Upload
others
View
15
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
P/1 DEPO RİSPERİDON İLE TEDAVİ EDİLEN DİRENÇLİ KENDİNE ZARAR
VERİCİ DAVRANIŞLARI OLAN BİR OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU OLGUSU
Begüm ÖZCAN1, Doğa SEVİNÇOK1, Mutlu Muhammed ÖZBEK1, Müge ÇETİNER1, Hatice AKSU1
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected] , [email protected] ,
[email protected] , [email protected]
Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanılı çocuk ve ergenlerde irritabilite,
kendine zarar verici davranışlar (KZVD) ve öfke nöbetlerinin sık görüldüğü
bilinmektedir. Başta atipik antipsikotikler olmak üzere çeşitli ilaçlar OSB’de görülen
KZVD, irritabilite, saldırganlık gibi sorunlar için yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu vaka
sunumunda çeşitli ilaç tedavilerinden fayda görmeyen dirençli KZVD’leri olan bir OSB
olgusunun intramusküler depo Risperidon ile tedavisinin sunulması amaçlanmıştır.
15 yaş, OSB tanılı erkek hasta son üç aydır artan kendine zarar verici
davranışlar sebebiyle polikliniğimize başvurdu. İki çocuklu ailenin ikinci çocuğu olarak
miadında normal doğum ile 2500 gr doğmuş. Gelişim basamaklarında gecikme olan
olgunun özgeçmişinde ve soygeçmişinde özellik yoktu. Öyküsünden üç yaşındayken
dönen nesnelere aşırı ilgili, dokunmaya karşı hassasiyet, bağırma, konuşmama, diğer
çocuklara vurma şikayetiyle ilk çocuk psikiyatrisi başvurusunun olduğu, “atipik otizm”
ve “orta düzeyde zihinsel yetersizlik” tanıları aldığı saptandı. Olgunun 8 yaşından
itibaren kolunu ısırma, kendine vurma, hırçınlık sebebiyle Risperidon, Aripiprazol, ve
ketiapin tedavisi ile kısmi faydalanım olduğu öğrenildi. Tarafımıza başvurusunda temel
otizm belirtilerinin yanında ajitasyonu gözlenen, sürekli kafasına şiddetli vurma
davranışı ve bağırması olan hastada vurduğu temporal bölgede alopesik alan olduğu
gözlendi. Risperidon ve Ketiyapin tedavilerini kullanan, oral tedaviye uyumu olmayan
hastanın tedavisi İntramuskuler depo Risperidon 25 mg/2 haftada bir ve Risperidon
solusyon 1 mg/g olarak düzenlendi. Bir ay sonra kendine vurma davranışında belirgin
azalma olan hastanın tedavisinin devamı planlandı.
Çocuk ve ergenlerde risperidon tedavisi ile ilgili çok sayıda çalışma olmasına
karşın uzun etkili depo risperidonun kullanımı ile ilgili veriler sınırlıdır. Tedavi uyumu
olmayan olgularda uzun etkili risperidonun etkinliğini değerlendiren bir çalışmada ;
uzun etkili risperidonun tedavi uyumsuzluğundan dolayı oral preparat alamayan
davranış bozukluğu olan hastalarda etkili bulunmuştur. Olgumuzda depo risperidonun
yan etki oluşturmaması, tedavi uyumunu artırması ve belirtilerde iyileşme sağlaması
OSB’de görülen davranışsal sorunların tedavisinde iyi bir seçenek olabileceğini
düşündürmektedir.
Anahtar Sözcük : Otizm, Risperidon, zarar verici davranış
P/2 OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU VE ARNOLD CHİARİ TİP 1
MALFORMASYONU:BİR ERGEN OLGU
Çisel Yazan Songür1,Fatma Sibel Durak1,Melek Hande Bulut Demir1
1.Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği,İZMİR
[email protected],[email protected],[email protected]
Otizm spektrum bozuklukları (OSB), belirtileri erken çocukluk çağında başlayan, sosyal-
iletişimsel alanda yetersizlikler, sınırlı ve tekrarlayıcı davranışlar ve ilgi alanlarıyla seyreden
norogelişimsel bir bozukluktur. Bu bildiride; OSB ve Arnold Chiari Tip 1 birlikteliğini
vurgulamak amacıyla OSB tanısıyla izlenen ve takiplerinde Arnold Chiari Tip 1 tanısı konulan
bir olgu paylaşıldı. 14 yaşındaki erkek olgu; 5 yaşından itibaren OSB ve eşlik eden Dikkat
Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanısıyla izlenmektedir. Geçen yıl kış ayında
pnomoni geçirdikten sonra yüzünü, kolunu , bacaklarını yolma şeklinde kendisine zarar verici
davranışlar ve tik bozukluğu şeklinde değerlendirilen istem dışı hareketler başlamış. Sertralin
50 mg ve Risperidon 1 mg tedavisi ile kendisine zarar verici davranışları kontrol altına alınmış
ancak tikleri devam etmiş. Bu yıl kış ayında kendisine zarar verici davranışları tekrarlamış.
Tedavisi Sertralin 50 mg, Risperidon 2 mg, Hidroksizin 25 mg ve Aripiprazol 5 mg olarak
düzenlenmiştir. Ancak Aripiprazol eklenmesiyle birlikte vücudunda çeşitli yerlerde kasılma ile
birlikte tuhaf sesler çıkarma gibi ani başlayan davranış değişiklikleri olması üzerine norolojiye
konsülte edilmiş ve yapılan tetkiklerle Arnold Chiari Tip 1 malformasyonu tanısı almıştır.
Kendisine zarar verici davranışlarının yoğun bir şekilde devam etmesi üzerine tedaviden
Aripiprazol çıkarılarak ,Lorazepam 1 mg eklenmiştir. Lorezapam tedavisi ile olgunun
yakınmaları azalarak kaybolmuştur. Otizmin pek çok genetik ve norolojik hastalıkla birlikte
gorülebildiği bildirilmektedir. Literatürde; Arnold Chiari Tip 1 malformasyonuna eşlik eden
anksiyete bozukluğu,bipolar bozukluk ve otizm spektrum bozukluğu vakaları bulunmaktadır.
Arnold Chiari sendromununun norobilişsel disfonksiyonlara yol açabileceği
düşünülmektedir. Kliniğe başvuran olgularda anamnezin detaylı alınması ve multidisipliner
değerlendirilmesi en uygun tanı ve tedavinin planlanması ile prognozu olumlu yonde
etkileyecektir.
