Upload
others
View
8
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
P/1 DEPO RİSPERİDON İLE TEDAVİ EDİLEN DİRENÇLİ KENDİNE ZARAR
VERİCİ DAVRANIŞLARI OLAN BİR OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU OLGUSU
Begüm ÖZCAN1, Doğa SEVİNÇOK1, Mutlu Muhammed ÖZBEK1, Müge ÇETİNER1,
Hatice AKSU1
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected] , [email protected] ,
[email protected] , [email protected]
Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanılı çocuk ve ergenlerde irritabilite, kendine zarar
verici davranışlar (KZVD) ve öfke nöbetlerinin sık görüldüğü bilinmektedir. Başta atipik
antipsikotikler olmak üzere çeşitli ilaçlar OSB’de görülen KZVD, irritabilite, saldırganlık gibi
sorunlar için yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu vaka sunumunda çeşitli ilaç tedavilerinden
fayda görmeyen dirençli KZVD’leri olan bir OSB olgusunun intramusküler depo Risperidon
ile tedavisinin sunulması amaçlanmıştır.
15 yaş, OSB tanılı erkek hasta son üç aydır artan kendine zarar verici davranışlar sebebiyle
polikliniğimize başvurdu. İki çocuklu ailenin ikinci çocuğu olarak miadında normal doğum
ile 2500 gr doğmuş. Gelişim basamaklarında gecikme olan olgunun özgeçmişinde ve
soygeçmişinde özellik yoktu. Öyküsünden üç yaşındayken dönen nesnelere aşırı ilgili,
dokunmaya karşı hassasiyet, bağırma, konuşmama, diğer çocuklara vurma şikayetiyle ilk
çocuk psikiyatrisi başvurusunun olduğu, “atipik otizm” ve “orta düzeyde zihinsel yetersizlik”
tanıları aldığı saptandı. Olgunun 8 yaşından itibaren kolunu ısırma, kendine vurma, hırçınlık
sebebiyle Risperidon, Aripiprazol, ve ketiapin tedavisi ile kısmi faydalanım olduğu öğrenildi.
Tarafımıza başvurusunda temel otizm belirtilerinin yanında ajitasyonu gözlenen, sürekli
kafasına şiddetli vurma davranışı ve bağırması olan hastada vurduğu temporal bölgede
alopesik alan olduğu gözlendi. Risperidon ve Ketiyapin tedavilerini kullanan, oral tedaviye
uyumu olmayan hastanın tedavisi İntramuskuler depo Risperidon 25 mg/2 haftada bir ve
Risperidon solusyon 1 mg/g olarak düzenlendi. Bir ay sonra kendine vurma davranışında
belirgin azalma olan hastanın tedavisinin devamı planlandı.
Çocuk ve ergenlerde risperidon tedavisi ile ilgili çok sayıda çalışma olmasına karşın uzun
etkili depo risperidonun kullanımı ile ilgili veriler sınırlıdır. Tedavi uyumu olmayan olgularda
uzun etkili risperidonun etkinliğini değerlendiren bir çalışmada ; uzun etkili risperidonun
tedavi uyumsuzluğundan dolayı oral preparat alamayan davranış bozukluğu olan hastalarda
etkili bulunmuştur. Olgumuzda depo risperidonun yan etki oluşturmaması, tedavi uyumunu
artırması ve belirtilerde iyileşme sağlaması OSB’de görülen davranışsal sorunların
tedavisinde iyi bir seçenek olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Sözcük : Otizm, Risperidon, zarar verici davranış
P/2 OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU VE ARNOLD CHİARİ TİP 1
MALFORMASYONU:BİR ERGEN OLGU
Çisel Yazan Songür1,Fatma Sibel Durak1,Melek Hande Bulut Demir1
1.Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği,İZMİR
[email protected],[email protected],[email protected]
Otizm spektrum bozuklukları (OSB), belirtileri erken çocukluk çağında başlayan, sosyal-
iletişimsel alanda yetersizlikler, sınırlı ve tekrarlayıcı davranışlar ve ilgi alanlarıyla seyreden
nörogelişimsel bir bozukluktur. Bu bildiride; OSB ve Arnold Chiari Tip 1 birlikteliğini
vurgulamak amacıyla OSB tanısıyla izlenen ve takiplerinde Arnold Chiari Tip 1 tanısı
konulan bir olgu paylaşıldı. 14 yaşındaki erkek olgu; 5 yaşından itibaren OSB ve eşlik eden
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanısıyla izlenmektedir. Geçen yıl kış
ayında pnömoni geçirdikten sonra yüzünü, kolunu , bacaklarını yolma şeklinde kendisine
zarar verici davranışlar ve tik bozukluğu şeklinde değerlendirilen istem dışı hareketler
başlamış. Sertralin 50 mg ve Risperidon 1 mg tedavisi ile kendisine zarar verici davranışları
kontrol altına alınmış ancak tikleri devam etmiş. Bu yıl kış ayında kendisine zarar verici
davranışları tekrarlamış. Tedavisi Sertralin 50 mg, Risperidon 2 mg, Hidroksizin 25 mg ve
Aripiprazol 5 mg olarak düzenlenmiştir. Ancak Aripiprazol eklenmesiyle birlikte vücudunda
çeşitli yerlerde kasılma ile birlikte tuhaf sesler çıkarma gibi ani başlayan davranış
değişiklikleri olması üzerine nörolojiye konsülte edilmiş ve yapılan tetkiklerle Arnold Chiari
Tip 1 malformasyonu tanısı almıştır. Kendisine zarar verici davranışlarının yoğun bir şekilde
devam etmesi üzerine tedaviden Aripiprazol çıkarılarak ,Lorazepam 1 mg eklenmiştir.
