Upload
lamkhanh
View
254
Download
9
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
HEYBELİADA SANATORYUMU GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜSCERRAHİSİ EĞİTİM - ARAŞTIRMA HASTANESİ
ŞEF DR ARMAĞAN HAZAR
PLEVRAL EFÜZYONLU HASTALARDA
SERUM C- REAKTİF PROTEİNİN TANISAL
DEĞERİNİN ARAŞTIRILMASI
(UZMANLIK TEZİ)
DR ÖZLEM SÖNMEZ
İSTANBUL (HEYBELİADA) 2005
1
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi, birikim ve deneyimlerinden
faydalandığım sevgi ve şefkati ile tüm sorunlarımda her zaman desteğini
gördüğüm, her zaman sevgi ve saygı duyduğum, gönlünün zenginliği ile
yaşamımda bana ışık tutan ve yanında çalışmaktan her zaman gurur duyduğum
değerli hocam; Şef Dr.Armağan Hazar’a,
Asistanlığım boyunca bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım Klinik
Şefi Başhekim Dr Melahat Kurutepe, Doç.Dr Attila Saygı, Göğüs Cerrahisi
Şefi Prof. Dr Mustafa Yüksel’e, Şef yardımcıları; Dr Gülfem Yurteri, Dr Özlen
Tümer, Dr Filiz Süngün, Dr Canan Şenol ve diğer tüm uzman arkadaşlara,
Birlikte çalıştığım eğitimime ve tezimi hazırlamamda katkıda bulunan
Uz.Dr.Nihal Özşeker, Uz.Dr Dida Maraşlı, Uz.Dr.Arzu Soyhan, Canan Öneş’e,
Tezimin laboratuvar aşamasını kısıtlı imkanlara rağmen
gerçekleştiren biyokimya uzmanı Dr Dilek Baydın, ve tüm laboratuar
çalışanlarına,
Kısıtlı rotasyon süresine rağmen, branşlarının tüm inceliklerini bana
aktarmaya çalışarak eğitimime katkıda bulunan, İç hastalıkları rotasyonumu
yaptığım Taksim İlk Yardım Eğitim-Araştırma Hastanesi Şefi Dr. Ömer Şenkal
ve yardımcıları Dr.Osman Maviş, Dr.Rahime Özgür, Dr Vildan Ercan’a,
Enfeksiyon hastalıkları rotasyonumu yaptığım Kartal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Klinik Şefi Dr.Serdar Özer’e, Radyoloji rotasyonu yaptığım Haseki
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Klinik Şefi Dr. Murat Ulusoy’a,
İhtisasım süresince birlikte uyum içerisinde çalıştığım ve bundan büyük
mutluluk duyduğum tüm hastane asistan arkadaşlar hemşireleri ve personeline,
Bugünlere gelmem için her türlü fedakarlıktan kaçınmayan her zaman
desteğini ve sevgisini hissettiren sevgili babam, annem, ağabeylerim Mehmet
Ali, Bessam,dayım Necdet ve küçük doktorcuğum Süleyman’a, tüm
dostlarıma ,
2
En içten duygularımla teşekkür ederim.
Dr.Özlem Sönmez
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ 4
GENEL BİLGİLER 6
MATERYAL VE METOD 44
BULGULAR 47
TARTIŞMA 56
SONUÇ 62
KAYNAKLAR 63
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Plevra sıvısı (veya plevral efüzyon) plevra boşluğunda anormal sıvı
birikimi olarak tanımlanır.Sık olarak karşılaşılan problemlerden biridir.Genel
populasyon için plevral efüzyon saptanma hızı, yılda 4/1000 kişi civarında
kabul edilir.Bu on milyonluk bir nüfus için, yıllık yaklaşık 40 000 plevral
efüzyonlu olgu beklenebilir. Bu küçümsenmeyecek bir rakamdır.
Plevral efüzyon pekçok değişik etyoloji ile ilgili olabilir ve intratorasik
hastalıklarda veya sistemik hastalıklarda ortaya çıkabilir. Plevra sıvısının
varlığını klinik ve radyolojik olarak saptamak kolay olmakla birlikte, sıvının
etyolojisini saptamak o kadar kolay değildir.Görüntüleme yöntemleri, sıvının
biyokimyasal ve hücresel analizi,sitolojik muayene, mikrobiyolojik
analizler,kapalı veya açık biyopsi işlemleri gibi tüm tanısal adımlar yerine
getirilirse bile tanı alamayan hastalar olabilmektedir. Bunların bazıları,tanı
işlemleri sırasında kendiliğinden kaybolabilmekte ve retrospektif olarak viral
etyoloji düşünülmektedir. Bazı tanı konulamayan plevra sıvıları ise klinik
seyrindeki özellikler nedeniyle kesin kanıt olmasa da malign kabul
edilmektedir. Bazen de hiçbir şekilde tanı konamayan ve idiopatik plevra sıvısı
tanısını alan selim seyirli sıvılar ortaya çıkabilmektedir.
Plörezisi yeni saptanmış hastalarda Collins ve arkadaşlarının yaptıkları
prospektif bir çalışmada, sadece inisyal sıvı analizi ile kesin tanı konulan hasta
oranı % 25 bulunmuştur, %55’inde olası tanı konmuş ve geri kalan %20
hastada sıvı analizi ile tanı konmuştur(1).
Ülkemizde uzun bir süre aralığında, yüz elliye yakın yayın olduğu,
bunların ancak onunda ‘plevral efüzyon etyolojik neden dağılımı’
incelenebilmiştir. İncelenen ve bilgi derlenen on yayın sonucuna göre, plevral
efüzyonların en sık nedeni olarak, malign hastalıklar (%36), parapnömonik
4
efüzyon(%22), tbc plörezi (%17), konjestif kalp yetmezliğine bağlı (%15)
olarak tespit edilmiştir.Plevral efüzyonların bir çoğunda tanı konulamamıştır(2).
Tüberküloz plörit, plevral dokuda granulomların gösterilmesi,diğer
granulamatöz hastalıkların dışlanması, veya plevral sıvı veya plevral dokuda
mycobacterıum tuberculosis’in tespitiyle tanı konulur.
Malign pevral efüzyon tanısı genellikle plevral sıvı sitolojisi veya
plevral doku histolojisi ile konulur.
Paranömonik efüzyonlarda etkenin plevral sıvıda, balgamda üretilmesi
gibi mikrobiyolojik tetkikler ile konurken konjestif kalp yetmezliğinde tanı
klinik, radyolojik ve plevral sıvının biyokimyasal analizi sonucuna göre konur.
Bazı hastalarda kesin bir tanıya ulaşılamaz ve ek tanısal araştırmalar gerekir.
Bu durum için farklı biyolojik markerlar önerilmiştir. Ancak bu testlerin hem
ücret hem de ulaşılabilirlik açısından sınırlamaları vardır ve daha basit
markerlar gereklidir.
Serum reaktif protein (CRP), daha çok hepatositlerden üretilen ve
salgılanan bir akut faz proteinidir. Lenfositler, kupffer hücreleri, monositler ve
makrofajları da içeren diğer hücreler de CRP üretebilirler. CRP sentezinin
indüksiyonu, inflamatuar alanlardaki özellikle makrofaj ve monositlerden
olmak üzere birçok farklı hücreden sitokinlere, özellikle de IL-6’ya cevap
olarak gerçekleşmektedir.
Serum ve plevral sıvı CRP düzeylerinin tbc plörezilerde malign plevral
efüzyonlardan yüksek olduğu indirekt olarak gösterilmiştir. Ancak plevral
sıvıda CRP düzeylerinin ve/veya plevral sıvı /serum CRP oranının Tbc plörezi,
malign plörezi, parapnömonik plörezi, konjestif kalp yetmezliğine bağlı plörezi
ve tanı konulamayan plörezilerdeki yararlılığı konusunda kesin bilgi yoktur(3).
Bu çalışmamızın amacı, plevral efüzyonla başvuran tedavi almamış
hastalarda serum, plevral sıvı CRP düzeyi ve plevral sıvı /serum CRP oranının
belirlenmesinin diagnostik önemini araştırmaktır.
5
GENEL BİLGİLER
PLEVRANIN ANATOMİSİ
Plevra, göğüs kafesi, diyafragma, mediasten ve akciğer parenkimini,
örten seröz bir zardır. Bu yapı parietal ve visseral plevra olarak ikiye ayrılır.
Visseral yaprak akciğerlerin dış yüzü ve loblar arasındaki fissürleri sararken,
parietal yaprak toraks boşluğunun iç yüzünü örter. Onu astarlayan iç yüzeylere
göre de kostal, mediastinal ve diyafragmatik plevra olarak alt gruplara
ayrılmaktadır. İki yaprak akciğer hilusunda, pulmoner ve bronşial damarlar ile
sinir ve lenfatiklerin eşlik ettiği ana bronşlar tarafından penetre edilerek devam
ederler.
Normalde parietal ve visseral plevralar arasında ince bir plevra sıvısı
bulunur. Sıvının bulunduğu alana plevra boşluğu-plevral kavite denir. Plevra
sıvısı, plevral boşluk içinde her iki plevra yaprağının kolayca birbiri üzerinde
kaymasını sağlar ve yaklaşık 0.1-0.2 ml/kg kadar bulunur. Berrak, renksiz
görünümde olan bu sıvıda 1.5 g/dl‘den az protein, çoğu monosit,az miktarda
lenfosit, plevral makrofaj, mezotel hücreleri ile çok seyrek olarak polimorf
lokositler olmak üzere yaklaşık 1500 hücre/ml mevcut olup eritrosit yoktur.
PLEVRANIN EMBRİYOLOJİSİPlevral, perikardiyal ve peritoneal boşluklar gestasyonel dönemin
üçüncü haftasında mezodermden biçimlenmeye başlarlar. Plevral boşluk
akciğerin büyümesinden bağımsız olarak genişler ve dokuzuncu haftada
perikardiyal ve peritoneal boşluktan ayrılmış olur.
PLEVRANIN HİSTOLOJİSİHem visseral, hem parietal plevra tek sıra mezotel hücreleri, bazal
membran, kollegen ve elastik doku tabakalarının yanında mikrodamarlar ve
lenfatiklerden oluşur. Parietal ve visseral membranlar dış görünümleri
6
açısından benzer olmakla birlikte, yüzeylerin altında önemli anatomik
farklılıklar vardır. Parietal yüzeyin altındaki konnektif doku tabakası düzdür.
Aksine visseral plevranın submezotelyal konnektif dokusu akciğerlerin içine
doğru ilerleyen septalar oluşturur. Bu septalar pulmoner parankime destek
sağlarken, öte yandan gaz alışverişini kolaylaştıran alt bölmeler oluşturur.
Mezotel hücreleri bazal membran üzerinde tek sıra halinde dizilmişlerdir.
Bu hücreler pleomorfik olup yassıdan kuboid veya kolumnar şekle kadar
değişiklikler gösterebilirler. Yüzey çapları yaklaşık 16-40 mikrondur. Bu
hücrelerin yüzeyinde yaklaşık 3 mikron uzunluğunda yüzey mikrovilluslar
bulunur ve düzensiz olarak yayılmışlardır. Mikrovillilerin tam fonksiyonları kesin
bilinmemekle birlikte plevra sıvısını emerek visseral plevranın kapasitesini
arttırmak veya özellikle toraks altı alanlarında sürtünmeyi azaltmak için göğüs
duvarı ve akciğer arasında glikoprotein ağı ördüğü sanılmaktadır.
PLEVRANIN KANLANMASIParietal plevra kanını sistemik kapillerlerden sağlar. İnterkostal
arterlerin küçük dalları kostal plevrayı beslerken, mediastenal plevra özellikle
perikardiofrenik arterden kan alır. Diyafragmatik plevra süperior frenik ve
muskulofrenik arterlerden kan alır. Parietal plevranın venöz drenajı ise
inferior vena cava veya brakiosefalik alana boşalan interkostal venler iledir.
Visseral plevranın kan temini ise bronşial arterden olup venöz drenajı ise
pulmoner venler iledir(4).
PLEVRANIN LENFATİK DRENAJIHer iki plevral yüzeyin lenfatik drenajı oldukça farklıdır. Parietal
lenfatik sistem, lenfin plevral boşluktan drene edilmesi için major yol olup,
parietal plevranın mezotelyal yüzeyinde komşu submezotelyal tabakadaki
lenfatik ağa lakunalar yoluyla bağlanan ve stomata denilen, 2-12 mikron
büyüklüğünde açıklıklar mevcuttur. Plevral boşluğun değişik bölgelerindeki
lenfatikler değişik lenf nodlarına drene olurlar. Kostal yüzeyden parasternal
7
ve paravertebral lenf nodlarına, mediastenal yüzeyden trakeobronşial lenf
nodlarına drenaj sağlanır. Parietal plevranın diyafragmatik yüzünün
lenfatikleri karın içi lenfatikleriyle ilişkilidir ve lenfatik akım karından toraks
içine olduğundan, karın içindeki infeksiyonlar kolayca toraksa yayılabilir.
Parietal plevranın tersine visseral plevrada lakunalar ve stomatalar yoktur ve
alttaki lenfatik damarlarının plevral boşluktan çok, pulmoner parankime drene
olduğu düşünülmektedir(4).
PLEVRANIN İNNERVASYONUParietal plevradaki konnektif dokuda visseral plevrada olmayan ağrı lifleri
vardır. Bu liflerin orjinleri, innerve ettikleri toraks alanlarına göre farklıdır.
Kostal ve diyafragmatik plevranın periferik kısmı interkostal sinirler tarafından
innerve edilir. Bu bölgelerdeki ağrılı uyaranlar komşu göğüs duvarında
hissedilir. Diyafragmanın merkezi kısmı ise frenik sinir tarafından innerve
edilir ve bu alandaki uyarılar aynı taraftaki omuzda ağrı oluşturur. Visseral
plevranın innervasyonu ise N. Vagus dalları ve sempatik trunkus tarafından
sağlanır(4).
PLEVRAL SIVININ FİZYOLOJİSİPlevral boşluk,mezotelyal hücrelerle kaplı olan parietal ve visseral
plevra yaprakları arasında kalan alandır. Bu iki tabaka arasında bulunan
sıvı,kayganlığı sağlayarak yaprakların birbirine sürtünmesini önlemektedir.
Plevral boşluktaki negatif basınç ise akciğer elastik rekoil/geri çekim gücüne
karşı koyarak alveollerin sürekli açık kalmasını sağlamakta ve solunum işinin
devamlılığını gerçekleştirmekte önemli rol oynamaktadır.
Günümüzde plevral sıvı oluşumunda, sıvının geçtiği membran yüzeyine
uygulanan hidrostatik ve onkotik basınçlar, sıvının geçtiği membran kalınlığı ve
sıvı kaynağını oluşturan vasküler sistemin, plevral membrana uzaklığının rol
oynadığı saptanmıştır. Normal koşullarda plevral sistemik damarlardan plevra
boşluğuna ortalama 0.6 ml/saat hızla filtre edilen düşük protein içerikli plevral
sıvı aynı hızla plevra lenfatiklerinden absorbe edilmektedir. Sağlıklı bir bireyde
8
0.1-0.2 ml/kg oranında bulunan plevral sıvının oluşumu yada emilimi sırasında
gelişecek bozukluklar plevral alanda aşırı sıvı birikimine neden olmaktadır. Sıvı
içeriğinde ortalama 1700/mm3 beyaz küre bulunup, bunun %75’ni makrofajlar,
%23’nü lenfositler oluştururken, sıvıdaki protein içeriğinin plazma protein
düzeyine oranı %15 dolayındadır.
PLEVRAL SIVI OLUŞUMU 1-Plevral kapillerler ve plevral sıvı oluşumundaki rolleri
Plevral kapillerler ile plevral boşluğu arasındaki sıvı hareketi Starling
kanununa göre olur(5). Eğer bu kanun plevraya uygulanırsa aşağıdaki denklem
ortaya çıkar.
QF:Lp.A[(Pcap-Ppl)-δd(π cap-πpl)]
QF=sıvı hareketi, Lp=filtrasyon katsayısı, A=membran yüzey alanı
Pcap=kapiller hidrostatik basınç, Ppl=plevral hidrostatik basınç, πpl=plevral
onkotik basınç, πcap=kapiller onkotik basınç, δd=zarın solid süzme
katsayısını ifade eder.
Q sayısı sıfır ile bir (0-1) arasında değişkendir. Bir olduğu zaman solitlerin
yarıçapı zarın porlarından daha büyüktür ve solüt geçişi olmaz. Sıfır olduğunda
ise porların yarıçapı solüt geçişine izin verecek kadar geniştir. 0<Q<1 ise solit
geçişinde kısmi bir kısıtlama vardır(5) .
Parietal plevrada hidrostatik basınç(HB) 30 cm H2O iken plevral basınç
-5 cm H2O’dur,böylece net HB [30-(-5)] = 35 cmH2O olup kapillerlerden
plevral boşluğa sıvı hareketini sağlar(6). Normalde az miktardaki plevra sıvısı
çok az miktarda protein içerir ve 5 cm H2O ‘luk bir onkotik basıncı vardır.
Plazma onkotik basıncı 34 cm H2O olup, net onkotik basınç gradienti 34-
5=29cm H2O’dur.Böylece net gradient 35-29=6 cmH2O’dur.Bu da
kapillerlerden parietal plevra boşluğuna sıvı akımına neden olur. Visseral
plevrada beklenen sıvı akımı için net gradient 0’a yakındır(6).
2-İnterstisyel boşluk ve sıvı oluşumundaki rolü
9
Yüksek basınç veya yüksek permeabiliteli pulmoner ödem plevral sıvı
birikimine neden olabilir. Oluşan plevra sıvısı direkt olarak wedge basınç
yükselmesine bağlıdır. Plevra sıvısı birikmesi ancak pulmoner ödem geliştikten
sonra ortaya çıkar.İnterstisyel sıvı artışı ile subplevral interstisyel basınç da
artar. Visseral plevra kalın olmasına rağmen visseral plevradan sıvı hareketini
engelleyecek bariyer zayıftır. Bu nedenle subplevral interstisyel basınç artınca,
sıvı visseral plevrayı geçerek plevra boşluğuna girer(6,7).
