227
MURATHAN MUNGAN ÜÇ AYNALI KIRK ODA ::::::::::::::::: Murathan Mungan 21 Nisan 1955 Đstanbul doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. Đlkin çeşitli dergi ve gazetelerde yazılan ve şiirleriyle görünen yazarın ilk kitabı 1980'de yayımlanan Mahmud ile Yezida'dır. Daha çok şiirleri (Sahtiyan, Yaz Geçer, Omayra), hikayeleri (Cenk Hikayeleri, Kırk Oda, Kaf Dağının Önü), oyunları (Taziye, Bir Garip Orhan Veli, Geyikler Lanetler) ile tanınan Murathan Mungan aynı zamanda radyo oyunu, film senaryosu ve şarkı sözü yazdı. Çeşitli alanlara dağılmış yirmi yıllık çalışmalarından yaptığı özel bir seçmeyi Murathan'95 de topladı. Şiirlerinden yapılan bir seçme Kürtçe'ye çevrildi: Li Rojhilate Dile Min ("Kalbimin Doğusunda"). Dünya edebiyatından resim konulu öyküleri bir araya getirdiği Ressamın Sözleşmesi adlı bir seçkisi yayımlandı. Metis Yayınları, yazarın kitaplaştırdığı bütün çalışmaları bir külliyat olarak yayımlıyor. ::::::::::::::::: Đçindekiler ALĐCE HARĐKALAR DĐYARINDA AYNALI PASTANE GECE ELBĐSESĐ Ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depreşir... ::::::::::::::::: ALICE HARĐKALAR DĐYARINDA Naim Dilmener için Bu hikayede bahsi geçen şahıs ve hadiselerin hakikatle hiçbir alakası yoktur. Benzerliklerse sadece birer tesadüften ibarettir. Ve bütün tesadüfler gibi kaçınılmazdır. DOĞMA BÜYÜME TEXASLI ALICE STAR, PUSLU BĐR SONBAHAR sabahı evinden kaçıp bu boğucu taşra kasabasını büyük kentlere bağlayan anayollardan birine çıktığında, bütün yaz sıcaklarının, bütün sinek ve vantilatör vızıltılarının geri dönmemecesine ardında kaldığından emindi artık. Evden kaçmaları hanidir ciddiyetini yitirmiş, can sıkıcı bir tekdüzelikte yinelenen anlamsız bir oyuna dönüşştü. Her seferinde, "günün koşullarına" ve "hayatın şartlarına" yenik düşüyor ve yine her seferinde, en azından son üç gündür ağzına lokma koymamış bir halde gerisin geri evin yolunu tutmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden yaptıkları, başkalarının

Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

MURATHAN MUNGAN ÜÇ AYNALI KIRK ODA ::::::::::::::::: Murathan Mungan 21 Nisan 1955 Đstanbul do ğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Co ğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. Đlkin çeş itli dergi ve gazetelerde yazılan ve ş iirleriyle görünen yazarın ilk kitabı 1980'de yayımlanan Mahmud ile Yezida'dır. Daha çok şiirleri (Sahtiyan, Yaz Geçer, Omayra), hikayeleri (Cenk Hikayeleri, Kırk Oda, Kaf Dağının Önü), oyunları (Taziye, Bir Garip Orhan Veli, Geyikler Lanetler) ile tanınan Murathan Mungan aynı zamanda radyo oyunu, film senaryosu ve şarkı sözü yazdı. Çe şitli alanlara dağılmış yirmi yıllık çalış malarından yaptığ ı özel bir seçmeyi Murathan'95 de topladı. Şiirlerinden yapılan bir seçme Kürtçe'ye çevrildi: Li Rojhilate Dile Min ("Kalbimin Doğusunda"). Dünya edebiyatından resim konulu öyküleri bir araya getirdi ği Ressamın Sözleş mesi adlı bir seçkisi yayımlandı. Metis Yayınları, yazarın kitaplaş tırdığı bütün çalış maları bir külliyat olarak yayımlıyor. ::::::::::::::::: Đçindekiler ALĐCE HAR ĐKALAR DĐYARINDA AYNALI PASTANE GECE ELBĐ SESĐ Ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depre şir... ::::::::::::::::: ALICE HAR ĐKALAR DĐYARINDA Naim Dilmener için Bu hikayede bahsi geçen şahıs ve hadiselerin hakikatle hiçbir alakası yoktur. Benzerliklerse sadece birer tesadüften ibarettir. Ve bütün tesadüfler gibi kaçınılmazdır. DOĞMA BÜYÜME TEXASLI ALICE STAR, PUSLU B ĐR SONBAHAR sabahı evinden kaçıp bu bo ğucu taşra kasabasını büyük kentlere bağlayan anayollardan birine çıktığ ında, bütün yaz sıcaklarının, bütün sinek ve vantilatör vızıltılarının geri dönmemecesine ardında kaldığ ından emindi artık. Evden kaçmaları hanidir ciddiyetini yitirmiş , can sıkıcı bir tekdüzelikte yinelenen anlamsız bir oyuna dönüşmüştü. Her seferinde, "günün ko şullarına" ve "hayatın şartlarına" yenik dü şüyor ve yine her seferinde, en azından son üç gündür a ğzına lokma koymamı ş bir halde gerisin geri evin yolunu tutmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden yaptıkları, ba şkalarının

Page 2: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gözünde bir yeniyetme ş ımarıklığ ından başka bir anlam ta şımıyordu epeydir. Eyleminin gerçekli ğine bu kez olsun inandırmak için, sonuna kadar gitmekten baş ka yolu yoktu. O son da, o yol da önündeydi ş imdi. Biraz daha cesaret istiyordu, hepsi bu. Böylelikle, o eski, efsanevi "Asi Kız" imgesine, bu imgenin kararlı ödünsüzlüğüne yeniden kavu şabilirdi. Bindiğ i otobüsün penceresinden geçmi şe bakıp geride bıraktıklarıyla elinde kalanların dökümünü yapmaya yüre ğini yokladı ğında; Texas'ın ıssız çöllerine benzeyen içi boş çocukluk görüntülerine, boğucu bir yalnızlıktan ba şka hiçbir şey olmayan anılarına daldığ ında, on sekizini yeni bitirmi şti. Öncekilerden farklı olarak bu kez üzerinde ispat edilmiş bir "rü ştün" haklı güvenini ta şıyordu. Ve bu seferkinin öncekilere hiç benzemediğ ini bir tek kendi biliyordu. Yol sevinci ile geçmi şi bo şaltmanın ıssızlı ğı yüre ğinde yer de ği ştirerek duygularını belirsizle ştirirken, önündeki yolun neler vaat etti ğini bilmemekle birlikte, emin oldu ğu tek şey, gerçekten ne pahasına olursa olsun, artık bir daha geri dönmeyeceğ iydi. Alice için bu, yeni bir ya şam özleminden, evden kaçışını anlamlandırma gayretinden, herhangi bir seçenek arayış ından çok bir var olu ş sorunuydu. Artık bir var oluş sorunu... Nitekim öyle oldu. Alice Star bir daha Texas'a hiç dönmedi. Bu kez başarmı ştı. Bunu yıllar sonra bir kez daha düşünecekti; kaçtığ ı o günün bütün ayrıntıları, bindiği, daha do ğrusu içine çekildiğ i o garip aracın metalik penceresinden uzayın uçsuz boşluğ una baktığ ında, aynı belirsizlik duygusuyla yoklayacaktı içini; hem de tam her şey yoluna girmiş ken... On sekizlik Alice'in yüre ğiyse on üçüne takılı kalmı ştı. Kilise korosundaki pazar ayinlerine takılı kalmış tı sesi. Đlk flörtünün "Dancing" kapısında onu yüzüstü bırakarak ba şka bir kızla çıktı ğı zamanlardandı yüzündeki ba ğışlamasız hüzün. Uzak bakış larındaki derin küskünlük, meydan okuyan bir umarsızlı ğa dönü şmüştü zamanla. Her acıyı ciklet çiğneyerek karşılayan ve bir omuz silkmesiyle geçiştiren kızlardan biri olmu ştu sonunda. Başka türlü ayakta ve hayatta kalınamayaca ğını ö ğrenmi şti çünkü. Camlarına harfleri eksilmiş neonların yansıdı ğı benzinlikler, bakımsız kafeler, arada bir çekilen bira sifonunun tekdüze sesi, araba mezarlığındaki metal hurda, patlak tekerlekler, teneke kutular, havanın sıcağına bula şmış kekre tütün kokusu gibi, bir Amerikalıya hemen "Batı"yı çağ rı ştıracak ıssız ayrıntılar sinmi şti yüzünün anlamına, davranış larına... Ya şamı boyunca doğup büyüdüğ ü yeri kendinde ta şıyanlardandı. Bir daha dönmedi ği yurdunun iklimi, efsanesinin de gizi oldu. Ondaki gizil vah şilikte her Amerikalıya şimdi unuttukları sert ve acımasız geçmişi çağrı ştıran bir şey vardı. Eski kovboy filmlerinde, sigara reklamlarının çekildiğ i vadilerde ve bir de bu kadının yüzünde olan bir şey... Nitekim yıllar sonra, Alice Star, Amerika ve dünya için bir "mit" haline geldi ğinde, onun mitolojisini ögelerine ayrı ştıran çokbilmi ş eleştirmenler, her konuda kılı kırk yaran uzmanlar, her ş eyi bir başka şeyle açıklayan sosyal ara ştırmacılar, yüzünün ikonografisini okurken, bu noktalar üzerinde hassasiyetle duruyor ve sonu gelmeyen yorumlar yapıyorlardı. Dünya kurulalı beri, kimsenin baş ına --en azından bu kadar a şikar olarak-- gelmeyen o tuhaf hadise vuku bulduğ undaysa, baş ına gelenlerin, yüzünün bir kaderi oldu ğu konusunda hemen herkes hemfikirdi. Đlkin Amerika'nın geçmiş indeki, sonra Hıristiyanlık tarihindeki ikonografik gelene ği içermekle kalmayan yüzünün açgözlü anlamı, bunlarla yetinmeyip

Page 3: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

daha da ötelere, uzayın derinliklerine uzanmış ve sonunda da belasını bulmu ştu. Olan bitenin tek açıklaması buydu. En azından birçoklarına göre. Başını pencereden alıp her durakta körüklü kapıları "tısslayarak" açılıp kapanan bu çimen ye şili otobüsün içindekileri seyretmeye koyuldu. Sanki bu otobüsü bir filmde görmü ştü, bu sahneyi; hatta sanki kendi de bir filmin içindeydi. (Sinemalar! Boğucu ta şra kentlerinin dünyaya açılan büyülü ufukları... dünyanın her yerinde...) Tenhaydı otobüsün içi. Kendinden ba şka birkaç yolcu daha vardı. Onlara bakarken, evden kaçan insan sayısı ne kadar az, diye dü şünerek hayıflandı. Az sonra, her otobüs yolcusunun ille de bir kaçak olmasının gerekmedi ğini, pekala seyahat ediyor olabileceklerini hatırladı, kendi kendine mahcup oldu. Daha sonra, yan sırada oturan bir kovboy ili şti gözüne. Oturu şunda, yayıldı ğı geniş çayırları ta şıyordu. Halinde, duruşunda, sı ğırların otlatıldığ ı dağ ba şı meralarını hatırlatan bir şey vardı. Ayaklarının dibinde küçük bir sırt çantası duruyor, baş ında eprimiş geniş bir şapkayla pencereden dış arı bakarak eski "country" şarkılarını ıslıkla çalıyordu. Yüzündeki çocuksu saflıkta, geleceğe duyduğ u noksansız güven okunuyordu. Erkeklere özgü, çoğ u kez kar şılı ğı olmayan bön bir güvendi bu. Hiç susmuyor kovboy. Belli ki yüre ğinde büyük umutlarla, büyük kentte yeni bir yaş am arayacak kendine. Tam da, ben bu sahneyi bir filmde görmü ştüm, dedirtecek cinsten bir görüntüydü Alice'in seyrine daldığı. Saklanmaya değer bir anı gibi bu erkek yüzünü ve onu çevreleyen ayrıntıları ezberlemeye çalışıyor. (Yol hatırası... Uzaklar için yol hatırası...) Aynı anda, aynı yola, birbirinden habersiz çıkmı ş iki yol arkadaşı şimdi onlar. Belki tanı şmayacaklar bile, ya da yıllar sonra bir rastlantı sonucu kar şıla ştıklarında, biri di ğerini ve bugünü hatırlayacak. Bu biri, belli ki kovboy olmayacak; Alice'in farkında bile değil çünkü, onun için dü şündüklerinin, kurduğu öykünün de tabii. Erkeklere özgü, ço ğu kez karşılı ğı olan bir duyarsızlıktan ve ilgisizlikten kaynaklanıyor bu hali. Belki de bu yüzden, Alice, ansızın, bu kovboyun büyük kentlerde harcanıp gideceğ ine, hiçbir umudunu gerçekleştirmeden savrulup kaybolaca ğına karar veriyor. Ayrıntıları fark etmeyen bu kayıtsız yüzün karar anlarını ve önüne çıkan fırsatları de ğerlendiremeyeceğ ini, sıradan bir gece yarısı kovboyu olarak büyük kent çarklarının di şlilerinde ö ğütülüp gidece ğini dü şünüyor. Texaslılar da zamanında Alice için benzer ş eyler düşünmüşler, uzun yıllar ondan bir ses çıkmadı ğını görünce de, dü şündüklerinin do ğrulu ğuna hükmedip onun Amerika kıtasının uçsuz bucaksızlı ğında yitip gittiğ ine inanmı şlardı. Bir ara Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde okuyan ve terör düzeyinde bir i şgüzar olarak nam salmı ş bulunan Sam Morris, Alice'in bir porno yıldızı olduğ unu, ucuz seks filmlerinde oynadığ ını söylediğ inde de kimse inanmamı ştı ona. Bu inançsızlıkta, elbette Alice'in ki şili ğine, ahlakına bu iş i yakış tıramamak gibi bir kaygı de ğil, düpedüz onun bu i şi bile kıvıramayacak kadar beceriksiz olduğu düşüncesi yatıyordu. Ayrıca o tombul, kısa boylu, sivilceli kızın düzü şmesini seyretmek için kimsenin para ödemeyece ğini de düş ünüyorlardı. Çok da haksız sayılmazlardı aslında; Alice gerçekten hiçbir flörtünün üç günden fazla sürmedi ği zamanlarında, tombul, kısa boylu, sivilceli ve oldukça sevimsiz bir kızdı. Yalnız, vücudunun ço ğunlukla giysi altında saklı kalmak durumunda olan kimi yerleri güzeldi. Örneğ in, daha sonra bütün dünya erkeklerinin hayranlı ğını kazanacak olan göbe ği... Göbe ğini özellikle açıkta bırakan ve adeta simgesi haline gelen o kısacık ti şörtleri, "Alice tişörtleri" olarak dünya modasına damgasını vurduğ unda, göbeği güzel herhangi bir taşralı kızın artık saklı kalma olasılı ğı ortadan kalkmı ş oluyordu. Ayrıca, öyle geli şigüzel

Page 4: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

açılıp saçılmadığı için bir türlü gösteremediği sırtı, omuzları, mermer gibi pürüzsüz ve duru; teniyse dağlalelerinin taçyaprakları gibiydi. Bacaklarının düzgünlü ğüne gelince, bu, o zamanlar dahi biliniyor, konu şuluyordu. Onun hakkında çok atıp tutanlar bile, biraz ileri gittiklerini düşündüklerinde, "Ama, bacakları kusursuz doğrusu," derlerdi. Bir sandviç ya da hamburgerle üç ö ğün geçiştirdiğ i uzun açlık yıllarında fazla kilolarını atmı ş, formunu bulmuş tu. Boyuna gelince: Elbette ş öhrete kavuş unca boyu uzamadı, ama bu kez de kısa boylu, ufak tefek kadınlar dünyanın gözdesi oldular. Sam Morris, söylediklerinin do ğrulu ğuna inandırmak için çok didindi, çok u ğraştı. Bunu kişisel bir onur sorunu haline getirip bütün kasabayı bezdirdi. Texas'ın o kavurucu öğ le güne şi altında bile, kapı kapı gezip ısrarlı pazarlamacılar gibi, eşik önlerinden bir türlü ayrılmak bilmeden, Alice'in eskisi gibi şişman olmadı ğını, ayrıca epey güzelleş miş bulunduğ unu, bu iş ten para kazanmayı hak etmi ş bir hale bile geldiğ ini anlattı durdu. Bütün bu iddialarına kar şın, gene de kimseyi inandıramadı, sonunda o da derin bir hakkı yenmişlik duygusu içinde burulmu ş ve herkese küsmüş olarak, ısrarlarından vazgeçip köşesine çekildi. Kimileri, onu açıkça yalancılıkla suçluyor, kimileriyse benzetmi ş olabileceğ ini söylüyorlardı. Bu, Sam Morris'i daha da çileden çıkarıyor; kendinin de herkes gibi yanılmış olabilece ği, yalancılıkla suçlanmasından çok daha korkunç bir hakaret olarak görünüyordu gözüne. Alice Star'ın dünyayı kasıp kavuran bir pop yıldızı olmasından birkaç yıl sonra, en az Sam Morris kadar i şgüzar bir gazeteci, Alice Star'ın şöhret olmadan önce, seks filmleri çeviren bir porno yıldızı oldu ğunu belgeleriyle birlikte dünya kamuoyunun dikkatine sunduğ unda, bütün Texaslılar, Sam Morris'in bir zamanlar doğruyu söylemi ş olduğunu, herhangi bir sıradan gerçeğ e inanır gibi kabullendiler, ama artık hiçbir önemi kalmadı ğından üzerinde durmadılar bile. Alice, zaten ne zamandır dünyanın gündemindeydi. Herkes gibi Texaslılar da Alice'in geçmişini unutmaya hazırdılar. Ahlakçı kimi itirazların üstelemesi halindeyse, açlığın insanlara her şeyi yaptırabilece ği görü şünde birle şiyorlardı. Hem burası Amerika'ydı. Özgürlükler ülkesi! Sam Morris, bu gecikmi ş haklılığ ın tadını çıkaramadığı için, öfkesinden hiçbir ş ey yitirmedi ği gibi, eskisinden daha çok insanlardan nefret ederek iyice i şine gömüldü. Teknolojiyle daha fazla ilgilenmeye baş ladı ve kendini uçandairelere, uzaydan gelenleri ara ştırmaya adadı. Yalnız, dünya iş lerine küsmeden önce, kasabadaki birkaç ni şan bozulması, boşanma, iş ten kovulma ve kimi ufak tefek salon kavgalarının ortaya çıkmasında, Sam Morris'in ara ştırmacı ruhunun önemli bir payı oldu ğu söylentileri yaygınla ştı. Birkaç yıl sonra uçandaireler gördü ğünü iddia etmeye ba şladığ ındaysa --ki bir keresinde bu nedenle televizyon ekranlarına çıkmı ş ve kendisini inanmaz gözlerle süzen, beton suratlı bir sunucunun manidar sorularını, kendinden geçmi ş bir halde büyük bir co şkuyla yanıtlamış tı-- insanlar artık onu, yüzlerinde saklamaya bile çalı şmadıkları hafif çarpık bir tebessümle dinliyorlardı. Uzaylıların, öcünü alacağ ı günü beklemekten ba şka bir şey kalmamış tı ona. ... Geni ş gözenekli sarkık yanakları, etli kalın dudaklarını da birlikte aşağı çekiyor; hemen her zaman birtakım dolgun sivilceleri barındıran iri burnu, geni ş yüzünü iki ayrı kara parçasıymı şçasına acımasızca ikiye bölüyor, bu da yetmiyormu ş gibi, kalın köş eli çenesinin yardımıyla, bir yandan da adeta öne do ğru iteliyordu. Zaten olmayan alnını iyice bastıran beyaz kepinin altından, gecenin

Page 5: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ileri saatlerinde, sarho şların, "Saç! Hayır, diken! Yok yok, çalı!" diye bahse tutu ştukları, hiçbir canlılık belirtisi taş ımayan talihsiz saçları fış kırırdı. Hep bembeyaz önlük giyerdi. Temiz kadındı; iç çamaş ırlarına varana dek ütülerdi. Onun bu hali çalış tırdı ğı Kafe'nin bakımsızlığ ını açıklamayı zorlaştırıyordu. O koca kasabada hiç kimse, onun yüzünü güldüren herhangi bir şey hatırlamıyordu. Bu somurtuk yüz, her zaman bezgin bir köpe ğinkini andırmış tı. Çocukluğ undan beri "Köpek Kathy" diye anılması boşuna değildi elbet. Alice, annesinin çirkinli ğine hiçbir zaman akıl erdirememi şti. Artık "çirkin" demenin bile yetersiz kaldı ğı, bütün tanımların dış ına ta şan, bütün kategorileri altüst eden bambaş ka bir umutsuzluk noktasıydı bu yüzün vardığı yer. Her seferinde yeniden şaşırmadan alış mak çok güçtü Köpek Kathy'nin çirkinli ğine. Annesi, Alice'in yaşamında gene de çok önemli bir figürdü. Hemen herkesin annesiyle kurdu ğu ilişkiden farklı bir şeydi bu, ve tabii çeşitli nedenleri vardı. En ba şta geleni, Alice'in bütün ya şamı boyunca, annesinin aslında üvey annesi oldu ğuna değin sonsuz inancıydı. Kendini tutamayıp, "Anne, sen üvey anne misin?" diye sordu ğunda henüz dört ya şındaydı. Ardından bütün genç kızlığ ı boyunca, bu "acı hakikatin" bir sarho şluk anında babasının dudaklarından dökülüvermesini bekledi. Hemen her zaman körkütük sarho ş gezen babasının, böyle bo ş bulunacağı bir anını yakalamak için, ardında az gezip dolaş madı. Zavallı ihtiyarcıksa, kızının ilgisini, kendine duyduğ u sevgiye ve kollama duygusuna yordu. Kuşkusuz bir baba için çok hayırlı sayılacak bir yanlış anlamaydı bu. Nitekim Alice, bu nedenle, kaç kez babasının başını çeşitli belalardan kurtardı; daha sonraki yoksulluk ve sefalet günlerinde en umutsuz zamanlarda bile, bir çıkış yolu bulmak konusundaki yetene ğini, en şaşırtıcı durumların ortasında bile hiç yitirmedi ği sa ğduyusunu ve dinginli ğini, babasının peşinde geçirdiğ i o umutsuz günlerde edinmi ş olsa gerek. Alice'in annesini bunca kabullenemeyi şi, onun çirkinli ğinden çok, akıl almaz kayıtsızlı ğıyla ilgiliydi. Annesiyle ili şkisine ait küçük bir ho şluk, küçük bir sevecenlik, karş ılıklı oynadıkları gizli, sevimli bir oyun, bir incelik anı, adı konmamış ama her iki tarafın da yüreğ inde sakladı ğı sessiz bir sözle şme, hiçbir şey, hiçbir şey hatırlamıyordu. Zaten Alice, hiçbir zaman annesinin herhangi bir konuda ne hissetmiş olduğunu anlayamadı. Bu kilitli surat, galiba yalnızca Alice'e değ il, koca yeryüzünde hiç kimseye hiçbir şey söylemiyordu. Buruş uk gözkapakları, gözlerinin yarısına dek sarkıyor, altından da hiçbir ı şık, hiçbir parıltı barındırmayan çelik mavisi gözbebekleri inanılmaz bir kayıtsızlıkla dimdik bakıyordu. Sanki bu dünyada hiçbir şey ona değ miyor, ona ili şmiyordu. Alice, sonunda annesinin neler hissetti ğini kendi de bilmeyen tuhaf bir yaratık olduğuna karar verdi. Bu, onu çok rahatlatmı ştı. Annesinin yalnız onunla de ğil, hiç kimseyle bir köprüsü yoktu. Anlaşılmaz bir kadındı. Anlaşılmak gibi bir derdi de yoktu. Belki de bu yüzden bu kadar rahattı. Başta kendi olmak üzere, dünyadaki hemen her ş eyden sonsuza dek vazgeçmi şti sanki. Öte yandan zekası ve i şbilirliğ i, yadsınamaz bir gerçeklikti. Tutumlulu ğu da. Hemen hiç konu şmaz, konu ştu ğundaysa en az sayıda sözcükle idare ederdi. Bunlar ço ğunlukla, "Hayır", "Asla", "Unut", "Evet" gibi kesin ve tartış ma payı bırakmayan yanıtlar; "Belki", "Bakalım" gibi kendi i şine gelen belirsizlikler, ya da "Olmaz!", "Kes be!" gibi bildirim kipleriydi. Allahın terk etti ği çölün ortasında başına bela almadan kafe i şletmek, o uzun yol sürücüleri ve kızgın kovboylarla ba ş etmek kolay iş değildi elbet. Kathy'nin çevresine yaydığ ı, Alice'in de bir türlü dışına çıkamadığ ı müthi ş bir çekim alanı olduğ u tartı şılmazdı; sanki her şeyi onun onaylaması gerekiyormu ş gibi bir kanı uyandırır, ya da her şeyi ona onaylatmak

Page 6: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gerekiyormu ş gibi bir kanıya insanlar kendiliğinden kapılırlardı. Duygularımızla suçluluğ umuz arasındaki o ş aşmaz ili şki henüz ke şfedilmemi ş oldu ğundan, bu aksi kadının bütün lanetli ğine kar şın böyle bir üstünlük kurmuş olmasını kimse anlamıyordu. Dı şarıdan bakıldığ ındaysa, kısaca, sessizliğ ini bir otoriteye dönüştürmüş , denebilirdi onun için. Texas'ın ortasında bakımsız bir kafede tezgahta durur; sarho şları ve eski hatıraları, uzun mücadeleleri, arayış ları, yitirilmiş umutları, vazgeçişleri, kavgaları, hayatları büyük bir ilgisizlikle dinler; canı sıkıldıkça da kirli bir bezle tezgahı silerdi. Arada bir ba şını kaldırıp tezgahın üzerinde duran televizyona aynı ilgisizlikle göz atardı. Bir kavga çıktı ğındaysa --ki bizzat kendileri çoktan birer kamyona dönü şmüş olan o irikıyım kamyon sürücüleri arasında sıklıkla çıkardı-- nerede müdahale edeceğ ini çok iyi bilir, sonuç alamayacağını kestirdiğ i yersiz müdahalelerle otoritesini sarsmazdı. Babasıysa, gerek kendi adına, gerek ailesi adına, gerek ataları adına, gerekse de bütün Amerika adına konu şurdu. Ayaklı bir Amerika tarihi halindeki bu adam konu şmaya ş ehvet derecesinde düşkündü. Đ kinci kadehte ba şladı ğı uzun ve hamasi söylevleri gün ağ arırken, sızmasıyla birlikte son bulurdu. Arada bir tutan ve dinmeyen ağ lama krizleriyle birlikte kesintiye u ğramamış sa tabii... Bu arada, kimi zamanlar uykudayken de konu şmayı sürdürdü ğü olurdu. Annesinin yörede dinlemediğ i tek sarhoş babasıydı. Kafede içki bile verilmezdi ona. Onun ayak altında dolaş masını istemezdi Kathy. Kasabanın dış ında, camlarına hep ıslak ışıklar yansıyan bir benzinlikte çalış ırdı koca Ralph. Kopkoyu renkler ve dumanlı çizgilerle sonsuza dek uzayan ufuk, sanki dünyanın yaradılı şına kadar geri giderdi. Batıya özgü o vah şi ve melankolik güzelliğ in bütünüyle ortaya çıktığı, rüzgarların kanyonlarda ıslık çaldı ğı günbatımları insanın içine dokunurdu. Çok hüzünlü bir yerdi. Orada zaman zaman sebepsiz yere burnu sızlardı insanın. Kırk yıllık geçmiş i adına onu orada, o benzinlikte tuttuklarından, bu yüzden kovmadıklarından emindi Alice. Kaç kez onun yüzünden yangın tehlikesi atlatmışlardı. Böyle durumlarda bile, hiç oralı olmamıştı Kathy, her ş eyi oluruna bırakmı ştı. Kathy, çirkinli ğinin cezasını ilkin kendine, sonra ailesine, sonra da kasabaya fazlasıyla ödetti. Alice'in şöhretinin ilerledi ği yıllarda, bu ödemeden gazeteciler de paylarını fazlasıyla aldılar. Ağ zından tek söz çıkmıyordu kadının. O yırtık ve yapışkan Amerikalı gazetecilerin yedi cihana neler söyletmi ş en kan kızılı bile kelime alamıyordu kadının ağzından. Alice kimi zaman uzaktan seyrederdi annesini. Ona yardıma gittiğ i kimi günler, bir an, zamanın ve mekanın dı şına çıkar, sanki bir ba şkasıymı ş gibi, her şeye yabancı gözlerle bakma oyunu oynardı. Hiçbir zaman ufacık bir yakınlık olsun duymadığ ı, hemen hiç konu şmayan bu iri memeli, çirkin ve tombul kadın, de ğil annesi, hiçbir ş eyi olamayacak kadar uzak gelirdi ona. Hissettiğ i bu yabancılığı ona açıklayabilecek, bildi ği tek tanım, onun üvey annesi olmasıydı. Babasına bunu söyletememi ş olması bile, bu konudaki inancını de ği ştiremedi. Koca Ralph ise, hep bir gün buralardan çekip gidece ğini, bir daha hiç geri dönmeyeceğini, izini kaybettirece ğini söylerdi. Hep büyük dü şler kurar; konuş malarında, sonunda mutlaka çe şitli hayat dersleri çıkartılan mesellere yer verirdi. Eskilere ait tütün ve toz kokan maceralar, birbiri u ğruna ölen erkeklerin dostlukları üzerine ölümsüz hikayeler anlatır; altın ya da petrol ararken kaybolmuş hayatlardan, onuru incindikten sonra buralardan giden ve bir daha hiç geri dönmeyen, atından başka hiçbir şeyi olmayan yalnız kahramanlardan söz ederdi. Arada bir a ğız mızıkasıyla artık hiç kimsenin hatırlamadığı hüzünlü

Page 7: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bozkır ş arkıları çalardı. Galiba Koca Ralph'in hayatta yapabildiği en güzel şeydi bu. Onun söylediklerini ciddiye almazdı Kathy. Kırk yıldır aynı şeyleri söyleyip durduğ unu, ve dediklerinin hiçbirini yapamadan buralarda geberip gidece ğini söylerdi. Bunu herkesten daha iyi bilirdi. Umutsuz ve oyunsuz insanların sahip olduğ u, şaşmaz bir gerçeklik duygusu vardı Kathy'nin. Acımasızlığ ının gücü buradan geliyordu. Alice'in dönüp de ardına baktı ğında, ailesine ve geçmi şteki yaşamına değin anımsadı ğı ş eyler bunlardı iş te. Var oluş unun temeline değin dü ş kırıklıkları... sevinç vermeyen bulanık resimler... Alice'in evden kaçtıktan sonra, uzun ve sıkıntılı yıllar geçirdi ği doğrudur, hatta fazlasıyla doğ rudur. Dikkafalılı ğı, şahane tembelli ği, yersiz alınganlıkları, çabuk sıkılması, da ğınıklı ğı, sebatsızlığ ı ve sık sık de ğişen tutkuları yüzünden, ilkin kendine, sonra en yakınlarından ba şlayarak çevresindeki herkese hayatı cehennem etti ği de doğrudur. Bu yüzden hiçbir i şte dikiş tutturamamı ş, başladığ ı hiçbir ş eyi sürdürememiştir. En uzun yaptığı i ş, bulaşıkçılıktır. Çünkü bula şık yıkarken, bir çe şit ruhsal arınma duyduğ unu kendi de söyler. Hala bugün bile onu en çok sakinle ştiren şeyin, köpürmü ş deterjan olması biraz garip kar şılanabilir elbet, ama insanların alı şkanlıklarından kolay kopamadıkları dü şünülünce, bu da "anla şılır" bir ş ey olup çıkar. Garsonluk, satıcılık, sirkte yer göstericiliğ i, konu mankenli ği, pastanede kasiyerlik, hayvan bakıcılı ğı gibi çok çeş itli i şlere girip çıkmış ve bunların sonunda, her nasılsa "yazar" olmayıp şarkıcı olmu ş, ardı sıra çevirdiğ i filmlerle üstelik adını bir de iyi oyuncuya çıkarmasını bilmiş tir. Bütün bu iş de ği ştirmeleri sırasında kentten kente savrulmuş , hemen hemen Amerika'da görmedi ği yer kalmamı ştır. Gezip tozdu ğu yerlerin yan yana biti ştirilmesinden rahatlıkla az noksanlı bir Amerika haritası elde edilebilir. Bir ara "serseriliğ in şiiri" diye bir şey tutturmuş, bu ş iir uğruna ba şına gelmedik i ş, uğramadık bela kalmamış tır. Bu anlamda dünyanın en pahalı ş airlerinden biri olduğu da doğ rudur. Her gördüğ ü film nerede geçiyorsa orada ya şamak gibi bir huy edinmiş, filmin geçti ği yerleri keşfetmek gibi kimseye pek yararı dokunmayan bir merakın ardı sıra oradan oraya savrulmu ştur. Yıllar sonra Alice'in çocuklu ğuna değin malzeme toplamak gibi beyhude bir amaçla Texas'a gelen genç bir gazeteci, püriten görünü şlü, çokbilmiş kapı kom şusunun, sözde ho şgörülü ama yukarıdan bakan bir edayla, "Alice'ciğin bütün hatası seyrettiği filmlere fazla inanmasıydı," demesi üzerine çok sinirlenmiş ve kadını fena halde ha şlayarak, "Đ nandı da haksız mı çıktı peki? Đşte koskoca Alice Star oldu. Sizse hala burada, bu boktan kasabada tavuk besliyor ve bahçenizdeki otları ayıklayarak ya şlanıyorsunuz," demiş tir. Alice'in yıllarca bunca ufak i şte sürterek zaman yitirmesinin nedeni --ki hemen hiç kimseyi inandırmayacak kadar gerçektir-- şarkıcılığı geç ke şfetmi ş olmasıydı. Arada bir usul sesle ş arkılar söylerdi, o kadar. Ş arkı söyleyerek para kazanabileceğ i aklının ucundan bile geçmemi şti. O güne dek onca ş arkıyı ezbere bildi ğinin, çok iyi bir sese ve kula ğa sahip oldu ğunun neredeyse ayırdında bile değ ildi. Müzik kendisinden habersiz gelip yerleşmiş ti ona. Babasının a ğız mızıkasıyla çaldı ğı ezgileri anımsar, içlenirdi yalnızca. Bu alandaki yetene ğini ve olanaklarını kabullenmekte epey güçlük çekti Alice. Bu konuda hiç hayal kurmamış, kendine hiçbir yatırımda bulunmamı ştı. Neredeyse kendili ğinden çıkagelen tatsız bir sürprizdi bu. E ğer günün birinde uyu şturucu müptelası melez sevgilisi, ş u arada bir söyleyiverdi ği şarkılardan birine denk gelmeseydi ve Alice'i para kazanmak için bu i şe zorlamasaydı,

Page 8: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

belki de daha uzun yıllar hiç kimse Alice Star diye birini tanımayacaktı. Nitekim Alice, ilk 45'liklerinden birini bu eski sevgilisine adamış tır: Her baş arılı kadının ardında şa şkın bir erkek vardır adlı bu ironik ş arkıda kendiyle dalga geçer. Alice, bunca yıl niye zaman yitirmiş olduğunu soranları, "Hep şu Allahın belası kilise korosu yüzünden," diye yanıtlamı ştır. "Hayatı da, müzi ği de zehir ettiler bana. Yıllar yılı müzik denilince, o sefil kilise korosunu, papazların ardı arkası kesilmeyen azarlamalarını, iç kıyan ilahileri, sürekli terleyen domuzcu ğa benzeyen çocukları, mendilli ve şapkalı karanlık kasaba kadınlarını, o tozlu kilise yolunu ve o berbat pazar günlerini hatırlardım ve her seferinde içim sonsuz bir sıkıntıyla daralırdı. Geçmiş imdeki her ş ey gibi müzi ği de gömmüştüm; onun, kendimi gerçekleştirmek için bir olanak oldu ğunu anlamam yıllarımı aldı. Bu yüzden, sizlere çocukken fark edilmek için söyledi ğim şarkılardan, kanıma işleyen müzik ate şinden, kurduğ um şarkıcılık düş lerinden, harçlıklarımı biriktirip aldığım ilk müzik aletinden, arkada şlarımla kurdu ğumuz ilk müzik topluluğ undan, şarkıcı olmak için yana tutuş a geçti ğim tutkunun dikenli yollarından ne yazık ki söz edemeyeceğim. Yirmi üç yıl uğ ra şıp serseri, iki yılın sonundaysa şarkıcı oldum. Hepsi bu." Bir plak firmasının ajanlığını yapan Eddie d'Ascanto, onu, ilk kez kendi de adı kadar manasız bir yer olan Beyaz Tavş an diskoteğinde dinleyinceye kadar, Alice Star belini biraz doğ rultmuş , borçlarını ödemiş, deri ceketlerinin ve lame çoraplarının sayısını "eser miktarda" artırmı ş ve uyuş turucu düş künü sevgilisinin "temel ihtiyaç maddelerini" nispeten daha rahat kar şılayan bir yaş am düzeyine ancak eri şmişti. Büyük umutları ve beklentileri yoktu şarkıcılıktan. Sözün tam anlamıyla bu sayede geçinip gidiyordu yalnızca. Porno film çevirmekten her bakımdan daha iyi bir iş oldu ğu kesindi. Ama o Allahın belası Eddie d'Ascanto'ya rastlayıncaya dek sürdü bu huzuru. Bütün baş arılı Amerikalılar gibi Đ talyan asıllı olup My Fair Lady'yi yirmi üç kez seyretti ği için mi, yoksa baş ka nedenden mi bilinmez, "menajerlik" kurumuna gereğinden fazla inanan; e şcinsel olmadığı halde, ince bir giysi be ğenisine sahip ender erkeklerden biri olan ve birlikte çalış tıkları ileriki yıllarda, birbirinden ilginç ve çarpıcı buluşlarıyla Alice'e rahat ve huzur yüzü göstermeyen Eddie d'Ascanto kar şısına çıkıp da, onu, Amerika'daki binlerce şarkıcıdan biri olmadı ğına inandırana kadar böyleydi bu; ve o sonu gelmeyen ilginç bulu şlarını gerçekle ştirmek için günde yirmi altı saat çalı ştırmaya başlayıncaya dek sürdü mütevazı yaş amı. Alice, şarkı söyleyip para kazanmaya bir çeşit avanta gözüyle bakıyordu. Alkış lar, parıltılı giysiler ho şuna gidiyordu, o kadar. Eddie'den sonrası ise Alice için bir yeniden do ğuştu. Bütün dağınık merakları, tutku çeşitleri, birbirinden çok farklı alanlara savrulmu ş ilgisi, giderek tek bir yerde, tek bir noktada toplanmı ştı ş imdi. Yaşamında ilk kez bir şeyi deniyordu: Bir iş te sebat etmeyi. Gece gündüz hiç durmadan çalı şıyor, yıllar ile arasındaki açığı kapatmaya u ğra şıyordu. Đlk 45'liği çıktıktan üç hafta sonra bütün umutlarının boş bir hayal oldu ğuna inanmaya ba şlamı ştı ki, plak firması ikinci bir plak için Alice Star'ı yeniden stüdyoya soktu. Sonuç eskisinden parlak değildi. Alice Star adı hala kimselere tanıdık gelmiyordu. Eddie d'Ascanto'nun yırtıcı gayretleriyle gerçekle şen üçüncü ve dördüncü plaklar da sonucu değ iş tirmedi; bu sonuncular yüz plaklık listelerin alt sıralarını biraz zorlar gibi olduysa da, ardından gelen büyük dalgaların gürültüsünde silinip gitti, daha sonra da kesin bir sessizliğe gömüldüler. Alice, bu kez gerçekten her şeyin bitti ğine inanıyordu, hatta bu sefer eski i şini bile bulamayacağını düşünüyordu. O boktan kulüpler için bile, plak sahibi olmasa da, umut vaat eden sıradan, iddiasız bir ş arkıcı, yenilmiş,

Page 9: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

burnu sürtülmü ş plak sahibi bir şarkıcıdan çok daha önemliydi. Sıradan Amerikalının, kendisine baş arısızlığ ı hatırlatan hiçbir şeye tahammülü yoktu. Umudundan, inancından, hevesinden ve Alice de dahil olmak üzere herkesin sinirini bozan azminden hiçbir şey yitirmeyen Eddie d'Ascanto'ya göre son ş ans, bir uzunçalardı. Yapımcı firmayı buna ikna etmek, Eddie için bile hayli uzun zaman aldıysa da, sonunda kazanan tabii ki gene o oldu. Đlk uzunçaların hazırlıkları ba şladı ğında, her ikisi de son kartlarını oynadıklarını biliyorlardı. Gece gündüz demeden aralıksız çalı şılan on dört ay sonucunda çıkarılan bir uzunçalarla, yeni bir 45'lik, Alice'e şansın bütün kapılarını sonuna dek açtı. Ba şarmı şlardı. Yitirilmi ş Zamanın Ardında adlı bu plak üçüncü haftanın sonunda Bilboard Listeleri'nde 1 numaraya yerle şmişti ve on altı hafta boyunca yerini kimseye kaptırmadı. Şimdi bütün Amerika ve bütün dünya Alice Star dinliyordu. Arada bir baş ını kaldırıp tezgahın üzerindeki televizyondan kızını seyreden Köpek Kathy'nin yüzünden gülümseme demenin bile abartı sayılabilece ği gülümsemeye benzer belli belirsiz bir şey geçiyordu. Bütün bu olan bitenin gerçek oldu ğuna inanmak için, bir da ğ evine kapandı Alice ve tam beş hafta boyunca, yüzünü, Eddie dahil hiç kimseye göstermedi. Ba şarısını hazmetmeye, olanları anlamaya çalıştı. Geldi ği yer konusunda çok hazırlıksızdı. Bir star olmanın, dorukta yaş amanın ve bu yeni hayatın getirece ği olası sorunların üzerine kafa yordu. Gelece ği için dü ş kurdu, kararlar aldı. Yalnız kolay hazmedemedi ği bir şey vardı: O da eski plaklarının hiçbir ş ey olmamış gibi gelip liste ba şlarına kurulmasıydı. En çok buna kızıyor, halkın bu gecikmi ş ilgisine öfkeleniyordu. Hemen her söyle şisinde bundan söz etmeden duramıyordu. Gazeteciler de Alice'in her söyleşisinde lafı döndüıüp dola ştırıp buraya getirmesinden bıkmış lardı. Hiçbir ilginçli ği kalmamıştı artık bu konunun. Neyin hesabını soruyordu bu kadın? Madem bu kadar seveceklerdi, daha önce niye hiç fark etmemi şlerdi plaklarını? Niye o zaman sahip çıkmamı şlardı kendisine? Ya da uzunçalar yapma şansı verilmeseydi ne olacaktı peki? gibi artık bir anlamı kalmadığ ı gibi, muhatabı da olmayan gecikmiş hesapların ardına düşüyordu. Bu konudan her söz edişinde sanki atlattığı bir kazanın di ğer olasılıklarıyla yüzle şerek yeniden ve yeniden dehş ete kapılır gibiydi. Art arda verdiğ i konserler, dünyanın bir ucuna dek uzanan büyük dünya turnesi, satı ş rekorları kıran plakları, video klipleri, Alice'e dünyanın her yerinde milyonlarca hayran kazandırmı ştı. Bütün bunlara rağmen, Alice bu sorularından vazgeçmedi. Amerikalıların bu konudan hayli sıkıldıklarını, gazetecilerinse fazlasıyla bıktıklarını sezinleyen Alice bu konuda eski ısrarını sürdürmeyip unutmu ş gibi göründüyse de, en son çıktı ğı Japonya turnesi sırasında, Amerika'dan uzaklaşmı ş olmanın getirdiğ i yersiz bir rahatlı ğa fazla kapılarak, Japon televizyonlarına ve gazetelerine neredeyse başka hiçbir şey söylemedi. Üstelik bunu, insanlığ a ait çok temel bir sırrı if şa ediyormu şçasına derin bir sitemle yapıyordu. Onun bu konudaki tutturukluğ unu ve inadını en iyi anlayan ne yazık ki, Sam Morris'ti. Alice'i çok iyi anlıyordu Sam, zamanında ona da inanmamı şlardı. Oh olsundu! Bu örnek olayın, hem Alice'den öcünü aldı ğını dü şünüyor, hem de bu örnek sayesinde Alice'le özde şle şebiliyordu. Bu cadı, Texas'ı terk edip gitmiş ti ama, bir türlü Sam Morris'in hayatından çıkmıyordu. "Modern Amerikan Toplumunun Kırmızı Başlıklı Kızı" diye anılmasına yol açan baş ındaki kırmızı beresi, göbe ğini açıkta bırakan ti şörtleri, bir üsluba dönü ştürdüğü rüküşlüğ ü, abuk sabukluktan bir çizgi yaratan giysileri, ilginç takılarıyla bütün dünyada milyonlarca genç kız tarafından taklit edilen ça ğdaş bir efsaneydi

Page 10: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

şimdiden. Bu arada Kamelyalı Kadın'ın çağdaş uyarlamasında oynadı. Đki müzikalde rol aldı. Beverley Hills'deki muhteşem villasında günlerini geçiriyor, bir zamanlar filmlerde görüp de parasızlıktan gidemedi ği Amerika dışındaki yerleri geziyordu. Avrupa başkentlerinden ba şlayan yolculu ğu, tropikal ormanlardan, Tibet dağlarına varana dek geni ş bir coğrafyaya açılıyor, çılgın gibi para harcıyordu. Tepesini attıran bir şey oldu mu da, dosdo ğru mutfağ a giriyor. köpürte köpürte bula şık yıkıyordu. Babasının ihmali yüzünden yanan benzinlik için yüklü bir tazminat ödemek gibi, uyuşturucu müptelası eski, melez sevgilisinin kefaletle tahliye edilmesi için gerekli parayı anında kar şılamak gibi hatırşinaslıklardan da hiç geri durmuyordu. Kathy, bunca yıllık ya şama koş ullarını ve alı şkanlıklarını bir anda değ iştiremeyece ğini belirterek, kızının her türlü yardım önerisini geri çevirmi şti. Alice bir kez daha annesini anlamakta güçlük çekiyordu. ... Her şey çok sakin baş lamı ştı o gün. Güzel bir yaz günüydü. Pamuk aklığında bulutlar, masmavi bir gökyüzü ve bütün sıradanlığ ıyla ı şıyan parlak bir güneş ... Parklarda sere serpe güneşlenenler, havuzlara ayak sarkıtanlar... Hiçbir özel iş areti yoktu o günün. Bir süredir konserlerine ara vermiş , seyircilerinden uzak kalmı ş olan Alice Star, Afrika'daki açlar yararına düzenlenen bir konserle LA Stadyumu'nda muhte şem bir kalabalık önünde yeniden hayranlarının karş ısına çıkacaktı. Hayranları onu çok özlemi şti. Uydu aracılı ğıyla dünyanın hemen her yerinde naklen yayımlanacaktı bu konser. Bütün dünya onu çok özlemi şti. Alice Star, bu konser için yepyeni parçalar ve yepyeni giysiler hazırlamıştı. "Image-maker"larının uzun süreli çalı şmaları sonucunda karar verdikleri yepyeni bir "imajla" çıkacaktı hayranlarının kar şısına. Eddie d'Ascanto ise, ABD tarihi için bile inanılmaz boyutta sayılabilecek büyük bir tanıtım kampanyası baş latmı ştı. Aylar öncesinden tutturulmu ş tansiyon giderek tırmanıyor, herkes büyük bir heyecanla bu konseri konu şuyor, bu konseri bekliyordu. Konserin yapılacağ ı stadyumun etrafı günler öncesinden Alice Star hayranları tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. Konser günü gelip çattı ğındaysa, stadyumda mahş eri bir kalabalık vardı ve stadyumun çevresini, içeri giremeyen öfkeli bir seyirci kalabalı ğı sarmıştı. Biletler haftalar öncesinden tükenmişti. Đddialı bir açılış , parlak bir gösteri, yüksek kalitede bir ses ve ı şık düzeni e şliğinde fırtına gibi ba şladı konser. Alice Star, ilk şarkısıyla sahne aldığında, bütün stadyum inliyordu. Kaç aydır gerilmş bir yay bütün şiddetiyle bo şanıyordu şimdi. Sonradan düş ünüldü ğünde, konserin ilk şarkısının sözleri alabildiğine ironik kaçıyordu: Bir gece yarısı, bir yıldız kayarsa senin baktı ğın gökyüzünden... Konserin ilk yarısı, artık hemen her konserde görülen ve ola ğan sayılagelen taşkınlıkları saymazsak, ve bu taşkınlıkların her Alice Star konserinde görülen biraz daha fazlasını saymazsak, olaysız geçti, bile denebilir. Tek olay, Alice Star'ın kendisiydi. Seyircilerini ve hayranlarını çok özlemiş dinamit gibi bir Alice Star vardı sahnede; yay gibiydi, zıpkın gibiydi, fermuar gibiydi, havai fi şek gibiydi, su gibiydi, ate ş gibiydi ve birçok güzel şey gibiydi; hınzır ve hüzünlü, çapkın ve romantikti; tam bir sahne hayvanıydı; yeni imajıyla, yeni saçlarıyla, yeni parçalarıyla tükenmeyen bir enerji ve coşkuyla, ola ğanüstü bir performansla gerçekten unutulmaz bir konser veriyordu. Bir trajedi ağırba şlılığ ı içinde, ancak bir zencinin çıkartabilece ği seslerle söyledi ği blues hüznündeki

Page 11: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

parçalardan, bir insanın de ğil, ancak bir uzay aygıtının çıkartabilece ği seslerle söyledi ği en sert ritmli, makine hızında parçalara varana dek yayılan geniş bir repertuar izliyordu. Aynı anda sahnenin her yerinde birden bitiyor, bir ş arkıcıdan çok bir gözbağ cıya benziyordu. Đkinci yarının ortalarına dek konser hep aynı havada sürdü. Bir konserden çok, bir mucizenin gerçekleş mesine benzesin istemişti bu konser; öyle de oluyordu. Alice Star, yeni albümünün parçalarını arka arkaya seslendirmeye başladığında, dünya solu ğunu tutmuş , Alice Star'ın bu yepyeni ve muhteş em şarkılarını dinliyordu. Tam, albümün hit parçası olan Bu Ça ğda Đhanet ve Başka Ça ğda Sadakat'i söylemeye baş ladı ğında, bazı seyirciler arasında, gökyüzünde parlak ış ıklı, çok hızlı hareket eden, portakal renkli yuvarlak bir cismin görüldüğ ü söylentisi yayılmaya başladı. Bu söylentileri ciddiye alarak arada bir gözlerini gökyüzüne çevirmeden duramayanlar, bir süre sonra portakal renginde yuvarlak bir cismin sahiden hızla büyüyerek ve gökyüzünde çe şitli zikzaklar çizerek stadyuma doğ ru yakla ştığ ını gördüler. Birdenbire çı ğlıklar yükselmeye ba şladı. Büyük ço ğunluk, do ğal olarak bunu gösterinin bir parçası sandı. Konserin baş ından beri büyük bir hayranlıkla izlenen, Eddie d'Ascanto'nun Hollywood'un en baba "Special Effect"törlerine hazırlattı ğı çe şitli gösteriler, bu numaraya da çok müsaitti çünkü. En hafifinden lazer ış ınları bile yepyeni bir gösteri grameriyle kullanılmış tı bu konserde. Bu ı şınların imza atmadıkları tek bir yer, tek bir yüzey, tek bir boş luk kalmamış tı. Sahne üstünde insanlar ansızın kayboluyor, örne ğin, solosunun tam ortasındayken basgitarist kaybolup ardından bo şlu ğa gerilmiş bir telin üzerinde korkusuz bir canbaz gibi bitiyor; şarkının ortasında yer yarılıyor, davulcu içine dü şüyor, az sonra hınzır bir şaman gibi ba şka bir köş ede hiçbir ş ey olmamı ş gibi belirerek baget sallıyordu. Dansçılar, birbirlerinin gövdelerinin içinden geçerek bo şluğa karışıyor, bir göz kırpımı zaman sonrasındaysa, üstelik giysi deği ştirmi ş olarak yeniden ortaya çıkıyor ve kaldıkları yerden danslarını sürdürüyorlardı. Tüm gösteri neredeyse gözbağ cılık üzerine kurulmu ştu. Oysa o tuhaf cisim, o portakal rengi cisim yakla ştıkça bunun düpedüz bir uçandaire oldu ğu görüldü. Tıpkı amatörlerin çekti ği o soluk siyah beyaz foto ğraflarda, ya da filmlerde gördü ğümüz gibi bir uçandaire... Ama o kadar ısmarlama bir hali vardı ki, herkesin onu yapma bir uçandaire olarak gösterinin bir parçası sanmasından daha doğ al bir şey olamazdı. Göründü ğü anda herkesi şaşkına çeviren bu uçandaire, sonra gelip stadyumun tepesinde asılı kaldı; sanki herkes onu görsün ister gibi ve bütün kameralara poz verir gibi bir süre havada, stadyumun tepesinde öylece asılı kalıp bekledikten sonra, rengi açıldı, giderek gri, mavi bir ı şık tozanına dönüştü. Cama benzer yüzeyinden grimsi-mavimsi bir aydınlık dı şarı taşıyor, aynı zamanda aracın içini de aydınlatarak görünür kılıyordu. Gerçi bir tür storlu pencerelerle çevrelenmi ş iç yüzeyinde fazla bir şey görünmüyordu ama, aynı anda bütün dünyada televizyon kanallarında milyonlarca insan tarafından seyrediliyordu. Az sonra uçandaireden sahneye bir demet tül gibi dökülen sarmal bir ı şık huzmesi indi, ilahi bir nur gibi ı şıyarak ve hızla Alice Star'ı kuşatarak içine aldı. Sonra da o tozanlı ı şın demeti, adeta saydam bir asansöre dönü şerek, Alice'i yukarıya çekmeye başladı. Alice Star'ın yükselirken iyice ş aşkınla şan yüzünde, o güne kadar kimsenin görmediğ i, hayli alıkça denebilecek bön bir mutluluk ifadesi vardı. Belli ki, kendi de gösterinin bu yanından habersizdi ve ona da tam bir sürpriz olmuş tu bu... Yavaş yavaş gö ğe do ğru yükselirken ulvi duygulara kapılarak, Hazreti

Page 12: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Đsa'nın da gö ğe ağ arken benzer ş eyler hissettiğ ini düş ünüyor, bu benzerlikten ötürü, kendine derin bir mutluluk ve onur payı çıkarıyordu. Üstelik kabul etmek gerekir ki, bu durumda seyircisi onunkinden çok daha fazlaydı. Alice'in mucizesi, onunkinden çok daha fazla bir tanık kadrosu önünde gerçekle şmiş ve hiçbir itiraz kaldırır yan bırakmamı ştı. Her ş ey büyük bir şaşkınlık ve hayranlık dalgası içinde birkaç dakika içinde olup bitti. Iş ık asansörü, Alice'i uçandairenin içine çekti ve kapıları kapandıktan sonra, uçandaire ansızın bir şimşek hızıyla uzaklaşarak gökyüzünün karanlığında kayboldu. Herkes büyülenmi ş gözlerle seyrettikleri bu gösterinin ilk şa şkınlı ğını atlattıktan sonra çılgın gibi alkı şlamaya ba şladı. Bir yandan da, Alice Star'ı bir ışın demetine sararak sahnenin ortasından hüüp diye alıp bir uçandaire içine çeken, bugüne kadar görülmemiş bu tekniğ in nasıl sağ lanabildiğ i üzerine, olur olmaz akıllar yürütüyor; hayranlıktan büyülenmiş , kendinden geçmi ş bir biçimde ba ğıra çağıra tartış ıyorlardı. Đlk şoku atlatan Eddie d'Ascanto, sahnenin ortasına fırlamı ş, saçını başını yoluyor, güvenlik güçlerine, korumalara emirler yağdırıyor, ama kimse onu dinlemiyordu; dinleyenlerse ne oldu ğunu, ne yapmaları gerekti ğini hiç bilemiyorlardı. Çünkü kimse, ne olduğ unu anlamadı ğı gibi, ne yapılması gerekti ği konusunda da fikir sahibi de ğildi. Böyle bir şey daha önce hiç olmamı ştı. Bilmedikleri bir durumla karşı karş ıyaydılar; önceden sahip olmadıkları bir deneyime gereksinim duyuyorlardı. Sahne önündeki ve sahne arkasındaki yüzlerce koruma görevlisi, ellerini kollarını kavuşturmuş , mesleki onurları incinmi ş olarak biraz şa şkın, biraz küs bakınıp duruyorlardı. Eddie d'Ascanto, başına toplanan kameralara dönüp Alice Star'ın uzaylı yaratıklar tarafından bir uçandaireye adeta vantuzla çekilir gibi alınarak kaçırıldığ ını bo ğula boğula anlatıyor ve bütün dünyadan onu bulmaları için yardım istiyordu. Afrika'daki açlar ya da Amerika'daki toklar, ama birileri mutlaka Alice'i bulmalı ve şu lanet olası konser tamamlanmalıydı! Sahne üzerindeki herkes en az onun kadar ş aşkın olmakla birlikte, Eddie d'Ascanto'nun canhıraş feryatları da gösterinin bir parçası sayıldığ ından, çılgın alkışlar sürüyordu. Aranın biraz uzadı ğını, bu numaranın artık sıkıcı olmaya başladı ğını düşünenler, bir süre sonra "Alice! Alice!" diye tempolu alkış larla Alice Star'ı yeniden sahneye çağ ırmaya başladılar. Eddie d'Ascanto'nun bütün yırtınmaları sonuçsuz kalıyor, Alice Star'ın sahiden kaçırılmış oldu ğuna kimse inanmak istemiyordu. Bu konudaki her açıklama giriş imi, gösterinin bir parçası sayılıyor, her seferinde yeniden alkı ş alıyordu; iyice umutsuz bir durumdu bu. Bu arada üst düzey devlet görevlileri, bu saçmasapan numarayı biraz daha uzatırlarsa, ülkenin ve dünyanın esenli ği adına, bu tür sorumsuz reklam oyunlarına kalkış arak kamuoyunda panik yarattıkları gerekçesiyle haklarında dava açacaklarını duyurdular. CIA'nin ve FBI'ın birbirlerine rakip rakip bakan siyah ve lacivert takım elbiseli, karanlık suratlı bir sürü bir sürü adamları hemen olay mahalline gelerek duruma el koydular. Uzunca bir süre, karanlık ve canhıra ş feryatlarla kendini oradan oraya çarpa çarpa ortalı ğı birbirine katmı ş olan Eddie d'Ascanto bile, sonunda yorulmuş, derin bir yeis ve çaresizli ğe gömülerek bir koltuğa çökmüş , hatta yığılmıştı. Bütün bu ko şullar altında, Alice Star'ın bilinmeyen bir gezegenden gelen uzaylı yaratıklar tarafından bir uçandaire marifetiyle sahiden kaçırıldı ğının anlaşılması ve bunun bir "realite" olarak kabul edilmesi epey zaman aldı. Dünya tarihi bir anda, bir gecede de ği şmişti. Bütün dünyanın, bütün kameraların, yüzlerce televizyon kanalının gözleri

Page 13: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

önünde ve milyonlarca insanın tanıklı ğında, Alice Star sugötürmez bir biçimde kaçırılmıştı. Anlamayanlar için bir kez daha söyleniyordu: Ünlü pop yıldızı Alice Star, bilinmeyen bir gezegenden dünyaya gelen bir uçandaire tarafından kaçırılmı ş ve meçhule karışmış tı. Kaç yıllık bütün o uzaydan geldiler gittiler efsanesi, başka gezegenlerde hayat var mı, yok mu? tartış maları, uzaylılara ili şkin irili ufaklı her çe şit söylenti, hiçbir tartış maya yer bırakmayacak bir biçimde, herkesin gözü önünde cereyan eden apaçık bir olayla kesinle şerek noktalanmı ştı. Bu bilgi artık herkesindi. Şimdi yeni bir tarih baş lıyordu. Ertesi sabah dünya, aynı dünya olmayacaktı, bu belliydi. Sam Morris, oturdu ğu koltuktan, yüzünde tıpkı Alice Star'ın göğe yükselirkenki yüzüne benzeyen alık bir mutluluk ifadesiyle hipnotize edilmiş gibi, hiç kımıldamadan saatlerdir televizyon ekranına bakıyordu. Hem Alice Star takıntısını, hem uçandaire takıntısını birleş tiren bu mutlu olayın sentez gücü karş ısında duydu ğu hayranlık ve mutluluktan felç olmuş tu. Yüzündeki o Đsa'yı görmü ş ifadeyle, ulvi bir hayranlıkla, televizyon ekranına çivilenmi ş gibi bakıyor, birinin gelip onu oradan, o çarmıhtan indirmesini bekliyordu. Đşte sonunda uzaydan gelmişler ve bir tek olayla onun bütün intikamlarını birden almı şlardı. Hem Alice, hem uzaylılar olmak üzere söz konusu her iki tarafı da tanımış olmanın getirdiğ i akrabalığa benzer bir duyguyla, kendine bu olaydan fazladan bir pay çıkarıyor; kendini, her şeyi önceden görmü ş, biraz ermiş , biraz aziz, biraz yalvaç gibi hissediyor; rahatsızlık nedeniyle nikahta bulunamayan bir uzak akraba buruklu ğu içinde, orada, aralarında bulunamadığ ına üzülüyor, yüzüne yapı şıp kalmış ve bir türlü toparlayamadı ğı yağlı bir sırıtışla saatlerdir gülümseyip duruyordu. (Ne yazık ki, o ya ğlı gülümseme hep kalacaktı yüzünde. Yüzü o olacaktı.) Gözlerini ekrandan ayırmadan televizyon kar şısında geçirece ği uzun saatler i şte böyle ba şlamı ştı Sam Morris'in. Komşuları onu öyle buluncaya kadar... Televizyonun kar şısında gerildi ği çarmıhtan indirinceye kadar... Sonraları televizyon ba şından kalktı ğı kimi ender zamanları ise, gökyüzüne çevirdiği hassas teleskopunun başında geçirecek, uzaylılardan kendisine gönderecekleri özel bir iş aret, bir sinyal bekleyecekti. Alice'in kaçırıldı ğının herkes tarafından anla şılmasından ve devletin resmi organlarınca do ğrulanmasından kısa bir süre sonraysa, Alice Star'a olan nefreti yeniden dirilmiş ti. O, oracıkta bekleyip dururken, yıllarını uzaylıları araş tırmaya bunca adamı şken, onlar, uçsuz bucaksız uzayın kim bilir kaç ı şık yılı uzaklıktaki en karanlık derinliklerinden gelip bula bula o sümüklü porno kızını bulup kaçırmı şlar, düpedüz Sam'in hakkını yemiş lerdi. Bir kez daha hakkı yenmişti. Bu kadarı da olmazdı! Allah bilir, o pornocu kız, uzaylılara hiçbir zaman inanmamı ştı bile! Hatta belki de uzaylılarla, uzayla uğra şanlarla alay bile etmi şti! Onlar gene de bu şerefi kendine de ğil, o kahrolası pornocu kıza bağı şlamı şlardı! Dünyanın adaletine inanmadı ğı gibi, uzayın adaletine de inanmıyordu artık. Alice Star, gene karş ısına hayatını gerçekleş tirmede bir engel figür olarak çıkmı ştı Sam Morris'in. Yeniden ilk günkü kadar nefret ediyordu ondan. Kızının uzaylılarca kaçırılması üzerine, kapısına yeniden öbek öbek yı ğılan yapış kan gazetecilerin ısrarlı sorularına Köpek Kathy'nin verdi ği yanıtsa, her zamanki gibi son derece kısa ve özlüydü:

Page 14: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Paniğe kapılmaya gerek yok! Ben Alice'i bilirim. O her seferinde eve döner. Söylemek bile fazla: Köpek Kathy'ye bir dördüncü cümleyi hiç kimse söyletemedi. ... Alice Star, ne kadar oldu ğunu bilemediği, ona, hem çok uzun, hem çok kısa gelen bir zaman sonra, neredeyse bütün yıllarını bir kez daha ya şamış olmanın yorgunluğuyla gözlerini açtı. Bütün yaşamının büyük bir hızla gözlerinin önünden geçti ği, her duygusunu neredeyse ilk günkü şiddetiyle algıladı ğı o belirsiz zaman parçasından sonra, gözlerini hafifçe araladı ğında, tuhaf bir berraklık içindeydi. Bir algı berraklığı... Hem uyuş turulmu ş, hem uyarılmı ş gibiydi. Göğe yükselirken yavaş yavaş bulanan her şey, bu tuhaf araca adımını attı ğı anda, büsbütün silinmiş, bilincini tamamen yitirmiş , bilmediğ i bir uyku çeş idiyle uyumu ştu. Kulağ ında nereden geldi ği belli olmayan, boşlukta tül gibi da ğılan, yumu şak, sevecen bir ses, Korkmayınız, diyordu. Sakın korkmayınız! Paniğe kapılacak bir şey yok. Biz dostuz. Konuğ umuzsunuz. Şimdi size bir iğne yapıldı. Sakinle şeceksiniz. Vücudunuz, sinirleriniz direnç kazanacak. Hasar görmeyeceksiniz. Asla kaygılanmayınız. Alice Star, başına gelenin ne oldu ğunu anlamadan kendini kaybetmi şti. Kendinden geçerken bir yandan da, Bir oyun mu bu? diye düş ünüyordu. Bütün bu olanlar bir gösteri sürprizi olmaktan çıkmış tı. Ş akaysa da tatsızlaş mıştı. Eddie d'Ascanto bile bu kadarını yapamazdı. Kendine gelir gibi oldu ğunda, bir koltuktaydı, yumuş acık bir koltukta, kar şısında gümü ş ışınımlı bir ekran vardı. Ekranda tanıdık bir yüz gördü ilkin. Kim olduğ unu çıkaramadı birden, yalnızca tanıdık biri olduğ unu biliyordu onun. Düşündü, anımsamaya çalıştı, bocaladı, sonra çocukça bir kahkaha attı, sesi kendine yabancı geldi. Sesi yıllar öncesine gitmişti. Birdenbire tanıdı onu. Kovboydu bu, yıllar önceki kovboy. Otobüste yandaki sırada oturan gece yarısı kovboyuydu bu. Đçi sızladı. Biri ölmü ş gibi içi sızladı. Ne olmuş tu acaba ona? Büyük kent öğ ütmüş müydü onu? Kendi Alice Star olurken, o ne olmu ştu? Hayatında a ğırlı ğı olan onca insan varken, neden yıllardır aklına bile gelmeyen, bilincinin derinliklerine çoktan gömülüp gitmi ş olan bu yüzü görmüş tü şimdi? Đ nsan bilinci ne tuhaftı! Sahibinden bile sakladıklarıyla, sahibine bitmek tükenmek bilmeyen oyunlar oynuyordu. Ansızın hayretle fark etti ki, kar şısındaki ekran, bilinçaltını yansıtıyor; geçmiş i, dü şleri, aklından geçenler yansıyor ekrana... Ne dü şünse onu göruyordu karş ısında, büyük bir hızla birbirinin içinden geçerek, birbirinin önünü keserek akıp gidiyordu görüntüler... Bu, ona tuhaf bir güç veriyordu, bir çe şit katlanma gücü... Tamamıyla kendine geldi ğindeyse ekrandaki görüntüler bütünüyle silindi. Derin bir sessizlik duyuluyordu yalnızca. Derin bir şimdiki zaman duygusu. Derin bir huzur. Yıllar önce, çok yıllar önce, küçücük bir kız çocu ğuyken gördü ğü Arzın Merkezine Seyahat filmini anımsadı. Arzın merkezine yolculuk yapanlar, yolculuklarının sonunda, orada, arzın merkezinde derin bir sessizlik ve huzur içinde, dünyanın en derin uykusunu uyuduklarından söz ederlerdi. O sahneyi hiç unutmamış tı. Uykusuzluk çektiğ i bol bunalımlı genç kızlık yılları boyunca, uykusunun sıkça kaçtı ğı, uyumaya çalışıp da bir türlü beceremediğ i o uzun ve karanlık geceler boyunca, hep o filmi, arzın merkezindeki o derin sessizli ği ve huzuru hayal eder, koyun saymaktan çok daha insani buldu ğu bu hayalin

Page 15: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ardına takılarak uyumaya çalış ırdı. Đşte ş imdi daha önceden hiç bilmedi ği bir sessizlik ve bilmedi ği bir huzur çeş idiyle karşı kar şıyaydı şu an. Bu derin sessizlik ve huzur havası, o filmi ve unutamadığı o sahneyi hatırlattı ona. Gördüğ ü bütün filmler gerçek oluyordu. Malikanesine özel bir teknolojiyle yaptırdığ ı ses ve ı şık geçirmez oksijen odası bile ne bu kadar sessizdi, ne bu kadar huzur dolu... Steril bir serinlik hakimdi havaya. Gözleri etrafı taradı. Kimse yoktu ortalıkta. Hiç kimse görünmüyordu. Yalnızca bomboş metalik duvarlar ve uzayın uçsuzluğ una açılan geniş bir pencere. Pencereden dış arı baktı ğında, kalbi birdenbire heyecanla çarpmaya ba şladı. Đkinci tanıdık: Uzaydan çekilmi ş resimlerinden tanıdı ğı dünyaydı bu! Çe şitli atlaslardaki resimlerinden tanıdı ğı, mavi bir portakal gibi duran dünyaydı bu, hüzünlü görünüyordu ve hızla ondan uzaklaşıyorlardı. Gerisinde de uçsuz uzay ve binlerce yıldızın bo şlu ğa saçılan ı şığı... Yıllar önceki evden kaçışlarında otobüsün arka camından geride bıraktı ğı kasabanın kaybolan görüntüsüne bakmaya benzemiyordu bu. Seyretti ği bütün uzay filmleri gerçek olmu ştu i şte sonunda; dünyayı bitirmiş , şimdi uzayda geçen filmlerin geçtiğ i yerlere yolculuğa çıkmı ştı. Đnsano ğlunun milyonlarca yıllık serüvenini tek ba şına ya şamaya başlamış tı. Bir dü ş bile bu kadar gerçek olamazdı! Oturmakta olduğ u koltuğ un kolluklarını sımsıkı kavradı, sonra etini sıktı, acıyı duydu. Bunun bir uzaygemisi oldu ğuna inanmaktan ba şka çaresi kalmamış tı. Bu gerçe ği de, dünyaya ait sıradan bir gerçek gibi kolaylıkla kabullenmiş ti. Belli ki, yaptıkları i ğnenin, her şeyi böyle sükunetle kabullenmesinde bir etkisi olmuş , onu sakinleş tirmi ş, tepkilerini yalınlaş tırmı ştı. Nitekim gözlerini açıp çevresine bakınmaya başlamasından kısa bir süre sonra --sanki bu zamanı ona özellikle tanımışlardı-- metalik duvarların birinde usulca bir kapı açıldı; gri-mavi bir aydınlığın eşi ğinde ansızın beliren yakı şıklı, vaşak gibi kısık gözlü bir adam yumu şak bakı şlarla ona bakıyordu. Gözlerinde ate ş vardı, tutku vardı ve bu ta buradan bile görülüyordu. Bu, Alice'in kadınca bir güven duymasına neden oldu. Otuz yaş larındaydı; uzun boylu, geni ş omuzlu, sedef tenli ve simsiyah saçlıydı. Siyah bir takım elbise giymi şti. Blazer ceket. Pırıltısı uzaktan göz alan ı şıltılı kol dü ğmeleri. Tropikal bölge erkeklerine özgü bir ış ıltısı vardı teninin. Đnsanda arzu uyandırıyordu. Bol yıldızlı, simli, baharatlı yaz geceleri ve uçsuz kumsallar hatırlatıyordu. Duvar kendiliğ inden kapandı ve adam olağ anüstü bir erkeksi zarafetle Alice'e doğru yürümeye baş ladı. Alice, sırtının boydan boya ürperdiğ ini, omurili ğine kadar titredi ğini hissetti. Adam, bu ğulu bir sesle adıyla seslendi Alice'e. Tam istediğ i gibi bir erkek sesiydi bu: Tok ve buğ ulu... Öncelikle, uzaygemimize hoş geldiniz, dedi. Size bazı açıklamalar yapmak durumunda oldu ğumu biliyorum. Đlkin ş unu bilmeniz gerek: Dostlar arasındasınız. Konuğumuzsunuz. Zarar görmeyeceksiniz. Telaş lanmanız ya da korkmanız için hiçbir neden yok. Dünyanızı Votoroqxqua gezegeninden gelerek ziyaret eden küçük çapta bir uzaygemisindesiniz. Gezegenimize do ğru yola çıkmış bulunuyoruz, diledi ğiniz zaman dünyaya geri götürüleceksiniz. Bundan hiçbir kuş kunuz olmasın. Ben sizin bir hayranınızım. Koyu bir hayranınızım, demek daha do ğru olacak. Hem fizik olarak, hem ruhen bünyenizin alı şık olmadı ğı, ola ğandı şı bir durum içinde bulunduğunuz göz önüne alınarak size yatıştırıcı bir iğ ne yapıldı. Silvpuoquaxan diye bir sıvı. Bir tür adrenalin ve beyin sıvısı dengesi sa ğlıyor. Gövdenizin tepkilerini ve reflekslerinizi ayarlayacak bu iğ ne. Sizin için doğ al ko şulların sa ğlanmasını sa ğlayacak. Konserim yarım kaldı, dedi Alice. Đşte gördü ğünüz gibi i ğne sonuçlarını vermeye ba şlamış bile. Gayet dünyasal kaygılarla konu şuyorsunuz.

Page 16: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Seyirciler ben yeniden sahneye çıkmadan asla bo şaltmazlar stadyumu. Biliyorum, dedi uzaylı adam. Nefis bir konserdi, izledim. Ama şu anda uzaydayız. Ve hızla dünyanızın içinde bulunduğu gökada takımından uzakla şıyoruz. Dilimizi iyi konuş uyorsunuz, dedi Alice. Evet, birkaç dünya dilini de aynı mükemmellikte konu şurum, dedi uzaylı adam. Yalnız Türkçeyle ilgili bazı sorunlarım var. Zaten kimin yok ki? Türkçe ne demek? dedi Alice. Bir dil, dedi uzaylı adam. Bir dünya dili. Dünyaya ilk kez yıllar önce Türkiye'de inmi ştim. Urfa'da. Harran bölgesinde. Dolayısıyla bozuk bir Türkçe-ö ğrendim. Đlk kez bir yabancı gezegende öğrendiğ im bir dil oldu ğu için de, düzeltmekte hayli güçlük çekiyorum. Dünyayı bizden daha iyi tanıyorsunuz, dedi Alice. Hep öyle olur, dedi uzaylı adam. Ayrıca deneyimlerime dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, sıradan bir Amerikalının dünyada bildi ği tek ülke, gene Amerika'dır. Sonra da ekledi: Kendimi tanıtmadım. Adım, Adam. Adam mı? diye şa şkın sordu Alice. Evet, Adam. Đronik de ğil mi? Sizin atalarınızdan birinin adını ta şımam. Adımı çok seviyorum, bizi bir biçimde yakınla ştırıyor. Alice, Adam onun yanına iyice yakla ştığında ve sıkmak için elini uzattı ğında bu kısık bakış lı adamın gözlerinin lacivert oldu ğunu gördü ve bu onun çok ho şuna gitti. Çok kısa yaş anmış bir tereddüt anından sonra, elini uzatırken: Đlk kez bir uzaylının elini sıkıyorum, dedi. O kadar emin olmayın, dedi Adam. Dünya uzaylılarla kaynıyor. Çoğumuz tatillerimizi dünyada geçiriyoruz. Alice, şen kahkahalarından birini attı. Bütün o kafayı uzaya takmış kaçıkların söyledikleri doğruydu demek! Kendini güvende hissetti ğinden iyice emin olduktan sonra da sordu: Neden buradayım? Neden ben, Allahım neden ben? Hem de konserin tam ortasındayken? Konserin sonuna yakla şmıştık, dedi Adam. Zamanlamaya özen gösterdi ğimi sanıyorum. Teşekkür ederim, dedi Alice. Ama bu bilgi, gene de öfkeli kalabalı ğı yatı ştırmaya yetmeyecektir. Bakın, dedi Adam. Geride bıraktıklarınızı sonra konu şuruz. Dilerseniz önce bir şeyler içelim. Şurada sakin sakin oturalım ve size gereken açıklamaları yapmama izin verin. Her şeyi konu şmak için yeterince zamanımız var, merak etmeyin.

Page 17: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bütün bu sıcak atmosfer, yumuş ak ı şık, buğ ulu bir sesle söylenmi ş bu yatış tırıcı sözler, Alice'in kendini bir uzaygemisinde değil de, bütün Amerika'ya tepeden bakan New York'taki koca bir gökdelenin en üst katında ya şayan güvenilir bir dostunun evinde, rahat bir kanepede oturuyormu ş gibi hissetmesine neden oldu. Korkacak, heyecanlanacak hiçbir şey yoktu ortada. En azından öyle görünüyordu. Dünyanın heyecanları tükenmiş , uzayın derinliklerinin heyecanı da dünyadakiler kadar tanıdık gelmeye başlamış tı birden. Ş imdi, sakin sakin ayakkabılarını çıkaracak, ayaklarını uzatacak ve kar şısındakine, "Hadi bana bir şeyler anlat," diyecekti neredeyse. Adam, diğ er bir duvara do ğru yürüdü. Çok güzel yürüyordu. Gövdesini çok güzel taş ıyordu. Gövdesini kaslarına taş ıtan hantallardan değil, iskeletine ta şıtan, yere sağ lam basan erkeklerdendi. Alice, iç geçirerek baktı ardından. Ardından uzun uzun bakaca ğı bir erke ğe rastlamayalı ne çok olmu ştu. Şöyle sakin sakin oturup bir erke ğin ardından bakmanın mutlulu ğunu unutalı ne çok olmuştu. Onca hayhuy arasında, gündeli ğin olağan mucizelerini iyiden iyiye unutmuş tu. Bunu hatırlamak için, bir uzaygemisine çekilmeyi beklemesine hayıflandı. Bir erkekte onu en tahrik eden şey, güzel bir yürüyüşle, biçimli, dar kalçalardı. Erkeksi zarafet dedikleri, ne güç elde edilen bir ş ey Tanrım! Ço ğunlukla erkekler, ya cinsiyetsiz bir yumu şaklığa sahip oluyor, ya da düpedüz bir hayvan kesiliyorlar. Amerikalı kadınların büyük yüzdesi gibi bir erkeğin kalçalarıyla fazla ilgileniyordu Alice de... Adam, gene duvarların birinde kendili ğinden açılan, bozarık bir ı şıkla aydınlatılmı ş bir bölmede beliren içi çe şitli renkte sıvılarla dolu cam benzeri şi şeler arasından birini aldı ve "Likör sevdiğinizi biliyorum," dedi. "Ama dilerseniz bu kez daha sert bir içki verebilirim." Alice şaşkınlı ğını gizleyemedi. Hakkımda her şeyi biliyorsunuz, dedi. Kendine gizemli bir hava vererek dudak büktü Adam, Alice'in gözlerinin içine bakarak: Kim bilir, belki bir dünyalıdan bile daha fazlasını biliyorumdur, dedi. Eski, ama etkileyici bakı şları vardı adamın. Klasikler ölmez, diye geçirdi içinden Alice. Klasik numaralar kendilerini fazlasıyla ele veıirler, ama hiç ölmezler. Ben gene de likör içeyim, dedi. Neli olsun? diye sordu Adam. Ahududu, dedi Alice. Adam gülümsedi. Ahududu likörü üzerine bir oyun vardı değ il mi? Evet, vardı. Ama tam da böyle bir anda hatırlatılması hiç ho ş değil do ğrusu, dedi. Đki ya şlı bunak kadın, eve ça ğırdıkları konuklarını her seferinde ikram ettikleri ahududu likörüyle zehirlerlerdi değil mi? O oyunun geçti ği yere de gitmiştim. Tanrım neresiydi orası? Hani, bahçesinde koca koca a ğaçlar olan? Filmi de yapılmış tı. Elini şaklattı: Cary Grant?! Adam gülümseyerek baş ını salladı. Ben, ayrıca çok yıllar önce bir Türk televizyonunda oyun olarak da seyretmi ştim, dedi ve elinde kadehlerle gelip yeniden Alice'in yanına oturdu. Alice, Demek Türkiye'de geçen bir film hiç seyretmemiş im, dedi. Yoksa oraya da giderdim. Belki bir gün birlikte gideriz, dedi Adam.

Page 18: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Kadeh toku ştururken göz göze geldiklerinde Alice yıllardır duymadığ ı derinlikte bir ba şlangıç duygusu aldı. Sanki yıllardır kapalı tutulan kilitli kapılar açıldı. Serin ve ürpertici bir rüzgar... Çok beklemi ş bir rüzgar... Eşikteydi. Bir ba ş dönmesi, bir korku, bir üıperti, bir sevinç, bir tansıma, bir ağ lama isteğ i birbirine dolanarak sarmal bir biçimde içinden büyük bir hızla geçti; ardında kıvılcım yumakları bırakarak... Elindeki kadeh bir masal iksiri duygusu veriyordu ona. Đlk yudumdan sonra her ş ey başkalaşacaktı sanki. Đ yi ya da kötü, ama mutlaka ba şkala şacaktı. Adam'ın yanında duydu ğu kaynağı belirsiz o kör güvene ra ğmen, ilk yudumu çekinerek aldı ağzına Alice. Bir süre a ğzında tuttu, dilinin üzerinde gezdirdi, tadı çok güzel ve tanıdıktı. Masalın gerisine de vardı... Pencereden dı şarı baktı bir an. Bunalıp sıkıldı ğında --ki son zamanlarda çok sık oluyordu bu-- hep bir yerlere kaçıp gitmeyi düşlüyordu. Kendi için yeryüzünde öyle bir yer kalmış gibi... çok uzaklara... bilmediğ i uzaklara... kendisini kimsenin tanımayaca ğı uzaklara. O uzaklar önündeydi iş te. Milyonlarca ı şık hızı uzaklık önündeydi i şte! Alaycı bir gülümseme kendili ğinden gelip yerle şti yüzüne. Adam ona bakıyordu. Niye gülümsüyorsunuz? Hiiç! Çok mahcup bir gülümseyi şiniz var biliyor musunuz? Hala mahcup kalabilen bir gülümseyi ş. Bu size masum bir gizem veriyor. Yüzümle ilgili o kadar çok ş ey yazıldı ki, inanın şu söylediklerinizin beni heyecanlandırmasını isterdim. Şimdi yüzümü bırakıp neden buradayım onu konu şalım. Uzun yıllardan beri sizi izliyorum. Durun durun, kafam karı ştı, beni nereden izliyorsunuz? Gezegenimizden. Ben sizin gezegeninizde ne arıyorum? Dünyadaki bütün kanalları uydularımız aracığıyla izliyoruz. Bu teknoloji sizin için çok şa şırtıcı olmamalı. Sizin uygarlı ğınız da belirli bir ölçüde uydu kullanmayı, hatta bununla belirli bir mesafeye kadar ula şmayı ke şfetmi ş. Bakın, biz sizden çok daha gelişkin bir uygarlıktan ve teknolojiden geliyoruz, bunu tahmin etmiş olsanız gerek. Dünyayı uzun yıllardır gözlüyor, inceliyoruz. Çünkü hemen hemen aynı yapılardayız. Aramızda ş aşırtıcı benzerlikler var. Bu mümkün mü? Yani farklı iki gezegen, kim bilir aramızda kaç milyon ı şık hızı fark vardır. Birden Alice kendini, "ış ık hızı, mışık hızı" diye bilmiş bilmiş konu şurken yakalıyor, kendine gülüyor. Havaya girmi ş bile. Benim kafam pek basmaz böyle şeylere ama, gene de ordan burdan duyduklarıma göre birbirinin e şi iki gezegen olasılı ğı çok zayıf de ğil mi? Adam da gülümsüyor Alice'e: Uzay da insanlar gibidir, farklılıkları aynılıklarından kaynaklanır. Kafamı karı ştırıyorsunuz!

Page 19: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Karı ştıracak bir ş ey yok. Dünya uzun yıllardan beri gözlemimiz altında. Hemen her yaptı ğınızdan haberdarız. Sizi yakından izliyoruz; sizi anlamaya, sizin geli şme eğ rinizi hesaplamaya çalış ıyoruz. Çok daha ileri bir uygarlık oldu ğumuz için, sizin hiçbir kaynağ ınıza gereksinimimiz yok. Tarihi inceler gibi inceliyoruz sizleri. Amacımız size zarar vermek ya da geliş menizi yönlendirmek değil, yalnızca anlamaya, kavramaya çalışmak. Olasılıklarınızı hesaplamak! Ne kadar iyi niyetlisiniz! Sadece iyi niyetli de ğilim, aynı zamanda a şığ ım. Adam, lacivert gözlerinin olanca pırıltısı ve derinliğ iyle bakıyor Alice'e. Alice bir an duralıyor. Havaya söylenmi ş bu sözün onunla ne kadar ilgisi var bilemiyor. Yüre ği, yıllardır kullanmadı ğı bütün yanlarıyla harekete geçiyor, onu bir masalın ardına takılmaya sürüklüyor, di ğer yandan Alice Star olarak edindi ği kurş un geçirmez, örselenmez, zırhlı kimliğ i direniyor, bütün kudreti ve kuvvetiyle tutuyor içini. Rüya ile gerçeklik duygusu arasında bir trapezde, bir tel üstünde bir an sallanıyor... Tökezleyecek gibi oluyor, bu bakı şa ve bu söze bir yanıt verme gere ği duyuyor. Bo şlu ğa düşmek ve sonsuza kadar kaybolmak korkusuyla kendine geliyor. Sonra yeniden tel üzerindeki dengesini sa ğlıyor. Susuyor. Bir şey söylemiyor. Zırhı ve yardıma ça ğırdı ğı aklı sakinle şmesini sağlıyor; bunda belki de şu anda damarlarında gezinen o adını öğ renemediği sıvının da bir etkisi vardır. Durumuna yabancılaş mayı deniyor; bir ba şkasının serüvenini izler gibi tarafsız gözlerle uzaktan bakmayı, bu yolla sakinle şmeyi, bir ola ğanlık duygusu edinmeyi deniyor. Hani yıllar önce kimi zamanlar annesine bakarken yaptı ğı gibi. Oysa gene de bir televizyon setinde hissediyor kendini Alice. Hollywood teknolojisi kendiyle alay ediyor gibi... Yapış kan gülüşlü, sevimsiz bir televizyon sunucusu, arsız espriler yaparak olmadık bir anda, birdenbire ortaya çıkıverecek ve "Bu bir kamera şakasıydı sayın seyirciler ve Alice Star'ı da sonunda tuzağ ımıza düş ürdük," diyecek gibi geliyor. Bütün bu olan biten kar şısında adını hemen koyamadı ğı, tuhaf bir güvensizlik ve burukluk duyuyor. Bu, galiba biraz da, şu ana kadar gördüklerinden edindiği izlenime göre, uzaylıların hayal güçlerinin de, dünyalılarınkini aş amamış olması karşısında duyduğ u hayal kırıklı ğıyla ilgili. Eğer böyleyse, yalnızca dünya de ğil, uzay da umutsuz bir durumda olmalı. Tamam, üç kafalı, be ş gözlü, kötü makyajlı, ucuz bütçeyle çekilmiş uzaylı yaratıklarla kar şıla şması gerekmezdi belki ama, bu kadar birebirlik de çok can sıkıcı! Şimdi, bu ko şullarda nasıl güvensin şu an bütün çekicili ğiyle karş ısında duran, sesiyle, bakı şıyla, gülüş üyle, yürüyü şüyle içini titreten bu adama? Sonunda, herhangi bir dünyalı gibi sütsüzün biri çıkmayacağını kim garanti edebilir? Belki de yanlı ş bir kanıya varmış tı, Adam'ın söz etti ği ş u aynılıklar ve farklılıklar teorisi haklıydı ve Alice'in şu an duydu ğu burukluk, yalnızca, başkalarınca çok övüldüğ ü için büyük bir beklentiyle seyredilen, böyle seyredildiğ inde de pek be ğenilmeyen bir filmin kar şısında duyulan hayal kırıklı ğından daha fazla bir şey değ il. Dünyanın kendine bile tahammül etmesi bunca güçle şmişken, bir eş ine, bir benzerine nasıl katlanacak? Görmedi ği bir film olsun istiyordu artık, yalnızca görmediği mekanlara gidiyor olmak yetmiyordu ona. Bir kadın olarak Alice ile, bir star olarak Alice arasındaki bölünmeyi, yarılmayı dünyada da duyuyor, içini ya şamasına engel olu şturan "genel hal" kar şısında ço ğu kez yenik dü şüyor, ve her seferinde kalbine söz geçirerek, zaaflarım denetleyebiliyor, hiçbir riski göze almadan, kendini bir imaj olarak yaş amayı sürdürüyordu.

Page 20: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Maskesinin zamanla tüm varlığını ele geçirmi ş oldu ğunu ise, ş imdi dünyadan bunca hızla uzakla şırken, bir uzaygemisinin içinde bile kanırtıcı bir keskinlikle anlıyor, deh şete kapılıyordu. Maskeyi hep istedi ği zaman çıkarabilece ği bir ş ey olarak dü şünmüştü. Maskenin yüzünü ele geçirebilece ği olasılı ğını aklına getirmemi şti bile. Maske, zamanla yüzüne iş lemiş olabilirdi. Kendini kendi elinden kaçırmıştı belki de... Seks oyunlarıyla kalbinin boşluklarını oyalamı ştı bunca zaman. Kalbini esirgeyen insanlar, kızağa çektikleri kalplerinin, tatilden ne zaman döneceğ ini kendileri de bilemezler. Üstelik bu dönü ş bazen bir uzaygemisiyle bile olabilir. Alice böyle düşüncelere dalmış ken, yeniden duvardaki kapı açılıyor ve sarışın bir kadın beliriyor. Baş tan a şağı siyah ve pırıltılı bir metal giysi var üzerinde. Daha do ğrusu sanki üzerinde bir giysi yok da, gövdesi böyleymi ş gibi. Birdenbire ortalıkta bir kadının belirmesiyle birlikte Alice huzursuzlanıyor. Böyle zamanlarda hiçbir kadın, hangi nedenle olursa olsun ortaya çıkan ikinci bir kadının varlığ ına tahammül edemez, Alice Star bile olsa bu... Hiçbir kadın bu ölçüde bir güven duygusuna sahip de ğildir çünkü. Erkeklerin en büyük gücüdür bu. Arkasında iki bin yıllık bir geçmiş yatar. Sarı şın kadın, fiziğiyle son derece çeli şen gey şa adımlarına benzeyen kısa aralıklı, yumu şak ve küt adımlarla kendilerine yaklaş ıyor. Mat bir ten, ölü balıklar gibi bakan ifadesiz ama renkli gözler, kısa kesik hareketler ve bütün bu özelliklerle son derece çeli şen, göğ üsten gelen yumu şacık, ş efkat dolu bir ses... Đ lkin Alice'e, Merhaba, diyor. Alice'e bu ses de tanıdık geliyor. Sanki çok yakında bir zaman, bir yerlerde duymu ştu bu sesi. Kulağı çınlıyor. Sarı şının ortaya çıkmasıyla birlikte, Alice'in yüzünde beliren pek de hoş olmayan bu ifade de ği şikli ğinin farkına varan Adam, bir açıklama yapma gere ği duyuyor. ZTteSQ kabin robotudur. Sizi içeri o aldı. Đğ nenizi o yaptı. Adam'ın sesinde kuru bir açıklamadan fazlası var; sanki, merak etme, senin için bir tehlike söz konusu de ğil, o yalnızca bir robot, der gibi... Alice, bu iletiyi almış olmanın getirdi ği rahatlamayla gev şeyecek gibi oluyorsa da, duygularının dı şarıdan asla fark edilmemesi gerekti ğini dü şünüyor. Hatta, aksine doğ al görünmeye çalışıyor. Yani görünmeye çalı şması en zor durumlardan biri... yani en usta oyuncuda bile yetenek zorlayan bir an... Adam, ZTteSQ için, iki yüz doksan dört yaş ındadır, diyor. Hiç göstermiyor de ğil mi? Alice, hem Adam'a, hem ZTteSQ'ya gülümsüyor. Öyle sahiden, sorsalar en fazla otuz, derim. Zaman her yerde aynı geçmiyor, diyor Adam. ZTteSQ, Adam'a: Bana verdiğiniz zamana göre dünyaya bir açıklama yapma noktanız geldi, dedikten sonra Alice'e dönüp bileğine uzanıyor: Đ zninizle. Bile ğiniz bakılma durumunda. Alice, bu yumuşak sesin her söyledi ğini yapacak kadar kendini güvende hissediyor. Yıllardır o köpek suratlı anasından alamadı ğı ne varsa, bu kadının sesinde saklı sanki... ZTteSQ, Alice'in nabzına bakar gibi tutuyor bileklerini, kendi bile ğinde ansızın ortaya

Page 21: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

çıkıveren bir aletin üzerinde çe şitli göstergeler beliriyor ve hızla birbiri ardına akmaya ba şlıyor. Robot ZTteSQ, bir süre o göstergeleri okuduktan sonra, Đyisiniz, diyor. Sağlamsınız. Ola ğan fizik. Yatı şmış ruh. Đç organlarınızın titreş imleri uygun. Kas frekanslarınız bakış ımlı. Duygularınız diyagonal ama kesi şim göstermiyor. Refleksleriniz normal eğri seyrediyor. Bilinçaltınızsa biraz karış mış durumda. Alice şaşkın bakınıyor. Bu sarışın metalin, öyle yarı doktor, yarı falcı gibi konu şurken, Üstelik tam da a şık olmak üzeresiniz, aman dikkat edin! demesinden korkuyor. Neyse daha fazla bir şey söylemeden, geldiğ i gibi sessizce gözden kayboluyor ZTteSQ. Hayatımdaki en ilginç check-up bu. Bilmedi ğiniz bir gezegene ait bir uçandairede, öyle yolda giderken bir robota check-up yaptırmak! Şimdi çok moda! Amerika hastaneleri out! Uçandaire sıhhiye bölü ğü in! Adam'la birlikte gülü şüyorlar. Mizahınızı hiç yitirmemeniz çok iyi, diyor. En büyük sağlık belirtisi budur. Tam dü şündüğüm gibi çıktınız! Lirik ve şakacı. Sonra yerinden kalkıyor. Şimdi bana birkaç dakika izin vermenizi istiyorum. Beni önemli bir görev bekliyor şimdi: Dünyaya bir açıklama yapacağ ım. Gereken açıklamayı... Sonra eliyle ekranı göstererek, Đsterseniz siz de buradan izleyebilirsiniz, diyor. Ekranın bir kez daha gündeme gelmesiyle belli belirsiz huzursuzlanan Alice, hemen atılıyor: Umarım bütün dünyaya benim bilinçaltımı naklen yayımlamayacaksınızdır. Bunca yıllık kariyerim mahvolur inanın. Üstelik yayın haklarını tek baş ına ele geçiremediğ i için, bir sürü kanal durduk yerde bana dü şman kesilir. Adam, tam çıkarken, Hayır, diyor. Yalnızca sizi nasıl kaçırdı ğımı anlataca ğım. Sonra da bütün yüzünü kaplayan aydınlık bir gülüşle gözden kayboluyor. Kaçırılmak! Bunu hiç böyle düş ünmemişti Alice. Ama doğ ru terim buydu: Kaçırılmıştı. Geçip o yumu şak koltu ğa, ekranın kar şısına oturuyor. Hemen sonra ilk görüntü geliyor. Bildik kanalların birinde arada bir gözüne çarpan aptal bir dizi. En cırtlak renkli dekorlarla kurulmu ş bir oturma odası. Orta sınıf Amerikan ailesi. Yılı şık komedyenler. Konserve kahkahalar. Konserve hayatlar. Görüntü hızlanıyor, ardı ardına bütün Amerika kanalları ve dünya kanalları seçilemeyecek bir hızla aktıktan sonra birdenbire pürüzsüz bir netlikle Adam'ın görüntüsü beliriyor ekranda. Yumuş ak, ölçülü bir gülümseyişle hafifçe ba şıyla selam verdikten sonra, mikrofonda daha tok ve daha buğ ulu çıkan sesiyle konu şmaya ba şlıyor: ... Đyi ak şamlar dünya, ş u an dünyanın bütün televizyon kanallarında aynı anda yayına girmiş bulunuyoruz. Konuş ma süresi boyunca,

Page 22: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

dünyadaki bütün istasyonların yayınları, tarafımızdan kilitlenmiştir ve biz çözene kadar kilitli kalacaktır. Araya girmek için bo şuna teknolojinizi zorlamayın! Ayrıca uzun bir konuş ma olmayacaktır bu ve bütün dünya dillerine anında çevrilecektir. Sizi, en yaygın ve en hızlı bir biçimde bilgilendirmek için bu yola ba şvurmak zorunda kaldık. Anlayış la karş ılayaca ğınızı umuyoruz. Burası Votoroqxqua gezegenine ait Eaio adlı uzaygemisi, ben gemi kaptanı Adam Eaio. Bu akş am, Dünya gezegeni-Amerika kıtası, LA yerel saatiyle saat tam 24.00'te ünlü pop yıldızı Alice Star, konser vermekte oldu ğu LA Stadyumu'ndan, bize ait bir uzaygemisi tarafından, ı şıkla vakumlanarak kaçırılmıştır. Ş u anda gezegenimiz olan Votoroqxqua'ya doğ ru hızla yol almaktayız. Merak edilecek bir durum yoktur. Gezegeninize yönelik herhangi bir saldırı, bir kötü niyet, bir tehdit ya da tehlike söz konusu değ ildir. Ayrıca Alice Star hayranlarının ve sevenlerinin paniğe kapılmasını gerektirecek herhangi olumsuz bir durum yoktur ve asla söz konusu olamaz. Alice Star'ın sa ğlık durumu iyidir. Emin ellerdedir. Şu anda ahududu likörü içmektedir. Kendisine hiçbir zarar verilmeyecek; hiçbir biçimde maddi ya da manevi bir hasar görmeyecek, diledi ği zaman da dünyaya geri dönmesi sağ lanacaktır. Bu konuda hiç kimsenin ku şkusu olmamalıdır. Niye kaçırıldığına gelince... Bunu açıklamak gerçekten çok güç... Burada biraz duralar gibi oluyor Adam. Sanki yüzü akıyor, duygulanıyor, mahcup bir ifade yerle şiyor yüzüne, sanki söylenmesi güç şeyleri sona saklamı ş gibi, sanki yapaca ğı konu şmayı son anda unutmu ş da, şimdi yeni sözcükler arıyormu ş gibi bocalayarak, yeniden baş lıyor konuşmaya: Çok basit bir nedenle aslında. Hatta fazla ki şisel bir nedenle. Birçok dünyalının beni anlayacağ ını, hatta belki hak bile vereceğini sanıyorum. Alice'in kendi de bilmiyor niye kaçırıldığını. Bunu bütün dünyalılar gibi, Alice de şu anda öğ renecek. Alice, beni dinlediğini biliyorum, şu anda uzaygemisinin salonundaki ekrandan eminim beni izliyorsun. Alice seni kaçırdım, çünkü seni seviyorum. Alice seni seviyorum. Alice seni çok seviyorum. Alice seni hiçbir dünyalının sevemeyece ği kadar seviyorum. Seni ne zamandır derin bir tutku, sarsıcı bir ihtiras, büyük bir aş kla seviyorum. Seni eksilmeyen bir arzu, ya şlanmayan bir yenilik, ölümsüz bir şiddetle seviyorum. Seni hiç sönmeyen bir ate ş, hep u ğuldayan bir vadi, dinmeyen bir yara, susmayan bir nehir, bütün zamanlarda esen bir rüzgar gibi seviyorum. Aramızda milyarlarca yıl ış ık hızı uzaklık da olsa; aramızda gezegenler, gökadalar, kara delikler de olsa; aramızda yaş ayan ya da ölü milyarlarca yıldızın ış ı ğı ya da evrenin uçsuz ve dilsiz karanlığı, sonsuz sessizli ği de olsa seviyorum. Sana duydu ğum aş kı artık tek başıma taşıyamayaca ğımı anlayınca, kaçırmaya karar verdim seni. Sana duydu ğum aşkla artık tek ba şıma ba ş edemeyece ğimi anlayınca kaçırmaya karar verdim. Seni, bütün bunları dünyaya haykırmak için kaçırdım. Sonunda her sevgili, a şkını günün birinde bütün dünyaya haykırmak ister. Đşte şimdi ben de milyarlarca dünyalının önünde sana olan aşkımı haykırıyorum. Bana bir fırsat tanımanı istiyorum. Bana bir şans vermeni. Beni tanımaya, anlamaya zaman ayırmanı istiyorum. Beni sevmeni istiyorum.

