Upload
anil-oymaci
View
225
Download
3
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Gaziantep Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu üye öğrencilerince hazırlanan Kemalist Bülten.
Citation preview
MĠLLĠ HĠS– M. KEMAL ATATÜRK
Bir iĢin ahlâki bir kıymeti olması, ayrı ayrı
insanlardan daha ulvî bir membadan sadır
olmasıdır.
O memba cemiyettir; millettir.
Filhakika, ahlâkıyet, hususî fertlerden ayrı
ve bunların fevkinde, ancak içtimaî, millî
olabilir. Milletin içtimaî nizam ve sükûnu
hal ve istikbalde refahı, saadeti,selâmeti ve
masuniyeti, medeniyette terakki ve tealisi
için insanlardan, her hususta alâka, gayret,
nefsin feragatini icap ettiği zaman seve
seve nefsinin fedasını talep eden millî ahlâktır. Mükemmel bir millette millî
ahlâkiyet icapları. o millet efradı
tarafından adeta muhakeme edilmeksizin
vicdanî, hissî bir saikle yapılır. En büyük
millî his, millî heyecan itte budur.
Sayfa.3
BU SAYIDA:
MODERNİZM-
POSTMODERNİZM
BAĞLAMINDA
DEMOKRASİ
ARIF YILDIZ
5
SOL-SAĞ
KARMAŞASINDA
KEMALİZM
ĠLKER ZEHNİ
7
SAĞLAM KAFA,
SAĞLAM VÜCUTTA
BULUNUR
MAZLUM ELİK
9
BİR MEDENİYET
PROJESİ OLARAK:
HARF DEVRİMİ
ANIL OYMACI
14
BİR MUCİZENİN
ADI: KÖY
ENSTİTÜLERİ
GIZEM KAYA
19
SURİYE
MESELESİNİN İÇ
YÜZÜ
Kemal MAŞA
21
ENTELEKTÜEL VE
TOPLUMSAL ĠġLEVĠ
SĠNAN KESKĠN
23
1921 Sakarya Meydan Muharebesi sırasında,
BaĢkomutan Mustafa
Kemal cephe hattının kırıldığı noktalarda tüm bir
ordunun geri çekilmesini
engellemek için tarihe
yepyeni bir mücadele anlayıĢı kazandırmıĢ ve Ģu
emri vermiĢtir: “Hattı
müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh
bütün vatandır. Vatanın
her karış toprağı vatandaşın kanı ile
ıslanmadıkça terk
olunamaz.”
Türk Ulusu bugün, irtica,
bölücülük, emperyalizm ve
cehalet gibi karanlık
odaklarla boğuĢarak, adeta Birinci Dünya SavaĢı
sonrasında yaĢadığı
korkunç günleri andıran bir manzarayla karĢı
karĢıyadır.
Ancak bilinmelidir ki, bu mübarek Anadolu
toprağına, Samsun‟dan bir
baĢka Mustafa Kemal PaĢa
daha gelmeyecektir.
Bu nedenle, tıpkı atalarımız ġahin Beylerin,
Karayılanların, Milli
Mücadele Döneminin bir mevzisi olan Antep‟te
yıllar önce yaptıkları gibi,
Türk‟ün gırtlağına sarılmıĢ
karanlıkla her adımda mücadele etmek için,
Gaziantep‟te kalemle,
kağıtla, bilgiyle yeni bir fikir MEVZĠsi
oluĢturmaya karar verdik.
Atatürk DüĢüncesini;
Türklük, Vatan ve
Aydınlanma aĢkını cesurca
haykıracak birer kalem
savaĢçısı olarak bizler,
tutunabildiğimiz bu ilk
MEVZĠden, Gaziantep‟e
ve tüm vatana
”MERHABA!” diyor;
sizleri okuyup, okutarak
mücadelemize destek
olmaya davet ediyoruz.
Gaziantep Üniversitesi
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu
’YE DAĠR
Devir, yüreği Vatan ve Millet aĢkıyla çarpan
herkesin, birer Mustafa
Kemal olması gereken devirdir. Korkarak,
sinerek, geri çekilerek
karanlığa karĢı mücadele
edebilmek imkansızdır. Sahip olduğumuz tüm
imkanlarla, kendimizden
ve Büyük Türk Ulusundan baĢka kimseye
güvenmeden, cesurca ve
kararlılıkla ileriye atılmak
vaktidir Ģimdi.
Zihnimizde
oluĢturduğumuz tüm o
eski satıhları, tüm cepheleri, mevzileri
unutup; “Satıh: tüm
vatandır; MEVZĠ: iĢ yerlerimiz, okullarımız,
sokaklar,… ve en
önemlisi: kafaların ve yüreklerin içleridir.”
diyerek bilekleri sıvamak
gerekmektedir.
“Hattı müdafaa
yoktur, sathı
müdafaa vardır. O satıh bütün
vatandır. Vatanın
her karış toprağı
vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk
olunamaz.”
SAYFA 2
Bir iĢin ahlâki bir kıymeti
olması, ayrı ayrı insanlardan
daha ulvî bir membadan sadır
olmasıdır.
O memba cemiyettir;
millettir.
Filhakika, ahlâkıyet, hususî
fertlerden ayrı ve bunların
fevkinde, ancak içtimaî,
millî olabilir. Milletin içtimaî
nizam ve sükûnu hal ve
istikbalde refahı, saadeti,
selâmeti ve masuniyeti, medeniyette terakki ve tealisi
için insanlardan, her hususta
alâka, gayret, nefsin
feragatini icap ettiği zaman
seve seve nefsinin fedasını
talep
eden millî ahlâktır.
Mükemmel bir millette millî
ahlâkiyet icapları. o millet
efradı
tarafından adeta muhakeme
edilmeksizin vicdanî, hissî bir saikle yapılır. En büyük
millî his, millî heyecan itte
budur.
Millet analarının, millet
babalarının, millet
hocalarının ve millet
büyüklerinin;
evde, mektepte, orduda,
fabrikada. her yerde ve her
iĢte millet çocuklarına, milletin her ferdine
bıkmaksızın ve mütemadiyen
verecekleri millî terbiyenin
gayesi
iĢte bu yüksek millî hissi
sağlamlaĢtırmak olmalıdır.
Ahlâkın millî, içtimaî
olduğunu söylemek ve maĢerî
vicdanın bir ifadesidir demek,
aynı zamanda ahlâkın
mukaddes sıfatını da tanımaktır.
hayatlarını Allah kelimesinin,
her yerde yükseltilmesine
hasr etmeğe mecburdular.
Bununla beraber, Allah'a
kendi millî lisanında değil,
Allah'ın Arap kavmine
gönderdiği Arapça kitapla
ibadet ve münacatta
bulunacaktı. Arapça
öğrenmedikçe,
Allah'a ne dediğini
bilemeyecekti. Bu vaziyet
karĢısında Türk milleti birçok
asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta
bir kelimesinin manasını
bilmediği halde Kuranı
ezberlemekten beyni
sulanmıĢ, hafızlara döndüler. BaĢlarına geçebilmiĢ olan
haris serdarlar, Türk
milletince, karıĢık, cahil
Hocalar ağziyle, ateĢ ve azap
ile müdhiĢ bir muamma
halinde kalan, dini, hırs ve
siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları
zorla emirleri altına aldılar,
bir taraftan Avrupa'da,
Allah kelimesinin ilası
parolası altında, Hıristiyan
milletlerini idareleri altına
geçirdiler, fakat onların
dinlerine ve milliyetlerine
iliĢmeyi düĢünmediler. Ne
onları ümmet yaptılar ne
onlarla birleĢerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısır'da,
belirsiz bir adamı haifedir
diye yok ettiler, hırkasıdır
diye bir palaspareyi, hilâfet
alâmeti ve imtiyazı olarak
altın sandıklara koydular;
halife oldular. Gâh Ģarka,
cenuba, gâh
garba veya her tarafa birden
saldıra saldıra, Türk milletini
Allah için, peygamber
için topraklarını,
BAġ YAZI: MĠLLĠ HĠS– M. KEMAL ATATÜRK
Ahlâk mukaddestir; çünkü
aynı kıymette eĢi yoktur ve
baĢka hiçbir nevi kıymetle
ölçülemez.
Ahlâk mukaddestir; çünkü,
en büyük ahlâki Ģeniyet
sahibi bir faile racidir. O fail,
yalnız ve ancak cemiyettir.
Ondan baĢka bir fail yoktur.
Ülûhiyette, timsalî bir
Ģekilde düĢünülmüĢ cemiyet
dahi mündemiçtir. Çünkü,
vicdanlarımız üzerinde
müessir olan ruhî hayat,
cemiyetin efradı arasındaki amel ve aksülâmellerden
teĢekkül eder. Filhakika
cemiyet, kesif bir fikrî ve
ahlâki faaliyet mihrakıdır.
Din birliğinin de bir millet
teĢkilinde müessir olduğunu
söyleyenler vardır. Fakat
biz, bizim gözümüz önündeki
Türk milleti tablosunda
bunun aksini görmekteyiz.
Türkler Ġslâm dinini kabul
etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul
ettikten sonra, bu din, ne
rapların, ne aynı dinde
bulunan Acemlerin ve ne de
sairenin Türklerle birleĢip bir
millet teĢkil etmelerine tesir
etmedi. Bilâkis, Türk
milletinin millî bağlarını
gevĢetti; millî hislerini, millî
heyecanını uyuĢturdu. Bu pek
tabiî idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin
gayesi, bütün milliyetlerin
fevkinde,
Ģamil bir Arap milliyeti
siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet
kelimesi
ile ifade olundu. Hz.
Muhammed'in dinini kabul
edenler, kendilerini
unutmağa,
―Ahlâkın millî,
içtimaî olduğunu söylemek ve maĢerî
vicdanın bir
ifadesidir demek,
aynı zamanda ahlâkın mukaddes
sıfatını da
tanımaktır. ‖
SAYFA 3 SAYI 1
menfaatlerini, benliğini
unutturacak, Allah'a
mütevekkil kılacak
derin bir gaflet ve yorgunluk beĢiğinde uyuttular. Millî
duyguyu boğan, fani dünyaya
kıymet verdirmeyen,
sefaletler, zaruretler,
felâketler his olunmaya
baĢlayınca, asıl
hakiki saadete öldükten sonra
ahirette kavuĢacağını va't ve
temin eden dinî akîde
ve dinî his, millet uyandığı
zaman onun Ģu acı hakikatı görmesine mani olamadı. Bu
feci manzara karĢısında
kalanlara, kendilerinden
evvel ölenlerin. ahiretteki
saadetlerini düĢünerek veya
bir an evvel ölüm niyaz
ederek ahiret hayatına
kavuĢmak telkin eden din
hissi, dünyanın, acısı duyulur
takatiyle, derhal, Türk
milletinin vicdanındaki
çadırını yıktı; davetlileri, Türk düĢmanları olan Arap
çöllerine gitti. Türk vicdanı
umumîsi derhal, yüzlerce
asırlık kudret ve küĢayiĢiyle,
büyük heyecanlarla
çarpıyordu.
Ne oldu? Türkün millî hissi
artık ocağında ateĢlenmiĢti.
Artık Türk cenneti değil,
eski, hakiki, büyük Türk cedlerinin mukaddes
miraslarının, son Türk
ellerinin
müdafaa ve muhafazasını
düĢünüyordu. ĠĢte dinin, din hislerinin Türk
milliyetinde bıraktığı hatıra. Türk milleti, millî hissi;
insanî hisle yan yana
düĢünmekten zevk alır.
Vicdanında
millî hissin yanında insanî
hissin Ģerefli yerini daima
muhafaza etmekle müftehirdir.
Çünkü Türk milleti bilir ki;
bugün medeniyetin
şehrahında müstakil ve fakat
kendileriyle muvazi
yürüdüğü umum medenî
milletlerle mütekabil insanî
ve medenî
münasebet, elbette
inkiĢafımıza devam için
lâzımdır ve yine malûmdur ki; Türk
milleti, her medenî millet
gibi, mazinin bütün
devirlerinde keĢifleriyle,
ihtiralarıyla
medeniyet alemine hizmet
etmiĢ insanların, milletlerin
kıymetini takdir ve
hâtıralarını hürmetle
muhafaza eder. Türk milleti.
insaniyet âleminin samimî bir
ailesidir.
Kaynak:
Medeni Bilgiler ve M. Kemal
Atatürk‘ün El Yazıları, Prof.
Dr. A. Afet Ġnan, Atatürk
AraĢtırma Merkezi-2010,
s.434-444
―TÜRK MILLETI,
MILLÎ HISSI;
INSANÎ HISLE YAN
YANA DÜġÜNMEKTEN
ZEVK ALIR.”
SAYFA 4
Dünya tarihi, iktidar
kavgaları ve bu iktidarlar
uğruna yok olup giden
insanların acı veren öyküleriyle doludur. Bugün
ki postmodern dünyayı
yaratanlarında bir iktidar, bir
güç peĢinde olduklarını
rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
Aydınlanma çağı olarak
adlandırılan tarihsel dönem,
Skolastik dönemin yarattığı
karanlık döneme, kilise
iktidarına bir tepki olarak
doğmuĢtur ve siyaset, kültür, ekonomi, sanat, bilim, felsefe
gibi hayatımızın tüm
alanlarına etki etmiĢtir.
