Upload
kaduse
View
253
Download
8
Embed Size (px)
DESCRIPTION
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi İNUBAT yayınıdır.
Citation preview
EDĠTÖRDEN…
“Tıbbiyeden her Ģey çıkar, arada bir de doktor çıkar.” Cenap ġahabettin‟in bu cümlesindeki “her
Ģey”in küçük bir örneği: KADÜSE. Peki ne demek bu Kadüse? Kadüse Prof. Dr. Süheyl Ünver
tarafından tıp sembolü olarak önerilmiĢ iki yılanlı tıp ambleminin adıdır. 1937 yılında da hekimliğin
sembolü olarak kabul edilmiĢtir.
Eline alan herkesin kendine göre bir Ģeyler bulabileceği; her renkten, her telden, fakültemizin bu
formattaki ilk bilim, kültür, sanat dergisi… Çok uğraĢtık, çok yorulduk, az uyuduk ama sonunda ilk
sayımızla sizlerle buluĢuyoruz. Siz geleceğin hekimlerine sadece doktorluğun bize yetmemesi
gerektiğini hatırlatmak için… Belki de artık sizin de düĢlerinizin peĢinden koĢmaya baĢlamanız için…
Tıpkı rüyalarımızın KADÜSE‟sinin peĢinden koĢtuğumuz gibi…
Yoksa siz rüya görmez ya da hayal kurmaz mısınız? Kim bilir belki de yaĢadığımızı sandığımız her an
belki de baĢka bir zamanın rüyasıdır ve hayata geçmek için tekrar tekrar uyanmamızı bekliyordur.
Einstein‟ın ya da Tesla‟nın yaptığı her Ģeyi rüyasında görmediğini kim kanıtlayabilir mesela? Gündüz
kurduğun hayallerin gece baĢkasının rüyası olmadığını bilebilir misin peki? Sizce de hayali kurulan
her Ģey geleceğin muhtemel gerçekleri değil midir? Christopher Reeve‟nin dediği gibi “Birçok kez
hayaller baĢlangıçta imkansız görünür, daha sonra olası ve yeterince istekli olunursa en sonunda
kaçınılmaz olurlar.” ĠĢte elinizde bu kaçınılmaz sonlardan biri duruyor.
KADÜSE size milat olmaya geliyor. Merkezine bilimi alıp sizden gelenlerle de renklenen eserimizle
buluĢma vaktiniz geldi sonunda. Bu vuslatı daha da geciktirmeme adına ilk sayımızın ilk önsözü
niteliğindeki yazımı bitiriyorum. Sizlerin de desteğiyle daha da iddialı olacak gelecek sayılarımızda
buluĢmak dileğiyle... Herkese keyifli okumalar. Bilimle kalın…
BarıĢ Emre ASLAN
BAġKANDAN…
Kıymetli Dergi Okuyucuları,
Büyük emekler ve uykusuz gecelerin sonucu olarak ortaya çıkan dergimizi sizlerle paylaĢmanın
tarifsiz mutluluğunu yaĢıyoruz. Küçücük bir kıvılcımla baĢlayan yolculuğumuz Ģimdi tatlı bir
yorgunlukla gülümseme olarak yüzümüze yerleĢiyor. Biliyoruz ki gidilecek yol oldukça zor ve
zahmetli. Ancak biz de bir o kadar sağlam ve inançlıyız. Biz bu yolculukta yolumuz karanlığa
açıldığında karanlığın bize öğretecekleri için heyecanlanmayı öğrendik. Karanlıkta birbirimize sarılıp
kocaman bir aile olmayı deneyimledik ve Ģimdi elinizde tuttuğunuz bu dergi kocaman bir aile
sıcaklığının ürünüdür. Bu eserin oluĢturulmasında en büyük paya sahip olan baĢta editörümüz BarıĢ
Emre Aslan olmak üzere, tüm yayın kurulu üyelerine, bizden desteğini esirgemeyen dekanımız Prof.
Dr. Ünsal Özgen‟e, yol göstericiliği için dekan yardımcımız Prof. Dr. Üner KayabaĢ‟a ve Yrd. Doç.
Dr. Ahmet Çığlı‟ya, dergimize bizi kırmayarak danıĢmanlık yapmayı kabul eden, eğitimciliğin sınıftan
çıkınca bitmeyip hayatın her alanında devam ettiğini bizlere gösteren saygıdeğer hocalarımız Prof. Dr.
Çağatay TaĢkapan ve Yrd. Doç. Dr. Onur Öztürk‟e ve emeği geçen herkese teĢekkürlerimi
sunuyorum. Son teĢekkür ise size: Elinizde tuttuğunuz dergiye değer kattığınız ve onu okumaya değer
bulduğunuz için. Sözlerimi Ralp Waldo Emerson‟un bir sözüyle bitirmek istiyorum: “Yol sizi nereye
götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki iz bırakın.”
Kalıcı bir iz bırakabilmiĢ olmak dileğiyle...
Keyifli Okumalar!
BüĢra ġĠMġEK
1
HABERLER
LABORATUVARDA BEYĠN ÜRETĠMĠNE ĠLK ADIM
Bilim adamları, laboratuvar ortamında minyatür insan
beyinleri geliĢtirmeyi baĢardı. “Nature” dergisinde
yayımlanan araĢtırmaya göre 9 haftalık bir fetüsünkine
benzer geliĢim gösteren bezelye büyüklüğündeki
beyinlerin düĢünme yeteneği yok.
Avusturya Bilimler Akademisi Moleküler Biyoteknoloji
Bölümü araĢtırmacıları, embriyonun beyin ve omuriliği
geliĢtiren kısmını üretebilmek için hem embriyolardan
alınan kök hücreleri hem de yetiĢkinlerden alınan deri
hücrelerini kullandı. Büyümeleri için jel damlacıkları
içine konulan hücreler, daha sonra besin ve oksijen
alabilmeleri için özel bir biyolojik reaktörün içine
yerleĢtirildi. GeliĢmeye baĢlayan hücrelerin serebral
korteks, retina ve bazı örneklerde yetiĢkin beyninde
bellekten sorumlu olan hipokampus gibi beyin bölgelerini
oluĢturdukları gözlemlendi.
Laboratuvar ortamında üretilen beyin dokularının 2 aylık
bir süre içinde 4 milimetrelik büyüklüğe ulaĢtığını ancak
beyin dokusunda kan akıĢı olmadığı için besin maddeleri
ile oksijenin beyin benzeri yapının ortasına
ulaĢamadığına iĢaret eden bilim adamları, bu nedenle
yaklaĢık bir yıl hayatta kalan “minik beyinlerin” daha
fazla büyüyemediğini söyledi.
Elde edilen beyin dokularının farelere aktarılarak ilaç
araĢtırmalarında kullanılması da planlanıyor.
AraĢtırmacılardan Juergen Knoblich, elde ettikleri beyin
dokularını mikrosefali hastalığı ile ilgili araĢtırmalar için
kullanmaya baĢladıklarını açıkladı. Knoblich, laboratuvar
ortamında üretilen beyin dokularında bilinç ve
farkındalığın söz konusu olmadığını, bu nedenle
dokuların kullanılmasının herhangi bir etik soruna yol
açmayacağını sözlerine ekledi.
Bilim dünyasında büyük heyecan yaratan çalıĢmanın
Ģizofreni, otizm ve Alzheimer gibi nörolojik hastalıkların
anlaĢılması ve tedavi edilmesinde çığır açacak
geliĢmelere yol açması bekleniyor.
Kaynakça:
http://www.nature.com/news/stem-cells-mimic-human-
brain-1.13617#/ref-link-1
http://m.livescience.com/39247-mini-human-brains-
grown-in-dish.html http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23995685?dopt=A
bstract&holding=npg
TUĞÇE BOZKURT
ASPĠRĠN KANSERĠ ÖNLEYEBĠLĠR MĠ
Aspirin'in kanserin tekrarlamasını engelleyip
engellemediğine yönelik Ģu ana kadar yapılmıĢ en
kapsamlı araĢtırma Ġngiltere'de baĢladı. AraĢtırmaya
bağırsak, meme, prostat, mide ve özefagus kanserine
yakalanmıĢ yaklaĢık 11 bin kiĢi katılıyor.
Ağrı kesici ve ateĢ düĢürücü Aspirin'in kanser
tedavisindeki olumlu etkileri üzerine son yıllarda birçok
iddia ortaya atılmıĢ ancak bunlar kapsamlı araĢtırmalarla
test edilmemiĢti. Bilim insanları, araĢtırmadan olumlu
sonuçlar alındığı takdirde bunun kanser tedavisinde
büyük değiĢimler yaratacağını ve daha çok insanın
hastalığı yenmesini sağlayacağını belirtiyor.
Ġngiliz Kanser AraĢtırmaları Derneği (Cancer Research
UK) ve Ulusal Sağlık Hizmetleri'nin (NHS) araĢtırma
kolunun finanse ettiği araĢtırmaya katılanlar, 5 yıl
boyunca her gün bir hap alacak. Daha sonra, Aspirin
kullananlarla plasebo (herhangi bir etkin maddesi
bulunmayan teselli ilacı) kullanan gruptaki hastaların
kansere yeniden yakalanma oranlarına bakılacak.
AraĢtırmayı yöneten Prof. Ruth Langley Aspirin'in ilk
evrelerdeki kanseri durdurduğuna ya da geciktirdiğine
dair bazı ilginç araĢtırmaların olduğunu ancak bunu kesin
olarak kanıtlayacak geniĢ çaplı bir test yapılmadığını
söylüyor. Cancer Research UK'den Dr. Fiona Reddington
da nükseden kanserlerin tedavisinin çok daha zor
olduğunu, bu nedenle kanserin tekrarlamasının
engellenmesinin çok önemli olduğunu vurguluyor.
Dünyada en çok kullanılan ilaçlardan olsa da doktorlar
Aspirin'in herkese iyi gelmediğini, danıĢılmadan
alınmaması gerektiğini ve her gün alınmasının bazı
kiĢilerde ülsere, mide ve beyin kanamasına neden
olabileceğini belirtiyor.
Ġngiltere'de 100 sağlık merkezinde yürütülecek olan
araĢtırmanın 12 yıl sürmesi planlanıyor.
Kaynakça:
http://www.independent.co.uk/life-style/health-and-
families/features/aspirin-can-protect-against-cancer-and-
treat-it-according-to-new-research-a6676056.html
http://m.nasdaq.com/article/can-aspirin-prevent-cancer-
20151023-00230
TUĞÇE BOZKURT
2
VARĠSE ZAMK YAPIġTIRICI YÖNTEMLE ÇÖZÜM
Amerika BirleĢik Devletleri'nde oldukça baĢarılı sonuçlar
veren "zamk" yoluyla varis tedavisinin Türkiye'de de 2
senedir uygulandığı ve baĢarı oranının %98 civarında
olduğu belirtildi.
Hastaların öğle arası tatilinde dahi varis
rehabilitasyonuna geldiğini belirten Türk Kalp ve Damar
Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr.
KürĢat Bozkurt, zamk yoluyla ilgili Ģu bilgileri verdi:
"Zamk, baĢka bir deyiĢle yapıĢtırıcı. Ġncecik bir telle
damarın içinden kasığa giriyoruz. Ek olarak ardından
Japon yapıĢtırıcısının tıbbi kullanım için üretilenini,
damarın içerisine bir silahla veriyoruz. Yukarıdan da
bastırıyoruz. Böylelikle damarı içeriden kapatıyoruz.
Toplamında iĢ 10 dk devam ediyor. Hastaya anestezi
vermiyorsunuz, dikiĢ atmıyorsunuz. Hasta yürüyerek
geliyor ve yürüyerek gidiyor."
Hastanın toplardamarının çapı 2 santimetreye kadar
olduğu durumlarda rahatlıkla kullanılabilecek bir
yöntemdir. Bunun üzerindeki çaplarda yeteri kadar kanıt
bulunamadığından bu yöntem uygulanmamaktadır.
Hastaların %90'ına uygulanabilir. Türkiye'de 8000
hastaya yapılmıĢ hiçbir alerjik bulguya rastlanmamıĢtır.
Kaynakça:
http://www.aa.com.tr/tr/saglik/varis-tedavisinde-yeni-
yontem-zamk/457907
SENA NUR KILINÇ
KALP PĠLLERĠNDE YENĠ TEKNOLOJĠ:
LEADSIZ KALICI KALP PĠLLERĠ
Kalıcı kalp pili takılan hastaların takiplerinde leadlerde
enfeksiyon, kırık, fonksiyon bozukluğu gibi ciddi
sorunlarla karĢılaĢılabiliyor. Tedavide bu leadlerin
çıkarılması gerekiyor. Ancak leadlerin takılması süresi
uzadıkça çıkarılmaları da bir o kadar zor ve yüksek riskli
bir iĢlem haline geliyor. Son yıllarda bu sorunlarla baĢa
çıkabilmek için leadsiz kalıcı kalp pilleri üretilmiĢtir.
Leadsız kalıcı kalp pillerinde lead bir kablo yardımı ile
kalbin içine yerleĢtirilir. Lead ve jeneratör arasındaki
iletimde ultrason aracılığı ile enerji transfer modeli
kullanılır. Leadsız kalıcı kalp pilleri sayesinde leadlara
bağlı geliĢebilecek sorunlar ile karĢılaĢılmıyor.
Günümüzde sadece tek odacıklı leadsız kalp pili koymak
mümkündür. Çift ve üç odacıklı leadsız kalp pilleri ile
ilgili yeni teknolojilere gereksinim devam etmektedir.
Kaynakça:
http://www.medikalakademi.com.tr/kalp-damar-
hastaliklari-tedavisinde-umut-veren-gelismeler-var/
SENA NUR KILINÇ
3
SAĞLIKLI TĠRYAKĠLER
Bazı tiryakilerin ömür boyu sigara içmelerine karĢın nasıl
sağlıklı akciğerlere sahip olabildiklerinin sırrı çözüldü.
Ġngiltere'de 50 bin kiĢinin incelendiği araĢtırmada, sigara
nedeniyle insanların DNA'larında ortaya çıkan bazı
olumlu mutasyonların akciğer fonksiyonlarını geliĢtirdiği ve sigaranın ölümcül etkisini maskelediği tespit edildi.
Ġngiltere Tıp AraĢtırmaları Vakfı'ndan uzmanlar,
araĢtırma sonuçlarının akciğer fonksiyonlarını geliĢtiren
yeni ilaçlar bulunmasına yardımcı olabileceğini söyledi.
Uzmanlar ayrıca, hiç sigara içmemenin en iyi seçenek olduğunu vurguladı.
Tiryakilerin hepsi olmasa da birçoğu akciğer
hastalıklarına yakalanıyor. Ancak yaĢamları boyunca bir
kez bile sigara içmeyenler de aynı hastalıklardan
muzdarip olabiliyor. Leicester Üniversitesi'nde yapılan
çalıĢmada uzmanlar, Ġngiltere'deki Biyolojik Banka
projesine katılan gönüllülerin sağlık ve genetik bilgilerini
inceledi. Bilim insanları özellikle nefes darlığına,
öksürüğe ve tekrarlayan akciğer enfeksiyonlarına yol
açan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına (KOAH) yakalananları ele aldı.
Sigara tiryakisi olan ve olmayanlarla KOAH hastası olan
ve olmayan denekler karĢılaĢtırıldığında, DNA'mızdaki
bazı kesimlerin KOAH riskini azalttığı görüldü. Yani "iyi
genlere" sahip sigara tiryakilerinin, "kötü genlere" sahip
olanlara kıyasla daha düĢük KOAH riski taĢıdığı tespit edildi.
AraĢtırma ekibinden Prof. Martin Tobin, BBC'ye yaptığı
açıklamada "Tütünün zararlarına karĢı herkese garantili
koruma sağlayacak sihirli bir yöntem yok. Akciğerleri
sigara içmeyen birine göre yine de daha sağlıksız olacak.
Ġnsanların gelecekte KOAH ve sigara bağlantılı kanser ve
kalp hastalıklarından korunmasının en iyi yolu sigarayı
bırakmak" dedi. Sigara bu çalıĢmada ele alınmayan
kanser ve kalp hastalıkları riskini de arttırıyor.
AraĢtırmada sigara içenlerde içmeyenlerden daha sık
görülen bir genetik kod da keĢfedildi. Henüz
doğrulanmasa da, bu kodların beyin faaliyetlerini
etkileyip bireyin kolayca nikotin bağımlısı olmasına yol
açtığı saptandı.
Kaynakça:
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4006731/
Ceylan Tuna
ALZHEĠMER VE PARKĠNSON OLUġMADAN
YAKALANACAK
Hacettepe Üniversitesi'nde hizmete girecek parçacık
hızlandırıcı laboratuvarında Alzheimer ve Parkinson gibi
nörolojik hastalıklar, belirtileri ortaya çıkmadan tespit
edilebilecek.
HÜ Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı BaĢkanı
Prof. Dr. Eser Lay Ergün, bir moleküler ve fonksiyonel
görüntüleme yöntemi
olan Pozitron Emisyon Tomografisi(PET) yönteminin
2001'den itibaren Türkiye'de hastalar üzerinde kullanımının yaygınlaĢtığını belirtti.
PET yönteminin vücutta hem normal durumun hem de
hastalık odaklarının kimyasal ve biyolojik süreçleri
hakkında detaylı bilgi verdiğini belirten Ergün, bu
yöntemin nörolojinin ve kardiyolojinin yanı sıra onkoloji
alanında kullanıldığını anlattı.
Ergün, Türkiye'de 16 siklotron (parçacık hızlandırıcı)
cihazı olduğunu, ancak bu cihazların daha çok ticari kullanıldığını ifade etti.
Hacettepe Üniversitesi‟nde parçacık hızlandırıcı
laboratuvarının açılmasıyla PET görüntülemede yeni
araĢtırmalara imkan sağlanacağına dikkati çeken Ergün,
"Toplam 10 milyon liranın üzerinde harcama yapılan
laboratuvarda, 30 ton ağırlığında ve 10 MeV gücünde bir
parçacık hızlandırıcı cihazı devreye alınacak. Bu cihaz ile
baĢta onkoloji olmak üzere nöroloji ve kardiyolojide
birçok hastalığın erken teĢhisi ve takibi yapılabilecek.
Hastalar, dünyada nadir merkezlerde yapılan nükleer tıp tetkiklerine de eriĢebilecek." dedi.
HÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Uğur da
laboratuvarın özellikle kanser ve beyin araĢtırmalarındaki
önemine dikkati çekerek, söz konusu cihazlarla çeĢitli
tümörlerin farklı özelliklerinin görüntülenebileceğine iĢaret etti.
Bu geliĢmenin kanser hastaları için yeni imkanlar
doğuracağını ve tedavide önemli rol oynayacağını
vurgulayan Uğur, "BaĢta Alzeimer, Parkinson, inme
hastalıkları olmak üzere birçok nörolojik hastalığın henüz
klinik bulgular ortaya çıkmadan, erken teĢhisiyle
hastalığın ilerlememesi ya da daha yavaĢ seyretmesi için
erken tedaviye baĢlanabilecek" diye konuĢtu.
Kaynakça:http://www.ntv.com.tr/saglik/alzheimer-ve-parkinson-
olusmadan-yakalanacak,QYfyKqsxNkeuAC90PO-0wA
Ceylan Tuna
4
MÜZĠK AĞRILARINIZI DĠNDĠREBĠLĠYOR
Ġngiltere‟de yapılan araĢtırmaya göre müzik dinlemek
ağrıları azaltabiliyor. Bilim adamları araĢtırmalarında 73
klinik çalıĢma yürüterek 7 binden fazla hastadan müziğin
ağrı kesici ve rahatlatıcı yönünü incelemek için veri
topladı. Sonuçları Lancet dergisinde yayınlanan
araĢtırmaya göre ameliyat esnasında, öncesinde ve
sonrasında müzik dinleyen hastaların ağrısı daha az
oluyor. Hatta bu hastalarda iyileĢme ve güç kazanma
dönemi daha kısa sürüyor. Hastanın müzik dinlemesinin
ameliyat sonrasındaki endiĢesini de azalttığını gören
bilim adamları bunun yanı sıra hastaya verilen ağrı kesici
miktarının da azaldığını belirtti. Müziğin bu olumlu
etkilerinin yanında aynı zamanda ucuz ve güvenilir bir
yol olduğunu vurgulayan bilim adamları sezaryen ve
histeroskopi esnasında kadınların kulaklık ile müzik
dinlemesinin oluĢturacağı etkileri araĢtırmak üzere
Londra‟da pilot bir araĢtırma yürütüyorlar.
The Lancet Journal dergisi
ġeyma Biratlı
RADYASYONSUZ TÜMÖR TEġHĠSĠ
Stanford Üniversitesi‟nden bilim adamları kanser
hastalarını radyasyona maruz bırakmadan
uygulanabilecek bir yöntem geliĢtirdiler. GeliĢtirilen bu
yeni yöntem sayesinde hastalık tespiti esnasında kiĢilerin
radyasyona maruz kalmaları engellendiği için ileride
görülebilecek yan etkilerin oluĢma oranı önemli miktarda
azalıyor. Bu yöntem MRI ile aynı teĢhis seviyesinde ve
tümörleri bulmak için manyetik rezonans görüntüleme
yöntemi geliĢtirilerek oluĢturulmuĢ. AraĢtırma 8 ile 33
yaĢ arasında 22 lenfoma ve sarkoma hastasında yapıldı.
Ġngiliz bilim insanları ilerleyen zamanlarda bu yöntemi
farklı kanser türlerinin tespitinde kullanmayı amaçlıyor.
Özellikle çocuklara uygulanacak radyasyonlu tedavi
yönteminin ileride ortaya çıkacak yan etkileri
http://www.sciencedaily.com/releases/2014/02/140218 ġeyma Biratlı
DÜġÜNCE OKUMAK MÜMKÜN MÜDÜR?
KarĢımızdaki insanların, onların istediği ya da istemediği,
düĢüncelerine, hayallerine kimi zaman ulaĢmak isteriz.
Bu zihin telepatisi acaba gerçekte mümkün müdür,
yapabilir miyiz? Elbette merak konusudur. DüĢünce
okumak; telepatik yeteneği olduğunu iddia eden kiĢilerin
baĢkasının zihnindeki düĢünce ve fikirleri, o kiĢinin
vericilik çabası göstermemesine karĢın anlayabilmesine
verilen addır. Bilim de düĢünce okuma ile ilgili alanda
yoğunlaĢmıĢ ve bu konuda birçok deney ve araĢtırmalar
gerçekleĢtirmiĢtir.
Amerikalı ve Britanyalı uzmanlar, bir cihaz yardımıyla
kiĢilerin gördüklerini ya da dinlediklerini anlayabildikleri
bir deney gerçekleĢtirmiĢlerdir.Dünya‟nın çeĢitli
üniversitelerinden araĢtırmacılar; beyin tarama
sonuçlarına bakarak kiĢilerin gördüklerini ya da
dinlediklerini belirleyebildikleri iddiasında. Britanya'da
yapılan araĢtırmalarda, deneklere aynı anda iki farklı
görüntü göstererek beyin aktivitelerini gözlemlediler.
Deney sırasında biri mavi biri kırmızı çizgilerden oluĢan
resimlerin biri sağ biri sol göze yerleĢtirilerek, beyin
aktiviteleri gözlemlendi. Her bir gözün sadece önündeki
görüntüyü görmesini sağlayan gözlüklerle elde edilen
sonuçlarda, beynin iki görüntü arasında gidip geldiği
bazen birini bazen diğerini gördüğü belirtildi. Bu arada
fMRI adlı yöntemle beyin taraması yapan uzmanlar,
kırmızı ya da mavi resme odaklanırken beynin farklı
bölümlerinin çalıĢtığını saptadı.
ABD de ise aynı deney gündelik bir örnekte uygulandı.
Uzmanlar deneklerin baĢlarına elektrotlar yerleĢtirerek,
iki deneğe “Ġyi Kötü Güzel Çirkin” filmini izlettiler. Bu
arada beyin ses korteksi aktivitesi incelendi. Ekibin
baĢkanı Prof. Itzhak Fried bu yöntemle hangi sahnenin
izlendiğini hangi seslerin duyulduğunu tespit
edebildiklerini ifade etti. Yani teknolojinin yardımı ve
geldiği nokta sayesinde, zihin okuma ve
karĢımızdakilerin düĢüncelerine ulaĢmak artık mümkün.
