76
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:160 15 Eylül 2014

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalist Edebiyat Dergisi 15.09.2014

Citation preview

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:160 15 Eylül 2014

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ABDULLAH ORALADNAN DURMAZBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELERCAN CENGİZ

HALDUN HAKMANHAMZA İNCEHASİBE AYTENHIDIR KARAKUŞİRFAN SARİ

LÜTFİYE BOZDAĞMERİÇ AYDINMUAMMER ERTURANNECİP TIRPANNECMETTİN YALÇINKAYA

NİSA LEYLAÖZER GENÇÖZLEM KESKİNSEMA LALETAN DOĞAN

TEMEL DEMİRERTEMEL KURTYAŞAR DOĞANYUSUF DEĞİRMENCİALİ ZİYA ÇAMUR

İçindekiler2

SunuEMEĞİN SANATI

3

Bu Sayının SavsözüMETİN GÜVEN

4

Ötme Bülbül ÖtmeADNAN DURMAZ

ŞİİR5

Gazzeli Bir ÇocuğaTAN DOĞAN

ŞİİR8

Dün Bir Şâir Öldü TAN DOĞAN

ŞİİR9

Sevda Bir İsyan BayrağıdırBÜLENT AYDINEL

ŞİİR10

Savaş ve BarışTEMEL KURT

ŞİİR12

Eylüle AğıtYUSUF DEĞİRMENCİ

ŞİİR13

Taş Düştüğü Yerden KalkarALİ ZİYA ÇAMUR

ŞİİR14

Kısa FarukNECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ15

Zezê Gamlı Işıklar Gömer Göğsüne İRFAN SARİŞİİR

21Barış Nedir Kardeşim ERCAN CENGİZŞİİR22

PatikalarHALDUN HAKMANŞİİR23

FirarNİSA LEYLAŞİİR24

İşçiler... ve Sanat...LÜTFİYE BOZDAĞMAKALE25

İnadınaNECİP TIRPANŞİİR27

Aşka Yapıldı Darbe SEMA LALEŞİİR27

Şehriban, Gülşen, Ben HIDIR KARAKUŞŞİİR28

Hoş Geldin BebekÖZLEM KESKİN

ÖYKÜ30

An Gelir MUAMMER ERTURAN

ŞİİR33

DerslikÖZER GENÇ

ŞİİR33

SuskuMERİÇ AYDIN

ŞİİR34

Sütünü Emdiğim YAŞAR DOĞAN

ŞİİR35

Görsellerle Yılmaz GüneyADNAN DURMAZ

GÖRSEL ÇALIŞMALAR36

Her İmgenin Tufan Olması Amaç

ADNAN DURMAZ DENEME

40

DinleHASİBE AYTEN

ŞİİR43

Eylül Zamanı ABDULLAH ORAL

ŞİİR44

Bir Yaratıcılık Hâli: Yazmak TEMEL DEMİRERİNCELEME46

Olmaz Rengi Ölümün BURCU TÜRKER ŞİİR49

Ptolemaios HAMZA İNCEŞİİR50

Gözlerden Başlamalı Barışa BEKİR KOÇAK ŞİİR51

Dizelerde “şiir ve şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ52

YAŞAM VE SANATTABİR AYIN İZDÜŞÜMÜHABERLER53Bir Şiir Sanatı İçin RAYMOND QUENEAUÇEVİRİ ŞİİR72Barışın Tadı EUGENE GUİLLEVİCÇEVİRİ ŞİİR73Benim Cumhuriyetim ANDRE LAUDEÇEVİRİ ŞİİR74Kan Kuyusu ŞÜKRAN KURDAKULKONUK ŞİİR76

Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 160. MERHABA

Merhaba,

İşçi katliamlarının damga vurduğu bir gündem içinde dergiyi hazırladık. Aynı zamanda--- her ne kadar savaşın içinde yaşasak--- da 1 Eylül Dünya Barış Gününü de kutlamagündemimize aldık..

Edebiyat tartışmaları da eksik olmadı hayatımızdan.

Çok “meşhur” bir şairin, hayata en ufak yankısı düşmeyen bir şiiri üzerine tartışmalarsürüyordu. Biz hayata yankılar taşımayan bir şiirin niteliği üzerinde çok şeylersöylemenin yersizliği üzerinden dururken, dilimizden yansıyan “görüş açısı”, “şiirebakış” gibi terimler üzerine şiirimizin bir başka ağır abisi bizi şu sözlerle azarladı:--- Şiir bir zevktir, bakış ya da görüş değil.Biz de ona ancak şu sözle yanıt vermeyi uygun gördük:--- Zevkinizle bin yaşayın!

Bizim edebiyat zevkimizi yüzyıl önceA. İ. HERZEN şöyle haykırıyordu:“Kamusal özgürlüklerden yoksun bir halkın, öfkesinin ve vicdanının haykırışlarınıduyurabileceği biricik kürsü edebiyattır”

Özgür, eşit, iç disipline sahip, insiyatif kullanan, tartışan ve sorgulayan, kendine yeterliinsanlardan oluşan sınıfsız bir toplum için savaşıyorsak, tüm bunları bugünden yaşayandeğerler kılmak bizim sorumluluğumuzdur. Biz, bireysel zevkin dürtüsüyle değil busorumlulukla eğiliriz şiire, edebiyata, sanata...

Elbette; bu şiirin, bu edebiyatın, bu sanatın poetik, estetik değerleri de bu sorumluluklaat başı gitmek zorundadır.

Bayram Balcı’nın vurguladığı gibi, artık şiiri bireyin zevkinde değil “Şiiri acının kemiğedayandığı yerde aramak gerekiyor.” Elbette bu bağlamda Fahri Erdinç’in şiire bakışınıda yadsıyamayız: “Şiir, okuyanın yüreğini bir cam gibi çizip acıtmalı.”

Kısacası, evet yazmak, yaratmak, kişisel iştir. Ama bir şiir yazıldıktan sonra da kişiselkalıyorsa... İşte o güdüklük zevk diye savunulamaz.

Abdülkadir Bulut’un söylediği gibi, yazdığımız şiirler okurda bir sarsıntı yapmıyorsa, niyeşiir yazıyoruz ki...

EMEĞİN SANATI

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜBu toplumda ve herhangi bir dönemde varolan üretim ilişkilerinin toplamı diyebileceğimiz hayat,insanlığın önüne her zaman çözülebileek nitelikte bir takım sorunlar koyar. Ve insanlık bu sorunlarıçözebildiği ölçüde“medenî”leşir.Hayat ve onun insan beynindeki yansımaları böyle, “mikro” bir tarzda ortaya konduğunda bile şöylebir sorusorulabilir:Bu bağlamdasanatveedebiyatınyeri nedir?Şudur:Sanat (ve edebiyat) farklı ekonomik koşullar altında toplumlarda bile, insanı can damarındanyakalayansinyallerbütünüiçindehayatiyetkazananbirüretimolayıdır.Bu “olay” içinde bireyler değişik sınıflar konumuna uygun düşecek ve birbirinden çok farklı sanatbiçimleri olan etkileyen ve etkilenen arasındaki duyarlık çakışmasıdır. Bu ve benzeri çakışmanoktaları, yaratılanşeylerin yaygınlaşmasını vekitleler içindeköksalmasını sağlar.Yeni sanat ve edebiyat işlevini ve yükümlülüğünü yasal çerçevelerden değil, baskın olan hayatınbizzatkendisindenalır.Sanat (ve edebiyat) böyle, günübirlik insan ilişkilerini ve bu ilişkilerin insan beynindeki yansımalarınınbir keseni olarakaldığımızdaçokaçık, net, somutveanlaşılabilirgöstergelerçıkıyorkarşımıza.Örneğin Nâzım Hikmet’in şiirindeki ya da Yılmaz Güney’in sinemasındaki geniş geniş dünyalar, buinsanlarınhayatave sırlarına(sorunlarına)bakarkenkullandıkları küçükpencerelerdi aslında.İnsanburadaşunusormadandemiyor:Sanatçıyı, aynı işi yapandiğerlerindenayıran, onu“özgün”kılanöğelerdenbiri bumudur?Evet tam(da) öyledir.Zira insana yönelik doğru açılımlar ve insanlığa, onu yönlendirebilecek kadar yüksek bir noktadanbakabilmekiçinönceonlarlabirlikteve sıradanbirbireyolarakyaşayabilmekgerekir.Öncelikle bu bir tavır işidir. Sanatçı insan bu tavrı, kimi zaman “dövüşe dövüşeyürünen yollarda”, kimizamandaince darpatikalardayakalar.Ne var ki, “bütün yollar” artık “Roma’ya gitmediği” için değişik davranış biçimleri görmek, özellikleTürkiye gibi “orta sınıf”ın yalnızca kültürel ve politik bir yapı olarak yaşadığı ülkelerde çokmümkündür.“Orta sınıf”ın tarihin bir garip cilvesi olarak yok olması, tek tek insan ilişkilerinde bile çıkmazlar vetükenişler meydana getirir. Bu, ister istemez sanata ve sanatçı beynine de yansır. Neyin “izi” olduğupek bilinmeyen romanlar, sınıflar üstü denen şiirler hep böyle dönemlerde yazılır. Üstelik bu işinpazarıdafazlazorlanmadanoluşur.“Oluşur” çünkü, önce düşünen insan beyni, değişik araçlar kullanılarak böyle bir “arz”ı talep ederduruma getirilir. Böylece adına “okur” denilen, üstelik düşünen ve doğru düşünmeye özellikle bu türtarihsel dönemlerde çokihtiyacı olan “alıcı” ile satıcı “birpazaryerinde” karşı karşıyageliverir.Tarihino güzel ivmesi, elbettebutürden“icazet”leri kıracaktır, onayardımcı olalım.

*Bu yazı12 Eylül sürecindeyazılmıştı. Yaşadığımızşartların benzeşliğinedeniyleyeniden yayınlamayıuygungördük.E.S.

METİN GÜVEN(Yazko Somut Dergisinden...)

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ÖTME BÜLBÜL ÖTME / Adnan DURMAZ

FOTOĞRAF: ADNAN DURMAZ

tarihin karanlığında ilk çıra ışığı parladığındakara göğü deryalara çeviren hülyadağ köylülerinin yüzünde düştüğüm uçurumlarkıraç anaların kara bağrında yarılmış sabırkanatları kırılmış turnalardır şuramdaırak varoşlarda omuz omuza kondulardanbakışından katledilmiş çocuklarınkarabasanlarından geçtimbütün hüzünleri katettimelim ayağım naçarkavgalar yaşadımyenilgiler hatmettim

Sayfa 5

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

öfkenin kızarmış demiriylekalbimin yaralarını dağlarımboynumda yağlanmış urgansırtımda darağacımyanardağ patlamaları içindedem olur lav ağlarımve kavgakalbime isyanı ateşle yazdıbütün zindanlardan daha tutsakzirvelerde kaçaken diplerin ustasıalabildiğince özgür

ölü bakışlarda hazan mevsimiyekovan dikenleri haber uçururyaralıyım doruklardakütüklüğümde isyankaybedilmiş aşklardan yüreğim şerha şerhasırtıma çivilenmiş çarmıhlardayımbenim bütün kavgalarda katlolandöşüm delik deşik hedef tahtasıkan seli ağıtlarda yanan kor benimeşgalim tipilere diklenen kangalgülüşüm dikenler içindebağrımın bahçeleri talan edilmişötme bülbül ötme yaralanırım

yeldir hayat yele yele yaşanırki kalp gözü yoktur çoğu insanınbu yüzden sevda diye düştüğüm yarlarkalbimin gözlerine bıkmadan köz bastılarsaçılmış yeryüzüne uçurumlarda yaşarses geçirmez ıssızlarda büyütür yangınınıgönül sularıyla bizden olanlartevatür susarlar

ateşler hapazlamışkor yemiş alev içmiş yangın açmışderin suskunluklarında biriktirir hüznünüilk çıranın yandığı zamandan berikaranlığın kalbine akan o ışık kadar

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

gayri bütün mevsimlerdeköseği parmaklarımaeylüller yağareser geçer zamanın rüzgarındabir sevda gülümseyişi işvekarcelladımdan yadigarötme bülbül ötme paralanırım

umudu güneşle yazarken hayatnadasların kösnül sayfalarınanedir terk edilmiş düşlerdenhayata bergüzarkalbim bahar keserdi vaktevvelçiçek çığlıklarıyla haykırırdıbütün susuşların diliylegülşene çevirirdi yaralarınıötme bülbül ötme göğüm kan yağar

yetim çocukların gözbebeklerindedevrimci bir gök buldum kendimekalbimde kalan ne varsaonların gülüşünekalsın benden sonralara büyük umudumbeni bir süre daha ayakta tutarötme bülbül ötmegönlüm ahu zar

perişan kirpiklerimigözyaşlarıma banıpyarin bakışlarına sevdamı yazdımneyleyim körmüşötme bülbül ötmegayri gelmesin bahar

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

tan doğan

gazzeli bir çocuğa

“insan olmak dokunuyor haysiyetime.” / sabahattin ali

sıra sende çocuğumsenin bedeninde rûhunda küçük dünyandasor afgan kardeşlerinin mezar taşlarına -ırak bosna…anlatsınlar sana damaklarına yapışan bir lokma kuru ekmeğin öyküsünübir damla kirli suyun acı tadını bağırlarında yanançığlıklasınlar ağıt ağıt yazgının türküsünü

sıra sende çocuğumsenin kulaklarında top seslerinin tokadıkurşun yaralarının kabuk bağlamazlığıve kollarında annenle babanın seni bulmayan duaları

sıra sende çocuğumsenin ellerinde kızıl gülün dikenikara günün çilesi ölgün ömründe

âh gazze: o yitik şehrin:

kanlı sayfalarında zamanın -heyhâthiç büyüyemeyecek tarihin

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

tan doğan

dün bir şâir öldü dün bir şâir öldü

ün değil şi’rdi derdi

câmi cemaati kıldı namazınıve üç beş dost arkadaş akraba…

yok ki çoluğu çocuğu sırtlasınlar cenâzesiniimam dedi “gömün”

uyduk imama

çok eskiden beri tanırdımedebiyat dergilerinden

-mahlas kullanırdı zâten

mektuplaştık yıllar yılısonra inzivâya çekildi

dön gayr şi’re dedimse de dinletemedimömrünü kırılgan gönlünün

dehlizlerine adadı

olsaydı derdi ünolur muydu bir şi’ri

karıştırdım eski dergileriağladıkça ağladım…

nasıl unutuluyorsa klasik sanat mûsikîsibirkaç yaşlı okur hâricinde unutulacak belki

-onlar da ölünce…

gece:hammâmîzâde ismâil dede efendi dinliyorum:

* “yine bir gülnihal aldı bu gönlümü” ya da** “ey büt-i nev-edâ olmuşum müptelâ”…ve dergilerde kalan şi’rlerini okuyorum

dün bir şâir öldü…

yavaş yavaş ben de ölüyorum

* rast semai** hicaz semai

ÇİZİM: A. Z. ÇAMUR

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

SEVDA BİR İSYAN BAYRAĞIDIR

Ayrılığın cumhuriyetinde sevda bir isyan bayrağıdırNeyi sevdiğiniz değil nasıl sevdiğiniz önemlidir çünküYalnızlık sıkça çarpılan bir duvardırVe yürek atışlarınız sıradanlaşmamışsa elbet yıkılacaktır

Doldur şimdi demli bir çay gecenin lacivert meydan okuyuşuna inat içelimHer dizenin bir sonu olur diye düşünmedenÇağla yeşili güz mevsiminin bizim olamadığımız kadarGüzel olmayı nasıl becerdiğini düşünelim

Daldan kopardım narıKim imiş bunun yariEzbere söyleyememO yitirmiş ayarı

Ayarı yitirelim ey dostKuytusunda susuz nöbetlere durduğumuz bu sevda denen büyük barikattaEn büyük savunma sahip çıkmandır aşka

Başını eğiversenYüzüme değiversenBeni çok sevdiğiniBir kez söyleyiversen

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

IIBir zemheri gecede göğsünü dağlara geren tipi yürekli bir aşktır bizimkisiTürkülerin her dem taze şiirlerin her dem yeniVe yeri gelince bir tüfek kadar sabırlı ve sinirliGözleriyle olan biteni anlamaya çalışan çocuklar gibiYaprağından düşen çiğ kadar saf bir aşktır

Yüreğimde kurumaBak düştüğüm durumaHadi sen insan ol daSevdalan da yürüme

Yürümen gerekTahir nasıl Zühreye Ferhat nasıl Şirine yürüdüyseYürümek bir sonsuz sevdaya adım atmak demekseSevgilinin koynunda duran bir gelincikseSazını hançer eyleyip tel tel gönlüne vuran ozanlar misali yürüyeceksinÇünkü aşk bir mecburiyetler ülkesidirYozlaşmış kuytu köşelerinde bu acayip kıtanınVe onun uğrunda savaşmaktan başka görevi yokturOna aşık komutanın

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

SAVAŞ VE BARIŞ

Kahraman asker ölüleri geçiyor sokaklardanAnaların göz çukurlarına gömülüyor sesleriBen ki; türkülerimi nadasa bırakmışım yineBu suskunlukta buzdan bir korkudur ecelim.

Kutsanmıştı bir kez daha kanlı zamanDağılmıştı dört bir yana ölülerimizSessizliğin çuvalına sığmıyordu ağlaşmaları kadınlarınÇünkü bütün ütopyalar gene genç yaşta ölmüştü…

TEMEL KURT

RESİM: MARİUSZ LEWANDOWSKİ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Her eylül boş bir bakışın gölgesi düşer sıcaklığımavarlığını karanlık gecelerde büyüten bir uzantı gibisanki eylül değil karanlık bir giz karşımdakibakışlarında üşüten sorunlu bir bilinmezlikkorkak bakışlarda gizlenen silik bir yalnızlıkavuçlarımda sakladığım derinliği boğacak cellat misalikorkuyor muyum ne korkularım korkusuzdu oysa

eylül hüznüne benzer bir değişim anı bendekikederine kapıldığım eylül döksene yorgunluğumugölgesinden korktuğum bu sonbahar ne zaman sararacakseverdim eylül sabahlarını ki o sabahlar gülerdi benimlebir uzantı arardım güneşin hayran bakışlarındabeni saran bir güzellik vardı değişen renklerdene kadar da çok özlediğim bir renkti kirlenen sarı

hapsedilen özlemlerim hangi eylül sabahında kaldıgüneş eskisi gibi doğmuyor yoksa bana mı öyle geliyorağaçlar ormanlar da tuhaf ve tuhaf olmayan ne kaldı kibir eylül sabahı ağaç altında kurşunlanan gençliğimunutulmayan ölümlerin yasına bürünmüş benliğimdeğişen mevsim değil ardısıra koştuğum gölgemdirher eylül korkularıma korkular katarım korkularımı yenmek için

ve şimdi seyrenmiş korkularımla yürüyorum eylül sabahlarındayokuşunu indiğim-çıktığım o kısa yol dağ gibi geliyor banakoşardım koşardım avuçlarımda sakladığım rüzgârlaboğulan renkler derinliğini arar saklanan duygulardaartık eylüller o eski eylüler değil seçemiyorum şiirsel hüznüeylül kuşatması takip eder ve ani bir hastalık gibi korkutur hâlâyozlaşan tarihsel bir çağ nerede o sevdiğimiz kızıl sabahlar?