3-İntratorasik lenfatik veya kan damarları ve sıvıoluşumundaki rolü
Eğer ductus torasikus hasara uğrarsa lenf sıvısı plevral boşlukta
birikerek şilotoraksa yol açar. Toraksta büyük bir kan damarı, travma veya
hastalık nedeniyle hasara uğrarsa plevra boşluğunda kan hızla birikerek
hemitoraksa neden olur(6).
4-Periton boşluğu ve sıvı oluşumuna etkisiPeriton boşluğunda serbest sıvı mevcutsa ve diyafragmatik açıklıklar
varsa plevra sıvısı oluşur. Bu durumlarda plevra boşluğundaki basınç periton
boşluğundan az (daha negatif) olduğundan, sıvı periton boşluğundan plevra
boşluğuna doğru akacaktır(6).
PLEVRAL SIVI ABSORBSİYONU Parietal plevradaki stomalar aracılığı ile plevra boşluğu parietal
plevradaki lenfatik damarlarla irtibat halindedir. Bu tip stomalar visseral
plevrada bulunmaz. Proteinler, hücreler ve diğer maddeler parietal plevradaki
lenfatiklerle plevral boşluktan temizlenir(6). Plevra lenfatikleri -10 cmH2O’ luk
subatmosferik bir basınç oluşturabilirler, ayrıca plevra sıvısı hacim artışına
bağlı olarak akım hızlarını 20 kat arttırabilirler(8). Kısmen lenfatik damarların
düz kaslarının miyojenik ritmik kontraksiyonu ve kısmen de solunum
hareketleri ile ilgili doku basıncı değişikliklerine bağlı olarak lenfatik aktivite,
pulsatil bir karekter gösterir. Drenaj da kendine ait bazı özellikler gösterir.
Plevra boşluğunun aşağı kısımlarından daha fazla drenaj olur ki bunlar
10
diyafragmatik yüzey ve mediastenal bölgelerdir. Filtrasyon ve absorbsiyon
alanlarının ayrı olması plevral sıvının plevral boşluk içinde dolaştığını gösterir
(5).
PLEVRAL EFÜZYONLARIN PATOGENEZİ Plevra sıvı oluşumu absorbsiyon hızını geçtiği zaman, plevra sıvısı
toplanmaya başlar.Plevra sıvısı oluşumunun artmasına veya absorbsiyonun
azalmasına yol açan başlıca faktörler Tablo 1’de gösterilmiştir.
Normalde devamlı olarak parietal plevra kapillerinden küçük bir miktar
sıvı(0,01ml/kg/h) plevral boşluğa akar.Bu sıvının hemen hemen tamamı parietal
plevradaki lenfatikler tarafından 0,002ml/kg/h hızla absorbe edilir(6).
Plevral sıvı hacim ve içeriği çok stabildir ve gerçekte plevral efüzyonlar
ancak sıvı ve solüt hemeostazında büyük değişiklikler olduğunda ortaya
çıkar.Bu durum plevral sıvı hacmi ve konsantrasyonunda çok sıkı bir kontrol
mekanizması olduğunu gösterir(5).
1-Plevra sıvı oluşumunun artması
Akciğerlerde interstisyel sıvı artışı• Sol ventrikül yetersizliği• Pnömoni• Pulmoner emboli
Plevral intravasküler basınç artışı• Sağ veya sol ventrikül yetersizliği• Vena cava süperior sendromu
Plevrada kapiller permeabilite artışı• Plevral inflamasyon• Vasküler endotelyal büyüme
faktörü artışı
Plevral sıvı protein seviyesi artışı
Plevral basınç azalması
• Atelektazi
Periton boşluğunda sıvı artışı• Asit• Periton diyalizi
Toraks içindeki kan damarı hasarı
2-Plevral sıvı absorbsiyonun azalması
11
• Parietal plevradaki lenfatik drenajın obstriksiyonu• Sistemik vasküler basınç elevasyonu (sağ ventrikül yetm, VCCS)• Plevradaki aquaporin sistemin hasarı
Tablo 1:Plevral efüzyonların nedenleri
Plevral sıvı hacminin kontrolü lenfatik drenajla sağlanır. Plevral sıvı
hacmi artışına cevap olarak plevra lenfatikleri akımlarını arttırabilirler.
Lenfatikler, plevra sıvısı hacminin kontrolünde negatif bir feed – back
mekanizması gösterirler. Gerçekten de plevra filtrasyon hızındaki oldukça geniş
değişiklikler, plevra sıvı hacminde minör sapmalara neden olurlar. Filtrasyon
hızında 10 kat artış olduğunda plevra sıvı hacmi sadece %15-20 oranında artar
(9) ve radyolojik olarak saptanamaz. Aynı düzenleyici mekanizma lenf akımı
10 kat azaldığında da durumu muhafaza eder. Gerçekten inflamasyon, sağ kalp
yetersizliği gibi iki sık ve önemli patolojik durumdan kaynaklanan filtrasyon
oranındaki artış, maksimal plevra lenf akımını geçen bir artış ve plevral
efüzyonla sonuçlanır. Yani lenf akımı belirgin ölçüde artsa bile lenfatikler
filtrasyon hızındaki masif artışla başa çıkamazlar. Bu nedenle lenfatik sistemin
çoğunlukla ancak stabil durumlarda plevral sıvı hacmini kontrol etmede etkin
olduğu düşünülür(5).
Plevral sıvının parietal plevra seviyesindeki lenfatikler aracılığı ile
absorbe edilmesi gerçeğine dayanarak, plevra sıvı turn-over üzerine bir model
geliştirilmiştir. Normal durumlarda visseral plevra sıvı drenajında etkili
değildir. Kapiller ve mezotelyal su permeabilitesinde aynı anda meydana gelen
artış hipoonkotik sıvı gelişimine neden olur; eğer filtrasyon maksimal lenf
akımını geçerse o zaman transuda niteliğinde plevral efüzyon olur.Eksudalar
sık olarak sistemik kapillerin protein permeabilitesi arttığında ortaya çıkar.
Aynı şekilde mezotelyal protein permeabilitesindeki bir artış plevral sıvı protein
konsantrasyonunda ancak hafif bir yükselmeye neden olur. Çünkü interstisyel
protein konsantrasyonu zaten düşüktür. Eksudatif tipte plevral efüzyonun ortaya
çıkması için filtrasyon hızının maksimum lenf akımını geçmesi gerekir.
12
Biyofiziksel açıdan bakıldığında; solütlere karşı geçirgenliğin artışı suya göre
geçirgenliğin artışı ile karşılaştırıldığında birinci durumda membranda daha
ciddi bir lezyon vardır(5,9).
Sonuç olarak; ekstra plevral interstisyum, plevral filtrasyon hızındaki
artışa karşı tampon görev görür. Düşük kompliyansı nedeniyle artmış bir
kapiller filtrasyon, interstisyel basınçta belirgin bir artışa yol açarak kapiller
filtrasyonu engeller.
PEVRAL EFÜZYONLU HASTALARA YAKLAŞIM
Plevral sıvının oluşum ve absorpsiyon mekanizmalarının herhangi bir
noktasını bozan patolojilere bağlı olarak gelişen plevral efüzyonu,bir
hastalıktan ziyade, bir çok hastalıkta ortaya çıkabilen bir bulgu olarak ele almak
gerekir(10).
Plevral efüzyonu olan olgularda; öykü, belirti ve bulgular plevral efüzyona
neden olan patolojiye ve sıvının miktarına bağlıdır.
Plevral efüzyonlu olguların semptomları, esas olarak sıvı birikimine neden
olan hastalıkla ilgilidir. Pek çok hastanın efüzyona bağlı hiçbir semptomu
olmayabilir. Semptomlar efüzyonla ilişkili ise plevranın inflamasyonu,
pulmoner mekaniklerin bozulması, gaz değişiminde bozulma veya nadir olarak
da azalmış kardiak output’a bağlı olabilir.
Plevral efüzyonlu olgularda sık görülen semptomlar;plöretik ağrı, nefes
darlığı ve öksürüktür. Etyolojiye bağlı olarak ateş, siyanoz, çomak parmak ve
diğer semptomlar da bulunabilir(11).
Plevral efüzyonlu hastalarda fizik muayene bulguları sıvının miktarı ile
ilişkilidir. 300 ml altındaki plevral sıvılarda fizik muayene bulguları genellikle
normaldir. Sıvı miktarı 300 ml üzerinde olduğunda sıvı olan tarafta göğüs
hareketleri azalır, sıvı düzeyinde perküsyon ile matite alınır, vibrasyon torasik
ve solunum sesleri azalmış olarak duyulur veya hiç duyulmaz. Sıvı seviyesinin
üstündeki alanlarda bronşial nitelikte solunum duyulabilir(12).
13
RADYOLOJİK DEĞERLENDİRMEPlevral efüzyonların radyolojik görünümü,tetkik esnasında hastanın
pozisyonuna,sıvının serbest veya loküle olmasına ve miktarına göre değişir.
Konvansiyel radyografi, ultrosonografi ve bilgisayarlı tomografi, plevral
efüzyonların saptanmasında kullanılan görüntüleme yöntemleridir. İlk
başvurulan görüntüleme yöntemi posteroanterior(PA) ve lateral göğüs
grafileridir.İlave olarak dekübitis pozisyonunda radyografiler
alınabilir.Özellikle az miktarda plevra sıvısı olan vakaların tanısında lateral
dekübitis pozisyonunda alınan grafiler, PA ve lateral grafilerden daha
duyarlıdır(13,14).
Plevral sıvı toraks kavitesinin en alt kısmında birikir. Yerçekimi ve
akciğerlerin elastik geri çekilme özelliği, plevral aralıktaki serbest sıvının
lokalizasyonunu kontrol eden ana etkenlerdir. Sıvı öncelikle hemitoraksın
tabanına doğru hareket edip, akciğerin alt yüzü ve diyafragma arasında lokalize
olur. Miktar arttıkça sıvı sırasıyla kostofrenik açıyı doldurup, akciğerin
konkavitesi boyunca yukarıya doğru yayılır(15,16).
Plevra sıvısı tanısında; göğüs radyografilerinden en duyarlı olan lateral
dekübitis grafisinde, 5 ml gibi çok az miktarda sıvılar bile saptanabilir. Lateral
dekübitis grafilerinde sıvının derinliği 1cm’den az ise torasentez yapılması
güçtür(5).Sıvı miktarı 75 ml’yi aştığında lateral grafide posterior kostofrenik
açının dolmaya başladığı ve homojen görünüm aldığı izlenir. Posteroanterior
(PA) grafide sıvının görülebilmesi için ise en az 150-175 ml sıvının birikmesi
gerekir. Sıvı miktarı 500 ml’yi aştığında klasik plevral efüzyon radyolojisi
oluşur. Bu görünüm açıklığı yukarı bakan homojen gölge koyuluğudur
(Damoiseau Hattı)(15).
Az miktarda sıvı komşu akciğer parankiminde kompresyon
atelektazilerine yol açabilir.Plevra sıvısı masif olduğunda ise aynı tarafta
kollaps gelişir(17).Bazen sıvı çok miktarda olmasına rağmen Kosta-frenik
açıların dolmadığı,sıvının göğüs duvarı boyunca yayılmadığı ve akciğerin
inferior yüzeyi ile diyafragma arasında biriktiği görülür ki bu Subpulmoner sıvı
14
olarak adlandırılır(18,19,20). Plevral sıvı plevral yapışıklıklardan dolayı
ankapsüle olabilir ve plevra yaprakları arasında ya da fissürler arasında loküle
şekilde bulunabilir(12,21).
ULTRASONOGRAFİ Ultrasonografinin, plevral sıvı tetkikinde önemli bir yeri vardır.
Ultrasonografi;az ve loküle sıvıların saptanması ve yerleşiminin gösterilmesi,
plevral sıvının plevral kalınlaşmadan ayırt edilebilmesi,torasentez,plevral
biyopsi yapılabilecek veya toraks tüpü takılabilecek en uygun lokalizasyonun
belirlenmesi, subpulmoner efüzyonların ayırıcı tanısının yapılmasında
önemlidir(21,22).
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ(BT)
Bilgisayarlı tomografi günümüzde kullanılan,plevral boşluğu
değerlendiren en iyi yöntemdir(15).Konvansiyonel göğüs radyografisi ve
ultrasonografiye göre plevral sıvıyı plevral kalınlaşmadan ayırmada ve plevral
duvarı tutan fokal kitleleri saptamakta üstündür. Ayrıca BT ile pulmoner
parankim ve mediastenumu araştırma avantajı da mevcuttur. Ampiyem ile
periferik akciğer apsesi ayırımında ve peritoneal sıvı koleksiyonunu, plevral
efüzyondan ayırmada da yararlıdır(18).
MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME(MRI)
Güvenli ve hassas bir görüntüleme tekniği olmasına rağmen, plevral
efüzyonu göstermede BT ve USG’den üstün değildir. Plevral sıvının karakterini
değerlendirmek MRI ile mümkün olabilir fakat kardiak ve solunum hareketleri
bu konuda kısıtlayıcıdır(15).
TORASENTEZ
Plevra boşluğundaki sıvının alınması işlemine torasentez denir. Tanı ve tedavi
amaçlı olarak ikiye ayrılabilir. Tanı amaçlı torasentez sebebi bilinmeyen
15
plevral efüzyonu olan tüm hastalara uygulanmalıdır. Lateral dekübitis grafide
sıvının kalınlığı 10mm’den fazla ise torasentez yapılır. Ancak az miktardaki
sıvılarda da lokalizasyon ultrason ile saptanarak sıvı elde edilebilir(23,24,25).
Tedavi amaçlı torasentez endikasyoları ise, plevral efüzyona sekonder gelişen
dispneyi ortadan kaldırmak ve plevral sıvıyı ortadan kaldırarak alttaki
akciğerin durumunu göstermektir.
Tanısal torasentez için mutlak kontrendikasyon yoktur. Kanama diyatezi,
sistemik antikoagulasyon, çok az plevral sıvı, torasentez yapılacak bölgedeki
deride piyodermi, herpes zoster gibi cilt hastalığı bulunması, hastayla
kooperasyon kurulamaması rölatif kontrendikasyonlardır(24,26).
Torasentezde en sık rastlanılan komplikasyon pnömotorakstır (%5,7-19).
Diğer komplikasyonlar; öksürük, ağrı, hipertansiyon, anksiyete, vasovagal
reaksiyon, dispne, karaciğer rüptürü, dalak rüptürü, hemotoraks, lokal
hematom, ciltte lokal ödem, abdominal kanama, hava embolisi, iğne yolundan
tümörün yayılması, akciğer yaralanması, plevral aralığın enfeksiyonu ve
nadiren ölümdür ( 24,27,28).
Torasentez yapılırken bir seferde 1000-1500 ml’den fazla sıvı
boşaltılmamalıdır. Eğer fazla miktarda sıvı kısa zamanda boşaltılacak olursa,
bazı hastalarda pulmoner ödem ve ağır hipotansiyon gelişir.Genellikle 50-100
ml sıvı diagnostik çalışmalar için yeterlidir(29).
PLEVRA SIVILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Torasentezle alınan sıvı makroskopik, biyokimyasal ve mikrobiyolojik olarak
değerlendirilmelidir.
A)- SIVININ MAKROSKOPİK GÖRÜNÜMÜ VE HÜCRESEL
DEĞERLENDİRME
1)-Hemorajik Sıvı:Ponksiyon sırasında iğne ile oluşan travmaya bağlı
kanamada sıvı, başlangıçta kanlı iken sonra rengi açılır veya başlangıçta
kansız iken sonuna doğru kanlı gelebilir. Sıvı gerçekten hemorajik ise
16
ponksiyonun başından sonuna dek kanlı gelir. Hemorajik sıvıda 5000/mm3
eritrosit bulunur. Sıvının hematokrit (Htc)değeri < % 1 ise klinik değeri
yoktur.Htc > % 1 ise akciğer infarktüsü, plevranın primer veya metastatik
tümörleri düşünülmelidir.Tbc’nin başlangıç döneminde de sıvı hemorajik
olabilir. Hemotoraks diyebilmek için plevra sıvısının Htc değeri, periferik
kanın Htc değerinin %50’den fazla olmalıdır(30).
2)-Pürülan Sıvı:Plevra yaprakları arasında irin,püy toplanmasına ampiyem
denir. Bu durumda plevra sıvısı irinli,bulanık ve donuk renklidir. Bol miktarda
dejenere lokosit içerir. Erkenden ankiste olma eğilimindedir. Pnömoni, akciğer
absesi, tüberküloz plörezi, karaciğer hidatik kisti veya absesi, subfrenik
abselerde ampiyem oluşabilir, bu da aneorobik mikroorganizma ile oluşmuşsa
kötü kokuludur(30).
3)-Şilöz Sıvı:Plevra yaprakları arasında lenf sıvısının toplanmasına şilotoraks
denir. Ductus thorasicus’un travma ile rüptürü veya tümör ile tıkanması
sonucu şilusun (lenf sıvısı) plevral boşluğa sızması sonucu gelişir. Şilotoraksta
sıvı süt renginde ve opalesandır.Yıllarca ankiste kalan tbc sıvısı, malignite,
veya romatoid artrite bağlı sıvılarda içerdikleri hücrelerin dejenerasyonları
sonucu şilöz görünüm kazanabilirler. Buna şiloform veya psödoşilöz sıvı adı
verilir(30).
4)-Seröz Sıvı:Açık saman sarısı renginden koyu sarıya kadar değişen,berrak
veya hafif bulanık sıvılara seröz sıvı adı verilir(30).
