26
MIZRAK Ekim 2014 | Sayı: 1 Mescid-i Aksâ’yı Gördüm Düşümde

Mızrak dergi sayı1

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ak Marmaralılar Kültür ve Edebiyat Dergisidir

Citation preview

Page 1: Mızrak dergi sayı1

MIZRAKEkim 2014 | Sayı: 1

Mescid-i Aksâ’yı Gördüm Düşümde

Page 2: Mızrak dergi sayı1

Ekim 2014 - Sayı: 1

İMTİYAZ SAHİBİAk Marmaralılar

EDİTÖRSevim Görkan

TASARIM Oğuz Gülleb

YAZI İŞLERİ SORUMLUSUFurkan Kılıç

Merve Karataş

REKLAM VE ORGANİZASYONYunus Emre Korkmaz

FOTOĞRAF EDİTÖRÜBuşra Türker

RÖPORTAJLARMelike Hakyemez

Melih Arslan

REDAKTÖRHabibe Özlem Zengin

YAYIN TÜRÜYerel Süreli Yayın

İLETİŞİM@MizrakDergisi

e-mail:[email protected]

MIZRAKEDİTÖR

Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm bismillahirrahmanirrahîm diyerek 2009 yılında Ak Parti İstanbul İl Gençlik Kolları Başkan-lığı Üniversiteler Birimi bünyesinde çalışmalara başlayan AK MARMARALILAR, gerek sosyal gerekse profesyonel yaşama yönelik çalışmalarıyla marka haline gelmiştir. Sosyal hayatıyla güçlü, maneviyatıyla sağlam ve davasını kendine şiar edinmiş üyeleriyle her geçen gün daha çok büyüyen bir aile olmaktadır. Beş yıldır AK Marmaralılar olarak üniversite içinde ve üniver-site dışında yüzlerce etkinlik gerçekleştirdik.

Bu etkinlikliklerimize ek olarak yazın dünyasında da söz sahibi olmak ve kendimizi edebi açıdanda hem geliştirmek hem de bizden sonraki nesillerin yollarına da ışık tutmak amacıyla bir dergi çıkarmaya karar verdik. Karar verdiğimiz andan itibaren gördük ki dergicilik zor iş vesselam. Ancak pilavdan dönenin kaşığı kırılır düsturuyla yılmadan çalıştık ve şuan elinizde tuttuğunuz ilk sayıyı çıkardık.

Okuması keyifli ve bir o kadar da öğretici olan dergimiz umarım siz öğrenci kardeşlerimize yeni ufuklar açar. Her bölüm için canla çalışan,yazıları toplayan ve yazan ekip arkadaşlarıma teşekkür ederim.İnsanoğlu beşerdir ve mutlaka hata yapar. İlk sayımız olması hasebiyle yaptığımız hatalardan ve eksik bırak-tığımız noktalardan dolayı affınıza sığınırız. Sürç-i lisan ettiysek affola. Ayrıca dergi için öneri ve şikayetleriniz varsa yazılarınızı iletişim kısmında bulunan mail adresimize atabilirsiniz.

Allah yar ve yardımcınız olsun.

Selam ve dua ile...

Sevim Gö[email protected]

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Page 3: Mızrak dergi sayı1

2010 yılından beri Marmara Üniversitesi bünyesinde çalısmalarına baslayan kulübümüz gerek sosyal, gerek profesyonel yasama yönelik çalısmalarıyla bütün kampüslerimizde marka haline gelmistir. Üniversi-temizin en aktif kulüpleri arasında görülmektedir. Amacımız öncelikle kulübümüz üyelerine ve diger üniversitemiz ögrencilerine mesleki ve sosyal alanda gelisim imkânı saglamak, gerçeklestirdigimiz ve gerçeklestirecegimiz büyük-küçük çaplı tüm programlarla gelecegin yönetici adayları olan üyelerimizin kendine güvenen, bilgili, tecrübeli ve sosyal sorumluluk sahibi bireyler olmasına olanak saglamaktır. Kulubümüzün yaptıgı çalısmalar gerek ulusal gerek uluslararası medyada sık sık yer almaktadır. Kulübümüz Üniversitelerde simdiye kadar yapılmayanları ve yapılanmayanları yapmayı kendisine siar edinmektedir.

VİZYON & MİSYON

içindekiler

04 Mescid-i Aksâ’yı Gördüm Düşümdeİslam Coğrafyası:

08 | Namaz: Kurbanlık Nefisler

12 | Tarih: Beylikten Cihan Devletine

26 | Siyaset: Kim Bu Ak Partililer

04 | Kim bu ak partililer?

30 | Kaç Yıl Geçti: Ekim

32 | Kıssadan Hisse: Yunus Aleyhisselam

36 | Şiir: Atilla İlhan

06 | Maneviyat: Edep, Marifet, Cesaret 10 | Dosya: Necip Fazıl Kısakürek

Bizden Gelenler

38 | Neden Milletin Adamı?

40 | Sözün Özü

42 | Gençlikte Aşk Başkadır

44 | Sanat: Geçmişten Günümüze Hat Sanatı

48 | Etkinliklerimiz

Page 4: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Doksan yıldır 10.Yıl Marşı ile bir arpa boyu ilerleyemeyen bir nesilin yerine, "iman varsa, imkan da vardır"

şuuru ile harekete geçen genç bir nesile şehadet ediyoruz hep birlikte.

Şu an gerek lisede gerek üniversite çağında olan kardeşlerime gıpta ile bakarken azıcık kıskanmıyor da değilim açıkçası. En güzel yaşlarını mücadele ve kavgaların ortasında geçirmiş biri olarak, şu an zehir gibi zekaları, pırıl pırıl gözlerine yansıyan kardeşlerime bakınca, birazda olsa hafifliyor eskiye dair acılarımız. Hayatta en kıymetli varlığımız, memleket sevdamızı, kavgasını yıllarca verdiğimiz davamızın bayrağını emanet edeceğimiz nesilin ayak seslerini hissetmeye başladığımız bugünle-

rde, bir kaç tavsiyem olacak genç kardeşler-ime. Bilirim bu yaşlarda nasihat dinlemek sıkıcı ve gereksiz gelir insana. Ama her nasihat kola takılan altın bileziktir. Ve onu bozdurup harcaman gereken gün mutlaka gelecektir.

Güven ve sadakatin aşk kadar, sevgi kadar önemli olduğunu bilmelisin. İnandığın bir davan, bir hedefin ve güvendiğin yol arkadaşların olmalı mutlaka. Hedefe giden her yol mübah değildir ama. İnandığın dava, varmaya çalıştığın hedef yaşadığın toplumun zararına olmaması gerektiği gibi Hakk'ın emirlerinin dışında da olmamalı mesela. Yani Müslüman mahallesinde saly-angoz satmaya sakın kalkma. Günahların ve veballerin üzerine hiçbir dava, hiçbir gelecek ve hiçbir başarı inşaa edilemez zira.

/ Yazar: Özlem ÖzcanManeviyat Maneviyat

Edep, Marifet, Cesaret

Pes etmemelisin. Hedeflerine giden yollar kırmızı halılarla karşılamaz seni asla. Ama sen sakın yılma. Zafer inananlarındır unutma. Davan için kavga et ama şahsın adına kavgadan uzak dur. Nefsine yenilir, hedefinden şaşarsan ne yol kalır ne de yol arkadaşın ortada, kala kalırsın sonra tek başına, bugün olmazsa yarın mutlaka

Oku! Günümüz dünyasının en etkili silahıdır bilgi. Silahını boş tutma. Hani

düşünürün biri " kelimelerin gücünü bilmiyorsan, karşındakinin gücünü asla kestiremezsin" demiş ya; bilmeden galip gelemezsin bunu da unutma. Öğrendiğin her yeni bilgi, silahına koyduğun yeni bir mermidir. Yeter ki sen ıskalama!

Ey genç kardeşim yolun başındasın ve bu üç sihirli kelimenin senin için hayatta aça-mayacağı kapı yok. Edep marifet ve cesaret. Sen yeterki mücadele et, sabret!

7MIZRAK | EKİMMIZRAK | EKİM6

Page 5: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: Sebiha ZembilciNamaz Namaz

8 9MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Akşam vakti girmiş Bilal’in o gür sesi yayılmıştı dört bir yana, ‘’Allahu Ekber’’ diyor, tüm müminleri kurtuluşa davet ediyordu. Âlemlerin Nuru ise bu

mübarek daveti can kulağıyla dinlemiş, başın-daki şiddetli ağrıya rağmen kalan son gücüyle cemaatle kılacağı namaz için mescidin yolunu tutmuştu çoktan. İşte bu namaz Refik-i A’la’ya doğru yolculuğun başladığını göstermişti tüm ashaba. Gözlere hem Allah’ın Resulünü her zamanki gibi imam olarak görmenin verdiği mutluluk hem de veda vaktinin yaklaştığını anlayan yüreklerin hüznü yansımıştı. Yatsı ezanıyla beraber Allah Resulü doğruldu ve yerinden kalkmaya çalıştı ama mübarek bedeni bu sefer onu taşımıyordu, bayılmıştı. Ayılır ayılmaz ilk sözü namaz oldu, namaz diyordu ‘’Ümmetim namazını kıldı mı?’’ diye soruyordu.’’Hayır Ya Resulallah sizi bekliyorlar’’ cevabını alınca yeniden

yerinden doğrulmayı deniyor ama tekrar bayılıyordu. Ayılınca aynı soruyu soruyor, ‘’Ümmetim namazını kıldı mı’’ diyordu ve yine aynı cevap gelince bir kez daha zorluyordu kendini. Yürüyecek hali kendinde bulamayınca ‘’Söyleyin Ebu Bekir’e namazı kıldırsın’’ buyurdu. Haberi alan Hz. Ebu Bekir gözyaşları içinde namazı kıldırdı.

Hasta yatağında yatan Peygamberimiz (s.a.v) ise Hz Ebu Bekir’in sesini her duyduğunda tebessüm ediyordu, Müslümanların huşu içinde namazlarını kılıyor olmaları Allah

Resulünü bu denli mutlu ediyordu. Nasıl mutlu etmesin ki? Miraç’ta Rabbinden ümmetine getirdiği gözümün nuru dediği namaz ve doğarken bile ‘’Ümmeti, Ümmeti’’ dediği ashabı O’nun yokluğunda da namazı

bırakmayacaklarını ayrılmaz bir bütün gibi olacaklarını, Allah

Teâlâ’nın Yüce Kuran’da ‘’Bir de sabırla, namazla yardım isteyin.

KURBANLIK NEFİSLER

Şüphesiz bu (Allah’a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.1 Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.2 Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.3 Buyurduğu ayet-i kerimeleri de hayatlarına tatbik ettiklerini göstermişlerdi. Belki bizler Peygamber Efen-dimizle beraber aynı cemaatte namaz kılma saadetine eremedik ama buradan bizim de çıkaracağımız çok şey var. Evet, ashabı kiramın Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v) ile kıldığı son namazdı ve onlar bu namazı sanki onların da son namazıymışçasına eda ettiler. Biz de onlar gibi her namazımızı, son namazımızı kılıyoruz düşüncesiyle kılmalıyız.

Habibullah’ı ölüm döşeğinde bu derece mutlu eden namazı Rabbim bizlerin de hayatımızın her safhasında baş tacı olarak taşımayı nasip etsin. Hz. Ali’nin namazdaki

huşu ve ihlâsından bizlere de ihsan eylesin. Sizler de hatırlarsınız savaşta ayağına saplanan oku, namaz esnasında çıkarmalarını istiyor Hz. Ali biliyor ki Rabbi’nin huzuruna çıktığı an bir tek O’nu görüyor, sadece O’nunla konuşuyor, adeta dünya ile tüm bağlantılarını koparıyor o an. Nitekim namazı bittiğinde de, namaz sırasında oku çoktan çıkarmış olan arkadaşlarına, oku çıkarıp çıkarmadıklarını soruyor. Son olarak Hz. Mevlana Celaleddin Rumi Mesnevi’sinde namaza başlarken ‘’Allahu Ekber’’ demenin manasının ‘’Allah’ım biz sana kurban olduk. Kurban keserken ‘’Allahu Ekber’’ denir işte öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir.’’ der. Bizlerin de namazda nefislerimizi Allah’a kurban edenle-rden olabilmemiz duasıyla.1 Bakara Suresi: 452 Mü’minun Suresi: 23 Mü’minun Suresi: 9

Page 6: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: Melih ArslanDosya: Necip Fazıl Kısakürek Dosya: Necip Fazıl Kısakürek

10 11MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Necip Fazıl KISAKÜREK. Benim Necip Fazıl ile tanışmam şöyle oldu: Lise birinci sınıfta şiir

ezberlememiz istendi, ben Nazım Hikmet’in ‘’Karıma Mektup’’ şiirini ezberliyordum. Ailem, Müslüman insanlar olduğu için yadırgadılar. Elime bir Necip Fazıl kitabı verdiler –sabır taşı idi sanırım- ‘’önce bunu oku’’ dediler, sadece bunu oku demediler, lisan-ı hal ile bunu okuduktan sonra onları zaten okumazsın demeye getird-iler. Haklı da çıktılar.

Benim size birkaç sayfada Necip Fazıl’ı anlatabilmem mümkün değil. Ben amacımı, üstat ile alakalı birtakım bilgiler vermek, size üstadı merak ettirmek ve

alıntılar aracılığıyla üstat ile sizi tanıştırmak olarak belirledim.

NECİP FAZIL, NECİP FAZIL OLARAK MI DOĞDU?