Page 23: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Seni, kendimi sana sevdiımek için kaçırdım. En azından bu kadar çok sevdikten sonra bunu denemeye hakkım oldu ğunu düş ündüm. Bu kararı vermek kolay olmadı. Kendi içimde ağır hesapla şmalar yaşadım. Dünya zamanıyla çok yıllar önce ilk kez dünyaya, do ğuda, Türkiye'de, Harran bölgesinde, Urfa'da bir köyde inmiştim. Kız kaçırmanın ne demek oldu ğunu, orada, o köylerde gördüm ben. Yoksul sevdalılar sevdikleri ve bir türlü kavuş amadıkları kızları sonunda kaçırırlardı. Kendilerini sevdiklerine anlatmanın bir yoluydu bu. Sevdiklerini göstermenin... Çaresizliğin... Göze alma gücünün... Kavu şmanın... Ben de seni kaçırdım ama, e ğer sevmezsen beni Alice, bunu ba şaramazsam e ğer, seni yeniden dünyaya geri götüreceğ im. Benim için çok zor olacak ama, bak herkesin önünde söz veriyorum: Geri götüreceğ im! Sev beni Alice, n'olur sev beni! Bana bir şans tanı, bir fırsat ver, seni kimsenin mutlu edemeyeceğ i kadar mutlu edece ğim. Bunu biliyorum, bir yemin gibi biliyorum! Sana yalnızca bir hayat değil, bir masal, bir rüya vaat ediyorum! Đki ayrı gezegenden yepyeni bir dünya var edeceğ imize inanıyorum. Đkimize bir dünya! Bak, ş u anda beni seyreden milyarlarca dünyalının tanıklı ğı önünde a şkımın bütün kudretiyle söz veriyorum sana. Biliyorum, bütün sözler yavan, bütün sözcüklerin içi bo şalmı ş, bütün anlamlar kullanılmış , bütün anlar uçucu; kelimeye dökülen her duygu, kendiliğ inden soğuk bir kli şe oluveriyor; hiçbir sözcük, duygularıma da, yüre ğime de yetmiyor; anlatabildiklerimle de ğil, anlatamadıklarımla kar şında durmak için kaçırdım seni, çaresizliğimi görmen için kaçırdım; yalnızlı ğımı anlaman için; beni yüreğ inle anla, gözlerinle dinle diye... beni kendi kelimelerinle gör diye. Seni a şk uğ runa kaçırdım. A şk uğ runa. Hepsi bu i şte! Susuyor Adam. Biraz duralıyor, soluklanıyor. Konu ştukça dağılan yüzünü, giderek çocuklaş mış sesini toparlıyor. Konu şmasına daha serinkanlı devam etmesi gerekti ğini biliyor ve öyle sürdürüyor: Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, bu kız kaçırma hadisesiyle gezegenimin hiçbir resmi ilişkisi yoktur; onlardan tamamıyla habersiz, ki şisel bir eylemdir bu. Yönetimi bana ait olan bir uzaygemisinin ve benim önceden programladığım robotların yardımıyla gerçekle ştirdim bu eylemi. Gemimi, ba ğlı bulundu ğu uzay filosundan ve fırlama rampasından, yetkililerden izinsiz olarak ayırarak çıktım bu kişisel yolculuğ a. Bütün sorumluluk bana aittir. Kaptanlık görevimi ve yetkilerimi ki şisel duygularıma alet ettim, bunun bir suç oldu ğunu ve benim de bu suçu i şlemi ş biri olarak gezegenim yönetimince en a ğır biçimde cezalandırılacağ ımı biliyorum. Ama üzülerek söyleyeyim ki, hiç pişman değilim. Alice uğruna verilecek her cezaya hazırım. Hiçbir piş manlık duymuyorum; O, şu anda burada, benim gemimde, benim yanımda. Beni hiç sevmese bile, aş kım kar şılıksız kalsa bile, bana onunla yan yana geçmiş birkaç zaman parçası kalacak. Bütün ömrüme yetecek birkaç zaman parçası... Bunun için bile de ğerdi. Đnanın Alice uğruna aynı suçu bin kere daha i şlemem gerekse, hiç dü şünmeden, hiç pi şmanlık duymadan, bin kere daha i şlerim. Duygularımın yol açtı ğı felaketler yalnızca bununla da bitmiyor, biliyorum. Gezegenimiz Votoroqxqua'nın bağ lı bulunduğu gökada takımındaki bütün yıldızların ba ğlı bulundu ğu Yüksek Yönetim Merkezi'nin Genel Yasaları'nı da, Ke şfedilmiş Yıldızlar Birliğ i'nin Evrensel Evren Yasaları'nı da ihlal ettiğimi biliyorum. Dünyalıların, uzaydaki di ğer gezegenlerle ve oradaki canlılarla temasa geçmeye henüz hazır olmadıklarını da biliyorum. Dünyalıların

Page 24: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

henüz ne kendi gerçeklerine, ne uzayın gerçeklerine hazır olmadıklarını da biliyorum. Bu konuda diğer yüksek uygarlık gezegenlerinin ortak bir kararı olduğunu, ve benim bu temel yasa ğı çi ğneyen giri şimimle, bu kararı geçersizle ştirerek evrenin önemli bir parçasında karış ıklıklara yol açtı ğımı da biliyorum. Kaç gezegeni birden dünyaya kar şı zor durumda bıraktığımı da biliyorum. Ama aşk söz konusu oldu ğunda bilmek yetmiyor, bilmek değ iştirmiyor, aşk kendi yasalarını istiyor sizden. Bütün bu hazır olmadıkları erken bilgilenmeyle, kafası iyice karı şmış dünyalıları da zor durumda bıraktığ ımın bilincindeyim ama, ne yapabilirdim? Aşık olmuştum. Deli gibi a şık olmuş tum. Ayrıca Afrika'daki açlara ekmek lazım, uzaylı masalları de ğil, bunu da biliyorum ama, aşk bilinç dinlemiyor. A şkın kendine özgü bir bilinci ve o tuhaf bilincin kendince yasaları var. Tarife gelmeyen yasaları. Emirleri o veriyor. Onları burada tartı şacak de ğilim. Biraz dağ ınığım, biraz sakarım, aş k söz konusu olduğunda daha da sakarım, bunu da biliyorum. Ama ne yapabilirim? Ben buyum. Bu konuda Uzay Birleş ik Kıta Sahası'nın vereceğ i ve uygulayaca ğı bütün cezalara razıyım. Kabul edilsin ya da edilmesin, bütün bu olan biten için verilecek tek bir cevabım var: A şk. Hepsi bu. Ben Alice'e a şık oldum. Kimseye olmadı ğım kadar oldum. Dünya televizyonlarını seyrederken oldum. Böyle bir suç iş lendi ğinde, aş kın a ğırla ştırıcı nedenleri ne kadar hafifletici neden sayılır, bilmiyorum. Suçun takdirini başkalarına bırakıyorum. Sayın dünyalılar, sevgili dünyalılar, konu şmamı bitirmeden önce son bir uyarıda bulunmak istiyorum size: Bu konuş ma, pek öyle görünmese de çok ciddi bir konu şmadır. Ben de çok ciddiyim. Buna inanın. Aranızda, bir televizyon kanalının izlenme oranını artırmak için bulduğ u ucuz bir numarayla kar şı kar şıya oldu ğunu düşünenler varsa, ki mutlaka vardır; çünkü kendini herkesten daha zeki, daha külyutmaz zanneden böyleleri her zaman, her yerde vardır; i şte onlar fena halde yanılıyorlar. Böyle düş ünerek, herkesi aptal, kendilerini uyanık sanmaya devam edebilirler. Ama bu sefer olsun boşa vakit kaybetmesinler. Ne yazık ki, bu sefer her şey gerçek ve ben çok ciddiyim. Gezegeninizin sahip oldu ğu en büyük star benim tarafımdan kaçırıldı, ben bir uzaylıyım ve bana inanmaktan ba şka hiçbir ş ansınız yok! Ey dünyalılar! Orson Welles'in bir radyo oyununda kullandı ğı bir bulu şla de ğil, ciddi bir uzaygemisiyle karş ı karşıyasınız. Tekrar ediyorum: Bu, bir televizyon şakası değildir! Bir reklam kampanyası ise asla değ ildir! Konseri kesmek durumunda kaldı ğım için bütün Alice Star hayranlarından özür diliyorum; biliyorum, ne zamandır siz bu konseri bekliyordunuz, ama unutmayın ki, ben de bu anı bekliyordum. Đ kisinin aynı zamana denk gelmesi tamamen bir tesadüf eseridir. Ve bütün tesadüfler gibi kaçınılmazdır. Bu konseri izleyen uzaydaki di ğer gezegenlerden, kendi gezegenimdeki Alice Star hayranlarından ve Alice Star'ın gerçek sahibi siz dünyalılardan bir kez daha özür diliyor ve son olarak Alice'e sesleniyorum: Bütün bunlar senin içindi Alice! Alice seni seviyorum! ... Herkes televizyon kar şısındaydı. Yalnız Amerika'da değ il, dünyanın

Page 25: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

birçok yerinde televizyonlarının kar şısında şok olmuş kalabalı ğın kendine gelmesi epey zaman aldı. Đsa, yeniden yeryüzüne dönse, ancak bu kadar kıyamet koparırdı, daha fazla de ğil. Suya düşen bir ta şın etrafında oluş turdu ğu halkaların dalga dalga yayılması gibi, her yeri kaplayarak giderek geni şleyen, büyüyen sahici bir şok dalgası sardı dört bir yanı; ve dairelerin en dı şındakinin, dünyanın çok uzak bir kö şesinde bir yere çarpmasıyla birlikte, okyanustan yükselen bir dalga gibi her şeyi aşarak patlayan dü ş, bütün dünyaya dağıldı. Ortak bir sanrı değ ilse gördükleri, ortak bir cinnetti; delirmenin e şiğindeydiler. Uzayın gerçeğ i bir anda dünyayı çok küçültmü ş, anlamını daraltmış, dahası savunmasız bırakmış tı. Ay'a ilk kez ayak basan insano ğlunun serüveninden çok daha ilginç bir ortak yayın yaş anıyordu şimdi dünyadaki bütün televizyonların ba şında. Uzayın keş fine çıkan insanoğlunun ilk adımı kadar masum bir hayret de ğildi bu seferki; uzaydan dünyaya basılan bilinmezin ilk adımı, ilk ayağıydı bu, bilinmezdi, kestirilemezdi, tehlike miydi? yabancı mıydı? Korkunun çeşitleri vardır: Karanlık ve bilinmez bir yere, sizin ilk kez girerken duyduğ unuz korku ile, siz karanlıkta uyurken, savunmasızken, bilinmeyen bir yabancı gücün, evinize adım atması karş ısında duyulan korku aynı de ğildir. Bu kez korku, sizin göze aldı ğınız bir serüvenin korkusu de ğil, gafil avlandı ğınız bir anın korkusudur, ve işte bu seferki tam da öyleydi. Bütün bu olan biteni bu denli trajik boyuta çekmeden ve bir var oluş sorunu haline getirmeden ya şayanlar da vardı ku şkusuz. Özellikle Amerika sokaklarında... Bunu dünyanın bir kurtulu ş i şareti olarak görenler bir bayram sevinci yaşıyordu. Yıllardır gözleri teleskoplarında gökyüzü gözleyerek, bıkmadan usanmadan gönderdikleri radyo sinyallerine kar şılık bekleyerek geçiren, bu konuda kitaplar yazmı ş, bro şürler basmı ş, bildiriler dağ ıtmı ş, adı deliye çıkmış bir dolu insan, nihayet uzaydan bekledikleriyle hasret gidermenin, kucakla şmanın, el sıkış manın co şkusunu ya şamaya hazırlanıyordu. Alice'in sa ğlığının yerinde olduğ u haberi, herkesi bir ölçüde rahatlatmış , gerginlikleri biraz olsun gidermiş ti. Bu, aynı zamanda dünyalılar için de bir çe şit güvence demekti. Öyle ya, demek ki uzaylılar kötü adamlar değillerdi, dünyayı istila etmeyeceklerdi; üstelik Alice'i kaçıran adam da, do ğrusu efendi bir çocu ğa benziyordu. Gerçek hayat hiçbir zaman bir Uzay Yolu dizisi de ğildi. O diziyi yıllardır seyretmekle birlikte, zaten kimse inanmamı ştı ona; uzaylıları sürekli fena kiş iler olarak gösteren o saçmalıklara... Gene de dünya bir anda altüst olmuş tu. Yüzlerce yıl sonra, dünyanın, öküzün boynuzları üzerinde olmadığ ını anlamanın şaşkınlı ğını yeniden ya şıyordu insano ğlu. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra her ş ey olabilir, diye düş ünüyordu kimileri. Bunun, o olayla bir ilgisi var mıydı acaba? Yakı şıklı bir haber sunucusundan hiç de farklı olmayan o uzaylı adamın, o gözükara a şığ ın açıklamalarından sonra, dünya ülkeleri yeniden kendi kanallarına, kendi yayınlarına döndü. Bütün dünya bir an durmayan, kesilmeyen, hızlı ve derin bir ileti şim ağına gömüldü: Teleksler, fakslar, telefonlar, elektronik postalar ve bir sürü ba ğlantıyla dünya birbiriyle konuşuyordu. Yüksek sesle ve yüksek teknolojiyle ortak bir sanrı görmediyse eğer, yepyeni bir var olu şu biçiminin e şi ğine gelmi şti dünya. Bütün NASA çalışanları gece yarısı i şbaşına ça ğrıldılar. Bütün uzay ara ştırmacıları için yepyeni bir milattı bugün. Evinden kızı kaçırılmı ş Amerika, o kızgınlıkla neredeyse uçandairenin ardından yeni bir füze gönderecekti uzaya. Papa'dan bir açıklama yapmasını isteyen

Page 26: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Katolikler, Vatikan Sarayı'nın önüne yı ğılmı şlar, ellerindeki mumların aydınlatmaya yetmediğ i karanlık ve kaygılı yüzlerle bekleş ip duruyorlardı. Kalabalığ ı fırsat bilen kimi gruplar da, "Kürtaja Hayır" gösterisi yapıyorlardı. Müslüman dünya, ilkin bütün bunların, Hollywood stüdyolarında gerçekle ştirilen bir emperyalizm numarası oldu ğunu söyleyerek kesin bir kar şı tavır koydu; ardından bir süre sonra, bütün bu olanların Kur'anda çok önceden haber verilmiş oldu ğunu iddia etti. Alice'in tahmin ettiğ i gibi, dağılmamış ve kolay kolay da da ğılaca ğa benzemeyen LA Stadyumu'ndaki kalabalık, sahnenin iki yanına yerle ştirilmi ş dev ekranlardan seyrettiğ i naklen yayına kar şın, uzaylı aşı ğın açıklamalarının da, gösterinin bir parçası olup olmadı ğı konusunda ku şkulara sahipti. Kimileri, yarım kalan konseri, böyle bir numarayla kapama kurnazlı ğına gittikleri için, büyük bir kızgınlıkla organizasyondan sorumlu ki şileri yuhalamaya başladı. Ardından irili ufaklı ş iddet gösterileri patlak verdi. Güvenlik Güçleri olaylara müdahale etti. Ambulanslar vızır vızır dönmeye, siren sesleri çevreyi çın çın öttürmeye, kameralar, ezilen, kriz geçiren, ayılıp bayılan yamulmu ş hayran görüntülerini, dünyanın bütün ajanslarına ardı ardına geçmeye ba şladı. Sonuçta bütün dünyanın inandığ ı bu yayına, "stadyum kalabalı ğı" inanmak istemiyordu. Konseri düzenleyenlerin bir numarası değilse eğer, içeri giremeyenlerin bir oyunu, diye niteliyorlardı. Bütün bu mah şeri patırtı gürültü arasında, kulisteki televizyon ekranının ba şında toplanan sahne arkası kalabalı ğı içinde, ilk ayılan, tabii ki, Eddie d'Ascanto oldu. Đlk şaşkınlığı, ilk şoku atlatmı ş, isterik kahkahalar atarak kendine gelmeye ba şlamı ştı. Milyonlarca dolar verseydik bile böyle bir reklam yaptıramazdık, ilk sözü oldu. Keş ke onun yanında olsaydım ş imdi. Umarım i şleri karı ştırmaz, dedi. Bilirsiniz, Alice kendinden güçlü insanların yanında hep şaşkınlaş ır. Plak ş irketi sahibi Henry Coskini'nin ters ters bakmasıyla kendini toplama ihtiyacı hissetti: Ben Alice'e bir zarar gelece ğini sanmıyorum, baksanıza o ğlan sırılsıklam aş ık, dedi. Plak ş irketi sahibi Henry Coskini, en yumu şak, en görmüş geçirmiş sesi ve en sakin tonuyla azarladı Eddie d'Ascanto'yu: Bir kadın star için en büyük tehlike, ona sırılsıklam aş ık olan bir adamdır, dedi. Dünyanın neresinde olursa olsun, böyledir bu. Kaldı ki, bugünden sonra ö ğrenmi ş bulunuyoruz ki, yalnızca dünyanın değil, uzayın da neresinde olursa olsun, bu gerçek değ iş miyormu ş. Alice Star'ın ba ğlı bulunduğ u ajansın sahibi olan Gerald Busch, Alice Star'ın o adı duyulmadık gezegende bu kadar tanınmış olduğuna göre, plaklarının, kasetlerinin, şarkılarının telif hakları gibi bir durumun söz konusu olduğunu, günün heyecanı içinde bunun gözden kaçırılmaması gerektiğ ini anımsattı. Bütün bir dünya tarihine damgasını basacak bu büyük olay sırasında, herkes birbirine girmişken, koca dünyada kendini en çabuk toparlayan "kurulu ş", görüldü ğü gibi, Alice Star'ın kulisi olmuştu. Gösteri dünyasının gerçeği, her gerçeğ i, yeniden gösteriye dönüştürmek de ğil miydi? Olaydan birkaç saat sonra Eddie d'Ascanto, Amerika'nın en büyük televizyon kanallarının ekranlarında ardı ardına boy göstermeye başlamış tı bile. Ekranlardan uzayın derinliklerine sesleniyor,

Page 27: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Alice'le ve Alice'i kaçıran Adam Eaio ile temas kurmaya çalışıyor, Adam Eaio'ya şirin ve sevimli gözükmek ve onu kendiyle konuşmaya ikna etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Oysa bu yayınlar, sanılanın aksine, ne Alice Star, ne Adam Eaio tarafından seyredilmiyor, yalnızca, derin bir sessizlikle çalış an kimi makineler tarafından uzaygemisinin hafıza kaydına alınıyordu. O sırada Alice de, Adam da çok meşguldüler. ZTteSQ ise, o sırada bir ba şka gezegenin kanallarında yayımlanan robotların kendi kendilerine mineral onarımları üzerine bir belgesel seyrediyordu. Eddie d'Ascanto'nun bir de önerisi vardı: Alice Star ile Adam Eaio'nun ba şrollerini payla ştıkları bir Steven Spielberg filmiyle bu muhte şem olayı taçlandırmak gerekti ğini düşünüyordu. Đki gezegen arasında bir ortakyapım da olabilirdi bu. Yapımcıların insanüstü gayretleriyle, Alice Star'ın bütün CD'leri ve kasetleri daha o gece yeni baskılara giriyor, onunla ilgili kitaplar, albümler baskı üstüne baskı yapıyor, üzeri Seni Seviyoruz Alice ya da Alice Eve Dön! yazılı afi şler, posterler bir gecede her yeri kaplıyordu. Alice ile ilgili olarak, ancak Noellerde ya da Baş kanlık Seçimleri sırasında görülecek ölçüde büyük ve kapsamlı bir kampanya ba şlamı ştı. Ertesi sabah dünya, artık aynı dünya değ ildi. "Romeo ile Juliet" hikayesinin uzay çağ ına uyarlanmış bu yeni çeşitlemesi, kaç milyon yıllık dünya tarihinin var olu şunu bir gece içinde tehdit eder olmuştu. Şimdi ne olacaktı? Đsa'nın da aslında bir uzaylı olduğ u söyleniyordu. Kiliseler suskundu. Papa bu konuda henüz bir açıklama yapmamı ştı. Ancak Üçüncü Dünya Sava şı sonrası duyulabilecek bir burukluk vardı kimi insanlarda. Bütün yanlı şları ve noksanlarıyla da olsa dünya, bizim dünyamızdı. Uzaylılar bize karışmasındı. Biz, onu daha ya şanılası, daha güzel bir yer haline getirebiliriz gene de, yeter ki, uzaylılar içiş lerimize karışmasınlar! Hem onların iyi niyetli oldukları ne malumdu? Böyle her aş ık oldukları starımızı kaçırmaya baş larlarsa bu iş in sonu ne olurdu? Kiş isel mutsuzluklarını, ancak toplumsal felaketlerle yatı ştırabilen kimileriyse, uzaylıların yol açacağ ı felaketlere bel bağlamış , umut ve heyecanla çe şitli kıyamet sahneleri bekliyorlardı. Dünya, kaygılı kalabalıklar ile neş eli kalabalıklar diye kendiliğinden ikiye ayrılmı ştı. Ne şeli kalabalık, hiçbir uzaylının, dünyayı, nasıl olsa dünyalılar kadar rezil edemeyeceğini dü şünerek, korkulacak bir şey olmadı ğını söylüyordu. Hatta, belki dünyanın dört bir yanını saran sava şlara, çevre kirliliğ ine, delinen ozon tabakasına, enflasyona ve AIDS'e, bu gibi bir sürü şeye uzaylılar çare bulurdu. Uzayda "gay"ler var mıydı? Baş ta San Francisco olmak üzere, birçok dünya kentinin sokakları, bu kez de, uzaylı "gay"ler tarafından kaçırılmayı bekleyen "gay"lerin olu şturdukları uzun konvoyların çılgın yürüyü şlerine ve gösterilerine tanık oluyordu. Bütün dünyaya hitaben yaptığ ı konu şmasındaki sıcaklık ve içtenlik etkisini göstermi ş, Adam Eaio, bir gece içinde, hem herkesin sevgilisi, hem de Alice Star kadar ünlü biri olup çıkıvermi şti. Hemen herkes Adam Eaio'nun yaptı ğı konu şmadan çok etkilenmi şti. Dünyanın gizemiyle, uzayın derinlikleri arasındaki soğ uk bilinmezi ve karanlık korkuları; ba şka gezegenlere, ba şka hayatlara, başka var olu şlara karş ı duyulan korku ve kaygıları, ancak aşkla ilgili sözcükler yumu şatabilir, ı şıtabilirdi. Adam Eaio i şte bunu ba şarmış tı. Dünyanın bildi ği, ET'den sonraki en sevimli

Page 28: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

uzaylıydı. "Günün Yorumcuları"na göre, Beyazsaray, Adam Eaio'nun Amerikan vatandaşlığ ına kabul edilmesine "sıcak bakıyordu". Adam Eaio'un resimleri ve posterleri kapış kapı ş satmaya başlamış tı. Alice'den bile daha popülerdi şu an ve neredeyse onu gölgede bırakmı ştı. Posterlerinin altında koca koca harflerle En Romantik Aş ık yazıyordu. Temiz yüzlü, aydınlık gülü şlü, kısık bakışlı, gizemli ve baş tan çıkarıcı Adam Eaio, bir anda dünyadaki bütün genç kızların ve "gay"lerin sevgilisi olmu ştu. Hayranları, uzaydan gelen beyaz atlı prenslerine, giydikleri ti şörtlerde şöyle sesleniyorlardı: Adam, beni de kaçır! Alice Star'ın kaçırıldı ğının ertesi günü, yani 21 Temmuz 1999 tarihli gazeteler, ünlü Fransız müneccim ve hekim Nostradamus'un (Do ğumu: 1503, Ölümü: 1566) bundan kaç yüzyıl önce, ta 1555'teki bir kehanetinin gerçekleş miş olduğ unu man şetlere çıkarıyordu: 1999 yılının Temmuz ayında gökyüzünden büyük ve korkunç bir hükümdar inecek ve dünyanın bütün kaderi de ği şecek. Đşte bu kehanet gerçek olmu ştu; kehanetin iş aret ettiğ i hükümdarsa, Adam Eaio'ydu! Sıra dünyanın kaderinin değ iş mesini beklemeye kalmış tı, ki dünyalıların buna çok ihtiyacı vardı doğrusu. Alice Star üzerine yazılan kitaplardan sonra En Çok Satanlar Listesi'ne, birdenbire Nostradamus'un kehanetleriyle, bunlar üzerine yapılan yorumlama kitapları girdi. ... Adam, yeniden uzaygemisinin salonuna, Alice'in yanına döndü ğünde, nasıl karşılanacağ ından pek emin de ğildi. Salona girdi ğinde, Alice'in arkası dönüktü. Ekranın kar şısındaki koltukta, yüzü ekrana dönük ve bo şalmı ş ekranın o ye şilimsi, mat görüntüsü kar şısında neredeyse bir heykel kımıltısızlığıyla, hiç ses çıkarmadan öylece oturuyordu. Yorumlanamaz bir sessizlikti bu. Ku şkulu, kaygılı ve a ğır adımlarla ona do ğru yaklaş ırken dü şünüyordu; yaptığ ı açıklamalarla belli ki, genç kadının ruhunda fırtınalar kopartmı ş, hatta belki de korkutmu ştu. Bazılarının çok sevilmekten nasıl korktuklarına, kendilerine aş ık olanlardan ölümün gölgesinden kaçar gibi kaçtıklarına son zamanlarda sıkça tanık olmuş tu. Ama Alice'in şu sessizli ğinin ne anlama geldiğini bilemiyordu, belki de gerçek, Alice'e fazla gelmi şti. Bazı gerçekler insanlara fazla gelir. Ya da bazı insanlara gerçek fazla gelir. Olamaz mıydı? Kendi kaçırılı şında bu denli duygusal, kiş isel bir neden de ğil de, gezegenlerarası önemli bir neden bulunmasını ye ğleyebilirdi, ya da kendi mesle ğine iliş kin bir gerekçe ği daha kabul edilebilir bulabilirdi. Adam yaklaş ırken, Alice o heykel sessizliğ ini koruyor, hala dönmüyordu ardına. Yanına varmadan usulca seslendi ona: Alice! Yanıt alamadı. Usul adımlarla yakla şmasını sürdürdü. Yüzünü görmek istiyordu onun. Belki o zaman anlayacaktı. Koltuğ un önüne gelip durdu, Alice'e baktı. Alice ağlıyordu. Aynı heykel kımıltısızlı ğı içinde büyülenmiş gözler, sabit nazarlarla sönmüş ekrana bakıyor ve sessizce a ğlıyordu. Ağ lamak denemezdi buna, gözya şları sanki ondan habersiz kendiliğinden süzülüyordu. Adam'ın yanı ba şına kadar geldiğ ini biliyor, ama ba şını kaldırıp da ona bakmıyordu bile. Adam, Alice'in yalnızca sessizliğ inin değil, gözya şlarının da ne anlama geldi ğini tam olarak bilemiyor, ondan bütün bunları açıklayabilecek bir davranış , bir i şaret bekliyordu.

Page 29: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Alice doğ ruldu, oturdu ğu koltuktan yavaş ça kalktı, Adam'ın kar şısına geçip durdu, hala yüzüne bakamıyordu, ba şını yava şça kaldırıp kaybolmuş bir çocu ğun sızılı bakı şlarıyla Adam'ın gözlerinin içine çok kısa bir an baktıktan sonra, hıçkırarak kendini onun kollarına bıraktı. Artık hangi duvarlardan nasıl kapılar açılıp da, onun güçlü kollarında ta şınarak nerelere geçti ğini; geçilen yerdeki belirsiz bir duvarın içinden, adeta vah şi do ğanın el değ memiş bir bölgesinde, beklenmedik bir anda, örne ğin bir da ğın burnunu döndüklerinde, ansızın kar şılarına bir mucize gibi çıkıveren dev bir şelaleden dökülen suların yarattı ğı sarhoş luğ a benzer bir biçimde görkemle önlerine açılıveren bir yata ğa kendilerini nasıl bıraktıklarını; şelaleler gibi üzerlerine dökülüveren ipek kadar yumuş ak, saten kadar kaygan çarş afların arasında nasıl yuvarlanıp kaybolduklarını; Adam'ın yumu şak bir kor gibi için için tutuş an etli, kalın dudaklarının arasında solu ğunun nasıl kesildiğini, bütün varlı ğının iç çeker gibi nasıl ta derinlerinden çekiliverdi ğini; bu arada bütün bütüne yitirilmiş bir zaman ve mekan duygusu eşliğ inde, nasıl ve ne zaman soyunup dökündüklerini ve bütün hayatı boyunca hiç tatmadı ğı derin zevkleri, çılgınlıkları, sarho şlukları, bir ayin, bir büyü, bir tansıma gibi, büyük patlamalarda görülen derin aydınlanmalar ve sonrasının zifiri körlüğü içinde neredeyse hatırlamıyor; olan biteni düşündüğünde, sanki çok öncelere ait zaman parçalarındaki olayların küçük çakımlarla parça parça aydınlanan uzak, puslu, bulanık varlı ğı, daha çok bir sezi şe benzeyen bir duygu e şli ğinde kayıp görüntüler gibi belli belirsiz diriliyordu... Sanki bir ba şkasının gördü ğü rüyada kaybolmu ştu. Uzun, yorucu, en derin uçurumlar tadında baş döndürücü bir tanışma olmu ştu. Gövdelerin bulu şmasıyla ruhlarının bulu şmasını bugüne değin bilmedi ği bir "oluş ", bir "hal" biçiminde kavramı ştı şimdi; sevi şirken kendini, cisminden ba ğımsızla şmış; varlığ ını tamamen özgürle şmiş hissediyordu. Varlı ğı ve ruhu sanki serbest kalmı ştı. Gövdesini ardında bırakarak di ğerinin gövdesine geçmiş , bir süre o olmu ş ve oradan da bilmedikleri bir boşlu ğa birlikte süzülmüşlerdi. Salt bir sevi şme ayini de ğil, sanki yepyeni bir var olu ş biçimiydi. Yeni bir "olma" biçimi. Alice, bütün varlı ğını sevişerek yeniden ele geçirmiş , bütün benliğ ini sevişerek yeniden kazanmış gibiydi. Bütünlenmiş, tamamlanmış tı. Artık tam bir insandı. Kimselere kolay kolay kısmet olmayacak böyle bir serüvenin, "bir uzaygemisinde sevi şmenin", hayal gücüne fazladan kattı ğı bir şey olamazdı bu, yalnızca bu olamazdı; bu, fantezinin sahibini ele geçiren kendince büyüsü de değildi. Bir gerçeklikti. Başlı ba şına bir gerçeklik. Bir baş ka boyuttu. Farklı algı kapılarından geçerek çıktı ğı ba şka bir açıklıktı. Orada varlık başka türlü görünmüş tü ona. Üst üste kaç kez orgazm oldu ğunu anımsamıyordu artık. Yaşadı ğı orgazm, züppe kadın dergilerinin konu kıtlı ğına düştükçe, sayfalarında yapı şkan bir sakız yavanlı ğında çiğnedikleri orgazmdan çok farklıydı. Orgazmın, yalnızca bedensel bir doyum de ğil; aynı zamanda gövdenin anlamı üzerine bir ke şif olduğunu görmü ştü. Adeta biyolojisini a şmak gibi bir ş eydi bu. Her kadının, kendinde hep saklı kalan kadınlığının gizine ula şmak; bir tılsım kullanarak ya da bir tılsımı yöneterek bu gizi açıp kapamayı öğ renmek ve bunu sürekli kılmak gibi bir şeydi. Varlı ğının o güne kadar kendine bile yabancı kalmı ş en ücra kö şelerine varasıya sarsıla sarsıla ilerlemiş; bazı anlarda artık hiç geri dönemeyeceğ ini düş ündüğ ü halde, ilerlemeyi sürdürmü ştü. Vardı ğı yerdeki kendini ele geçirmeyi kafaya koymu ştu. Sonunda, sanki

Page 30: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ten de ği ştirmi ş, gövde yenilemiş ti. Bu yüzden, yalnızca bir sevişme, diye adlandıramıyordu olanları. Derin bir aydınlanma deneyimiydi aynı zamanda. Sevi şirken hissettikleri, salt gövdeyle ya da ruhla de ğil, düpedüz varlıkla ilgiliydi... Seks kadar, felsefenin kapıları da açılmı ştı gözlerinin önünde... Aynı bedende ikinci kez yaratılmış gibiydi. Đnanılmaz bir yakı şıklılık ve çekicilikteki bu adam, sevmekten çok, derin bir tapınma duygusu uyandırmıştı onda. Salt bir aşk de ğil, sanki yeni bir dine, yeni bir peygambere ba ğlanmanın getirdiğ i bir tapınmaydı bu. Bütün varlığını silkeleyerek, bütün geçmiş iyle ve geçmiş ten getirdikleriyle ödeş erek, yepyeni bir gönülle, yeni bir tanrıya, yeni bir peygambere, yeni bir dine bağ lanır gibi bağ lanmı ştı Adam'a. Erkekleri her zaman çok sevmi ş, onlara gereğinden fazla düş kün olmuş, gere ğinden fazla ho şgörü göstermiş, bu yüzden de gereğ inden fazla mutsuz olmuş Alice için, bu sefer, karş ısındaki, bir erkekten çok daha fazla bir ş eydi. Erkekleri hep, kendinin "erkeklere olan zaafıyla" sevmişti bugüne kadar, oysa bu kez "erkekli ğin mucizesiyle" karşı karş ıyaydı ve bu mucize duygusuyla seviyordu. Bugüne kadar hiç tanımadı ğı ve bu kez yeni olan şey, bu duyguydu i şte. Daha önce de, birçok kereler aşık olmuştu; hatta uzunca bir süredir, bir daha a şık olamayacak kadar içinin ka ğşadı ğını, artık bir duygu profesyoneli oldu ğunu düşünüyordu ama, bu kez bir mucize gerçekleş miş ti. Bir erkek mucizesi! Nicedir aş ktan ümidini kesmi ş olan, hemen herkes için geriye kalan tek imkan yani... Bir mucize! Onun da bu dünyadan değil, başka bir gezegenden olması, belki de içini eskitmek pahasına içini ya şamaktan korkmamı ş, kalpleri hırpalanmı ş, duyguları örselenmiş bütün yorgun kadınlar için acı bir ironiydi. Ve günün birinde ancak bir mucize... Alice'in hayatında ilk olan buydu, yeni olan buydu; öncekilerden de, önceki duygularından da farklı olan buydu. Taptaze bir başlangıç duygusu, hiç de az ş ey de ğil! Onunla ya şadı ğı her ş ey, ağlatacak kadar güzel ve dokunaklı, gerçek olamayacak kadar saf ve kusursuzdu. Bütün bu ulvi ve semai duygular bir yana, doğ ruyu söylemek gerekirse, Alice'in hayatı boyunca ok şadığ ı en güzel erkek teni, öptüğü en güzel erkek duda ğı, ısırdı ğı en güzel erkek kası, kokladığ ı en güzel erkek kokusu ve söylemek zorundayım ki, emdiğ i en güzel erkek sikiydi. Alice, Adam'ın kolları arasında, o güne kadar hiç tanımadı ğı derin bir huzur ve o güne kadar hiç bilmediğ i derin bir mutluluk içinde uyuyup kalmış buldu kendini. Onun ş efkatli ve güçlü kollarının arasında sanki yüz yıldır aradığ ı güveni, noksansız bulmuş gibi yatıyor; yıllarca da ğ tepe gezip deli deli ça ğladıktan sonra, nihayet arayıp buldu ğu yatakta kendini dinlendiren uysal ve kendinden emin bir nehir gibi akıyordu. Onun gö ğsündeydi; koltukaltının erkek kokusuyla tütsülenmi ş; onun bir süt bebeğ inin masumlu ğu içinde derin ve sessiz soluk alıp veri şlerini dinliyor, kalbinin atı şlarını duyuyor; bütün bunlar, tarifsiz bir huzur duygusuyla dolduruyordu içini... Artık ölebilirdi. Bundan öte bir mutluluk sınırı ya da bir mutluluk tarifi kalmamıştı onun için. Artık ölebilirdi. Duyguları çe şitli sıfatlar ya da benzetmelerle tanımlanabilir olmaktan çıkmı ş, adeta mutlak de ğerler düzeyinde som bir bütünlük kazanmış tı. Sevdiğ i adamın kolları arasında, sevi şme sonrasında duyduğ u o derin uçurum huzuruyla kısa kısa, kesik kesik ama derin uykulara dalıp çıktı. Düş lerinden birinde, kendini yıllar

Page 31: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

önceki o filmde, arzın merkezinde uyurken gördü. O uykuya nihayet kavu şmuştu. Gülümseyerek uyandı. Uzayın uçsuz bucaksızlığında, bir uçandaire içinde gördü ğü düş te, kendini arzın merkezinde uyurken görmeyi, ironik ve komik buldu. New York'ta bir gökdelenin on yedinci katında bir yer yatağ ında uyumak gibiydi böyle bir ş ey. Böyle bir şiir mi okumu ştu? Böyle bir ş arkı mı vardı? Ş imdi hatırlamıyordu. Hayat dolu, eğlenceli ve şakacıydı bu rüya. Kendini bu rüyaya bıraktı. Az sonra, ZTteSQ'nun sesi, belli ki duvarların birinde gömülü olan ses verici bir aygıtın derinliklerinden, daha da metalikle şmiş olarak duyuldu ğunda baş ına gelenleri hatırladı. Evinde değildi. Bir uzaygemisi tarafından kaçırılmı ştı. Bir bilinmeyene doğ ru gidiyordu. Dahası sırılsıklam a şık olmuştu. ZTteSQ, Votoroqxqua'ya yaklaş ıyoruz efendim, diyordu. Yörünge belirlenim verdi. Đni ş planı sa ğlama kanallarında, yönelim kapakları devrede. Basınç vakumları ayrı ştırılıyor. I şınımlar geçerliliğe sokuldu. Iş ık kesimi izleniyor, füzyonlar açık, dedi. Televizyondaki uzay dizilerindeki diyalogları anımsadı Alice. Görünü şte hiçbir ş ey ifade etmeyen ama, izleyicide daha ileri bir teknolojiye, daha ileri bir uygarlı ğın gündeli ğine aitmi ş hissi veren sözler... Kula ğa ho ş ve inandırıcı geliyor, hatta işlerin yolunda gittiğ ine dair bir güven veriyordu. Kimi zaman hiç anlamadı ğımız şeyleri, hayatta da inandırıcı bulmuyor muyduk? Üstelik kendi aralarında, kendi dillerinde konu şmak varken, onun varlı ğına hürmeten, onun anlayabilece ği bir dilde konu şma inceli ğini göstermeleri de çok etkileyici bir davranı ştı do ğrusu. Đ nce dü şünceli, çok zarif biriydi Adam, ve galiba artık onun sevgilisiydi. Gözlerini açtığında, Adam'ı yattı ğı yerde dirsekleri üzerinde doğrulmu ş, uykudan iyice kısılmı ş gözlerinin arasından, kendisini şefkat ve hayranlıkla seyrederken buldu. Đ çi parladı. Güneş e uyanmı ş gibiydi. Sevinçten ağlayacak gibi oldu. Kaç yıldır böyle uyanmamıştı. Düzüş tü ğü hiçbir erkekle aynı yatakta uyanmaya tahammülü kalmayalı kaç yıl olmu ştu? Dudaklarına konan bir öpücük, sözsüz bir merhaba... Ve aynı derinlikte Alice'e bakmayı sürdüren, tropiklerde bir günbatımı gibi ı şıyan okyanus laciverdi gözler... Birden hiç konu şmamış olduklarını fark etti, onun ekrandaki konuşmasından, şu ana kadar ağ ızlarını açıp da birbirlerine tek kelime etmemiş ler, kendilerini bütünüyle gövdelerinin diline ve tenin ifade gücüne bırakmış lardı. Televizyondaki konu şmasından sonraki en küçük an bile, sanki bin yıldır beklenen sonsuz bir kehanetin ş imdi gerçekle şen tufanı gibi ya şanmıştı. Hem çok romantik, hem çok komik; hem yürek yakıcılıkta bir derinli ği olan bir benzersizlik, hem de şampanya köpü ğü gibi uçucu ve hafif... bir pop masal gibiydi her şey. Alice'e de çok yakı şıyordu bu. Onun ruhu da böyleydi i şte! Çok komik ve çok acıklı! En derin hüzünler, içe kapanı şlar ve vazgeçi şlerden sonra, hayata pençelerini geçiren alabildiğine tutkulu bir ya şama sevinci! Alice buydu i şte! Belki bu yüzden herkes bu kadar çok seviyordu onu. Yalnızlığ ının, bütün insanlı ğın yazgısına kolaylıkla paylaş tırılabilirliği, bu kadar popüler kılıyordu onu. Bir pop masal: Dünyada bulamadı ğı erkeği uzayda bulmak ve şu yaş adıklarının inanılmazlığ ı!.. Hala konuşmuyor, tutkuyla birbirlerine bakmayı sürdürüyorlardı. Adam, düş üncelerini okumu ş gibi, Đlk sözü sen söyle, dedi. Sen söyledin bile, dedi Alice. Peki, sen ne söyleyeceksin?

Page 32: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ben de seni seviyorum. Adam'ın dudaklarındaki yumuş ak ate ş, yeniden Alice'in dudaklarını tutuşturdu. Do ğruyu söylemek gerekirse, bir kadın olarak hayli reçelli bir mazisi vardı; hayatına giren bir dolu erkek bir yana, ardında bıraktığı onca günahtan, yıllardır toplata toplata bitiremediğ i onca porno filmden sonra, nasıl oluyor da ilk öpü şmenin heyecanını şimdi yeniden aynı acemilikte duyabiliyordu? Nasıl mümkün olabiliyordu bu? Şimdi bir öpücükle delicesine çarpan bu yürek, nasıl hiç yanmamı ş gibi olabiliyordu? Teni nasıl oluyor da bunca zaman sonra mahcubiyeti bu kadar güzel hatırlayabiliyordu? Bir süredir hep yeniden genç olmayı, bir yeniyetme olmayı düşlüyordu. Masumiyeti geri istiyordu. Đçinin ka ğşadığ ını, heyecanlarını yitirdiğ ini dü şünüyordu. Ya şamındaki tek heyecan kayna ğı olarak, neredeyse yalnızca meslek heyecanları kalmı ştı. Erkeklerle de, genel olarak dünyayla da ili şkisi, nicedir ustalıklı bir profesyonelli ğe dönü şmüştü. Hayatındaki bütün ili şkilerde, kuralları kendiliğ inden i şleyen, sası, yavan ve ayrım gözetmeyen bir halkla ili şkiler performansı gösteriyor, her şeyi, ama her şeyi bir protokol ilişkisi gibi yaş ıyordu. Belki de bu yüzden, sarsak ve acemi olmak istiyordu yeniden. Đ çini rüzgarlara vermek istiyordu. Kanını tazelemek istiyordu. Hatalarını ve tökezlemelerini özlemişti. Serserilik günlerini özlemi şti. Milyonlarca dolarlık bir servetin üzerinde otururken, yırtık "blue-jean" giymenin hiçbir sahicili ği yoktu, olmuyordu. Çılgınlıkları bile bütün do ğallı ğını yitirmiş , ö ğrenilebilir ve öğretilebilir bir hale gelmiş ti. Tıpkı bir meslek gibi, bilgisi kolaylıkla baş kalarına aktarılabilir bir şey olmuştu... Her davranış ı, ö ğrenilmi ş, edinilmiş , çalış ılmış tı. Kendinin, kendine sunabilece ği hiçbir sürprizi kalmamı ştı. Ne yapsa, kendini taklit ediyormu ş gibi geliyordu ona. Bir insan olarak da, bir sanatçı olarak da kendinin taklidi olmak, en büyük korkusuydu. Ve bir süredir bu korkunun pençesinde kıvranıyordu. Đstediğ i o şeyi, o varlı ğını yeniden ele geçirme duygusunu, benli ğini ve kimliğ ini yenilemeyi, hiçbir "Image-maker"ın yapamayacağ ını çok iyi biliyordu. Her şey içinin dü ğümündeydi. Đşte ş imdi bütün o özledi ği tazeli ği, yeniliğ i ve acemili ği, derin bir diriliş duygusu içinde, ruhunun kendine ancak şimdi görünen en uzak köş elerinde, saç köklerinde, tırnak diplerinde, vücudunun bütün gözeneklerinde duyuyordu. Yepyeni bir bahar uyanış ı içindeydi. Dallarına su yürüyordu. Yalnızca aşık olmamış , aynı zamanda içini yeniden kazanmış tı. Sahiden bir erkek de ğil, bir mucizeydi bu adam. Sahiden dünyada böylesi yoktu! Bu duygular içinde kalktı yataktan. Kalkmı ş, toparlanmış, giyinmiş lerdi. Yeniden salona çıktıklarında, Komuta Merkezi'ni görmek ister misin? diye sordu Adam. Yakınlaş maları tamamlanmı ş şimdi, konuğuna ev gezdirir gibi uçandairenin içini gezdirmek i ştiyordu anlaşılan. Sevinerek kabul etti Alice. Ne de olsa bir kediydi. Yeni gördüğ ü bir yerin her kö şesini keşfetmeden rahat etmez, yerinde oturamaz, kendini tam olarak güvende hissedemezdi. Alice'in yerini artık bildiğ i duvardaki o malum kapı açıldı, bindiler, kapanmasıyla birlikte açılması bir oldu. Hiçbir ş ey hissetmemi şti Alice. Oysa şimdi bamba şka bir yerdeydiler. Belli ki yükselmi şlerdi. Komuta Merkezi'ydi burası. Bir daire biçimindeydi.

Page 33: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Her yanı camdı, oradan uzay bütün uçsuzluğ uyla görülüyordu. Burada ZTteSQ ile birlikte kadın ve erkek bedenlerinde yapılmış birkaç robot daha vardı. Artık onları tanıyabiliyordu. Matlıkları ve ilk bakış ta fark edilmese de, sonrasında alımlanan hareketlerindeki bir tür kesik kesiklik onları ayrı ve tanınır kılıyordu. Gülümseyerek onları selamladı. Onlar da saygılı bir biçimde, Hoş geldiniz, dediler. Alice'le fazla ilgilenmeyip hemen i şlerine döndüler. ZTteSQ'dan daha mattılar. Daha cansızdılar. Belli ki teknik ekiptiler ve çok me şguldüler. Bütün o yabancı robotların arasında, ZTteSQ, bizim kız duygusu veriyordu Alice'e. Tanışlığ ın getirdi ği bir yakınlık duygusuyla, ZTteSQ ile göz göz geldiklerinde, göz kırptı ona Alice. Bu, aynı takımdanız, anlamına geliyordu. Adam, işlerine gömülen robotları i şaret ederek, fısıltıyla, seni bir sürü sessiz harfle tek tek tanı ştırmayayım istersen, dedi. Kar şılıklı hınzırca gülümsediler. Alice içinden, şuna bak hele, sevgili olduk da, şimdi aramızda robot çekiş tirmeye bile ba şladık, diye geçirdi içinden. Komuta Merkezi oldukça sade sayılırdı gene de. Etrafta hiçbir şeye benzetemediği birtakım tuhaf araç gereçler vardı, ama bu, onun için hiçbir şey demek değildi. Dünya turneleri sırasında, ardı sıra oradan oraya sürüklenen TIR'lar dolusu araçtan ne daha fazla tanıdıktı, ne daha fazla yabancı... Çe şitli düğme boylarında yanıp sönen ı şıklar ve kontrol panelleri, onun için, bir uzaygemisinde olduklarına dair yeterince inandırıcı kanıtlardı. Az sonra Adam, bazı panelleri işaret ederek, robotlarla nihayet kendi dillerinde konuşmaya baş ladığ ında, ilk kez tuhaf bir yabancılık duydu Alice. A şık olduğ u Uzakdoğ ulu bir erke ğin ardı sıra giden Batılı bir kadının, erke ğin ülkesinde ya şadığ ı derin yalnızlı ğın anlatıldığı filmlerdeki o onmaz yabancılığ ı, yüre ğinin çok derinlerinde bir yerde duydu. Burnu sızladı. Gözleri doldu. Sanki o zamanlar, o filmleri yeterince anlamamı ş, yeterince hissetmemiş , hatta haksızlık bile etmi şti. Alice'e bir şeyler olduğ unu anlayan Adam'ın ona sarılarak, büyük bir sahipleni şle omuzunu kavrayış ı ve yalnızca bir ana de ğil, bir yüzyıla gülümseyen gözleri çabucak yatı ştırdı onu. Büyük uzaklıklara, büyük zamanlara yetecek kadar gülümseyebiliyordu bu gözler. Bunun üzerine o da, her şeye karşı koyabilecek, her şeyle ba ş edebilecek sa ğlamlıkta derin bir güç hissetti kendinde. Son kez evden kaçtığında, varlığ ının kendine bile yabancı çok diplerde bir yerde duydu ğu o derin güç, şimdi yeniden yoklamı ştı onu. Ya da saklı varlığ ını yeniden duyurmuş tu. Kaybolmadığ ını bilmek iyiydi. Bu duyguyu tanıyordu. Bu duyguya güveniyordu. Onu bu şiddette hissetmeyeli kaç yıl geçmi şti kim bilir? Bunu anlayınca, yersiz olduğ unu bildiğ i halde, o sevinçle çevresindeki o "bir sürü sessiz harfe" gülümseyerek yeniden selam verdi. Şu anda içine de ğil, uzaya bakmalıydı oysa. Ne de olsa ilk kez uzaya bu kadar yakından bakıyordu. Her ş ey elinin altındaydı sanki. Ay'a adım atanlardan da, uzay bo şlu ğunda gezinen diğ er astronotlardan, kozmonotlardan da çok daha ileri gitmi şti uzayın boşluğ unda; hatta bu kadar uza ğa giden belki de ilk dünyalıydı. Bu ayrıcalı ğın keyfini sürmeli, tadını çıkarmalıydı. Hatta uzay hakkında Adam'a daha birçok şey sorabilir, dünyada kimselerin bilmediğ i uzaya ait bir dolu gerçeğ i ö ğrenebilirdi. Dünyayı buradan görebiliyor muyuz? diye sordu Adam'a.

Page 34: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ardımızda kaldı, dedi Adam. Buradan güçlükle görünür artık. Evden hiç bu kadar uzakla şmamıştı Alice. Bir an çok fazla ileri gitti ği hissine kapıldı. Ormanda kaybolmu ş bütün masal kızlarını düşündü. Peki sizin gezegeniniz hangisi? Đşte ş u, diye ilerideki ı şıltılı yıldız topunu i şaret etti Adam. Eve yaklaşıyoruz. Gelece ğimi biliyorlar mı? dedi Alice. Ö ğrenmişlerdir. Biliyor musun? Hayli heyecanlıyım. Çok do ğal, ama unutma yanında ben varım. Bunu bana sık sık hatırlat e mi? dedi Alice. Adam, bu sözün barındırdı ğı imayı anladı ğını belirtircesine şefkatle ba şını salladı. Yeniden birbirine kilitlenen gözlerle, kısa ve anlamlı bir bakış madan sonra, tutkuyla öpüştüler. Alice, öyle sessiz, belki dipten, belki onun aklının kaydedemeyece ği bir hızda giden bu tuhaf aracın penceresinden, uzayın derinliğ ine dalmış bakarken; uzayın uçsuzluğ undaki silik varlı ğını, hiçliğ i, dünyayı, hayatın anlamını, tarihi, zamanları, ş imdi önünde birdenbire açılan bu yepyeni kapıdan geçerken; bu bilinmezliğ in sonsuz derinli ği içinde yeniden ve yeniden konumlamaya çalışarak dü şündü. Sonsuz bir ba ş dönmesi içindeydi. Bir kuyudan aşağı sürekli düşüyor gibiydi. Ufak tefek bir dünyalı kızın kaldıramayaca ğı kadar çok şey görmü ştü bir gecede. Ve hayatında hiç ya şamadı ğı derinlikte bir karşıla şma, bir a şk, bir bütünle şme yaşamıştı. Gövdesini yeniden kazanmı ştı sanki. Varlığını yeniden kazanmış tı. Bundan böyle Adam'sız olamayacağ ını, hiç olamayacağını biliyordu. Belki varlı ğı özgürleş mişti ama, hayatı tutsak alınmı ştı. Adam'sız bir hayatı olamayaca ğını, neredeyse bin yıldan beri bildiği genlerine yazılmış bir bilgi gibi, gövdesini denetleyen bir refleks gibi, soluk alıp vermek gibi kendili ğinden biliyordu. Bunca yıldır ba ğımlılığın her çeş idinden bunca korkmuşken, şimdi, bütün varlı ğını ele geçiren a şk bağ ımlılı ğının onu avuçlarının arasına aldı ğını fark ediyordu. Kendi hayatı Adam'a kilitlenmiş ti ve galiba yapacak bir şey de yoktu. Konuyu saplandığ ı bu varoluş sal boyuttan çıkararak hafifletmek istedi: Yıllardır aradı ğı bir erkek de ğil, bir mucizeymi ş meğer. Meğer, onun için bulamıyormuş. Đşte şimdi bulmu ş imkansızı. Şaşkınlı ğı, imkansızla kar şıla şıldı ğında ne yapaca ğını bilememekten kaynaklanıyormu ş aslında. Ve ne olursa olsun hiç kaybetmek niyetinde de ğilmiş . Böyle yalınlaştırılmış duygular ve daha gündelik sözlerle ne şelendirmek istedi içini. Kendini böyle daha iyi hissetti. O öyle dalmı ş gitmişken, Adam'ın, yeniden kendine derin bir sevecenlikle gülümseyen gözlerle baktı ğını fark edince, onun, kafasından geçenleri okuyup okumadı ğından bir kez daha kuş kulandı. Kaygıya kapıldı. E ğer böyle bir yetene ği varsa, dü şündüklerine dikkat etmeliydi! Bir an Adam'ın gözlerinin içine kuşkuyla baktı. Sorsa mıydı acaba? Her şeyi birden soramazdı gerçi. Ne de

Page 35: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

olsa kainatın neresinde olurlarsa olsunlar, erkek erkekti ve erkekler çok soru sorulmasından ho şlanmazlardı. Bunu düşündü ğü anda, pani ğe kapılarak birdenbire: Şu yıldızın adı ne? diye sordu. Gerçi bu da soruydu ama, ne de olsa tehlikesiz bir soruydu. ... Herhangi bir uça ğın, dünyadaki herhangi bir piste iniş inden hiç de farklı de ğildi uçandairenin alana inmesi, her şey çok daha fazla hızlıydı, hepsi bu. Đniş e geçtiklerinde, pencereden bakarken özel olarak bir şey söylemeyen binlerce ışık görmü ştü bir anda; aracın, gezegendeki dev bir metropol kente indi ği duygusu almı ştı yalnızca. Bir de, bunun herhangi bir seyahat değ il, çok özel bir deneyim oldu ğunu bilmenin fazladan heyecanını yaş ıyordu. Adam, ini şe geçtiklerini söylediğ inde, birdenbire çok heyecanlanmış tı; bu, ne zamandır tanıdı ğı, bildi ği de ğil, aksine unuttu ğu, ama çok uzun yıllar sonra şimdi hatırlar gibi hissettiği geçmi şe ait bir heyecan duygusuydu. Henüz hiç kimse de ğilken duydu ğu, bir çeşit güvensizlikten kaynaklanan, yıllar öncesine ait, daha ham, daha genç, daha amatör bir heyecan duygusu... Çocuklu ğunun geçtiğ i yerlere gitmek gibi... Ama, artık çok önemli olmu ş birinin, yıllar sonra büyüdü ğü yerlere çıkartma yapar gibi gidi şi de ğil de, hala hiç kimse olarak gidişi gibi... Belli belirsiz bir yeniklik duygusuyla... Dünyanın uzun bir süredir ona verdi ği büyük ALICE STAR imgesinden tamamen soyunmuş olarak... Kendini yeniden çırılçıplak, bütün dünyaya kar şı bir çocuk kadar savunmasız, korunmasız hissetti ği günlerdeki gibi bir ruh hali içindeydi, uçandairenin kapakları, kendi için tamamen bir gizem olan o gezegenin yüzeyine doğru ağır a ğır açıldığında... Önünde birdenbire bitiveren merdivenleri --heyecanını ne kadar denetlemeye çalırsa çalış sın-- titreyen adımlarla inerken, dünyadaki herhangi bir havaalanına inmedi ğini, ve kendini, hiç akla gelmeyecek çok çe şitli sürprizlerin bekleyebileceğ ini biliyordu. Hazırlıklı olmalıydı. Böyle bir durumda "hazırlıklı olmak" ne demekse? Normalde çok korkması, paniğ e, hatta dehşete kapılması gerekirken, içini karmakarışık eden bütün bu duygulara kar şın, belki de yanındaki adamın güven veren varlı ğından, güç aş ılayan deste ğinden ötürü, kendini, bir ba şka gezegenin tehlikelerle dolu bilinmedik yüzeyinde değ il de, çe şitli badirelerin atlatıldığı uzun ve seçilmi ş bir yolculuğun sonunda nihayet gelinmiş bulunan, sevdi ği adamın anayurdunda, kocasının baba oca ğında hissediyordu. Ancak gönüllü bir sürgünün hissedebilece ği, aşk, fedakarlık ve kahramanlık gibi görkemle yüklü duygular dolduruyordu içini. Sanki kaçırılmamış da, kendi rızasıyla gelmiş ti buraya; bir aş k u ğruna gönüllü olarak sürmüştü kendini, uzayın uçsuz derinliklerindeki bu bilinmez gezegene; sanki uzun ve fırtınalı bir aş kın sonunda, büyük bir özveriyle, her şeyi sonsuza dek ardında bırakarak, a şık olduğu uzaylı bir adamın peşine takılarak kendi iste ğiyle gelmi şti ta buralara... Belki de bu nedenle, nedenini bilmeksizin kendiyle gurur bile duyuyordu. Sanki o bir a şk kahramanıydı. Ve şimdi sevdi ği adamın gezegenini keşfetmeye ve fethetmeye gelmi şti sıra. Adam'a kar şı birdenbire duyduğ u bu derin a şk, içinde bunca yıldır saklı kalmış , keşfedilmeyi bekleyen nice duygu ve duyarlığ ın ansızın ortaya çıkmasına yaradığı gibi, bu olayda hiçbir biçimde söz konusu edilemeyecek olan ve Alice'in de neredeyse yıllardır hiç kullanmamı ş olduğu "özveri" duygusunu bile hatırlamasına neden olmuş tu.

Page 36: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Gerçi, özveri gibi bir duyguyu hatırlamasını anla şılır kılabilecek herhangi bir durum söz konusu de ğildi ama, ne önemi var, bunca iç zenginleş mesi sırasında, di ğer duyguların yanı sıra o da aradan çıkıvermişti. Kendine güldü. Adam'a kar şı duydu ğu a şkın harcı vardı artık bütün duygularında, bütün dü şüncelerinde, bütün hareketlerinde... Duygularının onda uyandırdı ğı öyle bir sağlamlık, bir tamlık, bir bütünlük duygusu vardı ki, herkese ve her şeye sonsuz bir kar şı koyma gücü buluyordu kendinde. Böyle bir duyguyu, yıllardır hiç hissetmemi ş olduğunu, hatta belki de do ğduğundan beri hiç böyle bir duygu ta şımamı ş oldu ğunu, hatta eksik doğ muş varlı ğının, bunca yıldır aradığ ı diğ er yarısını şimdi bularak, ancak şimdi bütünlendi ğini düşünüyordu. Ya aş k buydu, ya da bütün bu hissettikleri, aş ktan çok daha fazla bir ş ey oldu ğu halde, o, bu konuya iliş kin olarak sözcük dağarcı ğındaki tek bildiğ i sözcük olan "a şk"la karşılıyordu bütün bunları. Durumun ola ğandış ılı ğı, alı şıldık bildik herhangi bir kadın-erkek iliş kisine benzemiyor oluş u, açıkçası, "erkek tarafının" bir uzaylı olu şu, bu konudaki adlandırmayı da, vereceği hükmü de belirsizleş tiriyor, belki de geçersizle ştiriyordu, ama ne önemi vardı? Bu duygu, ne olmu ş olursa olsun, neden olmu ş olursa olsun, ona iyi geliyordu. Varlı ğı baş kala şmış, sa ğlamla şmış , bütünlenmiş , sonunda kendini ele geçirmişti. Uçandairenin kapısında beklediğ i sırada, bütün bu duygular, dü şünceler inanılmaz bir hızla içinden akıp giderken dönüp yanı başında duran sevgilisinin derin bir şefkatle gülümseyen gözlerinin içine baktı, ne zaman ona baksa, yakıtı tazeleniyordu sanki. Kanı değ işiyordu. Gözleri yenileniyordu. Belki de aşk buydu. Adını koymaktan korkuyordu yalnızca. Yıllardır unuttu ğu için, ya şadığı bu mucizeyi, aklının gündelik mantıkla kirlenmiş yanı, dünyaya ve insanlık hallerinden birine ait olmayan bir tür uzay gerçekliğiyle açıklamaya zorluyordu onu. Bu yüzden de, içinde olup bitenler için aradı ğı genel kabul görmüş bütün tanımlar yetersiz, tanım arayış ları sonuçsuz kalıyordu. Öyle ya, uzay yabancıydı, bilinmezdi, tehlikeydi. Aşk da öyle. Belki, aşk da uzaydan gelmişti dünyaya. Onu sık sık bu kadar kolay ve çabuk yitirdi ğimize göre... Uzayın fiziğ i kar şısında bizim tanımlarımızın dayanıklılığ ı ne olabilir ve hangi zaman kuramında yan yana durabilir ki? Belki uzay da, aş k gibi yaratılan bir şeydir. Örne ğin hangi uzayın ş aşkınlı ğı ve sarho şluğ u şu üzerimdeki? Uzayda bulunmuş olmamdan ötürü mü böyleyim, yoksa beraberli ğimizin yarattı ğı uzayda mıyım? Hem adını a şk koysa ne olacaktı, koymasa ne olacaktı? Herkesin aşk dedi ği şey, ne kadar birbirine benziyordu ki zaten! Ayrıca ne önemi vardı! Sözcüklerin ya da adlandırmaların ne önemi vardı, kalbin bütün yaş adıklarının yanında? Niye bu kadar kendime kapandım? diye geçirdi aklından. Neden bu kadar didikliyorum kendimi? Oysa az sonra kapılar açılacak ve ben yeni bir gezegene adım ataca ğım. Aş ktan mı korkuyorum, bu yeni gezegenden mi? Ya da her ikisinden mi? A şk, her seferinde yeni bir gezegen demek de ğil mi zaten? Đkisi de olabilirdi. Đkisinden ötürü de olabilirdi. Bilinmeyen bir gezegenin varlığ ı kar şısında duydu ğu içgüdüsel korku ya da ürküntüyü, içine biraz fazla bakarak dengelemeye, kendini korumaya çalışıyor da olabilirdi. Bu tür kendini koruma güdüsüyle içe kapanmış olması, bu durumda çok anla şılabilir bir şey elbet, ama o, hiç öyle biri değ ildi ki... Alice'in hayatta ve ayakta kalabilmek için bildiğ i bir tek şey vardı: Çok fazla içine bakmamaya, içini kurcalamamaya çalı şırdı. Ya şarken her şeyi biraz oluruna bırakırdı.

Page 37: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bir tür kolaycılık ya da sorunlardan kaçmak oldu ğunu bilirdi bunun. Zaten bunun için kaçardı. Her zaman derdi: Ne zaman içime biraz fazla baksam yükseklik korkum depreş ir. Az sonra kapılar açıldı, Adam'la birlikte merdivenleri indi. Votoroqxqua gezegenine adımını attı ğı anda, bu adamı çok sevdi ğinden başka hiçbir şeyin bir önemi ve anlamı olmadığını düşünüyordu. Keskin bir bilinçle biliyordu. Gezegenin yüzeyine attı ğı o ilk adımla, yaşamını yitireceğ ini, bir anda yok oluverece ğini bile bilse, o adımı hiç çekinmeden atabilece ğini, yüre ğinin bugüne kadar hiç inmediği derinliklerinden yükselen bir ses kadar biliyordu. Bu masalın sonuna kadar gitmeye kararlıydı. Nihayet Votoroqxqua'da, bir havaalanı olarak dü şünülebilecek, zemini camsı bir köpüğü andıran, tuhaf bir maddeden yapılmı ş gibi duran geni ş bir düzlü ğe indiklerinde ve kar şılarında ürkütücü bir görkemle duran dev bir cam balona yöneldiklerinde, alandaki dev ı şıkların ardına alarak sakladı ğı karanlıkların içinden birdenbire ortaya çıkarak patlayan fla şlar, gazeteciler ve bir anda çevresini kuş atan insan kalabalı ğı, Alice'i çok ş aşırttı. Bu bilinmedik gezegenden kendince bekledi ği sürpriz, hiç de böyle bir sürpriz değ ildi ku şkusuz. Buradaki kar şılanmasının, dünyada turneye çıktığ ı herhangi bir ba şkentteki kar şılanmasından bir farkı olmadı ğını hayretle gördü. Hem alış kanlığın kolaycılığ ında duyulan tanıdık bir zafer duygusunu, hem de hayal gücünün örselendi ği bir buruklu ğu aynı anda duydu. Adını bile do ğru dürüst söyleyemedi ği, hakkında hiçbir şey bilmedi ği bu yabancı gezegene ait ilk gördüğü şeyin, bu kadar tanıdığ ı, bu kadar bildiği, artık biraz da bıktı ğı bir "manzara" olması tadını kaçırdı. Böyle olmaması gerekirdi, diye geçirdi içinden. Hayal kırıklığ ı bundandı. Binlerce kez yinelenmi ş, tekdüzele şmiş; hanidir alı ştığı, kanıksadığ ı, bıktığ ı, bütün iş leyi şini ve kurgusunu çok iyi bildiğ i, kendisi için hiçbir fazladan heyecanı ve yenili ği kalmamı ş sıradan görüntülerdi bunlar. Her gittiğ i yerde zaten yıllardır böyle kar şılanıyordu. Nankörlük etmemesi gerekti ğini düşündü gene de, ne de olsa burası, bir Japonya de ğildi elbet, bamba şka bir gezegendi; bu hayran kalabalı ğının onun için farklı bir anlamı olmalıydı. Huysuzluk etmenin, kapris yapmanın ne yeriydi, ne sırası! Uzayın derinliklerinde bambaşka bir gezegende bunca hayran toplamış bir sanatçı olmak, herkesin ba şaraca ğı bir ş ey de ğildi. Bunun keyfini ya şamalı, tadını çıkarmalıydı. Görüntünün "tanıdıklı ğı", bulundu ğu uzay parçasını unutturmu ştu ona, hatırlayınca gerçekten heyecanlandı. Burası ne Paris'ti, ne Frankfurt, ne Londra, ne Viyana, ne Roma. Burası Votoroqxqua gezegeniydi. Birdenbire gezegenin adını söyleyebildi ğine sevindi. O kadar da zor de ğilmi ş demek, diye geçirdi içinden, ş imdi de robot kızın adını hatırlamaya çalış ıyordu. Anla şılan, bütün havaalanı hayranları tarafından kuş atılmı ştı, kim bilir ne zamandır bekliyorlardı onu, polislerin oluş turdu ğu etten duvarların ardında barikatları a şmak için çırpınan, çı ğlıklar atan, ba ğıran, çağ ıran, ellerindeki Alice Star posterlerini ve çeş itli yazılar yazılmı ş pankartları sallayarak hep bir a ğızdan onun şarkılarını haykıran binlerce ki şi vardı. Bütün alan, güvenlik görevlilerinin bir zincir gibi birbirlerine sımsıkı kenetlenmesiyle olu şturdukları, geçit vermeyen etten bir duvarla ku şatılmı ştı. Korumanın sağlamlı ğına ve tekniğine hayranlık duymadan edemedi Alice. Bu gördükleri kar şısında tuhaf bir ikileme düştü: Hem derin bir güven duydu her şeye karşı, hem de derin bir yalnızlık ve terk edilmi şlik... Havaalanının bir kenarında duran dev bir ekrandan LA'daki bu geceki konser yayımlanıyordu. Kaçırılmadan önce söylediğ i son şarkının görüntüleriydi bunlar, nitekim az sonra

Page 38: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

beliren uçandaire ve ardından Alice'in göğ e yükselmesi de göründü ekranda, belli ki Alice'e bir karşılama olarak dü şünülmü ştü bu numara. Adam'ın kolları arasında iki yanındaki kalabalığ ı yararak yürürken, bir yandan da gözucuyla kaçırılı şını seyrediyordu. Göğe yükselirkenki yüzündeki o alık ifade, sinirine dokundu. Yüzünün hiçbir zaman böyle bir ifadesi olmamı ştı onun. Bön bön gülümseyip duruyordu o ı şık demetinin içinde. Eddie d'Ascanto olsa, bu sahneleri hemen makaslatırdı tabii... Böyle zamanlarda Eddie'yi aramasın da ne yapsındı peki? Hoş , böyle anlar olmasa, Eddie'nin varlı ğını hatırlamak isteyece ği ku şku götürürdü ya... Yıllardır ya şadığı her anı, didikleyici bakı şlarıyla gözden geçirmiş ve her seferinde onaylamaz bir ifadeyle yüz buru şturup durmu ştu o Allahın belası! Bu arada asıl dikkatini çeken şey, çevresindeki hemen her şeyin 1940'lar Amerikası gibi olmasıydı; adamlar, kadınlar, giysiler, şapkalar, foto ğrafçıların kullandıkları flaş lı makineler, ayakkabılar; 1940'lardaki bir Hollywood setinden hiçbir farkı yoktu gördüklerinin. Bu geliş kin uygarlığ ın, bu ileri gezegenin, dünya Amerikasının 1940'larında kalmış olmasının nasıl bir anlamı ve açıklaması vardı acaba? Ciddi ve derin bir kuşkuya kapıldı Alice; içinde bir an yeniden, Hollywood stüdyoları yapımı aşa ğılık bir numarayla kar şı karş ıya olduğu kuşkusu uyandı. Hele dünyayı bunca izleyen, seyreden, her ş eyini bilen bir gezegen nasıl oluyor da hala, 1940'lar gibi giyinip kuşanıp davranabiliyordu? Adam'ın pantolon paçasındaki dubleler, pantolon askıları, blazer ceketinin kesimi, gömlek yakası, kol düğ meleri, şimdi gözlerinin önünde bambaşka bir anlam kazanmı ştı; nostaljik bir modanın çizgilerini ta şıdıklarından ötürü de ğil, düpedüz o dönem giysileri oldukları için öyleydiler demek. Kendini bir an için, daha ileri bir uygarlı ğa ait bir gezegene gelmiş gibi değ il de, zaman içinde geçmişe ı şınlanmış gibi hissetti. Adam'la ba ş baş a kalır kalmaz bu konuyu konu şmalı, kuşkularını gidermeliydi. Bütün bunlar, o eğ lensin diye yapılmış olamazdı herhalde. Bunca masraf, bunca dekor, bunca kostüm, bunca rükü ş aksesuar, bu kalabalık figüran kadrosu, sırf Alice'in 1940'lar merakına bir ş irinlik olsun diye hazırlanmı ş bir gösteri olamazdı herhalde! Bütün gezegen bu kadar çılgın olamazdı! Ya da olabilir miydi? Belki şimdi ona, pahalı ya da gereksiz görünen şakalar, onlar için yalnızca masum birer küçük e ğlenceydi. Nasıl ki, dünyada da zenginlikten gözü dönmü ş, nasıl e ğlenece ğini bilemeyen, en olmadık e ğlenceler için havaya milyonlarca dolar savurup saçan, çılgınlık doyumsuzu bir sürü kaçık zengin varsa, pekala burada da olabilirdi. Belki de, burada herkes çok zengindi. Acaba herkes, Adam gibi biraz çılgın mıydı? Bu gezegende bunca güzel kız dururken, sen tut, milyonlarca ı şık hızı uzaklıktaki bir gezegenden kız kaçırıp getir! Bu olay, kendi gururunu okşuyordu elbet, ama gene de olacak i ş değ ildi tabii. Herkes biraz Adam gibiyse ne yapardı? Birdenbire bu gezegen, ilk defa olmak üzere, biraz güvensiz bir yer olarak göründü gözüne. O cam balona doğ ru ilerliyorlar. Çevrelerini ku şatan kalabalıkta birtakım adamlar e ğilmi ş, ancak özel ve gizli bir şeyler söylendiğ inde takınılan kaygılı yüzlerle Adam'a bir şeyler söylüyorlar, Adam'ın yüzünden de kaygılı bir ifade geçiyor, o da onlara bir şeyler söylüyor. Konu ştuklarını anlamamakla birlikte pek ho ş bir şey konu şmadıkları kesin. Hatta Adam biraz sinirli gibi. Alice, Adam'ın ekranda yaptığı konuşmayı hatırlayarak kaygılanıyor. Kendini kaçırdı ğı için, emirlere kar şı geldi ği için, gezegenleri zor durumda bıraktığ ı için, Adam'ın gözaltına alınacağ ını, hatta belki tutuklanacağ ını dü şünüyor. Bu gezegende yapayalnız kalmak, Adam'sız kalmak dü şüncesi ürpertiyor onu. Adımları birbirine

Page 39: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

dolaşıyor. Adam, önemli bir şey yok, dercesine hafifçe kollarını sıkıyor Alice'in. Alice hafifçe gülümsemeye çalı şıyor. Cam balona iyice yakla ştıklarında, birtakım adamlar hemen öne geçiyorlar, giri şte bazı kabinler var, kendi ekseni etrafında dönen kapılarla birbirlerine bağ lanıyor bu kabinler. Kapılardan geçiyorlar, ileriye değ il de yanlamasına, böylelikle yalnızca birinden değil, bütün kabinlerden birden geçerek girilmi ş olunuyor cam balona. En son kabin, zemini pullarla kaplı gibi duran, tuhaf parıltılarla ı şıldayan, granit dokulu, kumlu bir zemine çıkartıyor onları. Beş gen bir oda burası. Sisli, tozanlı çok uçuk bir pembe rengi hakim. Dört duvarı küf yeş ili likenlerle ve gözeneklerle kaplı, çok hızlı hareket eden bir ı şık bütün gözenekleri sırayla ve büyük bir hızla geziyor. Belli gözeneklere geldi ğinde küçük bir sesle bipliyor ve aynı hızla devam ediyor. Gene öne geçen birileri, bu kez de be şgen odanın be şinci duvarını boydan boya kaplayan akordeon benzeri bir körü ğe girmesi için yol veriyorlar Alice'e, hep birlikte körüğ ün içinden geçiyorlar. Bir canlı gibi soluk alıp veren körü ğün morötesi benzeri ı şınlarla aydınlanan havası, sanki içlerini okuyor. Alice, lunaparkta korku tünelinden geçer gibi hissediyor kendini. Acaba ş imdi ne çıkacak? acaba ş imdi ne olacak? Korktu ğunda söyledi ği bir çocuk şarkısı geçiyor içinden. Körükten çıktıklarında çe şitli koridorları birbirine bağ layan dev tüpler çıkıyor kar şılarına. Bu kez de o tüplerin içinden geçiyorlar. Đrili ufaklı o şeffaf tüpler yeraltına giriyor, yerüstüne çıkıyor; bazılarının içlerinde, belli ki bir yerden bir yere ta şınan, içleri tuhaf birtakım maddelerle, sıkı ştırılmış gazlarla, rengarenk sıvılarla dolu daha ince, daha küçük tüpler var. Belli ki, her yeri bir a ğ gibi sarıyor bu tüpler. Hızla çıktıkları açıklık alanda, ansızın kimi küçük vagonlar ve raylar beliriyor; raylar, üzerinden vagonlar gelip geçen sabit bir unsur olarak değ il de, vagonla birlikte aynı anda ortaya çıkan, ama vagonun bir uzantısı da olmayan, vagonun belirmesiyle birlikte zeminde ansızın beliren ve vagonun üzerinde ilerlemesiyle süreklilik kazanan, vagon geçip gittikten sonraysa yeniden zemine gömülerek kaybolan, hareketli bir unsur olarak görünüyor. Đ ki ki şilik, üç ki şilik, dört kişilik ve daha büyük kalabalıklar için çok çeşitli renklerde, çok çe şitli boylarda ve biçimlerde vagonlar var; ortak özellikleri çok sevimli olmaları, çok eğlenceli görünmeleri, varlıklarıyla o so ğuk cam balonun içini ısıtıvermeleri; aynı anda yolları birbirleriyle hiç kesi şmeden, hiç çarpı şmadan fakat çok büyük bir hızla vızır vızır gidip geliyorlar. Birdenbire, bu gezegende trafik sorununun tamamıyla çözülmü ş olduğunu fark eden Alice'in, biraz olsun morali düzeliyor. Yoksa, onca yolu 1940'ların Amerikasında yaş amak için tepip gelmiş olacaktı ki; bunun hiç de ho ş bir ş ey olmadı ğını sanırım herkes kabul eder. Hayranlıkla keşfetti ği, ona ikinci büyük şaşkınlı ğını yaşatan şeyse, kimi vagonların renkleriyle ilgili... Bazı vagonların renklerinin dünyada hiç var olmamış renkler oldu ğunu görerek çok heyecanlanıyor. Do ğada olmayan renkler bunlar. Yıllar sonra gözleri açılan bir kör, renklerle kar şıla ştığında ne dü şünürse, Alice de, gözlerinin ilk kez görmüş olduğu bu yepyeni renkler kar şısında hayranlık dolu, büyüleyici bir şaşkınlığ a kapılıyor. O renklerde çe şiti bereler, şapkalar, tişörtler, büstiyerler, jartiyerler, ceketler, çantalar, çoraplar, çizmeler, tiş örtler düş ünüyor hemen. Birdenbire kendini onların içinde görüyor; yürürken, şarkı söylerken, poz verirken; mutlu oluyor. Tam da ona yakı şacak bir yenilik: Dünyada ke şfedilmemiş renkler içinde olmak! Ne büyük sükse! Bu elbiseyi nereden aldın? Bu montu nereden buldun?

Page 40: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bu modeli kim çizdi? Bu ete ği kime diktirdin? Bu çizmeleri nereden getirdin? gibi kötü niyetli ve amaçlı soruların yanında, Bu rengi nereden buldun? sorusunun yanıtının hiç kimse tarafından verilemeyece ğini bilmenin mutlak egemenliğ i! Ne büyük zevk! Ne ba ş döndürücü yenilik! Neyse ki, cam balonun içinin, Alice'in, daha ileri bir uygarlık ve teknoloji beklentilerini karş ılayan, hiçbirini anlamadığ ı için kendinde güven uyandıran şu laboratuvar görüntüsünün, 1940 Amerikasıyla hiç ilgisi olmayı şı iyiye işaret, ama şu giysiler, şu şapkalar ve bütün şu rükü şlük ne olacak? Koca gezegen, bir tek moda alanında geri kalmı ş olamaz ya... Adam, Alice'in her şeye masum bir hayretle bakan şaşkın bakı şlarındaki çocukça teslimiyeti gözucuyla süzüyor. Adam'ın bakı şlarında derin bir sevgi, sevecenlik ve kollama duygusu var. Bulundukları bu cam balon, varoşlarda özel bir bölge gibi, ya da büyük, modern, geliş kin, çok amaçlı bir alış veri ş merkezi... Belki de buranın, havaalanının alış veri ş merkezidir. Tüpler şimdi geçmekte oldukları yerde de, çeş itli boylara bölünerek çoğalıyor, yeraltına giriyor, yeryüzüne çıkıyor. A ğdan bir doku olu şturuyor. Sanki yürümüyorlar da, üzerinde durdukları zemin onları bir yere ta şıyor. Hem de hiçbir denge sorunu yaratmaksızın, herhangi bir sarsıntıya yol açmaksızın, herhangi bir hareketlerini engellemeksizin. Az sonra, bir yerde durduklarını hissetti Alice, önlerinde bir kapı açıldı; bir çeş it asansör onları, her yandan içi görünen tuhaf bir aracın içine bıraktı. Ve ansızın yeniden yükseldiler. Neydi bütün bunlar? dedi Alice. Olağ an güvenlik önlemleri, sağ lık denetiminden geçtik bu arada. Gezegenler arası herhangi bir yolculuk sırasında bula şabilecek olası bütün virüslere kar şı ba ğı şıklık sistemimiz yeniden onarıldı. Çok özel gazlarla özel du şlardan geçtik, fark etmedin bile. Đndiğimiz alan, çok steril bir karantinadır. Yalnızca bilinen canlı türlerinin değ il, bilgisayarlarımızın hesaplama yöntemleriyle varlıklarını tasarlayabildi ği olası canlıların bile ta şıyabilecekleri virüslere kar şı bir dizi önleme sahiptir. Aslına bakacak olursan, bizim gezegenimiz bütünüyle bir karantinadır. Tam bir sa ğlık paranoyası içindedir. Sırf bu paranoyaları yüzünden, birçok hastalığ ı tamamen ortadan kaldırmayı ba şardılar. Böyle giderse yarım yüzyıl içinde ölümsüzlüğ ü bile elde edecekler. Bak, ş imdi kente giriyoruz. Önce bir duş yapmak istersin, diye dü şündüm. Sonra da istersen gece bir yerlere çıkar, bir ş eyler yeriz, ya da bu ilk geceyi evimizde geçiririz. Evimiz? Đ lk çoğul sözcük, üstelik ev için? Yüre ğini heyecanlandıran bu ortaklık, aynı zamanda uzayın hiç bilmedi ği bir derinliğ inde, nasıl bir yer oldu ğunu bilmedi ği bir gezegende, evimiz diyebileceğ i bir yer için güçlü bir mizah uzaklı ğı da ta şıyordu. Bu sözden sonra konuş madılar ama, birbirlerine gülümsediler. Birbirlerini anlıyorlardı. Alice, Adam'ın kendi için söyledi ği sözü, o da Adam için aynen yineleyebilirdi: Lirik ve şakacı. Alice Star'ın tuhaf bir gerçeklik duygusu vardı. Zamanında, özellikle de çocuklu ğunda, çok yoksulluk ve sıkıntı çektikten sonra paraya, üne ve toplumsal bir statüye kavu şan insanlarda görülen türden katı bir gerçeklik duygusuydu bu. Çok erken yaş larda, daha çocuk bile olmadan, hayatın kaskatı gerçekleriyle oyunsuz

Page 41: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ve şakasız bir biçimde yüz yüze gelmi ş insanlarda görülen cinsten bir çe şit gerçeklik duygusu... Kendine pek itiraf edemiyordu ama, onun, bu yanını anasından, Köpek Kathy'den aldığı söylenebilirdi. Eskiden annesinde kızdı ğı birçok şeyin, şimdi zaman zaman kendinde de ortaya çıkmasından ötürü, sahici bir mutsuzluk duyuyordu Alice. Kendini kaç kez tam da annesi gibi davranırken yakalamı ş, bunun üzerine kendine ağ ır cezalar vermi ş, baş edemeyince de görmezden gelmeye ba şlamış tı. Birçok ana-kız arasında görülen, huy ve karakterin bu sessiz devir teslim töreni, yazgının i şleyi şi gere ği, kendiliğ inden gerçekle şiveriyordu i şte. Demek ki, Alice de zamanla, Asi Kız'lıktan, hesaplarını doğru yapan, sa ğlamcı Amerikan kadınlı ğına yatay geçiş yapmı ştı. Đşin kötüsü, bunu kendine bile çaktırmadan yapmı ştı. Bu yüzden de, kendini kandırmakta ba şarısız, ya da kendine yalan söylemek konusunda beceriksiz oldu ğu kimi durumlarda, kendini gafil avladı ğı oluyor, böyle olunca da, tabii iyi olmuyor, ne de olsa kendi gözündeki "imajı" sarsılıyordu. Kendi kendine özeleştiriler yaptığ ı kimi "vicdan muhasebesi seanslarında", annesine benzemek konusundaki bütün bu de ği şimden, genlerini değil, kazandığı parayı sorumlu tutardı. Belki de, Ahlakımı para bozdu benim, derdi. Ben, serseriyken böyle de ğildim. Eddie d'Ascanto ise, böyle kritik zamanlar için çok kullanı şlı olduğuna inandı ğı pratik cümlelerle yanıtlardı onu: Para baş lı başına bir ahlaktır. Sonra da gözlerini kısarak, başını manalı manalı sallardı. Tartış acak de ğildi. Hele Eddie d'Ascanto'yla! Öyle ya da böyle, sonunda sevmedi ği o insanlardan biri olup çıkmış tı iş te. Ayakları yere sa ğlam basardı bu tür insanların. Doğru zamanlarda şemsiye ve eldiven taşır, gözlükleriniyse hiç kaybetmezlerdi. Yanlış lıkla ba şkalarının anahtarlarını almazlardı. Zor zamanlar için kenarda hep biraz paraları olurdu. Hesap pusulalarındaki "ufak bir yanlı şlık" ilk onların gözüne çarpardı. Gündelik tek gerçeklikti. Gündelik gerçekliğ e bunca teslim oluş , beklenmedi ğin sürprizlerinden, hayal gücünün kalkı şacağı riskli oyunlardan korurdu onları. Çok sağ lamcı olurlardı. Bütün olasılıklarını hesaplayamadıkları hiçbir i şe kalkı şmazlardı. Sırf bu yüzden, tuhaf bir biçimde ço ğu kez, Alice'i, hayal gücü kıtlığ ıyla suçlardı sinemacılar. Anlatılan bir öykü, okuması için verilen bir senaryo hakkında, Hiç de gerçekçi değ il, derdi sık sık... Gündelik hayatta da çok kullandı ğı bir sözdü bu: Gerçekçi değil. Gerçek değil! Şimdiyse bütün bu olup bitenler kar şısında hiçbir geçerliliği kalmamı ştı söylediklerinin. Gerçek ve gerçeklik ondan öcünü fazlasıyla almı ştı. Kaçırılması da, a şık olması da... ve baş ına gelen bütün bu garip olaylar da, sonuçta gerçekli ğin zaferi değil de neydi? Al sana, i şte şimdi her şey çok gerçekçiydi! Ne yaparsın, uzayın bu noktasından da gerçek böyle görünüyordu i şte! Kendini, dünyadayken birçok kez, birçok insana, birçok senariste, birçok projeye haksızlık yapmı ş hissediyordu şu anda. Bazı senaryoları, bu yüzden geri çevirmişti. Gerekçesi birço ğunda hemen hemen hep aynıydı: Hiç gerçekçi değil, hayatta böyle şeyler olmaz! Sen hiç böyle bir kadın gördün mü? Hangi kadın böyle yapar? Bak Alice, diyordu kimi senaristler, Sen kendini bütün bir kadınlık mı sanıyorsun? Kadınlığ ın da bin türlü hali var. Olsun, diyordu. Ben öyle olmayabilirim ama, bugüne kadar böyle bir kadın tanımadım da, görmedim de... Akan sular duruyordu tabii... Gene böyle bir gün, Alice'in gerçeklik ve gerçekçilik tartı şmalarıyla burnundan getirdiğ i yönetmenlerden biri, hangi kadının ne yapıp ne yapmayaca ğı konusunda ucu buca ğı kaybedilmiş bir tartı şmada,

Page 42: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Alice'den artık ümidini iyice kesti ği bir anda sinirlenerek: Bak Alice, demi şti. Sorun ne biliyor musun? Senin tanıdı ğını, bildiğ ini söylediğ in kadınlar var ya, i şte onlar, seyirciye hiç cazip gelmiyorlar. O kadar yalınkat, tekdüze, hesapçı ve sıkıcılar ki, anladığ ım kadarıyla sadece seyircilere değil, erkeklere de cazip gelmiyorlar. Üstelik bir Alice Star olmadıkları için pek bir şansları da yok ne yazık ki... O tanıdı ğın kadınlara söyle, öyle yapmasınlar. Seyirciler, gerçeklerle de ğil hayallerle ilgileniyor, niye anlamamakta ısrar ediyorsun? Bizim iş imiz bu! Đnsanları, gündelik gerçeklerin kapanına kıstırmak de ğil, onlara hayal kurdurmak! Kolaylıkla tahmin edilebileceğ i gibi, Alice, o yönetmenle bir daha hiç çalı şmadı. Gerçeklikle ilgili bu derin takıntısı, kendine mi, dünyaya mı yönelik bir güvensizlikti, bilinmez ama, "serserili ğin şiiri" diye tutturup her şeyini cömertçe savurdu ğu ilkgençlik yıllarında olmasa bile, sonrasındaki uzun yıllarda Alice'i böyle duygular yönetiyordu iş te. Hayatta burnunun sürtüldüğü yerler, hayallerini de aşındırmı ş olsa gerekti. Aynı gerçeklik duygusu nedeniyle, film setlerinde, yönetmenlere en çok sorun çıkaran yanı buydu; kendi rolünün içinde çok fazla kilitli kalamıyor, yaş ama duyduğ u o derin güvensizlik, onu yeniden rolünün dış ına, kendi varlı ğının içine çekiyor, canlandırdı ğı rol ki şiliğ inden çıkıp panik halinde yeniden Alice Star oluyordu. Hangi filmde, hangi karakteri canlandırırsa canlandırsın, oyununun bir anında, kendine dönerek yeniden kendisi oluyor; başka biri olmak üzere çıktığı o filmsel yolculukta, uzun süre bir ba şkası olarak kalamıyordu. Canlandırdığ ı rol kişili ğinin ruhu ve serüveni içinde kaybolup gideceğ ini ve belki de bir daha hiç geri dönemeyece ğini düş ünüyor, belki de bundan korkuyordu. Bir daha hiç geri dönememekten. Artık bir ba şkası olmaktan. Alice Star'ın filmlerinin, bu yüzden çekim süreleri hep uzun olmu ş ve her defasında yüz binlerce metre film harcanmı ştır. Herkesin çok be ğendi ği oyunculuğ undaki o oyun sürekliliğ ini ve rol bütünlüğ ünü alabilmek için, yapım görevlileri, tırnaklarını kemirip, saçlarını ba şlarını yolarken yüz binlerce metre film harcanmı ştır. Alice Star'ı sevmeyenlerin, Onun için harcanan filmlerle, rahatlıkla birkaç Hollywood filmi daha çekilebilir, demesi bo şuna değildir. Uzun süre rolünün içinde kilitli kalamaması, bir can simidine tutunur gibi her seferinde yeniden hayata tutunarak, sudan çıkar gibi rolünün içinden çıkarak kendi kimliğ ine dönmesi, yönetmenleri de, yapımcıları da, rol arkada şlarını da hep yormu ş, üzmüş, bıktırmı ştır. Son zamanlarda Alice Star'ın karş ısında oynayacak adam bulmak, biraz da bundan ötürü iyice zorlaş mıştır. Bütün bu gereksiz tekrarlar ve yeniden çekimler sırasında, kendi yetkinle şirken, karş ısındaki oyuncular ini şe geçerek çaptan ve formdan düş üyorlardı çünkü. Şimdiyse bütün çırpını şları karşılıksız kaldı ğı için, belki de ilk kez kendini rolüne emanet etmeye ba şlamı ştı. Yeni bir Alice rolüne. Bu bir gerçeklik, ben bir ba şka gezegendeyim ve aşık oldum, bütün bunlarla yaş amaktan başka yapacak hiçbir şey yok, deyip duruyordu kendi kendine... Artık ben buyum ve benim hayatım da bu. Ben bir masalda kayboldum. Ve bu masal uzayda geçiyor. Cam balondan çıktıktan sonra, bol ı şıklı uzun ve geniş yolları, sık sık ayakları yerden kesilen iki ki şilik tuhaf bir metalik uçmayan dairenin içinde hızla geçerek, New York'taki gökdelenler benzeri binaların yo ğunlukta olduğu bir bölgede, hatta belki de oranın bile en yüksek gökdelenlerinden birinin önünde durdular. Bir fanusa benzeyen giri şte, otomatik olarak açılıp kapanan dev

Page 43: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

cam kapılardan geçerek asansöre bindiler. Gündelik hayatın, Amerika'dakine biraz olsun benziyor olu şu, bir ölçüde içini rahatlattı Alice'in. Hiç olmazsa bu konularda uyum sorunum fazla olmaz, diye içinden geçiriyordu ki, boş bulunup, Kaçıncı kat? diye soracak oldu. Biraz yukarıda oturuyorum, dedi Adam. Dört yüz dördüncü katta. Uyum denilen şeyin, o kadar da kolay sağ lanmadı ğını bilmeliydi Alice. Umarım elektrikler kesilmiyordur, dedi. Karş ılıklı gülümsemekten baş ka yapacak bir şey yoktu. Onlar da öyle yaptılar. ... Adam'ın evinin kapısından içeri adım attığ ı anda içinde uyanan duygular, dünyada bir daha duymasına artık pek imkan kalmamı ş tazelikte duygulardı. Çok saftılar, masumdular. Hiç yenilmemi ştiler. Bir kez Alice Star olduktan sonra, dünyadaki hiçbir eve böyle giremezdi artık. Bu şansı kalmamıştı orada. Bu gezegendeyse sahiden baş ka biri olmu ştu. Aynı ömür içinde, ona tanınmış ikinci bir kimlik, ikinci bir hayat olanağ ı gibiydi bu. Her zaman bir başkası olmayı istemişti. Bir ba şkası... Kendine hiç yetmemi şti. Hiçbir zaman... Alice Star olduktan sonra bile, bu kez de bir başkası olmayı istemi şti. Aslında bu gezegende bile, bir Alice Star olduğunu, ona şu an için unutturan bu el değ memiş duyarlık, bu yoğun masumiyet, bu yenilenme tutkusu, gücünü nereden alıyordu? Sanki evden son kaçı şından sonra hiçbir şey olmamı ş, hiçbir şey ya şamamış, yüreğ i hiç çizilmemi ş, ruhu hiç hırpalanmamı ş gibi doğ rudan bu eve adım atmı ştı. Hayata şimdi ba şlıyordu. Bu gezegene kar şı duydu ğu o derin yabancılıktan ötürü olabilirdi bu. Adam'ın kiş ili ğindeki o bozulmamış saflıktan ötürü olabilirdi bu. Bu gezegenle, a şkın bir tek kendi için yarattığ ı gezegenin, birbirlerinin çevresinde dönmesinin yarattığ ı o büyülü çekimden ötürü olabilirdi bu. Ve sanki şimdi, her zaman hayalini kurduğ u tam anlamıyla yepyeni, tertemiz bir sayfa açılıyordu hayatında. Sanki bütün hayatı, hayallerine ulaş masını engelleyen kirli ve karanlık bir geçmişten, tutarsız karalamalardan, bo şa gitmi ş müsveddelerden ibaretti ve ondan ancak burada ve ş imdi kurtulabiliyordu. Kapının e şi ğinde durdu. Kapıya dikkatle bakma ve ona dokunma ihtiyacı hissetti. Bu kapının, herhangi bir kapı olmayıp bütün hayatı için açılan bir kapı, yeni bir hayatın kapısı oldu ğunu bütün varlı ğıyla hissediyordu. Bundan böyle varlı ğının ta derinliklerine yerleş ecek ve içinden bir daha hiç çıkmayacak var oluş a ili şkin çok temel bir gerçe ğin, bütün benliğ ine a ğır a ğır yerle şti ğini, kendini yeniden biçimlendirdiğ ini, aynı Alice'ten bambaş ka biri yaptığ ını düş ünüyordu. Bir efsane kapısıydı önünde açılan. Kendi masalına buradan geçerek giriyordu. Eve küçük bir antre'yle giriliyordu. Bu efsane kapısının ardına dek açılmasıyla birlikte gördü ğü manzara doğ rusu pek içini açmadı. Dahası şaşırttı: Askılık, ş emsiyelik, boy aynası, ayakkabılık, çekecek, rafta üç ayrı renk fötr şapka. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, sıradan bir orta sınıf aile evinin "baş langıcıyla" şaşırtıcı, dahası irkiltici bir benzerlik gösteriyordu gördükleri. Salona geçmeleriyle birlikte, şaşkınlığ ı iyice arttı Alice'in; tam anlamıyla

Page 44: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir 1960'lar dekorasyonuyla karş ı kar şıyaydı. Sanki bir evi değil de, dekorasyon fuarında 1960'lar pavyonunu geziyordu. Sivri uçlu, cilalı ahşap kolluklarıyla koltuklar, kırmızı vinylexten kanepe, pelu ş yastıklar, formika büfe, cam biblolar, üzerlerine plastik aksesuarların serpi ştirildi ği formika sehpalar, bir yı ğın naylon ıvır zıvır. Duvarlarda feci aplikler ve yaldız çerçeveli ya ğlıboya tablolar: Açık denizde köpürmü ş dalgalarla boğu şan bir sarhoş gemi ile çiçekli böcekli kırların ortasında uzak bir kulübe, bacası dumanlı falan... Salonun ortasında kalakalıyor Alice. Birdenbire, sanki bu gezegen, dünya tarihinin çe şitli dönemlerinden alınmı ş parçaların yan yana biti ştirilmesinden olu şmuş bir "patchwork" olarak gözüküyor gözüne. Daha da anla şılmaz olanı, bütün bu birbirini tutmayan parçalardan olu şan bu tuhaf dekorun içinde, Adam'ın her şey çok doğ almı ş gibi, aynı rahatlık ve kendine güvenle geziyor olu şuydu. Bu büyük salonun bir duvarının neredeyse tamamını kaplayan, bu özelliğiyle de salona azıcık rasathane havası veren büyük, geniş bir pencere, gökyüzünün uçsuzlu ğuna bakıyordu. Pencere camının özel bir kalınlı ğı ve hemen fark edilen tuhaf bir berraklı ğı vardı. Ne 1960'larda, ne de şimdilerde dünyada böyle bir cam olmadı ğını bilmek, bir kez daha bir Hollywood ş akasına kapıldı ğı paniğine kapılan Alice'e, yeniden yabancı bir gezegende oldu ğu duygusunun güvenini verdi. Adam, Alice'in ş aşkınlı ğını keyifle izliyordu. Alice'i camın önünde gezegenin gecesine bakarken, ensesine kondurduğ u bir öpücükle bırakıp içeriye, yatak odasına geçti. Ben şu eş yalarımı bırakayım, dedi. Rahatına bak, istersen bir içki koy kendine, burası artık senin evin. Alice dönüp gülümsedi ona. Her şey dünyadaki gibiydi. Ve bu adamı çok, ama çok seviyordu. Kente inanılmaz bir yükseklikten bakıyor ş u an. Ev yerine bir uçakta oturmak gibi bir şey bu. Gökyüzüne hiç bu kadar komş u olmamı ştı... Pencerenin önünde gökyüzüne dalıyor iyice. Çok yıldızlı bir gökyüzü bu. Dünyanın hiçbir yerinden bu kadar çok yıldız görünmez. Çok parlak, çok inanılmazlar, dünyadan görünenlerden, ya da dünyadan bakıldığ ındaki görünü şlerinden farklı olarak sanki daha irili ufaklılar. Dünyadan farklı olarak, yalnızca bir ış ık olarak de ğil, aynı zamanda bir hacim olarak da görülüyorlar. Yabancı bir gezegen bu. Yıldızları yabancı bir gökyüzü. Yıldızları yabancı bir gökyüzünün kar şısında ş aşkın, kederli, hüzünlü, karmakarışık, bilmediği bir geceye bakıp duruyor şimdi Alice. Bu gezegenin ilk olarak gecesiyle tanı şıyor. Tuhaf bir ürpertiyle doluyor içi. Bir yere geceyle ba şlamak duygusu... karanlık serüven... Dalıp gitti ği bu yıldızlar her ş eyin dı şında, sonsuz bir kayıtsızlıkla varlıklarını sürdürüyorlar. Onlardan biri de dünya olmalı. Uzakta, çok uzakta sönük bir nokta, cılız bir göz kırpımı belki de dünya, bu duygu içini burkuyor Alice'in. Ş imdi, bütün bu yıldız kalabalı ğının içinde hangisi olduğu bile belli olmayan, binlerce gezegen arasında yalnızca küçücük bir nokta olan dünyadan seyretmi şti burayı. Đlk kez aynanın öte yanından kendine, kendi yüzüne bakar gibi. Dünyadayken, pencereden baktığ ımda, gördüğ üm o uzak, o binlerce sönük yıldızdan birindeyim ş u an. Gerçeğ in yarılması için, aynanın öte yüzüne geçmek gerekiyor belki. Dünyaya göz kırpıyor Alice. Nereden koptuğ u belli olmayan bir tek damla gözlerinden süzülüyor elinde olmaksızın. Ne zaman içimde bir dünya bitse bu duyguyu ya şardım, bu o i şte, diyor. Tam da bu.