Postmodern felsefe de
Aydınlanma çağı felsefesi
gibi hayatımızın tüm
alanlarına etki eden çok geniĢ
bir kavramdır. Nasıl ki
Aydınlanma çağı felsefesi
skolastik düĢünceye tepki
olarak doğmussa;
Postmodern felsefe de Modern felsefeye tepki
olarak doğmuĢtur.
Buna göre Postmoderniteyi
düĢünecek olursak,
postmodernizm Aydınlanma
çağı‟nın aklı temel alan
felsefisine karĢıdır. Bu
bağlamda hayattaki her öge
insanı aklının
kulllanmasından mahrum etmek yani mevcut iktidarın
çıkarlarına hizmet için
kullanılan bir araçtan
ibarettir. Bugün dinler, bilim,
teknoloji, sanat, kültür gibi
insanlığın ve toplumların
karakterini belirleyen tüm bu
ögeler insan aklını
kullanmayı engellemeye
yönelik araçtan ibarettirler.
Kültür, Amerikan popüler kültürü ya da kültürsüzlüğü
ya da tüketim kültürüdür,
Sanat, kapitalizmin
propagandasını yapmaktadır;
refah düzeyi ve hepsinin
üstünde yurttaĢlık bilinci gibi.
Bundan dolayı yurttaĢ
kavramını bizzat yurttaĢların iyi anlamıĢ olması gerekir.
YurttaĢ, insan olmaktan
kaynaklanan yaĢama, eğitim,
sağlık, çalıĢma vs gibi en
temel hakları olan; yasaların
çizdiği çerçeve de eĢit ve
özgür; Mustafa Kemal‟in
“egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir.” özdeyiĢindeki
milleti oluĢturan bireyler
demektir. YurttaĢ aynı zamanda aklını kullanan,
eleĢtiren, sorgulayan ülke
yönetiminde söz sahibi olan
bilinçli bireydir.
Demokrasinin tarihsel
geliĢimine kısaca göz
attığımızda ise; Fransız
devrimini yaratan asli unsur
burjuva sınıfı, bu devrimle
birlikte iktidarı kendi eline
geçirmeyi baĢarmıĢtır.
Fransız devrimine kadar toplumun itici gücü olan
burjuva bu tarihten itibaren
kendi hegemonyasını kendi
toplum ve sömürgelerinde ve
tüm dünyada hissettirmeye
baĢlamıĢtır. Fransız
devriminin ardından yaĢanan,
sanayileĢmeyle birlikte iĢçi
sınıfı burjuva iktidarına karĢı
yeni bir güç olarak ortaya
çıkmıĢtır. Bu iki sınıfın ideolojileri olan liberalizm,
sosyalizm, komünizm ve
sosyal demokrasi gibi
ideolojiler; yaklaĢık olarak 2
asırdır dünya tarihine Ģekil
vermekte ve demokrasiyi
sınıf temelli olarak kurmaya
çalıĢmaktadır. Bir Türk
aydınlanma hareketi olan
Kemalist hareket, bu iki
sınıfın ideolojilerine bir
alternatif olmuĢ ve halk egemenliği olan demokrasiyi
sınıf ayrılıklarını reddederek
MODERNİZM-POSTMODERNİZM BAĞLAMINDA DEMOKRASİ
Bilim, teknolojiye kurban
edilmektedir; bilimsel bilgi
sadece teknoloji için
kullanılmaktadır yani
kapitalizm(sermaye) için;
Dinin ve cemaatlerinde bir
görevi vardır: nası ki ortaçağ
karanlığında skolastik
düĢünce toplum hayatını
dogmalarla Ģekillendiriyorsa,
Küresel Kapitalizmle
çıkarlarını birleĢtirmiĢ bir
dinde aynı görevi
görmektedir.
Postmodernizmin,
modernizme tepki olarak
doğduğunu söyledikten sonra
demokrasi kavramınının ne
olduğuna, tarihsel geliĢimine
ve kemalizmle olan iliĢkisine
kısaca değinecek olursak ,
Demokrasi Aydınlanma çağı
felsefesiyle birlikte yeniden
doğan akıl, vicdan ve
erdemin ürünü olan eĢitlik ve
özgürlük temelli bir yönetim
biçimidir. VatandaĢlık
derslerimizde öğrendiğimiz
tanımı ile “Halkın, halk
tarından, halk için
yönetilmesidir”. Halk
kendisini kendi yararına nasıl
yönetecek? Ünlü Fransız
düĢünürü Rousseau halkı
şöyle tanımlıyor “ halk
kendiliğinden iyilik ister, ama
yine kendiliğinden her zaman
nerede olduğunu göremez.”
Nasıl ki her zemine bina inĢa
edilemezse, her toplumda
demokrasi ile yönetilemez.
Demokrasi için bazı ön
koĢullar gereklidir: Ġyi
eğitilmiĢ bireyler, güçlü sivil
toplum örgütleri, belirli bir
“ HALK
KENDILIĞINDEN
IYILIK ISTER, AMA YINE
KENDILIĞINDEN
HER ZAMAN
NEREDE OLDUĞUNU
GÖREMEZ.”
SAYFA 5 SAYI 1
Arif YILDIZ Elektrik-Elektronik
Mühendisliği Bölümü
halk temelinde kurmuĢtur.
Kemalist halkçılık
prensibinin esin kaynağı olan
Ziya Gökalp kendi halkçılık anlayıĢını Ģu sözlerle
açıklamıĢtır: “Bir cemiyetin
dahilinde bir takım
tabakaların yahut sınıfların
bulunması, dahili müsavatın
(eşitlik) bulunmadığını
gösterir. Binaenaleyh,
halkçılığın gayesi tabaka ve
sınıf farlarını kaldırarak,
cemiyetin farklı zümrelerini,
yalnız iş bölümünün doğurduğu meslek
zümrelerine hasretmektedir.
Yani halkçılık, felsefesini bu
düsturda icmal eder: sınıf
yok, meslek var!” Attığı her
adım da halkla birlikte
hareket eden Mustafa Kemal
“ halkla beraber halk için”
fikrinden yola çıkarak bir
meclis oturumunda
“Zannederim bugün ki
varlığımızın asıl niteliği, milletin genel eğilimlerini
ispat etmiştir, o da
Halkçılıktır ve Halk
Hükümeti’dir. Hükümetlerin
halkın eline geçmesidir…
İradeyi halka teslim etmek
için çalışalım. O zaman
bütün güçlükleri bertaraf
olacağına bendeniz kaniim.
Ben bununla şahsen iştikal
etmekteyim.” Diyerek çağdaĢ anlamda demokrasiyi tesis
etmeye daha savaĢ yıllarında
baĢlamıĢtır.
Bu bağlamda çağımızda
Aydınlanma DüĢüncesinin
ürünleri olan demokrasi,
özgürlük, eĢitlik, halkçılık
gibi kavramlar, Modern
felsefeye tepki olarak doğan
Post-modern felsefe
tarafından gerek kapitalizm,
gerekse hükümetler ve diğer
güç odaklarının çıkarlarına
hizmet edecek biçimde
dönüĢtürülmüĢtür. Bugün
demokrasi artık kitleler için adeta bir “çoğunluk
diktatörlüğü” anlamı
taĢımakta toplumların
davranıĢları bu doğrultuda
şekillenmektedir. Yine
emperyalist güçler demokrasi
söylemini mazlum milletlere
karĢı adeta bir zulüm ve
sömürü aracı olarak
kullanmakta, dünyanın dört
bir yanında sözde demokrasi ihracatı bahanesiyle masum
halkların kanlarını
akıtmaktadır. Bu sebeple
Aydınlanma fikrine sıkıca
sarılmak bugün uygar
dünyanın karĢısında mazlum
milletlerinin tek kurtuluĢ
yoludur…
Kaynakça:
Bandırma dergisi, OMÜ
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu
Bilim ve Gelecek, Aylık
Bilim Kültür ve Politika
Dergisi
Toplum SözleĢmesi,
jj.Rousseau
Demokrasimizle YüzleĢmek,
Emre Kongar
ZANNEDERIM
BUGÜN KI VARLIĞIMIZIN ASIL
NITELIĞI,
MILLETIN GENEL
EĞILIMLERINI ISPAT ETMIŞTIR, O
DA HALKÇILIKTIR
VE HALK HÜKÜMETI’DIR.
SAYFA 6
1700‟lerin sonlarında ortaya
çıkan sağ ve sol kavramları
geçmiĢte kesin çizgilerle
ayrılmıĢ olsa da günümüzde bu kavramlar geçerliliğini
büyük ölçüde yitirmiĢtir.
Fransa kralının sağında
oturan, geçerli sistemi
korumak isteyen
muhafazakar kesime sağcı,
solunda oturan ve geçerli
sistemi değiĢtirmeyi yeni
devrimler yapmayı
hedefleyen kitleye ise solcu
denilmekteydi. Sağ genel olarak sistemden fayda
sağlayan kralcı, zengin,
tüccar burjuva sınıfı ve din
adamı sınıflarını temsil
ederken; sol ezilen iĢçi,
köylü, emekçi kesime hitap
ediyordu. Ülkemizde sağ dine
fazla vurgu yapan, milliyetçi,
muhafazakar söylemleriyle
ve liberal ekonomi
politikasıyla siyasi kanadın
bir ucunda yer almıĢ, sol ise özgürlük, bağımsızlık ve
emek vurgulu söylemleriyle
ve Marksizm temelli bir
ekonomik sistemle bu
kanadın diğer ucunda yer
almıĢtır. Özellikle 1950
yılından sonra ülkemizde
fazlasıyla dile getirilen bu
söylemler 60‟lı yıllarda halk
arasında kutuplaĢmaların
baĢlamasına sebep olmuĢ, 80‟lerde ise iç savaĢa
dönüĢecek derecede
şiddetlenmiş ve askeri darbe
sonrası kısa sürede bu
çatıĢma çıkaran unsurlar
meydanlardan çekilmiĢtir.
21. yüzyılda durum
nasıldır?
21. yüzyılda sol da sağ da
kendi içerisinde bir fikir
birliği sağlayamamakla
beraber kendi çatıları altında
bulunduğu bu geniĢ
yelpazede halkın duygularına
hitap eden milliyetçi ve din
odaklı söylemler zamanla ağırlık kazanmıĢtır. Yakın
geçmiĢte ırk üstünlüğünü
iddia edip yüzlerce cinayet
iĢleyen gruplar olsa da
günümüzde bu grupların
etkisi pek yoktur. AnlaĢıldığı gibi sağın ve
solun geçmiĢte temsil ettiği
düĢüncelerin evrimleĢip
yayılması sonucu bu
kavramlar asıl anlamını yitirerek kalıplarını
yıkmıĢlardır. Günümüzdeki
durumu özetlemek istersek
Cemil Meriç'in "Evlat, bu
ülkede sağcı-solcu; ilerici-
gerici yoktur. Namuslular ve
namussuzlar vardır. Siz
namusluların safında olunuz.
Göreceksiniz çok kalabalık
olacaksınız." sözü her Ģeyi
anlatmaya yeterlidir. Kemalizm’in yönü nedir?
Yıllardır süregelen
tartıĢmalarda sürekli olarak
Kemalizm‟i bir yöne oturtma
çabası görülmektedir. Buna
Fransız Devriminden 'Cumhuriyetçilik,
Milliyetçilik, Laiklik' ilkeleri
ve Sovyet Devriminden
'Halkçılık, Devletçilik,
Laiklik' ilkelerinin alındığı
yönündeki yanlıĢ kanaat
neden olmuĢtur. Çünkü bu
ilkeler alınırken taklitçilik
yoluna gidilmemiĢ Türk
toplum yapısına uygun bir
şekilde düzenlenerek topluma
uyarlanmıĢtır. Mustafa Kemal ne solun kültüre önem
vermeyen enternasyonalist
devletçi politikalarını, ne de
sağın muhafazakar kimi
zaman etnisiteye dayalı,
Tanrı ile insan arasında
olması gereken dini
SOL-SAĞ KARMAŞASINDA KEMALİZM
oldukça farklı görüĢlere ev
sahipliği yapmaktadırlar.
