40
Anıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayı - sında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıy - la yer ald Çoğumuzun göze alamayacağı hayatlar Galata Fotoğrafhanesi’nin Ermenistanlı işçileri konu alan foto rö- portajıyla konu edildi. Azerbaycan Savunma Bakanlığı ve Azerbaycan Askeri Sav- cılığı, 11 Eylül 2010’da tutuklanarak gözaltına alınan ve ‘sa- botajcı’ olduğu iddia edilen Ermenistan vatandaşı Manvel Saribekyan’ın 5 Ekim Salı günü Bakü’de yaşamını yitirdi - ğini açıkladı. 22 Temmuz 1980’de katledilen Kemal Türkler’in k›z› Nil - gün Türkler Soydan, do¤um günü olan 21 Ekim tarihin- de bitirdi¤im yazd›. Babam›n ve ailemin kendince ald›¤› güvenlik tedbirleri nedeniyle ablam ve ben üniversiteyi kazand›¤›m›z halde, gidemedik. Göze Alamayaca¤›mız Hayatlar İnsanların Arzusu Köyleri Katiller Birbirine Benziyor sayfa 28 sayfa 36 sayfa 24 sayfa 12 sayfa 12 sayfa 20 sayfa 5 sayfa 3 Haç Yerini Buldu AİHM kararı ‘türklük’ tanımını sorguluyor Say› 762 / Haftal›k Siyasi Gazete / 29 Kas›m 2010 / 3tl H‹ZAYA GEL Serkis barış Angeopolos’un merceğinden Patrikhane adeta gasp edildi Martayan’la an›lara yolculuk Bu yıl 17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin nın yaşayan şairi Yunan yö- netmen Theo Angelopoulos, ziyaret etti. Surp Pırgiç Hastanesi’nde de uzun yıllar yöneticilik yapmış olan emektar hayır- severlerden adeta gasp edil- lediği Ermeni Patrikliği’nin dikkat çekiyor. Atatürk’ün isteği üzerine Dilaçar soyadını alan dilbi- limci Agop Martayan’ı, k›z› Nilgün Türkler söyleşisiyle anıyoruz. BİN YIL GERİDEN BAKIYORLAR Ermeni Kilisesi’nde gerçekleştirdiği namaz eylemi, Türkiye’de farklı görüİlerden aydınlar tarafından da eleştirildi. Van’ın Ahtamar Adası’nda 19 Eylül’de gerçekleşen tarihi ayin öncesi yoğun tartışmaların odağı olan Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin haçı nihayet yerini bul - du. Anayasa referandumu sürecinde, ‘teknik neden- ler’ gerekçe gösterilerek ertelenen işlem, 1 Ekim Cuma günü adeta gizli bir operasyonla gerçekleşti- ni Kurulu Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, kurulan bir iskelenin yardımıyla kilisenin kubbesine çıkarak haçı kutsarken, olası provokasyon eylemlerini ön- lemek için adaya giriş ve çıkışlarınında vede yasak- landığı öğrenildi. Hrant Dink davasında Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hak- ları Sözleşmesi’nin ‘yaşam’, ‘ifade özgürlüğü’ ve ‘etkin soruşturma’ haklarını düzenleyen kaKaboğ- lu, 301. maddenin Ceza Kanunu’nda yeri olmadığı - nı, AİHM’in kararının maddenin kaldırılmasına ve- sile olacağını düşünüyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin tarihi Ani kentindeki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği na- maz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu, aynı gün bir duyuru yayımlayarak Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemini kınadık- larını açıkladı. sayfa 8 SIFIR NOKTASI İÇLİ DIŞLI MIDIR ? EĞİTİM ŞART ANASAYFA SOHBETLERİ Yevrat Danzikyan Baskın Oran Oral Çalışlar Sevan Nişanyan sayfa 9 sayfa 5 YAZARLAR sayfa 11 sayfa 2

Agos Newspaper

Embed Size (px)

DESCRIPTION

newspaper, school project.

Citation preview

Page 1: Agos Newspaper

Anıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayı-

sında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıy-

la yer ald Çoğumuzun göze alamayacağı hayatlar Galata

Fotoğrafhanesi’nin Ermenistanlı işçileri konu alan foto rö-

portajıyla konu edildi.

Azerbaycan Savunma Bakanlığı ve Azerbaycan Askeri Sav-

cılığı, 11 Eylül 2010’da tutuklanarak gözaltına alınan ve ‘sa-

botajcı’ olduğu iddia edilen Ermenistan vatandaşı Manvel

Saribekyan’ın 5 Ekim Salı günü Bakü’de yaşamını yitirdi-

ğini açıkladı.

22 Temmuz 1980’de katledilen Kemal Türkler’in k›z› Nil-

gün Türkler Soydan, do¤um günü olan 21 Ekim tarihin-

de bitirdi¤im yazd›. Babam›n ve ailemin kendince ald›¤›

güvenlik tedbirleri nedeniyle ablam ve ben üniversiteyi

kazand›¤›m›z halde, gidemedik.

Göze Alamayaca¤›mız Hayatlar İnsanların Arzusu KöyleriKatiller Birbirine Benziyor

sayfa 28 sayfa 36 sayfa 24

sayfa 12

sayfa 12

sayfa 20

sayfa 5

sayfa 3

Haç Yerini Buldu

AİHM kararı ‘türklük’ tanımını sorguluyor

Say› 762 / Haftal›k Siyasi Gazete / 29 Kas›m 2010 / 3tl

H‹ZAYA GEL

Serkis barış

Angeopolos’un merceğinden

Patrikhane adeta gasp edildi

Martayan’laan›lara yolculuk

Bu yıl 17. Uluslararası Adana

Altın Koza Film Festivali’nin

nın yaşayan şairi Yunan yö-

netmen Theo Angelopoulos,

ziyaret etti.

Surp Pırgiç Hastanesi’nde

de uzun yıllar yöneticilik

yapmış olan emektar hayır-

severlerden adeta gasp edil-

lediği Ermeni Patrikliği’nin

dikkat çekiyor.

Atatürk’ün isteği üzerine

Dilaçar soyadını alan dilbi-

limci Agop Martayan’ı, k›z›

Nilgün Türkler söyleşisiyle

anıyoruz.

BİN YIL GERİDEN BAKIYORLARErmeni Kilisesi’nde gerçekleştirdiği namaz eylemi, Türkiye’de farklı görüİlerden aydınlar tarafından da eleştirildi.

Van’ın Ahtamar Adası’nda 19 Eylül’de gerçekleşen

tarihi ayin öncesi yoğun tartışmaların odağı olan

Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin haçı nihayet yerini bul-

du. Anayasa referandumu sürecinde, ‘teknik neden-

ler’ gerekçe gösterilerek ertelenen işlem, 1 Ekim

Cuma günü adeta gizli bir operasyonla gerçekleşti-

ni Kurulu Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, kurulan

bir iskelenin yardımıyla kilisenin kubbesine çıkarak

haçı kutsarken, olası provokasyon eylemlerini ön-

lemek için adaya giriş ve çıkışlarınında vede yasak-

landığı öğrenildi.

Hrant Dink davasında Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hak-

ları Sözleşmesi’nin ‘yaşam’, ‘ifade özgürlüğü’ ve

‘etkin soruşturma’ haklarını düzenleyen kaKaboğ-

lu, 301. maddenin Ceza Kanunu’nda yeri olmadığı-

nı, AİHM’in kararının maddenin kaldırılmasına ve-

sile olacağını düşünüyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin tarihi Ani kentindeki

Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği na-

maz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu,

aynı gün bir duyuru yayımlayarak Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemini kınadık-

larını açıkladı. sayfa 8

SIFIR NOKTASIİÇLİ DIŞLI MIDIR ? EĞİTİM ŞART ANASAYFA SOHBETLERİ

Yevrat DanzikyanBaskın Oran Oral Çalışlar Sevan Nişanyan

sayfa 9sayfa 5YAZARLAR

sayfa 11 sayfa 2

Page 2: Agos Newspaper

GAMBİYA Dışişleri Bakanı Mamadou Tangara ile ko-

nutunda bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Da-

vutoğlu, görüşmenin ardından konuk bakanla ortak ba-

sın toplantısı düzenledi. Ermenistan ile protokol süreci

konusunda İsviçre’nin taraşar nezdinde telefon diploma-

sisi yürütüp yürütmediğinin ve yeni bir sürecin başlayıp

başlamayacağının sorulması üzerine Davutoğlu, “Süreç

bitmedi ki yeni bir tanesi başlasın. Bu bizim için devam

eden bir süreçtir, hiçbir zaman bitmemiştir ve Kafkaslar’a

barış gelene kadar da bitmeyecektir” diye konuştu.

Davutoğlu, İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey ile BM

Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde bir görüşme yap-

tığını hatırlatarak, bu konuda her zaman ilgili taraşarla

görüş alışverişinde bulunduklarını, Azerbaycan Dışişleri

Bakanı Elmar da devam eder” diyen Davutoğlu, süreci ka-

panmış ve bitmiş özel bir durum olduğunu düşünmedik-

lerini belirtti. Bakan Davutoğlu, Kafkaslar perspektişeri-

nin açık olduğunu söyleyerek, bunun kalıcı barışın tesisi

için siyasi diyaloğun sürmesi, karşılıklı saygı etrafında

herkesin sınırlara saygı göstererek, tam bir dostluk an-

layışının yerleştirilmesi olduğunu kaydetti. Davutoğlu,

bu çerçevede Azerbaycan’ın zaten özel ve kardeş bir ülke

olduğunu, Ermenistan ile de komşu bir ülke olarak iliş-

kilerin düzelmesi için bütün çabayı göstermeye devam

edeceklerini bildirdi. Görüşme iddiaları reddedildi Di-

ğer yandan, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’ndan 5 Ekim

Salı günü yapılan açıklamada, Ermenistan-Türkiye arasın-

da gizli görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.

Sarkis Şahinyan tarafından mahkemeye verilen Ali Mer-

can ve iki arkadaşının ilk mahkemede almış olduğu ceza,

temyiz mahkemesi niteliğindeki İsviçre Federal Mahke-

mesi tarafından onandı. Mahkûmiyet gerekçelerini aynen

kulkıkukunda bulunan “Irkçılıktan korunma” kanunlarını

ihlal olduğunu onamış oldu.

29 Kas›m 2010

g ü n c e l//2

Davutoğlu: “Ermenistan ile süreç bitmedi”

Davutoğlu: “Ermenistan ile süreç bitmedi”

Bakü’deki şüpheli ölümün araştırılması isteniyor

İsviçre’de soykırım inkârına mahkûmiyetniyor

AZERBAYCAN Savunma Bakanlığı ve Azerbaycan As-

keri Savcılığı, 11 Eylül 2010’da tutuklanarak gözal-

tına alınan ve ‘sabotajcı’ olduğu iddia edilen Ermenis-

tan vatandaşı Manvel Saribekyan’ın 5 Ekim Salı günü

Bakü’de yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Saribekyan’ın tutuklanmasından kısa bir süre sonra

Azerbaycan’ın ANS Televizyonu’nda yayımlanan ve daha

sonra YouTube sitesine de konulan Saribekyan’ın “Azer-

baycan sathında sabotaj eylemleri gerçekleştirmek üzere

eğitim gördüğünü” söylediği röportaj banpSaribekyan’la

görüşmek için Azerbaycan yönetimine başvurduklarını,

ancak izin verilmediğini söyledi.

Azerbaycan tarafı Saribekyan’ın “Ermeni gizli ser-

visleri tarafından eğitilen bir sabotajcı” olduğunu iddia

Azerbaycan Ermenistan Savunma Bakanlığı konuya iliş-

kin olarak yaptığı açıklamada iddiaların asılsız olduğu-

nu, şahsın Ermenistan’ın kurumuyla bağının olmadığını

ve halktan olduğunu açıklamıştı.

1915’te yaşananların ardından ebeveynlerini kaybeden ve

yurtdışına sürülerek Lübnan’ın başkenti Beyrut yakınla-

rındaki Ayntura Yetimhanesi’ne yerleştirilen, ancak daha

sonra yetimhanedeki kötü muamele, bakımsızlık ve sal-

gın hastalıklar nedeniyle ölüme gönderilen ‘1915 yetimle-

ri’ anısına, Ayntura’ya anıt haçkar yerleştirildi.

Yetimhane’nin bahçesinde yer alan toplu mezara

yerleştirilen anıt haçkarın, Antilyas Katolikosluğu’ndan

üst düzey ruhanilerin katılımıyla, 22 Eylül’de yapılan açı-

lışında 1915’te ve Ayntura Yetimhanesi’nde hayatını kay-

bedenler için Hokehankisd töreni düzenledi.

Yaklaşık beş yıl önce mezarların ortaya çıkartılma-

sında önemli katkı sunan Misak Keleşyan, Ayntura’da

açılışı yapılan anıt haçkara ilişkin olarak gazetemize

yaptığı açıklamada, Ayntura gerçeğinin gün yüzüne çı-

karılmasının önemine değindi. Soykırım Suçunun Önlen-

mesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 5. maddesin-

de yer alan, “Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba

transfer etmek” ifadesine işaret eden Keleşyan, Ayntura

Yetimhanesi’ne sevk edilen çocukların İslamiyet’i benim-

semek zorunda bırakıldığını, Ermenice konuşmanın ya-

saklandığını, kendilerine Türkçe isim verildiğini, kurallara

uymayanların ise falakaya çekildiğini ya da aç bırakıldığı-

nınıda hatırlattı.

HALKA açık bir toplantıda “Ermeni soykırımı ulusla-

rarası bir yalandır” dedikleri için “Irkçılığı Önleme

Yasası”nı ihlal ettikleri gerekçesiyle İsviçre-Ermenistan

Derneği’nin başkanı Sarkis Şahinyan tarafından mahke-

meye verilen Ali Mercan ve iki arkadaşının ilk mahkeme-

de almış olduğu ceza, temyiz mahkemesi niteliğindeki

İsviçre Federal Mahkemesi tarafından onandı. DHA’nın

haberine göre, ilk mahkemedeki mahkûmiyet gerekçeleri-

ni aynen kullanan Federal Mahkeme, Ermeni soykırımının

tarihi bir gerçek olup olmadığından ziyade İsviçre halkı-

nın bu soykırıma inandığını ve birçok uluslararası kuru-

luşun da bunu kabul ettiğini, bu soykırımı kabul etme-

yen ülkelerin bulunmasının önemli olmadığını ve bunun

inkârının İsviçre hukukunda bulunan “Irkçılıktan korun-

ma” kanunlaherkesin sınırlara saygı göstererek, tam bir

dostluk anlayışının yerleştirilmesi iddiaları reddedildi.

Diğer yandan, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’ndan 5 Ekim

Salı günü yapılan açıklamada, Ermenistan-Türkiye arasın-

da gizli görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.

dıkları beş ay hapis (150 gün) karşılığı, günlüğü 30 gös-

termeye devam edeceklerini bildirdi. 4500 İsviçre frangı

ceza kesinleşmiş oldu.

1915 yetimleri haçkar

Manvel Saribekyan

Page 3: Agos Newspaper

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant

Dink davasında Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi’nin ‘yaşam’, ‘ifade özgürlüğü’ ve ‘etkin so-

ruşturma’ haklarını düzenleyen maddelerini ihlal ettiği

gerekçesiyle mahkûm ettiği kararın ardından, Anayasa’da

‘Türk’ kimliğine yapılan vurgu bir kez daha gündeme gel-

di. Anayasa’nın yenilenmesine dair tartışmalar sürer-

ken, ‘Türk’ etnik kökenini öne çıkaran 66. Madde gibi

ayrımcı düzenlemelerin kaldırılması isteniyor. AİHM, 14

Eylül’de açıklanan gerek-

çeli karar ında, Anaya-

sa’daki ‘Türklük’ tanımı-

na dikkat çekti. Bilindiği

gibi Hrant Dink, “Türklü-

ğü neşren tahkir ve tezyif

etmek” iddiasıyla açılan

dava sonunda Şişli 2. As-

liye Ceza Mahkemesi ta-

rafından 6 ay hapis ceza-

sına mahkûm edilmiş ve

Yargıtay 9. Ceza Dairesi,

Anayasa’nın 66. ve Türk

Ceza Kanunu’nun 301.

maddelerindeki Türklük-

le ilgili düzenlemelere

dayanarak mahkûmiyeti

onamıştı.

Bu süreci “Dink’in

aşırı milliyetçilerin hedefi

haline getirilmesi” olarak tanımlayan AİHM, Yargıtay’ın

Türklük kavramına getirdiği yorumu “uluslararası ant-

laşmalarla tanınmış veya tanınmamış tüm dinsel, dilsel

ve etnik azınlıkları dışladığı” gerekçesiyle eleştirdi. “İn-

san haklarına aykırı yasalar ayıklanmalı” Anayasa’da-

ki ‘Türklük’ tanımını Agos’a değerlendiren İbrahim Ka-

boğlu, 301. maddenin ceza kanununda yeri olmadığını,

AİHM’nin Hrant Dink kararının bunun kaldırılmasına ve-

sile olacağını düşünüyor. Türkiye’nin çok gereksiz olarak

Türklük kavramını öne çıkarması. Sadece Anayasa’da de-

ğil, değiştirilen ceza yasasındaki hali de göz önüne alın-

dığı zaman bu kavramın ne kadar sorunlu olduğu bakıma

özeleştiri olarak yorumlanabilir.

301’in Ceza Kanunu’nda yeri yok “Türkiye’nin AİHM’de Büyük Daire’ye itiraz etme-

mesi, bir bakıma özeleştiri olarak yorumlanabilir. Dolaylı

da olsa Nazilerle ilişkilendirilerek yapılan savunma hicap

verici bir durumdu. Bunun farkına varan Türkiye itiraz et-

mekten kaçındı. İyi ki de kaçındı, fakat konu daha derin.

Türkiye’nin itiraz etmemesinin iki nedeni var: Birincisi,

davanın baştan kaybedilmiş olması, ikincisi 21. yüzyılda

Türkiye’nin çok gereksiz olarak Türklük kavramını öne çı-

karması. Sadece Anayasa’da değil, değiştirilen ceza ya-

sasındaki hali de göz önüne alındığı zaman bu kavramın

ne kadar sorunlu olduğu

Bu çerçevede üzerinde durulması gereken iki konu

var; birincisi, böyle bir düzenlemenin ceza kanununda

mevcut olmasının düşünce özgürlüğü açısından başlı ba-

şına sorun olduğu. AİHM de kararında, her ne kadar yö-

neticilerimiz uygulama şekline gönderme yapsa da, yasa-

nın bu maddesinin uygulamasını değil de bizatihi mevcut

olmasını eleştirdi. İkincisi de anayasal boyutu: Düşünce

ve ifade özgürlüğünü savunanlar, ceza kanununda yapı-

lan değişikliğe rağmen madde 301’in aslında tümden kal-

dırılması gerektiğini vurguladılar. “Düşünce ve ifade öz-

gürlüğünün sınırı ancak şiddettir, şiddete çağrıdır” gibi

uluslararası ölçütleri kıstas alanlar 301’in kalkmasını sa-

vunurlar. 301’in ceza kanu-

nunda yeri yok. Zannediyo-

rum Hrant Dink kararı buna

vesile olacak.

“66. maddenin yakla-şımı indirgeyici” İkinci konu ise, ana-

yasanın ilk üç maddesinde,

yani değişmez maddelerin-

de kapsayıcı, kucaklayıcı

deyimler kullanılır; Türki-

ye Devleti, Türkiye Cumhu-

riyeti gibi kavramlar. Ama

66. madde, sanki bunlar

yokmuş gibi indirgeyici

bir yaklaşımda bulunuyor.

“Türk Devleti” veya “Türk”

deniyor. Bu, kimlikler açı-

sından ciddi sorunlar yara-

tıyor. Türkiye’de yeni anayasa çalışmaları, projeleri var

ama yeni anayasa çalışması olmadan, mevcut anayasal

çerçevede bile olsa, 66. Madde ilk üç maddeye aykırı ol-

masından yola çıkarak anayasal düzlemde kimlikler so-

runu, yurttaşlık temelinde halledilebilir. Örneğin Türkiye

Siyasal partiler kanunu, seçim kanunu gibi. Onların el-

den geçirilmesi çok Önce psikolojik, Türkiye’de yaşayan

bir Ermeni veya Kürt resmen ‘ben Türkiyeli Ermeniyim,

Kürdüm’ diyebilmeli. Bunu kabul ettikten sonra diğerleri

aşama aşama gerçekleştirilecek şeyler…”

NE anlam ifade ettiği artık belli olmayan ‘laiklik’ ke-

limesine bence Anayasa’da yer verilmemeli. “Ay şe-

kerim, bu Müslümanlar da çok oluyor artık” dışında bir

anlamı kalmış mıdır bu terimin? Sanmıyorum. Öyleyse at.

Taze bir şey söyle. Mesela:MADDE: Kamu hizmetinde her-

hangi bir din veya mezhebe ayrıcalık tanınamaz. Toplum-

ca tanınan din ve mezheplerden herhangi birinin ifade ve

ibadeti kısıtlanamaz. Bu din ve mezheplerin mensupla-

rı, inanç ve geleneklerine aykırı davranmaya zorlanamaz.

İşin özü birinci cümlededir. Devlet, bir din veya mez-

hebe ayrıcalık tanıyamaz, o kadar. Müslümanlığa da ta-

nıyamaz. Devlet görevlisi kalkıp “Elhamdülillah hepimiz

Müslüman’ız” diyemez; diyememesi gerekir. Çünkü ‘he-

pimiz’ Müslüman değiliz. Ben değilim mesela. Benim bu

memleketteki hakkım Müslümanınkinden az veya fazla

değildir. Devlet ceketini üstünde taşımadıktan sonra git

istediğin dini savun, istediğini tebliğ, istediğini irşad et,

kendi bileceğin iş. Bana söz düşmez. Devlete de düşmez.

Din ve mezheplerin yalnız ibadetini değil, ifadesini de kı-

sıtlayamazsın. “İbadetini serbestçe yapmana izin veriyo-

ruz, daha ne, sus otur” ikiyüzlülüğünü aşmanın zamanı

gelmiştir. Dinine inanıyorsan bunu –edep dairesinde– an-

latıp savunma hakkın olması gerekir. Protestan da olsan.

Hatta Müslüman bile olsan.

İnsanları dinî inanç ve geleneklerine aykırı davran-

maya zorlayamazsın. Misal, papaza sakalını kestiremez-

sin. Müslümanların geleneği eğer başını örtmeyi gerek-

tiriyorsa yasak edemezsin. Yahudi de isterse şabat günü

bölük eğitimine çıkmasın, kime ne zararı var?‘İnanç ve

geleneğin’ ne olduğuna zor durumlarda mahkeme karar

verir, mesele biter. Bunda da içtihadı geniş tutmak gere-

kir. Vatandaş muska taşımayı veya kadın eli sıkmama-

yı dinin gereği sayıyor olabilir. Aynı görüşü paylaşan ye-

terli sayıda insan varsa veya muteber birkaç hoca bunu

savunmuşsa “Peki” deyip geçeceksin. Onların inanıyor

olması başkalarını bağlamaz. “Aykırı davranmaya zorla-

namaz” demek “Herkes buna uymak zorundadır” demek

değildir. Alakası yok.Dinsizlik hakkından da burada söz

etmeli mi? Sanmıyorum, hayır. Gereksiz yere ortamı kaşır,

başka şeye yaramaz. Zaten yazıldığı haliyle madde yeterli

özgürlük alanı bırakıyor.

Davutoğlu, İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey ile BM

Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde bir görüşme yap-

tığını hatırlatarak, bu konuda her zaman ilgili taraşarla

görüş alışverişinde bulunduklarını, Azerbaycan Dışişleri

panmış ve bitmiş özel bir durum olduğunu düşünmedik-

lerini belirtti. Bakan Davutoğlu, Kafkaslar perspektişe-

rinin açık olduğunu söyleyerek, bunun kalıcı barışın gizli

görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.

Sarkis Şahinyan tarafından mahkemeye verilen Ali

Mercan ve iki arkadaşının ilk mahkemede almış olduğu

ceza, temyiz mahkemesi niteliğindeki İsviçre Federal ilk

Federal Mahkeme, Ermeni soykırımının tarihi bir gerçek

Ayrıca peygamberlik ve tanrılık ilan etmek ruhsata tabi

lümanları bağlar. Bence yeni dinler olsun; sakıncası yok.

Ama toplumda derin tarihi kökleri olan dinlerle aynı sta-

tüde değerlendirilmeleri uygun olmaz. ‘Maruf’ dinlerin

inanç ve geleneklerinin, ğunu kabul etmek ve dolayısıyla

hürmet göstermek gerekir. Yeni çıkanlar hele genel hukuk

çerçevesinde meramlarını anlatmayı denesinler, yeter.

Bu konu haftaya devam edecek.

AİHM Hrant Dink kararıyla yasalardaki ‘Türklük’ vurgusunu eleştiriyor

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 3

ANAYASA SOHBETLERİ

Din 1. Bölüm

Sevan Nişanyan

[email protected]

Page 4: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l//4

Ali Öz’e görevi ihmalden ikinci dava Zarakolu ve Gülere’e açılan dava sürüyor

Gazetemizin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant

Dink’in öldürülmesi olayında ihmali olduğu gerekçesiy-

le emrindeki askerlerle birlikte Trabzon 2’nci Sulh Ceza

Mahkemesi’nde yargılanan dönemin Trabzon İl Jandarma

Komutanı Albay Ali Öz için aynı suçlamayla ikinci bir dava

daha açıldı.

Albay Ali Öz’ün görevi ihmal suçundan yargılandı-

ğı davanın ilk duruşması 30 Eylül’de, Trabzon 1’inci Ağır

Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Albay Öz’ün katılmadığı

duruşmada, Öz’ün avukatı Ali Sürmen ile Dink ailesinin

avukatları Hakan Bakırcıoğlu ve Emel Ataktürk Sevimli

haÖz’ün katılmadığı 6 Eylül’de sunduğu yazılı savunma

okunarak dosyaya konuldu. Mahkeme, le emrindeki as-

kerlerle birlikte yazılan talimat cevaplarının beklenmesi-

ne karar vererek, duruşmayı 9 Aralık Perşembe gününe

erteledi. Dilipak, MHP’nin eyleminin bazı konuların yeni-

den düşünülmesi ve tartışılması için vesile olmasını umut

ettiğini söyleyerek “Ben Sümela ve Akdamar konusun-

da neden her zaman değil de yılda bir gün diye soruyo-

rum? ‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından ha-

beri var mı Bahçeli’nin? Neden hâlâ Heybeliada Ruhban

Okulu kapalı? Neden Patrikhane ekümenik değil? Neden

Süryani, Ermeni, Rum ve Yahudi ilahiyatı yok bu memle-

kette? Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’nde-

ki namaz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi,

düşmanlık duygularını canlandırmanın yerinde bir dav-

ranış olmadığını belirtti. Namazın Allah için kılındığına

işaret eden Hatemi, “Yapılan doğru değildir. Namaz bir

ibadettir. Siyasi meydan Namaz Allah için kılınır. Ani Ha-

rabeleri’ndeki bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma

namazı aynı zamanda, “alemlere rahmet olarak gönde-

rilen bir peygamberin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve

evrensel sorumibadethane okumalara alet edilmemeli-

dir. Bu baNamaz Allah için kılınır. Ani Harabeleri’ndeki

ibadethaKaKilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdi-

ği namaz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılan-

dı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu, aynı Ani Katedrali’nde

manda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygam

‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından haberi var

yapılan namaz eylemini kınadıklarını açıkladı.

Ölümden Zor Kararlar kitabından ötürü hapse mahkûm

edilen yazar Mehmet Güler, bu kez de, mayıs ayında çı-

kar çıkmaz toplatılan ‘KCK Dosyası/Küresel Devlet ve

Devletsiz Kürtler’ başlıklı kitabı nedeniyle hâkim kar-

şısına çıktı.

Mahkeme, rahatsızlığı nedeniyle duruşmaya katıla-

mayan yayıncı Ragıp Zarakolu’nun zorla getirilmesi için

müzekkere yazılması için karar çıkardı. Mahkeme, kitap

üzerindeki yasağın da nihai kararla birlikte değerlendi-

rilmesine ve duruşmanın 2 Aralık’a ertelenmesine karar

verdi.

I. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda tanıtıldıktan sonra

toplatılan kitapla ilgili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ha-

kan Karaali, yayıncı olarak Belge Yayınları yetkilisi Ragıp

Zarakolu ve yazar olarak da Güler’in, “PKK açıklamaları-

na yer vermek” ve “PKK propagandası yapmak”tan yar-

gılanmaları için iddianame düzenlemişti.

Güler: Kitabım 10 yıllık araştırmadan oluşuyor

Zarakolu ile birlikte 7,5 yıla kadar hapsi istenen Güler,

İstanbul Beşiktaş’taki 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30

Eylül Perşembe günü başlayan davada yaptığı savun-

masında beraatini isterken, “Kitabı 10 yıllık araştırma

sonucunda yazdım. Kendi tespitlerimden yola çıkarak

yazdım. Örgüt propagandası söz konusu değil” dedi

ve kitabını yasaklayan yargı kararının kaldırılmasını

talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar

Bir- liği’nden yazar Mavia Modig ve Maureen Freely de

duruşma salonundan izlediler. Suçlamaları reddeden

yayıncı ve yazar, Kürt sorununda barış sürecine katkı

yapmak ve toplumlararası anlayışı ve empatiyi geliştir-

mek amacıyla hareket ettiklerini belirtmişti.

AİHM, 14 Eylül’de açıklanan gerekçeli kararında,

Anayasa’daki ‘Türklük’ tanımına dikkat çekti. Bilindiği

gibi Hrant Dink, “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif ete-

kavramına getirdiği yorumu “uluslararası antlaşmalar-

la tanınmış veya tanınmamış gibi Hrant Dink, “Türklüğü

neşren tahkir ve tezyif ete tüm dinsel, azınlıkları dışla-

dığı” gerekçesiyle eleştirdi.

ADALET Platformu Başkanı Adem Çevik, Avrupa İnsan

Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant Dink davası-

na ilişkin olarak verdiği kararda hükmedilen tazminat be-

delinin Dink’i mahkûm eden yargıçlardan temin edilmesi

için hukuki girişimde bulundu. “Sebep olan yargıçlar taz-

minat cezasını ödesin” diyen Çevik, İstanbul Cumhuriyet

Savcısı Faruk Kurtoğlu’na konuyla ilgili bir dilekçe sundu.

Çevik, Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay’a

da konuyla ilgili başvurularda bulundu.

Dilekçede, tazminatın kamu fonundan ödenmesinin

ardından, bu sonucun ortaya çıkmasında sorumluluğu

bulunanlardan paranın tazminini ve sorumlular hakkında

idari ve hukuki soruşturma yapılmasını isteyen Çevik, ga-

zetemize şu açıklamada bulundu: “Hrant Dink dava minat

cezasını ödesin” diyen Çevik, İstanbul Cumhuriyet sında

Dışişleri mağduriyetin giderilmesi de hukuka uygun bir

davranıştır.azdım. Örgüt propagandası söz konusu değil”

dedi ve kitabını yasaklayan yargı kararının kaldırılmasını

talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar Bir-

liği’nden yazar Mavia Modig ve Maureen Freely de yorum.

onucunda propagandası syargı kararının kaldırılmasını

talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar Bir-

liği’nden yazar Mavia Modig v AİHM tarafından hükmedi-

len tazminat bedelinin Türkiye Hükümeti bulunanlardan

paranın tazminini ve sorumlular hakkın tarafından öden-

mesi de, mağdurun hak kaybının, kamu otoritesi tarafın-

dan anında ödenerek mağduriyetin giderilmesi de huku-

ka uygun bir davranıştır.

“Tazminatı Dink’i mahkûm eden yargıçlar ödesin”

Adalet Platformu’ndan AİHM tazminatıyla ilgili başvuru

[email protected]

Fotoğraf : Bara Balbey ‘Hrant Dink’

Page 5: Agos Newspaper

YILLARDAN beri tartışmalara vesile olan Van’ın Ahta-

mar Adası’ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin haçı,

nihayet yerini buldu. Surp Eçmiadzin ve Antiliyas katoli-

kosluklarının 19 Eylül’de gerçekleşen Ahtamar’daki tarihi

ayine katılmamasına neden olan haç, 1 Ekim Cuma günü

adeta gizli bir operasyonla, sessiz sedasız kilisenin kub-

besine yerleştirildi. Ayin öncesi yerine konulması için ya-

pılan taleplere karşın iki metre boyunda ve 110 kilo ağır-

lığındaki haç, Anayasa referandumu sürecinde, ‘teknik

nedenler’ gerekçe gösterilerek yerine konmamıştı. Geçti-

ğimiz hafta sonu, kilisenin restorasyonunu üstlenen Kar-

talkaya firması tarafından yapılan işlem sırasında, olası

provokasyon eylemlerini önlemek için adaya giriş ve çı-

kışların yasaklandığı öğrenildi. Kiliseye bir de statüsün-

de haçı tartışma meselesi yapıyorsunuz. Ayrıca paratoner

yerleştirildiği açıklandı.

Haçın kutsanması için Van’a giden Türkiye Ermenileri Pat-

rikliği Ruhani Kurulu Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan ve

Peder Krikor Damatyan 1 Ekim Cuma günü akşam saatle-

rinde adaya vardı.

Başrahip Anuşyan, kurulan bir iskelenin yardımıyla

kilisenin kubbesine çıkarak haçı Kutsal Müron ile kutsa-

dı. Peder Krikor Damatyan da, Kilise geleneklerine uygun

olarak seslendirdiği ilahilerle Başrahip Anuşyan’a refakat

etti.

Restore edilerek Mart 2007’de ‘anıt müze’ olarak açılı-

şı yapılan tarihi Ermeni kilisesinin restorasyon sürecin-

de, Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un, kiliseye haç

ve çan yerleştirilmesi talebi reddedilmişti. Haçlı kilisenin

ilk ziyaretçileri Suriye’den Hafta sonunda Suriye’nin Ha-

lep kentinden gelen Ermeniler, haç takılı kilisenin de ilk

ziyaretçileri oldu. Pazar sabahı Van’a gelen Suriyeli grup

daha sonra Ahtamar Adası’na geçerek Surp Haç Ermeni

Kilisesi’ni ziyaret etti. Kilisenin kubbesine haç yerleştiril-

mesine dair belirsizliğe nokta konulmuş olsa da, kilisenin

üç katlı kulesine çan yerleştirilmesi talebiyle ilgili belir-

sizlik sürüyor. Ermeni Kilisesi geleneklerine göre, ayinle-

rin başlangıcında ve kilisede yapılan bazı törenlerde çan

çalınması gerekiyor.

Esaslı biçimde aykırı kaçmak ve oyunbozanlık etmek

pahasına şu soruyu sormak istiyorum: Bu ‘İhsan-safir-

bağışlıyorsunuz? Onu bile yarım ağızla yapıyor, mabedin

ballandıra anlatıyorlar. Ermenistan’dan Eçmiadzin’in boy-

kot kararına mesine dair belirsizliğe nokta konulmuş olsa

da, kilisenin karşılaştıkları misafirperverlikten ne kadar

memnun kaldıklarını aktarıyorlar.

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 5

Kilise haçına uzun bir aradan sonra kavuştu

DEVLET Bahçeli’yle tanışmadım ama çok severim. Bu

memlekete büyük iyiliği var. Eli silahlı Ülkücüleri

sokaktan çekti, kan banyosunu önledi. Türk-İslam Sentezi

denilen 12 Eylül ideolojisiyle de ilgisi yoktur; dini politi-

kaya alet etmez. Severim de, bu sefer referandumdaki oy

kaybını telafi edeceğim derken galiba mecbur kaldı. Üs-

telik, Ani Katedrali’ndeki namazdan sonra sarfettiği söz-

lerin, meşhur fıkrada olduğu gibi, neresini düzelteyim?

“… bu topraklar vatan yapılmadı”. Cumhuriyet’in

Kürtlere işin tâ başından bugüne ediverdiği eziyetler, bu

kadim Anadolu halkını, başka hiçbir devletin yapama-

yacağı kadar bu ülkeden soğuttu. Biliyor musunuz ki şu

anda da Kürtçe konuşmak yasak? Seçimlerde Kürtçe ko-

nuşmanın Lozan Md. 39/4’ün çok açık hükmüne rağmen

cezalandırıldığını fazlasıyla yazdım. Şimdi iki başka türlü

yargı skandalı anlatacağım.

Birincisi, İsa Yağbasan’ın öyküsü (Cem Emir, Ra-

dikal, 22.09.10). Diyarbakır’da bir başka sanıkla birlik-

te Öcalan tecridini protestodan, yani aynı suçtan yar-

gılanıyor. Yağbasan’ın farkı, Kürtçe savunma yapmak

istemesi. Mahkeme onun susma hakkını kullanılmış sa-

yıyor ve arkadaşı 9 yıl alıp “iyi hal” indirimiyle 7,5 yılla

kurtardığı halde, Yağbasan 9 yılda kalıyor. Oysa, mah-

kemede Kürtçe sözlü savunma yapma hakkı, vatanı-

mızın kurucu antlaşması Lozan’ın 39/5. maddesinden

kaynaklanmakta.“Biz Lozan’ı tanımıyoruz”

Gelelim ikinci ve daha büyük skandala. Bugü-

ne kadar yargıçlarımız Lozan yokmuş gibi davrandı-

lar. Ama anlaşılan tutum değiştirdiler. Mehdi Tanrıkulu

28.09.10’da Beşiktaş 13. Ağır Ceza Mahkemesine çıkarıl-

mış, savunmasını Kürtçe mesi kararı alınmış, Kürtçe bi-

len bir polis hazır, ama yargıçlardan Ömer Diken kalkıyor,

Tanrıkulu’nun eğitimli kişi olduğunu, Türkçe bildiğini söy-

lüyor. Sanki md. 39/5 “Türkçeden başka bir dil konuşan”

dememiş de, “Türkçe bilmeyen…” demiş.

Derhal bir ara karar, Tanrıkulu’ya deniyor ki, Kürtçe-

ye devam edersen susma hakkını kullanmış sayılacaksın.

Ve öyle yapılıyor. Bu sırada avukatı Lozan 39/5’in metnini

ve benim bu konuda yirmi yıldır yazdıklarımı ibraz edin-

ce, Yargıç Diken’in inanılmaz cevabı: “Biz Lozan’ı tanımı-

yoruz”. 95 yıl sonra, 946 yıl sonra… Bu cümle en az iki

açıdan ilginç. Bir kere, Ermenileri 95 yıl sonra kendi kili-

selerinde ibadet etmekle suçlayan Bahçeli, 946 yıl sonra

Ermeni kilisesinde ibadete girişiyor. Çünkü burası cami

falan değil, 1001 yılında tamamlanmış abidevi bir Ermeni

kilisesi. Niye? Alpaslan 1064’te Ani’yi Bizanslılardan bura-

yor. Bölgeyi, kendi adına yönetmesi için, vasali Şeddadlı

Ebu’l Esvar’a bırakıyor. Onun ahfadı da Sayın haserali”),

1319’daki büyük depremin kubbeyi çökertmesi ve bir de

1832 depremi yüzünden fiilen kullanım dışı kalıyor.

Cümlenin ilginçliğinin ikinci sebebi, Sumela daha

önce olduğu halde, Bahçeli’nin Ahtamar ayinine takmış

olması. Sebebi basit: Türkçülük-Turancılık’ın Yahudisi sın.

MHP’nin temsil ettiği mikleri 2005’ten sonra gericiliğe ka-

yarken, Türkiye 2001-04 AB Uyum Paketlerine 2008 orta-

sından itibaren “Kürt Açılımı” adıyla devam etti.

Bu, şu demek: Bu paketler AB etkisiyle başladı ama

(dış dinamik), Türkiye’nin bu arada tetiklenen sınıf yapı-

sı Osmanlı’yı zorunlu olarak Bizanslaştıran Fatih Mehmet

değil de ben miyim? Sultan-ı İklim-i Rum ne demek, bunu

da mı anlatmak lazım?

İÇLİ DIŞLI

Kutsal Bakire Cuma

Baskın Oran

[email protected]

Page 6: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l//6

TÜRK Sanayici ve İşadamları Der-

neği (TÜSİAD)’ın, 12 Eylül refe-

randumu sonrası yeni bir anayasa

oluşturma tartışmaları için buluştur-

duğu dört hukukçu, yeni Anayasa’yı

nasıl bir meclisin çıkaracağı konu-

sunda uzlaşamadı. Ancak hukuk-

çular, yeni Anayasa’nın halk oyu-

na sunulması gerektiği konusunda

hemfikir. Ferhat Boratav’ın mode-

ratörlüğünde bir araya gelen Prof.

İbrahim Kaboğlu, Prof. Ergun Öz-

budun, Prof. Mithat Sancar ve Prof.

Turgut Tarhanlı’nın yürüttüğü tartış-

mada, 1991’den bu yana 10 değişik-

lik paketinin TBMM’den geçtiği ama

Anayasa’nın çehresinin hâlâ de-

ğişmediği vurgulandı. Katılımcılar,

farklı şekilde adlandırsalar da Tür-

kiye’deki kutuplaşmanın temelinde

laiklik, Kürt meselesi ve vesayet so-

rununun olduğu noktasında birleşti.