Kim bilir belki ileride daha kolay bir hal alır.
Fakat basit zihin okuma teknikleri de vardır. Bunu
yanınızdakiler üzerinde denemek ister misiniz?
Yakınınızdaki insanlardan herhangi birini seçin ve onun
düĢüncelerini okuyabildiğinize odaklanın. Onun
düĢüncelerinin yavaĢ yavaĢ aktığını ve size ulaĢtığını
hayal edin. O su içmek istediğinde zihninizde “su içsem
mi” gibi bir fikir oluĢacaktır. Zihin okuduğunun farkında
olmayanlar “ ben de su içecektim” diye düĢünseler de
aslında basit bir telepatik bağ kurabilmiĢlerdir. Hadi siz
de deneyin.
www.Psikolojikbilimler.com
ASENA BALIKÇI
5
TEKNOLOJĠK HAYAT
KÖPEĞĠNĠZĠN SESĠNE KULAK VERĠN
Köpeklerin seslerinden ne demek istediklerini ve o anki ruhsal durumlarını sensörler
aracılığıyla tespit eden cihaz, olası sonuçları sahibine aktarıyor.
BU GÖZLÜĞE GÖZ KIRPIN
Gözünüzü uzun süre kırpmadığınızda bu ekran görüntüyü bulanıklaĢtırarak sizi göz kırpmaya
zorluyor. Gözünüzü kırptığınızda görüntü tekrar netleĢiyor.
DOKTOR KORKUSUNA ÇÖZÜM
Parlak renkli plastik kulaklığı olan bu alet, medikal ya da diĢle ilgili iĢlemler öncesinde
korkan çocukları rahatlatmak amaçlı tasarlandı. Anestezi gerektiren tıbbi bir operasyon
geçirmesi gereken minikler, anestezik gaz sayesinde (oyun konsolundan gelen)
sakinleĢtirilebilecekler ya da uyutulabilecekler. Çocuklar oyuna odaklanmıĢken uyutucu gaz
Ģnorkel benzeri bir tüpten yayılıyor.
www.enilgincbuluslar.net
ASENA BALIKÇI
6
ÜNCEL
NOBEL ÖDÜLÜNÜ KAZANAN ĠLK TÜRK BĠLĠM ĠNSANI:
AZĠZ SANCAR
Nobel Ödülü, 9 yıl önce Orhan Pamuk'un edebiyat ödülünü kazanmasının ardından Türkiye
doğumlu bir bilim insanına verildi. Prof. Dr. Aziz Sancar, kimya alanında Nobel ödülünü 2
kiĢiyle paylaĢtı. Peki Sancar'a Nobel'i kazandıran çalıĢması ne hakkında?
Sancar, ultraviyole yani morötesi ıĢınların DNA'ya verdiği hasarı ve vücudun bu hasarı tamir
sürecini haritalandırdı. Alanı değiĢtiren bu gözlem, kanserli hücreleri daha kolay öldürme
Ģansının doğması olarak değerlendiriliyor.
Türkiye 9 yıl aradan sonra bir Nobel ödülü ile daha ayağa kalktı. Mardin doğumlu bilim
insanı Aziz Sancar, kimya alanında Nobel ödülünü 2 bilim insanıyla paylaĢtı. Nobel'i kazanan
üç ismin ortak noktası, genetik bilgiyi taĢıyan DNA'nın hasar gördükten sonra vücudun onu
nasıl tamir ettiği ile ilgili araĢtırma yapmaları.
Önce kısaca Aziz Sancar‟ı tanıyalım. ”Boyu biraz daha uzun olup yüksekten gelen
topları karĢılayabilseydi belki de dünyaca ünlü „üstün‟ bir kaleci olacak ve gene
gururlandıracaktı bizi. Ama kitaplarda adı buluĢlarıyla geçmeyecek ve Türk gençlerine ilham
kaynağı olamayacaktı.”(Bilim Teknik)
Mardin‟de çiftlikle uğraĢan orta gelirli ailenin sekiz çocuklarını okutma isteğini ve
çabalarını boĢa çıkarmadı. Ġçlerinden birinin bilim yolundaki yolculuğu Nobel Kimya
G
7
Ödülü‟ne kadar ulaĢtı. Aziz Sancar ilk ve orta öğrenimini –ilkokul 2. sınıf hariç- Savur‟da
tamamladı. Harp Okulu‟ndaki eğitimine devam eden ve o sırada evlenen abisinin eĢine
refakat için Ankara‟ya geçmesiyle Aziz de 2. sınıfı Ankara Barbaros Ġlkokulu‟nda okudu. Bir
yılın sonunda Savur‟a döndü ve liseye kadar eğitimini burada tamamladı. Savur‟da lise
olmaması nedeniyle liseyi Mardin‟de okudu. Daha sonra Ġstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi‟ne girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Bir süre Savur‟da hekimlik yaptıktan sonra
biyokimya eğitimi almak amacıyla TÜBĠTAK bursuyla John Hopkins Enstitüsü‟ne gitti ve
kendisini Nobel‟e ulaĢtıracak yola ilk adımını atmıĢ oldu. ġimdi de gelelim bize Nobel‟i
getiren çalıĢmalara:
Ġnsan vücudunun yapıtaĢı bilindiği gibi hücreler. DNA, hem hücreler bölünüp yenilenirken
hem de güneĢ ıĢınları veya radyasyon gibi dıĢarıdan gelen sebeplerle zarar görüyor. Ama
hücreler bir Ģekilde DNA'yı tamir edip yoluna devam ediyor. ĠĢte Sancar'a Nobel Ödülü
kazandıran çalıĢması da o tamirle ilgili. Sancar tüm alanı değiĢtiren çalıĢmasında, GüneĢ‟te de
bulunan ultraviyole, yani morötesi ıĢınların zarar verdiği DNA'nın hücre tarafından nasıl
tamir edildiğini haritalandırdı. Sancar'ın çalıĢmasının odak noktası DNA'nın yapıtaĢı olan
nükleotidler. Morötesi ıĢınlar nükleotid adı verilen bu yapıtaĢlarında hasara neden oluyor.
Sancar'ın gözlemiyle ortaya çıkarılan süreçte enzimler hasarlı bölgeyi tespit ediyor, izole edip
çıkarıyor. Daha sonra çıkarılan yeri dolduruyor ve hasarı tamir ediyor. Bu iĢlemde hücre üç
enzimi kullanıyor. Biraz daha ayrıntıya girecek olursak; bakterilerde kromozomdan ayrı
olarak bulunan daha küçük halkasal DNA moleküllerine plazmid denir. Aziz Sancar bakteri
hücresi içindeki kromozomun UV ıĢınlarının etkisiyle yok edilip plazmidin sağlam ve tek
baĢına hücre içinde bırakıldığı Maxicell* yöntemini geliĢtirdi. Daha sonra fotoliyaz**
enzimini kodlayan geni klonlayarak fazla miktarda enzim elde etti ve enzimi saflaĢtırabilmek
için de önce Maxicell yöntemini, ardından da ıĢık enerjisini kimyasal enerjiye çevirmeyi
keĢfetti. Bu enzimin pek çok canlıda olmasına rağmen insanda olmadığı düĢünülüyordu.
Sancar da geliĢtirdiği özel testlerle yaptığı araĢtırmalar sonucunda insanda fotoliyaz
onarımına rastlamadı. Hatta insanda fotoliyaz enziminin olmadığına dair bir makale bile
8
yayımladı. Tam da o sıralarda baĢka araĢtırmacılar hardal bitkisinde de fotoliyaz enzimini
üreten genin benzerine rastladı. Bu genin ürettiği enzim sayesinde bitki mavi ıĢığa tepki
veriyordu. O günlerde Ġnsan Genom Projesi kapsamında da insanda fotoliyaz enzimi kodlayan
gene benzer iki gen bulundu. Sancar‟ın bu konuyla ilgilendiği bilindiğinden kendisine bu
projede yer alması teklif edildi. Fotoliyaz genine benzer bu genler aslında Sancar‟ın bilime
yapacağı altıncı*** katkının temelini oluĢturuyordu. Zira bu genler daha sonra bir tesadüf
sonucu ilgisini çekecek olan biyolojik saat konusundaki çalıĢmalarında baĢrolde olacaktı.
Sancar’ın Bir Diğer Önemli ÇalıĢması: Biyolojik Saat
Sancar, yaklaĢık olarak 19 yıldır biyolojik saat üzerine çalıĢmalarını sürdürüyordu. Bu fikrin
çıkıĢ noktasında ise bakteriler üzerinde yapılan çalıĢmalar var. ġöyle ki; bakteride bulunan ve
ıĢığa tepki veren proteinlerden biri, UV ıĢığın DNA üzerindeki hasarını gidermeye yarar.
Sancar‟ın yaptığı çalıĢmalar sonucunda da görüldü ki bu proteinin yapısal olarak bir benzeri
de insan hücrelerinde bulunmakta.
Bu keĢfin üzerine giden Sancar, bu proteinin iĢlevi ile biyolojik saat arasında bir bağ
olduğunu, hatta insanın biyolojik saatini ayarladığını görmüĢtür.
Prof. Aziz Sancar 2014 yılında AA'ya konuĢmuĢtu. Kanser tedavisindeki 'sirkadiyen saat'
(Ritmik saat) buluĢunu anlatmıĢtı.
Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser konusunda önemli çalıĢmalar yapıldığını belirtirken, kanser
mekanizmasının 10 yıl içinde çözüleceğine inandığını söylemiĢti. Ancak kanserin nasıl
olduğunu çözümlemenin onu tedavi etmek anlamına gelmediğine iĢaret eden Sancar, tedavi
konusunda bir Ģey söylemek için erken olduğunu belirtmiĢti.
DNA ONARIMININ MĠNĠMUM OLDUĞU ZAMAN TESPĠT EDĠLECEK
Sirkadiyen saat (günlük ritim) konusunda önemli bir buluĢ yaptıklarını bildiren Sancar,
sirkadiyen saatin DNA onarımını kontrol ettiğini ifade etti. Sancar, DNA onarımının günün
belli saatlerinde arttığını, belli saatlerde de minimum seviyeye indiğini söyledi.
9
Amaçlarının vücuttaki DNA onarımının minimum olduğu zamanı tespit edip, kanser
hücrelerine ilaç verip, bu hücrelerin ölmesini sağlamak olduğunu belirten Sancar, ''Hedefimiz
DNA onarımının ne zaman minimum ne zaman maksimum olduğunu belirleyerek, DNA
onarımı potansiyelinin en az olduğu zaman ilaç tedavisi uygulayarak, hem ilacın etkisini
çoğaltmak hem de yan etkileri azaltmak'' Ģeklinde konuĢtu.
Bu kapsamda çalıĢmayı öncelikle kalın bağırsak kanseri üzerinden baĢlatacaklarını anlatan
Sancar, ''Kalın bağırsağın biyolojisi ve DNA onarımı saatleri konusunda daha çok bilgi sahibi
olmamız nedeniyle bu kanser çeĢidinden çalıĢmalarımızı baĢlatacağız. AraĢtırma
çalıĢmalarına 2-3 ay içinde baĢlıyoruz'' dedi.
Kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda çalıĢma yaptığını bildiren Sancar, Ģunları
kaydetmiĢti;
''Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA'yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA
onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaĢamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı
anlamak, aydınlatmak için bir çalıĢma baĢlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu "inhibe"
edip, kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalıĢacağız.
DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz
bu mekanizmayı açıklamak.''
Maxicell*: Bu terim Oxford Dictinary of Biochemistry and Molecular Biology‟ye girdi.
Fotoliyaz**: UV ıĢınları DNA‟nın yapısında timin ikilikleri (dimerleri) oluĢmasına neden
olur.Sancar‟ın doktora danıĢmanı tarafından 1958‟de keĢfedilen fotoliyaz enzimi DNA‟da
meydana gelen bu hasarı onarıyor.
Bilime 6 katkısı***:
1.Maxicell yöntemini geliĢtirmesi
2.Fotoliyaz enzimi ile ilgili keĢifleri
3.Nükleotid kesip çıkarma onarım mekanizmasını aydınlatması
4.Transkripsiyona bağlı DNA onarım mekanizmasını açıklaması
5.Protein-DNA bağlanmasında moleküler arabulucuyu keĢfetmesi
6.Kriptokrom ve biyolojik saat konusundaki keĢifleri
Kaynakça:
1. http://www.cnnturk.com/video/bilim-teknoloji/bilim/aziz-sancara-nobel-odulu-kazandiran-calismasi-ne
2. http://www.milliyet.com.tr/aziz-sancar-nobel-odulunu-ald-gundem-2128354/
3. http://onedio.com/haber/hakiki-milli-basari-2015-nobel-kimya-odulunu-kazanan-aziz-sancar-ve-calismalri-600889
4.Bilim ve Teknik (TÜBĠTAK) Kasım 2015 sayısı.
BarıĢ Emre ASLAN
Fatma Bengisu BARAN
10
10
ĠYOGRAFĠ
DELĠ MĠ DÂHĠ MĠ?
“ Ġnsan imkansızı baĢarabilir sözü yetersizdir çünkü insan imkansızın da
ötesine ulaĢabilir.”
Nikola Tesla
Dünya çapında ücretsiz kablosuz enerji... Ölüm ıĢınları... Deprem makineleri… Uzaktan kumanda...
Radyo ve radar cihazları… Ve çevreci enerji... Hepsi dünyayı elektriklendiren dâhinin bereketli
aklından. Geceyi gündüze çevirme gücü için Nikola Tesla‟ya teĢekkür etmeliyiz. Onun alternatif
akımı ya da AC güç sistemi bütün modern elektronik aletlerimizin keĢfini sağladı. Ama trajik olarak
son dönemlerinde 700‟den fazla patentin sahibi olan parlak zekası bazılarının delilik dediği Ģeyle
gölgelendi.
20. yüzyılın baĢlarında akıl almaz baĢarıları göklere çıkarılıyordu ama 1943 yılında New Yorker
Hoteli‟nde vefat etti, fiilen beĢ parasız ve itibarsız… Farklı bir hale getirdiği dünyanın onu
unuttuğunu izleyerek… Ne var ki FBI, Tesla üzerine gizli bir dosya topladı ve öldüğünde BirleĢik
Devletler hükümeti bilimsel makalelerini üstlendi. Milli güvenliği tehdit edebilecek kadar güçlü ve
korkunç fikirleri nelerdi? Bir delinin zırvaları mıydı yoksa bir dâhinin eserleri miydi? Pek çok insan
Tesla‟nın gerçekten bir Ģey bulduğuna inanmıyor. Daha doğrusu bilmiyor. Belki de geriye bakıp
Tesla‟nın gerçekten neyin peĢine düĢtüğünü araĢtırmamız lazım.
Tesla‟nın peĢine en çok düĢtüğü Ģeydi dünya çapında iletilebilen kablosuz enerji. Kablosuz enerji
iletimi sürekli tekrar edilir, Tesla‟nın en egzotik vizyonlarında bile. Bu kayda değer fikri anlamanın
kilit noktası bu tuhaf ama güçlü icattı. Tesla tarafından ilk 1891‟de 35 yaĢında iken patentlendi.
Adı Tesla bobini. Tesla bobini prizden gelen 120 voltluk standart voltajı 500.000 voltun üzerine
çıkarıyor. Tesla bobinini içinden su geçen bir hortuma benzetebiliriz. Elektrik akımı suyun akımı
B 1
11
11
11
gibidir voltaj da suyun basıncı gibi. Eğer çıkıĢa bir ağızlık yerleĢtirirsek su basıncının gücü
katlanarak artar. Suyun akıĢ hızı ise düĢer. Bir Tesla bobini de böyle çalıĢır. Akımı etrafında sarımlı
olan birincil küçük bir bobinden yine sarımlı ikincil çok daha büyük bir bobine ileterek voltajı
muazzam oranlarda yükseltip akımı düĢürür. Devasa bir Tesla bobini kullanarak mucit, bütün
dünyaya elektrik dolu bir atmosfer sunmak istiyordu. Dünyayı doğal bir iletken olarak
kullanabileceğine ve bütün dünyaya güç verebileceğine inanıyordu. Özetle dünya dev bir elektrik
prizi olacaktı ve bu voltaj dolu atmosfer frekansı çok yüksek elektrikle dolduğu için insana ya da
baĢka herhangi bir canlıya zarar vermiyordu.
Bu çılgınca özgün teorisini kanıtlamak için Tesla New York‟taki evini terk etti ve 1899‟da 43
yaĢında kablosuz elektrik deneyleri yapmaya baĢladı Colarado‟nun rüzgarlı çayırlarında. Bir
labarotuvar ve 25 m yüksekliğe çıkan bir kule inĢa etti. Ambara benzeyen yapının içinde devasa bir
Tesla bobini vardı. Buradaki yerel elektrik Ģebekesinden faydalanan Tesla‟nın bobini, 12 milyon
volttan fazlasını üretebiliyordu. Tesla bobinleri insanlara zarar vermeyen bir enerji üretir. Tıpkı
elektrik direklerinin radyo dalga ıĢını bombardımanı gibi. Tesla, Colorado‟daki deneylerinin
baĢarılı olduğunu ve kablosuz elektrik iletimini baĢardığını iddia etti 40 km ötedeki 200 ampulü
yakarak. Yani elektriği istediği yöne doğru yönlendiriyor ve kablosuz olarak iletebiliyordu. 2007
yılında bazı saygın üniversite hocaları bu deneye benzer bir deney yapmaya karar verdiler. Sadece
birkaç metre ötedeki birkaç ampulü yakma deneyiydi. Ama baĢarılamadı. Tesla müthiĢ zekası ve
dehası sayesinde tüm projelerini beyninde saklayan biriydi. Fikirlerini hiçbir zaman kağıda
dökmediği için bu deneyin nasıl yapıldığı hakkında hiçbir bilgi mevcut değil. Ancak o zamandan
kalan tek bilgi Tesla‟nın “iyonosfer tabakasının elektriği ilettiği” cümlesidir. Bu deney esnasında
Tesla iyonosfer tabakasını kullandı ama nasıl yaptığı halen bilinmemektedir.
Bunlara ek olarak Tesla daha sarsıcı bir iddiada da bulundu. Uzaydan mesajlar aldığında dair. Mars
ve Venüs‟ten radyo dalgaları ile mesajlar aldığını ve bu dalgalarla gelen Ģifreleri çözdüğünü
söylemiĢtir. Tesla bir eĢiği aĢtığına inanıyordu. Enerjiyi kablosuz olarak gönderebileceğini
kanıtladı. Sadece daha büyük bir verici inĢa etmek için paraya ihtiyacı vardı. Tesla doğu yakasına
Long Ayolundsound„a döndü. 1901‟de Colaroda deneylerine dayanarak Tesla hayalini kurduğu
kablosuz elektrik ağını bu bölgede kurmaya baĢladı. Adını Wardenclyff koydu. Bir labarotuvardan
ve elektrik santralinden oluĢuyordu. BitiĢiğinde ise 62 metrelik heybetli bir kule vardı. Santraldeki
elektrik kuledeki dev bir Tesla bobinine gönderiliyordu. Bobin de yüksek voltaj ve frekanslı
elektriği atmosfere iletecekti. Bu, dünyayı kablosuz enerji ile donatacak sistemin birçok
vericisinden ilki olarak planlandı. Lazım olan büyük miktardaki elektrik, devasa hidroelektrik
projelerden gelecekti.
Sanayici J.P.Morgan‟ı Wardenclyff‟in inĢaatına 150 milyon dolarlık yatırım yapmaya ikna
edebilmek için Tesla kulenin milyonlarca dolar kazandıracağını vaadetti. Ayrıca dünyanın herhangi
bir yerine mesajlar, haberler, müzik ve hatta filmleri ileterek. Ayrıca bu proje kimi bilim insanları
tarafından günümüz internetinin atası olarak kabul edilmektedir. Tesla Wardenclyff‟te 4 yıldan
uzun bir süre kablosuz konseptini geliĢtirmeye çalıĢtı. Kısmen Wardenclyff‟i bitiren,
zamanlamaydı. 12 Aralık 1901‟de Tesla kablosuz ağı üzerinde çalıĢırken Guglielmo Marconi erken
davrandı ve baĢarıyla Atlantik Okyanusu‟nun üzerinden bir radyo sinyali iletti. Marconi‟nin baĢarısı
bir ilkse de gerçekte bunu baĢarabilmek için Tesla‟nın patentlerinin 17‟sini kullandı. “Marconi iyi
bir dost, 17 adet patentimi kullanıyor. Bırakın devam etsin” diyordu eski öğrencisine. Tesla
radyonun babası unvanını kaybetmekle kalmadı. Marconi‟nin baĢarısı Wardencliyff‟in kaderini de
12
12
12
mühürledi. Yani 1905‟te hala yapım aĢamasında iken ve birkaç inanılmaz elektrik gösterisinin
ardından Wardenclyff projesi terk edildi ve sonra yok edildi.
“Dünya buna hazır değildi. Zamanının çok ötesindeydi. Ama aynı kanunlar sonunda galip gelecek
ve bunu muhteĢem bir baĢarı yapacak.” Nikola Tesla.
Peki Tesla baĢarabilir miydi? Bilim topluluklarının büyük Ģüpheleri vardı. Ama nasıl olur da
Wardenclyff‟in baĢarısızlığından 1 asır sonra Tesla‟nın fikirleri hâlâ tutkuyla dikkate alınır. Belki
de Wardenclyff‟ten çok daha önce Tesla zaten dünyayı değiĢtirdiği içindir. Bugün elektrikli
dünyamız üzerine fazla düĢünmeyiz. Ġhtiyacımız olan enerji en yakın priz kadar uzaktadır. ĠĢte bunu
mümkün kılan adam 1856‟da Hırvatistan‟da doğdu ama kendisine her sorulduğunda bir Hırvat değil
bir Sırp olduğunu söylerdi. Bilime olan merakı ilk gençlik yıllarında baĢladı ve genç yaĢında
olmasına rağmen çok üst düzey makaleleri okumuĢtur. Hatta okuduğu makaleler yeterli
gelmediğinden dolayı baĢka dillerde yazılmıĢ makaleleri okumak için bildiği yabancı dillere
yenilerini eklemiĢtir. 7 tane ana dili vardı diyebiliriz. Sırpça, Çekce, Macarca, Almanca, Fransızca,
Ġngilizce, Ġtalyanca. Hatta ilerleyen zamanlarda Sanskritçe‟yi de öğrendi.
Tesla kariyerine 1881‟de BudapeĢte‟deki bir telefon Ģirketinde elektrik mühendisi olarak baĢladı.
Bir gün bir arkadaĢıyla parkta yürürken Tesla aniden yeni bir elektrik motoru için çığır açacak bir
konsept hayal etti ve toprağa çizdi. Bu basit çizim indüksiyon motorunun patentine dönüĢtü. Artık
dünyadaki standart elektrik motoru bu olacaktı. Her Ģey için kullanılıyor bu. Aletlerden tertibata,
hibrit araçlardan endüstriyel santrallere kadar. Motor temelde 2 parçadan oluĢuyordu. Bobin ve
rotor. Bobine enerji verilmesiyle bobin içinde kuzey-güney manyetik alanları sürekli rotasyon
yapar. Dönen manyetik alanı da rotor takip eder ve motor dönen manyetik alanın etkisiyle sürekli
hareket eder.
1884‟te 28 yaĢındayken Tesla, Amerika‟ya taĢındı. Cebinde az bir para ve patronunun Thomas
Edison‟a yazdığı bir referans mektubu vardı. Mektupta kısaca Ģu yazıyordu. “2 büyük adam
tanıyorum ve bir tanesi sizsiniz. Bu genç adam da diğeri.” Edison parlak zekalı genç mühendisi iĢe
aldı. Daha sonra Ģirketinin elektrik jeneratörlerini yeniden tasarlamasını istedi 50.000 $ ikramiye
13
11
3
karĢılığında. Tesla muazzam kâr getirebilecek patentler ürettikten sonra Edison‟dan ikramiyesini
istedi. Edison “ Dalga geçiyor olmalısın, Amerikan mizah anlayıĢını hiç öğrenmemiĢsin daha” der
ve parayı vermez. Tesla da istifa ederek karĢılık verir. Böylece yeni yetme genç dahi ile köklü mucit
arasında hayat boyu sürecek bir düĢmanlık baĢlar. Tesla, Edison‟u terk eder ve New York‟ta 1 yıl
boyunca çukur kazma iĢinde çalıĢır. Yeni icatlar için sermaye biriktiren Tesla. Ģehrin tepesine
çekilen elektrik kabloları ağını görünce dehĢete kapılır. O kadar çok kablo vardı ki kimi yerlerde
gökyüzü görülemiyordu. Tesla‟nın verimsiz bulduğu bu akım sistemine doğru akım yani DC
deniyordu. Edison DC enerjisinde büyük bir yatırımcıydı. Tesla daha iyi bir yolun olduğunu
biliyordu. Ve küresel standart olacak yeni bir sistem üretmeye kararlıydı. Alternatif akım yani AC.
