32
Sayý: 2008/06 8 Þubat 2008 50 YKr

Sayý: 2008/06 8 Þubat 2008 50 YKr - kizilbayrak.orgkizilbayrak.org/2008/sikb.08.06/sikb 2008 - 06.pdf2 ★ Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa,

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Sayý: 2008/06 8 Þubat 2008 50 YKr

2 � Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERSahte kamplaşmalar köleliğe vekaranlığa, devrimci sınıf mücadelesikurtuluşa götürür!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 3“Demokratik çözüm yürüyüşü”engellemelere rağmen gerçekleşti!. . . . . 4Haklarımızı korumak için militan sınıfmücadelesi! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5SSGSS karşıtı Adana mitingine 3 biniaşkın işçi ve emekçi katıldı... . . . . . . . . 6İş cinayetinde 23 yeni ölüm! . . . . . . . . . 7Davutpaşa katliamına tepkiler... . . . . . . . 8“Artık yeter! İş cinayetlerine son!” . . . . 9Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan... . . 10Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüzesaygı mitingi”… . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Binlerce Tekel işçisinden özelleştirmekarşıtı mücadele kararlılığı. . . . . . . . . . 12TÜMTİS işçilerinden eylem... . . . . . . . 13SSGSS karşıtı faaliyetlerden... . . . . . . . 14Basın sansürü ve görevlerimiz . . . . . . . 15TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...Kadın sorunu ve sınıf içinde kadınçalışması / 1 . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm! . 19Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerinekonuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21160. yılında Manifesto günceldir!. . 22-23Solun Komünist Manifesto ile sınavı... 24“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!”Nokia işçilerinin dayanışma çadırındahayat buluyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25Irkçı siyonistler Lübnan hezimetini itirafettiler! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Çad’da gerici güçler arası iktidar savaşı! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Türk sömürgeciliğinin değişmezunsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon veimha! - M. Can Yüce . . . . . . . . . . . 28-29Ankara’da ortak panel... . . . . . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.de

http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkİSTANBUL

Tel: 0 (212) 426 63 30

Genel Dağıtım:YAYSAT

Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008Fiyatı: 50 Ykr

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

İş cinayetlerine her gün yenileri ekleniyor.Davutpaşa’daki patlamada ölenlerin sayısı 23’e çıktı...Tersaneler cehennemi artık iş cinayetleriyle anılır halegeldi. Asalak tersane patronları her yaşanan işcinayetinin arkasından adeta işçilerle alay eder oldular.En son Şahin Çelik Tersanesi’nde iş cinayetine kurbangiden Metin Turan adlı işçinin cenazesi karşısındaŞahin Çelik patronun yaptığı açıklama bunu bir kezdaha gözler önüne serdi.

Peşpeşe yaşanan iş cinayetlerine karşı tepkiler debüyüyor. Sendikalar, meslek odaları, ilerici ve devrimcikurum ve güçler yaptıkları açıklama ve eylemlerle işcinayetlerini protesto ediyorlar. Ancak ortaya konulantepkilerin düzeyi ve çapı henüz belli sınırları aşmışdeğil. Bu kadarının yeterli olmadığı açık. İşçi sınıfınınher gün birer birer kurban verdiği sınıf kardeşlerinisahiplenmesi, asalak sermaye sınıfından ve onlarahizmet eden hükümetten işçi sağlığı ve iş güvenliğitedbirlerinin alınması için harekete geçmesi artık birzorunluluktur.

Tersaneler cehenneminde iş cinayetlerine karşıtersane işçilerinin tepkilerinin giderek daha örgütlü vedaha hedefli hale gelmesi umut vericidir. Ancak butepkilerin tersane işçilerinin ağırlıklı bir bölümünühenüz kapsamaması en temel zayıflık alanıdır. Ortayakonulan tepkiler büyük ölçüde sınıf devrimcileritarafından örgütlenen eylemlerle sınırlı kalmakta ve dargüçleri kapsamaktadır. Tuzla tersaneler bölgesi işcinayetlerine karşı sınıf tepkisinin geniş ölçekte açığaçıkarıldığı bir zemine dönüştürülmelidir.

Tersane İşçileri Birliği’nin 9 Aralık 2007 tarihindegerçekleştirdiği 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nın kararaltına aldığı başlıklardan biri de iş cinayetlerine karşıbir kampanyanın örgütlenmesiydi. Tersane İşçileriBirliği, bu kararını etkili ve yaygın bir çalışma olaraktersaneler bölgesinde hayata geçiriyor. Bu çerçevede 10Şubat günü Taksim/Galatasaray’da gerçekleştireceği biryürüyüşle kampanyanın bir aşamasını geride bırakacak.Ancak ölümlerin her an kapıda olduğu bu cehennemde,iş cinayetlerine karşı amansız ve dişe diş bir mücadeleyürütülmek güncel ve acıl bir görev olarak sınıfdevrimcilerinin önünde durmaktadır.

Açık ki, iş cinayetleri sorunu tüm sınıfın yakıcı ve

güncel bir sorunudur. Bu sorun tersanelerlesınırlanamaz. Sınıf devrimcileri bulundukları tümalanlarda iş cinayetlerine karşı eylemli tepkilerörgütlemek ve sınıfın eylemli gücünü hareketegeçirmek için daha inisiyatifli ve enerjik bir çaba ortayakoymalıdırlar.

İşçi sınıfı kendisini açlığa, sefalete, işsizliğe vegüvencesizliğe mahkum eden bu kölelik düzeniniyıkmak mücadelesinde daha örgütlü davranabilmeli,eylemli gücünü ve iradesini harekete geçirecek birmücadele kararlılığı içinde olabilmelidir. Kuşkusuzböyle bir sürecin örgütlenmesi çabası kendiliğindenolmayacaktır. Sınıf devrimcileri, bugün, bu çabanınmerkezinde ve önünde durmaktadırlar. Bu çabanın güçkazanması ölçüsünde de kendi tarihsel ve devrimcigörevlerini başarıyla gerçekleştirmenin tüm koşullarınakavuşacaklardır.

KKiittaappççıı vvee bbaayyii ii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Kapak Kızıl Bayrak � 3Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Anayasada türban değişikliği, düzen içi saflaşmayıaylar sonra yeniden ön plana çıkardı. 22 Temmuzseçimlerinin ardından generaller ile arkasında saftutanlar, AKP’nin mevzilerini büyütmesini kerhen veelbette mağlubiyetin zorunlu sonucu olarakkabullenmişlerdi. Kürt sorunu üzerinden estirilenşoven histeri dalgası ve sınıriçi-sınırötesi yürütülensaldırıların tozu dumanı arasında, Cumhurbaşkanlığı,Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, YÖK Başkanlığı gibikritik konumlar AKP tarafından rahatça ele geçirildi.Türban meselesinin gündeme damga vurduğubugünlerde dinci parti, YÖK bileşiminde tayin ediciçoğunluğu da sağladı. Ardından ilköğretim ve liselerdedin odaklı eğitimin arttırılması ve İmam HatipLiselilerin istedikleri üniversite bölümlerinegirişlerinin kolaylaştırılması gelecek.

Kısacası dinci parti, tekelci sermayeden gelenuyarılara aldırış etmeden mevzilerini büyütmeyi vesağlamlaştırmayı sürdürüyor. Bu konuda öylesineazimli ki, emperyalist merkezlerde patlak veren krizsancıları ve sermaye sözcülerinin bu sorunlailgilenmeye ağırlık verilmesi gerektiği telkinlerine bilepek itibar etmedi. Tıpkı 22 Temmuz’dan sonraCumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, son türbançıkışında da payanda rolünü yine MHP üstlendi.Dinci-gericilikle özdeşleşmiş bir simgeyi güyaAKP’nin kozu olmaktan çıkarmak gerekçesiyleAnayasa değişikliği önerdi. Yeni yılda sinyalleriverilen kapışmanın yeni dönemdeki ilk adımı böyleceatılmıştı. O günden beri sermayenin din simsarıkesimleri ile “laiklik bekçisi” kesilen kesimleriarasındaki sürtüşme giderek şiddetleniyor.

Anlaşıldığı kadarıyla düzen bekçileri bu kez perdearkasında kalmayı tercih ediyorlar. Aslında bunun birtercih olduğu şüpheli. Zira bir e-muhtıranın ardındanyapılan erken seçimlerden oylarını arttırarak çıkmış,emperyalist efendilerin tam desteğini almış, ardındanda ABD ile bozuk görünen ilişkileri tamir etmişsayılan AKP karşısında böyle davranmaları birzorunluluk gibi görünüyor. Dahası AKP, Kürt halkınave Güney Kürdistan’a yönelik saldırıların şovenizminetkisindeki kitlelerde kendisi payına yarattığı etkiyi dehesaba katıyor. Bu koşullarda Fetullahçı cemaatinuzantısı haline gelen emniyetin birçok ilde eşzamanlıolarak yürüttüğü ve generallerin “iyi çocuklar”ınıhapse götüren operasyonlar da rastlantı sayılmamalı.Bugüne kadar hiçbir şekilde dokunulamamışların biletutuklanması, dinci partinin rakiplerine karşı çokyönlü bir yüklenme içinde olduğunu gösteriyor.

Bu ilginç tabloya rağmen düzen bekçilerinin öneçıkmamasını geçen yıldan öğrenmelerine yorabiliriz.Hatırlanırsa onca ağır saldırıya imza atmasına rağmenAKP’nin seçimden oylarını arttırarak çıkmasındarütbeyle yürütülen muhalefetin ve e-muhtıranınönemli bir katkısı olduğu teslim edilmişti. Hatta ortayaçıkan sonuçtan generalleri sorumlu görenazımsanmayacak bir kesim vardı. Şimdi düzencephesinde generallerin hassasiyetlerini temsil etmeksivil giyimli bekçilere, CHP ve aynı çizgideki “siviltoplum kuruluşları”na kalmış bulunuyor. Laikliğinsözde bekçiliğine soyunan bu kesimlerin yürüttüklerimuhalefetin dinci gericiliğin amacına hizmet etmesiise dikkate değer yanlardan birini oluşturuyor.

AKP’nin hedeflerine doğru görece kolay yolalması, her şeyden çok destekleriyle ilgilidir. Buradaelbette işçi ve emekçilerin oy desteğinden değil,emperyalist ve yerli sermaye çevrelerinin bunu da

büyütecek tarzda sundukları çok boyutlu destekten sözediyoruz. Bu destek ise en başta işçi sınıfı veemekçilere karşı yürütülen şiddetli saldırılardolayısıyla veriliyor. İlk hükümet olduğu zamanböyleydi, halen de böyledir. Burada ABD’nin ayrıca,ılımlı İslam modeli olduğu için AKP’yi kolladığısöylenebilir. Yine de bu desteğin verilmesindebelirleyici olan, bir düzen partisinin emperyalist veyerli tekellere sınırsız ve paha biçilmez hizmetlerdebulunmasıdır. Bu bakımdan dinci parti, sermayedüzeni için olduğu kadar emperyalist güçler için deolabildiğince değerli bir uşaktır.

Onun ne denli maharetli olduğu bu son süreçte birkez daha tescilleniyor. Bir yandan öznel hedefleriçerçevesinde mevzilerini sağlamlaştırıp büyütürken,diğer yandan sermayenin ihtiyaç duyduğu saldırılarısürdürmek öyle kolay olmasa gerek. Fakat AKP tamolarak bunu yapıyor ve başarılı da oluyor. Örneğin biryandan polis devleti zorbalığını ayyuka çıkarıpdemokratik hak ve özgürlükleri kaba bir şekildebudarken, diğer yandan gerici bir simgenin kamuhizmeti alanında rahatça taşınmasını büyük birdemokratikleşme diye sunabiliyor. Bugün yaratılansahte taraflaşma, işçi ve emekçilere yönelikgündemdeki ağır saldırıları (SSGSS, özelleştirmeyağması, “istihdam paketi”, terör devletinin tahkimatı,siyasal hak ve özgürlükleri hedefleyen yasal ve fiilisaldırılar vb…) gölgede bırakacak bir güçyaratabiliyor. Zaten tehlikenin büyüğü de buradayatıyor.

Halihazırda sınıf ve kitle hareketinin dinamiğidurumundaki ileri kesimler, bu sahte taraflaşmanınetkisiyle düzene yedeklenebilirlerse, hem ağırsaldırılar engelsizce hayata geçirilecek, hem de dincigericiliğin mevzilerini büyütüp sağlamlaştırmasınatersi yönden katkı sağlanmış olunacaktır. AKP’ninhesabı budur. Bu açıdan işçi sınıfı ve emekçikitlelerin, onların ileri kesimlerinin karşı karşıyabulunduğu en önemli güncel tehlikelerden biridir.

Henüz geride kalan yıllarda ordu merkezli güçlerlearasındaki sürtüşme, dinci partinin önceki hükümetdöneminde uyguladığı saldırılara rağmen mazlum vemağdur rolü oynayabilmesini, işçi ve emekçilernezdinde yıpranmamasını sağladı. Yeni dönemdekioyun belki aynı şekilde seyretmeyebilir fakat son

tahlilde ücretli kölelik düzeninin işine yarayacağışüphe götürmez. Yeni dönemde bu kirli oyunu boşaçıkarmak, devrimci ve ilerici güçlerin, sınıf ve emekçikitleleri asli sorunlarıyla ilgili hale getirme gücünebağlıdır. Diğer türlü sermaye iktidarı içindeki taraflararasında bocalamak, birinden birinin yedeğine düşmekişten bile değildir. Bugün AKP’nin toplumu cemaateçevirerek Ortaçağ karanlığına doğru yürüttüğünü yoksaymak ne denli tehlikeliyse, başta düzen bekçileriolmak üzere laikliğin bekçiliğine soyunanların buuğurdaki katkılarını unutmak da aynı orandatehlikelidir. Unutulmamalıdır ki, dinci gericilik bizzatordu eliyle büyütülmüştür. Bu hem dinci akımın önüaçılıp özendirilerek, hem de yılların sosyalmücadeleleri ve uyanışı içinde oluşan sol ve ilericibirikim her fırsatta acımasızca biçilerek yapılmıştır.Dinci akımı yavaşlatmak için yapılan “postmoderndarbe”nin (28 Şubat) arkasından dahi asıl darbedevrimci ilerici mücadele dinamiklerine indirilmiştir.

Öte yandan türban da dahil gündeme gelen bu türsorunlara tam da sermaye güçlerinin istediği zemindeyaklaşmak, yani dinci partiyle rakibi durumundakidüzen kuvvetleri arasındaki mevzi çatışmalarınıyalnızca bu sınırlarda tartışmak, devrimci faaliyetearpa boyu yol aldırmayacaktır. Bir başka deyimle,sınıf ve kitle hareketinin verili koşullarında türban yada benzer başka sorunu kendi içinde ele almak, sonkertede düzenin işine yarayacaktır. Bu bağlamdabelirtmek gerekir ki, bugünkü toplumsal atmosferdeya da bilinç düzeyinde işçi ve emekçi kitleler sadece“ne ordu ne AKP” denilerek kazanılamaz. Sermayeiktidarının toplamı çıkarına yapılan düzenbazlığınanlaşılması için işçi ve emekçi kitlelerin ısrarla veyılmaksızın kendilerine yönelik saldırılara karşımücadeleye yönlendirilmeleri, yaşananlara da bumücadelenin aynasında bakmalarının sağlanmasıgerekir.

Bunun devrimci faaliyet açısından güncel karşılığı,çoktandır gündeme giren ve önümüzdeki uzun dönemboyunca da sıcaklığını koruyacak olan temel sorunlarekseninde sürece müdahale etmektir. Bunlarınbaşında, işçi ve emekçilere yönelik iktisadi/sosyalsaldırıların uyarıcılığını sonuna kadar değerlendirmekgelmektedir. Bu açıdan eylemli tepkilerin artışı-azalışıdeğil, saldırıların sürekliliği temel alınmalıdır. İkincisi,sınıf ve kitle hareketine sarsıcı etkilerde bulunmapotansiyeli taşıyan mevzi çıkış imkanlarına sistematikmüdahaledir. Bunun karşılığı örneğin çeşitlidüzeylerdeki özelleştirmelere karşı tepkileri militanmücadeleye kanalize etmek olacağı gibi, yaygınörgütlenme ve hak eylemlerine başarıyla önderliketmek de olabilir. Sürece müdahale ederken temelalacağımız diğer bir gelişme, emperyalist-kapitalizminyaşadığı tıkanmanın sancılı bir krize dönüşereketkilerini giderek artan şekilde hissettirmesininyaratacağı sonuçlardır. Bunlarla birlikte işçi veemekçilere yaşamı her açıdan dar eden faşist baskı vedevlet terörü, sahte demokrasiciliğe ve taraflaşmayakarşı dikkatlerin yöneltilmesi gereken bir diğeralandır.

Bu gündemleri bahar döneminin canlılığıylabuluşturabilecek bir faaliyet asgari bir başarıyısağlayacaktır. Bunun başarılmasının, dolayısıyla işçive emekçilerin düzen içi sahte taraflaşmalarınetkisinden korunmasının yolu, gündemdeki temelbaşlıklar etrafında sermaye düzenine karşıtaraflaşmadan geçiyor.

Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa,devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!

Kürt halkına özgürlük!4 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Kürt halkına yönelik inkar ve imha siyaseti devamediyor. Sınırötesi operasyonlar devam ederkenDemokratik Toplum Partisi “Operasyonlara karşıdemokratik çözüm için yürüyoruz!” şiarı ve “Kürtsorununda demokratik çözüm” talebi ile 4 Şubat’taŞırnak’a yürüyüş başlatma kararı aldı.

DTP ve destek veren kurumlar, 31 Ocak günü DTPİstanbul İl Binası’nda gerçekleştirdikleri basıntoplantısıyla Kürt halkı üzerindeki inkar ve imhapolitikalarının son bulmasını istediler.

Toplantıya katılan ESP, HÖC, Kaldıraç, KÖZ,EHP, EMEP, KESK İstanbul Şubeler Platformu, ÖDPve SODAP destek amacıyla yürüyüşe katılacaklarınıifade ettiler.

Basın toplantısında DTP adına basın açıklamasınıokuyan DTP İl Başkan Yardımcısı Mehmet Şakar,yürüyüşe destek çağrısında bulundu.

Şırnak yürüyüşü engellemelerle başladı!

Demokratik Toplum Partisi, “Operasyonlara karşıdemokratik çözüm için yürüyoruz!” yürüyüşünü 4Şubat günü İstanbul’dan başlattı. Yürüyüş, İstanbulBilgi Üniversitesi Dolapdere Yerleşkesi’nin önündenbaşladı.

Saat 12.00’de Tarlabaşı’daki DTP İstanbul İlBaşkanlığı önünde toplanan DTP’liler ve yürüyüşedestek veren kurumlar “Operasyonlara karşıdemokratik çözüm için yürüyoruz!/DTP İstanbul İlBaşkanlığı” pankartını açarak Dolapdere’ye yürüdü.

Yürüyüşe “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”,“Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Biji bıratiya gelan!”sloganlarını atan yaklaşık 400 kişi katıldı. Yürüyüşsırasında çevik kuvvet polisi Tarlabaşı veDolapdere’ye yığınak yaptı. DTP İstanbul MilletvekiliSebahat Tuncel’in de katıldığı yürüyüşün ardındanotobüslere binildi.

Otobüslere binmeden önce basın açıklaması yapanDTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, SDP GenelBaşkanı Filiz Koçali ve DTP İstanbul İl Başkanı HalilAksoy, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yoldançözümü için yürüyüş başlattıklarını, Kürt sorunununtürban sorunundan daha acil olarak çözülmeyibekleyen bir sorun olduğunu vurguladılar.

Sebahat Tuncel başlattıkları yürüyüşün birbaşlangıç olduğunu, yetkililerin Kürt sorununuçözmek için bir an önce adım atmasını gerektiğinisöyledi.

Dolapdere’den uğurlanan otobüsler Çamlıcagişelerinde durdurularak araçlarda kimlik kontrolüyapıldı. Kontrolün ardından otobüsler yola devam etti.Anadolu Yakası’nda Kozyatağı’nda da araçlara polistarafından alıkonuldu. Diyarbakır’a gidecekler,şehirlerarası otobüs terminaline yönlendirildi.

28 koldan Diyarbakır’a doğru gerçekleştirilenyürüyüş çeşitli engellerle karşılaştı.

İzmir ve Aydın’dan Diyarbakır’a hareket edenotobüsler çeşitli engellemelere rağmen yola çıktı.

İstanbul’dan yola çıkan 7 araç çeşitli engellemelernedeniyle İstanbul-Sakarya yolunu 18 saatte gidebildi.Aksaray’a varan araçlar 7 arama noktasında didikdidik arandı. Araçlarda bulunan yürüyüşçüler polis vejandarma ekipleri kimlik kontrolünden geçirildiler.

Ankara kolu ise Gölbaşı’nda polis tarafından

durduruldu. Yürüyüşçüler, otogardan Diyarbakırotobüslerine binerek yola devam ettiler.

Kars’tan yürüyüşe katılmak için yola çıkan 3minibüs, Dağpınar Beldesi girişinde polis ve jandarmatarafından durduruldu. Araçlara el konulması üzerineyürüyüşçüler yola yaya olarak devam etme kararı aldı.Çok sayıda asker eşliğinde yollarına devam edenKarslı yürüyüşçüler, daha sonra temin ettikleriaraçlarla Diyarbakır’a doğru yola çıktılar.

Malatya’dan gece yola çıkan yürüyüşçüler polistarafından engellendi. Araçlara keyfi şekilde cezalarkesen polis, kurum temsilcilerinin il dışınaçıkmalarına izin vermedi. Yürüyüşçüler şehirlerarasıotobüslere binerek Şırnak’a doğru yola çıktılar.

Hakkari merkez ile Yüksekova ve Şemdinli’denyürüyüşe katılma amacıyla, aralarında HakkariBağımsız Milletvekili Hamit Geylani’nin debulunduğu toplam 500 kişi, 100 araçla Şırnak’a doğruyola çıktı. Yola çıkan araçlar Çukurca’ya bağlıOrtaklar askeri arama noktasında durdurularak kimlikkontrolünden geçirildi. Aramanın ardından yoladevam eden yürüyüş kolu, Ortaklar arama noktasınabir kilometre mesafedeki Çığlı (Aşut) noktasındatekrar durdurularak aramadan geçirildi. Yapılanengellemelere rağmen Hakkari yürüyüş kolu Şırnak’aulaştı.

Yürüyüş için Van’dan Diyarbakır’a doğru hareketeden 400 kişi de Bitlis’in Tatvan İlçesi’nde JandarmaKomutanlığı önünde durduruldu. Üçüncü defadurdurulmalarını protesto eden ve aralarında DTP VanMilletvekili Özdal Üçer’in de bulunduğu yürüyüşçüleryolu trafiğe kapattı. Yolu trafiğe kapatanyürüyüşçülere silah doğrultan jandarma ile kısa sürelibir gerginlik yaşandı. Kimlik ve araç kontrolündensonra yola devam eden yürüyüşçüler, Batman’da Siirtgrubu ile birleşti. Batman’dan da bir grubunkatılımıyla yola çıkan Van ve Siirt yürüyüş kolu,Batman Çayı üzerindeki köprüde TMŞ polislerincedurduruldu.

Ağrı’nın Doğubeyazıt İlçesi’nde yürüyüşekatılmak amacıyla Ağrı merkeze doğru yola çıkanyürüyüşçüler ise ilçe çıkışında durduruldu. DTPDoğubeyazıt İlçe Başkanı Yardımcısı Ahmet İnan veMehmet Gelin gözaltına alındı. Doğubeyazıt ekibi,Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nden gelen ekiple birleşerekŞırnak’a doğru yola çıktı. Gözaltına alınan Ahmetİnan, çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak cezaevinegönderildi.

Denizli’den Diyarbakır’a doğru hareket eden

araca, Urfa’nın Siverek İlçesi çıkışında “siyah bezbağladığı” gerekçesiyle 352 YTL para cezası verildi.Araçta bulunan Aynur Yaya ile Bahri Kaya gözaltınaalınırken, araç Diyarbakır’a doğru yola devam etti.

Mersin’den yola çıkan yürüyüşçüler engellemelersonucu araçların bir kısmını geri çevrildi, 1 otobüs ve4 taksiyle Diyarbakır’a doğru yola devam etti.

Yürüyüş kolları Diyarbakır’da buluştu!

Yürüyüş kolları 5 Şubat günü Diyarbakır’daonbinlerce kişi tarafından karşılandı. Polis, uğurlamatörenininin yapılacağı alanı ablukaya alırken, savaşuçakları alçak uçuş yaptı. Kitle uçuşlara yuhlamalarlave sloganlarla karşılık verdi. Uğurlama töreninde DTPEşbaşkanı Emine Ayna bir konuşma yaptı,operasyonlar bitene kadar eylemlere devamedileceğini açıkladı.

Ahmet Türk ise, “Bizim bir düşümüz var.Bombaların olmadığı, operasyonların olmadığı birdüşün peşinde koşuyoruz” dedi. Ayrıca Diyarbakırkalesinin hiçbir zaman düşmeyeceğini vurguladı.Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı OsmanBaydemir’in konuşmasının ardından otobüs, minibüsve taksilerden oluşan yüzlerce araç, şehrin dışınakadar yürüyen Diyarbakır halkı tarafından zaferişaretleri ve zılgıtlarla Şırnak’a uğurlandı.

Yürüyüş Kasrik Boğazı’nda sona erdi!

Diyarbakır’dan Şırnak’a kadar, çeşitli uğraknoktalarında da halk, yürüyüşçüleri kitlesel bir şekildekarşıladı. Mardin, Nusaybin ve Şırnak’ın Cizreilçesinde binlerce kişi kitlesel gösteriler düzenledi.Yürüyüşçüler, Cizre’de ise zafer işaretleri ve havaifişeklerle karşılandı.

Devletin terörü bu aşamada da devam etti.Nusaybin’de polis, konvoydaki araçlarındanbirkaçının camını taşlayarak kırdı. Bunun üzerinegençler polislere taşlarla karşılık verdi.

Binlerce kişi akşam saatlerinde Kasrik Boğazı‘naulaştı. Kitle geceyi çadırlarda geçirdi.

Sabah saat 07.00’de DTP ‘Demokratik ÇözümDeklarasyonu’ yayınladı. DTP Eşbaşkanı Emine Ayna,yaptığı konuşmada TBMM’yi operasyon tezkeresinigeri çekmeye ve operasyonları bir an öncedurdurmaya, PKK’yi ise, eylemsizlik konumunageçmeye çağırdı. Savaş harcamalarının yoksulluğuderinleştirdiğine de değinen Ayna, AKP’nin Kürtsorununda yürüttüğü politikalarla tükeneceğini belirtti.Kürt halkının kimliğinin anayasal güvenceyekavuşturulması gerektiğini vurgulayan Ayna, anadildeeğitim hakkını savundu ve genel affın gerekliliğineişaret etti.

Son olarak yürüyüşün operasyonların durması veKürt sorununun çözümü konusunda süreklileşecekeylemlerin başlangıcı olduğu vurgulandı.

Ayna’nın ardından SDP Genel Başkanı Filiz Koçalide bir konuşma yaptı. Kürt sorununun Türkler’in desorunu olduğunu, Kürt sorunu çözülmeden özgürlüğünolamayacağını vurguladı.

Yapılan açıklama sloganlarla sona erdi. Tüm yolboyunca olduğu gibi dönüşte de kimlik kontrolleridevam etti.

“Demokratik çözüm yürüyüşü”engellemelere rağmen gerçekleşti!

Geleceğimize sahip çıkalım! Kızıl Bayrak � 5Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Sermaye iktidarı sosyal güvenlik ve sağlıkhakkından sonra şimdi de işçi sınıfının temelkazanımlarından biri olan kıdem tazminatına göz dikti.Kıdem tazminatı, patronların işçileri keyfi bir şekildekapı önüne koymasını engelleyici, kısmi de olsa işçininişgüvencesini sağlayan uygulamalardan biridir. Kıdemtazminatını almaya hak kazanan işçilere toplu paraödendiği için, patronlar işten atmakta istedikleri kadarrahat davranamazlar. Kıdem tazminatı aynı zamandahaksız ve keyfi bir şekilde işten atılan işçinin yeni bir işbulana kadar yaşamını idame ettirmesi için kolaylıksağlar.

Tüm bu kısmi avantajlarına rağmen patronlarkıdem tazminatını ödememek için çeşitli yol veyöntemlere de başvururlar. Kıdem tazminatı hakkıişçinin çalışma süresine ve ücretine göre belirlendiğiiçin, çalışma süresi bir yılı geçmeden ya işçiyi iştenatarlar ya da bir yıl dolmadan işe girdi-çıktı yaparakkıdem tazminatından kurtulmanın yollarına bakarlar.

Sermaye devleti 2003 yılında yasalaştırdığı 4857sayılı yeni İş Kanunu ile birlikte patronların kıdemtazminatı ödemeden işçiyi işten atmasınıkolaylaştıracak, bu hakkı tırpanlayacak tedbirleralmıştı. Bugün ise yapılmak istenen, bu hakkın tümdenortadan kaldırılması ya da ciddi oranda budanarakzamanla yokedilmesidir.

Sermaye uşağı hükümet diğer tüm saldırılardaolduğu gibi bu konuda da çeşitli yalan, çarpıtma vedemagojiye başvurmaktadır. “İstihdamın üzerindekiyüklerin azaltılması” adı altında savunulan saldırılarınesas amacı, işçinin sosyal haklarından işgüvencesine,kazanılmış her türden hakkından ücretine kadar herşeyi budayarak patronlara ve devlete maliyetini en azaindirmektir. Onlar için istihdam sorunu milyonlarcaişsize yeni iş imkanları yaratmak değildir. Çünkükapitalizm sermayenin kârını artırmak üzerine kurulusömürücü bir sistemdir.

Kıdem tazminatı üzerinden yürütülen tümtartışmaların kapsamı da bu çerçevedegerçekleşmektedir. Türkiye İşverenler SendikasıKonfederasyonu (TİSK) da hükümete sunduğu rapordabu gerçeği dile getirmektedir. TİSK Başkanı TuğrulKudatgobilik, Türkiye dışında işsizlik sigortası ilekıdem tazminatının birlikte uygulandığı başka birülkenin olmadığını söyleyerek dert yanmaktadır.Kapitalizmin en vahşi şekillerde uygulandığıAmerika’yı örnek vererek “orada kıdem tazminatı yok”diyebilmektedir. Avrupa ülkelerinde ise kıdemtazminatının çok düşük oranlarda olduğunu ifadeederek Türkiye’de çok yüksek olduğundan demvurabilmektedir.

Sermaye hükümetinin “işsizliğe çare bulmak”yalanı altında gaspetmeye hazırlandığı kıdemtazminatının gaspı, işsizliğin daha da artması, çalışmakoşullarını daha da ağırlaşması anlamına gelmektedir.Zira işsizlik üreten kapitalist sisteminin efendilerininve uşaklarının işsizliğe çare bulmak gibi ne bir dertlerine de niyetleri vardır. Kapitalizmin sendikasız,sigortasız, hiçbir güvenceye sahip olmayan ucuzişgücüne ihtiyacı var. Ucuz işgücü çalıştırmak için deişsizler ordusunu yedekte tutmak ister. Sermayehükümetinin istikrar sağlamak ve istihdamı geliştirmek

iddiasıyla gündeme getirdiği tüm uygulamalar buamaca hizmet etmektedir.

2007 yılı icraatlarını ve 2008 yılı hedeflerinianlatmak için çalışma hayatı muhabirleri ile kahvaltılıbasın toplantısında bir araya gelen Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı Faruk Çelik, Türk-İş’in “kıdemtazminatı genel grev nedenidir” söylemininhatırlatılması üzerine arsızca şunları söyledi:“Uygulama açısından bakalım. ‘Kazanılmış haklarelinden alınsın’ demiyorum. Ama uygulanmıyor. 12 ayçalışınca bir aylık maaş karşılığı tazminat hak ediyor.İşveren ne yapıyor 11 ay çalıştırıp, çıkış veriyor sonrageri alıyor. Nerede kaldı kıdem tazminatı.”

İşçi ve emekçinin yararına olan ne varsa patronlarlehine bu uygulamaları ortadan kaldıran sermayehükümetinin gerçekte hangi sınıfa hizmet ettiğiÇelik’in bu sözleriyle bir kez daha açığa çıkmıştır.

Kıdem tazminatının hangi şekilde gaspedileceğikonusunda henüz hükümetle sermaye cephesi tamolarak anlaşamasa da gündeme getirilen üç öneribulunuyor. 30 Ocak’ta toplanan EkonomiKoordinasyon Kurulu (EKK), Bakanlar Kurulu’na buüç öneriyi sundu. Sermaye hükümeti “kazanılmışhakların korunarak, yürürlük tarihinden sonrakiçalışmaların yeni sisteme tabi olacağını” söylese de,her üç öneri de bunun böyle olmayacağını gösteriyor.

Önerilerden ilki sendikaların İşsizlik Fonuüzerinden dile getirdiği fondaki paraların işçilereaktarılması, İşsizlik Sigortası’ndan yararlanmanınkolaylaştırılması talebine kıdem tazminatının ortadankaldırılmasıyla yanıt verir nitelikte. Bu öneride kıdemtazminatı kaldırılarak İşsizlik Sigortası’ndanyararlananların sayısının üç kat artması öngörülürken,işsizlik ödemesinin tavanının, brüt asgari ücretin ikikatına kadar artırılması tartışılıyor. İşsizlikSigortası’ndan yararlanma sürelerinin prim ödenen gün

sayısının yarısına kadar uzatılacağına, İşsizlikSigortası’ndaki bu genişlemeleri karşılamak üzere,İşsizlik Sigortası için patronların ödediği priminin 5-6puan artırılması gerektiğine işaret ediliyor. Ancaksermaye uşakları dahi bu uygulamanın işsizliği ve kayıtdışılığı artıracağını ifade ediyorlar.

Paketteki ikinci alternatifte, her işçi için yatırılanprimlerin ortak bir fonda toplanması ve işçilerinmevcuttaki kadar kıdem tazminatı almasıdeğerlendiriliyor. Fonda yeterli tutar olmadığındaHazine’den karşılanması planlanan bu alternatifte,prim oranı artırılsa da sistemin ilerleyen yıllarda açıkvereceği dikkate alınarak, kamuya getireceği yüklerinsürdürülebilir olmadığına işaret ediliyor. Devletin baştaSSGSS saldırısı olmak üzere işçi ve emekçilerin sağlıkve sosyal güvenlik haklarını bütçeye “yük” oluyorbahanesiyle ortadan kaldırmak için kollarını sıvadığıböylesi bir dönemde, bunun koca bir yalan olduğunuanlamak için kahin olmak gerekmiyor.

Katılımlı Fon başlığı altında ele alınan üçüncüalternatifte ise, işçilerin bireysel hesaplarının izlenereknemalandırılacak “katılım esaslı” fon kurulmasıüzerinde duruluyor. Bu kapsamda patronun, işçiyekıdem tazminatı ödemek yerine her ay işçinin fondakihesabına, ücretin belirlenecek oranında (yüzde 3-5)prim yatırması, işçinin de işten ayrıldığında fondabiriken parayı nemasıyla birlikte alması tartışılıyor. Sözkonusu alternatifte işçilerin mevcuttaki kadar kıdemtazminatı alamaması ihtimalinin doğabileceği, ancakİşsizlik Sigortası’nın da bunu telafi edecek ölçüdegenişleyeceği iddia ediliyor.

Bugüne işçi ve emekçilerin ücretinden kesilen vefon adı altında biriken değerlerin sermayeye kaynakolarak aktarıldığını, patronlara peşkeş çekildiğinibelirtmek dahi gerekmiyor.

Sermaye devleti, patronların karşılamak durumunda

Sağlık hakkının ve sosyal hakların gaspı, mezarda emeklilik dayatması… Sırada kıdem tazminatı hakkı var…

Haklarımızı korumak için militan sınıf mücadelesi!

SSGSS saldırısına karşı toplumun birçokkesiminden tepkiler yükselmeye devam ediyor. 3Şubat’ta Adana’da sendikalar, meslek odaları,reformist partiler, düzen partileri , ilerici ve devrimcigüçlerin katılımıyla “Herkese sağlık güvenligelecek için yürüyoruz!” mitingi düzenlendi. Uzunbir süredir tartışmaları ve çalışmaları devam edenmiting, 3 bini aşkın işçi ve emekçinin katılımıylacoşkulu bir atmosferde gerçekleşti.

