48
Osmanlıda Bürokrasi Batuhan Bayraktar

Osmanlıda Bürokrasi

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Osmanlıda Bürokrasi

Osmanlıda Bürokrasi

Batuhan Bayraktar

Page 2: Osmanlıda Bürokrasi

1

İçindekiler 2- Proje Raporu 5- Bürokrasi 7- Padişahlar 10- Divan-ı Hümayûn ve Meclis-i Vükela 15- Kul Sistemi 19- İlmiye Sınıfı 21- Taşra Teşkilatı 21- Eyaletler 24- Sancaklar 25- Yurtluk - Ocaklık ve Hükümet Sanca.. 26- Kaza 28- Bazı Bakanlıklar ve Son Dönem Hiyerarşik... 28- Sadâret 29- Meşihat 30- Dâhiliye Nezareti 32- Hariciye Nezareti 34- Maliye Nezareti 35- Tanzimata Kadar Bürokraside Belge Yazımı 35- Divâni 37- Ta’lik 39- Nesih 41- Siyakat 43- Sülüs 45- Rik’a 47- Kaynakça

Page 3: Osmanlıda Bürokrasi

2

Proje Raporu Proje adı: Osmanlıda Bürokrasi Proje Amacı: Bir beyliğin kısa sürede güçlenmesi, fethedilemeyen İstanbul’un fethedilmesi, Yavuz Sultan Selim’in kısa sürede ülkenin topraklarını iki katına çıkarması Kanuni’nin ve Kara Mustafa Paşa’nın orduyu Viyana önlerine kadar sürüklemesi eğer sistemsiz bir şekilde yapılsaydı olmazdı. Peki nedir bu sistem ve Osmanlı’da nasıldı? Kim kimi yönetirdi? Projemi okuyan bir kişi soruların cevabını bulabilir ve Osmanlı’nın nasıl yönetildiği hakkında biraz daha fikri olabilir. Giriş: Bürokrasinin tam olarak karşılığı toplumda tabandan yukarıya doğru daralan hiyerarşik bir yapı içinde örgütlenmiş, kişisel olmayan genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre çalışan profesyonel görevliler grubudur.

Padişahlar bu daralan yapının en tepesinde bulunan kişilerdir. Osmanlıların tam olarak bu duruma gelmesi yani Osmanlı hükümdarının bu daralan yapının en tepesinde bulunan kişi olması 1302 Bapheus (Koyunhisar) savaşı ile olmuştur.

Türk-İslam devletlerinde bulunan bir gelenek olan (Selçuklularda Divan-ı

Alâ, İlhanlılarda Divan-ı Kebir, Memlüklülerde Divan-ı Sultan) divanlar Osmanlılarda da vardır ve bu ülkedeki ismi Divan-ı Hümayûn’dur. Padişahlar Divan-ı Hümayûn’un ilk dönemlerdeki yöneticileridir. Ancak bu daha sonra değişecektir ve yerine sadrazam bakacaktır.

Bu makamlık Osmanlı’nın kuruluş döneminden devletin son gününe kadar

var olan bir makamlıktır. Ülkenin çöküşüne kadar var olacak bu makam padişahtan sonraki en büyük kuvvettir.

Taşra teşkilatı padişahın, İstanbul dışındaki temsilcilerinin teşkilatıdır.

İmparatorluğun çok geniş alanlara yayılması ile bu toprakları yönetmekte doğru orantılı olarak zorlaşmıştır. Bu durumu kolaylaştırmak için çoğu devlette olduğu gibi Osmanlılarda da devasa toprak alanları kaplayan eyaletler ortaya çıkmıştır. Eyaletlerin alt birimi sancaklardır ve onlarda köyleri yönetir.

Osmanlı’nın bilim alanında ki gelişmeleri veya gerilemeleri ilmiye sınıfına

bağlıydı. İlmiye sınıfı, adalet hizmetleri, eğitimi görev edinen hukukçu, öğretim görevlisi ve din adamlarının oluşturduğu zümredir. Ayrıca ilmiye sınıfındaki kişiler eğer başarılı oldukları halde devlet yönetimine katılabilmektedirler.

Osmanlı’ya yönetici yetiştirecek bir başka sistemde kul sistemidir. Bu

sistem Orta Doğu İslam geleneğidir. Osmanlı, köleleri saray ve idare adamları yetiştirmesi Orhan Gazi döneminde başlar. Bu sistem padişahın otoritesinin

Page 4: Osmanlıda Bürokrasi

3

güçlülüğüne doğru bir orantıda işe yaramaktaydı. Eğer padişah güçsüz olursa kulları sayesinde tahtı sarsılmaktaydı.

Osmanlı yöneticileri bu kadar büyük bir ülkeyi yönetirken bir uygarlık

işareti olan yazıyı da iyi bir şekilde kullanmıştır. Osmanlı Devletinde her dairenin belge yazımı kendine has özellikler içermektedir. Bunun nedeni yetiştirilen kişilerin o zümreye has yeteneklerin öğretilmesidir. Bu durum belgeleri ilk görüşte tanımaya neden olmuş yapılacak işlerin gecikmesini önlemiştir. Yöntem: İlk önce bürokrasi hakkında bilgi verecek kaynaklar taranmıştır. Daha sonra kaynaklardan elde edilen bilgiler yeniden yorumlanmıştır. Ardından bürokrasinin Osmanlı’da nasıl bulunulduğu araştırılmış ve elde edilen bilgiler yorumlanmaya çalışılmıştır. Kaynaklardan elde edilen grafikler doğrudan projeye geçirilmiştir. Araştırma bittikten sonra projeyi danışman öğretmenim incelemiş ve hazır duruma getirilmiştir. Sonuçlar ve Tartışma:

• Osmanlı bürokrasisinin 1302 Bapheus (Koyunhisar) savaşı ile ortaya çıktığı öne sürülmüştür.

• Osmanlı’nın klasik çağında, padişahların üzerinde bir kanun bulunmadığı

düşüncesi reddedildi.

• Günümüzde dahi Türkiye Cumhuriyeti’nin tam olarak otoritesini kuramadığı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki aşiretler, Osmanlı döneminde de bu şekilde merkezi otorite kurdurmadığı, bunun için Ridaniye savaşından sonra bölgedeki aşiretlere daha farklı davrandığı ortaya çıktı

• Divan-ı Hümayûn’da, güçler birliği ilkesinin ileri olduğu görülmüştür.

Yasama, yürütme ve yargının, Divan-ı Hümayûn’da toplandığı ileri sürülmüştür.

• Kul sisteminin, Osmanlı yöneticileri için bir okul sistemi olduğu Kanuni

döneminde sistemin ülke için olumlu çalıştığını görürken otoritesi zayıf olan padişahlarda tahtları sarsacak bir güçte olduğu görülmüştür.

• Osmanlı bürokrasisinin en son halini İttihat ve Terakki’nin sayesinde 1.

Dünya Savaşı’ndan hemen önce şekillendiği gösterilmiştir.

• Osmanlı bürokrasisinde kullanılan yazının kalemden kaleme (bürodan büroya) değişmesi, o daldaki mesleğin geleneğinden dolayı olduğu gösterilmiştir.

Kaynaklar:

Page 5: Osmanlıda Bürokrasi

4

• Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), 13. Baskı, 2009

• Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar -I, 1. Baskı, 2009

• Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’da Devlet Sistemi, 1. Baskı, 2009

• Necati Gültepe, İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 1. Baskı, 2009

• Max Weber, Bürokrasi ve Otorite, 3. Baskı, 2008 • Hasan Akdağ, Osmanlı Bürokrasisinde Yazı (Tanzimat'a kadar), Doktora

Tezi

Page 6: Osmanlıda Bürokrasi

5

BürokrasiBürokrasiBürokrasiBürokrasi

Söz konusu kelimenin nereden geldiğine bakarsak iki terimin birleşmesinden oluşmuştur. Bu kelimeler “burreau” ve “cratie” dir. Bu iki terimin birleşmesinden “büro çalışanların egemenliği” anlamı ortaya çıkar. Kavramın Latince olarak yazılışı “bureaucaite” şeklindedir. “Burreau” kelimesinin kökeni avam Latincesi’nde “bura” orta çağ Latincesi’nde “burro”dur. Anlama bakacak olursak “kaba, yünlü kumaş” gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Bürokrasi Fransızca da “bureaucratie”, İngilizce de “bureaucracy”, Almanca da “bürokratie”, İtalyanca da “burocozia” şeklindedir.1 Osmanlıca’da ise ilk defa bürokrasi “memurîn-i aklâmın galebe-i nüfuzu” yani “memurların baskın yönetimi”, bürokrat ise “kelime-i aklâm” yani “sekreterlik” olarak görülmektedir.2

Bürokrasi deyince akla ilk önce Max Weber gelir. Peki, kimdir bu Max Weber. Alman düşünür, sosyolog ve ekonomi politik uzmanı. Weber, siyaset sosyolojisi ve eğitim sosyolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla da tanınır. Karl Marx'ın sınıf temelli çözümlemelerinin yerine statü kavramını getirmiştir. Bürokrasi üzerine çalışmalarıyla da tanınır. Weimar Anayasası komisyonuna üye olarak atandı. Özellikle 48. madde'nin bu anayasada yer almasını sağladı.

Klasik yönetim modelinin üçüncü ve son yaklaşımı olarak kabul edilen "Bürokrasi Modeli" Max Weber tarafından 1900'lü yılların başlarında geliştirilmiştir. Weber'den sonra gelen Alvin Gouldner, Peter Blau, Robert Merton, Philip Selznick gibi yazar ve bilim adamları tarafından ayrıntılı olarak incelenerek daha da geliştirilmiştir.

Weber tarafından kural ve kavramları ortaya konarak geliştirilen bürokrasi; günlük dilde kullanılan ve önceki bölümlerde de nispeten bahsedilen bugün git yarın gel anlamının aksine, bir organizasyon yapısını ifade etmektedir. "Max Weber'e göre bürokratik bir yapı etkinlik açısından ideal bir organizasyon yapısıdır."

