42

Efor Dergi Sayı 1

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Türkiye'nin Faaliyette Olan Tek Spor Kültürü Dergisi

Citation preview

Page 1: Efor Dergi Sayı 1
Page 2: Efor Dergi Sayı 1

Genel Yayın Yönetmeni:

Emrullah Ecer

Editör:

Edipcan Ertuğrul

Sosyal Medya Sorumlusu:

Eren Akman - Furkan Songur

Abdullah Ercan Röportajı Emrullah Ecer

Türkiye’nin Taraftar Profili Edipcan Ertuğrul

Irkçılığı Yıkan Adam Sedat İlter

İskoçya’da FM Oyunu Okan Gümüşsoy

Futbolun Simyası Derleyen: Edipcan Ertuğrul

Co Pilot Olmak Tayfun Kara

Yüzme İhtisas Emrullah Ecer

KÜNYE

İÇİNDEKİLEREzeli Rekabette 106 yıl Mehmet Yüce

Genç Keşifler, Gözler Bu Futbolcularda Okan Gümüşsoy

Paris’te Bir Karşıyakalı Fethi Aytuna

Poljac Edipcan Ertuğrul

Gülümseyen Katil Isiah Thomas Kasım Baltacı

Fantastik Bir Futbol Öyküsü Ayağa Oyna Pohnpei Gökçe Kaan Demirkıran

Kurumsal İletişim:

Sedat İlter

Mail: [email protected]

İletişim: [email protected]

Çeviri:

Okan Gümüşsoy

Kapak Tasarım:

Gülçin Şimşek

Dizgi:

M. Efe Altay

Page 3: Efor Dergi Sayı 1

Daha sonra Abdullah Hoca’nın yanında buluyorum kendimi. 1971 senesinde İstanbul Taksim’de dünyaya gelen küçüklüğünde futbol topu ile yatan Abdullah Ercan ile konuşuyorum. Futbol, her zaman hayatının en önemli parçası olmuştu. Bakkaldan aldığı ekmek arası yiyeceklerle karnını doyurur, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan arkadaşlarıyla sabahtan akşama kadar mahallede ayranına ve gazozuna maçlar yapardı. Okulda ise 5 dakikalık teneffüsleri sabır-sızlıkla bekler ve gazoz kapakları ile futbol sevgisini yaşardı. Daha sonra profesyonel hayatı... Beyoğlu Yeni Çarşı’da, Trabzonspor’da, Fenerbah-çe’de, Galatasaray’da ve İstanbulspor’da geçirdiği futbol yaşamı. 1993 Akdeniz Oyunlarında şampiyon olan kadroda, EURO 1996 ve 2000 ile 2002 Dünya Kupası kadrosunda yer alışı. (“O zamana kadar ülke futbolu çok gerideydi. Ama biz takım olarak çok gü-zel bir grup ve arkadaş topluluğu oluşturduk. Özgü-venimiz yüksekti. Başarıya açtık ve güçlü bir sinerji yaratıyorduk, aramızda. O jenerasyondan sonra iyi bir planlama yapılmadığı için günümüzde sıkıntı çekiyoruz.”)Şimdi ise Genç Milli Takım teknik direktörlüğü. Kısa-cası, şu an ki uzun ince bir hayatın devamı... Peki, bu yaşadıklarını bir kitapta toplayabilir mi?

Nereden gelirseniz gelin, Beykoz’a hele de Riva’ya,milli takım kampına uğramak çok zor. Özellikle toplu taşıma araçlarının azlığı, bu sorunu daha da derin-leştiriyor. Bu zorluklar içinde yaklaşık iki buçuk saat-lik bir yolla kendimi, milli takım tesislerinde bulu-yorum. Gerekli işlemlerin yapılmasının ardından da Abdullah Ercan ile röportaj yapmak için adımlarımı atıyorum. Abdullah Ercan’ın odasına gitmeden önce büyük bir sürprizle karşılaşıyorum. Gözüm Emre Aşık’ta, aklım milli takımın Euro 2008’deki maçla-rında. Emre Aşık’ın Çekler karşısında alnına atılan 8 dikiş, gözlerimin önüne geliyor ve milli takımın karşı-laşmanın son 15 dakikasında skoru 2-0’dan 3-2’ye getirişi... Milli takımın çeyrek finalde Hırvatistan karşısında 119. dakikada yediği gole gidiyorum. Klasnic’nin golünden bir dakika sonrası. Rüştü’nün uzun topun-da Emre Aşık’ın hücuma çıkması ve topu kafa ile indirmesi. En sonunda Semih’in muhteşem vuruşu zihnimde canlanıyor ve bugünün futbol ortamından 6 yıl evveline baktığımda o dönem ne kadar da bü-yük bir başarı kazandığımızı düşünüyorum.

“ Hiç düşünmedim ama bir vakfın yararı için anıla-rımı kaleme alabilir, içerikte de futbolun asla sadece futbol olmadığına dair konulara yer verebilirim.”

Futbolcu Çıkarmakta Zorluk Çekiyoruz

Ahmet Sarı ve Mario Gotze OlayıVe konu Türkiye’de genç futbolcuların gelişememe-sine geliyor. Bu durumu 2009’da Türkiye ile Almanya arasında oynanan U17 Avrupa Şampiyonası karşı-laşmasına bağlıyorum. A Milli Takımımız maçın 10. dakikasında Ahmet Sarı ile 1-0 öne geçmiş, daha sonra ise Mario Götze’nin asistleri ile skor 3-1’e gelmişti. Yenilmiştik ama sahada iki kişi konuşulu-yordu. Götze ve Ahmet Sarı, onlar yıldız adaylarıydı. Ama Götze 5 yıl sonra Almanya’ya Dünya Kupası’nı getiren golü atmış, Ahmet Sarı ise o dönem Trab-zonspor’dan Spor Toto 3. Lig 2. Grup ekiplerinden Batman Petrol’e kiralık gitmişti. Bu fark nasıl bu hale gelebilirdi?“ Bunun bir çok nedeni var. Ama milli takım bunlar içinde en az sorumlu olan tarafı oluşturuyor. Türki-ye’de, milli takım oyuncu yetiştirir algısı çok yanlış, bunu değiştirmek gerekiyor. Milli takım performan-sın alındığı bir yerdir. Çünkü kamplar kısa sürelidir. Bu nedenle futbolcuların gelişimi konusunda kulüp-

Page 4: Efor Dergi Sayı 1

lere, ülke şartlarına ve oyuncunun kendisine bakmalıyız. Götze 30 Milyon Euro’ya Bayern Mü-nih’e, Ahmet ise Batman Petrol’e gidiyorsa bu, ülke-nin gerçekleriyle alakalı bir durum.”

“DEFANS VE HÜCUM HATTINDA FUTBOLCU SIKINTIMIZ VAR”Ülke futboluna bakışını merak ediyor ve soruyu o yöne çeviriyorum. “ Bir gemimiz var ve biz o gemiyi hep beraber yüzdürüp daha iyi yerlere götüreceğimi-ze, aksine batırmaya çalışıyoruz” cevabını alıyorum.Bu yanıta binaen kime ne görev düşüyor? Sualini soruyorum. “ Salt bir gruba yüklenmemek gerek. Herkese, futbolun tüm paydaşlarına önemli görevler düşüyor. Burada da yöneticisi, futbolcusu, teknik adamı, medya sorumluları karşımıza çıkıyor. Eğer bu kötü gidişata son vermezsek kulüplerdeki fizyotera-pist sayısı bugün 3 ise yarın 1’e, yardımcı antrenör sayısı da 4 ise 2’ye inecek. Daha sonra da bu sayılar azalmaya devam edecek. Bugün futbol seyircisi tri-büne gelmiyorsa bu, direkt olarak kulüplere yansıya-cak. Bir an önce herkes kendine çekidüzen vermeli ve üzerine düşen görevi yapmalı. Ortam gerildikçe futbol seyircisi tribünlerden uzaklaşıyor. İşimiz gerçekten çok zor. Artık oyuncu da fazla çıkmıyor. Özellikle forvet ve defans hattında futbolcu sıkıntımız var.” Peki, bu durum düzelebilir mi? “ Bu ülke daha önceden yaptı. Kötüyüz ama henüz bitmiş değiliz. 1990’dan sonra 2000’lerde bir jenerasyon yakaladık. Artık başarıyı, bir jenerasyon üzerinden değil de sü-reklilik esasına göre kazanmalıyız. Yoksa 5, 10 yılımızı daha kaybederiz.”

KAZANMA İSTEĞİ BAŞA BELA

Avrupa’daki kulüplerin alt yapısı gün geçtikçe geliş-me gösteriyor. Özellikle takip ettiğim kadarıyla İsveç Milli Takımı’nın genç jenerasyonu önemli perfor-mans sergiliyor. Belçika, Fransa, Almanya ve Hollan-da’nın geldiği nokta da göz kamaştırıcı. “ Avrupa’da-ki takımların ve ülkelerin futbolcu seçme imkanları yüksek ve tabanları biraz daha geniş. Örneğin bir Fransız futbolcuya baktığınız zaman Afrika kökenli olabilir. Diğer ülkelerde aynı şekilde. Bizim ülke ola-rak en büyük sıkıntımız ise genç oyunculara oynama fırsatı vermeyişimiz. Bunun da nedeni, 3 puan ve kulüplerin maç kazanma isteği. Teknik direktörlere de bu konuda saygı duymak gerek. 3 puan alama-dıklarında büyük sıkıntı yaşıyorlar. Bu sebeple genç oyuncular ya forma şansı bulamıyor ya da çok kısa sürede sahada oluyorlar. Ahmet Sarı ve Mario Götze durumunu buraya da bağlayabiliriz. Bizim farklı bir güzergahtan yola devam etmemiz gerek. Yoksa bu ortamda genç oyuncu çıkmaz.”

SÜPER LİG ALMANYA 3. LİGİNE EŞİT

Türkiye’de futbolcuların gelişememesini bir kenara bırakıp Almanya ile Türkiye futbolunu karşılaştır-maya başlıyoruz. Ortaya farklı bir hesap çıkıyor. “ Biz Almanya dahil 13-14 bölgede futbolcu taraması yapıyoruz. Almanya’da ise bu sayı 375’i buluyor ve bu sayıyı ilerleyen dönemlerde 500’e çıkarmayı he-defliyorlar. Bizim Almanya ile nüfusumuz ise hemen hemen aynı. Genç nüfus olarak da biz, biraz daha

Page 5: Efor Dergi Sayı 1

“ Bizim Avrupa’da, Almanya merkezli bir büromuz vardı. Orada farklı işler yapıldığını öğrendik. Kapan-ması gerektiği için de, o büronun faaliyetine son verdik. Şu anda ise ‘ Gönüllülerin Milli Takımı’ diye bir sistem kurduk. İsteyen herkes belirlediğimiz mail adresine beğendiği ve tavsiye ettiği futbolcuların özelliklerini yolluyor. Futbolcular, her yaş grubundan olabiliyor. Bu oyuncuların listesi sistemimize düştü-ğü anda biz, futbolcuları değerlendirmeye alıyoruz. Örneğin 20 oyuncu izlenecekse her bir futbolcunun olduğu ülkeye gidiyor ve kendisiyle birebir ilgileniyo-ruz. Yeni bir oluşum yapılana kadar da sistemimiz bu şekilde işleyecek.”

“ALMANYA’DAKİ HER OYUNCUMUZA ULAŞIYORUZ”“Gurbetçi oyunculara ulaşma bakımından ne kadar başarılıyız?” sorusu zaman zaman medyada dola-nıyor. Özellikle Mesut Özil’in ve İlkay Gündoğan’ın yükselişleri ile birlikte futbolcuların Almanya Milli Takımını seçmeleri bu suallerin sayısında artışa sebebiyet vermişti. “ Oradaki çocuklar da bizim evlatlarımız ama her gurbetçi futbolcu da milli takı-mımızda oynayacak diye bir kaide yok. Bu, futbolcu-nun tercihiyle ilgili bir durum. Biz her tercihe saygı duyuyoruz. Zaten milli takımlarda gönülden oynaya-cak olan futbolcuların forma giymesi gerekiyor.

öndeyiz. Bundesliga’nın seyirci ortalaması ise 42 bin, 2. ligde bu sayı 24 bini, 3. ligde de 8 bini bulu-yor. Bizde ise şu ana kadar ortalama seyirci sayısı Al-manya 3. ligi ile eş değer durumda. Bu sebeple kısa vadede bir şeyler yapmak yerine uzun periyotlar için planlar yapmalıyız. 2016’ya gidemedik dersek 2018’i de 2020’yi de kaybederiz. Fatih Hoca, bunları düşünerek ‘Benim hedefim uzun vadede milli takımı oluşturmak’ cümlesini kullandı.”

“ALMANYA’DA ‘GÖNÜLLÜLERİN MİLLİ TAKIMI’ SİSTEMİ İŞLİYOR”

Türkiye ile Almanya futbolunu karşılaştırıp acı gerçe-ği gördükten sonra gurbetçi oyuncuların durumuna rotamızı çeviriyoruz. Şu an Genç Milli Takım kad-rosunda yer alan Özgür Özdemir’in Nürnberg’ten, Bilal Başacıkoğlu’nun ise Feyenord’dan geldiğini biliyorum. Ki kısa bir araştırma ile Özdemir’in her iki ayağını kullanan bir defans oyuncusu olduğunu, gerektiğinde ise savunmanın önünde oynadığını, Başacıkoğlu’nun ise sağ açık pozisyonunda etkili bir performans sergilediğini ve bir dönem Beşiktaş ile Manchester United’ın radarına girdiğini öğreni-yorum. Öyle ki Başacıkoğlu, Hollanda’nın U18 ve U19 Milli Takımı’nın formasını bile giymiş. Peki, bu taramalar nasıl yapılıyor?

Ama şu ana kadar TFF’nin Almanya’da ulaşamadığı hiçbir futbolcu olmamıştır. Buna İlkay Gündoğan ve Mesut Özil de dahil.”

“FUTBOLCULARIMIZ AVRUPA’DA OYNAMALI”İngiltere Ligi’nde izlediğim maçlarda performansı-nı beğendiğim futbolcuların kimliğine yani nerede doğduğuna hep bakarım. En çok şaşırdığım da Ja-maikalı oyuncuların üst düzey ligde forma giymeleri. Takımları, liglerinde her ne kadar orta seviyelerde kendilerine yer bulsalar da Jamaikalı futbolcular, ülkelerini İngiltere’de başarılı bir şekilde temsil edi-yorlar. Peki, biz 5 yıllık süreci bile bir araya getirdiği-mizde kaç futbolcu ihraç edebiliyoruz? “ Türkiye, artık futbolcu ihraç eden bir ülke konumu-na gelmeli. Bizim futbolcularımız ülke dışına gidip futbol oynamalı. Ama bu kulüp, Milan ya da Barca olmayabilir. Maalesef futbolcularımız, Avrupa’nın orta seviyeli bir takımından transfer teklifi aldıkla-rında, bu kulübü hemen üç büyük takımlarımızla karşılaştırıyorlar. Daha sonra da ‘Feyenord ya da Schalke ondan büyük mü?’ sualini soruyorlar. Buna medyadan da ‘Büyük takımda oyna’ baskısı gelince oyuncularımız yurt dışına gitmiyorlar.

Page 6: Efor Dergi Sayı 1

ve kendi bünyelerinde bulunan yetenekli futbol-cuları, seçmelere alacağımızı belirttik. Kulüplerden olumlu tepkiler aldık ve yaptığımız seçmelerden sonra bünyemize 90 tane futbolcu adayını dahil ettik. Başta çeşitli aksaklıklarla karşılaşsak da siste-mi düzenli bir şekilde oturtmayı başardık. Burada oyuncular hem eğitimine devam ediyorlar hem de antrenörlerimiz eşliğinde 4 günlük antrenman prog-ramına tabi tutuluyorlar. Fiziksel testler yapılıyor ve futbolcuların gelişimi yakından takip ediliyor. Siste-mimizde Tekirdağ’dan gelen oyuncu bile var. Bura-da ayrıca oyunculara psikolojik destek de veriyor, onların iyi bir birey olmasını amaçlıyoruz. Hedefimiz de bu sistemi, ülke geneline yaymak ve futbolumu-zu bu şekilde bir düzene koymak.”

“HEDEFİM AVRUPA”Türk futbolunun gelişimini ve sorunlarını konuş-tuktan sonra artık başta bahsettiğimiz konuya geri dönüyor ve Abdullah Ercan’ın uzun ince hayatının istikametinin nereye doğru gideceğini soruyorum. “ Futbolculuk dönemimde yurt dışında oynamayı çok istiyordum ama olmadı. İlerideki hedefim, Avru-pa’da bir takım çalıştırmak. Ama futbolcularımız gibi gözüm yükseklerde değil (gülüyor) bu takım, M’gladbach ve Feyenord ayarında bir Avrupa takı-mı da olabilir. Tabii ki öncelikle kendimi Türkiye’de kanıtlamam lazım.”

Ama ülke futbolunun gelişimi için futbolcularımız Avrupa’ya gitmeli, gerekirse de M’gladbach ve Sc-halke ayarındaki takımların formasını giymeliler.”“ Bu sorunlarla birlikte ülkemizdeki bir diğer prob-lem ise genç oyuncu kavramı. Biz halen 24 yaşına gelmiş bir futbolcuya bile genç diyoruz. Ülkenin bu anlayışları bir an önce değiştirmesi gerek.”

