25
1

dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

dilbilirim e-dergi

Citation preview

Page 1: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

1

Page 2: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

2

İçerik

5

8

11

14

18

Edebiyat nedir ve edebiyatın İngilizce öğretimindeki önemi nedir?Hüseyin Uysal

Dile yeni sözcük kazandırmaMetin Özdemir

Uluslararası yardımcı dilPınar Bağcı

Hızlı, farklı ve ilginç: Al-SayyidBadouin İşaret DiliMurat Taha Çağlar

Röportaj:Ludek HrebíčekOsman Tuna Gökgöz

Page 3: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

3

Dilbilirim e-dergi, Türkiye'nin ilk ve tek magazinsel dilbilim

portalı dilbilirim.com tarafından

aylık yayınlanan bir magazindir.

tasarım-düzenlemedilbilirim.com

Dilbilirim e-dergi içerisinde yeralan yazıların hakları ve

sorumlulukları yazarlarına aittir.Dilbilirim e-dergi içerisinde yer

alan görsellerin telifleri üreticilerine aittir. Bu içerikler kullanılarak herhangi bir ticari

amaç güdülmemektedir.

E-dergi içeriklerinde yer alan görsellerin ve logoların tüm

hakları üreticilerindedir, herhangi bir ihlale sebebiyet

verilmemektedir.Üreticiden gelen isteğe

göre bu görsellerve logolar kaldırılacaktır.

Dilbilirim E-dergi'de yer alan reklamlar e-derginin

yayınlanmasıaşamasında kırtasiye ve yazılım desteği veren sponsorumuza

aittir.Bu reklamlardan herhangi bir

gelir elde edilmemektedir.

Dilbilirim.com and dilbilirim e-dergi by dilbilirim are licenced under a Creative Commons Attribution-

Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported Licence

Dilbilirim.com ve Dilbilirim e-dergi, Creative Commons BY-NC-ND

aracılığıile lisanslanmıştır. Bu lisansa sahip eserleri kopyalabilirsiniz,

üzerinde değişiklik yapıp yenisini üretebilirsiniz.

Bu durumda sağlanması gereken üç koşul bulunmaktadır;

1. Eserin tüm kopyalarında eserin ilk sahibinin belirtilmesi,2. Eserin hiçbir kopyasının ya

da eserden üretilmiş yenieserlerin ticari amaçlar doğrultusunda kullanılmaması,3. Esere dokunulmaması ve özgünlüğünün korunması

dilbilirimTürkiye'nin ilk ve tek magazinsel dilbilim portalı!

Page 4: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

4

Page 5: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

5

Page 6: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

6

Edebiyat Nedive EdebiyatınİngilizceÖğretimindekiÖnemi Nedir?

Hüseyin [email protected]

u denemenin amacı, edebiyatın anlamını ve edebiyatın İngilizce dili öğretimine nasıl entegre

edilebileceğini açıklamak ve bu konuda bazı bilgiler vermektir. Başlıktan da anlaşıldığı gibi, makale iki ayrı konudan oluşmaktadır. İlk olarak ‘Edebiyat nedir?’ gibi sorulara felsefi bir yaklaşımla bazı açıklamalar getirmek istiyorum. Dolayısıyla çeşitli edebi kuramlardan faydalanacağım ve tanınmış bazı düşünürlerin fikirlerinden, çoğunlukla da İngilizce öğretimi (ELT) konusunda en uygun gördüğüm batı kökenli yazarlardan yola çıkarak bir edebiyat anlayışı geliştirmeye çalışacağım. İkinci olarak, Eğitim Fakültelerimizde ders olarak gösterilen ‘Edebiyat ve Dil Öğretimi’ derslerindeki sunumları temel alarak uygulama alanına yoğunlaşacağım. Buradaki amaç, ‘Dil hatasızlık değil, akıcılıktır.’ ifadesini ele almak ve dil öğretiminde bazı noktaları eleştirel bir yöntemle inceleyerek bu ifadeyi İngilizce Öğretmenleri olarak davranışlarımızı nasıl geliştirmeliyize yönelik bir dizi önermelerle desteklemek ve böylece ders sürecine katkıda bulunmaktır.

B

Edebiyatın ne olup ne olmadığı konusunda birçok tanım ve bu konuyla ilgilenen çok sayıda düşünce tarzı vardır. Bu konuda tanınmış birkaç düşünüre dikkat çekmede fayda olduğunu düşünüyorum. Aristo der ki: ‘Taklit etme içgüdüsü insanoğlunda en eski zamanlardan beri mevcuttur ve yaratıkların en taklitçisi olduğumuz ve ilk derslerimizi taklitle öğrendiğimiz için hayvanlardan ayrılırız.’ O böylece dil edinimini taklit etme olarak görür ki bu da çocuklara İngilizce öğretiminde drama, şiir ve kısa hikayelerden diyaloglar olarak uygulamaya geçirilebilir. Edebiyatın genel olarak ve basitçe ‘yazınsal ürünler’ olarak tanımlanmasına rağmen, ne tür yazınsal ürünlerin edebiyatın içine girdiği bir tartışma konusu olagelmiştir. Bu noktada, tür veya ‘janr’ dediğimiz kavram üzerinde konuşabiliriz. Yaygın bir görüşe göre, İngilizce öğretiminde kullanılabilecek türler, kısa hikayeler, şiirler, romanlar, piyesler ve hatta şarkılardır. Piyeslerin çocuklara ders içerisinde nasıl aktif bir rol aldırdığı ve dikkatlerini canlı tuttuğu bellidir. Edebiyat felsefesine gelince; edebiyat yaşamın kendisidir, yazarın içyüzünü ve kültürü yansıtır. İnsan aklının hayal etme yetisi, edebiyatın hayatı