Weber ortaya koyduğu ilkelerin izlenmesi ile ideal örgütün kurulabileceğini, etkin, ideal, şahsa göre değişmeyen ve rasyonel bir organizasyon yapısının oluşacağını savunmuştur.

Bürokrasinin tam olarak karşılığı toplumda tabandan yukarıya doğru

Page 7: Osmanlıda Bürokrasi

6

daralan hiyerarşik bir yapı içinde örgütlenmiş, kişisel olmayan genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre çalışan profesyonel görevliler grubudur. Bir sosyal bilim terimi olarak halk arasında yaygın kullanımındaki olumsuz anlamlar taşımayan3 bürokrasi, devlet teşkilatlarına has bir özellikle değil, özel sektörde de kendisini göstermektedir.

Belli bir teşkilatlanma ve idare şeklini ifade eden bürokrasinin temel

görevi toplumsal aktiviteleri ve fonksiyonları idare edilebilir hale getirmektir. Bu bir ihtiyaçtan ve sorumluluktan doğmuştur. Devletin hükmettiği halka karşı olan sorumluluklarını yerine getirmek için düzenli, sistemli belli bir uzmanlık düzeyinde yerine getirmesi ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır.

Bürokrasinin ilk belirgin unsurlarının tamamlandığı ülke Antik Mısır

diyebiliriz. Bunu IV. Ramses’in, III Ramses için yazdığı papirüsten anlayabiliyoruz.

“Sana toprağın idaresi için Mısır kitabelerinin dehlizlerinde kayıtlı

ulu fermanlar yazdım. Yıllık vergilerini yüce hazinene teslim etmek üzere tütsüler taşıyan okçular ve bal toplayıcılar tayin ettim. Senin için halktan gemiciler ve vergi memurları ayırdım. Yine senin için kölelerden kanal idaresine bekçiler ve saf arpana gözcüler koydum” 4

İncelenecek başka bir devlet ise Antik Çin’dir Antik Çin’de de aynı

Mısır gibi patrimonyal bürokrasi görülür. Türklerin Çin Seddi yapımında ne kadar etkisi varsa, Çin Seddi’nin

yapılışının bürokratik sistemin oluşmasında bir o kadar etkisi vardır. M.Ö.403 yılında başlanan Çin Seddi muhtemelen 4.500 KM uzunluğundadır. Bu kadar muazzam bir inşaatın yapılması için kuvvetli bir hiyerarşiye ihtiyaç vardır. Öte yandan, kuzeyden gelen Türk akınlara karşı büyük bir ordu beslenmesi Çin hükümdarları, derebeyliklerin genişlemesine engel olmak için kısa süreli hizmet, memurların doğup büyüdüğü bölgede görev yapmasının yasaklanması ve devlet memurluğuna giriş sınavları v.b. önlemler almışlardır. Bu önlemlerde Çin'de bürokrasinin gelişmesine neden olmuştur. Çin bürokrasisi genel esasları bakımından demokratik esaslara dayanmıştır. (O dönemde saraydaki yemekhaneye alınacak aşçı bile sınavla alınmaktadır. Memurların sınavla işe alınmaları demokrasiye bir örnek teşkil eder. Ayrıca derebeyliklerin kök salmasına engel olunması rasyonel bir bürokrasinin temellerinin atıldığı görülür.)

1- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 2009, sf.20 2- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 2009, sf.21 3- Anabritannica, 1986, sf.179 4- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 2009, sf.28

Page 8: Osmanlıda Bürokrasi

7

PadişahlarPadişahlarPadişahlarPadişahlar

Bürokrasinin tam olarak karşılığı toplumda tabandan yukarıya doğru daralan hiyerarşik bir yapı demiştik. Padişahlar bu daralan yapının en tepesinde bulunan kişilerdir. Osmanlıların tam olarak bu duruma gelmesi yani Osmanlı hükümdarının bu daralan yapının en tepesinde bulunan kişi olması 1302 Bapheus (Koyunhisar) savaşı ile olmuştur. Bir imparatorluk ordusuna karşı kazanılan bu zafer, Osman’ı bu bölgede karizmatik bir bey haline getirmiştir. Pochymeres onun bu zaferlerle şöhretinin Paflegonya (Kastamonu) bölgesine kadar yayıldığını ve gazîlerin onun bayrağı altında koşuştuklarını kaydeder. 15.yy sonlarında tarihçi Neşri, onun beyliğini ve bağımsızlığını ortaya koyar. Bapheus (Koyunhisar) Osman’a bir hânedân kurucusu karizmasını kazandırmıştır. Kendisinden sonra oğlu Orhan ise itirazsız beylik tahtına geçmiştir. Biz 27 Temmuz 1302 tarihini Osmanlı hanedanının1,Osmanlı Devleti’nin ve toplumda oluşan hiyerarşik yapının oluşturduğu ve en tepesinde Osman Gazi’nin bulunduğunu görmekteyiz. Osmanlı yöneticileri bundan sonra bey, han, hakan, hüdâvendigar, gazi, kayzer, sultan, halife ve padişah unvanlarını kullanacaktır. Ancak tabi ki bu unvanların hepsi Bapheus (Koyunhisar) savaşında kazanılan zafer ile gelmemiştir. Bu unvanların gelişi tam 215 yıl sürmüştür ve son unvan olan “halife” 1517 Mısır Seferi’nden sonradır. Padişahın yetki ve sorumluluklarına baktığımızda Osmanlı klasik çağında padişahı etkileyebilecek iki kanun vardır. Bunlar şerri ve kısmen de olsa etkileyen ancak üzerinde oynamalar yapılabilen örfi kurallardır. Şerri kurallar Kuran-ı Kerim’den gelmektedir ve değiştirilemez kurallardır. Bu kurallar padişahı doğrudan doğruya etkiler ve bu kurallar değiştirilemez. Örfi kanunlar ise padişahın üzerinden oynayabileceği geçmişten gelen kanunlardır bir nevi gelenektir. Bunlar yazısız kurallardır ve buna töre denir. Ancak bu kurallar daha sonra yazıya geçirilmiştir. Buna Fatih Kanunnâmesi’ni örnek gösterebiliriz. Ayrıca şerri ve örfi kuralların çatışmasını Osman Gazi döneminde olan bir olayla görebiliriz. Osman Gazi döneminde atfonulan bir söylenti (Aşıkpaşazade, 15. Nâb) şeriatla örf arasındaki çatışmayı belirtir. Pazar bac’ı alınması hakkında bir öneri karşısında sözde Osman Gazi sorar: “Tanrı mı buyurdu, yoksa beyler kendileri mi ettiler?” Cevap: “Türedir Hânım, ezelden kalmıştır.” der. Osman Gazi onu şiddetle azarlar. Sonra “Hânım, bu pazarı bekleyenlere âdettir kim bir nesnecik verirler.” Diye açıklayınca kabul eder.

Page 9: Osmanlıda Bürokrasi

8

Baç kanunu yapılır. Burada Şeriat dışı bir verginin, âdet olması ve hükümdarın iradesiyle kanunlaşma süreci açık bir biçimde belirtilmiştir.2 Padişah, örfi kanunları doğrudan kendisi bir keyfiyet üzerine değiştirmez. Bu olay bir emir üzerine olur ve Fatih Kanunnâmesi buna örnektir. Fatih Sultan Mehmet’in emriyle nişancı, Fatih Sultan Mehmet’ten önce gelen ataları zamanında geçerli olan kanunları bir araya getirmiş, bunu padişah gözden geçirmiş eksik kalan hususları kendi tamamlamıştır. Burada padişaha yardım eden ünvanlar görülecektir. Fatih Kanunnâmesindeki “Ve tuğrâ-yı şerifim ile ahkâm buyrulmak üç cânibe mufavvazdır. Umuûr-ı âleme müteallik ahkâmı umuma veziriâzam buyruldusu le yazıla. Ve malıma müteallik olan ahkâmı defterdarlarım buyrultusu ile yazalar. Ve şeri şerif üzere deavi hükmünü kazaskerim buyruldusu ile yazalar”3 Burada padişahın dünyevi yetkilerinin idaresine sadrazam, dünyevi yetkilerin idaresine ise önceleri kazasker, daha sonra Şeyhülislam baktığı görülmektedir. Daha sonraki yıllarda ise Şeyhülislam ünvanı yükselecek ve sadrazamlık ile protokolde eşit sayılacaktır. Osmanlı padişahları Tanzimat Fermanı’na kadar şerri ve kısmen de olsa örfi hukukların etkisi altında çalışmışlardır. Yani bilindiği üzere padişahın mutlak bir gücü olmadığını belirtmek gerekir. Padişahın bu sorumlulukları Tanzimat Fermanı ile değişikliğe uğramıştır. Tanzimat Fermanı sadece sorumlulukları değil, Osmanlı bürokrasisinde de köklü değişiklikler yaratmıştır ki bu Yeniçerilerin kaldırılmasından sonra gerekli olan bir adımdır. Bu ferman ile padişahın şerri ve örfi hukukun belirlediği yetki ve hareket sınırları değişmeye ve daralmaya başladı. Ancak en büyük etki hiç şüphesiz Kanun-i Esasi ile olmuştur. Padişah, Kanuni Esasi ile birlikte artık sınırları iyice çizilmiş hale gelmiştir. Yinede I. Meşrutiyet döneminde anayasanın bazı anti-demokratik kuralları padişaha hareket alanı açıyor ve meclisi kapatma yetkisi bile veriyordu. Hükümdar yetkilerinin kanunla belirlenmesi en çok iç işlerindeki hukuki düzenlemelerde kendisini göstermekteydi. Padişahın hutbe okutması, nişan vermesi, rütbe dağıtması, ve memur azil-tayin etmesi Kanun-i Esasi’nin 7. maddesi ile bazı çekincelerle kanun güvencesine alınmıştı. Söz konusu çekinceler katılaşmaya başlayan bürokratik kurallardan kaynaklanmaktaydı.4 Kısacası Kanun-ı Esasi ile birlikte padişahın yetkileri ve hareket alanı iyice belirlenmiş ve daraltılmıştı. II. Meşrutiyet döneminde artık padişah kukla gibidir. Adeta Jön Türklerin ülkenin çeşitli yerlerinde isyan çıkmasın diye yerleştirdiği bir kukla diyebiliriz. Padişahın bu dönemdeki görev ve yetkile-

Page 10: Osmanlıda Bürokrasi

9

ri I. Meşrutiyet’ten bile az olmuştur. Padişah artık ne meclisi tatil edebilecek ne de yürürlüğe koyulacak ya da yürürlükten kaldıracak yasanın son söz sahibi olacaktır. Kanun-ı Esasi hükümetin asıl sorumlusu olarak sadrazamı göstermiş, nazırları da koşulsuz şekilde ona bağlamıştır.4 Şimdi sadrazam padişahtan daha yetkili ve etkiliydi. Padişaha baktığımızda ise Osman Gazi döneminde kanun değiştirebilen veya Fatih Sultan Mehmet döneminde örfi kuralları toplayıp yeni bir kanunnâme çıkartan padişahların yerine yasa hakkında söz söyleyemeyen bir padişahlar gelmiştir.

1- Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, 2009, sf. 17 2- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 2009, sf.94 3- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 2009, sf.94 üzerinden Fatih Kanunnâmesi sf.36 4- Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009, sf.56 5- Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009, sf.67

Page 11: Osmanlıda Bürokrasi

10

DivanDivanDivanDivan----ı Hümayûn ve Meclisı Hümayûn ve Meclisı Hümayûn ve Meclisı Hümayûn ve Meclis----i Vükela i Vükela i Vükela i Vükela

Türk-İslam devletlerinde bulunan bir gelenek olan (Selçuklularda Divan-ı Alâ, İlhanlılarda Divan-ı Kebir, Memlüklülerde Divan-ı Sultan) divanlar Osmanlılarda da vardır ve bu ülkedeki ismi Divan-ı Hümayûn’dur. Divan yönetimin merkezidir. Devlet burada alınan kararlarla yönetilir. Adalet, toplumun yönetilmesi, askeri kararlar, mali kararlar bu toplantılardan çıkarlar. Kısacası burada devletin üst siyaseti belirlenirdi. Bu toplantıların karar verdiği beş yetki vardı. Bunlar;

• Siyasi Yetkiler: Bu yetki alanı toplumun yönetilmesi ile ilgilidir. Ülkede oluşan göç olaylarını düzenlemek, halkın güvenliğini sağlamak gibi kararlar alınır.

• Hukuki Yetkiler: Divanda toplumu ilgilendiren kanunlar hazırlanır. Ancak fermanlar, emirler, buyruldular gibi özel yasalar bu toplantıdan çıkmazdı.

• Yargı Yetkisi: Genellikle örfi davaların bakıldığı ve sonuçlandığı ayrıca sonuçların kesinlik taşıyıp değiştirilemediği yerdir.

• Ekonomik ve Mali Yetkiler: Vergi işleri ve hazinenin yönetilmesi.1

Buradan yasama, yürütme ve yargının Divan-ı Hümayûn’de toplandığını görebiliriz. Toplantıların amaçlarına göre farklı isimlerde olmaktadırlar. Belirli günlerde yapılan toplantılara Mûstad Divan, elçi kabulü ve Kapıkulu Ocakları’nın maaş meselesi için yapılan toplantılara Galebe Divanı, olağan üstü durumlarda yapılan toplantılara Ayak Divanı, sadrazamın, serdârıekrem olarak sefere çıktığında, devlet işlerini yürütmek amacıyla yapılan toplantılara Sefer Divanı denir2. Ayrıca sadrazamların Dıvan-ı Hümayûn’da netice elde edemediği kanunları belirli günlerde (Pazartesi, Çarşamba, Cuma, Cumartesi, Pazar) ikindiden sonra kendi konağında yaptığı toplantılara da İkindi Divanı denir. Divanda toplanan kişiler hiç şüphesiz devletin en üst kademelerinde görevli kişilerdir. Bunları sıralamak gerekirse Divan-ı Hümayûn’un asıl üyeleri; sadrazam, Kubbealtı vezirleri, kazasker, nişancı ve defterdardır. Divan-ı Hümayûn’un asıl üyesi olmayıp da toplantıya katılanlarda vardı. Bunlar; vezir rütbesinde olan yeniçeri ağası, vezir rütbesinde olan kaptan-ı derya, ve İstanbul’da bulunan görevli veya görevinden ayrılmış olan

Page 12: Osmanlıda Bürokrasi

11

Divan-ı Hümayûn – Osmanlı Merkez Teşkilatı-

Sadrazam

Vezirler Nişancı Kazasker Defterdar Diğer Üyeler Kubbe Vezirleri Eyalet Vezirleri Sadâret Bâb-ı Âsafî Yeniçeri Ağası Kaptan-ı Derya Rumeli Beylerbeyi Defterhâne Reisülküttab (DH) Bâb-ı Âsafî Merkez Ricali Teşkilatı Reisülkküttab Başdefterdar Kethüdâ Anadolu Çavuşbaşı 3. Defterdar Aslî Bağlı Reis Kalemler Kalemler Kalemi Bâb-ı Âsafî Divanı Teşrifatçılık Kalemi Beylikçi İkindi Divanı Vak’anüvis Kalemi Mümeyyiz Çarşamba D DH Tercümanlığı Kanuncu Cuma Divanı Merkez Teşkilatı Taşra İlamcı Teşkilatı Başbakıkulu Defterdarlık Bakıkulu Kalemleri Beylikçi Tahvil Ruüs Âmed’i Kalem Sergi Halifesi Halifeler Kâtipler Kasedâr Kasedâr Kasedâr Âmedî Halife Şakirtler Kâtip Kâtip Kâtip Şâkirt Şâkirt Şâkirt Şerhli Şerhli Şerhli Mülâzım Mülâzım Mülâzım Rumeli DH Hizmet Erbabı Anadolu Çavuşbaşı Bostancıbaşı Muhzırbaşı Merkez Teşkilatı Taşra Teşkilatı Kapıcıbaşı Subaşı Kaza Tedris Mülazemet Rumeli Medrese 12 Derece Anadolu Mısır

Page 13: Osmanlıda Bürokrasi

12

beylerbeyi düzeyindeki (Bu kişiler çağrıldıkları zaman toplantıya katılırdı) kişiler katılır. 3 Divan-ı Hümayûn’un yardımcı üyelerine bakarsak;

• Reisülküttâb veya Reis Efendi • Tahvil veya nişancı kalemi • Ruüs kalemi

Reisülküttâbın doğrudan çalıştığı kalemlere bakarsak; reis kisedâri, divan-ı hümayûn kisedâri, kalem kisedâri, kanuncu, ilamcı, mümeyyizler, mehterler ve mehterbaşı, Çuhedarlar, divan-ı hümayûn katipleri, reisülküttâb mühürdarı, reisülküttâb kethüdası, reisülküttâb hazinedarı, reisülküttâb ile doğrudan çalışan kalemlerdir. Divan-ı Hümayûn Orhan Gazi döneminde kurulmuştu. Fatih Sultan Mehmet’in meşhur Kanunnâmesi’nin bir kısmı ise II. Murad devrinden beri uygulanmakta olan çeşitli teşrifat ve adetlerin önemli bazı adetler ile geliştirip kanunlaştırılmasını ihtiva etmektedir. Bu kanunların Divan-ı Hümayûn ile ilgili maddelerin büyük bir kısmı sonraki yüzyıllarda değişikliğe uğramadan uygulanmıştır. Mesela padişahın bu dönemden sonra Divan-ı Hümayûn’a katılmaması gibi. Bu dönemden sonra artık Divan-ı Hümayûn’a padişah değil sadrazam başkanlık yapacaktır. II. Bayezit, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde önemi artan Divan-ı Hümayûn’u padişahlar kafes arkasından izlemiştir. Toplantıdan sonra Divan-ı Hümayûn’a katılan üyeler, Has Oda’da padişahı ziyaret eder ve toplantı hakkında bilgi verir. Eğer padişah yapılan hizmeti beğenmezse ayağını üç kere yere vurur ve rapor veren kişinin kafası uçurulurdu.4 Daha sonraki dönemlerde divan önemini kaybetmeye başladı. Bu gerileme 17. yy da başladı. Divan-ı Hümayûn önemini kaybettikçe sadrazamın konağında yapılan Bab-ı Âsafi adı verilen toplantılar önem kazanmıştır. 18 yy da Bab-ı âli olarak anılacak olan bu merkezde II. Mahmut’un döneminde nezaret sistemine geçilmesiyle toplantılar haftada iki gün yapılmaya başlanıp adı Meclis-i Hâss olmuştur. İsim daha sonra Meclis-i Vükela olarak değiştirilecektir. II. Meşrutiyet Dönemi öncesinde Meclis-i Vükela; Meşihat, Seraskerlik, Bahriye, Tophane Muşiriyeti, Dahiliye, Hariciye, Adliye, Evkaf, Maarif ve Ticaret-Naifa nazırlarından oluşurdu. Bu on nazırın yanı sıra Şura-yı Devlet Reisi, Sadâret Müsteşarı toplantılara katılırdı.5 Daha sonra toplantıya katılanların sayısı on iki olacaktı. Bunlar; Şeyhülislam, Hariciye, Harbiye, Adliye ve Mezahip Nazırı, Şura-yı Devlet Reisi, Dahiliye, Maliye, Maarif, Naifa, Ticaret ve Ziraat, Evkaf, Posta-Telgraf-Telefon Nazırları.