“90 GENCİ SİSTEMİMİZE KATTIK”

Problemlerle dolu bu röportajda herkes karamsar bir ruh haline bürünebilir ama sorunları konuşmaya biraz daha devam edip keyifli bir haberle röportajı bitireceğiz. Türkiye’de özellikle futbol okullarının işlevini anlamak için kulüplerde oynayan futbolcu-ları taramak yeterli. Galatasaray, Torku Konyaspor maçında sarı kırmızılıların ilk 11’indeki 3 oyuncu alt yapı çıkışlı iken ( Emre Çolak, Semih Kaya, Sabri Sarıoğlu), Fenerbahçe, Sivas karşılaşmasında sarı la-civertliler adına bu rakam 0. Evet yanlış okumadınız bu rakam sıfır. Beşiktaş, Gaziantep maçında ise siyah beyazlılar adına sadece Atınç Nukan alt yapı çıkışlı olarak ilk 11’de forma terletti. Buna ikinci yarıda oyuna giren Necip’i de eklersek bu sayı yalnız 2’de kaldı. Bu sayıların az olmasının en önemli nedeni, futbol okullarının ticari kaygısı ve çocuklara potan-siyel futbolcu adayı olarak bakılmaması. Bu duruma TFF’nin hamlesi ne olabilir ya da bu konu hakkında bir proje var mı?“ TFF olarak yaklaşık olarak iki ay önce bir spor oku-lu kurduk. Burada, Riva’da. Açıkçası eskiden de bir alan vardı ama faaliyet yoktu. Spor okulunu açtıktan sonra kulüplere gittik. Faaliyetlerimizden bahsettik

Page 7: Efor Dergi Sayı 1

ÖĞRENCİLER ÇOĞUNLUKTA

Meslek gruplarına bakıldığında ise %34,7 ora-nıyla öğrencilerin tribünlerde en fazla saf tutan meslek grubu olduğunu görüyoruz. Öğrencileri %17,7 ile serbest meslek seçeneği takip ediyor. Geniş iş yelpazesine sahip olduğu için muhteme-len.Araştırmaya katılan taraftarların maça gelirken alkol kullanma durumları üzerine sorulan soruya verilen cevaplar dikkat çekici. %55’lik çoğun-luğun ‘’Kullanmam’’ cevabı veriyor; %28,3’ü genellikle kullandığını, yüzde 16,7’si ise ara sıra kullandığını belirtiyor.Maç biletlerinin ücretinin kim tarafından karşı-landığı sorusunda %75,7 ile ‘’Kendim’’ cevabını veren taraftarların yanı sıra, maç masrafının kulüp/dernek/lokal tarafından karşılandığını söyleyen %14,6 ile hiç de azımsanmayacak bir oran var.

“TAKIMIM İÇİN KAVGA EDERİM”Katılımcıların takımları için hiç kavga edip et-medikleri sorusuna %44,7 ile büyük bir ‘’Evet’’ cevabı gelirken, ‘’Gerekirse kavga eder misiniz?’’ dendiğinde oranın %57,7’ye çıktığını ve ne kadar tehlikeli boyutlara vardığını görüyoruz. Anketin devamında ‘’taraftar olmanın yeterli gösterge-si’’ne %49,3 oranla ‘’Her fedakârlığı yapmak’’ cevabı geliyor. Maça gidip takımını desteklemek bu kişiler tarafından yeterli görülmüyor. Maça gitmek %29 ile ikinci sırada kalıyor.

İstanbul’da futbol müsabakalarına giden 3 büyük kulüp taraftarlarının (Fenerbahçe-Galatasa-ray-Beşiktaş) sosyal kimlikleri ve şiddete bakış açılarını belirlemek amacıyla yapılan bu araştır-manın sahipleri ise İstanbul Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’ndan Ayşe Türksoy, Maksut Çiçek ve Mehmet Bayansaldız.Her kulübün 100’er taraftarıyla maç günleri stad-yum çevreleri ve toplanma yerlerinde yapılan bu araştırmada Ziya Koruç tarafından kullanılan bir anket uygulandı. Ve araştırma sonucu dikkat çekici veriler ortaya çıktı. Gelin hep beraber bu araştırmanın çarpıcı noktalarına bakalım...

EĞİTİMLİLER ÇOĞUNLUKTA

Taraftarların yaşlarına bakıldığında %31,6 ile en çok 20-25 yaş aralığı göze çarpıyor. Bunu 21,3’lük oranla 25-30 yaş aralığı takip ediyor. Taraftarlar için 29 yaş ortalamasına sahip Türkiye genelin-den genç diyebiliriz. Ayrıca %75 erkek ve %25 kadın oranı, tribünlerdeki erkek hakimiyetini de gözler önüne seriyor.Araştırmaya katılan taraftarlardan sadece 1 tanesi okur-yazar değil. En büyük oran ise %36,5 ile lise mezunlarında. Ardından %33,2 ile üniver-siteliler geliyor. Bu da bize tribünlerde kendisini kaybederek bir dolu küfür savuranların, sanıl-dığı kadar eğitimsiz olmadığını gösteriyor. Okul okumanın tek başına yeterli olmadığı yargısına varmamız için bize kanıtlar sunuyor.

TÜRKİYE’NİN TARAFTAR PROFİLİ

Page 8: Efor Dergi Sayı 1

cevabı geliyor. Maça gidip takımını desteklemek bu kişiler tarafından yeterli görülmüyor. Maça gitmek %29 ile ikinci sırada kalıyor.Önceki sorulardan anlaşılacağı üzere %57,7’lik bir kavga potansiyeline sahip bu taraftarlara ‘’sporda şiddetin sorumlusu’’ sorulduğunda %30,3 ile ‘’holiganlar’’ cevabı geliyor. Bunu tribü-nün kavgadan rahatsız kesiminin yaptığı özeleşti-ri olarak algılayabiliriz.

Fakat ardından gelen yanıtlar son dere-ce önemli: %25 ile kulüp yöneticileri şiddetin sorumlusu olarak görülürken, %23,7 ile medya-nın şiddeti körüklediği ifade ediliyor. %10,3 ile hakemler de suçlanmadan geçilmiyor. Çok küçük oranlar olsa dahi, sporcular için 2 kişinin, antre-nörler içinse 8 kişinin toplamda %3,4 oranıyla sporun baş aktörlerini suçladığı dikkat çekiyor.

KULÜPLER UMUT KAPISI

Araştırmada futbolun toplumsal alandaki rolüne de vurgu yapılıyor. Farklı ruh halindeki ve birçok faklı mesleki sınıflarla farklı gelir düzeyine sahip insanları aynı sahada aynı amaç uğruna birleşti-ren futbolun kültürel hor görülmelerle ve kitle ruhuyla yakından ilgili olduğunun altı çiziliyor.

Pazarlamanın sporda en önemli hedef haline gel-diği günümüzde daha fazla müşteri bulmak için kulüp taraftarlığına teşvik çalışmaları yapılıyor. Futbol takımı taraftarlığı ise psikolojik ve sosyal nedenlere dayanıyor.

Taraftarlar zaman zaman kendi özel yaşamla-rındaki beklentilerini ve umutlarını takımı veya kulübün başarılarıyla doyurmaya çalışıyor. Bu beklentiler ve umutlar zamanla öyle bir hal alıyor ki, kontrolden çıkıyor. Belki de bir sorun olduğunda bu yüzden ‘’Tribünlerdekiler aslında halkın yansımasıdır, onlar sizsiniz.’’ deniyor.

Page 9: Efor Dergi Sayı 1

A.B.D’de1947 yılında birçok kişi için ülke hala siyah beyazdı. Özellikle bazıları, sırf derisinin rengi farklı diye siyahlara karşı öfke ve nefret içindeydi. Onla-rın düşüncelerine göre siyahlar, beyazlar gibi sivil haklardan yararlanmayı hak etmiyordu. 20. yüzyı-lın başından itibaren ayrımcılık ülkenin kanuni bir adetiydi ve bu adetin sürdürülmesinde hiçbir grup beyzbol dünyası kadar titiz değildi. Afrika asıllı Amerikalılar, beyzbol oynama hayali kursalar da birinci ligde değil doğaçlama oyun tarzı-nın büyük takımlara tezat düştüğü, zenciler ligindeki Kansas City gibi takımları hayal ediyorlardı.1946’da birinci ligde 16 beyzbol takımı vardı ve listelerinde toplam 400 sporcu yer almaktaydı. Bu 400 sporcu-nun tamamı beyazdı. Derken 15 Nisan 1947’de ligin açılış günü geldiğinde bu sayı 399’a düştü.

MUZ VE SİYAH KEDİLER SAHADABrooklyn Dodgers Beyzbol Takımı, Philadelphia Pennsylvania’daki Shibe Park Stadyumu’na geldiğin-de, tepkileri üzerine çekecek birini de beraberinde getirdi. Jackie Robinson adlı siyah beyzbolcu saha-ya doğru giderken hakaretler ve küfürler havada uçuştu. Rakip takımın oyuncuları adeta Robinson’a nefret kusmaktaydılar. Taraftarlar ise sahaya muz ve siyah kedi attılar. Maç esnasında Philadelphia Yöneticisi Ben Chapman ise Jackie Robinson’a ağzına geleni söylüyordu.

OTOBÜSÜN ARKASINDA OTURMAYI REDDETTİ

31 Ocak 1919 tarihinde Cairo, Georgia’da doğan Robinson, çocukluğunu Pasedana California’da ge-çirdi. California Üniversitesi’nde okurken dört spor dalında üstün başarı elde ederek dikkatleri üzerine çekti.(Beyzbol, atletizm, futbol ve basketbol) 1942 yılında A.B.D ordusu tarafından askere çağırıldı. O yıllarda Robinson, otobüsün arkasında yolculuk yapmayı reddettiğinden emre itaatsizlik ile suçlandı. Ancak beraat etti ve sonrasında ordudaki görevine son verildi. Bu arada Broklyn Dodgers Takımının Genel Mü-dürü Branch Rickey, sansasyonel bir karar alarak beyzbola siyahların da katılması gerektiğini söyledi. Bu nedenle tepkilerin odağı halin gelen Rickey, ne olursa olsun takıma alacağı siyahi oyuncunun taraf-tar ve oyunculardan gelecek ırkçı sataşmalara karşı güçlü bir yapıya sahip olması gerektiğini düşünmüş-tü. 1945 yılında Jackie Robinson’u Zenci Ligi’ndeki Kansas City Takımında oynarken almaya karar verdi. Rickey, Robinson’u almadan önce taraftar ve rakip takımdan gelecek hakaretlere karşı kulağını tıkama-sına dair Robinson’ dan söz aldı .

IRKÇILIĞI YIKAN ADAMJACKIE ROBINSON

Page 10: Efor Dergi Sayı 1

BEYAZLAR LİGİ’NDE BİR SİYAH

Jackie Robinson, ilk sezonu Montreal’de geçirdi. Bu-rada üst düzey performans sergiledikten sonra 1947 sezonu için Dodgers Takımına geçti. Yoğun baskı ve hakarete rağmen üst düzey mücadele gösterdi. Robinson, ilk sezonda birinci kale oyuncusu olarak 297’lik bir vuruş ortalaması elde etti. Takımını dünya serisine ulaşmasına yardım etti ve “Yılın Acemi Oyuncusu” (Rookie Of The Year ) ödülünün sahibi oldu. Robinson’un en iyi sezonu 1949 yılı oldu: İkinci kale oyuncusu olarak oynadı. O sezon 342 vuruş ortalaması, 124 sayı, 37 kale kapma ve sayı kalesine 16 koşu ile sezonun “En Değerli Oyuncusu’’( The Most Valuable Player) ödülünü kazandı. Robinson, Dodgers Takımı ile toplam on sezon geçirdi ve altı kez Dünya Serisi maçlarında oynadı. 1962 yılın-da”’Beyzbol Onur Listesine” (Baseball Hall Of Fame) girdi ve bu şekilde onurlandırılan ilk siyah oyuncu unvanını kazandı.

“BAKIŞ AÇISINI” DEĞİŞTİRİYOR

Bu başarısıyla her yıl nisan ayında Jackie’nin saha dışında ve sahadaki anısına ligdeki tüm oyuncular, 42 numarayı giymektedir. 42 numara beyzbolda emekli edilmiş tek sayıdır ve hiçbir takım tarafından kullanılmamaktadır. 1972 yılında kalp krizi geçiren Jackie Robinson, 53 yaşında vefat etti. Yaşadığı 53 yıl içinde milyonlarca insanın yaşamını etkiledi. Amerikalılar için ilham kaynağı oldu. O tarihten itibaren ligdeki diğer takım-larda Afroamerikanlar’ın sayısı attı. Ve Robinson’u örnek alan çocuklar, A.B.D’de beyzbolun gelişmesini sağladılar. Jackie’den sonra siyahlar için birinci ligde oynamak hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü.

Page 11: Efor Dergi Sayı 1

İSKOÇYA EĞİTİMİNDE VİDEO OYUN MODELİ

İskoçya, eğitime getireceği yeni uygulama ile çok konuşulacak. Beden eğitimi derslerinin daha verimli olabilmesi, gençlerin spora teşvik edilmesi ve genç-lerin hayata bakış açısının genişlemesi kapsamında, beden eğitimi derslerinde video oyunlarının ödev olarak verilmesi tartışılıyor. Peki, bu uygulama ile ne amaçlanıyor, sistem nasıl ve ne şekilde işleyecek? Diğer açıdan Türkiye’de böyle bir sistemin olması mümkün mü, biz de durum nasıl? Gelin bir baka-lım...

KONU İSKOÇ BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENLERİ BİRLİĞİ’NDE

Football Manager, Just Dance gibi video oyunla-rının beden eğitimi sınıflarına tanıtılması ve ödev olarak verilmesi konusu, İskoçya Beden Eğitimi Öğretmenleri Birliği tarafından ele alındı. Birlik, gerçekleştirdiği toplantıda gençlerin spor sahalarına daha iyi monte edilmesi gerektiğini savunurken, bu kapsamda sunulan önerileri değerlendirmeye aldı. Böylelikle konu, birliğin gündemine geldi ve tartışıl-maya başlandı. Birliğin öneriye sıcak baktığı ancak gençlerin nasıl teşvik edileceği konusunda tartıştığı kaydedildi.

“ TEMALAR ÖĞRETMENLERE YAR-DIM EDİYOR’ İngiliz Kalp Vakfı Ulusal Merkezi’nin kurucu direktö-rü Len Almond, konu ile ilgili yaptığı açıklamada

video oyunlarının gençleri geliştireceğini ve video oyunlarındaki temanın öğretmenlere yardım ettiğini savundu. Almond: “ Öğrencilere video oyunlarını sadece oturarak izlemelerini önermiyorum. Fakat genç insanları video oyunlarına motive edebilme-miz için onları nasıl cezp edeceğimiz konusunda birçok olumsuz şeylerle karşılaşabiliyoruz. Eğer bir öğretmen video oyunlarını çocuklar için uygun hale getirir ve sınavın bir parçası yaparsa benim için bu olumsuzluklar bir nebze de olsa azalır. İşte bu da öğrenme potansiyelinde önemli bir ölçüt olarak görünüyor’’ sözlerini kaydetti. Almond sözlerinde gençleri video oyunlarına teşvik etmede görevin öğ-retmenlere düştüğünü ve motivasyonun öğretmen-ler tarafından yapılabileceğini işaret etti. Almond ayrıca bu gibi oyunların gençleri spora yönelteceğini ve onların heyecanını, sezgilerini ve yönetebilme kabiliyetlerini arttıracağını savundu.

UYGULAMA ABERDEEN GRAM-MAR OKULU’NDA

Video oyunlarının beden eğitimi derslerinin parça-sı haline getirilmesi Aberdeen Grammar Okulu ile başladı. İlk olması açısından pilot okul sayılabilecek Aberdeen Grammar Okulu; Football Manager oyu-nunu beden eğitimi derslerine taşıdı.Aberdeen Grammar Okulu’nun Federasyon Başka-nı ve beden eğitimi öğretmeni Iain Stanger video oyunlarının öğrencilerin öğrenme potansiyelini geliştirdiğini savundu. Stanger, Football Manager oyunun, toplumlarının futbolu anlamada etkili ol-duğunu ve onları futbol sahasına taşıdığını kaydetti. Ayrıca Wii Fit, Minecraft, Just Dance gibi oyunların

FM OYUNU

Page 12: Efor Dergi Sayı 1

da gençlerin öğrenme potansiyelini ve gelişimlerini etkileyeceğini savundu.

NEDEN FOOTBALL MANAGER?

Oyun içeriği olarak Football Manager, takımı yö-netmeye, takımı yönlendirmeye ve kulübü genel anlamda idare etmeye dayalı bir oyundur. Oyunun içeriği bu şekilde olduğu düşünüldüğünde öğrenci-lerin futbolu daha iyi anlamasının kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Ayrıca oyunda planlama, yönetme gibi niteliklerin önemli olması kişiyi bu yönde gelişmeye zorlar ve bu durum onun gelişmesini, planlı olmasını ve yönetebilme kabiliyetinin gelişmesini sağlar.

Kendinizi bir an için öğrenci olarak düşünün ve bu dersi almaktasınız. İleri ki yıllarda futbol alanında ilgilenmeseniz de bu ders size büyük katkısı olacak diye bir öngörü var. Örneğin Manager oyunu der-sinden sonra hayatınız planlı olabilir, yönetici vasıf-larınız gelişebilir ve oyunda yapacağınız değişimle öğrenme potansiyelinizi ileri seviyeye taşıyabilirsi-niz. Ve belki de bu dersi alan çocuklar bir gün iyi bir yönetici olarak karşımıza çıkacaklar. Ne diyelim belki yıllar sonra darısı başımıza.

TÜRKİYE’DE ŞARTLAR NASIL VE UYGULAMA’NIN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN MÜ?

Türkiye’de beden eğitimi dersinin içeriğini incelersek derslik saatinde genel olarak “rahat’’ “hazır ol’’ gibi sadece askeri hayatta uygulanabilecek, kişi gelişimine katkı sağlamayan hareketler var. Ayrıca birkaç futbol, voleybol ve basketbol hareketiyle geçen zamanın ne kadar verimli olduğu da tartışılır. Daha da kötüsü karşımızda beden eğitimi dersle-rinin kimi okullarda farklı branştaki öğretmenler tarafından verilmesi gibi büyük bir problem var. Bu durum öğrencilerin derse bakış açısını ve geli-şimlerini olumsuz yönde etkiliyor. Öğrenciler, bu durum karşısında beden eğitimi derslerini “boş ders’’ olarak niteliyor. Kısacası, Türkiye’deki beden eğitimi derslerinin niteliksiz öğretmenler veya farklı branştaki eğitmenler tarafından verilmesi, dersin öğrencileri geliştirmesi bir yana hiçbir katkı vermediği bir gerçektir. Bu açıdan İskoçya’daki uygulamanın Türkiye’de şu şartlar altında uygulan-ması havada kalacaktır ve katkı sağlamayacaktır. Bunun gibi uygulamaların başarılı olması için öğ-rencilerin spora teşvik edilmesi, kişisel gelişmeler göstermesi, nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesi ve öğretmenlerin öğrencilere felsefi bir bakış açısı kazandırması gerekir.

