128
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 178 Haziran / 2016

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Embed Size (px)

DESCRIPTION

SOSYALİST SANAT E-DERGİSİ YIL:10 SAYI:178 / HAZİRAN

Citation preview

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 178 Haziran / 2016

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

ÖN KAPAK1

YAŞAR KEMALG:ADNAN DURMAZ

GÖRSEL/ŞİİR 2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 177.

MERHABAADNAN DURMAZ

SUNU YAZISI4

BU SAYININ SAVSÖZüAYHAN GERÇEKER

5Eşkiya

ADNAN DURMAZŞİİR

6Bedelsiz Suçlar

ASIM GÖNENŞİİR

8Altın Çağ Özlemi

FEYYAZ KADRİ GÜLŞİİR

11Temmuz Deyince Sıvas

TAN DOĞANŞİİR

12Muhacir İğde Kokuları

İRFAN SARİÖYKÜ

13Gezi Parkında

MUSTAFA SÖYLEMEZŞİİR

17Biz Aşkı Tartıştırmadık Usta

BÜLENT AYDINELŞİİR

18Umudumuz

BEKTAŞ ÇAĞDAŞ ŞİİR

19Reddediyoruz!-II

ABUZER YALÇINÖYKÜ

20

Sabrı DokuyorHASİBE AYTENŞİİR26El-Ayak Buz KeserMUZAFFER GÜLŞİİR27Ateşin Dansında Suyun Hüznü VarBEKİR KOÇAKŞİİR28Dönsene Be KadınÖZLEM KESKİNÖYKÜ29TutunamayanlaraTEMEL KURTŞİİR33İki Dil Bir ŞiirA. KARABAĞŞİİR / Ç.ŞİİR34KirlettinizAKMAN GEDİKŞİİR36Cevizli Dondurma SEMAHAT ÜNALÖYKÜ37Süt KesilmesiHALDUN HAKMANŞİİR39Gölgelere Yatırdım SensizliğiGÖKMEN SAMBURŞİİR40Nasıl Alışılır ki? NURAL YILMAZÖYKÜ41İnce İnceSEMA LALEŞİİR44Korkunun 666’sıYAŞAR DOĞAN ŞİİR45

SözcüklerimBURCU TÜRKER

ŞİİR46

Bozkır ve Aydın Üzerine DüşüncelerADNAN DURMAZ

DENEME47

DerslikÖZER GENÇ

ŞİİR54

Bu Raylardı BekletenERCAN CENGİZ

ŞİİR55

GecelemelerCEM EREN

ŞİİR56

Şiirimizde Dün Ve Bugün Toplumsal Başkaldırılar – 3

(Şeyh Bedreddin)ALİ ZİYA ÇAMUR

İNCELEME57

Haraç MezatMUAMMER ERTURAN

ŞİİR71

MavisizdirNECİP TIRPAN

ŞİİR72

Sivas ŞehriEMİN KEŞMERTÜRKÜ SÖZÜ

73Çağını Aşan Bilge: Jean –Jacques

RousseauBEDRİYE KORKANKORKMAZ

DENEME74

VaroluşALPER SANCAR

ŞİİR83

Kışkırtıcı Kudurma Sen KimsinOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR84Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ85Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA90Nobel Alan Şairler120çağımızın İstediğiERNEST HEMINGWAY(ABD) ÇEVİRİ ŞİİR121Yaşıyor Pablo NerudaMİGUEL ANGEL ASTURİAS(GUATEMELA)ÇEVİRİ ŞİİR122Merhaba GuetamalaMİGUEL ANGEL ASTURİASÇEVİRİ ŞİİR123Övgü MektubuDEREK WALCOTT(TRİNİTAD)ÇEVİRİ ŞİİR124Belfast’taki Dok İşçisiSEASMUS HEANEY(KUZEY İRLANDA)ÇEVİRİ ŞİİR125Dünya ŞairleriKısa BiyografiDERGİ KÜNYESİ126RAİNER MARİA RİLKEADNAN DURMAZGÖRSEL/ŞİİR127Bunca YüzyıldırRIFAT ILGAZKONUK ŞİİR128

ABDULLAH KARABAĞABUZER YALÇINADNAN DURMAZAKMAN GEDİKALPER SANCARASIM GÖNENB. KORKANKORKMAZ

BEKİR KOÇAKBEKTAŞ ÇAĞDAŞ BURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELCEM ERENEMİN KEŞMER

ERCAN CENGİZFEYYAZ KADRİ GÜLGÖKMEN SAMBURHALDUN HAKMANHASİBE AYTENİRFAN SARİMUAMMER ERTURAN

MUSTAFA SÖYLEMEZMUZAFFER GÜLNURAL YILMAZNECİP TIRPANOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇ

ÖZLEM KESKİNSEMA LALESEMAHAT ÜNALTAN DOĞANTEMEL KURTYAŞAR DOĞAN ALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 178. MERHABA

EY BARSAK ŞERİTLERİ [*]EY MAKİNAAHALİSİSABAHTANAKŞAMA KAPİTALİZME RÜKUNBOBİN VE CİVATALARINFARZIVACİPİLİŞKİLERİN CEMAATİNEİTSCHE’NİNABARTTIĞI YÜCERUHASLOLAN SEN- MARKS VE KULARNAVA TANTRA’YAAŞİNA[**]GRES NEFT VE UMUMİ MAKİNE PARÇALARIGÜÇLÜ DİŞLİÇARK YASALARIN KÖLESİ GÜRUHZARİF YİVLERDE KAYPAK VİDASAL İLİŞKİLERDİZİFİLMREPLİKLERİNE AĞLAYAN ALÇAKLIKEVLERE ÇOK KATLI VİLLALARAEŞYALARA PAHALI ARABALARA TAPINANKAPİTALİZMİNOL DEDİĞİ YERDE KÜNDİZAYN EDİLMİŞAŞKLARIN MAĞDURUALET EDAVAT AHALİSİ YANİ BUNVE YAZAR Kİ KİTABIN ORASINDAOKUDUĞUN HİÇBİR ŞEYİ UYGULAMAZSINVE SÖYLEDİĞİN HER SÖZYAŞAMADIĞINİNSANLIĞA DAİRDİR

[““]Guru-çisya geleneğinden yoksun ve yaygınlaştırılan yanlış bilgiyle ayartılan belli kişiler Kuladharma'nındoğasını kendi akıllarına göre hayal ederler. Eğer yalnızca içki içmekle insanlar aydınlanmayaulaşabilselerde tüm içki bağımlıları mükemmelliğe ulaşırlardı. Eğer yalnızca et yemekle yüksek makamlaravarılabilseydi dünyadaki tüm etçiller fazilet sahibi olurlardı. Eğer kurtuluş şakti ile cinsel ilişkiylekazanılsaydı tüm yaratıklar dişileriyle ilişkileriylekurtulurlardı." (KularnavaTantra, II, 116-118)”)

SEN DOYUNCA SADECE ROMANTİK BİR ÜZÜNTÜDÜR DÜNYAYI KAVURAN AÇLIKSEN Kİ ROMANTİK ORTAMLARIN ŞIK MÜŞTERİSİAYNI ZAMANDA DEVRİM VE MARKS HAVARİSİAYNI ZAMANDA SONUNA KADAR MÜMİNAMAPARA DESTELERİNE KIYAM KIRÂAT RÜKÛN

[*]İnsanın bağırsaklarında yaşayan bir kurttur bu. Bağırsaklardaki usareler sayesinde yaşar. Birbirlerinegevşek bir şekilde bağlı küçük halkalardan ibaret bir şerit'tir. Her birinin ayrı üreme uzuvları vardır. Üç dörtmetre uzunluğunda da olur. Bu halkalardan 99'unu bağırsaklardan atın, yalnız bir tane kalsın. Kısazamanda korkunç bir şekildeürer.Tıp biliminin bize öğrettiğine göre, şerit çelimsiz kimselerde baş dönmeleri ve vücutta genel bir çöküşşeklindekendini belli eder.“Küçük burjuva şeride son derece benzer. Küçük burjuva bir parazittir, bir asalaktır. Başkalarının usareleriniemerek geçinir. Küçük burjuvanın da tıpkı şerit gibi, şaşılacak bir yaşama yeteneği vardır. Hızlı üremegücüne sahiptir. Her çevreye pek kolayca uyar.Her küçük burjuvanın temel özelliği kendisinin 'bir tek', 'eşsiz' olduğuna inanmasıdır. Bu yüzden o, hermerasimde bulunur: 'Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü' olan odur. Devletin ve toplumunkendisi ile birazcık ilgilenmelerini, kendisine insanca muamele edilmesini ister. Duygularını anlatmakta veözgür komşunun usareleriylegeçinmekteyine tam bir özgürlük sahibi olmak başlıcameselesidir.İnsanseverdir, insancıldır. Bunu her yerde elinden geldiği kadar ispat etmeğe çalışır.” MaksimGorki)

EY ŞERİT AHALİSİOMURGASIZ VE KEMİKSİZ İLİŞKİLERİNZARİF KIVRILIŞLARIN BİRBİRİNE DOLAŞMALARINAHENGİNİNUSTASIVEASIL BURADA BAŞLARİNSANDAKİ YENİLGİ

ADNAN DURMAZ

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜSosyalist gerçekçilik, dünyayı dural olarak değil, tarihî gelişimi içinde görür; bunun sonucuolarak bugünkü durumu mutlak kabul etmez, tam tersine yarının bir nedeni, bir başlangıcıolarak kabul eder, öyle yansıtır. “Ben” mutlak olarak, yalnız olarak değil, toplumun birparçası olarak, değişen dünyayla diyalektik bir ilişki içinde olan bir varlık olarak görülür vegösterilir. Gerçeği, değişmeyen bir kaos değil, tarihsel süreçte bir durum, değişmesi gereken vedeğişen bir bütün olarak algılar; salt yadsımak değildir ereği, aşmak, değiştirmektirgerçekliği. İnsanı “ölüme mahkûm bir sinek” olarak değil, etkin, özgür ve dünyayıdeğiştirebilecek bir varlık olarak kabul eder. Kendisi de sanatçı olarak bu değiştirme eyleminekatılmasının gerektiği bilincine varmıştır. İşte bunun için de topluma, gerçeği değiştirebileekgüçlere seslenir: gerçeği, değiştirebilmeleri için önlerine serer. Sosyalist perspektif boğuntudeğil, ümit getirir, nihilizmle değil, coşkun, sevinçli bir biçimde eyleme katılmayla sonuçlanır.Bunaltı vardır elbet, evrenin anlaşılmazlığı, metafizik sorunlar hep vardır çünkü. Ama gerçeksorun değildir bunlar. Bunaltıyı duyan, felsefesi kendini boğuntuya, metafizik sorunlaragötüren yazar, Sartre şöyle der: “Evren her zaman karanlık. Bizler birer yıkıma uğraşmışyaratıklarız.ama ben birdenbire, yabancılaşmanın, insanı insanı sömürmesinin,besisizliğin, bir lüks olan metafizik hastalığını geri ittiğini gördüm. Açlık, işte o, apaçık birhastalıktır. İnsanın sınırlılığını bulup ortaya koymanın zamanı değil daha. Toplumsal,ekonomik dertlere deva bulunabileceğine inanıyorum ben, bunu istiyorum. Az bir talihle bumutlu çağ gelebilir. Ben dünya değişince her şeyin daha iyi olacağına inananlardanım.Hayranım Beckett’e, ama tüm varlığımla karşıyım ona... ilk ve önemli iş insanınkurtuluşudur... Açlıktan ölen bir çocuğun yanında Bulantı ağır basmaz.”

Sanatçı bunaltıyı, kaosu da anlatabilir, romantizme, gizemciliğe de kaçabilir. Hattâ ve sanatıyadsınamaz. Kimsenin sanatçılığını yadsımak değildir çabamız. Ama şunu söylemek istiyoruz:Sanat üstün bir varlığa kaçış, ona sesleniş, ondan yardım isteyiştir ve bu hep böyleolagelmiştir. Sanatçı bugünkü durum karşısında ümitsizliğe düşmeden, sığınılacak tek gerçekgücü yani toplumu erek edinip ona seslendiği anda, sanat, kendi bilincine varmış, bir bütünolan insan eylemine katkıda bulunmuş ve gerçekten onun en yüce eseri olmuş olur. İnsnalığınereği sanat değildir bugün, olamaz da. Halk açken, cahilken, insanların çok az bir kısmısanatla uğraşabilirken gerçek bir sanattan söz edilemez. Sanatçı her şeyden önce şununbilincine varmalıdır: bugünkü durum salt sanat açısından bile çok acı, bir an önce değişmesigereken bir durumdur..... Sanatçı, sanatın da artık tehlikede olduğunu anlamalıdır.

Gerçek sanata, ancak yığınların da sanata katıldığı, insanın yaban cılaşmasının sona erdiği,açlık gibi en temel ihtiyaçlar üzerinde kafa yorulmadığı bir düzende ulaşılabilir; insanın birnesne, bir makina olduğu, sanatın bir lüks olduğu bugünküdurumda değil.

AYHAN GERÇEKERSanatın Özü ve Ereği

Türk Edebiyatı 1970

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

gece bastımdağ kaldırdımyıldız beli kırdımgüneş oynattımsana şaki kesildim

atomlarımı delirtaklımın labirentlerini kaşınasılsa devran körnasılsa zaman şaşı

EŞKIYA öyle bir dünyaya düştü ki yolumyer gök cümle mahlukat yabancaddeler estetik dikişormanlar plastik tadındaöpüşlerin şah damarı kırılmışortalık zebani kaynıyorgönlüm kalbi kırık çocuklastikten ekmekler çıkıyor fırınlardançocuklar kuluçka imalatfabrikalarda bobin olmuşşol bizim dağlarda yazılan destan

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

sonra bir de baktım ki gâvurun kızıbakıyor en bozlak gülüşünü kuşanmışhani iyi tanırsın şu bizim köylü ayincecik bir bulutun arasından

bilici dedikleri soytarıParis civarında bir malikanededomuz eti yeditıkız bir herifşarap içti ahkam kestibudur sebep ki buradanhiç gören olmadıBağdat’ta çocuklarınyıldız diye kucak açıp koştuğubomba sağnaklarınıişte bundanher yerdedir şimdiyurdu yağmalanmış kor bakan serüvencivenividivicive hattaLeonardo da Vincitablolarda damar damar ağlıyor şimdi

gece bastımdağ kanırttımumut erittim kalbimin körüğündenadasla çorak yaralarımıöfkemin kuluncuna gülüş dokundurben sana şaki düştümsen benim destanımı sevdaya nakşet

gece demli çay tadındabedevi kervancılar namaza durduıhmış develerinin yanıbaşındaumut bombalandı bütün kılcal damarlarıylaBağdat bombalandıkan içinde kaldı Beyrut’un sakallarıkaldırdı tunç özgürlük ülkesinde göğeo malum heykel yedi yalımlı meşalesiniçocuklar bombalandıanalar bombalandıkediler bombalandıkuluçkada tavuklarBerlin’de zamanı şaşmadı trafik ışıklarınınBarselona’da aşıklar öpüşmeye

devam etti yol ortasındakirlendi aşkkirlendi düşkirlendi gülüş

gece bastımöfke damıttım kraterler dolusu dağ başlarındaAnasır-ı Erbaya yıldızları da kattımPromete’nin asasında bi kor aşk sakladımsen beni ister sev istersen sevmeben aşklar yaşasın diyeand içtimbir ölsembin kere dirileceğim

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

BEDELSİZ SUÇLARASIM GÖNEN

soma kimsesiz ölüsüdür herkesinve ölümün kimsesidir soma da herkesacının çığlıklara sığmadığı

gülücüksüz yüzler enkazıdırağlamaya yaş kalmamış gözlerinde

gömülmeye mezarı yokölümden ağır bir yük olmuş yaşamakyaşamak başına duman çökmüş dağların yalnızlığıdırgün görmemiş çocukların ağıdıdır somasoma azrailin kılıç salladığı

güneş battıkça dirilen suçların karanlığıdır

bir yangının külüyle kirlenmiş bulutlarbulutlar çökmüş üzerine dağlarındağlar monoksit gazıyla yıkanıyorlaryaşam susmuşne bir yıldız kıpırtısı varne rüzgar ne de yaprak sesigökyüzü kendinden büyük bir cesetve açılmış sahnede ölümün perdesidoymak bilmiyor borsalarçakmış çakmağını azrail

alacak can arıyor

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

kütük satır ve kurban hazır ne cehennemin böyle bir gazabı varne de zebanilerinborsalar kadar doyumsuztekeller kadar açaç ağzını salhanelerin iştahı

kömürün gazabı açfitratında katillerin sefa sürdüğütakdiri ilahi kadar zalimve herkesin tanığı olduğufaili meçhuller kadar aşikardişleri soma nın memelerine gömülmüşzehirinden engereklerin bile aman dilediğiey altın avcılarının sur düdüğündeki soluğutabutlara kapanmış bir halkın

acısından şarap içenlerinsaltanatı kadar katildir gülüşüngülüşün kerhane helası kadar doludurşehvetinden kan damlayan fahişelerin

Soma soma değildir artıkÖlümün donduğu mezar taşlarınınkan akan gözleridir somave insan yüreğinin dolup dolup boşaldığıvolkanların en kızgın lavıdırduman ve külün her şeyi yuttuğuen geniş yutağıdır kartellerin

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

eğer ki soma ya düşerse yolunuzfitratı adına o fitrattan kan emenlerinöldürmek için yaratanınve yaratmak için öldüreninhünerine bakmadan geçmeyineğer ki soma ya düşerse yolunuzhavaya sinmiş kokusunu unutursanız ölümünbulutlara sinmiş şeklini unutursanızunutursanız dağlara sinmiş heybetinivicdanınızı bir kerhane helasına gömün

insanı kömürle tarttılar soma dakömürü altınla tarttılarçalınmış bir memeden sağılanharamla beslediler bedenlerini deruhlarını zemzem suyuyla yıkadılar

kolonların altından sarkan bir kol var buradadepremin yuttuğu çığlıklar kadar şiirin olan bir kolayakları erciyes kadar çıplakve veremin tükettiği beyazlar kadar sessizbir beden var gözleri

vicdanlara taştan mezarlar oyan

ASIM GÖNEN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

ALTIN ÇAĞ ÖZLEMİYepyeni bir dil olmakgerçeği güne haykıranBir sevgi ağacı büyütmek içindeyok etmek içinbilinçaltındaki sapkınlıklarıİnsanla insan arasındaki uçurumlarıyemyeşil bir vadiye dönüştürmekGerçekleşsin diye sonundaözlediğimiz o altın çağ

FEYYAZ KADRİ GÜL

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

tan doğan

“ t e m m u z ” d e y i n c e

s v a sıs e n o t u z y e d i k e r e y a n

k o r o l k ü l o l d o l a no y m a d m a k m a d m a kı ı d i y e d i y e

v e r m e a k l n b i r b a k a e y eı ı ş şo t u z y e d i c a n s e v m e k a s l o l a n g ö r e vı

s e n o t u z y e d i c a n s e vı

h e r b i r i b i r k o c a d e va s m b e h ç e t v eı

o t u z y e d i f i d a n s m a z b i r k ü ç ü k e v eı ğ

i l a v e :n i c e y ü r e k n i c e u s n i c e n i c e

s e n o t u z y e d i k e r e o l m a c ü c e

s i n s i c e g i z l i c e k a h p e c eh a i n c e y a k a r l a r a d a m ı

d e m e d e n g ü p e g ü n d ü z y a d a g ü n b a t mı ı

s o n r a d a z a m a n a mş ı ıd e r l e r

v e ö l ü l e r i d i r i l e r g i b i u n u t t u r u r l a r b i r e r b i r e r

y e t e r d e m e y e t e r :a c y b a l e y l e u m u d a d u rı ı

i n s a n o l m a k i t e b u d u rş

i n s a n o l m a k o n u rv e t a m a k t r y ü r e kş ı ı

k u n d a k ç d a n o l m a z e r k e kı

k z k z a n t e k t e kı ı ı ık ü l e y l e m e k

d e n e d e m e k d e m e o l u m :ğ

k r l d b e n i m d e o t u z y e d i k o l u mı ı ıb ö y l e b i l s e n d e v e t u t m a y a s

“ t e m m u z ” d e y i n c e a k l n a d ü s ü n s v a sı ş ı

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Muhacir İğde Kokularıİrfan SARİ

“ d e k o k u s u n a t u t u n m u g i d i y o r u m .İ ğ şH a z i r a n a y a k n , M a y s n b i l m e m k a ç ”ı ı ı ı

Hakkari güneyinden bir minibüsün son koltuğunda yol kıyılarına bakına bakınailerliyoruz. Toprağı delip yol kıyılarına açan yeşilin gözlerimdeki rezonansı?

Muhteşem bir ana gibi, kutsallığını renklerin bayramına bırakmış toprak.

Dağlar, tören elbisesini giyinmiş.

Hava, güneşin yoğurmalarıyla rüzgarın kollarında özgür uçuşlarda.

Uykudan yeni uyanmış çocuklar gibi, dağ bayır ilerlerken minibüsümüz. Ben de

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

dağlara konuk olmaya başlamış baharın kokusunu, rengini izliyorum son hız. Her anımuazzam bir manzara her anı olağan üstü güzellik takdim ediyor.

Hayatın planından doğanın örgütlülüğüne saplanınca insanın içinde keyifli birkıpırdama ve yüksek referansı bir mutluluk oluşuyor. Orada kalmak istiyor hep insan.Orada kalıp kötülüklerin üstüne bir çiçek nasıl doğar ve kaba planların inadına nazikve narin döngünün an be an gelişimine tanık olmak istiyorsunuz.

Yolumuz uzun?

Yol kıyılarında, akarsular, yaprağa durmuş söğütler, çiçeğini dökmüş meyve ağaçları,yeşil yeşil açan çimenler?

Küçük sürüler ve sürülerin içinde kuzular.

Küçük yaşta çoban olmuş çocuklar.

Sürü köpekleri..

Yani ilkbahar günleri kendini mayısın bilmem kaçıncı gününe getirmiş. Haziran yakın.

Kuşlar sarhoş gezinmelerde, kanatlarını rüzgarın akışına bırakmış.

Birden iğde kokusu geldi aklıma.

Gever’den(*) mecburi muhacirlik başlayınca, kıştı. Kar, yolcuların geçişine zorluklarsunuyordu.

Yani kar kokusundan kalmaydık.

Şu baharın güzel nakışlarını görünce, iğde kokusu sarmıştır dedim kendi kendime.Evet, iğde kokusu bulaşmıştır şimdi yıkık, yakık evlerin bahçelerine, parçalanmışsokakların şarapnel ağırlığına sinmiştir şimdi iğde kokusu.

Annelerin bahçelerinde eğer bir bombayla kökünden kopmamış ise meyve ağaçları,şimdi tomurcuklanmış ve meyveye durmuşlardır.

Ama normal bir mevsim yok Gever’de.

Devlet ajanslarının söylediğine göre; bu bahar günlerinde, iğde kokusunun yayıldığı

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

bu günlerde durmadan kan akıyor. Durmadan ölüyor çocuklar. Durmadan çarpışıyorlar. Sokağa çıkmak tehlikeli, barut kokusu kadar azgın tetikler var çünkü.

Anı yaşamak yasak.

Aylar oldu ki; muhacir hasretler içindedir umutlar.

Yarın başka bir gün olabilir.

Ölüm soluklanır belki.

Can çekişmez, umutlu çocukların içindeki oyun heyecanı.

Defterlerine güneşin resmini, dağların ve akarsuların resmini çizerler belki.

Saatler boyunca rüzgarla öpüşmenin resmini boyarlar.

Yolumuzun kıyısında başkaldırmış bahar, ilerliyoruz.

Düş gibi her yer.

Vadilerden akışı coşkulu suların kavuştuğu akarsular kabarmış? bulanık. Yağmur suları ve kar suları durmaya doğru arınıp, billurlaşacak?

Ve bir yerinde atlar çarpıyor gözlerime. Taylar da var. Özgürlüğün günlerini yaşıyorlar. Sere serpe bir baharda yularsız, dizginsiz..

El sallar gibi geçiyoruz yanlarından.

Onlar kalıyor özgürlüklerine biz ise muhacir bir yolculuğun pencere kenarıyız daha.

Korkuyla?

Endişeyle?

Belirsizlikle?

Çünkü koca ömürleri kavgaya tutuşmuş çocuklarız biz, bir çok ilk baharı olmayan. Şimdi gelip kışlamış ömürlerine kapanmış büyükleriz biz. Muhtemelen mezarı kazılmayacak, yasak yaşamlar gibi.

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Yarınları dünlerini unutturacak mı? Belirsiz?

Koca bir dev gibi devrilmiş yatan Gever'in enkazını kaldırabilecek miyiz yerinden? Bilemiyorum. Bilemiyorum, elini tutup ayağa kaldırmaya çalışırsak elimizi tutabilecek mi?

Sorular arasında, minibüsün yara yara geçtiği bahar anlarının arasından ilerliyoruz.

İğde kokusuna sarınıyor, bahar güzelliğine kapanıyorum.

Yol devam ediyor.

İRFAN SARİ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

RESİM: FİKRET OTYAM

GEZİ PARKINDAÖmrümün mührü dudakların Parıldıyor saflığın özeti,Çenendeki çukurBir kelebek cennetiUnuttuğun bir ağacım Gezi Parkında.Gezi parkından göğe çekilmiş bir okGümüş kırı iki kısrak başı özgürlük Güneşe çeker biziAraba okları, özgürlük atlarıÇekilsek bir adım geriDünya’da kalmayacak İstanbulGezi Parkı bekler uykusuzluğumuzu.

Bir kelebek uçsa Sancaktepe ufkundan,Deprem olur yüreğimdeki Çevretepe’de.Ufuklarının azığıdır mor bulutlar,Portakal rengiyle hüzünlenirsinMersin renginde bir araptelisinSerçeler fon yaparken orkestrana.Bakışlarıma sen sızarken gölge olup;Senle uçar gidersinGörünmez bir gökkuşağına,Gezi Parkında bir masaüstüsün sen.Geleceğin yol yokturKırılıp dağılacak örtünSurlara dikilecek çırılçıplaklığın,Takunyalarından tanınacak bir kralTüm altınlar kasalarında unutulacak eksiksizPara aşkı bitirecek bir acımasızlığıİstanbul özgür kalacakBoğazlar yorgun.

MUSTAFA SÖYLEMEZ

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

BİZ AŞKI TARTIŞTIRMADIK USTA

Islak taşlarda sabahladığımız bir çatak gecesini hatırla

/Biz kimseyi yalnız bırakmadık usta/

Güzdü kemençe soluğunda üşüyen bir cılız ateşti Ve onu sevdaya verdik Hatırla Köpük köpük hasretti koyu lacivert bildiğimiz Yani sureti sert bir rüzgar Yani Kara Deniz Az önce sigarasını paylaşmıştı burada

/Biz kimseyi ateşsiz komadık usta/

Islak çatak taşları gibi sırılsıklam suratlarımız Yangına davetkar yangından artırdıklarımız Asık yüzlü kayalar gibi tırmandıklarımız Aşkı ikna ettik Bizi aşk ikna etsin kolaysa

/Biz aşkı tartıştırmadık usta/

Gözleri kırkı çıkmamış çocuk saflığı Gözleri bin yıllık isyan kararlılığı Kendi ilmeğini kendi sarar ve kendi çeker Bir kurşuni şafak buyursa

/Biz şafağa bağdaş kurmuştuk usta/

BÜLENT AYDINEL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

UMUDUMUZ

öldürülüyor çocuklar bıyıkları terlememiş ellerine kına yakılmamış çocuklar öldürülüyor

senin benim onların dinsin diye acıları ölüyor çocuklar kefensiz şehrin orta yerinde uzanmışlar sere serpe yaşamlarının baharında kara kışın ayazında

öldürülüyor çocuklar bilen bilmeyene söylesin duyan duymayana anlatsın gören görmeyene göstersin sen öldürülüyorsun biz öldürülüyoruz siz öldürülüyorsunuz hayallerimiz öldürülüyor daha da kötüsü insanlık öldürülüyor umudumuz şehrin orta yerinde güpegündüz

BEKTAŞ ÇAĞDAŞ

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

aREDDEDİYORUZ! - II

Abuzer YALÇIN

Güneş henüz yolunu yarılamamıştı. Fabrikada üretenler üretmeye devam ederkenüretenlerin sırtından geçinenler hala kahvaltı masasındaydı. Abuzer’in Ahmet ve NecmiUstaların çalıştığı bu fabrikada toplam dört yüz kişi çalışmaktaydı. Bir battaniyefabrikasıydı burası. Önce dokuma kısmında gelen iplikler dokunur ve battaniyekumaşına dönüşürdü. Dokunan kumaş bir başka kısımda tüylendirilir ve tıraşlanırdı.Ardından kontrolden geçer ve en sonda konfeksiyon kısmında ütülenir kalite damgasıvurulur ve paketlenirdi.

