100

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalist Sanat Dergisi 15 Aralık 2014 Yıl:9 Sayı:163

Citation preview

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ABDULLAH ORALADİL OKAYADNAN DURMAZARZU KÖKBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELCEYLAN ŞİMŞEK

EMİN KEŞMERERCAN CENGİZGALİP ÖZDEMİRGÜLEFER CAMBAZ SAVRAN HALDUN HAKMANHAMZA İNCEHASİBE AYTENHIZIR İRFAN ÖNDER

MERİÇ AYDIN MUAMMER ERTURANMUHAMMET DEMİRMUSTAFA DEMİRNECMETTİN YALÇINKAYANECİP TIRPANNEDİM ELÇİNİSA LEYLA

OĞUZ ATEŞOĞLUSEMA LALESERKAN ENGİNSİBEL ÖZBUDUNTAN DOĞANTEMEL KURTVİLDAN SEVİL YAŞAR DOĞANALİ ZİYA ÇAMUR

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN

163. MERHABA4

BU SAYININ SAVSÖZÜURSULA K. LE GUİN

5İnsanlıktan Çıkış

ADNAN DURMAZŞİİR

6Şâir derdi

TAN DOĞANŞİİR

9Dem Bu Demdir

BÜLENT AYDINELŞİİR

10“Gidersem Çiçeklerin

Toprağına..."HASİBE AYTEN

ŞİİR13

KaybedişMUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ14

Gecenin ÇıkrığındaALİ ZİYA ÇAMUR

ŞİİR16

Daha AnlamlıNİSA LEYLA

ŞİİR17

Tarih BilinciHALDUN HAKMAN

ŞİİR19

O Yerlerden Biri NECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ20GitNECİP TIRPANŞİİR23KuşEMİN KEŞMERŞİİR24Her Şey Bakireydi Körü KörüneCEYLAN ŞİMŞEKŞİİR25Ustalar ve Özgürlük ŞiiriBEKİR KOÇAK26Post Modernist Şiirler(!) SirkiSERKAN ENGİNELEŞTİRİ27Var mıydı?ARZU KÖK35Ey İnsanYAŞAR DOĞAN / Lolan36Çocuk GelinlerGÜLEFER CAMBAZ SAVRAN ÖYKÜ37BüyüTEMEL KURTŞİİR39OradaydımERCAN CENGİZ40

Boş Ver Be GılgamışMUAMMER ERTURAN

42Ölmez Ağaç”ın Katli

VİLDAN SEVİL RÖPORTAJ

43Mavi Satırlar

BURCU TÜRKERŞİİR

47Ceylan ÖldüSEMA LALE

ŞİİR48

Bir Muhalefet Denemesi ARZU KÖK

DENEME49

Ne Olur KiABDULLAH ORAL

ŞİİR55

Erdal Eren Anısına Saygıyla...ADİL OKAY

ŞİİR56

Maraş Katliamını Unutma!MUSTAFA DEMİR

MAKALE57

Roboski 2 Mayınlı SınırNEDİM ELÇİ

ŞİİR58

Hazanda Aşk Mektupları-3HAMZA İNCE

ŞİİR59

Popüler Kültüre Eleştirel Bakışlar

SİBEL ÖZBUDUNMAKALE

60

Güne ve Sana MERİÇ AYDIN ŞİİR66Gece SorgusuGALİP ÖZDEMİRŞİİR68NiçinHIZIR İRFAN ÖNDERŞİİR69Adliye KabuslarıOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR70Dizelerde “Şiir Ve ŞairA.Z.ÇAMURSEÇKİ71YAŞAM VE SANATTA1 AYIN İZDÜŞÜMÜHABERLER72İçten DilekAGOSTİNHO NETO ÇEVİRİ ŞİİR95Ne Yapsalar YaşıyoruzDENNIS BRUTUS ÇEVİRİ ŞİİR96Verdiğin ZararELLIS AYITEY KOMEYÇEVİRİ ŞİİR97Bir Militanın ŞiiriJORGE REBELOÇEVİRİ ŞİİR98Çev Şair BiyografileriKÜNYE99DüşmanAYHAN KIRDARKONUK ŞİİR100

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 163. MERHABAMerhaba,9. yılımıza girerken yine dolu dolu bir sayıyla karşınızdayız.

Ülke gündeminde ise AKP faşizminin, her türlü gösteriyi terör sayacak yeni yasa tasarılarıpeşinde olması var. Gerek başbakan, gerek huyunu terk etmeyen cumhurbaşkanı kendisanata, kültüre, eğitime vandalist saldırılarını doludizgin sürdürürken, gösteri haklarını kullanmaçabasındaki kitleler «vandalist» olarak tanımlanarak, yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor.

İşçi ölümleri devam ediyor. İşçi direnişler son iki aya damgasına vuran emek olayları oldu.İşçiler, zulüm düzenine karşı hakları için direniyorlar.. Sosyalist harekette de derleniptoparlanma çalışmaları başladı. Dileriz, küçük nedenlerle yine eli boş dönülmez.

Gün geçmiyor ki, adı sol cenahta sayılan, hatta kimi sol etkinliklere de davet edilen bir küçükburjuva sanatçısının devrim idealinde paraya dönmesin. Egemenlere tapınç, kendilerine hakettiklerinden fazla değer verilen küçük burjuva sanatçılar tarafından fazlasıyla benimsenmeyebaşladı. Bu belki soldan sevenlerini üzdüyse de bizim için çok beklenmeyen bir şey de değildi.Bu tür sanatçılar dan çok fazla bir şeyler beklemek de yanlış olurdu.

Devrimci sanatçı kendi maddi çıkarlarından çok hem siyasi hayalleri zenginleştirmeli; hem deözgürlük arzusunu güçlendirmelidir. O'nun sanattaki amacı budur! Onlar; geçimini sağlamakya da hobi olarak yapıt üretme çabasından oldukça uzaktırlar. Onlar; sanatları ve yapıtlarıyladevrimci bir hayat kurmak çabası içindedirler.

Kimileri inkâr etse de, eleştirse de devrimci sanat, sanatın devrimci gücü her zamanmücadelemizin temel ilkesi olacaktır. Elbette sanatın isterlerini, genel ve özel ilkelerini ihmaletmeden. Bizim gerçekliğimiz, devrimci mücadeleye yeni ivmeler kazandırmak, devrimciumudu öne çıkarmaktır. Sanatta yalnızca bilinç, ve yalnızca devrimci duyarlık tek başına yeterlideğildir. Dünyayı, insanca, kardeşçe yaşanacak bir dünya hâline getirmek için savaş vermektir.

Behçet Aysan’ın belirttiği gibi: «Olağanüstü şeyleri yaşamanın gönderine, çok önceleriserüvenciler bayrağı çekmişler. Şiire o gemide yer kalmamıştır. Bir, iki yüzyıldır şiirin bayrağıtoplumsal kavgaların burcunda dalgalanıyor.»

Burjuvazi, gerçeklere gittikçe yabancılaşan bir sanat istiyor. Kapitalizm, sanatçının, şairinekmeğe ekmek, şaraba şarap demesini tehlikeli buluyor. Sanatçı’yı para ve mevki ile satınalarak zombileştiriyor. Zombileşen sanatçı kendisine de sınıfına da düşmanlaşmaya başlıyor.

Biz burjuvazinin yemlerine kaptırmadan kendimizi, zombileşmeden emeğin devrimci mücadelesiiçin yazmaya, çizmeye devam edeceğiz. Derginin başlangıcında aramızda bulunan UysalHimmet arkadaşımızın vurguladığı gibi: HER KAVGA BİR ŞAİR, HER SAİR BİR KAVGABESLEMELİDİR!

EMEĞİN SANATI

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜBence, şu anki yaşayışımızın alternatiflerini görebilen, korkuya kapılmış toplumumuzun vetakıntılı teknolojilerinin içyüzünü varoluşun başka yollarına kadar görebilen ve hattaumut için gerçek dayanaklar hayal edebilen yazarların seslerini isteyeceğimiz zorzamanlar geliyor. Özgürlüğü anımsayabilecek yazarlara ihtiyaç duyacağız. Şairlere,hayalperestlere: Daha büyük bir gerçekliğin gerçekçilerine.

Şu an, bence bir piyasa metasının üretimiyle sanat pratiği arasındaki farkı bilenyazarlara ihtiyacımız var. Şirket kârını ve reklam gelirini maksimize etmek için satışstratejilerine uygun yazılı malzemeler geliştirmek, sorumlu kitap yayıncılığıyla ve yazarlıklapek de aynı şey değil. (Teşekkür ederim alkışlayan cesur kişiler.)

Yine de yazı işleri üzerindeki kontrolün satış birimlerine verildiğini görüyorum; kendiyayıncılarımın, şapşal bir cehalet ve açgözlülük paniğiyle, bir elektronik kitap için halkkütüphanelerinden, müşterilerinden istediklerinin altı, yedi katı para istediklerinigörüyorum. Bir vurguncunun bir yayıncıyı itaatsizliği için cezalandırdığını, yazarlarınşirket fetvalarıyla tehdit edildiğini daha yeni gördük; ve görüyorum ki birçoğumuz,kitapları yazan, kitapları yapan üreticiler, bunu kabul ediyoruz. Meta vurguncularının bizideodoran gibi satmasını ve neyi yayınlayıp neyi yazacağımızı söylemelerini. (Ben de seniseviyorum, canım.)

Kitaplar, biliyorsunuz, sadece meta değildir. Kâr güdüsü, çoğu kez sanatın amaçlarıylaçatışır. Kapitalizm içinde yaşıyoruz. İktidarından kaçılamaz gibi geliyor. Kralların ilahikudreti de öyle geliyordu. Her türlü insan iktidarına insanlar tarafından direnilebilir ve buiktidar değiştirilebilir. Direniş ve değişim çoğu kez sanatta başlar ve daha da çok bizimsanatımızda -sözcüklerin sanatında- başlar.

Uzun, iyi bir kariyerim oldu. Yalnız değildim. Şimdi burada, kariyerimin sonunda, Amerikanedebiyatının satılıp ortada bırakıldığını görmek istemiyorum. Biz hayatını yazarak veyayıncılık yaparak kazananlar, hasıladan hakkımıza düşen payı istiyoruz -bunu talepetmeliyiz. Ama bizim güzel ödülümüzün adı kâr değil. Onun adı özgürlük.

URSULA K. LE GUİN

ABD Ulusal Kitap Ödülleri'nin 2014 "Amerikan Edebiyatı'na Seçkin Katkı Madalyası"nı Ursula K. Leguin, 19 Kasım'da aldı. Aşağıdaki metin, 1929 doğumlu Le Guin'in ödül töreninde yaptığı

konuşma. (http://www.bianet.org/bianet/siyaset/160120-le-guin-direnis-ve-degisim-sanatta-baslar)

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

İNSANLIKTAN ÇIKIŞ / Adnan DURMAZbir alaz göğe inandımbaşakların gecede akan hışırtısına bir deanla beni ayışığıkentler tükürdüm beton ve çelik soluyan akşamlardasöktüm omzuma takılan apoletlerimeczupluk hırkasını yakıştırdım eğnimebir mezar çukuru sayarak yatağımıher gece kendimle ölerek hesaplaştımey çağbütün aşkların taşladı beni

türlü türlü kapısı var şu insan yüzlerininahşap-teneke-çelik -plastiksamimiyet kurt kapmış kuzunun artıklarımermer gülüşlerle hasbıhal etmenin acısını bildimbütün karanlık gecelerdesizin hiç bilmediğiniz bir dildim

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

sadece inlemeler-azap çığlıkları -ölümle yaşam arasındaki o kanlıo korkmuşo ürkek sözleri okudumacısı bataklık insanların alnındaonları dokudum yalnızcaama isyanlaöfkeylehınçlabu yüzden sayın bayımsevişmelerim sayılmayacak kadar azdır ömrümcedışarıda ay olurdu ve bahçemde güller şakırdı çılgıncao zaman ben hep bir ağlayışın vadisinde çıkış arayan mecalsiz yolcu olurdumçoğaldıkça çoğalırdı içimin yırtıkları

kitaplar ve sayfalarca akan düşünceben onların arasında kuru bir otum belkisesim geçmiş kafilelerden kalan ocak külleriyalaka mevkilerhaksız makamlarson model ön model arabalar atlarlimitet komandit anonim evliliklerey çağsanki umurumda gibibütün değerlerin dışladı beni

giderek daha çok benziyorum alıç ağaçlarınatek başına yaşayan kaya kartallarınaeski bir ağlamanın yankısıyım ıssız dere yataklarındabir koyakta yardan ayrı düşene benziyorumbir dağın yamacında pusulananaama isyanlaöfkeylehınçlasanırım insandan başka bir şeyim artıkyağmur gözlü çiçek yüzlü çocuklar bir tarafahiçbir yüz ifadesi tanıdık değilbetondan yontulmuş gülüşruhunu kaybetmiş sözyalnızca binlerce yıl önceden bir adamınkara taşa yonttuğu gül kabartmasıyurtsuz bulut – yoldaş rüzgar -yar yağmurdeli ayaz -gebe çamur…

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Allahın her akşamıduvarlaşmış yüzleriyle evine dönen işçileravurdu yer göçüğü ırgatlargeçinemeyen memurların demir parmaklık takılmış gözleriçiğnenerek-sancıyarak-acıyarak sürüklenensayısız köleinsanlıktan ötelerde bir yerde yaşıyorum sanarakkörelten karanlıkta soluk alan bir bedenher soluk öle öle

bu yüzen sayın bayımartık yırttım reçetelerinimutluluğa –insanlığa –adalete yazılanderisi kavlamış göksırtı yağır yerarasına sığmayan öfke ve kedertükürmüşüm suratına sizin aşklarınızıntartılı dostluklarınızın mostluklarınızınvarsın bir kuru yaprak ömrümdüştüğü yerde kalsınhiç kimse ardımdan üzülüp ağlamasın

yüreğimi en eski devrimcinin kayrağında biledimne ömrün kısalığı – ne yarsiz kalmakçok insandan çok şey katar hayata bir çalıbu soytarılar panayırı- şaklabanlar curcunasısu yerine içilen insan kanıtükürmüşüm bütün putlarına-değerlerine-ey çağkatlettiğin kim varsa yandaşımbütün düşmanların yoldaşım olsunvarsın o büyük umut bizden de sonraya kalsın

doğuştan cürümlü aşıktımta başından çobanın o yaralı kavalıyara yara akıp giden bir yanık bozlakkanadı kırık turnaboynu vuruk gül dalıkorunaksız hedef kadar açıktımiyi ki taşladın beniiyi ki dışladıney kanlı çağiyi ki ben senin insanın olmaktan çıktım

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ihsan üren’in anısına

her yol bir yük yüreğeher bulut bir hüzün gün içre

âh tozu dumana katan hayatsenin derdin ne

ey uçan kuş açan çiçekhep siz konuşun

yoksa düşecek dünya ‘zaman’dan

âh aklı havada insansenin zulmün kime

ey bilge gece gizli gölgehep siz anlatın

yoksa geçecek iş işten

her söz bir dert ömreher şi’r bin acı şâire

tan doğan

şâir derdi

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

DEM BU DEMDİR DEM BU DEMDİR DEM BU DEM / Bülent AYDINEL

Yorgun bahçelerden geçtimKıpkırmızı demetlerdenEski tespih taşlarıyla gezdim avlulardaTellerden ve duvarlardan ağrılı düşler devşirdimGözlerim yandı ay ışığındanKanyonlardan düştümSerin sokaklar aradımKurulmamış saatlerMeçhul yalnızlıklara adadım ömrümüÇok direndim kendimeKendimle çok direndimÇöllere sığmaz bir gezgindim

Sen o zaman güle gül diyordun

Sonra görülmüştür oldu mektuplarUfuk çizgisinin rengi değiştiSabırlı coğrafyalar gibiKorkunç adımlarıyla sırılsıklam yağmurlar gezdiSaza tel yetmez oldu manşete düşSeyircisiz bir devri tamamladık kan revan

Sen o zaman slogana slogan diyordun

Tebessümü yazdıkTevazuyu es geçmedenNe kantarlarla tartıldı biriktirdiklerimizTopu topu on beş yıldır tanışıyordukHalk hikayelerinden sızdığımızı söyledilerCeplerimizde yarin saçları

Sen o zaman şiire şiir diyordun

Mavi ıhlamurların altındanMasum çağlayanlar akardıKurumuş dudaklarımızı ıslatırdıkÇıplak ayaklarımız donardıSabahı beklemek zelzeleydiDostlar geceye sözler söylerdiGece onları not defterine yazardıSabaha karşı hep beraber okurduk

Sen o zaman yarına yarın diyordun

Çok kırlangıç çok çatak çok yolcu çok cehennemÇehresi belirgin bir karanfil serüvenNe zaman büyüdüler ne zaman serpildilerDün çiçeğe durmaya daha çok var diyenlerÇok eylül çok akşam çok bilmece çok dikenTarihle yıkanıp yarın kuşanıp gelenBir masalın dibinde oturup konuştularNe sorduysak hepsini teker teker bildiler

Sen o zaman Zülfikara Zülfikar diyordun

Şu dağların yamacındaBir gülüm kaldı ucundaSana bir selam gönderdimSaçları dar ağacında

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Yıldızlar akardı mahçup suratlarından şarkılarınBudanmış dallar gibi kuru ve kırılgan kalırdı ayak seslerimizMatem ritminde göz yaşı mülkiyetinde çağrılmamıştı henüzFidanı dikerken buluttan diledikleriniz

Sen o zaman hasata hasat diyordun

GelinciklerSırat KöprüsüMukavim bir savaşçıDeli taylarla gezen yılkı kaçkını bir davacıMeşru müdafaadan hükümlü gayr-i meşru yasalarSahilde deniz atları ormanda yarasalarDalgalar vururdu ağaç diplerine kadarTanıdık bir yüz bile görmedik bölüp ekmeğimizi verelimYürüdük öyle yorgunUzun yollara düşmüş uzun sakallar gibiYeni bir efsaneye ilk kez bakanlar gibiÜç telli sazın ritminde üç kez çakanlar gibiSuçumuza müebbet istedilerÇarmıhta cadı yakanlar gibi

Sen o zaman kitaba kitap diyordun

Yok içinde var bizdeydiNamus ile ar bizdeydiYarin kara gözü diyenCümle kitaplar bizdeydi

Küfrü telmih ile zamana sığdırır onlarAnlamazsın gayrının sen olduğunuAyraç içinde kalır kadınlarFotoğrafların şaire benzediğiniElektrik kesilince anlatırlarEllerin sana benzemeyen bir sureti ezberlerkenÜzümden ve lal esmer sohbetlerden düşmek için erken

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Sen o zaman cümbüşe cümbüş diyordun

Bir ömre kaç cehennem sığar oğulDiyordu annemBir şiir kaç kere tutuşturulursa diyordum benVaroşların rutubet kokan matemlerinden artmak içinLaciverdi bin tonuyla yaşarken gecemYeni bir kitabın kapağını açar gibiDem bu demdir dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Sen o zaman isyana isyan diyordun

Aşktan gayri özüm yokSevdalıya sözüm yokBen yari yarde sevdimBaşkasında gözüm yok

Öyle bir sevdayla koyulduk yolaAy ışığı senin saçlarından doğuyorduKöhne bir köşede ilk sevinç son nefreti kovuyorduKakülün gamzeyi buluşu gibiZeybeğin heybetle duruşu gibiBeş parmağın kenet oluşu gibiSay ki canımdan can doğuyordu

Söyle şimdiNe diyordun o zaman

BÜLENT AYDINEL

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

“GİDERSEM ÇİÇEKLERİN TOPRAĞINAKÖK SUYU OLUR BEDENİM” [*]

kanser tanısıyla kafatasımı açtılaronlarca kitabı dolduracak şiirin ışığındaşaşırıp kaldı doktorlar

böyle mi dedin usulcaşiirlerin anasıyüreğimin yongası

en son ben gördüm senidokundum öptüm o ipeksi yüzünükar beyazını giyinmiştinoysa çiçekli baharları severdinipek böceğiydin kozasında uyuyanüşümüştün ısınır mıydın uyanır mıydınşiirler okusam türküler yaksam sarılsam

sayrıydın özledim seni dedim“görüşmemiz de anı olacak” dedinen son ben gördüm senidokundum öptüm o ipeksi yüzünüışık hızıyla kayarken zaman

bu şiir anı olmayacakher okunuşunda ikimizi de yaşatacak

HASİBE AYTEN

[*] Özel Arabul

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

KAYBEDİŞ / Muhammet DEMİR1

Onca yıl sonra bugün gelip dayandığım nokta tam bir kaybediş benim için. Kaybettim.Evet, bu hayat kavgasını kaybettim. Evet, yenildim bunu kabul ediyorum. Evet, kabulediyorum tamamıyla kendi bencil duygu ve hatalarım yüzünden bu duruma düştüm.Ama artık hiçbir çarem kalmadı. Kaçış yok. Daha doğrusu kaçacak yer yok. Tam bir şahve mat hali benimkisi. Satrancı çok iyi bilirdim hâlbuki. Bu güne kadar dayenilmemiştim. Elbette beraberliklerim olmuştu, sıklıkla galibiyetlerim de. Gerçi uzunsüredir galibiyet yüzü görmedim ama. Hep pat durumları yaşıyordum. Bunun böyleolacağı belliydi. Ve yenildim. Pes diyorum, artık pes! Bu oyun benim için son oyun oldu.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Bir daha o satranç tahtasının önüne oturmayacağım. Daha doğrusu oturamayacağım.Çünkü hayat kavgasından ebediyen uzaklaşıyorum. Hoşça kalın dostlarım. İyi biroyuncu olamadım. Özür dilemek gerekiyorsa. Özür dilerim...

2

Ama söyleyeceklerim var bu hayat kavgasını ebediyen terk etmeden önce. Çünkü bunahakkım var. Elbette sizlerin de söz hakkınız olacak. Belki bunu bana ileteceksiniz ama.Ne bileyim sizleri duyup duyamayacağım meçhul. Anlamlandıramıyorum açıkçası.Anlamlandırmak isterim elbette. Yoksa bunca yıllık yaşam deneyimimin ne önemi kalırdıki. Ki bunu anlamlandıramamamın izi sizde çok derin olacaktır. Tabidir ki ben bunu sanaduyumsatırken yine kendimi referans alıyorum. Her zaman olduğu gibi...

3

Bugün bir kez daha dolaştım o sokaklarda. Yine aynı heyecanları duydum. Bir telefonlauyandım. Telefondaki o dost sesi. Beni önemseyen. O ses senin sesin. Ne kadar datanıdıktı. Ben evet o sesle tekrar uyandım. Kaybetmiştim elbette ama. Ama o seninsesin bana tekrar hatırlattı. Evet, hatırlattı yeniden. Aslında ben kaybetmemiştim ki.Kaybettiğimi bir an duyumsamıştım sadece. İyiki varsın. İyi ki varsınız. Dostlarımla varoluyorum hep. Hep o derin çukurlardan sizin çabanızla çıkıyorum. Evet, ben bugün tümeski dostlarımla teker teker bir araya geldim. Tek tek dertleştim. Tek tek dertleştik. Eskianılar canlandı. Neden o kadar uzaklaşmışız ki birbirimizden. Neden aramıza mesafelerkoymuşuz ki.

MUHAMMET DEMİR

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

DAHA ANLAMLI

yağmur ve akasya kokulu bir çocuk kalbibesliyorum, tanrıyla güzel şiirler yazmak için. öteleyemiyor aristo zaman’ıbir dağa kurban yaşadımaşklarımdan birini, kör oldum babaydı bana...

ne çok sebep gözlerde mayın patlamasına…

bir sevdaya boyun büküp, sıkıştırmak karanlığa serin kanlı yazlık bir sinemada yuvarlanırken bilyeler ıskalayabilirdi tanrı çocuklarla beslenmiş sevgilimi

Sayfa 17

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ne çok sebep saatlerin yara almasına

sonsuzluğun gelgitinde yağmurlu güzellemeler yapabilirdi, hayata yaslanan dirseklerinmürekkebi kurumamış penceremdengece yarısı damlarken üzerime.

ne çok sebep sevmeye örülü kalbi dokuma bilmeden

yemek aralarına sıkışmış öksüz dizeler gibi annemmişçesine babammışçasına ve azadedilmeyi bekleyen bir mahkummuşçasına baktım nerval kokulu sevgilimededim ki:

aynı boşluğun paydalarında yarattığın şutebessüm öksüzü kullarına duygu besiciliği yaparken hüzünlü kağıtlar sevgilim! beni düğümümde boğacak çileyledaha anlamlı şiirler örebilirdin

NİSA LEYLA

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

GECENİN ÇIKRIĞINDA

Kanlı çığlıklarda gün Demirliyor yaşamaya Sıcacık sessizlikteGüneşe tutkunları. Kuş maviliğinde Yüreklerden fışkırıyor ışıklı bahar, Filiz veriyor dudaklarından, Öpüşler sarıyor geceyi...

Ay, mavi dağlarca Düş suskunu bulutlara mahpus. Kar, kıvrılıyor Evrenin ince kıvrımlarına, Ateşli güllerin Alıyoruz kokusunu yıldızlardan. Gök dalında Gözlerimiz ışkın salıyor aşklara, Başlıyor ışık serenatındaÖzlemler resmigeçidi.

ALİ ZİYA ÇAMURFOTOĞRAF: ADNAN DURMAZ

Art arda akan seslerin izlerini Boşaltıyor bir çıkrık ağırdan Gecenin gizlerine.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

TARİH BİLİNCİspartaküsün kanıyla yıkanmış bir ağacın üstündekara bir karga gördüm rüyamda, hayırdır demedimuğura da saymadım, rüyalarıma hiç inanmadım...

hoş öyle çok rüya da görmedim hayatımdabu hayra yorumlanmazmış (!); olsun, deyip geçtim...

düşündüğüm tek şey şu oldu yalnızca:

köle ayaklanması deyince aklımıza gelen spartaküsroma tarihinden bir parça, oysa öyle çok köleci toplumöyle çok köle ayaklanması var ki...

tarih yazıldığı gibi mi okunuyor diye- bir daha düşündüm...tarih okunduğu gibi mi aktarılıyor yoksa benim tarafımdan da ?