Anahtar Sozcükler:Otizm Spektrum Bozukluğu,Arnold Chiari Tip 1,Zarar Verici Davranışlar
P/3 ATOMOKSETİN TEDAVİSİ SIRASINDA KARACİĞER FONKSİYON TESTLERİ YÜKSEKLİĞİ OLAN OLGUDA N-ASETİL SİSTEİN KULLANIMI: BİR OLGU SUNUMU
Damla Balkan1, Eda Kabukcu2, Azat Duman3, Özlem Nehir Yazıcı4, Gülsüm Demirkan5, Nilfer
Şahin6
Atomoksetinin bilinen yan etkileri arasında iştah azalması, kalp atım hızında ve kan
basıncında artış, sedasyon, fizksel yorgunluk, uykusuzluk, baş donmesi, anksiyete, ajitasyon,
agresyon, irritabilite, bulantı, kusma, dispepsi, karın ağrısı, hipomani, seksüel işlev bozukluğu,
nadiren intihar düşüncesinin aktivasyonu, karaciğer hasarı vardır.
N-Asetil sistein (NAC) antioksidan ozellikleri olan karaciğeri koruyan bir aminoasit türevidir
Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde NAC kullanımını araştıran artan bir literatür vardır.
Bu olgu sunumunda DEHB ve Bipolar Bozukluk tanıları olan bir ergende atomoksetin tedavisi
eklenmesiyle ortaya çıkan karaciğer fonksiyon testi bozukluğunun NAC augmentasyonu ile
düzelme süreci sunulmuştur.
Olgu
17 yaşında erkek hasta. 12 yaşından itibaren DEHB tanısı ve metilfenidat tedavisi ile
izlenmekte olan hasta, 14 yaşında metilfenidat ve risperidon kullanırken ilk manik atağını
geçirdi. Atak sonrasında risperidon, valproik asit ve metilfenidat tedavisi düzenlenen
hastanın bu ilaç kombinasyonları ile bir hipomanik ve bir karma epizot bipolar atağı oldu.
Ataklar arasında metilfenidat ile DEHB semptom kontrolünün yeterli olmaması ve 3 kez atak
geçirmesi nedeniyle hastanın tedavisi valproik asit, risperidon ve atomoksetin olarak
düzenlendi. Atomoksetin dozu 80 mg/g’e çıkıldığında AST ve ALT değerlerinde yükselme
oldu, ilaç dozu 40 mg/’e düşürüldüğünde AST ve ALT değerleri normal aralığa geriledi. Ancak
DEHB semptom kontrolü sağlanamadığı için atomoksetin 80 mg/g’e yeniden çıkılarak NAC
1200 mg/g augmentasyonu yapıldı. Bu tedavi sonrasında hastanın, bipolar bozukluk ve DEHB
semptomları kontrol altında olup, karaciğer fonksiyon testleri de normal sınırlarda olarak
izlemleri devam etmektedir.
Tartışma
NAC şu anda herhangi bir psikiyatrik hastalık için onaylanmamıştır. Bununla birlikte,
endikasyon dışı ve genellikle diğer tedavilere ek olarak birçok psikiyatrik hastalık üzerinde
araştırılmıştır ve umut veren sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Bizim olgumuzda da NAC eklenmesi ile hem karaciğer fonksiyon testlerinde düzelme
sağlanmış hem de DEHB ve bipolar bozukluk semptom kontrolü daha kolay sağlanmıştır.
Olgumuz bu açılardan klinisyenlere yol gosterici olabilir.
Anahtar kelimeler; atomoksetin, hepatotoksisite, n-asetil sistein.
1. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
3. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
4. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
5. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
6. [email protected], Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
P/4 MİZOFONİ: ERGEN KIZ OLGULARDA PSİKİYATRİK DEĞERLENDİRME VE TANILAMA
Rahime Duygu TEMELTÜRK1, Merve CANLI1, Didem Behice ÖZTOP2
1Ankara Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected], [email protected]
‘Mizofoni’, sesten nefret etme veya bazı seslere karşı aşırı duyarlı olma olarak tanımlanır.
Genellikle insanlar tarafından çıkarılan yemek yerken ağız şapırdatma, sakız çiğneme, nefes
alma, öksürme, burun çekme, yazı yazma gibi bazı seslere karşı yoğun duygusal tepkiler
(öfke, iğrenme, korku ve kaygı) ve kaçınma davranışının görüldüğü bir durumdur. Mizofoni,
bireyin günlük aktivitelerini, sosyal hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini büyük ölçüde
etkilemektedir. Henüz bir psikiyatrik bozukluk olarak tanılanmasa da son zamanlarda
epidemiyolojisi, etyolojisi, klinik görünümü, psikiyatrik komorbiditesi ve tedavisine yönelik
yapılan araştırmalarla bu durumun daha iyi anlaşılmasına çalışılmaktadır. Olguların
tanımlanmasının ardından eşlik eden psikiyatrik belirti/bulguların belirlenmesi ve doğrudan
mizofoniye ve/veya eşlik eden bozukluklara yönelik tedavilerin planlanması
hedeflenmektedir. Ergen örnekleminde yapılan bir çalışmada, mizofoni belirtilerinin sıklığı
%20 olarak belirtilmekle birlikte kızlarda önemli düzeyde daha fazla görülmektedir. Eşlik
eden psikiyatrik bozukluklar içerisinde en sık Obsesif Kompulsif Bozukluk, Anksiyete
Bozuklukları ve Depresif Bozukluk bulunmaktadır. Bildirimizde, beş ergen kız mizofoni
olgusu tanımlanarak psikiyatrik değerlendirmeleri, eşlik eden psikiyatrik bozukluklar ve
tedavi müdahaleleri tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mizofoni, ergen kız, psikiyatrik değerlendirme, tanı.