‘’Kronoloji: Aptalların tarihi”* bu sebeple size şu tarihte şurada doğdu gibi sıkıcı bilgiler vermey-eceğim. Ama üstat ile alakalı çok önemli iki ayrıntı var, bunlardan biri doğduğu konak, diğeri ise 6 yaşında ölen kardeşi Selma. Bu iki hatıra akılda tutulup üstadın eser-lerine yaklaşılırsa -piyeslerine- daha net olarak kavrayabiliriz bazı imajları. Devamla, Necip Fazıl, ihtida etmemiştir, bu çok bilinen bir yanlış. İhtida, başka dinden çıkıp Müslüman olmak demek, Necip Fazıl’a böyle bir iddiada

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğimMinicik gövdeme yüklü KafdağıBir zerreciğim ki, Arş’a gebeyimDev sancılarımın budur kaynağı*

BÜYÜK DOĞU’NUN MİMARI, TOZ KANATLI KELEBEK

bulunanlar, şu tabiri kullanırlar ‘’döndü’’ ; şeyhi Abdülhakim Efendi ile tanışınca yan-lışlarından döndü diyebiliriz. Müptela olduğu kumar gibi illetlerden kurtulmuştur belki, fakat yaşasın ya da yaşamasın Necip Fazıl zaten Müslüman’dı. Lise döneminde İbrahim Aşkî hocasından alarak okuduğu kitaplar arasında ‘’Semeratü’l Fuad(Gönül Meyveleri)’’, ‘’Divan-ı Nakşi’’ gibi kitaplar da vardır.* Necip Fazıl, Necip Fazıl olarak doğmadı, ancak olması için gereken maya onda mevcuttu; Abdulhakim Arvasi(k.s) bu mayaya gerekli maddeleri katan ve Türk-İslam alemine büyük bir mütefekkir kazandıran isim olmuştur.

Necip Fazıl, 30 yaşında doğmuştur. Söz sözün üstadında: ‘’Yüzüne bakıyorum, birer hilal kavsiyle çatılmış, kabarık, ince, vezinli kaşlar, irice ve ahenkli bir burun… Yine ince dudaklar… Sünnete uygun şekilde fazlaca kırkık bir bıyık ve uzun, çok uzun bir sakal… Sarığı kaşlarına yakın bir noktaya kadar indiği için, alnı bütün açıklıyla görünmüyor. Gözlerinden henüz

bahsetmedim. Onları, kendine yaklaşınca göreceğiz ve manalarına yakalanıp kalacağız. Bu gözler, uzaktan gayet dalgın ve içine kapanık duruyor. Bir de bazen önündeki yaprakları karıştıran, fevkalade zarif, esmer, ince ve uzun ve heybet…’’ Ötesini şiirle söylesin:

Nasıl ki, genelde Türkiye -Osmanlı dönemi dahil- İslamcılığı, özelde ise Cumhuri-yet İslamcılığı Necip Fazıl anlatılmadan anlatılamazsa, Necip Fazıl’da şeyhi anlatıl-madan, anlaşılamaz. Durumu anlatmaya çalışalım: Necip Fazıl, elinden geldikçe yazdıklarını Abdülhakim Arvasi’ye okuturdu ve onay alırdı, hatta Ulu Hakan kitabı şeyhi ‘’İkinci Abdülhamit gerektiği gibi anlaşılamadı, keşke anlaşılabilse..’’ demesi sebebiyle yazıldı. Hitabın kime ait olduğu açıktı. ‘’Çile’’ şiirini şeyhine okumuş ve ‘’altın harflerle yazılacak yazı’’ övgüsünü almıştı. Fikirlerinin oluşumunda Abdülhakim Arvasi(k.s)’nin yeri büyüktür. ‘’Çağdaşları arasında benimsediği, tam manasıyla kabul ettiği, takdir ettiği tek insan yok. En durulduğu ve tam bir ‘’mürid’’ kesildiği anlar, sadece Abdülhakim Efendi’nin yanında bulunduğu veya ondan bahsettiği sıralardır.’’* Kimseyi tam manası ile beğenmez, çünkü şeyhini beğeniyor, diyebiliriz.

DOĞSUN BÜYÜK DOĞU BENDEN DOĞARAK!

‘’Akif’in İstiklal Marşı beğenilmiyor, bunun yerine bir Milli Marş isteniyordu. Hatta (ulus) gazetesi bu maksatla bir de müsabaka açmıştı. Demişlerdi ki baş alakalısına: ‘’Bunu yazsa yazsa Necip Fazıl yazabilir; ama bir garip adamdır yazmaz! Ve bana teklif edilmişti. Bende: ‘’Akif’in ruhuna ve eserine hürmetim var.. Fakat içinde hiçbir has isim geçmemek ve kendi anlayışıma göre yazmak şartıyla, mille-timden aldığım heyecanı böyle bir marş içinde billurlaştırmak isterim. Razı mısınız? Öyleyse durdurun müsabakayı!’’ ‘’pek güzel!’’ demişler ve müsabakayı durdurmuşlardı. Bu vesile ile “Büyük Doğu Marşı” ismiyle bana kalmış, üstelik “Büyük Doğu” ismini doğurmuştu.‘’*

NECİP FAZIL DOĞUYOR!Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum*

Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız,Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!*

Page 7: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

beline yediği kazmalara rağmen yıkılmayan, arada bir yer altı tünellerine dalıp tekrar çıkan ve neticede milyonluk bir gençliğin gönlüne nakışlı bir ideolocya manzumesine sahip bir remz halinde ayakta ve yüksekte kalan (Büyük Doğu*)’’ böyle diyor davası için. Zaten devamlı belirttiği gibi Büyük Doğu aslında İslam’dı. O İslam’ı bir ‘’ideolocya’’ olarak önümüze koyuyordu.

Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu idealini kurarken ve sistemleştirirken bunu mecbur olduğu için yaptı. O eser yazarken de, kon-ferans yaparken de kendini buna mecbur hissettiği için yaptı. Çünkü Necip Fazıl, fark etmişti ve fark ettiğini anlatmak sorumluluğu ile yargılanacaktı. Aslında Müslüman düşünür için tersi beklenemez, mezhep imamları da mezheplerini kurarken bu esasa göre haraket etmişlerdir. ‘’ Ben Bursa’da bir konferans verdim. Beni takdim eden kişi bir yerde imamıymış ne… komünizme dair üstadın konferansı, biz ki kapitalistiz, dedi… Çüşşşş diye bağırdım arkadan. Biz kapitalist miyiz? Mülkiyet başka kapitalizm mezhepi başka.’’* İşte size sebeplerden birini sundum.

BÜYÜK DOĞU

Büyük Doğu dergisi… İlk sayısı 17 Eylül 1943’te çıktı ve 1978’e kadar farklı aralıklarla varlığını sürdürdü. 16 kere kuruldu, kapatıldı. Necip Fazıl’ın eserlerinin büyük bölümü bu dergilerde parça parça yayımlandı. İki nesli açık açık büyüttü. Büyük Doğu dergisi yalnızca bir dergi değildi. Özellikle tek parti döneminde, muhalif ve alınamayan bir kaleydi, çokça kuşatıldı(kapatıldı) ama asla kazanılamadı. Her despot rejimde olan oldu, burada da. Gitti bir Musa, geldi bin Musa. Necip Fazıl’ı hapse attılar ama bir nesil yetiştirmişti, yakından ve uzaktan. Gençliğin peşinde Necip Fazıl ve Necip Fazıl’ın peşinde bir gençlik, ne güzel sarmal…

Necip Fazıl, sonradan kollara ayrılacak olan ‘’mukaddesatçı ve milliyetçi’’ herkesin üstadı olmayı başarabilmiştir. O, ‘’Allah demenin resmen yasaklandığı bir devirde’’ derginin ilk sayfasına ‘’Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez!’’ yazmış ve bu sebeple ‘’rejime itaatsizliği teşvik’’ suçundan mahkum olmuştu, böylece rejim’in kafirliğini ortaya çıkarıyordu. Tek Parti döneminde rejime muhalif olmak hele hele Müslüman olarak muhalif olmak en büyük suçlardandı.Necip Fazıl bu suçları devamlı işliyordu ve bedeller ödüyordu, maddi manevi. ‘’Bir gün akademideki odamda, Burhan geldi yanıma… Müdür… ‘’Bak, dedi; Vekaletten ne geldi senin için ya mektepteki dersi, ya mecmuası… Birinden birini seçmesi lazım geldiği ihtar olunur! Verin bir kağıt kalem dedim yazdım: 54 kişilik bir sınıftansa bütün bir memleket gençliğine hitap etmeyi tercih ettiğimi ihtar ederim.’’* Bu dergiye başlarken uğradığıydı, sonra hapisler, mahkemeler. Geriye doğru bakınca acaba ne der Necip Fazıl? ‘’Benim neler çektiğimi biliyorsunuz… Fakat şunu da ilave edeyim: Ben mazime baktığım zaman ürperiyorum.Nasıl yazabilm-işim bunları? Bir çoğundan nasıl kurtulabilm-işim? En olmayacağına rağmen yine ayakta durmuşum? Hayret ediyorum’’* Buraya yaptıklarına pişman olmuş, gençlikten olmuş diyen biri var gibi duruyor ama öyle değil, bu sözleri söylediği tarih 5 Şubat 1983 ve o tarihte

Büyük Doğu isim olarak böyle doğuyor ve bir daha da Necip Fazıl’ın hayatından çıkmıyor. Üstadın anlattığı bu olay ise, 1937’de yani ‘’mürid’’ olmasından 3 sene sonra oluyor. Bu harika şiirden bazı bölümler sunayım:

NECİP FAZIL, NECİP FAZIL OLUYOR: BÜYÜK DOĞU İDEALİ

Büyük Doğu ideali… Eğer bir kimse ben Necip Fazıl’dan bahsedeceğim demişse onun baştan sona kadar ve hiç ara vermeden Büyük Doğu’dan bahsetmesi gerekir. Onun kurmuş olduğu bu ideal, tüm kitaplarının ve tüm şiirlerinin üzerindedir. Zaten kitapları ve şiirleri bu ideali anlatmak için kaleme alınmıştır. Şöyle diyordu Necip Fazıl:

‘’Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…’’* İşte tıpkı böyle onun fikri sahada Allah’ı ve ona

ait nizamı aramasının ve onu ortaya çıkarmaya çalışmasının biricik göstergesi Büyük Doğu idealidir.

‘’Efendimden aldığım nurla yepyeni bir gençlik yoğurma merakı, bende, 1942’de başladı(…) Efendi Hazretlerinin, hani şu <<siz bana o ümmeti gösterin de, bende size onun hemen kurtulduğunu haber vereyim>> buyur-duğu topluluğa çekirdek, ölümsüzlük gayesine destek gençlik…’’* Merak 1942’de diyor ve ilk Büyük Doğu dergisi 1943 yılında çıkıyor. Tek Parti döneminin devam ettiği yıllar ve bir İslamcı dergi… Necip Fazıl, polemik adamıdır, keskindir, serttir. ‘’entelektüel seçkinler arasın-dan geliyor olması daha önceki yenilmişlik duygusuyla sesi kısık ve bastırılmış Osmanlı bakiyesi münevver tipinden de, susmak yerine ‘’Gönüllü Sürgün’ü’’ tercih eden muhalif İslamcılardan da ayıran en önemli özelliği olarak ortaya çıkıyor. O yeni bir aydın tipinin habercisi ve kişiliği ve söylemiyle bir döneme damgasını vuracaktır.’’* Tabii her şeyin bedeli var. Necip Fazıl demek biraz da hapis, mahkeme, dava demektir, vefat ederken bile hakkında kesinleşmiş bir hapis cezası olduğunu söylesem ne demek istediğimi anlarsınız.(79 yaşındaydı.) O yazdıklarını yazdıkları ile savundu. Tek Parti döneminde de, Demokrat Parti döneminde de. Ama o vazgeçmedi. ‘’ Allah demenin bile resmen yasak edildiği devirde yepyeni bir sesle (agora)ya çıkıp

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!Güneşten başını göklere yükselt!

Nur yolu izinden git, KILAVUZ’unFethine çık, doğru, güzel, sonsuzun

Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak Doğsun Büyük Doğu, benden doğarak*

Dosya: Necip Fazıl Kısakürek Dosya: Necip Fazıl Kısakürek

12 13MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Büyük Doğu, 1943-1978 yılları arasında, Necip Fazıl Kısakürek’in değişik evrele-rde yayınladığı dergidir. Dergi yazarları kendil-erine “Büyük Doğucu”lar derlerdi.