Page 14: Osmanlıda Bürokrasi

13

Meclis-i Mebusan | Meclis-i Ayan Sadrazam Daire-i Sâdaret Şura-yı Devlet Divan-ı Muhasebat Meclis-i Vükela Meşihat İdaresi Adliye ve Mezahip Nezareti Maarif-i Umûmiye Nezareti Ticaret ve Ziraat Nezareti Naifa Nezareti Evkaf Nezareti Posta ve Telgraf ve Telefon Nezareti Dâhiliye Nezareti Hariciye Nezareti Maliye Nezareti Büyükelçilikler Vilayetlerin Mahali İdareler Sıhhiye Nezareti Hariciye Müdürleri Rüsumat Müdiriyeti Umumisi Defter-i Hakani Nezareti

Page 15: Osmanlıda Bürokrasi

14

Bu dönemde Kanun-i Esasi nazırları dört başlık altında toplamıştır. Bunlar;

• Asli Yetki: Nazırlar yasama meclisinde görüş bildirebilirler. • Siyasi Yetki: Nazırların bağlı bulunduğu iktidar partisinin desteğini

alabilir be bu desteği etkili bir şekilde kullanabilir. • İdari Yetki: Nazırlar bağlı bulunduğu kurumun teşkilat düzenini

sağlarlardı. Nazırların verdikleri emirler, kurum memurlarınca hayata geçirilirdi.

• Adli Yetki: Toplantıya katılan Adliye, yargı üzerinde karar verebilirdi.

1- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,

2009, sf.104 2- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,

2009, sf.102 3- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,

2009, sf.102 4- Bu konu hakkında M. De Hayes, Divan Çalışmaları 5- Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009, sf.69

Page 16: Osmanlıda Bürokrasi

15

Kul SistemiKul SistemiKul SistemiKul Sistemi

Osmanlı Devleti’nin en önemli örgüt sistemlerinden biri kul sistemidir. Bu sistem Orta Doğu İslam geleneğidir. Kullar Orta Doğu İslam ülkelerinde sadece askerlik alanında bulunuyordu. Ancak bu geçerlilik Anadolu Selçuklu sultanı II.Keykâvus döneminde sona ermiş ve Sultan kul olarak alınan Persler’e emirlikler veriştir. Bu durum daha sonra Türkmenlerin ayaklanmasına neden olacaktır. Osmanlı, köleleri saray ve idare adamları yetiştirmesi Orhan Gazi döneminde başlar. Ancak bunun bir sistem haline gelmesi I. Murat dönemine gelir. Savaşta esir alınan kişiler, Osmanlı’nın savaş makinesini yani Yeniçerileri oluşturmuştur. Aynı zamanda Osmanlı tebaası olan Hıristiyanlar devlete çocuk vermeye başlamıştır. Bu sistemin Osmanlı’da ki ilk adı pençikti ve beş Hıristiyan çocuktan birinin alınmasını emrediyordu. Alınan bu çocuklar esir olarak nitelendirilmezdi. Bu kişiler devşirme oğlanı olarak anılırdı. Devşirme sistemi I. Bayezid döneminde bazı değişikliklere uğramıştır. Bu değişmeler oldukça radikal bir karardı. Kullar eğer başarılı olursa sadece yüksek idari-askeri mevkilerde değil, tımarları da yöne-tecektir. 15. yüzyılda fethedilen bölgelerde yüksek sınıfa mensup beyzâdeler, Osmanlılar tarafından saraya alınmakta, orada ayrıcalıklı bir muamele görmekte -aşırıya kaçılmazdı- ve saraydan göreve çıkma -Oğlanlar, tahsil ve terbiyeden sonra yeni bir elemeden geçerler ve buna “çıkma” denmektedir- zamanı çoğu kez bey unvanıyla en önemli mevkilere getirilmekteydiler. Böylece Osmanlı öncesi birçok Rum, Bulgar, Sırp ve Arnavut aristokrasilerine mensup birçok kişizadeler Osmanlı’ya bey ve vezir olarak hizmet etmişlerdir. Kul sistemi: Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde en geniş uygulama aşamasına erişmiştir. 16. yüzyılda sayıları 80000’i aşan kapıkulu sayısı padişah otoritesinin zayıfladığı dönemlere gelince sistem bozulmaya başlamıştı.1 Öyle ki işler ilerlemiş padişahlar tahtan inmiş ve hatta Genç Osman 10 Mayıs 1622’de tahttan indirilmekle kalmamış 20 Mayıs 1622’de kulları tarafından öldürülmüştür.

Bu tür zorbalıklara karşı Abaza Mehmet Paşa isyanı etki etmemiş, sayılarında azaltma, disipline sokma gibi yapılan atılımlar işe yaramamıştır.

Page 17: Osmanlıda Bürokrasi

16

Ancak IV. Murat ve ondan sonra diktatör yetkileriyle donatılan Köprülü Mehmet Paşa dönemlerinde bu tip zorbalıklar olabildiğince azalmıştır. Daha sonra IV Murat’ın ölümü ve Köprülü Mehmet Paşa’dan sonra dönemlerinde yapılan değişiklikler süreklilik taşıyan reform niteliği taşımadığı için zorbalıklar yeniden kendini göstermiştir. IV Mehmet cülüsünde çıkmanın gecikmesi ile iç oğlanlar ayaklanmış ve 1675’de Büyük oda, Küçük oda, İbrahim Paşa ve Galata Sarayı’ndaki teşkilatlanmalar kaldırılsa bile devamlılığını yitirmemiştir. 18. yüzyılda merkezde ve vilayetlerde kalemlerden yetişen bürokratların sözü geçmesi ve eyaletler üzerinde âyanların etkili olması gulâm yani kul sisteminin önemini büsbütün kaldırmıştır.2 En sonunda gulâm sisteminin de sonu yaklaşmış ve II. Mahmut Osmanlı saray teşkilatını temelinden değiştirmiştir. Daha sonra Enderun Nazırlığı (1831), Mabeyn Müşirliği (1832) kurulmuş ve 1833’de Enderun odaları kaldırılmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan önce Hüsrev Paşa, gulâm sisteminin son temsilcisi olmuştur. Hüsrev Paşa konağına aldığı köleleri eğitmiş ve içlerinden yeni paşalar çıkarmıştır. Kulların hangi alanda kullanıldığına bakarsak ilk önce devşirmeler İstanbul’a getirilirdi. Devşirmeler burada ikiye ayrılırdı. Vücut ve karakteri iyi olanlar saraya seçilirdi. Bu kişiler İbrahim Paşa Sarayı ve Galata Sarayı’na gönderilerek eğitime alınırdı. Bu kişilere içoğlan ismi verilirdi. Seçilmeyen kişilerin birçoğu yeniçeri olurdu. Bunun için Anadolu’ya gönderilir ve burada Türk görgüsü öğretilirdi. Bu kişilere acemioğlan adı verilmiştir. Hem saraya seçilmeyen hem de yeniçeri ocağına alınmayacak olan kişiler padişah bahçelerinde hizmet için bostancı yapılırdı. İçoğlanlar sarayda 2-7 yıl arasında eğitilir ve sınanırdı. Başarılı olan gençler Yeni Saray’a yani padişahın yanına gönderilirdi Bu olaya çıkma denirdi. Yeni Saray’a gelen kişiler Büyük Oda ve Küçük Oda’ya alınırdı. Saraya girmeyi başaramayanlar ise sipahi birliklerine gönderilir ve ulûfeciler ve garîpler bölüklerine katılırdı. İçoğlanlar, Yeni Saray’da İslami eğitimin yanı sıra farklı bir alanda da derinleşebilirlerdi. Bu kişiler daha sonra kâtip sınıfına geçebilirlerdi. Ayrıca içoğlanlar bedeni idmanlara da katılabilirdi. 2-7 yılda bir veya padişah cülüsünde içoğlanlar çıkma yapar. Bu çıkmada Büyük Odada ve Küçük Odada bulunan kıdemli içoğlanlar sırasıyla seferli, kiler, hazine odalarına çıkar, başarısız olanlar ise sipahi oğlanlar ve silahtar bölüklerine nakledilirdi. Seferli, kiler ve hazine odalarında bulunan kıdemliler hâs-odaya yükselirdi.

Page 18: Osmanlıda Bürokrasi

17

Kul Sisteminde Çıkma: İdare ve Ordu Hizmetlerine Geçiş

Enderun A) Ağalar Kapıağası Sarayağası Akhadımlar Hâs odabaşı Silâhdâr Çuhadâr Rikâbdâr Dülbendoğlanı B) Yukarı odalarda içoğlanları Hâs oda Hazine Kiler Seferli oda C) Aşağı odalardakiler Büyük oda Küçük oda Esirler ve devşirmeler

Bîrun Yeniçeri ağası Mîr-alem Kapıcıbaşı Mîrahur Çakırcıbaşı Çaşnigîrbaşı Sipahi bölükleri ağaları Çavuşbaşı Müteferrikalar Bostancıbaşı Kapıcılar kethüdâsı Cebecibaşı Topçubaşı Arabacıbaşı a)Kapıkulu ocakları Sipahiler(atlı bölük) Cebeciler Topçular Arabacılar Yeniçeriler b) Saray hizmetindekiler Kapıcılar Hâs ahûr hademesi Aşçılar Bostancılar Acemî oğlanlar Türk oğlanları

Eyâlet Beylerbeyi Beylerbeyi Beylerbeyi veya Sancak beyi Beylerbeyi veya Sancak beyi Beylerbeyi veya Sancak beyi Sancak beyi veya subaşı “ “ “ Subaşı Sancak beyi “ Subaşı “ “ Subaşı veya timarlı sipahi Timarlı sipahi “ “ “ Timarlı sipahi “ “ “ “ Timarlı sipahi

Page 19: Osmanlıda Bürokrasi

18

Osmanlı sarayı ikiye ayrılırdı. Bunlar Enderun ve Birun’dur. Enderun’da padişahın hizmetlileri ve gulâmlara eğitim verilirdi. Birunda bulunan kişiler ise padişahın dış dünyaya ait ilişkileriyle yükümlü hizmetlilerin bulunduğu bölümlerdi. Fatih Kanûnnâmesi’ne göre, birunda ki teşkilatın amirleri derecelerine göre şöyle sıralanmaktadır. Yeniçeri Ağası à Mir-alem à Kapıcıbaşı à Mir-ahur à Çakırcıbaşı à Kapıcılar Kethüdası à Cebecibaşı à Topçubaşı. Son iki görevli haricindeki kişiler padişahın huzuruna çıkabilmektedirler. Bu yüzden bu görevlilere özengi-ağaları veya rîkab-ağaları denirdi. Bu ağalara bağlı gruptan başka bîrunda: müteferrikbaşıya bağlı müteferrikalar, çavuşbaşıya bağlı çavuşlar, darusaâde ağasına bağlı baltacılar, bostancıbaşıya bağlı bostancılar bulunurdu.3

1- Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, 2009, sf.

