6 köprü, 13

çeĢme, 2 sebil, 1 su kemeri, 2 anıt, Ģehir surları ve iç kale bulunmaktadır. Dünya‟nın 6. büyük

barajı olan Atatürk Barajı da bu Ģehirdedir.

Dünya‟nın ilk üniversitesinin kurulduğu tarihi Ģehir Harran‟dır. ġanlıurfa-Harran arası mesafe

47 km. Evet, ġanlıurfa‟da; Harran Üniversitesi kurulmuĢ. Üniversitenin ilk birimi: 1976

yılında, ġanlıurfa Meslek Yüksek Okulu olarak açılmıĢ. Son olarak 2007 tarihinde, Beden

Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kurulmuĢ. Harran Üniversitesi ismi ise, 1992 tarihinde Resmi

Gazetede yayınlanmıĢ.

Tesisleri: ġanlıurfa-Mardin karayolunun 18. kilometresinde. Bir kısım tesis ise merkezde.

Üniversiteye bağlı: Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi,

38

Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi, Ġlahiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi,

Veteriner ve Ziraat Fakülteleri ve bir kısım Yüksek Okul bulunuyor. Yani: toplam 9 fakültesi,

3 yüksek okul, 10 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 10 araĢtırma ve uygulama merkezi

bulunuyor.

Ġnsana huzur veren bu Ģehir Türkiye‟de gerçekten görülmesi gereken Ģehirlerden. Buraya

gidip çiğköfte ve Urfa Kebabı da yenmeli bence…

Tuğçe BAYRAM

39

BĠR YAZAR BĠR KĠTAP

ĠSKENDER PALA/BÜLBÜLÜN KIRK ġARKISI

“Ġbrahim!” demiĢti Cebrail,”Beni Rabbin gönderdi. Benden bir

isteğin varsa derhal yapayım! Dilersen Ģu tepeleri birbirine

kapatıvereyim, istersen Ģu kalabalığı taĢa çevireyim?”

“Rabbimin mübareği, senden bir Ģey istemiyorum. Ben Allah‟a

tevekkül edenlerdenim. O bana dost olarak yeter. Dilesin uğruna

can vereyim, dilesin uğruna cana durayım. Öldürmek de diriltmek

de Dost‟un elinde madem bir can için gayrıdan bir Ģey dileyecek

değilim.”

Cebrail gitti. Yanına ben vardım. Ona yetiĢmekte zorlanıyordum.

Beni fark etmesi için kanatlarımı o kadar hızlı çırpmak zorunda

kaldım ki, az kalsın çatlayacaktım. O ise Nemrut‟u izliyordu. Hala

imana gelmesini umut ettiği aĢikardı. Zavallı Nemrut, tahtının önünde sarhoĢ çılgınlığıyla

eğlenen bağırıĢları arasında tanrılık iddiasıyla mest, Ġbrahim‟in havada metanetle süzülüĢüne

bakıyor, çırpınmadığı için de yüzünü buruĢturuyordu.

Dağ gibi alevlerin sıcaklığını hissetmeye baĢlamıĢtık. Ġbrahim‟in gözüne iliĢebildim ve

telaĢla bağıdı:

“Kaç kurtar kendini!”

Sesimin en yüksek perdesinden haykırdım,

“Seni kurtarmadan olmaz!”

“Sen, minicik bir kuĢ! Ben Ģu heybetli beden… AĢağıda da dağ gibi alevler. Allah aĢkına beni

nasıl kurtaracaksın?”

“ĠĢte Ģu kanatlarımla Ġbrahim!.. Tutun haydi, gidelim buradan!”

Önce hüzünlü bir tebessüm, sonra imkansızın idraki, ardından yaĢaran gözler:

“O minicik kanatlarınla beni kurtaramayacağını sen de biliyorsun a kuĢ,

neden böyle yapıyorsun?”

“Çünkü sen hakkı savunuyorsun Ġbrahim, doğruluk üzerindesin.”

“TeĢekkür ederim ama bak, alevlere dokunmak üzereyiz, uzaklaĢ artık.”

“Asla! Seni kurtarmadan olmaz!”

“BoĢa öleceksin!..”

“Hiç boĢa olur mu Ġbrahim, kimden yana olduğum bilinir.”

40

AteĢlere Ġbrahim‟le birlikte düĢtük. Yok yok düĢmek yanlıĢ kelime, birlikte girdik. Kadifeler

kaplı bir kapıdan ipek döĢeli bir salona girer gibi, bir gurbetten bir sılaya girer gibi.

“Adın ne senin?”

Ġbrahim‟in kalbindeki Ģükür yüzüne yansımıĢ gibiydi. Ben de gülümseyerek cevap verdim.

“Bülbül ey Allah‟ın elçisi, bana bülbül dediler.”

“Bülbül, rabbim kendisinin tek ilah olduğuna inandığım ve bu uğurda Nemrut‟un eziyetlerine

sabredip ateĢe atılmayı göze aldığım için bugün bana dostluğunu verdi, lakin Ģu güller var ya,

hani Ģu bahçe, iĢte o senin içindir, onları sana verdi kıymetini bil.”

“Ġbrahim, and olsun ki senin inandığın Allah, benim inandığım Allah‟tır. ġu güller ki O bana

vermiĢtir, her birine baktıkça onu anacak ve güllerimin güzelliğiyle övüneceğim!”

Hayret! Sesim ne kadar güzel çıkıyordu. Birden güzelleĢmiĢ, ahenge bürünmüĢtü sanki.

Önceleri kesik kesik konuĢabilirdim. Oysa Ģimdi söylediğim cümleler tane tane ve ağzımdan

bir terennüm gibi, bir ahenk içinde çıkıyordu. Sevincim hayretimden aĢkındı. Kendi sesimi

yeniden duymak için Ġbrahim‟in yeni bir Ģey sormasını bekledim. Sormadı. Bahçede yürüyüp

gülleri kokluyordu. Sırf konuĢmuĢ olmak için bu sefer ben sordum:

“Güllerim çok güzelmiĢ ama, değil mi ey Allah‟ın elçisi?”

Ġbrahim yüzüme bakıp yeniden gülümsedi. KonuĢurken biraz da kasınmıĢ olmalıyım ki ikaz

ihtiyacı duydu:

“Bülbül! Fazla da övünme ki dünyanın en güzel gülü henüz açmadı. Bu gördüklerin onun

güzelliğinden yalnızca bir desen, onun kokusundan yalnızca bir esinti.”

Ġbrahim mucize sahibiydi. ġansımı denemek istedim.

“Ġbrahim onu görmek istiyorum!”

“Yok, yok… Uzak… Çok uzak... Biz göremeyeceğiz.”

“Ġbrahim, dünya bağının en güçlü bağı açarken yanında olmayı çok

istiyorum. Sen Allah‟ın dostu ve nebisisin. Benim için yalvarırsan,

ĠnĢallah seni geri çevirmez.”

“Yani?”

“Yani ki pak soyundan gelecek o güle dair senden yardım istiyorum.

Mucizatın hakkı için…”

41

“Nedir ki bülbül?”

“Ġçimde uyanmıĢ iki arzu. Ġlki, onun nuru nesilden nesle geçtikçe Rabb Teala da benim ona

olan aĢkımı çoğaltsın, onu özlemekten bir an geri kalmayalım! Ve ikincisi, o gülün Ģanına

Allah bülbül neslinin sesini gittikçe güzelleĢtirsin, ta ki insanlar güzel Ģarkılarımızı dinledikçe

onu hatırlasınlar!”

Allah dostu uzunca bir süre düĢündü. Eğer teklifimi geri çevirseydi orada düĢüp ölebilirdim.

Ama o bunun için Allah‟a yalvaracağını, lakin bir Ģart olduğunu söyledi. ġartı, o gül açasıya

kadar seher vakti onu anmam ve açacağı çağda da kırk adet Ģarkı söylememdi.

“Allah‟ım, bu aĢk avaresi bülbülün ruhunu ta kıyamete kadar zinde kıl! Ġlahi, bedeni her

doğumda değiĢse de gönlüne nakĢedeceğin aĢk, dünya bağının en muhteĢem gülü için

tazelensin, tazelensin, tazelensin… Allah‟ım bu Ģeyda bülbül güle vuslat bulduğunda,o

vuslatı kıyamete kadar anlatmak üzere sesine neslim Davut gibi güzellik ve bereket ver.Ta ki

gül için kırk Ģarkı söylemiĢ olsun…Amin!”

