Upload
cahit-tan
View
243
Download
2
Embed Size (px)
DESCRIPTION
"Zilan'ın" çığlıklarını duyun.
Citation preview
1 Xarxus
2 Xarxus
Xarxus Dergisi’nin 2. sayısıyla nihayet karşınızdayız. E-dergi olarak yolumuza devam
diyoruz. Xarxus dergisi 1. sayısıyla çok geniş bir kesimin dikkatini celbetmişti. Biz de
ikinci sayısıyla Allah izin verirse değerli dostlarımızı sizinle buluşturacağız.
Bu sayımızın kapak resmi olan Enternasyonal adlı yağlı boya tablo çalışması için Sayın
Haşim Arslan’a çok teşekkür ediyoruz. Bize şu günlerde Arap ülkelerinin aslında devlet
olmadıklarını sadece zulme en iyi yerden seyirci bileti almış kukla devletler olduğunu,
aslında bir milletin dilini kullanabildiği halde yinede sömürge olarak kalabileceğini dil
yazısıyla gösteren Sayın İbrahim Gündem’e ve modern yamyamlar olan 1995 Sırplarına
Boşnakların kanını dolunay çıkmadan ısmarlayan Birleşmiş Milletler Örgütüne bel bağlayıp
ABD’nin çocukları sarin gazıyla titretmeden, öksürtmeden keleşlerle rahat rahat vurun
demesine seyirci kalan Dünya’ya, Sisi’ye pisi pisi eden milletlere bir tepki olarak yazdığı
yazısı için Muhammed Mustafa Demir’e, dergimizin kültürel bir değer kazanmasına olanak
sağlayan eleştiri yazısı için Erkan Çıplak’a, Urartuların sanatını hatırlatan Xarxusluların
nasıl su kanallarını birbirinin üzerinden geçirdiğini çektiği fotoğrafla bize anlatan
Atilla’ya ve dergimizin adını da taşıyan Xarxus köyünden bir eski zaman çocuğunun nasıl
bir darbe yediğini anlattığım yazım için kendime, emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum.
Elbetteki çok arkadaşımızın dergiye katkısı olsun istiyoruz bize söyleyecek bir cümlesi
dahi bulunan dostlarımızı bekliyoruz. Amacımız faili mesul olan kalemleri okuyucularıyla
buluşturmak.
Vesselam...
Cahit Tan
3 Xarxus
4 Xarxus
SEN ÇOK YAŞA MARTİN
(Erkan Çıplak)
Eskiden, sinema filmlerinin duyurularında yer alan bir
tanımlama vardı: “32 kısım tekmili birden” diye. İşte Jack
London’ ın Martin Eden’ i böyle bir kitap. Kitapta; yok, yok.
Aşk, tutku, hırs, acıma, kavga, yoksulluk, açlık, acı, şöhret,
bunalım, intihar… Martin’ in hayatının kısa bir kesitine
ustaca sığdırılabilmiş bu kişisel duygular, felsefe,
psikoloji, sosyoloji ve edebiyat gibi bilimlerin kuramları
altında ışığa tutulmuş ve tartışılmış.
Martin’ in, tesadüf eseri karşılaştığı bir burjuva ailesine
öykünmesi ve kızlarına duyduğu sevgi ile başlayan serüveni
başından sonuna kadar bir solukta okunabilecek bir akıcılık
ve merakla devam ediyor. Martin’ in -aydınlanma süreci
diyebileceğimiz- bu süreçte yaşadıkları inanılmaz. Onun
gençliği, enerjisi, azim ve kararlılığı, sabrı insanı
etkilerken, geçirdiği duygusal ve zihinsel devinimler ise
insanı büyülüyor. Bir şeyi merak ediyorum. İçinizde,
Martin’ in, Brissenden ile girdikleri felsefi muhabbetleri sıkılmadan okuyan oldu mu? Ya
“Gerçek Pislik” te geçirilen -Martin’ in hayatımın en güzel gecesiydi dediği- gecede,
Nietche, Schopanhaur, Kant, Helbert Spencer, Berkeley gibi felsefecilere dair yapılan
muhabbetten bir şey anlayan oldu mu? Eğer bu sorulara kısmen de olsa “evet” cevabını
verebiliyorsanız, rahatlıkla sizin de aydınlanma süreci içerisinde olduğunuzu iddia
edebilirim.