206-207 2- Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, 2009, sf. 212 3- Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, 2009, sf. 210

Page 20: Osmanlıda Bürokrasi

19

İlmiye Sınıfıİlmiye Sınıfıİlmiye Sınıfıİlmiye Sınıfı

İlmiye sınıfı, adalet hizmetleri, eğitimi görev edinen hukukçu, öğretim görevlisi ve din adamlarının oluşturduğu zümredir. İlmiye sınıfı, ilk zamanlarda medresede sıkı bir eğitim görerek yetişirdi. Ancak bu durum daha sonraki dönemlerde değişmiştir. İlmiye sınıfının önde gelen kişileri, keyfi hareketleri ve müderrisliğin babadan oğla geçer gibi işlem görmesi sonucunda bu yapı çürümüş ve devleti de çürütmüştür. İlmiye sınıfının yetiştiği medrese, Osmanlı’da ilk olarak 1331’de İznik’te açılmıştır ve Kayserili Davut’un yönetimine verilmiştir. Bu tarihten sonra devlet yöneticileri bu alanda yatırımlarına devam edecek ve Anadolu’nun çeşitli kültür merkezlerine (Konya, Aksaray vb) yeni medreseler açılacak ve İran, Mısır, Türkistan gibi yerlerden bilginler getirtilecektir. Medreseye giren öğrenciler, bütün ilmi derslerin yanı sıra bir alanda da uzmanlaşabilirlerdi. Ancak bu uzmanlaşmak, o dönem için ilahi gerçeğin uzağına düşmek anlamına gelmektedir. Osmanlı’da iki tip medrese vardı ve bunlar yine içlerinde derecelerine göre ayrılırdı.

• Hariç Medresesi: Arapça ve fikri ilimlerin öğretildiği yerdir. o İbtidâ-i Hâriç: Arapça, mantık, kelâm, astronomi, geometri

ve belâgat dersleri verilirdi. Buradaki müderrisler günde yirmi akçe alırdı. Bu yüzden bu tip medreselere “yirmili medreseler” de denirdi.

o Miftâh Medreseleri: Burada belegât ve edebi ilimler öğretilirdi. Bu medreselere “otuzlu medreseler” de denirdi.

o Bunların yanı sıra kırklı ve ellili medreseler de vardır. Burada Adüdeddin’in Muvâkıf’ına dayanan orta düzeyde kelâm ve Mergînânî’nin Hidaye’sine üzerine kurulu ileri düzey fıkıh eğitimi verilirdi.1

• Dâhil Medreseleri: Bu tip medreselerde giriş düzeyinde Hidâye, orta düzeyde usûlü fıkh, ileri düzeyde Kur’an tefsiri öğretilirdi.

o İbtidâ-yı Dâhil: Sultan kızları, şehzadeler ve vezirler tarafından kurulmuştur. Giriş düzeyinde hidaye, orta düzeyde

Page 21: Osmanlıda Bürokrasi

20

Ulema Hiyerarşisi Müderris Kadı Müftü 20-50 akçelik İbtidâ-yi hariç 20-150 akçelik kadılar Müftü müderrislikler Hareket-i hâriç (Küçük kasaba kadısı) İbtidâ-yi dâhil 150-200 akçeli kadılar Müftü (Kent kadıları) Hareket-i dâhil 300 akçeli kadılar Müftü Mûsile-yi sahn (32 önemli kentin kadısı) 50-60 akçelik Sahn-i semân 500 akçeli kadılar müderrislikler İbtidâ-yı altmışlı (Mekke, Medine Müftü Hareket-i altmışlı Edirne, Bursa, Kahire, Şam, Halep, Kudüs 60-100 akçelik Mûsile-yi Süley- müderrislikler mâniye İstanbul kadısı Süleymâniye Anadolu kazaskeri Dârülhadîs Rumeli kazaskeri Şeyhülislâm

o Teftâzânî’nin Telvih’inden usûlü’l fıkh, ileri düzeyde de

Zemahşerî’nin Keşşâf’ından Kuran tefsiri öğretilirdi. o Bu medresenin üzerinde Fatih Sultan Mehmet’in “Tetimme”

ya da “Müsile-yi Sahn” diye bilinen hazırlık medresesi vardır. o Semâniye Medresesi: Bu tip medreseler en üst düzey

medreselerdir. Burada; İslam fıkhı, Kur’an tefsiri ya da kelâm, belâgat ve ilgili konularda uzmanlık eğitimi alırlardı.

Kasaba kadısı olmak için öğrenciler Hâric medreselerinin müderrisi

veya Semâniye medreseleri mezunu olması gerekiyordu. Daha yüksek kadılar (Günde 300 akçe alan) Divan-ı Hümayûn’da defterdarlığa yükselebilirlerdi. Semâniye müderrisi ya da daha yüksek bir kişi kazasker veya vezir bile olabilirdi. Kısacası ilmiye sınıfının önü açıktı.

İlmiye sınıfının başında bulunan kişi şeyhülislam’dır. 16. yüzyıla kadar

deneyimli müderrisler bu ünvana layıktır. Bu kişiler dini bakımdan çok güçlüdür ve fetva çıkarabilmeleri padişahların tahtını bile sarsmıştır.

1- Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), 2009, sf:178

Page 22: Osmanlıda Bürokrasi

21

Taşra TeşkilatıTaşra TeşkilatıTaşra TeşkilatıTaşra Teşkilatı

Eyaletler İmparatorluğun çok geniş alanlara yayılması ile bu toprakları yönetmekte doğru orantılı olarak zorlaşmıştır. Bu durumu kolaylaştırmak için çoğu devlette olduğu gibi Osmanlılarda da devasa toprak alanları kaplayan eyaletler ortaya çıkmıştır. Osmanlı sultanları eyaletlerin yönetilmesi için bu bölgelere ilk dönemden intibaren iki yönetici atamıştır; askeri sınıf kökenli ve sultanın yürütme yetkisini temsil eden bey, ulemâ kökenli sultanın yasal yetkisini temsil eden kadı. Bey, kadının hiçbir hükmü olmadan ceza veremez kadı da hiçbir kararını kendisi icra edemez.1 Eyaletler 16. yüzyıldan sonra klasik şeklini almaya başlamıştır. Üç biçimde olan eyaletler yönetim özelliği ve vergi düzeni esas alınarak birbirlerinden ayrılmışlardır. Bunlar; salyâneli eyaletler, salyânesiz eyaletler ve imtiyazlı eyaletlerdir.

• Salyâneli Eyaletler: Salyânenin kelime anlamı yıllık demektir. Bu eyaletler merkezden yani Divan-ı Hümayûn’dan yönlendirilirdi.

Bu tip eyaletlerde elde edilen gelirler beylerbeyi gibi görevlilerin maaşlarına aktarılır geri kalan paralar ise merkeze alınırdı. Bu eyaletlerde güvenliği yeniçeriler, adaleti kadılar sağlardı. Merkeze paralar yıllık olarak zamanlı bir şekilde gönderilirdi.

Bu tip eyaletler: Mısır, Bağdat, Şehr-i Zar, Yemen, Habeş,

Lahsa, Cezayir, Trablusgarp ve Tunus eyaletleri örnek verilebilir.

• Salyânesiz Eyaletler: Tımar sisteminin ve tahrir defterinin görüldüğü eyaletlerdir. Bu özellik bu tip eyaletlerin merkez ile bağlantılarının daha kuvvetli olmasını sağlamaktadır.

Burada elde edilen gelirler padişah haslarına gönderiliyordu.

Ayrıca eyalete yapılan harcamalardan sonra artan paralar merkeze gönderiliyordu ve bu gönderimlerin herhangi bir zamanı yoktur.

Page 23: Osmanlıda Bürokrasi

22

Bu tip eyaletlere; Anadolu, Rumeli, Karaman, Diyarbekir, Erzurum, Dulkadir, Şam, Budin, Van, Temeşvar eyaletleri örnek gösterilebilir.

• İmtiyazlı Eyaletler: Osmanlı devleti altında vasal diyebileceğimiz

eyaletler de vardır. Bu eyaletler iç işlerinde serbestlerdir ancak dış işlerinde kesinlikle Osmanlı sultanına bağlıdır.

Bu tip eyaletlere; Eflak, Boğdan, Erdeli Mekke Şerifliği,

Kırım Hanlığı örnek gösterebilir. 19. yüzyıla geldiğimizde eyaletlerde ilginç bir değişiklik vardır. Bu durum hiç şüphesiz dış siyasetin getirdiği baskılar sonucu oluşmuştur. Bosna Hersek, Kıbrıs ve Mısır. Bu eyaletlerin idaresi tamamen yabancı ülkelere terk edilmiştir. Bunun dışında, klasik çağdaki gibi dış ilişkileri Osmanlı yönetimine, iç işlerinde serbest olan özerk yönetime sahip olan bölgelerde vardır. Buna Bulgaristan’ı örnek olarak verebiliriz. 1864 ve 1871 İdare-i Umûmiye-i Vilayet Nizamnâmeleri taşrada yeni bürokratik düzenlemeler getiriyordu. Eyaleti yönetecek olan valinin işlerinin aksamaması ve işlerine yardımcı olması için bir kadro oluşturulmuştu.