Baraj düşürülmeli Profesör Ergun Özbudun, yeni

Anayasa için halledilmesi gereken

sorunların başında Kürt sorunu ve

bürokratik vesayet sorunu olduğu-

nu ifade ederken, laikliğin yeniden

tanımlanması gerektiğini vurgula-

dı. Özbudun hazırlık sürecinde ön-

celikli olarak seçim barajının düşü-

rülmesi, meclisin temsil gücünün

arttırılması, örgütlenme ve ifade

özgürlüğü önündeki engellerin kal-

dırılması gerektiğini vurguladı. Ana-

yasanın meclis tarafından yapılması

gerektiğini söyleyen Özbudun, refe-

randuma gitme yolunun da açık bı-

rakılmasının önemli olduğunu be-

lir t ti.Profesör İbrahim Kaboğlu,

Türkiye’de kimlik sorunu, yurttaşlık

tanımı ve laiklik ile merkez çevre so-

runu olmak üzere üç büyük kırılma

noktası olduğunu söylerken, siyasi

partiler yasasının değiştirilmesi, se-

çim barajının düşürülmesi ve ifade

özgürlüğünün önündeki engellerin

kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Sadece anayasa hazırlığı konusun-

da çalışma yapacak 100-150 kişilik

özel bir meclis kurulması gerekti-

ğini söyleyen Kaboğlu, hazırlanan

paketin TBMM tarafından onaylan-

masının ardından referandum yapıl-

ması gerektiğine işaret etti. Temsi-

lin artırılması gerekProfesör Mithat

Sancar, Türkiye’de esas olarak, Kürt

sorunu, devlet içi örgütlenme ve bü-

rokratik iktidar olarak tanımlanan

vesayet sorunu, din-devlet ilişkisi

olmak üzere üç sorun bulunduğunu

ifade etti. Kürt sorununun çözülme-

si ve Ergenekon gibi yapılanmaların

üzerine gidilmesi gerektiğini söyle-

yen Sancar, paralel veya özel meclis

fikrinin uygun olmadığını, sıfır se-

çim barajının uygulanması gerekti-

ğini vurguladı. “… bu topraklar vatan

yapılmadı”. Cumhuriyet’in Kürtlere

işin tâ başından bugüne ediverdiği

eziyetler, bu kadim Anadolu halkı-

nı, başka hiçbir devletin yapamaya-

cağı kadar bu ülkeden soğuttu. Bi-

liyor musunuz ki şu anda da Kürtçe

konuşmak yasak? Seçimlerde Kürtçe

konuşmanın Lozan Md. 39/4’ün çok

açık hükmüne rağmen cezalandırıl-

dığını fazlasıyla yazdım. Şimdi iki

başka türlü yargı skandalı anlataca-

ğım.

Birincisi, İsa Yağbasan’ın öy-

küsü (Cem Emir, Radikal, 22.09.10).

Diyarbakır ’da bir başka sanıkla

birlikte Öcalan tecridini protesto-

dan, yani aynı suçtan yargılanıyor.

Yağbasan’ın farkı, Kürtçe savunma

yapmak istemesi. Mahkeme onun

susma hakkını kullanılmış sayıyor

ve arkadaşı 9 yıl alıp “iyi hal” indiri-

miyle 7,5 yılla kurtardığı halde, Yağ-

basan 9 yılda kalıyor. Oysa, mahke-

mede Kürtçe sözlü savunma yapma

hakkı, vatanımızın kurucu antlaş-

ması Lozan’ın 39/5. maddesinden

kaynaklanmakta.“Biz Lozan’ı tanı-

mıyoruz”

Gelelim ikinci ve daha büyük

skandala. Bugüne kadar yargıçları-

mız Lozan yokmuş gibi davrandılar.

Ama anlaşılan tutum değiştirdiler.

Mehdi Tanrıkulu 28.09.10’da Beşik-

taş 13. Ağır Ceza Mahkemesine çı-

karılmış, savunmasını Kürtçe mesi

kararı alınmış, Kürtçe bilen bir polis

hazır, ama yargıçlardan Ömer Diken

kalkıyor, Tanrıkulu’nun eğitimli kişi

karar, Tanrıkulu’ya deniyor ki, Kürt-

çeye devam edersen susma hakkını

kullanmış sayılacaksın. Ve öyle yapı-

lıyor.

“Bize yeni anayasa gerekli”

TÜSİAD’ın buluşturduğu dört hukukçu:

10 yıl önce bugün

6 EKİM 200, 236. SAYI

Eski sayılarımıza www.agos.com.tr’den ulaşabilirsiniz.

Bilindiği gibi, Sultan İkinci Abdülhamit jurnalleriyle ün-

lenmiştir. Osmanlı diyarının her yanından her gün masa-

sına yağan jurnaller bugün tarihçiler için paha biçilmez

bir bilgi kaynağı. Sene 1892; hünkârın masasına bir jurnal

düşer. Konu şudur: Büyükdere Ermeni Kilisesi’nin duvarı-

na “Bu kilise merhametli kudretli ulu hünkârımız Abdül-

hamit Han Hazretleri’nin şefkat ve merhameti sayesinde

inşa buyurulmuştur ” mealinde bir levha vazedilmiştir.

İlk elde olumlu bir gelişme gibi görünen bu haber, ünlü

‘Vehm-i Hümayun’u yani sultani paranoyayı depreştirir.

Sakınca buyurulan husus şudur: Acep tüm Müslümanla-

rın halifesinin adının bir gayrimüslim mabedinin duva-

rında yâd edilmesi uygun mudur? Hemen bir hafiye gö-

revlendirilir ve Zât-ıŞahane’nin korkuları yatıştırılır, zira

levha kilisenin iç avlusunda ve Müslüman gözlerden ırak

bir konumdadır.

Bir tarihçi olarak “Tarih tekerrürden ibarettir” safsa-

tasının görüldüğü yerde başı ezilmesi gereken bir mahlûk

olduğuna inanmakla beraber, son günlerde gündeme otu-

ran Van Akhtamar adasındaki Surp Haç Kilisesi’nde yapı-

lan ayin ve kiliseye takılması tartışılan haç meselesi bu

çağrışımı yaptı. Hem himayenin sağladığı prestijden fay-

dalanacaksın, hem de son kertede gücünün kaynaklan-

dığı tabanı incitmeyeceksin. Zor iş. Bu arada maliyetin

büyük kısmının devlet bütçesinden karşılanmadığını da

unutmayalım. rgun Özbudun, yeni Anayasa için halledil-

mesi unutmayalım. rgun Özbudun, yeni Anayasa için hal-

rafından onaylanmasının ardından işaret etti vede bunu

tamimiyle doğruladı.

NORMAL GİBİ

İhsan-ı Şahane

Selim Deringil

Ferhat Boratav daha değişecek çokşey var.

Page 7: Agos Newspaper

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Dev-

let Bahçeli başkanlığındaki MHP’liler, tarihi Ani

kentindeki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Ermeni

Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü ‘namaz kılma eylemi’ ger-

çekleştirdi. Ermenistan ve diasporadan siyasetçi ve sivil

toplum kuruluşlarının tepkisi çeken eylem, Türkiye’de de,

Kezban Hatemi ve Abdurrahman Dilipak gibi aydınlar ta-

rafından eleştirildi.

Yaklaşık iki bin kişilik kalabalığı Ani Katedrali önün-

de Osmaniye’den gelen Mehtaran Bölüğü marşlar çala-

rak karşıladı. Bahçeli’nin konvoyu tekbir sesleri eşliğinde

katedrale kadar olan 1,5 kilometre yolu yürürken onlarca

Türk bayrağı dalgalandırıldı.

Namaz sonrası Kars’ta seçim otobüsünün üzerinde

konuşma yapan Devlet Bahçeli, Anadolu’nun, Ahtamar’da

95 yıl sonra Ermenilerin, Sümela Manastırı’nda 88 yıl

sonra da Rumların ibadet etmeleri için fethedilmediğini

söyledi. Demokratikleşme adı altında vatanın teslim edil-

mesine izin vermeyeceklerini belirten Bahçeli, “Alparslan

olur, Süleyman Şah olur, Fatih gibi Bizans zihniyetine son

darbeyi indiririz” dedi.

Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasına hiç bir şe-

kilde müsaade eteyeceğini söyleyen Bahçeli, kapalı olan

Alican Sınır Kapısı önünde partililerle etten duvar oluş-

turdu.

yin” sözleri geçen Maide Suresi’ni okuması söyleyerek

yanıt verdi.

Bahçeli, tartışmaya Bağış’ın Amerikan vatandaşı ol-

duğu iddiasını ortaya atarak katılırken, Bağış “Bahçeli

iftiralara sığınmasın. İspatlarsa istifa ederim.Şayet ifti-

rasının yalan olduğu ortaya çıkarsa kendisi istifa edecek

mi?” diye sordu.

MHP’nin referandum sonrası yürüttüğü politikayı

Agos’a değerlendiren Birikim dergisi yayın yönetmeni

Ömer Laçiner, bu eylemin MHP’nin genel seçim dönemi-

ne yönelik stratejisinin bir parçası olduğunu, ancak bu

tavrın milliyetçi taban kitlede dahi pek itibar görmediğini

söyledi. “Referandum sonuçlarından anlaşıldığı kadarıyla

MHP oylarının yoğunluk kazandığı, hareketin yüreği olan

İç Anadolu’daki eğilim ılımlı bir tavrın milliyetçi taban kit-

lede dahi pek itibar görmediğini çizgiye kaymış durumda.

Ani’deki namaz misillemesinin bize gösterdiği ise, bugü-

ne kadar bu tür milliyetçi kışkırtmalarla hareket eden ta

Laçiner, milliyetçi kitlenin eğilimlerindeki değişimin

sebebinin ise, son dönemde basında yer alan asker ölüm-

ılımlı ve makul bir çizgiye çekmek yerine marjinalleştirdi-

ğini ifade etti. Laçiner,“ Önümüzdeki süreçte yaşanacak

olan parti içindeki çatışma süreci, MHP’nin milliyetçilik

çizgisini belirleyecektir” dedi.

Vakit gazetesi yazarı Abdurrrahman Dilipak,

MHP’nin namaz eyleminin zamanlamasının, yerinin ve üs-

lubunun yeni tartışmalara yol açacak bir zemin yaratma-

ya yönelik olduğunu söyledi ve partinin tavrını eleştirdi.

Bahçeli’nin referandum sonrası yaşadığı şoku atlatacak

ve öfkesini kanalize edecek yeni alanlar aradığına işaret

eden Dilipak, namaz eyleminin ne fıkha ne geleneğe ne

de hukuka uygun olduğunu ifade etti. Dilipak, “İslam di-

ninde Cuma namazı, Allaha, resule ve kitaba iman eden-

lerin topluca, hep birlikte Allahın huzuruna çıkma eyle-

midir. Mezhep, tarikat, cinsiyet, ırk farklılıklarına dayalı

bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma namazı aynı za-

manda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygam-

berin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve evrensel sorum-

luluklarının müzakere edildiği mekânlar olması gerekir.

Yani Müslümanlar o gün, tabiata karşı, yoksullara, maz-

lumlara karşı kendi sorumluluklarını gözden geçirirler.

MHP’nin yaptığı ne fıkha uygun, ne geleneğe, uygun”

dedi.

Dilipak, MHP’nin eyleminin bazı konuların yeniden

düşünülmesi ve tartışılması için vesile olmasını umut et-

tiğini söyleyerek “Ben Sümela ve Akdamar konusunda

neden her zaman değil de yılda bir gün diye soruyorum?

‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından haberi var

mı Bahçeli’nin? Neden hâlâ Heybeliada Ruhban Okulu ka-

palı? Neden Patrikhane ekümenik değil? Neden Sürya-

ni, Ermeni, Rum ve Yahudi ilahiyatı yok bu memlekette?

Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki na-

maz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi, düş-

manlık duygularını canlandırmanın yerinde bir davranış

olmadığını belirtti. Namazın Allah için kılındığına işaret

eden Hatemi, “Yapılan doğru değildir. Namaz bir ibadet-

tir. Siyasi meydan Namaz Allah için kılınır. Ani Harabele-

ri’ndeki bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma nama-

zı aynı zamanda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir

peygamberin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve evrensel

sorumibadethane okumalara alet edilmemelidir. Bu ba-

Namaz Allah için kılınır. Ani Harabeleri’ndeki ibadethane-

nin aslı kilisedir. Uzlaşma ve barış sürecinde kımdan Sa-

yın Bakan Egemen Bağış’ın dediği doğrudur. düşmanlık

duygularını canlandırmak yerinde bir davranış değildir”

yorumunda bulundu.

Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandı MHP Genel

Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin tari-

hi Ani kentindeki Surp Asdvadzadzin n topluca, hep bir-

likte Allahın huzuruna çıkma eylemidir. Mezhep, tarikat,

cinAni’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki

namaz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi, düş-

siyet, ırk farklılıklarına dayalı bir Cuma cemaati telakkisi

olamaz. Cuma namazı aynı za (Meryem Ana) Kilisesi’nde

1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği namaz kılma eylemi,

Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmiadzin Katoli-

kosluğu, aynı Ani Katedrali’nde manda, “alemlere rahmet

olarak gönderilen bir peygam ‘Onların mabetlerini yurt

edinmeyin’ ikazından haberi var yapılan namaz eylemini

kınadıklarını açıkladı.

lerinde ordunun rolüne ilişkin haberler ve Dörtyol-İnegöl

eylemleri olduğunu söyledi. Bu değişimin MHP’nin mev-

cudiyet koşullarını tahrip ettiğini ve partiyi sıkıştırdığı-

nı söyleyen Laçiner, “Ancak tüm bunlar milliyetçi hare-

ketin tüm dinamiklerinin yok olduğu anlamına gelmiyor

tabii. Milliyetçi kışkırtmalara karşı daha duyarlı olunan

ve ana siyasi kararlarda milliyetçi reşekslerle karar al-

mamayı sağlayan bir atmosfer oluşturuldu şu anda. Öte

taraftan bu durum, daha koyu ve keskin bir milliyetçilik

de doğurabilir” dedi.Eylemin esas amaçlarından birinin,

MHP’nin kendi içindeki yönetim savaşında ve radikal mil-

liyetçi kesimde yer alan muhalefeti susturmak olduğunu

söyleyen Laçiner, söz konusu muhalefetin partiyi daha

Devlet Başkanı Egemen Bağış MHP’lilerin namaz

eylemine, gösteriş için namaz kılanlara “yazıklar olsun”

denilen Mâ’ûn Suresi’ni okumasını tavsiye ederek tepki

gösterdi. Bağış, “MHP’lilerin namaz kılması, dua etme-

si olumlu bir gelişme. Tavsiye ederim. Maun Suresini de

okusunlar. Orada dikkat etmeleri gereken uyarılar var”

dedi. Bağış’ın sözlerine MHP grup milletvekili Mehmet

Şandır ise, içinde ‘Yahudi ve Hıristiyanları dost edinme-

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 7

MHP’ye ‘Ani’deki namaz’ tepkisi gösterdi

Laçiner: Hem seçimle hem parti içi muhalefetle ilgili bir hareket

Dilipak: “Bahçeli’nin referandum sonrası şoku”

Hatemi: “Namaz, siyasi meydan okumalara alet edilmemeli”

Namaz Protestosu Fotoğraf: Önder Sakıp Serkis

Page 8: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l//8

BDP’liler Birdal’ın saldırganını ‘darp etmek’ten ifade verdi

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Bursa Eş Başka-

nı Ayla Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu dokuz

kişi, BDP Diyarbakır milletvekili Akın Birdal’ın Bursa mi-

tinginde saldırıya uğramasıyla ilgili Bursa Terörle Mü-

cadele Şubesi’nde ifade verdi.

10 Eylül’de Anayasa değişikliğinin halkoyuna su-

nulması nedeniyle Bursa’da Boykot Cephesi’nce orga-

nize edilen açık hava toplantısına konuşmacı olarak ka-

tılan Birdal’i konuşma yaptığı sırada Bilgehan fiimşek

darp etmişti. Yıldırım, yaptığı yazılı açıklamada, görün-

tü kayıtlarında gerek kendisinin gerekse kendisinden

önce ifade vermeye çağrılan partililer, saldırganı darp

ettiklerine dair bir durumun söz konusu olmadığını be-

lirterek, “Saldırgandan Birdal’ı korumaya çalıştığımız

açıkça görülüyor” dedi. Buna karşın kendisinin ve diğer

BDP’lilerin saldırganı kasten yaralamak iddiasıyla şüp-

heli duruma düşürülmesini “bir hukuk skandalı” olarak

nitelendiren Yıldırım, Parti olarak asıl saldırgandan ve

arkasındaki güçlerden şikayetçi olduklarını söyledi.

Yıldırım, İnegöl’de Kürtlere yönelik linç girişimi,

Samsun’da kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP)

eş başkanı Ahmet Türk’ e yönelik yumruklu saldırı ve

son olarak da Birdal’a yönelik darp olaylarını da günde-

me getirdiği açıklamasında, “Cumhuriyet Savcılığı’nın

mağdur olan bizlere dönük kasten insan yaralamak şüp-

hesiyle yaptığı tahkikatı süratle saldırganın arkasındaki

güçleri açığa çıkarmasında göstermesini beklemekte-

yiz” dedi. ilekçede, tazminatın kamu fonundan ödenme-

luluğu bulunanlardan paranın tazminini ve sorumlular

hakkında idari ve hukuki soruşturma yapılmasını iste-

yen Çevik, gazetemize şu açıklamada bulundu: “Hrant

Dink davasında Dışişleri mağduriyetin giderilmesi de

hukuka uygun bir davranıştır. Bakanlığı’nın karara iti-

raz etmemesini anlayışla karşılıyorum.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki

partililerin tarihi Ani kentindeki Surp Asdvadzad-

zin (Meryem Ana) Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçek-

leştirdiği namaz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle

karşılandı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu, aynı gün bir

duyuru yayımlayarak Ani Katedrali’nde yapılan namaz

eylemini kınadıklarını açıkladı.

Katolikosluk’tan yapılan açıklamada şu ifadelere

yer verildi: “Türkiye devletinin izniyle, Milliyetçi Hareket

Partisi’nin 1 Ekim’de Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni

Kilisesi’nde namaz kılma eylemi gerçekleştirdiğini büyük

bir üzüntüyle öğrendik. Bu adım siyasi bir provokasyon-

dur. Ruhani ve ulvi duygularla ilgisi olmayan bu eylemin,

din ve vicdan özgürlüğüyle de hiçbir bağlantısı yoktur. Bu

girişimle, Ermeni soykırımından bu yana ayin ve duadan

mahrum edilen Ani Katedrali’nin bir Ermeni kilisesi oldu-

ğu gerçeği de inkâr edilmeye çalışılmaktadır. Surp Eçmi-

adzin Katolikosluğu, toplumlar arasında nifak tohumları

eken, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlüğün yayılması-

na yol açan bu tür eylemleri kınamaktadır. Ani’deki Surp

Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki namaz eylemini yo-

rumlayan Avukat Kezban Hatemi, düşmanlık duygularını

canlandırmanın yerinde bir davranış olmadığını belirtti.

Namazın Allah için kılındığına işaret eden Hatemi, “Ya-

pılan doğru değildir. Namaz bir ibadettir. Siyasi meydan

okumalara alet edilmemelidir. Bu bakımdan Sayın Bakan

Egemen Bağış’ın dediği doğrudur. Namaz Allah için kı-

lınır. Ani Harabeleri’ndeki ibadethanenin aslı kilisedir.

Uzlaşma ve barış sürecinde düşmanlık duygularını can-

landırmak yerinde bir davranış değildir” yorumunda bu-

lundu.

Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandı MHP Genel

Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin ta-

rihi Ani kentindeki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana)

Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği namaz kıl-

ma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmi-

adzin Katolikosluğu, aynı gün bir duyuru yayımlayarak

Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemini kınadıklarını

açıkladı. Katolikosluk’tan yapılan açıklamada şu ifadelere

yer verildi: “Türkiye devletinin izniyle, Milliyetçi Hareket

Partisi’nin 1 Ekim’de Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni

Kilisesi’nde namaz kılma eylemi gerçekleştirdiğini büyük

Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandıbir üzüntüyle öğrendik. Bu adım siyasi bir provokasyon-

dur. Ruhani ve ulvi duygularla ilgisi olmayan bu eylemin,

din ve vicdan özgürlüğüyle de hiçbir bağlantısı yoktur. Bu

girişimle, Ermeni soykırımından bu yana ayin ve duadan

mahrum edilen Ani Katedrali’nin bir Ermeni kilisesi oldu-

ğu gerçeği de inkâr edilmeye çalışılmaktadır. Surp Eçmi-

adzin Katolikosluğu, toplumlar arasında nifak tohumları

eken, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlüğün yayılmasına

yol açan bu tür eylemleri kınamaktadır.

Türkiye devleti bu eylemin gerçekleşmesine müsa-

ade ederek, Ermeni kültür eserlerinin ve mirasının yok

sayılmasına ve kendilerine mal edilmesine yönelik attığı

adımlara bir yenisini daha eklemiştir.

Türkiye bu adımla, Ermenistan ve uluslararası top-

lumun gayretleriyle iki ülke arasında diyalog kurulması

ve ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik çabaların boşa

olduğu Demoyan: “Eylem Avrupa ülkelerince de ele alın-

malı” Soykırım Müzesi ve Enstitüsü Müdürü Hayk Demo-

yan, Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemine ilişkin kül-

türü ve medeniyeti bakımından da değerlendirilmeli. pa

ülkelerince de ele alınmalıdır” diye konuştu.

BDP kongrede açılımla ilgili konuştu

Page 9: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 9

Eski MHP’liden namaz eleştirisiHafta başında gerçekleşen Samsun

İl Genel Meclisi toplantısında bir ko-

nuşma yapan eski MHP üyesi Sabri

Arslan, Ani Harabeleri’ndeki Cuma

namazına yönelik eleştirilerde bu-

lundu.

Terme ilçesinden bağımsız üye

olarak görevini sürdüren Arslan,

“Milliyetçilik, 50 metre aşağıdaki

mescidi görmeyip, hayatında cuma-

ya gitmeyenlerin, referandumda al-

dıkları ders adına Ani Harabeleri’nde

cumayı hatırlayanların milliyetçili-

ği değildir. Evet, ben bir ülkücüyüm,

güvercinim, serçeyim ama kargayı

kılavuz seçmedim, seçmeyeceğim”

dedi.

Yaklaşık iki bin kişilik kalabalığı

Ani Katedrali önünde Osmaniye’den

gelen Mehtaran Bölüğü marşlar ça

genel seçim dönemine yönelik stra

larak karşıladı. Bahçeli’nin konvoyu

tekbir sesleri eşliğinde katedrale ka-

dar olan 1,5 kilometre yolu yürürken

onlarca Türk bayrağı dalgalandırıldı.

Namaz sonrası Kars’ta seçim

otobüsünün üzerinde konuşma ya-

pan Devlet Bahçeli, Anadolu’nun,

Ahtamar’da 95 yıl sonra Ermenilerin,

Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra da

Rumların ibadet etmeleri için fethe-

dilmediğini söyledi. Demokratikleş-

me adı altında vatanın teslim edilme-

sine izin vermeyeceklerini belirten

Bahçeli, “Alparslan olur, Süleyman

Şah olur, Fatih gibi Bizans zihniyeti-

ne son darbeyi indiririz” dedi.

Türkiye-Ermenistan sınırının

açılmasına hiç bir şekilde müsaade

eteyeceğini söyleyen Bahçeli, kapalı

olan Alican Sınır Kapısı önünde par-

tililerle etten duvar oluşturdu.

De v let B a şk anı E g emen B ağ ı ş

MHP’lilerin namaz eylemine, gös-

teriş için namaz kılanlara “yazıklar

olsun” denilen Mâ’ûn Suresi’ni oku-

masını tavsiye ederek tepki göster-

di. kanalize edecek yeni alanlar ara-

dığına işaret eden Dilipak, Bağış,

“MHP’lilerin namaz kılması, dua et-

mesi olumlu bir gelişme. Tavsiye

ederim. Maun Suresini de okusun-

lar. Orada dikkat etmeleri gereken

uyarılar var” dedi. Bağış’ın sözlerine

MHP grup milletvekili Mehmet fiandır

ise, içinde ‘Yahudi ve Hıristiyanları

dost edinmeyin” sözleri geçen Mai-

de Suresi’ni okuması söyleyerek ya-

nıt verdi.

Bahçeli, tartışmaya Bağış’ın

Amerikan vatandaşı olduğu iddiasını

ortaya atarak katılırken, Bağış “Bah-

çeli iftiralara sığınmasın. İspatlarsa

istifa ederim.Şayet iftirasının yalan

olduğu ortaya çıkarsa kendisi istifa

edecek mi?” diye sordu.

MHP’nin referandum sonrası yü-

rüttüğü politikayı Agos’a değerlendi-

ren Birikim dergisi yayın yönetmeni

Ömer Laçiner, bu eylemin MHP’nin

genel seçim dönemine yönelik stra-

tejisinin bir parçası olduğunu, ancak

bu tavrın milliyetçi taban kitlede dahi

pek itibar görmediğini söyledi. “Re-

ferandum sonuçlarından anlaşıldığı

kadarıyla MHP oylarının yoğunluk

kazandığı, hareketin yüreği olan İç

Anadolu’daki eğilim ılımlı bir çizgiye

kaymış durumda. Ani’deki namaz mi-

sillemesinin bize gösterdiği ise, bu-

güne kadar bu tür milliyetçi kışkırt-

malarla hareket eden taban kitlenin

bir şekilde makul bir çizgiye kayarak

bu eyleme pek itibar etmediği.”

Laçiner, milliyetçi kitlenin eğilim-

lerindeki değişimin sebebinin ise,

son dönemde basında yer alan as-

ker ölümlerinde ordunun rolüne iliş-

kin haberler ve Dörtyol-İnegöl eylem-

leri olduğunu söyledi. Bu değişimin

MHP’nin mevcudiyet koşullarını tah-

rip ettiğini ve partiyi sıkıştırdığını

söyleyen Laçiner, “Ancak tüm bunlar

milliyetçi hareketin tüm dinamikle-

rinin yok olduğu anlamına gelmiyor

genel seçim dönemine yönelik stra

tabii. Milliyetçi kışkırtmalara kar-

şı daha duyarlı olunan ve ana siyasi

ka kanalize edecek yeni alanlar ara-

dığına işaret eden Dilipak, rarlarda

milliyetçi reşekslerle karar almama-

yı sağlayan bir atmosfer oluşturul-

du şu anda. Öte taraftan bu durum,

daha koyu ve keskin bir milliyetçilik

de doğurabilir” dedi.

Eylemin esas amaçlarından birinin,

MHP’nin kendi içindeki yönetim sa-

vaşında ve radikal milliyetçi kesim-

de yer alan muhalefeti susturmak

olduğunu söyleyen Laçiner, söz ko-

nusu muhalefetin partiyi daha ılım-

lı ve makul bir çizgiye çekmek yerine

genel seçim dönemine yönelik stra

marjinalleştirdiğini ifade etti. Laçi-

cak olan parti içindeki çatışma süre-

ci, MHP’nin milliyetçilik çizgisini be-

lirleyecektir” dedi.

[email protected]

İzmir Suikasti soruşturmasını konu alan ‘Kurt Kanunu’,

Kemal Tahir’in romanları arasında ayrı bir yere sahiptir.

Romanın metodolojisi hayli eleştirilmiştir zamanında

(Kara Kemal’e Marksist analiz yaptırılmasını Mete Tun-

çay eleştirmişti mesela). Bununla beraber, Tahir’in hem

roman hem de o dönem üzerine epey kafa yorduğu orta-

dadır. Romanda aslında devlet içi hesaplaşmalar üzeri-

ne bir tez okuruz; Tahir, bu tip hesaplaşmaların nasıl bir

mantık üzerinden yürüdüğünü anlatır.

Tahir’in bilhassa Kara Kemal üzerinden söyledikleri-

nin bazıları önemli tespitlerdir. Aklımda kaldığı kadarıyla

şöyle bir bölüm vardı: İzmir Suikastı ile ilgili soruşturma

genişlemekte ve derinleştirilmektedir. Soruşturmanın bir

temizlik, İttihatçı temizliği hareketine doğru gittiği anla-

şılmıştır. şüphelilerden biri ifadesinde çemberi olabildi-

ğince genişletmeye, çembere olabildiğince fazla devlet

görevlisini ya da ünlü ismi dahil etmeye çalışır. Tahir bu

bölümde, ya kendi ağzından ya da kahramanlardan biri-

nin ağzından bu tip hesaplaşmalarda suçlu durumunda

onlanların bilerek çemberi genişlettiğini, bunun bir yön-

tem olduğunu söyler. Suçlu ya da şüpheli burada hem

soruşturmayı çıkmaza sürüklemekte hem de kendini bir

nevi korumaktadır.

Şu an tutuklu bulunan JİTEM’ci emekli albay Arif

Doğan’ın internete düşen ses kayıtlarını ve ifadelerini

okurken bu roman ve bu yöntem geldi aklıma. Ses kayıt-

larına bakılırsa, Doğan, bir ‘kazada’ ölen eski Jandarma

Komutanı Eşref Bitlis’i JİTEM’in öldürdüğünü öne sürü-

yor. Ayrıca, emrinde 10 bin kişilik bir güç olduğunu belir-

tiyor. Yine bu ses kayıtlarına göre, Doğan Alevilere sal-

dırı düzenleyen bir ekibi olduğunu da söylüyor. Bu ses

kayıtlarının Doğan’a ait olup olmadığı tam anlaşılamadı.

Star gazetesi Doğan’la temas kurdu ve Doğan, Aleviler-

le ilgili kısmı inkâr etti. Ayrıca iki JİTEM olduğunu, ken-

di yönettiği JİTEM’in temiz, diğerinin kirli olduğunu söy-

ledi. Ancak, şüpheli bir kaza olduğu ayan beyan ortada

olan Eşref Bitlis konusu hâlâ karanlıkta. Bu ifadeler üze-

rine Bitlis’in ölümü hakkında yeni bir soruşturma başla-

tıldı. Aynı günlerde Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal da her

yıl düzenli olarak dile getirdiği “Babam ölmedi, öldürül-

dü” iddialarını yeni bir boyuta taşıdı ve biraz daha ayrın-

tı verdi. Ayrıca suikast girişiminin arkasında eski komu-

tanlardan (aynı zamanda eski MGK Genel Sekreteri) Sabri

Yirmibeşoğlu’nun bulunduğunu ima etti. Yirmibeşoğlu bu

iddiaları yalanladı yalanlamasına, ama bu arada Kıbrıs

harekâtı sırasında cami yakıverdiklerini ağzından kaçır-

dı. Milliyetçi duyguları kamçılamak için yapmışlar böyle

şeyleri.

Sadece bunlar, bir devletin faaliyetleri hakkında tüyler

ürpertmeye yeter de artar bile. Ki bunlar yakın tarihimiz-

de bugüne kadar olup bitenlerin, yani şüpheli dosyalar

arasında addedilenlerin herhalde %1’i filandır. 1 Mayıs

1977’yi, gazeteci aydın suikastlerini, Maraş, Sivas olay-

larını, 12 Eylül öncesindeki sayısız cinayetini, Ağca dos-

bile. Buna Ergenekon davalarında ortaya saçılanları ve

1980 sonrasında Güneydoğu’da olup biten sayısız kanlı

faili meçhul faaliyeti ekleyelim.

Tabloyu anlatacak kelime bulmak zor. Bu iddiaların

küçük bir kısmı bile doğru olsa (ki büyük kısmının doğp-

devlet, yarın başka türlü şartlar oluşursa bu faaliyetleri-

ne pekâlâ yine başlayabilir.

KARDEŞÇESİNE

Çember Genişliyor mu?

Yevrat Danzikyan

Page 10: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l//10

YARGITAY, iki yıl önce açılan davada, yerel mahkeme-

nin Mor Gabriel Süryani Manastırı’nın lehine aldığı

mülkiyen kararını bozdu. Manastır yetkilileri, Yargıtay’ın

kararına ilişkin olarak İdare Mahkemesi’ne müracaat et-

meye hazırlanırken, iç hukuk yollarının tükenmesiyle, da-

vanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınabilece-

ğine işaret ediyor.

Midyat’taki 1600 yıllık Süryani Manastırı’na ilişkin iddi-

alar 2008’de Midyat’ın köylerine kadastronun gelmesiy-

le başlamıştı.

Sınır tespitleri yapılırken manastıra komşu olan Yay-

vantepe ve Eğlence köylerindeki bazı aşiretler, Manastır

topraklarının bir kısmının kendilerine ait olduğunu iddia

edince, Manastır yetkilileri kendilerini bir anda toprakla-

rını savunmak için mahkeme koridorlarında buldu. Köylü-

lerin tanık olmasıyla sınırlarını genişletmek isteyen aşiret

mensupları, bir kısım manastır toprağını elde etti ve bu

topraklar davalı köylerin sınırlarına dahil edildi. Manastır

avukatları Midyat’taki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde idari

sınırların tespiti istemiyle yeni bir dava açtı. Ancak köylü-

ler taleplerini, kilisenin olduğu alan üzerinde bile hak id-

dia etmeye kadar vardırdı. Manastırın Orman Kanunu’nu

ve içindeki öğrencilerin varlığı nedeniyle Tevhid-i Tedrisat

Kanunu’nu ihlal ettiği öne sürülerek yeni davalar açıldı.

Davaların Mayıs 2009’da Manastır lehine sonuçlanma-

sıyla, Manastır yetkilileri tam rahat bir nefes aldıkları-

nı düşünürken, karşı tarafın kararı temyiz etmesiyle, te-

dirgin süreç yeniden başladı. Geçtiğimiz Ağustos ayında

Yargıtay, yerel mahkemenin aldığı kararı bozarak, sınır

tespit davasında köylüler lehine karar verdi. Böylece

Süryaniler asırlardır kendilerine ait toprakları Hazine’ye

terk etmekle yüz yüze kaldı. Manastır yetkilileri, İdare

Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanırken, 3 Ekim 2010

tarihli Sabah gazetesi, davaya ilişkin olarak yayımlanan

haberinde, davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne

gidebileceği yorumunda bulundu.

Yaşadıkları sorunları Midyat Kaymakamı’ndan cum-

hurbaşkanına kadar herkesin bildiğini, davalarla adeta

taciz edildiklerini söyleyen Mor Gabriel Manastırı Met-

ropoliti Timotheos Samuel Aktaş, 21 yıldır Manastır’da

görevli olduğunu, iki yıl öncesine kadar çevre halkıy-

la iyi ilişkilere sahip olduklarını, hatta Manastır olarak

çevre köylerdeki camii yapımlarına bile yardım ettikleri-

ni belirtiyor. Metropolit Aktaş, Sabah gazetesinden Müj-

gan Halis’e verdiği röportajda, “Karşılaştığımız haksız-

lıklar karşısında hep sustum, ama artık susmayacağım,

Avrupa’da her şeyi anlatacağım. Bize yapılan ayıptır ve

yapanların bundan utanması gerekir. Bakın, bizim manas-

tırımıza gelen yol bile yapılmıyor, o zaman bizim de bu

manastırı kapatmaktan ve turist kabul etmemekten baş-

ka çaremiz kalmayacak bu gidişle. Bu manastır sadece

bizim değil, Türkiye’nin değeridir. Bu değere değer kata-

caklarına utanmazca topraklarımızı elimizden almaya ça-

lışıyorlar. Bu durum düpedüz vicdansızlıktır. Hani adalet,

hani hoşgörü, hani demokrasi? Anlayamadığımız büyük

bir oyunun içindeyiz, ama topraklarımızdan vazgeçmeye-

ceğiz” diye konuştu.

Mor Gabriel Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Kirya-

kos Ergun, konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada şöy-

le konuştu: “Türkiye’nin nüfusu 35 milyonken, bizim nü-

fusumuz 150 bin civarındaydı. Ülke nüfus ikiye katlandı,

bizse Tahir’in bilhassa Kara Kemal üzerinden söyledikleri-

nin bazıları önemli tespitlerdir. Aklımda kaldığı kadarıyla

şöyle bir bölüm vardı: İzmir Suikastı ile ilgili soruşturma

genişlemekte ve derinleştirilmektedir. Soruşturmanın bir

temizlik, İttihatçı temizliği hareketine doğru gittiği anla-

şılmıştır. şüphelilerden biri ifadesinde çemberi olabildi-

ğince genişletmeye, çembere olabildiğince fazla devlet

görevlisini ya da ünlü ismi dahil etmeye çalışır. Tahir bu

bölümde, ya kendi ağzından ya da kahramanlardan biri-

nin ağzından bu tip hesaplaşmalarda suçlu durumunda

onlanların bilerek çemberi genişlettiğini, bunun bir yön-

tem olduğunu söyler. Suçlu ya da şüpheli burada hem

soruşturmayı çıkmaza sürüklemekte hem de kendini bir

nevi korumaktadır. 3-4 bine düştük. Süryani toplumu, bu

davaları kendisine karşı açılmış olarak kabul ediyor Hem

de kendini bir nevi korumaktadır.

Mor Gabriel davası AİHM yolcusu

“Bize reva görülenler ayıp”

“Süryanilerin geri dönüşü ve yatırımlar durdu”

Manastır avukatları Midyat’taki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde idari sınırların tespiti istemiyle yeni bir dava açtı.

Page 11: Agos Newspaper

Kayıp yakınları, kendileri için “Onlar

kim? Ne yapıyorlar? Sadece oturuyorlar.

Tüzel kişilikleri yok. Arkalarında kimler

var biliyor musunuz?” diyen Başbakan’a

yanıt verdi, yakınlarının bulunması için

taleplerini açıkladı. İnsan Hakları Derne-

ği (İHD) İstanbul ŞİşliŞubesi Gözaltında

Kayıplara Karşı Komisyon ve Cumartesi

Anneleri/İnsanları’nın 30 Eylül tarihinde,

düzenledikleri toplantıda konuşan Rakel

Dink “Anneler sussa, taşlar konuşur. Bu

insanlar, ağaçların kovuklarında yetişme-

diler. Bu insanların sevdikleri vardı” ifa-

desini kullandı.

“Toplumsal Hafıza yasası çıkarıl-sın!” Milletvekili Akın Birdal, BDP’nin

Meclis’te kayıplarla ilgili bir komisyon

oluşturulması talebinde bulunacağını

duyurdu, “Kayıplar sağlarsa sağ olarak,

değillerse cesetlerinin ailelere teslim edil-

mesini isteyeceğiz” dedi. “Dersimin Kayıp

Kızları” kitabının yazarı Kazım Gündoğan,

gerektiğini söyledi.Akademisyen Ferhat

Kentel, “Devlet bu acıları düşünmüyorsa,

yaratılan her acının başka bir yerden pat-

lak vereceğini düşünmeli” derken, Yaso-

runun varlığını kabul ederek çözüm bul-

mak zorunda olduğunu ifade etti.

“Anneler, yüreklerinin yarısını kaybetti, devlet vicdanını” Toplantıda, Cumartesi Anneleri’nin

eylemlerini konu alan bir film gösterimi-

nin ardından “Onlara ne oldu?” pankar-

tı önünde kimi kayıp yakınları yaşadık-

larını anlattı. Cemil Karabayır’ın ağabeyi

Mikail Karabayır, “Cumartesi Anneleri,

yüreklerinin yarısını kaybettiler. Devlet

ise vicdanını... Analar yüreklerini arar-

ken devlet de biraz vicdanıyla hesaplaş-

sın. Başbakan Cumartesi Annelerinin ne

yaptığını bilmiyormuş. Onlar saçlarından

sürüldüler, coplandılar, gözaltına alındı-

lar... İnkârcılığa midemiz tok” ifadeleriyle

başbakana yanıt verdi. Hayrettin Eren’in

kardeşi Faruk Eren, annesinin 80 yaşın-

da olduğunu ve otuz yıldır beklediğini ak-

tarırken, 1981 yılında kaybedilen Cemil

Karabayır’ın 103 yaşındaki annesi, “Cemil

geri gelir diye 29 yıl evden dışarı çıkma-

dım. Cemil geri gelir de evi tanıyamaz diye

29 yıldır tadilat yapmadım. 29 yıldır

“Kafasına çiviler çakılarak öldürülmüştü” Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaf-

fer Yedigöl gözyaşları içinde yaptığı ko-

nuşmasında şunları söyledi: “Ağabeyim,

gözaltına alındığında ona para ve elbise

götürdük. Ama bize geri verdiler. İşkence

edilerek, kafasına çiviler çakılarak öldü-

rülmüştü. Eninde sonunda ben ağabeyi-

min mezarını da kemiklerini de bulacağım.

80 yaşındaki annem de oğlunun öldüğü-

ne inanacak. Toplantıya yakınlarını siyasi

cinayetlerde kaybedenlerin kurduğu Top-

lumsal Bellek Platformu’ndan Rakel Dink

ve Sezen Öz, Barış ve Demokrasi Partisi

kacı Mahmut Alınak, Barış Meclisi’nden

nelerinin ne Kentel, yayıncı-avukat Eşber

Yağmurdereli, Cumartesi İnsanlarından

Nimet Tanrıkulu’nun yanı sıra çok sayı-

da aktivist, akademisyen, gazeteci, insan

hakları savunucusu katıldı.

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 11

Kayıp yakınları başbakana kim olduklarını hatırlattı

Cumartesi Anneleri’ne destek veren Rakel Dink “Anneler sussa, taşlar konuşur. Bu insanlar ağaç kovuğunda yetişmedi!”

[email protected]

“Türkiye’de yaklaşık 185 bin er, tamamen posta, ku-

aför, berber, görevli gibi isimler adı altında sadece ordu-

daki subaylara ve ailelerine hizmet veriyor. Ayrıca 32 bin

asker de koruma adı altında yine kişilere hizmet veriyor.

14 bin asker de lojmanlara hizmet veriyor. TSK’nın ken-

dini milletin bağrında gibi gösterip, milletten uzakta, si-

villerden tam bağımsız, kendi lojmanı kendi mahkemesi,

kendi hastanesi ve kendi hegomanyası içinde bulunma-

sı ve bütün bunları disiplin gerekçesiyle kamuşe etmeye

çalışması gerçekten çok üzücü ve düşündürücüdür.”