,
P/5 Tekrarlayıcı Ciddi Kendine Zarar Verme Davranışları ile Seyreden Bir
Olgunun Mavi Balina Oyunu ile İlişkili Paylaşılmış Psikotik Bozukluk
Kapsamında Değerlendirilmesi
Gökçe Yağmur Efendi1, Özhan Yalçın1
1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
[email protected], [email protected]
Paylasılmıs psikotik bozukluk ya da Folie a deux adıyla bilinen bozukluk literatürde ilk
kez 1877 yılında Lasegue ve arkadasları tarafından tanımlanmıstır. Gralnick 1942
yılında bu tabloyu iliski psikozu olarak adlandırmıs, yakın iliski sonucunda sanrısal
düsünce ve/veya anormal davranısların bir kisiden diğerine aktarılması olarak
tanımlamıstır. Yakın iliski, sosyal yalıtılmıslık, pasif kisilik, bilissel bozulma, dil
güçlükleri ve yasam olayları risk faktörleri olarak bildirilmistir. Paylasılmıs psikotik
bozuklukta en yaygın görülen psikotik belirtiler sanrılardır. En sık görülen sanrılar
olarak da perseküsyon sanrıları ve grandiyöz sanrılar bildirilmektedir. Gralnick , bu
bozukluğu tanımlamak için 4 farklı alt tür özetlemiştir: 1)Dayatılmış delilik (Folie
imposee), bozukluğun klasik formu olan bu türde sanrıları olan birey, kolay etkilenen
bir başka bireye sanrılarını aktarır; 2) Eş zamanlı delilik (Folie simultanee), kalıtsal
olarak psikoza yatkın olan, uzun süredir yakın ilişki içinde olan iki bireyde aynı
sanrıların eş zamanlı ortaya çıktığı türdür; 3) Bulaştırılmış delilik (folie communique),
ikincil hastanın, birincil hastanın sanrılarına uzun bir süre direnç gösterdikten sonra
bağımsız sanrılar geliştirdiği durumdur; 4) Tetiklenmiş delilik (Folie induite), birincil bir
psikotik bozukluğu olan hastanın, başka bir kişinin sanrıları etkisiyle kendi sanrılarını
zenginleştirmesidir. Bildirimizde son bir yıldır ciddi ve tekrarlayıcı kendine zarar
verme davranışları olan ve psikotik bozukluk tanısı düşünülen 16 yaşında bir erkek
ergen olgunun varsanılarının ve sanrılarının, babası tarafından mavi balina oyununa
ilişkin sanrısal nitelik taşıyan öğeler ile zenginleştirilmesi ‘folie induite’ ayırıcı tanısı
bağlamında tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kendine zarar verme, ergen, psikiyatrik değerlendirme,
paylaşılmış psikotik bozukluk.
P/6 KENDİNE ZARAR VERME VE İNTİHAR GİRİŞİMİNDE BAĞLANMANIN ROLÜ: BİR OLGU SUNUMU
Leyla Seviçin* Neslihan Taştepe * Sevgi Özmen * Esra Demirci*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
[email protected], [email protected], [email protected], [email protected]
İntihar, insanın kendi kendisini cezalandırmak ve kendisini kasıtlı olarak dünyadan ayırmak için
giriştiği bir eylem iken; intihar girişimi, bu biçimde tanımlanan, ama olüm sonucu doğmadan
durdurulan fiile denir. Bebeklik ve çocukluk doneminde ebeveynlerle olan etkileşimler ve
bunların sonucunda ortaya çıkan bağlanma tarzları ergenlik ve yetişkinlik donemlerinde
bireylerin psikolojik sağlıklarını etkilemekte ve intihar girişimi ile kendine zarar verme
davranışının da dahil olduğu çeşitli davranış bozuklukları gostermelerine neden olmaktadırlar.
Yakın ilişkilerinin çalkantılı ve yüzeysel olması, ilişkiye aşırı tutunma, bir ilişkiyi sona erdirmede
aşırı zorlanma, yalnızlığa toleransın düşük olması; bağlanma bozukluğu, borderline kişilik
ozellikleri ve intihar davranışının kesişim ozellikleri olarak düşünülmektedir. Borderline kişilik
yapılanması olan hastalar intihar niyeti olmadan çeşitli kendine zarar verme eylemleri de
sergileyebilirler. Bu olgu sunumunda bağlanma bozukluğuna sahip bir ergende borderline
kişilik yapılanması, kendine zarar verme davranışı, intihar girişimi, olası sebepleri ve eşlik eden
psikopatolojilerden bahsedilecektir.
Anahtar Sözcükler: İntihar girişimi, kendine zarar verme, borderline, bağlanma
P/7 TRİPOFOBİDEN DEPRESYONA UZANAN YOL: BİR OLGU SUNUMU
Merve CANLI1
1 Ankara SBÜ. Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Çocuk ve
Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Klinikte oldukça nadir karşılaşılan özgül fobilerden biri olan tripofobi genellikle delikler,
tekrarlayan şekiller ve çıkıntılar içeren nesnelere yönelik yoğun ve aşırı korku ve rahatsızlık
hissi olarak tanımlanmaktadır. İnternet üzerinde çeşitli platformlarda yoğun bir şekilde
tartışılmış iken tıbbi literatürde henüz son zamanlarda belgelenmeye başlamıştır. Balpeteği, su
damlacıkları ve gözenekli cisimler kişiye yoğun bir rahatsızlık ve tiksinti vermektedir.
Nüfusun yaklaşık % 16'sının duyarlı olduğu tahmin edilmektedir. Kadınlarda daha sık ve
kalıcı olduğu bildirlmiştir. Pek çok psikiyatrik komorbidite ile ilişkili olup, en sık major
depresyon ve diğer anksiyete bozuklukları ile birlikte görülmektedir. Bu yazıda 10 yaşından
beri tripofobiden muzdarip olan, halihazırda depresyon nedeniyle polikliniğimize başvurmuş
15 yaşında bir erkek olgu sunulacaktır. Klinik pratikte çocuk ve ergenlerde sık
karşılaşılmayan bir durum olması ve daha önce bildirilmiş vakalar içerisinde erkek olguya
rastlanmamış olması nedeniyle bu olgu sunumu tripofobi ve komorbid durumların çocuk ve
ergenlerde tanınması açısından önemli olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: tripofobi, delik, özgül fobi
P/8 MODERN DÜNYADAKİ YANLIZLIK: TÜRKİYE’DEN BİR HİKİKOMORİ VAKASI
Dr.Meryem KAŞAK: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Cafer Doğan HACIOSMANOĞLU: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Selma TURAL HESAPÇIOĞLU: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Dr.Mehmet Fatih CEYLAN: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Mail adresi: [email protected]
Japonca ‘’hikikomori’’ terimi ‘’mahkûm olmak’’ anlamına gelmektedir. Japonya’da yaygın
olarak gorülen, uzun süreli sosyal geri çekilme ile karakterize olan psikososyal ve ailesel bir
patolojidir. 1970’lerden itibaren gorülmekte ergenler ve genç yetişkinlerde yaklaşık %1-2