Fabrikada üretim yirmi dört saat devam ediyordu. İşçiler üç vardiya olarak günde sekizsaat çalışıyor ve kimi zamanda üretim miktarını arttırmak için mesai yapıyorlardı.Necmi bugün için Abuzer’e mesai yazacağına söz vermişti. Mesai işçileri insanlıktançıkarıyordu. Ancak olmazsa olmazdı. Mesai olmazsa kira ve faturalar ödendikten sonraelde avuçta bir şey kalmıyordu.

Abuzer makinenin dişleri arasından süzülen ipliğin kumaş olarak çıkışına dalmıştı.Fabrikadaki tüm sesleri bastıran bir siren sesi ile daldığı hayalden uyandı. İşçilerinsekiz saatlik mesai içerisinde kırk dakikalık bir öğlen yemeği ve on beşer dakikadan ikitane küçük molaları vardı. On beş dakikalık molalarda tuvalet ve sigara ihtiyacıkarşılanırdı. Çünkü makine çalışırken yan makinede bulunan arkadaşa selam vermek

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

bile yasaktı kaldı ki sigara içmek ve hatta tuvalete gitmek! İşte çalan siren ilk sigaramolasıydı.

Abuzer makineyi dinlenme konumuna getirdi. Makine bir canavar edası ileuğuldayarak önce yavaşladı. Sonra da dişlerinin arasına iplik almadan düşük hızdaçalışmaya devam etti.

Fabrikanın avlusuna çıkarken kantinden bir paket sigara aldı. Sigarası dün gecedenbitmiş ve sabah Ahmet Usta’nın ve bir arkadaşının sırtından geçinmişti. Hiç sevmezdibaşkasından sigara istemeyi ama mecbur kalmıştı.

Sigara paketinin ağzını açtı içinden bir tane sigara aldı. Kot pantolonun sağ cebindeduran çakmağını çıkardı ve sigarasını yaktı. Öyle güçlü bir nefes aldı ki tüm hücrelerinikotine doydu. Başını kaldırdığında Ahmet Usta’nın üç işçi ile beraber sigara içtiğinigördü hemen o tarafa yöneldi. On dakikalık molada olsa insan konuşmak, bir şeyleripaylaşmak istiyordu. Doymak bilmez kar hırsı işçiyi insan değil bir makine olarakgörüyordu. Hatta çoğu zaman makineler patronların gözünde işçiden daha değerliydi.

“Gençler, ben kırkını geçmiş bir adamım ve size söyleyeyim hiç birinden hayır gelmez.Hepsi sadece cebini düşünür. Siyasetçisi de sendikası da!”

“Hayır, Ahmet Usta. Bence bu sefer haksızsın sendika işçinin birliği için vardır. Sen tekbaşına bir güç değilken sendika seni patrona karşı savunur.” diye sözünü tamamladıKemal. Kemal da fabrikada çalışan yüzlerce işçiden biriydi. Kısa boylu gözlüklü yaşıgenç olmasına rağmen saçlarının önü seyrekleşmiş bir işçiydi.

“Selamün aleyküm” diyerek Abuzer de sohbete dâhil oldu. Abuzer, Ahmet Usta, onacevap veren Kemal, sohbet sırasında gözleri ile Kemali desteklediğini belli eden Özgürve konuyla sanki hiç ilgisi olmayan Yasin. Toplamda beş kişi olmuşlardı.

Bu sefer Özgür Ahmet Ustaya dönerek:

“Ustam, sen haklısın ancak bu mücadeleden kaçmayı gerektirir mi? Üsteliksendikaları düzeltmekte bize düşer. Sendika işçinin birliğidir.”

“Mücadele mi? Dünyayı biz mi kurtaracağız? Üstelik biliyorsunuz patronlarımız dasendikalı olmamızı istemiyor. Kulaklarına gitmesin.”

“Ne olacak ki? Sendikalı olduk diye işten mi atacaklar?” dedi Kemal.

Sohbeti başından belli sessizce dinleyen Yasin söze karıştı.

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

“Elhamdülliah bir işimiz var. Bence patronlarımız hakkında böyle düşünmemelisin.Üstelik her fabrikaya göre fazla kazanıyoruz. Hem biliyor musun bazı fabrikalardaişçilerin namaz kılmasına bile izin vermiyorlar. Çok şükür bizim fabrikada Cumagünleri namaz vaktinde servis var servis! O yüzden isyan etmemek lazım”

Yirmili yaşlarında yüzünde kenarları itina ile alınmış ve düzeltilmiş bir sakal bulunanYasin’in bu sözleri Kemal’i ve Özgür’ü sinirlendirmişti. Söze Özgür devam etti.

“Yasin sen geçen iki aydır kirayı veremediğini annenin hastalığından dolayı elinin çoksıkışık olduğundan bahsetmedin mi?”

“Eee ne olmuş bunun ile onun ne alakası var?” dedi Yasin. Kemal ve Özgür sinirdenkızarmışlardı ki imdada molanın bittiğini bildiren siren sesi yetişti. Abuzerkonuşulanlardan çoğunu anlamamıştı. Ancak Kemal ve Özgür’ün tıpkı cebindekikâğıtta yazdığı gibi cümleler kurması garibine gitmişti. Yoksa onlar da mı? Aklınagelen düşünceleri kovaladı. Böyle düşündüğü içinde kendine kızdı. Kemal de Özgürde özünde iyi çocuklardı.

Kemal ve Özgür tıraşlama bölümünde Ahmet Usta, Yasin ve Abuzer dokumabölümünde çalışıyordu. Herkes gibi onlarda molanın bitmesi ile makinelerinin başınadönmek için yöneldiler. Ahmet Usta gelirken tuvalete gitmek için Abuzer’i yalnızbıraktı. Abuzer Makinesinin başına geçmiş iplikleri kontrol etmişti bile. Birden beş onmakine ilerde Yasin ile Necmi Usta’nın hararetli hararetli bir şeyler konuştuğunugördü. Anlam veremedi ve işine yöneldi. Artık öğlen yemeğine kadar durmadanüretmeye devam edeceklerdi. İyi de Yasin ne anlatmış olabilirdi?

Bu düşünceler arasında makinenin yeterince ısındığını belirten bib sesi ile irkildi. Artıkmakine ipliği ağzına sürecek kıvama gelmişti. Ahmet Usta da lavabodan dönmüşmakinesinin başına geçmişti. Ahmet Usta’ya gördüğünü söylemek istedi amavazgeçti. Artık öğlen yemeği molasına kadar durmadan üreteceklerdi.

***

Makinenin bir tarafından giren iplik diğer taraftan dokunmuş kumaş olarak çıkar.Çıkan kumaş büyük toplar halinde tüylendirileceği kısma götürülmek üzere fabrikaiçinde kullanılan araçlara yüklenirdi. Her fabrikada olduğu gibi burada da işçilerkocaman bir makinenin dişlileri gibi sadece işlerini yaparlardı. Düşünmek, üretmeninnedenini sorgulamak pekte onların işi değildi. İşçiler sadece üretiyorlardı.

Abuzer, Yasin ile Necmi Usta arasında geçen konuşmanın ne olduğunu çok merakediyordu. Acaba Kemal’leri mi ispiyonlamıştı? Hem sendikalı olmanın zararı ne idi ki?

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Gerçi sendikalı olmanın faydasını da bilmiyordu. Kemal bir hafta sonu onu birtoplantıya çağırmış o da gitmişti ama anlatılanlardan pekte bir şey anlamamıştı.Sadece anladığı işçinin birlik olmadan patrona sözünü geçiremeyeceğiydi. İyi de tümişçiler birlik olur muydu? Abuzer bu işlerden hiç anlamazdı. Makinesini kontrol ettiiplik düğüm yaparsa kumaş delikli çıkar ve ustabaşı canına okurdu.

Tüm düşünceleri kafasından uzaklaştırdı. Aslında şu an tek bir isteği vardı: Bir anönce öğlen molası olsun ve o da rahatça geçen hafta aldığı akıllı telefonu ile zamangeçirsin.

Nihayet beklediği siren sesi geldi. Öğlen molasıydı artık. Önce herkes gibi o damakinenin ayarları ile oynayıp yavaşlamasını sağladı. Ardından hemen dibinde duranAhmet Usta’yla beraber yemekhaneye geçtiler.

İkisi de yemeğini alıp boş bir yer aramaya başladı. Abuzer boyca uzun olduğu içindaha ilerileri görebiliyordu. Az ilerde Kemal ve Özgür’ün yalnız başına yemek yediğinigördü ve gözü ile Ahmet Usta’ya işaret ederek o yöne doğru yöneldi.

Baş ile verilmiş selamların ardından Abuzer ile Ahmet usta boş olan sandalyelereoturup yemeğe başlamışlardı. Abuzer önce masada duran ekmekten kocaman birparça kopardı ve direk ağzına attı. Bir iki çiğnemenin ardından hepsini yuttu.Acıkmıştı hem de çok acıkmıştı.

Sessizliği Kemal’in sözleri bozdu.

“Abuzer, ne oldu geçen günkü kupon? Tutarsa sana iki bira alırım demiştin. Biramınüstüneyatma!”“Yok, be abi! Ne yatacam! Tutmadı yine Allahın cezası kupon. İnter son dakika golyiyince bizde havayı aldık. Senin biralarda kaldı.”

Birden farlı bir ses ile sohbet bölündü. Ses öteden selam vererek ve düşünceli bir yüzile gelip masaya oturan Necmi Usta’nındı. Necmi Usta herkesle selamlaşıp hal hatırkısmını bitirdikten sonra Ahmet Ustaya dönüp düşünceli bir ses tonuyla:

“Ahmet Ustam sana bir şey soracağım. Fabrikada sendikalı işçiler varmış. Sen kimolduklarını biliyor musun?”“Hayır!” diyerek yemeğine devam eden Ahmet Usta hiç istifini bozmamıştı. AncakAbuzer çok tedirgin oldu. Kemal ve Özgür de ise hiçbir tedirginlik yoktu. Necmi tekrarsöze başladı.

“Ustam, sen de bilirsin ki sendikalar konuşmak ve fitne çıkarmaktan başka bir işe

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

yaramazlar. Hem patronların tavrını da biliyorsun. Ben az söyleyeyim sen çok anla.İnsan ilişkileri müdürü sabah yanına çağırdı beni ve sendikalı işçiler varmış…”“Var ise ne olacak adamları öldürecek misiniz?” diye çıkıştı Ahmet Usta.“Yok, Ustam sende. Bak aslında benim için sorun değil ama şimdi ne gerek varağzımızın tadını kaçırmaya hangi sendika işe yaramış sen de bilirsin.”“Bilirim bilmesine de bu sana gammazlık yapmamı gerektirmez. Üstelik kimlersendikalı bilmiyorum.”“Ahmet Usta, ben diğer Ustalara da sordum şimdilik kimse bilmiyormuş. Ancak sanaşöyle deyim bu işin kapanması için sendikalı arkadaşların istifa dilekçelerinigetirmeleri gerekiyor. Eğer kendileri bu dilekçe ile gelirlerse birer haftalık ikramiyealacaklar. Yok, ben öğrenirsem o zaman işin şekli değişir.”

Söze Kemal dâhil oldu.

“Geçen bir mayısa da sendikalar bizi toplantıya çağırdı. Patron gitmeyip kendisi ilepikniğe gelenlere hem piknik yaptırdı hem de birer haftalık ikramiye verdi. Pikniğegelmeyenin ise bir günlük yevmiyesi kesildi. Ne var bu sendikalarda neden bu kadarkorkuyorlar?”“Orasını ben bilmem.” dedi Necmi Usta ve oturduğu yerden kalktı. Ahmet Usta’nın birşeyler söylemesini bekler gibi ona baktı. Ahmet Usta sert bir yüz ifadesi ile:“Necmi kimlerin sendikalı olduğunu bilmiyorum. Öğrenirsen bana da söyle olur mu?”

Ahmet Ustanın son sözlerinin ardından Necmi öğrenebileceği bir şeyin kalmadığınıanladı. Arkasına döndü ve içinden bir şeyler söyleyerek gitti.

Onun uzaklaşması ile beraber masada oturan dört kişi bir birine baktı. Kimispiyonlamıştı onları kim? Sessizliği Özgür bozdu.

“Kim yaptı bu alçaklığı? Kim öttü?”“Ben size dedim değil mi?”“Kim olacak? dedi ya Necmi Usta insan ilişkileri müdürü.”“Abuzer saf olma o işin blöf tarafı içimizden biri gammazlamasa bilemezler.” dedi

Kemal. Abuzer birden Yasin ile Necmi Ustanın konuşmasını hatırladı. Söylemek istediama cesaret edemedi. Özgür yumruğunu sıkarak:

“İstediklerini yapsınlar. Bu bizim yasal hakkımız. Korkuyorlar birlik olmamızdan örgütlüolmamızdan korkuyorlar. Çünkü onlar da biliyor ki örgütlü işçi sınıfının karşısındahiçbir kuvvet dayanamaz.”

Özgür’ün sözünü tamamlaması ile öğlen molasını bitiren zilin çalması bir oldu.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

SABRI DOKUYOR

iğne deliğinden geçen ip gibiboynumuz zamanın ellerinde yasak bağın meyvesiymiş aşkbağrı yanık âşıkların telinde

toprak damların izbelerindesabrı dokuyor gelinlerilmeklerinde şiirin hasıekmeğin kokusu var.

HASİBE AYTEN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

EL-AYAK BUZ KESER

Hoyrat bakışlarını asar karşı dağlara Açmış navruz sümbül dolar göğsümüzeDüzmüş şişeleri sıra sıra nizami Damla damla damıtıyor genzimize Heybetinden sual olunmaz büyüğümüzHava'nın kocası Adem'in torunlarıyız

Harman olmuşuz boş meydanlardaTozumuz savrulur yaba ucunda rüzgâra Kırılan kemiklerimizin sesi gelir Ter ve nem kokulu sarı saplı ekinlerdeYorgun bedenleri yer sofralarında ağırlarSırma saçlı altınbaşlı körpe kadınlar

Dam üstüne bağdaş kurar sigaralar bir bir yanarUykular yatak/yorgan aramaz alır götürürYıldızlı gecelerin parıldayan sihirli sessizliğine En uçuk hayaller üstü açıkken görülürSabaha ağır kafalarla merhaba denirHayat yine başlar en acımasız yerinden

Fabrika bacaları havada karbon nefesler tutulurCan kurtaran sirenleri kulakları çınlatır Ses kirliliği şehri uğultuya mahkum ederGelişmiş dünyanın insanları işe gider Çarklar döner koşuşturmalar başlarİnsan makina denen canavarı sırtında taşır

Gelişmişlik modern dünyada dişlilerin arasında yaşamayı becerebilmektir

MUZAFFER GÜL

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

ATEŞİN DANSINDA SUYUN HÜZNÜ VAR

ateşin dansında suyun hüznü varsusturun yalanlarınızı, çağın utancıo nar çekirdeği gök mavisi bolluğukızılırmak boylarında taze çim yeşilibakmaya kimin yüzü var

her biri gönül çağlayanıaşkın erbabısevgi sıcağı okyanus yüreklidoğurtur sözcükleri sevdadan yanagülün sancısıkonuşturur mızrabı

ot yansa can havlikin ateşlerin söndürün gayriçöl acımazsızlığınıbunluğunu zamanınşöyle çağa doğru döndürün gayrı

görüyoruz kim kara kim akbu çağda hala o kadar zor mudeğerleri anlamakha parklarda meydanlar da olmuşha koca kentin cehennemi ''madımak''

toprağı kinliyüreği kanlıtenzihi hak pir sultanlıkoca sivas diyeceğim ar geliryüzüm dönmek o yanlara zor gelirmuvaviye hıncında şeytan-ı mervanöyle gelmiş öyle gidiyoracılı, yaslı devran

pir sultan'dan başlayın adlar saymayabir türlü tutmuyor çalınan mayaotuz beş canısene sene anmayabulsak da mekanıyürek yangılısazlar perişan kalemler kırıkdağalmış halkası folklorüno gün bugünaynı sivas değil sivasyıldız dağı yasbanaz köyü hıçkırık

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

DÖNSENE BE KADINÖzlem KESKİN

- Bankalar bana kredi verir mi hocam?- Verirler tabi, memursun sen.

Utangaç bakışlarını saplamış yüzüme sol elinin tırnak diplerindeki derileri koparıyorsağ eliyle. Benden bekliyor gerisini. Onu böyle yarım bırakıp gidersem ders boyu içimdaralacak biliyorum. Zile az kalmış. İyisi mi sorayım da anlatsın, sonucuna varıyorum.

- İyi de sen krediyi ne yapacaksın? Paraya mı ihtiyacın var?- Yok da hocam. Hani aniden evlenirsem, kredi çeker bütün ihtiyaçları karşılarım,diyorum.- Ne gerek var canım. Her şeyi taksitle veriyorlar. Alırız bir yerlerden. Merak etmesen. Biz sana yardımcı oluruz.- Gerçi benim eşyalarım var hocam. Çamaşır makinesi filan, ev sahibim aldırmıştı.- İyi işte, onlar hep işine yarar.

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Gülümsüyor. Aydınlanıyor yüzü. Ama halen kıvranmaya devamda. Sanırım konuşmakistediği bir şeyler var. Oralı olmamaya çalışıyorum.

- Hocam.- Hı.

Havamda değilim. Biraz eşelesem anlatacak. Yapmıyorum. Çünkü sonrasını biliyorum.Zorlanıyor kaldırma kapasitem, taşıyamıyorum. Ne kadar az duyarsam ona dair, okadar iyi, diyorum. Acelem varmış süsü verip kendime, kağıtlarımı dosyalarayerleştirmeye devam ediyorum. O yapacağını yapıyor fakat; kalkıp bir sigara uzatıyorbana. Heyecandan titreyen çocuk elleriyle gelen çakmaktan tutuşuyorum. Kaçınılmazoldu şimdi konuşmak.

- Hocam; hani şu kaybolanların bulunduğu programlar var ya.- Evet.- Biz onlara katılamayız değil mi? Memuruz ya. Ben çok araştırdım da.- Bilmiyorum ki Kadir. Katılamayız sanırım. Kimi arayacaksın sen? Sevgilini filan mı?

Yakaladı ipin ucunu; telaş içinde, deli deli bir gülücük boyadı yüzüne. Utandı da. Biriki yapay öksürükle olgunlaştırdı sesini.

- Yok be hocam. Annemi arayacağım.- Öldü biliyordum ben senin anneni. Yurtta büyüdüğünden vardım o sonuca sanırım.- Hayır hocam, ölmedi. Kaybolmuş.- Neden, nasıl kaybolmuş?- Çok güzel bir kadınmış benim annem. Dünya güzeliymiş. Başka köylerden onungüzelliğine bakmaya gelirlermiş. Sonra birileri büyü yapmış. Çekip gitmiş. Hiç haberalınamamış.- Büyü mü? Kim anlattı sana bunları?- Babam anlattı.- Baban aramamış mı?- Bulmuş bir kere babam ama büyü yapıldığı için tanımamış babamı.- Sen hatırlıyor musun anneni?- Yok, çok küçükmüşümben, hatırlamıyorum.-Bulup da ne yapacaksın Kadir? Büyümüşsün bak sen, koca adamsın. Anneyeihtiyacın yok ki.

-- Yok hocam, ihtiyacım olduğundan değil. Onun ihtiyacı vardır diye. Memurum ya

ben; sağlık karnesi çıkarabilirmişim. Çıkarıp doktora götürecektim. Hem benim evkocaman, bomboş. Getirir oturturdum. Sobayı yakardı sıcacık, otururdu.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

- Anladım. Ama o programlarla bulunmaz o. Ne yapmalı bilmem ki. Yapabileceğim birşey var mı?- Hani hocam sen bir yerlere yazılar filan yazıyorsun ya; bir yazıversen diyorum, belkibilen biri çıkar.- Evet anladım. Tamam canım. Merak etme sen; bir şeyler denerim ben olur mu?

Zil çalmış. Aceleyle toparlanıyorum. Yüzüne hiç bakamadan yöneliyorum kapıya.

- Hadi sana kolay gelsin.- Sağolun hocam.

O çocuk ülkede duyduklarımın muhasebesini öyle hızlı yapıyorum ki içimde.Adımlarım ancak durmaya yakın bir hızda ilerliyor hissedebiliyorum. İnanamıyorum.İnanamadığım annesinin büyü ile onları terk edip gittiği değil. Yirmi iki yaşında biradamın buna bu kadar net nasıl inandığı. Küçük çocukların iyi birer çocuk olurlarsaormanda şirinlere rastlayacaklarına inanmaları gibi bir şey onun inancı. O kadardoğal. O kadar içten. Öylesine sınırsız. Bir de yıllar yılı yattığı soğuk ranzalarca boynubükük ve çaresiz.

Biliyordum ben bu çocuğun kirlenmeden kaldığını. Çok şey biliyordum ona dair.İnandıklarını, inanmadıklarını biliyordum. Annesinin kaçtığını biliyordum. İlkduyduğum andan beri başka bir adama kaçtığına inanıyordum. Onun da bildiğinidüşünüyordum. Sormuyordum. Bilmiyor o. İnanmıyor. Bunu öğrendim ya onubıraktığım kalorifer dairesi ile sınıfım arasında yürürken kendimden geçiyorum. Ateşpüskürüyor gözlerimden. Tanımadığım bir kadının saçlarını yoluyorum. “Bir yerlereyaz.” dedi, sözümü tutup; haykırıyorum:

Analar sınır duvarlarınıTırnaklarıyla deviriyor dünyadaHasta çocuklarına ilaç bulmaya.Sen nerdesin be kadın?Yılları nasıl harcadın?Nasıl baktın gözlerine?Hiç mi aynaya rastlamadın?Hangi yüzle ağladın?Yoksa ağlamadın?Nasıl çıldırmadın meraktan?Kıvılcımlarda tutuşmadınSen neler neler kaçırdınMini mini adımlarda büyümedin

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Çocuk tizliğinde bir seste çoğalmadınNe yaptın sen be kadın?Çağla filizini bir başına nasıl bıraktın?Kahpe bir yataktaDişiliğine peşkeş çekerken analığınıNeden azıcık sancımadın?Neden kayboldun sen be kadın?Bakmalara doyulmayacakBir çocuk koşturuyor onun gözlerindeGözlerine neden hiç bakmadın?Halen bekliyor seni delikanlınSen onun yıllanmış noksanısınYetiştirme yurdunda temizlik yapmalarınaYardım ettiği kadınlarınÖdül olarak vermesiyle başladığıUcuz sigaralarda avunuyor seniAskere gitti, geldiAslanlar gibiydi, diyememŞiddete dayanamamıştı incecik yüreğiKana çıldırdıÖlüme delirdi de erken gönderdilerGiyinince bir dal yasemine benziyorYemeği utangaç yiyorÇocuklarla ip atlıyorAzıcık sevilmede kendinden geçiyorSobasını yakamıyorTitrek yatağına geç vakit sokuluyorVaktinde kalkamıyorİşe geç kalıyorBazen dalıp gidiyorYargılamayacak kadar akSoru sormayacak kadar maviBekliyor seniSağlık karnesi çıkaracak sanaEvinde oturtacakNerdesin be kadın?

Hızımı alamıyor, öfkemi dindiremiyorum. Bütün sözcüklerim çaresiz. Ne kadarçabalasam acemisi kalacağım bir işe çırpınıyorum. Birkaç şey daha söylemeliyim.Bulup, çıkaramıyorum. Neden daha önce sözlük okumadım, diye köpürüyorumkendime.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

İKİ DİL BİR ŞİİR / A. KARABAĞSuyun Sarkan Saçları

Ana değildir oralarda toprak, dağ doğurgandırÇıkar Karasu kayanın rahminden koparcasınaBilgedir suyuna, kimi derde devadır kendinceKayadan doğan, elbet kayadan uçmayı düşler.

Kaç gözden göze esinlenir sevdası çağlayanınKına yerine çakılına, kumuna kükürt yakılmışAlına pembe, beyazına sarı bakışlı zambaklar,Suyuna dokunmadan tozlu kenarlarını kareler.

Kayalıktan oluk oluk dökülüp uçuşan ak tellerNe dinleyeni var ne takanı kırılıp dağılan sesinKorkudan mıdır çetin diyarı kaynaktan kopuşuBedenden kül sırmalı yosun yeşili peri hareler.

Uçurumun dibinde bunalıp yukarılara bakmakSur gibi yükselip baştan kasket düşüren bellerBir daha mümkün mü tırmanıp geriye dönmekDüştüğü yere, sessiz sedasız kaynaşan bereler.

Güneşin tepeden gözlediği gölgenin dalgınlığıİsmi yasaklanmış eski bir kırımın güne ağırlığıGelincik gibi bükük boyunlu yetim çocuklarınAlman Konağı'na savrulmuş künyelerini beller.

Felaketin esmer ve sarışın çocukları bir sıradaSuyun paramparça şelalesidir acılı hıçkırıklarıVe her sene bir seferberlik çağrısı gibi sunulanO söylevli kutlamalar, zehir zemberek törenler.

ABDULLAH KARABAĞ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Porê Tê Dahelandin Yê AvêAx ne dê ye li wan deran lewra çiya zayînbar inAvareş wek jê biqede, ji kûraniya zinarekî dertêZana ye bi ava xwe û derman e bona hin derdan Yên ku ji zinaran dizên, dê jê firînê jî hêvî bikin.

Sûlav bona evîna xwe ji gelek çavan bestê digire Ne hine, kukurd hatiye lêkirin li burx û xîzên wêLi sorê pembe û li spiyê bi awirên zer in leylank,Bêdestlêdan, keviyên avê yên bi toz nîgare dikin.

Ava ku ji kendalê spî difirike, çirik çirik tê xwarêNe lêguhdarî û pêvekirin, dengê dişike, vedimireMa hof girtiye ku ji cihderka diyara zor dikele, têLi bedena kevzîn û sirmedar ku pêlpêlî dibin perî.

Berwarên ku wekî kelehan û ji serî kumikan dixinLi binê dûlerê, piştî tengaviyê, ber bi jorî ve nêrînCareke din ne mimkun e ku pêde hilkişî û bizivirîAva ku dikeve, li cihê xwe bêdeng û beng dikelije.

Damaniya sîberê ya ku tav ji jorî de wê raçav dikeÛ li rojê giraniya qira ku navê wê hatiye bendkirinÛ zarokên sêwî ku stûyên wan wekî yên gulbûkanKu li konaxa Almên nasnameyên wan tên hînkirin.

Li rêzekê ne zarokên kej û esmer yên wê karesatêÎskînên bi êş û jan in ku perçe perçe yên sûlavê neÛ her sal mîna bangeke seferberiyê tê pêşkêşkirinKu ew pîrozbahiyên bi gotar, bi merasîmên jehrîn.