Yukarıdaki satırlar, bir ay önce yayınladığım, bir emek-

li subayın mektubunda yer alıyordu. Bu bilgilerin doğ-

ru olup olmadığına karar vermek kolay değil. Ancak bir

aydır, bu bilgilerin yanlış olduğunu belirten bir açıklama

da almış olmadığım için, doğru olmalarını yüksek bir ih-

timal olarak değerlendiriyorum. “Zorunlu askerlik sür-

sün” diyen ve bunun terörle mücadele için elzem oldu-

ğunu iddia eden Genelkurmay’ın gerekçeleri ışığında bu

rakamları yorumlayalım. Askerlikle ilgisi olmayan hizmet-

lerde çalışan asker sayısı, yukarıdaki rakamları topladığı-

mız zaman 231 bin ediyor. Örneğin Alman ordusunun şu

anki toplam personel sayısı 247 bin, İtalya’nın 195 bin,

İngiltere’nin 173 bin. Avrupa’daki büyük orduların çoğu-

nun toplam personel sayısı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde

‘angarya sektörü’nde çalıştırılan personel sayısından

daha az.

Türk Silahlı Kuvvetleri sık sık asker sayısının yeter-

sizliğinden bahseder. Bu yetersizlik söylemi üzerinden

askerin toplum üzerindeki hegemonyası pekiştirilmeye

çalışılır.

Berberlik, kuaförlük gibi hizmetler diğer devlet ku-

rumlarında maaşlı çalışanlar tarafından verilirken, Türk

Silahlı Kuvvetleri’nde ‘angarya’ sisteminin tercih edil-

mesinin hiçbir mantıklı açıklaması yok. Sadece berberlik

ve kuaförlük gibi ‘az riskli’ alanlarda değil, şoförlük gibi

daha fazla dikkat gerektiren alanlarda da angarya siste-

minin tercih edildiğini görüyoruz. 20 yaşındaki çocukla-

ra kocaman cemseler, tanklar teslim ediliyor. Muhteme-

len birçok kaza acemi şoförler yüzünden gerçekleşiyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şoför ihtiyacını profesyonel

elemanlarla sağlamıyor olmasının hiçbir rasyonel temeli

yok. Acemiliğin neden olduğu kaza, arıza gibi durumların

ekonomik profilini göz önünde bulundurursak, bu siste-

min ekonomik rasyonalitesinin bile olmadığını kolaylıkla

görebiliriz. Toplumdaki askeri hegemonyanın merkezinde

hep zorunlu askerlik oldu, günümüzde de böyle. Bedel-

li askerliğin yol açtığı rahatsızlığın temel nedeni de, bu

heetkisinin olması. Genelkurmay Başkanlığı’nın zorunlu

askerlik konusundaki hassasiyetini ve ‘tek tip askerlik’

projesindeki ısrarını bu çerçeve içinde değerlendirmek

gerekiyor. Televizon ekranlarında emekli generalleri izli-

yorum.Tek tip askerliği çok hevesli bir şekilde savunduk-

larını, “Hepiniz hizaya gireceksiniz” havası içinde konuş-

maktan heyecan duyduklarını gözlemliyorum.

Militarizmin yarattığı hegemonyanın rantını, Yukarı-

daki satırlar, bir ay önce yayınladığım, bir emekli subayın

mektubunda yer alıyordu. . imkânlarını kullanıyor olmak,

bu psikolojiyi açıklıyor. Bu rantın hem manevi, hem mad-

di boyutlarının olduğu ortada. Toplumdan üstün olma Si-

lahlı Kuvvetleri’nde ‘angarboyut üzerine ise birçok yön-

den değerlendirme yapmak mümkün.

SIFIR NOKTASI

Militarizmin ana damarı

Oral Çalışlar

Page 12: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//12

ERMENİ toplumunun İstanbul’daki pek çok kurumun-

da ve Surp Pırgiç Hastanesi’nde uzun yıllar boyunca

yöneticilik yapmış olan emektar hayırseverlerden Harun

Keçecioğlu, Türkiye Ermeni toplumunun gündeminden

düşmeyen patrik seçimi meselesine dair Agos’un soru-

larını yanıtladı. 53 yıldır, Ermeni toplumunun kurumla-

rının karşılaştığı zorlukların çözümü için katkı sunmaya

çalıştığını, toplumun birçok kesimini yakından tanıdığı-

nı ifade eden Keçecioğlu, günümüzde Türkiye Ermenileri

Patrikliği’nin yürüttüğü politikaların kurumu prestij kay-

bına uğrattığına dikkat çekerek, Patrik II. Mesrob’un has-

talığından sonra Patrikhane’nin adeta gasp edilmiş bir

halde olduğunu belirtiyor. Keçecioğlu ayrıca, Başbakan

Recep Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulundu ve patrik seçimi

yapılması için gereken iznin verilmesini talep etti.

Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un rahat-sızlığının açıklanmasının ardından yaşanan sü-reci nasıl değerlendiriyorsunuz? Patrik II. Mesrob Hazretleri, bugüne dek karşılaştı-

ğım en kıymetli ruhanilerden biridir. Tartışmalarımız ol-

madı değil, ama kendisine derin bir saygımız ve sevgimiz

var. Tıp ve bilim insanları, Patriğimizin sağlık durumuna

ilişkin yaptıkları açıklamada, maalesef geri dönüşü ol-

mayan bir hastalıktan söz ettiler. Tıbbın çare bulamadı-

ğı bir durum söz konusu ise, makamın doldurulması ka-

çınılmazdır. Ancak makamın bugünkü ‘dolduruluş’ şekli

beni fevkalade üzüyor. Bugün Patrikhanemiz âdeta gasp

edilmiştir.

Bu nasıl bir gasp? Üç-beş kişinin devletle olan ilişkisi sayesinde, bu

insanın makamda kalmasını önermesi ve o kardeşimi-

zin de Kay-seri Kilisesi’nde yaptı-ğı ‘miting’ çalışması,

Patrikhane’nin gasp edilmesine yol açtı. Toplum bu du-

rumdan son derecede ra

hatsız. Kimse halkın olan biteni önemsemediğini ya da

umursamadığını söylemeye kalkışmasın. Kiminle karşı-

laşsam, öncelikle bu konudaki rahatsızlığını dile getiri-

yor. Biz medeni bir toplumuz, elbette toplumumuza ya-

kışmayan tavırlar içine girmemiz söz konusu olamaz.

Ama Patrikhane’ye gidip birini makamdan alaşağı etmi-

yor diye, hiç kimse toplumun duyarsız olduğunu söyle-

yemez.

Toplum bu oldubittiye, sizin deyiminizle ‘gasp’a karşı sesini yükseltti. İmza kampan-yası başlatıldı, İçişleri Bakanlığı’na talepler iletildi. Tüm bu girişimlere karşın sessiz kalan Patrikhane’nin tavrı sizce ne olmalı? Elli yılı aşkın bir süredir toplumuna katkı sunmaya

çalışan biri olarak, ben derim ki: “Sevgili kardeşimiz, hat-

ta sevgili evladımız, medeni bir şekilde ortaya çık, aday

olduğunu açıkla ve seçim yapılması için ne gerekiyorsa

bir an önce hayata geçirmeye başla.”

O evladımız, hayatını gerçekten Kilise’ye ve dine adamış-

sa, toplumuna hizmet etmeye, katkı sunmaya baş koy-

muşsa, mevcut durumda atacağı ilk adım bu olmalı. Ve

şayet varsa, seçimde aday olan diğer ruhanilere “Buyu-

run” demelidir. Bu toplum elbette vefalıdır. Günü geldi-

ğinde, halkın belirlediği ruhaninin eli elbette öpülür ve

makamına saygı duyulur.

Toplumu oluşturan bireylerden biri olarak, oyumu kullan-

mak gibi doğal bir talebim var. Eğer toplumun iradesi-

ne önem vermeyen, diktacı bir düzenden bahsediyorsak,

orada elbette oy kullanmanın da, birey olmanın da önemi

kalmaz. Bunula beraberde birlikte bulunan ve sorumluluk

bu toplum binlerce yıllık bir kültürün mirasını onurla ta-

şımaktadır. Bu onurlu duruşla oynamaya kimsenin hakkı

yoktur. 550 yıllık Patrikliğin süregelen geleneklerini gör-

mezden gelmeye, kadim örf ve âdetlerimizi yok saymaya

kimsenin yetkisi yoktur.

Dolayısıyla, bugün seçim yapılmasını kaçınılmaz kılan

bir durum gündemdeyken, halk da bunu dile getiriyor-

ken, kimse arkasına üç kişiyi alarak bu toplumla oyna-

maya kalkışamaz. Şayet bu oluyorsa, bunun tanımlama-

sı gasptır.

Seçim çıkmazını aşmak için neler yapılmalı? Sözü devlete de yöneltmek gerekiyor. Sonuçta se-

çim yapılması için resmi müracaat yapıldı. Vakıf yöneti-

cilerinin katıldığı bir toplantıyla Müteşebbis Heyet belir-

lendi ve oluşturuldu. Seçim için gereken iznin verilmesini

talep ettik. Talebimizin arkasındayız ve hâlâ olumlu bir

yanıt bekliyoruz. Yani Türkiye Ermeni toplumu, seçim ya-

pılması için devletten izin bekliyor. Bu ülkenin bir vatan-

daşı olarak, Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere

devlet yetkililerinin bu konuya özen göstermelerini talep

ediyor ve çağrıda bulunuyorum. Sayın Erdoğan’dan rica

ediyorum, ülkedeki tüm vatandaşlara eşit mesafede dur-

duğunu ve onlara aynı özeni gösterdiğini söyleyen devlet,

Ermeni toplumunun sesine kulak versin ve seçim izninin

çıkması için İçişleri Bakanlığı’na talimat verilsin.

Duyumlarımıza göre, daha önce olası bir se-çimde Başepiskopos Ateşyan’ın delegesi ola-cağını bildiğimiz kişiler (ki çoğu vakıf baş-kanıydı) bile bugün gelinen noktadan hoşnut değiller ve bir an önce seçim yapılmasının el-zem olduğunu ifade ediyorlar. Bunu nasıl yo-rumluyorsunuz? Seçim ortamı kesinleşmeden, “Delege oldum” de-

mek kadar abes bir şey yoktur herhalde. Az önce Patrik-

lik makamının gasp edildiğini söyledim. Durum buysa, o

zaman delegelikler de gasp edilmiş demektir. Birine ani-

den telefon açılıyor ve “Sen benim delegemsin” denile-

rek, delegelik dayatılıyor. Bu nasıl bir anlayıştır? Telefon

açılan insanlar, belki saygılarından ötürü, belki tecrübe-

sizliklerinden ötürü ya da farklı çekincelerle o an teklifi

kabullenmek zorunda kalarak “Peki” demiş olabilir. An-

cak bugün gelinen noktada, ortada ne seçim var ne de

oy kullanılacak bir ortam. Bu insanlar doğal olarak bu-

gün başka yönelimler içine girmiştir. Uludağ’da tatil

yaparken “Ben delegeyim” diyerek övünenler bugün ne

düşünüyor acaba?

Patrik seçimi yapılması talebiyle, www.patri-gimizisecmekistiyoruz.blogspot.com internet adresinde başlatılan kampanyayı nasıl değer-lendiriyorsunuz? Mevcut duruma karşı gayet doğal bir tepkidir. Hal-

kın duyarsız olduğunu iddia edenler için, o kampanyaya

atılan binlerce imza, güzel bir cevap niteliğindedir. Halk-

tan daha ne yapması bekleniyor? Seçim yapılması için illa

bekleniyor? Seçim yapılmasının önünü açmak için yetki-

liler daha ne bekliyorlar? Kimse kusura bakmasın ama,

halkın talebini, halkın iradesini de görmezden gelene iyi

niyetli denemez.

“Halkın iradesini yok sayana iyi niyetli denemez”

Harun Keçecioğlu, adeta gasp edilmiş durumda olan Türkiye Ermenileri Patrikliği’nin prestij kaybına uğradığına dikkat

çekerek, bir an evvel patrik seçimine gidilmesi gerektiğine işaret ediyor

Harun Keçecioğlu Fotoğraf : Fırat Aksu

Page 13: Agos Newspaper

KUMKAPI Surp Asdvadzadzin Patrik-

lik Merkez Kilisesi ve Bezciyan İlköğ-

retim Okulu’nun sevgi sofrası, bu hafta

sonu Kumkapı Harutyun Amira Bezciyan

Salonu’nda kurulacak. Bezciyan okulu-

nun kuruluşunun 180. yıldönümünün de

kutlanacağı etkinlik kapsamında, 10 Ekim

Pazar sabahı Patriklik Kilisesi’nde yapıla-

cak olan ayini Başepiskopos Aram Ateş-

yan yönetecek.

Madağ öncesinde gazetemizi ziyaret

eden Vakıf Başkanı Hrant Moskofyan ve

yönetim kurulu üyelerinden Minas Aslan,

vakfın bu yılki bütçe açığının 438 bin TL

olduğunu belirtti. Moskofyan, bütçe açı-

ğının yüksek olmasını öğrenci sayısının

düşüklüğüne bağlıyor ve Ermeni okulları-

nın yaşadığı bütçe sorununun nasıl bir kı-

sırdöngü yarattığını şöyle anlatıyor: “Ge-

nellikle ilköğretim okullarının asgari 250

öğrencilik kontenjanları bulunmalı. Bizim

okullarımızdaki öğrenci sayısı, bu sayının

çok altında. Örneğin Bezciyan okulunda

bu yıl 150 öğrenci eğitim görüyor. Sabit gi-

derler aynı kalınca vakışarın da bütçe açı-

ğı büyüyor. Diğer yandan, kolejlere giden

öğrencileri kazanmak için, eğitim kalitesi-

ni yükseltmek ve daha iyi hizmet vermek

gerekiyor. Bunun için de maddi açıdan

güçlü olmak lazım.”

Ermeni toplumunda sıkça yapılan

‘Daha iyi bir eğitim nasıl verilebilir?’ tar-

tışmalarınafın bu yılki bütçe açığının 438

bin TL olduğunu belirtti. Moskofyan, büt-

çe açığının yüksek olmasını öğrenci sa-

yısının düşüklüğüne bağlıyor ve Ermeni

okulları da değinen Moskofyan, yönetim-

lerinin eğitim anlayışını şu sözlerle dile

getiriyor: “Eğitim özveri gerektirir, zaman

ayırfın bu yılki bütçe açığının 438 bin TL

olduğunu belirtti. Moskofyan, bütçe açığı-

nın yüksek olmasını öğrenci sayısının ma

konusudur. Ayrıca eğitim kadrolarında sü-

reklilik sağlanması lazım. Biz, Bezciyan

yönetimi olarak, kendimizi, eğitimciden

hademeye kadar, tüm çalışanlarımızdan

daha aşağı addediyoruz. Eğitimle ilgili

her kararı konunun uzmanlarına danışa-

rak alıyoruz. Bizler amatörüz sonuçta.”

Moskofyan, Bezciyan okulu için plan-

mız etüt ise çocukların günlük ödevlerini

ve belletmenler eşliğinde yapmalarına yö-

nelik olacak.”

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 13

Bezciyan’ın 180. yaşı Sevgi Sofrası’yla kutlanacak

SAHAG GÜRYAN

[email protected]

Okulların açılmasıyla dersler de yoğunlaşmaya baş-

ladı. Öğrencilerin motivasyonları yüksek ve üzerindeki

yükler hafif olduğu şu günlerde pek bir problem yok gibi

görünüyor. Ancak ilerleyen haftalarda ödevlerin sayısı

arttıkça ve ilk sınavlar yapılınca işler genelde değişir. Öğ-

renci başarısının baskın göstergesi olan sınav sonuçları

beklenenin altında olunca velileri saran panik hali ister

istemez onları özel öğretmen arayışına sürükler. Bu haf-

ta, çılgınlık düzeyine gelmiş bu sektöre parmak basalım.

Yanlış bir beklentiyi ortadan kaldırmakla başlayalım. Özel

öğretmenlerin asıl görevi öğrencinin ödevlerini yaparken

başında durmak ve yalnızca sınavlardan yüksek not al-

masını sağlamak değildir. Asıl görevi öğrencinin tek ba-

şınayken ödevlerini yapacak hale getirmek ve okulda ya

da dershanede aktarılan bilgiyi özümsetip öğrencinin tek

başına bu bilgiler arasında bağlantılar kurup sınavda bu

analizleri ifade etmesini sağlamaktır. Fakat eğitim siste-

mimiz öğrenme odaklı değil not odaklı olduğu için, mate-

matik dersinde bile soruların çözümlerini şuursuzca ez-

berleyen öğrencilerle hâlâ karşılaşmaktayız. Bu durumu

etkileyen, gelecek hedeşeri, anne babanın tutumu, okul

ve öğretmenlerin kalite anlayışı gibi birçok faktör var şüp-

hesiz, ama yine de gerek öğrencilerin gerekse velilerin bi-

linçli davranmaları kendi lehlerine olacaktır.

İlk yazılarımda özel öğretmenleri kategorize edip

ideal bir özel hocanın nasıl olması gerektiğinden bahset-

miştim. Bu bağlamda objektifimizi öğrencilere ve velileri-

ne çevirelim. Öğrenciler, özel hoca tutulacağını öğrendik-

lerinde kendilerinde bir eksiklik olduğu hissine kapılırlar.

Bu noktada genellikle anneleri –zira genelde bu tip süreç-

lerde anneler daha aktif rol oynar– çocuğunu, onun zayıf

duğunu anlatarak bu önyargıyı yıkmaya çalışır. İkinci bir

öğrenci kitlesi ise gelecek olan özel hocanın yararsız akıl-

lıca yol, eğitim için yatırım yapılacak maddi imkanı onu iş

hayatına atılması için değerlendirmektir.

Konu veliler için ele alındığında ise yine iki ayrı grup

söz konusu. İlk grup kendi hırslarına yenik düşüp geçmi-

şindeki akademik yetersizliğini çocuğunun da yaşamama-

sı adına onun beklentilerini görmezden gelerek en kıdem-

li okullarda tahsil görmesi için varını yoğunu vermesidir.

Bu durumun seviyelerinin olduğunu belirtmek gerek, ama

ben üniversiteye hazırlanırken arka sırda oturan arkada-

şım “felsefeden de ders alacakmışım” diye üzülüyordu.

Zira sorumlu olduğumuz matematik, geometri, fizik, kim-

ya, biyoloji Türkçe , tarih ve coğrafya dersleri için ayrı

ayrı özel hoca tutulmuştu annesi tarafından. Bu tip so-

runlu velilerin tedavi görmeleri hem kendilerine hem de

ailelerine faydalı olacaktır. İkinci grup veliler ise görece

bilinçlidir. Onlar için önemli olan çocuğunun okuldaki bil-

gileri öğrenmesidir. Genellikle çocuklarının kapasitelerini

bildikleri için beklentileri de paralellik gösterir. Diğer bir

ifadeyle “tüm derslerinin 5 olmasını değil dersleri özüm-

sesin yeter” zihniyeti taşırlar ki en uygun bakış açısı bu-

dur.

Bardağı eğerek su seviye düzlemini silindirin köşe-

geni üzerine gelinceye kadar suyu dökerseniz, yarım bar-

ken su seviyesini etrafını kalemle çizip yukardaki işlemi

tekrarlarsanız bardakta tam çeyrek bardak su bulunur.

İleriye doğru yürüdüğünüzde mumun alevi geriye doğru

yatar. Ancak mumu bir kavanoz içinde taşıyarak yürüse-

niz alev yatacaktır.

EĞİTİM ŞART

Özel ders kaosu

Sevan Karabetoğlu

Page 14: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//14

ÜRÜNLERİN, müşteriye satış

temsilcileri vasıtası ile hızlı ve

ucuz bir şekilde ulaştırılmasına da-

yanan doğrudan pazarlama sistemi,

dünyada olduğu gibi Türkiye’de de

hızla yaygınlaşırken, “Bohçacı gel-

di hanıııım!” diye bağırarak kapı

kapı dolaşan satıcılar da, yerlerini

modern satış uzmanlarına bıraktı.

2003 yılında Türkiye’nin ilk ‘network

marketing’ firması olarak kurulan ve

2008’de Artin Sandalcı’nın satın al-

dığı ‘Bohçam’ da, doğrudan satış

sistemiyle faaliyet gösteren firma-

lardan biri.

Bohçam ekibinin satın alma ve

pazarlama sorumluları Lena Tekyan

ve Talar Matatyan, gazetemizi ziya-

ret ederek firmalarının, özellikle ka-

dınların önemli rol üstlendiği satış

uygulamaları hakkında bilgi verdi-

ler.

“Firmamız, ‘modern bohçacı’

sloganı ile yola çıktığı günden bu

yana, Türkiye’nin 81 iline yayılmış

olan on binlerce temsilciye ulaş-

tı. Tekstilden ev gereçlerine, geniş

ürün yelpazesi ile her yaşa ve her

türlü ihtiyaca karşılık vermeyi hede-

şiyoruz” diyen Matatyan, kaliteden

ödün vermeden, geniş ürün portfö-

yüyle yollarına devam ettiklerini be-

lirtiyor.

Satış yelpazesinde, kadınların

günlük hayatta ihtiyaç duyabilece-

ği pek çok ürünün yer aldığı firma-

nın satış kadrosu, 18 yaşını doldu-

ran herkese açık. İktisat ve işletme

mezunu olan Tekyan ve Matatyan

da, işlerini büyük bir sevgiyle yap-

tıklarını söylüyor.

Özellikle Anadolu’da yaşayan

ve alışveriş yapmak için fazla olanak

bulamayan kadınları hedef kitlesine

oturtan Bohçam, kısa zamanda zin-

cirinin halkalarını hızla çoğaltmış.

Kadınlard ak t i f k at ı l ım F ir ma ,

Türkiye’nin her yerindeki, ‘damla’

adıyla anılan mevcut temsilcilerine

gönderdiği kataloglar kanalıyla si-

pariş topluyor ve bu siparişleri kar-

go ile damlalara göndererek ürünle-

rin son alıcıya ulaşmasını sağlıyor.

Matatyan, kataloglarında iç çama-

şırı ve ev tekstili başta olmak üzere

bir evin ihtiyacı olabilecek her tür-

lü ürünün mevcut olduğunu söyler-

ken, Tekyan ise %80 oranında kadı-

nın çalıştığı firmada satış temsilcisi

olan erkeklerin de mevcut olduğunu

belirtiyor.

Firmada, satın alma, ürün ve fi-

yat belirleme, görsel tasarım ve pa-

zarlama faaliyetlerini üstlendiklerini

söyleyen Matatyan ve Tekyan, haf-

tasonu yapacakları bir toplantıyla

sistemlerini Ermeni kadınlarına da

tanıtacaklarını söylüyorlar. Ermeni

toplumunda bu işi yapabilecek pek

çok kadın olduğunu söyleyen Matat-

yan, kazancın, katılımcının bu işe ne

kadar zaman ve emek harcadığıyla

doğru orantılı olduğunun da altı-

nı çiziyor: “Kadınlarımızın %30’lara

varan kazanımları oluyor. Ekipler ku-

rarak ve alt ekiplerini aktif bir şekil-

de kullanarak da kazanç elde edebi-

liyorlar” diyen Tekyan ise kayıtlı 13

bin üyeleri olduğunu ve bunların 5

bininin aktif olarak çalıştığını söy-

lüyor. Sisteme katılım şartları www.

bohcam.com.tr’den öğrenilebilir.

Eski mezundan iki öğrenciye

destekBomonti Mıhitaryan İlköğre-

tim Okulu’nun eski mezunlarından

bir hayırseverin, bu yıl okulda eğitim

gören iki öğrencinin eğitim masraşa-

rını üstleneceği açıklandı. Öğrenci-

lere burs vererek hem okula, hem de

öğrencilere büyük katkı sağlayacak

olan Bomonti Mıhitaryanlı eski me-

zunun, ayrıca her iki öğrencinin ge-

lecekteki eğitim masraşarını da kar-

şılayacağı bildirildi.

Kumbara Sanat’ta Ermenice

dersleri Kumbara Sanat’ta düzen-

lenen Ermenice dil kursu 16 Ekim’de

başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak

olan Ermenice kursunda, eğitmenli-

ği Tamar Nalcı üstleniyor. Cumartesi

günleri yapılacak olan dersler saat

11.00’de başlayıp 13.00’te sona ere-

sınırlı. Konuyla ilgili bilgi almak için

İstiklal Caddesi Küçükparmakkapı

Sokak 9/3 adresinde bulunan Kum-

bara Sanat’a, (212) 292 09 51 veya

0555 360 61 95 nolu telefon numa-

ralarından ulaşabilirsiniz.

Modern bohçacılar iş başında

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yüzlerce partiliyle

birlikte Ani’de kıldığı cuma namazı, referandum sonrasın-

da partilerin kendilerini yeni şartlara göre konumlandır-

ma arayışlarının bir ürünü.

Bugünlerde en azından söylemsel düzeyde daha

fazla demokrasi vaaz ederek, stratejik adımlarla, iki ileri

bir gerilerle AKP’yi köşeye sıkıştırmayı ve gündemi biz-

zat belirleyerek zeminini genişletmeyi arzu eden CHP’nin

aksine, anlaşılan MHP daha sert, daha karanlık ve sığ su-

lara çekilmeyi uygun görmüş.

Bahçeli böylece muhtemelen, hem tepkisel milliyetçi

tabandaki savrulmanın önüne geçmeyi, hem AKP’nin re-

formcu siyasetinin korkuttuğu muhafazakâr-milliyetçi ta-

bandan oy almayı, hem de CHP’nin yeni ve daha esnek si-

yasetiyle tatmin olamayacak ulusalcı hassasiyetleri kendi

kazanç hanesine yazmayı umuyor.

Partinin bu konuda bir başka hesabı ve mesajı da,

AKP’nin gelecekteki muhtemel ‘Ermeni açılımları’na yö-

nelik. Bahçeli, hükümete “Ermenistan’la diyaloğu güç-

lendirir ve sınırı açmaya kalkarsan, bu ülkedeki bütün

milliyetçi muhalefeti harekete geçirir, dünyayı sana dar

ederim!” mesajı veriyor.

Bugüne kadar Ermeniler ve Ermenistan konusun-

da attığı her adımda milliyetçi tepkileri hesaba katan,

İsviçre’de imzalanan protokolleri bu tepkiler nedeniyle

sulandıran ve nihayetinde askıya alan AKP’yi en hassas

olduğu yerden vurarak gelecekteki normalleşmenin önü-

ne geçmeye çalışan MHP, referandumdaki başarısızlığını

Ermeni karşıtlığıyla telafi etmeyi planlıyor.

Her fetih gibi mütecaviz Tür k iye’de anaak ım medya , Bahçel i ’nin ve

MHP’lilerin cuma namazının üzerinde pek fazla durmadı.

Örneğin, hiçbir büyük gazete, bu olayı manşetine taşıma-

ya değer görmedi. Basının bu sessizleştirme tavrı, MHP

yönetimindeki aklıevvel birilerinin, daha önce kimsenin

aklına gelmeyen bir işe kalkışıp Ani’deki Surp Asdvad-

zadzin katedralinde namaz kararı almasının yarattığı hi-

cap duygusundan mı kaynaklanıyordu acaba? Kim bilir...

Halbuki olayın, gündelik siyasetin ötesine geçen çok

daha derin anlamları var. Bunların başında, Bahçeli’nin

konuşmasında “Yeniden fethederiz!” sözleriyle dikkat

çektiği fütuhat, yani fetihçilik zihniyetine yapılan gön-

derme geliyor.

Ani, tıpkı MHP’lilerin bir günlüğüne de olsa ibade-

te açılmasına tepki gösterdiği Ahtamar’daki Surp Haç

Kilisesi gibi, Ermeniler açısından tarihi ve dini önem ta-

şıyan önemli bir simge. Ermeni Gamsaragan ve Pakradu-

ni prenslikleri döneminde büyük gelişme gösteren, İpek

Yolu’nun bu önemli menzili, 1045’te Bizans egemenliğine

geçmiş, ardından da, 1064’te Selçuklu beylerine teslim ol-

muştu. Ancak Ani’deki ana katedral, 12. yüzyıldan sonra

da Hıristiyanların ibadet ettiği bir kilise olmayı sürdürdü.

Tanrı ve Ermenilerin ruhani lideri Katolikos şahenşahın

tedrali inşa ettirdim...” diye yazar.

MHP’lilerin Ani’yi yeniden fethi, bugün Türkiye-Ermenis-

tan sınırında yer alan bu kadim kentin, şu anki cavizliği-

nin bir benzeri. MHP, Ani’deki namazıyla, bu mütecaviz

zihniyeti paylaşmaktan gurur duyduğunu cümle âleme

kentin göstermiş oldu.

OLDUĞU GİBİ

MHP’nin panik atağı

Rober Koptaş

Page 15: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 15

Eski mezundan iki öğrenciye destek Kumbara Sanat’ta Ermenice dersleri

Kumbara Sanat’ta düzenlenen Ermenice dil kursu

16 Ekim’de başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak olan

Ermenice kursunda, eğitmenliği Tamar Nalcı üstle-

niyor. da, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleniyor. Cu-

martesi günleri yapılacak olan dersler saat 11.00’de

başlayıp 13.00’te sona erecek. Katılım ücretinin

ayal9/3 adresinde bulunan Kumbara Sanat’a, (212)

292 09 51 veya 0555 360 61 95 nolu telefon numara-

larından ulaşabilirsiniz.

Kumbara Sanat’ta düzenlenen Ermenice dil kursu 16

Ekim’de başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak olan Er-

menice kursunda, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleni-

yor. da, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleniyor. Cumar-

tesi günleri yapılacak olan dersler saat 11.00’de lık

almak için İstiklal Caddesi Küçükparmakkapı Sokak

9/3 adresinde bulunan Kumbara Sanat’a, (212) 292

09 51 veya 0555 360 61 95 nolu telefon numaraların-

dan ulaşabilirsiniz.

Adil hizmet mi, ego tatmini mi? Daha fazla duyarsız kalamadım. Yaz başından beri

dostlarımla bu konu hakkında muhtelif zamanlarda ko-

nuştuk ve tartıştık, kimi zaman hemfikir olduk, kimi za-

man fikir ayrılığına düştük. Söylemek istediğim, Aramyan

Okulu’nda olanlar. Ne yazık ki yine bir okul müdürünün

işine son verildi; yine, kendisine, okul velilerine, topluma,

basına akılcı bir neden sunulmadı. Aramyan da diğerleri

gibi hepimizin okulu olduğu için bu konuyu irdeleme hak-

kına sahip olduğumu düşünerek duygularımı paylaşmak

istedim.

Cemaat işlerinde gönüllü görev almak yürek ister,

vicdan ister, adaletli olmak ister, sorumluluk ister, bilgi

ister, deneyim ister. Özellikle okullar… En bıçak sırtı olan,

en hassas olunması gereken kurumlardır. Burada insan

yetiştiriliyor, çocuklarımızın istikbali söz konusu. Bunun

için de yöneticilerimizin had bilmeleri, işi ehli kişilere bı-

rakmaları gerekir. Ama NER

Yeni kan adı altında yıllardır birçok okulumuzda yapılan

keyfi değişiklikler yöneticilerimizin okullarda görev ya-

pan öğretmenlerimizin, müdürlerimizin deneyimlerini,

devlete ve sisteme karşı prosedür bilgilerini, emekleri-

ni düşünmeden, “Al tazminatını, hadi bir de plaket vere-

lim…” kolaycılığıyla yaptığı icraatlardı. Timsah gözyaşları

misali, yürü git, gelsin yenisi. İyi, gelsin yenisi de, eskisi

yenisi bir arada yol alsa, hem eski müdürün tecrübesin-

den faydalanılsa, yeni gelen müdür daha iyi ,daha güçlü

temeller kursa, daha iyi olmaz mı. Ama NERDE...

Bizimkilerin yaptığı, ben istedim, ben yaptım oldu.

Böyle şey olmaz! Bu kurumlar hepimizin, kişi kendi şirke-

tinde istediğini işe alır, istediğini işten atar, sistemi de-

ğiştirir, kimseye hesap vermez, yararı da zararı da gün

gelir kendisine döner. Ama toplumumuzun kurumlarını

yönetenlerin böylesine keyfi davranmaya hakkı yoktur,

çünkü zararı çocuklarımıza dönüyor. Benim çocuğum yok,

ama yıllarca dostlarıma, arkadaşlarıma “Çocuklarınızı bi-

zim okullarımıza gönderin, özümüze, dilimize sahip ola-

lım, bir arada olalım” diyerek mücadele ettim. Ama artık

yavaş yavaş bu duygularımın yanlış olduğunu düşünme-

ye başladım.

Eğitim konusunda bilgisiz, veya daha da kötüsü,

kendini bilşir, onlara nasıl bir istikbal hazırlanır? Bu gi-

dişle, okullarımıza göndermek konusundaki ısrarımızdan

da vazgeçmemiz gerekebilir. Bunun vebali ise hepimizin

boynunda olacak. Ürünlerin, müşteriye satış temsilci-

leri vasıtası ile hızlı ve ucuz bir şekilde ulaştırılmasına

dayanan doğrudan pazarlama sistemi, dünyada olduğu

gibi Türkiye’de de hızla yaygınlaşırken, “Bohçacı geldi

hanıııım!” diye bağırarak kapı kapı dolaşan satıcılar da,

yerlerini modern satış uzmanlarına bıraktı. 2003 yılında

Türkiye’nin ilk ‘network marketing’ firması olarak kurulan

ve 2008’de Artin Sandalcı’nın satın aldığı ‘Bohçam’ da,

doğrudan satış sistemiyle faaliyet gösteren firmalardan

biri. Bohçam ekibinin satın alma ve pazarlama sorumlula-

rı Lena Tekyan ve Talar Matatyan, gazetemizi ziyaret ede-

rek firmalarının, özellikle kadınların önemli rol üstlendiği

satış uygulamaları hakkında bilgi verdiler.

“Firmamız, ‘modern bohçacı’ sloganı ile yola çıktı-

ğı günden bu yana, Türkiye’nin 81 iline yayılmış olan on

binlerce temsilciye ulaştı. Tekstilden ev gereçlerine, ge-

niş ürün yelpazesi ile her yaşa ve her türlü ihtiyaca karşı-

lık vermeyi hedeşiyoruz” diyen Matatyan, kaliteden ödün

Türkiye’nin ilk ‘network marketing’ firması olarak kurulan

vermeden, geniş ürün portföyüyle yollarına devam ettik-

lerini belirtiyor.

Satış yelpazesinde, kadınların günlük hayatta ihti-

yaç duyabileceği pek çok ürünün yer aldığı firmanın satış

kadrosu, yaşını dolduran herkese açık. İktisat ve söylü-

yor. Özellikle Anadolu’da yaşayan ve alışveriş fazla et-

tiklerini belirtiyor.

[email protected]

Ay, yine dayanamadım. Onca kınama, onca eleştiri,

onca ayıplama içeren yazı çiziden sonra bile aldırmazlık

edemedim. Çünkü hem kınadım hem de ekstradan ve de

elimde olmadan güldüm. Bence dünya gülmüştür. Olay

aynen çocukların ‘elim sende’ oyunu gibi değil miydi?

“Siz Sümela’da, Ah Tamar’da… Pardon… Beyaz Damar’da

ayin neyim yapar mısınız? Ben de bin yıl önce fethedilmişi

yeniden fethetme ‘show’u yaparım işte böyle. Aklınızı ba-

şınıza toplayın. Eskileri deşip durmayın, buralar benim-

dir benim” der gibi… Sanki birileri bir yerlerde hak iddia

etmeye kalkmışmış gibi… Böyle bir gövde gösterisine ne

gerek vardı bilmem ki…

Dedim ya, hem kızdım, hem güldüm. Gülmemin bir

nedeni de yıllarca “Oranın adı aslında Anı’dır, Ani değil-

dir. Ermeniler dilleri dönmediğinden (!) öyle diyorlar”

diye yırtınanların, sırf eskiden Ermenilere ait olduğunu

vurgulamak için, üzerine basa basa Ani demeleriydi. Ta-

bii, bu durumda geriye dönüş olmaz artık. Mecburen her-

kes Ani diyecek. Bakar mısınız? Nispet uğruna bir dolu iş

çıktı. Anı olarak basılmış onca kayıt, broşür, belge falan

filan hep değişecek şimdi. Değişmeli de. Ayıp olur yoksa.

Diyorum ki bir Cuma namazı da Ah Tamar’da kılınsa, ora-

ya da Beyaz Damar demekten vazgeçilir mi acaba? Olma-

yacak şey değil yani…

Bakın, böyle birden konuya dalınca namaz kılınma-

sına, dua edilmesine karşıyım sanılmasın. Ben herhangi

bir ibadethanede, herhangi bir dine mensup insanın dua

edebilme özgürlüğünde olmasından yanayım. Ama dini

duyguların milliyetçilikle istismar edilmesine karşıyım.

Nedir o mehter takımı falan? Nedir o dua bahanesiyle fe-

tih gösterisi tavırları? Yok mu ya… “Bu Ermeni diyarı diye

bilinen yer bizimdir, ne istersek yaparız!” Sanki “değildir”

diyen vardı...

Ve Sn. Bahçeli’nin “Yüzyıllarca emellerine ulaşa-

mamış Ermeni’nin ve Rum’un bitmeyen ihtirasları” diye

başlayan cümlesinin devamını dinleyemedim bile, isya-

nımdan. Ne ihtirası varmış Ermeni’nin ve Rum’un yahu

yüzyıllardır, eşit vatandaşlık hakkı istemekten başka? Bu

ülkede biri azıcık hak hukuk lafı etmeye başlasa hemen

bölücülükle suçlanıyor. Var mıdır acaba dünyada vatanın

bölünmesinden bu derece korkan bir devlet daha? Ne za-

man anlaşılacak kimsenin böyle bir şey istemediği? Bir

avuç Ermeni, vatanı niye bölmek istesin ki? Ya da bir tu-

tam Rum?

Ayrıca, Alparslan, vaktinde Anadolu’yu fethederken,

Romalıların baskısından yılmış olan Ermenilerden yardım

almadı mıydı? Oralarda Ermeniler onu kurtarıcı gibi karşı-

lamadılar mıydı? Ben mi yanlış biliyorum acaba?

Hem nedir Anadolu’daki Ermeni’nin izlerini böyle ısrarla

silmeye çalışma çabası? Geçen sayılarımızdan birinde sırf

Van’daki çoktan yok olan kiliselerimizin yerlerini göste-

ren haritayı gördüğümde dudağım uçukladı. Biliyorum,

epey infial içeren ve de az buçuk konu bütünlüğünü kay-

betmeye doğru giden bir yazı oluyor bu. Ama ikisi birbi-

rinin nedeni…Vardanyan ailesinin dertleri memleketleri

Ermenistan’da da son bulmamış: “Şimdiki evde aylık 400

TL kira ödüyorum. Üç aylık kira borcum var. Ev sahibimiz,

mayacağı bir yerde yaşıyor. Suçumuz nedir bilmimızı çö-

zebilecek bir avukat talep ediyorum. Çok zor bir durum-

dayız herbirimiz. Umarım Rosa Vardanyan’a yardımcı ola-

cak birileri çıkar.”

KAPLUMBAĞA

Geçmişin izi tekrar mı?

Bercuhi Berberyan

SARV EN MUR ADYAN

Okurlardan... Okurlardan...

Page 16: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//16

TÜRKİYE-Ermenistan arasında diplomatik ilişki olma-

ması ve sınırın kapalı tutulması nedeniyle yıllardır

yasal statüye kavuşamayan Ermenistanlı göçmenler, ko-

runmasız kaldıkları için

sık sık tehlikeye maruz

kalıyor, ancak hiçbir hak-

ka sahip olmadıklarından,

haklarını arayamıyor.

İstanbul’da sokakta sal-

dırıya uğradıktan sonra

ruh sağlığını yitiren oğlu-

nu tedavi ettirmekte bü-

yük güçlük çeken 43 yaşındaki Rosa Vardanyan ve aile-

sinin yaşadıkları, bu durumun acı bir örneği. Türkiye’ye

1997’de göç eden Vardanyan, başından geçenleri Agos’a

anlattı.“1997’de kocam öldükten sonra iki oğlumla birlik-

te Türkiye’ye göç ettik. Bir süre sonra iş buldum ve çalış-

maya başladım. Başta her şey çok güzeldi. Hiçbir prob-

lemimiz yoktu. Uzun yıllar böyle yaşadık. Oğlum Rafael

bakkalda çırak olarak çalışıyordu. Bir gün eve dönerken

birkaç gencin saldırısına uğradı. Türkiye’de yaşayamaya-

cağını söylemişler ve feci bir şekilde dövmüşler. Ondan

sonra kendini tanımaz hale geldi. Kendi kendine konuşu-

yor, bağırıyordu. Vardanyan, oğlunun derdine çare bula-

bilmek için çıktığı televizyon programının ardından sınır

dışı edilmiş:

“Bir gün, vatandaş olabilmek

için NTV’ye çıkıp derdimizi at

ettik, ancak sonuç olumsuz-

du. Dört ay orada kaldıktan

anlattık. Ama sonra, kim ol-

duğunu bilmediğimiz biri bizi

ihbar etti ve polisler geldi. Bizi

Yabancılar Şubesi’ne gönder-

diler. Orada, Ankara’ya mek-

tup yazmamızı tavsiye ettiler. Vatandaşlık için müracaat

ettik, ancak sonuç olumsuzdu. Dört ay orada kaldıktan

sonra sınır dışı edildik.”ardım etmek isteyenler, kendisi-

ne ulaşmak için Agos’a başvurabilirler.

Uzanacak yardım elini bekliyorRosa Vardanyan’ın başına gelenler Ermenistanlı göçmenlerin karşılaştıkları zorlukları gösteriyor

Tedavisi için Surp Agop Hastanesi’ne gittik. Orada şizofreni teşhisi kondu, fakat yabancı olduğumuz için korktuklarını söyleyip muayene etmediler. Oğlumun patronunun kefil olmasıyla, Bakırköy Ruh ve Si-nir Hastalıkları Hastanesi’ne gittik. İlaç verdiler. Ben Etiler’de çalışı-yorum ama aklım hep Kurtuluş’ta, evde kalan oğlumda.”