Örneğin kendini solcu diye
nitelendirenlerin bir kısmı, dünya tarihinde
emperyalizme karĢı ilk ulusal
kurtuluĢ savaĢına liderlik
eden ve savaĢ sonrası ülkesini
çağdaĢ medeniyetler üzerine
çıkarma çabasına giriĢen
Mustafa Kemal‟e ve
devrimlerine saygı duyup
onları benimsemiĢ; ağırlıklı
olarak akla hitap ederek
çağdaĢlaĢma amaçlayan, anti emperyalist söylemlerle
eĢitlik özgürlük adalet temelli
demokratik mücadelesini
sürdüren kiĢilerden
oluĢurken; bir kısım solcular
da Mustafa Kemal‟e sövmeyi
kendisine ilke edinmiĢ anti-
emperyalizm sözcüğünü
ağzına almayan ama
emperyalist devletlerin
desteğini arkasına alarak
solla hiç bağdaĢmayan sınıf ya da etnisite dayalı bölücü
siyaset yapmakta, ayrım
yapmadan sokaktan geçen
herhangi bir vatandaĢı
öldürebilen terör örgütlerini
destekleyen, insanları
ayrıĢtırıp yüzyıllardır birlikte
yaĢayan bir toplumu
ayrıĢtırma çabası içerisine
girmiĢ kiĢilerden
oluĢmaktadır. Sağ ise aĢırı muhafazakarından aĢırı
milliyetçisine kadar geniĢ bir
yelpazede politikasını
sürdürmektedir. Vatanın
kurtulmasında liderliği
üstlenmiĢ Türk milletini yok
edilmekten kurtarmıĢ
Mustafa Kemal‟i seven
devrimlerine sahip çıkan bir
kitlenin yanı sıra her türlü
eylem ve söylemleriyle
Atatürk ve Büyük Türk Devrimine karĢı alerjisi olan
grupların da içinde çokça
"EVLAT, BU ÜLKEDE
SAĞCI-SOLCU;
ILERICI-GERICI
YOKTUR.
NAMUSLULAR VE
NAMUSSUZLAR
VARDIR. SIZ
NAMUSLULARIN
SAFINDA OLUNUZ.
GÖRECEKSINIZ ÇOK
KALABALIK
OLACAKSINIZ."
SAYFA 7 SAYI 1
Ġlker ZEHNĠ Makine Mühendisliği
Bölümü
toplumsal kural olarak
dayatmaya çalıĢan tutumunu
benimsemiĢtir. Bu sebeple
artık onu ve devrimini farklı ideolojilere saptırma ve
yamama amacından
vazgeçilmelidir. Çünkü
Atatürk ideoloji transfer etme
yoluna gitmemiĢ, sağın ve
solun akla uygun yönlerini
yeniden yorumlayıp
toplumumuza uyarlamıĢ
sürekli çağdaĢ uygarlık
seviyesinin „üzerine‟
çıkarmak amacıyla; cumhuriyetçi, laik, halkçı,
devrimci, ulusçu, devletçi,
sınıfsız bir ideoloji yaratmıĢ
ve bu yeni ideolojiye
Kemalizm adını vermiĢtir.
Bunu bizzat kendi hazırladığı
1934 tarihli Cumhuriyet Halk
Fırkası parti tüzüğünde de
belirtmiĢtir. Nitekim
pratiğiyle birlikte teoriye
aktarılan bu ideoloji Türk
toplum hayatında gerçekleĢtirdiği baĢarılar ile
geçerliliğini de kanıtlamıĢtır.
Kısacası Kemalizm‟i sağ ya
da sol olarak adlandırmayıp
ileriyi hedefleyen bir ideoloji
olduğunu söylemek daha
doğru olur.
Hala Mustafa Kemal‟i farklı
ideolojilere hapsetmeye
çalıĢanlara Gazinin “Bizi mahvetmek isteyen
emperyalizme karĢı bizi
yutmak isteyen kapitalizme
karĢı heyeti milletçe
mücadeleyi öngören bir
mesleği takip eden insanlarız.
Fakat ne yapalım ki,
Demokrasi'ye
benzemiyormuĢ, Sosyalizm'e
benzemiyormuĢ. Hiçbir Ģeye
benzemiyormuĢ. Efendiler
biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar
etmeliyiz çünkü biz bize
benzeriz.” sözünü hatırlatmak
gerektiğini düĢünmekteyim.
Kaynaklar
Aydınlanma 1923 Devrimi
21. Yüzyılda Kemalizm–
Cenk Yaltırak, Alper
IĢınduran …
Medeni Bilgiler– Afet Ġnan
Hangi Sol– Attila Ġlhan
Demokrasimizle YüzleĢmek– Emre Kongar
EFENDILER BIZ BENZEMEMEKLE
VE
BENZETMEMEKLE
IFTIHAR ETMELIYIZ ÇÜNKÜ
BIZ BIZE
BENZERIZ
SAYFA 8
Sporun insan sağlığı için
öneminin ne kadar büyük
olduğunu tartıĢmanın bir
anlamı olmasa gerek. Maalesef Türk Halkı bu
konuda yeterince bilinçli
değil. Yapılan araĢtırmalara
göre Ģuan Türk nüfusunun %
96‘sı spordan tamamen uzak.
Peki bunun sorumlusu
bireyin kendisi midir sadece?
Hayır! VatandaĢın sağlığını
düĢünmek, korumak ve bu
konuda bilinçlendirmek
bütün devletlerin baĢlıca görevlerindendir. Bu bilinci
çocuk yaĢta insanlara
kazandırmak çok önemlidir.
Türkiye‘de spor salonlarının
sayısı çok az. Olanların da
çok büyük bir kısmı özel
salonlar. VatandaĢın da geliri
bellidir. Kazandığı parayı bu
salonlara harcamayı
istemiyor haliyle ve spordan
uzak kalıyor. Türk
mutfağının da durumu bellidir. Durumlar böyle
olunca Türk kası, göbeksiz
erkek balkonsuz eve benzer
gibi tabirler de elbette
kaçınılmaz oluyor. Aslında
sağlık konusunda ne kadar
vahim bir durumda
olduğunun farkında bile değil
insanımız. Sporu maç izleme
zanneden birçok
vatandaĢımız var.
Halbuki bu konuda devletin
yapacağı spor tesisleri ve
okullarda zorunlu olan beden
eğitimi derslerinde olsun
iletiĢim araçları yoluyla olsun
vatandaĢı spor konusunda
bilinçlendirmesi durumunda
bir çok sorun ortadan
kalkacaktır. Devlet
zamanında bu konuyla ilgili
hassasiyet gösterse de
zamanla ilerlemek yerine
gerilemiĢtir.
dersinin zorunlu ders olarak
okutulmasını sağlayan
Atatürk‘tür. Spor dernekleri
kurmuĢtur. Okullara özel
dersler koymuĢtur. Kültürel
ve sportif içerikli filmlerin
gösterimini sağlamıĢtır.
Askeri bir spor kulübü olarak
Muhafız Gücü‘nü
kurdurmuĢtur. Dönemim
ekonomik koĢulları nedeniyle
devletin köylere tesis
yapmaya gücü yetmese de en
azından köylerde güreĢlerin
yapılmasını zorunlu kılmıĢtır.
Atatürk‘ün çabaları
sonucunda 1924 yılında
Türkiye ilk kez devlet
statüsünde olimpiyatlara
katılabilmiĢtir. At ve At
YarıĢı Islah Encümeni‘ni
kurdurmuĢ ve Ankara
Hipodromu‘nu inĢa
ettirmiĢtir. Ġstanbul‘da Spor
ve Jimnastik Muallim
Mektebi‘ni açmıĢtır. Ġlk
jimnastik öğretmenleri
burada yetiĢmiĢtir. Jimnastik
eğitimi, ilk ve ortaöğretimde
aĢamalı olarak zorunlu
kılınmıĢtır. 19 Mayıs‘ın her
yıl Gençlik ve Spor Bayramı
olarak kutlanmasını
istemiĢtir. ―Ben sporcunun
zeki, çevik ve aynı zamanda
ahlaklısını severim‖ sözüyle
tıpkı savaĢ meydanlarında
düĢmanına saygı duyulmasını
istediği gibi sporcuların da
rakiplerine saygı duymalarını
istemiĢtir.
Kısa bir konuya daha
değineceğim. Atatürk hangi
takımı tuttuğunu hiçbir
zaman söylememiĢtir. O, bir
SAĞLAM KAFA, SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR
Bu konuda Türkiye‘de ilk
atılımlar cumhuriyet
kurulmadan önce baĢlamıĢtır.
1. Dünya SavaĢı‘nın baĢında, 1914 yılında, Ġttihatçılar,
gençleri bedenen ve ruhen
―idmanlı‖ ve ―formda‖
tutmak için ―Osmanlı Güç
(Genç) Derneklerini
kurmuĢlardır. 12 Mayıs 1916
tarihinde ilk ―Ġdman ġenliği‖
düzenlenmiĢ ve o dönemde
―Osmanlı Genç Dernekleri
MüfettiĢi Umumiliği‖ görevi
Mustafa Kemal Atatürk‘tedir. Her ne kadar bu görev
Atatürk‘e ülkenin iĢlerine
çomak sokmaması amacıyla
verilse de Atatürk bu görevi
gayet ciddiye alarak önemli
çalıĢmalar yapmıĢtır.
Hükümete spor ve beden
eğitimi konusunda önerilerde
bulunmuĢtur. Sporun ve
beden eğitiminin
yaygınlaĢtırılmasını
istemiĢtir. Milli bayramlar konusunda da öneride
bulunmuĢtur ve bu önerisi
dikkate alınarak 12 Mayıs
1916 tarihinden itibaren
Osmanlı‘da bir milli bayram
havasında ―Ġdman ġenlikleri‖
düzenlenmeye baĢlamıĢtır.
Hatta gençlik marĢı
biçiminde dillere düĢen ve 19
Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı marĢı olarak da kabul edilen ―Dağ BaĢını
Duman AlmıĢ MarĢı‖ bu
zamanda yazılmıĢ ve
Ģenliklerde söylenmiĢtir.
Cumhuriyet‘in ilk yıllarında
spor ve beden eğitimi
konusunda Osmanlı
Devleti‘nden aynen
devralınan ―Türkiye Ġdman
Cemiyetleri Ġttifakı‖ Türkiye
Cumhuriyeti‘nin sporu ulusal
ölçekte örgütleyen ilk üst spor kurumu olma özelliğini
taĢımıĢtır. Beden eğitimi
ATATÜRK‘ÜN ÇABALARI
SONUCUNDA 1924
YILINDA TÜRKĠYE
ĠLK KEZ DEVLET STATÜSÜNDE
OLĠMPĠYATLARA
KATILABĠLMĠġTĠR.
SAYFA 9 SAYI 1
Mazlum ELĠK ĠnĢaat Mühendisliği
Bölümü
siyasetçinin tuttuğu takımı
söylememesi gerektiği
düĢüncesindeydi her zaman.
Bu konuda üç büyük takım da Atatürk‘ün kendi takımını
tuttuğunu iddia etmektedir.
Hatta buna örnek verecek
olursak da 3 Mayıs 1918 de
Fenerbahçe Spor Kulübü‘nü
ziyaret etmiĢ ve kulüp
defterine Fenerbahçe
hakkındaki duygu ve
düĢüncelerini yazıp
imzalamıĢtır. Fenerbahçeliler
bu durumu kendilerine kanıtlardan biri olarak
sunsalar da asıl amaç, bir yıl
sonra baĢlatacağı KurtuluĢ
SavaĢ‘ı sırasında Ġstanbul‘dan
Anadolu‘ya sevk edilecek
silahların kulübün
arkasındaki
Kurbağalıdere‘den
kaçırılmasını planlamaktır.
Hatta bu güzergahı incelemek
için kulüpten kayıkla
ayrılmıĢtır. Atatürk hangi takımı tutuyor dendiğinde illa
bir cevap verecekseniz
―GüneĢ Spor‖ deyin.
GüneĢ Spor Kulübü, 1933
yılında Galatasaray içinde
meydana gelen
anlaĢmazlıklar sonucu
kulüpten ayrılan bir grubun
kurduğu spor kulübüdür. Ġlk
olarak Sarı-Kırmızı adıyla
kurulmak için Ġstanbul
Valiliği‘ne yapılan
baĢvurunun reddedilmesinin
ardından kulüp, yine sarı ve
kırmızı rengi temsil eden
AteĢ-GüneĢ ismiyle
kurulmuĢ, fakat Atatürk‘ün
AteĢ kelimesinin isimden
çıkarılmasını istemesi
sebebiyle GüneĢ Spor Kulübü
adıyla yoluna devam etmiĢtir.
Atatürk bu kulüple yakından
fazlasıyla geri plana attığı
için hala dünya ortalamasında
spor yapma oranında
fazlasıyla gerilerdeyiz ve
ancak bu sorunu vatandaĢın
kararlılığı çözebilir.
ilgilenmiĢ ve maddi manevi
desteklerde de bulunmuĢtur.
Üç büyüklerden transferler
yapılmıĢ lig Ģampiyonluğu
elde etmiĢtir. 1937-38
sezonunda Fenerbahçe‘yi 4-2
Galatasaray‘ı 6-0 gibi farklı
yenilgilere uğratıp sezonu
BeĢiktaĢ ve Fenerbahçe ile
aynı puanda tamamlamıĢ
fakat gol averajı ile Ģampiyon
olmuĢtur. 1938-1939
sezonuna da iyi baĢlayan
kulüp Atatürk‘ün vefatından
sonra kendi kendini
feshederek kapatılmıĢtır.
Günümüzde spor alanında
birçok adımın temeli iĢte o
zamanlara dayanmaktadır.