AC ve DC elektrik arasındaki fark, elektriğin veya elektronların nasıl aktığı ile alakalıdır. DC‟nin
çalıĢması için bir kablo üzerinde “–“ kutuptan “+” kutba sürekli ve doğrudan bir elektron akıĢı
olmalıdır.
1887‟de Tesla bir baĢka daha ucuz bir güç sistemi için 7 ABD patenti aldı. Adı alternatif akım.
Tesla bir AC jeneratör sistemi geliĢtirdi. Elektrik akımını negatif ve pozitif kutuplar arasında
değiĢtiriyordu. Saniyede 60 tur. AC‟yi bir trafo aracılığıyla neredeyse 0 kayıpla göndererek voltajı
arttırıp akımı azaltabilirdi. Bu sayede AC verimli olarak DC‟den yüzlerce km öteye iletilebilirdi.
Milyoner giriĢimci George Westinghouse Tesla‟nın icatlarının uzun mesafe güç iletiminin kilidini
açabileceğini düĢündü. Patentleri 60.000 $ ve Westinghouse Ģirketinde yüklü bir hisse senedi
karĢılığında satın aldı. Eğer yeni AC sistemi baĢarılı olursa Tesla zengin olacaktı.
Nikola Tesla 1891‟de Amerikan vatandaĢı oldu. Aynı yıl onun AC‟si ile Edison‟un DC‟si arasında
topyekün bir savaĢ patlak verdi. Edison AC‟nin tehlikelerini göstermek için bir propaganda
kampanyası baĢlattı. Edison New York Eyaleti‟ni 1890‟daki ilk elektrikli idam için Tesla‟nın ve
Westinghouse‟un AC gücünü kullanmaya ikna etti. Bir muhabire göre dehĢet vericiydi. Asmaktan
çok daha kötüydü. Edison bu tekniğe Westinghousing adını koydu. Asıl amacı halkın bu elektriği
evlerinde istememesini sağlamaktı. 1893‟te kötü basına rağmen Tesla ve Westinghouse Ģirketi
Chicago dünya fuarının ıĢıklandırma ihalesini kazandı. Tarihteki ilk tam elektrikli fuar.
Ġhaleyi kaybeden Edison bu fırsatı kaçırdığı için hüsrana uğramıĢtı. Tesla‟nın patentli ampullerini
kullanmasına izin vermedi. Daha sonra Tesla kendi ampulünü kendisi üretti.
1 Mayıs 1893‟te baĢkan Grevor Cleveland bir düğmeye bastı ve Tesla‟nın 200.000‟den fazla
lambası fuar alanını aydınlattı. Abidevi bir baĢarıydı ve modern elektrik aydınlatma çağının
müjdecisiydi. Edison‟a karĢı kazanılan bu zaferle kendine güveni artan Tesla, AC‟nin
geleceğin akımı olacağına inandı. Bunu kanıtlamak için dünyanın en büyük doğal
1 14
1
harikalarından birinin gücünü kullanmaya çalıĢacaktı: Niagara ġelalesi. Niagara ġelalesi
saniyede 3 milyon santimetreküpten fazla su akıtıyordu. Bu da yaklaĢık 2.4 milyon kw
elektrik üretmeye yeter. Chicago baĢarısının ardından Niagara komisyonu alternatif akım
üretmek üzere Tesla ile anlaĢma imzaladı. Tesla Ģelalelerde AC gücünü üretebilmek için
kompleks bir jeneratör ve trafo sistemi tasarlayıp mühendisliğini yaptı. Tesla her Ģeyi
yazmıyordu. Bunların bir çoğu kafasındaydı. Tesla biraz kendi küçük dünyasında yaĢıyordu.
Diğer insanlara pek fazla açıklama yapmazdı.
1896‟da uzak mesafe enerji aktarımı yapan ilk AC hidroelektrik santrali devreye girdi. Düğmeye
basıldığında Tesla burada değildi ancak eserine o kadar güveniyordu ki çalıĢacağını biliyordu.
Bugün dünyamız pırıl pırıl: Tesla‟nın AC teknolojisi sayesinde. Edison ile son savaĢını kazandı.
Ama zaferin bedeli çok ağır oldu. Akım savaĢlarında Westinghouse finansal olarak tükenmiĢti.
Alternatif akım, Tesla'yı kimi kaynaklara göre dünyanın en zengin insanı yapabilecek bir
buluĢtu. Westinghouse ve Tesla arasındaki kontrat, Tesla'nın üretilen enerjiyle doğru orantılı
olarak para almasını öngörüyordu ve Tesla birim baĢına oldukça yüksek bir rakam alıyordu.
Alternatif akımın büyük baĢarısı yüzünden Westinghouse'un, Nikola Tesla'ya oldukça büyük
bir miktar borcu olmuĢtu. Bu mali yük o kadar büyüktü ki Westinghouse Electric Company
1907'de batma noktasına geldi. George Westinghouse sorunu çözmek için Tesla ile
konuĢunca, sonradan anlatıldığına göre Tesla kontratı yırttı ve alacaklarından vazgeçti.
ġirketin bekası için büyük bir jest yapan Tesla kâr payı sözleĢmesini yırtıp attı. Daha iyi icatlar
yapacağını zaten biliyordu.
“Para insanların kendine biçtiği kıymete haiz değildir. Benim bütün param deneylere yatırılmıĢtır.
Bunlarla yeni keĢiflerde bulunup insanoğlunun yaĢamının biraz daha kolaylaĢtırmasını sağlıyorum.”
Nikola Tesla.
Edison‟a karĢı kazanılan zaferin ve alternatif akımın baĢarısının ardından Tesla meĢhur olmuĢtu
ama her dehanın çoğu kez bir bedeli vardır. Tesla garip saplantılara yakalandı. Sürekli yaralı
güvercinlere yardım etme ve sağlıklarına geri kavuĢturma ihtiyacı hissetmesi gibi. Hatta birine o
kadar çok bağlandı ki ondan karım diye bahsederdi. Tesla mikroplardan korkardı. Ellerini sürekli
yıkaması gerekirdi. Her Ģeyi üçlü yapardı ve New Yorker Hotel‟de üçe bölünebilen sayısı olan bir
odada kalma kararında çok katıydı. 3327 nolu odayı istedi. Her zaman 9 peçete isterdi ve ekmeğinin
9 dilime bölünmesi gerekirdi. Odasına gelen havlu ve tabak sayısı da her zaman ya 3 ya da 9‟du.
Tesla kadınların mücevheratını itici bulurdu. Günde sadece 2 saat uyurdu. Tesla hiç evlenmedi.
Kulağı delik kadınların karĢısında korkunç bir ızdırap duyardı. Delik kulaklara ve mücevherata
katlanamazdı. Saplantıları ve takıntılarına rağmen Tesla olağanüstü mucit zekasını her zaman
kullanabiliyordu. 1898‟de uzaktan kumandayı icat etti. Tesla‟nın uzaktan kumanda prensipleri
bugün televizyondan cephelerde istihbarat için kullanılan insansız hava araçlarına uzayda çalıĢan
uydulara kadar her yerde görülebiliyor. Tesla‟nın icatlarının çoğu topluma faydalı olsa da öngörü
güçleri de karanlık bir yola saptı. Daha korkutucu ve yıkıcı istikametlere…
Doğadaki en kuvvetli güçlerden biri depremdir. Bu gücün bir silah olarak kullanıldığını hayal edin.
Bazıları Tesla‟nın bunu keĢfetmiĢ olabileceğine inanıyordu. Tesla deprem makinesi mekanik bir
osilatördü. Basitçe titreĢim üreten bir makine ve bu titreĢimleri üreterek makine değiĢik yapılarla
rezonansa girebilirdi. Osilatör makinesinin temelde dayandığı prensip Ģudur: Uyarıldığında her
madde bir rezonans frekansına sahiptir. Eğer frekans tutturulup osilatör makinesi gibi bir dıĢ güç
tarafından arttılırsa her malzeme parçalarına ufalanabilir. Washington‟daki Tacoma Narrows
köprüsünün 1940‟ta yıkılması bu prensibi ortaya koydu. Köprünün etrafında esen rüzgar frekansı
15
tam tutturup çelik köprünün ritmik bir hareketle çılgınca sallanmasına neden oldu. Nihayet köprü
yıkıldı. 1898‟de Tesla bir alarm saatinden büyük olmayan ayarlanabilir frekanslı bir osilatör
yaptığını iddia etti ve inĢaat halindeki bir binada kullanma denemesinden bahsetti.
“Birkaç saniyede binanın titremeye baĢladığını hissettim. 10 dakika daha devam etseydim binayı ve
sokağı yıkabilirdim. Aynı cihazla Brooklyn Köprüsü‟nü 1 saatten kısa bir sürede East River‟a
indirebilirdim.” Nikola Tesla
1934‟te Tesla bir ölüm ıĢını tasavvur etti. Fikri milyonlarca volt elektrik yüklenmiĢ,
yoğunlaĢtırılmıĢ parçacık ıĢınlarını havaya ateĢlemekti. Bu da düĢman filosundaki uçakları 400 km
öteden indirebilirdi.
Tesla son yıllarını New Yorker Hotel‟deki küçük odada geçirdi. Tesla oteldeki 3327 nolu odasında
tek baĢına öldü. Ama 86 yaĢındaki deli dahinin ölümü öğrenildiğinde BirleĢik Devletler hükümeti
bilimsel çalıĢmalarına el koydu. Öldüğü sırada makalelerinde ne olduğuna dair büyük bir endiĢe
vardı. Çünkü 2. Dünya SavaĢı‟nın ortasıydı ve Nazilerin bunu ele geçirmesinden korkuluyordu.
Hükümetin iddia ettiğine göre Tesla‟nın makaleleri incelendikten sonra 1952‟de serbest bırakıldı ve
sonra da Yugoslavya‟da Belgrad‟a gönderildi. ġu anda da orda Nikola Tesla müzesinde
bulunuyorlar. Ne var ki bazı makalelerinin çoğunun hala kayıp olduğuna inanılıyor. Bu makalelerde
ne olduğunu hiç öğrenemeyebiliriz. Bildiğimiz ise yeniden değerlendirilen eserleri gösteriyor ki
bazı fikirleri zamanının 1 asır ötesindeydi. Hatta yüzyıldan uzunca bir süre önce Tesla yeĢillenmiĢti
bile. ABD günde 20 milyon varil petrol tüketiyor ve benzin fiyatı sürekli yeni rekorlar kırıyor. 1
asır önce Tesla fosil yakıtların geleceğini gördü.
“Eğer güç elde etmek için yakıt kullanırsak sermayemizden yeriz ve onu hızla tüketiriz. Bu yöntem
barbarca ve boĢ yere müsrifçedir ve sonraki nesillerin çıkarı için durmamız gerekir.” Nikola Tesla
Tesla toplumun yenilenemeyen yakıtları tüketme hızından endiĢeleniyordu. Kömür, petrol daha
yeni çıkıyordu ve baĢka bir enerji kaynağı bulma ihtiyacı duyacağımız bir zamanı öngörmüĢtü.
Tesla Ģimdi yenilenebilir enerji dediğimiz Ģeyin geliĢtirilmesini bekliyordu. 1901‟de ıĢıma
enerjisinin kullanımı için bir aygıtın patentini aldı. Patent güneĢten ve diğer ıĢıma enerjisi
kaynaklarından bahsediyor. Kozmik ıĢınlar gibi. Tesla ayrıca jeotermal enerjiye de önem verdi.
1931‟de New York Times‟a gönderdiği geleceğin enerji usulü baĢlıklı bir makalesinde dünyanın
doğal enerjisinin nasıl kullanılacağını inceledi.
16
“Tek yapılması gereken bu muazzam jeotermal enerjiyi kullanabilmek için uzun kazıkları yere
gömebilmenin ekonomik ve hızlı bir yolunu bulabilmek.” Nikola Tesla
Tesla ayrıca bir çevreci ıĢıklandırma öncüsüydü. 1893 Chicago Dünya Fuarında Tesla bir floresan
ampul sergiledi. Edison‟un akkor ampullerinden daha düĢük sıcaklıkta ve daha uzun süre
yanıyordu. Bugünkü uzun ömürlü verimli ampullerin atasıydı bunlar. Ayrıca Tesla Nobel Ödülü‟nü
reddeden tek kiĢidir. Philadelphia deneyinde ise bir denizaltını mürettebatı ile birlikte görünmez
hale getirmiĢtir. Ancak bu olay çok gizli olduğu için yeterince bilgiye sahip değiliz.
Tesla‟nın baĢka hangi fikirleri zamanının çok ötesindeydi? Tarih bu dâhiyi göz ardı etmiĢ olabilir.
Ama bugün yeniden keĢfediliyor. Modern dünyayı bugünkü haline getirdi. Tabi birçok insanın
nihayet bunu anlaması uzun yıllar aldıysa da belki de bu artık değiĢiyor. Ama Tesla‟nın bıraktığı
asıl miras bir mucidin yaratıcı ruhuydu. DüĢüncede hiçbir sınır tanımamak ve gerçekten her Ģeyin
mümkün olduğuna inanmak.
“Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve baĢarılarına göre değerlendirsin. Bugün
onların olsun ama uğrunda çok uğraĢtığım gelecek benimdir.” Nikola Tesla.
Kaynakça:
"TeslaTimeline" . TeslaUniverse. http://www.teslauniverse.com/nikola-tesla-timeline-1861-dane-tesla-dies .
http://www.tfcbooks.com/teslafaq/q&a_040.htmTwentyFirstCenturyBooks,Breckenridge, CO.
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~akilli07/Nikola_Tesla_Website/icatlari.html
AbcTesla,AnlaĢılmamıĢDahi,MargaretCheney
http://www.teslascience.org/pages/white.htm
http://www.teslasociety.com/biography.htm
Nikola Tesla Master of LightningDocumentary-Copyright 2000 New Voyage Communications.
BĠLĠMVEÜTOPYA/Tesla/MART2000/SAYI69SAYFA :7
History Channel yapımı Nikola Tesla kablosuz elektrik mucizesi belgeseli ana kaynak olarak kullanılmıĢtır.
)Nikola Tesla hayatı, buluĢları belgeselinden yardımcı kaynak olarak faydalanılmıĢtır.
ÂSIM ĠHSAN DÖNMEZ
17
ĠLĠM
KÂĠNATIN GERÇEĞĠ: KARA DELĠKLER
Kara delikler, yıllardır gökbilimle kozmolojinin merkezlerindeki yerlerini
koruyorlar. Bunların içinde neler olduğu hala bilinmiyor. Ancak, kara
deliklerin öteki özellikleri hakkında kuramsal ve dolaylı gözlemsel bilgiler sürekli geliĢiyor.
KARA DELĠK NEDĠR?
Kara delik, astrofizikte çekim alanı her türlü maddesel oluĢumun ve ıĢınımın kendisinden
kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara
delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir
nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ıĢık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara
deliklerin, tekillikleri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir.
Kara deliklerin içinde zamanın ise yavaĢ aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir.
KARA DELĠKLER NASIL OLUġUR?
Kara delikler baĢlıca iki türden oluĢuyor. Birincisi, GüneĢ‟ten 8 kat daha
ağır bir yıldızın merkezindeki yakıtı kısa sürede tüketip çökmesiyle oluĢan
“yıldız kütleli kara delik”; ötekiyse, gökadaların merkezlerinde bulunan milyonlarca, hatta
milyarlarca GüneĢ kütlesinde olan “süper kütleli” ya da dev kütleli kara delikler. Bunların
nasıl oluĢtuğu konusunda kesin bilgi olmamakla birlikte, evrenin gençlik yıllarında gökadalar
oluĢurken merkezde toplanan dev gaz bulutlarının çökmesiyle ortaya çıktıkları sanılıyor.
KARA DELĠKLERĠN ÖZELLĠKLERĠ
Son yıllarda keĢfedilmeye baĢlanan, on binlerce GüneĢ kütlesinde “orta sıklet” kara delikler
var; ama bunların özelliklerinin de ötekilerden farklı olmadığı anlaĢılıyor. Bu benzer
özelliklere karĢın hareketsiz kara deliklerle, dönen kara delikler arasında ancak kuramcıların
öngörebildiği önemli bazı farklar var. Örneğin, hareketsiz kara deliklerde, içine giren hiçbir
maddenin geri çıkamadığı hayali bir küre olan olay ufkunun merkezinde, tekillik denen ve
içinde bilinen fizik kurallarının geçerliliğini yitirdiği, matematiksel bir nokta olarak tarif
edilen bir delik var.
Dönen kara deliklerin olay ufkunun içindeyse bir delik değil, simit Ģeklinde bir tekillik olduğu
ve ikinci bir olay ufku bulunduğu düĢünülüyor. Peki ıĢığın bile kaçmasına izin vermedikleri
için kendileri görünmeyen, ancak yol açtıkları etkiler sayesinde varlıkları ve kütleleri
belirlenebilen kara deliklerin dönüp dönmediğini nasıl anlayacağız? Yine dolaylı etkilerinden:
Çevrelerinden çektikleri, yıldız ya da gaz bulutlarıyla beslenen kara delikler, bu maddeyi
B Kara Delik terimi ilk defa Princeton fizikçilerinden John
Wheeller tarafından 1968‟de yayımladığı “Evrenimiz,
Bilinenler ve Bilinmeyenler” isimli makalede
kullanılmıĢtır. Kara delikler çok ağır olduklarından, çok
büyük çekimsel alana da sahiptirler. Çekimsel kuvvet öyle
büyüktür ki, ıĢık dahil hiçbir Ģey kara delikten kaçamaz.
18
yutmadan önce çevrelerinde neredeyse relativistik hızlarda dönen diskler içinde on
milyonlarca derece sıcaklıklara kadar ısıtıyorlar. Disk içinde sürtünmeyle ısınan madde
parçacıkları da X-ıĢınları yayıyorlar. Disk içindeki iyonlaĢmıĢ demir atomlarının yaydığı, X-
ıĢınlarının kolay tanınan özel bir imzası oluyor.
Bu ıĢınlar incelenerek parçacıkların delik çevresindeki yörüngeleri konusunda bilgi
sağlanabiliyor. Örneğin, bir kara deliğin güçlü kütle çekimi, X-ıĢınlarını daha düĢük enerji
düzeylerine indirebiliyor. ĠĢte bu gibi iĢaretleri inceleyen gökbilimciler, Chandra X-ıĢınlarını
Uzay Teleskopu ve XMM Newton X-ıĢını Teleskopu‟ndan yararlanarak bir kara deliğin
dönüp dönmediğini gösteren bir yöntem keĢfetmiĢler. Kara delik çevresinde dolanan bir
parçacığın yörüngesi büyük ölçüde kara deliğin hemen yakınındaki uzay zamanının bükülme
derecesi ve kara deliğin dönüĢ hızıyla yakından ilintilidir.
KARA DELĠKLERĠ NASIL KEġFEDEBĠLĠRĠZ?
Yerden yaptığımız gözlemlerle kara delikleri tespit etmek hiç kolay değil. Görünmemelerinin
dıĢında, çok küçük bir hacme sahipler. Bunları ancak, çevrelerinde bulunan gök cisimlerinin
ve gazların davranıĢını inceleyerek tespit edebiliriz. Bu tür incelemeler sonucunda kara delik
olması muhtemel birçok gökcismi bulunmuĢ. Örneğin, bizim galaksimiz olan Samanyolu‟nun
ortasında 4 milyon GüneĢ kütlesine sahip bir kara delik olduğu düĢünülüyor.
Kaynakça:
STEPHEN HAWKĠNG „ĠN “KARA DELĠKLER ve BEBEK EVRENLER” ADLI KĠTABI
Dr. Mahir E. Ocak
TUBĠTAK BĠLĠM ve TEKNĠK EKĠM 2003
TUBĠTAK BĠLĠM ve TEKNĠK DERGĠSĠ NĠSAN 2008
AYBUKE AHSEN HELVACI
19
IP TARĠHĠNDE BÜYÜK BĠR DEVRĠM: ĠLK KAFA NAKLĠ
DÜNYANIN ĠLK KAFA NAKLĠ OPERASYONU 2017‟DE GERÇEKLEġECEK.
ÇOK ġAġIRTICI GELEBĠLĠR AMA YAPILIRSA ĠTALYAN CERRAH TIP
DÜNYASINDA YENĠ BĠR ÇIĞIR AÇMIġ OLACAK!
Dünyadaki ilk kafa nakli denemesi 1970 yılında bir maymun üzerinde yapılmıĢ ve bu
maymun 8 gün sonra bedenin kafayı reddetmesinden dolayı ölmüĢtür. Vladimir Petrovich
Demikhov bir köpek yavrusunun baĢını ön ayaklarıyla birlikte bir köpeğe naklederek çift baĢlı
köpek elde edilmiĢ ve köpekler bir aydan az yaĢamıĢlardır. Bu köpekler tıp tarihine
“FrankeĢtayn‟ın Köpekleri” olarak geçmiĢtir. Bu çalıĢmalarını 15 yıl boyunca 19 kez
yapmıĢtır ve en uzunu 1 ay yaĢamıĢtır. Bu çalıĢmalar Amerikalı cerrah Robert J. Wihte‟a
ilham vermiĢ ve maymunda ilk baĢ naklini gerçekleĢtirmiĢtir.
Çinli cerrah ġiaoping Ren 1000 farede kafa naklini denemiĢtir. Wall Street Journal, deney
yaptığı hayvanların su içebildiğini, nefes aldığını ve gözlerini açtığını belirtiyor. Ancak
fareler birkaç dakikadan uzun süre yaĢayamıyor ve bunca yapılan denemeden sonra insanda
ilk kafa naklinin yapılması herkese pek de inandırıcı gelmiyor. Ancak ortada operasyonu
yapmak isteyen bir cerrah ve bir de gönüllü hasta var.
2015‟in baĢında Ġtalyan cerrah Sergio Canavero bu kafa nakil iĢleminin tekniğini anlatan bir
makaleyi Surgical Neurology International Dergisi‟nde yayınladı. Sonrasındaysa Amerikan
Nörolojik ve Ortopedik Cerrahlar Akademisi‟nin yıllık toplantısında bu süreci 2015 içerisinde
baĢlatmaya niyetli olduğunu bildirerek, diğer araĢtırmacıların da bu hayalini gerçekleĢtirmesi
sırasında yanında olmaya çağırdı.
BaĢta imkansız gelse de bu cerrah ameliyatı yapabileceği deneği buldu. Rusya‟da Werdnig-
Hoffman sendromuyla dünyaya gelen ve vücudunu hareket ettiremeyen 30 yaĢındaki Valery
T
20
Spiridonov, Ġtalyan doktor Sergio Canavero‟ya güvendiğini ve ilk kafa nakli için donör olmak
istediğini söyledi. 2017 yılında yapılacak ve bazıları tarafından “fantastik” olarak görülen
ameliyata ilk insan deneği olmaya talip olan Spiridonov, “Bu fikrimden asla vazgeçmem.
Kendimi bildim bileli hareket edemeyen bu vücuttayım. En azından ölmeden önce bir baĢka
bedende yer alabileceğim.” diyor. Dünyada ilk kez bir insanda denenmesi planlanan kafa
nakli sırasında, Spiridonov‟un kafası, beyin ölümü gerçekleĢmiĢ ancak diğer tüm
fonksiyonları çalıĢan bir baĢka kiĢinin bedenine yerleĢtirilecek ve tüm damar bağlantıları
sağlanacak.