anlamada bir yöntem olarak kullanılmasını sağlayan aracın ta kendisidir. Edebiyatın hayatı yansıtma özelliği ile dil öğretiminde kullanılması arasında ne gibi bir bağlantı vardır? Edebi metinler, gerçek hayatta var olan bazı karakterler ve olayları içinde barındırır ve okurlarına otantik bir materyal sağlarlar ve öğrenenin hayal gücünü uyaran ve ona duygularını paylaşmasına imkan tanır. Ayrıca edebiyat motive edicidir ve insanı bütün olarak eğitir ki bu onun sınıf içinyle dış ortam arasında bir bağlantı kurabileceği ve saygı duyulan ve önemli bir yazıyı anlayabilme hissinin tadına varması anlamına gelir. Bunun yanı sıra, edebiyat yeni bir kültüre pencere açar (bknz ‘Tractatus logico-philosophicus’ kitabının yazarı ünlü alman düşünür Ludwig Wittgenstein) ve bu da her halde öğrencilerin okuması ve öğrenmesi için kasıtlı olarak hazırlanmış olan metinleri okumaktan daha ilginç olacaktır. Edebi metinleri nasıl kullanabiliriz? Metinleri basit okuma için sadeleştirmek ve onları sınıfın yaş seviyesine göre drama aktiviteleri için diyaloglarla yeniden düzenlemek iyi bir fikirdir, böylece bu metinler öğrencilerin kullanması için daha uygun ve basit olacaktır.

Edebiyatın temel anlamı ve dil öğretiminde nasıl kullanılacağından bahsettikten sonra, İngilizce öğretimi derslerine bir göz atmak ve onları ideal olanıyla karşılaştırmak ve sonunda eşleşip eşleşmediklerine bakmak, eşleşmiyorlarsa neyin eksik olduğuna bakmak faydalı olacaktır. Eleştirmeye başlamadan önce, Türk eğitim sistemi ve Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından geliştirilen yeni müfredat hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Öğretmenin sınıf içindeki rolüne bir bakalım. O sadece öğreten değil, aynı zamanda talimat veren veya çocuklara arkadaşlık eden ve İngilizcenin konuşulduğu bir ortam oluşturandır. Öğretimin ilk safhalarında,

Page 7: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

7

öğretmen erek dilde çeviriler üreten ve taklit için bir model olarak davranan destekleyici bir rol üstlenir. Daha öğrenciler

arasında başlayabilir ve öğretmen de konuşmalarını gözlemler. Şimdi Community Language Teaching Method hakkında konuşalım. Yabancı dil öğrenmenin temeli iletişimdir, bu yüzden konuşma ve dinleme yetilerinin üzerinde durmak yerinde olacaktır. Peki ya dilbilgisi? Gerektiğinde öğrencilerin fark edip sorması için okuma parçalarının ve dialogların içine yerleştirilmiş olması gerekir. Dilbilgisel noktalarının öğretiminde Grammar Translation Method’a saplanıp kalınması tamamen gereksiz, faydasız hatta tehlikeli olacaktır. –ing soneki gibi terimler öğrencinin geniş ve kapsamlı düşünmesini engelleyecektir. Eğitimciler olarak geleneksel yöntemlerden kaçınmalı ve salt dilbilgisi öğretme kaygısına düşmememiz gerekmektedir. Şunu belirtmek gerekir ki dil edinimi sıklıkla bilişsel ve bilinç dışı süreçler yardımıyla gerçekleşir. Çocukların dil ediniminde hiçbir açıklama, öğretme ve “I play, she/he plays, they play” gibi kalıplar yoktur. Bu bağlamda girdinin kalitesine vurgu yapmak istiyorum. Bu noktada edebi okuma parçaları otantik kaynak görevi üstlenir. Kelime öğretimine gelecek olursak, burada da yine hiçbir açıklama ve öğretme olmamalıdır. Onun yerine lion, apple, home gibi somut sözcükler flaş kartlar yardımıyla; happiness, love, thought gibi soyut sözcükler ise eş anlamlılarıyla verilebilir, hatta mümkünse kendi hareketlerimizle canlandırılabilir, özellikle to walk, to cry, to swim gibi fiiller. Dolayısıyla kelimelerin türkçe karşılıkları yazarak öğretilmesi kesinlikle tavsiye edilmez. Dahası öğretmenin görevi olan doğru telaffuz verilmelidir. Eğer öğrenciler başlangıç evrelerinde bir kelimeyi yanlış

öğrenirlerse bu hatayı düzeltmek daha zor olacaktır. Elbette konuşma yeteneğinin geliştirilmesi, dil öğrenmenin amacı olan iletişim için daha önemli ve en hayati

etmendir. Bu bağlamda öğretmen, öğrencilerini doğru söz dizimi ve telaffuzu edindirmek için cesaretlendirmesi gerekir. İşte tam burada sürekli geri dönüt vermeli ve hataları düzeltmeliyiz.