Onbinlerce ortak bildiri ve afişlerle çağrısıyapılan miting, saat: 12.00’de Mimar SinanAçıkhava Tiyatrosu önünde kitlenin toplanması veçevre illerden gelen emekçilerle buluşmasıylabaşladı. Ardından pankartlar açılarak ve düzenlikortejler eşliğinde Uğur Mumcu Meydanı’na doğruyürüyüşe geçildi. Mitinge GSS karşıtı sloganlarhakimdi. AKP’nin yürüttüğü saldırı politikalarınakarşı işçi ve emekçiler “Sağlık haktır,gaspedilemez!”, “AKP sağlıktan elini çek, sağlıktatasarruf ölüm demektir!”, “Savaşa değil sağlığabütçe!” sloganları attılar.

Yürüyüş en kitlesel katılımı Eğitim-Sen şubelerive KESK oluşturdu. Mitingin örgütleyicilerindenolan DİSK zayıf bir katılım sağladı. Türk-İş’inSSGSS karşısındaki işbirlikçi tutumuna rağmenAdana Tümtis, Adana Tek Gıda İş, Yol-İş Mersin,Petrol-İş Mersin ve Kristal İş’in mitinge kendipankartlarıyla katılmaları ise anlamlıydı.

Tüm katılımcıların miting alanına girmesiyleprogram başladı. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’dakipatlamada ölen 23 kişi için saygı duruşuyla başlayanmiting programı tertip komitesi başkanı Eğitim-SenŞube Başkanı Güven Boğa’nın ortak metniokumasıyla devam etti. Açıklamada şunlar söylendi:

“Emekçileri kendi gündemlerinin peşine takmakisteyenlere inat, kendi hak ve çıkarlarımızı ısrarlı birşekilde savunduğumuzun göstermek için buradayız.Emeğin birleşik mücadelesini dosta, düşmanagöstermek için buradayız. SSGSS yasa tasarısıreform değil kazanılmış haklara saldırıdır.”

Susurluk’ta açığa çıkan çetelerin halen varlığınısürdürdüğü ve birbirleriyle bağlantılı olduğunavurgu yapılan açıklama şöyle devam etti:

“Ergenekon operasyonunun sanıklarının birçoğu bir süre sonra, vatan millet için cezaevine girip‘çile çekmiş kahramanlar’ olarak salıverilecektir. ...Kaldı ki Türkiye’de çete organizasyonları sadeceErgenekon gibi organizasyonlardan ibaret değildir.”

Ülkenin gündeminde yoksulluk, yolsuzluk,işsizlik gibi pek çok problem varken, hergüninsanlar katlediliyorken, Kürt halkı üzerindeki baskıpolitikaları devam ediyorken, özgürlük kavramınınsadece türban için kullanılması eleştirildi ve “bizlerbir türbanla mı özgürleşeceğiz” denildi.

TEKEL’in özelleştirilmesine karşı başlatılanmücadele selamlandı ve 400 Yörsan işçisinindirenişini devam ettirdiği vurgulandı. Grevlerinin700’lü günlerine yaklaşan SCT Turbo işçilerinindirenişinin tıpkı Novamed gibi işçi ve emekçileremoral verdiği dile getirildi.

İstanbul’da meydana gelen patlamada ile ilgiliolarak da şunlar söylendi: “Patlayan bombalardinmek, kaza denilen cinayetler bitmek bilmiyor.Bombaların pimini çeken kapitalizm ve onun gözünükâr hırsı bürümüş kurumlarıdır.”

Ardından DİSK Bölge Bakanı Kemal Aslan birkonuşma yaparak saldırılara karşı ortak mücadele

çağrısı yaptı. TTB Genel Sekreteri Altın Ayaz da birkonuşma yaparak GSS’yi teşhir etti. “Reformdedikleri patronların cebini doldurmaktır” diyenAyaz, sağlık tekellerinin beslenmek istendiğini,hükümetlerin her “reform” dediklerinde emekçilerinyaşamlarının daha da kötüye gittiğini belirtti.“Türban gericiliğin sembolüdür” diyen Ayazgündemde yoğun olarak tartışılmasını eleştirdi.KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul dasaldırıları teşhir ederek mücadele edilmesigerektiğini belirtti.

Miting bir işçinin okuduğu şiirle devam etti.Ardından SCT Turbo işçileri adına işyeri temsilcisikitleyi selamlayan bir konuşma gerçekleştirdi.

Miting Halkevi müzik topluluğunun sunduğumüzik dinletisi ile son buldu.

Mitinge KESK’e bağlı sendikalardan Adana,Mersin, Antep, Hatay, Niğde, Düziçi, DörtyolEğitim-Sen şubeleri, SES, BES, BTS, ESM; DİSK’ebağlı sendikalardan Genel-İş, DİSK/Tekstil, DevSağlık-İş, BMİS Mersin; Türk-İş’e bağlısendikalardan Tek Gıda-İş, Tüm-Tis, Yol-İş Mersin,Petrol-İş Mersin, Kristal-İş Mersin katıldı.

Meslek Odaları’ndan TMMOB Adana veTMMOB Antep, Adana Tabip Odası, Antep-KilisTabip Odası, Adana Eczacılar Odası mitingdepankart açan kurumlardandı.

Eğitim-İş de açtığı pankartla miting katılımcılarıarasındaydı.

Mitinge Alevi Bektaşi Birlikleri, Alınteri, Atak,BDSP, ÇHKM, DHP, ESP, HÖC, Kurtuluş,Mücadele Birliği, Partizan, Halkevleri, TÖP, 78’lilerGirişimi Devyol-Yaşam, EMEP, TKP, SDP, ÖDP,DSP, CHP ve SHP pankartlarıyla katıldılar.

Komünistler eyleme “Kahrolsun ücretli kölelikdüzeni!/BDSP” imzalı pankart ve flamalarıylakatıldılar.

Kızıl Bayrak / Adana

Geleceğimize sahip çıkalım!6 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

olduğu yükümlülükleri yasal olarak da ortadankaldıracağını, fon adı altında işçi sınıfının en önemlikazanımlarından biri olan kıdem tazminatınıgaspedeceğini ve bu fonları sermayeye peşkeşçekeceğini bu kadar açık ve net bir şekilde ilan ederken,sendika konfederasyonlarının dişe dokunur bir tepkisi neyazık ki bulunmuyor.

Hak-İş’in haini Salim Uslu, bu amaçla özel bir fonkurulmasına sıcak baktıklarını, kazanılmış haklarınkorunması şartıyla (!) çalışmaya destek verdikleriniifade etti. Hükümetin ağzıyla konuşan Uslu, “Pek çokişçinin iflas veya başka nedenlerle tazminatınıalamadığı”na dikkat çektikten sonra, fon kurulmasınınkıdem tazminatına devlet güvencesi anlamına geleceğiniiddia etti.

Bir diğer sermaye işbirlikçisi, Türk-İş’in hainiMustafa Kumlu ise kıdem tazminatında kazanılmışhaklara dokunulmasını kabul etmeyeceklerini vurguladı.Tazminatın parasal değerinden öte, sosyal boyutu olan,yalnızca çalışan işçiyi değil, o emek ile geçinen işçiailesini de ilgilendiren bir müessese olduğunu söyledi.Kumlu, genel kurulda alınan “kıdem tazminatınadokunulması halinde bunun genel grev sebebisayılacağı” yönündeki kararı hatırlatmakla yetindi.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ise,Türkiye’de pek çok işçinin zaten uzun süredir yüklükıdem tazminatı alacak kadar çalışma şansıbulamadığını ifade etti. “Bu, işçilerin bizim ülkemizdezaten az da olsa güvencesi sayılabilecek hakkı daortadan kaldıracaktır. İşten çıkarmalar Türkiye‘deyasanın esnek yapısından kaynaklanan nedenlerle çokrahat yapılıyor” dedi. DİSK üyeleri olarak konunungündeme gelmesi halinde genel grev de dahil olmaküzere her türlü hazırlığı yaptıklarını, hükümetiuyardıklarını söyledi.

KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul daşunları söyledi: “Hükümetin bütün bu uygulamalarıadım adım kazanılmış hakları geri almak modeli üzerinekuruluyor. Burada zaman zaman mücadeleyietkisizleştirmek ya da bölmek için, ‘işte mevcutlarınhaklarını koruyoruz. Yeni işe girenler bu yasaya tabiolacak’ gibi düzenlemeler yapılıyor. Bunlarkandırmacadır. Bizim sadece bugüne dair değil, yarınadair de sorumluluğumuz var. Yarın da bu ülkedeyaşayacağız ve yarına, çocuklarımıza yaşanılır bir ülkebırakma sorumluluğumuz var. Kıdem tazminatlarınınortadan kaldırılmasına karşı, başta işçi konfederasyonlarıolmak üzere biz de birlikte mücadele etmeye hazırız.”

Sermaye iktidarı sadece kıdem tazminatına gözdikmedi. SSGSS ile sağlık ve sosyal hakların gaspı içinson hazırlıklarını da hızlandırdı. Patronlara, 4857 sayılıyeni İş Kanunu ile çalışma yaşamını iyicekuralsızlaştıran ve esnekleştiren maddeler de yetmemişolacak ki, kıdem tazminatı ile birlikte esnek çalışmakoşullarını da tartışmaya başladılar. Sermaye cephesi birbütün olarak her cepheden saldırıyor.

Bu kadar hayati önemde bir süreç yaşanırken sendikakonfederasyonlarının tutumu ise ortada. Kimi doğrudandestek sunarken kimileri de “yağmasak da gürleriz”misali atıp tutuyor. Zira SSGSS saldırısı üzerinden neyine kadar yaptıkları, tabanlarını ne kadar hareketegeçirmeye çalıştıkları biliniyor. Dolayısıyla, kıdemtazminatı konusunda da kıllarını kıpırdatmayacaklarıyeterince açık.

Tüm bu gelişmelerden ders çıkarması gerekenlerbaşta öncü, ilerici, devrimci işçiler olmak üzere tümdevrimci güçler, emekten yana tüm bileşenlerdir.Sermaye devletinin emek düşmanı politikalarını veuygulamalarını en etkin bir şekilde teşhir ederken, kıdemtazminatı hakkını altın tepside sermayeye sunmayahazırlanan sendikal bürokrasiye karşı tabana,fabrikalara, sanayi havzalarına gitmek, işçi ve emekçikitleleri harekete geçirmeyi temel alan bir bakışla etkilive etkin bir çalışma yürütmek gerekmektedir.Kazanılmış hakları korumanın başka bir yolubulunmuyor.

SSGSS karşıtı Adana mitingine 3 bini aşkın işçi ve emekçikatıldı...

“Sağlık haktır, gaspedilemez!”

Sınıfa karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 7Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

İş cinayetinde 23 yeni ölüm!

İş cinayetlerine karşı mücadeleye!İş cinayetleri halkasına bir yenisi daha eklendi.

Davutpaşa’da bir işhanında meydana gelen patlamada23 kişi hayatını kaybetti, 112 kişi de yaralandı. Halenyaralı olan 112 kişinin tedavisi sürüyor. Yaralılardandurumları ağır olan 6 kişinin hayati tehlikesi sürüyor.

İşhanının 3-4’üncü katında kaçak olarak imalatıyapılan havai fişek, meşale ve maytapların deposununbulunduğu açıklandı. Patlama basınç etkisi yaratanhavai fişeklerin bulunduğu bölümde meydana geldi.Bütün binada yıkıma yol açtı. Dahası boya ve iplikatölyelerinin kazanlarının da aynı binada bulunduğubelirlendi.

Patlamadan sonra yapılan araştırma acı gerçekleriortaya çıkardı. Patlama sonrası ortaya saçılangerçekler, patlamaya davet çıkarıldığını kanıtlıyordu.Patlamanın asıl nedeninin iş güvenliği tedbirlerininalınmaması olduğu saptandı.

İşhanı da, atölyelerde kaçaktı!

Patlamanın yaşandığı bina 1989 yılında hizmetegirmişti. Aradan yirmi yıl geçmiş olmasına rağmenbinanın ruhsatı yoktu. Patlamanın yaşandığı işyeri deruhsatsızdı. Dahası diğer beş atölye de kaçakçalışıyordu. Üstelik kot yıkama atölyesi kaçakfaaliyette bulunduğu için daha önce mühürlenmişti.Ancak bu mühürleme işlemine rağmen işyerininçalışmaya devam ettiği, bu nedenle İstanbulBüyükşehir Belediyesi tarafından savcılığa suçduyurusunda bulunulduğu, suç duyurusuna rağmenhiçbir işlem yapılmadığı da sermaye medyasında yeralındı.

Kayda geçen bir diğer gerçek ise, patlamaya sebepolan havai fişek atölyesinin, yüzlerce kişinin çalıştığıbir sanayi alanı içinde bulunduğuydu. Üstelikatölyenin kaçak olarak faaliyetini sürdürdüğünü deyetkililer itiraf etti.

Davutpaşa ilk değil…

Davutpaşa’da yaşanan patlama, güvenliktenyoksun çalışmanın yeni bir kanlı örneğidir. İşgüvenliği tedbirlerinin alınmaması sonucu gerçekleşensayısız iş cinayetinden sadece biridir. Tuzla tersanelerbölgesinde son 7 ayda meydana gelen kazalarda 14işçi hayatını kaybetti. Son olarak Şahin ÇelikTersanesi’nde meydana gelen kazada 19 yaşındakiMetin Turan, denize düşerek can verdi.

Bu ülkede işçilerin iş kazalarında can vermelerikesintisiz devam etmektedir. Resmi rakamlar bile bugerçeği ortaya koymaktadır. Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği GenelMüdürlüğü verilerine bakmak bile Davutpaşa’dayaşanan cinayetin ilk olmadığını kanıtlamaya yeter.

SSK tarafından yapılan araştırmaya göre,çalışmanın başladığı ilk saatlerde her gün meydanagelen 200 iş kazası sonucunda ortalama 3 işçi hayatınıkaybediyor. Ortalama olarak 10 işçi de bir daha işgöremeyecek düzeyde sakat kalıyor.

Sadece 2007 yılında meydana gelen 73 bin 923 işkazasında 1072 kişi yaşamını yitirdi. İş cinayetlerisıralamasında inşaat sektörü, yüzde 87’lik oranlabaşı çekiyor. Ölümlü iş kazalarının ikinci sırasında isemetal sektörü bulunuyor. İnşaat sektöründe 2007yılında 6 bin 480 iş kazası meydana gelirken, bukazalarda 290 işçi öldü. Sadece SSK kapsamında olan

işçiler arasında yılda 200 bine yakın “iş kazası”yaşanıp ölü sayısı hiçbir yıl 1000’in altına düşmezken,zaten sınırlı olan denetimlerinde kaldırılması, 12 Eylülkarşı-devriminin patronlara altın tepside sunduğuhediyelerinden biridir.

İş cinayetlerinin sorumlusu patronlarhafif cezalarla kurtuluyor!

Davutpaşa’da yaşanan iş cinayeti çuvala sığmadı.Yasal işlem başlatıldı. Bu durumda bile yaşanan işcinayetlerinin sorumluluğu kaçak olan atölyelerinpatronlarına yüklendi. Bu işyerlerini denetiminiyapmayan, kötü çalışma koşullarını görmezden gelen,dahası bu ortamdan nemalanan sermaye devleti vegörevlileri ise dokunulmazlık zırhlarıyla dolaşıyorlar.

Diyelim ki kaçak atölyelerin patronlarının işkazalarındaki kusuru, gerekli iş güvenliğinisağlamadığı saptandı ne olur? Hiç bir şey olmaz! Zira“İş Kanunu’nda göre, patronun ödeyeceği cezamiktarı, işçi başına 500 Yeni Türk Lirası’dır. “Sağlıkve güvenlik için tedbir almamak, belgesiz işyeriaçmak, işçi sağlığını ve iş güvenliğini ihlal etmek,içki ve uyuşturucu madde kullanma yasasınauymamak, ücretsiz yol izni defteri tutmamak.”Tüm bu suçların herhangi birini işlemiş olmanınbedeli sadece işçi başına 500 YTL!

Kimi ülkelerde makinelerin yarattığı iş kazası oranı%3-5 iken ülkemizde makinelerden doğan iş kazalarıoranı % 19-20 civarındadır. Bugüne kadar yaşanan işkazalarının % 60’ına yakın bir kısmı ölümle veyasürekli iş görmemezlikle sonuçlanmıştır. “İşkazalarında Avrupa birincisiyiz”, “İş kazaları çığgibi”, “İş kazalarında kayıplar savaş kayıplarınıgeçiyor”, “Fabrika değil, mezar”... Bu başlıklarıgazetelerde sık sık görüyoruz. Devlet, patronlarınhizmetinde olduğunu kanıtlayan bir tutumla, iş kazasıve cinayetlerine yönelik hiçbir önlem almamaktadır.

İş güvenliği önlemlerinin alınmaması veişyerlerinin denetlenmemesinin bedelini hep işçilerödedi. Binlerce işçi ve emekçi iş cinayetleri sonucuyaşamını yitirdi. Çoğu zaman iş kazaları, patronlarınve sermaye devletinin görevlileri tarafından el birliğiile kapatıldı. Hatta bu kazaların çoğu hastanekayıtlarına bile geçmedi.

Ölüm her an işçinin yanıbaşında!

Davutpaşa katliamında yaşamını yitiren işçilerindaha fazla para kazanmak için günde ortalama 12 saatve ağır koşullarda çalıştıkları ortaya çıktı. Çalışmasaatlerinin uzunluğu ve ağırlığı kapitalistlerin doymakbilmeyen kâr hırsının doğrudan sonucudur. İşçiler hemfiziksel, hem ruhsal ve hem de sosyal olarak yıpranıpyaralanıyorlar. Sosyal yaşantısı kalmayan bir işçinintek düşüncesi kalmaktadır. Çalışmak! Zira sermayeniniktidar olduğu ülkemizde, örgütsüz işçinin daha fazlapara kazanmasının tek yolu daha fazla çalışmasıdır.

Davutpaşa katliamının yaşandığı işhanındabulunan atölyelerde çocuk yaşta işçilerin de çalıştığısaptandı. Ülkemizde geçim sıkıntısı yüzünden ailelerküçük yaşta çocuklarını dahi çalıştırmak zorundakalıyorlar. Yalnızlaşmaya, bireyselleşmeye zorlanan veçalışma koşulları nedeniyle sosyal yaşantısı kalmayanişçi, ruhsal olarak da zedeleniyor. Sinir sistemi geçimsıkıntısı nedeniyle bozulan bir işçi ne kadar dikkatli

olursa olsun, ne kadar eğitimli olursa olsun iş kazasınamaruz kalıyor.

Patlamanın gerçekleştiği işhanında bulunanatölyelerde işçilerin korunması için gerekli olan hiçbirmalzeme bulunmuyordu. Bu nedenle işçilerin gördüğüzarar daha da ağırlaştı. Zira koruyucu malzemekullanılmasının yaratacağı ek yükten kurtulmak tümkan emici patronların ortak tutumudur. Kan emicipatronların bu tutumu, iş kazalarının ve cinayetlerindaha da artmasına neden olmaktadır.

İşveren gerekli koruyucu tedbirleri almaktankaçınmaktadır. Kan emici sermayedarlar, iş güvenliğikonusunda, “işçileri her an kazadan uzak tutmayaçalışırsam, o zaman üretim olanaksız hale gelir veüretim maliyeti artar” diye düşünmektedir. Bu nedenleişçiler gerekli tedbirler alınmadan çalışmak zorundakalmakta ve her an ölümle burun burunayaşamaktadırlar. Son yaşanan patlama bu durumunaçık kanıtıdır.

İş güvenliği ve sağlığı konusunda burjuvaziden vedevletinden önlem almasını bekleme ölüden gözyaşıbeklemekle eş değerdedir. İş cinayetlerine karşımücadeleyi yükseltmekten başka işçi sınıfı veemekçilerin bir yolu bulunmamaktadır.

İşçi sınıfı ölümü her an yanı başında olmasına yolaçan koşullara karşı birleşik militan mücadeleyiyükseltmek, tersanelerden yükseltilen sese kulakvermek zorundadır. İş cinayetlerinin durdurmanınbaşkaca bir yolu bulunmamaktadır.

Sınıf bilincimizle mücadeleye!8 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Davutpaşa katliamına tepkiler...Bursa: “Artık ölmek istemiyoruz!”

KESK, DİSK, TMMOB, Petrol-İş, BATİS, TezKoop-İş ve TÜMTİS, KESK İstanbul-Davutpaşa’dayaşanan iş cinayetiyle ilgili bir basın toplantısıdüzenledi.

Yapılan açıklamada, 21 emekçinin yaşamına malolan olayın bir “kaza değil iş cinayeti” olduğu,tersanelerde, madenlerde kazalara karşı gerekliönlemlerin alınmadığı, bu yüzden de yaşananların işcinayeti olduğu vurgulandı.

ESP ve BATİS de İstanbul-Davutpaşa’da yaşanan işcinayetini protesto etmek için bir eylem gerçekleştirdi.BDSP’nin de destek verdiği eylemde “Kaza değilcinayet, sorumlular cezalandırılsın!” pankartı açıldı.“Katliamın hesabı sorulacak”, “Katil devlet/sermayehesap verecek!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”, “İşçilereyleme, sokağa, hesap sormaya”, “İş kazası değil işcinayeti!” sloganlar atıldı.

Açıklamada, yaşanan olayın bir iş kazası değil işcinayeti olduğu, devletin buraları denetlemeyerek butür cinayetlere davetiye çıkardığı, sorumlunun sermayedevleti olduğu, sorumluların bir an önce yargılanmasıve işçilerin sigorta primlerinin geriye dönük olarak enkısa zamanda ödenmesi gerektiği belirtildi.

“Bu vahşet her gün yaşanıyor!”Çağdaş Hukukçular Derneği, Davutpaşa’da yaşanan

patlama sonucu 23 işçinin yaşamını yitirmesindesorumluluğu olanlar hakkında 4 Şubat günü BakırköyAdliyesi önünde basın açıklaması yaptı ve suçduyurusunda bulundu.

Basın açıklamasını ÇHD İstanbul Şubesi adına FilizKuruçarkı yaptı. Yapılan açıklamada, siyasal iktidarınve belediyelerin, eşlerinin başörtülerine verdikleriönemi, ölenlerin yaşamına ve çalışma koşullarına karşıvermediklerini ifade ederek şunları söyledi: “Aslındabu vahşet her gün sanayi sitelerinde, fabrikalarda,madenlerde, tersanelerde ve bunların taşeronlarındayaşanmaktadır. Ne yazık ki son olayda olduğu gibitoplu katliama dönüşmeyince haber olamamaktadır.”

Serhan Arıkanoğlu’nun yaptığı konuşmadan sonra,avukatlar suç duyurusunda bulundular.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Sistem sorgulanmalı!”Hava-İş Sendikası Genel Eğitim Sekreteri Engin

Barutçu: Yaşanan patlamayı anlık bir olay gibideğerlendirmemek gerekiyor. Yaşanan olaydasorgulanması gereken milyonlarca işçiyi sendikasız,sigortasız ve iş güvencesiz çalışmaya mahkum edensistemdir. Devletin kurumları, yaşanan patlamayı birkaç açıklama yaparak geçiştirmiştir. Sorumluların biran önce bulunup yargılanmasını istiyoruz. Tabii bukonuda konfederasyonlara ve bağlı sendikalara büyükiş düşüyor.

“Patlamanın sebebi vahşikapitalizmin kar hırsı!”

Genel-İş Sendikası 3 Nolu BölgeBaşkanı VeyselDemir: Topkapı’da yaşanan patlama Tuzlatersanelerinde yaşanan iş cinayetlerinden farksız birolaydır. Patronların, vahşi kapitalizmin çarkını insankanıyla döndürme anlayışının sonucudur. İş sağlığı vegüvenliği önlemlerinin alınmadığı bir çalışmasisteminden başka bir sonuç beklemek de gerçekçiolmaz. Ancak, yaşanan patlamadan, işçi ölümlerindenbirinci derecede devlet kurumları ve sistem

sorumludur. Sorumlular bulunmalı, yargılanmalıdır!

“Asıl sorumlu kölelik sistemi!”Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Yılmaz

Gündoğdu: İstanbul’un göbeğinde, uygun olmayan biralanda faaliyet gösteren bir işyeri var ve bu gerçekherkes tarafından görülüyor. Yaşanan patlama ise birkez daha patronların kar hırsı uğruna insan yaşamınıhiçe saydığını göstermiş oldu. Ancak her şeyden ötepatlamadan asıl sorumlu olan kölelik sistemininkendisidir. Biz bu patlamayı her ay Tuzlatersanelerindeki ölümlerle yaşıyoruz. Oraya dadevletin bakanları geldi. Sözde denetimler yaptı ancakhiç bir şey değişmedi, değişmeyecek de! Biz karşıçıkmazsak, sesimizi yükseltmezsek ölümler devamedecek!

“Sömürüye karşı ortak bir hakarama programı!”

Yapı-Yol Sen İstanbul Şube Sekreteri ErsanÇarkı: Patlamanın yaşandığı andan itibaren basıntimsah gözyaşları döküyor. Fabrikalarda işgüvenliğinin ve sağlığının olmadığı herkes tarafındanbiliniyor. Türkiye “özgürlükler ülkesi!”... Evet doğru!Türkiye patronların kendi sömürü düzenleri içinmilyonlarca işçinin kanını içtiği bir “özgürlüklerülkesi”. Türkiye insanların hastalıktan, açlıktan öldüğübir ülke... Patlama sistem tarafından doğal olarakplanlanmıştır. Kapitalizm, doğası gereği insanyaşamının hiçe sayar. Bu sisteme karşı sendikaların,siyasi partilerin, tüm kurumların ortak bir hak alma,hak isteme programı oluşturması gerekiyor. Bu sürecigeçiştirirsek tarih önünde, işçi sınıfı önünde suçişlemiş oluruz!

Davutpaşa’daki iş cinayetinde yaşamını yitirençoğu işçi 22 kişiyi anmak ve “işçi sağlığı ve işgüvenliği” tedbirlerinin alınması talebiyle 3 Şubatgünü Kartal Meydanı’nında TİB-DER ve KartalBDSP olarak bir basın açıklaması gerçekleştirdik.

“Davutpaşa’dan tersanelere işçi katliamlarısürüyor! Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” şiarlı“TİB-DER/ BDSP” imzalı pankartı açarak eylemebaşladık. Önce Kartal işçi ve emekçileriniaçıklamaya çağıran bir konuşma yapıldı. Ardındanortak açıklamayı TİB-DER Başkanı ZeynelNihadioğlu okudu.

Açıklamada şunlar söylendi:“İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin

alınmamasından kaynaklı dünyada her yıl 1 milyon200 bin kişi, Türkiye’de de yılda 1500 kişi işcinayetine kurban gidiyor. Ucuz işgücünün yaygınolduğu ülkemizde, bu ülkenin değerlerini yaratanbiz işçiler her türlü güvenceden yoksun olarakçalıştırılıyoruz. Kaçak olarak çalıştırılıyoruz,sigortasız çalıştırılıyoruz, yaşam hakkımızın gaspedildiği koşullarda çalıştırılıyoruz.

Çivisi çıkmış, kokuşmuş düzenin sahiplerisaltanat sürerken, hergün bir yerlerden işçicesetleri çıkarılıyor. Kimi zaman madenocaklarından, kimi zaman tersanelercehenneminden, kimi zaman fabrikalardan, kimizaman atölyelerden, inşaatlardan…

İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerininesamesinin okunmadığı ülkemizde her gün genç,yaşlı, kadın ve çocuk demeden iş cinayetleri bizleribuluyor. Geçtiğimiz yıl tersanelerde 12 işçi işcinayetine kurban gitti. Yine Bursa’da bir tekstilfabrikasında çıkan yangında 5 kadın işçi diri diriyandı. Yıllardır kömür ve maden ocaklarındaçalışan yüzlerce işçi hiçbir güvenlik tedbirialınmadığı için göçük ve grizu patlamalarındaöldü.

Resmi rakamlara göre ülkemizde günde 5 işçi işcinayetlerine kurban gidiyor. Bu katliamlarıyaratanlar, sırça köşklerde yaşayanlardır. Bukatliamları yaratanlar kara dayalı kapitalistsistemin ceylan derisi koltuklarda oturanhizmetkârlarıdır. İşçinin hayatta kalmasınısağlayabilecek güvenlik tedbirlerini almakkapitalistlere göre külfetli bir iştir. İşçinin çalışmave yaşam koşullarına kaynak aktarmak,kapitalizmin işleyişine aykırıdır. Ancak işçi veemekçilerin birleşik mücadelesiyle iş cinayetleri enaza indirilebilir.

Biz TİB-DER ve BDSP olarak, ‘failleri belli’olan bu cinayetlerin durması için mücadele etmekve katillerden hesap sormak için meydanlarıdoldurmaya devam edeceğiz. Tüm işçi veemekçileri de mücadele etmeye çağırıyoruz.”

Basın açıklaması boyunca “Kahrolsun sermayeiktidarı!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Direnedirene kazanacağız!”, “Kurtuluş yok tek başına, yahep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları gür vecoşkulu bir şekilde atıldı.

Kızıl Bayrak / Kartal

Kartal’da iş cinayeti protestosu...

“Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”

Sınıf kinimizle mücadeleye! Kızıl Bayrak � 9Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Metin Turan’ın cenazesi denizden boynuna ipgeçirilerek çıkarıldı...

Cenaze bu şekilde uzun süre bir gemide asılıbırakıldı...

Bu arada tersanenin köpekleri cenazeyesaldırdı. Savcı gelene kadar cenazeyi indirmeyentersane yönetimine işçiler tepki gösterdi.Tersanenin güvenliği işçilere müdahale edinceonlarca işçi iş bıraktı...

Şahin Çelik Tersanesi patronu ölen işçi için,“Denize yüzmek için atladı” diyerek alay etti...

Metin’in hesabını soracağız!

14 Ocak günü SEDEF Tersanesi’nde OnurBayoğlu’nun iş cinayetine kurban gitmesindenardından, 4 Şubat günü akşam saatlerinde ŞahinÇelik Tersanesi’nde raspa işçisi olarak çalışanMetin Turan, tamir gemisinden denize düştü.Ancak 5 Şubat günü denizden çıkarılan MetinTuran’ın cenazesi Tuzla Devlet Hastanesi morgunakaldırıldı.

Samsun’dan tersanelere çalışmaya gelen Turan19 yaşındaydı ve bekâr evlerinde yaşıyordu. MetinTuran’ın cenazesi denizden çıkarıldıktan sonra,tersane patronu Turan’ın denize yüzmek içinatladığını ve boğularak öldüğünü söyleyebildi.Asalak tersane patronunun bu kadar alçakça biraçıklama yapabilmesinin gerisinde tersaneişçilerinin suskunluğu yatıyor. Cesetlerimizle alayeden patronlardan hesap sormak hiç bu kadar acilve yakıcı bir görev olmamıştı. Murat Turan’ıncenazesinin denizden çıkarılmasından patronunyaptığı soysuzca açıklamaya kadar yaşanan her şeyçürümüş düzenin en pervasız halidir.

Cenazelerimize bile saygı göstermeyen tersanepatronlarından hesap sormak için yine Tuzla GemiTersanesi önündeydik. Ancak 25 bin tersaneişçisinin öfkesinin açığa çıktığı gün, işte o zaman,“iş cinayetleri”nin tüm hesabı asalak tersanepatronlarından tek tek sorulacaktır. İşte o zamancenazelerimizle dalga geçen tersane patronlarıkaçacak delik arayacaklardır. O günü büyük birsabır ve sebatla örüyoruz.

Sabah’ın erken saatlerinde Tuzla GemiTersanesi önündeydik...

“Artık yeter! İş cinayetlerine son!/TİB /DER”yazılı pankartı açarak ajitasyon konuşmalarıeşliğinde işçileri eyleme çağırdık. Bir müddetsonra pankartın arkasında toplanan yaklaşık 40 işçi“Metin Turan aramızda!”, “Direne direnekazanacağız!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”“Artık yeter! Ölmek istemiyoruz!” sloganlarını attı.

Polisin de ilgi gösterdiği eylemde basınmetnini TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğluokudu. Açıklamada şunlar söylendi:

“Tersanelerde ölmeye devam ediyoruz. Tekerteker işçi kardeşlerimizin cesetleri tersanekapılarından çıkıyor. 14 Ocak’ta SEDEFTersanesi’nde Onur Bayoğlu’nu iş cinayetinekurban vermiştik, şimdi de Şahin ÇelikTersanesi’nde Metin Turan’ı iş cinayetine kurbanverdik.

(..) Yaşanan bunca ölüme rağmen tersanepatronları halen işçi sağlığı ve iş güvenliğitedbirlerinin alınmasına kaynak aktarmamaktadır.

Bu kokuşmuş ve çürümüş düzenin sahipleritersaneler cehenneminde işçi kanıyla beslenmeyedevam ediyor. Kanla beslenirken servetlerineservet katıyorlar. Biz ise bir lokma ekmeği bile zorkazanıyoruz. Gencecik yaşta ölümümüze sebepolanlar bu yaşananlara kader diyorlar.Tersanelerde her türlü haktan mahrum bir şekildebizlerin kanını emenler bu yaşananlara ‘kaza’diyorlar. Oysa bu yaşananlar ne bizim kaderimizne de basit bir kazadır. Patronlar düzeninin işçisağlığı ve güvenliği tedbirlerini almamasındankaynaklı işlenen bir cinayettir.

Çürümüş düzenin sömürü çarkı bizi dişlileriarasında öğütmeye devam ediyor. Tıpkı geçtiğimizhafta Davutpaşa’da 22 kardeşimizi öğüttüklerigibi. Tıpkı madenlerde, fabrikalarda kanımızlabeslendikleri gibi. Kendi çıkarları söz konusuolduğunda masraftan çekinmeyen patronlar,sözkonusu işçi sağlığı ve can güvenliği olduğundakıllarını kıpırdatmamaktadır.

Birçok tersane üretim sahasını genişletirken vebu genişletmeye trilyonlar harcarken biz işçiler peşpeşe ölmeye devam ediyoruz. Sigortalarımızıyatırmayarak zenginleştiler, bizi düşük ücretlerleçalıştırarak zenginleştiler, kanımızı döktüler, dahafazla zenginleştiler. Oysa bizler gittikçeyoksullaştık. Yanıbaşımızda yıllardır beraberçalıştığımız işçi arkadaşlarımız iş cinayetinekurban gitti. Fakat tüm bu yaşanan zulme,sömürüye sessiz kaldık. Bizler sessiz kaldıkça dahaçok hakkımız gaspedildi. Bizler sustukça ölmeyedevam ettik. Şimdi artık bu sessizliği bozmanınzamanı, şimdi artık bu katliamlara ‘dur demeninzamanı. Uzayıp giden ölüm listesinde yer almamakiçin birleşmekten başka şansımız yok. ‘Artık Yeter!’diye haykırmanın zamanı geldi.”

Açıklama esnasında ve sonrasında sloganlaröfkeli bir şekilde haykırıldı.

Açıklamada ayrıca TİB-DER’in 10 Şubat günügerçekleştirileceği “İşçi sağlığı ve iş güvenliğitedbirleri alınsın! Ölümler durdurulsun” başlıklıkampanyasının finali olan Taksim/Galatasarayyürüyüşüne çağrı yapıldı.

Tersane İşçileri Birliği

İstanbul’da iş cinayeti protesto edildi...

“Katillerden hesabı emekçiler soracak!”

İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu, DİSK veHerkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu, Davutpaşa’dayaşanan patlama sonucu 23 kişinin ölümüyle sonuçlanankatliamla ilgili, patlamanın yaşandığı iş merkezi önünde 6Şubat günü bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

“Yaşanan facianın ve ölümlerin nedeni sorumsuzluk vedenetimsizliktir” ve “Herkese Sağlık ve Güvenli GelecekPlatformu” pankartının açıldığı eyleme, Arçelik işçileri,“Arçelik’te işçi kıyımına son! Yaşasın Arçelikdirenişimiz!”/Nakliyat-İş pankartı ve dövizleriyle katıldılar.Arçelik işçileri, coşkulu bir şekilde sloganlarla işmerkezinin önüne kadar geldiler.

