110
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:9 Sayı:166 15 Mart 2015

166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Embed Size (px)

DESCRIPTION

SOSYALİST SANAT DERGİSİ 15 MART 2015 SAYI:166 YIL:9

Citation preview

Page 1: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:9 Sayı:166 15 Mart 2015

Page 2: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ
Page 3: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ABDULLAH ORALADNAN DURMAZARZU KÖKA. KEMÂL HIZIROĞLUBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELDURAN AYDIN

ERCAN CENGİZERDOĞAN TEZGİDENERTAN ŞAHİNGÜLEFER C. SAVRANGALİP ÖZDEMİRHALDUN HAKMANHAMZA İNCE

HASAN H.BALCIOĞLUHASİBE AYTENHIDIR KARAKUŞİRFAN SARİMELİH COŞKUNMEHMET RAYMANMUAMMER ERTURAN

MUHAMMET DEMİRMUSA SUNECİP TIRPANN.YALÇINKAYA SEMA LALESEVGİNAZ İNALSİBEL ÖZBUDUN

OĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇŞÜKRÜ ÖZMENTEMEL DEMİRERTAN DOĞANVEDAT KOPARANYAŞAR DOĞANALİ ZİYA ÇAMUR

Özgecan Aslan PosterşADNAN DURMAZ

GÖRSEL2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 165.

MERHABASUNU YAZISI

4BU SAYININ SAVSÖZü

YAŞAR KEMAL5

Firari rüzgarADNAN DURMAZ

ŞİİR6

insan değilizTAN DOĞAN

ŞİİR8

DenliMEHMET RAYMAN

ŞİİR9

Barışı Suya Bırak-2BÜLENT AYDINEL

ŞİİR10

Kadim Zamanlar MUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ11

Uçsuz BucaksızHASİBE AYTEN

ŞİİR13

Yaşar Kemal'eERTAN ŞAHİN

ŞİİR14

Bilinmeze DoğruNECMETTİN YALÇINKAYA

ÖYKÜ15

İlk ÖlümümAZİZ KEMÂL HIZIROĞLU

ŞİİR18

Ateş ve SuHALDUN HAKMAN

ŞİİR19

Sevgi Emek İsterERDOĞAN TEZGİDENÖYKÜ20Pelit'in İsyanıSEVGİNAZ İNALŞİİR26Çocuk GölgesiGALİP ÖZDEMİRŞİİR27SeloGÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ28ManifestoMELİH COŞKUNŞİİR31Çiçek ZamanıBURCU TÜRKERŞİİR32Ağlamalarım VarİRFAN SARİDENEME33Alfabesi İnkar Üzerine CehlinBEKİR KOÇAKŞİİR36Sıkıysa YaşaMUAMMER ERTURANŞİİR37Sulak Yerlerde Büyüyen Ağaçlar....ADNAN DURMAZDENEME38AcayipSEMA LALEŞİİR43Bir Kardelen HAMZA İNCEŞİİR44Işığın ve Umudun MMucizesi: Yaşar KemalDURAN AYDINDENEME45

45Rol

YAŞAR DOĞANŞİİR

47Son Senfoni

NECİP TIRPANŞİİR

48Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler

ÜstüneYAŞAR KEMAL

DENEME49

Bir İntihar İntihaliŞÜKRÜ ÖZMEN

ŞİİR52

Frigyalı KızMUSA SU

ŞİİR53

Daima Yaşayacaktır, İsmiyle Müsemma Yaşar Kemal

İNCELEMES. ÖZBUDUN-T. DEMİRER

54Şafak Çıplak, Dil çıplak

ERCAN CENGİZŞİİR/Ç.ŞİİR

61GİRDAP

ABDULLAH ORALŞİİR

62Folklor Sanata Düşman mı?

YAŞAR KEMALMAKALE

63HİKÂYE

ARZU KÖKŞİİR

66Ağıtları Atlaslara Yazın Unutulmasın

LEYLA ÇAĞLIŞİİR

67Yaşar Kemal’in Politik Yönü

HASAN HAMZA BALCIOĞLUMAKALE

68Zılgıt

HIDIR KARAKUŞŞİİR

70

GitmelerdeVEDAT KOPARANŞİİR71Yaşar Kemal...SORMACA72SüzÖZER GENÇŞİİR73Ruh Damlarsa İnsan Nasıl Baba?OĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR75Yaşar Kemal...SORMACA76Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ71Yaşam ve Sanatta 1 Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA72Ve SonraFEDERİCO GARCİA LORCAÇEVİRİ ŞİİR103Granada’da Cinayet İşlendiANTONİO MACHADOÇEVİRİ ŞİİR104Bugünün İnsanıJOSE MORENO VİLLAÇEVİRİ ŞİİR107İlkyaz TürküsüRAFAEL ALBERTİÇEVİRİ ŞİİR108Dünya Şairleri(İspanya) Kısa BiyografisiKÜNYE108Yaşar Kemal ÖzdeyişADNAN DURMAZGÖRSEL74MerhabaYAŞAR KEMALŞİİR110

Page 4: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI’NDAN 166. MERHABA

Merhaba,Ülkemizde yükselen faşist katliamların yanı sıra, her gün ülkenin dört bir yanındanyükselen kadın cinayet haberleri art arda geliyor. En son Özgecan’ın katliyle sessiz gibiduran halkın bam telini patlattı. Yurdun her yanından gösteri yürüyüşleridüzenlenmeye başlandı. Sokaklar, kadın katliamlarına karşı seslerini yükselten kadınlıerkekli insanlarla dolmaya başladı. En küçük taşra kasabasından büyük kentlere kadardillerde Özgecan’a ve diğer kadınlara yönelik cinayetleri, katliamları lanetleyensloganlar vardı. Bu zamana dek suskun davranan kitleler, seslerini yükseltmeyebaşladılar. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe doğru giderken, bu slogan laralanlarda daha çok yankılanmaya başladı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüetkinliklerine Özgecan’ın katlinden duyulan öfke damga vurdu.

Öte yandan Edebiyatımızın en büyük adlarından olan Yaşar Kemal’i doğaya teslimettik. Romanlarıyla, öyküleriyle, röportajlarıyla, şiirleriyle, folklor derlemeleri ileyüreklerimizde unutulmaz yankılar bırakan Yaşar Kemal’i onun değerine uygun olarakanmak, anılarımızda bıraktığı izleri ortaya çıkarmak istedik. Bu nedenle, Emeğin Sanatıdostları arasında «Yaşar Kemal Sizin İçin Ne İfade ediyor?» adlı bir sormacadüzenledik. Sormaca’ya verilen yanıtları sayfalarımız arasında bulacaksınız.

Yaşar Kemal’in iki önemli yazısının yanı sıra değerli dostlarımızın Yaşar Kemal’i konualan yazılarına ağırlık verdik. Bir anlamda Yaşar Kemal Sayısı çıkarma çabası içindeolduk. Değerli şair ve ressam Adnan Durmaz’ın görselleri bu sayımıza ayrı bir renkkazandırdı.

Seçim düzlemine giderken muğlâklık henüz yerini berraklığa bırakmadı. Soldabelirsizlik ya da HDP’ye destek işaretleri görüldü. Kafalarda bolca sorular olsa da…Polis devleti, tüm dehşet ve şiddetiyle, tüm keyfiliğiyle devam ederken kimi sanatçevreleri içlerine daha çok kapanmaya, labirentlerine girmeye başladılar. Kaçamakçıbir sanat ve edebiyat gelişmeye başladı. Metropol edebiyat dergileri, kaçamakçı şair veyazarlardan geçilmiyor. İşin daha kötüsü, gençler, gerçek şiirin, edebiyatınkaçamakçılıkta olduğunu sanmaya başladılar.

Ama biz biliyoruz ki, yaldızlı simgelerden alevli imgelere yol çıkmaz. Aynaları kırıksüvarilerin rediflerine koşulu değiliz. Gündüzleri karartan lambaların kalyonlu karanfillidüşlerine sokulmadık hiç. Biz düşlerine felç inmiş metamorfiklerin iğdiş duyarlıklarınada kapılar açmadık.

Kayalık yüreklere kuşların taşıdığı tohumdan filizlenmez bizim şiirimiz, öykümüz… Biz,iğreti kristal ikonların değil, gökle yer arasında bilinci ve gücüyle var olanların kalıpkıranların, yol açanların farklı renkler ve sesler dokuyan izcisiyiz.

Ali Ziya Çamur

Page 5: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BU SAYININ SAVSÖZüBüyük sanatçılardan birinin ilginç bir sözü var. Diyor ki, "sanat yaşamla tay (paralel) gittikçe gerçeksanattır". Bu sözün üstünde durmak gerek, düşünmek gerek. Çağımız, gittikçe yaşamın önemini daha çokkavrıyor. Bir romancının, yetişirken elbette Tolstoydan, Çehovdan, Dickens'tan, Homerostan çok öğreneceğivar. Büyük ustalara çıraklık etmeyen, onların teknesinde yoğrulmayan kişi, ağzıyla kuş tutsa romancıolamaz. Roman işi, önce bir usta-çırak işidir.Çağımızın bilimiyle, geçmiş çağların deneyleriyle ilgi kurmayan kişi de avucunu yalasın, yaratıcılığı güdükkalır. Usta-çırak işi, çağın bilimi, çağların deneyleri bir insanı kendinde oluşturuyor. Kendi yaşamının,çevresinin yaşamının üstüne daha sağlıklı eğilmeyi sağlıyor. Bir sanatçı çok yönlü oluşur. Yukarda dadediğim gibi çıraklık ederek, bu arada çağların deneylerine başvurarak, bütün yoğunluğuyla, en inceayrıntılarına kadar çağını yaşayarak.Dünyada ve bizde sanat üstüne, sanatı yapmaktan çok, konuşulmuştur. Bundan yerinmiyorum. Şimdi şugünlerde, bizde ne sağlıklı olarak bir sanat yaratıcılığı yaşanıyor, ne de öylesine sanat üstündekonuşuluyor. Bir kuraklık yaşıyoruz. Belki kaide değildir ama, politik savaş yoğunlaştıkça, derinleştikçe,yerine, memleketin koşullarına oturdukça bununla birlikte de öteki kollar, sanat, felsefe, öteki bilim kollarıda yoğunlaşır, güçlenir. Sanatımızın bugünlerdeki durgunluğu, bugünlerdeki politik yoğunlukla taygitmiyor. Bana öyle geliyor. Bizim politik yoğunluk dediğimiz belki aldatıcı, köksüz bir şeydir. Bizim politikyoğunluk saydığımız belki bir başlangıçtır da biz gözümüzde büyütüyoruz. Çağımızın birçok önemlideneyleri olmuştur. Bu deneylerden bir tanesi de politik yoğunlukla sanat devinimlerinin tay gittiğidir. Bizimbugünlerdeki kısırlığımızın üstünde durmamız gerekiyor. Bugünkü politik devinimlerin ağırlığının olmayışı,olamayacağı üstünde önemle durmalıyız. Politik devinim bir bütündür. Bir yaşam, bir dört yanlı yaratmabütünüdür. Bir memleketteki politik devinimde, elbette içinde yaşadığımız dünyanın da payı var.Sanatın yerelliği üstünde durmak istiyorum. Homeros yerel bir sanatçıdır. Eski Yunanın çağlar boyuncasüren koşullarının sonucudur. Tolstoy da yereldir. Çok ad saymanın bir gerekliği yok. Kafka da, Faulknerda, Nâzım Hikmet de yereldir. J.P. Sartre da yereldir. Bütün gerçek yaratışlar yereldir. Yani köklü yaratışlar.Bütün köklü, sağlam yaratışlar yereldir; temelinde yoğun bir kişi yaşantısı ile yoğun bir çevre, yoğun birhalk yaşantısı vardır. Tolstoyun, Faulkner'ın, Dostoyevskinin, Nâzım Hikmetin dünyalarına bakalım:Tolstoyun arkasında Rus halkının kültürünü buluruz. Dünyanın kültürünü, çağının kültürünü buluruz. Bir de,en önemlisi, kendi yaşantısını, içinde bulunduğu halkın, çevrenin yaşantısını buluruz. Nâzım Hikmette de,Faulkner'da da öyle. Çağımızın politik devinimleri de öyle.Çağımız insanlığı sanatta, bilimde, politikada olsun, daha da çok derinliğe, daha yoğun bir gerçeğe doğrugidiyor. Doğanın, insanlığın bilinmeyen güçlerini gün ışığına çıkarıyor. Bu yüzden de doğanın yeni yenigizlerini, çelişkilerini buluyoruz. Öte yandan da halkın, emekçilerin, yöneticilerin, sömürücülerin yeniçelişkilerine varıyoruz. Doğanın derinliklerine inerken, onda yeni gizler bulurken, beri yandan dainsanoğlunun yaşamının ayrıntılarına iniyor, onda yeni, bilinmeyen güçler buluyoruz.Bütün insan devinimleri, etle kemik gibi günün yaşantısından ayrılamıyor. Sanatta olsun politikada olsun,yaratma yaşama bağlanıyor. Bu gerçekten kopan da er geç yokluğa karışıyor. Eninde sonunda.Sanatta olsun, politikada olsun, kendi yaşamımızı, sağlıklı, halk içinde yaşamımızı sürdürmeliyiz. Büyük halkgerçeğine varmak, onu yaşamak çabasını sürdürmemiş kişi, ağzıyla kuş tutsa yaratıcı olamaz. Her çağıngetirdiği bir yaratma koşulu da var.Gerçek, yaratıcı sanat yereldir. Gerçek, yaratıcı politika da yereldir. Bizim bütün kısırlığımız bu büyükgerçeği kavramamamızdan ileri geliyor. Politikada olsun, sanatta olsun, öykünmek, maymunluk kolay;fakat kendi kişiliğine, halkının kişiliğine dönüp yaratmak zordur.

30.3.1970 / Sanatla Yaşam Politikayla YaşamYAŞAR KEMAL / Baldaki Tuz’dan)

Page 6: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

FİRARİ RÜZGARfirari bir rüzgardır ömürmarazi bir aşk gibi sancılımor bir öpüşün erguvaniyle geçerherkesin bir leylası vardırgörür görmez tanıdığıiçimiz silme efkârne deli çay demlerimizbir düşün kavliyle geçeryürek üşürbölüşür leş kuşlarıdüş dipsiz düşerbir hazin rüzgardır ömürbir leylanın aranmasıyle geçer

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 7: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

her sürünün kendi trampetleri vardırvurulur köskös kös yürür davlumbazlar ritmiyleher güruh kendi karanlığını seçerkalabalıklar kinabzında ezilir ışık unufak olurkalabalıklar kiyürürse yüreklerinin gümbürtüsündeelbizli giysilerini yırtar da akıllarıorman korkular biçerçarpıpçakılları dağıtandalgalar gibikalabalıklardarmadağın eder çakalları

o ışık kamaşmasıdeli yıldızın kaymasıayın haykırmasıdırzındanların ışımasıkör gözlerin parlamasıdırdeli yıldırımlar gibidöver fırtınalı karanlıklarıbir deli isyanbir çılgın destandırsevdaların yüzündebinyıllarca silinmezışıklar bırakır geçer

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

tan doğan

insan değiliz

ekmeği yoksa herkesinve bir yudum suyu kirliyse

korkaksa ruhu yaşamaktanölüme sevdalıysa bedeni

savaşıyorsa içinde-dışında hayatbir çiçeği bile sevemiyorsa aklı

yüreğinde yoksa çırpınan bir kuşbir yaprağın rengi yitikse gözlerinde

sağırsa tohuma güneşe lâlsakörse umuda sevdaya yarına

kırıksa kolu kanadı soluksa teniyitikse dilinde bir türkü ve elinde bir şiir

susuyorsa yalnızlığına çaresizacıyorsa canı ömrünce

ekmeği yoksa yâni en az birininve bir yudum suyu kirliyse

insan değiliz hiçbirimiz

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 9: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DENLİo denli sevdim bozkırıo denli dokundum otlarabu dendi yakın oldumot teptiğim yastıklara

sonsuzluk dilimden yukarıherkesten önce saydım toprağın içine kaçanı damlacıklarıbilinmez ama bir akış var o tarafadamdan bakınca göklerin derinliğigeliyor aklıma

dağlar duruyor yerindeeli böğründe göz yaşı dökenlerinbaşından geçenleri söyleyin çiğdemegeceleyin daha çok üşür kapı pencerehiçliğimiz olsun içtiğimiz su

MEHMET RAYMAN

Sayfa 9

Page 10: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BARIŞI SUYA BIRAK-2

Sen suya bırak gülüSalkım söğütler olsunIşıklar köpürürkenDal yaprağa dokunsunDüşsün çağlayanlarla dağlardan ıslıklaraBilirsin ki öykündeSevda bulut yan yanaBilirsin gökyüzündeDağ ve deniz halayda

Sen suya bırak gülüAşk gibi özenerekÇocuklar kayalardan bakarken yalın ayakCeylanlar semah dururGözleri tül denizi

Sevda bir dağ başıdırSevda dünyaya duvakSevda barış demektirBarışı suya bırak

BÜLENT AYDINEL

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 11: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

IYazı yazma serüvenimin babam ile zaman zaman yaptığımız mektuplaşmalarla başladığısöylenebilir. O yıllarda, o çocukluk yıllarında ne telefon, ne de başka bir iletişim aygıtımahallemizde yoktu. Gerçi mahallemiz ülkenin başkentindeydi ama o yıllar öyleydi vekanıksamıştı tüm halk gibi ben ve mahallemizin halkı da. Telefon olsa ne yazar ki iletişimçok pahalı olduktan sonra. Ama mektuplaşmak çok ucuz ve cazipti. Bayram ve özelgünlerde ağzı acık zarflarla ya da zarfsız tebrik kartı göndermek. Günümüzde sankikadim zamanlarda kalmış bir gelenek oldu. GSM ve bilgisayarlar hayatimizin her alanınagirdi gireli. O tebrik kartlarıyla ülkenin çeşitli kentlerini tanıdık adeta. Renkli vebirbirinden güzel tebrik kartlarıydı onlar. Nice yeni bayramlara, nice yeni yıllara...Temennileriyle dolu. Evet, babamı o mektuplarda tanımıştım ve sevmiştim. O '' ı'' ları ''i''olarak yazan, sert harflerle, sert kelimelerle yazan o yumuşak yürekli ve mert insanı.

KADİM ZAMANLAR / Muhammet DEMİR

Sayfa 11

Page 12: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yazı yazmayı babamla yaptığımız o mektuplaşmalarla sevmiştim sevmesine ancak hayatıöykülemeyi annem öğretti bana. O karanlık ve ışıksız gecelerde birbirinden renkli, maceradolu masallarını dinleye dinleye. Mahallenin insanlarının muhacirliğinin de etkisinden olsagerek o geldikleri yörelerden epik öyküleri dinlemek, o eski yaşamlarının duygu yüklüsöylencelerine kulak kabartmakla gecen bir çocukluktu benimkisi.

Bir sis perdesi var anlamlandıramadığım. O sis bulutunun ardında kaldı tüm yaşanılanlaradeta. Sonra bu uzun sureli birikimler birden yazı oldu çıktı. Birden bire oldu. Birden bireyazıya döküldü o biriken cümleler. Cümleler öykü olup çıktı. Elbette hala bu öykülerineksik yanları var.

II

Oğullar babalarını unutamazlar. Hem saygı duyarlar hem de sık sık çatışırlar. ''İlahi Kanun''bu. Bu böyle olmalıdır. Benim de bir oğlum var henüz küçük ama benim gözlerimin içinebaktıkça ve ben de onun gözünün içine baktıkça bu karşılıklı mücadelenin ne kadarkorkunç ve önlenemez olduğunu anlıyorum. Annem ile öyle değildik. Oğullar annelerinikarşılıksız severler. Annelerde keza öyle. Bir de kızım var. Ben onu o da beni çok seviyoruzama yine de adeta kedi kopek gibi kapışıyoruz. Gözleri deli deli baksa da kalbi altın gibi.Tıpkı annesi yani esim gibi. Esim kader gibi. Annem gibi. Bu adeta bir oyun öyle olmasaolmuyor gibi. Şimdilerde ben uzaklardayım. Ve biliyorum ki bu mekânsal bir uzaklık.Ailemle uzaklık, o gönülden uzaklık yok aramızda. Ağzını mayhoş şekilde buruşturma.Samimiyim. Oldukça samimi...

IIIBir gün tüm dünya basınıza yıkılır...

IVBir gün hiç ummadığınız şekilde her şey yoluna girer. O kadar mükemmel ilerler ki herşey. Şaşırırsınız. Kendi kendinizi çimdiklersiniz. Gördüğüm düş mü? Gerçek mi? diye.

VBir gün diye beklenip arzulanan hiç gelmez. Yavaş yavaş umutlarınızı kaybeder, yasamaarzunuzu yitirirsiniz. O tünele girmek istersiniz. O ışıklı yola. Sanki o tünelin sonunda tüminsani acılar bitecek. Sonsuz mutluluğa kavuşacaksınızdır.

VIBir gün… Aslında başka bir gün yoktur. Bugünden başka bir günü umut etmek beyhude.Sana ihtiyacı olan insanların yanında olmalısın. Onları bağrına taş basarak da olsa teketmemeli. Umut ve yaşama ateşi aşılamalısın. Göreceksin o zaman o sönen yaşamaateşin yeniden harlanacak.

MUHAMMET DEMİR

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 13: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

UÇSUZ BUCAKSIZ

Sırtüstü yatıyorumToprağın kucağındaUçsuz bucaksız bir gökyüzüTüm zamanların anası güneşBulutların salıncağındanSeni izliyorum

Birden bir nokta olduğumuDuyumsuyorumTanrım diye bağırıyorumUlaştım sana insana

Binlerce acının kanat sesidirDoluşan kulağıma

Tözü canımınÇevir yüzünü bir saniyeGözbebeğine gireyim şiirin

HASİBE AYTEN

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Sayfa 13

Page 14: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAŞAR KEMAL'E

kolunukanadını mıkırıpkoyduniçine şişenin

güle oynayatorosların içindenkumumartıyıçakılıtakıp peşinekıvrıla kıvrıla inenyapraklarınıtaşırdenizesu

kıyamadın mıcanbir satır yaprağına

kayboldun mu sen deyoksao adadaEy koca çınar!

ERTAN ŞAHİN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 15: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİLİNMEZE DOĞRUNecmettin YALÇINKAYA

Uykusunun en derin yerinden, bir gece yarısı, onu bir telefon sesi uyandırdı. Yarı uykuluhâlde, eli acı acı öten telefonu aradı buldu. Ahizeyi kulağına götürüp, "Alo" dedi ürkek birsesle. Ahizenin öteki ucundaki ses, onu bir an için kendine getirmeye yetti. Ses tanıdıkbirine aitti. "Ne!" diye karşılık verdi. "Gecenin bu vaktinde mi? Şaşaladı, kulağında telsiztelefon fırlayıp kalktı ayağa. Konuşmuyor, yalnızca kendisine söylenileni can kulağıyladinliyordu. Oda karanlıktı. Elini duvarda gezdirerek elektrik düğmesini arayıp buldu. Odabir anda ışığa boğulunca gözleri kamaşıverdi birden. Gözü duvar saatine gitti, saat dördübiraz geçiyordu. "Neredeyse gün ışıyacak, sabah olması yakındır." diye geçirdi içinden.Aynada kendini gördü. İyice yaklaştı aynaya. Kendi suretine boş ve anlamsızca baktı.Şaşkınlığı hâlâ üzerinde gitmemiş duruyordu... Saçları yer yer beyazlamıştı. Oysa dahagenç sayılırdı, yirmi altısını yeni bitirmişti. Kulağına yapıştırdığı telefonu fark ettiğinde,indirdi yerine bıraktı. "Ben şimdi ne yapacağım?" diye telaşa kapıldı, aynadaki aksine busoruyu yöneltirken. Elleri titriyordu. Ağlamaklı olmuştu. Oysa böylesi bir haber kendisineulaştığında sevinmesi gerekiyordu, üzülmesi değil...

Uzun bir süredir kendisini yurtdışına çıkaracak olan şebekeden mutlu haberin çıkmasınıbekler hâldeydi. Haber gelmişti, ama sevinemiyordu bir türlü. Beyninin içinde yanıtarayan onlarca soruyla birlikte mutfağa yürüdü gitti. İçi yanıyordu. Vücudunun her yanını

Sayfa 15

Page 16: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

hararet basmıştı. Buzdolabını açtı, içinden soğuk bir şişe su aldı. Kapağını açıp, diktibaşına. Soğuk su ağzından taştı, aşağılara doğru aktı, neredeyse tüm vücudunu ıslattı.Soğuk su onu titretmiş acı acı gülümsemesine yol açmıştı... Rahatlamış kendine gelmişti.Şişeden arta kalan soğuk suyu avucuna döktü, onunla yüzünü yıkadı. Uykusu dağılır gibiolmuştu.

Mutfaktan çıktı, doğruca anne ve kız kardeşinin birlikte uyudukları odaya yöneldi. Kapıyakulağını dayadı, içeriyi bir süre dinledikten sonra usulca aralayıp girdi içeriye. Başuçlarınasessizce kıvrılıp oturdu. Ana- kız aynı yatakta, birbirlerine sarılmış hâlde mışıl mışıluyuyorlardı. Belki böylesi daha iyi olacaktı. Yüzlerini karanlıktan ötürü tam seçemiyordu.Oturduğu yerden usulca kalktı, pencerenin yanına gitti. Perdeyi araladı, sabahın ilk ışıklarıodaya doluştu. Oda aydınlanmış, yüzler seçilir hâle gelmişti. Tekrar yanlarına ilişti. Öncekardeşinin saçlarıyla oynamaya başladı. İpek gibiydi saçları. Kokladı, derin derin içineçekti... Eğildi annesinin yanağına evlat tadında sıcak bir öpücük kondurdu, doymadı birkez daha... Ağlıyordu, acısını içine gömmüş, gözyaşları sessizce içine akıyordu. Fazladayanamadı, iliştiği yerden kalktı. Arkasında bıraktıklarına son bir kez bakmak istediyse deyap(a)madı, vazgeçti. Bir kez daha içi acıdı, yüreği tarifsiz bir sızıyla burkuldu. Acılarınıyanında odasına taşıdı. Titreyen eliyle karyolanın altında daha önceden hazır beklettiğivalizi çekip aldı yerinden. Üzerini giyindi. Zaman geçirmeden evi terk etmesi fikrine kapıldıbirden. Öyle de yaptı. Elinde valizi, kendini sokağa, karanlığın içine bıraktı.

Bomboştu sokak, hiç bir yaşam belirtisi yok gibiydi. Arızalı sokak lambası bir yanıyor birsönüyordu yalnızca. Elindeki valizi yere indirdi, onu çekelemeye başladı. Valizin tekerleri,yer yer yola döşenen taş aralarındaki boşluğa takılıyor, ilerlememek için direniyor, "gitme,burada kal!" diyordu âdeta. Ama çabası boşunaydı... Anne yatağında gözlerini sıkıcakapatmış, derin uykudaymış gibi gösteriyordu kendini.

Oğlunun başucuna iliştiğinden başından beri haberi vardı. Her şeyin farkındaydı kısacası.Oysa yattığı yerden kalkmak, oğluna sıkıca sarılmak, bağrına basmak ve onu çocuktadında doyasıya öpmek istiyordu. Ama yapamazdı. Yapmak istemiyordu çünkü. Oğlununuzun süren bir cezaevi yaşamından sonraki psikolojisini çok iyi biliyordu. Yaşamda birbaşına kalmıştı ve etrafında kimsecikler yoktu. Tutunacağı bir örgütü, güvenebileceği biryoldaşı da yoktu ayrıca. Oğlu birilerine kırılmış, küsmüş, birileri de ona kırılmış veküsmüştü. Güvendiği dağlara çoktan karlar düşmüştü. Hoş o da güvendiği dağlara karlardüşerken, kılını kıpırdatmak istememiş, yalnızca oturduğu köşesinde izlemekle kalmıştı.Hem bu duruma düşen bir tek o değildi ki; binlercesi vardı. Daha önceden yurt dışınaçıkmış bir iki yoldaşı dışında, kimsecikler arayıp sormuyordu kendisini. Küskünlüğü,yaşama olan kızgınlığı biraz da bundandı.

Mahallede siyasi bir olayın çıkması hâlinde bundan oğlunun sorumlu tutulması, evinindavetsiz misafirler tarafından basılıp oğlunun yaka paça alınarak siyasi şubeyegötürülmesi de işin cabasıydı. Usanmıştı kadın. Yoksa hiç izin verir miydi çekip uzaklaragitmesine oğlunun? Oğlu yaşasın, hayata tutunsun istiyordu yalnızca. Zaten son günlerdeyakınlarına, "Yeter ki gitsin buralardan, kurtarsın canını. “ diyordu kadın. ”Hasret çekmeye

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 17: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

razıyım ben" Hem uyansa, sevgisine karşılık verse, gitmesine engel olacaktı. Bunun bilinciiçinde hareket ediyordu. Oğlu odadan ayrılınca sessizce kalktı yatağından. Kızı uyansın,abisiyle göz göze gelsin istemiyordu. Kız abisine çok düşkündü. Abisi de ona... O vakitgitmez, oracıkta kalırdı abisi. Kendini göstermeden, oğlunun gidişini gizlice izlemekistiyordu. "Belki bir daha göremem" diye düşünüyordu. Kalbinin yorgun olduğunu, buayrılığa onsuz daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Aklındaki olumsuz düşünceleri bir birkovduktan sonra, sokağa bakan pencereye koştu. Perdeyi araladı, burnunu cama bastırdıve dışarıyı izlemeye koyuldu. Arızalı sokak lambasına kızdı, onu tamir etmeye yanaşmayanbelediye görevlilerine kızdı, küfretti hatta. Sokak lambalarını sapanlarıyla vurup kırançocuklara lanet yağdırdı. Geceye, karanlığa kızdı. Tan yerinin geç ağarışına kızdı.Yoksulluğuna kızdı, küfretti. Zalimlere karşı insanların bir tek yumruk olamayışlarına kızdı.Kocasının, erken bir yaşta, inşaatta, iskeleden düşerek ölmesine, kendisini yapayalnız birbaşına bırakıp gitmesine kızdı. Kızmadığı, küfretmediği hiç bir şey kalmamış gibiydi.