London’ un, 1909 yılında, 33 yaşında, Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş gibi romanları
yayınlandıktan ve şöhret olduktan sonra yazdığı Martin Eden adlı kitabında, kendi
yaşamından karelere çokça yer verdiği bilinmektedir. Martin’ in, büyük bir yazar olma ve
ekmeğini yazarlıktan kazanma ideal ve çabası aslında London’ un yaşanmış anılarının
izdüşümüdür. Bu yönüyle Martin Eden’i, bir otobiyografi kitabı olarak da okumak gerekir.
Kitabı kurgusal olarak şu şekilde özetleyebilriz: Martin’ in, burjuvaya duyduğu öykünme,
Ruth’ a olan sevgisi, yetersizliklerini keşfedişi, yaşamını sürdürebilmek için verdiği
kavgalar, açlıktan ölmemek ve yazdığı yazıların yayınlanması için dergilere göndermek
üzere yaptığı posta masraflarının karşılanabilmesi için verdiği insanüstü entelektüel ve
ekonomik çabalar, geçmişiyle yüzleşmesi, aydınlanma süreci ile paralel olarak olarak
öykündüğü hayatın boşluğu üzerine keşifleri, sevgiyi tartışması, güzelliği araması,
farklının ve kurulu düzenin dışına çıkanın dışlanmasına şahitliği, hayatın hiçliğine dair
tespitleri ve içine düştüğü boşluğu kesin olarak son verme hamlesi.
Bu müthiş kurgu içerisinde her şey olması gerektiği gibi giderken, Ahh be London, ne
diye intihar ettirdin Martin’i. Kahramanımızın tüm aydınlama süreci sonucunda edindiği
gerçek; ‘görev tamamlandı’ duygusuyla içine düştüğü boşluk muydu yani. Oysa ki, Martin’ i
5 Xarxus
hayata bağlayabilecek Lizzie fırsatı vardı. Bu kızın baştan sona kadar Martin’ e duyduğu
gerçek sevgiye niçin saygı göstermedin? Genç ve sağlıklı bir bedene sahip Martin’ in,
ruhunun iyileşmesi için biraz daha bekleyemez, Lizzie ile birlikteliğini sağlayarak bir şans
daha veremez miydin? Lizzie, Martin’ in sınıfından ve onu olduğu gibi kabullenen ve “senin
için ölürüm” diyen biri değil miydi? Üstelik, “sen hastasın” diyebilecek kadar öngörülüydü
bu kızcağız. Olmadı. Yaptıkları ile milyonların beğeni ve hayranlığını kazanan
kahramanımız, hayat denen savaş sahnesini böyle kendini boşluğa bırakarak üstelik
gencecik bir yaşta terk etmemeliydi. Onun daha devireceği önyargılar, kavga edeceği
serseriler, tartışacağı öküz kafalılar vardı. Aslında London, müslümanların peygamberi
Muhammed’ i tanısaydı, kahramanını boşluğa bırakmazdı diye düşünüyorum. Martin, tıpkı
Brissenden ve Gerçek Pisliktekiler gibi hayata dair yazılan her şeyi okumuştu. Batı
medeniyetinin tüm düşünsel evrimlerini okuyan, tartışan, değerlendiren ve sonuçlar
çıkaran Martin, Doğu’ yu es geçmiş. Ama bu onun suçu değil. Doğunun ve özellikle de
müslümanların, kahramanımızın önüne koyabileceği bir medeniyeti kalmamış ki. Haksızlık
etmeyelim, kalmış olsa bile endüstriyel editoryalın, bunu Batılılara sunmaya niyeti
olmamamış ki.