Page 45: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Başını gökyüzünden alıp bu kez de, kentin, bir gökdelenin dört yüz dördüncü katından görünen gece manzarasına dalıyor Alice, en az gökyüzü kadar parlak, bol ışıklı bir kent. Burada nasıl uyuyorlar acaba, diyor, nasıl uyuyabiliyorlar? New York'tan bile ı şıklı bu şehirde, ne gece ne karanlık söz konusu olabilirmiş gibi... Alçak gökdelenlerin tepelerindeki havaalanlarına, onlara kalkıp inen çe şitli taş ıma araçlarına; bir gökdelenden diğerine hareket eden bir çe şit teleferi ği andıran gökyüzü vagonlarına bakakalıyor; tıpkı o cam balonda oldu ğu gibi, teleferik benzeri o vagonların tutunduğ u raylar da onlarla birlikte ortaya çıkıp onlar geçip gittikten sonra ortadan kayboluyor. Gökdelenlerin dış yüzeylerinde de vızır vızır inip çıkan, bol ı şıklı asansörler var. Havada da en az yerdeki kadar i şlek bir trafik var. Bir yerden bir yere gitmek için, her seferinde dört yüz dört kat inip çıkılmasının gerekmediğini bilmek için rahatlatıyor Alice'in. Besbelli artık içinde yaşayaca ğı bu gökdelenin tepesinde de bir havaalanı ile birinden di ğerine iş leyen öyle vagonlar var. Hatta belki de insanlar, günlerce yere inmeye bile gerek duymadan, bir binadan di ğerine gezip duruyorlardır. Çocukça bir hayranlık ve heyecanla seyrettiği bu manzaradan sonra, dönüp de salona baktı ğında, bütün o 1960 mobilyaları yeniden pek zavallı görünüyor gözüne. Bir kez daha aklı almıyor. Alice'in ilk yorgun gecesinin ardından gezegende geçirdiğ i ilk gün, onun için büyülü bir deneyimdi. Ama bu büyülü deneyimden önce, Adam'ın bir gemi geni şli ğindeki yata ğında geçirdiğ i bu gezegendeki ilk gecesinin de baş lı başına bir büyülü deneyim olduğunu söylemeden geçmeyelim. "Yorgun gece" sözünün içeriğ ini dolduran ş ey, kabul edersiniz ki, yalnızca yol yorgunluğ u değildi. Olağ anüstü bir kahvaltıydı yaptıkları. Yatakta kahvaltı! Alice'in en sevdi ği şey. Tam bir kahvaltı dü şkünü olan Alice'in, Adam'ın yata ğa getirdiğ i dev tepsiyi gördü ğünde ilk söyledi ği: Beni niye daha önce kaçırmadın? oldu. Đyi bir kahvaltı u ğruna bütün evreni gezegen gezegen gezebilirim. Kahvaltı sonrasında, Alice'i bir sürpriz bekliyordu. Koridorun ucundaki gökdelenin dış yüzey asansörüne açılan çıkı ştan, gökdelendeki laboratuvar merkezine indiler. Gökdelen dağ larının arasından binlerce cam ve çelikten süzülerek iniyorlardı aş ağıya. Metalik ve steril bir görünü şe sahip bu dev laboratuvardaki hemen her ş ey, beyaz, gri ve pembeydi. Az sonra kimi robotlar, Alice'i, ses geçirmeyen ve hiçbir ı şı ğın sızmadı ğı öldürücü karanlıktaki bir yalıtım odasına soktular. Adam da yanındaydı ve elini tutuyordu; hiçbir şey söylemiyor, yalnızca hınzırca gülümsüyordu. Alice, bir kez daha arzın merkezindeki o derin uykuyu anımsadı. Robotlar özen ve dikkatle, kollarına, eline, gö ğsüne, kafasına, gözkapaklarına, yanaklarına, ş akaklarına, burnunun iki yanına tül uçuculu ğunda incecik teller yerle ştirmeye ba şladılar. Belli ki bir operasyona hazırlanıyordu Alice. Adam ise inatla hiçbir şey söylemeden gülümsemesini sürdürüyordu. Alice, bu küçük tellerle, titre şimli metalik ipliklerle, adeta bir ağla kaplandıktan sonra, ilkin kulaklarına kulaklık, ardından da gözüne süngersi bir yumuşaklıkta kör karanlı ğı bir bant takıldı. Adam elini usulca bıraktı. Hiçbir ş ey görmüyor, iş itmiyordu, az sonra yava ş yavaş hissetmemeye de baş ladı. Yarı uyur, yarı uyanık tuhaf bir noktada, bir geçitte asılı kaldı. Hiç değ işmeyen sürekli bir ara durumdu bu. Yavaş yavaş kulaklıktan dökülen sözcüklere, seslere, tınılara bıraktı kendini...

Page 46: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Alice gözlerini tanımadı ğı bir odada; serin, yumu şak bir yatakta açtı. Etraf çok güzel çiçek kokuyordu. Adam, kapının yanında duvara yaslanmı ş, şefkat dolu gözlerle ona bakıyor, belli ki uyanmasını bekliyordu, dudaklarının ucunda hafifçe çarpılmı ş hınzır bir tebessüm vardı; yüzüne zaman zaman gizli bir kıyıcılığın çekiciliğini katan bir gülümseyiş ti bu. Ve Alice onun, bu gülümseyi şine tek kelimeyle "kuduruyordu". Nasılsın? dedi Adam. Đyi uyudun mu? Đyiyim, dedi Alice. Đ yi uyudum galiba. Nerdeyim? Burası neresi? Saat kaç? Ne oldu? Ne zaman geldim buraya? Adam, yüzünde aynı gülümseyi şle, bir şey söylemeden ona bakmayı sürdürüyordu. Alice birdenbire durdu. A ğzı açık kaldı. Ellerini dudaklarına götürdü, inanmaz gözlerle ilkin Adam'a, sonra çevresine baktı. Konu şuyorum, dedi. Evet, dedi Adam. Konu şuyorsun. Söylediklerimi de anlıyorsun. Alice gülmeye ba şladı. Bilmedi ğim bir dilde konu şuyorum. Nasıl oldu, nece bu? Adam, yata ğa doğ ru yakla şırken: Artık bizim gezegenimizin dilini konu şuyorsun, dedi. Alice kahkahalarla gülmeye baş ladı. Harika bir şey bu! Harika bir şey! Bu kadar çabuk mu? Biliyor musun, hep Japonca ö ğrenmek istemiş imdir. Açgözlülük etme, dedi Adam. Bazı aksan sorunların olacak, önce onları düzeltmeye bak. Đstersen sonra bir gün Japonca da ö ğrenirsin. Nasıl oldu bütün bunlar? Beyninin kullanmadığın kimi dil hücrelerine transfer yoluyla gerçekle ştirilen bir teknik bu. Đlkin dilin yapısı, kurgusu, i şleyiş biçimi yükleniyor. Dilin kendi mantı ğı, aritmeti ği yerle ştiriliyor. Sonra sözcükler, kavramlar, terimler. Vurgu ve tonlama için de, dil kaslarını yönlendiren yapay bir bellek kullanım deposu açılıyor. Ama sonuçta dili yaş aman gerekiyor. Kendi deneyimlerinle yerleş tirmen. Gündelikte kullanman. Ufak tefek şeyler yani, bunları en kısa zamanda halledersin. En önemlisi, bu dil senin sesinle güzelleş iyor. Harika bir şey bu Adam! Sana çok te şekkür ederim, çok incesin. Geceleri pencereden bakıp yıldızlarla konu şan yalnız bir kadın olmanı istemedim. Gözleri ya şarıyor Alice'in. Sevdi ği erke ğin ardından Uzakdo ğulara gitmiş hiçbir kadının kendisi kadar şanslı olmadı ğını dü şünüyor. Adam, evrendeki bütün dillerde "seni seviyorum" nasıl deniyor? diyor Alice, bunun üzerine uzun uzun öpüşüyorlar.

Page 47: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Alice'in Votoroqxqua gezegenindeki bundan sonraki günleri başlangıçta çok renkli, çok eğ lenceli geçti. Tahmin edersiniz ki, yapacak çok i ş vardı. Kim olsa her şeyi çok merak eder, her şeyi öğrenmek isterdi elbet; ama buna Alice'in o kedi merakını, çok kolay çe şitlenebilen ilgi oburlu ğunu ve şa şmaz inadını eklerseniz, i şin çok daha içinden çıkılmaz bir hale geleceğ i tartı şılmaz. Üstelik bu kez, ba şında onu hizaya sokacak bir Eddie d'Ascanto da yoktu. Alice, o gezegendeki ününe inanmakta hala güçlük çekiyordu. Birkaç televizyon programı yaptı, birkaç basın toplantısı düzenledi, birkaç büyük toplantıya katıldı. Kendini, bir gezegen olarak dünyanın, uzayın diğ er uygarlıklarına açılış ında çok önemli bir kilit figür olarak görmeye başlamı ştı. Gerçi bu konuda, ne uzayla ilgili bir çalış ması, ne de şarkıcılı ğı ile bir başarısı söz konusuydu; düpedüz bir a şı ğın körlü ğüne borçluydu buradaki varlığını. Ama pekala Adam kendine de ğil de, bir başka şarkıcıya aş ık olabilirdi. Ama o, Alice'i seçmi şti. Bu da ona, bu hakkı veriyordu i şte. Alice, bu süre içerisinde hem Votoroqxqua, hem dünyayla ilgili olarak birçok şey öğ rendi. Öyle ki Adam, Alice'in bu bitmek tükenmek bilmeyen merakları ve yönelimleri karş ısında, sık sık ona "bir kavram ve bir olgu olarak zaman"dan ve insan ömrünün sınırlı olu şundan söz etmek gereklili ği duyuyordu. Bu tartı şmalar sönmeye yüz tutunca da, bu kez de insan beyninin hacmi, algının sınırları ya da insan kimyası konusunda uyarmak zorunda kalıyordu onu. Tabii bütün bunları büyük bir incelikle yapmaya, her şeye kar şın Alice'i kırmamaya özen gösteriyordu. Ama milyarlarca yıllık yıldızların tarihlerini ve ba şlangıcından itibaren dünyada neler olup bittiğini büyük bir oburlukla ve de bir çırpıda ö ğrenivermek isteyen Alice'in yıldırıcı sorularını yanıtlamak, ısrarları kar şısında direnmek ve onun bu konudaki sonsuz i ştahını doyurmak ola ğanüstü güç bir i şti. Sonunda Adam, bir gezegen olarak dünyaya iliş kin hayli zengin bir ar şiv açtı Alice'in gözleri önüne. Yanı sıra bir de anlaş ma yaptı: Bu zengin arş ivlerde, görmemesi, bilmemesi gereken şeyler mevcuttu, birçok şeyin gezegenler arası gizler kapsamına girdiğ ini; ayrıca gene birçok şeyin, onun algısının çok çok üstünde bir malzeme barındırdığ ını, bunlarla ilişkilenmenin kendisi için de ciddi bir tehlike olabilece ğini söyledi. Ruh ve akıl sa ğlı ğını zorlayan, kimyasını bozabilecek, benli ğinin dağ ılmasına yol açabilecek engin bir geni şlikten, algı ötesi bir uçsuzluktan söz ediyordu. Derin araş tırmalara dalarak çıktığ ı böyle bir yolculuktan sağ olarak geri dönemeyebilirdi. Đnsan fiziğ i, bütün gerçeğ i ve gerçeklikleri henüz algılayamazdı. Adam bütün bunları, Alice'e büyük bir nezaket ve kollama duygusuyla söylemeye çalı şsa da, Alice gene de bu sözlere için için alınıyor, kö şeye sıkı ştı ğını hissetti ği kimi durumlarda, kadınca bir kurnazlıkla çok alınmı ş görünerek, bir erkekle bir kadın arasında hiçbir şeyin gizli kalmaması gerekir, diye sitemli konu şmalar yapıyordu. Bütün bu numaralar Adam'a sökmüyordu tabii. Ama Alice de başka numara bilmiyordu, n'apsın? Meraklarıyla ilgili bu tür sınırlayıcı engeller ve yasaklarla karş ılaşmak, Alice'in hiç ho şuna gitmedi tabii, ama Adam'ın ödün vermez tavrı ve kararlılı ğı kar şısında geri adım atmaktan başka çare de bulamadı. Bazı arş iv kanallarını Alice'in kullanımına kilitledi Adam; bilgisayarlardan kimi dosyaları ayıkladı; bazı türde bilgileri dola şım dış ı tuttu; üst gizlilikte bilgiler barındıran Siyah Kayıt adı verilen kutuyla, Mor Ba ğlantı giri ş kanallarını

Page 48: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

tıkadı; ancak Alice'in bilmesinde sakınca olmayaca ğını düşündüğ ü bazı malzemeleri kullanıma açık bıraktı. Evin bilgi odasında gerek kiş isel ar şivin, gerekse genel kullanıma açık gezegen merkez üssü ar şivinin, gerekse de di ğer gezegenlere ait bilgilerin de yüklendi ği gezegenler arası iliş kiler arş ivinin kanallarına nasıl girip çıkaca ğını, onlardan yararlanma yollarını gösterdi. Aslında çok yalınlaş tırılmı ş bir düzenekle karş ı karşıyaydı. Birkaç komut dü ğmesi, birçok ş eye yetiyordu; hatta çoğ u kez bir düğmeye basmak bile gerekmiyor, Alice'in sesine şifrelenmiş uygulayıcılar Alice'in sözlü komutlarını kendiliğ inden yerine getiriyorlardı; çapraz ekran taraması, çevrimli ve e şzamanlamalı arayı ş kılavuzlarının yönlendirilmesi gibi biraz daha teknik konulara girildiğ inde zorlandıysa da, bunlara da çabuk alı ştı. Büyülenmi şti Alice. Tam anlamıyla büyülenmi şti. Ve o günden sonraki günlerini, yani Adam'la sevi şmediğ i zamanlarını, ar şiv ba şında geçirdi. Bütün dünya tarihi neredeyse kare kare Votoroqxqua gezegeninin ar şiv kayıtlarında bulunuyordu. Milyonlarca dosya, milyarlarca kart, katrilyonlarca çip, bütün dünya tarihiyle ilgili sonsuz bilgiler barınıyordu bu ar şivin içinde. Dünyadaki bilim insanlarının yıllarca büyük zahmetler, emekler, olanaksızlıklar, özveriler ve harcamalarla edinmeye çalış tıkları bilgiler için, yalnızca bazı düğ melere basmak, bazı şifreleri açmak, bazı dosyaları ekrana çağ ırmak yetiyordu burada. Bir çeşit bilgi edinme sarho şlu ğuna kapılmı ştı Alice, bütün insanlık tarihini bir çırpıda öğ renivermenin sarhoş lu ğuydu bu. Elinin altında büyüleyici bir oyuncak vardı. Üstelik bulunduğu gezegenden dünyayı çok daha merak eder olmu ştu. Ayrıca bulundu ğu bu yerden de, dünya, içinde ya şarken barındırdı ğı gizden bamba şka bir giz olarak gözükmeye ba şlamı ştı kendisine. Dünya, burada başka türlü bir derinlik kazanmı ştı onun için. Bambaşka bir anlam. Amerika'dan göremedi ği dünyayı buradan görüyordu. Salt burada sahip olduğ u bilgi dağarının zenginli ği, elinin altındaki imkanların kı şkırtıcılı ğıyla ilgili de ğildi bu, daha çok bir bakış derinliğ ine ula şmakla ilgiliydi. Neredeyse, tanrısal bir koltukta oturuyor ve bütün zamanları bir arada görüyordu. Bütün bir tarihe, istedi ği zaman girip çıkabiliyor, tarihin bütün dönemlerinde elini kolunu sallaya sallaya gezinebiliyordu. Alice, birdenbire anladı ki, bütün hayatını, bir iskelet olana kadar bu koltukta, dünya tarihine ait bu belgeselleri seyrederek geçirebilir. Votoroqxqua'nın dünyadan çok daha genç bir gezegen olduğunu öğrendi Alice. Zaman içinde gidip gelebilen kameralarla çekilmi ş ve arş ivlenmi ş filmler ona dünya tarihinden çeş itli manzaralar gösteriyordu. Örne ğin en merak etti ği şey, Đ sa ile Meryem'di. Onları görmek istiyordu. Adam, bunlara izin vermedi. Ama Kleopatra'yı, Jan Dark'ı, Mısır piramitlerinin in şa edilişini, Kristof Kolomb'un Amerika'yı ke şfini, Aztek Đmparatoru Montezuma'yı, Saba Melikesi Belkıs'ı seyretti. Neron'un Roma'yı yakı şı hayal edildi ği kadar görkemli de ğildi. Kayıp uygarlık Atlantis'e ili şkin soruları cevapsız kaldı. Nuh'un Gemisi'nin nerede oldu ğu da kesin bir suskunlukla karşılandı. Bu arada ya şamış olduğ unu sandığ ı birçok tarihi ki şinin, aslında hiç yaşamamı ş olduklarını öğrenmek üzdü onu, dünyaya olan bütün güvenini sarstı. Titanik'in batışını seyretmeyi yüre ği kaldırmadı. Amerika iç sava şına bakamadı. Antik Yunan'da yamaçlara kurulmu ş tiyatrolarda birkaç Sofokles oyunu seyretti. Van Gogh'u resim yaparken izlemek başlı ba şına bir zevkti. Büyük Ekim Devrimi sırasında Moskova sokaklarını gördü. Sodom ve Gomore, hiç de anlatıldıkları gibi

Page 49: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

değildi, hatta şimdiyle kar şılaş tırıldı ğında pek masum kentlerdi. Napolyon sahiden çok çirkin bir adamdı. Tarih öncesi dinozorların kendilerini gördü, ama nasıl yok olduklarına ili şkin merakı da kar şılıksız kaldı. Mona Lisa'nın gerçekte bir erkek oldu ğunu görmekse, bu konudaki yaygın bir dedikodunun do ğrulanmasından öte bir anlam taşımadı onun için. Haklarında eş cinsel oldukları ya da eşcinsel ili şkilerde bulundukları söylentisi yayılmış , bir zamanlar Alice'in de çok be ğenerek iç geçirdi ği kimi Hollywood ünlüsü erkeklerin mazilerini taradı ğında, yazıklanarak, dünyanın bu konuda aslında ne kadar az şey bildi ğini gördü... Onun için en önemlisiyse, büyük idolü Marilyn Monroe'yu gündelik hayatında görmekti, yani hiç çevirmediği filmlerinde... Kendi hayatının filminde. Alice bir gün dayanamayıp sordu: Adam, bilebildi ğim kadarıyla, sinemanın varlı ğı, tamamıyla bir göz kusuru üzerine kurulu; hani ş u gözün on altı kareyi belirli bir hızla akarken gördü ğünde hareket ediyormuş gibi görme yanılsamasına. Siz çok daha ileri bir uygarlık olduğ unuza göre, bu göz kusurunu düzeltmeye niye yanaşmadınız? Yanıtı çok basit, dedi Adam, sinemadan vazgeçemediğimiz için. Unuttun mu, sinema yedinci sanat! Kimin gücü sanatı yok etmeye yeter? Alice, bu sözlerin herhangi bir sinema yıllığ ında, sinemanın anlamının ve insanlık için öneminin anlatıldığı bir yazıda, bir epigraf olarak çok güzel, çok ho ş durabilece ğini, ama bu cevabın kendisini hiç mi hiç kesmediğini dü şündü. Alice'in yüzündeki tatmin olmamış ifade üzerine, Adam konu şmasını sürdürmek zorunda kaldı: Hem on altı kareyi aynı hızda aktı ğında bile tek tek ve hareketsiz olarak görmemezi sağ layan merceklere, optik aygıtlara da sahibiz. Onlarla baktığ ında sinema sanatı ölüyor, hiçbir film yerinden kımıldamıyor. Böyle bir şey olsun ister misin? Gözlerimizdeki rüya tamamen silinsin ister misin? Sırf sinema a şkı u ğruna, gözlerdeki bu sevimli kusuru korumu ş olabilirlerdi belki, ama bunun yanı sıra, birçok hastalı ğın adını bile duymamı şlardı. Örne ğin o gezegende hiç veba, verem, kolera ve AĐDS olmamı ştı. Benzer tarihleri farklı süreçlerle ya şadıkları için, olasılık farkları çe şitleniyordu. Adam'ın açıklamalarında sıkça yer alan "Aynılık ve Farklılık" kuramını pek anlayamıyordu doğrusu Alice. Dünyadayken yeterince e ğitim almamı ş oldu ğuna şimdi çok hayıflanıyordu. Alice'in en sevdiğ i kayıtlardan biri, Adam'ın yıllar önce dünyaya yaptığ ı ilk gezilerle ilgiliydi. Bu filmleri, Adam'ın uzun ve ayrıntılı açıklamaları e şli ğinde, onunla birlikte seyretmekten büyük bir zevk duyuyordu. Böylelikle Alice'in hayatına, Harran, Urfa, Türkiye, Kürtler, Türkler gibi sözcükler girdi. Toprak davası, kız kaçırma, kan davası, namus davası gibi kavramlarla, hiç bilmediğ i töreler ve törenlerle tanı ştı. Zaman zaman da Harran'ın eski çağlarına, eski zamanlarına, binlerce yıllık tarihine ait geçmi ş filmlerine baktılar. Sonra şimdisine. Adam Eaidnun, Kürt giysileri içindeki halini çok sevdi Alice. Ona bu yerel giysileri çok yakıştırdı. Çatlamış toprakların üstünde ufka do ğru at süren Adam'ı; Aylı gecelerde yıkık kervansarayın duvarlarına yaslanarak uyuyan Adam'ı; Yarısı topra ğa gömülmü ş harabelerin, günbatımında kızıl topra ğa vuran koyu gölgelerinin üstünde, sanki sonsuzlu ğa

Page 50: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gülümsüyormu ş gibi dola şan Adam'ı her seferinde bambaş ka biriymiş gibi yeniden ve yeniden sevdi. Dünyanın bu az bilinen ya da hiç bilinmeyen köş esine ait görüntüleri, milyonlarca ı şık hızı uzaklıktaki yabancı bir gezegende, bir albüm karı ştırır gibi görmek tuhaf bir hüzün verdi Alice'e. Aynı gezegenin içinde bile, birbirine milyonlarca ı şık hızı uzaklıkta olan yerler, insanlar ve kaderler oldu ğunu dü şündü. Bir gün Adam'la birlikte oralara gitmeyi kararlaş tırdılar. Alice için, Adam'ın çocukluğunu sevmek gibi bir şeydi Harran'daki günleri... Harran, Adam'ın dünyadaki çocukluğ uydu ve mutlaka oraya birlikte gitmelilerdi. A şk, sevdi ğiniz ki şinin mazisini de ele geçirmenizi ister sizden. "Aşk, birlikte yaşanmamış zamanları da ele geçirmek ister." Bir zamanlar, bir yazarın, sevgilisinin memleketine birlikte yaptıkları geziyi anlatan bir öyküsünde okumuş tu böyle bir şeyi. Onu anımsadı. Đ yi yazılmış öyküler hiçbir zaman kaybolmuyorlar; uzaya dağılıyor ve bir ba şkasının hatırası olarak kullanılmayı bekliyorlar yalnızca. Bütün bunlar olurken, Adam, bazı günler kaygılı olmakla birlikte, Alice'e fazla bir şey söylemiyordu. Yargılanacaktı, ama nedense yumuşak davranıyorlardı. Uzay aracı elinden alınmı ş, görevlerinden uzakla ştırılmı ş, komuta yetkilerine el konulmuş , zorunlu izne çıkarılmı ştı. Yumu şak davranıyorlar, derkenki sesindeki tedirginlikten, bu yumu şak davranış ın, pek doğal bir ş ey olmadı ğını ve bunun Adam'ı ürkütmü ş olduğ unu sezdi. Sonrasındaysa Alice'e bir şey yansıtmamaya özen gösterdi Adam. Bir ş eyler yolunda gitmiyordu ama, yakında her şey düzelecek, gibi bir havası vardı. Adam'ın bu konuda konu şmaktan rahatsız olduğunu gören Alice de fazla üzerine varmadı onun. Oluruna bıraktı. Katıldığ ı toplantılar, televizyon programları, sürdürdükleri gündelik hayat sanki her şeyi ola ğanlaş tırmı ştı. Durum kabullenilmiş görünüyordu. Adam da sanki zamanla ba ğı şlanacak, hafif bir cezayla atlatacaktı. Oysa birkaç gün sonra, bir gece Adam eve dönmedi, Alice çok meraklandı. Sesli yazılı her türlü ileti şim kaydına ve kanalına girerek arayabileceğ i yerleri aradı. Hiçbir yerden doyurucu bir yanıt alamadı. Adam'ın çok özel durumlarda kendisine ula şabilmesi için bıraktı ğı sinyallerin şifresini denedi, hiçbir şeyden sonuç alamıyordu. Meraktan delirmek üzereydi. Adam, hemen her konuda oldu ğu gibi bu konuda da çok dikkatliydi. Onu hiç habersiz bırakmazdı. Alice, merak ve kaygılar içinde kendini odalardan odalara savurup dururken, sabaha kar şı, ileri bir saatte, birdenbire robot ZTteSQ bir hayalet gibi belirdi koridorda. Onun böyle evin içinde ansızın bitivermesiyle sinirleri zaten boş almış olan Alice'in ödü patladı. Canhıra ş bir çığlık attı. Gezegene geldiğ inden beri hiç görmemi şti onu. Bir gece sabaha kar şı sessiz sedasız birdenbire koridorda bitivermiş ti ve şimdi kendisine gülümsüyordu. Korkmayın, meraklanmayın, diyordu. O gö ğüsten gelen şefkat dolu yatıştırıcı sesiyle, Merak edecek bir ş ey yok. Her zamanki gibi yüzü de, sesi de fazladan bir özellik yansıtmıyordu. Yalnız biraz daha hızlı ve hareketli olduğ u dikkatini çekti Alice'in. Lütfen sakin olun! Size gereken açıklamalar yapılacak. Alice'e doğ ru hızla yakla şmasıyla, herhangi bir ş ey söylemesine fırsat vermeden i ğne yapması bir oldu. Đğne yapmak, sizin kimyanıza en uygun yöntem, bu i ğneyi tanıyorsunuz, Silvpuoquaxan i ğnesi. Hiçbir zarar görmeyeceksiniz, yalnızca sizi yatış tırmam gerekiyor. Alice, hemen kayıtsızla şmıştı, o kadar ki daha i ğne bedeninden kopmadan tamamıyla uyuş muştu, kendisine iğ ne yapıldığını görüyor ve hiçbir ş ey hissetmiyor, hiçbir ş ey yapamıyordu. Yalnızca sayıklayan gözlerle kendini seyrediyor, kendisine yapılanı kayıtsızca

Page 51: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

izliyordu. Kendi teni bir başkasınınmı ş gibiydi şimdi. Direncini, kar şı koyma gücünü bütünüyle yitirdi. Hemen iki robot daha geldi koridorun di ğer ucundan. Alice'i kucaklayıp, ZTteSQ ile birlikte koridorda ilerlemeye ba şladılar. Koridorun sonundaki gökdelenin dı şyüzey asansörüne bağlantılı çıkış a do ğru ilerliyorlardı. Çıkış kapıları kapandığ ında tam içi geçmek üzereydi ki, içinden bir şey dürttü onu ve insanüstü bir gayretle gözlerini açarak, asansörün sayı göstergesine baktı, e ğer aş ağı iniliyorsa kalıyor demekti, yukarı çıkılıyorsa gidiyor... Bunu niye böyle düşündü ğünü bilmiyordu. Böyle dü şünmesini gerektirecek hiçbir bilgiye sahip de ğildi önceden. Yalnızca bir histi bu. Çok güçlü bir his. Güçlü bir önsezinin, kesinlenmiş bir bilgiden çok daha fazla sonuç verdiğ i olur. Bu kez de öyle oldu. Gökdelenin üstündeki uçu ş pistine çıkmakta olduklarını anladı. Rakamlar yükseliyordu. Gökdelenin tepesine vardıklarında, uçu ş pistinde çalış ır durumda bir uçandaire onu bekliyordu. Her ş eyi anlamıştı, geri götürülüyordu. Adam, Adam, Adam diye sayıklıyordu içinden. Adam nerede? Uyuşturulmu ş kanının damarlarında koyulaşarak, a ğır ağ ır da olsa aktı ğını hissetti bir an. Gerisini görmese de olurdu. Kendini kaybetti. Gözlerini açtığında gene uçandairenin salonunda ve o ekranın kar şısındaydı. Etrafta kimse yoktu. Tehditkar bir sessizlik hakimdi havaya bu kez. Ekran açıktı, Votoroqxqua televizyon kanallarından birinin programları yayımlanıyordu. Adam'dan hiç ses yoktu. Neredeydi acaba? Ne olmu ştu? Duygusuz bir merakla aklından geçiyordu bunlar. Acı ve kaygıyı, bir duygu olarak de ğil, daha çok bir bilgi olarak hissediyordu şu an. Đ çinin sızladı ğını hissetmiyor, yalnızca içinin sızladı ğını biliyordu, duyguları ve tepkileri alınmıştı elinden, içine söz geçiremiyordu. Geri dönüyordu ve yanında Adam yoktu. Az sonra Haberler baş ladı kanalda. "Votoroqxqua Birleş ik Haber Ağ ı", günün önemli haberlerini veriyordu. Đkinci haber kendisiyle ilgiliydi. Alice, i ğnenin etkisine kar şın duyabilece ği en derin şaşkınlı ğı ve deh şeti ya şadı. Bu akş amüstü Adam Eaio ile Alice Star, büyük bir veda partisi vermişler, gezegendeki arkadaşları ve dostları tarafından büyük bir sevgiyle dünya gezegenine uğurlanmışlardı. Az sonra, görüntüler düşmeye ba şladı sözlerin üstüne. Partiden ş ampanya hafifliğinde görüntüler veriyorlardı: Alice ve Adam neşeyle dans ediyor, şakalaş ıyor, uzun ayaklı kadehlerle birbirlerinin elinden içki içiyorlardı. Đlkin jüpon eteklerini savura savura dans eden Alice, ardından siyah saten eldivenlerini çıkarıp havalara fırlatıyor; gözyaş ları içinde verdiği demeçlerde, Votoroqxqua'da geçirdiğ i mutlu günlerden söz ediyor; ardından sevgilisinin kolunda etrafa gülücükler ve günün anısına imza dağıtıyordu. Son olarak uçandairenin kapısı kapanmadan, kucaklarında veda çiçekleriyle, her ikisi birlikte el sallıyorlardı geride kalanlara... Yeniden görünen sunucu, çiftin dünyada çok kalmayıp, di ğer gökada takımlarını gezeceklerinden söz ediyordu. Alice, çok korktu, hayatı boyunca hiç korkmadı ğı kadar korktu. Bütün bu görüntüler yalandı. Bu gösterilenlerin hiçbiri olmamış tı. Đleri teknikle yapılmış birer bilgisayar yalanıydı hepsi. Ne parti vardı ortada, ne veda... Bilgisayar hileleriyle elde ettikleri sanal görüntülerle, bütün gezegene yalan söylemi şler, kendisini de apar topar bir uçandairenin içine tıkıp yola çıkarmış lardı ve ne olacağ ı meçhuldü. Gezegendeki herkes; bu yalanı seyretmi ş ve tabii gerçek sanmı ştı. Nasıl olmasın? Bütün görüntülerde kendi yüzü, kendi sesi vardı. Adam vardı. Kayboluş una ili şkin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kesinlikte bir çözümdü bu. Ekran yalanı!

Page 52: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Elde edilen görüntüler ve elde edilen seslerle söylenen büyük yalanlar! Bu kurguyu, bu görüntüleri seyreden hiç kimse, bunların yalan olduğ unu dü şünemezdi tabii. Evet, bundan daha iyi bir çözüm olamazdı. Görüntülerle gerçe ği örtmü şlerdi. Sahte görüntülerle gerçek gerçe ği... Herkesin gözü önünde dünyadan kaçırılan Alice, gene herkesin gözü önünde bu kez de Votoroqxqua gezegeninden u ğurlanmı ştı. Ekranlar tanıktı. Az sonra di ğer haberlere geçildiğ inde, ekran kendili ğinden karardı; belli ki, seyretmesini istedikleri şeyi seyrettirmi şlerdi, fazlasına gerek yoktu. Sönmüş ekranın karş ısında öyle dalgın, boşalmış bir süre kalakaldı. A ğlayamayacağ ını biliyordu. Đçini tıkamışlardı. Ama yüzünde giderek derinle şen hüznü bir üçüncü göz gibi görüyordu. Hep o ardındaki kapı açılacak ve o derin gülümseyiş le Adam birdenbire ortaya çıkacak sanıyordu; öte yandan, içinde çok güçlü bir duygu, acımasız bir önsezi, bunun asla olmayaca ğını söylüyordu ona. Bir daha asla! Kimi önseziler, gerçeğ in bilgisinden daha kesindirler. Zulüm kadar kesin. Hala çok sessizdi ortalık. Pencereden dı şarı baktığında, hızla ilerlediklerini görüyordu. Adam neredeydi? Ş u anda bundan daha çok bilmek isteyeceğ i hiçbir ş ey yoktu, hiçbir şey... Bilgi odasında, o arşiv kayıtları arasında geçirdiğ i saatleri dü şündüğ ünde, yüzüne kederli bir gülümseyiş yayıldı; bazen bir insanın nerede oldu ğunu ve ne yaptı ğını bilmek, bütün bir insanlık tarihini bilmekten bile daha önem taş ıyabiliyormu ş meğer... Dünyanın en önemli sorusu, birinin şu an nerede, nasıl, kimlerle oldu ğu olabiliyormuş ... Az sonra ekran yavaş yava ş gümüş ı şınımlı dalgalar ve sinyallerle renklendi. Bir hazırlık öncesi gibi yatay, dikey, verev çizgiler, diyagonal e ğriler geçip durdu ekrandan. Ardından tuhaf bir bulanıklık belirdi. Sis da ğılması gibi bir bulanıklık. Bu ekranı tanıyordu Alice, ilk olarak kendi aynası olarak görünmüştü ona, bilincinin içinden geçti ği ayna... Canlanmı ş belle ği... Gözlerini açtı ğında ilk gördüğü şey... Hem sis hem yüzey olan bir ş ey... Berrak bir mavilik diyebileceğ i sıvı bir gaz kımıldıyor ekranda, ardından kalın bulutlara, onların o kesin, koyu beyazlığ ına dönüş erek, birdenbire üç boyutlu bir hal alıyor. Herhangi bir optik aracın yardımı olmaksızın, iki boyutlu bir ekranı üç boyutlu olarak görüyor Alice. Yükseklik ve geni şli ğin yanı sıra derinlik de diriliyor görüntüde. Birden uzak, buruk, tekrarlanmaz bir hatıra gibi, Adam'la sinema ve göz kusuru üzerine konuş tuklarını anımsıyor. Bunları konu şurken Adam'ın yüzündeki o çocuk saflı ğındaki ifade geliyor gözlerinin önüne. Bazı anlarda yüzün aldı ğı bir ifade, sevenin belle ğinde sonsuzla şır, insan o ifadeyi her şeyden çok daha fazla özler. O yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan, hatta ondan nefret ettikten sonra bile, o ifadeyi özler. Bir andır o, ama bütün zamanlara siner. Şimdi onun, o halini ısrarla canlandırmaya çalı şıyor gözlerinin önünde. Ekranın, bir an için de olsa, gene bilinçaltını yansıtaca ğını uman Alice, bir kez daha deniyor, bir kez daha, bir kez daha... Hiç olmazsa ekranda onu, o ifadeyle görebilse, hayır bu kez belle ği dirilmiyor ekranda. Döne büküle sürekli biçim de ği ştiren üç boyutlu bulutsu çizgiler, ilkin sakinleş iyor, ardından çe şitli renklerde noktalarla Alice için daha kolay alımlanabilir bir biçim kazanıyor. Alice, bu duygular içinde gözleri, ekrana çivilenmiş bakarken, birdenbire ekrandaki bu sıvı gazın, bir görüntü de ğil, bir varlık olduğunu deh şetle fark ediyor. Birinin varlı ğı. Bir tür canlı bu.

Page 53: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Sürekli devinen, biçim ve renk deği ştiren bir canlı. Ne insan, ne robot, bamba şka bir şey. Ekran yardımıyla kendisiyle ili şkiye girmeye çalışıyorlar. ... Belli belirsiz seçilecekmiş, bir siluet olarak ortaya çıkacakmış gibi görünen o sıvı gaz kütlesinin biraz olsun durallık kazandığ ı bir anda, ekranın içinden berrak bir ses, Alice'e sesleniyor: Alice Star, size son bir açıklama yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bilmeniz gereken ş eyler var, bu sizin en doğ al hakkınız. Söyleyeceklerimiz, sizin algı sınırlarınıza, sizin dilinize, sizin sözcüklerinize göre ayıklanmı ş, daraltılmı ştır. Đndirgenmiş bir bilgi halkası bu ama, sizin için yeterli ve temel sorularınızı karşılayıcı nitelikte, bundan bir ku şkunuz olmasın. Đ lkin sondan ba şlayalım: Votoroqxqua gezegenindeki zorunlu geziniz artık sona eriyor. Şu anda dünyaya geri gönderilmek üzere yola çıkarılmış bulunuyorsunuz. Geri dönüşünüzle ilgili dünyaya gerekli açıklamalar yapılacak; esenlik içinde indirileceksiniz. Orada sizi kar şılayacaklar. Herkes için en iyi çözümün bu olduğ unu düş ünüyoruz. Alice, ağ zını açmaya çalı şıyor, dudakları binlerce ton ağ ırlı ğında sanki, a ğzını açamıyor ama, aklından geçirip soramadığ ı soru, ekranda yanıtını buluyor hemen: Adam'ı soruyorsunuz, merak etmeyin, onu da açıklayaca ğız. Belirli bir sıralama içinde bütün sorularınızın cevabını bulacaksınız, acele etmeden, bizi sükunetle dinleyin. Ekranda gördü ğünüz şeyin, iç içe geçmiş çe şitli şekiller olmayıp bir varlık oldu ğunu hissettiniz. Evet, biz çok ileri bir uygarlığa ait varlıklarız. Sizin algı boyutlarınız içinde görünmemiz, sizler tarafından alımlanmamız neredeyse olanaksız. Sizin anladığınız anlamda birer cisim değ iliz çünkü. Bizim gezegenimizdeki ben ile biz bile, sizin gezegeninizdeki ben ve bizle aynı kavramlar değil. Ben, sizin anladı ğınız anlamda bir ben de ğilim zaten, kendimi ben diye tanımlamam, sizin anlamanız için kolaylaştırılmış bir şifre yalnızca. Sizin anladı ğınız anlamda ben yoktur, bir bütünün da ğılıp toplanan parçaları vardır, de ği şken genelgeçer parçaları, sürekli dönü şerek kendi var olu şunu yeniler ve sürekli kılar. Zaten hiçbir galakside sizin aynınız, tıpkınız olmaz, olamaz. Bu siz dünyalıların içedönük ve benmerkezci fantezisi yalnızca; evrendeki diğ er gezegenleri, kendinizin bir yansıması olarak görmeniz, kör bir kibirden kaynaklanıyor. Bizim bilebildiğimiz, varlığ ını saptayabildiğ imiz ve tanımlayabildiğimiz gökadalar içerisinde sizin bir benzerinize biz rastlamadık ama, Büyük Boşluk E ğrisi ya da Karanlı ğın Hortumu diye tanımladığ ımız evrenin bize hem çok uzak, hem çok kapalı noktalarında, katrilyonda bir gibi bir olasılıkla, oluşumunun organik koş ulları birebir gerçekle şmiş olduğ u varsayıldı ğında, sizin aynı ve tıpkınız olan canlılar bulunabilir. Ama verdiğ imiz şu yüzdeye bakıldığ ında, bunun ne denli az bir olasılık oldu ğunu anlarsınız. Alice gene a ğzını açacak gibi oluyor. Yanıtı anında geliyor ekrandan: Yok yok, hemen itiraz etmeyin, Ama Adam? diyorsunuz, ama Votoroqxqua'da gördü ğüm insanlar, diyorsunuz; açıklayaca ğım, bekleyiniz; böyle bir giri ş yapmamızın, size bu bilgileri vermemizin nedeni de bu zaten. Öncesinde söylemem gereken şeyler var. Sizin gezegeninize çok uzağız. Di ğer birçok gezegen gibi sizin

Page 54: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gezegeninizi de yakından inceleyebilmemiz, olası gelecek kuramları geliştirmemiz, evrim eğ rilerini izleyebilmemiz için bir benzerini yaratmamız gerekti. Tıpatıp olmasa da bir benzerini. Bu tür üstün nitelikteki deneysel çalı şmalar için, bir çeşit böyle kobay gezegenler yaratıyoruz. Đşte Votoroxqxua da bunlardan biri. Adam Eaio'nun üyesi oldu ğu bu gezegen de, birçok benzeri gibi tamamen bir uydurmadır, bizim gezegenimiz tarafından uydurulmu ş bir hayaldir, tam bir sanal gerçeklik örne ğidir, ama onlar bu gerçe ği bilmiyorlar. Kendilerini gerçek sanıyorlar. Bizim deneylerimizi kendi hayatları sanıyorlar. Ve sizin zamanınızla birkaç yüzyıldır, kendi varlıklarını sanal bir gerçeklik olarak de ğil, organik bir uzay gerçekli ği olarak ya şıyorlar. Dolayısıyla bu gezegeni olu şturan bu canlılar, sizin sandığ ınız gibi organik insanlar olmayıp organik olmayan varlıklar, androidlerdir. Aslını anlamak için üretilmi ş kopyaları yani. Riskle yüklenmiş bu androidlerle çok riskli, tehlikeli deneylere de kalkışılabiliyor. Ola ğan bir süreçle ölmüyorlar, imha ediliyorlar. Kendileri de belirli bir teknolojiye gelebilecek kadar bir evrim gösterdiler, ama kendi gizlerini ele geçiremediler. Bir süredir, bu konuda bir ku şkunun oluş maması için üstün çaba gösteriyoruz. Belki de, bu konudaki yo ğun dikkatimiz, bizi diğ er bazı konularda dikkatsiz kılmış olabilir. Örneğin sizin konunuzda... Bu boyutta bir çılgınlı ğı biz de tahmin etmedik doğ rusu. Bu konuya tekrar dönece ğiz. Gördüğünüz gibi, teknolojik olarak çok şey üretebiliyorlar, örneğ in, çok gelişkin robotlar yapabiliyorlar, gerektiğ inde onlar da robotlarını onarıyor, dönü ştürüyor ya da imha edebiliyorlar. Bamba şka bir teknikle robotları çoğaltabiliyorlar ama, kendilerinin de, aslında bizler için birer robot olduklarını bilmiyorlar. Bunun ö ğrenilmesi halinde, bütün gezegeni imha etmemiz gerekir ki, bunu şimdilik hiç istemiyoruz. Bir süredir onlara, a şkın kimyası üzerine bir deney uyguluyoruz. Gezegeninizin geçmiş yüzyıllarında ortaya çıkmı ş çe şitli aş k biçimlerini anlamaya çalı şıyoruz; beyin bölmeleri, salgı bezleri, organizmanın duygu enerjisi... Đ nsan kimyası üzerine geliştirdi ğimiz bu deneylerle birlikte ansızın, Votoroqxqua gezegeninde, bizim bile beklemedi ğimiz bir ölçüde, salgın bir hastalık gibi ortaya çıkmaya baş ladı aş k. Birçok android deli gibi a şık olmaya ba şladı. Aşk şarkıları, aşk filmleri, a şk edebiyatı istila etti bütün gezegeni. Dünya kanallarına çok sık girmeye, birçok film izlemeye, birçok ş arkı dinlemeye ba şladılar. A şk, bizim için yalnızca bir anlama nesnesi, sizin çe şitli duygularınızın fiziksel, kimyasal kaynaklarına ilişkin testler bunlar. Ama bu deneylerde fazla ileri gidildi anladı ğımız kadarıyla, olaylar bizim denetimimizden çıktı. Bu çılgınlı ğın en tehlikelisini ise Adam Eaio ya şadı. Tuttu bir dünyalıya a şık oldu, bununla da kalmadı, sizi kaçırdı, üstelik bunu bütün dünyaya karş ı büyük bir gösteri şle yaptı, henüz aş amasını tamamlamamı ş dünya ilk kez dış arıdan gelen bir uyarıcıyla, birdenbire uzayın derinli ğiyle yüzle şti. Gezegeniniz, uzayın gerçe ğine de, bilgisine de sahip de ğil henüz; bu yüzden deneylerimiz sırasında tahmin edilememi ş bir sızıntı, milyarlarca yılda bir görülebilen küçük bir sızıntı sonucu, bizim denetimimiz dış ında, aşk uzayın derinliklerine yayılarak yol aldı, oradan da sizin gezegeninize kadar ulaştı. Dünyanın gizli öcü, diyebiliriz belki buna, ondan çalıp denemeye kalkı ştığ ımız a şkın kendisiyle çarptı bizi. Deneylerimizde milyarda bir görülebilen küçük bir dikkatsizlikle, sizin üzülmenize neden olduk belki, ama bu çok küçük bir olasılığın gerçekle şebilmesi yedeğ inde, sizin için bir baş ka umudu da barındırıyor olabilir: Belki de bu tür bir sızıntı sizin gezegeninizin bir tıpkısına da baş ka bir yerde yol açmış olabilir. Katrilyonda bir de olsa, evrenin uzak bir yerinde sizin gezegeninize

Page 55: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

benzer ikinci bir gezegen vardır ve orada tam da aradı ğınız gibi bir Adam Eaio yaşıyor olabilir. Ekran gene sustu. Açıklamalarımdan anlamı ş oldu ğunuzu umuyorum: Adam Eaio, bir insan değildi, organik bir canlı da de ğildi, bir androiddi, ve artık söylemek zorundayım ki, işlediği suçun cezası gereğ i imha edildi. O artık yok. Alice ilk kez olmak üzere ağ zını açabildi, güçlü olmasa da bir çı ğlık attı. Gözlerinden ilaç acılı ğında ya şlar fı şkırdı. Yok artık o, yok artık o, yok, yok, diye durmadan söylenip duruyordu içinden. Ekrandaki sessizlik sürdü. Bekledi. Alice'in içindeki ırmak biraz olsun susar gibi oldu ğunda, Bunu yapmaya mecburduk, dedi ekran. Alice, bundan sonrasını dinlemese de olurdu artık. Beni de imha edin, diye seslendi içinden, Beni de imha edin, ne olur beni de yok edin! Dü şüncelerinin okunduğ unu biliyordu artık. Ağzını açmaya çalı şmıyordu bile. Sayıklar gibi, Beni de imha edin n'olur! deyip duruyordu. Buna hakkımız yok, dedi ekran. Siz bir canlısınız, canlı bir varlıksınız, buna hakkımız yok. Hiçbir canlı yok edilemez. Ama Adam? Adam? O bir androiddi. Kendi de bilmiyordu bunu, ama öyleydi. Bir vida gibi, bir somun gibi düşünün. O gezegendeki herkesin bir android oldu ğunu söyledim size, unuttunuz mu? Onlar kendilerine yüklenenleri ya şıyorlar yalnızca. Đ nsanoğlu örnek alınarak yapılmı ş canlılar onlar. Bunu bilmiyorlar, anlamıyor musunuz? Bilmemeleri de gerekiyor. Çünkü çalı şmalarımız sürüyor. Herkes bir di ğer gücün elinde oyuncak, öyle mi? dedi Alice. Herkes bir di ğerinin robotu mu? Ne biçim evren bu? Ekran gene sustu. Görüntü kendi ekseni etrafında kıvrılıp bükülüp duruyor. Dünyaya gelip giden birinin, bir kimyasal deney sonucunu böyle yaş ayabilece ğini, biz de hiç tahmin etmemiştik inanın; biz de kendi ölçülerimizde bir şaşkınlık ya şadık. Ama, şimdi kimi çok basit, çok yalın bir şeyi hesaplayamamı ş oldu ğumuzu görüyoruz. Bazen geriye dönüp baktı ğımızda, en basit ş eylerin hesap dı şı kalabildiklerini görürüz, bütün geli şkinliğ imize kar şın, bizim için de geçerli bu, evren iş te budur: Rastlantı ile Düzenin çatışması. Sizi rahatlatacaksa e ğer, buna, sizi pusuda bekleyen kader, diyelim. Ke şke Adam Eaio, Votoroqxqua'lı bir android değil de, California'lı bir genç olsaydı Sevgili Alice. Ya da bir dünyalı verebilseydi Adam'ın size verdiklerini. Sizin aş k dedi ğiniz şeyi kendi gezegeninizde bulabilseydiniz keş ke. Yarattığımız androidlerle ve onlara insani duygular, davranı şlar, tepkiler yükleyerek bütün bir gezegeni laboratuvar olarak kullandı ğımızı söyledim az önce, bu projede görevli kendi arkadaşlarımız da, ağ ır bir biçimde cezalandırıldılar; ceza olarak, varlıklarını bütünlemekten alıkonuldular bir süre, eksik parçalar olarak yaşayacaklar cezaları bitene kadar, kimse onlara bir parçasını vermeyecek, hiçbir bütünlü ğe kavuşamayacaklar. Bu bizim için çok önemli bir ceza. Eminim bu da size yabancı geliyordur. Böylelikle onların da, sizinkine benzer bir acı ya şayacaklarını bilmenizi isterim. Size gelince, sizin duygularınızla oynadık, bunun insan bünyesi için ne ifade etti ğini biliyoruz, hasar gördünüz, varlığ ınız yara aldı; gerçekten özür dileriz, elimizden daha fazla bir ş ey gelmiyor, sizi dünyaya, kendi koş ullarınıza, kendi yaş amınıza iade

Page 56: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ediyoruz. Yalnız son bir sorun var: Zayıf bünyenizin bir ömür boyu kaldıramayaca ğı kadar uzay gerçe ğiyle yüklenmi ş durumdasınız. Ayrıca Adam Eaio yüzünden çok acı çekti ğinizin de farkındayız. Bundan sonraki yaş amınızın sağ lı ğı için, dünyadan kaçırılış ınızdan itibaren bütün yaş adıklarınızı bilincinizden silmeyi öneriyoruz. Hayır, diyor gene içinden. Hayır. Hayır. Ekran bir süre susuyor. Bunu size hiç danı şmadan yapabilirdik, bir dü şünün. Az önce size yapmış oldu ğum bütün açıklamaların bir nedeni vardı: Bu da sizin bilinç katmanlarınızı rahatlatmak içindi. O katmanlarda kapalı kalmış belirsizlikleri gidererek, bilinçaltınızda daha sonra rahatsızlıklara yol açabilecek tıkanmalara neden olmamak içindi. E ğer size hiçbir açıklama yapmadan bilinç kayıtlarınızı silseydik, kötülük etmi ş olurduk size; ki yaşadıklarınıza iliş kin bütün bu ucu açık kalmı ş bilgiler, belirsizlikler benliğ inizin derinliklerine iş leyerek, bir kapalı devre olu şturacak, biz bilincinizin kayıtlarını sildikten sonra bile, varlı ğınız için tehlikeli ve karanlık bir çekim alanı haline gelerek, yaş adı ğınız sürece sizi huzursuz edecekti. Şimdi bütün bu bilgiler, bir biçimde kendi kendine katlanarak kazandı ğı açıklamalarla sıfırlandı, ama bu gezegende ya şadıklarınız bir insan için, ola ğanüstü deneyimler; bu yaş adıklarınızdan sonra, bu bilgilerle dünyada rahat edemezsiniz artık. Üstelik dünyanız bu gezegende bütün yaşamı ş olduklarınızı, gördüklerinizi bilmek isteyecektir haklı olarak. Sizi sorgulamak isteyeceklerdir. Dünyanın uzay ileti şiminde basamak atlayacak noktaya gelmedi ğini dü şünüyor ba ğlı bulunduğ umuz gezegenler birliği; dünya henüz evrimini tamamlamamış durumda. Seçilmemiş bir amaçla gerçekle şmiş bulunan bu kar şılaş mayı sonuna kadar götürmek istemiyoruz, dünyanın uzaya bu nedenle ve birdenbire açılmasını istemiyoruz elbet. Size gelince, çok fazla bilgi ve birikimle yüklenmi ş bulunuyorsunuz; size, katlanma gücünüzü bir süre için artıracak kimyasal bir i şlem uygulandı ama, biliyoruz belle ğiniz ve aklınız sapasa ğlam. Bir süre sonra ya şadıklarınız, size a ğır gelerek bünyenizi zehirlemeye ba şlayabilir. Ruhunuz hastalanabilir. Uzayda yaşadıklarınızı, dünyada taş ıyamaz hale gelebilirsiniz. Sizinle milyarlarca yıl sonrasının bir uygarlığ ından bir varlık olarak ilişkiye girmi ş bulunuyoruz, ama evrimsel eğrimiz bizi yan yana getiremez bir daha. Bu yardımı ş imdi kabul edin. Sizden oldu ğu gibi, dünyadan da özür diliyoruz. Alice, kafasını toparlamaya çalış ıyor, düş üncelerini berrakla ştırmaya, isteklerini açık bir biçimde ifade etmeye çalış ıyor: Hala bir seçme şansım varsa eğ er, gezegenlerinize ve uzayda gördüklerime ait bütün bilgileri, bütün öğrendiklerimi, her şeyi, her şeyi silebilirsiniz, ama karşılı ğında bir tek ş ey istiyorum sizden, bir tek Adam'ın hatırasını bırakın bana. Bunu almayın benden. Bırakın, Adam bende yaş asın. Đ nsan bunun için ya şar. Bir tek bunun için, bir büyük aş kın hatırası için. Ama çok acı çekeceksiniz. Siz rüyalarının gerçekleştiğ ini gören ender şanslılardan birisiniz. Bunu yitirmi ş olmak, varlı ğınızın katlanamayaca ğı bir acı yükleyecek size. Bütün hayatınızı bir sanal gerçekli ğin hatırası uğruna iptal etmeye kalkışıyorsunuz. Olsun, razıyım. Hem sanal gerçek dedi ğiniz nedir ki, Adam sanal olabilir, ama aşk gerçekti, hem o bile sanal olsa ne fark eder? Bütün o mucize güzeli günleri ya şadım ben. Kollarıyla sardı beni, gö ğsünde uyuttu, a şkın bütün kelimelerini verdi bana. Hayallerimden bir hayat yaptı. Ötesinin bir anlamı yok ki benim

Page 57: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

için... Adam, ister canlı olsun, ister android, isterse bamba şka bir şey, hiç önemli de ğil, o benim sevgilimdi ve ben, onun bende ya şamasını istiyorum. Bir tek bunu istiyorum sizden. Adam'ın hatırasını almayın benden. Ben ölüp gittikten sonra Adam da olmayacak ki zaten. Onu hatırlayacak hiç kimse olmayacak ki... Benim zavallı küçük ömrüme sı ğan bir hayal olacak yalnızca. Ekran her zamankiden daha uzun susuyor. Sizi hiç anlamıyoruz diyor, ekran. Gene susuyor. Adam demek, bu gezegen demek ama, diyor ekran. Adam'ın bütün hatırası bu gezegenle ilgili. Dilerseniz her ş eyi silin, diyor Alice, Đsterseniz, dünyadaki belleğ imi de silin, bütün yaşamı ş olduklarımı silin, bir tek Adam'ın hatırasını istiyorum, her şeyi unutmu ş ama yalnızca Adam'ı hatırlayan bir yarı deli olarak ya şamaya razıyım ben. Görüyorsunuz ki, a şkı ve kimyasını anlamak için koskoca bir gezegen yaratmamız boşuna değilmiş, diyor ekran. Sizden milyarlarca yıl ileride bir gezegendeyiz ve sizin bizden isteklerinizi anlamak kar şısında aciz kalıyoruz. Bizim için bile büyük sayılabilecek bir güç harcıyoruz sizi anlamak için. Umarım haklısınızdır. Bu arada şunu söyleyeyim, şu anda dünyaya dönüş ünüze ait bir açıklama yapılıyor. Şu an herkes dönüş ünüzü ö ğrenmiş bulunuyor. Alice, dünyaya döndükten sonra bu konuda hiçbir şey konuş amayacağını biliyordu, dili ve belle ği alınacaktı elinden, anıları alınacaktı, ne Mısır piramitlerinin nasıl yapıldı ğını anlatabilecekti, ne de o cam balondaki renkli vagonları... Đğneci kadın ZTteSQ'nun taklidini yapamayacaktı kimseye. Mona Lisa'yı herkes gene kadın sanacaktı. Biliyordu, bir süre yo ğun bir biçimde herkesin odağı olacak, bıktırıcı, usandırıcı sorularla zehirlenmi ş bir hayat yaşayacaktı; bir ermişin, bir yalvacın katlandı ğı bir çile gibi ya şayacaktı üzerindeki yo ğun ilgi ve baskıyı; bunlara katlanabilirdi, i şinden ötürü belli bir ba ğışıklığı vardı zaten. Uzun sorgulamalara tabi tutulacak, durmadan yinelenen hep aynı sorularla karşıla şacaktı, sonunda herkes onun uzayda bilincinin silinmiş oldu ğuna, hiçbir ş ey hatırlamadığ ına karar vererek yakasını bırakacaktı; o da her şeyin sakinleş ti ği, normale döndü ğü, hatta biraz unutuldu ğu bir zamanda, bir gece yarısı bir uça ğa atladığı gibi okyanus geçecek, Türkiye'ye, Harran'a gidecekti. Biliyordu, Votoroqxqua en iyi oradan görünürdü. Adam Eaio'nun çocukluğ u, onu, orada bekleyecekti. Dünyadaki çocukluğ u. Onun hatıralarının izini sürmeye adayacaktı ya şamının geri kalanını. Ne yaparlarsa yapsınlar, bilincinin derinliklerinden Adam'a ili şkin görüntüleri silemeyeceklerdi. Gidip Harran'a yerle şecekti ve bir daha hiç kimse haber alamayacaktı ondan. Orada, o gizemli topraklarda, gece yarıları yarısı yıkılmı ş harabelerde, Adam'la bulu şacaktı, fısıldayarak konu şacaklardı ay ı şı ğının aydınlığında, harabelerin herkesten uzak bir kö şesinde bir tek onlar konu şacaklardı kimsenin konu şamadıklarını; kimse duymayacaktı ne konu ştuklarını, kimse bilmeyecekti; bir tek onlar ve gece olacaktı koskoca yeryüzünde. Bir de kumların ıslığı... Alice ve Adam sürgün edildikleri yeryüzünde, sı ğındıkları Harran'ın dilsiz varlı ğında, uykusu uzun o harabelerde, geceleri yıldızları seyrederek el ele uyuyacaklardı. Orada. O harabelerde. Bütün geçmi ş a şkların hayaletleriyle birlikte. Bir tek onlar. Çorak toprağ a dayadıkları kulaklarında yeryüzü çınlarken deliler gibi

Page 58: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

sevişeceklerdi. Köylüler, gene o deli Amerikalı kadın geziyor harabelerin orada, diyeceklerdi, gene yıldızlarla konu şuyor. Dünyanın uzayla ilgili hayalleri Alice ile birlikte sönecekti. Belki yüzyıl sonra, uzaylılar belki ba şka türlü bir iliş ki kuracaklardı dünyayla ama, Alice o zaman artık ya şamıyor olacaktı. Ekran yeniden hareketlendi. Alice Star ş imdi buradan gönderdi ğimiz bir ış ınım dalgasıyla birlikte bilinç kayıtlarınız silinmeye başlanacak, dedi ekran. Zaman ve mekandan soyutlanmış bir Adam Eaio hayali bırakıyoruz sizde. Onu diledi ğiniz gibi yorumlayabilir, yaşayabilirsiniz bundan böyle. Az sonra Alice, ansızın uyandırıldı ğında hızla unutulan bir rüyanın içinden geçiyormuş çasına belirsiz uçuculukları ardında bırakarak bir tür ayılmaya doğ ru ilerledi. Đlkin ekran giderek iki boyutlu bir hal almaya baş ladı; çizgiler gölgelere, biçimler hiçbir şey söylemeyen belirsiz lekelere dönüştü, ardından da tamamıyla söndü. Şimdi bo ş bir ekrandı yalnızca. Alice onun karş ısındaki koltukta, boş bir çuval gibi oturur durumda buldu kendini. Alice'in en yakın zamana ait anımsadı ğı şey, az önce LA Stadyumu'nda sahnede şarkı söylüyor olduğ uydu. Pencereden baktı ğında masmavi bir portakal gibi gülümseyen dünyayı gördü. Uzaydan çekilmi ş fotoğraflarındaki gibiydi dünya. Alice'in dünyaya döndü ğü sıralarda, Alice'in kaçırılış ının üzerinden dünya zamanıyla birkaç yıl geçmi şti. Ve şimdi dünyaya dönüşünün televizyonlarda açıklanması sönmüş heyecanı yeniden diriltti. Yeniden aynı heyecan dalgası sardı bütün dünyayı. Texas'ın küçük bir kasabasındaki küçük bir çiftlikte, afacan bir oğ lan çocu ğu, avazı çıktığ ı kadar bağırarak, dı şarıda odun yaran babasına sesleniyordu: Baba, baba! Koş gel bak, televizyondaki adam aynı sana benziyor! Sanki senmi şsin gibi baba! Sanki senmi şsin gibi! Dünyaya yapılacak ikinci bir açıklamayı, gene Adam Eaio görüntüsüyle yapmayı do ğru bulmamış lar, Alice'in anıları içinde bellek kayıtlarına düşen ilk insan görüntüsüyle biraz oynayarak elde ettikleri birine sundurmu şlardı bu haberi. Bu kiş i, büyük kentte bütün umutları ö ğütüldükten sonra yeniden kasabasına dönen ve hayatının geri kalanını bir çiftçi olarak geçirmeye karar veren, o gece yarısı kovboyundan ba şkası değ ildi. Alice'in geri dönü ş haberini tezgahının ba şındaki televizyondan öğrenen annesi Köpek Kathy'nin ilk sözü, Ben size dememi ş miydim, Alice her zaman eve döner, demek oldu. Köpek Kathy hayatında ilk kez gülümsüyordu. 1985-1995 ::::::::::::::::: AYNALI PASTANE KASADA OTURUYORDU BÜTÜN GÜN. TUŞLARI, TU ŞLARIN ÜZERĐNDEKĐ rakamları, uzun, biçimli tırnaklarını, tırnaklarının ı şıyan cilasını görüyordu en çok. Tu şlara basmaktan tırnaklarının cilasının biraz daha a şındığ ını görüyordu. Bu, ona ömrünü dü şündürüyordu,

Page 59: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir ömrü oldu ğunu; akıp giden zamanı... Đş inin ona sundu ğu alabildi ğine gündelik, sıradan ve baya ğı bu örnekte ya şamına ilişkin bir "metafor" buluyordu. Hayat: Aşınan tırnak cilası... Sen istedi ğin kadar tu şlara bas dur! Zaman hiçbir şey olmadan geçiyor! Kasada oturuyordu bütün gün. Bütün dünyayı buradan görüyordu. Bunlarla görüyordu. Ona, dünyayı bunlar sa ğlıyordu. Geriye dünya kalmıyordu oysa, geriye hiçbir şey kalmıyordu, olsun. Başka bir hayat bilmiyordu. Kasa ona emanetti. Patronların güvenini kazanmış tı. Özellikle para konusunda çok titiz, çok dikkatliydiler; başka şeylere fazla karı şmazlardı. Üstelik fazladan herhangi bir şey yapmadan kazanmı ştı onların güvenini. Oldu ğu gibi davranmı ştı yalnızca, kendi gibi, her zamanki gibi, kimseyi bir şeye inandırmaya, ikna etmeye çalış madan. Hayatta da böyleydi. Fazladan gayret göstermeye hiç inanmazdı. Ya şamın akı şını hiç zorlamazdı. Her şeyi zamanın akı şına bırakmakta kendiliğ inden kazanılmı ş bir ustalığ a sahipti. Belki de bu yüzden kazanmı ştı güvenlerini. Yaşamda birçok şeyi, belki de bu yüzden yitirdi ği gibi... Kasanın tam karş ısına dü şen duvar, boydan boya aynaydı. Yaldızlı ayna. Bu yüzden adı Aynalı Pastane'ye çıkmıştı buranın. Herkes pastanenin kendi adını bırakmı ş, "Aynalı Pastane" demeye başlamış tı.. Kimi zaman aynadaki paslı beneklerle uçsuzlaşan kendi derinli ğine dalar giderdi. Dudaklarını kıpırdatmadan uzun uzun konuşurdu, kendiyle konuş urdu. Daha çok yeni sevgililer, köşe-bucak kaçamağ ı yapan çiftler gelirdi pastaneye. Gözlerden ırak masalara, tenha kö şelere çekilir, birbirlerinin a ğızlarının içine düşerek mırıl mırıl konu şur, cilvele şir, öpü şür, kokla şır giderlerdi. Oturdu ğu yerden hepsine hikayeler uydurur, gelecekler kurar, ili şkilerini kendi kafasında yeniden yazardı. Evlensin istedi ği çiftler olurdu, mutlu olsunlar, ömür boyu hiç ayrılmasınlar istedi ği çiftler olurdu, kavgalarına tanık oldu ğu çiftler olurdu, ayrıldıklarına çok üzüldüğ ü çiftler olurdu, evliliklerinden memlekete zarar gelece ğini dü şündüğü, her davranışlarına "sinir olduğu" burnubüyük çiftler olurdu. Daha görür görmez uzun sürmeyece ğini anladı ğı ili şkiler olurdu. Epeydir ortalıkta görünmedikten sonra, bir gün yalnız baş ına çıkıp gelen birinin, nedense anılarının izini sürdüğ ünü dü şünür, onunla birlikte içlenir, hüzünlenirdi. Kasanın başında ve a şkın merkezinde oturduğ unu düş ünürdü. Bir eski ça ğ masalcısı gibi aşklara hikayeci oldu ğunu düş ünürdü. Sezgilerini ve gözlemlerini önemserdi. Müş terilerle özel ahbaplıklar, yakınlıklar kurmamaya özen gösterirdi. Patronların temel ilkesiydi zaten bu. Her müş teriyi ilk kez görüyormu ş gibi yapacaksınız, diyorlardı; öyle yapacaksınız ki, rahat girip çıksın buraya. Kendini hesap vermek mecburiyetinde hissetmesin, diyorlardı. Çoğ unun karısı vardır; babası, a ğabeyi vardır. Onları tanımadı ğınızı dü şünmelerini sağlayın. Đ lk defa görüyormuş gibi yapın. Böylece, kaçamakları konusunda içleri rahat eder. Güven duyarlar. Unutma, insanlar kandırılmak ister! Ama, onun mü şterilere kar şı gösterdi ği bu kayıtsızlık, patronlarının gönlünü hoş etmekten çok, kendi içe kapanı şından kaynaklanıyordu. Buraya gelenler, tıpkı film kahramanları gibi, yalnızca maceralarını seyretti ği insanlar olmalı ve öyle kalmalıydılar; onlara iliş kin kimi meraklarını nasıl olsa kendi hayal gücünün tamamladığını düşünüyordu. Herkes onun hayal etti ği kadar kalmalıydı. Onların gerçek hikayelerini yüklenmek istemiyordu. Onları, kendine ait sözcüklerle konu şturuyor, kendine ait sözcüklerle tanımlıyordu. Onların kendi sözcüklerini, kendi a ğızlarından duymak istemiyordu. Burada bir kuyudaydı ve bol yıldızlı bir gökyüzüne bakarak hayal kuruyordu. Dü ştüğü kuyuyu ancak

Page 60: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kendi masalları anlamlandırabilirdi. Çocukken aile albümlerindeki ölmüşlerin resimlerini yan yana koyar, onları konu ştururmuş . Şimdiyse, ya şayan, karş ısında duran, gözlerinin önündeki bu insanları konuşturuyor; burada, ş u pas benekli aynalara vuran masaların soluk yansısında, sihirli hikayelerden bir dünya kurmayı öğreniyordu. Koca bir dünya. Hep ilk a şkların taze heyecanlarını duyan genç sevgililer de ğildi gelenler tabii. Her geli şlerinde yanlarındakini değ iş tiren macera dü şkünü hızlı çapkınlar, kart zamparalar, film yıldızlarından çaldıkları pozlara kendini fazla kaptırmı ş, saçları bolca sürülmüş briyantinden ya ğlı ya ğlı parlayan, etrafa kötü kötü sırıtan genç adamlar gelirdi. Sonra para kar şılığ ı çalıştığ ını dü şündüğ ü kızlar... Bu kızlar ba şlangıçta daha kötü giysilerle, daha bakımsız bir halde gelir; i ğreti oturur, suçlu gözlerle etrafa bakınır, bir fincan çay istemeye bile çekinirler; bir süre sonra, yanlarındaki erkekler değ işmeye; üstleri ba şları toparlanmaya; saçlarının rengi açılmaya başlar; ilk geldiklerindeki çekingenliklerini atarlar üzerlerinden, garsonu ba şka türlü ça ğırmaya başlarlar; seslerine bir geniş lik gelir, elleri kolları serbestler, hatta yavaş yavaş küstahla şırlar; kendilerini savunmayı öğrenmi şlerdir, giderek yırtıklaşırlar; e ğer "mesleklerinde" ilerlemiş lerse, yeniden alçakgönüllü ve kibar görünmeyi, etrafa iyi muamele etmeyi, güler yüzlü ve nazik davranmayı, alçak sesle konuşmayı ve kendinden emin olmayı ö ğrenirler. Artık tehlikeyi a şmış demektir bunlar. Paranın her ş eyi satın aldı ğı güvenli ve vaat edilmiş topraklardadırlar şimdi. Böyle bir çizgisi vardır kaderlerinin. Bir süre sonra ise, artık hiç gelmez olurlar. Kimi daha iyi yerlere yükseldi ği, kimi tutunamayıp daha kötü yerlere dü ştüğü için. Onun için onların hikayeleri burada biter. Gerisi başka yerdedir, başka tanıklıklar gerektirir. Ba şka sözler... Kasanın altındaki kendi " şahsi e şyalarını" koydu ğu çekmecede her zaman bulundurduğu şömiz ciltli, sayfaları da ğılmış sözlükte bundan sonrası için sözcük yoktur. Yalnızca bo ş sayfalar... Aliye ise bu kasanın ba şından hiç kalkmaz. Kasanın ötesini düşünmek de istemez. Kasa, onun için güvenli bir ya şamın sınırıdır. Önünden geçen kurbanlar ve kahramanlar ona değmesin ister. Onun baş ını beklediğ i ş eyin, rakamlar ve kelimeler olması gerektiğ ini dü şünür. Sırları uçuklamı ş aynanın pas benekli yüzeyinden hızla gelip geçen görüntülere gömülüp kaybolan hikayelerin ardına düşmek istemez. Orada bırakır. Hiçbirinin hikayesinde yol almaz. Ortaokul sıralarındaki acemi, sarsak kenar mahalle a şklarını saymazsak e ğer, kendi sevgilisi olmadı hiç. Ticaret lisesindeyken zaten pek parlak bir öğ renci değ ildi, kendini genç yaş ta bu kasanın baş ında buldu. Ya şı küçüktü ama, az paraya çalış acak çok güvenli bir kız bulmu ştu patronları. Onu hemen işe aldılar. Sanki bütün hayatı bu kasanın ba şında geçmiş ti. "Aynalı Pastane"nin aynasından görmüştü bütün dünyayı. O kadarını ise güzel anlatıyordu. Bir masalcı gibi ya şamaya kar şı hiçbir yeteneğ i yokken, sözcükler ve hayallerle kurduğ u dünya, ve kurdu ğu bu dünya içinde birer masal kahramanına dönü şen, gördüğü bütün bu insanlar, onun görünmez varlığ ında derin derin soluk alıyor, keskin hatlarla çizilmiş capcanlı karakterlere dönü şüyor, kendilerinden habersiz bir ikinci hayat yaşıyorlardı. Bu da Aliye'nin katlanma gücünü artırıyordu. Epey uzun bir süre böyle sürdü bu. Ta ki, o, bir gün o kasanın ba şından kalkmaya karar verene kadar.

Page 61: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Kendi masalını yaş amaya karar verene kadar. ... Pastanenin camında ne zaman yüzü bitse ürperirdi. Muhabbet tellalı, demişlerdi onun için, daha kabaca, Pezevenktir, diyenler de olmuştu. Ermeni pezevenk. Bir de komik adı vardı. Adı de ğil de, daha çok lakabı. Adını gölgeleyen, hatta çoktan unutturmuş olan bir lakap. Böylelerinin gerçek adı öldüklerinde ö ğrenilir ancak. Cenaze i şlemleri yapılırken, gömülürken... Bembeyaz takım elbise giyerdi. Hafif, tiril tiril ketenler. Tavş ana benzerdi. Dudakları da tav şan gibiydi. Bir tek burnu beyaz olan, sivri topuklu, siyah mokasen ayakkabılar; köstekli saatini taktığ ı parlak kırmızı bir yelek; bazen içinden ikinci bir tav şan çıkacağını umduran eski bir şapka; bazen şık bir baston. Yağ murlu havalarda ise bir kara melek şemsiyesi... Dindi ğinde bambaş ka bir hayat başlatacak olan büyülü, uzun ya ğmurlar... Đnce dişli taraklarla sıkı sıkıya taranmış , seyrelmi ş saçları, her zaman yağ lı ya ğlı parlar; kokusunun iyi mi, kötü mü oldu ğuna kolay karar verilemeyen tuhaf bir esans sürerdi. Sık sık yelek cebinden gösteri şli bir hareketle çıkardığı köstekli saatine bakar, bir giz onaylıyormuş gibi müphem bakı şlarla başını sallardı. Hep acelesi varmış gibi görünmesine kar şın, sanki çok ki şinin bilmedi ği ama kendinin yıllar önce keş fetti ği bir yavaşlığ ın tadını çıkarıyordu. Sanki zamanın geçi şine ait kimsenin bilmediğ i ş eyler biliyordu. Aliye, onu pastanenin camından kendisini uzun uzun seyrederken yakalamı ştı bir gün. Kapıya çıkmış, Đçeri gelsenize, demişti, Burası pastane, umuma açık bir yer, ne diye camda durup içeri bakıyorsunuz, baş ka zamanlarda hiç mi içeri girmiyorsunuz sanki? Gülümsemişti adam, bunun üzerine içeri girmi ş, çikolatalı pasta, pötibör ve çay istemişti. Bıyıklarının kırına bulaşmı ş pasta kırıntılarını, bembeyaz, kolah bir mendille ve manidar hareketlerle silmiş ti. Kibar bir beydi. Eski zamanların rengini veriyordu girdiğ i her yere. Pastane kapandıktan sonra evine dönmek için dolmu ş durağına giderken de, durağ a kadar uzaktan takip etmi şti Aliye'yi. Mahcup olmuştu. Bir adam tarafından takip edilmek!.. Üstelik adam kendi için hayli yaş lı sayılırdı. Hayal kurdurmazdı böyleleri. Bu sırada birdenbire dehşetle fark etti ki, tırnaklarına bulaş mış rakamlar, birer birer yola düş üyor... O rakamları yerden toplayarak çantasına koyuyor, e ğilip kalkarken terliyor, tam bitti derken, gözünden kaçmış birkaç rakam gene tırnaklarının arasından yere düşüyor. O adamın arkasında oldu ğunu bilirken, sürekli e ğilip kalkması ve yere düş en rakamları toplayarak çantasına doldurması, büsbütün mahcup etmi şti kendini. Parlaklığ ını yitirerek kararırcasına matlaş an tırnak cilası pul pul dökülüyordu rakamları yerden kazırken. Geçtiğ i yerlere kadınsı bir suçluluğun izlerini bırakıyordu. Yalnız ardındaki adam de ğil, bütün Đstanbul kendine bakıyormuş gibi geliyordu. Görmediğ i gözlerin ayıplayan bakı şlarını hissediyordu üzerinde. Kalabalıkların izleyen ve gözetleyen harlı soluğ unu ensesinde duyuyordu. E ğilip kalkarken çok terlemiş oldu ğundan, çantasından mendilini çıkarıp yüzünü sildi. Yüzü silindi. Artık tanıyamazdı onu. Ba şka bir kadın sanırdı. Nitekim öyle oldu. Yüzündeki izini kaybettirdi adama. Onu başka bir kadın sanıp yanından geçip gitti adam... Gizlendiğ i bir ba şkasının dudaklarında gülümsedi bu duruma. Dolmuş a bindi acele acele... Dolmu şun arka koltu ğunda sıkı şık

Page 62: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

oturdu. Yanındaki adamın dizi dizine de ğdi. Yüzü geri geldi yüzüne. Kızarmak için geldi. Gözleri ya şlarla dolu olarak geldi. Önde oturan, kabarık saçlı, fazla bakımlı ve hırçın kadın, arkasına dönerek, Neden ağlıyorsunuz kızım? dedi, Ve neden dizinizin, adamın dizine değmesine izin veriyorsunuz? Bakın, yüre ğinizin çarpıntısından araba sallanıyor. Yüzü daha çok kızardı. Mendili kıpkırmızı oldu. Aslında otobüse binmeliydim, diye geçirdi içinden. Rezil oldum! Her ayın ilk on günü dolmu şa, geri kalan günleri otobüse biniyordu ak şam dönü şlerinde. Otobüslerde korkum ço ğalıyor. Đnsanlar ço ğalıyor. Sıkıntım çoğ alıyor. Dolmuşlarda beni tanıyanlar çoğalıyor. Herkes pastanede çalı ştı ğımı biliyor. Ya da ben öyle sanıyorum. Pastaneye gelen herkesi aklımda tutmaya çalı şıyorum. Aklımda tutmaya çalı şıyorum ki, baş ka bir yerde kar şıma çıktıklarında, şaşırmayayım, nasıl davranmam gerektiğini bileyim. Bazen, önemli birine önemsiz biriymi ş, bazen de, önemsiz birine önemli biriymiş gibi davranıyor, insanları şaşırtıyorum. Hatamı anladı ğımda kendim de üzülüyorum bu duruma. Böyle yapmamalıyım. Patronlar paralarını, mü şteriler hikayelerini güveniyorlar bana. Bense, kelimelerle paraları, hikayelerle güvenleri, insanlarla tırnak cilasını karış tırır oldum. Ke şke baş ka bir i ş bulsaydım... Ama bu iş falımda çıktı. Evet, doğ ruydu, falında çıkmış tı. Ba şka bir i ş bulamazdı. Bu i şi, ona, bir yazar bulmu ştu. Kendi de işsiz olan bir yazar bulmuş tu. Aliye'nin, ailesinin geçimine katkıda bulunması gerekiyordu. Ticaret lisesini güç bela bitirmişti, kısa sürelerle birkaç i şe girmiş çıkmış , hiçbir yerde diki ş tutturamamı ştı. Bazılarından kendi iste ğiyle ayrılmış , bazılarından kovulmu ştu. Mahalleye yeni bir yazar ta şınmış , dediler. Genç bir adam. Bir yandan romanlar, hikayeler yazıyor, bir yandan falcılık yapıyormu ş. Daha do ğrusu, parasızlıktan falcılık yapıyormu ş. Ona git, bazılarından kendi hayat hikayelerini alıyor, kar şılığında onlara gelecek veriyormuş . Mahallelinin dediğine bakılırsa, nice de ğme falcıdan daha iyi görüyormuş gelece ği. Yazarın evi, mahallenin ana caddeye yakın yerinde, Kamer Hatun Camii'nin karş ısına düşüyordu. Çok büyük bir yatak odası vardı. Eski püskü eş yalarla dö şenmi şti. Eskicilerden ucuza kapatılmı ş eşyalardı bunlar. Şarap rengi, sim i şli bir yorgan yüzü, bütün odayı ış ıtmaya yetiyordu. Duvarlar pul pul ı şıyordu yansımasından. Ağaç kabuğu rengi eski bir konsolun üzerinde iki karpuz lamba eski zamanların bütün görkemiyle ışıyor, geçmişi aydınlatıyordu. Duvarlardaki külahlı apliklerin duvara vuran ış ı ğı kağ ıt yanığı rengindeydi. Yanık karemela duygusu veriyordu duvarlara. Odanın, kemer kesimli, içerlekli iki büyük penceresi, ön sıradaki ana caddeye bakan apartmanların arka avlusuna bakıyordu. O iki büyük pencereye --parasızlıktan-- Topa ğacı'nda oturan ve çok güzel bir kadın olan bir hanım arkadaş ından aldığı, eski, naylon banyo perdeleri asmı ştı. Bunu birkaç kez ısrarla tekrar etmi şti. Kendine acımaktan çok, belli ki unutulmasın, iyice akıllarda kalsın, diye yapıyordu bunu. Ayrıntılara tapıyordu bu yazar. Beyaz üzerine mavi puanları vardı banyo perdelerinin. Uzaktan naylon oldukları hiç anla şılmıyordu. Bu da yazarın hem ho şuna gidiyor, hem de kızıyordu. Herkes keten perde sanıyor, diyordu. Đ mgenin yanlış anla şılması i şte. Sanatta hep ba şımıza gelen şey! Aliye, böyle karış ık sözleri anlamasa da, yazarın bütün bunları aslında kendi kendine söylediğini seziyor, orada bulunu şunun hiç olmazsa bu işe yaradı ğını dü şünerek, baş ını sallamak zorunlulu ğu duyuyordu. Ne de olsa falına bakacaktı. Đlgisiz görünerek onu

Page 63: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kızdırmak istemiyordu. Kendi kendine konuş anların en çok kızdıkları şeyin, başkalarının kayıtsızlı ğı oldu ğunu öğ renmi şti. Yazar, kalkıp kahve yaptı; kahvenin kokusu Aliye'nin bütün geçmiş ini kama ştırıp odaya taş ıdı. Kahve falına bakıyordu yazar. Genç, yakış ıklı bir adamdı, hülyalı gözleri vardı. Yazardan çok, eski zaman artistlerine benziyordu. Bakışları çok uzaklarda kalmış tı. Hayatın bir daha yerine koyamayacağ ı bir ş eyi yitirmiş ti sanki; ş imdi kelimelerle onarmaya çalı ştığ ı çok eskiden kalmı ş bir kırgınlık vardı bakı şlarında. Yazdıklarını kimse okumuyordu. Kitaplarını bastıramıyordu. Hakkının yendi ğini dü şünüyor, ama gene de yazmaktan yılmıyordu. Ve en önemlisi çok parasızdı. Yatak odasına banyo perdeleri takmış tı, yalnızca Topa ğacı'nın değ il, Đstanbul'un da en güzel kadını olan arkada şının verdiğ i eski naylon perdeler... kendi tekrar tekrar söylemi şti... iri mavi puantiye... Yalnızca yazarlık yapmak için, düzenli olarak bir i şte çalı şmak istemiyor, bir işte çalı şmadığ ı için de para kazanamıyor, sonuçta, parasızlıktan mahallelinin falına bakıyordu. Yazarlığa çok benziyor, diyordu, hiç zorluk çekmiyorum. Aliye'nin bütün geçmi şini bildi. Aa, nereden bildin, nereden bildin! dedi, Aliye. Valla her bir dediğin çıkıyor! Yazar, Aliye'yi sevmi şti, hem falına uzun uzun bakıyordu, hem de, Baş ına kötü bir şey gelsin istemem, diyordu. Saf kızsın. Masumsun. Kızların masum kalması çok zordur. Hepsi beş yaşına kalmadan kadın olurlar. Entrika öğrenmek zorundadırlar. Fitne fesat öğ renmek zorundadırlar. Kadınlık, hayalleri temiz kalmı ş kızların, içlerinin kirlenmesi demektir. Aliye, Yazar'ın uzun ve karma şık cümleleri kar şısında zorlanıyorsa da belli etmemeye çalışıyordu. Đş arıyorsun, dedi Yazar. Aliye heyecanla baş ını salladı. Kalk, perdeleri aç, avluya bak, dedi Aliye'ye. Aliye, avluyu o zaman gördü. Ne görüyorsun? diye sordu Yazar. Kar şı apartmanın giriş katında bir Rum aile, badanası çoktan dökülmü ş, duvarları kirli bir oturma odasında, muş amba örtülü bir masanın ba şına toplanmı şlar, çıplak bir ampulün altında neredeyse kımıldamadan oturuyorlar; kirli sarı, donuk bir resim; ya şlı bir kadın, ya şlı bir adam, onlardan daha genç görünü şlü iki tane ya şlı daha... yoksul değildiler belki, ama görünüşlerinde derin bir yoksulluk vardı. Paralarını hiçbir şey için harcamamı şlardı. O odadaki kimse mutlu olmamı ştı. Dinibütündüler belli. Tam karş ılarına düşen duvardaki ni şe gömülü Đsa ile Meryem'in önünde mum yanıyordu. Muşamba örtüyle kaplı masada, geniş bir tabak, içinde iki ye şil elma ve bir cam bardak içindeki bulanık suda takma diş ler görünüyordu. Oturma odalarının camları pusluydu. Daha doğ rusu kirliydi. Yılların kiri. Benek benek pas tutmu ştu camlar. Sabahları çok erken kalkıyor, en ya şlıları ve en kamburları, avluya çıkıp içeri odun ta şıyordu. Çok erken kalktı ğım bazı sabahlar onları seyrederim. O çıplak ampul, yaz-kı ş, gece-gündüz hep yanar, hiç söndürmezler. Korkuyorlar, bir ş eyden korkuyorlar. O çıplak ampul onları korur sanıyorlar. Ya da korktuklarını çıplak gözle görmek istiyorlar. Gördün mü onları? dedi Yazar. Evet, dedi Aliye. Gördüm.

