44
Bir Şeftali, Bin Şeftali Bir fakir ve susuz köyün civarında kocaman bakımlı bir yazlık bağı vardı. Her çeşitden meyva ağaçlarıyla dolu ve sulu bir bağ. Bağ o kadar büyük ve ağaçlıktı ki eğe dürbünile r bir ucundan baksa idin , öbür ucunu göremezidin. Köyün ağasi birkaç yıl önce topraklari küçük küçük parçalara ayirip ve köylülere satmış, ama bağı kendisine birakmiş. Köylülere sattığı arazinin suyu yoktu ve ustelik düz ve ağaçlık değildi. Aslinda köyün bir düzlük yeri vardı ,oda derenin ortasindaki ağanin baği idi ve diğer yerler ki köylüler ağadan satın almişlardir tepelerde engebeli araziler ve yamaçli yerlerdi ki köylüler onlarda buğday ve arpayi kuru ekin şekilde yapiyorlardi. kısacasi, bunlarıdan geçelim ki belki de öykümüzle ilgisi yokdur.

Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

  • Upload
    azbmmir

  • View
    197

  • Download
    9

Embed Size (px)

DESCRIPTION

written by Samad BehrangiTranslated by Zahra Jamali Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

Citation preview

Page 1: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

                         Bir Şeftali, Bin Şeftali 

        Bir fakir ve susuz köyün civarında kocaman bakımlı bir yazlık bağı vardı.

Her çeşitden meyva ağaçlarıyla dolu ve sulu bir bağ. Bağ o kadar büyük ve ağaçlıktı ki eğe dürbünile r bir ucundan baksa idin , öbür ucunu göremezidin.        Köyün ağasi birkaç yıl önce topraklari küçük küçük parçalara ayirip ve köylülere satmış, ama bağı kendisine birakmiş.

 Köylülere sattığı arazinin suyu yoktu ve ustelik düz ve ağaçlık değildi. Aslinda köyün bir düzlük yeri vardı ,oda derenin ortasindaki ağanin baği idi ve diğer yerler ki köylüler ağadan satın almişlardir tepelerde engebeli araziler ve  yamaçli yerlerdi ki köylüler onlarda buğday ve arpayi kuru ekin şekilde yapiyorlardi.        kısacasi,  bunlarıdan geçelim ki belki de öykümüzle ilgisi yokdur.        Bağda iki tane şeftali ağacı da çıkmıştı. Birisı daha küçük ve gençti. Bu iki ağacın yaprakları, çiçekleri aynı birbirine benziyordi oylekı ilk bakışta ikisinin aynı cinsden olduğu anlaşiliyordu.         Daha büyük olan  ağaç aşılıydı ve her yıl daha iri, daha pembe, daha güzel şeftaliler getiriyordu, oylesine ki avuca zorla sığiniyordular ve insan onlari ısırıp yemeye kıyamiyordu.        Bahçıvan büyük ağacı bir yabancı mühendisin aşıladığını ve hatta ayrıca O aşıyı da kendi memleketinden getirdiğini söylerdi. Bes belli ki bu kadar  para harcanan bir

Page 2: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

ağacin şeftalileri ne kadar kıymetlidir.       O ağaclara Nazar değmesin diye  tahtaya  Va in yakad  doaasini yazıp ağaçların boynundan asmiştı.        Küçük şeftali ağacı her yıl aşağı yukarı bin çiçek açardi ama bir şeftali bile yetiştirmezdi. Ya çiçeklerini dökerdi, ya da şeftalilerini yetirmeden sarardıp dökermiş. Bahçıvan elinden geleni yapıyordu  ama küçük şeftali ağacı hiç değişiklik yapmıyordu. Her yıl dallanıp budaklanıyordu, ama tek bir şeftali ilaç olsa bile büyütmüyordu.        bahcivan küçük ağacı da aşılamasını düşündü, ama ağaç yine değişmedi. sanki inat yapiyordu. Sonunda Bahcivan bıktı ve ağacı korkutmak için gedip bir testere getirdi ve ağacın  önünde testerenin dişlerini keskinleştirmeye(ititmeye) çalişti eşini de çağırdı ve testere baya kesgin göründüğünde geri geri gitti ve dedi: Şimdi gelip seni kökünden keseceğim ta ki sen sen olursun ve bir daha şeftalilerini dökmezsin ve ağacın üzerine yürüdü.        Daha ağaca yaklaşmadan bahcivanin eşi elinden tutu ve dedi:        lütfen Ölümü gör ve ona kötü bir şey yapma bak ben sana söz veriyorum, önümüzdeki yıldan itibaren şeftalilerini dökmeyip büyütecek. Yine tembellik ederse o zaman bende senin ile beraber onu keserim ve tandıre atariz ta ki yanip ve kül olsun.        Bu oyun da pek ağaçin davranişini değişemedi.        Eminim hepiniz şimdi küçük şeftali ağacının sözlerini ve neden meyvalarınıdöktüğünü merakla bilmek istiyorsunuz. öğle değil mi? peki hikayemizin gerisi bu konuyu anlatacaktir.         

Page 3: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

                      * * *

Dinleyin…!

       Kulaklarınızı iyi açın ki küçük şeftali ağacı konuşmak istiyor. Artık ses yapmayin, bakalım küçük şeftali ağacı ne diyor.Sanki Hayat hikayesini anlatiyor:        Biz yüz, yüzelli tane şeftali dik ki bir sepette oturmuştuk.Bahçivan sepettin altinda, ustunde ve kinarlarda uzum yapraklari koymuştu ta ki Güneş zarif cildimizi kurutmasın, al yanaklarımıza toz konmasın. Uzum yaprklarından hafif bir yeşil ışık içeri giriyordu ve yanaklarımızın renkile karışıp çok hoş bir görüntü oluşturuyordu.       Bahçıvan bizi daha güneş doğmadan koparmıştı. Bu yüzden vucudumuz serin ve nemliydi. Sonbahar gecelerinin soğuğu hala vucudumuzdeydi. Yeşil yaprakların arasından geçen hafif sıcaklık hoşumuza geliyordu.        Elbette, biz hepimiz aynı ağacın çocuklarıydık. Bahçıvan her yıl aynı zamanda annemin şeftalilerini toplayıp sepete doldurup ve şehre götürüyordu.Gedip orada ağanın evinin kapısını çalıyordu, sepeti verip ve köye dönüyordu. Ayni şu andaki gibi.        Diyordum ki biz yüz, yüzelli tane yetişmiş ve sulu şeftaliydik. Kendimden diyeyim ki ;benim de tatlı ve nefis suyum vardı. Yumuşak, incecik cildim çatliyacak gibiydi. Yanaklarımın kırmızılığı öğle idi ki ,eğer beni gorse idin çıplak olduğum için utandığımı düşünürdün. Ozellikle  üstüm ve başım sonbahar çiğlerinden oğle islakti ki sanki duş almiş gibidim.  