İlk olarak 2011 yılında okuduğum ve o zaman beni derinden etkileyen kitabı, aradan iki
sene geçtikten sonra yeniden okuduğumda tekrar sarsılabileceğimi tahmin etmemiştim.
Martin’ in, hayata beton gibi çakılmış, aydınların yerinden kıpırdatmaya cesaret dahi
edemediği önyargı ve dar görüşlülükleri kısa sürede darmadağın eden düşünsel gelişim ve
aydınlanma sürecini coşkuyla selamlıyor ve SEN ÇOK YAŞA MARTİN diyorum.
6 Xarxus
LİSAN LAL OLUNCA
(İbrahim Gündem)
Bir milleti millet yapan
ve milli şuuru doruğa
çıkaran , nesiller boyu
irfani duyguyu aktaran
tek araç dildir.
Bir milleti
fakirleştirmek , öksüz
bırakmak o milletin
mana kökleriyle
oynamak , kültür
şuurunu yok etmek ve
onun genleriyle
oynamayı dilden
başlandığı zaman o
millet yok edilmiş
demektir. Çünkü geçmiş
geleceğe beyan yoluyla
aktarılır. Aktarılmadığı
taktirde o toplumun
her merciinde lallikler
başlar ve toplum
ilerleme açısından kısır
kalmış olur.
Toplumdan bireyselliğe
doğru yöneldiğimizde
yine dil faktörünün
önemi baş
göstermektedir. Şöyle
ki ; bir bireyin sağlam
bir düşünce
kapasitesine sahip
olması , kendi öz
varlığının farkında
olması öncelikle
anadilinin kullanılması
bunun düşüncesine
yansımasıyla
gerçekleşmektedir.
Albert Camus: '’
İnsanın gerçek
anavatanı ana dilidir.
Ben onun sınırlarında
nöbet tutarım’'
demektedir. Kültür
emperyalistleri
tarafından
sömürülmeyen katıksız
bir kültür , özsel
değerlerinin sağlam
temellere oturulduğu
bir ortam ancak
anadilin hakim olduğu
sınırlarda
gerçekleşebilir, hayat
bulabilir. Bunun için
kültürün zedelenmemesi
için dilin korunması ,
yozlaştırılmaması
gerekmektedir.
O zaman ana sütüne
benzettiğim 'anadili'
korumalı ve onun
sınırlarında ebediyen
nöbet tutulmalıdır, diye
düşünüyorum.
7 Xarxus
İNANDIM VE İNANDIK (Muhammed Mustafa Demir)
Ne yana dönsek boş kim der ki Dünya güzel sonsuzluğu duymuş olana, kim der ki Dünya
kafi kim der ki Dünya yeter öleceğini bilene . Kalır mı bu dünya sana veya bana? Hadi hadi
söyle varsa sonsuzluk dünyada anlatta ben de bileyim yok değil mi? Sende benim gibi iyi
biliyorsun ki yok. E neden bu zülüm neden bu göz yaşları neden bu ölüm!
Bağırasım geliyor onlara ben buradayım neden öldürüyosunuz o çoçukları neden? diye.
Ben yaşadım çoçukluğumu ya onlar ya siz? Siz doyamadınız galiba ondan alıyorsunuz
çoçukların kanlarını işitiyor musunuz sesimi ya da tükürdükçe yüzünüze yağmur mu
yağıyor sanıyosunuz?
Kevsere inandık biz , toplanacağımız güne, İsa peygambere inandık biz, Musa peygambere
inandık biz. Ama ‘O’na aşık olduk ve inandık onu yaradana Allah’a ve ‘O’ söyledi ve öğretti
bize masumun kanı yerde kalmaz diye inandık inandık ve yine inandık...
İnandık biz inandık ki boşuna değil o akan kanlar Suriye’de Mısır’da elbet görülecek
hesabı elbet Kahhar ismiyle zuhur edecek Allah inandık Elhamdullillah.
