Transcript
Page 1: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

MİLLİYETÇ. SİYASİ

HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

ir Haftalık Cinayet Bi lançosu

• 6 Ölü « 45 Y a r a 11 • 2 B ü y ü k S o y g u n • 13 S a b o t a j • Çok Sayıda Tabanca, Dinamit

ve komünist yayın

Gerilla mücadelesiyle devleti ele geçi­receğine inanan komünist silâhlı gurupla­rın, 1977 yılı içinde cinayet, tedhiş ve şid­det hareketlerini artıracaklarını daha ön­ce duymuştuk. Nitekim bu haberlerin ar­kasından saldırılar bütün yurda yayılıverdi-Daha önceleri de yurdun her tarafında böylesine olayların meydana gediği söy­lenebilir. Ama bu defasında daha yaygın ve cüretli b r gelişme virdi . B r günde, çok sayıda ülkücü kuruluşa ve çeşitli yerlere, bomba konulması, cinayetlerin artması g.bi tedhiş olayları bir farklı durumun ol­duğunu gösteriyordu. Hı?la~an kızı! ge­rilla tedhişçiliğinin gayesi malûm. Bu ge­nel hedefin yanında, seçimlerin ya DI I ma­çını önlemek veya en azından b'r terör içinde seçimlere girilmesiyle, özellikle büyük şehirlerde gerillaların istediği bir partiye oy kaydırmak, kısa dönemin ara hedefini teşkil edebilir. Bu parti hangisidir, denirse, hemen cevap verelim ki, CHP'den barkası elemez. Ka^aoğlen'ın komünist gerillaların, bankalara, işyerlerine!, milli­yetçi kuruluşlara ve öğrenci guruplarına raeigcie, canavarca saldırıya geçmeleri

ve askeri depoların soyulması karşısında seyirci durumunda kalması elbette bazı hesapların yapıldığını göstermektedir.

Geçen haftanın cinayet, seygun sa­botaj ve anarşi olaylar/Tin tab'osunu birlikte inceleyelim :

1. Sandıklı MHP İlçe Başkanı Alaattin Tcprak'ın iş yerini, aşırı solcu ve CHP'li bir gurup basmış, geniş tahribat yapmıştır.

2. Karadeniz Bakır İşletmelerinde, yak laç.an sendika seçimleri dolayısıyla AP'li-leri c'e elde eden aşırı solcu militanlar, ül­kücülere saldırmışlar ve Ahmet Çakıroğlu ile Abdullah Genç yaralanmış'ardır.

3. Polis ekiplerinin Ankara'da yurtlar­da yaptığı aramalarda, Diyarbakır ve Siirt yurdunda tabanca, mermi, komünist yayın­lar ve yasak afişler ele geçirilmiştir.

4. Anarşistler, Başkent Lisesi önünde bir genci komalık edinceye kadar dövmüş­lerdir.

5. Komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle, Ceyhan İşçi B;rl;ği Derneği yöneticilerini, Savcılık mevcutlu olarak

Adana Ağır Ceza Mahkemesine sevketmiş-tir.

6. İzmir Buca Eğitim Enstitüsünde sol­cu kızlar tarafından gece yarısından son­ra okul duvarlarına komünist sloganlar yazılması çatışmaya yolcçmış iki solcu kız gözaltına alınmıştır.

7- İzmir'de kızlı erkekli silâhlı anarşist bir gurup, Konak meydanındaki İş Banka-sı'nı kurşun yağmuruna tutmuş, «Kahrol­sun Finans kapkal» diye bağ;ıarak dağıl­mışlardır. İki gün sonra polis saldırganları yakalamış, ilk soygundan sonra tutuklan-rrşlcrdır. Tutuklananlar; Aykut Özel, Meh met Şahin, Mehmet Özkan, Kenan Karakaş, Recep Levli ve Yavuz Kaptan.

8. İstanbul'da Beşiktaş semtinde bu­lunan ve Rus yanlısı solcuların devam et­tikleri kahvehane, Maccu olduğu Heri sü­rülen silahlı bir gurup tarafından basılmış, rastgele atılan kurşunlardan bir kişi ölmüş, 4 kişi de yaralanmıştır. Baskıcı Mao'cular c'.ay yerinde hiçbir iz bırakmadan kaçmış­lardır. (Devamı Sayfa 11'de)

Page 2: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 2

A N K A R A K U L İ S İ

Solun MEB'ndaki Huruç Harekâtı ve Destekleyicileri

bayın Başbakan, «Milliyet­çiyiz, Komünizmle mücaaeleye devam edeceğiz. Vatanın bütün iügüne, milletin birliğine kaste­denlerle kavgamız var.» demeye devam buyursunlar. Ali Naili Beyin Bakanlığında sol yeni­den köşe başlarını tutmaya baş­larken, milliyetçi idareciler ve okui müdürleri görevlerinden alınarak, sürgüne yollanıyor­

lar.. Son günlerde, Ordu'nun Ünye Lisesi Müdürü Metin Sön mez; Kırıkkale Lisesi Müdürü Yalçın Özet, Umurbey Ortaoku­lu Müdürü Yılmaz Çavdar; Po­sof Lisesi Müûürü ve Konya'can iki Milli Eğitim Müdürü Yardım­cısı ile Pazarcık Ülkü-Bir Baş­kanı öğretmen pek muhterem milliyetçi (!) Bakanın imzaladı ğı sürgün kararnameleri ile gö revlerinden ayrılıyorlar..

Aşırı solcu Dağıstan Coşkun Ankara Cumhuriyet Lisesi Öğret menliğinden Bakanlık Müfettişli ğine terfi ettirilirken, Sinop Mil­letvekili Mustafa Kaptan'ın yan­daşlığı ile solcu bilinen biri, bir­kaç ay içinde şube müdür yar­dımcılığından, şube müdürlüğü­

ne ve geçen hafta da Gene! Mü­dür Yardımcılığına tayin edildi.

1975'in Ağustos veya Eylüi ayı idi. Ali Naili Milliyetçi Cep­he hükümetinin keskin kılıcı ol­maya devam ediyordu. Övgü üs­tüne övgü? alkış üstüne alkış topladığı günlerdi. Genel Müdür Yardımcılarından birinin odasın da, milliyetçiliği su götürmez bir A.P. Milletvekili hiç münasebeti yok iken, «Zinhar Bakanımız.! güvenmey:niz.. daha kaç zaman milliyetçi bir icraatta bulunacağı belli olamaz. Siyasi hayalını ko rumaktan başka hiçbir endişî : i olmayan ademdir. Bugünkü p~l îikanin tam tersi olan bir yola girmekten zerre kadar tereddü­dü olmaz. Yeter ki zaman ve şartlar değişs:n veya Süleyman Bey işaret versin...» Nerde ise A.P. li milletvekiline karşı Gene' Müdür Yardımcısı Bakanı savu­nacaktı. Savunmadı ama, nrrllst-vekilinin dediklerine de pek inan madı. Zaman kimi haklı çıkardı jiiye düşünmeye lüzum yok.. Maalesef Genel Müdür Yardım­cısı aldanmışlığın hüznü içinde idi.. Bakan kendisine güvenil-

MEHMET ÖZKAN

mez olduğunu her vesile ile is bat eniyordu : Konya'dan alınan iki Milli Eğitim Müaür Yardım­cısının birkaç ay önce istifaları söz konusu edildiği zaman, is­tifalarını geri aidırdığı gibi, her ne sebeple olursa olsun Dursun Dağaşanla, Muzaffer Kürd'ün vazifelerinden alınmamaları için ilgililere kaf i talimat vermişti-Fakat Konya A.P. İl Başkanı Sü­leyman Demirel'e çıkınca işler değişti. Konya Milletvekillerin­den Oğuz Ataay'ın ve Muzaffer Durmuş'un muhalefetine ı ağır en bu milliyetçi iki idareci derhal vazifelerinden alındılar. Anlaşı­lıyor ki A.P. de milliyetçi kıyım gene giziden gizliye başladı. Zi­ra Oğuz Atalaya rağmen bir ta­kım işlerin olması bunun işare­ti sayılır... Son birkaç aydır mil­liyetçilerin üzerine yürümekten korkmayan sayın Bakan, adı el­bise kalıbı yolsuzluğuna karışan bu yüzden mahkemelik olan Biç ki-dikiş Öğretmeni olan bir ha­nım, Bakanlık Merkez Teşkilatın daki görevinden alınmıyor. Ayşe adındaki bu hanımın, Merkez Teşkilatındaki görevinden alın­

ması için hakkında Müdürler Komisyonu kara.ı vur. Ama ney iersimz ki hanımın da arkasın­da Sayın İıhamı Ertem var. Bun­dan dolayı dosya Bakanın son aylardaki en mutemet adamı Hukuk Başmüşavirine «çaresi görüle» diye havale olundu. Is­marlama hukukî gerekçeler ha­zırlamakla maruf Hukuk Müşa­viri, aynı zaman da TÖB-DER'in Bakanlıktaki temsilcisi olarak bi­linen Ayşe hanımı bakalım nasıl kurtaracak? Bu hanımın tarafı nı tutanlardan biri de söylendi­ğine göre, Kız Teknik Öğretim Genel Müdüresi. Bu hanımefen diyle de İlhami Ertem'in yakın­lığını Bakanlıkta bilmeyen kı l ­mamış gibi... Samimiyetlerinin sebebini bilmemiz imkânsız, lâ­kin Ayşe isimli bu solcu hanımı tuttukları bir vakıa...

Bu yazının yayımlandığı gün lerde, Talim-Terbiye'nin yeni Başkanı herhalde görevine baş­lamış olur. Ali Rıza Alp'in gözü aydın. Tam A.P. ye göre bir Baş kan bulundu. Dünya yansa, kendi rahatından başka hiçbir endişesi olmayan bu zat, gelene gidene paşam prensibiyle tanı­nan Orta Öğretim Müdürüdür. Yeni Ders kitaplarının sayın milli yetçi yazarları, şimdiden habe­riniz olsun ki kitaplarınız kuşa çevrilmek üzeredir. H:çbir s;vri farafı olmamakla tanınan yeni Başkan, Bakanı neye karar ver­miş ise onu uyguluyacaktır. Ta-lim-Terbiyenin kıymet-i hdrbive-si varmış, verak-i mihri vefavı kim okur, kim dinler.. Bakanın «ak» dediği «kara» olsa bile ne yazar. Tam A.P.'ye göre bir baş kan bulundu.

MHP Genel Başkan Yardamcısı Sazak : Erken Seçime evet

MHP EREĞLİ KONGRESİ YAPILDI

MHP Genel Başkan Yardımcı»ı Gün Sazak, AP ve CHP'yi erken seçime gitmeye çağırmış, «Hangi formülle olursa olsun» Millet Mec­lisine getirilecek teklifi destekleye­ceklerini söylemiştir.

Seçim konusunda CHP ve AP sözcülerinin demogoji ve polemik yaptıklarını, bunun için de erken se­çime gidemediklerini söyleyen Sa­zak beyanatını şöyle tamamlamış­

ı n «Millet Meclisinde çoğunluğu

temsil eden siyasi partiler, seçim yolu ile milletin hakemliğine mü­racaat etmek yerine; seçimi de­mogoji ve polemik vasıtasi yapa­rak bunalımı körüklemede ve mem leketi içinden çıkılmaz yeni buna­lımlara sürüklemektedirler.

Milliyetçi Hareket Partisi ola­rak, CHP ve AP'yi hangi, formülle olursa olsun bir an önce seçime

gidecek teklifi Miii&t Meclisine ge­tirmeye davet ediyoruz. Ayrıca, CHP'nin «bu hükümetle seçime gi-dilmiyeceği» hususundaki iddiala­rını da çok gülünç buluyoruz; Türkiye'de şimdiye kadar yapılmış seçimlerde hile ve zorbalığa te­vessül eden tek siyasi teşekkül CHP olmuştur. Onun için CHP ida­recileri samimi olarak günahlarını affettirmek istiyorlarsa : Yavuz hır­sız., rolünü bırakıp millete hizmet yolunu seçmeli ve aziz milletimi­zin vereceği karara boyun eğmeyi öğrenmelidirler.

Zira biz MHP olarak her ne şe­kilde tecelli ederse etsin aziz mil­letimizin tercih ve sağduyuluna saygılı ve inançlıyız. Bütün partiler' bu görüş açısından hareket ederek, aziz milletimizin hakeml'ğine mü­racaat için erken secim kararında birleşmeye davet ediyoru7.y

Kurtuluş 9 Işıkçıların harekeîindedîr

M.I iyetçi Hareket Partisi Ereğli (Konya) İlçe Kongresi, 23 Ocak günü olgun bir hava içinde yapılmıştır. İlçe başkanlığına Mühendis Halil Şakir Taşçıoğlu' nun seçildiği kongreye, Genel Sekreter Yardımcısı Sadi So--muncuoğiu, Genel İdare Kurulu üyeleri; İbrah'm Metin, İhsan Kabadayı. M. Rıfkı Erdoğdu ve Konya ilinden bir heyet katıl­mıştır.

Sadi Somuncuoğlu'nun di­van başkanlığı yaptığı kongre­de konuşan Erdoğdu, Miileti mutlu, devleti güçlü kılmanın anlamı üzerinde durmuş, bu he­defe ancak Milliyetçi Hareket'in 9 Işık doktriniyle ulaşılabileceği ni izah etmiştir. Daha sonra söz

aian Kabadayı ise, partilerin du rumlarını bir bir ele almış, niçin M.liiyctçj Hareket Partisini seç­tiğini örnekleriyle anlatmıştır. Kabadayı, denenmiş bulunan parlileıle Türkiye bugünkü çık­maza saplandı. Artık bunlardan süratle uzaklaşarak, milletimi­zin özünden doğmuş bulunan, milletimizin tarihi büyük davası­na inanmış bulunan Milliyetçi Hareketçilerin iktidar yapılması şarttır demiştir.

En son olarak söz alan Me-ı n, Türkiye'de oynanan oyunla­rın ve sokakta dökülen kanların maksadının bugün artık açıkça or'ada olduğunu, bugüne kadar

(Devamı Sayfa 12'de)

Page 3: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA: 3

ülkü Ocakları 5. Kurultayından Notlar

Dönmeler Değil de Türkler Yazarsa Ülkü Ocakları Tarihe Altın Harflerle Geçecektir

OSMAN ÇAKIR

Ve bir kongre daha yapıldı. Ülkücü te­şekküllerin kongreleri, kurultayları ve şö­lenleri alabildiğine sürüyor. Bütün kuru­luşlar harıl harıl çalışma içinde. Anarşi bütün yurdu sarmış, yetkililer gerekli ted­birleri almıyorlar... Ülkücü kuruluşlar meş­ru müdafaa durumunda.. Her gün birkaç ülkücünün öldüğünü, yaralandığını, bir iki derneğin tahrip edildiğini gazetelerden okumamız mümkün. Ya basına intikal et-miyen hadiseler nasıldır acaba...