Basın açıklamasından önce yaşamını yitiren 23 kişi içinsaygı duruşu yapıldı. Ardından İstanbul Meslek OdalarıKoordinasyonu adına İstanbul Serbest Muhasebeci MaliMüşavirler Odası Yönetim Kurulu üyesi Kazım Mermerbasın açıklamasını gerçekleştirdi.

Mermer, patlamının gerçekleştiği maytap atölyesinin,herhangi bir çalışma izni, ruhsatı veya başvurusununbulunmadığını, kayıtlara göre irtibat bürosu görünen, kaçakbir imalat ve montaj yeri olduğunu ifade etti. Açıklama şusözlerle sona erdi:

“Yaşanan facianın nedeni sorumsuzluk vedenetimsizliktir. Bu olaydan sorumlu kişilerin veyakurumların ortaya çıkarılarak kamuyona açıklanmasıgerekmektedir. Tüm yetkilileri, yapı denetimi ile ilgiligerekli mevzuatları hayata geçirmeye ve işçi sağlığı veişgüvenliği konusunda uygulanması gereken yasalmevzuatın uygulanmasının sağlamasına ve bu konudagerekli önlemlerin etkili bir şekilde alınması ile ilgiligereğini yapmaya çağırıyoruz.”

Ardından DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi birkonuşma yaptı. Çalışma Bakanlığı’nın diğer konulardayapay gündemler oluşturduğunu ve türbanla fazlasıylauğraştığını, böylece işsizlik, yoksulluk gibi temel sorunlarınüzerini kapatmaya çalıştığını söyledi. İşçiler eğer sendikalıolsaydı, katliamın yaşanmayacağını belirtti. Sendika olarakyeni ölümlerin yaşanmaması için mücadele edecekleriniifade etti.

Eylemde, “Katillerden hesabı emekçiler soracak!”,“Çalışma Bakanı istifa!”, “İşçilerin birliği sermayeyiyenecek!”, “Tabut değil iş güvencesi!”, “Katiller belli hesapsorulsun!”, “Herkese sağlık, güvenli gelecek!”, “İşçilerinbirliği sermayeyi yenecek!”, “Sigorta, sendika, 8 saatişgünü!”, “Yaşanan Arçelik direnişimiz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Tuzla tersaneler cehenneminde ölümlerin ardı arkası kesilmiyor!

“Artık yeter! İş cinayetlerine son!”

Ya barbarlık, ya sosyalizm!10 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Bu düzenyıkılmadıkça iş

cinayetleri sürecek!

Yaklaşık 20 bine yakın küçük ve orta boyatölyenin (matbaa, tekstil yıkama taşlama, çorap,pres, boya ve maytap imalatı ) bulunduğuZeytinburnu-Davutpaşa Sanayi’nde, gereklitedbirlerin ve denetimlerin yapılmaması sonucumeydana gelen patlama 23 kişinin ölümüne,100’ün üzerinde kişinin yaralanmasına yolaçtı.Patlama 5 katlı bir binanın alt katındaki tekstilyıkama-taşlama atölyesindeki buhar kazanınınpatlaması sonucu meydana geldi. Binada bulunanmaytap atölyesi de iş cinayetine davetiye çıkardı.Belediye yetkilileri de bölgede denetlemeyapmayarak yaşanan katliama ortak olmuştur.

Güvencesiz ve sigortasız çalıştırmanın yaygınolduğu Davutpaşa sanayi bölgesindeki bu katliamve benzeri yerlerdeki çalışma koşulları bizlere birkez daha gösteriyor ki, bu iş cinayetleriyetkililerin iş sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinialmaması/denetlememesi ve asalak patronlarınaşırı kâr hırsı sonucu meydana geliyor. NitekimZeytinburnu Belediyesi’nin, bu işyerini dahaönceden mühürlediklerini ancak işyerisahiplerinin mührü kırıp tekrar açtığını söylemesive İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı KadirTopbaş’ın da bölgede bulunan ruhsatsız maytapatölyesiyle ilgili sorulara “Biz bilemeyiz neredene iş yeri var, vatandaşın ihbar etmesi lazım”diyerek sorumluğu halka yıkmaya çalışması bu türkatliamlardaki sorumluluklarını örtbas edemez.

Tekstil sektöründeki buhar kazanıpatlamalarına sıkça tanık oluyoruz. Geçtiğimiz yılHaziran ayında Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde VerdiTül Fabrikası’nda gaz sıkışması sonucu kazanpatlamış, 4 işçi yaşamını yitirmişti. 2006 Kasımayında Büyükçekmece’de yeni kurulan bir tekstilfabrikasının buhar kazanının montajı esnasındameydana gelen patlamada da bir kişi hayatınıkaybetmişti. 2002 yılında ise İstanbul Bağcılar’dabir işyerindeki buhar kazanının patlaması sonucu7 kişi yaralanmış, bir kişi hayatını kaybetmişti.

Zeytinburnu-Davutpaşa’da yaşanan patlama,Tuzla tersanelerindeki iş cinayelerinden, madenocaklarındaki grizu patlaması ve göçüklerden,fabrika ve atölyelerdeki yaşanan iş cinayetlerindenayrı bir olay değildir. Bu iş cinayetleri ve toplukatliamlar, kapitalizmin doğası gereği çarkınıinsan kanıyla döndürme anlayışın sonucudur.Kapitalist düzenin doğası insanın insan tarafındansömürülmesi olduğuna göre, bu sistemdenemekçilerin sorunlarına çözüm beklenemez. İşçive emekçi kanıyla asalakça varlığını sürdüren busistem yok olmadıkça, iş cinayetleri, köleceçalışma koşulları ve sömürü artarak devamedecektir.

İnsanca bir yaşam, ancak ve ancak sınıfsız vesömürüsüz bir toplumla mümkündür. Bunun içinde bugün ilerici, devrimci ve sınıf bilinçli işçi-emekçilere büyük iş düşüyor. Emek güçlerininkapitalist düzene karşı dişe diş ortak mücadelesibugün için acil ve kaçınılmaz bir görevdir.

Sınıf bilinçli bir işçi

Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...

Meta üzerine kurulu bir düzen… Marks’ındeyimiyle, gölgesinden faydalanamadığı ağacı satan birdüzen… Kökleri artı-değer sömürüsü olan ve buradanbeslenen bir düzen… Sömürü… Üretim sonucu yaratılanartı-değere el koymak…

Sonu getirilmeyen birkaç cümlecik, bu düzenianlatmaya nasıl da yetiyor. Peki ya insan? “İnsan”kelimesi bu birkaç cümleciğin içinde nasıltanımlanabilir?

Üretici varlık… Artı-değer yaratan işgücününsahibi… Bedeni her türlü amaç için kullanılan etyığını… İşte düzeni anlatan birkaç cümleciğin içindençıkarılabilecek “insan” tanımı.

“Bu tanımda ‘insan’ ile hep işçi ve emekçiler tarifediliyor. Burjuvaziyi oluşturanlar da insanlar değil mi?”diye sorulabilir. Hemen belirtmek gerekir ki, onlaryalnızca biyolojik olarak incelendiklerinde “insansıtepkiler” verirler. Onun dışındaysa hak ettikleri tanımbellidir: Asalaklar takımı!

Kapitalizmde insana, sadece kullanılan bir metadeğerinde pay biçilir. Sosyal bir varlık olduğu,yeryüzündeki en zeki yaratık olduğu vb. metalık sınırınıaşan hiçbir şey kendine yer bulamaz bu düzende. Hele“insanlık onuru”nun esamesi bile okunmaz.

Bunu görmek için birkaç gün öncesine gitmekyeterli.

Yer İstanbul-Davutpaşa... Patlayıcı madde üreten birimalathane... Hani şu ”merdiven altı” diye tabir edilentürden. Bir patlama, büyük bir patlama... Savaş alanınadönen sokaklar... Sonuç: Yaşamını yitiren 23 insan.

Patlamanın ardından burjuva medya son dakikahaberleriyle yayınları durdurdu. Haberlere göre bu bir “işkazası”ydı. Zaten üretimin yapıldığı imalathane dekaçaktı. Ancak bu düzeni az-çok tanıyan herkesbiliyordu ki, bu bir iş kazası değil bir iş cinayetiydi. Birtoplu kıyımdı, işçi katliamıydı. İmalathane sermayedüzeninin hukuk yasalarına göre kaçak olabilirdi. Fakatkapitalizmin genel işleyiş yasalarına göre kaçak değildi.Dolayısıyla katliamın sorumlusu genel olarak sermayedüzeni, yani kapitalizm, özel olarak ise sermayedevletiydi.

Patlamada parçalananlar sadece duvarlar değildi.Aslında insanlık onuru parçalanmıştı. İnsanın insanolmasından gelen değeri parçalanmıştı. Bununla beraberkapitalizmin maskesi parçalanmış, gerçek yüzü bir kezdaha ortaya çıkmıştı. Patlamanın ardından iki terimingerçek tanımları tekrar ortaya çıktı. Kapitalizm: Kölelikdüzeni! İnsan: Modern köle!

Bu gerçeği görmek için Türkiye’den çok dahagelişmiş, çok daha modern bir ülkeye gidelim... Yer bukez İngiltere. Dünyanın en “uygar” ülkelerinden biri.Afrika’dan getirilen çocukların bu ülkede 1-5 bin sterlinarasında bir ücretle köle olarak satıldığını duydunuz mu?

Kara Kıta’da küçük yaşlarına rağmen ağır işlerdeçalışan çocukların, evlerinden binlerce kilometre uzakta,güzel bir gelecek vaadiyle kandırılıp ailelerindenalındığını biliyor muydunuz? 7 yaşında okula gitmesigerekirken ülkelerinde “köle işçi” olarak sömürülenAfrikalı çocuklar, temizlik, yemek pişirme ve çocukbakıcılığı gibi işlerde günde 18 saat çalışmayazorlanıyorlar. Bir çoğu fiziksel-cinsel tacize uğruyor yada Britanya’daki Afrika kiliselerinin geleneksel “büyü”ve “şeytan kovma” ayinlerinde kurban edildikleri iddiaediliyor.

İngiltere hükümetine bağlı kurumlar sayıları birkaçyüzle ifade ederken, polis ve çocuk koruma örgütleri busayının binlerle ifade edilmesi gerektiğini belirtiyor.

Yine BM Çocuk ajansının resmi rakamlarına göre,Afrika ülkesi Benin’de her yıl 5 bin çocuk Nijerya’damaden ocaklarında taş kırmak için köle olarak satılıyor.Afrika’nın tamamında ise bu sayı 7 binlere ulaşıyor.Bunlar resmi rakamlar olduğuna göre, gerçek rakamlarçok daha fazla kuşkusuz.

Tüm bu bilgiler Hürriyet’in 4 Şubat tarihlinüshasında yer alıyor. Kaynak ise İngiltere’nin TheSunday Telegraph gazetesi. Haberlerde bunların birkaç“çete”nin işi olduğu söyleniyor. Hatta mağdur olarakyerel yönetimler gösteriliyor. Çünkü bu çocuklaryüzünden belediyelerden fazla para çıkıyormuş.İnsanlığın nasıl ayaklar altına alındığını bundan daha iyine anlatabilir ki! Bir yandan yaşamı çalınan veköleleştirilen çocuklar, diğer yandan mağdur gösterilenbelediyeler…

İşte kapitalizmin insana verdiği değer! Çocuklarınsatılması hiçbir kapitalistin ve yardakçısının umurundabile değil. Kaldı ki, bu işin tüccarı da alıcısı da oasalakların ta kendileri.

Tüm bunların gün yüzüne çıkardığı bir gerçek dahavar: Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bu kokuşmuş burjuva düzeni tarihin çöplüğünegöndermeden insanı ve insanlığı kurtarmak mümkündeğil. Şimdi önümüzde temel bir soru duruyor: Biz mikapitalizmin karanlığında boğulacağız, yoksa biz mikapitalizmin karanlığını boğacağız?!

“Gelecek her yerde sosyalizme aittir!”G. Türkü

Gelecek sosyalizmdir! Kızıl Bayrak � 11Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Küçükçekmece Emekçi KadınKomisyonu çalışmalarından...

“Vardık, varız,varolacağız!”

Emekçi Kadın Kurultayı çalışmalarımız devamediyor. Öncelikli olarak bildiri, afiş ve anket gibiaraçları kullanarak çalışmamızı hızlandırdık. Evtoplantılarını yoğunlaştırarak kitle çalışmasını daha daderinleştirmeyi hedefliyoruz.

400’e yakın kurultay afişini Sefaköy İnönüMahallesi’nde ve fabrikaların yoğun olduğugüzergâhlarda, semtte ve merkezi noktalarda yaptık.Afiş asarken birçok emekçi kadınla kurultay üzerinekonuşma fırsatı yakaladık. Afiş faaliyetimizönümüzdeki günlerde de sürecek. Afiş çalışmasınınardından Sefaköy İşçi Kültür Evi önünde masa açarakbildiri dağıtımı gerçekleştirdik.

Emekçi kadınlarla, kadınların sorunları,örgütlenme ihtiyaçları ve örgütlenmenin yol veyöntemlerini tartışmak amacıyla ev toplantılarınıgerçekleştirdik. Ev toplantılarında aynı zamandaanketler yaparak kadınların temel sorunlarını tespitetmeyi çalıştık. Anketlerin sonuçlarını önümüzdekigünlerde açıklayacağız.

Bölgemizde iki hafta içinde yaklaşık 20 evtoplantısı yaptık. Bu toplantıların bir kısmını çalışankadınlarla, bir kısmını da ev kadınlarıyla yaptık.Kurultayı birçok işçi kadınlarla tartışma imkânıbulduk. Güven Elektrik işçileri ile işten atılan İDETekstil işçilerini biraraya getirdik ve çeşitli tartışmalaryürüttük.

İş hayatında yaşadığımız sorunların bu düzendenkaynaklanan sorunlar olduğunu, işçi ve emekçikadınların biraraya gelerek örgütlü bir mücadeleyürütmelerinin bir ihtiyaç ve zorunluluk olduğunudile getirdik.

Kurultay çalışmalarımızı aynı zamanda farklızeminlere de taşıyoruz. Kurultayı tanıtan vegerekçelendiren dosyalarımızı sendika ve kitleörgütlerine bırakarak kurultaya katılmaya ve destekvermeye çağırıyoruz.

Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu

Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüze saygı mitingi”…

Özgürlük sosyalizmle gelecek!

AKP “Alevi açılımı” adı altında “devlet Alevileri”yetiştirmek için sinsi bir operasyon düzenlemiş ve“Muharrem iftarı” adı altında düzenlediği yemeğeAlevi örgütlerinin temsilcilerini davet etmişti. Alevikurumları ise, Pir Sultan’ın Hızır Paşa sofrasıkarşısında safrettiği sözleri söyleyerek, “Bizimköpeklerimiz bile bu sofraya oturmaz” diyerekyemeği reddetmişlerdi. Hızır Paşa sofrasına karşı PirSultan duruşunu kuşanmak gerektiğini savunankurumlar 3 Şubat günü bir miting düzenlediler.

Pir Sultan Abdal Kültür DernekleriFederasyonu’nun çağrısıyla, AKP’nin Alevipolitikasına karşı Kadıköy’de 3 Şubat’ta binlerce kişitoplandı.

PSAKD şubeleri mitinge Türkiye genelindenkatılım sağladılar. Reformistler, düzen partileri,devrimci kurumlar ve sendikaların da destek verdiğimitingte Sivas şehitleri ve onların bıraktığı miras birkez daha hatırlandı. AKP’nin politikaları protestoedildi.

Yürüyüş kolu saat 12.00’de Tepe Nautilus önündetoplanmaya başladı. Saat 13.00’te kortejleroluşturularak yürüyüş başladı. Kadıköy İskelesi’neyapılan yürüyüşte PSAKD pankartları önde olmakdestek veren diğer güçler kendi pankartlarını açtılar.Sivas şehitlerinin fotoğraflarının taşındığı PSAKDkortejlerinde, Kadıköy, Ümraniye, Kartal, Pendik,Ankara, Buca, Gümüldür, İzmir, Bornova, Mamak,Sarıyer, Sultanbeyli Şube pankartları sıralandı.Maltepe PSAKD mitingte üyeleriyle birlikte yerinialdı. Yenidoğan Gençliği, TUDEF, AGEP (AleviBektaşi Gençlik Platformu) da açtıkları pankartlarlayer aldılar.

Özellikle “Öğretine, onuruna, özgürlüğüne sahipçık!”, “Madımak müze olsun!”, “Savaşa hayır,kahrolsun emperyalizm!”, “Zorunlu din derslerinehayır!”, “Alevi kimliği tanınsın. Cemevi Aleviler’inibadet yeridir!”, “Din, dil, ırk ayrımına hayır, yaşasınhalkların kardeşliği!” pankartları göze çarpıyordu.

Yürüyüş boyunca PSAKD kortejlerinden, “Güngelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek!”,“Katil ABD, işbirlikçi AKP!”, “Tayyip şaşırma,sabrımızı taşırma!”, “Dün Maraş’ta, bugün Sivas’ta,çözüm faşizme karşı savaşta!”, “Yaşasın birlik,dayanışma, kardeşlik!”, “Sivas şehitleri ölümsüzdür!”,“Susma haykır, öğretine sahip çık!”, “Halkımızsaflara hesap sormaya!”, “Türban sorunu AKP’ninoyunu!”, “Diyanet kurumu kapatılsın!” sloganlarıyükseldi.

BDSP’liler mitinge “Kurtuluş yok tek başına, yahep beraber ya hiçbirimiz!/BDSP” şiarlı pankartlakatıldılar. Yürüyüş boyunca “İşçi sınıfı savaşacak,

sosyalizm kazanacak!”, “Dün Maraş’ta, bugünSivas’ta, çözüm faşizme karşı savaşta!” sloganlarınıattılar.

PSAKD pankartlarıın ardından ‘78’liler Girişimi,EMEP, ÖDP, ESP, AKA-DER, HÖC, BDSP,Mücadele Birliği Platformu, Halkevleri, Dev-Lis,LÖB, KÖZ, DHP, Partizan, TKP, SODAP, TÖP, EHPkortejleri sıralandılar. PSAKD kortejleri dışında 5 binkişinin yer aldığı kortejlerin miting alanına girmesiyleprogram başladı.

Devrim şehitleri adına yapılan saygı duruşusonrasında PSAKD Genel Başkanı Av. Kazım Gençkonuştu. Anayasa tartışmalarına değinen Genç,Anayasa taslağında inanç özgürlüğünün, eşitlik vekardeşliğin olmadığını söyledi. Hükümetin tek soruntürban sorunuymuş gibi davrandığını ifade etti.Erdoğan’ın verdiği iftar yemeğine de değinen Genç,Alevi öğretisiyle ilgili mücadele veren PSAKD’ninErdoğan tarafından muhatap alınmamasını eleştirerekkurulan naylon federasyonla katılım sağlandığınıbelirtti.

Kardeşlikten, toplumsal barıştan sözetmek içinMaraş, Çorum, Sivas, Hayata Dönüş Operasyonu veHrant Dink katliamlarıyla yüzleşilmesi gerektiğininaltını çizen Genç, katliamların hesabı sorulmadanbarışın sağlanamayacağını söyledi ve Alevi halkındanözür dilenmesi gerektiğini belirterek konuşmasınıtamamladı.

Ardından Hasan Sağlam, Vardiya Müzik Grubu,Erdal Bayrakoğlu ve Tolga Sağ sahneye çıktılar.Atılan sloganlarla miting sona erdi.

Notlar:* Dağıtım sansürüne karşı biraraya gelen Kızıl

Bayrak, Atılım, Devrimci Hareket, Proleter DevrimciDuruş ve Odak, sansüre karşı hazırladıları ortakbildirilerin dağıtımını gerçekleştirdiler.

* 24 Şubat’ta BMİS Toplantı Salonu’nda EmekçiKadın Kurultayı düzenleyecek olan Emekçi KadınKomisyonları kurultaya çağrı yapan bildirilerindağıtımını gerçekleştirdiler.

* SHP, DSP ve CHP gibi düzen partileri Türkbayrakları ve Atatürk portreleri taşıdılar.

* Arama noktasından geçişte AKP protesto edildi.Kortejlerde taşınan ampuller yerlere atıldı.

* Çeşitli Alevi forum internet siteleri mitingepankartlarıyla katıldılar.

* Kazım Karabekir Mahallesi Halkı pankartaçarak mitinge katılım sağladı.

* Eğitim-Sen 2 No’lu (Kadıköy) Şubesi kendipankartıyla yürüyüşte ve alanda yerini aldı.

* Yöre dernekleri de mitinge katılım sağladılar.Kızıl Bayrak/İstanbul

Özelleştirmelere karşı işçi barikatı!12 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Tekel işçilerinin özelleştirme karşıtımücadelesi devam ediyor. Bitlis’te, Diyarbakır,Samsun, Kartal Cevizli, Tokat ve İzmir de alanlarıdoldurarak “Ölmek var dönmek yok!” diyen Tekelişçileri, 2 Şubat’ta da Kadıköy’deydiler. Tekelmitinginde sınıf dayanışması öne çıkarkenbinlerce kişi özelleştirmelere karşı mücadeleçağrısı yaptı.

Tekel işçilerinin düzenlediği mitinge Türk-İş’ebağlı sendikaların İstanbul Şubeleri pankartlarıylakatılarak destek verdiler. Kadıköy İskeleMeydanı’nın dolduran sendikalı işçiler vedevrimciler Türk-İş bürokrasisini ıslık veyuhalamalarla protesto ettiler. Türk-İş’e “genelgrev!” çağrısı yaptılar.

Saat 12.00’de Haydarpaşa Garı önündetoplanmaya başlayan Tekel işçileri pankartlaraçarak kortejler oluşturdular. Kortejin en önündeTekel işçilerinin çocukları ve işçi kadınlaryürüdüler. 2000’e yakın kişinin yer aldığı TekGıda-İş kortejinde Türk bayrakları ve Fatih SultanMehmet’in fotoğrafları göze çarptı.

Türk-İş’e bağlı sendikalardan Belediye-İş,TÜMTİS, Deri-İş Tuzla Şubesi, Hava-İş, Türk-Metal, Tes-İş, Basın-İş, Petrol-İş, Harb-İş, TezKoop-İş, Haber-İş, Türkiye Denizciler Sendikası,Yol-İş, Demiryol-İş Sendikaları mitingepankartlarıyla katılarak yerlerini aldılar.

Meclisten geçen saldırı yasalarına sesleriniçıkarmayan DSP, CHP, BBP, BCP ve İP çetesi gibidüzen partileri de mitinge katıldılar.

Saat 12.30’da başlayan yürüyüşe reformistpartiler ve devrimci güçler de katıldılar. Sınıfdevrimcileri mitinge “Direnen Tekel işçisikazanacak! Yaşasın sınıf dayanışması/BDSP”pankartıyla katıldı.

Tek Gıda-İş imzalı “Tekel, AKP’yi iktidaryapan Aydın Doğan’a peşkeş çekilemez!”,“Ülkenin gelirlerini yok ederek İMF’den paradilenilemez!”, “Tekel vatandır satılamaz!”pankartlarının yer aldığı kortejlerden sıkça,“Genel grev-genel direniş!”, “Tekel vatandırsatılamaz!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Zafer

direnen emekçinin olacak!”, “Kahrolsun İMF,bağımsız Türkiye!” sloganları yükseldi.

Miting alanına giren kortejler aramanoktasından geçerken kürsüden katılımcılarınpankartları okunarak alkışlandı. BDSP, YurtseverCephe, TKP, EMEP, İşçi Gazetesi ve ESP mitingepankartlarıyla katılarak coşkulu ve gür sloganlarattılar. Yurtsever Cephe yürüyüşe kitlesel birkatılım sağladı.

Yürüyüş kitlesinin alanda toplanmasınınardından başlayan programda ilk olarak Tek Gıda-İş 4 No’lu Şube Başkanı Yunus Durdu kısa birkonuşma yaptı ve Tekel işçisinin mücadelesininbitmeyeceğini söyledi. Ardından bir kadın işçimücadele coşkusunu yansıttığı şiirini okudu.

Saygı duruşuyla devam eden mitingprogramında son olarak Türk-İş Genel Sekreterive aynı zamanda Tek Gıda-İş Sendikası GenelBaşkanı Mustafa Türkel konuştu. Mustafa Türkelmikrofona geldiğinde miting alanındaki binlercekişinin yuhalamasıyla karşılaştı. Alandan, Türk-İşve Tek Gıda-İş’in sendikal bürokrasisine karşıyükselen öfke “Kahrolsun sendika ağaları!”,“Türk-İş uyuma işçine sahip çık!”, “Türk-İşgöreve genel greve!” sloganlarıyla yankı buldu.Sendika bürokratları devrimci demokratkortejlerden yükselen sloganları kesmek içinharekete geçseler de bunu başaramadılar.

Kürsüden konuşan Tek Gıda-İş Genel BaşkanıMustafa Türkel, Tekel’in özelleştirmesine karşıverdikleri mücadelede and içtiklerini söyledi.Günah çıkartan konuşmasını Tekel işçilerinin 18Şubat tarihinde Ankara’da yapacakları mitingeçağrıyla sonlandırdı. Mitingin kapanışkonuşmasında da Ankara mitingine çağrı yapıldı.Miting sloganlarla sona erdi.

DİSK’e bağlı sendikalardan ise Genel-İşSendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge ve bağlışubeler mitinge işyeri temsilcileri ve üyeleriyleberaber katıldılar. KESK’e bağlı sendikalardanEğitim-Sen ve Yapı-Yol Sen İstanbul Şubesi demitinge destek verdiler.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Büyükçekmece İşçi Kurultayıhazırlıklarından...

Örgütlenme sorununutartıştık!

2. Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarıdevam ediyor. Kurultayı örgütleme çalışmasının bir parçasıolarak 3 Şubat günü “örgütlenme sorunu” kapsamında birseminer gerçekleştirildi. Volkan Yaraşır’ın katılımcı olduğusemineri Kurultay Hazırlık Komitesi sözcüsü sundu.

KHK adına yapılan konuşmada genel olarak işçi sınıfınayönelik saldırılara değinildi. Kurultayla hedeflenenin,varolan örgütsüzlüğü ve dağınıklığı bir nebze de olsagidermek, sermayeye karşı işçi sınıfının gücünü açığaçıkaracak bir mücadele hattı yaratmak olduğu vurgulandı.

Ardından sözü Volkan Yaraşır aldı. İlk olarakDavutpaşa’da yaşanan katliama değinip, kapitalizminacımasız ve vahşi yönüne vurgu yaparak, bu düzenin işçisınıfının kanıyla beslendiğini ifade etti. Bu ve buna benzerolaylara örgütlü tepki verilemediğine, sermayenin de bundangüç aldığına değinerek, bu tarz iş cinayetlerinin önünegeçmenin tek yolunun sınıfsal kimlik ve bilinçle donanmışişçi sınıfının örgütlü mücadelesi olduğunu vurguladı.

Daha sonra örgütlenme sorununu ele alarak, çeşitliülkelerden bir takım örneklerle kapsamlı bir konuşma yaptı.Konuşması boyunca taban örgütlenmelerine, işyerikomitelerine özel bir vurgu yapan Yaraşır, tabanörgütlülüklerinin işçi sınıfının iktidar mücadelesinde çoktemel bir yerde durduğuna dikkat çekerek, işçi sınıfınınburjuvaziye karşı mücadelesinde kendisini varedebileceği enönemli araçlardan biri olduğunu ifade etti.

Yaraşır sanayi sitelerinde, büyük işçi havzalarında nasılbir örgütlenme modelinin esas alınması gerektiğine dedeğinerek, burada bulunan her işçi arkadaşın kapitalizmekarşı sınıfsal bir kinle hareket ederek, bu mücadelenin hemhamalı hemde mimarı olması gerektiğini vurguladı.

Konuşmanın ardından toplantıya çeşitli fabrikalardankatılan işçiler de söz alarak düşüncelerini ifade ettiler.Toplantı ara verilmeksizin yaklaşık ikibuçuk saat sürmesinerağmen katılımcılar dikkatle sonuna kadar dinlediler. 60kişinin katıldığı toplantı canlı bir atmosferde gerçekleşti.

Esenyurt/Kızıl Bayrak

Çiğli İşçi Kurultayı’na ilk adım!

Çiğli Organize’de çalışan öncü işçilerin girişimiyle 3.Çiğli İşçi Kurultayı’nın hazırlık çalışmalarına başlandı.

Öncü işçiler, Mayıs ayı içerisinde yapılması planlanan 3.Çiğli İşçi Kurultayı için 3 Şubat günü İşçi Kültür SanatEvi’nde biraraya geldiler. Yapılan toplantıda, kurultayaracılığıyla sorunları çok yönlü tartışmak ve ortak birmücadele hattı oluşturmak için tartışmalar yapıldı ve hazırlıkkomitesi oluşturuldu.

Toplantıda ilk olarak işçi sınıfına yönelik saldırılara vebölgemizde işçilerin yaşadığı sorunlara değinilerek, işçisınıfının örgütsüzlüğüne vurgu yapıldı. Kurultayın tam daböyle bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktığı, kurultaylahedeflenenin varolan örgütsüzlüğü aşmak ve sermayesınıfına karşı işçi sınıfının gücünü açığa çıkaracak birmücadele hattı yaratmak olduğu vurgulandı.

İşçi kurultayını amacına uygun bir şekilde örgütlemekiçin önerilerin ve kullanılacak araçların da tartışıldığıtoplantıda, tebliğ sunumları için işbölümü yapıldı.Kurultayın ön hazırlık sürecini daha iyi planlamak için altkomisyonlar oluşturuldu. Ayrıca kurultay çalışmalarına dahaçok işçinin katılması için yapılacak etkinlikler ve eğitimihtiyacı tartışıldı.

Kurultay Hazırlık Komitesi, kurultayın güçlü bir şekildegerçekleşmesi için çalışmalarını adım adım örmeye devamedecek.

Kurultay Hazırlık Komitesi’nden işçiler

Binlerce Tekel işçisindenözelleştirme karşıtı mücadele

kararlılığı

Sınıfa karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 13Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

TÜMTİS, tutuklanan sendikacıların serbestbırakılması talebiyle topladığı imzaları 4 Şubat saat:12:30’da Adalet Bakanlığı’na eylemli bir yürüyüşleteslim etti. TÜMTİS üyesi işçiler sendika şubesiönünde biraraya gelerek Güven Park’a doğrusloganlarla yürüyüşe geçtiler. YKM önüne gelenişçiler ve tutuklu sendika yöneticilerinin aileleriburada coşkulu sloganlarla tutuklamayı protestoettiler.

300 kişinin katıldığı eylemde, “Çete değil işçiyiz,örgütlüyüz, güçlüyüz! Yöneticilerimiz serbestbırakılsın!/TÜMTİS” pankartı açıldı.

Tutuklu TÜMTİS Ankara Şube yöneticilerininserbest bırakılmalarını talep eden imzalar AdaletBakanlığı’na teslim edilmeden önce TÜMTİS GenelBaşkanı Kenan Öztürk, TÜMTİS Genel SekreteriGürel Yılmaz, DİSK Bölge Temsilcisi Tayfun Görgünbirer konuşma yaptılar. Konuşmalarda TÜMTİSyöneticilerinin sendikal örgütlenme mücadelesiyürüttükleri için çete suçlamasıyla tutuklanıpyargılandıkları, oysa soyguncuların, çetelerin dışarıdaellerini kollarını sallayarak dolaştıkları vurgulandı.

Ardından Gürel Yılmaz tarafından okunan basınaçıklamasında şunlar söylendi:

“Şube başkanımız Nurettin Kılıçdoğan, Şubesekreterimiz Hüseyin Babayiğit, Şube Malisekreterimiz Halil Keten, yönetim kurulu üyelerimizBinali Güney, Selahattin Demir, Erken Aydoğan veAtilla Yılmaz işverenlerin asılsız suçlamalarınedeniyle 20 Kasım 2007 tarihinde gece yarılarıevleri basılarak, talan edilerek polis tarafındangözaltına alınmışlar ve tutuklanmışlardır.Yöneticilerimizin tutukluluk halleri devam etmektedir.İşverenlerce yapılan asılsız şikâyetlerle sendikamızınörgütlenme çalışmasının engellenmesi, sendikalörgütlülüğümüzün dağıtılması ve örgütümüzünişlevsiz kılınması amaçlanmıştır. Açıktır ki sendikalörgütlülüğümüzün dağıtılması her türlü haktanyoksun kayıt dışı çalıştırılan binlerce işçinin kölekoşullarında kurtulmaması, insanca çalışma, insanonuruna yaraşır yaşam koşullarına kavuşmaması

anlamına gelmektedir...Bu saldırılar ile örgütlü örgütsüz tüm işçilere,

ülkemiz sendikal hareketine gözdağı vermek, 12Eylül’ü anımsatan uygulamalar ile sendikalarişlevsiz hale getirilmek, hukuksuz bir biçimde sendikahakkı gasp edilmek istenmektedir...

Tutuklanan yöneticilerimiz haklarında bugünekadar dava açılmamış olması, adil yargılamahakkının açık bir ihlalidir. Aradan geçen 77 günerağmen halen iddianame düzenlenmemiştir,mahkemeye çıkacaklarını gün belirlenmemiştir.Yöneticilerimizin hakim önüne çıkarılıp serbestbırakılmalarını istiyoruz.”

Ardından sendika yöneticileri ve kurumtemsilcileri imzaları Adalet Bakanlığı’na verdiler. Buesnada işçiler ve aileleri bekleyişlerini sürdürdüler.Heyet geri geldiğinde kitle tarafından sloganlarlakarşılandı. Heyet adına açıklama yapan TÜMTİSGenel Başkanı Kenan Öztürk, Adalet Bakanı’ylagörüşemediklerini ifade ederek mücadelelerinisürdüreceklerini vurguladı.

Eyleme işçilerin coşkusu, kararlığı ve öfkesihâkimdi. Eyleme Türk-İş’in katılmaması vetutuklanan şube yöneticilerine sahip çıkmamasıtepkiyle karşılandı.

BDSP eyleme “Tutuklu sendikacılar serbestbırakılsın!” ve “Yaşasın sınıf dayanışması” şiarlıdövizlerle katıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara

TÜMTİS işçilerinden eylem...

“Çete değil işçiyiz, örgütlüyüz, güçlüyüz!”

Tutuklama saldırısı üzerine TÜMTİSGenel Sekreteri Gürel Yılmaz ilekonuştuk...

“Tutuklu sendikacılarserbest bırakılsın!”TÜMTİS Sendikası Genel Eğitim Sekreteri ve aynı

zamanda Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan ileAnkara Şube’nin tüm yönetim kurulu üyeleri örgütlenmeçalışmalarından rahatsız olan patronların şikayetisonucu geçtiğimiz aylarda tutuklanmışlardı.

TÜMTİS yöneticileri bir komplo iletutuklanmalarının üzerinden aylar geçmesine rağmenhala mahkemeye dahi çıkarılmadı. Tutuklu sendikacılaraylardır keyfi olarak Sincan F Tipi Cezaevi’ndetutuluyor. Sınıfın örgütlenmesine yönelik olarakgerçekleştirilen bu saldırı karşısında neler yapılacağıüzerine TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz ilekonuştuk....

- TÜMTİS’e yönelik gerçekleştirilen bu saldırıkarşısında ilerici ve devrimci güçler, sendikalar ve kitleörgütleri yapılacak olan eylem, etkinlik ve kampanyasürecini yeterince sahipleniyor mu?

Bu saldırı esas olarak örgütlenmemize yönelik olarakgerçekleştirildi. Yani sınıfın örgütlenmesine yönelik birsaldırı anlamına geliyor. Dolayısıyla öncelikli olarak birdayanışma süreci örmeyi düşünüyoruz. Bu çerçevede ilkolarak bir imza kampanyası başlattık. Tüm emekörgütlülüklerinin ve sendikaların bu gündem etrafındayan yana gelmeleri için çaba gösteriyoruz. İmzakampanyamızın başlaması ile birçok sendika yöneticisive üyeleri metne imzacı oldular. Hak-İş dışındakikonfederasyonlar da bizimle dayanışma içerisindeolacağını ifade etti. Elbette bizim için önemli olan busöylemlerin fiili bir sürece konu edilmesidir. Bunundışında kimi uluslararası sendikal örgütlenmeler dekonuya ilgi duyuyor. Bu çerçevede arkadaşlarımızınserbest bırakılması için savcılığa mektup gönderenörgütlenmeler oldu. Kampanya sürecimiz henüz yenibaşladı. İlerleyen süreçlerde bu dayanışma ağı daha dagelişecektir.