Sonuç olarak, İngilizce öğretimi derslerine edebiyatın entegre edilmesi, öğrencilerine ‘gerçek dil’i göstermek isteyen öğretmenler için önemli bir araçtır. “Gerçek” ifadesini kullanarak, günlük İngilizcenin kullanıldığı orijinal okuma parçalarına dikkat çekmek istiyorum. Yani ekseriyetle İngilizce olarak yazılmış olan batıya ait yazıları kullanmayı tavsiye ediyorum. Dilbilgisi noktasına kısaca değinmek gerekirse, çok fazla açıklamalardan kaçınılmalıdır. Öğrencilerin dilbilgisi kurallarını kendilerinin bulmaları ve konuşma sırasında otomatik olarak kullanmaları beklenmelidir. Geri dönüt verme ve hata düzeltme telaffuz için önemlidir, dolayısıyla öğrenci yanıt verdikten hemen sonra geri dönüt verilmelidir.

Page 8: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

8

Page 9: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

9

Dile YeniSözcük Kazandırma

Metin Ö[email protected]

− Abim nerelisin sen?− Abi ben aslen aşağı yoğurt gevenler köyündenim.

− Okula nasıl gidiyorsun sabahları?

− Oturgaçlı götürgeç işimi görüyor.

kinci sayıda dillerin evrensel özelliklerinden bahsederken üretkenliğe değinmiştik. Dillerin esnek yapıları

sayesinde üretebileceğimiz tümce ya da sözcüklerin sınırsız olduğunu belirtmiştik. Bu sayıda işin sözcük yönüne değineceğiz ve dil içinde üretilebilecek yeni sözcüklere bakacağız.

İ

Türkçede bazen ihtira olarak kullanılan neologism ya da neolojizm nedir? Yunancadaki neos (yeni) ve logos (konuşma) sözcüklerinden oluşan neologism, bir dilde yeni sözcükler türetme eylemidir. Arapçadan dilimize geçen ihtira sözcüğü yeni bir şey çıkarmak, icat etmek anlamlarına gelmektedir ve genelde edebi eserlerde görülen yeni biçemler veya sözcükler için kullanılır. Fakat biz bu konuya bakarken işin daha çok dilbilimsel yönü ile ilgileneceğiz.

Dile kazandıracağımız sözcükleri rastgele seçemeyiz. Sözcüklerin bir dilde kabul görmesi için onların ilk önce dilin biçimbilimsel özelliklerine uyumlu olması gerekmektedir. Var olan bir sözcüğe ekleyeceğimiz ekler sözcüğün yanında sırıtmamalı veya başlı başına uydurulacak bir sözcük varsa da bu sözcükteki sesler sesletilirken insana acı çektirmemelidir. İngilizceki bir son eki Türkçe bir sözcüğe eklemek veya daha önce Türkçede hiç kullanılmamış ya da nadir kullanılan bir ek ile sözcük türetmek oluşturulacak sözcüğün iki günde unutulmasına neden olur. Aynı şekilde sesletmesi Türkçe konuşan bir insan için zor olan sözcükleri kimse tercih etmez. Çünkü insanlar dili kullanırken rahatlık ve kolaylığı tercih eder.

İşin biçimbilimsel yönünden sonra yeni sözcük oluşturmada sözcükte yapılacak akronimler de (baş harflerden oluşan sözcük) kullanılabilir. İnsanlar her seferinde

self-contained underwater breathing apparatus demeyi zor bulmuşlar ve gelin biz buna scuba diyelim demişler. Ya da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğini TOBB olarak kullanılması TOBB diye bir sözcüğün oluşmasına neden olmuştur. Akronimlerden sonra kısaltmalar da yeni sözcük oluşturma için elverişli bulunmuşlardır (İbrahim – İbo). Kemalizm örneğinde olduğu gibi yeni sözcük oluşturulurken bazen belirli kişilerin ismi de kullanılabilir.

Ancak yeni oluşturulmuş bir sözcük takdir edlir ki hemen kullanıma geçmez. Kullanıma geçecek sözcüğün toplum tarafından benimsenmesi önemlidir. İşin biçimbilimsel yönünde de belirttiğimiz gibi dilin yapısına uyum sözcüğün kabul görmesi için şarttır. İngilizcede bundan 5 yıl öncesine kadar ‘I am googling’ diye bir tümce kurduğunuzda insanlar size biraz garip bakardı fakat bu tümce şimdi neredeyse çoğu kişi tarafından söylenir durumda. Çünkü internetin yaygınlaşmasıyla birlikte to google sözcüğü toplum tarafından benimsenmiş ve İngilizce sözlüklerdeki yerini almaya başlamıştır. Belki bir 5 yıl sonra da ‘sorun etme abi senin ödevi vikileriz iki dakikada hallederiz’ tarzında tümceler de duyarız.

Neologismlerin kullanımı yazının başında da değindiğimiz gibi edebiyatta yaygın olmuştur. Yazarlar ve şairler (genelde şairler) eserlerine yeni bir biçem kazandırdımak için bu yola başvurmuşlardır. Bunun en açık örneğini İngiliz yazar ve şair Lewis Carroll’un Jabberwocky şiirinde görebiliriz. Tamamen uydurma sözcüklerden oluşturulmuş şiirde jabberwocky, burbled, tulgey ve uffish gibi İngilizcede bulunmayan sözcüklere yer verilmiştir. Yazarlar ayrıca mizah yaratmada neologismlere başvurmuştur. Bunun Türkçedeki en güzel örneklerini Ferhan Şensoy’un oyunlarında ve eserlerinde görebiliriz. Ferhangi Şeyler (sadece tek bir sesin değişimi ile yapılan sözcük oyunu), ferhantoloji ve keskelalaka mizah eserlerinde görebileceğimiz neologism örneklerindendir.