Oğlunun siluetini zar zor seçebiliyordu. Sonra göremez oldu. Gitmişti oğlu. Valizintekerlerinin çıkardığı ses, gecenin yüreğine, yalnızlığına karışıp yitip gittikten sonra,saklandığı yerden çıkabilmeyi akıl edebildi ancak. Dışarıya çıkmadı, oğlunun ardından sonbir kez daha bakmak istemedi, hiç bir şey yaşanmamış gibi tekrar yatağına girdi. Kızınıkendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Öptü, kokladı onu... Yorganı başına kadar çekti,içinden sessizce ağlamaya başladı. Sokağın sonuna varınca durdu, başını geriye döndürüpevine, ardında bıraktıklarına son bir kez bakmak istedi. Sokak karanlıktı hâlâ. Sokak lambasıbir şimşek gibi çakıp sönüyor, sönüp çakmasından ev bir görünüyor bir kayboluyordu.Boğazına bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. İçinden ağlamak, isyan etmek geliyordu. Oyalnızca ağlamayı seçti. Sırtını duvara yaslayıp ağlamaya başladı. Evini, sokağını izlemektenvazgeçti nedense. Cebinden sigara paketini çıkardı, içinden bir tekini aldı dudağına götürüpyaktı, dumanını derin derin içine çekti. Öksürmeye başladı kesik kesik... Sigarası bitmedenbir tekini daha yaktı. Bu kez sigarasına acılarını, öfkelerini, sevinçlerini ve özlemlerini birgüzel sarıp birlikte içmeye başladı... Sonra her şeye boş vererek, valizini yerlere sürerek,akıp gitti yoluna...

NECMETTİN YALÇINKAYAMendil Sen Kokuyordu Ozan Yayıncılık

<<Yaşar Kemal, çukurova'nın bereketli toprakları üzerinde boy vermiş,dramatik, serüvenli, zengin bir yaşam sürecinden geçmiş, doğa-insan dostu,gönlü gani, yüreği kocaman, anadolu halklarının ortak paydası ve vicdanıolmayı başarmış, hep ezilenin, mazlumun safında yer almış, hoşgörü, barış,emek ve insan sevgisinin simgesi, lirik, şiirsel, destansı, güçlü ve güzelanlatımın eşsiz ustası, ozan ve romancı, bilge, özgün, soy bir sanatçıdır. O'nuyakından tanıma onur ve şansına sahip olmuş, sevgi ve övgüsünü kazanmışbir şair olarak kıvançlıyım. Toprağı bol olası sevgili dayım Yaşar Kemal'e, birkez daha şiirler ola...>>

OZAN TELLİ

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 17

Page 18: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ilk ölümüm-70’lerde okul önünde vurulan ilk sevdiğime-

gülderen’di adıgül ve omuz götürürdü gecekondu evlerinesavaşı henüz bitmemiş kitaplar taşırdıayağa kalkmak isteyenlere

katliamdan kalan düşhaneydiumut yüklerdi yorgunluk günlerinesesi kara ıslık uzun bir trenyolcu toplardı istasyon niyetine

ilk kederi kendi gülüşündendisevinci yirmi bin fersah derinbakışı avcı kaçağı son keklikçok kapanırdı az gösterirdi ağlarken

sakladığını sandı aranan dostlarınısaklayamadı kendini kendisindenkorkuyu tanımadı yakalandığında avcıyaölürken beni düşürmedi yüreğinden

ilk ölümüm işte bu yüzden

aziz kemâl hızıroğlu

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 19: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ATEŞ VE SUsonbahar yangınken biz kışı yakmışızbembeyaz yüzlerimizle bakmışız yangınakopardığımız canımızı yakıt diye kullanıpcanımıza bakmışız bilinsin diye değil içimiziçimizi tutuşturan bilinç vaktine hep sönmüşüzsönerken yanan kendimiz olmuşuz bildiniz mi ?

yangınımızı söndürecek tek şeydi ateşsu da yandı o daateşi suyla söndüremiyeceği denli yanıyordusu kendiydi zatenateşle suyun ilk ve son dokunuşundaki sesi dinliyordueş zamanlı bir sevda...

okyanus ve güneş sevişmesine kanayan bir seherhepsi bir göz kırpması ve sonsuz arasındaki varoluş..

güneşini isteyen bir evrim peşindeki suya eyvallah..devrim yapacak bir güneşin suya düşmesine de..

HALDUN HAKMAN

Sayfa 19

Page 20: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sevgi emek isterErdoğan TEZGİDEN

Onların ikisi de küçük bir kasabadan üniversite için İstanbul’a gelmiş yoksul bir aileninçocuklarıydı. Behram ve Adnan, anne ve babalarını daha çocukken yitirmişlerdi. Onlarınineleri Hacanne büyütmüştü. Behram Hukuk, Adnan inşaat mühendisliği fakültesinikazandıktan sonra bir karar aşamasına geldiler. Sonra Hacanne, “Yiyeceğin bir ekmek, birpeynir, ha burda da yenür urda da yenür” deyip torunlarıyla İstanbul’a geldi. İstanbul’da birgecekondu mahallesinde ev tutarak onları okutmayı sürdürdü.

Hacanne, tam bir Anadolu kadını idi. Köklerinden aldığı değer yargılarıyla torunlarını hephaktan ve doğrudan yana yetiştirmeye çalışıyordu. Onlara sık sık ders verir gibi konuşurdu:—Yerinizi bilin, nerden geldiniz nereye gidiyorsunuz iyi bakın. Şehir tatlı ve ışıklıdır ama dikduramazsan, amacından, hedefinden ırarsan şaşurtur seni, seni senlikten çıkarur. Neolursanuz olun gendünüze sahip olun. Kurt, kuş, karınca bile bu dünyada ne içünyaşadığını bilürken siz de ne için yaşaduğunuzu sakın unutmayın!

Behram, ağır ve sakindi. Adnan ise uçarıydı. Adnan ninesine takılarak,—Valla bu nenem diyalektiği bizden daha iyi biliyor sanki. Engels’i okumuş gibi, diye alay

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 21: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ederdi. Ama Hacanne altta kalmazdı. Sesini yükselterek,—Oğul ben engelsi mengelsi bilmem ama içinden çıktuğum toprağı, suyu, güneşi bilürüm.Gerisi fasafiso… Çene çalma get okuluna…

Behram yoksulluğun içinden gelmelerinin payı ile lisede iken devrimci hareketin içinde idi.Üniversitede de devrimci öğrenci hareketinin saflarında yerini aldı. Adnansa, politikaya uzaktakılır, kendisini eleştiren kardeşine, «Ne var yani sen Devgenç’i tercih ettinse ben desevgençliyim» deyince Behram onun yakasını temelli bırakmıştı. Adnan, daha çok büyükşehirde yaşamanın, parlak neon ışıkları altında yaşanan hayatın hesabını yapardı. Havaî idi.Derslerine çok dalmaz, amfilerde belleğine aldıklarıyla yetinirdi. Kaytardığı da çok olurdu.Not falan da tutma derdinde değildi. Adımını, nereye gittiğini yargılamadan, düşünmedenatardı.

Behram, nenesine bağlı ve olgundu. Nerden geldiğini, nereye gittiğini bilir, her işindesoğukkanlılıkla davranırdı. Behram ne kadar derslerine çok çalışsa da Adnan:—Oğlum ne inekliyorsun? Şu güzel İstanbul’da gençliğini yaşasana, gençlik bir daha gelirmi, derdi. Behram onu uyarmak istese de dalga geçer, omuz silkip yürürdü hep.

İki kardeş bir gün evden birlikte çıktıklarında, İki kız çıktı yol çatında karşılarına. Onlargecekondu mahallesinin tepesindeki lüks apartmanlarda oturuyorlardı. Onlar da Behramve Adnan ile aynı ilçedendiler. Liseden de tanışırlardı.

Özgül ve Öznur, aynı kasabanın eşraf ailelerinden birinin kızları idi… Babaları inşaat işleriyapardı... Lüks bir sitede onlara daire almıştı rahatça öğrenimlerini sürdürmeleri için.

Aynı kasabadan olmaları nedeniyle kızları kollarlar, gözetirlerdi. Behram ile Özgül arasındaaçığa çıkmamış duygusal bir ilişki vardı. Behram, onlara başarılı olamadığı derslerindeyardımcı olurdu. Öznur, biraz Adnan’a benzerdi. Öğrenim görmekten çok, hasret olduğubüyük şehrin çekici havası içine dalmak arzusu duyardı. Bu nedenle bu derslerden tezsıkılır, ayrılırdı yanlarından. Daha çok Adnan’la takılırlardı. Ama Adnan uçarı olduğundan çokçiçekten bal derme meraklısı idi. Öznur ‘a çok takılmak istemezdi ama onsuz da olamazdıhiç.

Hacanne, çocuklara öğütlerdi:—Bakın bu kızlar, büzüm toprağun kızları, anaları babalarının yoz olduğuna bakmayın.Yardımcı olun, kollayun gözetün. Kurda kuşa yem olmasunlar sakın…

Özgül, Behram’ı tam da sığınılacak bir kale gibi görürdü. Ağırbaşlılığını ve olgunluğunuseverdi. Bundan Öznur’a da söz ederdi zaman zaman. Öznur dalgasını geçerdi:—Oooo Behramkale’ye bir-iki, bir-iki, kalktı gidiyooorr!

Behram, Özgül’le görüşmeyi, konuşmayı ihmal etmezdi. Çekingendi, o kadar kafelerde vebenzeri yerlerde buluşmalarına karşın el ele bile gelmemişlerdi. Özgül, onun butedirginliğini de severdi. Ama konuşurken söz döner dolaşır hep derslere gelirdi. Özgül’de,

Sayfa 21

Page 22: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

—Bu seferlik dersi unutalım da biraz hayallerinden söz etsene bana, derdi.Behram, kızarıp bozararak,—En büyük hayalimden şimdilik söz edemem. Ama ikincil hayallerim ise, Okulumu bitiripbaşarılı bir hukukçu olmak, Hacanne’yi hak ettiği konforlu yaşama kavuşturmak derdi.

İkisi de öğrenimlerini sürdürürken buluşmalarını da sürdürüyorlardı. Önceleri donukbaşlayıp biten bu buluşmalar, daha sıcak geçmeye başlamıştı. Sonunda ikisi de hayallerinibirbirlerine anlatabilmişlerdi. Behram, Öznur’u hem ilgili olduğu alanda hem de sosyalalanda yetiştiriyor, sorularına yanıt veriyor, bir anlamda mutlu yarına hazırlıyordu. Çünküanne ve babalarından para hırsı ve süslenerek gezme alışkanlığından başka pek bir şeygeçmemişti onlara…

Adnan derslerini ihmal ediyor, Hacanne’den sızdırdıkları ve aldığı öğrenci kredisiyleBeyoğlu’nda köşe bucak dolaşıyordu. Bir ara kumara da alıştığı kulaklarına geliyorduBehram’ın. Defalarca uyarmasına karşın Adnan, kafasının bildiğine gidiyordu.

Behram, iktidara karşı protesto gösterilerinde birkaç kez tutuklandı. Hacanne’nin yüreğihoplasa da Adnan’a ve komşulara karşı onu savunmayı sürdürüyordu:—Ne yapmuş torunum, çalmuş mu, öldürmüş mü? Hakkunu savunmuş. İyi de yapmış. Benhep onlara haklarına sahip çıkmalarunu, zalime karşı doğrudan yana olmayı öğütlemedümmü?

Bir keresinde televizyona da çıkmıştı, polisle kavga ederken Behram. Sonra içerden çıktı.Hem derslerine döndü. Hem de toplumsal mücadele içinde olmaya devam etti. Behram’ıntutuklandığını öğrenen kızların babası, çocuklarını ziyaret ettiğinde,-Sakın bu anarşit çocuklarla görüşmeyin, ayağınızı kırarım. Bunlar yoldan çıkmışlar. Kendikasabamdan ama anarşit mi anarşitler işte…

Özgül, diyecek oldu Behram’ın haklı olduğunu, ama diyemedi…

Sekiz Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın arkadaşlarıyla Özgül de ellerinde pankartlarlayürümüş, polisten bol bol biber gazı, su ve cop hakkını almış, sonunda tutuklanmıştı.Behram duyar duymaz, Barodan abileriyle davasına girmiş, içerde çok kalmadan çıkmasıiçin çaba göstermişti. Öznur, bunları babasına yetiştirince olanlar olmuştu. Görüşmeleritemelli yasaklandı. Uzun süre görüşemeseler de uzaktan gözleriyle konuşmalarınısürdürürlerdi.

Öznur, Adnan’ın peşinden koşsa da aradığı ilgiyi görememişti. O da kendi havasında geziptozmayı sürdürüyordu. Behram okulu bitirip avukatlık stajlarına başlarken Adnan, hâlâüçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçememişti. Sonunda Hacanne ona en sert konuşmasınıyaptı:—Utan utan utan! Sen nerden gelüyon, nereye gidiyon? İstanbul’a gelirken kavlimiz böylemüydü? Ne içkicilüğün kaldı ne kumarbazluğun. Okulun da kaldı. Sen nesin ay oğlum. Senne diye yaşuyor, nefes alıyon bu dünyada. Yaşaduğunun manasınu biliyon mu? Ot gibi, it

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 23: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

yaşamak içün mü İstanbul’a geldün… Ot gibi, it gibi yaşamayu kasabamuzda, köyümüzdede sürdürürdün ay oğul… Anana, babana sözüm var diye şu ahur zamanumda sizünpeşünüzden sürünüp geldüm ha buralara. Hepsi bunun içün müydü? Geldük, tıkulduk haburalara… Ben özledüm köyümü, denüzümü, bahçemü, bağımu, yaylamu. Behram işegirdü sayulur. Ben de çeküp gidecem yarın. Sen nerde bok buldunsa yimeye devam et.Zora düşersen de ne Behram’ı ne beni ara. Kendün ettün, kendün düştün... Aha da sözümbudur!

Behram ertesi gün Hacanne’ye birlikte, otobüsle kasabaya gitti. Evlerini tamir ettirdi.Akrabalardan bağ, bahçeye bakacak yardımcılar tuttu. Sonra nenesine dönerek,—Nene, benim bir ayağım burada olacak. İleride ilimizde bir büro da açmayıdüşünüyorum. Ama önce mesleğin inceliklerini öğrenmek için bir süre daha İstanbul’dakalmalıyım, dedi.

Hacanne,—Oğlum, her zaman haklunun yanunda, doğrunun yanunda, zalimin karşusunda ol. Sanada sözüm budur. Merak etme, ha burası toprağumdur. Beni yadurgamaz. Aç, çuplakkalmam. Dilerim sizi de yadurgamaz bu topraklar oğul. O canı çıkamayasıca, işi yolundagidesice abine de sahip çık. İtün, köpeğün arasından gurtarmaya bak. Okulunu bitürmesiiçin üzerinde ol. Hadi selametle git.

Behram, okulu bitirdikten sonra bir süre avukatlık bürolarında çalıştı. Bu kez, kendisimahkemelerde devrimcileri zalimlere karşı savundu… Adnan parası tükenmiş, kredisidurdurulmuş, sağa sola da borçlanmıştı. Evden de çıkmaz olmuştu. Behram, Adnan’ısıkıştırdıkça sıkıştırdı. Dışarıyla ilişiğini tamamen kesti. İşinden kalan zamanlarındaderslerine yardımcı oldu. Sonunda yedi yıl aradan sonra Adnan Okulu bitirebildi.

Behram, bir süre sonra iyi bir avukat olmuştu. Doğduğu kasabanın iline, kredi alarak küçükbir büro açtı. Aynı zamanda sosyalist bir partinin yönetim kurulunda da yerini almıştı. Bualanda da mücadelesini sürdürüyor, insanları aydınlatmaya çalışıyordu. Yoksul halkın,işçinin, köylünün zalimlere karşı davalarına ücretsiz bakıyordu. Halk tarafından çokseviliyordu. Hukukun her alanına hâkim olduğundan tarla-tapu davalarından, ağır cezadavalarına kadar başarılarıyla ün kazanmıştı çevrede… Bir keresinde onun ününü duyanÖzgül’ün babası da çekine çekine ona başvurmak zorunda kalmıştı. Behram dosyayıinceledi:—Ömer Bey, dosyada haklı olduğunuz görülüyor. Ortak olduğunuz İstanbullu işadamıanlaşılıyor ki sizi dolandırmış. Sermayenin ve ortak üretilen konutlardan gelen paranınhepsine el koyup izini kaybettirmiş. Ben bu davayı alıyorum. Biraz zor ve masraflı olacakama geç de olsa kesin kazanırız. Eğer davayı bana vermek istiyorsanız, hemen benimadıma bir vekâlet çıkarın noterden. Sonra da elinizde bu konuyla ilgili ne kadar dosya varsabana teslim edin.

Ömer Bey, bir süre önce anarşist, komünist diye karaladığı Behram’ın kendine güvenenkararlı tutumunu görünce davayı ona verdi.

Sayfa 23

Page 24: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Behram, bir yandan mahkemelerde bu ve diğer davalarını takip ederken, diğer yandan dadavalı işadamını uzun süre bir ajan gibi takip ederek saklandığı yerde buldu. Polise durumubildirerek yakalattı. Üç yıl içinde davayı takip edip Özgül’ün babasının lehinesonuçlandırmayı başardı. Bu durum, onun ildeki ününe daha da ün katmıştı.

Özgül de mimar olmuş, babasının inşaat firmasında çalışıyordu. Öznur ise hazır yemeyitercih etmişti.

Bu davadan sonra Hacanne’ye Özgül’le evlenmek istediğini söyledi Behram. Hacanne,—Ne yapacaksın o yoz ailenin kızını, gider isterim ama sana yakıştırmam dedi.

Behram, aralarındaki ilişkiyi ve Özgül’ü anlatınca Hacanne’ye, kabul etti kızı istemeyi.Özgül’ün babası tereddüt etse de kendisini iflastan kurtaran Behram’a minnet duyuyordu...Kızının da istekli olduğunu duyunca kabul etti.

Adnan da okulu bitirip kasabaya dönmüştü. Behram ve Özgül’ün desteğiyle Ömer Bey’ininşaat şirketinde çalışmaya başladı. Öznur’la zaman zaman karşılaşıyorlardı şirkette.Öznur’a ilgi duysa da artık olan bitenden sonra açıklamaya çekiniyordu. Öznur’da Adnan’akarşı boş değildi ama onda da aynı çekingenlik vardı.

Behram ve Özgül kasabada şenlikli bir düğünle evlendiler. İlde tuttukları evde yaşamayadevam etseler de haftada birkaç kez Hacanne’yi de ziyaret ederlerdi. Bir gün eşiyle ziyaretegittiğinde:—Hacanne, ben okuyunca sana güzel bir eve alacağıma ya da sana güzel bir evyapacağıma, seni rahat ettireceğime söz verdim. Gel bir apartman alalım. Orda oturalımartık, deyince, Hacanne:—Ben asla o beton evlerde oturmam. O evlerin lüksüne ha bu küçük evü değüşmem, banaköy gibü bi yerde köy evi gibü bir ev al. Ara sıra ziyaretüme gel, başka bir şeycik istemem.Ah Adnan’ım ah! Bi de senü göreydüm, dedi içinden.

Behram, Hacanne’nin ev dileğini kabul etti. Projesini Özgül’ün çizdiği güzel ve modern birköy evi yaptırdı, denizle Orman’ın buluştuğu bir yerde. Özgül’le birlikte işlerden fırsatbuldukça gidip geliyorlardı

Behram, çoluk çocuğa karışmıştı çoktan… Adnan ve Öznur başkalarıyla birer evlilik yaptılarsa da sürdürememişlerdi. Ama ikisi, iyi bir dosttular.

Behram, Hacanne’nin köy evinde, evliliklerinin yıldönümünü kutlamak amacıyla kaynanasıve kaynatasını, Öznur’u ve Adnan’ı yemeğe davet etti. Hacanne, sofranın başınakurulmuştu. Mutlu ve övüngen bakışlarla etrafı süzüyor, Adnan’ı görünce bakışlarıburkuluyordu. Adnan gelip hemen elini öpmek istedi ama elini hemen vermedi, yüzünü ötetarafa çevirdi öyle öptürdü elini Adnan’a. Hâlâ kırgınlığı sürüyordu.

Adnan yaptığı evlilikte ne Hacanne’ye danışmış, ne de onu nikâha çağırmıştı. Hacanne,içinden “eşşek her zaman eşşektür” diye söyleniyordu hep Adnan’a. Boşandığında da

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 25: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

kızmış, aynı sözü söylemişti gene.

Adnan ve Öznur, gıptayla bakıyorlardı Behram’la Özgül’ün evliliğine. Espriler yapıyorduÖznur gene:—Behramkale son durak kalkıyoorr…

Ama buruktu. Sessizdi. Adnan’la bakıştılar ama çok devam etmedi bakışlarının buluşması.

Behram mangalda pişirdiği etlerle uğraşırken Adnan yanına geldi.—Yahu Behram, ben başaramadım, sen nasıl başardın böyle güzel bir evliliği?

Behram, başını mangaldan kaldırdı. Hafiften yüzüne is bulaşmıştı. Adnan’a,—Kardeşim sevgi emek ister. Sen bu yolda emek vermekten kaçtın hep. Ben Özgül’learamızdaki sevgiyi büyütmek için emek verirken, aramızdaki sevgi ağacını boylandırırkensen benimle dalga geçiyordun.

Önce sustu, ızgarada kızaran etleri tabaklara çekti. Gözleriyle Öznur’u işaret ederek,—Vakit geçmiş sayılmaz, başından geçenlerin seni olgunlaştırdığını görüyorum. Yenidenbaşlamanın zamanı yoktur, zararın neresinden dönülse kârdır, diyerek masaya yürüdü.

Behram tabakları davetlilerin önüne yerleştirirken, Adnan, onun Öznur’u işaret ederekkendisine göz kırptığını gördü.

ERDOĞAN TEZGİDEN

<<Yaşar Kemal’in öykü ve roman yazarlığına halk ozanlığı, modern şiir vedengbej kültüründen başlayarak yola çıktığını düşünüyorum. Öykü veromanlarındaki düş, söylence, masal, folklor ve gerçekliğin iç içe oluşu,şiirsel anlatım, elit bir dil yerine safkan halk dili kullanışı; çocuğa, yaşlıya vegence ortak baktığı penceresinin genişliği, onun ülkemiz ve dünyaedebiyatının en büyük yazarları arasında yer almasını sağlamıştır.

Düzyazı (özellikle öykü ve roman), toplumun temelde bireysel açıdan;bireylerin de ilişkiler aracılığıyla toplumsal açıdan irdelendiği bir yazıntürüdür. Yaşar Kemal, şiirsel dili, kurguları ve gerçekçiliğiyle bunu başarmışender yazarlardan biridir. Onunla aynı ülkenin yurttaşı olmak, aynıorganizasyonlarda (Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği, vb.)yer almak benim için bir onur vesilesidir.

Karacaoğlan ve Kozanoğlu başkaldırısının (1865) şiirini söyleyenDadaloğlu kültürü ile donanmış bu çağdaş Homeros’a binlerce selam… Bizibeklesin usta, onun kahvaltı sofrasına gitmemize az kaldı… Işıklarıyakmıştır şimdiden… >> AZİZ KEMAL HIZIROĞLU

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 25

Page 26: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

PELİT'İN İSYANIÖzgecan'a

Ibembeyaz düşleri vardı, geleceğe özgügözlerinde sözcükler dans ediyordubahar gibi taze,bahar gibi kokuyordumavi-yeşil bir nehir gibi akıyordu...IIayazın vurduğu, akşamın gölgesindebir minibüste,okul dönüşündecelladıyla aynı havayı soluyordu...bilmiyorduher zamanki yol değildi,gidilen yol...irkildi birden...sordu...üşüyor çok üşüyordu.bir yaprak gibi titredi önce...bir serçe gibi çırpındı sonra...gözleri doldudur yapma! diyen ellerini kestiler acımadan...bir çeliğin soğuğu değdi, narin boynunaşahdamarından akan kan,kazağından süzüldü önceSonra kucağına doldu... Yetmedi yaktılar seni pelit'im...IIIYandın sen ki; bin kez yandın...katledilen, dövülen, bıçaklanan,kurşunlanan...Ayşeler, Fatmalar, Güldünyalar adına...taşıdığın can adına...Özgecan adına binlerce kez yandın pelit'im...

ahh! pelit'im örselendin yinegözbebeklerinden vurdular senimasumiyetinden korktular,bakışlarından...sen çırpındıkça bir serçe gibikanadını kırdılar,düşlerini vurdular orta yerinden...Ataerkil toplumun taşeronluğunu yaptılar...Eril mengenenin altında ezdiler seni...

her bir yok oluşta biraz daha büyüyor isyanım...her şiddet mağdurunda kalıyor bir yanımher bıçak izinde,kurşun gözünde....tacizde,tecavüzde,her bir yara izindebölünüyorum,parçalanıyorum...kendi küllerimden doğuyorum yeniden...erkil bir kütle oluyorum pelit'im...

SEVGİNAZ İNAL

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 27: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ÇOCUK GÖLGESİ

her gün, prensesher günü tanrınınçocuklar vuruluyorrahminden anaların.sırf bir gülüşsalt bir umut taşıdıklarından

ekmeğegüneşe giden çocuklarvuruluyor prensesışığa, umuda yürüyen çocuklar…

vuruluyorlar reklam aralarında ajanslarınhöykürüyoremperyalizmin uşşaklarıkan..kan…ve umutlarındananalarınyoksul coğrafyalarda çocuklarçocuk-lar vuruluyor prenses…

kurşun kurşungömütleniyorlarve hançer hançer ağıtlar…ağıtlardan bir dahavuruluyor çocuklar…

ol hikâyet der ki prensesölmezmiş gölgesi çocuklarınefsûn olurlarmışçocuk düşlerinde…çocuklarçocuklargölge olurlar düşlerimde…

GALİP ÖZDEMİR

Sayfa 27

Page 28: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SELOGülefer CAMBAZ SAVRAN

Beni ilk oğlum tanıştırdı onunla. "Anne” dedi,“onu tanımanı çok istiyorum”

Kampın dışına birlikte çıktık. Denizle ormanıniç içe geçtiği bu saklı koyda bir süre ağaçlarınarasından yürüdük. Sahile yaklaştığımızda LiliMarlen Türküsü karşıladı bizi. ArdındanAhmet Kaya’nın sesini duymak hüzünlendirdibeni. ”Hoşça kal iki gözüm” diyordumelodide. Ağaçların dallarını denizedokundurduğu o küçük koyda oldukçaeskimiş olan beyaz bir karavan ilk dikkatimiçeken şey oldu. Biz yaklaştıkça o aracın uzunyıllardır yerinden kıpırdamadığını fark ettim.Lastikleri yarıya kadar toprağın içine gömülüve etrafında ağaç dalları boy vermiş. Yükseksesle türküye eşlik ediyordu. Bizi görünceşaşırdı: "Buyurun, buyurun!” diye bizi yanınaçağırdı. Tahtadan çakma bir divanın üzerindeoturuyordu.

Ona doğru ilerlerken -itiraf ediyorum- içimdebir endişe taşıyordum-. Ormanla denizinbuluştuğu bu yerde çam ağaçların arasındakendine bir yaşam alanı oluşturmuştu. Aracınhemen yanında bir divan, onun yanında bir

masa, diğer yanında yıllardır orada durduğu anlaşılan yüzü oldukça kirli ve her yeriyırtılmış iki koltuk bulunuyordu. Ağaçlara çam kozalaklarından, gazoz kapaklarından veeski küçük konserve kapaklarından yapılmış süsler asılıydı. Rüzgâr çıktığında birbirinevuruyor ve garip sesler çıkarıyorlardı. Diğer taraftan aracın etrafında pek çok beş litreliksu şişeleri, boş bira ve rakı şişeleri dizilmişlerdi. Yaşadığım şehir, İzmir’de böyle birortamla karşılaşsam hemen oradan kaçıp kurtulmayı düşüneceğimi biliyordum ama ondafarklı bir şey vardı. Tekrardan bize seslendi:

“Misafirlerimiz gelmiş, buyurun buyurun…"

Başında uzun yıllardır taktığı anlaşılan siyah ve kocaman yıldızı olan şapkası, arkadanbağladığı uzun ve beyazlamış saçları ve yüzünde kocaman gülüşü olan koca bir adamkarşımızda duruyordu. Beyaz sakallarını sağ eliyle sıvazlayarak bize bakıyordu.

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 29: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Hafifçe doğruldu. Ayağının birini yukarı doğru kaldırarak yavaşça kanepeden aşağı sarkıttı.Diğer ayağını elleriyle tutarak onu da yanına bıraktığında bir sorun olduğunu anlamıştım.Yanındaki bastona tutunarak ayağa kalktı.

"Ben Selo” dedi gülümseyerek. Yüzündeki çizgiler daha bir netleşti gülümseyince.