HALDUN HAKMAN

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

O YERLERDEN BİRİ / Necmettin YALÇINKAYA

Adam elindeki çubukla camı tıklatıp bağırıyordu: “İçeriye buyurun beyler, yeni kızlarımızgeldi” Dışarıda, kapı önünde birikmiş erkekler topluluğu. Aç gözler, aç bedenler,yutkunmalar, iç geçirmeler, şapırtılar… Her kafadan çıkan anlaşılmaz sesler… Ve ürkmüşarıların uğultularını andıran sesler…

Genç bir erkek kalabalığı yarıp içeri girdi. Hemen arkasında bir başkası onu izledi.Birlikte içeriyi izlemeye başladılar. İlk gelen –takım elbiseli- yanındakine, “Sarışın nasılama?” dedi ağzını şapırdatarak. Ötekisi; “Bilmem!” dedi. “Ben sarışınlardanhoşlanmam… Ama sarışının önünde oturan esmeri soruyorsan, o zaman iş başkalaşır.Esmer afat, huri” Delikanlı, bakışlarıyla tahta merdivenin basamaklarına hoyratçayayılmış, olmadık hareketler yapan, yirmi-yirmi beşinde esmer, uzun saçlı bir kadınıişaret ediyordu. Esmer kadının hemen arkasındaki sarışının ise yalnızca üstügözüküyordu. Ha bire sırıtıyor, etrafına ve dışarıdakilere gülücükler dağıtıyordu.“Gelsenize canım” diye seksi davetler gönderiyordu. Pembe kombinezonunu, sutyeniniyarıya indirmiş, meme uçları gözüküyordu. Avını yakalamak için oltaya taktığı bir yemdiaslında bu yaptığı. Önündeki esmeri dürtüklüyor, kulağına bir şeyler fısıldıyor, ikisibirlikte şuh kahkahalar atıyorlardı. İkisinin de sedefi andıran dişleri parıl parıldı.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

İki genç aynı anda kapının camını tıklattı. Sabırları tükenmek üzereydi. İçeri girmekistiyorlardı. Adam sürgüsünü açtı, kapı düşecekmiş gibi açıldı, içeriden dışarıya ağdalı,arabesk bir müzikle, kızıl, loş bir ışık yayıldı. Işık pervaneleri kendine doğru çeken birkandilden farksızdı. Tahta merdivenin basamaklarına yayılmış kadınların şehvetli bakışları,ağlamaklı isterik gülüşleri, kendini beğendirmeye çalışan akıl almaz davranışları ve dekanepelere kaykılmış sıra bekleyen erkekler… Pezevengin kulakları tırmalayan bağırışları:“Buyurun beyler, içeri buyurun” Takım elbiseli bir genç, başıyla sarışını selamladı. Sarışınhafifçe gülümsedi. Dolgun dudaklarının yumuşak hatları arasında sedefi andıran dişleribir an ışıldadı, sonra bir şimşek gibi çakıp yok oldu. Oturduğu yerden merdiveninkorkuluğuna tutunarak kalkarken, “On yedi numaraya çık” diye fısıldadı. Öteki genç erkekhızlı davranmış, esmerin yanına çoktan varmıştı bile. İki genç erkek ikinci kata çıktılar.Önlerinde dar bir koridor, koridorun sağında ve solunda odalar sıralanıyordu. Yeni boyalıkapılar ışıl ışıl parlıyordu. Sarışın genç erkeğini çekerek odasına soktu. Esmer kadın dasarışına öykündü… Sarışın, “Soyun kocacığım” dedi. Kendi de soyunmaya başladı.Üzerindeki kombinezonundan usta bir hareketle kurtuldu, ardından sutyenini çıkardı.Göğüsleri bir heykel gibi tüm görkemiyle ortaya çıkmıştı. Ardından kendini sırtüstükaryolaya attı. “Hadi gel kocacığım” diye şehvetle fısıldadı. Bir süre sonra karyoladandoğrulup indi. Elinde bez bir peçeteyle apış arasını tutuyordu. Boşta olan eliyle komodininüzerinde “hak ettiği” ücretini aldı, avucuna sıkıştırdı. Gidecek gibi yaptı ama gitmedi.Geriye döndü, giyinmekte olan erkeğinin yanağına usulca bir öpücük kondurdu.“Beklerim, yine gel” deyip banyoya yöneldi. Muslukta hızla akan suyun sesi duyuldu.

Genç erkek sarışının arkasından bakakaldı. Düşüncelere daldı, kimdi bu sarışın, nedenböylesi bir yaşamı seçmişti? Neden bedenini para karşılığında erkeklere sunuyordu?Gençti, üstelik bir film aktrisi kadar da güzeldi… Pekâlâ evlenebilir, iyi bir yuva kurabilirdi.Sevecendi, iyi bir anne olabilirdi. Ama o hiç birini yapmamıştı. Belki de birileri engelolmuştu. Kim bilir? Belki de bu hayatı kendisi seçmişti. Kafasında yanıt arayan onlarcasoru vardı. Az evvel kadınla birlikte olduğu için pişmanlık duymaya başladı. Hattayaptığından utanıyordu. Dalmıştı. Sarışının odaya geri döndüğünü fark edemedi bile.Kadın onu dürtüp de kendine getirmeseydi, o, hâlâ derin düşüncelere dalmış olacaktı.“Kusuruma bakmayın” dedi pişmanlıkla, “dalmışım.”

Basamakları yavaş yavaş inerken düşünceleri hâlâ sarışındaydı. Şimdi gençti, güzeldi,müşterisi çoktu. Güzelliği, gençliği en büyük sermayesi olabilirdi ama yine de bir sorunvardı. Güzellik kavramı göreceli bir kavramdı. Sonunda kaçınılmaz olarak yaşlanacaktı.Canlılara has bir olaydı bu. Yaşlılık; bir noktada yok olmaya işaretti. O zaman sarışının haline olacaktı! Bunu bilemiyordu ama bilmek istiyordu. Kapıdaki kalabalığı yararak dışarıyaçıktı. Yağmur yağıyordu. Yüzüne çarpan yağmur damlalarının farkında bile değildi. Onunaklı sarışındaydı. Yalnızca onu düşünüyordu. Yaşantısını yarı-açık cezaevi koşullarınabenzetti. Ömrü, gençliği, güzelliği ve onuru yavaş yavaş yok oluyordu. İçinden etlerinisatan, hayat kadınlarına acıma ve yardımcı olma hissi doğdu. Hayıflandı, ‘’ismini bilesormadım’’ dedi. Gerçi sorsaydı da doğru bir yanıt almayacağını biliyordu. Kimin kimsenvar mıdır? Diyememişti. Hayat kadınlarının “Anaları” vardı hep, bunu iyi biliyordu. Ama bu

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ana başkaydı. “Kızları erkeklere para karşılığı satan markacı analar… Ahlaksız, kokuşmuşve yere batasıca analar. Kızlarının etinden servet yapan analar ve kızlarına vesika verendevlet baba.”

İkisine de ağız dolusu küfür etti. “Hay ben böyle ananın ve babanın…” Bir yandan dakendini, genelevlerin gerekliliğine inandırmaya çalıştı. Ama ikna olmamış, bir çıkar yolbulamamıştı. Neden bugün böyle duygusal olduğuna bir türlü anlam veremedi.

Genelevden çıktı, eliyle yüzünü kapayarak otobüs durağına kadar yürüdü. Ayakkabısınınsivri ucuyla sağa sola tekmeler savurmaya, ağza alınmadık, yakası açılmadık küfürlerietmeye başladı. Durağa, tahta banka varıp oturdu. Otobüsü beklemeye koyuldu. İlk ozaman ıslandığını fark etti. Acı acı güldü. Önünde sarışın kadının yüzü belirdi birden.Gözlerini ovuşturken gerçek sandı bir an. Tekrar beliren güneş, sırtını ısıtıp asfalttaışımaya başladı. Gelip geçen araçlar, yolda biriken suyu etrafa saçıyordu.. Onlar daküfürden nasibini aldı. Küfretmediği tek şey kalmadı. Yerdeki gölgesine bakıp konuşmayabaşladı. “Bu sarışın kadın ve binlercesi toplumun gözünde birer yosma değiller miydi?”diye sordu. “Evet, evet öyleler” der gibi hareket etti gölgesi. “Böylelerini toplumun katıAhlak Kuralları kabul etmez ve onları toplum dışına iter. Sen ne dersin? Benimle aynıfikirde misin? Belki ‘senin de onlardan bir farkın yok’ diyeceksin. Haklısın. Ben bile buzavallılar üzerinde cinsel açlığımı tatmin etmekle yetindim. Hâlbuki onlar da benim gibiinsan! İnsanca yaşamalılar, hayvanca değil. Tabii ki hayvanlar da iyi yaşamalı. Yoksabunlar analarının rahmindeyken mi oruspu olarak seçilmişlerdi? Yoksa yazgıları gereği miböyle olmuşlar? Yoksa bunlar erkeklerin cinsel açlıklarını gidermek için mi özel olarak mıseçilmişlerdi?” Bu kadınların ve kadınsı erkeklerin bu yola başvurmalarında bir nedenaranmalıydı. Sosyo-ekonomik gibi nedenler mesela. Nasıl çözülecekti ama bilemiyordu.Fuhşa ve oruspuluğa zorla itilen bu insanlar topluma yeniden nasıl kazanılırdı, bu konudahiçbir fikri yoktu. Bu konuda yetkin de değildi. Gölgesinin üzerine eğilerek, “Bunlarayaşama yeniden aday olma şansı verilmeli değil mi?” diye sordu. Hafif bir yel esti, otobüsdurağının yanı başındaki ağaçtaki yapraklar hışırdadı, yerdeki birikmiş suyun yüzü kırışkırış oldu.

Otobüsü beklemekten vazgeçti, oturduğu banktan kalkarak yürümeye başladı. Yağmurhâlâ çiseliyordu Başı önünde dalgın dalgın yürüyordu. Aklında onlarca soru vardı. Kadınolmak yalnızca cinselliğin sömürülmesi mi demekti? Çocuk yapma fabrikası mı yoksamutfağa köle olmak mı demekti? Yanıt aramadı yalnızca annesini düşündü. Özgür değildiannesi. İçi acıdı, yüreği burkuldu. “Yoksa çıldırıyor muyum ne!” diye korkmaya başlamıştı.“İnsanlar iyi yaşamalı” diyordu ama nasıl bir yaşam biçimi olmalıydı, bu konuda yeterincebir bilgisi yoktu. Yaşamak yalnızca nefes almak, yemek, içmekse eğer onlar da yaşıyorlardemekti. Etlerine karşılık kazandıkları para ile yiyip içiyor ve nefes alıyorlardı. Ama yaahlak kuramları, kişilikleri, üretkenlikleri, yaşadıkları psikolojik çöküntüleri, ya o kadınlarne düşünüyordu, bu konulara dair bir fikirleri var mıydı, onu da bilemiyordu. Kuşatılmışlıkher yanını sarmıştı. Kendi de özgür değildi. Şimdi bunu daha iyi anlıyordu. Geriyedönmek, sarışın kadına gidip ona her şeyi anlatmak geçti içinden. Anında da vazgeçti.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

“Şöyle demeliyim” diye geçirdi aklından. Gırtlağını temizledi. “Kendi yazgınızı kendinizbelirlemelisiniz! Yeni bir dünyanın var olduğunu, gerekirse birlikte yapabiliriz”diyecekti. Kabul görür müydü fikri bilemiyordu ama mutlaka deneyecekti. Sarışınkadın gibi olan binlerce kadının dört duvar içinde eriyip gitmelerine gönlü bir türlü razıolmuyordu. Yürüyordu… Tek destekçisi gölgesiydi. Düşüncelerini paylaştığı tek dostu!Adımlarını hızlandırdı. Düşüncesinin doğruluğuna kendisini öyle kaptırmıştı ki,gündüzün ortasında serap gördüğünü sandı. Her adımı binlerce adıma dönüşüyorduadeta. Kendisiyle yürüyen, kendisiyle konuşan binlerce gölge… Sarışınlara, esmerlere,kumrallara karışan binlerce gölge… Adım başı büyüyor, yayılıyorlardı. Tıpkı suya atılanbir taşın suda çıkardığı halkalar gibi kat kat…

NECMETTİN YALÇINKAYA

GİTVakit varken gitEşkıya gelmedenGece inmeden git.Sular durulmadanYürek demlenmeden git.Ay asılmadan geceyeYakamozlar sevişmeden önce git.Almadan bohçanıToplamadan kendini,Yaşamın kestiğiYırtığını dikDik kiDökülmesin ayak izlerin.Yaktığın geminin son neferiyim,Peşine düşerim...

NECİP TIRPAN

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

KUŞHer sabah uyanıncaBir kuş olsam diyorumGökyüzü uçsuz bucaksızÇekip giderim işime gelmezseUzun bir yolculuğa çıkarım anasını satayımGit gönlünün dilediği yere

Bir kuş olsam diyorumSanki bütün gökler bana verilmişAvcıların acımasızları avdan vazgeçmişBütün fırtınalardan azadeSınır mınır hak getireUç be oğlum uçabildiğin memleketlere

Bir kuş olsam diyorumŞöyle süzülüşü yaman, sıcak renklerle bezeliYani leşlere dadanmamış bir kuşEn yükseklere çık bir martı gibiSevdiğinin hayaliyle tutuş

Uyanıp uyanıp aradaDalıyorum kapkaranlık uykuyaBakıyorum ki mevsimlerden yine güzHiç olmazsa bir telli turna olayım derkenOluyorum koca kafa bir öküzÜzülmüyorum amaÇeşit çeşit kuş tünüyor sırtımaSağ olsunlar, bitliyorlar avutuyorlar beniArada aşka gelince biriPatlatıyor müjdeyi:Aldırma diyor aldırmaSağ çıkacaksın sabahaKeyfine bak bir süreKurbana çok var daha

EMİN KEŞMER

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

HER ŞEY BAKİREYDİ KÖRÜ KÖRÜNE

CEYLAN ŞİMŞEK

Duymadım sesini, Dokundum dedinse de tenime. Ama ruhumu soydun hissediyorum, Nasıl yuvarlandım, düştüm önüne. Mülkün bildin beni, Gizledim sandığın hazineHep korkumdu, Kaygımdı, Hep yalan söyledim sana Yaşadığım adın üzerine. Her şey bakireydi körü körüne.

Seni gördüğüm zaman Neden boyanırım kara renge? Gelecek geçmiyor söyleşimden. Kaç zamandır Göz atmam mı gerekiyor tarihime? Yolun neresindeyim, Sorgulanan ben miyim yüzde yüz Taptığım dogmaların üzerine? Her şey bakireydi körü körüne.

Dilin yok dedim Dilimden ötürü. Soluğumu tuttum, Söylettin türkünü. Yaşarken, Cehenneminde unutuldum. Anlamak istemekten yoksul zihin, Kurgulu gücün geleneğine yılgın, Soğuk su içirir bana ateşimde. Her şey bakireydi körü körüne.

Zamanın gölgesi sinsi uykuda, Gerçek zaman, çoktan çıkmıştı yola.

Uyutmanın hüneri, niyetinde şeytanî. Karanlık bir çağ yolcusu düştü önüme,

Sıkılmadan benim dilimle, Çözer çeyizimi sırtımda,

Sürer geleceğimi pazara. Her şey bakireydi körü körüne.

Bir gün, o, bir gün Döllenir gerçeğin sesi.

Düşer suskunluğun bedenine, Açılır ufkumda gizdesi. Sürgün verir belleğine

Beklenen olgunluğun bizdesi.

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

USTALAR VE ÖZGÜRLÜK ŞİİRİferhat penceresinden girdi hayatıma şiiraşkın penceresindentatlı dilli Karacaoğlan'lakorkusuzca akıp geldikoç köroğlu'yla çamlıbel'dengözlerimi kapadıkça alçaldı dağlarvur kıra bindi ortamsevgilinin elinden tutacakken tamaçıldı perdesona erdi rüyalar

gel zaman git zamanhoşlandım ''garip akımı'' ndanözgürlüğüne hayran oldum orhan veli'ninaynalı cımbızlı umarsızlara takazaçekmeden sözcükleri nazayazdı okuttu ya cahit sıtkı

kazıdı otuz beşi belleğimizeömrün yarısıydı değildi derkenuzaktan uzağa nazım usta gülerkenmüdavimi zindanlarınçağın hep ilerisinde usuişçi sınıfı savunucusu''Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı ''ylakorkusuzca düzenleri sil baştanteslim etmesi emeğerüzgarların fırtınaya dönüşüptarladan fabrikaya esmesiçoğaldı meydan meydanemeğin sesizincirleri kırdıkhaykırdıkböyle başladık biz deözgürlük türküsü söylemeye

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Post modernist şiirler(!) SirkiSerkan ENGİN

Edebiyat dergilerine ve şiir yıllıklarına göz attığınızda, başat olan anlayışın hâlihazırda post-modernist şiir anlayışı olduğunu görürsünüz. Uzun yıllardır ülkemizin şiir düzleminde ağırlığıolan bu poetik anlayışı, daha önce “Post-modernist Şiir(!)’deki Sefaletin Çözümlenmesi/ EkinSanat Aralık 2005/ Berfin Bahar Ocak 2006 / YKY 2006 Şiir Yıllığı/ Kıyı Yaz 2007/ KaralamaSayı 2 2007/ Sert Sessiz Haziran 2008” adlı yazımda, ayrıntılı bir şekilde çözümlemiştim. Ne varki, o yazının en büyük eksiği, post-modernist şiir tanımına giren örneklerin yazıya alınmaması,böylece eleştirilen şiir anlayışının örneklerle somutlanmamış olmasıydı. Bu yazıda örneklerlebirlikte, post-modernist şiir anlayışının yapısı somutlanarak okura sergilenecektir.

Post-modernist şiir, şiirde anlamı ve anlak’ı hiçleyerek, şiiri sadece sözcük ve harf oyunlarınaindirgeyen ve şair öznenin bilinçaltını dışavurumundan öteye geçmeyen şiir türüdür. Eklektikolarak sürrealizm, dadaizm, letrizm gibi akımların etkilerini içinde barındıran post-modernist şiir,öteki’lerle empati kurmayı ve bunu yansıtmayı önemsemeyen ve dolayısıyla da okur tarafından

Sayfa 21 Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

özdeşlik kurul(a)mayan, hayatın şair öznenin bilincinden dönüştürülerek yansıtılmadığı, ancakşairin içsel bunalımlarının dışavurumundan öteye geçmeyen bencil ve şımarık bir metinseloyundur. Bu şiirlerdeki insan, sadece bir plastik malzemedir. Yaşayan, umutları, kaygıları,dertleri, sevinçleri olan insan yoktur bu şiirlerde. Sadece şair öznenin kendisi ağırlıkmerkezidir, sadece kendi yarasını yansıtmak kaygısındadır, sadece kendisi anlamlı ve önemlidirçünkü kendisi için. Temel çelişki ise, bunca bencilliğin içinde şiirlerini “okunmak” üzereyayımlamalarıdır. Okuru umursamayan bir şiir anlayışında yazanların, “okunmak” talebiyle,yazdıklarını matbu ya da sanal ortamda paylaşması, dergilerde ya da kitap halinde yayımlamasıise, kendileriyle çelişkiye düşmelerine neden olan gülünç bir durumdur.

Son yıllarda kimi dergilerin ağırlık merkezini oluşturduğu “görsel şiir” anlayışı da, gene insanımerkez almayan, okur tarafından özdeşlik kurulmasını önemsemeyen, şiirden anlam’ı veanlak’ı dışlayan yapısıyla, post-modernist şiir algısına dâhildir. Ne var ki, harfkombinasyonlarının ve şekillerin, sadece bilgisayar aracılığıyla üretilmesi üzerine kurulu, aslentipografik bir oyun olan bu şiir(!) anlayışı, temelde, şair özne tarafından üretilmiş yazılı metninokur tarafından metin üzerinden okunması paradigması üzerine kurulu şair-şiir-okur ilişkisinindışında olduğu, şiirden çok görsel sanatların ilgi alanında değerlendirilmesi gerektiği, nesnelgerçekliğin hayattan yansıtılması ile okur tarafından empati ve özdeşlik kurulabilecek yazınsalürünler olmaktan çok uzak oldukları, ancak geçici bir moda olmaktan öte varlıklarınısürdüremeyecekleri çok aşikar olduğundan dolayı, kanımca üzerinde çok fazla durulmasıgereken bir yapılanma olmamaktadır. “Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz de bokyiyin!” diyen Ahmet Güntan’a ise (Ahmet Güntan, İlk Kan/ YKY, Şiir, 1. askı/ Sayfa 87/88)“sarı kızın tezeğini avuç avuç yemesini” öneriyorum ben de. Gerçi kendisi yemese de tarih, osomut şiir(!)lerini edebiyat tarihinin çöplüğüne atarak, çok sevdiği “boku” kendisine er geçyedirecek zaten. Çünkü okurun empati ya da özdeşlik kuramadığı/kuramayacağı, okurunalımlamasını önemseyemen, sadece şair öznenin şımarıkça, bencilce bilinçaltını dışavurmayaçalıştığı çalışmalar, daha baştan ölü doğar ve ancak şair öznenin bağlaşıkları aracılığıyla şiircamiasında geçici olarak kendine yer bulur, ama okurun bilincine ve kalbine iki dize dahiçakamayacakları için sanat tarihinin çöplüğünde yerlerini alırlar er geç.

Şiir okurunun mumla arandığı coğrafyamızda, var olan az sayıdaki şiir okurunu da şiirdensoğutan post-modernist şiir anlayışının görsel şiir algısı dışında kalan yazılı metin örnekleri, hiçşüphesiz çağımızın genel politik tavrının ürünüdür. 80 sonrası 24 Ocak Kararları ile yürürlüğegiren liberal ekonomi anlayışı, giderek şiiri de kapitalizmin istediği çizgiye çekip, muhalif vetoplumsal-politik açıdan sorgulayıcı tavrından sıyrılmış bir konuma getirmiştir. 80’lerdenitibaren şair öznenin içine kapandığı, şiirlerin bireysel izleklerden öte bir içeriğe taşınmadığı,muhalif tavrın sindirildiği ortamın bugün geldiği noktada şiir, okurdan kopuk ve zaten okurunalgısını önemsemeyen, şairlerin kendi aralarında varlığını sürdüren bir teknik oyuna dönmüştür.

bilinmedik bir dilde psikotik bir metin

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

çı çı çıçıçı çı çı çıçıçıyuvezü marnata ça3.gezegenden biri her perfect bodyla menita schizopphreniala la la la palavraeller kendi boğazında sonunda

not: suzanne takes you downto her place near the river

bilinmedik bir dilde adamo metni

vous permetter munsieur?juste avant le maniage?

tombe la neigetu ne viendras pas ce soir

la la la lah tumbe la neigela la la lah touta est blanedu desespair

la la la lah kar yagğıyorla la la lah her şey umutsuzluktanbembeyaz

kar yağıncabu gece gelmeyeceksininşallah! inşallah! inşallah!

bilinmedik bir dilde türkçe metin

enerji! bu cok fazla kullanılıyor artık.şimdi şu anda benim sana borcum yoklublu lublu lublu delica tezza

60 mı, 70 mi o zaman?70, yalnız ben cebimden oderim,iyi 70 o zaman bir şiir icin!

non sono dans la gardeniano energia, no energia!nena viju, nena viju nena viju!durokov vidit nehaçunaptalları görmeyi istemiyorum

60 mı 70 mi o zaman?

bilinmedik bir dilde heloise metni

yeah yeah ye yeah yemy heloise i got to please hertoray classy çowelleaaahla grande heloisaaaala la la la pietessaonun sevgisi benim ama o yok.

not: i find it hard to realizethat love was in her eyes.it’s dying now..

Lale Müldür

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Çok derinlikli bir şiir bilgisi bile gerektirmeden çok rahat “şizofrenik bir sayıklama” olaraktanımlanabilecek bu metin, sürrealist şiir algısının “sayıklama ve rüyaları” da şiirin kaynağısayması düzleminde, oto-didakt yöntemiyle yazılmış, şiirde anlam’ı ve anlak’ı hiçleyen, okurunempati ve özdeşlik kurmasını önemsemeyen, şiirin yaratım ve alımlama sürecinde olmasıgereken şair-şiir-okur zincirini umursamayan, şiiri sadece bilinçaltı dışavuruma indirgeyenbencilce bir tutumdur.

Bir başka post-modernist şiir örneği ise, Kitap-lık Dergisi’nde yayımlanan ve Veysel Çolaktarafından 2005 Şiir Yıllığı’na da alınmış olan, Seyhan Erözçelik’in KLAUS KİNSKİ’NİNONURU adlı şiiri:

KLAUS KİNSKİ’NİN ONURU

Ben-Şöyle dediler bana, şöyle galiba, ben de baktım, anlayamadım.Bu bir kordela mı,bir film mi yoksa…Anne-Evladım, o bir kordelaBen-Kurdale mi Anne?(Anlayamadım. Yandım. Sadece bir kibrit…Üstüdyo yandı.)O-Werner!Werner-Efendim?Ben- Peynir yedim, keçi peyniri.Sonra Baba şöyle dedi, Werner Baba…Sen de ye o peyniri.Werner Baba- Yememmmmmmm.(Yemedim.Oyle de demedim.Dediler, yediler…)

Ben-Klaus Baba ya,Versen e kızını bana…Klaus Baba-Git lan!(Gittim. Ölmek istedim. Klaus Baba kızını vermedi.)Ben-Anne. Neden sen istemedin?Klaus Baba-Werneeeer! Böyle film çekilmez! Bu koyun, bu kuş, bu kuzu ner’den çıktı?Kasap Werner!Ben-Klaus Baba, ben seni ner’den tanıdım ya…Anne- Ben, söylemiştim sana.Ha, o kız,n’oldu evladım?

Seyhan ErözçelikKitap-lık, Ocak 2005

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Önceki post-modernist şiir tanımlamalarım ışığında, okurun algısına ve takdirine bırakıyorum,bu garabet metnin değerlendirilmesini…

Bir başka post-modernist şiir örneği de Serkan Işın’a ait “OKUNAMAZKIYIL”:

OKUNAMAZKIYIL

Buna bunca budun konuşmaİriğine varıyor biçimsiz sokaklarınTemelli yiğit apartmanlarıYıkamıyor kaç zemandırHumma Baş tacı yaraBazı kaş kaldırmalarBurun bükmeler oğuruncaÇık tepelerine fılkıran ağıçlarınBakış karesinde irsîKişiler nefes nefese yoğurduğuncaYurdum budur konuşmaMeşalle katle vacib suratBukleleri ile bulunur kadınBir dil ittire kaktıra hürriyetÖğrülür ham tezkeresindenFenalığında kişniş mezağarlarınTaştılığın baharında mıcmır ekinOynaş durur sevgilinin yüzündeBir güneşe güllah mevzili mıhSevgilinin memesine notalar kor Üfle

Serkan IŞIN

Gene, insanın merkez almaktan öte bir tavırla okurun empati ya da özdeşlik kurmasınıönemsemeyen, kaynağını nesnel gerçeklik alan imgeler yerine, saçma’larla yazılmış, sadeceşair öznenin bilinçaltını dışavurumundan öteye gitmeyen bencil ve şımarıkça bir yazınsaloyun var karşımızda.