HÜCRE SAYIMIİnsanlarda plevral sıvıdaki normal hücre dağılımı konusunda yeterli veri
yoktur. Hayvan deneyleri ve insanlarda yapılan çalışmalardan derlenen
bilgilere göre normalde 0.1-0.2/ml/kg volümündeki plevra sıvısının mm3’te
toplam hücre sayısı 1000-5000; eritrosit bulunmamakta,beyaz küre sayısı
mm3’te 1000’in altında, yüzdelik hücre dağılımı ise Mezotel hücresi %3-70,
Monosit %30-75, Lenfosit %2-30, PNL ve eozinofil ise bulunmamakta
şeklindedir(11).
17
Patolojik durumlarda bu tablo tamamen değişir.
Eritrosit miktarının 5000-10000/mm3 olduğu durumlarda plevra sıvısı
kırmızı renk almaya başlar.Belirgin hemorajik görünümde 100000/mm3’den
fazla eritrosit bulunur.Torasentez sırasındaki travmaya bağlı kan karışabilir bu
durumda sıvının rengi homojen değildir ve trombosit içerir.Torasentez öncesi
eritrosit varlığı makrofajların hemoglobin inklüzyonları içermesiyle
mikroskobik olarak ayrılır.
Transüda niteliğindeki sıvılarda lökosit miktarı genelde 1000/mm3’ün
altında iken, 10000/mm3’ün üzerinde lökosit sayısına genelde parapnömonik
efüzyonlarda rastlanır, hakim olan hücreler ise polimorf nüveli
lökositlerdir.Akut pankreatit, pulmoner emboli, subfrenik abseye bağlı
epanşmanlar ve tüberküloz plörezinin akut dönemi ile transüda sıvılarının %10
kadarında polimorf nüveli lökosit hakimiyetine rastlanabilir(6).
Tüberküloz ve malign epanşmanlarda lökosit sayısı 500-2500/mm3
arasındadır ve lenfosit oranı genelde %90’nın üzerindedir.
Plevral sıvıda eozinofil (>%10) saptanan durumlarda sıklıkla neden
saptanamayabilir. En sık rastlanan eozinofili nedeni plevral boşlukta kan ve
hava bulunmasıdır. Ayrıca parazitik hastalıkta(kist hidatik, amebiazis,
paragonimiazis ve askaris), pulmoner embolide, asbestoza bağlı efüzyonlarda
ve ilaç reaksiyonlarında da (dantrolen, nitrofurantoin, bromocriptin)
rastlanmaktadır (32).Plevra sıvısında bazofil sayısı %10’dan fazla olduğunda
ise lösemiler akla gelmelidir.
Plevra sıvısında mezotel hücrelerinin %5’ten fazla olması tüberküloz
dışı bir olayı gösterir.Plevra sıvısında LE hücreleri, Sistemik Lupus
Eritematozisin plevral tutulumu için diagnostiktir.Plevra sıvısında çok sayıda
plazma hücresi olması Multipl Myelomu akla getirmelidir(32).
B)-BİYOKİMYASAL OLARAK DEĞERLENDİRMEPlevral efüzyonlu bir hastada torasentez ile alınan sıvıda ilk adım transüda ,
eksüda ayırımını yapmak olmalıdır.
18
Transüda da plevral hastalık veya hastalığın plevra tutulumu yoktur.Pulmoner
veya sistemik hidrostatik basınç artışı veya plazma onkotik basınç
azalmasından kaynaklanan bir durumdur. Bir transüdanın sebebi genel bir
fizik muayene ile kolaylıkla ayırt edilebilir. Transüdatif sıvılar genelde
sistemik olayların etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Transüda karekterinde bir
sıvının saptanması durumunda ileri tetkike gerek yoktur(6,31).
Eksüdalar inflamatuar veya malign proçesle plevral tutulumu gösterir. Plevral
damarlarda permeabilite artışı veya lenfatik obstrüksiyon sonucu oluşur. Tanı
için invazif işlemler gerekir(31,32).
Transüda eksüda ayırımında Light kriterleri kullanılır. Bu kriterler ile yaklaşık
%99 olguda transüda-eksüda ayırımı yapılabilmektedir(33).
Light kriterleri:
1-Plevral sıvı protein/serum protein oranı>0.5
2-Plevral sıvı LDH/serum LDH oranı>0.6
3-Plevral sıvı LDH>200U(veya serum LDH üst sınırının 2/3’ünden yüksek
olmasıdır.)
Yukardaki kriterlerden herhangi birinin bulunması sıvının eksüda olduğunu
gösterirken, transüdalarda bu kriterlerden hiçbirisi bulunmaz(33).
TRANSÜDATİF PLEVRAL EFÜZYONA SEBEP OLAN
HASTALIKLAR1-Konjestif kalp yetmezliği
2-Siroz
3-Nefrotik sendrom
4-Glomerulonefrit
5-Periton diyalizi
6-Böbrek yetmezliği
7-Ürinotoraks
8-Miksödem
9-Pulmoner emboli
19
10-Atelektazi
11-Sarkoidoz
12-Vena Cava Superior Sendromu
13-Meigs sendromu
14-Konstriktif perikardit
15-Hipoalbuminemi
16-Plevraya Serebrospinal sıvı sızması
EKSÜDATİF PLEVRAL EFÜZYONA SEBEP OLAN HASTALIKLAR
1-Neoplastik hastalıklar
-Metastatik hastalık(akciğer,meme)
-Mezotelyoma
-Lenfoma
2-İnfeksiyöz hastalıklar
-Bakteriyel infeksiyonlar(parapnömonik)
-Tüberküloz
-Fungal(Aspergillozis,blastomikozis,kriptokozis,histoplazmoz)
-Viral
-Paraziter(kist hidatik,amebiazis,askariazis,paragnomiyazis)
-Diğer(aktinomikozis, nokardiyozis,abdominal abseler)
3-Kardiyovasküler hastalıklar
-Koroner arter bypass cerrahisi
-Postkardiak injuri sendromu
-Perikardial hastalık
4-Gastrointestinal hastalıklar
-Pankreas hastalıkları(pankreatit,pankreas psödokisti)
-Özofagus perforasyonu
-Abdominal cerrahi
-Diyafram hernisi
20
-Karaciğer transplantasyonu
-İntrahepatik,intrasplenik,subfrenik apse
-Endoskopik varis skleroterapisi
5-Kollajen vasküler hastalıklar
-Romatoid plörezi
-Sistemik Lupus Plörezi
-İlaca bağlı lupus
-Sjögren Sendromu
-Churg-Straus Sendromu
-Wegener Granulomatozu
-Ailevi Akdeniz Ateşi
-İmmunoblastik Lenfadenopati
6-Kadın Hastalıkları ve Doğum
-Overin Hiperstümülasyon Sendromu
-Postpartum plevral efüzyon
-Meigs Sendromu
-Endometriazis
-Fetal plevral efüzyon
7-Lenfatik Sistem Hastalıkları
-Şilotoraks
-Sarı tırnak Sendromu
-Lenfanjiomiyomatozis
8-İlaçlara Bağlı Plevra Hastalıkları
-Nitrofurantoin
-Dantrolen
-Metiserjit
-Amiodaron
-Metotreksat
-Prokarbazin
21
-Ergot Alkoloidleri
-Mitomisin
-Bleomisin
-Bromokriptin
-Klozapin
-İnterlökin-2
9-Diğer Hastalıklar
-Asbeste maruz kalma
-Akciğer Transplantasyonu
-Kemik iliği Transplantasyonu
-Radyasyona maruz kalma
-ARDS
-Sarkoidoz
-Üremi
-Amiloidoz
-Whipple Hastalığı
-Torakotomi
-Ekstramedüller hematopoez
-Sfiliz
-İatrojenik Plevral Efüzyonlar
-Mediastinal kist rüptürü
-Elektrik yanıkları
Biyokimyasal analizde bakılan diğer parametreler ise;
PROTEİNTüm plevral efüzyonlarda protein oranı artmıştır. Bu nedenle iyi bir ayırıcı
kriter değildir(15).Transüdaların çoğu mutlak 3gr/dl’nin altında, total protein
konsantrasyonuna sahipken, konjestif kalp yetmezliğindeki diürezin protein
düzeylerini eksüdatif seviyelere yükselttiği gösterilmiştir(34).Eksüdatif
sıvılarda 3 gr/dl üzerinde protein değerleri olduğu bilinmekle beraber
22
günümüzde en sık kullanılan parametre plevral sıvı/serum protein oranıdır. Bu
oran 0.5’in üzerinde ise sıvı eksüda kabul edilir.Pek çok çalışmada total
protein ölçümünün tek başına eksüda-transüda ve eksüdatif sıvıların ayırıcı
tanısında yetersiz olduğu gösterilmiştir(35).Bu nedenle protein ölçümü diğer
parametrelerle birlikte kullanılmazsa klinikte yararlılığı azdır.
DANSİTE ÖLÇÜMÜPlevra sıvısı incelemesinde kullanılacak basit,hızlı fakat oldukça yararlı bir
yöntem hidrometre ile dansite ölçümüdür. Yaklaşık 3g/dl protein içeriğine
karşılık gelen 1015, transüda-eksüda ayırımı için sınır değerdir(6).
pH Normal sıvı pH’ı serum plevra bikarbonat gradiyenti nedeniyle 7.60
civarındadır. Plevra sıvı pH’nın 7.30’un altında olması, normal kan pH’ı ile
birlikte ise genelde düşük sıvı glikoz düzeyine eşlik eder. Transüdalarda pH
genelde 7.40-7.50 arasında iken,eksüdaların çoğunda 7.30-7.45 arasındadır.
7.30’un altındaki pH durumlarında özofagus rüptürü, ampiyem, romatoid artrit,
malignite ve tüberküloza bağlı plörezi düşünülmelidir(16).Malign sıvılarda
pH’ın düşük olması genellikle kötü prognoz ve plöredizise yanıtsızlıkla
birliktedir(36).Parapnömonik epanşmanlarda da pH’ın 7.0’den düşük olması
tüp torakostomi endikasyonu iken, pH’ın 7.2’den büyük olması prognozun iyi
olacağını ve sıvının drenajına gerek olmadığını gösterir.Romatoid artrite bağlı
sıvıların pH’ı genelde 7.2’den küçük iken lupusa bağlı sıvılarda pH 7.35’in
üzerindedir(37).
GLİKOZTransüdaların tamamında ve eksüdaların çoğunda plevral sıvı glikoz düzeyi
serum düzeyine paralellik gösterir. Plevral sıvı glikoz düzeyi ölçümü
eksüdaların ayırıcı tanısında yardımcı olabilmektedir. Parapnömonik efüzyon,
malign sıvılar, romatoid artrit ve tüberküloza bağlı sıvılarda glikoz düzeyi 60
23
mg/dl’nin altında saptanır(6).En düşük glikoz düzeyleri romatoid artrit ve
ampiyemde saptanır(16).
LDH(Laktik Dehidrogenaz)Plevral sıvı LDH düzeyi eksüda-transüda ayırımında yararlı olmasına rağmen
eksüdatif sıvıların ayrıcı tanısında yararlı bir parametre değildir. Çünkü tüm
eksüdatif sıvılarda artmış olarak bulunur.LDH aktivitesi plevral sıvının
hücresel içeriği ile ilişkilidir. Hemorajik ve nekrotik materyal içeren sıvılarda
LDH düzeyi etkilenmektedir. Plevral sıvı LDH düzeyinin seri ölçümleri, tanı
konulamayan plevral sıvılarda bilgi vericidir.Tekrarlayan torasentezlerde LDH
düzeyi progresif olarak artıyorsa plevral aralıkta inflamasyonun derecesi
artmıştır ve tanıda agresif yaklaşım gerekmektedir, azalıyorsa öyle bir girişime
gerek yoktur(38).
LİPİDLERSüte benzer efüzyon varlığında santrifüjden sonra mayi bulanık kalırsa
hastada şilöz veya şiliform plevral efüzyon vardır. Şilöz veya şiliform sıvıların
tanısı için plevra sıvısı lipid içeriğinin incelenmesi gerekir. Trigliserid
miktarının 110mg/dl’nin üzerinde olması şilöz sıvılar için tanı koydurucudur.
50mg/dl’nin altındaki trigliserid düzeyi ise şilöz sıvı tanısını ekarte ettirir. 50-
110 mg/dl arasındaki değerlerde ise lipoprotein elektroforezi yapılmalıdır.
Elektroforezde şilomikronların görülmesi şilöz sıvı için
karakteristiktir,şiloform sıvılarda görülmez.Mikroskopik incelemede kolesterol
kristallerinin görülmesi ise şiliform sıvılar için tipiktir. Şiliform sıvıların
kolesterol düzeyi de 200 mg/dl’nin üzerindedir(39).
AMİLAZPlevral sıvı amilaz düzeyi pankreas hastalıklarında; akut pankreatit,
pankreas psödokisti, özofagus rüptürü ve malign olaylarda serum düzeyinin
24
üzerinde (>normal serum düzeyi ya da plevra sıvısı/serum oranı>1) saptanabilir
(40).
KREATİN KİNAZ(CK)CK-BB izoenzimi serumda çeşitli kanser türlerinde artmış olarak tespit
edilmektedir.
Adenokanserlerde ve anaplastik karsinomalı plevral sıvılı olgularda
plevral sıvıda artmış CK-BB izoenzim düzeyleri bildirilmektedir(41).
LİZOZİMDüşük moleküler ağırlıklı bakteriyolitik bir enzimdir. Tüberküloz
plörezilerinde, plevral sıvı lizozim aktivitesinin ve plevral sıvı/serum lizozim
oranının malign sıvılardakinden, konnektif doku hastalığına ve kalp
yetmezliğine bağlı sıvılardakinden yüksek olduğu bildirilmektedir(42,43).
ADENOZİN DEAMİNAZ (ADA)Adenozin deaminaz purin yıkım yolunda bulunan adenozinin inozine,
2’-deoxyadenozinin deoksyinosizine irreversibl ve hidrolitik deaminasyonunu
katalize eden bir enzimdir.Vücudun tüm doku ve sıvılarında yaygın olarak
bulunur.
Plevral sıvı ADA düzeyleri özellikle tüberküloz tanısı için
kullanılmaktadır. Tüberküloz dışında romatoid sıvılarda ve ampiyemde de
yükselebildiği gösterilmiştir(44,45).
Plevral sıvı lenfosit/nötrofil oranının 0,75’den büyük olması durumunda ADA
yüksekliğinin tüberküloz için spesifitesi artmaktadır(46).70U/L üzerindeki
plevral sıvı ADA düzeyinin romotaid artrit ve ampiyemin olmadığı durumlarda
tüberküloz için tanı koydurucu olduğu,40U/L üzerinde olmasının ise büyük
olasılıkla tüberkülozu düşündürmesi gerektiği ileri sürülmektedir(6).
25
KOLİNESTERAZGerçek kolinesteraz (asetilkolin esteraz), akciğerde ,dalakta, eritrositlerde, sinir
uçları ve beyin gri maddesinde bulunur.Sinir uçlarından salınan asetil kolinin
hidrolizinden sorumludur. Plevra kolinesterazının, serum kolinesterazına
oranına göre transüda ile eksüda ayırımı yapıldığında, eksüdalardan tüberküloz
plörezide, malign plöreziye oranla daha yüksek bulunmuştur.
HİYALÜRONİK ASİTPlevral sıvı hiyalüronik asit düzeyi özellikle malign mezotelyomalı hastalarda
artmaktadır. 0.2-0.8 mg/dl arasındaki plevral sıvı hiyalunorik asit düzeyleri
malignite dahil olmak üzere çeşitli tip eksüdalarda saptanırken;0.8mg/dl’nin
üzerindeki değerler sadece malign mezotelyomada bulunur(38,39).
TÜMÖR BELİRTEÇLERİMalign plevral sıvı tanısı, sitolojik değerlendirme ya da plevral biyopsi
örneğinde malign hücrelerin görülmesi ile konmaktadır.Bu incelemelere
rağmen %20 olguda plevral sıvının tanısı konamamaktadır. Son yıllarda malign
plevral sıvılarda tanısal duyarlılığı arttırmak için tümör belirteçleri
kullanılmaktadır.
1-Karsinoembriyojenik Antijen(CEA): Plevral sıvıların tanı ve
prognozunun belirlenmesinde en sık kullanılan belirteçlerden birisidir.
Benign-malign sıvı ayırımında CEA için sınır değerin 2.5-20 ng/ml arasında
değiştiği bildirilmektedir. Malign sıvılarda benign sıvılara göre daha yüksek
değerlerde CEA saptanmaktadır.Malign mezotelyomalı olgularda düşük CEA
düzeyleri tespit edilirken, adenokanserlerde CEA artmakta olup bu iki kanser
26
tipinin ayırımında yol gösterici bir parametre olarak kabul edilmektedir
(47,48,49).
2-Karbonhidrat Antijen 19-9(CA 19-9): Maling-benign sıvı ayırımında
düşük duyarlılığa sahip olduğu ancak akciğer kanserine bağlı plevral sıvılarda,
malign mezotelyomaya bağlı sıvılardan daha yüksek olduğu bildirilmektedir
(47,50).
3-Karbonhidrat Antijen 15-3(CA 15-3): Malign-benign sıvı ayırımında
yararlı bir parametre olduğu bildirilmektedir. Akciğer kanseri ve malign
mezotelyoma ayırımında CEA ve CA19-9’un seviyeleri normalken CA15-3
değerlerinde yükseklik saptanması halinde malign mezotelyomanın öncelikle
düşünülmesi önerilmektedir(47,51).
4- Karbonhidrat Antigen 125(CA 125): Yüksek molekül ağırlıklı bir
glikoprotein yapısında olan CA 125 embriyonik solomik epitelden köken alan
bazı hücrelerin yüzeyinden salgılanır.Malign-benign sıvı ayırımında CA 125
düzeyleri arasında fark bulunmazken bazı çalışmalarda anlamlı fark
saptanmıştır.Hakim olan görüş malign-benign sıvı ayırımında tek başına
katkısı olmadığıdır(50,55).