" Oğlum” dedim, " Sizinle tanışmamı çok istedi. Ona bir kitap hediye etmişsiniz.”

" Evet, ettim. Georges Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri… ve onu okumasını çokistiyorum. ”

Onunla konuşurken masanın etrafındaki kitaplar dikkatimi çekti. Pek çok felsefi ve siyasiiçerikli kitaplardı. Karl Marks ve Che’nin eskimiş resimleri koltukların üzerinde duruyordu.Yaprakları sararmış ve bazılarının kapakları yırtılmış sol dergiler öylece göz önündeduruyordu. Eski bir taş plaktan geliyormuş, biraz önce dinlediğimiz melodi. Ağaçlarınüzerinden uzaktaki bir elektrik direğinden kablo çekilmiş. Masanın üzerinde eski konservekutusundan yapılmış küllük ağzına kadar sigara izmariti ile dolmuştu.

Bir ara arkasındaki diğer dolmuşa dönerek içeri seslendi: "Neslihan bak misafirlerimizgeldi« Eski arabanın içinden daha denizden yeni gelmiş olduğu anlaşılan sarı saçları henüzkurumamış, yaşı kırkın üzerinde oldukça güzel bir kadın yanımıza çıkageldi. Çok kısa birzaman zarfında gördüğüm her şey arka arkaya bende şaşkınlık yaratıyordu.

"Merhabalar. Hoş deldiniz" dedi kadın elini uzatarak. Oldukça düzgün bir Türkçesi vardı.Masanın hemen yanındaki tahta divana oturduk. Kadın arkasını dönerek dolmuşun içinegeri girdi. .

"Arkadaşım" dedi Selo, "kendisi Ankara’da bir bankada çalışıyor. Arada izinleri oluncayanıma gelir birkaç gün kalır ve gider" Meraklı gözlerimden bu kim dediğimi anlamış gibi,“biz aslında hemşeriyiz seninle, uzun yıllar sizin kaldığınız şehirde yaşadım ben” dedi sonrasustu.

“Şimdi burada mı yaşıyorsunuz?” diye soracaktım, vazgeçtim.

“Oğlunuz” dedi, “birkaç gün önce tanıştık kendisiyle. Dostum Mehmet'le birlikte denizdekiağları kontrol için gelmişlerdi. Zeki ve meraklı bir çocuk... Birkaç gündür yanıma geliyor vebana sorular soruyor. Yaşıtlarına göre memleket meseleleri ile pek ilgili. Onda Denizlerinışığını gördüm, beni umutlandırdı. Fakat kendisine de söyledim çok okuması gerekiyor. Buyüzden ona bir kitap hediye ettim. Bu bir başlangıç olsun istedim.”

Akıcı ve düzgün konuşması beni hipnotize etmiş gibi onu dinliyordum.

"Kahveleriniz de geldi" sesiyle her ikimiz de bize güler yüzüyle tepsiyi uzatan kadına dönüpkahvelerimizi aldık. Aslında kendisine pek çok soru sormak istiyordum ama nasıl tepki

Sayfa 29

Page 30: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

vereceğini bilemediğim için susuyordum. Bir ara kadın, "Biliyor musunuz bir dostu Selo’yubir öyküsünde anlatmış. “dedi. Selo’nun çatılan kaşları kadının birden yere bakaraksusmasına sebep olmuştu. Kadın yanlış bir şey yapmış gibi utandı.

"Ben okumak isterim" dedim.

"Hadi içerden dosyanın içinden al da gel” dedi Selo isteksiz.

Kadın sevinerek yerinden kalktı. Elinde şeffaf bir dosyayla geri geldi yanımıza. İçindeöykünün yazılı olduğu bir kâğıdı bana uzattı. Artık kendisine hiçbir şey sormadan hayatıylailgili pek çok şey öğrenebileceğimi düşünüyordum. Yüksek sesle okumaya başladım. Oğlumsürekli gözümün içine bakıyordu.

İzmir Alsancak Limanında çalışan genç bir hamalın hikâyesiydi bu okuduğum. Hayatındakibütün olumsuzluklara rağmen okuyup kendini bilinçlendirmiş, çeşitli sendikalara üye olmuşve arkadaşlarının haklarını yedirmemek adına mücadele etmiş bir adamı anlatıyordu yazar.Bütün direnişlerde Selo vardı.

Her türlü direnişin içinde bulunmuş, işçi arkadaşlarını örgütlemeye çalışmış bu adam 22Ocak 1980 senesinde İzmir’de Tariş Direnişinde tutuklanarak içeri alınmış ve günlerceişkence görmüştü. Gördüğü bütün işkenceye rağmen arkadaşlarının hiçbirinin adınıvermemiş, uzun bir süre hapiste yatmış ve çıktığında uğrunda pek çok eziyete katlandığıarkadaşları onu yalnız bırakmışlardı. Bir kere bile onu arayıp sahip çıkmamışlardı. Hapistençıktıktan aylar sonra başı dimdik girdiği iş yerinde utancından yanına bile gelemeyen sözdeyoldaşların utançlarını anlatıyordu öykü

Ve o mağrur adamı bir daha gören olmamıştı.

Hikâye bittiğinde sesim çatallanmış, tükürüğümü yutamıyordum. Bir an kadınla göz gözegeldik. Kadının gözlerinin içinde “işte bu benim erkeğim!” der gibi gururlu bir bakışyakaladım. Selo başı önünde, belki de defalarca okuduğu bu öyküye tepki bile vermiyordu.Sağ eliyle hafif hafif bacaklarını ovalıyordu. Birden büyük bir sessizlik oldu. Sanki rüzgâresmeyi bırakmış dallardan çıkan o garip ses durmuştu. Sessizliği bozan ben oldum.

"Vakit epeyce ilerlemiş, biz gidelim ” dedim.

“Yine gelin” dedi Selo.

"Olur,” dedim, “birkaç gün daha buradayız, uğrarız”

Ayrıldık. Arkamızdan bağırdı: “O kitabı okumalısın çocuk…”Tamam

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 31: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

MANİFESTO

Şiir değil buBir yüreğin manifestosuDelikanlı bir öykününÖmrümüzün tam ortasına çizdiğiBenzersiz resim.

Aşkın tanımıAşksız zamanlarındaKansız ve silahsızTek kavgasıYeniden kurulacak olanO masmavi dünyanın.

Yeryüzüne adanmışİmzasız bir yazıİnsan olabilmeninKalıbından çıkarılmış,Adlarını ve isimlerini bilmedenMilyonlarcaMilyarlarcaSevebilmeninKağıtlara dökülmemiş destanı.

Şiir değil buBir yüreğin manifestosuDilimde acılarınızdan bana kalanİlk ve son şarkı

Şiir değil buKavganızın en büyük mirası...

MELİH COŞKUN

Sayfa 31

Page 32: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Büyüttüsuladığım acılarımşahlandıbahar doğurdu benizaman ki,yırtıldı gecenin zifirindedokuyorum aşkısevgi deriliyorkucak açan gökyüzüneŞimdi çiçek zamanıdır

Perdelerini açtımçocuk yüzüyüm günündüşlerimin kalabalıklığındaasi gözlerlesessizce sıvışıyorumkalbimin ortasınasuların şırıltısındatutuyorum küçük ellerimlegüneşiŞimdi kokulu çiçektir zaman

Mavi çatı altındaçok maviler sevindi ağaçtaen çok da kuşlarve çocuklarseslerin uzaktançoğalmasıdır isyanneden çokneden yokŞimdi çiçek zamanıdır

ÇİÇEK ZAMANI

BURCU TÜRKER

FOTOĞRAF: A. Z. ÇAMUR

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 33: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AĞLAMALARIM VARİrfan SARİ

Dünya boşaldı sanki haber ajanslarına Yaşar Kemal öldü diye düşünce.

Bazı ölümlerin arkasından baka kalırsınız, içinizde bir “gitme” sesi duruyorken öylece.Gökyüzünün kanatları duruyor ve mavi dökülüyor yere.

Sapsarı bir şüphe sarmış gibi “ölüm olmasın” diyorsunuz.

Neden?

Çünkü herhangi bir ölüm değil Yaşar Kemal Usta.

Çelik zırhlar, demir yığınları ile donatılmış bir ülkenin ve o ülkenin kendini koruyaniktidarlarının arasında,

Muhalif,

Sayfa 33

Page 34: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yazar,

İnsan hakları savunucusu,

Söz devrimcisi,

Kabul görmeyen aidiyetli,

Ret-inkara karşı savaşçı olursanız sizin ölümünüz herhangi bir ölümle örtüşmez.

Yakar…

Bu topraklardan sürülen, tehcir kanunlarıyla, toprakları ve canları alınan ermeni halkınıntehcire uğradığı 100. yılda ve kale burçlarından aşağı atılan, uçaklardan üzerlerine bombayağdırılan Kürt halkının nevrozuna 21 gün kala ölmek daha çok yakar…

Atatürk cumhuriyetinin ilk 10-15 yıllarındaki yaşama gönderme niteliğindeki İnce Memedromanı aslında Çukurova köylülerinin ağalara karşı direnişinin yazılı abidesidir.

Kürdistan özgürlük mücadelesinin başladığı yıllara kadar sürdürdüğü bu yazılı efsane ciltlerekavuştu.

Yoksulluğun, yoksunluğun zorbalıkla dayatıldığı halkın arasında, kokusuz acıları yüreğininiklimine nefes gibi çekerek tek başına muhalif olabilmiştir.

Tek başına muhalif olmanın karşılığı o yıllarda sürgün, ölüm, hüküm giymedir aslında amakorkusuzca kalemini kağıda dokundurup başkaldırının namusuna iner.

Ağlamalarım var;

Etrafı tel örgülerle örülmüş, mayınlanmış, asker postallarıyla inim inim inletilmiş cumhuriyetzırhını haklı sözlerle, edebiyatın ambiyanslı dökümüyle delip dünyaya kavuşturur.

Yani kapalı kutunun içine koyulmuş halkı, tek tipleştirmeye çalışan zihniyetin dünya yadeşifresini yapar bir anlamda.

Kürt köylüsünün alın terini sömüren düzene haykırış olur.

Anadolu’nun yoksul köylüsüne sestir hep.

Beklemenin ve sabrın romanı olur “Karıncanın su içtiği”, durgun suda karıncanın suiçebileceğini fotoğraf çeker gibi sunar…

Ama “Fırat suyu kan akıyor baksana” da ağıt okur gibi bir ses yankısı aks ettirir duygulara…

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 35: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Şeref madalyasının sahibi olmak, kanlılarından kaçmaya yetmemiştir Poyraz Musa için.

Ve Ezidi halkının cansız bedenlerini Fırat suyuna bir bir atmak onları katledenlere karşıacının nirvanasını his etmiştir…

Yaşar Kemal işkal altındaki topraklarda sürgünün yasıdır.

Ve tüm baskılara karşı duruşun şanıdır.

Bu yüzden bazı ölümler bedenine yakışmaz ve acıtır insan olanları.

Çünkü tanrı köylerinden kovulanları, vurulanları, işkencede ölenleri görememiştir YaşarKemal Usta gibi.

Yakılmış buğday tarlalarını, talan edilmiş pamuk tarlalarını ve bu tarlalarda ırgata çıkmışinsanın emeğini, sefaletini, yoksulluğunu o kalem duyar ve yazar…

Koyun koyuna toprakları paramparça etmiş güçlerin yazılı kanıtını oluşturur.

Reva görülmüş zulme karşı duruşun timsaliydi.

Ağlamalarım var;

Bir dağ toprağa devrilirken…

Ardından, her ne yazılırsa yazılsın daha çok eksik kalacak bir yaşamın köklerinden geleninsana uğurlar olsun demek kalıyor bir geriye…

İRFAN SARİ

<<Yaşar Kemal, bir özelliği de sokağa tükürmek olan kültürümüzün yüzünüak eden az sayıdaki sanatçılarımızdan biri ve dünyanın en büyükromancısıdır. "İnsanın piçine kaldık" öngörüsüyle uzak görüşlü; romanlarına,öykülerine, yazılarına yansıyan büyük hayalleriyle, barış, sevgi, eşitlik,özgürlük gibi değerlerin egemen olduğu yeni bir dünyanın kurulabileceğinimuştulayan ve hatta onun kavgasını veren büyük bir Anka'dır. Türkiyetoplum yapısının çelişkilerini, çıkmazlarını, gelişme çizgisini, dönüşümsancılarını; feodalizm-kapitalizm, doğu-batı diyalektiği çerçevesindeçözüzmleyerek, insanı, (bireyi) ve onun en güzel değerlerinden ve toplumsalgereksemelerimizden biri olan barışın dilini kurabilmiş bir devrimcidir. Güzelbir insandı, güzel bir ata bindi ve geldi.>>

ŞABAN AKBABA

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 35

Page 36: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ALFABESİ İNKAR ÜZERİNE CEHLİNdönüp durdu kuzgunlarkirlendi göğün mavisikokusu çayır otunda leşinaçlığını ne sordularne gördülerdevlet kendi için başahesapsız korkular bıraktıkururken sevgisi kardeşin

uçurumun ucundayız her daimipin yağlısı boynumuza yakınoyunu hayata vermişlerbize umudun sahtesinikarbon kokulu ağaçlarakrabaymış kömürebelleğin gücü yetti yetmedi derkenmilyonlarca talip çıktıselam eskidi ağardı gözleri ferindostluk önerisi bakırdan demireemekçi alnında terbileğinde hükümdür yarın içinsenin aklındaki tek sözcük yeter be yetervahşetin şenliği içinde egemen

kadınları sınanmaya devam ediyorcennet sensin cehennem de sençürüyor recmin taşları arındanendişeler de hamle üstüne hamleçık dehlizlerden zorunöğren bakalım iblisin derdi neçeki düzen ver ayaklanmayagündönümlerini yaşama yaklaştır hele

alfabesi inkar üzerine cehlininanmazsanız okuyun ve görünkarnından konuşan tek kitaplı rektörünkainatın gırtlağına yapışan ellerikapalı gözler ardındaki azametmülkiyeti iç etmek üzerine gayretgösterirken sıfatların boynu büküközneler şiddet ortamındaaylaklar kökünü kuruturken devlet başaağzı sulanarak bakarken acımasıznoktasız virgülsüz izahı zordüğün bayram sevinciyle kuzgun leşeunutmuş gündüzünü gecesinisorular kıvranırken kurtuluş içintek atımlık mermi gibi saplıyor pençesini

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 37: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sözleri varyaban düşer sözümegözleri varyavan bakar gözümeyüzleri varastar ister yüz versem...

Söylemde dildaşeylemde yoldaşbulam ki ölem...

Su başları tutulmuşyollar kapalıkapılar duvarumutlar öksüz ve yetim...Neyleyimdağların ardında kalmışbeklenen...

Ölmekten kolay ne varölmüşken zatensıkıysa yaşaölümle baş başa...

SIKIYSA YAŞA

MUAMMER ERTURAN

<<Edebiyatımızın Kemal'i kimi sözde şair yazarlar gibi fildişi kulesineçekilmez, halkın arasındadır daima el ele gönül gönüle. Sanat rüzgarlı birattır Onda; bizi doğruya iyiye güzele uçuran; insancıllığın çiçekli bahçesineulaştıran ve de Abdi Ağaların keyiflerini kaçıran, umdukları dağlara karyağdıran. Yeryüzünün yeşilinden gökyüzünün mavisine uzanan bir eldirYaşar Kemal. Ne mutlu o ele dört elle sarılana, onunla birlikte çağlayıpcoşana.>> ERHAN TIĞLI

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 37

Page 38: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SULAK YERLERDE BÜYÜYEN AĞAÇLARIN ÖMRÜ KIT OLUR; KIRAÇLARDA BÜYÜYEN AĞAÇLARIN ÖMRÜ YÜZLERCE YIL…

Adnan DURMAZ

Çukurova’nın ivezleri, diri diri yerdi pamuk tarlalarının kıyısında sömeleklenmiş bebeleri...Anaların deri ve içi bomboş, dağarcığa dönmüş memelerinde, sütü kuruturdu; ağanın,beyin, sisteminin zulmü. Bu dünyada onlar için kurulmuş bir cehenneme karşı direnenyoksul kır insanlarının o büyük direnişini yazardı, kalemi yüreği kesilmiş bir adam. Koca köygurbete sıtmanın insan canı yolduğu tarlalara giderdi. Bir yaşlı ana yürüyemezdi de oncayolu, mezarlığa dönmüş, kocaman köyde tek başına kalırdı fanıl fanıl. Onun aylar sürenyalnızlığını, yaşama mücadelesini yazardı bir adam. Bir şaki vurulurdu. Haklıydı aslında. Oşakide bütün şakileri, o bebecikte bütün dünyanın açlıktan ölen bebeciklerini, yalnız birninede tüm yalnızlıkları yazardı; dünyaya yazardı bir adam... Şimdi de, doğu illerinden İçAnadolu kırsallarına, çoraklarına gelip tarlalarda yalınayak çalışıyor yoksul insanlar. Yinedağlarda birileri var; birileri yaylalarda, birileri sevdalarda… Yaşar Kemal onları da yazmıştıçok önceden. Ama sevgi de acı da hüzün de isyan da var olmaya devam edecek... Kimyazacak şimdi... Sahi Yaşar Kemal öldü mü...

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 39: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kim kaldı o ulu ozanlardanşimdi. Nazım gideli yıllaroldu. Koskoca bir ırmakbıraktı, ki tüm dünyanınhasretlerinde, sevdalarındave kavgalarında her didenakmakta. Hasan Hüseyin,Ahmet Arif, Enver Gökçe,Orhan Kemal ve niceleri…Aslında, niceleri derken, yüz-yıllara uzanan çok da fazlaolmayacak; kim bilir kaçı…Sen bir romancı değildin;karlı dağlar ötesinde ıssızKürt köylerine yürüyerekgiden kadim bir dengbejdin.

Türkmen obalarını bir bir dolaşıp, yazıda yaylada Köroğlu, Dadaloğlu hikâyeleri anlatanDedem Korkut geleneğinin son ozanıydın. Homeros da, oralarda ‘şahé dengbéja’denilen Evdale Zeynike de senin sesinde akardı… Yazdıkların roman değildi; destanlarınson ırmağıydın sen… Daha söyleyecek nice nice, renk renk türkülerin, ağıtların,sevdaların olmalıydı…Yaşar Kemal öldü mü…

Kuşkusuz destanlarını yaşayarak varetmiş, gür nehirler gibi birbirine karışarakkültür kültür, güldür güldür akanAnadolu’nun bengi ırmağının bu zamankihaliydin. Kuşkusuz ölümsüzlüğü yazdın.Sulak yerlerde büyüyen ağaçların ömrü kıtolur. Kıraçlarda büyüyen ağaçların ömrüyüzlerce yıl… Aşk ki, insanoğlununkeşfettiği bir başka ve en başkaölümsüzlük biçimi değil mi. Sen aşklarında kıraçta büyüyenini hasrette çiçekaçanını yazdın.. Yazdığın aşklar yaşamayadevam edecek büyük usta; kıracınortasında yediveren güller aça aça… SahiYaşar Kemal öldü mü…

Sayfa 39

Page 40: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kentsoylu takımının, parayla,pulla, çulla, makam-mevkiyle,arayıp bulamadığı, sonra dabu dünyada yok sandıklarısevdaların; hani bir gün biryerde görünce-kendiyüreklerinin o kudreteerişemeyeceğini anlayınca-karış karış izini sürüp, yoketmeye çalıştıkları sevdaların ,o en unutulmuş, en yoksul,kızamıktan, at tepmesindenölüveren, yetim ve dibinekadar yoksul insanların pahabiçilmez zenginliği olduğunuda gösterdin destanlarında..Hiç bir şey yoktu ve yar vardıbütün zulumlara kıranlarauzaklıklara inat. Ve yar elbet,başkaları, kara kuru görse deen güzeldi, en yakışıklıydı,yoluna ölünürdü, yıllarca yolu

beklenir, gerekirse gözler yollarda kör olurdu. Yürek gözüyle görenler için, bu can bir aşkakurban olsundu… Bunu gösteren ozanlardan biri de sendin usta. Sahi Yaşar Kemal öldümü…

Hep barış dolu bir dünyanınsevdasına tutuklu yazdın; barışmekânın olsun. Başında iki göz olanherkesin göremediğini yüreğinlegördün, sevgiyle yeniden varolmalıydı dünya, bu hasretleyaşadın; sevgi mekânın olsun...Dünyayı insanca kılabilmek için, adıbilindik, bilinmedik karaparçalarında, dağlarda başkaldıraneşkıya dolaşıyordu… Anadolu’daKöroğlu’nu, Dadaloğlu’nu ve bütünşakileri hatmettin; bütün ağıtları vetürküleri kattın kendini yoğurduğunhamuruna. Haksızlık ve zulümnerede varsa, isyan orada haktır...İsyan etti senin insanların, yoksul,itilmiş, adamdan sayılmamışAnadolu insanının ayağa kalkıp

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 41: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

haykırışını yazdın. Ne güzel bir isyandır İnce Memet; bütün ince memetlerin aşklakalkışmasıdır zulme, sevgi dolu ve hakça bir dünya adına. Bütün haklı başkaldırılarmekânın olsun… Anadolu’nun alıç ağaçları, hani şu susuz büyüyen bütün ardıçlar, çınarlar,yaylaların binbir ahenk ve renkle savrulan çiçekleri mekânın olsun... Seninkisi bir sevdaydıkuşkusuz, yazmaktan çok ötede bir aşıktın sen ve bize sevdaların ölümüz olduğunuyazdın. Sevdalar mekanın olsun…

Kuşkusuz Çukurova’dan İs-tanbul'a gelip bir ay birparkta yatan Yaşar Kemal'iYaşar Kemal yapan Tilda’dır.İnce Memet, sobasız birodada yazılırken, daktilobaşındaki Yaşar Kemal’inayaklarını, suda kaynatılmışkiremitleri havluyla sararakısıtan kadındı Tilda olmasada yazardı elbet; ama Tildayerine bir başkası olsayüreğine tıkaç, kaleminebukağı vurabilir, kendibencilliğinin fındık kabuğukadar dünyasına hapsede-bilirdi koskoca bir ırmağı...Yaşar Kemal, Tilda'nın takendisi değil mi. Tilda da,Yaşar Kemal değil mi… Şairyazdıkları değil mi, ozansöylencelerinde karışarak

aktığı değil mi. Bir ırmak nasıl güçlü olur bir başka ırmak karışmadan, nasıl geçer kıraçbozkırların kepirlerini, başka bir ırmakla aşk halinde buluşmadan. Tilda’na kavuştunusta.(Bilinir ki Tilda gidince yalnızlığına, yokluğuna dayanamayıp bir arkadaşın oldu.Evlilikten ziyade, bir arkadaş, bir yoldaş; herhâlde kocaman bir boşluk olmalı, o zamansende açılan içindeki dipsiz göçük. Seni yargılamak kimin haddine, içindeki obruğunacısını bilmeden... )

Ölümlüler gönderir ölümsüzü ölümsüzlüğe... Sonra tek tek gider onu defnedenlerunutuluşa.. Bin yıl sonra da var olan, onların bir kulaç toprağa gömdükleri yaşamaya,büyümeye devam eder. İnsanlık ormanının ulu çınarlarından biridir çünkü... Ne Homerosyok oldu, ne Dede korkut; hala dolaşır yaylalarda Karacaoğlan. Büyük destancı YaşarKemal Çukurova’nın bir susuz ağacı, koca bir ülkeyi evrene taşıdı. Ülkesini yüreğindetaşıyanlardan çıkar büyük ozanlar ve ozanların ölümsüzleştirdiği kahramanlar... Bazanyazarak, bazan cellada kelle vererek, bazan vurularak , bazan zındanları aydınlığıylatutuşturarak.. “Hoşça kal”, bize aynı çağda yaşamanın güzelliğini katan usta, nasıl olsa

Sayfa 41

Page 42: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

gidici olan bizleriz.. Kuşkusuz bizler unutulduktan çok sonra da sen yaşamaya devamedeceksin.. “hoşça kal “demek daha uygun sana ,”güle güle” demektense...

ADNAN DURMAZNOT: Yazıdaki görseller Adnan Durmaz’a aittir.

<<Virginia Woolf’un bir sözü vardır: “Bir kadın olarak benim ülkem yok. Birkadın olarak bir ülkem olmasını istemiyorum. Bir kadın olarak benim ülkemtüm dünyadır.” Bunu Yaşar Kemal’in aklından geçirdiği biçimiyle söyleyelim:“Bir insan olarak benim ülkem var. Bir insan olarak bir ülkem olmasınıistiyorum. Bir insan olarak benim ülkem başkenti Çukurova olan dünyadır.” O“sarı sıcak”ların toprağından dünyayı fethe çıkan “ince memed”dir; ülkesinin“ölmez otu”dur, “allahın askerleri”nden biridir, “hüyükteki nar ağacı”dır,edebiyatın daha doğrusu roman dünyasının “çakırcalı efe”sidir. Sanatçılarısanatçı yapan, kendi toprağından doğup başka topraklara yayılan ırmakolmalarıdır; Yaşar Kemal bu evrenselliği sağlayan sanatçıdır. Ödülleryağmurudur, yağmur ormanıdır. 20. Yüzyılın sorunlarına neşter atancerrahtır. Şiirin Homeros’u, gönüllerin Yunus’u ve Mevlana’sıdır. Aynasınıtemiz tutan bu “yağmurcuk kuşu”nun fırtınalı hayatı insanlığı olduğu gibiçizmesinde, onun gözünden bakmasındadır. Yüz gözlü Argos’udurülkesinin.>>

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

BARIŞ ERDOĞAN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 43: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ACAYİP

Kendini bir dikene buyur etmiş acayip bir karanfilTercüman-ı Ahvalden sızmış bir FransızTeferruatsız yakalanmış yıldız yağmurunaAy çıkmış dizesiz kalmış

Kafiyeler de kafiye hani mecburi sefirViyanadan gelmiş Arabistana atanmış

Zincirsiz felsefe yapmaktan hüzünlüKarl Marks yağdığında yolda kalmış

Bahçede ata binilmez hececilere bin kez söyledimGidip sone suratlı midilli almış

Şehir büyüyor ya göğe doğruSanmıştır kiOrtam daralmış

SEMA LALE

Sayfa 43

Page 44: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİR KARDELEN

Hâlâ çok seviyorum seni de sevgilimPatika yollarda tek başıma yürümeyiYasak aşkları sol yanımda taşımayıSeviyorum kavgayı yaşama dair ne varsa

Ürpertir beynim bedenimi baştan aşağıHer okuduğum yeni kitap veya şiirSalar düşüncelerimi öğreti hazzınaDüşerim yollara özgürce pasaportsuz

Var olduğum evrende aç çocuk gibiGıdalanırım sevgide çıkarsız bir şehvetSunar bütün evren loş bir ışık yaşamınŞiir başladı mı esir almaya yalnız gecelerimi

Hazanın güz derinliğinde olsa da bu ömrümVardır zulamda bir kardelen beyaz renkteSaçlarına takmak ve halkıma sunmak içinDeğişmez sanılan değişken bu yaşamda

HAMZA İNCE

Yaşar Kemal deyince aklıma gelen ilk şey: İnce Memed radyo tiyatrosu.Arkası yarın da olabilir. Yetmişlerin sonlarıydı, çocuktum. Radyoların “kral”olduğu yıllar… O dönemi yaşayanlar bilir. Babam haftada bir gün İnceMemed’in radyo tiyatrosunu dinlerdi radyoda. Dizi hesabı. Ben de dinlerdimonunla beraber ama ben başka dinlerdim tabi. O gün akşama kadar, elimdetahtadan mavzerim, kulağımda Zülfü Livaneli’nin eşsiz müziği İnce Memedolurdum. Taşların arkasına pusuya yatar jandarmaları avlardım. Sonra arayayıllar girdi. Kapitalizmle tanıştık. Çarkın küçük bir çivisi de biz olduk. Geçbelki ama Sarı Sıcak’ını okumaya başladım. Yaşar Kemal’den mahrum olmakbüyük bir eksiklik. Birinin Twitter’da dediği gibi: “Tüm kelimeler yastaşimdi…” Onu özleyeceğiz… OSMAN AKYOL

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 45: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Hayatı ve Edebiyatı Biz Çocuklarına Devretti...IŞIĞIN VE UMUDUN MUCİZESİ: YAŞAR KEMAL

Duran AYDINNasıl ki, binlerce yıldır bilinen Çukurova’dan öte, önce yaşayıp sonra yazarak yeniden “yenibir Çukurova” yaratan Yaşar Kemal’in bu coğrafya ve insanları için en azından bir bu kadardaha yazacağı “destan” vardıysa; bu büyük yazarımız için söylenecek söz, yazılacak bir okadar tümce de bulunur.

Değil mi ki, insanlığa armağan ettiği her yapıtıyla bir büyük Çukurova şiiri yarattı YaşarKemal.

Düşlerin haritasıyla oynadı... Sınırlardaki ezberi bozdu; kurguladığı yeni dünyalarıÇukurova’sına sığdırdı. Başka başka ülkelerdeki değişik her insan/okurunuÇukurovalılaştırdı. Çiçeklerin, kuşların, dağların, kayaların vatanları bir’leşti.

Sayfa 45

Page 46: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Çukurova’da bir dağın eteğinde kimselerden habersiz akan bir dere, henüz adı konmamışülkelerde kim bilir hangi denizlere kavuşur? Acı hangi dilden konuşur; ölümün toprağı,kanın rengi farklı mıdır? Değildir; çünkü bir diğer büyük ustanın, Nâzım’ın söylediğince,“…destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”

O, Çukurova için her ne kadar günün birinde, “Yumurtayı koyun bir ucuna, diğer uçtangörürsünüz!” dediyse de herkeslerden önce ve çok; bu topraklardaki derinliği, insanzenginliğini görmüş; yetmemiş, yazmıştı.