oranında, ağırlıklı olarak erkeklerde gorülmektedir. Bu bozukluk çoğunlukla, dünyayla
iletişimini kesme, ebeveynlerinin evlerinde kendi yatak odalarına günlerce, aylarca hatta
yıllarca kendini kilitleme şeklinde ortaya çıkmakta ve sıklıkla genç nüfusu etkilemektedir. Bu
yazıda yaklaşık 1 yıldır okula gitmeme, odasından temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında
çıkmama, odasında internette oyun oynayarak ve televizyon izleyerek vakit geçirme, ailesi
dâhil kimseyle konuşmama yakınmaları ile yatış amaçlı ve zorla Ankara Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi Yenimahalle Eğitim Araştırma Hastanesi yataklı çocuk ergen psikiyatri kliniğine
getirilen 14 yaş 8 aylık bir erkek hasta nedeniyle Hikikomori Sendromu tartışılmıştır. Hasta
klinik muayene ve standart tanı araçları ve aile gorüşmeleri ile ayrıntılı olarak
değerlendirilmiştir. Ayırıcı tanıda depresif bozukluk, psikotik bozukluklar, sosyal fobi ve otizm
spektrum bozuklukları (OSB) düşünülmüştür. Depresif duygudurumu, anhedonisi olmaması,
sanrı, varsanı tariflememesi ve gerçeği değerlendirmesinin bozulmamış olması, sosyal
ortamlara girerken veya tanımadığı kişilerle bir aktivite gerçekleşeceği zaman kaygı
taşımaması, sosyal iletişimindeki kısıtlılığının zamanla artış gostermesi ve stereotipik
hareketler, rutinde ısrarcılık, rutinden çıkınca huzursuzluk yaşama gibi semptomlarının
olmaması nedeniyle ayırıcı tanılar dışlanmıştır. Sosyal izolasyonun herhangi bir psikopatoloji
ile bağlantılı olmaması ve hastanın kendi tercihi olması nedeniyle hastaya hikikomori tanısı
konmuştur. Hikikomori gibi ciddi sosyal izolasyon olguları Japonya’da daha çok tanımlanmış
olsa da, bu olgu dünyanın farklı kültürlerine sahip ülkelerinde de hikikomori nin gorüldüğünü
kanıtlar niteliktedir. Bu olgu bildiğimiz kadarıyla Türkiye’den bildirilen ilk hikikomori vakasıdır.
Klinisyen tarafından fark edilip uygun sosyal ve psikoeğitimsel müdahalelerin zamanında
yapılması nedeniyle artık Türkiye için de bir gündem konusu olmaya başlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hikikomori, çocuk ve ergen, sosyal izolasyon
P/9 BULİMİA NERVOZA HASTASINDA KENDİNE ZARAR VERME DAVRANIŞI:
BİR VAKA SUNUMU
Neslihan Taştepe*, Semiha Dursun*, Leyla Seviçin*, Şule Aydın*, Esra Demirci*, Sevgi
Özmen*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları
[email protected] , [email protected], [email protected], [email protected], [email protected],
ÖZET
Bulimiya nervoza; yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı tıkanırcasına yeme donemlerinin
ve telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve diüretikleri yanlış yere
kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) üç ay içinde, haftada en az bir kere olmasıyla
karakterize olan ve kişinin kendini çoğunlukla gorünüm ve kilosuyla değerlendirip
yargılamasına yol açan bir yeme bozukluğu türüdür. Kendine zarar verme davranışı, bilinçli
bir olüm isteği olmadan, isteyerek ve amaçlı olarak, hafif veya orta düzeyde fiziksel zarar
beklentisi ile yapılan ve doku hasarı ile sonuçlanan, yineleyici bir şekilde kişinin kendi
bedenine yonelik girişimidir. Genellikle ortama uyum sağlayamamanın ve tahammülsüzlüğün
yarattığı baskıya karşılık olarak gelişmektedir. Kendini yaralama eylemi varlığıyla seçilmiş
kişilerden oluşan ornek topluluklarda yeme bozukluğu oyküsünün yüksek hızda gorülmesi
gibi, aynı zamanda yeme bozukluğu varlığı nedeniyle seçilen hasta topluluklarında da kendini
yaralama davranışı hızının yüksek olduğu izlenimi edinilmektedir. Bu vakada 16 yaşında
bulimik kız hastada kendine zarar verme davranışından ve bu davranıştaki dürtüselliğin yeme
kontrolünü sağlamaya çalışmasındaki dürtüsellikle benzer olduğundan bahsedilmektedir.
Anahtar Sözcük: bulimia nevroza, kendine zarar verme davranışı, dürtüsellik
GİRİŞ
Bulimiya nervoza; yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı tıkanırcasına yeme donemlerinin
ve telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve diüretikleri yanlış yere
kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) üç ay içinde, haftada en az bir kere olmasıyla
karakterize olan ve kişinin kendini çoğunlukla gorünüm ve kilosuyla değerlendirip
yargılamasına yol açan bir yeme bozukluğu türüdür (1). Bulimiya nervozalı hastalar ya normal
ya da normalin üstünde kilodadırlar ve bu ozellikleriyle beden ağırlıkları normalde olmaları
gerekenin %15 altında olan anoreksiya nervozanın tıkanırcasına yeme/çıkarma tipli
hastalarından farklılardır. Yine telafi edici davranışların (kendi kendini kusturma, laksatif ve
diüretikleri yanlış yere kullanma, yememe veya aşırı spor yapma) varlığı nedeniyle de
tıkanırcasına yeme bozukluğu tanılı hastalardan ayrılmaktadırlar. BN, toplumda yaklaşık %1
oranında gorülmektedir. Genç kızlarda ve kadınlarda erkeklere oranla 10 kat sık gorülür.(2)
Kendine zarar verme davranışı, bilinçli bir olüm isteği olmadan, isteyerek ve amaçlı olarak,
hafif veya orta düzeyde fiziksel zarar beklentisi ile yapılan ve doku hasarı ile sonuçlanan,
yineleyici bir şekilde kişinin kendi bedenine yonelik girişimidir. Genellikle ortama uyum
sağlayamamanın ve tahammülsüzlüğün yarattığı baskıya karşılık olarak gelişmektedir.(4)
Kendini yaralama eylemi varlığıyla seçilmiş kişilerden oluşan ornek topluluklarda yeme
bozukluğu oyküsünün yüksek hızda gorülmesi gibi, aynı zamanda yeme bozukluğu varlığı
nedeniyle seçilen hasta topluluklarında da kendini yaralama davranışı hızının yüksek olduğu
izlenimi edinilmektedir. Yeme bozukluğu bulunan hastaların oluşturduğu alt gruplarda,
kendini yaralama davranış hızları değişebilmektedir. Garfinkel ve ark. bulimik hastalarda
anorektik hastalara gore, kendini yaralama oyküsünün daha sık gorüldüğünü gozlemlemiştir
(3).