Bunu her ne kadar inkar
edenler olsa da ve birçok
durumu kendi yapmıĢ gibi
gösterseler de hiç Ģüphesiz
hiçbir lider diğer birçok
konuda olduğu gibi spor ve
beden eğitimi konusunda da
Atatürk kadar çaba
göstermemiĢtir. Hatta o
dönemde dünyanın en güçlü
spor gazetesi olan ve
Fransa‘da yayınlanan
―L‘Auto‖ yayınladığı geniĢ
bir makalede Atatürk‘ün
spora verdiği büyük önemi
―Dünyada ilk defa beden
eğitimini mecburi kılan
devlet adamı o oldu‖ sözüyle
anlatmıĢtır. Gerçekleri
öğrenmek için araĢtırma
yapıp kaynaklara bakmak
yeterlidir. Ama maalesef bu
konudaki duyarlılık seviyesi
Türkiye‘de fazlasıyla
aĢağılarda ve sonrasında
gelen hükümetler bu konuyu
ATATÜRK HANGĠ
TAKIMI TUTUYOR DENDĠĞĠNDE ĠLLA
BĠR CEVAP
VERECEKSENĠZ
―GÜNEġ SPOR‖ DEYĠN.
SAYFA 10
SAYFA 11 SAYI 1
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğuna üye öğrenciler
tarafından, Üniversitemiz Fen
– Edebiyat Fakültesi Ömer Asım Aksoy Konferans
Salonunda, Gazeteci – Yazar
Mustafa Mutlu‘nun
konuĢmacı olarak katıldığı
―Demokrasinin
Neresindeyiz‖ adlı konferans
düzenlendi.
KonuĢmasında demokrasinin
‗olmazsa olmaz‘ unsurlarına
dikkat çeken Mutlu,
―Cumhuriyet kurulduktan sonra tek partili sistem
yaĢadık. Daha sonra 50‘li
yıllarda çok partili sisteme
geçtik.‖ Ģeklinde konuĢtu.
Ahmet Taner KıĢlalı‘nın Türkiye‘nin yetiĢtirdiği en
önemli sosyologlardan birisi
olduğunu belirten Mutlu,
dünya çapında bilinen bir
bilim adamı olduğunu
söyledi.
Mutlu, ―Özgür ve eĢit oy,
siyasi partilere eĢit koĢullar,
bağımsız yargı, sivil toplum
örgütleri, güçlü ekonomi,
özgür medya demokrasinin olması gereken unsurlarıdır.
Özgürce oy kullanmak
sadece bir kabine girip,
herhangi bir sembolü
iĢaretlemek ise ve sonra onu oy sandığına atmaksa eğer siz
özgürce oy kullanmaktan
bunu anlıyorsanız özgürce oy
kullanıyoruz ama
demokrasilerde bu böyle
anlaĢılmıyor. Aslında bunun
yerel yönetimlere, meclise
yansıması da özgür olmalı‖
diye konuĢtu.
bu eĢsiz kahramanlığı ile hem
kendini kurtardı, hem de
Güneydoğu Anadolu‘yu
düĢman iĢgalinden kurtarmakla kalmadı, Batı
Anadolu‘da cereyan eden
Sakarya ve Dumlupınar
SavaĢlarına da umut ıĢığı
oldu‖ ifadesinde bulundu.
Dr. Bayrak, ―KurtuluĢ ve
gaziliğe giden yolda koca bir
tarih kitabını dolduracak
tatürkçü DüĢünce
Topluluğuna üye öğrenciler
tarafından Makine
Mühendisliği Bölümü Konferans Salonunda, Dr.
Samet Bayrak tarafından
―Antep Harbi‖ konulu söyleĢi
düzenlendi.
Fransız ordusunun bu Ģehri
almak için 11 ay bütün gücü
ile saldırdığını belirten Dr.
Bayrak, ―Antep Savunması,
kadar acı, hüzün veren ancak
Ģeref, gurur ve onur
destanımızdır. Antep Harbi
unutulmamalı, bilinip bellenmeli, kuĢaklar birbirine
aktarıp belleklerde canlı
tutulmalı. Günümüz olayları
ile birlikte değerlendirip yol
göstericimiz olmalıdır‖
Ģeklinde konuĢtu.
VATAN GAZETESĠ YAZARI MUSTAFA MUTLU “DEMOKRASĠNĠN NERESĠNDEYĠZ”
KONFERANSI
DR. SAMET BAYRAK ―ANTEP HARBĠ‖ SÖYLEġĠSĠ
DEVRĠM ġEHĠDĠ M. FEHMĠ KUBĠLAY‘I ANMA TÖRENĠ
devrimidir. Kubilay, Türk
ulusunun yobazlıkla
karartılmak istenen aydınlık
geleceğidir. Kubilay, yüce Türk devrimini korumak
uğruna canını feda etmeye
hazır milyonlarca Türk
gencidir" dedi. Yıldız,
"Gaziantep Üniversitesi
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu adına Türkün
özgürlüğü ve aydınlığına kast
edenlere, bugün hala Türk
ulusunu ve Türk devrimini
korumak uğruna gözünü
kırpmadan canını feda edecek
milyonlarca Atatürkçü Türk
gencinin, milyonlarca Kubilay'ın nefes aldığını
hatırlatır. BaĢta ilk devrim
Ģehidimiz Mustafa Fehmi
Kubilay ve diğer devrim
Ģehitlerimiz olmak üzere Ulu
Önder Atatürk ve tüm
Ģehitlerimizin aziz hatıraları
önünde saygıyla eğilir, ıĢıklar
içerisinde yatmalarını
dilerim" ifadelerini kullandı.
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu, Menemen
olaylarında Ģehit olan
Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı 82. yılında
düzenlenen törenle andı.
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu Öğrenci
Temsilcisi Arif Yıldız yaptığı
konuĢmada, "Kubilay, Türk
ulusunun ve Türk devriminin
verdiği ilk devrim Ģehididir.
Kubilay, boğazına irticanın
paslı hançeri dayanmıĢ Türk
SAYFA 12 ~TOPLULUĞUMUZDAN HABERLER~
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğuna üye öğrenciler
tarafından ―Demirden Bir
Duvar: Atatürk Gençliği‖
konulu konferans düzenlendi.
GAÜN Ömer Asım Aksoy
Konferans Salonunda
gerçekleĢtirilen konferansa
Gazeteci-Yazar GüneĢ Erkul
konuĢmacı olarak katıldı.
Türklerin vatan sevgisiyle bu
topraklarda eĢi görülmemiĢ
bir destan yazdığını belirten
Erkul, ―Bu topraklarda vatan
sevgisinin, istiklal uğuruna ölmenin, vatanın namusla
eĢdeğer görüldüğü, yiğitliğin,
onurun destanı yazıldı. O
destan bugün bize Ģanlı
bayrağımız altında öğrenim görmemizi sağlıyorsa,
soluduğumuz havayı,
aldığımız her nefesi bize
armağan eden bizi köle
olmaktan, tutsaklıktan
kurtaran, kahraman
gazilerimizin, Ģehitlerimizi
minnetle anıyor, bir Atatürk
genci olarak sizlerle
Gaziantep Üniversitesinde
olmaktan büyük mutluluk duyuyorum‖ Ģeklinde
konuĢtu.
―Tarih kendisinden ders
almayanlar için acımasızdır‖
Ģeklinde konuĢan Erkul,
―Tarihini iyi bilen milletler ödedikleri bedelleri
unutmayan, bastığı
toprakların altındaki
Ģehitlerin kendilerine
yükledikleri sorumlulukları
unutmayan milletler, yaĢadığı
acıları bir daha asla
yaĢamazlar‖ ifadesinde
bulundu.
Topluluğu Öğrenci BaĢkanı
Arif Yıldız gezi kapsamında;
Zeugma Mozaik, Emine
GöğüĢ Mutfak, Medusa Cam, Gaziantep Mevlevihanesi
Vakıf, ġahinbey SavaĢ
Müzeleri, Handan Bey,
Ġhsanbey, Hacı Nasır
Camileri, Tarihi Antep
Evleri, Bakırcılar ÇarĢısı,
Kürkçü ve Tarihi Millet
Hanları, Zincirli Bedesten,
Gaziantep Kalesi gibi tarihi
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu, topluluk üyesi
öğrencilerin katılımıyla
―Gaziantep Tarih ve Kültür
Gezisi‖ düzenledi.
Atatürkçü DüĢüncenin
sağlam temeller üzerine
kurulmasını ancak güçlü bir
tarih ve kültür bilincine sahip
bireylerin sağlayacağını
belirten Gaziantep
Üniversitesi Atatürkçü
ve kültürel öneme sahip pek
çok yeri ziyaret ettiklerini
söyledi.
ĠLK KURġUN GAZETESĠ GENEL YAYIN YÖNETMENĠ GÜNEġ ERKUL “DEMĠRDEN BĠR
DUVAR: ATATÜRK GENÇLĠĞĠ” KONFERANSI
GAZĠANTEP TARĠH VE KÜLTÜR GEZĠSĠ
ONKOLOJĠ HASTANESĠ ÇOCUK SERVĠSĠ KÜTÜPHANESĠ OLUġTURULDU
GerçekleĢtirilen etkinliğe;
Rektör DanıĢmanı Prof. Dr.
Mehmet Mutaf, Atatürkçü
DüĢünce Topluluğu Akademik DanıĢmanı Yrd.
Doç. Dr. Yunus Emre Tansü,
TÜRKAV Gaziantep ġubesi
BaĢkanı Özgür Akıl,
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğu Öğrenci
Temsilcisi Arif Yıldız ve
topluluk öğrencileri katıldı.
Üniversitemiz Atatürkçü
DüĢünce Topluluğu
Akademik DanıĢmanı Yrd.
Doç. Dr. Yunus Emre Tansü
―Toplumsal Duyarlılık Projeleri kapsamında
yürüttüğümüz ‗Lösemili
Çocuklar Ġçin Gönüllü
Eğitmenlik Projesi‘ açılıĢını
yapmaktan dolayı mutluluk
duyuyoruz.‖ ifadesinde
bulundu.
Gaziantep Üniversitesi
Atatürkçü DüĢünce
Topluluğuna üye öğrenciler
tarafından Gaziantep Üniversitesi Onkoloji
Hastanesi Çocuk Servisi
Kütüphanesi için düzenlenen
―Kitap BağıĢı
Kampanyası‖na Türkiye
Kamu ÇalıĢanları Vakfı
(TÜRKAV) Gaziantep
ġubesi tarafından çok sayıda
kitap bağıĢlandı.
SAYFA 13 SAYI 1 ~TOPLULUĞUMUZDAN HABERLER~
Ekim 1923‟te, Ankara‟da Cumhuriyet ilan
edildiğinde Anadolu insanı
için yalnızca bir siyasi sistem değiĢmemiĢ,
tarihinin gördüğü en büyük
medeniyet hamlelerinden
birisi de gerçekleĢmeye baĢlamıĢtır. Büyük Türk
Devrimi olarak
adlandırılan ve Kemalist kadro ve düĢüncenin
lokomotifliğini yaptığı bu
aydınlanma süreci ile Anadolu, ÇağdaĢ
Medeniyet, Ulus ve
Laiklik gibi kavramları
içselleĢtirmek yolunda
devasa adımlar atmıĢtır.
Şüphesiz ki bu medeniyet
hamlesinin en önemli ayağını oluĢturan Dil
Devrimi ve buna bağlı
olarak Türk Harf Devrimi aydınlanma hareketimizin
en keskin giriĢimleri
arasında yer almaktadır.
9 Ağustos 1928 tarihinde
Sarayburnu Parkı‟nda,
Mustafa Kemal‟in
“YanlıĢları kökünden temizleyeceğiz.” diye
yazdığı mektubunu Falih
Rıfkı‟ya okutarak müjdelediği bu muhteĢem
proje; 1 Kasım 1928‟de
„Yeni Türk harflerinin
kabul ve tatbiki hakkında Kanun‟un kabulüyle Türk
toplum hayatında geri
dönülemez bir sürecin
baĢlangıcı olmuĢtur.
HARF
DEĞİŞİKLİĞİNE
NEDEN İHTİYAÇ
DUYULMUŞTUR?
Bir Ġslam Medeniyeti
temsilcisi olan Osmanlı
Ġmparatorluğu, Selçuklulardan aldığı
geleneği devam ettirerek
yazıda Arap harflerini
kullanmaya devam
etmiĢtir.
Ancak süreç içerisinde
yaklaĢık 519 iĢaretten oluĢan bu yazı üzerinde
gerek matbaacılık ve kitap
basımında ortaya çıkan güçlükler; gerek 3 sesli
harfi bulunan ve sessiz
harfler üzerinden kurgulanmıĢ bir dil olan
Arapçanın aksine, 8sesli
harfe sahip ve sesli harfler
üzerinden kurgulanmıĢ bir dil olan Türkçenin, Arap
Alfabesiyle yazımında
ortaya çıkan zorluklar; gerekse öğrenilmesinin 3
yıl gibi uzun bir süre alıyor
oluĢu ve okur yazar oranının toplumda hiç
sayılacak derece az olması;
3. Selim ve 2. Mahmut
gibi ıslahatçı padiĢahlar döneminden itibaren fark
edilmeye baĢlanmıĢ,
Tanzimat Fermanı, Jön Türkler ve 2. MeĢrutiyet
hareketleri ile de yazıda
değiĢiklik yapılması fikri
ciddi biçimde gündem
oluĢturur olmuĢtur.