Lorezapam tedavisi ile olgunun yakınmaları azalarak kaybolmuştur. Otizmin pek çok genetik
ve nörolojik hastalıkla birlikte görülebildiği bildirilmektedir. Literatürde; Arnold Chiari Tip 1
malformasyonuna eşlik eden anksiyete bozukluğu,bipolar bozukluk ve otizm spektrum
bozukluğu vakaları bulunmaktadır. Arnold Chiari sendromununun nörobilişsel
disfonksiyonlara yol açabileceği düşünülmektedir. Kliniğe başvuran olgularda anamnezin
detaylı alınması ve multidisipliner değerlendirilmesi en uygun tanı ve tedavinin planlanması
ile prognozu olumlu yönde etkileyecektir.
Anahtar Sözcükler: OSB, Arnold Chiari Tip 1,Zarar Verici Davranışlar
P/3 ATOMOKSETİN TEDAVİSİ SIRASINDA KARACİĞER FONKSİYON TESTLERİ YÜKSEKLİĞİ
OLAN OLGUDA N-ASETİL SİSTEİN KULLANIMI: BİR OLGU SUNUMU
Damla Balkan1, Eda Kabukcu2, Azat Duman3, Özlem Nehir Yazıcı4, Gülsüm Demirkan5, Nilfer
Şahin6
1. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
3. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
4. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
5. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
6. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Atomoksetinin bilinen yan etkileri arasında iştah azalması, kalp atım hızında ve kan
basıncında artış, sedasyon, fizksel yorgunluk, uykusuzluk, baş dönmesi, anksiyete, ajitasyon,
agresyon, irritabilite, bulantı, kusma, dispepsi, karın ağrısı, hipomani, seksüel işlev bozukluğu,
nadiren intihar düşüncesinin aktivasyonu, karaciğer hasarı vardır.
N-Asetil sistein (NAC) antioksidan özellikleri olan karaciğeri koruyan bir aminoasit türevidir
Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde NAC kullanımını araştıran artan bir literatür vardır.
Bu olgu sunumunda DEHB ve Bipolar Bozukluk tanıları olan bir ergende atomoksetin tedavisi
eklenmesiyle ortaya çıkan karaciğer fonksiyon testi bozukluğunun NAC augmentasyonu ile
düzelme süreci sunulmuştur.
Olgu
17 yaşında erkek hasta. 12 yaşından itibaren DEHB tanısı ve metilfenidat tedavisi ile
izlenmekte olan hasta, 14 yaşında metilfenidat ve risperidon kullanırken ilk manik atağını
geçirdi. Atak sonrasında risperidon, valproik asit ve metilfenidat tedavisi düzenlenen
hastanın bu ilaç kombinasyonları ile bir hipomanik ve bir karma epizot bipolar atağı oldu.
Ataklar arasında metilfenidat ile DEHB semptom kontrolünün yeterli olmaması ve 3 kez atak
geçirmesi nedeniyle hastanın tedavisi valproik asit, risperidon ve atomoksetin olarak
düzenlendi. Atomoksetin dozu 80 mg/g’e çıkıldığında AST ve ALT değerlerinde yükselme
oldu, ilaç dozu 40 mg/’e düşürüldüğünde AST ve ALT değerleri normal aralığa geriledi. Ancak
DEHB semptom kontrolü sağlanamadığı için atomoksetin 80 mg/g’e yeniden çıkılarak NAC
1200 mg/g augmentasyonu yapıldı. Bu tedavi sonrasında hastanın, bipolar bozukluk ve DEHB
semptomları kontrol altında olup, karaciğer fonksiyon testleri de normal sınırlarda olarak
izlemleri devam etmektedir.
Tartışma
NAC şu anda herhangi bir psikiyatrik hastalık için onaylanmamıştır. Bununla birlikte,
endikasyon dışı ve genellikle diğer tedavilere ek olarak birçok psikiyatrik hastalık üzerinde
araştırılmıştır ve umut veren sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bizim olgumuzda da NAC eklenmesi
ile hem karaciğer fonksiyon testlerinde düzelme sağlanmış hem de DEHB ve bipolar bozukluk
semptom kontrolü daha kolay sağlanmıştır. Olgumuz bu açılardan klinisyenlere yol gösterici
olabilir.
Anahtar kelimeler; atomoksetin, hepatotoksisite, n-asetil sistein.
P/4 MİZOFONİ: ERGEN KIZ OLGULARDA PSİKİYATRİK DEĞERLENDİRME
VE TANILAMA
Rahime Duygu TEMELTÜRK1, Merve CANLI1, Didem Behice ÖZTOP2
1Ankara Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected], [email protected]
‘Mizofoni’, sesten nefret etme veya bazı seslere karşı aşırı duyarlı olma olarak tanımlanır.
Genellikle insanlar tarafından çıkarılan yemek yerken ağız şapırdatma, sakız çiğneme, nefes
alma, öksürme, burun çekme, yazı yazma gibi bazı seslere karşı yoğun duygusal tepkiler
(öfke, iğrenme, korku ve kaygı) ve kaçınma davranışının görüldüğü bir durumdur. Mizofoni,
bireyin günlük aktivitelerini, sosyal hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini büyük ölçüde
etkilemektedir. Henüz bir psikiyatrik bozukluk olarak tanılanmasa da son zamanlarda
epidemiyolojisi, etyolojisi, klinik görünümü, psikiyatrik komorbiditesi ve tedavisine yönelik
yapılan araştırmalarla bu durumun daha iyi anlaşılmasına çalışılmaktadır. Olguların
tanımlanmasının ardından eşlik eden psikiyatrik belirti/bulguların belirlenmesi ve doğrudan
mizofoniye ve/veya eşlik eden bozukluklara yönelik tedavilerin planlanması
hedeflenmektedir. Ergen örnekleminde yapılan bir çalışmada, mizofoni belirtilerinin sıklığı
%20 olarak belirtilmekle birlikte kızlarda önemli düzeyde daha fazla görülmektedir. Eşlik
eden psikiyatrik bozukluklar içerisinde en sık Obsesif Kompulsif Bozukluk, Anksiyete
Bozuklukları ve Depresif Bozukluk bulunmaktadır. Bildirimizde, beş ergen kız mizofoni
olgusu tanımlanarak psikiyatrik değerlendirmeleri, eşlik eden psikiyatrik bozukluklar ve
tedavi müdahaleleri tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mizofoni, ergen kız, psikiyatrik değerlendirme, tanı.