Bizim vakamızda; 16 yaşında bulumia nervosa ile takip edilen kız hastada kendine zarar
verme davranışıyla yeme bozukluğu arasındaki ilişkiden bahsedilmiştir.
VAKA
16 yaş 10. sınıfa giden kız hasta çocuk psikiyatri polikliniğimize yemek yemek isteme ama kilo
almaktan korkma şikayeti ile başvurdu. Alınan hikayesinde; bu problemin 2 yıl once başladığı,
şiddetinin giderek arttığı, yemek yemek ozellikle de çikolata ve dondurma yemek istediğini
ama kilo almak istemediği için kendisini kontrol etmeye çalıştığını ve en sonunda kontrolden
çıktığını, çikolata ve dondurmadan fazlaca yediğini, sonra pişman olduğunu ve kendini
kusturduğunu, bu durumun ev ve okul fark etmeksizin her ortamda olduğunu, okulun
yemeklerini yağlı bulduğu için okulda yemek istemediğini ancak arkadaşlarının yemek
yemediğini fark etmelerini istemediği için oğle araları yemek yiyip sonra tuvalette kendini
kusturduğunu, evde annesinin yemekleri yağsız yaptığını o yüzden evde yemekleri
yiyebildiğini ancak tıkınırcasına yediği zamanlarda evde de kendisini kusturduğunu, geçmişte
kendisine kilolu olduğunu birkaç kişinin soylediğini, bunun üzerine 2 yılda yaklaşık 10 kg
verdiğini, geçmişte aynaya baktığında kendisini kilolu gordüğünü ancak şimdi aynaya
baktığında kendisini kilolu gormediğini, mevcut olduğu 48 kiloda devam etmek istediğini, bu
kiloyu korumak için gün içerisinde birkaç sefer tartıldığını ifade etti. Anamnez
ayrıntılandırıldığında; kendisinin hoşlandığı çocuğun zayıf bir kızla gorüşmeye başladıktan
sonra kendisinin de zayıf olması gerektiği ve zayıf olursa erkekler tarafından beğenileceği
düşüncesi olduğu, herkes tarafından beğenilmek ve sevilmek istediğini, sınıflarındaki en silik
karakterin kendisi olduğunu düşündüğünü ancak herkes tarafından beğenilen ve konuşulmak
istenen bir insan olmak istediğini, kendisinin sınıftaki popüler kızların olduğu gruba
alınmadığını, o gruba girmek için çabaladığında reddedildiğini ve reddedilmeye tahammül
edemediğini ve kendisini yetersiz ve değersiz gordüğünü, çok mutsuz hissettiğini, boyle
durumlarda eve geldiğinde rahatlayabilmek için iğneyi eline batırıp kanattığı ya da bıçakla
kolunun on yüzüne yüzeyel çizikler attığı ve rahatladığını fark ettikçe de gün geçtikçe bu
kendine zarar verme davranışını artırdığı oğrenildi.
Psikososyal gelişim oyküsünde; ilkokul zamanında başladığı, okuma yazmayı zamanında
oğrendiği, hep çok başarılı olduğu, başarılı olursam sevilirim diye düşündüğü, aile içi
ilişkilerinin iyi olduğu ama annesinin ilgili bir anne olduğunu bilmesine rağmen annesinden
hep daha fazla ilgi beklediği, kendisinden 3 yaş küçük erkek kardeşini kıskandığı, genel olarak
kaygılı bir yapıya sahip olduğu oğrenildi.
Özgeçmiş ve soygeçmişinde ozellik yoktu.
Yapılan laboratuar tetkiklerinde demir ve vitamin B12 eksikliği saptandı ve tedavisi planlandı.
Fizik muayenesinde boyu: 161 cm va: 48 kg BKİ: 18.5 kg/m2 idi.
Ruhsal durum muayenesinde; hasta yaşının gorünümünde, sosyokültürel seviyesi ile uyumlu
giyimde, konuşurken goz teması kurdu , afekti anksiyoz duygudurumu çokkündü, kilo
almaktan korktuğuna dair ve herkes tarafından beğenilmek sevilmek düşüncesi mevcuttu,
algı kusuru tariflemedi, gerçeği değerlendirme yargılama yerindeydi.
Bulimia nevroza ve depresif belirtilerinde eşlik ettiği hastaya fluoksetin 20 mg/g başlandı ve
bilişsel davranışçı terapi yapılmaya başlandı ve hastanın kilo alma, beğenilmeme ve
sevilmeme düşünceleri üzerinde çalışıldı. Kilo alması ve vermesi olmayan hasta kendisine
arkadaş grubu kurabildi ve sevilmeme beğenilmeme düşünceleri zaman içerisinde azaldı,
güzel olup beğenilmek için çok zayıf olmak gerekmediğini fark ettiğini soyledi. Diyetisyene
yonlendirilerek diyet programı hazırlandı. Takiplerinde fluoksetin 40 mg/g e çıkarılan
hastanın depresif belirtileri gerilemiş, kendine zarar verme dvranışı geçmiş olup çocuk
psikiyatri polikliniğimizde hala takip ve tedavisine devam etmektedir.
SONUÇ
Yeme bozukluklarındaki dürtüsel davranışların ofkeyi ifade etmekteki güçlüklerle ilişkili
olabileceği düşünülmektedir. Bulimik hastaların, normal gruplara ve anoreksik hastalara
oranla daha yüksek ofke düzeyi gosterdikleri ve bulimiklerin, ofkeye ve saldırganlığa yol açan
düşük tolerans düzeyleri ve engellenmeleri, düşük dürtü kontrolünün anoreksiklere oranla
daha çok olduğu gosterilmiştir. Dürtüsel kendini yaralama daha çok dış etkenlerce tetiklenir
ve sıklıkla sınır, antisosyal, bağımlı ve histriyonik kişilik bozuklukları, yeme bozuklukları,
travma sonrası stres bozukluğu ve dissosiyatif bozukluklarla ilişkilidir. Klinik ortamda
yaygınlığı oldukça düşük tahmin edilse de yeme bozukluklarında kendini yaralama
davranışının gizli bir belirti olarak %25-40 oranında ortaya çıktığı saptanmıştır. Kendini
yaralama oyküsü bulimik hastalarda anorektiklere kıyasla daha sık gibi gorünmektedir (4).
Walsh BW (1988), bulimia bulunan ve bir ankete yanıt veren, rastgele yontemle seçilmiş 81
hastadan 27sinde (%33) kendini yaralama davranışı oyküsü bildirildiğini aktarmaktadır.