Page 13: Efor Dergi Sayı 1

BEYKOZ’UN SAHA DUVARI OLMASA DA OLUR

Beykoz’un efsanesi, Uruguay’ın kafa vuruşu hocası İbrahim Kelle, Beykoz kulüp binasını işaret ederek sorulan ‘’Bu kulüp binası size dar gelmiyor mu ?’’ sorusuna cevap verir: ‘-’’Evet, dar ama mecburuz. Çünkü hiçbir yerden yardım görmeyen bizler, daha uzun seneler burada oturmak mecburiyetindeyiz. Gördüğünüz bu küçük oda hem heyet-i idare odası hem toplanma odası hem de soyunma odasıdır.’’İbrahim Kelle bu cevapları Türkiye’de amatörlüğün en amatörce yaşandığı, futbolun iki ayağı üstünde ağır aksak durabildiği, büyük ekonomik krizden çıkan dünyada sıkıntıların çığ gibi büyüdüğü yıllarda, 1934’te verir. Kelle’ye yine sorarlar:-’’Çok paranız olsa evvela hangi kusurlarına sarf edersiniz?’’ -’’Sahaya bir kulüp binası yaparız. Sahanın etrafını duvarla çeviririz. Alın teriyle vücuda getirdiğimiz bu sahayı bakımsızlıktan kurtarırız.’’Onca zorluk içinde işte bu kadar mütevazı bir duruş-tu bizim amatörlüğümüz. Sahanın çevresine duvar yapmaktı amacımız. Spora sevgimiz mevcuttu, duva-rımız olmasa da olurdu. Aynı odayı 3 ayrı amaçla

amaçla kullansak ne kaybederdik? Önemli olan spor yapmak, takım olmak, beraber olmak değil miydi? Maçı kaybetsek de dostluğumuzu kaybeder miydik? Bırakır mıydık kenara 20 yıllık arkadaşlığımızı? Bı-rakmazdık. Çünkü sıkıntılıydık, güçlüklerle savaşarak hep beraber bir yere gelmiştik. Yoksulluğumuzun da değerini bilirdik. Varsın amatör desinler. Amatörlüğü mü olur dostluğun, saygının? Profesyonel olunca mı hepimiz başka köşelere dağıldık? Hem profesyonel hem dost kalamaz mıydık? Amatörken yenilince kaçardı tadımız ama bozulmazdı ağzımız. Bir tebrik ne dilimize yüktü ne gururumuza leke. Erdemdi, büyüklüktü. Evet amatördük, varsın amatör desinler. Bugün profesyonelsek, evlâ değil mi amatörlük?Cem Zamur’un da dediği gibi ‘’Gece yarılarına kadar goldü, penaltıydı tartışması mı önemli; yoksa yeni nesillere bunun spor olduğunu anlatmak, benim-setmek mi ? Sponsorlar bulup oyuncu alıp satarak günü kurtarmak mı doğru olan, yoksa hem o takım için hem de çevresindeki insanlar için sportif an-lamda onları bir üst seviyeye çıkarabilecek altyapı yatırımları mı? Kısacası rant mı önemli olan, bir çivi çakabilmek mi ?’’

NEDİR VEFA?2. Abdülhamit’in spora karşı baskıcı tutumunun 2. Meşrutiyet ile kırılmasıyla sayıları birden artan spor

PROFESYONELLİĞİN ÇARKLARINDA POSASI ÇIKARILAN AMATÖR RUHLAR

Page 14: Efor Dergi Sayı 1

kulüplerinden biriydi Vefa. 2 sene içinde sporda büyük bir atılım yapan Vefa; atletizm, izcilik, voley-bol, kürekçilik, boks, güreş, buz hokeyi, denizcilik, çim hokeyi ve bisiklet gibi geniş bir spor yelpazesi oluşturdu. Dönemin çalkantılı ortamında kulüp men-supları ‘’eli silah tutan erkeklerin savaşması’’ kabi-linden aktif role sahipti. 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda saf tutan kulüp sporcularından Turgut Aktansay savaşta son ana kadar savaştı ve esir düştü, Zeki Baban da gazi oldu. Bu bakımdan Vefa’yı ele aldığımız zaman, bu ülkenin topraklarına bir şeyler kattıklarını vurgulayan Emrullah:-’’Sadece savaşlarda değil aynı zamanda işgalci kuv-vetlerle yaptıkları maçlarla da milli mücadele duy-gusunu arttırdılar. Futbol asla sadece futbol değildir sözünün simgesidir Vefa.’’ ifadelerini kullandı.Vefa 1924-1925 sezonunda İstanbul Ligi’ne katıldı. Üç Büyüklerin zorlayıcı rakibi oldu. 1946-1947 sezo-nunda şampiyonluğu Fenerbahçe’ye karşı averajla kaçırdı. Karagümrük ile çekişmeli mücadelesi olan Vefa, Vefa Lise’sinden mezun olan Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasından sonra Karagümrük’ün sahasını Vefa’ya vermesiyle Karagümrük ile ters düş-tü. Bu sahayı sahiplenme yarışı bugün devam ediyor. Genç Keçiler lakaplı Vefa’nın bu isme nasıl sahip olduğu ise bilinmiyor. Buna şaşıran Sedat sordu:-’’İnatçılar mıydı acaba ?’’Karagümrük ile girdikleri saha tartışmasına bakarsak, neden olmasın Sedat? Emrullah, Vefa efsanesi Galip Haktanır’ı kaynak gös-tererek cevapladı:-’’Galip Haktanır kuşkulu da olsa bu ismin o dönem-lerde saha yakınlarındaki çayırlarda otlayan keçiler-den gelebileceğini söyledi.’’

VEFA’YA VEFASIZLIKGalatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ile kıyasıya mü-cadele eden ve dönemin ‘’4. büyüğü’’ olma başarısı-nı gösteren Vefa nasıl bugünkü durumuna geldi?Emrullah anlatmaya devam etti:Vefa’nın çöküş sürecinin başlangıcı Türkiye Ligi’nin profesyonelleşmesi oldu. Türkiye’de takım sayısı birden bire arttı. Çünkü siyasi ortamdaki gerginlikler spor kanalıyla yumuşatılmaya çalışıldı. Anadolu’dan İstanbul’a doğru başlayan göçlerle Vefa’nın semt çevresindeki taraftarları çeşitli bölgelere yayıldı, dağıldı ve kompaktlığını kaybetti. Düşüş sürecinde bunun etkisi oldu. Fakat daha önemlisi 1980’lerde yaşandı. 2. Lig’e düşen Vefa, dönemin ekonomik po-litikalarının değişiminden de etkilendi. Simtel mar-kasıyla sponsorluk anlaşması yapan Vefa’nın adı Vefa Simtel oldu. Kulübünün isminin değişimine kadar varan bu anlaşmaya kulübü amatörce sevenler karşı çıktı. Kulübün liseye ve halka ait kalması gerektiğini

savunan bu taraftarlar işin içine paranın girmesinden hoşnut olmadı. Vefa’yı sevenler bu yüzden kendileri-ni soyutladı ve kulüpten uzaklaştı. Bu sıkıntılı süreçte Vefa 1986-1987 sezonunda 2. Lig’den 3. Lig’e düştü. Simtel, küme düşen bu takımla yeni sezonda anlaş-ma yapmadı. Vefa’ya küsenler de bu süreçte geri dönmediği için takım 1993-1994 sezonunda 3. Lig’de de tutunamadı ve bugün İstanbul Bölgesel Amatör Ligi’ne kadar geriledi.‘’Peki, Vefa’nın kurtuluşu nerde yatmaktadır ?’’ diye sordu Edipcan. Cevabını da kendisi verdi. Vefa’nın efsanesi Galip Haktanır’dan alıntı yaparak:-’’Galip Haktanır’ın bu konudaki çözüm önerisi Vefa Lisesi’nden geçiyor. Haktanır’a göre Vefa Lisesi gibi köklü bir eğitim kuruluşuyla özdeş bir kulübün bu duruma gelmesi inanılır gibi değil. Vefa’dan mezun olup bugün iyi durumda olan kişilerin el birliğiyle yapacakları maddi destekler, Vefa’nın kurtuluşu olabilir.’’Kulübün özüne, en ilkel yöntemle dolaysız dönmek değil midir bu ? Emrullah Galatasaray Kulübü ile karşılaştırdı:-’’Bir tarafta lisesinin desteğiyle zirveye doğru bir eğilim, diğer tarafta lisesin desteğini çekmesiyle çöken bir tarih.’’Edipcan, Vefa’nın kulüp binasını ziyaret eden Emrul-lah’a izlenimlerini sordu. Emrullah da aktardı:-’’2 yıl önce gitmiştim ama bugünden pek farkı yok. Duvarlar Vefa’dan geçen ünlü isimlerin fotoğrafla-rıyla süslüydü. Bunlardan biri de Abdullah Avcı’ydı örneğin. Sabah 8.30 sularında gitmiştim ve futbol-cularla hocalarının aralarındaki konuşmaya şahit oldum. Futbolcular, bu erken saatlerde toplu taşıma araçlarıyla uzaklardan gelmekte zorlandıklarını ve belli bir kamp programında servisle antrenmanlara gelmek istediklerini söyledi. Teknik kadro ise maddi yeterliliğin olmadığını belirterek istemeyenin kulübü terk edebileceği cevabını verdi.’’Kapıyı gösteren bu açıklamalarla karşılaşan futbolcu-ların 106 yıllık çınar kulüplerini bulundukları durum-dan kurtarabilme ihtimalini tahmin edebiliyoruz.

Page 15: Efor Dergi Sayı 1

25 yıl devam etti. Sonra bir profesyonel akıntının uzunluğuna kapıldı bu ekip. Birtakım insanlar geldi-ler bu kulübün başına. Hani kaşığıyla verip, sapıyla göz çıkaran cinsten. Bu yalan (profesyonellik yalanı) 2 yıl yaşadı. Şöhreti, derecesi, kuruluş ve işleyişiyle yalan bir iki yıl. Birinci kümede bir üçüncülük, kupa maçlarında kök söktüren neticeler. Fakat sonra ne oldu ? Kendilerini milyoner ilan edenler kaçtılar, hem de bir semtin çeyrek asırlık sevgisini de kaçıra-rak.Karagümrük bir yığın akılsız borç ile yalnız kaldı. Kulüp bir örümcek garsoniyeri haline geldi. Kimse tınmadı bu ızdıraba.Sonra birtakım isimsiz yeniler geldiler. Bu enkazı yine başladıkları gibi amatör bir zindelikle temizle-meye gayret ettiler. Başardılar da. Hem de semtin desteğinden mahrum bırakılmış bir yığın akılsız borcun sıfırları etrafında ‘Hu!’ çeken dervişler gibi sabırla dönerek !’’ (...)İslam Çupi, Karagümrük’ün yönetimsel anlamda ba-şardığını ve yine semtin desteğini alırsa eski günleri-ne dönebileceğini vurgulasa da Karagümrük 2. Lig’e düşmüştü bir kere. Eski gücüne kavuşmak oldukça zordu.

NEDEN DÜŞTÜLER?Beykoz, Vefa ve Karagümrük kulüplerinin hikayeleri üzerine söz alan konuğumuz Doğanay Dalbudak, kulüplerin yaşadığı sıkıntıları amatörlükle profes-yonellik arasında bağ kurmamaya bağladı. Ve köklü tarihlere sahip olan bu kulüplere gönül verenlerin, yeniliğe kapalı ve korumacı tutum sergilediklerini düşündüğünü belirtti. Bunu doğal karşıladığını da eklemeyi ihmal etmedi. Takım üzerindeki sermaye-nin hakimiyetine taraftarların tepki koyduğunu ve bu geçiş döneminde kulüplerin çöküş sürecine girdi-ğini ifade ederek, amatör ruhlarına sıkı sıkıya sarıl-dıklarını vurguladı. Doğanay İslam Çupi’nin konuyla ilgili yazısına da yorum getirdi:

PÜR AMATÖR İLAHLARİslam Çupi’nin çocuk dünyasının ilk büyük takımıydı Karagümrük. O zamanlar büyüklüğün amatörlük-le-profesyonellikle ölçüsü yoktu. Semtin onlara verdiği sevgi dolu destekti onları büyüten. Ama sonra ne oldu ? Edipcan, İslam Çupi’nin 1966 tarihli yazısından alıntılayarak aktardı:-’’Yaz pazarlarının son saatlerinde orayı (Karagüm-rük sahasını) bir tozlu serinlik kaplardı. Kozhelvacı, turşucu, leblebi çekirdekçi ve bostan suyu satan tenekeli seyyarların süslediği bu alan bütün bir semti ayağa kaldıran maçlara sahne olurdu. O renge bulanan 11 delikanlı o kömür tozlu futbol tarlasını çiğnemeğe başladığı an, yaklaşmakta olan akşam namazı hatrına elleri arasında tesbihini dolaştırma-ya başlayan bir babaanne bile gözlerini Tanrısından alıp, bu delikanlıların gayretlerine indirirdi.Alınan tek bir galibiyet, davullu zurnalı bir bayrama yol açar, koca bir semt bu ‘’pür amatör’’ ilahlarını omuzlarına alır; yürekli, namuslu ve tertemiz in-sanlar gecelerini pırıl pırıl eden bir sevincin bir sürü manevi ampullerini yakarlardı. (...)Karagümrük’ün 90 dakikası uğruna tribünde titreşen kişiler, cebindeki 100 kuruşunu bu gençliğin üstüne seve seve serperdi. Manavı, küçük esnafı, çeşitli ticaret erbabı bir yardım kampanyası söz konusu olduğu an, ‘O da çocuğumuz hem de en kıymetlisi’ diyerek nafakalarından en iri payı bu on bire düşün-meden ayırırlardı.’’

KARAGÜMRÜK’TE KARABULUTLARKaragümrük’te semtin futbola ve kendi çocukları gibi gördükleri takımlarına bakış açısını işte böylesi-ne muhteşem bir dille aktarmıştı İslam Çupi. Edip-can bu hayranlığını sürdürerek devam etti Karagüm-rük’ün başına gelenleri Çupi tanıklığında aktarmaya:-’’Bu (Karagümrük’ün semtiyle dolaysız ilişkisi) 20-

Page 16: Efor Dergi Sayı 1

-’’İslam Çupi ‘pür amatör’ diyor. Bence pür amatör kalmanın pür duygusallıktan geçtiğine vurgu yapı-yor. Bu çerçeveden günümüze baktığımızda duygu-sallıkla profesyonellik arasında malesef ince bir çizgi yok. Kalın bir çizgi var ve birini tercih etmek zorunda kalıyorsun. Özellikle Vefa konusunda sermayenin kulübe girmesiyle oluşan kalp kırıklığının ardından yalnız kalan bir kulüpten bahsediyoruz. Duygusal-lıkla profesyonelliği birlikte yürütmek malesef pek mümkün görünmüyor.’’Doğanay, amatörlük ve profesyonelliğe günümüzün bakış açısı üzerine de konuştu:-’’Örnek olarak Galatasaray’da Fatih Terim mevcut profesyonel sistemin içinde takımın başına geldiği zaman gelenekçi ifadelerle ‘Galatasaray ruhu-hü-cum futbolu’ kavramları öne çıkartılıyor. Yabancı teknik direktör geldiğindeyse ‘profesyonelleş-mek-kurumsallaşmak’ gibi kelimeler kullanılıyor. ‘Futbolcu sahada gerekeni yapsın, saha dışı bizi ilgilendirmez’ deniliyor. Kısacası skora odaklanıyor profesyonellik.’’

SEBA ETKİSİ VE SEMTTEN GENELE BEŞİKTAŞTarih yazmış semt takımlarımızın amatörlükten pro-fesyonelliğe geçerken yaşadığı sıkıntılar sonrasında girdikleri çöküş süreci ve 1. Lig’den uzaklaşma

hikayelerine baktığımızda, hiç yok mu bugünlere aynı kuvvetiyle gelmeyi başaran semt takımı ? Boğaz manzaralı, saray havalı, eskiden arabacı sonra kolej takımı : Beşiktaş.20. yüzyılın belki de Beşiktaş açısından en sıkıntılı geçen yılları 70’lerdi. 80’lere ayak basarken artık bir hareket gerekirdi. Devlet memuru eski Beşiktaşlı Süleyman Seba, memuriyetinden Beşiktaş’ın zor durumunda taşın altına elini sokmak için vazgeçti. Beşiktaş’ın başına geçtiğinde diğer semt takımları gibi yavaş yavaş eski günlerin arandığı yıllardı. O, amatörlükten profesyonelliğe geçiş dengesini öylesi-ne iyi kurdu ki, Beşiktaş evrensele ulaşmayı, Türki-ye’nin geneline yayılmayı başardı. Yakın dönemde kaybettiğimiz Seba, amatörlüğün profesyonelliğe karşı direnişinin son temsilcisiydi. O, profesyonelli-ğin çarkları tarafından nice büyük takımları çiğneyip alt kümelere atan, acımasız, başarı odaklı sistemde ortaya koyduğu kendine has tavrıyla amatörlüğün son kalıntılarını harmoni haline getirdi ve Beşiktaş tarihine damga vuran tadına doyulmaz yıllar or-taya çıktı. Seba için ne imza ne de şampiyonluklar önemliydi. Onun için önemli olan verilmiş bir sözdü, rakibe saygısızlıktan kaçınmaktı, efendiliği korumak-tı. Halkın takımı yakıştırmasında büyük katkısı olan Seba, sadece Beşiktaş’a değil, Türkiye’ye de büyük bir miras bıraktı.

Page 17: Efor Dergi Sayı 1

Ralli araçlarında Formula 1 ya da Nascar araçları gibi bir pilot yoktur. Rallide iki pilot vardır. Direksiyon-daki pilotun adını pek çok kişi bilir ve co-pilot ihmal edilir. Peki direksiyon kullanma yetkisine sahip olmasına rağmen kullanamayan yardımcı pilot araç içerisinde ne yapar? Bunun en kısa cevabı ise araç kullanmak hariç bütün işleri yapmakla görevlendi-rilmiş olmasıdır. Bu yazıda da co-pilotların görev ve sorumluluklarını kısa anlatmak istedim. Gelin bu öyküyü kısaca ele alalım.