‘Bin Kamp Armen gönüllüsü’ aranıyor

Topkapı Okulu yararına brunch

TÜRKİYE-Ermenistan Sinema Platformu’nun düzenle-

diği ‘Birlikte Film Yapıyoruz’ projesi kapsamında çe-

kilecek olan ‘Kaybolmayın Çocuklar’ adlı film için sponsor

arayışı sürüyor.

Senaryosunu Garabet Orunöz’un yazdığı, yönetmenli-

ğini ise Gülengül Altıntaş’ın üstlendiği film için Kültür

Bakanlığı’na başvuruda bulunan ancak olumsuz yanıt

alan Orunöz, filmin tamamlanması için halktan destek

sağlamak amacıyla bir kampanya başlattı.

Kısa süren önce ‘Bin Kamp Armen Gönüllüsü’ adıyla baş-

latılan kampanyaya, şimdiye kadar, başta Tıbrevank Gö-

nüllüleri, MalatyaHay Gönüllüleri ve Vakıfköylüler olmak

üzere çok sayıda kurum ve kişi katkı verdi.

‘Bin Gönüllü’ arasında olmak isteyenler, İş Bankası İstan-

bul Kapalı Çarşı Şubesi’ne, Karabet Orunöz adına açılan

hesaba katkıda bulunabilirler.

Hesap numaraları:

Euro hesap no: TR68 0006 4000 0021 0270 3018 90

ABD Doları hesap no: TR73 0006 4000 0021 0270 3005

TL hesap no: TR43 0006 4000 0011 0270 2331 84

BİTLİS Taş ailesinin üyeler i ,

geçtiğimiz günlerde köylerini

(Misi/Mtsi/Açıkalan) ziyaret ede-

rek Asadur (Asdur) Taş için bir me-

zar yaptırdı. Köylülerin de katıldığı

bir Hokehankist ayini gerçekleşti-

ren Taş ailesi, uzun bir aradan sonra

Bitlis’te ilk kez bir Ermeni aile kab-

ristanının da temelini atmış oldu.

Cezo Taş, Agos’a yaptığı açıklama-

da “Ben köyden 1955’te ayrıldım.

Babamın mezarını yaptırdığımız yer

eskiden mezarlıktı. Bizim eski soya-

dımız Margosyan’dır, ancak Soya-

dı Kanunu’yla Taş olmuş. Babamın

adını ve soyadını bu şekilde köyde

yaşatmak istedim” dedi. Geçtiğimiz

yıl köyünü ziyaret ettiğini belirten

Taş, Babamın mezarını yaptırdığı-

mız yer bölgede yaşayan Ermeni ol-

masa da, bir Hokehankist ayini ger-

çekleşti halen eski köy isimlerinin

kullanıldığını, Niç köyüne halen ya-

zın Ermenilerin gelip ekin ektikleri-

ni, Pnuts köyünde ise kimsenin kal-

madığını söyledi.

HAYCAR Derneği, 2 Ekim Cumartesi günü Marma-

ray kazıları sırasında ortaya çıkan arkeolojik alana

teknik gezi düzenledi. Kazılar sonucu ortaya çıkan ba-

tık gemileri görme fırsatı bulan ziyaretçiler, arkeolojik

alan ve batıklar hakkında da ayrıntılı bilgi aldılar. Hay-

car etkinlikleri kapsamında 30 Eylül Perşembe akşamı

ise Feriköy Kilisesi Nazar Şirinoğlu Salonu’nda derne-

ğin başkan yardımcısı Sevan Karabetoğlu, “Quark’tan

Kozmos’a” başlıklı bir sunum yaptı. Önümüzdeki gün-

lerde derneğin sunum ve gezi faaliyetleri devam edecek.

14 Ekim Perşembe akşamı Feriköy Kilisesi Nazar

Şirinoğlu Salonu’nda Gemi İnşaatı Mühendisi Ohannes

Özçelik, yat yapımını anlatacak. 4 Kasım Perşembe ise

Berkay Somali, Amerikan Yeşil Binalar Konseyi (USGBC)

tarafından verilen, sürdürülebilir bina endüstrisinde ye-

şil bina tanımlama ve değerlendirmeye yönelik bir çevre

dostu bina değerlendirme sistemi olan LEED Sertifikası

hakkında bilgi verecek.Cemaat işlerinde gönüllü görev

almak yürek ister, vicdan ister, adaletli olmak ister, so-

rumluluk ister, bilgi ister, deneyim ister. Özellikle okul-

lar… En bıçak sırtı olan, en hassas olunması gereken

kurumlardır. Burada insan yetiştiriliyor, çocuklarımızın

istikbali söz konusu. Bunun için de yöneticilerimizin had

bilmeleri, işi ehli kişilere bırakmaları gerekir.

Yeni kan adı altında yıllardır birçok okulumuzda

yapılan keyfi değişiklikler tarafından verilen, sürdürü-

lebilir bina endüstrisinde ye yöneticilerimizin okullarda

görev yapan öğretmenlerimizin, müdürlerimizin dene-

yimlerini, devlete ve sisteme karşı prosedür bilgilerini,

emeklerini düşünmeden, “Al tazminatını, hadi bir de pla-

ket verelim…” kolaycılığıyla yaptığı icraatlardı. Timsah

gözyaşları misali, yürü git, gelsin yenisi. İyi, gelsin yeni-

si de, eskisi yenisi bir arada yol alsa, hem eski müdürün

tecrübesinden faydalanılsa, yeni gelen müdür daha iyi

İstanbul’daki Balyan eserlerini, 24 Ekim Pazar ise Ciba-

li-Fener ve Balat’ı gezecek.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Topkapı Levon Vartuh-

yan Okulu yararına bir brunch düzenleniyor. 13 Ekim Çar-

şamba günü Nakkaştepe Bridge Restaurant’da gerçek-

leşecek davet, saat 11.00’de başlayıp, 16.00’da sona

erecek. Topkapı Vakfı, Brunch’a katılacak konuklar için

Yeşilköy, Bakırköy ve Feriköy’den otobüs seferi düzenli-

yor. Cemaat işlerinde gönüllü görev almak yürek ister, vic-

dan ister, adaletli olmak ister, sorumluluk ister, bilgi ister,

deneyim ister. Özellikle okullar… En bıçak sırtı olan, en

hassas olunması gereken kurumlardır. Burada şilere bı-

rakmaları gerekir. Otobüsler, saat 09.30’da Yeşilköy, Mig-

ros Karşı Caddesi otobüs durağından, yine 09.30’da Ba-

kırköy, İstanbul Caddesi Tansaş önünden ve saat 10.00’da

şamba gününğde Feriköy, İdil Dormen Tiyatrosu’nun

önünden hareket edecek.

Su çatlağını buldu

HAYCAR’dan yeni etkinlikler

Page 17: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 17

Ermeniler toplanıyor

39. SATRANÇ OLİMPİYATI (2)

Çeyrek Final maçları nefesleri kesti

Batman Bitlis Van Muş İlleri İlçeleri Köyleri Sason Er-

menileri Sosyal Yardımlaşma ve Kültürel Dayanış-

ma Derneği olağanüstü vede genel kurul toplantısını 15-

16 Ekim Cuma gününde de, Joga Bonito Kırmızı grupta

grup birinci oldu. ting kaybederek turnuvayı tamamladı-

lar. Carlsen, 15.3 Grubu, saat 14.00’te Dernek merkezinde

yapacak. Olağanüstü kurul toplantısına katılmalarını iste-

di. Adres: Şeysavurbey Caddesi, Arapzade Ahmet Sokak,

no:28/1 Kumkapı/Fatih

Pilos Yalın Turnuvası 30 Eylül – 1

Ekim tarihleri arasında oynanan

maçlarla devam etti. Oynanan maç-

lar sonucunda, Joga Bonito Kırmı-

zı grupta grup birinci oldu. Grubu,

El Nino ikinci, Naygahas üçüncü ve

Drogheda dördüncü sırada tamamla-

dı. Mavi Grupta ise Barsky averajla

birinci, Mars ikinci, İnter üçüncü ve

Starwars dördüncü sırada. Final 12

Ekim’de4 ve 5 Ekim günlerinde ya-

pılan çeyrek final karşılaşmaları çe-

kişmeli ve heyecanlı geçti. Birbirin

El Nino ikinci, Naygahas üçüncü ve

Drogheda dördüncü den güzel golle-

rin atıldığı maçlar izleyicilerin nefes-

lerini kesti. Sonuçlar ise şöyle:

Joga Bonito 9-1 Starwars, Naygahas

4-7, Mars, Barsky 8-2 Drogheda, İn-

ter 7-3 El Nino. 8 Ekim Cuma ar so-

nucunda, Joga Bonito Kırmızı grup-

ta grup birinci oldu. Grubu, El Nino

ikinci, Naygahas üçüncü ve günü oy-

nanacak yarı finallerde Joga Bonito-

Mars, İnter- Barsky maçları oyna-

nacak. Final maçı ise 12 Ekim Salı

günü...

Jirayr Ohanyan Çakır anısına turnuvaŞİŞLİ Spor Kulübü, 2003 yılında kaybet-

tiğimiz satranç ustası Jirayr Çakır’ın

anısına bir satranç turnuvası düzenliyor.

200’den fazla üzerinde satranççının katıl-

masının beklendiği ‘Jirayr Ohanyan Çakır

Grand Prix Satranç Turnuvası’ 15-17 Ekim

tarihleri arasında Swissotel’de yapılacak.

İki ayrı kategoride yapılacak olan turnu-

vaya katılmak için başvurular Şişli Spor

Kulübü ve İstanbul İl Temsilciliği’ne yapı-

lacak.

Şişli Spor Kulübü Başkanı Karun Ko-

van, konuya ilişkin olarak gazetemize şu

açıklamada bulundu: “Satranç dünyası-

na hizmet etmiş, kulübümüzde başkanlık

görevinde bulunmuş Jirayr Ohanyan Ça-

kır için düzenlenen turnuva çok önemli.

Satranç İl Temsilciliği ve Türkiye Satranç

Federasyonu bizi destekliyor. Turnuva-

da kazanılan puanlar Türkiye sıralaması-

nı da etkileyecek. Derece yapan satranç-

çılara para ödülü verilecek. Turnuvayı en

iyi şekilde organize edip gelenekselleştir-

mek istiyoruz. Arno Garabetyan, Sarven

Çakmak ve iye Satranç Federasyonu Genel

Sekreterliği görevini üstlendi. 1989’dan

itibarenSezer Merdin gibi önemli isimler

organizasyonda bizlere katkı sunuyor.”

Okulu, Fındıklı İlköğretim Okulu ve bir-

çok diğer kurumda satranç hocalığı yap-

tı, sayısız satranç oyuncusu ve şampiyon

yetiştirdi. Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yıl-

ları arasında Altı Nokta Rehabilitasyon

Merkezi’nde başlıyor

Jirayr Ohanyan Çakır kimdir?J i r ay r Ohany an Ç ak ır, 1921 y ı l ında

İstanbul’da doğdu. Nor Tıbrots, Pangal-

tı Mıhitaryan ve Galatasaray Lisesi’nde

öğrenim gören Çakır, satrançla Galata-

saray Lisesi’nde tanıştı.1943’te İstanbul

Satranç Derneği’ne üye oldu. 1944’te,

resmi olmayan Türkiye Şampiyonu Selim

Palavan’dan özel ders aldı. 1945’te Şişli

Spor Kulübü’nde altı kişilik kadroyla ilk

satranç takımını kurdu. 1950’de kulübün

kaptanı, 1964’te ise başkanı oldu. Aynı

yıl, Tel Aviv Satranç Olimpiyatı’nda Türki-

ye Milli Takım Kafile Başkanlığı ve Takım

Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yılları arasın-

da Altı Nokta Rehabilitasyon Merkezi’nde

görmeyenlere satranç hocalığyaptı. 1977-

1981 yılları arasında, iki dönem Türki-

ye Satranç Federasyonu Başkanlığı yap-

tı; 1982’de Türkiye Satranç Federasyonu

Fahri Başkanlık payesine layık görüldü.

1984’te, her yıl Satranç Oscar adayını se-

çen Uluslararası Satranç Yazarları Basın

Birliği jüri üyeliğine seçildi. 1986’de Tür-

kiye Satranç Federasyonu Genel Sekre-

terliği görevini üstlendi. 1989’dan itibaren

Galatasaray Lisesi, Feriköy Merametciyan

Okulu, Esayan Lisesi, Karagözyan İlkoku-

lu, Surp Haç Tıbrevank Lisesi, Pangaltı

Mıhitaryan Lisesi, Bezciyan İlkokulu, Sa-

hakyan Nunyan Lisesi, Yeşilköy İlköğretim

Okulu, Fındıklı İlköğretim Okulu ve birçok

diğer kurumda satranç hocalığı yaptı, sa-

yısız satranç oyuncusu ve şampiyon ye-

tiştirdi. Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yıl-

ları arasında Altı Nokta Rehabilitasyon

Merkezi’nde görmeyenlere satranç hoca-

lığyaptı. Dünya satranç şampiyonu Gary

Kasparov’u İstanbul’a daki Surp Asdvad-

zadzin Patriklik Kilisesi’ndeki törenle ebe-

diyete uğurlandı.

39. Satranç Olimpiyatı’nı bu hafta da kısa kısa inceleye-

lim. Bu büyük organizasyon, Ukrayna’nın şampiyonluğu

ile tamamlandı. Ivanchuk önderliğindeki Ukrayna takımı-

nı Rusya 1 ve İsrail takımları takip etti. Bayanlarda ise ilk

üç sırayı Rusya 1, Çin ve Gürcistan elde etti.

Elo ortalamalarına göre baktığımızda Şampiyon

Ukrayna’nın 2., Rusya 1’in 1., İsrail’in ise turnuvaya 11. sı-

rada başladığını görüyoruz. 3. seribaşı takım olan Çin 5.

olurken, son iki Olimpiyatın galibi Ermenistan 7. olabildi.

Bayanlarda ise Rusya 1 ve Çin turnuvaya başladıkları gibi

başarı elde ettiler. İki süper yıldız Carlsen ve Topalov için

olimpiyatın çok kötü geçtiğini söyleyebiliriz. İkisi de ra-

ting kaybederek turnuvayı tamamladılar. Carlsen, 15.3

elo kaybederek 2810’a, Toplaov da 17.5 elo kaybederek

2785’e geriledi. Topalov bu sonuçla hem 2800 elo altına

düştü hem de elo listesinde dördülüncülüğe geriledi. Tur-

nuvanın elo performanslarına göre en iyi 3. oyuncusu o

An ise elo puanını 2793’e yükselterek dünya sıralaması-

nın üçüncülüğüne yerleşti. Bu sıralamalar tabii ki canlı ra-

ting göstergeleri, resmi sıralama 1 Kasım’da yayınlanacak.

Ermenistan’ın son iki olimpiyattaki başarısını gös-

terememesine rağmen başarılarına sevindikleri iki isim

vardı. Bunlardan birincisi Aronian’ın yükselişini devam

ettirmesi, elo sıralamasında 3.lüğe yükselmesi, 1. masa-

larda Ivanchuk’un ardından 2. olması ve tüm oyuncular

arasında 3. olmasıydı. Diğeri ise Ermenistan Bayan Milli

Takımı’nın 1. masası Elina Danielian’ın Büyükusta Unva-

nını almaya hak kazanması oldu. Türkiye Milli Takımı ise,

genelde 45., bayanlarda ise 38. olarak turnuvayı tamam-

ladı. Milli Takım adına en başarılı sonuç 11 maçta 9 puan

alarak WGM normlarını tamamlayan Kübra Öztürk oldu.

Reyting performanslarına göre en başarılı 3 sporcu; ge

Emil Sutovsky, Vassily Ivanchuk ve Levon Aroise Inna Ga-

ponenko, Nadezhda Kosintseva ve Wenjun Ju oldular.

Maxime Vachier- Lagrave (2721) - Levon Aronian (2783)

11. TUR

1. d4 d5 2. c4 c6 3. Af3 Af6 4. Ac3 dxc4 5. a4 Ff5 6. Ae5

Abd7 7. Axc4 Vc7 8. g3 e5 9. dxe5 Axe5 10. Ff4 Afd7 11.

Fg2 g5 12. Fxe5 Axe5 13. Vd4 f6 14. O-O-O Kd8 15. Ve3

Fe7 16. Kxd8+Şxd8 17. Kd1+Şc8 18. Fe4 Fg6 19. Fxg6

hxg6 20. Axe5 Vxe5 21. Vxe5 fxe5 22. Kh1Şd7 23. e3Şe6

24.Şd1 Fb4 25. Ae4Şf5 26. f3 g4 27.Şe2 g5 28. Af2

gxf3+ 29.Şxf3 e4+ 30.Şe2 Kd8 31. Kd1 Kxd1 32. g4+Şe5

33.Şxd1Şd5 34. Ah3 Fe7 35.Şc2 b5 36. b3 bxa4 37. bxa4

c5 38. Af2 c4 39.Şc3 Fc5 40. Ad1 Fd6 41.Şc2 Fb4 42. Af2

Fe1 43. Ah3 Fh4 44.Şd2Şc5 45. Ag1Şb4 46. Ae2Şb3 47.

a5 a6 48. Ad4+Şb2 49. Ae2 Ff2 50. h3 Fh4 0-1 Sanan Sju-

girov (2627) - Magnus Carlsen (2826)

10. TUR

1. e4 c6 2. d4 d5 3. e5 Ff5 4. Af3 e6 5. Fe2 Fb4+ 6. Abd2

Ad7 7. O-O Fa5 8. Ab3 Fc7 9. Ae1 f6 10. Fh5+ g6 11. Fe2 g5

12. Fd3 Fg6 13. exf6 Vxf6 14. Vg4 h6 15. f4 Fxd3 16. Axd3

O-O-O 17. Fd2 Vg6 18. fxg5 Agf6 19. Kxf6 Fxh2+ 20.Şh1

Jirayr Ohanyan

Page 18: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//18

‘Yeni Türkçe’nin mimarının anılarına yolculuk

Ölümünün 31. yılında, dilbilimci Agop Martayan’ı, Ara Güler’ in 1972 yılında, yayımlanmamış söyleşisiyle anıyoruz

26 Eylül 1932’de düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’na,

Atatürk’ün emriyle Sofya’dan İstanbul’a getirilen dil bil-

gini da katılmış ve ölünceye kadar Türk Dil Kurumu’nda

baş uzman olarak çalışmıştı. Atatürk’ün isteği üzerine Di-

laçar soyadını alan Agop Martayan’ın Ermeni diliyle ilgili

çalışmaları da bulunuyor. Martayan’ın tefrika olarak Mar-

mara gazetesinde yayımlanan makaleleri “Hay Mışaguy-

ti Badmutyun” (Ermeni Kültürü Tarihi) adı altında 300’er

sayfalık 3 cilt halinde Ermeni Öğretmenler Vakfı tarafın-

dan sırasıyla 2004, 2005 ve 2009 ’da basıldı. Bu değerli

serinin 4. cildi ise hazırlık aşamasında.

12 Eylül 1979’da yaşamını yitiren Agop Mar tayan

Dilaçar’ı, ölümünün 31. yılında, Ara Güler’in 1972 yı-

lında gerçekleştirdiği, bugüne kadar yayımlanmamış

söyleşisiyle anıyoruz. Martayan bu söyleşide Mustafa

Kemal’le fiam’da ilk tanışmasını ve daha sonra Türk Dil

Kurumu’nun başına nasıl getirildiğini anlatıyor.

Röportajı Agos okurlarına armağan eden Ara Güler, ga-

zetemize gelerek, yaklaşık 40 yıl önce banda kaydetti-

ği buluşmayı, tedarik ettiğimiz eski teypten baştan sona

dikkatle dinledi. Hatıralara dalan usta muhabir, Agop

Martayan’la aralarındaki yakın ilişkiyi ise şöyle özetledi:

EV DE⁄İL KÜTÜPHANE.

“Agop Martayan’ı çok eskiden tanırdım, yakın

dostumdu. Ankara’ya gittiğim zamanlarda muhakkak

Martayan’ın evine giderdim. Orada meşhur bir semttey-

di evi; epeydir Ankara’ya gitmediğim için sokak isimleri-

ni unuttum. Martayan’ınki ev değil kütüphaneydi. Hatır-

ladığım kadarıyla iki tane koltuk vardı, evin geriye kalanı

kütüphaneydi. Antika kitapları vardı. Yani küf kokusunu

alırdınız. O muazzam kütüphanenin Tarih Kurumu’na kal-

mış olduğunu düşünüyorum. Martayan acayip işler yaptı.

Kutadgubilig, Divan-ı Lügat ül Türk olmak üzere 3-4 tane

kitap yayımladı. Daha ziyade ilimle ilgili işler yapardı.”

BÜTÜN BİR HAYAT BU BANDIN ÜZERİNDE.

İstanbul’a. Hamalbaşı’nda evleri vardı. İstanbul’a

geldiği zaman bana mutlaka haber verirdi. Her defasın-

da arar “Geldim” derdi. Utangaç bir yapısı vardı. Bir kere-

sinde şuraya bir bant takayım da, biraz konuş, bir şeyler

anlat, önemli adamsın.” “Tamam, hadi tak da anlatayım”

deyince bu röportaj çıktı ortaya. İşte bütün bir hayat bu

bandın üzerinde…”

Nerede doğdunuz?İstanbulluyum, 1895’te Büyükdere’de

doğdum.

Hatıralarınıza dair neleri anlatmak istersiniz? B i r i n c i D ü n y a H a r b i ’ n d e K a f k a s

Cephesi’nde 2. Ordu’da yedek subay ola-

rak bulunuyordum. Bir gün karargahta

nöbetçiyken bir emir geldi. Emir şöyleydi:

“İkinci Ordu’da bulunan gayrimüslim su-

baylar geri alınarak başka ordulara gön-

derilecektir.” Ben de bunu kumandanıma

bildirdim.

Kimdi komutanınız?Galiba Tevf ik Paşa’ydı. Hatta benim-

le Fransızca da konuşurdu. İtimadını ka-

zanmıştım. Emri verdim kendisine. Oku-

du, yüzüme baktı… Üzüldü. “Oğlum” dedi

“Ben senden çok memnunum, fakat bu

bir ordu emridir, yerine getirmek mecbu-

riyetindeyim.” Ve bana “Nereye gitme-

yi arzu edersin” diye sordu. Yani Kafkas

Cephesi’nden başka bir orduya… Kafkas

Cephesi tehlikeli bir yerdi. 1917 Rus İhtila-

li başlamış, çatışma durmuştu. İleri kara-

kol tertibatı almıştık.ephesi’nden başka

bir orduya… Kafkas Cephesi tehlikeli bir

yerdi. 1917 Rus İhtilali başlamış, çatışma

Bu anlattığınız sene kaç?Cephesi tehlikeli bir yerdi. 1917 Rus İhtila

1917 senesinin sonları. Tam olarak günü-

nü, ayını hatırlamıyorum. Kumandanımın

isminden de emin değilim; başka bir paşa

da olabilir… Kumandanım sadakatimden

gayet emindi. Çünkü kıtaatımızda bulunan

iki üç gayrimüslim subay, ki bunlar bir iki

doktorla bir dişçiden ibaretti, zaten firar

etmişlerdi.

Page 19: Agos Newspaper

Ölümünün 31. yılında, dilbilimci Agop Martayan’ı, Ara Güler’ in 1972 yılında, yayımlanmamış söyleşisiyle anıyoruz

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 19

Firar etmek kolay mıydı?Firar etmek işten bile değildi. İleri karakol

tertibatı alınmış, çifte nöbetçi dikilmişti.

Ama gecenin karanlığında şöyle karar-

gahtan 10-15 adım ileri gittikten sonra bir

kibrit çakarsanız, muhakkak karşı taraf-

tan biri –ya bir Gürcü, bir Rus ya da bir Er-

meni– gelir sizi alıp götürürdü. Onlar da

bu şekilde firar etmişlerdi. Gayrimüslim

olarak yalnız ben kalmıştım bu kıtaatta.

Paşa, emri okuyup “Ben seni göndermek

mecburiyetindeyim, neresini tercih eder-

sin?” diye sorunca, “Paşam” dedim, “Ben

hiçbir yeri bilmiyorum, siz münasip gördü-

ğünüz bir yeri seçin, oraya gideyim.” Bu-

nun üzerine “Seni Suriye’ye göndereyim”

dedi, Filistin… Evet Filistin.

Kaç yaşındasınız o zaman?Tam 22 oluyorum. İlmühaberim yazıldı,

Paşa’nın elini öptüm, ayrıldık. Tabii benim

üst-baş perişan, saç-sakala karışmış, çün-

kü cepheden geliyorum. Beni Diyarbakır’a

kadar getirdiler. Diyarbakır’da Almanların

nakliye taburu vardı. Tanıyordum Alman-

ları, yanlarına gittim, “Suriye’ye gidece-

ğim, beni sizin arabalarınızla, yahut başka

bir vasıtayla götürür müsünüz?” diye sor-

dum. Almanlar “Peki” dediler, beni aldılar

getirdiler Halep’e bıraktılar. Üst-baş peri-

şan bir halde Halep’e vardım.

Askeri elbiseyle mi?Asker değil subay elbisesiyle. Yanımda

harp madalyam, tabancam, bir battani-

yem ve ilmühaberim vardı. Cebimde de

bir Türkçe gramer kitabı. Almanca yazıl-

mış bir gramer kitabıydı, orduda bulunan

Alman subaylarına ve çavuşlarına Türkçe

öğretiyordum. 1916’da bir Macar profesö-

rü tarafından yazılmış Turkishe Gramma-

tical adlı bir kitaptı.

Aktarma yapmak mecburiyeti vardı, o yüz-

den Halep’te istasyondan doğru bir otele

gittim. Otelcinin yazıhanesi alt kattaydı,

içeri girdim,“Bu gece yatacağım, yarın sa-

bah gideceğim, beni erken uyandırın” de-

dim. Loş merdivenden yukarı çıkarken, bir

karartı, bir hışırtı, gördüm ve işittim. Biri,

bir gölge, ayağa kalkarak bana İngilizce

hitapta bulundu. Ben de dalgın, “Ben si-

zin üzerinize memur edilmiş bir subay de-

ğilim” dedim ve yukarı çıktım.

Rütbeniz neydi?Rütbem, teğmen… Odacı bir oda açtı, içe-

ri girdim. Kapı kapanır kapanmaz, kapıya

vurdular. “Girin” dedim. İçeriye iki subay

girdi. Rütbelerine baktım, albay ama İn-

giliz üniforması var üzerlerinde. Biri İngi-

liz, birisi de Hintli… O sarıklı Hintlilerden.

İngilizce konuşmaya başladılar “İngilizce

biliyorsunuz, Sizden bir şey rica edebilir

miyiz?” dediler. “Biz Kutelamara’da, yani

Irak Cephesi’nde Kutelamara muhasara-

sında esir düştük. Muhasara esnasında

az yedik, midemiz küçüldü. fiimdi burada

bize ağırca yemek veriyorlar, ricamız daha

hafif yemek verilmesi” dediler. “Peki” de-

dim. Bu insani bir şey değil mi efendim?

“Ee, ne yapmam lazım?” “Kumandana

kadar bize refakat edip, bizim arzumu-

zu, ricamızı, İngilizce’den, Türkçe’ye ter-

cüme ediniz” dediler. “Hay hay” dedim,

önlerine düştüm ve Halep Kalesi’ne git-

tik. Kumandan yukarda oturuyordu. Adı-

nı bilmediğim bir paşaydı. Paşa’nın yave-

ri “Kapıyı vurun ve içeri girin” dedi. Odaya

girdik. Paşa’ya bunların tercümesini yap-

tım. “Hay hay” dedi Paşa “Olur.” Çok mü-

layim konuştu benle, selam verdik, çıktık

dışarı. Otele geldim, beş on dakika sonra,

sert bir vuruşla odamın kapısı açıldı ve bir

asker girdi içeri. Baktım bir inzibat yüzba-

şısı. Madeni bir şey üzerine eski harşerle

“kanun” yazılıydı yakasında. “Paşa sizi is-

tiyor” dedi sert bir söyleyişle. Önüne kat-

tı beni, yine yukarı çıktık, kaleye. Baktım,

Paşa’nın mülayim halinden eser yok, sert

bir muamele yapıyor bana karşı: “Kimsin?

Nesin?” Pek haklı olarak şüphelendi be-

nim durumumdan. Bir kere saç sakala ka-

rışmış bir haldeydim, oysa Harp cephesi

değildi Halep ve İngiliz esirleriyle beraber

çıkmıştım Paşa’nın karşısına.

İngiliz esir miydi onlar?Esirmişler, Kutelamara’da esir düşmüş-

ler… Paşa kim olduğumu anlamaya ça-

lışıyor, “Kimsin, nesin?” diye bağırıyor.

“Vahan oğlu Agop” dedim. Agop’u işitip,

Page 20: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//20

esirlere refakat ettiğimi anlayınca “Alın

bu adamın silahlarını” dedi. Geldiler, ta-

bancamı aldılar, yokladılar üzerimi, ilmü-

haberimi ve gramer kitabını aldılar. “Ya-

rın” dedi, “Süngülü bir neferle götürün.”

Gideceğim yer de fiam. Ses çıkarmadım,

emir, emirdir. Beni otele götürdüler, kapı-

mın önüne de bir süngülü nefer diktiler.

Yine sert bir ihtar: “Yarın sabah 5.30’da

hazır olun. Trene gideceğiz!” Bütün gece

uyuyamadım. Çok alındım, çünkü ben va-

tan için dövüşmüşüm, yaralanmışım, harp

madalyası kazanmışım. Sahte değildi o

harp madalyası. Ve insani bir davranışım-

dan dolayı beni bir süngülü nefer nezare-

tinde fiam’a götürüleceğim. Sabah yüz-

başı geldi, koltuğunun altında bir defter

vardı, içinde de bir rapor, yani aleyhime

bir rapor; “Hadi bakalım” dedi. Trene bin-

dik. Salhi denilen fiam’ın en güzel mahal-

lesinde bir karargah vardı. Yıldırım ordu-

ları grubu teşekkül etmek üzereydi. Oraya

gittik, yüzbaşı ile bir daireye girdik. Yüzü-

me baktılar, okudular raporu. Kimse tes-

lim alamıyor, devamlı yüzüme bakıyorlar.

Binbaşıdan başladık, albaylara kadar gel-

dik, onlar da kabul etmedi. “Kumandana

gidelim” dediler.

Neden kabul etmediler?Tahminime göre; bir şüpheli, bir casus ol-

duğum yazılıydı o raporda. Beni kuman-

dana çıkardılar. Kapı açıldı, Yüzbaşı içe-

ri girdi, durdu. Yüzbaşı selamdan sonra

elindeki defteri raporla beraber komuta-

na verdi. Mirliva rütbesinde bir general-

di, bir paşa. Paşa baktı, şöyle bir göz gez-

dirdi belgelere; sanırım pek uzun değildi

rapor, çünkü çabuk okudu. Bana baktı,

“Nasıl oldu da sen kaçmadın?” diye sor-

du. Ben de ani bir feveranla “Çok tees-

süf ederim kaçmadığıma” dedim öfkeyle,

“Harp cephesinden kaçmayan, herhalde

fiam sokaklarında kaçmayacak. Ben bu

vatan için çarpışmışım. Bu madalya sah-

te değil. Emir buyurun, süngüyü çıkarsın-

lar.” Seferberlik zamanında, sarf ettiğim

bu sözler yüzünden, sadece bir paşa de-

ğil, herhangi biri, bir albay da tabancasını

çekip vurabilirdi beni. Hazar (barış) zama-

nı değil, harp zamanıydı bu… Divana sevk

etmeden vurabilirlerdi. Çünkü Paşa’ya

karşı, “teessüf ederim” demek hakaret

sayılırdı. Paşa çok temkinli davrandı, dur-

du, düşündü. Fakat o sözlerimden dolayı

yüzbaşı sarardı. Korktu, Paşa beni vura-

cak diye. Ama vurmadı. Düşündü, yüzüme

baktı, yüzbaşıya döndü ve “Bu subayın

nesi varsa masanın üstüne koyun” dedi.

Rapor da elindeydi. Yüzbaşı, tabancamı,

ilmühaberimi ve gramer kitabını masa-

nın üzerine koydu. Nefere de “Süngü çı-

kar oğlum” emri verdi. Nefer süngüyü çı-

karınca da “Hadi gidin ve kapıyı kapayın”

diye emretti ve ikisini de odadan çıkardı.

Paşa ayağa kalktı, şöyle bir dolaştı “An-

lat bakayım, bu iş nasıl oldu?” diye sordu.

Ben de sana da anlattığım gibi başıma ge

Her şeyi olduğu gibi anlattınız mı?Aynen anlattım. Hayatta ne kazanmış-

sam doğruyu söyleyerek kazanmışım.

“Ben kendimi suçlu bulmuyorum, gizle-

diğim bir suç yok. Dilimde olmadığı gibi,

kalbimde de yok” dedim. Bu sefer Paşa

bana yaklaştı “Sen kalbinde o Paşa’yı

suçlu buluyorsun ama asıl suçlu sensin”

dedi. Biraz daha yaklaştı ve parmağı-

nı sallayarak “Ama ben seni anlıyorum”

dedi. Çünkü doğruları söylediğimi anla-

mıştı . Raporu da okumuştu, yani telhin

(değiştirme) yoktu. “Anlat bakalım, Rus-

lar nerede?” diye sordu. Ben de bildiği-

me göre anlattım geldiğim cepheyi. Bir

de baktım arkasında bir harita var. O ateş

hattı, yahut neyse o hat, bayraklarla çizil-

miş, hepsi doğru. Paşa, “Olur böyle şey-

ler, sen gençsin, bu da unutulur, ben seni

anlıyorum, otur bakalım” diye beni oturt-

tu ve sorgulamaya başladı: “Kimsin, ne-

sin? Nerede doğdun? Kaç dil bilirsin?” Bil-

hassa “Kaç dil bilirsin?”in üzerinde durdu.

Sonra kitabı eline aldı, Turkishe Gramma-

tical... Baktı… Benim kanaatime göre, Ata-

türk belki de, yani Latin harşeriyle yazıl-

mış Türkçe’yi ilk defa orada gördü. Yani

şimdiki harşer

Yani Şam’da konuştuğunuz Paşa Atatürk müydü?Atatürk’tü. Mustafa Kemal Paşa. Ondan

sonra efendim “Bu ne?” dedi. “Paşam”

dedim “Orduda Almanlar vardı, onlara

Türkçe öğretiyordum. Kitap Latin harşe-

riyle yazılmıştı ama Arap harşeri de var-

dı.” Atatürk soruyordu “Bu nedir?” Mese-

la ⁄; okunmaz G var ya… Yunan harfiyle

göstermişler kitapta. Sonra I harfinin üze-

rine Y’yi koymuşlar. Ç’nin üzerine ters bir

aksan koymuşlar ama okunabiliyor. Ben

o anahtarı kendisine öğrettikten sonra, ki

çok modül bir şey değildi, Atatürk okuya-

bildi bazı şeyleri. Arap harşeriyle yazılı şu

yerleri gördü: Fasih Türkçe, Orta Türkçe,

Kaba Türkçe. “Bunlar nedir?” dedi. “Bu”

dedim Fasih Türkçedir, bu Edebi Türkçe-

dir, Orta Türkçe halkın konuştuğu orta de-

recedeki Türkçedir, Kaba Türkçe de köylü-

dür.” “Böyle şey olmaz” dedi “Bir tek Türk

dili var, herkesin anlaması lazım.” Neyse,

okşadı beni, “Müsterih ol” dedi “Al Taban-

canı.” Tabancamı taktırdı. Kitabı ve ilmü-

haberimi de verdi. İlmühaber, hayati bir

şeydir. İlmühaberi vermek, aşağı yukarı

ordudan ilişkisini kesmek demektir. Mese-

la kaçabilirdim. Ama Atatürk bana itimat

etti ve ilmühaberimi verdi. “Şam’ı biliyor

musun?” diye sordu. “Paşam bilmiyo-

rum” dedim. “Sen cepheden geliyorsun,

yorgunsun, al bunu, birkaç gün gez, yine

gelirsin buraya” dedi. Teşekkür ettim. Ka-

pıdan çıkarken, tabii arkamı döndüm, Ar-

kam yırtık pırtıkmış herhalde… “Gel baka-

yım, üstün başın perişan” diye seslendi.

Bir kart çıkardı, Menzil Kumandanlığı’na

hitaben “Bu Efendiyi giydiriniz ve table-

dotunuza dahil ediniz” yazdı. Yani bu de-

mektir ki, her ay maaşımdan 110 kuruş

kesilecek, 110 kuruşla da sabah, öğle, ak-

şam yiyebileceğim.

Menzile gittim. Sonra efendim, yemekha-

neye gittik, kumandan beni takdim etti.

Orada tabledot vardı, çocuklar oturuyor,

subaylar var. Hiç cepheye gitmemişler.

Bana öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir

subay, nasıl olur?

Hiç kimse cepheye gitmemiş miy-di?Cepheye giden yoktu onların arasında.

Bana soruyorlardı “Harp nasıl olur? Muha-

rebe denen şey nasıldır?” Hissiyatı, yani,

korkuyu falan anlamaya çalıştılar. Ben de

anlattım. Orada iki gün kaldım. İki gün

sonra karargaha gittim. “Paşa burada, vur

kapıyı gir içeri” dediler. Girdim, baktım bi-

zim Paşa orada. Beni görünce güldü “Hâlâ

kaçmadın mı?” diye şakalaştı. “Aleyi’yi bi-

liyor musun?” dedi. Aleyi, Beyrut’un say-

fiyesi. Orada bir fırka varmış. Gayet güzel

bir yerdi. Yani Monte Carlo gibi bir yer-

miş ama bizim zamanımızda perişandı.

Tam istasyonun karşısında karargâhlar

vardı. Paşa “Ben seni oraya gönderece-

ğim” dedi. “Emredersiniz” dedim. Orada-

ki fırkaya girdim. Paşa birkaç kere trenle

Beyrut’a geldi. Paşa indiği zaman, tabii bi-

zim karargâh haber alırdı ve karşılamaya

çıkardık. İstasyonda rütbemize göre dizi-

lirdik. Paşa, albaylar falan… Ben de ken-

di dereceme göre dururdum. Onların ya-

nından “Nasılsın?” diye geçerdi Atatürk,

yanıma geldiğinde ise “Oğlum, nasılsın?

Memnun musun? İyi misin?” diye sohbet

ederdi. Hayret ederlerdi ki, Paşa albaydan

filandan, çarçabuk geçiyor ve bana gelip

“Nasılsın, iyi misin?” diye hatır soruyor.

Ondan sonra efendim, bir gün emir geldi,

“Cepheye gidiyoruz!” Ve Atatürk’ün em-

rinde Gazze Harbi’ne girdim.

Bu Lawrence hikâyesi midir?Lawrence’in son devirleri. General Allenby

Kudüs’ü işgal etmiş, oradan yukarıya yü-

rüyor, biz de ricat üzerindeyiz. Orada bi-

zim fırka eridi. Hatta ben belime kadar

kumlar içersine gömüldüm. Çünkü saat

beşte, bizim saatle akşam beşe doğru

donanma geliyor, bombardıman ediyor.

Bulunduğum kıtada bir yüzbaşımız vardı,

hep birlikte karavanadan yerdik. Yüzbaşı

Rauf Bey’di. Rauf Bey’in çenesinin dağıl-

dığını görmesem… Ve şu ana kadar ondan

daha berrak, ondan daha renkli bir tab-

lo hatırımda yoktur. Çenesinin dağıldığı-

nı gördüm. Birdenbire, bir şeyler oldum,

belime kadar kum içersine gömülmü-

Page 21: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 21

şüm. Birkaç saat sonra, yani bombardı-

man bittikten sonra, beni bir sıhhiye ne-

feri çekti çıkardı. Yaralı değildim. Ondan

sonra terhis edildik. Halep’e kadar geldik

ve Atatürk’ün izini kaybettim. O Atatürk

oldu. Ben de İstanbul’a geldim. Aradan on

sene geçti. Ben son olarak Balkanlar’da

bulunuyordum.

Niye Balkanlar’da bulunuyordu-nuz?Baldızım vardı Romanya’da, geziye çık-

mıştık. Hatırıma geldi. Kök Türkçe, yani

en eski Türkçe kitabelerinin, en eski ta-

rihi taşıyan kitabesi yani anıtı… Orhun…

Evet Orhun anıtları 1 Ağustos 732 tarihini

taşır. Kültigin’in anıtıdır. Yoluğtigin orada

söyler, “Ben güneşin altında şu kadar gün

burada kaldım. Ben bu taşka hakettim.

Yani vurdum. Tarihi de bugünkü hesapla

1 Ağustos 732. Ben de 1 Ağustos 1932’de

yani bu tarihin 1200. yıldönümünde, bunu

kutlayan bir yazı gönderdim İstanbul’a. İs-

tanbul gazetelerinde neşredildi. O zaman

Halk Partisi’nin organı olan Milliyet ga-

zetesinde, bizim Ağaoğlu Ahmet, Ahmet

Şükrü Esmer bu yazıyı görürler. Ahmet

Şükrü Esmer pek bu işlerden anlamazdı,

fakat Ağaoğlu bunun kıymetini anlamış.

O günlerde de Türk Dil Kurumu kurulmak

üzere ama birinci kurultay daha toplan-

mamış. Hazırlıklar yapılıyor Dolmabahçe

Sarayı’nda. Ruşen Eşref Ünaydın, katibi

umumi olarak çalışıyor. Ona telefon eder

Ağaoğlu Ahmet, “Sana bir yazı gönderiyo-

rum, bence önemlidir, icabına bakın” diye.

Ruşen Eşref de Atatürk’e gösterir.