Bulimia tedavisi için hastaneye yatırılan 44 kişinin izlendiği bir takip çalışmasında Winchel RM
hastaların %39’unda kendini yaralama davranışı oyküsü olduğunu belirlemiştir (3).
Bizim vakamızda, bulimik hastamızın dürtüsel yapısı ile hem yeme bozukluğu hem de
kendine zarar verme davranışı açıklanabilir. Beğenilmek için zayıf gorünmeye çalışan ve bir
gruba ait olmak isteyen ve grup tarafından dışlandıkça engellenmiş olduğunu düşünen,
engellenmeye toleransı düşük olan hastamız bu durum sonucu ofkelenmekte ve bu durumda
kendisine zarar verme davranışı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu kendine zarar verme
davranışı, yemek yemek istememesine rağmen bunun kontrolünü sağlayamayıp dürtüsel
şekilde tıkınırcasına yeme davranışı ile benzer şekilde dürtüsellikle açıklanabilir. Geçmişte
yeme bozukluğu ve kendine zarar verme davranışı üzerine çalışmalar yapılmış olup bizim
vakamız da geçmişteki çalışmaları destekler niteliktedir.
KAYNAKLAR
1. American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, 5th ed. Arlington, VA: American
Psychiatric Publishing, 2013.
2. Smink FRE, van Hoeken D, Hoek HW. Epidemiology of Eating Disorders: Incidence, Prevalence and Mortality Rates. Current
Psychiatry Reports. 2012;14:406-14.
3. Favazza AR (1998) The Coming Of Age of Self- Mutilation. The Journal of Nervous Mental Disease, 186: 5.
4. Favvaza AR, Rosenthal RJ (1993) Diagnostic ssues n Self-Mutilation. Hospital and Community Psychiatry, 44: 2.
P/10 ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ TRAVMALARI, DUYGU DÜZENLEME
GÜÇLÜĞÜ VE KENDİNE ZARAR VERME DAVRANIŞI; BİR OLGU SUNUMU
Neslihan Taştepe*, Semiha Dursun*, Asilay Şeker*, Sevgi Özmen*, Esra Demirci*
*Erciyes Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
[email protected],[email protected],[email protected],[email protected],[email protected]
GİRİŞ; Çocukluk çağı travmaları (ÇÇT) duygusal, fiziksel, bilişsel, davranışsal ve sosyal alanlarda gelişimi
etkileyen durumlardır. Çocukluk çağında fiziksel ve cinsel travmaya maruz kalmak, ilerleyen yaşlarda
kişilik bozukluklarına ve kendine zarar verme davranışına sebep olmaktadır (Van der Kolk ve ark. 1991).
Kendine zarar verenlerin %60’ında fiziksel ve/veya cinsel kotüye kullanılma oyküsü olduğu bildirilmiştir
(Brodsky ve ark. 1995). Ayrıca kendine zarar verme davranışı olan kadınlarda, olmayanlara gore
çocukluk çağında cinsel tacizin daha sık olduğu ileri sürülmektedir (Van der Kolk ve ark. 1991).
ÇÇT ile travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kaygı bozuklukları, madde kotüye kullanımı, , depresyon
gibi psikiyatrik hastalıkların yanısıra arasında duygu düzenleme güçlüğü (DDG) arasında ilişki olduğu
bildirilmiştir (Shipman ve ark. 2007). Araştırmalar istismara maruz kalan çocukların, istismara maruz
kalmayanlardan daha fazla DDG yaşadıkları, duruma uygun duyguları daha az sergiledikleri, daha fazla
duygusal dengesizlik veya olumsuzluk sergiledikleri belirtilmiştir (Shipman ve ark. 2007). Ayrıca kendini
yaralama davranışlarının temelinde duygu düzenleme (emosyon regülasyon) güçlüğü olduğu ifade
edilmiştir (Linehan MM, 1993).
Bu bilgiler ışığında bu olguda çocukluk doneminde cinsel istismara maruz kalan kendine zarar verme
davranışı ile polikliniğimize başvuran bir ergen tartışılmıştır.
OLGU;
15 yaşında kız hasta ilk olarak acilde sinir krizi geçirme, ardından kontrolünü yitirme, kollarını kesme
şeklinde kendine zarar verme nedeni ile değerlendirildi. Alınan oyküde son 1 yıldır depresif semptomlar
sergileyen ergenin ders başarısında düşüş olduğu, okuldan kaçtığı, sık sık sinir krizi geçirdiği, birkaç kez
bayıldığı, kollarını jiletle çizme, saçını yolma, yüzünü tırnaklama şeklinde kendine zarar vermelerinin
olduğu oğrenildi, yapılan 3. gorüşmede iki kuzeni tarafından 6 yaşında başlayan cinsel istismar
oyküsünün olduğu, bu durumdan daha once kimseye bahsetmediği, kuzeninde aynı şekilde istismar
edildiğini oğrenmesi üzerine bayılma ve kendine zarar verme şikayetlerinin arttığı oğrenildi. Yapılan
gorüşmelerde kendine zarar verme davranışlarının çoğunlukla istismarı hatırlaması sonrasında olduğu,
o esnada olecekmiş, çıldıracakmış gibi hissettiği, kendine zarar vererek rahatladığı oğrenildi. Daha
sonra yaşadığı başka stresorler sonrası da sık sık kendine kollarını jiletle çizme, saçını yolma, yüzünü
tırnaklama, ısırma şeklinde zarar verdiği, eş zamanlı olarak çevresine ve eşyalara da zarar verdiği
oğrenildi. Kendine zarar vererek yaşadığı olumsuz duyguları bastırabildiği gozlendi. TSSB tanı
kriterlerini karşılayan hastanın Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği (DDGÖ) puanının da 98 olduğu
gorüldü, kabul etmeme ve dürtü alt başlık puanları ozellikle yüksek değerlendirildi. Farmakolojik
tedavisi düzenlenen hasta poliklinik kontrolüne alındı, BDT planlandı, sorun çozme becerilerinin
geliştirilmesi, sağlıklı duygu düzenleme becerilerinin geliştirilmesi, sosyal desteğinin arttırılması
hedeflendi.
TARTIŞMA-SONUÇ;
Yapılan araştırmalar, erken çocukluk travmalarında, TSSB’da ya da diğer psikiyatrik bozukluklarda
duygu düzenleme güçlüğünü temel alan kendini yaralama davranışlarına yonelik tedavilerin
geliştirilmesinin onemine, bu çerçevede duygu düzenlemenin duygu kontrolü olarak değil, duyguya
verilen tepkinin kontrolü olarak kavramsallaştırılmasının gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca, bu
tedavilerin onemli bir bileşeninin de uyumsal duygu düzenleme becerilerinin kazandırılması olduğuna
dikkat çekmektedir.