A.KARABAX

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

KİRLETTİNİZkırmızı sordu :‘neden kirlettiniz beni, ey insanlar!'savaş benden,zulüm benden,ölüm benden bilinir oldu.Oysa ben;kütür kütür bir karpuzun içinarın tanesielmaydım, dalında ağacınen çok da güle yakışandım...ve her bedende bir hayati bahardım.

Bulutsuz gecelerdeay'a yarenlik eden kızıl bir yıldızdım

renkleri anlamayanlar çoğaldıkçaben kirlendim.tetik çeken elde hayat bitiren oldumvahşet ağızlarda, kan gözlerdecümlesi dehşet faili meçhul bir söz oldumkaranlık oldum, kirlendimeksildi yaşamın renkleri, içi kirlendi insanınhayatın payına düşen ise; keder oldu, hüzün olduaçlık oldu, sefalet oldu...Kendinize borçlusunuz ey insanlar!renkler eksilince hayatın doğruları mı artar?bi düşünün renk yoksulları...

gün olur beyaz hemhal olur banakapısın aralarbelki beyaza durur her yerbeyaz, barışın adı olurben durulanırım.beyaz çoğalır bir kardeş renk olurkan heveslileri de tarihin çöpündebok rengi kalırkim bilir...kırmızı paklanır vazgeçilmez olur.

AKMAN GEDİK

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

CEVİZLİ DONDURMA / Semahat ÜNALCevizli dondurmanın üzerinde çikolata sosuylasüslenmiş kasesinden küçük lokmaları ağzınaaldı. Dondurmanın içindeki ceviz tanelerinin detadını hissetmek için dondurmayı diliyle damağıarasında ağır ağır gezdirdi.Denizden esen serinrüzgar ilk onların masasına uğrayıp saçlarınıyüzüne dağıtınca,kaşığını kasedeki dondurmatopuna batırıp, esintinin dağıttığı saçlarını ikieliyle toparlayıp tokasına iliştirdi. Esinti, oradandiğer masalara, kiminin nargilesinin kömürünesoluk oldu, kiminin boynundaki şalla oynaşıpdevam etti yoluna.

"Anne pastamdan tatsana bak,çok güzel."Seda: "Tabiki oğlum alırım bir parça."

Bahçe kapısının önünde bir kız çocuğu belirdi,kucağındayeni doğmuş bir bebek,az ilerde bir kadın, anneleriydi muhtemelen. Küçük kız kapıdan az içeri giriyorçalışanlarla yakarırcasına bir şeyler söylüyor, arada kucağındaki bebeği sallıyor.Arapçanın farklı nidasıyla, incelip kalınlaşıyordu kızın dudağından çıkan kelimeler.Çocuk dileniyordu, ses tonu belli ediyordu dilendiğini. Seda, çocuğun ne dediğinianlamasada ne istediğini anlıyordu. Diğer masalara baktı...

"Anne pastamdan tatsana bak,çok güzel."

Seda, oğlunun sesiyle masaya döndü yeniden,uzandı pastadan küçük bir parçakopardı ağzına aldı. oğlunu keyiflendirmek için biraz abartarak:“Harika bir pasta bu, dondurmayla da pek güzel oluyor."Oğlu ısrar etti"Hadi bir tane daha al""Yok oğlum sen ye."

Gözü kapıdaki kızda idi hâlâ. Diğer masalara baktı, sanki kendisinden başkakimse görmüyordu kapıdaki kızı. Garsonlardan biri, kapıya doğru yaklaştı, kızınkonuştuğu dilden , sert bir ifadeyle bir kaç kelime konuştu, sonra işine daldı.Kız arada, biraz uzakta duran annesinin yanına gidiyor, tekrar geri geliyordu.Kapıya yakın masalara sevimlilik gösteriyor sürekli konuşuyor, arada kucağıdakibebeği öpüyor tekrar konuşuyordu.

Savaş nedeniyle ülkesini terketmiş bir işletmeciye ait işyerinde bir-iki Türkçe

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

konuşan çalışanın dışında çalışanlarında, müşterilerinde çoğunluğu Suriyeliydi.Masanın birinde, kalabalık bir gurup kadın, ellerinde nargileleri, masalarında tatlılarkaselerde dondurmalar keyifli sohbetleri devam ediyordu. Erkekler ayrı masadanargilelerini çekiyor, masaları aynı şekilde tatlı ve dondurma çeşitleriyle donatılmıştı.Biraz ileride bir adam, telefonu kulağında yüksek sesle, kimbilir; dünyanın her hangibir ülkesine sürüklenen bir yakınıyla, ya da ülkesinde kenarda köşede kalmış birdostuyla sohbet ediyordu.Gergindi çünkü. Bir-iki masada Türkçe konuşan müşterilerde vardı, onlarda kendi halindesohbette idiler

Kız çocuğu, hâlâ orda idi, kapının kenarındaki kaldırıma oturmuş gülümsüyordu. Sesiduyulmuyordu, belki gözlerindeki çocuksu yorgunluğuyla örselenmiş gülüşü girebilirdiiçeri. Belki yüreklere dokunabilirdi, insan olduğunu anımsatabilirdi aynı dili konuştuğuiçerdekilere.

Çocukların dilendirilmesine çok tepkiliydi aslında. Ama, bu kız çocuğunun aynı dilikonuştuğu insanlardan medet umması, çocukla aynı dili konuşan insanların, onunvarlığını bile hissetmemeleri acıtmıştı içini. İçeri girdi, kasaya yöneldi hesabı ödedi.

"Biraz da sahilde yürüyelimmi anne?"Seda oğlunun saçlarını okşadı,"Olur oğlum, hadi denizde taş sektirelim.

Kaldırımdaki merdivenlerden sahile indiler. Seda eğildi küçük yassı bir taş aldıeline, sağ elinin başparmağıyla işaret parmağı arasında tuttuğu yassı taşı fırlattıdenize. Taş denizin yüzeyine dört defa değdi denizin yüzeyine beşinci de gömüldü.Taşların deniz üzerindeki sek sek oyunu epeyce devam etti. Seda biraz molavermek için;"Ben yoruldumsen devam et oğlum, ben de şu kenarda oturayım biraz.""Tamam annebak altı kez sektirdimtaşı." Annesinegülümseyerek;"Seni geçtim bak"

Seda,çantasından çıkardığı sigara paketinden bir sigara aldı. Çakmağıyla tutuşturduğusigarasından bir soluk çekti.Denizin esintisiyle sigaranın dumanı yüzüne doğru yayıldı.Diğer eliyle dumanı uzaklaştırdı yüzünden. Oğlunun denizde taş sektirmedenemelerini keyifle izledi

Küçük kız çocuğu takıldı aklına tekrar. Çocuğun annesinin onu çaresizce, kenardanizlemesini anımsadı. Denizin yüzeyinde sekip sonra derinlikte gömülen taşa takıldıgözleri. Umut yolculuğunda denizin derinliklerine gömülüp cansız bedenleri sahilevuran çocukları düşündü...

Savaş yoksulun savaşı değildi, çocuklarınsahiç. Ait olmadıkları savaşın vahşeti ise...

SEMAHAT ÜNAL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

GÖLGELERE YATIRDIM SENSİZLİĞİ

Gölgelere yatırdım sensizliği Yıldız yıldız çoğalsın bu bir bir ölmelerim. Zambak zamanları anne, hatırla ... Sancından bir çığlıktı geceyi bölenHatırla anne Lâl dilime dizili kekeme sözcükler Ölümün kıyısında gün batımı güneşi izlerdi, VeSen çığlığınla boğulurdun. Ben Alıp yurtsuz yalnızlığımı

turnalara yoldaş olurdumVeher gece sensiz ölürdüm.

GÖKMEN SAMBUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

NASIL ALIŞILIR Kİ? / Nural YILMAZ

Elma da yiyemez oldum annemElma eski tadında değilSensiz…

Hafta başı sabah ilk kez acıkarak uyanıyorum, altıncı gün...

Kahvaltı hazır. "Kuş cıvıltılarını dinle" diyorum anneme.

Yarın İstanbul'a dönecek. Son temizlik, son yemek pişirmeler derken, bir dakika bileboş durmuyor. Sürekli tembih ediyor buzluğa attığı sarmaları, köfteleri nasıl pişiripyiyeceğimi. Sanki okul için yurtta kalacak kız muamelesi yapıyor bana ama o kendiniböyle iyi hissediyor... Üstelik ben de hayatımda ilk kez kendimi onun ellerine teslimetmiş olmaktan dolayı huzurluyum.

RESİM: KARL HOFER

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Annemle iki aydır beraberiz. Yaşadığım bu korkunç sürecin her anını birlikte geçirdik.Onunla hiç bu kadar yakın olmamıştık. Yarın gideceği için çok üzülüyorum.Ağlamalarım gizli gizli...

Tam bahçede sohbet ederken gülerek;"Gideceğim için seviniyor musun, üzülüyor musun?" diyor.

İşte tam o anda tutamıyorum kendimi, gözümden yaşlar süzülüyor. Hemen içerikaçıyorum.Evet çok üzülüyorum. Belki de yalnız kalacağım için ilk kez bu kadar üzülüyorum."Anne gitme, kal..." demek geliyor içimden. Demiyorum. Çünkü, yalnızlık benimtercihimdi. Onun da benim de ayrı hayatlarımız var. Biliyorum ki ihtiyacım olduğuanda yine kanatlanıp gelecek yanıma.Emel'in dediği gibi sanırım yaşlanıyorum, çok duygusal biri oldum. Bugünü çok fazlayatakta geçirip annemden uzak kalmak istemiyorum son günümüzde. Birkaç saatöğle uykusuna yatmaya çalışıyorum, uyuyamıyorum.

Bugün zor bir gün...

Salı sabahı, yedinci gün... Gece iyi uyuyamamış olsam da kendimi kötühissetmiyorum. Baş dönmesi, halsizlik yok en azından. Sadece gerginim.

Saati 06.45'e kurmuştum. Fakat: 'ya duymazsam, ya alarm çalmazsa, ya...ya...ya...'peşi sıra gelen gerginlik uyutmuyor tüm gece. Tabi ki alarm çalmadan kendiliğimdenuyanıyorum.

Annemin valizi hazır. Sabahları afyonum kolay patlamaz ama bugün o hâlim yok.Annemle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Bahçede oturmak için vaktimiz bile var.Birer kahve içip, 07.30'da evden çıkıyoruz. Yolda fırına uğruyoruz, giderayakekmeğimi de alıyor fırından. Birer de sabah simidi. Havaş Servisi'nin hareket saatinibekliyoruz.

Sokak köpekleri eteklerime dolanıyor beklerken. Bacaklarımın dibine öylece yerleşipoturuyorlar.Annemin gözyaşlarını görüyorum. Saklıyoruz birbirimizden. İyi oyuncu değiliz ikimizde. Sarılıyoruz, öpüyorum yanaklarından.

"Sen olmasan ben ne yapardım anne? Hakkını helâl et" derken boğazım düğümdüğüm. Sımsıkı sarılmışız. Ayrılmak istemiyorum.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Havaalanı servisinin hareket saati iyice yaklaşıyor. Annem otobüste en ön sırada yerini aldı, bekliyor. Son dakikada hızla araca binip bir daha öpüyorum yanaklarından.

"Beni merak etme, iyiyim" diyorum.

El sallıyorum. Usul usul ayrılıyor servis.

Köpekler yanımda yürüyerek arabaya gelene kadar eşlik ediyorlar bana.

Eve dönüyorum. Bu defa kahvaltı, onun aldığı taze simitle ama onsuz... Köpeklerim, kedilerim bile normalden fazla sakinler bu sabah. Bana ilişmeye çekinir bir halleri var.

Annemin gidişi hiç bu kadar üzmemişti beni. Alışmam lazım bu duruma. Nasıl alışılır ki?

Kıyamam sana annemKıyamam sana baş tâcımGel otur, gitme hiç!Sen gideliTadı yok hiçbir şeyinKimse getirmiyorElmayı soyup önüme.Elma da yiyemez oldum annemElma eski tadında değilSensiz…

NURAL YILMAZ10 Şubat 2016, Fethiye

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

İNCE İNCE

Ruhsatsız sözcükler taşıyorduGün yüzü görmemiş şiirlerinin sokağındaHer gece şiirsel bir çatışmadan çıkardıKafiyeler telefBilinci ağır yaralıAz mı yoğun bakımda karşıladık onunlaEn son bizim sokağa uğrayan baharı

Devasa düşler kurmak da iyidir elbetKurduğun düşlerde devlerle dövüşmek deDünya bunca serüvenciykenPencerede bir serçe

Hatta her gönülde bir arslan yatarmışKitaplar yakılmadan önce

Şair yarına kalırSen uza ince ince

SEMA LALE

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

KORKUNUN 666’SI

Saçma sapan kafataslarıRuhuna kadar okuduklarımıAksetsem aynalarınaHiç yaşamadıklarını göreceklerÖnlerinde bilge taslayan başları

Korkudur yok eden özveriyiÖlümden hiç korkmadığımıGözbebeklerimden al öğrenmeyiNe de açlıktan kırılmayıHer yeri kuşatmış bu savaşta

Savaşmadan yenilgi - ne ihanet/

Elde Silah mı yokBu ne korkunç yanılgıBir uyansan da görSilahın olmayacak ne yok kiBu yeryüzünde

Seni sevdiğim kadar sevseydin beniBelki bu savaşın hiç biri olmayacaktıNe de akıl eriten o tilkileriÖrtünürken yıldızlar ay ışığındaSevişmek için Bedenleri kendine katı

Kırkılan insanlık ise Orda yerin ne?

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

SÖZCÜKLERİM

Güneş doğarken hergün yani sabahın o sıcak dirilişinde kuşların türküleri ile özlemlerimi devşiririm, sevgi pınarı sözcüklerimle...

BURCU TÜRKER

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

BOZKIR VE AYDIN ÜZERİNE DÜŞÜNCELERAdnan DURMAZ

1.

Bir gün rüzgârda kangala döndüm şiirden ve yanan akşam bulutları banagünün şiiri ödülünde mansiyon verince yaptığım konuşmadan...

Yaşadığım yerlerde bana önem ve değer veren az sayıda insan vardır.Yaşamımın her döneminde de herkesin sevdiği bir insan olamadım. Ha bunuumursuyor muyum? “Umurumda değil dersem” ne kadar doğru söylemişolurum, ”umurumda” dersem o da doğru değil. Soruların net ve kesin cevaplarıyoktur çoğu zaman. Biz ortama göre bir yanıt vererek durumu idare ederiz.Verdiğimiz yanıt doğru değildir; ama bütünüyle yanlış da değildir. Biri bize“nasılsın? ” diye sorduğunda verdiğimiz her yanıt aslında tam anlatamazdurumumuzu. Coşku içinde “ben iyiyim” diyenle üzüntüden mahvolmuş “kötü-

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

yüm” diyen, doğruya en yakın yanıtları vermişlerdir. Mutlak iyi ve kötü durumyoktur, demek istiyorum. En azından en berbat durumda bile bir başkası buberbat durumdan bir çıkış bulabilir. Saçmaladığımın farkına mı vardınız. Yani,”ölecek olan bir hasta, idam olacak biri için nasıl olur da bir başkası umutlu birmanzara çizebilir“, itirazınızdan bahsediyorum. Çoğunluk ölür işte, korksa daürkse de ölür ve gider. Ama imanı kavi bir mümin için ölüm tozlu yoldur; veyainançları için asılan biri celladının suratına tükürerek dimdik gider.

Konuyu dağıtmayayım. Yıllardır bozkırlarda yaşayan birisi olarak bozkırlarındilini iyi bilirim. Yakup Kadri’nin ‘Yaban’ındaki okumuş Ahmet Celal, sık sıkaklıma geliyor yaşadığım ıssızlarda. Yaban 2008 diyeceğim geliyor amadiyemiyorum. Diyemem, çünkü Ahmet Cemil’in geldiği yerden gelmedimburalara. Hamurumun karıldığı topraklardayım. Vardır öyle insanlar değil mi;herkes sever onları. Onlar gelirken ayağa kalkılır, saygı gösterilir, çevresindepervane olunur. Vardır evet, ama genel olarak bakılınca statülerine de birbakmakta fayda vardır. Şimdi şöyle oluyor: adam köye öğretmen olarak gidiyor,merakla çevresine toplanıp hoş beş edenler, biraz sonra o civarda görevliormancıyı görünce, onu okulun duvarının dibinde, akşam karanlığında tekbaşına bırakıp ormancının çevresine toplanıyor. Rağbetin kalıcılığı ve geçiciliğibelli nedenlere bağlı.

Kişilerin birbirine verdiği önemin ölçütleri, yer zaman ve koşullara göredeğişiyor. Gecenin bir vakti arabası ıssız yolda bozulan kişi için en önemli insanelbette tamircidir. Zamanımızda biraz da buna benziyor günlük yaşamdaönemsenip önemsenmemek. İşi varsa seninle, önemlisin, işi bitince önemin debitiyor. Adam milletvekiliyse önemli kişidir. Çünkü iş yaptırmak, torpil olmakaçısından önemlidir. Adam varlıklıysa, kariyer sahibiyse önemlidir. Bunlarıkaybedince önemsizleşir. Bu tür insanların bir kısmı sahip oldukları kariyer veservete hak ederek ulaşmamıştır. Bu nedenle de sahip oldukları her neyse onasahip oldukları sürece önemlidirler. Ayıya köprüyü geçene kadar dayı demek,yalakalığa çanak tutan bir halk söyleyişi. Malum, bizde yalakalık kurumu yenibir şey değil, Osmanlı’dan bu yana var olan bir kavram.

Belki de asıl olan, çevremizdekilerin bizi ne denli sevip önem vermesinden çok,kendimizin kendimize verdiğimiz önemdir. Attığımız her adımda hayat bizeseçimler sunuyor. Kalabalık samimiyetsiz samimiyetler yerine yalnızlığı tercihedebilirsin. Kolay değildir yalnızlık ve onun zor yollarında kendi kendinisürdürmek; geliştirmek. Güzel bir laf var Anadolu’da; ”Eşek demiş ki, dişim

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

başına tek arpa düşsün; ama anırışanların arasında olayım”. İnsan bu, her şeyiver ama çevresinden kopartma, yalnızlıkta bırakma.Yalnızlık yamandır. Ama yoz

vesamimiyetsiz her tür beraberliğe tercih etmek de adam kârıdır yalnızlığı. Tabii,bozkırların yabanı olunca, çevreni güzelleştirmek ve değiştirmek, geliştirmek veinsanlarla bir bağ oluşturmak gibi düşünceler gelir geçer. Bunu düşünen,mutlaka denemelidir. Hani bir söz vardı Rady Fiş’in bir kitabında geçiyordu,”küçük bir çiçeği salla,yıldızların ve yeryüzünün temeli sallanır.” Her güzellikevrensel güzelliğe bir katkıdır, her çirkinlik de evrensel çirkinliğe…

Akşam kızıllığında bulutlara saplanırcasına büyümüş kangallar, kaba yelinönünde huşu içinde ağır ağır sallanır.. Mor çiçeklerin sinesine ışıltılı böceklergömülür.. Uzaklardan çan sesleri gelir, bir çocuk türkü söyler tarla yolunda.. İkikız saklı saklı bir şeyler fısıldar bir kerpiç duvarın kuytusunda.. Ben işteoradayım..

Sürüye katılmak veya katılmamak; işte asıl mesele bu benim çağımda.

To be or not to be değil Cogito ergo sum hiç değil

Herkes dünyanın merkezinekendi yaşamını ve acılarınıve elbette kendisini koyarakbakıyor. Siz nasıl canı yananbirine canının yanmasını biryana atmasını söyleyebilir-siniz. Herkesin gelecekkaygısı ekonomik kaygı vbtaşımadan yaşadığı bir yerdeğil bura. Asıl sorun dazaten hanı hamamı işi aşıfazlasıyla olanın ekonomikkaygılarının ve aç gözlülü-ğünün bizi boğması.. Biziminsani taleplerimizin olama-ması. Derviş gibi bakmalı

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

hayata, bir lokma bir hırka felsefesi insana huzur verir, e güzel; ama bu felsefeaç bırakılmış kalabalıkları açlığa alıştırmak için ortaya atılmış değildir. Bu felsefetoklara hayatın nasıl olsa biticiliğini anımsattığı oranda güzeldir. Ama birileri içinkalabalıkları açlığa alıştırmada sonuna kadar kullanılmıştır.

Gece bir ay doğar eriklerin arasından. Çakırkeyif sanmayın, baharıncoşkusundan sarhoştur; salına salına girer çıkar ipek bulutlara.. Ben işteoradayım.. Zaman kara sabanla çift sürer alnında bir ırgadın, ben oradayım..Işıltılı salonları yadsımıyorum ve oralarda söylenecek sözüm var.. O sözyüreğimin kütüklüğünde çoğalıyor, büyüyor.. Satırlar arasında dolaşanSüleyman’ın karıncasıyım ben..

Şuara her daim vardı Dersaadet gecelerinde. Lale devrinin tumturaklısafalarında bir araya gelen şairler ve gülendam serv-i revan hatunlar veonlardan bir gülüş çalabilmek için Osmanlı inceliğinin haddelerinden geçirilensöz ve söz sarrafları,vardı her zaman. Kayık sandal âlemlerinden birer alev diligibi açmış lâleli kıyılara çarpan şuh kahkahalar ve meşk vardı. O şairler kihalkının Osmanlı coğrafyasına yayılmış halkların farkında bile değillerdi.Osmanlı halkları dağlarda yaşamaya tutuklanmış büyük “kaçkunluklar“yaşamışlardı yüzyılların akışı içinde. Padişah hazretlerinin görkemli seferlerineeşlik edip,uzak diyarlarda söz nakşediyorlardı ama padişahın ve yüksekkomutanlarının vereceği caize hatırına. Tut ki Karacoğlan’ın bozkırlarda dolaştığızamanlardı. E varıp sormalı onları hâlâ savunanlara; Karacoğlan, Yunus ve dahabinlerce ozandan hangisi padişahı öven şiirler yazdı. Yazmadıysa nedenyazmadı. Yalakalığı kurumlaştıranlar, bunu da şiir adına yapanlar sahiden şairmidir? Kendi ruhlarının karanlık girdaplarında söz şaklabanlığı yapanlar,halkından uzak olanlar ne kadar şair sayılır? Onlar her zaman farkındadeğillerdi, hatta “orda bir köy var uzakta “ derken bile gitmesek de gelmesekde” demeden edemiyorlardı. İnsanımız her zaman bu bozkırlara terkedilmişti.

Buralarda her türlü güvenceden uzakta korunaksız bırakıldı insanımız.Hormonlu sebzeleri sattıkları kalabalıklar, hâlâ bakımsızlıktan ölenler. Binyıllardır savaşlarda etten kale diye öne sürülenler, hâlâ aynı kara talihten bilerekbaşına gelenleri, yaşamadan ölenler diyarı buralar. Her gün hasta çığlıklarıarasındayım:Her insanın, neredeyse karşısına çıkan herkese hastalığını ağrısınıanlattığı yerdeyim.. Ölecek olanların yanında onlara bakmaktayım.. Her iklimkendi otunu ağacını çiçeğini büyütür.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Ben de kendim seçmedim, hayat beni buraya getirdi. Bu kıraçta açmakkısmetim oldu. Bu kayaların altında, bu dikenlerin arasında yazmaktan,söylemekten, öfkeyle bağırmaktan başka çarem olmadı.. Elbette ki, yüzde yüzseçme şansım olsa burayı seçerdim.

Yazdıklarımın hiçbir değeri olmayabilir.. Kimse o dizeleri sevmeyebilir.. Belkizamanın şiir kurallarına terstir.. Ama ben elimden geleni yapıyorum.. Çünküiçimden yeni bir yarayı sökmek gibi her yazdığım.. Nasıl elimden geleniyapmam ben.. Canım acıyor.. Çünkü bozkır yollarında yürürken, ülkemi vedünyayı dinliyorum.. Bütün zamanları bir anda yaşadığım zamanlarım var.. Binyıl önce de bir hüzünbaz kangallara bakıp, o kadar adaletsiz dünyadakiçaresizliğine ağlamış olmalıdır.. Aynı toprağın külü kaçtı genzime, aynı yerdebüyüyen çiçeği kokluyorum buradan geçen ve geri dönmeyen atlılarla..

Bir zamanlar nasıl saray ve çevresinden beslenen şuara var idiyse, şimdi deBurjuvaziden beslenen yazar çizer takımı var. Yalakalık kurumu içinde, birbirinipohpohlayan, saçma sapan yazılarına alkış tutan, ahbap ilişkileri, danışıklıödüller, kapılmış köşeler, kesilmiş su başları hâlâ var. Şiir yazmak bu kadarkolay mıydı, ne dediğini kendinin de bilmediği sayıklamalarına sayısız alkış sesigelince kendini yazar veya şair saymakla yazar ve şair olunabilir mi?.

Diyorum ki; ”ey adam gibiadam, kadın gibi kadıngeçinenler (gerçi bu yaygınlaflar ne anlama geliyor tamanlamak mümkün değil.)Adamlar ve kadınlar ada-makıllı adamlar ve kadınakıllıkadınlar, sizin yüreğinizikıpırdatmayan kelime toplu-luğuna övgü düzmektenvazgeçin. Aşık karga içinsevgilisinin, ana karga içinyavrusunun sesi güzel olabi-

bilir ama bülbüllerin sesine kör kalmamalıyız. Onların taklidi olmayın, onlarınyazdıklarının şiirle alakası yok.. Kim mi, medyanın allayıp pulladığı kim varsa.”

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Hayat kendini her gün üretiyor.. Birileri için ilk gündür her gün, birileri için songün. Birileri yeni başlangıçlar yapmaktadır bir yerlerde, umut ve coşkuyla, birileribitişlerdedir. Nerede olursan ol, orada hayatını üretiyorsun; oranın verilerindenkendini üretiyorsun. Değişen zaman ve koşullarda kendinle yarışmaktasın ancak.Birisi pasifize oluyor dört duvar arasında, birisi dört duvar arasını bir tutsaklıkcenderesi olmaktan çıkartıyor. Sayısız yazar, düşünür, direnişçi ve sıradan insanhapishanelerin duvarları ardında insanlığa dersler verdi. Bize istediğimiz gibisunulmayan dünyalardayız ve orada da kendi seçimlerimizi az çok yapmagücümüz var. Herkes kendine göre arkadaş seçer, dost seçer. Kazancını nasılharcadığı bir seçim meselesidir. Ben ne arttırırsam kitaba ve ıssız köydeki kerpiçevimin önündeki boş araziyi yeşertmeye harcadım. Oradan istediğim gibi su çıksındiye üç kez artezyen vurdurup ne arttırdımsa ona harcandım; sonra da ağaçdikmeye. Her yıl gücüm oranında meyve ağacı, çam, ardıç, servi ve çiçek ağaçlarıdiktim. Çalışmak ve onlara emek harcamak kolay değildi; hâlâ da değil..

Her sabah bilmediğim kuşlar geliyor artık.. Birkaç üyeli bir kirpi ailesi var canlıolarak, birkaç tane kaplumbağa, bir hayli köstebek ve sayısız böcek. Bir deartık yürümesi iyiden iyiye güçleşmiş anam ve ben. Anırışanların arasındadeğilim. Çapa çapalıyor ve şiir yazıyorum. Her gece sabah sekize kadarayaklarım ağrıyor, hayatımın en berbat yanı. Yazdıklarım şiir olsun olmasın diye

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

bir kaygım yok, ben bana dair olanı yazıyorum; benim yüreğimden akandünyayı. Her gün dünyada ne olup bittiğini izliyorum. Filistinli, Iraklı,Afganistanlı kurbanlar için sessiz gözyaşsız sözcüksüz ağlıyorum. Ağlamak içinhöykürmek gerekmiyor.. Sövmek, ağlamanın bir biçimidir çoğu zaman. Bazansövmek ağlama veren duygunun isyanlaşmış halidir.