Ve bu crlam içinde Ülkü Ocakları Ge­nel merkezinin 5. olağan kongresi Anka­ra'da Gölbaşı sinemasında toplandı. Daha gene! kurul salonuna girmeden gözümüze çarpan pankan takkeyi önümüze koyup cüsünmemizi ve mücadelenin büyüklüğü­nü öğütlüyordu. «Türk-İslâm medeniyetini biz kuracağız.» Evet verilen mücadelenin özü bu iki üç kelimelik cümle ile anlatıl­mıştı.

Delegelerin çoğu Anadolu'dan galen­lerdi. Bir kısmını tanıyordum. Zamanında Ankara'da mücadele içinde yetişmiş ar­kadaşlardı. Delegelerle ruhlarımız sanki «Kalû belâ» dan beri tanışıyordu..

Ülkü Ocaklarının 5 yıllık çalışma dö­neminde görev almış genel başkanlar aa hazır bulunuyordu kongrede. İbrahim Do­ğan, Muharrem Şemsek, Sami Bal ve yö­netim kurulunda götev almış arkadaşjarı. Di ğer ülkücü kuruluşların genel başkanları ve yönetim kurulundan temsilciler de var­dı. MHF'den ve Millî Eğitim'den bir heyet, Ülkü-Tek, Ülküm, Ülkü-Bir, Ümid-Bir ÜNAD (Üniversite asistanları derneği), Ülkü-Köy, Ülkücü İşçiler, MİSK Türk-Metal ve diğer kuruluş ve sendikalardan temsilci vardı.

Divan Başkanı Seçilen Salih Dilek konu­lurken.

DİLEK DİVAN BAŞKANI SEÇİLDİ

Divan başkanlığına Genç Ülkücüler Teşkilâtı ülkücü İşçiler Derneği kurucusu ve eski genel başkanlarından şimdi sendi­kacı ülküdaşlarımızdan Salih Dilek getirildi. Yardımcılığına da Ülkü Ocaklarının eski ge

nel muhasibi ve Ülkü-Köy genel başkanı Lokman Abbasoğlu seçildi. Divanda tanıdık larımdan bir de Yusuf Okumuş vardı. Ergin Bayramcı'nın da divanda yer almasını çok arzu etmiştim. Ama belki de sıhhati müşa­hit denildi.

Görevi Selâhattin Sarı'ya devreden Ali Bat­man konuşması sırasında.

BATMAN'IN GÜZEL KONUŞMASI

Kongre Ali Batman'ın 1,5 saat süren bir konuşmasıyle açıldı. Zamanın bu kadar hızlı geçtiğinin farkına varamadık, bu gü­zel konuşma ile. Gençliğin içinde bulun­duğu durumu, memleketin içinde bulun­duğu durumu, ve basının durumunu gayet güzel l:zah etti. Bazı yetkilileri ve sorum­luları sık sık ikaz etti. Tedbir alınmasını istedi. Batman konuşmasında 900 şube­lerinin ve 1 milyon üye ve sempatizanları­nın olduğunu söyledi. Konuşmasının bazı yerlerinde ince espiriler yapıyordu. «Kah­ve kapatır gibi üniversite kapatılıyor» sö­züne delegeler sessizce gülüyorlardı.

Kongrede Ülkü-Bir Genel Başkanı Or­han Düzgüneş misafir konuşmacı olarak Ük sözü aldı. Düzgüneş konuşmasında «Ülkü-Bir; Ülkü Ocaklıların ağabeyleridir, hocalarıdır. Biz sizleri sevgiyle kucaklı­yoruz. Sizler de onları saygıyla sarın» di­yordu. Düzgüneş ayrıca konuşmasında Ülkü-Bir şubelerinin kurucularının çoğu­nun Ülkü Ocakları çatısı altından geldiğini bılc'irdi ve bu hizmetlerinden dolayı da Ül­kü Ocaklarına teşekkür etti.

Düzgüneş'ten sonra Ülkü-Tek Genel Başkanı Hakkı Duranı sessiz ve sakin bir konuşma yapu. Kendisinin de Ülkü Ocak-lorı çatısı altından geldiğini ifade eden Du­ran, Ülkü-Tek olarak kendilerinden pek farkı olmayan başa baş dişe diş bir mü­cadelenin içinde olduklarını söyledi. Du­ran konuşmasında «HaycrUannm baharın­da bazılarına göre «gönüllerine güre ya­şayamadıklardım sö>.'l3nildigini. helbuki kendileri için gönlüne göre yaşamanın Türk mjPctmln ge'ecrğini kuTmak, ülkü aşkı ile yaşamak olduğunu» ifade etti.

NEVZAT KÖSOĞLU

MHF'den Genel Sekreter yardımcısı Nevzat Kösoğlu da bir konuşma yaptı. Kösoğlu konuşmasında «Türk - İslâm me­deniyetinin kurulması yolunda ülkü ocak­larının mücadelesini övdü ve ülkü ocakla­rının ruhunu yaşayan partili bir ağabeyiniz oletrak gurur duyuyoruz» dedi.

Ülküm'den de Genel Başkan Mevlüt Uluğtekin Yılmaz bir konuşma yaptı. Her zaman olduğu gibi ateş ve heyecanını saklamadan konuşan Uluğtekin «Her za­mankinden daha fazla birlik ve beraberlik içinde bulunmamız» gerektiğini söyledi. Uluğtekin konuşmasında «Hiç kimsenin ül­kücü hareke'i hedefinden srptırmaya gücü yetmiyecektir» dedi.

ÜNAD adına konuşan Turan Güven de Ülkü Ocaklarının çalışmalarını takdir ettiği­ni b:l'rlen b:r konuşma yap4ı. Erzurumdan gelen, çilekeş ülküdaşımız Yılma Durak ise «doğu illerinde veri-en mücadeleyi» an­lattı.

Ülkücü işçiler adına konuşan Genel Başkan Muzaffer Şahin ise işçi hareketin­de verilen mücadeleyi dile getirdi.

Evet ülkü ocaklarının kongresi muh­tevalı ve olgun bir hava içinde devam etti. Sunulan tebliğler güzel, yapı'an konuşmclar güzel ve alınmasını istedikleri tedbirler de güzeldi. Kim bilir Ali Batman'ın de­diği gibi tarihi eğer dönme ve devşirme­ler değil de b!r Türk yazarsa Ülkü Ocak­larının 5- olağan kongresi bu tarih içinde önemli bir yer işgal edecektir. Dileğimiz : Ülkücü hareketin, milliyetçi hareketin kay­nağı olan Ülkü Ocaklarının daha uzun yıllar bu pınarda billur sular vermesidir milleti­mize...

EMİNE IŞIIMSU

küçük dünya .'1. BASKI

Küçük Dünya Emin* U«wv I5.-TI

Page 4: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 4

"Türkmen Düğünü, , ve A l i Y ü r ü k

Bu mevsim, Ankara'nın «Küçük Tiyat­rosu» nda; halkı mutlu kılan, solun ateşli kalemlerine alevler püskürten ve Devlet Tiyatroları içinde kendine has bir devlet olan «Gökçer Kumpanyasını pek müşkil durumda bırakan bir oyun sahnelenmekte. «Türkmen Düğünü», yazarı Ali Yürük.

1973 yılında D.T. Edebî Heyeti'nce ka­bul edilen eser, iki yıl bekletildikten sonra, geçen sene Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahneye kavuşabilmiş ve Bursa D. Tiyatro-Tiyatrosu'nun gişe rekorunu beş misli ile kırmıştı. Bu yıl Ankaraya, imkânları nispe­ten kıt olan Küçük Tiyatro'ya alındı.. Ve kıyamet koptu : Malûm gazete ve dergile­rin, malûm saygıdeğer eleştirmenleri, oyu­nu türlü şekilde kötülemekle kalmayıp, «fa­şist» damgasını bastılar ve «görülmemesi gerektiğini» söylediler.. Böylece. Gökçer

4 3 4 İ A İ V *

Gözümüzü tarihe çevirelim; gönlümüzü de.. Onun yüceliğinde doyuralım benliği­mizi. Kahramanlığa susamış dürüstlüğe hesret, mertliğe ei olmuş kişiliğimizi O bize muhtaç değil ama biz muhtacız tarihe. Muhiacız onun kutlu değerlerine.

Ve de kûbul ettiysek bunları, ülkücü sanatçılar olarak ilhamımızı da çevirelim tarihe. İstemeseniz de çevirmeye mecbu-sunuz zaten. Toplumumuza mutluluk getir mek amacımızsa; getirmek isled ğiniz de bulunmuyorsa tarihten gayrı yerde; dönüm ona doğru öyleyse.

Meselelerimizin sebeplerini uydurma so­nuçlara bağlamaya kalkmayın. Sebeplerin bütünü tarihin olaylar zincirinde görülür ancak. Çözüm çareleri de orda görülür ancak. Bu ikisini de bulduğumuzda ara­lamış demekteyiz mutluluk kapılarını.

Sol sanatçı kısırlaştı. Neden.? Ufkî açıları dardı çünkü. Ezen ağa, ezilen köy­lü, bir lokma ekmeğe namusunu satanlar satın alanlar, hırsızlığı bile meşrulaştıran sakat bir zihniyet... Kediye yük'enecek ser maye bundan başkası olabilir miydi? Çiğ­nenen kenger sakızı bile olsa elbet bir gün çürüyecekti. İşte çürüdü de. Şimdi de iş­kence ve gerilla konuları almış yürümüş-Bekleyin; onun ömrü daha kısa olacak.

Sol sanatçının yaptığı gazetecilerin yaptığının aynıdır bence. Sanatçı ölümsüz olana uzatmalıdır elini birkaç yıllık aktüali-teye değil. Böyle yapmayan geç değil erden unutulacaktır kitaplarıyla beraber. Öyley­se nedir ölümsüz olan...? Dünden bugüne kalan ve değeri takdir edilenlerdir kısaca. Daha aklı başında olan sol sanatçılar Şeyh Bedrettini, Yunus Emre'yj kurcaladılar bir zaman. Şeyh Bedrettin'in olumsuz yönleri-

Kumpanyası'nın baş elemanı, oyunun «Bir rastlantı» sonucu seçildiğini öne sürüp, adetâ saygıdeğer eleştirmenlerden «özür diler» bir havaya girdi ve hemedense (!) Gökçer'den sonra Devlet Tiyatrolan'nda «ikinci adam» hüviyetine bürünmüş olan Refik Eren de oyunu «âdi» likle nitelendir­di. '

Bütün bu çabalar, seyre gelen halkı hiç mi hiç etkilemedi. Bu kez, tiyatro idarecileri başka yol denediler : Oyundaki davul vur nayı ve işinin ehli halk oyuncularını çıkar dılar. Seyirciler müziği teypten dinlemek, oyunları bu işi beceremeyen tiyatro figü­ranlarından seyretmek zorunda bırakı'dılar. Ama bu tetbir de istenilen neticeyi verme­di. Ankara halkı akın akın oyunu izlemeğe gidiyor, eseri seviyor, onunla bütünleşiyor, seyirci koltuğu ile sahne arasında sözlü

İs Basına!... ni silip sosyaliste benzeyen yönlerini abar­

tarak istenilen teze ulaşmak kolay değ.l. Hele ki Yunus'un «emekçi şair» gösteril­mesi deveyi pire yapmaktan da zor. Bu zorlukları yenmeye gayreı sarf sı setirce Yunus'un yumuşak görüntüsü al ındaki granit kişiliği ezecektir onları. Kılıfı hazır-iasalar bile c görkemli minarenin yanına bi­le yaklaşamayacaklardır.

Sol sanatçının işi zor. Bu zorluk gün sığındaki gerçekleri sapıtma mecburiyeti­ne müptelâ olan düşüncesinden geliyor. Ülkücü sanatçı için böyle b:r şeyi düşün­meye bile gerek yok; düşünmek tarihine ihanettir hatta Üç bin yılın gururuyla dö­şeli bir zeminde istemeyeceğimiz kadar ham madde yığılı önümüzde. İşte Osman Batur, Kerkük, mücahitleri, Ulubatlı, Gazı Ahmet Muhtar Faşa, Barbaros, Şeyh Şamil Çanakkale Arslanları... Ve daha niceleri, ya ratılan altın destanlar kendilerini kağıda geçirecek ülkücü kalemler bekliyor Hem de asırlar boyu. Sol sanatçılar gibi olayları ters yüz edip gerçeğin granit kayası altında ezil­mek dezavantajı bile yok.

Osman Balur'u isteseniz de «halklar mücadelesi»nin savaşçısı gösteremezsi­niz. Şeyh Şamil'i maddeci yapmaya kalktı­ğımızda kırılıverir kalemimiz. Ulubatlı Ha-san'ın serdengeçtiliğini ekonomik sebep­lere bağlasanız onun, göğsüne saplanan oklar o kötü niyet sahibinin karnını deşive-rir.

Ve böyle olunca c'a durum daha ne duruyorsunuz öyleyse..? Altın Destanların değerinden güç katarak eserinize M İli Türk Edebiyatını oluşturmak için gerek var mı beklemeye.

İş başına..!

EMİNE IŞINSU

bîr alış veriş kuruyor. «Halk için», «Halka dönük», «Halkın

içinden» vs. sloganlarının sahibi olan sol­cu ve onların akıntısına kürek çeken «Gök çer Kumpanyası»nı bunca telâşa düşüren «Türkmen Düğünü», nasıl bir eserdir?.. Bil­hassa gidip gördüm. Tahminimde hiç ya­nılmamışım, «Türkmen Düğünü» tam anla­mıyla «millî bir oyun», halkımızı, düğün töre ve âdetleri ile aksettiriyor. Ve pek tabiî ne sahnede seyrettiğimiz, ne seyre gelen halk, «Sol'un halkı» değil, şu bildik iki bin yılın ardından bugünlere ulaşan «bizim halk». Oyundaki Ahmet, yüksek taheilini dış memlekette yapmış ama, ev­lenmek için kasabasına dönmüş, üzerinde Batı'nın e'.kisi, Batı karşısında duyu'an kü­çüklük kompleksinden bir nebze yok. Emir dağ dolaylarında yaşayan Ahmei, sevdiği kızia Türk düğün âdetlerine göre evlendiri­liyor. Söz kesiminde okunan Kur'an'dan, gelin kıza armağan edilecek takı!a:dan, dü­nürler arası yarıştan, içilen şerb'tten, hat-:â görürncenin itirazlarına kadar... bir Türk öüğünü. Oynanan halk oyunları bizim, mü­zik bizim.

Yani kısaca, Sayın Yürük almış düğün âdetlerini, pek olağan b'r hikâye içinde ba­şarıyla işleyip, seyirciye sunmuş. Bizim halkımız da, alışık Olmadığı bir şeyi, «ken­dini» sahnede görüverince, pek tabii he­yecanlanıyor; Bursa'da gişe rekorunu beş misli ile kırdırıyor eğer dar-ciler bırakır­sa, Ankara'da da bu nisbet değişmeyecek, bdlki artacak.