EYLÜLE AĞIT

YUSUFDEĞİRMENCİ(Uyandıran Mevsim kitabından)

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

TAŞ DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKAR

Dehledik geceyi dağların sırtında yıldızlara basa basaNal seslerimizde söküverdi şafak, boy/l/adık ufuklarıBulvarlar şaşkın, ovalar utanmıştı suskunluğundanSürüklemiştik rüzgârı doludizgin utkunun harmanına

Ödenemez borçların kan deryasına bastı geçti katil evrenİzi kaldı zakkum kokulu; gölgesi düştü yıldızlı doruklaraIslak türkülere sardık çiçek tozağını kırlarımızınAcıya alıştı sessizlik, çağlayanlar ıslıkladı bilincimizi

Solan yiğitliğiydi hayatın, kendisi değil aslaYangınlara mıhlanmış çisenti, geremez çarmıha beklentileri...Uçarı suların ödediği bedele saklıdır umutlarımız,Değmeden anısı bitmemiş düşlerin kanayan aynasına.

Şimdi gölgesini arayan raylarca tuzlu yorgunluktayızSusturulduğumuz ıslıkta kilitlenmiş kalmışız paramparçaRengi bir, sofrası bir farklı kimliklerde paslaşıp duruyoruzYarılmış söylemleri tenis topunca bir atıp bir tutuyoruz

Dumansız yaşamların coşkulu izleriyle dağlanmış acılarda.Zaman havuzunda halkalanan dalgalar, dalgalanan halkalar,Ya solgun unutkanlıkların boyut atlaması gibi yayılırYa.... düşlerimizi astığımız duvarlarda çözülür bu kırağı.

Gün gelir fırlar, sisin kucağına saklı kırık anılarÖdediklerimiz sayılır en sivri özlemlerin borcunaGünlerin kızardığı uçurumlardan uçururuz atlarımızıTaşar, eylem eylem dağıtır köpükleri, kuşatılmış dalgalar....Taş kalkar düştüğü yerden!..........

ALİ ZİYA ÇAMUR

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

KISA FARUK / Necmettin YALÇINKAYARESİM:ABRAHAM VİGO

Mehtap Mahallesi İzmir’de nam salmıştı. “Kurtarılmış” birkaç bölgeden biriydi yalnızca.Hatta ünü İstanbul ve Ankara’ya kadar sıçramıştı. Devlet ise bu mahallede oturan herkesipotansiyel suçlu olarak görüyordu. Faşistler “küçük Moskova” diyorlardı. Polis ve faşistlergiremezdi. İlerici, devrimci, antifaşist, demokrat, sosyalist bir tabanı vardı. Arada dinci,gerici, karşıdevrimci yok değildi elbette ama kendilerini saklıyorlardı. Çoğunuz biliyordukyine de. Partizan ve Halkın Kurtuluşu ağırlıktaydı. Partizancılar sayısal olarak azdı ama çoketkindi. Ufuk Mahallesindeki faşistlere kök söktürüyorlardı.

Mahallemizde o kadar nitelikli insan var ki; saymakla bitmez. Kısa Faruk yalnızca biriydi.Çok farklı özellikleri vardı; iyi top oynardı bir kere. Çok kıvraktı, çalım attığı insanların bacakaralarından geçerdi neredeyse. Babası Şahabettin amca onu futbol oynamasına ve devrimciolmasına karşıydı. Kendisi gibi Allah yolunda gitsin istiyordu. Faruk da tam tersiniyapıyordu. Bir gün top oynarken Şahabettin amca çıkageldi. Faruk’u kulağından tutupgötürdü. Bu anlara birkaç kez gülümseyerek şahit olmuştum. Babası götürür, o birazdangeri dönerdi. Babası tekrar gelirdi… Bu döngüde kazanan hep Kısa Faruk olurdu. Şahabettinamca pes ederdi sonunda.

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

İyi bir devrimciydi; sosyalist, teorisyen, ajitatördü. İlkeliydi, bir o kadar da sekterdi. İyi birtartışma sürdürürdü, tartışırken karşısındakini tahrik ederdi âdeta.Kahramanlar’da kavun, karpuz sergisi vardı. Orası bir buluşma yeriydi ayrıca. Parası biten,

karnı aç olan… herkes oradaydı. Faruk çok bonkördü. O civarda yedirip içirmediği kimse yokgibiydi. Kahramanlar’da, Mürtet’te oturan Romanlar onun insanlığına taparlardı adeta. Nerededireniş varsa Kısa hep yanımızdaydı. Gürçeşme gecekondu yıkımı vardı. Önce zabıtalar geldi.Zabıta şefi tanıdıktı; bir yoldaşımızın babasıydı. “Kısa” dedi, “al yoldaşlarını git. Birazdan toplumpolisi ve itfaiye gelecek. Direnemezsiniz. Belinizdeki üç-beş çakır almaz işe yaramaz.”“Savaşacağız, yenilsek de!” dedi Kısa“’Yengiler yenilgilerden çıkar’ diyor Başkan Mao.” dedi Çakır.“Siz bilirsiniz” dedi zabıta şefi, söylene söylene çekip gitti.

Önce itfaiye araçları sirenler çalarak gelip meydanın ortasında durdu. Ardından toplum polislerive iki dozer geldi. Bir komiser elinde megafon, “Burayı terk etmeniz menfaatinizedir” diyebağırmaya başladı. Sesi megafondan çıkmadı. Birkaç eliyle sağına soluna vurdu, çalışmadımegafon. Herkes gülmeye başladı. “Gülün, gülün” dedi hiddetlenerek, “birazdan kim daha iyigülecek göreceksiniz”

Çatışma başladı. Dozerleri taşlayarak geri püskürttük. Toplum polisi üzerimize doğru koşmayabaşladılar, itfaiye hortumu bizi ıslatırken birkaç polis de ıslandı, hatta kayarak yere düşenleroldu. Hem gülüyor, hem direniyor hem de kaçıyorduk. Bir ara gözüm Kısa’ya takıldı. Kısa hedefyanıltmak için zikzaklar yaparak kaçıyordu. ‘Tecrübe konuşuyor’ dedim kendi kendime.Gecekondular yerle bir edildi. Gene yaptık. Yıkıldı gene yaptık. Sonra dokunmadılar.Birkaç gün bu kez Buca Kuruçeşme direnişi vardı. Yine oradaydık. Kısa’yla ateşin etrafındaoturuyorduk. O anlatıyor biz gülüyorduk. Gece nöbeti tutan arkadaşın titrediğini görünce kalkıpüzerindeki paltoyu ona verecek kadar da delikanlıydı Kısa Faruk.

Şakacıydı, nükteliydi aynı zamanda. İnsanları işletmeyi ve kızdırmayı iyi bilirdi. Gönül almayıda…

“Manav Yoldaş” ismiyle bir manav dükkânı açtık. Gündüz dernek akşamları uğrak yerimizmanavdı. Bazen sabahladığımız bile olurdu. Hiç unutmam, bir ramazan gecesi elinde naylonpoşet içinde birkaç bira ile geldi yanımıza geldi. “Siz içip de günaha girmeyin, ben sizin yerinizegirerim günaha” dedi. Gülüştük. Birkaç bira içti, marş söyledi, türkü söyledi. Fıkralar anlattı.Zamanın nasıl aktığını anlayamadık bile. Davulcunun sesi duyuldu, git gide yaklaşıyordu. Birdenaklına yeni bir fikir gelmiş gibi gözlerinin içi güldü. Davulcuyu çağırdı. Geldi. “Al kardaş, içsusamışsındır.”“Ama ramazandayız”“Sanki sen oruç mu tutuyorsun? Yalnızca insanları oruca kaldırıyorsun”“O da doğru ya” dedi davulcu. Davulu kucağına aldı. Davula bir kere vuruyor, birayı lıkır lıkıriçiyordu.

“Bu böyle olmaz” dedi Kısa. Elinden aldı davulu. Manavın ışığını söndürdü. Tam Manav Yoldaş’ınkarşısındaki apartmanın altına geçti. Başladı çalmaya. O zaman n e yapmak istediğini anlamıştıkFaruk’un. Üçüncü katta polis memuru Cüneyt oturuyordu. Üstelik oruç da tutmazdı. Öyle bir

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

çaldı ki nerdeyse o sokağın tüm lambaları yandı aynı anda. Polis Cüneyt pijamayla balkonaelinde tabancayla fırladı. “Nerede ulan bu şerefsiz davulcu?” diye bağırdı. Davulcu kendinikasaların arkasına sakladı. Faruk çalıyordu hâlâ. Cüneyt içeri doğru koştu. “Faruk kaç!” diyebağırdık. “Cüneyt aşağıya iniyor.” Faruk elindeki davulu ve tokmağı yere atıp kaçtı. Bizdemanavın içine saklandık. Cüneyt aşağı indi kimseyi bulamadı. Elindeki tabancayı davuladoğrulttu. Ateş edecekti vaz geçti nedense. Bir tekme attı davula. Söylene söylene çıktıyukarıya. Kısa Faruk yine geldi. Bu kez davulu çalmasına izin vermedik.

Bir sabah tüm gazeteler Orhan Bakır’ın kaçırıldığını yazıyordu. Arananların içinde Kısa’nın daresmi vardı. Şaşırdım. Daha sonra Sedat, Feridun… ile birlikte yakalandıklarını duydum. BucaCezaevine birkaç kez ziyaretine bile gitmiştim. Uzun yıllar cezaevinde kaldı. Çıkınca mahalleyedöndü. İçeri girerken arkasında bıraktığı mahallenin olumlu yönde değişmesi ona güç veriyordu.“Yattığıma yanmıyorum” diyordu. Ama hareketin dışına itilmişti. Ya kendisi bu kararı almıştı yada örgütü böyle uygun bulmuştu. Bilemiyorum.

Örgüt illegallikten yavaş yavaş legal alana kayıyordu. “Reformizme kayıyor” denmeye başlamıştı.Yavaş yavaş ayrışma, bir hizipleşme yaşanıyordu. Mahalleye kültür derneği de kurulunca, bureformist söylem kendine ayak bulmuştu. Kısa Faruk tartışmalarda kendi yoldaşlarına “legaliteninbatağına saplanmışsınız” diyor ve şiddetle dernekleşmeye karşı çıkıyordu. Onun bu davranışıbirilerini kızdırıyor, rahatsız ediyordu açıkçası. Çamlık’ta sorgulayıp cezalandırmak istediler onu,ama engel olduk. Suratına yediği bir tokatla kurtarmıştı paçayı. Bozulmasına, yalnızlığa itilmesinebu durum yol açtı. Bir daha da iki yakası bir araya gelmeyecekti artık. Tavır alındı ve bu örgütkararıydı. İkinci bir emre kadar uyulması şarttı! Uymayanların örgüt çevresinde yeri yoktu.Hareket büyüyor, dernek dolup taşıyordu. Paneller, forumlar için kahve kiralanıyor, yüzlerceinsan akın akın gelip tartışmalara katılıyordu. Ama uzun sürmedi bu. Çimenli Cami olayı ilebüyük bir darbe aldı hareket. Orada farklı bir siyasetten birinin -istenç dışı da olsa- ölmesiharekete büyük darbe indirmişti. Dernek üyeleri tutuklandı, dernek kapandı. İnsanlar aranıroldu. O sırada devreye yine Kısa Faruk girmişti. Arananlara maddi yardım yapıyor, onları biryerlere kendi imkânlarıyla taşıyor, kimilerini sergisinde saklıyordu.

Ben de birkaç yıl sonra tutuklanıp cezaevleriyle tanışınca mahalleden ayrı kalmıştım. BucaCezaevinde arada bir Kısa’nın kulağını çınlatmıyor değildik. Bir gün mazgalın sürgüsü açıldı.Sefer gardiyan başını mazgala sokup bağırdı:“Bakın size kimi getirdim?” dedi o davudi sesiyle.

Kapı açıldı, içeriye Kısa Faruk girdi. Dünyaya, bize gülümsüyordu. Koşup etrafını sardık. Tek teksarıldık. “Bir haftalığına geldim” dedi.Gülüştük. “Kısa” dedim, “hep seni bir haftalığına alıyorlar sonra birkaç yıl yatırıyorlar”Kızdı, küfretti bana. “Eski keyfim yerinde olsaydı, sizinle yatmak isterdim” dedi gözlerinikırpıştırarak. “Ama yoruldum artık, inanç da eksilince…” Başını öne eğdi. “Ulan yanınıza misafirgelmişim” diye bir güzel fırçaladı bizi. “Ne çayınız var ne de sigaranız!”

Koğuşun neşesi oldu. Her sabah zorla bizi koşuya kaldırıyordu. Voleybol, futbol oynuyorduk. Buarada gün de saymıyor değil. Yedi günü doldu, ne ismi anons ediliyor ne de arayan.Umutsuzluğa kapıldı. ”Şom ağızlı” dedi bana gülerek.

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

“Yanımızda olmana hepimiz seviniyoruz.” dedi Çeto. “Sanki dışarda seni bekleyen biri ya daönemli işlerin var.”“Haklısınız” dedi, bahçeye indi. Duvara sırtını yasladı, türkü söylemeye başladı.On iki gün geçti üzerinde hâlâ tahliyesi okunmuyordu. Çabuk razı oldu, katlandı hemen. “Belkiböylesi daha iyidir” dedi, “Kışı burada geçiririm.”

Sabah sabah hoparlör çın çın ötmeye başladı. Faruk’un tahliyesini müjdeliyordu. Sessizce kalktı,her şeyini koğuştakilere dağıttı, vedalaşıp ayrıldı. Bundan tam yedi yıl sonra karşılaştım Faruk’la.Gördüğümde şoka girmiştim. Takım elbisesi, pahalı, parlak rugan ayakkabıları, boynundakikravatı ona apayrı bir kişilik katmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu. “Hadi gel” dedi, “şurada bir şeyleratıştırır hem de iki lafın belini kırarız”

Çankaya’da büro açmış, belediyenin işlerini yapıyordu.“Paran var mı?” diye sordu.“Var” dedim. İnanmadı bana.“İçerden yeni çıktın, nerede olsun paran” dedi, cüzdanından çıkardığı bir tomar parayı zorlacebime soktu.

Bu mutluluğu da uzun sürmemişti. Sahte evrak düzenlemekten yargılanıp ceza aldı. İçeriyedüştü yine. Dört-beş yıl sonrasıydı Kemeraltı’nda seyyar arabası üzerinde salatalık satarkengördüm onu. Beni görünce müthiş sevindi. “Hacı yoldaşım” diye bağırdı. Yanına gittim. Sıçrayıpboynuma asıldı, yanaklarımdan öptü. Beline bağladığı önlüğünü çıkarıp elime tutuşturdu.Konuşmama fırsat vermeden: “Sıkıştım” dedi, “şunu tak, geliyorum hemen”Hacılar Pasajı’nın içine daldı, gözden kayboldu. Ekildiğimi hissettim nedense. Haklı çıkmıştım.Hava sıcak, bol bol salatalık soyuyor, ortadan ikiye bölüp üzerine tuz ekerek satıyordum. Aradaben de yemiyor değildim. Üstelik utanıyordum. Birileri görecek karizmam çizilecek diyekorkuyordum. Akşamın alacakaranlığı çökmek üzereydi ve Kısa ortalarda yoktu hâlâ. İçimdenona kızıyor hatta küfrediyordum. Epey satış da yapmıştım. İş başa düştü yine, seyyar arabayıyavaş yavaş iteleyerek Kapılar’daki toplama yerine götürüp bağladım. Oradaki sorumlu:“Hemşerim” dedi, “sabah erken gelip arabanı al, yoksa sorumluluk kabul etmem.”“Tamam” deyip ayrıldım oradan. Dolmuşa binip gittim eve. Kapının önünde eşimi beni beklerhalde buldum. Sevindi görünce beni. “Nerde kaldın?” diye serzenişte bulundu. “İnsanın aklınakötü kötü şeyler geliyor…”

İçeri geçip Kısa Faruk’un bana oynadığı alicengiz oyununu anlattım. Kahkaha atarak güldü.“Gülme!” dedim, “zaten sinirim tepemde. Bir de sabah Kapılar’a gidip arabayı alıp oradanKemeraltı’na götüreceğim.”

Arabayı kaldırıma yanaştırdım. Havuzlubey Çarşısındaki merdiven altındaki çay ocağından birsürahi su getirip usulca salatalıkları suladım. Ardından bir duble çay aldım, gevrek ve peynirli birgüzel kahvaltımı yaptım. Hiç boş durmadım ha bire salatalık soyup sattım. Önlüğümün önü paradolmuş; sarkmıştı. Akşamın alacakaranlığı çökmeye başlamıştı ki Kısa Faruk geldi. Sırıtarakyaklaştı bana: “Fazla bekletmedim de mi?” dedi. Elindeki naylon poşeti arabanın üzerinde açtı.“İkimize söğüş yaptırdım” dedi. Ayran şişesini elime tutturdu. Kendi eline aldığı şişeyletokuşturup, “Şerefe” dedi. İçimden kızmak, bağırmak geçiyordu ama yapamadım. Söğüşümüzü

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

yedik, üzerine de ayranları boca ettikten sonra, arabanın alt bölmesinde beze sarılı bir şarapçıkardı. “Sen içmezsin zaten” diyerek ağzına dikti. Önlüğü teslim ederek ayrıldım oradan.Arkamdan, “Akşama Kenan’ın İzmir Fuarında düğünü var. Geliyorsun değil mi?” diye seslendi.“Hele bir akşam olsun önce” dedim.

Hava sıcacıktı, fuardaki çiçek kokuları düğün salonunu sarmıştı. Halaylar çekiliyordu. Kısa vebirkaç arkadaş büyükçe bir çalının içine gizlenmiş şarap içiyorduk. Düğün umurumuzda değildisanki. Bir ara müzik sesi durdu, derin bir sessizlik oldu. Başımızı çalının içinden uzatıp meraklabaktık. Garson elinde bir şampanyayla geldi, bahşişini aldıktan sonra, evlenecek çift içinşampanyayı patlattı. İki kadehe doldurduğu şampanyayı çiftlere ikram etti. Kısa Faruk sessizcearamızdan ayrıldı. Elinde şampanyayla geri geldi. “Kenan’ın şerefine” diyerek bir güzel şarabınüzerine cila yapmıştık.