P/5 Tekrarlayıcı Ciddi Kendine Zarar Verme Davranışları ile Seyreden Bir Olgunun
Mavi Balina Oyunu ile İlişkili Paylaşılmış Psikotik Bozukluk Kapsamında
Değerlendirilmesi
Gökçe Yağmur Efendi1, Özhan Yalçın1
1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected]
Paylasılmıs psikotik bozukluk ya da Folie a deux adıyla bilinen bozukluk literatürde ilk kez
1877 yılında Lasegue ve arkadasları tarafından tanımlanmıstır. Gralnick 1942 yılında bu
tabloyu iliski psikozu olarak adlandırmıs, yakın iliski sonucunda sanrısal düsünce ve/veya
anormal davranısların bir kisiden diğerine aktarılması olarak tanımlamıstır. Yakın iliski,
sosyal yalıtılmıslık, pasif kisilik, bilissel bozulma, dil güçlükleri ve yasam olayları risk
faktörleri olarak bildirilmistir. Paylasılmıs psikotik bozuklukta en yaygın görülen psikotik
belirtiler sanrılardır. En sık görülen sanrılar olarak da perseküsyon sanrıları ve grandiyöz
sanrılar bildirilmektedir. Gralnick , bu bozukluğu tanımlamak için 4 farklı alt tür özetlemiştir:
1)Dayatılmış delilik (Folie imposee), bozukluğun klasik formu olan bu türde sanrıları olan
birey, kolay etkilenen bir başka bireye sanrılarını aktarır; 2) Eş zamanlı delilik (Folie
simultanee), kalıtsal olarak psikoza yatkın olan, uzun süredir yakın ilişki içinde olan iki
bireyde aynı sanrıların eş zamanlı ortaya çıktığı türdür; 3) Bulaştırılmış delilik (folie
communique), ikincil hastanın, birincil hastanın sanrılarına uzun bir süre direnç gösterdikten
sonra bağımsız sanrılar geliştirdiği durumdur; 4) Tetiklenmiş delilik (Folie induite), birincil
bir psikotik bozukluğu olan hastanın, başka bir kişinin sanrıları etkisiyle kendi sanrılarını
zenginleştirmesidir. Bildirimizde son bir yıldır ciddi ve tekrarlayıcı kendine zarar verme
davranışları olan ve psikotik bozukluk tanısı düşünülen 16 yaşında bir erkek ergen olgunun
varsanılarının ve sanrılarının, babası tarafından mavi balina oyununa ilişkin sanrısal nitelik
taşıyan öğeler ile zenginleştirilmesi ‘folie induite’ ayırıcı tanısı bağlamında tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kendine zarar verme, ergen, psikiyatrik değerlendirme, paylaşılmış
psikotik bozukluk.
P/6 KENDİNE ZARAR VERME VE İNTİHAR GİRİŞİMİNDE BAĞLANMANIN
ROLÜ: BİR OLGU SUNUMU
Leyla Seviçin* Neslihan Taştepe * Sevgi Özmen * Esra Demirci*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalı
[email protected], [email protected],
[email protected], [email protected]
İntihar, insanın kendi kendisini cezalandırmak ve kendisini kasıtlı olarak dünyadan ayırmak
için giriştiği bir eylem iken; intihar girişimi, bu biçimde tanımlanan, ama ölüm sonucu
doğmadan durdurulan fiile denir. Bebeklik ve çocukluk döneminde ebeveynlerle olan
etkileşimler ve bunların sonucunda ortaya çıkan bağlanma tarzları ergenlik ve yetişkinlik
dönemlerinde bireylerin psikolojik sağlıklarını etkilemekte ve intihar girişimi ile kendine
zarar verme davranışının da dahil olduğu çeşitli davranış bozuklukları göstermelerine neden
olmaktadırlar. Yakın ilişkilerinin çalkantılı ve yüzeysel olması, ilişkiye aşırı tutunma, bir
ilişkiyi sona erdirmede aşırı zorlanma, yalnızlığa toleransın düşük olması; bağlanma
bozukluğu, borderline kişilik özellikleri ve intihar davranışının kesişim özellikleri olarak
düşünülmektedir. Borderline kişilik yapılanması olan hastalar intihar niyeti olmadan çeşitli
kendine zarar verme eylemleri de sergileyebilirler. Bu olgu sunumunda bağlanma
bozukluğuna sahip bir ergende borderline kişilik yapılanması, kendine zarar verme davranışı,
intihar girişimi, olası sebepleri ve eşlik eden psikopatolojilerden bahsedilecektir.
Anahtar Sözcükler: İntihar girişimi, kendine zarar verme, borderline, bağlanma
P/7 TRİPOFOBİDEN DEPRESYONA UZANAN YOL: BİR OLGU SUNUMU
Merve CANLI1
1 Ankara SBÜ. Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Klinikte oldukça nadir karşılaşılan özgül fobilerden biri olan tripofobi genellikle delikler,
tekrarlayan şekiller ve çıkıntılar içeren nesnelere yönelik yoğun ve aşırı korku ve rahatsızlık
hissi olarak tanımlanmaktadır. İnternet üzerinde çeşitli platformlarda yoğun bir şekilde
tartışılmış iken tıbbi literatürde henüz son zamanlarda belgelenmeye başlamıştır. Balpeteği, su
damlacıkları ve gözenekli cisimler kişiye yoğun bir rahatsızlık ve tiksinti vermektedir.