Canavero‟ya göre Ģu anda bu naklin önündeki en büyük engellerden birisi aktarılan kafanın
omuriliğini aktarılacak olan vücudun omuriliğine bağlamak. Diğeri ise kafa gibi devasa bir
organı, vücudun onu reddetmeden kabul etmesini sağlamak. Bu ikinci engel, uzun yıllardır
bilim insanlarını büyük çaplı organ nakilleri konusunda zorlayan bir engel. Ġlki ise, ilk defa
1970 yılında Case Western Reserve University‟de bir maymunda denenen kafa naklinde
baĢarısızlıkla sonuçlanan bir konu. Maymun, nakil sonrasında her ne kadar kafasını hareket
ettiremediyse de, 9 gün boyunca biraz destekle nefes almayı baĢardı. Sonundaysa vücut
kafayı reddettiği için maymun öldü. Ancak son 45 yılda bilimdeki geliĢmeler, 1970‟tekine
göre çok daha baĢarılı bir denemeyi mümkün kılabilir. Canavero konu hakkında Ģunları
söylüyor: “Bu nakil yarı çılgınca, yarı dahiyane. Her Ģey hem vücudu hem de kafayı
soğutmakla baĢlayacak. Sıcaklık öyle bir ayarlanacak ki, hücreler nakil sırasındaki oksijen
yetersizliği nedeniyle ölmeyecekler. Sonrasında boyun kesilecek ve tüm hayati damarlar
tüplere bağlanacak. Bu sırada, hem kafadaki hem de vücuttaki omurilik kesilecek. Alıcının
kafası, vericinin vücuduna aktarılacak ve iki omuriliğin uçları birleĢtirilecek. Bunu aĢırı
yoğun bir spagetti huzmesi gibi düĢünebilirsiniz. Bunları birbirine kaynaĢtıracağız. Bunu
baĢarmak için bölgeye bolca polietilen glikol isimli bir kimyasal verilecek. Bu enjeksiyon
birkaç saat boyunca sürdürülecek. Tıpkı sıcak suyun, kuru spagettiyi birbirine kaynaĢtırması
gibi polietilen glikol de hücreler ve dokuların birbirine kaynaĢmasına neden olacak.”
Prosedürün son aĢaması ise kasları ve dokulara kan sağlayacak damarları dikmek ve 3-4
haftalık bir yapay koma hali sağlamak. Bu sürede vücut iyileĢmek için fırsat bulacak. Ayrıca
koma sırasında vücuda gömülü bazı elektrotlardan elektrik verilerek omuriliğin uyarılması ve
yeni sinirlerin aktif hale getirilmesi sağlanacak.
21
The Independent gazetesinden Christopher Hootan‟ın aktardığına göre ameliyat 36 saat
sürecek ve 150 doktor ile hemĢireden oluĢan bir ekip tarafından yapılacak. Operasyonun 11.2
milyon dolara (yaklaĢık 29 milyon lira) mal olacağı hesaplanıyor. Belki yıl sonuna kadar
gerçekleĢtirilecek dünyadaki ilk kafa nakli ameliyatıyla ilgili Ġtalyan doktor Sergio
Canavero‟nun kendisine söylediklerini de aktaran Valeriy, ameliyat masasından yeni bedenle
kalkma Ģansının 17 binde bir olduğunu vurguladı. Operasyonun imkansız gelmesinin yanında
etik açıdan uygun olmadığı da düĢünülüyor. Canavero da bu konu hakkında Ģöyle
düĢünüyor:“Deneyi aslında ABD‟de yapmak istiyorum; ancak izin alabileceğimizi pek
sanmıyorum. Muhtemelen Avrupa‟da bir ülkede izin almak çok daha kolay olacak. Bu
deneyde bizi zorlayan asıl nokta etik. Böyle bir operasyon daha baĢından yapılmalı mı?
Eminim buna karĢı çıkacak çok fazla insan olacaktır.”
Bazı cerrahlar bu konuya olumlu baksa da çoğu cerrah tarafından gerçekleĢtirilemeyeceği
düĢünülüyor. ĠĢte Türk cerrahların bu ameliyat hakkında yorumları:
„SIKINTI ĠYĠLEġMEDE OLUR‟
-Akdeniz Üniversitesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Prof. Dr. Ömer Özkan: “Sinir
iyileĢmesi diye bir kavram var. Sinirin tamir edilmesi zaten mümkün ama tamir edilen, bizim
onardığımız Ģeyler sinirin uçları değil çıkıntıları. O çıkıntılar da ancak günde 1 mm iyileĢir. O
ısıyı düĢürerek ana hücrelerin ölmeyeceğini iddia ediyorsa ki olabilir ama önemli olan sinirin
uçlarının günde 1 milimetre iyileĢmesidir. Bu en azından 2-4 yıl gerektirir. O zamana kadar
da iç organlar yaĢamaz. Onarmada sıkıntı yok ama iyileĢmede sıkıntı oluyor. Yoksa kafayı
nakletmek teknik olarak zor değil ama önemli olan sonuçları.”
„ABD‟DE HAYVANDA YAPMIġTIM, KAFA YAġIYOR‟
-Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Doç. Dr. Serdar Nasır: “Kafa naklini
Amerika‟dayken 1-2 hayvanda yapmıĢtım. Kafa yaĢıyor. Kafayı yaĢatmanın yüz naklinden
bir farkı yok. Fakat burada en önemli konu beyinden gelen sinirlerin omuriliğe ulaĢmasını
sağlamak. Kafa nakli yapsanız da hasta felç kalacak. Kafa nakli olabilir. Bir iĢe yaramaz.
Ayrıca beyin 5 dakika kadar kansız yani oksijensiz kalırsa, beyin ölümü gerçekleĢiyor. Eğer
ileride sinir iyileĢmesi mümkün olursa kafa nakli de mümkün olur. Teknik olarak çok
mümkün. Günümüz koĢullarıyla yapılsa bile iĢe yaramaz.”
Ve sonuç olarak bu ameliyatın yapılması tıp dünyasında çığır açacak ve belki baĢka nice cerrahların
önünü açacaktır.Her ne kadar korkutucu gelse de ameliyat baĢarılı geçerse belki de bu insanı yeni
bir hayat bekliyordur...
Kaynakça:
(http://surgicalneurologyint.com/surgicalint_articles/ethical-considerations-regarding-head-transplantation/) vikipedia(ilk
kafa nakli denemeleri)
(http://www.hurriyet.com.tr/ilk-kafa-naklini-rus-valeriy-deneyecek-28688633)
(http://tr.euronews.com/2015/04/23/genetik-kas-erimesi-hastasi-spiridonov-ilk-kafa-nakli-icin-gonullu/)
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Demihov) (http://norosirurji.dergisi.org/pdf/pdf_TND_884.pdf
(http://www.dunyaninilkleri.com/ilkler/dunyadaki-ilk-kafa-nakli.html)
SAKĠNE ġANLIKAN
22
ARPIM TABLOSUNUN MATEMATĠKSEL ĠSPATI
Bence hayatta her Ģeyde bir mantık vardır. Ama bunu çoğu zaman fark etmeyiz.
Aslında kolaya kaçar ezberleriz. Eğitim döneminde bize çarpım tablosu ezberletilir.
Bilmiyorum belki de öyle baĢlaması gerekiyor, bunu eleĢtirmeye nefesim yetmez.
Eminim çoğu üniversiteli öğrenci matematiğin hiçbir konusunun ispatını
bilmiyordur. Bu yazının amacı biraz da bu aslında. Bundan çok önce izlediğim bir videodan
bahsetmek istiyorum size.
Çarpım tablosunu hiç geometrik düzlemde düĢündük mü? Çünkü her matematiksel değerin
bir uzay görüntüsünün olduğunu düĢünürüm ben. Belki grafik belki bir doğru ya da bir nokta.
Bu izlediğim videoda sayıları bir düzlemde doğru olarak kabul etmiĢti. ġimdi ona bir göz
atalım:
Ġlk olarak 2x2 iĢlemini düĢünelim. Ezber bilgimize göre sonucunun 4 etmesi gerekiyor.
Bunun bir düzleme dökülmüĢ olarak tarifi ise Ģu: Aynı düzlemde bulunan 2 paralel doğru,
onlara paralel olmayan diğer 2 doğruyla 4 farklı noktada kesiĢir.
Yine aynı Ģekilde 3 paralel doğru, onlara paralel olmayan aynı düzlemdeki farklı 3 doğruyla
9 farklı noktada kesiĢir. Bunu böyle devam ettirebiliriz.
Ç
23
Sadece tek basamakta değil bu yöntem. Ġki basamak olan sayıları düĢünelim, onları yaparken
de sayıları yine ayrı ayrı düĢünmemiz gerekecek. Örneğin 25x14 iĢlemini yapacak olursak 25
sayısını düzleme dökerken 7 paralel doğru çizmeliyiz. Bu paralel 7 doğruyu 2 gruba
ayırmamız gerekir. 2 tanesini baĢa, diğer 5 tanesini de biraz ilerisine yazmalıyız. Bu bize 25
sayısını tanımlayacaktır. Ve onlara paralel olmayan 5 doğru çizeceğiz ve yine 2 basamak
olduğu için 2 gruba ayırmamız gerekecek. 14 sayısını da bir grupta 1 doğru diğer grupta 4
doğru olacak Ģekilde sıralayıp doğruları kesiĢtirmeliyiz. Ve bu kesiĢim noktalarını da aynı
doğrultuda olanları onluk sisteme göre toplamalıyız. Bu bize 350 rakamını verecektir.
AĢağıdaki Ģekilde açıklamaya çalıĢalım:
Bu Ģekilde çok basamaklı sayılarda da kullanabileceğimiz bir ispat yöntemi. Videodan
öğrendiğim bir Ģey varsa o da bu matematiksel değerlerin uzayda bir varlığıdır. Her Ģeyi
ezberlemek yerine bir mantık bulmaya çalıĢabiliriz. Her zaman iĢimizi kolaylaĢtırır bu ve
bence çok daha önemli olan matematiği öğrenmemiz değil, matematiği nerede kullandığımızı
sorgulamaktır. Matematikteki her konu belki iĢimize yaramayabilir hatta belki hiçbir iĢimize
de yaramaz matematik ama bilmeliyiz ki matematik yaptığımız belki de çoğu uğraĢtan daha
fazla hızlı karar verme yeteneğini geliĢtiren bir mekanizmadır.
Matematikle kalmanız dileğiyle...
Ali Rıza EKĠCĠ
24
ARAPSĠKOLOJĠ
Ġnsanoğlunun bilinmeyene olan merakı pek çok icat ve keĢfi bizlere kazandırdı.
Tabii bu merak maddi sahadaki ilerlemelerle yetinmeyip madde ötesi bir aleme
olan merakı da doğurdu. Bu merakın araĢtırmaya ittiği alanlardan birisi de
parapsikolojiydi.
Parapsikoloji, ruhsal yetenekleri ve onunla ilgili olayları inceleyen bir araĢtırma dalıdır.
Fransızcadan Türkçeye geçen terim, „ruhbilim ötesi‟ demektir. Parapsikolojik deneyler
casusluk ile ilgili bilgi elde edilip edilemeyeceğini incelemek için BirleĢmiĢ Devletler ile
anlaĢmalı olarak yürütülen araĢtırmaları içermektedir.
,
.
Her yeni gün klasik bilgilerin izah edemediği ve muhtemelen edemeyeceği telepati, durugörü,
önsezi, vücut dıĢı ve ölüme yakın deneyimler, ölüm sonrası iletiĢim gibi psiĢik olaylar
görülmektedir. Peki bu olayların tek nedeni beyin mi? Tabi ki beyin günlük yaĢamdaki idrak
ile iliĢkilidir. Ancak birçok insanın yaĢadığı normal ötesi deneyimlerin sadece beynin idraki
ile oluĢtuğunu onaylamaz bu. Son bulgular bizleri insanın fiziksel olmayan, spiritüel ve
madde ötesi yönüne götürür.
Yogi ve medyumlar da çalıĢarak bu normal ötesi özellikleri kazanabilirler. Aslında her insan
bu parapsikolojik kabiliyetlere sahiptir; farkında olmayıp kullanamasa da… Mesela bir insan
telepati ile düĢünce okuyabilir; durugörü yoluyla dünyanın herhangi bir yerindeki bir olayı
görüp iĢitebilir. Yakın gelecekten haber verebilen insanlar da aslında bu psiĢik yetenekleri
göstermektedirler. (Bu da genellikle falcılık olarak nitelendirilir.)
BĠLĠMSELLĠK
Parapsikoloji yüz yılı aĢkın süredir yapılan bilimsel araĢtırmalara rağmen ruhsal yeteneklere
dair ikna edici bir kanıt ortaya koyamamakla eleĢtirilir. Genel olarak bilim insanları
Parapsikolojiyi sahte bilim veya sözde bilim olarak düĢünürler. Parapsikoloji günümüzde
ABD'den Yunanistan'a dek yaklaĢık 40 ülkede üniversitelerde kürsü edinmiĢ bulunmakta ve
okutulmaktadır.
P
Medyum Eva Carrière‟in elleri arasında
belirdiği iddia edilen paranormal ıĢık (1912)
Salpêtrière ekolünden Charcot‟nun
bir histerik hasta üzerinde hipnoz gösterisi.
25
Parapsikolojiyi eleĢtirenler Carl Sagan'ın “Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir.”
sözünü sıkça tekrarlarlar. Parapsikolojik araĢtırmaların bilimsellik değeri akademik çevrelerde
günümüze dek tartıĢılmıĢtır. Öte yandan bazı parapsikologlar da bu konuların, fizik,
matematik ya da biyolojinin konularından bir hayli farklı (ruhsal) olduğuna dikkat çekerek,
bazı ölçütlerin tüm bilim dallarına uygulanamayacağına, bilimselliğin ölçüsünün teorik
düzeyden ve tekrarlanabilirlikten ziyade bilimsel yöntemin uygulanması, deneysellik, çalıĢma
biçimi vs. olması gerektiğine dikkat çekmektedirler. Zaten parapsikoloji de deney dıĢı psiĢik
deneyimlere daha çok dayanmaktadır.
Freud “Eğer yaĢamımı tekrarlayabilseydim, kendimi psikanaliz yerine parapsiĢik araĢtırmaya
adardım” demiĢtir. Jacques Bergier'in "Gizli Parapsikoloji SavaĢı" adlı eserinde,
parapsikolojinin uluslararası değerinin ve geleceğinin ne kadar parlak olacağını vurguladığını
görüyoruz. O halde, ön yargılarımızı bir yana bırakıp, konuyu ciddiyetle araĢtırmalıyız.
Parapsikoloji çok eski dönemlerde Çin medeniyetinde çatal çubukla su arama çalıĢmalarında
kullanılıyordu. Orta çağda ise din dıĢı her Ģeyin büyücülük olarak adlandırılmasından dolayı
olağanüstü yeteneklere sahip insanlar cezalandırılıyordu. Ancak bu dönemlerde de Yunan
medeniyeti gibi medeniyetlerde kehanet merkezleri varlığını sürdürmeye devam etmekteydi.
Mesmerizm denen dönemde ise parapsikolojinin temelleri atıldı. 17. yy‟da Doktor Anton
Mesmer hastalarını ruhsal Ģifa yöntemleriyle tedavi ediyordu. 19. yy‟un sonlarına doğru ise
bu konuda Londra PsiĢik Derneği gibi kuruluĢların kurulmasıyla parapsikoloji
kurumsallaĢmıĢ ve önem kazanmıĢ oldu. Hala bu konuda araĢtırma ve çalıĢmaların
sürdürüldüğü pek çok üniversite ve laboratuvar bulunmaktadır. Bu çalıĢmaların kullanım
alanları çeĢitlidir.
PARAPSĠKOLOJĠNĠN ÇEġĠTLĠ UYGULAMALARI
A)PARAPSĠKOLOJĠ VE POLĠSĠYE OLAYLAR
1951 yılında Londra‟da büyük bir kiliseden, kralların taç giydiği dönemlerde kullanılan 50 kg
ağırlığında bir taç çalınmıĢtı. Ġngiliz emniyeti hırsızları bulamayınca Belçika‟nın Anvers
Ģehrinde oturan bir adamdan yardım istediler. Peder Harkos adındaki bir kiĢi geldi ve kilisede
konsantre oldu. Daha sonra tarif ettiği adresin hırsızların alet satın aldığı dükkan olduğu
anlaĢıldı. Peder Harkos tekrar konsantre oldu ve hırsızların adreslerini doğru olarak verdi.
Yakalanan dört kiĢi suçlarını itiraf etti. Bu olay Peder Harkos‟ un ilk baĢarısı değildi. Daha
önce, II. Dünya SavaĢı sırasında bazı kayıp ölülerin bulunmasını da sağlamıĢtı. Polis bu tür
kiĢileri neden kullanmıyor ve olayları daha çabuk çözmüyor diye sorabiliriz. Ama polisin ve
milli istihbarat mensuplarının bu konuda eğitilmiĢ olması, her Ģeyden önce bu tür bir metodun
26
kabul edilmiĢ, resmi bir metot haline gelmesi gerekiyor. Yine psi deneklerinin verdikleri
bilgiler sayesinde bulunan kayıp kiĢiler olmuĢtur. Bu bakımdan ABD gibi kimi ülkelerde
polisin kayıp kiĢileri bulmada çaresiz kaldığında zaman zaman medyumlara baĢvurduğu ileri
sürülür.
B)PARAPSĠKOLOJĠ VE ARKEOLOJĠ:
Belirli bir sayıda da olsapsi deneklerinin yardımıyla sürdürülen arkeoloji çalıĢmaları vardır.
Bu konuda özellikle, 4445 denek tarafından verilen bilgilerdeki çakıĢmalardan yola çıkarak
kazı yerlerini belirlemek amacındaki Stephan Schwartz‟ın çalıĢmalarını belirtmek gerekir.
Bununla birlikte bu bilgilerin kesinliğini saptamak da çok güç.
C)PARAPSĠKOLOJĠ VE ĠSTĠHBARAT ÖRGÜTLERĠ
Ġstihbarat örgütlerinin amacı gizli belge ve bilgilere ulaĢabilmektir ki bu ajanların hayatını
daima tehlikeye sokar. Peki ya ajanımız bir medyum ya da telepatsa?
ABD ve eski Sovyetlerde istihbarat örgütleri tarafından parapsikoloji çok araĢtırılmıĢtır.
Mesela 1970‟lerde CIA bünyesinde hipnoz ve telepati için 7000 medyum çalıĢmaktaydı.
Ayrıca Amerikalılar Vietnam SavaĢı‟nda da parapsikolojik denemeler yapmıĢtır. Bu konuda
en tanınmıĢ çalıĢmalar CIA‟nin himayesinde gerçekleĢtirilmiĢ olanlardır ki bunların son kod
adı “Stargate”dir. YaklaĢık 20 yıl boyunca CIA tarafından çok gizli bir program uygulamaya
kondu. Bu programda seçilmiĢ ve hazırlanmıĢ bir grup denek vardı. Bu ekipte en yetenekli
denek olarak kabul edilen Joe McMoneagle çalıĢmasından dolayı liyakat niĢanı aldı.
Parapsikolojinin istihbarat çalıĢmalarında kullanılması sadece ABD ve Rusya ile sınırlı değil.
Bazı Avrupa ülkeleri de bu tür çalıĢmaları 1. Dünya SavaĢından itibaren yapmıĢtır. Sovyet,
Çekoslovakya, Romanya,Bulgaristan, Çin, Moğolistan gibi ülkelerde de parapsikoloji
çalıĢmaları devlet desteğinde sürdürülmüĢ ve pek çok olumlu sonuç elde edilmiĢtir.
D)TELEKĠNEZĠ VE TELEPATĠ
Telekinezi bir cismin uzaktan bir etkiyle (beyin veya düĢünce gücüyle) hareket ettirilmesi
veya biçim değiĢtirmesidir. ( Mesela bir çatalı bükmek.) Ayrıca halk arasında nazar adı
verilen olayın da telekineziyle yakından ilgisi vardır. BakıĢlarla insan veya hayvan üzerine
yüklenen bir enerji o canlıya etkide bulunur.
Telepati aslında farkında olalım veya olmayalım, hepimizin farklı seviyelerde yaĢadığı bir
olay. Bir sohbet esnasında tanıdığımız bir kiĢiden bahsederiz ve bir müddet sonra o kiĢi
çıkagelir. (Hani deriz ya „iyi insan lafının üstüne…) Bazen de karĢımızdaki insanla
konuĢurken, bizim tam söylemeye hazırlandığımız bir Ģeyi muhatabımız söyleyiverir. Bunlar
günlük hayatta karĢılaĢtığımız telepati Ģekillerinden yalnızca birkaçı.
Telepatinin nasıl gerçekleĢtiğine bakarsak, beyin dalgaları ile gerçekleĢtiği sanılmaktadır.
Yayılan beyin dalgalarını, diğer insanların algıladığı düĢünülmektedir. Ancak bu algılama
esnasında bazı yanlıĢ algılar mümkündür. Bu sebeple her telepatik algının doğru olduğu ve
gerçekleĢeceği düĢünülmemelidir. ABD ve eski Sovyetlerde düĢünceleri beyin dalgalarına
dönüĢtürüp önce hayvanlara, daha ileride de insan beynine iĢleme ve kitlelere hakim olma
konusunda çalıĢmalar yapıldığı da iddialar arasında.
27
Parapsikolojinin ilgi alanındaki konulara bakacak olursak; Bakster algı (bitkilerin dıĢ dünyayı
algılayıp anlamlandırabilme yetisi), beden dıĢı deneyim (uyku benzeri hallerde yolculuk),
değiĢik Ģuur halleri, durugörü (duyu organları kullanılmadan algı oluĢması,en ünlü ismi Inga
Swann), ekminezi(hipnoz), empati, felaket belirtisi (büyük ve önemli felaketler öncesinde
kiĢide görülen anormal his ve davranıĢlar), levitasyon (fiziksel etki olmadan nesnelerin
havaya kaldırılıp gezdirilmesi, Daniel Durglas Home (1936 Hindistan‟daki levitasyonu), ölüm
döĢeği vizyonları (ölüm esnasında insanın algıları), ölüm-ötesi deneyimi (tıbben ölü sayılmıĢ
ancak yeniden canlandırma metodlarıyla yaĢama dönmüĢ kiĢilerin bu ölüm-yaĢam arası
süreçteki deneyimleri), psikokinezi (insanın düĢünce gücüyle maddeler üstünde etki yapması
,UriGeller-Nina Kulagina), telepati (düĢünceler arası bağlantı).
Bu konuları ve daha pek çok olağanüstü olayı inceleyen parapsikolojiye ilgi her geçen gün
artmaktadır. Kim bilir belki siz de bu tür olaylara tanıklık ettiniz; belki de yarın bu tarz
olaylardan herhangi birinin baĢ kahramanı olacaksınız. Kim bilir…
Kaynakça:
*psiĢik: Ruhla ilgili olan
*psidenekleri: Psikolojik araĢtırmalarda kullanılan denekler
DharmaAnsiklopedi,SALT,Alparslan ve ÇOBANLI,Cem. DharmaYayınları,Ġstanbul,2001
TheFounders of PsychicalResearch, GAULD, Alan. Routledge, London,1968.
Prof.Dr. Ferit PEHLĠVAN-Biyofizik - Nusret Sefa YILMAZ-Parapsikoloji üzerine derleme
Ġhsan KARAKOÇAK-Nisan/1996 „Parapsikoloji‟ adlı yazısı - ARTĠCLES ĠN PUBMED
.ExtraordinaryExperiences in ĠtsCulturalandTheoreticalContext(VonLucadov W.,Wold F.)
.Is The Brain TheCorrector of PsychicPhenomenaor Ġs A ParadigmShiftĠnevitable(Banilla E.)
.ExploringThePerceptualBiasesAssociatedWithBelievingandDisbeliaving in ParanormalPhenomena(Simmonds,Moore C.)
AYġE ÇETĠN
28
ÖPORTAJ
Ġstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ABD öğretim üyesi Prof.
Dr. Erbuğ Keskin ile keyifli bir röportaj gerçekleĢtirdik.
Kendileri bizi kırmadı ve uzaktan da olsa röportaj sorularımızı içtenlikle cevapladı. Ġnönü
Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi‟nde de bir arada olma fırsatını
yakalayacağımız Prof. Dr. Erbuğ Keskin ile yaptığımız röportajı hocamızın sıcak sohbetini
kesmemek adına önce sorularımızı topluca yazıp sizi bu güzel söyleĢiyle baĢ baĢa
bırakıyoruz.