Page 64: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Đşte falında onlar çıktı, onların yanında çalı şmaya ba şlayacaksın. Falın uzağa gitmedi. Görünü şlerine aldırma, aslında zengin insanlar onlar. Güvensizler yalnızca. Bak odunla ısınıyorlar. Avlu onların. Odunla yüklü. Sonra bir bir saydı: Bacağ ı kopmu ş iskemleler, içi sökülmü ş ah şap çerçeveler, hasırı erimiş sandalyeler, yırtık naylon leğenler, kırık aynalar, kopuk pervazlar, dibi delinmi ş çinko kaplar, kırık küpler, vazolar, akmış kilimler, parçası kopmuş biblolar, tek gözlü kaptan dürbünleri, yırtık yelpazeler, bir sürü ıvır zıvır, hiçbir şeyi atmıyorlar, avluya yı ğıyorlar. Üst üste istif edilmiş onca odun, onların o büyük çini sobaları için, kı şın sobanın gürültüsü buradan bile duyulur; çok üşürler, bütün kı ş üşürler, avluda serçelere ekmek ufalar, bir kucak odun alır, yeniden içeri kaçarlar. Onların pastaneleri var, Aynalı Pastane. Hiç duydun mu bu adı? Aliye, bilmiyorum anlamında ba şını iki yana salladı. Kasiyer arıyorlar. Kimseye güvenmiyorlar. Sana güvenecekler. Yarın onlara gideceksin, seni iş e alacaklar. Sen güvenilir bir insansın. Aliye çok sevindi. Peki evlenecek miyim, diye aceleyle sordu Aliye. Her fal ancak bir iyi haber kaldırır, dedi Yazar. Peki, dedi Aliye. Borcum ne kadar? Borcun yok, dedi Yazar. Đlk maaşından bana bir top ka ğıt alırsın, ben de ona bir hikaye yazarım, hatta belki senin hikayeni yazarım. Aliye utangaç gülümsedi: Beni kim okur ki, dedi. Öyle deme, dedi Yazar. Hiç belli olmaz. Neleri okuyorlar! Aynalı Pastane'nin aynasına dikkat et, dedi Yazar. En güvenilmez hikayeler, aynalara fazla bakanların ba şından geçer. Ama hesabın kuvvetli senin, rakamlarla aran iyi. Hayallerin seni fazla kı şkırttığında, hemen toplama-çıkarma yap, iyi gelir, dünyaya dönersin. Aliye, perdeyi kapatırken, ilk maa şımla bir top kağıt almasam da, perde alsam size, olmaz mı, dedi. Perdeye yazamam ki, dedi yazar. Hem onlar, bir arkadaşımın eski banyo perdesi, söylemi ş miydim? Üzerindeki mavi puantiyeler dikkatini çekti, değ il mi? Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekece ğim hayatıma. Herkes kağıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış olaca ğım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördü ğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz. Biliyor musunuz, söylediklerinizden bir şey anlamıyorum, dedi Aliye, aslında anlamak istiyorum, ama karı şık konuş uyorsunuz. Bu da benim kendi falım, dedi Yazar. Kendime yazdığım falım. Böyle çıkıyor, ne yapayım? Yanlış anlamayın, dedi Aliye, Karı şıklar, ama içimi durultuyorlar, ı şık vurmuş su gibi, ho şuma gidiyorlar yani... O zaman anlamayı boş ver, dedi Yazar. Bu söylediklerin anlamaktan çok daha iyi. Hadi ş imdi fincanın içine su dök, dedi Yazar, yoksa falın çıkmaz. Aliye, dedi ğini yaptı, kurumaya yüz tutmuş telve, suda gül yaprakları gibi çözüldü. Bak falın ta ştı, dedi Yazar. Kuca ğına kaderin akıyor. Yazarın dedi ği gibi oldu. Aliye'yi i şe aldılar.

Page 65: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Aliye, bir süre sonra onlara bir yazar-falcı tanıyıp tanımadıklarını sordu. Hiç duymamı şlardı bile. Güvensiz bir yüzle dudak büktüler. Yazar'ın evine bir kez daha gitti. Bir top beyaz kağ ıt götürdü ona. Sayenizde işim oldu, dedi. Ne güzel, belki benim de bir hikayem olur, dedi Yazar. Bir yardımım dokunacak olursa, çekinmeyin çağırın beni, dedi Aliye. Evim, üç sokak a şağıda. Bula şık, çama şır falan iş lerine de yardım ederim, yani isterseniz... Kahve içtiler birlikte. Ama yazar bu kez fal bakmadı. Dalgın gözleri uzaklara çekilmiş ti. Aliye'nin getirdiğ i bir top ka ğıdı alıp arkada bir odaya götürdü; kapı aralı ğından içerinin tavana kadar tepeleme top top kağ ıtla dolu oldu ğunu gören Aliye çok korktu. Ve gördüklerini hiç kimseye söylemedi. Hem falcı, hem yazar olan birinin, tekinsiz olması çok normaldi. Falını beklemeye başladı. ... Kederli bir oturuş u var kasanın ba şında. Büyük bir garda kaybolmuş da, oturduğ u tahta sırada bulunmayı bekler gibi... Ürkmeyi bile unutmu ş, sahiplerini bekleyen dalgın bir kız çocu ğu gibi... Bir zamandır gözlerinin ı şığ ı sönmü ş, bakı şları matlaş mış , hırkasının gev şemi ş ilikleri düğ me tutmamaya ba şlamış, omuzları çökkün, öylece oturuyor kasanın baş ında; yüzünden sevincin gölgesi tamamen silinmek üzere... Bazen, patronlardan biri gelip ne sert, ne yumuşak olmayan bir sesle, "Kambur oturma," diyorlar. "Kambur oturma," demek, aynı zamanda, "güler yüzlü, canlı ol; mü şterilere gülücük da ğıt" demek. Bütün bunları, kendi bezginliklerinden hiç umulmayacak bir çeviklik ve güçle söylüyorlar. Mutluluğ un ya da hoş nutlu ğun değ il, kanıksamışlı ğın getirdi ği bir güç bu. Artık hiçbir şeyi sorgulamamanın, hiçbir yenilik ummamanın kazanılmış bilgisiyle, her seferinde aynı davranı şları, kendiliğ inden ve çabasız olarak yineleyebilmenin gücüne sahipler. Bu yüzden ayakta ve hayatta kalabildiler kaç yangından, kaç talandan geçmi ş Beyo ğlu'nun şu zorlu, kanlı ve kirli tarihinde. Aliye, uyarıları üzerine hemen gövdesini dikleş tirip sahte bir canlılık ediniyor, bu da onu birkaç saat daha idare ediyor. Bazı akşamlar, i şten çıktığında, bütün gün oturmaktan gövdesine yerleş en gev şekliğ i üzerinden atabilmek için, daha çok yorulmak pahasına da olsa, eve kadar yürüyor. Hele havada ü şütmeyen, ama ürperten bir serinlik varsa, bu, daha da iyi geliyor ona; yeniden diriliyor. Patronların her uyarısında ne kadar toparlansa da, gene de sırtına söz geçiremiyor; birkaç saat sonra yeniden çöküyor omuzları, kamburla şıyor. Đçinde çe şitli pastaların, tatlıların bulundu ğu, ön yüzeyi bombeli cam vitrine dalmı ş, belirsiz hayaller kuruyor gene. Iş ıklar içinde yüzen cam vitrine daldıkça, filmlerden bildiğ i, ı şıl ı şıl, ne şeli, mutlu bulvarlarıyla uzak ecnebi dünya şehirlerinin canlı, hareketli kalabalıkları arasında kayboldu ğunu düş lüyor. Kim bilir, hangi uzak ülkenin ış ıklı bir akş amüstünde, başında geniş kenarlı, zarif bir şapka, üzerinde ş ık bir kıyafet, eli kolu fiyonk ambalajlı paketlerle doluyken, durup bir pastane vitrininden içeri bakıyor ve birdenbire içi zengin pasta çe şitleriyle dolu bu cam vitrini görüyor, i ştah açıcı bu görüntü içeri davet ediyor onu. Her seferinde içeri girecek gibi oldu ğunda, silkiniyor hayallerinden. Belki de içeride kendini bulmaktan, kasadaki kızla yer değiştirmekten korkuyor. Kasadaki kızsa, yeniden dalıyor ön yüzeyi

Page 66: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bombeli cam vitrinin görüntüsüne: Kremalı pastaları, tepesi karlı yüksek da ğlara benzetiyor; üzerlerinde koyu şerbetler gezdirildiğ i için, verniklenmiş çesine parlayan, rengarenk meyvelerle bezenmiş küçük pastacıklar, uzaklardan atılmış sevinç dolu kartpostallar gibi, di ğer pastaların arasına karı şık dizilmiş küçük eklerleri, Büyükada açıklarında, siste balı ğa çıkmış esmer kayıklara benzetiyor. Yanık şekerlerin ı şıltısıyla parlayan güne ş rengi meyveli tatlılar, egzotik ülkelerde sıcak bir yaz öğ leden sonrasını, kızgın kumsalda ne şeli çı ğlıklarla ko şuşturacağ ı günleri hayal ettiriyor. Kreması pembe köpüklerle kat kat dökülen, görünü şleri, düğün yemeğ i sonrasını dü şündüren frambuazlı pastalardan sonra, süslü ka ğıtlar içine oturtulmu ş yeş il incirlerin, portakal kabuklarının çağrış ımları, yerini, yeni uyanmış baharın kır görüntülerine bırakıyor; günlerin yoksulluğunu unutturan a şk romanlarının hülyalı sayfaları arasında kayboldu ğu o eş siz kır görüntülerine... Oysa burada oldu ğunu biliyor. Burada yaş lanmaktan, zamanla buranın bir parçası olarak, derisi yırtılmış koltuklara, cilası uçmu ş sandalyelere, yol yol akmı ş duvar ka ğıtlarına, artık hiçbir şeyin ağartamadığ ı beyazı koyula şmış çay fincanlarına, beklemekten mukavvası kabarmış pasta kutularına karışıp kaybolmaktan korkuyor. Akşamüstünün bu saatinde, dumanlı bir ış ık içinde yüzen dalgın bir gemi gibi pastane. Havanın kararması ile sokak lambalarının henüz yakılmadı ğı o kısa zaman parçasının kayıtsız karanlığ ında, biraz kulak kabartsa, pastanenin camlı vitrinine çarpıp dağılan köpüklü dalgalarıyla açık deniz şarkılarını duyacak sanki; az sonra ış ıl ı şıl kara görünecek ve yumuş ak, huzurlu iklimi, canlı ya şantısıyla onu bekleyen hareketli bir liman şehrine, yepyeni bir diyara ayak basacak. Gemiden inip karanın içlerine doğru uzun bir yolculuğa çıkacak. Yeni, yepyeni bir hayata... Yukarılara tırmanan hafif eğimli yollardan sık a ğaçlı tepelere do ğru çıkarken, ruhuna iyi gelen, hayallerini do ğrulayan hafif bir esinti başını döndürecek... Ama, gemi devam ediyor. Henüz kara uzakta. Pastanenin bir duvarını boydan boya kaplayan sisli aynanın içinde, birdenbire üzerinde yüzlerce mum ampul yanan dev bir avize beliriveriyor. Büyük bir geminin gösteriş li yemek salonunun tavanında asılı duran ş angırtılı bu dev avize, azgın dalgalara tutulmuş gemiyle birlikte bir sa ğa, bir sola sallanıp duruyor. Dumanlı bir ı şık içinde hafif hafif yalpalayarak yüzen pastane, hüzünlü bir dalgınlıkla siste yol alırken, ansızın sokak lambaları yanıyor. Avize sönüyor. Deniz susuyor. Kasanın tu şuna dokunmasıyla birlikte, bir "çınn" sesiyle açılan çekmeceden para üstü ödüyor. Đlkin boşalan aynaya, ardından kırılan tırnağına öfkeyle bakıyor. Böyle zamanlarda dünya her zamankinden daha çi ğ görünüyor gözüne. Kırılan her tırnak parçası, hayatından bir parçanın daha eksildiğini söylüyor ona. Aynadaki şangırtılı avizenin yerini alan sokaktaki havagazı lambalarının ölgün ı şığ ı, burada, bu şehirde, bu pastanede, bu hayatta ölece ğini; hiçbir ş eyin gelece ğe yetmediğini, yetmeyeceğ ini umutsuzca söylüyor. Đşe girdi ği ilk günlerin coş kusunu, bezginlik almış çoktan. Pastanenin her köş esini ezberlemiş artık. Đlk bakı şta fark edilmeyen en ufak ayrıntılara, gözden kaçan lekelere, zamanın ve özensizliğin kemirdiğ i, a şındırdı ğı, eritti ği bütün kıyı bucak izlerine varasıya her yeri, her kö şeyi biliyor. Hangi koltu ğun derisinin azıcık yırtılmı ş olduğunu, hangi masanın bacağının hafif dingildediğ ini, hangi duvarda kaç tane çizik bulundu ğunu; rengi akmış, yol yol kabarmı ş duvar ka ğıtlarını, kenarları gevremiş çerçeveleri,

Page 67: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

arası açılmı ş, ahş abı tarazlanmı ş lambrileri, her şeyi aynı anda ve hep birden görebiliyor artık. Dünya ekş imiş krema ve vanilya kokuyor. Burası, ne zamandır, onun için tılsımını yitirmiş, heyecanını tüketmiş bir yer. Erken geldiğ i kimi sabahlar, henüz hiç kimse yokken, ya da işten geç çıktı ğı bazı akşamlar, bütün mü şteriler gitmiş ken, hüzünlü bir yalnızlık çöküyor pastaneye. Her köş esini bildiğ i, bütün gün kasasında oturdu ğu bir yer gibi değ il de, bambaşka bir yer gibi gözüküyor gözüne. Neredeyse fiziksel bir acı veriyor bu ona. Bütün gün içilen sigaraların kalın dumanı havada asılı kalmı ş sanki. Bütün gün orayı dolduran insanlar, bir daha geri dönmeyecek, dönüp de, orada unuttukları sigaralarının, çakmaklarının, yarım bıraktıkları çay fincanlarının yanında, yarım bıraktıkları hikayelerini tamamlamayacaklarmış gibi. Bütün gün pastanede u ğuldayan fısıltılar, konuşmalar; gülüşmeler artık kimselerin ula şamayacağ ı bir yerlere kaçış mış gibi. Şapkalardan, mantolardan, paltolardan, şemsiyelerden bo şalmı ş portmantoyu; boş sandalyeleri, koltukları, masaları, yabancı bir gözle görüyor. Kalabalık insan toplulukları için düzenlenmi ş pastane, lokanta, sinema gibi geniş mekanların, insansız hallerinin yarattığı bo şluk, yalnız kendinin de ğil, dünyanın yalnızlığına da de ğin köklü duygular uyandırıyor içinde. Pastanenin ıssızlı ğıyla birlikte bütün dünya bo şalmı ş oluyor sanki. Sahipsiz kalmış , öksüz görünüş lü bütün bu solgun eş ya, büyük yalnızlı ğı daha da vurguluyor. Kim tarafından, nerenin, niye, niçin terk edildi ğini bilmedi ği, ama derin, uçsuz bucaksız bir bırakılmı şlık, sonsuz bir kimsesizlikle içinin sızladı ğı anlar bunlar. Dünya, sanki var olmak için de ğil, kaybolmak için bulunduğ umuz bir yer. Kendine ne olduğ unu hiç anlamadığ ı, içindeki çalkantılarla baş edemedi ği, ad koyamadı ğı bu çeş it karı şık duyguları yenmek için, izinli olduğ u kimi günler, tuhaf ama, baş ka pastanelere oturmaya gidiyor; böylelikle, bo şalmış, ıssızla şmış dünyayı yeniden kalabalıklarla doldurarak, hayata olan inancını tazelemeye çalı şıyor. Her zaman bir yabancı gibi yürüdüğü, hep bir yanlı ş yapmaktan, başkalarının gözünde küçük düş mekten ya da gülünç olmaktan korktu ğu Đstiklal Caddesi'nde tek ba şına yürürken, Emek Han'ın altındaki, adı "profiterol" tatlısıyla özde şleş en Luka Zigoridis'in " Đnci Pastanesi"ne giriyor örneğ in. Hala Đ stanbul'un en iyi profiterolünü yapan bu pastanede, dipte, her yeri gören köş edeki küçük, yuvarlak masayı seçiyor, arkalıksız bir iskemleye oturup, bir yandan etrafa gözatıp, öte yandan küçük lokmalarla tatlısını yerken, bütün pastaneler arasında bir tür akrabalık oldu ğunu dü şünmeye; bu kalabalıkta kendi varlı ğını özel olarak hissedebilece ği, kendini yalnızlığından kurtaracak bir ortaklık duygusu bulmaya ya da yaratmaya çalı şıyor. Olmuyor. Ne yese, ağ zındaki pas tadı gitmiyor. Beyo ğlu'na çıkmanın, Beyo ğlu'nda çalı şmaya ba şlamanın bir hayat kurtardı ğına inanılan aş ağı, yoksul mahallelerin birinde büyüdü o. Beyoğ lu demenin, uzak ı şıklar demek olduğ u mahallelerden geldi. Eskiden, ne zaman Beyoğ lu'na, Taksim'e çıksa, hep bu ı şıklı dükkanların, gösteri şli mağazaların birinde çalış aca ğı mutlu günleri hayal eder, o günlerden kendine aydınlık bir gelecek kurardı. Yalnızca bir geçim kapısı değil, aynı zamanda buralı olmanın, buranın yerlisi olmanın bir yoluydu bu onun için. Kendine en uygun iş in, tezgahtarlık olduğ unu dü şünür; bütün gün, çe şitli ve güzel eş yalar arasında bulunmanın, onlara dokunmanın, onları düzenlemenin, birbirinden ilginç insanlarla tanı şmanın onu hiç sıkmayacağına inanırdı. Bir tek bu pastanede çalı şmak bile, her dükkanın, her mağazanın bir süre sonra bütün tılsımını yitirerek,

Page 68: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

benzer bir yalnızlık duygusu uyandıraca ğını anlamasına yetmi şti. Hepsi, bir süre sonra, bir çeş it hapishane olsa gerekti. O süslü mağ azaların vitrin camlarının iki yakası arasında, iki ayrı dünya olduğ unu öğrenmiş ti artık. Bu da onu, gelece ğe yönelik olarak iyice umutsuz kılmı ş, ba şlangıçtaki bütün o içten, sıcakkanlı, canayakın halleri tamamen uçup gitmediyse de, bazı anlarda kullandığı, etkisi hesaplanmış temkinli davranı şlara dönüşmü ştü. Kendine açıkça ifade edememekle birlikte, çalı şmanın karş ılı ğında verdiğ i şeyin, yalnızca emek ve zaman olmadı ğını, aslında çalışmaya kar şılık, insanın bütün hayatını verdi ğini düş ünüyor Aliye. Bunu çok zalimce ve vah şice buluyor. Kazandıkları para aynı olmasa da, patronları da, oraya aynı zamanı veriyorlar. Ak şam olduğunda, yorgunlukları birbirine çok benziyor. Ayrıca kazancı hiçbir şeye yetmiyor Aliye'nin. Beyoğ lu, ba ştan çıkarıcı görünü şüyle ihtiyaçlarını büsbütün kış kırtıyor, üstelik sürekli yeni ihtiyaçlar yaratarak daha çok mutsuz olmasına neden oluyor. Vitrinler, düşman aynası. Keşke iş bulmak ümidiyle değ il de, koca bulmak ümidiyle fal tutmuş olsaydım, diye geçiriyor içinden. Çalı şmanın bir gelecek demek olmadı ğına iyiden iyiye inanmaya başladığ ı günlerin birinde yeniden rastladı o beyaz takım elbiseli, parlak kırmızı yelekli, köstekli saatli muhabbet tellalına. Birdenbire adını hatırladı. Adı Muş tik'ti. Hiçbir anlamı yoktu. Belki bir addan bozularak türetilmi şti, belki yalnızca bir yakı ştırma... Belli ki, adamın da işine gelmiş ; bu lakap, asıl kimli ğini saklamada kendine bir kolaylık sağlamı ştı. Ne zamandır görmüyordu onu. Neredeyse unutmuştu bile. O ak şamdan sonra, birkaç kez daha pastaneye gelmi ş, aynı şeyleri ısmarlamı ş, Aliye'ye yakın davranmı ş, onunla konuş maya çalı şmış, yüz bulamayınca çekip gitmiş , bir daha da ortalarda görünmemi şti. Onca zaman sonra, bir anda arkasında bitivermiş, hem korkutmuş , hem Aliye'nin içine dü ştü ğü o zor durum düşünülürse, sevindirmi şti de... Eli ekmek tutalı, ailesi eskisi kadar sıkılamıyordu onu. Đzinli olduğu günlerin ço ğunu, evde birkaç parça iş e yardım ettikten sonra, hem kendinin, hem evin dı şarı i şlerini görmek üzere sokakta geçiriyor, ak şamı etmeden de geri dönmüyordu. Đzinli oldu ğu o günlerin birinde, Tünel'de Ermeni bir madamın i şlettiğ i bir çorapçı dükkanına gitmi şti ilk; Tünel'in, Tepeba şı'nın, Galata'nın oralarda, karanlık yüzlü eski binaların arasında, ı şı ğı kıt serin sokaklarda amaçsızca dolaş mayı seviyordu Aliye; azıcık tombulca bacaklarını gergin gösteren siyah çorapları seviyordu; çoraplarını hep aynı ma ğazadan alıyor, kaçmı ş çoraplarını da hep aynı yerde çektiriyordu. Hem siyah çorapların kaçığı, kendini daha çok belli ediyordu. Her seferinde yeni çoraba para mı dayanır? Bir yerin devamlı müş terisi olmanın sa ğladığı küçük olanakları de ğerlendirmeyi erken ya şta öğrenmiş ti. Bir çeşit yoksulluk bilgisiydi bu. Balıkpazarı civarında ucuza peynir alacağ ı yerleri bilmek de, Mısır Çarşısı'ndaki aktarların beklemiş baharatları ucuza elden çıkardıkları zamanı kollamak da, bu hayat bilgisine dahildi. Aliye'nin, Beyo ğlu'nun yaş lı Hıristiyan kadınları gibi hep siyah çoraplar giymekteki ısrarı, Ermeni Madam'ın ho şuna gitmiş ti. Canayakın buldu ğu bu "çıtıpıtı kız"ın i şlerini ucuza yapıyor, alı şveriş lerinde kolaylık gösteriyordu. Buna karşılık Aliye, onu birkaç kez pastaneye davet etmi ş, Madam da bir keresinde, özenle giyinmi ş, süslenmi ş olarak ve yanına kendi yaşlarında,

Page 69: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

pek bakımlı bir bayan arkadaşını alarak, Aliye'nin davetine icabet etmişti. Bu gibi durumlarda, pastaların bir çeş idini müessesenin ikramı sayan patronlar, indirimli fiyat uygular, hesabı da haftalı ğından keserlerdi. Bir süre sonra, Aliye'nin pek gelen gideninin olmadı ğını görünce, ondan hiç almamaya baş ladılar. Çorapçıdan çıktıktan sonra, daha çok gelinlik giymiş mankenlerin durduğ u vitrinlere hülyalı gözlerle uzun uzun bakmı ş, birkaç korseci, eldivenci, şapkacı, çantacının önünde oyalanmı ş, sonra da kendini, Sainte-Marie Draperis Kilisesi'nin basamaklarında bulmuş tu. Oranın serin lo şluğu, kuytu dinginliğ i, mumların dolgun alevi, içindeki tedirgin duyguları yatış tırıyor, nedenini bilmediğ i huzursuzlu ğuna iyi geliyordu. Kilisenin tahta sıralarına oturmu ş, uzun uzun iç geçirmiş ti. Aliye, hakkında yanlış şeyler düşünülmesini istemediğ i için, kiliseleri gezdi ğini herkesten saklar, kimsenin bilmesini istemezdi. Sainte-Marie Draperis Kilisesi'nin zemini, soka ğın zemininden epey aşa ğıda oldu ğu için, basamaklarla inilirdi oraya. Aliye'nin çok ho şuna giderdi bu. Bir mahzenin ta ş kapağ ını kaldırır gibi, birdenbire yol ortasında, gizemli bir kapak aralanıveriyor, bambaş ka bir diyara yolculuk başlıyordu sanki. Böylelikle, kendinin olmayan büyülü bir mekana ve hayata a ğır ağır iniyor, ba şkala şıyordu. Bazı mekanlar, masallar vaat ederdi. Kiliseden çıktıktan sonra, camlarına, yaldızlı, süslü harflerle adı yazılmı ş parfömeri dükkanına uğ ramı ştı. Kuyru ğu uzatılmı ş mağrur harfler, dükkanın adının içine alındı ğı, bitki, çiçek desenleriyle bezeli gösteri şli çerçeveye bir sarma şık gibi dolanıyor, mağazanın dı şarı taş an kokusunun sahibi oldukları sanısını uyandırarak, ı şık vurdukça parlayan yaldızlarıyla yoldan geçenleri içeri ça ğırıyorlardı. Aliye, ilkin vitrinin önünde uzun uzun duralamış, acı mor, koyu kırmızı, parlak siyah, brokar ya da kadife zemin örtüleri üzerine özenli bir da ğınıklıkla yerleş tirilmi ş, birbirinden gözalıcı şi şelere dalıp gitmiş ti. Görmeyeli, yeni çeşitler geldiğ i anla şılıyordu. Bu mağazayı pek seviyordu Aliye. En güzel, en koyu, en hafif, en a ğır, en uçucu, en kalıcı, en yakıcı kokular burada, Beyo ğlu'nun bu eski ıtriyatçısında satılıyordu. Yalnız Đstanbul'un de ğil, dünyanın bütün çiçekleri, bitkileri, otları, tütsüleri burada kokuyordu sanki. Do ğu'nun buhuruyla, Batı'nın esansı burada bulu şup birbirlerine sarmalanarak yeniden dünyaya da ğılıyorlardı. Ne zaman bu ma ğazaya girse, gere ğinden uzun kalır, orada bulunu şunu uzatacak bahaneler yaratır, kendinden sonra gelenlere ısrarla sırasını vererek, orada geçirece ği zamanı uzatmaya bakardı. Beyo ğlu'nun dükkan önlerinin kokusu, çoğ u kez içerinin ne dükkanı oldu ğunu söylerdi. Örneğ in, Aynalı Pastane'nin önü, vanilya kokardı. Pastanenin kapısına taş an vanilya kokusu, pastanede çalışan herkesin üzerine sinmi şti neredeyse. Kendi de, patronlar da, iş çiler de, için için vanilya kokarlardı. Çalı şmaya baş ladı ğı ilk günler, pastanenin üzerine sinen bu kokusunu sevmi şti teninde; hafif tombul havasına pek yakı şıyor, onu pembe bir taş bebek yapıyordu sanki. Sevmeye, sevilmeye, koklanmaya, ok şanmaya, kollarda uyutulmaya benzer duygular ça ğrış tırıyordu. Bir süre sonra, tenine sinmiş bu kokudan içi bulanmaya ba şladı Aliye'nin, bu yağ lı, iç kıyıcı kokudan kurtulmak için, akş amları eve döndü ğünde giysilerini balkonda havalandırıyor, içi azalmı ş limonlarla, kollarını, gerdanını, boynunu, ensesini uzun uzun ovuyor, bu yapış kan vanilya kokusunu teninden almaya çalı şıyordu. Güzel kokuları her zaman sevmi şti gerçi, ama parfömlere kıyasıya düşkünlüğ ü

Page 70: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

asıl böyle ba şladı. Pahalı kokulara gönül vermi şti bir kez. Pastaneye giren her kadını, neredeyse kokusundan tanır olmu ştu. Dönemin bütün moda kokularını bilir, hepsinin ş i şelerini tanırdı. Duyduğu kokuyla birlikte, o kokunun şi şesi gözlerinin önünde kendiliğ inden canlanıverirdi. Eczahanelerde doldurulan ucuz kolonyalardan sürünenleri küçümser, onlara aksi davranma hakkını kendinde görürdü. Bu parfömeri dükkanının müdavimi olması da, o zamanlara rastlar. Oysa parası ancak ucuz, çabucak havaya karışan uçucu kokulara yetiyordu. Üstelik bunlar kadınlarda sık rastlanır kokulardı. Đlk olarak kendine, kesesine uygun, avuca sığ acak kadar küçük, sevimli, kalın camdan, yaprak desen kabartmalı, ince ağızlı, kapa ğı leylak rengi bir küçük şişe satın almış tı. Böylelikle, zaman zaman açık satılan parfömlerden onu doldurtabiliyor, böyle küçük alı şveri şlerle heves gidererek, içini yatı ştırabiliyordu. Daha sonra sahip olduğu ikinci parföm şişesiyse, pek küçüktü, daha doğ rusu bir ş iş e demek ne kadar do ğruydu, bu bile şüphe götürür! Sonuçta, minyatür olarak bir kadın baca ğı biçiminde yapılmış , cam bir tüptü bu. Baldır kısmına, üzeri çiçekli kırmızı bir fiyonga bant yapış tırılmı ş, bandın kenarı, krem rengi fırfırlı dantelalarla zenginle ştirilmi şti. Fiyonganın göbeğ indeyse katmerli bir gül duruyordu. Ayak kısmına da, ojeli boyalarla, gösterişli, parlak kırmızı renkli, yüksek ökçeli, kenarı kelebek fiyonglu pek süslü bir ayakkabı resmedilmişti. Belli ki, hoppa bir kadının, hatta bir varyete yıldızının baca ğıydı bu! Bir kraliçe tacıyla taçlandırılmı ş olan ucundaki mantar kısmı, aynı zamanda kapak vazifesi görüyor, bu mantara gömülü cam çubuk, bacağın, yani ş iş enin içinde uzuyor, kokunun içinde dinlenmi ş oluyordu. Pek kırılgan, pek zarif, şirin bir şeydi. Patronlardan biri, günün birinde bu şiş eciği çantasından çıkarıp kraliçe tacı kapaklı ince cam çubuğu, üst dudağıyla burnu arasında özenle gezdirerek, içindeki pek keskin bir rayihayı, uzun uzun soluyarak içine çekmi ş, bu arada Aliye'de görmeye pek alı şık olmadığ ı, şaşkın bir co şku ve çocukça bir sevinç kar şısında, kendini tutamayıp kendince bir yücegönüllülük göstererek, bu minyatür şi şeyi ona arma ğan etmi şti. Kırmamasını, kaybetmemesini sıkı sıkıya tembih etmekle kalmamı ş, sonraki günlerde de, belli ki, merak ettiğ inden de ğil, ya pi şmanlı ğından, ya da bir iyili ği sık sık hatırlatmanın gere ğiyle, ikide bir şi şeyi ne yaptığ ını sorup durmu ştu. Đş te bir de zaman zaman bu minyatür şi şeyi doldurtuyordu Aliye. Hepsi bu kadar! Bunca koku merakına karş ı, kokularla iliş kisi yalnızca bu kadardı. Dünyanın bütün kokularını iki küçük şiş eciğe sı ğdırıyordu. O gün de, çantasında küçük yaprak desenli kabartma ş iş esi vardı, ne zamandır içi bo şalmı ş, bir türlü eli varıp da doldurtamamı ştı, şimdi kendi için artırdı ğı paranın bir kısmıyla, bu şi şeyi doldurtabilirdi artık. Evin ya da kendisinin eksiklerinden bin bir zahmetle artırdığı parayla, ara ara kendine böyle ödüller verdi ği olur, gönlünü şenlendirirdi. Bu düş ünceyle içeri girdi. Birkaç kadın vardı içeride. Paralı oldukları, yalnızca üstlerinden başlarından anlaşılmasa bile, duruş larından, rahatlıklarından, konuşurkenki seslerinin genişliğ inden anla şılıyordu. Kaldı ki, üstleri baş ları, gözden kaçacak gibi de ğildi. Ba şlarında bro şlu şapkalar, üstlerinde yakası luvr kürk döpiyesler, ayaklarında ipek çoraplar, alçak ökçeli pek kibar ayakkabılar... Dükkanın kalabalıklı ğı, ona, etrafa uzun uzun bakıp incelemesine gereken zamanı sağladı. Kimi zaman izin alarak, kimi zaman kaçamak, kalın kesme cam tezgahın üzerine denemeye bırakılmı ş birkaç şi şe kokuyu, sağ, sol bileklerinde, boynunun sol ve sağ yanlarında, kulakmemelerinde,

Page 71: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

burun altında teker teker denemesi için gereken zamanı sağladı. Kadınların müş külpesentliğ i, bir fırsat kollayan Aliye'ye yaramı ş, ne zamandır dükkanın önünde beklediğ ine de ğmişti. Sonunda, hepsi birer iki şer şi şe koku alıp çıktıklarında, epey bunalmı ş olan dükkan sahibinin yüzüne geni ş, aydınlık bir gülümseme yayılmış , bu da, Aliye'nin oradaki fazladan varlı ğını mazur görmesine yetmişti. Adam, kadınların tezgahın üzerine yaydıkları şi şeleri toplayıp ilkin kutularına, oradan da raflarına yerleş tirirken, Aliye, çantasından çıkarttığ ı o yaprak desen kabartmalı küçük şi şeyi, kırılgan ve alçakgönüllü bir edayla uzatarak, dükkan sahibinden bunu "Paris Gecesi" ile doldurmasını rica etti. Aliye'nin yüzü, aniden ve şiddetle değ işerek dudakları kalp biçiminde boyanmış pandomima yıldızlarının ifadesine benzer bir hal aldı. Kilise meleklerinden, sessiz filmlerin kahreden güzellerine varana dek birçok ifade, yüzünün yelpazesine aynı anda dağılıp yayıldı. Adam, Aliye'nin ansızın değ işen yüzünün bu yumuşak ve çekingen gülümseyişi kar şısında, neredeyse gizli bir emri uygular gibi, fazla dü şünmeksizin yaptı ğı i şi yarım bırakarak ardına döndü, "Paris Gecesi" aranmaya başladı; tam bu sırada, Aliye'nin, inanılmaz bir hız ve el çabuklu ğuyla, az önceki kadınların tezgah üzerine yaydıkları şişelerden birini kapmasıyla çantasına atması bir oldu. O sırada, az önce gönderildiğ ı yerden geri dönen genç irisi tezgahtar, birdenbire mağ azaya girdi; olayı görmüş , hiç ses çıkarmayarak duruma erken müdahale etmek istememiş , Aliye'nin hesabı ödemesini beklemiş ti. Aliye, biraz daha oyalanmı ş, hem patronun, hem tezgahtarın kendisini görmediklerinden emin olduktan sonra, tam ma ğazadan çıkacakken, o genç irisi bodur tezgahtar, patronuna, kurnazlı ğını ve uyanıklı ğını kanıtlama olana ğı sunan bu şahane fırsatı kaçırmamanın gayretiyle, gösteriş li bir biçimde atılıp artistik hareketlerle Aliye'nin kolunu sımsıkı kavramış , çantasını zorla açıp içinden şi şeyi bulup çıkartmı ştı. Her ş ey bir anda olup bitmişti. Aliye'nin dizlerinin bağı çözülmü ş, korkudan titremeye ba şlamış , bayılacak gibi olmu ştu. Ağzını açmı ş, konu şmak istiyordu ama, dilinden bütün sözcükler bo şalmış tı, bir tek sözcük bile diline gelmiyor, yalnızca tarazlanmış sesi titreyip duruyor, gözlerine yürüyen yaş ları geri içirmeye çalı şıyordu. Đş te tam bu sırada, neredeyse bir film hilesi gibi, ansızın dükkanın kapısında belirmişti Muş tik, ilkin Aliye'yi, genç irisi tezgahtarın kalın pençelerinden tek bir hareketle kurtarmış, ardından, ortada ciddi bir yanlı ş anlama olduğuna, aslında hayli varlıklı olan genç hanımın dalgınlığ ına kar şılık, ona büyük ayıp edildi ğine dair uzun ve a ğdalı cümlelerle dükkan sahibini inandırmış, sonra da o kı ş beyazı ceketinin iç cebinden çıkardı ğı domuz derisinden yapılma, kalın, tok cüzdandaki mor banknotları, sihirbaz parma ğı hareketlerle göstere göstere çekip çıkararak, o şişenin parasını ödedi ği yetmiyormu ş gibi, Aliye'ye, iki şi şe koku daha almış, kendine de bir tüp "Necip Bey" briyantiniyle, erkekler için bir kutu pirinç pudrası ve bir şi şe yüz kremi sardırmı ştı. Đleride kötü bir hatıra olacak bu fena hadiseden haklı olarak fazlasıyla müteessir oldu ğu için, ş aşkınlı ğını ve üzüntüsünü üzerinden kolay kolay atamayacağını söylediği Aliye'nin, bileklerini kolonyalarla ovmuş , içine "Nevrolcemal" damlattı ğı güvercin beyazı bir mendili, ona uzun uzun koklatmı ş, böylelikle ferahlamasını sağlamaya çalı şmış tı. Bütün bunları yaparken Mu ştik'in kendi kendine çok e ğlendiğ ini gören Aliye'ye, bu gösteri şli oyuna katılmaktan başka yapacak bir şey kalmıyordu. Büyük bir yanlı ş anlamanın kurbanı olarak haksızlı ğa u ğramı ş zengin bir ailenin, içli, ürkek ve marazi kızı rolüne kendini fazlasıyla kaptırmış , hıçkırıp duruyordu. Dükkandan çıktıklarında, dükkan sahibi de, genç irisi bodur

Page 72: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

tezgahtar da, e şine ancak vodvillerde rastlanır kabalıkta bir yağcılıkla, ellerini ovu ştura ovuştura arka arkaya özürler dilemiş , neredeyse temenna edercesine yerlere kadar eğ ilerek, dükkanlarına gene ş eref vermelerini istirham etmi şlerdi. Bu gülünç sahneler boyunca, arkalarında, bir tek Beyoğ lu'ndaki Gloria Sineması'nın sessiz filmler piyanistinin müzi ği eksikti sanki. Bir suçta tanışmış lardı. Aralarında başkalarının bilmediğ i bir sırrın güçlü ba ğı vardı şimdi. Muştik'in yanında kendini güvende hissetmi şti Aliye. Kaç zamandır unuttu ğu bir duyguydu bu. Muştik'in, Aliye'ye söyleyebilece ği şeylere, Aliye'nin bir yanı ne zamandır hazırdı zaten. Onu buna hazırlayan, deneyimleri ya da düş ünceleri değ il, tersine içinin neredeyse kendili ğinden boş alarak kurumaya yüz tutmuş olmasıydı. Onun hayal kırıklı ğı, ya şanan şeylerin sonuçlarından değil, hiç ya şamamaktan olu şmuştu. Olayların zaman içinde değiştirdiğ i insanlarla, olaysızlığ ın görünmez de ği şimlerle sinsice değiştirdiğ i insanları ayırt etmekte maharet sahibiydi Muştik. Bu konuda ş aşmaz bir sezgisi vardı. Aliye'nin taze kalmı ş bir beklemiş liğ i vardı. Kanı bayatlamadan umutları yer değ iş tirebilirdi. Muştik, bunu ona sağ layabilirdi. Bütün gün ba şında oturdu ğu kasa, sanki hızla akıp giden zamanın da hesabını tutmuş ve Aliye'nin yolunu, Mu ştik'e çıkarmı ştı. ... Yürüye yürüye Tepebaş ı'na inmi şler, bir açık hava bahçesinde oturmu şlar, şimdi, puslu bir akş amüstünde demir grisi gözüken durgun Haliç'e bakarak tuhaf bir sıkıntı içinde çaylarını içiyorlardı. Yıllar içinde birbirini eskitmiş , konu şacaklarını tüketmiş bir baba kıza benziyorlardı uzaktan. Hafif serinceydi hava; Aliye biraz üşüyordu ama, iyi geliyordu bu ürperi şler ona; kendini, sürekli içinde yaşadı ğı o derin uyu şukluktan biraz olsun çekip çıkaran bu ürperişler, bedeninin farkına varmasına, varlı ğını hissetmesine yarıyordu. So ğuk, ya şadı ğını duyuruyordu ona. Hep öyle olmu ştu. Ne zaman üş üse, kendini fark ederdi. Çocuklu ğu hiç ısınmayan evlerde geçmi şti. Ama çocukluk, her şeye kar şın gelecekten bir şeyler ummaktır; birbirlerine bir çağrış ım zincirine ba ğlı olarak, soğ uk, çocukluğ unu; çocukluk, gelecek duygusunu diriltiyordu. Çocukluğ u çok gerilerde kalmış tı; ş imdi Haliç'in donuk büyüsüne kapılmış, sessizce çaylarını içiyorlardı, Aliye, az önceki tatsız olayın utancıyla, hala Mu ştik'in gözlerinin içine bakamıyor, sandalyesinde i ğreti oturuyordu. Aliye'nin suskunlu ğuna saygılı bir sessizlikle katılan Mu ştik, neden sonra uzanıp hafifçe elini tuttu onun; çama şır sodasından kabarmış ellerini gizli bir mahcubiyetle kucağına indirdi Aliye. Rahat olsana, dedi Mu ştik. Benden çekinmene gerek yok. Biz bizeyiz burada. Kimse yok. Kimse bir ş ey görmedi. Hiç kimse bir şey bilmiyor. Alt tarafı bir parföm şi şesi! Benim yanımdasın, emniyettesin! Her bakımdan emniyette! Başını hafifçe iki yana sallayarak, Yoo, bir şeyim yok, rahatım, dedi Aliye. Oysa, az önce ya şadıklarını yeni idrak ediyor, e ğer Mu ştik ortaya çıkıp onu kurtarmamı ş olsaydı, olabilecek ihtimalleri dü şünüp

Page 73: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

için için deh şete kapılıyordu. Đnan olsun hiç mühim de ğil, dedi Mu ştik. Herkesin ba şına gelebilir böyle şeyler. Bu dünyanın sonu demek de ğildir. Hem biliyor musun, aslında hiçbir ş ey, dünyanın sonu değ ildir. Birdenbire ortaya çıkmanıza pek ş aşırdım, dedi Aliye. Hiçbir şey birdenbire ortaya çıkmaz, dedi Muş tik. Ben bile! Her şey, herkes kendi kendine birikir. Hem artık bana, "sen" diye hitap et, ben de sana "sen" diyeyim, aramızda resmiyet olmasın. Peki, dedi Aliye. Haliç, kendi kendine tüten gümüş sırlı bir ayna gibiydi, e ğilip baksa, ş imdiden ak şama karı şmış yüzünü görecekti sanki; gümü ş boynuzlarıyla hem uzakta, hem kucağ ındaydı Haliç, sanki istese içine dü şebilirdi. Başka bir tarihin sularına çıkmak için kaybolabilirdi. Ne zamandır seni takip ediyordum, dedi Muş tik. Bu zaman zarfında her yaptı ğını gördüm. Aliye, yüzüne "Peki, ne gördün?" der gibi baktı. Mesela, kasadan kaç kere para aldı ğını gördüm, dedi. Ama her hafta ba şı yerine koyuyordum aldığ ımı. Bazen de koymuyordun, dedi Muş tik. Aliye ses çıkarmadı. Çok sıkılıyorum orada, çok bunalıyorum. Sadece ihtiyaçtan değil yani. Biliyorum, dedi Mu ştik. Sen de her şeyi biliyorsun, dedi Aliye. Đşim bu, dedi Mu ştik. Peki, işin ne? diye sordu Aliye. Đnsan tanımak, dedi Mu ştik. Bakma sen, hiç de göründüğ ü kadar kolay de ğildir. Bir süre sessizlik oldu. Đkisinin de canı konu şmak istemedi. Ardından Mu ştik, Ş imdi istersen, güzel bir akşam yemeğ i yiyelim seninle, biraz iş konuş alım, dedi. Aliye şaşırdı: Ne işi? diye sordu. Đş i şte, dedi Mu ştik. Aliye'nin çabucak parlayan hevesi söndü. Bütün i şler aynı, dedi. Bak, gençsin güzelsin aynalı kızım, dedi Muştik. Birdenbire içinde kabaran kaynağı belirsiz bir sıkıntının yol açtığı, bastırmaya çalı ştı ğı usul bir öfkeyle, Ve evlenmek istiyorum,

Page 74: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

diye sözünü kesti Aliye. Bunu da biliyor muydun? Kimse benimle evlenmek istemiyor. Bunu da biliyor muydun? Tabii yukarı mahalledeki sobacının ş i şman ve şaşı o ğlu hariç. Ha, bir de köşedeki kartonpiyercinin yanında çalı şan, çelimsiz, sıska çocuk! Beni kimseler istemezken, niye genç ve güzel diyorsun bana? Hislerimle mi oynamak istiyorsun? Genç ve güzelsin çünkü, dedi Muştik. Ama sen bilmiyorsun. Güzellik ba şka gözlere ö ğretilir, sen "Ben güzelim," der gibi durursan hayatta, herkes seni güzel görür, ama sen kendi güzelliğ ini ta şımaktan aciz durursan, herkes şüpheye düş er. Güzellik, çe şit çeşittir. Kimi güzellikler görülür, kimileri gösterilir, kimileri saklanır, kimileri kabul ettirilir. Her şeyden önce sen, kendi güzelli ğinin hangisi oldu ğuna karar vermelisin. Aliye'nin sözlerinden etkilendiğini gören Muş tik, aynı yumu şak tonla ekledi: Sözü uzatmanın gereği yok. Bence kötü yola dü şmelisin. Sanki bir yerlerde müzik yükseldi. Havaya gerilimli bir titre şim yayıldı. Aliye, şa şkınlıkla ağ zını açacak gibi oldu ama, Mu ştik, konuşmasına izin vermeden sürdürdü: Kötü yolda iyi para kazanırsın, gelecek kurarsın, kendi paranı sayarsın, ba şkalarınınkini değ il; dünyalığ ını yaptı ğında kö şene çekilir, gönlüne göre ya şar, istersen gönlüne göre bir koca bile alabilirsin kendine. Aliye, böyle beklenmedik durumlar için biriktirdi ği sözler içinden, "Ben böyle bir hayat için yeti ştirilmedim"i bulup çıkardı. Sen de kendi kendini yeti ştirirsin. Bak şimdiki bütün gençler parasız, dedi. Bütün genç ve yakışıklı adamlar, parasız ve bedbahtlar; bütün çirkin, şişman ve kel adamlarsa zengin. Bunlardan hangisiyle evleneceksin? Zengin ailelerin çocukları, o ğullarına, zengin kız bakıyorlar, senin gibilerini de ğil. Biri bana a şık olamaz mı? dedi. Olur tabii, dedi Muştik. O kadar vaktin var mı? Durup yıllar yılı bekleyecek kadar vaktin? Hayat geçiyor... Hem aşk dedi ğin nedir senin için? Bir şairin öylesine söylediğ i bir laf: "Biri gelse beni oldu ğum gibi sevse!" Benim için budur aş k! Güzel söz. Ama söyleyen de biliyor, kimsenin kimseyi oldu ğu gibi sevemeyece ğini. Binde bir ihtimaldir gelir seni bulur, ya da bulmaz, ihtimal üzerine hayat ya şanmaz kupa kızım, bu kumardır; hayatla kumar oynamak, zenginlerin i şidir, fakirlerin de ğil; fakirler, sa ğlamcı olmak zorundadır. Sözlerimi yanlış anlama sakın, sen güzel olmadı ğından de ğil, kader, uygun bir adamı kar şına çıkarmadığından, evinde kurur gidersin; ya da gün gelir, bir zamanlar yüz çevirdiklerine mecbur kalırsın; için, çok beklemi ş sürahi suları gibi çürür, değil baş kasına, kendine bile hayrın dokunmaz! Ben, sana binde bir ihtimalden değil, binde bin ihtimalden söz ediyorum elmas kesimli kızım. O zaman bütün erkekler senin olacak, başkalarının hikayelerini ya şayabileceksin. Evlerinde oturup koca bekleyerek minder çürüten kızların hikayelerini de sen yaşayacaksın; fildi şi kulelerde saçlarını tarayan ufuk gözlü

Page 75: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

prenseslerin de... Hem etini satmak, bütün gün kasa ba şında kendini ve içini çürütmekten daha zor de ğildir inan. Her i şin kendine göre yorgunlukları vardır elbet. Et dediğin çabuk dinlendirilir. Ruhu dinlendirmekse imkansızdır. Donarak ölmek gibidir ruhun çürümesi, için için eksilirsin, yava ş yava ş uyu şursun, hiçbir şey hissetmemeye ba şlarsın, sonra sen uykuya daldığ ını sandı ğında, ölmüşsündür aslında. Ölmü ş olduğ unu bile bilmemektir bu. Bak, şu meydanlar, caddeler, sokaklar, ölmü ş ruhlarıyla yürüyen insanlarla dolu! Şu ölü halleriyle ne de aceleciler! Hayatta yeti şecekleri hiçbir ş ey kalmadı ğı halde, hep bir yerlere yeti şmeye çalış ıyorlar! Ne hazin manzara! Beni dinle, zaman kaybediyorsun; genç ve güzelsin. Bunun kıymetini bil! Tabiatın sana verdiğ ini kaderin ellerine teslim etme! Bu lafımı sakın unutma! Tabiat ile kader arasında kaybolup gitme! Hayır, hayır, bana göre bir hayat de ğil; bunları siz söylememiş olun, ben duymamış olayım; en iyisi hiç konu şmamış olalım, dedi Aliye. Unutalım, unutalım, belki başka yerde, baş ka iş e girerim hem, belli mi olur? Hayat bu... Çabuk çabuk konu şup sustu Aliye. Yüzünde somurtuk bir ifade asılı kaldı. Laflarını gereğinden hızlı söyleyerek, kendisine ayrılan zamanı kötü kullanmış bir piyes kahramanı gibi erken suspus olmu ştu. Muştik hemen baş lamadı söze. Söylediklerine inanmaz gözlerle Aliye'nin yüzüne baktı bir süre. Onun kendisini tartmasına zaman tanıdı. Sonra, Bu söylediklerine sen de inanmıyorsun, dedi. Okumuş bir kız olduğ undan değil, ama can sıkıntısından ö ğrenmi şsin hayata dair bazı ş eyleri. Ham dü şünceler kuvvetli olsalar bile, yeterince dayanıklı değillerdir perili kızım. Bilirim, can sıkıntısının da kendine göre bir ilmi vardır, iyi kullanırsan ö ğretici olabilir. Ama, ete ğinden dü şürdü ğün bu kırıntılarla ormanda yolunu bulamazsın. Bundan böyle, senin bir yol göstericiye ihtiyacın var. Bak, içkine ilaç katmıyorum, seni evlenmek vaadiyle de kandırmıyorum; sadece pazarlık ediyorum seninle. Kötü yol için bir davetiye veriyorum sana. Ben, sana bir gelecek veriyorum. Yepyeni bir hayat hikayesi. Peki ne kar şılığ ı? diye sordu Aliye. Birdenbire külyutmaz bir eda takınmı ş, kaşının biri kendiliğ inden havaya kalkmı ştı. Komisyon kar şılı ğı, dedi Muş tik. Ben de bu iş i "Hilal-i Ahmer" yararına yapmıyorum herhalde... Sen de, ben de para kazanaca ğız. Bir anla şma bu. Şartları çok sarih olan bir anla şma. Hiçbir zorlama ve cebir yok! Bir zaman sonra, yeni bir hayat hikayesine hazır olduğ unda, kendin diledi ğin ş artlarla feshedersin bu anlaşmayı. Bak, benim elimde çok güzel kızlar var, dedi Muş tik. Piyasanın en güzel kızları. Öyle sözde kızlar de ğil. Bütün zengin ve kibar mü şteriler, bu yüzden beni arayıp sorarlar; bunun için bana, zevkime, seçimlerime güvenirler. Ben, onları yanıltmam. Ben, bir kalite vadederim. Ben Đ stanbul'un, Beyo ğlu'nun, Şi şli'nin, Ni şantaş ı'nın yatak odasının kapısında durup bilet kesen adamım. Sadece Đstanbul da değ il, bütün Türkiye'de tanırlar beni. Anadolu'dan Đstanbul'a gelip giden bütün zengin ve zevk sahibi adamlarda kartvizitim vardır. Bütün o vakti az, parası bol adamlar, buraya gelir gelmez beni ararlar. Fazla vakitleri yoktur. Bütün mesele, hayatın çok çabuk geçtiğ ini kavramakta yatar saat bakı şlı kızım. Hayat, yalnızca zaman kullanma bilgisidir, başka bir şey de ğil!

Page 76: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Sonra cebinden bir deste perili foto ğraf çıkardı, onları bir iskambil destesi gibi karıyordu. O kardıkça, fotoğrafların üzerindeki yüzler de hızla de ği şiyor, fotoğ raflardaki her kız, birdenbire bir başkası oluveriyordu. Pembe tozanlı, gümüş simli, uçucu rüyaların Beyoğlu melekleri, karbeyaz kanatlarıyla bir karttan diğ erine masal hızında konup kalkarak her pozda baş ka bir hikayenin kapısını aralıyorlardı. Bak bu kızlara, dedi. Her zevke hitap eden birbirinden güzel, çok çe şitli kızlar var elimde, onların gitti ği yollar, benim avucumun içine bir kader falı gibi çizili, her biri ortak bir kaderin hikayelerini kendi hayatlarıyla zenginleştiriyor, bunların hepsi para kazanıyor, hepsinin keyfi yerinde, hepsinin bankada şahsi hesabı var, mücevheri, altını, kürkü, üstü ba şı... En mutena semtlerde oturuyorlar. En muteber mekanlarda görünüyorlar. Mal mülk almak için sıkı ştılar mı, avans veriyorum; hiçbirinin başı, hiçbir şey için a ğrımıyor; ben, bir gölge gibi devamlı arkalarındayım onların, ba şları derde girmesin diye, polise para yediriyorum, hatırlı mü şterilerim sayesinde bana da bir zarar gelmiyor; herkes beni ve ne iş yaptı ğımı biliyor elbet, kimse dokunamıyor bana, ben bir i şadamıyım çünkü, anlıyor musun? Bak, ne diyorum sana: Müşterilerim, öyle it kopuk kısmı de ğil, hatırlı kiş iler, bir kadına bir gonca gibi davranacak, el üstünde tutacak ki şiler; seni pamuklara yatıracak ki şiler; inan hepsinin en az senin kadar kaybedecek ş eyi vardır hayatta, adı ağ ızlara düş sün istemez hiçbiri, hepsi cemiyet içinde iyi bir mevkiide bulunan, itibar sahibi, güvenilir ki şilerdir; hepsi aile sahibidir. Hepsinin çoluğu çocuğu vardır. Korkarlar. Bu cihetlerden için rahat olsun! Onların senden tek istedikleri, ak şamları evlerine döndüklerinde, yoksul ve sıkıcı yatak odalarına katlanabilmek için ihtiyaç duydukları kuvveti kazandırmandır, bu da senin gibi güzel bir kız için çok şey de ğildir. Birazcık saf eğlence, birazcık zararsız oyun ve hile, kaçamak yapmanın suçlu keyfi, ihtiyarlık günleri için dayanıklı birkaç hatıra ve günahın o kar şı konulmaz lezzeti... Ya bir gören duyan olursa? Ya ailemden biri ö ğreniverirse? Bakın bu taze, kötü yola dü şmüş! derlerse, iffetime dil uzatırlarsa, ahlaksız derlerse bana? Ahlak da parayla alınır, pireli kızım dedi Mu ştik. Paranın satın alamayacağı hiçbir ş ey yoktur dünyada. Zamanla ö ğreneceksin bunu da. Sadece, az para, çok para vardır ve bazı durumlar için paran çıkı şmayabilir, hepsi bu! Kötü yol, dedikleri sahiden kötü yol mudur? Yol dediğ in nedir ki, geçer gidersin rüzgarlı kızım. Yol de ğil, yolculuktur önemli olan. Nasıl yolculuk etti ğindir, nerede durduğun, nerede mola verdiğ in, ne zaman yoluna devam etti ğin, hangi sapakları kullandı ğın, hangi dönemeçleri aldığın, ne zaman yava şlayıp ne zaman hızlandığ ındır. Kiminle yolculuk ettiğ in de önemlidir elbet, yoluna çıkanlara ne yaptı ğındır, kimleri yoldan çıkardığ ındır, yolunu kesenlere biçti ğin kaderdir. Bak, Đstanbul'un, Beyoğlu'nun her yerine kapanlar konulmu ştur. Đnsanlar, fareler gibi bu kapanlara yakalanırlar. Kapan dediysem, hain bir tuzak sanma, herkes birbirinin çaresizliğ inin kapanıdır. Birinin vücudu, di ğerinin parasını tuza ğa düşürür. Ya da tersi olur. Birinin imkanları, di ğerinin hayallerini. Herkes birbirinin çaresizli ğini kullanır aslında. Kapana kıstırdığını sandığ ının kapanına kısılmış olduğunu anlarsın kimi zaman. Đnan, hayatın, ders vermeye bile vakti yoktur! "Hayat dersi" dedikleri, iş iş ten geçmeden bunların farkına varmaktır yalnızca. Hem unutma, bazen kötü bir yol, insanı, iyi bir sona ulaştırabilir.

Page 77: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Hem benim yolculukta ba şım döner, dedi Aliye. Çabuk geçer, alı şırsın, dedi Muştik. Bu iş te ba şını de ğil, kuyru ğunu dik tutmaya bak asıl! Hem, ben bakireyim, dedi Aliye. Biliyorum, dedi Mu ştik. Sen de her şeyi biliyorsun, dedi Aliye. Söyledim ya, işim bu, dedi Muş tik. Zaten bu yüzden ilk mü şterimiz belli bile. Kim, kim? diye sordu Aliye. Aliye'nin sevinçle parlayan heyecanı, Mu ştik'i bile şaşırtmı ştı. Sana talip olan müstakbel bir koca adayından de ğil, bir mü şteriden söz ediyorum hülyalı kızım. Her erkekten kısmet uman bu kabil toy heyecanlarını yenmeyi öğren! Kim oldu ğuna gelince: Bir gazete patronu. Hatırlı biri. Me şhur ve rabıtalı. Keçi sakallı, monokl gözlüklü, kısa boylu, tıknaz bir adam. Yüzünde ağ ır, koyu, tedirgin gölgeler var, ama onlara aldırma sen; onlar, çevresinde yaşayanları karartacak bulutlardır, senin gibi gecelik iliş kileri değil. Bakirelere dü şkün. Benden yalnızca bakire ister. Her götürdüğ üm bakire için dolgun bahş i ş alırım. Ben, onun bakire avcısıyım. Beni çoğ u kez yoksul kenar mahallelere bunun için gönderir. Terzi yanında çalı şan kızların ardına onun için takılırım, i ş çıkı şı fabrika önlerinde onun için beklerim. Cılız ampullerin aydınlattığ ı rutubetli atölyelerin pencerelerini onun namına gözler dururum. Bakışları vitrin camlarından ötelerde kalmış tezgahtar kızların hülyalarını onun için takibe alırım. Benim, bütün bu zorlu mesailerimin karşılı ğını en iyi, en cömert ş ekilde öder. Bir de, ilk gece hatırası kanlı çar şaf koleksiyonu vardır. Her çar şafin üstüne günün tarihini yazdırıp dolaplara kaldırtır. Dolap dediysem, öyle iki kapılı, üç kapılı gardırop değil, üst üste dizili ince kesimli çekmecelerin gömülü bulundu ğu duvarlar boyu dolap! Yerde kül rengi bir taban halısı. Tepeden aydınlatan so ğuk, gri bir ış ık. Morg gibi aynı. Dü şün, yalnızca bu dolapları koymak için bir ev almış . Her odası, bütün duvarları dolap olan bir ev. Anlayaca ğın neresinden baksan, eksantrik, çok zengin ve hatırlı bir adam. Mebuslar, bakanlar ağ zının içine bakar. O kadar gazete, mecmua çıkartır, kolay mı? Yazdıracağ ı birkaç satırla kaç kiş iyi bir kalemde harcayabilir! Bir dü şün! Emrinde çalı şan bir Rum doktor var Tünel taraflarında, ona gidece ğiz ilk; doktor, seni muayene edip bakire olup olmadı ğına bakacak, sonra onun verdiğ i bakire raporunu alıp otele öyle gideceğ iz; otel dediysem, sözün gelişi, sen saray hayal et! Kendi gözleriyle yetinmez bir de doktor raporu ister, güvendiğ i, yeminlisi olan bir doktor, kandırılmaya kar şı aldı ğı bir tedbirdir bu, dolaba kaldırmadan önce çarş afın üstüne iliştirecek bu raporu da. Her şey kayıtlı kuyutlu olsun ister. Ne de olsa gazetecilik, babadan geçmi ş ona. Đlk gecelerden, kanlı çarşaflardan bir kilitli tarih gömer o morg çekmecelerine. Çok ş ey yaşadım, çok şey gördüm. Đnsan, benim ya şıma gelince, hiçbir şeyi yargılamamayı, hiçbir ş eye şaşırmamayı ö ğreniyor. Bu fantezinin yalnızca bu adam için bir ş ey ifade ettiğ ini sanırdım, sonradan ö ğrendim ki, me ğer bakireli ği bozulan kızlardan bazıları, zaman zaman oraya gidip, o ölgün, so ğuk ı şı ğın altında durur, kendi çarş aflarının kilitli oldu ğu çekmecelerin ba şında dalgın ve kederli saatler geçirerek,

Page 78: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

geçmiş i düş ünürlermi ş. Tuhaf ş ey do ğrusu! Adam da buna, anlayı şla izin verirmiş . Bunun hüzünlü ve insani bir ş ey oldu ğunu söylüyor. Birlikte i şlenmi ş bir suçun hatırası, dedi bana bir seferinde. Seksin kendisi bir suçtur, dedi. Ben, suça kendi stilimi veriyorum. Pahalı ve lüks bir suç. Görüyorsun ya, zenginler, her çe şit suçu, bir tören gibi ya şayabilme lüksüne sahiptirler. Belki de bu yüzden, mazi dediğ imiz şey, yalnızca zenginlerin geçmi şidir. Fakirlerin tarihi yoktur. Sadece zengin olmuş fakirler, tarihten tarih satın alabilirler. Senin de bir tarihin olmalı. O çarş af bankasında bir çekmece sahibi olmak, az ş ey de ğil inan. Bu ilk tecrübe, seni bir zaman refah içinde ya şatacak kadar para bırakır sana. O parayla üstüne başına çekidüzen verirsin. Đş lerini haline yoluna koyarsın. Adamdan çekinmen için hiçbir sebep yok. Yalnızca bir kere yatar, kızlığ ını bozar ve seni unutur. Bir daha asla yatmaz. Bu, senin için iyi bir ba şlangıçtır; numaralar göstermen, i şveler, cilveler yapman, acemili ğini saklaman gerekmez. Olduğun gibi görünece ğin, seni yormayacak bir ili şki... Belki günün birinde, seni olduğun gibi sevecek birini de bulursun; ş imdi bunu dü şünme! Bu adamın seni beğ enip be ğenmemesi söz konusu de ğildir, onun için, bakire olman yeterlidir. Normal zamanlarda yüzüne bakmayacağı nice çirkin, cılız, şiş man, çarpık çurpuk kızla sırf bakire oldu ğu için yatıp kalkmış oldu ğunu ben biliyorum. Bu, onun baş lıca tutkusu. Kızlık bozmanın keyfini ya şamanın yanı sıra, bütün bakirelerin hayatındaki ilk erkek hatırası olmak ister. Bu, her kız için iyi bir hatıra olmayabilir ama, kuvvetli bir hatıra olduğu kesindir. O da bunu ister zaten. Kuvvetli bir hatıra olmayı. Yattığ ı bakirelerden bir tekiyle bile olsun, sonradan ilişkisini sürdürdü ğü görülmemiştir. Bakireler, onun için tek gecedir. Đlk ve tek gece. Hepsi o kadar. Sence de tuhaf de ğil mi? Ama seks tuhaftır zaten, seksin hiçbir açıklaması yoktur. Seks de ölüm kadar bilinmezdir aslında. Fakat, insanlar nedense onun hakkında ölüm hakkında bildiklerinden daha fazla şey bildiklerini zannederler. Seks, bir gayya kuyusudur. Bunu hiç unutma! Sekste hiçbir ş eyi açıklamaya kalkma, yalnızca kabul et. Kolaylık çekersin. Hayallerini sekse emanet etmeye kalkma sakın, çabucak kırılırlar. Seks, öyle uzun boylu hayaller kaldırmaz, sınırlı bir şeydir. Sınırlı fantezilerle idare edilebilecek dar bir alandır. Azılı çapkınların, donjuanların, erkek delisi kadınların ya da azgın o ğlanların ve de nenfomanların ta derinden bildikleri temel bir gerçektir bu. Alanın dar oldu ğunu bildikleri için, kadroyu geni ş tutarlar. Çok e ş de ğiş tirerek seksin ömrünü uzatmaya bakarlar. Seks, sırrını orgazmda saklar. Kısa ömürlü bir yüceliktir o. Orgazm, bir i şarettir: Sekse dayanan her şeyin süresinin bir orgazm kadar kısa süreli oldu ğunu söylemeye çalı şır. Orgazm, sadece seksin değ il, insan hayatının da gizli bir i şaretidir. Ya şamak zevkinin de, tıpkı orgazm gibi, ne kadar kısa sürdüğ ünü hatırlatmaya çalış ır insano ğluna. Muştik, Aliye'nin, sesini çıkarmamakla birlikte, sözlerini tartmaya başladığ ını fark etmişti. Öyle fundalıkların gölgesinde dalgın masallar dinlerken, bir yandan papatyadan taçlar, kolyeler yapan küçük bir kız çocu ğu gibi durmasına kar şın, gözlerinde tavş an kırmızısı çakımlar yakalamı ştı. Demek, birbirlerine benzeyen yanları vardı; bu, iyiye i şaretti. Her masalda kaybolanla, yol gösterenin birbirine benzeyen yanlarının olması iyiydi. Bu, masalı hayat yapan şeydi. Ya da tersi. Aliye'nin dolgun bir di şilikle kısılmış gözleri üzerine yeniden söze baş ladı Mu ştik: Bak, bütün kadınların ortak bir yanılgısı vardır. Hepsi de di ğer kadınlardan farklı olduklarını zannederler. Kendilerinde olup

Page 79: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

da diğ er kadınlarda olmayan bir şeye sahip olduklarını düşünürler. Bu yüzden de, başka kadınların yaşadıklarına pek kulak asmazlar, başkalarının tecrübelerinden bir şey ö ğrenmezler; her biri, her şeyi, di ğerlerinin ya şadıklarına aldırmaksızın, bir de kendileri denemek, bir de kendileri sınamak ister. Bunun sonucunda, uğradıkları kaçınılmaz yenilgi karş ısında, durumu enayilikleriyle değil, talihsizlikleriyle açıklamayı tercih ederler. Sen öyle yapma! Sende olup da diğer kadınlarda olmayan hiçbir ş ey yok şerbetli kızım! Bu zengin gazeteci, senin kızlı ğını bozdu diye, seninle evlenecek de ğil, bunu aklına bile getirme sakın, bu adamın metresi olabileceğ ini de umma; metresleri, çok önceden bu yola düşmüş ünlü şarkıcılar, film yıldızları, sosyete kadınları falandır; koluna takıp ona buna gösteriş yapabileceğ i cinsten kadınlar yani. Orada ba şka bir sahanın kaideleri geçerlidir. Sabah uyandığ ında, dolgun bir ücretin dışında hiçbir ş ey ümit etme! Anlaş ıldı mı? Seni, bir ba şkasından daha fazla be ğenmiş, ya da senden daha fazla memnun kalmı ş olsa bile, bu, asla benimle anlaştığ ı fiyatın üzerinde bir parayı avucuna sıkı ştıraca ğı ihtimalini doğ urmaz. Sakın, kendini böyle sınamaya kalkma. Haksız yere güven kaybına uğrarsın. Kendine güvenini bu gibi yersiz durumlarda sınamaya kalkış ma. Kendin için yanıltıcı olur. Özgüvenini yitirmi ş kadınların çoğu, kendilerine güvenlerini yanlı ş durumlarda sınamaya kalkış tıkları için bozguna uğramış kadınlardır. Boylarının ölçüsünü aldıktan sonra da, bir daha asla iflah olmazlar! Bu yüzden ortalık, bir kolu kopmu ş kadınla dolu. Diş ine göre av seç, ava göre di ş edinemezsin! Đ ddialı olmak iyi bir şeydir ama, tehlikelidir de... Erkeklerin iddiaları pek uluorta, pek göz önündedir, bu yüzden çok çabuk kazanır, pek çabuk kaybederler; kadınların her şeyleri gibi, iddiaları da sinsidir. Hatta, kimi zaman kendilerinden bile saklamayı becerirler. Kazanamayaca ğın a şikar olan hiçbir şeyde iddialı olma! Yalnızca iddianı kaybetmekle kalmazsın; daha önemli bir şeyi kaybedersin: Baş kalarının gözündeki kredini... Bir tek iddia bile kaybetsen, insanlar, bütün bir hayatının yalan ve gösteriş oldu ğunu dü şünmeye ba şlarlar. Aliye, birdenbire bu söz yağ murunun altında kaldı ğını, bilinmedik bir geleceğ e sürüklendi ğini hissetti. Peki, ben neyim ki? diye sahici bir hayretle sordu. Senin ne oldu ğun değil, ne olacağ ın önemli. Kendini bir yıldız gibi düş ün! Herkesin sana hayran olmasını sa ğlamalısın! Hayranlıkta iki kart vardır: Sadakat ve ihanet. Đkisi de sahibine eş it uzaklıktadır. Hayran olanlar, hayranlıklarını sürdürmek için, her fırsatta ikisinin de falına bakarlar. Her seferinde onlara, senin hakkında yanılmamı ş olduklarını kendilerine ispat etme ş ansı ve fırsatı tanımalısın! Kaybettiğ in iddiaları görüp sana ihanete karar verirlerse, i şte o zaman i şin bitti demektir. Đ lkin nefret, sonra da daha acımasızı, kayıtsızlıkla cezalandırırlar seni. Bunun sonucunda, seni ta baş ından beri bir hiç olduğ una inandırırlar. Her zaman bu kadar çok, bu kadar uzun, bu kadar kalabalık konuşmam! Bütün bu alış ık olmadı ğın şeyleri, sana böyle tane tane, açık açık söylememin nedeni de bu zaten. Ancak her şeyi açıkça konu şursak, iyi birer ortak olabiliriz. Açıklık isteyen bir i ş yapıyoruz. Aramızdaki her şey, bir bardak su kadar sade olmalı. Yoksa ne olacak? Herkes, herkesi kandırabilir. Kimse sonuna kadar enayi de ğildir, günün birinde uyanır. Bense, dünyanın en eski mesleğ i etrafında dönen bir iş yapıyorum, bizim i şimiz vur kaç işi değil, güvenilir bir firma ahlakına ve süreklili ğine sahip olmak durumundayım. Sadece ahlakımın değil, mesleğ imin de gere ğini yapıyorum anlayaca ğın. Sen de mesle ğinin gereklerini yapacaksın.

Page 80: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Unutma, bir tek ahlak vardır: Meslek ahlakı. Her şeyi kaybedebilirsin ama, onu asla! Sen benim için de, kendin için de bir sermayesin. Seni en iyi, en verimli, en uzun ömürlü olacak biçimde kullanacağız. Herkes kıymetini kendi biçer, baş kasından beklemez. Senin için do ğru hikaye alacağ ız, senin için do ğru görüntüleri kiralayacağ ız, senin için zamanı do ğru ve tutumlu harcayaca ğız. Senden sürekli para getiren, zaman kazandıran, geleceğ e çalı şan bir efsane yaratacağ ız. Ölene kadar bu işi yapamazsın; hayatı ne kadar ağ ırdan alırsan al, bir gözün saatte olmalıdır. Kendini bir Külkedisi gibi düşün! Vaktinden önce dönmen gerekir kendine seçtiğ in ba şlangıç noktasına. Ölümlü bir varlık olan insanın, hayattan alaca ğı en büyük intikam, zamanı en iyi biçimde kullanmayı öğrenmektir. Çünkü, bu konuda hayat hep hile yapar. Mesleğinin bütün inceliklerini öğrenmelisin. Dünyanın en eski, en kazançlı, en zor ticareti, zevk ticaretidir. Zevk dedikleri şey, çok nankördür çünkü. Çabuk de ği şir, çabuk geçer. Dünyayı kazanırken, bütün bir hayatı kaybedebilirsin. Kötü fahiş elerin çoğ u, erkeklere yalnızca etlerini satarlar; halbuki et dedikleri, çok çabuk çürür, sen erkeklere rüya satmaya bak! Erkekler rüya göremez çünkü. Erkeklerin ço ğu rüya körüdür. Rüya, erkeklerin gözünden alınmı ştır, onların gözleri, sahip olmak, elde etmek, mülk edinmek, fethetmek, rekabet, hırs, yarı ş içinde çoraklaş ıp kurumu ştur. Evdeki kadın, erke ğin kaderidir, rüyası de ğil; sen, o erkeklerin rüyası olmaya bak! Unutma: Yaş attığ ın rüya kadar ya şarsın! Sen artık bir rüya kahramanısın. Kimseyi rüyasından uyandırmamaya bak, yoksa yok olursun! Ben, sana devamlı akıl vereceğ im elbette, ama koyma akılla üç adım yol ancak gidilir. Sen de i şinin bütün inceliklerini en küçük teferruatına kadar ö ğrenmeye bakacaksın; hatta, kendi i şin konusunda beni bilgilendirmeye ba şlayacak kadar, kendi tariflerini getirecek, tecrübelerinin tahlilini yapacak, yaşadıklarından sa ğlam dersler çıkaracak kadar i şine vakıf olacaksın. Beni bile şa şırtmayı dene. Amacın bu olmalı. Beni bir gün şa şırtmak! Ancak o zaman en iyi olursun! Bir süredir aralıksız konuşan Muş tik, derin bir soluk alıp birdenbire sustu. Sanki rüzgarda sayfaları uçu şan bir kitap birdenbire kapanmı ş oldu. Susmasıyla birlikte, yüzünün bütün ifadesi bir anda bo şaldı, hatları silindi, anlamı uçtu, heykelsi bir kesinlik ve suskunluk kazandı. Neredeyse katılmı ş, taş laş mıştı. Muştik'in konuşmasından bir hayli etkilendiği belli olan Aliye'nin yüzündeyse, sönen direncinin son dumanları, yıkılan duvarların son birkaç tu ğlası kalmı ştı yalnızca. Muştik'in ani sessizli ği üzerine, havada asılı kalmı ş boş lu ğun tedirginliğ ini duydu Aliye, bir şeyler söylemek ihtiyacı hissetti: Gene de çok çekiniyorum, dedi. Tanınmaktan, bilinmekten, ailemin öğrenmesinden, mahallelimin bilmesinden çekiniyorum. Aliye'nin geçmiş i kulaklarında uğ ulduyordu. Korkma! Hiçbir ş eyden çekinme! Herkes sen ne kadarını istiyorsan o kadarını bilecek. Ailen, zamanla onlara akıtaca ğın kürekle paradan sonra, artık hiçbir şey bilmek istemeyecektir. Hiç merak etme, hep böyle olur bu! Hem sadece içinde ya şadığ ımız bu zaman içinde gezmeyece ğiz ki seninle, geçmiş zamanlara da gidece ğiz, geçmiş zamanların adamlarıyla da tanı ştıracağ ım seni; hem geçmiş zamanların adamları, bu zamana gelemezler, onlar orada kalır, i şimiz bitince biz bu tarafa geçeriz. Orada seni tanıyacak

Page 81: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

birinin çıkması imkansızdır. En iyi av sahası, geçmiştir zaten. Geçmiş te ölüm yoktur. E ğer geçmi şte kalmayı bir çe şit ölüm saymazsak tabii. Peki, geçmi şe nasıl geçeceğiz? diye sordu Aliye. Benim için, geçmiş ya da gelecek yoktur, dedi Mu ştik, Ben zamansızım. Sesimde üç yüz yıllık bir Beyo ğlu cini saklanıyor. Sana gelince, çok kolay. Aynalı Pastane'nin duvarında boydan boya koskoca bir ayna var ya, iş te onun içinden geçeceksin yeni hayatına. Zamanları birbirine ba ğlayan en iyi yol, aynadır; bütün iyi ve sağlam yolculuklara aynanın içinden geçerek çıkılır. Her insanın kendine yaptığı ilk yolculuk, ayna yoluyla olmuş tur. Her genç kız ve kadın, kendini ayna yoluyla ke şfeder, ayna yoluyla yeniden şekillendirir ya da de ği ştirir. Herkes kendi yolculu ğunun sırrını kendi aynasına sırlar. Đ nsan, kendine tuttu ğu aynayla yolunu bulur. Ayna, yüzümüzün u ğultusudur. Peki nasıl olacak bu, yani aynanın içinden geçmek? diye heyecandan titreyen bir sesle sordu Aliye. Sanki, daha önceden seyretti ğini bildiğ i birine, kendini tutamayıp filmin sonunu soruyordu. Senin kader aynan orada, çalış tığ ın yerde. Bir zamandır bir su baş ını bekler gibi pastanedeki o yaldızlı aynanın baş ını bekliyorsun, her gün o aynayla yüzle şiyorsun, can sıkıntılarını ona döküyorsun, o aynanın içinden görüyorsun dünyayı, o aynanın sana gösterdikleriyle yeniden bakıyorsun masalar, koltuklar, sandalyeler, hikayeler dolusu insana. Sen farkında olmasan da, bunca zaman içinde ayna ö ğretmiş tir sana ö ğretece ğini. Kendini aynaya bırak sen! Aynanın yollarına, zamanlarına, maceralarına güven! Sen, yalnızca istekli ve kararlı olarak ve yarılmaktan korkmayarak, ona do ğru dosdo ğru yürümene bak, aynanın görünmez duvarı bir anda içine alacaktır seni, ben de orada olaca ğım o sırada, sana yol gösterece ğim, gerisi aynanın iklimine kalmı ş artık. Ondan sonra artık hangi diyara çıkarır bizi, bilinmez. Bence, işin en keyifli yanı da budur zaten. Seçti ğin kaderin hikayelerini beklemek. Söylenenlerden nefesi kesilmiş ti Aliye'nin, ü şümesinin dinmesine kar şın, varlı ğını dipdiri hissetmeye devam ediyordu. Gözlerindeki hülyalı tül hafifçe aralanmış, bakı şlarındaki dalgın pus dinmiş ti. Gözbebekleri dolgunlaş mış , dünya, baş ka tür bir berraklık kazanmış tı onun için. Đ lk kez geldi ği ecnebi bir memleketin, sokaklarına, binalarına, insanlarına taptaze, yepyeni gözlerle bakar gibi bakmaya başladı etrafına; e şya, önceden tanımadı ğı bir derinliğ e kavu şmuştu sanki... Masadan kalkıp, çay bahçesini geride bırakıp, yeniden Đ stiklal Caddesi'ne çıktılar; Aliye, Mu ştik'le birlikte yürümekten hem tedirgindi, hem suçlu bir zevk duyuyordu. Kendini ilk kez, hem kendi, hem bir ba şkasıymış gibi hissediyordu. Kendini bir tek ki şi sanırken birdenbire çoğ almı ştı. Muş tik, düşüncelerini okumuş çasına açıkladı: Herkes, bir ba şkası olmak ister aslında, dedi. Bunu sakın unutma! Bu yüzden kimse kendisi kalamaz. Bütün romanlar, hikayeler, piyesler, filmler bunun içindir; insana bir baş kası olma imkanı sunmak için. Tünel'e do ğru yürümeye ba şladıklarında, olan biteni bir düzene sokması için, eksik bir halkanın tamamlanması gerekiyormuş gibi, Yalnız, son bir ş ey soraca ğım sana, dedi Aliye. Sor, dedi Mu ştik. Hem yazar, hem falcı olan birini tanıyor musun?

Page 82: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Muştik, bir an düş ündü, sonra baş ını iki yana sallayarak, Hayır, dedi. Hiç duymadım. Aliye, Mu ştik'in yanıtındaki içtenli ğe inandı; yeniden yürümeye devam ettiler. Aznavur Pasajı'nı, Hacapulos Pasajı'nı geçtiler. Elhamra Sineması'nın oralarda, gözü vitrin de gördü ğü bir ş eye takıldı Aliye'nin. Durup baktılar. Birdenbire vitrin camının bütün yüzeyini kaplayan koskocaman bir kedi yüzü, Aliye'ye gülümsemeye başladı. Ardından cam dalgalandı, içine dü şen ta şı dibe çektikten sonra, halkalanmı ş yüzeyini durultan bir su gibi dindi, düzleş ti. Aynı şeyi görüp görmediğini anlamak için, hızla dönüp Muştik'in yüzüne bakan Aliye, onun her şeyden habersiz görünen yüzünde, cevap yerine geçebilecek ola ğandı şı bir şey bulamadı. Yanı baş ında durmu ş, sessizce vitrine bakıyordu yalnız. Dünya içinde görünmeyen bir dünyanın ilk i şaretlerini almaya başladığ ını dü şündü Aliye. Muş tik haklıydı, hiçbir şey birdenbire olmuyor, kendi kendine birikiyordu demek. Bu yolculuk da, çok önce ba şlamış olmalıydı. Yürüye yürüye Kalivrusi'nin, Karlman Pasajı'nın, Turkuvaz'ın, Markiz'in, Narmanlı Han'ın, Suriye Pasajı'ndaki Santral Sineması'nın önünden geçip Dört Mevsim Lokantası'na geldiler. Hem sanki yıllar geçmi ş, hem ş imdi ak şam olmu ştu. Pahalı ve güzel parfömlerin kalın bulutu, daha kapıda, camlı sahanlıkta kar şılıyordu girenleri. Lokantanın içindeki yumu şak ı şık, her ş eyi soylu çizgilerle gölgelendiriyor; pahalı porselen takımlar, ay ışı ğı parlaklığ ındaki gümüş çatal bıçak takımları, bembeyaz kolalı örtüler, aslan ayaklı masalar, yüksek arkalıklı oymalı sandalyeler, kabartma desenli duvar ka ğıtları, sarı sarı ış ıyan pirinç apliklerden kurulu bu soylu ve sessiz dünyanın ortasında, alçak sesle konuşarak yemek yiyen bu kibar insanlar, kaynağ ı belirsiz bir güven uyandırıyordu Aliye'de. Sanki burada hiç kötü bir şey olamazdı. Her şey güven altına alınmış tı. Tek sorun, buraya layık olmaktı yalnızca. Bunu baş armaya çalış malıydı. Aliye'nin önüne uzatılan mönüde, adını hiç bilmediği bir sürü yemek adı, yabancı ülke adları gibi alt alta sıralanmı ştı. Bu adlar hiçbir ş ey söylemiyordu ona. Gözünün önüne hiçbir şey getirmiyorlardı. Muştik, mönüye şöyle bir göz attıktan sonra, Aliye'nin yüzündeki, herkesten gizlemeye çalı ştı ğı ş aşkınlı ğı seyretti. Ne yemek istedi ğini sordu. Aliye, Siz ne yerseniz, ben de ondan, diye kestirme bir cevap verdi. Böylelikle, yemek listesindeki tanımadığ ı yemek adları arasında kaybolmaktan kurtulmayı umdu. Mu ştik, gene de ona listedeki belli ba şlı yemekleri tanıttı, listelerden korkmaması gerekti ğini söyledi; bunların hepsini bir günde de ğil ama, zaman içinde yavaş yavaş öğ renece ğini, canını sıkmaması gerektiğ ini ekledikten sonra, ikisi adına yemekleri seçti. Bu kez de, a ğına yeni dü şürdüğ ü bir tazenin gözünü kamaştırmaya çalışan kart bir zampara ile yeni bir hayatın e şi ğinden ürpererek adım atan bir kenar mahalle güzeli gibi görünüyorlardı uzaktan. Muştik, Aliye'nin şerefine bir şi şe Fransız ş ampanyası açtırdı. Aliye, ilkin şampanyayı, ardından beyaz şarabı tattı. Yemekler, tekerlekli arabalarda, gümü ş parıltılı tepsiler içinde,

Page 83: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ölçülü bir nezaketle gülümseyen, tertemiz, bembeyaz giysili garsonlar tarafından özenle servis ediliyordu. Aliye, önüne konan süslü yemeğ e bir süre yabancı gözlerle baktı, ne olduğ unu anlamaya çalıştı; gözucuyla izledi ği Mu ştik'in katlı peçetesini açarak kucağına yayı şını, çatalını bıça ğını eline alış ını aynen taklit etti, ardından çatalının ucuyla yeme ğinden ilk lokmasını aldı. Büyülü bir tadı vardı yemeğ in. Hem çilekli pasta, hem krema, hem hindi kızartması, hem portakal reçeli, hem muz tadındaydı. Baş döndüren rayihası, insanı uzak diyarlara götürüyordu. Boşalan ş arap kadehlerinden sonra, yanaklarını al basmış, gözleri süzülmeye ba şlamı ştı, diline hafif bir pelteklik gelmi şti ki, Muştik buna sevindi. Erkeklerin, kadınlarda bu tür küçük ve sevimli kusürlara bayıldığ ını biliyordu. Şakası yapılabilecek cinsten bu kabil küçük kusurlar, erkeklerin himaye etme duygularını güçlendiriyordu. Son olarak, içinde alev alev bir şeylerin yandı ğı, çakımlı ı şıltılarla parlayan dev bir gümüş tepsi geldi masaya. Muştik, ceketinin cebinden çıkardığı ipekli mendilini bir tüy gibi alevlerin üstüne bıraktı, süzülerek inen ve alevlerin üstünü örten mendili, aynı anda hızla geri çekerken, parlayan fla şın ış ığı gözlerini aldı Aliye'nin. Güzel bir poz daha, dedi fotoğ rafçı. Ne oldu? dedi Aliye. Neredeyiz? Foto ğraf çektiriyoruz, dedi Mu ştik. Stüdyodayız. Anlamaz gözlerle ş aşkın şaşkın makineye baktı Aliye. Gülümserken, bir yandan ısrarla soruyordu: Neredeyiz? Ne oluyor? "Foto Süreyya"dayız, dedi Mu ştik. Đlk foto ğraflarını çektiriyoruz senin; uzun yıllar ceketimin iç cebinde gülümseyeceksin sen de diğer Đstanbul güzelleri gibi. Şimdiden tarih oluyorsun Aliye Hanım. Bak, burada, yıllar önce bu "Dört Mevsim Lokantası"nın yerinde duran, "Foto Süreyya"dayız i şte. Bu güzel bulu şma için, buradan daha uygun bir yer olamaz, diye dü şündüm. Bütün zamanlar iç içe geçmiştir Beyo ğlu'nda. Hatıraların kamaş masıdır bu. Hadi şimdi, verdiğin son bir pozda Beyoğ lu için gülümse! Beyoğ lu'nu anarken, bir gün seni de anacak olan bütün o fani insanlar için gülümse! Zamanın pek çabuk geçti ğini dü şünerek gülümse! Aliye gülümsedi. Zaman gülümsedi. Flaş söndü. Tepsinin üzerine gümü ş bir kapak kapatıldı. Çevredeki masalar yava ş yava ş boş alıyor, içerisi tenhalaş ıyordu. Tatlılarını yerken Aliye, sarhoş olmaya ba şladı ğını, uykusunun geldiğ ini, kendini birdenbire çok yorgun hissetti ğini, bu yeni hayatında ne olursa olsun, ne ya şarsa yaşasın, bir gün ba şladığ ı yere geri dönerek, evlenmesi, bir yuva kurması gerekti ğini düşündü. Bir yerlerde onu bekleyen bir erkek mutlaka olmalıydı. Dünya bu kadar ıssız olamazdı. Dört Mevsim'den çıktıklarında hava iyice serinlemişti. Gene de Aliye yürümek, biraz açılmak, üzerine sinen puslu havayı rüzgara vermek istiyordu. Yolda, neredeyse hiç konuş madılar. Muş tik, onu ilk kez o gece, evine, kapısının önüne kadar bıraktı.

Page 84: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ertesi gün için el sıkı şıp sözleş tiler. Đlk o gece karış ık, uzun, heyecan ve macera dolu, iyi mi kötü mü olduğ una karar veremedi ği bir rüya gördü Aliye. Rüyasında, rüyasında kaybolmuş bir kız çocuğunun rüyasını görüyor, uyanmak istedi ğindeyse, o kayıp kız çocu ğu bir türlü bulunamadığ ı için, kilitli kaldı ğı onun rüyasından bir türlü dı şarı çıkamıyordu. Her uyanı şında, uyanı şının, aslında sürmekte olan rüyanın bir parçası oldu ğunu anlayarak yeniden umutsuzlu ğa kapılıyordu. Rüya içinde rüya içinde rüya içinde rüyaların sabahında uyandığında, nasıl uyandı ğını hatırlamıyordu. Yüzünde kendinin olmayan bir mahmurluk vardı. ... Birlikte Đstanbul'u gezmeye ba şladılar. Yalnız Đstanbul'u de ğil, sanki bütün bir hayatı geziyorlardı. Yalnız şimdiki zamanı de ğil, bütün zamanları geziyorlardı. Mu ştik, Aliye'nin iyiden iyiye güvenini kazanmaya ba şlamış ; Aliye, kendini, onun yol göstericili ğine bırakmış tı. Yağmurlu bir öğleden sonra, Đstiklal Caddesi'nde, Saray Sineması'nın locasındalar şimdi. Salon yarı yarıya boş. Ölgün apliklerden yayılan yorgun, sarı bir ı şık aydınlatıyor ortalı ğı. Duvar lekelerine benzeyen bu gönülsüz, cılız ışıkların yarattı ğı, insana yalnızlık duygusu veren, bu biraz hüzünlü, biraz bezgin hava, sanki az sonra baş layacak olan filmle birlikte da ğılıverecek ve hayattan çok daha canlı, çok daha hakiki görünen film, bu sıkıntılı bekleyiş i unutturuverecekmi ş gibi... Az sonra sinema salonu tamamen kararıyor, makaranın sayıklamaya benzer ilk titrek görüntüleri, yerini parlak, göz kama ştırıcı bir ı şı ğa bırakıyor. Adı, pek alış ık olmadıkları uzunlukta tuhaf bir ecnebi film seyrediyorlar. Filmin bir sahnesinde, adı Prenses Gradisca olan kırmızı ba şlıklı bir kadın, jigolosunun tecavüz etti ği, filmin Antigone adlı esas kızına şunları söylüyor: "Çağ ını ş aşırmış masallar vardır. Kimi zaman da insanlar yüklenemeyecekleri ya da sürdüremeyecekleri masalları ya şamaya kalkış ırlar. Masalların kadrosu sanıldı ğı kadar kalabalık de ğildir. Orada ancak birkaç kişiye yer vardır. Örne ğin, beni dü şünün. Ben, Prens'le evlenmek yerine, bütün umutları içinde çürümü ş bir kızkurusu olarak orada, o küçük taş ra kasabasında bir jandarma subayıyla evlenip bütün hayatımı o bozkırda çürütebilirdim. Ama öyle olmadı. Olabilirdi de. Bu yalnızca bir şans i şidir Antigone. Bir rastlantı, bir zamanlama... Örne ğin sen de kendi masalını terk ettin. Đ nsanların imrendikleri başkaldıran bir kadın kahraman olabilecekken, bunları tepip başka bir şey olmak istedin. Başka hayatların masalını teneffüs etmek, o iklimlerde yaşamak kolay de ğildir. Küçük roller yabancılar içindir Antigone. Sen kendini kendi masalından sürgün ettikten sonra, hiçbir masalı yurt tutamazsın. Hem Prenses olmak hiçbir şey demek de ğil. Bazen ben bile düşünürüm, acaba o küçük ta şra kasabasında mı kalsaydım? diye. Bilmediğ im, belki hiçbir zaman bilemeyeceğ im bir şey bu. Ayrıca bilmediğ im, ve belki hiçbir zaman bilemeyece ğim birçok ş ey var hayatım hakkında... Örneğin Superman'in beni sevip sevmedi ğini

Page 85: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

hiçbir zaman ö ğrenemeyece ğim. Parayla tutulmuş birinin konumunu yitirmek korkusundan ötürü de ğil bu. Yalan söyleme olasılığ ından, ya da suskunluğ undan da değ il. Çünkü bazen parayla tutulmuş biriyle de büyük a şklar ya şanabilir. Đ nsan sahiden sevebilir. Özel bir coğ rafyanın da kendine özgü a şkları, sevinçleri, kuralları vardır. Söylemeye çalı ştı ğım şey, daha köklü, daha temel bir ş ey. Bunların adını ben de her zaman veremiyorum. Zaman zaman bir ş imşek çakımı süre içinde bilincimi yalayıp geçiyorlar. Masallar da sahicili ğini yitirmeye ba şladı, yapayla ştı, sahtele şti. Sanki onlar da çürüyorlar, içimiz gibi, gövdemiz gibi. Sentetik masallar ya şıyoruz artık. Bütün oyunlarda naylon tadı var. Belki de ta eskiden beri böyledi bu; ama biz farkında de ğildik. Her neyse kafam sorularla dopdolu. Ya şlandıkça, olgunlaş tıkça, yanıtlarım de ğil de, sorularım çoğalıyor. Ne tuhaf! Nedense bütün bunları bilmeni istedim. Bunları seninle konu şmak istedim. Çünkü sen de artık bir kadınsın. Ve dü şlerinin ba şkentine doğru yol alıyorsun. Oraya vardı ğında bir dü ş gurbetçisi olmanı istemem. Tecavüze uğ ramı ş bir kadın hiç olmazsa bunu ö ğrenmi ş olmalıdır. Herkesin ahlakı serveti kadardır Antigone; tez elden servet yapmaya bak." Aliye'nin gözleri doluyor bu uzun sözlerden. Tam olarak anlamadığı, ama canını yakan, yüre ğinde bir yere değen sözler bunlar. Ne söyleyeceğini bilemiyor, Mu ştik'e dönüp, Beni niye getirdin bu filme? diyor. Söylenenlerden ders alayım diye mi? Bu sırada perdede baş ını kaldırıyor Antigone. Yüzünü basmı ş çillerin büsbütün büyüttü ğü, çoğ alttı ğı o masum hayretle, "Hep sizin gibi olmak istedim," diyor Prenses Gradisca'ya. "Hep sizin gibi." Belli ki, söylenenleri hiç anlamamı ş, hiç dinlememi ş Antigone; yalnızca hayallerinin esiri olarak dinlemi ş, güzelliğine ve macerasına hayran oldu ğu, adı Prenses Gradisca olan bu kadını. Aliye, onun bönlüğ ünü cezalandırmak ister gibi, dönüp Muş tik'e, kızın çillerine Krem Şövötal'ın iyi gelece ğini söylüyor. Đstanbul'un ortasında Beyo ğlu'nun Rebul Eczanesi'nde bile bulunan bu krem, koskoca Avrupa şehirlerinde yok mudur sanki? diyor. Muştik gülümsüyor. Aliye, orada olsaydı, Prenses Gradisca'nın sözlerini anlayaca ğını, onun tembihlerine göre davranaca ğını dü şünüyor. Ama bu kez de, Antigone'nin, aslında niye ona bu kadar hayran oldu ğunu, onun gibi olmak istedi ğini anlamakta güçlük çekiyor. Haklısın, diyor Mu ştik. Başka masalların kadınlarının birbirlerinden öğrenecek fazla bir şeyleri yoktur. Bazı kadınlar arasında kadın olmanın yetmediği büyük uzaklıklar vardır. Aliye, hepsinin birbirinden de ğerli oldu ğunu dü şündüğü bütün bu sözleri bir gün anlayabilmeyi umuyor. Daha do ğrusu, içinde bir yerlerin, bu sözlerin önemini anladığını, ama henüz bütün derinliğ iyle kavrayamadı ğını düş ünüyor. Sözleri kavratan şeyin, yalnızca akıl ya da zeka olmayıp ço ğu kez tecrübeler olduğunu; kendi kıt da ğarcığ ınınsa bunlara yetmediğini kabul ediyor. Hayalini kurmadığ ı bir gelece ğin bir yerlerde kendisini bekledi ğini ilk kez bu denli derinden duyuyor. Muştik, Aliye'nin düş üncelerini okumu ş gibi, kadınlar, gelece ğe yalnızca hayallerle hazırlanırlar, diyor. Yani çok çabuk bo şa çıkan şeylerle. Gelecek için biraz gerçek biriktir tül masalı kızım.