İnan Irak’taki kardeşim Ayşe seni de unutmadık ya da doğu Türkistan unuttuk sanmayın
sizi evet uyanacak Seyid onbaşılar elbet uyanacak ulubatlı Hasan’lar elbet inandık dirilişe
ilk gün ki gibi inandık cehennme cennete inandıgımız gibi.
Ya Musab’lar ya Bilal’ler onlar öldü mü sanırsınız bakın ve bilin ölmedi onlar, ölemezler
inanan ölmez, sonsuzluk kapısını açar ve sonsuzluğu yaşar. İnandık bizde, bizlerde.
Biz inandık çünkü o emindi, emir-il mümin’indi ve o dedi ki bize “Cennete her giren kişi bir
daha çıkmayı istemiyecektir bir grup hariç işte onlar şehitlerdir’’ kim demiş siz boşa
ölüyosunuz kim demiş siz öldünüz diye. Ben susayım da Seyyid Kutup tamamlasın
sözlerimi
‘’Kardeşim sen parmaklıkların arkasında olsanda özgürsün
Kardeşim sen prangalara vurulsanda özgürsün
Sen Allah’a baglandıgın zaman
Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki ?...
Kardeşim muhakkakki ellerinden kanlar akmıştır
Ve zillet mahkum olmaktan yüz çevirmiştir
Muhakkakki bir gün o şehadet aşıkları
Edebiyyet kanı ile cennete yükselecektir…’’
8 Xarxus
BİR ZAMANIN ÇOCUKLARI
(Cahit Tan)
Az sonra unutacağı umutları olur çocukların. Oysa çocukluk bazen kolay vazgeçebilmektir
bazen de zor ikna olabilmektir.
Xarxus’ta bir dönemler, çocukların onu sevme
beni sev diye annelerine kıskançlık
yapabilecekleri bir vakitleri yokmuş. Ne dur
düşünelim karar verelim diyecekleri bir zaman
dilimleri ne de hadi şunu yapalım beyler
diyebildikleri bir özgürlükleri varmış, bu bir
zaman çocuklarının. Şu an ki halkın yerine
nasıl ki; “dur biz senine yerine düşünelim”
diyen bir devlet varsa o zamanlar da babaları
devletmiş bu çocukların. Hep geleceklerini
düşünmüşler fedakar babalar kendilerinin,
çocuğunun değil. Aslında halen hatırlıyorlar
bir zamanın çocukları, babalarının kendilerine
ilk öğrettikleri şeyi; arazilerinin sınırlarının
nasıl olduğunu. Sayı saymayı bir “hevşinin”¹
kapısında öğrenmiş Xarxus’un bir zaman ki
çocukları. Renkleri, beyaz hamur kağıda basılı
ücretsiz devlet kitaplarında ki cicili bicili
börtü böcek resimleriyle öğrenmiyorlardı
elbette ki. Yeşil rengini başlı başına
Xarxus’ta, sarı rengini sonbaharın yapraklarını yakmak için topladıklarında. Siyahı çoğu
zaman ahırda öğrenirlerdi. Bazı renkleri ise halen bilmezler bir zamanın çocukları. Suyun
merhametine bir çeşmenin başında, hiddetine ise Delekor deresinin sonbahardaki
sellerinde şahitlik ederlerdi. Bir zamanın çocukları nazar edilmemek için nazar sakızı
çiğnemezlerdi kendi elleriyle toprağı kazıp otun sütünü alırlardı sonra da güneşte
kaynatıp iki gün boyunca sert sert çiğnerlerdi benişte kanokéyi². İşte böyleymiş bizim
köyün bir zaman ki çocukları.
