52
Etki mi Yoksa edebiyat kültür sanat dergisi sayı #5 - 2013 - 4 TL www.fundamentadergi.com ş¡¡r - h¡kaye - deneme - röportaj - ¡nceleme - tanıtım -f¡lm - müz¡k - res¡m # Öykü / Batuhan ÖZYÜREK # Şiir / Bünyamin KAVRUT # Analiz / Meral ÖZBULUR # Röportaj / Koray DEMİR Tepki mi?

Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Fundamenta Edebiyat Kültür Sanat Dergisi

Citation preview

Page 1: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Etki mi

Yoksa

edebiyat kültür sanat dergisi sayı #5 - 2013 - 4 TLwww.fundamentadergi.com

ş¡¡r - h¡kaye - deneme - röportaj - ¡nceleme - tanıtım -f¡lm - müz¡k - res¡m

# Öykü / Batuhan Özyürek

# Şiir / Bünyamin kavrut

# Analiz / Meral Özbulur

# Röportaj / Koray DEMİR

tepki mi?

Page 2: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

İÇİNDEKİLER / SayI#5İÇİNDEKİLER / SayI#5şiirşiir

Halit uySal - Sana,bana ve Markalara Dair

Ayşe Büşra erkeç - Zir-u Zeber (Ayaklar Altında)

bünyamin kavrut - Soğuk Şehir Sıcak Kan

Payanda ŞAfAK - İfade Eden Su

fidel Garzan - Çöle Yazı

Mahmut ÖzkIzIl - Hayatı Ellememe Dair

1

2

3

4

5

6

Koray DEMİR – Aişe Hümeyra1

röportajröportaj

Batuhan Özyürek - Bir Şey Konuşma Derse

zeynep ubeyDe - Bir Metempsycose Hikayesi

Halit uySal - losing My religion

Talha Orhan - Şair’e Şair Diyorduk ve Bize Arabalar Çarpıyordu

1

2

3

4

hikayehikaye

betül İZgöER - Son not1

deneysel yazıdeneysel yazı

Murat alP- geçmişe Yolculuk: Tamikrest

Zehra ÇElİK - Huzur Sokağı

lütfi berGen - Kurt leş Yer Mi? Soylu Açlık

Meral Özbulur - Betonlaşma ve İslam Mimarisi Üzerine

1

2

3

4

analizanaliz

Mehmet AKDAğ - Uzay Boşluğuna Bırakılmış Uydudan Haberler

Zehra Öztürk - Hikmet Uğruna

betül enSarI - Hayatı Korsan Yaşayanlar

1

2

3

denemedeneme

Page 3: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

EDİTÖRÜN KLAVYESİNDEN

dergi künyesi

dergi tayfası

İletişimedebiyat kültür sanat dergisi süreli yerel ve online olarak iki ayda bir çıkar

Betül İzgöer

Aişe HümeyrA

Halim BekAr

Bünyamin kAvrut

Fidel gArzAn

Ayşe Büşra ergeç

Şeyma güner

İsmail kAlecİ

fundamentadergi.com - [email protected] - facebook.com/fundamentadergi - twitter.com/fundamentadergi

SunuŞ“Her insanın yaşamı onu kendine götüren bir yol denemesidir.”

- Hermann Hesse -

Bir ifade ediş biçimi olarak yazmak, insanın her devirde ihtiyaç duyduğu bir eylem olmuştur. Ki-mileri yaşamıyla daha fazla yakınlık kurmak için kimileri de yaşadıklarından uzaklaşmak için yaz-mayı tercih etmiştir. ‘Söz uçar yazı kalır’ denilmiş, önemli görülen olaylar kaleme alınmış, sözle ifa-de edilemeyen pek çok düşünce ve duygu kalem aracılığıyla kendine bir yol bulmuştur. Bununla birlikte yazmayı kaçış olarak görenler olduğu gibi yazdıktan sonra pişmanlık duyanlar da mevcut-tur. Kafka, ‘Yazmamak cinnete davetiye çıkar-maktır’ diyerek yazının kendi yaşamındaki yerini tartışmasız bir kesinlikle ortaya koyar. Aynı şekil-

de, İtalyan yazar Calvıno’nun ‘Bense konuşarak asla bir şey söyleyemeceğimi bildiğim için yazı-yorum’ demiş olması manidardır. Bir dergi çıkarma düşüncesi elbette yazıyı kendi hayatı için elzem görenler tara-fından vücut bulacaktır. Belki yazdıklarımız hakikaten yazı değil belki de elden ele dolaş-tırdığımız bu sayfalar bir dergi bile değil. Fakat nihayetinde o yol üzerinde yapılmış deneme-ler silsilesidir. Yazmanın kutsal yolu üzerinde yürüyüp yaşanılana veya yaşanılmayana dair kelimeler sarfederek birbirimize farkındalık ka-zandırmak istiyoruz. Bu istek bizi beşinci kez

yokladığında sahnenin ışıklarını yeniden açıyor ve izlemeye başlıyoruz. İlk sayıdan itibaren bizi yalnız bırakmayan ve sonraki duraklarda bize katılan arkadaşlara teşekkür ediyoruz. Ayrıca Koray Demir beyefendiye saygılarımızı sunuyor ve şükranlarımızı iletiyoruz. Yaşamak bizi kendimize götüren bir yol bulma telaşıdır. Yazmak ise yaşamanın ay-nasıdır. Aynalarımızı birbirimize tutarsak son-suzluğa giden bir yol keşfedebilir miyiz? Neden olmasın. İnsana kalemle yazmayı öğreten Rabb’e hamd.

Page 4: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2

Halit Uysal fundamentadergi.com

SanaBana ve

Markalara Dair

Page 5: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Angry BirdsMücahit bir kuştur,-Ebabil, esatir-sinsi hesaplar yapan domuzcukları vuran.Starbucks ikram edilmez,Allah’ın emri peygamberin kavliylegirişilen hayra...Annemin elleri bağlanır isterse Fatiha’ylabelki oklava açar elleriniayakların altındaki cennetse eğerCoco Chanel ayakkabılarını çıkar da gelBvlgari sponsor olsun gözyaşlarına.Onaltı da birimiz Cengiz Han soyundandenizde yüzer eşcinsel balıklar,baba sever başı örtülü mağdurannenin ruhu markalaşmaktadamat işsiz, fakir şerefsizgelin Pepe’yi pek de sever.Ablanın eşarbı çok dar, giymese de olur.Özgürlük budur.Dayan Jack Daniels dayan,zemzemin faziletini an.Cami önünde şerefsizgüvercin.

FUNDAMENTA 3

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

kaldırımda demokratotobüste Ford

okulda babasının dublörü.Öğretmen sufle verir;

«Aslan ekmeği sindirdi gençler» b.ktan bir hayata önermelerKravatlı, takımlı, elbiseli,

bluetooth zinciri varAdem elması yok ki,

günahlar kas yapmış boğazda.Kabız olmuşuz haberimiz yok, itaat etmekten.

Elma doyurucudurcola soğuk içilir

convers’se eğer giydiğin bağcıklarını bağlaiphonumda namaz sureleri, belden yukarda.

Levis kotum boldur 501 değil, 571Allah muhafaza

kızar sonra ehli sünnet ulema.İhbar niteliği taşır; bir keresinde hamburger istedi midem

Tövbe ettim, açtım bi biskrem.

Page 6: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA4

Ayşe Büşra Erkeç fundamentadergi.com

Eflatun ceketim, savrulan çay dumanını yakalamanıntelaşına düştüğünden beri, tuhaf bir şeyler olduarttı bileklerini kesen kadınların sayısı ülkenin çiçek tarlalarını ateşe vermiş bir ihtiyarşehrin ağaran saçlarına güneş kızılı efsununu saçtıher şey… her şey… tuhaf bir şekle soyunduhilkat giysisini giyinmiş kız gözlerime baktıson vermeye ahdettim bedenimde var olan kahırlarıintihar mektubunu yazarken içtiğimçayın bedeli zir-u zeber…

Kiraz dallarında asılı kaldı yaşlı kadının haylazlıklarıesmer kavruk rengi miraca çalıncaçocuklar büyüttü, tahta beşikli salıncaktaengin bir dilek ağacına dönüştürüldü geçmişianlardı belki çocukluğun da turuncu ceketiyle gülücük dağıtsaydı kiraz ağacında gözlerine ömür sığdıran küçük çocukşarkılar söyledikçe öldürdü yıldızları şarkıların bedeli zir-u zeber…

Tarihin bağrına sapladığım bıçaktan sızan soğuk kan

Zeber Zir-u

Page 7: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 5

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Alaaddin'e hibe edilmiş sultanların acemi telâşıharem nöbetçisinden aldığım ödünç nişaneteklerinden dökülürken sararmış yapraklar yaz ortasındaİskoç meyhanesinin hasırlı çatı katındaşarabın bedeli zir-u zeber…

Acı tütünlerin dumanı ruhlara kazınmış kırmızı fistanları sarmaladıDuman duman tüttürürken anladım iki paralık an’ın keyfini, parlak liralardan geçtim kazındı güneşin göğsüne bahtiyarlığımhayat, jilet kesiği ince bir yara olmasaydıyırtık ayakkabılarımdan fırlamasaydı başparmağımsessizce giderdim geldiğim o yerdenruhların kesik elleri birleşip yerleştiğinden beri alıklığımayönü kıbleden başka her yere yakın olan caminin dökük duvarlarıibadetin bedeli zir-u zeber…

Öğle sonları, taşralı mağrur kızlarTanrı’ya sunarlardı aşk heveslerinisustum ve yitirdim gölgesini sevgilileriminmartıların ince feryadı duyuldu kutsal ayinlerdeAllah›ın sözü gibiydi, ilâhi ve melankoliksaatler saniyelerin köleliğinden feragat ettikulların garip serzenişi dalgalandı…sustum ve kapandı Sultanın gözleridüştü yakarışın sızısı gibi düştü taşlara mağrur ve maviaşkın bedeli zir-u zeber…

Kedilerin kederinden dudaklarım uçukladıtuhaf bir şeyler oldusürekli arttı bileklerini kesen kadınların sayısı ellerine kınalar sürülmüş kundaktaki bebeğin ağlaması avı başında iştah kabartan aslanın beklentisi her şey… tuhaf bir şekle büründümerhametin bedeli zir-u zeber.

Page 8: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA6

Mehmet Akdağ fundamentadergi.com

Dünyanın ortasına sürekli kazık çakmaya çalışan, bir yerlere destek olsun diye değil destek beklentisi hergün biraz daha çoğalan. Başkasının kullandığı kelimelerle öcüleşip, aynı kelimeleri kendisi kullanınca devasa çığlar bekleyen, ... bir diğer anlamla çatışıp kendi verdiği anlamı bile unutan, bir diğer tavırla kelime zenginleri, yoksulları... yani bir sürü kelimesi olduğu halde kelimesizleşen kelimesizlerin, kelimelerle yaptığı dolanıyı anlamsızlık kapısına çıkaran, dünyanın kendi dışındaki yarısının geride kaldığını, anlamsız olduğunu düşünen -düşünmeye çalışan -düşten ibreye dönüşen, kendini bir üst seviyede zannedip alt tabakaya kanal açamayan, bi nevi hiçliğe su taşıyan geride kalanların gerisinde kalanlara selam olsun. Elinde olmadan aklı herhangi bir boşluktan destek alan, ortadaki bütün sözlerin doğruluğundan yahut yanlışlığından söylemler doğuran, belirli bir enformede haritalı olduğu halde bütün kaya parçalarına çarpan (afrika dahil), anlamsızlık depolayan, bütün bir çerçeveyi parçalamaya çalışan, kendine parça arayan, kendisi olmayınca, olmayacağını sanan, kendisini olmadan olduğunu gören, kendisi olamadan olan, bütün varla yok arasına sıkışmış herkese selam olsun. daha sonra deyip, daha daha sonrasızlaşan, beğeni seviyesinin dojunu kaçıran, beğendiği şeyin anlamından haberi olmayan beğenileriyle anlamsızlıkları çoğaltıp ortamın anlamsızlığından yakınan sevgili anlamsıza da selam olsun. Pür dikkatle okuduğu şeyden saplantı çıkarmaya çalışan, kendini yapıştırdığı fikirden kopma korkusuyla körlüğü göze alan, bütün kitapları silip süpüren saygı değer bilgi mağdurlarına da selam olsun. İkinci ebatın üçüncü boyutunda olan, metalaşan metafizik yarışçılarına da selam olsun. Etkinlikten etkinliğe koşan fakat bir türlü etkin olamayan etkisiz elemanlara da selam olsun. Hepimiz bir savaşın ortasındayız. Taşıdığı haberin heyecanıyla hiç durmadan koşan habercilere, soyu tükenen bilgelere, ve bütün bunları anlamsız görüp hiçbir safta yer almayan safsızlara da selam olsun.

Page 9: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 7

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Page 10: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

H erkesin önünde yapacağını bir gün mut-laka umduğu konuşmayı kağıda geçir-mişti. Aslında buna gerek yoktu. Her

kelimesini farklı tonlarla onlarca kez seslen-dirmişti. Büyük salon kendisiydi, sesler iç or-ganlarında anlam kazanıyordu. Kağıdı eline aldı, ayaklarının dibinde beline kadar yükselen içine çamaşırlarını koyduğu eskitme mobilya-ya kürsü olma yüceliğini verdi. Titreyen elleriy-le tuttuğu kağıda hiç bakmadan konuşuyordu: -“Geliyorlar dağılmış mürekkepleriyle. Uzaklığın o yabancı havasını solumuşlar. El-leri değmiş hiç görmediğimiz çiçeklere. Göz-lerinde kuru topraklar görmüş bir nemlilik var. Yumuşak dudakları çatlamamış, sanki hiç dokunmamışlar vücutlarına. Yalnız kendi kaderlerini yazan mürekkepleri dağılmış. Sü-rülmüşler ama naif yollarda bile yürümeden gelmişler. Karanlığa dikilmiş duvarların etek-lerinde sofralar kurmuşlar. Demir sinilerin sesi uzatan derinliğine hayran kalmışlar. Hiç bu kadar uzun konuşmadıklarını dahi anlama-mışlar. Hep nemli gözlerle suçlanmamış za-yıflıklarını taşıyıp durmuşlar. Bir kaç on kadar çadıra sığacak çoğunluktayken gittikçe kala-balıklaşmışlar. Aralarında ölenler bile farke-dilmemiş, yüz hatları haber taşımayan insan-larmış onlar. Kimisinin bambu kolları rüzgar

yutup havalanıyormuş ve öldükleri ancak bu olağan dışı durumlarda anlaşılıyormuş. Bu in-sanların sürgünü tekerin icadından sonra baş-lamış, insanlığın yürümeyi unuttuğundan bu yana hala sürüyormuş.”

Konuşmasını bitirirken iyice eğildiği kürsü-den belini doğrulttu. Sağına soluna , birileri varmış da tepkilerini ölçüyormuş gibi bakındı. Akşamın gündüzden ayrılmaya karar vereme-miş olduğu bu anlara karşın, gözlerinde her şeyin başlangıcını anımsatan bir öğle güneşi pırıltısı görülüyordu. ‘Evet evet bunu bir gün kesinlikle yapacağım’, dedi açtığı dosyanın içi-ne kağıdını yerleştirirken. Gelecek tepkileri de düşlüyordu: ‘Etkileyici fakat bunların tümünün böyle olduğunu söylemek haksızlık ve yanlış’ diyeceklerdi belki. O da cevap verecekti: ‘Ba-yım orta çağda kral olmak bile zor işken şimdi insan olmak! Olanları bizi kuşatan yargıların dışında görmek... Bulunduğumuz yerin, do-ruklarına yakın taraflarında olduğumuzu hiç kimse...’ gibi cümlelerle uzun bir tartışmaya girişecekti. Sonra evine gittiğinde sabah kalkmak için uyumak zorunda kal-mayacaktı. İstediği zaman kısacık bir uykuya dalabilecek kadar sessizliğe sahip olacaktı. Yıllardır bunlar için

FUNDAMENTA8

Batuhan Özyürek fundamentadergi.com

BİR ŞEY KONUŞ {MA} DERSE

Page 11: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 9

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

çabalarken her bir düşüncenin karşısına çı-kardığı o uçsuz bucaksızlığın göz yetiremediği halde içinde soğuk ürperişlere gebe bırakan bilinmezliği onu hep korkutmuştu. Şimdi de karşısına serilen bu korkunun, Berlin duva-rının yıkıntıları üzerinden Batıya koşan in-sanların korkusu olduğunu biliyordu. Acıyan boğazıyla yutkundu. Sessizdi. Ama işaret di-liyle koyu bir muhabbete dalmış insanlar ka-dar çok şey anlatıyordu sessizliği. Bir süre sonra evden çıktı. Bütün düşündüklerini yapacaktı. İki gün önce basit bir baş ağrısıyla gittiği doktordan, yarın beyninde gelişmeye başlayan bir hastalığın haberini al-mayacak olsaydı.