Nüfusun yaklaşık % 16'sının duyarlı olduğu tahmin edilmektedir. Kadınlarda daha sık ve
kalıcı olduğu bildirlmiştir. Pek çok psikiyatrik komorbidite ile ilişkili olup, en sık major
depresyon ve diğer anksiyete bozuklukları ile birlikte görülmektedir. Bu yazıda 10 yaşından
beri tripofobiden muzdarip olan, halihazırda depresyon nedeniyle polikliniğimize başvurmuş
15 yaşında bir erkek olgu sunulacaktır. Klinik pratikte çocuk ve ergenlerde sık
karşılaşılmayan bir durum olması ve daha önce bildirilmiş vakalar içerisinde erkek olguya
rastlanmamış olması nedeniyle bu olgu sunumu tripofobi ve komorbid durumların çocuk ve
ergenlerde tanınması açısından önemli olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: tripofobi, delik, özgül fobi
P/8 MODERN DÜNYADAKİ YANLIZLIK: TÜRKİYE’DEN BİR HİKİKOMORİ
VAKASI
Japonca ‘’hikikomori’’ terimi ‘’mahkûm olmak’’ anlamına gelmektedir. Japonya’da yaygın
olarak görülen, uzun süreli sosyal geri çekilme ile karakterize olan psikososyal ve ailesel bir
patolojidir. 1970’lerden itibaren görülmekte ergenler ve genç yetişkinlerde yaklaşık %1-2
oranında, ağırlıklı olarak erkeklerde görülmektedir. Bu bozukluk çoğunlukla, dünyayla
iletişimini kesme, ebeveynlerinin evlerinde kendi yatak odalarına günlerce, aylarca hatta
yıllarca kendini kilitleme şeklinde ortaya çıkmakta ve sıklıkla genç nüfusu etkilemektedir. Bu
yazıda yaklaşık 1 yıldır okula gitmeme, odasından temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında
çıkmama, odasında internette oyun oynayarak ve televizyon izleyerek vakit geçirme, ailesi
dâhil kimseyle konuşmama yakınmaları ile yatış amaçlı ve zorla Ankara Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi Yenimahalle Eğitim Araştırma Hastanesi yataklı çocuk ergen psikiyatri kliniğine
getirilen 14 yaş 8 aylık bir erkek hasta nedeniyle Hikikomori Sendromu tartışılmıştır. Hasta
klinik muayene ve standart tanı araçları ve aile görüşmeleri ile ayrıntılı olarak
değerlendirilmiştir. Ayırıcı tanıda depresif bozukluk, psikotik bozukluklar, sosyal fobi ve
otizm spektrum bozuklukları (OSB) düşünülmüştür. Depresif duygudurumu, anhedonisi
olmaması, sanrı, varsanı tariflememesi ve gerçeği değerlendirmesinin bozulmamış olması,
sosyal ortamlara girerken veya tanımadığı kişilerle bir aktivite gerçekleşeceği zaman kaygı
taşımaması, sosyal iletişimindeki kısıtlılığının zamanla artış göstermesi ve stereotipik
hareketler, rutinde ısrarcılık, rutinden çıkınca huzursuzluk yaşama gibi semptomlarının
olmaması nedeniyle ayırıcı tanılar dışlanmıştır. Sosyal izolasyonun herhangi bir psikopatoloji
ile bağlantılı olmaması ve hastanın kendi tercihi olması nedeniyle hastaya hikikomori tanısı
konmuştur. Hikikomori gibi ciddi sosyal izolasyon olguları Japonya’da daha çok tanımlanmış
olsa da, bu olgu dünyanın farklı kültürlerine sahip ülkelerinde de hikikomori nin görüldüğünü
kanıtlar niteliktedir. Bu olgu bildiğimiz kadarıyla Türkiye’den bildirilen ilk hikikomori
vakasıdır. Klinisyen tarafından fark edilip uygun sosyal ve psikoeğitimsel müdahalelerin
zamanında yapılması nedeniyle artık Türkiye için de bir gündem konusu olmaya
başlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hikikomori, çocuk ve ergen, sosyal izolasyon
Yazarlar:
Dr.Meryem KAŞAK: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Cafer Doğan HACIOSMANOĞLU: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Selma TURAL HESAPÇIOĞLU: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Mehmet Fatih CEYLAN: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
P/9 BULİMİA NERVOZA HASTASINDA KENDİNE ZARAR VERME DAVRANIŞI:
BİR VAKA SUNUMU
Neslihan Taştepe*, Semiha Dursun*, Leyla Seviçin*, Şule Aydın*, Esra Demirci*, Sevgi
Özmen*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları
[email protected] , [email protected], [email protected],
[email protected], [email protected], drsevgiö[email protected]
ÖZET
Bulimiya nervoza; yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı tıkanırcasına yeme dönemlerinin
ve telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve diüretikleri yanlış yere
kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) üç ay içinde, haftada en az bir kere olmasıyla
karakterize olan ve kişinin kendini çoğunlukla görünüm ve kilosuyla değerlendirip
yargılamasına yol açan bir yeme bozukluğu türüdür. Kendine zarar verme davranışı, bilinçli
bir ölüm isteği olmadan, isteyerek ve amaçlı olarak, hafif veya orta düzeyde fiziksel zarar
beklentisi ile yapılan ve doku hasarı ile sonuçlanan, yineleyici bir şekilde kişinin kendi
bedenine yönelik girişimidir. Genellikle ortama uyum sağlayamamanın ve tahammülsüzlüğün
yarattığı baskıya karşılık olarak gelişmektedir. Kendini yaralama eylemi varlığıyla seçilmiş
kişilerden oluşan örnek topluluklarda yeme bozukluğu öyküsünün yüksek hızda görülmesi
gibi, aynı zamanda yeme bozukluğu varlığı nedeniyle seçilen hasta topluluklarında da kendini
yaralama davranışı hızının yüksek olduğu izlenimi edinilmektedir. Bu vakada 16 yaşında
bulimik kız hastada kendine zarar verme davranışından ve bu davranıştaki dürtüselliğin yeme
kontrolünü sağlamaya çalışmasındaki dürtüsellikle benzer olduğundan bahsedilmektedir.