Page 8: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

de hakkında kesinleşmiş ama ertelenmiş bir hapis cezası vardı. Necip Fazıl, hayatının hiçbir döneminde müspet ya da menfi yönde rahat duramamıştır, işte burada Abdülhakim Arva-si’nin ona söylediği sözün doğruluğu ve anlamı bir kez daha ortaya çıkıyor: ‘’Keşke bu kadar zeki olmasaydın…’’

Necip Fazıl Kısakürek öncelikle şairdir, sonra ise düşünür. ‘’İster bu yandan, ister o yandan, dava sahibi olmayan san’atkara benim aklım ermez; ve böylelerinin hayatı, benim gözümde bir (amip) yaşayışı kadar değersiz kalır.’’* Düşünmeye verdiği bu önem onun fikirler-inin göstergesi olan Büyük Doğu idealinin billurlaştığı ‘’İdeolocya Örgüsü’’ adlı ederinde de geniş biçimde yer bulmuştu. Necip Fazıl, yaşadığımız sorunların kaynağı olarak hakkıyla düşünen adam eksikliğini gösteriyordu. Düşünemediğimizi düşünmedikçe düşüne-bilmekten uzak yaşayacağız.Düşünce milleti olmadığımızı bilmekte kurtarıcı düşüncenin ilk şartı vardır, diye tespit ediyor ve çözüm yolu gösteriyordu. ’’Necip Fazıl, geleceği düşünmeyen ve göremeyen gelecekle ilgili büyük tasarılar, büyük plan ve projeler geliştiremeyen , yapıcı düşünce yoksunu bir millet oluşumuzun altını ısrarla çizer. İdeolocya

Örgüsü’nde defalarca ‘’dünya çapında büyük düşünür’ler’’ çıkaramamış bir millet oluşumuz tekrarlanır. Bunun bilincine varmak dirilişimizden de başlangıç nok-tasıdır çünkü.”* O, düşünmeye çok önem veriyordu fakat vakti yoktu, işler çoktu vakit ise kısaydı. ‘’O delil, kaynak, kanıt gösterme gereksinimi duyan bir kişiliğe sahip değildir. Öğrenir, yargısını ortaya koyar(…) Onun amacı yanlış bildiği düşüncel-erden, akımlardan

gençliği korumaktır; acelesi vardır; bir ömre sığdırmak istediği çok şey vardır.’’* O bu düşünce ve tefekkür neticesinde mukadderatçı insanların, tümünün üstadı olmuştu. Ve o da mukaddesatçılara ‘’Tek Parti döneminde İslam’ın ve Müslümanların çöküşe vardırılacak kadar sindirilmiş olması, Allah demekten bile korkulması karşısında Necip Fazıl, Müslüman-lara İslam’ın her türlü ideolojiden, fikirden, felsefeden, dünya görüşünden ve dinden üstün olduğunu dile getirebilme özgüveni kazandırmıştır.’’* Diğer yaptığı tüm işleri de unutsak yalnızca bu kalsa yine Necip Fazıl üstat olurdu. Cumhuriyet İslamcılığında o sultan mevkiinde oturur ve bunu herkes isteyerek yada istemeyerek kabul etmiş durumdadır. Necip Fazıl, dünyada iken Müslümanlar daha bir sahipli idi. Zira karşılarında ‘’Fikir öfkesi’’ taşımayı bir sevinç ve övgü vesilesi kabul eden polemikleri ile ünlü, vakarlı ve gerçekten sert bir Müslüman vardı, ne zaman ki o gitti, işler değişti. ‘’İslam adına konuşacak olanlar Necip Fazıl bu dünyada iken daha dikkatli idiler. Sanatçı kişiliğine de düşünce dünyasına da, sağlığında açıkça karşı koyan, düşüncelerini geçersiz kılan, çürüten bir kişi çıkmadı.’’* O karşısına çıkmak cesaret isteyen ve bu da çoğunlukla bulunamayan bundan dolayı

karşısına çıkılamayan bir polemik ustası idi.

Büyük Doğu Dergisi etrafında şekillenen Büyük Doğu ideali Necip Fazıl’ın çocuğu olarak nitelenebilir. O bu idealini ve davasını farklı ortamlarda farklı kelimelerle ama daima taze olarak ifade etmişti. ‘’Büyük Doğu ideali, tek zerresini feda etmeksizin İslam’a yol açmanın sistemidir. (…) Her şeyi bu cihanda ne varsa hepsini İslam’da bulan, toplayan,, gösteren ve asrın meselelerine tatbik eden bir dünya görüşü… (…) İslam’ı kör nefislerinde dondu-ranlar, çürütenler ve kokutanlara karşı en büyük darbe; hafakanlar içinde bunalan Batı alemine karşı da en keskin neşter…’’* diye anlattığı davasını başka bir yerde, Büyük Doğu ‘’ tanzimattan beri gelen sahte inkilapların çürüttüğü ruh ve madde dünyasını Batının da hayran olacağı ve içinde her devayı bulacağı bir ideolocya planında kurma idealidir.’’ Sözlerini şöyle noktalayacak: ‘’Olanca asliyet ve saffetiyetle İslam…’’* diye ifade ediyordu. Bunlar kendisinin ifadesi olarak gün yüzüne çıkıyordu. Başkalarının Büyük Doğu ile alakalı dediklerinden örnek verelim biraz: ‘’Medeni-yet ya da O’nun Türk ve Doğu İslam insanı için önerdiği ideal oluşum Büyük Doğu’dur, ki O Batı’yı ve Cumhuriyeti kriz içerisinde gören Kısakürek’in mutlak kurtuluşu vaat eden çözümünün, yani İslam’ın diğer ismidir.’’ Ve ‘’ Büyük Doğu ideali, Kısakürek’in siyasi ideo-lojilerine alternatif bir ideolocya’yı İslam’dan üretmesinin de çerçevesi olmuştur.’’*

Büyük Doğu idealini anlatabilmem olanaksız, başta da belirttiğim gibi amacım yalnızca size merak ettirmek. Necip Fazıl’ın tüm eserlerini bir yüzük olarak tahayyül ettiğimiz zaman Büyük Doğu ideolocyasının doktrini olan ‘’İdeolocya Örgüsü’’ isimli eser bu yüzüğün taşıdır, en nadide parçasıdır. Necip Fazıl’ı ve özelde Büyük Doğu idealini anlamak için size o nadide eseri okumanızı öneririm. Ama ben size ufak ufak bilgiler vermeyi de ihmal etmeyeceğim. Necip Fazıl kendi duruşunu şöyle açıklıyor: Milliyetçi-Anadolucu,Ruhçu, Maveracı, Şahsiyetçi, Keyfiyetçi, Mülkiyette tahdidci , anti-demokrat, anti-liberal, anti-komünist, anti-faşist.* Büyük Doğu idealinin

‘’Başyücelik Devleti ise 9 temel prensibe dayanır: Ruhçuluk, Keyfiyetçilik, Şahsiyetçilik, Ahlakçılık, Milliyetçilik, Sermaye ve Mülki-yette tedbircilik, Cemiyetçilik, Nizamcılık ve Müdahalecilik. Baş yücelik devleti ise başlıca 6 kısımdan oluşur. Yüceler Kurultayı, Baş yüce, Baş yücelik hükümeti, Yüce Din Dairesi, Halk Divanı ve Baş yücelik Akademyası. Necip Fazıl Kısakürek’in ideal devleti Eflatun’un Cumhuri-yeti’nin, Nietche’nin üstün insanının, Aris-to’nun devletinin ve Mark’ın sınıfsız devletinin iyi yönlerini birleştiren, kötü milli iradeyi yansıtan değil onu eğiten ve yönlendiren konumda formüle edilmiştir.’’* Umarım merak etmişsinizdir.

HALKIN SAHİPLENDİĞİ BİR FİKİR HAREKETİ

Yalnızca halk mı, Cemil Meriç ‘’bende Büyük Doğu’cuyum’’ diyordu. Halkın teveccühü ise konferanslar ile açıkça gün , yüzüne çıkıyordu. ‘’Şeref, davamıza ait olduğu için naciz şahsıma hiçbir hisse vermeden belirtmeliyim ki, vecd çığlıklarıyla inleyen sabahlarda benim

Dosya: Necip Fazıl Kısakürek Dosya: Necip Fazıl Kısakürek

14 15MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 9: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

gördüğüm alakayı, çırpınışı , yırtınışı, kendini verişi, bu kadar hasbi ve samimi bir planda idrak çırpınışı, yırtınışı, kendini verişi, bu kadar hasbi ve samimi bir planda idrak edebilmiş ikinci bir fani bulunabileceğini sanmıyorum.’’* Kelimeleri ile ifade ediyor, halkın davayı sahiplenişini. Ve Büyük doğu’nun onlardaki yerini; ‘’ Başlı başına ve tamamen müstakil bir dava olmasına rağmen, sırası gelmişken avaz avaz ilan etmeliyim ki, bugün, millet-vekili, profesör, politikacı,talebe ve ayrıca gazete, yayınevi, dernek ve parti halinde Türkün ruh muhtevasına bağlı kim ve ne varsa hepsi birden manevi sütünü Büyük Doğu’dan emmiştir.’’ Sözleriyle kendisini ve Büyük Doğu’yu 1980’lere kadar oluşan İslamcı birikiminin ‘’annesi’’, menşei olarak görür ve gösterir.* Tabir bu annenin düşük çocuğu da olmuştur. Büyük Doğu’nun düşük çocuğunu siz bulun; hangi kurum, hangi parti, hangi oluşum… Bu manevi sütü verme meselesi kolay olmadı, konferanslar, konferanslar… ‘’Oğlumun çizdiği haritada saymak mümkün…(Katıldığım konferanslar-M.A) Sanırsam 100’e yakın yerde 200’e yakın konferansları gösteri-yor.(…) 10-15 bin dinleyiciyi aşkın kalabalıklara sahne olanları da var… En küçük yerde bile 1-2 binden eksiğine şahit olmadığıma göre,

ortalama 3-4 bin üzerinden bir hesap yapılsa, şimdiye kadar hitap ettiğim insan sayısının milyonu bulduğu anlaşılır.’’* Peki bunca sıkıntı neden? Neden şiir söylemedi de politika ve fikriyata geçiş yaptı? ‘’Şiir ve sanatçı satranç oyununa benzetecek olursak, kabul edebiliriz ki, alt katlarını alevler bürümüş bir evin üst katında satranç oynanmaz. Politika ve fikri-yatın hedefi bende yine şiir ve sanat… Ben şiirimin ruh iklimini inşa etmek, fert ve toplu-munu yoğurmak için dava ve politika mey-danına atılmış bulunuyorum. Tam 40 yıldan beri…’’* amacına ulaşabildi mi? ‘’Biz Allah kelimesini söylemenin yasak olduğu devrin insanlarıyız!.. O zaman buz kaplıydı ortalık... Yani hiç bahsedilemezdi bu tip meselelerden… İşte biz, hohlaya hohlaya buz dağını erittik!.. Ve biraz fikri değişikliği elde eder olduk. Şimdi de çamurdan geç geçebilirsen!..’’*

ALINTI VE HATIRA

En başta Necip Fazıl’ın birkaç sayfada anlatılamayacağını söyledim ve haklı çıktım, umarım merak ettirme amacıma ulaşabilm-işimdir.

Polemik adamı dedim, mahkemeler ve

davalar hayatında önemli bir yer tutar dedim, şimdi en sevdiğim savunmalardan birini sizinle paylaşayım: Malatya davasında hiçbir kanıt olmamasına rağmen sanıkları azmettirdiği, onun yazılarından ilham aldıkları iddia edilir, Necip Fazıl kendini şöyle savunur: ‘’Dünya edebiyatında kıskançlığın şaheseri Otello’dur. Şimdi farz edelim ki; hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse ve cebinden Şekspir’in eseri Otello çıksa, beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı Şekpir’in iskeletine pranga vurulmak üzere Londra savcılığına müzekkere mi çıka-racaktır!’’ bunu gibi daha nice savunmaları vardır, o normal hayatta karşı düşünürleri, mahkemede ise hakimleri pes ettirmekte fazlası ile mahirdir. Bir hakim şöyle demiş: ‘’ Tavan üzerime yıkılacak gibi oluyor, cübbemi parçalayacağım geliyor. Fakat sizi tahliye edemiyorum. Anlayınız!.. Malatya davasın-

daki hakim ise ‘’ Bizi ezdiniz. Aklı fikri; ilmi, hukuku mat ettiğiniz halde, sizi bırakmadık!’’* bırakamazlar çünkü Necip Fazıl, oraya suçlu ise tutuklanmak için değil, tutuklanmak için çıkarıldı. O da bu durumun bilincindeydi, hiç alnı yere bakmadı.

Yapacağım alıntı ‘’Hücum ve polemik’’ adlı eserinden olacak. Necip Fazıl deyince akla ister istemez Nazım Hikmet gelir, ben Nazım’ın şairliğine saygı duyanlardanım ve üstat gibi diyorum ‘’şahsı sempatik…’’* ‘’Nazım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmayacağım. Hiçbir operatör, ameliyat masasında kendini yumruklayan kanserliye, hiçbir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiçbir hakim darağacı önünde küfürler savuran mahkuma kızamaz.’’* diye başlıyor ve aynı tatla devam ediyor, çok şiirsel ve ince bir hücum yazısı.

KAYNAKÇA•Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul, Büyük Doğu Y., 1988, s.19•Cemil Meriç, Bu Ülke, İstanbul, İletişim Y., 2011, s.22•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, Hilmi Uçan, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.140•Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul, Büyük Doğu Y., 1988, s.35•Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, İstanbul: Büyük Doğu Y., 2011, s.87-88•Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul, Büyük Doğu Y., 1988, s.75•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, M. Orhan Okay, Anka-ra: Hece Y., Ocak 2005, sayı 97, s.10•Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, İstanbul: Büyük Doğu Y., 2011, s.171-172•Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul, Büyük Doğu Y., 1988, s.396•Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul, Büyük Doğu Y., 1988, s.39•Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, İstanbul: Büyük Doğu Y., 2011, s.237•Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, Akif Emre, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.49•Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, İstanbul: Büyük Doğu Y., 2011, s.246•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.219•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.246•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.247•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük

Doğu Y., 1990, s.65•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, Abdurrahim Karaden-iz, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.19•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, Hilmi Uçan, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.142-143•İtibar Dergisi, Ercan Yıldırım, Haziran 2014, sayı 33, s.56•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, Hilmi Uçan, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.144•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.114•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.51•Necip Fazıl Kısakürek Özel sayısı, Burhanettin Duran, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.81•Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 1, İstanbul: Büyük Doğu, 1988, s.104-105•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.50•İtibar Dergisi, Ercan Yıldırım, Haziran 2014, sayı 33, s.55•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.49•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.113•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.263•Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, İsmail Sert, Ankara: Hece Y., Ocak 2005, sayı:97, s.86-87•Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, İstanbul:Büyük Doğu Y., 1990, s.8•Necip Fazıl Kısa Kürek, Hücum ve Polemik, İstanbul: Büyük Doğu Y.,2009, s.18

Dosya: Necip Fazıl Kısakürek Dosya: Necip Fazıl Kısakürek

16 17MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 10: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Dünyaya hükmeden Osmanlı İmpar-atorluğu’nun ihtişamlı adımlarının ilkini atan Ertuğrul Gazi, Osmanlı Devleti’ni beylikten bir cihan

devleti olma aşamasına getiren en önemli şahsiyetlerden biridir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasıyla bir uçbeyliği olarak kurulan Osmanoğulları Osmanlı’nın atası Gündüz Alp’in oğludur. Babasının vefatı üzerine Ertuğrul Gazi kabile reisi seçildi ve bir süre Pasinler’de kalıp daha sonra kendilerine yerleşecek bir yer bulmak amacıyla İç Anadolu’ya ilerlediler.