RALLİ ÖNCESİ Yarış öncesinde co-pilot öncelikle parkura ait bütün bilgileri temin etmekle uğraşır. Yolla ilgili notları, haritaları ve çizgeleri bulur. Bir eski sezonda yapıl-mış olan yarışın da bilgi notlarını ele alır. Bütün bu elindeki bilgi parçacıklarıyla birlikle yolma gezmesi ve antrenman programlarını hazırlar. Birinci pilotlar, uzun ve yorucu olan normal etaplar için pek ant-renman yapmazlar. Bunun için yardımcı pilotlarının gerekli işlemleri yaptığını bilirler. Bu yüzden pilotlar genellikle özel etaplara yoğunlaşırlar. Co-pilotlar antrenmanlarını gerçekleştiremedikleri uzun par-kurların notlarını alır. Bu notlar genellikle yarışta karşılaşılacak kavşaklar ve zeminle ilgilidir.

ÖZEL ETAP ANTRENMANLARI

Özel etaplar, normal etaplara göre daha zorlu ve kazananı ortaya çıkaran bölümlerden oluşmaktadır. Normal etaplar gibi rahat bir yarış imkânı yoktur. Birbirlerini izleyen virajlar, tümsekler ve sıkça deği-şen zemin karakteri zaten zoru olan yarışı farklı bir boyuta taşımakta ve rallinin esas keyfini vermekte-dir. Özel etap için gerçekleştirilen antrenmanlarda co-pilotlar her şeyden öte bir bir not alıcısı olmalı-dır. Antrenman boyunca pilotlar; virajları, tepeleri, zemini ve düzlükleri not aldırırlar. Co-pilotlar, pi-lotların antrenman esnasında söylediklerini dizinin üstündeki kâğıda geçirirken ne hata yapma ne de tekrarlatma gibi bir hakkı yoktur. Özel etaplarda kar-şılaşılan temel karakterler ise birbirini izleyen özel alanlara sahip olmasıdır. Arka arkaya virajlar çıkar ve bütün bunları co-pilot hiç aksatmadan not alır. Sıkça pilotlar rahatsız eden arazi ve 200 km/h’ı düşünecek olursak bu aracın içerisinde not almanın pek kolay olduğu söylenemez.

BAŞARININ ARKASINDAKİ ADAMLAR: CO-PİLOT OLMAK

Page 18: Efor Dergi Sayı 1

YARIŞ GÜNLERİ Pilotlar tulumlarını giyip gaza bastıkları andan itiba-ren heyecanla izlemeye başlarız. Co-pilotlar, direksi-yonun hemen yanı başında bir çantayı hazır tutarlar. Bu çantanın içerisinde not defterleri, kronometre, haritalar ve kalemler gibi yarış için gerekli bütün kağıt parçaları bulunur. Günümüzde ise özellikle teknolojinin gelişmesiyle beraber bazı notlar bilgisa-yar yoluyla da alınmaktadır. Mücadelenin başlama-sıyla beraber co-pilot önce kronometresini çalıştırır. Bu kronometreyi yarış sonrası hakemlerin tuttuğu zaman çizelgesi ise karşılaştırır. Bunun haricinde co-pilot, pilotun tutturmuş olduğu notları okur. Ge-lecek viraja nasıl girildiğini, önündeki tümsekten ya da kavşakların sert ya da yumuşak mı geçileceği gibi talimatları okur. Pilotlardan gelecek özel istekler de karşılanır; mesela eski dönemlerde bir sigarayı yakıp vermek gibi. Bir co-pilotu başarıya götüren şey ise hızlı olabilme-si ya da talimatları kusursuz okuyabilmesi değildir. Araç içerisinde ciddi bir psikolojik harp veren pilotu sakin tutabilmesi, co-pilotun kâğıt üzerinde görün-meyen en önemli görevidir. Doğal şartlarda devam eden yarışta pilot, saniyeler ile yarışır. Bu esnada coğrafyanın getirdiği zorluk-lara hızlı olma zorunluluğunu da eklenince pilotlar devamlı zıplayan bir araç içerisindedirler. Sağlıklı fiziklerine rağmen sıkça mideleri bulanabilir ve er-ken yorgunluk gösterebilirler. Buna ek olarak mental yorgunluk da baş gösterebilir. Pilotlar, co-pilotların yaptığı hatta yapmadığı bir hata yüzünden sıkça yerebilir. Zaman zaman bunlar küfür ve hakaretlere kadar da gidiyor. Co-pilotun görevi ise pilotu bu gibi durumlarda rahatlatmasıdır. Pilota karşılık vermek ya da onunla sözlü bir münakaşaya girmek -hakkı da olsa- gibi bir lüksü yoktur. Araç içerisinde sağlıklı bir hava yaratmak da co-pilotun görevidir. Pilotun bütün kızgınlığının temel sebebini anlayabilmelidir. Araç içerisinde birinci yetkilinin pilot olduğu ise unutulmamalıdır. Bunun için pilotların yaptığı hata-lardan çabucak dönmeleri sağlanmalıdır.

Bir pilot, doğası gereği özgürdür. Başına buyruk dav-ranmayı sever ve bunun için de alamayacağı riskler ise çok azdır. Co-pilot burada pilotların aldığı riskleri bildirerek yönlendirmelidir ancak bunlar bir talimat sınırına ulaşmamalıdır. Nihayetinde o bir yardımcı pilottur. Co-pilot güçlü zihinsel yapıyla beraber güçlü bir fiziğe de gerek duymalıdır. Parkurlar her zaman kusursuz geçmiyor. Yağışlı havalarla beraber deği-şen zemin pilotlara kötü sürprizler hazırlayabiliyor. Takla atmış ya da çamura saplanmış bir aracın yarışa tekrar dönebilmesi için fiziksel müdahaleyi öncelikle yardımcı pilotların yapması gerekmektedir.

FOTOĞRAFIN ARKASINDAKİLER

Bütün spor dallarında diplerine inmedikten sonra esas kahramanları bulamayız. Gazete manşetlerinin sunduğu başarının arkasını bulmak için çabalamak göstermek gerekiyor. Formula 1’de başmühendisler ve pilotların adı sıkça telaffuz edilir. Bunlar başarının bel kemiği olarak gösterilir. Fotoğrafların arkasındaki isimler ise unutulur. Pitstopu organize eden şefler de bunlardan birisidir. Futbolda taktisyenler, kondis-yonerler ya da fizyoterapistler de başarının temel unsurlarındır; ancak fotoğrafa giremezler.Yardımcı pilotların yaşadıkları da hemen üstte bah-settiğimiz gibidir. Sébastien Loeb ya da Colin McRae gibi efsaneleri motor sporlarıyla ilgilenen herkes bilir ancak hemen yarım metre yanlarında duran adamların isimleri listelerde yer almaz. Ralli tarihi böyle başladı ve böyle de devam ediyor. Bildiğimiz tarih aktıkça da co-pilotlar anılmamaya devam edeceklerdir. Çünkü co-pilotun hata yapma şansı hakkı yoktur. Pilotun ise vardır. Yarış sonunda gelen başarısız neticede hesap verecek olan kimse co-pilotlar olur. Ralli sonunda şampanyalar patlıyor ve fotoğraf makineleri pilotlara odaklanıyorsa co-pi-lot yalnızca görevini yapmıştır. Esas başarı pilota aittir.

Page 19: Efor Dergi Sayı 1

Bir masal yazsanız içine İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’nü koysanız senaryoyu da hep kötü olaylar üzerine kurgulasanız, kulübün başına da sayısız sı-kıntı getirseniz, takıma bu kadar başarı kazandırabi-lir miydiniz? Türkiye spor tarihinin en önemli kulübü olan ve kazandığı başarılar ile ülkemizi gururlandı-ran Yüzme İhtisas Sutopu Takımı, geçmişten bu yana yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen milli takıma sporcu yetiştirmeye devam ediyor ve masallarda yer alan kötü karakterlere meydan okuyor.

MUHTEŞEM İKİLİ

Abbas Sakarya, 1929 senesinde lise öğrenimini görürken Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne kaydını yaptırmış, güreş dalında çalışmalara başlamıştı. Beşiktaş’a kayıt olduktan üç sene sonra İstanbul’da düzenlenen Balkan Şampiyonası’nda, 61 kiloda altın madalya kazanarak rüştünü kanıtlamıştı. Suat Erler ise ilköğrenim tahsilinden sonra bugünkü Robert Koleji’nde öğrenim görmüş, aletli ve yer jimnastiği, basketbol ile atletizm dalında yarışmalara katılmış-tı. Bu branşların hepsinde okulun en iyi sporcusu unvanını kazanan Suat Erler, okullar tatil olduğunda ise Galatasaray Kulübü’nde yüzme ve atlama sporla-rında kendini gösteriyordu.

Suat Erler, Galatasaray Spor Kulübü’nün Bebek’teki denizcilik şubesinde yüzme çalışmaları yaparken Abbas Sakarya da Galatasaray Denizcilik Şubesine geliyor ve burada İstanbul’un yegane üç metrelik trampetlerinde atlıyordu. Burada tanışan ikili, yıllar sonra gelecek büyük başarıların ve kuracakları ilk ihtisas kulübünün temelini atacaklardı.

GALATASARAY KOPUYOR

1930’dan 1934’e kadar süren samimi dostluk, bu yıl sonunda Sovyetler Birliği’ne ziyarete giderken daha da artıyordu. 1936 Berlin Olimpiyatı’nda yüzme, tramplen atlama ve sutopu müsabakalarını bera-ber izleyen Erler ve Sakarya, Türkiye’de de bu spor dallarının bir disiplin ile yapılması gerektiğini düşü-nüyorlardı.1939 senesinde her ikisi de eğitimlerini bitirmişler-di. Türkiye’ye döndüklerinde ise Avrupa’da iştirak ettikleri yüzme kulüplerini örnek almışlar ve bu doğrultuda düşüncelerine uygun bir kulübün kurul-ması için ön çalışma yapmışlardı. Projelerini gerçek-leştirecekleri zamana kadar Galatasaray’da çalışma-larını sürdüren ikiliden Sakarya, yüzme ve sutopu branşlarında fahri antrenörlük, Erler ise 1942-43 yıllarında Denizcilik Şubesi’nde kaptanlık görevinde bulunmuştu.1920’lerin sonu 1930’ların başında, Galatasaray futbol takımında amatörlük - profesyonellik kavga-

MİLLİ TAKIM SPORCULARI HAVUZSUZ

Page 20: Efor Dergi Sayı 1

kavgası çıkmış, bazı yöneticiler sarı kırmızılılar-dan ayrılarak Ateş - Güneş kulübünü kurmuşlardı. Galatasaray bu ayrılıktan büyük bir hasar görmüş, kendini toparlaması için lisenin desteğini alması gerekmişti. Futboldaki amatörlük profesyonellik an-laşmazlığı, 1943 senesinde yüzme sporuna da sıçra-mıştı. 1943 yazında amatörlük prensipleri yüzünden sarı kırmızılı kulüpten istifa eden Suat Erler, aynı yıl Ortaköy’de Lido Yüzme Havuzunu açmıştı.

PAŞALARDAN DESTEK ALINDI

Erler, aynı yıl Abbas Sakarya ile birlikte Hasan Vafi Beyi yanına alarak bir sporcu topluluğu oluşturdu. Sporcular Lido Yüzme Havuzunda antrenman yapar-ken, 1943 senesinde kurulan kulübe, Lido Yüzme İhtisas Kulübü ismi verildi. 1980’li yıllarda kulübün başkanlığını yapan Levent Aksüt ile kulübün kuruluş hikayesi hakkında görüştüğümde “ O yıllarda, beni takıma eski bir subay olan Ekrem Akömer aldı. Onun kulübe çok faydası oldu” diyerek dönemin idareci-lerinin kulübe destek verdiklerinden bahsediyordu. Kırmızı, beyaz ve mavi renkler altında kurulan kulüp, 33,33 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğinde olan Lido Yüzme Havuzunda büyük zorluklar içinde yarıştı. Öyle ki sporcular havuzu, 3 kez kat ettiklerin-de 100 metre yarışını tamamlıyorlardı. 1500 metre yarışında ise bu rakam tam 45’e çıkıyordu. Çünkü ülke, dünya ekonomik krizi ve ikinci dünya savaşı nedenleriyle spora yeteri kadar destek verememişti.

GÖÇEBE HAYAT BAŞLIYOR1943 senesinde kurulan kulüp kısa sürede yüzme, tramplen atlama, yer jimnastiği, kır koşuları ve bas-ketbol dallarında branşlar açtı. O sıralar, İstanbul’u ziyaret eden Amerikan, İngiliz, İtalyan Deniz Florya-ları ve İstanbul’un diğer kulüpleri ile özel müsabaka-lara çıkıldı.

Böylelikle Lido Yüzme İhtisas Kulübü’nde sporcu sayısı arttı. Sporcu sayısının artmasına bağlı olarak havuz yöneticileri ile anlaşmazlığa düşen yöneticiler, kendilerine yer aramaya başladılar. Yüzme İhtisas Kulübü’nün Lido’dan ayrılması, kulübün başında bulunan Lido isminin ortadan kalkmasına sebebi-yet vermiş, bu olay her sene dert yaşayacak olan kulübün ilk sıkıntısı olarak tarihe geçmişti. Lido’dan ayrıldıktan sonra özel yer aramaya başlayan yöneti-ciler, Ortaköy Sahilinde bulunan 23. İlkokulu, kulübe

tahsis ettiler.

YOKLUK İÇİNDE BÜYÜK BAŞARI

1978 senesinde kulübün başkanlığını yapan Levent Aksüt, İlkokul bahçesinin ufak bir alanında antren-man yapan sporcuların durumunu “ Soyunma yeri olarak okulun bir, iki sınıfı ve yemekhanesi kullanı-lıyordu. Kulübün demirbaşı, iki adet tahta sıraydı. Denizden çıkmak için kullanılan merdivenler ise vapur dalgası gibi sallanan tahta merdivenden yapıl-mış sobacı merdiveniydi” cümleleriyle açıklıyordu. Yüzme İhtisas Kulübü zorlu bir süreç içine girmişti, kulüpte yokluk hakimdi. Yaşanılan sıkıntılara rağmen çalışmalar tüm hızıyla sürüyordu. Okul yaz ayların-da tatile giriyor, Yüzme İhtisaslı sporcular da hem temizlik işlerini hallediyorlar hem de antrenman ya-pıyorlardı. “ Kış geldiğinde jimnastik sporuyla uğraşı-yorduk. Ayrıca Eminönü’nde Abbas Sakarya ve Suat Erler, bizi aletli jimnastik konusunda çalıştırıyorlardı. İki kurucumuz sayesinde aletli jimnastikte İstanbul Şampiyonu olduk.” Aksüt yokluk içinde bile başarılı olduklarını belirtirken, Türkiye’nin ilk ihtisas kulü-bü alt yapısına da önem vermişti. 1951 senesinde düzenlenen İstanbul Yüzme Yarışlarında mücadele eden küçük ve genç kategorideki sporcular, İstanbul Şampiyonluğunu kazanmışlardı.

Page 21: Efor Dergi Sayı 1

KUPALAR YAĞMALANDI

23. ilkokulda yaşanılan zorluklara rağmen kulüp en parlak dönemini yaşamış, her zorluk bir başarı getirmişti, adeta. Aynı zamanda boğaz yarışlarını en çok geçen yüzücü olan 84 yaşındaki Aksüt, “ Boğaz yarışlarını ilk kez Yüzme İhtisas Kulübü başlattı. Suat Erler zamanında Rumelihisarı ve Kandilli arasında yarış yapardık. Biz, Boğaz Yarışını düzenleyip başarı sağladıktan sonra Milli Olimpiyat Komitesi, bunu yeni bir düzen içine koydu. Yarışı da Kanlıcadan başlatıp Üsküdar- Kuru Çeşmeye kadar sonlandırma kararı aldı” kelimelerini kullanıyordu.

Yüzme İhtisas Kulübü’nde başlayan ilkler bununla da bitmemişti. Fransa ve İngiltere’yi birbirine bağla-yan Manş Tüneli’ni Haldun İşmen yüzerek geçmeye çalışmıştı. Ancak Haldun İşmen yarış bitimine 200 metre kala rotasını şaşırmış, Manş’ın yakınındaki bir adaya çıkmış ve yarıştan diskalifiye edilmişti. Bu başarıları, Avrupa ziyaretleri de takip edince Yüzme İhtisas Kulübü’nün uluslararası arenada tanınırlığı artmıştı. Bu sayede, Uluslararası Olimpiyat Komitesi, olimpiyat fikrinin yayılmasına ve amatörlüğe en çok hizmet eden spor kulübüne verdiği Fearnley Kupa-sını 1958 yılında Yüzme İhtisas Kulübü’ne vermişti. Böylece dünyada sadece dört kulüpte olan bu kupa-yı, ilk kez bir Türk takımı kazanmıştı.

YİNE HAVUZSUZ KALDILAR

Zorluk içinde çalışmalarını sürdüren kulüp, kurulu-şundan 25 yıl sonra yine bir sorunla karşı karşıyaydı. Kulübün olduğu bölgeye köprü yapılacaktı. Köprü ayakları kulübün antrenman yaptığı sahanın tam ortasına denk geldiği için kulüp kapanma noktası-na gelmiş, sporcular tahliye edilmişlerdi. İki sene boyunca sporcular bir tesise sahip olmadan akşam saatlerinde antrenman yapıyorlardı.

Yöneticiler de bu sırada yeni bir yerleşim yeri bul-mak için çalışmalarını sürdürüyorlardı. İki yıl farklı yerlerde antrenman yapan sporcular, en sonunda 45’inci İlkokul Beden Terbiyesine taşındılar. Bu süreçten sonra kulüp yüzmede başarılı atletler çıkarmış, su topunda yenilgisiz şampiyonluklar ardı ardına kazanılmıştı.Yöneticiler de bu sırada yeni bir yerleşim yeri bul-mak için çalışmalarını sürdürüyorlardı. İki yıl farklı yerlerde antrenman yapan sporcular, en sonunda 45’inci İlkokul Beden Terbiyesine taşındılar. Bu süreçten sonra kulüp yüzmede başarılı atletler çıkarmış, su topunda yenilgisiz şampiyonluklar ardı ardına kazanılmıştı.Köprünün temelleri atılırken yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan yalı restore edilmiş, iç tezyinatı yenilenmiş ve yalı yeniden hayata döndürülmüştü.