Çünkü bir okyanustan farklı değildir bu topraklar! “Çukurovalı”lık, “Adanalı”lık ise başlıbaşına birer “kavram.”

Üniversite diplomasının insan niteliğindeki yeri ve öneminin pek bir anlam taşımadığınınkanıtlarının ülkemizde hayli bol göründüğü bu yıllarda; Yaşar Kemal, ilköğretim düzeyindekiöğrenimiyle dilimizin ve edebiyatımızın en büyük ustalarından birisi olagelmiştir.Yalnızca bu nedenle bile “mucize” denen sözcük aynı değerdeki ustalarla (ve özellikle YaşarKemal’le) ete-kemiğe bürünür.

Çağımızda insanlık adına yaşanan onca utanç verici, yüz kızartıcı olayı yaratanbaşkahramanları, sanmam ki Yaşar Kemal ve örneği dünya sanatçılarından payına düşenialmış olsunlar.Nerede, hangi olayda bir haksızlık – kancıklık sezinlesem, insan onurunu mengeneleyen, yok eden zulmü işitip yaşasam bilirim ki bunları yapan, örneğin bir Yaşar Kemal adını bile duymamıştır; okumak şöyle dursun!

Peki biz neler yapıyoruz?İnsan olarak önce kendimizi, sonra ellerimizi, sonra birbirimizi kaybediyoruz!İyi de, bir bilebilsek ah; bir anlayabilsek neler yazmıştır bu toprakların en büyük “Çağdaş Karacaoğlan”ı Yaşar Kemal, insanlık için.Neler dilemiştir hayattan bizler adına, onurlu bir gelecek için.İçimizde güller açtıran bir “merhaba”yı bile birbirimize çok görüyorsak, edebiyat nerede ve hangi işimize yarar ki?

Oysa, karanlığın şiddetini değil, aklın ve vicdanın iflasını hiç değil; ışığın ve umudunyüceliğini övdü, salık verdi ömrünce bize o büyük usta…

Yitirdiğimiz insanlığın güneşinden eksile eksile karanlığın avuçlarına konan güzelliklerimiz“iyi ve güzel atlara binip gittiler” ; en azından bunu öğretti.

Yetmez mi?

Uğurlar olsun iyi insan/büyük usta; gözün arkada kalmasın…

DURAN AYDIN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 47: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ROLBazen hayatta öyle bir an var kiBütün roller bitmişBütün sahneler kapanmıştırKanıtlar her şeyiSadece yüreğin delice çarpışı

Neye yarar bütün dünya seninseAç - suçsuz ve cansızVe bir hırsız girmişçesine ruhunaSende - sen /O talandan sonra ıpıssız

Sana kalan tek şey direnmekseSon nefesinle ruhsuz kalmayışınaO kutsal mutluluk tablosundaBırak Evrensel harmoni raksınEn somut kanıtı olarak kalsınSen git

YAŞAR DOĞAN / LOLAN

Sayfa 47

Page 48: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Derya içinde deryada evinderyada ıssız ada.Sen, kaldırsan başınıbulutlar keser nefesini.Göçmen kuşlarsenden kalkar, göçer sana.Uzatsan elleriniavuçlarından akacak yıldızlar.Güneş,koyaklarında birikirakar sabahın serin damlalarıtoprağın rahmi gibidemlenir sende.Korkma vurmaz ayazgözbebeğin bahar dalını.Sıyır yüzünü, buruştur at,as gülleri gözlerine,bırak alsın saçlarını rüzgârdinlensin, her telinden bir nağme.Yaşam vermeden hükmünüçöz dalgaların dilini.Meçhul bir kıyıelinde bir yürekmartı kanadında, bekliyor seni.Al yanına yürek yârinisal geceye günahlarınıson senfoni,dinle usulca, Ege’nin dalgalarını…

SON SENFONİ

NECİP TIRPAN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 49: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SEVMEK, SEVİNMEK, İYİ ŞEYLER ÜSTÜNEYAŞAR KEMAL

Siz ne derseniz deyin, ben bıktım.Nah burama geldi. Neredeyseöfkeden, çaresizlikten boğulacağım.Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyiolacak, iyi olacak! Başkalarını dakendimle birlikte kandırmayayöneltiyorum belki, iyi olacak, iyiolacak. Ne zaman? Çok yakın mı? Yada bin yıl sonra mı? İşte onun orasıbelli değil. Ben sadece iyi olacak,diyorum. İyi olacak diyorum ya, sizona bakın! On yıl, on iki yıl ormanyazısı yaz... Git şu koskocaAnadolu’nun ormanlarını adım adımdolaş, yıkılmışlığını, yakılmışlığını gör,yurdun çöl olmaya doğru gittiğini gör,on iki yıl durmadan ha yaz, de yaz.Hiçbir ses çıkmasın. Sen yazdıkçaonlar ormanı yok etsinler. Sonra,daha iyi olacak, iyi olacak. Halkınmağarada yaşıyor, aç, perişan, üstelikde sömürülüyor. Yıllar yılı bunu dayaz. Toprak reformu de, ağalar de,toprak ölüyor de... Hiç mi hiç sesgelmesin. Dünya sağır olsun... Sonra

sen gene durmadan bağırtını sürdür. Buna can mı dayanır. Bu memleketin canına okuyanyobaz yasakları... Hiçbir yeni düşüncenin bu yurda girmesini istemiyor. Aman bu yasaklargereksizdir, işe yaramaz, bizi öldürüyor. Siz bu vatanı sevmez misiniz, siz bu topraklarınçocukları değil misiniz? Kim anlar, kim dinler... Kabile düzeniyle devlet idare edilir mi?Türkmen kabileleri çok uzakta kaldı. Etmeyin eylemeyin... Bizim atalarımız, diyorlar da birşey demiyorlar... Var olsun, sağ olsun sizin şanlı atalarınız. Onlar iyiymişler, hasmışlar ya, buçağda sökmezler... Adam anlamıyor, ya da anlamak işine gelmiyor, elinde ok yayla, yalınkılıçla Altaylara gidip atalara karışacağı üstüne destanlar düzüyor. Arkadaş, ok, yay, yalınkılıç atalarının zamanında kaldı. Şimdi atom var. Atalarının devrinin düşüncesi, atalarınınkılıcıyla birlikte, kodu da gitti. Şimdi atom çağıdır. Ataların çağında elde kılıç gider,Altaylarda teke tek dövüşürsün.. Dövüşmenin, adam öldürmenin kutsallığını da yayarsın.Şimdi adam öldürmek kutsaldır dersen, senden iğrenirler. Harbetmek güzeldir dersen senikınarlar, yabanıl derler, kan içici derler. Savunma kutsal, ama saldırma değil. Atom çağının

Sayfa 49

Page 50: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

A

getirdiği barıştır, sevgidir. Başka çare de yok... Anlamazlar, anlatamazsın... Bunlar insansoyunun ahmakları... İyi olacak, iyi olacak...

Bu yazar hep aynı şeyleri tutturmuş... Sınırlı yazar... Ben de bıktım. Vallahi bıktım bukonulardan. Ama neyleyim ki göz görüyor, gönül katlanmıyor. Bir zaman geliyor kendimesöz veriyorum, bir daha böyle acılı konuları yazma, şöyle güzel sevinçli konuları yaz, bumemlekette hiç güzel şey yok mu? Var, var, var... Kendimi inandırmaya çalışıyorum. Bakınbizim memlekette güzel düşünen insanlar da... Buradaki, başı deri külahlı, keçe külahlı, elioklu, ayağı çarıklı Turancı züppelerinin karşısında canını dişine takmış dövüşen, aklısöyleyen, çağımızın gerçeklerini söyleyen güzel insanlar da var. Onları övmeli... Gerçektenövülmeye değer insanlar...

Hep Anadolu’da kötülük görür, on yıldır bu yazar. Çirkinlik görür. Düşün bakalım aslanım, biriyi yanı yok mu? Kilimi güzel, türküleri güzel, halayları güzel, kültürü güzel halkın... Bunlarlauğraşan kim, bunları kültürden sayan kim? Hepsi bir bir Köy Enstitülerinde canlanıyordu. Oçirkin adamlar, o Kara Cephe, Karalar Cephesi, yerle bir etti en güzel şeyimizi...

Bakın Erciyes dağı çok güzel... Dümdüz bir bozkırın ortasından, bıçak gibi göğe doğru ağar.Ovanın, dünyanın pırıltılı aklığında...Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, birsevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böylekara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa,acıdan çok sevince... Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden... Dostluktan sözaçmak, ne güzel. Bir dostum var. Sıcacık eli var. Sevgi dolu gözleri var. Ne güzel yalansız,salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak. Sıcacık, sıcacık... Ben deli olurum, insanlar karanlıkkaranlık, kuşkulu baktıkça bana... Bütün insanlar kuşkusuz, korkusuz, çıkar düşünmeden,düşmanlık geçirmeden içlerinden baksalar biribirlerine... İnsan, ne olur biliyor musunuz,sıcacık bir bahar güneşinin bahtiyarlığında duyar kendisini... Bahar güneşinde bir sevinçiçinde gerinir. İnsan bir bahar çiçeği temizliğinde olur.

Şu koskocaman şehrin sokaklarında dolaşanların yüzlerine bakın... Yüz mü bunlar!Sararmış, uzamış... Gülmeyi unutmuş... Bu yüzler sevinci unutmuş. Sevmeyi unutmuş.Şöyle yürek dolusu, can dolusu, kucak dolusu sevmeyi unutmuş. Ağız dolusu öpmeyiunutmuş bunlar. Şöyle sağlıklı, kütür kütür öpmeyi unutmuşlar. Gözleri kırgın, yılgın, paslı...Kuşkulu, korkulu, düşmanca... Ben bu şehirden korkuyorum, bu şehirde hasta oluyorum,deliriyorum... İçimden her şeyi bırakıp kaçmak geliyor. Kirlenmiş, bitlenmiş, çamur içindebir şehir. Dedikodu hastalığında, merhametsiz, sevgisiz, kazıkçı... Bu şehir karaborsacılarınşehri... Bire bin kazananların, lüksün şehri... Ve bu şehrin dört bir yanını çamur deryasıiçindeki çerden çöpten gecekondulu, yüz binlerce insanın yaşadığı umutsuz insanlarınmahalleleri çevirmiş. Ağzını açmış, bir ejderha gibi duruyor.

Ben güzellikten söz açmayı istemez miyim. Ben karnı tok, sırtı peklikten söz açmayı istemezmiyim... Ben insanların önüne güzel sözcüklerle, güzel bir dünya açmayı öylesine bir isterimki, can atarım..

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 51: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sonra ben yazar olarak, capcanlı bir güneş altında sevişenlerden de söz açmayı isterim. İkigenç, daha çiçeği burnunda. Kol kola yumulmuşlar... Bunu yazmayı nasıl, nasıl isterim... Vebir yazar bunu ne güzel anlatır. Böyle şeyleri çok anlatmışlar, diyeceksiniz. Ama sağlıklı birdünyada, bu sevginin anlatacak çok yeni, pırıl pırıl bir yönü de bulunur.

Ben, kendim, bu şehirden gidemem. Bütün mümkünüm çarelerim kesilmiş. Ama böylesi birdünyada da sevinemem. Hayal kurarım hayal. Işıklı, sevinçli, çiçekli, kimsenin kimseyisömürmediği, kimsenin kimseden korkmadığı, kuşkulanmadığı, kimsenin kimseyedüşmanca bakmadığı bir dünyanın hayalini kurarım. Kimsenin kimseye diş gıcırdatmadığı birdünya... Gönlü gani bir adam sayarım kendimi. Bu kadarı bile bana yeter, bu kadarı bilebeni mutlu eder.

Bir söz vardır. Derler ki, insanoğlu arsız bir yaratıktır. Gerçekten de arsız. Bu açlık yanıbaşımızda dururken, bu yoksulluğu, bu perişanlığı, bu kiri görürken gene de seviniyor,coşuyoruz. Size bir şey söyleyim mi, insanoğlu bütün bunların arasında bile güzel. Yadurumu bu olmasa... Kim bilir dünyayı ne cennete çevirir insanlar!

Bana şöyle küçücük bir dünya... Hiç olmazsa her isteyenin aşkla şevkle onuru kırılmadançalışacağı bir dünya verin. Böyle bir dünyamız yok mu? Öyleyse susun. Öyleyse kimseyekaramsar demeyin. Bütün bu karanlıktan size umut ışığı göstermeye gene de savaşırım. Sizde beni kınamayın, karalamayın.

Bakın bakın, ne geldi kalemimin ucuna... Ne geldi de durdu gözümün önünde? Bir gündü.Sıcak bir yaz günüydü. Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin Şıkevtan köyündeyim. Şıkevt, mağaraanlamına gelir. Bütün köyün evleri mağaralarda. Kayaya oyulmuş kovuklarda. Halim Yıldızon tane çıplak, çırılçıplak çocuğunu elinden tutmuş, beşini bir yanına, beşini de bir yanınaalmış bana göstermeye getirdi.

"Ben Halim Yıldız, on çırılçıplak çocuğun babası... Ömründe gömlek yüzü görmemiş..."Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyenokumaz.

YAŞAR KEMAL21 Şubat 1962

<<Hani bir usta demiş ya: "Türklerin Kürt’ü, Kürtlerin Türk'ü" diye. Birazokur yazar Yörüklerin de; yakın akrabasıydı. Ben de bir Yörüğüm, varlığıylagurur duyduğum bir akrabam Yaşar Kemal. bizim töremize, kültürümüzegöre, öte tarafa geçti. hala var ve bizimle. Maddi anlamda ise, bıraktığımiras, yüklediği görevlerin farkında olduğumuz sürece bizimle... >>

MUHAMMET GÜZEL

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 51

Page 52: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİR İNTİHAR İNTİHALİ

susupbir hitabetin bitmesini beklemek gibiinsanlar yüzüyorlar haykırmanın derisini..

inceden kesiyorum zamanın etlerinituz bassam acır ömrü saat kadranlarınınbasmasam kokar hayat

o zaman kuşları örgütleyelim..kısılsın sesleri gece yarılarında..

bir boşuna gitmişlikbir yangılı yanılmışlık hissi vardır içindebüyük caddeleri içine benzetmekten kendini alıkoyamayanotobüs şoförünün

diyorneden benziyor dünya içi dolu otobüse

geçtiğim yoldan geçiyorlar her sabahmavili grili bir yığın deniz kuşuyağmura kırgın denize dargınah şu insanlar diyorum ne kadar da yazvari

mavi gri kuşlar oluyorsonramavi gri kuşlar ölüyor

suların sunağında bir kurbandırkalbimizden akan bir damla teruzun günler geçirdikböylece geçtik geldikzamanın rüzgarında bir uçurtma olarakkalbimiz pek yorgunpek bitkinpek terli

ey bizi üç adımda uçlara götüren ayaklarımızucunda bahar olmasa bu gittiğimiz menzilinucunda aşk olmasa ölüm olmasa ve Allah olmasabu ayaklarımız bizi nasıl taşısın

nasıl gireriz yoksa dehlizlerine zamanın..

bir intiharın intihalidir bazı şiirlerihmale gelmez bir doğurma

ah şu afrikaları açlığınah şu şuh evropa

Allah bize hasrederakıl bizi hapseder

kıyassa kıyaskısasa kısas..

..

ŞÜKRÜ ÖZMEN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 53: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

FRİGYALI KIZ

Umut taşırRengarenkEndemik çiçeklere giyinmişAsi dağların ardı...Ölüm son değildirSığınmış taşlaraBeklemekteEskitilmiş yıllarıFrigyalı kız...Bağbozumu Toprak kaplarda süzmüşKöpüklü şırayıÖküz gözüBoğa kanıŞarap kırmızısıDudaklarının rengine takılmışMey kadehi...

MUSA SU27.01.2015

<<Yaşar Kemal ..... Babası gözleri önünde vurulan beş yaşında bir ırgattır YaşarKemal… Emeğin ağacı, alın terinin meyvesi ve Hemite dağlarındaki bin bir çiçeğinbahçıvanıdır… Günümüzde, sopayı görünce kaçanların yüzsüzlüğünü yüzüne vuran ve odönemde Abdi Ağa’ya karşı İnce Memed direnişini başlatan yürekli bir insandır. Zaliminzulmüne başkaldırıp, direnen insan olmanın gücünü topluma gösteren örnek biraydındır. Çukurova topraklarının ‘yüzyıllık yalnızlığı’dır Yaşar Kemal… Anadolu’da herkesin söyleyecek bir sözü olduğunu hatırlatan delikanlı bir ozandır… Dünyanın hertarafında okunup ilgi gördüğü halde, kitaplarıyla sadece kendi yurdunda yerinibulamayan yazardır. Yaşarken, onurlu bir emek mücadelesi vermenin değerinihaykıran, ölürken de acısı ağu misali yürekleri yakan çağının tanığı bir fikir işçisidirYaşar Kemal… Evren var olduğu sürece de hep öyle kalacaktır… Bitimsiz anısına saygıile>> MUSTAFA ÖZKE

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

Sayfa 53

Page 54: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DAİMA YAŞAYACAKTIR, İSMİYLE MÜSEMMA YAŞAR KEMALSibel ÖZBUDUN-Temel DEMİRER

“Bir sis çanı gibi gecenin içindeTa gün ışıyıncaya kadar

Vakur metin sadeÇalacaksın...”[1]

1923’te hayata “Merhaba” diyen koca çınar Yaşar Kemal, Anadolu, Ermenistan veKürdistan’ın köklerinden beslenen gerçekleri gerisinde bırakarak ayrıldı aramızdan.Yaşamı boyunca emekten, isyandan, insan(lık)a ait güzellikten yana mücadelesiyleonurun, onurlu duruşun ne olduğunu hepimize öğreten O; sözcüklerin gizemine sevdalıbir sosyalistti!Bütün dillerin, renklerin, çeşitliliklerin bir arada kardeşçe varolması gerektiğinin altınıözenle çizen Yaşar Kemal, destansı isyan(lar)ın, türkülerin sesi soluğuydu… Sürgünlerin,göç(ertme)lerin, ötekilerin çığlığıydı… Hasılı ezilenlerin, horlananların, sömürülenlerineline silahını alıp dağa çıkan İnce Memed’iydi…“Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle,yoksullarla birlikteyim”…“Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım”…

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 55: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“İnsan evrende gövdesi kadar değil, gönlü kadar yer kaplar”…“İnsan salt yüzdür, desek... Yüzler konuşuyor, yüzler gülüyor, yüzler ağlıyor. Dünya insanyüzleri dünyasıdır”…“Bana öyle geliyor ki, insan yüzlerinin bilincine varanlar... Adem’den kıyamet gününe kadargelmiş geçmiş bütün yüzleri görürler”…“Küreselleşme ‘tek tip insan’ yetiştiriyor bugün. Oysa dünya onbinlerce çiçekli bir kültürbahçesidir; her çiçeğin ayrı bir rengi ve kokusu vardır. Bir çiçeğin koparılması bir rengin, birkokunun yok olmasıdır. Tek dile, tek renge kalmış bir dünya hapı yutmuştur”…“Ölümü izlemek, insanlığa yakışmaz… vebali, hepimizindir!” diye haykıran edebiyatı(mızı)ndev yazarı ölümsüz Yaşar Kemal Usta sadece coğrafyamızın gerçeklerini şiirsel bir dillehaykıran bir kalemi olmakla yetinmedi; aynı zamanda aydınlık bir gelecek için dövüşenkararlı taraflılığıyla, Kürt meselesi de dahil, coğrafyamızın tüm temel soru(n)larına onurlu/adil çözüm(ler) getirebilmek için ömrünün tümünü (Türkiye İşçi Partisi saflarında)mücadeleye hasretmiş bir aydındı.Kimi yazarlar ve ozanlar, romanlarını, öykülerini, şiirlerini yazarken, yaşadıkları toplumuniklimini, coğrafyasını gözlemleme güçlerinden, insan ruhunu ve doğasını okuma yetilerindenyola çıkarak bir “ses”e dönüşürler. Yalnızca okurlarını derinden etkileyen yapıtlar vermeklekalmazlar, yaşananlara gösterdikleri tepkileriyle, yüreklilikle dile getirdikleri yol gösterici,akıl açıcı düşünceleriyle, “yaşadıkları toplumun sesi, vicdanı” olurlar. Örneğin sadece XIX.yüzyılın en büyük romancılarından biri değil, aynı zamanda gerçeğin ve adaletinsavunucusu, yoksullar ve ezilenlerin yanında bir eylem insanı olan Emile Zola ya da ABD’ninVietnam politikalarına karşı çıkarak, kendi adıyla anılan ‘Uluslararası Savaş SuçlarıMahkemesi’ni toplayan düşünür Bertrand Russell gibi...Sözü ve eylemiyle Yaşar Kemal de onlardandı; ve O, sözleri ve eylemleriyle, çağrıları veuyarılarıyla “toplumumuzun vicdanı”ydı…* * * * *1923’te ya da bir başka kayda göre 1926’da Adana/ Osmaniye’nin Hemite köyünde bir Kürtçocuğu olarak dünyaya geldi. Orta sonda okulu terk edip Çukurova sıcağında ter dökedöke, bir taraftan ekmeğini kazandı, bir taraftan da çalakalem yazdı, yazdı, yazdı. Koşuştu,aç kaldı, hapis yattı, çeltik tarlalarında ırgatlık, amelebaşılık, kontrolörlük, arzuhalcilik,öğretmenlik yaptı ve yine yazdı, yazdı, yazdı. Topraklarına dağına, taşına, ovasına,ırmağına, kurduna kuşuna, çiçeğine, otuna, böceğine ve illa ki insanına ses oldu, söz oldu,destan oldu. Onların diliyle konuştu ve yazdı. Yazdıkları onlarca dile çevrildi. Onlarca ödülkazandı.Sosyalist dünya görüşü yüzünden ilk kez 17 yaşında tutuklandı. Daha sonra, “1950 yılında,işkence görüyorum. 1971 yılında yeniden tutuklandım, ama uluslararası protestolarkarşısında serbest bırakıldım. Hiç kuşkusuz hapishane çağdaş Türk edebiyatının okuludur”,derdi.Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli’dir. Van Gölü’ne yakın Ernis köyünden olan ailesi Birinci DünyaSavaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda Osmaniye’nin Kadirli ilçesinebağlı Hemite köyüne yerleşmiştir.1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi komünistsanatçı, solcu ve yazarlarla tanıştı.1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı ‘Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra

Sayfa 55

Page 56: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

1946’da gittiği İstanbul’da havagazı şirketinde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’deKadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, arzuhalcilik yaptı.1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı.1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti,1951-1963 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzasıyla fıkra ve röportaj yazarıolarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı ‘Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktanfazla dile çevrilen romanı ‘İnce Memed’i yayımladı.“Ben ilk hikâyelerimi Arif Dino, Abidin Dino ve Orhan Kemal’e okumuşumdur. 1948’di.Orhan Kemal, ‘Bebek’ hikâyesini okurken zaman çok şaşırmıştı. Ümit Yaşar Oğuzcan dayanımızdaydı. Meyhaneye gidecek kadar paramız yoktu. Orhan Kemal, ‘Bebek’ hikâyesininonuruna Ümit Yaşar’la bana meyhanede bir şişe şarap ısmarladı. Böylece ilk yazarlıkarkadaşlığımız başladı,” diyen Yaşar Kemal ekliyordu:“… ‘İnce Memed’ olaydır. Sadece polisiye vakalara karışmıştır edebiyat eseri ‘İnce Memed’.Sadece devletin yasaklarıyla uğraşmıştır bu ‘İnce Memed’, otuz yıldır. Cumhuriyetgazetesinde tefrika edilirken savcılık takibatı; UNESCO Fransızcaya çevirtmek isteyincebizimkilerin karşı koymaları, buna karşı UNESCO’nun diretip çevirtmesi; televizyon yasağı.Dünyanın hiçbir yerinde, en totaliter ülkesinde bile bir edebiyat eseri bu kadar yoğunbiçimde engellemelerle karşılaşmamıştır…”[2]1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütmekurulu üyeliği görevlerinde bulundu.TİP’e girişini 1971’de Abdi İpekçi’nin yaptığı bir söyleşide şöyle anlatıyordu Yaşar Kemal:“Mehmet Ali Aybar’ın başkan olduğu bu partiye 1962 yılında girdim. Elimden geldiğince deçalıştım. Benim hiçbir politik ihtirasım olmadı, olmayacak. Bunda kararlıyım. Ammaemekçilerin yanında, ölünceye kadar onların hakları için, onların yönetime gelmeleri içinsonuna kadar çalışacağım.”[3]Kuruluş yıllarında TİP’in halka açık hemen her toplantısı, “milliyetçi-mukaddesatçı”militanların, polisin, jandarmanın saldırısına uğrardı... 1965 seçimlerinde TİP’in 15milletvekili ile Meclis’e girmesi büyük bir heyecan yaratmış, saldırılar daha da yoğunlaşmıştı.Başta Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Çetin Altan olmak üzeremilletvekillerinin Meclis’teki konuşmaları siyasi gündemi allak bullak ediyordu.Çetin Altan’ın bir Meclis konuşması sırasında Adalet Partili milletvekilleri tarafından kürsüdelince varan bir toplu saldırıya uğraması, verilen önergelerin çoğunluk tarafından süreklireddedilmesi, seçimi izleyen günlerdeki iyimserlik içinde “parlamenter demokrasi”yebağlanan umutları adım adım törpülüyor, özellikle gençler arasında daha kestirme mücadeleyollarını öneren görüşlere itibar kazandırıyordu. Parti içinde “Kürt Sorunu” konusundakitartışmalar gerilimlere ve görüş ayrılıklarına yol açıyordu.TİP’deki ilk ciddi bölünme emarelerinin açığa çıktığı Malatya kongresi sırasında Yaşar KemalMerkez Yürütme Kurulu üyesiydi. Parti içi tartışmaların yoğunlaşması üzerine, YaşarKemal’in önayak olmasıyla, yakın siyasi tarihimizde önemli bir yeri olan ‘Ant’ dergisi yayınabaşladı.O günleri, derginin genel yayın yönetmenliğini ve sorumlu müdürlüğünü yapacak olanDoğan Özgüden şöyle anımsıyor: “Çeviriyle uğraştığımız günlerde Yaşar Kemal’den birtelefon geldi. Kasım 1966 sonlarında TİP’in İkinci Büyük Kongresi’nin yapıldığı Malatya’dandönmüştü. Kongrede yine birçok tatsız olay yaşanmış, özellikle Behice Boran ve Nihat

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 57: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sargın’ın örgütteki Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı sempatizanı partililerin tasfiyesi içingiriştikleri operasyon partiyi yeni bir krize sürüklemişti...”[4]Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1973’te ‘TürkiyeYazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-1975 arasında ilk genel başkanlığınıüstlendi.1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. ‘1995’te Der Spiegel’dekibir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yılbu kez ‘Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûmedildiyse de cezası ertelendi. Yaşar Kemal, yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşiTürkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı.TBMM tutanaklarında Yaşar Kemal’in adı yasaklanmış kitap listelerinde ya da kitaplarınıokuttuğu için cezalandırılmış eğitimcilerle ilgili birçok yerde geçiyor.21 Mart 1992 tarihinde Kültür Bakanı Fikri Sağlar, 1984 yılında -Mükerrem TaşçıoğluKültür Bakanı’yken - şikâyetçi oldukları yayınlarla ilgili olarak Burhan Kara’nın “Yakılsınonlar, yakılsın” dediğini, Mehmet Nedim Budak’ın da “Hayır başka tedbirler var, o tedbirleralınsın” dediğini aktarıyor.“Başka tedbir”i ise şöyle anlatıyordu:“Başka tedbir üzerine su sıkılıyor, depodaki o kitapların üzerine su sıkılıyor. Efendim bizorayı açtık, gördük. Biz orayı açtık, TRT ekibi kamerasıyla gelerek çekti, televizyonda 60milyon insana gösterdi. Orada 154 bin kitap vardı, o kitapların kutularının üzerinde‘Yasaklı kitaplar’ yazıyordu. ‘Yasaklı kitaplar’ yazılı kılıfları ve kapakları da bakanlığımızınkoridorlarında teşhir ediyoruz; bir gün kahvemizi içmeye teşrif ederseniz, bunugöreceksiniz. El yazısıyla ‘Yasaklı kitaplar’ diye yazılmış ve içinden Yaşar Kemal çıkıyor,başkaları çıkıyor.”[5]‘Der Spiegel’ dergisine verdiği bir beyanat nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde

(DGM) açılan davadaki, 5 Mayıs 1995 tarihli savunmasında o karanlık günlerde önümüzüaydınlatan bir deniz feneri gibiydi: “Ormanların yakıldığı doğru değil mi? Bundan dolayıdevleti suçlamaya hakkım yok mu? 1800 faili meçhulü bütün dünya duymadı, gazeteleryazmadı mı? Türkiye dünyanın en büyük işkenceci devleti olaraktan ilan edilmedi mi?Halkın üstünde zulüm bir ağı rüzgârı gibi esmedi mi? (...) Üç milyon insan yerindenyurdundan edilmedi mi?”2002 yılında da bir yazısı nedeniyle, DGM, Yaşar Kemal’i “Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veyabölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle hapse mahkûmetmişti…Zeynep Oral’ın da işaret ettiği gibi, “Yazı yazarak, düşüncelerini yazarak işlemişti bu ‘suçu’Yaşar Kemal. DGM haklıydı bir bakıma! Yaşar Kemal çoooook büyük bir tahrikçiydi!Örneğin beni, hepimizi yıllardan beri yazdıklarıyla, romanlarıyla açık açık, yani ‘açıkça’tahrik etmişti…”Kolay mı? Burası Türkiye’ydi; O da Yaşar Kemal! Yoksa İnce Memed mi demeli?* * * * *Evet, evet O bir İnce Memed’di…‘Europa Online Magazine’, Onun için “Genç olsa Gezi’ye katılırdı” derken; ‘Berliner Zeitungda “Başkaldıran Homeros” diye eklemekte sonuna kadar haklıydı![6]Onca yıl baskıya, egemen şiddete, zulme direndi. Yaşamı yapıtlarıyla çoğalttı...