Takımızı takıp evlerimize dağıldık. Bir gün sonrasıydı Kenan’la karşılaştık. Fellik fellik Kısa’yıarıyordu. “Kısa’yı gördün mü?” diye sordu kızgınlıkla.“Yoo “ dedim, “niye arıyorsun ki?”“Şampanyayı yürütmüş”“Kısa yapmaz”“Nasıl yapmaz? Düğün kasetini izlerken gördüm: Kısa elinde şampanyayla çalılara doğrugidiyordu.”Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

Bir iki gün sonrasıydı Kısa’yı gördüm. “Kenan seni arıyordu; buldu mu?”“Bulmaz mı?” dedi gevrek gevrek güldü. “Şampanyasını alıp gitti.”“Hadi ya yeni şampanya mı aldın?”“Kalan şampanyayı eve getirdim ya. Onu da içtim. Ucuzundan bir iki beyaz şarap alıp,doldurdum. Kenan’a verdim alıp gitti.”“Anlamaz mı şampanya olmadığını?”“Nerden anlasın, hayatında kaç kere şampanya içmiş ki!”Başladık kahkaha atmaya. O sırada yanımızdan bir araba geçti. Az ötemizde durdu. Kenancamdan başını dışarı uzatıp, “Faruk Bey, Faruk bey” diye seslendi, “şampanyamı sanakaptıracağımı sandın” başını içeriye çekti, araba patinaj yaparak hızla uzaklaştı“Gördün mü anlamamış” dedi yüzüme bakarak. Kıkır kıkır güldük.

Çok geçmeden yürütemedi evliliği, eşinden boşandı Kenan. Tekrar Kısa’nın ayrılmaz arkadaşıolmuştu. Üstelik tazminatını alıp ayrıldı belediyedeki işinden. Göbek büyütmekle meşguldüartık. Gelsin biralar gitsin şaraplar yeni sloganları olmuştu ikisinin de.

Kısa’nın sevdiği, aşık olduğu hiçbir kadın olmadı. Bir keresinde voleybol oynarken bir kadınınona baktığını görmüştüm. Kısa’nın utancından yüzünün kulak arkasına kadar kızardığını farketmiştim. Hepsi o kadardı.

2003’ün sonlarına doğru yurtdışına çıkmazdan evvel Kısa’ya Ali Fuat Cebesoy İlkokulununoradaki düğün salonun arkasında karşılaşmıştım. “seni gördüğüm iyi oldu” dedi gülümseyerek.

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Yerinden kalktı sallana sallana yanımıza kadar geldi. “Yenge kusuruma bakma” dedi. “Azboynunu eğ, kulağına bir şey söyleyeceğim” dedi bana. Anlamıştım. Kulağımı şarap kokanağzına yanaştırdım. “Hacı” diye fısıldadı, “güzel günlerin hatırına bir şarap parası ver ya daal”Eşime:“Sen az yürü, ben arkandan yetişirim sana” dedim. Yurtdışına çıkacağım diye biriktirdiğimparanın içinden hatırı sayılır bir miktarını verdim. Baktı. “Bu çok” dedi, “sana lazım olur…”“Bir şey olmaz” dedim, “bununla ne kısalır ne de uzarım”Boynuma sarıldı, yanaklarımdan öptü. “Gittiğin yerde eski dostları görürsen selamımı söyle”dedi.

Koşarak eşimin arkasından yetiştim. İçimdeki hüznü eve kadar taşıdım.

Birkaç ay sonra yurtdışına çıktım. İsviçre’ye iltica talebinde bulundum. Kabul edildi. Faruk’ubirilerine sordum. “Kötü” dediler.

2013’te Hollanda’da oturan Cemal arkadaş Kısa’yı, evlerinin önünde otururken gördüğünüsöyledi. “İçim ezildi” dedi, “o evleri var ya; it bağlasan durmaz bir haldeydi. Kasaları,çerçeveleri dökülmüş, sıvaları kel keldi. Evdeki herkes başka yerlere taşınmış, ev Kısa’yakalmış… Kısa da kederini eve yansıtmıştı…”

Bundan bir iki ay sonra Kısa’nın akciğer kanseri olduğunu duydum. Erimiş, ufalmıştı.Ameliyattan kısa bir süre sonra yıldızlara sessizce, tek başına uğurlandığını duyuncaüzüldüm, mahzunlaştım. “Hayat ne kadar acımasızmış” diye düşündüm. “ Yoldaşlarınvefasızlığı ve acımasızlığı hayattan daha betermiş!”

Kısa Faruk öldü, bir haberi bile yapılmadı. Ben yaptım yalnızca. Fazla kimse tıklayıp daokumadı. Faruk’a kızgındılar belli ki. Bir Faruk mu suçluydu sanki? Bunda bizim hiç mipayımız yoktu?Gözümün önüne çipil çipil gözleri geldi. Gülümsedi. “Dostlarımı görürsen selamımı söyle…”dedi.

NECMETTİN YALÇINKAYA

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ZEZÊ GAMLI IŞIKLAR GÖMER GÖĞSÜNE

işte şafak söktüsaat ertesi gündürZezê gamlı ışıklar gömer göğsüne

bir başka şehir tadı var şimdi buralardaal kuşanmış zehirkan kimin sıcak yavrususaçları dökülmüş gökyüzünde mavininbulutların seri gözyaşlarını bekler biri

kavşaklarda hızla dönen kimsesizliktesin iştekıyılarında park etmiş öfkebakırı yalamış hırsızlar dururplanlarında çalınmış şatafatlı hülyalar

kıramaz ki insan bu havalarıonunla

onunla aşk kılınır hayatihtişama çıkılır

diyorlar ki vatan varülkeleri olanlara soruyor sorularonun kalbinin dolaşan kanındasorgusuzsevdalı Kürdistan

zinalı geceleri geride bıraktıkşehir tiril tirilyataklarda avuçlar dolusu uykusiniyor rüyaların ortasına kalbi yırtık bir Kürdi

lorin mi dersinbir anne kelimeleri asıyor kulağına insanlığınbir kuşuzun çırpıyor kanatlarınıkışlanmışdağ başı gibi Zezê

fazlasıyla uzaktır uzakkarnında kelimelerin zarıaraara ki ilhamda sevişsin nefesin son gölgesi

buz koy öptüğün yeremahalleli uyanır az sonraaltı irin bağlarsa şayet sıyırdığın aralarduyarlar

koca bir cehennem gibidir çünkü ağızlardillerinin kancası yokfelsefeden anlamazlarsevişmedenşiirdentütünü haram ederler

insan soyunukken günah işlemez Zezêsaçlarını şafağa gösterirken deeğer çatamamışsa utancın ucunu aklının deryasınagiydiği ne varsabeter ağırdır

kıl ince sevmelikıl inceçırılçıplak bakmalı

eğer yürekli ise insan korkak değilsesevmiştirbu da böyle bilineyazdım şafağın tertemiz yüzüne

İRFAN SARİ

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

BARIŞ NEDİR KARDEŞİM

barış nedir kardeşimtopraktırırzına geçilmemişırmaktırhenüz kirletilmemişfidandır kardeşim, fidanboynu vurulmamışgözyaşıdır kardeşimannemin gülüşüne akan

HASTÎYE ÇİQA BİRAYE ME

hastîye çiqa biraye mehardohona qêste ci ne qerdoçemohona ne qerde qilerinleya, biraye me, leyahona wile ne de piroîstire çimî, biraye mewuyayîşe dayika mi de enevar

ERCAN CENGİZ(“Acı İle Dolu Ellerim” kitabından)

Emeğin Sanatı 160. Sayı

RESİM: CUADRO BERNİ

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

patikaların kıvrımlarında baharı gezmez adampatikalarının kıvrımlarını büker buzdankırık dökük sarkıtlar en son ayağın altındaykengıcır gıcır ses çıkarır adamın şiirisanki tahta ayakkabı giyinmiş ayağına yürürken

ölse de aynı sesleri duyacakkulaklarınıdondurupdurur olduğu yerde

geç adam geçkay adam kayyay adam yay

patikaların uzununu kıvrımsız yaybeyninin kıvrımlarını dümdüz et adam.

HALDUN HAKMAN

PATİKALAR

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

FİRAR

bir bahane arıyordum, kendimisalmak için yokluğagittin ya, muradıma erdim:

fırçalanmamış dişler ve düşüncelerlefirar ederken bendensonsuzluğun sohbetikarıştım senin papatya dökümüne

bir bahane arıyordu akyuvarlarımkarışsın diye alyuvasızlığımagittin ölümleştim

dönmedin, sorgusuz infaz ellerinle

aşk’ın tanığı sen! aşk’ın düşüah, yüreğimin elektron tutulması !

şimdi : ( zaman’ı çekip öne)bir bahane arıyorum varlığınasalmak için kendimi koynuna…

NİSA LEYLA

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

HERGÜN İŞÇİLERİN ÖLDÜĞÜ BİR ÜLKEDESANATTAN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

Lütfiye BOZDAĞ

Karikatür: Fahrettin Erdoğanİşçi sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, 7 Eylülitibarıyla 2014 yılında, 272 inşaat işçisininyaşamını yitirdiğini açıkladı. Son 250günün rakamlarına göre; her gün, en azbir inşaat işçisi, iş cinayetinde ölüyor.

Her gün bir işçi ölürken, yoksullarlazenginler arasındaki uçurum her geçengün derinleşirken, dibimizde Ortadoğu’daher gün kan akarken sanattan söz etmekanlamsız.

Çünkü sanat, insani olan bir anlayışınürünü, merkezinde insani değerler var,daha güzel bir hayat, daha güzel birdünya düşü var. Bunların olmadığı biryerde sanatı neşeyle, inançla, tutkuylayapmak nasıl mümkün olabilir.

Yalanla gerçeğin birbirine dolandığı veneredeyse ayırt edilemez bir hale geldiği,kirliyle temizin, iyiyle kötünün birine ka-rıştığı karanlık bir dönemdeyiz.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde özellikleOrta Avrupa’nın yaşadığı siyasal çöküş vesavaşlar, parçalanmışlık ve doğadan kop-uş deneyimi olarak sanatta kübizm ilekarşılık bulmuştu.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısı ise tam birtravma dönemiydi. Travmatik edebiyat

örneklerini anlamsızlık ve nihilizmle birlikte Dada akımı karşılamıştı. Theodor W. Adorno,

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

“Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz” demişti. İkinci dünya savaşıyla birlikte, insanlık tarihininen sistematik ve örgütlü yok etme, ırkçılık üzerinden yapılan soykırım, tüm insanlığadehşetengiz bir travma yaşatmıştı.

Auschwitz’den sonra, Hiroşima’dan sonra insanlık, yeni bir anlam oluşturma, erdem ve ahlakideğerler ile ilgili yeni bağlar kurma konusunda hayli zorlanmıştı hala da zorlanıyor. Ancak budurum henüz çözümlenememişken yirmi birinci yüzyıl daha ağır bir travmayla geldi. Kültürendüstrisi yetmezmiş gibi, küreselleşme aldatmacası adı altında insanlık, tüm dünyayayayılan vahşi kapitalizmin dörtnala koşan atları altında çiğneniyordu.

Kimin için küreselleşme?

Küreselleşen ne?

Küreselleşen, yalnızca sermaye ve ucuz işgücü.

Ucuz işgücünün olduğu coğrafyalarda palazlanan vahşi sömürü düzeni:“kapitalizm” Bunakarşın emek hakkı, iş güvencesi, hakkaniyet, sosyal refah küreselleşemiyor bir türlü. Amaucuz hammadde, ucuz işgücü, çok uluslu ittifaklar yapan “şirket evlilikleri” dünyanın dört biryanında yapılıyor ve böylece sermaye küreselleşiyor ve bu küreselleşme ortamında serbestçedolaşma imkânı buluyor. Kapitalizm hiç bu kadar vahşi olmamıştı, hiç bu kadar kanlıolmamıştı. Türkiye’de ise İhsan Eliaçık’ın deyimiyle; “abdestli kapitalistler” meydanı boşbulmuş, at oynatıyorlar. Soma’da, madende ölen işçilerin acısı hala yüreklerde dururken, işcinayetlerinde ölen işçilerin haberleri geldi. Ölenler ise hep yoksullar...

İnşaat sektöründe ölen işçilerin vebali, inşaat sektörünün sınırsız ve kontrolsüz bir biçimdebüyümesine dayanan AKP’nin uyguladığı ekonomik politikalarda aranmalı. Din üzerindensiyaset yapan bir partinin, hakkaniyetten, helal kazançtan bahsetmesi, iş kazalarında önlemalmak ve sektörü denetlemek yerine, şehit oldular, dua okuyun demesi nasıl birikiyüzlülükse, aynı zamanda vicdanların çürüdüğünün de bir göstergesi. Abdestli ya daabdestsiz kapitalizm kanlı elleriyle iş başında, buna sessiz kalmamak gerekiyor, mücadeleetmek gerekiyor, elbette ki örgütlü mücadele şart.

Hiç bir şey yapmayıp kapitalizm mezalimine sessiz kalanlara son sözümüz; “unutursanızkalbiniz kurusun…”

LÜTFİYE BOZDAĞ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

İNADINA

Ecelsiz dürüldü canlarımızkırıldı kaç dalımız.İnadınakansız çiçekler açtıksürgün verdik,inadına,toprağın rahmine can kattık.Yangınlarda kaldıkyandı bir yanımız,bir yanımız taze dal kaldık.Bil ki,kaynıyor kanımızyangınlarında senin,inadınadört mevsiminadınaMemleketim...

NECİP TIRPAN

AŞKA YAPILDI DARBE

O günden beri kimse anlatamadıŞirine ne oldu Aslı yaşamakta mı Leyla nerede

Haber de veremiyoruz kiFerhat Kerem MecnunAyrı hapishanelerde

Dünya bile güler nasıl oluyor dersenAylardan eylülYıl bin dokuz yüz seksen

SEMA LALE

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ŞEHRİBAN, GÜLŞEN, BEN

uzaklardan gelirim,yolum uzunyorgunum,dinlenemiyorumyaşamak kavgası aman vermezdüşman tepemde,ardımdaher gün bir kayıp veririmcanımdan,can evimdenben yaşıyorum iştedüşe kalka

uzaklardan gelirim yüküm ağırdayanmaya yemin etmişimnamusum,vicdanım izin vermezpes edemem,vazgeçememdaha yeni yarıladık yoluyarı yoldan dönemem

bir kış ortasında açtım gözümügecenin ayazındatükürsen havada donargökte yıldızlar cilveleşiray ışığı vurur beyaz karlaragecenin ortasında ışıl ışılkarların üzerinden yansıyorsanki gözlerim yeni açılmışbüyümüş gözlerle seyrederimbütün canlılar hareket içindedinlenmeye kalksan donarsınkurtlar ulumakta derin derin

RESİM: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

sanki yalvarır gibitavşanlar kulak kesilmişkar üstünde yürürler çıt yokköpeğimiz sıcak bir yer bulmuşsıcak gübreye dalı vermişarasan bulamazsınben yürüdükçe karlar üzerindemüthiş bir ses çınlıyor gecede

gülşen doğum sancılarındakomşu kadını yardıma çağırmalıyımsesimi en derin uykulara duyurmalıyımbir ananın eli gerekyeni bir hayatın yaratıcılarıne çok şey borçluyuz sizene kadar geç anladım meğerkar üzerinde müthiş ayak seslerimtepede acı acı uluyan kurtçıt çıkarmadan yaşayan tavşansesim geceyi parçalamalıkarla kaplı dik yamaçlarsesimi büyütüyorhiç bir uyku dayanamaz

işte şehriban dünyaya gözlerini açtısanki bize bakıyorgülşen mutluluk içinde acı çekiyorderin derin bana bakıyorbiraz kederli,biraz sevinçliişte bir aile oldukben sabahın köründe yola düşeceğimaskere gidiyorumacı içindeyim,bocalıyorumo gün bu gündür yürüyorumbu gün geriye yürüdümaynı yolu bir daha yürüdümgülşen,şehriban,ben kol kola.

HIDIR KARAKUŞ

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

HOŞ GELDİN BEBEK / Özlem KESKİNNasıl içten söylüyorum bunu bilemezsin. Böyle bir karşılamayı hak eden tanıdığım en özelbebeksin. Bir ben biliyorum ama bunu. Bir de elma ağaçları ve balıklar…

Hoş geldin bebek.

Dünya çiçek bahçesi oldu sen gelince. Sessizce geldin sen. Kimse bilmedi. Kimse dikkat etmedigelişine. Helvalar, şerbetler yapılmadı. Ağlayarak, bağırarak geldin sen, sessizce…

Kimse alkış tutmadı gelişine.

Bazen bebekleri gökten melekler atar, insanlar tutar yeryüzünden. Melekler zahmet edipatmadılar seni. İnsanlar kıpırdamadı tutmak için. Bütün leylekler göç etmişti. Kargalar bilebaşka işlerdeydi. Kendi kendine geldin sen.

Hoş geldin bebek.

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Bütün bebekleri çıldırasıya bir sevinçle karşılarım ben. Bu da benim alışkanlığım. Hoş geldin,derim her gelene. Dünyaya dair bildiklerimi söylerim. Al kolla, der bırakırım annelerin kucağına.Bu kez benim işim de zor. Her zamanki gibi değil gelişin. Sen başkasın. Yanlış anlama; benimbebeğim değilsin. Ben doğurmadım seni. Ama en az benim doğurduklarım kadar zor senin deişin.

Bunu neden söylüyorum? Dünyayı şairler sırtlar. Bir de çocuklar. İmgeyle dizelenmelidir şairçocukları. Her gün bin parçaya bölünür onların anneleri. Parçaları toplayarak varırlar sıcaklığına.Sonra geçtikleri her yere bir parça anne bırakmaktır görevleri. Bundan diyorum; işin zor senin.Sen parçaları toplayan olacaksın. Pis salyalarıyla bir çocuktan fahişe yaratanlara inat sen pembeparmaklarınla bir fahişeden anne yapacaksın.

Küçücüksün. Annen senden de küçük. Savunmasızsın. Baban senden de savunmasız. Azıcıkcanları var onların. Ben gördüm kaç kere ölümle yaşam arası çizgide sallandıklarını. Her anbirileri acıtabilir onları. Ben gördüm kaç kere acıdıklarını. Babasının çocuk yapamadığı biradamdan sen kendine baba yapacaksın. Anladın mı beni bebek? Sen, bir adamla bir kadınınolağan çiftleşmesinin istenen ya da istenmeyen ama mutlaka beklenen ürünü değil; iki küçükzavallının şaşkınlığısın.Korunaklı bir yuva değil gözlerini açtığın. Soluk soluğa çöp taşıyor halen iki minik kuş. Yuvaolacaksınız, inandım ben. Kuşsun sen; gökkuşağına boyanmış yumurtandan çıktın.

Hoş geldin bebek. Elini, yüzünü, gözünü alıp hoş geldin dünyamıza. Sen tüm doğmuşlardandaha sıkı yapış memeye. Em bebek. Em de çoğal. Senin daha çok aç kalma tehliken var. Dahaçok üşüme, daha çok incinme tehliken. Daha çok em sen. Kimi doğmadan hazırdır yaşamdanpayı, kimi dişiyle koparmalıdır. Senin dişlerin yok şimdi; em bebek…

Seni korkutmak niyetinde değilim. Hiç kastım yok dünyaya. Elden elle satılmışlığına kahrım.Bilemiyorum ki, yok ki garantisi. Kim almış, kim satmış, dünya kimin altında? Alabilsek sıcacıkkoynumuza, paklasak kirletilmişliğini... İmkânsız değil bebek; ben de fena çırpınmaktayım,annen kadar temiz olacak bir gün dünya.