Kaypak yollarla, hırsızlıklarla, eş dost ahbapçavuş ilişkileriyle, medya şişirme-leriyle, birilerinin torpiliyle şair falan olunmayacağını biliyorum.. Bozkırlarda birtoz zerresi ömrüm ve her şeyin akıp gideceğini biliyorum zamanda.. Kendimiçin isteklerim, halkım için istediklerimden başka değil.. Yalnızlıklara dayanıklıolmayı öğrendim.. Aşksızlıklarda aşk olarak yanmayı öğrendim.. Yanmaktan ötedilim kalmadığı zamanlar oldu..

Büyük kentlerden geçtim—içimden büyük kentler aktı geçti Şimdi kerpiç bir damın saçağındaki kuru kamışım Şimdi bir kangal dikeniyim acıda öfkede sevdada Söylediklerim sadece rüzgarın bana dokunduğunda çıkan çığlıktan başkası değil

ADNAN DURMAZ

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

DERSLİK

yazılılarımız iyiydi aslında egemenler bizi sürekli tahtaya kaldırdı eksi sonsuza göndermek için fikrimizi bedenimizi

biz de onun öğrettiklerini reddedip bedel ödedik hikayenin özeti budur müfettiş bey amca

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

BU RAYLARDI BEKLETEN

-kahramanlar olmasaydıyan yana yaşardı insanlar-

üç kişiyle başladıkyol açıpdöşemeye taşları

kesilen ayağımın parmakları, nasıl da kaşınırolmayan ellerimlenasıl da kaşırım her gece

annem duymasınbu raylardı bizi bekletenüstteki bulut, alttakine ağladıböyle biline

ekmek arası şiir gönderdim Alp’lerin yamacındanKılçık batarsa damağaAğa düşmüşBalıktan bil, sevgili

ERCAN CENGİZ

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

ŞİİRİMİZDE DÜN VE BUGÜN TOPLUMSAL BAŞKALDIRILAR – 3

A. Ziya ÇAMUR

ŞEYH BEDRETTİN BAŞKALDIRISI:Yığınlar arasındaki başkaldırı ve mücadelenin birbaşka biçimi ise, beyliklere karşı olacaktır. Vergileryüzünden derisi yüzülen halk zaman zamanbeyliklere karşı da yerel ayaklanmalaroluşturacaktır.

Türkmenler ve alevi babalar Osmanlı Devletinintemelini atan Osman Gazi’yi halkına en azyabancılaştığı, uyruğundakileri sömürmeyeçalışmadığı için desteklemişlerdir. Zaten maddivarlığı çok az olan Osman’ın yükselebilmesi içindoğru ve sömürüye karşı olmaktan başka yoluyoktu.

Kuruluştan yüzyıl sonra halkın yoksul kesimindentamamıyla kopan ve onlara baskı ve otoriteuygulamaya başlayan Osmanlı ve kibirli padişahı,Selçuklu Sultanı Sancar gibi Türkmen güçleriönünde yenilecektir.

Sayfa 57

RESİM: RASİN

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Baba İshak önderliğindeki ayaklanmadan 170 yıl sonra Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarıBörklüce Mustafa, Torlak Kemal ayaklanması, Babai başkaldırısının 17. Yüzyıldakiyansıması gibidir. Ancak Şeyh Bedreddin’in başkaldırısı, hem daha netleşmiştoplumcu tavrıyla hem de yaydığı devrimci düşüncelerden dolayı Babaiayaklanmasının onu da aşan güçlü bir devamıdır.

Önce Şeyh Bedreddin başkaldırısının oluştuğu ortamı Nâzım’dan dinleyelim:

Al Osman ülkesinde esenbir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.Köylünün göz nuru zeametalın teri timar idi.Kırık testiler susuzsu başlarında bıyık buran sipahiler var idi.Yolcu, yollarda topraksız insanınve insansız toprağın feryadını duyar idi Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar köpüklü atlar kişner ikençarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümiditarumar idi.Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idiahüzar idi.

Bir yandan Anadolu’da beyler ayrı baş çekerken, bir yandan da Yıldırım Bayezid’in ikioğlu, Musa ve Mehmet Çelebi arasında zorlu bir mücadele vardır. Musa ÇelebiEdirne’de, Mehmet Çelebi ise Bursa’da sultanlıklarını ilan etmişlerdir. Bu politikkargaşa içinde, zaten yokluk ve yoksulluk içinde yaşayan halk, Timur ordularınınyağma ve istilasından sonra iyice sefalete itilmiştir. Taht ve çıkar kavgaları baskı vesömürüyü yoğunlaştırmıştır.

Çalıştıkları topraklar üzerinde mülkiyet hakkı olmayan, geceli-gündüzlü çalışıpemeğinin karşılığını Osmanlı sarayına ve beylerine kaptıran Anadolu köylüleri,Osmanlı Toplum Düzenini şöyle tanımlıyorlardı:

Şalvarı şaltak OsmanlıEğeri kaltak OsmanlıEkende yok biçende yokYiyende ortak Osmanlı

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Kısacası köylüler, Mehmet Bayrak’ın deyişiyle, avcının önünde geyiğe dönmüşinsanlardı. Bakın bir köylü ozan, hâlini nasıl dile getiriyor:

Çıksam dağa ayısı var, kurdu var,Düze insem sıtması var, derdi var,Köye gitsem tahsildarın derdi var,Şaştım ağam bu salgının elinden

Bedrettin ayaklanmasıyla Babaî başkaldırısı arasında önemli benzerliklerbulunmaktadır. Her iki başkaldırıda da değişik ulus ve dinden yoksul halktabakalarının büyük rol oynadıkları görülüyor.

Bedrettin ayaklanmasının farklı yanı, toplumsal kargaşa ve bunalım içindekiOsmanlı’da taht için mücadele eden iki kardeşten Musa Çelebi’nin yanında yeralmalarıdır. Diğer kardeş gibi Musa Çelebi de kendisine kitle tabanı bulmakzorundaydı. Sonunda Musa Çelebi’nin başını çektiği, Şeyh Bedreddin’in ideologluğunuyaptığı ve yönlendirdiği mücadele de genellikle yoksul kitlelere dayanıyordu. Bukitleler, beylerin baskısından bunalmış müslüman, hristiyan, yahudi halk kitleleriydi.

Bir Yugoslav araştırmacı, Bedreddin’in yönlendiriciliğindeki hareketin antifeodal birnitelik taşıdığını belirtiyor. Taner Timur da, Bedreddin’in yoksul halk tabakalarınıçevresinde toplayabilmesini “ortak mülkiyetçi fikirler”ine bağlıyor.

Nazım Hikmet, Bedrettin’in yoksul halk kitlelerine çağrısını şu dizelerle aktarıyor:

Bu orman ki, Deliorman'dır gelip durmuşuzDemek ağaç denizinde çadır kurmuşuzHer daldan, her köye bir şahin uçurmuşuzHer şahin peşine yüz aslan takıp gelmiş !

Bu yönüyle, Şeyh Bedrettin’in yönlendiriciliğinde Musa Çelebi çevresinde gelişeniktidar mücadelesi ilerici ve sınıfsal bir nitelik taşıyordu. Mehmet Bayrak’a göre, ŞeyhBedreddin, Musa Çelebi’yi etkileyerek toplumsal bir devrime yol açmak ve bunukansız bir biçimde gerçekleştirmek istiyordu.

Bu niteliği nedeniyle Bulgar tarihçisi Paruşev, Şey Bedreddin Hareketini bir bütünolarak “Osmanlı tarihinde ilerici demokratik bir isyan“ olarak niteler. Paul Wittek’inMusa Çelebi’yle ilgili görüşü de dikkat çekicidir: “Musa ihtilalcidir. Aristokratlara karşıkini vardır. Bedreddin, Musa Çelebi’nin yakın arkadaşı olarak onu yönlendirmiştir.”

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Babaîlere karşı Keyhüsrevin Frenkleri kullandığı gibi Mehmet Çelebi de, Bizans, Sırpkralları ve Batı’daki soylularla ve Anadolu beyleriyle ittifak kurmuştu. Bu nedenlebaşkaldırı Anadolu’ya yayılamadığından Rumeliye sıkışıp kalmıştı.

Sonunda Çelebi Mehmet, kardeşini yenerek onu öldürmüş, sultanlığını 1413’te ilanetmişti. Musa Çelebi’nin katlini Hilmi Yavuz, “Bedreddin Üzerine Şiirler” kitabındaşöyle anlatır:

Özkardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğupyani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarakÇelebi Mehmet tahta çıkmış hünkâr idi.

Hilmi Yavuz, Musa Çelebi’nin ölümünü ve bu ölümün devlet ve halk üzerindeki etkisinişu dizelerle anlatır:

devlet solgundu

güya ki yaprağın biridüşmüş de, ağaçkökündensarsılmış gibi

elmalar akikti, üzümlercanfesve ölümü bir hasbahçe belleyipmusa çelebinicedir sırmalı bir düşüyağlı bir kemend gibiboynuna dolamış

devlet solgundu

güya ki yaprağın biridüşmüş de, ağaçkökündensarsılmış gibi

Musa Çelebi’nin yenilmesinin ardından Bedrettin öldürülmeyip İznik’e sürgünegönderilir. Bedrettin şeriat yasalarına göre değil de örf yoluyla suçlu çıkarılabilirancak. Bu durum, Bedreddin’in zamanın ulemalarından ne kadar üstün ve bilgiliolduğunu gösteriyor. Nazım Hikmet, bu aşamayı şöyle yansıtır dizelerine:

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Bu kasaba İznik kasabasıBu ev esnaf mahallesinde bir ev.Bu evdebir ihtiyar vardır Bedreddin adındaBoyu küçük

sakalı küçüksakalı ak

çekik çocuk gözleri kurnazve sarı parmakları saz gibi.

Asıl başkaldırı, Bedreddin’in bu sürgününden sonra başlar. Bedreddin, İznik’te boş durmaz. Bir halk hareketi için doğal ve özgül koşullar yeterince vardır. Bedreddin’in bu çabaları karşılığını bulur. Müritleri ve yoldaşları Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’in çevresinde yoksul kitleler toplanmaktadır. Bedrettin birer halk önderi olarak yetiştirmiştir onları.

Börklüce Mustafa Aydın yöresine, Torlak Kemal Manisa yöresine uzanırlar ve halkı örgütlemeye başlarlar. Bedreddin’in çaktığı kıvılcım, koca bir ateş olur tutuşturur bu yöreleri. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Bedreddin’in öğretisine bağlı kalan halkı saltanatın zulmüne karşı çıkmak ve yeni bir düzen kurmak üzere başkaldırmaya çağırırlar.

Nazım, bu başkaldırıyı şöyle şiire döker:Duyduk ki Mustafa huruc eylemişAydın elinde Karaburun'da.Bedreddinin kelamını söylemişköylünün huzurunda.

Duyduk ki; "cümle derdinden kurtuluppiri pak olsun diye,on beş yaşında bir civan teni gibi toprağın eti,ağalar top yekun kılıçtan geçirilipverilmiş ortaya hünkar beylerinin timarı zeameti.

Duyduk ki...Bu işler duyulur da durmak olur mu?Bir sabah erkenHaymana ovasında bir garip kuş öterken,

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

sıska bir söğüt altında zeytin danesi yedik."Varalım,dedik.Görelimdedik."Yapışıpsabanınsapınaşol kardeş toprağını biz de bir yolsürelim, dedik."Düştük dağlara dağlaraaştık dağları dağları...

Ve başlar, “ağlayan topraklar bir çocuk gibi gülmeye”...

Gelgelelim bölgedeki ağalar, beyler rahatsız olur, padişaha şikâyetler gönderirler.Padişah da kendi güçleriyle karşı koymalarını ister. Gerçek adaletin tadını tatmışköylülerin üzerine Saruhan Valisi, Aydın Valisi ve İzmir sancak beyi ordu çıkarırlarama köylülerin direnişi karşısında tutunamazlar. Osmanlı valilerinin bu üç saldırısınıpüskürten Börklüce hareketi Sultan’ı ürkütür. Aydın ve Manisa yörelerinde yakılan buateş tüm Anadolu bozkırını tutuşturabilir. O zaman Sultan, tüm Anadolu ve Rumeliaskerini toplayarak Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal üzerine gönderir.

Bu ordu, yolda rastgeldiği ihtiyar ve çocukları, erkek ve kadınları kılıçtan geçirir.Nazım, bu katliamı şöyle anlatır:Kırlarda çocuk başlarınıKanlı gelincikler gibi koparıpçırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşindebeş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.Bu gelenŞehzade Murattı.Hükmü hümayun sadır olmuştu ki Şehzade Muradın ismineAydın eline varıpBedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.

Sıcaktı.Bedreddin halifesi mülhid mustafabaktı,baktı köylü Mustafa.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Baktı korkmadankızmadangülmeden.Baktı dimdikdosdoğru.Evet yenildiler. Yenilenlerin çoğu savaş meydanında kılıçtan geçirildi. İşte Nazım’ın dizelerinde yenilenlerin nitelikleri ve istekleri:Aydın’ın Türk köylüleri,Sakızlı Rum gemiciler,Yahudi esnafları,On bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nınDüşman ormanına on bin balta gibi daldı.Bayrakları al, yeşilKalkanları kakma tuğrası tunç,Saflar pare pare edildi ama,Boşanan yağmur içinde gün inerken akşamaOn binler iki bin kaldı

Hep bir ağızdan türkü söyleyiphep beraber sulardan çekmek ağı,demiri oya gibi işleyip hep beraber,hep beraber sürebilmek toprağı,ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,yarin yanağından gayri her şeydeher yerdehep beraber diyebilmek içinon binler verdi sekiz binini.Yenildiler

Börklüce ve askerin bir kısmı esir edildi. Köylülerden geri alınan topraklar yine beylere verildi. Börklüce, uzun süren işkenceye karşın ağzından söz alamadılar. Öldürülmeden önce yoldaşlarını gözünün önünde tek tek idam ettiler. Söz Nazım’ın:Satırı çaldı cellat.Çıplak boyunlar yarıldı nar gibi,yeşil bir daldan düşen elmalar gibi

birbiri ardınca düştü başlar.

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Ve her baş düşerken yereçarmıhından Mustafabaktı son defa.Ve her yere düşen başınkılı depremedi :- Iriş

Dede Sultanım iriş!dedi bir,

başka bir söz demedi...

Bu arada Manisa yöresinde bulunan Torlak Kemal de zorlu bir savaştan sonra yenildi. Adamlarının çoğu öldürüldü, kendisi de Manisa’da asıldı.

Başkaldırının kahramanlarını şu dizelerle yansıtır Hilmi Yavuz:

BÖRKLÜCE MUSTAFA

börklüce mustafa, yonca ve hançerlerin pîri ölümü masmavi bir hamayıl gibi boynunda taşıyıp gözleriyle bir acıya kalebent olmanın korkunç şiiri

dövülüp tavını bulunca

serez çarşısına, ince kıvrık ve celâlî bir ayışığı gibi girmek ve sesiyle şayağa ve tunca sancağı buğdaysı, türküsü ebruli bir isyân diye işlenmek

ve devrilmek, birbiri ardınca

TORLAK KEMAL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

sen ey böğürtlenlerin ve umutsuzluğun mülkü ve bir hüzünden huruc eder gibi kalın bir türkü ile dağları düz eden abdal

...

Ellerin ovalara üzengi denizin tuğu, ağacın börkü ve dahi ölümü bir yılkı gibi bırakıp gidensin torlak kemal

SARI ANASTAS

ve işte kırmızı ve sahtiyan bir kuşak gibi duyuyor tanyerini etinde ilkyaz, koynumuzda bir resimdi o isyân ki kana kana rumeli ve yıkık bir ayazma suretinde onda belirdi

ve işte acılardan bir sur ölüm ancak bu kadar çocuk ve mağrur olabilirdi ve kuytu dağ koyaklarını bir sürme gibi çekmiş gözlerine hallâc-ı mansur ya da şahabeddin-i suhreverdi

şimdi o, bir gurbet gibi güler ağıtlarla konar göçer gibiydi

KOÇ SALİH

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

ey tanyerini kızıl bir harmaniyeyleboydanboya örten uzun bedevîbize altın lengerlerde ölüm sunsonra bir dudağı yerdeve bir dudağı gökte bir devisanki sen doğurmuşsungibi acıyan memelerlebizi emzir

gün döner,ay irişir, ey can hümâsıbize bu ruzigârdanbir sayfa okur musun?

Şair Ozan Telli de, “Bizim Çeliğin Suyundan” kitabında Torlak Kemal hakkında şu şiiriyazar:manisa'da torlak kemal pınarıdile gelmiş dil türküsü söylüyorelvan elvan çiçek açmış kenarıyediveren gül türküsü söylüyor

can vermiş fidana körpe ışkınataht kurmuş canların gönül köşküneeşitlikve emek gerçek aşkınaseher vakti yel türküsü söylüyor

Bu iki Şeyh Bedreddin müriti ile ilgili olarak Ahmet Telli’nin de bir dörtlüğübulunmaktadır:Deliormandan esen derin rüzgârlarınUğultusudur börklüce ile torlak kemalKi ellerindenvaridat eğinlerinde ölümFermanıyla yürürler fetret diyarına

Kavganın patlak verdiği dönemde, Bedreddin İznik’teydi. Ama Aydın ve Manisayöresindeki yoldaşlarının yenilgisini duyunca, kendisine kitle tabanı bulabileceğiRumeli’ne geçti. Daha Bedreddin gelmeden, öğretileri bu yöreye gelmiş, tabanbulmuştu. Bu nedenle çevresinde yeni gruplar oluşmaya başladı. Bu gruplar,Bedreddin’in bayrağını düşürmeme kararındaydılar. Ancak Çelebi Mehmet’in büyük

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

bir orduyla Rumeli’ye yürüdüğünü duyan Bedreddin, hemen direnişe geçmenin yanlışolacağını düşündü ve Bektaşilerin yoğun olduğu Deliorman yöresine geçti. Amaburada eyleme bile geçemeden bir baskınla yakalandı, yargılanmak üzere Serez’egetirildi.

Şeyh Bedrettin asılmadan önce Mehmet Çelebi'nin karşısına çıkarıldı. Mehmet Çelebi,egemenliğine son verecek kişinin karşısında duruşuna bakarak alaycı bir üsluplakonuşur:-Yüzünüz solgun Şeyhim, der.Şeyh Bedrettin acı bir gülümsemeyle başını dikerek yanıtlar onu:-Güneş de batarken solar…Alınan fetva üzerine 1420’de çarşı içinde çıplak olarak asıldı. Uzunca bir süre asılıduran şeyhlerinin cesedini müritleri daha sonra indirerek toprağa verdiler.Bedreddin’in bu sonunu Nazım’dan dinleyelim:Yağmur çiseliyor.Serez'in esnaf çarşısında,bir bakırci dukkaninin karsisindaBedreddinim bir agaca asılı.

Yağmur çiseliyor.Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.Ve yağmurda ıslananyapraksız bir dalda sallanan şeyhiminçırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.Serez çarşısı dilsiz,Serez çarşısı kör.Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznüVe Serez carşısı kapatmış elleriyleyüzünü.Yağmur çiseliyor.

Ve Hilmi Yavuz’un şiirinde belirttiği gibi “ovaların ve kartalların musahibi”,“öldüğü yere birkök sümbül bırakır gibi sevdalar bırakıp” gidiyor ve “

yaprağın fetreti gülün kıyamına, gülün kıyamı ağacın isyanınadönerse işte o zaman”

Bedrettin’in yaktığı ateş, o günden sonra sönmüyor bir daha. Yoldaşları Bedreddin’ineylemi türküleşen şu ağıtla ölümsüzleştiriyorlar:

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Aydın ellerinde ceran gezerdi analar al yeşil tuğra bezerdi,bacılar tuğraya sedef dizerdi,sedef'in üstüne ayet yazardı,

iriş pirim iriş, gör ki olanı,kurtar muhanetten elde kalanı,beşparmak üstünden bir bulut ağdı,bulut değildi bir koca dağdı,

iriş dede sultan, kavgaya iriş,imdi can günüdür, gazaya giriş...aydın'da ortaklar, karaburun'da,kılıç ceran oldu, oynuyor kında,

vur yoldaş vuralım, kavga günüdür,ahırı evveli, gine ölümlüdür...sultana paşadan muştu salındı,leşker ortasında ziller çalındı.

Osmanlı’nın tüm zulmüne karşı Bedreddinin yaktığı ateş hiç sönmez. Bedreddin’inkatledilmesinden iki yüz sonra 17. Yüzyılda Dedemoğlu’nun ona yaktığı türkü:

Erenlerin, evliyanın yolunaDerviş oldum, erdim kudret sırrınaHüseyn’den aldılar senin yerine

Güzelsin Serez’in şahı, güzelsin Güzelsin pirimin nûru, güzelsin

Şahlar içinde Serez'in şahısınİsmin Şah Bedreddin, ilim varısınMüminler kâbesi, dostum nurusun

Güzelsin Serez'in şahı, güzelsinGüzelsin pîrimin nûru, güzelsin

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Çığrışa çığrışa aştık balkanıAltıncıda gördük Serez halkınıYedincideyüzler sürdük sultanı

Güzelsin Serez'in şahı, güzelsinGüzelsin pîrimin nüru, güzelsin

Adı bilinemeyen bir başka halk ozanı Hakirî de Bedreddin’e sevgisini şöyle dile getirir:"Hezaran şükr ü minnet ol Hüdâ'yaSalâvatlar virelüm Mustafa'yaİrişdürdi bizi kutb-evliyâyaBizüm mürşidimüz Şeyh Bedr-i din'dür

Olup Mansur bu yolda virdi başınHudâ ışkına hiç çatmadı kaşınMünâfıklar atarlar ta'na taşınBizüm mürşidimüz Şeyh Bedr-i din'dür

Yapışduk bize bugün anun elineİdüp tevbe dahı girdük şalınaAnı delîl idindük Hak yolınaBizüm mürşidimüz Şeyh Bedr-i din'dür**Bedr-i din: Dinin Dolunayı

Şeyh Bedrettin'in mücadelesinin temelini oluşturan başka bazı kavramlar da vardır.Yeryüzünün tüm insanların ortak malı olduğu ve tümünün bundan eşit bir şekildeyararlanması gerektiğidir. Halkı yönetenler, toplum içerisindeki farklı düşünceleresaygı göstermeliler ve demokratik bir seçimle işbaşına gelmelidirler.

En büyük değer emektir. Tüm insanların eşit bir şekilde çalışması gerektiği ve onlarınürettiklerinin de yine eşit bir şekilde paylaştırılması vardır. Hacı Bektaş Veli'nin:"Çalışmayan bizden değildir," sözüne Şeyh Bedrettin de yaptırımla yaklaşır ve der ki:"Üretmeden tüketmek yasa dışı kabul edilmelidir."

“Kadınla erkeğin birleşmesi aileyi doğurur. Eğer ki erkek aileninegemeni olduğunu iddia ederse yanlıştadır ve haksızdır. Tüm toplumkadın-erkek eşitliğini kabul etmelidir. Yeryüzündeki dinler tek birtanrı olduğunda birleştiklerine göre; din ve mezhep ayrılığı

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

olmamalıdır ve tanrının tekliğine aykırıdır. Dünyayı yaratan tanrıdırve o dünyada yaşayan insanları da dolayısıyla tanrı yaratmıştır, ohalde, kimse kimseden üstün değildir, herkes herşeyi ortaklaşakullanabilmelidir.”

Attila İlhan, Şeyh Bedreddin’i şu şiiriyle ölümsüzleştirir:Şeyh Bedrettin-i Simaviye Gazel

varsa devran içinde devranbu devranın devranıyız bizo canlar ki cananından taşra düşmüştürcananıyız biz

gönül mahzunay karanlıkyıldızlar gözden nihan olsa daarşı ferşi ışıktan titretecekbir aydınlık imkanıyız biz

ince bir yağmura gerçi asılmıştır-serez'in esnaf çarşısı'nda-uzadıkça uzar gölgesi

darağacındano asırdan bu asıraşeyh bedrettin-i simavi'ninelhak/devamıyız biz

geçer mermi ıslıklarıyla/tek tekvurduğunu dağıtansunturlu mısralarrediflerin gümbürtüsü akla ziyantantanalı bir kavganın demekgazelhanıyız biz

tohum ağaç ve ormanölümün içerdiği hayatbuhara inkilap eden su-iriş dede sultanım iriş-gün bu gün saat bu saatdiyalektiğin fermanıyız biz

ALİ ZİYA ÇAMURDevam edecek....

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

HARAÇ MEZAT

Nasıl beceriruzak düşmeyi insanhavadansudantopraktan?..

Kimin eseribu seyrüseferkademsizdemsizdensiz

ve bu gölgelerruhsuzbedensiz?..

Kimin ekmeğine yağ sürerbu ateş düşürmeler ocaklarahunharca?..

Nasıl yaprak döker her yanbu kadar civanbu kadar canbu kadar safkanbir mavilikte?..

Nasıl tezat bunasıl ifratnasıl fıtratnasıl pazara düşer hayatharaç mezat?..

MUAMMER ERTURAN

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

MAVİSİZDİR

Göğsümde yaramlauzakta yanan mumdaYıldızsız bir geceyi ilikliyorum.Sevda erirken bir kenardaGonca gül aşka yürür tek başına.Son molasıdır artıkDurur gel-gitlerSonsuz bir gidişe gider yol.Sesime nişan alİsyanımı vur.Bu yola düşenler bilirBu yol mavisizdir…

NECİP TIRPAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

EMİN KEŞMER’DEN TÜRKÜ SÖZLERİ – 1

Kin nefret düşkünlük, bilirsin ey yarYürek yarasına yalnız aşkı sarHep öldüm dirildim, bitmedin ey zar

Kanında boğulur gün gelir kâhirYanıyor Sivas ey dost, yanıyor şehir

Kime arz edeyim bu kırık halimİnsaf eder belki utanır zalimDilerim beklerim, bitmez kör zulüm

Kül yağıyor, kan su gibi, akıyor nehirSönüyor Sivas ey dost, sönüyor şehir

Bu ne hain darbe, ne kanlı eldirSon bulursa umut kırılan dildirBaharlar irişür hasretim güldür

Öldürüyor beni bu aşk ü zehirSiniyor Sivas ey dost, siniyor şehir

Zalimin ettiği kendine zararYeter bu çektiğin artık son kararPir Sultandan beri aşk ile tekrar

Bu ne ölmez aşkmış, ne yaman sihirCoşuyor Sivas ey dost, coşuyor şehir

SİVAS ŞEHRİ

EMİN KEŞMER

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

ÇAĞINI AŞAN BİLGE: JEAN –JACQUES ROUSSEAUBedriye KORKANKORKMAZ

Uzun zamandan beridirmasamdaki Jean –JacquesRousseau çalışmalarımı okuyo-rum. En büyük isteğim ise onabir nefes kadar yakın olmak.Onunla sohbet etmek. Onuninsan yanını incelemek banaoldum olası ilginç gelmiştir.Ben bunlar üzerinde düşünür-ken kapımın çalındığınıduydum. Gelen Jean –JacquesRousseau’ydu. Birbirimizesarıldık. Evimi merak ediyor-muş. Evi dolaştık birlikte.Çalışma odamdaki koltuktaoturdu. Ayağını uzatması içinbir başka sandalye dahagetirdim odaya. Evimde huzurhâkimdi.

Sessizliğin huzuru. O kitaplığımı incelerken ben içecek bir şeylerle meze hazırladım.Kendisi hakkında topladığım çalışmaları okudum ona. Onları aldığı yere koyarkenbana gülümsedi.” Sen neden benim insana dair görüşlerimi değil de insan yanımımerak ediyorsun?” diye sordu.