Anahtar Sözcük: bulimia nevroza, kendine zarar verme davranışı, dürtüsellik
GİRİŞ
Bulimiya nervoza; yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı tıkanırcasına yeme dönemlerinin
ve telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve diüretikleri yanlış yere
kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) üç ay içinde, haftada en az bir kere olmasıyla
karakterize olan ve kişinin kendini çoğunlukla görünüm ve kilosuyla değerlendirip
yargılamasına yol açan bir yeme bozukluğu türüdür (1). Bulimiya nervozalı hastalar ya
normal ya da normalin üstünde kilodadırlar ve bu özellikleriyle beden ağırlıkları normalde
olmaları gerekenin %15 altında olan anoreksiya nervozanın tıkanırcasına yeme/çıkarma tipli
hastalarından farklılardır. Yine telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve
diüretikleri yanlış yere kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) varlığı nedeniyle de
tıkanırcasına yeme bozukluğu tanılı hastalardan ayrılmaktadırlar. BN, toplumda yaklaşık %1
oranında görülmektedir. Genç kızlarda ve kadınlarda erkeklere oranla 10 kat sık görülür.(2)
Kendine zarar verme davranışı, bilinçli bir ölüm isteği olmadan, isteyerek ve amaçlı olarak,
hafif veya orta düzeyde fiziksel zarar beklentisi ile yapılan ve doku hasarı ile sonuçlanan,
yineleyici bir şekilde kişinin kendi bedenine yönelik girişimidir. Genellikle ortama uyum
sağlayamamanın ve tahammülsüzlüğün yarattığı baskıya karşılık olarak gelişmektedir.(4)
Kendini yaralama eylemi varlığıyla seçilmiş kişilerden oluşan örnek topluluklarda yeme
bozukluğu öyküsünün yüksek hızda görülmesi gibi, aynı zamanda yeme bozukluğu varlığı
nedeniyle seçilen hasta topluluklarında da kendini yaralama davranışı hızının yüksek olduğu
izlenimi edinilmektedir. Yeme bozukluğu bulunan hastaların oluşturduğu alt gruplarda,
kendini yaralama davranış hızları değişebilmektedir. Garfinkel ve ark. bulimik hastalarda
anorektik hastalara göre, kendini yaralama öyküsünün daha sık görüldüğünü gözlemlemiştir
(3).Bizim vakamızda; 16 yaşında bulumia nervosa ile takip edilen kız hastada kendine zarar
verme davranışıyla yeme bozukluğu arasındaki ilişkiden bahsedilmiştir.
VAKA
16 yaş 10. sınıfa giden kız hasta çocuk psikiyatri polikliniğimize yemek yemek isteme ama
kilo almaktan korkma şikayeti ile başvurdu. Alınan hikayesinde; bu problemin 2 yıl önce
başladığı, şiddetinin giderek arttığı, yemek yemek özellikle de çikolata ve dondurma yemek
istediğini ama kilo almak istemediği için kendisini kontrol etmeye çalıştığını ve en sonunda
kontrolden çıktığını, çikolata ve dondurmadan fazlaca yediğini, sonra pişman olduğunu ve
kendini kusturduğunu, bu durumun ev ve okul fark etmeksizin her ortamda olduğunu, okulun
yemeklerini yağlı bulduğu için okulda yemek istemediğini ancak arkadaşlarının yemek
yemediğini fark etmelerini istemediği için öğle araları yemek yiyip sonra tuvalette kendini
kusturduğunu, evde annesinin yemekleri yağsız yaptığını o yüzden evde yemekleri
yiyebildiğini ancak tıkınırcasına yediği zamanlarda evde de kendisini kusturduğunu, geçmişte
kendisine kilolu olduğunu birkaç kişinin söylediğini, bunun üzerine 2 yılda yaklaşık 10 kg
verdiğini, geçmişte aynaya baktığında kendisini kilolu gördüğünü ancak şimdi aynaya
baktığında kendisini kilolu görmediğini, mevcut olduğu 48 kiloda devam etmek istediğini, bu
kiloyu korumak için gün içerisinde birkaç sefer tartıldığını ifade etti. Anamnez
ayrıntılandırıldığında; kendisinin hoşlandığı çocuğun zayıf bir kızla görüşmeye başladıktan
sonra kendisinin de zayıf olması gerektiği ve zayıf olursa erkekler tarafından beğenileceği
düşüncesi olduğu, herkes tarafından beğenilmek ve sevilmek istediğini, sınıflarındaki en silik
karakterin kendisi olduğunu düşündüğünü ancak herkes tarafından beğenilen ve konuşulmak
istenen bir insan olmak istediğini, kendisinin sınıftaki popüler kızların olduğu gruba
alınmadığını, o gruba girmek için çabaladığında reddedildiğini ve reddedilmeye tahammül
edemediğini ve kendisini yetersiz ve değersiz gördüğünü, çok mutsuz hissettiğini, böyle
durumlarda eve geldiğinde rahatlayabilmek için iğneyi eline batırıp kanattığı ya da bıçakla
kolunun ön yüzüne yüzeyel çizikler attığı ve rahatladığını fark ettikçe de gün geçtikçe bu
kendine zarar verme davranışını artırdığı öğrenildi.