Sayfa 57

Page 58: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Bu nedenle O; “Güzel atlara binip giden o güzel insanlar”dan biriydi; içindeki çocuğuöldürmemiş, hep capcanlı tutmuş, hep beslemiş bir devdi.Nelere direnmedi ki Yaşar Kemal! Siyasetten yargıya kadar nelere, nice haksızlıklara vezulme göğüs germedi ki?Aslı sorulursa ‘İnce Memed’ yazan O; ‘İnce Memed’in, direngen destanının kendisiydi; FazılHüsnü Dağlarca’nın, “Uluslar büyük evlatlarıyla soluk alırlar,” vurgusundaki üzere!Hatırlanacağı üzere: Yaşar Kemal’e ‘Koca’ lakabını, önce Kadirli halkı uygun görmüş, sonrada tüm halkımız bu rütbeyi ona yakıştırmıştır.Bu takdirde kuşku yoktur ki Onun yoksullar için yaptığı mücadelede, sözünün arkasındaToros Dağları gibi durmasının payı vardı. Ve “Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkıyenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim,” derdi Yaşar Kemal!“Sonsuz çalışma azmi ve üretkenliğiyle romanlarında ne anlatırsa anlatsın, yaşamın hangianında olursa olsun, hep ama hep kendisi olabilen, kendisi kalabilen ve sahici olan YaşarKemal bir bütündü.”[7]Savaş, açlık ve yoksullukla yoğrulmuş, acılarla büyüyen insanlar, Yaşar ustanın kalemindenunutulmamaya mühürlenirken; Onu zirveye taşıyan müthiş dil ve eskiyle yeniyi kaynaştırankurgu ve anlatımının yanı sıra, daha yetmişli yıllarda ısrarla çevre kirliliğine dikkat çekmesi,vahşi kapitalizmin tehditleriyle savaşımı ve illa insanlık ve barış için bıkmaz usanmaz çabasıda olmuştur.O, kardeşlik ve barıştan yanadır her dem; elbette bedeli ödemeyi göze alan dik duruşun,cüretkârlığıyla…Şimdilerde esamesi okunmasa, hükmü kalmasa, hatta artık söylendiği zaman gülünç kaçsada, bir zamanlar “kavimler kapısı” olduğu keder ve acıyla hatırlanan Anadolu’nun YaşarKemal’i, sanki o zamanlardan kalma bir bilgedir; “kavimler kapısının bekçisi”, “kültürlerin,halkların, dillerin, renklerin sözcüsü”dür… Çünkü Anadolu, Yaşar Kemal’dir!Kolay mı?O 2013’de düzenlenen ‘Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’na gönderdiği mesajda,“Dil insanın onurudur,” vurgusuyla ekliyordu:“İnsanlık yıkımının altında, insanların yüreğine nefret tohumlarının altında ırkçılık vardır.Türkiye’yi düşünce düşmanlığına, demokrasi düşmanlığına itmekte, kuşaklarımızınbağışlayamayacağı felaketlerde ırkçılığın büyük payı olmuştur. (...) Onuruyla yaşamak,kendi dilini ve kültürünü de onurla taşımak ve yaşatmak demektir. Bu temel bir insanhakkıdır. Bir dil de salt konuşulmakla yaşamaz. Bir dilin yaşaması için, o dilde eğitim olması,dil kurumları, akademileri, enstitüleri olması gerekir. (...) Dilini ve onurunu istemek entemel ve doğal haktır. Bu ülkede yaşayan herkesin diline, dinine, tüm insan haklarına sahipolduğu, onuruyla yaşadığı gerçek bir demokraside çözülmeyecek sorun yoktur. (...) Ey Türkhalkı, Kürt halkı, bu toprakların kültür zenginliği olan tüm halklar, sözüm hepinizedir. Bugünbu ülkede yaratıcılığımız eksilmişse, vicdanımız vurdumduymaz olmuşsa, şiddet hayatımızınher alanında üstümüze çökmüşse, hiçbir kuruma güvenimiz kalmamışsa, bunlar bir kuşakömrü süregelen bir kirli savaşın insanlığımızda açtığı yaralardır. Ben diyorum ki bu yaralarınsarılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmakelimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizleel ele verelim. Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir.”Ayrıca Kendi deyimiyle “Cumhuriyetin ilk yıllarında bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 59: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

çocuğu olarak doğan” Yaşar Kemal, eserlerinde büyüdüğü topraklardaki Ermeni geçmişinesık sık atıfta bulundu.2011’de Fransa’dan onur nişanı ‘Legion d’Honneur’, 2013’de ise Ermenistan’dan ‘KrikorNargatsi Nişanı’na layık görülen Yaşar Kemal, Adana bölgesindeki Ermeni mülkleriyle ilgilisatırlarını ‘Yağmurcuk Kuşu’ romanına şöyle nakşetmişti:“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, oErmenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuşbarınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.’İsmail Ağa bu öğüde uyarak romanın sonraki bölümlerinde ‘Sağol ama Bey, ben Ermenikonağı, çiftliği, tarlası istemem’ diyordu ancak konağı öneren kişi teklifinin reddedilmesinekızıyordu.‘Onlar kuş değil Ermeni’ diye bağırdı, bir çelik tel gibi zangırdayarak Arif Bey, ayaklarını yerevurup tepinerek, ‘Sen ne söylüyorsun, be akılsız Kürt, deli Kürt, onlar kuş değil, kuş değil…Evleri de yuva, olamaz.’Yaşar Kemal, bölgede var olan ‘şu kadar Ermeni öldüren cennetliktir’ propagandasını daİsmail Ağa’nın dostu Onnik’i öldürmek isteyen köylülerden kurtarması üzerindenanlatıyordu:‘Ver Ermeni’yi bana, onu öldürmeliyim ben. Cennete gideceğim. Bu Ermeniyi deöldürürsem, benim sayım tamam olacak, cennete gideceğim, ver onu bana da sevaba gir.Ben onu Rıza’dan satın aldım.”[8]Yine Yaşar Kemal, Ermeni mülklerini eline geçirenlere yönelik en sert eleştirilerini ise ‘İnceMemed’in üçüncü cildinde dile getirip, onları “Cumhuriyetin şişirdiği keneler” diyeniteliyordu:“Öyle ötekiler gibi hazinenin, ya da Ermenilerin topraklarına konmamıştı Murtaza Ağa. Vehem de bununla övünürdü. Yalnız, şimdi bu oturduğu konağı, kaçarken ona Ermeni dostuKarabet Keklikyan vermişti. Herkes konağın Karabetten zorla alındığını söylüyordu ya,Murtaza Ağa bu iftiraya cin ifrit oluyordu. Hayır, o, bu görkemli konağı gasp etmemiş,Ermeni dostu Keklikyana çil çil altınlar sayarak satın almıştı. Konakları gasp edenlerZülfü’ydü, Taşkın Halil Beydi, Molla Duran Efendiydi, Mustantık Rüştü Beydi. Ötekilerdi. Birkuruş vermeden, ne devlete ve ne de konakların sahiplerine, onlar gidince, babalarınınmalları gibi gelip oturuvermişlerdi…Ötekiler düşmüşler yazıya yabana, Ermenilerin çiftliklerini, Yörüklerin kışlaklarını, ötekiHazine tarlalarına pay ediyorlar, bir türlü de gözleri toprağa doymuyordu. Taşkın Halil Bey,Zülfü, emekli yargıç Hüdai, Mustafa Rüştü Bey, bunların hepsi hepsi birer sahtekârdı. Hepsi,Çamuroğulları, Tazıgiller, Yiğitoğulları üç beş yılın, Cumhuriyetin şişirdiği kenelerdi…”[9]Özetin özeti Yaşar Kemal’in, Ermeniler için yazdıklarının en ünlü cümlesi, “O iyi insanlar, ogüzel atlara bindiler gittiler”di!* * * * *Şimdi o da gitti!Ancak Ovidius’un, “Omnia mutantur, nihil interit/ Her şey değişir, hiçbir şey kaybolmaz”;Vergilius’un, “Carpent tua poma nepotes/ Senin mahsulünü gelecek nesil biçer,” sözleriylebetimlenmesi mümkün olan O; Latinler’in “Abiit, non obiit/ Gitti, ama ölmedi,” dediğidir!Evet, evet Osho’nun, “Yaratıcılık var olan en büyük başkaldırıdır”; Miguel de Unamuno’nun,“Yaşam çok şey öğretiyor insana, ölüm daha çok; her ikisi bilimden çok, çok daha fazlasınıöğretiyor. Yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır,” saptamalarındaki O; zulüm düzenine

Sayfa 59

Page 60: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

başkaldıran İnce Memed’dir; yani Yaşar Kemal’in ifadesiyle “içinde başkaldırma kurduyladoğmuş” bir insanın, “mecbur adam”ın destanıdır.Ali Çakmak’ın, “İnsana çok uzun bir süre bakmış, şaşırmış, büyük bir sevinç çığlığı atmıştırkendi ifadesiyle ‘İnce Memed’le. Bütün büyük destanlarda bulduğumuz o sevinç çığlığı heryerden duyulur; ovadan, dağdan, denizden,” diye ifade ettiği o destan Toroslar gibikarşımızdadır; yolumuzu yönümüzü göstermektedir hâlâ…Ve son söz hep Onundur!“Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde birkorku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığımkasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğindenkorkuyor, düşmesin diye taşı demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zamançekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim,” diye haykıran Yaşar Kemal,‘Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki onursal doktora töreninde de şunlarıdemişti:“Biz sanatın gücüne ve sanatçının sorumluluğuna inanan bir kuşaktık. Sanatçı güzelyapıtlarla dünyamızı zenginleştirecek diyorduk. İnsan kültürüne bir şeyler katacak.Kötülüklerle en önde, kellesini koyarak dövüşecek.Biz edebiyatımızda inatla yaşama sarıldık. İnatla bu topraklarda yaşanan acıların, duyulanözlemlerin sesi olmaya uğraştık. İnatla kendimize dönüşü gerçekleştirmeye çalıştık. Bununiçin de çoğumuz bedel ödedik.Zilli kurt diye çok anlattığım, yazdığım bir gerçek vardır. Doğu Anadolu’da kurtlar bir beladır.Bir kurt bir koyun veya keçi sürüsüne dalar, bütün sürüyü parçalar. Kurt dalmış sürüdenartık hayır yoktur. Ve koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Doğu Anadolu halkı,sürüsüne kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır. Bu durumda köylü, kurttanöcünü almak ister. Atlanırlar, köpeklerini, iplerini alırlar. Kurt avına çıkarlar. Kurtları diriyakalamaktır en büyük amaçları. Usulünü bilirler, kurtları diri yakalarlar. Kin bağladıkları, öçalmak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar.

Kurdu hiç incitmezler. Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir zil takarlar ve kurdu salıverirler. Boğazı zilli kurt, hiçbir canlıya yaklaşamaz. Boğazında zil, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca koşar durur ve bir gün açlıktan ölür. Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından biridir. Türkiye’de pek çok yazar bu bedeli zilli kurt olarak ödemiştir… Çağımızın büyük şairi Nâzım Hikmet son şiirlerinden birinde ‘Şairlik kanlı zenaat’, diyordu. Ve biz de sanat kanlı bir zenaat olma namusunu sürdürüyor. XVII. yüzyılda bir şiiriyle binlerce kişiyi ayaklandıran Pir Sultan Abdal da imanını şöyle belirtiyordu: ‘Yemenden öte bir yerde, Düldül hâlâ savaştadır’…”

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

1 Mart 2015 09:35:35, Ankara.

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 61: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ŞAFAK ÇIPLAK, DİL ÇIPLAK -akan gözyaşının hesabınıyarana tuz basarak yaparlarçocuklar kalem kıran ellerde-

işkencelerden kalma yıllar her yola gelmez sızısıher dil kaldırmaz

taşlara düşüyorsa göz yaşıhesabı görülmeyen sancıdıracılarda bir ömür sahipsiz, aşkla büyüyen

emek yükselir güneşe şafaklar giyinip kuşanırsındoğacak yeni güne

üstü örtüldüğünde gazlarınher yanı dumandı daha dün gibi Halepceçıplak şafaklara ağlardı bebeler doğardıyanakları kül rengiasırların yükü sırlanmışkimliğine, diline göz koyanlartoprağın sesini mi duyardışafak çıplak, dil çıplak yürekler çırılçıplaktır buradaartık ne boşuna bir adım ne de ah vah çekilir

ZON RÛT, ŞAFAQ RÛT

-riştayîşe hesabe îştîre çimodirbete solîkerdena viracenedomanî destê qelema şîqîtene de-

xelle serî îşkencora mendeher raîre neno zondayîşher zon neşqîno waderdo

gine sere qemero ra sa, îştîre çimîhesab nedîyayîşe decî yo jû emr, deco debevayîr, esqa pîlbîyene

emeg, jîjî wer berc benoşafaqa genaypira, pîstênayserba roja newî, amayîşe dîna

sere gazo nimitîher ca toz u düman bîdaha ze vizerîyo halepçeşafaqone rüto re berbeyenepizelî – bebegî ameyene dînarenge welidi bî gêpî xo

bare asiro sir bîye bêçimkerdîbe ziman u qîmlîgicaro gos dêyene wenge hardîşafaq rût bî, zon rûtjerrî, rût – repal bî îtadiendî, ni jû gama taleni qî ax u wax ontena

ERCAN CENGİZ

Sayfa 61

Page 62: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GİRDAP

Kıyılarını kemiren dalgalarınSaldırgan gel gitlerine takıldı aklımSular kumsalını yutuyorYosun tutmuş taşlar tutmaz beni

Yatırmışım örse bedenimiDemir tavında dövmekteyimKızıla durmuş yüreğimiVe ben direncimi bilerken.Talan ediliyor hayat ormanları

Dağların döl yatağı hançerlenenBedenlerimizin örtüsü toprak kokuyorYaşam girdabına saplanıp kalmış dehlizlerin

Ah ala bilseydim avuçlarımaTavlanmış çelik kızılı güneşiBahar yağmuru dökerdi gözlerimBölük pörçük bulutlar kanıyorYorgun yüzlerimdenHayat şarkısı dinliyorumYeniden yaratır gibi kendimiYenik düşmekte yılgınlığım direncime.

ABDULLAH ORAL

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 63: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

FOLKLOR SANATA DÜŞMAN MI?YAŞAR KEMAL

Bir zamanlar yazarlarımız, özellikle şairlerimiz folklora düşman kesilmişlerdi. Bir folklordüşmanlığıydı almış yürümüştü. Kimse bu folklor dedikleri neydi, neyin nesiydi, diyedüşünmüyordu bile. Birçoklan kendilerini bu havaya kaptırmışlar başlarını almış gitmişlerdi.

O zamanlar niçin folklor, yani halk bilgisi, yani halk kültürü üstünde böylesine az durmuş,ya da hiç durmamış düşünmemiştik. Biz, Osmanlıcadan Türkçeye geçtiğimizde yazı dilimizçok fakir kalmıştı. Bu dille doğru dürüst bir edebiyat yapılamazdı. Oysa bütün dilzenginliğimiz halktaydı. Anadolu Türkçesi çoban dili değildi Yüzyıllardan bu yana öylesineişlenmişti ki, büyük şairler yaratmış, büyük destanlara damgasını vurmuştu. Öylesineanlatımlar yaratılmıştır ki, bu kadar türlü anlatımlara insan şaşmaktan başka bir şeyyapamazdı. Bu zenginlik yeni, terütaze bir yazı dili yaratmaya gebeydi. Bu dil, öylesinezengin bir kaynaktı ki, bizim edebiyatçıların işi eğer bu kaynağa bilinçli olarak başvurursak,çok kolaylaşmıştı.

İlk olarak Nâzım Hikmet bu dile, bu anlatım biçimi zenginliklerine başvurdu ve çok başarılı

Sayfa 63

Page 64: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

oldu. Bu halkı, bu halkın yaşam biçimini, doğayla içli dışlı oluşunu, maceralarını dehşet birtanıklıkla yazdı, Dile, anlatım biçimlerine öykünmedi. Bu büyük kaynağı özümsedi, halkınyaratış biçimlerini de özümsedi. Doğayla, insanla yüzyıllardır işlenmiş, zenginleşmiş bir dillezenginleşti, kendi zenginliğini, anlatım biçimini yarattı, insanlığa da böylesine büyük birsanat armağan eyledi. Çok özgün bir şiir verdi. Ve bu şiir de, uzmanların söylediklerinegöre, birçok ülkenin şiirini etkiledi. Ve Nâzım Hikmetin ardından genç bir kuşak ortaya çıktı.Başta Orhan Veli, Nâzımın yürüdüğü yoldan yürüdü. Halk şiirini, halkın zengin dilini kendinekaynak yaptı, anlatımlarını kavradı. O da Nâzım gibi özlü, özgün büyük şiirini yarattı. FazılHüsnü Dağlarca, ilk şiirleriyle Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat bu kaynağa boş veremediler.Bunlar da ne dile, ne anlatımlara öykündüler, bu kaynaktan yararlanmanın yollarını aradılar,özgün, zengin şiirlerini yarattılar. Ahmed Arif bu büyük şiirin son halkalarından biriydi.

O zaman bu halk kültürü düşmanlığı nereden çıktı, niçin folklor şiire düşman, dediler.Gerçeği şu ki, birtakım insanlar folkloru şiire düşman kılmışlardı. Halk kültürünü, halkanlatımını, yani masallardaki, destanlardaki anlatımı, halk şiirini, öteki halk ürünleriniözümsemek yerine onlara öykündüler. Bu dehşet bir moda oldu, ortalığı kastı kavurdu. Buöykünüler ulusal edebiyat, ulusal kültür oldu. Oysa hemen hiçbir değeri olmayanöykünülerdi bunlar. O zengin dilden anlatımlardan hiçbir şey yoktu bu öykünülerde. Devletde bunları destekliyordu. Yıllarca birtakım şairler Karacaoğlan, Yunus, Dadaloğlu gibiyazmaya özendiler. Öykünü onların, yetenekleri varsa bile, yeteneklerini yedi. Bunları dagören başka şairler, bu öykünülen şiir, hikaye, masal saymayan yazın erleri kabahati folklorayüklediler. Ve folklor şiirin düşmanıdır, diye bildiler. Yani halk kültürü edebiyatın düşmanıdırdemeye getirdiler. Haklan var mıydı, yok muydu bu bir araştırma konusudur. O gününhavasının sorunudur.

Yalnız arkadaşlarımız bu yok sayma seline kendilerini kaptırmamak, kabaca da olsa o folklordedikleri halk kültürü üstünde düşünmeliydiler.

Orhan Veli, halkın zenginliğine başvurarak büyük şiirini yaratmıştı. Birçok kişi daha,ülkemizde, bu işi yapmış, başarıya ulaşmış, özgün sanatını geliştirmiş, büyük şiire, anlatımaulaşmıştı.

Bir de dünya sanatı vardı karşımızda. Birçok dünya yazan, müzikçisi halk masallanndan,destanlarından yararlanarak büyük sanatlannı gerçekleştirmişlerdi. Shakespeare'inoyunlarının çoğu halk masallanndan efsanelerinden yararlanmadır. Şuna iyice dikkat edelim,öykünme değil. Faust’un ne olduğunu herkes bilir. Beethoven'in müziğinin temelinde halkınbinlerce yıl oluşturduğu melodiler, temalar vardır. Barok müzik öyle değil mi, yüzyılımızınbüyükleri Bela Bartok, Haçaturyan, öteki Rus bozkır müzikçilerinin temeli gene halklar değilmi?

Bırakalım Joyce'u. O, uzmanların işi. Dünyanın, insan soyunun yarattığı en büyük şairHomeros bir halk ozanı değil mi? Yunus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdalbirer halk ozanı değiller mi? O, dilimizin büyük zenginliği, anlatımın görkemi Dede Korkutbir büyük destancı değil mi?

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 65: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Ne yapalım, bazı yanlış sebepler çok çok yanlışı yanında getiriyor. En olumlu, enolumsuzu da yanında getiriyor. Folklor sanatların anası ve en büyük dostudur.

1993

YAŞAR KEMAL

<<Yaşar Kemal, ülkemiz edebiyatında büyük adımlarla yürümüş dev biryazarımızdır. İçten gelen duygularımla onu ve yaşamını bu tanımlama ileözetlemek isterim. Dünya çapında bir romancı yetiştirmiş olmak gururunuonunla yaşadık. Nobel Edebiyat Ödülünü vermemiş de olsalar(kazanamamış demek içimden gelmez) yaklaşık kırk dile çevrilmişunutulmaz romanları ile o buna fazlasıyla hak kazanmıştır. Yaşar KemalAnadolu insanının yaşamını, sevdasını, kavgasını, sevincini, üzüntüsünühalka ve doğaya inanarak ve kendi siyasi görüşlerinden ödün vermedenefsanevi ve sihirli bir anlatımla eserlerinde yorumlamıştır. İnce Mehmet,Teneke, Orta Direk , Sarı Sıcak, Yer Demir Gök Bakır, Demirciler ÇarşısıCinayeti, Al Gözüm Seyreyle Salih, Kuşlar da Gitti ve öteki hepsi; buölümsüz eserlerini okudukça yaşamı ve insanı daha anlayacağımızainanıyorum.>> HÜSEYİN AKYÜZ

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

"Dağın öte yüzü güneşe bakıyorum. De hadi davranın. Güneş'e sohbetimizvar, geç kalmayalım. (...)" Dengbej/Ozan Yaşar Kemal, eserlerini yazarken,hep yaşadıklarından yola çıkmıştır. Anadolu ve Mezopotamya halklarının ustayazarı; coğrafyasının, ülkesinin yaşanmışlıklarını herkesin anlayabileceği arıbir dille yazmıştır. Dolayısıyla okuyucu kitlesi artarak, eserleri çok çeşitlidillere çevrilmiştir. "En iyi şiir barıştır" diyen ozan, dediği gibi yaşadı.Eğilmedi! Haksızlıkları hep yüksek sesle dillendirdi. Siyasi duruşundan dolayı,alkışlayanlar ve yargılayanları çok oldu. "Haksızlıklara, demir olsamçürürdüm, toprak oldum dayandım" demesi onun kararlılığı ve mücadeleazminin ispatıdır. Yaşadığı coğrafyanın bütün özelliklerini betimleyerekanlatandı. O; evrensel anlayışın, birarada yaşamanın şifresini çözen,okuyucuya nefes olan ve korkmadan yazan buzkırıcıydı... Türk'ü, Kürd'ü,Ermeni'yi, Süryani'yi, Arap'ı ve diğer halkları milliyetiyle, inancıyla ayırmadansevdi. Nobel ödülü kendisine çok görüldü! Ancak, gönlümüzün Nobel ödüllüdengbeji/ozanıydı zaten. Abdi ağaların baş düşmanı, İnce Memedlerin dahada bilinçlenip, kitleselleşerek; yalana, talana, faşizme,(...) durdiyebileceklerin ozanıydı. Anadolu ve Mezopotamya'da İnce Memedlerin vesevdiklerinin yüreğinde yaşayacaktır hep. >> METİN KAYA

Sayfa 65

Page 66: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HİKÂYEYendinGalip sensinNe güzeldi değil mi kan?VeKılıcı parmağıyla silen elGöz kamaştırıyordu mehtapBunaltıyordu sıcakKafeslerinde kuşlar gibi kaçışanKadınlar geldi aklımaAlay edilen kötürümlerVe ülkemin en görkemli köşelerindeTakla atanKarnı tok, sırtı pek insanlarÇitlerin arkasındaTek gözlü bir deve üzerindeKoşan peygamber…Akşam saatlerindeYerleştirildi ateşin çevresineSaz çalmakta usta olanlarBaşladılar çalmaya, söylemeyeİnsan meyvesiyle yüklüOdun yığınları çöküyordu çatırdayarakVeYatıyordu krallar ölüm korkusuylaKardeş küller hararetini yitirdiğindeTopladılar beyaz kemikleri

ARZU KÖK

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 67: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AĞITLARI ATLASLARA YAZIN UNUTULMASIN

Bir şark şarkısıyım,tıbbın katlandığı çıban.petrol,dolar biraz siyasa,bilmem kaç yüzyıllık parsane hırsın uyuyakaldığı bir an.

kasıklarını ve karnını doyuramayaniştahı azmış azmanların elinde sübyan.bırakın hangi deniz daha mavi, hangi dağkahverengi, bilmesede büyüsün çocuklar.savaşları,açlığı,sefaleti bir eski söylencetankları,tüfekleri oyuncak bilsin ömrünceağıtları daha koyu yazın haritalara unutulmasınkadınlar gitsin ofset okyanusları doldursun.

LEYLA ÇAĞLI

Sayfa 67

Page 68: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yaşar Kemal bu coğrafyanın Bana göre yetiştirdiği En önemli Roman, Hikaye, Hikayeleride aşan masalları ve şiirleri ile büyük yazarlarından biridir. İyi bir röportaj yazarıdır . Oeserlerinde bu coğrafyanın dilini kullanan o hikayeleri ezop diliyle yazan, anlatannakşeden biriydi.

O bu bulunduğu coğrafyanın destanını yazdı. O coğrafyanın insanlarının öyküleriniHomeros, İlyada diliyle anlattı. İnce Memed üçlemesi ve Demirciler Çarşısı Cinayetiromanları benim düş dünyamın ve politik kimliğimin olgunlaşmasında önemli röl oynar.

Yaşar kemalin Roman yazarlığında öne çıkan önemli hususlardan biri, kent insanınıromanlarıyla Anadolu’ya bir rehber edası ile götürmesidir. Yaşar Kemal , yaşadığıdünyadan bağımsız soyut biri değildi . Onun beslendiği yer, bu topraklar üzerindekiacılar, horlanmışlıklar, ve ötekileştirme idi. O bu coğrafya ya Çukurova’ dan baktı.Çukurova bereketli topraklar olarak bilinen bu coğrafya nice yaşar kemalleri debağrından çıkarmıştır.

Yaşar Kemal’in Politik kimliğine vurgu yapmak isterim ki bu çok önemlidir. Yaşar Kemal,devrim ve sosyalizm mücadelesinin özellikle 60 ve 70’li yıllarda önemli bir figürü idi.Türkiye İşçi Partisinde mücadele etmiş ve çok etkilendiği Mehmet Ali Aybar’la birliktetavır almıştır. Yaşar Kemal’in Türkiye Komünist Partisi ve Ant dergisi ilişkisi de çokönemlidir. Dolayısı ile Yaşar Kemal’i konuşurken, Mehmet Ali Aybar Hocayı da anmaklazım. zira Yaşar Kemal’in Yaşar Kemal olmasında önemli emeği olan insanlardan biridir.

YAŞAR KEMAL’İN POLİTİK YÖNÜ

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 69: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Bu büyük usta için yazabilecek çok şey var zira geride çok şey bıraktı. Anadolu coğrafyasıBir Yaşar Kemal daha doğurur mu ? Bunun endişesindeyim.

HASAN HAMZA BALCIOĞLU

<<Türk ve Dünya edebiyatının büyük ustası, romanımızın şiirsel vedestansı sesi, Yaşar KEMAL'le aynı çağda yaşamak, kitaplarını ohayattayken okumak, insanı, doğayı, barışı, kardeşliği, emeği, sevgiyisavunan o koca yüreğinin ve kaleminin varlığını yanı başımızdahissetmek, bizim için büyük bir şans ve kıvançtı. Yaşar Kemal’inromanları insanlığın ortak vicdanıdır.Yaşar KEMAL, Türk edebiyatınındünyaya ve insanlığa koca bir "MERHABA"sıdır. Rahat uyu büyük usta.Yapıtların, savunduğun değerler ve düşüncelerinle hep yaşayacaksın!>>

KERAMETTİN ÇETİN

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

<<yazın yaşamı boyunca torosların eteklerindenbakardı göklere. yazarın dili kıvrak düşünmeye sürükler bizi. ıslak koyları, bükleri bize sunan yaşar kemal,yaşadığı topraklardan daha yoğun durur. onca zorluğun karşısında.hoyrat koyakların büyüsü yutar insanı. atlasın diline kapılır onca yaratık.gün batımı yüreğimize düşen yakamoz damlacıkları. sarı başaklardan yürür tozlu yolları. romanlaşır toprakla buluşan yazarın sabahı. toroslarınyağmuru suyu boşa akmaz bundan sonra. emeğin insanı dağından daha gür geliyor bana.>> MEHMET RAYMAN

<<...bakır rengi toprağı keskin kokuları ve yürüyen dağı.. O toprağıböyle işledi ..Böyle harmanladı..Toplumcu düşüncenin efsanesi...>>

MUSA SU

<<Kemale ermiş akar / o tek gözlü çeşme>> ERCAN CENGİZ

Sayfa 69

Page 70: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Hani, demişlerdi ya !ölümede tililisen ölümede tilili çekersinlakin biz yanmaktayız cayir cayirne etsem söndüremem yaktığın ateşine yanar kül olurumnede iflah olurum.kim bilir neler çektiğimi ?ne dost, ne düşmangörmesin diye yandığımıperişan halde süründüümüsıkardık dişimizierimişler diyor doktorlaronlarda dolgu tutmuyor gayridişlerim de dökülsünyeter ki; aklımı kaybetmeyeyimuzadıkça uzadı ömrümbitmek bilmiyorasırlar oldu sankidayanmak zorundayımutanırım ele güne karşı

bu kan deryasındaacılarımı dillendirmeyedayanacağımsözüm sözdürsıkacağım dişimiağlamayacağımvarsın aksın usul usulgöz yaşlarımı saklayacağımerkekler ağlamaz diye değil !dost, düşman ağladığımı görmesin diyeoysa isterdim ki,avaz avaz bağırayımyeri göğü deleyim çığlığımlaneyleyim;isteğime gem vurmak bana düştüoysa,ne çok isterdim yerinde olmayıama istemezdim, senin,benim yerimde olmanı..