Bir başka post-modernist şiir örneği de Heves Dergisi’de yayımlanmış Mehmet Öztek imzalı“Bu Bir Teklif Mektubu Değildir”:

Bu Bir Teklif Mektubu Değildir

René Magritte’çin

1. Kapsam

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Evlerden upuzun sıkıldığımız

Buuu, kapsam buuuu

Yetmiş, çekiçle hüzünler

Ünler çalıştığımız

2. Technıcal Specıfıcatıon*

* D ilimi kesiyorum: Bazen karıştırıyorum1:

Kafadan, atmış kadar ton kapasiteli, 13 metre usunluğumda, 2.5 metre eniçliğinde,taşınmak ki aşınmamak ve upuzun yükler dayamak ağlı yollara, akşamdı ve bir adamındibine kadar kendine kılavuz daldığı, yollara… Cafcaflı ve upuzun, geniç bir araç, asfalttanve devletten, iliklerine kaçmak’çin, seyircilere, ve trafiğe kapalı yerlerinize, tastamamtasarlanmış bir araç, uzun bir araç; rüyalara yaklaşmak, gibi yakışmamak doğruya, yanlışve yalnız ve şoseler’çin, kulaklarınız çinlemesin cin bir tortuya, bu araçtan bir adetdinmelisiniz.

Kafam diyorum, kafamda park yapılmaz, umuluyorum.

Özgelimi, fena yerinizden bölünmüşsünüz. Kalabalık, kemiklerinizde bozuk kafiye:Hormonlardan ormanlara açılmak, kaçmak, bir bahçeyi parılçalamak2, salgınızı bozmak,olay değil bu tepeler tırmanmak, bi treyler’iniz bile ok biliyorum.

Çok adet Sembol marka treyler

binmelisiniz.

Üç bağlamlı, şey yani üç dingilli, er türlü titreşime karşı, yığma yaprak makaslı -siz o bahçelerden geçmiş miydiniz?- ıh ulan ıh, en enli yerlerimizdi onlar, ne zaman ne zamandı bir yağmur kaşınsak, tutar titreşen makaslara giderdik. Ama yine de siz, siz bilirsiniz. (Patpatron, ben burada, dürzüstlük yapmalıyım: Kayıptır lan titreşimsiz bir treyler.)

Ek yerleri, yan anlam bolluğundan gelen ek yerleri, leh imledikçe mukavim, yol bitreyleriniz yoksa nedir ki?

3. Teslim Süresi

Oh şu kafam bu kayıyorum, kıyak bir mevsim; güze doğru sendeleyim müsait misin? Bir ıslak bu sansınlar iyiyim, öl ye desinler ben iyiyim, şakağımdan patinajlı evler geçiyor ve ben daha daha

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

iyiymişmişim -sipariş tarihini müteakiben kırık iş günü içinde- sürü dolunca sisi ben bitreylere bindireceğim.

4. Teslim Yeri

Ben oraya organlı gittim, tahayyül buyurun organlı gittim, ordalar, evsiz bir balkon düşüydüler boyuna; ordalara kimse gelmez bir haz gününde, bir haz günüydü, ben bittim. (Bi ses var dip dip dip,yuh ulan yuh, gönderilmez her yer genç bir bir araç, bu ödünç: bir yaz gününe ben gittim. 3 )

5. Fiyatı

Ben yanlı yaptım.

Ben adam olmamak;

Bi patron olarak,

Baba beni burma kov.

6. Ödeme Şekli

Bendimi azar azar verdimdi, uçurum toslamak benim işimdi:

İçe başlıyorum yarısı peşin, izden gelmiyorum çark ettim.

Kırık iş gününün sonunda, için yarılışının bedeli, ödenmelidir.

Fay hatlarımıza katma hayat vergisi

Dahildir.

7. Opsiyon

Öz ne konuşuyor ne karışıyor, bu treyler ne, ne yer koşuyor. -Yedi gün- yedi yedi beni gün, treyler bu, taahhüt mülkümden ne taşırıyor4. Titreşimsiz, bedel sis, yedi gün hiç intihar afedersiniz, olay çekemiyorum, opsiyon düşürüyorum, bi ara yer var odaya gidiyorum, yedi yedi gün oraya giriyorum, evlere evsiz ve bu treyler sis, ben artık kendime yakışıyorum. 5

1 Edip Cansever: O, O bir Yakup’un çağrılmamış şekliydi.

2 Ömer Şişman: O, O bazen dilini parılçalardı.

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

3 Ali Özgür Özkarcı: O, O hep kalmak gibi bir şeydi.

4 O taştaşımıyordu, O, Enis Akın’dı.

5 Mehmet Öztek: O, O bir metal yığınında mest-i fenaydı.

Mehmet Öztek

(Heves, 5)

Görüldüğü üzere, gene sürrealizmden post-modernist şiire eklemlenmiş oto-didakt yöntemiyleşair öznenin bencilce bilinçaltını dışavurumundan öte gitmeyen, anlam’ı ve okurun alımlamasürecini hiçleyen, kendi üstüne kapanan bir kara kapı olmaktan öteye geçemeyen ve böylecesanat tarihinin çöplüğündeki yerini daha doğar doğmaz hazırlayan bir başka metin daha…

Ne acıdır ki bu post-modernist şiirlere daha pek çok örnek verilebilir, edebiyat dergilerinde veşiir yıllıklarında kendilerine ayrılan geniş yer eşliğinde. Er geç sanat tarihinin çöplüğünüboylayacak bu yazınsal oyunların varlığı ise, zaten az sayıda olan şiir okurunu iyice şiirdensoğutulması sonucunu getirmektedir öncelikle. Şiirden okurun ve “yaşayan, sahici” insanındışlanmasıyla birlikte şiir, iyice hayatın dışına itilmekte, “entelektüel gevezelik” sığlığınaindirgenmektedir. Hayattan yansımayan, toplumsal devinime katkısı olmayan, şiirin asli derdi veniteliği olan/olması gereken politik muhalefet tavrından sıyrılmış, toplumdaki bireylerin şiirdüzleminde dili olmayı umursamayan, sadece şair öznenin oyuncağı haline getirilmiş güdük birşiir anlayışı hüküm sürmekte ve buna el veren edebiyat erk odakları sayesinde kapitalizminekmeğine yağ sürülmektedir. Böylece kapitalizm tarafından istendiği gibi, soru sormayan,sorgulamayan, muhalefet etmeyen, estetik algı ve bilinç düzeyleri sığ, sadece birer tüketimmakinesi haline gelmesi beklenen “sürü” bireyler üretilmesine katkıda bulunulmaktadır.

SERKAN ENGİN2011

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

İşte o büyük aşkın…Hâlâ taşlık ve kin

Öpüşlere karşıtİşte yine buradayım

Hadi amberi uydurdumHadi deniz değildi,

Ayaklarımın altındaki

Hadi sırtüstü uzanmışım,Kavgamın ortasınaYine de var mıydı,

Gönül evimden vurmak?

VAR MIYDI?

Kızarmış simitlerdekiSusam gibiydi im,Sıcak, inceBeklemek anlamsızdıSabah yeliniAmber vardı ya

Sonra deniz,Ayaklarımın altındanDeniz kırlangıçları taşıyordu,Dokundum

Rüzgâr değmedi tenimeÜstüne ayak izimden çok,Alın terimi bıraktığım kum değildi,Ya mavi ya deniz değildi,Ayaklarıma sulanan

ARZU KÖK

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EY İNSANDeh deyince yürüyen çüş deyince duran insan ne umarsın kendindenUmmanlar talan edileli ezel oldu şimdi uyumayan uydulardan belliyorlarAnanı Vurup yükü sırtına eşikten adımını atmadan önce Bu yüzden nerdeyse eşek kalmadı bu yeryüzünde Şimdi ise tasman boynunda ışıl ışıl ışıldayan bir it olup havalanman isteniyor senden kapılarında elezerliğin

İnsanmışçasına aramıza dalıp selam verişin de neyin nesi?

Dinle bak gece yarısını kuşlar ötüyor kış ortasında senin gibiler yüzünden bozulduğu için dengesi dünyanın Gagalarını kırarcasına vurup camına canının kendilerini parçalarcasına Uyan diyorlar sana Ey gafil sefil Sen ki ihanet etmediğin şey kalmadı iki kuruş uğruna Bu diz çökmüşlükle hala sana nasıl itaat ediyor dizbağlarının bir zaman insani olan lifleri Kuyusunu kazıp kaynar suya attığın insanın azabıdır bu doğa şafak söker sökmez seni serdiğin sisler içinde apansız seni bekleyen ve bu yüzden imam oldu hep Nasrettin’in saray kapılarında kürk giydirdiği eşekler

Açıp musluğu bir çay demlesene kendine altın uğruna suya attığın siyanürden hem de kendin için değil Madem çocuklarım dedin Haydi demle de içir o çayı çocuklarına Madem kahvaltı sofrası Otur da ye rızkını

İş var aç olsan da tekme vurulası Çünkü iş içinde iş var İş var iki elinle tereddüt etmeden sarılabileceğin İş var seni İnsanlıktan çıkaran İş var Çünkü işin içinde iş vardı Ve iş var Hala seni insanlığına kavuşturabilecek

İş var Çok iş var yeryüzünü cennette çevirmek için bizi bekleyen O kadar çok iş var ki dur Bi yudum su iç bi nefes al anlarsın hemen Yarın yaşamanın ne iş olduğunu…

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ÇOCUK GELİNLERGülefer CAMBAZ SAVRAN

Mermer heykellere benziyordu. O kadar güzel ve tepkisiz. Yüzünde çocukluktan henüzgenç kızlığa yeni adım atmış olmanın izleri, mitlerdeki tanrılara adanacak kurbanlargibiydi. Oturduğu koltuktan karşısındaki aynaya bakıyor, gözünü aynadaki noktadanayırmıyor, sanki orada bir delik bulmuş ve oradan içeri girip kaçacakmış gibi gözkapaklarını bile kırpmıyordu. Etrafında sürekli sorular soran kadınları duymazdangeliyor bu durum kuafördeki kadınların merakını daha da artırıyor, ardı arkasıkesilmeyen sorularına devam ediyorlardı.

“Yaşın kaç senin?” diyordu kadınlardan biri.

“Zorla mı verdiler seni?” diyordu bir diğeri.

O susuyordu. Yanında ablası olduğunu söyleyen zayıf, yüzü sivilceli kız kendini cevapvermek zorundaymış gibi hissediyor, onun yerine her soruya bir karşılık veriyordu.

“Babam sordu, o da kabul etti zorla verilmedi” diyordu, “biz de böyle güzel kızları pektutmuyorlar. Hemen başını bağlıyorlar. Ben de on yedisinde evlendim. Ne var kibunda?” Evli olmanın verdiği gururla kendini güzelden sayıyordu.

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Ellerinde bir gece önce yakılmış kınanın bütün kızıllığı… İncecik parmaklarına epeybüyük gelen yüzüğü ile oynuyordu. Dakikalardır oturduğu koltukta bütün meraklıhatta bu duruma biraz da öfkeli, kadınlara inat hiç tepki göstermiyordu. Sadecebaşını yapmaya çalışan kuaför kadının sözlerini dinliyordu.

“Öne” diyordu kadın. “Şimdi arkaya”

O başını öne, arkaya hareket ettiriyordu. Gözlerini aynadaki noktadan ayırmadansessizce yapıyordu kendine söyleneni. Başındaki beyaz türbana elindeki iğne veipliklerle model vermeye çalışıyordu kadın.

Bu sessiz durumu salondaki diğer kadınların artık sinirlerini bozmaya başlamış, onuncanını yakmak ister gibi ardı arkası kesilmeyen sorular sıralıyorlardı:

“Okulun yok mu? Senin yaşındakiler okula gidiyorlar evlenip de ne yapacaksın?diyordu yaşı elliyi epey geçmiş şişman kadın.

“Geçen televizyonda görmedin mi? Senin gibi küçük bir gelin doğum yaparkenölmüş, sen şimdi hemen hamile de kalırsın” diyordu saçlarını boyatmak için sıradabekleyen eski muhtarın karısı.

Diğer bir kadın ayak tırnaklarını yaptırmak için önünde oturduğu kuaför çırağınıiterek eski muhtarın karısına doğru eğilmişti sessizce.

“Biliyor musun şimdi biri polise haber verse bütün ailesini hapse atarlar bunun,”diyordu.

Polis lafını duyunca dakikalardır ilk defa bakışlarının yönünü değiştirmiş, bunusöyleyen kadına dik dik bakıyordu. Kadınlar bir şey duyacakları umudu ile gözleriniondan alamıyorlardı. O ise tekrardan aynaya dönmüş yine aynı noktadan gözlerinebakıyordu.

Kuaför kadın başına yaptığı işlemi bitirmişti.

“Ne güzel olmuş değil mi?” deyip müşterilerinden onay almaya çalışıyordu.

Birazdan çırağın getirdiği kutudan makyaj malzemelerini çıkarıp tezgâhının üzerinesıralamış, eline aldığı kırmızı ruju dudaklarına sürmek için “Ağzını aç” diyordu.

Dakikalardır kilitli dudakları aralanmış, meraklı kadınlar aralı dudaklardan bir sitemduymayı hayal ediyorlardı. Nefesi kadının tenine değiyordu. Kadın elindeki kırmızı rujile çocuk masumiyetini bozuyordu, o herkese inat susuyordu.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Kuaför salonunda işinin bittiğini haber alan damat tarafı Doğan marka gelin arabası ilesalonun önünde durmuş onu bekliyordu. Ayağa kalktığında incecik vücuduna bir kaçbeden büyük gelen gelinliğin de kendinde önce giyenlerin izlerini taşıdığı görülüyordu

Kadınlar öfkeliydiler. Kadınlar üzgün, o suskun. Meraklı gözler onu almaya gelenlerebakıyordu. Gelenler tarafından arabanın arka koltuğuna oturtulmuş, yanına iki kadınoturmuştu. Araba dükkânın önünden ayrılırken kadınlar şaşkın şaşkın bakıyorlardı.Kocaman yazılarla EVLENİYORUZ MUTLUYUZ yazıyordu aracın arkasında

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

BÜYÜ

TEMEL KURT

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ORADAYDIM / Ercan CENGİZ

-Şengal’den bu yanagezer durur ölüm tanrısıXızır atını bağlamış Munzur’aşimdi gerilla kılığındadır Şengal’de-

oradaydımçıplak ayakla çölün kıyısındayönünü dağa çevirmiş bir kadınınbaşı düşende arkasınayer yarılsın, utansın gökArap çölü kavrulsun kiyansın bütün ayetler

oradaydımsusuzluktan ölen bir çocuğunnaaşı sunulurken toprağaelleri dövmeli bir kadın, güneşe durmuş‘ya tîjîya sodirî, dedi, to estayfirsend medi munqur-minafiqîbizani qi to’ra ber, qeşîre nenamîyaserê mi’

bizi gör, ey sabahın güneşi, bizi görgör ki, tanrının bir ayeti dahayazıldı kara bezin üstüneve el kadar bir çocukneslimiz içinkucakladığı gibi kardeşinivurdu Şengal dağına

îcadê, qestê domano qerdîwirnîya çimone mau-pîdêdamîstê jerrîya mi, damîstêela tenêna damîstê

oradaydımallahuekber nidasıyla

baş ayrıldığında gövdedenbilmem hangi peygamber

zulmden kaçanların ayak izleriniçöl fırtınası ile doldururdu kibir daha vermesinlerdi el ele

fetva verilmişti çoktancaizdi, tecavüz etmek, öldürmek

ve köle pazarında satmak için kadını

ellerini bağlayıpkara çarşafla örttüler bedeni

gel çöz Arap şeyhipeçesini kaldırıp

bak gözyaşlarına kierkekliğin iyice kabarsın

nasılsa kitabında varbilmem kaçıncı ayet senin içindüştüğünden beri o kara taşa

haremine alırsın çocuğukorkma, demiri icat eden

düşünmemişti böylesini

oradaydımzalime açılan tüm sınır

kanını içerdi mazlumun‘ya tîjîya bimbareqito, hale ma biwenê

rût u repalî mêserê harde rûtîdê meyîte ma poyîne

wesanîye hetêra, tesanîye hetêraqefirsend hetêra

ro genê ma ra, ro’

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

hamile bir kadınyanmış toprağın rahminebebeğini düşürdüutanırımbu nasıl bir kitap ki sakalı uzatırayetleri kara bir bezdebez ölümüm üstüne sallanır

yollara vururlar, akın akınannesinden koparılan kız çocuklarıdamına, o kara bezlerin dikildiğikaranlık mahzendetanrının piçlerine sunulurlar

ey müttefik uçaklarıkızlarımızı öldürün diyorum sizeöldürünkara ayetin şevkindenve ar’ımdankurtarın çocuklarımızı

oradaydımkayaların gölgesine tutunurken çaresizhesap vakti değilkim öldü, kim kaldı geriyeneredeler, ne yaparlar şimdiçığlık bulur mu çığlığı, yırtılası gökyürek vurup çıkar yerindenyumruk iner çöl tozuna

ey kara dünyaey gök tanrısıve onun bilmem kaç meleğiyine bende mi sınarsınızyine bana mı çalışır kılıçlarınızo kayrolası ölüm tanrısıyine bende mi açlığınızgörün ki, evim yıkıldıtanrınızın pisliği kuruyor tarlamda

ya tîjîya sonîemso camewerdî mesobeqî zav-zeç eno reseno mabeqî, pirtiqe none usqîbeqî tasa awê ya

döndüğümde dedi, döndüğümdebu kendi ellerimlebüyük bir nehirde yıkayarak tarlamıbütün kirinizden arındıracağımsonra da serpeceğim tohumuyeniden dikeceğim fidanı

ERCAN CENGİZ

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

BOŞ VER BE GILGAMIŞYargılayan yargılayanaasan asanakesen kesenebiçen biçeneherkes yargıç kesilmişherkes cellatherkes gardiyan,kendine özgü tek bir yankalmayana deksürecek bu kuşatma anlaşılan...

Ve bir pundunu kollayacakpusularda her daimkusulmamış kinler alayı,kimi madrabaz soytarıkimi düzenbaz yalakakimi kırk yıllık dost postundaçıkacaklar karşınave yağlı ip boynunda olacak hepve tabutun sırtında her an,ferman böyle yazılmış...

Al sana ölümsüzlük!..Yaşarken ölmüşün ne gam...Al sana özgürlük!..Yalnızlık pahasına illa ki...Yaşamak bir sevda işisevda ise bir kavga,kavgada yumruk sayılmazmışboş ver be Gılgamış!..

MUAMMER ERTURAN

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ÖLMEZ AĞAÇ”ın Katli… Yırca, Yırcalılar…Vildan SEVİL

Homeros, zeytinin o kapkara gözlerine aldırmadanonu altına benzetti, yağına da “Altın sıvı” dedi.

8 Kasım 2014 Cumartesi günü,Greenpeace'in çağrısına uyarak Soma'nınYırca Köyüne gittik.

Aylardır, kamulaştırılıp termik santral yapımıiçin Kolin Şirketine peşkeş çekilenzeytinliklerini kurtarmaya çalışan Yırcalılarınyanına.

Şirketin özel güvenlik güçlerince kadınerkek, yaşlı demeden yerlerde sürüklenen,demir çubuklarla dövülen, gençleri dağakaldırılan, danıştay kararı gelmeden birkaçsaat önce, gecenin karanlığında 6000 zeytinağacı kesilen Yırcalıların yanına.

Kolin Şirketi'nin, yasaları, hukuku hiçesayarak pür telaş, tel örgülerle çevirip gaspettiği atalarından yadigâr araziyi “İkikilometre ötedeki boş araziye yapsınlar.Ölümüne burdayız” diyerek korumayaçalışan o yiğit köylülerin yanına gittik.

Varalım yanlarına, sesimizi seslerine katalım, yiğit yüreklerinden öpelim, dedik.Vardık zeytinliğin önüne. Yuvarlak tel örgülerle çevrilmiş, devrilmiş binlerce ağacıntoprağı kapladığı bir alan. Gümüş yapraklı dalların arasından ağlayarak bakan kara karagözler…

Toplantının yapıldığı küçük alana girdik. Köylülerin “En başından beri yanımızdalar, bizihiç yalnız komadılar” dedikleri Greenpeace’in yanısıra çeşitli sivil toplum örgütlerinindayanışmasını vurgulayan pankartları okuduk, kalabalığına karıştık.

Anadolu insanı, kendi açsa bile köyüne geleni aç komaz. Gelen Tanrı misafiridir,doyurulur ille.

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Hele de konukları, kendilerini anlayan, seslerini duyan, uzak yakın demedengelenler olunca…

Yerlerde ateşler yakılmış, iki koca kara tavada kızgın yağ. Köyün yaşlı kadınları ateşbaşında hamuru şekillendirip kızartmakta. Gençler, getir götür işlerinde ve servisyapma telaşında.

Bir ateş daha. Üstünde kocaman derin bir kazanda aşure kaynamakta. Belki de köyünen yaşlısı bir nine, elinde kepçe, alnından terler sızarak aşureyi karıştırıyor.

Bir başka köşede çay semaveri, kahvaltı sofrası. Kızarmış hamurun yanında zeytin,peynir, reçel…

Kâr hırsı gözlerini bürümüş, devlet desteklişirketin dozerleri, karagözlü zeytinleringözlerinin yaşına bakar mı? Kökünden söküpbirer birer devirmiş insanlık tarihinin en eski,kutsal ölümsüzlük ağaçlarını… Milyonlarca karagöz serpilmiş, hepsi toprağa bakıyor, kuruyorgözpınarları, yaşları kara toprağın nemi şimdi.Arada bir bulutlar da gözyaşlarını atıştırıyor.

Zeytinleri dinleye dinleye ilerliyoruz arazide.“Duyuyor musun bizi?” diyorlar, “Duyuyorum”diyorum, acıyla, utançla, boğazımda yine oyumruk…

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Soruyor ölümsüzlük ağacı, o “ölmez ağaç”lar* soruyor Hz. Adem’in oğlu Şit’e:-Hani Tanrının emriyle tohumumu 930 yaşındaki baban Adem’in ağzına vermiştinölmezden önce. Yasak meyveyi yemenin cezası affolmuştu. Onun gömüldüğü TaborDağında yeşerdim, altın sıvılar akıttım binlerce yıllardır, çok yaşadım, çok ürettim, niceinsanı sağalttım. Hani Tanrıyla insanlar arasında barış sağlanmıştı ve ben barışıntimsaliydim. Şimdi nedir başıma gelenler?... Tanrı neden bu insanlara dur demez?Neden kesip kesip betonlar dikerler benim yerime?

Soruyor, ölümsüzlük ağacı:Nuh Tufanını da bilrim. Nuh’un güvercinine bir küçük dalımı vermiştim gagasına.Tufandan tek sağ kurtulan ağaç bendim. Böyle anlamıştı Nuh, suların çekildiğini.Korkularından sıyrıldı, geldi yerleşti. Çamurlu topraklarda umut oldum ona, bolluğu,esenliği muştuladım. Benim çevremde doğdu tekrar bütün canlılar. Şimdi nasıl kıydınızbana?

Soruyor kadim ve kutsal ağaç:-Mısır’da Tanrı Ra’ya adandığımı, evlilik tanrıçası İsis’in ağacı olduğumu bilmez misiniz?

Zeytin iktidarda kirlenmekten, insanlığa bela olmaktan korkmuş, ağaçların kralı olmaönerisini reddetmiş de kara çalı kral oluvermiş bir zamanlar. Soruyor onurlu ve soyluağaç:-Çok daha sonraları bilge, sanatın, bilimin koruyucusu Athena’nın ağacı olduğumu da mıbilmezsiniz, nasıl kıyarsınız bana?

Soruları duyanlar biirlikte ağlıyoruz, köyün muhtarı, erkekleri kadınları, gençleri ağlıyor,ağlıyoruz.Nasıl kıydınız?...

Fidanlar dikiliyor, konuşmalar yapılıyor. Greenpeaceli Çek Jeanuluslararası dayanışmanın sesi oluyor. “Kolin’i tüm dünyadoğaya düşmanlığıyla tanıyacak” diyor. Alkışlıyoruz.Muhtar, “6000 ağacı kestiler, on bin, on altı bin zeytindikeceğiz buralara” diyor. Kadınlar “Ölümüne burdayız,dikeceğiz” diye haykırıyor hemen alkışlar arasında.

Remziye ellili yaşlarda sanırım. “Zeytinleri toplasaydınız hiçdeğilse” diyorum. Gözleri çakmak çakmak… “Toplatmadılar ki”diyor. Anlatıyor Remziye:

-Evvelki akşam Soma’daydık. Sabah geldik ki ağaçların hepsinidevirmişler. Deliye döndüm. Aldım taşı yerden, vurdum telörgülere, vurdum. Ayağına gelir, dediler, gözüm bir şeygörmüyor, vurdum, vurdum parçaladım teli, sonra herkes telikesmeye başladı.

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

parçaladım teli, sonra herkes teli kesmeye başladı.Anlatıyor Remziye:

-Kaymakam geldi. Direnişten vazgeçin, şu karşıdaki tepede daha büyük arazi verelimsize, dedi. Biz köylüyüz, aptalız ya… Tepe dediği, şu santralden çıkan küllerden yapılmış,sanki biz bilmiyoruz. Birinci sınıf arazimi alacak, çalı bitmez kül yığınını verecek. Karısışirketin doktoruymuş. Ben bilmem, öyle diyorlar. Biri bağırdı bizimkilerden kaymakama,karın şimdi rahat çalışsın, dediydi.

“İki dozer duruyor arkada, gördün mü?” diyor Remziye. “Mazot deposunu açmışlar,mazot akmış toprağa. Niye yaptılar kimbilir?” “Aman, farkedilmez de sigara falan atılır,yanar da köylüler yaktı demesinler sonra, kaldırtın bari onları” diyorum. Aklın yolu birmişya… Giderken bir gencin, jandarmaya “Şunları buradan aldırın da başımıza bela olmasın”dediğini duyuyorum. Tek fesat ben değilmişim, diye seviniyorum.

Bugünkü ortama baktığımızda, gerek basında gerekse köylüler arasında dolaşan haberlerhiç de “Yok canım olmaz” denmeyecek cinsten.

Şirket sahibinin, akaryakıt kaçaklandığından tutuklandıktan sonra salınıp birden iktidarlayakınlaştığı, şirketin ortakları arasında böyyük böyyük birilerinin olduğu falan. Artık hangitaşı kaldırsak altından o böyyük mü böyyük birileri, sülaleleri çıkmıyor mu?