Page 10: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

10

Bazı bölgelerde yaşayan toplumlar kullandıkları dilde kendilere ait sözcükler üretmiş olabilirler. Dilin standart (Zeki Müren Türkçesi veya TRT Türkçesi) sözcüklerini kendilerine göre uyarlayabilirler. Bu da bir neologism örneğidir. Hadi git de gevecek bir şeyler al da gel, sen çok yalak adamsın haberin olsun, iki saattir ne burutup duruyorsun, yılmanaklanıp durma da işine bak tümcelerinde geçen ve size değişik gelen sözcüklerin hepsi tarafımca işitilmiş ve Türkçede pek kullanılmayan sözcüklerdir. Üstelik dikkat edilirse hepsi Türkçenin biçimbilimsel ve sesbilimsel özellikleri ile uyumludur.

Bu yazıda genel olarak neologismin ne olduğu, nasıl oluşturulduğu ve nerelerde kullanıldığını kısaca belirttik. İlgililer elbette daha fazla neologism örnekleri bulabilirler. Özellikle edebiyata ilgi duyanlar yeni sözcük oluşturmanın en güzel örneklerini görebilirler. Ayrıca iki saattir neologism

sözcüğünü kullanmaktayım ve ya ben bilmiyorum ya da gerçekten Türkçe için bu sözcüğü karşılayacak bir neologism örneğine ihtiyacımız var gibi. İhtira Arapça ve sanıırım tam karşılamıyor bu sözcüğü. Neologizm dersek de kötü bir kullanım olur yukarda belirttiğimiz nedenlerden dolayı tutmaz. Artık bilen varsa bizi de aydınlatır.

Page 11: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

11

Page 12: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

12

UluslararasıYardımcı Dil

Pınar Bağcı[email protected]

luslararası yardımcı dil deyince kavram yapay ya da komik gelebilir fakat böyle bir şey var.

International Auxiliary Language (IAL ya da auxlang) olarak bilinen bu dil, ortak bir anadili olmayan farklı milletlerden gelen insanların iletişim amacını gerçekleştiren yapay bir dildir. Bir nevi ikinci dildir, Esperanto gibi.

U

Esperanto Bayrağı

Aslında yüzyıllardır farklı toplumlar ve dilleri üzerine baskı kuran büyük diller de bir şekilde bu yardımcı dillik görevini üstlenmişlerdir. İngilizce, Arapça, İspanyolca ve Fransızca gibi diller yardımcı dil olma özelliğinin yanında dünya genelinde kendini kabul ettiren diller olmuşlardır. Fakat ele aldığımız yabancı dillerde bu farklı. Yardımcı diller sadece belirli zaman aralıklarında dünyanın herhangi bir yerinde toplanan insanların konuştukları dildir. Büyük dillerin baskısına direniş amacı vardır bu dillerin. Zaten büyük diller dediğimiz diller ikinci dil oldukları toplumlarda direniş ile karşılaşmışlar her zaman. Tıpkı dükkan adlarını İngilizce ya da İngilizce-Türkçe yapanlara tepki koyduğumuz gibi. Bu yüzden de insanlar çözüm olarak bu dilleri oluşturmak istemişler.

Bu dil için kullanılan “auxiliary” sözcüğü zaten ikinci, yardımcı, yedek anlamına geldiği için kurucuların bu dilin konuşulduğu yerde birinci dil olması gibi bir amacı bulunmuyor. Birkaç Uluslararası yardımcı dil örneği olarak Esperanto, Ido ve Interlingua verilebilir. Uluslararası boyuttaki yardımcı dillerin en büyük özelliği dilin oluşumundan içeriğine ve yapısına kadar uzanan ortak kararın bulunması.

İnsanlar doğal dillerin proto yapılarına ulaşmaya çalışadursun ele aldığımız

Uluslararası yardımcı dillerin proto-dilleri 17. ve 18. yy felsefi dillerinden geliyor. Bu dillerin çoğu basılmadan ortadan kaybolmuş. Dokunulabilen ilk proto yardımcı dil 19. yy'da François Sudre tarafından müzik notaları temel alınarak geliştirilen Solresol. Bilinen ikinci yardımcı dil ise 1879 yılında tanrının kendisine bir dil yapması gerektiğini söyleyerek bu yola koyulan Johann Martin Schleyer tarafından yapılan Volapük.

Volapük Dilinin Sembolü

Alice Vanderbilt Morris'in uluslararası boyutta oluşturduğu bir de kurumu var yardımcı dillerin. Amaçları da var olan yardımcı dillerin sorunlarını çözmek için öneriler getirmek ve toplantılar yaparak bu dilleri yaşatmak. Peki yardımcı diller arasında hiç mi rekabet olmamıştır? Olmuştur elbet. Esperanto'nun yapaylığı üzerinde yoğun eleştirilerde bulunan Edgar von Wahl 1922 yılında Occidental adında bir dil oluşturmuş. Bu dilin özelliği de Romen dillerini bilen bir insanın adları kolaylıkla anlayabiliyor olduğudur. Esperanto gibi bir dile tepki koyarak ortaya atılan Occidental, Esperanto'nun büyüklüğüne dayanamamış olacak ki 1980'lere gelindiğinde ortadan kayboldu.