Ben de yapıtlarına yansıyan insan yanını merak ettiğimi söyledim. Tabii ki,görüşlerinin de benim için önemli olduğunu belirttim. Bana yeniden sarıldı. Saflığınyarattığı bir güzelliksin sen dedi. Bu kez ben gülümsedim. İçkilerimizden birer yudumaldık karşılıklı. Ben ilk sorumu sordum ona: “Çocukluğun ve ailen hakkında nelersöylemek istersin?

“Sevgili Bedriye, ben talihsiz biriyim. 28 Haziran 1712 tarihinde dünyaya geldim.Annemi ben doğduktan sekiz gün sonra kaybettim. Benim doğumummutsuzluklarımın ilki oldu. Babam Isaac Rousseau saatçiydi. İsviçre’de çok fazlasaatçi vardı. Babam gezginci bir ruha sahipti. Daha çok para kazanmak için evliliğininikinci yılında İstanbul’a geldi. O dönemde birçok göç vardı yabancı ülkelere. Annemgezginci oyuncuları seyretmekten kendisini alıkoyamadığı için şüpheli şahıs ilan edildi.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Babam dansın yasak olduğu yerde İngilizlere dans dersi verdiği için iyi yurttaşsayılmıyordu. Babam Protestan Cenevre’ye yerleşmiş bir Fransız ailesinden gelmedir.Dedelerim Protestan olduklarından din savaşları sırasında Fransa’dan kaçmışlar.Babamla bazı geceler birbirimize sarılıp annem için gözyaşı dökerdik. Beni halambüyüttü. Halam bana karşı ilgisizdi. Yazık ki ailem dağıldı. Beni de bakması için rahipLambercier’ye verdiler. Rahibin kız kardeşine dair duygularım şöyle: ‘Acıya karışan tat,korku yerine cezanın tazelenmesi isteğini doğruluyordu.’ Ben duygusal bir çocuktum.O yaşta okuduklarımdan hiçbir şey anlamamıştım ama sezmiştim. Sezgilerim öylegelişmişti ki nerede haksızlık ve adaletsizlik görsem için için kendimi yer bitirirdimöfkeden. Oradan alındıktan sonra bir zabit kâtibinin yanında çırak olarak çalıştım.Hakkâk’ın yanında çırak olarak çalıştığımda kendimi yeni baştan yaratmaarzusundaydım. Orada da Allah korkusuyla yetiştirildim. Ustam işimden nefretetmemi sağladı. Bedriyecik, en başta karnım iyi doymuyordu. Okuduğum kitaplarelimden alınıyordu. Kendimi korumak için yalana ve ikiyüzlülüğe alıştım. Tanrı sevgisisuçluluk duymama neden oluyordu yalan söylediğimde. Bakan olmayı hayal ederkenHakkâk’a çırak oldum. Sokakta kaldığım için de oradan ayrıldım. Bir süre sokaklardadolaştım. Sonra bir rahibe dini değiştirip Katolik olacağımı söylediğimde benikoruması altına aldı. Bir tavsiye mektubuyla Madam de Warens’a gittim. Madam deWarens da benim gibi din değiştirmiş biriydi. Kendisine bağlanan maaşla hayatınıidame ettirirken diğer yanda da kendi durumunda olan insanları koruyup kollamaklayükümlüydü. Katolik dinini öğrenmem için Torino’ya gönderildim. Geçim sıkıntım kısabir süre sonra yeniden hayatımın gündemine oturdu. Mektuplarını yazamayacakkadar hasta olan bir kadına kâtiplik ettim. Kadın ölünce bir konağa uşak oldum. Bu işide beğenmeyip Annecy’ye döndüm. İyi bir papaz olamayacağımı anladıkları için benikilisenin korosuna aldılar. Oradan da ayrıldım. Annecy’ye geri döndüm. Orada dakendime iş bulamadım. Bir dizi serüvenden sonra Paris’e albayın yanına gönderildim.Albayın verdiği iş de işime yaramadığı için Annecy’ye tekrar geri döndüm. Kadastromemuru olarak bulduğum işi sevdim. Bir süre o işte çalıştıktan sonra işimden ayrılıpkendimi müziğe adadım. Kitap okumalarım başladı. Voltaire, Montaigne ve Bruyere’iokudum. Okuduklarım bana onlar gibi yazabileceğim düşüncesini veriyordu.Astronomi, tıp, fizikle uğraştım. Kendi sağlığımla ilgili birtakım takıntılarım yüzündenbu mutluluk yuvasından ayrıldım; Lyon’da bir ailenin yanında mürebbilik buldum.Çocuklar üzerine bir iş bulduğuma sevindim. İşi sevmediğim için bir süre sonraayrıldım. Yeniden Paris’e nota üzerinde çalışma yapmak üzere gittim. Bir operayazdım. Yazdığım opera tutulursa zengin olacaktım. Bu arada kültür yuvalarını tektek gezmeye başladım. Diderot ile tanıştım. Tanıdıklarım bana iş aramaya başladılar.Venedik’te Fransız elçiliğinde kâtiplik yapmaya başladım. Elçinin kaba olmasındandolayı anlaşamadım, yeniden Paris’e döndüm. Operamı bitirmeye başladım. Tekamacım yoksulluğa dayanacak gücü bitirmek için çalıştığım operadan almaktı.Kaldığım otelde tanıdığım ve eğitmek için ilgilendiğim kızın ailesinin geçimi deüzerime çöktü. Belki inanmayacaksın Thérése bana beş çocuk doğurdu. Nota kopya

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

ederek, özel ders vererek, kâtiplik yaparak evin geçimini sağlamaya çalışıyordum. Odönemde tek amacım nüfuslu insanların gittiği salonlara girebilmekti. Nihayet ilkoperam oynandı. Yazık ki başarı sağlamadı. Bende o dönemde büyük yapıtlarıkotaracak müzik bilgisi yoktu. Dostlarım güftesini Voltaire’in yazdığı mısralaradokunacağımı Voltaire’e yazmamı salık verdiler. Voltaire bana aynı incelikle yanıtverdi. Bu işte de başarısız olunca yeniden kâtipliğe başladım. Çocuğumu “BulunmuşÇocuklar Evi”ne bıraktım. Benim baba olmaya hakkım yoktu. Emile’de bu konuya dairşunları yazmıştım: ‘Ne yoksulluk, ne iş, ne de insana saygı bir babayı çocuklarınıkendisinin beslemesinden, kendisinin yetiştirmesinden alıkoyabilir.’ Bu konudapişmanlığım her geçen gün artıyordu. Bu konuya dair pişmanlığımı Réveries d’unpromeneur solitaire’de şöyle özetlemiştim: ‘Ailesinden kalmış varlığı olmayan biryazarın, bir düşünürün asillere sığınarak yaşaması, emeğini değerlendirecek başkabir yol bulmaması onu çağına karşı ayaklandırmamış mıdır?’ Bedriyecik, bu duyguyuhiç kimsenin yaşamasını istemiyorum hâlâ. Hayatın en derin acısı evlat acısıydı; bentattım. Duygu ve düşüncelerimi kolay ifade edemediğim ve Thérése ile yaşadığımiçin girdiğim çevrelerce küçümseniyordum. En yakın arkadaşım olan Diderot iledostluğum her geçen gün ilerliyordu. Ortak acılarımız vardı. İkimiz de geçimsıkıntısıyla kendimizi kanıtlamanın çabası içindeydik. Yazdığı bir yazıdan dolayı kaleyekapatılan dostum Diderot’yu ziyaret etmek için iki saatlik yolu yürümek zorundaydım.Yolda okumak için yanıma aldığım dergide Bilim ile Sanatların ilerleyebilmesitoplumun sağtöresini bozar mı, yoksa geliştirir mi? konulu bir yazı yarışmasınınduyurusunu okudum. Dijon Akademisi’nin 1750 yılı için açmış olduğu bu yarışmayakatılmaya karar verdim. Eve gelir gelmez yazarlık kapısından içeriye ilk adımlarımıattım yazıyı yazarak. Otuz yedi yaşımdaydım. Yarışmaya katılanlar gibi klasikeğitimden yoksundum. Ben klasik eğitimden yoksun olduğum için onlar gibidüşünmüyordum. ‘Benim yazımda daha az düzen, daha çok çelişme, daha azkuruluk, daha çok duygu vardı.’ Bu yazımla yazarlık eşiğini aşmakla kalmamışklasisizmden romantizme geçmiştim. Ben içinde yaşadığımı toplumun yalnızhaksızlıkları görmekle yetinmeyip yaşadığımı, içimde hissettiklerimi de yazmıştım.Diğer filozoflar gibi yalnız çağıma karşı değil, topluma karşı da çıkıyordum. Doğayadönmek gerekiyordu. Ben bilimlerle sanatların insanı mutluluğa değil mutsuzluğasürüklediğini savunuyordum. Uygarlığın insanlığa mutluluk veren doğayı bozduğunubelirtiyordum yazımda. Bozulan doğa zamanla insanı yozlaştırıyordu. Bana göretoplumlar ilerledikçe bozuluyor, daha da kötüye gidiyordu. Kendimi devlere karşıçıkmış gibi hissediyordum. Toplumu yerden yere çalarak gelenekçilere, çağıma, enönemlisi de Ortaçağcılara karşı çıkıyordum. 1749’da doktorlar ancak altı ayyaşayabileceğimi söylemişlerdi. Ben bu yazıyı bir nevi vasiyetim olarak yazıyordum. Oyüzden yazıda coşku ve dokunaklılık hâkimdi. Deyişlerimdeki başarı,düşüncelerimdeki atılganlığın etkisi sayesinde Dijon Akademisi 1750’de ödülü banaverdi. Bu ödül sayesinde dergilerde hakkımda yazılar yazılmıştı. Doktorların, mesanerahatsızlığımdan dolayı altı ay yaşayacağıma dair tezlerini de çürütmüştüm ölmeye-

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

rek. Artık iltifatlara alışmaya çalışıyordum. Çekingenliğimi üzerimden atmıştım. Sözümdinlenmeye değer bulunuyordu çünkü. Bu ödülün ruhumda yaptığı değişiklikleri şöyleözetleyebilirim sana ‘Yüzyılımın geleneklerine, düşüncelerine, inançlarına omuzsilkerek bana takılanları hiçe sayarak, onların değersiz saldırışlarını, benim hikmetdolu sözlerimle parmaklarımın arasında pire kırar gibi eziyordum.’ André Gide,’Yazaryaşadığını yazmamalı, yazdığını yaşamalı,’ der. İlk önce çağımın bana dayattığıgiysilerden arındım. Kâtiplikten ayrıldım. Ve erdemli yaşamayı ilke edindim kendime.Artık yüzüme kapanan salonlardan dolayı üzülmüyordum. Peşinden koşmuyordum,asıl zenginliğim hürriyetimdi. Kendime yeten biri olmuştum. Sade ve basityaşıyordum. Biliyor musun beni küçümseyen Paris benim karşı çıktığım düşünceleribenimsiyordu. Başarı ve ün böyle bir büyü. Ünlü olmuştum. İnsanlar benimle zamangeçirmek istiyorlardı.

Ünlü olmayan operalarım sahnelendi. Hatta kralın önünde de sahne aldığı için benikralla tanıştırmak istediler; kaçtım. Dijon Akademisi yeni bir yarışma konusu belirledi.“Kişioğulları arasında eşitsizlik nereden geliyor ve bu eşitsizlik doğal mıdır? Odönemdeki gelişmeler rejimi sarsıyordu. Yarışmanın konusu ilgi odağı olmuştu.Fransa’da her gün zenginleşen burjuvayla asiller arasında yasaların desteklediğieşitsizlik vardı. Ben yarışmaya İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleribaşlıklı savunmamla katıldım. Geçen seferki söylevimdeki düşüncelerimi geliştirmekleişe başladım. ‘Tüm kötülükler uygarlığın artmasıyla başlamıştır. Başlangıçta kendiihtiyacını kendisi gören insan, topluluk içinde yaşamaya başlayınca biri ötekindenüstün olmaya kalkmış. Biri çıkmış bu toprak benimdir demiştir’ cümleleriyle başladımve söylevimi şu temeller üzerine oturttum: ‘Burası benimdir diyen ve buna inanacakkadar saf insanları bulan kimse, ilk uygar toplumun kurucusu olmuştur. Ah, biri çıkıpda, bu yalancıyı dinlemeyin, toprağın verdikleri herkesin ve toprak hiç kimsenindir;bunu unutursanız mahvolursunuz deseydi, ne çok cinayetin, savaşın, kandökülmenin, yoksulluğun, felaketin önüne geçmiş olurdu.’ Mülkiyet doğduktan sonraziraatın, madenciliğin gelişmesiyle kişioğlu arasında servet ayrılıkları artmış,zenginler durumlarını sağlama almak için toplumun yasalarını kendi istekleridoğrultusunda yapmışlar. Dolayısıyla devlet bu temel üzerinde kurulmuş. Halklaidareciler arasındaki ilk ciddi uçurum da böylelikle açılmış Yönetim halk üzerindebaskısını artırmayı gelenek haline getirmiş. Sonrasında Cenevre’ye gittim veProtestanlığa döndüm Thérése ile birlikte. Eşitsizlik üzerine yazdığım bu söyleviCenevre cumhuriyetine ithaf ettim. Söylevim yayınlayınca işler değişti tabii. Buitirafım bana Yirmi beşler Konseyi’nde bir dizine düşman kazandırınca Paris’e geridöndüm.”

“Sevgili Jean –Jacques Rousseau bu gerçeği bilerek böyle bir ithafta nasıl bulundun?Yanlış bilmiyorsam Dijon Akademisi de ödülü sana vermiyor. Neyse ki Mme d’Épinaydostluğunu senden esirgemiyor. Bu kadın edebiyatseverdir. Ve bir vergi mülteziminin

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

gelinidir. Eşiyle birlikte edebiyat ve felsefe dünyasında yaşayan insanlardır. Keşiş Evidedikleri bir bahçıvan kulübesini düzenleyip sana vermeyi düşünüyorlar. Şatonuniçerisinde ormanın göbeğindeki küçük sarayında okumak ve okuduklarını yazmaktanbaşka bir işin olmuyor. Doğa canlanınca sende canlanıyorsun. Institutions politiquesolan adı sonradan Contrat social olacak yapıtını tasarlamaya başlıyorsun. Sana buolanakları veren Mme Dupin’in torunu için yeni bir eğitim sistemi üzerine yazmayıdüşünüyorsun. Hissi Ahlak üzerine de bir yapıt yazmayı düşünüyorsun. İnsanlığayapıtlarla hizmet etmek senin yaşama nedenin oluyor. Düşündüğün yapıtlardan öncebir aşk kitabı yazıyorsun. Sana göre mutluluğun “bir vahşi gibi değil, iki vahşi gibiolduğunu” söylüyorsun. Thérése’nin seni anlama inceliğinden yoksun oluşundandolayı kendin için biri esmer diğeri sarışın iki hayali sevgili yaratıyorsun. Hayalindeyarattığın sevgililere yazdığın mektupları göğsünde taşıyor, mektupları okurken dekendini tutamayıp ağlıyorsun. Sarışın olan sevgilin Julie. Ermiltage’da uygarlığınbozulmuş dünyasından uzakta barış içinde yaşayacaktın. Zamanla salt gönül işlerindeğil kadim dostun Diderot ile de aran açılıyor. Diderot seni adres göstererek biryazısında “İyi adam toplum içinde yaşar, bir başına yaşamayı dileyen adam kötüadamdır” diyor. Baron d’ Holbach’ın evinde toplananlar senin aleyhinde entrikalarkuruyorlardı. Bu da seninle diğer filozofların arasını açıyordu. Gelişen olaylar sonucusen de aynı orman içinde bir başka ev buluyorsun kendine. Sonra da Luxembourgşatosuna yerleşiyorsun mareşal de Luxembourg’un çağrısı üzerine. Orada yaptığın ilkiş Ansiklopedi’ye Cenevre maddesini ekleyerek Cenevre’de tiyatronun yasak olmasınıkınıyorsun. 1758’de Tiyatro Oyunları Üstüne Bay D’alembert’e Mektup’u yazıyorsun.Tiyatronun da ahlakı çürüttüğünü savunuyorsun. Bu bakış açısından dolayı bütünfilozoflarla aran açılıyor. Sana karşı çıkanlar arasında Voltaire de vardır. Sana dairyaptıkları yorumlar da doğal yaşamı savunup zenginlere sığındığın yönündedir.Zenginlerin gölgesinde yazan bir düşünür olduğunu düşünür herkes. Emile’in konusuda toplumsal yaşam bir zorunluluk olduğuna göre kişiyi toplum kötülüklerinden nasılkurtarılacağıdır. Çocuğu nasıl bir eğitimden geçirmeli ki, o, doğada lekesiz yaşayanbağımsız, tertemiz bir kişi olarak yetiştirilsin. Kendinle çelişiyorsun. Tiyatro ahlakıbozduğuna göre aşk romanları da ahlakı bozmaz mı? Bu düşünceyi daha anlaşılır birzemine oturtmak için ahlakı bir amaca yöneltiyorsun. Romanının adı da nasılsahazırdır: Julie ya da Nouvelle Héloise “ (Yeni Héloise)

“İzin ver burada devreye gireyim. Romanın konusunu ben sana açıkladıktan sonrasen düşüncelerini benimle paylaşırsın. Eski Héloise Ortaçağ’da yaşanmış ünlü birsevginin kadınıdır ki, sevgilisini (Abailard) , babalığı rahip Fulbert iğdiş ettikten sonrabile sevmiştir. Abailard Héloise’in öğretmenidir, Saint-Preux de Julie’nin öğretmenidir.Onlar da Abailard Héloise gibi mektuplarla sevişecekler. Julien’in babası da Héloise’gibi kızını sevgilisine vermeyecek Julien itaatli bir kız olarak babasını dinleyecektir.Saint-Preux’yü dinleyip onunla kaçmayacak. Paris’e yalnız giden, Saint-Preux Paris’i,Paris toplumunu, tiyatroyu yeren mektuplar yazacaktır. Julien, Monsieur de

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Wolmar’la evlenecek. Sevgilisine olan bağlılığı sürecek. Bir araya geldiklerinde Julien,kendisini Saint-Preux’un kollarına bıraksa da o kolların arasından tertemiz çıkacaktır.Roman koca sevgili baba doğa ve şato üçgeni etrafında şekilleniyor.”

“Sevgili Jean –Jacques Rousseau, romanın konusunu algılıyorum. Yanılmıyorsam1758’de bir başka şatoya yerleşiyorsun. Julien romanını da geliştirdikten sonra oradabitiriyorsun. Roman 1761’de yayımlanıyor. Ortalığı kasıp kavuruyor. Başta Voltaireolmak üzere diğer filozoflar da romandaki yapmacıklı düşüncelere saldırıyorlar. Senisadece edebiyatla ilgilenen rahipler ile kadınlar savunuyor. Diğer taraftan romankapışılıyor. Romana dair övgü dolu mektuplar alıyorsun. Bir toplumbilimci,düşüncenin kapısını aralayarak birey ile toplum arasındaki bağlar üzerine çeşitlidenemeler kaleme almış birisi olarak Toplumsal Sözleşme üzerinde düşünceüretiyorsun. ‘Kişioğlunun yönetimi öylesine olmalıdır ki, yasalar hep toplumsalsözleşmenin kamuoyunun belirtisi olsun. Bu bakımdan demokrasi, varılması gerekenbir amaç, bir ülküdür. Tam anlamıyla demokrasi hiçbir çağda olmamıştır ve hiçbirzaman da olmayacaktır. Tanrılardan kurulmuş bir ulus olursa o başka. Böylesineolumlu bir yönetim uymuyor insanlara. Seçimle işbaşına gelmiş aristokrasiysen iyi endoğal rejimdir. Ama bu aristokrasi ne babadan kalma aristokrasi, ne de güçlülerinyönetimidir. Bu aristokrasi, seçkinler yönetimidir. Bu seçkinliğin ölçüsü ne olacak?Hiçbir yasa, bir kişinin, ya da bir zümrenin yararına olmaz. Böylesi kamu yararınıçiğnemek, toplumsal sözleşmeyi bozmak demektir. (...) Kamu ve toplum için canlarınıveren seçkinleri medeni bir din yetiştirecektir.’

Senin savunduğun seçkinler kamu yararına çalışan ve yaşayan insanlardır. Medenidinin açıklamasını da yapıtının dördüncü bölümünde ayrıntılı olarak veriyorsun.Toplumsal Sözleşme’nin kendine özgü bir düşüncesidir bu. Bu nevi ilahi adaletüzerine kurulan bir dini düzendir. Bir alıntı yapmama izin ver: ‘Onsuz ne iyi bir yurttaşne de sadık bir tebaa olmaya imkân vardır. Herkesi bu dine sokmak mümkün olmasabile, inanmayanları devlet dışına çıkarmak elimizdedir. Böylesi dinsiz diye değil canınıödevi için feda etmez diye sınır dışına çıkarılacaktır. Fakat birisi bu dini açıkça kabuledip de sonradan inanmamış biri gibi davranmaya başlarsa, onu ölüm cezasınaçarptırmalıdır. Çünkü o suçların en büyüğünü işlemiş, yasalar önünde yalansöylemiştir.’ Sana göre erdemli bir yaşamı ancak erdemli insanlar kurabilir. İki önemliyapıtın, Toplumsal Sözleşme ile Emile aynı anda çıkar. Yapıtlar çıktıklarının yirmincigünleri dolmadan yakılırlar. Oysaki senin bu yapıtlara dair beklentin yüksekti. Buyapıtlar sayesinde para sorununu çözecektin. Salt kitaplarını değil seni de yakmayakalkarlar. Senin savunduğun medeni din kimsenin hoşuna gitmemiştir. Hele kiEmile’de savunduğun, on beş yaşına gelmeden çocuğa hiçbir din öğretilmemelidüşüncesi, çocukların dinsiz olarak yaşamalarını savunman bardağı taşıran son damlaolmuştur. Sen de mecburen kitabın yakılınca kaçıyorsun. Nereye kaçmayı düşünsenorada sana ve kitaplarına saldırıldığını öğreniyorsun. Sonunda Neuchatel yakınların-

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

daki Motiers’ye sığınıyorsun. Prusya krallığına bağlı küçük bir prensliktir. Prusya kralıbilime, sanata önem veren Büyük Frederik’tir. Orada anılarını yazmaya başlıyorsun.İleride İtiraflar- (Les confessions) olarak karşımıza çıkıyor. Kısa bir süre sonra oradada evin taşlanınca David Hume, İngiltere’ye çağırıyor seni. Sen David’den farklıgörüşlere sahipsin. Senin vicdan anlayışın şöyle: “Ruhun derinliğinde bir adalet veerdemlilik ilkesi vardır ve bu ilke ruhla birlikte doğmuştur. Ne dersek diyelim,yaptığımız işin iyi ya da kötü olduğunu biz onunla ölçeriz, başkalarının işlerini de builkeyle ölçeriz, işte ben buna vicdan diyorum. İngiltere’de herkesin sana karşıolduğunu düşününce takma bir adla Fransa’ya dönüyorsun. Adı ve iyilikleriyleünlenmiş Marquis de Mirabeau’ya sığınıyorsun. Oradan buraya taşınıp duruyorsun.Zavallı Thérése ile yirmi beş yıl sonra evleniyorsun. Takip edilerek yaşamak ve sürekliad değiştirmek bir dönem sonra sana zor gelmeye başlıyor. Aslında pek de sıkı takipedilmemene rağmen sen öyle düşünüyorsun. Sonunda Paris’te oturmana izin çıkıyor.Paris’te oturduğun sokağa senin adını veriyorlar. O yıl İtiraflar’ını bitiriyorsun. Fakatİtiraflar’ın yazgısı da diğer iki yapıtınki gibi olunca kendini aklama ihtiyacıduyuyorsun. İki kişilik bir söyleşinin sonunda senin suçsuz olduğuna karar verilen birtür savunma yazıyorsun. Bu da pek tutunmayınca yazdığın bir dilekçeyi Tanrı’yaulaşması için kiliseye götürüyorsun ama kilisenin kapalı olması sonucunda Tanrı’nında sana komplo kuranlarla işbirliği ettiğine inanıyorsun. Bu sefer Tanrı’ya yazdığındilekçenin kopyalarını çoğaltıp “Adalet ve gerçeği hâlâ seven Fransız’a” başlığınıyazdığın yazıyı sokak sokak gezerek dağıtıyorsun. Bu girişimin de amacınaulaşmayınca kendine acımaya başlıyorsun: ‘Yapayalnızım şu yeryüzünde. Kardeşsiz,dostsuz, kimsesiz, toplumdan kovulmuş, bir başına. İnsanların en uysalı, içi en çoksevgiyle dolu olanı, aleyhinde herkesin birleşmesiyle cüzamlı gibi oldu.’ Bu türdenbunalımların geçtikten sonra Yalnız Gezenin Düşleri kitabını yazıyorsun. Toplumdandışlanmış bir insan olduğunu düşündüğün için kendine sürgün biri olarak yaşamanısürdürüyorsun. Bitkilerle uğraşman, doğayı sevmen senin kurtarıcın oluyor. Kendibaşına kalman gezilerini yazmana yarıyor. Doğayla iç içe geçirdiğin günlerin birinde 2Temmuz 1778’de aniden ölüyorsun. Doktorların tanısına göre üremiden gelen beyinödeminden öldüğün söyleniyor.