Artık pekçok gerçek, herkesin bildiği sır haline geldi ama bir de şu korkuları yensek, ölütoprağını kaldırsak üzerimizden. Bir avuç Yırcalı ve benzer savaşımı veren ateş böceklerigibi.

Yırcalılar gibi yurdun dört bir yanında, toprağı için, suyu için öbek öbek direnenateşböcekleri kıvılcımlar saçıyor. Elbet birgün tüm toplumu da tutuşturacaktır bukıvılcımlar.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Çevre Etki Değerlendirme Raporları'na (ÇED), Tarım Müdürlüğü'nün birinci sınıf arazideğerlendirmesine, var olan santralin çevreye verdiği zararlar bilinirken şipşak çıkarılanBakanlar Kurulu kararına karşın tüm yasal haklarını "Ölümüne" kullanmaya kararlıYırcalılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gideriz" diyorlar. Yırcalı kadınlarındillerine iyice yerleştirdikleri gibi söylersek "Ölümüne"

Çünkü onlar, aşlarına, ekmeklerine, topraklarına, sularına el koyanların kendileriniköleleştirmek isteyen, zenginliklerine zenginlik katan zamane efendileri olduğunubiliyorlar artık.

Belki biz de sizin gibi, zeytin gibi, soğuğa sıcağa, yağmura kara, fırtınaya tufana karşıdirenmeyi öğreneceğiz sevgili Yırcalılar.Gerekirse ölümüne...

*Ölmez ağaç: Artun ÜnsalKaynakça : Ölmez Ağacın Peşinde/ Artun Ünsal/ YKY

VİLDAN SEVİL 09.11.2014

MAVİ SATIRLARZamanın sürgün yerlerindenDüşlerimi ısıtıyorumÇocuklar yüreğimdeŞiire duruyorlarMaviden satırlar yazıyorumGökyüzünü uzatıyorsunGüzlerinde mavi şimşeklerleSevdanın kapıları açılıyorVe sığırcıklar artarken dal diplerindenÖpüyor güneş yüzünü

BURCU TÜRKER

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

CEYLAN ÖLDÜ

Sevgilimi vitrine bakıp hatırlamayacağımGözlerimi düşürdümYerime ağlar mısınız

Kuş bitti gökyüzü kederden yağmurEşya parantezinde günlerBalkona çıkar mısınız

Uluslar arası ama ulusal olmayan bir teknede buz dağlarına karşı yüzerken şiirin can yelekleriSokak çocuğu olmuş bir sözcük buldum adı sevgiSaçını okşar mısınız

Yeri yok gaz lambası ve tütün muhabbetinde çengelli askılara ilişen paltolarınBiz üşüdük o teslim sözlerdeÇok koşarsanız çok susar mısınız

İntiharı ertelemişti göç ettirici şifrelerOrman yandı ceylan öldüAnımsar mısınız

Bir tüy düştü ince kanadından kış günü bir serçeninGeri vermenizden vaz geçtim-üstüne basmasınlar-Kenara koyar mısınız

SEMA LALE

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

BİR MUHALEFET DENEMESİ / Arzu KÖK

Gece gündüz kapalı duruyordu perdeleri. Evdeydi. Düşüncelerini toparlamaya,birleştirmeye çalıştı. Bir insanın kendini gerçeklediği alanlar ve bu alanları genişletmekadına mücadele fikri çok çekici geliyordu. Hazır bu aralar her şeye ve herkese tersdüşmüşken, bu mücadele için derinleşmek fırsatını iyi değerlendirmeliydi. Ama birbirinebenzeyen bu kadar çok insan varken, mücadele etmek, muhalefet etmek mümkünmüydü? “Devlet-vatandaş işbirliği” o kadar başarılı olmuştu ki, sanki iktidar partisininkongresi yeni dağılmış gibi, işbirlikçiden geçilmiyordu sokaklar. O kadar çok maske vardıki ortalıkta gecen, acaba kim üretiyordu onca maskeyi? Nerede üretiliyordu?

“Hayır” hiç ama hiç hoşlanmıyordu yönetilmekten. Bu yüzden iktidar olmalıydı. Oysamuhalefetin çekiciliği ve verdiği, yarattığı güçten vazgeçememesi, kendisini içindençıkılması güç, engebeli bir yokuşa sürmüştü. Düşündü; Acaba “muhalif bir iktidarı” ya da“muktedir bir muhalefeti” seçip rahatlaması mümkün müydü? Rahatlatır mıydı bu onu?Gözlerini kapadı, düşünceler çok yormuştu kendisini. Uykuya daldı.

-Marina Svetayeva intihar etmeden önce şu satırları yazmıştı: “Biri Werther’i okur vetutar kendini vurur; bir diğeri Werther’i okur ve Werther kendini vurduğuiçin, tutar yaşamaya karar verir. Biri Werther gibi davranmıştır, diğeri Goethegibi.” Burada genel tavır ile davranış arasında bir çelişki vardır. Galile’nin yaratıcısı için

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

tavır, davranıştan daha dayanıklıdır; çünkü zorunluluklara karşı duran tavırdır, davranışdeğil. Werther’in ve Goethe’nin davranışları farklıdır, ancak tavırlarında bir aykırılıkgörülmez. Birleştikleri en önemli nokta, muhalif tavırların geleceğe yönelik olmasıdır vebu güçbirliği, demokrasi geleneğine yapılmış en önemli katkılardan biridir. Geçmişebaktığımızda, tarih kitaplarının güçlüler tarafından yazıldığına tanık oluruz. Budurumda, gerçekliği kavramak için güçsüzlerin başvurduğu kaynak olan edebiyatınişlevi, aslında bambaşka bir boyut getirmiştir bu sanata. Politika yapmanın imkansızolduğu dönemlerde edebiyat yapılmaktadır. Açıktır ki, burada edebiyat ve politika,muhalefet ve eleştiri anlamını taşıyan ve insanın ilk varoluşuyla ilgili birer tavır olaraksomutlaşan eylem alanlarıdır aslında. Marx’ın, Prusya makamlarından ve Köln polisindebulunan dosyalarda “edebiyatçı” olarak geçmesi bir tesadüf müdür acaba? Hem dilikullanması, hem de savunduğu noktaların aydınlatılmasında edebiyat dünyasındanyararlanması açısından Kapital özgün bir edebi değer taşımaktadır. Shakespare, Balzac,Horaz, Juvenal, Ovidus, Vergilius, Goethe, Schiller, Don Quijote ve Oliver Twistedebiyat dünyasının konukları olarak yer alırlar Kapital’de. Kapital ile edebiyat arasındaşöyle bir saptama yapmak doğru olur sanıyorum; Kapital edebiyat sayesinde dahaanlaşılır bir seviyeye ulaşmıştır.

19. yüzyılın başında Avrupa’nın düşünce dünyasında, etkileri bugün bile hissedilendikkate değer bir gelişme olur; Romantik dönem. Bu dönemde gösterdiği zenginçeşitlilik nedeniyle Alman Romantiğinin Avrupa kültür tarihi içinde özel bir yeri vardır.Almanya’da Romantik dönem düşünürleri dünya tarihini üç aşamadadeğerlendirmişlerdir. Onlara göre birinci aşama, Antik Çağ’da doğa ve insan arasındanaif bir uyum vardır. İkinci aşama ise içinde yaşadığımız şimdiki zamandır veuyumsuzluk, eleştiri, muhalefet çağıdır. Üçüncü aşama ise yeni bir uyumun kurulacağıgelecektir. Fransız Devrimi’nin beklediklerini getirmemesi, gelişmekte olan kapitalistüretim ilişkilerinin insanı yalnızlığa iten, atomize bir toplum, oluşturmaya başlaması veNapolyon’un işgali, romantiklerin hayallerini yıkmıştır. Artık gelecekten umut kesilmiş veOrtaçağ’ın o dingin hayatına özlem duyulmaya başlanmıştır. Geliştirdikleri kendilerineözgü bir doğa felsefesine paralel olarak, iç dünyasına dönük özne, en aşırı ifadesini –deha kültü- nde bulmuştur. Duyguya merkezi bir önem yüklenirken, din, gerçekliğikavramanın en yüce biçimi olarak görülür. Sonsuzluk, ulaşılması için çaba harcanmasıgereken bir amaçtır. Esas olan, -dünyayı poetik yapmaktır. Çünkü rasyonel dünyayaşanacak yer değildir. Romantikler, kapitalizme de, burjuvaziye de küskündürler.Toplumdan ve insandan kaçmak için doğaya sığınmışlardır. İnsansız doğa kültü,toplumu da doğanın organik bir parçası olarak gördüğünden, Romantiklerin devletanlayışında bu mekanizmanın, organik bir birliktelik olduğu inancı yatar. Değişimkaçınılmaz olsa bile bu, önceden Tanrı tarafından belirlenmiş bir yörüngenin dışındagerçekleşmeyeceğinden, söz konusu organiklik, tarih bilincine de sinmiştir.

Romantik dönemin muhalefeti budur. Aydınlanma’nın insanı, toplumu değiştirmeyeyönlendiren bilincin yanında, Romantik, kronolojik olarak yeni olmasına rağmen, eskiyitemsil eder. Romantik muhalefetin pasif eleştirisindeki eskinin kaynağı, dayandığı

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

gelecek perspektifine sahip olmamasıdır. “Divide et impera” nın ( Böl ve yönet) FransızKralı XI. Ludwig tarafından ortaya atılmış bir ilke olduğu sanılmaktadır. Romantikdönemin atomize toplumu bu ilkeyi uygulamak için çok elverişli bir ortamdı. Ama bunagerek kalmadı. Çünkü Romantik muhalefet bunu gönüllü olarak gerçekleştirdi. Politikiçgüdü ve irade fakirliğiyle malûl bir kültürün tehlikeye düşmesi kaçınılmazdır.Düşüncenin iktidardan uzak tutulması, muhalif güçlerin egemen güçler karşısındauğradıkları bütün büyük yenilgilerin ana nedeni olmuştur. Bütün büyük düşünürler, birfikir üretmeden önce oturup önlerindeki –ideler kataloğu- na göz atıp bunlardan biriniseçerek çıkış yapmamışlardır. Tersine, önce belli bir ide onların bedenlerini sarmış,beyinlerini yakmıştır; ondan sonra onlar, gladyatörler gibi arenaya çıkıp bu ide uğrundasavaşmışlardır. Heine, iktidar ve düşünce ilişkisi bağlamında 21. yüzyıla kadar ileriyedönük bir kararlılık örneğidir; çünkü… -

Uyandı. Saatine göz attı, sadece beş dakika kadar uyumuştu. Kapalı perdelerinebakarken Svetayeva’nın konuşmasında değindiği satırlar geldi aklına. Zorla da olsa, birazönce söyledikleriyle kendi gerçekliği arasında bağlar kurmaya çalıştı. Kararlıydı, amanasıl başlayacağını bilmiyordu. Edebiyat, muhalefet, politika… ‘Asıl sosyalizm, gerçek birparti çıkarı olmaksızın doğmuş ve komünist partisi kendini biçimlendirdikten sonra da,ona rağmen var olmakta devam etmek isteyen en mükemmel toplumsal edebiyathareketidir.’ Alman ideolojisinden aktardığı nu satırlar, biraz önceki konuşmanın içeriğineuyan bir çerçeveydi; ancak, düşüncelerinin merkezine edebiyatı değil de, muhalefetiyerleştirmek istediğinden, bu alıntıyı şimdilik bir yana bıraktı. ‘Muhalif tavır’, kendisi içinson derece önemli bir konuydu. Üstelik muhalefet yapmak için, gerçekten çok verimli birdönemde yaşıyordu; esas olan, muhalefet bilincinin uyanık tutulmasıydı. Kafasındakilerigeliştirmek için muhalefet konusunda uzman iki derginin kendisine yardımcıolabileceğini düşündü. Ancak bu dergiler sadece muhalif bir dergi olmakla yetinmeyip,bu muhalefetin kalıcı olduğunu ilân ediyordu. Bu da çekici geliyordu. İnsanlığın ilkmuhalefet tarihinin miladı olan ‘İlk Günah’ı hatırladı. Adem ile Havva iyi ki cennettenkovulmuştu; ama Antik Çağ, Hıristiyanlık ve sermaye ile oluşan o yüce sentez, alnında‘İlk Günah’ın damgasını genetik bir miras gibi taşıyan bireyi öyle muhkem bir kaplankafesine soktu ki 1917’nin alınyazısı gibi gerçekleşmesinin doğurduğu şaşkınlık bugünhâlâ sürmekteydi. Kalıcı muhalefeti daha iyi anlayabilmek için daktilonun başına geçti…

-Poetik sefaletin yoğun olduğu dönemlerde, dumanlı beyinlerin uğradığı felçlerdenkorunabilmek için bir tür -bunalım bilincine- sahip olmak gerekir. Zorbaların liberal veözgürlükçü, fanatik sağcıların demokrat diye lanse edildiği böyle zamanlarda,muhalefetin nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek zorlaşır; çünkü, iktidarın kendisibile, Kafka’nın yazdıklarını hatırlatan bir bulanıklık içinde kalmayı tercih eder. Hiçbiriktidar, kendisine zarar verecek kurallar koymaz. Dolayısıyla, bile bile yaratılan bubelirsizlik ortamıyla muhalefetin etkisi sıfıra indirilmek istenirken, ‘sonuçları olumluysahükümeti destekleriz’ tavrı naifliktir; bunalım bilinciyle bağdaşmaz.

Yaşanan sefalet, getirdiği kavram kargaşası ve terörle şimdiki zamanı tutuklamışsa,geçmişe bakmak ‘şimdiki zaman, dünün geleceği’ olduğu için, geçmiş, bugünü de,

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

yarını da aydınlatıp demokrasi sınavının esaslarını belirleyen unsurları içerebilir.

Luther, 16. yüzyılın katı gerçeklerine karşı muhalefeti başlatan kimse olarak tarihegeçmiştir. Zamanına göre bir entelektüel olan Luther, Katolik Kilisesi’sini eleştirirken,köylülerden yana tavır almıştır. Eleştirisine rağmen, Papalık karşısında ikili oynayabilen,prenslerde de arayı bozmayan, bir süre Thomas Münzer’le aynı çizgide yürürken, hemdevletle hem de ticaret sermayesinin ünlü adlarıyla yakın ilişkiler kurabilen bir muhaliftir.Kendisi ‘boyun eğmekten kaynaklanan uşaklığı yenmiştir; çünkü yerine, ikna etmektenkaynaklanan uşaklığı geliştirmiştir.(Marx)’ Luther’in muhalefeti küçümsenemez; yaşadığıdönemde, düşünce düzeyinde kalan taleplerle bunların gerçekleşmesi arasındaki uçurum,ancak tarihin akışı içindeki birey-toplum çelişkisinin mantığıyla anlaşılabilir. Stefan Zweig,‘Hayatı trajedi olarak yaşayan kimse, bir kahraman olarak ölür’ derken, Kleist veNietzche’le Hölderlin ve Beethoven’i kastetmektedir. İçlerinde taşıdıkları kötü ruhun esiriolarak altetmek istemedikleri huzursuzlukları, onları yaratıcı kılmıştır. Acaba, onlar, dünyaile bağlarını kopardıkları için mi başkaldırmışlardır, yoksa başkaldırdıkları için mi dünya ilebağlarını koparmışlardır? Hölderlin ve Beethoven’in talepleri somut ve geleceğe yönelikti;Kleist’in protestosu şimdiki zamanla sınırlıyken, aristokrat Nietzsche romantiğe yüzünüdönerek çağına direnmiştir. Bizzat Zweig’in intiharı, faşizme hayır demenin bedelininödendiğini gösterir; ama bu ölüm, aynı zamanda, geçmişte yaşanmış tragedyaların artıksahnelenmeyeceğini hatırlatan acı bir anıttır.

Komik, ama anlaşılmaz değil… Sağcı bir başbakanın bugün yabancı bir yabancı ülke içinsarfettiği sözler, otuz yıl önce söylenseydi, söyleyen hakkında vatana ihanet suçlamasıylasoruşturma açılırdı. Tıpkı pornoğrafinin ya da Muhammed Peygamber’in Hatice Hanım’laolan ilişkisinin, zaman geçtikçe daha hoşgörülü olarak yorumlanması gibi… Solculuklamuhalefetin ölçütleri, her gün yeni baştan gözden geçirilmezse, hele gelecek perspektifikonusunda hileli oyunun kurallarına yakınlık gösterilirse, düşünceye büyük bir haksızlıkdaha edilmiş olur. Entelektüel ‘yeni sorular soracak yerde, eski sorulara sürekli değişikcevaplar bulma çabasında(Brecht)’ ise orjinallik konusunda bir hayli sıkıntı çekecektir.Pasifist muhalefetin iki ünlü adı Kurt Tucholsky ve Carl von Ossietzky, yirmili ve otuzluyılların karanlık girdaplarında, tek başına mücadeleyi seçmişlerdir. Hiçbir zaman partiüyesi olmadığı gibi, Stalin’in uygulamalarını da eleştiren Tucholsky, Marksizmde, hızlasağa kayışı önlemek için bir şans olduğunu ifade etmiştir. Naziler tarafındantutuklanmadan önce, Ossietzky’nin şunları söylediği bilinmektedir; ‘Hiçbir partidendeğilim. Her yöne karşı mücadele verdim, daha çok sağa karşı, ama sola karşıda. Oysa artık şunu bilmeliyiz ki, solumuzdakiler yalnızca müttefiklerdir.’Düşünceye iktidar yolunu kapayan muhalefet, günün birinde aklayıcı olmasa bile eskir,Turandot ya da Aklayıcıların Kongresi’inde, düşüncelerindeki basitliği ve monotonluğugizlemek için, orijinal tavırlara giren Tui’leri örnek göstermeye insanın içi el vermiyor.-

Masadan kalktı. Bir sigara yaktı ve evin içinde dolaşmaya başladı. Bütün esnekliğinerağmen muhalefet uzmanlığı alanı daha geniş olan dergide çıkan yazıların çoğunu,demokratik bir paydaya oturtmakta güçlük çekiyordu. Özellikle iki yazının liberal hoşgörüçerçevesine bile sokulması kolay olmayacaktı. Bu talihsizliğin nedeni acaba bilgi veenformasyon eksikliği miydi, yoksa muhalifliğin sonucu muydu?

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

-Tarihte direniş mücadelesi, yalnızca kaba kuvvete karşı değil, yanlış enformasyona veyanlış bilinçlenmeye karşı da verilmiştir. Bilgimizden, bilincimizden en emin olduğumuz biranda, doğmatik düşünce alışkanlığından sıyrılmamışsak, başkalarının boynuna asmaktansadistçe zevk aldığımız o yaftayı sırtımıza yapıştırmışız bile; bazı merkezler karşısındamuhalif olamamak… ‘Efendilerinin başkaları olduğu davranışların efendisiolduğumuza ne kadar çok inanırsak, başkaları o kadar bizim efendimizolacaktır.(Rauter)’ Heidegger’in neden faşist olmayacağının açıklaması yapılmakistenirken, faşistin kafasız, ama Heidegger’in kafalı olduğundan hareket etmek,gerçekten ilginç bir yöntem. ‘Tezler ve ideler, varlığınızın kuralları olamaz;Führer’in kendisi ve tek başına o günkü ve gelecekteki Alman gerçekliğidir vebu gerçekliğin yasasıdır.’ Bu sözler kafalı filozofun 3 Kasım 1933’de, üniversiteöğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmadan alınmıştır. Bu tarihten sekiz ay sonraGöring, Berlin’de Belediye binasının önünde şunları söylüyordu: ‘En basit SA erindenbaşbakana kadar biz, Adolf Hitler’deniz ve Adolf Hitler sayesinde varız.’ Bu sıkıntılıbenzeyişle, Heidegger’in bir faşist olduğu ispatlanmak istenmiyor; bu önemli değil.Önemli olan, Batılı müttefikleri bile kıskandıracak bir faşizm teorisiyle, ideolojik olarak‘faşizm eşittir sosyalizm’ demek için vesile yaratmak... Tarih, doğa, insan gibi düşüncealanlarını bilimlere kapayan Heidegger tipi varoluşçuluk, içinde belli bir negatif ruh taşır.Böyle bir irrasyonelliğin, İkinci Dünya Savaşı öncesinde, küçük burjuva Tui’lerin ilgisiniçekip faşizmin pratiğini ve ideolojisini kolaylaştırması, üzerinde kafa yorulacak bir konu.‘Köpek Yılları’ adlı romanında G. Grass, Nazi ordusunda yazılan raporlarla Heidegger tipivaroluşçuluğun dilinden parodi olarak yararlanmıştır. Bu da, edebiyat bilimini yakındanilgilendiren önemli bir konudur. Ama şimdilik asıl sorun şu; Radikal demokratik birmuhalefet yapacağını ileri süren bir yayın organı, gündemin belirlenmesini alaca karanlıkkafalara bırakabilir mi?

Eleştiri bir tavır alıştır. Yaşamanın özünü kavrayabilecek bilinç düzeyine erişen insan,yalnız dış dünyaya değil, kendine karşı da eleştirici bir tavır almaktan çekinmez; hattadaha da ileri gider ve alay eder kendisiyle. Kendini eleştirmeyi bir yana bırakalım; bireybu eleştirel tavrıyla, herhangi bir merkeze ya da unsura, önceden belirli bir masuniyettanımaya kalkarsa, en önemli organından vazgeçmiş demektir. İşte o zaman, alışkanlıklarbaşlar; artık ışıklar sönmüştür, karanlıkta kendini güvence altına almak için içgüdüyle sağısolu yoklamak, eleştiriyle karıştırılır. İnsan buna kendisini bile inandırabilir.

İnsanın yaratıcılığı ne kadar engindir. Ama anlık başarılar uğruna ilkelerden vazgeçerek,zorluklar karşısında yılgınlığa düşerek yanlış ittifaklar içinde bu yaratıcılık heba edilebiliyor.

Bir zamanlar, sevimli bir marangoz çırağı varmış. Bu çırak çalışmış, çabalamış, üçe alıpbeşe satmış, kazık atmış, sonunda bir mobilya fabrikatörü olmuş. Refah içinde yaşarken,eski meslektaşlarının yaptığı dedikodular gelmiş kulağına. Artık marangozların devamettiği meyhaneye uğramıyormuş, zanaatkarların toplantılarına gelmiyormuş, işçilerine azpara veriyor ve kötü davranıyormuş… Mobilya fabrikatörü gülümsemiş ve budedikoduların daha da da yayılması için elinden geleni yapmaya başlamış. Nedeni şu:

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Ona eski meslektaşları, sanki kendisi hala o eski marangoz çırağıymış gibi saldırmışlar.Ve marangozlar, yalnızca yaşadığı hayata kızdıkları sürece, kendisinin bu aradafabrikatör olduğunu unutacaklardır.

Muhalefet bir bilinç sorunudur. Hele politik sefalet azgınlaşmışken, bunun özel birbilinç, yani ‘bunalım bilinci’ olması zorunludur. Gelecek bakış açısının yoksunluğuiçinde muhalefetin, zamanla- istemeyerek de olsa- bir benimseme havasına gireceğiakılda tutulmalıdır sürekli.

Daktilodaki yazısının girdiği didaktik havanın yarattığı sıkıntıyla çalışmasına ara verdi.Kalktı; dolaşırken Thomas Mann’ın Doktor Faust’unu okumaya başladı. Goethe’ninFaust’unda Ortaçağ’dan Rönesans’a olan geçiş, aydınlanmanın ilerleme inancıaçısından çağına uygun bir karşılaştırmasıdır. Buradaki kahraman, çağındaki doğa vetoplumbilimlerinin düzeyindedir; varoluşun anlamını aramak ve bunu kendisindedenemek amacıyla, yalnızlığından çıkarak dünyaya açılır. Bu uğurda ruhunuMephisto’ya bırakır. Doktor Faust için bütün bunlar geçerli değildir. Gerçi burada dakahraman, aynı biçimde varolmanın özlemine özlem duymaktadır. Ancak, o, yerinegetirilişi hayatın sokaklarında aramayıp, düşünce aleminde kalmakta; kendinicehennemin ateşiyle ısıtacak ruhları yanına çağırmaktadır. Ne var ki bunlar kendiruhunu yok etmektedir. Sonuç olarak da kaybolup gitmektedir. Gerçi bizzat ThomasMann, 1939’da, apolitik bir kültür insanının çıkabileceğine inanmanın, kendisininbüyük umutlar bağladığı burjuvazinin hatası olduğunu yazar, “Yapılan sahtekarlığıanlayabilmek için, yeteri kadar politikacı olmamamız… bizim suçumuzdur.”

Aslında sorun açıktır: Bugün için asıl olan demokrasidir, ama demokrasimücadelesinde seferber edilecek güçler demokratik güçlerdir. Bu seferberlikteolağanüstü dönemin demokratlarının da yeri varsa olmaz. Onlarla demokrasimücadelesi verilemez. Ünlü antidemokratlarla muhalefet yapılmaz.

Yaratıcılığın sönmemesi için, iktidarların katı kalıplarına girmektense, muhalefetindinamikliği elbette tercih edilir. Ancak, muhalefet için muhalefetin, bir süre sonra,muhalefete karşı muhalefet durumuna düşmemesi için, dinamik bir iktidar bilincineihtiyaç vardır. Biraz risklidir ama, küçük burjuvaları korkutan, burjuvaziyi de rahatsızeden Jakoben gelenek belki böyle bir bilinç sağlayabilir…

Yeniden daktilosunun başına geçti. Bu sefer, güneşli havada bir yol ayrımında,çaresizlik içinde ağlayan adamın imkanları ve imkansızlıkları üzerinde düşünecekti.Nereye gitmesi gerektiğini kendisine söyleyebilecek olan gölgesiydi yalnızca, amaadam onu da kaybetmişti. Ara başlığını Nietzsche’dem seçti: “Varoluştan en büyükzevki çıkarmak, tehlikeli yaşamak anlamına gelir” Yerinden kalktı. Perdeleriaçtı…

ARZU KÖK

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

NE OLUR Kİ

Öyle yorgun dikilip durma başucumdaBir nefeste anlatılmaz hayata dair yaşananlar,Bak tepemizdeki yıldızlar da sarhoş bu akşam!Dilsizi söyleten, aşığı ağlatan gecelerden geçtim,Yüreğim dalda dalga sahile vursa ne olur ki..

Gel soluklan hele yüreğimdeBirkaç kelimeye sığar mı, ki hayatRenkler mi dargın gün batımınaYoksa kararıyor mu gündoğumuna dünyaYa bu şehri kuşatan gaz bulutları da ne?.