Lger İdareciler bırakulcrsa, dedim, meselâ saygıdeğer Gökçer eşiyle ikinci kez oynayacağı «My Fair Lady»in öze! orkestra angajmalarına falan girerken; bel­ki «teyp masrafını»da fazla buluverir Türk­men Düğünü için! Kaldıııverr sahneden. Çünkü sol, seyre gelen halk için de dikkat çekti; «Aman yeni, alışık omadığımız bir tiyatro seyircisi oluşuyor, bu seyirci tehli­kelidir» dedi.. Çünkü bu seyircinin özeı oto mebili yok, tiyatro için dikilen güzel elbi-e-'eri takıp takıştırdığı mücevherleri de yok. Sokakta, dolmuşta, otobüste Tasladı­ğımız halk bu. Oyunla bütünleşiyor. Sayın Yürük/ün sanatta «kendine dönme» çaba­sını paylaşıyor. Tehlikeli olan da bu değil mi?... Okuyucularıma mu+!aka bu O' unu seyretmelerini salık verdiğim için, eseri daha falcı anlatmayacağım. Oyuncuları da izleyecekler bir kısmı «sanat namusu» denilen kavrama sahip; bir Sema Aybars, bir Melek Tartan, bir İlkay Saran, bir Şe­ner Ünal'ın eseri nasıl benimseyip, ne den­li iyi olduklarını-, b:r kısmını da; —her­halde eleştirmenlerin vs. eik'si altında kalıp— oyunlarını nasıl hafife aldıkları­nı görecekler.

Ben, sizlere «hedef adam Alj Yü­rük» ü tanıtmak, onunla Tiyatro ve «Türk men Düğünü» üzerine sohbet etmek ve konuştuklarımızı, nakletmek istedim. Önce öğrenelim bakalım, kimdir, bu zamanda cBir millî tiyatro eseri» yazmak cesaretini gösteren Ali Yürük.

(Devamı Sayfa 5'de)

Page 5: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

— 1940'ria Afyon'un Emirdağ ilçesin­de doğdum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünden' mezun ol-c um. Çöl şarak okumak m :cbu. iyetir.de ol­duğum için 1960'da İstanbul Şehir Tiyatro-su'na girdim. Bir İki yi' içinde, tiyatro sa­natının bir milletin varlığı üzerinde nasıl te­sirli bir silah olduğunu anladım. Fakat maa lesef adı Türk Tiyatrosu olan tiyatrolarımız da, Türk adına ne kötü, ne âdi, ne iğrenç işler yapıldığına şahit oldum. Üzüldüm-Kendime dert edindim. Tiyatrolarımıza sa­hip çıkmGk gerekiyordu ama, bu alan ta­mamen Türk düşmanlarına terk edilmişti. Bir çok zorluklara katlanarak çalıştım. Üzüntülerim ve karşılaştığım terslikler, az­mime güç kattı. Çalışırken piyes de yaz­mağa başladım. Bir — iki denemeden sonra «Çatallı Kcy»ü yazdım. Kabul eajldiği hal­de tam üç sene er-meydanma yani sahne­ye: çıkarmadılar. Çünkü yüzde yüz millî ol­mak gibi affedilmez bir suçu vardı! 1966' da Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oynandı v~ çok ilgi çekti. Sonra İstanbul Şehir Ti­yatrosu'nda ve Türk Yazarları Tiyatro­su'nda oynandı. İtalyan Türko'ojj profösö-rü Anne: Masala tarafından italyanca'ya çevrildi.. «Türkmen Düğünü» sahneye çı­kan ikinci piyesim. Bir de «Türkiye'de Ti­yatro Kavgası» isimli, tiyatrolarımızın iç yüzünü anlatan bir kitap yazdım... İstanbul Şehir Tiyatrosu'ndaki görevim 1975 yı'ına kadar devam etti, ayni sene TRT'ye geç­tim, halen bu kurumda çalışmaktayım.

— Niçin sadece tiyatro?

— Tiyatroda yıllarca çalıştığım için, bu sahedeki bilgim, edebiyatın diğer döl­lerine nazaran biraz daha fazla. Sonra, millî Türk Tiyatro yazarına o kadar çok ih­tiyaç var ki.

— Cumhuriyet'den sonra, bizzat Tür­kiye Devleti tiyatro ile ilgilenmek gereğini auyau, Ankara'da konservatuvar açarak, Kari Elbert'i başına geçirdi ve ona geniş yetki verdi Okuyucularımıza, bu devrin ti-yalrc zihniyeti hakkında biraz bilgi" verir miydiniz?

1923'den sonra İstanbul Şehir Ti­yatroları, Devlet Konservatuvarı, Ankara Devlet Tiyatrolarının kuruluşu; devrin ica-İ ! olarak yüzde yüz Batı'yı örnek almış ti­yatro ve kenservatuvarın başına batılı ho­calar getirmiş, ananevî Türk Tiyatro un­surlarını tamamen bir kenara bırakmış bir zihniyetin eseridir. Batı ı gelirken, tabiî ki kendi küKürünü de beraberinde getiriyor. Geldiği ülkenin kültürünü yok farzediyor, mevcut olanları da silmeğe çalışıyor. Bir milletin yüz yıllardır kazandığı, yaşattığı millî kültür değerlerini bir anda toptan si­lip, yerine yeni bir kültür, müessesesi kur maya çalışırsanız, büyük sakıncalar doğar, yıllarca bocalarsınız. İşte Türk tiyatrosu da, bu körü-kerüne kopyacılığın acısını çok çek mistir. Millî Türk Tiyatrosu'nun yeni yeni filizlenmeleri ancak 50-60 sene sonra, son zamanlarda görülmeğe başlamıştır.

__ Türk seyircisinin ilgisini çekmek için nasıl oyunlar gerekiyor?

— Son yıllarda acı tecrübelerle gö­rülmüştür ki; artık Türk sahnelerinde ya­bancı reçetelerle dertlerimize deva bu'una-maz. Acı tecrübeler derken, kapanan tiyat­roları, boş koltuklar önünde harcanan sah­ne emeklerini, yüz küsur yıldır yapılan ya-

«Türkmen Düğünü»nün Yazarı Ali Yürük

bancı propagandalar yüzünden ortaya çı­kan ruhsuz, özenti dolu, kopyeci ve aşağlık içindeki nesli kastediyorum... Her milletin yüzyıllar sonunda meydana gelen kültür değerleri vardır. Bu kültür değerleri iklim gibidir. Çaresini ae sadece kendi içinde ta­şır. Siz Eskimo kıyafetini, ekvatorda yaşa­yan insanlara zorla giydirmeğe kalkarsanız, adam sıcaktan bunalıp, ölür. Bunun gibi, Türk Milleti'nin derdini, tasasını, sevincini ancak; onun içinden çıkan, Türk gözüyle bakan ayni dertlerden muzdarip, ayni sevin-c' paylaşan insanlar dile getirebilir. Yani millî yazarlar, millî tiyatrolar, millî san'at c«5i./ien Tiiik seyircisinin gönüne, kafasına girebiir. İstatistikler açıktır. Her hâl ve şart ta millî muhtevaya sahip eserler, hiç rek­lâm yapılmamasına rağmen, seyirci hasılat rekoru kırmıştır.

— Türk insanının maddî sefaletini ser­gileyen oyunların, kirlj ideolojileri bellidir. Sahnelenen sefalete ve dertlere sundukla­rı reçete, çözüm, deva ne derseniz deyin lamamiyie malûm ideolojinin bakış açısın­dan değer bulmaktadır. Yabancı çözüm, Türk insanının derdine deva olmaz. Türk seyircisi de bunu çok iyi bilmektedir. Aslın­da öyle piyeslere seyirci hiç ilgi göstermi­yor. Fakat bu oyunların o kadar çok reklâ­mı yapılıyor ki, bu reklâmlarla bir paçavra­yı da sahneye getirseniz, onların gördüğü kadar ilgi çekebilir. Bu tiyatrolarda mez­hep ve bölgecilik ayırımları alabildiğine yapılıyor ve bu ayırımlar basın ve yayın organlarının tam desteği j|e yapılıyor. Her gittikleri yerde, kendi tertip ettikleri kav­galar, gürülüler koparıp, milletin merak duygusunu kamçılıyorlar. Aslında yaptıkla­rı san'at değildir. Bilinen ve yüzyıllardır söylenen ideolojik sloganları tekrarlayan bir papağan, bir hoperlör olmaktan ileriye gidememişlerdir. Siz eğer insanlığı ve sa­natkârlığı bırakıp, bir papağan, b:r hoper­lör olmayı kabul ederseniz, sizi kullanacak biri muhakkak bulunur. «Akıllı lâfını, deli­ye söyletir.» hesabı; birini enayi yerine ko­yup sloganlarını bağırtan akıllılar (!) her zaman vardır, değil mi? Mühim olan. — afedersiniz— eşekliği kabul etmemek­tir, Eşekliği kabul ettikten sonra, ona bine­cek birinin bulunduğu gibi...

— Yani oyuna, ideoloji girmemeli, öyle mi?

— İdeoloji oyuna girmemelidir. San'at idec'ejiyi bünyesinde taşıyamaz. Çünkü, ideoloji sanatın en kötü1 hastalığıdır... Fa­kat san'at nedir, ideoloji nedir? Önce bun-

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 5

lan incelemekte fayda var: San'at iyiyi, güzeli, doğruyu anlatır. İyi, güzel, doğru meydanda değildir yahut herkes görüp, an layamaz ve anlatamaz. Onun için; iyiyi, gü­zeli, doğruyu gösterebilene, anlatabilene sanatkâr denir. San'atin her dalında, her­kesin öğreneceği, istifade edeceği gerçek vardır. Marks'ın da, Lenin'in de, Mao'nun da, Hitler'in de, Mussolini'n de san'attan alacağı nasip vardır. Siz böyle san'at gibi, başlıbaşına Allah vergisi olan büyük bir müesseseyi, ideoloji gibi küçük bir mües­sesenin emrine verirseniz, gülünç olursu­nuz. Yani ölümsüz olan sanatı, ölümlü olan fanilerin eline vermek, iktidarda olan bir İn­sana dalkavukluk yapmak gibi bir şeydir... Ancak bir milletin mefkuresi, ülküsü ile şu anda kullanılan ideoloji kelimesinin hastet-diği anlamı, birbirinden ayırmak gerekir. Hiç değilse ben, ayırıyorum. Türk Milleti olarak ezelden beri bir mefkuremiz vardır. Türk örf ve âdetleri; bu Türklük mefkure­sine erişebilmemiz için, yaşama tarzımıza yerleşmiş; ilimde, fende, kültür san'at me­deniyet alanında Türk insanının, çağının asırlar boyu nasıl önde gittiğini gösteren birer kültür hazineleridir. Örf ve âdetleri­mizin, milletimizin her alanda ilerlemesine nasıl tesir ettiğini anlayabilmemiz için, son 150-2C0 yıllık Türk tarihine bakmak kâfdir. değerlerimizden, örf ve âdetlerimizden ay­rıldığımız müddetçe ne hallere düştük? İş­te ortadadır. Japonya meselâ ayni hatâya düşmediği için, «geri kalmış ülke» haline gelmedi.

— «Türkmen Düğünü»nü seyrettikten sonra, kendi kendime «Bu eser mutlak dış ülkelere gönderilmeli» diye düşündüm, çün kü kanaatime göre; bizi tam anlamıyla tem­sil eden bir eser acaba böyle bir teşebbüs var mı?

— Türkmen Düğünü» gibi, mensup ol­duğu milletin millî değerlerini yaşatan yüz­de yüz millî bir piyes, hangi devletin eline geçse, onu en iyi şekilde sahneler ve bü­tün dünyaya duyururdu. Turneler yapar, kültür mübadelen yapardı. İşte piyes mey denda.. Ayrıca bir milletin düğün âdetlerini anlatan, dünyada ilk tiyatro eseri «Türk­men Düğünü»dür. «Amerikan Düğünü», «Rus Düğünü», «İsrail Düğünü» diye bir tiyatro eseri yok. Olsa zaten, hemen Türk-çeye çevrilir ve tiyatrolarımızda oynatılırdı. Biz tiyatro sahasında, dünyanın hiç bir ül­kesinden geri değiliz. O halde «Türkmen Düğünü»nü yurt dışına göndermek ilgili hükümet ve devlet adamlarımn bileceği iş.

Sayın Ali Yürük'e, suallerime cevap vermek nezaketinde bulunduğu için teşek­kür aderim.

Şu anda son soruyu ve cevabı yazıya gsçirirken içirride bir burkulma ile düşün-c'ürn : Devlet Tiyatrolan'nın başında 19 yıl dır kaç devlet ve hükümet adamını eskiten —devir geçirten— «Gökçer Kumpanyası» kumlmuç: c'ururken, hiç bir millî esere, dış memleketlere gönderilme şansı tanınır mı?. V'c''-a, çıkabilir mi d:rs ;n'z bu kumpanya­ya ve kumpanya başına söz dinletebilecek b'r e- kş i? . . "

Hiç o'mazsa Şab .n Karaiaş Bey, bu oyunu TV için renkli ola:ak filme aldırtabilir hattâ oış ülke'ere rahalça satar.. Bekliyo­ruz.

Page 6: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

D ilin insan toplulukları içinde çok ve çeşitli vazifeleri vardır: 1. Dil bir top luluğun ayrı ferdleri arasında anlaş­

mayı temin eder; 2. Dil insanlığın asırlar­dan beri elde ettiği tecrübeleri içine olan bilgi hazinesini saklar ve bunu nesilden neslle devreder; 3. Dil bir milletin uzun tecrübelerine dayanan mefhûmları keiims ve 'tâbirler şeklinde kalıplara sokar ve böylece millî düşünce faaliyetini düzenler; 4. Dil müşterek düşünüş ve ifade bit iği için de bir oraya getirdiği toplulukların mânevi varlıklarını korur; 5. Dil insan top'uluklannı müşterek fikir faaliyeti içinde birleştirerek, onları bir millet hâline getirir.

İnsan topluluklarını ve dolayısiyle bu­nun en yüksek merhalesini teşkil eden mil­leti meydana getiren âmiller arasında en mühim unsurun dil olduğuna şüphe yok­tur. Bugün dil dediğimiz zaman — o dili konuşan miileti ve millet dediğimiz zaman üo— topluluğun konuştuğu dili kastedi­yoruz. Bu iki mefhûm birbirine çok sıkı bir şekilde bağlı bulunmaktadır. Bunlardan dil mefhûmu o derece mühim bir yer işgal et­mekledir ki, ortadan kaybolan bir milletin dili mevcut olab'leceği hâlde, dilini kaybe­den bir millet tarih sahnesinden silinmek­tedir.

Dil, insan topluluklarının tecrübelerini kendinde muhafaza eden bir hazinedir. Bu toplulukların yalnız geçmişlerini değil, aynı zamanda onların gelecekteki gelişme im­kânlarını da kendinde taşımaktadır.