HIDIR KARAKUŞ

ZILGIT

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 71: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GİTMELERDEGiden gitmiştirKalan acısını içine çekmiştirBastır acını göğsüneYaşam bitmedikçeHer acı her yaraDepreşerek dibe çökerKendi yatağındaBir üzülmek kalırSadece sanaOysakiNe sevinçlerNe umutlar büyütürdünGül açımı zamanlardanGülkurusu defter arasında.

VEDAT KOPARAN

Sayfa 71

Page 72: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

<<Yaşar Kemal gençliğimizde Devrimci Ağbilerimizin kulağımıza fısıldağı"bizden, ezilenden biridir. Eserleri okunabilinir"di. Sonra büyüdükçe,edebiyata merak sarınca haksız olmadıklarını fark ettim. Ezilenler için, İnceMehmed bir direnişin sembolü oldu. Yaşar Kemal'le birlikte İnce Mehmedlerisevdim. O eksiğiyle fazlasıyla bizden biriydi. Yıldızlar korusun onu.>>

NECMETTİN YALÇINKAYA

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

<<Yaşar KEMAL; " Mücadele ve azmin zaferiyle beraber, özünü yitirmeyen,onurlu bir yaşam. Eğer istenirse Anadolu insanının başaramayacağı hiçbirşey yoktur.>> MUSA DİNÇ

<<Yaşar Kemal Bizlerle Yaşayacak Yaşar Kemal sadece Türk edebiyatınakatkı yapmadı. Bizim yaşadığımız coğrafyada yaşayan halklara da katkıyaptı. Her ne kadar doğduğu yerlerin ezileni, sömürüleni, direneni,yoksulluğu, haramilerini romanlarına yansıtsa da, yaşadığımız coğrafyadayaşananlar onun döneminde aynıydı. Devrimci kişiliği ile baskıcı, faşistsisteme kalemiyle başkaldırmış, saldırıya uğramış, işinden atılmış,cezaevinde yatmıştı. Bizlere de Yaşar Kemal’i sahiplenmek düşer. >>

HÜSEYİN HABİP TAŞKIN

<<Yüreğimde uyu

gittin ya büyük ustam,iliklerime kadar yandı canımgittin ya koca yürekli adam,ağladım iliklerime kadargittin içimiz dağ gibi ateş yakarakdünyanın bütün dillerini bize bırakarak..>>

MERAL VURGUN

<<Yaşar Kemal, karıncalara denizden su içiren çınar. Düşle gerçeği,doğayla insanı iç içe sarmalayan, Livaneli’nin deyişi ile “gözüyle kartalavlayan” büyük yazar. Bana göre ise Torosların en keskin gözlü kartalı.Dayatılan sistemin karşısında daima dimdik durmasını bilen usta… Ve de “Ben herkesin evinde kitabı olan en ünlü Türk yazarıyım. Evlerde Kuran’dansonra benim kitabım gelir” vecizesinin sahibi. O ürettikleriyle varolabilmenin en güzel ispatıdır. Yaşantımıza ne çok şey kattı ve gitti…Bıraktığı gibi sonsuz olsun ışığı… >> NEVİN KOÇOĞLU

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 73: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SÜZ

mahsus mahal müdavimiyizyediveren gülü zulmünüzün ucundaen kızılından

ipler elinizde henüzzamane anaforcularıbesleme zilyonerlerbiz hükümlüsiz hükümsüz

ÖZER GENÇ

Sayfa 73

Page 74: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Camekanın şarlak fabrikasından patlardın kara camlarMarpucundan ejderhanın fabrikasyon katranlar,üflerken mavzerinden hayvanları bataklığına bulantınınmaçapapaz, maça as, çifte gitmen okeye sesleriyle taş;bir kumarbaz bataklığı fokurdardın mülkünde çamurlarınyankısıydın uçurumda bumerangca çarpıp dönen sayhanınnasıl tırpanlanırsın münzevice cübbelerle sen babam?maçapapaz üflenirdin mezarlığa boynuzundan şeytanınçiçek tarhlarında kumpanyalar çürürken çiçekleri amonyaktüberküloz balçıkları tersinden kurgulansa ağularla haşaratiltihaplı rakılarla dağlanan yaranın dalgakıran kıyısındaşapkanı çıkarttın bak ambalajdan uçmayla maharetli kolonyagibi eczasın kimyaya akan gürültülerle kim adam?zümrüdüankasın kundakladığın hatıranın küllerinden doğankükürtlü yalazların gayyasında körüklenen azapkarlakabında mapushane efkarına raconkesen hüzünbazadlı betonarme putlarından çekiçlerle yontulan intiharlaceset çiçeklerini cumhuriyet tarhlarından çığlıklarla kusarakne zaman terfi edeceksin kasırgaya rüzgara binen babam?kaçıncı cumhuriyettin bürokratik diktatörlüklere akanektin mi çürüyen çaputları mühürlü dergahlara kaç?ki nikotinli bazukayla tüberküloz pulatlarla çarpılmaksaklar seni şeyhlerin deformasyon dergahındanhangi ejderha kükrerken emperyalist madrabazhangi uçurumda parçalanır şarampollü mahlukattarikatlar çiçeklenir rahlelerde semazence tesbihatbulantıyı hırıltıya üflemenin mezhebinde putlarla:diktatörler dağılsındır sarıklar evliyaların babamkadar kara tırpanlarla baygın mezarsızlıktan çıkangövdesizliğe mühürlendi deformasyon komutları acınıntürbeyle dağlandıkça çaput veren tarikatlar karanlıkdergahda mevlithanlar zikrettikçe huuuuu babamFilizkıran fırtınası patlar güvercin pervazlardan akardıngüvercin çığlığına gerildikçe kafatası mezarında çarmıhlarkafatasın açılsın için zakkumluydu gayyalardan devşirilen harbürokrasi üflerken tezkereni mekansızlığa tebligatfısıldarsın bize terhis teskerende zemheri zehirlerisana tırpanlı harmaniler çıkartan tebligattır babamsarhoşuydun katranlı kamçıların dağlanan azabıylaamelyatta neşterle parçalandı böğrü kuş çığlığınınhüzzamkar makamında uzarken yeraltına sakallarındünya sana dar geldi gittin çıktın akrebe zerk zehirlerinruh damlayaraktan insan olunsun mu hiç babam?

Ruh damlarsa insan nasıl baba?

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 75: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SORMACA: Yaşar Kemal, Sizin İçin Ne İfade Ediyor?

<<Yaşar Kemal'i ilkokul beş sınıfta eserlerinde tanıyıp, o yaşlarda sınıfsalmücadelede edebiyat ve siyaset ilişki kurmasını romanla-rından öğrendim.Mücadelesinde boyun eğiş değil hep barış dili insanlığa rehber oldu. İnsan,çevre ve doğa ilişki savaşımında, polaris (kutup yıldızı) gibi aramızdan kayıpgitti.>> HAMZA İNCE

<<Onuru değerleriyle yaşamayı topluma sanatsal işlevinde daima gerçeğinyanında ve izinde ezilenlerin yanında olmayı bilincini yukarı çekmeyi mertve dürüstlüğü bana anlatıyor insana yakışan bir yaşamayı isteyen halklarınacılarıyla kendini ifade eden dik duruşun simgesi>> VEDAT KOPARAN

<<Torosların büyük destancısıydı. Yaşar Kemal romanıyla tanışmak sanırımortaokul 2 deydim. Yıl 1977 olmalı. İnce memed romanını okuduğumda büyükhayallere masallara dalmıştım. Benim için Yaşar kemal bir destan yazarı birmasalcı, isyanın sesiydi. Gök gürlemiş şaldır şaldır akıyordu ruhumun içdenizine. O dağların ve kavganın sesiydi en çok. Çukurovadan patlayan bir topgüllesiydi beklide. Irgatların, toprağın filizlenmesiydi. Yaşar kemal okumakdünyanın en güzel duygusuydu benim için. Alsınlar nobel’i başınaçalsınlar.(bütün ödüller kirli değil miydi zaten) O zaten bütün ödüllerinüstünde bir romancımızdı. Yaşar kemalsiz bin yıl yalnızım artık. Işıklar içindeuyusun>> ŞERİF TİMURTAŞ

<<Yaşar kemal: Çiçek, çınar, dağ, dere tepe, ırmak, gökyüzü, yıldız, ay,güneş, şimşek, yıldırım, bulut, yağmur, sarı sıcak, buğday, başak, toprak,börtü böcek...kaya, höyük, yar, bük, fundalık, çam... kuşların dili....devedikenleri...tozlu yollar... ırgatlar, köylüler, ağalar, yoksul çocuklar...masallar, destanlar, türküler... Seyhan, Ceyhan, Toroslar, Çukurova... Binbirçiçekli bahçenin has gülü ve evrensel değerlerin insanlığın ortak değerleriolduğunu anlata anlata uzun yolculuğa çıkmış bir masal devi...>>

NAZMİ BAYRI

<<İnsanların yaşamlarını okurdum. Börtü böceğin de bir yaşamı olduğunubüyük Usta Yaşar Kemal'den öğrendim. Toprağın bereketini ve uğrundadağlara çıkıldığını, teslim olmadığını gösterdi bize. Mahkemelerdeyargılanan değil, sistemi sürekli yargılayandır Yaşar Kemal. >>

HAYDAR DOĞAN

<<Yaşar Kemal bu ülkenin en gür sesiydi, bütün seslerin bir rengi vardır.Yaşar Kemal bütün seslerin rengini veren pigmentti. Yaşar Kemal ilebirlikte bu ülke sesini, rengini ve ahengini kaybetmiştir. Geçmiş olsun,başımız sağ olsun... >> OSMAN COŞKUN

Sayfa 75

Page 76: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”şiir bir kız bakışıdırmeyvenin çağlası gibidir bazenbazen de bir sigara dumanıacı ve öfkeyle dolu

İSMAİL GENÇTÜRK

Bir şiir, bekçisi bir sürekli yalınıngökyüzü kadar karışık ama akışkanyani duvar saatlerinin tozlu yalnızlığı

ÖZDEMİR İNCE

Şiir cambazların dengesidirhokkabazların seyircisi.

Sihirbazların rüyasıdır şiir.ÜLKÜ TAMER

Hayatın bağrındanKanayarak kopan kelimelerleKurulur şiir

İSMAİL UYAROĞLU

Her akşamKirli bir tüfekleVurulur halk çiçekleriHer sabah açar yeniden.Kendi kendinden bileErken uyanır ozanOzansa eğer...

ALİ YÜCE

“Şiir havali bir tabancadırKimseyi öldürmezZehirli havayı arıtırDünyanı değiştirme pahasına da olsa.”

CAN YÜCEL

Bin acı birikseAncak bir şiir doğurur

AHMET ERHAN

Şiir bir çıkartmadır, uyuyan topraklara uyumayışlardan.

BEHÇER NECATİGİL

Şiir, dünyanın zihinsel imgesidir.HİLMİ YAVUZ

Şiir, hem bir milyon dolar bulan insanın, hem de onu yitiren insanın çıkardığı çığlığa öykünmedir.

CARL SANDBURG

Şiir kata kata değil ata ata yazılır

ABDÜLKADİR BUDAK

şiir neye yarar, dil küfümü almayacaksagökyüzümü yırtmayacaksa martı neden havalansın

BARIŞ ERDOĞAN

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 77: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜEDEBİYATIMIZIN ANIT İSİMLERİNDEN YAŞAR

KEMAL’İ SONSUZLUĞA UĞURLADIK

Bir aydır hastanede tedavigören büyük romancı YaşarKemal 28 Şubat 2015’tearamızdan ayrıldı.Romanlarında da konu olanserüvenli yaşamın da hephaklının ve doğrunun yanındayer aldı. Bu nedenle sürüldü,linç edilmek istendi ama oyazmaya ve direnmeye devametti. Büyük yazarın elbettehayatının her yönü basında vetv’lerde yayınlandı Biz, 1982’deDel Duca Ödülünü aldıktansonra Cumhuriyet yazarı YalçınPekşen’e verdiği röportajdanyaşamıyla ilgili önemlidönemleri aktaracağız:

«Y.PEKŞEN—Peki zor olmadımkı buralardan sıyrılıp yazarolmak? Özellikle bu kadar ünkazanmak?Y.KEMAL—Valla bilmiyorumben hep kendi muhitindetanınan bir adam oldum.Adana’da halk şairi idim. Sekiz

yaşımdan beri çevremde herkes tanır beni. Cumhuriyet’e girdikten sonra üç ay içindetanınmış bir röportaj yazarı oldum. Biraz da talih yardım etti galibaç Çok talihli bir adamımben…Y. PEKŞEN — Anlattıklarınız çok talihli bir adamın durumuna uymuyor. . Çok sıkıntı

Sayfa 77

Page 78: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

çekmişsiniz..Y.KEMAL —Bak şimdi anlatayım da talihin rolünü gör. Adana’da en son arzuhalcilikyapıyorum. Dört tane öykü yazmışım ama.. biri “bebek” işte. İnce Memet’in de birkaçbölümü hazır. Ama üstte yok, başta yok… Cebimde beş lirayla kamyona binip Ankara’yageldim. İstanbul’a geleceğim, Cumhuriyet’e gireceğim.Y. PEKŞEN —Nasıl emin oluyorsunuz gireceğinize…Y.KEMAL —Beni Arif Dino göndermişti.. adana’dan tanıyorum Arif’i. Nadir(Nadi) Bey’eyazdığı mektupta hiç unutmam “sana çifte kavrulmuş bir delikanlı gönderiyorum.” diyeyazmıştı. Ankara’ya geldim beş lirayla. Orada Abidin Dinolara gittim. “Nereye gidiyorsun?”falan dediler. “İstanbul’a gidiyorum” dedim. “Paran var mı?” diye sordu Güzin Dino. “Beşliram var” dedim. Aslında Orhan Kemal.. o da arkadaşım.. O da İstanbul’a gelecek.Babasından altı yüz lira miras kalmış, onu bekliyor. Onunla sebze alıp sebze satacağız.“Beş lirayla olmaz” dedi Abidin. Sonra içeri girdi. Bir torba dolusu bozuk parayla geldi. “Buelli lira” dedi. “Biraz geçinirsin bununla..” neyse Ulus’a geldik, beni otobüse bindiriyorlar:Birden Abidin Dino durdu. “Neden durdun?” dedim. “Bana yetmiş beş kuruş ver ordan” dedi.Bütün parasını bana vermiş. Dönüş parası istiyor. Çıkardım verdim, öyle gekldim İstanbul’a.Y. PEKŞEN —Sonra bu parayı ödediniz mi kazanınca?Y.KEMAL —Yok canım ne vereceğim. Abidin Dino benim canciğer arkadaşım. Bizde parafalan verilmez. İşte böyle geldim İstanbul’a. Sonra Orhan Kemal geldi. Altı yüz lira almış dayolda yemiş bile. Bir arkadaşının Kasımpaşa’daki evinde balkonda yatıp kalkıyor. BenCumhuriyet’e “Bebek” hikâyemi Nadir Bey’e gönderdim. Bekliyorum. Bu sırada da GülhaneParkında yatıyorum. Derken cevap geldi. Nadir Bey beni çağırıyor. Gittim ama kılıkkıyafetim dökülüyor. Kapıcı almıyor içeriye. Bir gün “Avrupa’da” diyor, bir gün “Ankara’da”diyor. Sonunda uyandım. Karşıdan teşefon ettim. Dedim, “Efendim ben geldim.”, “Nedengelmiyorsunuz?” dedi. “Geliyorum efendim, kapıcı almıyor” falan derken neyse galibakapıya indi. Beni aldı. “Bebeği çok beğenmiş. “Seni röportaj yazarı olarak hemen işealıyoruz” dedi. “Röportaj yazarı olur mu bilmem ki…” “Olur olur, sizin gibi insanlar gerekli”dedi. “Peki” dedim, “Aşağı inin para alın” dedi. Gittim aşağı, bin beş yüz lira galiba… Çokbüyük bir para yahu o zaman. “Ben ne yapacam bu kadar parayı” diyorum. “ Bana üçyüzelliverin yeter’”Neyse… Ben röportajlar için Diyarbakır’a gittim. “Bebek” de Cumhuriyetteyayınlandı ve ilk telif hakkım olan 110 lirayı ordan aldım «

« Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş,sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa bensanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. [...] Ben etle kemik nasıl biribirindenayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş birsanata inanmıyorum. » diyen Yaşar Kemal'in edebi çalışmalarında halka dönük birdüşünce hakim oldu ve bunu, bir yerde politik düşünce ile birleştirerek yürüttü.Yapıtlarında, halk şiirinde, epopelerde olduğu gibi insan değerlerinden kopmamayaçalıştı.Yaşar Kemal, siyasi görüşü ile sanatının paralel olduğunu, "halk ve doğa"yainandığını, sanatının proletaryanın çıkarlarının emrinde olduğunu dile getirmiştir.

Ceyhun Atuf Kansu, «Doğa» şiirinde, Yaşar Kemal’i şöyle betimliyor: «YAŞAR KEMAL YAYLALARIN SÖZLÜĞÜ/ ORTA DİREĞİ GÖK BOYA TÜRKMEN ÇADIRININ/…/SEN DOĞADANSIN ÇİÇEKÇEDİR ANA DİLİN…»

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 79: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DEVLET DERSİNDEN KATLEDİLEN BERKİN ELVAN’I ÖLÜMÜNÜN 1. YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ..

Soğukkanlılığını, muhakemeye-tisini kaybetmiş bir kibir,iktidar ve güç zehirlenme-sinden doğan bir vicdantutulması Berkin de aldıKüçücük Berkin Gülüşünü,çocukluğunu, gençliğini, ha-yallerini, hayata katacağıartıları, değerleri…

Taksim Gezi Parkı protestolarısırasında, 16 Haziran 2013tarihinde, ekmek almayagiderken polis tarafındanatılan göz yaşartıcı gazkapsülünün başına isabetetmesi üzerine 269 günboyunca komada kaldıktan 11Mart 2014'te, Şişli'dekiOkmeydanı Eğitim ve Araş-tırma Hastanesi‘nde, 15yaşındayken sonra sonsuz-luğa uçmuştu 5 Ocak 1999doğumlu Berkin Elvan..

Devlet eliyle, babalar günündesabahın yedisinde kafasınagaz kapsülü atılmak suretiyleüç mevsimdir uykuya teslimedilen, Okmeydanı'nın karagözlü çocuğu sonsuzluğayürüyeli bir yıl oldu.

Berkin’in bu yürek burkan hikayesinin ve mücadelesinin yanında ailesi de adeta bir hukuksavaşı verdi, veriyor. Dosyası adliye koridorlarında kaybedildi. Daha davası bilebaşlatılamadı.

Gezi Parkı eylemlerine destek veren ve kendilerine "Sanat Meclisi" adını veren bir grupsanatçı Berkin Elvan'ın birinci ölüm yıldönümü sebebiyle "Hayatı durdurun" çağrısı yaptı.

Sayfa 79

Page 80: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

11 MART'TA İSYAN ÇAĞRISI

Tarık Akan, Zuhal Olcay, Cahit Berkay, Şevval Sam ve Levent Üzümcü gibi çok sayıdasanatçının destek verdiği eylem için bir video hazırlandı. Sanatçıların, "Ben Berkin Elvan"diye seslendiği videoda, 11 Mart için "hayatı durdurma" eylemine çağrı yapıldı.

Bu kara kaşlı, kara gözlü küçük çocuk, devrimci mücadele tarihinde küçük bir kızıl yıldızolarak yerini aldı. Elvan’dan belleğimize kalanlar, devrimci mücadelenin yükseldiği

dönemde yiğit halk çocuklarının kimsenin gütmesiyle değil, yürekten kavgayakoşabilmesidir. Berkin’in kısacık yaşamı bizlere önemli dersler de vermiştir:.

Berkin artık büyümüyor ve geçen zaman öldürülmüş bir çocuğun yaralarını iyileştirmiyor.Berkin'i öldürenler bugüne kadar yargı önüne çıkarılmadı. Zaten açılmış bir dava da yok...Sadece bitmeyen, bitirilmeyen, bitmesine müsaade edilmeyen bir soruşturma var o kadar...Ahmet Atakan'ın, Medeni Yıldırım'ın tespit edilmeyen ve yargı önüne çıkarılmayan failleri,olmayan mahkemeleri gibi... Gezi'de gözlerini kaybeden onlarca gencimizin sakatkalmalarına sebebiyet veren failler ve olmayan mahkemeler gibi... Okan Göçer'i, MustafaAli'yi, Lobna'yı öldürmek için vuranların yakalanmaması, açılmış bir mahkeme olmamasıgibi... Ethem Sarısülük'ün göstermelik bir ceza alan katili ve o katili kahraman ilan edenemniyeti saymıyoruz bile, Ali İsmail'in henüz tutuklanmamış katilleri varken, tutuklanmışolanların ise hala bir ceza almamış olması bu ülkenin bir başka büyük ayıbı... Abdullah'ın,Hasan Ferit'in ve Mehmet'in katillerinin adeta senaryosu çok önceden yazılmış bir tiyatrooyunu sahneye konuyor gibi mahkemeler nezdinde devlet tarafından korunup kollanmalarıgibi..

Bu ülkede adalet yok, hukuk yok, sanık yok, ceza yok... Tek gerçek : Büyümüyor ölüçocuklar.

“çocuk çek kaşlarınıonursuz şeyler üstündenkirpiğini yüzüne düşürmebütün dünyaya gövdenle gülümseme öyleağıdımı bozacaksın.”

GÜLTEN AKIN

Güneş kalkıyor ayağa kara gür kaşlarından çocuğun;Umudu umudumuzda şavkıyor artık adı belleğimizde!

A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 81: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ADANALI İKİ ŞAİRİ HASAN HÜSEYİN GÜNDÜZALP VE BÜLENT GÖKGÖL’Ü SONSUZLUĞA UĞURLADIK.

Adana sanat çevresinin önemli şairlerinden Hasan HüseyinGündüzalp ve Bülent Gökgöl’ü pisi pisine bir trafik kazasında sonsuluğa uğurladık.

Hasan Hüseyin Gündüzalp, Lül, Tersakan Toros, Turunç gibiAdana’nın önemli sanat dergilerinde yayınkladığı şiir polemiklerive eleştirileriyle adı öne çıkan şair ve yazarlardan biri idi.

Bülent Gökgöl de şiirleriyle Adana edebiyat dergilerinde sesiniyükselten şairlerdendi. Bülent GÖKGÖL’ün son şiir kitabı,“DAVUŞ, Aşktan Çocuklar Alsın Öcünü” daha baskıdan yeniçıkmıştı. İkisinin de yurdu ışık olsun.

Emeğin Sanatı E-Derginin 70. Sayısında “Bu Sayının Savsözü” bölümüne HasanHüseyin Gündüzalp’in yazısından aldığımız bir bölüm:

“Şiir: Anlatmayıp söyleyip geçen… kesinlikle kesinlik bildirmeyen… açıklayıcıolmayı reddeden ve bu nedenle açıklayıcı (çünkü, gibi, eğer, gerçi, benzer, sankivb) sözcüklerden uzak duran… Hiçbir zaman ben demeyen… hangi dildeyazılırsa, yazılıyorsa o dile varsıllık ve derinlik katan… Sanat denilen eylemineseri olmayan… Büyük patlamadan (bigbeng-zoom) kalan acısını her yüreğetaşıyarak sonsuza uzanan… her canlıya ve cansıza onların nitel donanımlarınagöre kendini veren… Duygu adlı Bütün’le ikiz kardeş olan… insanda bilgisiylesevişen sezgisel gebeliği…

Sayfa 81

Page 82: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

aşktan ve acıdan ötesi duyarlıklar cümlesi… şiir, dilleri derinleştiren ve delirten… buderinliğe giremeyecek olan sözcükler vardır. Bunlar, çünkü, eğer, gibi, benzer, şiir vemutlaklık bildiren ekler…Bu yargıdan hareketle şöyle bir soruyla derinliğe dalınabilir-mi? “Türkiye şiirineyüksekçe bir yerden tepe üstü atlanabilir mi?”“Evet” yanıtı, inanmakla beslenen seviciliğin bulanık suyundaki bataklığa kafa üstüçakılmaya çıkıyor.“Hayır” yanıtıysa, bilmek istemekle beslenen çözümlemeli bir yorgunluğa ya dainsanın tek değişmezi olan yanılgılara yol aldırıyor insanı. “Buldum” ya da “bildim”çığlıkları altında yeni yanılgılara… Saplanıp kalmaktansa yeni yanılgılara yol almak,diyalektiğin insafında işleyen bir süreç… Diyalektik, adı anıldığında, onun adınıananın derin bir nefes alması gereken insaf… Derin bir nefes…Ne yazık ki, onca ağırlığına rağmen en hafife alınan unsurlardan biri, diliderinleştiren şiir oluyor. Sorgu ve algı düzeyi ne olursa olsun, insanların, sorunsaltemelleri aynı olan duygulanımlarla kapısını çaldıkları Güzin Abla’ya indirgeniyorşiir…(İçeri girip giremedikleri ayrı bir tartışma konusu.)

DÜŞÜNBİL AKADEMİ'NİN MART AYI SEMİNERLERİ "HEGEL SEMİNERLERİ" İLE DEVAM EDİYOR

Doç. Dr. Hamdi Bravo'nun eğitmenliğinde 5 hafta sürecekseminer 12 Mart 2015 Perşembe günü başlıyor. Seminerde"Soyutluk, Öznellik ve Felsefe", "Kant’ın Etik AnlayışınaEleştirileri", "Köle-Efendi Diyalektiğinin TininFenomenolojisi’nde İşi ne?" "Organizmacı Toplum Tasarımı"“Birey”in ve “Tarihsel Kişilikler”in Tarih ve ToplumKarşısındaki Konumu" gibi konular ele alınacaktır. Hegel'ive felsefesini merak eden felsefe dostlarını bekleriz.

Program ve DetaylıBilgi: http://akademi.dusunbil.com/hegel-seminerleri/

ATTİLA İLHAN’ ANISINA ŞİİR YARIŞMASI

Karşıyaka Belediyesi, kentin yetiştirdiği en önemli değerlerdenbiri olan usta şair Attila İlhan’ın anısına, her yıl şiir ödülüverecek. Yeni şairler ve yeni eserlerin topluma kazandırılmasınada katkı sağlayacak yarışmanın bu yılki etabı için başvurularkabul edilmeye başlandı. Yarışmaya katılmak isteyenler;eserlerini elden, posta ya da kargoyla, 6 Mayıs tarihine kadarKarşıyaka Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’neulaştırabilecek. Yayına hazır kitap dosyasıyla katılma koşulu

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 83: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yayına hazır, ödül almamış, kitap dosyaları için son katılım tarihi: 6 Mayıs 2015. Seçicilerkurulunda, Doğan Hızlan, Hüseyin Yurttaş, Hidayet Karakuş, Ünal Ersözlü, Tuğrul Keskin,Kerem Alışık yer almaktadır. Ödül : 5.000.- TL’dir. Kazanan dosyaya ödülü, -Attilâ İlhan'ındoğum günü olan- l5 Haziran 2015 günü; Bostanlı Suat Taşer Kültür Merkezi'nde yapılacaktörenle verilecektir. //Bilgi için: www.karsiyaka.bel.tr

getirilen yarışmada ödül almış ya da kitap oylumu taşımayan eserler değerlendir-meyealınmayacak.

UNUTULMAZ ÇOCUK ÖYKÜLERİ YAZARI SAMED BEHRENGİ ADINA AZERBAYCAN’DA BİR YARIŞMA DÜZENLENDİ

Mart ayının ikisinde AzerbaycanYazıcılar Birliği ve GüneyAzerbaycanlı yazarlarca SamedBehrengi anısına öykü yarışmasıdüzenledi. Azerbaycan YazıcılarBirliğinin Güney Azerbaycan şubesininbaşkanı şair-yazar Sayman Aruz,“Samed Behrengi, bütünAzerbaycan’ın, Türk Dünyasının enünlü ve en çok bilinen yazarıdır. Onuneserleri bütün dünya dillerineçevrilmiştir.” Dedi.

Azerbaycan Yazıcılar Birliğinin düzenlediği yarışma sonucunda Said Muğanlı, Ünal Kar,Elşad Barat, Reyhan Şıxlı, Sabir Nebioğlu, Esmira Fuad, Merdan Azimov, Sekavet Sahil,Mehman Qaraxanlı, Pervan? Memmedli yarışmayı kazanmışlardı.Ayrıntılı bilgi: ayb.az

ULUSLARARASI ÇUKUROVA SANAT GÜNLERİAYSAD ETKİNLİKLERİ ANTAKYA’DA GERÇEKLEŞTİRİLECEK

19 Mart günü düzenlenecek "Şiirle Umuda Yolculuk" adlıetkinliğe Başak Hülya Ekmekçi, Coşkun Karabulut, GülderenCanyurt, Duran Aydın, Atila Er, Demet Duyuler Doğan, ŞahinTaş, Melahat Babalık, Mustafa Özke, Deniz Yedievli, GıyasiAydemir, Nisa Leyla katılacak.