Özlemlerle susamış yürekleri ne serinletir kiBu akşam hangi rengi konuşturayım?Beklide gün ağarmadanAyı, yıldızları güneşin, rengine boyamalıyımGökkuşağında hangi renkler saklı bilsek ne olur ki…

Ellerinden yaprak yaprak ömür dökülürken!Kırılıp dağılıyor gül bahçesinde güllerHayat dalgaları sert kayalara çarpıyorsa yüreği!Yaz sıcağı değildir ki sadece yürekleri kavuran!Cenneti cehennemi, yaratanların kahpeliği değil midir?

Bütün resimleri güneşin rengine boyamalıyım!Dağları, denizleri, çiçekleri, yeşile maviye,Ya mutluluğun rengi nedir!Acıların, hüzünlerin, hasretlerin!Hangi coğrafyada gizli umudun rengiKışın donduran ayazında sessizce ölsek ne olur ki?

ABDULLAH ORAL

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ERDAL EREN ANISINA SAYGIYLA..."birden silahlar sustukim yendi yenilen kimya o nur yüzlü delikanlılarnereye gittilerbir ikindi vakti nasılakşam oldular

II

birden şarkılar sustunergis kokularını şehre getirenkır çocuklarının düşleripanzerler altında ezildine gazi unvanı verildi onlara ne şehitkörpe bedenlerde nişan yara izleri..."

ADİL OKAY

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

MARAŞ KATLİAMINI UNUTMAMustafa DEMİR

Adı Şerife idi. Oğlu Şehmuz’uöldürdüler. Anasına insanların kardeşolduklarını, birbirlerini öldürmemelerigerektiği öğüdünü veren Şehmuz’unu gözleri önünde göçürdüler budünyadan, genç yaşında...

Adı Elif’ti. Nişanlısını öldürdüler.Düğün yarıda kaldı. Mehmet Ali,kimseye gülmeyen Elif’i mutluedemedi. Neler olduğunu meraketmişti, kasıp kavrulan mahallelerde... Bir daha geri dönmedi...

Adı Selver’di. Çocuklarını ve kocasınıyitirdi, vahşilerin elinde... Evini ateşeverdiler... Irzına geçtiler çaresizken.

Saliha idi adı. Kızını, biricik varlığınıyitirdi, saldırıda. Hükümet Konağınasığınıp yardım istediğinde, görevlilerin umarsız bekleyişleri çıldırttı onu vesaldırdı adaletsiz kapı kullarına...

Adı Güher’di. Kocasını, çocuklarını... herşeyini yitirmişti, aklını bile, olanlar karşısında.

Zeycan’dı adı. Canilerden birini tanıdı, pazar yerinde, soğan satarken. Kocasının katiliydibu zebani. Fate’nin ırzına geçen de oydu. Polise teslim etti Zeycan onu... Mahkemedebir bir anlattı, genç yaşında yaşadığı inanılamayacak gerçekleri.

Sultan’dı adı. Tanık olarak dinleniyordu mahkemede. Yaşadıkları yetmiyormuş gibi, bir deacısını anlattırarak tazeliyorlardı. Kocası Mustafa ile ihtiyar kaynanası Finey’ikatletmişlerdi alevi diye. Kendi sunni olduğundan kurtulmuştu vahşilerin elinden.

Özdemir’di adı. Canileri yargılayanlardan biri. Duydukça içi parçalanıyordu, olanlara...Arkadaşlarının satılmışlıklarını görerek kahroluyordu.

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Ökkeş’ti adı. “Allah için” saldıranlardandı. Sanki katledilenleri “Allah yaratmamıştı.”Hakimler, savcılar bu gözü dönmüşü de diğerleri gibi serbest bıraktılar, “insan” diye.

Aralık ayının soğuk, karlı, kara kış günleri yaklaşıyor. O günlerde evsiz, barksız, yurtsuzyuvasız, odunsuz, kömürsüz kalanları unutma!..

Anasını, babasını kaybetmiş mini mini bebeleri, oğlunu, kızını yitirmiş ana-babaları,yarini saramamış delikanlıları, genç kızları, hasretine kavuşamayanları unutma!..

Kan gölüne ve acı deryasına çevrilmiş Kahraman Maraş’ı unutma!..

Bu zulmün örgütçülerini hatırından çıkartma, seyircilerini unutma!..

*Yazı İnci Aral’ın Kıran Resimleri adlı öykü kitabından yararlanılarak hazırlandı.

MUSTAFA DEMİR

ROBOSKİ 2 MAYINLI SINIR

On dokuzu çocukOtuz dört canDile kolayVicdana zorKalbe zarar

Bir ekmek uğrunaSınırsızca yaşamayaÇalışırlarken sınırlardaÜzerlerine yağan bombalarlaİnsanlığın vicdan tahammülündeBir mayınlı sınır oldular

NEDİM ELÇİ

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

HAZANDA AŞK MEKTUPLARI-3

Adını anmayacağımErtelenmiş umuttaki aydınlığımdan değilsin, değilsin bundan böyle.Önce ismin öldü dudaklarımda, sonra bir tespih gibi uğruna sıraladığımbir yaşam._________Aşkın tescilinde adın yok, karar defterimde hanen ölü yazar

Gesi bağlarında düz ovaya seyrim, Kar beyaz saçlarımı okşarken erciyes.Buz tutmayan çifte yüreğime eklediğin pası, yad ediyorum sana.VeKarlı bir dağ gibi kırlaşan bu saçlarıma eşlik eder zirevedeki buzullar.Yanaklarımdaki göz yaşlarına kardeş olsa da, zozan çayı.________________________________________Adını anmayacağım.

Bir hafıza kayıbından silindin, biliyorum biliyorum artık tüm keyfi ölümlerinsan oğlu insan elinde._________________________________Daha dün kaç canlı kurban edildi.Senin şehrinde sokaklar kan reva, kim ne adına?Bırakıyorum sana sende aldığım tüm kirlenmişlikleri ve kirlenmiş ellerimi.

Oysa ki bir ceylan su taşıyor yavrusuna, minik serçe üşümüş çalı dibindeBaharı müjdeleyecek yakında, göğsündeki çığları patlatan hayat.._____________________________Görüyorum şu yaşanılası dünyada.

Sevgiyi sevdaya döküyor hamarat çayı, Dicle kıyılarında özgür su sesiŞiirler okuyor Ahmet Arif'ten, Gel bahara geçer ilk sırada__________________________________Hey hey gözlerimdeki bakış.Fırat yaklaştırmaz ihaneti, seni terk ediyorum,_________________________________________Kütüğümde adın ölüAnımsatır bu topraklar, Nemrut nasıl geçirildiğini kömürhan köprüsünde.Gelmez inkâra, çıplak filintam._______________________________Üşüyorum.

ÜşüyorumOynak rüzgârlardaBaharımı kör ederken sevdaSoğudu havalar bir kadın tenindeAdı öldü HAMZA İNCE

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

POPÜLER KÜLTÜRE ELEŞTİREL BAKIŞLAR KISA BİR TARİHÇE[1] / Sibel ÖZBUDUN

“Televizyon, ilk gerçektendemokratik kültürdür-

herkesin yararlanabildiği vetümüyle halkın istekleriyle

yönetilen ilk kültürdür.En korku verici şey,

halkın istediği şeydir.”[2]Aslına bakılacak olursa, “popüler kültür” solun gündemine yeni girmiyor. Konu1930’lardan, bir başka deyişle, Frankfurt Okulu’ndan bu yana gündemde. Üstelik de,daha televizyonun emekleme çağında olduğu, reklamcılığın kitle iletişim araçlarındayeni yeni yer bulmaya başladığı, popüler romanların, popüler müziğin “neşv ü nema”hâlinde olduğu bir çağda Frankfurt Okulu mensubu Marksist yazarlar, bir hayli sağlıklıeleştiriler yöneltmekteydi “popüler kültür” (daha doğrusu, zamanın diliyle “kitlekültürü”, ya da “kültür endüstrisi”) ürünlerine…

Hatırlayalım… Frankfurt Okulu mensupları Nazi Almanyası’ndan ABD’ye geçtiklerinde,film, popüler müzik, radyo, televizyon ve diğer kitle kültürü biçimlerinin yükselişinebirinci elden tanıklık edeceklerdi. Tarihte ilk kez “kültürel ürünler”, gelişmekte olan kitle

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

iletişim araçları sayesinde, seçkinlerin ayrıcalığı olmaktan çıkıp, kitlelere mal oluyordu.Ancak Frankfurt Okulu yazarları, bu sürecin gerisinde işleyen kapitalist dinamiklerisezinlemekte gecikmediler. Onlar, tüm kitlesel kültürel mamûlleri, diğer kitle üretimiürünleriyle aynı özellikleri (metalaşma, standartlaşma, kitleselleşme) paylaştıkları sınaîüretim bağlamında ele alıyordu. Üstelik işlevleri salt “tüketim alanı”nın gelişmesindenibaret değildi; kültür sanayilerinin ek bir işlevi de mevcut kapitalist sisteminmeşrulaştırılmasıydı.

Frankfurt yazarlarından Adorno’nun popüler müzik, televizyon ve fal sütunlarındanfaşist söylevlere pek çok konuya ilişkin tahlilleri, Löwnthal’in popüler edebiyat ve dergitahlilleri, Hertzog’un pembe dizi irdelemeleri ve Adorno ve Horkheimer’ın “kitle kültürü”çalışmasında geliştirdikleri kitle kültürü perspektif ve eleştirileri, bu yaklaşımlarınörneğini oluşturur. Onlara göre, kitle kültür ve iletişimi boş zaman faaliyetlerininmerkezinde yer almaktadırlar, önemli sosyalleşme araçları ve siyasal gerçekliğindolayımlayıcılarıdırlar ve çeşitli iktisadî, siyasal, toplumsal sonuçlarıyla, çağdaştoplumun başlıca kurumları arasında sayılmalıdırlar.

Frankfurt Okulu yazarları teknolojinin hem üretimin ana gücü, hem de toplumsalörgütlenme ve denetim tarzına dönüşmekte olduğuna işaret etmektedirler. ÖrneğinHerbert Marcuse, 1941 tarihli “Modern teknolojinin kimi toplumsal imaları” başlıklımakalesinde çağdaş dünyada teknolojinin bütünsel bir “toplumsal ilişkileri örgütleme vesürdürme (ya da değiştirme) tarzı, bir denetim ve tahakküm aracı”na dönüştüğünedikkat çeker. Marcuse’ye göre teknoloji, kültür alanında da bireylerin başat düşünce vedavranış tarzlarına uyum sağlamasına yol açan kitle kültürünü üretmektedir. Bunedenle de güçlü bir toplumsal denetim ve tahakküm aygıtıdır.

Avrupa faşizminin kurbanları olarak Frankfurt Okulu mensupları Nazilerin kitle kültürüaraçlarını faşist kültür ve topluma boyun eğdirmenin araçları olarak nasılkullandıklarının birinci elden tanığıydılar. ABD’ye yerleştiklerindeyse, popüler kültürünAmerikan kapitalizminin çıkarlarını destekleyecek tarzda nasıl işlediğinigözlemleyebildiler. “Amerikan yaşam tarzı” değer, yaşam tarzı ve kurumların üretim vepazarlanmasında, dev şirketlerin denetimindeki kültürel üretimin oynadığı rolü sıkçavurguladılar.Yazarlara göre kültürel alan tahakkümden kaçışın en kolay olduğu alan iken, artanölçüde o da yaşamın diğer alanlarında görülen rasyonalizasyon süreçlerine tabiolmaktaydı. Rasyonel tahakkümden kaçış olanağı sunmak yerine, bizatihî kültürelfaaliyet sınaîleşmiş bir üretim sürecine dönüşürken insanlarda bir kaçış ve özgürlükyanılsaması yaratmaktaydı. Kültürel ürünler metalaşırken sanatsal faaliyetin özerkliğinikorumak güçleşiyordu. Kapitalizmin tekelci evresinde ortaya çıkan popüler kültür, kültürsanayinin bir ürünüdür: Bu evrede gerek boş zaman gerekse tüketim kapitalist hatlardaörgütlenmektedir; kültürel gelişmeyi sağlayan performansçılar ya da izleyicileri değil,kültür endüstrisini yürüten finans kapitaldir. Kültürel tekellerin yöneticileri, demir, çelik,petrol, silah vb. tekelleriyle kaynaşır. Kültürel denetçiler bu kompleks içerisinde oldukçagüçsüzdür ve bankacılık ve iş dünyasının tahakkümü altındadır.

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Frankfurt Okulu düşünürleri, kültür endüstrilerini işçi sınıfının kapitalist toplumaentegrasyonu açısından, yani siyaseten de ele almışlardı. Bu kuramcılar, kitle kültürüve tüketim toplumunun yükselişinin işçi sınıfı üzerindeki etkilerini inceleyen vebunların çağdaş kapitalizmi istikrara kavuşturmadaki etkilerine dikkat çeken ilkMarksistler arasındaydılar ve bu doğrultuda siyasal değişim için yeni strateji vemodeller arayışına girmişlerdi...

Onlara göre modern kapitalizmde kültürel nesneler kamunun kendiliğinden arzularınınkarşılığı değil, kültür sanayinin piyasaya sunduklarıdır. Edilgin kitleler tükettiklerikültürün üreticileri değildir. Kültürel metaların farklılaşması, tüketicilerin sınıflandırılıpetiketlenmesi çevresinde örgütlenir; müşterilerin kültürel “malları” tüketmesi isepiyasa araştırmaları ve reklamlarla güvence altına alınır. Bu rasyonelleşme süreçleri,kültürel bir tektipleşmeye yol açmaktadır. Kültürel metalar estetik kaygılardan çokstandartlaştırıcı, ticarî bir mantığın yönetimi altındadır. Kültür sanayinin ürünleri,paketleme ve satışı güvence altına alacak standart formüllere göre üretilir: pembediziler, şarkılar, filmler, “eğlence” nesneleridir ve kitle kültürü anlamlarını otomobiller,sigaralar, yiyecekler gibi diğer nesnelerle bütünleştiren bir reklam sistemi içerisinegömülüdür. Horkheimer ve Adorno’ya göre bunun göstergelerinden biri, gerçekyaşamla kültürel temsiller arasındaki sınırların lağvolmasıdır: film yapımcısının hedefi,izleyicide filmin gerçek yaşamının bir uzantısı olduğu izlenimini yaratmasıdır.

Dolayısıyla, kültürel ürünlerin insanları mutlu etme savı, sahte hazlarla sınırlıdır.Adorno için standartlaşmış, kitle üretimi kültürü kaçınılmaz olarak otantik-dışı, ikincisınıf ve gerçek sanatsal değerden yoksundur. Kitle kültürü yalnızca yabancılaşmışgereksinimlere hitap edebilir.Popüler kültür alanında ya da kültür endüstrisinin tümünde gerçek sanatsal dışavurumtahrip edilmişken bireyler artan ölçüde baskı ve yabancılaşmaya maruz kalır. Baskıideolojik tahakküm olarak kültürel bir biçim almaktadır. Bu, onların arzularını manipüleedip kapitalizmi ayakta tutmaya yönelik sahte gereksinimlere kanalize ederken, özerközneler olarak hareket etme yetilerini ortadan kaldırır. Kültür böylelikle metalarıntüketimini teşvik ve standartlaşmış kitlesel bilinç üretme aracı olarak kapitalizminyeniden üretiminde merkezî bir rol üstlenecektir.

Bu kültürel akımlar alternatif bakış açılarını olanaksızlaştırarak toplumsal yetkeyigüçlendirmektedir. Potansiyel muhalefet dolayımsız arzuların tüketime bağlanmasıaracılığıyla etkisizleştirilip depolitize edilir.

Görülebileceği üzere, bugün adına “popüler kültür” dediğimiz görüngünün ilk kapsamlıeleştirisi, Frankfurt Okulu yazarlarından gelmişti.

Ancak bu okulun “popüler” kültürü tüketen kitleleri sadece edilgin alıcılar, popülerkültürü de sadece kapitalist sistemin sürdürüm aracı olarak gören indirgemeciliğineyönelik -yine Marksist cenahtan- eleştiriler gecikmeyecekti.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Örneğin, Alman edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi, estetik kuramcısı WalterBenjamin fotoğraf, film ve radyo gibi yeni teknolojilerin ilerici bir rol oynayabileceğiniöne sürüyordu. Yüksek kültürün gizemselleştirmelerinden arınmış medya kültürününkendi kültürlerini tahlil edip eleştirebilecek daha eleştirel bireyleri biçimlendirmeyetisine sahip olduğunu öne süren Benjamin’e göre sinemanın imgesel sürati, bireylerisanayileşmiş kent toplumlarının akış ve itiş-kakışını anlamaya daha yatkın kılmaktaydı.

Hatta Benjamin, kitle iletişim araçlarının siyasal aydınlanma forumlarınadönüştürülebileceği savından hareketle, Brecht’le birlikte film yapıyor, radyo oyunlarıyazıyor ve medyayı toplumsal ilerleme araçları olarak kullanmayı hedefliyordu. Brechtise, radyonun tek-yönlü iletişimini eleştirerek çok-yönlü, çok-taraflı bir iletişimisavunmaktaydı (sonradan internette gerçekleşecek bir öngörü).Benjamin kitlesel üretimin sanat yapıtlarının büyülü güçlerini yitirmesine yol açtığını,dolayısıyla da kültürel mamûlleri daha eleştirel ve siyasal bir tartışmaya elverişli hâlegetirdiğini kabullenmekle birlikte, sinemanın şöhret kültü aracılığıyla yeni tip birideolojik büyü yaratabileceğini de öne sürmekteydi.

* * *

Ancak Frankfurt Okulu’na, günümüzün “Popüler Kültür” kavrayışını biçimlendirecekeleştiriler, 1960’lı yıllardan itibaren öne çıkan “Britanya Kültürel İncelemeler ya daBirmingham Okulu’ndan gelmiştir.Frankfurt Okulu devlet tekelci kapitalizmi ya da Fordizm koşullarında, yani kitleselüretim ve tüketimle tanımlanan bir çağda gelişirken, Britanya kültürel incelemelerininde öncelikle tüketim kapitalizmine kitlesel direniş, devrimci hareketlerin yükselişi ile,ardından da sermayenin postfordizm ya da postmodernlik terimleriyle tanımlanan yenibir evresiyle karakterize olan 1960’lı yıllarda ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Birmingham Okulu 1960 ve 70’li yılların mücadelelerine, sınıf, toplumsal cinsiyet, ırk,etnisite ve milliyet temsil ve ideolojilerinin kültürel metinlerdeki etkileşimi üzerindeyoğunlaşarak tepki vermiştir. Gazete, radyo, televizyon, film vb. kültürel biçimlerinizleyiciler üzerindeki etkisine değgin ilk araştırmalar, bu okulun ürünleri arasında yeralır.

1960-80’ler arasında Britanya kültürel incelemelerinin klasik dönemi, kültürünincelenmesinde, özellikle Althusser ve Gramsci etkisindeki Marksist bir yaklaşımısürdürmektedir; sosyal kuram, metodolojik model ve siyasal perspektiflerinde deFrankfurt Okulu’nun etkileri sezinlenir. Frankfurt Okulu gibi Birmingham da işçi sınıfınındüzenle bütünleşmesi ve devrimci bilincindeki gerileme sorunlarıyla ilgili ve kitlekültürünün kapitalist hegemonyanın oluşmasında önemli bir rolü olduğunusavlamaktadır.

Her iki okul da kültür ile ideolojinin kesişim hatlarıyla ilgilidir ve ideoloji eleştirisinieleştirel kültürel incelemelere aslî olarak görmektedirler. Her ikisi de kültürü ideolojik

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

yeniden üretim ve hegemonya tarzı olarak görmekte ve kültürel formların bireylerinkapitalist toplumların toplumsal koşullarına uyarlanmasında aslî rol oynadığını önesürmektedir. Ancak her ikisi de kültürde kapitalist topluma karşı direniş potansiyeli desaptar. Ne ki, Frankfurt Okulu kitle kültürünü ideolojik tahakkümün türdeş ve güçlü birbiçimi olarak görmede ısrarlıyken, Britanya kültürel incelemeleri sonraları medyakültüründe direniş biçimlerini vurgulamaya önem verecektir.

Britanya kültürel incelemeleri başlangıçta doğası itibariyle son derece siyasaldı vemuhalif altkültürlerdeki direniş potansiyellerini araştırmaya angajeydi. Bu angajman,önce işçi sınıfı, ardından da gençlik altkültürlerinin kapitalist tahakküme karşı bir dirençodağı oluşturabileceği düşüncesini biçimlendirdi. Okulun erken dönem yapıtlarının büyükbölümü, altkültürlerin kendi uslûp ve kimliklerini yaratarak kapitalizme nasıl direndiğininüzerinde durmaktaydı. Punk ve siyahîler gibi altkültürlerin, anaakımdan farklı görünüşve davranışlarıyla kurulu düzene muhalif kimlikler oluşturduğu görüşü, 1970’lerdekiçalışmalara damgasını vuruyordu.

Ancak Britanya kültürel incelemeleri dikkatini büyük ölçüde medya kültürü ve popülerürünlerle sınırlandırmakla eleştirilmiştir.

Britanya kültürel incelemeleri -Frankfurt Okulu gibi- kültürün üretilip tüketildiğitoplumsal ilişkiler ve sistemler dolayımıyla incelenmesi gerektiğinde ısrar eder ve bunedenle disiplinlerarası bir çalışma yöntemini benimsemektedir: kültür analizi toplum,siyaset ve iktisat incelemeleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Gramsci’nin hegemonya kavramıBritanya kültürel incelemelerine medya kültürünün bir dizi başat değer, siyasal ideolojive kültürel biçimi bireyleri bir konsensüste birleştiren bir projede nasıl topladığına ilişkintemel kavrayışı sağlamaktadır.

Britanya kültürel incelemeleri ve Frankfurt Okulu akademik işbölümüne itiraz edendisiplinlerarası alanlar olarak kuruldu. Her ikisi de kültürü toplumsal-siyasal bağlamındansoyutlamanın yıkıcı etkilerinin bilincindeydiler.

Britanya Kültürel İncelemeleri’ni Frankfurt Okulu’ndan ayıran noktalar ise, 1970’lerinsonuna dek bir hayli muğlak olmakla birlikte, ardılın önceline yönelttiği eleştirilerarasında “özne”nin etkinliğine ilişkin tartışmalar merkeze yerleşmektedir. “Kültürelİncelemeler” öznenin “faillik” durumu üzerinde odaklanırken, yukarıda da belirttiğimgibi, ezilenlerin (işçi sınıfı, kadınlar, etnik gruplar, gençlik altkültürleri, eşcinseller vb.)popüler kültürü protestolarını ifade etmede kullanış biçimleri üzerinde durmaktadır -enazından 1980’li yıllara dek. Bir başka deyişle “Kültürel İncelemeler” yaklaşımında,popüler kültürün konumu ikircimlidir: bir yandan kapitalist sistemin bir hegemonya aracıişlevi görür, ama bir yandan da ezilenlerin protestolarını yükseltebilecekleri bir ortamıoluşturur.

1980 sonrasındaysa, kültürel incelemeler zevk, tüketim ve kimliklerin bireysel inşasıüzerine odaklanan bir yöneliş içerisine girecektir. Bu perspektif, medya kültürünün

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

kimlik, haz ve güçlenme için malzeme sağlama özelliği üzerine yöneltir vurguyu.1980’lerden bu yana gerek Britanya gerekse ABD’de kültürel incelemeler, eskisosyalist/devrimci görüşlerden beslenen eleştirelliğini yitirerek kimlik politikaları vemedya ve tüketim kültürü konusunda eleştirel - olmayan konumlarda sabitlenmiştir.Vurgu daha çok izleyiciler, tüketim ve alılmama üzerine yönelirken, medya sanayilerindemetinlerin nasıl üretildiği ve dağıtıldığı gibi sorunlar ön plana çıkartılmıştır.Bu dönüşüm, tekelci devlet kapitalizmi ya da Fordizm’den yeni bir sermaye rejiminegeçişe eşlik etmektedir: farklılık, çoğulluk, eklektisizm, popülizme değer katan ve yenienformasyon/ tüketim toplumunda tüketiciliği yoğunlaştıran transnasyonal ve küreselsermaye çağı…

Postmodern kültürel incelemelerin “yeni revizyonizm”i, kültürel incelemeleri siyasaliktisat ve eleştirel toplumsal teoriden kopartacaktır. Yerel hazlar, tüketim ve melezkimliklerin inşası adına iktisat, tarih ve siyasetten vazgeçme eğilimi yaygın olarak gözeçarpar. Bu kültürel popülizm, postmodern kuramın Marksizm ve onun sözdeindirgemeciliğinden, başat tahakküm ve kurtuluş anlatılarından, tarihsel nedenselliktenvazgeçişine eşlik etmektedir.

* * *

Özetlemek gerekirse, “popüler kültür eleştirisi” olarak başlayan eleştirel duruş,postmodernizm tarafından temellük edilerek “kof bir söylem alanı”na dönüştürülmüştür.Günümüzde gerek günlük basın, gerekse hem akademik, hem de popüler kullanımayönelik yayınlarda “popüler kültür” konusunda yazılıp çizilenlerin, söylenenlerin artıkneredeyse tümüyle bezdirici “sözcük oyunları”na ya da “belagat yarışları”na dönüşmüşolmasının nedeni de budur.

Şu hâlde günümüzde “popüler kültür” denilen alanı da kapsaması gereken mücadele,kültürü kapitalizmin “post-“lar dahil tüm versiyonlarının (post-fordist, post-endüstriyel,postmodern…) temellük ve tahakkümünden kurtararak yeniden emekçilerin, ezilenlerinsaflarına mal etme savaşımıdır.

Ancak böyle bir mücadele sayesindedir ki yaratıcı insan faaliyeti olarak kültür, insanı hertürlü yabancılaşmadan kurtularak insanî benliğine kavuşma bilinç ve iradesiyle donatmayetisini yeniden kazanacaktır.

N O T L A R[1] Newroz, Yıl:7, No:233, 2 Mayıs 2013…[2] Clive Barnes.

YARARLANILAN KAYNAKLARDouglas Kellner, “The Frankfurt School”, Cultural Theory, Tim Edwards (der.), Sage Publications, 2007.Chris Rojek, “Stuart Hall and the Birmingham School”, Cultural Theory, Tim Edwards (der.), Sage Publications, 2007.John Scott, “Cultural Analysis in Marxist Humanism”, Cultural Theory, Tim Edwards (der.)Sage Publications, 2007.Graeme Turner, British Cultural Studies, An Introduction, Routledge.