5- Sitokeratin 19 (CYFRA 21-1): Akciğer kanserleri başta olmak üzere
epitelyal tümörlerin hücre stoplazmasından salınmaktadır.Malign-benign sıvı
ayırımında yararlı bir tümör belirteci olduğu bildirilmektedir. Squamöz hücreli
akciğer kanserinde diğer histopatolojik tiplere göre daha yüksek seviyelerde
saptanırken, malign mezotelyomada da yüksek değerler gösterdiği ve survi
için iyi bir gösterge olduğu bildirilmektedir(47,52,53).
6-Nöron Spesifik Enolaz(NSE):Nöroendokrin kökenli tümörlerde arttığı
bilinmektedir. Ancak malign-benign sıvı ayırımında tanı değeri düşüktür(47).
27
Küçük hücreli akciğer kanserinde diğer histopatolojik tiplere göre daha yüksek
NSE düzeyleri saptanmaktadır(54).
7-Doku Polipeptid Antijen (TPA):Hücre siklusunun S ve M fazında
sentezlenmekte ve kan akımına proliferasyondan sonra salgılanmaktadır.
Antijenin konsantrasyonu, hücre bölünmesinin ve tümörün agresifliğinin bir
göstergesi olarak kabul edilmektedir.Malign-benign sıvı ayırımında yararlı
olup olmadığı konusunda değişik çalışma sonuçları mevcuttur.Malign
sıvılarda benign sıvılara göre daha yüksek TPA düzeyleri tespit edilirken bazı
çalışmalarda anlamlı bir fark bulunamamıştır(55,56).
8-Ferritin:Malign sıvılarda ferritin düzeyleri yüksek bulunmasına karşın
bazı çalışmalarda yararlı olmadığı saptanmıştır(56).
9-Total Sialik Asit(TSA):Plevrayı implante eden malign hücreler tarafından
salgılanan sialik asit plevral kapillerlerden difüzyonla plevral sıvıya
geçmektedir. TSA’nın malign-benign sıvı ayırımında yararlı olabileceğini
bildiren çalışmalar olduğu gibi fark bulamayan çalışma sonuçları da mevcuttur
(47,57).
C) PLEVRA SIVISININ MİKROBİYOLOJİK
DEĞERLENDİRİLMESİEksuda karakterindeki plevral sıvılarda ayırıcı tanı açısından mikrobiyolojik
incelemeler yapılmalıdır. Plevra sıvısı normalde steril olduğundan, santrifüj
edilen sıvıda gram, asid-fast ve fungal boyalarla bakteri-mantar saptanması
veya aerobik, anaerobik, tüberküloz veya fungal kültürlerde
mikroorganizmaların üretilmesi, plevral infeksiyonun kesin kanıtıdır. Kültür
şansını attırmak için laboratuara 100-1000ml plevra sıvısının gönderilmesi ve
sıvının santrifüj edildikten sonra sedimentin kültüre ekilmesi önerilmektedir.
28
Plevra tüberkülozunda plevral sıvıda aside rezistan bakteri boyanması %0-10
pozitifken, sıvı kültürleri %13-65 oranında pozitiftir(58,59).
PLEVRA SIVISININ SİTOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ Plevral sıvı altta yatan nedene bağlı olarak mezotel hücresi, lenfosit, eozinofil
lökosit veya nötrofil lökosit gibi hücresel elemanlardan zengindir. Tüberküloz
plevral sıvıda nisbeten karakteristik görünüm oluşturabilir.Mezotel hücre
proliferasyonu olmaksızın bol lökosit saptanması tüberküloz ile uyumlu kabul
edilmektedir. Lenfositler genelde T lenfosit niteliğindedir. Artmış T
lenfositleri immün cevaba bağlı ortaya çıkar.Tüberküloz dışında lenfoma,
sarkoidoz ve romatoid hastalıkta da lenfositoz saptanır. Eozinofil lökosit
infiltrasyonu pnömotoraks, enfarktüs, hemotoraks, fungal infeksiyonlar,
paraziter hastalıklar,ilaç kullanımı veya asbest plörezisi gibi nedenlerde
görülür.Eğer effüzyon büyük oranda plazma hücresi içeriyorsa multipl
miyelom akla gelmelidir.
Tümör hücrelerinin malign sıvıda gösterilmesi malign efüzyon tanısı
koydurur. Ancak alınan negatif sonuç tümör olasılığını ekarte ettirmez. Plevral
maligneteye bağlı efüzyonlarda ilk sitolojik incelemede %60’a varan malign
hücre görülebilir. Eğer üç ayrı sıvı gönderildiyse tanı şansı %90’a kadar
çıkabilir. Plevral sitolojilerde primer veya metastatik tümörler için belirlenen
sitolojik kriterler olmakla beraber, reaktif mezotel hücreleri tanıda yanılmalara
sebep olabilir. Çapları ve nükleusları büyüyen hücreler hem malign
mezotelyoma hem de metastatik tümörleri taklit edebilir. Plevra biyopsisi
ayrıcı tanı da yararlıdır.Ancak yine de tanı konulamayan durumlarda sitolojik
preparatlar histokimyasal ve immünohistokimyasal olarak PAS, müsikarmen,
keratin, CEA, CD15 ile boyanarak ayrıcı tanıya gidilmelidir. Keratin ile
boyanan tümörün epitelyal kökenini, müsikarmen, CEA ve CD15 pozitifliği
adenokarsinomu kanıtlar(60).
TANI KONULAMAYAN EKSÜDATİF PLEVRAL
29
EFÜZYONLARDA İNVAZİF TETKİKLERTanı konulamayan plevral efüzyonu olan hastada plevral iğne biyopsisi,
bronkoskopi, torakoskopi ve açık biyopsi yapılabilecek invazif tanı
tetkikleridir. Bunlara rağmen plevral efüzyonların %20’de hiçbir tanıya
varılamaz ve çoğunluğu da spontan olarak rezorbe olur(23).
PLEVRA İĞNE BİYOPSİSİPlevranın iğne biyopsisi ile mikroskobik ve mikrobiyolojik değerlendirme için
Cope veya Abram biyopsi iğneleriyle parietal plevradan küçük bir parça
alınması işlemidir. Plevra biyopsisi hemen daima eksüdatif plevral efüzyonu
olan ve tanısı bilinmeyen hastalarda yapılmalıdır.Transüda vasfında sıvısı olan
hastalarda çok nadiren yararlı bilgi sağlar.Tüberküloz plörezi olgularında
sıvının kültürü ile ancak %25 oranında tanı konabilirken, iğne biyopsisinin
mikrobiyolojik ve histopatolojik değerlendirilmesi ile tanı şansı %90’a ulaşır.
Malign sıvılarda sitoloji ile tanı şansı %50 iken,sıvının sitolojik incelemesi
negatif olan vakaların sadece %20’de biyopsi tanı verebilir. Bunun nedeni
malign plörezilerde daha çok visseral plevranın tutuluyor olmasıdır.
Biyopsi torasentez ile sıvı alınabilen her olguya yapılabilir;aynı zamanda
birden fazla materyal alınabilir ve gerekirse tekrarlanabilir. Plevra biyopsisinin
ana kontrendikasyonu kanama diyatezi ve antikoagulan tedavisidir.Diğer
kontrendikasyonlar;ampiyem varlığı hastayla kooperasyon kurulamaması
piyodermi ve herpes Zoster gibi lokal kutanöz lezyonlardır. Kapalı plevra
biyopsisi sonucu en sık gelişen komplikasyon pnömotorakstır(%3-15). Diğer
komplikasyonlar hemotoraks,ağrı, vasovagal reaksiyon, hipotansiyon,
hematom, ateş, ampiyem, tümör yayılımı, karaciğer, dalak, böbrek
yaralanmalarıve cilt altı amfizemdir(38,59).
30
BRONKOSKOPİDüzelme izlenmeyen ve tanı konulamayan olgularda şu durumlardan biri veya
birkaçı varlığında bu tetkikin yapılması faydalıdır.
1-Akciğer grafisi veya Bilgisayarlı Tomografi’de pulmoner infiltrasyon
varlığında
2-Hemoptizi varlığında(Genelde endobronşial lezyon varlığını
destekler.)
3-Masif plevral efüzyon varlığında(Bir hemitoraksın 3/4’den fazlasını
kaplıyorsa)
4-Mediasten sıvının olduğu tarafa yer değiştirmişse (Sıvı tarafındaki plevral
basıncın diğer tarafa kıyasla daha negatif olduğunu gösterir; muhtemelen
endobronşial lezyon mevcuttur.)
Bu dört durumdan hiçbirisi yoksa bronkoskopinin tanıya hiçbir katkısı yoktur
ve uygulanmamalıdır(6,61).
TORASKOPİ (PLÖROSKOPİ)Plevra sıvısı sitolojisi veya plevral biyopsinin iki veya daha fazla negatif
kaldığı durumlarda, hastada malignite düşündüren klinik bulgular varsa veya
hastanın semptomları giderek kötüleşiyorsa tanı sağlamak amacıyla
torakoskopi uygulanmalıdır(23,38). Torakoskopi, torakotominin maliyetini ve
morbiditesini azaltmak ve kapalı plevra biyopsisinin sensivitesini arttırmak
amacıyla son zamanlarda gündeme gelmiştir. Rijid ya da fiberoptik
bronkoskop ile göğüs boşluğuna girip tüm plevra görülebilir. Visseral
plevradan biyopsi olanağı verir ve frozen section uygulanabilir(23).Son
yıllarda video destekli torakoskopi yöntemi tercih edilmektedir. Torakoskopi
ile malign plevral efüzyon tanı oranı %92’dir. Bir avantajı da girişim
esnasında plöredez uygulanmasıdır. Torakoskopinin mutlak
kontrendikasyonları ileri derecede plevral yapışıklıklar olması ve tek
akciğerin solunumu tolere edemediği olgulardır. Bunun dışında diğer
kontrendikasyonlar plevral efüzyona bağlı olmayan hipoksemi, ateş, kontrol
31
edilemeyan öksürük, ve düzeltilememiş kanama diatezidir.Bu işlemin
komplikasyonları ise nadir görülen ölümdür(%0,012).Bunun dışında işlem
sonrası ateş (%10-20), işlem yerinde lokal infeksiyon(%2), uygun olmayan
teknik ile trokarın pulmoner parankimi perfore etmesi, geçici hipotansiyon,
taşikardi, aritmi, amfizem,ampiyem,cilt altı amfizem ve mediastinal amfizem
olarak sayılabilir. Geç bir komplikasyon olarak da tümör hücrelerinin
implantasyonu (mezotelyomada) ortaya çıkabilir(60).
AÇIK PLEVRA BİYOPSİSİKapalı plevra biyopsisi ve torakoskopik girişim ile tanı konulamadığında
torakotomi ile açık plevra biyopsisine başvurulur(23,36).Genel anestezi altında
uygulanır.Direk gözlemle geniş görüş alanı sağlaması, en uygun yerlerden
biyopsilerin alınmasına imkan vermesi, gerektiğinde cerrahi müdahale şansı
vermesinden dolayı özellikle malign mezotelyoma şüphesi olan ve tanı
konulamayan vakalarda kullanılmaktadır(26).
AKUT FAZ YANITI (AFY)Akut faz yanıtı; doku hasarı, infeksiyon ve travmaya karşı konakçının bir dizi
inflamatuvar yanıtıdır ve ateşe neden olan pirojenik sitokinler aracılığı ile
olmaktadır(62). Görevi; patojenleri izole ve nötralize etmek, doku hasarını
minimuma indirerek başka patojen girişini engellemek, onarımı başlatmak ve
böylece konakçı homeostatik mekanizmalarının hızlı bir biçimde normal
fizyolojik fonksiyonu kazanmasını sağlamaktır(63,64).
Bakteriyel, daha az oranda viral infeksiyonlar, travma, malign neoplasmlar,
yanıklar, doku infarktları, immunolojik ve inflamatuar olaylar, yoğun egzersiz
ve doğum AFY’na neden olan uyarılardır(62). Gizli infeksiyonu ya da
romatoid artrit, Crohn hastalığı, otoummin hastalıklar gibi kronik hastalığı
olanlarda da akut faz değişikliklerine rastlanabilir.Akut faz değişiklikleri
sessiz hastalık veya bazı kanserlerin (renal cell karsinom ve hodgkin hastalığı
32
gibi) belirtisi de olabilir.Hastalığın lokalize veya jeneralize doğasından
bağımsız olarak, akut faz yanıtı genel bir konakçı reaksiyonudur(65).
İnflamatuar kaskadın başlatılması, inflamatuar uyarı bölgesindeki doku
makrofajları ve aktive kan monositleri aracılığıyla olmaktadır. Aktivasyonla
makrofajlar IL-1 ve TNF salgılarlar. Bunlar, lokal stromal hücrelerden ikincil
sitokin ve kemokinlerin (Örn:IL-6, IL-8 ve Monosit Kemoatraktan Protein)
salınımına yol açar.Bu moleküllerin kemotaktik aktiviteleri lökositleri
inflamasyon bölgesine çeker.Lökositler proinflamatuar sitokinleri salgılamaya
başlar(66).
AFY başlıca karaciğer protein sentezindeki metabolik değişiklikleri
içermesiyle birlikte, diğer organ sistemlerinde de hematolojik (lökositoz,
trombositoz, eritropoieziste azalma), endokrinolojik, nörolojik ve immünolojik
disfonksiyonlara neden olan değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler,
infeksiyon veya yaralanmayı takiben saatler(8 ile 12 saat) veya günler içinde
meydana geldiklerinden ‘’akut’’olarak isimlendirilmiştir. Ancak bazı akut faz
değişiklikleri kronik hastalık göstergesi de olabilir.Akut yanıtta oluşan hepatik
proteinler sağlıklı bireylerde oluşmaz. C-reaktif protein bir akut faz yanıtı
göstergesidir ve hastalık belirteci olarak kullanılabilir(65)(şekil 1).
33
Şekil 1. İnflamasyon
sırasında akut faz proteinlerinin
sentezlenmesi.
Akut faz karaciğer proteinleri,glikoproteinler ve globulinlerin plazmada
artması,eritrosit sedimantasyon hızının artışına yol açar.Karaciğer tarafından
üretilen bir çok proteinlerin seviyelerinde artış olmasına rağmen, hepatik
albumin sentezi azalır.Glukoneogenez artar, enerji tüketimi ve kas yıkımı olur
Bu da kilo kaybına yol açar. Uyku hali ve laterji sıklıkla görülen klinik
yakınmalardır.
Olgunlaşmamış dolaşan nötrofillerle karakterize lökositoz sıktır.Yeterli demir
depolarına rağmen anemi gelişir. Bu tümör nekroz faktörün (TNF)
hematopoez üzerinde süpresif etkisinden dolayıdır. Hipergamaglobilinemi,
akut faz yanıtının bir komponentidir ve interlökin-6 (IL-6) tarafından
düzenlenir. IL-6 aynı zamanda hepatik akut faz proteinleri sentezini de
indükler, B lenfosit gelişmesi ve farklılaşması için potenttir.Akut faz
proteinlerinin yükseldiği hastalarda çeşitli sistemlerle ilgili değişiklikler Tablo
2’de özetlenmiştir(67).
34
• Ateş
• Kortikotropin ‘releasing’hormonda artış
• İştahsızlık, şuur bozukluğu, halsizlik
• Kronik hastalık anemisi
• Çocuklarda büyümede azalma ve kas atrofisi
Tablo 2. İnflamatuar cevapta olabilecek sistemik değişiklikler
AKUT FAZ PROTEİNLERİ Akut faz proteinleri, akut veya kronik inflamatuvar olay sonucunda
artmış olan sitokinlerin, başlıca İnterlökin (IL)-6’nın etkisi ile en çok
karaciğerden salgılanan çeşitli proteinlerdir. Bunlar arasında, fibrinojen, C-
reaktif protein (CRP), haptoglobin, komplemanlar, seruloplazmin, ferritin ve
serum amiloid A sayılabilir(Tablo3). Bu akut faz proteinleri,inflamatuvar
durumlarda arttığından pozitif akut faz proteinleri olarak da
adlandırılır.İnflamatuvar durumlarda serumdaki seviyeleri azalan albumin,
transferrin, transtyretin gibi akut faz proteinleri ise negatif akut faz proteinleri
denilir(65).
(+)Akut Faz ProteinleriCRP Ferritin SAA(serum amiloid-A) Fosfolipaz A2Haptoglobin Plazminojen aktivatör inhibitörü
α1−Asit glikoprotein α2-Makroglobulinα1-Proteaz inhibitörü HemopeksinFibrinojen Pankreatik sekretuar tripsin inhibitörüSeruloplazmin İnter-α proteaz inhibitörüKompleman(C3,C4) Mannoz bağlayan proteinC1-esteraz inhibitörü Lipopolisakkarit bağlayan proteinC4b-Bağlayan protein Fibronektin
35
(-) Akut Faz Proteinleri Albumin TranstyretinTransferin α2-HS glikoprotein
Tablo 3. Akut faz cevabında düzeyleri değişen proteinler
Akut faz proteinlerinden seruloplazmin, inflamatuvar uyarıyla %50 artarken,
CRP binlerce kat yükselebilir. Pratikte akut faz cevabını değerlendirmek için
eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve CRP testleri kullanılmaktadır.Bu testler
bir çok hastalıkta yüksek olarak bulunur(Tablo 4). ESR ve CRP tamamen
normal sınırlarda olan kişilerde, önemli iltihabi hastalık genellikle yoktur.
ERİTROSİT SEDİMANTASYON HIZI (ESR) Akut faz cevabı ölçmek için kullanılan,basitçe yapılabilen,yaygın olarak
kullanılan bir testtir.Bu yöntem için 1.6 ml kan alınıp 0.4 ml %38’lik sodyum
sitrat solusyonu ile karıştırılmakta ve 200 mm’lik sedimentasyon pipetine
çekilip pipet dik olacak şekilde oda sıcaklığında bir saat bekletilmektedir.
Plazma ile şekilli elamanların sınırındaki milimetre olarak ölçülen değer,
ESR’nı vermektedir.Eritrositlerin çeperleri normal olarak negatif yüklüdür ve
birbirlerini itmektedir.Fibrinojen başta olmak üzere artan akut faz proteinleri,
eritrositlerdeki negatif yükleri değiştirir, eritrositlerin birbirlerini çeker
duruma gelmesiyle ESR hızlanır.