20 Mart 2015 Cuma günü ''Hatay Edebiyatı Ulusal EdebiyatınNeresinde'' konulu panel düzenlenecek. Panele İsmail CemDoğru, Adil Okay, Faris Kuseyri, Nisa Leyla katılacak.

Necmi Asfuroğlu Anadolu Lisesi Salonu-14:00 ANTAKYA

Sayfa 83

Page 84: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

21 MART DÜNYA ŞİİR GÜNÜNÜ KUTLUYORUZ..

İlk kez 1999 yılında UNESCO tarafından ilan edilen vedünya çapında kutlanan Dünya Şiir Günü'nün amacı"farkındalık yaratmak ve ulusal, evrensel, bölgesel şiirhareketlerine taze bir enerji sağlamak"olaraknitelendiriliyor. Şiirin sorgulayarak çeşitlilik yarattığınıbelirten UNESCO, dil çeşitliliğini kutlamak için bugünüşiir günü olarak ilan etmiştir. 1999’dan bu güne,ülkemizde ve dünyada bir şair Dünya Şiir GünüBildirisini yayınlıyor...

Bizdeki Dünya Şiir Günü bildirilerinden seçmeler:

“Şiir, günü geleceğe çevirirken öylesine zenginleşir ki telefon derler ona, gramafon derlerona, radyo, televizyon, bilgisayar, internet derler ona, yine de bütün gücünü dilegetiremezler.Şiirin bütün özdeklerde görünümü başka başkadır. Kuşun sesinde görünen odur, maviliğisese dönüştürmüştür. Demirin ateşte dövülürken kıpkırmızı olması odur; dışarı çıkmayıkırmızıya dönüştürmüştür.Yaşlı bilginin avuçlarındaki harfler odur; evreni umuda dönüştürmüştür. Gelin olan kızın ilkgecesi odur; ipeği sevişmeye dönüştürmüştür. Birbirimize yakınlığımız odur; ekmeğiözgürlüğedönüştürmüştür.” FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA / 2001

“Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir, yıldırımdır, gökgürültüsüdür şiir. Şiiri, yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir korkunçtur, güzeldir.Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Kapı tunçtan, demirden, çelikten de olsa önündeduramaz.Şiir yürür, ezer geçer. Şiir her şeyden, herkesten daha güçlü, daha yıldırıcıdır. Şiir sınırtanımaz, ne kral tanır, ne imparator. Şiir Cengiz Han'dan da, Sezar'dan da, Hitler'den de,Büyük İskender'den de büyüktür.Şiirin yürüdüğü yolun bitimi yoktur. Şiir sonsuzluğa gider, sonsuzluktan gelir. Şiir hiçbir güceboyun eğmez. En güçlüden daha güçlü, en güzelden daha da güzeldir.” ARİF DAMAR /2006

“Şiirin insan acısını, sevincini, öfkesini ve akla gelmeyen daha nice duygularını nasıl dilegetirdiğini yeniden hatırlayacaklar. Kimileri Boğaz`ın iki yakasını donatan erguvanlarabakarak yapacak bunu, kimileri nerdeyse yanı başımızda patlayan bombaların eşliğinde,çığlıklar arasında, barut kokusu içinde. Bir yandan ezenleri,ezilenleri, öbür yandan geceleri, yıldızları, kokuları, tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlarıylainsanı deli eden bu dünyayı düşünerek katılacak bu kutlamaya. Şiirin yaşanan her şeyi beş

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 85: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

duyumuzla canlandırarak (görerek, işiterek, koklayarak, tadarak, dokunarak) algılamamızısağlayan bir duyarlık kaynağı olduğunu, bize duygularımızla düşünmeyi, düşüncelerimizleduymayı öğrettiğini hatırlatacak Dünya Şiir Günü kutlamaları.

Özgürlük ve dayanışma özlemi içinde, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibikardeşçesine yaşamaya bir çağrı olduğunu düşünecekler şiirin.Yalnızca Edirne`den Ardahan`a kadar değil, Çin`den Peru`ya kadaruzanan bir umutla... “CEVAT ÇAPAN / 2007

“Şiirin iç çekişinde ya da haykırışında duyduğumuz, varlığın ve varoluşun sesidir. Eğer şiir,en derin metafizik kaygıları olduğu kadar, en güncel politik istekleri de dile getirebiliyorsa,bu; hem toplumsal etkinliğimize hem de tinsel beklentilerimize ait oluşundandır.Küresel kapitalizm imgeler alanını, yani sanatsal alanı da sömürgeleştirmiş bulunuyor. Amaşiiri halâ sömürgeleştiremedi ve Pazar Ekonomisi'ne eklemleyemedi. Magazinel edebiyatbasını, şiiri halâ manşet yapamıyor ve ayağa düşüremiyor. Nietzsche "çekiçle felsefeyapmaktan" söz etmişti.Şair, hala çekiçle yazabiliyor. “ AHMET OKTAY / 2008

“Çin Seddi bittiği akşam duvarcılar nereye gittiler?” diye soran meraktır şiir. Kralı çıplakgördüğünde korkağın söyleyemediği cesur sözdür. Sıradanın yavanlığına başkaldırançeşitlilik, emeği hor görene indirilen tokattır. Duyarlığı sınırlı tutanın karşısına yeni bir dil ile,tasarlananı güdük bırakanın karşısına yeni bir dünya ile çıkandır.Neruda'nın dediğini bir kez daha yineleyebiliriz öyleyse: Yedi canlıdır şiir. Bunca sömürü veyoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın,kıyımın yeryüzünü kana boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer,soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o,yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır.” KEMAL ÖZER/2009

“Şairin şiiri hiçbir zaman ısmarlanmamıştır : Ne zamanı vardır ne de mekânı. Ama bunedenle hem zamanı vardır, hem de mekânı.Bir gün terekesi açılır, borcu ve alacağı ölçülür. Ama şairin ne borcu vardır, ne de alacağı.Habersiz gelir, habersiz gider.” ÖZDEMİR İNCE / 2010

“Evet, bir evrendir şiir, uçsuz bucaksız bilinmedik bir coğrafyadır. Binlerce ozan aramıştıronu, binlerde ozan arayacaktır. Bulanlardan öğrendik böyle bir coğrafyanın varlığını. İlginçülkeler tanıdık böylece, ilginç sesler, görünümler, ilginç varlıklar. Adına “sözcük” dediğimiznesnelerden üretilmiş varlıklar.O ülkelere ayak basan kişi, bizim günlük yaşamımızda kullana geldiğimiz sözcüklerkıskacından kurtulmuş ve yepyeni, alışılmadık seslerin dokuduğu, biçimlendirdiği o gizemlivarlıklarla yüz yüze gelmiştir. Kendisine özgü bir evren kurmaya başlar böylece.” SAİTMADEN / 2011

“Şiir Çağının YankısıdırŞiir, çağının seslerinin yankısını taşır: Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar… Aşk şarkılarınamarşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra.

Sayfa 85

Page 86: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Şairler hükümdarlara övgüler yazsalar da bu sesleri şiirin orkestrasına ekleyemezler. Biryıl geçmeden yıpranır gider o övgülerin kumaşı.Eskimeyen, yaşamaya övgüdür, adalete, aşka.Bir de diktatörlere yazılmış alaylar eskimez, bin yıllarca.” SENNUR SEZER/2012

27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR…

Dünya Tiyatro Günü dünyadave ülkemizde çeşitli etkinliklerlekutlanıyor. İnsanın insanîleşmesürecine en büyük katkıyısunan sanat olan tiyatronunhayatımızdaki önemi bir kezdaha ortaya çıkıyor. Bugün, bintürlü olanaksızlıklara karşı,sansüre, adli soruşturmalararağmen tiyatroya gönül verensanatçılar, perdelerini açmaçabasını sürdürüyorlar.

27 Mart Dünya Tiyatro gününde, tiyatro sanatına emek ve gönül verenleri, her akşam tiyatroya koşanları, sahneye koşanları değerli tiyatro sanatçısı Oben Güney’in sözleriyle selamlıyoruz:

Tiyatro, iki kalas bir heves değildir.Tiyatro, minder komikliği değildir.Tiyatro, insanı taklit olayı değildir.Tiyatro, soytarılık değildir.Tiyatro, bir yaşama biçimidir.Tiyatro, dünyayı yorumlamaktır.Tiyatro, insanla İNSAN’ı yaratır.Tiyatro, bir bilimdir.Tiyatro, bir doğadır.Kısacası, Bayanlar, Baylar,Tiyatro İNSANLIK’tır.

DEVRİMCİ ELEŞTİRİNİN GÜR VE YARATICI SESİ:ZÜHTÜ BAYAR

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 87: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Asım Bezirci’nin ortaya koyduğu “nesnel eleştiri”anlayışından hareket ederek Marksist kuramın veedebiyat eleştirisinin edebiyatımıza uygunyorumunu yapan eleştirmen, yazar Zühtü Bayar’ı26 Mart 2011 günü sonsuzluğa uğurlmıştık..

Lise öğrenimini politik nedenlerle yarım bırakanZühtü Bayar, öğrenimini sürdürme olanağıbulamasa da kendisini geliştirmesini bildi.TMGT’nin yayın organı “Gençlik” ve izlemyayınevinin çıkardığı “Oyun” dergilerin-

de çalıştı. Daha sonra İTÜ Talebe Birliğinin yayın organı “Oturum” dergisini, daha sonraadında ilk kez “Sosyalist Edebiyat Dergisi " ibaresini taşıyan Gelecek dergilerini yönetti.Yansıma dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Türk Solu, Yeni Ortam ve Vatangazetelerinin sanat sayfalarını hazırladı. 1973’te sıkıyönetim mahkemesince sorgulandı.Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, TYS ve N.Hikmet vakfıdanışma kurulu üyeliğinde bulundu.

İlk yazısı “Okuldışı İzcilik” 1961’de Gençlik dergisinde çıktı. Politika ve sanat konusundakiyazılarını; Varlık, Yelken, Yeni Gerçek, Soyut, Papirüs, Ant, May, Türk Solu, İnsancıl,Matbûat ve Nostromo dergilerinde yayınladı. Edebiyat kuramı ve eleştirisiyle uğraştığıyıllarda, Burhan Günel, Tekin Sönmez ve Burçak Evren gibi birçok ünlü imzayı keşfedip,yetişmelerine katkıda bulundu.

Bayar, daha sonraki yıllarda derin tarih ve arkeoloji çalışmalarına dalarak; tarihî maddecidünya görüşünden hareketle kendine özgü bir tarih felsefesi geliştirdi. Özellikle Osmanlı veİslam sikkeleri konusunda yaptığı araştırma ve buluşları, batı kültüründe de ilgiylekarşılandı. Son yıllarda bilimkurgu türündeki öykü ve romanlarıyla dikkatleri üzerine çekti."Bilimkurgu ve Gerçeklik" (2001) adlı kapsamlı incelemesinde; bilimkurgu sanatının yalnızbir sanat türü değil, aynı zamanda doğa ve toplum karşısında pozitif bir tavır; giderek birdünya görüşü olduğunu ileri sürdü.

Eserleri: İnceleme; “Eğitim Sorunlarımız”(1964), “Nâzım Hikmet Üzerine” (1967) “NâzımHikmet’in Oyun Yazarlığı”(1995), “Bilimkurgu ve Gerçeklik”(2001); şiir, “ZamanAynası”(1980), roman, “Filler Mezarlığı”, “Sahte Uygarlık”(1999); öykü, “Geyşa AndroidŞirketi”(1999); derleme; “Yazdık Nazım Nazım Diye”, (Günel Altıntaş’la, 1974), “NazımHikmet Yazıları”(1976); Çeviri; “Düşünceler ve Pırıltılar” (1994), “Kıyametten Sonra” (öyküantolojisi, 1991)…

“Karşı olmak, eleştirmek ve yadsımak... Yeniyi önermek, bir şeyleri değiştirmeyeçalışmak ve hayatı yeniden yorumlamak... Sanatın içsel ve temel nitelikleridirbunlar... Bu nitelikleri gerçek sanatın var olduğu her yerde ve her sanatsal yaratıştagörmek mümkündür.

Sayfa 87

Page 88: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Toplumların dar geçitlerinde sanatın bir niteliği daha iyice belirginleşir; baş kaldırıcıniteliği...” ZÜHTÜ BAYAR

GERÇEKÇİLİĞİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜ SESİHÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’I SELAMLIYORUZ!

Hüseyin Rahmi Gürpınar, edebiyatımızın hep kendisi kalmış, batıfelsefesi ve edebiyatının üzerindeki etkilerini yerelleştirerek halkınve seçkin burjuva sınıfının yaşamına mercek tutmasını bilmiştir.

Servet-i Fünuncuların çağdaşı ve yaşıtı olduğu halde bu topluluğahiç girmemiştir. Gerçekçilik akımının etkisi altında yazan HüseyinRahmi’nin bütün eserleri, gözlem ürünüdür. Doğalcılık akımınınetkisi altında yazdığı eserlerinde yer yer yaşamın çirkin, bozuk,gülünç yanlarını da ele almıştır.

Birçok eserinde kötülük, ikiyüzlülük ve gericilikle savaşmıştır. Tanzimat ile başlayıpMeşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet dönemlerindeki değişimlerin sonucu,insanların yaşamlarında ve görüşlerinde meydana gelen etki ve tepkileri ele alarak bunlarıbirer olay çerçevesinde işlemiştir. Eski ile yeni çatışmasını eserlerinde ana tema olarakseçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı içinde maddi manevi bütün değerler altüst olup da toplum katlarıarasındaki farklar daha keskin çizgilerle ortaya çıkınca, Hüseyin Rahmi, eskiden toplumlabirey arasındaki uyuşmazlıktan doğduğunu belirttiği kötülüklerin, bu kez katlar arasındakiuçurumdan, güçlü ile zayıf arasındaki çatışmadan doğduğu görüşüne varmıştır. 1924yılında “Ben Deli miyim?” Adlı romanı yüzünden tekrar mahkemeye verildi ve yine beraatetti. Heybeliada’daki köşküne yerleşerek yaşamının sonuna kadar orada yaşadı.

Şu sözleri, sanat anlayışını ve hayata bakışını somutlamaktadır: “Karşımızda yükselmekyalvarısıyla ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir ulusun genel kültürü birkaç sanatöğretmeninin okuyup öğrendikleriyle ölçülmez. Halk için edebiyat olamazmış... Nehezeyan? Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir ulus yıkılmaya mahkûm olsun, bizkarşıdan seyrine bakalım öyle mi? Siz edebiyatı kendi aranızda dönüp dolaşır kalpakçeye, yalnız azınlığın malı bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.”

Tutuklandığı bir davada, savcının sorusuna verdiği şu cevapla bütün iddianameyiparçalamıştır:

“Savcı Bey, orta yere birisi büyük abdestini bozmuş. Ben de diyorum ki, birileriorta yere pisledi. Allahaşkına Sayın Hakimler, ortalık yere büyük abdestini bozan mısuçludur, yoksa ortaya biri pislemiş diyen ben mi?”

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 89: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

8 Mart 1944 günü yaşama veda eden Hüseyin Rahmi Gürpınar, daha 1920’lerde gösterdiğibu onurlu tavrıyla saygıyı fazlasıyla hak etmektedir.

EDEBİYATIMIZIN ÜRETKEN VE ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SALAH BİRSEL

Edebiyatımızın kendisine özgü şair ve yazarı SalâhBirsel’i yitireli 14 yıl oldu. 10 Mart 1919 Bandırmadoğumlu olan, 1999’da yitir-diğimiz çok yönlü edebiyatinsanı Salâh Birsel, ironi ve humoru kendi şiirleriyle,hatta düzyazılarıyla buluşturarak çağdaş şiirimizi,edebiyatımızı temalar ve dil bakımından zenginleştirmiş,geliştirmiş bir şairdir.

Salâh Birsel; şiiri duygunun baskısından kurtarıp zekânınürünü yapmak ister. . Her şiirinde yeni bir ses; yeni biryapı kurmaya çalışıyor. Ona göre şiirde zekânın yeri

belirgin durmalıdır. Ona göre şiir zekâ ürünleriyle ortaya çıkabilir. Ancak, geçici olan,küllenebilen “nükte”yi o zekâ tabirine karıştırmamayı da belirtir. Zekâya dayalı ve budoğrultuda alaycı şiirler yazmıştır. Nükteye ise zekâ zorlamaları ölçüsünde yer vermiştir.Bugün sağlam şiir anlayışının çok uzağında olsa da zamanı için duygusal temalarınkarşısında ve muzip ifadelerle şiirler yazmıştır. Ona göre şiiri raydan çıkaran yahutçıkarma yolunda olan şeydir üslup. Bu ilginç bakış, genel düşüncenin dışındadır.Rayında bir üslup ile yazan kişi şiiri kötüleşen kişidir. Şiirde kelimeler öne çıkmalıdırBirsel’e göre fikir ise önemsiz olduğu gibi şiirin önüne ket vurur. Lirik şiiri, öğretici şiirikötüler. Şiirde iri sözleri de kötüler ve alay eder. Yapıtın sanata yardımcı olmasınısavunur. Sanatın ise anlaşılır olmasını…

Düzyazılarında da humor ve ironinin buluştuğu mizah başroldedir. Anlatımınıgüçlendirmek için kendi üslubunu yansıtan yeni deyimler, deyişler üretir. Kendi deyişiylesözcüklere, cümlelere taklalar attırır.

Tüm bu söylemlerine karşı, demokrattır ve kendi şiirlerini “gerçek toplumcu gerçekçi”olarak tanımlar. Birçok şiirinde çocuksu söyleyişler, tekerlemeyi andıran dizeler öneçıksa da ironiyi kullanarak farklı bir taşlama türünü de geliştirmeyi başarır. “Kuzuname”şiirinde genç insanların faşistlerce katledilmesini kendi şiir tarzı ile şöyle yazar:”Telefonlarçalacak / Sokak başlarında ölüme koşut / I love you ey Nagant / Bu bir sevinindurdurulmasıdır / Az biraz ve karanlıkta//Telefonlar çalacak ve trak / Bir kuzu dahaalnından”

Şiirdeki biçim ve öz ustalığını öne çıkaran Salâh Birsel’in şiirin temel ilkelerinden olan şusaptaması önemlidir: “Bir şiiri şiir yapan içerdiği sözcükler kadar dışarıda bıraktığı

Sayfa 89

Page 90: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

sözcüklerdir '' Aynı zamanda şiirin fikirlerle değil, kelimelerle yazıldığını dasavladığı için “Şair, kelimelerin üzerinde çok durmak, az bilineni de, yığınlarındiline yerleşmiş olanı seçmek zorundadır’’ der.

ben ölmemişimi bilirim benecel zangoçlarını bilebir çırpıda atlatırım

sıfır denize yuvarlasanızlime lime doğrasanız kafamıbu odalardan bu kitaplardanayrılamam ayrılamam

SEVDİM SENİ EY İNSAN

dört elle yapışırım sokaklaramavilere beyazlara abanırımgüzellikler beni yormazinan olsun yaşlanmam

hiçbir şeyden ürkmemkim ne derse desiney insan seni sevdimben ölmem ben ölmem

SALAH BİRSEL

ŞİİRİNİ HALKIN YÜREĞİNDEN SAĞAN ŞAİRCEYHUN ATUF KANSU…

17 Mart 1978’de yitirdiğimiz Ceyhun Atuf Kansu,şiirleriyle halkın yüreğinde yaşamaya devam ediyor.

Edebiyatımızda halk sesini şiirle buluşturan Kansu,hayatın zenginlikleriyle insan sevgisi buluşturmuş birşairdir. O, insan manzaraları verdi, halk albümünefotoğraflar topladı, gerçeği şiirin ufuklarına aktaranhayattan ve insandan tutanaklar düzenledi.Şiirlerindeki içtenlikten doğan bir özellik de, günlükkonuşma dilini ustalıkla kullanmasıydı. Ayrıca kısadizelerle yoğunlaşma yolunu benimsedi, sözcüksavurganlığından uzak durdu, özenli bir dil işçiliğini

öne çıkardı. Somutlaştırmaya, bağdaştırmalara, yer ve kişi adlarına, evrensel izleklerebüyük önem verdi. Dünyadaki devrimci direnişlerini ve önderlerini taşıdı şiirlerine.

Sanat anlayışını başta sarsılmaz idealizmi, yaşadıkları, tanıklıkları belirledi. Düşiklimlerinden geçerek, hayatın gerçekçi varsıllığına vardırdı yolunu. Duygusal renkler,bireyselliğin toprağını havalandırırken, özü, toplumcu aşamaya ulaştı.

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 91: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yüreğini halkın yüreğine sığdırmaya çalışan, onunla birlikte çarpan bir şiir oldu CeyhunAtuf Kansu şiiri. Ceyhun Atuf Kansu’nun sanatını, duygu, düşünce evrenini besleyen özsuAnadolu halk kültürünün içinden geldi. Sevgiyle kucakladı halkı… Büyük kentlerde, lüksmuayen-ehanelerde görevini sürdürme olanağı varken, o içindeki halk sevgisiyle, TokatTurhal Şeker fabrikasında işçilerin ve ailelerinin doktorluğunu tercih etti.

GÜL GAZETESİ

Bahar günlerinden haber vermiyorsaBütün gazeteleri kapatmalıBasımevin in kurşunları gül kokmuyorsaBoş çıkmalı dört yaprak.

CEYHUN ATUF KANSU

Güllerden haberiniz yoksa devleti yönetmeyinUnutmuşsa gül vaktini halk,Salkım salkım dökülen akasyalaraBakan yoksa düzenden filan söz etmeyin.

Bir onlardır mevsimlerin dostları,Bir kız geliyor gök mavi bahçesinden,İlkokul öğrencisi, ellerinde en güzel düzenBir kırmızı gül, bir beyaz gül.

Yaşamaktır anayasaların en eskisiGüldür kan, güldür sevinç, güldür aşk,Seher vaktinde uyanan bir güldür ekmek,Sabah gazetelerinin başlığı:Gül be, gül be, gül be gül!

Sayfa 91

Page 92: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

A. KADİR’İN ŞİİRLERİ EMEĞİN KAVGASINDAALANLARDA DALGALANMAYA DEVAM EDİYOR

Baskı, zulüm ve işkence fırtınası içinde var olmakavgasını emeğin kavgasıyla buluşturan 40 Kuşağışairlerinden A. Kadir’i 1 Mart 1985'te 68 yaşındaykenyitirdik. Anısı, emeğin sanatla buluştuğu kavgamızdayaşamaya devam ediyor.

A. Kadir, insanın bireysel dramını toplumsal sorunlarınbirlikteliği içinde ele aldı. Olgunluk dönemi şiirlerindekonuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiirive gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş,yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayaninsanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olanözlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı.

1940′lı yılların Sosyalist gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Velikuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı. Veysel Öngören,bu özelliği şöyle açıklıyor: “Orhan Veli’nin şiiri yolunu dünyaya açık tutuyor ama dünyadakibir belirliliğe nişan almıyor. Ama A. Kadir’in şiirleri, hedefine odaklanmış şiirlerdi.”

İnanç ve adanışın alçakgönüllü türkücüsüydü A. Kadir. Hep kendinden vermenin, kendinikoymanın omuzları çökük, ama yürekli ağır işçisi… Yaşamının alışkanlıklarını İstanbul’unyoksul evlerinden, ağıtın ve öfkenin acılı sesine nafaka çığlıkları ve özgürlük şarkılarınıncılız ama umutla yükseldiği ıssız, kuşatılmış günlerden edindi: şiirin, koynunda hep ateşlisözcükler saklı bu inatçı savaşçısı. Yurdumuz insanına ikircimsiz gönül verdi A. Kadir.Onun uğrunda, en zor yıllarda bir her biri çile ve acıları hasedinden çatlatan bir avuçinsanla vefa ve sadakatin ömür boyu sınandığı; yalnızlıklar ve sürgünlükler üzerineyürüdüler. Öyle ki, bir yerden sonra, yaşamak bile zaferdi, üstüne gelen çığlar altındandimdik kalkarak...

Ve o çelimsiz, ama kallavi bir yürek taşıyan, taştan pek, gülden nazik, beden, yalnız biziminsanımızı, Ahmet’i, Zehra’yı, Şeker Ali’yi değil, insanı, Asya’da, Afrika’da, bastığı yerdenboyunca kan sıçratan Nazi çizmeleri altındaki Avrupa’da insanı bastı bağrına şiirler boyu…

Şair, eleştirmen Veysel Öngören, A. Kadir’in şiirini şöyle değerlendiriyor:

“A. Kadir’in şiirinde bir tercih belirlenimi vardır. Tercih yapan bir beyan şiire sokulmadan;durumsal olarak gerçekleştirilmiştir. A. Kadir, yazınsal tabanı, dizelerle adım adımilerlemektedir. Bu çok zor bir iştir. Şiir bütünselliğini rastlantıya bırakmayan bir tutumunişidir. Mısraların sürpriz niteliğine güvenmiyor. Burjuva şiiri bu sürpriz özelliğini bir bulgu,bir özgünlük gibi anlar. A. Kadir, sadece şiirin gelişimindeki tada güvenmemekte, aynı

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 93: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

zamanda, bu gelişimin bu tadan seçikleşmiş biçimini de göz önünde tutmaktadır.

A. Kadir, şiirini içlemlerle örmüştür. Şiirsel tadı, şiirin içinde bir yere yöneltmemiş, dilselsürecin edasına dönüştürmüştür. Burada eda, bir amaç değil, bir öğedir. Çekim tadı, kendikendinin amacı değildir. A. Kadir’in estetiği şiirin bütününde bir eda bulmuştur.

A. Kadir, doğrudan hayatın tadı ardındadır. Belli hayat tarzlarını yasaklayan şiir’in varlıknedeni, bu düşünce ve duygulanım düzeyinin taban seçilmesidir ve anlatıma alınmış hayattarzlarının öneminin büyüklüğü burada ortaya çıkmaktadır…”

İNSAN / A. KADİR

İnsan kuş kanadında gelen yazı.İnsan arı su, insan ak süt.İnsan yemyeşil uzanan bahçe.İnsan kum, insan çakıl taşı.İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.İnsan kocaman, dağ gibi.İnsan parmak kadar, küçücük.İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.İnsan gül fidanında yanan konca.İnsan umutların kapısı.

DEVRİMCİ ŞİİRİN ÖNCÜLERİNDEN İLHAMİ BEKİR TEZKAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR…

Afrika’da başlayıp İstanbul’da süren, ilkokulöğretmenliğiyle Anadolu’yu dolaşan bir yaşamınyolcusudur 1940 kuşağının öncü ozanlarındanİlhami Bekir Tez. Şiir serüveni Milli Mecmua,Servetifünun’la başlar ama sosyalist gerçekçibir şair olarak sürer ve 29 Mart 1984’te sonaerer.

Tez’in önemli bir yönünün de şiirimizde özgürkoşuğu Nâzım’dan önce başlatan şair olduğusöylenmektedir. İ. Bekir Tez, bu savıkabullenmez, düşüncesini şöyle açıklar: “Buyanlıştır. Bunu ayırt etmek lâzım. Bir serbestnazım vardır, müstezattan dönmedir. Yani

Sayfa 93

Page 94: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

serbesttir, hece değildir, aruz değildir, ama hecenin ve aruzun kalıpları parçalanarak yazılır.Mısra yoktur yani. Bunun örneğini Tevfik Fikret’te görürüz meselâ.

Bir de Nâzım’ın Rus aruzundan, Mayakovski’den esinlendiği bir tarz var. İşte bu tarz şiirleriilk Nâzım Hikmet yazdı. Ben müstezatı kullandım; bizim şiir geleneğimizden yararlandımyani. Nâzım Rusya’dan aldı”

Daha ilk kitabında özgür koşuklu şiirleri okuruyla buluşturan şair, sesini sözcükleringücünden alan şiirleriyle eskiye başkaldıran güçlü, ünlemlere dayalı ama anlamsalinceliklerle yüklü bir şiir dili oluşturduİlhami Bekir Tezi önemli kılan bir başka nokta da daha1944’li yıllarda o dönemde başat olan anlatının öne çıktığı roman çizgisi dışında farklı,ruhbilimsel çözümlemeleri ve sorgulamaları öne çıkaran “Taşlıtarla’daki Ev” adlı romanıdır.Taşlıtarla'daki Ev, dönemin en arı duru dilli, halkın durumunu ve keskinleşen sınıfsalayrılıkları en canlı sesle anlatan ve bir romandır.

Nazım Hikmet, İlhami Bekir’in şiirini şöyle anlatıyor:”İlhami Bekir, ‘24 Saat’ isimli kitabıylayeni şiirin başıboş, keyfe göre parçalanmış, darmadağın kelime, his ve fikir çorbasıolmadığını ispata çalışmıştır… ‘24 Saat’, gerek muhtevası, gerek hüneri ile, yeni Türkçeşiirin kazandığı meydan muharebelerinden biridir. “

EyVatanlarındaVatansız gezenlerinsıla hasreti!

EyHayatta - kitaptaKurşuna dizilen!Peşinde devriye gezilen!Ey ağaçta yürüyen su!Göğüste atan yürek!Ey yürümek,Ey uçmak, inmemek!Gidip dönmemek!