BİR ŞEY KONUŞ {MA} DERSE

Page 12: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA1 0

Zeynep Ubeyde fundamentadergi.com

A par topar büyük çaplı bir yaprak aradı.-Huba huma?! (Kim var orda?)Sesine tanımadığı bir ses karşılık verdi;

-Yuha dudu! (Ben dudu!)Mahrem bölgesini bulduğu genişçe bir yaprakla örtüp çalılıkların arasından çıktı.Haya duygusu Allah'ın, (“Tanrı” deseydim entel dururdu) insanoğluna doğuştan bahşettiği bir duyguydu.Gergindi. Sinirleri bozuktu. Hemoroid, yeryüzünün ilk misafirlerinden miras kalmış bir sağlık sorunuydu.-Kuna çuka? (Ne istiyorsun?)-Haba huna hukhuk yaba daba du. (Kabilemizin azizi önemli bir görüşme için sizi çağırıyor.) Durdu. En son iki hafta önce tuzlu deniz suyuna banmış saçlarını kaşıdı. Gitmek ya da gitmemek. Bütün mesele buydu. Fakat daha önce yine aynı kabile reisi, davetine icabet etmeyen birinin topu-ğuna çakmak taşı atmıştı. Korktu. -Ok. (Tamam) dedi.Karnı açtı. “Yuha toka şapşap duka niha yuk”

(Eve gidip bir karnımı doyurayım da sonra yola ko-yulurum.) diye düşündü. İnine doğru yol aldı. Eşi inin önünde ağlıyordu. Yanına gitti.(Hikayeyi uzatmamak adına konuşmaların deva-mını direkt çevrilmiş haliyle metine almayı tercih ettik. )-N'oldu? Nen var kuzum?-N'olsun?! Annen! Ne yapsam memnun edemiyo-rum kadını. hayır yani anlamıyorum ki ne istiyor!-Karıcığım biraz sabret.Yeni ine geçince bu sıkın-tılarımızdan...-Evlendiğimizden beri aynı hikaye! dedi, ayağa kalkıp hışımla eve girdi. Gelin/kaynana arasındaki karmaşık ilişkinin aslı da atalarımıza dayanıyordu. İnsin iştahı kaçtı. Bahçeye diktiği çubuğa bakıp saatin beş sularında olduğuna kanaat getirince, karanlık basmadan gideceği görüşmeye yetişmek için hemen yola koyuldu. Delinmemiş dağlar, ke-silmemiş ağaçlar... Henüz insan elinin tanrısal cüretle dokunmadığı atmosferi, ciğerlerini yırtar-casına (Bu tabiri kullanmadan olmazdı, özür dile-rim.) içine çekti. “Yine ne istiyor bu adam acaba

BİR METEMPSYCOSE HİKAYESİ

Page 13: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 1 1

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

”diye düşündü. Hiçbir fikri yoktu. Fikri olmayanın zikri de olmuyordu. Sustu. İç sesini susturdu. Yo-luna devam etti....Siyah iplik beyaz ipliği örterken yetişti Agus ka-bilesine. Çadırların ortasına çalı çırpı yığılmış, bu yığıntıyla yakılan ateşin iki yanına kazık dikilmiş, üstüne kuzu gerilmiş, çevriliyordu. En büyük ça-dırın önündeki, oyma sanatı icra edilmis genişçe tahta doğru ilerledi. Tahtın önüne gelince diz çö-küp başını öne eğdi. Reisi selamladı. Diğer yandan yerdeki su birikintisine düşen gölgesinden reisin yüz ifadesini seçmeye çalıştı. Çağrılma gerekçe-sinde hayır mı vardı, şer mi? Allahualemdi. Rei-sin sesli işaretiyle ayağa kalktı. Agus kabilesinin heybetli reisinin; cüssesine, ünvanına, makamına yakışmayan, son derece cılız sesiyle konuşmaya başlamasıyla kabile üyeleri kıkırdaşmaya başladı. Görünen o ki, bu son derece kızımsı ses tonu kabi-leye maskara olmuştu. İns bir yandan gülmemek için kendini kasıyor, diğer yandan kabilenin bu saygısizlığa nasıl cüret ettiklerini düşünüyorken, reisin sesiyle irkildi.-Duyuyor musun, diye sordu.İns, duyduğu şeyi söyleyip/söylememenin karar-sızlığında, “Anlamadım” der gibi kaşlarını oynattı. -Kurbağaların selamlayışını! diye devam etti göz-leri kapalı reis, ben ne zaman konuşmaya başla-sam doğanın bu çirkin ama asil misafirleri beni böyle selamlar.İns anlamadı. Gözleri, dikkatini çekmek için el-leriyle anlamsız hareketler yapan başyardımcıya takıldı. Ona “sus” minvalinde bir mesaj veriyordu, “he de geç”. “He” dedi, geçti. Anlaşılan oydu ki bu kurnaz kabile gülme sesine böyle bir kılıf uydur-muştu ve reis ne zaman konuşmaya başlasa katıla katıla gülüyordu. -Herneyse! dedi. Seni buraya çağırma sebebime gelince...İns biraz rahatladı. Artık ne denecekse denseydi ve dinlenmek için bir köşeye kıvrılsaydı. -Seni bir teklif için çağırdım. Bu öyle bir teklif ki eğer kabul edersen ailenin rahat edeceği iki geniş mağara, dubaiden getirttiğimiz rengarenk yap-raklar ve değerli taşlar, inciler bahşedeceğim. İnsin gözleri büyüdü. Ağzının içinde biriken su, du-daklarından sızmaya başladı. Çıtını çıkarmadan, başını hızlı hızlı sallayarak dinlemeye devam etti. 

-Tüm bunları kazanman için kahramanlığını ispat etmen gerekli! Agus kabilesi gülmeyi kesti. Endişe içinde dikkati-ni reislerine verdiler. Bu konuşmayı yaptığı hiçbir insin yaşamadığı, ailelerine de bu ikramların ve-rilmediği geldi akıllarına. Kabilenin cılız sesli reisi konuşmasına devam etti;-Bu doğa, bu nimetler, bu ateş ve bu zürriyet gibi, büyük bir savaş da atalarımızdan bizlere miras kalmıştır. İns dahi, nâsın gözleri büyüdü. Pür dikkat reisi dinliyorlardı. -Ceddimin ceddinin ceddi zamanında Çota bölge-sinde koca bir mağarada yaşayan, küçük bir cüce varmış! Bu cüce kabilelere hükmetmek için türlü hilelere başvururmuş. İlkin bu bölgenin zenginle-riyle görüşmüş. «Sizi daha zengin yapabilirim!» demiş. Bu teklif kabile zenginlerinin kulağına hoş gelmiş. Yıllar yılı daha zengin olmak için kabile halkını daha fakir duruma düşürmüşler. Derken kabilenin en cesur genci, her şeyin bu cücenin ba-şının altından çıktığını öğrenince tek hamlede ba-şını kesmiş. Yıllar sonra bu cücenin ruhu bir baş-ka ailenin dölüne sinmiş. Jahi bölgesinde dünyaya gelmiş. Bu kabile kendisiyle övünmeyi severmiş. Onlara hükmetmek için bu kez başlamış kabilenin soyunu övmeye. Bu, kabile büyüklerinin hoşuna gitmiş. Böylelikle o kabile yüceldikçe, kendileriyle birlikte yaşayan fakat kendi soylarından olmayan bir kesim ins ezilmiş. Derken kabilenin en cesur genci, herşeyin bu cücenin başının altından çıktığı-nı öğrenince tek hamlede kalbine hançer saplamış.  Bu şekilde her öldüğünde yeniden farklı bir be-dende ortaya çıkan cüce, otorite kurmak için yeni bir musibet bulup kabilelerin karşısına çıkıyordu. Son olarak Bubba bölgesinde yaşayan kendi halin-de bir kadının rahmine göçmüş. Kabile Allah›tan uzaklaştıkça, zillete bulaşmış. Cüce bakmış mal-zeme çok; “eşitlik, adalet” demiş, “gezi parkı” de-miş kafasını bulandırmış halkın. Duydum ki sen kabilenin en cesur gencisin. Bu cüceyi tek hamle-de devirme şerefine ulaşmak ister misin?İns düşünmüş. “Bu kez Receb Tayyibus bile çöze-mediyse ben nasıl tek hamlede deviririm?“-Hadi ordan! demiş. Arkasını dönüp, ormanın ka-ranlığına aldırmadan Tanrı'nın yeni bir elçi ve yeni bir kitap göndermesini ümid ederek yola koyul-muş.

Daha entel durdu.

Page 14: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA1 2

Murat Alp fundamentadergi.com

Page 15: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 1 3

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

ocuk ve savaş yan yana gelmemesi gereken iki kelime, ne yazık ki Orta-

doğu, Afrika, Asya da bunlar artık o kadar normal ki bunu dile getirmek ajitasyon yap-makla eş değer oldu. Fakat bir gerçek var ki sanatın bes-lendiği en güçlü duygu, acıdır. Büyük sanatçılar büyük acılar çekmiş insanlardır. Müzik ya-şanılan acıyı en iyi şekilde yan-sıtabilecek bir sanattır. Aslında bu trajedileri gayet yakından biliyoruz; Kürtler. Tıpkı Kürtler

gibi paramparçalar Tuaregler, 5 farklı ülkede yaşarlar, berberi dilini konuşurlar göçebedirler, çölde çadırlarda yaşarlar bir iç savaş geçirmişlerdir 1990-1995 yılları arasında Mali’de. Tamikrest grubu üyeleri ço-cukluklarını bu iç savaş ortamın-da yaşadılar, bir çok arkadaşları öldürüldü. Kendi ifadeleri ile “Bizler kaleşnikof almak yerine elimize gitar almayı tercih ettik. Sesimizi dünyaya müzik yoluyla duyuracağız.” Rock, Blues, Caz, R&B hatta Rap bu müzik tarzlarının hep-

si insanların rahatsızlıklarını sitemlerini duygularının dışa vurumu ile sisteme karşı ola-rak ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki zamanla herşey gibi onlar da yozlaşmış tüketime birer araç olmuştur sadece, artık dünyaya biz de varız demek yerine, dünya bize uysun demeye başlamıştır. Touragler ise hala savaşın, parçalanmışlığın trajedisi ile bu müzik tarzlarının ilk çıkış felsefesi olan varoluş mücade-lesinin izlerini kendinde barın-dıran yegane özgün gruplardan

biri. Yine kendi manifestola-rında bu durumu: “Daha iyi bir dünya için mücadele ediyoruz“ diye izah ederler. Tamikrest’ in ortaya çıkış hi-kayesi tıpkı 1960’lardaki rock grupları gibidir. Touregler, çö-lün çocukları, çölde festival dü-zenler dans ederler. Acılarıyla dans etmek Frantz Fanon’a göre bir arınma biçimi, öze dönüş danslardaki figürler de intikam ateşiyle yoğrulmuş aşk ve öfke karışımıdır. (Fanon -Yer yüzü-nün Lanetlileri) Tamikrest gru-bu kendisini böyle bir festivalde

göstermiştir. (2008) Daha sonra festivalin en büyük grubu olan Dirtmusicle birlikte 2009’da Adagah albümünü çıkarmıştır. Albüm çıktıktan 1 yıl sonra ba-şarılı bir Avrupa turnesi yaptılar. 2010 yılında Toumastin albümü-nü çıkardıktan sonra kendileri-nin bir albümlük bir grup olma-dıklarını kanıtladılar. Berberice belki de dünyanın en şiirsel dilli. Toureg gençleri, Tameshek adlı spirutual özellik-ler barındıran geleneksel mü-zikle büyümüşlerdir. İnternetin Afrikaya ulaşması ile gençler Jimi Hendrix, Bob Marley, Pink Floy’dan etkilenirler. Rock mü-zik her ne kadar bugün tüketim kültürüne amede olsa dahi için-de isyan ruhunu barındırmadı-ğını kimse iddia edemez. Çölün insanlarının karakterleri ruhla-rı çölün zor koşullarına göre şe-killenmiştir, nasıl ki rüzgar sert eser fakat kumlar yavaş yavaş yer değiştiririr, Tamikrest’in müziği de Jimi Hendix gibi tı-nılar barındırır. Fakat sesleri o kadar uysaldır ki sanki Bob Marley’i dinlersiniz. Sanki geç-mişten gelmiş gibidirler, 60’la-rın rock müziği milyonluk hippi festivallerini anımsarsınız. Ama herşeye rağmen çölün o dingin-liği müziğe o kadar işlemiştir ki, hayır dersiniz bu bir ameri-ka rock görüntülü afrika ruhu. Kendinizi kaybedercesine kafa sallamak yerine gözlerinizi ka-patıp ateşin etrafında deli gibi dönmeyi tercih edersiniz.

Ç

Müziklerde hissedilen duygular ne kadar anlatılabilir ki. İşte size birkaç önerimiz:• 1-Aratan N Tinariwen • • 2- Tidit • 3-Aratane N’Adagh • • 4-Aicha •

Page 16: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA1 4

Aişe Hümeyra fundamentadergi.com

Kâbe’de 1 milyon kişinin aynı anda ibadet etmesini

sağlayacak tavaf alanının genişletilmesini içeren dev projenin belgesel filmini hazırlayan Koray Demir ‘e sorduk neden yönetmenlik?3 farklı Üniversite deneyiminden sonra birçok meslekte gidip geldim. Ve en sonunda yapabileceğim işin bu olduğuna karar verdim. Herkesin Yeryüzüne gelişinin bir gayesi var, herkes birbirinden farklıdır parmak izleri gibi, her insanın farklı özellikleri vardır. Bazılarında var olan diğerlerinde olmayabilir. Kimisi düz çizgi çizemezken, kimisi 5 dk. içinde tablo oluşturabilir. Ben hikâye anlatan ve hikâyeleri olan bir adamım. İnsanlar bana gelip varmak istedikleri yeri söyler ve bende ruhumdan üflemeye çalışırım. Bana göre boş

bir kâğıdı şekillendiren de o dur. Bir şey kamerayla anlatılacaksa ben oradayım. Reklam filmi, dizi, belgesel, kamerayla anlatılabilen ne varsa hepsini yapmaktayız, fakat bütün bunlar sadece bir sinema filmi yapabilmek için yapıyorum.

Neden Sinema filmi?Bir sözüm, bir hayalim var, temel mesele bu. Bir hayalim var ve bu hayalimi aktarma sözüm var; yoksa yaşayamam, buna olan umudum beni yaşatıyor.

Yönetmenliğe nasıl başladınız?-Hızlı gençlik yıllarından sonra 28 yaşında sinema/TV mezunu oldum. Hayata atılmak için ne yapabilirim dedim ve bir hedef belirledim. Birilerin beni farketmesi için ne yapılamaz deniyorsa onu yapmalıydım ki insanların beni fark etmesini sağlayabileyim.

Önce hayatın realitelerini kabul etmek lazım. O zaman derlerdi ki bir öğrenci uzun metrajlı bir film yapamaz. Ben de mezun olurken o günün şartları ve imkânlarıyla Kayseri’de uzun metrajlı bir film yapmaya karar verdim. Bir tiyatro grubunun bütün oyuncuları ile birlikteki grubun liderine başrol vererek tüm grubu elde ettim :) -, okuldan kurgu makinalarını kaçırarak herkesin kısa film yaptığı 6 gün içerisinde ben uzun metrajlı bir film yapmayı başardım. İkinci aşama ise bu filmi sektörde tok olan birinin izlemesi ve fark etmesi lazımdı.

15 yıldır yönetmenlik yapan ve Deve Dergisi yazarı Koray Demir’le Fundamenta ekibi olarak çok keyifli bir hasbihal gerçekleştirdik...

Tarih Gerçek Yaşanmışlık Örneğ id i r

Sinan Çetin iki hafta son-ra ilk reklam filmimi verdi, fakat ben itiraz ederek, bir sinema filmi için buraya gel-diğimi belirttim. Bana fena bir sağ kroşe çaktı, demişti ki; “Sinema filmi yapmak para harcamaktır. Başka-larının parasını harcamak için ilk önce paranın nasıl kazanıldığını öğrenmen la-zım. Önce reklam çekecek-sin, reklam filmi çekmek se-nin için bir deney sahası ola-caktır.’’ Bu çok önemli bir nokta. Sinema sanatı diğer hiçbir sanata benzemeyen, parasız yapılamayan tek sa-nattır. Sinema sanatı için pa-raya, zamana ve insana ihti-yaç vardır. Diğer sanatlar gibi bir yere kapanıp kendi başınıza üretemezsiniz.

Page 17: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 1 5

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Bir gün Sinan Çetin’in bir ropörtajını gördüm ve olanlar oldu. Film de bir sürü hata olmasına rağmen beğendi ve hiç asistanlık yaptırmadan direk yönetmen olarak işe aldı.