Böyle baĢlıyor “Bülbülün Kırk ġarkısı”. Usta tarihi roman yazarı, sonunda Ġslam tarihini,

peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)‟in hayatını anlatıyor. Hem de daha sade daha akıcı ve

daha önce hiç okumadığınız bir üslupla… Tabi ki de yine farklı bir pencereden bu sefer bir

bülbülün gözünden bir bülbülün dimağından Ģakıyor cümleleri. Yazar; edebiyat tarihimizdeki

aĢka anlam veremeyen, sadece eleĢtiren, fenafillah gibi mertebeleri gözden kaçıran çoğu

kesime adeta ders veriyor bülbülün hikayesini genel bir hüsn-ü talile dem vurarak. Aynı Ģeyi

Fuzuli‟nin Leyla ile Mecnun‟unu anlattığı “Babil‟de Ölüm Ġstanbul‟da AĢk” kitabında da

görüyoruz. Bu ve benzeri eserleriyle tarihimize, edebiyatımıza hak ettiği değeri verip anlam

katmaktadır özellikle de ilahi aĢka eserlerinde yer vererek. Umarım ki tasavvuf tarihimize de

biraz daha el atar güçlü kalemiyle. Son olarak ilgisini cezbeden arkadaĢlar için yine „Bülbülün

Kırk ġarkısı‟ndan en beğendiğim kıssasıyla yazımı bitirmek istiyorum. Bu küçük hikayesinde

de yine bildiğimiz bir hadisi akılda soru iĢareti bırakmadan anlatıyor: ”Levlake levlak lema

halaktu‟l eflak.” Düz mantıksalcı zihniyetin inkarları aksine o kadar gönülden anlatıyor ki

insan görmeden imanın,duymadan sebatın hazzını tadabiliyor.Yazımın

sonlarına doğru mevzuyu biraz derinleĢtirdiğimi biliyorum ama asıl tanıtımını

yaptığım kitaptan alıntımla bitiriyorum.

Ġlimle kalın...

“Yıllar ve yıllar önceydi… Bir gece, Ģarkımın en tenha zamanında, bir gül

rüyası görmüĢtüm. Her Ģey tül tül açılıyordu çevremde ve güle dair ne varsa

gözümün önünden geçiyordu. Ruhum oradaydı. Güya zaman ötesi bir zaman,

mekan ötesi bir mekandaymıĢım… Rüya ya; adına ezel diyelim… Dünyada

hiçbir Ģey yokmuĢ, hatta daha dünya yokmuĢ… Yalnızca Allah varmıĢ. Allah

bilinmeyi sevdiği için bir nur yaratmıĢ. Yarattığı nura celal ve rahmet nazarıyla

bakıp ”Muhammed ol!” demiĢ. IĢık üstü ıĢık bir nur olmuĢ. Allah‟ın cemal ve

izzeti karĢısında yüce yaratıcıya kulluğunu arz etmiĢ: ”La ilahe illallah:

Allah‟tan baĢka ilah yok!” Allah kendisini ilk bilen bu nurdan kuluna ihsan

buyurmuĢ: ”Muhammed Rasülullah: Muhammed Allah‟ın elçisi!” Sonra Allah,

42

ArĢ‟ı ve ruhları yaratmıĢ. Derken yarattığı nura rahmet nazarıyla tekrar bakmıĢ. Nur, Onun

celali karĢısında buhar buhar terlemiĢ. Rüyamda bunu hissediyordum; katmanlar çoğalıyor,

gökler birbiri içine giriyordu ve ArĢ henüz sular üzerindeydi. Meğer o sırada Levh ü kalem

vücuda getirilmiĢ. Kalem ana kitabın baĢına Muhammed yazmıĢ. Böylece Muhammed,

Allah‟ın takdirinde bütün peygamberlerin baĢı, yaratılıĢta ise sonu olmuĢ. Varlıkta evvellerin

evveli ve peygamberlikte sonların sonu… Muhammed‟in nuru diğer nebilerin nurunu da

kuĢatıyormuĢ. Allah yarattığı o ilk nura yeniden bakmıĢ. Nur yeniden buram buram terlemiĢ,

buğusu dört unsura dönüĢmüĢ: Toprak, hava, su, ateĢ olmuĢ. Sonraki nazarın buğusundan ise

hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar yaratılmıĢ. Dört anadan üç çocuk doğar gibi… O nurun

özü bütün bu yaratılanların içinden süzüle süzüle Adem‟e kadar gelmiĢ. Adem‟in cennette

balçığı karıldığında, Muhammed‟in nuru ruh ile ceset arasında çoktan beklemekteymiĢ ve

Allah o balçığın tam alnına, bedeni saran o nuru yerleĢtirmiĢ. Böylece Adem bir nurla

yaratılmıĢ. Sonra Ġdris, sonra Nuh, sonra ve sonra… Bütün nebiler bu nuru taĢımıĢ ve

oğullarına Adem‟in söylediklerini tekrar etmiĢler: ”Bu nuru Allah‟ın huzurunda nikahla

alacağın temizlerden temiz bir kadın vasıtasıyla oğuldan oğla aktaracaksın!”Böylece zina

çamurundan bir zerre bile sıçramayan nur, bazen gizli bazen açık; gelmiĢ, gelmiĢ, gelmiĢ…

Bazıları görmüĢ onu, bazıları görememiĢ. Bazen tufan kadar sert ve haĢin merhaleleri, bazen

çölde rüzgarların savurduğu bir ayak izi kadar küçük ve mahrem yolculukları geçerek…

Nesilden nesle, soydan soya… Tıpkı benim güle olan hasretim gibi. Nesilden nesle,soydan

soya… Bir gül rüyasıydı, görüyordum…

Uyandığımda Hanif bir soydan süzüle süzüle gelen bu nur bana Ġbrahim‟i düĢündürdü. Onun

alnında gördüğüm nuru hatırladım. Sonra oğlu Ġsmail‟in alnında gördüğümü de…

Nesrullah

43

ĠTAP TANITIMI

Emanet Vakti-Ömer Toprak

Aziz Aslan... ĠĢinde oldukça baĢarılı bir cerrah... Fit bir görünüme ve

muhteĢem bir zekâya sahip usta bir satranç oyuncusu... Ailesi, yaĢantısı,

imkânları ile çoğu kiĢinin yerinde olmak isteyeceği biri... Bu madalyonun bir yüzü... Diğer

yüzünde ise yetiĢtirme yurdunda çok acılar çekmiĢ, yaĢadıkları yüzünden bir intikam

makinesine dönüĢmüĢ, kurduğu imparatorluk ile kurbanlarını teker teker avlayan bir seri katil

var... Ve gün geliyor, tam bir gizlilik içinde faaliyet gösteren bu imparatorlukta hüküm süren

Aziz Aslan, kendi intikamının peĢinde olan modern bir HaĢhaĢin‟in komplosuna maruz

kalıyor. Ġntikamın öznesi iken nesnesi durumuna düĢüyor. Böylece iki intikam makinesinin

çarpıĢtığı ve zekâların yarıĢtığı bir meydan savaĢı baĢlıyor... Kazananın kim olduğu son ana

kadar gölgede kalan bu savaĢ, aynı zamanda Aziz Aslan‟ın yetiĢtirme yurdunda kaldığı

yılların da ötesine uzanan en büyük acısının intikamını alması için de büyük bir fırsat! Kitap

birbirine geçmiĢ hikâyelerin, her bir karakterin haklı olduğu, okuyan herkesin kendi

“haklısını” bulabileceği türden hayatları anlatıyor.

Daha önceleri yazmaya baĢladığımda, bunu basit bir heves, en azından vaktimi

geçirebileceğim bir aktivite olarak görmüĢtüm. Basit edebiyatlar yapıp cümlelerimi o yoğun

duygu seliyle birlikte ifade etmeye baĢladığımda çok da büyük değildim sanırım.