Page 4: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      İri ve çetin çekirdeğim yeni bir hayat peşindeidi. İyice diyeyim  ki ben yeni bir hayatı düşünüyordum. Çekirdeğim benden ayrı değildi.  Bahçıvan beni sepetin üstüne koymuştu taki ilk bakışta görüşüm diye belki de daha iri ve sulu olduğum için. Elbette Kendimi övmüyorum burada. Fırsatını bulan her şeftali gelişir, büyür ve yetişir, bol sulu ve iri olur. Ama tembellik eden ve kurtlara aldanan, onlara ciltlerine, etlerine girmeye, hatta çekirdeklerini yemeği izni veren şeftaliler böyümez.        Eğer sepette durduğumuz gibi ağanın evine gitmiş olsaydık, kesin,çaresiz ben ağanın sevgili kızına nasip olacaktım. Ağanın kızı da benim yanağimdan bir ısırık alıp, fırlatıp atacaktı. Ağanın evi tabii ki Sahibali ile Pulad'ın evileri gibi ki bir tane şeftali, salatalık, kayısı içeri girmeyen gibi değildi . Oysa bahçıvan diyordi ki, ağa kızı için yabancı ülkelerden meyvayi sifarişle uçakla portakal, muz, üzüm, hatta çiçek getirtiyor.  Elbette bunun için de su gibi para harciyor. Şimdi hesap et bakalım ağanın kızının giysi, okul, yiyecek, doktor, bakıcı, uşak, oyuncaklar, seyahatler ve gezmelerinin mesrefleri kaç ediyor. Sen de, her ay onbin Tümen, ben diyeyim onbeş bin Tümen; yine az olur. Konumuzdan uzaklaştım.

              Bahçıvan elinde sepet, bağın ortasındanki bahçeden geçerken birden ayağının altında bir farenin yuvası çöktü, az kalsin yere döşecekti. Ama kendini ayakta tutmayı başardı. Sadece sepet çok şiddetli sarsıldığı için ben kayım ve yere toprak ustune düştüm. Bahçıvan beni görmedi ve

Page 5: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

çekip gitti.        Güneş tüm bağı kapsamıştı. Toprak biraz sıcaktı ama güneş daha fazla sıcak idi. Belki de benim serin vücudum onu sıcak hisediyordu.        Sıcak yavaş yavaş kabuğumdan geçip ve  etime girdi. çimdeki su da ısındı. Sonra sıra çekirdeğime geldi. Sonrada ben  susadığımı hissettim.        Annemin yanındayken susadığım zamanlarda ondan su alırdım; daha çok ısınmam için güneşe bakardım. Güneşden yanaklarım sımsıcak olurdu. Ben annemden su emerdim, yemeğımı alırdım ve  içimdeki su kaynamaya başlardı. Günü günden  daha güzel,iri,büyük,sulu ve canlı oluyordum,yüzümdeki damarlara kırmızılık koşuyordu ve ağırlaşırdım; annemin kolunu eğerdim ve sallanırdım.        Annem derdi ki: güzel kızım, güneşten kaçma. Güneş bizim dostumuzdur. Nesıl toprak bize yemek veriyorsa, güneş de onu pişirir. Hele Hele senin güzelığın de  güneşın sayesindedir. Bak, güneşten kaçınanlar nasıl da renkleri solmuş ve sıskadırlar. Güzel kızım,bunu bilmeni isterem ki eğer bir gün güneş yerden küserse ve onun yüzüne hiç bakmaz olursa, yeryüzünde hiç bir canlı şey kalmayacakdir, ne bitkiler,ve  ne hayvanlar.        Bu yüzden gücüm yettikçe güneşeleniyordum ve onun sıcaklığını emip içimde topluyordum. Günden güne güçlendiğimi görürdüm. Hep kendime soruyordum;        " Eğergünün birinde birisi güneşi kızdırırsa ve güneş de bizden küserse, Başımıza ne gelecek?"        Cevap bulamiyordum ve annemden de sordum:        - Anneciğim, eğer birisi güneş hanımi kızdırırsa ve o da bize küserse, biz ne yaparız?        Annem yapraklarıyla yüzümdeki tozları sildi ve dedi:  

Page 6: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      - Neler düşünüyorsun böyle! Belli ki sen akıllı bir kızsın. Kızım, biliyor musun, güneş hanım birkaç kendini beğenmiş adamın yüzünden bizden küsmez . Ama yavaş yavaş ışığı ve sıcaklığı azalip ve ölebilir. o zaman başka bir güneş düşünmeliyiz. Yoksa karanlıkta kalır, soğuktan donar ve kururuz.        Ay, hikayemizin neresinde idik?        Evet, sıcağın çekirdeğime kadar geldığinden ve beni susattığından diyordum. Bir az sonra içimdeki suyum kaynadi ve kabuğım kurumaya ve çatlamaya başladı. Bir Atlıkarınca koşa koşa yoldan yetişti ve etrafımda dönenmeye başladı.        Sepetten düştüğümde kabuğım çatlamıştı ve içimdeki suyumdan bir az dışarı dökülmüşti ve güneşte sertleşmişti. Karınca dişlerini suyuma soktu ve emmeye başladı.Ama sonra vazgeçti.sonra dişyerlerine adaklandı ve tekrar baktı, baktı, sonra tekrar dişlerini batırıp antenlerini dik tutup ve ayaklarını tüm gücüile yere basıp zorlamaya başladi ve oğle güçlü çekti ki ben kendikendime şimdi dişleri çikacak dedim . Atlikarınca biraz daha zorladı. Sonunda katılaşmış suyumdan bir parçasını yerinden söktü ve sevinerek koşa koşa oradan uzaklaştı.        O sıralarda bir ses duydum. İki kişi bahçenin duvarindan içeri atladı ve koşa koşa bana doğru geldiler.Onlar Sahibali ile Pulad'dı ki karınlarını meyve ile doyurmaya gelmişlerdi. Öteki köylüler gibi bahçıvanınsılahından hiç korkmazlardı. Diğer köylüler asla bağa adımlarını bile atamazlardı ama Pulad ile Sahibali çıplak ayakla ve yırtık, yamalı pantolonla hep bağda dolaşirlardi. Hatta birkaç kez bahçıvan arkalarından ateş etmişti,ama onlar kaçmayı başarmışlardı. O zamanlar