SİBEL ÖZBUDUN

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

GÜNE VE SANA / Meriç AYDIN derin bir uğultuyla örülmüş bu ipek sessizlik ve ıslak bir pamuk gibi geçiyor zamanbir şiirle başlıyor günün aydınlığıbir bebeğin çığlığıyla merhaba diyorum sanatoprağı yırtarak boy veriyor bir filizbaharı selamlıyor yaprağın ipekleşen tortususonra pamuk oluyor içimi kaplayan o sevinçyağmurları çekiyorum toprağın çatlayan dudağındansuya ve yeşile eğiliyorum...

bir uyuşmazlık hali içindeyim kendimleayaklarımın hafifliğinden anlıyorum bu sıcaklığısokağın sesinden kendime dönmem lazımçocukların ellerinden tutmalıyım diyorumişçi çocukların ellerindenbabası işçi çocukların ellerinden!onlar taşıyor umutlarımı yarınabir sorum var şu devlet babayasahi sen çocuk oldun mu hiç?

bir ayrılık hali içindeyim pamuk gibi bir ayrılıkkurudum mu öleceğimıslanmasam çürüyecek...

ey sabahların kuş cıvıltısıey deyip harmanlanan mutlulukgözlerinin aylasındamahsum bakireliği yansı düşlerin

ey insan suretiyle ay bahçemi deren gülboz bulanık düşümhangi mavinin adıdır bu gülümseyişbir kök olur yüreğimin odağında bir köksere serpe bir dal, yediveren bir gül sarmaş dolaş

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

gülleri uyandırıyorsun içimdeve bir dal gibi büyüyorsun ömrüme açarakaşındırıyor tırnaklarıyla toprağımı sevdanbir ay gülümsüyor maviliğime kanarak...

yeşile ve suya bakıyorumdüşlerim kamaşıyor günlerin boşluğun dabir avuç toprak kokusu oluyorumher yeni gün umudun patikasın da

uzat sende ellerini günlerin mavisinesağ bir elinle bulutlarıkokusunu bırak yarına hiç kaygısızbiz mi kaygılıyız gülemiyorsak?hayır; bir halk gülmüyorsa kaygılıyız...

içime ne geldiyse söyledimyağmuru fısıldadım bulutlaraatlıların kendiliğinden gelip geçtiğinisonsuz sırlarını mırıldandım evrenin

afrika’dan bahsettim, memleketimin dağlarındanve bir isyan başlattım celali ordularımdanözgürlük olduğunu söyledim umudun

hiç konuşmadım susaraken son söyleyeceğimi, en başta söyledim hepsığınmadım herkesin heybetinden barınak sandığı gönülleresuya ve yeşile eğildim bir tek...

çatlıyor kabuğu içimde ki umuduniçimdeki umutsuzluk yarının kaygısı olsa gerekişte ben, içimde ki o, mutlak umutsuzluğu seviyorumher şeyi yeşile vermeli diyorumhadi kımıldat içimde bir şeyleriben suya ve yeşile meğilliyim...

MERİÇ AYDIN

2014

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

GECE SORGUSU

kendimi yoğuruyorumkendimi yontuyorumacıların vurgunlarında/hep gece…

su taşıyor kırlangıçlarleyli gözlerinden.gıyabi bir sevdaya.yangınları yangınlarla söndürüyorum/her gece…

ve eksiltilmişmuhayyer bir tebessümün serinliklerine sığınıyorum;ne benden yanane de uzakfirari ışıklarına gözlerinin./kör gece…

kutbunda yalnızlığınuçurtmalar örüyorum –“rengahenk”ıssız, kara yıldızlı göklerine gecelerin.esintiler ısmarlıyorumboynumda titreyen nefesten,ve yalımlarına saçlarının./sek gece…

ey gece;yoksunluğun, kıyımlarınve çığlığı çocuklarınkardeşi midiracısı sevda kırımlarının.ve ey gece;flu anılardaseninle büyüyorumseninle ölüyorum bilesin.

kendimi yoğuruyorumkendimi yontuyorumkutbunda yalnızlığın.

GALİP ÖZDEMİR

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

NİÇİN?

niçin kor düşer sinesine memleketinve yanıklar oluşur birinci dereceden

niçin kurur pınarları bu aziz yurdunniçin omuzları düşer engin dağların

niçin böyle üryandır bütün hakikatlerniçin üşür elleri, ayakları mazinin

niçin dudakları hep çatlaktır zamanınniçin yoktur ölümün de bir mevsimi…

HIZIR İRFAN ÖNDER

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ADLİYE KABUSLARI

Cinnetin tırpanının tekebbürden indiğini hangi şiir bildirir?Adliye mabedinden kibrin tebliğidir zarftan çıkan mazruf gibi bu şiirArzuhalci şakırtısı boşalır daktilo kuşlarından senfoniyle oradaAfrodizyak etkili hayvan ambalajları açılır şehvetin kutusundanYırtılır Ambalajı pandora kutusundan fırlar gerrillaca kaplanlarParçalar dölyollarında kürtajlanmış ceninleri uterus yokuşundanSoykırımda katlolur kılıçartığı atmıklar, arzuhalci şakırtsı italik yazar bunuİtalik yazılır Haczedilmiş o kuşlar gökkubbenin rahmine kürtajlarlaserseri fırtınalar kopar, tinerci ciğerinde açılır argoyla sustalı bak;toplumezar kuşlarının intihar pençeleridir gözkapağında dosyalarküflenmiş dosyaların kiri; pragmatist bir iltihap şeklidir davalardagöğüskafesinde saltanat kurar façayla imparator yargıçlardolar dehlizden koridorlar; taşlaşmış intiharın cesetli korosuylaengizisyon mahkemesi ağırcezada hükmü tebliğ eder kasıklarımaafrodizyak kaplanlar şehvetin kürsüsünde patlar mayınlarıylaaçılır tahakküm eden hüküm ağır ceza mahkemesinde birAçılır transparan sisleriyle kabuslardan örülmüş bu şiirBukalemun bungunluk beyin kabuğundadır bütün psikopatlarınKabuklar parçalanır afrodizyak irinler akar hormonlardanDökülür jölelenmiş sıvılar haplanmış omurgasına aşkınÇünkü Haplanmış tekebbürün bulantıya tebliğidir şehvetimAnarşist hayvanatlar körüklenir kundağında yangınınMetafizik yangın çıkar kundaklanmış mezhebinde cinlerinAşk ki: küfürbaz cinlerin alevlerle gövdelenme biçimidirBunu psikoterapi kabuslarında hangi psikiyatr bilebilir?Bu psikoterapi kabuslarında psikiyatrın bileceği şey değilrepliğiyle açılır intiharlardan imalat melankolik hayvanlaravukatlar örgütlenir karakamu yokuşunda falçatalı intiharlakinin hırıltıya inişidir bulantılı ciğerlerden sümkürülen kanamakanamalı yaralar açar travmatik aşklar nasıl da metafizik?diyalektik vesveseler iner tekebbürden acizliğe kabuslarlamezarlık kuşlarının senfonik intiharıdır bütün soysuz şeytanlarbunları psikoterapi kabusunda hangi psikopat bilebilir?

Kanlanmış mürekkebin kibre dağıldığını hangi cinnet bildirir?

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

Her şey şiirdir ve bir gün belkiİlk aşkım, ilk göz ağrım şiirKoynunda ona yazdığım mektuplarBir yerlerden çıkıp geleceklerdir.

ATAOL BEHRAMOĞLU

Dokunabilir ve sessiz olmalı şiirYuvarlak bir meyve gibi

ARCHİBALD MACLEISH

ŞiirGünün en yorgun saatlerindeGözlerindeki yangın gibidir.

ANIL MERİÇELLİ

Şiir afişlerin çerçevesidir,harflerin çizgisi.

Çıngırağın içindeki madendir şiir.ÜLKÜ TAMER

Şair oraya varıyorsonra ışığa dönüyor şarkılarıyla ve onları çevresine saçıyor

GİUSEPPE UNGARETTI

Günün güneşi şiirGecenin ayıHayatın şaireDüşen payı

İSMAİL UYAROĞLU

Dünyanın bir ucundaBir damla kan dökülseBaba diye ağlasa bir çocukHerkesten önce duyar ozanAcılara batar şiiriÇığlık akar dizelerinden”

ALİ YÜCE

Şiir bir tanıktırYaşadığımız bir cinnet davasındaGörgü tanığıDizeler ki çavlanSesler sesler sözcüklerAkar akar akarsuSonunda bir suçKalbinden çivilenir tahtayaSafranbolu kapısıHer şey oymaBir gelin şimdi girecek içeriSuç ve Ceza

CAN YÜCEL

DERLEYEN: A.Z.ÇAMUR

Eskiler doğa güzelliğine türkü söylerdiIrmaklar, kar, gül, bülbül,lale ve sisBugün çelikten şiirler yazmalıyız bizBir baskın nasıl yapılır şair de bilmeli

HO CHİ MİNH

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜİLLEGAL TKP’NİN SON NEFERLERİNDEN

RASİH NURİ İLERİ’Yİ SONSUZLUĞA UĞURLADIK…

Türkiye komünist hareketinin önemli isimlerindenbiri olan, Türkiye komünist hareketine ömrünüadayan Rasih Nuri İleri’yi 94 yaşında yıldızlarauğurladık.

1920 yılında babasının Mustafa Kemal’in özeltemsilcisi olarak bulunduğu Cenevre’de doğdu.Tahsilini, Galatasaray, Haydarpaşa ve FenFakültesi’nde yaptı. 1939 yılında üniversitedemilitanlığa başladığı TKP’ye 1942’de Ferit Kalmuktarafından kaydedildi. 1946’da Dr. Şefik Hüsnü’nünkurduğu TSEKP’nin yan kuruluşu olansendikalarda çalıştı. Adana Sendikalar Birliği’nikurdu. 1948’de Yedek Subay okulundan çavuşçıkartıldı. 1962’de TİP’e kaydoldu, 1. Kongre’deMerkez Komite üyesi oldu. Aralık 1967’de partidenihraç edildi. 1968’de Milli Demokratik Devrim Der-

neği kurucusu ve Genel Sekreter Yardımcısı oldu.

Mart 1970’de kurulan İstanbul İşçi Birliği Genel Başkanı oldu. 1973’de Haziran Hareketigizli örgütü 1 numaralı sanığı olarak yargılandı, beraat etti. 1977’de İkinci TİP’ekaydoldu. Haziran 1990’da TBKP kurucusu ve Merkez Komitesi üyesi oldu. Ocak1992’de Boz Mehmet ve Şahap Bakırsan’la Genel Merkez’in sağ sapması üzerine istifaetti. 1992’de SBP’ye girdi. Büyük Kongre’de MK’ya seçildi.

Daha sonra BSP kurucusu ve MK üyesi oldu. Türkiye Komünist Partisi üyesi vekonferans delegesidir. 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde TKP’den İstanbul adayı oldu.Marksizm ve Leninizm üzerine çok sayıda çeviri yapan, eser üretenEserleri arasında Kurtuluş 1 Mayıs 1919-Şubat 1920, Atatürk ve Komünizm-KurtuluşSavaşı Stratejisi, Kırklı Yıllar dörtlemesi (1944 TKP Davası, 1945 İGB Davası 1947TKP Davası) isimli kitapların da bulunduğu 20’nin üzerinde eser ve birçok çeviri kitapüreten Rasih Nuri İleri’yi saygıyla anıyoruz.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

KÜLTÜR İNSANI VE ŞAİR TALÂT SAİT HALMAN SONSUZLUĞA YÜRÜDÜ…

7 Temmuz 1931’de doğan Talat Sait Halman, RobertKolej'in ardından, yüksek öğrenimini ColumbiaÜniversitesi Siyasal Bilgiler ve Ortadoğu EdebiyatlarıBölümü'nde tamamladı. Columbia Üniversitesi'ndeTürkçe okutmanlık, Birleşmiş Milletler Radyosu'nayazarlık ve spikerlik yaptı. ABD'nde Princeton-NewJersey Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretimgörevlisi olarak çalışırken Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkKültür Bakanı oldu. Bakanlığı kaldırılınca yenidenABD'ye dönen Halman, yurt dışında öğretim üyeliği,kültür işleri büyükelçiliği, Birleşmiş Milletler'de daimî de-

lege yardımcılığı, UNICEF Türkiye Milli Komitesi başkanlığı, UNESCO'nun Paris'tekigenel merkezinde yönetim kurulu üyesi olarak Türkiye temsilciliği yaptı.

Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü ve Türk Edebiyatı Merkezi'nin kurucubaşkanı olan Halman halen Bilkent Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İnsani Bilimler veEdebiyat Fakültesi Dekanı olarak çalışıyordu. Ülkesine Kültür Bakanı, Kültür İşleriBüyükelçisi, öğretim üyesi, şair, çevirmen, edebiyat tarihçisi, eleştirmen, köşe yazarı,kültür tarihçisi, konferansçı ve hatip olarak hizmet veren Talât Sait Halman, UluslararasıŞiir Komitesi ve Amerikan Şiir Akademisi üyesiydi. Columbia Üniversitesi'nin ThorntonWilder Armağanı, UNESCO Hizmet Madalyası, Boğaziçi Üniversitesi Onursal Doktoraunvanı ve Rockefeller Vakfı'nın Beşerî Bilimler Bursu'nun yanında çeşitli yazın ödüllerialdı. Kraliçe Elizabeth tarafından "Knight Grand Cross, G.B.E., The Most ExcellentOrder of the British Empire" unvan ve nişanı verildi.

Shakespeare'in tüm sonelerini manzum olarak çeviren Halman'ın şiir, çeviri ve yazılarıDeğişim, Dönem, Gösteri, Milliyet Gazetesi, Milliyet Sanat Dergisi, Şiir Sanatı, Türk Dili,Varlık, Yeditepe, Yeni Edebiyat, Yenilik dergilerinde yayımlandı. Yurt dışında eski veçağdaş Türk Edebiyatı üzerine tanıtıcı yapıtlar verdi. Şiirleri ve yazıları birçok dileçevrildi. 5 Aralık 2014 günü kaybettik.

Kültür evrenimizin başı, başımız sağ olsun

111 sayfalı BİN BİR (Özdeyiş Şiirleri) kitabından alınan aşağıdaki dizeler, onun aydınkişiliğini de ortaya koyuyor:

—Zorbalar başta: bebekler doğuyor ak saçlı.— Zorbalar ülkesinin yağmuru kan kırmızıdır.—Zorbanın kentinde ses yok, yankı vardır.

—Zorba çağında korkular alkış olur.—Yönsüz yöneten, sönmeğe mahkûm.—Zalimler ülkesinde susar gür sular bile.

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

—Zorbanın kentinde ses yok, yankı vardır.—Zorbanın ülkesi tek mevsime mahkûm: karakış.—Ürkütür zorbayı, bir kahkaha bir gülle kadar—Bir ulus kanmayagörsün, kanamaktır kaderi.—Ancak karakuşlar ötüşür zorba çağında.

—Halklar siner, leşler ve kalleşler çökertir devleti.—Bir ozan yığınlara seslenir, canavar düdükleri susturur.—Sanat güzelleştirmezse tüm varlıklar yarındır.—Halk’a yazmazsa yazar, sadece bir canlı mezar.—Aydınların karanlığıdır halkı ağlatan.

BENCEKİTAP, TURGUT UYAR ŞİİR YARIŞMASININ BEŞİNCİSİNİ DÜZENLİYOR…

Yarışmanın başvuru tarihi, 15 Aralık 2014 / 31Mart 2015 tarihleri arasındadır. Bu tarihtensonra gelecek eser dosyaları kabuledilmeyecektir. Yarışmaya, kitap bütünlüğütaşıyan ve yayınlanmamış bir şiir dosyası ileyurt içinden ve yurt dışından herkeskatılabilmektedir.Yarışma dosyalarında konu veuzunluk serbesttir.

Her yarışmacının eser dosyası, bilgisayarla 12 punto ve 1,5 satır aralığı ile yazılacak veA4 boyutunda, 6 nüsha olarak gönderilecektir. Eserin üzerinde ve/veya herhangi birsayfasında kimlik bilgileri yer almayacaktır. Bunun yerine, rumuz yazılacaktır.

Yarışmacının adı, soyadı, telefonu (cep, ev, iş), adres ve e-mail bilgileri, kapalı bir zarfiçinde gönderilecektir.

Yarışmanın sonuçları 1 Haziran 2015 tarihinde ilan edilecektir. Yarışmaya katılaneserlerden dereceye giren ilk üç dosya, Bencekitap tarafından basılacaktır. SeçiciKurul’un yayımlanmaya değer bulduğu eserlerin ilk baskıları için yazara telif ücretiödenmeyecektir. (daha sonraki baskılar için yazarla telif anlaşması yapılacaktır), ayrıcayarışmaya gönderilen hiçbir eser dosyası iade edilmeyecektir. Yarışmaya şiir dosyası ilekatılanlar, eserin bütünüyle kendilerine ait olduğunu, dosyanın daha önce düzenlenmişhiçbir yarışmaya gönderilmediğini, daha önce eser dosyalarına basılması içim hiçbirşekilde muvafakat vermediklerini, hiçbir kuruma kayıt ettirmediklerini ve Bencekitaptarafından düzenlenen 5. Turgut Uyar Şiir Ödülü şartnamesini aynen kabul ettiklerinibelirten yazılı ve imzalı EK-1 belgeyi Bencekitap Genel Merkezi’negöndermekle/vermekle yükümlüdürler. Başvuru ve EK - 1 Belgesi Bencekitap’ın internetadresinde bulunmaktadır.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Katılımcılar dosyalarını, en geç 31 Mart 2015 tarihine kadar, elden bırakarak ya daposta yoluyla, Ankara Bencekitap Yayınları ofisine ulaştırmalıdırlar. Postadakigecikmeler dikkate alınmayacaktır. Yarışmaya gönderilen eserler yayınevimizde bir önelemeye tabi tutulacak, bu şartnamenin herhangi bir maddesine aykırılığının tespitedilmesi durumunda, yarışma dışı bırakılacaktır.

ARJEN ARÎ ŞİİR YARIŞMASI İKİNCİ YILINDA

Çağdaş Kürt şiirinin öncü ismi Arjen Arî anısına ilki geçtiğimizyıl düzenlenen şiir yarışmasının bu yıl ikincisi yapılacak.Birinci yarışmada Selami Esen’in şiir dosyası birinci olmuş veEvrensel Basım Yayın tarafından kitaplaştırılmıştı. SeçiciKurulun Berken Bereh, Lal Laleş, Ferhat Pîrbal, Beyar Bavî,Necla Akay’dan oluştuğu yarışmaya dosya kabul tarihileri 1Aralık 2014- 31 Ocak 2015. Ödül töreni ise 23 Mayıs 2015’teDiyarbakır’da düzenlenecek.

Ödülün her yıl yalnızca bir şaire verileceği yarışmadakazanan eser, yarışmayı düzenleyen kurumlarca telif haklarıödenerek ve yarışmayı düzenleyen kurumların logolarıylabirlikte Evrensel Basım Yayın tarafından kitaplaştırılacak veçeşitli etkinliklerle okura sunulacak. Bu yılki yarışmaya dair Eğitim Sen DiyarbakırŞubesi’nde bir açıklama yapıldı. Açıklamaya Evrensel Basım Yayın, Kürt YazarlarDerneği temsilcileri ve Arjen Arî’nin ailesi katıldı. Açıklamada konuşan Evrensel BasımYayın temsilcisi Yazar Yusuf Karataş, yarışmayı devam ettirmenin önemine vurguyaparak, “Ana dilde eğitimin hâlâ yasaklı olduğu, Kürt dili ve edebiyatı önündekiengellerin sürdüğü koşullarda bu yarışmanın devam ettirilmesi sadece yeni şairlerinyetişmesini sağlamak bakımından önem taşımıyor. Bu yarışma aynı zamanda Kürtsorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümünün sağlanması mücadelesine dil veedebiyat cephesinden verilmiş bir ses olarak da anlam taşıyor” dedi.

Arjen Arî şiir yarışmasında bu yıldan itibaren yeni bir ödül verileceğini söyleyenKarataş, “Bu yıldan itibaren Kürt dili ve edebiyatının var olma mücadelesinidesteklemiş, bu uğurda emek vermiş her milliyetten aydın ve sanatçılardan seçici kurultarafından belirlenecek bir kişiye ‘Onur Ödülü’ verilecektir” dedi.

Yarışmanın, Arjen Arî’nin yaşamı boyunca emek verdiği Kürt dili ve edebiyatına vesanatın evrensel değerlerine sahip çıkmak amacıyla Arjen Arî’nin ailesi, EvrenselBasım Yayın, Lis Yayın, Ronahî Yayınları ve Kürt Yazarlar Derneği tarafındandüzenleneceğini ifade eden Karataş, ödülün Kürtçenin Kurmancî lehçesi ile yazılmışeserlere verileceğini söyledi. (EVRENSEL)

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ORHAN KEMAL ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI AÇIKLANDI

Orhan Kemal Öykü Yarışmasında, birincilik ödülü“Ara Nağme” adlı yapıtı ile Fuat Sevimay’ın oldu.

Çukurova Edebiyatçılar Derneği’nin (ÇED),Adana Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyleyedincisini düzenlediği yarışmanın seçici kuruluşu isimlerden oluşuyor: Alper Akçam, ZaferDoruk ve Vecdi Çıracıoğlu.

“Gölgeler ve Yelkovan” ile İbrahim Karaoğluikinciliğe, “Yasak Kitap” ile Deniz Faruk Zeren ise

üçüncülüğe seçildi. Özendirme ödülü, “Yaşanmış Yıllar” ile Yaşar Yıltan’a, seçici kurulözel ödülü ise “Hayattan Kareler” ile Çağla Şimşek’e verildi.

Ödüller 12 Aralık’ta Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda düzenlenecektörenle kazananlara verilecek.

15 KASIM CEZAEVİNDEKİ YAZARLAR GÜNÜ’NDE (TYS), (PEN) VE (TYB) ORTAK BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ…

Dünya Hapisteki Yazarlar Günü’ndeortak basın toplantısı düzenleyenPEN Türkiye, Türkiye YazarlarSendikası ve Türkiye YayıncılarBirliği, meslekleri yüzündenözgürlükleri ellerinden alınanyazarların sorunlarına dikkat çekildi.

Uluslararası PEN’in DünyaHapisteki Yazarlar Günü ilan ettiği15 Kasım’da bu yıl da yazıları nede-

niyle hapsedilen yazarlara kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla PEN TürkiyeMerkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Türkiye Yayıncılar Birliği’nin katılımıylaBirliğimizde ortak bir basın toplantısı düzenlendi.

Toplantıda konuşan Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celâl, Uluslararası PEN’inbu yıl durumlarına dikkat çekerek destek talep ettiği yazarlar olan Paraguay’dan NelsonAguilera, Kırgızistan’dan Azimjon Askarov, Kamerun’dan Dieudonné EnohMEYOMESSE, İran’dan Mahvash SABET ve Çin’den Gao YU’nun hapsedilmegerekçeleri hakkında bilgi verdi.

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Celâl Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yazarları baskı altına almak için, adaletsizhükümlerin yanı sıra, hüküm giymeden uzun süreler hapiste yargılanmayı bekleme,yöneltilen suçlamayı öğrenememe gibi çeşitli dolaylı cezalandırma mekanizmalarınınişlediğini belirtti. Celâl Türkiye’de hapis yatmakta olan yazarların çoğunun örgüt üyeliğisuçlamasıyla içerde tutulduklarını ancak hiçbir terör eyleminde bulunduklarının iddiaedilmediğini, sadece bazı eylemlerle keyfi şekilde ilişkilendirildiklerini anlattı. Celâl, “Songünlerde görüşülen makul şüphe yasası ve yeni geçirilen torba yasalar, internetüzerinden görüş belirtmekte büyük sıkıntı yaratacak ve yazarların hapse atılmasınıkolaylaştıracak niteliktedir” dedi.

ŞAİR MELİSA GÜRPINAR HAYATINI KAYBETTİ

Tiyatro Eleştirmenler Birliği ve Türkiye YazarlarSendikası üyesi, şair, yazar Melisa Gürpınar, 24Kasım 2014 günü sonsuzluğa yürüdü.

Melisa Gürpınar, 1964 yılında İstanbul BelediyesiKonservatuarı Tiyatro bölümünden mezun olduktansonra tiyatro öğrenimine 1965-1967 yılları arasındaLondra’da devam etti. Aynı dönemde, BBC TürkçeServisi’nde kültür programları yapan Gürpınar,amatör ve profesyonel birçok tiyatronun kurucu üyesioldu. Ardından birçok yayında tiyatro eleştirmenliğiyaptı.

İlk şiir kitabı “Umut Pembeleri”, 1962 yılında yayımlandı, sonrasında “Yeni Bir GünŞarkısı”, “Geceyarısı Notları”, “Ara Beni Sevgilim Sözcüklerin İçinde” ve “YalnızlıkMevsimi” gibi pek çok şiir kitabı geldi.

1990’da yayımlanan “İstanbul’un Gözleri Mahmur” adlı şiirsel öyküleri, Halil Kocagöz ŞiirÖdülü’nü aldı. 1993 yılında yayımlanan “Yeni Zaman Eski Hayat” adlı oyunu ise AvniDilligil Ödülü’nü değer görüldü. Çocuk ve ilk gençlik kitapları yazdı. 2003 yılında “AdaŞiirleri” kitabıyla Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne değer bulunan Gürpınar, son olarak2001 yılında “Gezintiler” adındaki dosyasıyla Yunus Nadi Şiir Ödülü’nün sahibi olmuştu.

1990’da yayımlanan İstanbul’un Gözleri Mahmur adlı şiirsel öyküleri, Halil Kocagöz ŞiirÖdülü’nü aldı.[1] Bir İstanbul Üçlemesi olan bu çalışmanın ikinci parçası, Yeni ZamanEski Hayat adlı bir oyun olarak 1993’te basıldı ve o yıl sahneye konulup oyun yazarlığıdalında Avni Dilligil Ödülü’nü aldı.[1]

1992’de Çocukluğum ve Ölümüm adlı şiir kitabıyla, Uçup Giden Kent adlı çocuk romanıyayımlandı. 1997’de Okul Arkadaşım adlı gençlik romanı ve 1998’de SalkımsöğütlerinGölgesinde adlı düzyazı şiir kitabıyla, çocuklar için yazılmış Kitap Benim Kanadım

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

adlı şiirsel bir anlatı kitabı yayımlandı.