Psikososyal gelişim öyküsünde; ilkokul zamanında başladığı, okuma yazmayı zamanında
öğrendiği, hep çok başarılı olduğu, başarılı olursam sevilirim diye düşündüğü, aile içi
ilişkilerinin iyi olduğu ama annesinin ilgili bir anne olduğunu bilmesine rağmen annesinden
hep daha fazla ilgi beklediği, kendisinden 3 yaş küçük erkek kardeşini kıskandığı, genel
olarak kaygılı bir yapıya sahip olduğu öğrenildi. Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik yoktu.
Yapılan laboratuar tetkiklerinde demir ve vitamin B12 eksikliği saptandı ve tedavisi
planlandı. Fizik muayenesinde boyu: 161 cm va: 48 kg BKİ: 18.5 kg/m2 idi. Ruhsal durum
muayenesinde; hasta yaşının görünümünde, sosyokültürel seviyesi ile uyumlu giyimde,
konuşurken göz teması kurdu , afekti anksiyöz duygudurumu çökkündü, kilo almaktan
korktuğuna dair ve herkes tarafından beğenilmek sevilmek düşüncesi mevcuttu, algı kusuru
tariflemedi, gerçeği değerlendirme yargılama yerindeydi.
Bulimia nevroza ve depresif belirtilerinde eşlik ettiği hastaya fluoksetin 20 mg/g başlandı ve
bilişsel davranışçı terapi yapılmaya başlandı ve hastanın kilo alma, beğenilmeme ve
sevilmeme düşünceleri üzerinde çalışıldı. Kilo alması ve vermesi olmayan hasta kendisine
arkadaş grubu kurabildi ve sevilmeme beğenilmeme düşünceleri zaman içerisinde azaldı,
güzel olup beğenilmek için çok zayıf olmak gerekmediğini fark ettiğini söyledi. Diyetisyene
yönlendirilerek diyet programı hazırlandı. Takiplerinde fluoksetin 40 mg/g e çıkarılan
hastanın depresif belirtileri gerilemiş, kendine zarar verme davranışı geçmiş olup çocuk
psikiyatri polikliniğimizde hala takip ve tedavisine devam etmektedir.
SONUÇ
Yeme bozukluklarındaki dürtüsel davranışların öfkeyi ifade etmekteki güçlüklerle ilişkili
olabileceği düşünülmektedir. Bulimik hastaların, normal gruplara ve anoreksik hastalara
oranla daha yüksek öfke düzeyi gösterdikleri ve bulimiklerin, öfkeye ve saldırganlığa yol
açan düşük tolerans düzeyleri ve engellenmeleri, düşük dürtü kontrolünün anoreksiklere
oranla daha çok olduğu gösterilmiştir. Dürtüsel kendini yaralama daha çok dış etkenlerce
tetiklenir ve sıklıkla sınır, antisosyal, bağımlı ve histriyonik kişilik bozuklukları, yeme
bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu ve dissosiyatif bozukluklarla ilişkilidir. Klinik
ortamda yaygınlığı oldukça düşük tahmin edilse de yeme bozukluklarında kendini yaralama
davranışının gizli bir belirti olarak %25-40 oranında ortaya çıktığı saptanmıştır. Kendini
yaralama öyküsü bulimik hastalarda anorektiklere kıyasla daha sık gibi görünmektedir (4).
Walsh BW (1988), bulimia bulunan ve bir ankete yanıt veren, rastgele yöntemle seçilmiş 81
hastadan 27sinde (%33) kendini yaralama davranışı öyküsü bildirildiğini aktarmaktadır.
Bulimia tedavisi için hastaneye yatırılan 44 kişinin izlendiği bir takip çalışmasında Winchel
RM hastaların %39’unda kendini yaralama davranışı öyküsü olduğunu belirlemiştir (3).
Bizim vakamızda, bulimik hastamızın dürtüsel yapısı ile hem yeme bozukluğu hem de
kendine zarar verme davranışı açıklanabilir. Beğenilmek için zayıf görünmeye çalışan ve bir
gruba ait olmak isteyen ve grup tarafından dışlandıkça engellenmiş olduğunu düşünen,
engellenmeye toleransı düşük olan hastamız bu durum sonucu öfkelenmekte ve bu durumda
kendisine zarar verme davranışı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu kendine zarar verme
davranışı, yemek yemek istememesine rağmen bunun kontrolünü sağlayamayıp dürtüsel
şekilde tıkınırcasına yeme davranışı ile benzer şekilde dürtüsellikle açıklanabilir. Geçmişte
yeme bozukluğu ve kendine zarar verme davranışı üzerine çalışmalar yapılmış olup bizim
vakamız da geçmişteki çalışmaları destekler niteliktedir.
KAYNAKLAR
1. American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders, 5th ed. Arlington, VA: American Psychiatric Publishing, 2013.
2. Smink FRE, van Hoeken D, Hoek HW. Epidemiology of Eating Disorders: Incidence,
Prevalence and Mortality Rates. Current Psychiatry Reports. 2012;14:406-14.
3. Favazza AR (1998) The Coming Of Age of Self- Mutilation. The Journal of Nervous
Mental Disease, 186: 5.
4. Favvaza AR, Rosenthal RJ (1993) Diagnostic ssues n Self-Mutilation. Hospital and
Community Psychiatry, 44: 2.