İnsan'arın düşünmesi mefhûmların sı­ralanması ile meydana gelir. Mefhûmlar ise, dilin yarattığı tâbirler vâsıtası ile ifâde edilir. Dili olmayan veya dili yeter derecede gelşmemiş olan topluluklarda mefhûmlar gelişmez, Mefhûmları olmayan bir çevrede ise, fikir hayatı meydana gelemez.

Bütün milletlerin ilim yolunda vücûda getirdikleri ilk akademiler, kendi dil hazi­nelerini araştırmak ve geliştirmek için ku­rulan dil akademileridir. Bunun başlıca se­bebi ilmin gelişmesinin dilin ifâde imkân ve kudretine bağlı olmasıdır.

Bir çocuğun kendi ana dilini bile öğ­renmesinin pek kolay olmadığı malûmdur. Çocuk yemesini, içmesini ve bununla ilgili hislerini ifâde etmeği derhal öğrenir. Yü­rümeyi bile kolayca elde eder. Fakat ko­nuşmak, düşünmek ve bunu ifâde etmek için zarurî olan dili elde edinceye kadar uzun zaman geçer. Oocuğa bir tek kelime öğretmek bile çok büyük sabır ve uzun za­man isteyen bir iştir. Bu iş evden sonra mektepte, daha sonra da insanın hayatının sonuna kadar devam eder.

İnsan oğlunun bu kadar büyük bir zor­lukla elde ettiği dil, zamanla onun bütür1

içini ve dışını dolduran öyle kıymetli varlık hâline gelir ki, artık dili insandan ve insanı da dilden ayırt etmek mümkün olmaz ve bu iki mefhûm birbiri ile sıkı-sıkıya birleşir.

Ferdlerin hayatında olduğu kadar, in­san topluluklarının meydana gelmesinde de bu kadar mühim vazifeleri olan ve gördü­ğü iş bize bir vâsıta gibi görünen dilin bizzat kendisi nedir?

Fikir ve tecrübelerin asırlar boyunca bir nesilden diğerine geçmesine yardım eden,

düşüncenin esas o'an mefhûmları yaratan ferd ve toplulukların en bariz vasfını teşkil eden milletleri vücûda getiren, onları yaşa tan, hattâ onlardan sonra da yaşamağa r\c,\ırtm a.Mc\n K i ı L - ı ı H r o t l i w/-ı>"lıLr ne\rlirO

Türk Kültürde Meseleler tan, hattâ onlardan sonra da yaşamağa ŞF*&, • H E& *M I 13 u — devam eden bu kudretli varlık nedir? İ l 1 I i • % # • /tT% 42 I Ck 1 && fT I \Jf f^

Dil nasıl meydana gelir, nasıl yaşar ve tm^ 1 8 I W I \d> %J ™ \ 0 m ^ # • • W ^ ^ nasıl gelişir?

Dil nasıl meydana gelir, nasıl yaşar ve nasıl gelişir?

Bu sual çok eskiden beri insanların düşüncesini meşgul etmiştir. Bu hususta yapılan araştırmalar bizde de ilgi görmüş ve yapılan tecrübelere Türk muhiti de işti­rak etmiştir. Bu muammanın çözülmesi ve böylece konuşma melekesinin nasıl gelişe ceği tecrübe edilmek istenmiştir.

Fakat umûmî kanâat, bu muazzam var­lık, dilin bu sihirli veya kudsî vazifesi ve dilin yapısındaki insan kudretini aşan mü­kemmellik sebebi ile dilin Allah tarafından insanlara verilen bir ihsan, bir lütuf oldu­ğu şeklindedir. Bu düşünceye göre, «sözü» Allah yaratmıştır. Kur'ân'ın ifâdesine veri­len ehemmiyet ve bunun son zamanlara kadar devam etmesi bu kanâat ile yakın­dan ilgilidir.

Bu gerüş, başka biracıdan bugün için de doğrudur. Tabiat ve onun içindeki geliş me insan kudretinin üstündedir. İnsan üstü kudreti temsil eden kuvvet dönüp dolaşıp, Allah telâkkisi ile birleşir. Bunun ifâde tar­zı, insan topluluklarının kültür seviyesine bağlıdır. Dil de tabiî bir varlıktır. Her tabiî varlık gibi, dilin gelişmesi de bunun için zarurî şartların yerine getirilmesine bağlı­dır. Bir tabiî varlığın zarurî şartları o var­lığın yapısını araştırmakla kolayca tespit edilebilir. Bir meyve bahçesi bakılır ve ağaç ların gelişmesi temin edilirse, ondan o de­recede meyva alınır. Ağaçların dibi kazı­lacak çeşidine göre gübrelenecek, ağacına göre budanacak, zamanla ilaçlanacak, mevsimine göre sulanacak; daha iyi cins­leri ile aşılanacak, sonra arzu edilen mah­sûl beklenecektir. Atalarımızın : «Bakar san, bağ olur; bakmazsan, dağ olur» sözü bu sahada uzun bir tecrübenin ifadesidir.

Bitki âleminde olduğu gibi, aynı usûl hayvanlar âleminde de tatbik edilir. Onla­rın tabiî şartları tespit edilir, sonra bu şart iarın yerine getirilmesine dikkat edilir.

Tabiî varlıkların en hassası olan dilde de bu böyledir.

Dilin tarifi ve gelişmesi yalnız Türk diline hâs bir mesele değildir. Bu sahada kendi düşüncelerimiz yanında, diğer millet­lerin tecrübelerinden ve araştırmaların­dan da faydalanmak mümkündür. Bu mü­him mevzu üzerinde her millet titizlikle durmuş ve bu işi ilim dallarının en mühi­mi olarak ele almıştır. Kendisini cvrupalı sayan bir topluluk garp kültürünün yarat­tığı araştırma usûllerinden vazgeçemez. Bu tecrübeler bize bu mevzuda harcadığı­mız zaman ve sarfettiğimiz emeğin bir kıs­mının tasarrufuna yardım eder. Çoktan halledilmiş meseleler üzerinde keş:fle uğ­raşacağımıza, kuvvetimizi bu mevzuları de­rinleştirmek için sarfetmek daha faydalı ve verimli olur.

Burada fazla tafsilâta girmeden, hepi­mizin malûmu olan bilgileri, birdaha hatırlat mak için, kısaca şöylece toparlamak müm kündür :

TürtDi l i Ord. Prof. REŞİD RAHMETİ ARAT

1. D.! insan eli ile yapılmış bir varlık olmayıp, binlerce yıldan beri kendi kanun­ları içinde gelişen tabiî bir varlıktır. Bu var lığın üzerinde ner hangi bir tasarruf yap­madan önce, bu varlığın yapısı, yaşama ve gelişme şartları hakkında bir fikir sahibi olmamız gerekir. Şimdiye kadar hangi mer haleleri geçirmiş, kendi bünyesinden neleri atmış, neleri benimsemiş olduğunu tespit etmemiz icâbeder. Bir dilin temelini teşkil eden ses, ek kök ve cümle bilgisi üzerinde kâfi derecede belgiye sahip olmadan, dilin malzemesinde saklı bulunan tabiî serveti­ne, gelişme imkânlarına ve bunu kullanış tarzına iyice vâkıf olmadan, her hangi bir hareketle bulunmak doğru değildir.

2. Türk dilini araştırmak için, biri ko­nuşma dili, diğeri yazı dili olmak üzere, iki nevi malzeme vardır. Konuşma dili, Türk cenin ağız ve şivelerini içine alır. Türk dili ile ilgili eserlerde, bilhassa mukayeseli araş Sırmalarda 35-40 isim altında zikredilen Türk şiveleri, dil hususiyetlerine göre yapı­lan tasniflerde başlıca 4 grup içinde bir-leşiirüeb'lmektedir. Kısmen xı . asırdan iti­baren takip edilebilen bu Türk şiveleri es­ki Türk dili devresinden sonra meydana gelmiş olup, dilin en canlı, hassas ve geliş­me temayüllerine göre eğilen, değişen bir şeklini teşkil eder. Daha dar bir sahada ve daha mahdut malzemeye dayanan bu şi­veler, tabiatiyle, bütün dil hazinesine sahip bulunmuyorlar. Onun için, umûmî Türk di­linden istifâde imkânlarını bulamadıkları takdirde, ses ve ek değişmeleri yanında, mâna kaymalarına doğru kapılar açık bıra-kılir. Bu gibi ş'velerin mensup bulunduk­ları yabancı muhitlerin vs onların dillerinin te'siri altında kalmaları kolaylaşır.

T ürk şivelerini araştırma malzemesi bizde, 100 yıllık bir maziye dayan­maktadır. Ayrı Türk sahalarında ya­

zılmış eserlerdeki hususiyetlerden istifâde edildiği takdirde, bu daha eski tarihlere götürülebilir (meselâ M. Kâşgarî X|. asrın coılari; Kodeks Kumanikus, XIII. asrın son lan v.b.)

3. Asıl dil hazinesini Türkçe yazılmış olan eserler teşkil eder. Türk yazı dilini yazıldıkları tarihleri belli olan Orhun kita­belerinden itibaren takip edebiliyoruz. Kat'î olarak bilinen tarihler VIII. asrın başları olup, bâzıları, tereddütler ile, VI asra kadar çıkmaktadır. Bunların bir kısmı, şüphesiz, daha eski târihlere aittir. Bu yazı dilinin bugünkünden cok oz farklı olan bu sabit şeklini alıncaya kadar, uzun bir zaman geç m'ş olacağı tabiîdir. Türk yazı dilinin daha sonraki gelişmesi göz önünde tutu'ursa, dilin bu eski şeklini en az -milâdın ilk sene­lerine kadar çıkarabiliriz. Kısaca biz bugün

milâdın ilk senelerinden zamanımıza kadar geçen, 2 bin yıllık bir devreyi içine alan, bol miktarda yazı dili malzemesine sahip bulunuyoruz. Bu malzemenin araştırılma­sından, Türk dilinin tarihî inkişafını ve bu gelişmenin kanun ve temayüllerini tespit edebiliriz.

Türk yazı dilinin gelişme safhaları ve aynı sahalara göre, husûsî gelişme tema­yülleri vardır: Bugünkü konuşma ve yazı dilinin menşei olan eski devir olarak adlan riırabİleceğimiz bir kısmı milâdın başından itibaren X|||. asra (bâzı kapalı dinî cemâ­atlerde XVII. asrın sonlarına) kadar de­vam eder. x| | l . - XVI. asırlarda birbirlerine yakın olmakla beraber, bâzı farklar ile ay­rılan, 1. cenup ve 2. şimâl-şark olmak üze­re, iki yazı dili meydana gelmiş ve XVI. XX. asrın başlarına kadar, şimâl-şark bö lümünün ayrılması ile, 1. cenup, 2. şimal ve 3. şark türkçesi ortaya çıkmıştır. Bâzı konuşma dili temayüllerini yazı diline sok­muş olan bu bölümler son zamanlara ka­dar karşılıklı tesir'er altında kalmışlar ve birfcirj?ri ile temaslar'ınr kesmemişlerdir. Bilhassa garp türkçesinin en büyük mü­messili bulunan Türkiye'deki matbuat, edebî eserler ve bilhassa mekteplerde oku nan ders kitapları bol miktarda d ğer mu­hitlere de girmiş vs istifâde edilmiştir (me­selâ Yozıcı-cğlu'nun Muhammediye'si şi­malde defalarca basılmış o'up, her evde bu eserin bir nüshasını bulmak mümkün­dür).

4- Bir de dilin daha eski bir devresin­de umûmî türkçeden ayrılarak, başka bir gelişme yolu takip etmiş olan zümrelerin dili vardır; biz bunlara, birbirlerine daha yakın olan şivelerden ayırt etmek için, lehçe adını veriyoruz. Yakut ile Çuvuşça Türk dilinin böyle lehçeleridir. Lehçelerin araştırılması ve karşılaştırılması, Türkçs-nin bugün eski olarak adlandırdığımız dev rinden daha eski bir devresine doğru yol açılmasına yardım eder.

Bir millî bağ olarak Türk dilinin oy­nadığı roltr, belki diğer dillerin hiç biri oy­namamıştır denilebilir. Bir dereceye kadar Arapça bu hususta Türk dili ile mukayese edilebilir. Fakat bu dilin rolü de gerek yayı­lış sahası, gerek şive şekilleri bakımından, Türk dili yanında çok silik kalır. Türk dili, eski devirlerde olduğu gibi, bugün de di­ğer dillerinki ile mukayese edilemeyecek kadar, geniş bir saha işgal eder. Bu dili ko­nuşan kavimler, idarî ve siyâsî teşkilât bakımından, çok ayrı kalmış ve muhtelif devirlerde onların kültür vâsıtaları birbirle­rinden oldukça farklı olmuştur. Türkler mühim geçit yollarında yaşamışlar ve bu yüzden çok evvel komşu kültür muhitleri ile temasta bulunmuşlardır. Yabancı al­fabeler, din ve dinî eserleri Türkler içine

g'rmlş olmasına rağmen, Türk muhiti bu tesirleri mahdut sınırlar içinde tutabile­cek kadar, kendi kültür ve geleneklerine bağlı kalmıştır. Zaman itibârı ile en uzun süren temas, karşılıklı tasarruflar ve sulh zamanında sıkı münâsebetlerin devam et­miş dimasına rağmen, Çinlilerin te'siri inanılmayacak derecede dar sahada kal­mıştır ve bu kadarı da çok son zamanlara aittir.

Türklerin İranlılar ile olan temasları her iki milletin destanlarına geçecek kadar eski devirlere çıkmaktadır. Arapların dün­ya hâdiselerine iştirak etmeleri ancak VI. asırlarda başlar. Bunlar da, İranlılar ile birlikte, daha ilk devirlerinde Türk'er ile temasa geçmişlerdir. Fakat bu yeni kültür muhillini™ Türk'tere tje'sir edebilecek bir şekil alması ancak X|. asırda başlar. Orta Asya'nın İslâmlaşması, hudut boylarına İs-lâmiyetin girmesi, hk Türk-İslâm sü'âîele-rinin ortaya çrkmaslı, Türk kabilelerinin garba doğru hareketlerinde Iran ve Irak ile doğrudan doğruya temasa girmeleri ve bu sahada askerî kuvvetlerin yavaş ya­vaş Türklerin eline geçmesi ile bir kat daha derinleşmiş olan bu münâsebet tamamen başka şartlar içinde cereyan etmiş ve o nisbette farklı olmuştur.