BİR MEDENİYET PROJESİ OLARAK: HARF DEVRİMİ
TARİH BOYU
TÜRKLERİN
KULLANDIKLARI
ALFABELER
Tarihi kökenleri Orta
Asya‟nın derinliklerine
dayanan Türk Milleti ilk olarak kendi ihtiyaçları
neticesinde ve kendi diline
uygun olan Kök Türk
Alfabesini kullanarak yazılı hayata geçiĢ
yapmıĢtır.
Kök Türk Devletinin yıkılıĢının ardından
mirasçısı olarak kurulan
Uygur Devleti ilk önce Soğdak yazısından
esinlenerek oluĢturduğu
kendi alfabesini kullanmıĢ olsa da, sonrasında
Soğdak, Brahmi, Mani,
Süryani, Tibet, Çin ve
Moğol yazılarını kullanmıĢ; Türklerin
ĠslamlaĢmasıyla birlikte de
Uygurlar ve takipçisi diğer Türk Devletleri Arap
harfleriyle yazmaya
baĢlamıĢlardır.
Görüleceği üzre Latin
esasına dayanan Yeni Türk
Alfabesinin kullanılmaya
baĢlanması, Türklerin ilk alfabe değiĢikliği değildir.
Rahatlıkla ifade edilebilir
ki Türk toplumu her medeniyet değiĢikliğinde
yazısında da
değiĢikliklerde
bulunmuĢtur.
BÜYÜK TÜRK DEVRIMI
OLARAK ADLANDIRILAN
VE KEMALIST KADRO
VE DÜġÜNCENIN LOKOMOTIFLIĞINI
YAPTIĞI BU
AYDINLANMA SÜRECI
ILE ANADOLU, ÇAĞDAġ MEDENIYET, ULUS VE
LAIKLIK GIBI
KAVRAMLARI
IÇSELLEġTIRMEK YOLUNDA DEVASA
ADIMLAR ATMIġTIR.
SAYFA 14
Anıl OYMACI Endüstri Mühendisliği
Bölümü
Nitekim kural değiĢiklikleri, ek harfler ya
da her bir harfin ayrı
yazılması gibi ıslah formülleri uygulanmaya
çalıĢılmıĢsa da, amaca
yönelik kayda değer bir
baĢarıya ulaĢamamıĢ; ilk kez Antepli Münif Efendi
trafından 11 Mayıs 1862
yılında dile getirilen ve ardından Abdullah Cevdet,
Mirza Fethali, Yusuf
Akçura, Kılıçzade Hakkı gibi pek çok Osmanlı
aydını tarafından da çözüm
olarak öne sürülen: Latin
harflerinin kullanımı, çoğunlukla dini
etkenlerden dolayı taraftar
bulamamıĢtır.
Sultan 2. Mehmet
döneminde yayınlanan bir
fetvayla „Cennet Dili‟ ilan edilen Arapça ve Farsça
karĢısında -halk tarafından
her zaman yaygın bir biçimde kullanılmıĢ olan-
Türkçe uzun süre atıl
durumda kalmıĢ ve bir
alfabe değiĢikliği 1910 yılında yayınlanan bir
fetva ile “Arap harfleri
dıĢında bir yazı kullanmanın ve hatta Arap
harflerinin yazılıĢında
değiĢiklikte bulunmanın
şerren caiz olmadığının” bildirilmesi ile ihtiyaç
duyulan bir dil devrimi
Cumhuriyetin ilanına kadar ne yazık ki
gerçekleĢememiĢtir.
Muhalefette bulunanlar alfabe değiĢikliğini
çoğunlukla dine dayalı bir
medeniyet kaygısı içerisinde öne sürülen
argümanlarla
eleĢtirmekteydi.
„Kur‟an‟ın Arapça olduğu, bu nedenle Arap
harfleriyle yazılıp
okunması gerektiği; Arap harfi kullanmanın bir
Ġslam Medeniyeti alameti
olduğu‟ en çok kullanılan
itiraz gerekçeleriydi.
Oysa muhalefette
bulunanlar Kur‟an‟ın yazılı değil sözlü olarak
inmiĢ bir kitap olduğunu,
Ġslam Peygamberinin okur
-yazar olmadığını ve Kur‟an‟ın Arap alfabesiyle
yazılmıĢ olmasının
yalnızca Peygamberin içerisinde yaĢadığı
toplumun o alfabeyi
kullanıyor oluĢundan kaynaklandığını görmek
istememekte. Nitekim 6.
yüzyıl Arapçası ile 20.
yüzyıl Arapçası arasında inanılmaz değiĢikliler
olduğunu, günümüzde
Arapların dahi Kur‟an Arapçasını okuyamadığını
göz ardı etmekte. Zaten
insan icadı olan iĢaretlere,
kutsal manalar yüklemenin Ġslam‘ın özü ile ters
düĢtüğünü de
anlamamaktadırlar.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Kemalizmin
toplumun aydınlanması ve
çağdaĢlaĢması amacına ulaĢmasında, eğitim en
büyük araç olarak
görülmüĢ ve Arap
harflerinin bu amaç önünde ortaya koyduğu
engelleri bertaraf etmek
adına Yeni Türk Harfleri 1928‟de kabul edilmiĢtir.
Nitekim tüm muhalefete
karĢın 1928‟de %5‟i bulmayan okur-yazar
oranı, 1938de %20‟yi
aĢmıĢ ve Kemalist
kadronun Harf Devrimini gerçekleĢtirerek ne kadar
doğru bir karar aldığını
gözler önüne sermiĢtir.
HARF DEVRİMİNE
MUHALEFET
EDENLERİN
GEREKÇELERİ
NELERDİ?
Cumhuriyet öncesi ve
sonrasında bir dil reformu
ve alfabe değiĢikliğine muhalefet eden kesimler
çoğunlukla Osmanlıcı ve
Ġslamcı siyaset güden kesimlerdir. Arapçanın
devlet resmi dili olmasını
iddia edecek kadar ileri
giden ve uzun süre Osmanlıda iktidarda kalan
bu kesimler, Türkçülük
akımının güçlenmesiyle birlikte etkilerini
kaybetmiĢ, Cumhuriyetin
kuruluĢu ile birlikte de
yalnızca pasif bir direniĢ
ortaya koyabilmiĢlerdir.
YENI TÜRK HARFLERI
1928‟DE KABUL
EDILMIġTIR. NITEKIM TÜM MUHALEFETE
KARġIN 1928‟DE %5‟I
BULMAYAN OKUR-
YAZAR ORANI, 1938DE
%20‟YI AġMIġ VE KEMALIST KADRONUN
HARF DEVRIMINI
GERÇEKLEġTIREREK NE
KADAR DOĞRU BIR
KARAR ALDIĞINI GÖZLER ÖNÜNE SERMIġTIR.
SAYFA 15 SAYI 1
“Arap toplumunun bir medeniyet hamlesi olan ve
özellikle 8. yüzyıldan
itibaren „Arap kültür emperyalizminin aracı‟
haline dönüĢen Ġslam
Medeniyetinin bir iĢareti
olarak, Arap alfabesinin kullanıldığı iddiası” bir
bakıma haklı bir iddiadır.
Ancak anlaĢılması gereken nokta Ģudur ki:
Cumhuriyetle birlikte Türk
Ulusu, uygar dünya karĢısında geri
kalmıĢlığının en büyük
sebebi olan ve kendi erken
Orta Çağını yaĢayan Ġslam Medeniyetinden
bağımsızlığını ilan etme
çabası içine girmiĢ ve Büyük Türk Devrimini de
bu gayede
gerçekleĢtirmiĢtir. Ki zaten Arap harfleriyle okur-
yazar oranının %5‟in
altında olduğu bir Osmanlı
coğrafyasında, küçük bir elit tabaka dıĢında kalan
halkın bu Ġslam
Medeniyeti alametiyle bir alakasının olmadığı da net
bir Ģekilde görülecektir.
Bu bakımdan Harf Devrimi, Türk toplumunun
aydınlanma, uluslaĢma,
laikleĢme ve uygar
medeniyetler düzeyine yükselmesi yönünde
atılmıĢ dev bir adımdır.
Nitekim özellikle Ġngiltere ve Fransa‟da ortaya çıkan
filozoflar ve onların
Aydınlanma düĢünceleri, Milliyet ve Laiklik
kavramlarının da ortaya
net bir Ģekilde konulması
ve Fransız Devrimi ile eğitimin devletin eline
geçmesi, artık
uluslaĢmasını tamamlamak üzere olan Avrupa
toplumlarında, Ġngilizce
Fransızca, Almanca gibi ulusal dillerin kendi
uluslarının hayatının
hemen her alanında
egemen olması ve Kilisenin tüm
mücadelesine rağmen
Latincenin yalnızca Katolik Kilisesi ve Papalık
tarafından kullanılan
marjinal bir dil halini almasıyla sonuçlanmıĢtır.
Böylece din siyasal
hayatın dıĢına itilmiĢ,
egemenlik tamamen
ulusların eline geçmiĢtir.
Burada açıkça
görülmektedir ki: ulusal dillerin oluĢturulup
kullanılması, Avrupa‟da
ulus devletlerin ortaya çıkması ve Aydınlanma
hareketinin güçlenmesinde
önemli bir paya sahiptir.
AVRUPA
AYDINLANMASI
SÜRECİNDE ULUSAL
DİLLER
Orta Çağ boyunca
Hıristiyan Kilisesi‟nin
resmi dili olması ve Kilise‟nin Avrupa
toplumları üzerinde
tartıĢmasız bir egemenliği
bulunmasından dolayı, Latince bir medeniyet dili
olarak yüzyıllarca etkisini
sürdürmüĢ ve Avrupa‟da yerel dillerin geliĢimini
engellemiĢtir.
Ancak Avrupalı monarklarla, Kilise
arasındaki iktidar
mücadelesi; monarkların egemenlikleri altındaki
topraklarda uluslaĢmayı
kolaylaĢtırması ve yerel
dillerin (Çoğunlukla hanedanın kullandığı
dilin.) toplum hayatında
kullanımının artmasını teĢvik etmesi, Latincenin
ve Hıristiyan
Medeniyetinin yavaĢ yavaĢ
gerilemesini baĢlatmıĢtır.
Luther, Calvin gibi din
adamlarının kendi
dillerinde ibadet etmeye baĢlaması; Ġngiltere,
Danimarka gibi ülkelerin
Kilise bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile, toplum
hayatında ulusal dillerin
Latinceyle mücadelesini
daha da arttırmıĢtır.
ULUSAL DILLERIN OLUġTURULUP
KULLANILMASI, AVRUPA‟DA ULUS
DEVLETLERIN ORTAYA ÇIKMASI
VE AYDINLANMA HAREKETININ
GÜÇLENMESINDE
ÖNEMLI BIR PAYA SAHIPTIR.
SAYFA 16
TÜRK TOPLUMUNDA
ULUSLAŞMA VE
TÜRKÇENİN
KULLANIMI
Tilly, Smith, Guibernau,
Sapir gibi bilim insanları
“uluslaĢmanın kendini bir diğer topluluktan
farklılaĢtırmak olduğunu.
Bu ötekileĢtirme yani
uluslaĢma iĢleminde en temel etkenlerden birisinin
ulusal dil kullanımı
olduğunun” altını
çizmektedirler.
Ġslam‘a geçiĢle birlikte,
Türk toplumunda yönetici elit sınıf Arapça ve Farsça
kullanımını tercih etmiĢ,
ancak halk kitlesi Türkçeyi kullanma konusunda ısrarlı
bir kararlılık göstermiĢtir.
Osmanlı Ġmparatorluğu içerisinde de yönetici
zümre uzun yıllar Arapça-
Farsça- Türkçe karıĢımı
olan Osmanlıcayı kullanmıĢ, 1894 yılında
Türkçenin zorunlu resmi
dil olarak okullarda okutulması yönünde
çıkartılan kanuna kadar bu
konuda pek bir giriĢimde
bulunmamıĢtır. Ancak Ģu noktanın da altını çizmek
gerekir ki: bahsedilen bu
dil, sıradan halkın kullandığı Türkçeden çok
uzak ve farklı bir dildir.
Çünkü Yusuf Akçura‟nın ifadesiyle “Osmanlı,
Türk‟ü tanımamakta, onu
ve dolayısıyla dilini
bilmemektedir.”
ÇağdaĢ Medeniyeti yakalama, UluslaĢma ve
Laiklik konularında Türk
toplumunun ötekileĢmesi gereken unsurlar olarak:
çöken Ġslam Medeniyeti,
Arap Kültürü ve
Osmanlıyı görmüĢtür.
Alman düĢünür Herder‟e
göre “Bir dilin ulus üyeleri
arasında iletiĢimi sağlamak gibi bir iĢlevi yanında, dıĢ
kültürel etkilere engel
olmak rolünü de vurgulamak gerekir.