Ağla, çok ağla. Güçlensin ciğerlerin. Sesin, çıkmayı öğrensin. Sesi olmayan insanlar korkunçoluyor. Onlar felâket susuyor. Sen sesini edin bebek. Sessizce seslen.

Çok şey bekleyecekler senden. Daha doğru olmanı, daha ahlaklı, daha hatasız olmanıisteyecekler. Hatalarla tanınır oysa yaşam. Sınayıp, yanılmalarla öğrenilir. Eminim bu hakkı sanavermeyecekler. Küçücük yanılgıların annenin bacağının arasına taşınıp, bağlanacak beynibacağının arasından yönetilenler tarafından. Sanki elmayı ilk yiyen oymuş gibi saldıracaklaranne yanına. Sevişmekle çiftleşmeyi ayıramıyor daha onlar. Kendi kirlerine bulamak isteyeceklerseni. Sen hep tetikte duracaksın. Ondan işte; içim içime sığmıyor. Bebek, sen çok yorulacaksın.

Kaza ile arkadaşını düşürme şansın yok senin. Genlerinden kötülük yoklayacaklar kazanınardından, insan olmanın genetiğiyle oynayanlar ve oynananlar.

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Güzel çocukSevgi çocukİpek çocukŞeker çocukKiminsin sen çocuk?

Denmeyecek sana. Herkes bilecek kimin çocuğu olduğunu. Herkes ezberleyecek seni. En minik türden bir kuşsun oysa sen. Gökkuşağından kabuğun var. Umursamayacaklar. Belirtisiz bir tamlamaya uyarlayacaklar adını. “……… çocuğu” En iğrenç takısını alacak çocuk sözcüğü. Senin üzerinden aklanmaya çalışacaklar. Güçlerini sınayacaklar sende; güçsüzlüklerinin resmi olan güçlerini. Dilleri ahlak dersi verirken yalanacak beyinleri. Daha yükseğe zıplamaya çalışacaklar senin yüreğinde tepinerek. Tanrıya daha yakın olmak niyetiyle oyacaklar gözlerini. Hem de iş edinerek yapacaklar bunu. Kutsanmış bir görev gibi. Hem de hep yapacaklar. Sen doğrulduğunda onlar yine omuzlarında olacak. Bunu bil ve aldırma tamlamalarına. Ben tamlarım seni. Korkum yok hiç. Rahat ol sen; ben de bildiğin gibi fena değilim. Ben istersem onların dillerinde kirle çalkanan tüm sözcüklerden oyuncak gemi yapar bırakırım senin ellerine. Dili oyunlarına katarım. Dil benim feryadım, bağırmışlığım, isyanım. Dil benim balım, oyuncağım. Dile harcatmam seni ben; tamlarım da, tamamlarım da…

Aşk çocukAşk çocuğuAşkın çocuğuAşk dolusu çocukDünya çocukDünya çocuğuDünyanın çocuğuDünya dolusu çocuk

Hoş geldin bebek.

Hoş geldin kuşum. Seni de seviyorum, kabuğunu da… Göğsümde çırpınan senin kanadın, kabuğun kırılıp kırılıp onardığım yanım. Ama hiç, sakın bebek, hiç; umutla uyuşukluğu karıştırmayalım. Gökten üç elma düşmeyecek. Düşse bile kafanı delecek.

Elmayla umut nasıl birleşecek o zaman? Bırak bunu da şairler yapsın:Baban en güzel elmaları getirecek ayaklarına kara suların indiği bir akşam, annen elmalı kek yapacak. Çay buğusu ve tarçın kokacak eviniz. İşte o an gözlerinizde çırpınan şey olacak umut. İşte o an ben kazanmış olacağım. Kaybetmez şairler. Onlar imgeler ota böcek, kelebek beneğine bebek.

Sevinçten çıldırırken ellerim, görmez miyim seni? Suyun rengisin, dünyanın mavisi, göğe kanat, yaşamın sevdasısın sen.

Hoş geldin bebek… ÖZLEM KESKİN

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

AN GELİRAn gelir çıkıverir yüze... Bıkmıştır artık suda balık olmaktan ve uçarı bir dalganın kanatlarında takılır yıldızların peşine...An gelir çekiliverir el ayak... Ne kanat kalır ortada ne uçarı dalga ne yıldız... Yapayalnız ve yaralı ve bata çıka vurduğu gün karaya düştüğü gündür ölümler gayyasına ecelsiz,okşadığı gündür hançer kabzalarını Brutus'lerin... Ve kaldırmaya kalmadan başını şöyle birvurgunlar art arda gelir ihanetler üst üste acılar iç içe...An gelir ölüm de yitirir anlamını yaşamak gibi tıpkı...

MUAMMER ERTURAN

yazılılarımız iyiydi aslındaegemenler bizi sürekli tahtaya kaldırdıeksi sonsuza göndermek içinfikrimizibedenimizibiz de onun öğrettiklerini reddedipbedel ödedikhikayenin özeti budur müfettiş bey amca

ÖZER GENÇ

DERSLİK

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

SUSKU

öylesine bir suskuyla çözülüpdüğümleniyor kelimelersıyrılıyor ve ayrışıyorumtüm kalıntılarından geçmişinbir köşeye atılmış duruyorkenkalın ciltli kitaplar gibitozları alınmamış raflar gibiyimmikrop saçıyorum…

uzun bir yalnızlık taşıyıcısıyımkısa bir öyküyüm farzether yaprak solgun ve kırılganokuyamam gözlerinisoluyorum belli ki…

sırtımda geziyor bir elsarhoş ve müptezeluçurum çiçekleridirsenin koktuğun her yer

çekilir yüreğim kendi ıssız köşesineayyaş morluğu sinerdudakların hecesinegözeneklerime gizlerimher soluduğumda senisesim çıkmaznefes alamamboğulurum belli ki…

MERİÇ AYDIN

SUSKU

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

SÜTÜNÜ EMDİĞİMYüzün değişiyor kadınŞekli sıması endamının…İnsanlığa sığmayanÖyle bir terör ki/Kuruyan yeryüzünde buGörüp dağlanmayan –Yürekler bizim mi sandın?

Oysa sendenAydınlanıp nur saçmandanÖyle korkuyorlar ki\Uykular haram olurHaram olur yaşamakKoynuna girmediğin katillereÇünkü sensizÖzden ve tözden ayrıkHiç olan onlardır bu bataklıktaYüzlerine tükürüp geçeceğin…

Aç gözlerini geleceğin\Dün seni saran telaşSarsın onları ebediyen…Zira sırtın Arş’tır Yüreğin Kevser suyuİçmeye doyamadığım.Bakışın var ya hayataGüneşsiz yaşanır mı bir gün?

Bütün tutulmalar sana benzer- Her kıtadaDalgalanıp duran\Bütün denizler deBu yeryüzündeAnam Bacım Sevdiğim!

YAŞAR DOĞAN/Lolan

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

GÖRSELLERLE YILMAZ GÜNEY

Görsel Düzenlemeler: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

HER İMGENİN TUFAN OLMASI AMAÇ Adnan DURMAZ

Uzun uzun yağmak, uzun ırmaklarca akmak, büyük şelaleler gibi dökülmek, şiirindüşü değil mi ve aşkın ve umudun…. Ölmeden ne kadar akarsak o kadar iyi değilmi, uzaklara, zamana, kavgaya, aşka… Hâlâ okumadım yazdıklarımı; ne yazdığımıbilmiyorum; aklımı kaldırarak yazıyorum, susmak istemiyorum, hayatın tümalanlarına dokunmak bütün yaraların acısı,isyanların yangınıyla.. Beni böyleansınlar.

Şair, don kişottur diye düşündüm; sokakta, tarlada, evde, kafasının içindeyeldeğirmenleriyle bıkmadan savaşır… Kimi zaman çağın yamyamlarıdır, kimizaman dış dünyanın içinde açtığı sayısız esik, kırık, yıkık… Şair dizelere döküncekavgasını ve sevdasını, ve dizeler başkalarının yüreğiyle bütünleşince, işte o zaman,don kişot da, yel değirmenleri de, bir roman kahramanı veya bir hayal olmaktançıkar, cana gelir, başkalarının sevdalarının kavgalarının tanığı, ilacı ve kılıncı olur..

İnsan duygularının en uç noktalarında, bıçak sırtında yürüyen insanoğluna sanatçıdenir.. Duygular yüreğin iklimleridir ve yürek bıçaksırtlarında ancak bütün kesikleregönüllü olmadan dolaşamaz.. Evcil yüreği olanların yüreği kendi kuytuluğunda boşzamanlarında kelime bulmacaları üretebilir… Nefret ve sevgi, aşk ve kavga, sevincinkelebeği, gülüşün düşsel kokusu, ateşin raksı dokunmadan yazılamaz şiir.. Şairabartıların adamı değildir ve içinde ırmaklar akıtmak zorundadır..

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Çağımız şiiri, isyanla sıkılmış bir yumruğun taşıdığı tüm anlamdır.. Troya’da tahta atkurnazlığı, Asur’da tutsaklara tecavüz edip derisini yüzen diktatörlerden bu yana ,bilinen tüm zamanlarda halkları kan kustura kustura yükselen zulüm ve buna karşıdirenenlerin savaşanların her yumruğu tarihsel bir birikimin tüm duygularını taşır..Her yumruğun kalbî ve insanî boyutu kişisel anlamda kendi çağının acılarını aşklarınıve tüm duygularını da avucunda tutmaktadır.. Bu nedenle bir kanamadır, öfkedir,sevdadır, yaradır çağımızda şiir.. Şair bu nedenle aydınlığı yüreğinde taşırkenduyguları ve bilinci en uçlarda dolaşan bir savaşçıdır.. İşi zordur, çilelidir.. Buradananlaşılması gereken eline her kalem alanın yazdıklarının şiirle uzaktan yakındanilgisi olamayacaktır.. Yaşamın, kavganın, sevdanın, yalnızlığın, acının ve dünyanın nekadar içindeysen o kadar çelikleşir duyguların ateşinde su verilen yüreğin.. Herduyguyu yazarken bütün çağların tam ortasında olmalısın; naçizane benim düşüncembudur…

Uzun yolculuklar çileli oluyor; içinde o hep yürü diyen ses, çılgınca koşulan , menziliolmayan, belki de yürekte akan kanın duracağı, acının susacağı bir menzil arayışı,uzun dizelere yürümek.. Irmakların kıyısında çiçekler açar, güzel kuşlar akar amaonların başlarını taşlara vura vura, kayaları yara yara akması acılıdır.. Bazan budizelerin akışında yaşanan acı dayanılmaz oluyor ve insan susa kalıyor.. Garip olan,her durumda dinmeyen bir sızının çınlaması insanı halsiz düşürüyor… Başlangıçtabilmiyordum, yol nereye gider, belki biter üç adımda.. Ama gidiyor uçurumlartırmanıp düşe düşe, yaşam gibi, aşk gibi… Ustalar böyle mi çıkardı bilmedikleriyollara.. Karanlık bir boşlukta akmak nasıl bir duygudur, biraz sonra nereyevaracağımı bilmiyorum..

Önceden bir kitaplık dizeler yazmışlığım çoktur.. Ancak içinde net olaylar yaşanannehir akışlarını yazmak kolaydı.. Gittikçe netleşen burada yazdıklarım duygularınmacerası .. İnsan ki, hepimizin yaşadığının hiç kanıtı kalmayacak bir gün, bir gün hiçbirimizi tanıyan hiç kimse olmayacak.. Bu zulum çağlarının tanığı olarak adıbilinmeyecek biriyim sonunda.. O halde yazdığım bu akışın içinde var olan kişileryoktur aslında.. Birileri kendini bulur belki bir gün bir yerlerde.. Ama bu kırık birırmak ve renkleri tersine dönmüş akıyor; acıdır, birilerinin hem gönlünün hem deçağının acıları.. Belki doğmamış bir çocuk ilerde kendinden bir şeyler bulur… Değilseben yokum, çünkü herkes gibiyim.. Acı ve yara, kavga ve sevda, ayrılık ve zulumakışı bu, hangi çağda yoktu ki.. İlerde olmasın, kimse de kendini bulmasın isterim..

Kavgamız bunun için sürüyor binyıllardan bu yana, çektiğimiz acılar bundan…Kuşkusuz, bir kurgulama olan bu yazı bitsin istiyorum. Kendimi kaptırdım, buradakiinsan –şair— bütün şairler gibi nerede olursa olsun yalnızdır böyle bir çağda (veinsan özgürlüklerinin yok edildiği böyle çağlar —ki hiç bitmedi—) en çok şairler,ezilenlerin safında yer almış sanatçılar yalnızdır.. En çok onlar duyumsar insanlığınacılarını.. Aşk da, umut da, düşünce de, zincirlenmiş ve kanamalıdır... Bu kanamayıiçinde yaşatmadan yazmak, sanat yapmak yalan olur.. Bu başıboş akışı yaşamaya

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

durdum, gecemi gündüzümü zaman kavramını karıştırdım... Acı veriyor belkibu yüzden bu şiir bitsin isterdim, bu yazı, bu hikaye; her neyse.. Çünküyazdıkça içim sökülüyor, anlatılmaz bir acıyla içimin kalkerleri sökülüyor..Her dizede cehennem kuruluyor dünyama.. Gerillalar çatışıyor, kan akıyor,asılan umutlar, bir karış sularda boğulan düşler… İhanetler, yanlışanlamalar, küfürler, tükürükler, katledilen güzel şeyler, katledilen insanlar;bitirsem bitiremiyorum.. Bir iç kanama varken yarayı dikmek gibi,susturamıyorum içimi, kendi tarihime not düşüyorum bu satırlarla.. Sondamlayı kesip yattığımda, zaman mevhumu kayboluyor ve uykular boyuncabir yara sızlıyor.. Uyanınca yeniden başlıyor kıracı yara yara akan acınınsuyu sızmaya..

Bittiği zaman yeniden ele alıp tümünü yeniden yazmam gerekiyor, şiir olanolmayan ayrılacak.. Her imgenin tufan olması amaç..

İkinci, üçüncü kişiler düşünülmez yazarken, değilse yazılan kişiselleşir..Kendini sigaya çeker kalem… Okuyan kendinden bir şeyler bulur ya dabulmaz..Değilse içtenlik değil akıl oyunu olur.. Sanat olmaktan çıkar..Kendime bir dikleniş, yüreğime bir başkaldırı yazıyorum, şiir veya değilbilemem... İnana için dua ne kadar içten olmalıysa, her sanat insanın içindekitüm duyguların içtenliğini yağmalı… Bir iç kanamadır şiirse, bazan kolaydurmuyor; şiirse zaten şiir; kişinin kendine kafa tutması değil mi biraz da,kendine hodri meydan çekmesi, kendini yarıp yarıp akması.. değilse uzun birsaçmalamadır..

Saçmalama , sanatta atraksiyon, sözcüklerden labiret kuranlar, hiç duygutaşıyamaz.. Sadece aklın miskaliyle bulmaca kurar, yalnızca kendi anlar.. Şiirise, duyumsanmalıdır.. Ani akışlarla başlar benim patlamam; Attila İlhan’ınbenzetmesiyle, “tartışılmaz mükemmellikler/ ne gizli kusurlarla gelir “ vedaha sonra “en berrak sular bile/ en yağlı çamurlarla gelir “…. Ve doğumgeldiği dünyanın yaşamsal maddeleriyle oluyor.. Hepimiz doğarken anamızınkarnından bize yaşam sunan sıvılarla geldik… Kanama dinene kadarokumayacağım, şöyle bir bakmanın dışında.... Kaldıra sile kanasın varsın..Ama PAYLAŞILMASIN , paylaşmam beni izleyen şiir dostlarımadır, bir debana sürekli yazma isteği kamçılıyor..Benim ham halimde yazışımıizlesinler... Bir de kendime dışardan bakmak.. Bakıp bakıpyetersizliklerimden korkmamak, gerekirse yakasına yapışmak eksiklerimin..Sıradan okuyana çok uzun gelebilir, gelir... Biz kederi, aşkı, yalnızlığı,devrimi, umudu, düşü üç lafla anlatmak niyetinde değiliz zira.. Ömür boyusürer insanın bu yanları, yaşadıkça... Belki bir anda silip atarım tümünü, herşair ya da şiir yazdığını sanan gibi, yazdıklarım benim sevabım, günahım,hüznüm, yüreğimin haritası ve yaramdır..