Yardımcı diller üzerinde yapılan akademik çalışmalar bu dillerin sınıflandırılması üzerinde gerçekleşmiş. Buna göre yardımcı diller;

1. Öncül: Genellikle yapay özelliklerin ağır bastığı dillerdir ve şu özelliklere sahiptir.

Oligosentetik: Küçük biçimbirimlerin birleşik sözcükleri ve yapıları oluşturduğu diller.

Page 13: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

13

Pasigrafik: Matematiksel işaretler kullanan diller.Mantıksal diller: İstatistiksel yöntemler kullanarak karmaşıklığı en aza indiren diller.

2. Soncul: Var olan doğal dilleri temel alır ve şu özelliklere sahiptir.

Şematik: Doğal ve yapay biçimbirimlerden oluşan ve esinlenen doğal dilleri bilmeyen insanların bu dilleri ele alırken zorlandığı diller.Doğalcı: Sözcükleri doğal dillerden oldukça fazla çektikleri için bu dillere çok benzerler.Basitleştirilmiş doğal diller ise doğal dillerin dilbiligis yapısını daha fazla almaya eğilim gösterirler.

Bu diller üzerine gelen yoğun eleştirilerin çoğunu en tanınmış yardımcı dil olan Esperanto almaktadır. Esperantonun dünya genelinde konuşulmasından ziyade sadece Avrupa'da sıklıkla konuşulması bu dile gelen en büyük eleştiridir. Aslında çok mantıklı bir tutum yardımcı dillerin asıl amacının dünya genelinde ikinci bir dil olarak konuşulması bulunduğunu düşünürsek. Yazıda ele aldığım Uluslar arası yardımcı diller hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız;

http://tech.groups.yahoo.com/group/worldlanglist/

bağlantısına tıklayarak e-posta grubuna abone olabilirsiniz.

Page 14: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

14

Page 15: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

15

Hızlı, Farklı ve İlginç: Al-SayyidBedouin İşaret Dili

Murat Taha Çağ[email protected]

ünya üzerindeki bazı köylerde bir grup insanın konuştuğu ve sadece görsel ve el ile yapılan işaretlere

dayanan bazı diller var. Bu köylerde yaşayanların karşılaştıkları işitme sorunları iletişimlerinde herhangi bir engel oluşturmuyor. Bu köylerde biri de Güney İsrail'de bulunan Al-Sayyid Bedouin İşaret Dili (ABSL).

D

Güney İsrail'de Mısır, Ürdün ve İsrail arasında kalan Neceg Çölü yakınlarında yaşayan Al-Sayyid Bedouin kabilesinin çok büyük bölümünü işitme engeli olmayanlar oluşturuyor. İşitme engellilerin toplum içerisinde herhangi bir dışlamaya maruz bırakmayan kabile içerisinde işitme engeli olanlar ile olmayanları evlilikleri sıkça gerçekleşiyor.

2004 rakamlarına göre 3500 olan Al-Sayyid Bedouin kabilesinin kökeni 1800'lerin ortalarında yaşamış olan yerel bir kadın ve Mısırlı bir erkeğe kadar uzanıyor. Bu iki atanın beş çocuğunun ikisinde genetik olarak belirtisiz bir şekilde oluşan ve gelişen

işitme kaybı görülüyor. Genetik olarak işitme sorunu taşıyan bu iki çocuğun soyundan gelenler çocuklarını bölgede yaşayan Fellahlar ile evlendirmekten ziyade kabile düzenine uymak açısından kuzenleri ile evlendirmişler.

3500 kişinin 150'ünü işitme engellilerin oluşturduğu kabile doğal bir işaret dilini barındırıyor ve bu da araştırmacıların oldukça ilgisini çekiyor. Al-Sayyid Bedouin üzerinde yapılan ilk çalışmalar 1990'larda Shifra Kisch tarafından gerçekleştirilmiş ve 2005 yılında Ulusal Bilimler Akademisi tarafından yayımlandığında dikkat çekmiş. Dilbilimcilerin ilgisini çeken en önemli şey ise bu dilin son 70 yılda herhangi bir temasa maruz kalmadan karmaşık bir dilbilgisi yapısı oluşturmuş olması. Bunun basit bir göstergesi olarak dilin özne-nesne-yüklem yapısındaki sözdizimi verilebilir. Aynı toplulukta yaşayan ve Arapça konuşanların özne-yüklem-nesne, İbranice konuşanların özne-yüklem-nesne ve klasik Arapça konuşanların yüklem-özne-nesne yapısını kullandığını düşündüğümüzde Al-Sayyid Bedouin İşaret Dili ile bu diller arasındaki temel sözdizim farklılıklarını görebiliriz. Bunun yanında bu dil bölgede var olan ve baskın konumda bulunan İsrail ve Ürdün işaret dillerinden de benzer yapıda farklılık gösteriyor. Yapılan ilk kapsamlı çalışmaların sonucunda çıkan en temel yargı, bu işaret dilinin insanların dilbilgisi çizgisinde kurmak istedikleri bir iletişim biçimi olduğu yönünde veriliyor.