Dolayısıyla benzersiz bir
ulusal dil, ülke bütünlüğünün ve
bağımsızlığının en önemli
güvencesidir.”
ĠĢte bu noktadan hareket
eden Mustafa Kemal, bir
Osmanlıcılık tasarısının ya
da Arap kültürüyle müĢterek bir Türkçülük
fikrinin baĢarı
sağlayamayacağı bilinciyle- zaten Türk‟le ayrılığını
Birinci Dünya SavaĢındaki
acı tecrübelerle ispatlamıĢ olan- Arap toplumuyla
kalan son bağları da söküp
atmıĢ. Yeni bir Türk
Ulusu, yeni bir medeniyet, yeni bir dil ve bu dile
uygun bir yazı seçiminde
bulunmuĢtur.
Ancak Osmanlının son dönemlerinde güç kazanan
Türkçülük fikri ile halkın
kullandığı Türkçenin güçlendirilmesi ve yaygın
kullanımının dile
getirilmesi uluslaĢmanın
da alt yapısını oluĢturmuĢtur. Keza bu
süreçte Türk dili ile Türk
kimliği arasında ilk bağlantı kuran kiĢi: 1898
yılında, ġemseddin Sami
Bey olmuĢtur.
1908 yılında Türk
Derneğinin kuruluĢuyla
birlikte bu yönde çabalar hız kazanmıĢ, Dernek
kurucularından Yusuf
Akçura “bundan böyle
milliyet kavramının, Osmanlı siyasasında
belirleyici olacağını”
söyleyerek mevcut olan Osmanlıcılık fikrinin
çöktüğünü haber vermiĢtir.
Yine Ziya Gökalp‟in halkın kullandığı
Türkçenin resmi dil olması
yönünde takındığı tavır, Kemalist hareketin ve
Türk Devriminin, Harf
Devrimini
gerçekleĢtirmesine kadar süren süreçte adeta bir
köprü vazifesi görmüĢtür.
Ancak Mustafa Kemal tüm öncüllerinden farklı bir
bakıĢ açısıyla „Türkçeyi ve
kullanımını yepyeni bir
ulus ve medeniyet inĢaa
aracı‟ olarak kavramıĢ.
Tilly, Smith,
Guibernau, Sapir gibi bilim insanları
“uluslaĢmanın kendini bir diğer topluluktan
farklılaĢtırmak
olduğunu. Bu ötekileĢtirme yani
uluslaĢma iĢleminde en temel etkenlerden
birisinin ulusal dil
kullanımı olduğunun”
altını çizmektedirler.
SAYFA 17 SAYI 1
Çünkü Falih Rıfkı Atay‟ın ifadesiyle “Mustafa
Kemal, Deniz kızı
masalına inanmıyordu. Ya balık, ya insan vardı. Geri
bir memlekette, medeniyet
meselesi halledilmedikçe,
hiçbir meselenin halledilmeyeceğini
biliyordu. ġarklı-garplıya
inanmıyordu. Ya ġark, ya
Garp vardı.”
BİR KISSA
Mısır‟ı fetheden komutan, halife Ömer‟e bir mektup
yazmıĢ “Burada bir çok
kütüphaneler, içlerinde de bir çok kitaplar var.
Bunları yakayım mı, yoksa
bırakayım mı?”
Ömer yanıtlamıĢ
“Kitapları incele. Eğer
faydasız Ģeylerse yak. Yok eğer faydalıysa, yine yak.
Çünkü halk o kitapları
okudukça, onlara
uymaktan vazgeçmeyecekler, eskiyi
unutmayacaklar ve bize,
yani yeniye daima düĢman
olacaklardır.”
SONUÇ OLARAK
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkçenin resmi
dil olarak kabulü ve Yeni
Türk Alfabesinin
(Dikkatinizi çekerim Latin Alfabesi değil. Nitekim
ç,Ģ,ğ gibi sesler tamamen
Türk Alfabesine özgüdür.)
yürürlüğe girmesi,
Yeni Türk Harfleri ve Türk dilinin yazıda ve
öğretimde de etkin
kullanımı ile, asırlardır ümmet anlayıĢı ile kendi
benliğini unutmaya yüz
tutmuĢ; BoĢnak, Arnavut
ve nihayet Arap dindaĢları çoktan milliyetçilik trenine
binmiĢken, kendisi en son
ayıkmıĢ olan Türk Milleti, çevresiyle farklılaĢmayı
tamamlayarak, öz benliğini
yeniden bulmuĢ ve dünya modern ve özgür ulusları
ailesinde kendi yerini
almıĢtır.
O dönemin ĠçiĢleri Bakanı
Şükrü Kaya’nın da ifade
ettiği gibi artık
“Türkiye‟de dil ve yazı Türkçedir. Arapça olsun
iddiasında, Araplar bile
bulunamaz.”
Kaynaklar:
Medeni Bilgiler, Afet Ġnan
Söylev, M. Kemal Atatürk
Türkiye‟de Ulusçuluk ve
Dil Politikaları, Hüseyin
Sadoğlu
Atatürk ve Harf Devrimi,
M. ġakir ÜlkütaĢır
Harf Devriminin Öyküsü,
Sami N. Özerdim
Atatürk‟ten Sonra
Bugünlere Nasıl Geldik?,
Cüneyt Arcayürek
Türk Harf Devrimi
Üzerine Ġncelemeler, Bilal
Şimşir
atam.gov.tr
toplumun doğal ihtiyaçlarına cevap vermek
ve eğitimi yaygınlaĢtırmak
amaçlarına sahip olduğu kadar bir „Toplum
Mühendisliği çalıĢması‟dır
da.
Avrupa‟daki süreçle
benzerlik gösteren ve dini
dil Arapçanın tasfiyesi ve
çevresel olan Osmanlı, Arap ve Fars kültürlerine
yabancılaĢma ile;
uluslaĢma, laikleĢme ve aydınlanma hamlelerinin
Türk toplumunda da
tamamlanması Dil ve Harf Devrimi ile mümkün
olmuĢtur.
Böylece Türk Devrimi, Türk Ulusunun oluĢması
ve ÇağdaĢ Medeniyetle
bütünleĢmesi önündeki
tüm engelleri ortadan kaldırmıĢ. Toplumun
eskinin karanlığıyla olan
bağlantılarını kökünden sökerek, yeninin ıĢıltısını
ikame etmiĢtir.
Harf Devrimi ile Türk Kültürü, Arap ve Acem
boyunduruğundan
tamamen kurtarılmıĢ Ġsmet
Ġnönü‘nün deyimiyle ―bir ıĢık alemine yol almaya
baĢlamıĢtır.”
TÜRKIYE‟DE DIL
VE YAZI TÜRKÇEDIR.
ARAPÇA OLSUN
IDDIASINDA,
ARAPLAR BILE BULUNAMAZ.
SAYFA 18
Yıllardır hepimizin bildiği
gibi; eğitim Ģöyle olmalıdır,
hayır eğitim böyle olmalıdır
gibi bir tartıĢmadır sürüp gider. Eğitimle ilgili her Ģey
söylenir, yazılır, çizilir.
Ġçlerinde güzel öneriler
olmaz olur mu? Elbette
vardır, ancak teoride olunca
lafta bey olanlar iĢ pratiğe
gelince susar, sinerler. Eğitim
sisteminin nasıl olması
gerektiğiyle ilgili bir soruya
ben, bir eğitim fakültesi
öğrencisi olarak Ģimdiki eğitim fakültelerindeki sistem
yerine Köy Enstitüleri gibi
bir sistemi cevap olarak
verirdim tereddütsüz.
Köy Enstitüleri, Türk
Aydınlanmasının en önemli
eğitim devrimidir. Bilindiği
gibi Mustafa Kemal
ATATÜRK, cumhuriyeti ilan
ettikten sonra her konuda
devrimler yapmıĢtır. Eğitim
devrimi ise üç aĢamada istenilene ulaĢır. Birinci
aĢama olan 3 Mart 1924
Tevhid-i Tedrisat Kanunu
yani Öğretim Birliği Yasası,
ikincisi; 1 Kasım 1928 Harf
Devrimidir. Ancak kalıcı bir
eğitim modeli için nüfusun %
80‘ini oluĢturan köylünün
kesinlikle aydınlatılması
gerekmekteydi. DüĢünsenize,
1930‗lu yıllarda 40 bin köyün 35 bini öğretmensizdi, 1
milyon 700 bin çocuktan
yalnızca 300 bini okula
gidebilmekte ve okur-yazar
oranı %5‘lerdeydi. Birde
köyleri yönetenlerin toprak
ağaları olduğu ve
üfürükçülere, büyücülere
itimat edildiği sorunu
eklenince bilançonun ne
kadar da kötü olduğunu
görmekteyiz. ĠĢte bu yüzden eğitim sorunu kesinlikle
çözülmeliydi. Peki, ne
Buradan mezunların ilk
görevleri köylere giderek
halkı örgütleyip beraber okul
yapmaktı. Bunun yanında diğer görevleri; köylüyü
aydınlatmak, bilmedikleri
tarım ürünlerini tanıtmak,
modern ziraat yöntemlerini
öğretmekti. Küçük sağlık
sorunlarıyla bile
ilgilenmekteydiler.
Bilinen sıradan eğitim
metotlarının dıĢında
öğretmen yetiĢtiren ve her
birinin kendi tarla ve atölyeleri olan 21 Köy
Enstitüsü sadece 6 yıl
içerisinde 15 bin dönüm
tarlayı tarıma elveriĢli hale
getirmiĢ ve üretim
yapmıĢ,750 bin yeni fidan
dikmiĢ,1200 dönüm bağ
oluĢturmuĢ, 150 büyük
inĢaat, 60 iĢlik, 210 öğretmen
evi, 20 uygulama okulu, 36
ambar ve depo, 48 ahır ve
samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım
deposu, 3 balıkhane, 100 km.
yol yapmıĢtır. Sulama
kanalları oluĢturularak enstitü
öğrencilerinin uygulamalı
eğitim gördüğü çiftliklere
sulama suyu öğrenciler
tarafından getirilmiĢtir. Öyle
ki bu okullar 1950 yılında
mevcut olan 18426 köy
öğretmeni kadrosunun 13182 sini oluĢturur hale
gelmiĢlerdir. Kısacası Köy
Enstitüleri ile bugünün en
çok korkulan yani, anlayan,
sorgulayan, üreten nesil
yetiĢtirmek için somut bir
adım atıldı. 1940lar da atılan
bu adımı 21.yy biz hala
atamadık.
Peki neden mi kapatıldı?
Dönemin toprak ağalarının
çıkarlarına ters düĢen bir nesil yetiĢiyordu. Onlar da bu
BİR MUCİZENİN ADI: KÖY ENSTİTÜLERİ
yapılmalıydı? Çözüm yine
Mustafa Kemal‘den gelir ve
Köy Eğitmen Kursları açar.
Böyle üçüncü aĢamanın temeli atılır. Ancak bu
projeyi tamamlamaya Ulu
Önderin ömrü yetmez ve
Ġsmet Ġnönü, Hasan Ali Yücel
ve Ġsmail Hakkı Tonguç
bayrağı devralır. 17 Nisan
1940 yılında çıkarılan bir
yasa ile KÖY
ENSTĠTÜLERĠ kurulur.
Köy Enstitülerinin kurulma
düĢüncesi, köylerdeki ilkokul mezunu zeki çocukların bu
okullarda yetiĢtirildikten
sonra yeniden köylere
giderek öğretmen olarak
çalıĢmasıydı. Ancak ne yazık
ki temel amacını kimse
anlamadı. Aslında tek
amacının köylere iyi
öğretmen göndermek değildi,
temel amacı; kırsal kesimi
bilinçlendirmek, üreten ve
üretmesini bilen bireyler
yetiĢtirmekti.
Köy Enstitüleri‘nde yaĢam
öğretmen ve öğrenci arasında
tam bir birliktelik içinde
iĢlerdi. Yani burada yetiĢen
çocuklar tam bir demokrasi
bilincine sahip olurlardı.
Ayrıca oradaki öğrencilere
sadece donanımlı öğretmen
olmaları için bilgiler de
verilmiyordu, kendilerini her alanda her anlamda
geliĢtirilmeleri sağlanıyordu.
DüĢünsenize kaç tane köylü
pantomim bilir, ama onlar
pantomim öğrendiler, keman
çaldılar, arıcılıktan tutunda
bütün tarım-hayvancılık
faaliyetlerini öğrendiler,
bihaber oldukları dünya
klasiklerini, Gogol,
Shakespeare gibi batılı
yazarları okudular.
BURADAN MEZUNLARIN ĠLK
GÖREVLERĠ
KÖYLERE
GĠDEREK HALKI ÖRGÜTLEYĠP
BERABER OKUL
YAPMAKTI.