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

DİNLEBak güneşeDüşürme başını önüneDinle ormanların sesiniDinle nazımı

Örselenmiş umudumuzlaKara düşleren ayrılıp Güneşe gidelimEl ele

HASİBE AYTEN

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

EYLÜL ZAMANI / Abdullah ORAL

Öyle uzak duruyor ki yaşam bizdenGeceler uyuyor acıların içindeHayat ormanları kurşunlanıyorYıkılmış korkunun kirli yanlarıKalleş ölüme gönüllü koşuyor çocuklarkurşun eriterek körpe yüreklerinde

Yağmurdan yine eser yokDirencin çığlığı yağıyor çağımızaSevdanın isyanınBoyun eğmek döneklikti zulme Eylülde kanatılmış dağların yüreğiEylül yüreklilerDökülüp gitmekte namluların içine

yılan hikayesi bütün düşlerTüketmeye çalışırken acıları Başlıyor kanamaya gözler Eylül geçiyor kapılardan

Bakmayın martın baharı örgütlediğineDolu vurmuş dallarına Göy ekin biçiliyor şimdiPaletler altında kalmış kardelen

Unuttuk kiloları Bir işçi iki baş soğan ederYada üç patatesDuymak kolay olsa duyardı herkesAç çocukların sesleri tırmalıyor kulağımıŞimdi eylül zamanıOkşayan ölüm yanakları

Sen ey baldırı çıplakYaşama duyarsız insan Sen kulak asma bunlara Sevda türkülerinin söylendiği bir gecedeBölünmemişse uykularınYürümemişsen yalın ayak Üstüne üstüne korkuların Ürkütmemişse direncimÜrkütmemişse açlık seni Bilemezsin eylülün getirdiklerini

Bizimkilerde Acının baharı yaşanıyor şimdi Geriye kalanlar bilir işkencelerdeDağları nasıl kuşatılır yalnızlığın

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Yeniden doğurmayaAht etmiş kadınlarınŞarapnel dökülmekte rahimlerindenAnalar şallarını örtüyorÖlü çocukların üstüneDudaklarında paramparça sevdanın çığlığıÇıplak namluya sürülmüş ekmek Dün gibi taze yarına yüklenmiş acılar Kim duyuyor kim görüyorKapılardan eylül geçiyor

Eylül geçiyorSarkık memeler annenin utancındanAç bebenin gözlerindenEylül geçiyorEkmeği çalınmış soframızdanİşçi yutan fabrikalardanYorgun iş dönüşünden

Eylül geçiyorSokaktan mahpustan hücredenTüketildikçe yaşam Direniyor insanŞimdi eylül zamanıEylül geçiyor kapılardan

Aldanmayın sakın haTakvimlerin gösterdiği tarihe Mayıs temmuz aralık yok

Şimdi eylül zamanı Yaşamın yüreği hançerlenenGençliğin sevdasıGelinin tel duvağıİşçinin emeği Annenin özlemi Varlık anlamını yitiriyor her şey

Yaşayıp yazamadığım şeyler gibiMutluluğun resmini çizmek ne kadar zorsaMutsuzlukta aynı zorluktaHenüz yazılmamış türküler misaliSöylenmemiş sözlerle, öpülmemiş yüzlereOtuz marta yazılmış ezgiler okunur şimdi

Gözlerimde yağmur başımda bulutDağlar uzağında güneşin Ne zaman başımı kaldırsam Baksam gökyüzüneGözlerime yıldızlar yağarO zaman anlarım Yıldızlaşmış umutlar

ABDULLAH ORAL

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

BİR YARATICILIK HÂLİ: YAZMAK[*] / Temel DEMİRER

“Yararsız olmak,ölü olmaktır.”[1]

“Sanatsal”, “estetik”, “edebî” bir yaratıcılığı değerlendirirken; çok düşünmek, tartıp-ölçmek; çokaz konuşmak gerekir.“Eleştiri”, taraflılığını asla gizlemeden, ayan beyan tavrıyla, böyle bir şey olabilirse anlamlıdır.Bu nedenle ister değerlendirme, ister eleştiri, ne denilirse denilsin, o hâle dair hep, William A.Ward’ın, “Beni pohpohlarsan sana inanmam, beni eleştirirsen seni sevmem, beni görmezliktengelirsen seni affetmem. Ama bana cesaret verirsen seni asla unutmam”; Johann Wolfgang VonGoethe’nin, “Düzeltmek çok şey sağlar, ama eleştiriden sonraki cesaret, sağanak yağmurdansonra çıkan parlak güneşe benzer,” sözlerini anımsar/ anımsatırım.“Neden” mi?Gayet basit: Yaratıcı-yıkıcılık olarak da nitelenmesi mümkün olan değerlendirme/ eleştiricesaretlendirme/ yüreklendirmedir.Sarah Bakewell’a 2010’da İngiltere’nin ‘Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü’nü kazandıran “NasılYaşanır?” sorusuna, “Her şeyi sorgulayın” yanıtını vermesi[2] de bundandır…

* * * * *“Yazmak”, yaşamak ve yaşatmak kadar cesaret işidir. Çünkü bir Latin Atasözü’ndeki üzere,“Utanmasını bilmemek, utanç verici bir şeydir…”Yazarken, yani yaratırken Ali Berktay’ın, “Gün siyasi iktidarlara akşamlı olabiliyor, yaratıcısanatçılara değil,”[3] notunu asla “es” geçmeden; “Anne bak kral çıplak” diye haykıran isyancıçocuk yanımızı daima diri tutabilmeli ve Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Mühim olanbüyüyünce de öyle kalabilmektir,” sözlerini unutmamalıyız.Sadece bu kadar mı?Hayır bir de, Oscar Wilde’ın, “Sanat eserinin güzelliği yaratıcısının ya da yazarının olduğu gibiolmasından gelir...”; J. Wolfgang von Goethe’nin, “Elleriyle çalışan insan işçidir. Elleri vekafasıyla çalışan insan ustadır. Elleri, kafası ve yüreği ile çalışan insan sanatkârdır,”betimlemeleri eklenmeli yazmak ya da edebiyat meselesinden söz edilirken…

* * * * *İyi de bu düzlemde “Edebiyat nedir” mi?Binlerce yanıtı var elbet. Ama ben “edebî” bağlamda Umberto Eco’nun yanıtınıbenimseyenlerdenim:

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

“Edebiyatın amacı sadece insanları eğlendirmek ve avutmak değildir. Aynı zamanda, daha iyianlamak istediklerinden aynı metni iki kez, hatta belki de birkaç kez okumaları için insanlarıharekete geçirmek ve heveslendirmektir. Bu bakımdan, çifte kodlamanın istemsizce yapılansoylu bir hareket değil, okurun zekâsına ve iyi niyetine saygı göstermenin bir yolu olduğunudüşünüyorum.”“Ödülü” ve “Ödüllendirilmeyi” reddeden edebî yaratıcılık, ‘Nobel Ödülü’ne “Hayır” diyen JeanPaul Sartre’ın şu sözlerini daima terennüm eder:“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’Honneur’ü de kabul etmemiştim. FransızAkademisi’ne de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Buonur verici bir paye dahi olsa, bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürünbarış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı.Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de buyüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem… Benim gibi yaşlı birdevrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir…”

* * * * *Devam edelim…Düşünsel bir faaliyet olarak edebiyat: Öğrenerek, yaşayarak düşünen insanî bir yaratıcılıktır.Yeni bir düşüncenin “olağan” denilene verdiği sarsıcı acı; aynı şeyi düşünenlerindüşünmemişliklerini deşifre edip; Jacques Audiberti’nin, “Hiçbir şey demiyor, daha fazlasını dadüşünmüyor”; Antoine de Rivarol’un, “Berrak olmayan söz, söylendiği dilde değildir,”uyarılarının altını da çizerken taraflı ve net olduğunu haykırır yüksek sesli prangasızözgürlüğüyle…Gerçekten de yazmak eyleminin, edebî faaliyetin ticarete dönüştü(rüldü)ğü kapitalistçerçevede Orhan Pamuk’un İletişim Yayınları’ndan Yapı Kredi Yayınları’na geçerken transferücreti olarak 1 milyon dolar aldığı bir ortamda,[4] sanatta star sisteminin ne demek olduğubir kez daha hepimizin bilgisine sunulmaktadır…Kimse inkâr edemez: Sürdürülemez kapitalizmin sanatta star sistemi dayatmasıyla edebiyat vesanatın sürüklediği verimsizlik, çıkışsızlık yazınsal ortamı “ticaret alanı” hâline dönüştürdü.Böylelikle yazınsal faaliyet metalaştıkça, pazarlama nesnesi olarak dolaşıma katılır oldu. Bukoşullarda, meta-kitap daha çok okunmaya değil, tüketilmeye odaklanan bir anlayışla piyasayasunuluyor sunulmasına da…Adnan Özyalçıner’in ifadesiyle “Metalaştırma edebiyatın önünü kesiyor… Oysa Edebiyat yaşamısavunmaktı…” değil mi?O hâlde yazar, W. Shakesperae’in, “Altın sarı pırıl pırıl kıymetli altın/ Bunun bu kadarı karayı akçirkini güzel/ Eğriyi doğru alçağı yüksek, ihtiyarı genç, korkağı yiğit eder,” diye betimlediğimeta ilişkileri sarmalına ilişkin olarak, “Retro me satanas/ Şeytan benden uzak dur!”diyebilmelidir…

* * * * *Yazmak cesarettir. Yani dünyayı değiştirmeye taraf olma cesaretidir.Bir yerde “deliler” yapabilir bunu; teslim olmayanlar; malın mülkün teslim alamadıkları...Yani gökyüzünde yaşayanlar; denizlerde soluk alanlar; cesurlar, cüretkâr “deliler” yapabilirbunu...Onlar ki “11. Tez”in bilincinde olanlardır.Yani dünyayı değiştirme gerekliliğine; artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağına bağlananlaryazabilirler…Mesela Nicanor Para’nın, ‘Genç Şairler’ başlıklı şiirindeki gibi:

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

“Nasıl isterseniz öyle yazın/ Nasıl anlatırsanız anlatın/ Öyle çok kan aktı ki köprülerin altından/İnanmak yerinde değil/ Tek yolun doğru yol olduğuna./ Şiirde her şeye izin var./ Amaunutmayın temel koşulu:/ Bir şeylerle dolmalı boş sayfalar”…Parra’ya katılıyorum. Yazılmalı. Boş sayfalar doldurulmalı. ABD’li romancı Thomas Wolfe sokakduvarlarına bile kömürle yazarmış...Kolay mı? Bir cüret olarak yazmak konusunda 2005’te Berlin’de düzenlenen ‘UluslararasıEdebiyat Şenliği’nin açılış konuşmasında Carlos Fuentes, “Gerçeklik durağan değil,değişkendir. Gerçekliğe ancak onu olmuş bitmiş bir şey olarak tanımlamaya kalkışmazsakyaklaşabiliriz… Edebiyatta siyasal güç olsa olsa ayrıksı bir biçimde olabilir,” demişti.Ve nihayet Stendhal’ın, “Bir tek kural tanırım: Üslûp çok açık seçik, çok basit olamaz”; A.Camus’nün, “Anlaşılmaz bir biçimde yazanlar şanslı: Onları yorumlayanlar olacak,” notunudüştükleri yaratıcılık açısından iyi bir yazın bize kahramanının gerçeklerini, kötü bir yazınsayazar hakkındaki gerçekleri anlatır.Son bir şey daha: Latin deyişindeki üzere, “Yazan iki defa okur”ken; yazmak için yaşamak,taraf olmak ve kütüphaneleri devirmek “olmazsa olmaz”dır…

* * * * *Yazmak, bir modanın veya öne çıkarılanın ürünü olamaz ve olmamalıdır da…Çünkü Oscar Wilde’ın, “Dayanılmaz bir çirkinliktir. Her altı ayda bir değiştirmek zorundakalışımızdan belli değil mi?”; George Santayana’nın, “Barbarca bir şeydir; mantıksız yeniliklerve yararsız taklitler yaratır,” diye betimledikleri “moda”, kısa sürede unutulmaya mahkûmolan; kalıcı olamayandır…Kalıcıyı yazmak, “endişe”dir; “kuşku”dur…Kuşkusuz, endişesiz yazılamaz…Miguel de Unamuno’nun, “Kuşkucu, kuşkulanan demek değildir. Bulduğunu ileri süren vesanandan farklı olarak, araştıran ve soruşturan demektir,” diye betimlediği hâl, bireleştirmenin, gözlemcinin baş özelliğidir.Gerçeğe doğru atılmış ilk adım olarak kuşku bir eleştiri öğesidir ve eleştirinin eğilimi isteristemez kuşkucudur.Bu bağlamda da gerçeğe ulaşabilmek için herkesin geçmek zorunda olduğu bir dehlizdirkuşku.Kuşku, meraka mündemiçtir…Kuşkusu kadar merak etmeyen, merakla sorgulamayan yazın da olamaz…Mark Twain’in, “Bundan yirmi yıl sonra yapmış olduğun şeylerden çok, yapmamış olduğunşeylerin düş kırıklığını yaşayacaksın... Güvenli limanlardan demir al, engin denizlere yelkenaç. Şişir yelkenlerini. Keşfet. Hayal et...” diye betimlediği merak resmî ideolojinin katletmekistediği bir mucizedir…Önemli olan, sorgulamaktan vazgeçmemektir... Çünkü merak nedensiz değildir; “Merakı hiçbirzaman elden bırakmayın,” der örneğin Albert Einstein…

* * * * *Tamamlıyorum: Yazın emekleri onu anlamayan insanlar tarafından basılırlar; onları anlamayaninsanlar tarafından satılır; onları anlamayan insanlar tarafından satın alınır, okunur veeleştirilirken; Yevgeni Zamyatin’in, “İlk kitabın yazıldığı gün, insan maymun olmaktan çıktı,maymunun hakkından geldi,” sözleriyle betimlediği yazmak: Herşeydir ve hiçbir şeydıi!Yazılmışı

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

gören gözdedir keramet…Son bir şey daha: Edebî yazında, “Humilitas occidit superbiam/ “Alçakgönüllülük, kibri yener,”her seferinde…

TEMEL DEMİRERN O T L A R[*] Ümüş Eylül Dergisi, No:12, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014…[1] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534,2’inci baskı, 1986, s.543.[2] Sarah Bakewell, Nasıl Yaşanır, Çev: Emre Ülgen Dal, Domingo, 2013.[3] Ali Berktay, Tiyatro-Devrim-Meyerhold, Mitos-Boyut Yay., 1997.[4] Selin Sayar, “Transfer Edebiyatı!”, Milliyet, 11 Temmuz 2013, s.9.

OLMAZ RENGİ ÖLÜMÜN

Bağrımda yanan diliyle uzaklara açıyorum sesleri kalbime bağırıp duruyor isyanı çocukların geriyorum göğsümü hüznün sonsuzluğuna cayır cayır yanan şehirde dikince gözlerimi bulutlara rüzgara bir çığlık kuşların kanadında yankılandı rengi olmaz ölümün! dedik biz biz demiştik yıllar da hızlıca geçmemiş ki oysa göç vakti ölüme

Boyu alçak sevgilerin ancak bir şiir uzatır vicdanı

ölüme göç vakti kurşunları yağdıkça üzerime üzerine olmaz çocuklara sustur ölümü

BURCU TÜRKER

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

PTOLEMAİOS

İskenderiye kütüphanesine yürüyorum Yakılmış yıkık tarih taşlarına basa basa Bağdat'ın ara sokaklarında Gözlerim iskenderiye feneri Darmadağan aklıma oluyor rota

Kaçakçılar heybesinde gelirdi şamda Kumaşın hası kadifeden Mavi mir seslerde kaldı Çıkınımda bir hurma birde lavaşta dürüm Yangınlar yeri tüfekler çatmış

Namlunun ucuna takmış dağ lalesini Yeşil gözlerde bakar arpacık Datmam kürdün gelini Ağıtlarda dinmeyen cesaret Kobanê geçitinde şeytan müfrezesi

Daralıyor daralıyor göğüs kafesim Şarapneller altında Küçük generallerin yurdu Ah filistin filistin Küçük ellerinde cesetler öbek öbek

Ah ah kadim kederli coğrafyam Güneşi içenler türküsü söyler Dar pencereden ufacık bir kız Sigaramın üşüyen ucunda Yakarım yakarım her gece kendimi

HAMZA İNCE

Emeğin Sanatı 160. SayıEmeğin Sanatı 160. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

GÖZLERDEN BAŞLAMALI BARIŞAgözlerden başlamalı barışabakışlar zeytin dallıdefne kokulu olmalıo ucuz tacın anlamınıbilmeli tiranlarüstümüzden uçurmadan uçaklarıbombalar yakıp yıkmadansevgiyi yalnız bırakmadaninsanlar barış barış bakmalı

ufku yoklamalı biravuçlayıp göğün kızılınıak güvercinlere verip alnınıkanat çırpıp güneşedostluğu kardeşliği indirmeliçadır kentleredostluğun kardeşliğin selamınışeker tadında kapı önlerine çiçek çiçekyürek yürek bırakmalı

çiçek ve barışezilmezse paletlerinde tanklarınher çıkmaza yol bulurbitirir savaşlarıyeşerir dağ bayır o zaman ne insanlar ölürne çocuklar yetim kalır

oynayın çocuklarsoğumadan çadırlarboğulmadan karanlığa kentleroynayın yıldızlar parladıkçagöçüp gitmedikçe ayadını siz koyun güzelliklerinaç gözlerden muhtaç gözlerden uzaktaeviniz olsun savaşlardan usanmışmini minnacık saray

BEKİR KOÇAK

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

Her şey şiirdir ve imgeler kiSancılı ve karmakarışıktırlarBir elden bir başka ele geçen duyumİki ırmak gibi birleşen dudaklar.

ATAOL BEHRAMOĞLU

şiirinsuhtelerin, ulemanın, 'üstatların'fetvasına tahammülü yok

kuru, ruhsuz, didaktikve maalesef naif metinlerancak alacakaranlıkta şiirdir

CELÂL İNAL

Günün en yorgun saatlerindeŞiirGözlerindeki ürperti gibidir

(Gökyüzünün aynasıdır gözlerinGünün en yorgun saatlerinde)

ANIL MERİÇELLİ

Kimi şiirlerOkunur arkasındaKendi ateşimiz varsa.

BEHÇET NECATİGİL

Şiir:Aşk mektuplarının cerbezeli çiçeğiYoksulluğun biricik çelengiMutsuzluğun külhanî rengidir.

SEYYİT NEZİR

Elinde parlak bir yıldız vardırŞairin ve herkes şaşırır bunaBir de önüne her çıkan taşaTakılmasa.

ALTAY ÖKTEM

Bir gözlemevidir ozanyalnız bulutlara değilbakar sıradan bir insanıngünlük dertlerle dolu yaşamına da.

KEMAL ÖZER

Neden diyorsun banaŞiirlerin söz açmazDüşten, yapraktan,Doğduğun ülkenin Koca yanardağlarındanGel de gör caddeler kan revanGel de gör caddeler kan revanGel de gör kanı caddeler boyunca akan.

PABLO NERUDA

DERLEYEN: A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜ

FİLİSTİN DİRENİŞİNİN ŞAİRİ SEMİH EL KASIM SONSUZLUĞA YÜRÜDÜ..

Filistin direnişinin büyük şairlerinden Semih El Kasım, 20 Ağustos 2014 günü sonsuzluğayürüdü. " Filistin resmi haber ajansı WAFA'da yer alan haberde, yaklaşık üç yıldır kanserlemücadele eden ve iki hafta önce Safed hastanesine kaldırılan "Direnişin şairi" olarak anılanSemih el-Kasım'ın 75 yaşında hayatını kaybettiği bildirildi.

Yeni kuşak Filistin şairlerinin önde gelen isimlerden Kasım'ın, 60'a yakın eseri bulunuyor. Şiir,roman, tiyatro ve nesir alanında çalışmaları bulunan, kitapları birçok dile tercüme edilen Kasım,Mahmut Derviş'ten sonra Filistin'in ikinci büyük şairi olarak biliniyor.

Ramle'de 1939 yılında dünyaya gelen ve çocukluğu Ramallah'ta geçen Kasım, Nasıra'da eğitimgördü. Öğretmenlik yaptığı sırada yazdığı ikinci şiir kitabı sansüre uğrayınca mesleğindenuzaklaştırıldı. Milliyetçilikten dolayı birkaç kez hapse atılan Kasım, Hayfa'da yayımlanan "El-Cedid" isimli dergide yazmaya başlayarak, hayatını kazanmaya çalıştı.

İsrail’deki Arap azınlığın ve Filistin halkının hakları ve kimliğini tutkulu bir dille savunduğuyurtsever şiirleriyle bütün dünyada tanınan Semih el-Kasım, Arap dünyasında işgale karşımücadelede kararlılığın simgesi olarak görülen dizeleriyle “direniş şairi” olarak niteleniyordu.

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Semih El-Kasım, çok uzun süredir İsrail Komünist Partisi üyesiydi ve siyasal inançlarındanötürü pek çok kez tutuklanmış, şiirleri yasaklanmıştı. Birçok şiiri dünya dillerine çevrilmiş olanEl-Kasım, uzun yıllar gazetecilik yapmış, İsrail’de Arapça yayımlanan “Kul el-Arab” dergisininyayın yönetmenliğini üstlenmişti.

Son dönem şiirlerinden birinde, “Ölüm, seni sevmiyorum / Ama korkmuyorum senden /Biliyorum, gövdem döşeğin senin / Ruhumsa battaniyen / Biliyorum, kıyıların dar bana / Ölüm,seni sevmiyorum / Ama korkmuyorum senden” diyen El-Kasım, İsrail ordusuna katılmayıreddeden ilk Dürzilerden biriydi ve Mahmud Derviş, Tevfik Zeyyad, Raşid Hüseyin gibi şairlerlebirlikte, daha 1950’lerde köylerde düzenlenen şiir dinletilerinde Filistin’in İsrail’e karşı çıkışınıdile getirmişti.