Ertuğrul Gazi’nin yanında 400 yakın cengaver bulunuyordu ve yine rivayetlere göre bu iler-leyiş sırasında kendilerini tam bir ölüm-kalım

savaşının ortasında buldular: büyük bir Moğol birliği Selçuklu kuvvetlerini kıskaca almıştı. Ertuğrul Gazi yoldaşlarına seslendi;

“Gaziler, cenge rast geldik, yanımızda kılıç taşırız, korkak gibi geçip gitmek erlik değildir. Ne yapalım?” diye sordu. Bazıları “Mağlup durumdakine yardım etmek zordur, kendimizi tehlikeye atmayalım” dediler. Ertuğrul Bey ise “Bu söz merdaneler kelamı değildir. Erlik, zor durumda olan kardeşimize yardım etmektir. İşleri kolay olana yardıma ne gerek vardı. Haydin bu dar günde Hızır gibi bîçarelerin imdadına yetişelim.”

Gazi ve yanındaki cengaverlerinin meydana çıkmalarıyla, Moğol çareyi kaçmakta buldu. Bu savaşın I.Alaeddin Keykubad ile Harizmşahlar

Beylikten Cihan Devletine

...

Ertugrul Gazı.)

/ Yazar: Emine Deniz KayaTarih Tarih

18 19MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

arasında yapılan Yassıçimen Savaşı(1230) olduğu söylenmektedir.

Savaştan sonra Alaeddin Keykubad Ertuğrul Gazi’ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hil’at giydirdi ve Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince Domaniç ve Ermeni dağlarını yaylak, Söğüt’ü ise kışlak olarak Gazi’ye verdi.

Ertuğrul Gazi Söğüt ve çevresine yerleştikten sonra Bizans sınırı boylarında bulunan diğer uç beyleriyle birlikte mücadeleyi sürdürdüğü gibi, komşu Rumbeyleriyle (tekfurlar) dostluk kurmaya da çalıştı. Özellikle Belocome (Bilecik) ve Melangeia (bugünkü adı Osmaneli) tekfur-ları Ertuğrul Bey ile gayet iyi geçiniyorlardı. Bu şekilde kışları Söğüt ‘ te , yazları da Domaniç yaylalarında geçiren Ertuğrul Gazi zaman zaman Bizans sınırlarındaki bölgelere akınlar düzenliyordu. Onun Bizans’a karşı yaptığı bu akınlar sırasında çevrede bulunan Akçakoca, Sarnsa Çavuş, Kara Tegin, Aykut Alp ve Konur Alp gibi tecrübeli uç beyleri de etrafında toplanmışlardı. Böylece Söğüt’ e yerleşmiş olan Kayı aşireti her geçen gün biraz daha güçlendi.

Ve gün gelmişti… Ertuğrul Bey’in kesin emri vardı: “Bugün kimse hüzünlü olmamalı.” Bu emri, Ertuğrul Bey’in Söğüt’te temelini atıp, bu temelin üzerine dünya saltanatı kuracak küçük oğlu Osman içindi..

Ertuğrul Gazi, oğlu Osman’ın en iyi şekilde yetişmesine son derece önem veriyor ve bu konu üstünde titizlikle duruyordu. Akçakoca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi ve Turgut Alp gibi silah ve savaş ustaları Osman’a ata binmeyi, ok atmayı, kılıç tutmayı öğretiyor-lardı.

Ertuğrul Gazi, vefatıyla (1288-89) yerini küçük oğlu Osman’a bırakmıştır. Türbesi, Bilecik’in Söğüt ilçesinin 1. Km doğusunda Söğüt-Bilecik yolu üzerinde bulunmaktadır. Kayı aşiretine mensup olanlar ve özellikle Karakeçili aşireti Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra onun türbesini manevi bir ziyaret yeri haline getirmişlerdir. Ayrıca burayı ziyaret ederek yıllarca şölenler tertiplemiş, cirit, güreş gibi milli oyunlarla atalarını anmışlardır. Ertuğrul Gazi’nin türbesi bugün de aynı şekilde ziyaret edilmekte ve Söğüt’te her yıl şenlikler düzenlenmektedir.

Page 11: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Akıl sahibi iddiası olmadan, ayrı kalınan bazı şeylere karşılık yeni ve güzel şeyler bulma arzusuyla niyet ettim

ilk kıbleye, etrâfı mübarek kılınan beldeye seyahat etmeye...

Kaderde tek başına gitmek varmış. Gitmeden evvel çok şey söylendi: Geri çevirirler, almazlar, giremezsin... Ne olursa olsun, geri de çevrilsem, alma-salar da, giremesem de gidecektim. Yolunda olmak, o yola baş koymak... Asıl mesele bu değil mi zaten?

09:00 uçağıyla Anadolu yakası havaalanından hareket etti uçak ve 11:15 gibi Tel Aviv’e iniş yaptık. Uçak çıkışında dakika 1 gol 1!

Güvenlik o kadar kişi arasında beni nasıl ayırt etti bilmiyorum ama durdurdu ve pasaportuma baktı. Bazı sorular sordu ama ters bir davranışta bulunmadı. Oradan pasaport bankla-rına geçtim ve tam bir “cadı”ya denk geldim diyebilirim. Asıl giriş çilesi burada başladı. İkisi pasaport polisi, biri de büyük ihtimalle istihbaratçı olmak üzere 3 sorgu, 3 saat bekleyiş... Adın ne? Kaç yaşındasın? Nerde okuyorsun? Niye geldin? Nerelere gideceksin? Filistinli arkadaşın var mı? Kaç gün kalacaksın? Nerde kalacaksın? Ailenin haberi var mı? Ne kadar paran var? Türkiye’de politik bir aktivitede bulunuyor musun? Tek mi geldin? vs.

Bir sürü soru... Telefonumun reh-berinde +972’li numara (İsrail telefon kodu) olup olmadığına bakmaya kadar bir sürü detay sorgu. Açıkçası bir 7-8 saat bekletirler diyordum ama şükür ki öyle olmadı. 3 saatin ardından giriş yaptım ve Kudüs’e geçmek için “Shuttle the Jerusalem” araçlarına bindim. 13 kişilik araçlar, 15 € karşılığı gideceğiniz yere kadar götürüyor.

“Akıl sahipleri bir yerde oturup kalınca rahat edemezler.Öyleyse odunu ocağını bırak da dışarılara çık, seyahat et.

Yolculuk et; ayrıldığın bazı şeylere karşılık yeni ve güzel şeyler bulacaksın.”İmam Şâfii

Mescid-i Aksâ’yı Gördüm Düşümde

“Kefensiz kahramanların diyârınaNamluların güneşe battığı topraklara...Yetim ama mağrûr ve dimdik çocuk-ların beldesine”

Dilimde, hatırımda yıllardır düşmeyen o mısralar:

“Bekle beni, bekle Kudüs bir sabah erkenSana gelirim gece yanarkenHasret giderip ağlarız, yürek dağlarızDua edip eller yanarken”

“Tûr Dağını yaşa Ki bilesin nerde Kudüs Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum”

“Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi

göstermek için bir gece Mescid-i Haram’dan

çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürütenin

şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır,

görendir.”(İsra:1)

/ Yazar: Hüseyin Önalİslam Coğrafyası İslam Coğrafyası

20 MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 12: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Kudüs’te ilk Yahudi mahallelerine gittik. Tek olsam gidemezdim oralara, enteresan bir deneyim oldu açıkçası. Her tarafta uzun faullü, fötr şapkalı, beyaz gömlek ve siyah elbiseli insanlar. Yahudi bölgeleri temiz ve gelişmiş tabi ki...

Oradan Doğu Kudüs’e, eski şehre geldik. Şoför beni otele yakın bir yerde indirdi. ‘Sora sora Bağdat bulunur’ misali oteli buldum eski çarşının içinde. Oteli ararken bir ara Kubbetü’s-Sahra’yı gördüm evlerin arasından, kalbim hızla atmaya başladı o an. O gün ertesi gün için dinlenmeye koyuldum.

11 Eylül Perşembe günü, 22’inci sene-yi devriyemde, yaş günümde Kudüs’teydim.

Nasîb eden Rabbime hamdolsun. Mescid-i Aksâ’nın kapısına geldim. İsrail askeri başta durdurdu ama Müslümanım deyip pasaportu gösterince geçirdi. Kendi beldemize, bizim mübarek topraklarımıza pasaportla giriyoruz. Aslında buna da şükür; burayı bir kere dahî olsa görememiş o kadar Filistinli kardeşimiz varken...

Mescid-i Aksâ’nın avlusuna girdiğimdeki o heyecanı hiçbir şey tarif edemez galiba. Avluda ilim halkaları var, Kur’an okuyorlar, tekbirler

getiriyorlar Mescid-i Aksâ’nın murâbıtları.

Mescid-i Aksâ’ya adım attığım anda gözümden yaşlar boşaldı ve secdeye kapandım. Kudüs hâyâlden de öte. Kendinizi, duanızı kabul olurken bulmanın verdiği sevinç ve hamd duygusu gözlerinize aksedi-yor. Ve gördüklerinize...

“Elhamdülillahı Rab-bil’âlemîn, Elhamdülillahı Rabbil’âlemîn, Elhamdülillahı Rabbil’âlemîn”

Dile kolay... Yıllarca bu özlemle yanmışız. Rabbim, tüm akraba, dost ve kardeşlerime; bütün Mü’minlere nasîb etsin inşallah.

Cuma’yı tamamen Aksâ’da geçirme arzumdan dolayı 2 saat Aksâ’da kaldıktan sonra Zeytin Dağı’na doğru yola çıktım. Yürüyerek Zeytin Dağı’na çıktım. Saat 15:00 ve karşımda Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-Sahrâ...

Asılan tüm bayraklara; gezinen tüm asker-lere, polislere rağmen Kubbetü’s-Sahrâ bütün

ihtişamıyla haykırıyor arza ve semâya:

“Kudüs Müslümanlarındır ve öyle kalacaktır.”

Zeytin Dağı’dan indikten sonra ‘Aslanlı Kapı’dan tekrar Mescid-i Aksâ...

İkindi, akşam ve yatsı namazları... Yatsı çıkışı Ömer isimli Filistinli bir ufaklık götürdü beni Aksâ’ya 7-8 dakika yürüme mesafesindeki otele. Türkiye’den geldiğimi anlayan, duyan zaten hemen sıcak davranmaya başlıyor, yardımcı oluyor.

“Erdogan, Erdogan” diyor ufacık çocuklar dahî. Çok seviyorlar Türkiye’yi ve Türkiye’nin haksızlık, zulüm karşısında susmayan yiğit adamını.

İlk günün ardından sabah namazına gidemi-yorum çünkü henüz Aksâ’nın yolunu bilmiyo-rum otelden. Dükkanlar kapalı olduğunda tam bir labirent Eski Çarşı sokakları. Bilmeden yer, iz bulmak çok zor.

Ertesi gün sabah namazını otelde kıldım. Kahvaltıda Amerikalı bir Müslümanla tanıştım. 60’lı yaşlarda, uzun sakallı, ismi Crill.

İslam Coğrafyası İslam Coğrafyası

22 23MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 13: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Allah’ın selâmı; “es-selamu aleyküm ve rahmetullah” tüm kapıları açıyor elhamdülil-lah. Tüm kapıları açan bir anahtar O’nun(c.c) selâmı.

“Aksâ’ya erken git, Cuma’ya girişini engel-lemesinler” dedi ve Amerika/Texas’a yolun düşerse bana haber et diyerek kartını verdi. Ben de onunla da konuştuğumuz gibi kahvaltı akabinde gittim Aksâ’ya...

4 saat var Cuma’ya ama vaazlar başlıyor. Vaazlar diyorum çünkü Cuma vaktine kadar 5 farklı Hoca vaaz verdi. Namazlar kubbedeki tamirattan dolayı mihrapta kılınmıyor. Cuma ve sabah namazı hariç… Cuma namazı için 5.saftayım, tam mihrabın hizasında. Cuma vaktine kadar vaaz edildi, Kur’an okundu. Yer yer şeker dağıtıldı, su ikram edildi. Vaaz Arapça ama konuyu anlayabiliyorum az çok. Aksâ’nın gerçek sahiplerinden, Kudüs’ün muhafazasın-dan, Amerika’ya, işgal devleti İsrail’e, işbirlikçi Arap yönetimlerine karşı kanın son damlasına kadar direnmekten bahsediyorlar.

Kudüs’te Cuma tam manasıyla mü’minin bayramı olduğunu hissettiren bir Cuma...

Her gelen selâm veriyor. Burası Filistin. Bu güzel insanlar da Resûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v) buyurduğu gibi “selâmı arasında yayan” millet.

Cuma namazı çıkışı kapıda Gazze için yardım toplanıyordu. Namazdan çıkınca Kub-betü’s-Sahra’ya girdim ve Efendimiz s.a.v’in Mirâc’ yükseldiği Muallâk taşını görmek nasîb oldu.

Kubbetü’s-Sahrâ’nın da kubbesinde tamirat çalışması var tıpkı mescid gibi... Lambaları Kubbetü’s-Sahrâ’nın minyatürleri şeklinde.