Bir Ģey yazmak kolay değildir. Her Ģeyden önce ilham gerekir. Bütün bilgi ve

birikimlere rağmen, kafanızda milyonlarca düĢünce uçuĢurken siz bir diğer periyi bulmadan

kalem oynatamazsınız. Benim de kitabı yazmaya baĢladığım o zamanlarda günler boyunca tek

kelime yazamadığım, beĢ dakikaya ise yüzlerce kelime sığdırdığım zamanlar oluyordu.

Aslında ilham perisi denen Ģeyin var olduğuna inanıyordum. Ama sonradan Ģunun farkına

vardım. Ġlham perilerim olması gerektiği gibi kelimeleri kulağıma fısıldarken, ben

parçalanmıĢ hayatların acı dolu hikâyelerini kaleme alıyordum.

Sonradan anladım ki ilham perisi denen Ģey aslında benim parmak uçlarımdan

hissettiğim o derin tonlarda gizliymiĢ. Kitap yazarken ise her tonumu yeniden keĢfetmenin

derin hazzını yaĢıyorum. Örneğin yazarken müziğin tonuna göre karakterlerime acı

çektirebiliyor, keyfime göre onları mutlu veya mutsuz edebiliyordum. Bu benim hayal

gücümle gerçekliğim arasındaki ilk gerçek bağlantım olmuĢ oldu. Bazı Ģeylerin gerçek

önemini anlamıĢ oldum. Belki de asla yaĢayamayacağım deneyimleri birer birer yaĢamıĢ

oldum.

Bir kitap okurken genelde yaptığımız Ģeylerin biri de kendimizi ana karakterle

bütünleĢtirmektir. Oysa ben kitap için yazdığım bütün yazılarla ve karakterlerle adeta

benliğimi, karakterlerin parçalarına böldüm. Hayatta herkesin bir amaç uğruna yaĢayabileceği

ve bu amacın herkese göre doğru olmaması gerektiğini gösterdiğimi düĢünüyorum.

Kendimize göre haklı olduğumuz müddetçe, çektiğimiz sıkıntıların büyüklüğü olmadığını

düĢünsek de her zaman birisi kazanıyor ve biz bunun farkına bile varamayabiliyoruz.

Umarım Ģu günden itibaren yazacaklarım, beni daha iyi bir yere götürmek yerine,

okuyan herhangi bir insanın kendine bir Ģeyler katabileceği harflerin topluluğu haline getirir.

Keyifli okumalar!

K

44

Kitabımın dergide yer almasına vesile olan Dr. Mehmet Fatih DURSUN „ a ve

ĠNÜBAT „ a teĢekkürlerimi sunuyorum…

Ömer TOPRAK

ÖZGÜRLÜĞÜN BAġ DÖNMESĠ

Yazılarında edebiyatla felsefeyi, bilim ile ruhunu, duygu ile düĢünceyi aynı anda ele alan,

aynı zamanda bir psikiyatrist olan yazar bu kitabında benliğin dönüĢümü, postmodernizm,

küreselleĢme, ruh sağlığı, siber alan, psikoterapi, anksiyete gibi kavramları günümüz kültürel

ve sosyal yapısıyla iliĢkilendirerek açıklıyor.

Sayar'a göre küreselleĢmeyle birlikte ortaya çıkan kapitalizm, önceleri özgürlüğü kazanmak

adına nice çabalar gösteren toplumların, ruhsal bir baĢ dönmeye maruz kalmalarına sebep

olmuĢtur.

Yazar bütün bu güncel meseleleri psikiyatri süzgecinden geçirerek eleĢtirel bir bakıĢ açısıyla

aydınlatma çabası içindedir.

Yayın yılı: 2013

TimaĢ yayınları, 159 sf.

MERVE BAKIRHAN

45

ÜZĠK

Erkan Oğur; diğer her Ģeyin sessizliğe bürünüp, notaların

konuĢtuğu isim. Bizim yaĢ grubunun daha çok pop veya batı temelli

müziklere eğilimli olmasından dolayı bu denli sanatçıları pek

bilmiyoruz. ġu an bu yazıyı yazma amacım olarak bunu

gösterebilirim. ġimdi üstadın hayatına Ģöyle bir değinelim.

1954 Ankara doğumlu olan sanatçımız, müzik hayatına 4 yaĢında çocukluğunun geçtiği

Elazığ‟da baĢlamıĢtır. Keman ve bağlamayı da o yıllarda öğrenmiĢtir.

1973‟te babasının isteği üzerine Münih Üniversitesi Fizik Mühendisliği‟ne gitmiĢtir. Oğur

Almanya‟da daha çok gitar üstüne yoğunlaĢmıĢtır. Gitar çalmasında Jimi Hendrix‟in etkileri

görülmüĢtür. Doğu müziğinden batı müziğine uzanan Oğur, batı enstrümanlarının koma

seslerin darlığından dolayı gitarın kendi kültüründeki bazı seslere imkan vermediğini gördü.

Erkan Oğur bu çalıĢmalarını geliĢtirdikçe gitarda Türk müziğindeki seslere daha çok ihtiyaç

duymaya baĢladı ve düĢüncelerini gerçekleĢtirmek için gitardaki perde sistemini kaldırarak

1976'da "perdesiz gitar"ı dünyaya ve insanlığa armağan etti.

Ayrıca yine bu dönem farklı gitarlarla birlikte ebow (manyetik yay cihazı) kullanarak

Türk müziğine uygun sesler yakaladı. 1980'de Türkiye'ye dönerek Ġstanbul Teknik

Üniversitesi Klasik Türk Müziği Devlet Konservatuarı'na girdi. Bu yıl MFÖ‟nün parçası

"Güllerin Ġçinden"de attığı perdesiz gitar solosu büyük beğeni topladı ve Ģarkı unutulmazlar

M

46

arasına girdi. 1983'de ilk albüm çalıĢması "Perdesiz Gitarda ArayıĢlar" Çekirdek Sanat

Evi'nde yapılan kayıtlar sonucunda ortaya çıktı.

1985'de konservatuar eğitimi bitirdi. Askerlik görevini tamamladıktan sonra, 1987'de

tekrar konservatuara dönerek ud dersleri vermeye baĢladı. Aynı dönem Fikret Kızılok ve

Bülent Ortaçgil'le çalıĢmalara ve konserlere çıkmaya baĢladı. 1988'den itibaren artık

geliĢtirdiği kendine has üslubuyla Türkiye'de dinleyiciler tarafından daha çok tanınmaya ve

daha çok sanatçı tarafından da albüm kayıtlarında perdesiz gitarıyla tercih edilmeye baĢladı.

1989'da "Sis" filminin müziklerini yaptı ve o yıl Amerika'ya giderek New York,

Chicago, Houston, Iowa ve Wisconsin gibi Ģehirlerde yerel sanatçılarla Blues çalıĢmaları

yaptı. 1990'da Türkiye'ye yeni geliĢtirdiği "8 telli perdesiz gitar"la döndü. 1991'den itibaren

eski bir Türk sazı olan "kopuz" ve "dede bağlama" üzerine daha çok eğilmeye bu konudaki

çalıĢmalarını arttırmaya baĢladı.

1994'de Avrupa'nın önemli caz gitaristlerinden Philip Catherine ile kaydettiği "Fretless"

(Perdesiz) albümü Almanya'da piyasaya çıktı ve büyük bir baĢarı elde etti. Albümde

enstrümantel parçalar yanında Erkan Oğur'un yorumladığı 2 türkü de yer alıyordu. 1996'da

aynı albüm "Bir Ömürlük Misafir" adıyla bazı parçaların kayıtları yenilenmiĢ ve

zenginleĢtirilmiĢ olarak Türkiye'de piyasaya çıksa da Avrupa'daki kadar ilgi görmedi.

1997'de "EĢkiya" filminin müziklerini yapması ve bu çalıĢmada kendi sesiyle "Fırat

Türküsü"nü okuması bir anda herkesin gözünün Erkan Oğur'a çevrilmesini ve var olan

değerinin birçok insan tarafından yeni keĢfedilmesini sağladı. 1998'de konservatuar

yıllarından beri yakın arkadaĢı olan Ġsmail Hakkı Demircioğlu ile çıkardığı "Gülün Kokusu

Vardı" albümü tam bir baĢyapıt olarak türkü sevenlerin arĢivlerindeki yerini aldı.