“Sevgili Bedriye, benim düşüncelerimin etkilerini merak ettiğini biliyorum ölümündensora. Her düşünür gibi ben de sıra dışı düşünmenin insana dayattığı bedeli ödedim.Öncelikle 1751’de birkaç kez yasak edilen ve gizli yayımlanan Ansiklopedi’yi 1764’tebitirdim. ‘Devlet, yasalar önünde eşitliği sağlamalı, asalete, kiliseye tanınan imtiyazlarkaldırılmalı, asiller ayrı, başkaları ayrı mahkemelerde yargılanıp biri az diğeri çokceza görmemeli, vergilerde eşitlik olmalı!’ Ortacağ felsefesi yeryüzünü geçici birimtihan yeri olarak algılıyor, mutluluğu cennete bırakıyordu. Ansiklopedistler şöylediyorlardı: ‘Önce şuna inanmak gerekir ki, kendimize hoş gelen duyu ve duygularısağlamaktan başka bu yeryüzünde yapacak işimiz yoktur… İyi yaşamak, sadeceyaşamaktan daha üstün bir sevgidir ki, fizikte yerçekimi neyse ahlakta ben sevgisi

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

odur. Ahlak bencilliğe mi dayanacaktı?’ Ansiklopedi’nin halk üzerindeki görüşü şuydu:‘Aydınlığın ilerlemesi sınırlıdır, kenar mahallelere girmez, oralarda oturanlar çok alıktır.Ayak takımının sayısı ne azalır, ne de artar, aşağı yukarı hep aynı kalır.’ Voltaire iseşunları söylemiştir aynı konuda: ‘Cahil halka bir boyunduruk, bir övendire ve samangerekir.’ Bedriye, ben tüm insanların doğarken iyi insan olduğunu savunuyordum.Kötülük iyi yönetilmeyen toplumdan kaynaklanıyordu. Bir nevi insanları kötülüğe iteniçinde yaşadığı toplumdur. Bana göre tüm iyilikler doğadan tüm kötülükler isetoplumdan geliyordu. Hür doğan insanı toplumun köle ettiğini savunuyordum. İyiolan insanı da toplum kötü ediyor. Kendimi yargıladığım konuşmamda da kendimişöyle savunuyordum: ‘O ( Kendisi) bilimi, sanatları, tiyatroyu akademileri yıkmakistiyor, yeryüzünün ilk vahşiliğine döndürüp gömmek istiyor diyorlar; lâkin o mevcutkurumların yerinde kalmasını istemiş ve onların yıkılmasından bir kazançdoğmayacağını, fakat ahlaksızlığın yerine haydutluğun geçeceğini söylemiştir hepUygulamamanın hiçbir türlüsü konumun esası olmadığı için beni ilgilendirmez.’ Busözlerimden de anlaşıldığı üzere amaca ulaşmak için kesin bir çözüm yolum yoktur.Dilek ve duygularımı dile getirdim. Doğadaki yaşamın insanı iyiliksever yaptığınıdüşündüm hep. Kirliliği medeniyetin getirdiğini savundum. Aydınlık felsefemde iseilericiliği savundum. Ben ne Ortaçağ’a ne de Yeniçağa uyum sağladım. Tümyaşadıklarıma bakıp düşüncelerimin işe yaramadığını sanma. Fikirlerimin felsefede,hukukta, sanatta, geleneklerde, yaşayışta, beğenilerde iz bırakmıştır. Eskiden yenidoğmuş çocuğu emzirmesi için sütnineye vermek kibarlığın başlıca belirtisiyken,Emile’de ananın kendi çocuğunu emzirmesi övüldüğü için genç ve kibar bayanlarçocuklarını göğsüne bastırarak operaya gitmişler. Eğitimdeki sertlik yumuşatılmıştır.Birçok eğitimci çocuklarını doğal yetiştirmeye özen göstermiştir. Bazı okullardaözelikle Latince kaldırılmış, 1794’te medeni din kurulmasına çalışılmıştır. Hıristiyanlıklailgisi olmayan yeni dinin Tanrısına Yüce Varlık adı verilmiş; onun için ayrılan bayramgününde genç kızlarla delikanlılar şarkılar söyleyerek çiçekler taşımışlardır. Benim enbüyük etkim Kant üzerinde olmuştur. Benim doğal vicdan düşüncem Kant felsefesindebüyük yer tutuyor. Benim açtığım yolda Kant ve ondan sonra gelenlerin yürümeleriilerici düşüncenin güncel yaşamda yerini almasında hatırı sayılı yeri olmuştur. “

“ Sevgili Dostum, hayat çizginde inişler ve çıkışlar hâkim. Doğru ya da yanlışdüşüncelerinden yakılma pahasına da olsa ödün vermemiş olmandan çok etkilendim.Ayrıca daha insancıl bir yaşamı öncülüyor olman da etkileyici. Doğanın tümgüzelliklerin anası toplumun da tüm çirkinliklerin anası olduğunu sanırım bugün deyaşıyor olsaydın savunurdun. Artık iletişim çağında yaşıyoruz. Senin duygu vedüşüncelerinle ilgilenen hatırı sayılır bir topluluğun olduğunu bilmeni istiyorum. Benien çok etkileyen yirmi beş yıl sonra evlendiğin ve seninle gittiğin her yere gelmiş,tüm acılarının ortağı olmuş eşindir. Böyle bir kadından dolayı seni şanslı sayıyorum.Seni de anlamıyor değilim. Bir dönem efsane olmuşsun, bir dönem kendine sığınacakyer bulmakta zorlanmışsın. Duygu ve düşüncelerinin etkisini görmüş olman bile seni

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

benim gözümde şanslı yapıyor. Bir yazar için önemli olan yazdığı bir yapıtın etkilerinigörmektir. Bu etki duruma göre olumlu ya da olumsuz olabilir. Yalnızlığı bu denliderinden hissetmeden de etkilendim. Öksüz birine yakışır bir yalnızlık hissetmen doğaldeğil mi… Ama öksüz birine göre düşüncelerinle yaşadığın çağa damgasını vurmayıbaşarmışsın. Dostların da olmuş düşmanların da. En güzeli de çok darda kaldığındaelinden tutan birileri mutlaka çıkmış. Bir baba olarak çocuklarına bakamamış olmantrajik. Yirmi beş yıl sonra vefanın ve fedakârlığın aşktan da üstün olduğunu öğrendiğiniçin nikâh kıyıyorsun eşine. Seni benim gözümde büyük yapan, tüm yanlışlarına karşıilerici olmandır. Gerici düşüncelerin arkasında da erdemi korumak yattığını algılıyorum.Seni düşündüğümde şanssız bir insan olarak algılamıyorum. Her koşulda kendisi olmuşbir insan olmuşsun. Yapıtlarının bazıları şunlar: Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev,İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri, Tiyatro Oyunları Üstüne BayD’alembert’e Mektup, Julie ya da Yeni Héloise, Toplumsal Sözleşme, Emile, itiraflar veYalnız Gezenin Düşleri.

“ Sevgili Bedriye İtiraflar’ı okudun biliyorum. Ora da Thérése’nin hayatımda kapladığıalanı derinlemesine anlattım. Sen benim hayatım hakkımda araştırma yapınca ben desenin içinde yaşadığın çağ hakkında araştırma yaptım. İnan bana gelir düzeyi bu kadaradaletsiz olan bir dünyada yaşamak istemezdim. Kapitalizmin sınırlarını aştığı çağınızdaürktüm. Parası kadar değeri olan insanın çağında yaşamak eminim seni de mutsuzettiği için benim gibi 18. yüzyılda yaşamış birinin ruhuna sığınıyorsun. Bir nevitemizliğe, dürüstlüğe, dostluğa sığınıyorsun. Beni de bu erdemleri savunduğum içintercih ettiğinin farkındayım. Bir sonraki görüşmemize kadar kendine iyi bak. Çağırdığınher an konuğun olmaktan onur duyarım Bedriye. Kendi ruhumu yeniden hissetmekinanılmaz bir güzellik. Bu güzelliği senin de yaşamanı yürekten istiyorum. “

BEDRİYE KORKANKORKMAZ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

VAROLUŞ

Kaybolmuşlar içinde bir varlığım, Öyle uzaklara bakmana gerek yok!

Kızılçamın tohumunda, ayvanın beyazındayım ben. Yollara atılmış, kara lastiklerim var benim,

Çeker düşsüz insanların kahrını, Koca direk teller gibiyim,

Dizilir periler ardım sıra, Kime dokunur bilmez ellerim.

Kavakların gölgesi kadar darimkansızlıklarım, Rumca şarkılar söyler,

Hisardan hisara atlar geçerim. Teni kadar farklıdır akıllarım,

Usulluklar üzerine kurulu köprüler yaparım. İliştiririm düzensizliği, çamurlu pabuçlarıma, Kara bir hayatım ben,

Yapışmamış yakama henüz celladım. Umutla, sabırla, şinaslaSen olmayı beklerim…

ALPER SANCAR

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

KIŞKIRTICI KUDURMA SEN KİMSİNEy kışkırtan kudurma; zincirli köpeklerin damızlığından gel Barikatlar yık panzerin şerrini devrimci şakaklardan çek al! Çünkü şanlı bir kavgadır aşk, çelik zırhıdır pislik tabutlukların mlitarist zehirlerin efsunuyla devrimciliğin kasveti çarpıştığında; bayrakların ve pankartların kayalığında ustalıktır parçalanmak..Sentetik zehirdir orda marşlar; darplarla matizleşebilir hayvan Aşklar severken militan, şehvette gerilla, sevişirken partizan çelikzırhlı panzerlerle sarp uçurumda çarpışanım kahramanAh şimdi kavganın bataklığında inleyen timsahların kudurduğu yerdeyim Cerahat yumurtlayan hamamböcek düşlerinde şahdamardan girip Damarların dehlizindeki elektrik yılanıyla zehirlenirimOlabilir kalpkapaklarının kepenklerini aç fabrikatezgahından duman sal Zehirlenelim sarp uçurumunda depresyonlu kapsüllerin Dışkıların ve foseptiğin pisliği kapitalist akıntıda açar bunu bil Sinsi bir uğultudur insan kapitalist şiirlerde orgazmlarla uluyan Bunu biliyorum; ciğerimin kör noktalarında militarist pusatlar;Parçalıor anarşist şehvetleri panzerli pençelerle durmadan..yani insan kudurmayla rotweiler;zulmederken doberman

Ey kışkırtan kudurma köpeksi ulumanın korkunçluğundan gel Barikatlar yık çelikten saltanatı isyankar şakağımdan çek al Olağanüstühal ilan edildi sevda coğrafyasında ablukalar altında Harita paftaları parçalanmış, harita doğusunda emperyalist işgal var; bürokrat ve parlementer uçkurları çözülüyor işgalin kıyısında;Ah intiharla infilak arasındaki asimetrik başkentte mülteciyim faşisizmin zekerleri fabrikasyon kanunlarla hapsediyor şehveti..yüreğinin ülkesinde kanunsuzluk konseptiyle şanıyım ulumanın çünkü şanlı bir kavgadır aşk; çelikten zırhıdır pislik tabutlukların İstihbarat örgütleri uğuldarken zindanda işkencede gövdesiz ızdırabım Ey faşistlik! arslanların ve kartalların parçalanmasısın uçurumlarda sen anarşist hayvanların isyanını paslı zincirlerle kırbaçla çünkü zehirligazla ölürken serotonin hormonu salgılamıor aşklar endorfin ve dopaminler mapushane hücresinde karantinada bilekte jiletlerin saltanatı var façalı kesiklerin mezarlığında yanardağları patlıyor meydanın; zehirli yılanları bu ızdırabın zindanlarda damarını patlatmış militanlarla zehirleniyorum olağanüstü halkanunu altında zulmetin kıyısında parçalanıyorum

sen kışkırtan kudurma; zincirli doberman vandallığından gel Barikatlar yık şakırtılı pusatları devrimci raconlardan çek al! Gövdesizliğimi sonrasızlığımla çarp; jiletlenmiş ızdırabın bileklerine in Anarşist isyanlarla akan kanın yüreğini kördüğümle düğümle! Ve acilservis departmanında kanımın gümbürtüsünü dinle nolursun!

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

ŞİİR-ŞAİR

POETİKABir sevi işçisidir ozanyüreğinin maden ocağındançıkarır şiirinin yalazını

Bir karşı-gömütseyaşadığı uzamdirimden yanadır her zaman

F.KADRİ GÜL

insanlığın yükünü taşımıyorsan,kendinden söz etme.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

şiir neye yarar, dil küfümü almayacaksagökyüzümü yırtmayacaksa martı neden havalansın

BARIŞ ERDOĞAN

Ey oğul bir gün yazıcı olursangözü gözünde yüreği yüreğinde eli elinde

inancın tadını söyle ülkemin çocuklarına ÖZDEMİR İNCE

Dur kıyısındaVe dök avcundakiBütün kelimeleriAz sonra bakmışsınKayaları dövüyorŞiirin beyaz köpükleri

İSMAİL UYAROĞLU

Yazılırken çok cimridir; okunurken cömerttir:Düşündürür, yerindirir, kızdırır, güldürür...dudak ısırtır, güdü ve bilinç pazarında gezinerekDoğumlu doğanın evrensel barışına davet eder.

ABDULLAH KARABAĞ

uykusu kaçmış bu duygudan yoksunliyâkatsiz yazılan tümcebil ki son bir atımlık söz tohumu

SERDAR ERDEMİR

şiirin bir ucunda salkımsöğütöbür ucunda gökyüzü ve bulut

AHMET NECDET

Şiir seherde kırağıŞiir ırağın ırağı

OLCAY YAZICI

diktatörü öldürmezşiir yazar/ bir ömür rezil eder

FEVZİ KÖK

Şiir; kendisiyle fısıldaşmasıdır şairin,gerilmesidir koşmak için.

NECİP TIRPAN

yaralıyız seninlebitmez bu kavgabiliyorum, ah!adın şiirbir yere koyamadığımsın

ÖMER AKŞAHAN

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Kuruyor düşünü iki direk arasındaŞiir cambazı,Soluğunda ay ışığı buğulanıyor

ALİ ZİYA ÇAMUR

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

YAŞAM VE SANATTA

AYIN İZDÜŞÜMÜYAYINCILAR BİRLİĞİ: “KİTAP YAKMA UTANCI

BİR DAHA YAŞANMASIN!”

“Avesta Yayınları’nınDiyarbakır’ın Sur ilçesi,İskenderpaşa Mahal-lesi’nde bulunan deposu10 Haziran 2016 gecesi22.00 sularında, kimliğibelirsiz kişilerce ateşeverilmiştir. Üç odalıdeponun bir odasındaçıkan yangın namazdandönen yurttaşlar tarafın-dan söndürülmüş, yan-

gının şans eseri erken fark edilmesi deponun diğer odalarına sıçramasını önlemiştir.Yangın sırasında çok sayıda kitap zarar görmüş, ciddi maddi hasar olmuş, söndürmeçalışması sırasında ıslanan kitaplarla yayınevinin zararı katlanmıştır. Yayınevisorumlusu daha önce tehdit almadıklarını, sokağa çıkma yasağı olduğu dönemdedepodan 30 kitap çıkarılıp yakıldığını, iki olay arasında bağ olabileceğini belirtmiştir.

Kitap yakmak, baskıcı rejimlerde görülen, toplumları hafızasızlaştırmak veehlileştirmek amacıyla yapılan, sonrasındaysa tarihe utanç verici bir insanlık suçuolarak geçen hazin olaylardır. Avesta Yayınları’na yapılan hain saldırıyı kınıyor,suçluların bir an önce bulunmasını ve cezalandırılmalarını, yayınevinin hasarınınkarşılanmasını talep ediyor, ülkemizde kitap yakma utancının bir dahayaşanmamasını diliyoruz.” [EDEBİYATHABER.NET]

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

SENNUR SEZER EMEK – DİRENİŞ ÖYKÜ VE ŞİİR ÖDÜLLERİ” YARIŞMASI SONUÇLANDI...

Gıda-İş Sendikası tarafından geçtiğimizyıl yitirdiğimiz şair-yazar SennurSezer’in anısına düzenlenen “SennurSezer Emek-Direniş Öykü ve ŞiirÖdülleri”nin sonuçları belli oldu.

Tüm başvurular, öykü dalında ki seçicikurul; Adnan Özyalçıner, AyşegülTözeren, Hülya Soyşekerci, ZaferDoruk, Hasan Özkılıç; şiir dalında iseTevfik Taş, Turgay Fişekçi, GülsümCengiz, Arife Kalender ve Şükrü Erbaştarafından titizlikle değerlendirildi.

Seçici Kurul “Sennur Sezer Emek –Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri” yarışmasıdeğerlendirme sonuçlarına göre;

Öykü dalında birinciliği “Gelinlik” isimliöyküsüyle Hüseyin Bul; ikinciliği “Çıma”isimli öyküsüyle Ümit Yiğit; üçüncülüğüise “Tabakhane” isimli öyküsüyle yarışmaya katılan Türkan Çelik kazanmıştır. AyrıcaYaşar Özel “Şahin Tepesi” isimli öyküsüyle mansiyon ödülü almaya değergörülmüştür.

Yarışmanın şiir dalında, birinciliğe Deniz Göktepe “Annem ve Cumartesi” şiiriyle;ikinciliğe Hakan Keysan “En” isimli şiiriyle; üçüncülüğe Engin Yıldırım “Karanlık” isimlieseriyle değer görülmüştür. Şiir dalında Kazım Demir “Vardiya” isimli şiiriylemansiyon ödülüne layık görülmüştür.

Ödüller sahiplerine Sennur Sezer’in doğum yıldönümü olan 12 Haziran 2016tarihinde InnPera Hotel, Taksim-Beyoğlu’nda saat 13.00’da yapılacak törenleverilecektir. [EDEBİYATHABER.NET ]

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

ATTİLA İLHAN ŞİİR ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Karşıyaka Belediyesi tarafından usta şairAttila İlhan anısına bu yıl ikinci kezdüzenlenen ve geleneksel hale getirilenAttila İlhan Şiir Ödüllerini kazananlar bellioldu

Yarışmanın en büyük ödülü olan 'Attilaİlhan Şiir Ödülü'nü; Caner Gök Süeda(Yeni Bir Yeryüzü İçin Nağmeler) veAbuzer Gülpınar (Kira Kuşları) paylaştı.Türk şiiri için umut verici bulunan GökhanDemirci (Kıyı), Güray Özçelik (ÇiçekliMorg) ve Aydın Uysal (Yeşil Yangın)'Özendirme Ödülü'ne layık görüldü. FikretHakan (Falez Bitti) ile Emeğin sanatıdostlarından Asım Gönen (Ölüler YasTutmaz) ise şiir dünyasındaki serüvenlerive eserleriyle, 'Attila İlhan Emek Ödülü'nükazandı.

244 eserin katıldığı yarışmanın jüri üyeliklerini ünlü şairler; Ataol Behramoğlu,Hüseyin Yurttaş, Tuğrul Keskin, Ünal Ersözlü ve Hidayet Karakuş yaptı.

Ödül gecesinde, geceye katılan usta isimler, Attila İlhan’ın şiirlerini okudu. Geceninsunuculuğunu üstlenen Sunay Akın da Attila İlhan’ın hayatından kesitler sundu.

Yarışmayı düzenleyen Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar,“Karşıyakalı unutulmaz şairimiz Attila İlhan’ın anısını yaşatmak ve onun ışığında yenişairler yetiştirmek için düzenlediğimiz şiir yarışmasına katılan herkesi kutluyorum....Edebiyatımızın, düşünce ve sanat hayatımızın ölümsüz kaptanını, büyük hatırasınaadadığımız şiir ödülüyle de selamlamak, bizim doğal görevimizdir. Bu ödülsayesinde, bıraktığı ışıklı yoldan yürüyecek nice şairi, ülkemiz edebiyatınakazandıracağız” dedi.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

GÜRHAN UÇKAN ŞİİR ÖDÜLÜ BEKİR DADIR’IN...

Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar İsveçtemsilciliği yapan , 5 Aralık 2006'da yaşamınıyitiren yazar, ozan, gazeteci, fotoğrafsanatçısı Gürhan Uçkan'ın kişiliğini,düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklaraaktarmanın yanı sıra genç kuşakların dilduyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerinideğerlendirmek amacıyla Dil Derneği ileİsveç Atatürkçü Düşünce Derneği'ninüniversite gençliği arasında düzenlediği "DilDerneği Gürhan Uçkan Şiir Ödülü"nü 2016yılında oybirliğiyle Bekir Dadır değer görüldü.

Çiğdem Sezer, Işık Kansu, Ergül Çetin,Ertuğrul Özüaydın, Nazım Mutlu ile GünayGüner'den oluşan ödül seçici kurulumuzunbelirlediği ödül gerekçesi, Bekir Dadır'ınşiirlerinin özgünlüğü, imge, çağrışımvarsıllığı, yaşamla olan güçlü bağı, derinyapısı, sözcük seçimi ve tutumluluğu, şiirimi-zin çağdaş ve tarihsel birikimine dayanması...

2016 Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Ödülüne gönderilen şiirlerin büyük orandadüzeyli şiirlerden oluştuğu görüldü. Güray Özçelik ile Furkan Çirkin'in şiirleri debaşarısıyla öne çıktı. [

Dergimizde Dünya şairlerinden çevirilerine de yer verdiğimiz Gürhan Uçkan ,Üçüncü dünya ülkeleri halklarından pek çok şiir çevirileri yapmıştı[SİİRAKADEMİSİ.COM/]

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

HAZİRAN AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER

15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ 43. YILDÖNÜMÜNDEYARINLARA KÖPRÜ KURUYOR!

Sermaye çevreleri ve onlarıngüdümündeki sendikalar yasaldeğişikliklerle demokratiksendikacılığı ve DİSK’i boğmayıhedeflemişler, ancak buna rızagöstermeyen İşçiler eylemleriylegereken cevabı vermışlerdir. 15-16Haziran, Türkiye İşçi Sınıfınınsendikalaşma hakkını korumak içinharekete geçtiği gündür…

15-16 Haziran 1970 tarihi, Türkiyesendikal hareketinde çok önemli birdönüm noktasıdır. 15-16 Haziranbüyük yürüyüşü, işçi ve emekçinin

rastgele bir öfkesi değil, kararlı ve bilinçli bir tepkisiydi. 15-16 Haziran, işçilerin inandıklarıdava uğruna güçlerini birleştirerek mücadele edildiğinde kazanımlar elde ettiğini gösterenderstir. Bu öyle bir derstir ki, siyasi iktidara yasayı geri çektirmiştir. Ve öyle bir derstir ki,üzerinden 32 yıl geçse de öğretmeye devam ediyor. Bugüne taşınması gereken en önemliyanı ise işçilerin kendi örgütlülüklerine, sendikalarına sahip çıkma bilincidir...Kemal Özer’in kaleminden 15-16 Haziran:

“Hâlâ durur o akşam belleklerde,mayalanır durur birlikte bakmanın derinliğiyle,önüne geçilmez coşkusuyla, birlikte yürümenin,bir ağızdan söylemenin güzelliğiyle bir şarkıyı,birlikte sahip çıkmanın bir öfkeyebir hesabı birlikte ödetmenin“düşen kalır bırakın ağlamayı”demenin kutsal ve hüzünlü aleviyleyaşayıp durur o Haziran akşamı.

Birlikte baktılar her şeye,Tek tek bakınca göremedikleri;İçine giremedikleri evlere baktılar,Bir yabancı gibi sığındıkları parklara,Bir ucundan geçip de yalnızlık çektikleriKoca koca alanlara,Tutamadıkları inceliklere baktılarEllerinin nasırıyla,Kaçırılan değerlere baktılar, korunan bankalara...................”

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

KAZIM KOYUNCU, UMUDUMUZDA VE TÜRKÜLERİMİZDE YAŞIYOR...

25 Haziran 2005’te, henüz 33 yaşındayitirdiğimiz Kazım Koyuncu’yu, 7. ölümyıldönümünde horonlarla, devrimşarkılarıyla anıyoruz.

Karadeniz dalgaları, kıyı boyuncayükselen Lazca, Türkçe, Hemşince,Pontusça, Gürcüce… şarkılarınkardeşliği ile coşunca denizinçocuklarından biri de bu coşkuyakatıldı. Bizleri, kimi zaman ağırbaşlı,dingin; kimi zaman baş eğmez, asiKaradeniz’in türküleriyle buluşturdu

Bu coğrafyaya barışın ve kardeşliğin hakim olacağı umudunu yitirmeden, müziği ile farklıdillerin, kimliklerin yan yanalığını, birlikteliğini dile getirme mücadelesi veren sanatçıarkadaşımız Kazım Koyuncu’yu unutmayacağız.

Kazım Koyuncu`nun özlemini duyduğu daha temiz, yaşanır, eşit bir dünya özlemimizsürüyor. Bizler suları ay ışığı ile yıkanmış denizin çocukları, türkülerle yaslanıp aydınlığınkapılarını aralamak için Kazım Koyuncu`nun şarkılarıyla bir aradayız inatla, ısrarla Kazım`ındevrimci duruşuyla söylemeyi sürdürüyoruz. Leman Sam’ın sözleriyle haykırıyoruz: ''Sazbenizli, dal incesi, koca yürekli çocuk; dünyadaki tüm alkışlar, şarkılar ve devrimler sanaarmağan olsun...''

Acı poyrazın gücü yaslıyor dört bir yana Kemençenin sırtındaki seste sancıyı. Hangi linçin ilmeği değdi de sana uşak, Tekerlendi avucuna yitirilmiş gölgeler, Gecede rüzgâr ayıklıyor sarı yaprakları.,

Gözlerinin karasında tükendi uçurumlar Dalgalanan hüznün kırık teli artık çınlayan. Şimdi kara duvarda kan revan bir gitar Suskunluğa gizlenerek kanar kendi sesine Atarken içine senden kalan dalgaları

Sarkıtlara teğet geçen hilesiz sesin Çakıverirken şimşeğini bunaltılara Türkülerin, ımakları örgütlerdi ateşe “Yürek çalgunu mi yedun uşak! ” Tuttun da penanı batırdın düşümüze

AZÇamur

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

KÖY ENSTİTÜLERİ KUŞAĞININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİNDEN MEHMET BAŞARAN...

Enstitüsü’nü bitirdi Askerliğini yaparken Yedeksubay Okulu’ndan çavuşa çıkarıldı. Köyenstitüsü öğretmenliği, gezici başöğretmenlik, ilkokul öğretmenliği, Türkçe öğretmenliğiyaptı, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kuruluş çalışmalarına katıldı, 1979’daemekli oldu.

1950’li ve 1960’lı yıllarda güçlenen köy edebiyatı hareketinin şiirdeki önde gelentemsilcilerinden birisidir. İlk şiiri Köy Enstitüleri Dergisi’nde yer aldı. Adam Sanat, Gösteri,Kıyı, Varlık, Yansıma, Yazko Edebiyat, Yeditepe, Yeni Biçem, Yeni Ufuklar, Yücel gibidergilerde şiirleri yayınlandı. Toplumcu düşünceyi didaktizme düşmeden şiirlerine sindirmeyibildi. Şiirlerinde direnme ve umut temalarını iç içe işledi. Aynı temalar gözlem vedeneyimleriyle bütünleşmiş olarak "Ahlat Ağacı" ve "Nisan Haritası"ndan sonra şiirkitaplarına damgasını vurdu. Şiirlerinde didaktizme düşmeden direnci ve umudu anlatanMehmet Başaran, Trakya üzerine yazdığı Köy öyküleriyle de Türk edebiyatına önemlikatkılar verdi. . Behçet Necatigil ise onu "Sanatını yetiştiği toprakların, aldığı eğitiminsorunları ekseninde geliştirmiş" bir edebiyatçı olarak tanımlar.

Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Mustafa Köz cenaze töreninde yaptığıkonuşmada: “ Onda insanlık sevgisi, yeryüzü sevgisi vardı. O sevgiyi yine yeryüzündebırakarak aramızdan ayrıldı. Ayrıldı mı? Hayır! Yazdıklarıyla, düşündükleriyle, söyledikleriyle,şiirleri romanları ve denemeleriyle bize sonsuzluğu bıraktı. Işıklar içinde uyusun” dedi.

Hikmet Altınkaynak onun için şunları yazdı: "İlkin eğitimci olarak dikkat çeken Başaran,ardından şiiriyle, öyküsü, denemesi, romanıyla dünyaya, karanlığa, cehalete meydan okudu.Binlerce öğrenci ve okur yetiştirdi. Türkiye’yi bir büyük çabayla aydınlatan kahramanlardanoldu. O ve onun gibiler olmasaydı, ne olurdu diye düşünmek bile istemem. İyi ki vardı, iyi kiyaşadı, öğrencisine ve halkına kendini adadı, kitaplar yazdı.

Köy enstitüleri kuşağınınşiirdeki temsilcilerindenbiri olan şair, eğitimci veyazar Mehmet Başaran’ı27 Haziran 2015’desonsuzluğa uğurladık.

1926'da Kırklareli'ninLüleburgaz ilçesindekiCeylanköy’de doğdu.Kepirtepe Köy Enstitü-sü’nü (1943) veHasanoğlan Yüksek Köy

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

BAŞKALDIRININ İNCE USTASI: ŞAİR SÜHA TUĞTEPE

Şair, siyasal eylemci Süha Tuğtepe’yi yitireli 4 yıl oldu.Yazdıklarıyla, yaşadıklarıyla şiirimizde farklı bir yeroluşturan Süha Tuğtepe, 1956 yılında Cide`de doğdu.Anımsadığı ilk büyük sevinci ilkokuldan sonra parasızyatılı olarak öğretmen okuluna gitmesiydi. İki nedenivardı. Birincisi, Kastamonu Göl İlköğretmen Okulunagitmesi, düşlerinde kurduğu yolculukların bir parçasıydı.Cide’de emekli gemicilerin gittikleri ülkelerle ilgili anılarınıatlastan izleyerek kurduğu düşler gerçeğe dönüşecekti.İkincisi de, yatılı okulda babasız büyümenin kendisinekazandırdığı değerlerin ne kadar hoşuna gittiğinigörecekti:

“Bir babaya özenmek yerine yüzlerce babaya özenmekdaha çekici geldi hep bana. Tatillerde ‘Baba’ denen ‘emir

torbası’nın saçma sapan yaptırımlarıyla yüz yüze geldikçe yatılı okula dönmek için canatardım. Bu nedenle evde büyüyen çocuklardan arkadaş edinemedim Sıkılıyordumonlardan. Ev hayatını hâlâ bilmem. Ekmeği, domatesi, hıyarı, fasulyeyi her seferindeunuturum. Bunu kavradığım gün benden aile reisi olmayacağını iyice anladım.”