Page 7: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

onların ikisi de yedi sekiz yaşlarındaydı.        kısasıca, o gün koşa koşa geldiler, benim üstümden atlayıp anneme doğru gittiler. Baktım biraz sonra canları çok sıkılmış halde geri dönüyorla. Konuşmalarından bahçıvana kızdıklarını anladım.        Pulad diyordu:        - Gördün mü? Bu da bahçenin son meyvası,bir tanesi bile kısmetimiz olmadı.        Sahibali dedi:        - Ne yapabilirdik ki? Kazık kader adam silahila bir ay boyunca  ağacın yanindan kımıldamadı.        Pulad dedi:        - Lanet olası kopek herife! Bir tane olsun bize bile bırakmamış . Ay bir bilsen o sulu olanlarından birini ağzıma tıkıştırmayı ne keder de canim isterdi!.. Hatırlıyor musun, geçen sana ne kadar de şeftali yedik?        Sahibali dedi:        - sanki biz insan değiliz. Hepsini birer birer koparıp o köpek herife veriyor,heramlari olsun . hepsi bizim  suçumuz sayilir,eli kolu bağlı oturmuşuz ve  köyü çapmasına izin veriyoruz.        Pulad dedi: Sahibali, ya bu bağ köyün malı olmalı ya da bütün ağaçları yakacağım.        Sahibali dedi: Birlikte yakalım.        Pulad dedi: Yakmazsak şerefsiziz.

      Sahibali dedi: Yakmazsak babamizin oğlu değiliz.       Çocuklar öyle sinirlenmişlerdi ve ayaklarını yere vuruyorlardi ki, birden ayakaltında ezilecağam diğe korktum. Ama, hayir, yapmadılar. Ben orda tam karşılarındayken Pulad'ın ayağına diken girdı, Pulad eğilip

Page 8: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

dikeni çıkarırken gözü bana sataştı, ayağındaki dikeni unuttu. Beni yerden alıp Sahibali'ye dedi: Bak Sahibali!       Çocuklar mutlu mutlu beni elden ele dolaştırıp sevinirdiler. Onların canı beni öyle yemek istemiyordu. Ben çok sıcaktım. Serinletip yemelerini istiyordum ki dişlerinin altinda daha çok tad veriyim.Onların kırış kırış elleri cildimi tahriş ediyordu. Ama ben mutlu idim  çünki son zerreme kadar beni lezzetle yiyeceklerini ve ardından dudaklarını ve parmaklarını emeceklerini biliyordum.Benim tadım günler ve haftalar boyunca damaklarında kalacaktı.        Sahibali dedi: Pulad, behsa girerim şimdiye kader hiç böyle iri şeftali görmemiştik.        Pulad dedi:  Hayır,belli ki görmemiştik.        Sahibali dedi: Havuz kenarına gidelim.Serinletip yersek daha lezzetli olur.        Beni öyle dikkatle götürüyordular sanki vücudum ince bir camdan yapılmıştı ve küçücük bir titreşimle düşüp kırılacak mışım.        Havuz kenarı gölge ve serin idi. Aşi olmuş kavaklar ve söğütler öyle serin bir gölge salmışlardı ki daha ilk nefeste serinliği çekirdeğime kadar hissettim. Dikkatle beni suya bıraktılar ve dört küçük ve kiriş kiriş el suyun önünü kapttı ki beni  havuza götürmesin diye. Su buz gibiydi. Biraz dinlendikten sonra Pulad dedi:  Sahibali!        Sahipali dedi: Ha, söyle.        Pulad dedi: Diyorum ki bu şeftali çok kıymetlidir değil mi?         Sahipali dedi: Evet.        Pulad dedi: Evet demekle olmaz. Sence ne kadar eder?        Sahibali biraz düşündü ve dedi: Ben de çok değerli

Page 9: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

olduğunu söylüyorum.        Pulad dedi: Mesela kaç?        Sahibali yine düşündü ve dedi : Güzel soğutursak...hımmm.. bin Tüman.        Pulad dedi: Senin de hiç paradan anladığın yok.        Sahipali dedi: İyi, maşallah, sen hazinenin başına oturmuşsun; sen söyle bakalım kaç edermiş?        Pulad dedi:Yüz Tüman.        Sahipali dedi: Bin yüzden daha çok ama.        Pulad dedi: Vallahi uydurmuyorum; babamdan duydum.        -Sahipali dedi: eger öylese, belki ikisi de aynidir dime? Ben de uydurmuyorum; babamdan duydum.        Pulad yavşaça dokundu bana ve dedi: Ellerim dondu. Bence onu yememizin zamanı geldi.        Sahibali de dikkatle dokundu bana ve dedi:  Evet, buz gibi olmuştur.        Sonra beni sudan çıkardı. Dışarı çıkınca dışarıyı sıcacık hissettim. Sandıklarından daha leziz olduğumu göstermek için beni hemen yemelerini istiyordum. Könülden, Güneşten ve annemden aldığım tüm gıda ve sıcaklığı bu iki köylü çocuğunun kanına ulaştırmaktı istiyordum .        Pulad ile Sahibali beni yemeye karar verdiklerinde, ömrümde kaç kez şekil değiştirdiğimi, daha da kaç defa deyişacağımı düşünüyordum. Kendi kendime diyordum ki: "Bir zamanlar vücudumun zerreleri toprak ve su idi, bazıları da güneş ışığı. Annem bunları ince ince topraktan emdi ve dallarının uçlarına kadar ulaştırdı. Sonra annem tomurcuklandı, çiçek açtı ve yavaş yavaş ben ortaya çıktım. Vücudumun tüm zarrelerini az az annemin vucudundan aldım, güneş ışınlarının zarralarile, Çekirdeğimi, kabuğumi

Page 10: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

ve etimi oluştup ve yetişkin ve olgun, sulu bir şeftali olduma kadar bir araya getirdim. Ama Şimdi Pulad ile Sahibali beni yiyorlar ve birazdan zerrelerim onların vücutlarında et, saç, kemik olacaktır. Elbette bir gün onlar da ölecek.O zaman benim vücud parçalarıma ne olacak?"        Çocuklar beni yemeye karar verdiler. Sahibali beni Pulad'a verdi:        -bir kez isir.        Pulad ısırdı ve beni Sahibali'ye verdi ve Sonra tudaklarını yalamaya başladı. Sahibali de ısırdı ve Pulad'a verdi.       Aynı düşündüğüm gibi tadım damaklarında kaldı.        Şimdi vucut etlerim bittiyordu,ama çekirdeğim yeni bir hayat başlamayı düşünüyordu. Bir dakika sonra şeftali olarak benden hiçbir iz geriye kalmıyacak. Oysa çekirdeğim ne zaman ve nasıl tekrar hayata başlayacağını planlıyordu. Ben bellı bir zamanda ölüyor ve tekrar diriliyordum.        Son kez Pulad beni ağzına aldı ve etlerimin son damlasını da emdi. Beni ağzından çıkardığında artık şeftali değildim. Sert kabuklu canlı bir çekırdekdim ki içinde yeni bir yaşamın tohumu gizli idi. Sadece dinlenmeye ve nemli toprağa ihtiyacım vardı ta ki kabuğumu kırıp yaşilleniyim .