SAYFA 19 SAYI 1
Gizem KAYA Ġlköğretim Matematik
Öğretmenliği Bölümü
nesilden kurtulmak için bu
kuruluĢlar da, komünistlerin,
dinsizlerin yetiĢtirildiğini,
fuhuĢ yuvaları olduğunu ileri sürerek çirkin iftiralarla
hükümete baskı yaptılar. Öte
yandan dönemin sığ
politikacıları bu enstitülerin
çağdaĢlaĢma hareketi
olduğunu anlamayıp yahut
tam da bundan korktukları ve
ABD‘ye yanaĢmak istedikleri
için bu önemli kurumu yok
etmiĢlerdir. Nitekim
Amerikan Örgütünün hazırladığı istihbarat
raporunda ― Dikkatli olun,
Türkler büyük bir eğitim
atılımıyla geliyorlar‖
denilmesi aslında büyük
güçleri tehdit edecek bir
eğitim devrimi olduğunun
göstergelerinden bir tanesidir.
Hatta parlamento da
Milletvekili Emin Sazak‘ın
―Köylere giden enstitü
mezunları kendilerini Atatürk zannediyorlar‖ sözü bile
açıkça korkunun sebebini
ortaya koymaktadır. Ancak
bu sözün üzerine Hasan Ali
Yücel‘in ― Bu çocukların her
birinin birer Atatürk olması
temenni edilir‖ cevabı da çok
manidardır. ĠĢte dönemin
toprak ağaları ve sığ
politikacıları yüzünden
baskılara dayanamayan DP hükümeti 1954 yılında bu
kuruluĢu kapatmıĢtır.
Böylece Türk Ulusu‘nun
aydınlanma yolunda ki en
önemli projesine bir tekme
atılır, köyler denetimsiz
imamlar, misyonerler ve
ağaların ellerine bırakılır.
Gelelim ― Köy Enstitüleri
kapatılmasaydı bugün neler
olurdu?‖ kısmına. En
önemlisi, en çok ta ekonomik durumu kötü olan aileleri
ilgilendiren bir durum olan
değil mi? ĠĢte Köy Enstitüleri
bir mucizenin adıydı. Bu
kurumlar, Anadolu insanın
bağnazlıktan kurtarıldığında nasıl yaratıcı ve üretici
yurttaĢlar olabileceğinin
kanıtıdır. ĠĢte biz böyle bir
kurumu, aydınlık geleceğin
mimarı olan bir kurumu
kaybettik yerine ezberci bir
sistem getirdik.
Geleceğimize çok yazık ettik.
paralı eğitim olmazdı.
Çünkü bu kuruluĢlar
kapatılmasaydı eğitim de
fırsat eĢitliği olurdu. Eğitim
fakültesi okuyanlarınız bilir
derslerde fırsat eĢitliğinden
ne kadar çok söz edildiğini
ancak olmadığını da çok iyi
bilirler. Köyden-kente göç
olmazdı böylece çorak arazi
kalmaz, gecekondulaĢma
yaĢanmaz ve hatta bunun
sonucu olarak ta dıĢarıdan
sanayi ve tarım ürünleri
almazdık ve belki de en
önemli sorunlarımızdan bir
tanesi olan okumuĢ cahilimiz
de olmazdı. Bilinmelidir ki
biz, eğitimsiz insanlar
yüzünden değil okumuĢ
cahiller yüzünden 21.yy da
hala gerideyiz. ĠĢte bunlar
kaybettiklerimizin sadece bir
kısmı, gerisini siz düĢünün…
Köy enstitüsü eğitim modeli;
yönetime katılma, sorgulama
ve sorma bilincine, eleĢtirel
düĢünme yeteneğine sahip,
dünyadaki geliĢmeleri izleyip
yorumlayabilen, sorunlar
karĢısında çözüm yolları
arayıĢında hep aklı ve bilimi
kullanan çağdaĢ insanları
yetiĢtirme projesiydi. Tüm
eğitim süreçlerinde
demokratik tartıĢma
süreçlerinin yaĢandığı,
katılımcılığın yaĢayarak
yaĢandığı, özümsendiği
cumhuriyet okullarının adıydı
köy enstitüleri. Okuyan,
resim yapan, müzik yapan ve
hatta pantomim yapan bir
köylüden bahsettik. Kulağa
ne kadar imkansız gelmekte
BU ÇOCUKLARIN HER BĠRĠNĠN
BĠRER ATATÜRK
OLMASI TEMENNĠ
EDĠLĠR
SAYFA 20
Suriye ile henüz cephe
savaĢına girilmedi ama
yerlisinden yabancısına bütün
medya çoktan Türkiye‘yi savaĢa soktu bile. Haber
kaynaklarındaki atılan
manĢetlere bakarsanız
Türkiye savaĢa girmeye geç
bile kalmıĢ. Bu kaynaklara
göre Suriye Hatay‘ı
bombaladı, Kilis‘i iĢgal etti.
Öyle ya bu kadar sınır
ihlaline, sınırdaki konteynır
köylerin kurĢunlanmasına
karĢı söylenecek tek söz var:‖Bıçak kemiğe
dayandı‖.Birkaç yıl öncesine
kadar Suriye kardeĢ ülkeydi
ne oldu da Ģimdi düĢman ülke
oldu? Türkiye neden bu
savaĢa sürüklenmek
isteniyor?
Sözde Arap Baharı‘nın son
ayağı Suriye olarak
görülebilir. DıĢ destekli
kuvvetler, Suriye‘de Esad
rejimini devirmek için eylemler yapıyor. Esad
yanlıları da doğal olarak buna
tepki gösteriyor. Kısasa kısas
ilkesiyle düĢünüldüğünde
tepkiler sert olabiliyor.
Objektif olarak düĢünmek
gerekirse hangi ülke kendini
devirmek isteyen güçlerle
savaĢmaz ki? Sözde kurtarıcı
ve misafirperver
özelliğimizden dolayı Suriyeli muhaliflerin
Türkiye‘de barınmalarına izin
veriyoruz. Türk hükümeti
tarafından gelen muhaliflere
aylık bağlanıyor, ulaĢım ve
benzeri zaruri harcamalar
bedavaya yaptırılıyor, ayrıca
bin bir zorluklarla girdiğimiz
üniversitelere muhalifler
hiçbir koĢul gözetmeksizin
alınıyorlar. Hatta yerli ve
yabancı basında bu muhalifleri eğitip
silahlandırdığımıza dair
söz konusu olamaz mıydı?
Yoksa bunlar Türk milletini
kıĢkırtmaya yönelik
hareketler midir?
Olası bir Türkiye-Suriye
savaĢı için Türkiye-Suriye
sınırının güvenliği için
NATO‘dan destek istiyoruz.
Eski kardeĢimiz Suriye‘ye
karĢı kullanmak için
astronomik ücretler ödeyerek
Patriotları NATO aracılığıyla
getirtiyoruz ve her an
kullanmak için Suriye
yönünde konuĢlandırıyoruz.
SavaĢ açmamız yanlıĢ ama bu
desteği doğru bir karar olarak
görüyoruz. Peki bu desteği
NATO‘DAN almamızdaki
sebep nedir? Söz konusu
destek NATO kararnamesinin
5.maddesine
dayandırılmaktadır;
Taraflar, Kuzey Amerika‘da
veya Avrupa‘da içlerinden
bir veya daha çoğuna
yöneltilecek silahlı bir
saldırının hepsine yöneltilmiĢ
bir saldırı olarak
değerlendireceği ve eğer
böyle bir saldırı olursa BM
Yasası‘nın 51.Maddesi‘nde
tanınan bireysel ya da toplu
öz savunma hakkını
kullanarak, Kuzey Atlantik
bölgesinde güvenliği
sağlamak ve korumak için
bireysel olarak ve diğerleri ile
birlikte, silahlı kuvvet
kullanımı da dahil olmak
üzere gerekli görülen
eylemlerde bulunarak
saldırıya taraf ya da taraflara
yardımcı olacakları
SURİYE MESELESİNİN İÇ YÜZÜ
haberler yer alıyor. Güncel
verilere dayanarak
Türkiye‘de kayıtlı 180bin
civarında Suriyelinin olduğu
söylenmektedir.
Hükümet yetkilileri sürekli
açıklama yapıyor. Suriye‘nin
iç meselesinin bizim de iç
meselemiz olduğunu
söylüyorlar. Kendi iç
meselelerini çözmede
baĢarıya ulaĢamamıĢ bir
hükümetin, Suriye‘nin iç
sorunlarını kendi iç sorunu
sayması ilginçtir. Bunun yanı sıra yabancı ve yandaĢ medya
ekranlarda muhalif yaralıları,
arkadan gelen silah seslerini
ve hükümet binasına yürüyen
on binlerce kiĢiyi
gösteriyorlar; fakat iĢin
aslının böyle olmadığını yerli
medya grupları canlı
yayınlarla bütün dünyaya
göstererek yandaĢ ve yabancı
medyayı yalanlıyorlar. Kilis,
Öncüpınar Sınır Kapısı‘nda çıkan arbedeler sonucu
Suriyeli askerler muhaliflere
ateĢ açıyor ve yandaĢ
medyada sıkılan mermilerin
Türk tarafındaki
konteynırlara isabet ettiği
söyleniyor. ġimdi sorulması
gereken birkaç soru olduğuna
inanıyorum. Öncelikle sınır
ötesinden açılan bir ateĢ nasıl
oluyor da Türkiye topraklarındaki tam
güvenlikli bir konteynır kente
isabet ediyor? Suriye
askerlerinin kullandıkları
silahlar ve bu silahların
menzili belliyken nasıl oluyor
da yapılan konteynır kent bu
mermilerin erim uzaklığına
kuruluyor? Yine bu tehlikeler
göz önünde tutulacak olursa
bahsi geçen konteynır kentin
muhalifler için yapılmıĢ diğer çadır kentler gibi sınırdan
biraz daha içerilere kurulması
SÖZDE ARAP
BAHARI‘NIN SON
AYAĞI SURĠYE
OLARAK
GÖRÜLEBĠLĠR. DIġ
DESTEKLĠ
KUVVETLER,
SURĠYE‘DE ESAD
REJĠMĠNĠ DEVĠRMEK
ĠÇĠN EYLEMLER
YAPIYOR.
SAYFA 21 SAYI 1
Kemal MAġA Fizik Mühendisliği
Bölümü
konusunda anlaĢmıĢlardır.
Böylesi herhangi bir
saldırının ve bunun sonucu
olarak alınan bütün önlemler
derhal Güvenlik Konseyi,
uluslararası barıĢ ve
güvenliği sağlamak ve
korumak için gerekli
önlemleri aldığı zaman, bu
önlemlere son verilecektir.
Yakın tarihimize bakacak
olursak Irak ve Libya‘ya da
bu madde öne sürülerek
girilmiĢti. ġimdi aynı oyun
Suriye üzerinde
oynanmaktadır. ġimdi bu
maddeden yola çıkacak
olursak Türkiye‘nin sorun
yaĢadığı tek sınırı sadece
Suriye sınırı mı diye sormak
yanlıĢ olmaz.1990‘lardan bu
yana Irak sınırından
Türkiye‘ye giriĢ yapan terör
örgütü militanları yıllardır
Türkiye topraklarında katliam
yaptı. Bu hareketler
neticesinde Türkiye kendi
sınırları içerisinde ve sınır
ötesinde sayısız hava ve kara
operasyonu yapmak
mecburiyetinde kaldı. Eğer
konu sınır güvenliğiyse Irak
Sınırı da tehdit aldığımız bir
sınırdır. Neden bu güne kadar
sözde destekçimiz
NATO‘dan Irak Sınırı için
destek istenmedi?
Sonuç olarak ABD
Ortadoğu‘da yeni bir cephe
açmak istemiyor. ABD
sadece Irak SavaĢı‘nda
yaklaĢık 3 trilyon dolar
harcadı, milyonlarca Iraklı ve
on binlerce ABD‘li asker
ve eski kardeĢimiz Suriye‘yle
iliĢkilerimizi düzeltmeli ve
dıĢ güçlerin piyonu olmaktan
artık vazgeçmeliyiz.
Sözlerime Atatürk‘ün Ģu
özdeyiĢiyle son
veriyorum.‖Yabancılardan
insaf ve iyilik dilenmek gibi
bir ilke yoktur. Türk ulusu,
Türk ilinin gelecek çocukları
bunu bir an olsun akıllarından
çıkarmamalıdır.‖
hayatını kaybetti. Gerekçe
kimyasal silahlardı, savaĢ
neticesinde Irak‘ta kimyasal
silah bulunamadı. ABD
Ortadoğu‘daki yeni bir
cephede neler
kaybedeceğinin farkında.
Artık kulvar değiĢtiren ABD
bu savaĢa girmek yerine
taĢeron aramaktadır. Buna en
uygun aday ise hiç kuĢkusuz
Türkiye‘dir. Senaryoya göre
Türkiye Suriye‘ye girecek,
Esad rejimini devirecek,
sonrasında ABD yanlısı bir
hükümet kurulacak, daha
sonra da Türkiye geri
çekilecektir. Suriye‘nin
kaynaklarını iĢletmek için
ABD‘li Ģirketler devreye
girecek bize bu Ģirketlerin
inĢaat, ucuz iĢçilik gibi
iĢlemleri için taĢeronluk
yapmak kalacak.