Peki, daha önce gerçekleştirdiğiniz Kur’an Filmleri gibi başarılı bir çalışmanız var, Kur’an videoları daha önce yapılmamış bir proje, böyle bir fikir nasıl oluştu?TRT ile bir proje gerçekleştirmek istedik. “Kur’an’la ilgili insanların iletişimini sağlamak için görsel bir şeyler yapmak istiyoruz, ne yapabiliriz?”

derken bu projeyi aldım, üzerinde çalıştım ve beğenildi, ama buna fetva lazımdı. Amaç, 3 dk. boyunca görsel olarak bir şeyler anlatıp insanları ana kitaba sevk eden bir film çalışması yapmaktı. Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Görmez sağolsun tam destek verdi. Fakat bir şartı vardı. Ayetlerle görseller arasında bir benzerlik, çağrışım olmamalıydı. Sadece backgroundlarla görsel bir keyif oluşturarak, insanların ayetle ilişkini artırmak, ayetlerin okunurluğunu arttrımaktı amaç. 2008’de başlattığımız bu projeyi hala geliştirmeye

çalışıyoruz. Bürokratik nedenlerden dolayı proje gelişemedi, 10 dile çevirdik. Nasıl bir tepki vereceğini bilmeden Kur’an Filmlerini Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Kardavi’ye de izlettik. Fetva onayını ve desteğini de aldıktan sonra projemizi geliştirmeye devam etmekteyiz. Malesef hala emekleme seviyesinde, daha önce de belirttiğim gibi film yapmak bazen gezegenlerin aynı çizgiye gelmesini gerektirir.

Aynı zamanda Kâbe’de Tavaf alanının genişletilmesini

içeren projenin ‘’Kutsal Mescid‘in İnşası’’ belgeselini hazırlamaktasınız. Çalışmalar nasıl gidiyor?Proje sadece Mekke’de gerçekleşen bir çalışma değil, aynı zamanda 20’den fazla ülkede takip ediyoruz. Gelecek nesillere çözüm oluşturması amacıyla bazı teknolojik yenliklerin ilk defa kullanıldığı, gelecek nesillere de çözümler sunacak olan bir çalışma.2 milyondan fazla insanın aynı anda aynı mekanda saatlerle hatta günlerle ölçülen zaman dilimlerinde bulunduğunu düşünün. Bütün bu insanların rahatça ibadet edebilmesini sağlamak için tasarlanan bir binalar kompleksi bu. Şu anda dünyadaki en büyük inşaat faliyeti.

Bunun üzerine sizler belgeselcilikten ve projelerinizden bize biraz bahseder misiniz?Şuan üzerinde çalışmakta olduğumuz kırılma evrelerini anlatan birkaç projelerimiz var. Bunlardan birincisi 1876’le 1926 evresini içeren 5o yıllık dönemi anlatıyor. İkincisi ise Hz.Peygamberin vefatından Hz.Hüseyin’in şehadetine kadar geçen süreci içeren ilk kırılma. İnsanlar kendi tarihleriyle hesaplaşmadan karakterlerini inşa edemezler, bu tarihi süreçleri, kavrayamazsak hiçbirimizin karakteri

Page 18: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA1 6

Aişe Hümeyra fundamentadergi.com

tam ve doygun olmayacaktır. Yeni ve doğru bir medeniyet inşa edemeyiz, bana göre bu iki dönemle hesaplaşmak için anlamak/anlatmak zorundayız...Ben yönetmen olarak sadece film çekmiyorum aynı zamanda tüm bu dönemleri derinlemesine araştırıyorum. Gerçeği arıyorum. Bizimle ilgili yazılmış bütün eserleri araştırmaktayız. Malesef tarih yazıcılığımız kendi komşularına sağır bir yazıcılıktır. Fransız, İngiliz kaynakları derken, Bulgar, Yunan kaynaklarından hiçbir zaman bahsetmeyiz. Hâlbuki yüzyıllarca birlikte yaşadığımız bu insanlardı. Olaylar olduğunda da, herşey bittiğinde de buradaydılar. Bu insanları da dinlemeden, yazdıklarını okumadan

doğruyu bulamayız. Tüm bu araştırma ve birikimlerimizi sinema filmi dışında aynı zamanda belgesele ve kitaba dönüştürmek için de çalışmaktayız.Yapımı iki buçuk yıldır süren Türk Derin Devleti

Tarihi isimli belgeselimiz Al Jazeera’da yayınlanacak. Sinema, Türk insanı için neyi tarif eder? Yapımlar hak ettikleri ilgiyi görüyor mu? Sinema salonları ticari

kaygı gözettikleri için sanat filmleri bu kaygıya takılmaktadır. Sanat filmleri bu türden kaygılar yüzünden geri plana itilmekte ve üretimde kısırlaşmaya neden olmaktadır. Sanat filmlerine bir ayrıcalık tanınması muhtemel mi?Her filmin mesajı vardır ve bana göre filmlerde fake hareket yapamazsınız. En bilgisiz seyirci bile her türlü sahteliği anlayacak bilince sahiptir. Çünkü filmler gerçek yaşamın imitasyonu ve bazende ta kendisidir, hatta daha da ötesidir. İzleyiciler de her şeyin farkında ama insanların bazı şeylere karşı gelecek gücü yok. Bizler film izlemek için Sinemalara geliriz. Para ödeyerek karanlık salonlara gireriz. Peki, neden? Bir kez olsun bir şeylerin yolunda gittiğini görmek için. Bir kez olsun erdemli olabilmek, inançlarımızı ayakta tutabilmek için gidiyoruz sinemaya. Biz karanlık salonlarda masumiyetimizi arıyoruz. Ben böyle bakıyorum meseleye ve masum dönemlerimize olan özlemlerimizi aradığımızı düşünüyorum. Her şey ve her yer bu kadar iğdiş edilmişken insanların karanlık salonlara gelip bir an olsun kendisini iyi hissetmesini sağlamak ve salondan yüzünde genişleyen bir tebessüm

İnsanlar kendi tarihleriyle

hesaplaşmadan karakterlerini inşa edemezler

Walter Benjamin’in Storyteller (Hikâye Anlatıcısı) makalesinde hikâye anlatıcısından söz eder. Hikâyelerin ileriki kuşaklara aktarılmasında sözlü kültürün önemine vurgu yapar. Belgeselcilik bu sözlü kültürün sinemaya yansıyan biçimlerindendir.

Kendi kırılma evrelerimizle yüzleşmeden kendi

davranışlarımızı düzeltemeyiz.

Page 19: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 1 7

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

ve göğsünde kabaran bir gurur duygusuyla ayrılması kötü müdür? Kimilerince evet. Çünkü bu kaçış sinemasıdır. Bu lafı duydukça hemen aklıma J.R.Tolkien geliyor. Yüzüklerin Efendisi serisini yayınladığında ve kitap hızla insanlara arasında yayıldığında, “Bu yaptığınız kaçış edebiyatı değil mi?” diye soranlara verdiği nefis bir cevap vardır. “Evet” der Tolkien, “ kaçış edebiyatı; ama kaçış yalnızca gardiyanları korkutur!” Okuyucusunu tanıyan ve onun huzur arayışına kendince cevap vermeye çalışan bir yazar tarafından verilmiş tarihi bir cevaptır bu. Benim için iyi filmler cennetten atılan taşlar gibidir. Küçük taşlardır onlar, biriktirilmesi gereken. Bu sebepten sanat sineması, ticaret sineması gibi ayrımlara kökten karşıyım.

İşte sanat insanın içine sokulduğu bu amansız cendereden çıkabilmek için tutunduğu dallardan biridir. Çıkmanın mümkün olmadığını gördüğünde ise ruh ve beden hayatta kalmak için dirence geçip hayal dünyasına yönlendiriyor insanı. Peki, bu uyuşturucu mudur? Uyuşturucu, bir insanın, hayata yeniden sarılıp erdemli bir insan olmak için bir kez daha denemesini sağlayamaz. Ama iyi bir film tüm bunları yapabilir. Seyirci, işte kendi masumiyetini ona yeniden

kazandıracak olan böyle filmlerin peşindedir. Ve karanlık salonlara bu sebepten gider.

Aynı zamanda Deve Dergisinde yazmaktasınız. Deve dergisi farklı formatta olan bir dergi olarak okuyucularına farklı bir açı sergilemekte.Deve dergisi özgür bir platform ve her türden insanın buluştuğu bir nokta. Bir arada yasamanın formüllerini bize gösteren bir dergi, birbirine saygı duyan ama karşıt fikirlerde de olabilen insanları biraraya toplayabilen bir çatı. Bu yanıyla diğer tüm dergilerden ayrılıyor bana göre.

Türk dizileri bir marka haline gelebildi mi? Türk Dizilerinin Dünyadaki yerini nasıl

yorumluyorsunuz? Birçok ülkeye dizi ihraç ediliyor.Türk dizi sektörü dünyanın her yerinde kabul gören bir sektör. Gittiğim tüm ülkelerde bunu görüyorum. Tam bir endüstiri haline de gelmiştir ki, bu sayede yeni ve birbirinden bağımsız eseler verebilen zengin bir yapı olarak her geçen gün büyümeye devam ediyor. Sinemadan beslendiğini söyleyemeyiz. Fakat sinema yapma isteğiyle beslenen bir sektördür. Sinemamız endüstrileşemediği için büyüyememekte. Çünkü endüstri olmadan filmler yapılamıyor. Şu anda taşıma suyla dönmekte; ancak endüstri oluştuğu zaman, biz bir Türk sinemasından bahsedebiliriz.

Karanlık salonlarda masumiyetimizi

arıyoruz

Page 20: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

A hmet Büke’nin Hece Öykü 49. Sayısında (*) yayınlanan “Buluttan Buluta” öyküsü

hakkında yazacağım. Önce dekor-dan bahsetmeli. Fehime noterde çalışıyor. Bunu noterin camdan kapısını tıklatıp izin istemesinden anlıyoruz. Zaman kurgusu çizgisel değil. Öykü Fehime’nin bakkala yü-rüyüşü ile başlıyor. Kadın dut ağaç-larıyla çevreli bir yoldadır. Zaman belirsiz. Dut imgesi insana Haziran-Temmuz’u hatırlatıyor. Oysa vakit kış: “Dut ağaçları vardı yolda. Yap-raklarını bırakalı ay olmuş (…) Fe-hime bu kışa rağmen oğlanın bi-rine âşık oldu galiba.” Zamandan kopukluğun anlatıya hâkim olduğu gibi anlatılan mekâna da hâkim ol-duğu anlaşılıyor. Mekâna eski za-man işletmeleri monte edilmiş. Zira bakkaldan bahsediyor: “Fehime bakkala yürüdü.” Günümüzde artık bakkal kaldı mı? Dut ağaçlı yollar-dan bahsediyor yazar. Deniz kena-rına inmekten bahsediyor: “Deniz kenarına inerse, dalgaları görürse, hele sandalları, midye karıştıranları görürse sakinleşecek. Dünyayı içine alacak. Derin nefesler verecek. Sa-kinleşecek.” Deniz kenarında midye karıştıran insanlar var. Demek ki burası bir kasaba değil. Kalabalık bir yer olmalı. Derken yürüyor ve: “Köşedeki marketi gördü.” Şimdi burada duralım… Ahmet Büke’nin bu çizgisel ol-mayan kurgusu bilinçli bir seçim mi? Bakkala giderken markete var-mak. “Son dutu geçip, önünde ek-mek dolabı duran kapıya yöneldi.” Marketler bakkaldan farklı: ekmek dolabını dükkan dışında tutmuyor bu işletmeler. Acaba başka bir şey mi kast etmiştir? Az sonra marke-te girecek ve ihtiyar bir adam göre-cek Fehime. Bir sigara isteyecek. Ancak içeri girince sigara istediği-ni unutuyor. İçerisi ılıktır ve ışıklar yanıyordur. Ilık dediğine göre vakit kış olmalı. “Serin” deseydi bahar ya

da yaz diyebilirdik. “Dükkânın uzun koridorunda yürüdü. En arkadaki loşlukta oturan adamı gördü.” Mar-

ket için doğru olan bu tasvir acaba dükkan için doğru olabilir mi? Uzun bir koridora sahip bakkal ne derece

FUNDAMENTA1 8

Lütfi Bergen fundamentadergi.com

Kurt Leş Yer Mi? Soylu Açlık

Page 21: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

vardı. Telle bağlı kapıyı açtı. Girdi. Sevim, gübre torbasının ağzını açtı. Avcunu doldurdu. Çilek ocaklarının başına vardı. Ağır ağır gübreyi ser-meye başladı.” Bu refleks doğru mu? Çay koydurduğu kişiye bir “merha-ba” demeden bahçeye girmek? “Ani-den durdu. İçi bulanır gibi oldu.‘Yine gebe mi kaldım ben,’ diye düşündü. Gitti bir zeytin kütüğüne oturdu. Çö-ker çökmez de ağlamaya başladı.” Fehime’nin yaşlı adamdan kaptığı ağlama bunalımının Sevim’e sirayet ettiğini anlıyoruz. Sevim’in halini iz-leyen kedi serçeye, tavuk kümesinin çinko damına, Sevim’e ve bulutlara bakar. Bulutla nihayet karşılaşırız. “Sonra bulutlara baktı.” Öykü kişileri buluta bakar. Bulutla “puslu hava” kastedilirdi; bilindiği gibi kurt puslu havayı sever.” “Kurt indi. Tek başına. Havayı derin derin kokladı. Kurt bir yangın topra-ğına vardı. Taşın üzerindeki karaltı çekti onu. Yaklaştı. Boynundan yarıl-mış ve dehşetli dizginiyle fırlamış bir katır. Zor ölmüş.” Yangın toprağı, adı konulmamış acıdır ve acının toprağı-dır. Sevim’in hamileliği, kadını ağla-tır. Öykü kişilerinin hepsinde yalnız hüzün görürüz. Sonra yazar kurtun ete koştur-masını anlatır: “Kurt ete vardı. Açık gözlerine baktı katırın. Katırın göz-lerinde bulut.” Katırın gözlerinde-ki bulut, ölümdür. Ancak ona “ruh” gözüyle de bakabiliriz: Katır ölmüş, gözlerinde bulut var; “O bulut kaç-tı uzaklara” der yazar. Peki kurda ne olmuştur? “Kurt döndü, açlığına geri yürüdü. Kurt dağına geri çıktı.” Öykü kurtu anlattığı kısacık bölümde başarılı. “Kurt ete vardı. Açık gözle-rine baktı katırın. Katırın gözlerin-de bulut. Kurt döndü, açlığına geri yürüdü. Kurt dağına geri çıktı” şek-lindeki kısa cümleleri vurucu. Onun dışında Fehime’nin, Sevim’in, yaşlı adamın anlattığı bir sembolizm, özel bir durum yok. Kurttan başka erde-

FUNDAMENTA 1 9

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

gerçek sayılabilir? İçerde bakalım kim varmış: “Başında beyaz takkesi, elinde tespih, yüzü derin izlerle sü-rülmüş bir amca.” Takkeli amca na-mazı hatırlattı bana. “Fehime yak-laştıkça adamın ağladığını gördü. Ama bildiğimiz ağlamak değildi bu. Kımıltısız ve usul bir yüzden göz-yaşları akıyordu.” Bu ağlamak fiili-ne dikkat çekmek istiyorum. İnsan-lar nedensiz ağlamaktalar öyküde. Picasso’nun Guernica tablosunda da bütün hareket-zaman-şahıslar tek bir sahnenin (odanın) içindedir. İnsan yüzlerinde “acı” ve endişe vardır. Ahmet Büke’nin bu öyküsün-de ise acılar buluşur ama birbirine dokunup kayar. “Fehime sigara al-madı. Nedense süt aldı. Denize de yürümedi. Metro durağına yürüdü.” Süt alması şaşırtıcı. Zira metroya binecek. Bakkal ile metro istasyonu arasında bağlantı kurmak çok zor. Metrodan çıkıp, bakkala girip, eve doğru yol almaktan bahsedecek bir anlatıya “evet” demek mümkünken; işten erken çıkıp, bakkala girip, süt aldıktan sonra metroya yönelmek zaman ve mekan algısını dağıtı-yor. Ardından ihtiyar adamın ağla-masının Fehime’yi “sobelemesini” okuruz: “Turnikelerden geçti. Boş bir sıraya oturdu. Derin bir iç çek-ti. Ağlamaya başladı –nedense.” Bu ağlamak halini Sevim görecektir. Sevim kim? Metrodaki meçhul ka-dın. Metrodan trene geçiyoruz. Tren Menemen’e gidiyor. İzmir’deyiz. Me-nemen İzmir’e 34 km. Sevim başör-tülü. İstasyonun karşısından ziraat dükkânına giriyor. Beş kilo şeker gübre alıyor. Yola çıkıp arka mahal-leye doğru yürümeye başlıyor. Tele-fonu çalıyor. Bu sahnede kahraman birisiyle buluşacak. Zira “Yok, var-dım ben Menemen’e. Bahçeye gidi-yorum şimdi. Hı, evet aldım gübreyi. Sen koy çayı” diyecektir. Fehime dut ağaçlı yolları izlerken Sevim kavak ağaçlı yolu izler: “Kavaklar bitti. Son narı, son ayvayı geçti. Bahçelerine

mi ile yaşayan bir canlı göremeyiz öyküde. Kurt aç olsa da leşe sal-dırmıyor. Katırın gözlerinde bulut görebiliyor. Öykünün içindeki tüm insanlar ağlarken kurt ağlamadan “vatanına” döner. Öyküdeki insan-ların hedefleri, değerleri yoktur. İlişkileri yoktur. Kurt şehre geli-yor ve huzursuzlukla karşılaşıyor. Şehir insanı ağlıyor. Hatta katırlar bile çatlıyor. Şehirde katır ne arıyor diye soruyoruz. “Havayı derin de-rin kokladı. Yanık kokusunu takip etti. Et ve kemik çekti onu.” Ülkede kaos var. Yaşlılar ve kadınlar yaşı-yor ama erkeklerinden bahsedil-miyor. Kara bulutlar toprağı sar-mış, her yer karanlık. Ahmet Büke’nin şiir diline ya-kın bir üslûbla kaleme aldığı öykü metni kendine mahsus bir tabiat-zaman-mekan’ı yansıtıyor. Soylu açlığa ait değerleri yansıtmaya yönelmiş bu güzelleme “dağı/ta-biatı” da kente karşı bir yerde ko-numluyor bunun için. Bozulmuş kent ve insanla toplumun bir yere varılamayacağını işaret eden me-tin saflıkla vahşiliği kaynaştırmak-la paradoksa düşüyor. Kurduğu “mekansız ve zamansız” duruma dair öyküsü açların/yoksulların dünyasına hayallerine ulaşılabilir bir âlem vaadediyor. Ancak hiçbir zaman evcilleşemeyen kurt sem-bolizmi bu benzeştirmeyi ürkütücü kılıyor. Dağ ve kent, kadın ile kurt dikotomileri üzerinden bir insana varılabilir mi? Ahmet Büke bilinçli bir uyumsuzlukla kaleme aldığı bu öykü metni ile bir insan vaad etmi-yor. Aslında mekansızlık ve zaman-sızlıkla ideal insana varılacağı da şüphelidir. Özlediği değerleri dağa kaçırtan Büke’nin, oradan indir-meye çalıştığı da vahşi bir karakter oluyor. İnsanı da kaybediyoruz.