1.Bize kendinizi tanıtır mısınız?
2.Öğrencilik yıllarınız nasıl geçti, ilgi alanlarınız nelerdi, neden tıbbı seçtiniz?
3.Hayatta size yön veren önemli kiĢiler oldu mu?
4.Mezun olmadan önceki hedefleriniz nelerdi, Ģimdiki hedefleriniz nelerdir?
5.Meslek hayatınızda sizde etki bırakan anılarınız oldu mu, iyi ki yapmıĢım ya da iyi ki
yapmamıĢım dediğiniz Ģeyler varsa bizimle paylaĢabilir misiniz?
6.Hem bir hekim olarak hem de sevilen bir hoca olarak tıp fakültesi öğrencilerine
tavsiyeleriniz nelerdir?
7.Son yıllarda tıp fakültelerinin sayısının ve öğrenci kontenjanlarının artmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Sizce gelecekte ülkemizde bu mesleğe etkisi nasıl olur?
8.Öğrencilere ders çalıĢma ve TUS hazırlık süreci için tavsiyeleriniz nelerdir?
9.Tıp öğrenci kongreleri hakkında ne düĢünüyorsunuz? Bu sene 3. Ulusal Tıp Öğrenci
Kongremizde sizi de aramızda görmek istiyoruz.
10.Aziz Sancar'ın çalıĢmalarını ve alınan Nobel Ödülü‟nü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir
milat olur mu?
11.Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
… Sis perdesinin ardından hayal meyal hatırladığım ilkokul öncesi çocukluğum, Kadın Doğum
uzmanı olan babamın tayinleri nedeniyle hep dolaĢarak geçti. Ġlkokulu 3 ayrı kentte okudum.
Sonra Galatasaray Lisesi ve Ġstanbul Tıp Fakültesi...
R
29
Tutkunu olduğum genel cerrahi uzmanlığını fakültemde yapamayacağımı anlayınca baĢlayan ve
beklenmedik biçimde çocuk cerrahisi ile biten CerrahpaĢa maceram. Uzmanlık sonrası ansızın
karĢıma çıkan Çukurova Tıp Fakültesi seçeneği ve orada geçirilmiĢ 20 unutulmaz yıl… 5 sene
önce de baĢladığım yere yani Çapa‟ya geri dönüĢ...
Böyle özetlemesi ne kadar kolay değil mi? Oysa 5. sınıfta soğuk bir sonbahar akĢam üzeri
Çapa‟nın bahçesinde bir bankın üzerinde, o zamanki kız arkadaĢımla gelecek hayalleri kurarken,
hiçbir zaman eriĢilemeyecek hedefler gibi geliyordu. Ben genel cerrahide akademisyen
olacaktım... O kadın doğum yapacak, devlette çalıĢacak ve kendi muayenehanesini açacaktı…
Yıllar sonra yine bir sonbahar akĢamında evimizin balkonunda otururken, o iki gencin naif
duygularını buruk bir özlemle hatırlayacağımızı ve onların hayallerini gerçekleĢtirmiĢ olmanın
huzurunu yaĢayacağımızı, o gün o bankın üzerinde ikimizde bilmiyorduk...
Terörün bütün ülkeyi kasıp kavurduğu, her gün 10-15 kiĢinin öldürüldüğü, sınıf arkadaĢlarımızın
okulun bahçesinde vurulduğu yıllardı...
Ama düĢünüyorum da bazı açılardan Ģimdiki öğrencilerden Ģanslıydık. Henüz TUS diye bir Ģey
icat edilmemiĢti. Her klinik, asistan sınavını kendisi yapıyordu. O alan için gerçekten önemli
bilgileri öğrenmek, kazanmak için yeterliydi. Torpile, kayırmaya çok yatkın bir sistem olsa da,
Ģimdikiler gibi fakültenin son iki yılını TUS kabusuyla geçirmiyorduk...
Tıp eğitiminin sıkıntıları hep vardı. O yıllardan beri çok değiĢtirmeye çalıĢtık eğitim sistemini,
ama bazı Ģeyler aynı kaldı.
Sonradan hiç kullanılmayacak, ezber bilgilerin çoğunlukta olduğu, asıl iĢimiz olan hastalardan,
hastaneden uzak geçirilen tıp fakültesinin ilk iki yılından kurtulamadık mesela... Ġleriki sınıflarda,
amfilerde, kalabalık sınıflarda anlatılan, klinik bağlamından kopuk teorik derslerden de...
Oysa geriye dönüp baktığımda aklımda daha çok kalan ve iĢe yarayan bilgilerin, teorik derslerde
değil ya bir vizitte veya poliklinikte ya da ameliyatta, yoğun bakımda veya acilde ama hep
pratiğin içinde öğrenilmiĢ olduğunu fark ediyorum…
Ama ne yazık ki artan öğrenci sayısı nedeniyle pratik içinde öğrenme iĢi giderek zorlaĢıyor. Biz
350 kiĢiydik ve vizitlerin kalabalığından yakınırdık. ġimdi sınıflar 600 kiĢi Çapa‟da. Ülkedeki
hekim sayısını Avrupa Birliği ülkeleri düzeyine çıkarmak için uygulanan bu politikalara yön
verenler, kontenjan konusunda kantarın topuzunun kaçtığını, sanıyorum fark ettiler. Bu seneden
baĢlayarak kontenjanların düĢürüleceği konusundaki haberlerin doğru olmasını umuyorum.
Tıp eğitimindeki açmazlardan birisi de, eğiticilerin amaçları ile eğitilenlerin amaçlarının
örtüĢmemesidir. Ülkemizdeki tüm tıp fakültelerinin amacı ”donanımlı birinci basamak hekimi”
yetiĢtirmektir. Ancak, aklında bir sene sonra gireceği TUS olan, ders aralarında, öğle tatilinde
TUS kitaplarını elinden düĢürmeyen, gecelerini kütüphanede, hafta sonlarını dershanede geçiren
ve amacı bir an önce uzman olmak olan öğrencilerle bunu yapmak pek de kolay değildir.
Derslerimde öğrencilerime ”Tıp fakülteleri, 1. basamak hekimine de, Nobel Ödülü alacak bilim
adamına da dönüĢebilecek, kök hücre yetiĢtirmelidir.” derim hep ve buna inanırım da gerçekten...
Çapa mezunu Aziz Sancar Nobel Ödülü‟nü alana kadar, ”Nobel Ödülü hedefi” onlara çok uzak
bir hayal gibi gelirdi. Ama sanıyorum Türkiye‟deki tüm tıp fakültelerinin öğrencileri için o hedef
artık daha gözle görülür ve ulaĢılabilir oldu…
30
1981 yazının son günlerinde postacının getirdiği ÖSYM sonuç belgesini açıp tıp fakültesini
kazandığımı öğrendiğim ana geri dönsem, yani tıp hayatımı yeniden yaĢamak mümkün olsa, ne
yaparım diye düĢünürüm bazen. Buradan çıkardığım sonuçları mesleğin çok baĢındaki
arkadaĢlarımla paylaĢmak istiyorum.
Her türlü zorluğuna, bitmek bilmeyen nöbetlerine, uykusuz gecelerine, tüm gayretime rağmen
kötü sonu engelleyemediğim, bebeklere, çocuklara, elimin altından kayıp giden kısacık hayatlara
rağmen, hiç Ģüphesiz yine hekim olurdum. Yine cerrah olurdum.
Genç meslektaĢlarım; çok okuyun, ustalarınızı dikkatli izleyin, hep sorun, aldığınız cevapları hep
sorgulayın.
KarĢınıza, bilginizi küçümseyecek, ”Ben sizin yaĢınızdayken... ” diye size kendilerini anlatacak,
yaĢlı meslektaĢlar, hocalar çıkacaktır. Hiç aldırıĢ etmeyin. Ġsa‟dan önce 1500 yıllarına ait
papiruslar da bile yazmıĢlar ”ġimdiki gençlerde iĢ yok” diye. O zamandan beri nesiller bir
sonrakini beğenmemiĢ hiç.
Oysa, Ģimdiki tıp bilgisinin, en iyimser tahminle, binde biri kadardı toplam bilgi. Biz sizin
yaĢınızdayken USG yoktu, BT, MR yoktu, bilgisayar, cep telefonu ve internet yoktu… Yabancı
kitaplar basıldıktan yıllar sonra ulaĢırdı elimize. Eski baskı Türkçe kitaplarla yetinmek
zorundaydık.
Hiç Ģüphe yok ki siz bizden çok daha iyi yetiĢiyorsunuz, bizden çok daha iyi hekimler, çok daha
iyi hocalar olacaksınız. Siz bu toplumun en zeki bireylerisiniz. Kendinize ve bilginize güvenin.
Kimsenin ve hiçbir Ģeyin beyninizi biçimlendirmesine izin vermeyin... Doktrinlerle, ezberlerle,
hocaların söyledikleriyle biçimlenen beyinler, gerçek doğruyu göremez olurlar... Tıp Bilimi ”kral
çıplak” diyebilen cesur öncülerle ilerlemiĢtir hep. Geçtiğiniz, herkesi ”aynı” yapmaya
planlanmıĢ, öğütücü eğitim sistemine rağmen koruyabildiğiniz, hep sorgulayan, hep Ģüphe eden
tavrınızı bundan sonra da özenle koruyun…
Kimsenin size doğru bulmadığınız bir Ģeyi yaptırtmasına izin vermeyin ve hiçbir menfaat
karĢılığında siz de yapmayın…
Kimsenin hayallerinizin önüne geçmesine izin vermeyin... Yıllar sonra geriye baktığınızda
yapmadığınız Ģeylerden değil, yaptığınız Ģeylerden piĢman olun…
Ama genç meslektaĢlarım, bütün bunlardan daha da önemlisi;
Tıp fakültesi nasıl olsa biter, herkes bitirmiĢtir. TUS da kazanılır ama hayatı ıskalarsanız bir
ikinci Ģansınız olmaz.
Yani; bir daha 22-23 yaĢında olmayacaksınız. Sakın, size baĢkaları tarafından, daha ciddi olduğu
söylenen Ģeyleri yaparken, hayatın yanı baĢınızdan akıp gitmesine izin vermeyin.
Herkese yalan söyleyebilirsiniz, herkese bahaneler uydurabilirsiniz ama 50‟li yaĢlarınıza
geldiğinizde, bir sabah aynada karĢınıza çıkacak saçları ağarmıĢ, yüzü kırıĢmıĢ, adam ya da kadını
kandıramayacaksınız.
Size; ”Doktor oldun, uzman oldun, hatta hoca oldun... Peki ya gençliğin? ”
diye sorduğunda verecek cevabınız olsun...
Erbuğ Keskin
Professor and Chairman
Pediatric Urology
Istanbul University Medical School
34093
Çapa/Istanbul
Fatma Bengisu BARAN
BarıĢ Emre ASLAN
Mizgin GEÇĠT
31
ARĠH
Anadolu coğrafyasında tıbbın önemli bir köĢe taĢı:
Gevher Nesibe ġifahanesi ve Medresesi
“Dünyada Tıp Eğitimi ve Sağlık Hizmetini birlikte veren ilk merkez”
Orta çağ, batıda bir duraklama bir skolastik devir iken doğuda deyim yerindeyse bilimin altın
çağını yaĢadığı bir dönemdir. Türk Kavimleri bu asırda Önasya denilen ve Mısır‟ı da içine
alan bölgelerde büyük devletler kurmuĢlar ve yine bu devirde Ģîfaiye denen hastaneleri inĢa
ettirmiĢlerdir. Gerçek manada tıbbın temellerinin atıldığı büyük tabiplerin yetiĢtirildiği
medreseleri de bu dönemde yaptırmıĢlardır.
Selçuklu döneminde tıbba büyük önem verilmiĢ karantina ve hıfzıssıhha çalıĢmaları önemle
yürütülmüĢ ve birçok hastaneler kurulup nice hekimler yetiĢtirilmiĢtir. Bu devirde hastanın
sadece biyolojik yönü ele alınmayıp aynı zamanda psikolojik yönü de ele alınaraktan çeĢitli
telkin tedavileri de uygulanmıĢtır. Bunda hekim-hasta iliĢkilerindeki dürüstlük ve ahlaktan
doğan itimat önemli bir etkendir. Yine bu dönem tıbbının fizyolojik ve donanımsal özellikleri
düĢünüldüğü zaman çok baĢarılı ameliyatlara sahne olmuĢtur. Dr. Sigrid Hunkenin doktora
tezi de bunu teyit etmektedir.
Yine bu dönemde yapılmıĢ önemli eselerden biri de Gevher Nesibe ġifahanesidir. Gevher
Nesibe Hatunun kimi kaynaklara göre vasiyeti kimi kaynaklara göre isteği üzerine ağabeyi
Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları arasında Kayseri'de
inĢa ettirilmiĢ ünlü Gevher Nesibe ġifaiyyesi ve 1210-1214 yılları arasında yapılan medresesi
tıp eğitimi ve sağlık hizmetini birlikte veren dünyanın ilk merkezidir.
Gevher Nesibe Hatun ve DarüĢĢifanın YapılıĢı
Melike Ġsmetüddin Gevher Nesibe Hatun ya da bilinen adıyla Gevher Nesibe
Sultan, Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıçarslan'ın kızıdır. 1204 yılında verem hastalığına
T
32
yakalanarak Kayseri'de vefat etmiĢtir. Halk ozanları tarafından söylenegelmiĢ rivayetlere göre
Gevher Nesibe Sultan saray baĢ sipahisine aĢık olmuĢ ve ağabeyi l. Gıyaseddin Keyhüsrev
evlenmelerine izin vermemiĢtir. L. Gıyaseddin Keyhüsrev, baĢ sipahiyi savaĢa göndermiĢ ve
savaĢta ölmesine neden olmuĢtur. Bunun üzerine verem hastalığına yakalanan Gevher
Nesibe'nin durumuna çok üzülen ağabeyi ona vasiyetini sormuĢ, o da ağabeyine kendi
hastalığının Ģifası olmadığını ve ölüm yokuĢunda olduğunu, Ģifası olan hastalıkları çeken
insanların acı çekmemesi ve tedavisi için kendi adına insanların ücretsiz yararlanabileceği bir
Ģifahane yaptırmasını vasiyet etmiĢtir. Gevher Nesibe Hatun hekimlerin tüm çabalarına
rağmen iyileĢememiĢ ve vefat etmiĢtir. Kimi rivayetlere göre ise Selçuklular o yıllarda Bizans
ve Haçlılarla savaĢmaktadır. Bir ara cepheden o kadar çok yaralı gelir ki sarayın koridorları
revire döner. Ne yazık ki gazilerin çoğu hekim yüzü göremeden vefat eder, elbiseleri ile
defnedilirler. Bunun üzerine Gevher Nesibe bir gün sultanın huzuruna çıkar. Ne kadar takısı
varsa önüne koyar ve kararlı bir sesle “Ben bir Ģifahane yaptırmak istiyorum ağabey” der.
Gıyaseddin Keyhusrev çok duygulanır onun bıraktığı mücevherlerin üzerine binlerce kese
altın ekler ve Anadolu‟nun “en büyük” Ģifahanesinin yapılmasını emreder.
Bina hızla Ģekillenir ama Gevher Nesibe Hatun bunu göremez. Bugün türbesi, adına yapılan
Ģifahanede bulunmaktadır.
MĠMARĠ YAPISI
Yapı, 2.800 m2‟lik bir alanı kaplayan birbirine bitiĢik, açık avlulu iki birimden meydana gelir.
Batıdaki bölüm Ģifahane, doğudaki tıp medresesidir. Her iki bölüm de tipik Selçuklu medrese
planına sahiptir. Birbirine dar bir koridorla bağlantılı olan binalardan dârüĢĢifa 1.680 m2,
medrese ise1.120 m2 ebatlarındadır. Ġki bölüm, ortasında havuzu bulunan, dört tarafından sivri
tonozlu revaklarla çevrili açık avlulu, dört eyvanlı plan Ģemasına sahiptir.
(Sağdaki resimde çeĢitli iĢaret ve damgalar görülürken soldaki resimde bir kadın silüeti
görülmektedir)
Şifahanenin süslemesinin taç kapıda yoğunlaştığı görülmektedir. Şifahane girişinde bulunan
taç kapı gerçek bir sanat eseridir. Taç kapıya günün belirli saatlerinde dikkatli bakıldığı
33
zaman bayan siluetine benzer bir görünüm oluşmaktadır. Gölge oyunu ile meydana gelen bu
siluet halk arasında Gevher Nesibe Hatun’un silueti olduğuna inanılmaktadır. Bu konu ile
ilgili olarak Sayın Selen Bostan’ın bir makalesinde “Cepheden bakıldığında dikey eksene
göre simetrik bir çift göze, bir burna ve ağza benzetilen mukarnas hücreleriyle birlikte
mukarnasın sınır çizgisi omuzlara doğru dökülen saç ya da örtüyü çağrıştırmaktadır. Çağrışım
halkın gözünde Darüşşifanın banisi Gevher Nesibe Sultanla özdeşleşmektedir. ” diye
bahsetmektedir.
Selçuklular döneminde yapılmış âbidelerin yapı özellikleri, iç ve dış tezyinatlarının yanında,
pek çoğumuzun ilk bakışta dikkatini çekmeyen bir özelliği de eyvan ve tonozları meydana
getiren yontma taşlar üzerinde görülen taşçı işaretleri veya Türk damgalarıdır. Gevher Nesibe
Şifahanesi’nde de birçok taşçı işaretleri ve Türk damgaları bulunmaktadır.
Selçuklular döneminde yapılmıĢ âbidelerin yapı özellikleri, iç ve dıĢ tezyinatlarının yanında,
pek çoğumuzun ilk bakıĢta dikkatini çekmeyen bir özelliği de eyvan ve tonozları meydana
getiren yontma taĢlar üzerinde görülen taĢçı iĢaretleri veya Türk damgalarıdır. Gevher Nesibe
ġifahanesi‟nde de birçok taĢçı iĢaretleri ve Türk damgaları bulunmaktadır.
(KarĢılıklı 2 Yılan ve aralarında 12 dilimli Selçuklu madalyonu)
Taç Kapının üst kısmında da taştan işlenmiş kemer ve etrafında karşılıklı çeşitli Selçuklu
motifleri vardır. Bunlardan birisi kendi üzerine dolanmış karşılıklı iki yılanı andırmaktadır.
Bu iki yılanın ortasında da on iki dilimli Selçuklu madalyonu bulunmaktadır.
Isınma sistemi hala tam manasıyla çözülebilmiş değildir.1980 yılında yapılan onarım
sırasında toprak altından birçok spiral yivli künkler ortaya çıkmıştır. Bu yapının şifahaneye
suyu getiren ve dağıtan su tesisatı olduğu akıllara gelmektedir. Büyük bir ihtimal yakın
bölgelerden çıkartılan sıcak su veya sıcak buhar buraya getirilmekte ve binanın arka kısmında
bulunan yedigen kaideli bir su terazisinden geçerek, buradan binanın içerisine girmekte ve
dağılmaktadır. Muhtemelen bina künklerle yerden ısıtılmaktadır. Zira yapılan kazı ve
araştırmalarda yapının ve hamamın ısınmasını sağlayacak hiçbir ocak ve kazan
bulunamamıştır.
34
Anadolu Selçukluları, sağlık tesislerinde kadın-erkek, müslim-gayrimüslim ayrımı
yapılmaksızın hizmet verilmiĢ, Gevher Nesibe‟de de 20. yüzyıla kadar aynı anlayıĢla hizmete
devam edilmiĢtir.
Medrese de Eğitim ve Fiziki KoĢullar
1206 yılında yaptırılan medrese, 1890 yılına kadar hem hekim yetiĢtirmiĢ hem de hastaları
tedavi etmiĢtir. Öğrenciler medresede öğrendikleri teorik bilgileri, hastane kısmında
uygulamıĢlar ve Ģifa dağıtmaya çalıĢmıĢlardır. Medresesinde Selçuklu hükümdarı Alaaddin
Keykubat'ın sağlık nazırı Ekmeleddin gibi ünlü Türk hekimlerinden Ebubekir, Gazanferi, Ali
ġinasi, Ebu Salim Ibni Kübra, Yakubi, Sucauddin Ali Bin Ebu Tahir, Seyit Samet Gevher
Nesibe Medresesinde yetiĢmiĢler ve hocalık yapmıĢlardır.
ġifahanenin tavandan aydınlatmalı üç ameliyathanesi vardır. Bu ameliyathanelerde katarakt,
mesane ve fıtık ameliyatlarının yapıldığı bilinmektedir. Hastalara narkoz olarak da “afyon,
Ģarap, sarı sabir, ademotu ile hindistan cevizi karıĢımı” verilmiĢtir.
ġifahanesinde dahiliye, cerrahi ve göz, akıl hastanesi ve ruh hastalıkları bölümlerinin yanı sıra
eczane de bulunmaktaydı. Ġlaç yapımında kullanılan bitkiler ile marul, maydanoz gibi sebzeler
de medresenin damında kurulan serada yetiĢtirilmiĢtir. 1.5 metre kalınlığında toprağın
bulunduğu damın, bu sayede izolasyonu da sağlanmıĢtır. Seranın ısıtılmasının da medrese
içindeki merkezi ısıtma sistemiyle sağlandığı sanılmaktadır. Medrese de eczacılar tarafından
ıĢığa hassas ilaçların hazırlandığı karanlık odalar dikkat çekmektedir. Bu Selçuklu
tababetinin, o devirde „fotosensibilite‟yi bildiğini ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Ģifahaneye ait
olan orijinal bir ilaç kazanı bulunmuĢtur, bu kazan halen orada sergilenmektedir.
ġifahanenin batısında yer alan ve bîmârhane (akıl hastanesi) olduğu sanılan bir bölüm
bulunmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bir koridor ve koridorun iki yanına
düzenlenen dokuzar küçük hücre olmak üzere toplam 18 adet oda vardır. Hücrelerden güney
batı köşesinde hamam bulunmaktadır. Bu hamam o dönemde İslamiyet’in ve Türkiye
Selçuklularının temizliğe ne kadar önem verdiğinin de bir kanıtıdır.
Bimarhane de hasta odalarının eyvan kavislerinde, karĢılıklı ikiĢer delik bulunmaktadır.
Bunlar o zaman kuĢ ve su sesi ile müzik dinletilerek uygulanan telkin tedavisinde kullanılan
ses koridorlarıdır. Bu ses koridorlarının dünyanın ilk primitif hoparlörleri olduğu
düĢünülmektedir. Odaların tonozlarının birçoğunda ıĢık ve havalandırma için oluĢturulmuĢ
açıklıklar görülür. O dönemde Batı dünyasında hastaların toplumdan uzaklaĢtırılmak için son
derece kötü Ģartlara sahip binalarda ölüme terk edildiği düĢünüldüğünde yapının çarpıcılığı
daha belirgin ortaya çıkmaktadır. .
Medrese, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun dağılma döneminde ekonomik ve siyasi nedenlerle
kapatılmıĢtır. Halk arasında 93 Harbi‟ olarak bilinen Osmanlı-Rus savaĢı sırasında Kayseri‟ye
göç edenler buraya yerleĢtirilmiĢ ve yaklaĢık 50 yıl barınmıĢlardır. Medresede en büyük
tahribat da bu dönemde olmuĢtur. ÇeĢitli dönemlerde restore edilen medrese, son olarak
1982‟de Erciyes Üniversitesi‟nce restore ettirilerek Tıp Tarihi Müzesi‟ olarak hizmete
açılmıĢtır.
35
Günümüze Yansımaları
Külliyenin bulunduğu Kayseri semti de Gevher Nesibe adı ile anılmaktadır.
Erciyes Üniversitesi Hastanesi'ne Gevher Nesibe Hastanesi adı verilmiĢtir.
Mayıs 1993 yılında Amerikan Uzay Üssü NASA tarafından, Venüs gezegeninde bir
tepeye Gevher Nesibe Sultan‟ın ismi verilmiĢtir.