Valiye yardım edecek olan birinci kişi vali muavinliğiydi. Ardından en önemli makam ise defterdara aittir. Defterdar eğer vali ve vali muavini yoksa eyaleti yönetmekle sorumluydu. Ancak defterdarın asli görevi, maliye memurlarını denetlemek, maliye nezareti ile iletişimli olarak bütçe kararlarına göre eyaleti yönlendirmekti. Vergi toplanmasını takip etmekte bu kişinin görevleri arasındadır.

Eyaletin yükünün bir kısmını da defter-i hakani müdürleri taşırdı. Bu

kişiler eyaletin kapsadığı arazi içerisindeki emlak, arazi, vakıf gelirlerinin işletilmesi, gediklerin kontrolü ve bunların kaydını tutmak ile görevliydiler.

Eyalette birde meclis bulunurdu. Bu meclislerin sayısı iki tanedir.

Bunlar Vilayet Genel Meclisi ve Vilayet İdare Meclisi’dir. Vilayet Genel Meclisi’nde her livadan iki Müslüman ve iki gayrimüslim katılırdı. Meclise vali muavini veya valinin atadığı yetkili bir kişi başkanlık yapardı. Bu tip meclislerde eyaleti geliştirecek adımlar, mesela yol yapımı veya zirai ve ticari teşebbüsler ele alınırdı. Bu toplantılar kırk gün civarı sürerdi.

Vilayet İdari Meclisi’ne vali başkanlık yapardı. Bu tip meclislerde;

satın almalar, bunlarla ilgili sözleşmenin hazırlanması, bayındırlık çalışmaları için müteahhitlerle görüşmelerde bulunmak ve protokol gibi

Page 24: Osmanlıda Bürokrasi

23

Osmanlı Vilayet Yönetimi 1864-1912

Sultan

Dâhiliye Nâzırı

Vali Mektupçu İki Müslim Vilayet İki Gayrimüslim Genel Meclisi

Vilayet İdare Meclisi Doğal Üyeler Seçimli Üyeler Mektupçu İki Müslim Defterdar İki Gayrimüslim Müftü Hâkim Metropolit Haham Sıhhiye Ser-müfettişi Maarif Müdürü Orman Ser-müfettişi Posta ve Telgraf Müfettişi Evkaf Müdürü Defter-i Hâkani Müdürü Naifa Müdürü Defterdar Ziraat ve Ticaret Müdürü Umur-u Ecnebiye Mü.

Vilayet à Liva à Kaza à Karye

Page 25: Osmanlıda Bürokrasi

24

kanunları inceliyordu. Bunun dışında kamu gelirleri ve işletilmesi sağlanılıyordu.2

Sancaklar Savaşlarda hükümdar adına onu temsil eden sancakları, askerî komutanlar; sancak beyleri ve beylerbeyleri taşımaktadırlar. İşte bu yüzden başlangıçta komutanlarca taşınan ve hükümdar tarafından verilmiş olan, onun hâkimiyetini belirten bir sembol olan sancak, sonradan coğrafi ve idari bakımdan muayyen bir bölgeyi ifade eder hâle gelmiştir. Bu gelişme, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve gelişmesine paralel olarak vuku bulmuş olmalıdır. Fakat kelime; hem hâkimiyeti sembolize eden bayrak, hem kumanda ve idare manasına liva-i müsellem, livâ-i piyade, çingâne sancağı, vaynugân sancağı gibi belirli zümreleri ifade etmek için kullanıla gelmiştir.3 Sancakların başında Sancakbeyi bulunurdu ve Mirliva denilen bu kişiler padişah tarafından kontrol edilirdi. Sancakbeyliğinin üzerindeki komuta Beylerbeyliği’ydi. Padişah Sancak Beyinden doğrudan mektup alabilirken, cevabını beylerbeyi aracılığı ile alırdı. Kafes sistemi uygulanana kadar belirli Sancaklar Şehzadeler için eğitim yerleri olmuştur. Şehzadeleri lala eşliğinde Sancaklarda görev yapıp devlet yönetimi hakkında bilgi ediniyorlardı. Bu tip sancakların adı “Çelebi Sancağı” olarak geçmektedir. Sancak Beyleri, genellikle taşra yöneticileri olan saray görevlileri, Umera çocukları, Alaybeyi, Za’im, Defter Kethüdası, Tımar ve Hazine Defterdarları, bunların dışında Üzengi Ağaları denen Yeniçeri Ağası, Mir-i Alem, Kapucubaşılar, Büyük Mir-i Ahur, Çakırcı Başı, Çeşnigar Başı ve Bölük Ağaları olurlardı. Sancak Beyinin görevleri; Zaim, Sipahi ve Cebelüler ile birlikte sefere çıkmanın yanı sıra re’âyânın rahat etmesini sağlamak, Sancağın emniyetini sağlamak, adaletin uygulamasını gözetmek gibi görevleri vardır. Sancaklarda görev alan kişiler ikiye ayrılırdı. Bunlar resmi görevliler ve özel yardımcılardır. Resmi görevliler; kadı, kadı naibi, alaybeyi, nazır-ı emvâl, dizdar veya dizdarlar, kale muavini, sancaki şehir veya ases subaşıları, âmil (vergi toplayan), çeribaşı, bazen çeri sürücüsü, kale muhafızları, azaplar, mehterler, cizye emiri, zaim ve sipahilerdir.

Page 26: Osmanlıda Bürokrasi

25

Özel yardımcılar; bunlar da kethüda sancakbeyinin, kapıcıbaşı, mîr-i ahur, çaşnigirbaşı, ulûfecibaşı, tüfenkçi ve kâtibler ile kapı halkını oluşturuyordu.4 Birde çelebi sancaklarında şehzadelerin maiyeti vardır. Sancağa çıkan şehzadeler yanlarında anneleri, laları, nişancı, defterdar, kâtip ağa, çavuş, doktor gibi pek çok görevliler bulunmaktadır. Son dönemlere baktığımızda; sancakları, padişahlar tarafından atanan mutasarrıflar yönetmektedir. Bu kişiler vali gibi Osmanlı’nın taşradaki temsilcisidir. Mutasarrıflar görevli oldukları bölgede mülkiye ve zaptiye kadrolarının tek sorumlu olmasının yanı sıra, kanun ve yönetmelikleri uygulayan ve uygulatandı. Valinin emri altında çalışmaktaydı ancak bu sorumluluk vali emirlerinin kanun çerçevesi içerisinde olduğunda geçerliydi. Mutasarrıflar, yetkisinin aşıldığı konularda valiye danışmak zorundadır. Mutasarrıf ve Bâb-ı Ali arasındaki iletişim vali tarafından sağlanmaktadır ancak özel bir durumda mutasarrıf doğrudan Bâb-ı Ali’ye ulaşabilirdi.

Mutasarrıflardan sonra sancaklarda muhasebeciler, tahrirat müdürleri, defter-i hakani memurları, evkaf müdürü, nüfus memurları, ziraat bankası memurları, orman müfettişliği, savcı muavini, posta- telefon ve telgraf müdürü, yerel şartlara göre reji, duyun-ı umumiye ve rüsümat idareleri görev yapmaktaydı. Ayrıca bazı işlerin kolaylaştırılması için; naifa, tahsilât, bakaya ve askerî nakliyeye araç sağlama komisyonları kurulmuştur.5 Yurtluk - Ocaklık ve Hükümet Sancakları Osmanlı batıda ilerlediği gibi doğuda da ilerlemiştir. Ancak doğunun batıdan bir farkı vardı. Bu farklılık Osmanlı’nın bu yöredeki hakimiyeti öncesinde olan Safeviler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, ve onlardan önceki devletlerin tam bir merkezi otoritenin kurulamamasını sağlamıştır. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu, dağlık alanlarla kaplıdır. Buradaki yapılar genellikle yerleşim için değil savunma içindir. Zaten burada yaşayan toplulukların çoğunu göçebe aşiretler oluşturmaktadır. Yerleşik hayatta olan aşiretler ise, aralarında göçebe dönemine benzer bir dayanışma ve hiyerarşinin olduğu görülmektedir.

Page 27: Osmanlıda Bürokrasi

26

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda bu bölgede merkezî otoritenin kurulması ve devamlılığın sağlanması çok zordur. Bu nedenle Osmanlı burada daha değişik bir yapılanma içine girmiştir. Tabi bu teşkilatlanma, diğer bölgelerin teşkilatlanmalarından farklıdır ancak aralarında çok büyük fark yoktur. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Zaferi’nin ardından bölgedeki beylerin Osmanlı hizmetine girmesi için bir çaba göstermektedir. Bu hususta İdris-i Bitlisî’nin, Padişah’ın teveccühünü ve itimadını kazandığını, ve bundan sonraki bölgedeki yapılanma için bu kişinin tavsiyelerinin dinlendiği görülmektedir. Hatta bunun için kendisine boş ahkâm kağıtları gönderil-miştir. Yapılanmalar sonucu bölgede iki çeşit sancak tipi ortaya çıkmıştır. Bu tip sancaklar hem buranın yönetimini kolaylaştıracak hem de tımar sistemi uygulanabilecek ve tahrir yapılabilecekti. Bu sancaklara yurtluk-ocaklık ve hükümet sancakları denmektedir.

• Yurtluk ve Ocaklık Sancaklar: Bölgenin fethi sırasında devlete hizmet eden ve itaat edecek kişiler bu bölgede hizmete katılırlardı. Bu tip sancaklar bir ailede kalırdı. Sancak beyi ölünceye kadar görevde kalırdı ancak bir suç işlerse görev kardeşlerine veya erkek evlatlarına geçerdi. Bu tip sancaklarda tahrir ve tımar uygulanırdı. Tımarın ve tahririn yapılması bu yerlerde merkezi otoriteyi daha sağlam kılar.

• Hükümet Sancakları: Bu tip sancakların yönetim şekli, yurtluk-

ocaklık sancakları ile aynıdır. Yani sancak bir aileye verilirdi. Ancak bu sancak tipinde farklı olan bu sancaklarda tahririn yapılamamasıdır. Tahririn yapılmaması bu bölgenin ve merkezin arasındaki bağın biraz daha esnek olmasını sağlamıştır.