1999’da, Her Harf Bir Melek adlı şiir kitabı yayımlanan şair, 2003 yılında Ada Şiirleri adlıkitabıyla Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve PENüyesiydi. 2011'de Yunus Nadi Ödüllerinin şiir dalında ödül kazanmıştı. Son kitabı 2014yılında yayımlanan Güzel Acılar Ülkesi’ydi.

bütün sayfaları uçtu hayatımınsonunda mürekkebimle sulandıortanca saksılarıbir de sözlüğü olacaktı aşkınsanırım eskiciye satıldıya kentim

AKP’DEN SANATA BİR DARBE DAHA: ANSAN’A TOMA’LI AKREPLİ SALDIRI

Uzun yıllardır AntalyaKaleiçi’nde Antalya Sanatçı-lar Derneğine (ANSAN)tarafından yıllarca belediye-ye kira ödeyerek kullandığılokal ve bahçeyi tahliyeişlemi için AKP’li belediye 1Aralık 2014 sabahı polis vezabıtayla birlikte geldi.Sanatçılar ANSAN’ı savun-unca polis TOMA veakreplerle saldırıya geçti

Antalya Büyükşehir Beledi-yesi’nin kiracısı olan ANSAN’

daha yeni doğmuştuacaba çingeneler mi çaldı ey ölümben çok aptalımarıyorum boş yerekendi küllerime gömdüğüm ışığı

In kullandığı çay bahçesi ve sanat galerisinin belediye tarafından boşaltılmasına karşıyürütmeyi durdurma davası açan sanatseverler, tahliye işlemi için gelen polis desteklibelediye ekiplerine karşı direndi. Binanın boşaltılmasını isteyen AKP’li AntalyaBüyükşehir Belediyesi’nin kararının iptali için sanatseverler dava açmış, İdareMahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verince de belediye karara itiraz etmişti. Üstmahkemeden iptal kararı alan AKP’li belediyenin ilk icraatı ANSAN’a tebligat yollayarakgaleriyi 2 saat içerisinde boşaltmalarını istemek oldu. Bu tebligata karşı sanatçılar vesanatseverler ANSAN’ı savunmaya geçti. ANSAN boşaltılmayınca da belediye polis

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Ekipleriyle birlikte Kadın sanatçılar da dahil olmak üzere sanatçılar hırpalandı. O sıradasergi salonunda resimleri sergilenen Ressam Nalan Taşkent’in tabloları duvarlardangelişigüzel indirilerek zabıtalarca gelişigüzel dışarı taşındı.

Merkezi Paris’te, çalışma ofisi iseİstanbul’da bulunan UNESCO’yabağlı Uluslararası SanatEleştirmenleri Derneği TürkiyeŞubesi (AICA TR), AntalyaBüyükşehir Belediyesi’nde AntalyaSanatçılar Derneği’nce (ANSAN)kullanılan, tarihi Kaleiçi girişindekiçay bahçesi ve sergi salonunun, 1Aralık 2014'te önce zabıta,ardından polis ve zırhlı araçzoruyla tahliye edilmesini ve busırada gerek yurttaşlara, gereksesanatçı ve yapıtlara yönelikuygulanmış sözlü ve fiziksel şiddetgirişimini, yaptığı bir basınaçıklamasıyla kınadığını bildirdi

Bildiride, “ANSAN üyesi fikir ve sanat emekçilerine karşı gerçekleştirilen bu şiddetlimüdahale Avrupa Birliği kriterleri, küresel çapta ifade özgürlüğü, Evrensel İnsan Haklarıve “muasır medeniyet” ölçülerini kendisine temel ve hedef edinen bir ülke idaresindekabul edilemez. İnsani ve demokratik değerlerin aksine, son yıllarda sanatçılara ve sanatetkinliklerine karşı ötekileştirici ve şiddet içeren müdahalelerin sayısında gözlenen artışınbirikimiyle, ANSAN a yapılan saldırı hiçbir makul gerekçe kılıf gösterilerek,meşrulaştırılamaz. AICA Türkiye olarak, Türkiye’de sanat ve yaşamın değerininkorunduğu, ifade özgürlüğünün ve demokratik gösteri hakkının kullanılmasının gereğinceişlerliğinin sağlanmasını ivedi olarak talep etmekteyiz. AICA olarak bu “şiddet kullanılan”müdahaleyi kınıyoruz.” Denildi.

DÜNYA BARIŞ TUTSAKLARI GÜNÜ VE İNSAN HAKLARI GÜNÜ‘NÜ

ACILAR, BASKILAR ,ZULÜMLER İÇİNDE KUTLUYORUZ

01 Aralık Dünya Barış Tutsakları Günü ile birlikteülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde izi silinmeyeçalışılan 10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Gününükutluyoruz… Vicdanî ret hakkını kullanmak isteyen, bunedenle işkencelerden ve zindanlardan geçen barıştutsaklarını da selamlıyoruz…

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Aralık, Uluslararası İnsan Hakları Günü kutlanmaya başlayalı 64 yıl oldu. Ancak her 10Aralık, dünya genelinde yaşanan insan hakları ihlallerinin gölge-sinde kalıyor... Güngeçmiyor ki, ülkenin ve dünyanın bir yanından insanlık hakkı ihlalleri gelmesin.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 10 Aralık 1948‘de, BM‘de kabulünden bugüne dekgeçen sürede ise yaşanılan savaşlarda yaklaşık 18 milyon insan yaşamını yitirdi.Özellikle kadınlar ve çocuklar insan hakları ihlallerinin mağdurları oldular.

Hâlâ savaşlar, baskı, işkence, zulüm kol gez-mektedir. İnsan hakları barış, demokrasi,özgürlük ve insanca yaşam hakkı söylemleri altında her geçen gün daha daderinleştirilerek ihlal edil-mektedir. Dünyamızı yöneten emperyalist-kapitalist sisteminegemenliği altındaki milyarlarca insan barınma, beslenme, eğitim gibi temel insanhaklarından yoksun yaşamaktadır. Sömürüye, bas-kıya, işkenceye, şiddete, sürgüne,savaşa, karşı; ekmek, su, özgürlük, barış, eğitim, barınma, beslenme....

Kısaca insanca yaşamın tesisi için insan hakları mücadelesi kazanılması gerekenönemli bir mücadele olarak önümüzde durmaktadır.

19 ARALIK KATLİAMI UNUTULMADI, UNUTULMAYACAK!

On bir yıl önce 19 Aralık 2000’de en vahşihapishane katliamlarından biri yaşandı.Katliamınhemen ertesinde bu dört yıllık zaman dilimindehapishanelerde, tecrit ve izolasyona karşıdirenişlerde, ölüm oruçlarında 117 devrimciyaşamını yitirdi, yüzlercesi sakat kaldı. Ama dev-rimcilerin savaşım azmini kıramadı bu katliam...Onur ve siyasi kimlik mücadelesinde son derecezengin bir savaşım geleneğine sahip olandevrimciler bu saldırıya karşı da ölümüne diren-diler. 100’ü aşkın şehit, yüzlerce sakat verildi buuğurda. Binlerce tutsak F tipi cezaevlerindeölüm hücrelerine kapatıldı ama yine de teslimalamadılar devrimci iradeyi.

Direniş bugün farklı biçimlerde de olsa sürüyor, sürecek de. 19 Aralık 2000... Bu tarihizihnimize iyi belletmemiz gerekir... Bu tarih nasıl bir zamanın üzerine kıvranıpuyuduğumuzun çıplak gerçekliğidir. Bu tarih tek bir zaman kesitinden geçmişimizin bizeadeta ispatıdır... Bu tarih bu coğrafyada yaşayanların miladıdır.. Bu tarih koyaklarımızaölüm rüzgârlarını savuranların pervasızlıklarının resmidir. Bu tarih yaşadıkça öğretecekolan bilge bir andır.....

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

19 Aralık 2000, bu ülkede an gelince adaletimizden, güvenliğimizden, haber almaözgürlüğümüzden sorumlu bulunanların yekvücut olarak, koro halinde yalanlarıyla bizikarşıtları olarak dışarı atabileceklerinin tarihidir.

19 aralık 2000, tarihi devlet şefkati ile karşılaşmamızın ürkütücü kesişmesidir..

19 aralık 2000 tarihi, belleğimizin zaman ayracında soluyarak her an kendini bizehatırlatan vicdanımızdır....

19 Aralık 2000 tarihi, zihnimizin sokaklarını kan ile yıkayanların cellat takvimidir.

19 aralık 2000 tarihi içimizin şiarıdır: ''Unutma, unutturma!''....

34. YILINDA MARAŞ KATLİAMINIUNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ

Yakın tarihimizin en acımasız, insanlık adınaen utanç verici kitlesel katliamı olan MaraşKatliamı’nın üzerinden 34 yıl geçti. Katliamda,resmi rakamlara göre 114 insan katledilmiş,1000’nin üzerinde kişi yaralanmış, 552 ev, 289işyeri yakılıp tahrip edilmişti. Katliamdan sonraAlevilerin yüzde sekseni kenti terk etmişti.

Maraş Katliamı neydi? Katliamdan bir haftaönce görevli olduklarını söyleyen bir takımkişiler, bir tür nüfus sayımı yaptıklarınısöyleyerekten konutları dolaşıp evde kaçkişinin oturduğunu tespit edip, kapıları kırmızıboyayla işaretlediler. 19 Aralık günü ÇiçekSinemasında, ÜGD tarafından getirilen filmingösterimi sırasında patlama olur. 20 AralıktaAlevilerin kahvesi bombalanır. Polis olaya elkoyar, bombalamaların ülkücüler tarafındanyapıldığı ortaya çıkarılır. Yine ifadeler sonucuİstasyon Caddesi üzerindeki bir camininavlusunda gömülmüş, patlamaya hazır beşadet dinamit de ortaya çıkarılır.

Tutuklananlar arasında MHP milletvekilinin oğlu da vardır. Gelişmelerden kaygı duyanhalk, sol Partiler ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri aynı gün valiye, emniyetmüdürüne ve jandarma alay komutanına endişelerini belirtip, önlem alınmasını isterler.Alınan cevap; “Devlet güçlüdür, önlemler alınmıştır. Vatandaşlar emin olsunlar” olmuştur.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

1 Aralıkta iki TÖB-DER’li öğretmen öldürülür. Cenazelerin kaldırılması sivil faşistlerceengellenir. Alevilere ait işyerleri tahrip edilir. 22 Aralık günü üç insan daha öldürülür, aynıgün sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Polis, can güvenliğini gerekçe göstererek kenti terkeder. Çevre illerden gelen sivil faşistlerce tam bir katliama girişilir. Alevilerin yoğunyaşadığı mahallelere saldırılar yapılır.

Sonuç; insanlık adına utanç vericidir. Tablo; Maraş’ta devletin gözü önünde insanlıksuçu işlenmiştir. Devlete güvenmek hatasına düşenlerin cesetleri sokaklardakokuşuyordur. İnsanlar yaralı, aç ve sefil durumda kalmışlardır.

Maraş’ta olan bir iç savaş değildir, bir katliamdır. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir.Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş’a getirilen katil çetelerinebelli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir planla yürürlüğe konan faşist bireylemdir. Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, “Milli direnme hakkı doğmuştur” diye bildiridağıtanların eseridir. Maraş Katliamı, “Müslüman Türkiye, Milliyetçi Türkiye, Allah İçinCihad Başına” sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden katliam yapanların, “Banasağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirte-mezseniz” diyenlerin ve bundan destekgörenlerin eseridir. Maraş Katliamını yaratan zihniyet ve destekleyicileri bugün de işbaşındadır. O gün “devlete yardımcı güçler” olarak desteklenenler, bugün de “duyarlıvatandaş” olarak sahnededirler. Yine katliamlarına ve linç girişimlerine devametmektedirler.

Maraş Katliamı ve sonrasında yaşanılan katliamları unutmadığımızı ve unutturmaya-cağımızı belirtmek istiyoruz. Maraş Katliamının 34. Yılında yaşamını yitiren canlarımızısaygıyla anıyor, katilleri, koruyucularını ve onları yönlendiren insanlık dışı gerici faşistideolojilerini nefretle kınıyoruz.

İşte o yıllarda yayınlanan Genç İşçi Dergisi'nde düşen acıyı yansıtan bir şiir: (Bu şiir,derginin sıkıyönetim tarafından kapatılma nedeni de olmuştu.)

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EMEKÇİLERİN VE EZİLENLERİN ŞAİRİSELMA AĞABEYOĞLU'NU UNUTMAYACAĞIZ!

Yaşamında ve şiirle-rinde, emekçilerden, e-zilenlerden taraf olan, adayan şairyaşamını şiire ve yoksul anadolu insanının öz-gürleşmesine , yazar Selma Ağa-beyoğlu 18 Aralık 2009’ da en üretken yaşta ayrıldı aramızdan.

Evrensel gazetesinde uzun bir dönem köşe yazarlığı yapan Ağabeyoğlu, sanata olan ilgisini toplumsal duruşuyla birleş-tirmiş bir şairdi.

Ankaralı Aydın ve Sanatçılar Girişimi`nin bir üyesi olarak FTipi Cezaevleri`ne, işkenceye karşı da demokrasimücadelesinin ön saflarında yer alan Ağabeyoğlu, Şiirlerinde

kadın ve anne duyarlığını öne çıkararak, toplum sorunlarına olan ilgisini de kendineözgü duyarlılığıyla eserlerinden eksik etmedi. Haksızlıklara isyan edişi vesorgulamasına tanık olunan şiirlerinde, Ağabeyoğlu, değişmesini arzuladığı dünya içinyazdı şiirlerini.

1994`te yayınlanan ilk şiir kitabı “İnsanı Ararken Ağlayacaksın”la, Salih Bilgin ŞiirYarışması`nda ve 1999`da Yeni Gün (Almanya) gazetesi yarışmalarında ikinciliködülünü aldı. 1996`da ikinci şiir kitabı “Bütün Fotoğraflarım Siyah Çıkıyor”u okura sunanAğabeyoğlu, üçüncü şiir kitabı “Gecikmiş Bir Çocuk”(2000) ile Türk Tabipler BirliğiBehçet Aysan Şiir Yarışması`nda `Övgüye Değer Şiir` ödülünü aldı. Aynı kitapla2003`te Karşıyaka Belediyesi Homeros Şiir Yarışması`nda Jüri Özel Ödülü`nü de aldı.“Ömrüm Yeni Baştan”(2003) ve “Beni Senden Sorarlar”(2007) isimli iki şiir kitabını dayayınlayan Ağabeyoğlu, Evrensel Gazetesinde yayınlanmış köşe yazılarından oluşan“Hep Aklımda Kaldı” isimli denemesini ise 2004`te okuyuculara sundu.

Şiir anlayışını şu sözlerle vurguluyordu: “Şiirimi inceliklerle, imgelerle kurarken estetikkaygılarımdan ödünsüz yazmaya çalışırken, onu besleyen kaynaklara gözlerimikapatıp, kulaklarımı tıkarsam namuslu ve onurlu bir yazar olmanın vicdanihesaplaşmasında başımı yere eğmek istemiyorum gibi ahlak penceresinden debakmam çok doğaldır...”

Sennur Sezer, ardından, onun için şu sözleri yazıyordu: "Selma Ağabeyoğlu bir şairdi.Bir yaprağın zamansız düşüşünü bile duyan, bunu dizelerine yansıtan bir şair. Çağınıntanığı olmayı aksatmayan bir bilinç işçisi. Şiirleri yanında yazılarıyla da tanıklık etmeyeçalışan bir kadın yazar. Selma, kadınlığın bilincinde bir insandı. Ülkemizde kadınolmanın zorluklarını da sorum-luluklarını da yansıtan bir yazar. Kadın olmanınalçakgönüllülüğünü de görürsünüz dizelerinde, tutkularını, kırılganlığını, başkaldırısınıda. "

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

“Ey hayatakıl gözünde bir çift güvercin besledimgönül kapısında ezildi gitti güllerey hayat! ben seni böyle bilmedim...nöbetteyim anne. bekliyorum dertlerigözümün bebeğinde umut seyrimesio gece ışık bitti. düşte ağladımdısanki kan uykularına yattımdıhani kızıla boyanır ya topraktoprak diyorum... isyana duruyorduİman ölüyordu...İman ölüyor...İman...

SELMA AĞABEYOĞLU

sonra saçlarını döktü aytaze çimen kokulu o yereah! çocuk gözlerine baktıkça tenhayımyakıyor kalbimi şiddeti zulmünacıyı süzüyorum ömürden. gözyaşımdüşüyor bir kız çocuğunundefterindeki kan izinesonra çiçeğe duruyor her sayfa...o kız çocuğu, bebeğim benimbir gül damlası dudağında...çığ düştü yaprağa, kırıldı dalyüreğimde çocuklar ağlıyor anneanne bana umut al...“

SOSYALİST SİYASAL EYLEMCİ VE ŞAİR SERVET ZİYA ÇORAKLI KAVGAMIZDA YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR!

12 Eylül öncesi Sinematek başkanlığını yapan, 12 Eylülsonrası Almanya’da sürgün yaşamı süren Şair ServetZiya Çoraklı, 60 yaşında, 29 Aralık’ta Hamburg’daaramızdan ayrılmıştı.

1 Şubat 1946 Ağrı doğumlu olan Çoraklı, İlk sürgün-lüğünü daha lise yıllarında yaşadı. Ağrı Lisesi’ndenTrabzon Lisesi’ne komünistlik yaptığı gerekçesiylesürgüne gönderildi. Dev-Genç, TKP-B hareketlerindeyer aldı. 12 Eylül cunta döneminde ağır işkenceleremaruz kaldı. 1981’de yurt dışına çıktı. 1985’te tekrardöndü. Mücadeleye atıldı. O zaman basında çokmeşhur olan Türk-İş İzmir mitinginde işçilere şekerli

bildiri eyleminin içinde yer aldı. Bu mücadele dönemi bir operasyonda yakalanmasıylasona erdi. Mücadeleyi işkencede, zindanda sürdürdü. Zindan yılları biter bitmezdevrimci mücadeleye devam etti. Parti kongresi nedeniyle yeniden yurtdışına çıkanServet Ziya için bu ikinci mültecilik dönemi oldu. Bu defa Hamburg’a yerleşti. Sonnefesini verene kadar da orada yaşadı. Hem şiirlerine hem de devrimci mücadelesineorada devam etti. Barış için sanat girişimi imzacılarındandı. Bir yoldaşı onutanımlarken, “O gerçek bir komünistti” dedi. “İşçilerle işçi, Kürtlerle Kürt, ErmenilerleErmeni, kadınlarla kadın, Alevilerle Alevi idi. Yani bütün ezilenlerle birlikte olmak,onların mücadelesinde yer almak onun göreviydi.”

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Bu mücadele içinde onu ve eşini en çok yaralayan herhalde biricik kızları UMUT’unamansız hastalığı oldu. Tam da bunun üstüne 12 Eylül faşizmi gelince hem kaçaklık hemparasızlıkla boğuşa boğuşa Servet Ziya kızı UMUT’u kaybetti. Ama devrime ve devrimcimücadeleye olan UMUT’u hiç azalmadı. 1981 sonlarında iyice bastıran polisoperasyonlarından sonra örgüt kararıyla sürgün dönemi başladı. Bir grup arkadaşıylabirlikte Hatay’dan sınırı yürüyerek geçip Şam’a ulaştılar. Oradan da bir yıl sonra Berlin’e...Açlık ve yokluklar içinde sürgün macerası başladı. Yoldaşlarının ve devrimci çevrelerdekiemekçilerin sahiplenmesiyle mücadeleyi sürdürdü.

Çevresinde “Servet Hoca” olarak tanınan Çoraklı, zaman zaman çeşitli dergi vegazetelere makaleler yazdı. Sosyalistlerin hak mücadelesi ve Kürt halkının özgürlükmücadelesinin birçok etkinliğinde yer alan Çoraklı, ‘Düşler-Trâume’ adlı Türkçe veAlmanca şiir kitabının önsözünde şunları yazmıştı: “İnsanlık çok şeyler borçludüşçülere/düşlere... Düşçüler düşleriyle yeninin yenisini aramasaydı, insanlık belkide var olanla yetinip karınca adımlarla yollar katedecekti... Genel olarak sanat, özelolarak şiirin kısaca tanımını yapmak kolaycılığına düşmeden sanatın başeğmezçocuğu şiirin önemli yanlarından olan; daima muhalefette kalışını, gerçeğingerçeğini, yeninin yenisini aramasını, var olanla barışık olmaması yanlarının altınıçizmek gerek diye düşünüyorum. Bu bağlamda şiir asidir, kalıpları reddeder, resmiolanla sürekli kavgalıdır.”

Servet Ziya Çoraklı, son konuşmalarından birinde, bize şu sözleriyle yol gösteriyordu:“Yoldaşlar, faşistlerin işkence merkezlerinde direnmek yetmiyor, namuslu olmakgerekir. Ezilen halkların yanında olmak, hayatın her alanında direnişler örgütlemekgerekir. Biz aydınız. Faşistlere boyun eğmek bize yakışmaz. Bizim tarihselgörevlerimiz vardır. Aydın demek, halkının öncüsü, yol göstericisi demektir. Kürtaydınları bunu başardı. Türk aydınlarının da başarmasını istiyoruz…..Gün ülkesinisevenlerin ülkesinin özgürlüğünü, halkların özgürlüğünü savunma günüdür. Günfaşizmin ülkemizdeki kalelerini yıkma günüdür.”

Anılarını kavgamızda yaşatacağız.

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EDEBİYATIMIZIN TAŞRADAN SES VEREN ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SUNULLAH ARISOY

1925 yılında İstanbul Şile’de doğdu, 18 Aralık 1989’dayaşamını yitirdi. Bir süre İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ndeöğrenim gördü. Eğitimini yarıda bıraktı. Memurluk yaptı.

Ankara'da bir banka-da, Bilgi Yayınevi ile Türk TarihKurumu Basımevi'nde çalıştı. Varlık dergisinde 1950’liyılların sonunda yayınlanan şiirleriyle adını duyurdu.Önce Garip akımı ve İkinci Yeni etkisinde şiirler yazdı.Şiirlerinde halk şiiri özelliklerinden ve temalarından dayararlandı. 1960 sonrası kısa kurgulu, karamsar içeriklitoplumsal gerçekçi çizgide bir şiire yöneldi. Biçimarayışlarına girdi, divan edebiyatına özgü gazel tarzında

şiirler denedi. Son döneminde Özdemir Asaf'ta olduğu gibi kısa, zekice söylenmiş,keskin sözcüklerle özlü anlatıma dayalı şiirler yazdı. Roman ve uzun anlatı türündeeserleriyle, şiir ve mizah antolojileri de var. Varlık dergisinde 1950’li yılların sonundayayınlanan şiirleriyle adını duyurdu. Önce Garip akımı ve İkinci Yeni etkisinde şiirleryazdı. Şiirlerinde halk şiiri özelliklerinden ve temalarından da yararlandı.

TTK ve TDK'da çalıştı. 1960 sonrası kısa kurgulu, karamsar içerikli toplumsal gerçekçiçizgide bir şiire yöneldi. Biçim arayışlarına girdi, divan edebiyatına özgü gazel tarzındaşiirler denedi. Son döneminde Özdemir Asaf'ta olduğu gibi kısa, zekice söylenmiş,keskin sözcüklerle özlü anlatıma dayalı şiirler yazdı.Kişiliği hakkında Burhan Günelşunları yazmaktadır. "M. Sunullah Arısoy’u anımsıyorum. Dingin görünüşlü birbeyefendi. Az konuşan. Konuşunca dinlemeden edilemeyen. Gözlük camlarınınardındaki gözleri uzaklara, derinlere, kimi zaman uzun uzun kendi içine bakan. Birazmesafeli duran ama tanıdıkça açılan, pencerelerini aralayan bir kimlik... Arı dilsavaşımcısı. Özgürlükçü. Toplumcu. İçten ve hesapsız. İnsana saygılı, insancıl.Sonuna kadar yurtsever.."

Burhan Günel aynı yazısından Sunullah Arısoy'u şu şekilde betimlemeye devam eder:"İlk basımı 1958’de yapılmış olan “Karapürçek” adlı romanında şunları söyler: ‘Bukasabanın uyanışını her zaman sevmişimdir. Leblebiciler dükkânlarını açtılar mıydı,mesele yoktu. Kasaba uyanmış demekti. Kav-rulmuş nohut kokusu, bir çalkantı sesiçarşı içine doğru yayılırdı. Nalbantlar, demirciler... Sonra okul çocukları... Çocuklarınsabahları okula gidişlerini seyrederken, ama her zaman, içim titrer benim. Nasılyaşama sevinci dolu, bir ses çığlığıdır çıkardıkları... Nasıl koşuşurlar, gülüşürler... Kas-vetsiz yaşamanın ta kendisi!’ Bunlar, günümüzün küreselci, postmodernist edebiyatanlayışında basit, gereksiz, anlatılmaya değmez, sıradan, giderek ayıp şeyler!

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Çünkü günümüzdeki renkli medyanın ve çirkinliğingörüntülü kanallarının arsızlıkla öne çıkardığı yaşamtarzı ve anlayışı Arısoy’un önemsediği ilişkileri veinsan sevgisini, yaşama sevincini çoktan tüketti;bunların üzerine kanlı, çamurlu, kirli süngerini çekti.Şimdi insani ve doğal güzelliklerden ve toplumsalgerçeklerden kaçış zamanı. Şimdi arabesk, şimdidünya vatandaşlığı, yurtsuzluk, kimliksizlik, ilkesizlik,onursuzluk, paraya ve güce tapınma ve daha bintürlü yozluk geçerli.”

OZANCA

Kimi acıları ozanKendi yaratırOturur bir güzel çoğaltırÇoğaltan ozansaTartışmasızO doğrudur

M. SUNULLAH ARISOY

İNSANÎ GERÇEKÇİLİĞİN İNCE ŞAİRİ BEHÇET NECATİGİL’İ ANIYORUZ!

Burjuva edebiyatçılarca “küçük duyarlıklarınşairi” olarak nitelenen, ama evininpenceresinden dünyaya açılan yüreğindeinsanî gerçekleri de yansıtmaktançekinmeyen şair Behçet Necatigil 13 Aralık1979’da geride kendi şiir-düz yazıçevirilerden oluşan altmış üç yapıt bırakarakaramızdan ayrılmıştı.

İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlıkdergisinde çıktı. O tarihten, ölümüne kadarhep şiirinin ve edebiyatının içinde oldu.Şiirlerinde evler, aile, çevre, aşklar, bunalım-lar, hastalıklar, yalnızlıklar ve ölüm onun kendine has anlatımı ile çok defa kısa mısralarhaline gelir. Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştirir. Sağlam ve tutarlı bir şiirdünyası vardır.