Gevher Nesibe Nanotıp Projesi Bilgitay çalıĢma grubu tarafından Nanotıp alanında
baĢlatılan proje Dünya'nın Ġlk Tıp Fakültesi Gevher Nesibe ġifahanesi ve Gıyasiye
Medresesi'nin kuruluĢunun 800. yılı (1206 - 2006) nedeniyle Gevher Nesibe Nanotıp
Projesi olarak adlandırılmıĢtır
DarüĢĢifadaki giriĢin üzerinde bulunan kitabede, "Kılıçaslan oğlu, dinin ve dünyanın
koruyucusu, büyük sultan Keyhüsrev zamanında, zamanı daim olsun, Kılıçaslan‟ın
kızı, din ve dünyanın ismeti Melike Gevher Nesibe‟nin vasiyeti olarak H.602 (1205)
yılında yaptırılmıĢtır." yazmaktadır.
Kaynakça:
^ http://arsiv.ntv.com.tr/news/245476.asp
^ http://www.semerkandaile.com/Detay.aspx?YaziID=127
^ http://hastaneler.erciyes.edu.tr/gevher_nesibe_yeni.htm
^ http://www.kayserihakimiyet2000.com/gevher-nesibe-hanim-kimdir/
^ http://gevhernesibe.erciyes.edu.tr/AnaSayfa/Tarihce
^http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/gevher-nesibe-sifahanesi.html
^http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=70
^http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=190
^http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3048
MUHAMMED DERVĠġ ARSLAN
36
EZĠ YAZISI
Malatya‟dan 4 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra peygamberler
diyarı ġanlıurfa‟ya ulaĢtık. Sanırım Ģehre gelen büyük bir çoğunluk gibi
biz de ilk olarak balıklı göle gittik. Yolculuk esnasında bayanların büyük
bir çoğunluğunun mor eĢarp taktığını fark ettim. Ayrıca insanların bir
kısmı da yöresel kıyafetler giymiĢti. Burası halk arasında balıklı göl olarak
biliniyor ama asıl adı Halil-ür Rahman ve Aynzeliha Gölü.
Efsanesi ise “Nemrut, zulmü ile çevresine korku ve dehĢet saçan bir hükümdardır. Bir gece
gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birinin, kendisini öldüreceğini öğrenir.
Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder. Nemrut‟un askerleri emri
uygulamaya baĢlarlar. Ġbrahim peygamberin annesi Sara, kaçarak bir mağaraya gizlenir.
Çocuğunu bu mağarada doğurur ve çocuğunu burada bırakıp evine döner. Çocuğu, bir diĢi
ceylan emzirir. (Türkiye‟de ceylan, Urfa ve çevresinde bulunmaktadır. ġu an koruma
altındadır ve sayıları 1000 civarındadır.) Aradan zaman geçer, askerler Ġbrahim‟i mağarada
bulurlar. Nemrut‟un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, ondan hoĢlanır ve
Ġbrahim‟i yanına alarak büyütür. Nemrut‟un zulmü, haksızlığı ve putlara tapıĢını, halkın da
putlara tapmaya zorlanıĢını gören Ġbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların
tanrı olamayacağını söyler. Halka, bu düĢüncesini aktarır. Halk, korkudan ağzını açamaz. Bir
tören günü herkesin törene gittiği bir anda, Ġbrahim sarayın putlar bölümüne girer ve bir balta
ile bütün putları kırar, baltayı da en büyük putun üzerine bırakır. Törenden dönenler,
endiĢeyle Nemrut‟a haber verirler. Görevliler; Hz. Ġbrahim‟e kızdıklarından bunu onun
yapabileceğini öne sürerler. Hz. Ġbrahim yargılanır, kendisine sorular sorulur ve cevabı
“Görüyorsunuz ya iĢte, balta büyük putun ellerinde, her halde o bu iĢi yapmıĢtır.“ der.
Öfkelenen Nemrut: “Bir taĢ parçası baltayı eline alıp, bu iĢi nasıl yapar?” diye haykırınca, Hz.
Ġbrahim, “ ĠĢte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taĢ
parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz. Tanrı diye ona
tapıyor, adak adıyor, baĢınız daralınca ona koĢuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise, neden böyle
bir iĢi yapamaz.“ deyince, ĢaĢkınlık geçiren Nemrut, Ġbrahim‟in ateĢe atılarak
cezalandırılmasını emreder. Her taraftan toplanan odunlar, bugünkü Halil-ür Rahman
Gölü‟nün bulunduğu yere yığılır. AteĢ yakılır ve bugünkü kalenin bulunduğu tepenin
üzerinden, Ġbrahim peygamber mancınıklar ile ateĢe fırlatılır. Nemrut‟un kızı, Zeliha
yalvarmasına rağmen, babasının yüreğini yumuĢatamaz. Ġbrahim peygamber, ateĢe
düĢtüğünde, burası bir göl ve gül bahçesine dönüĢür. Yakılan odunlar ise balık olur.”
Ģeklindedir. Halka göre bu göller ve içindeki balıklar kutsal ve bu balıklara dokunanların
baĢına bela geleceğine inanılıyor.
Daha Ģehre girer girmez Ģehrin manevi havası insanı kucaklıyor. Hz.Ġbrahim‟in bu Ģehirde
doğması, Hz.Lut, Hz. Ġshak, Hz.Yakup, Hz.Eyub, Hz.Elyasa, Hz. ġuayb ve Hz.Musa‟nın
hayatlarının belli bir döneminde bu bölgede yaĢaması ve Hz.Ġsa‟nın bu Ģehri kutsaması ve
peygamberlerin makamları bu tarihi Ģehrin peygamberler Ģehri olarak anılmasına neden
olmuĢ.
G
37
Hz.Ġbrahim MÖ.20‟nci yüzyılda yaĢamıĢ dini Ģahsiyettir. Musevilik ve Hıristiyanlığa göre,
din büyüğü, Ġslam‟a göre peygamberdir. Ġshak ve Ġsmail‟in babasıdır. Bu nedenle Yahudiler
ve Arapların atası olduğuna inanılır. Kur‟an-ı Kerim‟de birçok ayette ismi geçer. Allah,
kendisine samimiyetinden dolayı “Halil” yani “dost” sıfatını vermiĢtir. Günümüzde, Halil
Ġbrahim söylemi buradan gelmektedir. Özellikle, bu yörede, insanlar dualarında “Evine Halil
Ġbrahim bereketi düĢe” diyerek dua ederler. Böylece o yüce peygamberin cömertliği,
misafirperverliği, sofrasının adı ve bereketi her an anılmaktadır. Ġslam‟da, Ġbrahim‟in oğlu
Hz. Ġsmail‟i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı, önemli bir yer tutar ve her yıl
Kurban Bayramında, bu olay yad edilir. Ayrıca: Hz. Ġbrahim‟in doğduğu mağara, bu göllerin
yakınındaki “Mevlid-i Halil Camii” içinde olup, ziyarete açıktır.
Allah, Urfa‟da yaĢayan Eyyub peygamberin, kendisine bağlılığını göstermesi için; önce
mallarını ve çocuklarını elinden alır. Daha sonra ise, kendisine ağır bir hastalık verir. Hasta
yattığı mağarada, bütün vücudunu kurtlar kaplar. Eyyub peygamber; bütün bunlara rağmen
Allah‟a isyan etmez. Allah‟a ibadetten geri kalmaz, sabır ve Ģükür gösterir. Allah; onun bu
sabrına karĢılık olarak, sağlığını ve mallarını geri verir. Hz. Eyyub; bu nedenle, “Sabır”
örneği olarak kabul edilir.Hz.Eyyub‟ün hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak
Ģifa bulduğu kuyu; günümüzde Urfa‟nın Eyyub peygamber semtinde, ziyarete açıktır. Hz.
Eyyub‟un mezarı ise: Urfa‟nın ViranĢehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyyub Nebi
Köyü‟ndedir. Bu köy, bir peygamberler köyü gibidir. Eyyub peygamberin türbesi, hanımı Hz.
Rahme‟nin Türbesi ve Elyasa peygamberin vefat ettiği yer buradadır. Rivayetlere göre ilk
insan Hz.Adem ile Hz.Havva bu bölgeye yerleĢmiĢ ve ilk buğdayı Harran ovasında
ekmiĢlerdir.
Bu Ģehir 11 bin yıllık bir tarihi geçmiĢe sahiptir. Ayrıca Mezopotamya‟nın en eski yerleĢim
merkezlerinden biri olan ġanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde
bulunmasından dolayı stratejik bir öneme sahip olmuĢtur. ġehre bakıldığında yeni
yerleĢimlerin yakınlarında ve arasında bu tarihi yerlerin bulunması burada yaĢayan insanların
tarihle iç içe yaĢamasına olanak veriyor. ġanlıurfa; bugün de, mimari dokusunun
zenginliğiyle, Anadolu‟nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı
“Müze ġehir” adıyla da tanınmaktadır. Ġl merkezinde, Kültür Bakanlığınca tescil edilmiĢ; 180
tarihi ev, 32 cami ve mescit, 5 kilise, 7 medrese, 9 han, 8 hamam, 8 kapalı çarĢı, 6 köprü, 13
çeĢme, 2 sebil, 1 su kemeri, 2 anıt, Ģehir surları ve iç kale bulunmaktadır. Dünya‟nın 6. büyük
barajı olan Atatürk Barajı da bu Ģehirdedir.
Dünya‟nın ilk üniversitesinin kurulduğu tarihi Ģehir Harran‟dır. ġanlıurfa-Harran arası mesafe
47 km. Evet, ġanlıurfa‟da; Harran Üniversitesi kurulmuĢ. Üniversitenin ilk birimi: 1976
yılında, ġanlıurfa Meslek Yüksek Okulu olarak açılmıĢ. Son olarak 2007 tarihinde, Beden
Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kurulmuĢ. Harran Üniversitesi ismi ise, 1992 tarihinde Resmi
Gazetede yayınlanmıĢ.
Tesisleri: ġanlıurfa-Mardin karayolunun 18. kilometresinde. Bir kısım tesis ise merkezde.
Üniversiteye bağlı: Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi,
38
Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi, Ġlahiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi,
Veteriner ve Ziraat Fakülteleri ve bir kısım Yüksek Okul bulunuyor. Yani: toplam 9 fakültesi,
3 yüksek okul, 10 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 10 araĢtırma ve uygulama merkezi
bulunuyor.
Ġnsana huzur veren bu Ģehir Türkiye‟de gerçekten görülmesi gereken Ģehirlerden. Buraya
gidip çiğköfte ve Urfa Kebabı da yenmeli bence…
Tuğçe BAYRAM
39
BĠR YAZAR BĠR KĠTAP
ĠSKENDER PALA/BÜLBÜLÜN KIRK ġARKISI
“Ġbrahim!” demiĢti Cebrail,”Beni Rabbin gönderdi. Benden bir
isteğin varsa derhal yapayım! Dilersen Ģu tepeleri birbirine
kapatıvereyim, istersen Ģu kalabalığı taĢa çevireyim?”
…
“Rabbimin mübareği, senden bir Ģey istemiyorum. Ben Allah‟a
tevekkül edenlerdenim. O bana dost olarak yeter. Dilesin uğruna
can vereyim, dilesin uğruna cana durayım. Öldürmek de diriltmek
de Dost‟un elinde madem bir can için gayrıdan bir Ģey dileyecek
değilim.”
Cebrail gitti. Yanına ben vardım. Ona yetiĢmekte zorlanıyordum.
Beni fark etmesi için kanatlarımı o kadar hızlı çırpmak zorunda
kaldım ki, az kalsın çatlayacaktım. O ise Nemrut‟u izliyordu. Hala
imana gelmesini umut ettiği aĢikardı. Zavallı Nemrut, tahtının önünde sarhoĢ çılgınlığıyla
eğlenen bağırıĢları arasında tanrılık iddiasıyla mest, Ġbrahim‟in havada metanetle süzülüĢüne
bakıyor, çırpınmadığı için de yüzünü buruĢturuyordu.
Dağ gibi alevlerin sıcaklığını hissetmeye baĢlamıĢtık. Ġbrahim‟in gözüne iliĢebildim ve
telaĢla bağıdı:
“Kaç kurtar kendini!”
Sesimin en yüksek perdesinden haykırdım,
“Seni kurtarmadan olmaz!”
“Sen, minicik bir kuĢ! Ben Ģu heybetli beden… AĢağıda da dağ gibi alevler. Allah aĢkına beni
nasıl kurtaracaksın?”
“ĠĢte Ģu kanatlarımla Ġbrahim!.. Tutun haydi, gidelim buradan!”
Önce hüzünlü bir tebessüm, sonra imkansızın idraki, ardından yaĢaran gözler:
“O minicik kanatlarınla beni kurtaramayacağını sen de biliyorsun a kuĢ,
neden böyle yapıyorsun?”
“Çünkü sen hakkı savunuyorsun Ġbrahim, doğruluk üzerindesin.”
“TeĢekkür ederim ama bak, alevlere dokunmak üzereyiz, uzaklaĢ artık.”
“Asla! Seni kurtarmadan olmaz!”
“BoĢa öleceksin!..”
“Hiç boĢa olur mu Ġbrahim, kimden yana olduğum bilinir.”
40
AteĢlere Ġbrahim‟le birlikte düĢtük. Yok yok düĢmek yanlıĢ kelime, birlikte girdik. Kadifeler
kaplı bir kapıdan ipek döĢeli bir salona girer gibi, bir gurbetten bir sılaya girer gibi.
…
“Adın ne senin?”
Ġbrahim‟in kalbindeki Ģükür yüzüne yansımıĢ gibiydi. Ben de gülümseyerek cevap verdim.
“Bülbül ey Allah‟ın elçisi, bana bülbül dediler.”
…
“Bülbül, rabbim kendisinin tek ilah olduğuna inandığım ve bu uğurda Nemrut‟un eziyetlerine
sabredip ateĢe atılmayı göze aldığım için bugün bana dostluğunu verdi, lakin Ģu güller var ya,
hani Ģu bahçe, iĢte o senin içindir, onları sana verdi kıymetini bil.”
…
“Ġbrahim, and olsun ki senin inandığın Allah, benim inandığım Allah‟tır. ġu güller ki O bana
vermiĢtir, her birine baktıkça onu anacak ve güllerimin güzelliğiyle övüneceğim!”
Hayret! Sesim ne kadar güzel çıkıyordu. Birden güzelleĢmiĢ, ahenge bürünmüĢtü sanki.
Önceleri kesik kesik konuĢabilirdim. Oysa Ģimdi söylediğim cümleler tane tane ve ağzımdan
bir terennüm gibi, bir ahenk içinde çıkıyordu. Sevincim hayretimden aĢkındı. Kendi sesimi
yeniden duymak için Ġbrahim‟in yeni bir Ģey sormasını bekledim. Sormadı. Bahçede yürüyüp
gülleri kokluyordu. Sırf konuĢmuĢ olmak için bu sefer ben sordum:
“Güllerim çok güzelmiĢ ama, değil mi ey Allah‟ın elçisi?”
Ġbrahim yüzüme bakıp yeniden gülümsedi. KonuĢurken biraz da kasınmıĢ olmalıyım ki ikaz
ihtiyacı duydu:
“Bülbül! Fazla da övünme ki dünyanın en güzel gülü henüz açmadı. Bu gördüklerin onun
güzelliğinden yalnızca bir desen, onun kokusundan yalnızca bir esinti.”
…
Ġbrahim mucize sahibiydi. ġansımı denemek istedim.
“Ġbrahim onu görmek istiyorum!”
“Yok, yok… Uzak… Çok uzak... Biz göremeyeceğiz.”
“Ġbrahim, dünya bağının en güçlü bağı açarken yanında olmayı çok
istiyorum. Sen Allah‟ın dostu ve nebisisin. Benim için yalvarırsan,
ĠnĢallah seni geri çevirmez.”
“Yani?”
“Yani ki pak soyundan gelecek o güle dair senden yardım istiyorum.
Mucizatın hakkı için…”
41
“Nedir ki bülbül?”
“Ġçimde uyanmıĢ iki arzu. Ġlki, onun nuru nesilden nesle geçtikçe Rabb Teala da benim ona
olan aĢkımı çoğaltsın, onu özlemekten bir an geri kalmayalım! Ve ikincisi, o gülün Ģanına
Allah bülbül neslinin sesini gittikçe güzelleĢtirsin, ta ki insanlar güzel Ģarkılarımızı dinledikçe
onu hatırlasınlar!”
Allah dostu uzunca bir süre düĢündü. Eğer teklifimi geri çevirseydi orada düĢüp ölebilirdim.
Ama o bunun için Allah‟a yalvaracağını, lakin bir Ģart olduğunu söyledi. ġartı, o gül açasıya
kadar seher vakti onu anmam ve açacağı çağda da kırk adet Ģarkı söylememdi.
“Allah‟ım, bu aĢk avaresi bülbülün ruhunu ta kıyamete kadar zinde kıl! Ġlahi, bedeni her
doğumda değiĢse de gönlüne nakĢedeceğin aĢk, dünya bağının en muhteĢem gülü için
tazelensin, tazelensin, tazelensin… Allah‟ım bu Ģeyda bülbül güle vuslat bulduğunda,o
vuslatı kıyamete kadar anlatmak üzere sesine neslim Davut gibi güzellik ve bereket ver.Ta ki
gül için kırk Ģarkı söylemiĢ olsun…Amin!”
…
Böyle baĢlıyor “Bülbülün Kırk ġarkısı”. Usta tarihi roman yazarı, sonunda Ġslam tarihini,
peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)‟in hayatını anlatıyor. Hem de daha sade daha akıcı ve
daha önce hiç okumadığınız bir üslupla… Tabi ki de yine farklı bir pencereden bu sefer bir
bülbülün gözünden bir bülbülün dimağından Ģakıyor cümleleri. Yazar; edebiyat tarihimizdeki
aĢka anlam veremeyen, sadece eleĢtiren, fenafillah gibi mertebeleri gözden kaçıran çoğu
kesime adeta ders veriyor bülbülün hikayesini genel bir hüsn-ü talile dem vurarak. Aynı Ģeyi
Fuzuli‟nin Leyla ile Mecnun‟unu anlattığı “Babil‟de Ölüm Ġstanbul‟da AĢk” kitabında da
görüyoruz. Bu ve benzeri eserleriyle tarihimize, edebiyatımıza hak ettiği değeri verip anlam
katmaktadır özellikle de ilahi aĢka eserlerinde yer vererek. Umarım ki tasavvuf tarihimize de
biraz daha el atar güçlü kalemiyle. Son olarak ilgisini cezbeden arkadaĢlar için yine „Bülbülün
Kırk ġarkısı‟ndan en beğendiğim kıssasıyla yazımı bitirmek istiyorum. Bu küçük hikayesinde
de yine bildiğimiz bir hadisi akılda soru iĢareti bırakmadan anlatıyor: ”Levlake levlak lema
halaktu‟l eflak.” Düz mantıksalcı zihniyetin inkarları aksine o kadar gönülden anlatıyor ki
insan görmeden imanın,duymadan sebatın hazzını tadabiliyor.Yazımın
sonlarına doğru mevzuyu biraz derinleĢtirdiğimi biliyorum ama asıl tanıtımını
yaptığım kitaptan alıntımla bitiriyorum.
Ġlimle kalın...
“Yıllar ve yıllar önceydi… Bir gece, Ģarkımın en tenha zamanında, bir gül
rüyası görmüĢtüm. Her Ģey tül tül açılıyordu çevremde ve güle dair ne varsa
gözümün önünden geçiyordu. Ruhum oradaydı. Güya zaman ötesi bir zaman,
mekan ötesi bir mekandaymıĢım… Rüya ya; adına ezel diyelim… Dünyada
hiçbir Ģey yokmuĢ, hatta daha dünya yokmuĢ… Yalnızca Allah varmıĢ. Allah
bilinmeyi sevdiği için bir nur yaratmıĢ. Yarattığı nura celal ve rahmet nazarıyla
bakıp ”Muhammed ol!” demiĢ. IĢık üstü ıĢık bir nur olmuĢ. Allah‟ın cemal ve
izzeti karĢısında yüce yaratıcıya kulluğunu arz etmiĢ: ”La ilahe illallah:
Allah‟tan baĢka ilah yok!” Allah kendisini ilk bilen bu nurdan kuluna ihsan
buyurmuĢ: ”Muhammed Rasülullah: Muhammed Allah‟ın elçisi!” Sonra Allah,
42
ArĢ‟ı ve ruhları yaratmıĢ. Derken yarattığı nura rahmet nazarıyla tekrar bakmıĢ. Nur, Onun
celali karĢısında buhar buhar terlemiĢ. Rüyamda bunu hissediyordum; katmanlar çoğalıyor,
gökler birbiri içine giriyordu ve ArĢ henüz sular üzerindeydi. Meğer o sırada Levh ü kalem
vücuda getirilmiĢ. Kalem ana kitabın baĢına Muhammed yazmıĢ. Böylece Muhammed,
Allah‟ın takdirinde bütün peygamberlerin baĢı, yaratılıĢta ise sonu olmuĢ. Varlıkta evvellerin
evveli ve peygamberlikte sonların sonu… Muhammed‟in nuru diğer nebilerin nurunu da
kuĢatıyormuĢ. Allah yarattığı o ilk nura yeniden bakmıĢ. Nur yeniden buram buram terlemiĢ,
buğusu dört unsura dönüĢmüĢ: Toprak, hava, su, ateĢ olmuĢ. Sonraki nazarın buğusundan ise
hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar yaratılmıĢ. Dört anadan üç çocuk doğar gibi… O nurun
özü bütün bu yaratılanların içinden süzüle süzüle Adem‟e kadar gelmiĢ. Adem‟in cennette
balçığı karıldığında, Muhammed‟in nuru ruh ile ceset arasında çoktan beklemekteymiĢ ve
Allah o balçığın tam alnına, bedeni saran o nuru yerleĢtirmiĢ. Böylece Adem bir nurla
yaratılmıĢ. Sonra Ġdris, sonra Nuh, sonra ve sonra… Bütün nebiler bu nuru taĢımıĢ ve
oğullarına Adem‟in söylediklerini tekrar etmiĢler: ”Bu nuru Allah‟ın huzurunda nikahla
alacağın temizlerden temiz bir kadın vasıtasıyla oğuldan oğla aktaracaksın!”Böylece zina
çamurundan bir zerre bile sıçramayan nur, bazen gizli bazen açık; gelmiĢ, gelmiĢ, gelmiĢ…
Bazıları görmüĢ onu, bazıları görememiĢ. Bazen tufan kadar sert ve haĢin merhaleleri, bazen
çölde rüzgarların savurduğu bir ayak izi kadar küçük ve mahrem yolculukları geçerek…
Nesilden nesle, soydan soya… Tıpkı benim güle olan hasretim gibi. Nesilden nesle,soydan
soya… Bir gül rüyasıydı, görüyordum…
Uyandığımda Hanif bir soydan süzüle süzüle gelen bu nur bana Ġbrahim‟i düĢündürdü. Onun
alnında gördüğüm nuru hatırladım. Sonra oğlu Ġsmail‟in alnında gördüğümü de…
Nesrullah
43
ĠTAP TANITIMI
Emanet Vakti-Ömer Toprak
Aziz Aslan... ĠĢinde oldukça baĢarılı bir cerrah... Fit bir görünüme ve
muhteĢem bir zekâya sahip usta bir satranç oyuncusu... Ailesi, yaĢantısı,
imkânları ile çoğu kiĢinin yerinde olmak isteyeceği biri... Bu madalyonun bir yüzü... Diğer
yüzünde ise yetiĢtirme yurdunda çok acılar çekmiĢ, yaĢadıkları yüzünden bir intikam
makinesine dönüĢmüĢ, kurduğu imparatorluk ile kurbanlarını teker teker avlayan bir seri katil
var... Ve gün geliyor, tam bir gizlilik içinde faaliyet gösteren bu imparatorlukta hüküm süren
Aziz Aslan, kendi intikamının peĢinde olan modern bir HaĢhaĢin‟in komplosuna maruz
kalıyor. Ġntikamın öznesi iken nesnesi durumuna düĢüyor. Böylece iki intikam makinesinin
çarpıĢtığı ve zekâların yarıĢtığı bir meydan savaĢı baĢlıyor... Kazananın kim olduğu son ana
kadar gölgede kalan bu savaĢ, aynı zamanda Aziz Aslan‟ın yetiĢtirme yurdunda kaldığı
yılların da ötesine uzanan en büyük acısının intikamını alması için de büyük bir fırsat! Kitap
birbirine geçmiĢ hikâyelerin, her bir karakterin haklı olduğu, okuyan herkesin kendi
“haklısını” bulabileceği türden hayatları anlatıyor.