Kazâ Kazâ, ticari ve kültürel üstünlüğü ile çevrenin merkezi olmuş bir kasaba veya şehir ile böyle bir topluluk merkezini çevrelemiş köylerin teşkil ettiği bir idarî birliktir. Kazâ; eyaletà sancak à kazâ şeklinde teşkilatlanmış sanılmaktadır. Ancak böyle bir durum yoktur. İmparatorluk adlî bir şekilde kazâlara ayrılmıştır ve Divan-ı Hümayûn yani merkez ile doğrudan bağlantılıdır. Kazâları kadılar yönetmektedir. Kadı nefi denilen yani kazânın merkezi olan şehirde oturmaktadır. Kadıların yönettikleri kazâda görevleri oldukça geniştir. Bu görevler hukuki, askeri, beledî ve örfi görevlerdir.

Page 28: Osmanlıda Bürokrasi

27

Kadı, bulunduğu şehrin belediye hizmetlerinin yürütülmesini sağlayan kişiydi ve şehir kethüdası, çöpçübaşı, mimarbaşı, esnaf kethüdaları, pazarbaşı ve mühtesip gibi görevlilerin başıdır. Adli durumlarda kadıya, nâib, -mahkeme işlerinde yardımcı olacak kişilerin yöneticisi- naibin yönettikleri kişiler ve kazâ müftüsü yardım etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu üzerinden geçirdiği sosyal, siyasi ve idari değişimlerden sonra kazâlarda da değişimler olmuştur. Bu değişimlerden sonra kazâyı kadı yerine kaymakam yönet-mektedir. Kadı artık sadece adli işlere bakmaktadır. Kaymakam kazâda ilk olarak güvenliği ve huzuru sağlamaktadır. Bundan dolayı kaymakamlarda mutasarrıflarda ki gibi adlî zabıta sıfatı bulunmaktadır. Kazânın yönetilmesi için kazâ ekonomisinin de yönetilmesi gerekmektedir. Bunun için mal müdürü gibi bir muhasebeciye ihtiyaç vardı. Kazâ yazışmalarında kaza idare katipleri, emkal ve arazi vergileri, vakıf kiraları, gibi görevlerden kazâ tapu katipleri, nüfus sayımı, evlendirme, ölüm veya beşeri işlemler nüfus memuruna aitti.

1- Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), 2009, sf:108 2- Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009, sf.292 3- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,

2009, sf.243 4- Necati Gültepe, Mührün Gücü İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,

2009, sf.246 5- Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009, sf.300

Page 29: Osmanlıda Bürokrasi

28

Bazı Bakanlıklar ve Son Dönem Hiyerarşik TablolarıBazı Bakanlıklar ve Son Dönem Hiyerarşik TablolarıBazı Bakanlıklar ve Son Dönem Hiyerarşik TablolarıBazı Bakanlıklar ve Son Dönem Hiyerarşik Tabloları

Sadâret Bu makamlık Osmanlı’nın kuruluş döneminden devletin son gününe kadar var olan bir makamlıktır. Bu makamda ilk bulunan kişi Sultan Orhan döneminde ve yine kendisinin kardeşi olan Alaattin Paşa olmuştur. Alaattin Paşa’nın vefatından sonra makam, şehzade Süleyman Paşa’ya kalmıştır. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar bu makam Çandarlı ailesinde kalmıştır. Bu dönemden sonra kıdem ve liyakate bakılarak sadrazamlığa devlet adamları seçilmiştir. Bu makamda bulunan kişi padişahın muavinidir. Devlette en büyük mevki ona aittir (Seyhülisamlıkla protokolde eşit oluncaya kadar bu durum devam etmiştir ama yetki bakımından sadrazamlık yine önde bulunmaktadır.). Bu makamlık II. Mahmut’un yenilikleri ile beraber değişmeye başlamıştır. Öncelikle isim “sadrazamlık”tan “başvekâlet”e değişmiştir. Seraskerliğin kurulması ardından başvekâletlik savaş işlerinden elini çekmiştir. Bu dönemde makama en yakın yardımcı Sadâret kethüdası olmuştur. Sâdaret teşkilatı II. Meşrutiyet ile birlikte büyük değişimler elde etmiştir ve 2 Mart 1914’de kurum aşağıdaki şema halini almıştır. Sadâret - 2 Mart 1914* Sadrazam Kalem-i Mahsus Umûr-ı İdâriye Kalemi Sadâret-i Üzma Dosya Şb. Müsteşarlığı Ahmed-i Dıvan-ı Şifre kalemi Evrak Hümayûn Kalemi Kuyud Şb. Teşrifat-ı DH Hazine Evrak Eyalet-i Mümtâze Müdevvenat DH Beylikçiliği Kalemi Kalemi Kalemi Kalemi Kuyud K. Tahsil ve Tebyiz Şb.

Page 30: Osmanlıda Bürokrasi

29

Meşihat Meşihat - 1916*

Şeyhülislam

Fetvahâne-i Ali Müsteşar

Fetva ve Meclis-i Mülazimin İlâmât-ı Tedkik-i Kalemi Şura-yı İlmiyye Ser’iyye Ser’iyye Meclis-i Mesayih İlmiye Muhasebat Dairesi Sicil-i Ahvâl Dairesi Tedkik-i Mesalf ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi Mektûbi Dairesi Memurin Müdiriyeti Mektûbi Kalemi Levazım ve Masat Kısmı Evrak Ders Vekâleti ve Meclis-i Mesalih-i Talebe İstatistik ve Ders Vekâleti Dosya Kalemi Kalemi Emval-i Eytam ve Beyt’ül mâl Müdüriyeti Tahrirat Kalemi Muhasebe Kalemi İdanat Vezne Beyt’ül mâl Tahsil

Page 31: Osmanlıda Bürokrasi

30

Osmanlı Devleti, kurulduğu dönemde sürekli seferlere çıkmaktadır. Sefere çıkan askerler içerisinden normal olarak bazı problemler de yaşanmaktadır. Bu alanda yaşanan şer’i problemlerin sürekli olması, bir çözüm ihtiyacı doğurmuştur. Bu ihtiyaçların karşılanması için bir kadının olması gerekmektedir. Bu kadı, ordu içindeki; savaşlarda şehit olanların miras meseleleri, ganimet hukuku veya fethedilen topraklardaki geleneklerin şer’i hukuka bağdaştırılması gibi konuları görev edinirdi. Bu kadı mesaisinin tamamını ordu için kullanırdı. Bu tip kadıya ilk dönemler “kadı asker” denmiştir bu isim daha sonra “kazasker”e dönmüştür. Bir kaç dönem sonra kadının yukarıda sıraladığımız işlerini, şeyhülislam devralmıştır. Daha doğrusu bu kişinin sözleri geçmeye başlamıştır. Bu dönem Kanuni Sultan Süleyman dönemine denk gelmektedir. Reform döneminde meşihatda elden geçmiş ve 1858 yılında Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iye kurulmuştur ve mektubi, evrak, muhasebe kalemleri, müsteşarlık ihdas edilmiştir. Her iki dönemde de meşihatin en önemli görevi yargıdır. Yargının en önemli kolu olan şer’i mahkemelerin başında şeyhülislam vardır ve bu mahkemeler anayasal güvence altına alınmıştır. Meşihatin ikinci bir görevi de fetvadır. Bu nedenle vilayet, liva ve kazalarda bulunan müftüler bu organa bağlıdır. Dâhiliye Nezareti Osmanlı reform dönemine girip de iç işleri bir bakanlık haline gelene kadar bu görevi vezir kethüdalığı yapmaktaydı. 1834 yılında Umûr-ı Mülkiye Nezareti kuruluşundan sonra artık görevler vezir kethüdalığından çıkmıştır. Bu nezarete ilk atanan kişi ve dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde ilk iç işleri nazırı Mehmet Sait Pertev Efendi olmuştur. 1836 yılında bu kurum isminin son halini almıştır. Kurumumuzun adı artık Dâhiliye Nezareti olmuştur ve başında bulunan kişi Akif Efendi’dir II. Meşrutiyet ile birlikte bu kurum yeniden gözden geçirilmiştir ve merkez teşkilatı; müsteşarlık, muhaberat-ı umûmiye dairesi, şifre, evrak kalemleri, muhasebe idaresi, hukuk müşavirliği, muhacirin, matbuat, me-

Page 32: Osmanlıda Bürokrasi

31

Dâhiliye Nezareti -1912*

Dâhiliye Nazırı İntihâb-ı Memurin Komisyonu Müsteşar Hukuk Müşavirliği Heyet-i Vilayet Mülkiye Teftişiye Müfettişleri Muhacirin İdaresi Haremeyn-i Muhteremeyn Tercümanlığı Hapishaneler Müdiriyeti Muhasebe Müdüriyeti Sicil-i Memurin Kalemi İstihbarat Kısmı Matbuat İdarisi Sicil-i Nüfus İdare-i Umûmiyesi İstatistik Kalemi Tahrirat Kalemi Sicil-i Ahval İdare-i Umûmiyesi Tahrirat Muhasebe Emniyet ve Levazım Memurin Şubesi Şubesi Şubesi Şubesi Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti Tahrirat Tedkikat Tescilat Vukuat Kalemi Kalemi Kalemi Kalemi Muhaberat-ı Umûmiye Dairesi 1 2 3 4 Evrak Müdürlüğü

Page 33: Osmanlıda Bürokrasi

32

murin, hapishaneleri nüfus, sicil-i ahval idareleri, Haremeyn tercümanlığı, mülkiye müfettişliği birimlerinden oluşturulmuştur. Hariciye Nezareti II. Mahmut’un reformlarından önce ülkenin dış siyasetine Reisülküttaplık bakmaktadır. İç işlerine bakan Vezir Kethüdalığı’nın görevi Umûr-ı Mülkiye Nezareti’ne bırakmasını belirleyen hatt-ı hümayûn dış ilişkilerinin bakıldığı reisülküttablık yerine Hariciye Nezaretini getirmiştir. 1864 yılında gerçekleşen bu olay ile kurumun başına ilk geçen kişi Akif Efendi olmuştur. Yenileşme dönemine kadar Osmanlı, diğer ülkelerde sürekli bir elçilik açmaya gerek duymamıştır. Ancak ülkenin gerilemesi ve Avrupa devletlerinin sürekli olarak ilerlemesi, Osmanlı’nın onları izlemesine neden olmuştur. Bu yüzden Avrupa’da ilk olarak III. Selim döneminde Londra, Viyana ve Paris’te sürekli elçilikler açmıştır.