Ardından 1999'da Okan Murat Öztürk ile çalıĢması "Hiç" piyasaya çıktı. Albümde

kendi sesiyle okuduğu tek Ģarkı olan "Dede ile Balta" Erkan Oğur'un yeni dünyaya gelen

kızına hediyesidir. 2000 yılında "Anadolu BeĢik" albümü Ġ.H. Demircioğlu'yla 2. türkü

çalıĢmaları olarak müzikseverlerle buluĢtu. 2001'de değerli Ermeni müzisyen ve "duduk"

sanatçısı Djivan Gasparyan'la "Fuad" albümünü hazırladı.

Albümün ismi olan Fuad tasavvufi bir kavram olarak "kalp gözü" ya da "kalbin idrak

etme hassası" anlamıyla Erkan Oğur tarafından insanların yüreklerinde hissetmeyi

unuttuklarına bir özlem olarak konmuĢtur. Bundan sonraki yıllarda Erkan Oğur yurt içi ve

yurt dıĢı konserlerine yoğun olarak devam etti. 2004'de gelindiğinde yönetmenliğini Uğur

Yücel'in yaptığı ve 11 dalda Altın Portakal kazanan "Yazı-Tura" filminin müziklerini yaptı.

Uğur Yücel filmden sonra -Oyunculuk için "ruh göçü"dür derken ne anlatmak

istiyorsam Erkan'ın müziğinde "o" var. Çalarken, sazlarının ruhuna göçüyor.- demiĢtir. 2006

yılında Erkan Oğur'un Çekirdek Sanat Evi döneminde temelleri atılan ve 1995'den itibaren

çalıĢmalarını hızlandırarak yurt içi ve yurt dıĢı konserleriyle büyük beğeni toplayan caz

üçlüsü "Telvin" , "Bir kereye mahsus" ibaresi ile 2CD'lik bir albüm çıkardı.

47

"Halden hale geçmek" anlamına gelen Telvin Erkan Oğur'la (Gitar) birlikte "Ġlkin

Deniz" (Bas) ve "Turgut Alp Bekoğlu"dan (Davul) oluĢmaktadır. Grup Ġngiltere'de London

Queen Elizabeth Hall'de Mart 2006'da konser verdi ve ayrıca BBC'ye de konuk oldu.

Erkan Oğur, birçok baĢarıyla dolu hayatını "müziği sever" diye özetleyip güzel kiĢiliğiyle ve

eserleriyle halen konserlerine ve çalıĢmalarına devam ediyor.

Sanatçımız adına benim size önerim bütün eserlerini dinlemenizdir. Pek bir ayrım

yapamıyorum açıkçası, hepsi birbirinden güzel ses ve ahenkler. Ve tabi üstadın sesini de

unutmamamız gerekir. Ama yine de insan rahatlamak istediği belki uzaklara dalmak istediği

zamanlarda Erkan Oğur‟un Perdesiz Gitardaki hicaz taksimini dinleyebilir. Ki bence bu

konuda en etkili yöntem de perdesiz gitardır.

Müzikle kalmanız dileğiyle....

Ali Rıza EKĠCĠ

48

ĠZDEN GELENLER

AH MĠNE’L AġK!

-Geri döneceğim.

-Hayır!

-Sana söz veriyorum. Döndüğümde…

-Sus Romeo, yalvarırım sus!

-Niçin böyle söylüyorsun?

-SavaĢa giden hiçbir erkek geri dönmedi. Ölü umutlarla avunamam.

-Ah Juliette…

-Unutma, aĢkınla çarpan Ģu kalbim yalnız sana ait. Ölene kadar bekleyeceğim seni. ġu deniz

bütün damlalarıyla yeminime Ģahit olsun. Hayatımın ıĢığı, artık git. Yoksa hiç

ayrılamayacağım.

-Bil ki kalbim ölene kadar senin aĢkınla yanacak. Bu ateĢi ölüm bile söndüremez. Geri

dönebilirsem eğer, aĢkımın güneĢleri yaktığını göreceksin. Elveda Juliette‟im…

„‟Romeo‟nun savaĢta öldüğü haberi kasabaya ulaĢınca Juliette kederden aklını yitirir. Her

gün, sevgilisini yolcu ettiği öğle vakti rıhtıma gider, gözyaĢları içinde uçsuz bucaksız maviliği

seyre dalar.‟‟

„‟ Rivayet edilir ki Juliette bir gün rıhtımda aĢkıyla beraber sır olur. Ayrılık acısıyla gözyaĢı

döken her seven, Juliette‟in ruhunu rıhtımda göreceğine ve onun sevdiğinden haber

getireceğine inanırmıĢ. Ancak Juliette kadar sevenler buna muvaffak olurmuĢ.‟‟

Yine bir aĢk kitabı bitirmiĢti. Elindeki kitabı dağınık memur masasının köĢesine yığılan

evrakların olduğu tarafa fırlattı. Ġyice canı sıkılmıĢtı. „‟Ah…‟‟ dedi. „‟ġu kitaplardaki yüce

aĢklardan birini bulmak için neler vermezdim. Makam, para, can; aĢk için hepsini elimin

tersiyle itebilirim. O ne ulvi histir ki sarhoĢluğuyla kendimden geçmek, kendimi kaybetmek,

kendimde kaybolmak istiyorum. Fakat heyhat… Büyük aĢkları taĢıyacak rikkatli kalbim

aĢkıyla yanacağı bir Juliette‟i hala bulamadı. Ey büyülü aĢk! Niçin benden kaçıyorsun? AĢka

susamıĢ Ģu mustarip kalbi görmüyor musun? Hâlbuki bütün varlığımla seni istiyorum. O

kadar çok istiyorum ki birazdan sokağa inip rastladığım ilk kadına ilan-ı aĢk edebilirim.‟‟

„Ah mine‟l aĢk!‟

Sami Efendi, aĢka dair atılan nutuğun sonuna yetiĢmiĢti.

-Bir daha söylesene.

-Ne dedim ki?

S

49

-AĢk meĢk diyordun.

-Ha evet, ah mine‟l aĢk dedim.

-Hala Ģu Ģair safsatalarının zehrinden kurtulamadın.

-AĢk zehirse Ģahit ol, ilk içen olmaya talibim. Hem de kana kana içen.

-ġu gençler yok mu… Hayatın her zorluğunu içi boĢ hülyalarla aĢacaklarını sanıyorlar. Tabi

Ģairler, yazarlar akıllı adamlar. MüĢterisi çok olunca her gün birkaç tane aĢk yumurtlamayı

ihmal etmezler. Nasıl olsa ağzı açık bekleyen çok.

-Korkma Sami Efendi, aĢktan kimseye zarar gelmez. Herkes âĢık olsaydı dünyada kötülük

kalmazdı.

-O Ģairlerin uydurması. Sen aĢkı yazan değil yaĢayan birinden dinle. Tek baĢına aĢkın ne iĢe

yaradığını anlardın.

-KeĢke bir aĢığı kaybolduğu kitap sayfalarından çıkartıp konuĢturabilseydik.

-Öyleyse Ģu sandalyeni çek bu tarafa ve dinle.

Rahmetli babam zengin bir tüccardı. En asri terbiyenin ayak takımı dediği avamdan uzakta

verildiğine inandığı için bizleri sümüklü, aç, küfürbaz talebelerle dolu mektebe göndermedi.

Dost meclislerinde beni ve kardeĢlerimi iĢaret ederek „Bunlara öyle muallimler tutacağım ki

Avrupa‟daki talebenin gördüğü dersten geri kalmayacaklar!‟ derdi. Etrafındakiler bu iddialı,

zengin ve kendine güvenen adamı hayran hayran tasdik ederlerdi.

-Haklısınız Hamdi Beyciğim, en iyi tedrisat Ģimdi Avrupa‟da.

-Çok isabet edersiniz Hamdi Bey.

-Tabi ya, Avrupa‟dan habersiz medeni olunabilir mi?

-Muhakkak, muhakkak.

Eski yalının en üst katı ders odamızdı. Pazar günü haricinde her gün ders görürdük.

Muallimlerimiz, Avrupa sevdalısı yerliler ve Avrupa‟dan gelen ecnebilerden müteĢekkildi.