Stony Brook Üniversitesi'nden Mark Aronoff, Haifa Üniversitesi'nden Irit Meir ve Wendy Sandler, ve Kaliforniya Üniversitesi'nden Carol Padden bu dilin hızlı gelişen dilbilgisi özelliklerine ve genel

Page 16: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

16

doğasına vurgu yapıyorlar ve dili kullanan ikinci nesilin ilk nesilden daha hızlı kullanım ve hareket yeteneğinin olduğunu belirtiyorlar.

İşaret dilinin dile ait özellikleri yanında burada farklı bir özelliği de çıkıyor. Toplumun yapısı. Bu da dünyadaki diğer işaret dilleri alışkanlıklarından farklılıklar gösteriyor. Normalde toplumların işitme engelli kişileri hayatın her alanına sokma durumu oluşmamasına ragmen Al-Sayyid Bedouin konuşulan kabilede işitme engelliler, işitme engeli olmayanlar ile birlikte hayatın her alanında paylaşımda bulunabiliyorlar. Üstelik işitme engelli kişiler toplum içerisinde üst kademelerde bulunan kişiler de değil. Çocukların bu işaret dilini doğrudan bir eğitim yoluyla değil de olağan durumlarda öğrenmeleri Al-Sayyid Bedouin'in toplum içerisindeki entegrasyonunun temelden nasıl sağlandığını ortaya koyar boyutta.

Bölgede yaşayan insanların İsrail ve Ürdün işaret dillerini tercih etmelerinden ve okullardaki eğitimin bu işaret dilleri ağırlıklı gerçekleşmesi dolayısıyla Al-Sayyid Bedouin İşaret Dili'nin hayatta kalması tehlikede bulunuyor. Bu büyük olumsuzluğa rağmen Haifa Üniversitesi'ndeki Dil Araştırmaları Birimi'ndeki araştırmacılar bu işaret dili üzerindeki çalışmalarını tüm hızıyla yürütüyorlar.

Page 17: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

17

Page 18: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

18

Page 19: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

19

Röportaj:Lud k H ebíčekě ř

Osman Tuna Gögkgö[email protected]

When and where were you born?

was born in Prague/Praha in 1934. At that time Prague was the capital of Czechoslovakia and of the today’s

Czech Republic. In 1953 I finished the high school putting emphasis both on mathematics, Latin language and also to other sorts of secondary school subjects. The city of Prague is a seat of very old university, the Charles University. It was founded in 1348 by the emperor from the Luxembourgian dynasty and King of Bohemia, Charles IV.

I

A well known investigator of the Islamic literary history Jan Rypka headed the department of Near Eastern studies at this University, a department dealing with languages, history and literatures of the respective countries. As a young boy, I was strongly attracted to the knowledge of world literatures and I tried to enter a course called "Persian and Turkish“ offered in those days by the Philosophical Faculty of the University. Rypka was also a popularizer of his discipline, and by chance I became a passionate reader of his book The Iranian Pilgrim. Thus I was given the basic information about one of the classical Islamic poetry. This was my way to Oriental Studies.

However, when I became acquainted with the Turkish language and its grammatical system, my passion to literatures quickly change into the love for the language systems proper to the language type called "agglutinative“, typologically differing from the “isolating” and “flective” languages. In those days of a totalitarian political regime in my country, the study of history and literary history strictly meant the obligation to follow the regular ideological “truths” and apply them to the problems studied. This way not fairly interesting sort of philosophy. Linguistics and later quantitative linguistics was incomparably more attractive in the intellectual sense of human thinking.

Can you tell me what means “quantitative linguistics”, what kind of linguistics it is?

his term had been gradually established and accepted for analytical methods starting with T

application of mathematical statistics to the data obtained from spoken or written

language utterances. In the history of linguistics, the statistical types of analyses occurred rather soon, but in the recent linguistics their expansion is connected mainly with the works of Prof. Dr. Gabriel Altmann, a German (but originally Slovak) linguist. It can be said that the today world universities show a full respect to this branch, although these methods were not always appreciated by the living authorities.

Altmann obtained his professorship at the Ruhr University of Bochum (Germany), and this institution together with the University of Trier , represented by Prof. Dr. Reinhard Köhler, thus turned out to be coordinating centres for the international quantitative linguistic studies during the last decades of the 20th century. Any linguist lazing emphasis on the scientific qualities of their works, now regularly reads at least the Journal of Quantitative linguistics edited by Prof. Dr. Reinhardt Köhler, the head of the Department of Computational Linguistics, University of Trier, Germany. It exists also IQLA, an International Quantitative Linguistics Association, see http://www.iqla news.html.

In his works, Altmann pronounced substantially new methodological ideas stimulating the real science in analytical

“When I became acquainted with the Turkish language

and its grammatical system, my passion to literatures quickly change into the love

for the language systems proper to the language type

called "agglutinative“,

typologically differing from the “isolating” and

“flective” languages.”

“In general, according to my opinion, a really

scientific type of linguistics in the

second half of the 20th century is represented

by Altmann’s linguistics.”

Page 20: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

20

approaches to the natural languages. In general, according to my opinion, a really scientific type of linguistics in the second half of the 20th century is represented by Altmann’s linguistics. The qualities stressed by Gabriel Altmann for scientific analyses is completely in accordance with – at that time – current requirements of epistemology, the philosophy of science. They can be summarized into the requirement to write scientific explanations in a form of a theory. It had been accepted that each theory contains as its core a scientific law, which is formulated as a testable, or refutable, hypothesis. The distinction between science and protoscience, or even pseudoscience, is a fundamental feature for nay explanation attempting to be scientific. Such attempts should always try to formulate the given explanations as a rejection of a hypothesis or law. Methods of mathematical statistics offer the way for approximating to such ideal forms, even for the branches investigating languages.