Dolmabahçe Sarayı’nda?Dolmabahçe Sarayı’nda, 1 Ağustos 1932,

yani olsa olsa 5 Ağustos 1932’de. Milyon-

larca insanla temas etmiş olan bir gene-

ral, “Ben bu genci tanıyorum. Herhalde o

olmalı” der ve İstanbul Emniyeti’ne emir

verir: “Tahkikat yapılsın, ailesi bulun-

sun.” Polis müdürü gider kayınvalidemi

bulur, fotoğrafımı ister. Fotoğrafımı sara-

ya götürürler, Atatürk’e gösterirler. Beni

tanır “Bu genç o gençtir” der. Onun üze-

rine yine bir emir verir “Bunun Sofya’dan

İstanbul’a celbi.” Bana bir davetiye hazır-

lanır. O davetiyeyi Tevfik Rüştü Aras, o

zamanın Dışişleri Bakanı, elçiliğe getirir.

Tevfik Kamil Bey de o zaman Sofya Büyü-

kelçisi. Ona gösterir, o da beni bulur ve ilk

trenle beni İstanbul’a sevk eder.

Biraz daha tafsilatlı anlatırsanız… Peki. Biz alpinisttik, henüz çocuğumuz

yoktu. O zaman da dağa çıkmıştık hanım-

la. Dağdayız, emir geliyor. O zaman Cemi-

yeti Akvam vardı İsviçre’de. Bu yazılı emri

Atatürk Tevfik Rüştü Aras vasıtasıyla Sof-

ya’daki Büyükelçiliğimize gönderir. Emir

diyor ki… O zaman benim adım Agop Mar-

tayan… “Agop Martayan Bey’in ilk vasıta

ile İstanbul’a gönderilmesi…” Elçi soruş-

turur, evimizi bulur. “Dağa çıktı” derler.

“Ne zaman döner?” “Efendim 8-10 gün

kalacak.” “Nereye gitti?” “Efendim, işte o

dağın tepesine çıktılar, orada dağ evleri

var, karı koca orada kalacaklar.” Bu se-

fer Elçilik kavası oraya kadar çıkar, beni

bulur. “Elçi muhakkak sizi görmek istiyor”

deyince dağdan indik. Ben hemen elçiliğe

gittim. Tevfik Kamil Bey’e de ara sıra rast-

lardım, kokteyllerde falan; fakat bu sefer

gayet ciddiydi, “Bak” dedi “Seni tebrik

ediyorum.” Elinde bir kâğıt vardı. Oku-

dum: “Agop Martayan Bey’in bir an evvel

Kurultay’a iştirak etmek ve bir tez okumak

üzere İstanbul’a sevki” yazıyor. Kurultay

da toplanmak üzere, yani iki üç gün var

arada. “Hay hay, ama maalesef hemen

İstanbul’a hareket edebilecek durumda

değilim” dedim, çünkü şahsi bir ilişkim

yok ama bu memleketten dışarı çıkabil-

mek için, bana kaç yerden mühürlenmiş

vesika lazımdı. Emniyet de bana bir viza

verecek. Bu da ancak iki üç günde olabi-

lirdi.” “Anladım” dedi ve Zeki Hakkı Bey

adında müsteşar vardı orda, o beyi ya-

nıma kattı, ikimiz kalktık gittik Bulgaris-

tan Başbakanı’na. Başbakan baktı, acele

bir iş… Şüphelendi durumdan, bir şey de

söylemiyor ama şüpheyle bakıyor. Onun

üzerine bizim Müsteşar, açıklamada bu-

lundu: “Bizim Cumhureisimiz Dolmabah-

çe Sarayı’nda bir Kongre topluyor, bu bey

de dilcidir, onun iştirak etmesini istiyor,

bir an evvel İstanbul’a erişmesini arzu edi-

yor.” “Anladım” dedi Başbakan, Hariciye

ve Dahiliye vekaletlerine telefon etti ve

böylece polisten hususi bir vize aldım. Bi-

zim elçi akıllı davrandı, “Belki sınırda bi-

zimkiler şüphelenir ve seni bir müddet alı-

koyarlar, ama senin İstanbul’a bir an evvel

erişmen lazım” düşüncesiyle bana bir hu-

susi mektup verdi. Pasaport var, vize

var ama, yine de şüphelenebilirlerdi: “Bu

bey, Dolmabahçe’de filan gün toplanacak

Türk Dil Kurultayı’na iştirak edecektir. Hiç-

bir menaat (engelleme) yapılmaması, bir

an evvel Sirkeci Garı’na yetiştirilmesi la-

zım.” Bu mealde bir şey yazdı, “Bunu ya-

nında taşırsın” dedi. Kitaplarımın hepsi-

ni Sofya’da bıraktım. Sadece birkaç tane

kitap aldım yanıma, çünkü bir tez oku-

mam lazımdı ve hiçbir hazırlığım yoktu.

Hudutta benim kapıyı vurdular. Baktım

bizimkilerden biri, hudut muhafızı, kim

olduğuma, pasaportuma falan bakıyor…

Yastığımın altından o mektubu çıkardım,

okuyunca “Afedersiniz, sizi rahatsız ettik”

dedi ve çıktı. Sirkeci Garı’na geldik. Doğ-

ru kayınvalidemin evine gittik. Baktım po-

lisler geldi. Bütün gazeteler benimle meş-

gul, resmimi neşretmişler, yazılar

Tarihi hatırlıyor musunuz?24 Eylül 1932. 26’sında da Kurultay top-

lanacak. O gün öğlene kadar istirahat et-

tim. Baktım, gazeteler geldiğimi yazmış-

lar, artık Dolmabahçe Sarayı’na gitmem

lazım. Bir taksiye binip gittim. Orada ge-

nel yazman Ruşen Eşref Bey vardı. Konu-

şurken baktım birer ikişer zevat içeri giri-

yor. “Herhalde bunların toplantıları var”

diye düşündüm, izin istedim. Baktım “Bi-

raz daha istirahat edin” dedi ve bir ciga-

ra daha verdi Ruşen Eşref Bey. “Peki” de-

dim, oturdum. Ondan sonra “Arkadaşlar

hazır mıyız?” diye sordu. “Tamamız” de-

diler ve dışarı çıktık. İkişer ikişer sıralan-

dık. Yavaş yavaş çıkıyoruz merdivenleri,

Ruşen Eşref ön safta, beni çağırdı, yanına

aldı. Şöyle bir baktım, yukarda, sahanlık-

ta Atatürk… Sarı saçlarını gördüm. O da

baktı, uzaktan tanıdı beni, güldü, yanın-

dakilere bir şeyler söyledi. Yukarı çıktım,

gittim elini öptüm. “Tamam, bu gençtir”

dedi yanındakilere, yaniŞam’da tanıştığı

genç, bana döndü “Hoşgeldiniz, memnun

oldum” dedi.

Aradan kaç sene geçmişti?15 sene. Atatürk beni yanına oturttu. On-

dan sonra toplantı başladı. Yazılar okunu-

yor, gözden geçiriliyor.

Atatürk yeni bir Türkçe mi kurmak istiyordu?Atatürk, öz Türkçeyi kurmak istiyordu.

Yani yeni harşer kabul edilmiş, in-kılap geçmiş miydi?Geçmişti, 1928’deydi harf inkılabı. Latin

harşeri, esaslı Türk Alfabesi yerleşmişti.

Şimdi dili arıtma için toplanıyorduk.

Ve Türk Dil Kurultayı kuruluyor…Serbest, açık oturum gibi bir şeydi, her-

kes bir tez yazıp vermişti. Biz de bu tezleri

gözden geçiriyorduk. Bir Müteşebbis He-

yet vardı, ben de o heyete katıldım. Tezle-

ri okuyoruz, Atatürk de fikrimizi soruyor,

konuşuyoruz. Sıra Hüseyin Cahit’in tezi-

ne geldi. Oooo, başladılar kötülemeye,

Hüseyin Cahit olduğu için. Atatürk, sus-

tu, gayet ciddi olarak baktı. “Arkadaşlar,

fikir mücadelesi belli olmaz. Hüseyin Ca-

hit Bey kendi tezini okuyacak, siz de onu

cevaplandırırsınız” dedi. O gece sabahla-

dık. Bereket versin, saraydan kayınvalide-

min evini bulmuşlar, karakola telefon et-

mişler, onlar da haberdar etmişler ailemi,

“Dilaçar saraydadır, sabah gelecek” diye.

Orada mı yattınız?Hayır, orada değil. Sabah 9’da bir ara-

ba verdiler, biraz kafamızı dinlendirmek

için eve gittik. Saat ikide yine toplanaca-

ğız. Atatürk de Tokatlıyan Oteli’ne gitmiş

kahvaltı etmek için. Saat ikide yine top-

landık “Tezin hazır mı?” diye sordu bana.

Ruşen Eşref hemen atıldı “Arkadaş dün

geldi İstanbul’a, sabaha kadar oturduk,

Page 22: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m//22

müsaade ederseniz, eve gitsin yazsın te-

zini” dedi. Bu sefer bana izin verdiler, ay-

rılmadan önce de Atatürk’ün elini öptüm.

Gittim Yeni Cami’den bir daktilo buldum,

arzuhalciler var ya, eve götürdüm, yatağın

üzerine uzandım.

Arzuhalciyi de beraber aldınız yani?Evet, eve götürdüm makinasıyla beraber,

bende makine yoktu. Ertesi günü Kurultay

toplanacak. Benim tezim de gözden geçi-

rilmeden okunacak gibi. “Sabah erken ge-

tirir takdim ederim” dedim. “Lüzum yok,

benim sana itimadım var. Sen doğrudan

doğruya kürsüye çıkar okursun” dedi Ata-

türk.

Salih Rıfkı, Hüseyin Cahit ne gibi şeyler söylüyorlardı?“Dilde inkılap olmaz, dil tekamül eder, ya-

vaş yavaş kendi halini bulur” diyorlardı.

Evde irticalen dikte ettim, ne notum var,

ne bir şeyim, ama ima etmişim fikrimi, bi-

liyor ne söyleyeceğimi, bunları söyledim

ve adam yazdı. Bir nüsha bana verdi, dü-

zelttim. Yanlışlar çoktu. Mesela ben “Çu-

vaş” diyorum, o “çavuş” yazıyordu. Çuvaş

Türkçesi var, o bilmiyor, yanlış anlıyordu.

Böyle komik şeyler vardı.

Kaç sayfa oldu?Bu basılmıştır, matbu. Birinci Kurultay

tezlerinde var. Uzunca bir yazı. Yani 10-12

sayfalık bir şey. Daha uzun yazamazdım,

irticalen, kitaba bakmadan, ama misalle-

ri veriyorum onlara. Sonra efendim, erte-

si gün, Kurultay açıldı. Bir de baktık Mc

Arthur gelmiş.

General Mc Arthur?O zaman Amerikan Ordusu’nun Erkan-ı

Harbi Reisi. Atatürk’e hayran adam. Arz-ı

tanzimat için gelmiş. Onun için ayrıca bir

loca yapılmış, Dolmabahçe Sarayı’nın Mu-

ayede Salonu’nda. İki loca vardı, biri ona,

ikinci loca da Atatürk’e. Mc Arthur Türk-

çe bilmiyor ama dinliyordu. Biz de Rago-

polis adında Rum bir profesör vardı, rah-

metli. Onunla beraber arkaya çekildik,

çünkü Muayede Salonu’nun akustiği bo-

zuktu, anlaşılmıyordu sesler. Böyle tipik

telekapları vardı, şurdan buradan gelen

konuşmalar falan. Arkada kendi milli kı-

yafetleriyle gelmiş olan Özbekler, Türk-

menler vardı. Biz de onların dilini tetkik

ediyoruz, konuşuyoruz. Kürsüdeki Ka-

zım Paşa bir aralık sustu. Herkes arka-

ya bakıyor. Biri dedi ki “Adınız okundu.”

Halbuki ertesi günü okuyacaktım tezimi

ama hemen kürsüye çıktım ve tezimi oku-

maya başladım. Bir de baktım ki, Mc Art-

hur, Atatürk’ün locasına geçmiş. O fotoğ-

raf var ikisi bir arada. Tezimi okudum. İyi

okudum bana göre ve kürsüden indim. Bir

teneffüs ilan edildi. Seryaver Binbaşı Ce-

lal Bey “Locadan sizi istiyorlar” dedi, yani

Atatürk’ün locasından. Atatürk’ün locası-

na gittim. Teneffüs ilan edilmiş, Atatürk

ve general konuşuyorlar. Gayet iyi Fran-

sızca konuşurdu Atatürk, mükemmel Fran-

sızca bilirdi, yani nutuk söyleyebilecek

kadar iyi bilirdi. Beni de Fransızca olarak

takdim etti: “Sizin mekteplerinizdendir,

Amerikan Koleji’nden yetişmiş bir genç

subayımdır.” Sonra bana “fiimdi kendi di-

linde konuş bakayım onunla” dedi. Ben

de Mc Arthur’la konuştum, memnun oldu

ve Kurultay dağıldı. Ben de Dil Kurumu’na

girdim.

Nasıl girdiniz? Atatürk’ün emriyle alındım ve bir müd-

det sonra baş uzman oldum. Hala Türk Dil

Kurumu’nun baş uzmanıyım. Atatürk’e

şahsına ve Atatürk ilkelerine sımsıkı bağ-

lı bir vatandaşım.

Beyanat gibi oldu... Kaç seneden beri TDK’da baş uzmansınız?İlk günden beri oradayım.

Kırk sene oluyor yani?Önce komisyonlarda çalıştım, bir sene

sonra bir buçuk yıllığına Ankara’ya git-

tim. Hatta kitaplarımla birlikte. “Ben taşı-

rım kitaplarını” dedi Atatürk. Dolmabahçe

Sarayı’na götürdüm kitaplarımı, muazzam

bir kütüphanem vardı. Hepsini sandıkla-

dım, eşyalarımı filan, kargo treniyle ta-

şındı her şey. Sonra Ankara’ya yerleşir-

ken düzayak bir yer istedim, oğlum daha

3 yaşında olduğundan merdiven bulun-

sun istemiyordum. Atatürk adamlarına

emir verdi ve bizim daireyi de onlar tut-

tular. Haftada birkaç gün, buluşurduk.

Atatürk’ün yakın akrabası ve hemşeh-

risi vardı, Hayri Mehmet Somer, sık sık

oraya gelirdi. Bir araba gelirdi köşkten,

Çankaya’dan ve ikimizi de alır götürürdü.

Atatürk’ün sofrasında bir araya gelirdik.

Atatürk zannedildiği gibi sabahlara kadar

içki ile eğlenen biri değildi. Kendisi “Ben

18 yaşımdan beri içerim. Bu bir iptiladır,

kendimi bu iptiladan kurtaramadım” diye

itiraf etmiştir. “Genç arkadaşlar” dedi bir

gün, “Bu, size nasihat olarak diyorum ki,

vazife başında asla içmeyin” ve Çanakka-

le hatıratını anlattı orada. Kendisi biraz

fazla konyak almış ısınmak için, yanlış

bir emir vermiş ve binlerce şehit vermi-

şiz. Bunu söyledi. Herkesten bir şey rica

ederdi. Bir şiir mesela… Tevfik Fikret, en

çok sevdiği şairdi, benim de hocamdı. Ez-

berindeydi birçok kıtaları. Ondan sonra,

muhafız alayından erler vardı, güreş tu-

tarlardı. Atatürk güreşi çok severdi, onla-

rı seyrederdik. Poker oynardı, bizi şuraya

buraya götürürdü. Marmara Köşkü’ne gö-

türürdü. İlmi şeylerle uğraşırdık, konuşur-

duk, bu şekilde vakit geçerdi.

Yani Türk Dili’nin kurucularından birisiniz?Hayır, hayır, ona hizmet edenlerden biri-

yim. Bizim Türk Dili dergimiz var, ara sıra

orada yazarım, kitap neşrederim. 3-4 tane

büyük kitabım var, bir sürü makalelerim

var, broşürlerim var. İlk büyük eser olarak,

Türk Diline Genel Bir Bakış, beğenilmiş bir

kitaptır. Daha kalınca bir kitap, Dil, Diller

ve Dilcilik, bu sene de 72 senesinde Ku-

tadgubilig İncelemesi, o da beğenildi, şim-

di başka bir eser hazırlıyorum.

ÖNDERLER ve siyaset adamlar› de¤il, ayn› zaman-

da halk kitleleri ve onlar›n günlük yaşant›lar›

hakk›ndad›r” der Donald Quataert. Halbuki büyük tarihi

anlat›, ulus-devletin “vatandaşl›k” projesinin en büyük

silah› olarak kurgulanm›ş, icat edilen gelene¤in ve hayal

edilen cemaatin de¤erlerini taş›yacak bireyler var etmek

için sa¤lanmas› gereken bir tarih birli¤i için yarat›lm›şt›r.

Bu anlat›n›n merkezinde önderler ve siyaset adamlar›

ve onlar›n kişisel güçleriyle de¤işebilen olaylar silsilesi

vard›r. Ulus-devletin egemen ideolojisi olan milliyetçili¤in

do¤rudan taş›y›c›s› olan bu anlat›, nesnelli¤i bir kenara

atarak, “kendi” milletinin taraf›n› tutmuştur. Olaylar› si-

yah-beyaz olarak ikiye ay›rm›ş ve “siyah”lardan ar›narak

temiz “beyaz” sayfalarla dolu bir tarih ortaya konmuş-

tur. Bu yüzden tarih, hareketlilikten ar›nm›ş ve donuk

foto¤raf kareleri halinde bizlere ö¤retilmiştir. Fakat unu-

tulmamas› gereken şudur ki, bu pozlar› istedi¤i gibi verdi-

ren ve bu foto¤raf› çeken, milliyetçi ideolojinin kendisidir.

Ayhan Aktar’›n da de¤indi¤i gibi, gerçekli¤e ancak bü-

yük anlat›n›n siyah-beyazl›¤›ndan s›yr›l›p gri bölgelerde

gezen bir tarih anlay›ş›yla ulaşabiliriz. Bizim bu müte-

vaz› yaz›yla yapmaya çal›şt›¤›m›z da, bu anlay›şa uygun

olarak, Türkiye için, resmi tarih taraf›ndan bize donuk

foto¤raf kareleri halinde gösterilen bir zaman dilimin-

de bir siyasi aktörün hayat hikâyesinin peşinden gide-

rek kareleri renklendirmektir. Bu ba¤lamda, 1909-1918

y›llar› aras›nda Meclis-i Mebusan’da Halep mebusu ola-

rak görev yapan ve büyük anlat›n›n bir kenara att›¤› Ar-

tin Boşgezenyan’›n siyasi ve kişisel yaşant›s›n›n izi-

ni sürmeye çal›şt›k. Baştan belirtmek gerekir ki, bu iz

sürme s›ras›nda, Boşgezenyan’›n hayat›yla ilgili bir-

çok bilinmeyenle karş›laşt›k. Bu bilinmeyenlerin sebe-

bi ise, Boşgezenyan’la ilgili daha önce hiçbir çal›şma

yap›lmad›¤› için, kaynak ve bilgi eksikli¤iydi... Var olan

bas›l› kaynaklar›n ço¤u Türkiye’de de¤ildi ya da ulaşmak

istedi¤imiz bilgiler insanlar›n hat›ralar›nda sakl›yd›. Bu

zor şartlarda, bize yaz›l› tüm kaynaklar› ve foto¤raşar›

ulaşt›ran ise Halepli “yoldaş” Harout Ekmanian oldu.

Ekmanian’›n buldu¤u en iyikaynak Artin Boşgezenyan’›n en yak›n arkadaş› Kevork

Barsumyan’›n o¤lu olan Rupen Barsumyan’d›. Ekmanian,

kendisiyle ve Halepli tarihçi Mihran Minasyan’la görüştü

ve Artin’in hayat›na dair birçok bilgiyi bize sözlü olarak

ulaşt›rd›. Çok aç›k ki kendisi olmasa bu çal›şma da orta-

ya ç›kamazd›.

Bilinmeyen Y›llar: 1861-1909Artin Boşgezenyan’›n hayat›n›n büyük k›sm›n› oluştu-

ran ve mebus olana kadar geçen bu 48 y›l büyük bir boş-

luktur. Bu zaman dilimi hakk›nda k›s›tl› kaynaklardan

dolay›, ancak birkaç birbirinden kopuk veriye ulaşabil-

dik. Boşgezenyan’›n do¤um tarihi hiçbir resmi kaynak-

ta yer almasa da, mezar taş›nda yazd›¤›na göre 1861’dir.

Tamer Nalcı ve Emre Can Dağlıoğlu...

Page 23: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 23

Bak›rc›l›k ve dökümcülük işiyle u¤raşan Boşgezenyan

ailesi, Artin do¤duktan sonra, o zamanlar Halep vilaye-

ti olarak adland›r›lan co¤rafyada Antep şehrinden Halep

şehrine taş›n›rlar. Artin Efendi, hangi hukuk mektebinden

mezun oldu¤u bilinmese de avukatt›r ve 1901’de Cebel-i

Bereket sanca¤›nda Bidayet Mahkemesi (‹lk Mahkeme)

azas› olarak görev ald›¤› bilinmektedir.

Mebusluk Y›llar›: 1909-191823 Temmuz 1908’de ‹k inci Meşrutiyet ’in ilan›n›n

ard›ndan Kas›m ay›nda yap›lan seçimlerden son-

ra ba¤›ms›z Arap mebuslardan Mellahî Muhammed

Meri’nin 14 A¤ustos 1909’da ölümünün ard›ndan 5

Kas›m’da yap›lan ara seçimlerde Artin Efendi Halep’ten

seçilerek soyad›na tezat olacak mebusluk hayat›na baş-

lar. Ayhan Aktar, Aykut Kansu, Faroz Ahmed ve Vahe

Tachjian, Osmanl›’n›n son dönemi üzerine yapt›klar›

çal›şmalarda Artin Boşgezenyan’›n ‹ttihat ve Terakki Ce-

miyeti mensubu oldu¤unu belirtirler. Bunu, Halep Ermeni

Başpiskoposu’nun o zamanlar Sis’te (Kozan) olan Kilik-

ya Gato¤igosu Sahag’a yollad›¤› mektuptaki “‹ttihat ve

Terakki’nin çabalar›yla bir Ermeni mebusumuz oldu” ifa-

desi de destekler. Artin Efendi ayn› y›l Dersaadet’te “Ka-

nun-› Cezan›n Mevadd› Kaime ve Muaddelesi Hakk›nda

Teşrih ve Tenkid” adl› hukuk kitab›n› da yay›mlar.

‹şçi haklar› savunucusu BoşgezenyanOsman Köker’in aktard›¤›na göre, kahvelerde işçiler le-

hine propaganda yapmak için dolaşmas›ndan dolay› bu

soyad›n› alan Boşgezenyan’› Meclis’te ilk olarak ön pla-

na ç›karan olay, 22 Mart 1910 tarihinde iş yasas›yla il-

gili verdi¤i kanun önergesidir. Uzun süre tart›ş›lan fakat

bir türlü ç›kar›lamayan iş yasas› tart›şmalar›ndan son-

ra, Artin Efendi amelenin haklar›n›n sermayedara karş›

savunulmas› gerekti¤ini ifade eden bir önerge haz›rlar.

Hükümetin asli vazifesinin, zay›f›, güçlüye karş› ko- ru-

mak oldu¤unu belirtir ve medeniyetin elim neticelerin-

den birinin, sanayileşmiş ülkelerde halk›n, biri gayet güç-

lü sermayedar, di¤eri zay›f ve biçare amele olmak üzere

iki s›n›fa ayr›lmas› oldu¤unu ifade eder ve dört madde-

lik bir kanun layihas› teklif ederek Meclis’te uzun süre-

cek bir tart›şma başlat›r: Birinci Madde- Fabrikalarda gü-

neş do¤mazdan evvel ve güneş batmazdan sonra amele

çal›şt›rmak kat’iyyen memnudur [kesinlikle yasakt›r].

‹kinci Madde- Her üç saat hitam›nda [sonunda] bir saat

tatil edilmek şart›yla eşgali yevmiyyenin miktar› [gün-

lük iş miktar›] 10 saat tecavüz edemez [geçemez]. Üçün-

cü Madde- 12 yaş›n› ikmal etmemiş [geçmemiş] olan

çocuklar›n fabrikalarda çal›şt›r›lmas› caiz de¤ildir. Dör-

düncü Madde- Mevadd› mezkure ahkâm›nda riayet etme-

yen [bahsi geçen kanunlar›n hükmüne uymayan] fabrika-

törden, hilaf› usul istihdam eyledi¤i [usulleri çi¤neyerek

çal›şt›rd›¤›] amelenin adedi nisbetinde beheri [her birisi]

için 1 Mecidiye cezay› nakdi al›n›r. Amelenin muhafazai

s›hhatine müteallik bir tak›m takayyüdat›n tasrihiyle [iş-

çinin sa¤l›¤›n›n korunmas›na ilişkin bir tak›m kay›tlar›n

belirtilmesiyle], fabrikatörler taraf›ndan icras› mecburi

oldu¤una dair erbab› vukufa [bilirkişilere] bir madde tan-

zim ettirilmesi de ayr›ca rica olunur.

“Şu Meclis-i Mebusan kad›nlardan oluşsa...”Boşgezenyan’›n ön plana ç›kt›¤› bir di¤er mevzu, 2 Mart

1911’de görüşülmeye başlanan zinayla ilgili kanun layi-

has› üzerine 18 Nisan 1911 gününde açt›¤› tart›şmad›r.

Başlang›çta “ahlakç›” bir tav›r tak›narak “zina” suçuna

cezay›, hatta bunun a¤›rlaşt›r›lmas›n› savunsa da, bu

tutum, dönem koşullar› içerisinde anlaş›l›r bir olgudur.

Ancak, yine kad›n-erkek aras›nda kanunun öngördü¤ü

eşitsizli¤e karş› bir ç›k›ş gösterir. Üyelerinin tümü er-

kek olan bir mecliste kad›n haklar›n› ve eşitli¤i sa-

vundu¤u bile söylenebilir. f iu sözler, onun bir meclis

konuşmas›ndan:

“Kanun, erke¤e diyor ki: ‘Ey birader, biz senin

k›ymetine, hasletine vak›f›z. Her ne kadar biz, sana ceza

öngördükse de, bundan korkma! Sak›n evinde hanen-

de bir şey yapma. ‹şte bu kadar! Ama olur ki, yan›l›rs›n

da evinde bir şey yapars›n; bir kere yaparsan yine za-

rar› yok fakat bunu adet edinme! Bu al›şkanl›ktan vaz-

geçmek istemiyorsan, yine de kolay› var; sen metres

tutma, kad›nlar› de¤iştir; ar› gibi çiçekten çiçe¤e kon;

gez, seni kimse ay›plamaz.” ‹şte bu madde, erke¤e, böy-

le diyor. Kad›n biçaresi, herhangi bir zaman ve mekânla

mukayyet de¤ildir [korunmaz]. Hâlbuki ahlak aç›s›ndan

bak›ld›¤›nda erkek, kad›ndan daha fazla suçludur. Çün-

kü kad›nlar› baştan ç›karan erkeklerdir. Hz. Yusuf ile

Zeliha’n›n hikâyesi pek nadiren meydana gelen şeyler-

dendir. E¤er erkek kad›n› i¤falden [yoldan ç›kartmak]

vazgeçmiş olsayd›, bu cürmün dünyada eseri bile kal-

mazd›. Bu konuşmas› üzerine “kad›nlar taraf›ndan me-

bus olacaks›n” diye aşa¤›lanmaya çal›ş›lan Boşgezenyan,

zina konusunda bekâr ile evli aras›nda fark oldu¤unu,

ama evlenebilme şans› olup da zina yapan›n, “paras› var-

ken, aç›m diye ekmek çalan kişi” oldu¤unu, eleştiri ve

ay›plamadan kurtulamayaca¤›n› söyler. Dönem için çok

radikal say›labilecek bir söylemle, “şu Meclis-i Mebusan

kad›nlardan oluşsa...” ifadesini kullanarak “kad›nlar›n da

hukukunu korumal› ve kaide-i müsavat› [eşitlik ku-

ral›n›] ihlal edecek hiçbir şeyi kabul etmemelisiniz” diye-

rek konuşmas›n› eşitlik talebini dillendirerek sonland›r›r.

1915 ve sonras›...Bundan sonra Artin Boşgezenyan’›n 1912 ve 1914 seçim-

lerinde mebusluk unvan›n› korudu¤unu biliyoruz. Fakat

1914’ten sonra izini tekrar bulaca¤›m›z 1918’e kadar ne

yapt›¤› hakk›nda sa¤l›kl› bilgilere rastlayamad›k. 1915’te

yaşanan K›y›m’da bile tam olarak nerede oldu¤u, nas›l

kurtuldu¤u ve neler yapt›¤› hakk›nda elimizde çok k›s›tl›

bilgiler var. 1918’de ortaya ç›kt›¤›nda ise, onu, “büyük bir

felaket” yaşam›ş ve yaşatm›ş bir imparatorlu¤un son dö-

neminde büyük tart›şmalara yol aça- cak bir siyasi figür

olarak görürüz. Aklı selim olarak davranak dışarıda tek-

rar 1915’in Meclis’e taş›nmas› ve faillerin cezaland›r›lmas›

8 Ekim 1918’de Talat Paşa’n›n yönetimindeki ‹ttihat-Te-

rakki yönetiminin istifas›, 30 Ekim’de imzalanan Mondros

Ateşkes Anlaşmas›’n›n imzalanmas›, 1 Kas›m’da ileri ge-

len ‹ttihatç›lar›n ülkeyi terk edişleri ve 13 Kas›m’da ‹tilaf

Devletleri’nin ‹stanbul’u abluka alt›na almas›yla Osmanl›

“tam teslimiyet”i yaşar. Bu psikolojinin içine girilmesin-

deki bir sebep de, Aktar’a göre ‹tilaf Devletleri’nin Ermeni

K›y›m›’n›n sorumlular›ndan hesap soracaklar› ve sorum-

lular› cezaland›racaklar› düşün- cesidir ki, bu atmosfer

içinde herkes kendisinin veya sözcüsü oldu¤u kurumlar›n

Ermeni K›y›m›’na kat›lmam›ş oldu¤unu vurgulamak için

aş›r› gayret gösterir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki,

Ermeni K›y›m›’n›n sorumlular›n›n ilk olarak tart›ş›ld›¤›

Meclis oturumunun tarihi 28 Ekim 1918’dir ve bu tarihte

‹tilaf Devletleri’nin fiili ablukas› henüz başlamam›ş, baş-

lasa bile çok k›s›tl› boyutta kalm›ş ve şehrin yönetimine

do¤rudan el konulmam›şt›r.

Ermeni K›y›m› meselesinden ilk olarak 28 Ekim 1918

tarihinden Ba¤dat-Divaniye mebusu Fuat Bey, Sait Halim

ve Talat Paşalar›n Yüce Divan’a sevk edilmeleri iste¤iyle

sab›k hükümetin icraatlar›n› s›ralad›¤› bir önergenin 10.

maddesinde bahseder:

“Dâhili memlekette bir hercümerci idarî [idari kar-

maşa] vücuda getirerek ve hürriyet-i can ve mal ve ›rza

musallat birtak›m çetelere müzaheret ederek [yard›m

göstererek] ika eyledikleri fecaiye [gerçekleştirdikleri fa-

cialara] iştirak eylemesi..”

Ayn› oturumda Ayd›n mebusu Emanuel Emanueli-

di, ‹zmir mebusu Vangel Efendi ve Çatalca mebusu Toki-

nidis Efbu cinayeti azime, malumdur ki Ermeni k›talidir,

patizan› Ermeni’yi kurtarm›şt›r. Ayn› zamanda, Rupen

Barsumyan’a göre, babas› Kevork Barsumyan ve ailesi,

K›y›m›’n›n sorumlular›ndan hesap soracaklar› ve sorum

bizzat Boşgezenyan’›n ç›kard›¤› “özel ikame belgesi” sa-

yesinde Halep’te kalabilmiştir. Hatta Kevork Barsumyan

öldükten sonra Artin Efendi’nin mezar›na gömülür ve

mezar taş›na “... Ve işte görevimi yerine getirdim” diye

yazd›r›r. Buna ra¤men Boşgezenyan’a yönelik eleştiri-

de bulunan Ermeni yazarlar için Boşgezenyan’›n bu ko-

nuşmas› K›y›m’›n kurbanlar›na karş› bir aşa¤›lama ve ni-

dis Efbu cinayeti azime, malumdur ki Ermeni k›talidir,

hat›ralar›n› unutturma çabas›yd› ve bu nedenle kabul

edilemez bulunuyordu: “‹ttihatç›” şef arkadaşlar›n›z

Talat ve Enverlerin a¤z›ndan size yönelik memnuniyet

m›r›ldanmalar› yay›lmas›n› sa¤layacak. Ama Baron Ge-

zenyan, siz, sizin o söyleviniz s›ras›nda.

Page 24: Agos Newspaper

1915 Soykırımı’nın ardından, Anadolu Ermenilerine ait bir-

çok köy, köylerdeki birçok okul, kilise, mezarlık gibi dini

ve kültürel yapılar sahipsiz kaldı. Çoğu yok olan bu yapı-

lardan günümüze kadar ulaşanları da var: Bazıları, Ahta-

mar adasındaki Surp Haç Kilisesi gibi, bilindik. Yozgat’ın

Burunkışla köyündeki Ermeni mezarlığı gibi birçoğu ise,

varlıklarını sessizce koruyarak kaderlerini bekliyor.

Türkiye Ermeni toplumu, Surp Haç Kilisesi’nde

95 yıl aradan sonra yapılan ilk ayin için hazırlanırken,

İstanbul’da yaşayan Yozgatlı Ermeniler Samatya Surp

Kevork Kilisesi önünden kalkan otobüsle Burunkışla kö-

yünün yolunu tutmuştu bile. Çoğu köyde doğmuş, döne-

min ırkçı uygulamaları nedeniyle küçük yaşlarında zorun-

lu göçe tabi tutulmuş, şimdi yaşları 60 ile 80 arasındaki

bir grup Ermeni, resmi olmayan Burunkışla heyetinin gi-

rişimi ve Yozgat Sarıkaya Kaymakamı Yaşar Dönmez’in

katkılarıyla onarılan Ermeni mezarlığının açılışını yapmak

üzere memleketlerindeydi.

“Eski güzellikleri paylaşarak devam ettirelim” Burunkışla’da doğan son Ermenilerden biri olan

Hovsep Arzuman (46), birkaç yıl önce, Burunkışla heye-

tinde görev alarak mezarlığın onarımıyla yakından ilgi-

lenmeye başlar. Yöneticilerle mezarlığın korunması için

görüşmelerde bulunmak için Yozgat’a giden Arzuman,

hemşerileri tarafından sıcak, samimi duygularla kar-

şılanır. Benzer yakınlığı yerel yöneticilerden de gören

Arzuman’a onarım için en büyük desteği Sarıkaya Kay-

makamı Yaşar Dönmez verir. Arzuman, mezarlığın ona-

rım sürecini şöyle anlatıyor: “Kaymakam Yaşar Dönmez’e

mezarlığı korumak için bir şeyler yapmak istediğimizi an-

lattık. Kaymakam çok memnun oldu, projemizle yakın-

dan ilgilendi, araç gereç ve personel yardımında bulun-

du. Onun da, var olan tarihi, kültürel yerleri ve yapıları

canlandırma arzusu varmış. ‘Köylülerimiz gelsinler, köy-

lerini görsünler ve eski güzellikleri paylaşarak devam et-

tirelim’ düşüncesindeydi. Kaymakamın çabalarıyla me-

zarlığımızın etrafı duvarlarla çevrilerek korumaya alındı,

mezarların olduğu alan temizlendi ve düzenlendi. Mezar-

lığın duvarına ‘Burunkışla Ermeni Mezarlığı’ tabelası as-

tık. Yakında boyası da tamamlanacak.” 20, 30, 50 yıldır

köylerini görmemişlerdi. Kiminin babası, dedesi ora-

da yatıyordu. Dualar ettik hepsinin ruhu için. Daha son-

ra köy meydanındaki çeşmenin başına gittik. Önce yine

ağlaşmalar, sonra bir anda sevinç oluştu herkeste, bay-

ram şenliği gibiydi. Sözlerle ifade edilemeyecek duygu-

lar yaşadık. Sağ olsun, kaymakam bize dört tane servis

aracı verdi, diğer köyleri ziyaret edebilelim diye. Gezimiz

üç gün sürdü. İstanbul’a dönüşte son durağımız Kayseri

Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi oldu. Önümüzdeki yıl daha

kapsamlı bir ziyaret programı hazırlamayı düşünüyoruz.

Terzilli köyündeki şapelin de korunması, çevresinin dü-

zenlemesi için girişimlerde bulunacağız. Belki Yozgatlı Er-

meni ve Türkleri buluşturacak bir şenlik yapılabilir. Kay-

makam Dönmez’le bu yönde görüşmelerimiz oldu.

”Terzilli’deki Avedaran’ın gizemiArzuman, gezi sırasında, yine eski bir Ermeni köyü olan

Terzilli’ye gittiklerini ve oradaki bir şapeli ziyaret ettikle-

rini ifade etti. İlk Avedaran’ın indiği yer olduğuna inanılan

şapel Yozgatlılarca kutsal kabul ediliyor: “Terzilli köyüne

Allah’ın kitabını oraya buraya verdik, burayı samanlık gibi

kullandık ve felaketler başımızdan eksik olmuyor.’ Son-

ra da ne yapıp edip, o İncil’i bulup getirmişler, samanlığı

da şapele dönüştürmüşler ve böylece yeniden huzura ka-

vuşmuşlar. Şu an oranın koruyucusu bir imam. Biz gittik,

gördük ve çok şaşırdık.”

“Bu insanların tek arzusu köylerini görmekti”

Yozgat’ın Burunkışla köyündeki Ermeni mezarlığının açılışı duygusal anlara sahne oldu

Arzuman, mezarlığın onarım sürecini şöyle anlatıyor

29 Kas›m 2010

t o p l u m//24

Page 25: Agos Newspaper

Burunkışla köyünün gayriresmi tarihi

Gidenlerden de Yorumlar...

Tarihçi Selim Deringil, Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e

verdiği röportajda, Cumhuriyet döneminde Anadolu’da

‘ikinci bir gayrımüslimsizleştirme dalgası’nın yaşandığını

şöyle açıklar: “Cumhuriyet döneminde de Ermenilere ve

bütün gayrimüslimlere yönelik bir ‘ikinci dalga yok etme’

süreci yaşanıyor. Bu yok etme, illa öldürerek değil, insan-

ların hayatlarını çekilmez hale getirerek, cehenneme çevi-

rerek yapılıyor. Mesela Urfa, Diyarbakır, Sivas’taki Erme-

nilere ‘Hadi siz de İstanbul’a, İzmir’e’ deniyor.”

Burunkışla Ermenileri de bu ikinci dalgadan paylarına dü-

şeni almış. Halen hayattaki en yaşlı Burunkışlalılardan

biri olan Pilos Arzuman, Burunkışla köyünün gayriresmi

tarihini anlattı.

Pilos Arzuman (86): Dedelerimiz Burunkışla’ya ilk

kazmayı yaklaşık 400 sene önce vurmuşlar. Bizimkiler ilk

olarak Erzurum Horasan’dan ve Kars’tan geliyor. Babam

rahmetli “Kağızman’dan gelmeyik biz” derdi. İlk geldikle-

rinde köyde iki Müslüman hane varmış. Üç-dört gün son-

ra, Müslüman komşular dedelerimizin çadırlarına varıyor-

lar, yiyecek veriyorlar. Sonra bizimkilere dönüp “Gelin,

komşu olalım” diyorlar. Bizimkiler de “Gidip bakalım, mü-

nasipse kalırız” diyorlar. Bakıyorlar köy havadar, çeşmesi

de iyi, kalmaya karar veriyorlar. Epey bir müddet birlik-

te yaşıyorlar. Bu esnada Toroslardan Ermeniler göçüyor

köye. Köy büyüyor. Köy büyüyüp nüfus çoğalınca Müslü-

man komşular “Sizden memnunuz ama biz alt köye gide-

lim” diyorlar. Köy olduğu gibi Ermenilere kalıyor. Zaman

geçtikçe köy 550 haneye kadar ulaşıyor, 15’ten evvel.

Yozgat’taki en büyük köy oluyor Burunkışla. Sağ olsun,

kaymakam bize dört tane servis aracı verdi, diğer köyleri

ziyaret edebilelim diye. Gezimiz üç gün sürdü. İstanbul’a

dönüşte son durağımız Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Kili-

sesi oldu. Önümüzdeki yıl daha kapsamlı bir ziyaret prog-

ramı hazırlamayı düşünüyoruz. Terzilli köyündeki şapelin

de korunması, çevresinin düzenlemesi için girişimlerde

bulunacağız. Belki Yozgatlı Ermeni ve Türkleri buluştura-

cak bir şenlik yapılabilir. Kaymakam Dönmez’le bu yönde

görüşmelerimiz oldu.

Ondan başka Terzilli var 300-350 hane, Keller

var 300 hane... 1915’ten sonra köy dağılıyor. Atatürk

Cumhuriyet’i kurunca, babalarımız tekrar köyde topla-

nıyor. Geriye 80 hane kalıyor. O da toplama – tüm diğer

köylerde arta kalanlar bizim köyde toplanıyor. Ermeniler-

den kalan malları balkanlardan gelen muhacirlere, Arna-

vutlara veriyorlar. Bu 80 haneyle 1932’ye kadar devam

ettik biz. O yıl, tıpkı şimdiki gibi bir güz günü, Vali siyah

arabayla çeşmenin oraya geldi ve halka “Bunlara her kö-

tülüğü yapın, bir an evvel kaçıp gitsinler” dedi. O zaman

ben 8-9 yaşındaydım. O vali kiliseyi yıktırdı. Taşlarından

okul ve cami yaptılar. Bunların üzerine, 1933’ün yılbaşın-

da biz İstanbul’a geldik. Evlerimiz orada kaldı, ekili tarla-

mız orada kaldı, her şeyimiz orada kaldı. İstanbul’da yedi

evimize aldılar, orada kaldık 33’ten 63’e kadar. Hayli bir

zaman ortakçılık yaptık gelen göçmenlerle. 63’te çocuk-

larımı alıp geldim.