Semih el-Kasım, son söyleşilerinden birinde, “Beni ve şiirlerimi kimin hatırlayacağı umurumdadeğil. Yeter ki, Filistin halkı özgürlüğüne kavuşsun, Arap dünyası birleşsin, tüm dünyada sosyaladalet gerçekleşsin, uluslararası barış kurulsun” demişti.

75 yaşında, kansere yenik düşmeden bir gün önce, önce yazdıkları daha da anlam kazanıyor:”Ukavumu, ukavumu, ukavumu / direnin, direnin ve direnin...!” Filistin halkı, direniyor. Filistinhalkı, onun şiirleriyle oluşturduğu direniş damarı ile intifadalara devam ediyor.

ŞAFAĞI BEKLERKEN

Bizim doğduğumuz gündireniş de doğduSen sevin gökyüzü…Biz buradayız, için rahat olsunSen sevin yeryüzü.

SEMİH EL-KASIM

ŞÜKRÜ ARGIN: “EDEBİYAT, 12 EYLÜL’Ü KALBEN DESTEKLEDİ”

Osman Akınhay’ın Mesele dergisinin Eylül 2007 sayısındaŞükrü Argın'la gerçekleştirdiği söyleşide. 12 Mart darbesininkendi edebiyatını yaratmasına karşın 12 Eylül'deki sessizliği,12 Eylül ile edebiyat arasındaki ilişki sorgulandı. Busöyleşide göze çarpan en önemli saptama şuydu:

Edebiyatın, 12 Eylül’ü bilinçli bir şekilde desteklediğinisöyleyebileceğimizi pek sanmıyorum. Üstelik, bunusöylemek -bence- işi hafife almak olurdu. Ben, edebiyatımı-

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

mızın 12 Eylül’e yönelik körlüğünün altında bilinçli tavırlardan çok -deyiş yerindeyse-‘bilinçaltı’ndan kaynaklanan tepkilerin yattığını düşünüyorum. Ya da şöyle ifade edeyim: 12Eylül, edebiyatımızın bakmadığı değil, bakamadığı bir olaydır. Başka bir deyişle, edebiyatıngözlerini kaçırdığı değil, gözlerini üzerine çeviremediği bir olaydır 12 Eylül. Baksa, bakabilse,tıpkı içinde yer aldığı toplum gibi, kendi felaketini görecektir çünkü.

Söyleşinin tümünü okumak isteyenler için kaynak:http://www.edebiyathaber.net/sukru-argin-ile-soylesi-edebiyat-12-eylulu-kalben-destekledi/

OSMAN COŞKUN’DAN YENİ BİR KİTAP: “GEL Bİ ÇAY İÇELİM”

Emeğin Sanatı dostlarından üretken şair OsmanCoşkun’un deneme ve öykülerinden oluşan yenikitabı yayınlandı.

Osman Coşkun, Edirne’nin keşan ilçesindeyaşayan, okuyan, araştıran, öğrenen; öğrendikçe,araştırdıkça üreten genç bir insan. Yaşadıklarındansüzdüklerini kimizaman şiirlere, kimi zamandenemelere, öykülere dökerek yaşamı çiçeklemeyi,dünyayı saran karanlığa bir ışık hâlesisunmayıamaçlamaktadır.

Daha önce “Sen Olsaydın”, “Bereket Versin”,“Nefesin Ruhumdur” ve “Çare” adlı şiir kitaplarıylatanınan Osman Coşkun’un bu yeni kitabında onundüşünce dünyasına kapılar aralanmaktadır.

Osman Coşkun’un denemeleri, aşk-toplum-yaşamüçgeni içinde düşlerini düşüncelerini yansıtır. İnsansevgisi, barış özlemi ve sokaklar ana dekorudur.

Kıvrak bir dil, engin bir gözlem gücü, geniş boylamlı bir duyarlık, yoğun insan sevgisi...İşteOsman Coşkun’un yazı dünyası.....

PEN TÜRKİYE MERKEZİ’NDEN ADALET İÇİN ÇAĞRI

PEN Türkiye Merkezi, Türkiye’deki adaletsizlikler ve dünyabarış günü nedeniyle bir açıklama yayınladı:

“1 Eylül Adlî Yıl Başlarken 21 Eylül Dünya Barış GünüYaklaşıyor...

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Hitler Almanyası'nın saldırısı bağlamında 1 Eylül BM tarafından “Dünya Barış Günü”ilan edilmiş, sonra bu tarih 21 Eylül olarak değiştirilmişti. Ama Türkiye’de barış idealibağlamındaki etkinlikler hâlâ 1 Eylül günü yapılmakta, bu yüzden 21 Eylül “DünyaBarış Günü” ise barış güçlerimiz uluslararası gündemin dışında kalmaktadır. Oysabarış etkinliklerimiz tüm dünya ile birlikte olursa daha çok yankı getirmez mi?

1 Eylül günü Adlî Yıl başlarken, savunma hakkını temsil eden Baro Başkanıkonuşurken Cumhurbaşkanıkoltuğu boş. Bakan koltukları da.

Sivas katliamına zaman aşımı rezaleti, alçakça örgütlü katledilen yurttaşımız HrantDink’in dava süreci, korkunç Uludere katliamı, kâr uğruna Soma dolaylı katliamı ilesonraki yanlış bilgi ve baskılar, polislerce öldürülen Gezi gençlerimizle ilgili süreçler…Öte yandan yazar, gazeteci, çevirmen ve yayıncılara türlü cezalar, işsiz bıraktırmalar,hücre hapisleri… Hapiste ya da sürgünde harcanan yıllar, ömürler… Kendine “ak”diyen iktidar partisinin aklanmaktan kaçınışı: engellediği yolsuzluk soruşturmaları,fezlekeler, davalar…

Bu ortamda, adalet mekanizmasının tüm gerekleri ile işlediği bir adlî dönem dileriz.PEN Türkiye Merkezi olarak hak ihlallerine karşı duyarlı ve tepkiliyiz. Dünya barışıyönünde laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti mücadelemiz sürüyor. Sesimizuluslararası demokrat kamuoyunda yankı buluyor. Yalnız değiliz, ama daha çok emekhayatî.”

2014 CEVDET KUDRET EDEBİYAT ÖDÜLÜ DÜZENLENİYOR:

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve TÜYAP’ın işbirliğiyle,beş ayrı dalda dönüşümlü olarak verilmekte olan ‘Cevdet KudretEdebiyat Ödülü bu yıl roman dalında verilecek.

Ödüle, 1 Eylül 2013 – 31 Ağustos 2014 tarihleri arasında basılmışromanlar aday olabilecektir.

Hasan Ali Toptaş, Semih Gümüş, Handan İnci, Asuman KafaoğluBüke ve Burhan Sönmez’den oluşan Seçici Kurul’un kararıylabelirlenecek ödül, TÜYAP Kitap Fuarı’nda yapılacak bir törenleverilecektir.

Aday kitapların en geç 31 Ağustos 2014 tarihine kadar 6 nüsha olarak, yazarın kısa özgeçmişive adaylık başvurularını belirten dilekçe ile birlikte “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, MimarSinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,Cumhuriyet Mah. Silahşör Cad. No: 71 Bomonti-Şişli/İstanbul adresine gönderilmesigerekmektedir. (CUMHURİYET)

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ŞİİRİMİZDE HECENİN GÜÇLÜ SESİ BEKİR SITKI ERDOĞAN SONSUZLUĞA YÜRÜDÜ

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin değerli isimlerinden BekirSıtkı Erdoğan halk şiirinden aldığı şiir kaynağını özgün vegüçlü bir sese dönüştürdü. Öyle ki, şiirleri, halkın arasındaanonim bir ozanın şiirleri gibi yaşadı, var oldu, dilden dileulaştı.

Karamanlı olan şair, Kuleli Askeri Lisesi ve 1948’de Kara HarpOkulunu bitirdi. Subaylığı sırasında Ankara Üniversitesi Dil veTarih Coğrafya Fakültesi'nden de mezun oldu. Çeşitliokullarda edebiyat öğretmenliği yaptı. Şiirlerinden bazılarıbestelendi

“Hancı” ve “Kışlada Bahar” isimli şiirleriyle tanınan Bekir Sıtkı Erdoğan 88 yaşındaydı. Sonyıllarda tasavvufî şiirler yazan ve Türk şiirinin önemli ustalarından biri olarak kabul ediliyordu.

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ SAVAŞ ÇANLARI İÇİNDEKUTLANMAYA ÇALIŞILIYOR!

1 günde kaç insan ölür. 1 günde kaç insan savaşır. 1günde kaç emperyalist saldırı düzenlenir. 1 Eylül’dekaç insan ölüyor. Rakamların acımasızlığı mıinsanları duyarsızlaştıran ya da para-kâr hırsı,sömürü vs...’in yarattığı değerler (!) mi yok ediyorinsanlığı.

Dünyanın en kanlı savaşının başladığı gün insanlığınbitişinde bir adım (bir adım daha) mıydı?

Yılın her günü kapitalizm ve emperyalizm insanı ve insanlığı öldürüyor.Yılın her günü insanca yaşamak, eşit ve özgür olmak için insan ve insanlık mücadele ediyor.Barış salt savaşsızlık değil, barış ancak eşit ve özgür bir dünyada mümkün. Bugün barışı dahayüksek sesle talep ediyoruz.Kürt sorununa barışcıl, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir çözüm bulunmasını istiyoruz.Filistin özgürlük mücadelesinin insanlık onuruna yakışan bir sonuca ulaşmasını istiyoruz.Suriye halkı üzerindeki emperyalist tehditin kaldırılmasını, halkların kendi geleceklerinikendilerinin tayin etmesini istiyoruz.Silahlanmaya değil sağlığa bütçe ayrılmasını, çocuklarımızın ishalden ölmemesini istiyoruz.Yaşasın 1 Eylül Dünya Barış Günü!Yaşasın eşitlik, özgürlük, kardeşlik! Yaşasın Barış!

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ÇİFTLİK SAHİPLİĞİNDEN TOPRAKSIZLARIN SAFINA GEÇEN SOSYALİST GERÇEKÇİ YAZAR: SAMİM KOCAGÖZ

5 Eylül 1993′te yitirdiğimiz sosyalist gerçekçi romancı ve öykücüSamim Kocagöz’ü 21. ölüm yıldönümünde anıyoruz.

Samim Kocagöz, öykülerinde genellikle Ege bölgesinde yaşayaninsanların sorunlarını anlatır. Öykülerin konularını yaşadığı Sökeçevresinden ve Menderes vadisinin toprak sorunlarından alanyazar, alışılmış teknik ve anlatıma bağlı kalarak sınıflararası çıkarçatışmalarını, ekonomik nedenlerle değişen düzen ve dünyagörüşlerini inceler. Yazara 1967′de Türk Dil Kurumu′nun öyküödülünü kazandıran “Yağmurdaki Kız”da değişen insan ilişkilerineeleştirel bir dille kaleme alınmıştır. Kendisi de büyük toprak sahibibir ailenin bireyi olan Kocagöz, yokluk içinde yaşayan, bir karıştoprağı bile olamayan yörüklerin, yaşamlarını “Bir Karış Toprak” adlıromanıyla dile getirir. Bu romanın devamı olarak bir çift öküze sahip

olmak isteyen göçmenlerin dramını anlattığı bir çift öküz (1970) romanını yayınlar.

“İzmir′in İçinde” adlı romanında ise 1960 Hareketi öncesi oluşan toplumsal karışıklığıfeodalizmin tasfiyesiyle birlikte ve çeşitli kesimlerden seçtiği karakterler aracılığıyla verir.

Güçlü gözlemlerine dayanarak köy ve kasaba insanlarının sorunlarını, günlük yaşamlarını veduygularını yalın bir dil ve gerçekçi bir tutumla yansıtır. "Sanat hayat içindir." görüşüne bağlıkalarak içinde doğup büyüdüğü çevreyi, daha çok hayatını emeğiyle kazanan insanları, topraksorunlarını, toplumsal çatışmaları hikâye ve romanlarında yansıtır. Gözlemlerini sanatendişesiyle İşler. Olayları yeniden kurgulayarak onların psikolojik yapısını tamamlar.

Samim Kocagöz aynı zamanda TİP üyesiydi. 1970 yılında ayrıldı. TİP'te geçirdiği yıllara dairgözlemlerini ve Davutpaşa Kışlası’ndaki tutukluluk zamanlarını anlattığı “Tartışma” adlıromanında 12 Mart müdahalesine yer verdi. Onun kişiliğini ve yaşama bakışını şu anekdottagörmek mümkündür: Melih Cevdet Anday'ın Türk Dil Kurumu'na üyeliği konusu yönetimkurulunda görüşülürken üyelerden birinin "Melih solcu, nasıl kabul ederiz üyeliğe" demesiüzerine Kocagöz'ün fırlayıp "Ben de solcuyum" diye bağırır. Sanata bakışını şu sözündesomutlar: “Sanatçı, güncel, küçük politikanın içinde değildir. İnsanın eşitliğini, özgürlüğünü,haysiyetini kapsayan büyük politikacıdır.”

“Bir yazar, sanatçı, bir bilimci, politikadan korkar; en hafif deyişle, politikayı sevmez,ilgilenmezse, ne sanatçı, yazar, ne bilimci olabilir. Bütün nitelikleri bir yana, sanatçı vebilimci, bir bakıma yaşadığı toplumun SÖZCÜSÜDÜR… Toplumun istediği, ama dilegetirermediği düşlerini dile getirebilmek yeteneğine sahiptir sanatçılar.” (SamimKocagöz / Sanat ve Politika)

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

RENKLERİ VE ŞİİRİ ŞAHSINDA BULUŞTURANHALK SANATÇISI: BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Resimlerdeki gibi, şiirlerinde de, halksanatlarının zenginliğini, duyarlılığını birbirleşime ulaştırdı. Anadolutopraklarındaki kültürün sürekliliğini vebütüncüllüğünü hepimizin kılan BedriRahmi Eyüboğlu’nu sonsuzluğauğurlayalı 38 yıl oldu. 21 Eylül 1975günü 62 yaşında ayrılmıştı aramızdan.

Bedri Rahmi daha orta okulda şiire ilgiduymuştur. 1928'de Lise öğrencisiykenşiir yazmaya başladı. Şiirlerine, 1933'tensonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, Inkı-lapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer

verildi. 1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlandı. Halk edebiyatının masal, şiir,deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansıdı. Halk dilinden ve şiirindenaldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dekgötürdü. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir.

Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olanhalk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir. Bedri Rahmi Atölyesindeyetişen Fikret Otyam, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu şu sözlerle anlatıyor: "Bedri Rahmidostumuzdu, arkadaşımızdı, hocamızdı. Bir kere halk ile bir olduk. hocamız bizi halkıniçine attı. Onun için ben bir halk ressamı oldum. Bir ressamdan cok bir sevgi adamı,anadolu çocuğu ve güzel bir yürekti".

Onun eserlerindeki renklilik, canlılık, somutluk ve coşku en çok göze çarpan öğelerken, onunşiire dokunduğu gibi bir de Sait Faik hikayeye dokunur ve aynı renkleri, somutluğu kullanıröykülerinde denilmektedir. Hem şair hem de ressam oluşuyla tam bir sanat adamıdır.

Şiirlerinde Anadolu'yu ön plana çıkarmıştır. Faruk Nafiz in hece ölçüsüyle işlediklerini BedriRahmi serbest ölçüyle ve kendine has sımsıcak üslubuyla ortaya koymuştur. Aşk şiirleri deyazmıştır.

Onun resimlerine baktığınızda şiirlerini görürsünüz ve şiirlerinde de resimlerini... O, hemresim dünyasında yaşadı, hem de şiir dünyasında... Ama en çok, en çok bu ülkenintoprağında, suyunda, havasında yaşadı. Doğaya tutkundu. Yaşama tutkundu. Anadolu'yatutkundu. En çok tutkularında yaşadı. Yaşamının her anını, dolu dizgin yaşamaya, soluksoluğa yaşamaya adamıştı. yaşamı coşkuyla sevmeye, tutkuyla sevmeye adamıştı.

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Anadolu masallarından, türkülerden, el işlerinden, nakışlarından oyalarından; toprağında açançiçekten; Akdeniz'in sularından kıyılarından; en çok, en çok insan yaşamından ürettiği,çoğalttığı renklerle, çizgilerle, lekelerle resim yaptı. Kilimler, yemeniler, nakışlar, yazmalar,çarşılar pazarlar, Anadolu toprağı, kokusu, ovaları, suları, balıkları, takaları, kayıkları, yıldızları,geceleri, evleri, bin bir yöresi, en çok da insanları ve renkleri onun kalemiyle, fırçasıyla bircümbüşe dönüştü.

Bir Anadolu yazması gibi yazdı şiirlerini Bedri Rahmi, kilim gibi dokudu: çok sevdiği kirazları,narları, dutları, işledi kağıtlara... Yiğitliği, mertliği, aşkı, sevdayı, özlemi işledi. Evrenin gizeminitek bir nar tanesinden çözmeye çalıştı o. Bilgeliği, ılık, insan sıcağını bir gölün yüzeyindenakseder gibi ulaştı bize, öyle naif, öyle pürüzsüz, öyle derin. Bedri Rahmi'nin şiirlerinde doludolu yaşayan bu kocaman adam, bakın çok tartışılan şairlik ve ressamlık ikilemini nasılaçıklıyor:

“Bir elinde dolmakalem, öteki elinde fırça ile dolaştığı için elleri daima boya içerisindedir.Resimden yorulunca yazı yazmaya başlar. kendini ressamlara sorarsanız: ‘ressamlığı şöyleböyle, ama iyi şiir yazar’, derler. Muharrirlere sorarsanız: ‘muharrirliği şöyle böyle, fakat iyiresim yapar’, derler. El Greco’ya, rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerine bayılır.Gündüzleri resim yaptığı, geceleri yazı yazdığı söylenir. Bunlardan hangisini daha çok sevdiğinikestirmek güçtür.”