İmza kampanyasını bir eylemlilikle sonlandıracağız.Örgütlü olduğumuz tüm illerde toplanan imzalar 4 Şubatgünü Adalet Bakanlığı’na yapılacak olan yürüyüş veeylemle birlikte verilecek. Şu an onun hazırlıklarınıyapıyoruz. Ankara’da bulunan sendika şubeleri ve emekörgütlülükleri ile birlikte bu eylemi gerçekleştirmeyiplanlıyoruz. Yani imza kampanyası ile birlikteoluşturulacak olan kamuoyunu eylem sürecinde de yanyana getirmeyi planlıyoruz. Şu an önümüzde bu sürecinörülmesi gündemi var. Fakat sonrasında da dayanışmasürecini kesintisiz sürdüreceğiz. Mahkeme tarihinin belliolması ile birlikte kitlesel olarak orada olmayıhedefliyoruz.

Sermaye medyası konuyu kamuoyuna patronlarınistediği bir çerçevede yansıttı. Emekten yana olan basın-yayın kuruluşlarının saldırının gerçek mahiyetiniyansıtması önemli. Bu konuda üzücü bir takımgelişmeler de yaşandı.

- Yeni örgütlendiğiniz yerlerde hangi sorunlarlakarşılaşıyorsunuz?

Ağırlıklı olarak nakliyat alanında örgütlüyüz. Antepgibi kimi bölgelerde belediyelerin çalışma alanlarındaörgütlenme süreçlerimiz oldu. Buralarda alışılagelenindışında yeni problemlerle karşılaştık. Sınıf mücadelesifarklı zorluklar ve sorunlar ile yürüyor. Dolayısıyla buyeni sorunları çözmek yen yöntemler geliştirmeyigerekiyor.

Kızıl Bayrak / Ankara

Yasan’da direniş var!Dudulu OSB’de kurulu bulunan Yasan Yassı Metal’de işçiler geçtiğimiz hafta üç aydır ücretlerini

alamadıkları için üretimi durdurmuşlardı. Ücretleri vereceğine dair söz veren patronun söylediği tarihte deödememesinin ardından Yasan işçileri fabrika kapısında direnişe geçtiler. Fabrikayı boşaltmak isteyenpatronun girişimlerine karşın fabrika kapısına gelen kamyonları sloganlarla karşılayan Yasan işçileridirenişlerini kararlılıkla sürdürüyorlar.

Yasan işçileri yıllar önce DİSK’e bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nda örgütlenmişlerdi. Butarihten itibaren patronun sendikayı tasfiyeye yönelik tüm girişimlerine karşın kararlılıkla mücadeleettiler. Geçtiğimiz aylarda ise işten atılan 8 işçinin fabrika kapısında direnişe geçmesi ile birlikte ilkgünden itibaren patrona uşaklıkta sınır tanımayan işyeri temsilcisine de hak ettiği dersi vererektemsilcilikten düşmesini sağladılar.

Son aylarda sürekli olarak işçilerin kötü gittiğinden dem vuran Yasan patronu, üç aydır işçilerinücretlerini ödemiyordu. Bu durum karşısında işçiler geçtiğimiz Pazartesi günü üretimi durdurarak fabrikakapısına çıkmışlardı. Patron ile sendika arasında yapılan görüşmelerde fiili direnişe geçilmeden üretimindurdurulmasına karşılık patronda ücretleri bir hafta içinde ödeyeceğini taahhüt etmişti. Patronun butaahhütünü yerine getirmemesine ve fabrikayı boşaltmak için harekete geçmesi üzerine Yasan işçileri 7Şubat günü fiili direnişe başladılar.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Geleceğimize sahip çıkıyoruz!14 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Çok yönlü bir faaliyet yürütüyoruz...Sermaye sınıfının göz diktiği sağlık, sosyal güvenlik

ve emeklilik hakkının gaspına karşı AnadoluYakası’ndan komünistler olarak çalışmalarımızısürdürüyoruz. Öncelikle İstanbul merkezli HerkeseSağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun merkezi olarakbelirlediği çerçevede yerel platformların işlerlikkazanması için yerelden çaba harcıyoruz.

Bu çerçevede merkezi platformun yerel ayaklarınıörme hedefiyle düzenlediği Kadıköy toplantısınakatıldık. Burada alınan kararlar çerçevesinde Kartalplatformunun oluşturulması için çaba harcadık. İki yerelplatform da toplantılarını düzenli olarak yapan ve alınankararları uygulayan ve denetleyen bir işleyişle sürüyor.En büyük handikapı ise merkezi platformlara katılanbileşenlerin büyük oranda yerelleri güçlendirmeçabasından yoksun olması. Platformun önümüzdekidöneme dair aldığı en önemli kararlarından biri iseKartal merkezli işyeri temsilcilerine ve işçilere dayanan,kamuoyuna yönelik çalışması yapılmış bir toplantıörgütlemek.

Bu karar doğrultusunda Kartal Platformu, 22 Şubatgünü saat 18.30’da Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ndegerçekleştirmek üzere çalışmalara başlamış ve yeritutmuş bulunuyor. En kısa zamanda çağrı materyallerinidevreye sokmak ve aynı zamanda toplantıyı genişbileşenlere maletmek için kurum ziyaretlerine başlamışdurumda. Bizler de önümüzdeki dönem SSGSSçalışmamızı toplantı hazırlıklarına yoğunlaştırmışdurumdayız.

Platform çalışmaları ile kendi bağımsızçalışmalarımızı eş zamanlı yürütüyoruz. AnadoluYakası’nda çeşitli fabrikaların bulunduğu alanlara vemerkezlere BDSP afişlerini ve bildirilerini etkin olarakkullandık.

Afişlerimizi Kartal merkez, sanayi ve mahallelerine,Gülsuyu Mahallesi ve Kurtköy sanayine yaygın olarakkullandık. Ayrıca, Kartal Sanayi ABB, KartalBelediyesi, Lombardini, Adel, Modital fabrikalarına,Kurtköy’de ise Şıhlı’da iki ayrı servis ve işçigüzergâhlarına bildiri dağıtımı gerçekleştirdik. İlçemerkezleri ve mahalle dağıtımlarının ardından bildiridağıtımımız sonlanacak.

SSGSS sürecine ilişkin örgütleyeceğimiz çalışmayıise temelde Kartal merkezde gerçekleşecek toplantıoluşturuyor. Tüm gücümüzle o toplantının hazırlıklarınayükleneceğiz.

Anadolu Yakası BDSP

Küçükçekmece’de SSGSS karşıtıfaaliyet

Sermaye, işçi ve emekçilere yönelik saldırılarını hergeçen gün yoğunlaştırıyor. Şimdi de gözlerini büyük kârkapısı olabilecek sağlık sektörüne dikti.

Küçükçekmece’de sermayenin bu kapsamlısaldırısını teşhir eden faaliyetimiz devam ediyor. 5Şubat günü Sefaköy merkezde bulunan GümüşçülerÇarşısı’nda “Herkese Sağlık Güvenli GelecekPlatformu” imzalı SSGSS bildirilerini ve platformbileşenleri tarafından 10 Şubat günü saat 12.30’daŞirinevler AKP önünde gerçekleştirilecek basınaçıklamasına çağrı yapan broşürleri ajitasyonkonuşmaları eşliğinde yaygın olarak dağıttık.

Dağıtıma ilgi oldukça fazlaydı. Birçok kişinin AKPhükümetinin politikalarına karşı tepkili olduklarınıgördük. Hatta dağıtım sırasında bildirilerin AKP’ye ait

olduğunu sanarak almak istemeyenler oldu. Bildiridağıtımını gerçekleştirirken, birçok kişiyle saldırınıngerçek amacının ne olduğunu ve bizlere ne getireceğinitartışma imkânı bulduk.

Küçükçekmece BDSP

SSGSS faaliyetine engelleme!Sendikalar, dernekler, kitle örgütleri ve devrimci

güçlerin sermayenin SSGSS Yasa Tasarısı’na karşımücadelesi sürüyor. İstanbul genelinde oluşan HerkeseSağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun çalışmaları dasanayi havzalarına doğru derinleşerek devam ediyor.

Ümraniye yerelinde platformun ortak çalışmasınıyürüten BDSP, OSİM-DER, Alınteri, EMEP ve DHP 9Şubat Cumartesi günü saat 17:00’da OSİM-DER’de birpanel gerçekleştirecekler.

Panel hazırlıkları çerçevesinde İMES ve DudulluOSB çevresinde panele çağrı afişleri yapıldı. DudulluOSB girişinde çağrı afişlerini yapan bir OSİM-DERçalışanı önce OSB güvenliğinin müdahalesi ilekarşılaştı. Afişleri sökmeye çalışan güvenliğe OSİM-DER çalışanının müdahale etmesi üzerine güvenlikgörevlileri durumu polise bildirdi. Olay yerine polisingelmesinin ardından OSİM-DER çalışanı bir kişi zorlapolis aracına bindirilerek Polis Merkezi’ne götürüldü.Araçta ve karakolda yaklaşık iki saat alıkonulan OSİM-DER çalışanı serbest bırakıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Eskişehir’de SSGSS karşıtı çalışmaYaklaşık bir hafta önce başladığımız SSGSS karşıtı

çalışmalarımız sürüyor.1 Şubat’ta Eskişehir’in işçi ve emekçi semtlerinden

biri olan Gültepe Mahallesi’nde ve genellikle hizmetsektöründe çalışan emekçilerin, özelde de sağlıkemekçilerinin oturduğu Yenikent Mahallesi’ndefaaliyetimizi sürdürdük.

“SSGSS Yasa Tasarısı Geri Çekilsin! Sağlık Hakkıİçin Genel Grev-Genel Direniş!BDSP” şiarlıafişlerimizi işçilerin servis yolu olan Gültepe Mahallesimerkezindeki trafolara yaptık. Yenikent Mahallesi’ndeise ağırlıklı olarak SSGSS Yasa Tasarısı karşıtıbildirileri kullandık. Çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Kızıl Bayrak/Eskişehir

SSGSS karşıtı faaliyetlerden...

SSGSS saldırısına geçit yok!Arçelik işçisi TÜSİAD önünde!

“Arçelik’te işçikıyımına son!”

Tuzla Arçelik Fabrikası önünde sürdürdükleridirenişte 35. günlerini dolduran Arçelik’e bağlıYıldıran AŞ işçileri Taksim Meydanı, Migros veKoç-Tansaş’tan sonra TÜSİAD’ın Taksim’dekibinası önündeydiler. Sendika pankart vebayrakları ile Tepebaşı’ndaki binaya gelenNakliyat-İş üyeleri, “Arçelik’te işçi kıyımına son!Yaşasın Arçelik direnişimiz!” pankartını açtılar.

Eylemde konuşan Nakliyat-İş SendikasıGenel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, parababalarının derneğinin önünde demokrasihavariliğine soyunan Tuncay Özilhan ve MustafaKoç’u protesto ettiklerini söyledi. Alt işverenYıldıran AŞ ile toplusözleşme yapmalarınınardından Arçelik patronunun Türk Metal’leişbirliği yaparak Yıldıran firmasıyla sözleşmesinifeshettiğini, bunu yaparken de sendikayı tasfiyeetmek istediğini belirtti.

Sarı sendika istemiyorlar!Küçükosmanoğlu’nun konuşması “Sarı

sendika istemiyoruz!” sloganıyla kesildi. 2Ocak’tan beri direnişlerini sürdürdüklerinibelirterek konuşmasına devam eden Nakliyat-İşGenel Başkanı, “Sanıyorlar ki işçiler dizçökecek. Karşılarında Türkiye işçi sınıfı var,DİSK var, Nakliyat-İş var!” diyerek “nefismüdafaası” yaptıklarını belirtti. DİSK’ten veNakliyat-İş’ten kendilerini hiçbir şeyin geriçeviremeyeceğini söyledi. Her türlü meşrumücadele yolunu kullanacaklarını ifade etti.İşçiler bu sırada “Baskılar bizi yıldıramaz!”sloganını attılar.

Ardından direnişteki işçilerin eşlerinden birikonuşma yaptı. Militan ve coşkulu konuşmasındaverilen mücadeleyi selamlayarak Koç Holding’eşöyle seslendi: “Koç Holding anlamayı,dinlemeyi öğrenene kadar mücadele edeceğiz!”Kadın işçi yazdığı şiiri okuyarak konuşmasınınoktaladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Basın ve dağıtım tekellerini aşmaya! Kızıl Bayrak � 15Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Basın sansürü ve görevlerimizBasın tekelinin devrimci ve sosyalist, hatta

demokratik basına uyguladığı sansür, haftalardır,gerek tekil gerekse ortak açıklamalarla protestoediliyor. Bu nedenle, Kızıl Bayrak okurlarının olayıngelişiminden ve ayrıntılarından haberdar olduğunuvar sayarak, doğrudan, esas konuya girmek gerekiyor.

Baskıyı protesto etmek, kuşkusuz baskıya uğrayanherkesin en doğal hakkıdır. Yalnız, kabul edilmelidirki, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin hakları söz konusuolduğunda son derece titiz davranan ve bu haklarınsonuna kadar takipçisi olan komünistler, kendileri sözkonusu olduğunda, haktan ziyade görevle ilgilidir.Tarihi misyonlarını yerine getirmek istiyorlarsa ilgiliolmak da zorundadır. Hiç kuşkusuz haklarımızıçiğnetmemeye çalışacağız. Çiğnenmeye kalkıldığındada gerekli tepkiyi göstereceğiz.

Ancak, sosyalist basının, sosyalist basınçalışanlarının değil, işçi sınıfının hakkı olduğunuunutmadan. Sınıfsal-tarihsel görevlerimizle bağlantısıiçinde.

Bu bağlantı bizi, sansürü kıramadık, o zaman neyapmalıyız sorusunun yanıtlarını aramaya götürmeli.Ancak ondan önce, hiçbir dönemde unutulmamasıgereken bir şey var. Bugünkünden bin kat baskıcıdönemler yaşadık, bundan sonra dayaşamayacağımızın hiçbir güvencesi olmadığı gibi,sistem ayakta kaldığı sürece daha nice baskıtedbirleriyle karşılaşacağımız kesindir. Bu da,görevlerimizi her koşulda ve aksatmadan sürdürmedonanımımızın yeterli olmasını gerektirir.

Her koşulda ve her biçim altında merkezi birpolitik yayın organını, neden mutlaka çıkarmak vedağıtmak zorundayız? Legal, yarı legal yerel yayınlar,bültenler, bildiriler ve benzeri yeterli olmaz mı? RusSosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kuruluş süreçlerindeuzun uzun tartışılan bu ve benzeri konularda Lenin’inyanıtı, “hayır”dır.

Merkezi yayın, bilgilerin, birikimlerin,deneyimlerin merkezileştirilmesinde temel bir işlevesahiptir. Ayrıca, daha ziyade yerel/veya sektörel -demek ki daha ziyade ekonomik- konuların işlendiğibülten benzeri yayınlarla karşılanamayacak ihtiyaç,yerine getirilemeyecek görevler vardır. Ülkenin heryanındaki işçiler, kendi sınıf ideoloji ve politikalarınıaynı zamanda, aynı ve tek kaynaktan öğrenme, buyolla eğitilme imkanını bu yolla kullanabilir. Benzerbir biçimde, düzenin ve devletin sınıfa ve emekçikitlelere yönelik şu veya bu yaptırımına karşı ülkeçapında ortak ve eş zamanlı bir karşı koyuş imkanlarıda ancak merkezi yayın araçları sayesinde mümkünolacaktır. Özetle, hedefimize doğru yürürkenelimizdeki en önemli araçlardır merkezi yayınlarımız.

Şimdi, politik yayın organı üzerinden bir sansürlekarşı karşıya bulunuyoruz. Bayi dağıtımının, dağıtımağımızın tamamını ya da esasını oluşturmamaklabirlikte, önemli bir işlev gördüğü açıktır. Bu da,sansürü mutlaka boşa düşürmemiz, yani en kısazamanda, dağıtım tekelinin yaptığı işten dahafazlasını yapar hale gelmemiz gerektiğini anlatıyor.Bilindiği gibi tekel, istediği parayı ödediğimiz haldedüzgün bir dağıtım yapmadı. Gazete çoğu bayiyeulaştırılmadı. Pek çoğunda da tezgah altında tutulupiade edildi. Bu tutumda, tekelin gizli sansürününyanısıra, bayilik üstlenenlerin dağıtım tekeliyle gizli-açık dayanışmasını gördük, yaşadık. O halde,bugünkü sansürü aşmak çok zor olmasa gerek.

Kızıl Bayrak yayınına başladıktan sonra epeyce birsüre merkezi dağıtım tekelini kullanmadı. Bu süreçtesemt semt, bayi-bakkal-kitapçı dolaşarak satış

noktaları bulundu. Yani kendi dağıtım ağını kendisioluşturdu. Buna rağmen ve bir süre sonra,ulaşılamayan iller ve bayiler gözönüne alınarakdağıtım tekeli üzerinden de satışa geçildi. Elden satışo gün de esastı, bugün de bu önemini korumayısürdürüyor. Fakat bu önem bayi dağıtımının önemininkarşısına konulamaz, her ikisinin de farklı açılardanfarklı önemler taşıdığı biliniyor.

Merkezi dağıtım tekelinden, bayi satışının bu özelyeri ve önemi yönünden yararlandık. Ancak bugüngörülmektedir ki, bunun bize başka bazı yönlerdenzararı da dokunmuştur. Gazete satış ve dağıtımındayer yer bir rehavet yaşandığı, dahası bunun, önceyasak ve kapatmalar, ardından dağıtım sansürügeldiği halde hızla üstümüzden atamayacak biçimdeyerleştiği görülmektedir. Ve yine yer yer bu rehavetin,merkezi bir politik yayının önemini gözden kaçıracakdüzeylere vardığı görülebilmektedir.

Hızla yeni bayiiler arayıp bulmak gerekirken,

verili bayilere dağıtım bile ağır aksak yapılmaktadır.Örneğin, Perşembe basılan ve Cuma bölgelerde olangazete, bayilere Pazartesi hatta Salı günü akşamınaancak ulaştırılabilmektedir. Sansüre karşı sözlüaçıklamaların ötesinde, şu ya da bu bölgeçalışmasının pratik bir tepkisine, örneğin bir satışkampanyası açıldığına dair bir haber maalesefgazetemize ulaşmıyor. Oysa bu saldırı karşısındaderhal harekete geçmesi gereken devrimci refleks buolmalıydı. Sansürü boşa çıkaracak tek çıkış da şu anbudur.

Biz bu kadar “hafif’ bir saldırı karşısında bu kadarbasit bir refleksi gösteremezsek, acaba daha ağırsaldırı koşullarında, örneğin tüm legal faaliyetintasfiye edildiği bir ortamda (bunun hiç uzak birihtimal olduğu da düşünülmemelidir) devrimcifaaliyetimizi nasıl sürdürebileceğiz?

Bu soru tüm ‘Kızıl Bayrak’çılar tarafından, acilenve pratikte yanıtlanmak zorundadır!

“Sansür”e karşı ortak satış!Doğan Dağıtım AŞ tarafından uygulanan “basın

sansürü”ne karşı biraraya gelen devrimci, sosyalist gazete vedergiler, gerçekleştirdikleri ortak basın açıklamasınınardından İstanbul’un çeşitli yerlerinde ortak yayın satışlarıgerçekleştiriyor.

1 Şubat günü Kadıköy İskelesi’nde gerçekleştirilen ortaksatış öncesi kolluk güçleri İskele Meydanı’nda kimlikkontrollerini yoğunlaştırmıştı. 30 kişilik çevik kuvvetyığınağının yapıldığı meydanda gazete ve dergi satmak içinbuluşan devrimciler kimlik kontrolünden geçirildiler.

Bir saat boyunca devam eden satış ajitasyon konuşmalarıeşliğinde devam etti. Kızıl Bayrak, Proleter Devrimci Duruş,Odak ve Atılım satışının yapıldığı meydanda şu çağrı yankılandı:

“Sağlık hakkı gaspedilirken, emperyalist işgaller devam ederken, sosyal yıkım saldırıları hız kazanırkengerçeklerin sesini, soluğunu kesmek istiyorlar. Dağıtım tekelleri devrimci-sosyalist basın yayın organlarınındağıtımını engelleyerek sansür uyguluyorlar. Ancak bizi susturamayacaklar. Bizler işçi ve emekçilere herdönem, her koşulda olduğu gibi şimdi de gazete ve dergilerimizi ulaştırmaya devam edeceğiz.”

Bakırköy’de de Atılım, İşçi Köylü, Kızıl Bayrak ve Proleter Devrimci Duruş’un katıldığı ortak yayın satışıgerçekleştirildi. Bakırköy Meydanı’nda toplanan devrimciler, burada kolluk güçlerinin yoğun ablukası ilekarşılaştılar.

Satış boyunca yapılan ajitasyon konuşmaları ile Doğan Dağıtım’ın uyguladığı dağıtım sansürü teşhir edildive devrimci basına destek çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kadın sorunu ve sınıf iç16 � Kızıl Bayrak � Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

CMYK

Bu metin, Cihan yoldaşın TKİP II. Kongresi’nde“Kadın sorunu ve emekçi kadın çalışması” üzerine

yaptığı ana konuşmanın, kendisi tarafından kongretartışmalarının ışığında gözden geçirilmiş ve

geliştirilmiş halidir....

GirişKuruluş Kongresi sonrasında bu alanda yapmaya

çalıştıklarımızı saklı tutarsanız, kadın çalışması bizimiçin bir zayıflık ve yetersizlik alanı olagelmiştir. Oysahareketimizin kadın sorununa daha başından itibarenbelli bir bakışı vardı. Sorun başından itibarenbasınımızda hiç değilse genel esasları ileişlenegelmiş, değerlendirmelere ve yazılara konuolmuştur. EKİM I. Genel Konferansı’nın temelmetinleri arasında kadın sorununa ilişkin bir genelçerçeve vardır ve sorunun esasını iyi-kötü ortayakoymaktadır. Özellikle 8 Martlar kadın sorunu vemücadelesi için değerlendirmeler yapmanın ayrıca birvesilesi olmuştur bizim için. Yakın yıllarda, özelliklede partimizin Kuruluş Kongresi sonrasında, konuüzerinde daha genişçe durulmuştur, gerek teorikgerekse güncel siyasal yönleriyle ele alınmış,işlenmiştir.

Gelinen yerde kadın sorununun genel teorik-politik çerçevesine ilişkin belli bir açıklığı vardırpartinin. Bu açıklık saflarımızdaki kadro vemilitanlara ne denli mal edilebildi, sorunun özü veesasları teorik ve politik yönleriyle ne denlikavranabildi, bu ayrı bir sorun. Birçok konuda olduğugibi bu konuda da saflarımızda sorunun kavranışıplanında ciddi yetersizlikler olduğundan kuşkuduymamak gerekir. II. Kongre sonrası dönemi bununkırıldığı, saflarımızda bu konuda sağlam ve bütünselbir kavrayışın geliştirildiği bir evre olarak elealmalıyız. Bu aynı evrede işçi ve emekçi kadınçalışmasını daha kapsamlı bir biçimde gündemimizealacağımıza göre, bunu yapmak özellikle gerekliolacaktır.

Öte yandan, kadın sorununun toplumsal ve tarihseltemelleri ile anlamı konusunda belli bir açıklığımızolsa bile, aynı başarıyı kadın çalışmasının politik-pratik yönleri alanında henüz gösteremediğimiz de birgerçektir. Bunun kısmen anlaşılır bir yanı var, zirakadın çalışmasını etkili bir pratik yönelim konusuhaline getiremediğimiz sürece bunu yapamazdık,yapmaya kalksak bile ortaya anlamlı ve işlevsel şeylerkoyamazdık. Çalışma planlı bir yönelim olarak dahaerken zamanlarda gündeme alınsa idi, sorunun politik-pratik yönlerinde açıklık ihtiyacı da kendinikaçınılmaz bir biçimde dayatırdı, nitekim şimdiolduğu gibi. Bununla, soruna ilişkin politik-pratikaçıklık ihtiyacı ile politik-pratik çalışmanın kendisiarasında sıkı bir bağ vardır, demek istiyorum. Tam dapratik çalışmanın önünü sağlıklı bir biçimde açmaküzere kuşkusuz...

Bu konuda genel esasları ile bir bakış açısıçalışmanın daha ilk adımında olabilmeliydi elbette.Ama bu bakış açısını ete-kemiğe büründürmek,hayatın içinde somutlamak yine de ancak budoğrultuda bir çalışmanın içerisine girmek ölçüsünde,

bu çalışmanın hiç değilse ilk deneyimlerinin açığaçıkması ölçüsünde mümkün olabilirdi. Nitekim şimdiçalışmayı bir yerlerinden az-çok ciddi bir biçimdezorladığımızda, karşımıza yanıt isteyen bir dizi sorunçıkıyor. Düşünsel açıklık sözkonusu olduğunda entemel sorun, çalışmanın çözüm isteyen sorunlarınıaçığa çıkarabilmektir. Eskilerin ifadesiyle, “Sual ilminyarısıdır”! Soruları üretebilmeli, sorunlarısaptayabilmelisiniz ki, beraberinde verimli ve yolaçıcıyanıtlar da üretebilesiniz. Bu ise pratik yönelimdenayrı düşünülemez.

Yine de bu konuya uluslararası komünist hareketinkadın çalışması ve örgütlenmesine ilişkin tarihseldeneyimlerin incelemesi ile başlanabilir ve buradançıkarılabilecek sonuçlar bir başlangıç perspektifiolarak işlevsel olabilirdi. Sonuçta bunu hala dayapmış değiliz. Parti Kuruluş Kongresi’ni izleyendönemde gündeme gelen konunun teorik yöndenincelenmesine yönelik çaba kuşkusuz bunu dakapsıyordu ve bu konuda belli bir açıklığa daulaşılmıştı. Fakat ulaşılmış sonuçlar her neyse bunlarıbugüne kadar ortaya koyamamış olmak, bizimpayımıza hala önemli bir eksiklik olarak duruyor ortayerde.

Kadın çalışmamız henüz yeni ama yine de dahaşimdiden ortaya çıkardığı bir dizi soru var önümüzde.Bu işimizi fazlasıyla kolaylaştırmaktadır. Gelinenyerde biz bu çalışmaya ilişkin sorunları hakkınıvererek çözeriz, gerekli açıklıkları fazlacazorlanmadan sağlarız demek istiyorum, bundan kuşkuduyulmamalı. Seyhan yoldaşın yaptığı sunuştan, busunuşun verilerinden, dahası sürmekte olan tartışmaiçinde dile getirilenlerden de fark ediyorum ki, güç yada karmaşık gibi görünen sorunlar, gerçekte bizimyanıtlamakta hiç de zorlanacağımız şeyler değil. Belkikonuyu çeşitli boyutlarıyla daha dikkatliirdelemeliyiz, üzerine enine boyuna düşünmeliyiz,kolaycı ve hızlı yanıtlardan kaçınmalıyız, bütünbunlar yeterince açık. Ama sonuçta bunlar bizimüstesinden gelebileceğimiz, her biriyle ilgili asgari biraçıklık yaratabileceğimiz sorunlar. Bunu bir an önceyaparsak, böylece çalışmaya bir perspektif ve solukkazandırmış olacağız. Bu açıdan sorunu daha fazlageciktirmeksizin ele almak zorundayız.

IKadın sorunu ve kadın

çalışmasının esasları

Marksist-leninist bir parti olarak kadın çalışmasınıve örgütlenmesini ele alırken, temel önemde ilkeselyaklaşımımız, yol gösterici hareket noktamız neolmaldır? Bu sorunun yanıtı kısaca şöyleözetlenebilir:

Kadın sorunu tarihsel evrim içinde ortaya çıkmıştoplumsal bir sorundur. Fakat kadın, kendi içindebütünlüğü olan farklı bir toplumsal katman değildir;tam tersine, bütün sınıfları kesen bir cinsel kesimdir.Toplum ve dolayısıyla da sınıflar, her iki cinsten,kadınlardan ve erkeklerden oluşmaktadır. Bu nedenlekadını kendi içinde ayrı, dolayısıyla sorunları ve

çıkarları ortak bir toplumsal katman olarak sunmayakalkan burjuva ve küçük burjuva feministyaklaşımların hiçbir bilimsel bir değeri, dolayısıyla daciddiyeti yoktur. Dahası, bunlar genellikle sınıfsalbakış ve tutumdan kaynaklanan bilinçli bilinçsizçarpıtmaların ifadesidirler.

Kadın sorunu toplumsal, siyasal ve kültürelboyutları içinde cinsler arası bir eşitsizlik sorunuolarak da yansıyor olsa bile, onu temelde cinsel değilfakat sınıfsal ilişki ve farklılıklar üretmiştir. Tarihteolduğu gibi günümüz burjuva toplumunda da... Birbaşka ifadeyle, kadının ezilmişliğinin temelinde karşıcinsin varlığı değil, fakat tümüyle sınıflı toplumgerçeği vardır. Sömürücü sınıf egemenliği,günümüzün burjuva toplumu sözkonusu olduğundasermayenin sınıf egemenliği, tarihten günümüzesürmekte olan kadın sorununun toplumsal kaynağı vetemelidir. Dolayısıyla sorunun çözümü de ancakburadan hareketle bulunabilir, doğru ve bilimsel birtemelde ortaya konabilir. Çözüm, karşı cinse değil,fakat sorunu üreten toplumsal yapıya, bu yapıyadamgasını vuran sınıfa karşı mücadeleden, bu sınıfınaltedilmesinden geçmektedir. Buradan baktığımızda,kendisi de toplumsal bir sorun olan kadın sorunu,gerçekte genel toplumsal sorunun özel bir parçasındanbaşka bir şey değildir. Kadının kurtuluşu, insanlığında kurtuluşu demek olan proletaryanın kurtuluşuylakopmaz bağlar içindedir. Kadının davasınıproletaryanın davasına bağlayan bu bilimsel gerçektir.

Bütün bunlardan kendiliğinden çıkan sonuç, kadınsorununun her bir sınıftan kadınlar için anlamı vekapsamının hiçbir biçimde aynı olmadığıdır; dahası,konum ve çıkarları karşıt sınıflar sözkonusuolduğunda, temelden farklı olduğudur. Kadın sorunu,kadının ezilmişliği sorunu, bütün kadın cinsini birbiçimde kapsasa da, bunun her bir sınıftan kadın içinkapsamı, anlamı ve yansıyış biçimleri temeldenfarklıdır. İşçi kadın, ezilen cins olarak da en büyükacıyı bizzat sermaye köleliğinden çekerken; sermayesınıfına mensup bir kadının sorunu, kendi sınıfındanerkeklerle arasındaki cinsel eşitsizliğin bazıyansımalarından ibarettir.

Özetle, genel, sınıflardan bağımsız, kendi içindeayrı bir kadın sorunu yoktur, buna ilişkin tüm iddialarburjuva ve küçük burjuva aldatmacalardan ibarettir.Kadın sorunu sınıf sorununun bir parçası ve türeviolarak vardır. Bu nedenle de, bu konudayaratılabilecek her türlü bulanıklığa karşı kesin birideolojik açıklık ve sürekli bir mücadele, kadınsorununu, çalışmasını ve örgütlenmesini ele alıştabizim için temel önemdedir.

Bu, temel önemde ilkesel hareket noktamızdır;dolayısıyla, kadın çalışmamızın bütün sorunlarına builkesel perspektifin ışığında bakmak zorundayız.

Sınıf çalışmasının organik bir parçasıolarak işçi kadın çalışması

Eğer kadın sorunu toplumsal-sınıfsal bakımdankendi içinde ayrı, bağımsız bir alan oluşturmuyorsa,bu sınıfsal konum ve kimlikler üzerinden kendini

TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...

Kadın sorunu ve sınıf iç

çinde kadın çalışması / 1 Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008 � Kızıl Bayrak � 17

CMYK

gösteren bir özgül sorunsa, daha genel ve kapsayıcıolan sosyal sorunun özgül bir yansımasıysa, sınıfsalbir sorunun cinsel boyutuysa, bu durumda, bizimkadın çalışmasının sorunlarını ele alırken bu temelönemde gerçeklerden çıkaracağımız önemli sonuçlarda var demektir.

Bunlardan temel önemde olanı, birbirine bağlı şuikili sonuçtur: İlkin, bizim için kadın çalışması,öncelikle ve temelde bir işçi kadın çalışmasıdır; veikinci olarak, bu kendi içinde ayrı bir çalışma değil,fakat genel sınıf çalışmamızın organik bir parçası,onun özgül bir boyutudur yalnızca.

Türkiye’nin kendini marksist sanan küçük-burjuvademokrat grupları, kadın çalışması denilince farklısınıf ve tabakalardan genel kadın kitlesine hitap edendemokratik bir çalışma anlarlar genellikle. Proletersınıf perspektifinden yoksunlukta anlamını bulanhalkçı küçük-burjuva ideolojik şekilleniş, kendinikadın sorunu üzerinden de işte böyle gösterir. Tümhalk sınıf ve katmanlarından kadınlara cinselezilmişlik ekseninde yöneltilecek bir faaliyet,devrimci kadın çalışmasının esasıdır bu akımlar için.Nitekim kurdukları kadın örgütleri de buna göreolmaktadır, genel kural olarak. Kadın sorunuüzerinden kadın kitlelerine hitap etmek iddiası ilekurulan demokratik kadın dernekleri ya da birlikleribunun ifadesidir.

Oysa devrimci sınıf partisi olarak komünist partisiiçin kadın çalışması, öncelikle işçi kadınlara yönelikbir çalışmadır. Komünistler, elbetteki kadın sorununuolduğu kadar kadın çalışmasını da proleter kadından

ibaret görmez, onunla sınırlamazlar. Fakat devrimcibir kadın hareketi geliştirebilmenin biricik sağlamalanı ve temelinin de işçi kadınlar olduğunu bir aniçin bile unutmazlar. Sorunu böyle ele almak, işçisınıfının genel plandaki devrimci öncü misyonunukadın sorunu özgül boyutu üzerinden desomutlayabilmenin sağlam bir yolu ve çözümüdüraynı zamanda. Kadın sorununu temelden çarpıtan vekadın hareketini darlık ve kısırlığa mahkum eden ortasınıf eksenli feminist akımları etkisiz kılmanın enetkili yolu da buradan geçmektedir. Kadının kurtuluşubayrağı işçi sınıfının elinde, en başta da onun kadınkesiminin elinde olmalıdır. Komünist partisinin kadınçalışması öncelikle bunu hedeflemeli, pratik çalışmave gelişme içinde bunu güvence altına almayayönelmelidir.

Öte yandan, biz komünistler için, kendi içindeayrı, genel sınıf çalışmamızdan soyutlanmış bir işçikadın çalışması yoktur, olamaz. Bizim işçi kadınlarayönelik çalışmamız, sınıfa yönelik genel çalışmamızınbir parçası, onun özgül ve zenginleştirici birboyutudur yalnızca. Taşıdığı özgül karakteri hiçbirbiçimde gözden kaçıramayız, fakat onu hiçbir biçimdegenel sınıf çalışmasından ayrı da düşünemeyiz, ondankoparamayız, ayrı ele alamayız. Genel sınıfçalışmamız, kadın-erkek tüm işçi sınıfının temel vegüncel sorunları, çıkarları ve ihtiyaçları eksenineoturur. Bu şekliyle çalışma sınıfın tümüne yöneliktir,dolayısıyla aynı ölçüde işçi kadınları da kapsamakta,onları etkin kılmayı ve devrimcileştirmeyihedeflemektedir. Fakat öte yandan bu çalışma, işçi

kadının cinsel eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgülsorunları ile de birleşmek, birleştirilmekdurumundadır. Zira sınıfın ortak sorunları veçıkarlarının ötesinde, işçi kadınların cinsel ezilme vesömürülme konumudan gelen özgül sorunları veihtiyaçları, bununla bağlantılı çıkarları vardır. Sınıfçalışmamız bunları da içermeli, bununla boyutlanmalıve zenginleşmelidir.