“Her tarafımız yıkılmış, mezarlığa

dokun mamışlar”

Melkon Taşçıoğlu (80): Taşçılar, Toroslar,

Gökbaşlar ve Arzumanlar buraya ilk gelip,

köyü geliştirenler olmuşlar. Bunlar kök-

lü soyadlar. Bizim kökenimiz Adana’ya,

Kilikya’ya dayanır. Oradan Burunkışla’ya

göç etmişler. Odur budur Burunkışlalıyız.

Köyümüz zanaatkâr bir köy olmuş. Çevre

köylerin nalbant, terzi, kuyum, ayakkabı

işlerini bizim köy yaparmış. 1915’ten sonra

köy varlığını korumuş. Ama 1930-38 arası

göç hızlanmış. Bugün, 1915’ten önce 530

hane olan köyden bir tek Ermeni hane kal-

madı. Mezarlık açılışına gitmek bana da

nasip oldu. Bazı yerlerde hüzünlendim,

bazı yerlerde mutlu oldum. Kerezmanda

(mezarlık) çok hüzünlendim. Bir elimde tel

fırça, diğer elimde su, kazıdım. Kazdıkça

Ermenice harşer, yani tarihimiz ortaya çık-

tı. Bazısı silinmiş ama çoğu duruyor. Her-

kese teşekkür ediyorum. Niye, çünkü me-

zarlığımıza dokunmamışlar. Her tarafımız

yıkılmış ama mezarlarımıza dokunulma-

mış, oraya saygı duymuşlar.

“Biz saraylara sığmıyoruz, O oradan ;

çıkmıyor”

Güllü Arzuman (75): Biz Terzilli’deniz.

1935 doğumluyum. Mamamlar, ben 1 ya-

şındayken köyden çıkıp bir Dacig (Türk)

köyüne gidiyor. İçlerinde hiç Ermeni yok.

Niye çıktık bilmiyorum ama 16-17 yaşla-

rında Burunkışla’ya gelin geldim. At ara-

basına gelin geldim. Çok durmadık, 6-7

ay sonra İstanbul’a geldik. Rahmetli be-

yimle üç dört sefer köye gitmiştik. Köyü

en son 21 yıl evvel görmüştüm. Mezarlı-

ğın açılışında çok duygulandım. Kayınba-

bamın, kaynanamın mezarı orada. Canları

için yemek dağıttık.

Terzilli’deki madurda, bir küçük ke-

mer içinde Avedaran’ımız (İncil) açık, alı-

bir yere koyuyor. Üç gün sonra mı, beş

geldiğinde Avedaran’ı yine orada buluyor.

Küçücük bir yere girmiş, kemerin arasına;

biz saraylara sığmıyoruz, o oradan çıkmı-

yor ve tek başına kalıyor.

29 Kas›m 2010

t o p l u m // 25

[email protected]

DÜNYA piyasalarında yüksek likidite yani ucuz ma-

liyetli bol para hüküm sürmeye devam ediyor. Söz

konusu olan para, ve bu para bol olunca nereye gidece-

ği de merak konusu oluyor. Global finansal krizi aşmada

kullanılan dünya merkez bankalarının ortak koordinas-

yonlu sermaye piyasalarına likidite enjeksiyonu politika-

sı, bugün yaşadığımız parametreleri belirledi. Para yerin-

de durmaz, devamlı getiri sağlamaya çalışır ve bu yönde

hamleler yapar, daha doğrusu sahiplerine yaptırır. Bu du-

rumda henüz dünya merkez bankaları piyasalarda bulu-

nan bol parayı çekmeye hazır olmadığına göre, ekonomik

verilere istinaden bu yönde görüş olmadığını da varsayar-

sak, kısa vadede ‘bol para’ durumu devam eder. Malumu-

nuz, dünya faiz oranlarının tarihi düşük seviyelerde sey-

rettiğine göre ‘bol para’ nereye gidecek? Hisse senetleri,

altın, petrol, gayrimenkul veya hepsi! Son cevap en doğ-

rusu gibi. ‘Bol para’ sendromu ile mutlak getiri arayışı,

dünya genelinde hisse senetlerine talep yaratarak ciddi

getiriler oluşturdu. Altın yükselişine devam etti, euro to-

parlanmaya çalıştı, petrol yukarıya doğru ivme kazandı

ve gayrimenkul piyasaları açılmakla kalmadı, hızla topar-

lanmaya başladı.

Türkiye ‘bol para‘ sendromundan nasıl etkilendi?

‘Bol para’ sendromu zaten rahat sendikasyon kredileri

bulan ve çok sağlıklı yapıları mevcut olan bankalarımıza

daha da düşük borçlanma maliyeti olarak yansıdı. Yurt

dışından gelen ‘bol para’ sendromu, Türkiye ziyaretine

Eylül başı başlayarak, Dolar bozumları, TL cinsi tahvil,

hisse senedi ve gayrimenkul alımları olarak yansıdı.

Sonuç? TL bazında rekor kıran İstanbul Menkul Kıymetler

Borsası Endeksi, Merkez Bankası ek alımlarına rağmen

1,40’lara gerileyen Dolar/TL, yıllık bileşik tahvil faizleri-

nin %8’in altına geldiği ortam ve kapış kapış satılan farklı

gayrimenkul projeleri...

Nereye gidiyoruz? Şu an TL bazında rekor üzerine

rekor kıran borsamız 1 Kasım 2007 tarihinde dolar ba-

zında tarihi rekor seviyesi olan 4,98’e ulaşmıştı. Yazı-

mızı derlerken İMKB-100’ün ulaştığı seviye ise Dolar

bazında 4,70. Rakamlara bakarak söyleyebileceğimiz,

İMKB-100’ün tüm zamanların Dolar bazı zirvesine yalnız-

ca %6 kaldığıdır. ‘Bol para’ sendromu ile yabancı yalarına

ek alım yaptıkları ve ilk kez Türkiye’yi keşfeden yatırımcı-

ların da pozisyon aldıkları çok net olarak belli. cı alımının

Eylül’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Borsa baratabilir.

Seçici bazda son üç ayda borsamızda yaşanan çıkışa ka-

tılmayan ve ilginç hikâyesi olan hisse senetleri netlerin-

de yön tayin eder. Kısaca, elde bulunan verilere ve şirket

değerlemelerine göre borsa tarihi zirvesinde iken bu no-

ketmiştik; bu durumda değişiklik yok. Aylık TL mevduat,

şanan geri çekilme. Diğer bir nokta da, Merkez Bankamı-

zın daha sertçe müdahale ederek 1,40 seviyesinin altına

kaymaları engellemek isteyecek olması. Kur savaşları-

nın yaşandığı ortamda belli seviyelerin korunmaya çalı-

şılması normal karşılanmalıdır; bu, MB politikasının par-

çasıdır. Ancak Dolar bazı borcunuz yoksa TL’de kalmaya

devam edin, Dolar bazı borcunuz varsa bu seviyelerden

TL’leriniz ile Dolar alıp kapayabilirsiniz. Euro cephesinde

geçici iyileşme rüzgârı var; beklentimiz, bu sene için 1.20

– 1. 30 bandında park eden Euro/US$ paritesi olmaya de-

vam ediyor. Uzun vadede ise 1 Euro = 1 US$ beklentimiz

sürüyor.

YATIRIMCI BAKIŞIYLA PARA

‘Bol para’ sendromu

Orlando Carlo Calumeno

Pilos Arzuman

Page 26: Agos Newspaper

1569 yılının Ekim ayıydı. Esmer ve çelimsiz İspanyol

delikanlısı sırtında heybesi, yanında birkaç parça eş-

yası ile İtalya topraklarına ayak bastığında derin bir oh

çekmişti. Madrid’de katıldığı bir sokak kavgasında birini

yaralamakla suçlanmış ve hakkında tutuklama kararı çı-

karılmıştı. Yakalanması halinde cezası sağ elinin kesilme-

si ve 10 yıl süreyle sürgüne gönderilmek olacaktı. Henüz

22 yaşında olan delikanlı suçlu olmadığını biliyordu ama

bunu yetkililere anlatmak pek de kolay değildi. Halbuki

her şey ne kadar da yolunda gidiyordu. Küçük bir ücretle

ders verdiği okulda kendini her geçen gün biraz daha sev-

dirmeye başlamıştı. Kral Felipe’in üçüncü karısı Valois’lı

Elizabet’in ölümü üzerine yazdığı şiir hem saray, hem de

çalıştığı okulun müdürü tarafından övgülerle karşılanmış-

tı. Ama birden talihi tersine dönmüş ve kendini evinden

çok uzaklarda bulmuştu. Bu İspanyol gencinin adı Miguel

de Cervantes Saavedra idi. Bu adı ilerde çok duyacaktık.

1547 yılında Madrid civarında küçük bir şehirdeki yedi

kardeşin dördüncüsü olarak doğan Miguel’in yaşamı as-

lında daha başından itibaren zorluklarla doluydu. Bütün

çocukluğu orta halli bir eczacı-cerrah olduğu halde kendi-

ni soylu gibi tanıtan babasının ardından köy köy gezmek-

le geçmişti. Bu gezgin yaşam yüzünden sadece kısa süre

vtı. Neyse ki hayranı olduğu tiyatro oyuncusu Lope de

Rueda’nın sayesinde girdiği edebiyat dünyasında dost-

lar edinmiş, onlar sayesinde de1570 yılında kardinal ola-

cak Guilio Acquavita’nın himayesine girmişti. Bu birlik-

telik Cervantes’in yaşamında yepyeni bir sayfa açacaktı.

Osmanlılara ilk direnişO yıllarda, İtalya’da her zamankinden daha hareketli

günler yaşanıyordu. Yaklaşık 50 yıldır Osmanlılara kar-

şı oluşturulmaya çalışılan Kutsal İttifak nihayet vücut

bulmak üzereydi. Osmanlı orduları yıllardır Avrupa içle-

rinde at koşturuyor, Osmanlı donanması Nice, Toulon,

Napoli, Reggio gibi Avrupa şehirlerini tehdit ediyordu.

Fakat 1520’de Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa sefer-

leriyle başlayan birleşme çabalarının sonuç vermesi için

Akdeniz’de Venedikliler’in kontrolündeki bazı Kıbrıs li-

manları ile Cenevizliler’in kontrolündeki Sakız Adası’ndan

başka bir mevzi kalmaması gerekmişti. Ama 1565 yılının

ilkbaharında 181 kadırga ve 30 bin leventten oluşan Os-

manlı donanması Saint Jean Şövalyeleri’nin kontrolün-

deki Malta’yı kuşattığında beklenmedik bir şey olmuş,

Avrupa’dan da yardım alan 600 şövalyenin ve 8.000 aske-

rin kahramanca direnişi yüzünden Osmanlı birlikleri geri

çekilmek zorunda kalmıştı. Bu direniş kimsenin yenilmez

olmadığını göstermişti ancak Osmanlı donanmasının Av-

rupalı güçlerin kontrolündeki sular için hâlâ bir tehlike

olduğu gerçeğini değiştirmemişti.

Yenilmez Armada toplanıyorNihayet 1570 yıl ında Kıbr ıs’ın Magosa l imanının

Osmanlılar’ın eline geçmesi üzerine, Papa V. Pius inisi-

yatifi ele alarak İspanya kralı II. Felipe ve Venedikliler’le

bir antlaşma yaptı. Bu ittifaka Cenevizler’i, Fransa’yı ve

Papalığın koruması altında olan diğer şehir devletlerini

de katılmaya razı etti. İttifakın ilk işi 108’i Venedik, 49’u

İspanya, Napoli, Sicilya ve Fransa tarafından; 12’si Ce-

neviz, 27’si Savoy ve diğer küçük şehir devletleri tara-

fından; 12’si ise Papalık ve Malta Şövalyeleri tarafından

temin edilen 208 kadırgalık bir deniz gücü oluşturmak

oldu. Daha küçük nitelikteki çektirmeler ve kalyatelerle

takviye edilen donanmada 30 bini kürekçi olmak üzere

80 bin asker görev alıyordu. İşte bu heyecanlı atmosfer

içinde Napoli’deki İspanyol birliğine katılmakta tered-

düt etmeyen genç Miguel kendini birden Kutsal İttifak

donanmasındaki Marquesa adlı geminin güvertesinde

buldu. Hıristiyan dünyası için hayırlı sonuçlar doğuracak

olan bu ittifakın Cervantes’in yaşamında ne gibi sonuç-

lar doğuracağını o günlerde bir tek tanrı biliyor olmalıy-

dı. Deniz savaşları tarihinde adı en iyi bilinenlerden biri

İnebahtı Savaşı’dır. 7 Ekim 1571’de, Yunanistan’ın Patrai

Körfezi’nde, Avrupalılar’ın Lepanto, Yunanlılar’ın Nav-

paktos, Osmanlılar’ın İnebahtı dedikleri yerde Hıristiyan

donanması tarafından dört bir yandan kuşatılan Osmanlı

donanmasının dört saat gibi kısa bir sürede yok olmasıy-

la sonlanan bu trajik savaş, Batı dünyasında Türkler’in

Avrupa’ya ilerlemesini durdurduğu için hâlâ büyük bir

şükranla anılır. Fransa Kralı IX. Charles, o dönemde

Osmanlılar’ın müttefiki olmasına rağmen, bu yenilgiyi ül-

kesinde törenlerle kutlamış, savaş Rönesans döneminde

Osmanlı’nın İnebahtı’da dönen bahtı

29 Kas›m 2010

t a r i h//26

Avusturyalı Don Juan ve Kardinalleri gösteren fresk (Israil’ deki Ein Karim Kilisesi’nden)

Taraih Defteri

Page 27: Agos Newspaper

ünlü resimlere, şiirlere konu olmuş, halk ozanları olayın

şerefine şarkılar bestelemişlerdir. İtalya’nın birçok kent-

devletinde savaşı ve zaferi anımsatmak için çok sayıda

kilise yapılmış, Papa, Kutsal İttifak Donanması’nın başı

Don Juan’ı, yürekliliğini, İncil’de geçen “Bu, Yahya namın-

da, Tanrı tarafından gönderilmiş bir adamdı” ifadesini

onun için söylenmiş addederek kutsamıştı. (Zaferin 400.

yıldönümü olan 1971 yılında ise Vatikan’da İnebahtı’nın

400. yıldönümünde büyük bir ayin düzenlenmişti.)

Don Juan’ın başarısıOsmanlı cephesinde ise savaşla ilgili ayrıntıların üzerin-

de çok durulmaz ve sanki sıradan bir yenilgiymiş gibi su-

nulur. Aslında gerçek bundan biraz farklıdır. Osmanlılar’a

acı bir yenilgi tattıran Kutsal İttifak donanmasının başı-

na İspanya kralı V. Charles’ın gayrimeşru oğlu Avustur-

yalı Don Juan geçirilmişti. Don Juan’un yanında her biri

bir birinden becerikli askerler olan Cenevizli Gian And-

rea Doria, Venedikli Sebastian Venier ve Agostin Barba-

rigo, Papalık güçlerinin kaptanı Marc Antonio Colonna ile

İspanyol donanmasının komutanı Don Alvaro de Bazan

vardı. Don Juan henüz 24 yaşındaydı ama yetenekleri-

ni Granada’da Müslümanlar’a karşı ispatlamış becerikli

bir askerdi. 9 Eylül 1571 günü, Magosa’nın düştüğünü, 15

Eylül’de Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa komutasın-

daki 230 parçalık Osmanlı donanmasının Korfu’yu basa-

rak adayı talan ettiğini öğrendiğinde rotasını güneye çe-

virmekte bir an bile tereddüt etmeyen Don Juan, Cezayir

Beyi Uluç Ali Paşa’nın ve İskenderiye d Osmanlı donan-

masına katıldığını duyduğunda kesin kararını vermişti.

Ateşli silahların üstünlüğüNeredeyse birbirine denk kuvvete sahip ve birbirine ben-

zer bir savaş düzeni alan iki donanma arasında dört saat

süren kanlı çarpışmayı ateşli silahlar açısından üstünlüğe

sahip taraf kazandı. İspanyol tüfekçileri Osmanlı okçula-

rını galebe çaldı, Müezzinzade Ali Paşa ile Muhammed

Çuluk’un ölümlerinden sonra bozgun başladı. Arkadan

dolaşarak bozgunu önlemeye çalışan Uluç Ali Paşa geç

kalınca Kutsal İttifak öldürücü darbeyi vurdu ve Osman-

lı donanması tümüyle tahrip oldu. Savaş bittiğinde Don

Juan’ın askerlerinden 8 bini ölmüş, 16 bini ise yaralan-

mıştı ama Osmanlı tarafının kayıpları daha büyüktü. 100

Osmanlı kadırgası batırılmış, 130 tanesi ele geçirilmiş,

25 bin levend ise hayatını kaybetmişti. Ayrıca Osmanlı

kadırgalarında kürekçilik yapan 12 bin kadar esir kurta-

rılmıştı. Her ne kadar savaştan sonra padişah II. Selim

“Düşman sadece bizim sakalımızı kesti. O sakal tekrar

uzayacaktır” dediyse de savaş tarihçilerine göre İnebah-

tı Deniz Savaşı kürekli kadırgalar döneminin son ve en

büyük savaşı olarak Akdeniz tarihinde bir dönüm nokta-

sı oluşturdu . Yenilgiden sonra yanında 42 parça kalyate,

kadırga ve baştarda ile İstanbul’a dönen Uluç Ali Paşa’ya

“Kılıç” ünvanı ile kaptan-ı deryalık görevi verilmişti. Kı-

lıç Ali Paşa Tersane-i Amire’ye yeni gemiler yapılmasını;

eskiden beri donanmaya gemi yapan ocaklara da her za-

mankinden 3-4 kat fazla kadırga yapmalarını emretmişti.

Böylece 120 gün içinde denize 134 yeni kadırga indirildi.

II. Selim donanmanın denize indirilişini görmek için 1572

Ocağında Edirne’den İstanbul’a geldi. Nisan ayında Kılıç

Ali Paşa komutasındaki donanma Beşiktaş iskelesinden

Akdeniz’e doğru açıldığında her O sakal tekrar uzayacak-

tır” dediyse de savaş tarihçileri kes olduğu gibide burda

hepaynı eski günlerin geri geleceğine inanıyordu. Ancak

tarihçi Selaniki’ye göre toplum yaşamındaki yozlaşmanın

bir sonucu olarak “donanmada bu tarihten sonra Osman-

lı donanması eski gücüne kavuşamayacak ve bazı mevzi

başarılara rağmen bir daha Akdeniz’in batısına gireme-

yecekti ama bunula yetinmedi.

29 Kas›m 2010

t a r i h // 27

İnebahtı gazisi CervantesBU deniz savaşında Marquesa adlı ka-

dırgada kahramanca çarpışan Cer-

vantes iki kez göğsünden yaralandıktan

ve bir top güllesiyle sol elini kaybettikten

sonra 1572’ye kadar Sicilya’daki Messina

kentine tedavi görmüştü. Bu yaradan do-

layı ileriki yıllarda el manco de Lepanto

(Lepanto’nun çolağı) olarak anılacak olan

Cervantes askerlik sevdasından vazgeç-

meyerek ve 1575’te kardeşi Rodrigo ile

birlikte Don Juan komutasındaki İspanya

donanmasının El Sol gemisi mürettebatı-

na katıldı. Sonunda Navarin, Korfu, Tunus

kıyıları derken gemi Türk korsanlarının

eline geçti ve Cervantes kardeşi ile birlik-

te Cezayir’e köle olarak satıldı. Rodrigo

1577’de fidye karşılığı serbest bırakıldı,

ancak Mağribiler Cervantes’in üzerinde

buldukları bazı mektuplardan dolayı onun

değerli bir esir olduğu kanısına var

dıkları için, talihsiz denizci ailesi fidye pa-

rasını denkleştirinceye kadar esir olarak

tutuldu.

Beş yıl süren esareti boyunca başa-

rısılıkla sonuçlanan dört kaçma girişimin-

de bulunan ve bu yüzden defalarca pran-

gaya vurulan Cervantes 1580 yılında tam

Cezayir Valisi Hasan Paşa’nın kölesi ola-

rak İstanbul’a doğru yola çıkarılmıştı ki,

ailesinin ve Kutsal Haç Tarikatı’nın top-

ladığı 500 pesos karşılığında azad edil-

diğini öğrendi ve Madrid’e döndü. Ancak

Cervantes’in sevinci kısa sürdü. Kimse

İnebahtı’daki kahramanlıklarını ve Ce-

zayir’deki esaret yıllarını hatırlamamak-

taydı. Sakat eli yüzünden tekrar askerlik

yapması da mümkün olmadığından kalbi

kırılmış olarak düşük ücretli devlet me-

murluklarına razı oldu. On yıl boyunca

önce Don Juan’un Yenilmez Armadası’nın

tedarikçisi olarak, sonra da vergi memu

ru olarak çalıştı. dünyasındaki eşsiz yeri-

ni herkese kabul ettirmiştir. Bütün bun-

lara bakarak, Osmanlı devleti için talih-

siz bir olay olan İnebahtı Deniz Savaşı’nın

en mutlu sonucu, eserleri İncil’den son-

ra en çok basılan yazar olan Miguel de

Cervantes’i bize kazandırmak olmuştur

diye düşünmekte vardı.

Büyük bir yazarın doğuşuCervantes dar gelirli bir vergi memu-

ru olarak çalıştığı dönemlerde bazı mali

suçlara karıştı. Genel olarak dürüst, an-

cak kıymeti bilinmemiş biri olduğu kabul

edilen Cervantes bu yıllarda iki kez hapse

girdi. Yazarın 1604’te Sevilla’dan ayrılıp

III. Felipe’nin sarayının bulunduğu Valla-

dolid şehrine göçtüğü bilinmekte. Bura-

da da fazla tutunamayıp, 1607’de haya-

tının sonuna kadar yaşayacağı Madrid’e

yerleşti. Ancak talihsizlik burada da yaka-

sını bırakmadı. Bir soylunun Cervantes’in

evinin önünde ölmesinden, Cervantes ai-

lesi sorumlu tutuldu ve yazar tekrar hap-

se girdi.

1600 yılında La Mancha eyaletindeki Ar-

gamasilla Hapishanesi’nde iken yazmaya

başladığı rivayet olunan Don Kişot’un ilk

bölümü 1605’te yayımlandı. fiövalye ro-

mantizmine yöneltilmiş bir hiciv olan ro-

manda İnebahtı anılarının yanı sıra örtük

biçimde Katolik Kilisesi’ne ve dönemin İs-

panyol politikasına yönelik eleştiriler var-

dır. Ancak eleştiri ve hüznün yanında Bir

de “bu adam ya çılgının biridir ya da Don

Kişot’u okumaktadır” demiştir. 1610’da

edebiyatçı dostu olarak tanınan Lemos

kontunun himayesine giren Cervantes bu

dönemde bir bölümü günümüze ulaşma-

mış 30 kadar esere imza atar.

1614 yılında takma adı Avellaneda

olan ve kim olduğu hiçbir zaman öğrenil-

meyen biri tarafından Don Kişot’un ikinci

bölümü adıyla bir kitap yayımlanır. Kitap-

ta Cervantes yeteneksiz, fiziksel kusurlu

ve ahlaksız biri olarak tanımlanmaktadır.

Bunun üzerine Cervantes Don Kişot’un

Ancak bu bölümün yayımlanmasından

biyat dünyasındaki eşsiz yerini herkese

kabul ettirmiştir. Bütün bunlara bakarak,

İnebahtı Deniz Savaşı’nın en mutlu sonu-

cu, eserleri İncil’den sonra en çok bası-

lan yazar olan Miguel de Cervantes’i bize

kazandırmak olmuştur diye düşünmek

mümkündür.

Papa V. Pius

Don Kişot ve Sanço Panço AYŞE HÜR

Page 28: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t//28

Çoğumuzun göze alamayacağı hayatlarAnıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıyla yer aldı

GALATA Fotoğrafhanesi’nin dönem açılışında vitrin

sergisi yer alan Anıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları

Dergisi’nin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan

foto röportajıyla konu edildi. Birçok fotoğrafçının son bir-

kaç yıldır ulaşmak istediği, ancak önyargılar ve medyada

Ermenistanlı göçmen işçilerle ilgili haberlerin de etkisi ile

çoğunun konuşmak istemediği Ermenistanlı işçilerin ha-

yatlarına tanıklık eden Anıl ile yaşadıkları ve gördükleri

üzerine konuştuk.

Bu konuyu seçmeye nasıl karar verdin?Şimdiye kadar çalıştığım ve planladığım çalışmalar ço-

ğunlukla sosyal konulardı. Yine aynı çizgiden gidebilece-

ğim bir konu arayışındaydım. Bu işe başlamamdan kısa

bir süre önce ortaya çıkan başbakanın ve birtakım siya-

setçilerin söylemleri, akabinde bu sözleri protesto eden

yürüyüşler ve televizyon-gazete haberleri bu konuyla

daha derinlemesine ve samimiyetle ilgilenmem konu-

sunda beni teşvik ediyordu. Bir yanda, bir insan hakkı

üzerinden pazarlıklar söz konusu iken, bir diğer yanda

çıkan haberler bu insanları birer suçlu gibi teşhir eder ni-

telikteydi. Bilenler hatırlar o zamanlarda çıkan gazete ve

televizyon haberlerini. Şok etkisi yaratacak, bomba bir

başlığın akabinde, çok sorumluymuşçasına gelen bir iki

röportajla geçiştirilen ve ana haber bülteni saatini doldu-

racak görüntülerden ibaretti o haberler. Ama bu tür konu-

lara farklı bir yaklaşım gerekiyordu. Daha samimi, daha

duyarlı, meselenin özüne, bu insanların genel ve öznel

hikâyelerine dair bir şeyler. Ben de kendimce bunu yap-

maya çalıştım.

Ermenistanlı işçilerle tanıştın onların ailelerine konuk olup dertlerini dinledin ve sadece Erme-nilerin değil tüm göçmenlerin ortak sorunları-na tanıklık ettin. Bu seni nasıl etkiledi?Her ne kadar duyarlı ve konuya onların tarafından bak-

maya çalışan biri olarak yaklaşsam da, onların arasında

bir yabancı olarak kalmam benim için büyük bir zorluktu.

Başka bir dile, benzer, ancak farklı bir kültüre ve kendi

ülkesinde “normal” bir hayata sahip olan biri olarak gö-

rünmem, yabancı olarak sayılmam için yeterli sebeplerdi.

Ancak, gazeteci akınından sonra, haklı olarak elinde fo-

toğraf makinesi olan herkese karşı çekingen davranıyor-

lardı. Bu yüzden güven kazanmak her zamankinden daha

uzun bir süreç gerektiriyordu.

Çalışmanın planlama aşamasından sonuna kadar,

hem benim hem onların istekleri üzerine, teşhir edici fo-

toğraşardan uzak bir görüntü arayışı içerisinde olmam

bile, çoğu zaman fotoğraf çektirmek istememelerine en-

gel olmuyordu. Bu konuda onları anlıyorum. Çünkü bu

farklı bir durum.

Aslında hikâye çoğu yerde aynı. Yani sadece bu-

raya göç etmiş Ermenilerden bahsetmiyorum. Dünya-

nın bir çok ülkesinde, hatta bir ülkenin içinde bile aynı.

Türkiye’de, doğu ve güneydoğudan batı illerine hemen

hemen aynı sebeplerden dolayı göç etmiş insanlara ba-

karsak da benzer manzaralarla karşılaşabiliriz sanırım.

Ancak bu durumu özel kılan birtakım nedenler var. Tarih-

sel geçmişin getirdiği bazı önyargılar, devlet elinden ya-

zılmış yeni hikâyeler ve kabul edilmek istenmeyen bazı

gerçekler... Sohbetlerimizde sadece onların hikâyeleri de-

ğildi elbette konu. Ailelerinin, akrabalarının hikâyeleri de

yer buluyordu cümlelerde. Daha bireysel olsa da genel

için fikir veren hikâyeleri onların ağzında dinlemek, bu-

gün okullarımızda okutulan yeni/yeniden yazılmış tarih-

leri ve Türkiye’de, doğu ve güneydoğudan batı illerine

hemen çocukluğumda hatırladığım, ancak nasıl-nereden

empoze edildiğini anlayamadığım bir Ermeni düşmanlı-

ğının izlerini düşünmeme neden oluyordu.Hepsinin öte-

sinde, evini geçindirmek, ailesini besleyebilmek için bir

başka yere göç etmek zor bir durum. Her ne kadar bir za-

manlar atalarının yaşadığı topraklara gelmiş olsalar da,

şu an burada birçok şeyle mücadele etmek durumunda-

lar. Biraz daha para biriktirebilmek için bir tek odaya sığ-

dırdıkları hayatları, çocukların okumak için katlandıkları

durumlar, belki de birçoğumuzun göze alamayacağı ha-

yatlar. Ancak dünyada yüz binlerce insan maalesef bunun

ya da daha ağır koşullar altında yaşamak zorunda kalıyor.

Son dönemde Türkiye ve Ermenistan arasında-ki ilişkinin sıkça gündeme geldiğini düşünür-sek, Ermeniler arasında da belirli bir önyargı var. Bunu nasıl kırdın?“Al Tabancanı.” Tabancamı taktırdı. Kitabı ve ilmühabe-

rimi de verdi. İlmühaber, hayati bir şeydir. İlmühaberi

vermek, aşağı yukarı ordudan ilişkisini kesmek demek-

tir. Mesela kaçabilirdim. Ama Atatürk bana itimat etti ve

karsak da benzer manzaralarla karşılaşabiliriz sanırım.

ilmühaberimi verdi. “Şam’ı biliyor musun?” diye sordu.

“Paşam bilmiyorum” dedim. “Sen cepheden geliyorsun,

yorgunsun, al bunu, birkaç gün gez, yine gelirsin buraya”

dedi. Teşekkür ettim. Kapıdan çıkarken, tabii arkamı dön-

düm, Arkam yırtık pırtıkmış herhalde… “Gel bakayım, üs-

tün başın perişan” diye seslendi. Bir kart çıkardı, Menzil

Kumandanlığı’na hitaben “Bu Efendiyi giydiriniz ve tab-

ledotunuza dahil ediniz” yazdı. Yani bu demektir ki, her

ay maaşımdan 110 kuruş kesilecek, 110 kuruşla da sabah,

öğle, akşam yiyebileceğim.

Menzile gittim. Sonra efendim, yemekhaneye gittik,

kumandan beni takdim etti. Orada tabledot vardı, çocuk-

lar oturuyor, subaylar var. Hiç cepheye gitmemişler. Bana

öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir subay, nasıl olur? Et-

raşarındaki Türklerle ilgili düşünceleri olumluydu. Tanı

foto röportajıyla konu edildi. Birçok fotoğrafçının son bir

dıkları Türklerden de karşılıklı yardım ve iyilik gören kişi-

ler çoktu ve onlar için güzel sözler söylüyorlardı. Ben de

ilişki içerisinde olduğum insanlar arasında Türk olduğu-

mu söylememin onlar açısında önyargıya sebep olduğu-

nu çok fazla hissetmedim. Çünkü niyetini anlatıp biraz

zaman geçirince insanlar yorgunsun, al bunu, birkaç gün

gez, yine gelirsin buraya” seni tanımaya ve güvenmeye

başlıyorlar. Bu da, böyle bir çalışmanın en önemli koşul-

larından biridir zaten. Bireysel güven duygusu geliştiğin-

de kimliğin, kültürün, dilin bir önemi kalmıyor. İnsan ola-

rak orada bulunuyorsun ve seni bir Türk ya da herhangi

öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir subay, nasıl olur? Et

bir milletin üyesi değil, insan olarak sevmeye başlıyorlar.

Ancak için ilişkisizlik ve önyargı çoğu zaman doğru bir

tespittir. ARİS NALCI

Fotoğraf Sanatçısı: Aykan Özener

Page 29: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t // 29

GALATA Fotoğrafhanesi yeni dönem çalışmaları-

nı 2 Ekim Cumartesi günü bir kokteylle tanıttı.

Fotoğrafhane’nin çıkarttığı ‘Fotoğraf Notları’ dergisi-

nin son sayısının tanıtımının da yapıldığı gecede, ba-

sın ve belgesel fotoğrafçılığı atölyeleriyle ilgili bilgiler

verildi ve yaz döneminde yapılan çalışmaların bir kısmı

sergilendi. Belgesel fotoğrafçılar, tüm dünyada giderek

artan sosyal sorunlara ilişkin yaptıkları görsel araştır-

ma hemen dolayı göç mekânlarda yapılan görüşmeler-

de elde edilen görsel ve yazılı malzemenin ve saptama-

larla kitlelerin dikkatini bu konulara toplamayı deniyor.

Fotoğrafçılara uzun süreli eğitim olanakları sunan Gala-

ta Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi de Türkiye’deki

tek Belgesel Fotoğraf Programı’nı bu amaçla yürütmeye

devam ediyor. Programa katılmak isteyen fotoğrafçıla-

rın 16 Ekim’e kadar vakti var.

Galata’da fotoğraf zamanı İstanbul’a hasretlikler sergileniyorİstanbul’u farklı zamanlarda, fark-

lı nedenlerle terk etmek zorunda

kalan ve artık yaşamlarını Atina ve

Selanik’te sürdüren 47 eski İstanbul-

lu Rum’un hikâyesi bir sergide topla-

nıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür

Başkenti Ajansı tarafından destek-

lenen Lozan Mübadilleri Vakfı’nın

düzenlediği ‘Hasretim İstanbul- İs-

tanbul Rumlarının Göç Öyküleri ve

Özlemleri’ başlıklı sergi 8 Ekim Cuma

günü saat 18.00’da Yunanistan Baş-

konsolosluğu Kültür Merkezi Sisma-

noglio Megaro binasında açılıyor.

Sergi hergün 12.00 – 20.00 saatleri

arasında görülebilecek.

Ya şamlar ını ar t ık At ina ve

Selanik’te sürdüren 47 eski İstan-

bullu Rum ile şu anda yaşadıkları

mekânlarda yapılan görüşmelerde

elde edilen görsel ve yazılı malze-

menin bir araya getirilmesi sonucu

ortaya çıkan ve yaşamlarına ait çar-

pıcı alıntılarla oluşturulan sergi, 19

Ekim’e kadar görülebilecek.

Görüşme yapılan her bir kişiye

ait bir panonun hazırlandığı sergi-

de, yapılan görüşmelerden alıntılar

ile eski ve yeni fotoğraşar yer alı-

yor. Görsellere konu olan mekânlar,

görüşme yapılan her eski İstanbul-

lunun verdiği bilgilere dayanılarak

proje ekibi tarafından fotoğraşan-

mış. Sergi panoları görüşülen kişi-

lerin İstanbul’dan gitme tarihlerine

göre sıralanıyor. Sergiye paralel ola-

rak hazırlanan bir de kitap bulunu-

yor. ‘Hasretim İstanbul- İstanbullu

Rumların Göç Öyküleri ve Özlemleri’

başlıklı kitapta; Görüşmeler sonun-

da elde edilen bulguların yer aldığı

rapor Türkçe-Yunanca-İngilizce ola-

rak yer alıyor. Kitaba ayrıca, görü-

şülen kişilerin anlatımları özetlene-

rek Aslında hikâye çoğu yerde aynı.

Yani sadece buraya göç etmiş Erme-

nilerden bahsetmiyorum. Dünyanın

bir çok ülkesinde, hatta bir ülkenin

içinde bile aynı. Türkiye’de, doğu ve

güneydoğudan batı illerine hemen

hemen aynı sebeplerden dolayı göç

etmiş insanlara bakarsak da benzer

manzaralarla karşılaşabiliriz sanı-

rım. Ancak bu durumu özel kılan bir-

takım nedenler var. Tarihsel geçmişin

getirdiği bazı önyargılar, devlet elin-

den yazılmış yeni hikâyeler ve kabul

edilmek istenmeyen bazı gerçekler...

pano sayfalarına Türkçe ve Yunan-

ca olarak eklenmiş. Belgeseli de va-

rOsman Köker’in aktard›¤›na göre,

kahvelerde işçiler lehine propagan-

da yapmak için dolaşmas›ndan do-

lay› bu soyad›n› alan Boşgezen-

yan’› Meclis’te ilk olarak ön plana

ç›karan olay, 22 Mart 1910 tarihin-

de iş yasas›yla ilgili verdi¤i kanun

önergesidir. Uzun süre tart›ş›lan fa-

kat bir türlü ç›kar›lamayan iş yasas›

tart›şmalar›ndan sonra, Artin Efen-

di amelenin haklar›n›n sermayedara

karş› savunulmas› gerekti¤ini ifade

eden bir önerge haz›rlar. Hükümetin

asli vazifesinin, zay›f›, güçlüye karş›

ko- rumak oldu¤unu belirtir ve me-

deniyetin elim neticelerinden biri-

nin, sanayileşmiş ülkelerde halk›n,

biri gayet güçlü sermayedar, di¤eri

zay›f ve biçare amele olmak üzere iki

s›n›fa ayr›lmas› oldu¤unu ifade eder

ve dört maddelik bir kanun layihas›

teklif ederek Meclis’te uzun sürecek

bir tart›şma başlat›r: Birinci Madde-

Fabrikalarda güneş do¤mazdan ev-

vel ve güneş yasakt›r]. ‹kinçocuklar›n

le [işçinin sa¤l›¤›n›n korunmas›na

ilişkin bir tak›m kay›tlar›n belirtilme-

siyle], fabrikatörler taraf›ndan icras›

mecburi oldu¤una dair erbab› vukufa

[bilirkişilere] bir madde tanzim ettiril-

mesi de ayr›ca rica olunur.

[email protected]

IRAK’taki savaş nedeniyle Ermenistan’a göç eden

çok sayıda Iraklı Ermeni’den biri de ressam Antranik

Ohannesyan oldu. Diaspora Bakanlığı’nın desteği ile

Yerevan’da ilk resim sergisini geçtiğimiz ay düzenleyen

Ohannesyan’ın parlak renklere yer verdiği soyut tuvalle-

rinde özgürlük teması öne çıkar.

Ermeni toplumunun acılı geçmişinden kaynaklanan

ruh halini, yaşanan travmaların oluşturduğu içsel çökün-

tüleri imgelere dönüştürerek kompozisyonlarına taşıyan

Ohannesyan, işgal altındaki Irak’ta bizzat yaşadığı sava-

şın şiddetini de karmaşık çizgilerle ifade ediyor.

Farklı renkleri kullanmayı sevdiğinden, saf renkleri karış-

tırarak yeni tonlar, farklı dokular elde eden ressam için

Ermenistan, yeni bir başlangıç noktası.

Ohannesyan için resim yapmak adeta nefes almak

gibidir. Sanatçı, renkleri amacına uygun şekilde devreye

sokmakta son derece başarılı oluyor. İç dünyasının yan-

sımalarını, duygularını dinleyerek dışa vuran ressam, acı,

elgesel fotoğrafçılar, tüm dünyada giderek artan sosyal

sorunlara ilişkin yaptıkları görsel araştırma ve saptama-

larla kitlelerin dikkatini bu konulara toplamayı deniyor.

Fotoğrafçılara uzun süreli eğitim olanakları suöfke veya

aşk ve mutluluk gibi her türden duyguyu ifade ederken,

son derece cesur davranıyor.

Ohannesyan’a göre önemli olan soyut resimlerine

bakan kişinin yaşadığı duygular. Farklı yorumların ortaya

çıkmasının gerekli olduğunu savunan ressam, bu anlamI-

rak işgali sırasında yaşadığı zor şartlara rağmen, sanat-

sal çalışmalarını aksatmayarak, yeni yaratılara imza atan

Ohannesyan’ın eserleri, yakın gelecekte koleksiyonerle-

rin gözdesi olma yolunda.

RESMİN BÜYÜLÜ

DÜNYASI

Antranik Ohannesyan

Mayda Saris

Fotoğraf hanede sergi. . .

Page 30: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t//30

Film heyecanı Adana’dan Antalya’ya geçtiAnıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıyla yer aldı

Geçtiğimiz hafta Adana’da gerçek-

leşen Altın Koza Film Festivali’ni, 9

Ekim’de 47. si başlayacak olan Antalya

Altın Portakal Film Festivali takip ediyor.

1963 yılında Antalya Belediyesi tarafın-

dan başlatılan festival, 1995 yılından iti-

baren yine belediyenin girişimi ile kurulan

Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı tara-

fından organize ediliyor. Türkiye sinema-

sının ulusal ve uluslararası alanda tanın-

masında ve gelişiminde ciddi rol oynayan

festival bu yıl pek çok etkinliğe ev sahip-

liği yapıyor. Antalya Büyükşehir Beledi-

ye Başkanı Mustafa Akaydın tarafından

yapılan açıklamada, Türkiye’nin en uzun

soluklu sanatsal etkinliği unvanını taşı-

yan festivalin, bu yıl ‘Sinema ve Toplum-

sal Etkileşim’ ana temasını taşıdığı belir-

tildi. Festivalin gerçekleşeceği mekânlar

bu yıl Antalya merkezin yanı sıra Burdur

ve Isparta illerini de kapsıyor. Festival bo-

yunca 3 il ve 8 ilçede kurulacak açık hava

sinemalarında 100 film gösterimi hedeşe-

niyor. Ulusal bölümde 130, uluslararası

bölümde 61 film olmak üzere 35 ayrı ülke-

den toplam 191 film sinemaseverlerle bu-

luşacak. Festivaldeki yarışmalarda toplam

690 bin TL ödül dağıtılacak.