XI!.-XIII- asırlarda Türk dilinin tarihî inkişâfı bir dönüm noktasında bulunuyor­du. Türk dili bünyesinde meydana gelen mühim değişiklikler daha ziyâde bu devir­de başlamış veya tamamlanmıştır. Türkler tarafından asıriarca kullanı'mış ve an'ane te'sis etmiş elan eski Türk yazı sistemi, İslâm muhitine giren Türkler tarafından Arap alfabesi ile değiştirilmiştir. Türk mu­hiti için yabancı olan yeni yazı sistemi ken­disini eski yazı an'anesine bağlı hissetme­miş ve dilin bünyesinde vukua gelen deği­şiklikleri yazı diline almakla bir mahzur gör memlştir. Böylece birbirinden cüz'î de olsa farklı yazı dillerinin ilk esasları ortaya çık­mıştır. İlk zamanlarda telâffuza ve tasrifte­ki küçük farklara inhisar eden bu yenilik, zamanla lügatlere ve bâzı sahalarda gra­mere kadar genişlemiştir.

illi hayat çerçevesi içinde, gerek edebî, gerek ilmî, yazı dilini devam ve inkişaf ettirmek imkânını bulan

zümrelerin en mühimi, şüphesiz, Türklerin cenub-i garbî grubu, yâni Türkiye'dir. Vü­cûda getirdiği muazzam; devlet teşkilâtı, dünya siyâsetinde oynadığı mühim rol, bü­tün komşu memleketlere yaptığı tesirler ile mütenâsip, çok zengin edebiyat ve ilim müesseseleri vücûda getirmiş olan bu Türk zümresinin dili de o nisbette mühim bir mevki almıştır. En eski örneklerini XII- asır dan itibaren görebildiğimiz Selçuk devri mahsûlleri ile başlayan bu yazı dili, saha­sının genişliği nisbetinde, gittikçe çoğalan ihtiyaçlar neticesinde İran ve Arap kültü­rü te'siri altında kalmış ve halktan ziyâde, bir zümreye mâl edilen, «sun'i» bir dil olan «Osmanlıca» şeklini almıştır.

En mühim millî temellerden biri olan dil içindeki bu gayri tabiîlik Türk muhitin­de haklı bir isyan uyandırmış ve meselenin halli için çeşitli yollar aramağa sevketmiş tir. Türkiye dâhilinde şive ye ağızlar bir­birleri ile asırlardan beri kaynaşarak, ken­di hususiyetlerinin büyük bir kısmını kay­betmiş olduklarından, burada yazı dili me­

selesi, mevcut dilin bugünkü şartlar dâhi­linde daha kolay ifâde edilebilecek bir hâle getirilmesidir. Bugüne kadar bu yolda ya­pılmış olan tecrübeler hâlâ istenilen neti­celeri vermiş olmamakla beraber, dil g bi, cemiyetin temelini teşkil eden bir mesele­nin hallinin kısa bir zamanda ve kifayetsiz bir hazırlıkla yapılamıyacağı da unutulma­malıdır. Yalnız içerisinde bulunduğumuz içtimaî hayatın inkişâfında her ihtiyacı kar­şılaması icabeden dilimizin- hayatiyetini te­min etmek arzu ve düşüncesi ile hareket edilmesini temenni edelim.

Şimâl-şarkî zümresine gelince, bu zümrenin çok geniş bir sahayı ihtiva etti­ğini hatırlatmak faydasız olmaz. Bu geniş sahada İran ve Arap kültürü tesiri altında kalan zümreler ile bu kültür muhitinin ta­hakkümünden nisbeten kendini koruyabil­miş zümreler bulunduğu gibi, göçebe hayat larzını muhafaza etmiş ve dolayısiyle nis­beten son devirlerde, umûm Türk kültür muhitine dâhil olan zümreler de mevcuttur. Bu saha idarî bakımdan muhtelif devirler­de ayrı ayrı devlet teşebbüslerinin içinde kalmıştır. Bütün bu âmillerin vakit vakit mahallî hususiyetlerin inkişafına yardım etmiş olmasına rağmen, şive hususiyetle­rinin birbirinden çok az farklı olmaları sa­yesinde, yazı dili hiç bir zaman esasını de­ğiştirecek bir duruma düşmemiştir. Buna bu sahadaki Türk kabilelerinin son asırlara kadar devam eden göçleri de yardım et­miştir.

Bir taraftan Altın-Ordu'nun dağılması (XV. asır), diğer taraftan Timur devletinin yıkılması (XVI. asır), buralarda daha küçük zümrelerin meydana gelmesine sebep ol­muş, mevcut kuvvetli Türk kültür merkez­lerini zayıflatmıştır. Bu devirden itibaren bu mıntakaların mukadderatı, uzun bir za­man için tâyin edilmiştir. İlim ve edebiyat sahasındaki durgunluk, Türk dili için tesir­siz kalamazdı Kuvvetli edipleri yetiştirecek havanın artık mevcut olmaması Türk dilinin hayat kudretine de en büyük darbeyi indir mistir. Yazı dili ister istemez eski malze­menin büyük bir kısmını kullanmamak, bun lan unutmak ve daha çok mahallî ağızların hususiyetlerine uymak mecburiyetinde kal­mıştır. Şurada-burada gölge halinde mev­cudiyetlerini muhafaza eden mektep ve medreselerde tedris dilinin daha çok yaban cı dillere istinad etmesi de bunun tabiî bir neticesi olmuştur.

Rusların, doğuya doğru ilerliyerek, Türk bölge'erini birer-birer kendi hâkimi­yetleri altına almaları, bu durumu daha ka­rışık bir hale getirmiş ve tabiî engellere bu defa bir de düşmanın, Türk milletini par çalama gayesini güden p'ânlı siyâsî-idârî müdâhalesi de katılmıştır. Rus hükümeti Türk millî birliğini yıkmak için, ne kadar çare düşünebildi ise, bunun hepsini tecrü­be etmiştir. İdarî birlikler vücûda getirir­ken, Türk ekseriyetini bırakmamak için, Türk topraklarını parçalamak, Türk ülkele­rini birbirinden ayırmak için sun'î göç mın­tıkaları yaratmak buna uygun olmayan yer lerde husûsî idareler vücûda getrmek, maddî temelleri yıkmağa uğraştığı gibi, bir devre için Türk millî birliğinin temellerin­den olan İslama karşı misyonerler teşkilâtı vücûda getirmek, maârifin mümkün merte-

(Devamı Sayfa 10'cfa)

I

Page 7: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 8

KOOPERATİFÇİLİK VE TÜRKİYE'DE TATBİKATI Devlet Destekleme Alımları Masraf izahnamesi Çıkarılmalıdır

Devlet Destekleme alımlarına ve bazı aksayan yönlerine daha önceki yazıla­rımızda kısaca temas etmiştik. Bu defa yine bazı aksayan yönleri ile bu alımlarla ilgili masrafların hesapları üzerindeki ha­talı yönlerine ve alınması gereken tedbir­lere değinmek istiyoruz.

Bilindiği gibi, her yıl Hükümetlerce Devlet Destekleme alımları ile ilgili olarak Bakanlar Kurulunca kararnameler çıkarıl­makla ve bu kararnamelere istinaden Devlet adına alım yapılmaktadır. Bu ka­rarnamelerde «... alımlardan satıma kadar her türlü masraf bu hesapta toplanır ve Bakanlığının onayı ile kesinlik kazanır» de-nilmekedir

İlk andc çok güzel olarak değerlendi­rilen ve Devlet adına yapılan alımın bütün masraflarınında devlete ait olmasından baş ka bir yolun cimaması düşünülür ise de, arlında bu yo! kat'i olarak belirlenmediği gibi, bazı yanlış anlama veya bilerek hatalı işlemlere sebebiyet verilmektedir.

1 — Devlet adına yapılan alım sıra­sında devamlı olan sabit Demirbaş mas­rafları vardır. Bu masraflar devlet adına alım yapılsa do, yapılmasa da olmaktadır. Devlet adına alım yapılıyor diye bütün sa­bit masrafların Devlet Destekleme alımları hesabına alınması doğrumudur? Yoksa Devlet adına alım yapıldığı zaman İlgili Kooperatifler veya birliklerce ek olarak yapılacak masraflar mı bu hesaba alınma­lıdır?

2 — Devlet adına alım yapıldığı za-rran ek masraflar neler olmalıdır? Bu masraflarda gösterilecek azami titizlik ne­lerdir? Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlik­leri Ana sözleşmesinde «basiretli bir tüc­car gibi hareket etme.» mecburiyeti vardır. Bu mecburiyete uymayanlar hakkında ne gibi bir işlem yapılmalıdır? Bu güne kadar, bu fazla masrafdan dolayı kimseye bir şey olmamıştır.

3 — Basiretli bir tüccar gibi hareket eden ve mevcut personelini gece gündüz demeden çalıştıran, Bir birlik veya Koope­ratif elemanlarına ne gibi fayda sağlaya­caktır? Klâsik sistemde görevini yaptı de­yip geçilmeli midir? Yoksa azami tasarrufa riayet edenlere bir mükâfat verilmeli midir? İşler daha normal hale getirilirse devletin yararına ne kadar gel'r sağlanabilir?

4 — Birliklere bağlı işletmelerin kâr ve zararları ne olacaktır? Bazı işletmelerin kârları olduğu zaman müessese iyi çalıştı denilerek, devlete kâr verilmemekte fakat zarar ettiği zaman sebep Devlet gösteril­mekle ve bütün zararlar hazineye mal edil­mektedir.

5 — Bazı birliklerce borsa fiatı üzerin­den işletmelere devredilmesi gereken man süllerin borsanın hangi fiatma göre esas alınacağı belli değildir. Borsa sık sık fiat değiştirmektedir. Bu durumda bazı Birlikler fiatlann en düşük devresinde işletmelere mal vermektedirler. Bu durum ne olacaktır? Borsanın azamî ve asgarî fiatları arasında bir ortalama fiat bulunsa tesadüfen çok cüz'i bir mal için yüksek fiat verilirse ço­ğunluk düşük fiatla satılırsa iki fiatın orta­laması ne olacaktır? Bazen tam aksi de ola bilir. O zaman da durum ne olacaktır. Bor­saya giren bütün maltların toplam fiatları ile satılan miktarları arasında ortalama bir fiat bulunsa, aynı mahsûllerin piyasada sa-tıhpta borsaya intikal etmeyenleri ne ola­caktır?

e — Devlet Destekleme alımları yapıl sın veya yapılmasın bir kısım personel sa­bit olarak birlik veya Kooperatiflerin bün­yesinde devamlı olarak çalışmaktadır. Bir de Devlet Destekleme Alımı yapılıp iş hac­mi artması dolayısıyle alınan fazla eleman­lar olmakladır. Masrafların ne kadarı Dev­let Destekleme alımına intikal ettirilecektir? Tamamı mı, yoksa sonradan alınan ele­manların masrafları mı? Ayrıca, bizzat bu işle uğraşan Kooperatiflerin alım ekipleri­nin masrafları mı, yoksa büroda çalışan Kooperatif ve Birlik personelinin masrafları mı Devlete ait hesaba alınacaktır? Yoksa bu elemanların içlerinden bir kısmının mas rafları mı bu hesaba intikal ettirilecektir? Bu hesaba intikal ettirilmesi gereken şa­hıslar kimler olmalıdır?

7 — Bir kaç birliği bünyesinde bulun duran bazı Tarım Satış Kooperatifleri bir­liklerinde örneğin Tariş'te Pamuk, İncir, Zeytinyağı ve Üzüm Birlikleri vardır, bu tip icir Baliğin Genel Müdürlüğündeki idare masrafları müşterektir. Bu müşterek masraflardan Devlet adına alım yapan bir birliğe ne miktarda ve hangi oranda mas­raf Devlet Destekleme hesabıma alına­caktır? Hele, hele bu birliklerden bir kısmı Devlet adına alım yapıyor, bir kısmı Dev­let adına alım yapmıyorsa masrafların du­rumu ne olacaktır? Ayrıca aynı birlik veya Kooperatifte bir kaç mahsûlün alımı yap» lıyersa, masraflar ne ölçüde taksim edı lecektir? Bilhassa Devlet Destekleme alı­mı yapılan senelerde fazla personel ça­lıştırılmaktadır. Daha öneki yazılarımızda belirttiğimiz gibi. özel sektörün en fazla iki veya üç kişi ile gördüğü işi Kooperatifler 10 veya 11 kşi ile germektedirler. Parça başına düşen maliyet çok artmaktadır. Ta-riş İncir Birliğinde 8600, 870C kilo incire b:r kişi bir yıl çalışmaktadır. Tabii bu du­rumda bir kilo incir başına düşen masraf ise 369 kuruşu bulmaktadır. Özel sektörde bu kadar masrafın yapılması imkânsızdır.

SADIK CEMİLE

8 — Birliklerin bazılarında artık mah­sûl dediğimiz kısımların satışı tamamen kendi bünyelerine gelir kaydedilirken, di­ğer taraftan yapılan masraflar Devlet Des­tekleme alımlarına mal edilmektedir. Örne­ğin, pamukta çiğit ve döküntü pamukları, zeytinyağında külçe ve sobstok, yağlı ça­mur gibi. Bu kabil malların satışından elde edilecek gelirler Devlet Destekleme hesa­bına alınsa dahi, üzerlerine konulacak masraf oranı ne olmalıdır. Ana madde ile tali maddeyi aynı tutamayız. Hatta ana maddeler arasında kalitelere göre yapıla­cak masraf oranları ne olmalıdır?

9 — Aynı Kooperatif tarafından aynı cins mahsûlün bir kısmı Devlet adına bir kısmı Kooperatif adına olursa, bu gibi mahsûllerin kıymet olarak ve miktar olarak değerleri kayıtlarda ayrı ayrı gösterilse da­hi, herhangi bir satışta kârlı olanına Koope­ratifin kendi malı gösterilir, düşük fiatlı ola­nına Devlet adına mahsûl gösterileblir. Bu aurum satış ile ilgili yapılan masraflardan yüksek olanı pazarlama, reklam vs. gibi hususlar Devlet adına gösterilirse usulsüz­lüğü önlemek için bu işle ilgili masraf ka­lemlerinde hangi oran uygulanacaktır? Kâr lı satışlar da öncelik sırası, devlet mallarına mı, yoksa Kooperatife ait mahsûlün mü olacaktır?

10 — Bankalardan Devlet Destekleme ile ilgili alınan borç paraların b'r kısmı Bir­lik ve Kooperatiflerce kendi özel işlerinde kullanılmaktadır. Bu para'arın faizleri na­sıl tesbit edilir Birliklerin bünyesine ak­tarılacak veya Devlet adına bütün imkan­lar kullanılarak alım yapıldığına göre fa­izler nereye masraf kaydedilecektir?

11 —Yapılan tetkiklerde her koopsra-tif veya birlik ayrı ayrı sistem uygulamak­tadır. Birlikler arasında farklı işlemler uy­gulanmaktadır. Aynı işlemle ilgili rakkam bir Satış Kooperatifi birliğinde Devlet Des­tekleme alımı hesabına geçirilirken, diğer b r Tarım Satış Kooperatifi Birliğinde ken­di hesabına masraf kaydedilmektedir.

Yukarıda izah ettiğimiz suallerin ceva­bını ancak yapılacak bir Devlet Destekle­me alımı masrafları izahnamesi verecektir.