      Çocuklar parmaklarını ve tudaklarını defalarca emdikten sonra, Pulad dedi:        - Şimdi ne yapalım?        Sahibali:        - Suya girelim.        Pulad dedi :        - Çekirdeğini yemeyelim mi?  

Page 11: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      Sahibali dedi:        - ona bir planım var. Bırak, kalsın.        Pulad beni söğüt ağacının dibine bıraktı ve geri geri koşarak gitti sırtı üstüle suya atladı. Atlarken de dizlerini karnı ustunde kucakladı. Ilk daldı ama birazdan çırpındı ve ayağa kalktı ve suyun altindaki çamurlar da su yüzüne geldi . Su çenesine kadar idi. Su yuzundeki yosunlar da başından, kulağından sallanmiş idi.       Sahibali dedi:        - Pulad, sırtını doner misin.        Pulad:        - Pantolonunu mu çıkaracaksın?        Sahibali:        - Evet. Babam yüzdüğümüzü anlamasını istemiyorum. yoksa beni döver.        Pulad:        - Öğlene eve dönecağiz , ve bizim bol bol vaktimiz var.

      Sahibali:        - yukarıda güneşi görmüyor musun yoksa?        Pulad hiç şey soylemeden sırtını çevirdi. Sahibali'nin suya düşmesinin sesinden sonra yüzünü çevirdi, ve yüzmeye, dalmaya ve birbirine su sepmeye başladılar. Sonrada her ikisi Geç olduğunı soyledi ve dişariya çıktılar. Pulad pantolonunu paçalarını sıktı ve suyunu aldı. Sonra beni de söğütün dibinden alıp yola çiktilar. Bağın sonundaki duvardan yukarıya tırmanıp diğer tarafa atladılar. Köy evleri ağanın bağından daha uzakta idi.        Pulad dedi :        - Eee, hanı onun için bir planın vardı.        Sahibali:

Page 12: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

       - Gölge olduğunda, sani seslerim tepeye çıkarız orda otururuz, sana planımın ne olduğunu açiklarim.       köyde sokaklar saakin ama bol bol sinek ve gübre kokusu vardı. kocaman bir köpek duvarın üstünden ayağımızın önünde atladı. Pulad köpeği okşadı ve sonra kalkıp evine gitti. Köpek de onun ardından eve girdi.        Sokak yukarıya doğru yokuş idi, öyle ki cadde Pulad'ın evinin çatısıle aynı seviyedeydi. Sahibali damlardan geçerek evine gitti. evleri birkaç ev yukarıda idi. Bena avucula sert tutup bahçelerine atladı. dizlerine kadar,ayakları annesinin bir saat önce biraktığı hayvan dışkısına girdi. Sahibali'nin bundan haberi yoktu. Annesi sesi duyunca evden başını uzattı ve dedi:        - Sahibali, çabuk gel ve babana bir lokma ekmekle su götür.        Sahibali beni ağıra götürdü ve bir köşede, gübrelerin arasında bir delik açtı ve beni gömdü. Artık karanlık ve gübre kokusu dışında hiçbir şey anlamadım. Orada kaç saat kaldığımı da hatırlamıyorum. Keskin gübre kokusundan neredeyse boğulacaktım. Nihayet üstümden gübrenin kaldırıldığını hissettim. Sahibali'ydi. Beni çıkardı, bir iki kez elleri arasında ovuşturdu, ve pantolonuna sürüp ve temizledi. Geldiğimiz yoldan gittik; Pulad'ın evinin çatısına geldik. Annesiyle kızkardeşi tezek yaparken kuru tezekleri duvardan alıp istifleyen komşu kadınla konuşuyorlardı.        Sahipali Pulad'ın annesine sordu:        - Pulad nerde?        - Pulad keçiyi otlamaya çıkardı; evde yok.        Pulad'ı tepede bulduk. Kara keçiyi salıvermiş, otlatıyordu. Kendisi de köpeğiyle birlikte bizi bekliyordu.

Page 13: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

Hemen Pulad ile Sahibali'nin ciltleri benim kabuğumun rengiyle aynı olduğunu farkettim. İkisi de güneşte o kadar çıplak kalmışlardı ki tenleri bronzlaşmıştı.        Pulad sabırsızlıkla sordu:        - hadi, planını anlat bakalım.        Sahipali dedi:

Bir şeftali ağacın olsun, ister misin?        - Deli deyilim,elbette ki isterim.        - peki, gidelim öyleyse.        - Keçiyi ne yapacağız?        - Eve bırakariz.        - Annem Güneş batmadan getirmememi söyledi.        - öyleyse köpeği başında bırakırız.        Pulad köpeğin başına, kulağına okşadı:        - Ben dönene kadar keçiye göz kulak ol, tamam mı?        biz üçümüz koşa koşa bir bağın duvar dibine yetişdik. Sahipali dedi:        - hadi atla yukariya.        pulat dedi: Artık planını gizlemene gerek yok. Ben kendim anladım . Şeftali çekirdeğini ekeceğiz.        Sahipali:

-Doğrudur. Çekirdeğimizi bağın ucundaki depolanmiş toprağin arkasina dikeriz. Birkaç yıl sonra biz de şeftali ağacı sahibi oluruz. Neden başka bir yere değil de buraya diktiğimizi anlayacaksın.        Tepede, taşların arasında şeftali ağacı büyümez. Ağaç su ister, yumuşak su ister.        - yeter, mollalar gibi nutuk yapma. Ben Yukarı çıktıp bakayım bir, bahçıvan gelmiş mi?  