(*) Cazibe İstasyonu adlı kitapta da yayınlanmıştır.

Page 22: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2 0

Zehra Öztürk fundamentadergi.com

HİKMET

UĞRUNA

Page 23: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 2 1

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

B ugün kendi varlık alanının dışında sey-retmeye yüz tutmuş, aslında bir hakikat arayışı olan felsefenin, metalaşmasın-

dan doğan bir kaygıyla kalemi elime aldım. Nitekim bu kaygı gerçeğe dönerse korkulan başa gelecek ve insan özünü unutacaktır… Felsefenin olmuş, bitmiş bir şey olduğu-nu söylemek büyük haksızlık iken; onun sü-rekli kendisini yenileyen bir halde olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Bunun hemen ar-dından Alper’in yerinde ifadesi hatıra gelir: “Felsefe varoluşumun bir parçası olmaktır.” Bu görüşe göre; felsefe insanın varlığından bu yana hep vardır ve başlangıcı hakkında beşerî bilgi sınırlı kalmıştır. Bu sebeple öteden beri felsefe üzerinde harcanan mesai, insanın varo-luş sancısını içinde barındırır.

Asıl soruya gelelim: “FELSEFE NEDİR VE ÖZÜNDE NEYİ BARINDIRIR?” Bu sorunun ya-nıtı için çaba sarf etmiş olan her “hikmetsever” felsefeye anlam zenginliği katmıştır. Felsefe el-bette her insanın doğasında vardır; fakat bunu ortaya çıkarmak bir gayret ister. Tıpkı ahlaklı olabilmek gibi… Aynı zamanda felsefe ahlakî bir boyuta sahip olmaktır. Ahlak ise özgürlüğe ge-bedir. Felsefe de insanı özgür kılan unsurdur…

İnsanlardan öyleleri vardır ki felsefe yapmak, onlar için varoluşsal bir ihtiyaçtır. Öyle ki onlar, varlık âleminin felsefe tutsaklarıdır.

Felsefenin asıl varlık alanı ‘hakikat’tir. Ve fi-lozof, yolda olduğu ölçüde hakikat ona kendisini açmıştır. Hiçbir felsefe sebepsizlik üzerine doğ-mamış ve kendine bir hakikat alanı aramıştır. Kendisini iyiye sevk etmeyen bir felsefeden bahsetmek olasılık dışıdır. Felsefe özünde hik-meti taşır… Ve amacı insanı ihya edebilmektir. Buna vâkıf olamayan ise, bilinçsiz insandır.

Felsefenin ön şartı, niyetlilik; yani art niyet-sizliktir! Samimi olan bir filozofun zihin dünya-sındaki her düşünce kıymete şayandır; imandan önceki inkârı doğursa bile… İhlâs denen şey bu olsa gerek…

Felsefenin iki mühim aracı vardır: Bunlardan biri dil, diğeri ise eylemdir. O halde felsefenin retorikle ilgisi olduğu gibi pratik yönünü göz ardı etmememiz gerektiği de düşünülebilir…

İşte bu iki aracı sınırladığımız yerde felsefe de sınırlanmış olur ki zaten bunların sınırsız var-lığı bile felsefeyi tam olarak ifade edememek-tedir. Felsefe bazen kendi problemlerini dilin kullanımlarını inceleyerek çözmeye çalışırken, bazen de eylemin düşünce ile ilişkisinden yola çıkarak bunu yapar. Dil gayrisi ile paylaşımı, ey-lem ise yeryüzü değişimini sağlar.

Felsefe ‘yolda olmaktır’ der bilge… Bu yolda oluş; yanlışı, doğrusu ile birliktelik ve dostluğu da yanına alır. Farkında olmadan dahi olsa fel-sefenin alanına girer birçok bilim dalı. Felsefe ile uğraşmanın gereksizliğini savunan biri bile bu iddiasını savunmak, temellendirmek adına felsefi bir çabaya girmiştir.

Ve nihayet felsefeden bunca söz ettiren var-lık meselesi çıkar ortaya. Bir ‘var olan’ olarak felsefe, önce kendi varlığını sorgular. Bu me-sele iki cümleye sığamayacak kadar derindir… Buna binaen; filozofun yegâne amacı ne olma-lıdır? Sorusuna karşılık; bilgiye değer, eyleme de ahlaklılık kazandırmak olmalıdır. Ve ilginçtir ki; felsefe, kavram üretkenliğinde ustadır. Dü-şüncenin semeresi olarak kavram ortaya koyar. Bazen de var olduğu halde içi boşaltılmış, an-lamsızlaştırılmış kavramlara yeni bir misyon yükler ve anlamlı kılar onları.

Başka bir açıdan din dediğimiz hayat niza-mımız, felsefeye kaynaklık eder. Diğer adı hik-mettir… Felsefe kimi zaman din ile çatışarak varlık kazanmıştır. İkisi arasındaki diyalog yeni yapılan bir binanın temeline sağlam olması için atılan kaya parçaları gibidir.

Felsefenin üstlendiği eleştirilerden biri de akıl eleştirisidir. Aklın eleştirisi sayesinde in-san varoşlunu sorgulama gereği duyar. Bu ise felsefenin hafife alınmayacak en önemli hizme-ti olduğu gibi yine varlık konusu kadar derindir.

Değerlerle kuşanmış bir dünya düşünüyorum, eyliyorum, düşündürüyorum, dönüştürüyorum… O HALDE VARIM… İşte bir filozof bunu arzu ettiği kadar samimidir, felsefe yaptığı alanda. Böylece felsefe ideal ile varolan arasında bir köprüdür. Bunca çetrefil ifadeler, şu can alıcı soru için-dir : “NİÇİN FELSEFE VAR DA FELSEFESİZLİK YOKTUR?”

Page 24: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2 2

Bünyamın Kavrut fundamentadergi.com

Soğuk Şehir Sıcak kan

Page 25: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 2 3

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Binlerce merdiveni çıkıp,çıkıp !en son katına göğün, bir neden dahi sökemeden içimden,çaresizce inmek hayır düşmek...Düşmek ,düşmek yeniden ...gözlerine mil çekilmiş bir istasyona ;Ne de soğuk biliyorum bu yalnızlık benim değil;bu yalnızlık senin ve benimMaria çıkmalısın içimden burası ölüyor.Evladını koruyamayan annekalbi lekelenmiş bir alem gibi,atlar hazır ,atlar hazır, atlaratlar diyorum! seni çağırıyor...Yeryürüzünde esrarını bilmediğim ne vardokuz ,sekiz ,yedi hatırlamak için yeterli zaman yok ;lakin...Gecenin üçte birini ardıma takıpüçte ikisinin acısını çıkarmakla görevlendirildimyaklaşma!Masum çocukların bedenini parçalayan ,yükselen şafağın rabbine sığınan da ,benim.Barut Kokusu ,şehir yakınşarap kızılı renginde bir karegergedanların dönüşümü dersin ,çorak toprakların beslediği hüzün ,gölgeler yaralandı bozuldu büyüm,mevsimlerin zincirleri bir bir kırıldıİçim içine çürüyor maria bak!maria elimi bırak !!elimi bırak ,maria ...

Page 26: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2 4

Payanda Şafak fundamentadergi.com

Gümüş bir tas neyi ifade eder suya?çamura kanmak ve bulanmak arasındagidip gelen zamanlarŞahlanmış atları büyüleyeno rüzgârın cebindeküçücük bir nothayatın içinden güç bela akmaya çalışannehirler için.

Sesimi kısalttırmayabir acıya gitmişsem Evimde yokumduryokumdur yani tahmin edilen ve görülendeKanım kaynamışsa sinekler avlusundaboş bir örtüde telini ararım hakkınKapım çalınmaz, açarım –kim o?beni sessizliğime sahip çıktıran yalnızlıkkahven soğmuş, nerelerdesinşafağın karşısında dik durması öğütlenmişeski çocuk. donukluluğunu kimden aldın?Ellerini hangi dâvâda kaybettin sen?kaç topa*kaç topaç bir dünya eder soğukta?*Kaçınılmaz bir son değil ölümkaçınılmaz bir hayattır yaşadığımızkinayeli nefes alışımızın kabzasınasığmayan delilik. Haşin kumar banyolarıeski alkış ve alışkanlıklarsüslenmiş insan artıklarıGünaha basa basa titreyen bir sazın ucundadelirmenin uzun tadında bir yerdeyiz.Tarihten ucuzluğumuz düşen kalıntılarımız.kimsemiz yoksa gölgemizi elleriz.

ÌfâdÉ Ed£n

Su

Page 27: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 2 5

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Kaçırdığımız bir şey mi vardısevdâ vagonlarına binerken

rayların duru çığlıkları aklımızı zorluyorsagittiğimizden emin miyiz? Gidelim

*nasılsa ayışığının temizlendiği bir yer vardırufka rahatlıkla bakıp ölebileceğimiz

alıntılamadan insanlarısaklamadan imzâları

Köpekler ordusuna katılmayı reddedipşiirler kanıtmaya vardığımız

Eski pencere önlerine yerimizi yeni aldığımızbizim de bir Yârdan

uyku çaldığımız olmuştur Elbet.

*Nasılsın demiştin? anlatmadım bu olanlarıünlem. geldin girdin canıma

ünlem. maviyi çocukken tanıdımünlem. kırıldım eşkıya iftiralarında

ünlem. zorla güzellik mi olurünlem. sedef ve metruk geceler

ünlem. yasını bile kurban eden annelerünlem. soytarı krallar, kral soytarılar

ünlem. şekilci ve kibritçiünlem. kimlikçi ve piç

ünlem. zor zabahlarünlem. son sabahlar

ünlem. geldin geçtin karşıma*ünlem. durdum delindimünlem. baktın ve duydum

ünlem. yoktun çiçeğine su istedimünlem. sonsuz düşünce ve şiir

ünlem. geldin girdin canımacanım ünlem…

gece olunca biriken sabahsızlığımabir de not düştüm;

otlar arasında bile savaşlar oluyorve ben

seni seviyorumve gülüşün ünlem…

Page 28: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2 6

Betül İzgöer fundamentadergi.com

Yazıyor olduğuma göre hala yaşıyorum. Ama bunları okuyor olman hala yaşadığım an-lamına gelmeyecek elbette. Şimdi sen bu

cümleyi bitirdiğinde benim nerede olacağımı tah-min edemeyeceksin. Tıpkı ben bunları yazarken senin nerde olduğunu tahmin edemediğim gibi. Devam etmek zorunda değilsin. Burası bir küllük. Dumana alerjin varsa sağ kapıdan çıkabilirsin. Ah tabi hemen sorarsın, neden sağ kapı? Çünkü sol tarafta kapı yok şekerim. Dünya üzerinde çok fazla yaşadığım söylene-mez. Uyuduğum ve boş geçirdiğim anlamsız va-kitler ile henüz idrakimin açılmadığı günleri he-saplarsak elimde sağlam diyebileceğim hepi topu onbeş yıl kalacaktır. Bu onbeş yılı ben çok sevdim. Veya hiç sevmedim. İkisi arasında zannettiğiniz gibi büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum. Sadece şunu söylemeli insan; yaşadım. Ne kadar doku-naklı bir kelime; yaşadım! Şimdi yüksek sesle bunu tekrar edin; yaşadım! Ben şu kadar sene yaşadım ve gördüm ki. Yaşadım ve anladım ki. Kulağa ne ka-dar hoş geliyor öyle değil mi. Elbette hayır. Yaşıyor olmak kulağa neden hoş gelsin ki. ‘Artık ölüyorum’ demek kadar afili bir şey varsa çıkıp hemen söyle-yebilir. Çünkü ben artık ölüyorum.. Demek ölüyorum. Yani şimdi herşey yarım ka-lıyor öyle mi. Yapacağımı zannettiğim bir takım şeyler yine yapacağımı zannettiğim bir takım şey-ler olarak duruyor. Sahip olduklarımın hepsini mi burada bırakacağım. Ne heyecan verici. Son yazımı yazarken imla kurallarına uymayı elden bırakmıyorum. Okumayı kolaylaştırsın diye kelimeleri titizlikle yerli yerine koyuyorum. Nasıl-sa ölüyorum diye çalakalem yazacağımı düşün-mediniz değil mi? Bilakis, diğer yazılarıma göre daha çok okunacağını bildiğimden fazladan bir

özen içersindeyim. Endişeli değilim şimdilik. Bi-raz tuhaf. Son sekiz aydır belirli aralıklarla gün sayıyorum. Gerçi iş hedefini çoktan kaybetmiş bir haldeydi. Yaşantıma çeki düzen vereyim diye böyle bir yol bulmuştum. Muvaffak olamadım ve belki de işler daha kötüye gitti diyebilirim. Hiçbirinizin tahmin edemeyeceği kadar kötüye. Ekim ayının yirmidördünden beri bir ölüm me-rakı ve beklentisi beni gittikçe içine aldı. Bir kur-tuluş olarak düşünmüş olmalıyım. Rahatlatıcı, teselli edici bir yöntem. Fakat ilk bir ayın dışında pek işe yaramadı sanırım. Zira günleri hesaplar-ken bile baştaki ciddiyetimi muhafaza etmediği-min farkındaydım. Eğer ölmeseydim bir kitap yazacaktım evet. Tıpkı size söz verdiğim gibi. Hayatıma bir şekilde dahil olmuş herkesten bahsedecektim. Yazmaya başlamıştım üstelik. Az görmezseniz bir sayfa ka-dar yazdığımı size açıkyüreklilikle söyleyebilirim. Zaman içersinde not defterlerime sizlerle ilgili notlar alıyordum sürekli. Çoğu başka başka def-terlerde kötü bir el yazısı ile karalanmış şekilde-

“Şimdi bana hayatı yeniden yaşama şansı verseler ah Enzio! Aşık olur ve güneşin batışını seyrederdim sadece.” (Sicilya’lı bir mafya babasının arkadaşına yazdığı mektuptan)