Sınıfın bütününü kesen sorunların yanısıra, işçisınıfı kadınının cinsel konum ve ezilmişliğindenkaynaklanan sorunları, genel sınıf çalışmamızın özgülbir alanı olarak durmaktadır karşımızda. Kadın olsunerkek olsun, kapitalist toplumda işçi sınıfı genelplanda sınıfsal baskı ve kölelik ilişkileri içerisindedir,bir bütün olarak artı-değer sömürüsüne tabidir vebunun çok yönlü toplumsal sonuçları ile yüzyüzedir.Sınıfsal konum üzerinden yansıyan bu temeltoplumsal sorun, kadın ve erkek işçiyi aynı sınıfınmensupları olarak birlikte kapsamaktadır. Ama kadınişçi, yanısıra kadın olmaktan kaynaklanan bir dizisorun yaşamaktadır. Salt gündelik toplum yaşamındave kültürel düzeyde değil, ya da yalnızca aile ve evilişkileri içinde de değil, fakat aynı şekilde üretimsürecinde, yani dolaysız kapitalist sömürü ilişkileriiçerisinde de yaşamaktadır bu sorunları. Kadınınişçileşmesi demek, ev köleliğinin sermaye köleliği ilebirleşmesi, ilkinin bu ikincisinin özel birtamamlayıcısına dönüşmesi demektir. Sanılabileceğigibi bu, yalnızca cinsel ezilmenin sınıfsal ezilme vesömürülme ile birleşmesi demek değildir. Daha daönemlisi, sınıfsal ezilme ve sömürülmenin cinselkonum üzerinden ayrıca katmerleşmesi, yeni boyutlarkazanması da demektir. Cinsel ezilmenin evdenfabrikaya, üretim sürecine taşınması, egemen sömürüilişkileri içinde geniş ve sağlam bir zemine oturmasıdemektir.

Bütün bunlardan çıkan sonucu özetlersek; sınıfiçindeki kadın çalışmamız, işçi kadını öncelikle genelsınıf konumu ve sorunları üzerinden, dolayısıyla dasınıfın bütünü üzerinden kucaklamalı; ve ikinciolarak, bunu, onun ezilen cins konumundankaynaklanan özgül sorunları ile birleştirebilmeli, buçerçevede onu ayrıca kendi içinde de hedeflemelidir.Bu ikili görev biz komünistler için kopmaz birbütünlük içindedir. Bunu, işçi kadını öncelikle vetemelde proleter kimliği üzerinden ve bunun birparçası olarak da kadın proleter kimliği üzerindenkucaklamak olarak da formüle edebiliriz.

Sınıf içinde kadın çalışmasınınkapsamı ve hedefleri

Bu sorunu ele alırken, öncelikle iki konuyu, sınıfiçinde kadın sorununu ve dolayısıyla işçi kadınlarınsorunlarını işlemek ile bizzat işçi kadınlara yönelikolarak yürütülecek özgül çalışmayı, birbirindenayırmamız gerekir.

İlki, sınıfın tümünü hedefler ve onu toplumdakikadın sorunu konusunda eğitmeyi ve bu sorunüzerinden de harekete geçirmeyi amaçlar. İşçi sınıfınadevrimci sınıf bilinci kazandırmak, onu devrimci bir

inde kadın çalışması / 1

Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 118 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

bakış ve ruhla eğitmek, ezilen cins konusunda, yanikadın sorununda da bir eğitimi içermek zorundadır.Bu, bir yandan toplum düzeyinde kadının genelezilmişliğini ve bunun her türden yansımalarını yerigeldikçe sınıfın gündemine taşımak, öte yandan iseişçi kadınların özgül sorunları ve istemleri konusundagenel işçi kitlesini eğitmek ve pratik yönden duyarlıkılmak demektir. Bu eğitimin, işçi sınıfı içinde dederin kökleri olduğunu bildiğimiz feodal ataerkil yada burjuva cinsiyetçi düşünce, eğilim ve önyargılarıgündelik yaşamın ve mücadelenin her alanında veevresinde çok yönlü olarak hedeflemesi de gerekir.Siyasal çalışmanın ve sosyal mücadelenin bütünlüğüiçinde kadın sorununu gündeme getirip onun özgünezilmişliğini erkek işçiye kavratmadan, kadın erkekkaynaşmasını sosyal mücadele içerisinde sağlamadanve özellikle erkek işçiyi bu konuda bir eğitimdengeçiremeden, sınıf içinde kadın çalışmasında anlamlıbir mesafe alamayacağımızı da unutmamak gerekir.

Burada işçi kadınların sorunlarına ve istemlerineyönelik çalışmanın doğal olarak ayrı bir önemi vardır.Bu çalışmanın içeriği, kadın sorununu sınıfın ezilencins kesimi üzerinden özgül yönleriyle somutlamaktaifadesini bulur. Bu da, özgül olarak kadın işçilerinsorunları eksenine otursa da, belki somut plandaöncelikle onları hedeflese de, gerçekte, aynı şekildeişçi kitlesinin tümüne yönelik bir çalışma olmakzorundadır. Böyle yürütelebildiği ölçüde amaca uygunolur, sınıfın birliğini pekiştirmeye hizmet eder vepratikte başarı şansı büyür.

Sınıf içinde kadın çalışmamızın ikinci boyutu,kadın işçilere yönelik çalışmadır. Amaç sınıfsalsorunları üzerinden olduğu kadar ezilen cinskonumunun ürünü sorunlar üzerinden de işçi kadınkitlelerini eğitmek ve mücadeleye çekmektir. Bu isebizi sınıf içindeki kadın çalışmamızın esas alanına vetayin edici hedefine getirmektedir. Çalışmamızın enasli amacı, işçi kadını devrimcileştirmek, onu genelsınıf hareketi içinde etkin ve inisiyatifli bir güç halinegetirebilmektir. Böylece, ezilen cinsin nesnel vepotansiyel konumuyla bu en devrimci kesimini,gerçek sosyal ve politik yaşam içerisinde de etkinkılmak, işçi kadına devrimci bilinç, kimlik ve kişilikkazandırabilmektir.

İşçi kadın ezilen ve sömürülen bir sınıfın cinselbakımdan da ezilen ve sömürülen bir kesimidir. Buçifte ezilme ve sömürülme, sınıf mücadelesi alanında

çifte potansiyel devrimci enerji kaynağı da demektir.Sınıf mücadelesinin tüm tarihsel deneyimi, özelliklede modern zamanların büyük devrimleri, mücadeleiçinde bu çifte enerji açığa çıktığında ya daçıkarıldığında, emekçi kadının müthiş bir güç halinegeldiğini göstermektedir. Emekçi kadın sosyalmücadelenin dışında olduğu sürece aciz bir varlıktır,mahkum edildiği duruma ve koşullara çaresizceboyun eğer ve tevekkülle katlanır. Ama sosyalmücadeleye katıldığı andan itibaren de, kendisınıfından erkeklere göre çok daha enerjik, atılgan veyiğittir, çok daha kararlı, çok daha fedakardır. Tümmücadele deneyimleri bunun gerçekliğini bütünaçıklığı ile göstermektedir ve gerçeğin bu yönü,komünist partisinin etkin bir işçi ve emekçi kadınçalışmasına yönelmesinin genel devrimci amaçlaraçısından taşıdığı olağanüstü önemi ortaya koyar. İşçikadının devrimcileştirilmesi ve etkin kılınmasıdevrimci işçi hareketini güçlendirip zenginleştirmeklekalmaz, böylece güçlü bir devrim ordusununhazırlanmasına da hizmet eder.

Sınıf içindeki kadın çalışmamız işçi kadınlarınbilincini, inisiyatifini, örgütlenme yeteneğini, insanive devrimci özgüvenini sistemli çabalarla geliştirmekamacına yönelmelidir. Biz devrim yapmak isteyen birsiyasal partiyiz, bunun için sınıfın ve emekçilerinmücadele enerjisini açığa çıkarmaya, onları devrimmücadelesinin etkin öğeleri haline getirmeye çalışırız.Bu çerçevede işçi ve emekçi kadının sınıfsalenerjisinin olduğu kadar, tam da ezilen cins olmaktankaynaklanan enerjisinin de açığa çıkarılması ve en iyibir şekilde değerlendirilmesi, doğal olarak bizimtemel önemde bir kaygımız ve amacımız olmalıdır.

Emekçi kadının enerjisini etkin bir şekilde açığaçıkarmak demek, onun ezilen cins olmaktan çıkışsürecini de başlatmak demektir. Mücadele edenkadına kimse kolay kolay boyun eğdiremez; nefabrikada patronu, ne evde kocası ya da bekarsababası, ne de toplum ve devlet düzeni içinde herhangibir başka kurum ya da kuvvet... Kadını siyasalyaşamın ve devrimci mücadelenin içine çekebilmek,kadın meselesini, ifadeyi kendi sınırları içinde doğruanlamak kaydıyla, yarı yarıya çözmek demektir.Dolayısıyla kadın sorununu çözmenin bir yönü de,kadının devrimci enerjisini açığa çıkarmak, onu etkinbir şekilde siyasal yaşamın içine çekebilmekolmalıdır.

Sınıf içinde kadın çalışmamız, belki tekrar olacakama yaygın yanlış kavrayışlar düşünüldüğünde bugereklidir de, hiçbir biçimde kadının özgül istem veihtiyaçları sınırları içinde düşünülemez. İşçi kadınüzerinde yoğunlaşacak bir çalışma, onu temelde sınıfkimliği, dolayısıyla da buna dayalı sorunları,ihtiyaçları ve istemleri üzerinden hedeflemelidir.Ancak bu temel üzerinde ve onun bir parçası olarak,elbetteki işçi kadının ezilen cins olmaktan kaynaklısorunları ve istemleri ile de birleşmelidir. Bir başkaifadeyle, işçi sınıfının genel sorunları eksenindeyürüyen çalışmamız, işçi kadınlara özgü sorunlaradayalı bir çalışmayı da içermek durumundadır. Kadınişçinin cinsel konum, durum ve kimliği ile bağlantılıolan bu sorunlar iktisadi, sosyal ve kültürel boyutlariçeren çok yönlü sorunlardır. Sanılabileceği gibi saltfabrika yaşamıyla, ya da kapitalist ile işçi arasındakidar ilişkiler alanı ile de sınırlı değildir. Bu alandaelbette kadın işçinin ezilen cins konumu üzerindenkarşı karşıya kaldığı bir dizi sorun vardır. Gündeliksınıf çalışması bu sorunları gereğince gözetmek veiçermek durumundadır. Fakat sınıf ezilen cinskesimine yönelik bir çalışma, kadının üretim sürecininötesinde ve toplumsal boyuttaki sorunlarını daiçermek durumundadır. Sınıf eksenli bir çalışmaiçerisinde olduğumuza göre, bizim için bugün enöncelikli sorun, bu özgül çalışmayı sınıf çalışmamıziçerisinde somutlayıp geliştirebilmektir.

İşçi kadınının özgül sorunlarının işlenmesineyönelik çalışma elbette öncelikle işçi kadın kitlesinihedef alacaktır. Fakat bu hiçbir biçimde sınıf içindekikadın çalışmasının hedef kitlesinin salt kadın işçilerolacağı anlamına gelmez, gelmemelidir. Tam tersine,bu çalışma kadın-erkek tüm işçileri birliktehedeflemeli, sınıf kitlesi kadın sorunu konusundaolduğu kadar işçi kadının özgül sorunları konusundada bir bütün olarak bilinçlendirilmeli, duyarlı halegetirilmeli, harekete geçirilebilmelidir. Sınıfadevrimci bilinç taşımanın temel bir boyutunun da, kiözel öneminden dolayı bunu de tekrarlamış oluyorum,işçi kitlesini genel olarak kadının ezilmişliği ve özelolarak da işçi kadının özgül ezilmişliği konusundaeğitmek, duyarlı hale getirmek ve harekete geçirmekolduğunu hep akılda tutmalıyız.

(Devam edecek…)(www. tkip.org sitesinden alınmıştır...

Metinin devamı gelecek sayımızda yer alacak...)

Eksen YayıncılıkMollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.(Millet Cd.) No: 50/10 / İstanbul

Tel: 0 (212) 621 74 52 * Fax: 0 (212) 534 95 90

Kitaplarımızdan...

Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldür! Kızıl Bayrak � 19Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Sermaye devleti bir avuç kapitalist asalağınçıkarları uğruna işçi emekçilere ekonomik-sosyalyıkımı dayatıyor. Ancak suçu bununla sınırlı değildir.O, insanı ve çevresiyle tüm canlı-cansız dünyayı dayıkıma sürüklemektedir. Yabancı sermayeye altınarama izni çıkaran, bu yolda iç hukuk kurallarını dahihiçe sayan bir zihniyet bu ülkenin yönetimindedir.

Bergama’lı köylülerin etkin mücadelesiylegündeme taşınan siyanürle altın çıkarma işleminin,Danıştay 6. Dairesinin 1997 yılında verdiği bozmakararı ve İzmir 1. İdare mahkemesinin 1997/636-877sayılı kararıyla durdurulması gerekiyordu. Mahkemebu kararını “… doğrudan veya çevrenin bozulması iledolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olansiyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izinverilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamuyararına uygunluk bulunmamaktadır…” gerekçesinedayandırdığı halde, ABD Büyükelçisinin ricasını(emri diye okuyun!) kıramayan Çevre Bakanlığı, işikitabına uydurabilmek için yeni bir imar planıdüzenleyerek işletmenin açılması sağladı. Ancakskandal bununla da bitmedi. Yeni imar planımahkemece iptal edildiği halde sonuç değişmedi.Yani mahkeme kararları uluorta çiğnene çiğneneişletme çalıştırılıyor.

Bergama ile yetinmeyen emperyalist altıntekellerinin son günlerde epeyce tartışma yaratanKazdağları ve Madra Dağı’nda altın aramaçalışmaları, tüm tepkilere rağmen, şirketlere ruhsatverilerek ölüme davetiye çıkarılıyor.

Şirketler arasında kimler yok ki... TECCOMINCO, TÜPRAG, Stratex, Fronteer, ArianaGlobal Madencilik A.Ş,Kanada’lı AMDL (AnadoluMadenlerini Geliştirme Limited), MediterraneanResources, Valhalla Resources, Silvermet Inc. veAldridge Minerals, Eldoradogold. Şirkeler Tekellerarası yarışta en önde, dört sahayı Teck Cominco ilebirlikte geliştiren Fronteer geliyor. Ariana veEurasian da ardından geliyor, bununla birlikte kaçtane firmanın olduğu ve ruhsat sayısı ise halabilinmiyor...

Kaz Dağları, Balıkesir ve Çanakkale bölgesindeönemli su kaynağıdır. Altın madeni işletilmesine izinvererek bölge halkının temel ihtiyacı olan su dazehirlenmiş olacak. Şu an bölgede 1 kilometreçapında ve 400 metre derinlikte, milyonlarcametreküp siyanürlü çamur depolanıyor. Çanakkale’de26, Balıkesir’de ise 11 şirket altın arama ve işletmeruhsatını alarak “çalışmalarına” başladılar.

***Yapılan araştırmalara göre, Kaz Dağı’nda altın

çıkarılırsa; 1 trilyon tondan fazla toprak işlenecek,400 bin ton siyanür kullanılacak; 2 milyon 580 bindönüm orman, 10 milyon zeytin ağacı etkilenecek; sukaynakları gün geçtikçe kirlenecek; ormanköylülerinin geçim kaynağı azalacak ve ormanköylüleri göç etmek zorunda kalacak, 80 bin zeytinişçisi ile 30 bin aile etkilenecek.

Siyanürle altın aranmasını protesto eden veruhsatların iptal edilmesini isteyen çevre halkına ilktepkiyi, şirketlerden de önce, bizzat Çevre BakanıHilmi Güler veriyor. Güler, bölgede 1969 yılından buyana sondaj faaliyetlerinin yapıldığını, iddialarınbugüne rastlamasının ilgi çekici olduğunu belirttiyor.Güler daha da açık konuşarak asıl niyetini ortaya

koymaktan çekinmiyor. Nitekim geçen yıl Uşak’takibir altın madeninde yapılan ve Kanadalı EldoradoGold firması yöneticilerinin de aralarında bulunduğubir törende, “Engellerle karşılaşsak da bunlaraaldırmayarak, Türkiye’nin zenginliklerini ekonomiyekazandırmak için çalışmaları sürdüreceğiz” demişti.

‘Bilirkişi’ler de sermayeden yana raporhazırlamakta uzmanlaşmış görünüyor. Ovacık AltınMadeni için hazırlanan son raporda da, madeninekonomik ömrünün bitmesinden sonra kapatılması verehabilite edilmesi süreçlerinde çevre ve insanyaşamı için olumsuz sonuçlar ortaya çıkaracak birdurum olmadığı açıklanmış bulunuyor. AvrupaKomisyonunun AB üyesi ülkelere Ovacık’ı örnekbile göstermeye başladığı ise şirketin bir diğerdayanağı ve övünç kaynağı...

Her şeye rağmen altın aranmasını protesto edenyöre halkı eylemlerine devam ediyor. Çanakkale veBalıkesir’in il merkezleri ve ilçelerinde altın aramafaaliyetlerine son verilmesi için eylemler yapılıyor,‘Altına Hayır’ mitingleri düzenleniyor. Balıkesir ilmerkezinin yanısıra Edremit, Ayvalık, Burhaniyeilçeleri ile Altınoluk Beldesi’nde, Çanakkale ilmerkezi, Çan ve Bayramiç ilçelerinde eş zamanlıeylemler gerçekleştiriliyor.

Bölgede altın arama faaliyetlerine son verilmesiiçin eylemlerin yanısıra, maden yasasınınkaldırılması için imza kampanyası başlatıldı. Bölgehalkıyla beraber çevrede bulunan 35 belediye deeylemlere destek veriyor. Şu an bölgede Kazdağlarıve Madra Dağı Çevre Platformu oluşturularak, ortakhareket sağlanmış durumda.

Bölge halkı altın şirketlerinin getireceğifelaketleri bildiğinden süreci eylemlerle karşılamayaçalırken, maden yasasına karşı tepkinin o çevredesınırlı kalması mücadelenin en temel eksikliklerininbaşında geliyor. İşçi ve emekçiler geleceğimizi tehditeden sermayenin yasalarına ve saldırılarına karşıortak hareket etmekten başka çıkar yolumuz yok.Kapitalizmin dünyayı yaşanılmaz hale getirdiğikapitalist barbarlığa karşı tek seçenek, insanlık içintek gelecek sosyalizmdedir.

***Türkiye’de doğayı da yıkıma uğratmakta olan

kapitalist sömürü ve soyguna karşı mücadele edenişçi sınıfının devrimci partisi, programında, devriminzaferiyle birlikte çevre sorunu ile ilgili atılacak ilkadımlarlar kapsamında şu hususu dile getirir:

“Ormanlar, göller, akarsular, içme suyukaynakları ve tüm öteki doğal zenginlikler kamumalıdır. Bu zenginliklerin doğal park, gezi eğlence vedinlenme tesisleri olarak tüm toplumun hizmetinesunulması için gerekli önlemler alınır...” (TKİP /Program Tüzük, s. 36-37)

Bizzat çevrenin korunmasına ayrılmış bölümdeise şunlara yer verir:

“Çevrenin korunması: Çevre sağlığını gözetenbir üretim, kentleşme, enerji ve ulaşım politikasıizlenir. Bu, toplum sağlığının vazgeçilmez koşulusayılır. Kapitalizmden miras çevre tahribatınıngiderilmesi, doğal çevrenin, toprağın, suyun vehavanın korunması için köklü önlemler alınır.” (s.41)

Yaşanabilir bir çevre için de sosyalizm!A. Şafak

Kapitalizm öldürüyor!Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm!

Topkapı’da yaşanan kaza değil,göz göre göre gerçekleşen bir işçi

katliamıdır!Bugün İstanbul’un göbeğinde bir katliam yaşandı.

“Katliam” diyoruz çünkü, en az 20 kişinin öldüğü,yüzden fazla da yaralının olduğu bu felaket, göz göregöre gerçekleşmiş, felaketi doğuracak tüm şartlar bilinçlibir şekilde oluşturulmuştur. Yüzlerce atölyenin iç içeolduğu bir ortamda, kumaştan plastiğe kadar yanıcıürünlerle birlikte maytap ve havai fişek üretilmesi, bubüyük felakete davetiye çıkarmaktır. Planlı, örgütlü birkatliam demektir.

Elbette tek suçlu, gözünü kâr hırsı bürümüş, eldeedeceği paralar için insan hayatını hiç saymış olanpatronlar değildir. Bu alanen gerçekleştirilmiş olankatliamda patronların suç ortakları, gerekli denetimleriyapmayan, daha doğrusu göz yuman başta belediyeyönetimleri olmak üzere emniyet ve valiliktir. Suçlu,patronlara sınırsız ve kuralsızca sömürme ve semirmehakkı tanıyan, onları bu yolda teşvik eden, önünü açanhükümet ve devletin diğer organlarıdır. Suçlu, çarklarıişçi canı ve kanı üzerinde dönen, tek yasası kâr olankapitalist sömürü düzenidir.

Katliamın yaşandığı işyeri istisna da değildir. Buişyerinin kurulu olduğu Topkapı’da daha böylekatliamlara davet eden, her türlü denetimden yoksun,işçilerin hayatını hiçe sayan koşullarda çalışan nice işyerivardır. Bu işyerlerinde onbinlerce işçi, çok ağır şartlardasigortasız ve düşük ücretlerle çalıştırılmakta, her günkayda girmeden birçok işçi iş cinayetlerine kurbanedilmektedir. Elbette bu koşullar sadece Topkapı’ylasınırlı değildir. Bugün ülkenin her köşesinde tezgahlarişçi kanıyla dönmekte, sayısız işyeri toplu katliamlarınsessizce hazırlandığı mekanlar haline getirilmektedir.

Dolayısıyla bugün yaşanan katliam ne ilktir, ne de sonolacaktır. Kapitalist sömürü düzeni ayakta kaldıkça, budüzenin gözü dönmüş patronları ve onların suç ortağıidarecileri işçileri beşer, onar, yirmişer mezarlarakoymaya devam edeceklerdir.

İşçi Derneği olarak, yaşanan bu açık katliamı şiddetlekınıyor, dökülen her damla işçi kanının, alınan her canınhesabını soracağımızı duyuruyoruz. Ayrıca tüm işçikardeşlerimizi, hesap sormaya, “artık yeter” diyerekayağa kalkmaya çağırıyoruz.

İşçi katliamlarına son!Kahrolsun kapitalist barbarlık düzeni!

GOP İşçi Derneği Topkapı Temsilciliği31.01.08

Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı’nda buluşalım!20 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerine konuştuk...

“Örgütlü mücadelegerekiyor!”

- Hangi sektörde çalışıyorsunuz?- Tekstilde çalışıyorum.- Çalışan bir kadın olarak yaşadığınız

sorunlar nelerdir?- Zaman kısıtlığından kaynaklı sorunlar

oluyor. Zamanın çoğunu işte geçirdiğimden eveayıracak zaman kalmıyor. Hem evde hem işteçalışmak yorucu oluyor.

- İşçi Kültür Sanat Evi KadınKomisyonu’nun örgütleyicisi olduğu 17Şubat’taki kadın kurultayı hakkındakidüşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

- Böyle bir kurultay bence iyi olur. Çünkükadınların çoğu çalışıyor. Kreş olmadığı içinkadınların sorunları var.

- Kurultay çalışmaları için önerileriniz varmı?

- Tanıdıklar aracılığıyla ev ziyaretleriyapılabilir.

- Emekçi kadınların yaşadıkları sorunlariçin çözüm önerileriniz var mı?

- Her yönden eğitim gerekli. Hakkınısavunmayan kadınlar var. Çok şeyibilmediğinden dolayı çalışma ortamında eziklikhissediyor. Bazı şeyleri bilse, kendini dahacesaretli hisseder. Ne yapacağını bilebilir. Benİşçi Kültür Sanat Evi’ne gelmeden önce çoğuşeye karşı çıkmazdım. Sonuçta haklarımıöğrendikçe, neler yapacağımı bildikçe kendimiezdirmeden çalışıyorum. Patronlara nasıldavranacağımı bildiğim için hakkımı daha iyisavunuyorum.

- Kurultay çalışmalarına katılıyormusunuz?

- Zaman buldukça katılmaya çalışıyorum.***

- Bir işte çalışıyor musunuz?

- Hayır. Ev emekçisiyim.- Evde çalışan bir kadın olarak yaşadığınız

nelerdir?- Evde çalışmak zor. Görünmeyen bir emek

var. Evdeki işler bitmiyor. Yaptığım iş birçokişten zor. Ama emeğin karşılığı olmadığı içinkendimi işe yaramaz hissedebiliyorum.

- İşçi Kültür Sanat Evi kadınKomisyonu’nun örgütleyicisi olduğu 17Şubat’taki kadın kurultayı hakkındakidüşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

- Kadın sorunlarının bu kurultay vesilesiyledile getirilmesi, ön plana çıkması anlamlı.Kadınlar bu şekilde cesaretlenebilir. Sorunlarınıdaha rahat dile getirebilirler. Kadınlar bukurultaya gelirlerse yalnız olmadıklarınıgörürler. Sorunların ortak olduğunu görebilirler.Ve birbirlerine daha çok destek çıkabilirler.

- Kurultay çalışmaları hakkındadüşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

- Kreş için yapılan imza kampanyasınıanlamlı buluyorum. Bu konuda panelleryapılabilir.

- Emekçi kadınların yaşadıkları sorunlariçin çözüm önerileriniz var mı?

- Kadın yaşamın her alanında sömürülüyor.Kadınlar dört duvar arasında kalarak yaşadığısorunların farkına varamaz. Bu yüzden önceliklekadını bilinçlendirmek gerekiyor. Sorunlardankurtulabilmesi, haklarını alabilmesi için örgütlümücadele etmesi gerekiyor.

- Son olarak söylemek istedikleriniz?- Sömürüldüğünü bilen tüm emekçi kadınları

sorunlarına sahip çıkması için 17 Şubat’tayapılacak olan emekçi kadın kurultayınaçağırıyorum.

Kızıl Bayrak / Çiğli

“Kreş hakkımız gaspedilemez!”

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Kadın Komisyonu, 2 Şubat’tayaptığı basın açıklaması ile sermaye hükümetinin yenisaldırılarında biri olan “istihdam paketi”ni protesto etti.Basın açıklaması Çiğli Belediyesi önünde gerçekleştirildi.

Basın metninde şunlar söylendi: “Sermaye hükümeti,IMF’nin ve patronların istekleri doğrultusunda hazırladığıSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı ilesağlık ve emeklilik hakkımızı elimizden alıyor ve emzirmeödeneğini düşürüyor. Sermaye hükümetinin bu saldırısıdışında, bir de ‘istihdam paketi’ ile işçi ve emekçilerinkazanılmış haklarına göz dikilmektedir. Sermayehükümetinin, işsizlikle ve kayıtdışı istihdamla mücadeleadına tartışmaya açtığı istihdam paketi gerçekte işçileraçısından yeni hak kayıpları getirecektir. (...) İşçi KültürSanat Evi Kadın Komisyonu olarak sermaye hükümetininkreş hakkını gasp etmeye yönelik hazırladığı ‘istihdampaketini’ kabul etmiyoruz ve bu pakete karşı mücadelemizisürdürmeye devam edeceğiz.”

Ayrıca, işçi ve emekçi kadınların yaşadıkları çiftesömürüye ve baskıya karşı “Özgürlük ve eşitlik için bir adımileri!” şiarıyla 17 Şubat günü gerçekleştirilecek EmekçiKadın Kurultayı’na çağrı yapıldı:

“Emekçi Kadın Kurultayı’nda ele alacağımız önemlikonulardan biri de kreş hakkıdır. Komisyonumuz kurultayhazırlıkları çerçevesinde kreş hakkı ile ilgili bir çalışmayürütmüş ve ‘Çiğli Organize’de ücretsiz, nitelikli kreş!’talebiyle ilgili olarak başlattığı imza kampanyası sonucu1000’i aşkın imza toplamıştır. Topladığımız bu imzaları,Çalışma Bakanlığı’na ve Çiğli Organize Sanayi BölgesiMüdürlüğü’ne göndereceğiz ve kreş hakkımızla ilgiliçalışmalarımızı fabrikalarımızda ve işyerlerimizdesürdürmeye devam edeceğiz.”

Eylemde, “Kadın-erkek el ele, örgütlü mücadeleye!”,“Sınıfsal, ulusal, cinsel sömürüye son!”, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraberya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / Çiğli

Emekçi Kadın Kurultayıçalışmalarımız sürüyor!

İşçi Kültür Sanat Evi Kadın Komisyonu olarak, 17 Şubatgünü örgütleyeceğimiz kadın kurultayı ile ilgiliçalışmalarımız sürüyor.

3 Şubat günü Kadın Komisyonu’muz, kurultayçalışmamızla dayanışma amaçlı düzenlediği kermesinaçılışını gerçekleştirdi. Kermes, kadın komisyonumuzüyelerinin ve komisyona destek veren emekçilerin el emeğiürünlerinden oluştu.

Kermes açılışı, komisyon üyesi bir arkadaşınkonuşmasıyla başladı. Yapılan konuşmada, kermesinkomisyon üyelerinin ve ulaşmaya çalıştığımız emekçikadınların biraraya gelmesi, paylaşımların artırılması vedayanışmanın güçlendirilmesi amacını taşıdığı ifade edildi.

17 Şubat’ta yapılacak olan emekçi kadın kurultayınınemekçi kadınların sorunlarını ve çözüm önerilerini tartışmakiçin önemli bir adım olduğu vurgulandı ve kurultaya katılımçağrısı yapıldı.

Grup Kavel’in söylediği ezgiler ve çekilen halaylarlaprogramımız sona erdi.

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Kadın Komisyonu

Kurultay çalışmamız devam ediyor!OSİM-DER Kadın İşçi Komisyonu

olarak, 24 Şubat’ta gerçekleşecek olanEmekçi Kadın Kurultayı’na yönelikçalışmalarımız devam ediyor. Bir yandanafiş, bildiri, imza, anket vb. araçları etkin birşekilde kullanırken, diğer yandan da ev vefabrika toplantıları ile etkinliklerörgütlemeye çalışıyoruz.

Sarıgazi’de ev toplantısıKurultaya yürürken önümüze

koyduğumuz ev toplantılarından ilkini 2Şubat günü gerçekleştirdik. Sarıgazi’degerçekleştirdiğimiz ev toplantısına katılanlar,ev kadınları, gündelikçi ve fabrikada çalışanişçi kadınlardan oluşuyordu. Kurultayı neden örgütlediğimizi ve kurultay günü nelerin ele alınacağınıkadınlara anlattık. Emekçi kadınların somutta yaşadıkları sorunlardan bahsettik ve bu sorunlarkarşısında örgütlenip mücadele etmekten başka yol olmadığını ifade ettik.

Canlı ve verimli geçen toplantıda kadınların hepsi söz alarak yaşadıkları sorunları ve çözümyollarını tartıştılar. Toplantıda Telekom grevi, Tekel direnişi gibi işçi eylemleri ile SSGSS saldırısı dakonuşuldu. Kadınlar kurultay tartışmalarına büyük ilgi gösterdiler. Ayrıca ev toplantıları dışındafabrika toplantıları gerçekleştireceğiz.

OSİM-DER Kadın İşçi Komisyonu

Sınıfa karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 21Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Duvardaki sarmaşık(1), tabanörgütlenmeleri

Paraguay’ın başkenti Asuncion’da birhipermarkette çıkan yangın üzerine, işveren talanolmasını engellemek için bütün kapıları kapatıyor.İçerde bulunan 100’ün üzerinde müşteri ve işçi dışarıçıkamadığı için, yanarak feci şekilde ölüyor.Davutpaşa katliamını duyduğumda aklıma bu olaygeldi(2). Sermaye için işçilerin hiçbir değeri yoktur,onlar yalnızca sömürülecek nesnelerdir. İşçilerinölmeleri, yaralanmaları ve aç kalmaları umurlarındabile değildir. İşin trajedisi işçilerin de yaşananları birkader olarak görmesidir. Asgari ücretle olağanüstü zorkoşullarda çalışan, hiçbir güvencesi olmayan, her an işkazası geçirme ihtimali olan, günde 10 saat ya da dahafazla emek harcayan, en az 3 ya da 4 kişiye bakan,gecekonduda oturan işçinin öfkelenmemesi, kinduymaması anlaşılır gibi değildir. Hatta bu tavrıylasermayeye asıl olarak güç veren ve onun mutlaktahakküm isteğine onay veren işçinin ta kendisidir.

Kapitalizmin tek bir düsturu, yani kanunu, kaidesivardır, o da azami kâr elde etme isteğidir. Bu onunontolojisidir. Azami kârı gerçekleştirmek için en baştasınıfın her düzeydeki örgütlülüğünü dağıtır. Bilincinive kimliğini deforme eder. İşçiyi kendine biledeğersiz, hiç hissettirir. Ve yaşananları kadr-i mutlakgibi gösterir.

Davutpaşa katliamının bir kolektif sınıf öfkesine vekinine dönüşmemesi gerçekten düşündürücüdür. Hattabizlerin bile bu olayları normalleştirdiğinin,sıradanlaştırdığının göstergesidir.

Şunu unutmamak gerekir; evet bireysel kin kişiyiçürütür, patolojikleştirir ama sınıf kini olması gerekenbir şeydir. Bu kahrolası kapitalist dünyayı reddediştir.Tahammülsüzlük bir itirazdır. Sınıfın öfkesi de benzerözellikler taşır.

Davutpaşa katliamı sınıfın öfkesini tetiklemeliydi. Türkiye işçi sınıfının ana gövdesini oluşturan

güvencesiz işçiler, benzer sitelerde, benzer atölyelerde,benzer işyerlerinde çalışıyorlar. Aynı koşullarda veaynı problemlerle her an karşılaşıyorlar. Bu alanlardabir şeylerin yapılmasını, sınıfın ayağa kalkışınısağlamak için önce Davutpaşa gibi katliamlara karşısarsıcı, sistemi rahatsız edici ve sınıfın geneline örnekoluşturucu pratikler yaratmak gerekiyor (3), böylesi biradım yol gösterici olacaktır.

Davutpaşa, işçi sınıfının örgütsüzlüğününürünüdür. Davutpaşa, sınıfın rıza göstermesininsonucudur. Davutpaşa, sınıf bilinci ve kimliğindekideformasyonun dışavurumudur.

Davutpaşa’nın son olmasını arzuluyorsak, artık heratölyede, her sitede, her organize sanayi bölgesinde bir“hayaleti” dolaştırmayı başarabilmeliyiz. O “hayalet”,örgütlenmedir. İşçinin yalnızlığına, güçsüzlüğüne,boyun eğişine karşı örgütlenmek tek şiar olmalıdır. Buvahşi sisteme karşı tek çarenin örgütlenmek olduğunu,inatla anlatmalı, göstermeli ve hayata geçirmeliyiz.

Belki Kolombiyalı devrimcilerden öğrenebiliriz.Kolombiya’da Gueverist gelenekten gelen M-19,“efsaneye” göre kendini şöyle deklare ediyor: “Başınmı ağrıyor? Çözüm M-19”, “Sorunun mu var? ÇözümM-19”, “Patronundan mı şikayetçisin? M-19’a

başvur”, “Öfkeli misin? M-19’u bul”. Bu ve benzeriyazı ve afişler bir kampanya şeklinde ülkedekiduvarları süslüyor. Aylarca sokaklara, caddelere, M-19imzalı yazılar yazılıyor. Herkes M-19’un kim ve neolduğunu merak etmeye başlıyor. Tam bu noktada M-19 harekete geçiyor. Başkente bir müzede bulunanSimon Bolivar’ın kılıcını kamulaştırarak, yaslandığıgeleneğe işaret ediyor. Ve bir dizi askeri garnizonu vepolis merkezini basarak, kuruluşunu ilan ediyor.

Bizler de işçi havzalarında benzer bir şeyiyapabiliriz. Örgütlenmenin “efsanesini” yaratıp, herişçiyi efsanenin parçasına dönüştürebiliriz. Efsaneninher atölyede, her sitede, her işçi kahvesinde, işçilerindilinde dolaşmasını sağlayabiliriz.

Mesela şöyle: İşyerinde baskıyla mıkarşılaşıyorsun? Haydi taban örgütlenmelerine; senieziyorlar mı? Taban örgütlenmeleri seni ezdirmez;şikayetin mi var? Taban örgütlenmeleri çözer; kendiniyalnız mı hissediyorsun? Taban örgütlenmeleri sanagüç verir.