Daha önceleri yazmaya baĢladığımda, bunu basit bir heves, en azından vaktimi
geçirebileceğim bir aktivite olarak görmüĢtüm. Basit edebiyatlar yapıp cümlelerimi o yoğun
duygu seliyle birlikte ifade etmeye baĢladığımda çok da büyük değildim sanırım.
Bir Ģey yazmak kolay değildir. Her Ģeyden önce ilham gerekir. Bütün bilgi ve
birikimlere rağmen, kafanızda milyonlarca düĢünce uçuĢurken siz bir diğer periyi bulmadan
kalem oynatamazsınız. Benim de kitabı yazmaya baĢladığım o zamanlarda günler boyunca tek
kelime yazamadığım, beĢ dakikaya ise yüzlerce kelime sığdırdığım zamanlar oluyordu.
Aslında ilham perisi denen Ģeyin var olduğuna inanıyordum. Ama sonradan Ģunun farkına
vardım. Ġlham perilerim olması gerektiği gibi kelimeleri kulağıma fısıldarken, ben
parçalanmıĢ hayatların acı dolu hikâyelerini kaleme alıyordum.
Sonradan anladım ki ilham perisi denen Ģey aslında benim parmak uçlarımdan
hissettiğim o derin tonlarda gizliymiĢ. Kitap yazarken ise her tonumu yeniden keĢfetmenin
derin hazzını yaĢıyorum. Örneğin yazarken müziğin tonuna göre karakterlerime acı
çektirebiliyor, keyfime göre onları mutlu veya mutsuz edebiliyordum. Bu benim hayal
gücümle gerçekliğim arasındaki ilk gerçek bağlantım olmuĢ oldu. Bazı Ģeylerin gerçek
önemini anlamıĢ oldum. Belki de asla yaĢayamayacağım deneyimleri birer birer yaĢamıĢ
oldum.
Bir kitap okurken genelde yaptığımız Ģeylerin biri de kendimizi ana karakterle
bütünleĢtirmektir. Oysa ben kitap için yazdığım bütün yazılarla ve karakterlerle adeta
benliğimi, karakterlerin parçalarına böldüm. Hayatta herkesin bir amaç uğruna yaĢayabileceği
ve bu amacın herkese göre doğru olmaması gerektiğini gösterdiğimi düĢünüyorum.
Kendimize göre haklı olduğumuz müddetçe, çektiğimiz sıkıntıların büyüklüğü olmadığını
düĢünsek de her zaman birisi kazanıyor ve biz bunun farkına bile varamayabiliyoruz.
Umarım Ģu günden itibaren yazacaklarım, beni daha iyi bir yere götürmek yerine,
okuyan herhangi bir insanın kendine bir Ģeyler katabileceği harflerin topluluğu haline getirir.
Keyifli okumalar!
K
44
Kitabımın dergide yer almasına vesile olan Dr. Mehmet Fatih DURSUN „ a ve
ĠNÜBAT „ a teĢekkürlerimi sunuyorum…
Ömer TOPRAK
ÖZGÜRLÜĞÜN BAġ DÖNMESĠ
Yazılarında edebiyatla felsefeyi, bilim ile ruhunu, duygu ile düĢünceyi aynı anda ele alan,
aynı zamanda bir psikiyatrist olan yazar bu kitabında benliğin dönüĢümü, postmodernizm,
küreselleĢme, ruh sağlığı, siber alan, psikoterapi, anksiyete gibi kavramları günümüz kültürel
ve sosyal yapısıyla iliĢkilendirerek açıklıyor.
Sayar'a göre küreselleĢmeyle birlikte ortaya çıkan kapitalizm, önceleri özgürlüğü kazanmak
adına nice çabalar gösteren toplumların, ruhsal bir baĢ dönmeye maruz kalmalarına sebep
olmuĢtur.
Yazar bütün bu güncel meseleleri psikiyatri süzgecinden geçirerek eleĢtirel bir bakıĢ açısıyla
aydınlatma çabası içindedir.
Yayın yılı: 2013
TimaĢ yayınları, 159 sf.
MERVE BAKIRHAN
45
ÜZĠK
Erkan Oğur; diğer her Ģeyin sessizliğe bürünüp, notaların
konuĢtuğu isim. Bizim yaĢ grubunun daha çok pop veya batı temelli
müziklere eğilimli olmasından dolayı bu denli sanatçıları pek
bilmiyoruz. ġu an bu yazıyı yazma amacım olarak bunu
gösterebilirim. ġimdi üstadın hayatına Ģöyle bir değinelim.
1954 Ankara doğumlu olan sanatçımız, müzik hayatına 4 yaĢında çocukluğunun geçtiği
Elazığ‟da baĢlamıĢtır. Keman ve bağlamayı da o yıllarda öğrenmiĢtir.
1973‟te babasının isteği üzerine Münih Üniversitesi Fizik Mühendisliği‟ne gitmiĢtir. Oğur
Almanya‟da daha çok gitar üstüne yoğunlaĢmıĢtır. Gitar çalmasında Jimi Hendrix‟in etkileri
görülmüĢtür. Doğu müziğinden batı müziğine uzanan Oğur, batı enstrümanlarının koma
seslerin darlığından dolayı gitarın kendi kültüründeki bazı seslere imkan vermediğini gördü.
Erkan Oğur bu çalıĢmalarını geliĢtirdikçe gitarda Türk müziğindeki seslere daha çok ihtiyaç
duymaya baĢladı ve düĢüncelerini gerçekleĢtirmek için gitardaki perde sistemini kaldırarak
1976'da "perdesiz gitar"ı dünyaya ve insanlığa armağan etti.
Ayrıca yine bu dönem farklı gitarlarla birlikte ebow (manyetik yay cihazı) kullanarak
Türk müziğine uygun sesler yakaladı. 1980'de Türkiye'ye dönerek Ġstanbul Teknik
Üniversitesi Klasik Türk Müziği Devlet Konservatuarı'na girdi. Bu yıl MFÖ‟nün parçası
"Güllerin Ġçinden"de attığı perdesiz gitar solosu büyük beğeni topladı ve Ģarkı unutulmazlar
M
46
arasına girdi. 1983'de ilk albüm çalıĢması "Perdesiz Gitarda ArayıĢlar" Çekirdek Sanat
Evi'nde yapılan kayıtlar sonucunda ortaya çıktı.
1985'de konservatuar eğitimi bitirdi. Askerlik görevini tamamladıktan sonra, 1987'de
tekrar konservatuara dönerek ud dersleri vermeye baĢladı. Aynı dönem Fikret Kızılok ve
Bülent Ortaçgil'le çalıĢmalara ve konserlere çıkmaya baĢladı. 1988'den itibaren artık
geliĢtirdiği kendine has üslubuyla Türkiye'de dinleyiciler tarafından daha çok tanınmaya ve
daha çok sanatçı tarafından da albüm kayıtlarında perdesiz gitarıyla tercih edilmeye baĢladı.
1989'da "Sis" filminin müziklerini yaptı ve o yıl Amerika'ya giderek New York,
Chicago, Houston, Iowa ve Wisconsin gibi Ģehirlerde yerel sanatçılarla Blues çalıĢmaları
yaptı. 1990'da Türkiye'ye yeni geliĢtirdiği "8 telli perdesiz gitar"la döndü. 1991'den itibaren
eski bir Türk sazı olan "kopuz" ve "dede bağlama" üzerine daha çok eğilmeye bu konudaki
çalıĢmalarını arttırmaya baĢladı.
1994'de Avrupa'nın önemli caz gitaristlerinden Philip Catherine ile kaydettiği "Fretless"
(Perdesiz) albümü Almanya'da piyasaya çıktı ve büyük bir baĢarı elde etti. Albümde
enstrümantel parçalar yanında Erkan Oğur'un yorumladığı 2 türkü de yer alıyordu. 1996'da
aynı albüm "Bir Ömürlük Misafir" adıyla bazı parçaların kayıtları yenilenmiĢ ve
zenginleĢtirilmiĢ olarak Türkiye'de piyasaya çıksa da Avrupa'daki kadar ilgi görmedi.
1997'de "EĢkiya" filminin müziklerini yapması ve bu çalıĢmada kendi sesiyle "Fırat
Türküsü"nü okuması bir anda herkesin gözünün Erkan Oğur'a çevrilmesini ve var olan
değerinin birçok insan tarafından yeni keĢfedilmesini sağladı. 1998'de konservatuar
yıllarından beri yakın arkadaĢı olan Ġsmail Hakkı Demircioğlu ile çıkardığı "Gülün Kokusu
Vardı" albümü tam bir baĢyapıt olarak türkü sevenlerin arĢivlerindeki yerini aldı.
Ardından 1999'da Okan Murat Öztürk ile çalıĢması "Hiç" piyasaya çıktı. Albümde
kendi sesiyle okuduğu tek Ģarkı olan "Dede ile Balta" Erkan Oğur'un yeni dünyaya gelen
kızına hediyesidir. 2000 yılında "Anadolu BeĢik" albümü Ġ.H. Demircioğlu'yla 2. türkü
çalıĢmaları olarak müzikseverlerle buluĢtu. 2001'de değerli Ermeni müzisyen ve "duduk"
sanatçısı Djivan Gasparyan'la "Fuad" albümünü hazırladı.
Albümün ismi olan Fuad tasavvufi bir kavram olarak "kalp gözü" ya da "kalbin idrak
etme hassası" anlamıyla Erkan Oğur tarafından insanların yüreklerinde hissetmeyi
unuttuklarına bir özlem olarak konmuĢtur. Bundan sonraki yıllarda Erkan Oğur yurt içi ve
yurt dıĢı konserlerine yoğun olarak devam etti. 2004'de gelindiğinde yönetmenliğini Uğur
Yücel'in yaptığı ve 11 dalda Altın Portakal kazanan "Yazı-Tura" filminin müziklerini yaptı.
Uğur Yücel filmden sonra -Oyunculuk için "ruh göçü"dür derken ne anlatmak
istiyorsam Erkan'ın müziğinde "o" var. Çalarken, sazlarının ruhuna göçüyor.- demiĢtir. 2006
yılında Erkan Oğur'un Çekirdek Sanat Evi döneminde temelleri atılan ve 1995'den itibaren
çalıĢmalarını hızlandırarak yurt içi ve yurt dıĢı konserleriyle büyük beğeni toplayan caz
üçlüsü "Telvin" , "Bir kereye mahsus" ibaresi ile 2CD'lik bir albüm çıkardı.
47
"Halden hale geçmek" anlamına gelen Telvin Erkan Oğur'la (Gitar) birlikte "Ġlkin
Deniz" (Bas) ve "Turgut Alp Bekoğlu"dan (Davul) oluĢmaktadır. Grup Ġngiltere'de London
Queen Elizabeth Hall'de Mart 2006'da konser verdi ve ayrıca BBC'ye de konuk oldu.
Erkan Oğur, birçok baĢarıyla dolu hayatını "müziği sever" diye özetleyip güzel kiĢiliğiyle ve
eserleriyle halen konserlerine ve çalıĢmalarına devam ediyor.
Sanatçımız adına benim size önerim bütün eserlerini dinlemenizdir. Pek bir ayrım
yapamıyorum açıkçası, hepsi birbirinden güzel ses ve ahenkler. Ve tabi üstadın sesini de
unutmamamız gerekir. Ama yine de insan rahatlamak istediği belki uzaklara dalmak istediği
zamanlarda Erkan Oğur‟un Perdesiz Gitardaki hicaz taksimini dinleyebilir. Ki bence bu
konuda en etkili yöntem de perdesiz gitardır.
Müzikle kalmanız dileğiyle....
Ali Rıza EKĠCĠ
48
ĠZDEN GELENLER
AH MĠNE’L AġK!
-Geri döneceğim.
-Hayır!
-Sana söz veriyorum. Döndüğümde…
-Sus Romeo, yalvarırım sus!
-Niçin böyle söylüyorsun?
-SavaĢa giden hiçbir erkek geri dönmedi. Ölü umutlarla avunamam.
-Ah Juliette…
-Unutma, aĢkınla çarpan Ģu kalbim yalnız sana ait. Ölene kadar bekleyeceğim seni. ġu deniz
bütün damlalarıyla yeminime Ģahit olsun. Hayatımın ıĢığı, artık git. Yoksa hiç
ayrılamayacağım.
-Bil ki kalbim ölene kadar senin aĢkınla yanacak. Bu ateĢi ölüm bile söndüremez. Geri
dönebilirsem eğer, aĢkımın güneĢleri yaktığını göreceksin. Elveda Juliette‟im…
„‟Romeo‟nun savaĢta öldüğü haberi kasabaya ulaĢınca Juliette kederden aklını yitirir. Her
gün, sevgilisini yolcu ettiği öğle vakti rıhtıma gider, gözyaĢları içinde uçsuz bucaksız maviliği
seyre dalar.‟‟
„‟ Rivayet edilir ki Juliette bir gün rıhtımda aĢkıyla beraber sır olur. Ayrılık acısıyla gözyaĢı
döken her seven, Juliette‟in ruhunu rıhtımda göreceğine ve onun sevdiğinden haber
getireceğine inanırmıĢ. Ancak Juliette kadar sevenler buna muvaffak olurmuĢ.‟‟
Yine bir aĢk kitabı bitirmiĢti. Elindeki kitabı dağınık memur masasının köĢesine yığılan
evrakların olduğu tarafa fırlattı. Ġyice canı sıkılmıĢtı. „‟Ah…‟‟ dedi. „‟ġu kitaplardaki yüce
aĢklardan birini bulmak için neler vermezdim. Makam, para, can; aĢk için hepsini elimin
tersiyle itebilirim. O ne ulvi histir ki sarhoĢluğuyla kendimden geçmek, kendimi kaybetmek,
kendimde kaybolmak istiyorum. Fakat heyhat… Büyük aĢkları taĢıyacak rikkatli kalbim
aĢkıyla yanacağı bir Juliette‟i hala bulamadı. Ey büyülü aĢk! Niçin benden kaçıyorsun? AĢka
susamıĢ Ģu mustarip kalbi görmüyor musun? Hâlbuki bütün varlığımla seni istiyorum. O
kadar çok istiyorum ki birazdan sokağa inip rastladığım ilk kadına ilan-ı aĢk edebilirim.‟‟
„Ah mine‟l aĢk!‟
Sami Efendi, aĢka dair atılan nutuğun sonuna yetiĢmiĢti.
-Bir daha söylesene.
-Ne dedim ki?
S
49
-AĢk meĢk diyordun.
-Ha evet, ah mine‟l aĢk dedim.
-Hala Ģu Ģair safsatalarının zehrinden kurtulamadın.
-AĢk zehirse Ģahit ol, ilk içen olmaya talibim. Hem de kana kana içen.
-ġu gençler yok mu… Hayatın her zorluğunu içi boĢ hülyalarla aĢacaklarını sanıyorlar. Tabi
Ģairler, yazarlar akıllı adamlar. MüĢterisi çok olunca her gün birkaç tane aĢk yumurtlamayı
ihmal etmezler. Nasıl olsa ağzı açık bekleyen çok.
-Korkma Sami Efendi, aĢktan kimseye zarar gelmez. Herkes âĢık olsaydı dünyada kötülük
kalmazdı.
-O Ģairlerin uydurması. Sen aĢkı yazan değil yaĢayan birinden dinle. Tek baĢına aĢkın ne iĢe
yaradığını anlardın.
-KeĢke bir aĢığı kaybolduğu kitap sayfalarından çıkartıp konuĢturabilseydik.
-Öyleyse Ģu sandalyeni çek bu tarafa ve dinle.
♥
Rahmetli babam zengin bir tüccardı. En asri terbiyenin ayak takımı dediği avamdan uzakta
verildiğine inandığı için bizleri sümüklü, aç, küfürbaz talebelerle dolu mektebe göndermedi.
Dost meclislerinde beni ve kardeĢlerimi iĢaret ederek „Bunlara öyle muallimler tutacağım ki
Avrupa‟daki talebenin gördüğü dersten geri kalmayacaklar!‟ derdi. Etrafındakiler bu iddialı,
zengin ve kendine güvenen adamı hayran hayran tasdik ederlerdi.
-Haklısınız Hamdi Beyciğim, en iyi tedrisat Ģimdi Avrupa‟da.
-Çok isabet edersiniz Hamdi Bey.
-Tabi ya, Avrupa‟dan habersiz medeni olunabilir mi?
-Muhakkak, muhakkak.
Eski yalının en üst katı ders odamızdı. Pazar günü haricinde her gün ders görürdük.
Muallimlerimiz, Avrupa sevdalısı yerliler ve Avrupa‟dan gelen ecnebilerden müteĢekkildi.
Benim en sevdiğim, belki de tek sevdiğim muallim Matmazel Corneille idi. BaĢını maceradan
maceraya savurmuĢ, son istasyonu Ġstanbul bilmiĢ 40 yaĢlarındaki bu kadın cazibesiyle,
Ģuhluğuyla beni kendine meftun etmiĢti. Romantikliği, serkeĢliği, sınır nedir bilmeyen
heyecanı ile saf Fransızdı.
Matmazel Corneille‟nın uyandırdığı hisler bende Fransızca için iĢtiyak olarak tezahür
ediyordu. Kısa zamanda Fransızcam epey ilerledi. Matmazel Corneille bunu fark edince bana
Fransızca romanlar vermeye baĢladı. Çoğu Fransız edebiyatının klasikleriydi. Romanların
merkezinde çoğu zaman kavuĢamayan âĢıkların, aĢkları için verdikleri mücadeleler vardı.
Aman Allah‟ım, ne cesur, ne onurlu, ne kadar efsanevi mücadelelerdi onlar! Birçok kötü
adam, kötü tesadüf hep bu iyi, yumuĢak kalpli ve seven insanları ayırmaya çalıĢıyordu. Buna
50
rağmen âĢıklar aĢklarından vazgeçmezlerdi. Kitapların buruĢarak kurumuĢ sarı yaprakları
Corneille‟nın gözyaĢları dökse de vazgeçmediğini gösteriyordu.
Gençtim, dertsizdim, istikbale dair hiçbir endiĢeye malik değildim. ÂĢık olmak ülfet ettiğim
Ģeyleri yırtıp bana yeni heyecanlar tattırabilirdi. Hem benim de duygularım en az kitaptaki
kahramanlar kadar büyüktü. Her Ģeyden vazgeçip aĢkım uğruna bedbaht olabilirdim. Çöllere
düĢer, okyanusları aĢar, ıssız ormanları geçer, Kaf dağına çıkar, en gaddar katillerin bile
karĢısına dikilirdim… Her Ģey o büyülü aĢk için! Güldüğüme bakma. Sinirden.
Günlerce, aylarca en kederli, en derbeder hallere bürünerek kâh Çamlıca sayfiyelerinde kâh
Beyoğlu‟nun arka sokaklarında dolaĢtım durdum. Acı çekiyordum. AĢksız geçen her an
manasızlığın getirdiği yakıcı yokluğun azabını kalbime boca ediyordu. Yollarda, tepelerde,
ormanda karĢılaĢtığım insanların arasından âlemimi ıĢıklandıracak, beni aĢka gark edecek
ahuya henüz rast gelmemiĢtim. Aslında, bilhassa içtimai hayatın dehlizlerinde gizli bir
tarikatın müntesipleri gibi birbirini ilk görüĢte tanıyan kadınlardan bir hayli ahbabım oldu.
Fakat bu aĢkzedelerin aĢk peĢinde koĢtukları yoktu. Hepsinin dilleri köküne kadar yanıktı.
BaĢıboĢ yaĢamaktan otel gibi kullandığım evin içinde çalkalanan hadiselere vakıf değildim.
Meğer babamın iĢleri bozulmaya baĢlamıĢ. Zavallının sağlığı kötüye gidiyordu. Gün geçtikçe
rengi soluyor, zayıflıyordu. Sonradan öğrendiğime göre babam iĢlerine nezaret edecek birini
arıyormuĢ. ĠĢleri bana devredip her Ģeyi büsbütün mahvetmek istemediğinden aslen uzaktan
akrabamız olan yüksek tahsilli birini bulmuĢ. Fakat azizim, herifin mayası bozuk. Bizden
habersiz neyimiz var neyimiz yoksa hepsini satıp kaçmıĢ. Yalıya haciz geldiğinde
namussuzun dönderdiği dolapları öğrenmiĢler de iĢ iĢten geçmiĢ.
Bütün bunların arifesinde Beyoğlu pastanelerinin kuytu, karanlık masalarında her zamanki
gibi hayatıma hayat katacağını zannettiğim aĢkı bekliyordum. Sağ olsun, ellisini devirmiĢ,
zayıf, kır saçlı, artık çökmüĢ suratlı garson bir masayı uzun saatler iĢgal etmeme ses
çıkarmıyordu. Hatta arada:
-Hayrola Mecnun Efendi, yollar mı bozuk, hala gelmedi diye bana takılırdı.
Gelecek, der, önüme bakıp susardım.
ĠĢte böyle nöbete kaldığım bir bekleyiĢ esnasında onu gördüm. Ürkek bakıĢlarla kapıdan
içeri girdi. ġaĢkındı. Küçük adımlarla boĢ bulduğu masaya yaklaĢtı. Gözlerim onu takip
ediyordu. Elbisesiyle pek uyumlu olmayan Ģapkasını önüne bıraktı. Saçları, gözlerinin rengini
hatırlatırcasına elanın tonları arasında dalgalanıyordu. Minik elleri bu ahengin arasında
dolaĢtıkça içimde bir yerlerde bir Ģeyler kımıldamaya baĢladı.
Tüm cesaretimi toplayarak masasına doğru yürüdüm. Galiba aĢkımı bulmuĢtum ve nezaket
yahut bilmem ne adına kapıma kadar gelen bu fırsatı kaçıramazdım. Müsaade istemeden
masaya oturdum. Yüzüne bakmadan konuĢmaya baĢladım:
-Derler ki, bazı ruhlar ceset hapsine girmeden evvel birbirlerine aĢık olurlarmıĢ. Dünyaya
gönderildikten sonra aĢklarının bilmedikleri bir zamanda baĢladığına inanırlarmıĢ. ÂĢıklar bu
sebeple ölmezmiĢ, zira ruha ölüm yoktur.
Yüzüne baktım; kızarmıĢtı. Gözlerini tuttum ve edebiyata neĢterimi sapladım:
51
-Kimisi buna inanır, kimisi inanmaz. Ben inanmak isteyenlerdenim. Ġki kiĢi arasındaki o yüce
bağın bu dünya yaratılmadan önce var olduğuna inanıyorum. Zira aĢk maddenin üstündedir;
ondan önce vardı, sonra da var olacaktır. Kısaca aĢk çok önceden edilmiĢ bir yeminin
ebediyete uzanan hikâyesidir. ġu an, gözlerinize bakarken Ģuurumdan kaçmıĢ bir yemini
hatırlar gibiyim.
Cevap vermesini beklemeden garsona iki çay getirmesini iĢaret ettim. Kalkıp gitmesinden
korkuyordum. Diğer taraftan attığım nutuğun sarhoĢluğu içindeydim. Onu sıkmamak için
sıcak çay bardağından yükselen dumanın havadaki raksını seyre daldım.
„‟Çok güzel Ģeyler söylüyorsunuz ama birbirimizi tanımıyoruz bile‟‟ dedi.
-Ne fark eder? Ruhlar birbirini tanıdıktan sonra…
-Galiba gördüğünüz her yalnız kıza bunları söylüyorsunuz.
-Asla! Siz hayatımda ilksiniz. Bunları anlattığım ikinci kiĢisiniz gerçi. Ġlki yalnızlığımdı.
-Ġnsan bu kadar çabuk aĢık olabilir mi? Doğrusu aklım almıyor.
-Olamaz. Fakat siz gelmeden önce de ben aĢıktım. Kim olduğunu bilmiyordum sadece. ġimdi
biliyor gibiyim.
-Bense hiçbir Ģey bilmiyorum. Buraya oturmaya gelmiĢtim.
-Hayatın içine saklanmıĢ mutluluklara ne zaman rast geleceğimizi bilemeyiz. Gün gelir
küçücük vakalar büyük saadetlerin kapılarını açan tılsımlı birer anahtar oluverirler.
-Pek hoĢ. Bu arada ben Meral. Ya siz?
-Herkes Sami diyor, siz istediğiniz gibi çağırın.
TanıĢma faslı böyle cereyan etti.