Türkiye, ABD baĢta olmak
üzere diğer dıĢ güçler
tarafından Suriye bataklığına
çekilmeye çalıĢılıyor ve bu
amacı gerçekleĢtirmek
üzereler. Sözde yandaĢımız
olan NATO ülkeleri böyle bir
savaĢta Ortadoğu‘da daha
fazla kayıp vermemek için bu
savaĢa girmeyeceklerdir.
Ama sözde desteklerini
esirgemeyeceklerdir, çünkü
Suriye‘nin düĢmesi demek
Ortadoğu‘nun kapılarının
sonuna kadar açılması ve
ABD liderliğindeki dıĢ
güçlerin Ortadoğu‘da
hakimiyet sağlaması
demektir. Türkiye bu oyunda
sadece bir piyondur. Kendi
çıkarlarımız için komĢumuz
TÜRKĠYE, ABD
BAġTA OLMAK
ÜZERE DĠĞER DIġ
GÜÇLER
TARAFINDAN
SURĠYE
BATAKLIĞINA
ÇEKĠLMEYE
ÇALIġILIYOR VE BU
AMACI
GERÇEKLEġTĠRMEK
ÜZERELER.
SAYFA 22
“...şimdi sana neler yapıp
yapmayacağımı anlatacağım.
İster evim, ister yurdum, ister
kilisem olsun, inanmadığım
hiçbir şeye hizmet
etmeyeceğim ve kendimi
olabildiği kadar özgür ve
olabildiği kadar bütün olarak
dile getireceğim bir hayat ya
da bir sanat tarzı bulmaya
çalışacağım. Kendimi
savunmak için de
kullanmasını bildiğim tüm
silahları kullanacağım: Ki
onlar; sessizlik, sürgün ve
yahut kurnazlık olsun! ―
Joyce
Entelektüel kelimesi ilk
olarak, Fransa da Alfred
Dreyfus adında Yahudi bir
generalin gayri meĢru olarak
itham edilmesine karĢın,
aralarında Emily Zola,
Mallarmé nin de yer aldığı
bir grup Fransız aydınının bu
vakaya tepkisiz kalmayıp
Fransız hükumeti kararını
yargılamasıyla ve buna
mukabil, Fransız elitleri
tarafından bu aydınlara
yönelik ―ezikler‖
mahiyetinde ―entelektüel‖
adını yakıĢtırmalarıyla
kullanılmaya baĢlamıĢtır.
Lügatte, manuelin -el
iĢleriyle ilgilenen—anlamına
benzer, entelektüel –düĢünce
iĢleriyle ilgilenen- uğraĢ
bulan anlamındadır.
Bulunduğu coğrafyayla
yetinmeyip baĢka toplumlara
da hicret etmiĢ bu kelime için
birçok tarif yapılmasına
karĢılık- ideolojilere göre
değiĢen- net bir anlam
askerlerinin silah kuĢanması
gereken bir ülke de,
Hollywood tehdidine karĢı da
entelektüelleri silah
kuĢanacaktır.
Sağa karĢı düĢünen, sola
karĢı düĢünen, kutsala karĢı
düĢünen, kutsal olmayana
karĢı düĢünen, çoğunluğa,
azınlığa, azınlığın
çoğunluğuna, çoğunluğun
azınlığına değin düĢünecek
olan entelektüellerin sağ ve
sol düĢüncede izafe edildiği
nazariyeler Ģöyledir. Sağ
düĢünce temsilcileri için
entelektüel, ya karıĢıklık
çıkarmaktan hoĢlanan
huysuz, ukala bir deklase;
vekaletnamesi olmayan bir
avukat, Ģarkı söyleyeceğine
bildiriler imzalayan bir
ağustos böceği yahut da
heyecansız, suya sabuna
dokunmayan bir bilgi
uzmanıdır. Napolyon, çağının
en büyük düĢünce adamlarını
ideolog diye küçümsemiĢ,
onları, dalgacı hayalperest,
dünyadan bihaber kimse
olarak nitelendirmiĢtir. Sol
düĢünce için entelektüel ise
kendilerinden olmak Ģartıyla
alkıĢlanmaya layık olup,
ameli saha da görevler
üstlenmiĢ devrimci ve
modern failler olmuĢlardır.
Diyojenliği göze alacak
kadar pervasız çok fazla
aydının hayat bulmuĢ olduğu
Türkiye‘mizde, ne yazık ki,
bu aydınların sözlerine
katlanacak kadar sabırlı ne
halk, ne iktidar ne de AYDIN
ENTELEKTÜEL VE TOPLUMSAL ĠġLEVĠ
içermemektedir.
Entelektüelin, bir filozof mu,
bir katip mi, bir sanatkar mı
ya da bir devrimci mi olup
olmadığı, sosyal bir sınıfının
olup olamayacağı
konularında ciddi fikir
ayrılıkları bulunmaktadır.
Entelektüel en genel
çerçevede; Aklını, bilgisini
ve düĢüncelerini meslek
edinen, yerine göre tavır alan,
sorun üreten, sorunlar çözen
ve en elzem özelliğiyle
nesnel bir eleĢtirmen olarak
sahne de yer almaktadır.
Entelektüel, ayan beyan
çalıĢmalarının, engin
tecessüslerinin neticesinde
aydının bilgi sermayesiyle
yetinmeyip, kendi özgün
düĢüncelerine de mazhar
olabilmiĢ kiĢidir. Kısaca;
aydın, bilen kiĢiyken,
entelektüel daha çok düĢünen
kiĢidir. TeĢbihen, aydın bir
milletin aynası kabul
edilirken, entelektüel
pusulasıdır demek uygundur.
Adımda oturur, dilimden
gelirim, düĢüncelerimden
baĢka vatanım yoktur ve
yalnızca seçmiĢ olduğum
zihniyet ailesinin üyesiyim
diyen bu bağımsız sosyal
sınıfın, en büyük toplumsal
iĢlevi kendi toplumlarını
baĢka toplumlarla
karĢılaĢtırıp ortak bir üst
kültür yaratma ve aktarma
giriĢimleridir. Oldukça kritik
bir yükümlülük arz eden bu
iĢlevde, farz-ı muhal, olası bir
Pentagon tehdidine karĢı
ENTELEKTÜEL EN
GENEL ÇERÇEVEDE;
AKLINI, BĠLGĠSĠNĠ VE DÜġÜNCELERĠNĠ
MESLEK EDĠNEN,
YERĠNE GÖRE TAVIR ALAN, SORUN
ÜRETEN, SORUNLAR ÇÖZEN VE EN ELZEM
ÖZELLĠĞĠYLE NESNEL
BĠR ELEġTĠRMEN OLARAK SAHNE DE
YER ALMAKTADIR.
SAYFA 23 SAYI 1
Sinan KESKĠN Makine Mühendisliği
Bölümü
bir zümre vaki olabilmiĢtir.
Vurgun yemek pahasına da
olsa en derinlere dalmaktan
kaçınmayan ve yalnız kendi
kafasıyla yaĢamayı reva
görmüĢ aydınlarımız ya
kazığa bağlanıp yakılmıĢ, ya
da sürgünlere gönderilmiĢ ve
neticede; boğulmuĢ,
zehirlenmiĢ çeĢitli Ģekillerde
katledilmiĢtir.
Toplumumuzda vücut bulmuĢ
her milliyet ya kendi aydınını
oluĢturmuĢ, A.Gramsci‘nin
tarifiyle kendi organik
entelektüelini (tatlı su
entelektüeli) oluĢturmuĢ ya
da toplumumuzdaki bütün
milliyetleri geçmiĢten
günümüze, sınıf farklarına
göre irdelemiĢ geleneksel
entelektüellerimizi, bayat
düĢüncelerin, ilkel
metaforların ferdasında
marjinalleĢtirmiĢtir. Esasen,
demokratik, modern bir ülke
olma yolunda söz almıĢ
ülkemizin bilhassa bu
günlerde fotokopi
katiplerinden ziyada ekmek,
su kadar geleneksel
entelektüel ihtiyacı
bulunduğu su götürmez bir
gerçektir. Asırlar boyu Ģüphe
götürmez inançlarla kuduz
köpekler gibi saldırdığımız
bu Ģüpheci, muhalif zümreye,
devlet daha politik
yaklaĢmalı ve onları, ― Ģüphe,
inancın kontrol edicisidir‖
felsefesinde koruma altına
almalı ve böylelikle daha
verimli kararlar, politikalar
üretmenin yolunu bulmalıdır.
Kaynakça:
Entelektüel-Edward Said,
Ayrıntı Yayınlar
Cemil Meriç-mağaradakiler,
ĠletiĢim Yayınlar
Mümtazer Türköne-Siyaset,
Lotus Yayınlar
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan-
Ziya Gökalp sosyolojisinin
temel ilkeleri, Ġrfan Yayınlar
Ortaçağda Entelektüeller-
Jacques Le Goff-Mehmet ali
Kılıçbay-Ayrıntı Yayınlar
Aydınların Ġhaneti-Julian
Benda-Doğu-Batı Cem
Soydemir
Entelektüelin Geleceği-Alvin
W. Gouldner-Eti Yayınlar
Michel Foucault-
Entelektüelin siyasi iĢlevi
Ayrıntı Yayınlar
VURGUN YEMEK
PAHASINA DA OLSA EN
DERĠNLERE DALMAKTAN
KAÇINMAYAN VE YALNIZ
KENDĠ KAFASIYLA YAġAMAYI REVA GÖRMÜġ
AYDINLARIMIZ YA
KAZIĞA BAĞLANIP
YAKILMIġ, YA DA
SÜRGÜNLERE
GÖNDERĠLMĠġ VE
NETĠCEDE; BOĞULMUġ,
ZEHĠRLENMĠġ ÇEġĠTLĠ
ġEKĠLLERDE
KATLEDĠLMĠġTĠR.
SAYFA 24
PROMETE
Kalbinde her dakika su ulvi
tahassürün minkar-i âtesini duy, dâima düsün:
Onlar niçin semâda, niçin ben
çukurdayim?
Gülsün neden cihan bana, ben yalniz
aglayim?..
Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne
tatli sey!..
Bir gün su hastalikli vatan
canlanirsa... Ey
müstâk-i feyz u nûr olan âti-i milletin
meçhul elektrikçisi, aktâr-i fikretin
yüklen getir - ne varsa - biraz
meskenet - fiken,
bir parça rûhu, benligi, idrâki
besleyen
esmâr-i bünye-hiyzini; bos durmasin
elin.
Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin
gökten dehâ-yi nari çalan
kahramânını...
Varsin bulunmasin bilecek nâm ü
sânını!..
Tevfik Fikret
BU VATANA NASIL KIYDILAR
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Nazim Hikmet Ran
ġĠĠR MEVZĠSĠ
BU YANGIN YERİNDE
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
"Aldırma" diyor gülerek
"Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak"
Ataol Behramoglu
SAYFA 25 SAYI 1
GAZĠANTEP
ÜNĠVERSĠTESĠ
ATATÜRKÇÜ DÜġÜNCE
TOPLULUĞU
Gaziantep Üniversitesi’nin en fazla etkinlik gerçekleştiren topluluklarından biri olup yıl boyunca
konferanslar, söyleşiler, film gösterimleri, anma
etkinlikleri, geziler, milli bayram kutlamaları, haftalık olağan toplantılar, aydınlanma günleri, çeşitli STK’lar
ve ilköğretim okullarıyla ortak etkinlikler v.b.
gerçekleştirmektedir.
Topluluğumuz haftalık olağan toplantılarını her hafta
Gaziantep Üniversitesi 80. Yıl Öğrenci Kültür
Merkezi Topluluk Odasında gerçekleştirmektedir.
Sizi de aramızda görmekten büyük memnuniyet
duyarız…
Gaziantep Üniversitesi
Atatürkçü Düşünce Topluluğu
Topluluğumuz 1998 yılında kurulmuş olup, 2005 yılından sonra bir yeniden yapılanma sürecine girmiştir
ve bugünkü bağımsız ve faal halini almıştır.
Gaziantep Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük
Nutuk’unun sonunda yer alan Gençliğe Hitabe ile
kendisine vermiş olduğu görev ve sorumlulukları yerine getirmek amacına sahip, Türk Ulusu ve Türkiye
Cumhuriyeti’ni korumak, yaşatmak ve çağdaş
medeniyetler seviyesinin üzerine çıkartmak büyük
ülküsünün takipçisi Gaziantep Üniversitesi’nin Atatürkçü Gençleri’nin birbirlerini tanıması ve
dayanışma halinde bulunması, üyeleri arasında eleştirel
akılcılık ilkesi ve bilgi paylaştıkça çoğalır fikri ile, birlikte çeşitli etkinlikler düzenleyerek Atatürkçü
İdeoloji’yi, Türk Ulusu’nu ve Cumhuriyeti’ni geleceğe
taşıyacak olan tam donanımlı, düşünen, aydın, Atatürkçü Gençler yetiştirmek ve toplumu Atatürkçü İdeoloji
konusunda bilinçlendirmek amaç ve görevlerine sahiptir.
GAZĠANTEP ÜNĠVERSĠTESĠ ATATÜRKÇÜ DÜġÜNCE TOPLULUĞU
facebook.com/gaunadt