Page 14: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      Bahçıvan henüz şehirden dönmemişti. Puladla Sahibali bağın bir sakin köşesinde toprağı kazdıp beni orayda yerleştirdiler, üstümü toprakla kapatıp gittiler.        Karanlık ve nemli toprak beni bağrina çekti, ve iyice vücuduma yapıştı. Tabii ki ben o zaman yeşeremezidim. Yeşerme gücü kazanmam için bir sure zamana gerekiyordu.    Toprağa işleyen soğuktan kışın geldiğini anladım ve toprak karla kaplanmişdi. Yarım karış mesafeye ile toprak donmuştu ama toprağın altı beni üşütmeyecek, dondurmayacak kadar sıcaktı.        Böylece geçici bir süre için hareketsiz kaldım, toprağın altında tatlı bir uykuya daldim ta ki bahar geldiğinde güçlenip uyanalim. yeşermek, topraktan çıkmak ve Sahipali ile Pulad için bol meyvalı ,iri, sulu ve utangaç güzel kızların yanakları gibi şeftalileri olan bir ağaç olmak için uyudum.        Kışın gördüğüm rüyalardan pek fazla bir şey hatırlamıyorum sadece bir rüyamda büyük bir ağaç olduğumu, Pulad ile Sahipali'nin tepeme çikip dallarımı salladıklarını, köyün tüm çıplak çocuklarının yanıma toplandığını, şeftalilerimi havada kapıştıklarını, lezzetle yediklerini, ağızlarından akan suların nesil da çiplak göbeklerini ıslattığını gördüm. Kel bir çocuk durmadan Pulad'a seslenip soruyordu: "Pulad. Yediklerimizin adı neydi, söylemedin. Eve dönünce büyükanneme ne yediğimi söylemek istiyorum. Çok yedim, ama o kadar nefis ki hala doyamadım. Bahisa gire bilirim ki yine yiyebilirim.”  Iki çiplak çocuk daha vardı. Ağızlarının, burunlarının, etrafı hep sinek üşüşmüştü. Çocuklar ellerine kocaman kocaman şeftali almış, zevkle ısırıp “işte,işte” diyorlardı.        Bu düşlerimden birisidi.  

Page 15: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      Son rüyamda badem çiçeğini gördüm .        Hasta ve baygın yatmışdım ve yumuşak bir ses duydum ve Sesle birlikte tanıdık kokuların toprağa girmelerini hissettim. Ses şöyle diyordu: "Badem çiçeği, gel kokunu güzel şeftalinin yüzüne sür. Eğer uyanmazsa ellerini yüzüne, vücuduna sür. Güzel kokuyu çok iyi bilir. Kısacası ecele edelim ki filizlenip yeşerme zamanı. Bütün çekirdekler uyanıyor."      üstümde ve yüzümde hareket eden badem çiçeğinin elleriyle kokusu öyle hoştu ki keşke hep bayilmiş kalsaydim, ama olmadı ve oyandım.  Tekrar uyur gibi yapmak istediğimde badem çiçeği dedi: "Artık nazlanma canım. Senin karnında yaşam tohumu var, yeşermeye, büyümeye, meyva vermeye karar vermişsin, öyle değil mi?"       Badem çiçeği güzel bir gelin gibi beyaz ve temiz kardan bir elbise giymişti ve dudakları tomurcuklanmıştı. Ben hiç kar görmemiştim ama karın nasıl bir şey olduğunu şeftaliyken annemden öğrenmiştim.        Badem çiçeğinin önce kimle konuştuğunu, kimin onu başıma gönderdiğini bilmek istiyordum. Badem çiçeği kollarını boynuma attı, beni öptü ve gülerek "Ne kadar iri cüsselisin! Kucağıma sığmıyorsun!" dedi.        Sonra da baharin orda olduğunu ve filizlenme zamanının yaklaştığını söylediğını dedi.        Bahar ismini duyunca sanki uyuyordum da uyanıverdim . Sanıyordum ki baharın gelip gitmiş ve henüz kabuğumu yaramamişim. Bu düşünceler içinde uykumdan sıçradım. Baktım, karanlık ve ıslak toprak beni kucaklamış naz yapıyor. Kabuğum dışardan ıslaktı ve içerisi terlemişti. Yüzümden su zerreleri dökülüyor, her yanımı sarıyor,

Page 16: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

bedenime işleyip toprağa gidiyordu. Etrafımda birkaç bitki tohumu vardı ve köklerini yayıyorlardı. Biri basbayağı boy atmış, sanırım topraktan dışarı çıkmıştı. İncecik kökleri başlarını o yana bu yana çeviriyor, gıda ve su inceciklerini emiyor, bir yerde toplayıp yukarı gönderiyorlardı. Tanımadığım bir başka bitki tohumu da küçük küçük kök salmış, başını eğmiş, sabırla mişil mişil toprağı deliyor, yukarılara çıkıyordu. İki gün sonra güneşin doğuşunu izlemeye karar vermişti.        Vücudumun tam altından başka bir kök geçiyor; ilerlerken hep gıdıklıyordu beni. Su kenarındaki badem ağacına ait olduğunu söylüyordu. Badem kökleri de var gücüyle toprağın nemini ve gıda taneciklerini emip içine alıyordu.        Üstüme akan su, toprağın üstündeki kara aitti ve birkaç gün sonra kesildi.        Bir gün bir hışırtı duydum. Bir grup kara ve akıllı karınca yanıma gelip beni ısırmaya başladılar. Karıncalar güneşin sıcaklığını, bahar kokusunu toprağa getirmişlerdi. Isırmalarından tünel açtıklarını anladım. Bir süre daha beni ısırmaya devam ettiler ama beni delemeye güçleri yetmiyecağini anladikdan sonra yollarını değiştirip başka yöne doğru tünel açmai devam ettiler.Bir daha onlari toprak üstüne çıkıp ağaç olduğum zamana kadar görmedim.