22 yaĢındaymıĢ. Anadolu yakasında oturuyormuĢ. BeĢ çocuklu fakir bir evin en büyük
çocuğu olarak Beyoğlu‟nda bir kadın terzinin yanında çalıĢıyormuĢ. Babası hastaymıĢ. Annesi
evi çekip çevirirmiĢ. Bazen, parası oldukça merakından pastanelere gidermiĢ. Oralarda gezen
tozan insanların arasında kendini daha rahat hissediyormuĢ. Ne kaçıĢ değil mi? Sinekten
yılana doğru.
Ben de kendimi tanıttım. ġöyle zengin çocuğuyum falan filan.
Bizimkilerin, terzi yamağı deyip kızı kabul etmeyeceklerini bildiğimden onlara bu bahsi hiç
açmadım. Hem ben dillere destan olacak aĢkların adamıydım. Alelade bir delikanlı gibi kızı
babasından istetemezdim. AĢkımın yüceliğini ispatlamak için bilmem kaçıncı dereceden
devlet memurunun tasdikine ihtiyacım yoktu. Meral‟in ısrarıyla dini nikâh kıymaya mecbur
kaldım. Ailelerimize kısa bir mektupla evlendiğimizi haber verdik.
Meral‟in ailesi kızları zengin koca buldu diye seviniyorlardı. Bizimkiler beni reddetmekle
tehdit ediyordu. AĢkımın karĢısına çıkan her tehdit bana vız gelirdi.
52
Evet, fırtınalı, büyük, dillere destan olacak aĢkımız az eĢyalı, eski bir apartman dairesinde
devam edecekti. Ne kira ne kömür parası umurumda değildi. KavuĢmuĢtuk iĢte, Ģimdi dünya
durmalıydı. Gök kubbe yarılmalı ve âĢıkların ihtiĢamlı tahtları periler eliyle bizlere
sunulmalıydı. Yahut bütün günümüzü aĢkla dolduracak sohbetleri atlas döĢekler üstünde
ömür boyu sürdürmeliydik. Hepsine nasıl inanmıĢtım…
Bizimkiler, namussuz adam kazık atana kadar bana para gönderdiler. Babamın iflasıyla
beraber kaynağı kuruyan paranın yokluğu hiç ummadığım korkulara, endiĢelere sebep olmaya
baĢladı. Ev sahibi kapıya dayandı. Yakacak kömür kalmadı. Acıkmayı, üĢümeyi, karanlıkta
ürpermeyi iyice hisseder olduk. Meral değiĢmeye baĢladı. Haklı tabi. Eve doğru dürüst para
getirmekten aciz birini hangi kadın, adam yerine koyar? AĢktır, edebiyattır karın doyurmuyor.
Onlar tuzu kuru adamların karı. Hem hayatın mecburiyetleri ve kuralları var. Onları ihmal
ettikten sonra adın Mecnun olmuĢ, Werther olmuĢ ne manası var? Evine sahip çıkan 'Adam'
olamadıktan sonra?
Yani ne Meral uzak diyarların güzeller güzeli sultanıydı ne de ben beyaz atıyla dünyaya
nam salan kahramandım. Ġkimiz de insandık. Yemek yemeyince acıkıyor, kirayı ödemeyince
korkuyor, sıcaklarda pis pis ter kokuyorduk. Artık masal dünyası yıkılmıĢ, gerçek hayat
olanca ağırlığıyla ufukta yükseliyordu. ġimdi geçinmek için para, para için çalıĢmak lazımdı.
Bense avare dolaĢmaktan bir iĢin ucundan tutup istikbalimi temin etmeye geç kalmıĢtım.
Ġkimiz de çalıĢmaya baĢladık. Meral baĢka bir terzinin yanında iĢ buldu. Ben babamın eski
bir dostunun yanında muhasebe iĢlerini takip eden basit bir adam oldum. O aĢk edebiyatı
böylece nihayet buldu.
Meral ara sıra „‟Senden hiçbir baltaya sap olmaz AĢık Efendi‟‟ demese maziyi büsbütün
unutacağım.
Ah mine‟l aĢk!!!
DR. AYKUT GENÇ
53
Bir dem "hu" çeksem içime... "Huzur"un "hu"su olsa bu... Ġçime iĢlese. Her dem demlense
gönlümde. Sonra bir "ah" çeksem derinden... Dertlerimin "ah" ı olsa bu da… Atsam tüm
kederimi ruhumdan. Derin derin gökyüzüne baksam sonra. Ciğerlerime doldursam tüm
gökyüzünü derin bir nefesle. Sonra ben olsam aslında gökyüzü... Ben olsam huzurun ta
kendisi… Ġnsanlar baksa bana huzur bulsa… Bazıları hayal kursa... Bazıları kızsa, bağırsa,
çağırsa... Ben sadece sussam. Sadece derin bir mavilik olarak doğsam insanların içine...
GüneĢe en çok yakıĢan olsam mesela, tablolarda en çok aranan… Kar taneleri geçse sonra
içimden, yeryüzüne derin bir "hu" ile düĢüĢlerini seyretsem... Deli divane gibi nasıl dönüp
durduklarını... Bilsem ki en sonunda aĢk ile döner durur yeryüzünde her Ģey, dönerler ki aĢk
yolunda sarhoĢ olsunlar... Olsunlar ki bu yolda eriyip kaybolsunlar... Kaybolsunlar ki asıl
huzuru Rabb‟lerinde bulsunlar…
Selam ve Dua ile…
~ GÜLCE
54
Dilin sükut olduğunda baĢlardı her Ģey. BaĢlardı kalbin
konuĢmaya iĢte o zaman. O zaman ki senin en kıymetli olduğun
an. Allah lafzını kalbe nakĢetmeye baĢladığın an. Dünyada
daimi gaflet peĢinde sürükleniĢinin bir an durup dönüp geriye
baktığı zaman. Sıcak çöl güneĢinde böğrüne çarpılan buz gibi
suyun verdiği ferahlık misali yüreğinin ferahladığı an. Ve
ferahlamanın çöküĢüyle benliğine kıvılcımlar baĢlardı nefsi
acizinde. Her Allah deyiĢiyle kalbinin toprakta yeĢeren tohum
misali kıvılcım alırdı yüreğin. Zaten tüm orman yangınları
baĢlamaz mıydı ufak bir kıvılcım ile? Yanardı yüreğin
kavrulurdu o kısacık zamanda. Çekmeden dilin son
Estağfirullah'ı çarpardı kalbin Allah aĢkıyla dahasını istercesine
çok daha fazlasını.
Gölge-i MaĢuk
55
Hani bazen anlam veremez ya insan
Gökyüzünün neden mavi renge büründüğüne
Ya da kelimelerin ne anlam ifade ettiğini anlayamaz
Bazen de sıradan sandığı Ģeyler mavi olur gökyüzüne inat
Bazen hiç kimse olmak biri olmaktan daha iyi olur
ĠĢte öyle gökyüzü gibiyim bugün
Sanki bulutlar gözlerim, kelimelerse gönlüm
Bildiği tek Ģey varsa gönlümün
SENVARSAĠÇĠNDEBOġLUKBIRAKMIYOR
DR.ÖZ
Gece sensiz karanlık ve soğuk
Sen benden habersiz
Ben seni sensizce severken
Sen bensiz sever ve sevilirken
Gözlerim uyu emriyle
boğuĢurken
Aklın labirentlerinde çıkmazlarda
Sensizce ve sessizce içimde
çığlıklarım
Anılar beni asırlarda
sıkıĢtırmıĢçasına ilerler
AĢk denen binbir çeĢit zehirle
Kalbimden vücuduma dağılırken
Öldürmeden can yakan iksirinde
Sabahlara sensizce ve acıyla
merhaba
TALHA
56
HAYAL VE GERÇEK
Sonbaharın ilk yağmurunun ardından
Bir aydınlık beliriyor.
Ardından kararsızlığıma perde çeken güneĢ ıĢıkları...
Kapalı gözlerime bir nem vuruyor o serin hava.
Ve peĢinden senin oyunların perdeleniyor
Göz kapaklarımda, ıĢığın seni yansıttığı duvarlarda.
Sonra gülen yüzün geçiyor
Bembeyaz bulutlar arasında...
Ve yüreğimde ilkbahar çiçeklerini koklatıyor sesin,
GülüĢünü kovaladığım
ġu sessiz sedasız sisler arasında...
Ardından sedir ağaçlarının yeĢil yaprakları arasında
Sarıya boyanan yapraklar iliĢiyor gözlerime
Hani rüzgar vurdukça beynimde çarpıĢan düĢler gibi...
Yağmur suyuyla henüz kendine gelmiĢ derelerde geziniyorum.
Baktıkça dalasım geliyor Ģu masmavi düĢlere,
Tıpkı yıllardır gerçek bildiğim zahiri düĢlere.
Hepsi kayboluyor gittikçe ĢeffaflaĢan bulutlar gibi...
Kala kala çırpınan balıkların telaĢı
Bir de içine düĢtüğüm yanılgı kalıyor,
Ġçinde an be an mekan değiĢtiren
ġu su gibi akan zamanın...
ORHAN ÇELĠKER
57
SESSĠZ ÇIĞLIKLAR..
Soluğunu tuttu kalbim yalnızlığın
Savruluyor karaya bürünmüĢ sığ bir odada
Sessiz çığlıklar atıyor ötelere
Duyan olur belki diye.
Gitmiyor sesim bir adım öteye
Yerçekimine yenik duygularım
SavaĢlarda ölen çocuklara özlemim
Ve asaletiyle dimdik ölüme gidene hayranlığım
Asilliği sorguluyorum kaptırdığım hayatı bir an
durdurduğumda
ĠĢte insan bu ya, bir alzheimer gibi devam ediyorum
yalnızlığıma.
Baharı adımlamak istiyorum aklımca,
Adımlarım sessiz, yalnız, üstelik karın ortasında,
DüĢünmemeye uyuĢturulmuĢ zihin bulanıklığıyla
Sorgulamak ne zormuĢ eksiksiz, yanlıĢsız bir edayla.
Güzellikler ayıklıyorum gündelik zerreler arasında,
ġükretmenin hazzına eriĢme çabasıyla,
Yorgunluklar biriktirdim kumbaramda,
Tüm bunlara değecek bir gün kırıldığında...
Sena UZUNOĞLU
58
Mutluluk ve Öteberisi
Var olmakla baĢlar herhalde önce mutluluk.
Var olduğunu algılamakla ya da.
Zira yokluk kötü bir Ģey.
Ben Ģahsen tahammül edemiyorum kabul etmekte.
Bütün benliğimle olmadığım bir durum tasavvur edemiyorum açıkçası.
Bir yerden baĢlamam gerekirse eğer anılar var. Silemiyorum.
Bu bilinç hali mutsuz da edebiliyor iĢte arada.
Her Ģey istediğimiz gibi olmuyor zira.
Ama iĢte bazen bu durum dahi mutluluğa sebep olarak varlık bulabiliyor.
Aynı monotonlukta tekerrür eden güzel Ģeyler dahi maalesef sıkabiliyor hunharca.
Acı öyle midir acaba?
Aynı yemek, aynı coğrafya, aynı kadın, aynı erkek…
Herhalde insan sadece zıddıyla anlamlandırabiliyor her Ģeyi, ilginç.
Zorunluluk gibi. Yoksa sıkılıyor ve anlam kayboluyor.
Bir varlık baĢka bir varlık ile anlam kazanıyor anca.
Mutsuzluklar dahi, mutluluklar dahi.
Güzel çirkinden dolayı güzeldir.
Kime göre neye göre buradan geliyor olsa gerek.
Mutluluk bilinçli bir eylem hali olduğu esnada ortadan kaybolan bir durum değil midir hem?
Belirsiz, bilinçdıĢı bir mekanizma iĢliyor
Anlam bozuyor mutluluğu
Tarifsiz oluĢu da bundan değil midir hem?
[Çocukça Ģeyler özledim anne
Büyümek ne sancılı vukuat
Çocuk kalabilmeyi özledim anne
Büyümenin verdiği o engebeli yolları aĢabilmenin yoruculuğuna inat]
Bilinç büyünün -ki büyülü bir eylem bence- yırtılmasına sebep.
Ve bu tekrar da yazının sonuna iĢaret.
bûb
59
ÖLÜM
Ölüm kapkara elleriyle sarmıĢ sere serpe uzanan yitik bedeni.
Soğuk bir hastane odasında;
Ama soğukluğu havadan değil.
Dinleyin, ölüm kokusu bu.
Ölüm ki burun deliklerinden giriyor,
Ağır bir tat bırakıyor damakta,
Nefes almayı zorlaĢtırıyor,
Gözleri yakıyor.
Ölüm, Aman Ya Rabbi simsiyah bir gece gibi.
Bir ana gözyaĢı dökerken çığlık çığlığa,
Çığlıkların gölgesinde varoluĢ mücadelesi gibi.
Ölüm,
Terk edip tüm geçmiĢi
Ve reddederek bütün geleceği
Tam da Ģimdide durmak
Dinlemek, dinlenmek…
Sonsuz bir yolculuğun ıslık sesleri bu.
Sesler dayanılmaz bir hâl alıyor.
Eli kolu bağlı bedenin.
Derinden bir iç çekiĢ duyuluyor.
Belli ki bir Ģeyler yarım kalıyor,
Ġç sızlatan bir haykırıĢ,
Veda etmeden ansızın ayrılıĢ...
Bir tabutluk can tabuta sığıyor.
Nasıl bilirdiniz diye bir soru çalınıyor kulaklara…
Bir yağmur yağıyor inceden.
Bir mezar taĢı kalıyor geriye,
Geride kalanlara ibret olsun diye…
BüĢra ġĠMġEK
60
Ġnönü Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Topluluğu, tıp fakültesi öğrencilerinin öğrencilik
yıllarında bilimsel araĢtırma ve etiği hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak, öğrencilerin
öğretim üyeleri ile beraber çalıĢarak, bilimsel araĢtırma, anket, poster çalıĢmaları yapmaları
için onları güdülemek, yaptığı bilimsel ve sosyal çalıĢmalarla Ġnönü Üniversitesi‟ni ulusal ve
uluslararası platformlarda en iyi Ģekilde temsil etmek ve üniversitenin tanınmasına katkıda
bulunmak amacıyla kurulmuĢtur.
Topluluğumuz tıp bilimini ve sanatını öğrencilere sevdirmek, pratik faaliyetlerle onların
mesleki geliĢimlerine katkıda bulunmak için çalıĢtay, kongre, konferans, seminer ve benzeri
faaliyetler düzenler. Üniversitemiz öğretim üyeleri danıĢmanlığında öğrenciler araĢtırma ve
projelerde yer alır. Kongre düzenlemesinin yanısıra diğer üniversitelerin bilimsel
etkinliklerine katılmaları yönünde öğrencileri teĢvik eder. Tıp bilimine katkıda bulunmak
amacıyla ilgili kiĢi ve kuruluĢlarla iliĢkiler kurar. Faaliyetleri sırasında Sağlık, Kültür ve Spor
Daire BaĢkanlığı‟nın yönergesine ve tüzüğüne uyar. Bu amaç ve faaliyetler dıĢında tanıtım ve
sosyal etkinliklerde de bulunur.
Topluluğumuzun tarihçesine gelecek olursak aslında ĠNÜBAT 2010 yılında Adar Aslan
tarafından kurulmuĢtur. O dönemde ĠNÜBAT faaliyet olarak bizlere de örnek teĢkil eden
Ġnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi‟ni (13-15 Mayıs 2011)
düzenlemiĢtir. 2012 yılına kadar ĠNÜBAT üç kez el degiĢtirmiĢtir. (Dr. Adar Aslan, Dr. Elif
Sinanoğlu, Dr. Süleyman Sevinç) Ancak bu öğrencilerin mezun olması gibi çeĢitli nedenler
ile 2012 yılında ĠNÜBAT resmi olarak kapatılmıĢtır. Bizler de 2015 yılında ĠNÜBAT‟ı
yeniden kurmak için kolları sıvadık ve bunda da baĢarılı olduk. ĠNÜBAT ruhunun fakültenin
bir yerlerinde yaĢadığını görmek bizim için mutluluk vericiydi.
“Bu gülü yetiĢtireceksen canın yanacak, elin kanayacak, güneĢ seni terletecek. "Bu bahçede
gül bitmez" diyenler olacak. "Gül öyle yetiĢtirilmez, böyle yetiĢtirilir" diyenler olacak. Sen
kendine Ģunu soracaksın: "Ben burayı gül bahçesi yapmak istiyor muyum? Ben burada
dünyanın en güzel güllerini yetiĢtirmek istiyor muyum?" Eğer çok istiyorsan, ne eline batan
diken ne de söylenenler umurunda olacak. Kim olursan ol tek isteğin Ģu kokuyu duymak
olacak.“
Çok yorulduk, ama güzel bir yolda yürüyoruz. Çok güzel kokular alıyoruz .
Bizimle yürüyen, bize güvenen herkese minnettarız.
„Bilim‟le kalın!
61
ĠNÜBAT OLARAK NELER YAPTIK?
3-9 Kasım Organ Transplantasyonu haftası dolayısıyla ve
ayrıca organ naklinin önemini vurgulamak için;
hastanemiz bünyesinde çalışan değerli hocalarımız Prof.
Dr. Cüneyt Kayaalp ve Prof. Dr. Sezai Yılmaz tarafından
“Organ Transplantasyonu Semineri” gerçekleştirildi.
Üniversite çapında büyük ilgi gören bu etkinliğimizde
ÇOCUK ĠSTĠSMARINI VE ĠHMALĠNĠ ÖNLEME
eğitim semineri Prof. Dr. Bilge Zabcı Ekinci tarafından
verildi. Eğitim sonunda katılımcılara sertifikaları
dağıtıldı.
16-22 Kasım Antibiyotik Farkındalığı Haftası sebebiyle
gereksiz antibiyotik kullanımına dikkat çekmek için
kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Hakan Parlakpınar ve
Prof. Dr. Yaşar Bayındır'ın sunumlarıyla “Antibiyotik
Kullanımı Farkındalığı” etkinliği gerçekleştirildi.
62
NASIL DERS ÇALIŞMALIYIZ etkinliği hem İNÜBAT 'ın
hem senenin ilk etkinliği olması açısından önemli. Özellikle dönem 1 öğrencilerini kapsayan etkinlikte,
üst dönemlerin başarılı isimlerinin (dönem 1-2-3-4-5-6) sunumlarıyla “Tıp Eğitimi” süreci adım adım anlatıldı.
ĠNÜBAT destekli bir diğer proje HIPOKRAT ON AIRS
WATERS AND PLACES ÇEVĠRĠ projesi; tıp fakültesi
öğrencileri olarak ortak bir eser meydana getirmek
amacıyla çalışmaya başlamıştır.
ĠNÜBAT destekli LEYLA'DAN SONRA projesinin
“Farkındalık Etkinliği” ile 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar
Haftasında yanlış algıları değiştirmek ve maske kullanmaktan
çekinen lösemili çocuklara destek olmak amacıyla kendi
maskelerimizi hazırlayarak #maskenitak etiketiyle sosyal
medyada paylaştık.
İNÜBAT tarafından desteklenen LEYLA'DAN SONRA projesi; hastanemizde tedavi görmekte olan miniklerimize, tedavi süreçlerinde destek
olmak amacıyla fakültemizde faaliyetlerine başlamıştır.
63
TKĠNLĠK
"Tıp okuyorum çünkü........"
Cümleyi tamamlayın. En çok beğenilen yorumlar arasından seçtiklerimizi KADÜSE de
yayınlayalım.
Belgin Bayram Karadenizliyim, Çernobil'den dolayı ailemde kanser riski çok yüksek ve
kanserle ilk ciddi karĢılaĢmamı dedemde yaĢadım, nasıl bir Ģey olduğunu gördüm. Bağırsak kanseriydi dedem ve
o zamanlar hakkında hiçbir Ģey bilmediğim bir hastalıktı. Ġlk belirtileri baĢladığında doktorların yanlıĢ teĢhisi
yüzünden bir ay boyunca midesinde yara var sandık bir ayın sonunda daha da kötüleĢince gerçekleri öğrendik
ancak yapacak pek bir Ģey kalmamıĢtı ve çaresizlikten artık internetteki alternatif tıp sitelerine, sahte doktorların
bitkisel çay tariflerine bakıyordum ki bir gün yine "bitkisel tedavi" araĢtırmıĢ ve sitesinde yüzlerce iyileĢen
hastasından yorumlar bulunan bir doktora uzun uzun, düĢüne düĢüne yaĢadığımız her Ģeyi anlatan bir mail
yazmıĢtım. Okur mu bilmediğim için ve okuduğunda da yarıda kestirip atmaması için edebiyat parçalamaya
çalıĢmıĢtım. Son düzenlemeleri filan yapıyordum ki dedemin vefat ettiğini öğrendim. Tabi haliyle yapacak bir
Ģeyimiz yoktu ama sevilen kiĢi ölürken kenarda çırpınmak berbat bir Ģey. Bu arada küçükken doktor olmayı pek
düĢünmemiĢtim. Dansözlükten ressamlığa, oyuncak satıcılığından grafik tasarıma, yazılım mühendisliğine,
yazarlığa kadar gayet geniĢ bir listem vardı ama hiçbirinde hasta olan, acı çeken birine iyi bir doktor kadar
yardımcı olamayacağımı fark ettim ve bilmiyorum belki öbür meslekleri seçsem daha rahat bir hayatım olurdu, o
mesleklerden kazandığım paralarla da insanlara ve hayvanlara yardım edebilirdim falan filan ama benim için iyi
bir doktor olmanın yerini tutmazdı. Açıkçası "çekilen çile" olarak düĢünülen bu uzun yıllar, bu çalıĢmalar, bu
emek beni rahatsız etmiyor. Gerekirse bütün ömrüm böyle Ģeylerle geçsin, abartmıyorum. Ben sadece bir
kiĢiyim. Benden eksilenlerin pek önemi yok, rahatlıkla kendimden ödün verebilirim yeter ki insanların
sevdikleri, anneleri, babaları ölmesin. Cidden ölüm acayip bir Ģey. (Dergide yayımlansın diye anlatmadım o
yüzden biraz uzun oldu kusuruma bakmayın, yeri gelmiĢken bahsetmiĢ olayım istedim. Hem belki en baĢta
benimle aynı düĢünürken zamanla bunu unutmuĢ arkadaĢlarıma da hatırlatma olur.)
Kübra Dark Tıp okuyorum çünkü bu evrendeki görebildiğimiz en karmaĢık varlık olan insanı "en azından"
maddesel olarak anlamaya talip oldum. ĠnĢallah hakkını verebiliriz.
Özge Kocamaz Çünkü;
Minnettarım, Ģifaya vesile kılınmıĢ ellerimle hastaların umutlarına DOKUNABĠLMEYĠ lütfettiği için,
Minnettarım, ölüm ve yaĢam arasındaki ince çizgide saniyeler ile savaĢan, hayata tutunmaya çalıĢan birine
nefesim kesilene kadar koĢup, ona YETĠġEBĠLMEYĠ lütfettiği için,
Minnettarım, küçücük bir çocuğun, iyileĢip taburcu olmaya hazırlanan annesine, "Annem iyileĢti, annem
iyileĢti!" diye avazı çıktığı kadar bağırıp herkese duyurduğu sevinç çığlıklarını DUYABĠLMEYĠ lütfettiği için,
Minnettarım, ihtiyaçları olan tek bir sevgi kelimesini söyleyip, insanları mutlu edebilmek adına
KONUġABĠLMEYĠ lütfettiği için,
Minnettarım, heyecanla yeni doğmuĢ bebeklerini bekleyen bir ailenin Ģefkatli kollarına bebeklerini teslim ettiğim
an onların parıldayan gözlerini GÖREBĠLMEYĠ lütfettiği için ,
Minnettarım, "Ben iyileĢtim, hadi oyun oynayalım!" diyen minik hasta çocukla oyunlar oynamaktan çok mutlu
olduğum, çocuk gibi bir KALBĠ lütfettiği için,
Minnettarım, her Ģeye, her türlü zorluğa rağmen hayatta GÜÇLÜ OLMAYI lütfettiği için ,
Minnettarım, bunlar ve daha fazlası için RABBĠME ,
Bana TIP OKUMAYI lütfettiği için...
Õ.K.
E
64