Uygulayıcı kooperatifler tarafından yanlış anlama ve yorumlara sebebiyet denetim görevini yapanlarca da iyice bilin­mediğinden denetimde de farklılıklar ol­makladır. Dola,isiyle denetici ve aynı za­manda eğitici kadro dediğimiz müfettiş­ler ve kontrolörler tarafından da çeşitli usuller önerilmektedir. Bu önerilerin bir kısmı bakanlıklara intikal etmekte bir kıs­mı intikal etmemektedir. Dolayısiyle ilgili Bakanlıklar her hadiseden haberdar olma-maktdır. Gereken izahnamenin ve bu izah-name ile ilgili hesap planlarının bir an ön­ce çıkarılmasını beklemekteyiz.

Page 8: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 9

"BİLİMSEL (Geçen Sayıdan Devam)

2) Otorite : Skolastiğin otoriteleri ilim­de yerlerini tabiatın kendisine terketmişler-dir. Son söz objektif deney, gözlem ve ölç­melerindir. Vakıayla uyumsuzluğu, tahmir-lerinde hatası tesbit edilen teori, onu kuran dediğimiz bir otoriteler zümresi vardır. Fakat onların otoritesi skolastiktekinden çok farklı bir tarzda tezahür eder. Mütehassıs kavramı nı ilerde tekrar ele alacağız.

Otorite, şahıslardan alınıp vakıaya verilin ce otoriteliğe imkân kalmamakta, ilmi metou olarak benimseyen Türk Milliyetçiliği Fikir sis temi'nde Engizisyon'un veya Komünist Partisi.ninkine benzer vahşet yolları kapan­maktadır. , .

3) Tümdengelimcilik : Yukarda, Şekil ll'de şemalaştırdığımız ilim metodunun yapısından, teoriler kurulurken tümevarımın esas alındıyı görülmektedir. Bir olay hakkındaki her tetkik, aynı olayın çeşitli şartlarda her incelenmesi, ilim adamı için özel misalleri teş'i'. eder. Teo i, bu özel misallerden genel bir kaide çıkarma teşebbüsüdür: Özelden genele gitme çabası­dır; tümevarımdır. Skolastikte, mantıklı teori kurulup sonra ve ancak teoriyi desteklemek için vakıaya başvurulduğundan bunun tam tersi, yani tümdengelim uygulanmak cyd . Bu­na karşılık, teori kafalarda teşekkül ederken ve nihayet tatbik edilirken insan mantığının diğer iki çalışma yolu, benzetme ve tümden­gelim kullanılabilir. Benzetmenin ilim resmi­yetinde bir yeri yoktur. Benzetme, mantığın işe karıştığı teori kurma safhasında kullanılır; fakat ilim adamı nazariyesinin müdafaasını benzetmeye dayandıramaz. Şekil l'de şema­laştırılan uygulama safhasında ise tümden­gelim ön plândadır. Orada genel olduğu ümid edilen teori veya kanun özel bir hale tatbik edilmektedir ve tümdengelimden başka va­sıta mevcut değildir.

Skolastikte iümdengelimclliğin yarattığı ikincil özelliği, iyi izahçı fakat kötü tahminci olma konusunu ilmin gayesini incelerken ele almıştık : İlimde tahmin herşey, izah ise an­cak bir yan üründür.

İLMİN KABULLERİ Bütün sistemlerde o'duğu gb i İmin de

kendi metodu onun bir kabulüdür. İlim me-todundaki genel kabullerden başka her ilim dalının, her ilim teori ve kanununun, her ihti­sas alanının kendine has özel kabulleri var, dır. İlim metodundaki kabullerin incelenmesi ilim felsefesinin, ihtisas dallarındaki kabulle­rin incelenmesi ise o dalların görevidir ve me­seleyi bizim ele aldığımız açıdan konu dışıdır. Ancak burada, Türk Milliyetçiliği Fikir Siste-mi'nin ilmi metod olarak kabul edişinde in­sanlığın binlerce yıllık tecrübesine dayanıldı-ğını olayları tahmin için ilimden daha güveni­lir bir yolun henü^ bulunmadığını tekrarlaya lım. Her cinsiyle skolastik, özellikle Mark­sizm'in yalancı peygamberliği başarılarıyla değil, terörü ve propogandasıyla ölümümü ge­ciktiriyor.

İLMİN UYGULANMASI İlmin uygulanmasına iki ayrı seviyeden

bakabiliriz. 1) Halis ilim açısından: İlim metodunun

tatbikiyle bir olaya ait kanunların bulunmağa çalışılması birinci cins bir uygulamadır. Her yeni araştırma, bu açıdan ilmin bir tatbikidir.

SOSYALİZM,, 2) İlmin bir fayda sağlamak üzere kulla­

nılışı da ikinci tip uygulamadır. Birinci tipte, ele alınan olaya ait güven.l r

bir teori varsa, metod bahsinde açıklanan ve Şekil l'de şemalaştırılan yolla tahmin yapılır. Henüz teori yoksa yine metod bölümünde an­latılan ve Şekil ll'de gösterilen yol'a öncj teori kurulmağa, sonra da tahmin yapmağa çalışılır-

İkinci tipte ise maksat teori kurmak veya tahmin yapmaktan ibaret değildir. Teoriyi ve tahminleri kullanarak tedbirler almak, fayda sağlamaktır. Atom çekirdeğinin davranışları­nın kanunlarını bulmağa çalışmak birinci, bu kanunlardan faydalanarak atom bombası ve­ya atom reaktörü yapmak için şartların ne şe­kilde düzenlenmesi gerektiğinin tesbiti ve bu tesbitin fiile dönüştürülmesi ikinci tip uygula­manın misalleridir.

BİLİMSEL SOSYALİZM VE İLİM İlmin buraya kadar gördüğümüz özeliik

lerinin kavranmasında yardımcı bir misal ola rak Marksist teoriyi ele alalım. Marksizm, ilmî bir teori olsaydı Şekil ll'deki şemadan geçişte başına neler gelecekti?

Önce, bilgi toplama safhasına, ilmin ön­gördüğü objektiflikle değil, ateş püskürüle-rek, kızgınlıkla girilmiştir. Bu tavır, sadec? Marks ve Engels'e ait bir karakter zaafı değil, Bilimsel Sosyalizmin «teori —pratik birliği» dediği temel bir hatasıdır. Teori — pratik bir­liğine göre bir şeyi objektif olarak gözleme­nin tek başına hiçbir anlamı yoktur. Gözlem o anda ve kendisiyle birlikte hareketi de getir melidir. Bilimsel sosyalistlere göre meselâ sos yoloji, bir ülkede ihtilâl olacağımı tahmin ediyorsa, sosyologlar derhal junta kurmağa, silahlanmaya başlamalı; en kısa zamanda so­kağa fırlayıp ihtilâli bizzat yapmalıdırlar. Göz­lemin objektifliğiyle taban tabana zıt olan bu anlayışla marksistler «bilimsel» derler! İlim bu teor i— pratik birliğini gerçekten kabul etseydi, meselâ güneşin tutulacağını hesap'a yan astronom veya gök mekanikç'sinin, tutul mayı birkaç gün önceye almak için gayret sarfetmesi gerekirdi. Fakat marksistler bu acaip birliğe mecburdurlar. Çünkü teorileri proleter ihtilâlinin kaçınılmazlığını idd'a et­mektedir. O zaman gayrete ne lüzum var? Tarih madem önlenemez bir şekilde B;limse) Sosyalizm'in lehine çalışıyor, niçin yorulmalı? Niçin hapse, hatta ölüme gitmeli? Fakat bu tip sorular da marksistler için son derece can sıkıcıdır. Herkes böyle düşünmeğe baş­larsa bunca «yılmaz savaşçı» ne olacak? SSCB'nin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin propa­ganda silâhları ne yapacak? Çare, «teori — pratik birliğbnin ta kendisidir. Tarih kaçı­nılmaz şekilde ihtilâle gidiyor ama bunu sade­ce tesbit etmenin bir manâsı yoktur. Bu anlaşıl dığı anda anlayanların kolları sıvayıp ihtilâle katılması gerekir.

Bilgi toplama safhasının bir diğer gereği, yeterli gözlem, deney ölçme yapm-1 şartı da yerine getirilmemiştir. Bir kere Marks — «ikti satçı» unvanını kullandığı halde öncelikle ik­tisatçı değil felsefecidir. Engels'le birlikte, dünya iktisadı veya tarihi dursun, Avrupa ik­tisadını bile doğru dürüst gözlememişler; En-gels'in babasının tekstil fabrikasına yapılan ziyaretlerle yetinmişlerdir.

e İLİM !... AYHAN TUĞCUGİL

Teori kurulduktan sonra test denemele rine de girişilememiştir. İstisnalar aranmamış, aranmadıkları halde ortaya çıkanlar ise İstis­nalar kaideyi bozmaz» anlaşıyla etiketlenip rafa kaldırılmıştır. Meselâ ilkel toplum köleci toplum - feodal topum - kapitaist toplum -sosyalist toplum teorisinin Asya'da çalışma dığı görülünce buna, «Asya Tipi Üretim Tar­zı» (ATÜT) adı verilip rahata erilmiş, dünya­nın yarıdan fazlasını kapsayan bu istisnanın teoriyi bozabileceği düşünülmemiştir. Marks' in yaptığı ilim olsaydı Bilimsel Sosyalizm da­ha bu safhada Red 1 ve Red 2 yollarıyla baş-dan olan «değerin emek teorisi» de bırakın langıca iade edilirdi. Marksizm'in esasların-deneyi ölçmeyi; etrafa bakınmakla bile çürü­tülür ve Red 1 işlerdi. (Bu teoriye göre bir ma !ın değeri, onun imalinde sarfedilen emekle belirlenir. Bir saat çalışan Van Goh'la bir sa­at çalışan badanacının imalâtı bu görüşe eş kısmettedir. Bir saat kömür madeninde çalı­şan işçinin çıkardığı kömürle bir saat elmas madeninde çalışanın çıkardığı da eşit..)

Teori, kapitalist memleketlerde ihtilâl tahmin ediyordu.Marks - Engels mektuplaş­masında bazan Almanya, bazan Fransa için, «Ağustos'ta ihtilâl katî. Ama olmazsa Ekim'de muhakkak...» gibi cümlelere sık sık rastlanır. Bu yanlış tahminler ilimde yapılsa Red 2 ve Red 3 ile teori derhal tarihe karışırdı. Artan yoksulluk teorisinin iflâsı da Red 2 ve 3 için kâfi sebeplerdir. Nihayet, ihtilâlin endüstri ül­kelerinde değil de henüz kapitalistleşmesini ta mamlayamamış Rusya'da meydana çıkışı z^r-re kadar ilim zihniyeti taşıyan komünistlerin mesleklerinden istifaları için kâfi sebeptir. Bu açık çürüyüşler, kısmen, Lenin'in emperya­lizm teorisiyle tedavi edilirdi. Fakat «empsr-ya!izm»in kabulü bile aslında Marks'ın çürütü-lüşü ve milletler mücadelesi gerçeğinin, adı söylenmeden kabulü idi. söylenmeden kabulü idi. Marks temel müca­deleyi sınıf kavgasında görürken Lenin işi emperyalist milletlerle proleter milletlerin kavgasına götürüyor; aslınca «proleter» «sömürü» gibi Marksist lâflarla mi letier mü­cadelesini tasdik ediyordu. Lâflar ne olursa olsun, masa başında sınıf gören bilimsel sos­yalizm, devletin başına geçtiğinde millet görmeğe mebcur kalıyordu. Lenin'in bu ye­ni keşfetliği «çelişkbye, Marks'a saygısızlık diye «temel çelişki» denmedi. Onun yerine «baş çelişki» tabiri kullanıldı. Bugün bizim komünistlerimizin de ezberledikleri klişe şöy­le kıraat edilir : «Temel çelişki sınıflar; baş çelişki ise emperyalist milletlerle sömürülen milletler arasındadır» İlimde bir teoriyi ger­çeğe uysun diye bu çapta değiştirmekten­se mutlaka yeni bir teori aramak yoluna başvurulurdu. Emperyalizm teorisini ilerde tekrar ele alacağız.

Görüldüğü gibi, ilmin yapısı içinde Mark şist teori defalarca reddedilir, çok kısa bir ömür bile süremezdi. «Kanun» payesindense ilelebet mahrum kalırdı. Neticede, ilmen ka-nunlaşmayan bu teori bilimsel sosyalistlerin hakim oldukları ülkelerde hukuken kanun-laştırılmış ve sunî hayatını devam ettirmiştir: Bir ilmî teori olarak değil, yeni harbin, pro­paganda savaşının silâhı olarak... ol : Şekiller için geçen sayıya bakınız.

Page 9: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 10

S a l d ı r ı Ba

Eğer Türkiye'de hâlâ, ortalığı güllük gülistanlık gösterenler varsa, bilin ki ya haindir veya hainden farkı kalmamış gafil­lerden biridir. Türkiye'de hâlâ «aşırı uçların yarattığı tehlike»den bahsedenler, «karşıt öğrenci gruplarının çatışmalarından» söz edenler bilinmelidir ki bilerek veya bilme­yerek emperyalist dış güçlerin ve onların yerli uşaklarının sözcülüğünü yapmakta, oyunlarına âlet olmaktadırlar. Çünkü Tür­kiye'de artık dış güçlerin beslediği, içteki gafil ve hainlerin omuz omuza verdiği bir kızıl saldırı başlamıştır ve bütün şiddeti ile devam etmektedir.

Komünistler dünyanın her yerinde ele geçirmek istedikleri ülkede 3 safhalı birplâ nı uygulamaktadırlar. Bunlar şöyle sıralan­maktadır : 1 — Güçlü bir propogandanın desteğinde teşkilâtlanma ve yayılma. 2 — Yine propoganda desteğiyle gerçek dışı teh likeler icad edilerek komünist yayılmanın gözlerden ırak tutulması ve silâhlanma. 3 — Devlete silâhlı saldırılar ve iç savaş ortamının yaratılması.

Türkiye bugün 1 ve 2. safhaları gsçir-miş 3. safhayı yaşamaktadır. Kızıllar 12 Mart'ta Türk ordusundan yedikleri darbe­nin neticeye ulaşamaması yüzünden ucuz kurtuldular. Yerli ve yabancı yardakçıları­nın ve yardımcılarının sağladığı imkânlar­la kısa zamanda toparlandılar. Kendilerinin de komünizme karşı olduklarını iddia eden gafillerin tanıdığı müsamaha ve yardımdan istifade ederek teşkilâtlanmaya başladılar. Bilhassa CHP'nin Dcğu'daki politikası bolü cülerin işine yaradı. Düşünün ki, Irak'ta ye­nilgiye uğrayan Barzani'nin silâhlı çeteleri-nin Türkiye'ye kabul edilmesini teklif eden CHP'liler çıktı. 1973 seçimleri öncesinde doğuda «1937'nin kchramanlan» cümlesiy le baş'ayan konuşmalar yapıldı/Ordu bir­liklerinin en kanuni yollarla kanun kaçak­larına karşı yürüttüğü operasyonlar «doğu da halk eziliyor», yaygaralarıyla bizzat CHP'li parla m en teri erce kınandı. Nhayet bugün komünist gazetelerde «Dcğu'da re­ferandum yapılmalıdır» şeklinde aleni bö­lücülük ve kışkırtıcılıklar serbestçe yapı­lıyor. Ve bu olanların gizlenmesi için «fa­şist tırmanma» yaygarası işletiliyor.