Page 86: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Hiçbir gelecek sanıldığ ı kadar uzak de ğildir. O yüzden de geçmi şe benzer. Ama, yine de eski bir masalın söylediği gibi: Bütün kızlar günün birinde kraliçe olmak ister! Belki de masal yolları bu yüzden aynıdır ve bu yüzden sürekli birbirine dolaş ır. Yeniden filme dönüyorlar. Film, hiç kımıldamamı ş onları kaldıkları yerde bekliyor. Aliye, Mu ştik'in bütün sözlerini aklında tutamayacağ ını, ama o sözlere ili şkin duyguları saklayabilmeyi umuyor. Doğ ru saklanmış duyguların, sa ğlam fikirler kadar yol gösterici olduğuna inanıyor. Birden perdedeki sesler boğuklaşıyor, ağ ızlar bo şa açılıp kapanırken, hareketler a ğırlaş ıyor, makineden kurtulan film şeridinin çırpınış a benzeyen boşa dönüşünün sesi dolduruyor sinemayı. Ardından çi ğ bir ı şık perdeyi aydınlatıyor. Erken uyandırılmı ş bir rüya duygusu kalıyor seyircilerde. Dönüp birbirlerine bakıyorlar. Serin havaların sabahlarında, sıcak yataklarından kalkıp oda ısısına çıktıklarındakine benzer bir ürperi ş sarıyor hepsini. Đçlerinden birkaçı, belki de rüyaların hayattan daha bağ ışlamasız olduğunu dü şünüyor. Sinemadan çıktıklarında, yağ mur azalmış, hava iyice serinlemi ş; Đstiklal Caddesi üzerindeki Petrograd Pastanesi'nde oturuyorlar bir süre. Uzaktan görünü şleri, pek seyrek görüş en, birbirlerine söyleyecek sözü olmayan iki uzak akrabanın, Beyo ğlu'nda bir ak şamüzeri zorunlu beraberli ğine benziyor. Petrograd Pastanesi'nde her zaman servis yapan Beyaz Rus kadın, her zamanki donuk yüzüyle geziniyor masaların arasında. Dünyayı oldu ğu gibi kabul etmiş , heyecanlarını çoktan tüketmiş , sevinçlerini ya da kederlerini kendinden bile saklamayı ö ğrenmi ş, hayattan bezgin, ama iş inde enerjik kadınlardan oldu ğu belli; sessizce sipari şleri alıyor. Aliye, Muş tik'in yanındayken, erkeklerin kendine ba şka gözlerle baktı ğını fark ediyor. Daha önceden tanımadığ ı, yabancı bakışlar bunlar. Bu bakı şların hoşuna gidip gitmedi ğini bilmiyor; filmlerden bildiği, şehre yeni gelmi ş yabancıya ilgi duyan yerli halkın meraklı bakış larına benziyor. Bu yabancılıkta hayatı için yeni olan bir şey var. Bu da, ona sonrasında ne olacağ ını bilmediğ i tuhaf bir beklenti heyecanı veriyor. Sanki hayatının gizli ipliklerinden biri yavaşça çekilmi ş, ardından çorap sökü ğü gibi gelecek başka ihtimalleri usulca sezdiriyor. Đlk kez o zaman Muş tik'in kendine önerdi ği i şe çok da yabancı olmayan bir yanını keşfediyor: Merak. Yabancı gövdelere, yabancı hikayelere, yabancı hayatlara duyduğ u derin merak. Gövdeyi ürperten şeyin, yalnızca esinti ya da so ğuk değil, kimi zaman da merak olabileceğ ini dü şünüyor. Merakın uyandırdığ ı kar şı konulmaz heyecan ve küçük kalp çarpıntıları, sabah serinli ği gibi diri tutuyor insanı. Aliye, ansızın yüzüne yayılan hem masum, hem şeytani bir gülümsemeyle bu meraklı yanını hınzırca fark ediyor; kendini çok güçlü hissediyor birdenbire. O andan sonra, artık ba ş edemeyeceğ i hiçbir ş ey yokmuş gibi, içi, kaynağ ını bilemedi ği bir güçle doluyor. Bunun, ba ş dönmesi gibi, bir anlık geçici bir duygu de ğil, önüne açılan yeni bir hayatın temel duygusu olmasını umuyor. Köpüklü kara birasından iri bir yudum yuvarlıyor, biranın dudaklarının iki yanına bıraktığ ı köpükleri, dilinin i ştahlı ve çabuk hareketleriyle yalayarak a ğız kenarlarından alıyor. Kendine ili şkin bir giz gibi, kendindeki iş tahı derinden fark ediyor. Erkek gövdeleriyle kendi arasındaki büyük uzaklı ğın hızla kapandı ğını, sanki şimdi gözlerini yumsa, onlardan birinin tuzlu tenine dokunabilece ğini duyumsuyor.

Page 87: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Đçinde büyük bir hızla kök salan, şimdilik sarsılmaz görünen o güven duygusuyla, birdenbire gözünün takıldığ ı, masalar arasında dolaşarak servis yapan o Beyaz Rus garson kadını küçümsediğ ini fark ediyor. Kadınların güçlü oldu ğu anlarda, ilk küçümsedikleri şeyin, di ğer kadınlar olduğ unu anlıyor. Mu ştik'in sinemada söyledi ği masaldaki sözü anımsıyor: Bütün kızlar günün birinde kraliçe olmak ister! Ve eklemek istiyor: Hiçbir memlekette iki kraliçe birden olmaz! Yüzüne, kendisine bile yabancı gelen geniş bir gülümseme yayılıyor ve birasından iri bir yudum daha alıyor. Üzerinde gezen yabancı gözlerin, dudaklarının kenarında kalan bira köpüklerinde olduğunun farkında ş imdi ve bunun, onların susuzlu ğunu artırdı ğını biliyor. Şu an dudaklarının kıvrımıyla gamzesi arasında duran minicik bir bira köpüğünün nasıl bir gücü olduğ unu erkeklerin gözünden okumanın üstünlük duygusuyla kadınlığını tadıyor. Film ş eridi yeniden makineye takılıyor. Hareketler eski hızına ve temposuna; açılıp kapanan a ğızlar, eski sözlerine yeniden kavuşuyor; film kaldığı yerden devam ediyor. Çıkınca, Petrograd Pastanesi'ne gidelim, diyor Mu ştik. Ses çıkarmıyor Aliye, perdedeki gemiyi, nereden görmüş olabileceğini düşünüyor; geminin balo salonundaki avize tanıdık geliyor. ... Birlikte birkaç anı edinmenin, güven duygusunu nasıl güçlendirdi ğini iyi biliyor Mu ştik. Bu yüzden, birkaç gündür birlikte geziyorlar. Uzun yolculukları besleyen şeyin küçük yolculuklar olduğ unu anlatıyor Aliye'ye. Yol arkada şlığı, dünyanın en zor arkada şlıklarından biridir, diyor. Kaç kiş i yol arkada şı kalabilir hayatta, bir dü şünsene! Aliye düş ünemiyor. O kadar genç ki, gözleri fazla uzağ a bakamıyor. O gün, Eyüp sırtlarında gezerlerken, iki yanında uzun selvi ağaçlarının dizili oldu ğu, yığ ma ta şlarla örülü alçak bir duvarla çevrelenmiş eski bir mezarlığın yanından geçiyorlar. Geçmiş in ve şimdinin çiçek kokularının yanından geçiyorlar. Eski ve uzun ezan seslerinin yanından geçiyorlar. Eskiden, sevdiklerini uza ğa göndermeye kıyamayan mahallelilerin ölüleriyle koyun koyuna yattıkları alçakgönüllü mahalle mezarlıklarının yanından geçiyorlar. O iki yanı, aralarından salkım saçak otların boy verdi ği yı ğma ta şlarla örülü, iki yanı uzun selvilerin koyu gölgeleriyle ve yabani otların baş ıbo ş ye şilli ğiyle kuş atılmı ş, Boğ az'ın tuzlu rüzgarlarını saklayan sık a ğaçlı koruluklara doğ ru kıvrıla kıvrıla tırmanan o dar patika yoldan, eski ölülerin yeni hayatlarının yanından geçiyorlar. Ölümün Müslüman huzurunun yanından geçiyorlar. Yolun sonuna doğ ru, hafif eğ imli bir tepeciği a şarken, birdenbire eski bir Đstanbul prensesinin masalı çıkıyor kar şılarına. Konu şan mezardı bu masal. Ya ğmurlardan sonra toprağı kabarmı ş taze bahar kokan bu mezarın yanından ne zaman geçseniz, toprağ ın derinliklerinden gelen bir ses duyulurdu; alçak sesle,

Page 88: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ama hiç susmadan, kendi masalını anlatan ölü bir prensesin sesiydi bu. Çok kullandığı halde anlamını hiç yitirmemi ş sözcükler kullanıyordu. Yüz yıl uyuduktan sonra, bir prensin hayat öpücü ğüyle uyandırılmı ş ve ondan sonra da hiç susmamı ş bir prensesin, kadınlığ ının uzun uykusundan uyanmı ş, uyandırılmı ş bir prensesin hiç dinmeyen sesi, bir yeraltı nehri gibi uğ ulduyordu. Uyandırılmı ş prenseslerin rüyalarını gören bu mezardan bütün dünyaya yorgun sesleni şini sürdürüyordu. Tarih kadar yorgun bir sesti bu. Bin yıldır gizemlere, tılsımlara, büyülere, efsanelere sarma şıklar gibi dolaşarak yaş amış Đstanbulluların, artık alı ştığı, kanıksadığ ı, sonunda zamansızlı ğa ula şmış nice gündelik tansıktan biriydi bu, yolu oraya dü şen her kim, bu mezarın yanından geçse, bir an soluklanır, öldükten sonra bile hazin masalını terk etmeyen bu talihsiz prensese kulak verir, onu bütün kalbiyle dinler, duyduklarından kendi hayatı için gerekenleri öğ renmeye çalı şır, sonra u ğradı ğı bu masaldan payına düşeni alıp kendi yoluna giderdi. "... Yüz yıldır hiç konu şmadım, hep bekledim, karanlıkta bekledim, yalnızlıkta bekledim, yalnızlı ğımda bekledim. Kitaplar okudum, filmler seyrettim, düş ünceler geli ştirdim. Hayatıma de ğin sahneler yazdım, sahneler tasarladım, bunları canlandırmak istedim, ümit ettim, dü ş kurdum, gelecek biriktirdim. Erteledim, erteledim. Yüz yıldır hiç konu şmadım, hiç konuş amadım. Hiç kimseyle konu şamadım. K ĐMSE. K ĐMSE. K ĐMSE. Kim, kimin kimsesi olabiliyor ki sevgili Prensim? Herkes önünde sonunda kendi kendinin kimsesi oluyor. Hiç kimse yoktu ki zaten, nasıl olabilirdi hem? Bütün çevremi uykunun kundağ ı sarmı şken, sarmalamı şken? Düşlerimin sessizliğ inde ya şadım. Düşlerimin sessizliğini, sessizliğ in karabasanını, nasıl anlatabilirdim size? Uçucu görüntüler ve büyük bir sessizlik içerisinde ayak sürüdüm bunca yıl. Tek bir sözcük, tek bir sözcük bile etmeden, dü şlerimin sessizli ğinde yaşadım. Tek bir sözcük, tek bir, tek..." Mezarın üzerinde karıncalar titre şen kelimeler gibi geziniyorlar. "Rüyanın bittiği yerde ba şlayan bir masal yok mudur Prensim? Đnsanların uyanıkken de sevildiğ i masallar... Biliyorum hiç sevmeyeceksiniz beni, belki kendi yıkımımı hazırlıyorum sürekli konu şarak, hiç susmayarak. Đtiyorum sizi, yanıma yakla ştırmıyorum. Böylelikle sizi kendimden uzak tutuyorum, size sözcüklerden bir orman örüyorum; gene sevesiniz diye belki, hiç sevmeyesiniz diye belki. Konuşarak kendimi bo ğuyorum, sizi boğ uyorum, beraberli ğimizi boğ uyorum. Oysa, ince, iyi yürekli biriyim, sevmek ve sevilmek istiyorum. Belki de durulurum zamanla, tılsımsız, büyüsüz sevin beni n'olur. Hatalarım, zaaflarım, kusurlarımla sevin. Masalımın a ğırlı ğı altında ezilmiş yüreğimden şimdiye değin uydurulmamı ş oldu ğu için hiç kimsenin bilmediğ i bir sevgi çıkarmak istiyorum. Size bütün geçmi şimi, bütün geçmi şi, bütün ya şadıklarımı bir çırpıda anlatmak istiyorum. Đlgi duymadı ğım erke ğe kar şı feminist, ilgi duydu ğum erkeğe kar şı köle olabilirim. Ça ğımızın ideal kadınlarından biri olabilirim. Sevmek istiyorum ama sevmeyi ö ğrenmek istiyorum önce. Ne ki bir dil sağana ğı altındayım ş imdi. Sözcükler ağzımdan kayı kayıveriyorlar. Onlara tutunarak yaşıyorum belki de. Yalnızlı ğımdan

Page 89: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kurtulmak için konuş uyorum. O korkunç sessizliğ i (hani düşlerimin) unutmak için konuş uyorum. Hoşgörün beni Prensim, biliyorsunuz şu yüz yıllık arayı kapatmak zorundayım. Sevseniz de, sevmeseniz de beni konu şacağım, susana kadar konuş acağım. Hiçbir güç beni konuş maktan alıkoyamaz artık. Hiçbir güç. Boş da olsa, dolu da olsa, kelimeler, kelimeler, kelimeler" Aliye ve Mu ştik, daha iyi duyabilmek için, mezarın üzerine eğdikleri ba şlarını hafifçe kaldırıyor, soran gözlerle birbirlerinin yüzünde bir tepki arıyor, sonra da saygılı bir sessizlikle birbirlerine hiçbir ş ey söylemeden, ellerindeki ay gibi ş avkıyan, kalay ı şıltısını hiç yitirmemi ş bakır ma şrapalardan prensesin mezarının ve kelimelerinin üzerine su döküyorlar. Böcek seslerinin, arı vızıltılarının bozamadı ğı aynı saygılı sessizlikte yerlerinden kalkıyor, hiç konu şmadan kendi masallarının çatallandı ğı yol ağzına do ğru yürümeye devam ediyorlar. Onlara, giderek koyula şan, kur şuni renge dönmeye başlayan, onlar yürüdükçe, gökyüzünde alçalan iki top bulut e şlik ediyor. Bir süre sonra tepenin ardında tamamen gözden yitiyorlar. Arkalarında sahipsiz kalmış bir manzara, eksiksiz bir hüzün bırakarak... Söğütler hı şıldıyor. Gök koyu. Prensesin toprak üstüne vuran kelimeleri. Karıncalar. Ya ğmur. Zaman. Herkes için zaman. Hangi yol a ğzı, hangi kararlar için gereken zamanı tanır ki? Zaman yalnızca geçer. ... Mevsimlerin çok çabuk, çok hızlı geçtiği, meleklerin soğuk deniz şarkıları söylediğ i kuzeyde, gri ve uzak bir ülke varmış bir zamanlar... Đnsanlar, renkten, ış ıktan, sürprizlerden ve mucizelerden yoksun, kuru hayatlar yaşarlarmı ş. Herkesin hayatı, ola ğanüstü sıkıcı, iç karartıcı, bunaltıcıymı ş. Bu yüzden insanlar, ancak kendilerine masallar satın alarak sürdürebiliyorlarmış yaşamlarını. Gündelik hayatın güçlüklerine, ancak bu masallar sayesinde katlanabiliyorlarmış. Kimi masallarsa kiralıkmı ş; bazı yerler elden dü şme masallar satıyormuş. Parası olanlar, pahalı ve yeni masallar alırken, yoksullar, çoğu kez rehin kar şılığ ı kullanılmı ş masallar kiralayabiliyorlarmı ş ancak. Bazı insanlar, ta şıyamayacakları masallar alıyor, sonra bu masalların altında kalarak heba olup gidiyorlarmış . Çok onarılmı ş masallar, yırtık sökük yerleri onarıldıktan sonra yeniden kullanılır hale getirilen masallar, dayanıklı masallarmış. Masallarda kaybolmaktan korkanlar için en uygun masallar bunlarmış . Şehrin biraz dış ında, kırların ba şladığı yıkık surların eteklerinde, her mevsim kirli ve karanlık bir su gibi akan kanala yakın bir yerde, üç kanatlı kapısından bin bir güçlükle girilen eski, köhne bir yapının üzerindeki büyük tabelada "Kiralık Masallar" yazıyormu ş. O yöredeki herkes masallarını buradan alırmı ş aslında; en iyi, en güzel, en dayanıklı masallar burada bulunurmu ş. Bu binanın bir de yaşsız bekçisi varmı ş. Adını kimse bilmezmi ş, bilenler

Page 90: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

de zamanla unutmuş lar zaten; ondan söz açmak için, "Masal Bekçisi" demek yeterliymi ş. Masal Bekçisi, kimseleri sokmazmı ş masal evine. O şehirde her şeyin bir evi varmı ş, "Oyun Evi" gibi; "Hatıra Evi" gibi, "Rüya Evi" gibi. Yoksullar ve kimsesizler; yalvara yakara Masal Bekçisi'nin vicdanına seslenerek, elden dü şme bir masal parçasına sahip olmaya çalışsalar da, ya da bir masal kırpıntısından büyük bir hayat umsalar da Masal Bekçisi, çok katı ve ödün vermez bir ki şiymi ş. Bir ölü kadar kayıtsız bir yüzle kapının önünde dimdik durur, buz gibi bakışlarla karş ılıksız bırakırmı ş bu çe şit istekleri. Acıma duygusundan bunca yoksun oluşunu ele ştirenlere, Ba şını bekledi ğim masalların bana sızmalarına izin verseydim, bunca yıl sürdürebilir miydim bu i şi, dermi ş. Geceleri, kanal boyu gezerek, uykusuzluk çeken A'ya acımı ş bir tek. O güne dek yüzlerce insan onca yalvarmı ş yakarmışken, bir tek ona acımış . Niye? diye sorma. Böyle şeylerin açıklaması yoktur. Hayat her şeyi gerekçelendirmez, masallar niye gerekçelendirsin? Hayatın bir planı yoktur. Varsa da, bizim hayatlarımızı ve seçimlerimizi a şan bir plan olmalı bu, akıl erdiremeyiz, bo ş yere zaman yitirmeyelim. A'nın uzun ve karanlık gecelerini kanal boyunda geçirmesi, o kirli ve karanlık sulara iç geçirerek uzun uzun bakması, hiçbir şey söylemeksizin dalgın gözlerle Masal Evi'nin çevresinde mahzun mahzun dola şması, nedense Masal Bekçisi'nin içinde bir yerlere dokunmuş . Bir gece onu Masal Evi'nin içine buyur ederek ne istediğ ini sormuş . A, diğ erleri gibi bildik masalların peşinde de ğilmiş . Çok yalın bir sorunun yanıtını bulabileceğ i tek bir masal istiyormuş yalnızca. Kimsenin "Hayır" diyemeyeceğ i biri olmak mümkün müdür? diye sormuş A. Hayır, demi ş Masal Bekçisi. Dünyanın en güzeli bile olsan mı? Evet, dünyanın en güzeli bile olsan, demiş Masal Bekçisi. Kaldı ki, dünyanın en güzeli diye bir şey yoktur. Ama dünyanın en güzeline kim hayır diyebilir? diye ısrar etmi ş A. Her zaman biri vardır, demiş Masal Bekçisi. Hayat da bu yüzden hayattır zaten. Bu hesap edilemeyen "hayır"lar yüzünden. A, Ben hep kimsenin hayır diyemeyece ği biri olmak istedim, demiş. O zaman gir de gör, demi ş Masal Bekçisi, onu bir masalın içine almış . Ama önceden gerekli bütün uyarılarda bulunmuş: Bak dikkatli ol, bu masalı kendin istedin, ama günün birinde masalında kilitli kalabilirsin, demi ş. Gerçi bu tehlike, bütün masallar için vardır ama, bu gibi masallarda daha da çoktur, ona göre dikkatli olmalısın. Benim de çok canım sıkılıyor burada, ba şını

Page 91: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

beklediğ im bunca masal yordu beni. Ben de seninle birlikte geleceğ im. Masalın içinde, her seferinde ba şka bir kimlikle karşına çıkaca ğım, yazgı dönümlerinde sana yiyeceğ ini, içeceğini ben verece ğim, i şte o zamanlarda değ işeceksin, demi ş. Hep aynı kalmak için çok çabuk yer deği ştirmek gerekir. Bunu masalın içindeyken kendin de göreceksin zaten. Merak etme, ben yanında olacağ ım. Masalında tekledi ğin zamanlarda karşına çıkaca ğım. Bütün yapaca ğın, tam zamanında masalını terk etmektir, yoksa hem masalında kilitli kalırsın, hem de yapayalnız. Günün birinde ortadan yok olursam, bil ki ölmü şümdür. Hadi, ş imdi al ş u üzümlü keki ve limonatayı da masala baş layalım, diye gülümseyerek elindekileri ona uzatmı ş. A, ilkin üzümlü kekten koca bir lokma ısırmış , ardından içinde bir nane dalı yüzen zencefilli limonatasını içmi ş ve birdenbire kendini bir masalın içinde bulmu ş. Masalını ikliminden tanımış. Ansızın, kalabalık bir ak şamüstü barında, yeni bir bedende, harika bir kadın olarak bir mucize gibi belirmi ş. Girdiğ i her yeri fetheden o me şum rüya güzellerinden biri olarak ansızın çıkıvermiş ortaya; herkesin soluğu kesilmiş onu görünce, herkes dönüp dönüp hayranlık ve arzu dolu bakışlarla bakıyor, gözlerini bir türlü alamıyorlarmı ş ondan, böylece, kendini ilkin ba şkalarının gözlerinde görmüş ; nasıl biri haline geldiğ ini çok merak etmi ş ve herkesten sonra görmüş kendini. Ayna olmadan insanın kendisini tanıyamayaca ğını deh şetle fark etmi ş. Sonunda kalabalı ğı yararak ilerledi ği barın aynasına vuran yansısını görünce, soluğ u kesilmiş ; ne zamandır hayalini kurdu ğu, ancak masallarda rastlanan, güzelliğ i bütün zamanlara yayılan kadınlardan biri olarak, aynada kendi karşısında öylece duruyor, kurban farkı tanımayan öldüren bakı şlarla bakıyormuş. Herkes çevresini sarmış ; erkekler, unutulmaz a şk filmlerinde oldu ğu gibi, sigarasını yakmak için çakmak yarıştırıyor; herkes ona iltifatlar ediyor, onun dikkatini çekmeye, bir anlık da olsa ilgisini toplamaya çalı şıyormuş; hepsi de çok yakış ıklı, çok ho ş, çok çekici, bakımlı erkeklermi ş; A, içlerinden hangisi seçeceğine bir türlü karar veremiyormu ş. Kendi masalım başımı döndürdü, herhalde ondan böyleyim, diye geçiriyormu ş içinden. Bir süre sonra, içlerinden birinde karar kılarak çıkmış bardan, ama aklı di ğerlerinde kalmı ş, ertesi ak şamlarsa, di ğerleri için gelmi ş bara ve her seferinde aynı şey olmuş; kiminle çıksa, aklı bir di ğerinde kalıyor, kendini yeterince mutlu ve doyumlu hissetmiyormu ş. Kısa bir süre sonra, onların ilgilerinden de, varlıklarından da çabucak sıkılır olmaya ba şlamış. Elde ettiği her erkekten, daha bardan çıkmadan vazgeçti ğini, gecenin kendisi için daha şimdiden bitti ğini duyumsar olmu ş. Bir ak şam, barın uzak bir kö şesinde, ışı ğı kıt dip masalardan birinde oturan ve di ğerlerinin tersine, ona hiç ilgi göstermeyen genç bir adam dikkatini çekmiş A'nın; genç adamın yanına sokulmuş, güzelliğ inin verdi ği cüret ve küstahlıkla, adamın yüzüne sigarasından kalın bir duman üfleyip bu ğulu bakı şlarla süzdükten sonra, Neden benimle ilgilenmiyorsunuz? diye sormu ş. Genç adam gülümsemi ş. O kadar güzel gülümsemiş ki, A, hem bu gülümseyiş e sevdalanabilece ğini, hem de bu gülümseyişle reddedildi ğini anlamı ş. Bunu bir yanıt olarak kabul etmemiş tabii, genç adamı kı şkırtmaya çalış mış: Yoksa kadınlardan ho şlanmıyor musunuz? Aynı yumuşak gülümseyiş le, Hayır, demi ş genç adam. Kadınlardan ho şlanıyorum, hem de çok... Öyleyse neden benimle ilgilenmiyorsunuz? demi ş A. Bakın, burada herkes çevremde pervane

Page 92: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kesilmiş dönüp duruyor, siz niye böyle kayıtsızsınız? Yoksa, benim ilgimi çekmek için mi böyle yapıyorsunuz? E ğer öyleyse, yani bu bir taktikse, ba şardınız demektir, bakın yanınızdayım ve ben sizin ayağınıza gelmiş oldum. Hayır, bu bir taktik falan değ il, demiş genç adam. Yalnızca ilgimi çekmiyorsunuz, hepsi o kadar. Yoksa beni yeterince genç ve güzel bulmuyor musunuz? diye büyüyen bir hayretle sormuş A. Tersine çok güzel ve genç bir kadınsınız, bütün erkeklerin ilgisini çekmeniz normal. Peki öyleyse, sizin ilginizi neden çekmiyorum? diye ısrar etmi ş A. Yanıtı çok basit demiş , genç adam. Genç ve güzelsiniz tabii; sorun da bu ya zaten, benim için fazla güzelsiniz. Kusursuzsunuz, oysa ben kusurlu güzelliklerden ho şlanırım. Bakın, ben yirmi beş ya şındayım ama, benim hoşuma gidenler, kırk yaş ın üstünde olan, hafif tombul kadınlardır. Onlar için deli olurum. A, ilkin ş aşırmı ş, genç adamın yüzüne inanmaz gözlerle bakmış , genç adamın yüzünden ciddi oldu ğunu anlamı ş, Masal Bekçisi'nin daha masalın ba şında ne demek istedi ğini kendisine kavratmakta aceleci davrandığını dü şünmüş, ama yine de o anda, onun ilgisini, peş inde ko şan erkekler değil, gülümseyi şiyle aklını başından alan bu genç adam çekiyormu ş ve ancak bir masalla edindi ği bu kusursuz güzelliğin, kendisiyle bu genç adam arasında ciddi bir engel oluş turdu ğunu görmü ş. Hayatı boyunca onu yöneten reddedilmek korkusunun gerçek olduğ u bu gerçekdı şı durum, onu büsbütün kı şkırtmış . Đçini tartmı ş. Ne pahasına olursa olsun, bu genç adamı istedi ğini fark etmiş , zaten onun böyle bir masalı istemesinin nedeni de, ya şamı boyunca reddedilmek duygusu üzerine oynadı ğı o büyük kumarmı ş. O an, her şeyden vazgeçip genç adamın istedi ği gibi bir kadın olmaya karar vermi ş. Bunun üzerine, barmenle göz göze gelmi ş, barmeni hemen gözlerinden tanımı ş, Masal Bekçisi'ymi ş bu. Bana hemen özel bir yiyecek ve özel içecek verin, diye imada bulunmuş barmene. Barmen, ona, uzun ayaklı kristal bir kadeh içinde tropikal bitkilerin güne ş ı şı ğındaki yansımalarını ta şıyan rengarenk bir içkiyle, kenarları tropikal bitkilerle desenlenmi ş geni ş bir tabak içinde hindistancevizli ufak pötiförler sunmuş. Hemen bir pötiför yiyip serin içkisinden iri bir yudum aldıktan sonra, kendini yepyeni bir bedende bulmuş . Birdenbire, barda yalnız ba şına oturup içkisini yudumlarken, uğradı ğı onca hayal kırıklı ğına kar şın, dı şına sürüldü ğü dünyadan medet umarcasına, umutsuz gözlerle etrafa bakınıp duran, belli ki kalbi hayaller ve iyiliklerle dolu, kırk yaşın üstünde hafif tombul bir kadın oluvermiş . Görünüşünde, arzu uyandırmaktan çok, acıma uyandıran hazin bir yan varmış. Üzerinde, soluk renkli, geni ş yakalı, mercan düğ meli, eski moda bir giysi varmı ş; elbisesiyle aynı kumaştan yapılma, altın suyuna batırılmış iri tokalı kemeri, göbeğ ini iyice ortaya çıkarıyormu ş. Kısa bacaklarından ötürü, bar taburesinin madeni ayaklı ğına yetişmekte zorlandı ğı ayaklarındaki, tabanı mantarlı, ucu açık, çapraz atkılı iddialı ayakkabıları pek rüküş kaçmakla kalmıyor, tombul parmaklarına gizlenmi ş böcek gözleri gibi bakan narçiçe ği rengi ojelenmi ş ayak tırnaklarına ürkütücü bir hava veriyormuş. Bara oturmaktan çok, tünemi ş gibi iğ reti bir hali varmı ş. Ama, gene de az sonra, onu fark eden genç adam, oturdu ğu uzak kö şeden kalkarak, yanına gelmi ş ve onunla yakından ilgilenmeye ba şlamış. Bunun üzerine, A'nın keyfi yerine gelmiş, o güzel gülümseyiş inin yanı sıra, yumu şacık gözlerle bakan, çok hoş , çok tatlı bir adammı ş, onunla güzel vakitler geçirebileceğ ini, mutlu olaca ğını şimdiden hissedebiliyormuş; yalnız, o gece, onunla birlikte bardan çıkarken, çevresindeki di ğer adamların ilgisinin eksikli ğini duymaktan da kendini alamamı ş; yetmiyormuş gibi, genç yakı şıklı bir adamla, kırk yaş ını geçmiş , hafif tombul bir kadının beraberli ğinde

Page 93: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

hazin bir yan bulduklarını gizlemeyen apaçık bakı şlarla bakıyorlarmı ş arkalarından. Kendini a şağılanmı ş hissederek çıkmı ş bardan. Kendi gibi geçkince ve tombul birini nasıl olup da sevebildi ğine inanamadığı genç adama yönelmi ş öfkesi; yolda, yok yere bir tartı şma çıkarıp hırsını aldıktan sonra sakinle şebilmi ş. Genç adamın kollarında gerçekten güzel bir gece geçirmiş ama, genç adamı, bu sefer de kendini o haliyle sevdi ği için, küçük görmeye başlamış ; kendini sevmeyen birinin, ba şkalarının kendini sevebileceğ ine olan inançsızlı ğını ve umutsuzlu ğunu böylelikle yakından tanımı ş; hem sonra, ona kimse yetmiyormu ş, o, bütün dünyayı istiyormuş , bütün dünyanın hayranlığ ını, ilgisini; kendine ancak öyle inanabilirmi ş; kendi gözünde varlığını ancak öyle onaylayabilirmi ş, sonraki günlerde, birlikte oldu ğu bu genç adamdan da, iki insanın yalnızca kendi içine kapanmı ş mutluluğ undaki kısırlıktan da çabuk sıkılmış. Günün birinde, bir gece kulübüne yalnız gidecek olmu ş, kırk yaşını geçmi ş hafif tombul bir kadına kimsenin ilgi göstermeyeceği, ortalıkta gençlik ve dirim fış kıran insanların kaynaştığ ı, yüksek sesle müzik çalınan, dans pistinden insanların eksik olmadı ğı hareketli bir kulüpmüş burası, herkesin gözü genç ve diri bedenlerdeymi ş; o yaşa ve o kilolara gelmi ş kadınların çoğ unun hayatında zaten biri varmış. Bunu güven altına almış olmanın rahatlığ ı ve birçok ş eyden vazgeçmenin kayıtsızlı ğıyla, yiyip içip eğ leniyorlarmı ş onlar. Çevrede çok güzel, çok bakımlı genç kızlar varmış gerçekten. Kimse dönüp bakmıyormuş bile A'ya. Yanından geçenler bile, o kalabalıkta sürtünmemek için, kendilerini özenle geri çekerek, geçip gidiyorlarmı ş yanından. Bütün bunlar A'nın pek a ğırına gitmi ş, mutsuzluktan içkiyi biraz fazla kaçırmaya başlamış , koyu ve kalın bir yalnızlı ğın kapanına kıstırıldı ğını hissetmi ş, iyice hırçınla şmış, aksile şmiş, bir süredir gözüne kestirdiğ i genç ve güzel bir adamın yanına gitmi ş, adamla neredeyse zorla tanış mış, A'nın ısrarlı ve giderek saldırganlaşan tutumu üstüne, A'yı parasına güvenen, zengin ve küstah bir kadın sanan genç adam, ona bir jigolo olmadı ğını açıklamak zorunda hissetmi ş kendini; böyle anlaş ıldı ğı için çok üzülen A, bu kez de ısrarla genç adama, ne tip kızlardan hoş landı ğını sormu ş. O genç adam da, genç ve sarışın kızlardan ho şlandı ğını, özellikle ye şil gözlülere zaafı olduğ unu ve artık kendisini rahat bırakmasını, gecenin herkes için kısa olduğunu söylemiş. Gururu hayli incinmi ş olarak genç adamın yanından kalkan A, dosdo ğru tuvalete gitmi ş, tuvaletin kapısında durup, herkese mendil verip, kolonya tutan yaş lı kadını birdenbire gözlerinden tanımı ş, Masal Bekçisi'ymi ş bu. Bir ka ğıt mendil ve kolonyanın yanı sıra, ona, küçük bir çay barda ğı içinde koyu ve karanlık bir mayi ile içinde çeş itli otların ve baharların bulundu ğu küçük bir çörek uzatmış . A, hemen çörekten iri bir parça ısırarak yutarcasına yemi ş, ardından o küçük çay bardağ ındaki koyu ve karanlık mayii kafasına dikerek, hepsini bir kerede içmi ş, birdenbire tuvaletten genç, sarış ın, yeş il gözlü bir afet olarak çıkmış dışarı. Đri göğüslerini iyice ortaya çıkaran, vücudunu sımsıkı saran mini bir jarse giysinin altından görünen yanık tenli düzgün bacaklarıyla, dolgun ve sıkı kalçalarını savura savura, sağ lam ve emin adımlarla bara doğru ilerlerken, yeniden savaş alanına dönen diş i bir cengaveri andırıyormu ş. Az önceki genç adam, onu görünce vurgun yemiş e dönmü ş ama, A, ancak uzun bir süre ardında ko şturduktan sonra tanışmaya yanaş mış ve gene uzun nazlardan, cilvelerden sonra, onunla birlikte olmu ş. Kendini yeniden reddedilememenin güvenli topraklarında hissederken, bir süre daha böyle, sarı şın ve yeş il gözlü bir afet olarak yaşamaya karar vermi ş.

Page 94: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bir ba şka ak şam, deniz kenarında bir balıkçı lokantasında, yan masada oturan lacivert gözlü, siyah saçlı, beyaz tenli, güldüğ ünde inci gibi di şleri ortaya çıkan genç bir adamda kalmış aklı. Adamdan çok ho şlanmasına karşın, adam öylesine ilgisizmi ş ki, dönüp bakmıyormuş bile, sonunda tanı şmayı ba şarmı ş ama, adamın kayıtsızlığ ı ve ilgisizli ği sürüyormu ş. Yüz bulamayınca, Yoksa siz de, orta yaşlı kadınlardan mı ho şlanıyorsunuz? diye kızı ştırmaya çalışmış adamı. Adamsa, A'nın ısrarları karş ısında dayanamayıp, üst üste özürler dileyerek, sarı şınlardan hiç ho şlanmadı ğını, esmerlere, hatta daha koyu tenli kadınlara bayıldı ğını, yaş amı boyunca sarı şın bir kadınla flört bile etmediğini söylemek zorunda kalmı ş. Bunun üzerine, lokantanın bulundu ğu sahilde kayıkta oturan, lokantaya taze balık getiren ya şlı balıkçı gözüne ili şmiş A'nın, uzaktan bile gözlerinden tanımış Masal Bekçisi'ni, hemen yanına gitmi ş; balıkçı, ona, ekmek arasında bilmediği bir balık uzatmı ş; lokantada yediklerinden çok farklı bir balıkmı ş bu, yanında da bakır bir ma şrapa içinde sarı-beyaz renkli, ekşimsi-tatlı tuhaf bir içecek sunmuş ; bunun üzerine A, masaya genç, iri gözlü, gür kirpikli, dalga dalga saçları incecik belini döven, kahve esmeri bir dilber olarak geri dönmü ş. Baharatlı teninde çöl gecelerinin yıldızları ı şıyormuş . Adam, bir süre gözünü alamamı ş A'dan. A ise onu hiç görmüyormuş gibi yapmış . Ama sonunda adamın zekice kurları, tatlı ısrarları kar şısında, onunla da mutlu geceler geçirmi ş. Ondan sonraki günlerde, uzun süreli iliş kilerden kaçınır olmaya, canı kimi çekerse, tam da o ki şinin istedi ği gibi biri olarak yaşamaya, sürekli ten ve gövde deği ştirerek, bütün dünyayı elde etmeye başlamı ş. Hep arzulanıyor, hiç reddedilmiyor, herkes tarafından beğeniliyor, hep ardından koşuluyor, hiç üzüntü çekmiyor, canı yanmıyor, hep gülüp e ğleniyormu ş. Ama, doyurdu ğu gövdenin, kendi gövdesi olmadı ğını için için bilmenin ezikli ğini bir türlü atamıyormu ş üstünden. Bütün bunların kendisini gerçekte tatmin etmedi ğini, bir süredir, kendisini "biri" gibi hissetmediğini düşünmeye ba şlamış . Artık kimse onu tanımıyormu ş, çünkü öyle biri yokmu ş. Her seferinde aynadaki yabancı yüzleri kendisi sanmaktan yorulmuş . Rüzgarlı bir sonbahar günü, sahil boyunda bir bankta tek ba şına oturarak hüzünlü gözlerle denizi seyreden genç bir adam, ta uzaktan dikkatini çekmi ş A'nın; gidip yanına oturmu ş ve o genç adamın, o güne kadar gördü ğü en güzel, en çekici, en vazgeçilmez adam olduğuna karar vermi ş; kendini ne zamandır yorgun hissediyormu ş artık, güvercin gömle ği deği ştirir gibi sürekli deği ştirdi ği gövdelerin ve hatıraların a ğırlı ğı varmış üzerinde, tam da bu genç adamın istedi ği gibi biri olup bundan böyle hayatının sonuna kadar öyle kalabileceğini, yüre ğinin yemini bozulmamı ş en sağ lam yerinde hissetmi ş. Hülyalı gözleri varmı ş genç adamın, baktığ ı denizin dalgalarına benziyormu ş, baktıkça onlar da dalgalanıyormu ş. Genç adamın kendisinden hoş lanmadı ğını hemen anlamı ş oysa, her zamanki taktikleriyle onu deş meye, zevklerini öğrenmeye çalı şmış . A, böyle durumlarda, içinde bulunduğ u gövdeyi terk edece ğini bildiğinden, ısrarcı ve yapı şkan olmaktan asla çekinmiyormuş artık; onun için önemli olan ula şmak istedi ği o kişinin nasıl birinden ho şlandığı bilgisini ele geçirmekmi ş yalnızca. Nitekim bankta oturarak denizi seyreden genç adam da bir süre sonra, A'nın ısrarcı ve yapışkan tavırlarından sıkılarak, ona, kendisini rahat bırakmasını, çünkü, kadınlardan değ il, erkeklerden ho şlandı ğını söylemi ş. Üstelik, orta ya şı geçkin, kel, göbekli ve mavi gözlü erkeklerden hoş lanıyormu ş, el parmaklarının kalın ve bo ğumlu olması ve boğ umlarında da mutlaka

Page 95: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

hafifçe kıllar olması gerekiyormuş. A, izin isteyip çarçabuk yanından uzakla şmış genç adamın; ileride, otobüs dura ğında duran, gene gözlerinden tanıyıp Masal Bekçisi olduğ unu anladı ğı, çay ve simidin yanı sıra, bilet ve jeton satan, bezgin görünüşlü adamın yanına sokulmu ş, bir bilet istemiş, geri dönüşsüz bir bilet, ayrıca çay ve simit almı ş ondan ve zaman yitirmeden, genç adamın yanına tam onun istediğ i biri olarak dönmü ş. Az önce yanına oturan o gürültücü kadından sıkılan genç adam, tam da yerinden kalkmak üzereymiş ki, kendisine yakla şan orta ya şı geçkin, kel, göbekli, mavi gözlü adamı görünce heyecanla gerisin geri oturmu ş. Çok güzel günler geçirmi şler birlikte, çok mutlu olmuş , sonra genç adam günün birinde onu, hiçbir şey söylemeden terk etmi ş, başka bir orta yaş ı geçkin, kel, göbekli, mavi gözlü ve ellerinin parmakları iri boğ umlu ve boğumlarının üzeri hafifçe kıllı bir adamın ardından ba şka bir şehre gitmi ş. Ölecek kadar acı çekti ği günler ya şamış. Aylar boyunca şehir şehir gezerek izini sürdü ğü delikanlıyı hiçbir yerde bulamamı ş ve günün birinde masalında kilitli kaldı ğını anlamı ş. Kimsenin ilgi duymadığ ı, orta ya şı hayli geçkin, daha kel, daha göbekli, daha mavi gözlü ve ellerinin parmakları daha iri boğ umlu, boğ umlarının üzeri daha kıllı bir adam olarak sürdürmeye baş lamı ş hayatının geri kalan günlerini. Birdenbire bütün masalların dışına sürüldüğünü anlamı ş. Hala gittiğ i her yerde, umutsuzlukla Masal Bekçisi'ni arayıp duruyormuş; onun, günün birinde birdenbire karş ısına çıkaca ğı günü bekleye bekleye daha da yaşlanmış . Gözleri artık iyi seçemedi ği için, her gördü ğü kiş iyi Masal Bekçisi sanıyor, bu yüzden önüne konan her yiyece ği, içeceğ i düş ünmeden yiyip içmeye ba şladı ğı için de, gün günden daha çok kilo alıyor, ölesiye şiş manlıyormuş. Oburlu ğun birçok çeş idi olduğunu ve bütün çe şitlerinin insanı çıkmaza sürüklediğ ini anladı ğında, her şey için çok geçmi ş. O mutsuz ve karanlık günlerde, ölmemek için umutsuzluk içinde çırpınırken, yazı yazmayı, yazıyla hayaller kurmayı ke şfetmiş ; yazıya ve edebiyata sığ ınmayı, kalp sancılarını böyle dindirmeyi öğrenmiş . Tutkuyla yazmaya baş lamış . Sürükleyici a şk romanları yazıyormuş. Romanlarında kendini hep çok genç, çok güzel, çok cazip, kimsenin reddedemedi ği, asla "Hayır" diyemedi ği bir genç kadın olarak anlatıyormuş. Adları, görünü şleri, üç aşağı be ş yukarı yaş ları ve fizikleri deği şse de, o kadınlar hiç değişmiyormu ş. Hepsi de kendisiymiş aslında. Yazı yoluyla bir kadın gövdesini giyiniyormuş. Masal Bekçisi ise bir daha ortalarda gözükmemi ş. Bütün aramalarına kar şın, kar şısına bir daha hiç çıkmamı ş. A, onun öldüğ ünü düşünmeye ba şlamış . Kim bilir, belki de ölmemiş tir, yalnızca A'yı eskisi gibi sevmedi ği için ortaya çıkmamış olabilir. Ya da bizim bilemedi ğimiz baş ka bir neden vardır. Her neyse bunun artık bir önemi yok. Bu masaldan çıkarılması gereken kıssa, A'nın yapacağ ı tek şey, doğ ru yerde, do ğru zamanda, do ğru insanla kar şıla şmaktı, olabilir. Belki de bunların hepsi boş! Doğru masal olmadı ğı gibi, doğ ru yer, do ğru zaman, doğ ru ki şi, diye de bir şey yoktur. Var olu ş, hepten bir yanlı şlıktır belki de. Hepimiz saçmasapan tesadüflerin esiri olan hayatlar yaş ıyor ve bu hayatların altında bir düzen arıyor olabiliriz. Sonuçta, bize

Page 96: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kelimeler ve hikayeler kalıyor yalnızca. Hatıralarla piş manlıkları saymıyoruz bile... Masal bitti ğinde, Aliye'nin yüzü iyice boş almı ştı. Bu kadar mı? diye sordu Muştik'e. Daha ne olsun? dedi Mu ştik. A ğır bir masalmı ş bu! Hiç hafif masallar bilmez misin sen? Hafif olan tek ş ey hayattır pamuk kızım, dedi Mu ştik. Peki, bu masaldan ne anlamam gerekiyor? diye sordu Aliye. Birçok şey ama, öncelikle, masalını zamanında terk etmeyi, dedi Muş tik. Sakın Masal Bekçisi'ne kabahat bulmaya kalkma! Kendi masalından gözleri kamaş mış ki şiler içindir bu masal. Kamaşma ile körleşme arasındaysa, önemsiz bir ton farkı vardır yalnızca. Bunu sana kim söyledi? dedi Aliye. Masal Bekçisi, dedi Mu ştik ve gülümsedi. ... Aynalı Pastane'de bulu ştuklarında, ak şamüzeriydi. Aliye'nin ayaklarında Mu ştik'in arma ğanı olan bir çift çizme vardı. Sabun köpüğ üymüşçesine hafifti çizmeler, yumuşacık bir deriden yapılmı şlardı, tatlı bir ılıklıkla sardı ğı ayaklarında sanki hiçbir ş ey yokmuş hissi veriyorlardı. Aliye'yi daha uzun boylu gösteriyor, yürüyü şüne gergin bir zarafet, görünü şüne alçakgönüllü bir vekar katıyordu. Belli bir rengi yoktu, içi bo şken, tuhaf bir toprak rengi görünmekle birlikte, aslında yürüdükçe bastı ğı yerin rengini alıyordu. Aliye, bunu fark ettiğinde çok heyecanlanmış tı. Uzun yol için en dayanıklısı, uzun konçlu çizmelerdir, demi şti Muştik. Birlikte çıkacakları yeni hayat yolunu ima edercesine, yüzünde gizli bir tebessümle söylemi şti bunu. Aliye, henüz bir karara varmamı ş oldu ğunu ima edercesine, bo şalmış bir yüzle dinlediğ i bu sözleri anlamazdan gelmi şti. Muştik o ak şamüzeri, her zamanki masasına oturmu ş, her zamanki gibi çikolatalı pastasını, küçük pötiförlerini yiyor; incecik porselen fincanda, üzerinde dumanlar tüten, demli, kokulu çayını yudumluyor; bıyıklarının kırına bula şmış pasta kırıntılarını bembeyaz, kolalı bir mendille, zarif ve manidar hareketlerle siliyor; arada bir de gözucuyla Aliye'ye bakıyordu. Yüzünde, kimselerin duymadığ ı uzak sesleri dinliyormuş gibi esrarengiz bir ifade vardı. Böyle durumlarda, Zaman kulaklarımı çınlatıyor, derdi. Aliye, az önce haftalı ğını almıştı ve patronlarına i şi bırakacağ ını, bırakmak zorunda olduğunu nasıl söyleyeceğ ini bir türlü bilemiyordu. Bir özür cümlesi olarak, içinden, yalnızca, Çok ani oldu, her şey çok ani oldu, sözleri geçiyordu. Uzun bir yolculuğa çıkıyorum, diyelim. Bu cümlenin hem kabul edilebilir oldu ğunu düş ünüyor, hem de nedenlerine gizem kazandıran soylu bir hava verdiğini dü şünüyordu. Bir roman cümlesine benziyordu çünkü:

Page 97: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

"Uzun bir yolculuğ a çıkıyorum, diyelim." Kasasının ba şında oturan Aliye'yle, her zamanki masasında oturan Muştik, arada bir göz göze geldikçe tedirgin ve kaçamak bakışlarla birbirlerini tartıyor, sessizce konu şuyorlardı. Đkisi de vaktin geldi ğini biliyordu. Geciktirilecek, ertelenecek bir şey kalmamı ştı. Eşikteydiler. Masal eşiklerinde zaman dardı. A ğır bir şey vardı havada. Yalnızca Aynalı Pastane'nin de ğil, onun bulundu ğu binanın, caddenin, semtin, bölgenin, kentin, ülkenin, kıtanın değ il, sanki kökü, boğ azın, denizin derinliklerinin, yerkabuğ unun bile altına, dünyanın çekirde ğine uzanan, başlangıç zamanlarına ait kadim bir ateş in usul usul topraktan tüten solu ğu havayı a ğırla ştırıyor, olacaklara yön vermeye çalı şıyordu. Sanki dengelerin yer de ği ştirme zamanıydı. Bunu, bir tek masallar görünür kılardı. Kader dedi ğimiz şey, insan hayatının gizi çözülmemi ş fizik kanunlarıydı belki de. Pastanenin içinde top gibi asılı kalmı ştı bu ağ ır hava. E şyayı gölgelendiriyor, her şeye tuhaf bir bulanıklık veriyor, insanların en gündelik, en ola ğan davranış larına bile garip bir yabancılık kazandırıyordu. Her ş ey çok yavaş mış, her şey çok a ğır oluyormu ş, her şey inandırıcılıktan çok uzakmı ş gibi... Sanki her şey, artık ba şka bir alemin hızına gerek duyuyordu. Muştik, birdenbire kararlı bir biçimde yerinden kalktı. Hiçbir şey söylemeden dosdo ğru aynaya yürüdü. Kasasının ba şında, oturdu ğu yerde telaş lanan Aliye, kalp çarpıntıları içinde hayretle büyülenmiş bakı şlarla izliyordu onu. Bir an durdu, omuzunun üzerinden ardına baktı Mu ştik. Başıyla hafifçe bir hareket yaparak, aynayı i şaret etti. "Gidiyoruz," demekti bu. Aliye, Herkesin içinde mi? dedi. Muştik, Her şey, herkesin içinde olur, dedi. Sorun, yalnızca görmeyi kabul etmek sorunudur. Biraz daha konuş saydık ke şke, dedi Aliye. Neyi? dedi Mu ştik. Konu şacak ne kaldı ki? Her şeyi konuşmadık mı? Hadi korkaklık etme! Đlk adım, yalnızca ilk adım, gerisi kendiliğ inden gelir. Bak, ayna seni bekliyor. Aynaların da zamanı vardır. Kimse kaderinin aynasını küstürmemelidir. Yoksa kendine sırlanır kalırsın. Aynalar almaz olur seni. Gene de istediğim zaman geri dönebilirim, değ il mi? Bu mümkün, değ il mi? Muştik bir an durdu. Aliye'nin gözlerinin içine, bir hipnotizmacının, tesiri uykuya kadar giden kuvvetli bakı şlarıyla baktı. Evet, dönebilirsin tabii. Geri dönü şü olmaya yol yoktur. Merak etme, ayaklarının çaresine bakanlar, ba şlarının da çaresine bakarlar! Ardından Mu ştik aynı hızla yoluna devam ederek, bir göz kırpımında aynanın içinden geçti. Her şey pek çarçabuktu. Ayna azıcık sislenir gibi olmu ş, Aliye donup kalmıştı. Muştik şimdi aynanın içindeydi; az ötede durarak ardına dönmüş, gülümseyen gözlerle ona bakıyor, onu bekliyordu. Aliye, pastanedekilerin yüzünde, olan biteni gördüklerine ilişkin bir hayret ifadesi, bir şa şkınlık belirtisi aradı; oysa, kimse bir şey fark etmemi ş, herkes

Page 98: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kendi havasında sohbetini sürdürüyordu. Aliye, aynanın içinde gördüğ ü Muş tik'in bir yansıma olmadı ğının ba şkaları tarafından da fark edilmesini istedi. Şu an aynada görünen, pastanenin içindeki birinin yansıması de ğildi; düpedüz aynanın içinde biri vardı ve bunun ba şkalarınca görülmemiş olmasını anlayamıyordu. Ya şadıklarının bir tanı ğı yoktu! Bilmedi ği bir kaybolu ş çeş idiydi bu. Dünyaya olan güvenini bir kez daha yitirmi şti. Muştik, aynanın içinden seslendi: Bırak dünyanın gözlerini, dilini, nedenlerini ardında. Çabuk ol. Ardımdan gel. Her ş eye geç kalıyoruz. Yelek cebinden çıkardı ğı köstekli saatine kaygılı güzlerle birkaç kez baktı. Sihirli cümle buydu aslında: Her şeye geç kalıyoruz. Ölümlüler için en sihirli cümle. Aliye, aynanın içinden seslenen Mu ştik'in sesinin de başkalarınca duyulmamış oldu ğunu hayretle fark etti. Mucizeler dilsizdi demek. Bunun için görülmüyorlardı. Demek, Aynalı Pastane'nin aynasının, gördüklerinden ve gösterdiklerinden ba ğımsız bir hayatı, esrarı, sırları vardı ve her zaman buradakilerin gözlerinden bir şeyleri saklamış tı. Şu an eş iğine geldiğ i için, ayna, gizinin kapısını aralamış tı Aliye'ye. Birdenbire, şimdi kalkıp dosdo ğru aynanın içine do ğru yürümezse, bunu hiçbir zaman yapamayaca ğını, bunun bir karar anı oldu ğunu anladı; daha fazla dü şünmeden yerinden fırladı; eline, yalnızca sapından sımsıkı tuttu ğu, sı ğdırabildi ği kadarıyla içine geçmişini koyduğ u siyah çantasını ve rüzgarlı havalarda ya da denizin ortasında kaybolmaması için ba şına taktığ ı kırmızı beresini alarak kararlı adımlarla aynaya do ğru yürüdü. Muştik'in bakı şları ve duru şu, aynanın öte yanında alabildi ğine güven vericiydi. Elini uzatmış , şefkatle gülümsüyor, onu bekliyordu. Bir kapı ağ zına yürür gibi dosdo ğru yürüdü aynaya. Sadece, aynaya çok yakla ştı ğı anda çarpışma içgüdüsüyle gözlerini yumdu, o kadar. Aynanın içinden nasıl geçtiğ ini anlamamı ştı bile, bir anda aynanın içinden geçmiş ve kendini ba şka bir iklimde buluvermi şti. Havadaki ağ ırlık dağ ılmı ş, yerini taze, temiz kır havasına bırakmı ştı. Dönüp ardına baktı ğında, aynanın öte tarafında bıraktı ğı pastanenin, kalın bir sigara dumanı içinde yüzen masaların ve insanların yava ş yavaş küçüldü ğünü, giderek gözden kayboldu ğunu gördü. Sanki bir kuyunun içinde yol alıyordu ve geride bıraktı ğı kuyunun ağzındaki pastane, yavaş yava ş siliniyor, yerini puslu bir belirsizli ğe, ya ğmur öncesinin sıkıntılı gökyüzüne bırakıyordu. Geçmiş in bu bo ğucu havasını geride bırakıp önündeki taze, temiz kır havasını solumaya devam etti. Đçini yokladı. Piş manlık duymuyordu. Belirsiz bir gelecek, her şeyi belli bir geçmi şten çok daha iyi ve ümit vericiydi. Muştik, önü sıra konu şmadan hızlı adımlarla ilerliyor, Aliye ise ona yeti şmeye çalış ıyordu. Uzun adımlarla dönemeçleri almaya başladığ ında, uykusunun geldiğ ini, alı şık olmadı ğı bu havanın onu çarptığ ını hissediyor, ama yürümekten kendini alıkoyamıyordu. Yorgunlu ğunu yalnızca hissediyor, ama yaşamıyordu. Geniş , sağlam adımlarla neredeyse sekerek yürüyordu Mu ştik'in ardından. Birdenbire kendisine yol aldıran şeyin, ayağ ındaki çizmeler

Page 99: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

olduğunu anladı. Bunun üzerine köşede, çok dallı, bilge görünü şlü ulu bir ağ acın dibinde, ansızın gülümseyen bir kedi belirdi, kediyi hemen tanıdı; daha önce Đ stiklal Caddesi'ndenki bir mağazanın vitrininde aniden görünüp kaybolan kediydi bu. Aliye'nin çizmelerine tanıdık gözlerle bakarak gülümsüyordu. Sonra havada gülümsemesini asılı bırakarak, kuyruğ unun ucundan ba şlayarak yavaş yavaş kayboldu. Kedi tamamen kaybolduktan sonra bile gülümsemesi bir süre öylece havada asılı kaldı; çizmelerini ı şıtmayı sürdürdü. Otelin penceresinden bütün Đ stanbul görünüyordu neredeyse. Her yer ışık ı şıktı. Pencereden görünen şu kentin, kaç yıldır içinde yaşadı ğı kent olduğuna inanması neredeyse imkansızdı. Her şey ş ehre nereden baktığ ınıza ba ğlıydı. Çizmelerini yata ğın kenarına çıkardı. Çarş afı ba şına kadar çekti. Beklemeye ba şladı. ... Đğne i şi oyalı dantellerin yeni atılmış pamuklar gibi kabarıp ah şap eşyayı bulutlar gibi örttü ğü, konsollarda yanan iri kalpaklı lambaların yumuşak gölgelerinin, sönen ak şamüstünü ve zamanı söylediği bir vakit, yüksek tavanlı, geniş yatak odasında her zaman munis kediler gibi gömüldü ğü, pencere kenarındaki kulaklı berjer koltuğ unda, bir zamanlar çamaş ır sodasından kabarmı ş ellerini, pastane kasasında oturdu ğu zamanlarda erik moruna dönü şmeye başlayan dirseklerini, şimdi en pahalı ve hassas kremlerle ovarak zamandan geri almaya çalı şırken, öte yandan, gene erkeklerden, kadınlardan, hayattan, zamandan, seksten ve paradan söz eden Muş tik'i olanca dikkatiyle dinliyor Aliye. Sesinde üç yüz yıllık bir Beyo ğlu cini saklanan Muştik, usul usul, tane tane, sayfalarını a ğır a ğır çevirdiğ i bir kitabı, lezzetle okur gibi, aynı yumu şak tonla, ahenkli bir sesle, her zamanki gece derslerini sürdürüyor. Aliye'nin berjer koltu ğunun önündeki geniş akaju sehpanın üzeri, rengarenk, çe şit çe şit yelpazelerle dolu. Yelpazelerini ve yüzünü deniyor. Aliye'nin yelpazeleri yalnızca yüzünde değ il, nicedir dillerde geziyor. Bakı şlarını derinleştirmek, gözlerindeki çakımlara, kıvılcımlara vurgu yapmak istediğ inde, elinin küçük, ama kesin bir hareketiyle, yüzünde ansızın kader ka ğıtları gibi şöyle bir açılıveren, üzerinde guva şla yapılmı ş siyahlı, kırmızılı, morlu, sarılı Uzakdo ğu çiçeklerinin yer aldığı gösteriş li yelpazesiyle yüzünü gözlerine kadar örter, gene elinin küçük ama kesin bir hareketiyle havada hızlı ve hafif bir e ğri çizdikten sonra kat kat toplanmı ş olarak kapanan yelpazenin fildi şi çubuğ unu avucuna hafifçe vurduğunda da, bu kez son sözlerine bir vurgu ve kesinlik kazandırmış olurdu. Ayrıntılar onun için imalardı. Ve erkekler, imalı konu şan kadınlardan ho şlanıyorlardı. Her anlama çekilebilecek bulanık sözleri, manalı bakı şlarla destekledi ğinizde, her şeyi söylemi ş

Page 100: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

sayılıyordunuz. Belki gündelik hayatlarında karılarından, daha açık, daha sade, daha kesin sözler istiyorlardı ama, gönül e ğlendirdikleri kadınlardan, çoktan mazide kalmı ş ilkgençlik heyecanlarını yeniden canlandıracak, geçmi şin toy hatıralarını diriltecek; içinde cilvelerin, nazların, edaların, imaların, kı şkırtıcı küçük çeki şmelerin olduğu sözler ve davranı şlar bekliyorlardı. Bayatlamış kalplerinde eski anılara benzeyen yeni heyecanlara ihtiyaçları vardı. Bunları evdeki karıları sa ğlayamazdı artık onlara. Bir gece, bir içki masasında, dekolte giysilerinin açıkta bıraktığ ı diri omuzlarını arzulu kollarıyla doladıkları, a ğızlarına mevye verir ya da parmaklarının ucuyla kuruyemi ş yedirirken, ölümsüz bir a şkın yüzüne, sonsuz sevgilinin umman uçsuzluğ undaki gözlerine bakarcasına, belirsiz bir geleceğ in ümidini taşıyan yeni delikanlılar gibi aşkla, inançla, çapkınlıkla, hülyalı hülyalı bakabilecekleri, o gece, her şeyine yürekten inanabilecekleri, hem bir gecelik ve aynı zamanda sonsuz ve ölümsüz olan bir kadın istiyorlardı. Ertesi günü, günleri olmayan bir kadın. Erkeklerin çoğu, sonsuz sevgili yanılsamasını böyle konıyordu. Belki de eş lerini aldatmak de ğildi amaçları; onlar, yalnızca eski heyecanlarını hatırlamaya çalı şıyorlardı. Gelecek vaadi olmayan heyecanlar, artık yalnızca kaçamak yapmanın tadına mahkum edilmiş ti. Sabahları geceye iliş kin hatırladıklarıysa, genellikle, "Ak şam gene accayip içmiş iz ağ bi! Đki büyük devirmi şiz de haberimiz olmamış ," gibi kalıbı çıkmış yavan sözler oluyor; bir yandan sodalı ayranlarla, geceden kalan içlerindeki alkol yangınını dindirmeye uğraşırken, gecenin duygulu anlarının ruhlarını ürpertmesine izin vermemek için, gürültülü gürültülü ge ğiriyorlardı. Çubu ğu mineli sedef yelpazesini yüzüne açıp kapıyor. Evet, işte böyle, diyor Muştik. Tam da böyle. Yüzünden şim şek geçmiş gibi olmalı. Az önce yelpazenin ardında bir an için gördüğ ü ifadeyi yeniden yakalamak arzusuyla dönüp dönüp bakmalı erkek. Bakı şlarının arkasına saklanmayı ö ğrenmelisin. Yelpazeler bunun içindir, yüzünü saklarken, gözlerini konu ştururlar. Yelpazeler, gözler yalan söylemez, diyenleri kandırmak içindir; onlara en büyük ispatı sunuyormu ş gibi yaparken, en büyük yalanı söyler. Yelpaze demek, yalan demektir. Kadınların en mühim silahlarından biridir yelpaze, iyi kullanmaya bak! Bir masalda, yelpazenin ne zaman açılaca ğını, ne zaman katlanaca ğını en iyi kadınlar bilir; ne zaman peri, ne zaman cadı olacağını bilen kadınlar. Di ğerlerinin adı bile geçmez zaten. Aptal görünmek, sanıldığ ı kadar kolay değ ildir, ince ayar ister. Bu ayarı her erkekte farklı tutturmak gerekir. Erkeklerin, sormaktan en çok ho şlandıkları soru, "Beni anlıyor musun?"dur. Anla şılmayacak matah olduklarından değ il. Erkeklerin en mühim dertlerinden biridir bu; onları hiç kimsenin anlamadığını dü şünürler, onları hiç kimsenin anlayamayacağına inanmak isterler. Beni kimse anlayamaz, derler. Beni bugüne kadar kimse anlamadı, derler. Beni çözmek kolay de ğildir kızım, derler. Kendilerini çözümü kolay olmayan zorlu bir bilmece gibi sunmaya bayılırlar. Çok derin bir adam olduklarını, herkesten çok farklı olduklarını, kimselere benzemediklerini düş ünürler. Halbuki sen, be ş tanesini tanıdı ğında, hepsini birden tanımış gibi olursun; hepsinin birbirinin aynı oldu ğunu, en azından kendilerini biricik ve benzersiz sanmalarının bile nasıl aynı oldu ğunu fark edersin. Hadi, adınca söyleyelim, bu i şin filozoflu ğudur bu.

Page 101: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bu kez de çubuğu kırpıntı elmaslarla süslü, üzerinde, gagalarında filizi yeşil dallar taş ıyan, mavi, turkuaz kuşların uçuş tuğ u, pembe-kahverengi ş akayıkların açtığ ı yelpazesiyle yüzünü gölgelendiriyor Aliye. Bak, böyle de çok güzel! Onlara, Seni anlıyorum, derken bile bakışların satıhta kalsın, sakın erkeklerin gözlerinin içine içine bakma, onları anlamak, onları görmek için bakma, erkekler görülmekten hoşlanmazlar. Kendileri de bilirler zayıf varlıklar olduklarını, en azından içlerinin bir yanı bilir. Đnsanın içinde olup da, zaman zaman su yüzüne vurmayan hiçbir yanı yoktur çünkü. Onların gözlerinin içine bir tek şartla bakabilirsin ancak: O da baygın baygın bakarsan... Baştan çıkarmak için kısık gözlerle bak, arzuyla tutuş turan keskin bakı şlarla bak, yürek yakan şuh nazarlarla bak, ama sakın yüreklerini görmek, dü şüncelerini okumak, akıllarından geçenleri anlamak için bakma! Kendisine böyle bakılmasından hoşlanacak tek bir erkek bile yoktur şu koca dünyada! Tam tersine, senin gözlerinin içine baktı ğında, senden daha akıllı olduğunu, sana her yalanı söyleyebilece ğini, üstelik her durumda, buna seni inandırabilece ğini görmek ister. Onlara bu güveni vermelisin timsah-gözlü kızım. Aliye, bütün yelpazeleri indiriyor yüzünden. Sözsüz bir soruyu, Muştik'e dimdik bakan yelpazesiz gözlerle soruyor. Gülümsüyor Mu ştik. Pekala, çok istiyorsan söyleyeyim; onları gören bakış larını, sırtını sana döndükleri ana sakla, arkalarından istedi ğin gibi bakabilirsin, hem de uzun uzun... Đşte kadınlı ğın zirvesidir bu! Erkeğ in ardından ciğ erine kadar bakmayı ö ğrendi ğin zaman, i şte o zaman, sırtını kimse yere getiremez artık. Söküp almış sındır hayatın elinden her şeyi. Bu yollar senindir! ... Ayaklarında, yılan derisi ayakkabıları; ba şında vualet şapkası; kolunda çift saplı lezar çantası, ellerinde dantel eldivenleriyle, sağlam adımlarla giriyor Park Otel'den içeri. Ufak tefek bir kadın olmasına kar şın, vücudunu sımsıkı saran koyu renk döpiyes, ona bir azamet kazandırıyor. Yürüyüş ündeki kendine güven, bakış larındaki dolgun dirilik, yüzündeki ölçülü tebessüm, bamba şka bir hayat hikayesi ve mazi dü şündürüyor ona bakanlara. Böyle durumlarda, kolaylıkla, eski, köklü bir Đstanbul ailesinin iyi eğitim almış, en azından birkaç dil bilen, Avrupa görmü ş kızı sanılabiliyor. Diledi ği yerde, dilediğ i zamansa, her çeşit zevkin ve sapkınlı ğın, en küçük bir sorumluluk duyulmadan ya şanabilece ği, yatakta rahatlıkla her şeyi yapabilece ğiniz haz ve ş ehvet düşkünü bayağı bir kadın halini alabiliyor. Erkeklerin ne istedi ğini anlaması, birkaç dakikasını alıyor artık. Müş terisini tanıdı ğı anda, deri değiştiriyor. Đşte tam o anda, müşteri, birdenbire onun bütün hayallerini ve fantezilerini gerçekle ştirebilece ği, yıllardır aradığ ı kadın olduğ unu düş ünüyor. Başarısının sırrı da burada saklı. Çeşitli defalarda, Önüme konan içki ya da pasta taba ğı, beni anında deği ştirir, diye anlatmak istedi ği buydu Aliye'nin. Kısa zamanda baş ardığ ı bir ş eydi bu durum. Böylelikle, diledi ğinde, sonradan görme zenginler için, bir türlü ula şamadıkları soylu ve kültürlü yüksek çevrenin rahatlıkla eri şebilecekleri kadını olabiliyor; soylu, zengin ya da kültürlü çevrenin fanteziye ve cinsel oyunlara susamış erkekleri içinse, her çe şit baya ğılı ğı kolaylıkla

Page 102: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yaşayabilecekleri lüks ve adi bir fahi şe... Aliye, sanki görünmeyen eski bir Japon paravanasıyla geziyor ortalıkta, üzerinde yüksek karlı da ğlar, kiraz çiçekleri ve dalgın tavuskuş ları olan, doğu kadar uzak o zifirsiyah paravanın arkasında, her çe şit oyun, her çeş it rol için, kadınlığ ın bütün aksesuarlarıyla hazır bir halde, dünyanın maceraya ve heyecana susamış bütün erkeklerini bekliyor. Aliye'ye bakarak, Đnsanı, iksir kadar iş tah da de ğiş tirir, diyor Muştik. Aliye'ye ne zaman baksa, onun hakkında hiç yanılmamı ş olduğunu dü şünüyor. Asıl önemlisi, diyor Mu ştik, Ne istediğini bilmeyen erkeklerin, gerçekte ne istediklerini onlardan önce bilmektir. Onlara, kendini buldurmaktır. Kadınlıkta varılacak zirvelerden biridir bu cinsırlı kızım. Aliye, Mu ştik'in her sözünü, en eski bilgelik kitaplarının ulu hikmetleri gibi aklında tutmaya, özümsemeye, hayata aktarmaya, deneyimlerinin içeri ğine katarak kendini zenginle ştirmeye çalı şıyor. Bazılarının hayatı sözlerde saklıdır. Onlardan biri oldu ğunu biliyor. Elindeki gösteri şli kadehten, içine azıcık alkol katılmış , günbatımında, renkleri sihirli iksirler gibi çalkantılarla ış ıyan meyve kokteylini yudumlayarak Park Otel'in terasından huzurlu gözlerle Boğaz'ı seyrediyor Aliye. Dünya eskisinden daha geniş gözüküyor gözüne. Her şey olması gerekti ği gibi... Her yer ulaşılabilir, her şey çok daha kolay gibi... Paranın gücü, insanı, dünyanın yerlisi kılıyor. Aklında bu dü şüncelerle, dönüp te şekkür eder gibi gülümsüyor Muş tik'e. Muştik, böyle zamanlarda hep başka bir yere bakmayı tercih ediyor. Aralarındaki söze dökülmeyen bu sessiz anları her ikisi de çok seviyor ve birbirlerine bundan hiç söz etmiyorlar. Aliye, o gün, bir çift dantelli eldiven unutuyor Park Otel'in terasındaki masada. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Kısa sürmü ş bir sonbahardan sonra, erken bastırmı ş kış serinliği insanı tatlı tatlı ürpertiyor... Havada kar kokusu var. Masaya dirseklerini dayamış . Ba şparmakları oyulu kürklü eldivenlerinden açıkta kalan ba şparmakları, sürekli birbirinin çevresinde dönerek halkalar yapıyor. Tokatlıyan'ın ön tarafındaki, küçük, yuvarlak, koyu yeş il mermer masaları olan pastane kısmında oturuyor; önlerinde bo şalmış fincanlar, okunmu ş gazeteler, dalgın gözlerle pencereden dı şarıyı, gelip geçenleri seyrediyorlar. Aliye, Muştik'i sahiden dinliyorsa, bütün ezberle ö ğrenenlerde oldu ğu ve şimdi yaptı ğı gibi, dikkatle baş ka bir yere bakar, Mu ştik'in sözlerini hafızasına kazımaya çalış ırdı; dinlemedi ği, ama dinliyormu ş gibi görünmek istedi ği zamanlardaysa, yüzünde asılı kalmış profesyonel bir gülümsemeyle Muş tik'in gözlerinin içine tatlı tatlı bakardı. Muş tik, Aliye'nin bu numarasını anladığ ından beri, ne zaman önemli bir şey söyleyecek olsa, ona: Ben konu şurken başka yere bak! demeye ba şlamı ştı. Ortadaki büyük kapıdan içeri giren, Beyo ğlu'nun ünlü erkek terzisi Piliyuris'in elinden çıkmış olduğu dikiminden belli, Đngiliz kumaşından koyu renk takım elbise içinde asil ve zarif olmaya çalışan, kalantor görünü şlü tıknaz beyin kendilerine doğ ru yaklaşmasıyla

Page 103: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

birlikte, oturdukları masadan ayaklanıyor, Tokatlıyan'ın arka tarafına, kolalanmı ş beyaz örtülü masaların, geni ş koltukların ve rahat iskemlelerin bulunduğ u lokanta bölümüne geçiyorlar. Yemeği burada yemeye karar vermi şler. Belki bu gece, burada, otelin yukarıdaki odalarından birinde kalırlar. Bir müddet sonra Muştik, bir kadeh içkisini yudumladıktan sonra, ikisini baş başa bırakarak, geceye, diğer hikayelere karışacaktır. Çoğu kez olan budur. Yemekten sonra kalantor görünü şlü bey, müsaade isteyip purosunu yakarken, Aliye ma şalı gümü ş a ğızlı ğıyla, incecik sarılmış, o hafif, nane kokulu Avrupa sigaralardan yakıyor. Karanfil kırmızısına boyanmış ıslak dudaklarının arasından, adamın yüzüne i şveyle üfledi ği yuvarlak halkalar biçimindeki dumanlar, bütün geceyi ş imdiden söylüyor. Adam yutkunuyor. Aliye, maşalı gümüş ağ ızlı ğını, o gece, Tokatlıyan'daki masada, "Christophle" çatal bıçakların yanında unutuyor. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Nisuaz'da oturuyorlar. Ço ğu zaman şu an orada bulunmayan birilerini çeki ştiren, kimi zaman da birbirleriyle dalaş arak uzun saatler geçiren, çulsuz şairler, gözleri hep kendine dönük edipler, dalgın muharrirler oturuyor çevredeki masalarda. Yüksek sesle birbirlerine hikayelerini, denemelerini, ş iirlerini okuyor; son okudukları kitaplardan, yeni çıkan dergilerden, ba şta Paris olmak üzere Avrupa merkezlerindeki sanat hadiselerinden, yeni yazmakta oldukları eserlerinden, eski a şklarından, yeni sevgililerinden söz ediyorlar. Hepsinin cepleri umutla katlanmış yazılı kağıtlarla dolu. O kağıtlardan bir ümit, bir hayat, bir gelecek bekliyorlar. Hepsinin gelece ğe kilitlenmiş gözleri, uzak hayallerle ba ğlanmı ş. Her biri, daha ş imdiden edebiyat tarihinde kendine bir yer ayırmaya, gelecek için yer tutmaya çalışıyor. Her biri, bir di ğerinin övgü dolu yüreklendirici güzel bir sözüne bunca muhtaçken, ço ğu zaman bir di ğerinden, bir tek güzel sözü esirgiyor. Ba şkalarından bekledikleri incelikleri, zarafetleri, güzellikleri, ba şkalarına sunmaya güçleri yetmiyor. Đlk zamanlar içlerinden çoğu, Aliye'yle ilgilenmeye kalkı şmış, onunla yaşanacak olan muhtemelen hayli fırtınalı bir a şktan, Parisli meslektaşlarının hikayelerine benzer kuvvette bir macera çıkabileceğ ini ummuş sa da, Aliye'nin bir tek dakikasını bile nasıl rakamlara tahvil esası üzerine yaşadı ğını gördükleri, dahası kabullendikleri andan itibaren, beyhude gayretlerden, ümitsiz te şebbüslerden vazgeçerek onu kendi haline bırakmı şlardı. Neredeyse artık onun Nisuaz'daki varlığını görmüyor, daha salona girdi ği anda, genizleri yakan parföm kokusunu duymuyorlardı bile. Aliye'nin süslü sözlere, fötr şapkaların gölgeledi ği gönülçelen bakı şlara, hoş iltifatlara, gösteri şli jestlere, ayna karş ısında çalış ılmı ş pozlara, çabucak havaya karışan şiirlere kaptıracak bir tek gecesi bile yok! Onun zamanı yok. Onun gecesi ipek. O, yalnızca kozasını örüyor. Hem de büyük bir hızla... Dışarıda saydamsı buğ ularla tüten ı şıklar, ak şamları erken inmeye başlayan güz sonunu söylerken, Aliye ile Muş tik, cam kenarındaki masaların birinde oturuyor, yalnızca insanların, hayatların değil, zamanın da geçiş ini hüzünle seyrediyorlar. Nisuaz'da ak şam oluyor.

Page 104: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Muştik, her zamanki gibi sesinde en ufak bir buyurgan tını bile olmadan, alçak sesle, gecede uçu şan Acem tülü inceliğinde yumuşak bir masal anlatır gibi gece derslerini sürdürüyor: Bir adam, ço ğu zaman, yatakta karısına yapamadı ğı şeyler için seninle birlikte olur. Dolayısıyla, yatakta zengin bir programın, parlak sürprizler paketin olmalı gül lokumlu kızım. Öyle erkekler vardır ki, seni de, kendini de alçaltarak tatmin olur ancak. Seksin rezil bir ş ey oldu ğunu dü şünenlerdir bunlar. Seks onlar için kirli, pis bir şeydir. Gizli saklı kö şelerde utanarak yapılması gereken, yaptıktan sonra da tiksinilmesi ve hemen unutulması gereken bir şey! Anneleri gibi kadınlarla evlendikleri için, hakiki seksi hiçbir zaman yaşayamazlar, sakın hiçbirine kapılmayasın! Bunlar gövdesi ikiye bölünmüş erkeklerdir. Tenleriyle, ruhları ölene kadar bütünlenemeyecektir bir daha. Toplumun ikiyüzlü ve karanlık kaidelerinin lanetini taşımaya gönüllü kurbanlardır bunlar. Senin yapaca ğın şey, asla bu erkeklerin tenleriyle ruhlarını bütünlemeye çalışmak olmamalı. Bırak parçalandıkları gibi ya şasınlar! Sana yalnızca durumu bilip ona göre davranmak dü şer. Üstelik durumun hiç farkında değ ilmi şsin gibi yapmak da cabasıdır. Aşifteli ğin en zor yanı, bildiklerini susmakta, sezdiklerini saklamakta yatar. Aptal fahişeler niye harcanırlar? Aptal oldukları, akılları bir şeye ermedi ği, herkese kandıkları, hayat ve insanlar hakkında pek az şey bildikleri için mi? Hayır, o zaten pek azıcık bildiklerini, sık sık dile getirdikleri, o pek süfli hayat bilgisi kırıntılarını uluorta saçıp savurdukları için harcanır giderler. Sessizli ğin gücünü bilmezler. Çok istismar edilmi ş olabilirler. Çok kandırılmış olabilirler. Zamanında çok kullanılmı ş insanlarda görülen kullanılma korkusu, ne kadar uyanık olmaya çalı şırlarsa çalı şsınlar, onları daha da kullanılır hale getirmekten öte bir işe yaramaz. Đnsanı koruyan şey, gerginlikler de ğil, esnekliklerdir. Yerinde dikkatler, abartısız önlemler, seni her şeyden daha iyi korur! Sözleş tikleri beylerin gelmesiyle birlikte, Nisuaz'ın caddeden geçenlerce görülmeyen arka tarafına geçiyorlar. O gün masada üzerine adının baş harfi i şlenmiş gümü ş çakma ğını unutuyor. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Yaz sıcakları bastırmadan, beyaz keten kılıflar geçirilmi ş valizlerle Büyükada'ya, Splendid Otel'de dinlenmeye gidiyor. Ev tutmak istemiyorum. Evin zahmetleriyle uğra şamam! Hem bütün yaz fazla gelir. Sıkıldım mı dönebilmeliyim. Etekleri dantel garnitürlerle zenginleş tirilmi ş, Bursa ipe ğinden yok inceli ğinde beyaz ma şlahlar giyinmi ş, elinde dantelli şemsiyesi, vapurun açık tarafında oturarak, aklını ağırla ştıran şeyleri rüzgara veriyor; kimsesiz günlerin çay ve simitini çekiyor canı. Bir türlü söyleyemiyor. Böyle durumlarda gerçek zenginlerin ne yapacaklarını tahmin etmeye çalı şıyor. Nitekim çabuk sıkılıyor Büyükada'dan. Đskelenin sol tarafında yer alan Faraon Lokantası'nda ço ğu kez tek başına yedi ği ak şam yemeklerinden, dönüp dola şıp Saat Meydanı'na geldi ği sabah yürüyü şlerinden, Dilburnu'ndaki amaçsız ba şıboş gezilerden, Aya Yorgi Kilisesi'ndeki sessiz saatlerden, Büyüktur yolundaki fayton sefalarından, Anadolu Klübü'ndeki dedikodusu bol ikindi çaylarından, Yörük Ali Plajı'ndaki cilvele şmelerden, gençli ğini, ada otellerinde hizmetle geçirmi ş, Hotel Des Etrangers, Giacomo Hotel, Hotel Calypso anılarını anlata anlata bitiremeyen şarap düşkünü bunak Rum'dan çabuk sıkılıyor. Dönerken o bembeyaz

Page 105: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

keten kılıflı valizlerinden birini adada unutuyor. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Üzerindeki, bulut pembesi, gök mavisi soluk lekelerle renklendirilmiş krep saten geceliğ inin geni ş etekleri, uzandığı kanepeden sular gibi dökülüyor. Tarçın rengi cilalanmı ş dö şeme tahtaları, ortadaki büyük taban halısının çevresine, ış ıltısı gözalan kalın konturlar çekiyor. Soğuk kış gecelerinde, çocuklu ğun bütün so ğuk gecelerinin hıncını almak istercesine, yalnızca büyük göbekli camından görünen alevlerin bile büyük salonları ısıtmaya yeteceğ i, gürül gürül yanan mavi-beyaz çiçekli çini sobanın hemen yanı ba şındaki rulo yastıklı kanepeye uzanarak, bir yandan koyu şarap kırmızısı rulo yastığ ın sırmalı püskülleriyle oynuyor, bir yandan da sıcaktan al al olmuş yanakları ve baygın gözleriyle bir kı ş masalı dinler gibi Muş tik'i dinliyor. Çocukluğ unun soba üzerlerinde patlayan kestanelerin çıtırtısı e şli ğinde, mandalina, portakal kabuklarının kokusu geliyor burnuna. Kendini yormadan çalı şmayı ö ğrenmelisin masal-uykulu kızım, kendine fazla yüklenme, ama bana kalırsa, hiçbir geceni de boş geçirme! Ya şlandığında, yeterince yalnız geçireceğ in gecen olacak zaten. Diledi ğin kadar dinlenir, geçmişi dü şünür, kitap okur, hayvan besler, çiçeklerine bakar, bahçende toprak çapalarsın. Yaşlılıkta zaman hatıralarla geçer. Unutma! Gövdenin dirili ği, zaman tünelinden hızla geçiyor. Zaman, gövdemizi ruhumuzdan önce yıpratır, hatta ço ğu kere, ruhu yıpratmayı, gövdenin küskünlü ğüne bırakır. Ş imdi senin zamanının tünelindeyiz. Senin gövdenin macerasını katediyoruz. Herkese, öylesine edilmiş bo ş bir laf gibi gelir ama, hayat sahiden bir masaldır. Üzerinde tül inceliğinde buharlar tüten, altınsuyu nakışlı incecik porselen fincandan kokulu, demli çayını ağ ır ağ ır yudumlarken söylüyor bunları. Aliye'nin gözleri sobada, bu yüzden kendisini dikkatle dinlediğini biliyor. Buharlanmış camlardaki buzsu ı şıltı, Fransız iş i dantel tüllerin ardından bile gözalıyor. Mu ştik, yerinden kalkıp sırma püsküllü, şarap rengi ağır kadife perdeleri çekip yeniden koltuğ una dönüyor. Kuca ğında, şömiz ciltli, parlak ka ğıtlı kapağ ında pembe-beyaz katmerli güllerin açtığ ı bir a şk kitabını açık unutarak, rulo yastıklı kanepesinde uyuyakalıyor Aliye. Rüyasında kendini açık denizde, dalgaların hafif hafif salladığı sal büyüklü ğündeki üstü yazılı açık bir sayfanın üzerinde, bir yandan güçlükle ayakta durmaya, öte yandan gökyüzüne yazılmı ş bir kitabı, güneşten gözlerini kısarak okumaya çalı şırken buluyor. Okumaya baş lamadan önce anlamını bildi ği her sözcü ğün, daha okuduğ u anda anlamını yitirdiğ ini, yazınınsa çözülüp da ğıldığ ını, harflerin eriyerek sulara karı ştığını görüyor. Ter içinde sırılsıklam uyandı ğında, kendini onca zorlamasına karş ın rüyasını bir türlü hatırlayamıyor. Niye hiçbir rüyanın sonunu getiremiyorum? diye kendi kendine mırıldanırken uyanıyor. Bu sobayı bu kadar yakmamak gerek, diyor Muştik. Bütün bir maziyi ısıtamazsın! Taksim Meydanı'nın hemen yanı baş ında, cadde üstündeki

Page 106: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Cafe Boulevard'dalar. Üzeri parlak renkli tropikal yapraklarla desenlenmiş , orman yeşili jarse minderlerin dö şeli oldu ğu hasır koltuklara yaslanmış, uzun kadehlerde "Irish Coffee" içiyor, bara tünemi ş erkek kalabalı ğının üzerlerindeki ısrarlı bakı şlarını hissetmiyormu ş gibi yapıyorlar. Masaların tepesine yerle ştirilmi ş bambu lambaların sık örgüsünden süzülen kırmızı, mor, sarı, mavi, turuncu ış ıklar yüzlerine gizemli gölgeler, alçak sesli konuş malarına müphem bir hava katıyor. Aliye'nin yüzündeki sır kadar kapalı ifade, baş ka zamanlarda son derece sıradan sayılabilecek, kadehindeki krepon şemsiyeyi parmak uçlarıyla çevirme hareketine fazladan bir esrar katarak, uzaktan bakan birine bile, asıl o hareketi yaparken dü şündüklerini merak etme duygusu veriyor. Aliye'nin, her kadının sahip olamadı ğı melekelerinden biri de bu. Her hareketinin arkasında, bir erke ğin ke şfetmesi gereken başka bir esrar bulundu ğu duygusu uyandırarak, manidar tutulmu ş ufak bir hareketle, o esrar perdesini azıcık aralayıp erkeklerin ilgisini her seferinde kendi üzerine çekmeyi ba şarıyor. Aliye'nin hınzırlı ğının farkında olan Mu ştik, durumdan memnun, konu şmasında buna iliş kin küçük dokundurmalara da yer vererek sürdürüyor: Yanındaki erkeğin böbürlenmesine müsaade etmelisin mıknatıs topu kızım. Senin çekimine kapılıp kalmaları kadar, senden kopamamaları da mühimdir çünkü. Bak, bazıları çarpıcı kadınlardır. Erkekler bunlara görür görmez çarpılırlar. Yazık ki, erkeğin bir kere çarpıldıktan sonra, ayılınca hemen vazgeçebileceği kadınlar da bunların arasından çıkar. Çoğ u çarptığıyla kalır anlayaca ğın. Bazıları ise, güzelliği demlendikçe görülen kadınlardır. Görür görmez kimse çarpılmaz bunlara, ama baktıkça sevdalanırlar. Đnsanın kanına yavaş yava ş yayılırlar. Bunlar daha makbuldür tabii. Sana gelince: Sen, en makbulüsün. Hem çarpıcı güzellerdensin, hem baktıkça demlenenlerden. Senden kurtuluş yoktur. Kendini kimseye ispat etmene gerek yok. Đçini geni ş tut, ferah ol. Kendi tabiatını yaş aman yeterlidir. Erke ğe üstünlük taslama. Kendinden emin ol. Bırak erkek yanında rahat etsin. Onun kendini övmesini hayranlıkla dinlemelisin; onu, kendi anlattıklarına inandırmalısın; o, yanında heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırken, küçük kesik kahkahalar atmalı, hayret nidaları kullanmalısın. Đncir çekirde ğini doldurmayacak en süfli ş eyleri, büyük bir iş tahla köpüre köpüre anlattıklarında bile, sakın şaşırmayı unutma. Erkekler ş aşıran kadınları severler. Akıllı bir kadını şaşırtmak o kadar zordur ki, bu yüzden onlara fazla bulaş mazlar; akıllı kadının kokusunu yüz metreden alır, ondan uzak dururlar. Di ğer kadınlardan ne kadar farklı, ne kadar yüksek, ne kadar kaliteli olduğunu anlatmak için, sakın akıl katını kullanmaya kalkma, kaybedersin; saygılarını kazanabilirsin belki, ama arzularını, dolayısıyla cüzdanlarını kaybedersin. Her zaman iyi ve müspet duygularla ayrılmalılar ki yanından, her defasında bir sonrası için bulu şma şansın olsun ve bu bulu şmada her şeyin fiyatının hızla arttı ğından, hayatın çok pahalıla ştı ğından söz açarak konuşmaya başlayabilesin. Böylesi fazla belli etmek olur, diye düş ünme sakın! En belli etmen gereken şey budur. Erkekler para yedirmeye bayılırlar. Parayı da bunun için kazanırlar zaten. Öyle lafı hiç dolaştırmadan küçük imalarla hemen konuya girebilirsin. Onlar da bilir, senin onlarla paraları için birlikte oldu ğunu. Seni ancak parayla elde tutabileceklerini. Arkada şlarının yanındayken, onun, sana aldığı hediyeleri, gezdirdi ği yerleri, yiyip içtiklerini saymana bayılırlar. Onların derdi kadınlarla de ğil, birbirleriyledir çünkü.