Normal ESH erkekler için < 15 mm/saat, kadınlar için <20 mm/saattir. Bu
değerler yaşlanma ile daha da yükselir.Teknik hatalar, anemi, gebelik, azotemi
ve kolesterol yüksekliği gibi durumlarda ESR inflamasyon olmadan da
yükselebilir. Polisitemi, eritrosit şekil bozuklukları, safra tuzlarında yükseklik,
steroid olmayan antiinflamatuar ilaç kullanımı ve kalp yetmezliği ESH’nı
düşürebilir. ESH, CRP ile birlikte yükselebilir(69).
C-REAKTİF PROTEİN(CRP)
36
CRP’ye bu ismi, Streptococcus Pneumoniae’nın C- polisakkaridini presipite
edebildiği için almıştır. CRP, enfeksiyonun, travmanın, inflamatuar
romatizmal ve malign hastalıkların yol açtığı inflamasyonu en iyi gösteren
testtir(Tablo4). Salınımı esas olarak karaciğerde, inflamasyon olan dokudan
salgılanan sitokinlerin(en önemlisi IL-6) etkisi ile gerçekleşir. CRP ölçümü
özgül olmayan, inflamasyonu gösteren bir test olmasına karşın,bazı
hastalıkların tanısında, riskinin belirlenmesinde ve izlenmesinde çok
önemlidir.
CRP her biri 206 aminoasitten oluşan, birbirine kovalen olmayan şekilde bağlı
beş adet alt üniteden (protomerden) meydana gelir(şekil 2).
Şekil 2 insan crp’nin morfolojik ve moleküler yapısının görünümü
Bu şekilde beş alt üniteden oluşan proteinlere pentraksinler denilir.CRP’nin
yanı sıra serum amiloid-A (SAA) proteini de bu gruba dahildir(69).
Sağlıklı genç bireylerde serum CRP düzeyi ortalama 1mg/L’dir.Yaşlanma ile
CRP’nin normal kişilerdeki ortalama değeri 2.0 mg/l’ye çıkar. CRP kadınlarda
erkeklerden biraz daha yüksektir.Sağlıklı bireylerin %90’da CRP<3.0 mg/l
olarak saptanır(70). CRP inflamasyonu çok iyi kantite eder. Dolaşımdaki
CRP’nin hemen tamamı hepatositlerden salgılanır. İnflamasyondan sonra kısa
sürede yükselmeye başlayıp, 6 saat sonra CRP düzeyi >5 mg/L olur.CRP 48
saatte maksimuma ulaşır.CRP’nin yarı ömrü 19 saat kadardır(71). Hastalıklı
ve sağlıklı kişilerde CRP’nin yarı ömrü değişmez.Bu nedenle CRP yüksek
olan bir kişide, ertesi gün CRP düzeyinde değişiklik olmazsa, CRP’nin
yükselmesine yol açan inflamatuvar durumda değişiklik olmamıştır diye
37
yorum yapılır.İnflamatuvar neden ortadan kalktığında CRP düzeyinde, diğer
akut faz proteinlerinden daha hızlı bir azalma olur.Yarı ömrü 19 saat
olduğundan, inflamatuvar neden ortadan kalkmışsa, CRP düzeyinin ertesi gün
belirgin olarak azalması beklenir(62).
CRP ölçümü için; 1965’te radyal immünodiffüzyon, 1978’de elektro
immünodiffüzyon, 1981’de hız nefelometrisi, 1989’da turbidometri, 1984’te
ELISA(Enzyme-linked Immunosorbent Assay)kullanılmıştır.Ticari olarak
temin edilebilen metodlardan nefelometri ve türbidometri klinikte yaygın
olarak kullanılmaktadır(62).
CRP yaşla birlikte bir miktar yükselmektedir. Ancak akut inflamatuvar
hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan yükselmeler hariç tutulacak olursa,CRP
düzeyleri genel olarak stabildir.Yani sağlıklı bir kişide CRP 2mg/L ise daha
sonra yapılan kontrol ölçümlerde de CRP bu düzeylerde saptanır.
CRP’de mevsimsel değişiklik, diürnal varyasyon olmaz, açlık veya toklukla
düzeyi değişmez. Ayrıca CRP’nin ölçümü eritrositlerin şekil ve sayısından,
immunglobin seviyelerinden, renal fonksiyondan etkilenmez. Ancak
karaciğerden sentezlendiğinden, karaciğer yetmezliği olanlarda beklenenden
daha az yükselebilir(72).
Eş yumurta ikizlerinde benzer CRP düzeyleri saptanmaktadır.Bu nedenle
sağlıklı bireyler arasındaki CRP düzeylerinde görülen farkların genetik yapı
ile ilişkili olduğu düşünülmektedir(73).
Çok sayıda araştırmaya rağmen, CRP’nin in vivo biyolojik fonksiyonu ve
önemi hala tam olarak anlaşılamamıştır.İn vitro deneylerin sonuçlarına
dayanarak, CRP’nin konak savunmasında ve doku onarımında rolü olduğu
sonucuna varılabilir.
CRP, kalsiyum bağımlı olarak çeşitli ligandlara bağlanabilir.Bunların en
önemlisi, bakterilerin, mantarların ve parazitlerin hücre duvarında bulunan C-
polisakkaritlerin parçası olan fosforilkolindir ki bu aynı zamanda insan hücre
duvarındaki fosfolipidlerin de bileşenidir. Ek olarak histonlara ve U1 küçük
ribonükleoproteine de bağlanabilir. Bağlanma sonrasında, CRP-ligand
38
kompleksi presipitasyon ve klasik yoldan kompleman aktivasyonu gibi bir
dizi reaksiyona sebep olabilir. Birikmiş CRP; LDL ve VLDL’ye bağlanır.
CRP monosit ve nötrofillere de bağlanır. Ayrıca süperoksit üretimini, nötrofil
kemotaksisini, PAF(Platalet-activating factor) aracılığı ile trombosit
agregasyonunu inhibe ettiği gösterilmiştir(62).
CRP viral infeksiyonlarda genellikle hafif yükselir.Bakteriyel infeksiyonlarda
ise CRP genellikle belirgin yüksektir.Erişkinde CRP>100mg/L ise,%80-85
ihtimalle bakteriyel infeksiyonu vardır(74).Bakteriyel infeksiyonlarda verilen
antibakteriyal tedavinin etkinliğini izlemede kullanılmaktadır.
Hodgkin dışı lenfoması bulunan hastalardan CRP düzeyi >29mg/L
olanlar,CRP düzeyi <10 mg/L olanlara göre daha kötü prognoz göstermektedir
(78).
39
A)-CRP’nin belirgin arttığı durumlar
1- infeksiyonlar
• Bakteriyel infeksiyonlar• Sistemik mantar
infeksiyonları• Sistemik viral infeksiyonlar
2- İnfeksiyonların allerjikreaksiyonları
• Akut Romatizmal Ateş• Eritema Nodozum
3- İnflamatuar romatizmalhastalıklar
• Romatoid artrit• juvenil kronik artrit• Spondiloartropatiler• Sistemik vaskülitler• Polimiyalji romatika• Ailevi Akdeniz Ateşi• Crohn hastalığı
4- Nekrozun olduğu durumlar
• Miyokard infarktüsü• Tümör nekrozu• Akut pankreatit
5- Travma
• Cerrahi• Yanık• Kırık
6- Malign Hastalıklar• Lenfoma• Karsinom • Sarkom
B)-CRP’nin Artmayabileceğiinflamatuar durumlar
• SLE• Dermatomiyozit• Skleroderma• Ülseratif Kolit• Lösemi• Graft-Versus Host
hastalığı
C)-CRP’yi hafif arttıran kronikdurumlar
• Şişmanlık• Metabolik sendrom• Diabetes mellitus• Oral kontraseptif kullanımı• Oral hormon replasman
tedavisi• Periodontal hastalık• Sigara içimi
D)-CRP’yi azaltan kronik durumlar• Alkol alımı• Egzersiz• Statinler
Tablo 4. CRP’yi etkileyen durumlar(69).
40
DİĞER AKUT FAZ PROTEİNLERİ SAA(SERUM AMİLOİD-A):Rutin olarak ölçülemeyen akut faz
proteinidir.Hakkında CRP’ye oranla daha az bilgi mevcuttur.CRP gibi
inflamasyonla serum seviyesi çok yükselir.Salgılandıktan kısa süre sonra,
HDL ile bağlanarak, kolesterol metabolizmasında rol oynar. SAA
inflamasyondan sonra sekiz saatte yükselir, 24 saatte maksimum olur, 48
saatten sonra azalmaya başlar. Fagositik hücrelerin ve lenfositlerin
adezyonunu ve kemotaksisini arttırır(68).
KOMPLEMANLAR:Serumda eriyebilen kompleman komponentleri başlıca
karaciğerde sentezlenir,hemen hepsi akut faz reaktanıdır.İnflamasyonun artımı
ve devamı yönünde fonksiyon görür.Kemotaksisi arttırır, inflamasyon
bölgesinde eksüdasyonu fazlalaştırır ve infeksiyöz ajanların opsonizasyonuna
yol açar(68).
FİBRİNOJEN:Homeostaziste, doku tamirinde ve yara iyileşmesinde büyük
rol oynayan oldukça yararlı bir plazma proteinidir.İki adet birbiriyle özdeş
disülfit bağlarıyla bağlı subunitten oluşur.
HAPTOGLOBİN: Polimorfik yapıda bir glikoprotein olup hemoliz sonrası
açığa çıkan Hb ile bağlanır.
α1-ANTİTRİPSİN:Glikoprotein yapısında, tek bir polipeptid
zinciridir.Nötrofil elastaz, pankreatik tripsin, kimotripsin, nötrofil katepsin G,
trombin, plazmin, kallikrein ve kollejenazların içinde bulunduğu pek çok serin
proteazları inhibe eder.
SERULOPLAZMİN:Tek zincirli, 1046 aminoasitli bir glikoproteindir.
Antioksidan etki başlıca ferrooksidaz aktivitesine bağlı olup, lipid
peroksidasyonu sırasında H2O2’den hidroksil radikallerinin oluşumunu
41
önler.Ayrıca bakır iyonunun stimüle ettiği reaktif oksijen radikallerinin
oluşumunu inhibe eder(67).
TÜBERKÜLOZ PLÖREZİPlöreziye yol açan başlıca etkenlerden biri Mycobacterium Tuberculosis
enfeksiyonudur. Ülkemizde eksüdatif plevral efüzyonların en sık
nedenidir.Ülkemizde tüberkülozlu olguların yaklaşık %10’nunu tüberküloz plörezi
oluşturmaktadır. Askerlik çağındaki gençler arasında ülkemizde yapılan bir
çalışmada akciğer ve plevra tüberkülozlu olguların %20’ni plörezililerin
oluşturduğu saptanmıştır(30). Tüberküloz plörezi daha çok gençlerde görülmekle
birlikte gerek ülkemizde gerekse endüstrisi gelişmiş ülkelerde yaş ortalaması
giderek artmaktadır(60). Bu da plevral efüzyona neden olabilecek hastalıkların
tanısında güçlük yaratabilir(58).
Tüberküloz basilinin plevraya ulaşma ve Tüberküloz plörezi oluşturma
mekanizmaları şu şekilde özetlenebilir;
1-Akciğer parankimindeki subplevral odaktan direkt yayılım:
a)-Primer kompleksin akciğer kompenentinden yayılım
b)-Subplevral yerleşimli kavitenin plevraya açılması
2-Hilus lenf bezlerinden direkt yayılım
3-Hematojen yayılım
4-Komşu dokulardan (Mediastinal soğuk abse, vertebra ve Kosta tüberkülozu)
direkt yayılım
Bunlar içerisinde en çok sorumlu tutulan subplevral tüberküloz odağının plevraya
açılmasıdır.Bu odak büyük olasılıkla primer kompleksin akciğer parankim
komponentidir(30). Bu sırada plevral aralığa geçen mikobakteriyel ajanların
başlattığı gecikmiş hipersensivite reaksiyonu da temel immunolojik
mekanizmadır.Plevral sıvıda çoğunlukla mikobakteriyal kültürlerin negatif olması
bu mekanizmayı destekler.
Tüberküloz plörezi primer infeksiyonun erken komplikasyonu olabildiği gibi,klasik
reaktivasyon tüberkülozu formuna eşlik edebilir.
42
Tbc plörezinin oluşmasında, nötrofillerin anahtar rol oynadıkları bilinmektedir.
Plevral sıvıda ilk 24 saat içerisindeki dominant hücre grubu nötrofillerdir. Bu
hücreler monosit kemotaksisini sağlayarak kan monositlerinin plevral aralıkta
toplanmasını sağlarlar ve granuloma formasyonuna katkıda bulunurlar. Üçüncü
günden sonra lenfositler efüzyonda dominant hücre durumuna geçerler.
Lenfositlerin büyük çoğunluğu T lenfositlerdir. CD4/CD8 (hepler/supressor) oranı
plevra sıvısında ortalama 4.3, periferik kanda ise 1.6’dır. Tüberküloz proteinlerinin
plevral aralığa geçerek başlattığı gecikmiş tipte hipersensivite reaksiyonunun,
serum proteinlerine karşı plevral kapillerlerin geçirgenliğini arttırdığı ve böylece
plevral sıvının onkotik basıncının artmasına ve sıvının birikmesine neden olduğu
düşünülmektedir. Bunun yanı sıra tbc plörezide plevradan protein klirensinin
azaldığı da bilinmektedir. Plevradan sıvı ve protein klirensi parietal plevradaki
stomatalar ile lenfatikler aracılığıyla olmaktadır.Parietal plevranın diffuz bir şekilde
tutulmasına bağlı olarak oluşan stoma hasarı ya da obstrüksiyonu plevral sıvının
birikmesine yol açtığı düşünülmektedir(6,75).
Tüberküloz plörezide basil sayısı azdır ve tedavi edilmeyen olgular 2-4 hafta içinde
spontan bir şekilde rezulosyona uğrarlar.Bu tür hastaların yaklaşık %65’de 5 yıllık
süre içerisinde aktif akciğer tüberkülozu yada akciğer dışı tüberküloz formlarının
geliştiği belirlenmiştir(6,76).
Tüberküloz plörezi klinik olarak akut, subakut ve kronik hastalık olarak karşımıza
çıkabilir. Genellikle sinsi başlangıçlıdır. Akut başlangıçlı olgular, bakteriyel
pnömoniyi taklit eder şekilde prodüktif öksürük, yüksek ateş ile başvururlar.
Subakut başlangıçlı olgular ise daha hafif yakınmalar ile başvurur ancak çekilen
akciğer filmi ile plevral efüzyon görülebilir. En sık semptomlar ise öksürük ve
göğüs ağrısıdır.Öksürük altta yatan parenkim tüberkülozu ile birlikte değilse
nonprodüktiftir. Ateş(37.8oC-39.4oC), dispne, titremeler, kilo kaybı, halsizlik
ilerlemiş hastalıkta daha sıklıkla görülür ve altta yatan parenkim hastalığını
yansıtabilir(76,77). Fizik muayenede yüksek ateş, plevra frotmanı, plevra sıvısı
bulguları ve plöretik sulf(bronşial ses) saptanabilir.
43
Plevral effüzyon genellikle tek taraflıdır ve orta derecede bir efüzyondur.Daha
sıklıkla sağ hemitoraksta görülür.Bilateral tüberküloz efüzyonları genellikle
nadirdir ve dissemine veya periton tüberkülozunu düşündürür.Tbc plörezili
hastaların yaklaşık yarısında, birlikte parankim tutulumu da bulunmaktadır.Bu
nedenle standart grafilerde parankim lezyonu bulunmayan olguların Toraks BT ile
incelenmeleri gerekebilir. Olguların % 95’de seröz veya serofibrinojenöz, %
10’dan azında ise serohemorajik plevra sıvısı toplanır.Tbc plevra sıvısı daima
eksüda özelliğinde olup protein miktarı %4 mg/dl’den fazladır(30). Glukozun
düşük olduğu görülse de çoğunlukla 60mg/dl’nin üzerindedir. Plevral boşluktaki
aktive T lenfositlerin, makrofajları uyarmasıyla TNFα ve IL-1, T lenfositlerden de
IFN-γ ve IL-2 üretimiyle plevral sıvıda bu maddeler artmıştır. Lizozim yüksektir.
IFN ve IL ölçümü akademik çalışmalarda kullanılmaktadır.ADA rutinde
kullanılmaktadır.Plevra sıvısındaki değerin serumdaki değere bölünmesiyle elde
edilen değer 1.5’in üzerinde ise tanı koydurucudur.Sıvıda ADA’nın 40U/L’nin
altında olması tanıyı kesinlikle reddettiği söylenmektedir(60).
Plevra sıvısında ARB(Aside rezistan basil) teksifle %2-10 oranında
gösterilebilirken kültürde bu oran %10-70’e yükselmektedir.Tbc plörezide
bakteriyolojik kanıtı güçlendirmek amacıyla parietal biyopsi materyalinin kültüre
edilmesi gerekir.Biyopsinin kültür pozitifliği, %50-80 arasında bildirilmiştir.Tbc
plörezi tanısında en güvenilir yöntem parietal plevra biyopsisinin histolojik
incelemesidir. Biyopside granülomatöz iltihap bulunma olasılığı %50-85
arasındadır.Histolojik olarak granülom saptanan biyopsi materyalinde ARB kültür
pozitifliği granulomsuzlara göre daha sıklıkla saptanır (30).Plevral sıvıda ve
balgamda PCR ve diğer DNA testlerinin güvenilirliğinin az olduğuna
inanılmaktadır(60).