Komünistler silâhlı saldırılarını 3 he­defe yöneltmiş bulunuyorlar. Bunlar; dev­let müessesesi, özel kuruluşlar ve MHP ile ülkücü teşekküllerdir. Geçtiğimiz haf­ta içinde Diyarbakır'da Merkez Bankası bi­nasına bomba atılması ilgi çekicidir ve de­vamının geleceği bellidir. İzmir, İstanbul ve Ankara'da bankalar, şirketler ve özel mü­esseseler bombalanmaktadır. Türkiye'nin' her yerinde Ülkü Ocakları şubeleri ve MHP binaları dinamitlenmektedir. Son bir hafta içinde Ankara'da Dikmen Büyük Ülkü Der­neği, Hasköy Büyük Ülkü Derneği, İzmir'de Bornova Büyük Ülkü Derneği, Karşıyaka MHP lokali, Samsun'da Ülkü Ocakları ve Ülkü-Bir binaları, Bandırma'da MHP İlçe binası bombalanan teşekküllerden aklımıza gelenlerdir. Trabzon'da kimbilir hangi ül­kücü kuruluşu bombalamak için hazırlık yapan 4 kızıl militan yapmakta oldukları bomba ellerinde patladığı için ağır yara­lanmışlar, bunlardan biri ölmüştür. Yine

I a d ı B i l e ! MUSTAFA GÜMÜŞ

hafta için de İskenderun Ticaret Li­sesinde Yavuz Çalışkan isimli ülkücü öğ­renci öldürüldü. Geçtiğimiz günlerde, bir askeri birlikten bin postal, bin parka ve bin askeri elbise çalındı. Yine bir baraj inşaatından 16 bin dinamit kapsülünün ça­lındığı gazetelere intikal etti.

Bütün bunlar herkesin gözü önünde cereyan ederken, bakıyorsunuz hainler ve onlardan farklı görmediğimiz gafiller hâlâ «polisin yaptığı işkencelerden» copladığı «masum» öğrencilerden bahsediyorlar. Başlarını devekuşu misâli kuma gömmüş bu kişi ve kuruluşlar .başlarını kaldırıp savaş, alanına dönen Türkiye'ye bakmıyor lar bile. Zaten bunların bir kısmı saldırının bizzat içindedir.

Söz açı'mışken geçtiğim z hafta ODTÜ-de cereyan eden bir olaydan bahsedelim : ODTÜ'de öğrenci temsilciliği için yapılacak seçim dolayısıyla yapı'an konuşmalardan birinde rus uşağı İGD'nin bir sözcüsü di­ğer gruba şöyle hitab e"m'ş l ir: «Para te­min ettiniz, silâhlandınız. Battaniye stokla­rınız da var. Hadi bakalım gerillacılıkta ba­şarılı olabilecek misiniz» Bu sözler sol için­de güçlü o'an stratejiyi kınamak için söy­lenmiştir ama devlet yetkililerinin kulakla­rına küpe olmalıdır. Komünis er bu doğ­rultuda eylemlerini başlatmışlardır b le.

Türkiye'nin içinde bulunduğu duum misalleriyle ve kaba hatlarıyla böyledir. Bu ortamda ülkücü harekete düşen görevler de ağırlaşmaktadır. Devletimizin yıkılma­ması, milletimizin köle olmaması, vatanımı zın parçalanmaması için en büyük gayret yine her zamanki gibi ülkücü harekete düş­mektedir. Biz, Türk devletinin —başında­ki çoğu basiretsiz bugünkü yöneticilere rağmen Allah'ın yardımıyla yıkılmayaca-nma ve dış güçlerin köpeklerinin hakkın­dan geleceğine yürekten inanıyoruz. Ülkü­cü hareket de elbette milletimizin ve dev­letimizin bekası için üzerine düşen şerefli görevi yerine getirmeye hazırdır.

**- Yazısız!

DİL MESELELERİ (Baştarafı Orta Sayfada)

be Türkler arasına girmemesi ıç;n çalış­mak, matbuata müsâade etmemek, mili; mukadderat üzerinde söz söyletmemek, Türk adının idarede ve hattâ ilmî neşriyat­ta bile kullanılmamasını temine çalışmak ve Türkler arasındaki husûsî münâsebetle­re bile mâni olmak gibi, manevî varlığa karşı en zecrî tedbirleri almaktan da çekin memiştir. Bolşevik devri, çarlık zamanında tatbik edilen üstü kapalı siyâsetin daha açık ve daha teşkilâtlandırılmış bir şeklidir. Türk vatanını bir çok «sözde müstakil» dev letlere ayırmak, kabîleleri — millet ve şi­veleri — dil olarak ilân etmek suretiyle, Türk dili de, rusça ile birlikte, bu ayrı böl­gelerin idare dili olarak tanındı. Bu sahada yapılan barbarlığın en büyük örneği de, her

Türk kabîlesineayrı bir fonetik alfabe kabul ettirilmesi olmuştur. Bu şekilde dilin, me­denî - içtimaî bir unsur olmaktan çıkarılıp, küçük zümrelerin yalnız gündelik ihtiyaç­larını temin edebilecek bir şekil alması için uğraşılmıştır. Böyle şivelerde bugünkü me­denî hayatin ihtiyaçlarını temin etmek im­kânı olmadığını, Türkler kadar, bolşevikier de bilmiyor değillerdi. Fakat onların fikrin-ce, bu ihtiyaçların büyük bir kısmı. Türk dili yerine, Rus dili vasıtası ile temin edi-'ecekti. Bütün bunların, tabiatiyle eskiden beri gelen umûmî yazı dili aleyh'ne, ayrı e'velerin kullanış sahalarının genişlemesin­de ve o nisbette bu şivelerin umûmî yazı dili içindeki vaziyetlerinin değişmesinde, az-çok tesiri olmuştur.

S imâl-şark zümresinin yazı dili me­selesi, cenup-garp zümresindeki gi­bi, yalnız dili sadeleştirmek olmayıp,

aynı zamanda bu zümreye dâhil olan şive-

İ lcrin umûmî yazı dili ile olan münâsebetle­rini de tâyin etmek meselesidir. Türk dili-

İ n i n bünyesndeki sağlamlık, yabancı mu­hit ve dillerin tesirinde asırlarca kaldığı, hâlde, sarsılmadığı gibi, Rusların müdâha­lesi de bir gedik açmağa muvaffak olma-mışlır. Nisbeten kısa sürmüş olan bu tec­rübe, Türk şivelerinin kendi aralarında icat kudretini yok'amış ve Türk muhitinde hu meselenin hâllinde ayrılığa değil, bir­liğe doğru yürümenin zarurî ve mecburî olduğunu ispat etmiştir. Türk şiveleri, bu-

İ güne kadar cidıığu gibi, ileride de b:r tek yazı dilinin devam'ı gelişmesini temin eden canlı birer uzuv olarak, yaşamakta dsvam edecekdir. ı

Yukarıda söylenilenlerden c'/ ^e;;c^ İ çıkarmak istersek, gerek Türk tarih'nin

yarattığı duruma ve gerek düşmanlar tara­fından vücûda getirilmeğe çalışılan sun'î engel'ere rağmen, cenüb-garp ve şimal-eark eve grupları arasındaki farkları orta­dan kaçırmak veya hsr ik sini de birleşti­rerek, daha zeng'n ifâde imkânları bulmak ruretiyle, bir tek \azı dili vücûda getirmek irin hiç bir mâni ytjfafur. Yalnız h^r iki zümrenin de bu işin ehemmiyetini kavra­ması ve her iki grubun da hususiyetlerine ve bilhassa Türk dilinin kendi bünyesine uygun bir şekilde geliştirmek çâresini bul­ması lâzımdır. Bunun için de, dilin yalnız h'r vâsıta olmayıp, onun tabiî bir varlık olduğunu ve ancak kendi bünyesi içinde kendi tabiî kanunları dâhilinde inkişaf ede­bileceğini idrâk etmek kâfidir.

Page 10: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 11

Komünist ve I (Baştarafı Sayfa 1'de)

9. İstanbul Aksaray Meydanın da bir gurup liseli solcu ders, kitap­larını yakmış, «Gerici eğitime son» «Demokratik lise» hiçbir müdaha­leyle karşılaşmadan, gösteri ve yü­rüyüş yapmışlardır.

10. Denizli'de TÖB-DER tara­fından düzenlenen yürüyüşte çatış ma çıkmış bir kişi tabanca ile, çok sayıda kişi de sopa ve taşla yara­lanmıştır. Çatışma Proleter Devrim ci Aydınlık.grubu ile Dev-Genç'aler arasında slogan kavgasından çık­mıştır. İstanbuldaki yürüyüşte kurt çe sloganlar söylemiştir.

11. Trabzonda Dev-Genç üye­si bir gurup militanın oturduğu ev­de, bomba imali sırasında patlama olmuş, bir kişi ölmüş iki kişinin de elleri ve kolları'kopmuştur. Olaya el koyan savcılık Dev-Genç üyesi İzzet Akkuş, Yakup Deniz ve Nur, Demir'i ilk sorgusundan son­ra tuiuklamıştır. Bir süre önce öğretmenlikten ayrılan Yük sel Eriş, meydana gelen olay­da beyni parçalanarak ölmüş­tür. İsmihan Araz ve Yener Or-kunoğlu ise hastanede tedavi edil­mektedir. Hepsi de Karslı olan Ka­radeniz Teknik Üniversitesi öğren­cilerinin kaldığı evde yapılan ara­mada, çok sayıda komünist yayın, resim ve afiş, bir tabanca, 7 mer­mi ile otomatik mavzer şarjörü ele geçirilmiştir.

12- İzmir Karabağlar semtin­deki Büyük Ülkü Derneği gece ya­rısı kurşun yağmuruna tutuldu. Anarşistler yakalanamadı.

13. Ordu Teknik Bilimier Yük­sek Okulu, aşırı solcular tarafından işgal edildi. İşgal sırasında binada geniş çapta tahribat yapıldığından onarım için okul bir süre kapatıldı.

14. Silahlı 5 kişi,, Manisa'nın Alaşehir ilçesinde yapımı devam eden Avşar Barajı şantiyesinden 6 bin adet dinamit lokumu çaldı. Bu dinamitlerin çeşitli yerlere yapılan sabotajlarda kullanıldığı anlaşıldı. Polis kızıl anarşistlerin kaldığı yurt larda çalınan dinamitlerin bir kıs­mını buldu.

15- Malatya'nın Yeşilyurt buca­ğında Ülkücü gençlerin toplantısı, jDir gurup aşırı solcu, silahlı militan tarafından basildi.

16. Silâhlı 5 kişi, Manisa'daki Birinci Er Eğitim Tugayı'nın leva­zım deposundan bin adet parka, 750 asker elbisesi ve bin adet po3-tal çaldı.

17. Türkiye yazarlar Sendikası tarafından düzenlenen Nazım Hik­met gününde bir konuşma yapan CHP'li Belediye Başkanı Vedat Da-lokay; «Moskova'da bulunan Nazım Hikmet Verzanski'nin mezarını Tür­kiye'ye getireceğiz.» demiştir.

Tanınmış sicilli solcular tara­fından kurulmuş bulunan Türkiye

/ölücülerin Yuzaılar Sendikasının bu toplantı-binda Verzanski'den şiirler okuyan Daiokay, Moskova'ya götürdüğü topraktan dolayı tenkit edildiğini söyledi.

18. Taksim Meyda'nında oto­büs durağında beklemekte olan bir ülkücü gençkurşun yağmuruna tu­tularak ağır bir şekilde yaralandı. Sol basının komandoların vurduğu­nu iddia ettiği gencin, Ülkü Ocak­ları üyesi, Abdurrahman Devrimci olduğu anlaşıldı. Olaya tesadüfen şahit olan bekçi Nusret Çelik sol­cu katil Alptekin Samsa'yı kova­layarak, suç unsuru tabancasıyla birlikte yakalandı. Solcu katil inti­kamını aldığını söyledi.

19. Bağımsız İlerici Yapı-İ3 sendikasının 2. olağan genel kurul toplantısında, Maocu gurubun ih­barı üzerine arama yapan polis ekipleri, iki kişinin üzerinde taban­ca bulmuş suç unsuru olan bazı malzemeleri bulunduran 24 kişiyi de gözaltına almıştır.

20- İskenderun Ticaret Lise-sin'de solcu silahlı militanların sal­dırısı sonunda 2. sınıf öğrencisi ül­kücü Yavuz Çalışkan tabancayla vurularak öldürülmüştür. Silahlı sal dırıda ayrıca bir öğretmen ile 4 öğ­renci de muhtelif yerlerinden ya­ralanmışlardır. Ticaret Lisesinde bir toplantı yapan ülkücü öğrenci­ler, solun zorbalığını kınamışlardır. Savcıık olayla ilgili olarak 19 kişiyi tutuklanmıştır.

21. Antalya A.P. binasından çıkmakta olan bir guruba, solcu si­lahlı militanlar tarafından ateş açıl mış, 4 kişi muhtelif yerlerinden ya ralanmışlardır

22. Ankara'da Dikmen Büyük Ülkü Derneği kitaplığına bomba ko­nulmuş patlama sonunda geniş çapta hasar olmuş ve bitişik dük­kanda çalışmakta olan bir gencin parmağı kopmuştur.

23. Ankara'da üç ayrı binaya bomba konulmuş, patlama geniş çapta hasara yolaçmıştır.

24. Diyarbakır Merkez Banka-sı'na saatli bomba konulmuş, pat­lama sonunda binada ve çevrede ağır hasar meydana gelmiştir.

25- İş Bankasının, İzmir, Kara-taş ve Çarşı şubelerine tahrip kalı­bı konulmuş, patlama sonunda bü­yük çapta hasar meydana gelmiş­tir.

26. Ülkü Ocakları İzmir Şube­sine saatli bomba konulmuş, pat­lama hasara yolaçmış, yaralanan olmamıştır.

27. İstanbul Lâleli semtinde Rus yanlısı olarak bilinen Hüseyin Yavuz ve Baki Ünlü, Maocu oldu­ğu iddia edilen bir gurubun silahlı saldırısına uğramış ve yaylım ate­şine tutularak öldürülmüşlerdir.