SONNOT

Page 29: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 2 7

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

ler. Onları birleştirmek benim için zor olmayacak-tı ve çok eğlenecektim. Bana inanın. Ölmeseydim yazacaktım. Ama görüyorsunuz ya ölüyorum. Yapacağım ne çok şey varmış. Önümüzdeki sene iyi bir iş bulacaktım. Borçlarımı ödeyecek birikim yapacak ve araba alacaktım. İki yıl sonra da kitabımı basacak sizler için imzalayacaktım. Bazen yanımda kalem olmayacaktı. Sizi kalem arama telaşında bırakmaktan zevk alacaktım. Her zaman şu konuda kararsız kalmışımdır. İmza günlerinde her okuyucu için ayrı not mu yazılmalı yoksa standart bir kalıpia yetinerek mi imza atıl-malıdır. Herhalde üşengeçliğimi ve umursamazlı-ğımı göz önünde bulundurarak bir kalıp üzerinden gitmek işime gelirdi. Falanca Filanca’ya sevgiler-le. Tarih. İmza. Bunun gibi ciddi konularda kafa yorduğum için gün içersinde yapmam gereken bazı konuları ak-satabiliyorum. Ölmeseydim sarkık yanaklı bir sin-cap olan yiğenimle daha çok vakit geçirirdim. İşte bu ölmek için üzülmeye değer bir sebep. Biraz kendime gelmeye başlıyordum galiba. Birşeyler

yoluna girecek gibiydi. Tam anlamıyla umutsuz değildim yani. Düğünler nişanlar filan olacaktı. Katılacaktım elbette. Hepinizi ayrı ayrı tebrik edi-yorum sevgili arkadaşlarım. Ölmeseydim o mutlu günlerinizde ailemle birlikte sizi yalnız bırakmaz, gülücüklerimi asla esirgemezdim. Biraz daha va-kit olsaydı. Ki herşeyin en güzeli biraz daha zaman ayırabilmektir. Ölmek buna benzer sorunları be-raberinde getiriyor. Düşündüğünüz zaman bana hak vereceksiniz. Hayat devam ediyor fakat siz ya-şamıyorsunuz ve yapabileceğiniz bir şey yok. Can sıkıcı bir durum. Eğer ölmeseydim kitaplığımda duran bütün kitapları okuyacaktım. Onları süs olsun diye al-madık heralde. Değişik ülkeler görecektim. Hayal değil, öleceğim diye uydurmuyorum. Kafama koy-muştum. Yapacaktım işte. Herkesin kıyameti ken-di ölümü imiş. Rüyamda o sureyi görmeseydim. “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” Herşey bir yana yazacağım kitapta hayatımın normal, kendine has gidişatını bozan ve bozduk-tan sonra kendi yoluna kaçan bencil insanlara elbette her fırsatta yer verecektim. Onlardan inti-kam almak için ilgisi olmayan başka karakterlere bulaşacak, en güzel en iddialı cümleleri ben ku-racak, onlara ise göz açtırmayacaktım. Söyledik-lerim karşısında konuşmayı unutacaklardı. Her iki paragrafta bir onlara göndermeler savuracak, savunma yapmalarına fırsat vermeyecektim. En büyük arzumun bu olduğunu sizden saklayacak değilim. Yapamaz mıydım sanıyorsunuz. Hah! Tabi ki yapardım. Sadece biraz ölmeseydim. Şimdi öleceğim için üzülüyor sayılmam. Gerçi kendimi pek iyi hissetmediğim doğru ama zaten iyi olmanın iyi olduğu günlerde değiliz. Bundan sebep ortalığı velveleye verecek bir durum yok. Herkes ölür. Bazıları birden, bazıları yavaş yavaş. Bu biraz da sizi kimin öldürdüğüne bağlı. Bana gelince, ben kendiliğimden ölüyorum. Kimse üze-rine alınmasın. Öyle ya, hiçbirinizin ölü bir insanın arkasından vicdan azabı çekmesini istemem. Yine de bir son yazmak insanlara yakışmıyor. İnsanlara devam ettirmek yakışıyor. Bu şekilde alışıyoruz çünkü. Herşey devam edecekmiş gibi alışıyor ve bir son ile karşılaşınca bocalıyoruz. Hayır hayır ölerayak didaktik mesajlar verecek değilim. Artık yaşasaydım neler yapacağımı bili-yorsunuz. Hiç ölmeyeceğimiz bir gün karşılaşır-sak yeniden tanışmak isterim. Şimdi siz sağ olun benimse ruhum şâd. Yaptıklarım için yapmadıkla-rım için. Özür dilerim. Tarih. İmza.

Page 30: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA2 8

Halit Uysal fundamentadergi.com

S abahın kör olduğu bir vakitte uyanmışım. Kahvaltı için çok erken ama akşam yeme-ği için çok geç bir zaman dilimi. Yahya ve

Zeynep imama nazire yaparcasına vaktinden önce uyanmışlar. Onları tekrar uyutmak için mücadele eden eşim çilekeş. Bense çorabını kaybeden üni-versite öğrencisi edasıyla odalarda dolanıyorum ve ışıksızım. Ulan diyorum bu ara çok kilo aldım koşsam mı acaba. Spor ayakkabılarımı giymişim, artık eşofman olmasını dilediğim yandan cepli hardal renginde pantolonum ve beni Rocky Balboa moduna soka-cak kapşonlu eşofmanımı geçir-mişim üstüme, atıyorum kendimi sokağa. Hatun ardımdan sesleni-yor: ‘Gelirken fırından sıcak ek-mek al.’ O an anlıyorum ki türk kadını idealist erkeğin ardındaki kadın değil, zira ben zayıflamak için koşuya çıkıyorum, hatun bana sıcak ekmek ve muhtemel tereyağı zevkinde bahsediyor. Zifiri karanlık desem abartmış olurum. Hafiften hızlıya doğru koşma planları yapıyorum. Ulan diyorum bi de walkman olsaydı müzik çalsaydı iyi olurdu. İyice hızlanıyorum. Aklımda, yarın da koşarsam bir de ekmeği keser-sem göbeği eritirim, motivasyonu. Ben hızlandık-ça zihnim daha da ileriyi görüyor, göbeksiz halimi canlandırıyorum gözümde. Yüzümde çapkınca bir tebessüm. Sabah namazından dağılan cemaatle cami önünde kesişiyoruz. Aylardır para alamadı-ğı kiracısından dertli bir ihtiyara kulak kabartı-

yorum. Adamı dinlemek istiyorum ama hızımı da kesmek istemiyorum. Boş ver dercesine koşmaya devam ediyorum fakat ihtiyarın sabah namazına gelişinin, muhtemelen alamadığı kirasını Rabbine şikâyet etmek olduğu konusunda müthiş bir ön-yargıya varıyorum. Her zengin ihtiyara bir Raskal-nikov dadanmalı. Koşarak vardığım merkezdeki fırına sıcak ek-mek alma umuduyla dalıyorum. Köşede bir ihtiyar daha: Hayda ulan bu ihtiyarlık ne kötü bir şey yahu hepsi ayakta. Ben de mi ihtiyarım acaba fikriyle ilgili bir münakaşa halinde fırına dalıyorum. Sıcak ekmekten iki tane istiyorum. Geceden beri fırında kürek sallayan adamın yüzünde anlamsız bir ke-yifsizlik. Halbuki ne kadar da mutlu ediyor insan-ları. Geceleri uyumayıp bizlere sıcak ekmek yapan bu adama şehrin bir anahtarı varsa şayet, veril-meli. Taze ekmeği önce gazeteye sarıp sonra da poşete koyan adama teşekkür ederek dışarı çıkı-yorum. Az önceki ihtiyar hala orada. Dikkatle beni süzüyor. Hayırdır amca diyorum. Az yardım ediver de ekmekleri şurdaki el arabasına goyverek diyor. Sırtlanıyorum çuval dolusu ekmeği. Nüfus kala-balık herhalde latifesi yapıyorum. Heyaaa 3 tane inek var evde diyor. Tebessümle ayrılıyorum am-

canın yanından. Koşarak gittiğim yerlerden otobüsle dönüyorum. Kahvaltıya oturuyoruz. Kapı çalıyor. Sırf bu bakkal ve kapı muhabbeti yüzünden evin reisli-ğini 3 yaşındaki oğlum Yahya’ya bırakmayı düşünüyorum. Kapının ardında takım elbiseli iki tip. Yo-kuz şakası yapmak istiyorum ama buyurun, diyorum. Acele işimiz var Başkan seni bekliyor diyorlar. Sen kalk sabahın köründe ekmek almaya git ve daha bir lokma koy-madan kahvaltıyı terk et. Çoluk çocukla vedalaşıp ayrılıyorum. Yan binadan babam beni ke-siyor. Annemse balkondan dal-galanan bayrağın altında mutlu ve mesut bir yüzle beni okşuyor.

Arabalara binip Başkanın yanına varıyoruz. Bundan sonraki görevimin dışişlerinde oldu-ğunu ve mecliste yemin ederek bakan olacağımı söylüyor. Yüzüme bi s.ktir ifadesi konuyor. Kabul etmiyorum. Fakat çakal Başkan olayı anneme ve babama çoktan bildirmiş. Telefon üstüne telefon.

LosIng My RELIgION

Not:DeLi Mesaj içerir

Page 31: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 2 9

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Ulan diyorum bize yakışmaz. Annem sırtını devle-te daya olum kendini kurtar çoluk çocuk perişan moduna almış kendini. Babamsa, haliyle titreşim modunda. Aile baskısı sonucu milletvekili olmayı kabul ediyorum. Meclise çıkıp yemin edicem ama fetva almam gerekli. Zira ortada bi yemin var. Mustafa Hocamı arıyorum.-Hocam yemin etmem gerekiyor, ne diyorsunuz.-Önemli olan gönül kıblen evladım…-Yav iyi de hocam bunun anıtkabiri felan var.-Olsun evladım, hem peygamber efendimiz içi put doluyu Kabe’yi tavaf etmedi mi? Doğru mu Hamza?-Doğrudur hocam.-Yüksek sesle söyle Hamza, heykes duysun,-Doğru hocam.-Şimdi bu genç Müslümanlar gelip bizim vakfı-mızda bacak bacak üstüne atıp elinde tiwet…-Doğrudur.…

Eee kardeşim adamlar güngörmüş adamlar, zamanında siyaset meydanında devlete meydan okumuş adam. Diğeri desen zamanında bize res-mi ideolojiyi adam akıllı anlatmış adamdır. Her-halde bir bildikleri vardır diyorum. Ama yine de kesmiyor beni bu cevaplar. Kimi aramalıyım diyorum. Yeni Yavşak gazetesinden iş ilanları kısmından herhangi bir numarayı aramaya karar veriyorum fakat sayfaları karıştırırken Mu-rat abinin yazısına denk geliyorum. “Atatürk iyiy-di kardeşim, çevresi kötüydü mealinde bir yazı…” Ulan diyorum bu tipler İstiklal Mahkemelerinde ölen dedeleri yüzünden veryansın ettiler seneler-ce hayırdır bunların içine kim girmiş acaba diye merak ediyorum… Tecavüzcüsüne aşık gözlerle bakan tipler tanımlaması kime aitti acaba. Aklıma da muhteşem dayımdan başkası gelmiyor… İş ilanlarından herhangi bir numarayı çeviriyo-rum. Durumu güzelce izah ediyorum. Telefonun diğer ucunda ki şahıs dikkatle beni dinliyor. “Seni oraya biz getirdik indirmesini de biliriz” sloganıyla kapatıyor telefonu. Çaresiz bir şekilde mazbatamı almak üzere Meclise gidiyorum. Cebimde ekmek-ten artan paralar var. Ulan en kötü biri masaya gelir ona kitlerim şakasıyla menüyü istiyorum. Fiyatlar çok iyi, ego kart da varsa eğer burada ça-lışılır abi… Fakat asıl mesele şu, eğer kebap bu-rada 5 liraysa bizim lokantacı Kadir abi senelerce bize feslemiş… Tüm gece uykusuzluk çekiyorum. Yok lan bil-

diğiniz deli gibi uyumuşum. Sabah beni alıyorlar meclise gidiyorum. Takım elbisem Başkandan. Kapıda bir herifçioğlu. Tanıyorum ama çıkaramı-yorum. Google olsa da aratsam durumundayım. Yanına varıyorum, dikkatlice bakıyorum. Hass.ktir lan bu bizi başörtüsü eyleminde dövdüren emni-yet amiri.-Merhaba abi beni hatırladınız mı? Bir kere sizin çocuklardan çok feci dayak yemiştim.-Çıkaramadım.-Abi nasıl hatırlamazsın yahu. Hani sizin kızısınız da başörtülüymüş, bu işler böyle olmaz, okulunu-zu okuyun diye nasihat etmiştiniz.-Afferin bak tutmuşsun öğütlerimi.-Yok abi ben aile içi şiddetten dolayı buradayım.-Olsun beyefendi, bak bende aynı dertteyim…-Anlıyorum… İçerde milletvekili olmam için mücadele eden 300 küsür adam var. Sevildiğimi düşünüyorum bir an. İçim kıpır kıpır. Zaten böyle de mutlu de-ğilim bari çevremdekiler mutlu olsun ulan ya-lanıyla kandırmaya çalışıyorum kendimi. İçeri davet ediliyorum, yemin etmek üzere. Kürsüye çıkıyorum. Ulan bir sürü ölü ceylan görüyorum, koltuk olmuşlar. Yemin etmem gerekiyor. İmam Hatipten kalma bir alışkanlık akşamdan yazdı-ğım yemin metnini alıyorum elime. Kendi el ya-zımla. Zira bir kere yazmak on kere okumaktan eftaldir derdi babam. Es veriyorum mikrofona… Birden bir gitar sesi. Kıraç meclise gelmiş. O muhteşem sesiyle bağırı-yor: YEMİN ETME TUTAMAZSIN… Silkeleniyorum. Apar topar dışarı atıyorlar Kıraç’ı. Dert oluyor Kıraç’ın dedikleri. Duraksıyorum. Bari bi pencere felan olsa da baksam şöyle diyo-rum ama çaresizim. Herkes yüzüme bakıyor. Bil-diğiniz tedirginim. Bir yanım telefonlarıma cevap vermeyen eşim ve çocuklar. Ne derler acaba diyo-rum endişesi. Babalarının yeminlerinden sorum-lu olacakları fikri delirtmek üzere. Acaba diyorum dün akşam uyumak için izlediğim “Selvi Boylum Al Yazmalım” etkisi mi… Olmaz diyorum yapamıy-cam. Bir yandan Hatasız Kulmaz şarkısı acaba bizi şirke sürükler mi düşüncesi. Kafam bi dünya. Telefonumun çalmasını istiyorum. Bir şeyler söy-lemek gerek. Yemin metni önümde ama dilim var-mıyor. Birden kusursuzca ezbere bildiğim Fatiha suresini okuyuveriyorum. Cesaret geliyor: -Ulan ibnetörler bu meclis Fatiha ile açıldı Fa-tiha ile kapanmıştır!

Page 32: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA3 0

Talha Orhan fundamentadergi.com

Ani bir fren sesi duyulmadı. Kornalar da çal-mıyordu. Gözlerimin önünden geçen bir film şeridine de şahit olmamıştım. Demek şimdiye kadar duyduklarım palavraydı.

***

Şair iki saattir uyuyordu. Bu kaba sakallı es-mer adam uykuyu severdi. Onu rahatsız etmek istemiyordum. Sessizce elimdeki dergiyi karış-tırdım. O sırada dışarıdan sesler yükselmeye başladı. Cam açıktı. Şair rahatsız oldu. Birkaç kere sağına soluna döndü. Daha fazla sabrede-meyip uyandı.

“Bu koduğumun mahallesi hep böyle. İki dakika huzur vermezler insana. Yine kim bilir, kim kimin kuyruğuna bastı da ortalık karıştı!”

Kanepenin üzerinde doğruldu. Paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Onun sigara yakışını iz-lemeyi seviyordum. Kafasını hafif yatırır, ateşe doğru uzatırken ağzındaki sigarayı, açık havada olup olmaması fark etmezdi ateşe siper etmek için diğer elini. Bilirdi bunun hoşuma gittiğini. Sigara yakacağı zaman ona bakıp bakmadığımı

sürekli yoklardı.

Güzel şarkılar dinlerdi Şair. “Sakallarımın arasında, 17 yıldır içtiğim sigaraların dumanı ve dinlediğim şarkıların tınısı dolaşır” derdi. Sigarasının yarısına doğru kalkıp bir şarkı açtı. Sonra da gelip karşıma oturdu. Dergiyi kapatıp kenara koydum.

“Rusça öğrenmek istiyorum” dedi. Hiç bek-lemediğim bir şeydi. Rusça’dan bahis açmıştı. Ses çıkarmadım. “Dostoyevski’yi tekrar oku-mak için. Kendi dilinden okumanın ne kadar keyif vereceğini merak ediyorum. Evet 3-5 ki-tap okumak için bir dil öğrenmek istiyorum. Bir hazzı tam anlamıyla yaşamak için emek vermelisin.”

Daha önce böyle bir şey yapmadığımı fark ettim. Garip huyları vardı Şair’in. Bahis oyunla-rına kupon doldururdu ama hiç bir zaman ku-pona para yatırdığını görmedim. İyi takipçisiydi oyunların. İki üç tane tutan kuponu vardı. Kitap ayracı olarak kullanıyordu onları.

Sabahtan kalma bayat çayı ısıtıp birer bar-

ŞaİR’E ŞaİR DİYORDUk

BİZE aRaBaLaR ÇaRPıYORDU

Page 33: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 3 1

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

dak içtik. Ertesi gün tekrar uğrayacağımı söy-ledim, vedalaştık.

Çıktığımda hava yavaş yavaş kararıyordu. Sokağın sonuna kadar yürüyüp otobüse bine-cektim. Müthiş bir sessizlik vardı. Az önce ki kargaşa burada patlak vermemiş gibiydi. So-kak boştu. Bir anda ara sokaktan iki kişi çıktı ve karşıma dikildi. Sıkıntılı tipler oldukları belliy-di. Uzun boylu olan eliyle ver işareti yaparken “Para” dedi. Bir şey kullandıkları belliydi.