      O kadar su içmiştim ki şişmiştim ve sonunda kabuğumı parçalayıp dışarı çıktım. Sonra minicik beyaz kökümü kabuğumdaki aralıktan dışarı gönderip toprağa sapladım. Böylece gelişip kök salacak ve dik durup boy atabilecektim. Sonra minik gövdemi gönderdim dışarı. ona başını eğip yukarıya doğru toprağı delmesini, boy atmasını

Page 17: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

ve güneşi bulmasını öğrettim. küçücük gövdemin ucunda minik bir filizim vardı. Topraktan çıktığımda ondan yapraklı bir gövde oluşturacaktım. İyice kök salıp yiyecek toplayacak hale gelene kadar depoladığım besinleri yiyor, ince köklerimi ve küçücük gövdemi bunlarla besliyordum.        Toprakta boğulmayacağım kadar hava vardı. Dışarının sıcağı da toprağa giriyordu .      Bu sıralarda ben artık yorgun değildim. Ben kendi içimde Önceden gelişmiştim ve eski kendliğimi yok edip yeni bir şey olmuştum. Tabii çekirdek olduğum zamanlar her şeyi tam olan bir çekirdektim; sarpilip hareket edemiyordum. Ama artık ağaç olmak istiyordum. Çok eksiği olan bir ağaçtım ve gelişip sarpilecek çok yerim vardı. Kendi kendime düşünüyordum: Tam bir çekirdekle eksik bir ağaç arasındaki fark, tam çekirdeğin çıkmaza girdiği ve değişmediği takdirde çürüyeceği, eksik ağacın ise önünde çok parlak bir geleceği olduğuydu. Her şey saniye saniye değişiyordu. Bu değişimler üstüste gelince ve belirli bir aşamaya varınca artık bunun o eski şey olmadığını, bambaşka bir şey olduğunu o zaman hissederiz. Mesela ben artık bir çekirdek değil, bir ağaç şeklini almıştım. Incecik köklerim ve gövdem vardı; filizlerim, sarı yaprakçıklarımı başim ustune iki çeneğim arasına, toplamıştım ve sürekli boy atıyordum. Topraktan çıktığım vakit yaprakçıklarımı güneşe tutmak istiyordum. Böylece güneş yapraklarıma yeşil renkler verecekti. Bol tomurcuklu, sulu şeftalileri olan, çiçekli dalları olan bir şeftali ağacı düşü kuruyordum. Küçücük bir ağaçtım; yine de önümde ne parlak bir gelecek vardı!..        Ceviz iriliğinde bir taş yolumu kesmişti ve yukarı çıkmama izin vermiyordu. Onu delemeyeceğimi fark ettim

Page 18: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

ve ister istemez çevresinden tur etarak dişariya çıktım.        Yukarı çıktıkça güneşin sıcaklığını hissediyor, daha da güneşe doğru uzanıyordum. Şimdi artık toprak üstündeki otlar arasında hareket ediyordum. Sonunda güneşin ışığının az çok toprağı aydınlattığı bir yere geldim. Üstümde incecik bir kabuktan başka bir şey kalmadığını anladım. Birkaç saat sonra bir baş darbesiyle toprağı yardım ve beni karşılamaya gelen ışığı ve sıcaklığı gördüm.        Şimdi toprağın üstündeyim. Bu toprak annemin annesi, benim annem, tüm canlı varlıkların annesiydi.        Oradaki toprak yığınında beyazlara bürünmüş badem ağacı güneşin altında parlıyordu. O kadar mutluydu ki beni de yürekten mutlu etti. Selam verdim. Badem ağacı: "Selam ay kadar güzel yüzüne, canım. Toprak üstüne hoş geldin. Yer altından ne haber?"        Çalılar boy atıp gölge salarken benim iki açık yeşil yaprağım vardı ve yavaş yavaş başımı dik tutabiliyordum.        Bir gün Pulad ile Sahibali yanıma geldiler. On, on iki yeşil yaprağım vardı. Boyum bazı bitkilerden daha uzundu ve çalı(ateş kesici bitki)da benden uzundu. Çok hızlı boy atıyorlardı ki şaşırıp kalıyordum. Birkaç güne kadar badem ağacını da geçeceklerini sandım. Ama toprakta sağlam köklerinin olmadığını anladığım zaman , kendi kendime dedimki: “bunlar kısa zamanda solup yok olacaklar".        Pulad ile Sahibali beni görünce sevindiler. "Bu ağaç artık bizim malımız." dediler. Çaydan birkaç avuç su getirdiler ve dibime doğru döküp gittiler. Galiba bahçıvan o yakınlardaki tarhları suluyordu. Bel sesi duyuluyordu çünkü.        Bahar sonlarına doğru çalıların artık büyüyemeyeceklerini gördüm. Çiçek açıp tanelerini saçıyor

Page 19: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

ve yavaş yavaş sararıyorlardı. Yaz geldiğinde ben de onların boyundaydım ama henüz dalım yoktu. Biraz daha boy atıp dal vermek istiyordum.        Pulad ile Sahibali sık sık yanıma geliyor ve bazen bir süre oturup benim geleceğim ve kendi planları hakkında konuşuyorlardı. Bir gün de kocaman, pırıl pırıl parlayan kızıl bir yılan getirmişlerdi. Sopa ile yılanın beynini dağıttıkları bes belli idi. Toprağı yarım metre kazıp yılanı oraya gömdüler.        Pulad ellerini çırparak "Çok keyifli olacak!" dedi.        Tabii, maksadı bendim.        Sahibali "Bir yılan birkaç misli gübreye bedeldir" dedi.

      Pulad:        - Sanırım seneye ilk meyvasını yeriz.        Sahibali:        - Bilmem. Şimdiye kadar ağacımız olmadı ki.        Pulad:        - Olsun. Duyduğuma göre şeftali ağaçları çabuk meyva verirmiş.        Ben de biliyordum bunu. Annem iki yaşındaykenilk iki şeftalısını vermişti.        Şeftalilerim büyüyüp olgunlaştığında ne şekil alacaklarını merak ediyordum. Şeftalilerin vücudumdaki özsuyunu nasıl emeceklerini görmek için en kısa zamanda meyva vermek istiyordum. Şeftalilerimin ağırlık etmesini ve yere değecekmiş gibi dallarımı eğmelerini istiyordum.        Vücudumda incecik borular oluşturmuştum. Köklerimin yerden aldığını bu borular yukarılara gönderiyordu. Sonbahar ortalarına doğru bu boruları birkaç yerden düğümledim ve köklerim artık yukarıya özsuyu

Page 20: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

göndermez oldu. Böyle olunca besinini alamayan yapraklarım sararmaya başladı. Ben de kuyruklarını kestim. Rüzgar esince yapraklarım yere düştü ve çırılçıplak kaldım.