Page 22: Efor Dergi Sayı 1

Tarihi eseri Türkiye Cumhuriyeti’ne kazandıran kulüp, burayı senelerce yanmadan yıkılmadan muhafaza etmişti. 2007 senesine kadar milli takıma sayısız yüzücü ve sutopu sporcusu kazandıran Yüz-me İhtisas Kulübü, Adana Demirspor’un sutopunda 18 yıl üst üste kazandığı şampiyonluğu da elinden almıştı. Kulüp, ayrıca Üsküdar’da irtibat bürosu açmış, Anadolu yakasında ikamet eden çocuklara su sporlarını sevdirmişti.

KUPALAR VE MADALYALARKURTARILDI

Şu an Yüzme İhtisas Kulübü’nün başkanlığını üst-lenen Caner Aksüt, kulübün başarılarını anlatırken kendileri için dönüm noktasının yedi yıl öncesinde gerçekleştiğini belirtiyordu. “ Kulüp, yedi yıl önce sözleşmesi devam ederken yerinden çıkarıldı. Buna sebebiyet veren eski yönetimdi. Yöneticiler, kulübü kötü yönetmiş, valilikle iletişime geçmeyince de il özel idare tarafından havuzu terk etmemiz söylen-mişti.” 64 yıllık kulüp tekrardan kapanmanın eşiğine gelmişti. Kulübün eski yöneticilerini mahkemeye verdiklerini söyleyen Caner Aksüt, “ Kulüp yeri bı-rakırken yöneticiler, ne madalyaları ne lisansları ne kupaları ne de fotoğrafları aldılar” diyordu.Kulüp mekanını terk etmesinin ertesi gününde Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden Caner Aksüt, Barbaros Yolunun kapalı olması nedeniyle taksiciye kulüp ye-rinin bulunduğu yerden gitmesini söylemişti. Taksi, kulüp binasına geldiğinde Caner Aksüt hayatında hiç unutamayacağı manzarayı karşısında bulmuştu. “ Kulüp boşalmıştı. İnsanlar da bundan istifade edi-yor, madalyaları, kupaları almaya çalışıyorlardı. Bir kadın da eline madalyayı almış, ‘ Bu madalya, benim oğlumun’ diye bağırarak hırsızlık yapmaya çalışmıştı. Ben de arta kalan kupaları ve madalyaları topladım. Oraya şans eseri gitmeseydim başarılarımızı simge-leyen her şey kaybolup gidecekti.”

KAPANACAKKEN TARİH YAZDILAR

Eski yönetim gittikten sonra sporcular, Caner Ak-süt’ün yanına gelmiş ve bu yokluk içinde “ Biz ne ya-pacağız?” diye sormuşlardı. Başkan yoktu, sporcular ise tedirgindi. Herkes bu takımın ligde bile kalma-yacağını düşünüyordu; ama o süreçten sonra Caner Aksüt başkan olmuş, ümitlerde ve gençlerde Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanan sutopu takımı, büyükler-de de Galatasaray’ı yenerek ligi zirvede tamamla-mıştı. Bu sırada Avrupa Kupalarına katılan ve Alman rakibini mağlup eden Yüzme İhtisas Sutopu Takımı, Türk kulüpleri içerisinde Alman sutopu takımlarını yenen ilk kulüp olarak tarihe geçmişti. Şu günlerde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin havu-zunda çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Caner Aksüt, “ Havuz, profesyonel sporcuların ihtiyacını karşılayamayacak düzeyde. Sporcuların bir lokali yok. Yani göçebe yaşıyoruz. Ulusal bayramlarda okul kapalı olduğu için antrenmana çıkamıyor, kendi sahamızda maçlar yapamıyoruz” diyerek dertlerini anlatıyordu.Bir havuza sahip olamadıkları için A takımda müca-dele edemeyen yüzme takımı ise alt yapıya odak-landı. Alt yapıda sürekli başarılar kazanan takım, milli takıma da oyuncu yetiştirmeye devam ediyor. Sutopunda alınan başarılı sonuçları sporcuların devamlılığına bağlayan Caner Aksüt “ Galatasaray 2 milyonluk takım. Biz ise bazı sporculara paralarını bile veremiyoruz; ama sarı kırmızılılar ile karşılaş-tığımızda ya yeniyoruz ya da başa baş bir şekilde mücadele ediyoruz. Bizdeki yüzme bilgisi hiçbir kulüpte yok. Az olanaklara rağmen bilgimizi kulla-nıp eksiklerimizi kapatıyoruz. Rakipler, transferlere milyonlar verirken; biz, gençleri yetiştirip bilgimizle onları yıldıza çeviriyoruz” cümlelerini kullanıyordu.

AMATÖR RUHUN TEMSİLCİLERİ

Son 30 sene içinde sutopunda Galatasaray ile beraber şampiyonluk yaşayan kulüp, bir kültür yaratmış durumda. Öyle ki sarı kırmızılılardan trans-fer teklifi alan İstanbul Yüzme İhtisas Sutopu Takımı Oyuncuları, takımlarına saygı gösterdikleri için her ne olursa olsun Galatasaray’a gitmiyorlar. Tarihi boyunca on binlerce yüzücü yetiştiren ve Türkiye’ye su sporlarını sevdiren Yüzme İhtisas Kulübü’nün hedefi ise önce bir tesise sahip olmak daha sonra da Avrupa’da mücadele etmek. Geçen sene tüm bu saydığımız zorluklara rağmen ligi ikinci bitiren ve milli takıma da altı oyuncu gönderen İstanbul Yüzme İhtisas Sutopu Takımı hem federasyondan hem de devletten yardım bekliyor.

Page 23: Efor Dergi Sayı 1

EZELİ REKABETTE 106 YIL

Uzunca bir süredir üzerinde çalışma yaptığım “Tür-kiye Derbiler ve Büyük Maçlar Tarihi” namlı kitabım için pırlanta kıymetinde bir parçaya sahip olduğumu söyleyebilirim.Memleket futbolunun en kadim ve en heyecanlı kar-şılaşmalarından biri olan Galatasaray – Fenerbahçe derbisinin ilk müsabakasının gazete haberini ilk defa olarak yayınlama mutluluğuna erişiyorum.Bu “ilk maç” hemen bütün futbol tarihi kitaplarında, mezkûr kulüplerin kayıtlarında hep “hususi müsa-baka” olarak geçiyor. Doğrusu 1909 senesi İstanbul Ligi‘nin 1908 – 09 yarım kalan sezonundan sonra yapıldığını keşfedene dek ben de bu görüşteydim.Ama sonradan böyle olmadığını keşfettim. Zira Fe-nerbahçe o sezon (sene) lige katılmış ve aynı tarih-lerde lig maçları yapmıştı. Dolayısıyla Galatasaray ile yaptığı maç da bir resmi lig maçı olmalıydı.Futbol tarihimizi anlatmaya çalıştığım Osmanlı Melekleri’ni okuyanlar bu ilk müsabakanın 1909 ligi için icra edildiğini ve bu satırların yazarının mezkûr müsabakanın bir lig müsabakası olduğunu yukarıda-ki malumatın ışığında tespit etmiş olduğunu ancak kanıtlayamadığını iyi bilirler.Ama şimdi rahatlıkla ve emin bir surette yazabilirim ki; “Evet, bu maç, yani ilk Galatasaray – Fenerbahçe müsabakası İstanbul Ligi için icra edilmiş resmi bir karşılaşmadır.”Futbol tarihimiz için son derece ehemmiyetli olan bu maç 17 Ocak 1909 tarihinde Papas Çayırı (Papaz Çayırı) yani Union Club sahasında oynanmıştır. Şimdi gelelim işin hikâye kısmına yani bu maçın haberini nasıl bulduğuma:

İLK MÜSABAKANIN HELECANLI SERGÜZEŞTİ“Taksim’de vakit öldürüyorum. Akşam kursum var. Ama derse daha epey vakit var. Taksim Atatürk Kitaplığı‘na girdim. Eski gazeteleri, özellikle 1909 senesi için altın değerinde olan Şura-yı Ümmet‘i taramaya başladım.Gazete, Fenerbahçe’nin ilk lig maçının 10 Ocak 1909 tarihinde Moda FC ile olduğunu yazıyor. Ayrıca 24 Ocak 1909 tarihindeki Elpis – Fenerbahçe lig mü-sabakasının haberi de var. Heyecan içindeyim. Bu maçı ilk defa bu araştırmam sonucu tespit ettim. Lâkin tam bu maçların arasına isabet eden 17 Ocak 1909 tarihinde icra edildiğini bildiğimiz o meşhur ilk müsabakanın haberi yok. Zira o nüshalar yani 18 – 19 hatta 20 Ocak nüshaları zannediyorum cildin başına veya bir önceki cildin sonuna geldiğinden ve pek muhtemel hırpalanmış olduğundan ya sökülüp atılmış ya da eksik. Maçı bulamadım.Çok üzgün ve müteessir bir hâlet-i ruhiye ile kös kös kursun yolunu tuttum. Derse girdim. Zor bir metin verdi Yücel Hoca. Ama neyse ki okumaya, takip etmeye az çok muvaffak olduk. Ders bitti. Tünel, vapur, otobüs derken Bostancı’ya vasıl oldum. Evde bir ümit Milli Kütüphane‘ye bağlanarak mezkûr gazetenin 1909 sayılarına baktım. Bir de ne göreyim: 17 – 18 ve 19 Ocak tarihleri hepsi karşım-da tatlı tatlı bana bakıyorlar. Nasıl sevindim, mem-nun oldum anlatamam. Hemen 18 Ocak’ı taradım. Mamafih maçın ertesi günü neşr edilen gazetenin nüshasında maçın haberine maalesef rast gelme-dim. O esnada Başak yanıma geldi. ‘Bir de 19 Ocak’a bakalım, pek ümitli değilim ama…’ diye dert yandım

Page 24: Efor Dergi Sayı 1

dert yandım kızcağıza…Başak da benimle birlikte buğulu, okunamayacak derecede bulanık yazılara merakla baktı. Birdenbire bir başlık gözüme çarptı: “Buldum!” diye bağırmı-şım…”Zayıf ve iyi göremeyen gözlerim ile Milli Kütüpha-ne’nin netliği bozuk ve çok zor okunabilen bulanık sayfasının haberleri arasında şu küçücük haberi seçebildim:

SPOR – FUTBOL

Pazar günü Kadıköy’ünde Papas Çayırı’nda Galata Saray ve Fener Bahçe asosieyşın (association) futbol kulüpleri arasında icra edilen müsabakada Galata Saray kulübü ihrâz-ı muvaffakıyet eylediği gibi, aynı günde ikinci cemiyet (ikinci küme) oyunlarına ait olmak üzere…”Evet, haberi bulmuştum. Ama ne yapsam indiremi-yordum. Sayfanın pdf’ini almak mümkün değildi. Sürekli hata veriyordu kütüphanenin sistemi. Bunun üzerine ertesi sabah kütüphaneyi aradım. Sağ ol-sunlar ilgilendiler. Hatanın sebebini söylediler fakat kısa zamanda düzelmesinin mümkün olmadığını o sayfanın yeniden mikrofilminin çekilmesi gerekti-ğini anlattılar. E peki ne yapacaktık? Bu son derece bulanık, benim dahi zar zor okuduğum yazıyı göste-remezdim sizlere.Birden aklıma sevgili arkadaşım Fethi Aytuna geldi. O, Darüşşafaka Spor Kulübü’nün 100. sene-i devri-yesi sebebiyle Ankara’da bulunuyordu. Bazı ziyaret-ler yapıyor ve etkinlikler için çalışıyordu.

Durumu ona anlattım. “Pazartesi gününe kadar

buradayım, gider alırım sen merak etme” dedi.

GS FB MAÇININ İLK HİKÂYESİ

GS FB MAÇININ İLK HİKÂYESİBu müsabakanın ilk devre sonucu bilinmiyor. Ancak gollerin Emin Bülend Bey tarafından atıldığını “Gala-tasaray Tarihi” ile ilgili hatıratlardan okuyoruz.Her iki kulübün de birinci nesil futbolcuları, yani Ga-latasaray’dan Celâl İbrahim, Fenerbahçe’den Gâlib Kulaksızzade oynamaktadır. Müsabakanın hakem-liğini İstanbul Ligi’nin de kurucusu olan Bay James LaFontaine yapmıştır. Maçın saati pek muhtemel 14:00 veya 14:30 dur.Oynandığı saha ise Papazın Çayırı (daha doğrusu Pa-pazın Bahçesi) değil Union Club’dür. 1909’da Papa-zın Bahçesinde artık sadece egzersiz yapılıyordu…

Şans yeniden yanıma gelmişti. Fethi gerçekten de 1 Aralık 2014 Pazartesi günü gitti ve sayfayı alıp bana gönderdi. Şimdi ben de size göstermek istiyorum bu büyük zorluklarla ulaşabildiğim haberi, tarihin ilk Galatasaray – Fenerbahçe müsabakası’nın haberini:

Not: İlk maç, Fenerbahçe pek muhtemel ligi terk et-tiği için o devrin temâyülâtı gereği sonradan hususi hâle getirilmiştir diyebiliriz.Not2: İlk maçın haberi ne kadar da kısa değil mi? Neticesi bile yazmıyor. İlk maçı benim bildiğim Emin Bülend Bey’in iki golü ile Galatasaray kazanmış…

Page 25: Efor Dergi Sayı 1

WİLL HUGHES

17 nisan 1995 tarihinde İngiltere’de doğan Hughes şu ana kadar Derby Country ile oynadığı 119 maçta 9 gol 10 asistlik bir performans sergiledi. İngiltere U 21 Takımıyla Avrupa Şampiyonası elemelerinde boy gösteren 19 yaşındaki İngiliz orta saha oyuncusu burada 8 maçta 2 gol attı. Topu hücuma iyi taşıyan, isabetli ara pasları ve uzun toplarıyla dikkat çeken Hughes sol ayağını etkili kullanıyor.

Eski hocası Nigel Clough iki sene önce kendisiyle yapılan röportajda Hughes için “ 17 yaşında olup da bu kadar iyi oynayan az futbolcu gördüm’’ kelimele-rini kullanmış ilerleyen yıllarda genç oyuncunun çok daha iyi yerlerde olacağını belirtmişti. Şu an Arse-nal’in ve Liverpool’un gündeminde olan genç solak, yaşına göre güçlü fiziği, serin kanlılığı, ikili mücade-lelerde ayakta kalabilme özelliği ile gelecekte adın-dan daha da söz ettirecek gibi.

LEON GORETZKA

6 şubat 1995 tarihinde dünyaya gelen Goretzka 6 yaşında girdiği Bochum alt yapısında etkili bir performans gösterdi ve 2013-14 transfer sezonuna kadar burada 36 resmi maçta 4 gol atıp 8 asist kay-detti. Temmuz 2014’te Schalke’ye 3 milyon 250 bin Euro bonservis bedeliyle gelen Alman oyuncu, ön libero mevkiinde oynuyor.

1,89 m boyuyla dikkat çeken Leon, etkili pasları, kaybetmeyi kabul etmeyen hırsı, yaratıcılığı ve yüksek tekniğiyle Almanya’da “ Yeni Ballack’’ olarak lanse ediliyor. Bu sezon Schalke forması ile 32 maçta 1500 dakika sahada forma terleten 19 yaşındaki oyuncu 5 gol atıp 1 de asist yaptı.

GÖZLER BU GENÇLERDE

Page 26: Efor Dergi Sayı 1

RİCARDO RODRİGUEZ

25 Ağustos 1992 tarihinde Zürih’te hayata gözle-rini açan Rodriguez şehrin takımının alt yapısında gösterdiği performansla tüm İsviçre’nin dikkatini çekti. 2009 U17 Dünya Şampiyonası’nda boy göste-ren Ricardo, şampiyonluk yaşayan İsviçre takımının yıldızlarındandı. O günden 3 sene sonra Zürih’ten 8,5 milyon Euro’ya Wolfsburg’a transfer olan sol bek oyuncusu buraya kısa sürede adapte oldu. Hücuma sıkça çıkıp etkili ortalar yapan 22 yaşındaki oyuncu defansın sağında da mücadele edebiliyor. Babası İspanyol annesi Şilili olan İsviçreli futbolcu Wolfsburg’la çıktığı 3 Avrupa Ligi gol attı ve bu per-formansıyla Real Madrid’in gündemine girdi.

ANDREJ KRAMARİC

19 Haziran 1991’de Hırvatistan’da dünyaya merhaba diyen Kramaric, Dinamo Zagreb alt yapısında yetişti. Zagreb’te beklenen performansı sergileyemeyen Andrej, 2013 yazında 1 milyon 200 bin Euro bonser-vis karşılığında Rijeka’ya transfer oldu. Kısa sürede takımına uyum sağlayan 23 yaşındaki oyuncu, uzak-tan attığı şutlar ve etkili kafa vuruşlarıyla bu sezon Hırvatistan Ligi’nde forma terlettiği 18 maçta 21 gol 2 asistlik performans sergiledi. Takımı ile çıktığı 8 Avrupa Ligi maçında ise 6 gol attı ve 1 asist yaptı. Bitiriciliği, takipçiliği ve iki ayağını da etkili kullanmasıyla ceza sahasında tehlikelere yara-tan Hırvat oyuncu şu anda Juventus ve Leicester’ın transfer gündeminde. Sezon sonu Rijeka ile olan sözleşmesi bitecek olan golcü futbolcu için Juventus 4,5 milyon Euro’yu, Leichester ise 7 milyon Poundu gözden çıkarmış durumda.

SİME VRSALJKO

10 ocak 1992 tarihinde dünyaya gelen Vrsaljko Dinamo Zagreb alt yapısında yetişti. Hırvat sağ bek oyuncusu, Zagreb’te 90 maçta 1 gol atıp 14 asist yaptı ve 2008 senesinde İtalya’nın Genoa takımına 4 milyon 800 bin Euro karşılığında transfer oldu ama burada bekleneni veremeyince 3,5 milyon Euro ya Sassoulo’ya dahil oldu. İyi ortaları, güçlü fiziği, ters kademeleriyle göze çarpan 22 yaşındaki oyuncu, Hırvatistan Milli Takımı’nın değişmez sağbeki olan Corluka’nın yerini dolduracak potansiyelde.