“Ne kadar paraya ihtiyacınız var” diye sordum.

“Ne kadar paran varsa” dedi kısa boylu olan.

“Yani sizin paraya ihtiyacınız yok, parama ihtiyacınız var öyle mi?” diye karşılık verdim.

“Uzatma dökül paraları” dedi Uzun. Sesini yükseltmişti. Durum ciddi bir hal almaya başladı.

Kaçsam kurtulurdum. Kafaları zaten kıyak-tı, yakalayamazlardı. Paraya değer vermezdim ama bu züppelere para kaptırmak istemiyor-dum. Kaçmadığım için kaybettiğim şeyler geldi aklıma. Güzel bir kızın cazibesinden kaçamayıp

kaybettiğim kendim, beni müthiş heyecanlan-dıran bir seyahatin hevesinden kaçamayıp kay-bettiğim işim, hırsımdan kaçamayıp kaybetti-ğim dostum. Hep kaçamayarak kaybetmiştim. Bu seferde kaçarak kaybedecektim ne kaybe-deceksem. Kararımı vermiştim.

Hızla ileriye atıldım ve var gücümle koşma-ya başladım. Ana caddeye varmıştım bile. Gelip gelmediklerini kontrol etmek için kafamı ar-kaya çevirdim ve bir anda müthiş bir boşlukta olduğumu fark ettim. Havalanmıştım. Yer çeki-mi yerle bir olmuş gibiydi. Etrafımdaki herşey slow motion bir hal almıştı. Kulağımda hafif bir çınlama vardı. Belki bir araba çarpmıştır.

O an aklımdan geçen şey; ani bir fren sesi duymadım. Kornalar da çalmıyordu. Gözleri-min önünden geçen bir film şeridine de şahit olmamıştım. Demek kazalar hakkında şimdi-ye kadar duyduklarım palavraydı.

Şair daha sonra ziyaretime geldiğinde şun-ları söyledi; “Ben sana gitme, bende kal diye-cektim. Keşke deseydim.”

Page 34: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA3 2

Fidel garzan fundamentadergi.com

Akasyanın dökülüşü yitip gitmesi kadarsa bırakın bütün martılar mavi söylesin uçurtmalara özlediğim kadınları hatırlatsın ay yalnızlığına kuyunun dibinde kalsın ağzım ağzımın içi eskimiş su sözcüklerin şiire akan acı yanını biliyorum, gördüm her özlem biraz miyop biraz kördür bense gözleri pabuç uçlarında omuzları alnında kalmış sağır bir noktayım çok uzak vahalardan geliyorum tüyü bitmemiş develerden bir yel esintisi ile dolu vahalar ben vahalarda gezinen küçük kara bir akrebim sarnıçların kollarından su yanından toprak yanından geliyorum örttün beni ben ıssız vahalarda dolaşan küçük kara bir akrebim diş minelerinde akar soyum

körüm, sağarım ellerim ve ayaklarım var yalnız dervişlerin ısırdıgı kızıl bir elma kadarım bir şiir var zehrimin tükürüğünde salyam kadim zamanlardan kalma kadim cografyalarin yaralı oğluhani her şair biraz yabancıdır ya kendine; bende de biraz ölmek kalmış kurtlu soğan kokulu ağızlar kalmış göğsümde hurma çekirdeği yanım var biraz biraz yitik ve biraz da şiir oysa ikindi ezanı okunmadan bir ölüyü yıkadım, gözleri yoktu, kaybolmuşlardı som paralar bıraktım gözlerinin içine gözleri yoktu kimseler yoktu ağıtlar vardı topuklarımda ben koştukca koşan ardıma baktım, alın çizgilerime kimseler yoktu olsun bedevi yanım kalsın sadece avuçlarınızda saklayın beni

Page 35: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 3 3

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

çöl yorgunu şiirler düşlüyor küçük kara ellerim hörgüçlerde, kaktüs içlerinde kurumuştu su, ölmüştü yemiştim, duymuştum şiirlerim oldu çöl güllerinden örme tel sepetlerden dili iltihaplı kara bir akrebim bir çocuğa bıraktım kaşlarımı, geldim kaşlarımin büyüdüğü her yer kiraz dolusu sivilce bedevi yanımı bırakıyorum size yaşlı bir karga kadar akrebim bu günlerde, fazlasız neydi o günler değil mi? her susuş da konuşma yalnızlığı olan günler yüzyılların çınarlara devrildiği günler fahişelerin saygı gördüğü günler elbet görürler elbet akreplerde sarımsak yer şarap içer kumullarda güneşe verirler saçlarını

ışte uzun saçlarımla geliyorum size sakallarımda envai papatyalar ve çok sevdiğim heykellerle biliyorum elbet ötesiyım herşeyin tanrım bu yakarışı duy, bil ve mecal ver bastığım toprağa tabanlarim yırtılmasın damarlarımdan ıslak, yokuş aşağı patikalar kadar kalayım bir feza boşluğu kadar, kalkan bir midenin kaymak tutması kadarım dilsiz ve sağırım sek sütüm kadınların göğüslerinde kemirgen bir hayvanın dişleri var etimde etimle sayıyorum izdusume geçen saatleri gölgem bir devin gövdesini yıkar taş, ejderha, kadın; turkuaz elbiseler içinde iskelet, akrep, çocuk; kirpik uçlarımda ben vahalarda gezinen küçük kara bir akrebim öldürün beni.

Page 36: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

uykular geceyi ne zaman kaçırmış horultudan bir yılan sokulmuş bedenlere uykum yok tadım yok nereye baksam köpeklerin dişlediği bir tutam yalnızlık hangi dağa koşsam yıldızların oyununa sokulan bir serinlik kulağım incelmiş fısıltısını duyuyorum gecenin az önce varlığının gölgesi geçti içimden savaş gümbürtüsüyle böyle mi yaşar herkes hayatı öyle mi eller yalnızlığı çiğnedim birazdan nehirlere yol verdim gözümden altmış kiloluk kuşkuyu yükledim ayaklarıma ve yünden bataklığa uzandım yün göğü çektim üzerime bir yatağın rüyasına daldım

Hayatı Ellememe Dair

FUNDAMENTA3 4

Mahmut Özkızıl fundamentadergi.com

Page 37: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 3 5

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

sabah arsız bir çocuk gibi çaldı kapımı baktım bahar güneşler dağıtıyor kızlara

çocuk sesinden bahçeler etrafımda kırlangıçlar

koca taş nefsimi yuvarladım sundurmasından evin

yolları ezdim arabaları sinemaları deldim lokantaları

gün ansızın bıraktı taşı baktım ay yine aynı ay

uzak ve umursamaz göklerin aynasında peki nerede hayat

ben nerede başlıyorum ruhumun durduğu yer neresi

nefes aldığımda nefesi düşünmüyorum gözlerimi duvarlara salıyorum

bomboş tavana yüzümü çevreleyen havaya damıtıyorum

ruhumun anahtarını bedenimin kuyusuna atıyorum

öyle mi yaşar herkes hayatı böyle mi eller....

Page 38: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA3 6

Fatma Zehra Çelik fundamentadergi.com

H uzur Sokağı’nın ekrana uyarlanacağını du-yunca ilgimi çekti. Yıllar önce okuduğum kitabı tekrar aldım elime. Yazarın gözün-

den Huzur Sokağı’nın nasıl göründüğünü yeni-den keşfettim. Kendine özgü değerleri olan hat-ta zaman zaman bunun dışında kalan hayatları dışlayan bir roman Huzur Sokağı. Kahramanlar son derece keskin uçlardan karakterler. Yaza-rın çizdiği sokak ‘fazilet, asalet ve şecaat ortağı; kalpleri birbiri için çarpan fertlerden müteşekkil sarsılmaz bir aile ocağı’ Manevi hassasiyetleri yüksek bir genç olan Bilal etrafında şekillenen romanda iyi karakterler son derece iyi, kötü ka-rakterler de son derece kötücül olarak işlenmiş.

Kabul edelim ya da etmeyelim kitabın kendine özgü bir dili, duruşu ve samimiyeti var. Peki ek-rana bu ne kadar yansıtıldı? Kitap diziye uyarlanıp yayınlanmaya başlayın-ca izlemeye başladım. Dizinin senaristleri, kitap-taki ilk vurucu sahne olan Feyza ile Bilal’in kar-şılaşma anını yeniden şekillendirerek ekranların klişe sahnelerinin en kötü örneği haline getir-meyi başardılar. Huzur Sokağı’nın ağırbaşlı dindar ve hatta mu-taassıp delikanlısı Bilal, ekrana modern (!) bir müslüman genç olarak yansıdı. Kitapta üzerinde durulan konular senaristlerin pek ilgisini çekmemiş olacak ki karakterleri aynı

'EkranaYansımayan

Huzur Sokağı'

Page 39: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 3 7

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

kalmak suretiyle yeni bir hikaye kurdular. Ve bu hikaye entrika, komplo ve karşılıksız aşk klişesi ile yeniden yoğrularak karşımıza çıkarıldı. Oysa kitap aslına uygun olarak senaryolaştırılsaydı bence çok daha fazla izlenirdi. Kitapta üzerinde durulmayan bir karakter olan Şükran ekranda çok büyük bir sorumluluk üst-lenmiş. Hem başörtülü bir genç kız olarak var olmanın zorluklarını kısmen aktarıyor hem de karşılıksız bir aşkın pençesinde kıvranıyor. Diziyi kotarıp sezon finaline getirmek en çok da Şükran karakterinin başarısı. Çünkü bildiğimiz gibi seyir-ci, dizilerde ne kadar acı yaşanırsa o oranda ekra-na kilitleniyor.

Kitapta zaman zaman sertleşen üslup senaryo-da kendine yer bulamamış. Yazarın kalemi olduk-ça keskinken senaryoda naif bir esinti süregeliyor. Kitabın hangi amaçla yazıldığı kimi çevrelerce tar-tışılabilir ancak en nihayetinde dili bellidir. Üslu-buyla yıllardır varlığını koruyan bir eserdir ‘Huzur Sokağı’. Ancak benim merak ettiğim hangi amaç-la dizileştirildiği? Aslına bağlı kalınarak revize edilmesine ya da yeni bir bakışla senaryolaştırılmasına itirazım olmazdı. Ancak burada bana sorarsanız bir tah-rif söz konusu. Senaristler kitabı tutucu bulmuş olacaklar ki modernize etme yoluna gidilmiş. Çoğu romanın başına geldiği gibi bu moderni-

zasyon Huzur Sokağının da kimyasını bozmuş. Keskin uçları törpülenirken şekli bozulmuş, as-lından uzaklaşmış. ‘Ne izlenir?’ sorusunun cevabı olarak kur-gulanmış ve yıllardır defaatle seyirciye yedirilen dizilerden hiçbir farkı kalmayacak şekilde tak-dim edilmiş Huzur Sokağı. Oysa yeni bir pers-pektifle Türk dizi tarihine çağ atlatabilecek bir

proje olabilirdi. Hakkını teslim etmek gerek ki Huzur Sokağı belli bir kesimin sahiplendiği önemli gördüğü bir kitaptır. Ekranlarda tahrif edilmeden kendine yer bulabilseydi hem çok daha geniş kitlelere ulaşa-bilir hem de verilen bunca emek boşa gitmezdi.

Page 40: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

g ünümüzde “Kentsel dönü-şüm projesi” kapsamında ülke çapında bir şehirleşme

hareketi başlamıştır. En küçük il-çelerden en büyük illere kadar yayılan bu betonlaşma sürecinde, yeşil alanlar hızla azalmakta ve suyun toprağa teması gerçekleş-memektedir. Medyanın yeni gün-demi “çılgın proje” örnekleri, daha çok batılı mimarların etkisiyle oluşturulmaktadır. Kibrit kutuları gibi gri, soğuk, sevimsiz, ve iç sıkıcı olan bu yapıların İslam mimarisiy-le hiçbir şekilde uyuşmamaktadır.Çağımızda özellikle beton kulla-

nımı, oldukça maddileştirilerek yüceltilmiştir. Halbuki eşyaya yerli yerinde değer veren İslam anla-yışında; doğal taş ve ahşap mal-zemeleri, uyum içinde birbirlerini tamamlamaktadır. Suni çim örtüleri ve acayip şe-killer verilerek budanmış ağaçlar, şehre yapaylık verdiği gibi şehrin insanını da yapaylaştırmıştır. Evle-

rimizin küçük pencerelerin-den veya bilgisayar ekranın-daki belgeselden izleyerek doğayı tefekkür etmemiz ne-redeyse imkansızlaşmıştır. Allah’ın ayetlerini tefekkür

edemeyişimizin nedeni; topraktan uzaklaşıp, dikey olarak göğe yük-selen gökdelenlerdeki yaşantıları-mızdır. Bu yapılaşma bizi doğadan git-gide uzaklaştırmakta, insanoğlunu hem yalnızlaşmasını hem de in-sandan kopararak komşuluk kül-türünü sıfıra indirilmesine neden olmuştur. Artık çocuklarımız ne bitki ne de kuş cinslerinin adını bil-mekte veya seslerini duymakta… İşte… “Oku” ayetiyle başlayan insanın Rabbiyle bağlantısı, iki ila-hi kitabın; Kainat kitabı ile Kuran’ın nasıl buluştuğunun açık delilidir.

BETONLAŞMA VE İSLAM MİMARİSİ ÜZERİNE…

İnsanın var olmasıyla mekan ihtiyacı da başlamıştır. . İnsan barınmak, yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekân ihtiyacı duyar ve bu mekânı kendine özgü kültürel, fonksiyonel, teknik ve farklı zevklerde donatır.

FUNDAMENTA3 8

Meral Özbulur fundamentadergi.com

Page 41: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Kuran’da adı geçen birçok bitki hay-van cinslerinden de anlaşılacağı gibi “mekanların dili” önemlidir. İslam medeniyeti yüreklere huzu-ru taşır ve yaşanılan şehirler de bu huzurdan nasibini alırlar. Tabiat ise yeşili, bağı, bahçesiyle doğayla iç içe olmalıdır şehir dokusunda.Ve tüm doğallılıyla, şehirde bir endam oluş-turmalıdır. Caddeler, kaldırımlar ve sokaklar; ağaçlar ve çiçeklerle do-natılıp, şehre temiz havayı taşırken, güzellikleriyle ruhları okşamalıdır. İnsanın varoluşunun bir parçası olan estetik duygusunu fıtratından alma-dıkça kendisini ve tabiatı güzelleş-tirme adına daha çok aslından uzak-laştıracaktır. Allah Resulü ‘de her şeyden önce iyi bir gözlemciydi. Her şeye ibret nazarıyla bakmıştır. O’nun suskun-luğu, gözlemlediği tüm güzellikleri tefekkür makamında izlemesidir bir bakıma… Zira gözüyle görüp kalbiy-le aklettiği her şey, O’nu(c.c) bildir-mektedir. Mesela sahabeler O’nun mehtaplı bir gecede gökyüzünü dik-katle seyrettiğini bize bildirir. Onun hayatının hatırasını bize taşıyan ha-dis ve siyer kitapları içerisinde yol

alırken, birçok nice örnekler birbi-rine eklenir ve gerçeği zihnimizde pekiştirir; Peygamberimiz her şey-den önce, dikkatli bir gözlemcidir ve özellikle doğayla olan bağlantısında. Ve bize, bir şeyi daha öğretir: günde-lik hayatın sıradan akışına Nebi’nin baktığı gibi bakıp, her şeyden bir ders ve ibret çıkarabilmeyi. Bunun içinde tabiatla olan bağlantımızı kuvvetlendirmeliyiz. Suyu tatlı, hurmalarının gölgesi serin, toprağı çiçeklerle tanzim edil-

miş bir bahçe de, çoğu zaman Pey-gamberin tefekkür mekanı olmuş-tur. O bir istirahat ihtiyacı, mahlukatı temaşa edip, sessizce düşünme iştiyakı hissettikçe, sık sık bahçele-re gider. Bu bahçe Rabbinin kudret mucizesi ağaçları, otları ile Nebi’nin seyrangahıdır. Nice nice gün, bu bahçe içindeki mahlukatı seyreder, rüzgarın sesini, kuşların şakıması-nı dinlerdi. Bu seyr ve gezinti içinde, dünya ve içindekiler, mülk ve me-lekut, şu dünya hayatı ve asıl olan ahiret yurdu üzerine düşünürdü.Bu amaçla tabiatı varedene nasıl şük-redeceğimizi de öğretmiştir. Kısacası; “Medeniyet ve Mimari”yi öz kültürümüz ve vahiy eksenli bir tasavvurla buluşturmamız gerek-mektedir. 1Nihayetinde insanın ta-biatına uygun olan mimari, onu ilahi olana yaklaştıran ve doğal yapısına uygun olan kendi medeniyetinin mi-marisidir… Bunun için birkaç çözüm önerisiyle yazımızı sonlandıralım;Her apartmanın önüne birkaç ağaç dikme zorunluluğunun olması, her balkonda çiçek yetiştirilmesi, köprü korkulukları veya bina cephelerinde sarmaşıkların olması, binaların ren-garenk boyanarak düşük katlı ve ay-rık nizam olarak tekdüzelikten kur-tarılması (elektrik trafolarının Türk Kültürünün izlerini taşıyan, eski ev-leri anımsatan görünümlerde deko-re edilip, boyanması uygulamasında olduğu gibi)…vs.