Benim en sevdiğim, belki de tek sevdiğim muallim Matmazel Corneille idi. BaĢını maceradan

maceraya savurmuĢ, son istasyonu Ġstanbul bilmiĢ 40 yaĢlarındaki bu kadın cazibesiyle,

Ģuhluğuyla beni kendine meftun etmiĢti. Romantikliği, serkeĢliği, sınır nedir bilmeyen

heyecanı ile saf Fransızdı.

Matmazel Corneille‟nın uyandırdığı hisler bende Fransızca için iĢtiyak olarak tezahür

ediyordu. Kısa zamanda Fransızcam epey ilerledi. Matmazel Corneille bunu fark edince bana

Fransızca romanlar vermeye baĢladı. Çoğu Fransız edebiyatının klasikleriydi. Romanların

merkezinde çoğu zaman kavuĢamayan âĢıkların, aĢkları için verdikleri mücadeleler vardı.

Aman Allah‟ım, ne cesur, ne onurlu, ne kadar efsanevi mücadelelerdi onlar! Birçok kötü

adam, kötü tesadüf hep bu iyi, yumuĢak kalpli ve seven insanları ayırmaya çalıĢıyordu. Buna

50

rağmen âĢıklar aĢklarından vazgeçmezlerdi. Kitapların buruĢarak kurumuĢ sarı yaprakları

Corneille‟nın gözyaĢları dökse de vazgeçmediğini gösteriyordu.

Gençtim, dertsizdim, istikbale dair hiçbir endiĢeye malik değildim. ÂĢık olmak ülfet ettiğim

Ģeyleri yırtıp bana yeni heyecanlar tattırabilirdi. Hem benim de duygularım en az kitaptaki

kahramanlar kadar büyüktü. Her Ģeyden vazgeçip aĢkım uğruna bedbaht olabilirdim. Çöllere

düĢer, okyanusları aĢar, ıssız ormanları geçer, Kaf dağına çıkar, en gaddar katillerin bile

karĢısına dikilirdim… Her Ģey o büyülü aĢk için! Güldüğüme bakma. Sinirden.

Günlerce, aylarca en kederli, en derbeder hallere bürünerek kâh Çamlıca sayfiyelerinde kâh

Beyoğlu‟nun arka sokaklarında dolaĢtım durdum. Acı çekiyordum. AĢksız geçen her an

manasızlığın getirdiği yakıcı yokluğun azabını kalbime boca ediyordu. Yollarda, tepelerde,

ormanda karĢılaĢtığım insanların arasından âlemimi ıĢıklandıracak, beni aĢka gark edecek

ahuya henüz rast gelmemiĢtim. Aslında, bilhassa içtimai hayatın dehlizlerinde gizli bir

tarikatın müntesipleri gibi birbirini ilk görüĢte tanıyan kadınlardan bir hayli ahbabım oldu.

Fakat bu aĢkzedelerin aĢk peĢinde koĢtukları yoktu. Hepsinin dilleri köküne kadar yanıktı.

BaĢıboĢ yaĢamaktan otel gibi kullandığım evin içinde çalkalanan hadiselere vakıf değildim.

Meğer babamın iĢleri bozulmaya baĢlamıĢ. Zavallının sağlığı kötüye gidiyordu. Gün geçtikçe

rengi soluyor, zayıflıyordu. Sonradan öğrendiğime göre babam iĢlerine nezaret edecek birini

arıyormuĢ. ĠĢleri bana devredip her Ģeyi büsbütün mahvetmek istemediğinden aslen uzaktan

akrabamız olan yüksek tahsilli birini bulmuĢ. Fakat azizim, herifin mayası bozuk. Bizden

habersiz neyimiz var neyimiz yoksa hepsini satıp kaçmıĢ. Yalıya haciz geldiğinde

namussuzun dönderdiği dolapları öğrenmiĢler de iĢ iĢten geçmiĢ.

Bütün bunların arifesinde Beyoğlu pastanelerinin kuytu, karanlık masalarında her zamanki

gibi hayatıma hayat katacağını zannettiğim aĢkı bekliyordum. Sağ olsun, ellisini devirmiĢ,

zayıf, kır saçlı, artık çökmüĢ suratlı garson bir masayı uzun saatler iĢgal etmeme ses

çıkarmıyordu. Hatta arada:

-Hayrola Mecnun Efendi, yollar mı bozuk, hala gelmedi diye bana takılırdı.

Gelecek, der, önüme bakıp susardım.

ĠĢte böyle nöbete kaldığım bir bekleyiĢ esnasında onu gördüm. Ürkek bakıĢlarla kapıdan

içeri girdi. ġaĢkındı. Küçük adımlarla boĢ bulduğu masaya yaklaĢtı. Gözlerim onu takip

ediyordu. Elbisesiyle pek uyumlu olmayan Ģapkasını önüne bıraktı. Saçları, gözlerinin rengini

hatırlatırcasına elanın tonları arasında dalgalanıyordu. Minik elleri bu ahengin arasında

dolaĢtıkça içimde bir yerlerde bir Ģeyler kımıldamaya baĢladı.

Tüm cesaretimi toplayarak masasına doğru yürüdüm. Galiba aĢkımı bulmuĢtum ve nezaket

yahut bilmem ne adına kapıma kadar gelen bu fırsatı kaçıramazdım. Müsaade istemeden

masaya oturdum. Yüzüne bakmadan konuĢmaya baĢladım:

-Derler ki, bazı ruhlar ceset hapsine girmeden evvel birbirlerine aĢık olurlarmıĢ. Dünyaya

gönderildikten sonra aĢklarının bilmedikleri bir zamanda baĢladığına inanırlarmıĢ. ÂĢıklar bu

sebeple ölmezmiĢ, zira ruha ölüm yoktur.

Yüzüne baktım; kızarmıĢtı. Gözlerini tuttum ve edebiyata neĢterimi sapladım:

51

-Kimisi buna inanır, kimisi inanmaz. Ben inanmak isteyenlerdenim. Ġki kiĢi arasındaki o yüce

bağın bu dünya yaratılmadan önce var olduğuna inanıyorum. Zira aĢk maddenin üstündedir;

ondan önce vardı, sonra da var olacaktır. Kısaca aĢk çok önceden edilmiĢ bir yeminin

ebediyete uzanan hikâyesidir. ġu an, gözlerinize bakarken Ģuurumdan kaçmıĢ bir yemini

hatırlar gibiyim.

Cevap vermesini beklemeden garsona iki çay getirmesini iĢaret ettim. Kalkıp gitmesinden

korkuyordum. Diğer taraftan attığım nutuğun sarhoĢluğu içindeydim. Onu sıkmamak için

sıcak çay bardağından yükselen dumanın havadaki raksını seyre daldım.

„‟Çok güzel Ģeyler söylüyorsunuz ama birbirimizi tanımıyoruz bile‟‟ dedi.

-Ne fark eder? Ruhlar birbirini tanıdıktan sonra…

-Galiba gördüğünüz her yalnız kıza bunları söylüyorsunuz.

-Asla! Siz hayatımda ilksiniz. Bunları anlattığım ikinci kiĢisiniz gerçi. Ġlki yalnızlığımdı.

-Ġnsan bu kadar çabuk aĢık olabilir mi? Doğrusu aklım almıyor.

-Olamaz. Fakat siz gelmeden önce de ben aĢıktım. Kim olduğunu bilmiyordum sadece. ġimdi

biliyor gibiyim.

-Bense hiçbir Ģey bilmiyorum. Buraya oturmaya gelmiĢtim.

-Hayatın içine saklanmıĢ mutluluklara ne zaman rast geleceğimizi bilemeyiz. Gün gelir

küçücük vakalar büyük saadetlerin kapılarını açan tılsımlı birer anahtar oluverirler.

-Pek hoĢ. Bu arada ben Meral. Ya siz?

-Herkes Sami diyor, siz istediğiniz gibi çağırın.

TanıĢma faslı böyle cereyan etti.