Kaynaklar;
Van der Kolk B, Perry JC, Herman JL. Childhood origins of self-destructive behavior. Am J Psychiatry
1991;148:1665-1671
Brodsky BS, Cloitre M, Dulit RA. Relationship of dissociation to self-mutilation and childhood abuse in
borderline personality disorder. Am J Psychiatry 1995;152:1788-92
Linehan MM. Cognitive- behavioral treatment of borderline personality disorder. New York: Guildford
Press; 1993.
Shipman KL, Schneider R, Fitzgerald MM ve ark. (2007) Maternal emotion socialization in maltreating
and non-maltreating families: Implications for children’s emotion regulation. Social Development
16:268-85.
P/11 İNTİHAR SERVİS
Amaç:İntihar davranışı; bireyin bilerek ve isteyerek kendi yaşamına son verme amacını içeren
tüm düşünce ve davranışlarını kapsayan bir terimdir. DSÖ’nün 2018 verilerine göre her yıl
intihar sebebiyle 800.000 kişi hayatını kaybetmektedir. Bunun 10-20 katı insan da intihar
girişiminde bulunmaktadır. Bu da demektir ki her 40 saniyede bir kişi intihara bağlı hayatını
kaybetmektedir. Çocuk ve ergen yaş grubunda intihar girişimi ve tamamlanmış intihar
oranlarının dramatik bir biçimde arttığı gözlenir. Küresel olarak, genç yetişkinler arasında 15-
29 yaş arası intihar, tüm ölümlerin %8,5'ini oluşturuyor. Dünyada ergen ve genç yetişkin yaş
grubunda ölümlerin %11’inden sorumludur. Bu çalışmanın amacı, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları kliniğinde İntihar Girişimi (İG) nedeniyle takip edilen ergenlerin klinik
özelliklerini değerlendirmektir.
Yöntem: Eylül 2018 Eylül 2019 tarihleri arasında Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
kliniğinde İG nedeniyle yatışı yapılmış hastaların dosyalarının retrospektif değerlendirmeleri
yapılmıştır.
Bulgular: Son 1 yılda kliniğimizde İG nedeniyle takip edilen 37 hastanın takibi yapılmıştır. Bu
hastaların 7’si (%18,9) erkek, 30’u (%81,1) kız olduğu tespit edilmiştir. Bu hastaların yaş
ortalaması 15,21±1,7, İG sayısı 1,75±1,2, yatış süresi 19,7±14,3 gün olarak tespit edilmişitir.
Bu hastaların intihar girişim şekli incelendiğinde 26’sı (%70,3) ilaç alarak, 4’ü (%10,8)
yüksekten atlama, 4’ü (%10,8) kesici alet kullanma, 3’ü (%8,1) ası ile intihar ettiği
bulunmuştur. Bu hastaların 12’sinde (%32,4) borderline kişilik özellikleri, 10’u (%27,0)
depresif bozukluk, 4’ü (%10,8) davranım bozukluğu, 3’ü (%8,1) bipolar bozukluk, 2’si (%5,4)
dissosiyatif bozukluk, 2’si (%5,4) psikotik bozukluk, 2’si (%5,4) travma sonrası stres
bozukluğu, 1’inde (%2,7) otizm spektrum bozukluğu, 1’inde (%2,7) konversiyon bozukluğu
psikiyatrik tanılarını aldığı tespit edilmiştir.
Sonuç: İntihar girişimi ilerideki tamamlanmış intiharın en iyi göstergesidir. Bu nedenle ciddi
İG olan hastaların yatarak takibi önemlidir. Bu hastaların risk değerlendirmelerinde kız
cinsiyetin ve borderline kişilik özellikleri ve depresif bozukluk tanılarının yüksek olduğu ve
özellikle ergen yaş grubunun ilaç alarak İG bulunduğu görülmüştür.
P/12 MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE ÇOCUKLUK ÇAĞI İHMAL ÖYKÜSÜ
OLAN BİR OLGUDA KENDİNE ZARAR VERME VE İNTİHAR DAVRANIŞI
Semiha Dursun*, Ebru Ulu*, Mürşide Şahin*, Neslihan Taştepe*, Esra Demirci*, Sevgi Özmen*
*Erciyes Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
[email protected], [email protected], [email protected], [email protected],
[email protected], [email protected]
GİRİŞ
Madde kötüye kullanımı olanlarda intihar girişimi ve kendine zarar verme davranışı sık
görülmektedir (Oyefeso ve ark. 1999). Birçok çalışmada madde kötüye kullanımı ile intihar
girişimi arasında bir ilişki olduğu bildirilmiştir (Dhossche ve ark. 2000). İntihar girişimi ve
kendine zarar verme davranışı olan kişilerde madde kullanım bozukluğu dışında birçok
psikiyatrik patoloji de görülebilmektedir. Bir çalışmada intihar girişiminde bulunan ve madde
kullanım bozukluğu olan olgularda major depresyon gibi ek psikiyatrik patolojilerin daha fazla
olduğu, aynı zamanda bu olgularda bağımlılık şiddetlerinin daha fazla olduğu bildirilmiştir
(O'Boyle M, Brandon EA 1998).
İntihar ve kendine zarar verme davranışı olan olgularda çocukluk çağı kötüye kullanım ve ihmal
öyküsünün de daha fazla olduğu bilinmektedir. Çocukluk çağı travmaları daha sonraki yaşlarda
kendine zarar verme davranışı ve intihar girişimi ile ilişkilendirilmektedir (Boudewyn AC,
Liem JH 1995). Hatta çocukluk dönemi travmatik yaşantılarının intihar girişiminin daha erken
yaşlarda olmasına katkıda bulunduğu bildirilmektedir (Brodsky ve ark. 2001).
Bu bilgiler ışığında; madde kötüye kullanımı ve çocukluk dönemi ihmal öyküsü olan ve
tekrarlayıcı intihar girişimleri ile polikliniğimize ve acil servise başvuran bir ergen olgu
tartışılmıştır.