Page 27: Efor Dergi Sayı 1

1950’lerinbaşındanitibarenbazıfutbol-cularımızAvrupakulüplerindeoynamayabaşladı.İtalyaveFransa’datopkoşturanLefter,çeşitliİtalyankulüplerindeoynayanŞükrüGülesin,BülentEken,BülentEselherkesinbildiğiisimlerdir.Avrupayolunuilkaçanlardanbiriyseİzmirlibiroyuncu,1930’lardaFransa’daprofesyonelfutboloynayanVahapÖzal-tay’dır.Yirmiyılsonraonunaçtığıyoldangidenbirbaşkaİzmirlifutbolcuvardırkiyukarıdasaydığımızisimlerkadarbilinmez.BufutbolcumuzKarşıyakalıLemiYerli’dir.LemiYerliileKarşıyaka,Parisyıllarınıvefutbolhaya-tınıkonuştuk.

6 YAŞINDA ALSANCAK STADINDA

Doğma büyüme Karşıyakalısınız herhalde? Evet,1926’daKarşıyaka’dadoğdum.ÇocukluğumunKarşıyaka’sıküçükbirkasabagibiydiamaçokgü-zeldi.Denizpırılpırıldı.Karşıyaka’nınbirözelliğioyıllardaecnebiailelerinçokluğuydu.Buailelerİzmirekonomisindeönemliyertutuyordu.Futbolanasılbaşladınız?Küçüklüktenberifutbolailgimvardı.Sünnetoldu-ğumuzdakardeşlerimesaatgetirmişlerdi,banatophediyeettiler.BabaannembenialtıyaşımdaykenAl-sancakStadınamaçagötürmüştü.Ozamanlocalarvardı,ailelerlocatutardı.VahapÖzaltay’ıomaçtaseyretmiştimmesela.Bugünküotobüsduraklarının

karşısındaCumhuriyetİlkokuluvardı.OkulumuzunkarşısındaMahfelisimlitopsahasıvardı.Futbolcuağabeylerimizburadaantrenmanyapardı,bizdeokuldançıkıponlarıseyretmeyegiderdik.Futboltutkusuböylecebaşladı.Herhaldebendeküçükyaş-tanberibirkabiliyetvarmış.Okuldamaçyaparkenikikişiadımlaşıptakımlaraadamseçerdi,kazananöncebenialırdı.BenortamektebegeçtiğimsıradaşimdikiKarşıyakasahasıyapılmıştı,böyleceKarşıya-kakulübüMahfel’ibıraktı.BusahanınüstüneBusahanınüstünemaalesefyolyapıldı,evlerlekapandı.

SEMT TAKIMLARI FUTBOLCU ÇIKARIYORKarşıyaka takımına nasıl girdiniz? HeryazKarşıyaka’daAsımLigleridenenbirturnu-vadüzenlenirdi.Asımismindebirfutbolcuvarmış,sakatlanıpfutbolubırakmakzorundakalmış.Tur-nuvayaonunisminivermişler.HerseneligbittiktensonrayazınÇarşıiçi,Bostanlı,Alaybey,Soğukkuyu,Dedebaşıgibisemttakımlarıarasındamaçlaryapı-lırdı.Buturnuvaçokgüzelbirfutbolcukaynağıydı.BendebusayedeKarşıyaka’da43senesindelisanslıoldum.Ortamektepteöğrencilerinfutboloynamasıyasaktı,onsekizyaşınıdoldurmayanoynayamazdı.Ancaklisedeizinvardı.Ortamektebibitirirbitirmezbizimidarecilerhemenliseyekaydınıyaptırdediler.

PARİS’TE BİR KARŞIYAKALI

Page 28: Efor Dergi Sayı 1

O zaman Karşıyaka’da henüz lise yoktu. İzmir’de Ata-türk, İnönü ve Ticaret liseleri vardı. Liseler arasında iyi futbolcuları kapma konusunda yoğun bir reka-bet söz konusuydu. Bu çekişme içinde önce Ticaret Lisesine, ardından İnönü Lisesine kayıt yaptırdım. Karşıyaka’da doğrudan A takıma girdim. Milli Küme maçları başlamak üzereydi. Karşıyaka’nın girmesi kesinleşmişti. Bu arada benim Ticaret Lisesinde sah-te lisansım olduğuna dair itiraz edilmiş, Ankara’dan müfettişler geldi. Neyse, lisansımın sahte olmadığı anlaşıldı ve Karşıyaka ile Milli Küme maçlarında oynadım. Bir ara güreş çalıştırdılar beni kuvvetlenmem için. O zamanlar Karşıyaka kulübünün çok iyi bir gü-reş takımı vardı, Türkiye birincisi olmuştu. Takımda dünya şampiyonu Muharrem Candaş da vardı. Asım liglerinden beni seçtikleri zaman çok zayıf olduğumu söylediler. İdareci Dr. Faik Bey vardı. Karşıyaka güreş takımını çalıştıran meşhur Nuri Boytorun’a, “Bunu Asım liginden seçtik ama zayıf, ne yapacağız?” dedi. Boytorun, “Sen bunu altı aylığına bana ver, altı ay sonra tanıyamazsın,” dedi. Haftada iki gün futbol antrenmanı, iki gün güreş antrenmanı yapıyordum. Bir süre sonra güreşte İzmir birincisi olduk.

ANLAŞMAZLIK ŞAMPİYONLUĞU GÖTÜRDÜ

-Futbolda takımın durumu nasıldı? Bizim zamanımızda İzmir’de hemen hemen takımlar denkti. İzmir Liginde sekiz takım vardı. Karşıyaka İzmir liginde 1951-52 sezonunda şampiyon oldu. Çok şampiyonluk da kaçırdık. Hatta bir tanesinde Altınordu ile oynuyorduk. Son dakikada top kale-ye girmek üzereydi. Bizim solaçık Göbek Hidayet vardı, bir de sağaçık Kör Hikmet – Galatasaray’da da oynadı. Hava yağışlıydı, sen atacaksın, ben atacağım derken golü kaçırdılar, şampiyonluk gitti. İzmir Ligi dışında hangi maçlarda oynadınız? Karşıyaka zaman zaman sekiz takımın yer aldığı Milli Kümeye katılıyordu. İstanbul’dan dört, İzmir’den iki, Ankara’dan iki takım yer alırdı. Fakat İstanbul takım-ları çok kuvvetliydi. Bu arada 1947’de Yunanlıların daveti üzerine Atina’ya gittik. Harpten sonra iki ülke arasında münasebetler başlamıştı. Yunan takımları da İzmir’e gelirdi. Gemiyle Pire limanına gitmiştik. Dört maç oynadık Atina’da. Olimpiakos, Panionios, Panathinaikos ve AEK takımlarıyla maç yaptık.Lemi Bey bu seyahat sırasında çekilen fotoğraflarla birlikte bir gazete kupürü gösteriyor. Seyahate

katılan İzmirli gazeteci Cezmi Zallak, o zamanın hoş üslubuyla şöyle yazmış: “Top Adnan’a geldi. O da uzun bir vuruşla topu santer çizgisinde nokta gibi dikilen Lemi’ye gönderdi. Hafif bir vücut çalımıyla yanındaki uzun boylu beki atlatan Lemi topla birlik-te soluğu kalede aldı. Yunanlı bek çok çalıştıysa da Lemi’ye yetişemedi. Heyecandan yüreğimiz ağzımıza geldi. Kalede Yunan milli takımı kalecisi ve Yunanlı-ların lastik adam dedikleri İzmirlilerin tanıdığı genç Niko Pecaropulos var. Fakat yüreğini serin tutan Lemi kalecinin sol tarafından sıkı bir sağ şütle ilk golü attı. Stad alkıştan kırılıyor. Top santre gelmeden biz henüz inanamıyoruz. Nihayet santer yapıldı ve biz rahatladık.”

FRANSA’DA BEĞENİLDİFransa’ya gidişiniz nasıl oldu? 1951 yılında Bursa’da bir beynelmilel ipekçilik hafta-sı yaptılar. Bursa ipekçileri Avrupa’ya çok ipek kumaş ihraç etmişler. Bunu kutlamak için bir turnuva düzenlemişler. İstanbul’dan Fenerbahçe’yi, Anka-ra’dan Gençlerbirliği’ni, İzmir’den Karşıyaka’yı davet etmişler. Bursa’dan da Acar İdman Yurdu katılmıştı. Kurban bayramında dörtlü bir turnuva düzenlendi. Ben o sırada Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulunun son sınıfında okuyordum. Bayramdan iki gün sonra bir dersten imtihanım vardı, mezun olacaktım artık.

Page 29: Efor Dergi Sayı 1

Elime geçen para iyi, arkadaşıma Paris’te bir pansi-yon bulalım dedim. Oral’ın kaldığı pansiyon güzeldi ama sahipleri sadece talebelere oda veriyormuş. O sırada Vahap’ın dedikleri aklıma geldi. İzmir’deki okula mektup gönderdim, oradan bir çıkış yazısı gönderdiler. Böylece Sorbonne’a kayıt yaptırdım ve böylece o pansiyona yerleştim.

FUTBOLCULUKTAN ÇİFTÇİLİĞERacing nasıl bir kulüptü?Racing İngiltere’nin Arsenal kulübü gibiydi, çok güçlüydü. Fakat o zaman Fransa’da en güçlü kulüp Reims takımıydı. Meşhur Kopa, Fontaine orada oy-nuyordu. Avrupa’da bile çok güçlüydü. Bizim dere-cemiz üçüncülük ila beşincilik arasındaydı.Sizden başka yabancı oyuncu var mıydı? O zaman üç yabancı oynayabiliyordu. Bizim takım-da Brezilyalı Amalfi vardı. Sonra o gitti, Arjantinli Galiçyo geldi. Ben vardım, bir de Soso diye başka bir Arjantinli vardı. Fransız oyuncuların yedi tanesi milliydi. Sizden başka yabancı oyuncu var mıydı? O zaman üç yabancı oynayabiliyordu. Bizim takım-da Brezilyalı Amalfi vardı. Sonra o gitti, Arjantinli Galiçyo geldi. Ben vardım, bir de Soso diye başka bir Arjantinli vardı. Fransız oyuncuların yedi tanesi milliydi. Fransa’da ne kadar kaldınız? Yaklaşık üç yıl kaldım. 1954’te Fransa’dan döndüm. Fransa’ya gitmeden on beş gün önce nişanlan-mıştım. Eşimin ailesinin futbolcuya karşı antipatisi vardı, önce razı olmamışlar. Sonra bir şekilde Fran-sa’ya gideceğimi duymuşlar. Annesi haber yollamış gelsinler diye. Böylece gitmeden nişanlandık ve

üç sene boyunca nişanlı kaldım. Erken dönmemin sebeplerinden biri budur, yoksa kulüpten kalmamı istiyorlardı. Çiftçi bir ailenin torunlarıyız. Babam-dan arazi kalmıştı. O işin başına geçme zamanı da gelmişti. Fransa’da iyi para kazanabildiniz mi? Tabii, aldığım parayı biriktirdim. Geldiğim zaman çiftlik için de kullandım. Çiftlik neredeydi? Bugünkü İzmir Kuş Cennetinin olduğu yerdeydi. Devlet orayı istimlâk etti. Otuz sene çiftçilik yaptım. Çok yatırım yaptım, harika bir çiftlik oldu. Fransa’da-kileri örnek almıştım.Nihat Erim’in başbakanlığı sırasında istimlâk edildi. Beş sene önce değerini beyan etmiştik. O değer üze-rinden parayı bankaya yatırıp bize çıkın dediler.

28 YAŞINDA FUTBOLU BIRAKMAK NORMALDİFransa’dan döner dönmez mi başladınız çiftçiliğe? Dönünce hemen yedek subaylık başvurusu yap-tım. Askere gidene kadar üç ay KSK’da oynadım. O arada evlendim. Bahriyeli olmak istiyordum ama kısmet olmadı. Polatlı’da Topçu okuluna gittim. Bir gün akşam kapı çalındı. Bölük kumandanı gelmişti. “Teğmen, çabuk giyin, aşağı gel,” dedi. Lüks bir ara-ba gelmiş kapıda bekliyor. İçinde iki yüksek rütbeli subay, “Bin” dediler. Ankara’ya gittik, Genelkurmay binasına girdik. Neye gittiğimizi hâlâ bilmiyorum. Genelkurmay Başkanının yanındaki odaya girdik, “İşte bu efendim,” dediler. Karşımda oturan subay sertçe, “Ulan niye söylemedin Fransa’da futbol oy-nadığını, üç gündür ne kadar yedek subay okulu

Page 30: Efor Dergi Sayı 1

Bu yüzden annem gitmemi istemiyordu. “Kitapla-rımı da götürüyorum,” diyerek annemi ikna ettim. Takım önden otobüsle gitmişti. Ben bir idarecinin otomobiliyle Bursa’ya gittim. O sırada benden önce Fransa’da futbol oynayan Vahap Özaltay’ın bir Fransız arkadaşı gelmiş İzmir’e. Adam futbol hastası olduğu için, “Maç yok mu?” de-miş. O sırada ne İzmir’de ne İstanbul’da maç var. Va-hap Abi, “Burada yok ama Bursa’da özel bir turnuva var,” demiş. Arkadaşı, “Hadi gidelim,” deyince onlar da Bursa’ya gelmişler. O turnuvada Fenerbahçe’yi 2-0, Gençlerbirliği’ni 1-0, Acar’ı 2-1 yendik, kupayı aldık. Fransız misafir, “KSK’daki 4 numaralı oyuncu-yu Fransa’ya götürebilirim,” demiş. Maçlar bitince Vahap Abi otele geldi, Çelik Palas’ta kalıyorduk. “Bak,” Lemi dedi, “bu Fransız arkadaşım eski futbol-cu, şimdi idareci ve teknik komitede görevli. Seni beğenmiş, Fransa’ya götürmek istiyor. Gider misin?” “İmtihanım var abi, daha okulu bitiremedim,” diye cevap verdim. Zannederim fuar zamanıydı. “O zaten on gün kadar kalacak, hemen bırakmam onu,” dedi.Dönünce anneme ve ağabeyime söyledim durumu. Ağabeyim, “Geç imtihanını, mezun ol, ondan sonra gidebilirsin, güzel bir teklif,” dedi. Neyse imtihana girdik, geçtik. Bir gün Karşıyaka sahasında antren-mana geldiler, seyrettiler. Sonra Sami Bey’in pasta-nesi vardı,İstanbul’un Hacı Bekir’i gibi meşhur bir pastaneydi; orada oturup konuştuk. Vahap Abi, “Sana bilet yol-layacaklar,” dedi. O zaman uçak yaygın değil, vapur-la yolculuk yapılıyor. Sene 1951 sonu. “Marsilya’da karşılayacaklar, iki maç deneyecekler, Fransız takım-ları denemeden katiyetle oyuncu almazlar,” dedi.

“Beğenirlerse kalırsın, olmazsa da sakın dönme, gitmişken bir ay kadar kal, Paris’i, Avrupa’yı tanı. Madem ekonomi mezunusun, Sorbonne üniversite-sinde kısa kurslar var, bir aylık, altı aylık; onlardan is-tifade et, Fransa hükümeti yemek de veriyor,” dedi. Sonunda vapurla yola çıktım. Marsilya’da karşıladılar beni. İlk defa orada hızlı trene bindim. Paris’te Oral Üçer diye Karşıyakalı bir arkadaşım vardı, dişçilik tahsili yapıyordu. Annesinden adresi almış, gitme-den yazmıştım. Bende o zaman lisan yoktu. Sağ ol-sun beni karşıladı, bir otele yerleştirdi. Doğru Mösyö Dölenay’a gittik, kulüp başkanı ve Avrupa kupalarını organize eden kişi olarak o zaman dünyanın en meş-hur futbol adamlarındandı. Bizi menajere gönderdi. Kulüp binasına gittik. Oral ona, “Lemi Türkiye’de çok iyi futbolcudur,” deyince adam, “Yarın sahada göre-ceğiz,” diye karşılık verdi.Birinci maçı Paris’te oynadık. İkinci maç için Lille’e gittik. Oyundan çıkarken antrenör omzuma vurdu, “Bak seni alkışlıyorlar, git selam ver,” dedi. Anladım ki iyi oynamışım. Döndük Paris’e. O zaman Fransa’da futbolcular için stajyer profesyonel, profesyonel, en-ternasyonal, nasyonal diye kademeler vardı devlet memurları gibi. Stajyer profesyonel olarak başladım. Altı ay sonra profesyonel oluyordu oyuncular. Bana ayda 60bin frank alacaksın dediler – eski Frankla. Racing’in stadı Colombe Paris’in dışındaydı. Bekâr oyuncular için odalar yapmışlar, içinde tuvaleti, banyosu vardı. Her sabah idman yapılırdı ve öğlene kadar sürerdi. Öğleden sonra taktik dersi, o bitti mi benim canım sıkılıyordu. Sanki işçi, memur semti gibiydi. Herkes çalışıyor, sokaklarda kimse yok. Kah-veler akşam altıdan sonra açılıyor.

Page 31: Efor Dergi Sayı 1

okulu varsa hepsini arıyoruz,” dedi. Fransız ordu milli takımı Ankara’ya maç yapmaya gelmiş. Kafi-ledeki kaleci Maşe benim Racing’ten arkadaşımdı. Benim topçu subayı olduğumu öğrenmiş ve beni görmek istediğini söylemiş yetkililere. Futbolcu ol-duğum ortaya çıkınca palas pandıras ordu milli ta-kımı kampına gönderdiler, antrenörümüz de Vahap Özaltay. O maçta son dakikada dizimden çok ciddi sakatlandım ve futbolu bırakmak zorunda kaldım. Bıraktığımda yirmi sekiz yaşındaydım. O zamanlar bu yaş bırakmak için normal sayılıyordu, esasında en olgun çağdaydım.

KARŞIYAKA AMATÖR LİGE GİRE-CEKKEN 2. LİGE ALINDIFederasyona nasıl girdiniz? İbrahim İskeçe arkadaşımdı. O Fenerbahçe’de ben Karşıyaka’da karşılıklı milli küme maçlarında oynar-dık. Bir gün Paris’e gelmişti. Orada bana futbolu bıraktıktan sonra federasyon başkanlığı yapmak is-tediğini söylemişti. 1980 senesinde bir gün İzmir’e geldi, federasyon başkanı olacağını, beni de yöneti-me alacağını söyledi. Nitekim başkan oldu, ben de İzmir temsilcisi olarak federasyona girdim. O sene KSK 3. Ligden mahalli kümeye düştü. O zamanlar 2. Lig ve 3. Ligde hemen her maçta kavga çıkıyordu.O ilin veya ilçenin yöneticilerinin hakemi yanlarına çağırıp raporu burada yaz dediği şeklinde bize ha-berler geliyordu. Bunun üzerine İskeçe’ye, Fran-sa’da iki küme olduğunu söyleyip 3. Ligi kaldırmayı önerdim.