Taban örgütlenmeleri duvardaki sarmaşık gibidir.En olmaz, en örgütlenemez denilen yerlerde kökleriniemek ve sermaye çelişkisinden alarak boy veren,inatçı, tuttuğu yeri bırakmayan, kavrayan, her durumve koşula yönelik biçim alan, en zor şartlarda dahitutunmasını ve ayakta kalmasını bilen, sınıfın kolektifgücü, iradesi ve aklı olan yapılanmalardır.

Evet, biz sınıfın diğer kesinlerini de unutmadan,özellikle resmi açıklamalara göre aynı koşullardaçalışan 4,7 milyon işçinin sadece İstanbul’da 1 milyon150 bin işçinin, daha genel bir yorumla sınıfın %65’nin kaderlerine boyun eğmelerini engellemeliyiz(4).Kaderlerinin tek hakiminin kendileri olmasınısağlamalıyız.

“Yeni” kapitalizmi enformelleşme artıtaşeronlaşma olarak tanımlayabiliriz.

Davutpaşa’daki gibi siteler, bloklar ve organizesanayi bölgeleri enformel sektörün merkezleri,kapitalizmin yeni azami kâr kaynaklarıdır.

Üzerine çok laf edilen kayıt dışılık, “kayıt içilik”leneoliberal ekonominin birbirini tamamlayanunsurlarıdır. Yani beyaz ya da siyah bir ekonomiyoktur. Neoliberal ekonomi zaten gridir. Sermayekayıt dışılıkla beslenirken, güvencesizlikle ucuz emek“cennetleri”, “vahaları” yaratıyor.

O sitelerde, küçük atölyelerde kan, gözyaşı ve terledünya çapında markaların üretilmesi boşuna değildir.

Formel yaklaşımların tutmadığı, çözüm olmadığıbu alanlarda formel olmayan yöntemlerin devreyesokulması zarurettir. Bu alanların kendine özgüsorunlarını gören, son derece esnek, sınıfın dünyasınıve evrenini kavrayan, sınıf bilinci ve kimliğini inşaeden örgütlenmeler yaratılmalıdır. Enformel sektördedolaşan hayalet bu olmalıdır. Yani duvardaki sarmaşık,emeğin tarihsel birikimi olan taban örgütlenmeleri…İşçiler böylece dostlarının olduğunu, geleceksizolmadıklarını, eğer örgütlüyseler her şeyolabileceklerini görürler.

İşçiler Marx’ın dediği gibi şunu anlamalıdır:“Emek, zenginler için harikalar yaratır, ama işçi içinyoksunluk üretir. Saraylar yapar, ama işçi için inlerüretir. Güzellikler yaratır, ama işçi için solup sararmaüretir. Makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine

düşürdüğü işçiyi fizik, davranış ve yaşama biçimibakımından alçaltır; (burjuvazinin) zihin alanınıgenişletirken, alıklığı ve budalalığı işçinin yazgısıdurumuna getirir.”

Bunu yaratan kapitalist sisteme, sermaye düzeninekarşı, sınıfın elinde tek bir silah vardır: örgütlüolmak… Örgütlenerek ayağa kalkmak.

Taban örgütlenmeleri esnekliği, kolaykurulabilirliği, somut sorunlara müdahale etmekapasitesi ve sınıfın kolektif gücünü ve iradesini açığaçıkarmasıyla, emek tarihinin yarattığı en mütevazi veen muazzam yapılanmalardır. İşçi sınıfına bu silahıngücünü anlatmak ve bu silahla donanmasını sağlamaken acil görevdir.

Dipnotlar:

(1) Duvardaki Sarmaşık Gibi… adlı çalışma Uruguay’daşehir gerillası eylemlerini örgütleyen Tupamaro’ların önderkadrosunun askeri diktatörlük koşullarında 11 yıl tam izoleedilmiş bir halde, ölüm hücrelerindeki hayatlarınıanlatmaktadır. Kitabın yazarları Rosencof ve Huidobro daTupamaro’ların tarihsel önder kadrolarındandır. Duvardakisarmaşık metaforu, her şart altında yaşama sarılma ve ayaktakalmaya gönderme yapmaktadır. Yazıdaki “DuvardakiSarmaşık” ise, taban örgütlenmelerinin her şart ve koşulaltında, en küçük atölyeden ya da onlarca atölyeden oluşansitelere kadar kurulabileceğini, her şeye rağmen ayakta kalıp,yaşayabileceğini anlatmaktadır.

E. Fernandez Huidobro, Mauricio Rosencof, Duvardaki

Sarmaşık Gibi; Belge Yay., 1993.

(2) Son araştırmalara göre Türkiye’de yılda 80 bin işkazası oluyor, yaşanan kazalar sonucu 1600 işçi yaşamınıyitiriyor. Yani Türkiye’de her 5 dakikada bir iş kazasıgerçekleşiyor ve her 6 dakikada, bir işçi kaza sonucu ölüyor.Türkiye’de 50 ve üzerinde işçi çalıştıran 15 binden fazlaişyerinde iş güvenliği ve iş sağlığı konusunda yasalzorunluluklar yerine getirilmiyor. Bu durum küçük ve ortaölçekli işletmelerin önemli bir oranının ölüm mekanları gibifaaliyet yürüttüğünü göstermektedir.

(3) İşçi sınıfının mücadele ve eylem zenginliği öğreticidir.Bu eylemlerin sarsıcı sonuçları olmuştur. Örneğin İspanya’da1971’de yaşananlar, Davutpaşa gibi katliamlara karşı neleryapılabileceğine örnek oluşturabilir. 1971 yılında İspanya’nınEl Ferrol kentinde tersane işçileri toplusözleşme sürecindeyaşanan tıkanma üzerine harekete geçti. Önce iş yavaşlatma,mesaiye kalmama, yemek boykotları yapıldı. İşçilerintepkilerine rağmen faşist ve korparatist sendika,toplusözleşmeyi imzaladı. Bunun üzerine işçiler tersaneyi işgaletti. Polis müdahalesiyle işgal kırıldı. İşçiler bir araya gelerekşehirdeki bütün işyerlerini gezip eylemlerini desteklemeleriniistediler. İşçilerin bu tavrına karşı polis, şiddetle saldırdı. Çıkançatışmada polis kurşunuyla iki işçi öldürüldü ve 40 işçi ağıryaralandı. El Ferrol’deki hava iyice gerildi. Şehir askeri birliklertarafından ablukaya alındı. Yaşananlar İspanya’nın genelindeişçileri harekete geçirdi. İşçiler, İspanya’nın bütününde ElFerrol katliamını protesto etmek ve dayanışmalarınıgöstermek için kollarına siyah pazubent bağladı. SiyahPazubentler sınıfın öfkesinin dışavurumuydu. Kolektifdayanışma ve karşı duruşu simgeliyordu. Bu ve benzerieylemler İspanya işçi sınıfını şekillendirdi. Franco faşizmininyıkılmasında önemli rol oynayan bir nevi sovyetik örgütlenmeolan İşçi Komisyonları’nın–CC.OO gücünü pekiştirdi. Dahageniş bilgi için bkz., Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi

Hareketleri, Tümzamanlar Yay., 2004, s. 331-422

(4) Bu söylediklerimiz sınıfın geri kalan bölümünün olumlubir pozisyonda olduğu anlamına gelmez. Aynı problemler farklıdozajlarda da olsa, % 35’lik kesimde de yaşanmaktadır.Yazının mahiyeti nedeniyle güvencesiz işçilere özel vurguyapılıyor. Taban örgütlenmeleri sendikalı, “güvenceli” kesimleriçin de vazgeçilmez bir örgütlenme biçimidir. Tabanörgütlenmeleri sınıfın şekillenmesi ve yeniden yapılanmasınıntemel araçlarından birisidir.

Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!

Volkan Yaraşır

Komünist Manifesto 160. yılında!22 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

“Manifesto’nun 160. yılında Marksizmingüncelliği” sempozyumu, 2 Şubat günü İnşaatMühendisleri Odası’nda saat 10.00’da başladı. Açılışkonuşmasını Yüksel Akkaya yaparken, “Marksizmingüncelliği” başlığı taşıyan ilk oturumun açılışını FuatErcan gerçekleştirdi.

İlk konuşmayı Metin Çulhaoğlu yaptı.Çulhaoğlu, Manifesto’da yazan kimi şeylerin bugüngeçerli olmadığına veya bugün tartıştığımız kimikavramların onda yer almadığına değindi. Fakat öyleolsa bile Manifesto’nun birçok kavrama, tartışmayazemin hazırlamış olduğunu belirtti. “Bu çerçevedeemperyalizm kavramı Manifesto’da yoktur. Ancakbunun alt koşullarını anlatmıştır” diyerekManifesto’dan bir alıntı yaptı.

Ardından konuşan Sungur Savran,“Manifesto’dan beri söylenenlerin güncelliği elealındığında ‘Modern dünya sermayenin ihtiyaçlarınagöre şekillenir.’ Güncel mi? İstanbul Davutpaşa olayıbaşka bir dünyada yaşıyoruz diyenlere bir tokatolacaktır. Bugün işçi sınıfının durumuna bakıncagünceldir. İstatistiklere göre Türkiye işçi sınıfınasahip milyonlar böyle yaşıyor. Bu günceldir”sözleriyle sunumuna başladı. “Son 25 yıldaproletaryanın bile ortadan kalktığını söyleyen postmodernizm ve postmarksizmin kaba yanılgılarıortadadır.” diyen Savran, Latin Amerika’da yaşanansüreçten, sınıf açısından taşıdığı önemden bahsetti.

Aydın Çubukçu, Manifesto’nun parti, örgüt,sınıfın önemine cevap verdiği için önemli olduğunuvurguladı. Bugün en önemli ihtiyacın sınıfınihtiyaçlarına yanıt veren, doğru politikalar sunan birparti olduğunu söyledi. Bugün Türkiye’de solcularınbirliği için çabalandığını, asıl yapılması gerekeninişçilerin birliği için çaba harcamak olduğunu söyledi.

Metin Kayaoğlu’nun sunumuyla oturum devametti. Kayaoğlu’nun, 20. yüzyılda Marksizm’den nekadar uzaklaşılırsa devrimciliğe o kadar yaklaşıldığı,doğru olanın da Marks’a dönüş değil ondanuzaklaşmak olduğu, Kürt hareketinin mevcutçizgisinin devrimci olduğu, El Kaide’nin, Hamas’ındevrimci olduğunu söylemesi salonda tartışma yarattı.

İlk oturumun son konuşmasını Haluk Gergergerçekleştirdi. Gerger şunları söyledi. “Marksizmingeçerliliğini yitirdiğine dair savunmadayız. Savunmave saldırıyı birlikte yürütmenin yöntemlerini bulmakgerekir. Marksizmi savunmanın yolu hayatla bağınıkurmak, işçi sınıfıyla bütünleşmesini sağlamaktangeçmektedir. Böyle olmadığı durumda Marksizmbilimden kopmuş bir ajitasyon ya da hayattan kopmuşaydın gevezeliği olarak ele alınmaktadır. Marksizm-işçi sınıfı ve ezilenlerle, devrimci praksis arasındakibağlantıyı iyi kurmak gerekmektedir. Kan, ateş vebarutun içinde Marksizm varolmuştur. Sermayetepeden tırnağa tüm gözeneklerinde kan ve kirfışkırarak gelir. Marksizm o kan ve kirde günceldir.İnsanın insana kulluğundan, emeğin sömürüsünekadar tüm süreçlerin içerisinde Marksizm günceldir.”

Sunumların ardından yaklaşık bir saat süren, canlıtartışmaların yapıldığı soru-cevap bölümüne geçildi.Bu bölüm yaklaşık 500 kişilik bir katılımlagerçekleşti.

2. Oturum: “Marksizm ve özgül alanlar”

2. Oturum İrfan Kaygısız başkanlığında başladı.“Marksizm ve devlet” başlıklı sunumunda GalipYalman, Türkiye gibi ülkelerde devletin farklı

(belirleyici) bir konumda olduğunu, dolayısıyladevletin toplumsal çelişkilerden bağımsız bir şekildeçözümlenmesinin sorunlu olduğunu belirtti.Türkiye’de 1960’lardan başlayarak devletin toplumsalilişkilerin bir biçimi olarak ele alındığını, devlet-sermaye ayrımının analitik ayrımlar olduğunu ve builişkinin bir bütün olarak ele alınması gerektiğinivurguladı.

Ardından “Devlet ve demokrasi: Marksizm’ingüncelliği” başlıklı sunumuyla Yasemin Özdekkonuştu. Marks ve Engels’in devlet kavramınıiki temel üzerinden ele aldıklarını, bunların devletintemel işlevleri ile özel mülkiyet ilişkileri olduğunuifade etti: “Kapitalist mülkiyet ilişkileri ile ilkelbirikim yöntemleri kullanılarak devlet sermayebirikimi oluşturuyor. Devletin sermayeden göreli birözerkliği yok. Tekelci kapitalizmde devletle sermaye içiçe geçiyor. Yasama-yürütme-yargıda devlet vesermayenin bütünleştiğini görüyoruz.” dedi. Devletinsermayeden göreli özerkliğinin olmadığını, devletlesermaye sınıfı arasındaki ayrımın ortadan kalktığınısöyledikten sonra, burjuva demokrasisini bugelişmelerle burjuva diktatörlüğü olarakyorumlayabiliriz, vurgusunu yaptı.

“Latin Amerika deneyimleri: Sınıfın yenidenoluşumu ve neoliberalizme karşı öz savunma” başlıklısunumu Çiğdem Çıdamlı gerçekleştirdi. Çıdamlı,Marksizm ile özgül alanlar ilişkisinin sorunluolduğunu söyleyerek sunumuna başladı. Politik öznetartışmasına, işçi sınıfının bütünsel çıkarlarını ifadeeden örgüt düzeyinin unutulmasına vurgu yaparak,dogmatik Marksizm’in ele aldığının dışında bir bakışasahip olmak gerektiğini, Latin Amerika ve Afrikaülkelerinde yaşanan sınıf hareketlerinin yeni birproleterleşme dalgası (evsizler hareketi, yeni sendikalörgütlenmeler vb.) oluşturduğunu, ancak bu dalganınMarksizm’in ifade ettiğinin dışında olduğunuvurguladı.

Ardından“Ulusal mücadele ve Marksizmarasındaki gerilimler” başlıklı sunumuyla NazanÜstündağ konuştu. Ezilen öznenin politikleştiğini,köylülerin, ulusların, İslami hareketin eyleyicilerininadalet-eşitlik gibi kavramların içini nasıldoldurduğuna bakmanın belirleyici olduğunu söyledi.Bu kavramların içinin önceden doldurulmasının doğruolmadığını, geleneksel Marksizm’in böyle yaptığınıifade etti. Ulusal mücadelenin Marksizm’inbelirlediğinin dışında bir seyre sahip olduğunuvurguladı.

“Marksizm ve kadın” başlıklı bir sunum yapanNuray Ergüneş, “geleneksel” Marksizm’inkadınların konumunu kapitalizmle ilişkileri üzerindenele aldığını, kadının erkekle olan ilişkileri açısındanele almadığını, böylece patriarkal yapıyı gözardıettiğini söyledi. Kadının emek gücünden kimin yararsağladığına dair Marksizm’in verdiği yanıtın sermayeolduğunu, bunun yanlış olduğunu söyledi. Ev içiemeği bu çerçevede temel dayanak noktası olarak elealan Ergüneş, kadın sorununun kapitalist üretimilişkilerinin dışında ayrı bir yerde durduğunusavundu. Ev içi emeğin sömürüsünden kadınlarıncinsel tacize uğramasına kadar, bu sorunlarınkapitalizmle belirleyici bir bağı olmadığını, kadınlarınfeminist bir hareket içinde özgürleşeceğini,sosyalizmde kadın sorununun bu biçimiyle süreceğinidile getirdi.

Ardından soru cevap bölümüne geçildi. Buoturuma yaklaşık 400 kişilik bir katılım oldu.

3. Oturum: “Marksizm ve sosyal bilimler”

Yusuf Özden’in başkanlık ettiği bu oturumda ilksunumu İzzettin Önder gerçekleştirdi. Önder, devletinfonksiyonunu, piyasa çalışırken ortaya çıkanbozuklukları düzelten, özel sermayeye katkı yapan birkonum olarak ele aldı. Bu mekanizmanın netanlatılması gerektiğini vurguladı. Devletin özelsermayeye katkı yaparken yapısal olarak eğitimi,sağlığı insan hakkı olarak görmediğini, eğitimin,sağlığın parasız olmasını talep etmek, ancak bununiçin sermayeye itiraz etmek gerektiğini vurguladı.

Mehmet Türkay konuşmasına, Marks’ınkullandığı yöntemin çok önemli olduğunu, Hegel’denaldığı diyalektiği ters düz ettiğini söyleyerek başladı.Azgelişmiş olarak tanımlanan, yeni siyasal bağımsızlıkkazanan ülkelerin kapitalist ilişkiler içerisine girmesinedeğindi. 1989’da “tarihin ve ideolojilerin sonunungeldiği” söylemleriyle küreselleşmenin kapitalizmemeşruiyet kazandırmaya dönük bir kavram olarakortaya atıldığını vurguladı.

Nail Satılgan ise Marksizm’in toplumsal bilimiçerisindeki yerinden bahsederek sunumuna başladı.Sunumunda Ernest Mandel’den pek çok alıntı yaptı.Proletarya devriminin tek kurtuluş yolu olduğunuvurguladı.

İşaya Üşür, dünyayı anlama çabasının dünyayıdeğiştirip dönüştürme çabasıyla birleşmesinin öneminivurgulayarak, Marksizm’in bir bilim olduğunu ifadeetti. “Kapitalizmden bahsediyorsanız sosyalizmdenbahsetmemek, Marksizm’i anlamamak demektir.Kapitalist üretim ilişkilerini tahlil etmek yetmez onuaşmak gerekir”, Marks bunu yaptı, dedi. Marksizm’intahrif edilmesine ilişkin düşüncelerini aktardı.

Ardından soru cevap bölümüne geçildi. Buoturumu yaklaşık 300 kişilik bir kitle izledi.

4. Oturum: “Marksizm, sınıf analizleri vegünümüz işçi sınıfı”

Sempozyumun ikinci günü gerçekleşen“Marksizm, sınıf analizleri ve günümüz işçi sınıfı”başlıklı 4. Oturum Hakkı Atıl başkanlığındagerçekleşti.

İlk konuşmacı Tülin Öngen şunları söyledi:“Marksizmin sınıf kuramı açısından önemli birçerçevesi olduğunu bütün yapıtlarından görebiliriz.Sınıf, Marksizm açısından herhangi bir şey değildir,bir tarihsel-toplumsal formasyona özgün karakteriniveren; tarihsel sürece müdahale etmenin ana birimidir.Manifesto’nun sınıfla başlayıp sınıfla bitmesi tesadüfdeğildir.” Öngen, sınıfların üretim tarzı içinde elealınıp incelenebileceğini belirtti. Üretim sürecindekifiili yer ve sömürü olgusuna, sınıf-sömürü ilişkilerinedeğinerek şöyle devam etti: “Marx üretim ilişkileriekseninde iki kutuplu bir yapıdan bahseder. Ancakpratikte hiçbir sınıf kendi içerisinde homojen değildir.Ve iki sınıf arasında ara katmanlar vardır. Fiilimülkiyet (ekonomik kaynaklar üzerinde gerçekkontrol), kafa-kol emeği sınıf içerisindeki yapayayrımlardır. ...”

Korkut Boratav “Marksizm ve sosyal bilimler”başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. “Marx’ın iki önemlikatkısı tarihe bakışı ve artı değer kavramıdır. Maddecitarih anlayışı ve Kapital’in kendisini kastediyorum.Bundan başkası Marks’ı klasik ekonomi politiğin yenibir temsilcisi haline getirir. Lenin ve Mao diyalektiğinçelişkilerin algılanması olarak ifade ederler. Marx

160. yılında Manifesto günceldir!

Komünist Manifesto 160. yılında! Kızıl Bayrak � 23Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

insan topluluklarının kökenine gidip çıkarımlar yapar.Sınıflı ve sınıfsız toplumlar ayrımını görür. En temelolarak üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımınıkoyar. Sınıflar bir merdiven değildir. Her üretimilişkisinde karşıtı olan şey sınıftır.” diyen Boratav,farklı iktisatçıların bu konudaki görüşlerine de kısacadeğindi.

“Manifesto Türkiye günceliğindedeğerlendirilmemekte” diyerek konuşmasına başlayanFuat Ercan sözlerine şöyle devam etti: “Sınıfkavramının içi Türkiye’de ne kadar dolduruluyor? Hersosyal olgunun iktidarın üretilmesi ile ilişkisi vardır.Sınıf sosyal gerçeklik içinde algılanmalıdır. Sınıfanalizi yapısal nesnel ve güncel olanın kesiştiğiyerdedir. Yapısal nesnel olanın içine güncel olanıkoymazsak sınıfı fetiş haline getiririz. ÖncelikleTürkiye kapitalizmini tanımlamak gerekir. Türkiyelimarksistlerin en büyük hatası kapitalizmin dışarıdangelen bir durum olduğu algısıdır. Sermaye birikimiarttıkça devlet giderek daha çok sermayenin denetimialtına girer. Nüfusun %30’u tarım alanındaçalışmaktadır. Değişken kısım esnaf vezanaatkarlardır. Tarımdaki dönüşüm süreci dikkatealınmalıdır.”

Arif Geniş, “Kapital ve sınıf” başlıklı sunumuna,“Kapital sermayeyi çözümleyen bir kitaptır. Emekgücünün değerini sabit sayar. Kapital bize işçi sınıfınıözel olarak anlatmaz. İşçi sınıfını sadece ücretli emekolarak açıklamak tek başına yeterli değildir.” diyerekbaşladı ve büyüyen hizmetler sektörü, kamu hizmeti,artı değer üretmeyen emekçilerle ilgili noktalaradeğindi. İşçi sınıfının devrimciliğe en yatkın kesimininfabrika işçileri olduğunu, ama meselenin bunların dahaçok sömürülmesi değil, karşıt olarak daha büyük birtepki koyabilmeleri ve bir arada olabilmeleri olduğunuvurguladı.

Ahmet Haşim Köse, “Marksizm ve özgülalanlar” başlıklı konuşmasına, Marks’ın burjuvalardançok ütopyacılarla ve burjuva toplumunun gritonlarıyla, yani gerçeği dönüştürmek değil onunlauzlaşmak isteyen entellektüellerle mücadele ettiğinivurgulayarak başladı. Burjuvazinin de işçi sınıfınabirey olma ve özgürlükler dünyası yaratmayıvaadettiğine işaret ederek, köklü çözümler yerineuzlaşmacı reformlar isteyenleri ve burjuvasosyalizmini eleştirdi. Konuşmasının sonundaTürkiye’de işçi sınıfının yaşadığı büyümeye vurguyaptı.

Yüksel Akkaya, “Hekimler ve sınıfsaldönüşümleri” başlıklı bir konuşma yaptı. Statü ve gelirdağılımı açısından bundan 25 yıl öncesine kadar kaybıolmayan hekimlerin ve refah mesleklerinin neo-liberaldönüşümlerle birlikte kayba uğradığını istatistikiverilerle açıkladı. Hekimlerin kamuda çalışarakkendilerini sosyal olarak güvence altına aldığını, aynızaman özel işletmelerde hekimlik yaparak ekonomikolarak da güvence altına almaya başladıklarınıvurguladı. Bu dönüşüm içerisinde tam birproleterleşme yaşamadıklarından ama hızlaişçileştiklerinden bahsetti.

Konuşmaların ardından soru cevap kısmınageçildi.

5. Oturum: “Marksizm ve Türkiye’deDevrimci Sosyalist Hareketler”

“Marksizm ve Türkiye’de Devrimci SosyalistHareketler” başlıklı bölüm iki oturum halindegerçekleşti. 5. Oturumun başkanlığını Yüksel Akkayayaptı.

Bu bölüm Atılım gazetesinden Alp Altınörs’ünsunumuyla başladı. Altınörs konuşmasında şunlarısöyledi: “Bir sosyalist aydınlanma görevi vardır. Fakatpratik süreçlerle birlikte yürümelidir. İlerici devrimciteori ilerici bir savaşımla mümkündür. ... AkademikMarksizm olamaz. Dünyayı değiştirmenin yolu ve

aracı iktidar mücadelesidir. Proletaryademokrasisinden, iktidarından burada bahsetmekgereklidir. Ezilen ulusun kendini ezen ulusa karşısavaşımı kendisini ezen toplumsal güce karşısavaşımıyla kazanılabilir. Devrimci sosyalisthareketlerin kitlelere gitmesi gerekir. Kitlelerdenkopmuş bir yaklaşım amaçtan kopmak, tarikatlaşmakanlamına gelir. Devrimci amaçlara yabancılaştıklarıiçin geçmişteki siyasi partiler çökmüştür, yokolmuştur.”

Ardından Kürt ulusal sorununa değinerek, devletkurma hakkı tanımanın demokratik bir prensipolduğunu vurguladı. “Türk- Kürt ulusunun hak eşitliğisavunulmalıdır. Kürt ulusu devrimimizin bileşenidir”diyerek, Kemalizm’den kopma ve Leninizm’eyönelme çağrısı yaptı. “Marksist hareketin önündeduran sosyalist aydınlanmadır. 20. yüzyılsosyalizminin deneyimlerinin özümsenmesi, bilinceçıkartılması gerekmektedir. 20. yüzyıl sosyalizminineleştirisi 21. yüzyıl sosyalizminin yaratılmasındabüyük adım olacaktır.” dedi.

Halkın Devrimci Yolu adına Kutay Meriç birsunum yaptı. Yeni bir proleterleşme sürecininbaşladığını vurgulayarak, artık ilk isyanların sanayiproletaryasından değil, kadınlardan, işçilerden,sağlıkçılardan, köylülerden oluşan kitlelerden geldiğiniifade etti. “Yeni işçi hareketleri” olarak ifade ettikleribu hareketlerin yozlaşmış siyasi iktidarlara karşımücadele ettiğini dile getirdi. Geleneksel sendikalhareketin toplumun azınlıkta kalan kesiminin haklarınıkoruma çizgisi izlediğini söyleyerek, toplumsalhareket sendikacılığının yeni işçi kitlesini örgütlemeyihedeflediğini dile getirdi. Yoksul köylülüğün-işçisınıfının partisini oluşturmanın ve sosyalist halkhareketini geliştirmenin kavranması gereken ana halkaolduğunu söyledi.

Ardından EHP adına Özlem Yarkın, kısa birsunumla işçi sınıfının Manifesto’da vurgulananönemine değindi. İşçi sınıfının devrimci karakteriniher dönem ortaya koyduğunu söyledi, Kavel,Paşabahçe, 15-16 Haziran direnişlerini örnek gösterdi.2007 yılında Türkiye’deki işçi sınıfı eylemlerininönemli olduğunu ve Mısır, Bangladeş, Fransa’ya kadarişçi sınıfı eylemlerinin yaygınlaştığını söyledi. Yarkınkonuşmasına şöyle devam etti: “Sovyetler’inçöküşüyle sosyalizme olan inanç yok olmuştur. Çağı vekoşulları tanımlayan teorik çabanın önemi vardır.Geçmiş devrimci hareketin değerlendirilmesigerekmektedir.”

Alınteri adına Yücel Filizler konuştu.Sempozyumda Marksizm’in diyalektik yanınıreddeden anti-marksist görüşlerin, Aydın Çubukçutarafından leninist olamayan parti anlayışınınsavunulduğunu dile getirdi. Temelde sorunun kitlelerindevrimci temelde özneleştirilmesi vesiyasallaştırılması olduğunu, onlara nesne gözüylebakan yaklaşımın terkedilmesi gerektiğini söyledi.Arjantin ve Bangladeş gibi ülkelerdeki kitlehareketlerini örnek göstererek, kitlesel hareketliliğekarşın iktidarı ele geçirme perspektifinden yoksunluğuvurguladı. Her düzeyde ideolojik-teorik önderliksorununa değindi. Bilinci ortaya çıkaracak gücünpolitika olduğunu söyledi. Proletarya diktatörlüğü vedevrimci iktidar sorununun altını çizdi. “Sosyalizmdenkomünizm idealinin koparılması”na değindi. Devrimcikomünist bir partiye duyulan ihtiyaca ve daha gelişmişbir mücadele tarzının önemine vurgu yaptı.

Soru-cevap kısmıyla devam eden bölümde Kürtulusal mücadelesi ağırlıklı bir yer tuttu.

6. Oturum ise Haluk Gerger’in başkanlığındagerçekleşti. SDP adına konuşan Barışta Erdost şunoktaların altını çizdi: “Durumumuzu gerçekçigörebilen, bunu aşmaya yönelik birikim sorunu”,“Geçmişin insanı nesneleştiren yaklaşımı sorunludur”,“Marksizm’i kapitalizmi yenecek tek yol yapabilmekiçin kolektif emek gerekmektedir”, “Marksist emek

teorisi emeğe hak ettiği değeri verecektir”, “Sosyalisthareketin genç, kadın, ekoloji, barış, özgürlükhareketlerini aynı çatı altında buluşturarak biryeniden yapılanma sürecine ihtiyacı vardır.”

Yol dergisi ve Dayanışmaevleri adına konuşanMert Büyükkarabacak, “Eşitsizlik sürdükçe sosyalizmölmez. Marksizm insanlığın özgürleşmesinin, kapitalistmedeniyetin aşılabilmesinin yegane yoludur” diyerek,ezilenlerin kolektif praksisine vurgu yaptı.Sosyalizmin salt bir kalkınma projesi olmadığınıvurguladı. Dayanışmaevlerinin çalışmalarınadeğinerek, üretim, tüketim ağı ve halk inisiyatiflerininöneminin altını çizdi.

Ardından DTP adına söz alan Osman Ergün şugörüşlere yer verdi: “Devrimci sosyalist hareketinyapısal sorunlarıyla ilgili söyleyecek çok söz var. Öncekendimize bir özeleştiriyle başlayalım. Özgürlükhareketi yola çıkarken Türkiyeli emekçilere şöyleyaklaşıyordu: ‘Onlar bizim stratejik kardeşlerimizdir.’Bu saptamaya uygun davranılmamış ve çalışmalaryapılmamıştır. İki tarafta sorun var, ciddi engeller var.Bunda bizim de payımız var. Bunu dışında sistemin vesistemi zorlayacak devrimcilerin de payı var. İşçisınıfının devrimci hareketleri kendisiyle ittifakoluşturmak için üzerine düşeni yapmadı. Anadolu veMezopotamya’nın devrimci güçlerinin birleşmesigerekiyor. Manifesto’da ‘bütün ülkelerin işçileribirleşin!’ sözleri bunu ifade ediyor.”

Umudu besleyen düşlerin gerçekleşememesininkitleleri ilgisizleştirdiğini, sadece Türkiye değil dünyaüzerinde de bunun böyle olduğunu söyleyen Ergünşöyle devam etti: “Sosyalizme eleştirel bir yaklaşımiçinde olduğumuzu herkes biliyor. Ancak Marksizm’ide reddeden bir durumda değiliz. İnsan olmakta ısrarsosyalizmde ısrardır. Emekçi sınıflardaki bozulmalarıgörmek gerekiyor. ... Halk gerçekliğini atlamadankendini gözden geçirmek gerekiyor.”

BDSP adına Atlen Yıldırım söz aldı. SunumunaManifesto’nun güncelliğine değinerek başladı. Solhareketin, 160 yıl önce Manifesto’da ortaya konulansınıf, devlet, devrim vb. konulardaki kavrayışınuzağında olduğunu vurguladı.

‘60’lı yıllarda dönemin sol hareketine YÖN ve TİPşahsında parlamentocu ve darbeci iki çizginin hakimolduğunu, YÖN’ün düzenin bel kemiği ordudandevrim beklediğini, TİP’in ise parlamentarizme dayalıbir sosyalizm anlayışına sahip olduğunu dile getirdi.‘71 Devrimci Hareketi’nin burjuva sosyalizmine göredüzen kurumları karşısında radikal devrimci çizgiyitemsil ettiğini, ancak ideolojik olarak bir öncekidönemden tam anlamıyla kopamadığını, özellikleMDD’nin devrimci demokrat anlayışının sol hareketeegemen olduğunu, bu bakışın sonraki süreçte deaşılamadığını vurguladı.

12 Eylül sonrası süreçte geleneksel sol hareketinbir kesiminin yenilgi ile birlikte düzen legalitesinesığındığını ve parlamentarist bir çizgide sosyaldemokratlaştığını dile getirdi. Diğer kesimin iseyaşanan süreci devrimci bir eleştiriye konuedemediklerini, bu nedenle yapısal sorunları içerisindeboğularak varlık yokluk sorunu ile yüzyüzekaldıklarını söyledi. Sözlerine şöyle devam etti:“Burada bir krizden söz edilecekse o da Marksizme bukadar yabancı olan küçük-burjuva devrimcilikanlayışının krizidir. ... İlkelerini, stratejisini bir yanabırakan, günü kurtarmaya çalışan ittifaklar içerisineçok rahat girebilen bir sol hareket tablosu ile karşıkarşıyayız...”

Soru-cevap bölümünde daha çok ulusal sorunailişkin tartışmalar yürütüldü. Haluk Gerger’in yaptığıkapanış konuşmasının ardından Emek AraştırmalarıMerkezi Girişimi adına Cengiz Faydalı sempozyumunresmi kapanış konuşmasını gerçekleştirdi. İkinci günoturumlarına yaklaşık 300 kişilik bir katılımgerçekleşti.

Kızıl Bayrak / Ankara

Komünist Manifesto 160. yılında!24 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi’nindüzenlediği “Komünist Manifesto’nun 160.Yılında Marksizmin Güncelliği Sempozyumu”Ankara’da 2-3 Şubat tarihlerinde gerçekleştirildi.

İlk günkü oturumlarda akademik bir hava ağırbasarken, Marksizm’in temel görüşlerineyaklaşımlarda belirsizlik, zayıflık dahası anti-marksist görüşler kendini ortaya koyabildi. Bütünbunlar, kitlenin ilgisini ve ikinci günkü oturumlarakatılımını bir ölçüde zayıflattı. Fakat yine desempozyumu belli bir sabır, ilgi ve dikkatle izleyenbir kitle vardı.

Kuşkusuz, aydın ve akademisyenler arasındaoldukça anlamlı sunum ve yaklaşımlar da mevcuttu.Haluk Gerger’in ilk günden itibaren “Busempozyumun en önemli bölümü, asıl pratikmücadele içinde olanların konuşacağı son ikioturum. Asıl onların ne diyeceği önemli” yaklaşımıve devrimcileri “onlar bizim de temsilcilerimiz”diyerek selamladığı kapanış konuşması oldukçaanlamlıydı.

Sempozyuma katılan kitle oldukça heterojen birgörünüm sundu. Az da olsa işçilerden kamuemekçilerine, aydınlara, öğrencilere, orta yaşgrubundan gençlere, solun farklı kesimlerinintaraflarından herhangi bir siyasi gruba angajeolmamışlara kadar uzanan geniş bir yelpazemevcuttu. Kitlenin heterojen bileşimi sorulansorulara, eleştirilere ve yorumlara da yansıdı.Katılımcı kitle arasında soru, eleştiri veyorumlarıyla katılım gösterenler küçümsenmeyecekdüzeydeydi.

Sempozyum, reformist ve devrimci kanatlarıylasolun Manifesto ile ilişkisinin netameli bir sorunolarak sürdüğünü gözönüne serdi.

Kapitalist topluma ilişkin en temel görüngülerinson derece özlü bir açıklamasını yaparak derin birtahlilini sunan Komünist Manifesto’nun en temelargümanı, bilindiği gibi sınıf mücadelesi teorisi vesınıfsız toplumun yaratıcısı olarak işçi sınıfınıntarihsel rolünü açıklamasıdır. Marksizm işçihareketinin teorik ifadesidir. Marksizm, toplumsaldayanağını işçi sınıfı hareketinde bulabildiği ölçüdepratik yaşamda gerçek anlamını bulabilir. İşçi sınıfı,kapitalizmi yıkacak ve komünizme geçişi sağlayacakdevrimci potansiyele sahiptir. Sınıflı toplumu tarihegömebilecek biricik sınıf olan işçi sınıfı, başkahiçbir sınıfın gerçekleştirmeye muktedir olamadığıbir tarihsel misyonla donanmıştır.