Göl İlköğretmen Okulu eğitim yapısıyla Gölköy Köy Enstitüsü’nün tam devamıydı. Buradaöğrendi Süha Tuğtepe, ‘insanın insanı sömürmediği, ezmediği bir dünyayı sevenlerin solcuolduğunu…

“Verili olanı yaşamamaya karar verdiğimde son sınıftaydım. Öğretmenlik yapmakistemiyordum. Maaşlı çalışan insan olmak istemiyordum. Amirler ve emirlerle yaşamak hiçistemiyordum. Üniversite sınavlarına girip kazanınca da ver elini İstanbul. Ekonomi veişletme okudum.Üniversite bitince yine verili olanın dışında kalma duygusu ağır basıyordu.”

12 Mart sonrası yeniden esmeye başlayan özgürlük rüzgârına bırakmıştı uzun saçlarını:“Daha üstümüzde 68 kuşağının, çiçek çocuklarının kokusu vardı” diyor Süha. “Beatles, JoanBeaz dinliyorduk. Troçkistleri izliyordum. Şiirler, öyküler yazıyordum. Yazdıklarımı MemetFuat’a götürüyordum. Türkiye Yazıları dergisinde ilk şiirim yayımlanınca iyice cesaretlendim.”

1980'e doğru rüzgâr artık askeri bir darbeden yana esmeye başlamıştır. Karakolda polis,sokakta eli silahlı faşistler işkenceden katliama kadar uzanan bir çizgiye tırmandırmışlardırsolcularla mücadeleyi.

.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

“Sokakta infaz, karakolda işkence vardı. 1978 yılında Fatih’te bir akşam vakti arkamdan ateşaçan ülkücü faşistler iyi nişan alabilseler ve iyi koşabilselerdi şu anda yaşamıyordum. Fatihitfaiyesinin arkasından Haliç’e, oradan Balat’a kadar kovaladılar. Vızıldayarak yanımdangeçen kurşunlar denk gelmedi ve bu yüzden halen yaşıyorum. Tesadüfen yani. Bu duyguyuyıllardır atamadım. Ölümle yüz yüze gelmeyen ne söylemek istediğimi hissedemez.”

Üniversite yıllarında karar vermişti kitapçı olmaya. 1980'lerin başında, herkesin kitaptankorktuğu bir süreçte Teşvikiye’de bir kitap tezgâhı açtı . İşte Akademi Kitapevi Ödülü de alanilk kitabı ‘Yüzler ve Zarflar’ bu sürecin, 75-82 yıllarının ürünüdür. En mutlu yıllarınıTeşvikiye’deki kitapçı tezgâhında yaşadığını söylüyor Süha. “Kitaplardan kurtulmakisteyenler beni çağırıyorlar, para bile istemiyorlardı. Ben de okumak istediklerimi eve ayırıp,kalanını serip tezgâha satıyordum.”

1985'e doğru İbrahim Eren’le birlikte Radikal Yeşil Parti’yi kurma serüvenine katıldı. Biryandan da Emil Galip Sandalcı’nın başkanlığındaki İHD’nin çalışmalarına destek verdi. Uzunyıllar yurtdışında yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndü. Amacı feministler, yeşiller, ateistler,eşcinseller, askerliği reddedenler gibi grupların platform hareketini yaratmaktı. Düşünceleriilginç geldi ama hiç de öyle algılanmadılar.

“Basın kısa sürede partiyi bir eşcinseller hareketi gibi göstermeye başladı. Bir sabahuyandığımda Günaydın gazetesinde avukat Uğur Olca ile yan yana çekilmiş sakallıfotoğraflarımızın altında ‘Travestiler Taksim Meydanı’nda açlık grevine başladılar’ haberinigördüm. Sonra bir eşcinsele ÖP adında parti kurdurup rakibimizi bile yarattılar. Yüreklerindeinsanların yaşadığı vahşetle ilgili küçücük bir duygu bile yaşamayan bu insanlar sadeceboyalı sayfalarını satmak uğruna eğlendiler bizimle. Maçoları üzerimize saldırttılar. İbrahimtutuklandı. Hapishanede şişlendi. İşyerinin önünde bıçaklandı. Bu hava iğrendirdi beni.”

İkinci kitabı ‘Düşler ve Seyrek Zamanlar’, toplumun bir türlü kurtulamadığı aile reisi, komiser,komutan, başbakan, bakan, tanrı gibi birbirine sıkı sıkıya bağlı erkek otoritelerin bireyüzerindeki yaptırım gücüne bir başkaldırıydı. Yunus Nadi Şiir Ödülü Jürisi bu çalışmasınımansiyona değer buldu.

Düşün dergisinde yazdığı şiirlerinden dolayı dincilerden yoğun tehdit alınca Kuşadası’nagidip kitap tezgâhı açmaya karar verdi. Gittiğinin birinci ayında dönemin Belediye BaşkanıErgin Berberoğlu’nun danışmanı oldu. Ayrı bürosu olacaktı. Saçına, sakalınakarışılmayacaktı.

“İlk kez ülkede politikanın ne kadar iğrençliklerle dolu olduğunu gördüm. Özal, yıldızlıotellerin imar iznini bakanlığa bağlamıştı. Yıldız alan istediği kadar kat çıkıyordu. Kuşadalılarbu izni bizim verdiğimizi sanıyordu. Bir anda oy oranımız yüzde 10'lara düştü. Çözümbulalım diye şehrin hemen arkasındaki yedi hektarlık araziyi imara açtık. Ben ömrümdeböyle bir şeyi ne gördüm, ne yaşadım. Bir anda oy oranımız yüzde 70'e çıktı.”

1990'da İstanbul’a döner . Teşvikiye’deki tezgâhını yeniden açar. HEP hareketi yeni

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

başlamıştır. Milletvekili Mehmet Ali Eren’in kardeşi Dilaver ile Şişli ilçesinde farklı bir partianlayışı kurmaya çalışırlar. Farklı kesimlerin platformunu yaratmayı amaçlarlar. Buserüven de partinin kongreleri sürecinde sona erer.1994 yılında Almanya’da öğretmenlik yapan bir kadınla tanışır. Süha’ya “Almanya’yagelenler gibi para peşine düşüp yazmayı bırakacaksan gelme. Ama yazmayı sürdürmekistiyorsan lütfen gel” der. Şaşırmıştır. İçine işler o sıcacık cümle. O cümlenin ardındangider Almanya’ya. Artık Almanya’da sadece yazmaktadır Süha. 1996'da üçüncü kitabı‘Sürgün Mozaik’ yayımlanır. Bu kitabında Türkiye’de kırıntısı kalmış azınlıklar için yazdığışiirler vardır. Dördüncü kitabı ‘Piton Üşümesi’ 2000'de yayımlanır.Süha Tuğtepe Almanya’da 10 yıl içersinde üç şiir kitabı, üç öykü kitabı ve bir roman yazar.Yazdıklarını bastırmak için Türkiye’ye gelir. Bu gelişinde de Adam Yayınları’ndan beşincikitabı ‘Güzelhayvan’ı çıkarır.“Ne kadar güzel hayvan olmak istediysem onu yazdım” diyor Süha Tuğtepe: “Kutuplararasında çizgileri/tuz kokulu/gizlenmiş çocukları/iyi bilir/insanın güzel hayvanını” Sıradabasılacak yeni kitapları vardır. Yenilerini de yazmayı sürdürür, otoriteye başkaldırmayadevam ederek. 2009’da Almanya’da kanserle mücadele etmeye başladı. Ama 26 Haziran2009’da bu son mücadelesinde yenik düştü. Sonsuzluğa uğurladık onu. Tuğtepe'nincenazesi Türkiye'ye getirildikten sonra memleketi Kastamonu'nun Cide ilçesinde toprağaverildi.Şiirleri, Türkiye Yazıları, Broy, Yarın, Varlık, Adam Sanat, Şiir Atı gibi dergilerdeyayımlandı. İlk şiir kitabı “Yüzler ve Zarflar”, 1986 yılında Akademi Kitabevi İlk Yapıtlar ŞiirÖdülleri`nde mansiyona değer bulundu. İkinci kitabı “Düşler ve Seyrekzamanlar” ise 1990Yunus Nadi Ödülleri`nde mansiyon kazandı. Yazarın yayımlanan diğer kitapları; “SürgünMozaik” (1994), “Piton Üşümesi” (2000), “Güzelhayvan” (2005), “Nişantaşı… Nişantaşı”(2008).

YAŞIYOR GİBİ ÇIRPINIYORUM İŞTE

Sesimi sordum insana... Belli ki o da unutmuş, bir sesim olabileceğini... Halen şaşkın, bakıp duruyor aynama...

Hayatımı sordum hayata... Öğrendiklerimin ağırlığı, o çığlığı; önümde yürüyen gölgeyi, o acıtan cümleyi... Koklamadı bile. Burun kıvıran bir it gibi, bakıp solgun yüzüme, yürüdü gitti...

Ne kaldı geriye? Üstünü kirletmeyen bir çocuk gibi, bekliyorum insanı işte... Savaşsız, sınıfsız, dinsiz, ırksız, bir iyimserliğin avucuna koyup çelimsiz bedenimi; yaşıyor gibi çırpınıyorum işte...

SÜHA TUĞTEPE

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

SOSYALİST ŞİİRİMİZİNGÜR SESLİ ŞAİRİ: TAHSİN SARAÇ

Edebiyatımızın toplumcu çizgide kendine özgüşairlerinden biridir. Şiirin izinden çıkmadan yükseksesle de okunabilecek devrimci özlü şiirler yazar.

1 Ocak 1930’da Muş’ta doğan Saraç, 29 Haziran1989’da İzmit’te yaşamını yitirdi. 1952’de Ankara GaziEğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdi. ArdındanGazi Eğitim Enstitüsü Fransız Dili ve EdebiyatıBölümü'nde önce asistan, sonra öğretim görevlisioldu. Bir süre, Milli Eğitim Bakanlığı Talim TerbiyeKurulu ile Tercüme Bürosu’nda üye olarak çalıştı.Türkiye Öğretmenler Federasyonu ikinci başkanlığınıyaptı. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)'nın dakurucularından oldu. Tercüme, Türk Dili ve Çeviridergilerinin yazı kurullarında çalıştı. 1971'de sağlıknedeniyle emekliye ayrıldı.

İlk şiiri "Boğuntu" 1957'de Varlık dergisinde yayınlandı. Dost, Papirüs, Sanat Rehberi, TürkDili, Varlık gibi dergilerdeki yazılarıyla tanındı. Önceleri ikili üçlü tamlamalarıyla kurguladığışiirlerini, sonraları toplumsal konulardan kaynaklanan duyarlılıklarla işleyerek zenginleştirdi.Özgürlük, kardeşlik, sevgi, yaşam sevinci, kavga, ölüm, çağın acıları gibi temaları işledi.Türkçe'yi kullanmaktaki özeni, imge zenginliği ve titiz kurgusuyla şiirde sağlam bir yeredindi.. Özde, biçimsellik ve dilde kendine özgün şiirleriyle sosyalist - gerçekçi çizgideilerleyen şair, sanatçıyı, insanı ve toplumu değiştirmekle yükümlü gören bir bakış açısınasahipti.Çeşitli oyun çevirileri de yaptı. Fransızca-Türkçe sözlük, bugünde aşılamayan bir eseridir.1970’de TRT Kurumu Şiir Kitabı Büyük Ödülü, 1986, Asya - Afrika Yazarlar Birliği, LotusEdebiyat Ödülü gibi iki önemli ödülün sahibi oldu. Yapıtları: Bir Ölümsüz Yalnızlık (1964),Güneş Kavgası (1968), Direnmeler (1973), Güvercin Kasapları (1978), Bir SevgiyiGörüntüleme (1980), Toplu Şiirler (1989), Çıplak Kayada Çimlenmek (1989)

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Yel ulur kar toz durur bir kışYazı yabanda şu sıra içimiz.Oysa sevmelerin ustasıyız bizBir de alçaklıklarla kavganın.Alıcıkuş kesiliriz ve de ense kökündeGöğsümüzdeki o sıcak güverciniKara dirgen elleriyleBoğmaya kalkışanların.

Neden güvercin kasapları, barışımıza kan bularsınızÖyle kötüsünüz kiİki gözden dört ölüm bakarsınız.

Tabanca gibidir tabancaSevgilenmemiz de vuruşmamız daYa yürek dalında patlarYa da bir alın çatında.Ne ki çok kez dalaşmaktansaAcıdan yükünü tam almışGüçlü bir katır gibiVururuz yalnızlık yokuşumuza.

Neden yolunuz bu denli ıramış güzelliktenÖyle bataklıksınız kiBir çiçek düşü bile geçmemiz içinizden.

GÜVERCİN KASAPLARI

TAHSİN SARAÇ RESİM: ANTONİO BERNİ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

İNSAN SEVGİSİNİN ŞAİRİ CAHİT KÜLEBİŞİİR RÜZGÂRINDA ESECEK HEP…

1917’de Tokat’ın Zile ilçesinin Çeltek köyü’ndedoğdu. İlkokulu Niksar'da, liseyi Sivas'ta bitirdi.İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdiktensonra edebiyat öğretmenliği, milli eğitimmüfettişliği, kültür ataşeliği gibi görevler ile TürkDil Kurumu’nda genel yazmanlık göreviniyürütmüştür. 20 Haziran 1997 Ankara’da öldü.halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaşbir şiir oluşturan Cahit Külebi, konu olarak yurtsevgisini, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. İlkşiirlerinde çocukluğunun ve gençlik yıllarınıngeçtiği yörelerden izlenimlerini yansıtmış; sonrakişiirlerinde birey ve toplum arasındaki bir gelgitiçinde oluşturmuştur şiirlerini.

Şiirlerinde arı, duru bir dil kullandı, memleket ve insan sorunlarını halk şiiri öğeleriyle deyararlanan modern bir dille anlattı. 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesihareketinde kendine özgü bir yer edindi. Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çekentitiz bir şiir işçisi olarak tanındı.

Anadolu'yu Cahit Külebi kadar içten, sıcak, samimi ve lirik anlatan başka bir şair yokgibidir. Bu yönüyle çoğu şaire de örnek olmuştur. Taşradan çıkıp kentsoylu şairler arasınakarışan hangi şair onun kadarAnadolu kokabilir ki?

YİRMİNCİ YÜZYILIN İKİNCİ YARISI

Özlem özlem özlem.Yokluk yokluk yokluk.

Açlık açlık açlık.Yalan yalan yalan.

Korku korku korku.Ölüm ölüm ölüm.

Duman duman duman

CAHİT KÜLEBİ /1979

Sayfa 99

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

KAVGANIN YÜREĞİNDE YAŞAMI SAVUNANŞAİR: KEMAL ÖZER

Çağdaş sosyalist şiirin en önemli adlarından Şair Kemal Özer’i30 Haziran 2009’da sonsuzluğa uğurladık. Yazılarıyla,yönettiği dergilerle ve 60 kitabıyla kültür dünyamıza büyükkatkılarda bulunan Kemal Özer'in, derin birikimi veçalışkanlığıyla edebiyatımıza kattıklarına paha biçilemez.

Kemal Özer’in ilk şiirleri 1951 yılında Ankara’da yayımlandı.Bu dönemi kendisinin “içgüdüsel dönem” olarak nitelediğibireyselliği ağır basan şiirler izler. 1956-60 arasındayayımladığı şiirleriyle İkinci Yeni etkisinde bir biçim ustasıolarak belirir. Çağrışımlara dayanan, soyut imgelerle örülü,betimleyici şiirlerinde onu öteki şairlerden ayıran altını çizdiğiçelişkilerdir.

1965′ten başlayarak gelişen toplumsal ve siyasal ortamdan etkilenerek “toplumsalkavganın içerisinde şiirin de etkin bir yeri vardır” düşüncesiyle sosyalist gerçekçi akımıbenimsediğinde bu çelişkileri şiirine yansıtmanın rahatlığını da kullandı. Somut imgeli veanlatımcı bir şiire başladığı varsayılan ‘Yaşadığımız Günlerin Şiirleri’nin altyapısında da yeralan İkinci Yeni’nin buğulu / sisli imgeleri ara ara yüze vurarak şiirini şematizmden korur.

Gündelik heyecanların, acıların, kavga coşkusunun, yani öfke ve sevincin içtenliksizduygular olarak sloganlaştığı şiirlerden değildir Kemal Özer’in şiiri. Tarihselleşmiş bilincindingin etkinliği olarak belirir bu tür duygular. Bu yüzden, Kemal Özer şiirini anlamak,yaşadığımız çağda dünyayı değiştirebilecek tek sınıfın çağrısına kulak kabartmaktır.

İnsanlığın evrensel kurtuluş ütopyası olan komünizmin, insanlığın tarihsel bilincinde yokedilmeye çalışıldığı günümüzde, bu çağrının önemini daha da arttırıyor. Kemal Özer şiiri,unutturulmaya çalışılan tarihimizin bir köşesinden dirençle haykırıyor: ‘Sen de KatılmalısınYaşamı Savunmaya’. İlk baskısı 1975 yılında yapılmış bu çağrının. Yirmi yıl sonra da,bugün, belki ilk basıldığı günden daha fazla coşku uyandırıyor insanda. Demek, yirmi yılsonra da, bugün, hâlâ: “İnsandan esirgiyor düşman” ve “savunmak gerekiyor yaşamı”

Kemal Özer’e göre, şiir bilinç işidir. “Yaşama bakışım, dünyayı kavrayışım, onu artık süreklibir kavga olarak nitelediğimi özetliyor. Şiir de bu kavganın bilincini vermekle yükümlüolmalı. İçinde bulunduğumuz durumun, yaşadığımız olayların, düşlediğimiz geleceğin neolduğunu, nasıl olacağını sezdirmeli, giderek kavratmalı. Bu yüzden güncel olanı yakındanizlemeli. Somutlamalı güncel olanı. İnancı, umudu, aydınlığı, yarını, arkadaşlığı, cesaretisoyut kavramlardan çıkarıp günlük yaşamamızda yerleri, anlamları olan somutkarşılıklarına ulaştırmalı. Şiir, kavganın bir parçasıdır. Şiir, kavganın yüreğinde yer alır,

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

40 KUŞAĞININ DİRENGEN SESİ HASAN İZZETTİN DİNAMOKAVGAMIZA SES VERİYOR...

Hasan İzzettin Dinamo, daha genç yaşta faşizmtarafından hedef hâline getirildi. Daha 18-20 yaşlarındahak ettiği bir üne kavuşan, 40 kuşağında adı Nâzım'dansonra anılan Dinamo, 2. Dünya Savaşı Yıllarında Nazihayranı iktidarlarca tehlikeli görülerek yıllarcazindanlarda çürütüldü.

Dışarı çıktığında işsizlik adlı büyük hapishaneye girmiştiartık. Ekmek parasını kazanabilme çabasıyla gecegündüz zor koşullarda polis tehdidi ardında emeğini çokucuza sömürtürken şiirini geliştirme olanaklarından uzakkaldı. Dergiler ve yayınevleri polis korkusuylayaklaşmadılar. Şiirlerini ancak 1970'li yıllardan sonrakitaplaştırma, yayınlama olanağı bulabildi.

Günümüz burjuva yazarları, "yalın", "düz" ve "slogancı" diye burun kıvırırlarken, onunyaşadığı koşulları anlamaktan uzaktırlar. Dinamo'nun çektiği çileyi onların havsalaları hiçalmaz, alamaz... Dinamonun şiirleri gerçekten de fazlasıyla politik bir dil taşır. Ama o şiirlerhangi koşullarda yazılmıştır bilir miyiz? II. Dünya Savaşı yıllarında hükümeti ve faşizmipolitik alanda eleştirmek neredeyse imkânsızdır. Bu alanda göreli bir serbestlik ancakedebiyat dergilerinde vardır. Dinamo o dönemde ses getiren, kimilerininse şimdiküçümsediği, şiirlerini yayımlar. Yayımlanan bu anti-faşist şiirler gündeme bomba gibi düşer.Dinamo halkın sesi olmuştur. Onların söyleyemediğini söyleme cesaretini göstermiştir. Vetam anlamıyla, egemenlere korku salmıştır. Dinamo onca acıların üstüne, devrimci şiddetianlatan şiirinde “Sosyalizmi kurduğumuzda, darağaçlarında sallandıracağız halka zulümedenleri” diye yazdığında elbette korkacaklardı. Faşizmin işgal ettiği Türkiye’yi, Kızıl Ordukurtarırsa hâlleri nice olurdu? Çekingen Almancılık politikası halkın gözünde böyle deşifreedilmeye başlarsa, Almanya’dan gelen tepkilere nasıl cevap verilirdi? Bütün bunlarıbilmeden, “Dinamo’nun yazdıkları da şiir mi” demek elbet kolay… Oysa o bir inattı.Sosyalist Gerçekçi Edebiyatın sürdürümcülerinin hapislerde çürütüldüğü, sürgünlerdeyitirildiği, öldürüldüğü özetle yok edilmeye çalışıldığı bir ortamda, çekirdek çitlemenaifliğinde ürünlerin edebiyata hâkim kılındığı bir dönemde, o faşizme karşı sosyalistmücadele azmini bugüne taşıdı. Bir köprü görevi gördü.

Burjuva şair ve yazarların tüm karalama ve karartma politikalarına karşın Hasan İzzettinDinamo, gerek romanları, gerekse şiirleriyle her zaman EMEĞİN SANATÇISI olmayadevam edecektir. 20 Haziran’da 23. ölüm yıldönümünde andığımız Dinamo, Kavgası veşiirleri bilincimizde her zaman yaşayacaktır.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

AHMET ARİF’İN ŞİİRİNDEDAĞLARDAN OVALARA TAŞIYOR KAVGAMIZ…

Dağların yankısını şiire döken, cesaretin,yiğitliğin sel çağlayışında, pınar saflığındakişairi Ahmed Arif’i 2 Haziran 1991’deyitirmiştik. Yaşadığı coğrafyanın duyarlılığıve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden,lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz birkurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthişezgili çağdaş şiirler yazdı AhmedArif.

Ahmed Arif, sevme ile meydan okumanındoğru bağlantısını çok iyi kurmuş, halk

seslenişini popülizme ve öykünmeciliğe düşmeden kendi ses ve soluğuyla destansı bir üslûpyaratmıştır. Cemal Süreyya’nın deyişiyle “Ahmed Arif’in şiiri, bir bakıma Nazım Hikmetçizgisinde, daha doğrusu Nazım Hikmet'in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şairarasında büyük ayrılıklar var. Nazım Hikmet şehirlerin şairidir, ovadan seslenir insanlara.Büyük düzlüklerden, ovadan akan "büyük ve bereketli bir ırmak" gibidir. Ahmed Arif ise dağlarısöylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları, "âsı" dağları. Uzun ve tek ağıt gibidir onun şiiri."daha deniz görmemiş" çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleriarasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. Ama o ağıtta bir yerde, birdenbire birzafer şarkısına dönüşecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltıvardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, bunafelsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillacının şiiridir. Karşı koymaktan çok boyuneğmeyen bir doğa içinde büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde.”

Cemal Süreyya, Ahmed Arif şiirinin dokusunu şu sözlerle çözümler: “Ahmed Arif için ise ritmsadece bir olanak olarak önemlidir. Ama aralarındaki asıl ayrım şurda sanırsam; Mayakovskiritmi, bir bakıma, şiirin dışında bir yerdedir, anonim bir tekniktir. Bunun için sık sık düşey yada yatay ses benzerliklerine, bağdaşımlarına başvurur. Daha özetlersek: Mayakovski ritmises'te aramaktadır. Ahmed Arif ise söz'de arar. Bunun için onun şiiri bir noktada "oral"niteliğini bırakır, çok ötelere gider. Bu yanıyla çağdaş şiirin en yeni yönsemelerine karışır.Özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama onu bugünkü şiirin hazırlayanlardan biri yapmıştır.Zaten birçok yeni şairin onun etkisinden geçmesi de bunu gösteriyor. Sadece bu bakımdanbile hasretinden prangalar eskittim, geç kalmış bir kitap değildir”

Ahmed Arif, bir başkalığı, yereyselliği en çok taşıyan; doğanın, dağların kokularını,inançlarını, havasını en çok duyuran bir şair olarak öne çıkmıştır hep. Kentleri, kentsokaklarını anlatırken bile bir kopukluğa varmaz. Kişiliğini oturtmuştur, bütünüyle kurmuşturdevrimci sanatını:

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

RÜSTEMO

Modan yaylasına eşkin almadanMaktela üzerinde sağımızKarbeyaz Çermik DağlarıSolumuz kan kırmızısı Fırat'tırDört mevsim yeşildir ormanVe toprak çetinBaharları aşiretler iner Dersim üstünden Sürü otlatır.OdundaKömürdePamuktaGönlü bir akarsu gibi alıp götürenIrzdan ve ekmekten yanaBir kara sevdadırYeşil murattırVe bundan ötürü tutmuş dağlarıVe almış yürümüş sulardan öteKıl çadırlarda maceramızYasak bundan böyle zulüm;Ve öşürVe haraçVe angaryaVe katilVe şirkatVe talan

Ve küfür kıza kısrağaYasaktır, emreder Dağlar PaşasıElinde, affetmez Fransız üçlüsü...Gayrı malumunuz olsun halımHayrola encamMalum olaAyan beyanDosta ve düşmana serencamÖnce şeyhulislam fetva buyururKatlim dört mezhepte vacip görülürSonra saray ferman eylerVe kaltak vurulur ordugahlardaDar vakit yetiştin tatar ağasıBir elimde kana batmış hamaylimBir elim derman eylerDostoooBuncasına kavga demezemKızanlar idman eylerHele sarılmasın dört bir yanımızTamam cümle dağlar mevzi almıştırVe yatmış pusuya patikalarSalavat getirir dağ dağ taburlarNarlı bahçe üzre kanlı bir akşamGelen elçi değilAzrail olsunAnam avradım olsun kaçarsam.

Sayfa 107

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

EMEĞİN BÜYÜK YAZARI ORHAN KEMALEMEĞİN KAVGASINDA YAŞIYOR…

Edebiyatımızda, öykü, roman adına hayatamüdahil olan emeğin sanatçısı Orhan Kemal’i 2Haziran 1970’te ölüşünün 43. yıldönümündesaygıyla selamlıyoruz.

Orhan Kemal, kurulu düzeni zorlayan insanlarınöfke ve neşelerine, daha iyi yarın isteklerinesanatıyla katkıda bulunma çabasını hiçbir zamangöz ardı etmedi. Yapıtlarının ana dokusunuoluşturan insan sevgisiyle; sanatçı olaraksorumluluk bilincini ve halkının geleceğine içinsanatını oluşturma çabasını hiçbir zaman arkaplana bırakmadı. Vedat Günyol’un deyişiyle,Orhan Kemal bize üç şey getirdi: Kinsiz, herkeseaçık cömert yüreğinde insan sıcaklığı; hayat

serüveninden sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninde umut.