FUNDAMENTA 3 9

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Page 42: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

S evgili editörümüz - bana konu başlığını ver-diği zaman şöyle bir düşündüm. Korsancılık üzerine ne yazabilirdim

Zira "korsan" kelimesinin bende ilk uyandırdığı İntiba - kişi - olay -şekil- sembol artık ne ise - korsan kaptan jack sparrowdu.Lakin benim anlatmakla mükellef olduğum konu-nun bununla pek alakası olmadığı gibi 3 bin yıllık korsancılık tarihinide anlatmam pek olası değil.Siyah inciye sahip değilim, korsan göz bandım yok, ayağımın bir tanesi tahtadan değil ve kanca,peter pan de kaldı.. Kuru kafa bir flamam/ bayrağım dahi olmadığına göre - tek deniz seferimin boğaz turu olduğunu da düşünürsek, konu hayalvari bir şekil alır - ki - zih-nim buna pek müsait- çok münsaip olmaz. Kaptan jack Sparrowa zaafım var zira..Ne yapsa mübah der geçerim.Şöyle yapalım o vakit ,zaman yolcuğu yapalım ve rotamızı 1493 'e çevirelimBu zamana gelmemizin sebebi , sizi Hartmann Schedel ile tanıştırmak..Alman uyruklu bir tıp doktoru olan Schedel, Gün-lükler adlı eserin yazarı, hatta bu eserin içinde İstanbul'un ilk basılan resimlerini görmeniz dahi mümkün... Schedel'i özel kılan ise dünyadaki ilk ba-sılan korsan kitabın ona ait olması. Yazmış olduğu eserin ilgi görmesi üzerine zamanın yayıncısı Johann Schönsperger kolları sıvar ve tam 4 yıl sonra kitabın korsan baskısını piyasaya sürer. Orijinalinden ebat olarak daha kucuk olan bu eser, koleksiyoncuların da ilgisini çeker. Zira korsan kitap- el yazması olma-dığı gibi nadir de bulunduğundan raflarda yerini alır.Schedel, kitabının taklidini görünce nasıl tepki verdi,ne yaptı - hukuksal bir savaşa girip KORSAN YAYINA HAYIR mücadelesi verdi mi bilmiyorum.. Ama hersey böyle başladı işte..Rotamızı 1497 den( ilk korsan baskı) 2013'e çevir-

diğimizde 516 yıl sonra korsancılığın nasıl seyir aldığına bakacak olursak - durum pek içacı değil.Korsan kitap-korsan cd-korsan taksi-korsan ha-yatlar vs..Bu başlıklar üzerinden beyin fırtınası yaptığımda benim aklıma ilk gelenler;Yarı yarıya indirilmiş fiyatlar - geliri dar olanların sığınak mekanları, çıkar sağlayanlar-ekmek para-sı peşinde koşmak için her yol mübahtır diyenler, emek hırsızlığı, ahlaki tutarısızlıklar, piyasada yer edinme çabaları,eleştirenler, haklı bulanlar,- e ne yapalım diyenler ? Para babalarının koymuş olduğu sınırları delip geçmek isteyenlerYüksek tabanlıların - alçak tabanlılarla savaşı, Ça-lınan sözler, çalınan hayatlar, çalınan nefeslerJan valjan misali - ekmek çal - karnını doyur Kitap çal - ruhunu doyur ...Vesaire vesaire vesaire ..516 yıl sonra gelinen noktada sanmıyorum artık mesela korsan kitap koleksiyoncusu olsun. Orji-nalini bulmak dahi mesele iken..Fakat şunları da göz ardı etmemek gerek..Yayın evleri dahi masraftan kaçmak için ( telif hak-kı) kendi bünyelerinde korsan kitap basıyorsa, hal-kın - %50 daha ucuz olan korsan kitapları alması kaçınılmaz. Ayrıca hangisi korsan hangisi değil ayırt edemiyorsunuz bile..Yazarın emeği var yazmak kolay değil davasında sonuna kadar haklı iken,Öte yandan kitaplar ciddi pahalı okuyucu da haklı, durumu hasıl oluyor.Bundan bir kaç sene evvel kitap fuarında Cahit Koytak'ın şiir kitabını almak istediğimde dudağım uçuklamıştı. Neden bu kadar pahalı sorusuna al-dığım cevap - kitap kapağının farklı oluşuydu.Kapak sizde kalsın zira ben içeriği ile ilgileniyorum

FUNDAMENTA4 0

Betül Ensari fundamentadergi.com

korSanYaSaYanlar

Page 43: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 4 1

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Jack: Korsan kuralı; geride kalan

her kimse arkada bırakılır.

en son kaça olur dediğimde.Bana kapıyı göstermişti.Fazla didişmeden kitabı almıştım ama içimede oturmuştu. Kapağın ağırlığı ile ancak manken yürüyüşü yapa-bilirdim ve bu da bana pek birşey kazandırmazdı.. Lakin Demem o ki, alma gücüm olduğu halde ben mızmızlanıyorsam alıcı gücü olmayıp korsan kitap alanları kınamak da haddim olmasa gerek..Yine mesela korsan taksicilik ?Ensesi yağlı insanların elinde tuttuğu bir alan-çok yüksek plaka fiyatları-sektörü elinde tutma..Öte yandan;Geçim sıkıntısı var olan bir adamın elinde bir külüs-türü de varsa ekmek parası için araya kaynaması...Yeşilköy'den Çamlıcaya gidin mesela , hangi taksi sizi kaça götürüyor. Ucuz etin yahnisi yavan olur amenna ama cebim-de ki para da mitoz olarak bölünüp kendi kendi-ne çoğalmıyor ki ?Hava bile kutularda parayla satılıyor artık..Yanlış anlaşılma olmasın korsancılğı savunmuyorum. bununda bir sistem sorunu olduğunu söylemeye çalışıyor bir taraf seçemiyorum.Bunlar bilmediğimiz konular değil elbette, üzerinde çokça da tartışılır edilir ama pek bir yere varılmaz gibi geliyor bana.. Sistemin değişmesi farz zira.Korsanlıktan yola çıktığımızda , korsan hayatlar çok daha ilgimi çekiyor mesela..Yarı korsan olan kendimi düşünüyorumKendimden başka vakıf olduğum bir konu henüz yok çunku. Kendim derken-kendimi kastetmiyorum-direk özü-me iniyorumToprağıma-su ile birleşmeme-balçıkla sıvanma-ma-ateşten geçirilmemeÜflenilmiş bir ruhla TemayülleşipÖnce insan olan ben'e iniyorumBenim korsanlığım kardeşimin hayatını çalıp onu öldürmekten geçiyor zira. İşte bu yuzden bir yanım

Habil iken, bir yanım,hayatımın bir kısmını isteyen Kabillikten geçiyor ..Korsan bir hayat yaşamamın tek sebebi bu, Ben olmak. Başka türlü varlığımı sürdürmem pek olası değil. Kolay olanı seçen tarafım ben. Velek ki dunya kurulmuş zıtlık üzerine  Zor olanı seçmek benim neyime .. Bir avuç insan olup dirilişe katkıda bulunmak yerine Kolay olanı seçip tutunmakKısa yoldan BEN olmaktan geçiyor çünkü.Bu minvalde korsanlık bir tık daha evrimleşipKorsan=bende varım demek bir neviVe fakat gerçek olan şu ki ,Korsanca nefes alanların ömrü uzun vadeli olmuyor,Normal dışı hücresel çoğalma Nasıl ki insanı hasta ediyor ve mutasyona sebep oluyorKorsan hayatlar da böyle işte İçten içe çürüdüğünüzün farkında olamıyorsunuz..Ve hayatı korsan belleyip, yaş almaya devam edi-yorsunuzKorsan jack Sparrow un ilk söylediği Korsan kurallarından bir olan Arkada bırakmak meselenin özünü temsil ediyor benim nazarımda..Örneklere baktığınızda arkada kalan hep birileri oluyor.İlerlemek ve tutunmak içinde arkada olanların üze-rine basıp geçmemiz gerekiyorBunu bazen bile isteye bazen de mecbur kaldığımız için yapıyoruzBu yüzden bir taraf olamıyor bir tarafı diğer taraf-tan çok daha haklı bulamıyorum..Bundan olsa gerek kaptanın hangi taraftasın soru-suna verdiği cevabı pek manidar buluyorum- hangi taraftasın ?Şu anda mı ?

(Karayip Korsanları )

Will: En kötüsü olursa uygulanacak kural nedir?

Page 44: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA4 2

A. Kübra Bekar fundamentadergi.com

B ir Ayrılık”, 2011 İran filmi. Yönetmeni ve senaristi Asghar Farhadi. Filmin esas adamları ( adam kelimesi sadece erkek-

ler için kullanılan bir tabir değildir ) Nadir ro-lüyle Peyman Moadi ve Simin rolüyle Leila Ha-tami. Bu çiftin delikanlı bir de kızları var: Ter-meh. Filmin konusu bu çiftin boşanma durumu ve İngilizce öğretmeni olan Simin’in ülkeyi terk etmek istemesi; bir bankada, orta düzey bir işte çalışan Nadir’in ise bu durum karşısındaki tavrı, Alzheimer hastası olan babasını bırakmak iste-memesi ve arada kalan Termeh… Simin’in ülke-yi terk etmek istemesinin sebebi anlaşılamıyor gibi görünüyor lakin filmin bütününe eleştirel bir bakışla bakacak olursak, ülkeyi terk etmek istemesinin sebebinin kadınların toplumdaki konumu ve önemi olduğunu anlarız.

Film, bizi boşanma sahnesiyle karşılar. Na-dir ve Simin uzun bir süre tartışırlar fakat bir sonuç elde edemeden evlerine dönmek zorunda kalırlar. Simin, ülkesini terk etmekte kararlıdır. Giysilerini sığdırmaya çalışır bavuluna, hayatını,

yaşadıklarını da sığdırmaya çalışırcasına. Nadir ise Alzheimer hastası olan babasına bir bakı-cı tutar. Maddi durumları buna kadirdir. Bakıcı olarak Razieh adında bir bayan gelir ve bakıcı-lığını üstlenir. Kendisi hamiledir ve fakat bunu eşine söylememiştir. Söylerse çalışamayacaktır ve bu ailenin paraya ihtiyacı vardır. Simin evden ayrıldıktan sonra Nadir, kızı Termeh ile zaman geçirmektedir. Okula onu kendisi bırakır ve bu esnada da yaşadıkları olaylar karşısında kızı-na hakkını hiçbir daim yedirmemesi gerektiğini vurgulayan davranışlarda bulunur.

Öte yandan Razieh, dini bir hassasiyetten mütevellit bakıcılıktan vazgeçmiş ve kendisinin yerine eşinin gelmesini rica etmiştir. Nadir ise çaresizlik içindedir ve bu duruma razı olmuştur. Son gününde bir ihmal sonucu Nadir ile tartışan Razieh hırsızlıkla da suçlanmıştır ve Nadir ta-rafından kovulmuştur. Fakat Razieh bu durumu kabullenememiş ve zorla Nadir ile konuşmaya çalışmıştır. Nadir’in sabrı taşmış ve nihayetin-de Razieh’i iterek merdivenlerden düşürmüştür.

AYRILIKBİR

Page 45: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Merdivenlerden düşen Razieh çocuğunu kaybet-miştir ve bundan Nadir’i sorumlu tutmaktadır. Eşine olanları anlatan Razieh, Nadir’e yüklü bir tazminat davası açmıştır. Bu dava mahkemeye taşınınca Nadir ve kızı Termeh arasında bir gü-ven problemi yasanmıştır. Bu da ailenin ayrılığı-nın nelere mal olabileceğinin göstergesidir.

Tazminat davası mahkemeye intikal edin-ce Nadir’in tazminatı ödemesi için Simin ona yardımcı olmaya çalışır fakat Nadir bunu ka-bul etmez çünkü kendini haklı görür ve nitekim senarist de Nadir’i haklı çıkarmaktadır. Çünkü Razieh, Nadir’in onu merdivenden aşağı itip düşürmesinden önce kendisine bir arabanın çarptığını ve bu kazadan sonra zaten bebeğini hareketsiz hissettiğini itiraf etmiştir. Bu konuda emin değildir fakat tereddüdü vardır.

Film, Termeh’nin annesiyle yahut babasıy-la yaşayacağına dair verdiği kararla son bulur. Bu karar filmde açıklanmaz, bir muamma ola-rak kalır. (Babasını seçme ihtimali kanaatimce daha yüksektir.)

Film, Nadir ile Simin’in ayrılığından ziyade herhangi bir ailenin boşanma sürecini ve bir ay-rılığın o ailede oluşturduğu psikolojik sorunları anlatmaktadır. Nadir, kendini her zaman haklı bulan bir insandır. Babasını terk etmek isteme-yen fedakar bir evlattır. Simin ise ülkesini terk etmek isteyen, bulunduğu şartlardan memnun olmayan ve kızını da bu şartlara mahkum etmek istemeyen bir annedir. Her iki taraf da kendine göre haklıdır ve fakat böylesi bir durumda ya-pılması gerekenler Nadir’in davranışlarını haklı çıkarmaktadır. Nadir babasını düşünür; Simin ise kızının hayatını… Termeh’ye gelince… Zeki, her şeyin farkında olan, üzülen ama belli etme-yen bir genç kız… Razieh ise atacağı her adımı dini fetvalara göre atan dindar bir kadındır.

Oyuncular yaşanması muhtemel bir olayı çok gerçekçi oynamışlar, duygularını samimi bir şe-kilde hissettirmişlerdir. Dikkatimi çeken nokta, İran toplumunun gerçekleri… Simin, muhteme-len, kadının toplumdaki yerini benimseyemedi-ğinden dolayı ülkeyi terk etmek istemiştir. Öte yandan filmde kadınlar ve çocuklar devamlı ka-panmak zorunda kalmışlardır. Razieh hasta ba-kıcılığı yapmadan önce bir hocadan fetva almak durumunda kalmıştır. Göze çarpan diğer bir nok-ta ise şu: Filmin isminin tam tercümesi “Nadir ve Simin, Bir Ayrılık”. Fakat bazı sinemalarda sadece “Bir Ayrılık” olarak gösterime sunulmuş. Buradan bir izlenim doğar ki o da şudur: Film sadece Nadir ve Simin’in ayrılığından bahsetmi-yor. Filmin birçok sahnesinde insanlar arasında hep bir ayrılık söz konusudur. Razieh’nin eşiyle, Termeh’nin annesi ve babasıyla ayrıldığı nokta-lar ve daha göremediklerim…

Bir Ayrılık 61. Film Festivali’nde en iyi film dalında Altın Ayı ve en iyi aktör ile en iyi aktris dallarında Gümüş Ayı kazanmış. Altın Ayı ka-zanan ilk İran filmi olma özelliğine sahip. 2012 Akademi Ödülleri’nde en iyi yabancı film seçil-mesi de filmin diğer niteliği. İran sinemasından kötü bir film bekleyemezdim zaten. Ne diyelim, Allah mübarek etsin.

FUNDAMENTA 4 3

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Page 46: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA4 4

Halim Bekar fundamentadergi.com

Page 47: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Y üzüne yakınken deyiverecekmiş gibi duran her alfabetik sırayı, ya-zarak aktaracağız. Dinimizden, dilimizden çok çektik. Ört bizi Asu-man!