Avedikian da konukFestivalin ‘Uluslararası Özel Gösterim’

başlığı altında İtalya, İspanya, Belçika,

İsviçre, Türkiye, Hong Kong ve Rusya’dan

birer, Almanya’dan iki f ilmin yer aldığı

uluslararası yarışmada Kore-Çin ve Sır-

bistan-Hırvatistan-Fransa ortak yapımı

filmler bulunuyor. Yarışacak 11 film şöy-

le sıralanıyor: ‘Vittorio Meydanı’nda’,

‘Bir Asansörde Medeniyetler Çatışma-

sı’, ‘Tumen Nehri’, ‘Sineklik’, ‘Hitler

Hollywood’da’, ‘Ateşkes’, ‘Gökkuşağının

Yankısı’, ‘Arnavut’, ‘Suskun Ruhlar’, ‘Güzel

Bir Hayat Düşlerken’. Yarışma filmleri ara-

sında ayrıca ‘Züğürt Ağa’, ‘Selamsız Ban-

dosu’ gibi filmlerinden tanıdığımız Türk

yönetmen Nesli Çölgeçen’in ‘Denizden

Gelen’i, Türkiye asıllı İsviçreli yönetmen

Cihan İnan’ın yönettiği ‘180’ de yer alıyor.

Tematik bölümlerde gösterime girecek

f ilmler ise, ‘Sıradan Yaşamlar, Sıradan

Öyküler’, ‘Sınırdakiler’ ve ‘Aile’ye Bak-

mak, Aile’yi Aramak’ başlıklı bölümlerde

perdeye yansıyacak.

‘Sıradan’ insanların küçük yaşan-

tılarına ve bilindik öykülerine farklı açı-

lardan bakan yönetmenleri izleyiciyle

buluşturmayı amaçlayan bölüm Güney

Amerika’dan Balkanlar’a kadar birçok ya-

pıma yer verecek.

Sıradışı konuları ve anlatımlarıyla sine-

manın sınırlarını zorlayan iki filmlik seçki

ile ‘Sınırdakiler’ bölümü, 47. Uluslararası

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde

farklı yapımları izleyiciyle buluşturmayı

hedeşiyor.

İzleyici, aile ilişkilerine farklı açılar-

dan bakan, ailelerinin ve köklerinin ara-

yışlarına çıkan insanların öykülerini an-

latan yönetmenlerin yapıtlarıyla ‘Aile’ye

Bakmak, Aile’yi Aramak…’ bölümünde

buluşacak. Festivalin yabancı konukla-

rı arasında Serge Avedikian ve ünlü si-

nema ustası Emir Kusturica’da yer alı-

yor. Bosna savaşındaki tavrı nedeniyle

eleştirilen Kusturica’nın festivale çağı-

rılması, Türkiye’de çok sayıda insanan

tepkisine neden oldu. Ayrıca bu yıl fes-

tivale onur konuğu olarak İtalyan sine-

ma oyuncusu Claudia Cardinale de davet

edildi. Cardinale, Ulusal Uzun Metraj Film

Yarışması’na seçilen ve genç yönetmen Ali

İhsan’ın yönettiği Türk-İtalyan ortak yapı-

mı Signora Enrica ile İtalyan Olmak filmi-

nin başrol oyuncu.

47. Antalya Alt ın Por takal F ilm

Festivali’nde yarışacak f ilmler Biket İl-

han, Bülent Vardar, Deniz Yavuz, Engin

Ayça, Ulaş Cihan fiimşek, Vildan Atasever

ve Ziya Öztan’dan oluşan ön jüri tarafın-

dan belirlendi. Başvuran 50’ye yakın film

arasından ulusal uzun metraj kategorisi

için 15 film seçildi. Adana Altın Koza Film

Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülü alan Se-

mih Kaplanoğlu’nun yönettiği ‘Bal’ filmi,

festival yönetmeliği gereği yarışma filmle-

ri arasından çıkartıldı. Seçilen fimler ara-

sında ilk kez kadın yönetmenler yarışıyor.

İlksen Başarır’ın ‘Atlıkarınca’ ve Belma

Baş’ın ‘Zefir’ adlı f ilmleri, kadın yönet-

menlerin sinemada ağırlığının hissedil-

mesi anlamında ayrı bir önem taşıyor.

Seren Yüce’nin yönettiği ve Venedik Film

Festivali kapsamında Venedik Günleri’nde

dünya prömiyeri yapılan ve Fatih Akın,

Nina Lath Gupta, Stanley Kwan, Samu-

el Maoz ve Jasmine Trinca’dan oluşan İlk

Film Jürisi tarafından ‘Geleceğin Asla-

nı’ ödülüne layık görülen ‘Çoğunluk’, 47.

Uluslararası Antalya Altın Portakal Film

Festivali’nde de ödül için yarışacak.

Ulusal Belgesel Film Yarışması’na baş-

vur an 110 f i lmden 20’si , K ıs a F i lm

Yarışması’na başvuran 222 filmden 24’ü

ön değerlendirme sonunda finale kaldı.

Belgesel dalda ‘En İyi Film’ 15 bin, ‘En İyi

İlk Film’e 5 bin TL ödül ve Altın Portakal

heykeli verilecek. ‘En İyi Kısa Film’ ödülü

10 bin TL olarak belirlenirken En İyi Kısa

Film’e para ödülünün yanı sıra Altın Por-

takal heykeli de verilecek.

Bu yıl ilki gerçekleştirilecek olan ‘1. Ulu-

sal Altın Kadraj Fotoğraf Yarışması’ fes-

tivalin öne çıkan etkinlikleri arasında yer

alıyor. 200 fotoğraf sanatçısı en iyi Antal-

ya fotoğrafını çekmek üzere yarışacak.

Fotoğraf paylaşım sitesi olan www.fotoiz.

com’la işbirliğiyle yapılacak olan yarışma

vesilesiyle Türkiye’nin değişik noktaların-

dan 200 fotoğraf sanatçısı Antalya’ya ge-

lecek. 47. Uluslararası Antalya Altın Porta-

kal Film Festivali’nin imza attığı bir diğer

ilk ise, ‘Sinemanın Renkleri Cezaevlerin-

de’ başlıklı proje çerçevesinde, sinemanın

büyülü renklerini ve dünyasını Antalya E

ve L tipi kapalı cezaevlerine götürmeye

hazırlanıyor.

Bunun yanı sıra ‘Sanatın Barışçıl Dili

ile Cezaevine Girmek’ etkinliği çerçevesin-

de Antalya E ve L Tipi cezaevlerindeki hü-

kümlü ve tutukluların yapacakları resimler

sergilenerek geniş kitlelere ulaştırılması

hedeşeniyor.

Festival süresinde zihinsel engelli ve

down sendromlu çocukların oluşturduğu

‘Tomurcuk Perkisyon Topluluğu’ ve be-

densel engelli gençlerin oluşturduğu ‘En-

gelliler Bale Topluluğu’ da, gösterileriyle

festivalde yer alacak.

Konferanslar...Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğre-

tim üyelerinden Doç. Dr. Nuran Yıldız’ın

‘Tanklar ve Sözcükler’ başlıklı konferan-

sı, sinema, siyaset, ordu üçgeni arasında-

ki ilişkiler üzerinde duracak. Bunun yanı

sıra; ‘Sinema ve Toplumsal Sorumluluk’,

‘Sinema Filmleri ve Film Festivallerinin

Ülke-Kent İmajına Etkisi’,’Film Sponsor-

lukları ve Sponsorluk Uygulamalarında-

ki Sorunlu Alanlar’, ‘Tanıtım ve Etkileşim

Aracı Olarak Sosyal Medyaların İşlevi ve

Bu İşlevlerin Sinema estivalin ‘Uluslara-

rası Özel Gösterim’ başlığı altında İtalya,

İspanya, Belçika, İsviçre, Türkiye, Hong

Kong ve Rusya’dan birer, Almanya’dan iki

f ilmin yer aldığı uluslararası yarışmada

Kore-Çin ve Sırbistan-Hırvatistan-Fransa

ortak yapımı filmler bulunuyor. Yarışacak

İşbirliği’, ‘Sinema ve Televizyon Birbirine

Alternatif mi Yoksa Birbirini Besleyen İki

Olgu mu?’, ‘Türk Sinemasının Toplumsal

Dinamikleri’ konu başlıklarında paneller

düzenlenecek.

Page 31: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t // 31

[email protected]

İletişim biçimlerinin doğrudan değil de dolaylı olması,

belki de insanların karşılaşma alanlarını hiç olmadığı ka-

dar önemli kıldı. Gerçekliğin etkilerinin daha net görü-

lebildiği bu karşılaşma alanlarından yararlanarak karak-

terlerini birleştiren ve çarpışan hayat hikâyelerini ekrana

taşıyan filmler, bu açıdan aslında günümüzde önemi ar-

tan yüz yüze kurulan iletişimin değerini vurguladığı gibi,

çağımızın yabancılaşmış bireylerine de bir gönderme ya-

pıyor. ‘Paramparça Aşklar ve Köpekler’ (Amores Perros,

2000), ‘Çarpışma’ (Crash, 2004) ve ‘Babil’ (Babel, 2006)

gibi daha popüler örneklerde de gördüğümüz gibi, bu tür

hikâyeler, izleyicilere yaşadığımız dünyadaki paranoya-

ları, insan ilişkilerindeki soğukluğu ve hoşgörüsüzlüğü

göstererek bir çarpışma alanı yaratmayı ve birbirinden

farklı insanları bu çarpışmanın etkisiyle bir araya getir-

meyi amaçlıyor.

‘Anlat İstanbul’ (2005) filminin yönetmenlerinden

biri olan Selim Demirdelen’in ilk uzun metrajlı sinema fil-

mi ‘Kavşak’ da, son yıllarda sıkça örneklerini izlediğimiz

bu kesişen hayat hikâyeleri üzerine kurulan bir drama.

Fakat Demirdelen’in filmi, bahsi geçen filmlerden olduk-

ça farklı bir yerde duruyor.

Filmde bir şirkette farklı mevkilerde çalışan üç ki-

şinin hayatlarının tesadüşer sonucunda kesiştiğini, ama

bu kesişmenin karakterlerin dışında toplumsal bağlam-

da daha genel bir anlam taşımadığını görüyoruz. Bunun

en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz filmin bir omur-

gasının olmayışı. Belli bir fikir, mesele ya da tema üze-

rinden farklı hayat hikâyelerinin birleşmesi, her ne ka-

dar tesadüfî de olsa, bir etki yaratabilecekken; Kavşak’ın

böyle bir şeyle ilgilenmemesi f ilmi oldukça zayışatı-

yor. Ama filmin esas sorunu, birbirine değen ve kaçı-

nılmaz bir şekilde birbirine muhtaç olan bu insanların

hikâyelerinin herhangi bir toplumsal gerçekliğinin olma-

ması… Hikâyenin belli bir omurgaya sahip olmadan, farklı

yan hikâyeleri tesadüşerle bir araya getirme çabası top-

lumsal gerçeklikten yoksun bir şekilde birleştirilmeye ça-

lışınca da, haliyle bir televizyon dizisi kadar yüzeysel bir

yapım ortaya çıkıyor. ‘Kavşak’ın iyi çekilmiş ve iyi oynan-

mış bir film olduğunu söylemek gerekiyor.

Fakat yukarıda bahsettiğim temel aksaklıklar, fil-

min inandırıcılığını olumsuz yönde etkileyerek filmin güç

kaybet bir omurgaya sahip olmadan, farklı yan hikâyeleri

tesa mesine neden oluyor. Bir şirkette çalışan muhasebe-

cinin, yaşadığı travma sonrası kendi vicdan muhasebe-

sini bir türlü yapamaması, eskiden bütün teşkilatı idare

eden bir polis memurunun kendi ailesini idare edememe-

si ya da kardeşinin hastane masraşarı için çalıştığı şirket-

ten para çalan bir adamın durumu aslında çok daha ironik

bir dille ve toplumsal bir eleştiriyi de içine alabilecek tarz-

da anlatılabilecekken, bütün bunların göstermelik kalma-

sı belki de filmi izlerken insanı rahatsız ediyor. Bu anlam-

da, ‘Kavşak’ın çok daha iyi olabilecekken, sadece seyirlik

olmakla yetinmesi ve elindeki potansiyeli kullanamaması

hayal kırıklığı yaratıyor. Ama bütün bunları görmezden

gelirseniz, ‘Kavşak’ın iyi bir seyirlik olduğunu da belirt-

mek gerekiyor.

ES GEÇEN

HAYATLAR

Yer Göstericisi

Serda Semerci

FATİF Akın, filmlerinde ağırlıklı ola-

rak göçmenlerin Alman toplumu-

na uyumunu, kültürel çeşitliliği, yurt

sevgisini ve yabancılığı konu aldığı,

büyük bir doğallık ve açıklılıkla Tür-

kiye kökenli Almanların Almanya’da-

ki sorunlarını ve Almanya ile Türkiye

arasında mevcut olan toplumsal fark-

lılıkları işlediği için Almanya Cumhur-

yakat nişanıyla ödüllendirildi. 3 Ekim

Nina Lath Gupta, Stanley Kwan, Sa-

muel Maoz ve Jasmine Trinca’dan

oluşan İlk Film Jürisi tarafından ‘Ge-

leceğin Aslanı’ ödülüne layık görülen

‘Çoğunluk’, 47. Uluslararası Antalya

bölümünde buluşacak. Festivalin ya-

bancı konukları arasında Serge Ave-

başvuran 110 filmden 20’si, Kısa Film

Yarışması’na başvuran 222 filmden

24’ü ön değerlendirme sonunda fina-

le kaldı. Belgesel dalda ‘En İyi Film’

ve Altın Portakal heykeli verilecek.

‘En İyi Kısa Film’ En İyi Kısa Film’e

para ödülünün yanı sıra Altın Porta-

kal heykeli de verilecek.Pazar günü

kiye kökenli Almanların Almanya’da

Cumhurbaşkanlığı konutu BelleAkın

ve tanında bulunduğu 36 kişiye, siya-

si, ekonomik ve kültürel alanda gös-

terdikleri hizmetten dolayı ve doğa-

nın korunması, göçmenlerle kimsesiz

insanlar için harcadıkları çaba dolayı-

sıyla Liyakat Nişanı verdi.

Fatih Akın’a Almanya’dan liyakat nişanına sahip oldu

NORMAN Mailer Merkezi ve Ya-

zarlar Birliği Başkanı Lawrence

Schiller, iki kez Pulitzer ödülü kaza-

nan ABD’li yazar Norman Mailer anı-

sına verilen Yaşam Boyu Başarı ödü-

lüne bu yıl Orhan Pamuk’un layık

görüldüğünü duyurdu.

Pamuk, ödülünü, 19 Ekim Salı

günü New York’ta düzenlenecek gala

töreninde, ünlü yazar-editör ve yayın-

cı Tina Brown’dan elinden alacak.

Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne adı-

nı veren iki kez Pulitzer ödülü kaza-

nan Mailer, ‘The Armies of the Night’

(Gece Orduları) adlı eseriyle 1968 yı-

Bizimkilerin yaptığı, ben istedim, ben

yaptım oldu. Böyle şey olmaz! şirke-

tinde istediğini işe alır, istediğini iş-

ten atar, sistemi değiştirir, kimse-

ye rin böylesine keyfi davranmaya

hakkı yoktur, çünkü zararı çocukları-

mıza dönüyor. Benim çocuğum yok,

ama yıllarca dostlarıma, arkadaşla-

rıma “Çocuklarınızı bizim okullarımı-

za gönderin, özümüze, dilimize sahip

olalım, bir arada olalım” diyerek mü-

cadele ettim. Ama artık yavaş yavaş

bu duygularımın yanlış olduğunu dü-

şünmeye başladım.

l ında Pulit zer Ulusal K itap

Ödülü’nü, ‘The Executioner’s Song’

(Celladın Şarkısı) adlı kitabıyla da

1978 yılında Pulitzer Roman Ödülü’nü

kazanmıştı. Mailer, 10 Kasım 2007

günü New York’ta, 84 yaşında yaşa-

mını yitirdi.

Orhan Pamuk Norman Mailer anısına verilen ödülün sahibi oldu

Page 32: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t//32

Gözleriyle düşünmeyi aklıyla düşünmeye

20-26 Eylül tarihlerinde gerçekleşen 17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin onur konuğu, sinemanın

yaşayan şairi Yunanistanlı yönetmen Theo Angelopoulos’tu. Usta yönetmenle Adana sonrası uğradığı İstanbul’da

görüşme fırsatı bulduk.

17. Uluslararası Adana Altın Koza

Film Festivali bu yıl 20-26 Eylül tarihlerin-

de gerçekleşirken festivalin onur konu-

ğu, dünyaca ünlü Yunanistanlı yönetmen

Theo Angelopoulos’du.

Kendine has üslubu ile sadece Avrupa

ve Balkan sinemasının değil, dünya sine-

masının yaşayan en önemli isimlerinden

biri olarak kabul edilen Yunanistanlı yö-

netmen Theo Angelopoulos’un f ilmleri

‘Balkanların Belleği: Theo Angelopoulos’

başlıklı bölümde izleyiciyle buluşurken,

sinemaseverler ‘Theo Angelopoulos Si-

neması’ başlıklı bir söyleşide ünlü yönet-

menle sohbet etme şansı da buldu. Festi-

val boyunca Angelopoulos’un setlerinden

çekilen fotoğraşar ve yine yönetmenle il-

gili belgesel filmler de sanatseverlerle bu-

luştu.

Festivalin sona ermesiyle birlikte

Angelopoulos, soluğu İstanbul’da aldı.

Biz de bu fırsattan faydalanıp üç gün bo-

yunca kendisine eşlik etme onuruna nail

olduk... Havaalanında üstadı karşılarken

kendisi çok neşeliydi. Hemen bana Semih

Kaplanoğlu’ndan ve Adana’da gördüğü

büyük ilgiden bahsetti. Semih Kaplanoğ-

lu ile tanıştığında, Kaplanoğlu’nun kendi-

sinden ‘hocamız’ diye bahsetmesi belli ki

çok hoşuna gitmiş, aklı biraz da ‘Bal’ fil-

minde kalmıştı. Kendisi gibi her şeyi akıl

süzgecinden geçirmekte ustalaşmış 30

yıllık hayat arkadaşı sevgili eşi ile bera-

ber İstanbul’u gezerken, her baktığı yer-

den bir kadraj oluşturduğu, bakışlarından

anlaşılıyordu büyük üstadın. Öyle ki, göz-

leriyle düşünmeyi aklı ile düşünmeye yeğ

tutuyordu. Filmlerine yansıttığı düşünsel

iradeyi ve sorunlar hakkında geliştirdiği

diyalektiği özel hayatına da az çok taşı-

dığını anladığımız sinemanın yaşayan şa-

iri, sıkışık vaktine rağmen söyleşi için bize

zaman ayırdı.

Burada bulunma sebebiniz olan Adana Altın Koza Film Festivali hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Gerçekten de çok sıcak bir karşılama ka-

tıldım. Bütün bu törenler gerçekten çok

dostaneydi.

Türkiye filmlerini izleme fırsatı da buldunuz burada. Türkiye sine-ması ginizi çeken Türkiyeli yönet-menler var mı?Türkiye sinemasının son yıllarda kayda

değer bir gelişme içinde olduğunu, bir çok

yabancı festivalde yer aldığını görüyoruz.

Nuri Bilge Ceylan ve son dönemdeki Se-

tayorum fakat onları seyretmeye pek fır-

satım olmadı.

Sizinle yaptığımız sohbetlerimiz-den önümüzdeki film/filmler için İstanbul’da bazı Bir Türk-Yunan ortak yapımı film söz konusu ola-bilir mi acaba?Şu an için herhangi bir şey söyleyemem,

henüz çok erken, fakat böyle bunlar.

İstanbul’a ilk gelişiniz değil. İstanbul’un

ilginizi çeken en belirgin özelliği nedir?

Sanırım ben, İstanbul’da saatler boyunca

denize ve üzerinden geçen gemilere baka-

bilirim. İstanbul’un denizle olan bu ilişki-

sini çok kıskanıyorum işin açığı.

Türkiye’deki demokratikleşme sü-recini ele alacak ve bu süreci de-ğerlendirecek olursak, bu sürecin Türkiye’de zaten gelişmekte olan sinema sanatına ve genel olarak sanata katkı yapacağını düşünü-yor musunuz?Bu süreçten sonuç alınacağını umuyorum,

bununla beraber sanatın çoğu kez zor dö-

nemlerde çok sihirli bir şekilde geliştiğine

inanıyorum.

Türk-Yunan ilişkileri hakkında dü-şünceniz nedir? Daha da gelişece-ğine inanıyor musunuz?Son dönemde Türk-Yunan ilişkilerinin

daha iyiye gittiği ve geçmişten kaynakla-

nan problemlerin karşılıklı anlayışla çö-

zümlenmesi yönünde işaretler var, fakat

herkesin bildiği gibi bunlar hassas me-

seleler, dengeler de kolay değişebiliyor,

çok narin oluyorlar.Peki tam da bu nokta-

da sinema Türk-Yunan ilişkilerine nasıl bir

katkı sağlıyor sizce?Bildiğim kadarıyla ya-

pım bazında bir ortaklık yok, varsa da ben

bilmiyorum fakat sanat icra etmek adına

bazı ortak çabaların var olduğunu biliyo-

rum.Hangi ülkenin sinemasını kendinize

yakın buluyorsunuz? Yeryüzünde hangi

bölgenin/ülkenin sinemaya uygun malze-

meye sahip olduğunu düşünüyorsunuz?

Bir zamanlar Fransız sinemasıydı. 60’lı ve

70’li yıllarda gerçek bir sinema cennetiydi

Fransa… Son dönemde ise bazı Asya ül-

keleri ilgi çekici şeyler üretiyor. Örneğin

Kore.. Bununla beraber bazı ülkelerde

önemli münferit yapımlar da çıkmıyor de-

ğil. Fakat yine de o dönem Fransa’da yaşa-

nan orgazmı şu an yaşayamıyoruz...

Hukuk fakültesinde okurken tahsi-linizi yarıda bırakıp sinemaya yö-neldiniz… Neden sinemayı tercih ettiniz?Hukuk okudum, çünkü bunu ailem istiyor-

du. Bundan sıyrılmayı başardığım anda

birkaç sene öncesinde yapmak istediğim

şeyi yaptım.. O da sinemaydı...Dünyaca

bilinen bir ‘Angelopoulos sineması’ kav-

ramı yarattınız. Sinemanız üzerine birçok

makale ve inceleme yazıldı, çizildi... Kendi

ağzınızdan Angelopoulos sinemasını din-

lesek...Sinemamı anlatmak için pek de uy-

gun biri olduğumu sanmıyorum. Bu daha

çok başkalarının işi. Tabii bazen ortaya ta

olan yazılar okurken bazen de yazılar, ka-

famdakilerin içine nüfuz etmesiyle beni

hayrete düşürebiliyor.

Kariyeriniz başlarında Yunanlılı-ğı, Yunanistan’daki tarihi ve sos-yo-politik süreçleri imgeleme yolu ile ele alan filmler çekmiştiniz. Si-nema sanatının topluma yansıma-sının nasıl olduğunu düşünüyor-sunuz? Döneminde ve sorunsalı içinde varolmak

isteyen bügünkü sinema çok zor soluyor.

Çünkü televizyon ucuz bir seyir zevki su-

narak izleyicinin bakışını kirletmiş durum-

da. Televizyon karşısında büyüyen nesiller

var artık.

Peki, 68 dönemini merkezinde yaşamış biri olarak, sizce sanatla anarşik eylem örtüşür mü, anarşi sanatın neresinde yer alır?Sanatın içinde anarşi barınmaz, çünkü sa-

nat büyük dikkat, disiplin ve konsantras-

yon ister, bu da anarşiye izin wvermez

Filmlerinizde çoğu kez kadrajda deniz veya durgun bir dere görün-tüsü vardır... Bunun sebebi nadir? Acaba iki ayrı toprak parçasını bir-leştiren ya da ayıran deniz, insan-lar arasındaki anlayış farklılıkla-rını ya da benzerlikleri mi temsil ediyor?Kesinlikle hayır...Şu an çekmekte oldu-

ğunuz üçlemeye kadar belli bir karakter

üzerinden tarih, zaman ve mekânı ince-

lediğinizi gördük... Trilojinin ilk filmi ‘Ağ-

layan Çayır’da ise, ilk bakışta ‘Eleni’nin

hikâyesini yine fonda belli bir dönemi

anlatarak veriyorsunuz ve konu merke-

zine göçmenlik kavramını oturtuyorsu-

nuz. İkinci filminiz ‘Zamanın Tozu’nda ise

bir yönetmen, kendi gerçekliğini geçmiş-

te ararken, yer yer ‘Ulises’in Bakışı’ndan

sahneler anımsıyoruz... Bize trilojinin

üçüncü bölümünde nasıl bir yol izleyece-

ğiniz hakkında bir ipucu verseniz...Bunu

‘Öteki Deniz’ adlı son bölümde izleyecek-

seleler, dengeler de kolay değişebiliyor,

çok narin oluyorlar.Peki tam da bu nokta-

da sinema Türk-Yunan ilişkilerine nasıl bir

katkı sağlıyor sizce?Bildiğim kadarıyla ya-

pım bazında bir ortaklık yok, varsa da ben

bilmiyorum fakat sanat icra etmek adına

turduğu, bakışlarından siniz. İlk iki filmin

hikâyesi 20. yüzyılın ikinci yarısında ge-

çerken, üçüncü bölüm bugünü ve bugün-

kü gerçekliği ele alacak ve korkarım ki de-

ğineceği sorunsallar yarınınkileri de teşkil

ediyor olacak.Umuyorum ki Yunanistan

gelecekte kendini, yani Yunanistan’ı tek-

rar bulacaktır. YORGO DEMİR

Page 33: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

k ü l t ü r - s a n a t // 33

Beser Şahin’in ‘Seyristan’ı piyasada

Bu sergide fikirler suça dönüşüyor

‘Kadın Âşıklar’ dile geliyor Yunanistan Osmanlı eseri

Tony Curtis hayata veda etti

Kürtçe müziğin sevilen sesi Beser Şahin’in Kalan

Müzik’ten çıkan ‘Seyristan’ adlı yeni albümü, Koçgiri,

Dersim, Maraş ve Yerevan bölgelerini kapsıyor. Güçlü

sesini oldukça iyi kullanan sanatçı, bugüne kadar ge-

rek protest gerekse doğu ve batı müziğini sentezleyen

çalışmalara imza attı ve çeşitli eserlerle orkestrasyon

çalışmalar yaptı. Almanya da yaşayan Şahin’in beş solo

albümü bulunuyor. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere

birçok ülkede sayısız konserler verenŞahin, uluslarara-

sı festivallerde Kürt müziğini temsil etti. ‘Seyristan’da

otantik derlemelere ağırlık veren Şahin, kendi bestele-

rinin yanı sıra Ermeni asıllı Kürt müziğinin ölümsüz üs-

tadı Aramê Tigran’ın ve Mikail Aslan’ın ikişer bestesine

de albümünde yer veriyor. Albümde ayrıca Vartolu Pir

Derviş İsmail’in ‘Ya Xızır’ parçası ile Beser Şahin ve Mi-

kail Aslan’ın düeti de yer alıyor.

TÜRKİYE 48 sanatçının ve eserlerinin yer aldığı ‘Fi-

kirler Suça Dönüşünce’ sergisi, içinde var olduğu

topluma muhalefet eden, ifade özgürlüğünün sınırları-

nı araştıran sanatçıların eserlerini bir araya getiriyor.

1 Eylül Barış Günü’nde kapılarını açan sergiyi görmek

için üç gününüz var. Siyasetin belleğinin tutulduğu,

içinde varolduğu topluma muhalefet eden, sataşan bir

duruşa sahip olan sergide, millitarizim, iktidar, hiye-

rarşi, milliyetçilik, toplumsal cinsiyet politikalarının

Kendine has üslubu ile sadece Avrupa ve Balkan sine-

masının değil, dünya sinemasının yaşayan en önemli

isimlerinden biri olarak kabul edilen Yunanistanlı yö-

netmen Theo Angelopoulos’un filmleri ‘Balkanların le

neması’ başlıklı bir söyleşide ünlü yönetmenle sohbet

etme şansı da buldu. Festival boyunca Angelopoulos’un

setlerinden çekilen fotoğraşar ve yine yönetmenle ilgili

belgesel filmler de sanatseverlerle buluştu.

eleştirisine yağunlaşan işler yer alıyor. Tophane Tütün

Deposu’nda 10 Ekim’e kadar açık kalacak olan serginin

küratörlüğünü Halil Altındere üstlendi.

Farklı kuşaklardan Türkiyeli 48 sanatçının yaklaşık

100 eserinden oluşan sergideki eserler Türkiye’de fak-

lı kişilerden ve pozisyonlardan insanların dertlerini ve

kendilerini ifade etme biçimlerini anlatıyor. İki bölüm-

den oluşan serginin bir bölümünde otobiyografik çalış-

malar yer alıyor. Diğer bölümde ise sanatçıların sisteme

ve ifade özgürlüğüne ilişkin eleştirisini katı bir şekilde

gösteren çalışmalar yer alıyor.

Âşıklık geleneğinin kadın temsilcileri, Kalan Müzik

etiketiyle müzik marketlerdeki yerini alan ‘Kadın

Âşıklar’ albümünde buluştu. Sevilay Çınar tarafından

hazırlanan albümde bağlama ve vokal icralarının sa-

dece eser sahipleri tarafından icrâ edilmiş olmasına,

bağlama haricinde başka hiçbir enstrümanın ve ayrıca

hiçbir vokalin eşlik etmemesine dikkat edilmiş. Albüm-

de, Âşık fiahturna’dan Âşık Sarıcakız’a, Âşık Nurşah

Bacı’ya; Âşık Sinem Bacı’dan Âşık Sürmelican’a, Âşık

Gülçınar’a; Âşık Arzu Bacı’dan Âşık Ezgili Kevser’e ka-

dar yirminci yüzyılın pek çok kadın âşığı yer alıyor. Al-

bümde, âşıkların, içinde bulundukları toplumun dünya

görüşünü, sanat zevkini, yaşam düzenini ve beraberin-

de de geleneklerini yansıtan, yaşatan ve gelecek nesil-

lere aktarılmasında köprü görevi gören halk sanatçıları

olduğuna tanık oluyorsunuz. Ayrıca, âşıkların, halk kül-

türü içerisinde önemli bir yer tutan âşıklık geleneğini,

kadar ulaştırdıklarını da görebiliyorsunuz.

SANAT tarihçisinide ile Neval Konuk tarafından

Yunanistan’da yapılan ve dört yıl süren araştırma

sonunda, Yunanistan’ın çeşitli bölgelerine dağılmış Os-

manlı İmparatorluğu döneminden kalan 10 bin mimari

yapı tespit edildi. Eserlerin 5 bini halen ayakta duruyor.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yunanistan ile Türkiye ara-

sındaki mübadele sırasında Anadolu’dan giden Rumlar,

camilere yerleşmiş ve bu camileri ev olarak kullanmaya

başlamışlar. Bir envanterde toplanan bu kayıtlar, Dışiş-

leri Bakanlığı tarafından Türkçe, İngilizce ve Yunanca

bir kitapta toplandı.

‘Bazıları Sıcak Sever’, ‘Houdini’, ‘Trapez’ gibi filmler-

de oynayan Amerikalı usta aktör Tony Curtis 85 ya-

şında hayata veda etti. Kalp durması sonucu hayata

gözlerine yuman usta oyuncu 1925 yılında Macar kö-

kenli Yahudi bir ailenin oğlu olarak New York’ta Bernard

Schwartz adıyla doğmuştu.1943 yılında orduya katılan

Curtis daha sonra drama okuluna gitti. 1948’de Univer-

sal Studios’tan teklif alınMonroe ve Jack Lemmon ile

oynadığı ‘Bazıları Sıcak Sever’ oldu.

Spartacus filminde Antoninus rolünde izliyicinin

karşısına çıkan Curtis, 1958 yılında çekilen ve Sidney

Poiter ile birlikte rol aldığı ‘The Defiant Ones’ filmi ile

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday ol-

muştu. Curtis son olarak 2008 yılında David & Fatima

isimli bir filmde rol almıştı.

Page 34: Agos Newspaper
Page 35: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 35

2007 yılında, yani Ermenistan’a ilk gelişimden yedi

sonra, Yerevan’a döndüğümde dikkat çekici iki şey

vardı. Birincisi 6-8 şeritli devasa caddelerdeki arabaların

çokluğu, Yeraz modelli arabaların yerini siyah camlı ciple-

rin ve hammerlerin alması; ikincisi ise açılan lüks tüketim

mağazaları, dünyanın önde gelen giyim, parfüm markala-

rının Yerevan caddelerinde görülen ihtişamlı vitrinleriydi.

Bugün ise, üç sene sonra, yine iki şey dikkat çekici. Bi-

rincisi açılan mağazaların bir bölümünün büyük bir hızla

kapanmış olması, ana caddelerde, şehrin en kıymetli yer-

lerindeki mağazalar şantiye haline gelip, yeni kiracılarını

bekliyor olması. İkincisi ise trafiğin beklenmedik bir şe-

kilde düzene girmiş olması. Yerevan’da araba kullananlar,

yaya geçidinden yayaların karşıdan karşıya geçtiğine ve

buralarda durulması gerektiğine ikna olmuş. Hızlı bir ceza

uygulamasıyla birkaç yüz kişi iki-üç gün içinde kemer tak-

madığı, yayalara yol vermediği için ceza yedikten sonra,

trafiğin düzene girdiğini anlatıyorlar.

Cumhuriyet Meydan’ından yukarı doğru çıkan en iş-

lek caddelerden Abovyan’da, elinde çiçek tutan Kara Bala

heykelini herkes bilir. Tam onun karşısında, Cumhuriyet

Meydanı ile Opera binasını birbirine bağlayan, lüks bi-

naların yapılmakta olduğu Kuzey Caddesi’nin tam giri-

şinde, bir arabanın üzerinde “Saatçi” levhasını koymuş

çalışan Jora Hovhannesyan ise, Abovyan Caddesi’nde

dükkânlarda kiracı olarak çalıştıktan sonra, çalıştığı

dükkânların kapanmasıda da arabasında “30 yıldır Abov-

yan Caddesindeyim.

KEG (Küresel Eylem Grubu) aktivistleri, 165 ülkede

aynı anda gerçekleşecek olan, atmosferdeki karbon-

dioksit miktarına dikkat çekmeyi amaçlayan eylemle ilgili

bir basın toplantısı düzenledi. Taksim Hill otelde yapılan

toplantıya KEG aktivistleri Gökşen Şahin, Ömer Madra ve

Nuran Yüce katıldı. Aktivistler, 10 Ekim’de dünya ile aynı

anda Ankara, İstanbul, Kars ve İzmir’de eş zamanlı dü-

zenlenecek eylem için, kamuoyuna çağrıda bulundu. İs-

tanbul’daki Küresel İklim Grubu “10/10/10 eylemcesi”nde

saat 15:00’te Galatasaray’da buluşup Taksim’e yürüye-

cek. 16:00’da Taksim Gezi Park’ında şenlik konser ve “Ey-

lemce” olacak.

Toplantıda ilk sözü alan Nuran Yüce, “Hükümet-

ler istemese de biz dünyanın her yerinde eylemci arka-

daşlarımızla birlikte küresel ısınmayı durdurun çağrısını

yineleyeceğiz. Bu anlamda tüm kamuoyunu da küresel

mücadeleye müdahil etmek istiyoruz” dedi. Eylemin

İstanbul’da yapılacak bölümüne dünyaca ünlü dil bilim-

ci Noam Chomsky de katılacak. Yüce’den sonra söz alan

Ömer Madra, havadaki karbondioksit miktarındaki parça-

cık oranının 350 ppm olması yönündeki gerçekliği ortaya

çıkaran, James Hansen’in ‘Aktivist Eylemci’ başlıklı yazı-

sını okudu ve gençlere “Haklarınız için ayağa kalkın hü-

kümetin dürüst olmasını ve politikalarının sonuçlarıyla il-

gilenmesini talep edin” Yaşlılara ise “Belimizi doğrultup,

gençlerin yanında, miras alacakları dünyanın korunması

için mücadele edelim” çağrısında bulundu. ‘AKP en kötü

çevre politikasını uyguluyor’

AKP hükümetinin de diğer hükümetler gibi çevre ko-

nusunda çok ‘hoyratça’ davrandığına işaret eden Madra,

“AKP hükümeti dünyadaki hükümetlerden farklı davran-

mıyor. Enerji politikaları mevcut sistemin istediği yönde

şekilleniyor. AKP 8 yıllık iktidarında en berbat çevre poli-

tikasını izliyor. Nükleer politikaları, Hidroelektrik santral-

le ilgili kararlar hep kapalı kapılar ardında alınıyo”’ dedi.

“Bu mücadeleyi kazanmak zor bir iş, ama imkânsız değil.

Karbon salınımını acilen durdurmalıyız. Kömür yakmayı

durdurmalı ve gerekli olan enerjiyi güneş ve rüzgâr gibi

yenilebilir kaynaklardan üretmeliyiz. Zamanımız az, 350

ppm’in üzerinde kaldığımız her gün yıkıcı ve geri dönül-

mez iklim etkilerini görme ihtimalimiz artıyor.

Madra’nın ardında söz alan Gökşen Şahin “10/10/10

tarihini takvimlerimize kaydediyoruz. 10 Ekim 2010 Pa-

zar günü yaşadığımız her yerde EYLEMCE var! Yani, 350.

org öncülüğünde hem dünya çapında bir sürü eylem ya-

pıyoruz o gün, hem de alabildiğine eğlenmeyi planlıyo-

ruz. Ayrıca, bu küresel partide kendimizi hiç de yalnız

hissetmeyeceğimiz kesin! Şu sırada dünyanın 130 küsur

ülkesinden 1400’den fazla “eylemce” yapılacağı kayıtlara

geçmiş durumda” dedi.

Yerevan İzlenimleri ‘Büyük şehrin’ sokakları gittikçe boşalıyor...

10 Ekim’de her yerde ‘Yaşadığımız Çevre Evimimizdir’ eylemi var

Yerevan Caddeleri

Page 36: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

//36 g ü n c e l

“Bütün katiller birbirine benziyor”

EYLÜL darbesine iki ay kala, Türkiye İşçi Partisi (TİP)

kurucularından, DİSK lideri Kemal Türkler evinin

önünde kurşunlanarak öldürüldü. Cinayetten 16 yıl son-

ra ailesinin dava açmasına izin veren devlet, katillerden

biri olan Ünal Osmanağaoğlu’nun 19 yıl boyunca kaçma-

sını da sağladı.Maraş katliamının sorumlularından olan,

Bahçelievler’de yedi TİP’li genci katleden ve Türkler da-

vası sanığı olarak aranan ülkücü Osmanağaoğlu darbe-

den sonra yurtdışına kaçtı. Abdullah Çatlı’dan sonraki

yeni reis olarak Türkiye’ye döndüğü ve Susurluk kaza-

sı öncesinde Çatlı’yla Kuşadası’nda buluştuğu, yakalan-

masının ardından basına yansıyan haberler arasındaydı.

Osmanağaoğlu, 1999’da yakalandığında kardeşinin kimli-

ğiyle Kuşadası’nda Milli Park’ın işletmeciliğini yapıyordu

ve bir yıl önce Güzelçamlı beldesindeki jandarma karako-

lunun bahçesine Atatürk büstü yaptırdığı da biliniyordu.

Cinayetle ilgili ilk dava 1981’de açıldı. 1987’de iki tetik-

çi cinayetten 12’şer, olayda kullandıkları otomobili gasp

etmekten de 20’şer yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1999’da

açılan ikinci davada yargılanan Osmanağaoğlu’na üç kez

beraat kararı verildi, ancak karar her defasında Yargıtay

tarafından bozuldu.

Türkler öldürüldüğü gün evden çıkmadan eşi Saba-

hat Türkler’e “İşçi arkadaşlarına selam söyle ve akşam

torunumu getirmeyi unutma” demişti. Torunu Burç Akpı-

nar, bugün onu öldürenlerin cezalandırılması için uğraşan

avukatlar arasında. Suikastın üzerinden tam 30 yıl geçti.

O gün balkondan, babasının öldürülmesine tanıklık eden

Nilgün Türkler Soydan, doğum günü olan 21 Ekim tarihin-

de görülecek duruşmadan artık bir karar çıkacağını umu-

yor ve “21 Ekim benim doğum günüm, 50 yaşıma basaca-

ğım ve otuz yıldır devam eden davamızın sonlanacağını

umut ediyorum. Kamuoyunun vicdanında katil olarak za-

ten damgalanan ve hukuken de bunun böyle olduğu tes-

cillenen Osmanağaoğlu’nun yüzüne, hüküm okunacak ve

ben bundan çok mutlu olacağım. Bu benim hayatımda al-

dığım en güzel doğum günü hediyesi olacak. Maalesef fa-

ili meçhuller cenneti olan memleketimizde babanızın ka-

tilinin bulunmasından daha güzel bir hediye yok” diyor.

“Annemin tek tesellisi o gün benim de babamla birlikte gitmemiş olmamdı”Liseyi bitirdiğim yazdı. Babamın kendince aldığı güven-

lik tedbirleri nedeniyle ablam ve ben üniversiteyi kazan-

dığımız halde, gidemedik. Babam, esprili bir şekilde “Si-

zin yerinize başkaları okur” demiş ve konuyu kapatmıştı.

İşte o yazdı.