There are two terms or names for the professional studies of languages: philology and linguistics. The former term represents a traditional designation for the activities of descriptions of natural languages. The later one however, was developed by structuralists themselves. They were followers of the great personality of linguistics, Ferdinand de Saussure. Their purpose was to exhibit by a new designation the scientific of their activities.

Round the beginning of the 20th century, The distinction between the human and natural sciences turned out to be an intellectual challenge for the applied methods. The request laid on any science can be found in the works by Karl R. Popper and many other philosophers of the science in that period. Philology mostly appears to be a branch concentrated to formulation and codification of rules for literary languages with the purpose to make them a better instrument for social groups using them as means of social communication.

The question to be answered by philologists sounds: How a natural language can be described? During my way to doctorate the most part of young linguists studied the works produced by American descriptivists. The great names of this school are, for example, M. G. Kendall or E. Sapir. In short, there are two purposes for philology:

(a) to describe a language as a system,(b)to help language users with the enlargement of their aptitude to understand foreign languages, prepare for them vocabularies of language manuals of different languages.

On the other hand, quantitative linguistics helps to change philology into science and create thus a better knowledge or ability to explain language phenomena.

Can you bring an example of a scientific language law?

he language laws were summarized by Karl-Heinz Best and published as a textbook of the University of

Göttingen. Many of the laws are published in the manuals of quantitative linguistics.

TIf I may present my personal attitude, I prefer one of the linguistic laws, first published and tested by G. Altmann and his collaborators. Using the name of German linguist Paul Menzerath, Altmann first called it Menzerath Law. P. Menzerath observed the following trait of words: If a word length (in the number of syllables) in

“There are two terms or names

for the professional

studies of languages:

philology and linguistics.”

On the other hand, quantitative linguistics

helps to change philology into science

and create thus a better knowledge or ability to

explain language phenomena.

Page 21: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

21

creases, the syllable length (in the number of phones) declines.

Altmann generalized this relationship by means of the terms language construct and language constituent for the language units of different language levels. Language units show the effect of this relationship regularly, each language unit represents a language construct comprised of its constituents. This holds for different languages as it is indicated in many analyses. This observation testifies quite high potential of this law in the further development of the respective language theory, therefore I have proposed to call this law Menzerath-Altmann’s law. I am

convinced that this name is now accepted by the quantitative linguists’ community.

Did you find what you had expected in this research field?

ne of my own attempts was to make the mentioned law the basis of a text theory. I mean a

theory basing on the Menzerath-Altmann’s law which is parallel to the theories of phones, words or sentences. The set of language levels forms a sequence usually unfolded as the levels of phones, morphs/morphemes, syllables and syntactic constructions including sentence as one type of a syntactic construction. This means that phones are constituents of morphs, morphs - together with syllables - are constituents of words, and words are constituents of syntactic constructions. Any language unit is a language construct in relation to its lower level, and constituent to its higher level.

O

However, for which level and units sentences function as their constituents? It is evident that text should be taken into consideration in connection with levels. But we must give our thought to the fact that any language unit of an arbitrary level can be characterized as a text segment. The entire language structure can be presented as a complex set of the segments. It cannot be declared, however, that with an increasing text the extent of its sentences becomes reduced, as Menzerath-Altmann’s law requires. We should ask why text never was treated as a unit in linguistic explanations. The reason is simple and evident: Text is excessively complex and variable and therefore it cannot be analysed in the ways in which the other language levels are analysed. Text is mostly taken as a unit in non-formal language disciplines analysing text styles, i. e. in stylistics, which is not strictly formulated scientific theory. We may conclude that in linguistics, there is no another text theory.

The term text linguistics was coined in the sixth decade of the previous century to a branch which should better be named text

“One of my own attempts was to

make the mentioned law the

basis of a text theory. I mean a theory basing on the Menzerath-Altmann’s law

which is parallel to the theories of

phones, words or sentences.”

“We may conclude that in linguistics,

there is no another text

theory.”

Page 22: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

22

philology, with respect to the reasons for alteration of the terms philology and linguistics by structuralists. My aim has been finding a text theory, which is in agreement with the principles formulated in quantitative linguistics. Menzerath-Altmann’s law itself calls upon such a theoretical work.

Another result ensuing from such a text theory concerns the whole concept of human language. When one reads, for example, the book by the celebrated Oxford scientist Bertrand Russell an Inquiry into Meaning and Truth (Allen & Unwin, London 19616) in its introductory part you can find the statement that author’s philosophical method is based on linguistic reflections. Meanings and truth is tried to be found by the author in sentences (or propositions), words and parts of speech, but not in texts. Human cognition, however, is always available in the form of texts. Everybody may put the question: What is text? Text can be characterized as a form of any natural language expression, even when it is comprising one separated phone only, this can be demonstrated in many languages. When a language user is speaking or writing, everything what is coming from his/her mouth or writing tool is a text. Text can be treated as an axiomatic concept, since everybody can explain, what text is. The concept of a competent speaker has been introduced by American descriptivists. Competent speakers are able to communicate with other speakers of a community without any problem, competent speaker is able to produce sentences which deserve a linguistic analysis. Text thus appears to be a language constituent (in the sense of Menzerath-Altmann´s law) of constructs existing in human brains.