Onun da aklına yattı. O bir taslak yapmış, fakat KSK amatör kümeye düşünce o listeye katmamış. Lis-teyi bana toplantıdan önce göstermişti. İzmir’den Süleyman Özçalışkan, İstanbul’dan Ertuğrul Dilek, Ankara’dan İlhan Cavcav gibi isimler de federasyon üyesiydi. Süleyman’a ve Ertuğrul’a durumu açıkla-dım. Fransa’da profesyonel takımların bazı vasıfları olması şarttır. Bir kere tarihi olacak, sahası olacak, seyircisi olacak; bunun gibi altı yedi kriter olma-dan profesyonel olamıyor takımlar. Ankara’da Stad Otelinde oturduk, alternatif liste yaptık. Toplantı başlayınca İbrahim İskeçe 3. Ligin kaldırılmasını önerdi. Herkes kabul etti, bunun üzerine hazırladığı listeyi gösterdi. Süleyman “İki listeyi oylarsak daha demokratik olur,” dedi. İskeçe herkesin görüşünü sordu, baktı ki alternatif listeyi destekleyenler ço-ğunlukta, birden gerginleşti. Toplantıyı ileri bir ta-rihe ertelemeyi önerdi. O zaman spor bakanı İzmir milletvekili Talat Asal’dı. Bazı arkadaşlarla birlikte onunla görüştük. Zaten Karşıyaka camiasından da sürekli telefonlar alıyormuş. Akın Barhan’ın öneri-siyle o akşam Büyük Ankara Otelinde federasyon üyelerine bir yemek verdi bakan. İskeçe yemekte yanında oturuyordu. Talat Asal, “Karşıyaka’yı niye almak istemiyorsun listeye?” diye sorunca İskeçe bir şeyler söyleyip itiraz etmeye çalıştı. Bunun üze-rine, “Tamam, istifanı kabul ettim,” dedi. Ardından Mazhar Zorlu federasyon başkanı oldu ve hazırla-dığımız listeyi kabul etti. Böylece Karşıyaka amatör ligde oynamaya hazırlanırken otomatikman 2. Lige yükseldi.

Page 32: Efor Dergi Sayı 1

BRANIMIR POLJAC17 Mayıs 1984 tarihinde Norveç Oslo’da dünyaya geldi Poljac. Norveç 1970’lerin başında kendi de-nizlerinde bulunan petrol rezervlerini devlet tara-fından kontrol altına aldı ve sadece halk yararına kullanılmasını öngören devlet politikasını başarılı bir şekilde uygulayarak dünyanın en refah ve en zengin ülkesi haline geldi. Poljac ne Norveç’in balık madeni denizlerine ne de soğuk zirvelerindeki sporlarda aradı huzuru. O, sıcak denizleri kavuran, yarattığı tutkusuyla milyonları peşinden sürükleyen futbola kaptırdı kalbini.

FUTBOL HAYATINDA İLK ADIMLARÇocuk yaşında ayak bastığı ilk kulüp KFUM Oslo takı-mı oldu. Profesyonel futbola ilk adımını atmak için o dönem Norveç’in en üst liginde mücadele eden Stabaek IF kulübünün U19 futbol takımını tercih etti. Yıl başı başlayan ve yıl sonu sona eren Norveç liglerinde 2002 sezonunda henüz 17 yaşındayken Stabaek’in A Takımına yükseldi ve böylece profesyo-nel futbol kariyerine başlamış oldu. Kariyerine sağ kanat pozisyonunda başlayan Poljac’ın forma yarışı-

na yarışına girdiği isim, o dönem 21 yaşında olan ve daha sonraki yıllarda Avrupa’nın Anderlecht, Nantes, Roma, Bolton, Deportivo gibi önemli kulüp-lerinde forma giyerek adından söz ettiren Christian Wilhelmsson’du. Fakat Wilhelmsson’un tek yedeği olan 17 yaşındaki bu gence kulübü güvenmiyordu ve Wilhelmsson’un Anderlecht’e gitmesinin ardın-dan 25 yaşındaki Stian Ohr bu mevkiye transfer edildi. 2 sene sonra ise Brezilya’dan 22 yaşında bir yetenek geldi Stabaek’e. Bugün yakından tanıdığı-mız ve Stabaek’teki performansıyla Norveç’in en iyi orta saha oyuncusu seçilerek Trabzonspor’a gelen Alanzinho’ydu Poljac’ın forma rakibi.

GURBET VAKTİ GELDİStabaek her geçen sene kadrosunu güçlendirdi. 2008 sezonuna geldiğimizde Poljac artık 23 yaşın-daydı ve Stabaek’te 6 sezonda sadece 18 maçta forma şansı bulmuş, oynadığı 463 dakikada 2 gol atabilmişti. Takımı onu hiçbir zaman yeterli görme-mişti. Ve Poljac 2008 sezonunun başında alt küme takımlarından Moss FK’ya transfer oldu. İlginçtir, Poljac Stabaek’ten ayrıldığı sezon Stabaek tarihinde ilk kez şampiyon oldu. Şampiyon kadroda yer almayı kaçırmıştı. Kariyerindeki en yüksek sıralama, ayrıldı-

BİR ‘’FUTBOLA VEDA’’ HİKAYESİ

Page 33: Efor Dergi Sayı 1

ayrıldığı sezonki ikincilik oldu. Poljac yeni kulübünde daha fazla forma şansı bulmayı umuyordu. Öyle de oldu. Moss FK takımında 1 sezonda 20 maç oynadı, bu 20 maçtaki 959 dakikada 3 gol atıp 1 de asist yaptı. Sezon bitiminde dünyanın en eski yerleşim birimlerinden Çatalhöyük’ün havasının solunduğu, yeşil beyaz renkli, geniş yüzölçümlü, tahıl kokulu, bozkırla örtülü şehrin futbol takımının kendisini izlediğini ve istediğini öğrendi. O günlere kadar son 7 yıldır Türkiye Süper Ligi’nde mücadele eden Kon-yaspor’du ‘’Ne olursan ol, yine de gel’’ diye çağıran onu.

1. LİG YOLLARI GÖZÜKTÜ

Poljac futbol ülkesi Türkiye’ye böylece ayak basmış oldu. İmza töreninde şu ifadeleri kullandı: ‘’Kon-yaspor için elimden ne gelirse yapacağım, gerekirse gol bile atacağım.’’ Konyaspor’daki ilk maçına o gün-lerdeki adıyla Ankaraspor karşısında çıktı. İlk golünü de Konya’daki 4. maçında Denizlispor’a karşı kay-detti. Trabzonspor’a karşı eski takım arkadaşı Alan-zinho ile aynı sahayı paylaştı. Fakat Konyaspor’da işler iyi gitmiyordu. 6 aylık yarım sezonda 13 maça çıktı ve bu maçlardaki 705 dakikada 4 gol attı 2 asist yaptı. Arkadaşlarıyla beraber çabaları yetmedi ve Konyaspor küme düştü. Artık Süper Lig’de değil, 1. Lig’de mücadele edeceklerdi.TAKIMIN VAZGEÇİLMEZİ OLUYORSezon sonunda 5 yabancı futbolcu arasından sade-ce Kaue ve Poljac takımda kaldı. Poljac Süper Lig’e çıkmak için Konyaspor’un en önemli oyuncularından biriydi. 2009/2010 sezonunda, 28 haftada sadece 1 maç kaçırdı. 27 müsabakada 2258 dakika forma giydi, 7 gol kaydetti. Kariyerinin en faal ve başarılı

ve başarılı sezonunu yaşıyordu. Konyaspor Süper Lig’e uçuyordu. Sezonun bitmesine sadece 6 hafta kalmıştı. Ligin bu kritik virajlarını almayı başaran Süper Lig’e çıkacaktı. Ama Poljac virajı alamadı.

SONUN BAŞLANGICI2 Nisan 2010’da Hacettepespor maçı için antren-man tesislerine geldi. Tesislerde tedavi gören ve o dönem A2 takımında oynayan Serbay Yağız ile tanıştı. Aralarında sıcak bir sohbet geçti ve hatta Poljac kramponlu ayakkabılarını Serbay’a hediye etti. Antrenman sonrasında yine Serbay ile karşı-laşan Poljac, onu arabasıyla evine bırakmayı teklif etti. Serbay, bu ince teklifi tedavisinin devam ettiğini söyleyerek reddetti. Ardından neredeyse her gün Poljac’ın evine bıraktığı takım kaptanı Eser Yağmur son anda onunla birlikte dönmekten vazgeçti. Poljac kardeşiyle birlikte kendi evinin yolunu tuttu. Bu anlar Poljac’ın futbolla son münakaşası oldu.

HAYATI DEĞİŞİYORPoljac, merkez Selçuklu İlçesi Marangozlar Altge-çiti’ne geldiği sırada, iddiaya göre hızlı girdiği vi-rajı alamadı ve direksiyonun kontrolünü kaybetti. Otomobil yolun sağındaki bariyerleri aştıktan sonra 7 metre aşağıdaki altgeçide uçtu. Poljac ve kardeşi ters dönen otomobilin içinde sıkıştı. İtfaiye ekip-lerince arabadan çıkarılıp ambulansla hastaneye götürüldüler. Omuriliğinde zedelenme olan Poljac 5,5 saatlik bir ameliyat oldu. Kazanın ardından dok-torların yaptığı açıklamalar hiç açıcı değildi. Poljac’ın futbol hayatının sona erdiği, yaşamının geri kalanın-da muhtemelen bacaklarını kullanamayacağı ve ha-yatını tekerlekli sandalyeyle sürdüreceği, uzun süreli bir fizik tedaviyle kollarını ve küçük bir ihtimalle de olsa bacaklarını kullanabileceği açıklandı. Tek teselli, kardeşinin fizik tedaviyle yürüyebileceği oldu.

Page 34: Efor Dergi Sayı 1

Dönemin Konyaspor Başkanı Bahattin Karapınar, uğurlama sonrasında yaptığı açıklamada Poljac’ın artık Konya vatandaşı olduğunu belirterek onu unut-mayacaklarını vurguladı. Konyaspor, Süper Lig’e çı-karsa kupayı Poljac’a götüreceğine dair takım halin-de söz verdi. Yeşil Beyazlılar geriye kalan maçlarda ortaya koyduğu performansla Yükselme Grubu’nu şampiyon tamamladı ve Süper Lig’e çıkma başarısını gösterdi. Kulüp yönetimi Poljac’a şampiyonluk pri-mini ödeme kararı aldı. Dönemin Konyaspor Başkanı Bahattin Karapınar, şampiyonluk yolunda Poljac’ı her zaman yanlarında hissettiklerini belirterek, ‘’Onun da şampiyonluğumuzda büyük katkısı var. Bu nedenle tüm takıma olduğu gibi Poljac’a da şam-piyonluk primini ödeyeceğiz.’’ dedi ve 10 numaralı formasının kimseye verilmeyeceğinin sözünü verdi.

ŞAMPİYONLUĞUN ANLAM KAZANMASI17 Temmuz 2010’da başkanla birlikte bazı yönetici-ler, teknik direktör Ziya Doğan ve takım kaptanı Eser Yağmur, şampiyonluk kupasını Norveç Oslo’ya, Pol-jac’a götürdü. Poljac gelen arkadaşlarını Konyaspor formasıyla karşıladı. Başkan Bahattin Karapınar, gü-lücükler saçan Poljac’a doğru eğilerek ‘’Biz, Poljac’ı istiyoruz hâla. Lig başlamadan aramızda olacak.’’

VEDAKonyaspor kulübü, kazadan 2 gün sonraki Hacette-pespor karşılaşmasının ertelenmesi için müracaat ettiğini açıkladı. Fakat bu erteleme gerçekleşmedi. 2 gün önce antrenmanda beraber top koşturdukları arkadaşlarını maç günü geldiğinde hırpalayıcı olay-larla aralarında bulamayan Konyasporlu futbolcular, sahaya ‘’Geçmiş olsun Poljac Kardeşler’’ pankartıyla çıktı. Üzerlerindeki şokun etkisiyle maçı 2-0 kaybet-tiler. Ama maç kimin umrundaydı ?Poljac, fizik tedavi için Türkiye Futbol Federasyo-nu’nun temin ettiği özel ambulans uçakla ülkesi Norveç’e uğurlandı. Uğurlamaya Konyaspor takımı futbolcuları, teknik heyeti ve yöneticileri katıldı. Ar-kadaşları gözyaşlarına hakim olmakta güçlük çekti. Havalimanında uçağın kalkışını izlerken aralarında mahşeri bir sessizlik vardı. Söyleyecek söz yoktu, kelimeler yetersizdi. Poljac ise gitmeden önce yap-tığı son açıklamasında “Benim ikinci vatanım Türki-ye, ilk fırsatta iyi olup tekrar döneceğim. Kazadan sonra yaşadığım derin duygular beni hayata bağladı. Türkiye ve Norveç toplumu için hayata sarılıp tekrar futbola dönmek istiyorum.” ifadelerini kullandı. Bel-ki ona durumunu tam olarak açıklamamışlardı ama o her şeye rağmen hayat doluydu.

ifadeleriyle moral vermeye çalıştı. Kupa Poljac’a takdim edildi. Bu anlara şahit olan Poljac’ın anne ve babası bu muhteşem jeste karşılık gözyaşlarını tutamadı. Poljac kendisine uzatılan mikrofona da aynı güzellikte yanıt verdi. Hayatında büyük dönüm noktası yaratan, futbol hayatını bitiren Konyaspor macerasına lanetle değil hoş bir sedayla bakan Poljac, ‘’Ben Konyaspor’da oynadığım için çok mutluyum. Çok kısa süre kalmama rağmen Kon-ya’yı, seyircileri çok sevdim. Konya’ya dönmeyi çok istiyorum, umarım en kısa zamanda şehre tekrar giderim. Bu kadar büyük bir kazadan sonra hayatta kaldığım için her gün şükrediyorum. Bu bir mucize.’’ açıklamasını yaptı. Konyaspor heyeti, sporseverlerin takdirini toplayarak Türkiye’ye döndü. Şampiyonluk işte şimdi anlamlanmış oldu.Konyaspor’un vefa örnekleri bununla da sınır-lı kalmadı. Süper Lig’deki maçlarına gitmek için kullanılacak takım otobüsü Poljac’ın Konyaspor formalı ve şampiyonluk kupalı fotoğraflarıyla süs-lendi. Söz verildiği gibi 10 numaralı forma o sezon hiçbir futbolcuya verilmedi. Dünya Fair Play Konseyi (CIFP) Konyaspor’un bu vefalı hareketlerine kayıtsız kalmadı ve 2011 ocak ayı sonunda kulübe “Fair Play Kutlama Mektubu’’ gönderdi.

Page 35: Efor Dergi Sayı 1

POLJAC UNUTULUYOR MU?

Tüm bu iyi tablo birkaç ay sonra yerle bir oldu. Geçmişteki alacak meselesi yüzünden FIFA’dan 2 dönemlik transfer yasağı cezasına çarptırılan Konyaspor, başarısız performansıy-la bir de küme düşünce, Başkan Karapınar’ın yönetimde kalması zorlaştı. 2011-2012 sezo-nu başında gerçekleşen yönetim değişikliğiyle Poljac’ın sevgi imparatorluğu da unutulmaya yüz tuttu. 10 numaralı formanın yeni bir sahi-bi oldu. Kulüp ‘’can’’ derdine düştü. Poljac’a yapılan ziyaretlerin ölçeği küçüldü, kulüpçe olmaktan çıkıp taraftar ziyaretine dönüştü.

KEŞKE SADECE GOL ATSAYDI

Konyaspor’a geldiğinde ‘’Gerekirse gol bile atacağım.’’ demişti Poljac. Keşke sadece gol atsaydı. Hayat hikayesinin herkesin başına gelebilecek cinsten olduğu aşikâr. Hiçbirimizin hayatla ilgili bir garantisinin olmadığını biliyo-ruz. Hayatını vücuduyla, adaleleriyle, bacakla-rıyla kazanan bir insan için tekerlekli sandalye-ye bağlı kalmanın ne kadar yıkıcı olabileceğini tahmin edersiniz.

Fakat o her şeye rağmen içten gülebilmeyi başarmıştı. Kendisine kupayı getiren insanlara mutlu olduğunu dil ucuyla söylemek imkanı da varken, yüzünün gerçekten içten güldüğü-nü görebilmek arasındaki samimi farkı ortaya koydu. Poljac kaza geçirdiğinde henüz 26 yaşındaydı. Kazayı geçiren futbolcunun futbol kariyerinin dörtte üçünü Türkiye’deki 1,5 yılı-na sığdırmış, başarıya ve futbol oynamaya bu yaşına kadar aç kalmış bir sporcu olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Poljac,

Konyaspor’u Konyaspor yapan önemli parça-lardan ve ülke sporunun değerlerden biri oldu ve bence kulübü tarafından sahip çıkılmalı. Konyaspor’un kültürüne hayat hikayesiyle kat-kıda bulunan ve Konya’nın kendisine göster-diği ilgiyle hayata tutunan Poljac’ın öyküsünü Serbay ile Eser’in kader ve tesadüf sorunsa-lıyla sonlandırmak istiyorum. Poljac, kaza için üzgün olduğunu belirttikten sonra arkadaşla-rının arka koltukta kendisiyle aynı kaderi pay-laşmadığına sevindiğini söylemişti. Hayat öyle şaşırtıcı ki, an geliyor sevindiğiniz golü ofsayt gerekçesiyle saymıyor, an geliyor sinirlendiği-niz otobüsü kaçırdığınıza şükrettiriyor.