Page 107: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Çoğu, böyle şeyleri arkada şları duysun, Helal olsun ulan bizimkine! desinler diye yaparlar zaten. Zavallı varlıkları böyle böyle bir ş ahsiyet kazanır ufuksuz gözlerinde. Böylelikle, bu alemde, Hovarda erkek, diye anılır olmayı arzularlar. Hepsi için en önemli ş ey, baş kalarının gözlerindeki "kredileridir". Sen, bir erkeği ne kadar hızla soyup so ğana çevirirsen, di ğerleri de aynı hızla sıraya girer. Unutma, senden asıl bekledikleri, annelerinden gördükleri iyilikler de ğil, kötülüğ ün renkli sürprizleridir. Đyilik sıkıcıdır. Çabuk biter. Gece indi ğinde, Mu ştik'in cebinde, bardaki uzun favorili, dört düğ me ceketli, düğ ümü kalın atılmı ş verev desen kravatlı, şövalye yüzüklü birkaç adamın gösteri şli kartvizitleri vardı. Cafe Boulevard'dan kalkıp, Đ stiklal Caddesi'ne do ğru yürüyüp Beyo ğlu'nun geceye bir ahtapot gibi yayılan tanıdık kollarında kayboluyorlar. Aliye, kalkarken kuyruğ u ta şlı gözlüklerinden birini unutuyor masada. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Sırtında, dekoltesi iddialı muare taftadan bir elbise, boynunda akarsu gerdanlık, kulaklarında gülküpeler, ayağ ında zarif rugan iskarpinlerle, Pera Palas'taki bollerin, ş ampanyaların su gibi aktığı görkemli bir baloya katıldığ ı zifirsiyahı gecenin ortasında, o sivri topuklu zarif rugan iskarpinlerin tekini, yürek çarpıntıları içinde kaçarcasına ayrıldı ğı Pera Palas'ın merdiven basamaklarında aya ğından dü şürüveriyor. Bir daha bulan olmuyor o ayakkabı tekini. Bütün aramalara kar şın bir türlü bulunamıyor. Bir aya ğı çıplak dönüyor evine. Masalını kaybetmi ş bir külkedisi gibi, ertesi gün diye bir şey olmadı ğını anlıyor. Kalbini hatırlıyor. Hayatında kaybetti ği bazı şeyleri kalbinde kaybetmediğ ini anlıyor. Muştik, Söylemiş tim, diyor. Bu, i şin senin; Hayatın de ğil! Kalbinin kilidini sakın bir daha gev şetmeye kalkı şma! Masallarını şaşıran kadınlar bedbaht olurlar! Hayatının prensinin karşına çıkaca ğı masal bu de ğil! Sen, onu Pera Palas'taki bir gecede yitirmedin ki orada bulasın! Kimse bir gecede yitirilmez, bir gecede bulunamayaca ğı gibi. Unutma hakiki erkek, yüzlerce erkekten meydana gelir. Zaten bir zaman sonra, yüzlerce erke ğin sana verdi ğini, bir tek erkekten beklemeyecek kadar olgunla şmış olacaksın sen de... Bence, bu durumun tadını çıkarmalısın. Bir kadının aradı ğı o bir tek erkek, her zaman için hayali bir varlıktır. Hiç olmamı ştır. Bir erkek, birçok erkekten meydana gelir. O da yalnızca bir tasavvurdur. Beyhude bir tasavvur! Anlayaca ğın, erkek diye bir şey yoktur bulut bakış lı kızım. Erkeklik, yalnızca bir durumdur. Bir ki şinin varlığ ıyla de ğil, ancak birçoğ unun varlığıyla sa ğlanabilecek olan ümitsiz bir durum! Her erkekte, aradı ğın erke ğin yalnızca bir parçasını bulursun. Gerçek bir kadın için, gerçek bir erkek, Allah gibidir, her yerdedir ve hiçbir yerdedir. A şk da budur zaten! Başka bir ş ey değil. Aramaktan vazgeç, demiyorum, bulmaktan vazgeç melek-oklu kızım! Muştik gittikten sonra, Aliye, gözlerine inmi ş iki top bulutu dökemeden sabaha kadar öylece oturuyor. Günler her şeyi solgunla ştırır. Acılar diner, anı olurlar bir gün. Aliye'ye de öyle oldu. Bonmarş e vitrinlerine bakmak, kırmızı ipek perdeli localarda oturmak, Taş lık Kahvesi'nden denizi seyretmek,

Page 108: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kırmızı tramvaylara binmek, Krepen Pasajı'nda bir tek atmak, Turkuaz Lokali'nde, Moskovit Lokantası'nda, Kristal Bar'da, Rejans'ta görünmek, yazlık sinemalarda illüzyonistlerin hokus pokus gösterilerini izlemek, çoğ u, solgun yüzlü i ş hanlarının birinci katında yer alan kürk evlerinde, kıvırcık astraganları ya da sırt kürkleri endam aynalarında prova etmek, Süreyya Plajı'nda deniz heykeliyle bakışarak güneş lenmek, Olyon'dan, Kaluvrisi'den alı şveri ş etmek, operetler, rövüler, çigan müzikleri arasında oradan oraya sürüklenmek, Pera Palas'ın basamaklarında ayağ ından düş ürüp kaybettiği ayakkabı tekini unutturdu Aliye'ye. Oyalanmayı ö ğrendi. Đnsanlar oyalanırlar, alı şırlar, unuturlar. Günler her şeyi soldurur. Her şey bir gün anı olur. Çılgıncasına bir hayat, dolu dolu geceler, ış ık çakımlı yaldızlı günler... Her şey, bir filmin, hareketli bir müzik e şli ğinde birbiri üstüne binen zincirleme görüntülerle, "neş eli günler" anlattı ğı sahneler gibi ı şıl ı şıl, capcanlı... Öyle ki, her gece ba şka bir eğlence yerine gidilen, her gün baş ka bir yerden alı şveri ş edilen, iki gün üst üste aynı yerde yemek yenmeyen bu parlak günlerin baş döndürücü hızında mutlu mu, mutsuz mu; iyi mi, kötü mü oldu ğunu anlayacak zamanı bile yok Aliye'nin. Masalının rüzgarına kapılmı ş gidiyor. Günleri dolu dolu geçiyor Aliye'nin. Beyoğ lu'nda yeni açılmı ş olan güzellik salonu Pelbar'a düzenli olarak devam ediyor. Saçlarını elbette Đzidor'a yaptırıyor. Đstanbul'un ünlü pedikürcüsü Bonniçi'ye abone olmuştur; el ve ayak parmaklarını emmekten hoşlanan iş tahlı erkekler için, sık sık el ve ayak tırnaklarını düzelttirmektedir. Sık sık değ iş en erkeklerin kollarında, çe şitli lokallerde, Beyoğlu'nun dans okullarında ö ğrendi ği adımlarla Viyana valsleri adımlamaktadır. Daha çok Pilsen, Nektar ve Münih biralarını, rakı içmesi gerektiğ inde de Dimitropulo'nun sakızlı rakısını sevmektedir. Aliye'nin genç gözleri ba şlangıçta fazla uzağ ı göremiyordu. Onun için hayat, devamı gelecek hafta çıkacak olan mecmua fasikülleri gibi tane taneydi. Kaldı ki, Mu ştik, Đstanbul'un iç içe geçmi ş zamanlarından ördüğü küçük mucize oyunları yaratarak, iyice gözlerini kamaş tırıyordu Aliye'nin. Örne ğin, çoktan yıkılıp yerine bamba şka bir bina dikilmiş bir geçmi ş zaman kafe şantanından, birdenbire günümüz sinemalarından birinin fuayesine çıkartıveriyordu Aliye'yi. Çoktan yıkılıp üzerinden yol geçen bir bonmarşe ma ğazasında alı şveri ş ediyor; şimdilerde, bir i ş hanının yerini aldı ğı eski bir dancing'te günün moda danslarını yapan Đstanbullulara alkış tutuyorlardı. Hem Moulen Rouge'u, hem Atlas Sineması'nı, hem Şark Tiyatrosu'nu, hem Tokatlıyan'ı aynı yerde aynı gün yaş amak kolay değildi. Beyo ğlu'nun bütün zamanları gövdelerinde seğiriyordu. Zamandan sarhoş tular. Günler her şeyi solgunla ştırdı. Her şey bir gün anı oldu.

Page 109: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Çift kapılı ve her kapısı çift kilitli yatak odasında duran, her gecenin sonunda, yanına giderek örtüsünü kaldırıp baş ba şa kaldığı, Sirkeci'nin ı şı ğı kıt arka sokaklarındaki Yahudi esnafından birinden aldı ğı gösteri şli bir kasası var. Pahalı mücevherlerinin, altın takılarının, hisse senetlerinin yanı sıra, belli bir miktara ula ştı ğında bankaya götürüp yatırdı ğı paralarını sakladı ğı bir kasası... Şık bir Cadillac direksiyonuna, daha çok da gemi dümenine benzeyen, yuvarlak metali ış ıl ış ıl parlayan a ğır dönen bir kolu var kapağında. Şifreyle açılıyor kasa. Şifresi hayatının en büyük sırrı. Muştik bile bilmiyor. Evine hiç misafir kabul etmiyor. Kasanın üstü, yoksul dü şmüş Beyaz Rus soylulardan yok fiyatına alınmı ş, azıcık eprimi ş, sırma püsküllü, işlemeli, kalın bir şalla örtülmüş . Bir tek o kasanın ba şında kendini güvenli hissediyor Aliye. Görünmez bir foto ğraf makinesine poz verircesine, anlamından bo şalmı ş bir yüzle, belli bir noktaya dikilip kalmı ş dalgın bakış larla, dirseğ ini dayadığı kasanın baş ında, bir eli şaka ğında neredeyse kımıldamadan, hiçbir şey dü şünmeden, dakikalarca öylece duruyor. Bütün duyguların yerine geçebilecek tek bir duygu buluyor içinde: Güven. Bu da ona şimdilik yetiyor. Ne zaman, biraz fazla hayallere kapılacak olsa, bir zamanlar falına bakan o genç yazarın tembihini tutuyor, toplama çıkarma yapıyor. Đyi geliyor bu ona. Ayakları yere basıyor. Hesabının kuvvetli olması, dünyada kaybolmayaca ğına dair inancını peki ştiriyor. Đkindi çayını daha çok Lebon'da "alıyor"; çoğ unlukla Ş işli'de, Ni şantaş ı'nda oturan, genç ve yakış ıklı sevgilileriyle bulu şmak için, Beyoğ lu civarında garsoniyer tutmuş olan bütün o kötülük kumkuması zengin kadınların; tazeli ğinden ba şka güzelliğ i olmayan, gönül çirkini, kötü ruhlu zengin kızların, bir yandan ikindi çaylarını içerken, bir yandan da, Aliye ne yaparsa yapsın, kendilerinden biri olmadı ğını yüzüne vuran küçümseyici bakı şlarına, ona bakarak manalı manalı fısıldaşmalarına aldırmaz görünmeyi öğrenmiş ; iri porselen fincanlardan sade bir vekarla çayını yudumlarken, Lebon'da, Markiz'de ve benzeri yerlerde bulunmakta, en az onlar kadar hakkı olduğunu dü şünüyor. Ne de olsa, Aliye'nin hesap pusulalarını da, bu kadınların, kızların, kocaları, babaları ödüyor. Muştik, serzeniş te bulunur gibi, bir süredir sinirli hareketlerle yakası volanlı ipek bluzunu düzeltip duran Aliye'nin sözünü kesiyor: Önce elini çek yakandan! Đnsanlara, ne yaparlarsa yapsınlar, seni kızdıramayacakları, seni incitemeyecekleri intibaını vermelisin. Serinliğ i ö ğren! Unutma bir büyük yazarın dediğ i gibi, en iyi intikam şekli, kayıtsızlıktır. Hiçbir şeyi izzetinefis meselesi haline getirme! Bu, profesyonel bir meslektir, her meslek gibi riskleri vardır, meslek hataları olabilir. Unutma, bu da di ğerleri gibi bir iş , sen sadece i şini yapıyorsun; sana, senin şahsına yapılmış bir şey yok ortada; bu bir rol, bir yanlış lık olsa bile, oynadı ğın rol gere ği bir yanlı şlık olmuş tur, hepsi bu! Böyle bakmazsan, dayanamaz, daha ikinci perdenin ortasında kaçar gidersin rüzgarlı kızım. Sakın kendini ba şkalarının insafına emanet etme! Mahvolursun! Kendine de, onlara da zaman tanı. Đ nsanlara güvenme, güveneceksen onların hafızalarına güven! Hafızalar çok unutkandır çünkü. Sana da alı şacaklar. Unuta unuta alış acaklar. Bu memlekette bir tek şeye güvenebilirsin: Unutkanlı ğa! Şu Đ ngiliz centilmeni taklidi heriflerin, Fransız madaması taklidi kadınların, şu züppe mekteplilerin, şu pastane kibarlarının afra tafralarına bakma sen! Altlarını biraz kazısan, hepsinin altından

Page 110: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ne cifeler çıkar! Yüzlerine yerleştirmeye çalış tıkları kilise vitraylarından ezber edilmi ş ş u mağ rur ikon bakı şlarına aldanmayasın! Bütün ikonlar tanrıyla göz gözeymiş gibidir. Senin zehir çalığı bakı şlarınsa, yalnızca erkeğ e ayarlı olmalı. O bakış lar bir erkeğin kanına karış mak için bakmalı yalnızca. Senin i şin erkeklerle. Buradaki kokoz karılara ispat etmek mecburiyetinde olduğ un hiçbir ş ey yok! Unutma, sen sadece i şini yapıyorsun. Hadi çayını iç de kalkalım artık. Đşimize bakalım! Dünya seni bekliyor! Kalktıklarında, sehpada timsah derisinden yapılma küçük el çantasını unutuyor Aliye. Bütün aramalara karşın bir türlü bulunamıyor. Moda Deniz Hamamı'nda, kıskanç gözlerin, kem bakı şların hı şmına uğramı ş mayosunu unutuyor. Florya Plajı'nda boyunu oldu ğundan uzun gösteren hasır ökçeli plaj takunyalarını. Kafe şantanların birçoğ unda sayısız yelpazesini. Sandalye arkalıklarına asılı kaç el çantası, çe şitli kahvehanelerin, birahanelerin kayıp hatıralarına karış tı çoktan. Dem sofralarında kristal kahkahalar savurduktan sonra, azıcık uzanıverdi ği atlas dö şeli divanlarda, içine Hasan ya da Şükufe marka kolonyaların serpildiğ i kaç lavanta kokulu mendil, sıkış tırıldıkları minder aralarından yokluğa karıştılar. Yabancı yatak odalarının ah şabı kararık komodinlerinin üstünde, gümrah saçlarını güçlükle zapteden sıra pırlantalı tarakları kaldı. Dalgın ve hüzünlü gözlerle sularına daldı ğı nilüferler açmı ş havuz kenarlarından kalkıp mahzun bir roman kahramanı gibi gölgesine yürüdüğü sonbahar kameriyelerinde, omuzlarından düşürdüğ ü kaç Suriye şalı başkalarının hatıraları içinde kaybolup gitti. Sesinde saklı vaatlerle ş arkılar söyledi ği, çekingen bakışlı içki masalarında, üzeri mineli ya da sedef i şlemeli nice enfiye kutusu, başka zamanların kokularına karı ştı. Bo ğaz postasını yapmakta olan, 27 baca numaralı yandan çarklı Sahilbent gemisinde, her defasında başka biriyle el ele tutu şup huşu içinde mehtap seyrederken, çırpına çırpına uçuş arak sonunda rüzgara kaptırdı ğı eşarpları, kaç Boğ az akıntısına bayrak oldu. Mesirelerde unuttu ğu fildiş i ya da abanoz saplı şemsiyeleri kaç yabancı yağ mur savu şturdu. Kim bilir, hangi lavaboların sabunluklarında unuttu ğu nice yüzük, kaç parmakta kaç el, kaç kader deği ştirdi? Otel aynalarının önünde unutulmu ş onca kokulu pudra, kuyruklu sürme şiş esi, say say bitmez nice saçıntı... Hepsi de kazanılmı ş bir hayatın sayısız kayıplarıydılar. Bütün aramalara karşın hiçbiri bulunamıyor. E şyanın ku şattığ ı dünya, böyle biri hiç olmamı ş gibi yapıyor. E şya u ğruna deği ştirilmi ş hayatlardan ilkin e şya çekiliyor. Neden her gittiğ in yerde bir parçanı bırakıyorsun Aliye? diye hüzünlü bir merakla soruyor Mu ştik. Aliye, bilmediği ama diplerde, ta içinde hissetti ği bir cevabı neredeyse kendiliğ inden veriyor: Bilmem, zaten parça parçayım ya, belki ondandır; belki de kaybolmayayım, diyedir... Bir zamanlar buralardan ben de geçtim, demek içindir... Ormanda kaybolmamak içindir. Hatıra olmak içindir... Bizden ni şan veren bir sır bırakmak içindir... Ne bileyim, böyle şeylerdendir herhalde!.. Unutma, bana zamanı sen ö ğrettin! Umarım bir gün yavaşlı ğı da öğ renirsin, diyor Mu ştik. Hızda

Page 111: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kaybettiklerini, yavaşlıkta bulursun. ... Bir gün, Mu ştik, dedi Aliye. Ne çok şey biliyorsun, kadınlar hakkında, erkekler hakkında, seks hakkında, ama seni hiçbir kadınla birlikte görmedim bugüne kadar. Neden? Osmanbey'de Cafe Bonjour'daydılar. Her gün bir yenisi açılan pasajların, iş hanlarının, hamburgercilerin, plakçıların, butiklerin, sinemaların ku şattı ğı, günün gözde buluşma mekanlarından biri olan Bonjour'da. Kapalı, ya ğdı yağacak sinsi bir eylül havası... Caddeden akan arabalara, kar şıdan kar şıya tela şlı adımlarla geçmeye çalı şanlara dalmı şlardı tam, Aliye bu soruyu apansız sorduğ unda. Bu soruyu bana bunca zaman niye sormamış oldu ğunu merak eder dururdum ben de inan ki! dedi Mu ştik. Bak, görüyor musun, sen bile seks yapmayı yakı ştıramamı şsın bana. Demek ki, kafanın bir yerinde, beni ve seks yapmayı yan yana koyamamı şsın. Cevabı çok basit aslında: Ben bir aseksüelim. Anlamadın değ il mi? Yani bunca yıllık hayatımda bir kere bile cinsel ili şkiye girmedim. Seksin hiçbir çe şidini ya şamadım. Hiçbir kadını arzulamadım, hiçbir gövdeye ilgi duymadım. Bir muhabbet tellalı için, kaderin cilvesi sayılabilecek ho ş bir tenakuz, masalımıza yakı şan şık bir çeli şki, değ il mi? Aliye'nin şaşkınlıktan büyüyen gözleri, onu daha da eğ lendirdi. Sanki bu da onun zevkiydi. Hala hiçbir şey anlamamı ş, Nasıl yani? dedi Aliye. Çok basit, dedi. Cinsellik ihtiyacı hissetmiyorum. Bu ne büyük özgürlüktür bilemezsin. Dü şünsene, insanların büyük bir kısmının hayatını mahveden şey, cinsellik de ğil midir? Dünya nüfusunun tamamına yakın büyük bir kısmı, her gün bir hastalık gibi cinselli ğin pençesinde kıvranıyor. Bu bakımdan ben, kendimi çok şanslı sayıyorum. Zaten, iki insanın birbirinin bu kadar çok içine girmesi hoşuma gitmiyor do ğrusu. Bir kere, şık ve zarif bulmuyorum. Aliye'nin a ğzını bile kapatamayan şaşkınlı ğı kar şısında, iyice eğlenmeye, ne zamandır bekledi ği bu "itiraf anının" tadını çıkarmaya başlamış tı Mu ştik. En baş ta, seksin kendisini çirkin buluyorum. Đnsanlar için gerçek bir yük. Beyhude bir gayret! Bir angarya! Bo ş bir hamallık! Neresinden baksan, çirkin bir amelelik! Hele o seksten gözü dönmüş insanlar yok mu? Yarabbi, ne çirkin bir oburluk çeşidi! Ne hayasızlık! Birbirlerinin içine girmekteki ısrarlarını, bu u ğurda göze aldıklarını, katlandıklarını dü şündükçe, insanlık adına utanç duyuyorum! Đ nsanların ba şkalarının yanında yapamadığı pek az ş ey vardır. Düşün, seks yapmaktan o kadar çok utanıyorlar ki, bunu ba şkalarının yanında yapamıyorlar. Aliye, şa şkınlıktan sessizle şmişti, aklına hiç ba şka soru gelmiyor ama, Muş tik'in açıklamalarını sürdürmesini istiyordu. Hem seks birçok şeye engeldir, diye sürdürdü Mu ştik. Erkeklerin çoğu, bu yüzden kadınlarla arkadaş olmayı ba şaramazlar. Tanıdı ğım birçok erkek, ancak ku şu kalkmamaya ba şladıktan

Page 112: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

sonra, kadınları anlamayı, onlarla nispeten daha e şit ilişkiler kurmayı öğrenmiş tir. Ne hazin bir kazanç! Cinsellik, aslında insanlı ğın en büyük belasıdır. Birçok insan, hayata çok daha fazla faydalı olabilecekken, sırf bu yüzden bütün vaktini ve enerjisini seks dedikleri beyhude bir amaç uğruna harcayıp gider. Yıllardır şaşkınlı ğın verdiğ i güçlü bir merakla şu cinsellik dedikleri gayya kuyusunu anlamaya çalı şıyorum. Beni bu iş te feylesof yapan şey, zengin tecrübelerim değ il, olsa olsa gözlemlerimdir. Gerçi, gözlemlerimin biraz kıyıcı ve insafsız olduğ unu ben de kabul ediyorum ama, i şin içinde olmamanın getirdiğ i avantajları da gözardı etmemek lazım. Bazen insanlar hiç ya şamadıkları şeyleri, di ğerlerinden daha iyi gözlerler. Ben, seksin doğ asını kavradım çünkü. Nedir peki seksin doğ ası? diye dirilmiş bir merakla sordu Aliye. Çok basit, dedi Mu ştik. Seksin do ğası falan yoktur. Đnsanların bir türlü kabul edemedikleri ş ey de budur zaten. Yok yere, seksin doğayla ili şkisini arayıp duruyorlar. Birçok insan, canı sıkıldı ğı için seks yapar. Birçok insan, yalnızlı ğından seks yoluyla kurtulacağını sanır. Yalnızlıktan kurtulmak mümkünmüş gibi! Seks o kadar kötü bir illettir ki, çok iyi yaptı ğın zaman, yetinmezsin, canın bir daha, bir daha ister. Kötü yaptı ğında da, bu olmadı, belki bundan sonraki daha iyi olur, diye bir daha, bir daha yaparsın. Yani seksten kurtulu ş yoktur. Tam bir başbelasıdır! Öldürmeyen bir veba çe şididir, bula şa bulaş a ço ğalır. Dünyayı hiçbir şey de ğil, seks öldürecek! Çok iyi seks yapanlar, en ş anssız olanlardır. Çünkü, onlar o kadar ustala şmışlardır ki, kendilerine göre bir eş bulmakta güçlük çekerler. Bu yüzden bütün dünyayı denemeye kalkarlar. Dünyanın en eski mesleği niye fahişeliktir, sanıyorsun? Đnsanlar niye en çok cinsellik hakkında yalan söylerler, sanıyorsun? Đnsanların en büyük önyargıları da, cinsellik hakkındadır. En büyük sırlarını da, ikiyüzlülüklerini de cinselliğe saklamı şlardır. Dünyada hala en büyük para seksten kazanılıyor. Đnsanlar o kadar zavallı ki, üç a şağı beş yukarı hemen herkes bu konuda yalan söyledi ği ve ikiyüzlü oldu ğu halde, yüzyıllardır zina, fuhuş , aldatma, sadakat falan tartışıyorlar! Dünya kurulalı beri, en büyük yasaklar seks hakkındadır. Ne dört kitap, ne kırk peygamber seksle baş edemedi. Çünkü seks ne yazık ki, var olu şumuzdur. Var olu şumuz kadar anlamsız ve açıklanamazdır. Muştik, hızını alamamı ştı, konuştukça açılarak tırmanan bir öfke tonu seziliyordu sesinde, sonunda, Tek kelimeyle, seks saçmadır canım, diye ba ğladı sözlerini. Aliye, Mu ştik'in felsefesinden çok i şin günlük ve pratik yönleriyle ilgiliydi hala. Peki, senin canın hiç çekmiyor mu yani? dedi. Hani bu kadar biliyorsun, ediyorsun, görüyorsun, elinin altında bu kadar güzel kız var. Aliye'nin naif ve gerçekçi sorusuyla mizah duygusunu yeniden kazanıyor Mu ştik. Beni anlamakta güçlük çekiyorsun de ğil mi? Ama haklısın. Aseksüellik gerektiğ i kadar bilinmiyor, üstelik ne yazık ki, gerekti ği kadar taraftar toplayabilecek bir konu da de ğil. Daha ba ştan mağlup bir durumdayız. Hiçbir zaman iktidar olamayacağ ımızı biliyorum. Şu anda yeryüzünde çok küçük ve önemsiz bir azınlık olabiliriz; ama ben gene de bir gün sayımızın artacağına, yava ş

Page 113: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yavaş büyüyüp güçlenece ğimize inanıyorum. Dünyanın bu kepaze hali böyle devam edemez! Soruma cevap vermedin, diye ısrar ediyor Aliye. Hayır, çekmiyor, diyor Mu ştik. Canım, kadın madın, seks meks çekmiyor. Đnan aklıma bile gelmiyorlar. Yaptı ğım iş in, gözümde, ne bileyim, tütün ya da gazete satmaktan pek farkı yok. Bu da bir i ş yalnızca. Aliye, hala inanmaz gözlerle bakmayı sürdürüyor, Muş tik'ten daha inandırıcı açıklamalar bekliyor. Sonunda, şaşkınlıktan açık kalmış a ğzını kapatmayı baş aran Aliye, Ne tuhaf? dedi. Me ğer seni hiç tanımamış ım! Bunu duydu ğuma sevindim, dedi Muş tik. Demek, daha benden sıkılmadığın anlamına gelir bu. Artık yeter bu kadar, benim hakkımda çok gevezelik ettik, hem bak, kapıda mü şterin göründü bile ballı kızım! Hadi bakalım, laf bitti, ş imdi i ş vakti: Seks yapmaya gidiyorsun! Aliye, oturdu ğu yerden do ğrulurken içini çekti: Aman Muştik, dedi. Đnsanda i ştah mı bıraktın? ... Her şeyden çok bulunan bir evi oldu sonunda. Bir masal evi kadar zengin, çok kapılı, çok odalı, çok eş yalı bir evi. Gardırobu a ğzına kadar giysilerle, tilki ya da vizon yakalı mantolarla, kuzgun kanadı çağrış ımlı pelerinlerle, birbirinden nadide kürklerle, çe şit çeş it, model model şapkalarla dolu. Top top kumaşlar, dantela garnitürlü volanlı etekler, vatkalı döpiyesler, yanardöner ipekliler, yürürken dalga dalga köpüren şifon sabahlıklar, gecelikler, ka şmir desenli, iş lemeli şallar; askılı, askısız, yırtmaçlı, yırtmaçsız, uzun gece tuvaletleri; balinalar geçirilerek kabartılmış etekler, dantelli, dantelsiz jüponlar; bazen omuzlarını ve kollarını örtmede, bazen de yaka dekoltesi açık tuvaletlerde gerdan kapatmada tamamlayıcı olarak kullandı ğı, dokusuna gümü ş pullar, altın simler serpi ştirilmiş rengarenk Acem tülleri, ipek ve saten iç çamaşırları, ipek çoraplar, ağ dokulu diki şli çoraplar, yazlık, kış lık, kıymetli deriden onca iskarpin, saymakla bitmeyecek daha nice aksesuar, nice saçıntı... Evi, ş ık ve pahalı eş yalarla döşeli. Çeş itli kö şelerdeki konsol ve sehpa üzerlerine yerle ştirilmiş pembe, sarı gölgelikli, ipek püsküllü abajurların, çok kollu kesme billur avizelerin yumu şak ı şıklarla aydınlattı ğı yüksek tavanlı, geniş , ferah salonunda, görkemli saray kapıları gibi duran gösterişli büfeleri, Fransız yemek takımları, Bohemya kristalleri, yumurta kabu ğu inceliğ inde porselen Çin vazoları, Saksonya bibloları; içlerinde çeş it çeşit pıhtıla şmış ev likörleri duran, markalı kristal şi şeleri, gümü ş çatalbıçak takımlarıyla dolu... Tabanı, insana, her an bir masala do ğru kanatlanıp uçacakmı ş hissi veren, cennet yeş ili yapraklarla desenlenmi ş ate ş rengi Acem halısıyla kaplı bir Şark Kö şesi bile var. Salonun, üç yanı camla kaplı cumbasına yerle ştirilmi ş, ipek üstüne altın sim i şlemeli

Page 114: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kuştüyü yastıklarla beslenmiş, geni ş, ferah sedirin önündeki güneş sarısı tunç tepsinin üstünde, billur karafakiler içinde bekleyen dinlenmi ş, sakızlı ya da düz rakılar; altın, gümü ş tabakalar içinde çeşitli markalarda sigaralar; üzeri mineli, sedefli enfiye kutuları; telkari iş lemeli gümüş zarfları içinde duran soğan zarı inceli ğinde kahve fincanları ve kehribar a ğızlıklı, gümü ş ba şlı bir çift nargile, her an hizmete hazır durumda bin bir gece masallarının konuklarını beklemekte... Gene de bütün bunların arasında yitirilmiş bir yarınla ba ş ba şa kaldığ ını dü şünüyor Aliye. Rüyasında tükenmi ş birinin, yarınları da dünlerine benziyor. Gündelik hayatta ne kadar sa ğlamcı olurlarsa olsunlar, rüyalarını, yaş amlarından çok daha güçlü duyumsayan hayalperest insanların de ği şmez kaderini yaş ıyor. Bir çeşit tükeni şe benzeyen kaderini... Yaptığ ı onca toplama-çıkarma handiyse bo şa gidiyor. Ne zaman Beyo ğlu'nda yürürken, Hristaki Pasajı'nın önünden geçse, başını kaldırıp kemerli giri ş alınlığ ının tam ortasına yerleş tirilmi ş oymalı saate bakıyor. Zamanı anlamaya çalışıyor. Bir şey olmuyor. Alınlı ğın iki yanındaki kabartma deniz külahlarından dökülen meyveler, ta ş kesildikleri yerde dökülmeye devam ediyorlar. Onlar dökülmeye devam ederken, Hristaki Pasajı, birdenbire Çiçek Pasajı oluyor. Bir de, adı Ç'yle baş layan e şyalardan yaptığı özel bir koleksiyonu var: Çanak, çömlek, çatal, çakı, çanta, çizme, çaydanlık, çakmak... Zaman onlarla çınnlıyor! Topladığı yetmiyormuş gibi, koleksiyonundaki bütün parçaların, tek tek resimlerini çektirmek istiyor Aliye. Resimlerin, günün birinde onları dağ ılmaktan koruyacaklarını sanıyor. Foto Febüs bu isteğ ine şaşırıyor. E şyayı bir arada tutan şeyin foto ğrafı çekilemiyor. Albümler böyle söylüyor. Bunlar olurken, kısa zamanda hemen her çeş it zengin gördü gözleri Aliye'nin. Sava ş zengini tüccarlar, mirasyediler, hacıa ğalar, ihtilal zengini patronlar. Vagon ticareti, tütün ticareti yapanlardan şeker, yağ, tuz, gaz karaborsası vurguncularına; ilaç fabrikatörlerinden petrol krallarına, celeplerden demir tüccarlarına, in şaat kapkaççılarından silah ve esrar satıcılarına varana kadar her çe şit zenginin koynuna ve hayatına girdi. Beyo ğlu'nun bütün zamanlarını gördü, yaş adı. Gün günden i ştahını kaybetmi şti. Dünyayı canı çekmiyordu artık. Garden Bar gecelerinde kahkahaları asılı kaldı. Holivut tebessümlü erkekler ve kadınlar arasında Taksim Bahçesi'nde, Turkuaz Lokali'nde tangolar adımladı, valsler döndü. Rakı masalarında kıdemler alıp Asmalı Mescit meyhanelerinde kadehler çınlattı. Nektar ve Luxembourg Birahanesi'ndekiler, onun dudaklarının kenarlarında bıraktı ğı minik bira köpüklerine bakarak yutkundular. Dün meçhul bir kızca ğızken, birdenbire mühim ve tanınmış bir Beyo ğlu şahsiyeti olmanın saltanatını hakkıyla yaş adı. Bir zamanlar, mahcub ve çekingen bir edayla, vitrinlerine bile gözucuyla bakabildiğ i ma ğazaların, dükkanların, bonmar şelerin,

Page 115: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kafelerin, barların, birahanelerin, lokantaların, restaurantların, otellerin ş imdi herkesin önünde hörmetle e ğildi ği hatırlı bir müşterisi olmuştu. Mühim otellerin danslı çay partilerine katılıyor, mühim şahsiyetlerin balolarına, davetlerine çağ rılıyor, en önemlisi elçiliklerden bile mühim mevkilerde tanış ve ahbaplar ediniyordu. Şimdi, bir yere girdi ğinde, herkes onun geldi ğini, ilkin kokusundan anlıyor. Kendinden önce, ince bir buhur gibi tüterek önden giden efsunlu rayihası duyuluyor. Umumi bir yere girerken, omuzunun tek hareketiyle üzerindeki mantosunu, pelerinini ya da şalını a şağı indirerek gösteri şli bir vekarla "antre yapan"; bütün bakışlar üstündeyken, tahtına yerle şir gibi arkasına büyük bir güvenle yaslanarak oturan, bacak bacak üstüne atıp bir kolu sandalye ya da koltuk arkalığ ına takılı olarak, dünyaya ve insanlara yüksek ve uçsuz bir balkondan bakıyormu şçasına ma ğrur gözlerle bakan, çoğu zaman kalp şeklinde boyadı ğı karanfil kırmızısı dudaklarının ucuna düşecekmiş gibi hafifçe yerle ştirdi ği incecik sigaralardan derin nefesler çekip koyu, kalın dumanlar savuran bu baş döndürücü kadın, daha düne kadar titrek, çekingen adımlarla, yalnızca Beyo ğlu'nda de ğil, dünyada da kaybolmu ş gibi yürüyen o ürkek kız çocuğu değildi sanki. Ardında kendinden ölüler bırakarak ilerleyenlerin yolunu katederek buralara kadar gelmi şti. Ve belki de insan hayatı için en önemli şeyi, gerçeklik duygusunu yitirmiş ti. Bütün ya şadıkları ba ş döndürücü bir rüyaya benzerken, gerçekli ğini hissettiği tek şey, "para"ydı. Kimi zaman, bir alışveri ş ya da berber sonrasında Hatay Kahvesi'nde yorgunluk çayı içerken, kimi zaman Degüstasyon'da Çiçek Pasajı'na girip çıkanları seyrederek, hafif bir ö ğle yemeği yerken, ya da Fransız Konsoloslu ğu'nun biti şi ğindeki Mavi Köşe'de ayaküstü birasını yudumlarken, Beyo ğlu'nun gözlerinin önünde an be an ba şkalaştığ ını görüyordu. Sürekli, durgunluk hıza, hız durgunlu ğa dönü şerek zamanın geçtiğ ini, etin durdurulamazlı ğını, hayallerin uçuculu ğunu ve hatıraların şiddetini söylüyordu. Her girdiği yerden çıktı ğında, zalimce değ iş miş ba şka bir Đ stanbul dikiliyordu kar şısına. Nereye gitse hikayesi ardından geliyordu. Ya da o hikayesini sürüklüyordu. Kaç zamandır, oturduğ u kahvenin, pastanenin ya da lokantanın pus benekli, tozanlı camlarından, Beyo ğlu'na artık baş ka gözlerle bakıyor, çevresinde olup biten her şeyi, zaman dı şı gözlerle inceliyor; gözlerinin önünden akıp giden hayata ait canlı görüntüleri, yıllar sonra bakılan eski bir albümde, sahipleri çoktan ölmü ş soluk fotoğ raflara benzetiyor, bunlarda gündeli ğin ola ğan akı şından çok, ölüme ait bir esrarın saklı iş aretlerini buluyordu. Bir süredir kendini hiçbir yerin yerlisi gibi hissetmiyor, kendini hiçbir yere aitmiş gibi duymuyordu. Genç kızlık zamanlarındaki yoksulluğun, güvensizliğ in tedirginli ğini, şimdi nedenini ve niyesini anlamadı ğı, ama pençesinde kıvrandı ğı var oluşuna iliş kin daha derin bir yalnızlı ğın tedirginli ği almı ştı. Bir sürgüne benzetiyordu hayatını. Yalnızca mekandan de ğil, zamandan da soyutlanmış, sürgün edilmi ş gibiydi. Đstanbul'da şimdiki zaman bile, hep geçmiş in kalın gölgeleri içinde her şeyin üzerini örtüyor. Đ stanbul'dan bile eski olan Beyoğlu'ndaysa, geçmişin gölgeleri arasında yaş amak kaçınılmaz. Belki de bu yüzden, bütün yüzyılların bir arada ya şandığ ı ve her yüzyılın aynı ölçüde yabancı olduğu Beyoğlu'nda insanlar çok

Page 116: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ruhluydular. Bunun için macera, tehlike ve ümit çoktu. Bunun içindi büyük yalnızlıklar. Beyoğ lu, hem Đstanbul'du, hem de ğildi; tıpkı Đstanbul'un da, hem Türkiye olup hem olmaması gibi... Beyoğlu'nda en büyük tehlike, insanın kendisiydi. Her zaman böyle olmuştu. Kimse kendini inzivada keş fetmez. Đ nsan kendisiyle ancak büyük kalabalıklarda kar şılaşır. Đnzivalarsa dönü şler içindir. Kalabalıklarda kendiyle kar şılaş ıp kaybolanların, yenilenlerin döküm günleri için. Ilık akşamüzerleri, Đ stiklal Caddesi'nde yürürken, baş ını kaldırıp baktığ ı çoğ u kagir olan binaların pencere alınlıklarında, maltataş ından yapılmış evlerin kararmı ş cephelerinde, insan yüzlü kabartmalarında, bitkisel süslemelerin yer aldı ğı frezlerde, geçmi şin gözleriyle bakı şa bakış a yürümenin büyük yorgunlu ğunu hissediyor Aliye. Bu geni ş zamanlı yorgunluk, kimseyi içinde yaşadı ğı zamanla baş ba şa bırakmıyor. Farkında olsun ya da olmasın, Beyoğlu'nda yürüyen herkesin, bina cephelerindeki koca sütunları, kirişleri, kat kat yükselen o koca yapıları baş larında taşıyan karyaditler, kabartma heykeller kadar yorgun olması bundandır. Geçmiş in bütün izlerini taşıyan o eski ve haş metli yapılar, kapalı havalarda biraz daha asık suratlı ve bağ ı şlamasız gelirdi Aliye'ye. Rüzgara sevdalı şemsiyeler, her an kendilerini tutan ellerin sahipleriyle birlikte havalanıp Đstanbul semalarında baş ka zamanlara uçacaklarmış gibi olurdu. Ma ğazaların vitrin ı şıkları yağmurda iyice güçsüzle şirdi. Arabaların çoğ unun rengi siyahtı; çoğu zaman ko şum demirlerine çocukların asıldığ ı boynuzlu tramvaylar, hiç umulmadık bir anda birdenbire çıkıverirlerdi ortalığ a ve mevsim ne olursa olsun, havayı ş enlendirirlerdi. Yürek hafiflerdi. Aliye'nin yüzü, tramvayları seyretti ği dalgın pastane camlarında kalırdı. Yoldan geçen hikayeleri dinlerdi, bir zamanlar kasasının ba şında otururken pastane mü şterilerine uydurduğu geçmiş zaman ı şığı taşıyan hikayeler gibi hikayeler yazardı önünden akıp giden yüzlere... O güne kadar tanımadı ğı, bilmediğ i bir umutsuzluk çe şidinin usul usul kendini ele geçirdiğ ini hissediyordu. Gelecek de geçmiş kadar güçsüzle ştiğ inde, umutsuzluk ba şlıyordu. Bir zamandır, bütün randevularını tehir etmeye ba şlamı ştı Aliye. Çevresini her an muhasara altına almaya çalı şan o kıranta beylerden uzak duruyor, daha çok gündüzleri olmak üzere tek ba şına ve gayesiz dola şıyordu. Biraz kendiyle kalmaya, dü şünmeye, içini yoklamaya ihtiyacı vardı. Hayatı tatil ettim, diyordu gülümseyerek. Bir rüyada gibi Aliye. Ama acı çeken bir rüya bu. Rüyada oldu ğu için acısını hissetmiyor; yalnızca biliyor. Vedala şır gibi seyrediyor hayatı, Beyo ğlu'nu, insanları... Hayatın dı şına sürülmü ş insanların bakı şlarındaki küskünlüğ ün o tuhaf berraklı ğıyla bakıyor. Aliye'nin, diledi ğinde birdenbire matla şan, donuk, kunt bakışları, sımsıkı kendine kapanır, kar şı tarafın duygularını okumasına asla izin vermezdi. Bir süredir bakı şlarının kilitledi ği yüzüne bu kapalı, geçit vermez ifade yerle şmişti; içinde bilmediği şeyler oluyordu. Gün günden her şeye karşı ilgisi azalmı ş, hayata olan i ştahını iyiden iyiye kaybetmi şti. Küçük e ğlenceler icat etmede eskisi kadar usta de ğildi. Mutlulukla ilgili kuralları bir türlü anımsayamıyordu. Bir parföm daha almanın, bir yelpaze daha edinmenin, büfeye bir biblo daha yerle ştirmenin anlamları tükenmeye; her şey gözlerinin önünde kararmaya ba şlamış tı. Belki de, kendince dünyayı elde etmi ş ve sonunda dünyada elde etmeye değer bir ş ey olmadı ğına karar vermi şti. Sanki bütün bunlar neredeyse

Page 117: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kendisinden habersiz olup bitivermi şti içinde de, şimdi bunu nasıl söyleyece ğinin yollarını bulmaya çalış ıyordu. Kendini yeniden Sainte-Marie Draperis Kilisesi'nin merdivenlerinden inerken, ya da Sainte Antuan'ın, kendini bambaş ka dünyalara götüren serin uçsuzluğ undaki tahta sıralarda otururken buldu. Mum yakarken artık dilek tutmayacak kadar caymı ştı hayattan. Gelecek umdurmayan bir geçmiş... hem geçmi şi hem geleceğ i yağmalanmış bir şimdiki zaman... Tam ortadaydı... Galiba kaybolmu ştu. O günlerde ziyaret etti Tünel tarafındaki çar şaf morgunu. Đlk gecesini sattı ğı gazete patronunun ölü çekmecelerinin birinde yatıp duran kanlı çar şafının ba şında, o da kendinden öncekiler gibi, o donuk ışı ğın altında ba şlangıç noktasının anlamını anlamaya çalıştı. Etinin paraya, paranın gerçe ğe dönü ştü ğünü ve paranın, hayatı yöneten tek gerçek olmasının kapalı iktisadını, gündelik gerçeklik içinde kendince kavramaya çalıştı. Bu kapalı iktisadın büyüsü, günün birinde, yoksulluğ u zenginlikle de ği ştirebiliyor, ama yoksulların, yoksullukta olu şmuş gerçeklik duygusunu, gözünü ta baş ından zenginlikte açmış insanların gerçeklik duygusuyla bir türlü de ği ştiremiyordu. Bu anlamda sınıf atlanmıyordu. Yoksul doğanlar, ne kadar zengin olsalar da, bu anlamda hep yoksul kalıyorlardı. Korkuları, kaygıları, hala yoksullu ğun bilgisini ve öğrenmelerini taş ıyordu. Yarılmı ştı. Her yer onundu belki, ama o her yere yabancıydı. Bazı geceler, kendisini, eski yoksul evlerinde kuru zeytinle kahvaltı etti ği sabahlarında bulduğ u rüyaları, her şeyden çok daha gerçek geliyordu kendisine ve sanki asıl sabahları, bir rüyaya uyanıyordu. Yeni taşındı ğı Topağacı'ndaki geni ş apartman dairesinin arka tarafında, aylandız, manolya ve elma a ğaçlarının olduğ u saklı bahçeye bakan cam kenarına yerle ştirdi ği, ince uzun bacaklı, küçük tablalı, masif gürgen okuma masasına oturup, Hayatımdan bir eş ya yaptı ğımı düşünüyorum, diye yazıyordu, bir zamandır tutmaya baş ladı ğı defterlerden birine. Yıldızı çoktan söndü hayatımın. Ben hiç böyle düşünmemi ştim hayatı. Neden korktu ğumu bile bilmiyorum! Yazarken tutuldukça, yardım uman gözlerle elindeki "Dora" marka eski dolmakalemine bakıyordu. Adını çok seviyordu dolmakalemin: Dora. Günce tutmaya baş ladı ğından beri, sözcükleri sevmeyi öğrenmi şti. Eşyaların adları bile kendilerinden daha güzeldi. Son zamanlarda kendini iyiden iyiye kitaplara vermiş ti bir de. Bo ş zamanlarında aş k romanları okuyor: "Aşk Budur", "Aş ka Davet", "Kadınların Saadeti", "Parka Bakan Pencere", "Kader Çizgisi", "Asrın Kadını", "Aşka Tapan Kadın", " Đhtiras Meltemleri", "Parisli Kadın", "Aş ka Dönü ş" gibi kitaplar, ba şucundaki kitap rafını süslüyor. Parlak ka ğıtlarla kaplanmı ş, şömiz ciltli, güzel görünü şlü, kalın, gösteri şli kitaplar bunlar; onların sayfalarını karıştırmak, onları kuca ğında zarafetle tutmak, onları okurken dalgın ve hisli görünmek, kendini bu sayfaların rüzgarına bırakarak uzak hayallere kapılmak ho şuna gidiyor Aliye'nin. Eksik olan hayatının onlarla tamamlandığını dü şünüyor. Bir zaman önceydi. Nicedir unuttu ğu, içinde kilitli kalmı ş duyguları uyandıran biriyle, bir rastlantı sonucu tanı şmış, neredeyse gizli gizli buluşmaya ba şlamış tı onunla. Külrengi bir sonbahar başlangıcı, inceden bir ya ğmur yağarken, Olivio Geçidi'nde bir apartman saçağ ının altında liseli kaçak aşıklar gibi öpü şmüşlerdi.

Page 118: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Dudaklarına yeniden bir genç kızın ürkekli ği gelmi şti. O ılık, yumuş acık öpüş me sonrasında, dudaklarını birbirlerinden çekerlerken, durup uzun uzadıya birbirlerinin dudaklarına, gözlerine bakmış lar, bu öpüş menin tadındaki farkı anlamaya çalış mışlardı. Sonra ba şka bir gün, Tünel'de, Narmanlı Han'ın avlusunda, kedisi ölen Yahudi Madam'ın üzüntüsünü hafifletmek için yeni bir yavru kedi bakmaya gittiklerinde, Aliye kendili ğinden a ğaca yaslandı ğı bir an, birdenbire genç adamın ağ ır gövdesini üzerinde hissetmi ş, bocalamış tı. Çorabı kaçmı ştı o sıra. Bu bile çok ho şuna gitmiş ti. Orada acemice sıkıştırılırken, çorabının kaçması, sanki ona masumiyetini, erden günlerini iade etmiş ; henüz ya şamadı ğı bir geleceğ in tamamıyla yitirilmemi ş olduğ u yanılsamasını uyandırmış tı. Bilmediğ i bir şey, içini taze bir güçle dolduruyor, yepyeni heyecanlar duyuruyor, bilmediğ i sıcaklıkta tonlarla hayatını renklendirerek baş kalaş tırıyor, dünyayı farklı kılıyordu. Bir zamandır sabahları yataktan erken gelmiş baharlar gibi kalkıyor, günlerin her şeyden ba ğımsız neş esini ke şfediyordu. "Böyle bir kadın oldu ğunu bilmiyordum" cümlesine kadar süren birkaç küçük saadet parçası. Hepsi bu! Okudu ğu romanlara benzeyen birkaç dar zaman parçası... "Reca ederim artık birbirimizi aramayalım." Elinde fötr şapkasının kenarlarını sinirli hareketlerle çevirip dururken, demir kadar so ğuk bir sesle ve merhametsiz gözlerle söylemiş ti bunu. Artık kendisi için bile "O Kadın" olduğunu anlamı ştı. Sahiden dönü ş yolu var mıydı? Böyle durumlarda eskisi kadar içi a ğrımıyordu artık. "Böyle bir kadın oldu ğunu bilmiyordum" cümlesi, bir zamandır eline almadı ğı kitaplarına yeniden döndürmüştü onu. A şk bile de ğilken yaşadı ğı, ayrılık niye bunca canını yakıyor, niye böyle derin bir sızı bırakıyordu içinde, artık yalnızca bunu anlamaya çalış ıyordu. Onca erkek arasında yalnızca birkaçı, yüre ğinde, ta diplerde bir yerlere dokunmu ş; o da, her seferinde bunlardan kaçmayı ve bu kabil maceraların muhtemel tehlikelerinden uzak durmayı ustalıkla başarmış tı. Her şeyi askıya almı ş, öksesine tutuldu ğu birkaç ki şiyle olan ilişkisi üzerine dü şünmeyi de, duygularını tartmayı da bol zamanlı yaş lılık günlerine erteleyerek, kendini gündeli ğin zalim akışına bırakmıştı. Pera Palas'ın basamaklarında yitirdi ği ayakkabı tekinin, Olivio Geçidi'ndeki öpücüklerin ılık ve yumu şak tadının ve benzeri birkaç kırık hatıranın, akşamüstlerinin azalan ı şı ğında dalgın gözlerle oturaca ğı ya şlılık günlerinin pencere önlerinde kendisini bekledi ğini biliyordu. Ş imdi kalbin sırası değ ildi. Bir ya şamadı ğı hayatları anlatan duygu dolu a şk romanları vardı, bir de irili ufaklı parföm ş i şeleri! Billur şiş elerde dinlenen kokular değ il, zamandı sanki. Bir bölümü banyosundaki koca dolapta, bir bölümü de arka taraftaki küçük sandık odasınındaki oymalı raflarda duruyordu. Sandık odasındaki, çoğ u boş almı ş parföm şi şelerinin uçucu, havai kokuları, üst üste yığ ılmı ş onca e şyanın ağırla ştırdı ğı kalın havayı da ğıtıyor, eşyadaki beklemiş liğ in, umutsuzluğun eve sızmasına izin vermiyordu. Mutsuz anlarını uçucu kılan ba ş döndürücü kokularla, zamanı hafifletmeyi öğ renmişti. Onun için parföm ş iş elerinin her biri, Aleaddin'in Sihirli Lambası'ydı. Kapakları açıldığ ı anda dünya kolayla şıyordu. Banyodaki

Page 119: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

üç kanatlı pencerelerinde büzgülü beyaz tüller olan camlı ceviz dolabın içi, boşalmı ş irili ufaklı parföm şi şeleriyle a ğzına dek dolu. Hiçbirini atmaya kıyamıyor. Yaşadıklarını elden çıkarmak gibi geliyor bu ona. Cilası kırmızıya yakın tutulmu ş gül ağ acından yapılma, ince bacaklı Girit iş i tuvalet masasının üzeri de sıra sıra kristal esans ve parföm ş i şeleri, fısfısı püsküllü, puslu cam şi şelerle kaplı. Bir koku kadar uçucu olmak istiyor Aliye. En keskin rayihaların bile ancak kendi zamanlarında kalıcı olduklarını biliyor. Bolca sürünmesine, onca elibol dökünmesine karş ın, ne zaman geçmi şe geçse, ilk yitirdi ği şeyin üzerindeki koku olduğunu görüyor. Geçmiş , bir ecza dolabı kadar temiz ve "steril". Geçmi şteki hiçbir ş eyin de ğiş tirilemezliğ i, ölüme yakın bir kesinlik kazandırıyor yaşadıklarına. Geçmi şe hiç dokunulamıyor. Hatıra, zalim kudretini dokunulmazlığ ından alıyor. Tek tek ki şilerin hayatları, Muştik'in deyimiyle, birer masala benzese de, hayatın kendisi bir oyuna benziyor. Muştik'le birlikte ne zaman geçmi şte bir güne adım atsalar, birdenbire üzerinde kaybolan kokular bunları dü şündürüyor ona. Hayat diye seçti ği şeyin, kendisine hiç hayat hakkı tanımayan iç içe geçmi ş bir oyunlar zinciri oldu ğunu, içine girip çıktı ğı hiçbir hayatın kendi kokusunu ta şımadı ğını görüyor. O, hep hayatına giren çe şitli erkekler kar şısında, tek gözlü denizci dürbünlerinden görülen bir masal ki şisi gibi, kimi zaman büyüyerek, kimi zaman küçülerek, ama sürekli olarak onların hayallerine, arzularına, isteklerine göre, boy, biçim ve kiş ilik de ği ştirerek varlığ ını sürdürebiliyor. Kadın olmanın anlamının tam da bu demek oldu ğunu derin bir yoksulluk ve çaresizlik duygusu içinde anlıyor. Sanki yüzlerce erkekle evlenmi ş, yüzlerce çocuk do ğurmuş ; yüzlerce evin oturma odasında, yatak odasında, mutfağ ında, banyosunda eskimi ş, ömür tüketmiş; yüzlerce kez dul, yetim ve yalnız kalmış bir kadın gibi anlıyor. Hayata ait konularda derin düş üncelere dalıp kendine ait mühim keşiflerle döndüğü bu çe şit aydınlanma anlarında, bir zamanlar Muştik'in etti ği sözler kulaklarında yeniden yankı buluyor. O dememiş miydi, "Bütün erkekler senin olacak, ba şkalarının hikayelerini yaşayabileceksin. Evlerinde oturup koca bekleyerek minder çürüten kızların hikayelerini de sen ya şayacaksın; fildi şi kulelerde saçlarını tarayan ufuk gözlü prenseslerin de..." O zamanlar üzerinde hiç durmadı ğı bu sözler şimdi anlamını buluyor; sözlerin anlamını kavratan şeyin, deneyimler olduğunu bütün derinliğ iyle şimdi kavrıyor ancak. Deneyimlerse, büyük ölçüde, kaybetmekle kazanılıyor. Gümü ş sahibi olmayanlar, gümüş ün karardı ğını bilmez, demi şti Süryani Kuyumcu. Onlar gümü şü hep ay kadar parlak sanırlar. Kapalı Çar şı'daki, her zaman alış veri ş ettiği Mardinli Süryani kuyumcunun, sade bir zevkin hakim oldu ğu, alçak tavanlı, gösterişsiz dükkanında, telkariler, savatlar arasındaydı. Kendi deyi şiyle, Mardin'den bir dava seyahati sebebiyle, kısa bir müddet için Đstanbul'a gelmiş olan, Ali adında Arap asıllı genç bir avukatla, o dükkanda tanı şmış, ikisini de ku şatan güçlü bir çekimin etkisiyle bir süre kaçamak bakışmı şlar; dükkandan ayrı ayrı çıktıkları halde, az ileride bulu şup bir muhallebiciye gitmi şler; aralarında bir türlü çözülemeyen tuhaf bir gerginli ğin yarattı ğı tutukluk içinde, daha çok gündelik, sıradan, rastgele şeylerden konu şmuşlar, elleri

Page 120: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ellerine de ğmiş, hatta Aliye, neredeyse, bir erkek bulmaktan çok, ikizini buldu ğu duygusuna kapılmı ş, yarın ak şam mutlaka arayacağ ını söyleyen ate ş gözlü genç adamsa, ne ertesi gece, ne de sonrasında onu bir daha aramamış tı. Son zamanlarda hep gözlerinin önünde gümüş ler gibi ı şıyan o sözlerini hatırlıyor kuyumcunun. Çoktandır unuttu ğu o ate ş gözlü genç avukatı hatırlıyor. Gümü şler, ay aydınlı ğında, Ali'nin yaşanmamış anısını ı şıtıyor. Birini özler gibi de ğil ama, hayatının bir yerini ya şamamış gibi içi sızlıyor. Hissettiklerinin, gümü ş sahibi olduktan sonra, gümü şlerin de karardı ğını öğ renmek ve buna alı şmakla ilgili bir şey olduğ unu dü şünüyor. Hayatlarını hiç ya şamamış insanlarla, hayatlarını çok yaş ayarak savurup gitmi ş insanlar, günün birinde aynı yere çıkıyorlar. Kaderlerinde esrarlı bir ortaklık, umutsuzluklarında yoğ un bir benzerlik var. Yaş adıkları ya da ya şamadıkları ne olursa olsun, günün birinde, hayat ve dünya, aynı biçimde boş alıveriyor gözlerinin önünde. Ayrı ayrı yürüdükleri yolların sonunda, aynı yere varıyorlar. Umutsuzluğun günbatımı renkleriyle bezenmi ş uçsuz taraçasına... Aynı yolu yürümeyi sürdürmekle artık baş ka bir yola sapmanın hiçbir önem ta şımadığ ı o kör noktaya... Gümü şlerim kararmaya ba şladı, diye yazıyor defterine Aliye. Gümüşlerim kararmaya ba şlayınca anladım. Anlamak istemediğim kadar anladım. Ay kadar anladım. Sonra, Mu ştik'in eski bir masala atıfta bulundu ğu ba şka bir sözünü hatırlıyor: "Bütün kızlar günün birinde kraliçe olmak ister!" Oysa bu sözün arka yüzünde söylenen çok daha önemli: "Sen kralın dü şünde gördü ğü şeylerden birisin. Sen de gerçek olmadığ ını biliyorsun." Hangi kraliçe gerçektir ki? Kraliçeler, Kralların aynasıdır yalnızca. Kral, aynaya baktı ğında kendini, gücünü, iktidarını görmek ister. Kadınlar, bu yüzden hep ayna karş ısındadırlar, bu yüzden aynanın içine dü şmek isterler. Krallar kendilerine baksınlar diye. Kadınların canı bu yüzden aynalarda saklıdır. Varlıklarını özür diler gibi suçlu duygularla kıvranarak yaş ayan, ancak sevilirlerse dünya tarafından bağ ışlanacaklarını dü şünen, bütün o bedbaht kadınların, o dipsiz sevilme ve şefkat ihtiyacı, sonuçta esaretleri oluyor: "Bütün kızlar günün birinde kraliçe olmak ister!" Aliye, kulaklarında yankılanıp duran Muş tik'in bu sözünün anısıyla bulanmış dü şüncelerin ortasında, Mu ştik'e dönerek, Bize yolumuzu şa şırtan şey, masallar değ il de daha çok masallardan aklımızda kalanlar galiba, diyor, sönmü ş bir Beyo ğlu gecesindeki tenha ve koyu gölgelerin havayı ağırla ştırdı ğı Valori Lokantası'ndan çıkıp birdenbire, saten siyahı ılık geceden mucizeler umduran ı şıltılı bir serinlikteki Lalezar Kulüp'teki denize açılan geni ş pencerelerinde havaifiş eklerin patladı ğı yıldız baskını bamba şka bir geceye çıktıklarında... Elle tutulmayan, ama ba şka bir dünya fısıldayan üzerindeki vah şi kokuyu derin derin soluyor Aliye: "Courage". Günün kokusu. Denizin derinliklerinden su yüzüne çıktığında, havayı içine

Page 121: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

dolu dolu çekenler gibi soluyor yeniden kavu ştu ğu vahş i kokusunu... Kokular ona içinde yaşanılan zamanı söylüyor. Kokular insanı yeni heveslerin pe şine takar. Mu ştik'in, Lalezar'ın barında tanıştırdığ ı genç ve çapkın bir i şadamı, yüzünde müstehzi bir ifadeyle kulağına eğ ilip usulca: "Gece kraliçesi siz misiniz?" diyor. Eski bir masalda, zamanın unutturdu ğu bir mantık boş lu ğu gibi gülümsüyor Aliye. Kraliçelerin anavatanı gecelerdir, diyor. Yalnız dikkat edin, bir kraliçeye a şık olmak, erke ğin ruhunu çürütür. Đkisinin de gözlerinden karş ılıklı meydan okumanın kılıç parlaklığ ındaki ı şıltısı geçiyor. O gece de öyle geçiyor. Deği şmeyen tek ş ey sabahlar. Sabah hep aynı ş ekilde oluyor. Đlkin bir bo şluğ a uyandı ğını hissetmenin yavanlı ğı, ardından bir bıçak gibi hatırlanan gündelik mutsuzluklar... Çok geçmedi adını bir türlü koyamadı ğı bu sarsıntılı günlerin üstünden. Aliye, bir gece ansızın, Dönmek istiyorum, dedi Muştik'e. Muştik, kendi eseri olmayan apansız durumlardan ürkerdi; gene öyle oldu. Karlman Ma ğazası'nın yakınlarındaki Valori Lokantası'ndaydılar. Uzun, siyah, tenha, sönmü ş, yoksul görünüş lü bir Beyoğ lu gecesiydi. Muştik, ilkin Aliye'nin içinde bulundukları geçmi ş zamanın bu sönük gecesinden geri dönmek istedi ğini sandı. Hayır, öyle değil, tamamıyla dönmek istiyorum, dedi Aliye. Önce yanlı ş anladı ğını dü şündü Mu ştik; inanmaz gözlerle baktığ ı Aliye'nin yüzünde, önceden tanımadığ ı bir yorgunluk vardı. Boyaları akmı ş bir yorgunluk. Aynı yorgunlukla sürdürdü Aliye: Artık kendi hayatıma dönmek istiyorum, orada bıraktı ğım hayatıma. Aynanın öteki tarafına. "Kendi hayatım" sözü, fazla iddialı bir laf de ğil mi sence? Kimin kendi hayatı var ki? Kim sahiden hayatını ya şıyor ki? Bırak laf oyunlarını Mu ştik, dedi Aliye. Ne demek istediğ imi anladın! Dönmek istiyorum. Hem de en kısa zamanda. Peki neden? diye sordu Mu ştik. Aynı yerde kalabilmek için çok fazla koş tum, dedi Aliye. Farkında de ğil misin? Yorgunum, çok yorgunum. Gövdemdeki başkalarından yoruldum. Anlamalıydım, dedi Mu ştik. Daha önce anlamalıydım. Tüh! Bir yerde dalmı ş olmalıyım! O çarşaf morgunu ziyaret etmek istediğ inde anlamalıydım. Hayret! Hiç yapmazdım.

Page 122: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Senin bir hatan yok ki! Hep eksik olan bir şey vardı hayatımda. Eksiksiz hayat yoktur ki, tenha kızım! Hayatın fazla gelen tek yanı kendisidir. Keşke diyorum bazen, ke şke hiç geçmeseydim aynanın bu yanına, keş ke orada kalıp bambaş ka bir hayat kursaydım, kurabilseydim. Son zamanlarda o kadar çok "ke şke" demeye ba şladım ki, mutsuzlu ğumu bile böyle anladım. Hangi hayatın "keş ke"si yoktur ki, dumanlı kızım? Her hayatın dönemeçlerinde en az birkaç "keş ke" vardır mutlaka. Hayat da budur zaten. Onca şey ya şadın, hala hayatı başka bir ş ey sanıyorsun! Sen, bir hayatı de ğil, bir hayali arıyorsun. Uzak bile olmayan ihtimalleri. Olabilir. Dediğin gibidir belki, ama onu burada bulmadığım da kesin! Senin aradı ğın hiçbir yerde yok ki! Geri dönmekle bulabilece ğini mi sanıyorsun? Döndü ğünde kaldığ ın yerden geri giyebileceğin, portmantoda asılı durup seni bekleyen bir manto de ğil ki hayat! Orada seni neyin beklediğ ini, orada neyi bulaca ğını sanıyorsun? Belki hiçbir şey bulamayacağ ım ama, ümit edece ğim. Bak, burada ümidimi yitirdim ben. Yeniden ümit etmeyi ya şamak istiyorum belki. Kim bilir? Hem sen dememi ş miydin, istedi ğin zaman bu anlaş mayı feshedersin, diye. Ben de öyle yapıyorum iş te. Anlaşmayı feshediyorum. Bence zamanı geldi. Bir yerlerde çalı şan bir saat iş itiyorum. Bana vakti söylüyor. Masalımı terk etme zamanım geldi. Evet, öyle demiş tim tabii, istedi ğin zaman geri dönebilirsin demiştim; gene de sen bilirsin, ben üzerime düş en vazife gere ği, seni kalman için ikna etmeye çalışıyorum sadece, ısrar etmiyorum. Kimse masalını o kadar kolay terk edemez. Ayrıca, bu geri dönüş yolculu ğu için ne kadar sa ğlamsın, bilmiyorum. Üstesinden gelirim, merak etme. Sa ğlamım. Yalnızca ümitsizlerde bulunan bir yürek sa ğlamlı ğı benimki! Aldı ğım yolları geri dönerken bacaklarımın beni çekebilece ğine inanıyorum. Bir süre daha sessiz kalıyorlar. Aradaki yaş farkını dert etmemi ş, nice zaman dayandıktan sonra, birdenbire ayrılık kararı vermi ş, birbirlerine saygısını de ğil ama, muhabbetini yitirmiş bir karı kocaya benziyorlar uzaktan. Bacak bacak üstüne atmı ş, volanlı etekleri ayak bileklerine kadar inmiş , çapraz atkılı, yüksek ökçeli iskarpinlerine dalmı ş bakı şları Aliye'nin, saçının bukleleriyle oynuyor bir yandan. Đçini dinliyor bu kez. Boynundaki kürkün boncuk gözlü tilkisi, Mu ştik'e alaycıl gülümsüyor sanki. Neden sonra Aliye, bir şey açıklarcasına değil, daha çok içini döker gibi anlatmaya ba şlıyor: Yabancıyım Mu ştik. Hangi zamana gidersek gidelim, yabancıyım. Hangi erkekle beraber olursam olayım, yabancıyım. Kendime yabancıyım. Vücuduma, alı şkanlıklarıma, zevklerime yabancıyım. Ben kimim? Ba şkalarının dü şlerinin bir parçasıyım yalnızca. Bir uzuyor, bir kısalıyorum. Devler arasında cüce, cüceler

Page 123: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

arasında dev oluyorum. Bütün kelimeler ağzıma büyük geliyor. Mönülerde yazan yemek adlarının hepsini öğ rendim belki, ama sahiden konuşuyor muyum, bilmiyorum. Konuşma bile bir oyundur, demi ştin bir keresinde. Do ğru, bak ne zamandır senin gibi konuşuyorum. Ancak masallarda insanlar böyle konu şurlar. Bilmediğ im bir utanç çe şidi kalmadı neredeyse. Hepsini denedim. Bütün ahlaklarımı yitirdim. Bir tek meslek ahlakım kaldı. Her şey senin dedi ğin, senin istedi ğin gibi oldu. Tabiat ile kader arasında kaybolmadım. Ama gene de kayboldum. Belki de sahiden öyledir. Dünya var olmak için de ğil, kaybolmak içindir. Ben artık kimim, bilmiyorum! Kendimi, kendimde kaybettim. Parça parça da ğıldım hayatlara ve şimdi artık parçalar bütünden a ğır çekiyor. Zamanı bana sen öğ rettin Mu ştik. Zamanın nasıl geçtiğini biliyorum artık. Benim için perde kapanmadan sahneyi terk etmek istiyorum. Bir piyes kahramanının latları tükenmemeli. Benimse tükendi. Ne kimseye söylemek istedi ğim tek bir kelime, ne de kimseden duymak istedi ğim bir tek söz kaldı. Hayatımın geri kalan kısmını, baş ka bir piyeste, ba şka bir sahnede, mümkünse gerilerde, göze batmayan bir yerlerde duran, silik, dilsiz bir kahraman gibi devam ettirmek isterim. Bir mucizeydi yaşadı ğım, ama sonu iyi biten mucize var mıdır, bilmiyorum. Aliye'nin anlattıkları karşısında kapıldığ ı yeise benzer puslu dalgınlıktan güçlükle çıkan Mu ştik, Beni ş aşırtıyorsun, diyor. Sesinde hayal kırıklı ğına uğ ramı ş olmanın güçlü şa şkınlı ğı var. Seni ş aşırtabilecek ş eyler yapmaya aslında ta ba şında baş lamı ştım, ta ilk günlerde... Hatırlıyor musun, kızlı ğımı verdiğim o gazete patronunu? Senin bütün anlattıklarına ra ğmen, sabahına bana dolgun bir bahş iş vermiş, öyle u ğurlamı ştı beni. O zaman söylememiştim sana. Sonra da bir önemi kalmadı. Daha o ilk gün inanmı ştım farklı biri oldu ğuma. Dolgun bir kahkaha patlatıyor Muş tik. Helal olsun, diyor, sahiden yaman kızmı şsın! Demek daha ilk gün atlattın beni ha! Ne diyeyim, helal olsun! Sonra birdenbire mahzunla şan bir yüzle soruyor: Demek bu kadar ciddisin Aliye? Demek döneceksin. Beni gerçekten ş aşırttın! Evet, ciddiyim Muş tik. Hiç olmadı ğım kadar ciddiyim. Bunun üzerine susuyor Mu ştik. Đçine kapanıyor. Hatırlar mısın, geçmi şe ilk gitti ğimizde, Kimi görüyorsun? diye sormuş tun bana. Ben de, Hiç kimseyi, demiş tim. Sen de, Ne keskin gözlerin var senin, demek hiç kimseyi görebiliyorsun, demiş tin. O halde artık herkesi görebilirsin! Bu bilmeceli konuş malarına gülmekten kimseyi görememi ştim uzun süre. Oyunlar ne zaman acı verir Mu ştik? Kelimeler, ne zaman insanın ağ zına büyük gelir? Hayaller ne zaman ufalanır? Oyunlar ne zaman hüzünleri artık saklamaz olur? Yollar ne zaman tükenir? Erkekler, yalnızca yaşlanırlar, oysa neden kadınların teni, giysiler gibi eskir? Seks ne zaman satılmaz? Cevabı, kendisine büyük gelen sorular nerede deği ştirilir? Belki de en mühim sual en sade olandır her zaman: Đ nsan nerede yenilir? Muştik, ba şını kaldırıp uzun zamandır bakmadı ğı gözlerle, yeniden tanımak ister gibi bakıyor Aliye'ye. O bakarken zaman geçiyor.

Page 124: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Divan Oteli'nin pastanesinde oturuyorlar. Bazı hikayeler insanın ba şına gelir, tıpkı bir kaza gibi; insan bazı hikayelere hazırlıksız yakalanır; bazı hikayeler içinse, insanın içinin hazır olması gerekir. Bir de alınmı ş kararların hikayeleri vardır. Dönü şü olmayan hikayelerdir bunlar. Đnsan kendi hikayesinin nasıl bir hikaye olacağ ına doğ ru karar vermelidir. Sonra yağmura, doluya tutulur gibi tutuldu ğumuz hikayeler vardır; bir de apansız mucizeler... Đnsan en çok bunu ister ama, sonu iyi biten mucize var mıdır, ben de bilmiyorum Aliye. Geçen gün bana bunu sormuş tun değ il mi? diyor Muştik. Evet, hayatım boyunca, en çok mucize düş lediğ imi fark ettim çünkü. Bu, biraz da mutluluktan ya da mucizeden ne anladığına ba ğlı pembeyıldıztozu kızım! Biliyorsun. Benim tangomun adı: Đ htiras! Evet, bu da i şleri çok zorla ştırıyor. Aliye, boynundan kayıp duran rönarını umutsuzca düzeltirken, yüzünün ifadesini bir anda değ iş tiren Muştik, Dönmekte kararlı mısın? diye soruyor. Onu hazırlıksız yakalarsa, kararını değiştirebilece ğini umuyor olmalı. Aliye ödünsüz bakı şlarla baş ını "evet" anlamında sallıyor. Muştik uzun zaman sessiz kalıyor. Bu uzun sessizlik hoş una gitmiyor Aliye'nin. Đstedi ğin zaman dönebilirsin, demi ştin, diyor. Sesinde saklamaya çalıştığ ı bir kaygıyla birlikte, örtülü bir hesap sorma tonu var. Muştik, bir heykel donukluğuyla, kayıtsız sessizliğini koruyor. Yoksa yalan mı söylemi ştin bana? Konu şsana, yalan mıydı? Biliyorsun, sana hiç yalan söylemedim Aliye, hiçbir zaman, diyor Mu ştik. Anla şmamız bunu gerektiriyordu çünkü. Yalnız başlangıçta, yola çıkmadan önce söyledi ğim bir tek yalan vardı, bunun dı şında hiçbir yalan söylemedim sana. Uzaktan bir gong sesi vuruyor. Bir tek yalan mı? Evet, bir tek yalan söyledim. Bir büyük yalan. Ne yazık ki, o bir tek yalan da bütün do ğruların üstünü örtüyordu. Neymiş o? diye merakını ve kızgınlı ğını bastırmaya çalıştı ğı bir sesle soruyor Aliye. Hiçbir zaman geri dönü ş yoktur! Ama, bu her şey demek! Bir gong sesi daha vuruyor.

Page 125: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Evet, öyle. "Bütün do ğruların üzerini örten bir tek yalan," derken bunu kastetmi ştim ben de. Gerçeklik dedikleri budur zaten: Bir büyük yalanın bütün do ğruları örtmesi! Hiçbir yol yok mu? Tek bir yol bile yok mu? Yol vardır elbet, ama o yoldan geçecek olan sen, aynı kiş i de ğilsin ki artık. Kimse çıktığı yolda kendisi kalmaz. Yol insanı başkalaş tırır. Bunca zaman içinde bunu anlamış oldu ğunu sanıyordum. Aliye bir an durup içini tartıyor, iç çekip öfkesini bastırıyor. Her zaman yaptı ğı gibi, duygularını anlamayı sonraya bırakıyor. Sakin görünmeye çalı şarak, Muş tik'e dönüyor yeniden: Gene de beni o bir tek yolun başına götürmeni istiyorum senden. Son bir defa benim için bir şey yap ve beni o yolun ba şına götür! Zannederim, bunu istemeye hakkım vardır senden. Đ lk kez gitmek istedi ğim bir yolu biliyorum. Madem bu benim masalım, bırak ben bitireyim. Muştik itiraz etmiyor. Yola çıkıyorlar. Giderek inen bir akşamüstünün koyu kızıl gölgeleri dünyayı kuşatırken, sessizlik içinde yol aldıkları, bakır kırmızısı sonbahar yapraklarının hafif bir esintiyle kendilerine ince hış ırtılarla eş lik ettiği, kısa süren güçlü bir yağ murun ardında bıraktığ ı ıslak toprak kokusunun güz sonunu söylediği, tekinsiz renklerle lekelenmi ş, bozarmış bir gö ğün altında uzun, tenha, engebeli bir yolun sonunda, koyu gölgeli bir yol ağ zına gelip duruyorlar. Masalların çatallandığ ı yol a ğızlarından biri bu. Aliye, ayaklarından çizmelerini çıkarıyor. Topra ğa bırakıyor. Çizmeler hemen topra ğa karı şıyor. Kurş uni gölgelerin iyice görünmez kıldığ ı önündeki belirsiz yolu kestirmeye çalı şıyor. Bundan sonrasını tek ba şına gideceksin, benim yolum buraya kadar, diyor Mu ştik. Ancak buraya kadar eş lik edebilirim sana. Bundan sonrası senin iş in artık. Her şeyin gönlünce olmasını ümit ederim. Çok yol aldın, umarım gene de geri dönebilirsin. Kimsenin başaramadığ ını belki sen ba şarırsın, diyor. El sıkışıyorlar, birbirlerine öksüz gözlerle bakan, belki de ancak yıllar sonra yeniden bir araya gelebilecek, şimdiyse birbirlerinden ayrılmaya mecbur iki mahzun çocu ğa benziyorlar uzaktan. Görünü şlerindeki keder her şeyi bağ ı şlatıyor. Aliye, uzanıp yanaklarından öpüyor onu. Bunca zaman olduğ u halde, Muştik'in sürdüğ ü esansın kokusunun hala iyi mi, kötü mü olduğ una dair bir karara varamamı ş oldu ğunu dü şünüyor. Onu, arkada şlı ğını her şeye ra ğmen özleyeceğ ini dü şünüyor. Zorunlu ayrılıkların bile mutlusunun olmadı ğını biliyor. Muştik, yelek cebinden çıkardı ğı köstekli saatine bakıyor telaşlı bakışlarla. Eyvah, geç kalıyorum, diyor. Çok geç kalıyorum! Birdenbire de ği şiyor, ciddileş iyor, omuzları dikle şiyor, az önceki duyguları siliniyor yüzünden. Ardına dönüp acele adımlarla yürümeye başladığ ındaysa, daha ş imdiden Aliye'yi unuttuğ unu, başka hayatlara ve hikayelere do ğru yola çıktığ ını düş ündürüyor.

Page 126: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Aliye, eski, tanıdık bir iç küskünlü ğüyle, Benden ayrılan herkes ne de çabuk eski hayatına dönüyor, diye geçiriyor içinden. Demir pası, küf ye şili, çürümü ş yaprak kahverengisi, daha çok yüksek tavanlı, karanlık, ya ğlı bir tünele benzeyen, ucu belirsiz bir yolda, insanın içine i şleyen sinsi bir serinli ğin, u ğursuz bir sessizli ğin içinde yürüyor bir zaman. Yol giderek kirli yağ kıvamında koyula şıyor, tavan duygusu veren belirsiz, isli bir gök parçası alçalıp katıla şıyor, her yan iyice tekinsiz bir lo şluğ a çekiliyor; ekşimi ş, beklemiş kokuların arasından geçiyor; bir zaman sonra, ileride kayna ğı belirsiz, lekeli bir ışık noktası beliriyor, giderek büyüyen pus benekli, kararık bir gümü şsü ı şıltı gözünü alıyor; biraz daha ilerlediğ inde de, bunun Aynalı Pastane'nin aynasının arka yüzü oldu ğunu görüyor Aliye. Heyecanlanıyor, seviniyor, son bir gayretle adımlarını güçlendirerek hızlı adımlarla ilerliyor, görüntü iyice seçikleşmeye baş lıyor. Pastanenin içi, lambri duvarları, masaları, koltukları, sandalyeleri, sehpaları, onların üstündeki çay, kahve fincanları, pasta tabakları, çatal bıçaklar, sigara tabakaları, çakmaklar, okunmuş gazeteler, dergiler, masalarda oturan kişiler iyiden iyiye seçilmeye, tanınmaya ba şlıyor. Burası daha önce aynanın içinden geçtiğ i yer. Baş ardığ ını düş ünüyor; sevinç ve gururla doluyor birden. Her şey neredeyse bıraktı ğı gibi, aynanın tam arkasına geldi ğinde, derin bir soluk alıp içini güçlendirerek, daha önce ö ğrendiğ i gibi aynanın içinden geçmeye çalış ıyor. Aynanın sırlı yüzeyine do ğru yekindi ğinde, aynanın açılmadı ğını, açılıp kendisini içine almadığ ını ş aşkınlıkla görüyor; geri çekilip bir kez daha deniyor; daha ilk hamlesinde aynanın sert yüzeyi geri fırlatıyor onu. Alnı kanıyor. Pastanenin içindekilerin dikkatini çekmek için, ilkin hafif hafif kapı tıklatır gibi parmak uçlarıyla vuruyor; sonra çelik kadar sert, su kadar saydam bir duvar gibi duran aynayı, hırs ve öfke içinde yumruklamaya, tekmelemeye ba şlıyor; giderek artan bir ümitsizlik ve çaresizlikle sesleniyor, ba ğırıyor; kimse duymuyor onu, herkes kendi aralarında konuşmaya, gülü şmeye devam ediyor; aya ğına çabuk garsonlar servis yapıyor, kasanın ba şında yüzünde bambaşka zamanlar ta şıyan bir kız oturmuş , pastane sahiplerinden ikisi yüzlerinde aynı profesyonel gülümseyi şle ara ara ortalıkta görünüp kayboluyorlar. Sesi kısılana kadar bağ ırıp haykırıyor Aliye, kimse duymuyor onu, sesini kimseye duyuramıyor. Aynalı Pastane'nin aynasının arka yüzüne bütün gözlerden uzak sırlanıp kalıyor. Az sonra, elinde domuz derisi şık bir çanta ta şıyan; uzun, siyah pardösülü genç bir adamın, aydınlık bir güven içinde, kendinden emin adımlarla pastaneden içeri girdi ğini, aynı kararlı adımlarla aynaya doğru yakla ştığını görüyor, bir an ayna kar şısında durup kendini gözden geçiren genç adam, ilkin saçlarını, sonra boyunbağ ını düzeltiyor; balıksırtı ceketinin yakalarını elinin tersiyle silkiyor; biraz daha eğ ilse, göz göze gelecekler Aliye'yle. Bu yüz bir yerlerden tanıdık geliyor ama, çıkaramıyor. Geçip aynanın hemen sol yanındaki masaya aynı güven içinde yayılarak oturuyor genç adam. Tela şlı ve sevinçli adımlarla masasına seğirten, belli ki genç adamı gördü ğüne pek sevinmiş , gözleri çakmak çakmak parlayan garsona sipari şlerini iletiyor. Garson, kahvesini getirdi ği anda, fincanı eline almasıyla birlikte, Aliye birdenbire tanıyor; bu yakışıklı adam, bir zamanlar falına bakan genç yazardan baş kası de ğil! Eski bir tanış ı görmenin mutluluğ uyla yeniden heyecanlanıyor, son bir ümitle yekinip

Page 127: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kalp çarpıntıları içinde ayağa kalkıyor çöktüğü yerden, yeniden sesi ve yumrukları güçleniyor. Yeniden aynayı yumruklamaya, bağırıp çağ ırmaya ba şlıyor. Oysa, genç adam da di ğerleri gibi duymuyor onu. Gene kimseye sesini duyuramıyor. Kollarında, bacaklarında, sesinde derman tükeniyor. Biraz sonra, arka masalardan kalkan iki genç kız, heyecanlı ve çekingen adımlarla, genç adamın oturduğ u masaya yakla şarak, yüzlerinde hayranlık dolu bir ifadeyle, heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya baş lıyorlar ona. Genç adam, yüzünde mutlu, sevecen, dikkat dolu bir ifadeyle dinliyor onları; daha sonra, ellerindeki kitapları imzalaması için kendisine uzattıklarında, yüzünde aynı sevecen ve mesafeli ifadeyi koruyarak, kitaplarını imzalıyor. Aliye'nin içi birdenbire aydınlanıyor, seviniyor, Demek artık kitaplarını bastırabiliyor, diye geçiriyor içinden, demek artık tanınmı ş bir yazar olmu ş! Yazar, imzaladığ ı kitapları, masanın kenarına do ğru hafifçe iterken, Aliye baş ını yana eğerek, yazarın ve kitabın adını okuyor: Sinan Saraço ğlu, Aynalı Pastane. (1986) (1997-1999) ::::::::::::::::: GECE ELBĐ SESĐ Karanlık Đşaretler KESESĐ YIRTILMADAN, TORBA ĐÇ ĐNDE, ÜSTELĐK KORDONU BOYNUNA dolanmış oldu ğu için, yarı boğ ulmuş bir durumda do ğmuş Ali. Ebe çı ğlık çı ğlığa kesesini yırtmı ş, suyunu akıtmış , bakmı ş onunla da bitmiyor, kordon boynuna sımsıkı dolanmı ş, boğ ulmak üzere, bu kez de daha yırtıcı çı ğlıklarla kordonu koparıp almı ş boynundan; ebenin bu canhıraş çı ğlıkları zaten güç koş ullarda, çok zor ve üstelik ilk kez doğ um yapan annenin daha çok korkmasına neden olmuş . Çengelinden kurtulmuş tahta panjurların pencereleri dövdü ğü, yağmurlu, fırtınalı, kasırgalı bir gecenin ileri bir saatinde, dokuz odalı evin bütün odaları, kubbeli salonları, yüksek tavanlı geçitleri, kilerleri, avluları, ayvanları, çakallar gibi ulurken, böyle durumlarda dünyanın her yerinde kesilen elektrikler orada da kesildi ği için, az sayıda mum, çok sayıda insanın yüzünü ku şkulu gölgeler, isli fIsıltılar gibi aydınlatırken, annesinin sıkla şan doğ um sancıları üzerine, sağlık ocağ ındaki ebe, memlekete izine gittiğ inden, uzak mahallelerin birindeki evinden güçlükle bulunup getirtilen, üstelik halk arasında adı pek tekin anılmayan cinli ebenin insanüstü gayretleriyle, saatler sonra do ğmuş Ali. Tela şlı takunya sesleri, avlUnun öte yanındaki mutfaktan le ğen le ğen sıcak sular ta şımı ş gece boyu; sancılar içinde kıvranan gelinin korkuları, kuşkuları yatıştırılaca ğı yerde, o le ğenlerde kalın buharlarla kırmızı kırmızı tüten kanlı bezler, ona gösterile gösterile sıkılıyor, suları uzun uzun süzdürülüyor, bütün bunlar her seferinde karanlık bir ayin gibi yineleniyormu ş. Buharlana buharlana azalan bezlerden sonra, sonunda kesesini yırtmışlar, kordonunu kesmi şler; mumlanmış pazenle kaplanarak iyice muhafaza edildi ği halde, hala yanık ot ve tohum kokan muskalarla

Page 128: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kundaklayıp, dört bir yanını nazarlarla, u ğurlarla süsledikleri be şi ğine yatırıp, üç gün üç gece mosmor bir et parçası olarak hırıltılar içinde yaşam mücadelesi veren Ali'nin başını beklemişler. Halaları ba ğırış ıp duruyormu ş. Karanlık etekleri yerleri süpürürken, yüksek kubbeli ayvanlarda, derin avlularda yankılanıp duruyormuş sesleri: "Bu yabancı kadın bir lanet do ğurdu, uğ ursuzluk doğurdu, günah doğ urdu!.." Halalarının bu bağ ırı ş ça ğırış larına daha sonraki çocukluk yıllarında tiryakisi oldu ğu Teksas, Tommiks gibi çizgi romanlarda bir karş ılık bulacaktı: "U ğursuz bayku ş çı ğlıkları..." Ne zaman evin içinde halalarının çı ğlıkları duyulsa, bir çizgi roman karesi içinde konu şma balonları uçuş urdu gözlerinin önünde: "Uğ ursuz baykuş çı ğlıkları..." Üçüncü günün sonunda, dedesi kula ğına ezan okuyarak adını vermiş : Ali. Sıcak yaz geceleri açık havada avlulara kurulmu ş tahtlara serilen beyaz cibinlikli yataklarda, kış ları soba ba şlarında, ya da herkesin etrafında topla şıp ayaklarını uzatarak ısındı ğı büyük mangalların üzerine örtülen kalın yorganların altında, her mevsim mahmur ö ğle uykuları için uzandı ğı ve her zaman mis gibi sabun kokan keten örtülü sedirlerde, ço ğu kez ba şlarını iki yana acıklı acıklı sallayarak ezgili ezgili konuş an karanlık suratlı halaları tarafından eski ça ğlarda geçen bir korku hikayesi gibi anlatılan, doğumuna ait bu ilk hikaye, çocuklu ğu boyunca kendini bir suçlu gibi hissetmesine, kendinde gizlenmi ş bir kötülük aramasına neden olmuş tur. O da di ğerleri gibi, do ğumunda karanlık bir i şaret, sonuçları sonradan ortaya çıkacak kötü bir esrar arayıp durmuş tur. Sonraları, yörede her zaman yaygın bir biçimde kabul görmü ş olan, "kesesiyle" do ğan çocuğun, ileride ailesine, oca ğına bet-bereket ta şıyan, seçilmiş, kutlu bir kiş i olaca ğının iş areti sayan köylü inanı şlarından, kimi zaman açık, kimi zaman saklı bir gururla söz edildiyse de, ruhunun derinliklerinde yankılanıp duran, doğumunda duydu ğu dünyaya iliş kin o ilk canhıra ş çı ğlıkların karanlık anısını, Ali'nin kulaklarından hiçbir şey silememi ştir. Kulakcinleri, onu ilk ziyarete geldi ğinde, kulaklarının di ğer insanlarınkinden farklı duyduğ unu ona söylediklerinde, yıllardır içinde bir ku şku olarak ta şıdı ğının do ğrulanmasından duyduğ u sevinç, onun ikinci doğ umu olmuş tu sanki. ... "Bir hikayenin nerede bittiğ ini bilmek önemlidir. Đnsanlar i şte bunu bilemezler; hikayenin nerede bittiğ ini. Ço ğu zaman bilemezler... Bütün yıkımların, mutsuzlukların, üzüntülerin esrarı buradadır. Đnsanların hayatlarını hikayeler yönetir aslında. Onlar, kendileri ya da kaderleri yönetir zannederler. Kader denilen şey, inandı ğımız hikayelerin şaşmaz seyridir yalnızca. Duydukları, dinledikleri, gördükleri, okudukları, inandıkları hikayelerin şaşmaz seyri... Hayatlarını hikayelere benzetmeye çalı ştıkları için mutsuz olurlar. Hikayelere inanırlar çünkü. Hikayeleri hayatın kendisi zannederler. Bütün hayatımız hikayelerle kuş atılmı şken, inanmayıp da ne yapsın zavallıcıklar? Bütün kutsal kitaplar bile hikayelerle doludur. Tanrı yeryüzüne hikaye biçiminde görünmü ştür."

Page 129: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Değer vermedi ği dü şünceler, ho şuna gitmeyen görü şler karş ısında, anlatılan herhangi bir şeye ikna olmadı ğında, ya da ileri sürülenlere inanmadı ğında, dedesinin en çok kullandığı söz, "Bo ş hikaye"ydi. Elinin tersiyle bir hareket yapar ve "Boş hikaye," derdi. "Bunlar boş hikaye." Ali'nin çocuklu ğu boyunca merak ettiği şeylerden biri, dedesinin "dolu hikaye" diyebilece ği hikayelerin nasıl olduğ uydu. Ama dedesi, hayatı boyunca, hemen her ş eye, "Bo ş hikaye," dedi. "Ya ölüm?" diye sorduklarındaysa, "Onu ölünce anlayaca ğız," derdi. "Belki de hiç anlamayacağız. Öldü ğümüzü bile anlamayaca ğız. Yalnızca yok olaca ğız. Ardımızda kalanlar, bizim öldükten sonra ruh ya da baş ka bir şey olarak yaşadı ğımızı düşünecekler. Onlar ölümün hayatı var sanıyorlar. Belki ölümün kendine göre de olsa bir hayatı yoktur. Ölüm, kendini de ölmüş tür belki..." Annesi, "Çocu ğun kafasını çok karı ştırıyor şu baban! Söyledikleri hiçbir görü şe, hiçbir dine uymuyor, saçmasapan şeyler! Muska yazar gibi konuşuyor. Tabiattaki her ş eyden bir hurafe gibi söz ediyor. Biz ne ö ğretiyoruz çocu ğa, baban neler anlatıyor? Bak, sonra söylemedi deme, baban sonunda bu çocu ğu kendisi gibi meczup edecek!" Çocukluğu boyunca, hem en büyük e ğlencesi, hem en büyük korkusu dedesi oldu. Tuhaf bir yaşlıydı. O zamanlar, dedesi bin yaşındaymış gibi gelirdi Ali'ye. Dünyanın bütün zamanlarını ya şamış gibi gelirdi. Onun yaşı yoktu sanki, ya da masal ya şında bir adamdı. Söyledi ği tuhaf sözler böyle dü şündürürdü. Yaş lı olmasına kar şın çevikti. Kuru dal gibiydi kolları, bacakları, gövdesi. Kemikleri ve nefesi kuvvetliydi. Bütün mumları bir anda söndürürdü. Yatırlara, ziyaretlere gittiklerinde, ilkin, yanmakta olan bütün mumları bir nefeste söndürür, sonra onları tek tek yeniden yakardı. Bu yaptı ğının herhangi bir inanı şa sı ğmadığını, niye böyle yaptığ ını sorduklarında, kayıtsızca şunları söylerdi: "Zamanın dileklerine ate şi yeniden bulduruyorum. Bazı umutlar baş ka zamanlarındır." Kimse bir ş ey anlamazdı söylediklerinden, yine de söylediklerinin bir hikmeti olduğuna inanırlardı. A ğaçlara çıkar oturur, günler boyu a ğaçlardan inmezdi dedesi. Ali'ye, "Dünya ağaçlardan başka türlü görünüyor," derdi. "Đ nsan ağaçtayken dünyaya kıyamıyor. Đnsanlar keş ke ağ açlardan hiç inmeselerdi. Ama ben artık çok yaşlıyım. Geceleri soğuk oluyor." Ali'nin babası, onun için, "Bir gün hayattan caydı, sonra böyle oldu," derdi. Ali sorardı: "Hayattan caymak ne demek?" "Büyüyünce anlarsın," derlerdi. Büyüdü. Anladı. Dedesi öldükten sonra, Ali dedesini çok özledi. Çocukluğu boyunca hep, bir gün dedesinin "Dolu hikaye" diyebileceğ i bir şey yazabilmenin hayalini kurmu ştu, sanki dedesinin ölümüyle, kendi hikayesi de yarım kaldı. Halaları, "Babamız böyle değ ildi," derlerdi hep bir ağ ızdan. Zaten ço ğunlukla hep bir a ğızdan konu şurlardı. Katlanmış ka ğıttan kesilerek yan yana çoğaltılmış kağıt bebekler gibi birbirinin

Page 130: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

aynı olan bu kadınlar, yıllar yılı yan yana yaş amaktan, hep aynı kelimelerlerle düş ünür, aynı kelimelerle konuşur hale gelmi şlerdi; birinin kaldı ğı yerden di ğeri, konu şmayı aynen ve rahatlıkla sürdürebilirdi. Ba şları hep aynı anda a ğrırdı; zaten sürekli ba şları ağrır, alınlarını ve kalın kaş larını kaplayan aynı karanlık çatkılardan çatarlardı. Yüzlerinde sızılı bir ifadeyle hep u ğuna u ğuna gezerlerdi ev içlerinde, ayvan tenhalarında, kiler kuytularında. Karınları hep aynı anda acıkır, canları aynı anda, aynı ş eyi çekerdi. Ve her gece hepsi aynı rüyayı görürlerdi: "Sakalları gö ğsüne kadar inmiş , bembeyaz mintanlar içinde, yeşil bir at sırtında bir ermi ş bana do ğru yakla ştı ve..." Babalarının şimdiki halinden hoşnut olmayan halalar sürekli açıklarlardı: "Babamız hiç böyle de ğildi. Bir Ş eyhin yatırında tam üç gün üç gece uyuyakalmı ş, uyandıktan sonra bir daha hiç eskisi gibi olmadı. Uyanıp eve döndüğ ünde artık böyle olmu ştu." Acıklı gözlerle baktıkları, "böyle olan" babaları, az ötede kendi alemine dalmış , konu şulanları dinlememeyi çoktan ö ğrenmi ş, aydınlık yüzünde asılı kalmış, hiç de ği şmeyen gülümseyiş le, dünyayı aşmı ş bakı şlarla dalgın dalgın dünyaya bakardı. Dedesi, ona, dünyanın ikinci hali gibi görünmü ştü hep. Dünya içinde bir başka dünya olabileceğini düşündürmü ştü. Kimi zaman çok aklıba şında laflar eden, kimi zaman bir çocuk gibi saçmasapan konu şan bu yaş lı adam, söylenenleri iş ine geldi ği gibi anlamakta da ustala şmıştı. Canı nasıl isterse öyle biri oluyordu. Bazen bir ermiş , bazen bir ş air, bazen bir bilge, bazen bir çocuk, bazen bir meczup gibi konuşuyor, bir dediğ i bir dedi ğini tutmuyordu. Kendini tutarlılığın bütün yükümlerinden kurtarmış , sorumluluğ un bütün zincirlerinden bo şanmış, edindi ği bu özgürlükle de aklına estiği gibi ya şayan biri olup çıkmı ştı. Đnsanlar, bazen büyük bir ciddiyetle kulak verseler de, kimi zaman alaycı yaklaş salar da, aslında ona kar şı, korkuyla karı şık tuhaf bir çekingenlik duyuyorlardı. Tekin de ğildi. Kırklara karışmış tı. Ne yapacağı belli olmazdı. Fazla bulaş mamakta, uzak durmakta hayır vardı. "Ben kafamdaki zamanda ya şıyorum," demiş ti bir keresinde. "Ke şke onu daha önce ke şfetseydim. Kafamdaki zamanı." Ali, dedesini hep gülümseyerek ve hayranlıkla dinlerdi. Ona özenip "Ailemiz" ba şlıklı okul ödevinde, "Biz büyük bir aileyiz. Yüzlerce halam vardır. Hepsi aynı elbiseyi giyer. Sesleri mutfakta tenekeden çıkar. Dedem uzak bir cindir. Evin içinde gezer. Ama her zaman çıkmaz ortaya. Ben de ıslak dü şler görürüm. Kuyumuzun suyundan galiba. Annem 'Yurtta şlık Bilgisi' kitabında resimdir. Babam bir meslektir. Davavekilidir. Evde hiç babaanne yoktur. Hepsi mezarlıkta oturur. Ailemiz saklambaçtır," diye yazmış tı. Ö ğretmeninin, bu ödevi, kaygılı bir yüz ve derin endiş elerle annesine iletmesi üzerine evde büyük bir kavga çıkmıştı: "Ben sana söylemiş tim," diye bas bas bağ ırıyordu annesi. Halalarının şaşkınlıktan gözleri kısılmı ş, sesleri çıkmaz olmu ştu. Yabancı gelinin boynu damar damar olmuş , o uğursuz mavi gözleri yana kaymış bir halde, ulumaya benzer bir sesle kendinden geçmi ş, ba ğırıp duruyordu: "Bacak kadar çocuğu da kendine benzetti. Ödev diye şu yazdı ğına bak Allaha şkına! Ben, 'Yurtta şlık Bilgisi'nde bir resimmiş im, sen de bir davavekili!" Bu son sözde, o ğlunun durumundan yeterince kaygılanmayan babaya bir dokundurma vardı: Çünkü o, kendini bir "avukat" olarak görüyordu. Oysa avukat de ğil, yalnızca bir davavekiliydi. Hukuk bitirmemiş ti. Avukat bulunmadığı zamanların Mardin'inde davavekilliğ i "sertifikası" almış ,

Page 131: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ardından davalara girmeye başlamıştı. Oysa ş imdi zaman deği şmiş, artık genç nesilden Hukuk Fakültesi mezunu, kendi deyi şleriyle, "zımba gibi" avukatlar yeti şmiş ve memleketleri olan Mardin'de, hatırlı ailelerinin deste ğiyle birer yazıhane açarak eskilerle acımasızca rekabete giri şmişlerdi ve en azından ba şlangıçta fazla belli etmeseler de, öncekileri küçümsüyor, kendilerine "subay", davavekillerine "astsubay" muamelesi yapıyorlardı. Bu da, haliyle ağırlarına gidiyordu öncekilerin. Yani davavekillerinin. Ne de olsa, onların da bunca yıllık zengin tecrübeleri ve birikimleri vardı. Gerine gerine kendilerine "avukat" diyen o dünkü çocukları, isteseler bir kalemde siler atarlardı en zor davalarda. Bu tecrübesiz tıfıllar kar şısında kendilerini birer yaşlı kurt gibi gören bütün o eski kuşak davavekilleri, bir an önce, onlarla karşı kar şıya gelecekleri, bu mektep çocuklarına meydan okumalarına, boylarının ölçüsünü almalarına imkan verecek di şli davalar bekliyorlardı. Davavekili babası, oğ lunun da kendini, bazıları gibi bir davavekili olarak gördü ğünü, onun "Ailemiz" ba şlıklı ödevi sayesinde böylelikle ö ğrenmi ş oldu. Đçerlediyse de pek belli etmedi. Cumhuriyet ülkülerine sıkı sıkıya ba ğlı annenin sinirlerinin yatı şmasını bekledi. Oysa o sinirler kolay kolay yatış acağa benzemiyordu. Şu benzetmeye bak! diyordu: Ailemiz saklambaçtır! Ne demekse? Hem niye, hep ben ebe oluyorum? Dedesinin boynunu içeri gömerek, mırıl mırıl kitap okuması çok ho şuna gidiyordu Ali'nin. Dedesi kendinden geçmiş bir biçimde, kendi hayal alemine gömülmü ş kitap okurken seyretmek hoşuna gidiyordu. Dedesinin yaprak ye şili bir kuma ş parçasıyla kalın çerçeveli gözlüğünün camlarını a ğır ağ ır sili şini, alt dudağ ına yapıştıra yapı ştıra ıslattı ğı buruş uk, esmer, uzun parmaklarının, sayfaları a ğır ağır çeviri şini seyretmek hoş una gidiyordu. Dedesi, okurken bazen gülümsüyor, bazen kederleniyor, bazen de okuduğ u kitaplarla yüksek sesle konu şuyordu. Bir keresinde, okumakta olduğu kitaptan hiddete kapılmış , bir insanla kavga eder gibi, büyük bir kavgaya tutuş muş, titreyen parmaklarıyla kitabın sayfalarını uzun uzun tehdit etmişti. Sonra da Ali, dedesinin kitabı parçalayaca ğını dü şünürken, o, hiçbir şey olmamı ş gibi kaldırıp dolaptaki yerine koymuş tu. Pencere önündeki geni ş sedirinde, içleri tok tutulmu ş uzun yastıklara yaslanarak ya da sedef kakmalı rahlesinin ba şında iki büklüm olarak okurdu kitapları. Halaları, dedesinin Kur'an dış ındaki kitapları da rahleye koyarak okumasına nedense içerliyorlardı. Çok imrendi ği halde, dedesinin okudu ğu kitapları okuyamıyordu Ali. Hepsi Arapçaydı onların. Arapça yazının sa ğdan sola yazılıyor olmasını hiç anlamıyor, ama bunu büyülü buluyordu. Arapçayı büyülü buluyordu. Uzun süre Arapça yazıyla yalnızca büyüler, dualar ve muskalar yazılır zannetmi şti. Ali'nin anlamadığ ı kelimeler, çözemediğ i i şaretler ve esrarlı ş ekiller içeren bu yazının kendi ba şına bir büyü gücü olduğ una inanmı ştı. Ba şka dillerde de dua edilebilece ğini, ba şka dillerde de muska yazılabilece ğini öğrendiğ inde çok ş aşırmı ştı. O, yalnızca Arapçayla dua edilir, büyü yapılır sanıyordu. Sanki Arapça görülen rüyalar bile bambaş kaydı, oysa ev ahalisinin tersine o da annesi gibi rüyalarını Türkçe görüyordu. Annesi, onu bu konuda teselli ediyordu: Sen rüyalarını Türkçe gördü ğün için okulda harfleri kolay ö ğreniyorsun. Dedesinin, babasının ve böyle önemli kararların alınması sırasında yüzlerinde ta ş gibi bir ifadeyle duvar dibinde sıra sıra duran halalarının arzusu üzerine, Kur'an kursuna gönderildiğ inde, en çok dedesinin okuduğ u kitapları, artık kendinin de okuyabileceğ ini

Page 132: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

düşünerek sevinmiş ti. Kur'an kursuna ba şladı ğında, bu karara şiddetle kar şı çıkan annesi, bir hafta hasta yattı, onun da halaları gibi baş ı a ğrıdı, o da ba şına çatkı çattı; yalnız onun çatkısı, halalarının tersine çiçekli tülbenttendi. Büyük bir ihanete u ğramı şçasına, günlerce sızılı ve küs bir ifadeyle, ba şta Ali olmak üzere herkese ıslak ıslak baktı. Đlk ba şladı ğında, bütün bir yaz boyunca her gün gitti Kur'an kursuna, "mektepler açıldı ğında"daysa yalnızca cumartesileri. Annesi, hiç olmazsa bu şartını kabul ettirmi şti. Kur'an kursunda büyük ba şarı göstermiş, kısa zamanda Arapça yazmayı, okumayı sökmüştü. Ezbere bildiğ i duaların sayısı artmış tı. Ama Ali çok hırslıydı, bunlarla yetinmiyordu. Artık hatim indirmek, yasin okumak, hatta Ulu Camii'de sala verip, yanık yanık mevlit okumak istiyordu. Cumaları da babasıyla hiç sektirmeden Şehidiye Camii'nde cuma namazlarını eda ediyordu. Gününe göre, bu namazlara dedesi bazen geliyor, bazen gelmiyordu. O gelmedi ği bazenlerde, dedesi, omuzlarını silkerek, "Bugün müslüman de ğilim," diyordu. "Kimseyi kandırmak içimden gelmiyor." Halalarının, dedesine ili şkin en çok ve en sık kullandıkları cümle: "Bizi elaleme rezil etti!"ydi. Halalarının dünyada en çekindikleri, en korktukları şey, elaleme rezil olmaktı. Koca dünyada bir halaları vardı, bir de "elalem". Bazı zamanlar dedesinin günlerce ortalıklardan kaybolduğu, kimselere gözükmediğ i oluyordu. Günlerce sonra, her seferinde de baş ka bir ta şın altından çıkıp geliyordu. Bu kayboluş ların ilk zamanları evi büyük bir telaş ve yeis kaplarken, zamanla buna da alı şıldı, artık kimse eskisi gibi ardı sıra avare olmuyordu onun. Büyük ayazlar yapan, dona kesen karakışlarda, kimi geceler gidip, çarş ı hamamlarında külhanlarda yatıyordu. Bunu öğ renen halalar, gene çığlık çı ğlı ğa kanat çırpıyorlardı avlularda, ayvanlarda: "Bizi elaleme rezil etti! Bizim gibi büyük bir ailenin o ğlu, yetim tellaklar gibi külhanlarda yatıyor! Đyi ki annemiz bugünleri görmedi!" Hep bir a ğızdan söylenen buradaki "annemiz"le kastedilen, her şeyleri tıpatıp aynı halalar arasında en önemli ayrılıktı. Çünkü halaların hiçbirinin annesi aynı de ğildi. Hepsi de ayrı kadınların kızlarıydı. Ya şamı boyunca sayısız kadın alan dede, oğ lan çocu ğu sahibi olana kadar evlenip durmu ştu. Allahtan hiçbir karısı uzun yaş amamış, birbiri ardından ölenler, böylelikle her seferinde, bir "dördüncüye" yer açmı şlardı. Bunun sonucunda, bir ev dolusu kız çocu ğu sahibi olmuş tu. Son karısı, ona bir o ğlan çocuğu doğurduktan sonra, diğer kadınların aksine, nispet yapar gibi uzun yıllar gerine gerine yaşamı ş, o ğlan anası olmanın keyfini ve saltanatını sürmüş ; hatta Đstanbullara bile gezmeye gitmişti. Ali, gene de babaannesine yeti şememiş, onu hiç tanımamı ştı. Ali için, o, yalnızca duvardaki resimdi. Mardin'in tek foto ğrafçısı olan Süryani foto ğrafçının rötu ştan tanınmaz etti ği bir yüzle duvarların birinde halalarından biri gibi asılı duruyordu. Dedesi, yedi kere hacca gitmiş ; evinin kapısı, yedi kere türbe yeşili renkle çerçevelenmi ş, çiçeklendirilmi şti. Adet olduğ u üzre, hacca gidip gelenlerin kapısı türbe ye şiline boyanarak hane sahibinin hacılı ğı cümle aleme duyurulur; böylelikle kapı önünden geçenler, o evin bir hacı evi olduğ unu bilirdi. Bu kapıların hepsi Kabe'ye bakardı.