28. İstanbul Şehremini Lisesi öğrencileri okuldan çıkarken, karşı

apartmanın alt katına pusu kuran solcu rniiitanlaıın kurşun yağmuru­na tutulmuşlardır. Atılan kurşunlar dan ülkücü Serdal Demirdal ile Na­dir Kâhyaoğlu yaralanmışlardır. Ayrıca Şükran Özaksoy isimli bir ev kadınıyla Adana öğrenci yurdun da kalan Orhan Saraç isimli genç bacaklarından yaralanmışlardır. Li­se öğrencilerine rastgele yaylım ateşi açan ve Maocu olduğu bildi­rilen silahlı gerillalar, olay yerinden kaçmayı başarmışlardır.

29. Mersin Eğitim Enstitüsün­de çıkan çatışmada, solcu militan­ların kurşunlarıyla biri ağır olmak üzere 6 öğrenci yaralanmıştır. Ol ry la ilgili olarak bir solcu gözaltına alınmıştır.

30- Samsun Ülkü Ocakları ile Ülkü-Bir şubesine konulan bomba, güvenlik kuvvetlerinin zamanında müdahale etmesiyle, zararsız hale getirilmiştir.

31. Turgutlu'da İş Bankası şu­besine bir kamyondan patlayıcı madde atılmıştır. Hasara yolaçcn tahrip kalıbının atıldığı kamyonun plâkasını polis tesbit etmiştir.

32. Van Atatürk Lisesi öğren­cisi Zeki Sınır, solcu Muammer Ay­dın tarafından bıçaklanarak yara­lanmıştır. Polis üç öğrenciyi gözal-altına almıştır.

33. Bandırma MHP İlçe_Binası bombalı saldırıya uğramış, gecenin yarısında meydana gelen patlama hasara yol açmıştır.

34- İstanbul Teknik Üniversi-nj işgal etmek isteyen Maocu ve Rusçu gurupların kendi maların­da çıkan çatışmaya polis müda­hale etmiştir.. Bir polis ve 5 solcu yaralanmıştır.

35. Şişli Siyasal Bilgiler Yük­sek Okulu'nu işgal eden solcular, okul içinde şiddete başvurunca, pencerelerden atlayarak kaçmak isteyen 5 öğrenci yaralanmıştır-

36. Rize'de Yüksek İşletme­cilik Okulu öğrencisi Mehmet Ka­radağ, solcu militanların sopalı, zincirli saldırısına uğramış ve muh telif yerlerinden yaralanmıştır.

37. Cihanbeyli'de bir evde kalmakta olan 5 ülkücü öğretmen n bulunduğu daire, gecenin geç sa­atlerinde kurşun yağmuruna tu­tulmuştur. Kaymakamın ev:nin hs men yanında bulunan ülkücü öğ retmenlerin kaldığı bina önün tabanca mermisi kovanı bulunmuş tur.

Yukarda kısaca tesbiti yapı­lan cinayet, sabotaj ve soygunla­rın, sadece basına intikal edenler­den seçilmiş olduğunu ifade et­mek isteriz. Kızıl gerillaların mey­dana getirdikleri silahlı şiddet ha­reketlerinin sayısı daha da fazla­dır.

Bir hafta içinde (19-26 Ocak) 15'e varan bombalı sabotajın "ya­pılması; askeri bir depodan külli­yetli miktarda parka, asker elbi­sesi ve postalın çalınması ile yine başka bir depodan 6 bin dinamit lokumunun kaçırılması, kızıl geril­

lacılığın nereye gitmek istediğini, nasıl gitmek istediğini açıkça gös­teren kesin delillerdir. 12 Mart'ta da biz askeri silâh ve teçhizatla kendini tanıtan kızıl gerillaların neler yapabildiğini gördük. Aynı

oyun tekrar sahneye konmuştur. Diyarbakır'da Merkez Bankasına yapılan bombalı sabotaj, 10 kadar ülkücü kuruluşa ve MHP binaları­na konulan dinamitler, de hedefle­rin hangi doğrultuda gelişeceğini işaret etmektedir.

5 kişinin ölümüne, çok sayıda kişinin yaralanmasına, milyonlar­ca lira zarara yolaçan kızıl geril­lacılık, yakın bir zamanda; devlet adamlarına, ordu komutanlarına, polis şeflerine ve bazı stratejik noktalara saldırı şekline dönüşür­se hiç şaşmamak lâzımdır. Bir haftalık kızıl gerilla faaliyetlerinin yapısı bu hedefin güdüldüğünü şimdiden göstermektedir.

Memleketimizin karşılaştığı bu komünist gerilla saldırısı kar •: sında, denge siyaseti ve parti çı­karının tesiriyle gerçeklere yanaş­mama hali devam ederse, ciddi en dişe duymamak mümkün değildir. Ülkücü gençliğin, devletin ve va­tanın bütünlüğünü yıkmaya yöne­len saldırılar karşısında teslim ol­madan direnmesini, bir nefis mü­dafaası olarak değil de, düşman hareketi gibi gösterme gayretleri, artık gafillikle bile izah edilemez Vakit geçmeden uyanalım, dostu­muzu, düşmanımızı birbirinden ayı­ralım.

Ülkü Ocakları Genel Başkanı Se-lâhcttin Sarı Konuşması sırasında.

Ü.O.D. GENEL BAŞKANI SELAHATTİN SARININ İLK BEYANATI :

Anarşinin tek sorumlusu ola­rak sol'u göstermiş ve Ülkücü TürK Gençliğinin Türk Devletinin yanın­da meşru müesseselere saygılı ola­rak mücadelesini kanunlar çerçe­vesinde demokratik yollardan sür­düreceğini beyan etmiştir.

Ülkü Ocakları Genel Başkanı Selahattin Sarı daha sonra «Ülkü Ocağımız 1977 yılını fikir tartışma­sı yılı olarak ilân etmiş ve Türk Gençliğinin eline silâh değil kalem yakışacaktır.» demiştir.

Fakat kızıl gurkaların bu çağrıya kan dökerek cevap verdiklerini be­lirtmiş ve ilgililerin bu şiddet, terör ve vahşet saldırılarına artık bir son verdirmesini istemiştir.

Page 11: Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin

Milli Eğitim Bakanlığı ve Eğitim Enstitüleri ABDÜLHÂDİ TOPALLIOĞLU

Bir yıldan beridir Eğitim Enstitüleri M;lli Eğitim Bakanl.-ğının birinci derecede meselesi haline getirilmiştir.

Meseleyi sathi olarak mütâ-la edenler, eğitim enstitüleri'n deki huzursuzluğu iktidar muha­lefet mücadelesi şeklinde yorum lamakta veya bir sağ-sol çekiş­mesi halinde görmektedirler.

C.H.P. liler kendi göıüşie-rindeki gençlerin bu enstitülere yerleşmesini buradan mezun ol­masını, A.P. lilerde kendi fikri-yatlarındakilerin buralara alın­masını arzulamaktadırlar. Bu ar zunun tahakkuku nisbet nde ses­ler yükselip alçalmaktadır. Sol­cular fazla alınınca, sağcıların sağcılar fazla alınınca solcula­rın muhalefet sesi duyulmakta­dır. İmtihanlar sümme tedarik yapılıyor, öğrenciler alınırken, bilhassa mülakatlarda, bu ço­cukların kafa yapılarına bakıla­rak alınıyor. Kabiliyetleri nazarı Itibare alınmıyor diyorlar.

Bu yıl alınan öğrencilerin ise, «büyük kısmının Ülkücü de­nilen komandolardan seçildiği» iddiası ile, sağı temsil eden hem A.P. nin ve hem de solu temsil eden C.H.P. nin sesleri duyuldu Bu duyuluş sebebi iledir ki, im­tihanlar yenilendi, bir evvelki imtihanlarda kazanan bir kısım öğrencilerin imtihanı kaybetme­leri ve yeniden bir kısım öğren­cilerin alındığı öğrenildi. Gene de bu muterizlerin sesi durmadı. Müktesep hakları ellerinden a ı-nanların acı dertleri yetmiyor­muş gibix yeniden alınanlar için de feryatlar durmamıştır. Siyasi partilerin müracaatları, beyan­ları ve danıştay'ın iptal karar­ları devam edip gitmektedir. Gerçeklere inilmediği müddetçe bu feryatların sonu da bir türlü alınamayacaktır. Bin kere de im­tihanlar yapılsa, bin kere de ip­tal edilse sonuç budur. Neden budur?

Millî eğitim, ismi üzerinde bir milletin milliyetinin tecelli ve temerküz edeceği yerdir. Türki­

ye Cumhuriyeti kanunları, Tür* devlet felsefesinin temeli Milli­lik vasfında ve bu vasfın eği­tim istikâmeti olan milliyetçilik­te toplanır. Yani Türk Devle.i-nin müesseselerine istikamet veren temel görüş milliyetçilik­tir. Bilhassa milli eğitim bakan­lığı bunun gerçekleştirilmesin­den sorumlu başlıca müesse­sedir. Zira, Türk gençlerini ye­tiştirecek Öğretmenlerin, öğret­menlerini yetiştirecek, müesse­selerin bu hususta siyasete, ta­vize yer vermeyecek başlıca te­minat mahalli burasıdır.

İmdi hal böyle iken, bir za­manlar devrim ve inkılâplar adı­na bu müesseselerden yetiştiri ien, sözde insancıl beynelmlnelol ve sözde lâik öğretmenler elinde, Milli Eğitimimizin, bilhassa köy Enstitülerinin nereden nereye geldikleri bugün ayan beyan or­tada göründüğü gibi, b:lhassa 196C can sonra, yurdumuzda gemi azıya alan sosyalizmin ko münizmin ve mao'izmin yurdu nasıl badirelerle karşı karşıya getirdiği gözler önünde durmak tadır.

Komünizmin, Üniversitele­rimize, eğitim müesseselerimize, işçilerimiz arasına sokmak i -tediği nifak ürünleri ortada dur­maktadır. Cumhuriyet Halk Par tisi döneminde, Milli Eğitim Ba­kanlığının gafleti son haddini bulmuş, bu gafletten istifade eden marksist görüş taraftar lan, fikirlerini ve eylemlerini eğ -tim müesseselerine ve bilhassa yatılı bölge okullarına ve Eğitim Enstitülerine sokmuşlardır. O kadar ki, CHP. si ve M.S.Par­tisi koalisyonu zamanında, millî eğitim bakanının değil, Milî Eğitim Bakanlığının değil, doğ­rudan doğruya İLK-SEN'in, TÖB'ün, genel başkanlarının, Genel Yönetim Kurulunun ver­diği direktife göre, Türkiye'deki Millî Eğitim prensipleri uygulan­mıştır. Gerek llk-Sen'In ve ge­rekse TÖB'ön ayni temel felse­fede bulundukları genel başkan

larının ifadeleri ile sabittir. Bu her iki kuruluşun verdiği isti­kamete göre, Türkiye'nin bütün okullarında icrayi faaliyette, eğ: tim ve eylemlerde bulunulmuş­tur.

Bu her iki kuruluş felsefe­sine istinaden öğretmenlere ve­rilen seminerlerde ifade edilen esas prensip şudur. (Öğretmen­lerin sorunu Türkiye sorununa bağlıdır. Öğretmen sorununun çözümü, Türkiye sorununun Çö­zülmesi ile halledilebilir. Bu so­runun çözülmesi ise, Diyalektik materyalizmin öğrenilmesine ve bunun tatbikine bağlıdır. Onun için Öğretmen, eğitimi öğretim için değil, eğitim eylem için ya­pacaktır. Notu buna göre vere­cektir. Her devrimci eylemin için de ve başında bulunacaktır. V.-lâyet valilerinizden korkmayın, çekinmeyin bu eylemleri yüpma sizin anayasal hakkınızdır)

İşte İık-Sen ve TÖB'ün ver­diği bu direktif öğretmenlerin istikameti olmuş, M:llî Eğ.tim Bakanlığının millî görüşü yürü-tülmemiştir.

Bu sebeblerdendir ki, mahal lin, muhitin durumuna göre, ba­zı yerde mezhepçilik, bazı yerde etnik gurup, bazı yerlerde ileri­cilik, bazı yerlerde solculuk per desi altında oyunlar oynanmak­ta, nifak yaratılmakta idi.

Bu düşüncelerle şartlandın

lan öğretmenlerin Eğitim Ensti­tülerinde yetiştirdikleri ve okul­lara gönderdikleri öğretmenle­rin de eğitim sistemleri bu çer­çeve içinde cereyan etmekte idi

Bugün, programından, mi.lî istikametinden, inhiraf ettirilmiş bir nizamı, gerçekj yörüngesine oturtmak isteyen, Anayasanın, kanunların ve milli eğitim tali­matlarının istikametinde öğret­men yetiştirmek için alman ted­birlere, partizanlık yaftasını ya pıştırmak, ne insanlığa ve ne de gerçeklere uygun düşer. Türkiye'yi milli devlet vas­fından uzaklaştırmak isteyen­lerle, Milli devleti korumak teyenlerle, Milli devleti korumak isteyenlerin, maneviyatçılarla

maddecilerin bu mücadelesinde, her milliyetçi kuruluşun, bugün­kü Milli Eğitim Bakanlığının tu­tum ve devranışını kumusun, b j günkü Milli Eğitim Bakanlığının tutum ve davranışını parti mülâ­hazasına bakmaksızın destekle-mesidir. Bu desteklemeyi yap­mayan kuruluşların hüsniniye-tinden bahsetmek mümkün de­ğildir.

Bu milli mücadelede Eğ't'm Enstitüleri genel müdürünün ka nuni, milli ve haklı direnşini tak­tirle karşıladığımızı, bu davranı­şı tüm devlet organlarındaki görevlilerden de beklediğimizi ifade etmek isteriz.

KURTULUŞ 9 IŞIKÇILARIN HA REKETİNDEDİR

(Baştarafı Sayfa 2'de) ki idarelerin Türkye'yi yabancı devletlerin menfaat çekişmeleri nin alanı haline getirdiğini, inşa nin ihmGl edildiğini, yahut sis­temli olarak yabancılaştırmak istendğini, bu sebeple ü'kemi-zin tam anlamıyla bir buhrana sürüklendiğini çeşitli misaller vererek anlatmış sözlerini şöyle tamamlamıştır. «Türk mTetini tarihi çizgisine oturtacak, insa­nını kendi kültür dünyasının tu­tarlı mensubu yapacak, iktisatta,

sanayide ve ah âkta en ileri Türkiye'yi meydana getirecek hareket, 9 Işıkçıların imanlı ha­reket dir.» demiştir.

Deha sonra yapılan seçim­lerde, başkanlığa Halil Şakir Taş;ıoğlu ittifakla seçilmiştir. Yönetim kurulu üyeliklerine ise-. Mehmet Koç, Muharrem Yıldı­rım, Seyyar Aksoylu, Kâzım To­puz, Fatih Atalay, Özgür Dik­men, Ömer Yavuz, Mustafa Gü-rer, Ömer Süzgün ve Bircan Türkmen seçilmişlerdir.

mmamammmmm


Recommended