      Her yaprağın kuyruğunun köküne küçücük bir düğüm atmıştım. Gelecek baharda bu düğümlerin her birinden bir filiz ve dal vermeyi planlıyordum. İlk meyvamı da düşünmüştüm. Annem gibi iki yaşında meyva vermek istiyordum. Tam anımsamıyorum, bedenimde dört beş düğüm vardı. Bunlardan tomurcuk ve çiçek vermeyi düşünüyordum. Hep çiçeklerimi düşünmeyi seviyordum.        Hava soğudukça beni bir uykudur alıyordu. Yere kar düşüp de toprak donunca derin bir uykuya daldım.        Pulad ile Sahibali etrafıma çuval parçaları koymuşlardı. Hâlâ ince ve yumuşak bir kabuğum vardı ve kışın her taraf don tuttuğunda tavşanlar için leziz bir yiyecek sayılırdım. Üstelik soğuk almam da mümkündü. O zaman bahar gelince yeniden kökten yeşerip büyümem gerekirdi.        Bahar gelince her şeyden once benim köklerim uyandı, sonra özsuyu geldi ve gövdem uyandı. Filizlerim kımıldadilar ve şiştiler. Topraktan bana gelen su vücudumun her organını uyandıriyordu ve harekete zorluyordu. Filizlerimde minik minik yapraklar oluşturuyordum. Filizlerim baş verdiğinde bunları büyütüp genişletecektim. Şimdi goncalarım arpa büyüklüğünde, hatta biraz daha büyük olmuştu. Bana kala kala üç gonca kalmış, obur bir serçe diğerlerini gagalayıp yemişti.        Üç çiçek açtım. Ama işin ortasına üçünü de büyütemeyeceğimi fark ettim. Çiçeklerimden biri solup düştü. İkincisi badem haline gelmişti. Ona da besin gönderemedim. İkinci çağlam da soldu ve rüzgar esip yere

Page 21: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

düşürdü. Bunun üzerine tüm gücümü toplayıp eşi benzeri olmayan bir tanecik şeftalime göndermeye başladım. Herkesin bunu görüp gözlerinin fal taşı gibi açılmasını, bu şeftaliyi yiyenin bir daha ağzına başka meyva almamasını istiyordum.        Çiçek açtıktan birkaç gün sonra çiçek yapraklarımı döktüm ve çiçeğimin çanağı içindeki meyvamı beslemeye, büyütmeye başladım. Sonunda çiçek kasem de çatladı ve çağlam ortaya çıktı.        Şeftalim tepeme yakın bir yerdeydi. Daha çağlayken bile beni birazcık eğdi. İstediğim gibi bir şeftali yaptığımda belimin eğileceğini, belki de kırılacağını düşünüp kaygılanıyordum. İster istemez katlanacağım bu zorluklara rağmen şeftalimin solup dökülmesine asla razı değildim. Doğrusunu isterseniz, gelecek yıllarda şeftalilerimin sayısını bine çıkarmayı planlıyordum. Bu nedenle daha ilk şeftalide kendimi denemeliydim. Çocukların yakınımda toprağa gömdükleri yılan parçalanmış ve toprağı güçlendirmişti. Bu yılan yüzünden bayağı bayağı dallanıp budaklanmıştım.        Pulad ile Sahibali bu günlerde pek az yanıma geliyorlardı. Sanırım babalarının yanında tarlaya veya hasat ve harman yapmaya gidiyorlardı. Ama bir gün beni görmeye geldiler ve ellerindeki sopayı yanımda toprağa gömdüler ve beni ona bağladılar. Galiba o gün Pulad birdenbire "Sahibali!" demişti:        Sahibali:        - Ne var, söyle!        Pulad:        - Bahçıvan olacak bu köpoğlu bizim ağacı bulmasın sakın!..  

Page 22: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

      Sahibali:        - Bulsa ne olacak sanki?        Pulad bir şey demedi. Sahibali:        - Hiçbir halt edemez. Ağacı biz dikip yetiştirdik. Meyvası da bizimdir.        Pulad düşünceye dalmıştı. Sonra:        - Yer bizim değil ama.        Sahibali:        - Yine de bir halt edemez. Yer, onu ekenin malıdır. Ağaç diktiğimiz şu ufacık yer bizim malımızdır.        Pulad cesaretlendi:        - Evet ya, bizim malımız. Bir halt ederse, yakarız bütün bahçeyi.        Sahibali çıplak ve güneşten yanmış göğsünü yumrukla vurarak dedi::        - Ölüm pahasına olsa bile, onu yaşatmam. Bahçesini yakip, kaçarız.        Eğer Pulad ile Sahibali el sopalarını o gün bana bağlamasa idı, gece kesin kırıla bilirdim. Çünkü gecenin şiddetli rüzgarı, bütün dalları, yaprakları birbirine sokmuştu. Sabah kalktığımda bademin birkaç dalının kırılmış veziyetde gördüm .        Zaman hizla akiyordu ve ben tüm gücümle şeftalimi daha da irileştirmeye, yanakları kızarsın ve sıcak etine işlesin diye güneşte tutuyordum. Kızım vücuduma öğlesine sıkı yapışmıştı ve öyle emiyordu ki bazen vücudum sızlıyordu. Ama ona asla kızmıyordum.çünkü artık ben bir anne olmuştum ve güzel bir kızım vardı.        Sahibali ile Pulad benimle öyle sıkca ilgileniyorlardı ki bahçedeki diğer ağaçları unutmuşlardı . Geçen yıllarda olduğu gibi annemin şeftalileri için pusuya yatmıyorlardı.

Page 23: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

Ben kendimi onların biliyor, vaktiyle beni yedikleri gibi şeftalim olgunlaştığı zaman onu da koparıp afiyetle yemelerine hak veriyordum.        Son baharin başlarındaydi ki bir gün Pulad yalniz ve üzüntülü benim yanima geldi; çok üzgündü. İlk dafa olarak onları tek başına görüyordum. Pulad önce bena su verdi; sonra da otlara oturup yavaş yavaş bana ve şeftalime "Şeftali ağacım, güzel şeftalim, ne olmuş biliyor musun? Hiç bugün yalnızlığımın nedenini biliyor musun? Belli ki bilmiyorsun. Sahibali öldü. Onu Yılan soktu.... "Yaşlı kadın ,Boncuk Nine" 1 gece sabaha kadar başında durdu. Sanırım Onunda elinden bir iş gelmiyordu. Söylediği bütün ilaçları Sahibali'nin babası ile birlikte kırlardan, dağlardan toplayıp getirmişdik Sahibali yine iyileşmedi. Zavallı Sahibali!..Neden getting ve beni yalnız bıraktın ki?..."        Pulad ağlamaya başladı. Sonra tekrar konuştu:        "kaç gün önce, öğlen zamanında kırdan dönerken tepede rastlaştık. Yılan yakalayıp getirmeye karar verdik , aynı geçen yıl daki gibi toprağını güçlendirsin diye buraya gömelim. Yılanlar deresine gittik. Yılanlar deresinde istediğin kadar yılan var. Derenin bir tarafında dağ var. Sanma ki dağ bir parça kayadan oluşmuş, hayır; irili ufaklı binlerce taşın gökten yağıp bir arada oldüğuğunu düşün. Ve o taşların arasında yılanların yuvası var. Sıcaktan vücutları ısınınca dışarı çıkarlar. Bizim tarla, komşumuzun tarlası, Sahibali'nin teyzesi oğlunun tarlası ve birkaç kişinin daha tarlası Yılanlar deresinde dir. Dayıma yılan ıslıkları her taraftan o arazide duyulur.        "Sahibali'yle dağın aşağılarında taşların arkalarına bakıyor ve sana semiz bir yılan bulmak için sopalarımızı yılan deliklerine sokuyorduk. Yine böyle çıplaktık.