22 yaĢındaymıĢ. Anadolu yakasında oturuyormuĢ. BeĢ çocuklu fakir bir evin en büyük

çocuğu olarak Beyoğlu‟nda bir kadın terzinin yanında çalıĢıyormuĢ. Babası hastaymıĢ. Annesi

evi çekip çevirirmiĢ. Bazen, parası oldukça merakından pastanelere gidermiĢ. Oralarda gezen

tozan insanların arasında kendini daha rahat hissediyormuĢ. Ne kaçıĢ değil mi? Sinekten

yılana doğru.

Ben de kendimi tanıttım. ġöyle zengin çocuğuyum falan filan.

Bizimkilerin, terzi yamağı deyip kızı kabul etmeyeceklerini bildiğimden onlara bu bahsi hiç

açmadım. Hem ben dillere destan olacak aĢkların adamıydım. Alelade bir delikanlı gibi kızı

babasından istetemezdim. AĢkımın yüceliğini ispatlamak için bilmem kaçıncı dereceden

devlet memurunun tasdikine ihtiyacım yoktu. Meral‟in ısrarıyla dini nikâh kıymaya mecbur

kaldım. Ailelerimize kısa bir mektupla evlendiğimizi haber verdik.

Meral‟in ailesi kızları zengin koca buldu diye seviniyorlardı. Bizimkiler beni reddetmekle

tehdit ediyordu. AĢkımın karĢısına çıkan her tehdit bana vız gelirdi.

52

Evet, fırtınalı, büyük, dillere destan olacak aĢkımız az eĢyalı, eski bir apartman dairesinde

devam edecekti. Ne kira ne kömür parası umurumda değildi. KavuĢmuĢtuk iĢte, Ģimdi dünya

durmalıydı. Gök kubbe yarılmalı ve âĢıkların ihtiĢamlı tahtları periler eliyle bizlere

sunulmalıydı. Yahut bütün günümüzü aĢkla dolduracak sohbetleri atlas döĢekler üstünde

ömür boyu sürdürmeliydik. Hepsine nasıl inanmıĢtım…

Bizimkiler, namussuz adam kazık atana kadar bana para gönderdiler. Babamın iflasıyla

beraber kaynağı kuruyan paranın yokluğu hiç ummadığım korkulara, endiĢelere sebep olmaya

baĢladı. Ev sahibi kapıya dayandı. Yakacak kömür kalmadı. Acıkmayı, üĢümeyi, karanlıkta

ürpermeyi iyice hisseder olduk. Meral değiĢmeye baĢladı. Haklı tabi. Eve doğru dürüst para

getirmekten aciz birini hangi kadın, adam yerine koyar? AĢktır, edebiyattır karın doyurmuyor.

Onlar tuzu kuru adamların karı. Hem hayatın mecburiyetleri ve kuralları var. Onları ihmal

ettikten sonra adın Mecnun olmuĢ, Werther olmuĢ ne manası var? Evine sahip çıkan 'Adam'

olamadıktan sonra?

Yani ne Meral uzak diyarların güzeller güzeli sultanıydı ne de ben beyaz atıyla dünyaya

nam salan kahramandım. Ġkimiz de insandık. Yemek yemeyince acıkıyor, kirayı ödemeyince

korkuyor, sıcaklarda pis pis ter kokuyorduk. Artık masal dünyası yıkılmıĢ, gerçek hayat

olanca ağırlığıyla ufukta yükseliyordu. ġimdi geçinmek için para, para için çalıĢmak lazımdı.

Bense avare dolaĢmaktan bir iĢin ucundan tutup istikbalimi temin etmeye geç kalmıĢtım.

Ġkimiz de çalıĢmaya baĢladık. Meral baĢka bir terzinin yanında iĢ buldu. Ben babamın eski

bir dostunun yanında muhasebe iĢlerini takip eden basit bir adam oldum. O aĢk edebiyatı

böylece nihayet buldu.

Meral ara sıra „‟Senden hiçbir baltaya sap olmaz AĢık Efendi‟‟ demese maziyi büsbütün

unutacağım.

Ah mine‟l aĢk!!!

DR. AYKUT GENÇ

53

Bir dem "hu" çeksem içime... "Huzur"un "hu"su olsa bu... Ġçime iĢlese. Her dem demlense

gönlümde. Sonra bir "ah" çeksem derinden... Dertlerimin "ah" ı olsa bu da… Atsam tüm

kederimi ruhumdan. Derin derin gökyüzüne baksam sonra. Ciğerlerime doldursam tüm

gökyüzünü derin bir nefesle. Sonra ben olsam aslında gökyüzü... Ben olsam huzurun ta

kendisi… Ġnsanlar baksa bana huzur bulsa… Bazıları hayal kursa... Bazıları kızsa, bağırsa,

çağırsa... Ben sadece sussam. Sadece derin bir mavilik olarak doğsam insanların içine...

GüneĢe en çok yakıĢan olsam mesela, tablolarda en çok aranan… Kar taneleri geçse sonra

içimden, yeryüzüne derin bir "hu" ile düĢüĢlerini seyretsem... Deli divane gibi nasıl dönüp

durduklarını... Bilsem ki en sonunda aĢk ile döner durur yeryüzünde her Ģey, dönerler ki aĢk

yolunda sarhoĢ olsunlar... Olsunlar ki bu yolda eriyip kaybolsunlar... Kaybolsunlar ki asıl

huzuru Rabb‟lerinde bulsunlar…

Selam ve Dua ile…

~ GÜLCE

54

Dilin sükut olduğunda baĢlardı her Ģey. BaĢlardı kalbin

konuĢmaya iĢte o zaman. O zaman ki senin en kıymetli olduğun

an. Allah lafzını kalbe nakĢetmeye baĢladığın an. Dünyada

daimi gaflet peĢinde sürükleniĢinin bir an durup dönüp geriye

baktığı zaman. Sıcak çöl güneĢinde böğrüne çarpılan buz gibi

suyun verdiği ferahlık misali yüreğinin ferahladığı an. Ve

ferahlamanın çöküĢüyle benliğine kıvılcımlar baĢlardı nefsi

acizinde. Her Allah deyiĢiyle kalbinin toprakta yeĢeren tohum

misali kıvılcım alırdı yüreğin. Zaten tüm orman yangınları

baĢlamaz mıydı ufak bir kıvılcım ile? Yanardı yüreğin

kavrulurdu o kısacık zamanda. Çekmeden dilin son

Estağfirullah'ı çarpardı kalbin Allah aĢkıyla dahasını istercesine

çok daha fazlasını.

Gölge-i MaĢuk

55

Hani bazen anlam veremez ya insan

Gökyüzünün neden mavi renge büründüğüne

Ya da kelimelerin ne anlam ifade ettiğini anlayamaz

Bazen de sıradan sandığı Ģeyler mavi olur gökyüzüne inat

Bazen hiç kimse olmak biri olmaktan daha iyi olur

ĠĢte öyle gökyüzü gibiyim bugün

Sanki bulutlar gözlerim, kelimelerse gönlüm

Bildiği tek Ģey varsa gönlümün

SENVARSAĠÇĠNDEBOġLUKBIRAKMIYOR

DR.ÖZ

Gece sensiz karanlık ve soğuk

Sen benden habersiz

Ben seni sensizce severken

Sen bensiz sever ve sevilirken

Gözlerim uyu emriyle

boğuĢurken

Aklın labirentlerinde çıkmazlarda

Sensizce ve sessizce içimde

çığlıklarım

Anılar beni asırlarda

sıkıĢtırmıĢçasına ilerler

AĢk denen binbir çeĢit zehirle

Kalbimden vücuduma dağılırken

Öldürmeden can yakan iksirinde

Sabahlara sensizce ve acıyla

merhaba

TALHA

56

HAYAL VE GERÇEK

Sonbaharın ilk yağmurunun ardından

Bir aydınlık beliriyor.

Ardından kararsızlığıma perde çeken güneĢ ıĢıkları...

Kapalı gözlerime bir nem vuruyor o serin hava.

Ve peĢinden senin oyunların perdeleniyor

Göz kapaklarımda, ıĢığın seni yansıttığı duvarlarda.

Sonra gülen yüzün geçiyor

Bembeyaz bulutlar arasında...

Ve yüreğimde ilkbahar çiçeklerini koklatıyor sesin,

GülüĢünü kovaladığım

ġu sessiz sedasız sisler arasında...