Varmanın doyumsuzluğuna eriştik. Zikren katılmadıklarımızdan nasihat-ler, beddualar ve hevenklerimizde heveslerle ayrıldık. Vardık varmaya...Sonra Asuman, dinlendik. Aba altından ne gösterirlerse o yöne gittik. Ir-maklarıyla yıkanmış derelerin ve soyut düşüncelerin uzağında kana kana hislendik.Tanışmadığımız sokaklarda aralarda kaldık. Taraf tuttuklarımız hep ya-rım ağız, darmadağın burun. Skorda eşitlenemedik. Kaybedenlerden ol-mayın diyenlere kayın, bacı düz gittik.Derken; bitlendik saçlarımızdan, diplerine kadar. Az övündük sohbetler-de. Yediğimiz dayakları hesapta yokmuş gibi anlattık. Sanki o ara herkes filmin kötü şakasına dalmış da biz daha ciddi bir filmde, hem de saçları-mız ortadan yarık, kimine tekme kimine “şehadet getir köpek!” Açtık; acıktık. Yerli malı kavgasını vermiş bir milletin tosun büyüten ev-latlarıydık. Milli mücadeleden çıktık. Az guruldadık. Su verenimizden tuz istedik. Koktuk Asuman.Karın üşüdüğü yollarda, karnımızı tuta tuta ayak izine geldik. Eksik bö-lündük dört işlemden, sonra toplanmayalım diye o güzelim ağaçlarıyla ünlü yolda; çıkarıldık. Ve sümüğüyle beslenen çocuklara amatörce bak-tık. Çekmedik Asuman.Mahallenin ortasından geçtik. Yol verenimizden hayır dua işitmedik.  Biz-de namuslarına göz diktik, emekliye ayrılsın diye kahvehaneye gönderi-len her esnafı, memuru, köylüyü, bombaladık. İsyanı tövbe sandılar Asu-man; haşa demeyi...Hap aldık, teneşircilere tere sattık; pansuman gerek dediler, yara açtık. Kız aldık, gelin verdik; mezhep kavgalarında cimbomu tuttuk. Bizi politik sandılar Asuman.“İnsan Nüsha-i camiadır” derdi Taşköprülüzade. Okuyunca adam olduk. Bizimle iftihar edenlerle oruç tuttuk, sahur bozduk. Niyetlendik namus-suz olduk Asuman.Teni uzak ülkelerden giriş yapmış insanlarla nataşalaştık. Kendi çocuk-larımızı iplere doladık; olmadı yaktık, failleri meçhule çevirdik. İmanımızı gevredik, egemenin ayağına serdik Asuman!Yer yer kötü şiirleri dört bir koldan ezberledik. Her milli bayram arife-sinde adet geçirdik, göndere çekildik. Sarı saçlılar, gözler maviler, ben yatamlar, sen kalk amalar... Zekiydik, çeviktik; osurduk Asuman.

FUNDAMENTA 4 5

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

Page 48: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Gündem buysa.. hariçten gazel okumaya devam. (anonim)

FUNDAMENTA4 6

M. Melikşah Polat fundamentadergi.com

Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. Develer tellal iken, keçiler berber iken, bir memleketin birinde “Nadro-ca” adında bir adam varmış. Adamın da bir bölük talebesi varmış. Hepsi de aynıymış. Lâkin ne hikmetmiş ki, bu talebelerin derûnundan çok civanmert, alicenap, aykırı, münafık, mütenâkız bir talebe vesile kapılarını ardına kadar arala-yıp durmuş. Nihâyetinde neşvü nema bulup da aşikâr olmasınmıymış! İşbu aykırı talebemiz her gecenin yarısında, uykusunun sadakası ol-sun için uyanıp ayılırmış. Teheccüd namazının kaide-i âhirinde Rabbenâ dualarının akabinde, dua kapsamı alanında bir lakırdı eder dururmuş. Bilâhare fem-i muhsininden biteviye bir pırıltı gibi hayırlı mı bereketli nice nice dualar dökülüverirmiş: “Bu gezegeni doğu ve batı diye ikiye ayıranların Allah belasını versin!”

***Meçhul râvilerin rivâyeti odur ki, bu duanın ilk olarak hangi tarih fasıla-sında söylenip de meşhur hâle geldi-ği tam olarak bilinemiyormuş. Bunu kestirebilmek, zaten “muhâl” telâkki edilirmiş, bazı büyük

zevâtlarca.Miladî zamanların birinde, bu mezkûr duanın sebebi hikmetinin peşine dûçar olan meraklı mı meraklı, dertli mi dertli, çalışkan mı çalışkan bir ta-lebe varmış.Akranları, dün açılan ve bugün solan ruhlar ve sokağa düşüp bir tekerlek ezinceye kadar bütün çamurların ze-delediği çiçeklere benzeyen biçareler iken; kulaklarında tıpalarla, beyinle-rinde ideolojik kelepçelerle, ayakla-rında dogmatik prangalarla dünyada olup bitenden, var ve yok olan her şeyden bigâne bir halde, yaşadığını zannetmeye durmuşken, talebemiz ise, zahiren herkesle eğleniyormuş gibi görünüyor, fakat gerçekte, Eski Mısır alfabesiz Hiyeroglif yazısını çöz-meye çalışan meraklı bilginler gibi zihninin her köşesinde türlü türlü so-nuçlar çıkarmaya çabalıyor, muhtelif sebepler içinde başkaca düş ve dü-şüncelerin hayâli için beyin enerjisini tıpkı kürek mahkûmu Jean Valjean gibi amansızca tüketiyormuş. Heye-canlı hayâlciymiş, kararlı ateşli, me-tin adam, tâlihin korkusuz meydan okuyucusu, gelecek üzerine gelecek kuran beyin, planlar, tasarılar, gurur-lar, fikirler, iradelerle dopdolu olan

bu genç zekâ, bu enerjisini, Muham-med İbn Musa el Harezmî gibi dün-yanın haritasını hazırlamaya yönelik mi sarfetse, yahut Marco Polo gibi yollara düşüp delicesine seyyahlık mı etseymiş? Vay bu talebe, hay bu talebe, âhir zaman içinde kalbur saman içinde, doğudan batıya doğru esen hırçın rüzgârların rehberliğinde, az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Çok yol almış. Nehirler, denizler, deryalar yüzüp yü-züp aşmış. Çok yorulmuş. Usanmış, bıkmış, bîzarı hadsafhaya ulaşmış. Nihâyetinde, batı denilen ül-kenin sınırlarına ilk adımlarını adım adım atmış.Ne kimlik sormuşlar, ne de bir sor-gulamaya tabi tutmuşlar. “Saldım çayıra, mevlam kayıra” atakelamı hasebiyle bir rahatlık, bir gevşeklik sinmiş ki üzerine, hiç sormayın. Üstattan bozma bu talebe, batı ül-kesinin caddelerini arşınlamış, so-kaklarını perçinlemiş, mahalleleri-ni, meydanlarını dört başı mamur iki kulağı uydum hazır, bir de kıyas

BİR AHİR ZAMAN MASALI

Page 49: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

FUNDAMENTA 4 7

edeb¡yat, kültür, sanat derg¡s¡

yetisinin en büyük sermayesi olan aklı dehasıyla aheste aheste yokla-yıp, ölçüp biçip, teftiş etmiş. Birkaç çapulcu asalak korsanın, dünyanın dört bir tarafından yerli halkların haklarını gaspedip mallarını da talan ederek ülkelerine aşırdıkları altın ve gümüşlerle tezyin ettikleri manastır ve kiliseleri de bir aylakça müşahede etmişmiş. Laf uzamış, ip kopmuş, beşik dev-rilmiş. Bu ülkenin insanlarıyla yüzleşmiş, hayvanlarıyla hasbihâl etmişmiş. Şunun ayırdına iyice ermiş ki, bu ül-kenin erkekleri neolitik dönemden çok öncesine tarihlenen zaman dili-minde hayat süren ilk modern insan olarak isimlendirilen homo sapiens-lerden daha ilkel, daha iptidaî imiş. Zira kadınlarını bir köle gibi, hatta denmeli ki, olur olmadık yerlerde bir Neanderthal gibi çalıştırıp çok yıpra-tırlarmış. Kadınlar üzerinden poli-tika yürütürler, demokrasi dedikleri yavşak düzeni kadınların omuzları üzerine inşa ederlermiş. Üstüne üstlük kadın, erkekle hak ve hukuk bağlamında içtimai sahada hiç de sanıldığı gibi eşit değilmiş. Eşitlik kavramı yalnızca lügatlerin-de mevcut olan masum bir kelime-den ibaretmiş. Bütün kelimeler çok masummuş zaten. Hep bu homo sapiens soyu, kelimelerin ırzına geç-mekte Venedikli namussuz bir tüc-car kadar olabildiğince mahir imiş. Bir de batı ülkesinin egemen kabi-leleri, kendi havsalalarından türet-tikleri “insan hakları” kavramının çı-ğırtkanlığını mütemadiyen yapagelip dem üstüne dem vurdukları hâlde, hâlâ kölelikten nemalanıyorlarmış. Talebemiz, “bu ne lahana turşusu…” atadeyişi mucibince yakası açılma-dık öyle okkalı bir küfür savurmuş ki çevre yöresine, aman ha duyulası. “Anlaşılan şu ki, İnsan Hakları artık ‘bazı’ insanların haklarına dönüş-müş ulan!” diye, bu mebhus küfür cümleciğinin kıç kısmına, böyle hik-metli mi hikmetli bir kelâmıkibar kondurmaktan da geri durmamış. Bu ülkenin erkekleri kadınları öl-

düresiye sever, dahası insanlardan hunharca hoşlanırmış. “Kardeşliğin başat şartı eşitliktir.Eşitlik eşittir kardeşliktir.Kardeşin varsa özgürsündür.Evet, yaşasın özgürlük!Kardeşin için ölmekse,Ölümlerin en şereflisidir.E hadi, yaşasın Ölüm!”“İlkelerin canı cehenneme ulan!...” demiş talebemiz sonra. Ne idüğü belirsiz bir antik Yunan artığının sal-labaşçılığı adına yürütülen bu “insan sevgisi” saçmalıkları, gaddarca kat-lettikleri insan yavrularının üzerine örtülen kara bir topraktan başka bir amaç hedeflemiyormuş esasında.İşin en esası, bu hıyarağalarının tek bir amacı varmış: Bir an önce zengin olmak. Mabetlerinde bazen mayalı, bazen de mayasız kana bulanmış ekmek yer, okutulmuş şampanya patlatıp içerlermiş. Erkekler tarafınca “Fe-minist Âsiler” olarak isim verilmiş ayaklanmalar baş göstermiş çok sonraları. Haklıymışlar zaten bu ül-kenin kadınları. Lâkin bazı mahallelerinde de, çok zaman sonra maskülist gösterilere de rastlamamış değilmiş. Hele ki, şaşırmış hiç değilmiş zaten bu içti-mai vakıaya meraklı talebemiz: “Tabi canııım, kadın türü kafasını kaldırıp ayaklansın da, erkek türü bu eylemin altında mahvı perişan mı kalsınmıymış.” Nihai olarak, evvelinde batı ülkesin-den kaçıp firar eden birkaç gönüllü hırsız, hain ve canilerin bir kral kadar zenginleşmesinin de teşvikiyle olma-lı ki, bu ülkenin geri kalan gerizekâlı erkekleri, yuvacıklarında ezip hor görerek “cadı” yaftasına varıncaya kadar muhtelif işkence türü muame-lelerde bulundukları kadınlarına… bir zaman sonra, bunun faydasız, iyi-ce vakit ve nakit kaybı, beyhude bir iş olduğunu idrak etmeyegörsünmüş; evlerinin ve ocaklarının mesuliyetin-den vazgeçip boş olsunlamışlar, hat-ta ülkelerini terki diyar etmişlermiş ve daha sonra müşahede edilmiş ki,

doğu ülkesinde belli zaman aralıkla-rında usanmaz hırsızlıklar, acımasız yağmalamalar, canavar yüzlü organ mafyaları, altın, gümüş ve silah ka-çakçılığı, toplu ölümler ve tecavüzler zuhur etmişmiş. Doğu ülkesinde beliren bu vahim ga-ilelerin sebebi mucibinin arka sure-tinde ise, aydınlanıp bilgi ve bilinçle Nirvana’ya irtifa eden kadınlarının dırdırı yüzünden evlerini ve ülkeleri-ni terki viran eden “batılı erkekler”in olduğuna dair, doğulu halk arasın-da gezip feveran eden ve batı ülke-sinden öykünerek donatılıp kelâmu mucizlerin hoşdem bulduğu sohbet meclislerinde, “doğulu aydınlar”ın ateşli hararetli tartışıp, ama bir so-nuca varamadığı bir iddia olarak, zi-hinlerde bilinçsizce yer etmişmiş. Lafı uzatmanın caiz olmaması mü-nasebetiyle: işte bunca zamandır, doğulu aydınların kafatası yuvasında bu zihni bulanıklık, fikir yoksulluğu, içtimai buhran ve dahası işbu aşa-ğılık bilinç düzeyi hükmünü deli du-man sürdüregelmiş, sürdüresiymiş.Hulâsa, meraklı talebemiz, dönüş ci-hetinde, batıdan doğuya akan nehir-de, bir yandan kulaçlarını pervasızca etrafa savururken, bir yandan ise; “Bizzat gördüm, ölçüp biçtim. Batıda aynııı, doğuda aynı. Öyleyse, niçin bu ayrım?” diye ağzını yaya yaya, safça salakça sormaktan da kendini alamamış.

***Bir mevzu rivayete göre, talebemiz, Bering Boğazını aşıp karaya vasıl olup bir nefes soluklandığında, bey-nine, kalbine, sinirlerine ve iliklerine indirilen manevi tonu yüksek müthiş darbelerle handiyse boylu boyunca uzanıyormuş ki, tahtakurusu gibi ke-mirici bir soru takılmış kafasına:“Işık doğudan mı geliyordu, yoksa batıdan mı?”Bunun üzerine belli belirsiz bir ses şöyle cevap vermiş: “Işık ne doğudan, ne de batıdan gele-si. Işık gelse gelse, ancak Kuzey’deki Vikinglerden ve Güneydeki Aborjin-lerden çıkagelesi.”

Page 50: Fundamenta Dergisi 5. Sayı
Page 51: Fundamenta Dergisi 5. Sayı

Edebiyatın tutkusu ve içselleşerek damarlara yayılan o kadife dokusu, her okuyucunun ve yazarın uzak coğrafyalarda dahi güvenle adım atmasını sağlayan ufuksuz bir yürüyüştür. Zira yolculuk sadece araçlar ve ayaklarla yapılan bir hareket değil, aklın, gönlün ve hayal gücünün sınırları aşarak zamanın ötesine çıkabileceğiniz, mekanın sınırlarını kaldırabileceğiniz bir cesaret eylemidir.

Her şey yazılamayabilir ya da her yazı kendine bir okuyucu bulamayabilir.Bu durum vazgeçmeyi gerektirecek bir etken değil bilakis çaba istediğini gösteren bir sabır işine dönüştürülmelidir. Başarıya ulaşmak ise vakte biçtiğimiz emek ile doğru orantılı olacaktır.

Fundamenta olarak yayın hayatına başladığımız süre boyunca bize uzağı yakın kılabilecek anlayışların, hallerin, ifadelerin yine bizden büyüyerek geniş bir çember dahilinde her kesimden okuru ısıtacak bir kıvılcıma ulaşması derdinde olduk. Yolumuzun, zorluklara gebe olacağının farkında olan bir bilinçle yürünmesi gerektiğinin kanaatindeydik. Ve yıllar sürecek olsa bile, insanı ele alan, ondan yana olan ve gerçek manasından uzaklaşmayan bir anlatım ile kendisini ortaya koyacak varlığın değer addeden tezahürlerini paylaşma hevesinde niyetindeydik. Karşılaştığımız iyi şeylerin sayısı oldukça fazlaydı. Okurlarımızın, artık okur olmaktan çıkarak dergimiz içerisinde aktif olarak yer almalarını teşvik eden duruşumuz bir takım kapıların aralanmasına vesile oldu. Kapılar, aralandığı zaman kapı oldukları anlaşılır. Sürekli kapalı duran bir kapı, işlevini yitirmiş olmaklığı ile malum olmaz mı?

Önceliğimiz elbette gençlerdi. Onların dimağlarında kısmi bir gelişime yol açmak bile, heybemize koyulan en yüksek kazanç, ruhumuzu şahlandıran en nitelikli ödüldü. Nitekim gün geldi, bu yolculuğumuzda gençlerin edebiyata olan tutkusunu gören gözlerimiz, kulağımıza çalınan eski bir anadolu türküsü gibi, çok tanıdık bir samimiyet ışığıyla parladı.

Ankara'da, sayısı belki az ama hünerleri koca bir topluluğu etkileyecek olan gönlü güzel gençler ithafen ekibi, dergimizin duruşundan ve manadan uzaklaşmayan anlatımlarından yola çıkarak yolculuğumuza katılmaya karar vermişlerdi. Bu bizim için de yeni bir başlangıcın habercisiydi. Yola baştan başlamayacaktık elbette, kaldığımız duraktan daha kalabalık, daha gür, daha güçlü yürümeye devam edecektik. ‘İthafen’ isimli bir dergi çalışmaları olan bu gençler , dergimizin bundan sonraki sayılarında projelerini artık bizimle paylaşacak ve bu çatı altında duruş ve ilkelerimiz dahilinde gücümüze güç katacaklar. Her sayımız için ithaf ettiğimiz bir isim, bir obje ya da güzel bir cümle onların da katkısıyla daha anlaşılabilir bir hale gelecektir.

Bu birleşmenin dergimiz adına hayırlı bir girişim olacağını umuyor gençlerin içlerinde biriken edebiyat tutkusu ile daha geniş kitlelere ulaşarak bizlere öğreteceği nice şeylerin heyecanını paylaşıyoruz. Bir sonraki sayımızda huzurlarınızda olacak bu Ankara'nın gönlü güzel çocuklarına selam, okurlarımıza da yenilenen kadromuzla yeniden 'merhaba' diyoruz.

İlk günkü heyecanla

Fundamenta /İthafen

Page 52: Fundamenta Dergisi 5. Sayı