Cuma’m genel olarak Aksâ’da veya avlusunda geçti. Bir ara otelin yolunu keşfet-mek için Eski Çarşıya gittim ve keşfettim çok şükür Eski Çarşının labirentlerini.

İkindi, akşam ve yatsı namazlarında yine Aksâ’daydım. Ertesi gün sabah namazında tekrar Aksâ’da... Yolu öğrenip gittim çok şükür

Mescid-i Aksâ’da sabah namazına.

Burada sabah ezanı imsak girince okunuyor. Namazın kılınma zamanı da bizimkine yakın.

Farzlardan önce “Tahiyyetü’l mescid” namazı kılınıyor.

Kudüs’teki son günün burukluğu var. Sabah namazının ardından Cumartesi sabahı… Mescid-i Aksâ’nın kuşlarını dinledim, kokusunu içime çektim. Kendimi kabul olmuş duamda buldum. Hamdolsun yerin ve göğün olan Rabbe...

Cumartesi günü olduğu için yahudilerin Şabat Bayramı... Çalışmıyorlar o gün, çalışma-ları yasak. Otobüs, minibüs… Hiçbir şey yok Kudüs’ten Tel Aviv havaalanına, sadece taksi.

Havaalanına geçişim epey çileli oldu ama sonunda Filistinli bir taksici abi götürdü. Askeri kontrol noktasında biz hariç herkesi geçiren “paralı İsrail askerleri” bizden arabayı kenara çekip inmemizi istedi. Bir Türkiyeli ve Filistin-li’yi durdurmayacaklar da kimi durduracaklar. Yine sualler, sualler, sualler...

“4 gün boyunca ne yaptın?” dedi. “Aksâ’day-dım” deyince “4 gün Aksâ’da mıydın?” dedi şaşkınlıkla... Benim cevabım ise: “Yes, pray pray” :)

Çantamı x-ray’den geçirip pasaportuma mor bir etiket yapıştırdılar, muhtemelen tehlikeli olduğuma dair bir şey. Havaalanına geçtim, aramalardan sonra bekleme alanı ve 13 Eylül 2014 Cumartesi saat 16:40 Filistin’den ayrılık vakti... Veda değil, ayrılık biiznillah. İnşallah tekrar tekrar geleceğiz evimize, mescidimize, Kudüs’ümüze.

Dilimde ise o satırlar:

“Ey Kudüslü, Gazzeli, Filistinli kahramanlarDüşman karşısında omuzlarını küçültmeyen kenetlenmiş saflarEy kanı kılıca galip getiren yiğitlerSelâm olsun sizeVe selâm olsun

“Ey Kudüs;Ey, yıldızlara yakın şehir;

İlk, sende parlayan yıldızlar adına, atılan taşların, akıtılan gözyaşların adına, bende ka-lan sevdan ve sende biten her can adına...

Biliyorum, bir gün çiçek açacak zeytin ağaçların, bir gün oyunlarının adı değişecek ve sende ölmeyecek çocuklar, sende yanmayacak yürekler.

Ve yine, en güzelinden şarkılar söylenecek ve sen gözlerinde umut, üzerinde gül kokun, yeniden hayat bulacaksın.

Bende ise, hayaller hiç bitmeyecek...”

Katil Amerika’nın, İsrail’in fil ordusunuyenik ekin yaprağı kılanebâbil onurunuza…”

İslam Coğrafyası İslam Coğrafyası

24 25MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 14: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Cumhuriyet tarihi boyunca iktidara gelen partilerin çoğunluğunu merkez sağ dediğimiz partiler oluşturuyor; Demokrat Parti, Anap ve Ak Parti.

Nitekim Recep Tayyip Erdoğan Ak parti seçmenleri tarafından Adnan Menderes ve Turgut Özal‘dan sonra gelen lider olarak görülüyor. Milli görüş çizgisin-den gelen Recep Tayyip Erdoğan, 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisinden İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına seçildi. Kendisi aynı zamanda Beyoğlu gençlik kollarında çalışmış, basa-makları teker teker çıkan bir lider. Üst üste dört seçimide ezici çoğunlukla kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kadar başarılı olmasında siyasetin her aşamasında yer almasının payının büyük olduğunu düşünüyorum. Peki bu başarının sırrı nedir?

Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik karizmasından başlamak gerek.

Türk halkı her dönemde iktidarda güçlü birini görmek istemiştir. Zaman zaman sert uslubu tartışılsa da kendisi-nin bu özelliği Ak Parti tabanında takdir topluyor. Davos’ta yaptığı “One Minute”

çıkışı binlerce insanın oy verme nedenleri arasında yer alıyor. Özellikle insanlarda “şahlanan, ayaklanan Türkiye” ve yıllardır dış politika da etkili olamayan Türkiye’nin

sonunda hak ettiği yere geldiği izlenimi yaratmıştır. Evet makarnacı diye adlandırılan ve tek derdi bir çuval makarna, bir ton kömür olduğu

düşülünen insanların oy verme nedenlerinin başında geliyor dış

politikada ki yeni vizyon.

En önemli nedenlerin başında özgürlük geliyor. İster beğenelim ister beğenmeyelim Ak Parti iktidarda olduğu 12 yıl boyunca demokratik

anlamda bir çok yenilik yapmıştır. Türkiye’de

yaşanan başörtüsü sorununu çözmüştür. Kadın-

larınlara uygulanan bu yasakçı tavrı kaldırmış ve başörtüsünün

hem üniversitelerde hem de kamusal alanda serbest olmasını

sağlamıştır. Evet artık üniversitel-ere başörtülü girebilen ve kamusal hayatın her yerinde başörtüsüyle yer alan insanlar Ak partiye oy veri-yorlar. Çünkü onlar için hayati olan bir meseleyi yani “ya başörtümle

KİM BU AK PARTİLİLER?

Makarnacılar, kömürcüler, alt tabakanın partisi, dindarlar, gericiler, muhafazakarlar, şeriatçılar gibi birçok tanımlamaya maruz kalan Ak Partililerin tam olarak kimler olduğu bugünlerde en çok konuşalan konuların başında geliyor. Peki üst üste dört seçim kazanan bu partiye gerçekte oy verenler kimler?

/ Yazar: Sevim GörkanSiyaset Siyaset

27MIZRAK | EKİMMIZRAK | EKİM26

ya da asla” diyen milyonların desteğini almıştır. Ak parti karşıtlarının anlamadığı ya da görmezden geldiği en önemli konu bu. Çünkü İslam dininin emirlerinden olan başörtüsünü hayatlarının her yerine uygulamak istey-enlerin derdi ne makarna ne de bir ton kömür olmuştur. Çünkü özgürlük ve kendin olabilme konusu en hayati konudur.

Bir diğer konu ise Ak Parti’nin sosyal devlet olgusunu toplumun hayatına çok iyi bir şekilde entegre etmesidir. Yapılan hastaneler ya da SSK’nın işlevsellik kazanmasından bahset-meyeceğim. Biten ilaç kuyrukları ya da devlet hastanelerinin kapısına sabahın köründe dayanmaktan da bahset-meyeceğim. Özellikle Ak Parti’nin Doğu’da neden kazandığının pek bilinmeyen bir nedeninden de bahsedeceğim. Ak Parti yıllardır özürlü/engelli ve yaşlı olan herhangi bir yakınına bakan aile bireylerine iki seçenek sunuyor. Ya bu insanların bakımının ve eğitiminin

devlet tarafından üstlenmesi ya da bu yakın-larına evlerinde bakacak aile bireylerine özürlü ya da yaşlı yakınına bakarken çalışma hayatına katılamadıkları için maaş bağlanıyor. Özürlülük oranına göre değişen bu yardım miktarı birçok ailenin geçim kaynağı oluyor.

Bu illerde yaşayan insanların geçim kaynakları oldukça az ve birçoğu büyük şehirlere çalışmaya gitmek zorunda olanlar. Hem çocuğuna hem babasına bakarken aynı zamanda yardım alan bu insanlar için büyük bir minnet oluyor bu. Evet yapılan bu yardım sosyal devletin bir gereği farkındayım ancak

bugüne kadar iyi işlemeyen sosyal devlet varken bunun için oy verenleri makarnacı olarak tanımlamak ne kadar doğru?

Ak partiye oy verenleri makarnacı olarak tanımlamadan önce

olaylara tarafsız bakmak gere-kiyor. Bir de insanların sadece dini gerekçelerden dolayı oy verdiği inancı var. Ak partinin muhafazakar bir parti olduğu bilinen bir gerçek ve zaten

Page 15: Mızrak dergi sayı1

05 MIZRAK | EKİM

?????????

MIZRAK | EKİM28

bunu hem tabanı hemde kendileri kabul ediyor. Ancak sadece dini gerekçelerden dolayı oy aldığını düşünenlere Ak Parti’den daha muhafazakar partiler olduğuğunu hatırlatmak isterim. Saadet Partisi ve Hür Dava Partisi ( Hüda Par) Ak Partiden daha muhafazakar partiler. Nitekim 2014 yerel seçimlerinde CHP ve MHP’nin olmadığı birçok yerde ikinci ya da üçüncü parti oldular. Hatta CHP ve MHP’nin kazandığı birçok yerde Ak Parti ve Saadet partisinin oy toplamı seçim bölgesini almaya yetiyor gibi gözüküyor. Yani muhafazakar dediğimiz insanlar tercihlerini sadece Ak Parti’sinden yana değil Saadet Partisi’nden de yana kullanmış.

Bir diğer neden ve belki de en önemli neden olarak açılım sürecini gösterebiliriz. 30 yıldır devletin kırmızı çizgileri olarak görünen bir konuda bu kadar cesurca adımlar atabilmesi herkesimden takdir topladı.Ak Parti’nin açılım süreci boyunca attığı adımlara iki cepheden bakmak gerekiyor.İlk olarak çatışmaların olduğu coğrafya da yaşayan insanlar uzun bir aradan sonra can güvenliği endişesi olmadan özgürce yaşayabiliyor.Halk için en önemli iki geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık hem devlet hem de PKK baskısından dolayı yıllardır çok sınırlı bir bölgede yapılıyordu. Birçok

verimli toprak ve meralar yasak ve tehlikeli bölge olarak ilan edildiği için kullanılamıyordu. Bu da ekonomik açıdan bölge halkını zor durumda bırakıyordu.

Yapılan Ateşkes sonrası bölge halkı hem dağlarda özgürce gezebilme imkanına kavuştu hem de bu bölgelerde tekrar tarım ve hay-vancılık yapmaya başladı.Öte yandan yıllardır hergün iki ya da üç şehit haberi alan ülkenin diğer bölgelerine de son bir yıldır şehit haberi gitmiyor.Çocuklarını askere yollayan insanlar Doğu’ya giden çocukları için endişelenmemeye başladı.Çok basit olsa da en doğal hakkı olan yaşam hakkını sağladığı için Ak Parti büyül halk kitlelerinin desteğini arkasına aldı. Oy oranını artırmasında ki en büyük nedenlerden biri çözüm sürecidir.

Ak Parti’yi ”makarnacı, kömürcü, dinci” olarak yaftalamadan önce daha objektif bakmayı öneriyorum. Zira girdiği her seçimde oylarını artırarak çıkan bir partiye sadece makarna ve kömür için oy verilmez. Eğer gerçekten insanlar makarna ve kömür için oy veriyorlarsa burada sorun bu insanları makarnaya ve kömüre muhtaç bırakan devlet politikaları ve bunu değiştireceğine inanılan bir partinin doğmasıdır. /marmaragencvizyon /GencVizyon

Page 16: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: Buşra TürkerKaç Yıl Geçti? Kaç Yıl Geçti

30 31MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Dünyada ilk kart-postalın Avustu-rya’da basıl-masının ardından 145 yıl geçti.

Boğaziçi Köprüsü’nün Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından açılmasının üzerinden 41 yıl geçti.

Abdullah Gül’ün doğumunun üzerin-den 64 yıl geçti.

Padişah Fermanı ile başlık parasının yasaklanmasının üzerinden 183 yıl geçti.

Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek’in ilk cumhur-başkanı Aliya İzzetbegoviç’in vefatı üzerinden 11 yıl geçti.

Attilâ İlhan, Türk şair, yazar Attila İlhan’ın ölümü üzerinden 9 yıl geçti.

İstanbul’un Kurtu-luşu’nun üzerin-den 91 yıl geçti.

Antik Yunan filozofu Aristo’nun ölümü üze-rinden 2336 yıl geçti.

İlk özel siyasi gazete Tercüman-ı Ahval çıkmaya başlamasının üzerinden 154 yıl geçti.

Polonya asıllı Fransız besteci Frédéric Chopin’in ölümü üzerinden 165 yıl geçti.

Hz. Muhammed’in torunu İmam Hüseyin, Kerbela’da başı kesilerek öldürülmesinin üzerinden 1334 yıl geçti.

Thomas Edison’un ilk hareketli resim gösteri-mini gerçekleştirmesinin üzerinden 125 yıl geçti.

Selahaddin Eyyubi’nin, Kudüs’ü zapt ederek 88 yıllık Haçlı işgaline son vermesinin üzerin-den 827 yıl geçti.

Chester Carlson’un fotokopiyi icat et-mesinin üzerinden 76 yıl geçti.

Galatasaray Spor Kulübü’nün kurulmasının üzerinden 109 yıl geçti.

Osmanlı sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa’nın ölümü üzerinden 353 yıl geçti.