P/10 İNTİHAR GİRİŞİMİ OLAN HASTALARIN YATAKLI SERVİSTE
TAKİPLERİNİN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ
Özlem DOĞAN1, Enes BİNGÖL2 Özlem ÖZEL ÖZCAN3
1 Uzman Doktor İnönü Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
ABD
2Araştırma Görevlisi Doktor İnönü Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
3 Profesör Doktor İnönü Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
ABD
[email protected], bingö[email protected], [email protected]
İntihar davranışı; bireyin bilerek ve isteyerek kendi yaşamına son verme amacını içeren tüm
düşünce ve davranışlarını kapsayan bir terimdir. DSÖ’nün 2018 verilerine göre her yıl intihar
sebebiyle 800.000 kişi hayatını kaybetmektedir. Bunun 10-20 katı insan da intihar girişiminde
bulunmaktadır. Bu da demektir ki her 40 saniyede bir kişi intihara bağlı hayatını
kaybetmektedir. Çocuk ve ergen yaş grubunda intihar girişimi ve tamamlanmış intihar
oranlarının dramatik bir biçimde arttığı gözlenir. Küresel olarak, genç yetişkinler arasında 15-
29 yaş arası intihar, tüm ölümlerin %8,5'ini oluşturuyor. Dünyada ergen ve genç yetişkin yaş
grubunda ölümlerin %11’inden sorumludur. Bu çalışmanın amacı, Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları kliniğinde İntihar Girişimi (İG) nedeniyle takip edilen ergenlerin klinik
özelliklerini değerlendirmektir. Eylül 2018 Eylül 2019 tarihleri arasında Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları kliniğinde İG nedeniyle yatışı yapılmış hastaların dosyalarının
retrospektif değerlendirmeleri yapılmıştır. Son 1 yılda kliniğimizde İG nedeniyle takip edilen
37 hastanın takibi yapılmıştır. Bu hastaların 7’si (%18,9) erkek, 30’u (%81,1) kız olduğu
tespit edilmiştir. Bu hastaların yaş ortalaması 15,21±1,7, İG sayısı 1,75±1,2, yatış süresi
19,7±14,3 gün olarak tespit edilmişitir. Bu hastaların intihar girişim şekli incelendiğinde 26’sı
(%70,3) ilaç alarak, 4’ü (%10,8) yüksekten atlama, 4’ü (%10,8) kesici alet kullanma, 3’ü
(%8,1) ası ile intihar ettiği bulunmuştur. Bu hastaların 12’sinde (%32,4) borderline kişilik
özellikleri, 10’u (%27,0) depresif bozukluk, 4’ü (%10,8) davranım bozukluğu, 3’ü (%8,1)
bipolar bozukluk, 2’si (%5,4) dissosiyatif bozukluk, 2’si (%5,4) psikotik bozukluk, 2’si
(%5,4) travma sonrası stres bozukluğu, 1’inde (%2,7) otizm spektrum bozukluğu, 1’inde
(%2,7) konversiyon bozukluğu psikiyatrik tanılarını aldığı tespit edilmiştir. İntihar girişimi
ilerideki tamamlanmış intiharın en iyi göstergesidir. Bu nedenle ciddi İG olan hastaların
yatarak takibi önemlidir. Bu hastaların risk değerlendirmelerinde kız cinsiyetin ve borderline
kişilik özellikleri ve depresif bozukluk tanılarının yüksek olduğu ve özellikle ergen yaş
grubunun ilaç alarak İG bulunduğu görülmüştür.
Anahtar kelimeler: intihar girişimi, yataklı servis, retrospektif, ergen
P/11 ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ TRAVMALARI, DUYGU DÜZENLEME
GÜÇLÜĞÜ VE KENDİNE ZARAR VERME DAVRANIŞI; BİR OLGU SUNUMU
Neslihan Taştepe*, Semiha Dursun*, Asilay Şeker*, Sevgi Özmen*, Esra Demirci*
*Erciyes Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
[email protected], [email protected], [email protected],
[email protected], [email protected]
GİRİŞ; Çocukluk çağı travmaları (ÇÇT) duygusal, fiziksel, bilişsel, davranışsal ve sosyal
alanlarda gelişimi etkileyen durumlardır. Çocukluk çağında fiziksel ve cinsel travmaya maruz
kalmak, ilerleyen yaşlarda kişilik bozukluklarına ve kendine zarar verme davranışına sebep
olmaktadır (Van der Kolk ve ark. 1991). Kendine zarar verenlerin %60’ında fiziksel ve/veya
cinsel kötüye kullanılma öyküsü olduğu bildirilmiştir (Brodsky ve ark. 1995). Ayrıca kendine
zarar verme davranışı olan kadınlarda, olmayanlara göre çocukluk çağında cinsel tacizin daha
sık olduğu ileri sürülmektedir (Van der Kolk ve ark. 1991).
ÇÇT ile travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kaygı bozuklukları, madde kötüye
kullanımı, , depresyon gibi psikiyatrik hastalıkların yanısıra arasında duygu düzenleme
güçlüğü (DDG) arasında ilişki olduğu bildirilmiştir (Shipman ve ark. 2007). Araştırmalar
istismara maruz kalan çocukların, istismara maruz kalmayanlardan daha fazla DDG
yaşadıkları, duruma uygun duyguları daha az sergiledikleri, daha fazla duygusal dengesizlik
veya olumsuzluk sergiledikleri belirtilmiştir (Shipman ve ark. 2007). Ayrıca kendini yaralama
davranışlarının temelinde duygu düzenleme (emosyon regülasyon) güçlüğü olduğu ifade
edilmiştir (Linehan MM, 1993).
Bu bilgiler ışığında bu olguda çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kalan kendine
zarar verme davranışı ile polikliniğimize başvuran bir ergen tartışılmıştır.
OLGU;
15 yaşında kız hasta ilk olarak acilde sinir krizi geçirme, ardından kontrolünü yitirme,
kollarını kesme şeklinde kendine zarar verme nedeni ile değerlendirildi. Alınan öyküde son 1
yıldır depresif semptomlar sergileyen ergenin ders başarısında düşüş olduğu, okuldan kaçtığı,
sık sık sinir krizi geçirdiği, birkaç kez bayıldığı, kollarını jiletle çizme, saçını yolma, yüzünü
tırnaklama şeklinde kendine zarar vermelerinin olduğu öğrenildi, yapılan 3. görüşmede iki
kuzeni tarafından 6 yaşında başlayan cinsel istismar öyküsünün olduğu, bu durumdan daha
önce kimseye bahsetmediği, kuzeninde aynı şekilde istismar edildiğini öğrenmesi üzerine
bayılma ve kendine zarar verme şikayetlerinin arttığı öğrenildi. Yapılan görüşmelerde
kendine zarar verme davranışlarının çoğunlukla istismarı hatırlaması sonrasında olduğu, o
esnada ölecekmiş, çıldıracakmış gibi hissettiği, kendine zarar vererek rahatladığı öğrenildi.