Ardından sedir ağaçlarının yeĢil yaprakları arasında

Sarıya boyanan yapraklar iliĢiyor gözlerime

Hani rüzgar vurdukça beynimde çarpıĢan düĢler gibi...

Yağmur suyuyla henüz kendine gelmiĢ derelerde geziniyorum.

Baktıkça dalasım geliyor Ģu masmavi düĢlere,

Tıpkı yıllardır gerçek bildiğim zahiri düĢlere.

Hepsi kayboluyor gittikçe ĢeffaflaĢan bulutlar gibi...

Kala kala çırpınan balıkların telaĢı

Bir de içine düĢtüğüm yanılgı kalıyor,

Ġçinde an be an mekan değiĢtiren

ġu su gibi akan zamanın...

ORHAN ÇELĠKER

57

SESSĠZ ÇIĞLIKLAR..

Soluğunu tuttu kalbim yalnızlığın

Savruluyor karaya bürünmüĢ sığ bir odada

Sessiz çığlıklar atıyor ötelere

Duyan olur belki diye.

Gitmiyor sesim bir adım öteye

Yerçekimine yenik duygularım

SavaĢlarda ölen çocuklara özlemim

Ve asaletiyle dimdik ölüme gidene hayranlığım

Asilliği sorguluyorum kaptırdığım hayatı bir an

durdurduğumda

ĠĢte insan bu ya, bir alzheimer gibi devam ediyorum

yalnızlığıma.

Baharı adımlamak istiyorum aklımca,

Adımlarım sessiz, yalnız, üstelik karın ortasında,

DüĢünmemeye uyuĢturulmuĢ zihin bulanıklığıyla

Sorgulamak ne zormuĢ eksiksiz, yanlıĢsız bir edayla.

Güzellikler ayıklıyorum gündelik zerreler arasında,

ġükretmenin hazzına eriĢme çabasıyla,

Yorgunluklar biriktirdim kumbaramda,

Tüm bunlara değecek bir gün kırıldığında...

Sena UZUNOĞLU

58

Mutluluk ve Öteberisi

Var olmakla baĢlar herhalde önce mutluluk.

Var olduğunu algılamakla ya da.

Zira yokluk kötü bir Ģey.

Ben Ģahsen tahammül edemiyorum kabul etmekte.

Bütün benliğimle olmadığım bir durum tasavvur edemiyorum açıkçası.

Bir yerden baĢlamam gerekirse eğer anılar var. Silemiyorum.

Bu bilinç hali mutsuz da edebiliyor iĢte arada.

Her Ģey istediğimiz gibi olmuyor zira.

Ama iĢte bazen bu durum dahi mutluluğa sebep olarak varlık bulabiliyor.

Aynı monotonlukta tekerrür eden güzel Ģeyler dahi maalesef sıkabiliyor hunharca.

Acı öyle midir acaba?

Aynı yemek, aynı coğrafya, aynı kadın, aynı erkek…

Herhalde insan sadece zıddıyla anlamlandırabiliyor her Ģeyi, ilginç.

Zorunluluk gibi. Yoksa sıkılıyor ve anlam kayboluyor.

Bir varlık baĢka bir varlık ile anlam kazanıyor anca.

Mutsuzluklar dahi, mutluluklar dahi.

Güzel çirkinden dolayı güzeldir.

Kime göre neye göre buradan geliyor olsa gerek.

Mutluluk bilinçli bir eylem hali olduğu esnada ortadan kaybolan bir durum değil midir hem?

Belirsiz, bilinçdıĢı bir mekanizma iĢliyor

Anlam bozuyor mutluluğu

Tarifsiz oluĢu da bundan değil midir hem?

[Çocukça Ģeyler özledim anne

Büyümek ne sancılı vukuat

Çocuk kalabilmeyi özledim anne

Büyümenin verdiği o engebeli yolları aĢabilmenin yoruculuğuna inat]

Bilinç büyünün -ki büyülü bir eylem bence- yırtılmasına sebep.

Ve bu tekrar da yazının sonuna iĢaret.

bûb

59

ÖLÜM

Ölüm kapkara elleriyle sarmıĢ sere serpe uzanan yitik bedeni.

Soğuk bir hastane odasında;

Ama soğukluğu havadan değil.

Dinleyin, ölüm kokusu bu.

Ölüm ki burun deliklerinden giriyor,

Ağır bir tat bırakıyor damakta,

Nefes almayı zorlaĢtırıyor,

Gözleri yakıyor.

Ölüm, Aman Ya Rabbi simsiyah bir gece gibi.

Bir ana gözyaĢı dökerken çığlık çığlığa,

Çığlıkların gölgesinde varoluĢ mücadelesi gibi.

Ölüm,

Terk edip tüm geçmiĢi

Ve reddederek bütün geleceği

Tam da Ģimdide durmak

Dinlemek, dinlenmek…

Sonsuz bir yolculuğun ıslık sesleri bu.

Sesler dayanılmaz bir hâl alıyor.

Eli kolu bağlı bedenin.

Derinden bir iç çekiĢ duyuluyor.

Belli ki bir Ģeyler yarım kalıyor,

Ġç sızlatan bir haykırıĢ,

Veda etmeden ansızın ayrılıĢ...

Bir tabutluk can tabuta sığıyor.

Nasıl bilirdiniz diye bir soru çalınıyor kulaklara…

Bir yağmur yağıyor inceden.

Bir mezar taĢı kalıyor geriye,

Geride kalanlara ibret olsun diye…

BüĢra ġĠMġEK

60

Ġnönü Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Topluluğu, tıp fakültesi öğrencilerinin öğrencilik

yıllarında bilimsel araĢtırma ve etiği hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak, öğrencilerin

öğretim üyeleri ile beraber çalıĢarak, bilimsel araĢtırma, anket, poster çalıĢmaları yapmaları

için onları güdülemek, yaptığı bilimsel ve sosyal çalıĢmalarla Ġnönü Üniversitesi‟ni ulusal ve

uluslararası platformlarda en iyi Ģekilde temsil etmek ve üniversitenin tanınmasına katkıda

bulunmak amacıyla kurulmuĢtur.

Topluluğumuz tıp bilimini ve sanatını öğrencilere sevdirmek, pratik faaliyetlerle onların

mesleki geliĢimlerine katkıda bulunmak için çalıĢtay, kongre, konferans, seminer ve benzeri

faaliyetler düzenler. Üniversitemiz öğretim üyeleri danıĢmanlığında öğrenciler araĢtırma ve

projelerde yer alır. Kongre düzenlemesinin yanısıra diğer üniversitelerin bilimsel

etkinliklerine katılmaları yönünde öğrencileri teĢvik eder. Tıp bilimine katkıda bulunmak

amacıyla ilgili kiĢi ve kuruluĢlarla iliĢkiler kurar. Faaliyetleri sırasında Sağlık, Kültür ve Spor

Daire BaĢkanlığı‟nın yönergesine ve tüzüğüne uyar. Bu amaç ve faaliyetler dıĢında tanıtım ve

sosyal etkinliklerde de bulunur.

Topluluğumuzun tarihçesine gelecek olursak aslında ĠNÜBAT 2010 yılında Adar Aslan

tarafından kurulmuĢtur. O dönemde ĠNÜBAT faaliyet olarak bizlere de örnek teĢkil eden

Ġnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi‟ni (13-15 Mayıs 2011)

düzenlemiĢtir. 2012 yılına kadar ĠNÜBAT üç kez el degiĢtirmiĢtir. (Dr. Adar Aslan, Dr. Elif

Sinanoğlu, Dr. Süleyman Sevinç) Ancak bu öğrencilerin mezun olması gibi çeĢitli nedenler

ile 2012 yılında ĠNÜBAT resmi olarak kapatılmıĢtır. Bizler de 2015 yılında ĠNÜBAT‟ı

yeniden kurmak için kolları sıvadık ve bunda da baĢarılı olduk. ĠNÜBAT ruhunun fakültenin

bir yerlerinde yaĢadığını görmek bizim için mutluluk vericiydi.