Tüberküloz plörezide gecikmiş hipersensivite reaksiyonu primer sorumlu olmasına
rağmen,tüberküloz plörezili hastaların üçte birinde PPD(+) bulunmuştur(15). Altı
sekiz hafta içinde pek çok hastada deri testi pek çok hastada pozitifleşir.PPD
negatifliği akut dönemde dolaşımdaki süpresör mononükleer hücrelerin periferik
kan ve derideki T lenfositleri baskılamasıyla açıklanmaktadır.Ülkemizde PPD
44
negatifliği %15’tir.PPD pozitifliği ve plevral sıvıda lenfosit hakimiyeti olan
hastanın tüberküloz olabileceği düşünülmektedir.PPD negatifliği tüberkülozu
ekarte ettirmez(30,79).
45
MATERYAL VE METOD
Çalışmaya Mart-Aralık 2004 tarihleri arasında Heybeliada Göğüs Hastalıkları
ve Göğüs Cerrahisi Merkezine başvuran 72 plevral efüzyonlu hasta alındı.
Plevral efüzyon tanısı fizik muayene, PA akciğer grafisi ve bazı hastalarda
USG ile konuldu.Her hastalık grubu için etyolojik tanı kriterleri aşağıdaki gibi
belirlendi.
Tüberküloz Plörezi:Plevra sıvısı örneğinde,tüberküloz basilinin saptanması
ve/veya plevra sıvısında üretilmesi,ve/veya plevra biyopsi örneğinde kazeifiye
granülomatöz iltihap saptanması ile tanı konuldu.
Konjestif Kalp Yetmezliği(KKY):Göğüs radyografisinde büyümüş kalp
gölgesinin saptanması, EKO’da kalp yetmezliği tespiti, dolgun juguler venler,
periferik ödem, ventriküler gallop saptanması, kalp yetmezliği tedavisine
cevap alınması şartları arandı.
Malign Plevral Efüzyon:Plevra sıvısı veya biyopsisinde veya lenf biyopsisi
veya VATS ile malignitenin histolojik veya sitolojik olarak gösterilmesi ile
tanı konuldu ve primer odak araştırıldı.
Nonspesifik plevrit:Eksüda niteliğinde plevra sıvısı olup, yapılan plevra
biyopsisinde histolojik olarak tanı konuldu.
Çalışmaya alınan hastalara klinik ve radyolojik muayeneden sonra torasentez
yapıldı. Torasentez bölgesi muayene masasında, oturur pozisyondaki hastada
posterior ve posterolateral göğüs duvarı üzerinde matitenin en fazla olduğu
bölgeden, radyolojik ve oskültasyon bulguları da dikkate alınarak tespit edildi
ve arkada kostalar üzerinden, önde iki kosta arasından 40 cc plevral sıvı
alındı. Hastalardan eş zamanlı olarak kan örnekleri alındı.Hemolize veya
lipemik numuneler çalışmaya alınmadı. Parçacık veya fibrinli numuneler
46
bunlardan uzaklaştırılmaları için 3000 devirde, 10 dakika Nüve santrifüj
cihazı ile santrifüje edildi.Santrifüj üst kısımlarından mayiler alındı. Bu
serum ve plevra sıvısı örnekleri CRP çalışılmak üzere -20oC’de 3 ay
bekletildi.CRP çalışılmadan önce plevral sıvılar ve serumlar oda ısısında
bekletilerek çözülmesi beklendi.Oda ısısına getirildikten sonra (Tokyo Boiki
24i Prestige Japan) otoanalizörle tribidimetrik yöntemle çalışıldı.
Reaktif CRP-Turbilateks aglutinasyon testi, insan serumu veya plazmasındaki
CRP’nin ölçümü için tasarlanmış kantitatif bir tribidimetrik testtir. Spesifik
insan anti-CRP’siyle kaplanmış lateks parçacıkları,CRP ihtiva eden
numunelerle karşılaştırıldığında aglutine olur. Aglutinasyon, hasta numunesi
muhteviyatındaki CRP’ye bağlı olarak bir absorbans değişikliğine neden olur
ki bu,bilinen CRP konsantrasyonlu bir kalibratörden karşılaştırma ile
ölçülebilir.
Çalışma prosedürü;çalışma reaktifi ve fotometre 37oC’ye getirildi.Test
koşulları; Dalga boyu 540 nm, ısı 37 oC, Kuvet ışık yolu 1cm idi. Cihaz distile
su ile sıfıra ayarlandı. Küvetin içine pipetle ; standart tüpe 5 µL standart,
numune tüpüne 5 µL numune konup, üzerlerine 1000 µL çalışma reaktifi
kondu ve karıştırıldı.Hemen A1 (Absorbans) ve 2 dakika inkübe edildikten
sonra A2 (Absorbans)değerleri bulundu. Blank karşısındaki absorbsansı
ölçüldü.Şu formüle göre hesaplamalar yapılarak sonuçlar mg/lt olarak
kaydedildi.
(A2-A1) numune x Kalibratör konsantrasyonu = mg/lt CRP(A2-A1) kalibratör
Serum içinCRP 0-6 mg/dl Plevra için 0,0 değer aralığı kabul edildi.
Eş zamanlı alınan kan örneklerinde biyokimyasal parametreler; glukoz, total
protein, albumin, laktik dehidrogenaz (LDH), kolesterol hem serumda hem de
plevral maide çalışıldı.
Alınan plevral sıvının bir kısmından ise transüda eksüda ayırımı Lıght
kriterlerine göre eş zamanlı alınan kan örnekleri ile kıyaslanarak yapıldı.
47
Bu kriterlerden hiç birinin olmaması halinde transüda, birinin bile olması
halinde eksüda olarak değerlendirildi.
İSTATİSTİKSEL İNCELEMELER
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için
SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı
kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel
metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin
karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası
karşılaştırmalarında student t testi kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında ise Mann Whitney U test
kullanıldı. Crp değerlerinin cut off noktalarını saptamada ise ROC Curve
analizi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0,05
düzeyinde değerlendirildi.
48
Plevra CRP Duyarlılık ÖzgüllükPozitif
kes.değ.Negatifkes.değ. Doğruluk Göreceli risk
≥15 69,77 48,28 66,67 51,85 61,11 1,38
≥20 58,14 55,17 65,79 47,06 56,94 1,24
≥23 53,49 55,17 63,89 44,44 54,17 1,15
≥25 48,84 62,07 65,63 45,00 54,17 1,19
≥27 44,19 62,07 63,33 42,86 51,39 1,11
≥33 41,86 72,41 69,23 45,65 54,17 1,27
≥38 37,21 72,41 66,67 43,75 51,39 1,19
≥43 37,21 79,31 72,73 46,00 54,17 1,35
≥46 34,88 79,31 71,43 45,10 52,78 1,30
≥50 30,23 82,76 72,22 44,44 51,39 1,30
≥56 27,91 82,76 70,59 43,64 50,00 1,25
49
BULGULAR
Çalışma Mart-Aralık 2004 tarihleri arasında Heybeliada GöğüsHastalıkları Hastanesine başvuran toplam 72 olgu üzerindeyapılmıştır.
Kliniğimize başvuran plörezi’li 43 hastanın 36’da, Cope biyopside alınan
materyalin patolojik incelemesi sonucu kronik granulomatöz inflamasyon
olarak bulundu. 2 hastanın balgam ARB (+) idi.5 hastaya ise torasentez yapıldı
ancak biyopsi sıvı yetersizliği sebebiyle yapılamadı.Bu hastalar; temas öyküsü,
PPD(+)’liği, klinik ve radyolojik bulgular göz önüne alınarak spesifik tedavi
başlanan ve 6 ay süren takiplerinde efüzyonda belirgin regresyonu olan ve
iyileşen hastalardı.
Nonspesifik Plörezi tanısı alan 10 hastadan 5 hastaya Cope biyopsi
yapıldı.Patolojik incelemede kronik inflamasyon tespit edildi. Diğer 5 hastaya
ise torasentez yapıldı ancak sıvı yetersizliği sebebiyle biyopsi
yapılamadı.Temas öyküsü olmayan hastaların PPD(-) idi.Klinik ve radyolojik
olarak başlanan nonspesifik tedaviyle takiplerinde iyileşen hastalardı.
Dressler sendromu tanısı alan 2 hastanın anemnezlerinde birinin bir ay
öncesinde Bypass operasyonu geçirdiği, diğerinin ise 3 hafta önce akut
miyokard infarktüsü geçirdiği yapılan muayene ve tetkiklerinde başka bir
sebep bulunamayan ve halen iskemik kalp hastalığı tedavisi devam eden
hastalardı ve verilen nonsteroid antiinflamatuar tedaviyle takiplerinde
iyileşmişlerdi.
Malign Plevral efüzyonlu hastaların tanıları uygulanan VATS,
Supraklavikular Lenf bezi biyopsisi ve Cope biyopsi ile histopatolojik olarak
konuldu. Akciğer Ca tanısı konan 5 hastanın 3’ü Adenoca, 1’i Squamöz Ca,
1’i de Küçük hücreli Ca idi.Diğer hastaların 2’si Malign epiteloid
mezotelyoma, 2’si Malign Lenfoma, 1’si Pankreas Ca metastazı idi.
Sadece 6 hastada transuda vasfında plevral mayi varken geri kalanın tümünde
sıvı exuda vasfında idi.
Sıvıların hepsinde de lenfosit hakimiyeti vardı.
50
Olguların yaşları 15 ila 75 arasında değişmekte olup ortalama yaş
38,44±19,80’dir.
Olguların 41’i (% 56,9) erkek; 31’i (% 43,1) kadındır. 43’ü (% 59,7) Tbc
plörezi tanısı almış olgular; 29’u (% 40,3) Nonspesifik plörezili olgulardı.
Ort SDYaş (yıl) 38,44 19,80
n %Ci
ns
Erkek 41 56,9Kadın 31 43,1
Ta
nı
Tbc Plörezi 43 59,7Nonspesifik Plörezi 29 40,3
Nonspesifikplevrit
12 16,0
KY 7 9,3Dressler Sendromu 2 12,7
Malignite 11 14,7Exuda 69 92,0
Transuda6 8,0
Tablo 5: Olguların demografik özelliklere göre dağılımı
Erkek56,9%
Kadın43,1%
Şekil3: Olguların cinsiyet dağılımı
51
SvOutPlaceObject
Şekil 4: Tanılara göre olguların dağılım
Tbc plöreziNonspesifik
plöreziOrt SD Ort SD
p
Plevrada
CRP43,03 41,42 25,45 26,51 0,032*
Serumda
CRP77,22 57,95 76,99 57,58 0,778
Pl/S CRP 0,53 0,22 0,37 0,240,009*
*
* p<0,05 anlamlı ** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Tablo 6: CRP ölçümlerinin tanılara göre dağılımı
52
Tanılara göre plevrada bakılan CRP değerleri istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermektedirler (p<0,05); Tbc olgularının plevradaki CRP değerleri
anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur.
Serumda bakılan CRP değerleri tanılara göre anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0,05).
0
20
40
60
80
100
120
140
160
Plevrada CRP Serumda CRP
Tbc Nonspesifik plörezi
Ortalama
Şekil 5: Plevrada ve serumda bakılan CRP düzeylerinin tanılara göredağılımıPlevra CRP’sinin serum CRP’sine oranının tanılara göre değerlendirmesi ise
ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0,01); Tbc grubunun CRP değerleri
anlamlı düzeyde yüksektir.
53
Pl/S CRP
00,10,20,30,40,50,60,70,8
Tbc plörezi Nonspesifik plörezi
Ort.
Şekil 6: Pl/S CRP oranının tanılara göre dağılımı
Tablo 7: Plevrada CRP düzeylerinin tanılara göre cut off noktası tespiti
ROC Curve
1 - Specificity
1,00,75,50,250,00
Sensitivity
1,00
,75
,50
,25
0,00
Şekil 7: Plevra CRP düzeyinin ROC eğrisi
54
Plevra CRP düzeyini 15 noktasından 56 noktasına kadar çeşitli noktalarda
değerlendirdiğimizde 43 noktası üzerindeki olgularda Tbc görülme riski daha
yüksek bulunmuştur.
SerumCRP Duyarlılık Özgüllü
k
Pozitifkes.de
ğ.
Negatifkes.değ. Doğruluk Görecel
i risk
≥ 30 67,44 31,03 59,18 39,13 52,78 0,97≥ 35 65,12 37,93 60,87 42,31 54,17 1,06≥ 47 58,14 37,93 58,14 37,93 50,00 0,94≥ 50 55,81 41,38 58,54 38,71 50,00 0,96≥ 53 53,49 48,28 60,53 41,18 51,39 1,03≥ 60 48,84 48,28 58,33 38,89 48,61 0,95≥ 83 46,51 48,28 57,14 37,84 47,22 0,92≥ 91 44,19 48,28 55,88 36,84 45,83 0,88
≥ 107 44,19 51,72 57,58 38,46 47,22 0,94
Tablo 8: Serum CRP düzeylerinin tanılara göre cut off noktası tespiti
Şekil 8: Serum Crp düzeyinin ROC eğrisiSerum CRP düzeyini 30 noktasından 107 noktasına kadar çeşitli noktalarda
değerlendirdiğimizde 53 noktası üzerindeki olgularda Tbc görülme riski daha
yüksek bulunmuştur.
55
ROC Curve
1 - Specificity
1,00,75,50,250,00
Sensitivity
1,00
,75
,50
,25
0,00
Pl/S CRPDuyarlılı
k Özgüllük Pozitifkes.değ.
Negatifkes.değ. Doğruluk Göreceli
risk
≥0,25 88,37 34,48 66,67 66,67 66,67 2,00≥0,27 83,72 41,38 67,92 63,16 66,67 1,84≥0,30 81,40 50,00 71,43 63,64 69,01 1,96≥0,35 79,07 55,17 72,34 64,00 69,44 2,01≥0,40 69,77 55,17 69,77 55,17 63,89 1,56≥0,43 67,44 65,52 74,36 57,58 66,67 1,75≥0,45 60,47 65,52 72,22 52,78 62,50 1,53≥0,50 55,81 68,97 72,73 51,28 61,11 1,49≥0,55 53,49 72,41 74,19 51,22 61,11 1,52≥0,57 46,51 72,41 71,43 47,73 56,94 1,37≥0,59 39,53 79,31 73,91 46,94 55,56 1,39≥0,65 37,21 86,21 80,00 48,08 56,94 1,54
Tablo 9: Pl/S CRP düzeylerinin tanılara göre cut off noktası tespiti
ROC Curve
1 - Specificity
1,00,75,50,250,00
Sensitivity
1,00
,75
,50
,25
0,00
Şekil 9:Pl/S CRP düzeyinin ROC eğrisiPl/S CRP düzeyini 0,25 noktasından 0,65 noktasına kadar çeşitli noktalarda
değerlendirdiğimizde 0,35 noktası üzerindeki olgularda Tbc görülme riski
daha yüksek bulunmuştur.