Bedri Rahmi’nin bu konuda en önemli sözlerinden biri de şudur:"Ey sanat! Seni bana musallat ettiler. Eğer ben de seni başkalarına musallat etmezsem,yuf olsun!!!“MARİFET

Marifet hiç ezilmemek bu dünyadaAma biçimine getirip ezerlerseGüzel kokmakKekik misaliLavanta çiçeği misaliFesleğen misali

Itır misaliİsâ misaliYunus misaliTonguç misaliNâzım misali

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

KÜRT HALKININ KİMLİK MÜCADELESİNİN ÖNCÜLERİNDENGAZETECİ-YAZAR MUSA ANTER’İ ANIYORUZ…

Musa Anter, Kürt halkının haklı özgürlük kavgasına değer katan birKürt aydınıydı. Kürt halkının kölelikten kurtulma kavgasına hayatınıadamış, hem ağır bedel ödemiş hem de çok şey üretmiş bir davaadamıydı. O, hayatın ve kavganın içinde kendine has duruşu olan birKürt bilgesiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da JİTEMtarafından katledildi

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Musa Anter, sadece duygusallığa değil, akla da dayalı bir mizah ustası ve bir gazeteciydi...Can Yücel, “Musa Beğ İçin” şiirinde onu şöyle tanımlıyor:

Musa Anter ÇağımızdaYeni bir Selahaddin-i EyubiydiOnun ipek kesen kılıcı varsaMusa Beğin TürkçesiVe de o güzelim Kırmancası vardıHerkesin yaya gittiği yerdeO filinta bacaklarıyla koşardıMusa Peygamberin Kızıldeniz'in

dalgaları arasından nasıl ulaştıysaO da kardaşlıkladünya kardaşlığıylaulaştı karşı kıyıyaMusa Beğ için akan göz yaşlarıyediveren mermilerdirbirer birer

(CAN YÜCEL- Portreler)

ŞİİRİMİZİN YOL GÖSTERİCİSİ, HALKLARIN DİNMEYEN SESİVEYSEL ÖNGÖREN YOL GÖSTERİYOR…

Sürgünlerden sürgünlere savrulan yaşantısında, şiirleriyle ve şiirüzerinde düşündükleriyle, her zaman kendisini var etmeyi bilmişusta şairlerimizdendir Veysel Öngören. Onun şiirleriniantolojilerde, yıllıklarda bulamazsınız. Çocukluğunda ailesiylebirlikte Afyon’a sürülen şair, son yıllarını Diyarbakır’da Bismil’inKürthacı köyünde geçirdi. 30 Eylül 1997’de, 66 yaşındasonsuzluğa göçtü.

Türkçe’nin Kürt şairi Öngören, halkından aldığı bilinci, geneonlara taşıdı. Hiçbir şeye boyun eğmedi. TRT Dış HaberlerServisi’nde çalışırken düşüncelerinden dolayı görevine sonverildiğinde şiirlerine şöyle yansıyordu direnci:“Silindiğinbordroya inat bir çeteledir özgürlük / ister fabrikada isterfirarda”

80’li yıllar, onun şiir alanında en verimli olduğu yıllardır. Dergilerde hem üst üste şiirleri, hem deşiir üzerine yazıları çıktı. Şiirimizin emekçi damarını yakalayan ve savunan yazıları şiirbaronlarını sarstı… Bu nedenle şiir baronları tarafından görülmemeye başlandı. Burjuvaedebiyatçılar, ne yazılarından ne de şiirlerinden iki satır söz edebildiler… O yaşarken zaten sözedebilme güçleri de yoktu onun karşısında..

O dönemde peş peşe “Remo ve Salo”(1980)”, “Vay Gözüm”(1981), ”Remtelebe”(1982), “KocaÜlke” (1983) ve “Arif’in Kızı” (1987) şiir kitaplarını çıkardı. Şiir üzerine yazdığı uzun yazı vedenemeleri ölümünden sonra “Şiir ve Yenilik” adıyla kitaplaştırıldı.. Şükran Kurdakul’unsaptamasıyla, yöresel deyişlerden ustaca bileşimler çıkardı ve edebiyata yeni bir ülke duyarlığıgetirdi.

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Öngören, memleketine döndüğünde Diyarbakırlı şairlere öğretmenlik yaptı. DiyarbakırBelediyesi’nin Şehir Tiyatrosu’nda yönetmenlik yaptı.

“Ölüm silâhlarla geldiği zamanKalktık onu karşıladıkGünü saati sorduk söylemedilerGünü hiç öğrenemedik ama gölgeye baktıkÖğlendi abdest aldık helâllaştıkÖlüm silâhlarla geldiği zaman gençtikElimizi çabuk tuttuk yaşlandıkKendimize yakıştırmak için onuOnu kendimize yakıştırmak içinHöykürdükçe üç el silâh sıktık

Ölüm silâhlarla geldiği zamandıÖlüm utanmasın diye dövüştükNe yaptıksa onun için yaptık, bir tekAvuçlarımızın sıcaklığı kabzasındadırSilâhlarımızın hâlâSilâhlarla geldiği zamandı, bir deKüstü günYüreklerimizi ülkemizi ışıtsın diye bıraktık”

RUHİ SU’NUN SESİNDENYANKILANMAYA DEVAM EDİYOR HAYATIN EZGİLERİ!

Türkülere ve sosyalizme ömrünü veren Ruhi Su’yu ölümyıldönümünde selâmlıyoruz. Onun dilinden ve telinden atmosferesaçılan türkülerde, özlemlerimiz ve özlemlerimize ulaşmadadirencimiz dile gelmeye devam ediyor.

Bizlere sanatın arınmışlığına, damıtılmışlığına denk düşen biriçtenlik ve yalınlıkla türkülerini söyledi, yaşamın güzelliklerinidinleyenleriyle paylaştı, büyüttü, geliştirdi.

12 Eylül faşizminin kurbanlarından olan Ruhi Su, son yıllardakansere yakalanmıştı ama gerekli müdahale için pasaportvermediler, yurt dışına çıkmasına izin vermediler. 20 Eylül1985’te dünyaya bilincini ve seslerini bırakarak ışıklarokyanusuna göçtü.

Devrim umudu ve sosyalizm savaşımı olan her yerde direniştürküleri olarak dünyada çınlamaya devam edecek Ruhi Sutürküleri…

EZGİLİ YÜREKHangi taşı kaldırsamAnamla babamHangi dala uzansamHısım akrabamNe güzel bir dünya buİyi ki geldimSüt dolu bir torbaylaŞöylece çıkageldimKime elimi verdimseDöndürüp yüzümü baktımsa

Kısmet kapıyı çaldıKör pınara su geldiBen şakıyıp durdukça öyleGülün kokusu geldiBebesi olmayanaBunalıp da kalmışaAcılarla yüklüDargın yüreklereYetiştim geldimİyi ki geldimRUHİ SU

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

EDEBİYATTAN SİNEMAYA YAPITLARIYLAYILMAZ GÜNEY KAVGAMIZDA YAŞIYOR…

9 Eylül 1984 tarihi, Türkiye’nin ender yetiştirdiğisanatçılardan birisi olan Yılmaz Güney’in aramızdanayrıldığı tarihtir. Yaşamını devrim ve sosyalizmdavasına adayan, “Halkın sanatçısı, halkınsavaşçısıdır” şiarı temelinde yaptığı devrimci sanatlaTürkiye halklarının gönlünde taht kuran YılmazGüney’in ölümünün üzerinden yirmi sekiz yıl geçti.

Öyküleriyle, romanlarıyla başlayan sanatsal gücüsimeayla birlikte doruk noktada eserler üretti.. Hassinemacıydı, muhteşem bir gözlemciydi. İçerde ol-masına rağmen dışarısının darbe ortamını nasıl bu kadar kusursuz betimleyebildiğine hâlâdaha şaşanlar vardır.

Yılmaz Güney devrimci bir sanatçıydı. Onun sanatını belirleyen şey ise hayata bakışıydı. Oncabaskıya ve yasaklamaya karşın yolundan dönmeden üretmeye devam edecek kadar gerçek birsanatçı, THKP-C önderleri Mahir Çayanları evinde saklamayı göze alabilecek kadar dadevrimciydi. Bunun bedelini yıllarca ödeyecek ama yaptığından pişmanlık değil, onur duyacaktı.

Hapishane yıllarında da üretmekten geri durmayacak, halkının yaşadığı acıları, yoksullukları,çelişkileri, hasretini, özlemini sinema perdesine aktaracaktı. Halkın sanatçısıydı, kaynağınıhalktan alıyordu. Çocukluğundan itibaren ırgatlık, çobanlık, satıcılık gibi işlerde çalışması halkıdaha yakından tanımasını, yokluğu yoksulluğu kavramasını sağlar. Bunları ilerde sanatınayansıtacaktır.

1957de başlar sinema serüveni... İlk filmini çektiği 1958 yılında çok önceden Onüç isimliedebiyat dergisinde yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Denklemi isimli yazı nedeniyle komünizmpropagandası yapmak suçundan hapse mahkum edilir. Tutuklanıp hapishaneye konulur.Hapishanede de üretmeye devam eder ve daha sonradan Orhan Kemal Roman Ödülünükazanacak olan Boynu Bükük Öldüler isimli romanını yazar. Hapishane ve sürgün yıllarınınardından yine art arda filmler çekecektir.

Bu dönemde çektiği filmler vurdulu kırdılı diye adlandırılan kabadayı, mert, delikanlı,haksızlıklara karşı çıkan, adaleti savunan tiplemelerinin olduğu filmlerdir. Daha sonralarıKızılırmak Karakoyun ve Hudutların Kanunu gibi filmler çekecek, ödüller alacaktır.

70’li yıllar ülkemizin toplumsal çalkantılardan geçtiği, bilinçlendiği toplumsal bir başkaldırınıntemellerinin atıldığı yıllardır. Yılmaz Güneyde bu dönemden etkilenir ve bu değişimi sanatınayansıtır. Ve Türk sinemasına başyapıt niteliğinde eserler de armağan eder. Umut, Ağıt, Acı,Baba, Umutsuzlar bu dönemde çektiği filmlerdir. Umut Türkiye’de yasaklandığı gibi, yurtdışına

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

çıkması da yasaklanır. Fakat daha sonra Yılmaz Güney “Umut”u yurtdışına çıkartmayıbaşaracak ve Umut Fransa Gronoble Film Şenliği’nde Jüri Özel Ödülünü kazanacaktı.

Ülkede 12 Mart Cuntası hüküm sürmektedir. 12 Martın baskıcı yasakçı faşizan kanunları...1972 yılında Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman’a yardım yataklık etmeksuçundan tutuklanır. Mahkemede yaptığını gururla anlatır ve insanlık dışı düzene karşı olan,yürekleri halkı için çarpan herkese yardım etmeye devam edeceğini söyler. Sosyalisttir,düşüncelerini, ideolojisini her zaman savunur. Kendisini şöyle tanımlar:

“Göğsümü gere gere ben sosyalistim demiyorum. Küçük ve acemi bir çırağım şimdilik. Safımaçık ve bellidir. Emekçi ve yoksul halkımın safında, bilimsel sosyalizme inanan, sosyalizminacemi sanatçısıyım. Bütün olanaklarımla kurtuluş mücadelesinin içinde olmaya çalışacağım.Bu yüzden başıma gelebilecek belaları şimdiden göğüslemeye hazırım. Halk yolunda halk içinölüm, şerefli bir ölümdür.”

Kendi kendini eleştirebilen, eksik yanlarını aşma çabası içinde olan ve aşan bir kişiliktir.Kendinde zaaf olarak gördüğü her şeyle mücadele etmiş ve aşmasını başarmıştır. Bumücadelesini şöyle açıklar:

“Dışa karşı mücadelenin temel koşullarından biri iç birlik ve sağlamlıktır, içten çürük, tutarsızolan hiç bir şey dışa karşı başarılı olamaz.”

Yılmaz Güney değişime inanan ve dünyayı değiştirme iddiasına sahip bir düşüncenin vekavganın neferiydi. Çünkü ona göre Devrimci sanatçı, devrimci tabiatı gereği militandır,yenileştirici ve değiştiricidir. Toplumsal kurtuluş mücadelesinden ayrı düşünülemez. Devrimcimücadele ile organik bir bağı olmalıdır. Bu nedenle, devrimci bir sanatçı, o ülkenin devrimcimücadelesinin hedefleri ve görevleri doğrultusunda görevlerle yüklüdür. O her şeyden önce birdevrimcidir, militandır, sanatı devrimin bir aracıdır, bir silahıdır.

1980 faşist cuntası geldiğinde bütün kitapları ve filmleri yasaklanacak, 130 filminden 104üyakılacaktı. Filmleri ve eserleri cuntayı korkutmayı başarır. Ondan böylesine korkanlar birefsaneyi yok etmeyi amaçlarlar. Hakkında pek çok dava açılacak ve Yılmaz Güneyhapishaneden kaçıp, yoluna devam etmek üzere yurtdışına çıkacaktı. Bu durumunu şöyleözetleyecekti:

“Böyle bir dönemde Türkiye’de yapabileceğim hiç bir şey kalmadı. Türkiye için bir şeyleryapabilmek, ezilen halk ve ulusların mücadelesine aktif olarak katılabilmek, faşizme karşımücadele edebilmek için Türkiye’den geçici olarak ayrılıyorum.”

Yurtdışında da halkların kurtuluş mücadelesinden geri durmaz Yılmaz Güney. Yurtdışındabulunduğu süre içinde Duvar filmini çekecek ülkemiz hapishanelerinin gerçekliğini gözlerönüne serecekti. Yurtdışına çıkmadan önce yaptığı bir film olan Yol ise Cannes FilmFestivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanacaktı.

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

Yılmaz Güney, sanata bakışını şu sözlerle somutlamıştı:

“Devrimin önündeki sosyal güçler, kendi sınıf çıkarlarına uygun sanat hareketleri deyaratırlar. Siyasi ve askerî mücadelelerini sanatsal çalışmalarla güçlendirmek isterler.Biz proletaryanın sanatına, halkın demokratik devrimci sanatına sahip çıkar ve onugeliştirmeye çalışırken, gerici sınıfların sanatına karşı nasıl bir mücadele yöntemiizleyeceğimizi de bilmeliyiz. Halkın sanat alanındaki savaşçısı olmak istiyorsak,burjuvaziyle, revizyonizmle, oportünizmle aramıza berrak sınırlar çizmeye çalışmalı vedevrimin zor yolunun gerektirdiği sabrı, fedakârlığı ve kararlılığı göstermeliyiz.”

47 yıllık ömrünün 13 yılını cezaevinde 3 yılını ise yurtdışında geçirecek ömrünün son anınakadar halkların kurtuluş düşünü yüreğinde yaşatacaktı: “Hayatın her alanında iyisavaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız. Biz sazımızı çok iyi,çok iyi çalmalıyız. Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz.”

UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!

“Üretime, gelişmeye katkısı olmayan, gelişmenin dokusu olamayantoplumsal ve kişisel bütün ilişkiler, gerici, tutucu lişkilerdir. Hayatındinamizmi ve tarihsel akışın doğru çizgiyle bağlar kuramamış sınıflar,kişiler, geri ilişkiler içinde yerlerini alırlar.

İnsan, üretici güçlerin en temel, en önemli unsurudur. Doğa ve toplumçelişkileri, bilince yansır; bir yığın olaydan çıkan dersler bilince yansır…bilinç gelişir… Bilincin sağlıklı gelişimini sağlamak için, hayatın bütünalanlarında, gelişmeyi engelleyen, gerici güçlerin etkisine açık yanlarınınasıl yenecek Salpa? Kalemi eline aldı. Düzgün beyaz bir kâğıdın sağköşesine gününtarihini attı….

“Salpa Sıkı Yönetim Komutanlığının1 Numaralı Bildirisi

Gerekli görüldüğüiçin sıkı yönetim ilan edilmiştir.

Bundan böyle gelişi güzel yaşamak, düşünmek, çalışmak, uyumak vetespih çekmek, tavla, satranç, langırt, kâğıt oyunları oynamak; millipiyango, spor-toto, lotarya gibi şans oyunlarına bel bağlamak; pazarlıketmeden herhangi bir mal almak; gereksiz kolonya ve diş macunukullanmak; jilet harcamak ve ne nedenle olursa olsun her türlü gevezelikve gerici ilişkiler yasaklanmıştır” (SALPA’dan)

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

HO CHİ MİNH YOLDAŞA BİN SELAM!

ABD’ye ilk tokatı indiren, Vietnamdevriminin büyük ustası Ho Chi Minh’iölümünün 45. yıldönümünde saygıylaselâmlıyoruz.

Halkının deyişiyle, Ho Amca, Yeni sosyalistkuşağımızın bütün o bitmez, tükenmeztartışmalardan kurtulması için gerekli enyanılmaz sosyalist mihenk taşını bizleregösterdi:1 - Teoride: Kendi tarihinin ve toprağınınçözümlemesini iyi yapmak;2 - Pratikte: Kişi ya da kişileri sivriltmeyenelbirlikçi davranış yapmak.

Günümüzde öne çıkan liderlik kompleksleri ve onun getirdiği parçalanmaya karşı tek ilaç HoAmca’yı iyi tanımakta yatmaktadır.

Ho Amca', önsüz ve sonsuz bir sosyalizm çabası içinde, en gerçek emeğin adsız ruhu olarakyaşadı ve göçtü. Bütün ömrünce "kişi" olarak "sivri"liği ile hiç kimseye batmadı. En rezildüşmanı Amerikan emperyalizmine bile, en yalınkat hakkın kılıcı gibi batarken: "Tek kişi"olarak değil, bütün bir Vietnam halkı olarak savaştı. Ulaş Başar Gezgin’in “Bir Tablet Üstüneşiirinde belirttiği gibi:

“Kuşandığında silahını Ho Şi Minh,Yalnız değildi...Halkı, eritip bir kapta onu,Tanklar yaptılar, bombalar, uçaklar...Öyle uçucu, öyle uyumlu...”

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ŞİLİ’DEKİ FAŞİST DARBEUNUTULMADI, UNUTTURULMAYACAK…

Bundan tam otuz yedi yıl önce Şili’deAllende hükümeti askeri bir darbe iledevrildi ve yerine Latin Amerika’nın enkanlı, cani, terörist-faşist rejimlerinden birikuruldu. Zindana ve kitlesel işkencemerkezine dönüştürülen Santiagostadyumu ve binlerce “kaybedilen” elikanlı cuntanın simgesi oldu… Seçimleişbaşına gelmiş Devlet Başkanı SalvadorAllende dahil, otuz binin üzerindedevrimci, yurtsever ve sosyalist katledildi.150 bin kişi toplama kamplarınagönderildi. İşçi sınıfı ve emekçilerinörgütlülükleri şiddet ve terörle dağıtıldı…Şili devrimi ağır bir yara aldı.

1973 Şili faşist darbesinin 37. yıldönümünde tam da bu gerçekleri bir kere daha bilinceçıkarmak, dünya ezilenlerinin ve sömürülenlerinin kurtuluşu için emperyalizmin ve dünyagericiliğinin yeryüzünden silinmesinin ivedi gereklilik olduğunu kavramak önemlidir.Emperyalistlerin dünya halklarına “kurtuluş” diye sattıkları şeyin ne olduğu Afganistan’da,Irak’ta, Filistin’de ve Kongo, Nijerya, Liberya’da bütün çıplaklığıyla görülmektedir.Emperyalistlerin kendi çıkarlarından başka gözettikleri hiçbir şey yoktur ve onlar bu çıkarlar içindünya halklarını felakete, açlığa-yoksulluğa ve savaşlara sürüklemekten biran olsunçekinmemektedirler. İşçi sınıfı ve dünyanın ezilen halklarının kendi gücünden başkagüvenecek kapısı yoktur. Örgütlenmek ve emperyalizme ve dünya gericiliğine karşı ortakmücadeleyi yükseltmek -dün olduğu gibi bugün de görev budur!