Ey sen vatandan üstün olan!Sen "Ey! ki sensiz vatanBir cesettir üstündeAkbabaların dolaştığı...

Sen ey vatandaşların hür ıslığıçığlığısırrı

HÜRRİYET"Emret ki; ölelim,

EMRET!"

SENİN GÖZÜNLE GÖRELİM

İLHAMİ BEKİR TEZ

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 95: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

İŞÇİ SINIFININ BAŞÖĞRETMENİKARL MARKS’A BİN SELÂM!

Düşünceleri ve yapıtlarıyla tüm emekçilere ve ezilen halklara umut güneşi olan KarlMarks’ı 14 Mart 1883’te yitirdik. 19. yüzyılın büyük dehalarından, bilimsel sosyalizmin,uluslararası modern devrimci proletaryanın sınıf savaşımı teori ve pratiğinin kurucusu.Marx, kapitalizmin kendi iç yasalarını bulmakla ve insanlık tarihinin belirli dönemlerini vebelirli olaylarını açıklamakla somut sorunları ustaca tahliliyle, geçmişteki tarihsel ilişkileriaraştırmak için, bugünün toplumsal evriminin gerçek devindirici güçlerini bilmek için veaynı şekilde gelecekteki gelişme eğilimlerini belirlemek için, teorik bir yöntem olarakdiyalektik materyalizmin üstünlüğünü ortaya koymuştur.

Onun burjuva toplumu konusundaki dâhice eleştirisi, aynı zamanda, hem yıkıcı, hem deyapıcı olmuştur; burjuvazinin bitişini ilan ettiği için yıkıcı, proletaryanın zaferini haberverdiği için de yapıcı. Onun diyalektiği insanın etkinliği için hem bir araştırma yöntemi, hemde iletken teldir. Onun materyalist diyalektiği, yalnızca insan tarihinin yasalarınınbilinmesine değil, ama aynı zamanda doğa tarihinin bilinmesine de uzanır.

Başka bir dünya ihtimalini belleklerimize kazıyan bu büyük insanı yoldaşı Engels’in O’nunmezarı başında yaptığı konuşmayla anıyoruz.

“14 Mart günü öğleden sonra üçe çeyrek kala yaşayan düşünürlerin en büyüğü artıkdüşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra odaya girince onu koltuğundarahat rahat ama sonsuzluğa dek uyumuş bulduk.

Sayfa 95

Page 96: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Avrupa ve Amerika militan proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey tarihsel biliminbu adamda yitirmiş bulunduğu şey ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan boşluk kendiniduyumsatmakta gecikmeyecek.

Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa Marx ta insan tarihinin gelişmeyasasını yani insanların siyaset bilim sanat din vb. ile uğraşabilmelerinden önce ilkinyemeleri içmeleri barınmaları ve giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu maddi ilksel yaşamaaraçlarının üretimi ve böylece bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme derecesinindevlet kurumlarının hukuksal görüşlerin sanatın ve hatta sözkonusu insanların dinselfikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları temeli oluşturdukları ve buna göre bütün bunlarınşimdiye değin yapıldığı gibi değil ama tersine bu temele dayanarak açıklamak gerektiğiyolundaki daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü örtülmüş bulunan o temelolguyu buldu.

Ama hepsi bu değil. Marx günümüz kapitalist üretim tarzı ile onun sonucu olan burjuvatoplumun özel hareket yasasını da buldu. Artı-değerin bulunması sonunda bu konuyuaydınlattı; oysa burjuva iktisatçıların olduğu kadar sosyalist eleştiricilerin de daha öncekibütün araştırmaları karanlıklar içinde yitip gitmişlerdi.

Çünkü Marx her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğudevlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendisine ilk onunvermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak onun gerçekyönelimi işte buydu.

Marx işte bu yüzden zamanının en sevilmeyen ve en çok kara çalınan adamı oldu.Mutlakiyetçi olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar ileaşırı demokratlar onu kara çalma ve kargışlara boğmakta birbirleri ile yarışıyorlardı. Obütün bunları hiç aldırmaksızın örümcek ağları gibi yolunun dışına atıyor ve ancak çokzorunlu durumlarda yanıtlıyordu. Sibirya madenlerinden Kaliforniya'ya değin Avrupa veAmerika'nın her yanına dağılmış tüm dünyanın milyonlarca devrimci militanı tarafındanululanmış sevilmiş ve aklanmış olarak öldü o. Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da!”

16 MART BEYAZIT KATLİAMI UNUTULMADI!

16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nden öğle üzeridersten çıkan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerine birgrup faşist tarafından polis destekli bombalı ve silahlı birsaldırı yapıldı. Saldırıda 41 öğrenci yaralanırken, HaticeÖzen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, AbdullahŞimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt öldü.

16 Mart katliamı, 12 Eylül faşizmine giden yolun önemlitaşlarından biridir

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 97: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HER NEWROZ’DA BİLİNÇLERE KAZINIYOR HALEPÇE!

16 Mart 1988`de Kürt halkının yaşadığı topraklarıkavuran ve üzerinde yaşayan insanları kırımdan geçirenkatliamdan bu yana tam yirmi iki yıl geçti. Ancakyaşananların bıraktığı acılar ve etkiler hala taze, halacanlı.

İran-Irak Savaşı'nın sekizinci yılında Enfal Operasyonukapsamında gerçekleştirilen Halepçe Katliamı'nda,binlerce Kürt vatandaş korkunç şekilde yaşamını yitirdi.16 Mart 1988'de gerçekleştirilen katliam sırasındaHalepçe'de yaşayan vatandaşlar, Irak ordusununyaptığı hava bombardımanından sonra sığınaklaraçekildilerse de bir süre sonra helikopter ve uçaklardanatılan kimyasal gazlardan kendilerini kurtaramamışlardı.Saldırılarda en az 5.000 sivil ölmüş, 10.000'den fazlasivil yaralanmıştı

İnsanlık, 5 bin insanın yana yakıla, kavrula kavrula, çığlık atarak ölümüne tanık olduHalepçe `de. Ve binlerce, on binlerce insan ölümden, ölümün pençesinden kaçarakkendisini, dağlara, derelere vurdu. Kürt halkının trajedisi bir kırbaç gibi tüm insanlığınyüzüne indi! Bir soluk hava, bir damla su, bir kuytuluk için binlerce, on binlerce Kürt yollaradüştü, can havliyle arayışa girdi. İnsanlık tarihinin bu büyük trajedisinin acısı, sadece Kürthalkının değil, tüm insanlığın belleğinde sürecektir.

Newroz Piroz Be! Newroz Kutlu Olsun!

Newroz, Kürt halkının demirci Kawa önderliğinde Dehak zulmüne isyan ateşinitutuşturduğu ve zaferle taçlandırdığı gündür., "Yenigün" anlamına gelir. Bahar yeniliktir.Hareketlilik ve canlılıktır kışın tembelliğinin, monotonluğunun ve donukluğunun silkinişidir.Bahar mevsimi mücadele ve başkaldırı günleriyle doludur. Aradan binlerce yıl geçmesinerağmen, direniş özünü kaybetmeksizin her 21 Mart günü coşkuyla Kürt, Türk ve Arap vediğer Ortadoğu ve Asya halklarınca kutlanan Newroz, halkların özgürlüğe olan özlemini veinancını da taşır yüzyıllardır. Tarihteki soykırımlara, katliamlara, Halepçelere, yok etmepolitikalarına rağmen bugüne dek içeriği zenginleşerek, güncel olaylarla birleşip gelenNewroz, Kürt kültürünün zengin köklerinin de göstergesidir.

«Hey eğ başını zaman tüneli/Bak yanıyor Nevroz ateşim/Mart gelendir kapıyıdelen/Ne gürzdür ne alaz yalayan rüzgâr/Çağrısı candan kardeşliğiAcısı tarihinderin denizlerin/Bu kış üşümesinde iki ateş düşer/ Yaşam alanına newroz ve şiirBahara sancılı andır doğuma az kala/Etekleri uçuşan mevsimin»

VEDAT KOPARAN

Sayfa 97

Page 98: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

PARİS KOMÜNÜ KAVGAMIZA IŞIK TUTUYOR...

18 Mart 1871’de Paris’te ilk kez proleterya, ezilenler, işsizler, yoksullar kendi iktidarlarınıkurma şansı yakaladılar. Paris Komünü ayaklanması, işçilerin siyasal iktidarı ele geçirmekiçin yaptıkları ilk bilinçli girişimdir Ancak savaşta Fransız burjuvazisini hezimete. Bismark,Paris Komününe karşı Almanyadaki Fransız tutsakları serbest bırakarak Fransız işbirlikçiburjuvazisi için 63500 kişilik Versaille Ordusu oluşturularak Paris Komününün üzerinegönderildi. 1 Mayıs'tan itibaren Paris, Versailles ordusu tarafından sürekli olarakbombalandı. Versailles birlikleri, haftalarca direnen Paris'e 21 Mayıs günü girebildiler.Komün savaşçıları bir hafta boyunca mahalle mahalle, barikat barikat savaştılar. Versaillesordusu tam bir katliama girişti. 25 binden fazla Komüncü barikatlarda katledildi. 26 Mayıs'agelindiğinde direniş son sınırına ulaşmıştı. Ordu Paris'in içine doğru ilerledikçe kitleselkurşuna dizmeler artıyordu. Komünün son barikatı 28 Mayıs günü düştü. Bu katliamlardansağ kurtulanlar da Komünün ardından kurulan askeri mahkemelerde yargılandılar ve çoğukurşuna dizildi.

Paris Komünü'nden geriye 30 bin ölü ve harabeye dönmüş bir kent bunlardan, fakat çokdaha önemli olarak insanlık tarihine yazılan kızıl bir sayfa kaldı. Gökyüzünü fethe çıkankomüncüler, yeni bir toplumun, yeni bir dünyanın mümkün olduğunu göstermiş oldular.Marx'a göre “Komün'ün gerçek gizemini özsel olarak bir işçi hükümeti, üreticiler sınıfınınmülk sahipleri sınıfına karşı mücadelesinin sonucu, emeğin iktisadi kurtuluşunugerçekleştirmek olanağını sağlamak üzere en nihayet bulunan siyasal biçimdi.”

1871 baharında Paris sokaklarında yankılanan “Yaşasın Komün!” sesleri özgür birgeleceğin habercisiydi. Katledilen on binlerce komüncünün özgürlük çığlığı yeni birtoplumun şanlı öncüsü olan işçi sınıfı özgürlüğün tohumlarını toprağa ekmişti. 1871'te

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 99: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

yenilmişlerdi, ama tohum toprağa ekilmişti bir kere ve tekrar yeşereceği günleri bekliyor…Onlardan bize, idam edilen komüncü şair Eugene Pottier’in ölümsüz dizeleri kaldı:

“uyan artık uykudan uyanuyan esirler dünyasızulme karşı hıncımız volkankavgamız ölüm kavgası

8 MART, EMEKÇİ KADINLARINDAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR!

8 Mart, şüphesiz kadının hakarama mücadelesi kadar,özgürlük ve eşitlik arayışınında en çarpıcı ifadelerindendir.Bu gerçeğin açığa çıkarılması,aydınlatılması ve sahiplenil-mesi bütün ezilen kadınlardasürekli moral, iddia ve kadınınkurtuluşuna olan inancıgeliştirmiştir. Bugün bu gerçe-ğin dili olmak, kadın bakışaçısı ile tarihin derinliklerineuzanmak ve insanlığın gizlikalan tüm güzelliklerini açığaçıkarmak, hem de geleceğinkazanılması temelinde barışadayalı özgür yaşamı yaratma-da belirleyici olacaktır. Sadecebir gün değil, her günü 8 Martruhu ile yaşamak kadar,layıkıyla gereken cevabı pra-tikte vermek sadece görev

değil, bir hak olmaktadır.

Kadın sorununu ele almada tarih bilinci önemlidir. Kadın bu anlamda tarihin başlangıcındagerçek tanımına kavuşmuşsa da ataerkil sürecin gelişimi ile tanımsızlaşmıştır. İnsanıninsanlaşma tarihinde temel bir başlangıç olan neolitik devrim, kadının eseridir. Bu çağ aynızamanda ilk örgütlülük, üretim, yurtlaşma, toprakla bütünleşmenin başlangıcı olmuştur. Buda insanlığın başlangıcıdır. İnsani tüm erdemleri kendisinde toplayan kadın, yaşamınkaynağı olarak tanrıçalaşma katına yükselmiştir. Bu çağın kadını üretici ve yaratıcıözellikleri ile yaşam kaynağı haline gelmiştir. Kadın, tarihin başlangıcında bu denlibelirleyiciyken, sınıflı toplumların gelişimi ile kadın açısından tarih ters-yüz edilmiştir.

Sayfa 99

Page 100: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kadının erdemliliğinin üstü örtülerek gizlenmiştir. Erkek egemenliği ilk sömürüsünü kadınüzerinde geliştirerek gücü bu şekilde kadından çalmıştır. Bunun sonucunda gelişen tümsistemler erkek karakterli olmuştur.

Belki de en acımasız sömürü, kendisine en fazla yabancılaştırılan, düşüncede, ruhta veduyguda köreltilmiş, tüm değerlerden uzaklaştırılmış kadının yaşadığı sömürüdür. Böylebir toplumda kadının realitesinin farklı olması düşünülemez. Dünyası bir evlesınırlandırılan kadın çifte sömürüye maruz kalmıştır. Bir yandan erkek egemenliğininyarattığı cendere, diğer yandan geri geleneksel ahlak ve namus anlayışı arasında sıkışıpkalan kadın düşünceden uzak, ruhsuz, duyguları köreltilmiş, dilsiz ve sağır bir konumagetirilerek yaşamın dışına itilmiştir. Toplumun bilimsel tahlilini yaparken cins çelişkisininulus ve sınıf çelişkisinden bağımsız olmadığını, iç içe ele alınması gerektiğinisavunmuşuzdur. Bu anlamda özgür kadının yaratılması bir ülkenin yaratılmasından dahazor ve değerlidir.

Bir devrimin kadında yarattığı özgürlük düzeyi o devrimin özgürlük düzeyidir. Bu düzeyinnasıl yaratıldığını buna nasıl sahiplenildiğini, yaratılanların emek ve özgürlükle bağlantısınıdoğru bir temelde kurmak kadar, 8 Mart ruhu ile geliştirip güçlendirmek, oldukça önemlidir.Özellikle içinden geçtiğimiz süreç, kadının kendi rengini vereceği tarihte gizli kalmışgüzelliğini yansıtacağı bir fırsattır.

8 Mart’ın içeriğinin yozlaştırılmasına da hızla karşı çıkmalıyız. 1857 yılında sömürüyegrevle direnen, adalet, eşitlik, hak ve özgürlük isteyen kadınların yarattığı bir gün,vitrinlerde mağazalarda tüketim toplumunun reklâmlarına konu olsun diyekullanılamamalıdır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yaratanlar; SOSYALİSTTİLER.8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü ilan edenler; SOSYALİSTTİLER.8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 101: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

43. YILINDA DİRENİŞİN VE DAYANIŞMANIN ONURLU TARİHİNE BİRLİKTE SAHİP ÇIKIYORUZ

39 yıl önce 30 Mart 1972 yılında Kızıldere'de Türkiyedevriminin önderlerinden ON devrimci elde silahçarpışarak, ayni siperde şehit düştüler. Bu tarihi gündeKızıldere direnişini selamlamak Kızıldere 'de şehitdüsen devrimci önderlerimizi anmak ve anlamakbüyük önem taşımaktadır.

Kızıldere direnişinin önemli yanlarından biri de solgrupları arasındaki ilk eylem birliğidir. Denizlerinidamını önlemek için THKO ve THKP-C eylem birliğiyaparak Sinop’taki NATO üssünden İngiliz askerlerinikaçırırlar. Ama sıklaşan operasyonlar sonucundaKızıldere’de kuşatılırlar. Tank, tüfek, top ve bombalarlabulundukları ev taranır. Onlar, direnerek ölürler.

Geçen yıl Kızıldere’de katledilenlerin mezarlarındayapılan etkinlikte, şair-yazar Adil Okay, şu konuşmayıyapmıştı: “Buradan geçmişe bakmanın en hazin yanı en devrimci, en güç lü, en arzulu olanyoldaşlarımızın aramızda olmayışıdır. Anadolu coğrafyasında kardeşlik ve barış adına sözünüsöylemiş, bambaşka coğrafyalara gidip özgürlük ve eşitlik için, barış içinde onurlu yaşam içinsavaşanlar, onlarca değil yüzlerce yıllık bir özgürlük arzusunun sesi oldular.

Sesleriyle, sözleriyle, yazılarıyla, eylemleriyle ortaya koydukları anlayış kapitalist modernitekarşısında hem öncü niteliği taşıdı, hem de oluşturdukları devrimci dil toplumun tüm direnenparçalarında ortak bir duygu haline geldi. Kızıldere'de ölenler kırımların, açlığın ve eşitsizliğinfikriyatına ve sistemine, kapitalist moderniteye karşı reddedişin öncüsü oldular.

Onlar geçmişte de söylediğim üzere halkların bahçesi olan Ortadoğu'yu halkların mezarlığıhaline dönüştürmeye çalışanlara verilecek en güzel cevabı canlarını ortaya koyarak verdiler.Kapitalist modernite, ulus devlet ve onun karanlık geçmişine karşı, Ortadoğu coğrafyasının alnıak insanlarının Kızıldere'de devrettikleri bayrağı, tekçi ulus devletçiliğin soykırımcı pratiğine veburjuva mantığına karşı inançla taşıyanları selamlıyorum.

Hakim tekçi ulus anlayışı haricindeki ulusların yokluğu üstüne kurgulanan ve Kürdistan ileAnadolu halklarının esirliğini esas alanların devrinin sonuna geliyoruz. Olgunlaştırmayaçalıştığımız bu Anadolu barışını bu uğurda mücadele ederken hayatını kaybeden başta Mahirlerve Denizler olmak üzere bütün devrimcilerin anısına ithaf ediyoruz.

Bölge halklarının ortak yazgısı olan kıyımcı ve kırımcı kapitalist moderniteye karşı alacağımızzafer ve ardından gelecek kardeşçe yaşam için herkesi bu onurlu barış, halkların kardeşliği,eşitliği ve demokratik özgürlüğü yürüyüşüne davet ediyorum. Bu duygularla Kızıldere devrimcişehitlerini saygıyla anıyorum."Anıları cesaretimiz olacak!

Sayfa 101

Page 102: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

VE SONRAÇağın döşediğiçıkmaz sokaklargitti gider.

(Çöl kalırkala kala.)

Yürek bu,istek çeşmesi,gitti gider.

(Çöl kalırkala kala.)

Gün doğumu kuruntusuöpüşmeler,gitti gider.

Çöl kalırkala kala.dalga dalgabir çöl.

FEDERİCO GARCİA LORCAÇEVİRİ: A. KADİR – AFŞAR TİMUÇİN

DÜNYA ŞAİRLERİ: İSPANYAEmeğin Sanatı 166. Sayı

Page 103: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

1c i n a y e t

iki silâhlı arasında getirdiler — bir uzun yoldan,henüz yıldızları parlıyordu şafağın, soğuk kırlara doğru.Öldürdüler Federico’yu — başlarken ışıklar fışkırmaya.Yüzüne bile bakamadılar — cellât sürüleri.Hepsi yumdular gözlerini; — dediler: Kurtaramaz seni tanrı bile!

Düştü federico ve öldüAlnında kan, karnı delik deşik —.Granada’da cinayet işlendi— yoksul Granada! Onun Granada’sı —Bilesiniz bunu.

2

Ş a i r v e Ö l ü m

Getirdiler onu, ölümle yan yana,Vız geliyordu bıçağı cellâdın.Güneş kulelerin üstündeydi;Çekiçler örsün üstünde — demirci örsünün.Başladı Federico ölümle yarenliğe,ölüm kulak kesildi.“Dün çatırdadı ellerin kuru kuru,dün ellerin şiirlerimde can yoldaşım,soğukluk verirdin çünkü sen şarkıma,yıkımıma verirdin gümüş orağını,

GRANADA’DA CİNAYET İŞLENDİ

Sayfa 103

Page 104: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

türkü yakacağım olmayan etlerine,türkü yakacağım olmayan gözlerine,rüzgârda savrulan saçlarına,öpmeye hazır dudaklarına,türkü yakacağım.Dün nasılsa seninle aram,seninle, ölümüm, çingenkam,bugün de aram seninle öyle iyi,soluruz havasını Granada’nınikimiz tek başımıza, yapayalnız,Granada’nın,Benim Granada’mın!”

3

Gördüler onun ilerlediğini.Alhambra’da kazın şaire, dostlar,Bir mezar kazın taştan düşten,Üstünde bir çeşmenin,Su hep ağlasın, söylesin dursun:“Granada’da cinayet işlendi,Granada’sında onun!”

ANTONİO MACHADOÇEVİRİ: A. KADİR – AFŞAR TİMUÇİN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 105: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BUGÜNÜN İNSANIKocaman postallar, hantal kaput,tabanca, tüfek:İşte insan.Sakallar diken diken, bir karış.Yürür tüküre tüküre,gider ana avrat dümdüz.Dik bakış, sert adım,üstündekilerle yatmış:İşte insan.Bugünün insanı böyle.Görürüz bu insanıkapı önünde, yolda, trendeyağmurda, güneşte görürüz,yuvarlanan sandalyeler arasında,bir fenerin ışığında görürüz,kış rüzgârlarının savurduğukirli kâğıtlar arasında görürüz.Her yerde o var,Bütün hayat onun.Nereye korsa kosun başını,Hiç önemi yok,Ağırlaşan başınıYorgunluğuyla gecelerin,Nereye korsa kosun.Oysa ne sürüleri oldu,

Ne tarlada bir işi,Ne söküğünü dikecek bir ana,Ne seveceği bir kadın oldu.İçer, türkü çağırır, dövüşür ve ölür o.(Çünkü insanın kaderidir ölüm).Ermez aklı hiçbir şeye.(Kaderidir insanın bu da).İster efendi olmak,Eşit olmak öbür insanlarla.İster öğrenmek bir şeyler,İster olsun yiyecek ekmeği,Bir damı olsun başını sokacak,İster işi gücü olsun,İster saygı görsün,Olsun dinlenecek vakti.İster sahip olsun doğanın verdiklerine,İnsanın insan için yaptıklarınaİster sahip olsun.Soğuk yağmur altında görürüm onu,Savaş topları arasında görürüm.Görürüm onu şerefli bir şehirde,Kalmamış taş üstünde taş.Görürüm arar dururtutunacak bir dal.

Bu da bir insandır işte.

JOSE MORENO VİLLAÇEVİRİ: A. KADİR – AFŞAR TİMUÇİN

GÖRSEL: ADNAN DURMAZ

Sayfa 105

Page 106: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KORKUNUN VE KİNİN ŞİİRİ

Öldüresiye ısırabilsem sizi,pis damarlarını açabilsemvücudunuzun bir vuruşta,boşaltabilsem bu kabın içindekileri,vücudunuzu bir boşaltabilsem.Çiğneyebilsem, parçalayabilsemyüreğinizi ayaklarımla yerde.

Üzgün kalemimden çok büyük bir silâhKullanmak istediğim günler bugünler,yazarken bana acı veren parmaklarım varHiç bir vakit istenmemiş bir kinle.

Ekmek için bu, hava için, ışık için,bütün çocuklar için ve bütün kadınlar için,bütün insanlar için bu ve katı eller için,ağladıkları vakit dünyayı tutan eller için,benim tüm yıkılmış aşkım için bu.

Bir de, öldürülmüş bir çocuk için,hayatımın karanlık bağrında durup duran.

JESUS LOPEZ PACHECO

ÇEVİRİ: A. KADİR – AFŞAR TİMUÇİN

Emeğin Sanatı 166. Sayı

Page 107: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

İLKYAZ TÜRKÜSÜ

Sevinç durmasın yeşersin,sevinç ilk yazın güneşiyle.

Ne çıkar ilkyaz gelse de,Kederli olmaya neden var bi sürü.

Bir yerleri kanar dünyanın.İşte ilkyaz geldi.

Ne çıkar ilkyaz gelse de.Ölüm dolanır durur başıboş.

Apaydınlık sevinç nerde bul onu.Soğuk rüzgârlarla kararan yerde mi?

İlkyaz nasıl kök salar?İllâki ölüm mü gerekli?

RAFAEL ALBERTİÇEVİRİ: A. KADİR – AFŞAR TİMUÇİN

Emeğin Sanatı 166. Sayı Sayfa 107

Page 108: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] adresine gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN(İspanya) KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:ANTONİO MACHADO (1875-1939) :1875 yılında Sevilla’da doğdu. Uzun yıllar Paris’te kaldı. Fransızca öğretmeni oldu. Bununlabirlikte yurdunun havasından uzaklaşmadı. İspanya’nın gerçekleriyle içli dışlı oldu. Çağının siyasal sorunları ile ilgilendi. İçsavaş başlayınca daha ilk günden seçimini yaptı. Devrimci hükümetin yanında yer aldı. Böylece hayatı boyunca değiştirmediğibir yolu seçmiş oldu. Cumhuriyetçilerin durumu kötüleyip ölüm Madrit’e doğru yaklaşınca Madrit’i terk etmesi gerekti. Baştanbuna yanaşmadı ama çok yaşlıydı. Savaşamazdı. Valencia’ya gitti. Orada Cumhuriyet için çalışmalarına devam etti. Dahasonra Barcelona’ya gitti. Frankocu ve İtalyan faşistleri Barselona’da Cumhuriyetçilere karşı terör estirirken 22 Şubat’tayaşamı sona erdi. Machado’nun şiiri, inancı, tutumuyla basit görünen derinliğiyle büyük bir şiirdir. Ve bu şiir sonraki İspanyolşiirlerini büyük ölçüde etkilemiştir.FEDERİCO GARCİA LORCA(1899-1936):Granada’da doğdu. Babası toprak sahibiydi. Böylece İspanyol halkını yakından tanımaolanağı buldu. Edebiyat ve hukuk eğitimi yaptı. 1918’de ilk kitabını yayınladı. Madrit’e yerleşti. Orada şiirle, müzikle, resimle,tiyatroyla uğraştı. 1933’te ikinci kez Amerika’ya giderek Latin Amerika’yı dolaştı. Geri döndüğünde hükümet sağcıların elinegeçmişti. Maden işçilerinin ayaklanması silah zoruyla bastırılmıştı. Lorca, bir yandan şiirlerini yazıyor, bir yandan tiyatrolarınıoynatıyordu. 1938’de solcular başa geçince birkaç ay içinde sosyal durum gerginleşti. Faşistler suikastlara girişiyor, halk busuikastlara karşılık veriyordu. Lorca için Granada’ya dönmekten başka çıkar tol kalmamıştı. Frankocular Güney İspanya’yı daellerimne geçirmişler, temizlik harekâtına başlamışlardı. Bu sırada Lorca da tutuklandı. O zamana dek belli siyasi eylemegirmediği hâlde 19 Ağustos 1939’da kurşuna dizildi. Lorca, yurdunu ve çok sevdiği halkını bütün gelenekleri, inançları vekaderleriyle şiirlerinde dile getirmiştir.RAFAEL ALBERTİ(1902-1999): Lope De Vega, Juan Ramon Jimenez ve Antonio Machado gibi önemli İspanyol şairlerindenetkilendi. 1924’te Ulusal Edebiyat Ödülü aldı. 1934’te şiirde yeni bir yola yöneldi. İşçiler ve köylüler gibi davranan bir şairolmaktı dileği. Bu şiir devrimini yapmış olamasa da İspanyol şiir geleneğine bağlı kalarak toplumcu bir şiire yöneldi. İspanya içsavaşında hem savaştı, hem cephe için tiyatro oyunları ve Madrit savunmasını konu edinen kitaplar yazdı. İspanya iç savaşınınsonrasında sürgün edildi. Amerikaya gitti, Arjantin’de 23 yıl kaldı. Sonra Avrupa’ya geldi ve Roma’ya yerleşti. 1976’daİspanya’ya dönebildi. Milletvekili de seçildi. Sonra şiire dönmek amacıyla aktif politikadan ayrıldı. Onun şiiri, lirik, insancı vehalka yakındır. Onun hayal ettiği insan özgür insandır. Rafael Alberti bir yandan çağdaş akımlara bir yandan da toplumcugeleneğe yaslanan şair kimliği ile çağdaş şiir sanatının ve 20. yüzyılın en büyük İspanyol şairlerinden biri olarak kabul edilir.JESUS LOPEZ PACHECO(1930-1997):Madrit’te doğdu. Babası inşat işçisiydi. Bu yüzden çocukluğu, İspanya’nın bi çokköyünde geçti. İç savaştan sonra Madrit Üniversitesine girdi. Roman Filolojisini bitirdi. 1957’de Genç Yazarlar Kongresinidüzenleyenler arasında yer aldı. Ancak bu kongre hükümetçe yasaklandı. Öykü ve romanlar da yazdı. Bu romanlarıyla önemliödüller de kazandı. Çeviri çalışmaları yaptı. Kanada’da 6 Nisan 1997’de kanser nedeniyle sonsuzluğa göçtü.KAYNAK:DÜNYA HALK VE DEMOKRASİ ŞİİRLERİ — A. KADİR, Şubat, 1973, 1. Baskı

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.03.2015 Yıl: 9 Sayı: 166

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A. Z. ÇAMURÖn, Ön İç Kapak ve

Arka İç Kapak Görsel Düzenleme: Adnan DURMAZArka Kapak Fotoğrafı: Ali Ziya ÇAMUR

Page 109: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ
Page 110: 166. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