M.Ö. 322 10 Ekim 680 22 Ekim 1187

22 Ekim 1831 21 Ekim 186017 Ekim 1849

31 Ekim 1661 6 Ekim 1889 6 Ekim 1923 29 Ekim 1950 19 Ekim 2003

1 Ekim 1869 30 Ekim 1905 22 Ekim 1938 30 Ekim 1973 11 Ekim 2005

Page 17: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Kıssadan Hisse Kıssadan Hisse

32 33MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Derleyen: Yunus Emre Korkmaz

Musul yakınlarındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babası Metâ adında bir zât olup sâlih kimselerdendi.

Yunus aleyhisselam kendisini balık yuttuğu için Zinnûn ve Sâhib-i Hût adlarıyla da anılmıştır.

Yunus aleyhisselam, Asûr Devletinin başşehri ve önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu. Babası Metâ ve annesi, Allahü teâlâya dua edip, kendilerine bir erkek evlat ihsân etmesini dilediler. Cenâb-ı Hak onlara Yunus’u ihsân etti. Ancak Yunus aleyhisselam ana rahmindeyken babası vefat etti. Annesi onun doğum ve çocukluğu sırasında birçok hârikulâde, olağanüstü haller gördü. Yunus aleyhisselam Nineve’de büyüdü. Kavmi içinde emin, yalan söylemeyen, yardım seven bir kişi olarak meşhur oldu.

Otuz yaşına gelince Nineve ahâlisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Nineve halkını senelerce Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Kavmi ona îmân

etmedikleri gibi birçok ezâ ve cefâda bulundu-lar. Onunla alay ettiler. Fakat Yunus aleyhisse-lam yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan onları hak dîne dâvet etti. Allahü teâlânın azâbıyla korkuttu. Fakat Nineve halkı, “Tek bir kişinin hatırı için azap inip herkesi yok edecekse müsâde et bu azap gelsin.” deyip alay ettiler.

Yunus aleyhisselam kavminin küfürde isrâr etmesine üzülüp onların arasından ayrıldı. Allahü teâlâ ona vahyedip; “Kullarımın arasın-dan ayrılmakta acele ettin. Geri dön, kırk gün daha onları îmâna çağır.” buyurdu. Yunus aleyhisselam bu ilâhi emir üzerine kavmine döndü ve onları hak dîne dâvete devam etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine inanmadı. Bunun üzerine Yunus aleyhisselam “O halde üç güne kadar başınıza gelecek azâbı bekleyin. Bunun alâmeti önce benizleriniz sar-aracaktır.” buyurdu ve ilâhî bir emir gelmeden üzüntüyle aralarından ayrıldı.

Yunus aleyhisselamın haber verdiği gün gelince Ninevelilerin benizleri sarardı. Gökyüzü

karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı. Herkesi korku ve telâş sardı. Feryad ve figâna başladılar. “Yunus aleyhisselam aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azâb bizi helâk ede-cektir.” diye söyleştiler. O zaman Allahü teâlâ kalplerine pişmanlık hissini verdi. Onlar tövbe etmek arzusu ile yaşlı sâlih bir zâta geldiler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. O zât da henüz azâbın gelmesine iki gün olduğunu ve tövbe etmelerini ve azâbı kaldırması için dua etmelerini tavsiye etti.

Bunun üzerine Nineve halkı şehrin yakının-daki bir yüksek tepeye çıkıp Allahü teâlâya ve O’nun peygamberi Yunus aleyhisselama îmân ettiler. Allahü teâlâya dua edip azâbı kaldır-masını niyaz ettiler. O zamana kadar yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe ettiler. Hattâ öyle oldu ki, evlerindeki başkasına âit olan taşları söküp sâhiplerine iâde ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tövbelerini kabul edip, azâbı üzerlerinden kaldırdı. Duânın yapıldığı gün Cumâ olup, Aşûre günüydü. Sonra sevinç içinde şehre dönen Nineve halkı şehirde Yunus aleyhisselamı aramaya başladılar.

Yunus aleyhisselam da ayrılışından bir müddet sonra kavminin hallerini öğrenmek için Nineve’ye yakın bir yere geldiğinde azâbın rahmete tebdil olduğunu gördü. Fakat şehre

girmedi. “Eğer şehre girersem beni yalancılıkla ithâm ederler.” diyerek sahra (çöl) tarafına yöneldi ve oradan uzaklaştı ve Dicle Nehri kenarına vardı. Fakat buraya Allahü teâlâdan emir almadan gelmişti. Dicle Nehri kenarın-dayken yolcularla dolu olan bir gemiye bindi. Gemi hareket edip kıyıdan uzaklaştı. Gemi bir müddet seyrettikten sonra durdu ve kımıl-damaz oldu. Gemidekiler şaşırıp kaldılar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütem-ediler. Sonra da; “Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden gemi yürümüyor.” diye aralarında söylendiler. Geminin batacağından endişe edip paniğe kapıldılar. Durumu uğursuzluk kabul edip: “Burada efendisinden kaçan bir kul vardır. Kur’a atalım o meydana çıkar!” diye söyleştiler.

O zamâna kadar âdetleri kur’a kime isâbet ederse onu cezâ olarak denize atmaktı. Âdetleri gereği kur’a çektiler. Kur’a Yunus aleyhisselama çıktı. O zaman Yunus aleyhisse-lam bunun kendisi hakkında ilâhi bir imtihan olduğunu kabul edip tevekkülle; “O âsi kul benim!” dedi. Gemidekiler Yunus aleyhisse-lama bakıp sâlih bir kimse olduğunu anlayıp; “Bu zât köleye benzemiyor!” diyerek yeniden kur’a çektiler. Kur’a yine hazret-i Yunus’a isâbet etti. Üçüncü defâ çekilen kur’a da Yunus aleyhisselama isâbet etti. Bâzıları; “Şüphesiz bu kişinin suçu olmalı!” dediler.

YUNUS ALEYHISSELAM

Page 18: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Kıssadan Hisse Kıssadan Hisse

34 35MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Yunus aleyhisselam yolcuları Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti. Fakat gemidekiler Yunus aleyhisselamı denize attılar. O an gece vaktiydi. Yunus aleyhisselamı bir balık yuttu. O zaman cenâb-ı Hâk balığa emredip onu yaralamamasını, kemiklerini kırmamasını bildirdi. Balık bu hal üzere hazret-i Yunus’u alıp denizin derinliklerinde kayboldu. Yunus aleyhisselam balığın karnında sağ, aklı başında ve şuuru yerindeydi. Balığın karanlık vücudunda çok üzgün bir halde: “Yâ Rabbî! Emir ve hüküm senindir. Fakat Nineve’ye dönmeye ve kavmimi imanlı bir şekilde görmeye ümidim sonsuzdur. Bütün bunlara rağmen senin takdirin ne ise ona razıyım.” dedi.

O sırada bazı sesler işitti. “Bu nedir acaba?” diye söylendi. Allahü Teâlâ ona balık karnında olduğunu vahyederek: “Ey Yunus! Bu sesler beni denizde zikreden canlıların sesleridir!” buyurdu.

Yunus aleyhisselam balığın karnında dahi her zaman zikre devam ediyordu. Melekler onun sesini işitip Allahü Teâlâ’ya arz ettiler. Allahü Teâlâ; “Bu kulum Yunus’un sesidir. Bir hâli sebebiyle onu denizde bir balığın karnında hapsettim.” buyurdu. Yunus aley-

hisselam, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minezzâlimîn (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum.” (Enbiya sûresi 87)” duasına devam etti. Bu duası ve tespihi onun kurtuluşuna sebep oldu. Balığın karnında üç, yedi veya kırk gün kaldıktan sonra kurtuluşa erdi. Yunus aleyhisselam balığın karnından Muharrem ayının onuncu (Aşûre) günü çıktı.

Balık onu çıkarıp sahile bıraktığında; Yunus aleyhisselam zayıflamış, bitkin, hasta bir durumda ve himâyeye muhtaçtı. Cenâb-ı Hak ihsanıyla orada hazret-i Yunus’u güneşin yakıcı sıcağından gölgelendirerek geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen bir ağaç veya bitki bitirdi. Bu ağaç sinek ve haşeratın zararını da önlemekteydi. Cenâb-ı Hak bir rivayette o bitkiden hazret-i Yunus’a süt damlattı. Diğer bir rivayette dağ keçisini emrine verdi. İyice kuvvetleninceye kadar o dağ keçisi sabah akşam gelip hazret-i Yunus’u emzirdi. Yunus aleyhisselam kendine gelince Allahü Teâlâ’ya şükredip ibadete başladı. Bir gün kendisine gölge veren ağacın kuruduğunu görüp üzüldü. Allahü Teâlâ ona vahiy edip kavmine dönme-sini emir buyurdu ve kavminin tövbelerini kabul ettiğini bildirmesini emretti.

Yunus aleyhisselam kavmine gitmek üzere yola çıkıp, Nineve şehri yakınlarına gelince gördüğü bir çobana kavminin durumunu sordu. Çoban da; “Peygamberleri olan Yunus aleyhisselam onlara darılıp gittiğinden kendi başlarına kaldı. Cenâb-ı Hak onlara azap gönderdi. Azap bulutları başları üzerinde üç gün üç gece durdu. Fakat onlar bin bir pişman-lıkla ağlaştılar. Yunus aleyhisselamı arama-larına rağmen bir yerde bulamadılar. Neticede Allahü Teâlâ onları bağışladı. Üzerlerinden azâbı kaldırdı. Şimdi yolları gözetip kendilerine emir ve yasakları öğretecek Yunus aleyhis-selamın gelmesini bekliyorlar.” dedi. Yunus aleyhisselam kendisinin bekledikleri kimse olduğunu ve gidip onlara haber vermesini istedi. Çoban Nineve’ye gidip Yunus aleyhisse-lamın geldiğini haber verdi.

İlk anda Yunus aleyhisselamın geldiğine inanmayan Nineve halkı ağacın ve koyunun dile gelip, konuşması neticesinde inandılar. Yunus aleyhisselamın bulunduğu tarafa gittiler. Yunus aleyhisselamı namaz kılarken buldular. Namazdan sonra onu hasretle kucaklayıp özür dilediler. Beraberce şehre döndüler. Bundan sonra Yunus aleyhisselam onlara Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarını anlattı. Kavmi mesut ve iyilik üzere oldular. Yunus aleyhis-selam seksen üç yaşında ibadet hâlindeyken Nineve’de vefat etti. Vefat ettiği yer hakkında başka rivayetler de vardır.

Yunus aleyhisselamın mucizeleri:

1. Yunus aleyhisselam, Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği üzere balığın karnında üç, yedi veya kırk gün yaşamıştır.

2. Yunus aleyhisselamın duası bereketiyle bulutlardan ateş çıkardı. Bir gün Nineve ahalisi kendisinden bulutlardan ateş çıkarılmasını istediklerinde dua etti ve bulutlardan ateş düşüp memleketin bir bölgesindeki ağaçları yaktı.

3. Yunus aleyhisselamın duası bereketiyle dağdan su çıkmıştır.

4. Yunus aleyhisselamın peygamberliğine bir keler şehadet etmişti. Nineveliler Yunus aley-hisselamdan mucize isteyince, Allahü teâlânın emriyle dağa işaret etti. Dağdan çıkan bir keler dile gelerek; “Ey insanlar! Biliniz ki, Yunus hak peygamberdir. Sizi Cennet’e, Rabbinizin mağfiretine dâvet ediyor.” dedi.

5. Yunus aleyhisselam Nineve hâkimini imana dâvet etti. O zaman Hâkim; “Kapımda bulunan şu demir halka altın olursa iman ederim.” dedi. Yunus aleyhisselam Allahü Teâlâ’nın emriyle elini kapının halkasına koydu. Demir halka altın hâline geldi.

6. Yunus aleyhisselam odun olmadığı halde su üstünde ateş yakmıştır.

7. Yunus aleyhisselam, Davud aleyhisselam gibi güzel sesli olduğundan, tatlı sesi vahşî ve yırtıcı hayvanlara da tesir eder, onu dinlemek için etrafında toplanırlardı.

Yunus aleyhisselamın hayatı ve başına gelen hâdiseler hakkında Kur’an-ı Kerîm’in Sâffat, Nisâ, Yunus, Enbiya, Kalem, sûrelerinde haber verilmektedir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de hadîs-i şerifte buyurdu ki:

“Balığın karnındayken Yunus’un (aleyhisse-lam) yaptığı dua; “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn” idi. Müslüman bir kişi bu duayı her ne şey için okursa, Allahü Teâlâ elbette onu kabul eder. Hiçbir kula, Yunus bin Metâ’dan (aleyhisselam) daha hayırlıyım, demek yakışmaz.”

KAYNAKÇA: www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3788

Page 19: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: M. Akif DudekŞiir Şiir

36 37MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Atilla İlhan ŞiirleriSen İstinye’de bekle ben buradayım İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım Çünkü ben buradayım karanlıktayım Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor Şarabım bütün ekşi suyum soğuk Yanımda olmadın mı seni daha birçok seviyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç Karanlık adamlar hüviyetini sordu mu Ben senin olmadığını arıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil Belki ölmek hakkımı kullanıyorum Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

BELKİ GELMEM GELEMEMÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİGözlerin gözlerime değince Felaketim olurdu, ağlardım Beni sevmiyordun, bilirdim Bir sevdiğin vardı, duyardım Çöp gibi bir oğlan, ipince Hayırsızın biriydi fikrimce Ne vakit karşımda görsem Öldüreceğimden korkardım Felaketim olurdu, ağlardım

Ne vakit Maçka’dan geçsem Limanda hep gemiler olurdu Ağaçlar kuş gibi gülerdi Sessizce bir cigara yakardın Parmaklarımın ucunu yakardın Kirpiklerini eğerdin, bakardın Üşürdüm, içim ürperirdi Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi Jezabel kan içinde yatardı Limandan bir gemi giderdi Sen kalkıp ona giderdin Benzin mum gibi giderdin Sabaha kadar kalırdın Hayırsızın biriydi fikrimce Güldü mü cenazeye benzerdi Hele seni kollarına aldı mı Felaketim olurdu, ağlardım

YAĞMUR KAÇAĞIElimden tut yoksa düşeceğim Yoksa bir bir yıldızlar düşecek Eğer şairsem beni tanırsan Yağmurdan korktuğumu bilirsen Gözlerim aklına gelirse Elimden tut yoksa düşeceğim Yağmur beni götürecek yoksa beni

Geceleri bir çarpıntı duyarsan Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum Sarayburnu'ndan geçiyorum Akşamsa eylülse ıslanmışsam Beni görsen belki anlayamazsın İçlenir gizli gizli ağlarsın Eğer ben yalnızsam yanılmışsam Elimden tut yoksa düşeceğim Yağmur beni götürecek yoksa beni.