56
A.S C YAŞ TANI TRA-EXU PL-CRPS-CRP TANI YÖ NTSİTO LO Jİ SIVI-SİTO L1 L.D K 34 TBC PLÖRE EXUDA 26,41 28,75 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT2 N.M E 17 TBC PLÖRE EXUDA 9,22 18,95 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT3 O.A E 18 TBC PLÖRE EXUDA 19,58 33,41 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT4 E.A E 20 TBC PLÖRE EXUDA 1,59 3,58 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT5 R.A E 38 TBC PLÖRE EXUDA 123,4 134,99 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT6 H.K E 19 TBC PLÖRE EXUDA 24,18 41,97 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT7 İ.Ç K 21 TBC PLÖRE EXUDA 20,66 53,07 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT8 M.Y K 44 TBC PLÖRE EXUDA 33,22 160,42 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT9 N.G K 17 TBC PLÖRE EXUDA 21,67 83,2 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT
10 S.A K 20 TBC PLÖRE EXUDA 0,26 1 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT11 A.P K 27 TBC PLÖRE EXUDA 109,4 158,96 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT12 Z.A K 21 TBC PLÖRE EXUDA 87,92 124,15 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT13 F.G.A K 33 TBC PLÖRE EXUDA 33,72 46,36 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT14 N.Ö K 22 TBC PLÖRE EXUDA 7,55 22,73 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT15 M.Y E 47 TBC PLÖRE EXUDA 110 135 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT16 F.D K 23 TBC PLÖRE EXUDA 94,03 144,31 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT17 C.Ü E 40 TBC PLÖRE EXUDA 24,52 150,73 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT18 A.A E 18 TBC PLÖRE EXUDA 15,35 35,56 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT19 K.B K 22 TBC PLÖRE EXUDA 1,26 12,59 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT20 S.D E 24 TBC PLÖRE EXUDA 4,53 7,93 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT21 Ö.D E 22 TBC PLÖRE EXUDA 112 134,92 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT22 S.Ç E 22 TBC PLÖRE EXUDA 1,44 3,68 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT23 B.D K 19 TBC PLÖRE EXUDA 4,93 9,62 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT24 K,K E 34 TBC PLÖRE EXUDA 18,69 118,72 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT25 N.A K 20 TBC PLÖRE EXUDA 125,1 148,02 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT26 B.A K 43 TBC PLÖRE EXUDA 46,56 167,05 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT27 Z.B K 75 TBC PLÖRE EXUDA 43,57 116,59 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT28 M.Ç K 30 TBC PLÖRE EXUDA 8,76 15,3 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT29 A.İ E 15 TBC PLÖRE EXUDA 120,1 142,86 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT30 A.T K 22 TBC PLÖRE EXUDA 12,94 20,53 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT31 Ş.Y K 20 TBC PLÖRE EXUDA 47,29 54,34 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT32 H.Y K 18 TBC PLÖRE EXUDA 50,3 141,3 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT33 E.A K 17 TBC PLÖRE EXUDA 14,39 25,38 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT34 Y.Ö E 16 TBC PLÖRE EXUDA 95,7 137,39 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT35 F.A K 17 TBC PLÖRE EXUDA 25,82 60,09 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT36 Ö.B K 21 TBC PLÖRE EXUDA 0,32 0,71 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT37 M.B E 55 TBC PLÖRE EXUDA 29 52,21 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT38 B.Y E 17 TBC PLÖRE EXUDA 15,26 21,8 KLİN-RAD LENFOSİT39 D.B K 39 TBC PLÖRE EXUDA 72,88 107,65 KLİN-RAD LENFOSİT40 M.A E 72 TBC PLÖRE EXUDA 12,75 114,45 KLİN-RAD LENFOSİT41 G.D K 21 TBC PLÖRE EXUDA 98,42 139,92 KLİN-RAD LENFOSİT42 M.A E 28 TBC PLÖRE EXUDA 106,5 143,1 COPE BY KAZEİF-GRAN LENFOSİT43 M.Ç E 19 TBC PLÖRE EXUDA 19,17 47,2 KLİN-RAD LENFOSİT
Tablo10. Tbc Plörezi Grubu Sonuçları
57
AD-SOC YAŞ TANI TRAN-EXU PL-CRPS-CRP TANI YÖ NT SİTO LO Jİ SIVI-SİTO1 H.Ç E 42 NONSP.PL EXUDA 23,5 110,3 COPE BY KR İNFLAM LENFOSİT2 H.T E 42 NONSP.PL EXUDA 7,31 12,66 KLİN-RAD LENFOSİT3 E.G K 22 NONSP.PL EXUDA 18,74 114,7 COPE BY KR İNFLAM LENFOSİT4 İ.C E 45 NONSP.PL EXUDA 4,58 142,5 VATS KR İNFLAM LENFOSİT5 A.C E 46 NONSP.PL EXUDA 56,62 133,4 COPE BY KR İNFLAM LENFOSİT6 K.A E 73 NONSP.PL EXUDA 4,12 6,63 KLİN-RAD LENFOSİT7 Y.Ö E 54 NONSP.PL EXUDA 99,44 127,2 COPE BY KR İNFLAM LENFOSİT8 E.D E 70 NONSP.PL EXUDA 85,19 110,1 KLİN-RAD LENFOSİT9 R.S.B E 29 NONSP.PL EXUDA 2,52 13,09 KLİN-RAD LENFOSİT
10 .SA E 74 NONSP.PL EXUDA 10,7 119 KLİN-RAD LENFOSİT11 H.T E 71 KY T RANSU 57,64 137,8 KLİN-RAD LENFOSİT12 Y.S E 51 KY T RANSU 48,1 KLİN-RAD LENFOSİT13 A.A E 60 KY T RANSU 39,77 156,2 KLİN-RAD LENFOSİT14 N.F K 59 KY T RANSU 2,14 6,79 KLİN-RAD EKO LENFOSİT15 E.K K 30 KY T RANSU 4,23 34,36 KLİN-RAD EKO LENFOSİT16 A.E E 63 KY T RANSU 1,63 5,8 KLİN-RAD EKO LENFOSİT17 A.T E 74 KY EXUDA 27,58 52,4 KLİN-RAD EKO LENFOSİT18 H.C K 54 DRESLER SEND EXUDA 28,04 47,25 KLİN-RAD LENFOSİT19 A.D.ÜE 59 DRESLER SEND EXUDA 14,73 50,07 KLİN-RAD LENFOSİT20 M.A E 37 AC CA EXUDA 11,27 114,2 SUPRACL BY ADENOCA LENFOSİT21 B.İ E 60 AC CA EXUDA 38,81 91,99 VATS SQUAM HC LENFOSİT22 Ö.G E 19 MLG LENFOMA EXUDA 23,73 151,9 VATS LENFOSARK LENFOSİT23 M.B E 70 MLG.MEZOT EXUDA 1,94 30,51 VATS EPİT OL MEZO LENFOSİT24 Y.T E 64 AC CA EXUDA 9,8 16,7 VATS NONSMALLCA LENFOSİT25 H.O K 68 AC CA EXUDA 27,95 107,1 VATS ADENOCA LENFOSİT26 A.A K 68 AC CA EXUDA 1,65 2,09 VATS ADENOCA LENFOSİT27 V.B E 57 MLG.MEZOT EXUDA 1,51 7,44 VATS EPİT MEZO LENFOSİT28 T K E 54 LENFOMA EXUDA 68,11 143,2 SUPRACL BY MLG LENFOMA LENFOSİT29 Ş.T K 66 PANK CA MET EXUDA 16,9 19,68 COPE BY ADENOCA MET LENFOSİT
Tablo11. Nontüberküloz Plörezi Grubu Sonuçları
58
TARTIŞMA
Plevra boşluğunda anormal sıvı birikimi olarak tanımlanan plevral effüzyon,
intratorasik veya sistemik hastalıklar gibi çok değişik etyolojilere bağlı olarak
gelişebilir.
Plevra sıvısının varlığını klinik ve radyolojik olarak saptamak kolay olmakla
birlikte etyolojisini saptamak o kadar kolay değildir. Görüntüleme yöntemleri,
sıvının hücresel, mikrobiyolojik ve biyokimyasal analizi, sitolojik muayene,
kapalı veya açık biyopsi gibi tüm tanısal adımlar yerine getirilse bile tanı
alamayan hastalar olabilmektedir. Bazı hastalarda plevral efüzyon, tanı
işlemleri sırasında kendiliğinden kaybolabilmekte ve retrospektif olarak viral
etyoloji düşündürmektedir. Bazı tanı konamayan sıvılar ise klinik
özelliklerine, ek bulgulara bakılarak kesin kanıt olmazsa bile malign olarak
kabul edilmektedir. Bazen de idiopatik plörezi tanısı alan plevra sıvıları izlem
sırasında selim seyirli sıvılar olabilmektedir.Karşılaşılan tanısal zorluklar
plevral sıvılarda çeşitli yeni markerların araştırılmasını zorunlu kılmaktadır.
Literatürde plevral sıvıların etyolojilerine yönelik yapılan araştırmalarda
karşılaşılan tanısal zorluklardan bahsedilmekte ve birçok vaka idiopatik olarak
yorumlanmaktadır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nın 1991’de
yayınladığı bir plörezi serisinde; sıvı analizi, biyopsi ve diğer tanı yöntemleri
ile kesin tanı %36 bulunmuştur. Olası tanı oranı ise %60’dır.Yanılgı ve tanı
konamayan hasta oranı ise %4’tür(80).
Son yıllarda ülkemizde ve gelişmekte olan diğer ülkelerde tüberküloz
boyutları giderek artan bir halk sağlığı problemidir. Dünya populasyonunun
1/3’nü etkilemekte, her yıl 8 milyon yeni olgu tespit edilmektedir. Bu
vakaların %95’i gelişmekte olan ülkelerdedir. 2005 yılında yıllık hastalık
hızının 11.9 milyon/yıla ulaşması beklenmektedir(81).Tüberküloz
epidemiyolojisini etkileyen faktörler arasında koruyucu önlemlerin alınması,
başarılı kemoterapi, eğitim ve sosyal yardımın yanı sıra hastaların erken teşhis
59
edilip, sağlıklı toplumun enfeksiyona maruz kalmasını en aza indirgemek
önemli parametrelerdir(82). Tüberküloz plörezi, eksüdatif effüzyonların tedavi
edilebilen önemli bir nedenidir. Tedavi edilmeyen tüberküloz plörezili olgular
genellikle 2-4 haftada spontan bir şekilde rezolüsyona uğrarlar. Bu tür
hastaların yaklaşık % 65’inde, 5 yıllık süre içerisinde aktif akciğer tüberkülozu
ya da akciğer dışı tüberküloz formları gelişmektedir. Bu nedenle tüberküloz
plörezi tanısının erken konulması ve uygun bir şekilde tedavi edilmesi çok
önemlidir(76,83). Plevral sıvılarda tüberkülozun tanısı için klasik metodların
hızı ve duyarlılığı olguların %10-25’de yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle
eksikliği gidermek için plevral sıvıda alternatif yöntemler aranmaktadır.
Akut faz proteinleri, akut veya kronik inflamatuvar olay sonucunda artmış
olan sitokinlerin, başlıca interlökin (IL)-6’nın etkisi ile en çok karaciğerden
salgılanan çeşitli proteinlerdir. Bunlar arasında C-reaktif protein,
haptoglobilin, komplemanlar, seruloplazmin, ferritin ve serum amiloid-A
sayılabilir. Streptococcus pneumoniae’nin C-polisakkaridini presipite
edebildiği için bu adı alan C- reaktif protein, infeksiyonun, travmanın,
inflamatuvar, romatizmal ve malign hastalıkların yol açtığı inflamasyonu en
iyi gösteren testtir.CRP inflamasyondan sonra kısa sürede yükselmeye
başlayıp, kırk sekiz saatte maksimuma ulaşması, yarı ömrünün hastalıklı ve
sağlıklı bireylerde değişmemesi (19saat), tedaviyle düzeyinde hızla düşüş
olması, ucuz ve kolaylıkla birçok laboratuvarda ölçülebilmesi ile özellikle
inflamatuar hastalıkların tanı ve tedavi takibinde kullanılan önemli bir
parametre haline gelmiştir.
Son yıllarda CRP’nin klinikte inflamatuar bir durum şüphesinde tarama
amacıyla, inflamatuar hastalıkların aktivitesini değerlendirmede,
infeksiyonların tanı ve takibinde (Bakteriyel İnfektif endokardit, Neonatal
sepsis ve menenjit, SLE’li, Lösemili, İmmun sistemi baskılanmış hastalarda
infeksiyon,postoperatif hastalarda infeksiyon ve tromboemboli), İnflamatuar
hastalıkların ayırıcı tanısında (SLE ve Romatoid artrit ayırımı, Crohn hastalığı
ve ülseratif kolit ayırımı viral ve bakteriyel infeksiyon ayırımı), bazı
60
hastalıkların riskini tahmin etmek için (kroner arter hastalığı,Diabetes
Mellitus,Hipertansiyon) kullanımı hızla artmaktadır(68).
CRP’nin son yıllarda plevral sıvılarda çalışılması ve plevral sıvı / serum
oranlarına bakılması ile ilgili çalışmaların sayısı giderek artmaktadır
(84,85,86,87).
Çalışmamızda serumda bakılan CRP değerleri tanılara göre anlamlı bir
farklılık göstermemektedir(p>0,05).
Plevrada bakılan CRP değerleri istatiksel olarak anlamlı farklılık
göstermektedirler (p<0,05); Tbc olgularının plevradaki CRP değerleri anlamlı
düzeyde yüksek bulunmuştur. Bu daha önce yapılan çalışmalarla uyumludur
(84,85,86).
Tüberküloz hastalarındaki yüksek plevra CRP düzeylerinin mekanizması açık
değildir.İki olasılık olabilir. Birincisi Tbc plörezi hastalarının plevral boşlukta
indükte edici sitokinler, (özellikle IL-6) tarafından lokal CRP üretimi
gösterilmiştir(88,89,90,91). İkincil sebep olarak inflame plevradan serum
CRP’nin sızması dolayısıyla gerçekleşiyor olabilir. Bizim çalışmamızda da
plevral sıvı ile beraber yüksek serum CRP düzeyleri bulunmuştur. Gerçek
mekanizmanın ortaya çıkabilmesi için ileri incelemeler yapılmalıdır.
Plevra sıvısındaki CRP’nin serum CRP’sine oranının tanılara göre
değerlendirilmesi ise ileri derecede anlamlı bulunmuştur(p<0,01). Tbc plörezi
gurubunda CRP değerleri anlamlı düzeyde yüksektir.Bu literatürle uyumludur
(84,85). Bu şekilde yüksek bulunması CRP’nin ucuz, kolaylıkla uygulanabilir
olması rutin biyokimyasal plevral sıvı tetkikleriyle beraber ayırıcı tanı için
kullanılabileceğini düşündürmektedir.
ROC Curve analizleri markerların ayırım düzeylerini belirlemede ve tanısal
güvenilirliklerini karşılaştırmada yardımcı araçlardır. Bizim çalışmamızda
Tüberküloz plörezi ve diğer grup plörezi hastalarının tanısal ayırımında CRP
≥43mg/l plevral sıvı CRP değeri en güvenilir bulunmuştur. Duyarlılığı %37
özgüllüğü %79‘dur(Tablo 7,Şekil 7). CRP’nin bu değeri literatürdeki diğer
çalışmalarla karşılaştırıldığında, tbc plörezi hastaları, malignensi ve diğer
61
sebeplerle oluşan efüzyonlarla uyumludur(84,85,86). Ancak duyarlılığı ve
özgüllüğü çalışmamızda daha düşük bulunmuştur.
Vidreales ve arkadaşlarının yaptığı bir plevral efüzyonlu hasta serisinde,
plevra sıvısı CRP 10 mg/l üzerinde tbc plörezide ve diğer bakteriyolojik orjinli
sıvılarda, malign plörezilere göre daha anlamlı bulunmuştur. Bu değerlerde
sensivite(%82) ve spesifite (%87) daha yüksek bulunmuştur(86).
Chıerakul ve arkadaşlarının plevral sıvı CRP değerini tbc plörezi ve malign
plörezi ile karşılaştırdıkları çalışmada cut off değerini 30 ≥ mg/l ve üzeri
aldıklarında duyarlılık %72,özgüllük %93 bulunmuştur(85).
Bizim çalışmamızda tbc plörezi ile karşılaştırdığımız diğer grubun tanıları
arasında homojenite yoktu. Grubumuzda nonspesifik plörit,Dressler sendromu
Kalp yetmezliği,ve Malign plörezi grubu vardı.
CRP yüksekliği ve kalp hastalıkları ile ilişkisi 2003 yılının en önemli tıbbi
gelişmesi olarak gösterilmektedir(92). Serum CRP değerinin yüksekliğinin
ateroskleroz ve özellikle miyokard infarktüsü geçiren hastalar için yüksek
risk faktörü olduğuna ilişkin çok sayıda çalışma yapılmıştır. Kroner anjioplasti
sonrası komplikasyon, serum CRP düzeyi yüksek hastalarda daha sık ortaya
çıkmaktadır(93).Ancak plevral sıvılardaki yüksek CRP’nin riski konusunda
özellikle dressler sendromu ve iskemik kalp rahatsızlığı olan kalp yetmezlikli
hastalar için daha çok sayıda hasta ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Çalışmamızda nontüberküloz plörezili grup içerisinde kalp rahatsızlığı olan 9
hastanın 6’nın transuda vasfında mayisi vardı ve transüda sıvısında CRP’nin
eksüdatif sıvılara göre daha düşük olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir(84).
Bizim çalışmamızda transüda vasfında hasta sayımız yetersiz olduğundan
istatiksel kıyaslama için daha fazla sayıda hastayla yapılacak çalışma
gerekmektedir.
Nonspesifik plöritli 12 hastamız vardı. Bunlarda ileri incelemeler ve kısa
süreli takip kesin bir sonuç vermedi..Bu hastalarda plevra CRP kullanımının
yararlılığı sınırlı kaldı. Ancak plevra CRP seviyesi 43≥ mg/l olan hastalar
çalışmamıza göre Tbc plörezi açısından daha dikkatli incelenmelidir.
62
Çalışmamızda Tbc plörezi ve diğer grup plörezi hastalarının tanısal
ayırımında serum CRP düzeyi 53≥ mg/l olarak alındığında duyarlılık %53,
özgüllük %48 ile Tbc görülme riski daha yüksek bulunmuştur(Tablo8,Şekil8).
CRP nonspesifik bir test olup birçok hastalıkta serumda yükselmektedir.Bu
nedenle yardımcı tanı aracı olarak, tüberküloz plörezi düşünülen hastalarda
çalışmamıza göre serum CRP’nin bakılması uygundur.
Plevradaki CRP düzeylerini serum CRP düzeyleriyle oranladığımızda
0.35≥noktası üzerindeki olgularda Tbc görülme riski daha yüksek
bulunmuştur.Bu değerde duyarlılık %79,özgüllük %55 bulunmuştur (Tablo9,
Şekil9). Plevra sıvısıyla eş zamanlı serumda bakılan protein, LDH, kolesterol,
bilirübin, v.b parametrelerle sıvıların kesin etyolojik tanısı konamamakla
beraber transüda eksüda ayırımı ile tanıya katkısı ve tedaviyi yönlendirme
açısından büyük yarar sağlamaktadır. Çalışmamıza göre, her labaratuvarda
kolaylıkla uygulanbilecek,ucuz bir test olan CRP’nin eş zamanlı olarak plevra
sıvısı ve serumda bakılması ve oranlanması Tbc açısından ayırıcı tanıya
yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Ancak rutin test aracı olması için daha
fazla sayıda olgu gerekmektedir.
Y. Turay ve arkadaşlarının yaptığı plevral sıvıda CRP bakılmasının transüda
eksüda ayırımında yararlı olacağını gösteren çalışması düşüncemizi
desteklemektedir(84).
Tbc plörezi için araştırılan plevral sıvıda Adenosine deaminase,plevral sıvıda
gama interferon ve mikobakteriyum tuberculozis için DNA polimeraz zincir
reaksiyonu gibi yeni tanı testleri geliştirilmiştir(90,94,95). Bu testlerin
sensivitesi ve spesifitesi %80-99 arasında değişmektedir. Ancak bu testlerin
pahalı, zor ve her laboratuarda çalışılamaması, Tbc plörezide klasik tanı
yöntemlerinin %10-25’inde tanıda yetersiz kaldığı da göz önünde
bulundurulursa, CRP gibi ucuz ve kolay olan bir tanı yönteminin, gelecekte
tanıya yardımcı olabileceğini düşünmekteyiz.
63
Çalışmamıza göre; klinik, radyolojik, immunolojik, biyokimyasal ve
bakteriyolojik tüm sonuçlarla birlikte plevrada ve eş zamanlı serumda CRP
bakılmasının ucuz kolay ulaşılabilir, hızlı bir yardımcı tanı yöntemidir
Daha geniş hasta gruplarını içeren çalışmaların tekniğin diagnostik değerini
ve objektifliğini ortaya koymada yardımcı olacağını ümit etmekteyiz.