OLGU
17 yaş erkek hasta, çocuk acil servisine intihar girişimi nedeniyle getirilmiş ve yapılan
değerlendirilmesinde; çocuğun annesi ve üvey babası ile yaşadığı, annesinin ve üvey babasının
alkol kötüye kullanımının olduğu ve çocuğun üvey babasından fiziksel şiddet gördüğü, çocuğun
ortaokul döneminden itibaren kendisinin de alkol kullanmaya başladığı süreç içinde tiner ve
çakmak gazı kullanımının da olduğu liseye geçtikten sonra çocukta bunlara ek olarak depresif
semptomların başladığı ve son 1 yıl içinde de tekrarlayıcı intihar girişimlerinin olduğu, çocuğun
sıkıntılarından kurtulmak için son dönemlerde alkol ve madde kullanımını arttırdığı ve birkaç
defa ilaç içerek, bileğini keserek ya da arabadan atlamak suretiyle, bir defa da ası yolu ile intihar
girişiminde bulunduğu öğrenildi. İntihar düşüncesinin devam etmesi nedeniyle de yatış
yapılarak takip edilmesi önerildi. Çocuğun yatışı sırasında çocuğun annesinin birkaç defa
ziyaretine geldiği, ziyarete geldiği sırada da alkol almış olduğu görüldü. Serviste takipleri
sırasında çocukla terapötik görüşmeler yapıldı ve ilaç tedavisi düzenlendi. Ayrıca çocukla ilgili
sosyal inceleme istendi. Takiplerde intihar düşüncesi ve depresif semptomları gerileyen hasta
taburcu edilerek poliklinik takiplerine alındı. Ancak poliklinik takiplerinde hastanın depresif
semptomları, madde ve alkol kullanımı tekrar başladı. Bunun üzerine hastanın tedavisi yeniden
düzenlendi, madde kullanımı tedavisi açısından da AMATEM’e yönlendirildi.
TARTIŞMA
Ergenlik döneminde görülen birçok psikiyatrik patoloji çocukluk döneminde yaşanan olumsuz
yaşam olaylarıyla ilişkilendirilmektedir. Çocukluk döneminde ihmal ve istismara maruz kalan
ve bu ihmalin devam ettiği olgularda ortaya çıkan psikiyatrik patolojiler daha şiddetli
seyretmektedir ve bu olguların tedaviye yanıtı da daha az olmaktadır. Ergenlik dönemi ile
birlikte oluşan psikiyatrik patolojilerde self medikasyon amacıyla madde kullanım riski de
artmaktadır ve var olan psikiyatrik patolojilere madde kullanımının da eklenmesi hastalıkların
gidişatını olumsuz etkilemektedir. Bu olgularda intihar ve kendine zarar verici davranışlar çok
sık eşlik etmekte olup yapılan değerlendirmelerde bu durum mutlaka göz önünde
bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: ihmal, intihar, kendine zarar verme, madde kullanımı
KAYNAKLAR
Oyefeso A, Ghodse H, Clancy C ve ark. (1999) Suicide among drug addicts in the U.K. Br J Psychiatry, 175:277-282.
Dhossche DM, Meloukheia AM, Chakravorty S (2000) The association of suicide attempts and comorbid depression and substance abuse in
psychiatric consultation patients. Gen Hosp Psychiatry, 22:281-288
O'Boyle M, Brandon EA (1998) Suicide attempts, substance abuse, and personality. J Subst Abuse Treat, 15:353-356
Boudewyn AC, Liem JH (1995) Psychological, interpersonal, and behavioral correlates of chronic self-destructiveness: an exploratory study.
Psychol Rep, 77:1283-1297
Brodsky BS, Oquendo M, Ellis SP ve ark. (2001) The relationship of childhood abuse to impulsivity and suicidal behavior in adults with major
depression. Am J Psychiatry, 158:1871- 1877.
Farmakoterapiye dirençli Tourette Sendromlu bir ergen hastada transkranial manyetik
stimülasyon(TMS) olgu sunumu
Gülşen Kartalcı¹, Özlem Özel Özcan¹
¹İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri A.D. Malatya, Türkiye
Çocukluk çağının onemli norogelişimsel hastalıklarından birisi olan Tourette sendromu(T.S.)
kronik motor ve vokal tiklerle karakterizedir. Tedavide en sık kullanılan yontemler
farmakoterapi ve davranışçı yaklaşımlardır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda
supplementary motor area(SMA)‘ya uygulanan TMS’nin TS’daki tiklerin tedavisinde etkili
olabileceğini gösteren sonuçlar bildirilmiştir. Biz de bu olguda TS’lu bir ergen hastada
Tekrarlanan TMS’nin tiklerin tedavisindeki etkinliğini sunmaktayız.BA, 15 yaşında erkek
TS+Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanılarıyla 2013 yılından itibaren
kliniğimizde takipli. Daha once klonidin dahil olmak üzere çoklu farmakolojik tedaviye yanıt
oranı düşük olan hastaya farmakoterpiye ek olarak SMA bolgesine 20 seans TMS uygulandı.
Hastanın genel durumu ve tiklerdeki değişim düzenli aralıklarla klinik global izlem olçeği (CGI)
ve analog skala ile değerlendirildi. TMS oncesi 5 olan CGI değeri 10. Sansın sonunda 4’e ve
20. Seans sonunda da 3’e düşmüştür. CGI’daki bu düzelme TMS sonrası 3. Haftada da devam
etmekteydi. Tiklerdeki değişim analog skala ile değerlendirildiğinde ise, 1 vokal 1 motor
tikinin tamamen gerilediği, vokal tiklerinde daha belirgin olmak üzere motor ve vokal tiklerin
her ikisinde de düzelme olduğu gozlendi. Hastadaki TS’yla birlikte bulunan DEHB
belirtilerinde ise herhangi bir değişiklik gozlenmedi. Bu tedavi sırasında ve sonrası
kontrollerde TMS’ye ait bir yan etki bildirilmemiştir. TS’nun kortiko-straito-talamo-kortikal
ağlardaki disfonksiyon ve motor korteksdeki aşırı uyarılabilirliğe bağlı olduğu konusunda
genel bir fikir birliği vardır. TS'te tik oluşumunda sıkça yer alan bolgelerden biri, motor
kontrol ve bilişsel işlemeyle ilişkili beyin alanlarıyla geniş bağlantıları olan SMA’dır. SMA
uyarılamasının tik oluşumuna katkıda bulunabileceği, SMA'ya uygulanan TMS kullanımı
ile kortikal inhibisyon yapıldığında ise TS'li bireylerde tiklerin azaldığı gösterilmiştir.Bizim
vakamızda da rTMS, önceki çalışmaların sonuçlarını doğrular şekilde bilateral SMA
inhibisyonuyla tikleri azaltmış olabilir. Sonuç olarak biz farmakoterapiye dirençli TS
olgularında tiklerin tedavisinde TMS’yi onemli bir tedavi seçeneği olarak onermekteyiz.
Anahtar kelime: Tourette, TMS, tik