Bunlar karar varmişler biz de okullu olacağız sınıfları dolduracağız diye ama Xarxus’ta
okul ne arar. Ver elini Yibo demişler çıkmışlar bé bext³ Erciş’in yoluna. O zaman devlet
yine halkının yerine canla başla düşünüyormuş o asla var edemeyeceği aklıyla. Güzelce
düşünmüş demiş ki ben bu Xarxuslu çocukları okula alırım devlet babanın Yibo’sunda
okurlar ama bir şartım var. Bizim bilinç fışkıran dehalarımızda demişler ki efendim nedir
sizin bu şartınız. Demişler hükümet ana devlet babaya demiş ki bu Xarxuslular kızlarınıda
9 Xarxus
1okula kaydetmezlerse erkek öğrencileri almamakla tehdit edin. Yibo’nun dikta rejimi de
bizim Xarxusluları tehdit etmiş. Tabii Xarxusluların böyle bir şey işine gelmez mi? Hem
geçmişten beri edindiğimiz tecrübelerle Xarxusluların bir felsefesi de şudur bizce;
Xarxuslular uğraşmazlar, uğraştırırlar.
Xarxuslular devlet babanın politikalarıyla uğraşmazlar mesela. Çünkü her evin kız evladı
yokmuş ki, bir zamanın çocukları okula onlarla kaydolabilsin. E bazı evlerin de erkek
evlatları yokmuş. Sonuçta bizim bir zamanın kız kardeşi olmayan çocukları başka ailenin
kız çocuklarının babalarına bin bir türlü telkinde bulunmuş ikna etmişler. Uğraşmışlar
yani. Tam da okul heyecanı onları sararken bizim kız çocukların babaları bu defa
vazgeçmesinler mi?
(Kısaca yazımızın sonunda belirtelim: (1968-85) yılları arasında şehir merkezindeki yatılı
okullarda okumak zorunda olan bazı erkek çocuklar devletin kız çocukları okullara teşvik
etmek amacıyla uyguladığı bir politikanın mağduru olmuşlardır. Hükümetin kız çocukları
okula teşvik etme programı şu şekildeymiş; okumak isteyen her erkek çocuk mutlaka
okula bir kız çocukla birlikte getirilip kaydedilmek zorundaydı. Bu durumda okumak
isteyen erkek çocuğun ailesi aynı zamanda kız çocuğunu da oğluyla okula göndermek
mecburiyetindeydi kız kardeşi olmayanlar erkek çocuklar da kendi köyünden ikna ettiği
bir ailenin kız çocuğuyla ancak okula gönderilebilirdi.
Yazımızda köylerin zor şartları altında yetişen çocukların, küçük yaşlarının daha fazla
katlanamayacağı sıkıntılardan kurtulabilmek için okumak istemeleri ve köyün çocuklar
üzerindeki itici havasının onları okula gitmesi için nasıl bir motivasyon oluşturduğu ,
motivasyonlarının nasıl hükümet poltikasına takılıp söndüğü, kız çocukları okullu
yapabilmek için bazı erkek çocuklarının okuyamamasına nasıl sebep olunduğu
anlatılmaktadır.
Bizim bu yazıyı kaleme almamızı isteyen Xarxuslu İbrahim Bey o zamanlar okula gitmek
isteyen çocuklardan biriymiş. Kız kardeşi olmadığından dolayı kendi köyünden Feqi(Ali)
amcasını ikna etmiş kızını kendisiyle okula göndermesi için, ama tam okula kaydolma
zamanları gelince Feqi amca demiş ki ben vazgeçtim, kızımı okula göndermiyorum. Feqi
amca vazgeçince İbrahim Bey okula gidememiş. Bu sebeple okul hayalleri suya batmıştır.
Bize sadece konuyu açan İbrahim Bey oldu kim bilir daha başka köylerde bu şekilde ki
teşvik programının kurbanı olan kaç kişi vardır.).
1: Hevşi: Tavansız etrafı kapalı ahır ağızlarındaki hayvan barınağı.
2: Benişté Kanoké: Yöredek isakız bitkisinden elde edilen doğal sakız. 3: Bé bext: Bahtsız.
10 Xarxus