Page 36: Efor Dergi Sayı 1
Page 37: Efor Dergi Sayı 1

GÜLÜMSEYEN KATİL: ‘ISİAH ZEKE THOMAS’ Buyazıyıokuyanherkesme-rakediyordur,NBAtarihindeMichaelJordon,MagicJohnson,KobeBryant,OscarRobertson,LarryBirdveyaKare-emgibispekteküleroyuncularvarkennedenIsiahThomas’ıyazıyorsundiye.Bununnedenibasit,doğruNBA’idünyaçapındabirmarkayapanlarbuisimlerancakhakettiğideğerigörmeyensayısızoyuncuvar.BuoyuncularınbaşındadaIsiahThomas’ısayabiliriz.Tabikikendi-sininsevilmemesininvehakettiğide-ğerigörememesininsebebiniJordan’laolan

kavgasındamedyanınJordan’dantarafolma-sınıveThomas’ıaforozetmesinigösterebiliriz.Jordan’ınonaveDetroit’eolannefretininne-deniiseDetroit’in1988,1989ve1990yılla-rındaolmaküzereüstüsteüçyılChicago’yuplay-offlardaelemesidir.Jordan’ıNBAtarihin-desadeceNBAtarihinineniyisavunmatakımıolanDetroitdurdurabilmiştir.Böylehızlıbirgirişinardındanşimdidekariye-rininönemlikilometretaşlarınabakalım.

İLK YILLARI VE LİSE

DokuzkardeşinenküçüğüolanIsiahThomas;30Nisan1961’deChicagokentindedünyayageldi.HergünChicago’nunbatıyaka-sındakievindenbasketboloynadığıveeğitimi-nedevamettiğiSt.JosephLisesinegidiyordu.Derslerineyetişebilmekiçinsabahbeştekalkıpbirbuçuksaatsürenyolculukyapmasıgereki-yordu.Onbirincisınıftaykenliderliğinde,lisetakımınıeyaletfinallerinetaşıdı.1979yılındaIndianaÜniversitesindeoynamayabaşladı.Ef-saneantrenörBobKnight’ınçalıştırdığıIndianaHoosiersile1980-81sezonundaNCAAşam-piyonluğuyaşadı.Buşampiyonluklaberaberturnuvanındaeniyioyuncususeçildi.Böyleceokuldakiikinciyılınıtamamlayarak1981NBADraft’ınakatıldı.

NBA YILLARI

1981DraftındakısaforvetMarkAguirre’nin

arkasında2.sıradaDetroittarafındanseçilenThomas,çaylaktakımınaseçildivekariyerininilkyılındaAll-Starseçilmeyibaşardı.Birinciyılında17sayı7.8asist2.1topçalmaortala-malarıileoynadı.BuortalamalarıylatümNBAhayranlarınındikkatiniçeken‘Zeke’lakaplıoyuncuNBA’deefsaneolmayolundasertbirgirişyapmıştı. DetoritPistons1984PlayofflarıilkturundaBillCartwright’lıBernardKing’liNewYorkKnickskarşısınaçıktı.Amaseride3-2ileelenereksezonukapadı.”Zeke”lakaplıThomasilkplayofflarında5maçta21.4sayı11.0asistortalamalarıileoynayarakgelecekiçiniyisin-yallervermeyebaşladı.1984-85sezonunu46galibiyet36yenilgiylemerkezgrubunuikinci,doğukonferansıbirincisıradatamamlayanDetroitplayofflar’ınilkturundaNewJerseyNetsilekarşıkarşıyageldi. Seriyizorlanmadan3-0’lageçen“Piston-lar”;yarıfinaldeöncekisezonunşampiyonuLarryBirdliderliğindekiBostonCeltics’erakipoldular.Seride2-0geriyedüşmesinerağmenüçüncüvedördüncümaçlarıkazananThomasveDetroit;NBA’inençokşampiyonlukunva-nınasahiptakımınıdahafazlazorlayamayarak4-2ileelendivebirkezdahaplayofflaraerkenvedaetti.GeçensenekiplayoffmaçlarındaolduğugibibusenekiplayofflardadaçokiyioyunsergileyenIsiahThomas,9maçta24.3sayı11.2asist5.2ribauntortalamalarıy-laoynayarakyükselişinisürdürdü.1985-86sezonunutakımıileistediğiyerdebitiremeyenThomasvePistonlarplayoffilkturundaAtlan-

Page 38: Efor Dergi Sayı 1

Atlanta Hawks’a seride 3-1’le yenilerek veda ediyordu. Zeke sezonu, 20,9 sayı 10.8 asist 2.2 top çalma ile play offlarda ise kariyerinin en yüksek seviyesine yani 26.5 sayı 12 asist ve 5.5 ribaunt ortalamasına ulaşıyordu. 1986-87 normal sezon maçlarını geçen seneye yakın istatistiklerle oynayarak play offlara giren Isiah Thomas, Pistons’la birlikte Washington Bullets’ın rakibi oluyordu.Bu turu 3-0 ile zorlanmadan geçen Detroit geçen sene ilk turda elendiği Atlanta Hawks ile yarı finalde karşılaştı. Pistonlar 4-1 ile seriyi bitirmesine rağmen turu geçmek kolay olmamıştı.U zun bir aradan sonra Detroit Pistons adını Doğu Konfe-ransı finaline yazdırmış Isiah Thomas içinse bu zamana kadar gelinen en ileri noktaydı. Detroit Pistons en son 1957-58 sezonunda batı konferansında yer alırken konferans finali oynamıştı.Şimdi ise karşılarında 1985 play offlarında elendikleri Boston Celtics vardı. Geçen karşılaşmada olduğu gibi yine Celtcis ilk iki maçı kazanmış üçüncü ve dördüncü maçları ise Pistons yenmişti. Beşinci maç ise çekişmeye sahne olmuştu. Celtics, Larry Bird ile pota al-tından topu çıkarmaya çalışan Isiah Thomas’ın topunu çalıp pas vererek Dennis Johnson’ın

attığı turnike ile maçı bir sayı farkla kazanmış-tı..Isiah ve Bad boys altıncı maçı kazanarak karşılık verse de; yedinci maçı Celtics kaza-narak bir kez daha Isiah Thomas’ı üzen taraf oluyordu. 1987-88 sezonu Isiah ve Detroit’in kulüp tarihi açısından önemi büyüktü. Çünkü 1955-56 sezonunda takım Fort Wayne Pistons olarak final oynamıştı. Detroit Pistons içinse ilk NBA finalleri demekti. Aynı zamanda Isiah Thomas içinde. İlk turda Washington Bullets’ı 3-2 genç Michael Jor-dan’lı Chicago Bulls’u 4-1 ile geçerek bir kez daha doğu konferansı finaline çıkıyordu. Rakip; geçen sene finalde elendikleri Celtics’di. Bu sefer önceki sene gibi olmadı. Pistons NBA finallerine adını yazdırdı. Magic Johnson, James Worthy, Kare-em Abdul-Jabbar’lı Los Angeles Lakers Detroit Pistons’ın karşısına çıkmıştı. Isiah Thomas ve Magic Johnson saha dışında dostlukları olan iki arkadaş, bu sefer saha içinde iki ezeli rakipti. İlk maç öncesi saha da öpüşerek selamlaşan iki arkadaş; bu hareketleri ile daha sonra çok konuşulacaktı. Hatta NBA tarihinde parkelerde ilk öpüşerek selamlaşan sporcu olmuşlardı.

Çok hızlı ve çekişmeli başlayan seride Pistons 3-2 öndeydi. Altıncı maç efsane maçlar arası-na girerken Isiah Thomas efsanesi de doğmuş olacaktı. Altıncı maçı ayak bileğindeki şiddetli ağrısı ile topallayarak oynayan Zeke; üçüncü çeyrekte 25 sayı atarak NBA Finallerinde bu zamana kadar bir çeyrekte atılmış en fazla sa-yıya ulaşıyordu. Ama sonu kötü bitmişti Lakers maçı 103-102 kazanmıştı. Yedinci maçta artık daha fazla sakat olan Thomas takımının 108-105 yenilmesine engel olamadı.Lakers 2000 yılına kadar geçecek süre için son şampiyonlu-ğuna ulaşmıştı.İşte Isiah Thomas’ın ‘Heroic’ kahramanca oyu-nu. Detroit üçüncü periyotta 56-48 öndeyken Isiah’tan 14 sayılık katkı gelmişti ki yaklaşık 4 dakika sonra Michael Cooper’la girdiği müca-delede sakatlanıp oyundan çıkmak zorunda ka-lır. Ayak bileğinde birkaç burkulma olmasına ve ayakta dahi zor durmasına rağmen 35 saniye sonra oyuna döner ve ofansif harekatı başlatır. Çeyreğin sonuna kadar Nowitzki’vari(zihinler-de canlanması açısından bu örneği verdim) tek ayak üzerinden attığı sayılarla 25 sayı üretir ve NBA Finalleri tarihinde bir çeyrekte en çok sayı

Page 39: Efor Dergi Sayı 1

KARİYER SONU VE İSTATİSTİKLERİ

13 yıl boyunca 19.2 sayı 9.3 asist 1.9 top çalma ortalamasıyla oynayan Thomas; toplamda 18.822 sayı ile 54. 9.061 asist ile 6’ıncı, 1.861 top çalma ile 14. sırada yer almaktadır. Isiah Thomas 1.85 cm olmasına rağmen NBA tarihi-nin en iyi oyuncuları ve oyun kurucuları arasın-da yer alır. Sempatik tavırları, liderlik vasıfları ve müthiş yetenekleri olan pasörlük, delicilik, çabukluk, isabetli şutları, atletizmi ile takımını başarılara koşturdu. Kariyeri boyunca oyunu herkes tarafından takdir topladı.3 kez All-NBA Birinci Takımına seçilmiş, Pistons tarihinin en çok sayı, asist ve top çalma lideri ve en çok süre alan ismidir. (35,516). Maç başına 9.26 asist ortalaması ile tüm NBA tarihinde beşinci sıradadır. Detroit Pistons efsane oyunucusunun hiç değiştirmediği “11” numaralı formasını da 2000 yılında emekli etmiştir. (Hall Of Fame)

Isiah Thomas tarihteki en değeri bilinmemiş sporcudur, Magic Johnson’dan sonra basket-bol dünyasındaki en iyi ikinci oyun kurucudur ve sırf bu bile onu, tarihteki en iyi 10 oyun-cu arasına kafadan sokmaktadır. Kendisinin Jason Kidd, Steve Nash ve John Stockton gibi adamların arkasında gösterilmesinin altında da medyanın ona karşı olumsuz tutumu yatar. O ve Detroit’ten All Star takım arkadaşı Joe Dumars’ı Jordan 92 Olimpiyat Takımına ‘’ onlar varsa ben ve Pippen yokuz’’ diyerek çocukça bir sebeple aldırmamıştır. Bu söz Magic Johnson’ın basketbol ka-riyerini bıraktıktan sonra yazdığı kitabında yer almıştır. Ayrıca spektaküler ve estetik oynama konusunda Magic Johnson’la yarışabilecek tek basketbolcudur. Seksenlerin sonunda NBA tarihinin gelmiş geçmiş en güçlü üç takımı olan Boston, Lakers, Chicago arasından 1989 ve 1990 yıllarında şampiyonluğu kazanmış Detroit takımının lideri ve sürükleyicisidir. NBA Play offlarında bir periyotta 25 sayı atmak gibi bir rekoru vardır. en yüksek sezon asist ortalaması 13.9 dur. Aynı zamanda NBA’in gelmiş geçmiş en iyi 50 oyuncusu arasında yer almıştır.

KARİYERİNDEN KISA NOTLAR

Kariyeri boyunca 3 kere All NBA First Team’ seçilmiş olmasının yanında 13 yıllık ka-riyeri boyunca 12 kez All Star seçilmeyi başar-mıştır. İki kez de All Star MVP’si seçilmiştir.Kuşkusuz kariyerinin en parlak dönemi iki kez şampiyonluk yaşadığı 1989 ve 1990 yıllarıdır. Ayrıca 1990 yılında NBA Finals MVP’si seçilmiş-tir. 13 Aralık 1983’te Denver Nuggets’a 47 sayı atarak kariyerinin en yüksek sayısına ulaşmıştır

7 Şubat 1985 Washington Bullets ve 13 Şubat 1985 Dallas Mavericks maçlarında yaptığı 25 asist yine kariyer rekorlarıdır.19 Haziran 1988’de NBA Finalleri 6. maçında Los Angeles Lakers’a karşı, sakat bileği ile to-parlayarak oynarken 3. çeyrekte attığı 25 sayı halen NBA finalleri tarihinin bir çeyrekte atılan en fazla sayısıdır.Kariyerindeki en büyük hayal kırıklığı kuşku-suz Micheal Jordan’ın diretmesi üstüne 1992 yılında orjinal Dream Team kadrosuna davet edilmeyişidir.

Page 40: Efor Dergi Sayı 1

1994’deemekliolduktansonraNBA’yeyenigirecekolanTorontoRaptorstakımınınküçükortağıveGM’iolmuştur.4yılboyuncabaşarılıişleryapmışolmasınarağmenbüyükortaklarlaanlaşamayarakayrıl-mışveCBA’yisatınalmışfakatticariolarakbaşarısızlığauğramıştır.

2000yılındaLarryBird’denboşalanIndianaPacerskoçluğugörevinegetirildiktensonra2003yılındabuseferGM’liğegetirilenaynıisimtarafındangörevinesonverilmiştir.GençbirkadroyasahipolanIndiana’yı3sezonunikisindeplay-offasokmayıbaşarmışolmasınarağmenher2sezondadailkturdaelen-dikleriiçinbaşarılıbirkoçlukkariyeriolduğusöylenemez.

2003’ünaralıkayındasürprizbişekildeScottLayden’ınyerineNewYorkKnicksGM’liğinegetirilmişveyaptığıStephonMarburytakasıiledikkatleribirkezdahaçekmeyibaşarmıştır.KötügidenKnicks’deLarryBrowntakımdankovulmuşveyeniantrenörThomasolmuştur.Ancakodayarayamerhemolamamışve2008’detakımdankovulmuştur.

Kariyerininbaşındansonunakadardöneminineniyi3-4oyuncusundanbiriolmasınarağmenhepMJvearkadaşlarınıngölgesindebırakılan(!)IsiahNBAtarihininenbaşarılıisimlerindendir.ŞimdiNBATV’deyorumculukyapmaktadır.Onukonuşurkendinlemekbileinsanırahatlatıyorvesakinleştiriyor.Çünküsestonununzarifliğivesürekligülümsemesiekranbaşındakilerietkiliyor.Veinsandüşünüyorbuadamabukadardüşmanlıkniye?

Page 41: Efor Dergi Sayı 1

Memlekettepekfutbolkitabıyoktur.Olanlarıdaokuyanpekyok.Yinedeçöldevahasayılabilecekfutbolkitaplarımızvar.İletişimYayınları’nınkulüplerveşehirlerüzerineçıkar-dıklarıçokkıymetlidirmesela.Birkaçtanedebiyografikitabındansözetmekmümkün.He-nüzokumadımamaTümerMetin’in“MetinOl-mak”isimlikitabıdailkolmasınedeniyleayrıbirönemtaşımaktadır.Birdefutbolhikâyelerivar.

Çevirisipekyapılmayan,yapıldımıdaçokilgigörmeyenfutbolhikâyeleri.BuradaSi-monKuper’inkitaplarınıayrıbiryerdekonum-landırmaklazım.Belkiyüzbinlersatmadıancakyenikuşakfutboltutkunlarıarasındabellibirbilinirlikkazandı.

FANTASTİK BİR FUTBOL ÖYKÜSÜ: AYAĞA OYNA PONHPEİ

Domingoyayınlarının2014yazındaçıkardığıAyağaOynaPohnpeiiseİngilizlerinDünyaKupası’ndakihezimetlerinikurtarırcası-nabirİngilizkitabı.İkiİngilizarkadaşınfutbo-lunpurehalininpeşindenkendihikâyeleriniyazmadenemesi.Nitekimsıradışıbirhikâyeyazmayıdabecermişikiİngiliz.KitabınyazarıbusıradışıfutbolserüveninindebaşkarakteriPaulWatson.AmatörfutbolcuolanvehayatınıliganalizleriyazarakkazananWatson,evarka-daşıMatt’lebirhayalkurar.

Buhayalbirulusaltakımınoyuncusuolarakuluslararasımaçlaraçıkabilmektir.İngilizvatandaşlığındanvazgeçecekkadarçılgınbirnoktayagötüremezlerdurumufakatyinede,DünyaKupasısırasındaçoktartışılan,FIFA’nın

Page 42: Efor Dergi Sayı 1

“dışladığı” ülkelerin takımlarının peşine düşer-ler.

O ülkenin vatandaşı olmak ve ulusal takımında oynamak mümkün görünmese de teknik direk-törlük yapabileceklerini düşünürler. Ardından Okyanusya’nın küçük adalarından Pohnpei’ye bir yolculuk başlar. Pohnpei Pasifik’te bir federal topluluk olan Mikronezya’da bir ada. Milli bir futbol takımı varla yok arasında. 90’larda yenebildi-ğimiz San Marino için sık sık söylenen “bunlar ülkelerinde marangozmuş, manavmış” türün-den örneklerin alasını gösterebilecek bir yer Pohnpei. Watson’un başına gelen komik hikâye-ler kitabın en eğlenceli tarafı. Uçaklar konu-sunda çekimser biri olarak Watson’un İngilte-re’den Pohnpei’ye yaptığı 3 uçaklı yolculuklar da dikkatimi çekti. Kendisiyle bir gün karşıla-şırsam soracağım konulardan biri de bu uçak deneyimi.Watson’un futbol fantazisi kendisine sonsuz destek veren ev arkadaşı Matt, ailesi ve kız arkadaşı sayesinde mutlu sonla bitiyor. Bize de muazzam bir düş bırakıyor. Futbolcu olma hayallerini gerçekleştiremeyenler için bir kullanım kılavuzu. Biraz pahalı, biraz fedakârlık gerektiren, azim gerektiren bir yol fakat taraf-tar değil miyiz biz ve çekeriz cefa demedik mi?

Dedik. Ancak yine de Watson’un yaptığını yapmak “delilik”. Bunu kabul etmemiz lazım. Diğer bir yandan futbolcu olmak isteyenlerin yaş ilerle-dikçe bunu gerçekleştiremeyecekleri gerçeğine alternatif bir plan.

E memlekette teknik direktör adaylarının, so-kakta, okulda, kahvede, berberde, tribünde ve yeniçağın mecrası, sosyal medyada bol olduğu-nu düşünürsek iyi bir başlangıç noktası olabi-lir. Bu durumda isyankâr teknik direktörlerin restiyle karşılaşabilirsiniz.

“ O kadar kolaysa siz çıkın yönetin”.Paul Watson belki de futbolu arayan bir mace-ranın kitabını yazmış. Kurmaca öğeler var mı içinde bilinmez. Ancak yine de güzel bir futbol hikâyesi.