Döneminin garip ve sosyalist gerçekçi ve daha sonra 2. Yeni şiir akımlarına rağmendaha çok bağımsız bir söyleyiş özelliği gösterdi.Behçet Necatigil'in şiir evreni daha derlitoplu, daha somut, ama şiirsel derinliği daha az değil. O, titiz bir dize kurma ustasıdır,böylece de, en uç modernliğine ve özgünlüğüne karşın, Necati'den Şeyh Galib'e büyükdivan şairlerini muhteşem dize sanatlarında derin kök salmıştır. Bu bağlılığını göster-mek için, Gönül olan soyadını, Necati soyundan anlamına gelen Necatigil olarakdeğiştirmiştir. Onun şiiri, inceltilmiş dize sanatıyla uyum halinde, sıradan insanınyaşamındaki sözde küçük, her gün yeniden karşılaşılan, dolayısıyla önemli sayılmasıgereken tasaları ve aykırılıkları kavrar: "Bir yanı var ömrümüzün kırık / Farlar büyültürgecede".Onun yapıtı bir divan oluşturur, ama saray yaşamının ve saraylıların hayaldünyasının değil, milyonluk kent İstanbul'daki semt insanlarının yaşamını, duyarlıklarınımodern ve tarihsel çizgide ortaya koyar.

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Necatigil şiirini bilinçli olarak geliştirmeyi, onu öykünülmesi güç, öykünülünce sırıtan,kendine özgü bir şiir dili haline getirmeyi bildi. Şiirin araç ve gerecinin dil ve sözcüklerolduğunu çok iyi bilen bir şair olarak Necatigil, baştaki yalınlığın, sadeliğin bir amaç değil,ancak gerçek şiire varma yollarından biri olduğunu da göstermiş oldu böylece. Nitekimçok sonraları, 1973'te, "Yalın şiir, bilgiden yoksun şiir, tek yönlü şiirdir. Oysa şiir, kesin biraçıklama, bir bildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimizyollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır" diyerek "yalın" sözcüğününbaşlangıçtaki dar algıla-nışına karşı çıkacaktır.Behçet Necatigil şiirlerinde, bir insanınilgilenmesi lazım gelen sorunlardan bu sorunlar içinde hayat mücadelesi vereninsanlardan bahseder. Harp olmuş, nice insanlar ölmüş, niceleri evsiz-barksız, anasız-babasız kalmıştır. Bir küfeci bile harpten, harbin getirdiği sefaletten bahsettiği halde, birşair bundan niçin bahsetmesin? Behçet'in denizaltı şiirinden bir parça: “Harp patladı,nüfus azaldı,/Çehreler ufaldı./Toprağın üstü kan içinde / yüzdü./ Ölüleri yerleştirmekte /Aciz gökyüzü.” Ve şair, bu vahşet karşısında "İnsanlık sevgisi lafta kaldı" demektenkendini alamaz..

O, kendi zamanını, beraber yaşadığı, her gün görüp tanıdığı insanları, onların dertlerini,sevinçlerini, küçük ve temiz hayallerini veriyor şiirlerinde. Onun şiirlerinde kendimizi, haklıbuluyoruz. Gerçi şiirde bir kişi konuşur; fakat bu konuşan, geniş bir insan kütlesinindertlerini, sevinçlerini kendi kalbinde duymuş, bu geniş insan kütlesinin sözcüsü olmuştur.Fertçi gözüken bu şiirlerin böyle bir sosyal karakteri vardır.

Behçet Necatigil'in şiirlerinde çok tabiî, rahat bir söyleyiş vardır. O hakikaten söyleyeceksözü olduğu için şiir söyler. Bundan dolayı şiirlerinde hiçbir zorakilik, kendini sıkmayoktur. Behçet Necatigil'in de her şiirinde konuşma dilinin ifade zenginliğinden gayetustalıkla faydalandığınıgörüyoruz. Behçet Necatigil, şiire bakışını şu sözlerle somutlar: "Şiir bilgi mi? Kuramsalbilgilerle mi yazılır şiir? Yoo, hayır, küçültür şiiri bu! Bilgiyi, bildiriyi öne alarak, standartmaddelerle şiir yazanlar da olur. Ama şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taş gibikoymuş olayları, olguları kalıplara, biçimlere dökmek işidir..... Şiir, kesin bir açıklama, birbildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara,yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır. Ben, düşündürücü yanlarınıçoğaltmış, yatırım ve çabaları çokça, çokgen bir şiirden yanayım. Şiiri ağırlaştırıp,atraksiyonlara, süslere yatırıp, özü havasızlıktan boğmak değildir bu. “

İşte kendi üslûbu içinde Behçet Necatigil’den bir kapitalizm eleştirisi:

Bir kişi ringde Boğuşur yokken karşıda kimse.

Bizi hep erdemlere ittiler Döktüler tarlamıza mayın. Kaçırdılar yangında mal kaçak Yıkılan dünyalar bizcileyin

O neydi cepleri Ben ben diye diye paralar Cıvıl cıvıl caddelerinden biri Kentin, Bankalar.

RİNG

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Geçti, Gece: Ger bu saat bu caddelerde olsalar Issız ve karanlık... görüp görecekleri. İttilerdi, indi gece, el ayak çekildi Ve onlar vardılar... Hangi yoldan anlatsam ki?

Bir kişi ringde Boğuşur yokken, karşıda kimse.

BEHÇET NECATİGİL

EMEĞİN VE DİRENCİN ŞAİRİ ŞÜKRAN KURDAKUL'U HİÇ UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ!..

Şükran Kurdakul için ilk söylenecek şey,onun bir “kararlılık ve direnç anıtı”olduğudur. Yaşamıyla ve yüreğiyle direnenbir anıt... Düşünceleri doğrul-tusundayaşayan, düşüncelerinden ödünvermeyen, düşüncelerinin eyleme veyaşama geçirilmesi için örgütlüsavaşımlarla dolu bir anıt… O, acıyla, di-rençle, sevgiyle, coşkuyla ve bilinçleyükselen bir anıttır. O’nu tanımak için,genç yazarların, şairlerin örnek almasıgereken yaşamından yola çıkmak endoğru yoldur. Şükran Kurdakul, devrimci,sınıf bilincini yaşamı ve yapıtlarıylaiçselleştiren bir insandı.

Bu şairliği, öykücülüğü, edebiyat tarihçiliği ağır basan bir yaşam ustasının kimliğinebaktığımızda gördüğümüz şunlardır: 1927 doğumlu Şükran Kurdakul, “Kırk Karanlığı”içinde, “Fedailer Manga-sı”nın bir genç savaşçısı olarak henüz 19 yaşındayken (1946’da)TCK’nın ünlü 142. mad-desinden tutuklanır. Şükran Kurdakul’un bu tutuklanması belki deyarım yüzyıllık bir onur ve direnmenin habercisidir. Bir yıl sonra tahliye edilir ve öğrencisiolduğu İzmir Karşıyaka Lisesi’nden Bakanlık kararıyla çıkarılır. Genç Kurdakul’un “Mah-pushane saksılarındaki baharı benden sor” dediği bu günlerden sonra yaşamındakizorluklar başlar. Zorlukla ve zorbalıkla savaştır bu aynı zamanda. 1948’den 1950’yekadar Maraş “sürgün alayı”nda askerdir. 1953’te 141. maddeden yargılanır ve 1955’ekadar Harbiye cezaevinde tutuklu kalır: “Acıların sütüyle büyüttüğü umutlar/Mahpushaneavlularında boy verir...” der, 1956’da aklanır.

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Şükran Kurdakul’un yaşamını anlamada bu özetleme yetmez elbette. Bir başka açıdanbaktığımızda onun örgütçülüğünü görürüz. Onun örgütçü bir edebiyat adamı olaraktanınmasının başlangıcı 1964’te “Türkiye İşçi Partisi” (TİP) üyeliğiyledir. İki yıl sonrapartinin Balıkesir il başkanlığına ve Genel Yönetim Kurulu yedek üyeliğine, ardından da1967’de Merkez Yürütme üyeliğine seçilir. Örgütçülüğünü edebiyat örgütlerindesürdürür ve 1964’te “Türk Edebiyatçılar Birliği” Genel Sekreterliği’ne seçilir. 1976’dansonra, “Türkiye Yazarlar Sendikası” (TYS) ikinci başkanıdır ve 12 Eylül döneminde yine141. maddeden TYS davasından yargılanır. “PEN Yazarlar Derneği”nin kuruculuğu(1988), ikinci başkanlığı ve genel başkanlığı (1991-1997 arasında), “Nâzım HikmetKültür ve Sanat Vakfı” yöneticiliği, 1995’ten itibaren “Özerk Sanat Konseyi” ile “UlusalSanat Kurulu”nun da kuruculuğu ve ilk başkanlığı da Şükran Kurdakul’un yaşamınındönemeçlerindendir.

Şükran Kurdakul’un yaşamında süren yalnızca bunlar değil elbette. Öncelikle bir şairyaşamı vardır onun. Üstelik, şiire çok erken yaşta başlar. 1943’te 16 yaşında bir liseöğrencisiyken Tomurcuk adlı ilk şiir kitabını çıkarır. Şiire yeniden yoğunlaşması 1950’liyılların başındadır. Bu dönem yazdığı şiirlerin çoğu içine sinen bir yapıda değildir. Dahasonra, bu şiirleri için, “toplumsal duyarlılıkları olan dizelerin yer aldığı şiirlerde kendisesini bulduğu...” söylenince çok sevinir. Cezaevi yıllarındaki çalışmalarının bir kısmıGiderayak’ta (1956) yer alır. Kurdakul’da şiir, sanki özgürlük, doğa, dostluk, sevgiözlemiyle kuşatılmıştır ve bu kuşatmaya karşı bir direniş boy vermektedirsürekli.İçerikle biçimin bütünleşmesinin Şükran Kurdakul şiirindeki ilk örnekleridir vekendi şiirine doğru önemli adımlar atmaktadır. Kurdakul, 1942-52 dönemini kendisişiirinin çıraklık dönemi olarak tanımlar. İyimserlikle, aydınlıkla dolu Nice KaygılardanSonra (1963) adlı kitabıyla ise şair kimliğini doğurmaya başlar. Onun şirinin doru-ğunaçıkmaya başlaması, bir şair duyarlılığının ve inadının olanca görkemiyle ortayaçıkması, 1970’lerden sonraki şiirlerindedir. Usta şair ürünlerini, örneğin “Sözcüklerlebüyüdük, ezgiler yarattık/Düşlerle saltanat kurduk, benzetiler yarattık/ Kurtuldumsandığın gün Pir Sul-tan’dan/Sevdamızla Yunus, hüznümüzle Fuzu-liler yarattık.”dizeleriyle karşımıza getirmeye başlar: Acılar Dönemi (1977). Şükran Kurdakul, dahasonra çıkardığı ve 1983 Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü alan Bir Yürekten Bir Yaşamdan(1982)’da “Al Beni Sevecenliğine” der ve yine kendini koyar ortaya: “Ben sevdayım, albeni sevecenliğine/Ben gülüm, dallarına aşıla beni/Çocuğum ben, göğsündebüyüt/Umudum ben, düşüncende geliştir./Acıyım, gerçeği ararsan bende/İnancım,coşkuyu ararsan bende.”

Şiirle anlatamadığı temaları öykülerde işler. Toplumdaki adaletsizlik ve yargınınsorunları, hapislikler, Kurtuluş Savaşı’nın insanları, beyaz yakalılar dediği kafaemekçileri onun öykülerinde işlediği konulardır. Şükran Kurdakul’un edebiyat tarihçiliğide bir başka özelliğidir. Onun bu kimliği araştırıcı bir edebiyat adamını çıkarır toplumunkarşısına. 12 şiir kitabı ve beş öykü kitabının sahibi olan bir şair ve öykücü olmaktanbaşka özgün bir edebiyat tarihçisi ve düşün adamı olarak da devrimci kültürümüze ışıktutmaya devam ediyor:

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

ARMAĞAN

Bunca yıl çok ışık birikti avuçlarımdaSenin olsunEsinlen sevgi dokuyan ellerimdenBunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganınHas bahçelerinde yarattım bu gerçeği,Sabrım senin olsun.Aşkım senin olsun.Acıların sütüyle büyüttüğüm umutlarMahpushane avlularında boy verdi,Dolunay menekşelendi kirli kara camlarda.Her görüşte yeniden vurulduğumuz ana evrenÖzgürlüğe boyadık saksıdaki çiçeğiSenin olsun.Biz ki acılar dönemindenEllerimizi kirletmeden geçtik.Direncim senin olsun,Sevgim senin olsun.

ŞÜKRAN KURDAKUL

FATVA TUKAN, ŞİİRLERİNDENKAVGA VE UMUT SAĞIYOR HÂLÂ…

Filistin ve Arap şiirinin en önemli temsilcile-rinden;yaşamı sürgünler ve işgaller içinde geçen FatvaTukan, 9. ölüm yıldönümünde de şiirleriyle Filistin’inve dünya halklarının özgür-lük mücadelesine sesvermeye devam ediyor.

Fatva Tukan, 1914 yılında Nablus'ta doğdu. Filistinşiirinin önemli adlarından İbrahim Tukan'ınkardeşidir. Ağabeyinin katledilmesi üzerine geçirdiğiüzüntülerin ardından onun izinden yürümeye kararverdi. 1967 yılında çıkan savaştan önce şiirleri bütünArap dünyasına yayıldı. Bu savaşta Nablus düşünceFatva Tukan da İsrail'in işgal ettiği topraklardayaşamak zorunda kaldı. Bu savaşın sonucundaO'nun şiiri yeni bir görünüm kazanmaya başladı.Sürgün ve ezilmişlik duyguları altında, kavga şiirineyöneldi.

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Fatva Tukan yıllarca Filistin’in özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa kavuşması içinsavaşmış devrimci bir şairdir. Ömrü boyunca baskılara, işkencelere ve zulümlere maruzkaldı, cezaevlerinde yattı. Ama 7’den 70’e bütün Filistinlilerin elinde dolaşan bir silaholdu O’nun şiirleri. Şiirleriyle yurtsever Filistin halkını, Filistin’in bağımsızlığı için kavgayave mücadeleye çağırdı. Onun şiirleri, Filistin halkını kavgaya çağıran bomba süsüverilmiş pankartlardır ve bildiriler olarak da tanımlandı. Onun şiirleri emperyalizme,faşizme ve sömürgeciliğe karşı pimi çekilmiş bombalar ve dinamitler oldu. Bu yüzdenolsa gerek, İsrail Savunma Bakanı ve Başkomutanı Moşe Dayan, Fatva Tukanhakkında, "Onun şiirleri, 10 suikasttan daha yıkıcıdır" demişti. Bir süre hapiste de yatanFatva Tukan, Nablus’ta yaşamaya devam etti. 13 Aralık 2003'te sonsuzluğa göçtü.Filistin şiirinin bu önemli kavga şairini saygıyla selamlıyoruz.

“Burdayım, canlarım, insanlarım, sizlerleyim,koparmak için içinizden bir parça ateş, bir parça alev,sizi kapmak için, ey gecenin kandilleri,dökmek için sizden lâmbama bir damla yağ!Burdayım, canlarım, insanlarım, sizlerleyim,uzatıp ellerimi sıkmak için gür ellerinizi,büküp boynumu bükük boyunlarınızın karşısında,alnımı yanyana dikmek içingüneşe dikilen alınlarınızla!Burdayım, sizlerleyim,dağlarımızın kayaları kadar katı,burdasınız, benimlesiniz;toprağımızın çiçekleri kadar tatlı.Yaralar nasıl ezebilir beni?”

("AĞLAMAYACAĞIM" Şiirinden)Çeviren: A.KADİR - SÜLEYMAN SALOM

ABİDİN DİNO EMEĞİN ÇİZGİLERİNDE VE RENKLERİNDE YAŞIYOR…

Tek bir bireyin değil, insanlığınmutluluğuna resimler çizen AbidinDino’yu 16. ölüm yıldönümündeanıyoruz.

Ağabeyi şair Arif Dino'nun desteğiyleresim, karikatür ve yazı alanındakendini geliştirmeye başladı. İlkdesenleri Yarın gazetesinde, ilkyazıları Artist dergisinde 1930'luyılların başında yayınlandı. Bu yıllarda

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Nazım Hikmet'in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizdi. Çok genç yaşta ünü ülkesınırlarını aştı.1933 yılında D Grubu adlı sanat akımının kurucuları arasında yer aldı.Grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini ve yayılmasını sağlamaktı. Düşünceyanı ağır basan resimler yapacak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yeniliklergetireceklerdi. Başlangıçta Chagall ve Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, dahasonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı. Yeniler Grubu'nun Limançevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasinedenlerle önce Çorum Mecitözü'ne, sonra da Adana'ya sürgüne gönderildi. Adana'daTürk Sözü gazetesini yönetti. Kel adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı.Çukurova'nın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı. Resmin yanı sıra heykel le deilgilenen Dino 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbul'adöndü. 1952'de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca Paris'e yerleşti. Zaman zamanTürkiye'de kişisel sergiler açan Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü Paris'te hayatını yitirdi.

Abidin Dino, büyük dostu Nâzım Hikmet gibi, Marksistti. Dünyadaki tüm değişikliklere,yaşanan büyük tragedyalara, reel sosyalizmin çöküşüne karşın, bu inancını hiçbirzaman yitirmedi. Bu inancın gereği olarak da halktan, özgürlükten, barıştan yana birsanat yolunu izledi.

ERDAL EREN HALKIN KAVGASINDA HALKINYÜREĞİNDE DAİMA YAŞIYOR!

Sadece Türkiye tarihine değil, dünya tarihinede kara bir leke olarak geçen 12 eylül askericuntası, 17 yaşında idam sehpasına yolladığıErdal Eren adıyla da lanetlenmeye devamediliyor. Bir askeri öldürdüğü iddiasıyla, “jethızıyla” yapılan göstermelik yargılamasonucu idam edilen Erdal Eren, idamının 29.yılında tüm devrimciler ve kavga arkadaşlarıtarafından anılıyor.

Askeri yargıtay 3. dairesi’nin, önce “delillerinnoksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da,idamın müebbet hapse çevrilmesinigerektiren “TCK’nın 59’uncu maddesininuygulanmaması” nedeniyle usulden bozma-sına rağmen, daireler kurulu iki kararı dareddetti. red kararlarıyla yargılamanınyeniden yapılmasının yolu kapatılırken,Eren’in avukatı Nihat toktay, kararı, “yargıtayiçinde bitirildi” diye değerlendirdi. Güvenlikkonseyi tarafından onaylanan karar, dünya

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

çapında yürütülen “idamı engelleyelim, Erdal Eren idam edilemez” kampanyalarınarağmen 13 aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edilirken, faşist cuntanınbaşı Kenan Evren’in, “asmayalım da besleyelim mi?” sözleri zihniyetlerini özetledi.

17’sinde yiğit, genç devrimci Erdal Eren’in idamını, basit bir hukuksuzluktan çok, sınıfmücadelesinde önemli bir uğrak, durak, nokta olarak görüp, öyle değerlendirmekgerekir. Zira, o işçi sınıfının bu mücadelede en önde çarpışan, çarpıştırılan ve hertürlü yiğitlik, kahramanlığı hak etmiş bir militanıdır. Sınıf mücadelesinin ne kadarkeskinleştiğini gösteren bir tanıktır. Mahkemelerdeki, işkencehanelerdeki,mahpushanedeki duruşu bunu gerektiriyor. O bir mazlum olmaktan çok, sınıfmücadelesinin keskinleştiği bir dönemde saflarda yerini almış, devrimci, yiğit birgençtir. Böyle anılmayı hak ediyor. Erdal da mahkemede söylediği şu sözlerle busavı doğruluyor:

"Bir gün, mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeniyargılayacak ve doğru kararı verecektir!”

ERDAL EREN, KARDEŞİM

rüzgarlara adını yazdım yapraklar uğuldar şimdi geceye yıldız çaldım gözlerin parlar şimdi acını yüreğime kazdım ağıtlar susar şimdi Erdal Eren,yiğit kardeşim

susuşuna yağmur düşlerine güller yağsın dağlar son sözlerinle uçurumlar gülüşünle yankılansın güneşli bakışların ülkemin şafaklarına kalsın Erdal Eren,güzel kardeşim

bir halkı astılar bir sabah ölümü geçirirken senin boynuna generaller küçüldü sen büyüdün yarınların özgürlüğü adına küçük yaşta büyük ölümle öldün yaşasaydın ağabey diyecektim sana Erdal Eren,ölümsüz kardeşim

CELAL ÇUMRALI

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

İÇTEN DİLEKAcı şarkımve kederim daha güçlüKongo’da Georgia’da,Amazon’da

Daha güçlükara rakstan düşümay ışığıyla dolu gecelerin içinde

Kollarım daha güçlügözlerim daha güçlüçığlıklarım daha güçlü

Daha güçlü kamçılanmış sırtterkedilmiş yürekinanç dolu canşüphe daha güçlü

Katıdır ya benim türkülerimdüşlerim üstündegözlerim üstündeçığlıklarım üstündeyalnız bırakılmış evrenim üstündeaskıda kalmıştır zaman

Daha güçlü aklımdaha güçlü kissanjmarimbagitarsaksafondaha güçlü ayinlerimin tamtamları

daha güçlü hayatımhayatın kurbanıtutkum daha güçlüdüşüm daha güçlüçığlığımkolumisteğimi ayakta tutmak için

Ya kulübelerdeevlerdekentlerin kıyıcıklarındagecekonduların ordazencinin daha güçlü mırıldandığıkentsoylu evlerininkuytu köşelerinde

Ey tutkumgüç ol kuvvet ol dakaldır yukarı umutsuz kafaları

AGOSTİNHO NETO ANGOLA

(ÇEVİRİ: ERAY CANBERK)

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

Her ne yapsalar yaşıyoruzKırılıp tükenmiyor içimizde sevgi

Tırmık tırmık fenerlerleArıyorlar bizim delikanlı öfkelerimiz

Ölüm emirleri asmışlar ödüller adayıpKandan suratı, faşist kasaplarTahterevalli düşüşü bir uçurumdanTalan edilen kapımda çizme sesleri

Her ne yapsalar yaşıyoruzZulüm, açlık, ölümler yoldaş olsa da

Karanlık yollarda rap rap devriyelerDolanırlar delik deşik etmek için beynimizi

Vahşete uğramış kan revan içinde yurdumuzKuşatmışlar sevimsizler bizleriDağlayıp her şeyi teslim almışlar kanla

Her ne yapsalar içimizde silahlanıyor sevgi

NE YAPSALAR YAŞIYORUZ

DENNIS BRUTUS ZİMBABWE

(ÇEVİRİ: TEKİN SÖNMEZ-GÜRHAN UÇKAN)

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

VERDİĞİN ZARAR

Kanlar akınca vadiler boyuMahagoni ağaçları titrer korkuylaÇamları kanla titreşir görsemSen benimle kalamazsın diyorumYurduma ışık da getiremezsinZararlar veriyorsun, zulümler nasıl da.

Anımsıyorum yüzüme nasıl baktığınıKulübeme girdiğin ilk günü unutmamEllerinde mum ve kitaptan bir maskeO günlerin geçti, seni tanıdım sonundaToprağımı yalayıp yutan çekirgelerceKıyımlar veriyorsun zulümler nasıl da.

Gökten serpilen ilk yağmur damlalarıylaBeslenirken şimdi bozarmış toprakEllerimde çapa ve buğday çalışacağımDudaklarımdan küfürler savura savuraKurtarabilsen toprağımı senin elindenBunca kan ve verdiğin zulümler sonunda.

ELLIS AYITEY KOMEYGANA

(ÇEVİRİ: TEKİN SÖNMEZ-GÜRHAN UÇKAN)

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

BİR MİLİTANIN ŞİİRİÇelikten mermilerle bir silahım var,Anacan.

Oğlun, Zincirlerle dağlanmış her yerinden(Senin ellerinde kelepçeler,

Ayaklarım, senin ayaklarındı sanki)

Oğlun şimdi özgür anacan!Oğlunun dünyaya haykıran bir silahı var.

Silahım,Bütün kelepçeleri parçalayarak

Yıkacak bütün zindan kapılarınıYurdu, çiçeklerle sunacak halkıma.

Anacan,Güzel şey savaşta bulunmak özgürlük adınaHalkımızın hıncıdır bu kurşunlarKanatlanıyor kuşlarca o yüzyıllık düşler deToprağa sağılan yakuttan damarlarımızMermi hızıyla coşup davrananBedenimi kavrayan senin gücündür anacan.

Ben, Senin için kavgadayım anacanDindireceğim çağlayan göz pınarlarınıBir daha ağlamayacaksın.

JORGE REBELO, MOZAMBİK

(ÇEVİRİ: TEKİN SÖNMEZ-GÜRHAN UÇKAN)

Emeğin Sanatı 163. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] adresine gönderebilirler.Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:(1975-1979) Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'da hastanedesonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:(1900-1977) 1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşıMozambikli gerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini,bağımsızlık için mücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarınımotive eder , kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlicegörüşmeye gelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonraMozambik'in enformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLIS AYITEY KOMEY: (1927 - 1972 ) Ganalı şair, yazar. Uzun yıllar gazeteclİk yaptı. Şiir ve öykü dalında eserlerverdi. Afrika edebiyatı ile ilgili incelemeler ve antolojiler hazırladı. En önemli şiir kitabı Siyah Orpheus’dür.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Sporcu, spor Yöneticisi, Özgürlük Savaşçısı, Şair. 1960 olimpiyatlarına hak ettiğihalde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (Siyahî Karşıtı İşler DairesiBaşkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapisten çıktıktan sonra damücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegal yollardan bu yasağıdeldi. Ama sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya’da hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilk siyah şair oldu. AncakBrutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus, Daha sonra yurt dışınaçıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘nde Afrika Edebiyat Tarihiüzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğü yıllarda da ABD’deApartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittikten sonra Güney Afrika'yadöndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesi nedeniyle Güney AfrikaLifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleri arasında yer aldı. Korkusuzbir adalet savunucusu, büyük bir devrimci ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi, Sayı:36, Aralık, 1974, Kurtuluş Hareketleri ve Direnen Şiir Özel Sayısı)

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 163. SAYI

DÜŞMAN

Bir kuytu kıyıdan şöyle bir doğruldumBaktımSu ateş'e düşman

Çıktım dağlara bulutları araladımBaktımGün gece'ye düşman

Düşündüm taşındımBu işte bir iş var dedimBaktımGerçek düş'e düşman

Bozuk dünyanın düzeni anlaşılanBaktımÖlüm yaşam'a düşman

Döndüm, dolaştım, şaşkınDilimde korkunun tadı gözlerim kocamanBaktımİnsan insan'a düşman

AYHAN KIRDARTürk Dili Dergisi, Sayı:285, Ağustos/1975