Oysa küçük-burjuva aydınların ve sol akımlarınkavramakta yeteneksizlik gösterdikleri sorunlardanbiri budur. Onlar hem marksist geçinip hem deMarksizm’in bütün bir sınıf özünü oluşturan temelönemde bir teorik düşüncenin karşısınaçıkabiliyorlar. Panelistlerden Çiğdem Çıdamlı veHalkın Devrimci Yolu adına konuşan Halkevleriaktivisti Kutay Meriç, işçi sınıfının tarihsel rolünükarartan bir yaklaşım sergilediler. Çıdamlı, LatinAmerika ve Afrika ülkeleri bağlamında ortaya çıkan“evsizler hareketi” ve “yeni sendikalörgütlenmeler”in Marksizm’in ifade ettiğinin dışındabir seyre sahip olduğunu, Meriç ise, hareketliliğinsanayi proletaryasından değil, kadınlardan,sağlıkçılardan, köylülerden ve diğer işçikesimlerinden geldiğini ileri sürebildi.

Kuşkusuz, işçi sınıfının tarihsel rolünü sözplanında kabul etmek de tek başına yeterli değildir.İşçi sınıfı, tarihsel rolünü yerine getirebilmek içinbazı araçlara ihtiyaç duyar. Bunların başında iseparti gelir. Manifesto’nun sözleriyle, “proleterlerinbir sınıf olarak örgütlenmeleri, sonuçta onların birparti olarak örgütlenmelerini” gerektirir.Sempozyumda Aydın Çubukçu işçi sınıfının partideörgütlenmesini vurgulayan bir konuşma yaparakManifesto’nun güncel çağrısının bu olduğunubelirtti. Çubukçu’nun işaret ettiği partinin sosyal-reformist EMEP olduğu biliniyor. Manifesto’nunkastettiğinin liberal-reformist bir parti değil, birtoplumsal devrim partisi olduğu da... Bu parti,sermaye egemenliğine son verebilmek için sınıfınburjuvazi ve küçük-burjuva solundan bağımsızbiçimde örgütlenmiş, düzen legalitesiyle kendiniasla sınırlamayan, ihtilalci komünist bir işçipartisidir. Manifesto’nun güncel çağrısı böyle birparti içindir.

Manifesto, “modern devletin yönetimi, bütünburjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komitedenbaşka bir şey değildir” der. Burjuva diktatörlüğününbir biçimi olan burjuva demokrasisi, özündeburjuvaziye hizmet eden bir sınıf demokrasisidir.Sempozyumda akademisyen Yasemin Özdek’in buyöndeki net ifadeleri oldukça dikkate değerdi.Çünkü, burjuva demokrasisi ne kadar genişlersegenişlesin, işçi sınıfı sömürülen ve egemenlikaltında tutulan bir sınıf olarak kalır. İşçi sınıfı,sermaye egemenliğine son vermeden sömürüdüzeninden kurtulamaz. İşçi sınıfının, burjuvademokrasisi sınırları içinde kazanımlarının düzeyine olursa olsun, bu böyledir. Tarihsel deneyim,sınıflar üstü devlet ve sınıflar üstü demokrasiolamayacağını kanıtlamıştır.

İşçi sınıfının iktidarı ancak burjuva devletaygıtını parçalayarak sermaye egemenliğine sonverecek olan gerçek bir proleter devrimle kurulabilir.İşçi sınıfı, kendisini burjuva legalitesiyle sınırlarsa,iktidarı asla fethedemez. Burjuva devlet aygıtıyıkılmadan işçi ve emekçi kitlelerden yana birsiyasal iktidarın kurulabileceği iddiası, işçi sınıfınıyıkıma sürükleyecek oportünist ve reformist içi boşbir hayaldir. Bu nedenledir ki, komünistler kendi

görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzületmezler ve asla işçi sınıfı ve emekçileri boşhayallerle aldatmazlar. Manifesto’nun diliylesöylersek; “hedeflerine ancak tüm toplumsalkoşulların zorla yıkılmasıyla ulaşılabileceğiniaçıkça ilan ederler.” Kapitalizmin reformlaryoluyla ıslah edilmesi veya kapitalizm altında dahaiyi bir dünya yaratılması asla mümkün değildir.Kapitalizmden kurtuluş bir proleter devrimigerektirir. Komünist Manifesto, işçi sınıfı veemekçileri böyle bir tarihsel eyleme çağırıyor.

Sempozyumda da temsil edilen solun reformistkesimleri ve tasfiyeciliğin etkisiyle yalpalayanküçük-burjuva devrimci demokratlarının siyasalkonumları ile Manifesto’nun bu güncel çağrısıarasında büyük bir uçurum vardır. Bunların kimisiartık tümüyle parlamanter faaliyeti temel almakta,kapitalizmin reformlar yoluyla ıslah edileceğihayallerini körüklemektedir. Kimisi de “proleterdevrimi isteyen onun aracı olan partiyi de ister”gerçeğini unutmuş görünmektedir. Dün marksistteori, program, strateji ve taktik karşısında tutucu birörgüt savunuculuğuyla ayak direyenler, şimdi oörgütlerini bile savunamaz hale gelmişlerdir.

Sempozyum, solun ciddiyet ve samimiyet sorunuyaşadığını bir kez daha gösterdi. Solun kimikesimleri, sempozyumda Teori ve Politika Dergisiadına konuşan Metin Kayaoğlu’nun “Marksizmdenuzaklaştıkça devrimcileşilir” kaba düşüncesiniaçıktan savunması karşısında eleştiri oklarını orayayöneltmiş, beterin beteri varmış diyerek belki birparça da rahatlamış olabilir. Ancak sorun bu kadarbasit değil. Basit olmadığını görebilmek için,geçimişin anlı-şanlı örgütlerinin küçük-burjuvaçizgide ısrarları sonucunda saplandıkları reformizmbataklığına bakmak yeterlidir.

Solun Komünist Manifesto ile sınavı...A. Deniz

İşçi sınıfı, kapitalizmi yıkacak vekomünizme geçişi sağlayacakdevrimci potansiyele sahiptir. Sınıflıtoplumu tarihe gömebilecek biriciksınıf olan işçi sınıfı, başka hiçbirsınıfın gerçekleştirmeye muktedirolamadığı bir tarihsel misyonladonanmıştır

İşçilerin kardeşleşme çağrısı! Kızıl Bayrak � 25Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” Nokiaişçilerinin dayanışma çadırında hayat buluyor!

Tersane işçilerinden Nokiaişçilerine...

Haklı davanızda sonunakadar sizinleyiz!

Nokia işçileri kardeşler!Binlerce kilometre uzaktan, Tuzla tersaneler

cehenneminden yazıyoruz sizlere. Bizler ağırçalışma ve sömürü koşulları altında çalışan işçileriz.Devasa gemileri mavi okyanuslara biz salıyoruz.Bizler bu gemileri cehennem koşulları altında inşaederken, tersane patronları giderek palazlanıyor.Günde 10-12 saate varan ağır çalışma koşulları,sigortasız çalışma, ücret gaspları ya daücretlerimizin zamanında ödenmemesi,taşeronlaştırma, sağlıksız barınma koşulları, herşeyden önemlisi iş cinayetleri yaşadığımızcehennem koşullarının özetidir.

Geçtiğimiz yıl 12 işçi kardeşimizi işcinayetlerine kurban verdik. Geçtiğimiz günlerde deOnur Bayoğlu’nun iş cinayetine kurban gitmesi veiki işçi arkadaşımızın sakat kalmasıyla bir kez dahasarsıldık. Bütün bu iş cinayetleri ve yaralanmalarıngerisinde yatan neden, tersane patronlarının örgütlüyapısı olan GİSBİR’in (Gemi İnşaa SanayicileriBirliği) aşırı kar hırsıdır. Tıpkı Nokiakapitalistlerinin aşırı kar hırsı ve ucuz işgücü içinfabrikayı kapatacaklarını açıklamaları, Romanya’yataşımak istemeleri gibi.

Sadece Nokia’da çalışan siz işçiler değilNokia’ya bağlı iş yapan binlerce işçi, esnaf ve çevrehalkı da bu kapatma saldırısından nasibini alacaktır.Dolayısıyla, bu saldırının kapsamı Nokia sınırlarınıaştığı yerde, toplam bir karşı koyuş da yaşamsalolacaktır.

İlk anlamlı tepkilerinizi koydunuz. Bundansonra da tepkilerinizi daha güçlü koyacağınızdaneminiz. Davanızda, mücadelenizde fazlasıylahaklısınız. Tuzla tersaneler cehennemindeki direnişodağı haline gelmiş öncü işçiler olarak haklımücadelenizi heyecan ve coşkuyla takip ediyoruz.Sonuna kadar mücadelenizin yanındayız. Eğer bukapatma saldırısı başarıyla püskürtülebilirse, Nokiapatronlarının dayatacağı çalışma koşullarınıpüskürtmeyi de başarabileceksiniz. Bu inançlasizleri ve haklı davanızı selamlıyoruz.

Tersane İşçileri Birliği

NRW/Bir-Kar çalışanları olarak, 3 Şubat günüBochum Nokia fabrikası önünde kurulan dayanışmaçadırlarındaki işçileri ziyaret ettik. Yakın şehirlerde(Essen, Dortmund, Wuppertal, Bochum) yaşayan ilericive devrimci güçler olarak, tümüyle haklı davalarındaNokia işçilerinin yanında olacağımızı ve her türlüdesteği sunacağımızı bildirdik.

Bir-Kar imzalı bildirilerimizi ve Kızıl Bayrakgazetesini dağıttık. Tersane İşçileri Birliği’nin Nokiaişçilerine gönderdiği dayanışma mesajını işçitemsilcileri aracılığı ile diğer işçilere ulaştırdık. HemKızıl Bayrak’taki Nokia işçileri ile ilgili yazı hem detersane işçilerinin mesajı ilgiyle karşılandı.

Ziyaretimizin ilk günü işçilerle bire bir sohbet etmeolanağımız oldu. İşçi temsilcileri, bugüne kadarkisüreci ve son gelişmeleri anlattılar. Biz de süreceilişkin düşüncelerimizi, Opel, Bosch-Simens, SiemensBenz vb. işyerlerinin deneyimleri üzerinden işçilerletartıştık. Nokia işçilerinin yalnız olmadığını, baştaOpel ve Thyssen-Krupp çalışanları olmak üzere, çokgeniş bir toplumsal destek oluştuğunu, Nokiadirenişinin başarısı için bu desteğin büyük bir kazanımolduğunu söyledik.

Önemli bir izlenimimiz, çadırdaki yerli ve yabancıişçiler arasındaki ilişkilerin sıcaklığı oldu. Eylemlilikiçinde her türlü önyargı yıkılmış, halkların ve işçilerinkardeşleşmesi pratik olarak hayat bulmuştur.

Öte yandan, direniş en sıradan işçilerde bile politikbilinç gelişimine yol açmıştır. Birisi 22, diğeri 9 yıldırNokia’da çalışan iki işçi temsilcisinin söyledikleribunu gösteriyor. Nokia’nın kendi tarihinde en büyükkâr oranını yakaladığı ve büyüme hacminin %67’lereulaştığı bir zaman diliminde, daha fazla kâr amacıyla 5bine yakın çalışanı bir kalemde sokağa atmak istemesibu sistemin sosyal adaletini, gerçek yüzünü bizleregöstermiştir, diyorlar.

Nokia işçilerine neden üretimin hala sürdüğünü,greve neden gidilmediğini sorduğumuzda ise özetle şucevabı alıyoruz: “Aslında Nokia patronları da böyle birbeklenti içinde idiler. Yapılan anlaşmalar nedeniyleBochum’daki işyerinin yaz sonuna kada yoğun işi var,bu ihtiyaca cevap verebilmek için kısa bir süre önceişçilerden mesaiye kalması istendi. Ayrıca iki günlük

dönüşümlü vardiya sistemine geçildi. Bizim şu an grevegitmemiz durumunda bu işlerin hemenMacaristan’daki fabrikalara kaydırılıp on kat dahaucuza üretilmesi planları var. Biz Nokia patronlarınınbu oyununu bozmak istedik. Ayrıca şu an başlatılacakbir grev işyerinin hemen kapatılması için patronlarabir olanak verecektir. Bunu engellemek istedik. Üsteliküretim şu anda yarıya inmiş durumda...”

3 Şubat günü Nokia işçileri ve aileleri fabrikanınönündeydiler. 500 aşkın insan o gün dayanışmanıngüzel bir örneğini sergiledi. Bizler de bildirilerimizidağıttık, yemek standlarında işçilere yardımcı olduk.

28 Şubat’ta 5 işveren ve 5 işçi temsilcisininkatıldığı bir toplantı yapılacak. Ama işverentemsilcilerinden birisi iki oy hakkına sahip.Dolayısıyla, toplantı aslında çoktan alınmış bir kararınişçilerle ortak bir toplantıda alındığı görüntüsünüvermek amacıyla düzenleniyor. İşçi temsilcisi birarkadaş bunu şöyle ifade ediyor: “Bu toplantınınsonucu aslında bellidir. Kapatılma kararı çoktanalınmıştır. Birtakım işçi arkadaşlarda hala bir parçaumut var. Hep belkilerle kendilerini avutuyorlar. Bizbiliyoruz ki burası kapatılacak, ama biz işçiler bunuNokia patronlarına en ağır biçimde ödetmekkonusunda hemfikiriz. Tüm işçilerin katılımıylagerçekleşecek bir grev bu süreçte daha güçlü sonuçlaryaratacaktır.”

Sonuç olarak, tüm toplumun ve işçi sınıfınınanlamlı desteğine dayanarak ortaya konulacak genelbir direniş Nokia patronlarına geri adım attırabilirdi.Sürecin böyle yaşanmasında en büyük etken, IG-Metalsendikasının bu mücadeleye yeterince sahip çıkmamasıve kararlı bir duruş sergilememesidir.

Nokia işçileri devrimci bir önderlikten yoksundur.Oysa süreç her türden politik propaganda ve ajitasyoniçin uygun olanaklar sunmaktadır. Bu durum bizlereyönelmemiz gereken alanı işaret etmektedir. Bu süreçteNokia işçileri ile yaratılacak ileri düzeyde birkucaklaşma, bizlere sınıf çalışmasında tecrübekazandıracak ve yarının daha ileri mücadelelerinehazırlayacaktır. Bu bilinç açıklığı ile görevlerimizeyüklenmeliyiz.

BİR-KAR / Essen

Berlin’de uyarıgrevi!

Berlin Belediyesi’ne bağlı toplu taşıma araçları(BVG) çalışanları, 31 Ocak gecesinden itibaren 5bin sürücüyle 39 saat süren bir uyarı grevigerçekleştirdi.

Ver.di sendikası’nın çağrı yaptığı ve 2 Şubatgünü başlatılması planlanan grev, işverenin işçilerlealay edercesine yaptığı öneri üzerine bir gün önealındı.

Otobüs, tramvay ve metroların beklenmedik birşekilde devre dışı kalması, yaşamın felç olmasına veyüzbinlerce Berlinli’nin işyeri ve okullara gecikerekgitmesine neden oldu.

Ver.di Sendikası, 11.500 işçi için % 8’lik zamtalebinin yanısıra, 2005 yılından itibaren işe alınan1500 işçi için de %12’lik zam talebinde bulunmuştu.Bu taleplerle birlikte eski ve yeni işçiler arasındakiücret farkını da ortadan kaldırarak, “eşit işe eşitücret” talebinin öne sürülmesi karşısında işverentemsilcileri, 2005 yılından itibaren işe alınan 1150çalışanı için 2010 yılına kadar % 6-8’lik bir artış vebir kereye mahsus ödenmek üzere 200 Euroönerdiler.

İşverenin bu önerisi BVG çalışanlarının %95’iiçin zamdan muaf tutulma anlamına geldiği içinböyle bir öneriyi kabul edilemeyeceklerini açıklayanVer.di sendikası temsilcisi, taleblerine yanıtverilmemesi durumunda uzun süreli bir grevegideceklerini açıkladı.

Grevin seyri 18 Şubat günü yapılacak yenigörüşmede belli olacak.

Kızıl Bayrak / Berlin

Lozan’da grev vesokak eylemi!

Tüm dünyada olduğu gibi İsviçre’de deburjuvazi, mevcut durumu fırsat bilerek, başta işçisınıfı olmak üzere tüm öteki çalışanların sosyalhaklarına karşı saldırıda epey mesafe almışbulunuyor. Doğal olarak bu saldırılar tepkilere nedenoluyor. Şimdiye kadar en kapsamlı saldırılar eğitim,emeklilik ve çalışma alanında merkezi hükümetlertarafından yeni yasal düzenlemelerle güvenceyealınırken, şimdi ise Lozan’daki yerel hükümet, kamuçalışanlarına ve memurlara karşı yeni bir saldırıyıgündeme getirmiş bulunuyor.

Kantondaki yerel hükümet bu sektörlerde çalışan25 bin kişiyi hedef alarak yeni bir yasal düzenlemeplanlıyor. Buna göre, daha katı bir disiplin vedenetimle, tek ücret politikasının uygulanması,yüksek ücretlerin düşük ücret sınırlarına çekilmesihedefleniyor.

Bu yeni yasal düzenleme sektörde çalışanlarıneylemli tepkisine neden oldu. Kantondaki üç memursendikasıyla yerel hükümet arasında yapılangörüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlanınca, sendikalarilk etapta 31 Ocak’ta bir günlük grev ve mesaibitiminde yürüyüş gerçekleştirdiler. Yerel hükümetingündeme getirdiği bu saldırıya karşı grev ve yürüyüşilk adım olarak başarılı bir yanıt oldu.

31 Ocak’ta kantonda eğitim, sağlık ve ötekibütün hizmetler durduruldu. Akşam gerçekleşenyürüyüşe 15 bini aşkın kişi katıldı. Sendikalarlahükümet yetkilileri arasında görüşmeler devamediyor. Sendikalar bu yasa geri çekilmediğikoşullarda eylemlerine devam edecekleriniaçıklamış bulunuyorlar.

Siyonizmin yenilgi itirafı...26 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

İsrail savaş uçakları Lübnan’a bomba yağdırmayabaşladıktan kısa süre sonra bir medya ordusununkarşısına çıkan ABD Dışişleri bakanı CondolezzaRice, kendinden emin bir edayla “yeni Ortadoğu”nunşekillenmekte olduğu “müjdesi”ni vermişti.

İsrail savaş makinesinin 2006 yazındagerçekleştirdiği saldırı 12 Temmuz’dan 14 Ağustos’akadar sürmüş, Güney Lübnan başta olmak üzere İsrailişgaline karşı direnişin başını çeken Şii’lerin tümyaşam alanları, emperyalist-siyonist güçlere yaraşır birvahşetle yakılıp yıkılmıştı. 34 gün süren saldırıylaLübnan nüfusunun dörtte birini yerinden yurdundaneden İsrail ordusu, ezici çoğunluğu sivillerden oluşan1200’ü aşkın insanı katletmiş, binlercesini yaralamış,öncelikle çocukları hedef alan çok sayıda salkımbombasını ise Lübnan topraklarına serpiştirmişti.

Bu kadarlık “başarı” siyonist savaş makinesinizafere ulaştırmaya yetmemiştir. Lübnanlı direnişçilerinkararlılığı 150’ye yakın işgalci askerin hayatına malolmakla kalmamış, bu direngenlik, “yenilmez güç”olmakla övünen İsrail savaş makinesinin kibrini deyerle bir etmiştir. Tabii bu sayede savaş kundakçısıçete adına böbürlenen Rice’ın küstah burnu dasürtülmüştü.

Lübnan Hizbullah ile Lübnan Komünist Partisimilitanları tarafından gösterilen militan direniş, hememperyalist-siyonist zorbaları şaşkınlığa uğratmış hemolası bir saldırıda İran’ın safında yer alacağı varsayılandireniş odaklarına ağır bir darbe vurma hevesinikursaklarında bırakmıştır.

Saldırının Lübnanlı direnişçilerin kaçırdığı ikiişgalci İsrail askerini kurtarmak için yapıldığıiddiasının ise düzmece olduğu, “uzun zamandır busaldırıya hazırlanıyorduk” diyen siyonist şeflertarafından itiraf edilmiştir.

Lübnan yenilgisi, siyonist rejimde bir travmaya yolaçmış, dokularına kadar militarize olan bu rejimdeordu, ağır suçlamalara maruz kalmış, genelkurmaybaşkanı dahil bazı üst düzey şefleri harcamak zorundakalmıştır. Sert suçlamalara maruz kalan İsrailbaşbakanı Ehud Olmert ise istifa etmeyi reddetmiş,ancak savunma bakanını tereddütsüz harcamıştır.Koltuğunu korumasına rağmen baskılara maruz kalanbaşbakan, Lübnan saldırısının fiyaskoylasonuçlanmasını araştırmak üzere bir komisyongörevlendirmek zorunda kalmıştır.

Başına atanan emekli yargıç Eliyahu Winograd’ınadıyla anılan “Winograd Komisyonu”, bir buçuk yıllıkaraştırmadan sonra nihai raporunu açıkladı. İsrail savaşmakinesinin yenilgisinin tescil edildiği raporda, esassuçlunun ordu şefleri olduğu ifade ediliyor.Başbakanla savunma bakanını eleştiren rapor, Lübnanhalklarına karşı yapılan vahşi saldırıyı ise savunuyor.

Raporu açıklamak üzere düzenlediği basıntoplantısında, savaş kararı alınmasının gerekli vedoğru olduğunu iddia eden Winograd komisyonubaşkanı, “Bilerek ve planlanarak yapılan bir savaşta,böyle yanlışlıklar yapılması daha sakıncalı durumlaryaratabilirdi veya çok daha büyük bir savaşa nedenolabilirdi” dedi.

Savaşta İsrail ordusunun etkili bir şekildekullanılamadığını, kara kuvvetlerinin de gereken

başarıyı sağlayamadığını ifade eden komisyonbaşkanı, strateji konusunda gereksiz zamanharcandığını, gerekenlerin zamanında yapılamadığını,bu nedenle de BM’nin savaşın durdurulmasını öngörenkararından sonra 33 İsrail askerinin öldüğü gereksizbir kara harekatına başvurulduğunu dile getirdi.

İsrail savaş makinesinin direniş karşısındakiyenilgisini saptayan raporun açıklanması, itibarsızbaşbakanın istifasını isteyen seslerin bir kez dahayükselmesine yol açtı. Ancak alternatifi olmadığınısavunan siyonist başbakan koltuğunu terk etmeyeniyetli görünmüyor. Ehud Olmert’in sevmeyenleritarafından da dile getirilen bu görüş, siyonist rejimdekiçürümenin vardığı safhayı göstermektedir.

Bu arada raporu hazırlayan komisyon, sivillerinkatledilmesi, yerleşim alanlarının yıkılması,köprülerin, hastanelerin, süt üretim ve depolamatesislerinin bombalanmasının sözünü bile etmiyor.İnsanlığa karşı işlenen bu ağır suçları savunan İsrailbaşbakanının atadığı komisyon bileşenleri de, ırkçı-faşist zihniyetle maluldür.

Nitekim, Winograd Raporu’nu “derin kusurlu”olarak niteleyen Af Örgütü, Lübnan’da bini aşkın sivilikatleden İsrail’in savaş suçlarına raporda yerverilmemesini eleştirdi. Lübnan işgal girişimininsoruşturulması için bağımsız bir komisyon kurulmasınıönerdi.

İsrail saldırısı sona erdiğinde zaferini ilan edenLübnan Hizbullah liderleri, raporun kendilerini teyitettiğini belittiler. Örgütün basın sorumlusu HüseyinRahhal, “Rapor, Hizbullah’ın uzun zamandır dilegetirdiğini kanıtlıyor. İsrail hedefleriningerçekleştirilmesinde tamamen başarısız olmuş veHizbullah’a karşı hezimete uğramıştır” diye konuştu.

Raporu değerlendiren Hizbullah’a yakınlığıylabilinen Lübnan Genelkurmay Başkanı MichelSüleyman, “İsrailli yetkililerin, hükümet ile orduyukamuoyu önünde kınayacakları aklımıza gelmezdi.Rapor, yasaları hiçe sayarak Lübnan’a savaş açanınİsrail olduğunu doğruluyor” dedi.

Lübnan direnişi emperyalist-siyonist güçlereönemli bir yenilgi yaşatmıştır. Ortadoğu halklarınınemperyalist-siyonist güçlerle bölgedekiişbirlikçilerinden kurtulabilmesi, bu tür zaferlerinyaygınlaştırılmasıyla mümkün olacaktır.

Lübnan saldırısını inceleyen komisyonun raporuyayınlandı...

Irkçı siyonistler Lübnanhezimetini itiraf ettiler!

Gerici güçler arası çatışma! Kızıl Bayrak � 27Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Çad’da gerici güçler arasıiktidar savaşı!

Batılı emperyalistlerin “istikrar vahası”Kenya’da seçimlerin ardından başlayan iççatışmalar devam ederken, dikkatler bir başkaAfrika ülkesi olan Çad’a çevrildi. Bu ülkedenyansıyan haberler, kısa sürede ivme kazanançatışmalarda “isyancılar”ın üstün geldiğinibildiriyor.

Yönetime karşı savaşan güçlerin birkaç güniçinde başkent N’Djamena’yı kuşatması ve bin500 silahlı kişiyle başkente yürüyen bu güçlerinordu ile “karşılaşmaması” dikkat çekicidir.Çatışma egemenler arası iktidar mücadelesinedayandığı için, bin 500 silahlı kişinin başkentikuşatması ordunun dikkatinden “kaçabiliyor”.

Devlet Başkanı İdris Debi liderliğindekihükümet güçleri, başkentin düşmemesi içinmevzileri tahkim ederken, isyancıların lideriTimane Erdimi ise Radio France’a yaptığıaçıklamada, N’Djamena’nın etrafını sardıklarını,Debi’ye iktidarı paylaşmak için müzakere şansıtanıdıklarını, aksi takdirde kente saldıracaklarınısöyledi.

Timane Erdimi, Mahamat Nuri, Abdelvahid A.Makaye üçlüsü liderliğinde olduğu bildirilen“isyancı” muhalif ittifak, Çad’ın güneyindekiSudan sınırından hareket ederek birkaç gündebaşkente ulaşmaya muvaffak olmuştur.

Çad resmi kaynakları, “Birleşik DeğişimCephesi” diye adlandırılan “muhalif” güçlerinSudan tarafından desteklendiğini iddia etmektedir.Bu iddia “isyancı” güçlerin başkentikuşatabilmesine yetecek gücü nereden bulduğunuaçıklamaya yetmese de, düzen içi oluşumların bazıgerici güçlerle işbirliği yapması sık rastlanan birdurumdur. “İsyancı” güçlerin devlet başkanına“iktidar paylaşımı” için öneride bulunması da,çatışmanın gerici güçler arasında cereyan ettiğineişaret etmektedir.

Devlet başkanının iktidar paylaşımı çağrısınaolumsuz yanıt vermesi üzerine başlayançatışmalarda “isyancı” güçlerin başkenti elegeçirdiği bildirildi.

Olaylarla ilgili açıklama yapan askeri birkaynak, hükümet güçleriyle üç saatten fazlaçatışan isyancıların başkentin kontrolünü elegeçirdiğini belirtti. “İsyancılar”ın, cezaevinibastığını söyleyen bazı görgü tanıkları isecezaevindeki tüm tutukluların serbest kaldığınıbelirttiler.

“İsyancı” güçler en son 2006 yılı Nisan ayındabir çıkış yapmış, kayda değer bir ilerlemesağlamalarına rağmen iktidardan umdukları payıalmayı başaramamışlardı.

Başkent kuşatıldığında Çad Devlet Başkanıİdris Debi’ye kendisini ülkeden çıkarma yönündeteklifte bulunan Fransa, belli ki bu ülkeyle halenyakından “ilgileniyor”. Fransa Cumhurbaşkanlığıkaynakları, “İdris Debi’ye, yaşamının tehlikedeolduğunu ya da gitmesi gerektiğini düşünüyorsa,Çad’dan kendisini çıkarmak için Cuma günüteklifte bulunduk, ancak reddetti. Bununla birlikte,teklif hala geçerli” açıklamasını yaptı.

Eski bir Fransız sömürgesi olan Çad’da halenFransız askerlerinin bulunması, söz konusu ilgininmahiyetini ortaya koymaktadır. Başkentin silahlı

güçler tarafından kuşatılmasına rağmen Fransızsavaş makinesine bağlı askerlerin “tarafsız”davranması ise, Çad’daki iktidar mücadelesindeeski sömürgeci olan Fransız emperyalizminindoğrudan işin içinde olduğu izlenimiyaratmaktadır.

Fransız ordusu öncülüğünde (yarısı Fransızordusuna bağlı) üç bin 700 AB askerininbulunduğu Çad’da, “isyancı” güçlerin başkenti elegeçirmesinin emperyalist merkezlerdesoğukkanlılıkla karşılanması da dikkat çekicidir.Öte yandan hem AB hem ABD’nin olaylaraaçıktan müdahale etmekten geri durduğu,büyükelçiliklerini boşaltma hazırlığı ileyetindikleri gözlendi. Fransız emperyalizminin,sarayı kuşatılan devlet başkanına “canınıkurtaralım” derken, “isyancı” güçlere dairaçıklama yapmaktan geri durması da dikkat çekicibulunuyor.

Eski bir Fransa sömürgesi olan Çad, 11Ağustos 1960 tarihinde siyasi bağımsızlığınıkazanmıştı. Ancak kısa süren “olağan” birdönemden sonra iç çatışmaların başladığı Çad’da,Fransız emperyalizminin ülke üzerindeki etkisidevam etmiş, diktatörlük rejimleri bu emperyalistmerkezle işbirliğini sürdürmüşlerdir.

Fransa’nın canını kurtarmak istediği İdrisDeby de 1990 yılında askeri darbeyle başa geçenbir diktatördür. Zorba yönetimi teşhir olandiktatöre, “canını kurtaralım ama bu kadarlıksaltanat yeter” mesajı veren Fransa, belli ki yeniatlara oynamak istiyor.

Görünen o ki, rejimin toplum saflarında yolaçtığı tepkiyi de belli ölçüde peşine takmayıbaşaran “isyancı” güçler, Fransız emperyalizmininyıpranmamış yeni işbirlikçileri olmaya adaydırlar.Zira iktidar paylaşımı talep eden bu güçlerinFransa’ya ya da diğer emperyalist güçlere karşıtutum aldıklarına dair bir veriyerastlanmamaktadır.

Çadlı emekçilerin zorba rejimden kaynaklısorunlarının gerici güç odakları arasındaki çatışmaya da iktidar değişimi ile çözülmesi olası değil.Her ülkede olduğu gibi, Çad’da da emekçilerinkendi taleplerini mücadele ile kazanımadönüştürmeleri dışında bir çıkış yolu bulunmuyor.

Kenya’da çatışmalar sürüyor!

Etnik parçalanmaya son verenemekçiler çözümün yolunu

açacaktır!27 Aralık’ta yapılan başkanlık seçimlerinin ardından

başlayan çatışmalarda ölenlerin sayısının bine ulaştığı, yaralısayısının ise binlerle ifade edildiği Kenya’da, yüzbinlerceinsan da yerinden yurdundan edildi. Rant çatışmasının“kabile savaşları” şeklinde dışa vurduğu Kenya’da, AfrikaBirliği ile BM yetkilileri tarafları uzlaştırmak için devreyegirdi.

Eski BM genel sekreteri Kofi Annan’ın Afrika Birliğiarabulucusu sıfatıyla Kenya’ya gittiği günlerde, BM genelsekreteri Ban Ki-Mun da başkent Nairobi’ye ulaştı. Görüneno ki, Afrika halklarını birbirine kırdıran batılı emperyalistler,“istikrar vahası” diye tanımladıkları Kenya’da olaylarınçığırından çıkmasını engellemeye önem veriyor. Bunungerisinde, ABD emperyalizmi ile Britanya’nın bölgeselçıkarlarının gözetilmesi olduğunu anlamakta bir güçlük yok.Zira seçimde başkanlık koltuğunu gasp eden Mwai Kibakisadece 250 bin oy alırken, rakibi Raila Odinga 4 milyon 500bin oy almasına rağmen, ABD-İngiliz emperyalistleri devletbaşkanlığı koltuğunu gasp eden Kibaki’yi anında kutlayarak,muhalefet üzerinde basınç uygulamaya çalışmışlardı. Zorunluolarak bundan geri adım atmış olsalar da, taraflar karşısındaaldıkları tutum savaş kundakçılarının tercihini göstermiştir.

Belirtmek gerekir ki, ABD’nin tercihi sağlam gerekçeleredayanıyor. Zira gerici Kenya rejimi, Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin “teröre karşı” savaş planına destek veriyor.Dahası, ABD-İngiliz emperyalistlerinin Kenya ile uzunzamana yayılan askeri anlaşmaları mevcut. ABD, hem buülkenin limanlarını kullanıyor, hem kurulma hazırlığı süren“Africom” ordusunun merkez üslerinden birinin Kenyaolması planlanıyor. İşte ABD emperyalizminin bu kirliçıkarlarının devamı için Kenya’da kaos önlenmeyeçalışılıyor, Kofi Annan ile Ban-Ki Mun bundan dolayıNairobi’de ter döküyor.

Toplu kıyımlar devam ederken, Nairobi’ye gelen Annan-Ki Mun ikilisi tarafları bir araya getirerek uzlaştırmayaçalışıyor. Organize ettikleri toplantıda bir araya getirilentarafların bazı konularda anlaştığı belirtilmesine rağmentoplu cinayetler sürüyor. Emperyalistlerin önerdiği uzlaşma,sorunların çözümüne değil iktidar ve rant paylaşımı esasınadayalı olduğu için, amacına ulaşsa bile herhangi bir sorunuçözmesi beklenmiyor.

Nitekim Kenya ordusunun tarafsız olduğuna inanmadığınısöyleyen muhaliflerin lideri Raila Odinga, memleketiBondo’da yaptığı açıklamada, “Afrika Birliği barış gücüaskeri göndermeli. Kenya’da şiddet ürkütücü hale geliyor”diye konuşarak, kendisinin de varılmak üzere olduğusöylenen çözümden pek umutlu olmadığını göstermiştir.

İşsizlik, yoksulluk, sefillik, zorbalık gibi musibetlerin kolgezdiği Kenya’da, şu anda rakip olan taraflar daha öncearalarında anlaşarak iktidar ve rantı yıllar boyunca aralarındapay etmişlerdi. Bu kirli parsa kapma ittifakları doğal olarakKenyalı emekçilerin hiçbir sorununa çözüm getirmemiştir.Bu ülkede nüfusun yarıdan fazlası açlık sınırının altındayaşamaya mahkum durumdadır. Kasalarını dolduran zorbayönetici takımı, Kenyalı yoksulları ölüme terk etmekte birsakınca görmememektedir.

İttifak halinde olsalar bile taraflar, her seçim döneminidiğerini safdışı etmenin olanağı olarak kullanmaya çabaharcıyor. Bundan dolayı her seçim dönemi aynı zamanda birkatliamlar dönemi olmaktadır.

Kenya’da çatışmalar esas olarak rant peşindeki güçlerarasında cereyan ederken, bedelini bu ülkenin yoksullarıödemektedir. “Kabile savaşı” diye lanse edilen çatışmalarınhem vurucu gücü hem kurbanı olabilen yoksulların,etnik/dinsel ayrımı geride bırakıp bir araya gelmeyibaşarmadan, gerici güçlerin yarattığı belalardan kurtulmaolanakları yoktur.

Kürt halkına özgürlük!28 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Milliyet Gazetesi’nde 22 Ocak 2008 tarihinde CanDündar / Rıdvan Akar imzalı, “Ecevit’in GizliArşivi’nden çıkan inanılmaz belge” adıyla birbelgenin özeti yayınlandı. Aktarılan özetin kendisi bileTürk sömürgeciliğinin özünü ve Kürtler’in yıllardırmaruz kaldıkları egemenlik siteminin ana çizgileriniortaya koymaya yeterlidir.