Ömer Türkeş’in yaptığı vurguyla: “1950’li yılların Türkiye’sinde yoksulluk ve zenginliğinifade ettiği anlam ve karşıtlıkları kimi zaman mekânda, kimi zaman tarlalarda, bazenfabrikalarda, hapishanelerde, Yeşilçam kapılarında ve yüksek tahsil etrafında, bireyseldramların ardındaki ekonomik, siyasal ve toplumsal dönüşümleri ihmal etmeden vefukaralık edebiyatına kaçmadan kolaylıkla özetleyiverir Orhan Kemal. Maddi sorunlardansöz edilmesi doğrudan açlıktan, sefaletten dem vurulması demek değildir; sosyaldengesizlik ve onun yarattığı acılar, karakterlerin bireysel kaderleri ve tutkularında çıkarortaya. Kurtulmayı düşledikleri bu hayatın sıkıntıları içinde bile bütün insani özellikleriyleyaşar onun romanlarındaki kahramanlar ve o dönem romanlarından bu yönüyle ayrılır.”

Sınıfsal bakışından hiç kopmayan yüreği sosyalizm ve TKP için çarpan Orhan Kemal,daima yoksul ve dürüst insanların yazarı oldu. Ona göre sanatçı, insanı anlayacak,savaşını anlayacak, buna katılacak; kolaylıkla aldatılan kişilerin aldanmalarına karşıduracaktı. Her zaman bakışını belirleyen sanat, “İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlıkiçin yönetilme çabası adına sanat” oldu.

Orhan Kemal’in sanatını ve kişiliğini dostu Nurer Uğurlu anlatıyor:

“Orhan Kemal’de insan sevgisi, iyilik ve kötülük ya da aydınlık ve karanlık olmak üzere, ikiana kavram olarak belirmiştir, denebilir. Ona göre iyilik bir başka deyişle aydınlık; bu,insanın özünde ve mayasında var olan, nerede, hangi koşullar altında olursa olsun yokolmayan, ne kadar kötü yaşarsa yaşasın kaybolmayan; her zaman yüreğinin bir yerinde varolan, insan sevgisi’dir.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

Kimdir Orhan Kemal’in insanı ya da insanları? Bunlar, hiç kuşkusuz çalışan Türkiye’nin,çalışan insanlarıdır. Sıradan, her gün, her yerde gördüğümüz, bildiğimiz ve tanıdığımızküçük adamlardır. Gün ışığıyla birlikte, hatta gün ışığından çok önce, ekmek ardındakoşan, alın teri döken işçiler, köylüler, ırgatlar, küçük memurlar, tezgâhtar kızlar, fabrikadave tarlada çalışan kadınlardır. O, bütün sanat hayatında, yazdığı en küçük hikâyeden, birbirini izleyen cilt cilt romanlarına kadar, bu acı çeken, ezilmiş ve ezilen insanların dramını,umudunu, küçük sevinçlerini vermiş, onlara sevgiyle, gerçek insan sevgisiyle yaklaşmıştır.”

Yazarlığının gizlerini de şu tümcelerde vermişti: “Yazmak için yaşamak, duymak, halkıalgılamak gerekir... Bir yazar için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek... Ve halkındeğişimini algılamak... eskimemek için.” Orhan Kemal, dünya halklarıyla da buluşarak,yapıtlarıyla halkın içinde soluk alıp vermeye devam ediyor.

Sayfa 109

Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 111: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

TOPRAKTAN, ATEŞTEN, DEMİRDEN,HAYATI YARATANLARIN ŞAİRİNÂZIM HİKMET’E BİN SELAM!

Dünya şiirinin en alevli meşalelerinden olanNâzım Hikmet’i, 3 Haziran 1963’tesonsuzluğa göçüşünün 50. yıldönümündebir kez daha şiirleriyle selamlıyoruz.

Sınıfsal tavrı ve kişiliğinden ödün vermedenumudumuzu ve özlemlerimizi yürekpotasında eritti Nazım Hikmet. Burjuvazininiçini boşaltma çabalarına karşı, bizsesimizde, sözlerimizde, bilincimizde onunCahit Sıtkı’ya verdiği yanıtla, sevdalımızınkomünist oluşunun farkında olacağız vehep bunu haykıracağız Afşar Timuçin,

Nâzım Hikmet’i ve şiirini şu sözlerle anlatıyor: "O hem bir sanatçı, hem gerçek anlamda birdüşünür olarak bize her şeyden önce insanın büyüklüğünü, insan olmanın değerini öğretir.Şiiri tepeden tırnağa insandır. Ondan öğrendiğimiz bir başka şey, sanatçının bilgili olmazorunluluğudur…..Salt duyarlılık, salt sezgi, salt öngörü yetkin sanat yapıtlarını oluşturmayayetmeyecektir. Duyarlılık da, sezgi de, öngörü de ancak bilgiyle gelişebilen şeylerdir. NâzımHikmet bize ayrıca şunu öğretmiştir: Gerçek bilgi toplumun ve tarihin bilgisidir, insan yaşamızorunlu olarak toplumsaldır ve tarihseldir, buna göre gerçek insan kendisini toplumsal birvarlık olarak duyan insandır. İnsan ancak başkalarıyla insandır. Bu bakış açısı doğal olarakNâzım Hikmet'in estetiğine temel anlamını verir, ana özelliklerini kazandırır. Onun şiiritekbiçim, tekyanlı, tekdüze, öğretici, bildirici, kafa açıcı, adam edici, kandırıcı, insanları doğruyola yöneltici bir şiir değildir; onun şiiri toplumda olduğu gibi, insan yaşamında olduğu gibi,değişik öğelerin, tam bir uyum içinde, hatta tam bir çatışkılı uyum içinde bir araya geldiği birşiirdir. Onun bir yerinden baktınız mı koskoca bir dünyayı görürsünüz”

Nâzım, bir sosyalistti. Anma onun şiirlerinin kökü bu topraklarda, dalları ise diyalektiktedir.Şiirlerinde geçmişle gelecek, doğuyla batı, eskiyle yeni, sona erenle yeni başlayan, ölenleyaşayan, bütün bu karşıt, çelişik durumlar bir araya gelmekte ve geleceğe yönelik olarakkendi konumlarını bulabilmektedirler. Onun önemli bir niteliği de Onat Kutlar’ın deyişiyle,“Kendi oluşturduğu yapıyı, kendi oluşturduğu şiirsel dili yıkıp onun yerine yenisini koyabilenbir şair” olmasıdır.

Nâzım Hikmet şiirinin şiirin yerleşmiş düzenini yerle bir ettiği gençlik yıllarında, dönemin yaşlıyazarlar kuşağının en aydınlık adı Hüseyin Rahmi Gürpınar, Nâzım Hikmet’e yönelikumutlarını şöyle dile getiriyordu: “Bir ideal lâzım; ideal var mı bizde?.. Her şeyden evvelbu ideali tespit etmek gerekir; yoksa edebiyata girmeyen şey yoktur. Asıl mesele onugösterecek kudrette… Zannedersem henüz daha aramakla meşgulüz. Nâzım Hikmet bunu

Sayfa 111

Page 112: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

belki buldu. Şüphe yok ki bize öyle şiirler lazım. Bugünün, yani yaşanılan hayatın istediği şiirodur. Son zamanlarda yalnız onu beğeniyorum. Bizim yegâne kabahatimiz felsefesizlik vekültürsüzlük.”

Halkının arasında kendini bulmuş ve kendini halkına kabul ettirmiş büyük şairin bu üstünözelliklerini Peter Hamm, şaşkınlıkla karşılıyordu: “Yüzde altmışı okuma-yazma bilmeyen(bu yüzden ezberleyebilmek için bu şiirleri önce birisine okutan) halk arasında elden eledolaşmak üzere Nâzım Hikmet’in şiirlerinin hapishanelerden nasıl dışarı çıkarıldığı hiçbilinmeyecektir. Tutuklu Hikmet, özgür bulunan diyalektikçi Brecht’in olmayı isteyip de birtürlü olamadığını; “Halkın Ozanı” olmayı başarmıştır. Üstelik sadece kendi halkının değil,tüm dünya halklarının ozanı olmuştur. Japon balıkçı kadınları yeniden silâhlanma yarışınakarşı, onun şiirlerini bildiri olarak basıp dağıttılar; Amerikalı zenciler, yaptıkları yürüyüşlerdeonun büyük boy resimlerini taşıdılar; Fransa işçileri ona teşekkür mektupları yazdılar; sayısızülkelerdeki genç insanlar, onun şiirlerini yavuklularına sevda mektupları olarak gönderdiler.Ve o geçen yılın haziran ayının üçünde öldüğü zaman, kendi gözlerimle gördüm; insanlaruzun kuyruklara girmişler, gazete bayilerinin önünde suskun bekleşiyorlar, HİKMET’in sonşiirlerini, onun anısına söylenen sözleri okumak, onun son resimlerini, bu resimlerde yılmaz,açık yürekli, temiz bakışlarını bir kez daha görmek istiyorlardı.”

Nâzım Hikmet, şiirini, kendi sözleriyle şöyle belirtiyor: “Şair oldum olalı, güzel sanatlardanbeklediğim, istediğim şey, halka hizmetleri, halkı güzel günlere çağırmalarıdır. Halkınacısına, öfkesine, umuduna, sevincine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanattelakkimde değişmeyen işte budur. Geri yanı boyuna değişti, değişiyor, değişecek.Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifadeedebilmek için durup dinlenmeden değiştim, değişeceğim.”

Nâzım, şiir ve ajitasyon ilişkisini de şöyle açıklıyor: “Şuna inanıyorum ki, şiirlerimiyaşama bağladığım takdirde, bizim için kutsal fikirlere daha iyi hizmet edersin. Amabu bağlantı, iplik görülmeden yapılmalıdır…. Zaten ajitasyon yapanın ustalığısonunda —ki her şair bir ajitasyoncudur— onun ajitasyoncu olduğunu kimse farketmemelidir.”

Nâzım Hikmet, şiir tarihimiz içinde bir karlı doruk gibi dikilmekte. Nâzım’ın şiirinin ötesinegeçmek isteyenler, doruğa çıkmaktan çok çevresinden dolanarak kendi doruklarınıoluşturmak zorundadırlar. Kanını, canını sanatına koyan; sosyalizme olan inancını, tadınadoyulmaz bir lezzet gibi sindiren şair, bir çoban ateşi gibi, bizlere yeni isyan ışıklarıgöstererek, göz kırpmaktadır.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 113: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Sayfa 113

Page 114: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 115: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

SOSYALİZM VE SOSYALİST GERÇEKÇİLİK KAVGAMIZDAMAKSİM GORKİ YOL GÖSTERİYOR…

14 Haziran 1938’de yitirdiğimiz büyükyazarı 75. ölüm yıldönümünde saygıylaanıyoruz. Maksim Gorki, kimiyapıtlarıyla, ölümsüz, eşsiz bir sanatçı;kimileriyle bir öncü, yol açıcı; düşünselve siyasal eylemiyle ilk gençliğindenölümüne kadar emeğin ve emekçininyanında yer almış ve bu uğurda akılalmaz genişlikte ve çeşitlilikte bir alandamücadele etmiş bir eylem adamıdır.

Maksim Gorki’nin yaşamı, açlık,yoksulluk ve acılarla örülüdür.Çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığıacılar; Gorki’yi yarının büyük yazarı,

içinden çıktığı işçi sınıfının evrensel sesi yapar. Sosyalist gerçekçiliğin kurucusu olan Gorki,bugünleri görebilmişçesine, “Emekçilerin sanatı olur mu?” diye mızmızlananlara inat, ömrüboyunca bu sanat anlayışının insanlığın en yüce ideallerini kucaklamaya aday tek sanatanlayışı olduğunu savunmuştur.

Öykü ve romanlarında katı ve itici olmayan bir gerçekçilik, olağanüstü bir doğallık ve insanıyormayan tasvir ve tahliller vardır. Yapıtları, bir yanıyla dinç bir umut, insanı sarıpsarmalayan bir sıcaklık içerirken, diğer yanıyla da içten içe gizli, özgün bir hüznü taşır.Kahramanları genellikle sıradan insanlardır. Toplumun en alt tabakalarına mensupturlar.Ezilmişliğin ve horlanmışlığın verdiği kısık gözlerle bakarlar dünyaya. Ama neşelidirler; biryandan rutubetli bodrumlarda, en ağır şartlar altında, kentsoylular için ekmek pişirir biryandan da türkü söyler ve sevgililerinin hayalini kurarlar. Öykü ve romanlarının sonu hep otuhaf hüzünle biter. İnsanın içini acıtan ama duyguları sömürmeyen, soylu bir hüzünle...

Büyük sanatçı, Stephan Zweig’in deyişiyle, “Rusya, kendi etinden bir ağız yarattı kendisine,kendi dilinden, kendi sözcüsünü, kendi içinden bir adamı ve bu adam, bu yazar MaksimGorki, Rus halkının yaşamını, horlanmış, ezilmiş, canını yitirmiş Rus emekçisini bütüninsanlık bilip öğrensin diye ortaya çıktı Rusya’nın dev ana rahminden.”

Nazım Hikmet ise, Gorki’ye bakışını şu sözlerle somutluyor: "Maksim Gorki, yalnız kendihalkına değil, bütün halklara yurtlarını, hürriyeti, barışı ve birbirlerini sevmeyi öğretir. Çünküo, insanın, insanlığın geleceğinden, güzel günler göreceğinden emindir. Çünkü o, emekçiinsanı, koluyla, kafasıyla çalışan insanı, yeryüzünün, gerçek, biricik efendisi sayar. O, buinsanın bu efendiliğe kavuşması için savaşmıştır. O, bu savaşa, bu bahtiyarlık savaşınainsanları çağırır... Düşünüyorum: gerçekçi, halkçı ileri edebiyatımız üstünde MaksimGorki'nin en hayırlı bir tesiri olmuştur.”

Sayfa 115

Page 116: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

“Düşüncelerini önyargılar zincirinden kurtaranlar için hapishane diye bir şey yoktur.Örneğin biz, gerekirse taşları bile zorlarız ve taşlar, biz istediğimiz için dile gelirler" diyenGorki, insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü bir yeryüzü sanatçısı, şairidir o!

“Benim anladığım şu ki, yeryüzünün çocukları hareket halindeler. Tüm dünyada, heryönden aynı hedefe doğru yürüyorlar... En yüce gönüller, en namuslu kafalar, kararlıadımlarla kötü olan her şeyin üstüne yürüyorlar, yalanı çiğneyip geçiyorlar. Gençler,sağlam gençler, dizginlenmez güçlerini bir tek hedef için kullanıyorlar: Adalet için.İnsanların acılarını yenmek içi yürüyorlar. Dünyadaki felâketleri yok etmek içinsilaha sarılmışlar. Bayağılıkları, çirkinlikleri yenmek için savaşıyorlar. Ve zaferonların olacaktır. ‘Yeni bir güneş yakacağız!’ demişti bana onlardan biri; yakacaklar!‘Bütün kırık yürekleri bir tek yürek halinde birleştireceğiz!’ demişti. Başaracaklarbunu!

Adalet ve akıl yolundan ilerleyen çocuklar her şeye sevgilerini katıyorlar,ruhlarından taşan söndürülmesi olanaksız bir ateşle aydınlatıyorlar her şeyi.Çocuklarımızın tüm dünyaya karşı besledikleri yakıcı sevgi içinde yeni bir yaşamoluşuyor. Bu sevgiyi kim öldürecek, kim? Onu yenecek üstün bir güç var mı? Busevgiyi yaratan yeryüzüdür, ve tüm yaşam onun zaferini bekliyor... Evet, tümyaşam!” (ANA ROMANINDAN…)

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 117: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 118: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

a

SİVAS KATLİAMI, TOPLUMSAL BİLİNCİMİZDEKORLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta faşistve şeriatçı güçlerin gerçekleştirdiklerikatliam sonucunda 33’ü kutlamayagiden demokrat, yurtsever vedevrimci; 2’si otel emekçisi, 2’si isesaldırganlardan 37 insankatledildiler.

Sivas Katliamı'nın üzerinden 16 yılgeçmesine rağmen olayın gerçekfailleri için hiçbir şey yapılmamıştır.Bu da, Sivas Katliamı'nın devletinbilgisi dâhilinde gerçekleştirildiğininbir göstergesi olmaktadır. Ortayaçıkan tüm veriler, katliamın çokönceden planlandığını ortayakoymaktadır. Son yıllarda Sivas'tagerçekleştirilen Pir SultanŞenlikleri'nin başlangıç günününkatliama sahne olması, gericigüçlerin hazırlıklarını öncedenyaptıklarını göstermektedir. Böylecedevlet, faşist ve şeriatçıların katliamyapmalarını engelleyebilmek içingerekli "önlemleri" alabilecekzamana sahip olduğu ortadadır.Ancak bu yapılmamış, tersinekatliam için gerekli koşullarsağlanmıştır.

Sivas Katliamı, devletin, en küçük bir devrimci ya da ilerici bir faaliyete karşı nasıl bir yoketme politikası izlediğini açıkça ortaya koymuştur. Sivas Katliamı'nda yaşamını yitiren AsımBezirci’yi, Behçet Aysan’ı, Metin Altıok’u, Uğur Kaynar’ı, Hasret Gültekin’i, Âşık Nesimi’yi,MuhlisAkarsu’yu ve diğerlerini bilincimize kazıdık; unutmayacağız, unutturmayacağız!

Emeğin Sanatı 10. Yıl 178 Sayı

Page 119: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

AĞITÖlüyorlar yana yana bu ne sisYakıyorlar diri diri gel de susBitmez mi hiç bu katliam, bu ne yas

Neredesin güzel ülkemNerdesin Sivas

Suyla yıka kanımızı belki silinirKin değil öç değil beklentin zahirHızır Paşa hançerine göğüs ger ey pir

Neredesin güzel ülkemNerdesin Sivas

EMİN KEŞMER

Page 120: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

NOBEL ALAN ŞAİRLER

AMERİKA: Ernest Hemıngway

GUATEMALA: Miguel Angel Asturias

TRİNİDAD: Derek Walcott

KUZEY İRLANDA: Seasmus Heaney

Page 121: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

ÇAĞIMIZIN İSTEDİĞİ

Çağ, şarkı söyleyin buyurdu bizeVe Kemen bıçak vurdu dilimize.

Çağ, su gibi akın buyurdu bize,Sonra tıpa soktu her yerimize.

Çağ, kalkıp oynayın buyurdu bize,Çelik tulum giydirdi kıçımıza.

Sonunda çağa dedik ki: Al sana,Tam istediğin fışkı, buyursana.

ERNEST HEMINGWAY (A.B.D.)

Çevirİ: Talât Sait Halman

Page 122: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

YAŞIYOR PABLO NERUDA

Guatemala’da yıkıntılar Ekim’i,muz ordusunun ihaneti,göğün tadı kurumuştu ağızlarda,yüzlerbir tuz yağmuruyla sırılsıklamdı,geldi acılı halk,senin yüreğine bıraktı acısını.

Sen, acılara kulak veren şair,o Haziran ayında anlamıştın,elli dördünde yüzyılın -tohumlar, kırlangıçlar ayında -anlamıştın tropiklerin yiğitliğinimuz damarları kesildiği zaman.

Çizmeler altında yatıyor şimdiŞili de, Şili halkının üstünlüğü de,yıkıntılar içinde, kan içinde.Tek yüreğin damarlarıdır onlar:Ailende: atardamar,Neruda: toplardamar,ayıramaz onları hiçbir şey.

Ne yaptılarsa ortada işte -yas yok yas üstüneyengi var yengi üstüne.Amerikaların yüceliğiydi Şilidaha da yücelecek zamanla.Ve Neruda’nın şiirleri,köpükler üstünde martılar gibibinlerce yıl ses vereceksonsuzluğun ötesinde.

./...

Çatışma sürüyor şimdi kanda.Bir kıvılcım oldu sonun,ışıl ışıl tutuşturdu bizi,senin o ateşten şiirlerinyakacak zalimleri, hainleri, uşakları.Kimse öldü demesin sana,dirisin sen, yaşıyorsun!Söylüyorum işte bir daha, bir daha:okunduğu zaman yoklamada Şili’nin adı,sen bağıracaksın: BU RA D A !

MİGUEL ANGEL ASTURİAS(Guatemela)

Çeviri: Ülkü Tamer

Page 123: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 124: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

ÖVGÜ MEKTUBU

Sallanır beşiğimiz iki büyük uçtaAmerika kuzeyde, güneyde AmerikaBüyüttüğümüz özlem sendin özgürlükUzanır delik-deşik orada Che GueveraÖlümler bitip-tükenmiştir şimdiBeyaz düşlerden beliren yığıntıSaklanmaz yüzü acının gördünüzHep anıtlarda biçimlenen gömütler

O delişmen kızgınlık çoğalır gözlerindeHangi sözcüklerdir anımsatır geceyiBir karaduyguda özgülerden oluşanUnutmuş açılmayı bahçelerde leylaklar

DEREK WALCOTT (Trinitad)

Çevirİ: Engin Aşkın

Page 125: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

BELFAST’TAKİ DOK İŞÇİSİOrda, işte köşede, dikmiş gözleriniÇıkmış bir kiriş gibi kasketiAlnı maden, çenesi çekiçDudak mengenesinde gem vurulmuş sözcükler.

Ezebilir bir iyi o yumruk siziEvet, gelebilir başınıza pekâlâYalnız bira köpüğüne sabırlıdır oSüsleyen kenarını yeşil-mavi bardağının.

Yasa’nın çizelgelerinde perçinlenmiş gibidir oOna göre Tanrı-Patron yönetir keyfinceİşe alıp işten atmaları ve dinlenmeleriKarar ulaşır sirenin sesinde.

Oturmuş, bir kelt çarmıhı gibi, ağır yoğun öyleKoltuğun rahatına alışmıştır köşedeBu akşam karı ve çocuklar duymazlar herhaldeKapının itilişini ve tiryakinin öksürdüğünü girişte.

SEASMUS HEANEY(Kuzey İrlanda)

Çeviri: Kaya Öztaş

Page 126: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] gönderebilirler.Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:ERNEST HEMINGWAY (1899-1961): Lise yıllannda edebiyata ilgi duydu ve yazmaya başladı. Liseden sonragazeteci oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda İtalya'da Kızılhaç birliklerinde gönüllü olarak çalıştı. Bir süre Paris'teyaşadı. Bu sırada küçük edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlandı. Güneş de Doğar adlı romanıyla tanındı. Buromanı, Silahlara Veda, adlı romanı izledi. Savaş muhabiri olarak Ispanya İç Savaşı'nı izledi ve konusunu içsavaştan alan Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı romanı yayımlandı. Daha sonra romanlarını yazmaya veyayınlamaya devam etti. İkinci Dünya Savaşına da gazeteci olarak katıldı. 1940-1960 yıllannda zaman zamanHavana (Küba) yakınlanndaki çiftliğinde yaşadı. Hemingway kara ve deniz avcılığına, boğa güreşlerine meraklı,serüven ve heyecan tutkusu olan (yabanıl Afrika gezileri, savaşlar) bir yazar olarak da tanındı. Şiirleriölümünden sonra “Seksen Sekiz Şiir” (1979) adıyla basılmıştır.MİGUEL ANGEL ASTURİAS ( 1899-1974): Ülkesinde hukuk öğrenimi gördükten sonra uzun süre paris’te yaşadı.I944'te diktatör Ubico devrilince ülkesine dönebildi ve büyükelçilik göreviyle çeşitli ülkelerde görev yaptı.1954’te yeniden faşist yönetimler başlayınca ülkesinden aynlmak zorunda kaldı. 1966’da ikinci kez Parisbüyükelçisi oldu. Maya kültürünün bir mirasçısı olarak bu kültürü tanıtan ve değerlendiren Asturias,romanlannda ve şiirlerinde ülkesini ezen diktatörleri, kızılderili köylülerin sömürü düzeni içindeki yaşantılannıve bu yaşantıdaki geleneksel ve mitolojik öğeleri, yabancı şirketlerin acımasızlığını ve bu şirketlere karşımücadele eden köylülerin durumunu anlattı. “Şiir Denemeleri”(1951) adlı kitapta topladığı şiirlerinde son dereceözgün bir imgelem sunar.DERE K WALCOTT (1930- ): Santa Lucia adasında doğdu. Amatör ama yetenekli bir ressam olan babasını biryaşındayken kaybetti. Walcott'un eğitim ve öğretimini öğretmen olan annesi üstlendi.Küçük yaşlarda Ingiliz klasiklerini okuyan Walcott’un babası gibi ressam olması bekleniyordu. Aldığı dinseleğitimin de etkisiyle şiire yöneldi. Ingiliz dilinde yazan en iyi Karayib’li yazar olarak değerlendirilen Walcott’unşiirlerinde somut bir yalnızlık duygusu vardır. Bunun yanı sıra eserlerinde Afrika kökenlerini vurgulamaklabirlikte başta Bertolt Brecht olmak üzere Avrupalı yazarların da etkisi gözlenir.Son yıllarda ABD'de BostonÜniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.SEASMUS HEANEY(1939-2013): Kuzey İrlanda’da doğdu ve yaşadı. Belfast’ taki Queen’s Üniversitesinde yükseköğrenimini tamamladı. Şiire üniversiteden sonra, öğretmenlik yaptığı yıllarda başlayan Heaney’nin ilkşiirlerinde Kuzey İrlanda'da geçen çocukluğunu işler. Heaney'nin, ününü 1950'lerde yaygınlaştıran Ingiliz şairiTed Hughes’den etkilendiği görülür. 1975'te yayımlanan dördüncü ki tabı “North”, Heaney'nin kendi kuşağıiçinde gerçekleştirdiği büyük bir aşamanın izlerini taşır Bel fast’taki şiddet olaylannın tehlikeli ortamından aynlıpDublin'e yerleşen Heaney bir Katolik için gittikçe sertleşen gündelik hayatı bu konulara daha uygun olantarihsel bir perspektifle ve büyük bir ustalıkla işledi.KAYNAK: NOBELLİ ŞAİRLER ANTOLOJİSİ, Eray Canberk, Oğlak Yay.

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

HAZİRAN /2016 Yıl: 10 Sayı: 178

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın,Tasarım, Düzenleme: A. Z. ÇAMURGörsel Tasarım Düzenleme: ADNAN DURMAZ

Arka Kapak Resmi: CHÉRİ SAMBA

Page 127: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI
Page 128: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 178. SAYI

Biz uygarız haaa! ..Biz, diyorsam… Yanlış anlaşılmasın,Bir Türk olarak söylemiyorumTürklük adına değil, konuşmam…Hem ne haddime,Bu işin tapusunu taşıyanlar var cebinde.Aman yanlış anlaşılmasın,Biz, diyorsam…Dünyalılar adına konuşuyorum,Biraz da insan olaraktan,Biz diyorum, biz uygarız haaa! ..

Kuşkuluyum durumumuzdan doğrusu,Uygarlıkta nerelerdeyiz,Kaç karış ilerde?Öyle ya bunca çabaBir düzey tutturabilmek içindir,Bir amaca ulaşmak için olsa olsa.Soruyorum, nereye vardık,Arpa boyu yol alabildik mi?Hangi düzeydeyiz uygarlıkta?Hele bir göz atalım özgeçmişimizeNeler yapmışız bu uğurda,Neler başarmışız insan olarak?

Taş dönemi, kazma, baltaTunç dönemi, demir dönemi,Kılınç kalkan, top tüfek…Daha da önemlisiUzayda perendeler ata ataFüzeler çağına girmek…Bütün bunlara izninizleVurduk mu yaldızını sanatın,Uygarlığın görevi tamam!Tüm bu çabalar, sözümona,İnsan olmamız içindir,Uygarlık bi yana! ..

Ne denli kalın kafalı,Ne denli dar görüşlüymüşüz kiÖğrenelim diye insanı iyiceKıymışız binlercesine acımadan.

Yetmiyormuş gibi,Tüm ezilmişlere yıkmışızBu kırımların suçunu bir de…Ne insanmışız, değil mi?Tüh be!

BUNCA YÜZYILDIR

RIFAT ILGAZ