Babamla birlikte sendikaya gidip gelmeye başlamış-

tım. Fakat o gün, bir arkadaşımın daveti vardı, sendikaya

gitmeyecektim. Sonradan annemin tek tesellisi, o gün be-

nim de babamla birlikte gitmemiş olmam oldu… Hep bir-

likte kalktık, annemle babam balkonda kahvaltı etti. Ben

de bir iki lokma atıştırdım. Babam çıktı evden. El salla-

mak için, annem odasındaki pencereye, ben balkona çık-

tım. Babam arabasına yöneldi, kapısını açtı, şoför koltu-

ğuna oturdu. Koruması da yanına oturdu. Bir koruması

vardı, göreve başlayalı on beş gün olmuştu. Yeniyetme

bir polisti, kendisini korumaktan aciz. Yazık! Ateş baş-

ladığında can havliyle kendisini çimlerin üzerine atarak

hayatını kurtardı. Babam öldürülmeden on beş gün önce

görevden alınan koruma öyle değildi, işini biliyordu. Daha

sonra bu polisi verdiler dostlar alışverişte görsün diye.

Babam kontağı çevirdiğinde üç taraşı kurşunlar yağmaya

başladı. Babamın elini hatırlıyorum, arabanın yanına in-

diğimde vitesin yanında duruyordu… Mahkemede teşhis

ettiğim Ünal Osmanağaoğlu, ateş edip bir süre duruyor,

çevresine bakıyor, sonra tekrar ateş etmeye başlıyordu.

Uzun boylu, sıska, uğursuz bir tipti… Bir polis arabasının

geldiğini gördüm, kapımızın önünde bir Renault hareket-

lendi, saldırganlar üç kişi, ikisi arkaya, biri öne bindiler,

araba hızla uzaklaştı. Polis ekip aracı, onları korurcası-

na yanlarından geçti ve herhangi bir müdahalede bulun-

madı. Koşarak indim aşağı. Arabanın kapısını açtığımda

babamın gözleri açıktı. Şakağında ve kulağının arkasın-

da birer delik vardı. Karnından oluk gibi kan akıyordu ve

gözleri açıktı. Yeşil yeşildi gözleri, düzdü kirpikleri, öyle

bakıyordu. Beni kenara itip babamı dışarı çıkardılar. Üç

kez çok derin nefes aldı…

22 Temmuz 1980’de katledilen Kemal Türkler’ in kızı Nilgün Türkler:

Nilgün Türkler

Page 37: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 37

Bir yoğurtçu minibüsü durdu. Adam, kasaların hepsini

aşağıya attı. “Başkanım!” diye bağırıyordu. Tanıyormuş

babamı, gerçi onu tanımayan yoktu. Babamı o adamın

arabasıyla götürdüler. Sonra o adamcağızı bulamadım bir

türlü… Hastaneye götürülürken yolda, DİSK’in önünde öl-

müş babam. Çok garip bir duygu… Biliyorsunuz, tüm ak-

lınızla biliyorsunuz öldüğünü ama inanmıyorsunuz. Bana

babamın öldüğünü söyleyen Kamil Bey amcanın üzerine

öyle bir yürümüşüm ki, “Tamam, tamam kızım baban ya-

şıyor, ben yanlış söylemişim” dediğini hatırlıyorum. Olay

sonrası hastaneye gittik ama hemen eve gönderdiler bizi.

Evde ablamla radyoyu açmak istedik. Birisi açmamıza en-

gel olmaya çalıştı, birisi “Bırak artık öğrensinler” dedi.

Bunlara tanık oluyorsun ama inanmıyorsun, konduramı-

yorsun. Radyoda duyduk. “Evinin önünde silahlı saldırıya

uğrayan Kemal Türkler öldü” ben bayılmışım…

“Bizim hep az babamız oldu”Annem daha sonra yatak odasını hiç terk etmedi. Olayın

üzerinden kaç gün geçti bilmiyorum, annemin artık uyu-

ması gerekiyordu. Doktorlar ona bir ilaç verdi, adı hâlâ

aklımda, Noludar. Annem yatağına giderken benim ya-

nında yatmamı istedi. İstemeye istemeye gittim, babamın

yattığı yere uzandım, annem başını koyar koymaz ‘küt’

diye gitti. Çok üzüldüm, sanki babama ihanet etmişim

gibi geldi, hani onun yerini alıyormuşum gibi. O zaman

öldüğüne kesin kanaat getirdim.

Babamın son kahvaltısında yediği bir domates vardı, onu

sakladık bir süre. Bir de yarım kalan ekmeği vardı. O ek-

meği annem aylarca sakladı, artık filizlenmeye başlamış-

tı. Güç bela aldık onu annemden ve attık.

Her zaman çok yoğundu, bu sebeple bizim hep az baba-

mız oldu. Sert ve otoriter bir adamdı ama çok da espriliy-

di. Sendikada çalışanlar “baban evde hiç gülüyor muy-

du?” diye sorarlardı. Gülerdi. Babasından söz ederken

çok duygulanırdı. Bir odun işçisinin oğluydu, dört yaşında

babasına acıdığı için ona yardım maksadıyla oyun oynu-

yormuş gibi yaparak, odun taşırmış. Hep bunu anlatırdı.

“Cenazenin nefisi olur mu? Olur...”Nihat Erim öldürüldüğünde, biz artık sona çok yakın ol-

duğumuzu biliyorduk. Babam kesin öldürülecekti. Hazır

olduğumuzu sanıyorduk. Babam öldürüldüğünde attığım

çığlık aslında çok önceden provasını binlerce kez yaptı-

ğım bir çığlıktı. Erim öldürüldüğünde en azından bir haf-

ta dışarı çıkmamasını istedik. O zaman bize “Ben bir ordu

içinde dahi olsam, onlar kafalarına koyduklarını yapacak-

lar ve beni vuracaklar. Büyük bir cenaze töreni olacak.

On binlerce insan katılacak ve siz benim ailem olarak en

önde yürüyeceksiniz. Başınız dik olacak ve ağlamayacak-

sınız” dedi. Ben başardım, cenaze kortejinde yürürken,

inat ettim, ağlamadım… O zaman anneme ve ablama da

çok kızdım. Uyardım onları. Doğru muydu bu yaptığım,

bilmiyorum. Ama babam öyle istemişti. Babam DİSK’te

katafalka konduktan sonraki ilk ziyaretimizin ardından

eve döndük, telefonumuz çaldı. Ablam açtı telefonu, kar-

şıdan bir ses, “Gördünüz mü, adamı biz böyle yaparız”

dedi. İşte ben bu yüzden ağlamadım. Düşünüyorum da,

belki de liderlerin ve böyle insanların ailesi, çocukları ol-

mamalı. Yalnız olmalılar… fiimdi birisi öldürüldüğünde be-

nim aklıma hemen çocukları gelir, “Napıyordur?” diye dü-

şünürüm, hemen aklıma kendim gelirim, “Ne yapmıştım?”

diye düşünürüm. Cenazenin nefisi olur mu? Olur... Siz de

bilirsiniz, bazı insanların cenazeleri nefis olur. Babamın

da öyle oldu, fabrikaların şalterleri indirildi bütün işyer-

leri kapatıldı ve bir gün için genel yas ilan edildi. Milyon-

larca işçi kardeşiyle birlikte uğurladık kendisini.

16 yıl sonra lütfettiler: “Babanızı öldürenlere dava açabilirsiniz”!16 yıl hep dava açmak için başvurduk. Dava açmamıza

izin vermeyen devlet soruşturma da açmadı. 1996’da,

neden bilmiyorum, dava açabilirsiniz dediler. Ne dev-

let ama! 16 yıl sonra lütfettiler: “Babanızı öldürenle-

re dava açabilirsiniz”! Babamın katillerinden biri olan

Osmanağaoğlu’nu devlet hep korudu. 1999’da, avuka-

tımızın çabalarıyla yakalandığında, Kuşadası’nda, Milli

Parklar’da, yani devletin çiftliğinde yedi yıldır, işletme-

cilik yapıyordu. Verdiği hizmetlerden ötürü ödüllendiril-

mişti.

“Bütün katiller birbirine benziyor”Katille 19,5 yıl sonra mahkemede karşılaştım. “Yüzüme

bak!” diye bağırdım. Çünkü göz göze gelmek istedim, sa-

dece birkaç saniye baktı gözlerime. O günden bu yana,

dava hep küçücük salonlarda görüldüğü için her duruş-

mada neredeyse diz dize oturtulduk katille. Bir kere bile

kafasını kaldırıp yüzüme bakmadı, bakamaz. O gün göz

göze geldik birkaç saniye. Saç tellerimden tırnak ucuma

dek zangır zangır titremeye başladım. Üç saat hiç dur-

madan titredim, aynı anda o da titriyordu. Titremek değil

aslında, sinirlerim boşaldı, kaslarımı kontrol edemedim.

Avukatlarımız bacağımı falan sıkıyorlardı, normale döne-

yim diye. Duruşma sonunda beni nöroloji servisine gö-

türdüler, doktor ‘19 yıllık gerilimin boşalması’ dedi. Nor-

malmiş…

Bu duygunun benzeri bir hissi Hrant Dink duruşmasın-

da yaşadım. Katille göz göze geldik. “Bu kadın da kim?”

demiştir herhalde Samast, “Neden bana böyle bakıyor?”

Baktım gözüne. Evet, birbirine benziyor, hep aynı bakış.

“Neden daha önce tespit etmedim diye benden hesap soruluyor”Dava açmamıza izin vermeyen devletin hesabını şimdi bu

katil benden “Neden 19 yıl beni teşhis etmedi?” diye so-

ruyor. 19 yıl boyunca bu devletin hukuku, kolluk kuvve-

ti gelip de, “Yahu! Burada bir adam vurulmuş” demedi.

Bırakın bu adamın siyasi kimliğini, işçi önderi olmasını,

yapıp ettiklerini… Bir insan, sıradan bir vatandaş vurul-

muş deyip, gelip bir soruşturma yapmadı. Biz mahkeme

mahkeme gezip “Babamız öldürüldü. Yok mudur soru-

lacak, araştırılacak bir şey” diye sorduğumuzda bir kez

dahi “Ne diyor bunlar?” denilmedi. fiimdi işte bu katil, el-

leri babamın kanıyla sıvanmış olan bu katil, “Beni neden

daha önce teşhis etmedi” diye benden hesap soruyor? Bu

sorunun muhatabı 19 yıl boyunca, bu adamın kaçmasını

sağlayan devlettir. Devlet neden bu adamı daha önce ya-

kalamadığının, neden yakalayıp da serbest bıraktığının

hesabını vermelidir.

“Hakim küstü! Artık duruşmaya girmiyor”Hâkim, kat i l i üç kere beraat et t irdi ve bu karar

Yargıtay’dan üç kere geri döndü. Hâkim “küstü”, artık du-

ruşmaya girmiyor. Keyfi bir tutumla, görevini yerine getir-

miyor. HSYK adayı bu hâkim eski bir ülkücü olarak görev

beğenmiyor ve canı istemediği duruşmaya girmiyor. Ve

çözüm “çakma” bir mahkeme heyeti kurulmakla bulunu-

yor. Otuz yıl sonra bir zahmet görülen Kemal Türkler da-

vasına şimdi de ‘oldu mu oldu’ mahkemesi bakıyor. Dava-

ya vâkıf olamayan bu heyetin, mevzudan bihaber şekilde

bir duruşma yaşandı.

“Nilgün Türkler bana bakıyor!”Geçen duruşmada savcıyı çıldırtan bakış, babamın bakı-

şıydı. Savcı, “Nilgün Soydan Türkler bana bakıyor” diye

yargıca şikâyet etti beni. Duruşma salonun içinde benim

saydığım 27 polis vardı: Katilin çevresine etten bir duvar

örülmüştü. Biz itirazımızı dile getirdik. Ardından savcı du-

ruşma salonun durumuyla ilgili mütalaasını verdi. Güven-

lik gerekçesiyle böyle olması gerekiyormuş! Ben savcıya

baktım. Kafamdan şunları geçiyordum. “Bu adam bir in-

san” diyorum “ Birini gerçekten sevebilir mi? Karısı, ço-

cuğu var mıdır? Çocuklarına nasıl davranıyordur? Samimi

olduğu an var mıdır?” diye düşünüyorum. Savcı gözlerini

de bir iki lokma atıştırdım. Babam çıktı evden. El salla-

mak için, annem odasındaki pencereye, ben balkona çık-

tım. Babam arabasına yöneldi, kapısını açtı, şoför koltu-

ğuna oturdu. Koruması da yanına oturdu. Bir koruması

vardı, göreve başlayalı on beş gün olmuştu. Yeniyetme

bir polisti, kendisini korumaktan aciz. Yazık! Ateş baş-

ladığında can havliyle kendisini çimlerin üzerine atarak

hayatını kurtardı. Babam öldürülmeden on beş gün önce

benden kaçırmaya başladı, ben bunu fark ettiğimde iyi-

ce bir kilitlendim savcının gözlerine. Çocukça belki ama

bakıyorum ve umut ediyorum “Belki insafa gelir” diyo-

rum. Ama o gittikçe artan bir huzursuzlukla bakışlarını

benden kaçırıp beni hâkime şikayet etti. “Bana bakıyor,

bakmasın. Niye bakıyor rahatsız oluyorum?” dedi. Ben

de “Bu gece başını yastığa koyduğunda rahat uyuyabi-

lecek misin” diye sordum. Aynı itirazı katil de yapmıştı.

İkinci duruşmada, “Nilgün Soydan Türkler bana bakıyor”

diye mahkeme başkanına şikâyet etti. Türkiye Cumhuri-

yeti savcısı da, babamın katili de bakışlarımdan aynı ra-

hatsızlığı duyuyor! Ben sevindim bunun böyle olmasına.

Gözlerim babama benzemiyor diye çocukken çok üzülür-

düm. Bu duruşmalarda anladım ki aslında gözlerim ben-

ziyormuş babama. Babamın bakışlarından da insanlar ür-

kerdi ve etkilenirdi. Dava sürecinde benim için en büyük

gözlerim babamınkine benziyormuş!

Page 38: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

//38

Kaybettiklerimiz...

ONN‹K NALÇACIER

N‹ŞAN ‹NCE

VAZKEN

S‹RVART ENF‹YEC‹YAN

BEDROS ÇADIRCI

TAKUH‹ KESK‹N

K‹VO SABUNC‹

vefat›n›n 40. gününe tesadüf eden 10 Ekim 2010

Pazar günü Bak›rköy Zn. Surp Asdvadzadzni Erme-

ni Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak

Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat

14.30’da merhumun Bal›kl› Ermeni Mezarl›¤›’ndaki

kabri ziyaret edilecektir. Tüm akraba, dost ve se-

venlerine duyurulur. A‹LES‹ KAMER Cenaze ‹flleri:

0532 452 56 28 – 0532 282 09 55

vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim

2010 Pazar günü Samatya Surp Kevork Ermeni

Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak

Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat

14.00’te merhumun Bal›kl› Ermeni Mezarl›¤›’ndaki

kabri ziyaret edilecektir. Say›n akraba, dost ve se-

venlerine duyurulur.

Cenaze İşleri Ogganizasyonu

VAZKEN ARAKELYAN

0212 510 20 36

vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim 2010

Pazar günü Feriköy Surp Vartanants Ermeni

Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak

Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat

13.00’te merhumenin fiiflli Mezarl›¤›’ndaki kabri zi-

yaret edilecektir. Bay ve Bayan Raffi - Nareg Enfiye-

ciyan ve evlatlar› Alara

vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim

2010 Pazar günü saat 13.30’da fiiflli Ermeni

Mezarl›¤›’ndaki kabri bafl›nda yap›lacak Hokehan-

kist dualar›yla an›lacakt›r. Say›n akraba, dost ve

sevenlerine duyururuz.

Bay ve Bayan Garo – ‹ro Çad›rc›o¤lu ve evlatlar› Bay

ve Bayan Berç – S›rpuhi Ç›ng›ryan ve evlatlar›

vefat›n›n 2. y›l› münasebetiyle 10 Ekim 2010 Pa-

zar günü Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi’nde

Surp Badarak’› müteakip yap›lacak Hokehan-

kist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat 13.30’da

merhumenin Ba¤larbafl› Surp Haç Ermeni

Mezarl›¤›’ndaki kabri ziyaret edilecektir. Say›n ak-

raba, dost ve sevenlerine duyurulur.

vefat›n›n 2. y›l› münasebetiyle 10 Ekim 2010 Pa-

zar günü Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi’nde

Surp Badarak’› müteakip yap›lacak Hokehan-

kist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat 13.30’da

merhumenin Ba¤larbafl› Surp Haç Ermeni

Mezarl›¤›’ndaki kabri ziyaret edilecektir. Say›n ak-

raba, dost ve sevenlerine duyurulur.

BAKIRKÖY ZN. SURP ASDVADZADZN‹ ER-MEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE

HOKEHANK‹ST DUALARI

SAMATYA SURP KEVORK ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE

HOKEHANK‹ST DUALARI

ÜSKÜDAR SURP HAÇ ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE HOKEHANK‹ST DUALARI

SAMATYA SURP KEVORK ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE

HOKEHANK‹ST DUALARI

Vazken Profesyonel Dijital Video Çekileri

VAZKEN ARAKELYAN

Vaftiz, nişlan, dü¤ün, gece davetleri için

profesyonel dijital video çekimleri

Adres: Ergenekon Cad. Bilezikçi Sok.

No: 58-D 4. Dükkan - Pangalt›

0544 248 48 55

TAMARVaftiz, nişlan, dü¤ün, gece davetleri için

profesyonel dijital video çekimleriAdres: Ergenekon Cad. Bilezikçi Sok.

No: 58-D 4. Dükkan - Okmeydanı

0216 453 67 34

Piosian

FER‹KÖY SURP VARTANANTS ER-MEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE

HOKEHANK‹ST DUALARI

SURP VARTANANTS ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE

HOKEHANK‹ST DUALARI

Page 39: Agos Newspaper

29 Kas›m 2010

g ü n c e l // 39

Protestan Kiliseleri Derneği, Protestanların hak ihlallerini

raporlaştırdı. “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı? Türki-

ye’deki Protestanlar’ın Yasal ve Sosyal Sorunları-2010”

başlıklı raporda, Protestanların yaşam haklarının tehlike-

de olduğuna vurgu yapıldı; inanç özgürlüğü talep edildi.

Türkiye’de Protestanların Yasal ve Sosyal Sorunları rapo-

ru, Dernek Başkanı Zekai Tanyar, Dernek Genel Sekreteri

Umut Şahin ve İnsan Hakları Gündemi Derneği Başkanı

Avukat Orhan Kemal Cengiz’in katıldığı basın toplantısıy-

la açıklandı. Derneğin raporunda, medyada Protestan-

lar hakkında yanlış, olumsuz ve karalama sayılabilecek

programlar ve yayınların, önceki yıllara göre azalmış olsa

da, yer almaya devam ettiği belirtilerek “Devlet kurumu

olan TRT’de bile Hıristiyanlara yönelik program yapılma-

dığı gibi, Hıristiyanlar ve misyonerlik hakkında ki prog-

ramlarda hiç bir şekilde Hıristiyanlar’ın çağrılmıyor, onla-

ra tartışmaya katılma ve kendi görüşlerini ortaya koyma

şansı verilmiyor olması, TRT’nin tarafsız bir kurum olma-

dığını ortaya koyuyor” denildi.

Dernek Başkanı Tanyar, Anayasa’da inanç özgürlü-

ğünün önünü açan düzenlemeler olduğuna dikkat çeker-

ken, yasa ve yönetmeliklerle de inanç özgürlüğünün kısıt-

landığını belirtti. “Açıkça elle verilirken, el altından geri

çekiliyor” diyerek Protestanlarla ilgili karalama kampan-

yalarına da dikkat çeken Tanyar, “Özellikle 2000 yılından

bu yana Protestanlar özellikle medyada tehdit olarak su-

nuldu. Bu bizim yaşam hakkımızı tehdit etti. Kampanya,

insanları, 2007’de üç insanın Malatya’da boğazlarının ke-

silmesine kadar götürebiliyor. 8. sınıf öğrencilerine ders

kitaplarında ‘bu insanlar tehdittir, düşmandır’ anlayışı

aşılandı. Bu kafa yapısından insanların kurtulmasını ar-

zuluyoruz” dedi. Yasalara göre Protestanların ibadet yeri

açabileceğini ancak uygulamada ibadet yeri açamadıkla-

rını belirten Tanyar, “Yasalız ama istenmiyoruz. Sırf inan-

cımızdan dolayı yasa dışı sayılıyoruz” şeklinde konuştu.

Protestanlara yönelik karalama kampanyasıAvukat Orhan Kemal Cengiz de medyanın Protestanlara

yönelik karalama kampanyalarının hemen ardından Pro-

testanlara saldırıların gerçekleştiğine dikkat çekti. Son

yıllarda Protestanlara saldırıların azaldığını belirten Cen-

giz, bunda Ergenekon’un çekirdek kadrosunun cezaevi-

ne girmiş olmasının katkısı olduğunu kaydetti. Cengiz,

Protestanlar hakkında karalama kampanyası yapan, ba-

sın açıklamaları düzenleyen, Genelkurmay’a brifing veren

kadronun Ergenekon kapsamında yargılandığını belirtir-

ken, “Ergenekon’un üzerine daha net bir şekilde gidilebi-

lirse, bu çok net anlaşılabilecek” dedi.

Raporda, Protestanların yaşadıkları sıkıntılar şöyle yer aldı: • Kiliselerin yüzde 99’unun tüzel kişiliği yok. Kiliseler, tü-

zel kişilik olarak tanınmıyor.

• İmar Kanunu’nda yapılan değişikliğe karşın Protestan-

lara ibadet yeri verilmiyor. Gayrimüslimler söz konusu

olduğunda yasayla verilen, yönetmelikle geri alınıyor.

Protestanlar tüm belediyelere, ibadet yeri açabilmek için

başvuruda bulundu. Onlarca başvurudan sadece birine

yanıt geldi. İstanbul’da Altıntepe Protestan Kilisesi şu an

Türkiye’de Protestanların ibadet yeri olarak tanınan tek

•Protestanların kişilik hakları korunmuyor, nefret söyle-

mine karşı koruma geliştirilmiyor. Son olarak bir televiz-

yon programında Protestanlara ilişkin eleştiriler nedeniy-

le dava açıldı. Yargıtay, Protestanları tanımadı ve “sıfat

yokluğu” nedeniyle davayı reddetti. Aynı Yargıtay’ın Or-

han Pamuk’un yazdığı bir yazı nedeniyle “sıfat yokluğu”

şartını öne sürmeden tüm Türklere dava açma hakkı ge-

tirdiğine dikkat çekildi.

•En büyük sorun ilköğretim ve lise öğrenimindeki zorunlu

din dersi zorunu. Hıristiyan çocuklar bu derslerden muaf

tutulsa da okul içinde bu nedenle ayrımcılığa uğruyor,

“gâvur” yaftalaması ile karşılaşıyor. Bazı olaylarda Hıris-

tiyan öğrencilerin öğretmenleri tarafından tüm sınıf için-

de Müslümanlığa davet edildiği belirtiliyor.

•Din dersinden muaf tutulmak için kimlikte Hıristiyan

yazması koşulu getiriyor. Öğrenci ya da öğrencinin anne

ve babasının Hıristiyan olduklarını sözle söylemeleri ha-

linde dahi öğrenci dersten muaf tutulmuyor.

•Protestanların yüzde 60’ı ise işsiz kalma ve hayati tehli-

ke nedeniyle kimliklerinin din hanesine İslam yazdırmak

zorunda kalıyor.

•Protestanlar din adamı yetiştiremiyor. Gayrimüslimle-

rin din adamı yetiştirmek için orta öğrenim ve üniversite

açmak için nasıl bir yol izleyebilecekleri konusunda bir

açıklık bulunmuyor. Protestanların mezarlık statüleri belli

değil. Kamu ve özel sektörde çalışan Hıristiyanlar kutsal

sayılan günlerde tatil yapamıyor

Rapordaki çözüm önerileri: •Hükümet her felsefi düşünce, din ve inanca eşit uzak-

lıkta olma değerini ve tarafsızlık ilkesini gerçek anlamda

hayata geçirmelidir.

•Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, sorunlara demokratik ve

hukuka uygun çözümler üretebilmek için, Protestanlar’ın

temsilcileri ve Protestanlar tarafından oluşturulan tüzel

kişilerin hukuki temsilcileriyle düzenli olarak görüş alış-

verişinde bulunacak kanalları oluşturmalı ve açık tutma-

lıdır.

•Türkiye’de düşünce, din ve inanç özgürlüğü, uluslararası

hukuk standartları ölçüsünde güvence altına alınmalıdır.

•Başta Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri ve

Yüksek Öğrenim Kurumu bünyesindeki İlahiyat Fakültele-

ri aracılığıyla Türkiye’deki Sünni Müslüman kesime sunu-

lan dinsel kamu hizmetinin yarattığı eşitsizlik göz önünde

bulundurularak, diğer din ve inançlara mensup vatandaş-

lar için eşitliği sağlamanın yolları aranmalıdır.

•Siyasetçiler, Protestanlara karşı karalayıcı, ötekileştiri-

ci söylemler kullanmamalıdır. Protestanlar ulusal tehdit

olarak algılanmamalıdır.

•Dernekler Kanunu’ndan yapılan değişiklikler Protestan-

ların tüzel kişilik konusunda ihtiyaçlarını bir ölçüde karşı-

lamış olsa da, bu konuda uygulamada yaşanan tutarsız-

lıklar ve kısıtlamalar giderilmelidir.

•Nefret Suçları hakkında gerekli yasal düzenlemeler ya-

pılmalıdır.

•Nüfus kayıtlarında ve kimlik belgelerinde din veya inanç

kaydı ve ibaresi kaldırılmalıdır.

•İbadet yerleri edinmelerinin önündeki engeller kaldırıl-

malıdır.

•Zirve Yayınevi katliamı ile ilgili olarak sürmekte olan

dava, suçu işleyenlerle sınırlı kalmayarak, katliamın ger-

çekleşmesine katkıda bulunmuş tüm faillerin ortaya çıka-

rılmasını sağlayacak bir şekilde sonuca ulaştırılmalıdır.

•Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan çı-

karılmalı ve aynı saatlerde öğrencilerin seçebileceği al-

ternatif dersler müfredata konmalıdır.ar hakkında yanlış,

olumsuz ve karalama sayılabilecek programlar ve yayın-

ların, önceki yıllara göre azalmış olsa da, yer almaya de-

tılma ve kendi görüşlerini Ders kitapları taranarak, genel

olarak toplumun belirli kesimlerini incitici, karalayıcı ve

düşmanlaştırıcı anlatım ve ifadeler çıkartılmalıdır. Milli

Eğitim müfredatında ve kitaplarda, özellikle tarih anlatı-

mı, günümüzde çeşitli etnik ve dinsel gruplara karşı ön-

yargı ve kuşku yaratıp bunları beslemeyecek şekilde ye-

niden gözden geçirilmelidir.

“Protestanların yaşam hakkı tehlikede”Protestanların hak ihlalleri “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı?” başlığıyla raporlaştırıldı:

Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul Buluşması 9 ve

10 Ekim tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Do-

lapdere kampüsünde yapılacak. İstanbul Büyükşe-

hir Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve İstanbul Bilgi Üni-

versitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma

Merkezi’nin işbirliğiyle yapılan buluşmaya dünyanın çe-

şitli ülkelerinden 20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcılar,

iki gün sürecek oturumlarda düşünce özgürlüğünün bu-

gününü ve geleceğini de tartışacak. ‘Düşünce Özgürlüğü

İçin İstanbul Buluşması’nın bu yılki onur konuğu, ABD’li

ünlü dilbilimci, muhalif düşünür Prof. Noam Chomsky.

ABD ve İsrail’in yayılmacı politikalarını sert bir dille eleş

tiren Chomsky’nin yanı sıra, Uluslararası Af Örgütü Tür-

kiye raportörü Andrew Gardner, sosyolog ve siyaset bi-

limci Corinne Kumar, Uluslararası PEN 2. Başkanı Eugene

Schoulgin, Gürcü yazar Irakli Kakabadze, insan hakları

avukatı Judith Chomsky de Buluşmaya katılacak isimler

arasında. 8 Ekim Cuma günü İstanbul’a gelmesi bekle-

nen konuklar, aynı gün Ergenekon Terör Örgütü ile ilgi-

li yazdıkları kitapla ‘mahkemenin seyrini etkilemeye ça-

lışmaktan’ yargılanan Ertuğrul Mavioğlu ve Ahmet Şık’ın

Kadıköy Adliyesi’ndeki duruşmasını izleyecekler. günü-

nü ve geleceğini de tartışacak. şitli ülkelerinden 20 ka-

dar düşünür katılıyor.Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul

şitli ülkelerinden 20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcı-

lar, Buluşması’nın ilk oturumu, gazetemizin katledilen ge-

nel yayın yönetmeni Hrant Dink’i konu alacak. Hepimiz

Hrant’ız Bu oturumda Dink Davası avukatı Fethiye Çetin,

‘Hrant’ kitabının yazarı Tûba Çandar ve ‘Hrant Dinkİnsan

Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin işbir-

liğiyle yapılan buluşmaya dünyanın çeşitli ülkelerinden

20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcılar, iki gün sürecek

oturumlarda düşünce özgürlü Cinayeti: Medya, Yargı ve

Devlet’ kitabı nedeniyle halen yargılanan gazeteci Kemal

Göktaş konuşacaklar. Öğleden sonra yapılacak “Düşü-

nüyorum, o halde...” adlı oturumda konuk konuşmacılar

kendi ülkelerinde düşünce özgürlüğü ihlalleri üstüne ta-

nıklıklarını aktaracak.

Chomsky düşünce özgürlüğü için İstanbul’da

Page 40: Agos Newspaper

U M U T H A K K I

İMTİYAZ SAHİBİ AGOS Yayıncılık Basım Hizmetleri SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. ADINA Rahil Dink KURUCU • Hrant Dink • GENEL YAYIN YÖNETMENİ Rober Koptaş • SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Aris Nalcı • YAYIN DANIŞMANI Etyen Mahçupyan • YÖ-NETİM YERİ Halaskargazi Caddesi Sebat Apt. No 74 (Eski No 192), Kat 1, Daire 2 Osmanbey 34371 İstanbul • Tel: (212) 296 23 64 - 231 56 94 - 219 50 82 Fax: (212) 247 55 19 • HTTP www.agos.com.tr • e-posta: [email protected] • HABER MERKEZİ [email protected] • BASKI Star Medya Yayıncılık A.Ş. İnönü Cad. Basınekspres yolu Star Sok. No:2 İkitelli 34303 İST. Tel: (212) 629 08 12 • YAYIN TÜRÜ Haftalık Yaygın Süreli Yayın • ISSN 1303 - 0388 • ABONE Selin Özkaragöz [email protected] ABONE KOŞULLARI Yurtiçi 6 aylık: 75 TL - 1 yıllık: 145 TL Avrupa 6 aylık: 85 Euro 1 yıllık: 170 Euro ABD/Kanada 6 aylık: 120 $ 1 yıllık: 240 $ Avustralya 6 aylık: 135 $ - 1 yıllık: 265 $ • REKLAM Linda Karin Özsu [email protected][email protected] • ABONELİK İÇİN abone bedelini TEB Kurtuluş Şubesi (Şube kodu: 209) 15938 no’lu AGOS Yayıncılık TL. hesabına yatırmanız ve havale makbuzunu göndermeniz yeterlidir. • IBAN: TR760003200020900000015938 USD: TR700003200020900000015949 • EUR:TR430003200020900000015950 • AUD:TR160003200020900000015951 • Swift kodu: TEBUTRISXXX

ANLAŞILMASI çok zor bir ülke Türkiye. Dışarıdan ba-

kanlar, sadece son günlerde yaşananlara, Kürt so-

rununda ateşkesin ardından neler geleceğine, başörtüsü

tartışmalarına, emekli askerlerin faili meçhul cinayet-

lerle ilgili açıklamalarına, Ani’de namaz eylemine bakıp,

Türkiye’nin bir kıyamete doğru sürüklenmekte olduğuna

hükmedebilir. İşin kötüsü, hiç kimse böylesi kötümser bir

tespitin büsbütün haksız olduğunu da söyleyemez.

Ancak Türkiye aynı zamanda, bu denli tek boyut-

lu bir fotoğrafa sığması mümkün olmayan bir ülke. Her

biri ardında devasa birer tarihsel yük taşıyan bu sorun-

lar, dehşetli zaaflar olduğu kadar, geleceğe dönük büyük

imkânlar da barındırıyor. Çünkü daha dün üzerinde ko-

nuşması büyük cesaret isteyen tabular, birkaç yıl içinde,

günlük konuşmaların bir parçası haline gelip çözüm yolu-

na girebiliyor.

Değişim elbette birtakım sancıları da beraberin-

de getiriyor. Toplumsal düzlemde yaşadığımız gelgitler,

durum bizleri bazen aşırı bir ümide, bazen de kesif bir

ümitsizliğe sevk ediyor. Oysa, biz her zaman farkına va-

ramasak da, salt verilen siyasi ve toplumsal mücadele-

nin kendisi, varılmak istenen nihai hedeften bağımsız

olarak, değişimi kolaylaştırıyor, hızlandırıyor.İşte bu yüz-

dendir ki, daha referandum öncesinde Anayasa’nın top-

lumun gündeminde olmadığını söyleyenler, birdenbire,

yeni bir Anayasa’nın bir haftada yapılabileceğini savun-

maya başlıyor; daha dün üniversitelerde başörtüsünü

serbest bırakmanın şeriat istemek anlamına geleceğini

söylemuhafazakâr cenahın yüreğini okşayabilecek bir gi-

rişim, bugün aynı kesim tarafından, iyi niyetten yoksun

bir yaklaşım olarak mahkûm edilebiliyor. Demek ki, kö-

tümserliğe yenik düşmemek ve mücadeleyi hep sürdür-

mek gerek. Umut hepimizin hakkı.

Vicdani Retçi İnan Süver’den Başbakan Erdoğan’a mektup: 2001 yılından bu yana ısrarla asker edilmek isteniyorum.

“Size bu mektubu kural ve yönetmeliğine uymadığım-

dan dolayı diğer mahkûmlardan ayrı, tek başıma kaldı-

ğım 20 metrekarelik koğuşumdan, gecenin 03.20 sinde,

uykusundan çoğu zaman olduğu gibi bağırarak uyanmış,

gecenin karanlığında kimsesizlik ve yalnızlık bunalımına

düştüğüm anlarda yazıyorum. 23 Temmuz 2001 yılından

bu yana ısrarla ve inatla asker edilmek isteniyorum. Oysa

ben 3 çocuk babası/inşaat işçisi/kimsenin tavuğuna kişt/

kimsenin de kedisine pisi pisi etmemiş/bilerek ince bel-

li kara karıncayı incitmemiş/hep güçsüzden/hep kaybe-

denden yana olmuş/ futbolda bile hep küme düşme teh-

likesinde olan takımları tutmuş/asla kimseye hükmetme

derdinde olmayan, aynı zamanda kimsenin de emrine gir-

meyen, yalnız doğmuş, yalnız gömüleceğini bilen, buna

göre yaşamak isteyen biriyim. Hal böyle iken 17 bin faili

meçhul cinayetin işlendiği/4000 köyün yakıldığı/köyle-

rinden yurtlarından zorla şehirlere göç ettirilen milyon-

larca aç perişan yaşamların olduğu/50 000 gencin öldü-

rüldüğü/kardeşin kardeşe düşman edilip kinlendirildiği/

milyonlarca gencin ruhsal rahatsızlıklara itildiği/binlerce-

sinin de intiharlara sürüklendiği lanet savaş ve savaşma

sanatı denen askerliği yapamıyorum, yapmıyorum, yap-

mayacağım gibi hiçbir ana kuzusu, tığ gibi, sakalı doğru

düzgün çıkmamış gençlerinde yapmasını istemiyorum.

Bu lanet savaşınıza kimsenin, tek bir gencin bile ka-

tılmaması için ne gerekiyorsa var gücümle yapacağım. 9

yıldır düştüğüm asker kaçaklığı durumu ile vatandaş ola-

rak hiçbir hakkından yararlanmadım. Sivil ölü olarak çok

zor koşularda yaşadım. 3. keredir askeri cezaevine alı-

nıyorum. Özellikle 2003 yılındaki 4 ay hükümlü olarak

kaldığım Ş irinyer Askeri Cezaevinde işkence, kötü mua-

mele ve hakaretlere maruz kaldım. İlk ceza evine girişte

arama adı ile makatlarımıza kadar kontrol edilip sabah

06.30’dan akşam 07.00’ye kadar zamanda, eğitim, spor

ve cezaevi temizliği adı ile hem çalıştırılıp hem coplandık

ve başımız eğikti. Çenemiz göğsümüze yapışık vaziyette

çalıştırılır coplanırdık. Havalandırmada eğitim diye ayak-

larımızı vurdururlardı. Sert vurmayanlar coplanırdı. Ban-

yoya 15, 16 şar kişi olarak toplu ve çıplak götürülürdük.

Anlatırken akıl durgunluğu yaşadığım gözümün önünden

yıllardır gitmeyen bu uygulamaları yaşadığım bu cezae-

vindeyim. Burada beni hiçbir mahkûmla görüştürmüyor-

lar. Velhasılı kelam hatırlamışken söyleyeyim. Protestan

Kiliseleri Derneği, Protestanların hak ihlallerini raporlaş-

tırdı. “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı? Türkiye’deki

Protestanlar’ın Yasal ve Sosyal Sorunları-2010” başlıklı

raporda, Protestanların yaşam haklarının tehlikede oldu-

ğuna vurgu yapıldı; inanç özgürlüğü talep edildi.

Türkiye’de Protestanların Yasal ve Sosyal Sorun-

ları raporu, Dernek Başkanı Zekai Tanyar, Dernek Genel

Sekreteri Umut Şahin ve İnsan Hakları Gündemi Derne-

ği Başkanı Avukat Orhan Kemal Cengiz’in katıldığı basın

toplantısıyla açıklandı. Derneğin raporunda, medyada

Protestanlar hakkında yanlış, olumsuz ve karalama sa-

yılabilecek programlar ve yayınların, önceki yıllara göre

azalmış olsa da, yer almaya devam ettiği belirtilerek

“Devlet kurumu olan TRT’de bile Hıristiyanlara yönelik

program yapılmadığı gibi, Hıristiyanlar ve misyonerlik

hakkında ki programlarda hiç bir şekilde Hıristiyanlar’ın

çağrılmıyor, onlara tartışmaya katılma ve kendi görüşleri-

ni ortaya koyma şansı verilmiyor olması, TRT’nin tarafsız

bir kurum olmadığını ortaya koyuyor” denildi.

Dernek Başkanı Tanyar, Anayasa’da inanç özgürlü-

ğünün önünü açan düzenlemeler olduğuna dikkat çeker-

ken, yasa ve yönetmeliklerle de inanç özgürlüğünün kısıt-

landığını belirtti. “Açıkça elle verilirken, el altından geri

çekiliyor” diyerek Protestanlarla ilgili karalama kampan-

yalarına da dikkat çeken Tanyar, “Özellikle 2000 yılından

se de biz dünyanın her yerinde eylemci arkadaşlarımızla

birlikte küresel ısınmayı durdurun çağrısını yineleyece-

ğiz. Bu anlamda tüm kamuoyunu da küresel mücadeleye

müdahil etmek istiyoruz” dedi. Eylemin İstanbul’da yapı-

lacak bölümüne dünyaca ünlü dil bilimci Noam Chomsky

de katılacak. Yüce’den sonra söz alan Ömer Madra, ha-

vadaki karbondioksit miktarındaki parçacık oranının

350 ppm olması yönündeki gerçekliği ortaya çıkaran, Ja-

mes Hansen’in ‘Aktivist Eylemci’ başlıklı yazısını okudu

ve gençlere “Haklarınız için ayağa kalkın hükümetin dü-

rüst olmasını ve politikalarının sonuçlarıyla ilgilenmesi-

ni talep edin” Yaşlılara ise “Belimizi doğrultup, gençlerin

yanında, miras alacakları dünyanın korunması için mü-

cadele edelim” çağrısında bulundu. ‘AKP en kötü çevre

politikasını uyguluyor’

AKP hükümetinin de diğer hükümetler gibi çevre ko-

nusunda çok ‘hoyratça’ davrandığına işaret eden Madra,

“AKP hükümeti dünyadaki hükümetlerden farklı davran-

mıyor. Enerji politikaları mevcut sistemin istediği yönde

şekilleniyor. AKP 8 yıllık iktidarında en berbat çevre poli-

le Karbon salınımını acilen durdurmalıyız. Kömür yakmayı

durdurmalı ve gerekli olan enerjiyi güneş ve rüzgâr gibi

yenilebilir kaynaklardan üretmeliyiz. Zamanımız az, 350

ppm’in üzerinde kaldığımız her gün yıkıcı ve geri dönül-

mez iklim etkilerini görme ihtimalimiz artıyor.

bu yana Protestanlar özellikle medyada tehdit olarak su-

nuldu. Bu bizim yaşam hakkımızı tehdit etti. Kampanya,

insanları, 2007’de üç insanın Malatya’da boğazlarının ke-

silmesine kadar götürebiliyor. 8. sınıf öğrencilerine ders

kitaplarında ‘bu insanlar tehdittir, düşmandır’ anlayışı

aşılandı. Bu kafa yapısından insanların kurtulmasını ar-

zuluyoruz” dedi. Yasalara göre Protestanların ibadet yeri

açabileceğini ancak uygulamada ibadet yeri açamadıkla-

rını belirten Tanyar, “Yasalız ama istenmiyoruz. Sırf inan-

cımızdan dolayı yasa dışı sayılıyoruz” şeklinde konuştu.

Davullarla zurnalarla halay çeken ailelerin askere gönder-

diği bu gençler kimileri gençliklerinin heyecanı kimileri

de yine içine düştüğü gençlik bunalımı ile ya firar ediyor/

veya gittiği izinden 6 gün geç dönüyor/veya uykusunun

ce bir atılması akıl kârımı? ve bu ceza da askerlikten git-

miyor.uyansın uykusundan. Öyle takım elbise giyip lumi-

zinlerde kalabalık korumalar ile şehirden şehre hava atıp

durmasın. Bana özel idam kararı verilmesini istiyorum.

Yani idamımı istiyorum.”

“İdamımı istiyorum”