Page 133: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ali'nin dedesi, bütün hayatı boyunca ticaretle u ğraş tı, sessiz, sakin bir ya şam sürdü. Her zaman içe dönük bir yapısı vardı; çok çalışır, tutumlu yaş ar, derin dü şünür, az konuş ur, konuş tuğ unda da özlü ve güzel sözler söylerdi. Her durumda kullanılabilecek çok sayıda veciz söz bilirdi. Herkesten saygı görürdü. Her konuya biraz mizahi yakla şan bir yanı, hınzırcasına muzip bir bakı şı vardı. Ölçülü, terbiyeliydi. Edep erkan bilir, latife etmeyi severdi. Zaman içinde, babasından kalan servete servet, arazilerine araziler katarak işleri iyice büyüttü. Köyler aldı, köyler sattı. Her devir değişikliğinde çıkarlarını korumasını bildi. Her zaman iktidar partilerine, hükümetlere yakın oldu. Đktidar olacak partiyi sezmek konusunda, hassas bir burnu ve sağlam hesap bilgisi vardı. Desteklediği parti, mutlaka o yıl seçimleri kazanarak iktidar olurdu. Hırslıydı, açgözlüydü, herkesin parasında, malında mülkünde gözü vardı. Herkesin parasının mutlaka kendisinden çalınan bir fırsatla kazanılmış oldu ğunu düş ünür, bundan ötürü derin bir hakkı yenmiş lik duygusu içinde, kendinden ba şka servet yapmı ş herkese fena içerlerdi. Dünyadaki bütün paraları o kazanmak istiyordu çünkü. Çıkarlarına dokunulduğunda, bambaşka biri kesilir, sonsuz bir kayıtsızlıkla zalimle şirdi. Alacaklılarına kar şı acımasızdı. Đhtilafa dü ştü ğü köylerin ve köylülerin burnundan getirir, topraklarını ellerinden alır, ilkin ürünlerini, yetmedi mi, köylerini yaktırır, jandarmalara bastırır, daha kızdı mı da, e şkıyaya vurdururdu. 40'lı yıllarda da, 50'li yıllarda da, 60'lı yıllarda da, hep o kazandı. Kürtleri, Arapların doğ al düşmanı sayar, Ankaralılardan çekinir, onlarla iyi geçinmeye çalı şırdı. Türk demezdi, Arap ya da Kürt olmayan herkes, ona göre, Ankaralıydı. Ayrıca, Ankara'nın memurlarını ve askerlerini hoş tutmak gerektiğini bilirdi. Mardin'den seçilecek her mebus ya da senatör adayının onun onayına ihtiyacı vardı. Kaç köyün reyi onun ellerinde, bir çift sözündeydi. Bunların dı şında, "kendi halinde zararsız bir adam" diyebileceğiniz kadar sade, alçakgönüllü; tütünden, gümüşten ve halıdan anlayan; bitki ve çiçek yetiştirmekten, ut ve kanun dinlemekten, Arapça ş arkılar ve gazeller söylemekten ho şlanan ince ruhlu bir insandı. Fakirlere yardım etmekten, dilencilere sadaka dağıtmaktan, aç-yoksul giydirmekten, çe şme, hayrat yaptırmaktan hoş lanırdı. Her ramazan avlularda kazanlarla pi şen yemekler, fırınlar dolusu pideler ve şembusekler yoksullara, yetimlere, kimsesizlere dağıtılır, hayırduaları alınırdı. Đ slam uğ runa, kafirlerin eziyetlerine katlanan müminlerin hikayelerini dinlerken, gözleri nemlenir; halk hikayelerinin bir türlü birbirlerine kavuş amayan aş ıklarının çektikleri cefalar karş ısında gözya şlarını tutamazdı. Aş kı, çölde kaybolmak, diye tanımlardı. Ona göre dünyanın en iyi hikayeleri, sonunda, çölde aşkından kaybolanların hikayeleriydi. Bu yüzden Ali, çocukluğ u boyunca, a şkı çölde kaybolmak sandı. Yalnızca kendinin kullandı ğı ve yalnızca Arap istasyonlarını dinledi ği ı şı ğı kuvvetli bir radyosu vardı. Ali'nin birkaç kere o radyoya dokunmasına izin vermiş , ona uzak istasyonlarda çalan dokunaklı Arapça ş arkılar dinletmi şti. O ş arkıların buraya çok uzak bir yerlerde söylendiğ ini bilmek Ali'yi kederlendirmi şti. Yaşlandığ ında ve bütün karıları öldü ğünde, dünya nimetlerine sırtını dönmü ş, artık hiçbir ş eyde gözü kalmamı ş, dünyanın fani ve tali yüklerinden kurtulmuş, kendini iyiden iyiye okumaya, düşünmeye ve tabiata vermi şti. Ali, öncesini bilmedi ği dedesini i şte o zamanlarında tanıyıp sevdi. Halalarının dedi ğine bakılırsa, ünlü bir ş eyhin yatırında üç

Page 134: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gün üç gece uyuyakaldıktan sonra bamba şka biri olarak Mardin'e dönmüş, bu yarı meczup haliyle herkesi şaşırtmı ş ve ondan sonra da bir daha hiç eskisi gibi olmamış , cinler tarafından alınarak, artık kırklara karı şmış olduğ u söylenen Mardin e şrafından cennetmekan Hacı Zeyneddin Efendi'yi, i şte o zamanlarında tanıyıp sevdi Ali; bir çocuğ un bütün ömrüne yayılan sevgisiyle sevdi. Okul dönü şlerinde eve girer girmez, ilkin dedesini sorardı: "Dedem nerede?" Dede oıtada yoksa, bu soruyu, sanki o ölmü ş de yasını tutuyor, kötü haberi bir türlü söyleyemiyormu ş gibi duran halaları, başlarını her anlama gelebilecek bir biçimde iki yana umutsuzca sallayarak cevaplandırıyormuş gibi yaparak, kaygı ve merak yaratmaktan pek ho şlanırlardı. Ali'nin babası da akş amları eve geli şinde, ortalıklarda göremedi ği babasını, kendince buldu ğu bir sevimlilikle karısına sorardı: "Babam gene fıçısında mı?" Ali'nin babası, babasının çılgınlıklarıyla ba ş edemeyince, onu Diyojen'e benzeterek durumu hafifletmeye; tarihten seçilmi ş böyle "mümtaz" bir örnekle, babasına, hoşgörülebileceğ i sevimli ve saygın bir kimlik kazandırmaya çalı şmış tı. Özellikle de zaman zaman, daha do ğrusu sık sık mahcup dü ştüğü karısına karş ı. Karısına kalırsa, bütün bu şirin gösterme gayretlerine kar şın, kayınpederinin bir Diyojen olmadı ğını bilecek kadar aklı ve tecrübesi vardı çok ş ükür! Kocasının tarihten medet umması beyhudeydi. Ona göre, kayınpederi, bir zırdeliydi, o kadar! E ğitiminin, aile içinde ciddi sorunlara ve kampla şmalara yol açtığını fark eden Ali, kısa zaman içinde hem derslerinde ba şarı göstererek annesini memnun etmeyi, hem de Kur'an kurslarını hiç aksatmayarak halalarının gözüne girmeyi akıl etti. Evin içindeki sessiz fırtına diner gibi oldu. Kar şılıklı güç gösterileri bitti. En azından bu konuyla ilgili olanları. Eğitimin, ikiye bölünmü ş ailedeki taraflardan birine benzemek demek oldu ğunu ilk böyle anladı Ali. Her iki taraf da Ali, kendilerine benzesin istiyordu. Evin içinde tam merkezde durdu ğunun böyle ayrımına vardı. O, bir kavş akta duruyor ve birçok ş ey onun etrafında dönüyordu. Bunu bilmenin ona bir tür güç kazandırdığını fark etti. Aile içindeki herkes, onu kazanmak, onu kendi yanına çekmek, kendisine benzetmek istiyordu, bir tek dedesi hariç. Dedesinin umurunda bile değ ildi. O da en çok dedesini seviyordu tabii. Evde, sokakta hemen herkesin Arapça konu ştuğu bir şehirde, Arap bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ali'nin okulda niye Türkçe okumak, yazmak ve konuş mak zorunda kalış ının yanıtını, "Anadil" sözcü ğünde saklı buldu. Ali'nin annesi, Mardinlilerin deyişiyle "yabancıydı", "Türktü" ve dolayısıyla anadilinde konu şmak ve yazmaktan uzun süre bunu anladı Ali. Halaları, onun bütün sureleri ve ayetleri sular seller gibi ezberden okuduğ unu gördükçe, onunla gurur duyuyor, her durum için hazırda nemli nemli bekleyen gözleri, böyle zamanlarda daha da sulanarak, sevinç ve gururlarını a ğlaya a ğlaya belli ediyorlardı. Ali, onların, sevindiklerinde de, üzüldüklerinde de, ş aşırdıklarında da, heyecanlandıklarında da ağ lamalarına çok şa şırıyordu. Her çe şit duyguyu, her seferinde bir tek biçimde ifade ediyorlardı: Ağlayarak...

Page 135: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ne zaman kendi a ğlamaya kalkış sa, "Erkekler a ğlamaz!" diye azarlanıyordu. Erkeklere yasaklanan a ğlamanın, halalarına bu kadar serbest olmasını hiç adil bulmuyordu. Ali, hastalandığ ı zamanlarda gördü ki ev içindeki hükümranlı ğı büsbütün peki şiyor. Herkes çevresinde pervane oluyor. Bunun üzerine canı istedikçe hastalanmaya ba şlayarak, ev içindeki herkesin pe şinde nasıl ko şuşturduğunu görmek istedi. Gördü de. Numarasının anlaşılmaya ba şlaması üzerine daha ince teknikler geliştirdi. Örneğin ate şinin yükselmesi için tebe şir yutmayı ö ğrendi. Okula gitmek istemediği zamanlarda, tebeşir yutarak ateş ini yükseltir, hayli "teatral" inleme ahlama numaralarıyla yataklara düşer, gene ev içinde ardı sıra koş uşturan, hasta yata ğının ba şucunda dönenip duran insanlarla, sultan olmanın keyfini sürerdi. Ali'nin hastalanmaları, do ğumundaki karanlık iş aretleri hatıra getirdiğ i için, herkeste kötü bir kehanetin gerçekle şmesine iliş kin uğursuz korkular diriliyor, yardım dileyen gözlerle bo şluğa bakarcasına birbirlerine bakıp duruyorlardı. Ali, hasta rolü yapmayı seviyordu ayrıca. Aslında rol yapmayı seviyordu. Rol yapmak, gerçek hayattan çok daha e ğlenceliydi. Ayrıca hasta rolü yapmakta kendince incelikler buluyordu. Đ nsanı ölüme, ilgi görmeye ve sinemaya yakla ştıran bir şey vardı hasta numarası yapmakta. Hem böylelikle seyretti ği filmleri ya şamış oluyordu. Böyle durumlarda en ciddi itirazlar bo ğucu bir kuşkuculuğa sahip olan annesinden geliyordu; Ali'nin okula gitmemek için numara yaptığ ını, şımartılmak istediğ ini söylüyor, onu bencillik, sorumsuzluk, suistimalcilik ve benzeri şeylerle suçluyordu. Đşin kötüsü, Ali'nin numaracılığ ı konusunda çoğ u kez haklı olmakla birlikte, bunu di ğerlerine anlatmakta güçlük çekiyordu. Ali, annesinin kendi yüzünden bu duruma düş tü ğünü biliyor, annesinin hem haklı, hem çaresiz olduğ u böyle zamanlardaki yalnızla şmasına acıyor, ama bir yandan bunu hak ettiğini dü şünmekten kendini alamıyordu. Annesinin haklı çıkmalarında bile çirkin bir yan vardı. Ali'ye göre annesi haklı olmayı hak etmeyen bir kadındı. Zaman zaman sahiden hastalandı ğı da oluyordu tabii. Đşte bu gerçek hastalanmalarından birinde, gerçek sayıklamalar, gerçek yüksek ateş ve gerçek bir hummayla günlerce baygın yattı. Bazen bir an için gözlerini açıyor, çevresindekileri tanır gibi oluyor, hasta olduğ unun bilincine varıyor, dile gelebildi ği birkaç saniyelik zamanlarda su ya da ayran istiyor, sonra yeniden baygınlığına gömülüyordu. O hummalı gecelerin birinde, birdenbire, gözlerini derin ve sakin bir uykudan uyanmı ş gibi, tazelenmiş bakı şlarla açtı. Gecenin hayli ileri bir saati olmalıydı. Evdeki herkes uykudaydı. Salondaki duvar saatinin tiktaklarından ba şka hiçbir ş ey duyulmuyordu. Uzak odalardaki halalarının karanlık solumaları, horultuları bile belli belirsiz duyuluyordu. Yata ğında doğruldu. Aya ğına terliklerini geçirdi. Odasından çıktı; salonu, ayvanı geçip avluya çıktı. Avludaki kuyunun ba şına vardı. Az yıldızlı bir geceydi. Görünen yıldızlar da usul fısıltılarla, sayıklar gibi kısık ış ıklarla yanıp sönüyorlardı. Kuyunun a ğzına kapatılan tahta kapa ğın üzerindeki ta şı kaldırıp yere koyduktan sonra, tahta kapağ ı kulpundan tutup kaldırdı, usulca yere koydu. Birkaç yıldız kaçamak bakı şlarla kuyunun dibindeki suyu ı şıtıverdiler. Dizlerinin üzerine çöküp, dirseklerini kuyunun a ğzına dayayıp aşağıya, kuyunun içine e ğildi Ali; kuyuda ya şadı ğına inandı ğı

Page 136: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Kuyu Cini'ne seslendi. Kendini kötü durumda, yalnız, umutsuz, üzgün, hakkı yenmi ş, birine içerlemi ş, arkadaşına kızmış , dünyaya küsmüş oldu ğu zamanlarda yaptı ğı gibi kuyudaki cinle konuşmaya başladı. Seninle konu şmaya geldim ey Kuyu Cini, dedi. Sesi nazlı çıkıyordu. Kaç gündür hasta yatıyorum, biliyor musun? Konu şamıyorum, gözlerimi bile açamıyorum, kelimeleri dilimden koparıp almı şlar sanki, niye ses vermiyorsun? Niye konu şmuyorsun? N'olur konuş benimle! Kimse konu şmuyor benimle. Herkes kendiyle, kendi içiyle konuş uyor. Yalnızım, küsüm, herkese küsüm, hastayım, belki ölece ğim. Konu ş benimle! Burnunu çekmeye ba şladı. Dokunsalar a ğlayacaktı. Suyun yüzeyi ürperir gibi dalgalandı, ardından lacivert karası dalgacıklarla çalkalandı. Ve sonra derinlerden, tok ve güçlü bir ses duyuldu: Yanına geliyorum Ali, dedi Kuyu Cini. Çekil kuyunun ağ zından! Ali, doğ rulup geriledi. Gözlerini büyülenmiş gibi kuyunun ağzına dikerek beklemeye ba şladı. Đ lkin sarı ğı gözüktü kuyunun ağzında, sonra baş ı ve ardından birdenbire ortaya çıkıverdi. Kuyudan çıkan cinin üzerinden süzülen sular birkaç saniye içinde kuruyuverdiler. Daha önceleri fısıltılarla gizli gizli konu ştu ğu, kalbini açtı ğı Kuyu Cini'ni ilk kez kar şısında böyle capcanlı görüyordu Ali. Çok heyecanlandı, kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Đlk kez görünmeyen bir şeyi görüyor, yoktan var olan biriyle konuş uyordu. Kuyu Cini, Bu avlu senin için çok so ğuk, hastalanabilirsin, dedi Ali'ye. Hadi yatağ ına dönelim. Seni yatağına yatırıp üzerini örteyim. Sonra da elini tutmak istedi. Ali ilkin çekindiyse de, tutuklu ğunu yenerek elini uzattı Kuyu Cini'ne. Yumu şak, güvenli, sıcaktı avucunun içi. Hayatı yeniler gibi tutuyordu elini Ali'nin. Yeni uyanmı ş bir rüzgar gibi tutuyordu. Usul ve küçük adımlarla, avluyu, ayvanı, salonu geçerek Ali'nin odasına geldiler. Ali'yi yata ğına yatırdı. Üzerini örtmeden önce, koynundan çıkardı ğı bir incir yapra ğına, gene koynundan çıkardı ğı divit bir kalemle ince, sülüslü bir yazıyla dualar yazdı. Yapra ğın üzerinde Ali'nin çok sevdiğ i Arapça yazılar ve büyüler vardı şimdi. Mahir elleri vardı Kuyu Cini'nin, ince uzun parmakları vardı, bile ği kıvraktı. Ali, büyülenmiş gözlerle izliyordu onu. Üzerindeki yazıları incitmekten çekinircesine yaprağ ı üfleyerek göğ süne yerleştirdi Ali'nin. Ilık, sa ğaltıcı bir solu ğun tenini yumu şattı ğını hissetti Ali, ıhlamur gibi koktu gö ğsü. Güz bahçelerinin sükun ve huzurunu duydu içinde. Derin derin iç geçirdi. Yaprağ ı, Ali'nin göğsüne yerle ştirirken, dedi ki: Bu kuyunun ciniyim ben, seninle uzaktan akraba oluyoruz, seni koruyorum, seni saklıyorum, kalbinin derinliklerinde iyi bir çocuksun, içinde birkaç kişi birden yaşıyor, herkesin içinde birkaç kiş i birden yaş amaz. Dünyada sanıldı ğından çok daha fazla insan var, ama bedenler az; bazı bedenlerde birkaç kiş i birden oturuyor. Kendini bu yapra ğa bırak, bu yapra ğın senin teninde yaş amasına; bu yaprak göğsüne, tenine, oradan gövdene ve ruhuna yayılacak, sende biriken bütün hastalığı ve kötülüğü de ğiştirecek, sabahına hiçbir şeyin kalmayacak, taptaze gözlerle açacaksın gözlerini, yıkanmı ş gibi, uzun ve dinlendirici bir uykudan uyanmış gibi. Haydi şimdi yum gözlerini, bırak kendini yaprağ ın solumasına, bırak yaprak teninde kımıldasın; ruhunu, solu ğunu, gücünü versin sana. Ali sabahına öyle uyandı, taptaze gözlerle ve uzun ve dinlendirici

Page 137: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir uykudan uyanmı ş gibi. Gece neler olduğ unu birden anımsayamadı, ama bir ş eyler olmuştu, biri yeni uyandırılmı ş bir rüzgar gibi elinden tutmu ştu, birkaç saniye sonra da tatlı bir heyecanla birlikte Kuyu Cini'nin anısı düş üverdi gözlerinin önüne. Rüya görmüş olmalıydı. Onun söylediklerini bölük pörçük anımsamaya çalıştı. Kuyudan çıkan cini, gözlerinin önüne getirmeye çalıştı, daha çok masal filmlerinde seyretti ği, "Ali Baba ve Kırk Haramiler" gibi filmlerde seyrettiğ i cinlere benziyordu. Ba şında kocaman, gösterişli bir sarığı vardı, alacalı renkler ta şıyan simli yeleğinin arasından kıllı ve esmer gö ğsü görülüyordu. Uzun ve geniş dalgalı bir şalvar vardı altında; beline kızıl, parlak bir atlastan kalın bir ku şak dolamış tı; sevimli ve ürkütücüydü. Birdenbire artık iyile şti ğini hatırladı, yatağ ından fırlayıp evdekilere iyile ştiğini haber vermeye ve gördüğ ü rüyayı anlatmaya karar verdi. Tam yerinden do ğrulup üzerindeki yorganı sıyıracakken, göğsünde bir hı şıltı duydu. Bir şey kımıldar gibi olmuştu. Elini göğ süne soktu; pijamasının ve atletinin altında, kalın, etli, geniş bir incir yaprağ ı duruyordu. Yapra ğı çıkarıp yakından baktı. Sıcaktan solmuş tu, şimdiden kurumaya yüztutmu ş damarlarının arasında, erimi ş bir yazının, görünmez harflerin, belli belirsiz gölgeleri seçiliyordu yalnızca. Yapra ğa derinli ğini veren şeydi bu. Elinde yaprakla kalakaldı. Gözleri hayretle büyüdü. O anda hiç kimseye, hiçbir ş ey söylememesi gerekti ğini anladı. Avluya çıktı ğında, Ali'nin sarkıp dü şmesinden korktukları için, kuyunun a ğzındaki tahta kapağ ın üzerine konmu ş olan a ğır ta şın yerinde durduğ unu gördü. Rüya sandı ğı gerçekle, gerçek sandı ğı rüya arasında kalakalmı ştı. Gözle görülmez rüyalar olmalı bunlar, dedi. Belki de benim değ il, yaprağ ın rüyasıydı bu. Rüya da, yaprak da aynı dünya içinde yaş ayabiliyorlardı demek. Gözlerimiz bütün rüyaları birden göremiyordu. Dün gece ba şına gelenler, ailesinde hiç kimsenin kabul etmeyeceğ i bir şeydi. Hele annesinin... Ali kabul etti ve susmayı öğ rendi. ... Hala ve Çocukları Ali'nin evlenmeyi baş arabilmiş iki halasından biri, günün birinde yanında iki çocuğuyla birlikte kocasından bo şanmak üzere çıkageldi. Kız, Ali'den bir yaş büyük, oğ lansa bir ya ş küçüktü. Evdeki herkes, kıskançlığ ı ve huysuzluğ uyla ünlü Ali'nin, evdeki bu yeni durum ve çocuklar yüzünden herkese hayatı zindan edece ğini sanırken, hiç de düşündükleri gibi olmadı. Ali bir çeş it e ğlence, oyun gibi ya şamaya başladı evdeki bu yeniliğ i. Bunda en büyük pay, çocukların daha eve geldiklerinin ilk günü, onun "prensli ğini" kayıtsız şartsız tanımı ş olmaları ve buna göre davranmalarıydı kuşkusuz. Birbirlerinde ke şfettikleri ilk şeyse, cinsel fantezileri oldu. Đkinci neden de, cinselliğ e içkin şeylerin ba ğış latıcı gücüydü herhalde. Üçünün de cinselliğe duydukları merak, ilgi büyüktü ve üçü de yarım pörçük duyduklarından her çe şit deneyime açık, zengin bir hayal gücü edinmiş lerdi.

Page 138: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bir keresinde, kendilerini anahtar deliğ inden seyreden en küçük halayı suçüstü yakalayan annesi, Ali'nin duymasına bile aldırı ş etmeksizin, büyük bir gürültüyle kendi deyiş iyle "bu sefih rezaleti" eve duyurmakta hiçbir sakınca görmemi ş, Ali de annesiyle babasının masumiyetinden duydu ğu ku şkunun do ğrulandığı bu olayla birlikte, kendini dı şlanmış ve aldatılmı ş hissetmiş, onlardan hep intikam almayı düşlemi şti. Eve gelen bu çocuklarla birlikte, intikamını gerçekleş tirecek eş ler bulmu ş oldu. Ali ve hala çocuklarının kendi aralarında kurdukları cinsel oyunlar, evdekilere kar şı en büyük gizleri oldu; bu, onlara bir gizli tarikat ya da çete olma duygusu veriyor, gücünü suçluluktan alan bir dayanı şma sağlıyordu. Yaptıklarının büyüklerce bilinmemesi gerekti ğini bir biçimde biliyorlardı. Gizliliğ in ve suçluluğ un siyah zevkini ke şfetmişlerdi. Herkesin gözünün içine baka baka oyun oynuyor, herkesi aldattıklarını dü şünerek kıs kıs gülüyorlardı. Kendilerinden esirgenen bir dünyanın gizlerini ke şfettiklerini, diğer taraf olan büyüklerden saklamaları gerekti ğinin haince farkındaydılar tabii. Aldatmanın sinsi tebessümüyle bakıyorlardı evin büyüklerine. Büyük evin avluları, ayvanları, odaları, sofaları, kilerlerin dolambacında büyükleriyle oynadıkları bir saklambaçtı bu. Kimse onları sobeleyemiyordu. Kendi aralarında da canavarca eğleniyorlardı. Her seferinde içlerinden birini kurban seçiyor, onu küçük düş ürecek türlü çe şitli oyunlar keş fetmekte gecikmiyorlardı ve her seferinde değ işen kurban, aşa ğılandıkça di ğerlerine daha derin duygularla bağ lanıyordu. Hükmedilmenin de, hükmetmenin de oyunlarının ve kurallarının içinden geçerek, değ işik ki şiliklerin maskelerini ve duygularını ya şıyorlardı. Sırasıyla esir, cariye, emir, kral, hükümdar oluyorlardı. Oyunlarını kimi zaman kapandıkları kilerden evin içine ta şıyan ve gizlerinin öğ renilmesi tehlikesini barındırdığ ı için daha heyecan veren bazı simgesel oyunlar uyduruyorlardı: Üçü de i şaretparmaklarını, birbirlerinin götlerinin içine sokuyor, acıtana kadar kurcalıyor, sonra o parma ğı havada tutarak, sokak aralarında hacıyağ ı satan kolonyacılar gibi bağ ırı şıp duruyorlardı. Kimse onların oyunlarından bir ş ey anlamıyor, ama onların niye bu kadar eğ lendiklerine bir anlam veremedikleri ipe sapa gelmez bu oyunları, aralarında çıkabilecek her türlü kavga ve gürültüye yeğ tuttuklarından ses çıkarmıyorlardı. Bazen kilere, bazen kilerin biti şi ğindeki yarı karanlık odaya kapanıyor, kapının tahta kanatlarının demir çengelini indirdikten sonra, tabii ki, a ğırlığı daha çok yatak sahneleri olan evcilik oyunları oynuyor, sırayla birbirlerinin karı-kocası oluyorlardı; hatta hala kızı bile ço ğu zaman Ali'nin kocası oluyor, Ali'nin poposunu tokatlıyor, memelerini sıkıyor, kalçalarını ısırıyor, ayaklarını öptürüyor, saçını çekiyor, canını yakıyordu. Ali de halasının kızının amına tükürüyor, çimdikliyor, tırnaklarıyla kazımaya çalı şıyordu. Ali sürekli omuzlarına, kollarına, göbe ğine, sırtına "saat yaptırıyordu". Dişlenen yerin geride bıraktığ ı yuvarlak izi saate benzeterek "saat yapmak" deniyordu; genellikle saat takılan bileğe yapılan bu izlere Ali'nin hemen her yerinde rastlamak mümkündü. Koca olmaktan çok çabuk sıkılıyordu Ali. Hala kızı, süzüle süzüle karısı olmaya çalı ştı ğında tiksiniyordu ondan. Đkisinin de karısı olmak istiyordu. Bunu kendi söylemeden, ötekiler istesin diye bekliyordu. Kimi zaman içlerinden birinin ellerini ayaklarını bağ lıyor, ayak tabanlarını gıdıklayarak ya da koltukaltlarını yalayarak gülmekten katılır hale getiriyor, dakikalarca yalvartıyorlardı. Böyle durumlarda, bazen ikisi, üçüncüyü içeride ba ğlı bırakıp dış arıya, avluya ya da ayvana çıkıp oynuyor, onun orada çaresiz bir durumda bağ lı bulundu ğunu, onları beklemekten başka bir ş ey yapamayacağ ını

Page 139: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bilmekten büyük bir heyecan ve güç duyuyor, iktidarı keş fediyorlardı. Yumuşak anları da oluyordu tabii. Birbirleriyle öpü şüyor, sevişiyor, birbirlerine her yerlerini gösteriyorlardı. "Siki şmek" diye bir şeyin varlı ğından haberdardılar elbet. Ama hala oğ luyla, Ali'nin karı-kocalığ ının gerçekleşmesi için gereken şeyin, çüklerin birbirinin içine girmesi demek oldu ğunu dü şündüklerinden, terleye terleye birbirlerinin çükünü iç içe geçirmeye çalış ıyor, bunu başarabildikleri ölçüde sikiştiklerine inanıyorlardı. Evcilik oyununda Ali, sürekli kadın oluyor, hep alta yatıyor, bundan büyük bir zevk duyuyordu. Ali üzerinde bir varlı ğın a ğırlığını hissettiğ inde, bütün şiddetiyle ruhunu da hissediyordu. Evdeki hiç kimse, en büyü ğü henüz ilkokula baş lamamış olan bu çocukların, böyle geliş kin bir cinsellik dünyaları olabilece ğini varsaymadı ğından, bu sessiz oyunlarından ku şkulanmıyordu. Ali'nin ku şkucu annesi bile. Halasının bo şanmak üzere üstelik yanında iki çocukla eve dönüşü, diğ er halalar tarafından "elaleme rezil olduk!" yaygarası ve çığ lıklarıyla kar şılanmı ş; evlenmemi ş halalar, bir kez daha kendi hayatlarının doğrulamasını yapmı ş olmanın sinsi zevkini tatmış lardı. Bu duygu içlerinde eskimeye baş layınca, bu kez de kız kardeşlerinin haline acımaya, onun için gözya şı dökmeye başladılar. Zengin bir köy ağası olan koca, kayınpederine olan hürmeti ve davavekili olan kaynına olan korkuyla karış ık saygısından ötürü, fazla ses çıkarmamı ş, karısının kararını de ğiştirmekte zor kullanmaya kalkı şmamıştı. Ayrıca karısının kendinden ayrılması için haklı gerekçeleri oldu ğunu kalbinin bir yeri de biliyordu elbet. Đ çkiciydi, kötü adamdı, a ğzı kokuyordu ve daha önemlisi, ailesinde hiç kimse, ne annesi, ne kız karde şleri, ne de kardeş karıları onu hiç sevmemiş ler, aralarına almamış lardı. Đlkin günlerce, sonra haftalarca, daha sonra da aylarca gözya şı döken halanın, bütün bu gözyaş larını, mahvolan gençliğ ine, yıkılan yuvasına, ayrıldığ ı kocasına yordular başta. Oysa, bu gözya şları bir süre sonra neden ve sahip de ğiş tirmişti ve de kimse bunun farkında de ğildi. Ama, bu deği şikli ğin hangi noktada baş ladı ğını kimse bilemedi. Yeni bo şanmış halanın, kocasının köyünü bırakıp Mardin'e, baba evine geldikten bir süre sonra, uzun boylu, yakışıklı, geni ş omuzlu, siyah saçlı, yeşil gözlü bir yüzba şıya sevdalanmı ş olduğu ortaya çıktı. Bu gerçeğ i, Mardin'in tek kadın kuaföründen öğrenen Ali'nin annesi, aileye ait her olumsuz şeyi öğ rendi ğinde yaptığ ı gibi, büyük bir gösteriş le bütün aileye duyurmakta hiçbir sakınca görmedi; hatta bundan sinsi bir zevk aldı ğı açıkça görülüyordu. Aile şerefini be ş paralık etmekle suçlanan hala, ilkin di ğer kız karde şlerinden sırayla dayak yedi, ardından Ali'nin babası, ak şam eve geldiğ inde, onu herkesin içinde tokatladı. Ağzından burnundan kan gelen halayı teselli etmek görevi, Ali'nin annesine düş tü. Ali'nin annesi, ailenin halayı dışlamasıyla birlikte, yalnızla şan halaya hemen kol kanat gererek sahip çıktı. Bunca zamandır bu bekar yüzbaş ının, kendilerinden biriyle evlenece ği hayalini kuran ve çe şitli nedenlerle kuaföre sık gelen bazı geçkin kızlar, bu gizli ili şkinin duyularak, gerçe ğin çabucak ortaya çıkmasında etkili olmuş lardı. Yüzba şının tayini çıkmış tı, ba şka bir yere gidecekti, herkes elini çabuk tutmalıydı ve o küçük ta şra şehrinde umutlar bozkır kadar çabuk bozarıyordu. Kimse kendi hayalini, bir başkasının hayalinin karatmasına izin veremezdi. Halanın gece yarılarına kadar pencere kenarına oturup bozkıra dalışını, eski günlerin hayalini kurmak sananlar, feci bir biçimde yanılmış olduklarını, yüzba şının tam da o saatlerde evin önünde bir aş ağı bir yukarı dola şarak, cigara üstüne cigara içtiğini çok sonra öğ rendiler.

Page 140: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

O sabahı hiç unutmadı Ali. Đ lkin uzak ve belirsiz fısıltılar biçiminde kulağına gelen sesler, onu uykusundan uyandırmaya yetmiş ti, çok uzaktan belli belirsiz nal sesleri duyuyordu. Gördüğ ü bir rüyanın içindeki seslerin, kendisinin uyandı ğını fark etmediklerinden devam etmekte oldu ğunu dü şündü ilkin. O uyanmış ama sesler uyanmamı ştı sanki. Rüzgarın sesine, köpüren bir solu ğa, bir yelenin savruluş una karışan bu sesler, onu uykusunun içinden almış, sonra da pencereye doğru çekmi şti. Ali dı şarı baktı. Bomboş tu cadde. Kimsecikler yoktu. Yakın köylerden, Rişmil'den, Kabale'den e şek sırtında bakır sıtıllar, bakraçlar içinde çar şıya, pazara yoğurt taşıyan köylüler bile geçmiyordu henüz. Bozkırın ufuk çizgisi kızarmamış tı bile. Rüyadaki sislere benzeyen puslu, bozarık bir aydınlık vardı yalnızca. Birdenbire Mardin'in tek caddesinde, sabah çiyiyle parıldayan asfalt yolun üzerinde bembeyaz yelesiyle rüzgar gibi ilerleyen, üzerinde binicisi olmayan çıplak bir atın köpüre köpüre bu tarafa do ğru yakla şmakta olduğ unu gördü. Bir masaldan, bir efsaneden kaçmış gibiydi bu rüya beyazı at ve sabahın o saatinde hiç kimsenin olmadı ğı caddede nal sesleri yankılanıyordu. Geldi ve birdenbire Alilerin avlusunun önünde durdu. Ali, atla göz göze geldi. Onun bir rüya olmadığ ını gördü atın gözlerinde. Birdenbire kendi evlerinin avlusundan, elinde işlemeli, küçük bir bohçayla bir karaltı halinde halasının atın üzerine atladı ğını, daha doğ rusu bir mendil gibi süzüldü ğünü gördü; atın sırtına dü ştükten sonra da dizginini kaptı ğı gibi topuklayarak hızla uzakla ştı. Hepsi birkaç dakika içinde olup bitmi şti. Belki daha da kısa. Sırılsıklam olmu ştu terden. Gördüklerine inanamamı ştı. Halasının çok iyi at bindiğini, köydeki bütün erkekleri ardında bırakarak yarı ştığ ını biliyordu. Gene de gözleri açık bir rüya görmüş oldu ğunu dü şünmeyi yeğleyerek yatağ ına döndü. Atın ve sırtında götürdüğü halasının gözden kaybolmasıyla birlikte kula ğındaki sesler de dinmi şti. Sabır edici bir sessizlik hüküm sürüyordu ortalıkta. Sabahına, halalarının ev içlerinde yankılanan uğursuz bayku ş çığ lıklarıyla uyandı. Halası, yüzba şıya kaçmı ştı. Zaten önceki evlililiğini de kimse istememiş , ama bu erkek delisi kıza söz dinletememi şlerdi. Di ğer halaları, evlenmemiş olmanın faydalarına böyle zamanlarda daha çok inanıyorlardı. Ali, ben gördüm dedi, beyaz bir atın sırtına atladığ ı gibi uçtu gitti. Bir mendil gibi süzüldü. Bu benzetmeyi çok sevmiş ti. Yineleyip duruyordu. Ali'nin uydurduğ una inandılar. Onu böyle bir zamanda bile, ilgi toplamak u ğruna yalanlar söylemek, hikayeler uydurmakla suçlayarak azarladı annesi. Gene bencillik, sorumsuzluk, suistimalcilik gibi sözlerle Ali'ye ba ğırıp çağ ırdı. Ali, annesine yalnızca kötü kötü bakmakla yetindi. O gün herkes yüzba şının kır atının kaçtı ğını konu ştu Mardin'de. Bu söylenti bütün şehri gezip evlerine kadar ula ştığ ında, evdeki herkes dönüp tekinsiz gözlerle Ali'ye baktı. Ali'yse bu sefer hiçbir şeyin farkında değ ilmi ş gibi yaptı.

Page 141: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Birkaç gün sonra halasının eski kocası olan karanlık yüzlü, yanaklarını kaplayan kılların, gözlerinin altına kadar yürümü ş olduğ u adam, çocuklarını almak üzere bir hı şımla eve geldi; gözlerinde kıvılcımlar çakıyor, ağ zından köpükler saçıyordu. Diğer halalar boynu bükük, suçlu suçlu otururken, annesi çığlık çığlığ a adamla tartı şıyordu. Adam da sürekli "Yengeh anım! Yengeh anım!" diye öfke içinde bir şeyler anlatmaya çabalıyordu. Annesinin boyun damarları gene mavi mavi kabarmı ş, yanaklarını, pençe pençe al basmı ştı; böyle zamanlarda sesi normal zamanlarda kullanmadığ ı tiz bir perdeden yırtılır gibi çıkıyordu. Babaları, okullarından ve yeni hayatlarından kopararak yeniden köye götürdü çocukları. Ali de, çocuklar da çok a ğladılar. Sanki hep birden öksüz kalmışlardı. Birkaç yıl sonra hala o ğlunun köydeki bataklıkta boğuldu ğu haberi geldi. Ali, bu arada, iki erkeğin siki şmesinin kendilerinin yaptı ğı gibi olmadığ ını ö ğrenmiş , ama bunu onunla konu şmaya fırsatı olmamıştı. Đlkokula ba şladı ğı o yıl, bir sabah, okulun önünde bir çocuğun diğ erine, "Götünü sikerim ulan!" diye bağ ırdı ğını duydu ğunda, birdenbire her şey aydınlanmı ştı. Zaten çüklerin birbirinin içine girmesi çok zor oluyordu. Ayrıca, çok kızdı ğı bir keresinde, onun Đş Bankası kumbarasını saklayarak, annesinden dayak yemesini sağlamış, bunun için sonradan çok üzülmü ştü; bunu itiraf etmeye ve bunun için özür dilemeye çok ihtiyacı vardı. Bu dileğ i de olmamış tı. Onun bataklıkta bo ğulmu ş olması, Ali'nin üzüntüsünü de, utancını da artırmış tı. Daha on üçündeyken, babasının zoruyla kendinden yirmi beş yaş büyük zengin bir ağ ayla evlendirilen hala kızınınsa, evlendikten birkaç ay sonra, kendini bir a ğacın dalına astı ğı haberi geldi. Ali, ilk cinsel fantezileriyle ölüm arasında belli belirsiz, sinsi bir ba ğ kurdu. Oyunları görülmü ştü. Cezalandırılmı şlardı. Sıra kendisindeydi. Gene bir sabah, kulağ ında onu uykusundan alan seslerle pencereye koştu. Cadde gene öyle bomboştu, az sonra caddenin öte ucunda köpüren yeleleriyle o rüya beyazı at göründü. Yüzbaş ının atıydı bu. Halasını kaçıran atı. Ko şa köpüre buraya do ğru geliyordu. Halasının döndü ğünü düş ündü Ali; çünkü gene böyle bir sabah, herkes uykudayken, gene bu atın sırtına bir mendil gibi süzülerek kanatlanıp gitmişti. At, avlunun saça ğı altında durdu. Yeniden atla göz göze gelmek istedi; bu, sanki bir ş eyin kanıtlanması olacaktı, ama at, bu tarafa bakmıyor, gözlerini kaçırırcasına başını öne eğ iyordu. Soluk solu ğaydı, kan ter içindeydi, belli ki, uzaklardan gelmiş , çok yorulmuş tu; boncuk boncuk terlemişti, her damlası buradan bile seçilebiliyordu. Dizlerini kırdı at, evin altına yıkıldı, başını asfalta dayayıp soluya soluya can verdi. Ali donmu ş kalmı ştı. Kimseye bir şey söylemedi. Bu kez gördü ğünün bir rüya olmadı ğını biliyordu. Sabah uyandı ğında üzgün ve kötü görünüyordu. Okula gitmeyece ğini söyledi. Hastaydı gene. Evdekilerin, Neyin var? gibi sorularını kar şılıksız bırakıyor, omuz silkmekle yetiniyordu. Annesinin edepsizliğe varan ısrarları karş ısında, Bugün bir şey olacak, dedi. Önemli bir ş ey! Belki bir haber gelecek, onu bekliyorum, dedi. Annesinin itirazları ve ısrarları sürünce, bilgi vermekten

Page 142: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

çok bu bilginin yarataca ğı gerilimle annesini cezalandırmak ister gibi: Kötü bir haber! dedi. Halaları aynı anda i şaret parmaklarını di şlerinin arasına götürerek korkuyla "Hii!" dediler. Kahvaltı sırasında beklediği ş ey oldu. Bir telefon geldi. Telefonu bağlayan PTT'deki santral memuresi kız, uzak bir Anadolu kasabasından arandıklarını söyledi. Arayan yüzba şıydı. Halasının o sabah öldü ğü haberini verdi. Halka tamamlanmı ştı. Kaçtıktan sonra ailenin reddettiğ i hala da cezasını çekmi şti şimdi. Ali aş ktan, sevmekten, seviş mekten, siki şmekten bir kez daha korktu, korktu, korktu. ... Ali'nin Çükü Ali'nin yeni yeni yürümeye baş ladı ğı zamanlarda başladı ilkin, sonra da bir alışkanlığ a dönüş tü. Aile içindeki herkes kaygılanmış tı. Đlk annesi fark etti Ali'nin çükündeki kızarıklıkları; elini bir türlü orasından çekmiyor, sürekli çüküyle oynuyor, sık sık sinirli bir halde kopartacakmış gibi çekiştirip duruyordu. Annesi ba şlangıçta tatlı tatlı, kaygıları arttıkça giderek sertleş en bir tutumla Ali'nini elini oradan çekmesi için uyarıp duruyordu oğ lunu. Ali ise, bazen söz dinlermi ş gibi yapıyor, bazen annesinden korkup sahiden söz dinliyor, ama boş kaldı ğı ilk fırsatta, yeniden çükünü tutup kopartır gibi çeki ştirmeye ba şlıyordu. Bir süredir evdeki herkesin gözü, Ali'nin elinde ve çükündeydi. Halaları bir çare olarak, yeniden altını ba ğlamayı önerdilerse de, annesi, Yok daha neler! diyerek, bilgiç bir edayla, bunun çocuk için çok daha kötü olacağ ını, ileride psikolojik bozukluklara yol açacağını söyledi. Böylesi çatallı durumlarda, çocuk e ğitimi konusunda görümcelerinden daha çağ daş ve anlayışlı olduğ unu kanıtlamak, hatta onları eğitmek durumunda hissediyordu kendini. Zorla yaptırmaktan değil, her zaman güzellikle söylemekten yanaydı. Ama, Ali'nin çocukluğ u boyunca yakından bildi ği gibi, annesinin zorluk ve güzellik tanımları sık sık birbirine karı şıyordu. Sonuçta öyle ya da böyle hiçbir önlem yarar sa ğlamıyor, Ali her seferinde yeniden çüküne yapı şıyor, neredeyse kendinden geçmiş bir biçimde çeki ştirip duruyordu. Bu durumdan kendine ve ailesinin çapkınlığ ıyla ünlü erkeklerine pay çıkaran Dede, Karış mayın çocuğa, diyordu. Belli ki, istemiyor. Sonradan ba şına ne belalar açaca ğını şimdiden seziyor olmalı, kerata! Doktorların cılız tavsiyeleri de para etmeyince, kırk yılda bir de olsa görümcelerinin aklına uyarak, Ali'yi ailesinde Ş emsiler bulunan, yarı meczup bir falcı kadına göstermeyi kabul etti Ali'nin annesi. Şemsiler, Mardin'in çok eski bir kavmiydi. Çok eskiden açıkça güne şe taparlarken, büyük bir bölümü Süryaniliğ i seçtikten ya da Đslama sızmak zorunda kaldıktan sonra, güne şe tapmaktan vazgeçmi şlerse de, eski inançlarını bütünüyle terk etmemiş, tersine, güne ş kültüyle ilgili kimi törenleri ve inanı şları yeni dinlerine sızdırarak ya şatmış, Hıristiyanlığ ın ya da Đ slamın kurallarıyla, eski inançları arasında melez geçiş alanları yaratarak geleneklerini büyük ölçüde sürdürmüşlerdi.

Page 143: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Şemsilerin bir zamanlar güne şe taptıkları zamanla unutulmu ş, herhangi bir büyük a şiret, bir büyük aile adı gibi anılmaya başlamış tı. Kalenin eteklerindeki dar sokakların birinde, bahçesinde incas ağaçları bulunan, asma çardaklı, yarısı toprak altında kalan bir evdi falcının evi. Kilerindeki kuruyemiş lerin rayihası sarmıştı dört bir yanı. Doğ uya bakan duvarında, güneş in do ğarken ışı ğını sızdıran bir yarık vardı. Güne şin do ğuşuna bir saygı ifadesiydi bu. Ali'nin annesi, aynı şeyi Deyrülzefaran Manastırı'nın zindanında da görmü ş oldu ğunu anımsadı. Yarığın bulundu ğu duvarın önüne bakır bir tas içinde su konmu ş, yere temiz bir kilim serilmi şti. Đri kehribar taneleriyle içine kıvrılmı ş bir tespih duruyordu kilimin ve tasın yanı ba şında. Ş emsi falcı, daha Ali'yi görür görmez, Eyvah, dedi. Bu çocuk bir önceki hayatında kalmı ş. Bakış ını ağırla ştıran bir geçmiş i var. Kendinin hiç hatırlamadı ğı, ruhununsa hiç unutamadı ğı bir geçmi ş! Annesi ve halaları, şaşkın, söylenenlerden hiçbir ş ey anlamamış , uzun uzun bakakaldılar. Bir önceki hayatında kalmış bu çocuk; ruhu, unutmanın sularında yıkanmadan gelmiş; daha önceleri de üst üste birkaç kere kadın olarak gelmi ş dünyaya, ş imdi uyamıyor bu yeni haline. Bu çükü kendinde istemiyor. Son gelişinde gözü iyice arkada kalmı ş bunun, genç ve yakış ıklı bir adamda kalmış , geçen sefer kavu şamamışlar garipler, ş imdi onu bulmak üzere yeniden dönmüş dünyaya. Ama erkek olarak geldiğ i için, ona kavu şamayacağını ruhu biliyor, çükünü istemiyor. Yazık, çok sevmiş adamı, ruhu ona kilitlenmi ş, hiç beklemedi ği bir anda aniden ölmü ş, gözü arkada kalmış . Ruhu yatış mamış. Đçinde büyük fırtınalar var. Fırtınalı bir havada yolunu şaşırarak yanlış rahme dü şmüş, sonra gene fırtınalı bir havada erkek olduğunu anlayıp ölerek yeniden geri dönmeye çalışırken bin bir zahmetle zorla do ğurtulmu ş... Yazık, sonu gene unutmanın sularında bitecek bu garibin! Ali'nin annesi, kaptı ğı gibi çocu ğunu kendini eve dar attı. O çatlak görümcelerinin akıllarına uyup öyle yarı meczup hacılara, hocalara, falcılara gitti ği için kendine çok kızdı. Ama devletin doktorları, fen ve tıp adamları da bir çare bulmamamış , onu hacılara, hocalara, falcılara muhtaç etmiş lerdi. O hırsla, sa ğlık dispanserine, hastaneye üst üste telefon edip avaz avaz ba ğırdı! Telefona çıkan sa ğlık memurları, doktorlar, kendilerine niye böyle bağrıldı ğını hiç anlamadıkları gibi, böyle hanımefendi bir kadından hiç beklenmeyecek bir biçimde, kadının sık sık, Çük! Çük! Ali'nin çükü! gibi sözler etti ğini duyar gibi oldular. Ali, ileriki yıllarda, annesinin, Ali'nin çocuklu ğuna ili şkin en sevimli olay buymu ş gibi, özellikle yeni tanıştıkları insanların yanında sürekli bunu anlatıp durmasından çok şikayetçi olacak, hele hele çocuklu ğun kalıntılarından kiş ili ğe ait önemli ipuçları bulmaya hevesli psikoloji meraklılarının yanında anlamı daha da çıplakla şan bu olayları, annesinin büyük bir sakınmasızlıkla, her çocuğun baş ından geçen dünyanın en masum çocukluk anılarıymı ş gibi anlatmasından derin huzursuzluklar duyacaktı. Annesinin anlattıkları bununla da kalmıyordu, Ali, fakülte yıllarında ne zaman yeni bir kızla tanı şsa, annesi, Ali'nin çocukken kız olmaya nasıl hevesli oldu ğundan, evdeki kuma şlardan, havlulardan kendisine nasıl etekler, elbiseler yaptı ğından, hatta bir keresinde komşu kızına müsamere için diktirilmi ş olan kat kat etekli jüponlu beyaz elbiseyi ısrarla giymeye kalkınca, nasıl elbisenin diki şlerini patlattı ğından, bunun üzerine elbisesi yırtılan kızın hıçkıra hıçkıra nasıl a ğladı ğından, Ali'nin zaten çocuklu ğu boyunca kız

Page 144: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

çocukları a ğlatıp durdu ğundan, özellikle de uzun saç örgülü kızları çok kıskandı ğından, onları ağlatana kadar saçlarını çeki ştirip durduğ undan, bununla da yetinmeyip anneleri tarafından bohçalarda saklanan saç örüklerini çalıp çalıp ate şe attığ ından, afacan her oğ lan çocu ğunun baş ından geçen ola ğan hikayelermiş gibi anlatıyordu. Psikolojiyle ilgilenen arkada şları, bu anlatılanlar üzerine, Ali'ye tuhaf tuhaf bakmaya ba şlarlarken, Ali, bütün bunları olanca sevimliliği ve tontonlu ğuyla, kendinden geçmiş bir iyi niyetle saf ve masum bir biçimde anlatan annesinin yüzüne deh şetle bakıyor, ne zaman susaca ğını merak ediyordu. ... Goblen Defter Üzeri goblen işli büyük bir defterdi. Annesinin, elini bol tutarak hazırladığı pastalar, poğ açalar, kurabiyeler, börekler, çörekler, tatlılarla donatılmış masanın üzerinde, meyve sularıyla dolu bardaklar, buz gibi soğ uk gazozlar, çeşitli kuruyemişler ve mevyelerle dolu kaseler diziliydi. Halaların pek bir anlam veremediğ i, ama hiçbir şeye karış madan, olan bitene asla katılmadan, onaylamaz gözlerle dudak bükerek izledikleri bu doğ um günü partisinde, bir de dizi dizi mumlar yakılınca, tiz perdeden itiraz sesleri yükseldi. Zaten baş ından beri onaylamadıkları, ama büyüklük gösterip ses çıkarmadıkları gavur icadı bu eğlencede, öyle kilisedeki gibi dizi dizi mumlar yakarak, evin betini-bereketini kaçıracaklarını, Müslüman evlerinde mumların ancak elektrik kesildiğ i zaman yakılabileceğ ini söylediler. Bunun üzerine Ali, babasının sesine benzeyen bir ses takınarak: Uzatmayın, dedi. Yatırlarda, ziyaretlerde, şeyhlerin dergahlarında da mumlar yakılmıyor mu sanki? Halalar, Ali'nin itiraz kaldırmaz bu çıkış ı kar şısında diyecek bir şey bulamamanın hırsıyla homurdandılar. Ali galip çıktığ ı böyle durumlarda hep yaptığ ı gibi, eklemeden edemedi: Ayrıca unutmayın ki, elektri ği de Müslümanlar değil, Hıristiyanlar bulmuş tur. Halaları ne zaman bir uygarlık nimetinden söz etmeye kalkı şsa Ali, onun "gavur icadı" olduğunu hatırlatmayı zevk sayar. Daha çok yabancıların çocukları, memur çocukları falan ça ğrılmış tı. Sınıfından ve mahalleden arkadaş ları da vardı. Genellikle pek uyduruk armağanlar getirmi şlerdi. Birkaç arkada şı da tam sinemaya gidecekken, yolda vazgeçmi ş, diğer arkada şlarının akıllarına uyarak öylesine gelmişlerdi; bu yüzden armağ an falan getirmedikleri gibi, yalnızca yiyip içme kısmına katıldıkları kutlamayı alaycı gözlerle küçümseyerek izliyorlardı. Bazı arkada şları, kıskançlıklarını kayıtsızlıklarıyla belli ettiler. Ortada hiç önemli bir şey yokmu ş gibi davrandılar. En çok da, diş tabibinin çekememezliğiyle ünlü, koyun gözlü, ş işman o ğlu, güya ondan yanaymı ş gibi yaparak, diğerlerini kışkırtıyordu. Ali, her ne kadar kendini rüyasına kaptırsa da, olan biten her şeyin farkındaydı. Onların, böyle yerli filmlerden çalınmı ş sahnelerle, zengin ailenin şımarık çocuğunun do ğum günü partisi verme hevesini aşa ğılamak istediklerini anladı. Anlamamış gibi yaptı. Giderken ceplerini tıka basa kuruyemi ş ve kurabiyeyle doldurmalarına ses çıkarmadı.

Page 145: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Arma ğanlardan biri üzeri goblen i şli bir defterdi. Ali, bu defteri gizemli buldu. Daha önce, böyle üzeri kuma ş kaplı, el yapımı bir defter görmemi şti hiç. Kalın, güzel, parlak kağ ıtlar vardı içinde, sırtları iyice çirişlenmi ş, sımsıkı yapı ştırılmı ştı cildine; arasında da kaldı ğı yeri bulmasına yardım edecek, kızıl renkli parlak kurdeladan bir ş erit vardı. Armağ anı getiren arkadaş ının, orta sonda okuyan ağ abeyinin eli şi dersinde ödev olarak yaptığ ı bir defterdi bu. Üzerindeki gobleni de ablalarından biri i şlemi şti. Çok emek verilmişti belli. Güzel çiçekler, renkli yapraklar ve ne olduğ unu bilmediğ i anlamlı, güzel şekiller vardı üzerinde. Güzellik, Ali'yi her zaman heyecanlandırıyordu. Kadın dünyasının, kadın emeğinin ve kadın zevkinin, güzelliğ e çok daha yakın olduğ unu biliyor; kendini, onların dünyasına çok daha yakın hissediyordu. Goblenin üzerine i şlenmi ş bu ş ekillerin ne oldu ğu, ne ifade etti ği pek anla şılmıyordu ama, güzeldiler; bu kadarı da Ali'ye yetiyordu; parmak uçlarını onların üzerinde gezdirmek, onlara dokunmak, onları hissetmek, onlardan heyecan duymak güzeldi. Ayrıca arkadaş ının ağ abeyinin çok becerikli olduğunu, elinin her i şe yatkın oldu ğunu biliyordu. Damarlı elleri, koca koca parmakları vardı. Beceri, erkek i şiydi ve kendine has bir gücü ve Ali'de belli belirsiz bir cinsel heyecan uyandıran esrarı vardı. Böyleleri, musluk tamir edebilir, soba kurabilir, araba parçası değiştirebilirlerdi. Arkada şının ağ abeyi de, okuldan artakalan zamanlarında, naylon oyuncakların içini alçıyla doldurup biblolar yapıyor, sonra onları rengarenk boyayıp cilalayarak, A şağı Çar şı'daki dükkanlara satıyordu. Tahta evler, arabalar, rengarenk uçurtmalar da yapıyordu. Onun yaptı ğı uçurtmaların hem çıtaları, hem ipleri çok sağ lam oluyordu. Kalenin eteklerindeki sert mizaçlı rüzgarların parçalayamadı ğı sa ğlamlıkta, hem güzel, hem dayanıklı uçurtmalardı bunlar. Hem bir seferinde bahçesinde top oynamaya gittikleri ortaokulun tuvaletinde i şerken, çükünü görmüştü onun. Nedenini anlamadı ğı bir heyecan duymuş , gözleri iri iri açılmış tı. Bir çükün zamanla bu kadar büyüyebilece ğini hiç düşünmemişti. Büyüyünce herkesinki öyle mi oluyor, diye şaşkınlıkla iç geçirmiş , gözlerini birkaç kere yumarak, gördü ğünü, gözlerinin arkasına saklamaya çalış mıştı. Unutmak istemediğ i şeyleri, gözlerinin arkasına saklamak istedi ği durumlarda böyle yapardı. Demek büyük çükler böyle kalın iş iyordu. Birkaç kez yutkundu. O büyük çüklü çocu ğun yaptığ ı defter, şimdi elinin altındaydı. Defterin güzelliğine, kaçamak gözledi ği o anın hatırası ayrı bir heyecan katıyordu. Annesi, yarım ağ ız, böyle süslü püslü bir defterin bir erkek çocuğ a armağan olarak getirilmesinin pek uygun olmadığ ını geveledi; halaları gördüklerinden zaten pek bir şey anlamıyor, aynı onaylamaz ve katılımsız gözlerle öylece bakmayı sürdürüyorlardı. Ali'ye bu defteri ne yapacağ ı soruldu. Okul defteri olamayaca ğı açıktı. O anda o da bilmiyordu, Bilmem, belki ileride hatıra defteri yaparım, dedi ve kaldırıp masasının çekmecesine koydu. Çirkin, ama zeki kızlardan biri, "Hatıra Defteri" olmaz, kilidi yok bunun, dedi. O zaman ben de kilitsiz hatıralar defteri yaparım, dedi Ali. Saçma bir tekerlemeye güler gibi, hep birlikte gülü ştüler. Ali, uzun süre kullanmadı o defteri. Yazmaya kıyamıyordu.

Page 146: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Yalnızca arada bir çıkarıp içini karı ştırıyor, sayfalarını, sırtını, kapağını ok şuyor; bo ş sayfalarında belirsiz hayallerle geziniyor, sonra yeniden yerine, çekmecesine kaldırıyordu. Sonra birdenbire ortalıklarda görülmeye ba şladı bu goblen defter. Zaman zaman Ali'nin, o defteri açıp büyük bir ciddiyet ve özenle içine bir ş eyler yapıştırdığ ını gördüler. Öyle uzun boylu ilgilenmediler yine de. Daha doğ rusu bu konuya en fazla ilgi gösterebilecek olan annesi bile hiç oralı olmuyor --tam da o sıralar, kendinin dı şındaki her şeye tuhaf bir kayıtsızlık kazanmaya ba şlamasının ilk zamanlarıydı-- Ali, yapış yapış parmakları havada, sayfaları dirsekleriyle ezerken, o, çok ötelere, artık ulaş amayacağını düşündüğ ü bir uzaklı ğa bakıyordu. Ali'nin, neredeyse herkeste merak uyandırmak istercesine, imalı davranı şlarla içine bir şeyler yapış tırıp ardından gösterişli bir gizem havası estirerek çekmecesine kilitledi ği, kimi zaman da güya bir dalgınlık sonucu ortalıkta unutmu ş gibi yaptı ğı bu defter, Ali, ne kadar esrarengiz tavırlar takınırsa takınsın, umduğ u, beklediğ i ilgiyi görmüyordu gene de. Defterden yaptığı tuza ğın içine kimse dü şmüyordu. Oysa bir zamandır defterin sayfalarına gazetelerden kesilmi ş çe şitli kupürler yapış tırmaya ba şlamı ştı ve şimdi bu defterin, annesi ve babası tarafından mutlaka görülmesini istiyordu. Daha çok da babası tarafından. Çünkü asıl kararı o verecekti. Onlara söylemeye çalı ştı ğı her şeyi, bu defter bir başına söyleyebilirdi. Hiçbir zaman, hiç kimseye asla söyleyemeyeceklerini, Ali'nin yerine konuş muş olacaktı. Kupürlerin hepsi de erkekken ameliyatla kadın olmu ş olan ki şilere ili şkin, gazetelerden kesilmiş haberlerden olu şuyordu. Ali, büyülenmi ş gibi büyük bir dikkat ve heyecanla, yutkuna yutkuna okuduğ u bu haberlere ili şkin kupürleri, ilk zamanlar yalnızca birer gazete kesiğ i olarak çekmecesinde tutuyorken, sonraları o goblen deftere yapı ştırmayı akıl etmişti. Çünkü, daha ilk okudu ğu haberle birlikte, kadın olmak istedi ğini anlamış tı. "Hürriyet" gazetesinde okudu ğu o ilk haber, hayatı hakkında önünde açılan aydınlık bir pencere gibi, içindeki bo şlu ğu gidermi ş, hayallerini amaçlandırmı ş, bütün gelece ğini, olmak istedi ğini ona göstermiş ti. Đ mkansızı mümkün kılan bu tür bir operasyonun, bütün bir hayatını ve geleceğini de ği ştirece ğini seziyordu. Ameliyatla kadın olan bir Đngiliz erke ğe iliş kin okuduğ u o ilk haber, saygın bir aile büyüğ üne albümde ayrılan en değ erli yer gibi, ba ş sayfalara özenle yapış tırılmı ş, foto ğrafın etrafına renkli kalemlerle bitki ve çiçek süsleri yapılmıştı. Tuhaftır, her şeyden gereksiz sonuçlar çıkaran o kuş kucu, meraklı annesi bile, Ali'nin defterine karş ı kayıtsız kaldı; o kadar ki, Ali, bütün bu sonuç vermeyen çabalarının sonunda, onların aldıkları bir karar gere ği, mahsus böyle davrandıklarından ku şkulanmaya başladı. Aslında, ta ba şından beri, Ali'nin ne demek istedi ğini anlamış , ama kendi aralarında uğ ursuz bir anla şmaya vararak, onun bu çağ rısını öldürücü bir kayıtsızlıkla karş ılıksız bırakarak, cezalandırma yoluna gitmi ş olabilirlerdi. Ali, artık çok açık bir biçimde kadın olmak istedi ğini biliyordu. Annesi, babası, Ali'nin durumunu anlasınlar, onu kendi elleriyle ameliyat ettirsinler ve Ali, hayatının geri kalanını bir kadın olarak yaş asın istiyordu. Bunu kendine ve aynalara yüksek sesle söylemeye başlamı ştı. Her gece kadın olduğ u zaman alaca ğı ad --ki çok sık deği şiyordu-- evleneceğ i adam --aynı sıklıkla olmasa bile o da deği şiyordu-- kendine kuraca ğı hayat --ki yalnızca ayrıntıları değ işiyordu-- hakkında zengin ve renkli hülyalara dalıyordu. Ansiklopedilere bakıyor, insan anatomisi hakkında bilgi sahibi olmaya çalış ıyordu. Kadın vücudunun gizlerine ansiklopedi sayfalarında ermeye ba şlamı ştı. Gecikmek istemiyordu. Vücudunun tüylenmesini, bacaklarının,

Page 147: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

göğüslerinin kıllanmasını, sesinin kalınla şmasını istemiyordu. Buna tahammül edemeyece ğini biliyordu. Kendini öyle görmeye dayanamayacaktı. Ne de olsa, çocuk bedeni kadın bedenine yakındı, henüz tam bir erkek sayılmazdı, ama bu saf ve temiz çocuk bedeni, kadın bedenine yakın kılan bütün bu özellikler, kıllar, tüylerle lekelenip kirlenmeden bu ameliyatı mutlaka olmalıydı. Kendini öyle görmeye tahammül edemezdi, ölürdü. Annesiyle babasının öldürücü kayıtsızlığ ı, gündelik davranı şlarında daha ileri gitmesine yol açtı. Onların, böyle bir şey yokmu ş gibi davranmalarına hiçbir anlam veremiyor, onların, kendisini anlamasını çabuklaş tırmak için yeni çareler dü şünmek zorunda kalıyordu. Artık ayrı eve çıkmı şlardı, hizmetçiler yarım gün çalı şıyor, her gece kalmıyorlardı, bu da onun oyunlarına imkan tanıyan bir durumdu. Gizli gizli ka şlarını almaya, hafif hafif dudaklarını, yanaklarını renklendirmeye baş ladı. Ak şam yemeğ inden sonra, annesiyle babasının, o sonsuz "pi şti partileri" sırasında, onlara çay-kahve servisi yaparken, kendine havlulardan, örtülerden yaptığ ı, kendi deyiş iyle "sütun gibi bacaklarını" ortaya çıkaran mini etekler giyiyor, o öyle ortalıklarda kırıta kırıta çırpınırken, her şey çok normalmi ş gibi davranan annesiyle babası, sonsuz bir kayıtsızlıkla birbirleriyle dala şa dala şa pi şti oynamayı sürdürüyorlardı. Ali, belki de bu konuya yönelik bir suskunluk kararı alındı ğını ve bu sessiz duvarı delemeyece ğini anladı. Annesi de, babası da Ali'nin ısrarları kar şısında, birkaç kez defteri kayıtsız gözlerle karı ştırıp yerine koyduklarında da bundan emin oldu. Kimseye bu konuda hiçbir şey söylemedi. Tüylerinin çıkmasından çok korkuyordu. Tüylerinin çıkması her şeyin bitmesi demekti ona göre. Bu kanıya nereden kapıldı ğı belli de ğildi, ama tüyler kendini erkek olmanın karanlığ ına kilitleyecek sonsuz i şaretler gibi vücudunda belirdi ğinde her şeyin bittiğ ini anlayacaktı. Okul dönü şlerinde, ev ödevini aceleyle tamamlayıp ak şam yemeğini çabuk çabuk yedikten sonra, hemen odasına kapanarak yatağına gömülüyor, yorganı ba şına çekerek, gördü ğü filmler kadar heyecanlı, maceralı, acıklı hayallere dalıyordu. Gerçeklere katlanamıyordu. Gün ışı ğına katlanamıyordu. Kimseyle konuşmuyor, kendini diğ erlerinin gözlerinden saklıyordu. Kaç kez babası gelmiş , yorganı ba şından çekerek, Yüzünü görelim o ğlum, ne zamandır görüşemiyoruz, demiş ti. Kadın olduğ unda alacağı ad, giyeceğ i elbiseler, evlenece ği adam, döş eyece ği ev, çıkacakları seyahatler yorganın altında saklanıyordu. Babası yorganı biraz daha açmayı akıl edebilse, orada saklanan her ş eyi görebilecekti. Ona duyurmamaya çalış arak, Yaş ıdır, içe kapanık olur bu yaşlarda, diye fısıldaş ıyorlardı kapı arkalarında. Oysa Ali her zaman en çok fısıltıları duydu. Defterin bulundu ğu çekmeceden sesler duydu ilkin. Bu sesleri kendinden ba şka kimsenin duymadı ğını fark ettiğ inde dehş ete kapıldı. Özellikle geceleri çekmecenin içinden sesler geliyordu. Bilmediğ i bir dilde konu şuyorlardı. Đlkin erkek sesleri duyuyor; konuşmasının ortasında ses yavaş yava ş değ iş erek inceliyor ve kadın sesi olarak çıkmaya başlıyordu. Kula ğına kilitlenmiş o her zamanki seslerden sandı ilkin. Bir gece korkularını ve kuşkularını yenip çekmeceyi açtı, çekmeceden yükselen sesler ilkin yere, halının üzerine dökülmeye, ardından odayı, salonu doldurmaya baş ladı. Kilitli kalmı ş sesleri, kilitli kalmı ş cinler gibi kapatıldıkları

Page 148: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yerden kurtardı ğını düş ünürken, bütün evi sesler basmaya ba şladı. Defteri açtı, sayfalarını silkeledi, sesler durulur, diner, biter sandı; oysa konuşmalarını hep bir a ğızdan ve daha açık seçik bir biçimde sürdürüyorlardı. Defteri masanın üzerine koyup sayfa sayfa açtı, konu şanlar gazete haberlerinde foto ğrafları bulunan kiş ilerdi. Şimdi herkes sakin sakin sırasını bekliyor, sırası geldikçe konu şuyor, kendi hikayesini anlatıyor, sonra da saygılı bir biçimde susuyor, sözü bir di ğerine bırakıyordu. Ali dehş etle fark etti ki, hiç anlamadı ğı dillerde yapılan konu şmaları bile hiç zorlanmadan anlayabiliyor. Bunun nasıl mümkün oldu ğunu bilmiyordu ama, konu şulanları rahatlıkla anlıyor, anlatılan hayat hikayelerini ilgiyle dinliyordu. Başkalarına söylemeye kalkı şırsa, kimsenin buna inanmayacağ ını biliyordu. Herkes delirdi ğini dü şünecekti. Ancak yazarların böyle bir ş eye hakları vardı. Belki ileride yazar olur ve günün birinde böyle bir hikaye yazarsa, herkes tarafından hem bir fantezi sanılır, hem de ilgiyle okunurdu. Dedesi bile, "Bo ş hikaye," demezdi. Sayfaları a ğır a ğır çevirdikçe, sesler azalmaya, giderek uzaklaş maya başladı. Foto ğraflar sakinleşmiş , konu şmalar yatı şmıştı; sesler bütün bütüne kesildi ğinde, arzın merkezindeki kadar kesin bir sessizlik kapladı ortalığı. Seyrettiği bir filmde, arzın merkezi, dünyanın en sakin yeri, diye anlatılıyordu. Buna inanmış tı. Öyle bir yerde uyumak istiyordu. Kula ğında hiçbir sesin olmadığı bir yerde. O geceden sonra artık her gece yatmadan, sayfalarını havalandırmaya başladı defterin. Annesinin, babasının ve haftanın bazı geceleri küçük odada yatan hizmetçinin hiçbir ş ey duymamış olmalarına çok şaşırıyor, evdekilerin usul usul delirmeye ba şladığ ını, hiçbir ş eyin farkında olamayacak kadar akıllarını kaybettiklerini düşünüyordu. Bu o ğlan böyle sessizle şir, içine kapanır, her ak şam hava kararır kararmaz yata ğa girmeye devam ederse, korkarım, onu bir doktora göstermemiz gerekecek, diye kaygılarını dile getiriyordu babası. Bu, hiç normal de ğil! Ali, "normal" sözünden nefret ediyordu. Normal sözü kendisini düpedüz tehdit eden bir şeydi. Ona hiçbir şey anlatmıyordu bu sözcük. Annesi, i ğnelemekten çok, sahici bir kaygıyla, Dedesine benzeyecek diye ödüm kopuyor vallahi! diye sözünü kesiyor babasının. Annesiyle babasının seslerinin arasına, ba şka insanların sesleri karışıyor, dünyanın sesleri birbirinin içine giriyor, sözcükler eriyor, anlamlar kılık de ği ştiriyordu. Đnsanın ki şiliğinin seste saklı oldu ğunu biliyordu. Đnsanı ele veren sesiydi. Đnsanları seslerinden tanıyordu. Sesini duymadığ ı hiç kimse hakkında hiçbir fikri olmuyordu. Đnsanlar, her şeylerini gizleyebiliyor, ama seslerini gizleyemiyorlardı. Đnsanları, yüzlerinden, bakışlarından değil, seslerinden, seslerindeki tınılardan, kıvrımlardan, bükümlerden, dalgalanmalardan tanıyordu. Đnsanın içine kapatılmış , kilitlenmi ş her şey, sesin kıvrımları, bükümleri arasından dışarı sızıyor, kendini ele veriyordu. Bazı kapatılmış sesler, sahibinin kendi içinde boğulmuş olduğunu söylüyordu. Bazı sesler katı katı, bazıları teneke

Page 149: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gibi çıkıyor, her biri, sahibinin bir korkusunu ele veriyordu. Ruhun aynası sayılan gözler bile, ruh konusunda yalan söyleyebilirdi ama, insanın, ruhunu en iyi yansıtan şey, sesiydi. Sözler yalan söyleyebilirdi, ama ses asla! Ailesinin kendisini ameliyat ettirece ğinden iyiden iyiye umudunu kesmeye baş lamı ştı artık. Yeni kurdu ğu hayallerde, evden kaçıp, çalı şıp, para biriktirip kendisi ameliyat olacaktı. Sonra da gelip ellerini öpüp onlarla barı şacaktı. Belki de evleneceğ i adamla birlikte gelirlerdi. Kapıda, son model lüks bir otomobil durur, içinden çok güzel bir kadınla, çok yakı şıklı bir adam kol kola iner, eve do ğru yürürlerken, pencereler açılır, ve sonunda herkes birbirini affeder! Ama bütün bunlar vücudu tüylenmeye ba şlamadan olmalıydı. Yoksa çok geç olurdu. Đlkin duda ğının üstünde ince, sarı tüyler belirmeye ba şladı. Gördüğ ünde deliriyordu. Erkekliğe adım atan sesindeki ilk çatlaktan sonra, günlerce hiç kimseyle konuş madı. Yata ğına giriyor, yorganı ba şına kadar çekiyor, kimse ağzından tek kelime bile alamıyordu. Sonunda Ali'yi, Adana'ya bir ruh doktoruna götürdüler. Doktor, günlerdir bir türlü konuş turamadığ ı Ali'yi, hırsından delirip tokatlamaya baş layınca, yanaklarını tutu şturan bu sert ve güçlü erkek elinin altında Ali, ilk kez sarsıla sarsıla boş aldı. Bunun hep bir rüyada olacağını söylemişlerdi. Ama rüyalar gerçek olmuyordu. Hayatla yetinmeyi öğrenmeye ba şlamalıydı artık. ... Yoksulların Tarikatı Yeni eve, yeni bir hizmetçi almak gerekti. Bunun üzerine, haftada üç gün temizli ğe gelen bir gözü kör kadının yeti şkin kızını yatılı almaya karar verdiler. Adı, Sakine'ydi. On üçünü geçmi şti. Serpilmi ş, geli şmiş, güçlü kuvvetli bir kızdı. Aydınlık bir gülüşü, dolgun dudakları vardı. Güldü mü, bütün di şleriyle gülüyor, gözleri çizgi oluyordu. Kalın ka şlı, gür kirpikli; iri, badem gözlüydü. Ali'nin annesi, her zaman yaptığ ı gibi, kocasından kıskandı onu. Daha önce, kızın annesini de kör gözüne ra ğmen kıskanmış tı. Kıskanmak, her koş ul altında, karşı konulmaz bir duygu olarak içinde yaşıyordu onun. O, neredeyse kıskanmak için yaratılmı ş bir kadındı. Đlk ba şlarda kızı sevmedi Ali. Ho ş, kim olsa sevmeyecekti. Bu, ba şından belliydi. Türlü huysuzluklarla burnundan getirdi kızın. Sakine, ne kadar Ali'nin suyuna gitmeye çalı şırsa çalı şsın, o, gene de canından bezdiriyordu kızı. Bazı hafta sonları birlikte sinemaya gidiyorlar, "aile yeri"nde oturuyorlardı. Đki kişi oldukları halde, bazen dört ki şilik loca parası

Page 150: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ödeyerek loca tutuyorlar, uzun külahlarda şekerli leblebiler yiyor, üst üste buz gibi so ğuk gazozlar içiyorlardı. Kız, Türkan Şoray'a, Ali de Hülya Koçyi ğit'e hayrandı. Bu yüzden aralarında sürekli bir çekişme vardı. Melodram filmlerinin vazgeçilmez adları olan bu iki artist, daha çok kadınları ikiye bölen kıyasıya bir rekabet içindeydiler. Ve Ali ile kız arasında bu yüzden sık sık ate şli tartı şmalar, hatta daha çok Ali'nin bağırıp çağ ırmasıyla sonuçlanan kavgalar çıkıyordu. Ali, Sakine'yi a ğlatmadan hiçbir kavgayı bitiremiyordu. Bir kavganın sonuçlanması demek, taraflardan birinin ağlamaya baş lamasıydı ona göre. Ali, Türkan Şoray için: O, hizmetçi tipli, diyordu; sen onun için be ğeniyorsun onu. Hülya Koçyiğit ise evin kızı tipli. Ali, Sakine'ye o hafta seyrettiği filme göre, bazen "kötü kalpli zengin kızlar" gibi kötü, bazen "iyi kalpli zengin kızlar" gibi iyi davranırdı. Kızdığ ı, öfkelendi ği zamanlardaysa, kıza annesinin bir hizmetçi, babasının bir hamal oldu ğunu hatırlatarak galip çıkmaya çalışır; bundan ötürü ço ğu zaman üzüntü ve pişmanlık duyar, kimi zaman da hiç oralı olmazdı. "Benim babam avukat, senin baban hammal!" Bu acı ve a ğır sözler kıza hem üzüntü veriyor, hem onun da "kendi filmlerini" çevirmesine olanak tanıyordu; acı gerçekleri yüzüne çarpan bu sözler üzerine, kız da filmlerde gördüğ ü gibi, ilkin elleriyle yüzünü kapatarak hıçkırmaya ba şlıyor, ardından yattı ğı odaya ko şarak, kendini yatakların üstüne yüzükoyun atarak, hıçkıra hıçkıra a ğlıyordu. Bir süre sonra gözkapakları şi ş şi ş, yüzünde küs bir ifadeyle, güya üzüntüsünü kimse anlamasın diye saklıyormu ş gibi, sakin ve kayıtsız görünmeye çalışarak, boynu bükük bir halde ortalara çıkıyor, bütün bu imalı hareketlerle Ali'nin annesinin büsbütün meraklanarak, "Ne oldu kızım sana böyle, söyle bir şey mi oldu, bir şey mi diyen oldu sana?" demesini sa ğlıyordu. O da deği şen durumlara göre, kimi zaman ya Ali'yi ele vererek onun azar işitmesini sağlıyor, ya da hiçbir şey söylemeyip bu kez de her ş eyi içine atan fedakar kız rolünün hakkını vermeye çalı şıyordu. Sakine'nin, Ali'den birkaç yaş büyük erkek karde şi bir süre sonra evin çar şı pazar i şleri için tutuldu ğunda, Ali bu kez de onu hiç sevmedi. Ali'yi kızdırdığı bir gün, Ali, gene sinirlenip ablasına yaptığ ı gibi çocuğ a da, "Benim babam avukat, senin baban bir hammal!" diye bağırdığında, çocuk kayıtsız gözlerle dinlemi ş, sonra "N'olmu ş yani!" deyip omuz silkmi şti. Ali, bu sözlerin çocuk üzerinde hiçbir etkisinin olmadı ğını görünce, ilkin şa şırmı ş, sonra hayranlık duymuştu. Bu, Ali'nin bilmediği bir güçtü. Hiçbir şey olmamış tı ona. Sokak çocuklarına hiçbir şey olmuyordu. Ak şamına rüyasında, çocu ğun çükünü, kendi çükünün içine sokmaya çalışırken gördü. Bir daha ne ona, ne kıza annelerinin hizmetçi, babalarının bir hamal olu şuna ait tek bir söz bile etmedi. Nedenini bilmediğ i bir şey, onu utandırmı ş, elinden silahını almı ştı. Yeni evlerinin mutfak penceresi, askeri kı şlanın arkasına bakıyordu. Aralarında, yanık otların, cılız ye şertilerin yer aldı ğı, hafifçe engebeli geni ş bir arazi vardı, geride, hüzün veren kararmı ş duvarların üzerinde yükselen içerlekli pencereleri demir parmaklıklı koca kış la binası, sonra da o tel örgüler... Geceleri, bazı yanık sesli erler, yürek paralayan bir içlilikle türküler, uzun havalar söylüyorlardı. Kapatıldıkları ko ğuşların yüksek pencerelerinden dalga dalga dı şarı taşan bu sesler, havada bir tül gibi dağ ılarak, Alilerin evine kadar ula şıyordu. Bu yanık sesler, bu dokunaklı türküler, Ali'nin canını yakıyor, içinde hiç tanımadığ ı sızılı duygular uyandırıyordu. Bazı türküleri ilk böyle duydu, böyle ö ğrendi Ali. Dinlerken en çok hüzünlendi ği türkü de: "Ş u uzun gecenin

Page 151: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gecesi olsam//Sılada bir evin bacası olsam//Dediler ki: Nazlı yarin pek hasta//Ba şında okuyan hocası olsam"dı. Bu türküyü ne zaman duysa, birdenbire gözleri dolar; nedenini, niyesini bilmedi ği bir hasret duygusuyla burnunun dire ği sızlar; konu şacak olsa sesi titrerdi. O geceyi hiç unutmadı Ali. Çok sıcak bir günün ak şamıydı. Đnsanı hiçbir şey yapmadı ğı halde peri şan eden, halkın, "sıcak yorgunlu ğu" dediği yorgunluktan bitkin düş müş olarak, balkona atılmı ş simli minderlere serilmi ş; o yaz gecesinin belli belirsiz serinliğ inden yarar umarak, "kar şının ı şıkları" dedikleri Suriye'nin parıldayıp duran ı şıklarını seyre dalmı şlardı. Birçok evin damının gece e ğlencesiydi bu ış ıklar. Karşıda görünen, Suriye'nin sınır kasabası olan Kamışlı'nın ı şıklarıydı. Tuhaf bir hüzün veriyordu o ı şıklar Ali'ye. Ba şka yerlerde başka hayatlar oldu ğu duygusunu güçlendiriyordu. Oranın ba şka bir ülke olduğ unu, bayra ğının ba şka bir bayrak, parasının ba şka bir para olduğ unu; orada da çeş itli insanlar ya şadı ğını ve ba şka baş ka hayatların sürdü ğünü biliyordu. Bu, onda içini derinleş tiren, kendini dünya üzerinde yalnızla ştıran, belirsiz, tuhaf duygular uyandırıyordu. Đkisi de yorgunluktan bitkin, o uzak ışıkların çekimine kapılmış , kendi içlerine dönmüş olarak, ara ara esen ince bir rüzgarın ta şıdığı serinlikle birlikte iç çekerek, kendi dünyalarına gömülmüş , mahzun ve dalgın bir bitkinlik içindeydiler. Sakine, birdenbire gö ğüsten gelen yumuşak, sıcak bir sesle, Suriye'deki akrabalarından söz etmeye başladı. Onları uzun zamandır görmemi ş, çok özlemi şti. Hep bayramların birinde gidece ğini ummu ş, ama kaç bayram geçtiğ i halde hiçbirinde gidememi şti. Kolay gidip gelemiyorlardı, sınırda çok güçlük çıkartıyorlardı yoksullara. Bir de her zaman paraları yetişmiyordu tabii. Sonra simli Şam gecelerinden, havuzlu bahçelerdeki şarkılı gecelerden söz etti. Kız, birdenbire Ali'ye içini göstermi şti. Ali, yorgunlu ğunu unutmu ş, tazelenmi ş bir dikkatle dinliyordu kızı, birdenbire insanlarda aradı ğı şeyin tam da bu olduğ unu anladı. Đnsanların içini görmek istiyordu o. Duygularını tanımak, hikayelerini dinlemek, düş lerini payla şmak, düş üncelerini öğrenmek istiyordu. Herkesin birbirine yalan attı ğını, pozlar takındığ ını, numaralar yaptığını, ş i şindiğ ini, böbürlendiğini biliyordu. Herkes, her şey, ne zamandır hep mahsusçuktanmı ş, yalancıktanmı ş gibi geliyordu Ali'ye; ama böyle bir gece vakti, böyle diz dize oturup böyle içli şeyler anlatmaksa, gerçek ve güzeldi. Sakine anlattıkça, huysuzluklarının dindiğ ini, kızgınlıklarının duruldu ğunu, içinin sakinle ştiğ ini fark etti. Sakine de, o haylaz, yaramaz Ali'nin kelimeler ve hikayeler karş ısında aciz dü ştüğünü, kendiliğ inden teslim oldu ğunu gördü. Yüzüne bir bebek masumiyeti geldiğ ini, bir melek safiyeti içinde kendisini dinledi ğini gördü; bunun üzerine anlattıklarını süsleyerek çe şitlendirmeye baş ladı. Anlattıkça geni şleyen bir yelpazede, günler, geceler süren bir yolculu ğa çıktılar. Gece anlattıklarını, gündüz anlattıkları izledi; hikayeleri, masallarıyla Ali'yi durdurduğunu, onu sakinleştirdi ğini, onun üzerinde bir güç kurdu ğunu anladı. Dü ş gücü zengin bir kızdı, renkli, çarpıcı öyküler anlatıp duruyordu Ali'ye. O kıraç sessizli ğiyle güne şe kom şu evlerin serin ayvanlarında oturup bütün ufkun yalnızca bir bozkır oldu ğu o taş kentte insanlar birbirlerinin masallarını dinliyor, birbirlerinin masallarına inanıyorlardı. Sıcağın hiçbir şeyi, hatta zamanı bile kımıldatmadı ğı o kızgın ö ğleüzerlerinde; ya da bol yıldızlı gecelerin, damlara, avlulara serilmiş biti şik yataklarında fısılda şan masallar bütün uzaklıkları yakın ediyordu, bütün dü şleri gerçek. Sonunda Ali'yi yenecek silahı bulmu ştu. Masallar, ne kadar ola ğanüstü, ne kadar inandırıcılıktan uzak olursa, Ali o kadar inanıyordu. Her çeş it uydurukluk Ali'yi kandırmıyordu tabii. Đnce bir ayar gerekiyordu bunun