ADIMLA NASIL BERABERSEMHacet yok hatırlatmasına seni hatıraların Bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan Koşar gibi yürüyüşün Karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün

Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların Uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kâinatın Karanlık boşluklarında akıp giderken zaman

Adımla nasıl berabersem öylece beraberiz Seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye Gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat Koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz Ve sonra her zaman her ölümlüye Aynı şartlar altında kısmet olmayan Gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda

Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların Sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın

AYSEL GİT BAŞIMDANAysel git başımdan ben sana göre değilim Ölümüm birden olacak seziyorum. Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün Dağıtır gecelerim sarışınlığını Uykularımı uyusan nasıl korkarsın, Hiçbir dakikamı yaşayamazsın. Aysel git başımdan ben sana göre değilim. Benim için kirletme aydınlığını, Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün, Gözlerim hızlandırır tenhalığını Yanlış şehirlere götürür trenlerim. Ya ölmek ustalığını kazanırsın, Ya korku biriktirmek yetisini. Acılarım iyice bol gelir sana, Sevincim bir türlü tutmaz sevincini. Aysel git başımdan ben sana göre değilim. Ümitsizliğimi olsun anlasana Hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.

Sevindiğim anda sen üzülürsün. Sonbahar uğultusu duymamışsın ki İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş, Uzak yalnızlık limanlarına. Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. Sakın başka bir şey getirme aklına. Aysel git başımdan ben sana göre değilim, Ölümüm birden olacak seziyorum, Hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. Aysel git başımdan seni seviyorum...

Page 20: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: M. Akif GüdekBizden Gelenler Bizden Gelenler

38 39MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Millet ve Adam, mana olarak bir-birinden ayrı olan bu kelimeler, bir şahsiyet üzerinde birleşip tasavvur edemeyeceğimiz kadar güzellikte

bir anlam kazandı günümüzde. Millet ve Belediye Reisi, Millet ve Başbakan, Millet ve CumhurReisi şu kelimelere çıplak gözle bak-tığımızda çok rahatlıkla birbirinden ayrı birer kelime olduğunu ayırt edebiliriz. Milleti zemin, CumhurReisini zirve görebilir arasındaki uçurumu fark edebiliriz. Lakin bugün böyle bir sınıflandırma yapamıyoruz ki Ne Mutlu bizlere. Artık bu birbirine aykırı kelimeler kardeş oldu diyebiliriz. Allah’u Teâlâ tarafından bir adam mükâfatlandırıldı bizlere, sonra ‘Milletin Adamı’ dendi bu şahsiyete. Peki neden mi Milletin Adamı? Yoksula yardım elini uzattığı için mi? Mazluma sırdaş, garibe yoldaş olduğu için mi? Ümmete lider olduğu, İslam’a hizmet ettiği için mi? Yaraları sardığı, gözyaşlarını sildiği, mutlulukları paylaştığı için mi? Evet… İşte saymakla bitiremediğimiz sebeb-i vazi-yetler için ismiyle müsemma oldu bu şahsiyet.

Sizlere ‘R.Tayyip Erdoğan Bir Liderin Doğuşu’ adlı kitaptan bir kıssa ile örnek vermek istiyorum. Mehmet Nuri Yazıcı anlatıyor:

‘’Bir Ramazan’da Başkan’la birlikte iftar için Kağıthane’de bir eve gittik. Ev dediysem yanlış anlaşılmasın, tamamı üç beş metrekarelik derme çatma bir kulübe. Top atılmak üze-reyken, biz içeri girdik.

Girdiğimiz yer, toprak zeminli, avuç içi kadar bir oda. Duvarda, üstünde birkaç melamin tabak bulunan tahta bir raf, onun altında bir musluk, musluğun altında da bir leğen var; burası, evin mutfağı oluyor. Yere bir kilim sermişler, herkes onun üstünde oturuyor. Ortalarında, bir alüminyum tepsi duruyor;

suda haşladıkları bir çeşit otu tepsinin içine yaymışlar, kenarlarına da sanırım otun suyuyla yumuşaması için kuru ekmek parçası dizmişler; top patlasın da orucu-muzu açalım diye bekliyorlar.

Dört kişilik bir aile; 40 yaşlarında bir ana, 45 yaşlarında felçli bir baba ve biri 12, diğeri 5 yaşında, iki çocuk. Ailenin tamamı oruçlu.

Tayyip Bey, ayakk-abılarını çıkarıp doğruca sofraya yöneldi. Ev sahibi adam, Tayyip Bey’i birden karşısında görünce ağlamaya başlamasın mı? Hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

Tayyip Bey, adamı sakinleştirmeye çalışıyor; ‘Tanrı misafiriyiz, size iftara geldik; biraz yer açın da oturalım’ diyor, hafifçe omzuna dokunarak. Ne var ki adam bir türlü durul-muyor; sayıklar gibi, ‘Niye ayaktasın sen hala?’

‘Reis, yer yok, nereye geleyim? dedim; ve can havliyle dışarı zor attım kendimi.

Gördüğüm yoksulluk karşısında şok olmuştum. Öyle sarsılmıştım ki, her an olduğum yere yıkılıp, kalabilirdim. Korumadan su isteyip orucumu açtım.

Bulunduğumuz yerin yakınlarında salaş bir lokanta bulup, bir çorba içtim. Başka zaman, başıma silah dayasalar, ne o lokan-taya giderim, ne de o çorbayı içerim. Fakat, o yoksulluğu gördükten sonra, orada içtiğim çorba hayatımda içtiğim en lezzetli çorba gibi gelmişti bana.

Eve geri döndüğümde, Başkan hala sofra-daydı. Elindeki kuru ekmek parçasıyla tepsinin kenarında kalan otları da sıyırıp yedikten sonra ‘ Elinize sağlık’ deyip sofradan kalktı. Arabanın bagajındaki gıda paketlerini, ve diğer yardım-larımızı evin hanımına teslim edip, ayrıldık.

Yolda, Tayyip Bey ‘ Hayırdır, ne oldu, fenalaştın galiba?’ diye sorunca, ‘Ya, Reis dedim, ‘Ben yoksulluk gördüm ama yemin ediyorum, böylesini görmedim.’

Sonra da bir teklifte bulundum kendisine: ‘Bu geleneği değiştirelim’ dedim; evlere gitmek yerine, yardımlarımızı gönderelim sorumluluğumuzu, bu şekilde yerine getire-lim.’

Olmaz! dedi Reis; ve sebebini de izah etti: ‘Benim arkadaki küçük çalışma odamı biliyor-sun’ dedi, ‘orada bazı evraklar imzalıyorum; ne kadar büyük paraların altına imza attığımı bir düşünsene! Paranın yüzü sıcak; eğer o insan-ların yoksulluğunu görmezsek, nefsimizi nasıl ıslah ederiz, nasıl korunuruz haram lokmanın baştan çıkarıcı cazibesinden? O paranın sıcak-

lığı, boş bulunduğumuz bir anı kollayıp bizi de ısıtmaz mı?

Bunları duyunca Tayyip Bey’e hak verdim; ‘Tamam Başkan’ım dedim, ‘Ben işin bu tarafını düşünmemiştim, siz haklısınız...’

İlk okuduğum da tüylerimin diken diken olduğu bu hikaye, sanırım ‘Milletin Adamı’ dediğimiz insanın neden böyle bir isimle anıldığını çok iyi özetliyor.

Evet, kardeşlerim bu ülkeye daha önce birçok lider geldi kimisi sevildi, kimisi sevilmedi, lakin ‘Milletin Adamı’ sıfatı telaffuz edilmedi daha öncelerde. Neden biliyor musunuz? Lider olmak devlet yönetmek, seçime girmek, miting yapmaktan mı ibaret? Lider kelimesinin sözlük manasına baktığımızda evet diyebiliriz, lakin lider olmak Millet olmak, lider olmak vatana sahip çıkmak, lider olmak bir olmaktır aslında. İşte bugüne kadar bunu başarıp Allah katında hayırlı işlere imza atan ‘Milletin Adamı’ Recep Tayyip ERDOĞAN bu yolda ilerlemeye devam ettiği sürece; İslam, Ümmet ve Türk Milleti adına inşa etmeye devam ettiği bu dava binasına bizlerde bir tuğla koymaya devam edeceğiz biiznillah.

Allah vatanımıza, milletimize ve liderimize zeval vermesin. Vesselam…

Page 21: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: Sami ÖzdemirBizden Gelenler Bizden Gelenler

40 41MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

y unus Emre sayfalarca yazı yazılabi-lecek bir konuyu yine iki cümleye bağlamış evet sözün gücü o kadar etk-ilidir ki bir savaşı durdurmaya da yeter

bir canı almaya da yeter. Sözdür her şeyin başı, ağızdan çıkan bir kelimedir her şey. Her olayda veya durumda bir atasözü bulmaz mıyız durumu özetleyen veya anlatan, sözdür ki o içinden çıkılmaz bir durumu birkaç kelimeyle bitiriverir. Peki nedendir bu sözün gücü? Kalem nasıl kılıçtan keskin olur. Söz ağızdan çıktıktan sonra nasıl insan onun esiri olur. Biraz bunların üstünde duralım. Siyaset erbabı bilir, siyasette ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemlidir yani basit şeyler vaat edebilirsin ama o basit-likleri en etkili cümlelerle sunarsan seçmene, seçilmemen için hiçbir neden kalmaz. Türkiye bu durumu iyi bilir. Birçok devlet adamımız bu sayede gelmedi mi iktidara, hep en iyi hatipler seçilmedi mi? Devlet adamlarının sözü en iyi bilenlerden seçilmesi, şiirden anlaması, zeki ve hazırcevap olması eski devirlerin genel kabul-lerindendir. Örnek verecek olursak, Süleyman Demirel’in icraatlarından ziyade hep o meşhur

sözleri akıllarda kalmıştır. Bilhassa devlet itibarını koruma adına taşı gediğine koyan insanlar o sözleriyle birlikte tarihe geçerler ve menkıbeleri nesilden nesile aktarılır dururdu. İşte bu sebeptendir ki sözün etkisi hep en yüksekte olmuştur.

Söz ağızdan bir kere çıkar demiş büyükler-imiz evet söz ağızdan bir kere çıkar ve bir daha geri döndürmenin imkânı yoktur. O yüzden boşuna değil midir ‘’bin kere düşün bir kere söyle’’ bu cümle bile sözün gücünü anlata-maya yetmez mi? Bin kere düşün bir kere söyle ve öyle bir söyle ki başka söze hacet kalmasın, başkasının konuşmaya dermanı kalmasın. Bunu yapanlarımız çoktu eskiden, Yunus Emre başta olmak üzere, Fuzuli, Baki, Şeyh Edebalı, Hacı Bektaş hep söz söyleme ustalarıdır. Bu isimlerin hepsinin birer sözünü biliriz. Baki ‘’kubbede bakî kalan bir hoş seda imiş’’ derken yine sözden bahsetmez mi? Yaptıklarından ziyade söyledikleridir baki kalan insanın. Sözün etkisinden bahsediyorduk. Eskiler sözü bile bir kaç farklı dereceye ayırırmış. Lakırdı

‘’Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı.’’ Yunus Emre

SözünÖzü

boş konuşmak iken kelam bir bahis hakkında konuşabilmek yani etkili söz söyleyebilmekmiş. Eskilerde her şey etkili söz söylemek üzerine kuruluydu. Şairlerin söz ustaları sultan olurken, sultanlar bile söz söyleyebilmek için şair olurdu. Bu derece önemliydi söz söyleyebilmek ve etkili söyleyebilmek. Söylediği zaman savaşı da kestirebilmek, başı da kestirebilmekti söz. Sözünün eri olmak vardır birde, söylediği sözün arkasında durmak vardır. Deyimler ve atasözlerimiz, sözün hareketten daha önemli olduğunu anlamaya yeterde artar aslında. Birkaç sözdü koskoca mesneviyi anlam-landıran ‘’ete kemiğe büründüm yunus deyu göründüm’’ diyerek özetlemişti mesneviyi Yunus. Söz böyle bir şeydi eskiden.

Yazık ki çağımız insanı söz söyleme ruhunu yavaş yavaş kaybediyor. Son zamanlarda azaldı bütün iyi şeyler gibi söylediğimiz sözlerde. Kelimelerimiz gitti en önce, kılıçtan keskin olan kalemimizin mermisi alındı elimizden, cephanemiz kalmadı adeta. Kime yararı vardı bütün bu inkılapların, tarihimiz ve söz söyleme gücümüzü elimizden alan inkılapların. Artık eskisi gibi söyleyemez olduk. Çıkmaz oldu Mehmet Akifler, Fuzuliler, Yunuslar.