64
SONUÇÇalışmamıza Mart-Aralık 2004 tarihleri arasında Heybeliada Göğüs hastalıkları ve
Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran ve plevral efüzyon tanısı ile
yatırılan 72 hasta alındı. Hastaların 43’ü Tbc plörezi,29’u nonspesifik plörezi idi.
Hastaların %74’ünde tanı biyopsi ile histolojik veya histopatolojik olarak kondu.
Biyopsi ile tanı konulamayan diğer (%26) hastaların ise tanıları; klinik ve
radyolojik olarak tanısı düşünülen hastalığa yönelik tedavi başlanan ve
takiplerinde tamamen iyileşen hastalardı.
Hastalar hastaneye ilk başvurduklarında torasentezle plevral sıvı ile eş zamanlı
serumları alındı. Hastaların serum ve plevral mayilerinde C-reaktif protein çalışıldı.
Serumda bakılan CRP değerleri tanılara göre anlamlı bir farklılık göstermedi
(p>0,05).
Tanılara göre plevrada bakılan CRP değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermektedirler(p<0,05);Tbc plörezi olgularının plevra sıvısında CRP değerleri
anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur.
Plevra CRP’nin serum CRP oranı tanılara göre değerlendirmesi ileri düzeyde
anlamlı bulunmuştur. (p<0,01);Tbc plörezi grubunun CRP değerleri anlamlı
düzeyde yüksekti.
Plevra CRP değeri ≥43mg/l üzerinde Tbc görülme riski daha yüksek
bulundu.Duyarlılık %37,özgüllük %79 idi.
Plevra/serum CRP oranı 0,35≥üzerindeki olgularda Tbc plörezi görülme riski daha
yüksek bulunmuştur. Duyarlılık %79,Özgüllük %55 idi.
Plörezilerin gerek intratorasik gerekse ekstratorasik birçok sebebe bağlı olarak
oluşması, plörezi varlığının rahatlıkla gösterilmesine rağmen, etyolojik sebebin
birçok invasif ve non invasif tanı yöntemlerine rağmen aydınlatılamaması yeni tanı
yöntemlerinin araştırılmasını zorunlu kılmaktadır. CRP kolay uygulanabilir,
ucuz,hızlı bir yöntem olarak plörezilerde de özellikle tbc plörezi gibi inflamasyona
bağlı olarak oluşan hastalıklarda hem serumda hemde plevrada hızla yükselen bir
marker olarak ayırıcı tanıda yardımcı test olarak düşünülmelidir.Rutin
uygulanabilmesi için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
65
KAYNAKLAR
1.CollinsTR,Sahn SA,Thoracentesis,complications patient experience and
diagnostıc valve. Chest 1987:91:817-822
2.O.Gözü,O.Köktürk Plevra Hastalıkları Toraks kitapları Sayı 4, 2003,sayfa
11-24
3.C.Gobay,Irvıng Kushner M.D.Acute proteins and other systemic responses
to inflamation Eng Jour.of Med Vol 340:448-454
4.N.Yılmaz,Plevranın Anatomi ve Histolojisi Solunum 2002 Plevra
hastalıkları özel sayı Cilt 4 Ek 1 sayfa 73-75
5.Misserocchi G. Physiology and patophysiology of pleural fluıd turnover Eur
Respir.Jour. 1997;10:219-225
6.Lıght KW. Physiology of pleural space Lıght KW Pleural Diseas.
4th.Ed.Philadelphia Lippincott 8.Williams 2001
7.Wiener-Kronish JP, Broadus VC İnterrelationship of pulmonary interstitial
liquid Ann Rev Physiol 1993,209-226
8.Miserocchi G. Negrini D. Contribution of starıng and lymphatıc flows to of
starlıng and lymphatıc flows to pleural liquid Exchange in anesthezed
rabbits.J. Appl.Physiol 1986:61 325-330
9.Miserocchi G., Venturoli D.,Negrini D.,Del Fabbro M. Model of pleural
fluıd turnover J. Appl Physiol 1993;75;1798-1806
10.Balcı K. Göğüs Hastalıkları 3.baskı Atlas kitabevi Konya 1993;3-21
11.Toraks kitapları Sayı 4, Ekim 2003;26-43
12.Fishman AP, Approachto the patient with respiratory
symptomes.In:Fishman AP,Elias JA,Fıshman JA Grippi MA,Kaiser LR,Senior
RM,eds.Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders Thırd Eds. New York
Mc Graw-Hill 1998:361-393
13.Desai KS,Wilson AG.Pleura and pleural disorders, In;ArmstrongP, Wilson
AG, Dee Hansel DM. Imagıng of diseases of the chest 3 rd ed. London:Mosby
2000:727-87
66
14.Collıns JD Burwell D. Furmanski S. et all. Minimal detectable pleural
effusions Radiology 1972;105:11
15.Broaddus VC Lıght RW Dısorders of the pleura General Prınciples and
Diagnostıc Approach in Murray JF ,Nodal JA (Ed) Textbook of respiratory
Medıcıne,Thırd Editıon ,W.B. Saunders Company,Philadelphia Vol
2,2000;1995-2012
16. Sahn AS The Pleura.Am Rev Resp.Dis 1988;138:184234
17.Raasch BN,Carsky EW,Lane EJ,et al.Pleural effusion:Explanation of
typical appearrances.Am J. Roentgenol 1982;139:899
18.Lıght RW.Radiographıc Examinations, ın Pleural Diseases Williams and
Wilkins Baltimore 1995;18-34
19.Müller NL Pleural Abnormalties In:Fraser RS,ColmanN,MüllerNL,Pare
PD,Diagnosis of Diseases of the chest 4 th ed. Philadelphia,WB Saunder
1999;563-594
20.Alver M. Göğüs Hastalıkları tanısında Röntgen ve Bilgisayarlı Tomografi
Logos yayıncılık İstanbul 1990:67-71
21.Gyriminski J. Krakovka P, Lypacewicz G. The Diagnosis of pleural
effusions by Ultrasonıc and Radiologıc Tecniques. Chest 1976;70;33-37
22.Marks WM, Fılly RA, Callen RW.Real Tıme Evaluation of pleural
Lesions:New observations,Regardıng the Probability Obtaining Free
Fluid.Radiology 1982;142:163-164
23.Lipscomb DJ,Flower CDR,Hadfiels JW. Ultrasound of the plevra: an
assesment of its clinical value.Clin Radiol 1981;32:289-290
24.Lıght RW Thoracentesis(diagnostıc and therapeutıc)and pleural biopsy In
Lıght RW(ed) Pleural Diseas,Phıledelphia 1995;311-327
25.Kohan JM,et al.Value of chest ultrasonography versus decubitus
roentgenography for thoracentesis. Am Rev Respir.Dis 1986;133;1124-1126
26.Bartter T,Santarelli R, Akers SM,Pratter MR.The evalution of pleural
Effusion.Chest 1994;106:1209-1214
67
27.Collıns TR son SA Thoracocenthesis: Clinical value, complıcatıons,
technıcal problems and patient’s experience. Chest 1987;91:817-822
28.Bartter T,Mayo PD, Pratter MR et al.Minimally invasive technıques lower
rısk and hıgher yield for thoracentesis when performed by experienced
operators.Chest 1993;103:1873-1876
29.Health and policy Committee,Amerıcan College of physicians.Diagnostıc
thoracentesis and pleural biopsy in pleural effusions.Ann Intern
Med.1985;103:799-802
30.Numanoğlu N,Solunum Sistemi ve Hastalıkları 2. baskı Antıp AŞ yayınları
Ankara 2001:632-650
31.Çelikoğlu S. Solunum Sistemi ve hastalıkları tanı ve tedavi ilkeleri İstanbul
1995;81-104
32.Lıght RW,Pleural effusıons Med.Clın North.Am. 1977;61:1339-52
33.Lıght RW,Mac Gregor MI,Luchsinger PC et al, Pleural effusıons the
diagnostıc seperatıon of transudates and exudates.Ann Intern Med
1972;77:507-513
34.Chakko SC,Caldwell SH,Sforza PP.Treatment of congestıve heart faılure
HS effect on pleural fluıd chemıstry.Chest 1989;95:798-802
35.Melsum RD,Dıagnostıc relıability of pleural fluıd protein estimation JR
Soc. Med.1979;72;823-5
36.Sahn SA,Good JT,Jr.Pleural fluid Ph in malignant effusions.Ann Intern
Med 1988;108:345-349
37.Lıght RW,Rodriguez RM Management of parapneumonıc effusıons.Clin
Chest Med.1998;19:373-82
38.Lıght RW,Clinical and useful tests. In:Lıght RW (ed)Pleural disease
Baltimore;Williams&Wilkins 1995;36-74
39.Hillerdal G. Chyliform (Cholesterol) pleural effusion Chest 1985;88:426-8
40.Lıght RW,Ball WC Glucose and amylase in pleural effusions. JAMA
1973;225:257-260
68
41.Petersson T, Weber TH,Ojala K,Creatinine Kinase İsoenzyme BB as a
tumor marker in pleural effusions Clin chem 1981;27:1147-8
42.Klockars M, Pettersson T,Riska H.Pleural fluid lysozyme in tuberculous
and nontuberculous pleurisy Br.Med.J.1976:1;1381
43.Verea-Hernando HR,Masa Jiminez JF,Juncal LD,et al.Meanıng and
diagnostıc value of determining the lysozyme level of pleural fluid Chest
1987;91:342-5
44.Valdes L.San jose E,Alvorez D et al. Diagnosıs of tuberculous pleurisy
using the bıologıc parameters Adenosine deaminase lysozyme and interferon
gama. Chest 1993;103:458-65
45.Ocana I, Ribera E, Martınez-Vazquez JM et al.Adenosine-deaminase
activity in rheumatoid pleural effusıon. Ann. Rheum.Dis.1988;47:394-97
46.Burgers LJ.Marıtz Fj.et al.Combined use of pleural adenosine deaminase
with lymphcyte/neutrophıl ratıo.Increased specifity for the diagnosis of
tuberculous pleuritis.Chest 1996;109:414-19
47.Alataş F, Alataş Ö,et al Diagnostıc value of CEA,CA 19-9;Cyfra 21-1 NSE
and TSAassay in pleural effusıons .Lung cancer 2001;31:9-16
48.Loncar R,Ostojıc L,Tabakovıc LV,et al.Diagnostıc of CEA and ferritıne in
tuberculous and malignant pleural effusion.Tumori 1995;81:440-4
49.Favarelli B, D’Amore E,Nosenzo M,et al. CEA in pleural effusions .
Cancer 1984;53:1194-7
50.Mezher j, Permanetter W, Gerbes L,et al. Tumour associated antigens in
diagnosis J.Clin Pathol 1988;41:633-43
51.Villena V, Lopez-Encuentra A,Echave-Susteate J.et al.Diagnostıc value of
CA 72-4 CEA, CA 15-3 and CA 19-9 assay in pleural fluıd A study of 207
patients. Cancer 1996;78:736-40
52.Salama G, Miedaouge M, et al. Evalation of pleural CYFRA21-1 and CEA
in the diagnosis of malignant effusions Br. J.Cancer 1998;77:472-6
53.Dejsamritrutai W,Senawong S,PramkinonanB,Diagnostıc utility of CYFRA
21-1in malignant effusion.Resprology 2001;6:213-6
69
54.Shimokata K,Nıwa Y,et al.Pleural fluid neuron specific enolase.A useful
diagnostıc marker for small cell lung cancer pleurisy.Chest 1989;95:602-3
55.Niwa Y,Kishimoto H,et al. Carsinomatous and tuberculous pleural
effusions.Comprasion of tumor markers .Chest 1985;87:351-5
56.Tamura S, Nishigaki T, Moriwaki Y,et al. Tumor markers in pleural
effusions diagnosis.Cancer 1988;61:298-302.
57.Toumbis M,Chondros K,Ferderigos AS,et al. Clinical evaluation of four
tumor markers in malignant and benign pleural effusions.Anticancer
Research1992;12:1267-70.
58.Epstein DM,Kline LR,Albelde SM et al.Tuberculosis pleural
effusions.Chest 1987;91:106-109.
59.Bueno CE, Clemente MG,Castro BC,et al.Cytologıc and bacteriologıc
Analysis of fluid and pleural biopsi specimens with Coup’s
needle.Arc.Nit.Med.1990;150:1190-94
60.O.Gözü,O.Köktürk,Plevra hastalıkları toraks yayınları ,toraks kitapları
4,Ekim 2003 sayfa 76-137.
61.Lıght RW,Diagnostıc approach in a patıent with pleural effusion.
Eur.Respir. 2002;22:131-45
62.Kushner I,Rzewnıcki DL,The acut phase response In:Mackowiak
PA,ed.Fever basıc mechanısms and management
2nd,ed.Phıladelphia:Lipincott-Raven,1997:165-76.
63.Baumann H, Gauıldie J,The acut phase response .İmmunol Today
1994;15:74-78.
64.Kushner I,The phenomenon of the acut phase response.Ann.NY Acad
scl.1982;389:39-45.
65.Dinarello CA.The acut phase response.Cecıl Textbook of
medıcıne.1992;286:1571-3.
66.Cassatella MA.The productıon of cytokines by polymorphonuclear
neutrophilis.Immunol Today 1995;16:21-6.
70
67.Mandel,Douglas,Bennet.C-reactive protein and acut phase
response.Principles and practices of infectious Diseases.Churchill
Livingstone.1995;534-39.
68.Türkiye Tıp Dergisi 2004;11(1):42-52.
69.Volanakis JE,Human C-reactive protein ;Expression,structure and
functıon.Mol.İmmunol 2001;38:189-97.
70.Hutchinson WL,Koe GW,Frochlich M,et al. Immunoradiometrıc assay of
circulating C-reactive protein:Age-related values in the adult general
populatıon. Clin Chem.2000;46:34-8.
71.Vigushın DM,Pepys MB,Hawkins PN,Metabolıc and scıntigraphıc studies
of radioıodinated human C-reactive protein,in health and diseas.J.Clin İnvest
1993;91:1351-57.
72.Meier-Ewert HK,Ridker PM,Rifai,N,et al. Absence of diurnal variation of
C-reactive protein concentrations in healthy human
subjects.Clin.Chem.2001;47:426-30.
73.Mac GregorAj,galimore JR, et al. Genetıc effect on baselıne values of C-
reactive protein and serum amyloid-A protein:A comprasion of monozygotıc
and dizygotıc twıns.Clin Chem 2004;50:130-34.
74.Morley JJ, Kushner I,Serum C-reactive protein levels in disease.Ann NY
Acad Sci.1982;389:406-18.
75.Ferrer J. Pleural tuberculosis .Eur.Respir J.1997;10:942-47.
76.Lıght RW.Establıshıng the diagnosis of tuberculous
pleuritis.Arch.İntern.Med.1998;158:1967-68.
77.Seibert AF,haynes J,Middleton R, Bass JB,Tuberculous pleural
effusion;Twenty year experience .Chest 1991;99:883.
78.Legouffe E,Rodriguez C, Pıcot MC,et al.C-reactive protein serum level is a
valuable and sımple prognostıc marker nonhodgkins lymphoma.Leuk
Lymphoma 1998;31:351-57.
79.Iseman MD,A Clinicians guide to tuberculosis .Lippincott
Williams&Wilkins,2000Chapter 2-21-49.
71
80.Erk.M,Demir T,Gemicioğlu B, Utku B,Pörezide tanı zorlukları
1992;16:503-509.
81.Raviglione MC,D.E Snider and A.Koch:Global epidemiyologyof
tuberculosis.JAMA;223-220-226.
82.Öğer O,Tuberküloz epidemiyolojisi ve Türkiye’de Tüberküloz durumu,
Klinik dergisi,cilt2,sayı1,1985;42-44.
83.Lıght RW.Tuberculous pleural effusions.In:Lıght RW,ed pleural
Diseas.Philadelphia, Wiliams&Wilkins 2001;182-195.
84.Ü Yılmaz Toray,Z.Yıldırım, Use of pleural fluıd C-reactive protein in
diagnosis of pleural efüssions.Respir Med 2000;94:432-35.
85.N.Chıerakul,A.Konıtsap.C-reactive protein measurement for the
differentiation between tuberculous and malignant pleural
effusion.Respirology 2004;9:66-69.
86.C.Vidriales JL,Amores Antequare C.Use of pleural
effusions.Eur.J.Med1992:1;201-7.
87.E.Garcia-Pachon,I.Llorca,Diagnostıc value of C-reactive protein in
exudative pleural effusions. Eur.Jour.Int Medicine Volum 13,Issue 4,June
2002;246-49.
88.Xirouchaki N,Tzanakis N,Bouros D,et al.Diagnostıc value of IL1,IL6 and
TNF in pleural effusions.Chest 2002;121:815-20.
89.Yew WW,Leung SKF,Wong CF.Use of cytokines in the diagnosis and
outcome correlatıon of tuberculous pleural effusions.Eur.Resp.J.2002;20:
(suppl 38)210.s.
90.Ogawa K,Koga H,Differantial diagnosis of tuberculous pleurisy by the
measurement of cytokine concentration in pleural effusion 1996 Dec;71(12):
663-9.
91.Alexandrakis MG,Kyriakou DS.IL6 and its relationships to acut phase
proteins in serous effusion differatiation.Oncol.R.2001Mart.Apr8(2):415-420.
92.Fleıshmann KE.Top Medical stories of 2003 Hıgh sensitivity C-reactive
protein tests.Ready for widespread use.Journal Watc 2004;24:5-6.
72
93.De Winter RJ,Koch KT,et al.C-reactive protein and coronary events
follwing percutaneous coronary angioplasty.Am J.Med 2003;115:85-90.
94.Queral JM,Minguez J,Garcia Sanchez E.Rapid diagnosis of pleural
tuberculosis by polymerase chain reaction.J.Respir.Crit Care Med
1995;152:1977-81.
95.Reintawa P,Chaowalit P,Wongsangieu M, et al,Diagnostıc value of pleural
fluid adenosine deaminase in tuberculosis pleuritis with reference to HIV
coinfection and a Bayesian analysis. Chest 1999;116:97-103.
73