Daha sonra yaşadığı başka stresörler sonrası da sık sık kendine kollarını jiletle çizme, saçını
yolma, yüzünü tırnaklama, ısırma şeklinde zarar verdiği, eş zamanlı olarak çevresine ve
eşyalara da zarar verdiği öğrenildi. Kendine zarar vererek yaşadığı olumsuz duyguları
bastırabildiği gözlendi. TSSB tanı kriterlerini karşılayan hastanın Duygu Düzenleme
Güçlüğü Ölçeği (DDGÖ) puanının da 98 olduğu görüldü, kabul etmeme ve dürtü alt başlık
puanları özellikle yüksek değerlendirildi. Farmakolojik tedavisi düzenlenen hasta poliklinik
kontrolüne alındı, BDT planlandı, sorun çözme becerilerinin geliştirilmesi, sağlıklı duygu
düzenleme becerilerinin geliştirilmesi, sosyal desteğinin arttırılması hedeflendi.
TARTIŞMA-SONUÇ;
Yapılan araştırmalar, erken çocukluk travmalarında, TSSB’da ya da diğer psikiyatrik
bozukluklarda duygu düzenleme güçlüğünü temel alan kendini yaralama davranışlarına
yönelik tedavilerin geliştirilmesinin önemine, bu çerçevede duygu düzenlemenin duygu
kontrolü olarak değil, duyguya verilen tepkinin kontrolü olarak kavramsallaştırılmasının
gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca, bu tedavilerin önemli bir bileşeninin de uyumsal duygu
düzenleme becerilerinin kazandırılması olduğuna dikkat çekmektedir.
Kaynaklar;
Van der Kolk B, Perry JC, Herman JL. Childhood origins of self-destructive behavior. Am J
Psychiatry 1991;148:1665-1671
Brodsky BS, Cloitre M, Dulit RA. Relationship of dissociation to self-mutilation and
childhood abuse in borderline personality disorder. Am J Psychiatry 1995;152:1788-92
Linehan MM. Cognitive- behavioral treatment of borderline personality disorder. New York:
Guildford Press; 1993.
Shipman KL, Schneider R, Fitzgerald MM ve ark. (2007) Maternal emotion socialization in
maltreating and non-maltreating families: Implications for children’s emotion regulation.
Social Development 16:268-85.
P/12 Farmakoterapiye dirençli Tourette Sendromlu bir ergen hastada transkranial
manyetik stimülasyon(TMS) olgu sunumu
Gülşen Kartalcı¹, Özlem Özel Özcan¹
¹İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri A.D. Malatya, Türkiye
Çocukluk çağının önemli nörogelişimsel hastalıklarından birisi olan Tourette sendromu(T.S.)
kronik motor ve vokal tiklerle karakterizedir. Tedavide en sık kullanılan yöntemler
farmakoterapi ve davranışçı yaklaşımlardır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda
supplementary motor area(SMA)‘ya uygulanan TMS’nin TS’daki tiklerin tedavisinde etkili
olabileceğini gösteren sonuçlar bildirilmiştir. Biz de bu olguda TS’lu bir ergen hastada
Tekrarlanan TMS’nin tiklerin tedavisindeki etkinliğini sunmaktayız.BA, 15 yaşında erkek
TS+Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanılarıyla 2013 yılından itibaren
kliniğimizde takipli. Daha önce klonidin dahil olmak üzere çoklu farmakolojik tedaviye yanıt
oranı düşük olan hastaya farmakoterpiye ek olarak SMA bölgesine 20 seans TMS uygulandı.
Hastanın genel durumu ve tiklerdeki değişim düzenli aralıklarla klinik global izlem ölçeği
(CGI) ve analog skala ile değerlendirildi. TMS öncesi 5 olan CGI değeri 10. Sansın sonunda
4’e ve 20. Seans sonunda da 3’e düşmüştür. CGI’daki bu düzelme TMS sonrası 3. Haftada da
devam etmekteydi. Tiklerdeki değişim analog skala ile değerlendirildiğinde ise, 1 vokal 1
motor tikinin tamamen gerilediği, vokal tiklerinde daha belirgin olmak üzere motor ve vokal
tiklerin her ikisinde de düzelme olduğu gözlendi. Hastadaki TS’yla birlikte bulunan DEHB
belirtilerinde ise herhangi bir değişiklik gözlenmedi. Bu tedavi sırasında ve sonrası
kontrollerde TMS’ye ait bir yan etki bildirilmemiştir. TS’nun kortiko-straito-talamo-kortikal
ağlardaki disfonksiyon ve motor korteksdeki aşırı uyarılabilirliğe bağlı olduğu konusunda
genel bir fikir birliği vardır. TS'te tik oluşumunda sıkça yer alan bölgelerden biri, motor
kontrol ve bilişsel işlemeyle ilişkili beyin alanlarıyla geniş bağlantıları olan SMA’dır. SMA
uyarılamasının tik oluşumuna katkıda bulunabileceği, SMA'ya uygulanan TMS kullanımı
ile kortikal inhibisyon yapıldığında ise TS'li bireylerde tiklerin azaldığı gösterilmiştir.Bizim
vakamızda da rTMS, önceki çalışmaların sonuçlarını doğrular şekilde bilateral SMA
inhibisyonuyla tikleri azaltmış olabilir. Sonuç olarak biz farmakoterapiye dirençli TS
olgularında tiklerin tedavisinde TMS’yi önemli bir tedavi seçeneği olarak önermekteyiz.
Anahtar kelime: Tourette, TMS, tik