El pueblo unido jamas sera vencido! Birleşmiş halk asla yenilmeyecek!

34. YILINDA 12 EYLÜL’LEHESAPLAŞMAMIZ SÜRÜYOR!..

12 Eylül faşist darbesinin üzerinde 34 yıl geçti.Ama bu dönemin suçluları hâlâ ellerini kollarınısallayarak ortalıkta dolaşmakta ve büyük itibargörmektedirler. 12 Eylül’ün karşısında olduğu-nu iddia edenler de 12 Eylül türevi uygulama-lara devam etmektedirler. Hatta bu yüzsüzler,12 Eylül faşizminin katlettiklerini ambalajlarındakullanma yüzsüzlüğünden de geri durmamak-tadırlar. Günümüzde de karakollarda infazlar,kaybolmalar sürerken, yazarlar, gazetecilertutuklanırken, kim inanır düzenin egemenle-rinin 12 Eylül karşıtlığına.

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

12 Eylül darbecileri ve onların sürekleri sanık sandalyesine çıkartılmalıdır. Ama bukendiliğinden olmaz. Bunu sağlayacak olan proletarya ve emekçilerin mücadelesinindayatmasıdır. Yakın dönemin Yunanistan, Arjantin, Şili, Peru vb. deneyleri de bunu gösteriyor.Oralarda halkların mücadelesinin dayatması sonucunda cuntacılar ve suç ortakları sanıksandalyesine oturtuldu ve oturtuluyorlar. Türkiye’de de en başta yapılması gereken şeylerdenbiriside cuntacıların halka karşı yapmış olduklarından dolayı sanık sandalyesine oturtularakyargılanmalarının sağlanmasıdır.

32. yıl dönümünde 12 Eylül faşist darbesini protesto ederken ve yaptıklarının hesabınınmutlaka sorulması gerektiği bilinciyle demokrasi ve özgürlükler kavgasını örerek, bu mücadelede yaşamını yitiren devrimcileri anıyor, devrimci onurlarını 12 Eylülcülere çiğnetmeyerekdirenen devrimci ve komünistlerin kavgasını kavgamızda yaşıyoruz, yaşatıyoruz, yaşatacağız.

12 EYLÜL FAŞİST DARBESİNİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ!

VİCTOR JARA’NIN SESİ ÇINLIYOR HÂLÂ AND DAĞLARINDA!..

Victor Jara, Şili’de 11 Eylül 1973’tegerçekleştirilen askeri darbede katledilen 30bin insandan biri. Muhtemelen 16 Eylül1973’te Santiago de Chile’nin stadında bitenbu yaşam öyküsü 28 Eylül 1932’de Santiagoyakınlarındaki Lonquen kentinde başlar. Çiftçive yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyayagelir. Jara okuma-yazmayı da, gitar çalmayıda, geleneksel Şili folklorünü de güzel bir sesesahip annesinden öğrenir.

Kilisenin korosunda teknik anlamda müziğiöğrenir, ancak tanrı inancını kaybedince okulu

bırakır ve Lonquen’e döner. Burada arkadaşlarıyla Şili folklorunu araştırmaya başlar, tiyatroyailgisi sonucu Şili Üniversitesi’nde tiyatro bölümünde okur. O dönemde çok sayıda tiyatrooyununda yer alan Jara, 1960’lı yılların başında geleneksel Şili halk danslarına hayranlık duyanşarkıcı Violetta Parra ile tanıştıktan sonra müziğe yönelir. Onun şarkıcı olmaya karar verdiğiolay, tiyatro grubuyla Sovyetler Birliği’ne yaptığı turda yaşanır. Programın bir parçası olarakoyunculardan birinin şarkı söylemesi gerekiyordu, ancak o oyuncu hastalanınca Jara gitarıylasahneye çıkıp, şarkı söyler. Rus seyirciler büyülenir ve sahneye çiçekler atarak, beğenileriniifade ederler. Victor da buradan aldığı motivasyon ile Moskova’nın bir otel odasında ilk şarkısıolan ‘El Cigarrito’yu yazar. Müzik, artık onun yaşamının ve kavgasını8n en önemli aracıolmuştur: “Kendimizi ve başkalarını her zaman daha iyiye götürmek için gerçeğianlatıyoruz. Yollarını bizden ayrı sürdürenlerin önünde bizimkilerle bütünleşerek şarkısöylemek istiyorum… Yapmakta olduğumuz şeylerin kıtasal değeri olduğuna, kitlelerisürüklediğine inanıyorum. Devrimci şarkı, devrimci bir güçtür. Bütün üçüncü dünyaülkelerinde sözü geçen güçlü bir silah...”

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

4 Eylül 1970’de Allende seçimleri kazanır ve La Nueva Cancion hareketinin müzikal olarakağırlık verdiği konular da değişir. Jara da bu en yaratıcı döneminde en iyimser şarkılarını yazar.Jara ve harekette yer alan başka sanatçılar Halk Birliği’nin gayrıresmi kültür elçileri olarak LatinAmerika ülkelerine gidip, sahne alırlar; sahne almadan önce kapsamlı bir şekilde ülkedekisiyasi durum hakkında değerlendirmeler yaparlar. Böylece konserlere siyasi bir boyut katarlar.Geleneksel halk şarkılarına özel ilgi duyan ve başta Pablo Neruda olmak üzere birçok şairinşiirlerini besteleyen Jara’nın şarkıları siyasi atmosferin sertleşmesiyle birlikte daha düşünceli birnitelik kazanır.

11 Eylül 1973’te General Augusto Pinochet liderliğinde ABD’nin desteğiyle Allende hükümetinekarşı askeri darbe gerçekleştirilir. O an, öğretim görevlisi olduğu Santiago TeknikÜniversitesi’nde olan Jara, radyodan olup bitenleri dinler. Sokağa çıkma yasağından dolayıgeceyi öğretmen arkadaşlarıyla üniversitede bekleyerek geçiren Jara, ertesi gün üniversiteninavlusunda askerlerce yakalanıp, binlerce insanın tutulduğu Santiago stadyumuna götürülür.Günler geçer, onbinlerce insanla dolan stadyum önce bir işkencehaneye, ardından toplumezara dönüşür. Tutuklandığında gitarı yanında olan Jara, insanlara moral vermek için gitarçalıp, şarkı söyler. Buna sert tepki gösteren askerler müzik yapmayı kesmesini söylerler, ancakJara devam eder. Bunun üzerine ellerini kıran askerler, kendisine işkence ederken ‘Şimdi şarkısöyle yapabiliyorsan, domuz!’ derler, Jara da ‘Venceremos’ şarkısını söyleyerek cevap verir.Jara’nın morali ve kararlılığı karşısında çaresiz kalan askerler onu katlederler.

Victor Jara öldürülmeden önce silah ve işkence sesleri arasında ufak bir kurşun kalemi ile birçaput kağıda o günlerde - daha sonra kendi adını alacak olan - stadyumda yaşanılan vahşetison bir şarkı olarak yazar:

BEŞ BİN KİŞİYİZ BURADA

Beş bin kişiyiz buradakentin bu küçük parçasında.Beş bin kişiyiz.Ne kadar olacağız bilememkentlerde ve tüm ülkede?Burada yapayalnızon bin el, tohum ekenve fabrikaları çalıştıran.İnsanlığın ne kadarıaçlıkla, soğukla, korkuyla, acıyla,

baskıyla, terör ve cinnetle karşı karşıya?Yitip gitti aramızdan altısıkarıştı yıldızlara.Biri öldü, diğerini vurdular asla inanmazdımbir insanın bir başkasına böyle vuracağına.Öbür dördü sona erdirmek istedi bu dehşetibiri boşluğa attı kendini,diğeri vuruyordu başını duvarlaraama ölümün işareti var hepsinin bakışlarında.Nasıl dehşet saçıyor faşizmin yüzü!...............

VİCTOR JARA

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

PABLO NERUDA ŞİİRLERİYLE KAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR!..

Pablo Neruda, bir demiryolu emekçisininoğlu ve Şili’nin Paris büyükelçisi…Yaşamında tezat gibi görülen bu farklılık,onun hiçbir zaman diktatörlük, acı, katliamve yoksulluklar ülkesi Şili’nin şairi olmasınaengel olmamıştır. Onun için "LatinAmerikan’ın büyük yüreği" diyenler deyanılmamıştır. O’na göre “şiir hem isyandır,hem de isyankârdır.”

Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal duyarlığınsesidir o. Ozanın muhalif kimliğinindoğuştan gelmesinin temel nedenlerindenbiri de budur. Kavganın nabzını hep elinde

tutan Neruda’nın şu cümlesi, onun tüm savaşımını ve şiirlerini özetlemektedir: “Şiir kimliğini veitibarını ezilenlerin safında buldu.”

"Söken şafaklar için barış olsun,Köprü için, şarap için barış!Toprak ve sevgilerleEski türküyü yoğurarak,Kanımda dolaşan,Ve beni coşturan,Alfabeye barış olsun!

Karnımızın acıktığıSabahta,Kent için barış olsun!Ve kökler ırmağıMissisipi için barış!Kardaşımın gömleği için barış,Rüzgârın damgasını vurduğu;Kitap için barış olsun!

“Uyansın Oduncu” şiirinden PABLO NERUDA (Çeviri Enver Gökçe)

ULUCANLAR KATLİAMI BELLEĞİMİZDEN SİLİNMEYECEK HİÇ!..

25 Eylül'ü 26 Eylül'e bağlayan gecenin sonundaalacakaranlığında gelmişlerdi... Koğuşun tavanındakimazgallardan, gözetleme kulelerinden gazbombalarıyla, mermilerle saldırıyorlardı. Bir yandanda; Habiiip!.. İsmeeet!.. Cemaaaal!.. Sadıııık!..Enveeer!.. nidalarıyla alacakaranlığın sessizliğiniyırtarak öldürecekleri insanların ismini okuyorlardı!..Devletin elinde, dört duvar arasındaki devrimcisosyalist tutsaklara karşı planlı, programlı,tasarlanarak hazırlanan bu devlet katliamını; sabahınerken saatlerinden, hatta operasyonun başladığı

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

alacakaranlıktan itibaren televizyon kanalları; 'Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde İsyan!..' diyeduyuruyorlardı!..

Oysa 'isyan' dedikleri şey 19 Eylül'de başlamış, 25 Eylül'de (her zaman olduğu gibi arkasındanihlal ettikleri) 'anlaşma' ile sonuçlanmıştı. Yıllardır 20-30 kişi kapasiteli; 'devletin at ahırındanbozma' koğuşlarda balık istifi 80-90-100 kişi kalan devrimci siyasi tutsaklar; 'nefes alamıyoruz,bize bir koğuş daha açın' diye cezaevi idaresine, Adalet Bakanlığı'na dilekçe üstüne dilekçevermişlerdi. Her seferinde de; 'tamam bu sefer çözeceğiz, Adalet Bakanlığı'ndan onaybekliyoruz...' diye oyalanmışlardı. Her şey baş-göz üstüne ama cezaevinde de olsa insan herzaman insandı. Balık istifi tıkıldıkları koğuşlarda fareler gibi havasızlıktan ölmek yerine nefesalabilecekleri bir koğuş istemişlerdi ve istemekle kalmayıp yan taraflarında bomboş duranolanağı fiilen kullanmışlardı. Bu son derece masum ve insani talepleri karşılandığında dakimsenin burnu kanamadan 1 hafta süren direnişlerine son vermişlerdi.

En son sayı 120'ye çıktığında artık tahammül sınırları çoktan aşılmıştı ve hala olumlu birgelişme yoktu. Onlar da bir gün havalandırmanın duvarında eskiden açık olup sonradan tuğlaile örülen kapıyı yeniden açarak yan tarafta 15-20 adli tutuklunun bulunduğu 7. koğuşageçerek 'nefes alabilecekleri bir ikinci koğuş' sorununu yine cezaevi içinde fiilen çözmüşlerdi.Cezaevi idaresinden de bu durumu onaylamalarını ve yeni geçtikleri koğuşun boya vebadanasını yapmak üzere kireç-fırça ve boya istiyorlardı.

'İsyan' dedikleri buydu! Tıpkı Yılmaz Güney'in ünlü 'Duvar' filmine konu olan 'Sübyankoğuşundaki isyan' gibi idi. Onlar da kışın zemheri soğuğunda sobasızlıktan, kırık camlarnedeniyle kar, yağmur ve rüzgârda titremekten ve kişi başına günde verilen bir ekmekledoymadıklarından 'soba, pencere camı ve iki ekmek' talebiyle 'isyan' etmişlerdi.

Anılarını belleğimize kazacağız…

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

BİR ŞİİR SANATI İÇİN

I

Önemsiz bişeydir şiirAntil adalarındaki bir orağanYa da Çin denizindeki bir tayfundanFormoza’daki bir depremdenOlsa olsa bir parmak daha önemli

Yang Si-Kiang su baskınıki bir anda yüzbin Çinli boğulmuştur— yok canım—konusu değildir bir şiirinÇok önemsiz bişeydir.

II

İyi seçilmiş, şöyle dört dörtlükbir kaç sözcükyeterlidir bir şiir içinyeterlidir evetsözcükleri sevmekbir şiir yazmak içinşiir ortaya çıktığındaher zaman bilmez ozanne dediğinikonuyu sonradan aramak gerekşiirin adını koymak içinama kimi zaman ağlanır, gülünüryazarken bir şiirne derseniz deyinher zaman aşırıdır bir şiir

III

Hay Allah, bismillah nasıl şöyle bir küçükşiir yazmak istiyorumHop işte geçiyor bir taneKüçük, küçük, küçükgel oturuver kucağımagel bel ver öbür şiirlerimin arasınagel sokayım seni de“tüm eserler”imin arasınagel sana bir kafiye giydireyimgel bir boyuna bosuna bakayımsana bir ses bulayımsana bir sözcük uydurayımgel bir devşireyim senigel bir düz yazılayım seni

deyyustüyüverdi şıpın işi

RAYMOND QUENEAU

ÇEVİRİ: FERİT EDGÜ

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

ss ssBARIŞIN TADI

Bir ağaç, kesebilirler ağacı,Ağacın ne gelir elinden?

Biraz çaba, testere falan,Eh, az çok da zaman,Ağaç devrildi gitti.

Bir kuş, vurabilirler bir kuşuBir el ateş ya da bir iki taşBir avuç tür düşer toprağa.

Bir öküzün ya da bir atınİşi kolay görülür, ve hazırdırKesimevinde kasap önlüğü.

Bir çocuğun, oğlan ya da kız,Ne gelir elinden katile karşı?

Bakışlar, diyeceksiniz şimdi, Ama gözün dönmüşse katilinYa da kimse yoksa ortada?

Bir adam, koca bir adam daBir kuş gibi avlanabilir,Belki daha da kolay hatta.

Bir ağaç, bir kuş, bir öküz, bir atBir çocuk, bir adamYok oldular işte art arda.

Ama, dostlarım, hepimiz olsakNe bok yiyebilirlerOnca insan karşısında.

Ne yapabilirlerDirenen halklara?

EUGENE GUİLLEVİCÇEVİRİ : CEMAL SÜREYYA

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

BENİM CUMHURİYETİMGüneştir benim CumhuriyetimSıkılmış yumruktur benim CumhuriyetimCanavarların suratınaKılıçtır benim CumhuriyetimCinayet mezatında satılmışGençlerin etinde şerha şerhaRehindir CumhuriyetimTükürülmüş duvardaİnfaz mangasının adımlarındaTitizce yağlanmış ipteRehindir serin şafağın pençesiyleÇizilmiştir duvaraBenim Cumhuriyetim yasak eşikteKirloş eşÇıplak ve güzel tazeAşkın ve Ölümün ağlatısındaBir yanı çalı bir yanında cellatlarGizli hazinedir benim CumhuriyetimUmutysuzluğun ve kuşkununKumu altındaSefalet başkentlerininKapılarına dikilmiş gözlerTohumlar üstünde can çekişen yıldızBenim Cumhuriyetim parmaklıklar arasındaParlayan o küçük karlı gök karesidirMahpusların bitmek bilmeyen günü adınaVe yine de sürüp gitmesi karanlığınİlk horoz hüzünlü aktör pozuylaBir ayağının üstüne dikilip dursa daAy bulutlardan bir sandalın içine kaysa daSteptedir benim CumhuriyetimYabani atlarla Yeleleri ışıktan yeleleri rüzgârdanBuğday başağında saklı benim CumhuriyetimSes veren yulaf sapındaKöylülerin, işçilerin nasırlı ellerindeBenim Cumhuriyetim kaçaktır ardındaDüzenin ve kibrin polisleriDostluğa ve okşanmaya acıkmış bir köpektir.Benim Cumhuriyetim çığlıktır soluğun esilmesi ve hıçkırıkUmudun mayası benim CumhuriyetimYıkılmaz anıtı zorlu aklınTan vakti yoksulların ezilmişlerin aşağılanmışların

ANDRE LAUDE

ÇEVİRİ:CEMAL SÜREYA

Emeğin Sanatı 160. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.09.2014 Yıl: 8 Sayı: 160

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:RAYMOND QUENEAU:(1903-1976)Bir süre sürrealism akımı içinde bulundu. Daha sonra yeryer ironiyi öne çıkaran sosyal realist şiirler yazdı. Bir süre Sovyetler’dede bulundu. Şiir ve romandan başka felsefe denemeleri de yazdı.

EUGENE GUİLLEVİC(1907-1997) Fransız şiirinin sosyalist gerçekçi kanadının en önemlitemsilcilerindendir. İspanya İç Savaşı'ndan etkilenerek toplumcugörüşlerin etkisi altına girdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında, AlmanlarınFransa'yı işgali üzerine başlayan Fransız Direniş Hareketi'ne ve FKP' yekatıldı. Başlangıçta kapalı, kötümser ama insancı bir şiir dönemiyaşadı; görüşlerindeki değişime koşut, esin kaynağını eylemliliktenalan tümüyle siyasal bir şiir dönemi geçirdi. Daha sonra nesneye,nesne dünyasının - taş görünümlü, kısa ve özlü, eksiltmecelere dayalıneredeyse dilsiz olmayı öngören- duru bilincine geniş açılı duyarlıklayoğunlaştırılmışbir şiire yöneldi.

ANDRE LAUDE(1936-1995) Cezayir savaşının ardından Fransa’ya karşı sesiniyükselten çok az şairlerdendi. Tarihe ve retoriğe yöneldi. Anarşizminetkisi altında toplumsal içerikli şiirler yazdı.

Kaynak:DünyaŞiirleri Seçkisi (Mill. Yay.)Anonim

Yayın, tasarım ve düzenleme: Ali Ziya ÇamurÖn kapak: Adnan DurmazArka kapak: http://gezite.org/torun-center-cinayetine-dair-birkac-not/

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 160. SAYI

KAN KUYUSU

Sözün gücüne inanmayı yitirmedenÖlülerimizin adıyla birlikte içimde ürperen

Bu utanç gibi saran duyarlığınızıHapis yatmalara, sürgün gitmeye benzemeyen

Bu kan kuyusu... uzak, korkulu, derinNe zaman alınacak elinden haramilerin

ŞÜKRAN KURDAKUL