Page 24: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

Üstümüzde sadece bir pantolon vardı. Sırtımız o kadar ısınmıştı ki yumurta koysan pişerdi. Bir taştan öbür taşa atlarken birden Sahibali'nin ayağı kayıp sırtüstü yere düştü ve yere düşmesiyle vadide bir çığlığın yankılanması bir oldu. Sahibali sırtüstü bir çöreklenmiş yilanin ustune düştü ve çiğirdi. Sahibali bir çığlık daha attı ve oradan vadinin dibine, toprak üstüne düştü. Bende hemen o yılanın kafasını sopayıla ezdim, sonra karnına vurdum ,tekrar başına vurdum. Karnında iki fare ile bir serçe vardı.        "Sahipali baygın yatıyordu ve sesi ,sedası çıkmıyordu. Sopası bir yerlere düşmüştü. Yılanın soktuğu yer kızarmıştı. Yılan ayağına veya elina soksaydı, ne yapacağımı biliyordum. Ama sırtının ortasına ne yapabilirdim ki? Çaresiz, Sahipaliyi sirtima alıp köye getirdim. "Yaşlı kadin, Boncuk Nine” Sahipalinin mezarı başındayken anneme, Sahibali'yi hemen ona getirseymişim ölmeyeceğini söylüyordu. Ama Sahipali'yi nasıl daha erken yetiştirebilirdim ki? Şeftali ağacı, sen de bilirsin, Sahibali benden ağırdı. Bir katırım olsaydı ve geç kalsaydım, o zaman "Boncuk Nine" geciktiğimi söylemekte haklı olabilirdi. Elimden ne gelirdi ki?..."        Pulad yine ağlamaya başladı. şimdi Sahipali ile Pulad'ı çok çok sevdiğimi hissediyordum. Bundan böyle Sahibali'yi bir daha göremeyeceğimi düşündüğümde neredeyse üzüntümden tüm yapraklarımı döküp sonsuza dek kuruyacak ve tomurcuk vermeyecektim.        Pulad ağlamasını tutup ve dedi:        - ben artık köyde kalamam. Nereye gitsem Sahipali karşımda canlanıyor ve üzülüyorum. Dağa giderken, keçiyi kırda otlatmaya götürürken, taşlara elimi sürerken, hayvan dışkıları üstünde yürürken, otları kestiğimde , çatilara

Page 25: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

çıkarken hep Sahibali gözümde canlanıyor. Sanki hep beni çağırıyor: Pulad!... Pulad!... Evet şeftali ağacı; Artık bu sesi duyacak gücüm kalmadı. Şehre gidip dayımın yanında bakkal çırağı olacağım. Sahibali'nin yaşaması için ne yapmalıydım, bilmiyorum. Onun gibi bir gün düşüp ölmemek için ne yapmam gerek, onu da bilmiyorum. Ben küçüğüm, aklım hiçbir şeye ermiyor. Tek bildiğim, artık köyde kalamayacağım. şeftali ağacı ben gidiyorum. Şeftalini da sana bırakıyorum.        Pulad kalkıp gideceği zaman şeftalimi ayağının önüne düşürdüm. Pulad şeftaliyi aldı, kokladı, sonra tozlarını sildi. Beni başdan aşağı elleriyle okşadı ve çekip gitti.        Ertesi yıl boy atmış, dallanıp budaklanmış, iyice böyümüştüm. Yirmi otuz tane çiçeğim vardı. Başımı dik tutabiliyor dum, öteye beriye uzanıp bahçenin diğer taraflarını seyredebiliyordum.        Bir gün bahçıvan böyle bakınıp dururken beni farkedip yanıma geldi. Sevinçten ne yapacağını bilmiyordu. Yaprak ve çiçeklerimin şeklinden hemen kimin çocuğu olduğumu anladı. Hiç zahmet çekmediği halde bahçesinde güzel bir şeftali ağacı bitmişti. Sonunda para uğruna köylüleri kendine düşman eden zengin bir adamın uşaklığını yapan bahçıvanin eline düşmüştüm; buna çok üzülüyordum.        On onbeş tane şeftali vermiştim, ama şeftalilerimin kime nasip olacağını düşündükçe kendimden nefret ediyordum. Beni Pulad ile Sahibali dikip büyütmüştü. Şeftalilerim de onların hakkıydı.        Bir gün bir fikir geldi aklıma ve o günden beri şeftalilerimi dökmeye başladım. Bahçıvan durumu farkettiğinde dalımda hiç şeftali kalmamıştı. Yerimin kötü olduğunu düşündü ve yüksek sesle dedi:   "Seneye yerini

Page 26: Bir şeftaliı,bin şeftalı يك هلو و هزار هلو

değiştiririm. Böylece hem iyi su alırsın hem iri ve güzel şeftaliler verirsin."       Sonraki bahar köklerimi uyandırdığımda tüm düzenimin bozulduğunu, bazılarının dibden kuruduğunu, bazılarının da kopulduğunu gördüm. Tabi ki hasar görmeyen köklerim az değildi. İlk sağlam olan köklerimi nemli toprağa daldırdım, sonra yeni kökler çıkartıp çevreye yaydım. Sonra filizlenme, yaprak ve tomurcuk verme düşüncesine kapıldım ve annemi tanıdım.        O zamandan beri kaç sene ömrümden geçiyor bilmiyorum ama bahçıvan bir türlü benden meyva alamadı. Bundan sonra da alamayacak. Ben ona itaat etmiyorum. Şimdi ister beni korkutsun , ister testere ile kesmeye tahtid etsin, ister kurbanın oluyim desin.