Elçilikte bulunan kişiler oldukça yetenekli kişilerdir ve kendilerini oldukça geliştirmiştir. Daha sonra bu kişiler Osmanlı adına önemli işler yapacaktır.

Hariciye Nezareti’nin görevi ülkenin dış siyasetini

yönlendirmektedir. Bu iş çok tehlikelidir ve yanlış bir söz ülkenin çıkarlarını zedeleyebilmektedir. Ülkenin dış ilişkileri hassas bir durumdaydı. İlişkiler müzakereler üzerine geliştirilirdi ve üslup çok yumuşak ve iltifatlar ile doludur. Bu nazırlıkta çalışan kişilerin her düşündüğünü ifade etmesi gibi bir hakkı yoktur O yüzden burada çalışan memurlar diğer nazırlıkların memurlarına göre daha dikkatli ve çok çalışmaktadır.

Diplomaside yazışma dili Fransızcaydı. Çeviriyi daha önce kâtiplik olan ve yenileme döneminde Tahrirat Şubesi yapmaktaydı. Ancak İran ile yazışmalar Türkçe ve Farsça olarak ilerliyordu.

Hariciye Nezareti son şeklini 1. Dünya Savaşından önce 1914

yılında almıştır. Nezarete müsteşar, müsteşar muavini, kalem-i mahsus, şifre kalemi, sicil kalem, hukuk-ı muhtelite müdüriyet-i umûmiyesi gibi daireler bağlanmıştır.

Page 34: Osmanlıda Bürokrasi

33

Hariciye Nezareti* Hariciye Nazırı Kalem-i Şifre Mahsus Müdüriyeti Müdüriyeti Müsteşar Muavin Tercüme Müraacat Daire Sicil-i Müdüriyeti Şubesi Eminliği Ahval Müdüriyeti Matbuat Umûm Müdürü Muavin İstihbarat İdare Tedkikat Evrak Müdüriyeti Kayıt ve Dosya Hazine-i Evrak Mersulat ve Mevrudat Kalemi Kalemi Kalemi Muhasebe Müdüriyeti Tedkik-i Hesabat Kalemi Muvezne Kalemi Rasdik-i Tabiiyet Şubesi Tabiiyet Müdüriyeti Umûr-ı Siyasiye Müdür-i Umûmisi Mühime Kalemi Şuebat-ı Siyasiye Müdürü Tamim Şubesi 1, Kalem 2. Kalem 3. Kalem Umûr-i İdariye Müdüriyet-i Umûmisi Hukuk Muşavirliği Umûr-ı Umûr-ı Umûr-ı Şehbenderi Hukukiye-i Ticariye Müdüriyeti Müdüriyeti Müdüriyeti İstişare Müdüriyeti Kalem Kalem Kalem

Page 35: Osmanlıda Bürokrasi

34

Maliye Nezareti Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde mali işler defterdarın kontrolündeydi. Sınırlar genişledikçe Yıldırım Bayezit ile birlikte Rumeli ve Anadolu için ayrı ayrı defterdarlıklar oluşturulmuştu. Büyük bir aradan sonra III. Selim döneminde defterdarlıklar sıkk-ı evvel defterdarlığında toplandı. Sıkk-ı Evvel’e bağlı kalemlerin sayısı otuz ikiyi bulmaktadır. Bunlar sergi nazırı, sergi halifesi, veznedar başı gibi birimlerdir. 1833 senesinde sıkk-ı evvel kaldırılıp yerine Hazine-i Âmire ve Mansure Defterdarlığı olarak yeniden ikiye ayrıldı. Mansure Defterdarlığı ordu ekonomisini yönetirken Hazine-i Âmire ülkenin ekonomisini yönetmekteydi. Aradan çok fazla geçmeden 3 yıl sonra yani 1836 yılında Umûr-ı Maliye Nezareti kuruldu ve bu tarihten 3 yıl sonra da bu nazırlığa danışmanlık yapması için Meclis-i Muhasebe-i Maliye kuruldu ve içerisinde zaman zaman yabancı kişilerde bulunmaktaydı. 1864 yılında yeni vilayet sistemine geçilmesi ile birlikte daha iyi vergi toplanılması adına taşra teşkilatına defterdarlar, muhasebeciler, ve mal müdürleri gibi memurlar tayin edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Nezarete bağlı on bir bölüm bulunmaktadır. Bunlar; Muhasebe-i Umûmiye, Müdüriyet-i Umûmiyesi, Duyun-u Umûmiye, Muamelatı Nakdiye Müdüriyeti, Memurin-i Levazım Müdüriyeti, Varidat-ı Umûmiye Müdüriyeti, Emlak-ı Emiriye Müdüriyeti, Vezne-i Umûmiye Müdüriyeti, Emlak-ı Muamelat-ı Maliye Müfettişliği gibi bölümlerdir.

*Çizilen şemaların tamamı Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupada Devlet Sistemi, 2009 adlı kaynaktan alınmıştır.

Page 36: Osmanlıda Bürokrasi

35

TanzTanzTanzTanzimata Kadar Bürokraside Belge Yazımıimata Kadar Bürokraside Belge Yazımıimata Kadar Bürokraside Belge Yazımıimata Kadar Bürokraside Belge Yazımı Osmanlı Devletinde her dairenin belge yazımı kendine has özellikler içermektedir. Bunun nedeni yetiştirilen kişilerin o zümreye has yeteneklerin öğretilmesidir. Bu durum belgeleri ilk görüşte tanımaya neden olmuş ve kolaylıklar sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde en çok kullanılan yazılar: Divâni, Ta’lik, Nesih, Siyakat, Sülüs yazılarıdır. Divâni Bu yazı tipindeki belgelerin ismi Divan-ı Hümayûn’da tutuldu-ğundan dolayı “divâni” adını almıştır.

16. yüzyıl divâni örneği. (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 37: Osmanlıda Bürokrasi

36

16. yüzyıl divâni örneği. (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 38: Osmanlıda Bürokrasi

37

Ta’lik Genellikle ilmiye sınıfına ait olan kişiler tarafından kullanılan bu yazı tipi İran kökenlidir. Bu yazının ilginç bir özelliği, kağıdın üst kenarına paralel olmayıp meyilli bir şekilde yazılmasıdır. Talik yazısının incesine “hafi” denmektedir.

Ta’lik Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 39: Osmanlıda Bürokrasi

38

Ta’lik Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 40: Osmanlıda Bürokrasi

39

Nesih Sülüse tabi olup tam olarak sülüse bağlı değildir. Sülüs harflerinin üçte biri kadardır. Yazının kendine has bir özelliği vardır ve süratle yazılabilmektedir. Bu yazı tipinin birkaç çeşidi vardır. Bunlar nesih celisi, nesih kırması, nesih incesi, nesih gubarisidir. Bugün Kuran-ı Kerim ve dua kitaplarında kullanılan en çok yazı nev’i nesih dir.

Nesih Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 41: Osmanlıda Bürokrasi

40

Nesih Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 42: Osmanlıda Bürokrasi

41

Siyakat Siyakat bir muhasebeci yazısıdır ve Abbasiler zamanında icad edilmiştir. Muhasebe mesleği İslam dünyasında erken çıkan bir türdür ve uzun zaman içerisinde kendine has özellikler taşıyan bir tarz ortaya çıkmıştır. Siyakat, Osmanlı Devleti döneminde maliye, defterhane gibi ekonomi alanıyla ilgili kurumlarda yaygınca görülmektedir.

Siyakat Yazısına Örnek

(Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 43: Osmanlıda Bürokrasi

42

Siyakat Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 44: Osmanlıda Bürokrasi

43

Sülüs Sülüs yazıları özenerek güzel bir şekilde yazılmaktadır. Özenli yazıldığı için çabuk bitirilemez ve zaman kaybettirir. Bu yüzden genellikle güzel sanatlarda kullanılırdı. Kasidelerde, gazellerde örneklerini görmek mümkündür. Yazılan kalemin kalınlığına veya inceliğine göre farklı isimlerde almaktadır.

Sülüs Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Sülüs Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 45: Osmanlıda Bürokrasi

44

Sülüs Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 46: Osmanlıda Bürokrasi

45

Rik’a Yazısı Süratle yazılan yazı şeklidir. Divâni yazı şekline benzer ancak onun kadar harf şekillerinin sadeliği -harflerin yuvarlaklığı az düzgünlüğü çok- kavislerin az olmasıdır.

Bu yazı şeklinin nedeni yazının kısa zamanda çoğaltılması içindir. Osmanlı Devleti’nde taşra teşkilatında önemli bir yere sahiptir.

Rik’a Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 47: Osmanlıda Bürokrasi

46

Rik’a Yazısına Örnek (Osmanlı Bürokrasisinde Yazı Tanzimat’a Kadar, Hasan Akdağ)

Page 48: Osmanlıda Bürokrasi

47

Kaynaklar:

• Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), 13. Baskı, 2009

• Halil İnalcık, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar -I, 1. Baskı, 2009

• Dr. Erkan Tural, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’da Devlet Sistemi, 1. Baskı, 2009

• Necati Gültepe, İlk Türk İslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi, 1. Baskı, 2009

• Max Weber, Bürokrasi ve Otorite, 3. Baskı, 2008 • Hasan Akdağ, Osmanlı Bürokrasisinde Yazı (Tanzimat'a kadar),

Doktora Tezi