Yayınlanan bu özette, yıllardır Kürdistan üzerindekurumlaştırılan ve her geçen gün derinleştirilensömürgeci inkâr ve imha sisteminin temel unsurları var:İnkâr, tehcir, asimilasyon, imha ve bunların araçları…

Özetin özeti bazı notlar:“b) Bölgeye diğer bölgelerden nüfus çekmek veya

bölge nüfusunun bir kısmını iktisadi teşvik tedbirleriyle-diğer bölgelere göndermek suretiyle, bölgenin nüfuskompozisyonunu değiştirmek.”

c) Sosyolojik ve antropolojik araştırmalaradayanarak, bölgenin sosyal yapısını temsili sağlayacakyönde- değiştirmek...” (…)

“ASİMİLASYON: Hâlihazır İskân Kanunu vetatbikatını, tespit edilen politika ihtiyaçlarınıkarşılayacak ve asimilasyon temin edecek şekildeincelemek ve tadil etmek...

HİCRET: Bölgenin, kendilerini Kürt sananlarlehindeki nüfus strüktürünü, Türk lehine çevirmek için,bölgelerindeki iktisadi şartların zorluğu karşısındabaşka taraflara hicrete mecbur kalan Karadenizsahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelenTürkleri bu bölgeye yerleştirmek, bölgedeki kendileriniKürt sananları bölge dışına hicrete teşvik ve bu hicretifinanse ederek, memleketin Türk çocuğu bulunanyerlerine iskân etmek...

IRAK KÜRTLERİ’NDEN AYIRMAK: Türkiye’dekendilerini Kürt sananlarla İran ve Irak’taki Kürtlerinirtibatını kesme bakımından bölgeyi, kendilerini Kürtsananların çoğunluğunu dağıtmak üzere, sistemli birşekilde bölecek iskân sahalarına ayırmak...

KONTENJAN KADRO: Bölgeden batıya vebatıdan bölgeye nüfus akışını temin maksadıyla, doğuve batıda resmi ve özel sektöre ait sınaî, zirai ve ticaritesislerin personel kadrosunun muayyen bir nisbetini,diğer bölge halkından olan işçiler için kontenjan olaraktefrik etmek...

MİSYONER YETİŞTİRMEK: Planlanan bölgeokulları, köy okulları ve meslek okullarının faaliyetegeçirilmesi... Kız ve erkek misyoner yetiştirilmesi vebunun için hususi müessese kurulması... Bölgehalkından kabiliyetli ve küçükten asimile edilengençlere yüksek tahsil imkânları sağlanması...

KÜRT MEMURLAR: Doğuya kendilerini Kürtsananlardan vali, kaymakam, hâkim, jandarma subayı,ordu subayı, astsubay, öğretmen, memur gönderilmesi...

RADYODA PROPAGANDA: Radyo vasıtasıylaTürkçe güfteleriyle mahalli havaların çalınması vemahalli radyoların, bölge için, propagandauzmanlarından müteşekkil gruplar tarafındanhazırlanacak programları yayması...

İNANDIRMA FAALİYETİ: Irk bakımından, Türksiyasi düzeninin kendi menfaatleri bakımından enelverişli, en emin ve en çok imkân sağlayan düzenolduğunu telkin eden bir inandırma faaliyetinegirişilmesi...

TİYATROCULAR, ÂŞIKLAR: Uzmanlartarafından hazırlanmış skeçler oynayacak küçük tiyatro

ekiplerine, bölgenin lisanına vakıf saz şairlerineyukarıdaki fikirlerin aşılanması...

KÜRT MESELESİ YOKTUR: Dünya entelektüelmuhitine Türkiye’de bir Kürt meselesinin mevcutolmadığının anlatılması...

DOĞUNUN TÜRK TARİHİ: Bir üniversiteyebağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendiniKürt sananların menşelerinin Türk olduğunun ispatolunarak yayınlanması... Doğunun Türk tarihininyazılarak neşredilmesi...

DAĞLI TÜRKLER: İslam Ansiklopedisi, Rus âlimve politikacısı Minovski’nin tarafgirane bir surette,kendini Kürt sananların menşeinin İrani olduğunu iddiaeden yazısını alarak, kendilerini Kürt sananlarkısmında neşretmekle, Lozan’da delegelere kabulettirilen, kendilerini Kürt sananların dağlı Türkler olup,menşelerinin Turanî olduğu tezi ile de tezadadüşülmüştür. Doğulu münevverler arasında münakaşayımucip olan ve ayrılık taraftarlarına tutamak veren buhatanın, derhal tashih edilmesi...

MENŞELERİ TURAN: Kendilerini Kürtsananların, menşelerinin Turanî kavimlere dayandığıhakkında, çeşitli yönlerden arayışlar yapılmaya veneticelerinin türlü neşir vasıtalarıyla yayılması…” …

1961 yılında askeri cunta tarafından hazırlatılan vekendisinden sonra gelen hükümete uygulanmak üzeretebliğ edilen Rapor’un temel unsurları yeni değil, 24Eylül 1925 tarihinde kaleme alınan “Şark IslahatPlanı”nın, 1935 yılında İsmet İnönü’nün KürdistanGezisi’ni raporlaştırdığı “Şark Seyahati Raporu”nungüncelleştirilmiş, derinleştirilmiş ve sistemleştirilmiş birversiyonudur; aynı zamanda, TC’nin Kürdistanpolitikasının özü ve özeti niteliğindedir.

TC, anılan plan ve raporlarda ifade ettiği Kürdistanpolitikasını her dönemde uygulama alanına koymuşturve 1970’li yıllara gelindiğinde önemli bir başarı dakazanmıştır. Ama karşısında çok ciddi ve engelleyici birdirenişle karşılaşmadan yoluna devam eden, inkâr veimhayı esas alan sömürgeci sistem, esas olarak, 1970’liyıllarla birlikte örgütlü bir direniş hareketiylekarşılamıştır. Bu, işini son derece zora sokmuştur. Öyleolmakla birlikte TC, anayasal ve yasal, kurumsal,ideolojik, politik ve kültürel güvencelere bağladığıKürdistan politikasını esnetmek bir yana, daha daderinleştirme yoluna gitmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardaköy boşaltma yöntemiyle Kürdistan’ın ulusal vedemografik yapısını değiştirmeye çalışmış, bununsonucu milyonlarca Kürdü Türkiye kentlerinegöçertmeyi başarmıştır. İnkâr ideolojisi iflas etmeklebirlikte asimilasyoncu eğitim ve kültür politikasıhızından ve derinliğinden bir şey kaybetmeden devametmektedir. Kısacası sömürgeci sistem ve onun bellibaşlı unsurları derinleştirilmiş ve ağırlaştırılmış olarakdevam ettirilse de, bunun karşısında Kürtler’in uyanışıve ulusal bilinci bir eğilim ve hareket olarak, karşıt bir

kutup olarak gelişmiş ve her şeye rağmen bugünvarlığını sürdürmektedir…

Yeniden 1960 askeri darbesinin Kürdistanpolitikasına dönecek olursak;

Bilindiği gibi, 1925-40 yılları arası Kürdistan tarihi,haklı isyanlar ve bunları çok kanlı, resmi adı “Tedip veTenkil Harekâtları”, bastırma ve imha hareketleri,Kürdistan’ın yeniden işgali ve denetim altına alınmasıtarihidir! Bu dönem, aynı zamanda askeri işgal vesiyasal denetim ve egemenliğin bu askeri işgaltemelinde yeniden kurumlaştırılması tarihidir! Bir türGenel Valilik kurumlaşmasını andıran, her açıdan tamyetkili, astığı astık, kestiği kestik “Umumi Müfettişlik”kurumlaşması, hem bu TC’nin sömürgecikurumlaşmasının ilk biçimi, aynı zamandasömürgeciliğin en temel aracı niteliğindedir! Bugerçekliği İ. İnönü’nün “Şark Seyahat Raporu”ndagörmek mümkündür!

1960’a gelindiğinde Kürdistan’daki isyanlar vedirenişler bastırılmış, askeri işgal ve siyasal-idarikurumlaşma baskı, zor ve şiddet temelinde oturtulmuş,direniş öğeleri bastırılmış ve susturulmuş, dahasıyeniden direnme potansiyelleri sürgün ve tehciruygulamaları ile dağıtılmıştır! Yani sömürgeciliğinderinleştirilmesi, yaygınlaştırılması, nihai olaraksökülmemecesine oturtulması aşamasına geçilebilirdi…1960 darbesi uygulamaları ve devlet politikası olarakgüncellediği çizgi, bu aşamaya oturuyor, onun somut birifadesi oluyor!

İnkâr ve imha çizgisi anılan politikanın her zerresinesinmiştir. Gizli bir devlet raporunda bile Kürtkavramının kullanılmasından özenle kaçınılıyor, onunyerine “Kendilerini Kürt sananlar” kavramıuyduruluyor. Kürtler’in inkârı ve tarihten silinmesi veKürdistan ülkesinin hem tarihten, hem de hafızalardanve günlük dilden sökülüp atılması için her şey yapılıyor.1960 askeri darbesiyle Kürdistan’daki bütün köy, dağ,

Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları:İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!

M. Can Yüce

Yıllardır Kürdistan üzerindekurumlaştırılan ve her geçen günderinleştirilen sömürgeci inkâr veimha sisteminin temel unsurları var:İnkâr, tehcir, asimilasyon, imha vebunların araçları…

Savaş örgütü NATO dağıtılsın! Kızıl Bayrak � 29Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

ova, nehir ve coğrafik alanların Kürtçe veErmenice olan adları yasaklanıyor, Türkçeadlarla değiştiriliyor. Kabul etmek gerekir ki,40 yılı aşkın bir süredir gerçekleştirilen buTürkleştirme pratiği Kürtçe köy adlarınınhafızalardan ve günlük dilden silinmesiniönemli ölçüde başarmıştır. Son bir iki kuşaktankaç kişi köylerinin Kürtçe veya Ermeniceadlarını bilmekte ve hatırlamaktadır? Ya bir 50yıl sonra kaç kişi hatırlayacak?

Yatılı Bölge Okulları, yine 1960’lardansonra Kürdistan’da yaygınlaştırıldı, bunlara,Türkleştirme ve özünden uzaklaştırma,başkalaşıma uğratma misyonu biçildi…

Kürdistan’ı Türkiye’ye bağlayan, TC’ninaskeri, siyasal-idari egemenliğini sağlamabağlayan, ekonomik olarak Türkiye pazarınınbir uzantısı haline getiren temel kara ve demiryolları da 1960 darbesinden sonra hemenhemen tamamlanmıştır. Kuzeyde Erzurumüzerinden Kars’a; ortada Malatya ve Elazığüzerinden bir kolu Diyarbakır, bir kolu Bingölve Muş üzerinden Van’a; Güneyden Antep,Urfa üzerinden Diyarbakır’a uzanan yollarınanılan temel işlevleri vardır!

Yine bu dönemde uygulanan sürgünuygulamalarıyla Kürt egemenleri daha da iğdişedilir ve sistemin uysal ve aşağılanarakbağlanmış dayanağı haline getirilir!

Kısacası, 1960’lı yıllar, Türksömürgeciliğinin “ikinci aşamasına” denkgeliyor; kurumlaşma, kurumlaştırmayı çeşitlidüzeylerde sağlama alma ve nihai amacavarmak için çok kapsamlı bir atağa geçmedönemine denk geliyor: Askeri darbetarafından hazırlatılan ve devlet politikasıhaline getirilen planın özü ve özeti de bunlarıanlatmaktadır!

Sömürgeciliğin bu “olgun” aşaması,kuşkusuz kendi “mezar kazıyıcılarının”temellerini de döşemeden edemezdi! Yoğun veyaygın Türkleştirme, yollar ve kapitalizmeaçma, Türkleştirme temelinde de olsa“modern” sınıf ve tabakaların gelişmeyebaşlaması, aynı zamanda modern ulusalkurtuluşçuluğun da nesnel toplumsaltemellerinin boy vermesine neden olmuştur!Bu nesnel sosyal gelişmeye denk ve onadayanan devrimci ulusal kurtuluşun ortayaçıkması sömürgeci inkâr siteminin nihai veölümcül hamlesinin de önünde aşılmaz birbarikat işlevini görmüştür!

Kısaca özetlemek gerekirse; Kürdistanülkesi ve Kürt halkının karşı karşıya kaldığıyaşamsal tehlike ortadadır, günlük olarakyaşanmaktadır! Kimi zaman ortaya dökülenresmi belgelerdeki politikaların yenidenokunması, yaşamla elde edilen bilgi vedeneyim, her noktası ruhumuzu ayaklandıranbir bilince dönüştürmede bir işlev gördüğündeanlamlıdır. Yoksa bir kâğıt parçasından öte biranlamı olabilir mi?

Peki, deşifre edilen belgedeki politikalarsadece tarihte mi kaldı? Ya günceldeyaşananlar, yaşatılanlar, bu belgelerde dilegetirilen politikaların daha katmerlisi, dahaderinleştirilmiş biçimi değil mi?

Peki, tarih bilincimizi köreltmeyeçalışanlara, ulusal ve sınıfsal gerçekliğimiziçarpıtanlara, bizi devrimci bilincimizdensoyundurmak isteyenlere ne demeli, onlara neyapmalı?

Tarih ve güncel gerçekliğin bilinci; işte,Kürt halkının yaşadığı sorunların çözümündekuşanması gereken en temel silahlar bunlardır!

5 Şubat 2008

11 Eylül’ün ardından saldırıya uğrayan Afganistan, 6yılı aşkın bir süredir emperyalist orduların işgali altındabulunuyor. Savaş aygıtı NATO komutasında devam edenişgal, aslında tüm Afganistan’ı kapsamıyor. Zira işgalciordular sınırlı alanlar dışında denetim sağlayabilmişdeğiller. Ancak denetim sağlanamasa da, pek çok bölgeemperyalist orduların varlığını hava bombardımanlarıylahissediyor.

CİA fideliğinde suni gübre ile yetiştirilen HamidKarzai, işgalci NATO orduları tarafından başkent Kabil’etaşınıp “devlet başkanı” tayin edilse de, bu soysuzlukabidesi Afgan halkları nezdinde kukladan öte bir anlamifade etmiyor. Kabil’deki bu kukla yönetim, İslam’ahakaret eden bir makaleyi internetten indirip dağıttığıiddiasıyla yargıladığı genç bir gazeteciyi ölüm cezasınaçarptıracak kadar da “demokratik” değerlere bağlı!

NATO ordularının Afganlara “bahşettiği” bu“demokratik” yönetimin başka meziyetleri de var. ÖrneğinABD’li görevlilerin hazırladığı bir rapora göre, Karzaiyönetimi, yeniden yapılanma için bu ülkeye gönderilen“yardımlar”ın ancak yüzde 10’unu Afganlara ulaştırıyor.

Bu “demokrasi vahası”nı sulamakla övünen NATOorduları, 6 yılı aşan işgalin ardından tam bir açmaz içinde.Bu fiyaskoyu dillendirenler ise, bizzat işgalci ABDordusunun generalleri.

Afganistan’daki işgalci ABD Deniz PiyadeleriKolordusu Komutanı Orgeneral James Conway,Afganistan’da saha görevi yürüten ABD komutanlarınınolumlu değerlendirmelerine karşın, istihbarat raporlarınındaha olumsuz olması nedeniyle, Pentagon’unAfganistan’daki durumu net olarak göremediğini belirtti.“Afganistan’daki durum kafa karıştırıcı” diyen general,gazetecilerin, “ABD”nin Afganistan’ın işgalinin üzerindengeçen 6 yıl içinde durumun böyle olmasının normal olupolmadığı” şeklindeki sorusuna, “Hayır, departman olarak,atacağımız adımlar üzerinde anlaşmaya varabilmemiziçin ortak bir görüşe ihtiyacımız var.” dedi. İstihbaratraporlarında Taliban’ın artık daha geniş bir alanı kontrolaltına aldığına ve Afganistan’daki aşiretler üzerindenüfuzunu artırdığına dikkat çekti.

Bu arada eski general James Jones başkanlığında,ABD Atlantik Konseyi tarafından hazırlanan raporda ise,güvenliğin iyileştirilmesinin sağlanmaması ve yenidenyapılandırma ile iyi idare çalışmalarının hızlanmamasıhalinde Afganistan’ın risk altında olduğu vurgulandı.

Raporda, 2001’de devrilen Taliban’ın ülkenin çokkalabalık olmayan yerleşimlerin bulunduğu bölgelerdekikontrolünün arttığının, ülke genelinde sivil reformlar,yeniden yapılandırma ve kalkınmada ilerlemesağlanamadığının altı çizildi.

Yine son günlerde hazırlanan ABD’nin eski BMbüyükelçisi Thomas Pickering başkanlığında bir başkaraporda ise, ABD ile Afganistan’daki müttefiklerinin“hafif operasyonları yerine “uygun” operasyonlaryapılması gerektiği kaydedildi. ABD’nin Afganistan içinözel bir temsilci ataması ve Afganistan’ın 5 yıl içindeistikrara kavuşturulması için ABD ile NATO’nun yeni bir“birleşik strateji” geliştirmesi çağrısında bulunuldu.

Afganistan fiyaskosundan çıkış arayan ABDemperyalizmi, diğer NATO müttefiklerine yüklenemeyeçalışıyor. Nitekim geçen yıl savaş aygıtının Brüksel’dekikarargahında yapılan toplantının ana gündemini, üyeülkelerin Afganistan’daki birliklerini güçlendirmesioluşturmuştu. Ancak Afganistan bataklığına daha çokdalmaya pek istekli olmayan NATO üyesi devletler, askertalebini geçiştirmeyi tercih etmişlerdi.

Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates, bir süreönce Alman Savunma Bakanı Franz Josef Jung’agönderdiği mektupta, Almanya’dan çatışmaların yaşandığıgüney Afganistan’a asker göndermesini istemişti. Almanbirliklerinin sadece ülkenin güvenli yerlerindekonuşlanmış olmasının, ISAF’a katılan NATOmüttefikleri arasında rahatsızlıklara yol açtığını kaydedenGates, Berlin’den desteğini arttırması gerektiğini dilegetirmişti.

Afganistan’daki açmaz derinleşirken bu kez NATOşefi de Almanya’ya yüklendi.

Alman gazetesi Bild am Sonntag’a açıklamalardabulunan NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer,Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra Almanya’yaAfganistan konusunda uyarılarda bulundu. Almanya’nınAfganistan’daki etkinliğini arttırmasını isteyen savaşaygıtının şefi, Alman birliklerinin kuzey Afganistan’daörnek hizmetler verdiğini, ancak uluslararası birliklerebaşka yerlerde de daha fazla ihtiyaç duyulduğunu dilegetirdi.

NATO’nun Afganistan’da barış sağlanıncaya kadarsilahlı güçlere ihtiyacı olduğunu ifade eden Scheffer,kuzeyde konuşlanmış olan Alman birliklerinin silahlıgöreve hazır olmadığı yönündeki korkuları ise kabuletmediğini söyledi. Scheffer, “Alman birliklerinin hızlı birşekilde silahlanacağı ve eğitilecekleri yönünde hiçbirkuşkum yok” dedi.

Bu arada, Afganistan işgalinin suç ortaklarındanKanada, askerlerini çekebileceğini açıkladı. KanadaBaşbakanı Stephen Harper, ABD başkanı George Bush’layaptığı görüşmede, başka bir NATO ülkesi, Afganistan’ıngüneyine daha fazla asker göndermezse, bu bölgedekiaskerlerini geri çekeceklerini söyledi. Kanada hükümeti,78 Kanada askeriyle bir Kanadalı diplomatın ölmesininardından, Afganistan’ın Kandahar eyaletindeki 2 bin 500askerini çekmesi için çeşitli baskılarla karşı karşıyakalmıştı.

Fiyaskonun vardığı boyut, emperyalist şefleri yeniçözüm yolları aramaya zorluyor. Önerilen planlardan biri,“süper elçilik makamı” oluşturmak. Bu plan göre elçilik,BM, Avrupa Birliği, NATO arasında iletişim sağlayacak,uluslararası yardımları, yönetim ve siyasetle ilgili çabalarıda eşgüdüm içinde yürütecek. Bu makama önerilen kişininHamid Karzai tarafından uygun bulunmaması, bu makamaatanacak kişi etrafında tartışma yarattı.

Bu “sihirli formül”ün işgalcilere çıkış olmasıbeklenmiyor elbette. Örgütlü bir direnişin olmadığıkoşullarda bile bataklığa saplanan emperyalist güçlerin,Afgan halklarının işgal karşıtı direnişi başladığındadefolup gitmek dışında bir yolları kalmayacaktır.

Savaş aygıtı NATO’nunAfganistan aczi!

Sol milliyetçilik ve ulusal sorun...30 � Kızıl Bayrak Sayı: 2008/06 � 8 Şubat 2008

Ankara’da BDSP, Alınteri, DHP, ESP, Partizan,EHP, TÜM-İGD ve Kaldıraç tarafından, “Emperyalistsaldırganlığa, şovenizme ve milliyetçiliğe karşıyaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarıyla 1Şubat’ta ortak bir panel düzenlendi. Panele yaklaşık200 kişi katıldı.

Açılış konuşmasının ardından panelistler sahneyedavet edildi. İlk olarak söz alan Yüksel Akkaya,Ortadoğu’yu sınıf mücadelesi üzerinden değerlendirenbir konuşma gerçekleştirdi. Egemenlerin İran’da işçisınıfındaki uyanışı bastırmak için dinsel gericiliğikullandığını, onun yetmediği yerde ise milliyetçiliğiharekete geçirdiğini belirtti ve Ortadoğu’daki sınıfmücadelesinin ciddi bir miras bıraktığını vurguladı.

Akkaya konuşmasına şu sözlerle devam etti:“Sınıfsal temelli bir yapılanma, Türkiye’de

devrimci sosyalist hareketin varolması, bu topraklarıbölge halklarına rehberlik edecek en önemli ülkedurumuna getirmektedir. Türkiye’de 1989’da başlayanbahar eylemlilikleri işçi sınıfına umut ve güvenvermiştir. Bu süreçte Kürt hareketi de bir yükselişiçerisindedir. 1992’de işçi hareketi sona erer, Kürthareketi için de aynı şey geçerlidir. Bu süreçte işçihareketinin geriye çekilmesi, Kürt hareketini etkiler.İçinde bulunduğumuz tabloyu değiştirmek için işçihareketini yeniden ayağa kaldırmak gerekir. Kısadönemde Türkiye’de uzun dönemde Ortadoğu’da işçihareketini yükseltmek gerekir. Gücümüzün önemli birkısmını sınıf hareketini yükseltmeye harcamakgerekmektedir. Kürt sorunu ve işçi sorunu bir arayagirmiştir. Ancak biz sorunun tek yanıylailgilenmekteyiz.”

Soru-cevap bölümünde oldukça canlı tartışmalaryapıldı. Bu bölümde sorulan sorular vedeğerlendirmelere Yüksel Akkaya yanıt verdi.

Temel Demirel sözlerine George Habbaş’ıselamlayarak başladı. Ortadoğu’da işlerin Kürtler veTürkler için iyi gitmediğini vurguladı. Ortadoğudüğümüne yeni ilmekler atıldığını, ABD’nindemokrasi getirme yaygarasına rağmen Ortadoğu’yapetrol ve bölgeyi yeniden paylaşım için işgal ettiğinibelirtti. ABD’nin bölgesel savaşı büyüttüğünü vesavaşın Bush’un tercihi olmadığını, ABDsermayesinin bir tercihi olduğunu vurguladı ve“Obama Irak’taki sorunda temel yönelimlerdeğişmeyecek demektedir” sözleri ile konuşmasınısürdürdü.

Haluk Gerger, “Emperyalizmin saldırıları veşovenist dalga işçilerin birliğini ve halklarınkardeşliğini vuruyor” sözleriyle sunumuna başladı veşunları söyledi:

“İşçilerin birliğini ve halkların kardeşliğinikaybediyoruz. Bugüne kadar halkların kardeşliğisözünü çok kullandık. Fakat gelinen yerde bukavramın içerisi yeterince doldurulamıyor. Ben, bugünbunu tartışmanın anlamlı olacağını düşünüyorum.”

Bu çerçevede halkların kardeşliğinin işçilerinbirliği ile tamamlanmasının gerekliliğine vurgu yaptıve bölgedeki gelişmelerden örnekler verdi. “Konumuzgereği Kürt sorunu üzerinden bunu tartışmanınanlamlı olacağını düşünüyorum” sözleriylekonuşmasına devam ederek, Kürt halkının talepleriningüçlü bir şekilde sahiplenilmesinin önemine vurguyaptı. Emperyalistlerin Ortadoğu’da gerçekleştirmeyeçalıştığı yeni statükoyu anlatan Gerger, Ortadoğu’da 1.

Dünya ve 2. Dünya savaşlarında mevcut statükolarınparçalandığını, şimdi ise ABD eliyle yeni bir statükooluşturulmaya çalışıldığını söyledi. Bununla birlikteegemenlerin Kürt hareketinin tasfiyesine yönelik ikiayrı eğilimi olduğunu ifade etti:“Bunlardan ilkişiddete dayalı imha ve inkar çizgisidir, diğeri iseliberal tasfiyecilik eğilimidir. Fakat bu her iki eğilimde esasta Kürt hareketini tasfiye etmeyiamaçlamaktadır. Gelinen yerde egemenler her ikitutumu bir arada sürdürmektedir.”

Gerger, bu saldırılar karşısında Kürt halkının haklıve meşru taleplerine sahip çıkma çağrısı yaptı.

Sunumların ardından panele ara verilerek soru-cevap kısmına geçildi. Bu bölümde konuşmacı olarakpanele davet edilen DTP temsilcisi Nedim Taş birsunum gerçekleştirdi.

Kürt halkının yaşadığı katliamlardan vesaldırılardan bahseden Taş, herkesi Kürt halkınınmücadelesiyle dayanışma içerisinde olmaya çağırdı.

Soru-cevap kısmında panelistler salondan gelensorulara toplu bir biçimde yanıt verdi. Panel, “işçisınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların gerçekanlamda kurtuluşu için verilen mücadeleyigüçlendirme” çağrısıyla sona erdi.

Ankara BDSP

Ankara’da ortak panel...

“Emperyalist saldırganlığa, şovenizme ve milliyetçiliğekarşı yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!”

3 Şubat’ta Berlin’de, “Devrim ve sosyalizmmücadelesinin 20. yılındayız! Geçmişi aştıkgeleceği kazanacağız!” başlığı altında bir konferansgerçekleştirdik. Konferansımıza yaklaşık 60 kişikatıldı.

Konferans devrim ve sosyalizm davası uğrunaölümsüzleşenler için yapılan saygı duruşu ile başladı.

Konferansı veren yoldaş konuşmasının ilkbölümünde, Türkiye ve Türkiye’nin bulunduğusiyasal coğrafyada son derece önemli gelişmelerinyaşandığını, bu nedenle, bir devrim toprağı olanülkemizde ihtilalci bir partinin yaşamsal önemineişaret etti. Geleceğin ancak böyle bir parti ilekazanılabileceğini dile getirdi.

Ardından, Kürt sorunu ve hareketi, Aleviler,ilerici ve devrimci hareket vb. konularındakigelişmelere ilişkin son derece önemli açıklamalaryaptı. Konuşmasının ilk bölümünü, son dönemdeTürkiye’de inatçı işçi direnişlerinin gerçekleştiğine,bunların yeni bir işçi hareketini mayaladığınadeğinerek bitirdi.

Verilen kısa aradan sonra, konferansın ikincibölümüne geçildi. Yoldaş konuşmasının ikincibölümünde, dinleyicilerin ilgisini arttıran ve canlı biratmosferin oluşmasına yol açan devrimci hareketeilişkin değerlendirmeler yaptı. Tarihsel deneyimlerışığında, Türkiye’nin ‘60’lı ve ‘70’li yıllarına ve buyıllara damgasını vuran küçük-burjuva devrimciharekete ilişkin anlatımı katılımcılardan olumlutepkiler aldı. Sunum, komünist hareketimizin ortayaçıkış koşulları, o günden günümüze katettiği mesafeve gelinen yerdeki durumuna ilişkin açıklamalarlatamamlandı.

Yoldaş konuşmasının devamında, devrimcihareketin gelinen yerde eski çizgide yolunu

yürüyemediğinin altını çizdi. Bu nedenle en temelnoktalarda kendisini tartışır hale gelip, yeni bir arayışiçine girdiğini belirtti. Aradan geçen sürede yaşananiktisadi-toplumsal gelişmelerin, hareketin yaşadığıyıkımın tecrübe ve derslerinin, bunların da yardımıile düşünsel alanda sağlanan gelişmelerin ve nihayetsınıf mücadelesi alanındaki gelişmelerin vb. devrimcihareketi bir yol ayrımına getirdiğini vurguladı.Mevcut programların aşılmasının kesin birzorunluluk olduğunu belirtti. Konuşma, bu hareketinçoktan aşıldığı ve dönemin artık proleter sosyalisthareket dönemi olduğu vurgusuyla sona erdi.

Sunumun ardından tartışma bölümüne geçildi.Katılımcılar söz alıp konuştular, sorular sordular.MKP adına bir arkadaş da söz aldı, görüşleriniaçıkladı. Konferansımız, yoldaşın, partimizingeleceğine dönük, katılımcıları da heyecanlandıranve tok iddialar taşıyan cevapları ile sona erdi.

20. yıl konferansımız, devrimci hareketinideolojik sorunlara ilgisizliğinin gözle görülürbiçimde dışa vurduğu, bunun dolaysız bir ifadesi olanapolitizmin kol gezdiği koşullarda, büyük anlamtaşımaktadır.

Berlin’den komünistler

Berlin’de 20. yıl konferansı!

CMYK

MücadelePostası

Üsküdar (İstasyon) Cad. Pınar İşhanıNo: 5 Kat: 4 Daire: 52 Kartal/İstanbul (0 216 353 35 82)

Necatibey Cd. Gözlükçü İşhanı No: 26/24Kızılay/ANKARA Tel: 0 (312) 232 29 10

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : .........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

..........................................................................Tel : .........................................................................

6 Aylık Yurt içi 30.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

78’liler Girişimi, EMEP, ÖDP, DTP, SDP ve EHP 31Ocak’ta Galatasaray Lisesi önünde “ErgenekonOperasyonu”na dair basın açıklaması yaptılar. Yapılanaçıklamada “Çete Devleti mi, Demokrasi mi?” sorusuyöneltildi. Kurumlar adına basın açıklamasını okuyan78’liler Türkiye Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, siyasicinayetlerin aydınlatılmasını ve çetelerin yargılanmasınıistedi.

“Çete Devleti mi? Demokrasi mi?” pankartınınaçıldığı eylemde, Erdal Eren, Uğur Mumcu, Hrant Dink,Bahriye Üçok gibi katledilen ilerici ve devrimcilerinfotoğrafları taşındı. Açıklamada şu sözlere yer verildi:“Türkiye’de kimisinin ‘derin devlet’, kimisinin“kontrgerilla’, kimisinin “devlet çekirdeği” dediği biroluşumun gizli anayasasıyla, yönetmelikleriylevarolduğu bilinmektedir. Kökleri derindedir! Buçerçevede son operasyon aysbergin görünen yüzüdür.”

“Siyasi cinayetler aydınlatılsın!”, “Çeteler halkahesap verecek!” sloganlarının atıldığı açıklamada“Siyasi cinayetler aydınlatılsın!”, “Susurluk devletideğil hukuk devleti!” dövizleri taşındı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kadınların itirazı var! Şiddete Karşı Kadın İnisiyatifi, kadın kimliğine

yönelik saldırılara karşı İHD İstanbul Şubesi’nde birbasın açıklaması gerçekleştirdi.

İnisiyatif adına basın açıklamasını Derya Arslanokudu. Arslan, DTP kadın milletvekillere yönelikyıpratma kampanyasını eleştirdi ve çetelerinyargılanmasının takipçisi olacaklarını söyledi. AyrıcaŞemdinli, Danıştay saldırısı, Hrant Dink’in öldürülmesive militarizme itiraz eden, Büyükanıt’ı kınayan PerihanMağden ve Ece Temelkuran’ın hedef tahtasınaoturtulmasını da eleştirdi. Açıklamanın ardından DTPMilletvekili Sebahat Tuncel’ın 14 Şubat 2008’deBeşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davasınaçağrı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi”Ergenekon operasyonunun aydınlatılması vesorumlulaların yargılanması talebiyle 2 Şubat’taTaksim Gezi Parkı’nda bir basın açıklamasıgerçekleştirdi.

“301 kaldırılsın, ırkçılar yargılansın! Çetelere

dur de!” pankartının açıldığı eylemde “301 kerehayır!” dövizleri taşındı. Basın açıklaması boyunca,“Çeteler halka hesap verecek!”, “Hepimiz Hrant’ız,hepimiz Ermeniyiz!”, “301 kalksın, çeteleryargılansın!” sloganları atıldı. Eyleme yaklaşık 60kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Çete devleti mi, demokrasi mi?

“Dur De Girişimi”nden açıklama!

Hapishanelerdeki hak ihlalleri artıyor. Devrimcitutsaklar üzerindeki baskıcı uygulamalartırmanıyor.

Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği(TUYAB), hapishanelerde yaşanan hak ihlallerineilişkin olarak 6 Şubat’ta Taksim TramvayDurağı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi.“Hapishanelerdeki saldırılara son!” pankartınınaçıldığı eylemde basın açıklamasını TUYAB adınaEmriye Demirkır okudu. Açıklamada 17 Ocaktarihinde Bolu F Tipi Hapishanesi’ndegardiyanların devrimci tutsaklara vahşice saldırısıbelirtildi. Ayrıca, açıklamada tutsakların yaşadığı‘sevklerin’ tutsak yakınlarını ciddi olarakendişelendirdiği belirtildi. En son Kandıra F TipiHapishanesi’nden bir grup tutsağın Bolu F Tipihapishanesi’ne zorla sevk edildiği, bu sevklerinişkenceye dönüştürüldüğü ifade edildi.Tadilatyapılarak L Tipi’ne dönüştürülen Bakırköy KadınHapishanesi’ne de sevklerin yapılmaya başlandığıaktarıldı.

Açıklamanın son bölümünde Bakırköy KadınHapishanesi’ne gerçekleştirilecek sevkler sırasında

TUYAB üyelerinin de hapishane önünde olacaklarısöylendi. Kadın tutsaklarla dayanışma çağrısıyapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

F Tipleri: Ölüm hücreleri...

Türban konusunda TMMOB adına açıklamayapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı MehmetSoğancı, türbanla örtünmek istenenin bu ülkeningerçek gündemi olduğunu belirtti.

TMMOB’un yaptığı yazılı açıklamada şunlarsöylendi:

“... ‘Kadınlara kıyafet özgürlüğü, eğitimözgürlüğü getiriyoruz’ adı altında aslındakadınların hayata karışma özgürlükleri ellerindenalınmak isteniyor. Üniversitelerde öğrencileritürbanlı-türbansız, Müslüman-laik gibi ayrımlaratabi tutmaya yol açacak, toplumda kamplaşmalarıkörükleyecek bu düzenlemenin kimseye özgürlükgetirmeyeceği açıktır.

“Türban aslında halkın gündeminde olmayanama hepimize dayatılan bir konudur. Türbanözgürlüklerle ilgili değildir. Türban başbakanınkendi sözü ile ‘siyasi simge’ problemidir. Ülkemizigereksiz çatışma ortamına sürükleyecek,üniversiteleri türban bağlama şekline göre

tarikatların yuvası haline getirecek bu uygulama ilene kadınlar daha özgür, ne üniversiteler dahaçağdaş, ne de ülkemiz daha demokratik olabilir.

“Türban neyi örtmektedir? Türban özgürlükadına örtünmek midir? Türban özgürlüğü örtmekmidir? Yoksa türban bu ülkenin gerçek gündeminiörtmek midir?

“İşsizliğin hızla arttığı, yoksulluğun her yerisarmaladığı, özgürlük pazarlıklarının AB ileilişkilerde döndüğü, kapitalist küreselleşmeye uyumprogramlarının tamamının emeğe ve halka karşıolduğu bugünün Türkiyesi’nde siyasal iktidar sanalgündem yaratıyor. Gerçekleri, halkın gerçekgündemini türbanla örtüyor. Siyasal iktidaragerçekleri örtecek bir örtü gerekliydi. Şimdi türbanıkullanıyor.”

TMMOB açıklamasında son olarak emekçilereve emek örgütlerine düşen görevin ülkenin gerçekgündemleri üzerinde birleşerek mücadele etmekolduğunu vurguladı.

TMMOB’dan türban açıklaması!