“Bu gülü yetiĢtireceksen canın yanacak, elin kanayacak, güneĢ seni terletecek. "Bu bahçede

gül bitmez" diyenler olacak. "Gül öyle yetiĢtirilmez, böyle yetiĢtirilir" diyenler olacak. Sen

kendine Ģunu soracaksın: "Ben burayı gül bahçesi yapmak istiyor muyum? Ben burada

dünyanın en güzel güllerini yetiĢtirmek istiyor muyum?" Eğer çok istiyorsan, ne eline batan

diken ne de söylenenler umurunda olacak. Kim olursan ol tek isteğin Ģu kokuyu duymak

olacak.“

Çok yorulduk, ama güzel bir yolda yürüyoruz. Çok güzel kokular alıyoruz .

Bizimle yürüyen, bize güvenen herkese minnettarız.

„Bilim‟le kalın!

61

ĠNÜBAT OLARAK NELER YAPTIK?

3-9 Kasım Organ Transplantasyonu haftası dolayısıyla ve

ayrıca organ naklinin önemini vurgulamak için;

hastanemiz bünyesinde çalışan değerli hocalarımız Prof.

Dr. Cüneyt Kayaalp ve Prof. Dr. Sezai Yılmaz tarafından

“Organ Transplantasyonu Semineri” gerçekleştirildi.

Üniversite çapında büyük ilgi gören bu etkinliğimizde

ÇOCUK ĠSTĠSMARINI VE ĠHMALĠNĠ ÖNLEME

eğitim semineri Prof. Dr. Bilge Zabcı Ekinci tarafından

verildi. Eğitim sonunda katılımcılara sertifikaları

dağıtıldı.

16-22 Kasım Antibiyotik Farkındalığı Haftası sebebiyle

gereksiz antibiyotik kullanımına dikkat çekmek için

kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Hakan Parlakpınar ve

Prof. Dr. Yaşar Bayındır'ın sunumlarıyla “Antibiyotik

Kullanımı Farkındalığı” etkinliği gerçekleştirildi.

62

NASIL DERS ÇALIŞMALIYIZ etkinliği hem İNÜBAT 'ın

hem senenin ilk etkinliği olması açısından önemli. Özellikle dönem 1 öğrencilerini kapsayan etkinlikte,

üst dönemlerin başarılı isimlerinin (dönem 1-2-3-4-5-6) sunumlarıyla “Tıp Eğitimi” süreci adım adım anlatıldı.

ĠNÜBAT destekli bir diğer proje HIPOKRAT ON AIRS

WATERS AND PLACES ÇEVĠRĠ projesi; tıp fakültesi

öğrencileri olarak ortak bir eser meydana getirmek

amacıyla çalışmaya başlamıştır.

ĠNÜBAT destekli LEYLA'DAN SONRA projesinin

“Farkındalık Etkinliği” ile 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar

Haftasında yanlış algıları değiştirmek ve maske kullanmaktan

çekinen lösemili çocuklara destek olmak amacıyla kendi

maskelerimizi hazırlayarak #maskenitak etiketiyle sosyal

medyada paylaştık.

İNÜBAT tarafından desteklenen LEYLA'DAN SONRA projesi; hastanemizde tedavi görmekte olan miniklerimize, tedavi süreçlerinde destek

olmak amacıyla fakültemizde faaliyetlerine başlamıştır.

63

TKĠNLĠK

"Tıp okuyorum çünkü........"

Cümleyi tamamlayın. En çok beğenilen yorumlar arasından seçtiklerimizi KADÜSE de

yayınlayalım.

Belgin Bayram Karadenizliyim, Çernobil'den dolayı ailemde kanser riski çok yüksek ve

kanserle ilk ciddi karĢılaĢmamı dedemde yaĢadım, nasıl bir Ģey olduğunu gördüm. Bağırsak kanseriydi dedem ve

o zamanlar hakkında hiçbir Ģey bilmediğim bir hastalıktı. Ġlk belirtileri baĢladığında doktorların yanlıĢ teĢhisi

yüzünden bir ay boyunca midesinde yara var sandık bir ayın sonunda daha da kötüleĢince gerçekleri öğrendik

ancak yapacak pek bir Ģey kalmamıĢtı ve çaresizlikten artık internetteki alternatif tıp sitelerine, sahte doktorların

bitkisel çay tariflerine bakıyordum ki bir gün yine "bitkisel tedavi" araĢtırmıĢ ve sitesinde yüzlerce iyileĢen

hastasından yorumlar bulunan bir doktora uzun uzun, düĢüne düĢüne yaĢadığımız her Ģeyi anlatan bir mail

yazmıĢtım. Okur mu bilmediğim için ve okuduğunda da yarıda kestirip atmaması için edebiyat parçalamaya

çalıĢmıĢtım. Son düzenlemeleri filan yapıyordum ki dedemin vefat ettiğini öğrendim. Tabi haliyle yapacak bir

Ģeyimiz yoktu ama sevilen kiĢi ölürken kenarda çırpınmak berbat bir Ģey. Bu arada küçükken doktor olmayı pek

düĢünmemiĢtim. Dansözlükten ressamlığa, oyuncak satıcılığından grafik tasarıma, yazılım mühendisliğine,

yazarlığa kadar gayet geniĢ bir listem vardı ama hiçbirinde hasta olan, acı çeken birine iyi bir doktor kadar

yardımcı olamayacağımı fark ettim ve bilmiyorum belki öbür meslekleri seçsem daha rahat bir hayatım olurdu, o

mesleklerden kazandığım paralarla da insanlara ve hayvanlara yardım edebilirdim falan filan ama benim için iyi

bir doktor olmanın yerini tutmazdı. Açıkçası "çekilen çile" olarak düĢünülen bu uzun yıllar, bu çalıĢmalar, bu

emek beni rahatsız etmiyor. Gerekirse bütün ömrüm böyle Ģeylerle geçsin, abartmıyorum. Ben sadece bir

kiĢiyim. Benden eksilenlerin pek önemi yok, rahatlıkla kendimden ödün verebilirim yeter ki insanların

sevdikleri, anneleri, babaları ölmesin. Cidden ölüm acayip bir Ģey. (Dergide yayımlansın diye anlatmadım o

yüzden biraz uzun oldu kusuruma bakmayın, yeri gelmiĢken bahsetmiĢ olayım istedim. Hem belki en baĢta

benimle aynı düĢünürken zamanla bunu unutmuĢ arkadaĢlarıma da hatırlatma olur.)

Kübra Dark Tıp okuyorum çünkü bu evrendeki görebildiğimiz en karmaĢık varlık olan insanı "en azından"

maddesel olarak anlamaya talip oldum. ĠnĢallah hakkını verebiliriz.

Özge Kocamaz Çünkü;

Minnettarım, Ģifaya vesile kılınmıĢ ellerimle hastaların umutlarına DOKUNABĠLMEYĠ lütfettiği için,

Minnettarım, ölüm ve yaĢam arasındaki ince çizgide saniyeler ile savaĢan, hayata tutunmaya çalıĢan birine

nefesim kesilene kadar koĢup, ona YETĠġEBĠLMEYĠ lütfettiği için,

Minnettarım, küçücük bir çocuğun, iyileĢip taburcu olmaya hazırlanan annesine, "Annem iyileĢti, annem

iyileĢti!" diye avazı çıktığı kadar bağırıp herkese duyurduğu sevinç çığlıklarını DUYABĠLMEYĠ lütfettiği için,

Minnettarım, ihtiyaçları olan tek bir sevgi kelimesini söyleyip, insanları mutlu edebilmek adına

KONUġABĠLMEYĠ lütfettiği için,

Minnettarım, heyecanla yeni doğmuĢ bebeklerini bekleyen bir ailenin Ģefkatli kollarına bebeklerini teslim ettiğim

an onların parıldayan gözlerini GÖREBĠLMEYĠ lütfettiği için ,

Minnettarım, "Ben iyileĢtim, hadi oyun oynayalım!" diyen minik hasta çocukla oyunlar oynamaktan çok mutlu

olduğum, çocuk gibi bir KALBĠ lütfettiği için,

Minnettarım, her Ģeye, her türlü zorluğa rağmen hayatta GÜÇLÜ OLMAYI lütfettiği için ,

Minnettarım, bunlar ve daha fazlası için RABBĠME ,

Bana TIP OKUMAYI lütfettiği için...

Õ.K.

E

64

EĞLENCELĠK