Is it correct that text is something as a language constituent to the level of meanings?

Let us put the question, what is meaning? Once being students we were instructed that meanings are linguistically analysed in words. Semantics is thus a science inquiring the meaning or senses of words. One should ask whether this assertion is

acceptable. Words are semantically analysed by lexicologists, and meanings in general are not evidently limited to words. Also a

text itself, likewise its segments of different levels, are carriers of meanings. It is true that the structure or system of meanings carried by texts are chaotically organized, as far as language representations are concerned. This situation is a challenge for application of modern mathematical branches. Everybody can find the meaning of a lexical unit in a vocabulary. When you come to sentences, you must apply something more sophisticated, than browsing through a vocabulary, at least some sort of a syntactic analysis if you wish to obtain an equivalent to a lexical meaning on the level of sentences. Usually, any text encompasses complicated semantic structures of many sentences. Complex phenomenon requires more sophisticated approach. Text hardly can be treated as a language construct constituted by sentences.

“The size of a semantic

construct is the same as the number of

sentences/segments forming it.

If you determine the size of the

respective segments, you

will observe the Menzerath-

Altmann´s law is valid also for this new level

called “semantic

Construct” of a text.”

Page 23: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

23

If we wish to preserve the Menzerath-Altmann´s law when we are coming to sentence level, we must find a new level somewhere between the levels of sentence and text. For this reason we introduced a new hypothesis corresponding to the language facts. The semantic space of a text, whatever it can be, is staked out by a set of lexical units forming the vocabulary of a given text. Assume a lexical unit and its occurrences in one or different text segments, for example in sentences, having different sizes. Let us represent these different sizes by a mean (or average) value for each lexical unit. In a text , every lexical unit occurs in text segments , for example, in sentences/segments. All the segments pointed out by an occurrence of a given lexical unit constitute one certain semantic construct of the text. The number of lexical units occurring in a text evidently equals the number of its semantic constructs.

The size of a semantic construct is the same as the number of sentences/segments forming it. If you determine the size of the respective segments, you will observe the Menzerath-Altmann´s law is valid also for this new level called “semantic Construct” of a text. The detailed procedure of the analysis is described in several papers and books published recently. The analysis of Czech, English and Turkish texts are presented in these publications.

For linguists is a trivial knowledge that a lexical meaning can be changed by collocation with another lexical unit/units. “Collocation” is thus an synonymous expression for the occurrence of a lexical unit together with other units in sentences/segments of a text. This is the way, in which meanings, i. e. the unknown units hidden in a human brain, are precisely indicated by language means. Lexical units are collocated in text segments in order to specify their meanings, those meanings which a speaking (or writing) person producing a text wants to express precisely with the help of language tools. Producing a text structure language users identify the units of the systems in their brains and their mutual relationships.

The way of formulation of the Menzerath-Altmann´s law as a relation between language constructs and their constituents indicates a newly revealed (in text structures) nature of natural languages as fractal sets. According to my opinion, the Menzerath-Altmann´s law expressed in a mathematical structure of the co-called power law, can be - for the linguistic relationships of language constructs and constituents - derived from the Hausdorff-Besicovitch dimension, which is the type of dimension proper to fractal sets. Whoever would know some details concerning the concept of fractal and its dimension , let us refer him to the book The Fractal Geometry of Nature (W. H. Freeman, New York 1977) written by Benoit B. Mandelbrot, the discoverer and researcher of the fractal structures.

According to my opinion, the regard to the text structures may have consequences for the philosophical theory of knowledge. Let us turn our attention to the real situations which occur in a human life frequently. First, if somebody wants to became a member of some institution she/he is investigated by asking questions and answering them in texts. Students during school examinations are compelled to produce texts as responses to certain questions. Texts are performed in less formal occasions for becoming information about the mental structures of communicating language users. In texts, communicating people try to affect the semantic systems of their brains.

“If somebody wants to know,

how human brain generates and

operates meanings, it is

necessary to ask linguists.”

Page 24: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

24

In general, human brain is an endocrine gland producing also an external secretion in language forms. This product cannot be analysed in the same way as internal secrets, i. e. by biological or biochemical methods. If somebody wants to know, how human brain generates and operates meanings, it is necessary to ask linguists. Different branches of knowledge pronounce what can be expressed in order to obtain correct or true results. For example, mathematics impose a ban to divide by zero for grounds specified by mathematics itself. This can be done. However, it is evident that the relationship between speaking and thinking is more free than it would be if thinking is hidden only somewhere in language expressions. The way of formulation of the Menzerath-Altmann's law as a relation between language constructs and their constituents indicates a newly revealed nature of natural languages as fractal sets. Such rules concern the form of language expressions, but not the way of thinking. It can be proved that thinking and expressing thoughts are activities of two cooperating, but not equating systems. For this reason the both systems of human brain functions are not identical. This makes theoretical knowledge of texts more important.

* Osman Tuna Gökgöz'ün gerçekleştirmiş olduğu bu röportaj önümüzdeki günlerde dilbilirim.com'da Türkçe olarak yayınlanacaktır.

“The way of formulation of the

Menzerath-Altmann's law as a relation

between language constructs and their

constituents indicates a newly revealed nature of natural

languages as fractal sets.”

Page 25: dilbilirim e-dergi eylül 2010 10. sayı

25

Dilbilirim e-dergisayı 11 – Kasım 2010 sayısına yazılarınızı

göndermek için;

[email protected]