Sözün gücü günlük hayatımızda da en dikkat etmemiz lazım gelen bir meseledir. Bir söz ile yıkılan dostluklar ve bir söz ile birbirine bağlanan hayatlar vardır. Her şeyden önce üsluptur sözü söz yapan doğru bir şeye yanlış yoldan ulaşılamayacağı gibi istediğimiz şeyleri de yanlış kelimelerle ifade edersek doğru sonuca ulaşabilir miyiz? Cevap bellidir. Günümüzde iletişimin daha hızlı olmasından dolayı söz her şeyden daha önemlidir. Bir sözdür devletleri karşı karşıya getiren. Bir sözdür insanları baş tacı eden.

Sükût ile söz arasında da her zaman bir ilişki vardır. Çok konuşmak çok hata yapmaktır genelde, eskiler çok konuşmaktan ziyade az ve öz konuşmuşlardır ve bu sayede sözün ustası olmuşlardır. Sözün ustası olmanın kılıcın ustası olmaktan daha etkili olduğu bir çağda yaşıyoruz. Belki her çağda söz kılıçtan

etkiliydi ama devletlerarası diplomasi dili, kişiler arası kullanılan dil hep sözün en doğru olmasını şart koşmakta. Asırlarca her filozof, her düşünür, her şair kendi varlığını sözleri ile devam ettirmiştir. Her büyük adamın birkaç eseri olmakla birlikte hep sözü kalmıştır geriye. Muhteşem olan Sultan Süleyman’dan en bildiğimiz şey fethettiği ülkeler değil ‘’olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’’ sözü olduğuna göre sözün dünyada en dikkat edilmesi gereken ve onun gidişatına göre yolumuzu tayin etmemiz gerektiği gerçeği serilir önümüze. Bir de dikkat edilecek olursa hep ‘’sözüne itimat edilen kişi’’ deriz, başka bir hal üzerine kullanmayız bu deyimi.

Bu yazı da etkili söz söyleme üzerine söz söyledik. Söz söylemek üzerine söz söyleye-bilme kabiliyetimiz ne derecededir bunu gördük. Çağımızın beklide en önemli prob-lemlerinden biri olan etkili söz söyleyebilme üzerinde durduk. Söz her zaman, her çağda en etkili silah olmuştur ve olmaya da devam edecektir muhtemelen. Bu yüzden sözümüzün eri, sözümüzün arkasında duran, lakırdı etmeyip kelam eden, sözümüzle dağlar yıkan olmayıp gönüller yapan olmak için çağımızın bize bıraktığı kelimeleri en etkili şekilde kullan-mak durumundayız ki sözümüz dinlenir olsun. Sözümüz dünyaya yayılır olsun, sözümüz baki olsun. Selametle.

Yayın hayatına başlamış olan dergimize başarılar dilerim. Rabbimizin izniyle bu dergi yıllardır süregelen dava kardeşliğinin en güzel meyvelerinden olacaktır. Dergimizin ömrünün uzun ve bereketli olmasını Allahtan niyaz ederim. İlham kaynağının İslam medeniyeti ve yönünün de Büyük Doğu, Diriliş, Mavera gibi olmasını temenni ederim.

{}

Page 22: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Daha yaşlanmadım' dedi annesine,

Bıyıkları terlemişti sesi de bir hayli kalındı.

Bizim oradaki ifadeyle 'ken-dini biliyor' olmalıydı;

Annesinin 'Oğlum haydi namazcığını kıl' tavsiyesine,

Çoğunluk gibi yaşını bahane etmişti.

Annesini dinlemiyordu.

Sahi vicdanının sesini de mi duy-mazdan geliyordu?

Gel! Yaradan ile buluşma vakti

Akşam geç vakte dek dışarıda du-rabilecek kadar cesur,

Okul müdürünün önünde ceketi-ni ilikleyecek kadar saygılı ,

Desteklediği futbol takımı için ağlaya-cak kadar tutkuluydu bizim genç.

Ama bir şeyler eksikti;

‘Namaz kılan yaşlıyı severim, ama namaz kılan gence aşığım’ sözünün şuuruna varamamıştı.

İslam dininin direği olan namazı önemsemi-yor ancak izlediği maçta kale direğine top çarpınca 'Hay Allah' diye sitem ediyordu.

Ona borç para veren arkadaşına teşek-kür ediyor, ona sahip olduğu ya da olacağı her şeyi verene şükürden geri kalıyordu.

Şeytan takımına hep mağluptu bizim genç,

Uyku golünü hemen yedi son-ra ‘su soğuk’ dedi bu şeytan.

Dışarıdaydı öğlen vakti,

Ayakkabıyı çorabı nasıl çıkaracaktı?

İkindinin farzına niyetlendi,

Seccadeyi serdi yere bu kez arayan şeytan,

Telefonu ‘’daha da sıcak ola-cak‘’ diye çalıyorken,

Genç niye mutluydu ki?

Akşam vakti girmişti.

Şeytan silahı ise bilgisayardan ileti,

İletiyi cevaplarken müezzinin davetini unuttu.

Gençlikte Aşk Başkadır

/ Yazar: Fakih BatakBizden Gelenler Bizden Gelenler

42 43MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Genç klavyeden yazdı.

Kiramen katibin de amel defterine.

Yatsı vakti girince şeytan ağırlık verdi biraz,

Genç yine kaybetti yine gaflete daldı.

Oysa unutmuş muydu o taze genç-likle hızla atan yüreği,

Kalp, dünya işlerini değil, an-cak hak olanı isterdi...

Kalbinin sadece kan pompalama-ya yaramadığını anlamalıydı artık,

Secdenin eğilirken yükselmek olduğunu bilmeliydi.

Teslim olmalıydı kitaba namaz kılmalıydı,

Bir sabah uyandı.

Namaz uykudan daha hayırlıdır dedi müezzin,

Sonra ‘Allah en büyüktür’ dedi.

Genç besmele çekti, bu kez şeytanı kovdu.

Abdest aldı, bu serinlik cehennem

ateşine karşı şahit olacaktı.

Mutluydu, sevgiliyle buluşmuştu hayatın özünü anlamış,

Dinin direğini sağlama almıştı.

Ömer'in âşık olduğu gençlerdendi artık o,

‘Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz’ diyordu günde kırk defa.

Gözler şahitlik edeceği gün için bırakıyor-du seccadeye gözyaşlarını,

Elleri dünyayı tersiyle itmes-ine şahit, ayakları dimdikti.

Beli Allah’ın önünde bükülüyor, alnı secdede yükseliyordu.

Şeytan toprağın aciz olduğunu id-dia ederken bizim genç üstünlük an-cak takvayladır diye haykırıyordu.

Ateşten yaratılan şeytana ‘’Yanacaksın’’ diyecek kadar sağlamdı artık.

Allah bizi takvada üstün kullarından eylesin.

Gençlikte Aşk Başkadır

Page 23: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

/ Yazar: Tuğba TektaşSanat Sanat

44 45MIZRAK | EKİM

y azının, geçmiş ile bağlarını bağlayan bu sanatın diğer adı Hüsnü’lhattır. Bu sanat Kur’an harflerinin VI. ve X.

yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. İslam dininin bilime verdiği önemin de etkisiyle çok sayıda kâtip yetişmiş, bu yazı Kuran-ı Kerim’in bir araya toplan-masının da etkisiyle aşamalara göstererek önemli bir sanat kolu olarak gelişim göstermiştir. Hat sözlükte ’’ince, uzun doğru yol, birçok noktanın birleşerek sınırlanmasından oluşan çizgi yazı anlamına veya yazı ‘’gibi anlamlara karşılık gelen Arapça kökenli bir sözcüktür. Hat san-atının geçmişi şüphe yoktur ki İslamiyet’e dayanmaktadır. Kamışın mürekkep ile buluştuğu anda hattatın gönlündekilerin bir bir yansımasıdır. Zamanla sanatın dalları arasında gözde bir yer alan bu sanat dalı yıllar önce bunun farkına varamayan garip tarihçilerin adetlerine uyarak mimari süsleme adını almıştır. Oysaki cüzler, hilyeler, mushaflar, murakkalar, meşkler, karalamalar

gibi değişik konulara verilmiş sayısız eser vardır lakin mimari süslemeyle hiçbir alakası yoktur. Hat sanatı ruhumuzun cismani aletlere ortaya çıkardığı bir hendesedir.

Aslı Finikelilerden gelen ve Nebat kavmince kullanılırken Araplara geçen ve basit şekille-rden ibaret olan bu yazı çeşidi, kavim yazısı olmaktan çıkıp ümmet yazısı haline gelmiştir. Bu bakımdan “Arap harfleri” yerine “İslam harfleri” yahut “Kur'an harfleri” ifadesini kul-lanmak daha yerinde olacaktır. Kur'an ve had-islerin doğru tespiti için yapılan çalışmalar hat ilmini, o kutsal ibareleri güzel yazma gayreti ise hat sanatını meydana getirmiştir. Sadece okuma yazma vasıtası olan bir takım basit şekillerden böylesine güçlü bir estetik ortaya çıkıvermesi İslam'ın bir mucizesidir. Türkler, hat sanatıyla Anadolu'ya geldikten sonra ilgilenmeye başlamışlar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşamışlardır. Yakut-ı Mustasımi'nin Anado-lu'daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen

GEÇMiSTEN GÜNÜMÜZEHAT SANATI

Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mus-tasımi'nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak yazıya daha sıcak, daha yumuşak bir

görünüm kazandırmıştır. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh

Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürmüş,

daha sonraları, Hafız Osman, Rakım Efendi, Şevki ve

Sami Efendi gibi dahi sanatkarların hizmetleri-yle varabileceği doruk noktasına yücelmiştir.

Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan altı tür yazı ile İranlıların bulduğu ta’lik dışında başka birçok yazı türü daha vardır. Bunların

bir bölümü fazla yaygın-laşamamış, bir bölümü

de belli alanlarda kul-

lanılmıştır. Örneğin Türklerin geliştirdiği divani yazı yalnızca Divan-ı Hümayun'da yazılan önemli belgelerde, yazılması ve okunması özel eğitim gerektiren siyakat ise mali kayıt-larda kullanılmıştır. Kolay yazıldığı için günlük yaşamda yaygın olarak kullanılan bir yazı türü olan rik'a da 19. yüzyılda sanat yazısı durumuna gelmiştir.

Sultanların imzası olan tuğralar ise, tuğrakeş adı verilen kimseler tarafından hazırlan-maktaydı. Sultanların mührü niteliğindeki tuğraların, doğal olarak her sultanla birlikte, biçimi ve metni değişmekte, böylece zengin bir tuğra dizisi elde edilmiş bulunmaktadır. Tuğralar, fermanlarda, anıtsal yapıların girişlerinde ve gerekli diğer bölümlerinde sul-tanların simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fermanlardaki tuğraların tezhipli örneklerini bugün başta İstanbul olmak üzere müzelerde rastlamak mümkündür.

Hat sanatıyla uğraşan kişiye “hattat” adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi

Page 24: Mızrak dergi sayı1

05 05MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

KAYNAKÇAhttp://www.sanatdersi.com/osmanli-hat-sanati-tarihi/default.asphttp://tarihiturkiyeturkcesi.blogspot.com.tr/2007/09/yazi-tarihi.htmlhttp://www.hattataydinkose.com/

içinde yetişmişlerdir. Hat sanatını öğrenmeye heveslenen kişi bir hattattan ders almalıdır. Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir.

Ardından ikiden fazla harfin birleştirilmesine yani satır çalışmasına geçilir. Bunun için genel-likle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler yazılır. Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verir. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlar. Buna, “icazetname” adı verilir. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamaz. Osmanlılar döneminde, hattatlar arasında en kıdemli ve usta olana, hattatların reisi (reisü'l-hattatin) adı verilirdi. Onun ölümünde yerine bir başkası geçerdi.

KULLANILAN MALZEMELER

Kalem: Hat sanatında da yazının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılır. Kamışın ucu yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontularak belli bir açıda kesilir. Celi yazılar da ise ağaçtan yapılmış kalın uçlu kalemler kullanılır.

Mürekkep: Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanır. İs ile ara-pzamkının dövülmesi neticesinde elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinir.

Kagıt: Hat sanatında kullanılan kağıtlar da özeldir. Kağıtlar evvela hamurları ne olursa

olsun, nebati ve madeni boyalarla çeşitli renklere boyanırlar. Mürekkebi emip dağıtma-ması, kaleme akıcılık sağlaması için kağıtların yüzeyine ahar denilen bir madde sürülür ve daha sonra da mührelenir.

Hokka: Mürekkep hokka içinde saklanır. Camdan başka pişmiş topraktan‚ metalden‚ çeşitli ağaçlardan hokka yapılabilir. Kalem sokulduğunda uç dibine vurup bozulmasın diye hokkanın içine lika denen bir tutam ham ipek konur.

Son yıllarda birçok amatör hattat çıkmasıyla beraber oldukça ucuz bir sanat gibi gösterilen hat sanatı aslında oldukça zor ve meşakkatli bir sanattır. Eserler oldukça yüksek meblağlara eş değer görülmesinin yanında el yazma Kuran-ı Kerimlerin alıcıları yurtdışından gelerek ülkemizde, sahaflardaki az kalan hattatları ziyaret ederek bu naçizane sanat eserlerini günlerce inleme fırsatı yakalıyorlar. Vel hâsıl kelam geçmişi yüzyıllar önceye dayanan bu sanatın soluğu ve nefesi cennet meltemi gibi esecek. Belki de san’atların biri olarak atının bahrında bir san’at cennetinin kaynağını mayalayacak. Kim bilir?

Sanat Sanat

46 47MIZRAK | EKİM MIZRAK | EKİM

Page 25: Mızrak dergi sayı1

05 MIZRAK | EKİM

Etkinliklerimiz

48 MIZRAK | EKİM

Etkinliklerimiz

49MIZRAK | EKİM

Page 26: Mızrak dergi sayı1

İLETİŞİMwww.twitter.com/MizrakDergisi

E-mail: [email protected]

MIZRAK