Page 152: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

için. Bu konuda her seferinde ba şarılı olamıyordu ama, Ali'nin nelerden ho şlandığ ını, neler istedi ğini anlamış tı artık. Saçma sapan şeylere değil ama, kendi içinde bir tür tutarlılık ve mantık sağlamlı ğı ta şıyan olağ anüstülüklere inanıyordu o. Anlattığ ı hikayeler, zamanla tavsamaya, bildi ği masallar tükenmeye ba şladı Sakine'nin; uydurduklarının da eskisi kadar Ali'nin ilgisini çekmedi ğini gördü. Ali yeniden huysuzlanmaya, aksilenmeye ba şlamış tı. Üstelik bu kez eskisinden de fazla sorun çıkarır olmaya başlamış tı. Vardıkları bu yetinmezlik noktasında, artık daha fazlasının yapılması gerektiğ ini dü şündü Sakine. Artık bir masalın anlatıcısı ya da dinleyicisi olmanın, onlara yetmediğ inin bir biçimde farkına varmış tı, bundan sonrasında düpedüz bir masalın içinde yer almalı, o masalın kahramanı olmalıydılar. Ama nasıl? Ali'nin gizlili ğe olan merakını biliyordu. Elindeki tek ipucu buydu. Sancılı arayı şlarla geçen günlerden sonra, bir gece, her şey dilinin ucuna neredeyse kendiliğ inden geldi. Ali'nin bir gece yarısı uyanıp onu yata ğında bulamaması ile ba şladı her şey. Sakine'nin nerede oldu ğunu merak etmi ş, etrafa bakınmış , beklemiş , beklemiş , sonra da uyuyakalmış tı; ertesi gün Ali, ona nerede olduğ unu sorduğ unda, ilkin hatırlamaya çalış mış, uykusu kaçtığı için böyle zamanlarda hep yaptığ ı gibi, balkonun karanlık bir köşesine büzülüp kar şının ı şıklarını seyretmeye daldı ğını söyleyeceğ i yerde, merak uyandırıcı bir gülümseyi şle baş ını öne eğ erek manidar bir biçimde susmu ştu. Ali'nin bütün sıkı ştırmalarına, "Uzak bir yerdeydim", "Çok gizli", "Sana söyleyemem," gibi Ali'nin merakını büsbütün gıcıklayıcı kaçamak yanıtlar vermişti. Bütün gün pe şinde dolanan Ali'yi hem merak içinde, hem de yanıtsız bıraktıktan sonra, ertesi gece birdenbire dilinin ucuna neredeyse kendiliğ inden gelen renkli sözlerle kayboluş unun masalsı gizini açtı ona. Đ lkin gizlili ği güçlendirici bütün yeminleri ettirdi Ali'ye. Anlattı ğı her ş eyin aralarında kalacağına dair, kimseye hiçbir ş ey söylemeyeceğ ine dair bilebildiğ i bütün yeminleri ettirdi. Ali'yi daha da heyecanlandıran, merakına büyü katan şeylerdi bunlar. O anda tutabilece ği ya da tutamayaca ğı bütün yeminleri etmeye dünden razıydı. Yeter ki olan bitenleri ö ğrenebilsin! Bunun üzerine gizini verdi ona: Gizli bir tarikattan oldu ğunu, bu tarikat şeyhinin Suriye'de ya şadı ğını, tarikattan olan bir kişinin bazı doğ aüstü güçler edindi ğini, örne ğin geceleri bir gözkırpımında dünyanın öteki ucuna gidebileceğ ini, görünmez olabileceğ ini anlatıp bunlardan kimseye söz etmemesini istedi. Geceleri dünyayı geziyordu. Đ stanbul, Arabistan çölleri, simli Ba ğdat geceleri, Avrupa'nın filmlerde gördü ğümüz baş kentleri... Đlk sözü: Ben bir tarikatın üyesiyim, demek oldu. Büyük bir itiraf sahnesiydi bu. Bunu senden ba şka kimse bilmiyor. Ali çok heyecanlandı, solu ğu kesilecek gibi oldu. Tarikatın ne oldu ğunu yarım kulak biliyordu. Ama bu tarikatın, ne tür bir tarikat olduğunu, ona, Sakine açıkladı. Sadece Müslümanlar girebiliyordu bu tarikata. Kalbi temiz olanlar, kötülük bilmeyenler. Allah korkusunu bilenler. Geceleri geziyorlardı. Herkes uykudayken tarikat cinlerinin görünmez yardımlarıyla dünyanın öteki ucuna kadar bir göz kırpımlık zamanda gidip gelebiliyorlardı. Đşte o senin beni yatağımda göremedi ğin gece Şam'a gitmi ştim. Akrabalarımı görmeye. Herkes uykudaydı, uyurken seyrettim onları, çocukların üstü açılmı ştı, örttüm, alınlarından öptüm, mutfa ğa girip bir tencere dolusu güzel bir yemek yaptım onlara; sabah uyandıklarında, Kim yaptı bu yemeğ i? diye çok şaşıracaklar; saçımdan ince

Page 153: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir tutam kesip amcaoğlumun yastığının üzerine bıraktım. Sabahına belki bulur, belki bulamaz. Artık o, onun kalbine kalmış . Kızın anlattıklarından ürperen Ali'nin gözlerinden ya şlar süzülmeye başlamış tı kendili ğinden. Neden konu şmadın onlarla? dedi. Tarikatın kanunlarına göre yasaktır bu, dedi. Ancak özel olarak izin aldığımız durumlarda konu şabiliriz. Bu da çok az olur. Yoksa tarikatın gizliliğ i kalmaz. Ben, beni görünmez kılan kutsal kanunları görünür kılamam ki! Ben aciz bir kulum! Ali, Ben de girmek istiyorum bu tarikata, dedi. Sakine ses çıkarmadı. N'olur beni de al! Benim elimde de ğil ki, dedi Sakine. Ali'nin gözlerinde derin bir çaresizlik ve mutsuzluk vardı. Acıdı ona, dönüp Ali'nin gözlerindeki yaşları, elinin tersiyle sildi. Baş ını, "hayır" anlamına gelebilecek bir biçimde iki yana salladı. Hem çaresizlik içinde bakıyor, hem gülümsüyordu, Olmaz Ali, ben çok isterim ama, olmaz. Neden? dedi Ali. Ama neden? Bu tarikat, yoksulların tarikatı çünkü, dedi Sakine. Zenginler ve onların çocukları giremez. Siz gündüz gözüyle paranızla gidebiliyorsunuz her yere, biz yoksullar gidemeyiz. Bize gecenin gizli yolları açıktır bir tek. Bir göz kırpımında gider geliriz. Ama her yoksul insan iyi insan de ğil ki, diye itiraz edecek oldu Ali. Öyle dedi kız, Her yoksul iyi de ğil tabii. Tarikatın emirlerini yerine getirenler, kalbi temiz olanlar, baş kaları için iyilik dü şünenler, Allah korkusu taşıyanlar... Kötü kalpli yoksullar giremezler bu tarikata, dedi. Her kalbin misafiri olan duygular ayrıdır, dedi. Bazı kalplerde merhamet oturmaz. Kötülük, bazı kalplerin ev sahibidir. Hayal kırıklı ğı, bazı kalplerde kiracı durur. Hayal kırıklı ğı ne demek? diye sordu Ali. Kalbe düşen gölgedir, dedi Sakine. Hem kötü, hem yoksul olanlar, hem bu dünyada, hem öteki dünyada cezalandırılmış insanlardır. Tarikat, kendine mürit olarak, yalnızca iyi yürekli saf ve temiz yoksulları seçer. Keşke ben de yoksul olsaydım, dedi Ali. Kalbim iyi ama, babam zengin! Đlk defa sahiden yoksul olmak istiyordu. Ali, Sakine'ye kar şı büyük bir kıskançlık duydu. Bir tek onun girebildi ği bu tarikat kapısının dı şında kaldığ ı için, kendini öksüz ve unutulmu ş hissetti. Ke şke, keş ke ben de yoksul olsaydım, dedi. Yoksullu ğun kıskanılacak bir yanı oldu ğunu hiç bilmezdim. Belki bir dahaki sefere, dedi Sakine. Nasıl bir dahaki sefere? diye sordu Ali. Ölüp yeniden dünyaya başka biri olarak geldi ğinde, belki bu kez yoksul olarak dönersin dünya topra ğına. Ali, böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştı. Demek, ölüm hiç yok, dedi. Hiç yok, dedi kız. Ölüm üstümüzü de ğiştirdiğ imiz bir yerdir. Ali, tarikattan söz etmeye ba şlamasıyla birlikte, kızın da tıpkı dedesi gibi konuşmaya ba şladığ ını fark edip çok heyecanlandı. Gizliliğin, insanı sıradanlıktan kurtaran, gündeliğ in kirinden yıkayarak yücelten bir yanı vardı demek. Bütün gün itip kaktı ğı bu hizmetçi kız bile, gizlili ğin siyahına büründüğü andan itibaren bir ermi ş gibi konuşmaya ba şlamış tı. Ondan sonraki günler ve geceler kızın anlattığ ı geziler doldurdu önceki masalların, hikayelerin yerini. Sakine, sık sık, dün gece şöyle bir yere gittim, şunu gördüm, bunu gördüm, diye anlatmaya ba şlıyor, renkli ayrıntılarla süslenmi ş, masal tadında uzun maceralar anlatıyordu. Ali'nin ilgisini çekece ğini bildiği kişileri ve yerleri seçiyordu. Dün gece, Đstanbul'a, Hülya Koçyi ğit'in evine gittim, diye ba şlıyordu bir gün. Ali çok heyecanlanıyordu. En sevdi ği artistti o! Ne yapıyordu? Ne yapıyordu? diye heyecanla soruyordu. Parasını nereye saklıyor, biliyor musun, yastı ğının içine, çok güzel pamuklu bir yastı ğı var, onu açıp, paralarını içine saklayıp dikiyor. Niye bankaya yatırmıyor? diye sordu Ali. Koskoca artist! Hangi bankaya gitse, onun parasını kabul ederler. Annesinden saklıyor, dedi Sakine. Annesi açgözlü bir kadına benziyor. Kızın bütün paralarını elinden almak istiyor. Hem sana bir şey söyleyeyim mi, kız elinden

Page 154: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kaçacak diye evlenmesine bile izin vermiyor onun. Kaç kere gözümün önünde kavga ettiler! Ali büsbütün heyecanlanıyor: Ben anlamı ştım zaten, diyor. Yoksa Ediz Hun'la evlenecektiler, de ğil mi? Ahh, ke şke onları evlendirebilsen Sakine. O kadar sevaba girerdin ki! Ben ne yapabilirim ki, seyretmekten ba şka, diyor Sakine. Yoksullar yalnızca seyrederler. Tarikatın cinlerinden yardım istesen! Bazı mecmualarda foto ğraflarını gördüğ ü Hülya Koçyi ğit'in şi şman ve zalim annesinden şimdi daha çok nefret ediyor. Ali, bazı geceler yata ğına yattıktan sonra, uyumamak için gözünü bile kırpmamaya çalı şıyor; böylelikle Sakine'nin birdenbire yok oldu ğu o esrarengiz ana tanık olmak istiyor; içeri alınmadı ğı ancak kapısının önünde durduğu gecenin öte yanına geçi şe, hiç olmazsa bu kadarına tanık olmak istiyor. Onu yata ğında bulamayacağ ı bir anda gitmi ş oldu ğunu görmek, ve kendine fazla gelen bu gerçe ği gözleriyle do ğrulayarak kabullenmek istiyor. Ama her seferinde, beklemekten yorgun dü şmüş gözleri kendiliğinden kapanıyor, uyku sessiz sedasız kuca ğına alıyor onu. Keş ke ben de yoksul olsaydım, diyor aynalara; bak o, her gece ne güzel geziyor. Bense burada hapis gibiyim, bu sıcaklarda, bu so ğuklarda uyuyamıyorum bile. Sakine'yle konuş madığı zamanlar aynalarla konuşuyor. Ali: Neden artık bir şeyler anlatmıyorsun bana? dedi. Geceleri artık gezmiyor musun, yoksa benden saklamaya mı ba şladın gezdiklerini? Yoksa kızgın mısın bana? Ceza mı veriyorsun? Sakine'nin aslında sevinçli olup da, üzgün görünmeye çalı ştı ğı bir gündü; Ali'yi bir kö şeye çekerek, artık hiçbir yere gidemiyorum da ondan, dedi. Niye gidemiyorsun peki? Beni tarikattan attılar! Gelin gidiyorum Suriye'ye. Beni verecekleri adam zengin bir adam. Artık yoksul olmayacağ ım. Biliyorsun bu yoksulların tarikatıydı. Artık onların arasında yerim yok. Sen bu adamı istiyor musun peki? diye sordu Ali. Tanımıyorum ki! dedi Sakine. Ben bir resimle evleniyorum. Sadece bir resmini gösterdiler bana. Peki, niye kar şı çıkmıyorsun? Hani filmlerdeki kızlar gibi. Sakine içini çekiyor. Beni amcamo ğluna vereceklerini sanıyordum ama, orada ba şka biriyle niş anlamış lar onu. Zengin bir kızla. Artık fark etmez. Ş imdi tek avuntum Suriye'ye gitmek! Hayallerin hepsi birden gerçek olmuyor Ali. Bazılarından vazgeçmek gerekiyor. Bu konuşma içini sızlatmı ştı Ali'nin, sonraki günlerde ona çok iyi davranmaya başladı. Gerçi sonrasında, sası, saman gibi yavan günler geçirdi Ali. Masallar bitmişti. Gündüzleri parlamayan kelimeler a ğzını acıtıyordu. Sakine'yse bir misafir gibiydi artık. Annesi bile, gidecek diye az i ş yaptırıyordu ona. Seni çok özleyeceğ im, diyordu Ali'ye. Ke şke okuma yazma bilseydim. Sana mektup yazardım. Aralarında, aynı masalda kaybolmu ş olmanın güçlü ba ğı vardı, hiçbir akrabalık ba ğının sağlayamayaca ğı bir şeydi bu. Sözcükleri ve masalları bir tarikat karde şli ği gibi yaşamı şlardı. Birkaç ay sonra, on be şine geldiğ inde, Suriye'ye gelin gitti Sakine, annesi de yanlarından ayrıldı ğı için, bir daha hiç haber alınamadı ondan. Ali'nin kendini şu koca dünyada yapayalnız hissettiğ i, avluyu yıldızların bastığ ı baharat kokulu bazı yaz gecelerinde, mahzun gözlerle Suriye'nin ışıklarına dalıp gitmi şken, bir zamanlar birlikte baktıkları bu uzak ı şıkların bir yerinde ş imdi Sakine'nin oldu ğunu düşünmek Ali'ye büsbütün hüzün veriyor, yalnızlı ğını artırıyor, içini sızlatıyordu. Ne zaman o ı şıklara dalıp Sakine'yi düş ünse,

Page 155: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kı şladaki erlerin söyledi ği o yanık türkülerden biri, kendili ğinden dudaklarından dökülüveriyordu: " Şu uzun gecenin gecesi olsam... Sılada bir evin bacası olsam..." ... Gözlerdeki Arzu Her şey birlikte seyrettikleri filmleri evde canlandırmalarıyla, sevdikleri artistleri taklit etmeleriyle baş lamı ştı. Evde özellikle kimse olmadı ğı zamanlarda, Ali'nin annesiyle babasının ev ziyaretlerine gittikleri kimi erken inmi ş ak şamlarda, birlikte seyrettikleri o unutulmaz film sahnelerini evde kar şılıklı canlandırmakla başlayan oyunları, giderek her türlü cinsel fanteziyi birbirlerinin üstünde denedikleri tutkulu ve gizli ayinlere dönü ştü. Sakine'nin tarikat masallarından sonra kendilerine ikinci bir gizlilik alanı yaratmış lardı. Bu oyunlar sırasında yaptıklarının ayıp ş eyler oldu ğunu biliyor, di ğer zamanlarda kendi aralarında bile, bunlardan hiç söz etmiyor, dile getirmeleri gerektiğ indeyse, yaptıklarını, "tuzlamak" diye adlandırıyorlardı. Hiç kimseye bir şey ifade etmeyen, hiçbir iması ve büyüsü olmayan, kendilerini utandırmayan sıradan bir sözcüktü; oysa, tuzlamak, dedikleri şeyin içinde, büyüklerin akıl bile edemeyece ği birçok şey vardı. Đlkin, Ali, Sakine'nin, bir erkek gövdesini merak etti ğini anlamış ; bir erke ği çırılçıplak görmek ve dokunmak arzusuyla tutu ştu ğunu hissetmi şti. Bu merakını gidermek için, elinin altında ne yazık ki, Ali'nin kavruk, çelimsiz bedeni vardı yalnızca. Ali, aslında halasının çocuklarıyla yaptıklarının benzerlerini, Sakine ve kardeş iyle de yapmak istiyordu. Sakine'nin karde şine duyduğ u gizli öfke, ondan öç alma yolu olarak, sürekli yatakta ona bir şeyler yapmak arzusu biçiminde ortaya çıkıyordu ama, bunu hiçbir zaman dile getiremeyece ğini biliyor; bir mucizenin bu hayallerini mümkün kılacak bir raslantıyı, ona kendili ğinden armağ an etmesini bekliyordu. Sakine'yi bir kadın olarak görmekten çok, bir oyuncu olarak görüyordu; meraklarını gideren, kurdu ğu hayalleri gerçekle ştirmede ona yardım eden bir oyuncu. Ayrıca kızın duda ğının üstündeki sarı tüyler ho şuna gidiyor, kalın dudaklarının üstündeki incecik bıyık gölgesi Ali'yi heyecanlandırıyordu. Sonunda her şey, bir oyun, bir şaka gibi ba şlayıp çocuklara özgü bir hızla kendiliğ inden sökün etti. Birbirlerini çırılçıplak gördüler. Birbirlerini uzun uzun merakla ellediler. Ali, henüz sertleş meyen çükünü Sakine'nin orasında gezdiriyordu. Sakine'nin en büyük korkusu, kızlığ ının bozulması, ya da hamile kalmaktı. Ali, onu biraz daha fazla tuzlarsa, hamile kalabilece ğini zannediyordu. Ali, onun kendisini amcao ğluna sakladığını anlamı ştı. "Kızlığ ın bozulması" deyişi, yabancısı de ğildi. Donunu indirdiğ i Sakine'nin tüylü organını yakından inceledi, Sakine'nin orasında kıvırcık tüyler vardı. Dudaklarını araladı, elleriyle gerip parmaklarıyla acıtana kadar ayırıp içine, pembe deli ğinin boş lu ğuna baktı. O boşlukta cevabını bilmedi ği bir şeyin saklandığ ını hissediyordu. Bir keresinde Sakine'ye deliğinin bo şlu ğunun annesinin gözü gibi kör oldu ğunu söyledi. Birkaç gün küs kaldılar. Oysa Sakine'nin en çok ho şuna giden şey, orasını öptürmekti. Ali de öpüyordu. Tüylü olması ho şuna gidiyor, bir cinsel organ gibi görmekten çok, tüylü bir oyuncak gibi, seviyor, öpüyor, ok şuyordu. Ama Sakine, Ali'yi istedi ği kadar orasında tutamıyordu. Bir süre sonra, Ali'yi istediğ i zaman koynuna alabilmesi için gereken şeyin, ona kocalık yapmak oldu ğunu anladığ ında, saçlarını

Page 156: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir köylü kasketinin içine toplamaya, duda ğının üstündeki bıyık gölgesini kalemle koyultmaya, kollarını iki yana aça aça yürüyüp bıçkın hallerle cigara içer gibi yapmaya, sonra da bir kaşını havaya kaldırarak o cigara dumanlarını havaya üflermiş numaralarına başladı. Bütün bunların sonucunda, Ali'yi oyunun içine kolayca çekerek, istedi ği zaman orasını öptürüp sevdirmeyi ve istedi ği kadar koynunda tutmayı baş arıyordu. Onun uzun entarilerini, renkli, alacalı giysilerini de çok kıskanıyordu Ali. Sakine, kendi pek istemese de, annesinin ve ailesinin zoruyla Kürtlere özgü yerel köylü giysileriyle geziyordu. Bazı özel günlerde, Ali'nin annesi, Sakine'yi konuklarının karşısına, Cumhuriyet ülkülerine yara şır bir biçimde ça ğdaş kadın kıyafetleriyle çıkarmak gereklili ğinden söz ederek, ailesini ikna ediyor, bazı eskilerini bozdurup Sakine'nin üzerine uyduruyorlardı. Sakine, bu durumdan çok memnundu. Böylelikle, zaman zaman "hanım" gibi giyinmi ş oluyor, kendini filmlerdeki artistlerle kıyaslama olanağ ı buluyordu. Ali, Sakine'nin, annesinin giysileriyle, annesinden bir küçük tane daha olarak ortalarda dolaş masından çok, kendi parlak, rengarenk, yerel giysileri içinde dolaşmasını yeğliyor, onun bu yeni halini pek gülünç buluyordu. Sonraları oyunlarına, Sakine'nin bu yerel giysilerini de almaya başladılar. Sakine, eğlence olsun diye, bir keresinde kendi giysilerini Ali'ye giydirmi ş, Ali, o giysilerle evin içinde dolaşmış , annesi babası bile, onun bu haline çok gülmü ş, ailecek pek e ğlenmi şlerdi. Ali'ye bakıp bakıp karş ılıklı gülüş üyor, onun bu müsamereye çıkmış masum görünen gülünç haliyle pek eğ leniyorlardı. Ali, ailesinin neye neş elendiğ inden habersiz, evin içinde o giysilerle, bir aş ağı bir yukarı ko şturuyor, kendini bir türlü ayna önlerinden alamıyor, kendini bu halde pek be ğeniyordu. Ama, evde kimselerin olmadığ ı kimi zamanlar, Ali'nin bu giysileri giymeye devam ettiğini kimse bilmiyordu. Baş ında rengarenk çatkısı, yerleri süpüren iç etekliğ i, simli kol a ğızları, bu alacalı renkler, içinde kaybolup gitti ği bu hış ıltılı kumaş lar gözünü alıyordu Ali'nin. Bu kuma şlar, dokular ve renkler, onu büyülüyor, ona bambaşka bir dünya vaat ediyordu. Aslında o hep öyle giyinmek, öyle dolaş mak istiyordu. Ali'ye göre erkeklerin giysileri, çok sıradan, çok renksizdi; bütün güzel şeyleri kadınlar giyiniyorlardı. Gene böyle evde yalnız oldukları, yaz sıcaklarının henüz bastırmadığı, ama kendini yavaş yavaş hissettirdi ği bir gün, ö ğle uykusuna yatırılan Ali uyuyamamı ş, uzun süre odasından çıkmamış , kalın, tok ka ğıtlı resim-i ş defterlerine lapa lapa karlı; kömür gözlü, havuç burunlu kardan adamlı kı ş resimleri çizmi ş, bir süre radyo dinlemi ş, ardından canı sıkıldı ğı için, mutfakta oldu ğunu bildiğ i Sakine'nin yanına gitmeye karar vermişti. Avluyu geçmi ş, usulca mutfağ ın eş i ğine varmış tı ki, kı şlanın arkasına bakan mutfak penceresinden, Sakine'nin kar şıdaki erlerle cilveleş tiğ ini gördü. Đ lk duygusu, amansız bir kıskançlık olmu ştu. Birdenbire parlayarak içini alev gibi yalayan bu kıskançlık, Sakine'yi ba şkalarından kıskanmaktan çok, oyun dı şı bırakılmı ş olmaktan kaynaklanıyordu. Sırtı kapıya dönük duran, Ali tarafından gözlendi ğinden habersiz olan Sakine, bulaş ığ ı a ğırdan alarak, gözucuyla nameli nameli askerleri süzüyor, askerlerin yaptıkları hareketlere, omuzlarını kısarak saklamaya çalıştı ğı işveli gülüşlerle kar şılık veriyor; ardından da kar şılıklı iş aretle şmelere kadar vardırıyorlardı i şi. Ali'nin hiçbir biçimde dışarıda bırakılmaya tahammülü yoktu. Tepeden tırna ğa titriyordu. Birden Sakine'yi

Page 157: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

değil ama, erleri kıskandı ğını fark etti. Büyük bir gürültüyle mutfağ a girdi, gözleri çakmak çakmaktı. Sakine, ne zamandır Ali'yi ilk kez bu denli öfkeli görmü ştü. Küçük bir canavara dönüşmüştü. Annesi gibi büyümü ş gözlerle, boyun damarlarını şi şire ş işire, ağzının kenarında biriken tükürüklerle köpükler saçıyordu. Đlkin gördüklerini annesine babasına söylemekle, ardından kovdurmakla tehdit etti kızı. Çok korkmuştu Sakine, Ali'yi yatıştırmaya, ikna etmeye, yaptıklarının hiçbir şey demek olmadığını anlatmaya çalı ştıysa da, Ali'nin öfkesi bir türlü yatı şmak bilmiyordu. Birdenbire hayvani bir güdüyle, Ali'yi kızdıran şeyi sezdi. Bunlarla alay ediyorum aslında, dedi. Çok aptallar! Bana kızaca ğına, sen de alay etsene onlarla! Hadi seni de kız gibi giydirelim de kendin gör, dedi. Aptallara bir ders vermiş oluruz! Onların aklıyla oynarız, biraz e ğlenir, güleriz! Ali'nin gözlerindeki bu yeni parıltıyla birlikte, do ğru yere dokunmuş olduğunu anladı. Giyinip ku şanıp süslendikten sonra Sakine'nin durduğ u mutfak penceresinde durdu Ali. Kar şıda üç tane er vardı, tel örgülerin oradaki alçak bir duvarın ardındaydılar; nöbet tutuyorlardı galiba. Ali'yi sahiden kız zannetmi şlerdi; erken gelişip serpilmiş Kürt kızlarından biri olduğunu düşünmüş, pencerede görünmesiyle birlikte, hepsi birden dönüp dikkatle, alıcı gözlerle bakmı şlardı ona. Ali, o zamana kadar hiç tanımadı ğı bir duyguyla tepeden tırna ğa ürperdi. Kendisine yönelen o üç çift tutkulu gözde, arzuyla bakan erkek gözlerinin tutu şturucu kıvılcımını ke şfetti. Sahiden Ali'yi kız zannetmiş ler, onunla da cilvele şmeye ba şlamış lardı. Gülüyor, göz kırpıyor, el sallıyor, i şaretler yapıyorlardı. Hepsinin gözlerinde Ali'nin sonuçlarını bilemedi ği tutkulu parıltılar vardı. Bir anda dünyanın geri kalanının anlamı bo şalmı ştı Ali'nin gözünde. Ne oyunlar, ne kılıklar, sırlar, yasaklar değ ildi önemli olan. Ali, birdenbire hayatında en çok istediği şeyin, kendisine böyle bakılması oldu ğunu hissetti. Gözlerdeki arzuyu keş fetmi şti. O arzuyu yeniden uyandırmak için her şeyi yapabilirdi bundan böyle. Çünkü, hayatta en çok bunu istiyordu artık, ona böyle bakılmasını... Şakacıktan giydiği bu entarilerin, ona gerçek bir hayat, hatta daha fazlasını vaat etti ğini anladı. O güne değin sezdi ği, hissetti ği, adını koyamadı ğı ş eyin, ne olduğ unu, parıl parıl parıldayan o üç çift gözde gördüğü arzuyla birlikte anlamı ştı. O, gözlerdeki arzuyu istiyordu, bunun için ne yapmak gerekiyorsa, onu yapacaktı... ... Örtülü Aynalar Ali'nin anımsadı ğı en eski "kendisi", daha küçücük bir çocukken büyük salondaki yaldızlı duvar aynasının içinde gördüğ ü görüntüsüydü. Aklında ilk kalan, belle ğinde dirili ğini hep koruyan kendine ait en eski görüntüydü bu. Kumral saç buklelerine, pembe pembe parlayan yanaklarına, ıslak ve aralık duran kırmızı dudaklarına, şaşkın ve ı şıklı bakışlarını gölgeleyen uzun kirpiklerine varana dek her ayrıntısını çok iyi anımsıyor. Çünkü, o anı çok iyi anımsıyor. Aynadaki yansısını tutmak için elini uzattı ğında, gördü ğü şeyin kendisi oldu ğunu anlaması üzerine, içinden kopan ve uzakla şan bir şeyin onda yarattı ğı bo şluğu, ve acıya benzeyen o kopuş duygusunu çok iyi anımsıyor. Aynadaki yansısını tutmak için elini uzattığ ı an, gördüğ ünün kendisi oldu ğunu anlaması üzerine, "Aa, bu benim!" diye şa şırmasını çok iyi anımsıyor. Bir tek

Page 158: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

anımsamadığ ı, kimin kuca ğında olduğ u. Bürümcük dokulu, kırıkbeyaz rengi gömle ğinin, minik sedef dü ğmelerinin çözülü yakasından göğsü göründü ğüne göre, havaların so ğuk olmadığ ı bir mevsim olmalı. Aynanın her yanının aynı ış ığ ı almadığına bakılırsa, gündüz aydınlı ğında da de ğiller, ış ı ğın ayna yüzeyindeki dağılımından tuhaf bir matlık kalmı ş aklında. Aynanın içinde ı şıklı tek alan, kendi yüzü, öne uzanan yumuk elleri ve gövdesi, bir de kuca ğında olduğu ki şinin kendini tutan kolu, eli. Gerisi kalın dumanlı bir koyuluk... Pusunu yıllarca koruyan bir belirsizlik... Annesine o günü, o anı anımsatmaya çalı ştı ğı zamanlar, annesinin inançsızca dudak bükmelerini anımsıyor bir de; O zamanlar konuşamıyordun ki! Yok bir de, "Aa, bu benim," diyecekmi ş! Hem bir lokmacık çocuk, nereden anlayacakmış aynadakinin kim olduğunu, ne olduğ unu?.. Ne zaman bu konuyu açsa, aynı küçümseyici inançsızlık!.. Ayna kar şısındaki bu en eski anısında onu yapayalnız bırakan, dahası anlattıklarına, anımsadıklarına inanmayan annesine ve di ğerlerine kar şı gizli bir kin biriktirmeye başlıyor. Ayna kar şısında yalnız ve korunmasız bırakıldı ğını dü şünüyor. Sonraki yıllarında da, yalnızlıkla kin; gizlilikle kin arasında bir iliş ki oldu ğunu düş ünmeye ba şlamı ştı. Kin, bazı insanların ikinci hayatıydı; çabuk görülebilen basit çe şitlerinin dışında, insanın, saklanmayı, gizlenmeyi en iyi bilen duygusuydu. Aynalar da bütün gizler gibi kindardı. Çocukluğu boyunca, ev içinde bir e şya, bir nesne olmaktan öte bir anlam taşıyan, adeta önemli bir varlık olan aynanın, neredeyse başlı ba şına bir kimliğ i, bir ki şili ği, ürkütücü bir a ğırlı ğı vardı. Ali'yi aynada ilk büyüleyen şey, aynanın insanı gösterebilme gücü olmuştu. Salt bu yüzden aynanın ba şlı başına bir ruh ta şıdığına, kendi ba şına bir varlık olduğuna inanıyordu. Mucizevi bir şeyi gerçekle ştiriyordu ayna: Đnsanı, kendisine gösteriyordu. Doğa bile bu kadarını yapamıyordu. Herhangi bir su birikintisinden, ya da bir cam parçasından çok daha kesin çizgilerle insanın kendisini ortaya çıkarıyor, bir ki şiden bir tane daha meydana getiriyordu. Çok küçükken seyrettiği, çok eski zamanlarda geçen tarihi bir filmde, bir genç kızı, sevgilisiyle bulu şmaya gitmeden önce, saçlarını taramak için bir su küpüne bakarken gördü ğünde çok şaşırmı ştı. Annesi, Ali'ye aynanın o zamanlar bulunmamış oldu ğunu söylediğ inde de, ş aşkınlı ğı artmıştı. Aynanın insanlık kadar eski olmadı ğını bilmek, dünyaya ili şkin bir hayal kırıklığı yarattı onda. Elektri ğin ve otomobilin çok eskiden beri olmadı ğını biliyordu ama, aynanın da öteki birçok ş ey gibi sonradan bulunmu ş olması, içindeki bir güven kayna ğını sarsmış oldu; ayna öncesi insanlarının kendilerini hiç tanımadan ölüp gitmi ş oldukları yolunda bir yazıklanma duygusu uyandı. Kendilerini hep ba şkalarına mı tarif ettiriyorlardı? Birikmi ş sular, aynalar kadar doğru söylemez ki! Kendilerinin nasıl biri olduklarını bilmeden ya şayıp ölüyorlardı demek! Kişisel tarihlerinin çok önemli bir parçası kayıp bütün o insanlar için acıma duydu. Evde namaz kılanların ilk yaptıkları şey, evin duvarlarında asılı duran fotoğrafların, resimlerin ve aynaların üzerini örtmekti. Yüzler, suretler, levhalar, aynalar günahtı. Duvarlardaki ço ğu aile büyüklerine ait eski foto ğrafların da, kendi tabutunu bir devenin sırtında ta şıyan Hz. Ali levhasının da, kırk baca ğıyla dünyanın bütün yollarında olan Ş ahmeran levhasının da, gö ğe kanatlanan Burak levhasının da, kurban edilmeye gözleri ba ğlanan Đsmail levhasının da ve diğ er kalın çerçeveli aynaların da sırayla tek tek üstleri örtülürdü. Örtülü aynaların gerisinde bir hayat olduğuna inanırdı Ali. Ayna, hep duvarın içinde bir başka dünyaydı;

Page 159: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

başka bir dünyaya açılan yolun başında bir delik, bir kovuk... Düş görmenin gizli geçidi... Masal kapısı... Aynanın örtülmesiyle birlikte, sanki duvardaki hayat kapatılmış olur; odanın boyutları azalır, dünya küçülürdü. Üstü örtülen aynanın kendiyle kaldı ğında, ne yaptı ğını merak ederdi Ali. Aynaların kendi ba şlarına bir hayatları oldu ğundan emindi. Aynalar gösterdikleri kadar saklıyorlardı da... Namazdan sonra bazen örtüleri üzerinde unutulmuş kalırdı duvarlardaki foto ğrafların, levhaların, aynaların. Bütün bir hayat örtülmüş gibi gelirdi Ali'ye. Dünyanın koskocaman bir unutkanlıktan yapılma oldu ğunu düşünürdü. Aynayı hep çok sevdi Ali. Daha küçücük bir çocukken bile, bir türlü aynaların önünden alamıyorlardı onu. Halaları, aynaya çok bakan insanların günün birinde delireceğ ini söyleyerek korkutmaya çalışıyorlardı Ali'yi. Aynaya uzun uzun bakmak aynı zamanda çok günahtı. Bir akrabalarının, delirdi ği için, evin ahırına zincirlemiş oldukları kızlarının, aynalara çok baktığı için aklını kaçırmış oldu ğunu söylüyorlardı. Ali, kızı, tahta perdelerin arasından seyretmi şti bir kez; merdivenlerinde me şalelerle dolaş ılan o büyük malikanenin giri ş katında yer alan ahırın ortasındaki bir tahta direğ e zincirlenmi şti, a ğzı burnu köpükler içindeydi, gözlerini bir noktaya dikmiş , çapaklı bir sesle, dokunaklı Arapça şarkılar söylüyor, iç çekip duruyordu. Gördüklerinden çok etkilenmiş olan Ali, üzüntüsünden günlerce uyuyamadı, ne zaman gözlerini kapasa, gözünün önüne dire ğe bağ lanmı ş olan o kızın acıklı hali geldi; dokunaklı bir sesle söylediğ i o hazin şarkı, uğ ursuz bir çınlama gibi kulaklarından gitmedi bir süre. Bu yüzden halalarının Ali'yi aynadan uzaklaştırmak için söylediğ i, O kız aynalara çok baktığ ı için delirip böyle oldu, sen de çok bakarsan, onun gibi olursun, sözleri etkili oldu; bir süre aynalardan uzak durdu Ali. Aynalarla kaçamak bakış larla ili şki kurdu. Ev içinde aynaya iliş kin konuş malar nedense hiç tükenmezdi. Aynanın kırılmasının, insan hayatı için bir işaret olduğ u dü şünülürdü. Ayna üzerine dua okumak günahtı. Geceleri aynaya bakılmazdı. Bakılırsa, insana kendinin değ il gecenin yüzü görünürmüş . Ayna, insanı ba şkala ştırır, derlerdi. Aynaların da insanlar gibi zamanları vardı, bazı aynalar kilitli kaldıkları zamanları gösterirlerdi yalnızca, bu yüzden bakanı yanıltırlardı. Aynaya çok bakan bir kızın, hiçbir zaman iyi bir gelin olamayacağ ı, kocasını ve gelin gittiğ i aileyi mutlu edemeyeceğ i söylenirdi. Arkası kuş lu aynaları arka ceplerinde ta şıyan erkekler ise, sadece saçlarını tararlardı onda. Aynaya ili şkin söylenenler bununla da kalmazdı. Ayna, baş lı başına bir efsaneydi. Öncelikle aynanın bulunuş unun bir şeytan i şi oldu ğundan dem vurulurdu. Allah da kullarını sınamak, onun şeytan i şine kanıp kanmayacaklarını anlamak için, aynaları yok etmemi ş, varlıklarına müsaade etmiş ti. Ayna birçok saklı ve u ğursuz şey için bir kovuktu. Aynalara karanlık cinlerin saklandığını, türlü kötülükler çeviren bu cinlerin geceleri ortaya çıkarak, ortalı ğı karıştırıp durduklarını söylerlerdi. Bazı kayıp hazinelerin aynaların derinliklerinde yattığından, bazı ölümcül sırların aynalara gizlendiklerinden söz ederlerdi. Hatta bazı ölüler bile, bir zamanlar çok baktıkları aynaların derinliklerinden yüze vurup ş imdinin insanlarıyla her an göz göze gelebilirlerdi. Aynalar kendilerine bakan yüzleri hiç unutmazlar, onları, kimselerin göremeyece ği derinliklerinde saklarlardı. Yüzleri saklatan ş ey, yüzün kendisi değil, bakı şlardır. Göze derinli ğini veren bakı ş, aynalara da suretini verir. Bu yüzden eskiden ölmüş lerin bazı bakışları kaybolmaz, günün birinde suyun yüzüne vuran batıklar gibi, bir gün ansızın aynanın yüzüne vuruverirdi. Ayna bilinmez bir korku nesnesiydi,

Page 160: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

aynanın yaratıcı bir gücü vardı ve tek yaradanın Allah oldu ğu Đslamda, di ğer yaratıcılar gibi, ayna da tekinsiz bulunuyor, lanete ve yasağ a u ğruyordu. Biri öldü ğünde nefesine tutulan aynanın yüzeyi buharlanmadı ğında, ayna, ölüm oluyordu. Ali, kör halasının yalnız ba şına namaz kıldığ ı kimi zamanlar, elleriyle duvarları yoklaya yoklaya resimlerin ve aynaların üzerini örttüğ ünü görerek ürkmü ştü bazı kereler, hatta bir keresinde, odanın içindeki varlığını hissettirmeden usulca gidip aynanın üzerindeki örtüyü sessizce çekip almı ş, halasının ne yapaca ğını görmek istemi şti. Bir süre oturduğu yerde havayı koklar gibi ba şını yukarı dikerek öylece duran kör hala, sonra yerinden kalkmı ş, duvarları yeniden yoklamı ş, yere dü şen örtüyü, aynanın üzerine yeniden örttükten sonra dönüp namazını kılmaya ba şlamı ştı. Ali, kör halasının görmeyen gözlerinden de, aynadan da ürkmü ş, halasının görmeyen gözleriyle ayna arasında, kendini dış arıda bırakan bir tür gizli bağlantı oldu ğunu düş ünmüştü. Körler de, aynalar da tekin de ğildi. Birkaç kez gene gizlice kör halanın yüzüne ayna tutmuş , arkasına geçip onun yüzünü aynada görmeye çalı şmıştı. Sanki aynadaki yüzü, halanın kendi yüzünün sakladı ğı bütün gizleri bir kerede ele verecekti. Bir başka gün, babasının Suriye'den getirdiğ i foto ğraf makinesiyle kör halasının gizlice fotoğrafını çekmiş ti. Bunu niye yaptı ğını bilmiyordu. Filmleri "tab edilmek" üzere götürdüğ ü Süryani foto ğrafçının, bazı resimlerin çıkmadığ ını söylemesi üzerine de, ürküntüsü iyice artmış tı. Bir gün, büyük halası, kim bilir hangi nedenle, Ayna yüzümüzden çok, göremeyece ğimiz yerlerimize bakmak içindir, dedikten sonra Ali, akıl edip aynada götüne bakmaya başladı. Ayna, ona götünü gösteren güvenilir bir yardımcıydı. Bu kadar çok sevdiğ i kalçalarının her zaman göremeyeceği bir yerinde olması canını sıkıyordu. Diri yuvarlaklarını, küçük, pembe deli ğini, kimselere söyleyemedi ği bir giz gibi aynayla paylaşıyordu. Sık sık ayna kar şısına geçip gizli gizli götüne bakmaya, işaretparmağ ının yavaş yavaş içinde kaybolu şunu seyretmeye böyle ba şladı. Hafifçe canı acırken, aynanın yüzeyi de ürperiyordu sanki. Bazı kadınların evden çıkmadan önce, aynalı odaların kapısını kilitlediklerinden, böylelikle, beklenmeyen ve tekin olmayan durumlara kar şı korunmu ş olduklarından söz ediyorlardı. Ayna tekrardır, diyorlardı. Ayna ço ğaltır. Allahtan ba şka çoğ altanlar tekin de ğildir. Ayna gibi durgun sular bu yüzden tekin değildir; derindir ve bo ğar insanı. Kırılmış aynanın bir parçasına bakmak da günahtı, böyle yapanların hayatı parçalanır, bir daha bütünlenmezdi. Bu yüzden bir ayna kırıldı ğında kırık parçalarını hiç bakmadan bir kovaya toplayıp hemen atmak gerekti. Ali'nin ev içinde gizli gizli ayna kırması ve her birine uzun uzun bakarak kendini parçalara da ğıtmaya çalı şması bunu ö ğrendikten sonradır. Böylelikle yüzlerce filmde oynayan artistler gibi, kendini ba şka başka hayatlara da ğıttı ğına inanıyordu. Ali, ilkin salondaki yaldız çerçeveli aynada, seyretti ği filmlerin taklidini yaptı, akıllardan çıkmayan sahnelerini ayna karşısında tekrarlamaktan büyük bir zevk duyuyordu. Ayna, onu kendi oyunculu ğuna, oyunculuk yetene ğine inandırmı ştı. O da o büyük artistler gibi, her rolü ba şarıyla canlandırabiliyor, kolaylıkla gözyaş larına bo ğulup hıçkıra hıçkıra a ğlarken, birdenbire içten gelen sahici kahkahalarla katıla katıla gülebiliyordu. Đstediğ i zaman burun kanatlarını titretebiliyor, alnına " şafak attırabiliyor", kötü

Page 161: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

adamlar gibi sa ğ yanağına sinirli bir tik oturtabiliyor, kötü kadınlar gibi manalı biçimde tek ka şını havaya kaldırabiliyordu. Filmlerin önemli sahnelerindeki gerçe ğin ö ğrenildiği andaki, şaşkınlık, hayret, üzüntü, sevinç ya da meydan okuma ifadelerini bir anda yüzüne yerle ştirebiliyor ve her seferinde kendini çok be ğeniyordu. Salonun kapısını kilitliyor, bir süre sonra onun ayna kar şısında film çevirdi ğini anlayan halalarının canhıra ş ba ğırışları ve ısrarlı yumrukları sonucunda, kızarmış gözlerle onlara kapıyı açmak zorunda kalıyor, yetene ğini ve gelece ğini engelleyen halalarının yüzüne sitem, kırgınlık ve nefretle bakıyordu. Zaman zaman banyodaki aynanın kar şısına geçerek, gözleri dalana, şaşıla şana kadar uzun uzun aynaya bakıyordu. Birkaç kez aynada gördü ğü yüz, kendine bütünüyle yabancıla şana kadar daldı ğı olmuş, aynada bambaş ka birinin yüzüyle kar şılaş tı ğında kapıldı ğı duygunun deh şetiyle irkilerek kendine gelmiş , delirdiğ ini düşünerek korkuyla geri kaçmış tı. Gerçekten de böyle dalıp dalıp baktığ ı birkaç keresinde aynadaki yüzün kendisine değil, bir ba şkasına ait oldu ğunu hissetmiş, derin bir yabancılaş ma duygusuyla, aynadaki bugüne kadar "benim" sandı ğı yüzü, büyük bir tarafsızlıkla incelemi şti. Aynada gördü ğü ki şinin kendi olmadı ğına inanmı ştı. O kısa süren derin dalgınlık zamanlarında sanki hapsedildiği gövdenin dı şına süzülerek, tutsak edildiği yabancı bedeni dı şarıdan görüyor, sonra yeniden kovu ğuna döner gibi gövdeye geri dönerek, onu, yeniden "ben" diye sahipleniyordu. Böylelikle gövdenin aş ılabilir oldu ğunu anlıyor, gövdenin bir çeş it hapishane olduğunun farkına varıyordu. Var olu şuna ve hayatına ait dü şünceler geliştirmesine neden olan bu e şsiz deneyimleri ona ayna sağlıyordu. Ayna bir gizdi. Giz tutuyordu. Suret tutuyordu. Sureti bir giz gibi tutuyordu. Aynadaki yüzün kendisi olmadığ ını anladı ğı ilk seferinde, Kendimin bir ba şkası oldu ğunu anladım, sözleri kendili ğinden dudaklarından dökülüvermi ş; hiç düş ünmeden edilmi ş bu sözlerin baş döndürücü derinliği, dipsiz bir kuyunun tekinsiz burgacı gibi gözünü korkutmu ş, onu, göze alamayaca ğı bir maceranın eşi ğinde oldu ğu duygusuyla gerisin geri savurmu ştu. Kimi zaman dudaklarından kendiliğinden apansız dökülüveren sözler, onu korkutmaya baş lamış tı artık. Di ğer çocuklara benzemediğ ini bir süredir biliyordu. Bu bilgi ona acı veriyordu. Aynalarda kendi yüzünden, arkadaşlarının arasında da kendi varlı ğından kopuyordu. Tekin olmayan yeteneklerinin farkındaydı. Kendi hakkındaki temel bilgisizliği ise, onu kendine kar şı iyice yabancı kılıyordu. Hayat karşısındaki ürküntüsüne, bir de kendi hakkındaki ürküntüsü ekleniyor; ürktüğü, korktu ğu böyle durumlarda, dünya kar şısında ardına saklanabilece ği hiçbir şey kalmamış oluyordu. Bir ayna bile. Ali'nin salondaki yaldızlı çerçeveli aynadan sonra en sevdi ği ikinci ayna, annesinin makyaj masasının arkasındaki üç kanatlı aynaydı. Kanatları sonuna dek açıldı ğında tek yüzey olan bu aynanın iki kanadı hafifçe öne çekildi ğinde, açıları kırılan aynada başın ve yüzün yan tarafları da görülebiliyordu. Birbirine yansıyan görüntüler, bu bakış ımlı aynalarda sonsuza dek ço ğalıyordu. Ali'nin ayna karşısında oynadı ğı sevdi ği oyunlardan biri de, kırılmı ş açılarla bir simetri kazanan bu aynalar karş ısında, sa ğını solunu karıştırdığ ından, yüzünün sol yanını tutmak isterken, sa ğ yanını; sağ kula ğını tutmak isterken sol kula ğını tutması gibi garipliklere yol açarak kendini güldüren deneylerdi. Aynadaki yüzleri, bedeninin komutlarını ş aşırtabiliyordu. Bu ona gövde ile bilinç

Page 162: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

arasında kesintili de olsa kopuş un ya şandı ğı bir ara bölgede seyahat ettiği duygusu veriyordu. Yanlara açılan iki kanat, gere ğinde ortada sabit duran parçanın üzerine kapanarak ayna bir dükkan kepengi gibi tamamıyla kapanabiliyordu. Annesinin rujlarını, pudralarını, allıklarını, göz kalemlerini, farlarını, rimellerini ilk denediği yer, i şte bu üç aynalı masa oldu. Annesi, bazen bu aynaların üstüne tüllerden örtü örterdi, bunlar aynayı saklamaktan çok, üstlerini süslemek, onlara kadınsı bir hafiflik vermek amacı ta şırdı. Balolara giderken annesi bu masada uzun uzun hazırlanır, süslenir püslenir öyle çıkardı. Annesi gittikten sonra masa da, ayna da, rujlar, kalemler, farlar, rimeller de Ali'ye kalırdı. Evde bırakılan Külkedisi olurdu kendi masalında. Yıllar yılı o üç aynalı tuvalet masasının baş ında büyücüsünü bekledi. ... Dr. Renaud Paris Kırmızı bir gecelik ve sabahlık, sürekli ovuldu ğundan pirinç kulpları her zaman ı şıyan, kapıları geniş kanatlı formika gardıropta, dipte, köşede asılı duruyordu. Takımdılar: Gecelik içe, sabahlıksa dı şına giyiliyordu. Göz kamaştıran köpüklü bir kırmızıydı; uçu şan tüller, yumu şak alevler gibiydi; yürürken dalgalanarak havada e ğriler çiziyordu; kol ağızlarında ve derin dekolteli yakasında kat kat siyah gupür dantel vardı. Kışkırtıcıydı. Yalnızca kırmızı ve siyahtı. Ona dokunmak bile Ali'yi büyülüyordu. Dokundukça ellerinden, avuçlarından kayan bu uçucu güzelli ğin kendine bir biçimde yasak olduğ unu; bunları giymenin, bunlara bürünmenin, bunlarla bütünleş menin uzağ ına sürüldüğ ünü diplerde bir yerde karanlık bir bilgi olarak biliyordu. Dünyanın bölünmü şlüklerinden biriydi bu da. Annesinin bazı hafif gecelerinde o geceli ği giydi ğini, sabahları da odasından sırtında o sabahlıkla ı şıklı gülücükler dağ ıtarak, dünyaya fetih duygusuyla açılan tazelenmiş bir yüzle çıktığ ını görüyordu. Annesini bile ba şkala ştırıyordu üstündekiler. Bir rüya güzelliğ i ve uzaklığ ı içinde yerleri süpüren o geceliğ i ve sabahlı ğı gördükçe, teni tutuş uyor, bilebildi ği bütün adlandırmalardan uzak yakıcı bir arzu tepeden tırnağ a bütün gövdesini kamaştırıyor; annesi, bu giysiler içinde zalimce ortalıkta dolanırken, ona kar şı hem korkuyla karı şık bir hayranlık ve saygı duyuyor, hem kendinden çalınmış bir imkanın iş aretleri olarak gördü ğü ve ondan çok daha fazla hak etti ğini düşündü ğü bu giysiler yüzünden, annesine kar şı açıkça itiraf edemediği köklü bir dü şmanlık büyütüyordu. Evde hiç kimsenin olmadı ğı bazı zamanlar, kavurucu bir yasak ve günah tutkusuyla tutu şarak, gizlice o geceli ği ve sabahlı ğı giymeye ve kendini ayna kar şısında hülyalı gözlerle uzun uzun seyretmeye böyle baş ladı. Hiçbir zaman kendisine hiçbir şey ifade etmemi ş olan o çelimsiz, kavruk gövdesinin, bu giysilerle birlikte başkalaş tığ ını, neredeyse bir görkem ve albeni kazandı ğını böyle ke şfetti. Giysilerin ve süslerin kendiliğ inden sahip oldukları bir güç ve tılsım vardı. Ali, benli ğinin, bedeninde de ğil, bu giysilerde saklı olduğ unu acıyla anladı. Bu yüzden bir süre sonra, bu giysiler olmadan kendini önemsiz, de ğersiz ve çırılçıplak hissetmeye başladı.

Page 163: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Annesi, bezdirici ve gürültücü ısrarlarıyla, yatak odasına dönemin modasına uygun olarak Đ stanbul'dan özel olarak getirtilmiş olan formika yatak odası takımı aldırtmış, üst üste gösteri şli birkaç kabul günü yaparak, bu takımı neredeyse bütün Mardin'e teşhir etmi şti. O yatak odası takımı içinde Ali için en gözde parça, tuvalet masasıydı. Onun önüne kilise mihrabına çöker gibi oturan Ali, evde kimsenin olmadı ğı her fırsatta ibadete benzer bir duyguyla boyanıp süslenip giyiniyor ve ayna kar şısında esrik saatler geçiriyordu. Bazı pazarlar, Hacı Zeyneddin Efendi'den devralınan, Süryani cemaatiyle iyi ili şkiler kurmaya ve geliştirmeye özen gösteren aile gelene ğine uygun olarak davranan babasının ısrarlarıyla gittikleri Kırmızı Kilise'deki, ya da Mişkin Kapı tarafındaki Kırklar Kilisesi'ndeki ayinlerde yaptıkları gibi, mihrabın önünde diz çöker gibi, aynanın önündeki pufa oturup dizleri tuvalet masasına değdiğ inde, aynı uhrevi hazzı ve titreyişi duyuyordu. Kendine ait olmayan bir dinde dua edercesine, kendine ait olmadığını bildi ği bir cinsiyetin gündelik ritüelinin gereklerini yerine getiriyordu. Hem yasa ğın, hem dinin kutsal se ğirmesini duyuyordu ruhunda ve bedeninde. Böyle zamanlarda kendisine, ikonlardan, tasvirlerden tanıdı ğı göklerde uçan bir melek kadar saydam ve mucizevi görünen bedeni, dünyadaki önemsiz varlı ğından kurtulmu ş olarak dinsel bir anlam ve değ er kazanıyordu. Dünya, erkekti ve ruhunu kirletiyordu. Đğne oyası danteller üzerine özenle yerleş tirilmi ş çeş ili makyaj malzemelerinin durdu ğu tuvalet masasının üzeri, Ali için, kilisede mihrabın önündeyken duydu ğu uhrevi ürperiş ler uyandıran kutsal bir sunak yeri gibiydi: Suriye'den alınmı ş, şeker pembesiyle somon rengi arası fısfıslı parfüm ş i şesi, kapağ ı külahta dondurmayı anımsatan kolonya ş iş esi, geniş a ğızlı krem kavanozu ve içine her şeyin konabileceğ i kapaklı bir kutu olmak üzere dört parçadan oluş an cam takım baş kö şede duruyordu; ayrıca Scherk losyon, Creme Puff, Tokalon, Havilland tüpleri, Pertev kremleri, kırmızının çe şitli tonlarında rujlar, çe şitli göz kalemleri, 'eye liner'lar, sık sık topaklanan rimel fırçaları, gümü ş telkari i şi bir pudra kutusu, Midyatlı Süryani kuyumcuların usta elinden çıkma dallarına küpelerin asıldı ğı, yüzüklerin takıldı ğı minyatür bir gümü ş a ğaç, acı mor renginde kadife zemin üzerine gümüş kabaralarla bezenmiş hazine sandığı biçiminde bir mücevher kutusu, ta ş pudralar, kirpik ma şası, saç ma şası gibi dokunmakla bile Ali'nin içinde mucize duygusu uyandıran büyü nesneleri... Kızlarla daha iyi arkada şlık kuruyordu Ali ve arkada ş oldu ğu kızların ço ğu kendinden ya şça büyüktü. PTT'de santral memuresi olarak çalı şan, ya şı küçük olduğ undan, ancak Ali'nin babasının çıkarttı ğı mahkeme kararıyla yaş ı büyütülerek i şe alınmı ş olan, ailecek görü ştükleri için, evlerine rahatlıkla girip çıkan Oya da bunlardan biriydi. Fazla gür ve fazla bukleli saçları, küçük yüzünü iyice saklıyor, bir tek güldüğ ünde, yüzü herkesçe görülebilen bir ifade kazanmış oluyordu; Bu durum Ali'de nedense canını sıkan ama bir türlü adını koyamadığı güvensizliğ e benzeyen belirsiz bir duygu uyandırıyordu. Kadınların ço ğunun, saçlarını yüzlerine dökerek duygularını sakladıklarını ke şfetmiş ti Ali. Gene de samimi olmu şlardı onunla, hatta Oya, ho şlandığı çocuğun adının ilkin ba şharfini vermiş , bir zaman sonra da hepsini söylemi şti. Kendilerince gizlerini vermişlerdi birbirlerine. Herkesin, her şeyin göz önünde oldu ğu kapalı ta şra ş ehirlerinde, çe şitli gizler, hem arkadaş lık, hem düş manlık demekti.

Page 164: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Ali, çocuklu ğu boyunca, uzun zaman çok samimi olduktan sonra, günün birinde, gizlerini ele vererek birbirlerine dü şman olan arkada şlara tanık olacaktı. Dü şmanlık, gizin doğasında vardı belki de... Gizini veren her kiş i, belki daha o anda istemeden düş man oluyordu. Ali ise, kendi giziyle kavruluyor, kimselere veremiyor, bu yüzden kendi dü şmanını da içinde büyütüyordu. Telefonlar manyetoluydu; konuş mak istedi ğiniz numarayı kar şınıza çıkan santral memuresine söylerdiniz, o da sizi ilgili numaraya bağlardı. Kapkara, kocaman, büyük gürültülerle çalı şan, evin büyük salonundaki duvarlardan birindeki takanın içinde adeta gömülü duran gösteri şli bir telefonları vardı. Evdeki her e şyanın üzerini örten annesi, telefonu da dantelli bir örtüyle örtmü ştü. Santralde görevli olduğ u saatlerde Oya çıkar kar şısına, Ali, arayaca ğı yerden önce onunla konu şur; kendilerince, çocukça ve zararsız dedikodular yaparlardı. Oya'nın konu şması, ş ehrin diğer abonelerinin telefonları nedeniyle sık sık kesilir; Oya, Ali'yi hatta tutarken, di ğer aboneleri yanıtlar, onları istedikleri numaralara bağlardı. Asıl bu konuş maları dinlemek çok hoşuna giderdi Ali'nin. Kendisinin varlı ğından habersiz kiş ilerin konuş malarına kulak kabartmaktan tuhaf bir haz duyar; kendinin gizlice ba şkalarının hayatına bir casus gibi sızmış oldu ğunu dü şünürdü. Yalnızca şehiriçi de ğil, şehirlerarası görüş meleri de dinlerdi. Diğer şehirlerdeki insanlarla yapılan konu şmalara bamba şka bir ilgiyle kulak kabartır; varlığının, kıstırıldı ğı bu şehirden uzakla şarak, çok daha geni ş bir coğrafyaya yayıldı ğını duyar; geniş leyen bu dünyadan ba ş dönmesine benzer bir duyguyla başka türlü heyecanlanırdı. Seslerini duydu ğu insanları gözlerinin önünde canlandırır, onlar hakkında hayaller ve öyküler kurar, onlar konuşurken, yutkunup dururdu. Gözleriyle de ğil, kulaklarıyla gördü ğünü i şte o zaman anlamı ştı Ali. Oya, ilkin Ali'nin bu merakını ve ilgisini anlamı ş, dolayısıyla her zaman yaptı ğı gibi, gerektiğ inde ona kar şı kullandığ ı bir silah haline getirmi şti. Anlamı ştı ki Ali'nin hayal kurmasına ve oyun oynamasına izin verdiğin sürece, sahip olduğ u herhangi bir şeyi elinden alman i şten bile de ğildir. Ali'nin eve aldı ğı mecmuaları, fotoromanları, hademe gönderip aldırtır, ondan önce okurdu. PTT binası ile Alilerin evi birbirine çok yakın oldu ğu için, Oya, bu mesafe yakınlı ğından fazlasıyla yararlanır, sık sık, özellikle yemek saatlerine denk getirdi ği ziyaretlerde bulunurdu. Ali'nin canı çok sıkılıyordu; bir aralar bunun için doktor doktor gezdirmi şlerdi Ali'yi. Diyarbakır'a, Antep'e, Adana'ya, sonunda Ankara'ya bile götürmüş lerdi. Bir türlü dinmeyen öldürücü bir can sıkıntısı vardı; Oya ile oyalanması bu yüzden hoşlarına bile gidiyordu. Ali, sürekli oyun oynamak istiyor; oyun oynamadı ğı zamanlar, varlı ğını hissedemiyor, ya şamadı ğını dü şünüyordu. Oyun oynamak, Ali'nin hayata katlanmasını kolayla ştırıyordu. Bir zamanlar Sakine'yle oynadı ğı oyunları, Oya'yla da oynamak istiyordu. Annesinin yeni sabahlıklarını, geceliklerini ve tuvaletlerini birlikte denemeye ba şladıklarında, bu olanağ ın kapısı hafifçe aralanır gibi olmu ştu. Bir keresinde Oya'ya annesinin geceli ğini giydirmi ş, kendi de sabahlı ğı giyerek ayna karş ısında yan yana poz vermişler, sonra yerleri süpüren etekleriyle saraylarını gezen kraliçeler gibi dolanıp durmuş lardı evin içinde. Ondan sonraki günlerde, zaman zaman böyle süslenip püsleniyor, geleceğ e bakar gibi bakıyorlardı aynalara. Her şey gördükleri filmlerdeki gibi

Page 165: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

olsun istiyorlardı. Oyunların ço ğunun büyüklerden saklı kalması gerektiğ ini bilen bütün çocuklar gibi, hiç kimseye söz etmiyorlardı bunlardan. Giydikleri elbiselerle kendilerini hayran hayran süzerek, böyle ayna kar şılarında yan yana endam ettikleri bir gün, Oya, Evlendiğ im zaman, bu elbisenin aynısından aldıraca ğım kendime, dedi ğinde, Ali, Oya'ya kar şı, derin bir kin ve intikam duygusuyla dolduğunu fark etti. Birdenbire yan yana duru şlarındaki yalanı gördü. Bunca zaman birlikte giydikleri bir oyunu, bir tek söz çırılçıplak soyuvermişti. Oyunlarındaki bu gizlili ği aynı biçimde ya şamadıklarını, onun asla Oya gibi böyle bir geleceğ i olmayaca ğını ve bütün bunların kendisi için yalnızca bir çocukluk oyunu olarak kalacağ ını, daha şimdiden bu duygunun bütün zamanlarını ya şamışçasına derinden hissetti. Kalbi kıskançlık ve kötülükle doldu. Derin bir umutsuzluk içinde, kendini aldatılmı ş, terk edilmi ş, ihanete u ğramış hissetti. Đlk fırsatta Oya'nın canını yakaca ğını bir beddua gibi derinden biliyordu ş imdi. Ali, aynı zamanda yeti şkinlerin dünyasını unutabilecek kadar güçlü oldu ğunun ayırdına vardı. Oysa, Oya, yetiş kinlerin dünyasından biri gibi kalleş çe oyununa sızmı ş, ne şesini kirletmi şti onun. Yeti şkinlerin dünyasına adanmış bedeniyle, o dünyaya aday biri olarak Ali'nin kutsal oyununa ihanet etmiş ti. Ali, kendi oyununun sürgünde bir yer oldu ğunu, hiçbir gelecek vaat etmedi ğini, kendini bir de Oya'nın gözleriyle görmeye çalı ştığ ında anladı. Ölçüsü kaçırılmı ş ayalı-boyalı yüzü ve kadın kılığ ına girmiş çelimsiz, kavruk bedeni, Oya'nın hafif küçümseyici, alaycı bakış ları altında ezilirken, kendinin nasıl biri oldu ğunu, birdenbire Oya'nın acımasız gözleriyle gördü. Bu, onu hem kendine, hem Oya'ya düşman etmeye yetti. O gün adını koymamış, en azından böyle koymamı ş bile olsa, bütün hayatına yayılacak bir kader gibi kararla ştırılmış olan, ikisinin ayna kar şısındaki o temel görüntüsü, onun için birdenbire anlaşılır de ğilse bile, kavranır olmu ştu: Bundan böyle, kadınlardan hem şiddetle nefret edecek, hem de en iyi arkada şları kadınlar olacaktı. Gene böyle uzun bir yaz günü, Ali'nin annesi bir kabul gününe gittiğ inde, tuvalet masasına oturmu ş, yanaklar pudralanmış, gözlere 'eye-liner' çekilmi ş, gözkapakları tozanlı farlarla renklendirilmi ş, kan kırmızısı rujla dudaklar kalın kalın boyanmı ş, elmacıkkemiklerine koyu koyu fondötenler sürmü şlerdi. Her zaman tuvalet masasının üzerinde baş köşede duran, Ali'ye, Aleaddin'in sihirli lambası kadar tılsımlı görünen, kavanoza benzeyen fısfıslı parfüm ş işesinden üstlerine ba şlarına bolca koku boca etmiş lerdi; i şledikleri günahlar yetmezmiş gibi, annesinin "Gelincik" kutusundan birer de sigara yakarak şuh bakı şlar, kısık gözlerle birbirlerinin yüzlerine kalın dumanlar üflemiş lerdi. Ardından parfümün havaya fazla sinen kokusunu ve sigara dumanını da ğıtmak için, pencereleri açmış , koyu, kalın bir duman gibi odaya çökmü ş ağır yaz havasını yelpazelemiş lerdi. Annesinin, Suriye'den getirdi ği ucu ipek püsküllü, üzerinde tavusku şlarının renk renk kanat açtığı dantelli siyah yelpazesi, yaka dekoltesindeki siyah gupür dantellerle neredeyse birörnek oluyor, bu da Ali'nin zevkini ok şuyordu. Pikapta günün sevilen aranjman plakları çalıyor; özellikle Neşe Karaböcek, Semiramis Pekkan şarkıları dinliyor, filmlerden öğrendikleri pozları, sırayla ayna kar şısında deneyerek, eteklerini savura savura dans ediyor, çalan şarkılara dudak kımıldatarak o şarkıları kendileri söylüyormu ş gibi yapıyorlardı. Kendilerinden geçtikleri bu coşumlu görüntünün bir anında, ikisi birden savurup durdukları için, hangisinin kolu ya da ete ği değ diyse bilinmez, Dr. Renaud Paris'nin yüz rengini bir hayli koyultan sıvı

Page 166: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

fondöten şi şesini çarpıp yere devirmi şlerdi. Halının üzerine dü şer düşmez kırılıp parçalanan şişenin içindeki kurumu ş kan rengi koyu sıvı, onların dehş etle donakalmı ş gözlerinin önünde her yere hızla da ğılarak yayılmaya başlamıştı. Hareketsiz öylece duruyorlardı; bir tek biten plağ ın üzerinde bo şa dönüp duran pikabın kolunun cızırtılı sesi odayı doldurmuş tu şimdi. Yıvı şık sıvıysa, halının üzerinde hızla yayılmayı sürdürüyordu. Đkisi de panikle birbirlerine döndüklerinde, ilk gördükleri şey, birbirlerine nefretle baktıkları oldu. Sanki birlikte bir cinayet işlemi şler, sonrasında kapıldıkları pi şmanlık ve suçluluk duyguları, her birini, sorumlu tuttuğ u diğ erine kar şı öfke ve kin duymasına neden olmuş tu. Ardından her ikisi de, hiç konuş madan büyük bir panikle ellerine geçirdikleri bezlerle çılgınlar gibi halıyı silmeye ba şladılar; ilkin her buldukları bezle halıdaki lekeleri çıkarmaya çalış mış, çalı ştıkça da daha çok etrafa sıva ştırmış lardı. Birdenbire odadaki her şey kurumuş kan rengine yakın bir kahverengiye dönü şmüştü. Biraz sakinle şir gibi olduklarında, su kaynatıp sabunlu sıcak sularla ağır a ğır silmeyi akıl ettiler. Gene de annesinin, yatak odasına modern e şyalar aldırdıktan sonra, burun kıvırarak kaldırttı ğı dededen kalma Acem halısının yerine serdiğ i bu Isparta halısının yüzünde, makyajı iyi silinmemi ş karanlık bir oyunun lekeleri duruyordu. Cam kırıklarını acele acele toplayıp çöp tenekesine atmı şlardı. Kırılan şiş e, oyunu ve büyüyü bozmu ş, tılsımı da ğıtmış tı. Asla bir daha eskisi gibi olamayacaklarını biliyorlardı. Üzerlerindeki çarçabuk çıkarıp gecelikle sabahlığ ı dolaptaki yerlerine asmış, suçlu çocukların telaş ve pani ğiyle, her şeyi defalarca gözden geçirerek, ortalığ ı toplamaya kalkı şmış, beklenmedik bir felaketle uyandıkları daha bir saat önceki eğ lenceli, renkli rüyadan sonra şimdi büsbütün mutsuz olmu şlardı. Yalnızca şi şe de ğil, yanılsamaları da parçalanmı ş, birbirlerinin ve kendilerinin ihanete dönük gerçe ğiyle yüz yüze kalmış lardı. Sanki o an, evin içine doluş an soka ğın sesleri daha fazla duyulur olmaya başlamı ştı. Ali, annesinin çok kızaca ğından, gizlerinin ortaya çıkaca ğından, her şeyi anlayacağ ından ku şkuya kapıldı. Kulağında belirsiz sesler duymaya baş ladı, kendisine ne yapması gerektiğini söylüyorlardı, ama Ali çok korkuyor, sinek kovalar gibi sesleri kovalayarak, kendine söylenenleri anlamasını güçle ştiriyordu. Fazla heyecanlandığ ı, çok korktuğ u, derin hayallere daldı ğı zamanlarda kulağına gelen seslerdi bunlar. Yumu şak ve ezgili fısıltılardı ama, Ali gene de korkuyordu. Oya'yı yolcu ettikten sonra, o saatte babasını orada bulaca ğından emin olduğu Şehir Lokali'ne soluk solu ğa koş turmu ş, acıklı bir yüz ifadesiyle, uydurduğ u yalana babasını inandırmaya çalışarak ondan yardım istemiş ti: Güya son zamanlarda çok yorulan annesi sevinsin diye, etrafın tozunu alırken, eli, tuvalet masasının üzerindeki şi şelerden birine çarpıp yere düş ürmüş, yere düş en şi şe kırılarak halıyı lekelemi şti. Gerçi uzun uzun silmi şti ama, gene de birazcık leke kalmı ştı. Arkada şlarıyla oturmuş sohbet eden babası, gülümseyen bir yüzle, heyecandan her şeyin sırasını karıştırarak soluk solu ğa anlatan Ali'yi dinledikten sonra, Canın sağ olsun o ğlum, yenisini alırız, ben annenle konu şurum, gibi yüre ğine sular serpen cümleleri büyük bir rahatlıkla bir kerede söyleyip masadaki arkada şlarına, yarım kalmı ş sohbetine dönmüştü. Her şeyin bu kadar hafif ve kolay olması, ilk ferahlık duygusu geçtikten sonra Ali'yi daha da korkutmu ştu. Hafif ve kolay şeylerden korkuyordu. Ya şam ağ ır bir şeydi. Đ stekler a ğır a ğır gerçekle şiyor, aksilikler a ğır ağ ır gideriliyor, günahlar a ğır a ğır ödeniyordu.

Page 167: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Gene de eve döndüğ ünde, içi biraz olsun rahatlamı ştı. Annesinin nasıl bir düzen meraklısı oldu ğunu bildiğinden, her şeyi yeniden gözden geçirdi. Bütün ayrıntıları kollayan, her şeyi en ince noktasına dek hesaplayan dikkatli ve titiz biri olduğunu bilirdi. Zaten annesinin eş yalarını gizlice kullanırken, bütün bu engelleri, ancak tıpkı annesi gibi dü şünerek a şabiliyor, oyunlarını ancak böyle mümkün kılabiliyordu. Örne ğin, bütün askıları ağ ızları içedönük asarken, bazen içlerinden birini, sırf hizmetçileri tuza ğa düşürmek için dışa doğru asarak imtihan etti ğini bildi ğinden, askı ağızlarına dikkat ederdi. Kimi elbiseleri naylonlara geçirirken, naylonun kenarını hep içe kıvırırken, içlerinden birini "yem" olsun diye dış a kıvırırdı. Görümcelerinin ve hizmetçilerin meraklarına ve kötü niyetlerine kar şı yıllar yılı, "mahremim" dedi ği gardırobunu bu yöntemlerle korumuş, kusurunu yakaladığ ı kiş iyi, herkesin içinde gösteri şli bir biçimde yüzlemekten hiç geri durmamış tı. Ali, onların askılarından çıkarılmı ş, hatta giyilmi ş oldukları anlaşılmasın diye, her şeyi büyük bir dikkat ve titizlikle yerine getirir, hiçbir iz ve i şaret bırakmamaya büyük özen gösterirdi. Bu yüzden annesini atlatmak için öğ rendiği her şey, annesinin yalnızca giysilerini de ğil, ruhunu da giyinmesine neden oldu. Yıllar yılı annesinde kızdığ ı ya da nefret etti ği hemen her şeyi, kendisinde yakalamaya ba şladığ ı ilk gençlik yıllarında, acı ve öfkeyle anlayacaktı bunu. Yalnızca elbiselerini de ğil, tepeden tırna ğa annesini giyinmişti. En çok, annesinin siyah payetli ve pul i şli, geni ş göğ üs dekoltesi olan, vücudu sımsıkı saran, bele oturan, sağ yanında baldıra kadar yırtmacı olan ince askılı gece elbisesindeydi gözü. Onu giymeye ise bir türlü cesaret edemiyordu, bu ğulu bu ğulu parıldayan üzüm karası pulları vardı, onların dökülmesinden korkuyordu, gözden kaçan bir tek pul tanesi onu ele vermeye yeterdi. Gece gibi ı şıyordu onlar. Sanki yalnızca bir gece elbisesi de ğil, aynı zamanda gecenin elbisesiydi. --Çıplak mısın? --Üzerimde geceden ba şka bir ş ey yok! --Demek gecenin elbisesi üzerinde. --Evet. --Çıkar onu. --Gel sen çıkar. --Çıkarırsam ışık olur. --Olsun. --Olursa bedenim kalmaz geriye. --O zaman gece elbisesiyle gel! Kulaklarında bir masaldan kaçmış gibi yankılanıp duran bu sözler, onu günaha ve geceye çağ ırıp duruyordu. Annesi, bu pul pul, ı şıl ışıl, gece güzeli elbiseyi, 29 Ekim Cumhuriyet Balosu'nda, 14 Mart Tıp Balosu'nda, Hukukçular Balosu'nda,

Page 168: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Yılbaş ı Balolarında; Orduevi'nde, Halkevi'nde, çe şitli derneklerin çe şitli nedenlerle düzenlediği balolarda giyip durdu. Her seferinde pulları biraz eksilmi ş gibi gelirdi Ali'ye. Annesi bir yerlerde ba şka hayatlar bırakmı ş gibi gelirdi. Baloya gidiyoruz, derlerdi. Bu tılsımlı cümle, onu, o boz, sıcak, kunt ta şlarla kendine kapanmış ta şra şehrinden alıp birdenbire uçsuz bir masal dünyasına sürüklerdi. Balo! Renkli masal kitaplarının tılsımlı sözcüğ ü! Bir yerlerden çıkıp gelecek masal prenslerini umduran sihirli dünya! Ali'nin, kimi zaman kendisinin de götürüldüğ ü hiçbir baloda, karşısına öyle biri çıkmadı. Gece elbisesi gardıroptaki aynı yerinde asılı durdu hep. O, sihirli de ğneğinin bir dokunu şuyla kendinden ölümsüz güzellikte bir kadın yaratacak perisini bekleyen bir külkedisi olarak, gitmedi ği, götürülmedi ği baloların gecelerini hayalleriyle değiştirdi. Kendine masallar yazmaya ba şladı. O olaydan sonra, Oya da artık eski düzende gelip gitmez olmu ştu. Her gördü ğünde Oya'nın memelerinin hızla büyüdü ğünü fark ediyordu yalnızca. Bedeni, adandığı yetişkinler dünyasına hızla hazırlanıyordu demek. Ayrıca boyu ya şıtlarına göre zaten uzun olan Oya'nın, memeleri büyüdükçe kamburu da büyümü ştü. Saçları, zaten basık ve dar olan alnını, küçük yüzünü; içe çöken omuzları ise, memelerini daha çok saklıyordu. Ali'nin Oya'ya bakan gözleri değ i şmişti. Oya'ya baktıkça, onun hep bir şeyler saklayan biri olduğunu düşünmeye ba şlamış tı. O günü bir daha hiç konuşmadılar. Ama o günün anısı, koyu bir gölge gibi hep aralarında asılı durdu. Đkisi de ayna karş ılarında oynadıkları oyunun, ikisi için aynı anlamı taşımadı ğının bilincine bir kazayla, suça benzeyen bir kazayla varmış lardı. Suç ortaklı ğı, oyun ortaklıklarını bozmuş tu. Öğrenildiği takdirde, aynı suça, aynı cezayı almayacaklarını bildikleri bu durum, birinin kız, birinin erkek çocuğ u olmasının kuru, gündelik ve sıradan bilgisine, derin bir ayrılıkçılık duygusu kazandırmış tı. Bir daha asla aynı olamazlardı. Bir zaman sonra, bir ö ğle sonrası, okul dönüş ünde Ali, annesini, salondaki divanların birinde, pencereye sırtını dönmüş , hiç kımıldamadan oturuyor buldu. Đ nmekte olan günün son ış ıkları, cılız saçlarını tutu şturmu ş, yüzüne kalın, koyu bir gölge dü şürmüş tü. Yüzünde donuk bir ifadeyle gözlerini belirsiz bir noktaya dikmiş , omuzları çökmüş , tehlikeli bir sükunet içinde, neredeyse kımıldamadan öylece oturuyordu. Annesinin yüzünde ona ait olmayan bir ifade vardı. Ali kaygılandı. Anne, diye seslendi, Anne, neyin var? Bir şey mi oldu? Annesi ilkin, Süt taş tı, dedi. Ateş in üstünde unutmu şum, ta şar tabii. Süt bu! Ta şmaz mı? Taşar. Ali'nin hiçbir anlam veremediğ i bu sözlerden sonra, aynı ses tonu ve aynı sadelikle devam etti: Baban da, Oya'yı götünden sikmi ş. Dün ak şam yatakta anlattı bana. Meğ er bütün telefonlarımızı dinlermi ş kaltak!

Page 169: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Sonra sessizce divan örtüsündeki iplikleri topladı, ağ ır a ğır yerinden kalkıp ayaklarını sürüye sürüye salondan çıktı. Ali, bir süre ayakta hiçbir yere kımıldamadan olduğ u yerde öylece kalakaldı, az sonra annesinin ardından gittiğinde, onu dalgın bir kayıtsızlık içinde, mutfakta sakin sakin süt içerken buldu. Demek Oya, hem gizini, hem de babasını paylaş mıştı onunla, şimdi tam merkezde duruyordu; buna katlanamazdı. Üstelik annesine de ihanet etmi şti. Oysa, ona hep "Teyzeciğ im, teyzeciğ im," derdi! O günden sonra, her gece yata ğında, Oya'yı ortadan kaldırma planları yapmaya baş ladı. Onu ele verecek bir ş eyler yapmanın hayallerini kurdu. Oya'nın aile içinde herkesle ayrı ayrı payla ştı ğı gizleri vardı demek. Acaba o 'Dr. Renaud Paris' şi şesini kırdıkları günü, babasıyla hiç konu şmuşlar mıydı? Babası her şeyi biliyor muydu? Oya bu yaptıklarını mutlaka ödemeliydi. Ama nasıl? Bitmeyen intikam hayalleri kurmaya ba şladı. Oya'nın mahvolması gerekiyordu. Zamanla kendi hayallerinden de, öfkesinden de sıkıldı; sonra bir gün fark etti ki, hafızası unutmasa da, kalbi kötülük dilemek konusunda ısrarcı de ğil! Kuyu Cini, o gece, ona do ğruyu söylemiş . Bunun üzerine, annesinin en çok kullandı ğı beddua olan, "Allahından bulsun," sözüyle yetindi. Ali, kinsiz bir hafızası olduğ unu dü şünmeye baş ladı. Uzun bir süre telefondan, onun gömülü bulundu ğu takadan uzak durdu. Ama gene de, "Meğer bütün telefonlarımızı dinlermi ş!" cümlesi onu ürpertmeye devam etti. Arkasındaki hikaye ne olursa olsun, tek ba şına ürkütücü bir yanı vardı bu cümlenin; belki bu yüzden, bu cümlenin arkasını öğrenmekten uzak durdu. Đlkokula ba şladı ğı yılın daha ilk günlerinde, bir sabah, okulun önünde bir çocu ğun, diğ erine, "Götünü sikerim ulan!" diye bağırdığ ında duydu ğu şa şkınlık, şimdi babasından ve Oya'dan ne kadar iğ renirse iğ rensin, Oya'nın götünden sikilmi ş olmasına ilişkin cümlenin yaratacağ ı olası etkiyi hafifletmiş ti. Bu, artık çözülmüş bir gizdi onun için ama, Oya'nın dinlediği telefonlar, bütün bir hayata yayılan çok daha yıpratıcı meraklar ve gizler barındırıyordu. Aylar sonra, bir akşamüstü, okul dönü şü eve geldi ğinde, misafir odasında Oya'yı hiçbir şey olmamış gibi, annesinin elini öperken gördü. Annesi, Ali'yi görünce sevinçle: Sana bir müjdemiz var Ali, dedi. Biliyor musun, Oya evleniyormu ş! Hem de bir mühendisle! Ali, annesinin nemlenmi ş gözlerindeki sevincin sahici bir sevinç olduğunu gördü ve ba şta annesi olmak üzere, herkesten, her şeyden bir kez daha korktu, korktu, korktu. ... Hamamın Gözleri Bir ipin kuyuya bırakılı şı gibi, halalarının birbirlerinin ellerinden tutarak, evlerinin avlusundaki o derin kuyuya kendilerini bıraktıklarını, ardından kuyunun dipsiz burgacına kapılarak, birer birer kaybolduklarını dü şünüyordu Ali. Dahası, tutkulu bir kehanet gibi görüyordu. Daha önce tanık

Page 170: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

olduğu u ğursuz bir anın sürekli tekrarlanıp duran yorucu hatırası gibi; gözü açıkken ya da kapalıyken, çok beklemi ş, çok dinlenmi ş koyu bir lanetle a ğır kilidinden çözülüp boş alan paslı zincir halkalarına benzeyen bir dizi ölüm hikayesinin şimşek hızıyla parlayıp sönen resimlerini art arda görüyor, yoruluyordu. Hiçbirinin yüzü, suyun yüzüne vurmamı ştı. Kuyu hiçbir aldı ğını geri vermiyordu. Birdenbire, teker teker ölmeye ba şlamıştı halaları. Sanki birbirlerinin sırasını beklemişler gibi, ipi ilk tutup kendini kuyuya bırakan haladan sonra, sırayla birer birer eksilmi şlerdi, dokuz odalı büyük evin, yüksek tavanlı odalarından, kubbeli salonlarından, lo ş ış ıklı sofalarından, kuytu kilerlerinden, geni ş avlularından, serin ayvanlarından, bütün bunları birbirine ba ğlayan kemerli geçeneklerinden... birer birer eksilmi şlerdi... Đlk ölen halanın eceliyle ölmeyip gecenin bir yarısında, elinde beyaz, oyalı bir mendille kendini kuyuya bırakı şından sonra, nedenini hiç anlamadıkları, bilemedikleri bu seçilmiş ölüm, hemen hepsi birbirine benzeyen bütün halalarının hayatına pusu kurmuş tehlikeli bir giz haline geldi. Sanki, onun neden öldü ğünü bilmedikleri sürece, kendileri de neden ya şadıkları konusunda sağlam bir bilgi sahibi olamayacak ve kendilerini bekleyen kaderi bilemeyeceklerdi. Her yeni ölümle, birbirine katlanarak derinle şen acılar ve birbirine katlanarak büyüyen gösteriş li törenlerle, her ölenin hatırasına uzun uzun yas tutuyordu ardında kalanlar. Hiç ölmeyecekmi ş gibi ya şlanmı ş olan Hacı Zeyneddin Efendi'nin apansız ölümünden sonra, Ali'nin babasının, karısını ve oğlunu yanına alarak ayrı eve çıkması, halaları için son darbe olmu ştu. O büyük ailenin, ipi kopmu ş tespih taneleri gibi saçılarak sonsuza dek da ğılıp kaybolduğunu dü şünüyor, aile ocağının temel direği olan hayattaki tek erkek karde şlerinin, hiçbir zaman bağışlamayacakları bu sorumsuz davranı şını, kendileriyle bir türlü yıldızı barı şmamış, onlarla hiçbir zaman geçinememi ş olan yabancı gelinlerinin fitnesi, hilesi, bitmeyen kini ve dü şmanlığ ıyla açıklıyorlardı. Sonunda ba şarmış , ailenin temel direğini çalmı ş, biricik erkeklerini ellerinden almı ştı bu uğ ursuz mavi gözlü ve uğursuz mavi boyunlu yabancı gelin! Ba şlarına gelmi ş bu büyük felaketi, Mardin'in büyük ailelerinin, eve yabancı gelin getirmek isteyen bütün erkeklerine ibret olsun diye, kapı kapı gezip ba ğdaş kurdukları minderlerde, sedirlerde, cumbalı pencerelerde, mangal başlarında, geniş divanlarda dizlerini döve döve, a ğıtlı seslerle uğuna uğ una anlatıyorlardı. Ali ise, halasının intiharını, Kuyu Cini'nin kendisinden intikamına yordu; sözünü tutmayan Ali'nin, eski dede evini terk edi şini, onu kuyusuyla baş ba şa yalnız bırakı şını cezalandırmak istemi ş, bu yüzden Ali'ye bir iş aret olarak, halasını koynuna, karanlık sularına çekmi ş olmalıydı. Sanki Ali, o eski eve, avludaki o kuyunun başına geri dönerse, yeniden yüzünü o kuyunun karanlık sularına bırakırsa, artık ölümler de olmayacaktı. Ali, yüzünü esirgedi ği için böyle olmu ştu. Ali, o kuyunun rehiniydi. Ailesinin bütün kadınlarının hayatları ve kaderleri, Ali'nin ellerindeydi. Ali, suretini kuyunun sularında ço ğaltmadığı için, ailesinin kadınları birer birer ölüyordu. Ali ise, ba şka bir evin hayatına kaçarak, onları yüzüstü bırakmış , kaderlerine terk etmiş ti. Bir ara Ali'nin babası da, yalnız kalan kız kardeş lerine acıyarak, eve geri dönmeyi aklından geçirdiyse de, bunu dile getirmeye çalı şmasıyla birlikte, Ali'nin annesi, yanarda ğ sıtmasına tutulmuş mavi topraklar gibi titrek

Page 171: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ciyaklamalarıyla yeri gö ğü inletmiş , Ben ölüm kokan o kuyulu evde bir dakika bile oturmam artık, diyerek bu konuya son noktayı koymuştu. Yava ş yava ş halaları da, kardeşlerinden ümit kesmeye, kadere boyun e ğerek o evde yalnız öleceklerini bilmenin acısına razı gelmeye ba şladılar. Kimi günler, eski baba evini ziyarete gelen karde şlerinin, ak şam yemeğ ine kalmamasına, ya da ziyaretlerini kısa tutmasına, onda vicdan azabı uyandıraca ğını umdukları acıklı haller takınıp, nemli ve sitemli gözlerle bakıp, dertli dertli boyun bükerek kar şılık verdiler. Halaları, kardeş lerinin ölümünden sonra, avludaki kuyu suyunun içilmesini yasakladılar. Ali'nin babasının kuyuyu kapatma önerisini bir süre aralarında tartı ştıktan sonra, bunun iyi bir dü şünce olmadı ğına karar verdiler ve tam tersine, evin içinde karde şlerininin ruhunu gezdirmek amacıyla, kuyudan kova kova çektikleri suyla, yaz-kı ş demeden her gün ev yıkamaya ba şladılar. Nitekim o kı ş, içlerinden biri, şiddetli soğ uk algınlı ğından öldü. Ali, evin içinde gizli bir düş man gibi sinsice gezinen kuyu suyunun, evdekileri teker teker kuyunun içine çekmeye ba şladığını düşünüyor, ev içindeki arasız ölümleri buna yoruyordu. Her gittiğinde, kuyudan taş ınan her kova suya, sakınımlı gözlerle, bu gizli düşmanın bir parçası olarak esrarengiz bir korkuyla bakıyordu. Halalarının bazı perş embe günleri, bin bir yaygara ve gürültüyle atlas bohçalarını, ipekli kuşamlarını, mor kadife zemin üzerine kabaralı hamam sandıklarını, gümüş saçaklı hamam takunyalarını, sırmalı peş kirlerini; dövme bakır hamam taslarının, gümü ş ibriklerin konduğu üzeri kakma nakı şlı, pirinç kulplu büyük sandıklarını denkleş tirip; evde bin bir özenle sarılmı ş dolmaların, kıymalı, peynirli ya da otlu böreklerin, etli, sebzeli, nohutlu yemeklerin konduğ u bakır tencerelerin, ku şhanelerin ve mevsim meyvelerinin büyük bir özenle tek tek yerleş tirildi ği sepetlerin ve kuru üzüm, kuru incir, kuru dut, şeker leblebi, fındık, fıstık, gızbara gibi yemişlerin sarıldı ğı oyalı mendillerin; ayıklanmı ş narların ve taze cevizlerin kondu ğu kaselerin, çeşit çeş it tatlı tepsilerinin yüklenilip hamama gidiş lerindeki eğ lenceli kaybolu şa benzemiyordu evin içinden birer birer eksiliş leri... O zamanlar, evde çalışanların, yolda uzun ve karanlık bir kuyruk olu şturan halaların ardı sıra ta şıdıkları yükü fazlaca tutulmu ş bu tencereler, tepsiler, sepetler, bohçalar, sandıklarla, çar şı içindeki Emir Hamamı'na gitmekten çok, sanki Halep'e gitmekte olan bir kervana yeti şmeye çalışan tela şlı bir halleri vardı. Sanki yalnızca bir kervana değil, bir hayata yetiş meye çalı şıyorlardı. Evde bin bir özenle hazırlanarak hamama taş ınan bunca yemek yetmiyormu ş gibi, hamamın kar şısındaki Sırmalı Fırın'a şembusekler, abugannuş lar, etli ekmekler, yumurtalı pideler ısmarlanır, bütün bu yiyecekler, aile ş ereflerine uygun gösteri şli bir biçimde hamamdaki herkese ikram edildikten sonra, artanlar, ak şam yemeğinde yemeleri için, hamam çalış anlarına, hamamın bitişi ğindeki çarş ı kapısında bekleşen Kürt hamallara ve yoksul dilencilere da ğıtılırdı. Eve dönüş leri, büyük ve görkemli bir yolculuk sonrasının yorgunlu ğuna benzer bir gürültüyle kutlanır; bütün gün olan bitenleri sanki hiç bilmeyen birine anlatır gibi, aynı heyecanla yeniden birbirlerine anlatır, kendilerince böyle görkemli bir yolculu ğun, renksiz hayatlarını şenlendiren olaylarla yüklü anılarıyla içlerini güçlendirmi ş olurlardı. Hepsinin yüzünde hamam sonrasının ağ armı şlı ğı olurdu. Ev ile çar şı içindeki Emir Hamamı arasındaki birkaç yüz metreden, birkaç hayatlık hikaye çıkarır, bu hikayeleıin bir bölümünü hemen tüketir; bir bölümünü, puslanmı ş pencere camlarından, üzerini beyazı lekelenmemi ş kalın karların kapladı ğı uçsuz bucaksız ovaya bakarken, iç çeki şlerin altında dillendirilmeyi

Page 172: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bekleyen hatıralar olarak, uzun ve so ğuk kış ların soba başı, mangal başı sohbetlerine saklarlardı. Dışarıda duyulan, damlardan, avlulardan soka ğa kar küreyenlerin kürek sesleri, kendine özgü tartımıyla, bu hikayelere kendi müzi ğini verirdi. Sıca ğı öldürücü yazları, öldürücü kı ş ayazları izlerdi. Ali, defterine ş öyle yazdı ğını hatırlar hep: Kara iklimi. Yazları sıcak ve kurak, kış ları so ğuk ve yağ ış lı. Mevsimler bu cümleyi ona hiç unutturmadı. Daha küçük olduğ u zamanlarda, halaları, annesinin, hamamda bin bir türlü pislik olur, mikrop kapar, hasta olur; kim bilir, kimler, nelerle, nasıl yıkanıyor, gibi tonu yüksek tutturulmuş , sonu gelmez itirazlarına kar şın, inat ve ısrarla, Ali'yi de yanları sıra hamama götürür, Ali'nin büyük kubbenin cam gözlerinden süzülen ı şık demetlerinin altında, göbektaş ında yaptığı yaramazlıklara, kurnadan kurnaya tutturdu ğu oyunlara, cırtlak cırtlak söyledi ği gürültücü ş arkılara ses çıkarmazlardı. Hamam kubbesinin cam gözleri, halalarının sık sık kullandıkları, "Allahın gözleri her yerdedir," cümlesini hatırlatıyordu ona. O, her şeyi görür, bilir, diyerek, Ali'yi sürekli hataya, kusura ve günaha karş ı tembihliyorlardı. Ali'nin "Peki, Allah'ın gözleri ne renk?" diye sorması üzerine, bir daha onunla benzetmelerle konu şmamak gerekti ğine karar verdiler. Bu çocuk, her şeyi çok düz anlıyor, bu huyu aynen annesine çekmiş , dediler. Her zaman olduğ u gibi, Ali'nin bütün iyi huylarının kendilerine, bütün kötü huylarının annesine çekmi ş olduğ u konusunda hemfikirdiler. Oysa, Ali'nin türlü kehanetleri kar şısında, Allah, Arapların gözlerine verdi ği rüyadan vermi ş bu çocuğa da, diye övünürken, yarım gözle de annesine bakarak laf çarparlardı. Bir zaman sonra Ali'nin kavruk çocuk bedeninde bile yetiş kin bir erkek vehmeden hamamdaki diğ er kadınların, Ali'nin büyüdü ğünü ve artık onu kadınlar hamamına getirmemeleri gerektiğini söylemeye ba şlamaları üzerine, onlar da Ali'nin sahiden büyümü ş olduğuna hükmedip bundan böyle evde yıkanması gerektiğ ini kararlaş tırdılar. Bu karara en çok annesi sevindi tabii. Babası, hamama gitmekten hoş lanmadı ğı için, onu erkekler hamamına götürecek kimse yoktu. Ali'nin bundan böyle artık yalnızca evde yıkanması söz konusuydu. Ali'yi yıkamayı vazife edinen en büyük hala, insanı yıkamaktan çok, ha şlamaya yarayacak sıcaklıktaki kaynar suları, Ali'nin ciyaklamalarına hiç aldırmadan kafasından aşağı tas tas boca ederdi. Ona göre kirin kabarması ve kese tutması için, su, vücudun dayanabildi ği en yüksek sıcaklıkta olmalı, Ali de tam bir erkek gibi, suyun kaynar sıcaklığ ına alı şana kadar di şlerini sıkmayı ö ğrenmeliydi. Ne de olsa erkeklik, her türlü me şakkate dayanıklı olmayı mecbur kılardı. Hem hayatın zorlukları kar şısında, bu sıcak suların lafı mı edilirdi? Her hamam günü, Ali'nin canhıraş itirazlarıyla her seferinde kazana bir tas so ğuk su daha eklenerek ılıtılmaya çalış ılsa da, su katlanılır ve makul bir sıcaklığ a ula ştı ğında, zaten Ali'nin banyosu da tamamlanmı ş olurdu. Halasının temizlik adına yaptı ğı gaddarlıklar bununla da kalmazdı. Yıkarken, sürekli Ali'nin gözlerine sabun kaçıran, derisini soyarcasına keseleyen, saç diplerini küt tırnaklarıyla, kan oturtana kadar kazıyan; kurumaya bırakıldıkları kızgın damlarda üç yazın güneş ini içerek yamulmuş taş katılığ ındaki ye şil sabunlarla ovu şturdu ğu ba şını, sağa sola pek hoyratça savurdu ğundan iyice serseme dönmüş Ali'nin, halasıyla ya şadığ ı bu uzun hamam fasılları, gerçek bir iş kenceye dönü şmüştü. Gene de bedenine yapılan bu ezadan tuhaf bir biçimde zevk duyuyordu Ali. Ten acısı, ruhunu daha iyi hissetmesine yarıyordu. Teninden kurtulmaya benzer bir uçuculukla, gövdesinden arınan ruhu, kopup göğe a ğıyormu ş, bütün bu i şkenceler, onun, tertemiz ve masmavi göklerde saf ve temiz meleklerle bulu şmasını sa ğlıyormuş

Page 173: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gibi geliyordu. Bu yüzden olsa gerek, banyo sonrasında, sımsıkı tutulmuş havlularla kundaklanır gibi sarıp sarmalanıp uzandırıldığ ı divanda, üzerine örtülen mis gibi sabun ve lavanta kokan keten örtüler altında, yeniden do ğar gibi dinlenirken, neredeyse kendinden ba ğımsız uyuklayan çelimsiz gövdesi, bir acı çekme ayini sonrasının bağ ışlanmı ş dinginli ği ve günahlarının kefaretini ödemenin huzuru içinde oluyordu. Bir keresinde, gene halasıyla birlikte yaptıkları bir banyo sırasında, Ali, yere çömelmiş , her zamanki gibi gayretli gayretli başını kopartırcasına ovu şturan halasının, hafifçe çözülmü ş peş tamalinin altından sarkarak yere de ğen sarımsı bir ipliği almak üzere uzanıp çeki ştirdiğ inde, halasının ciyaklaması üzerine, onun peştamalinden sarkmı ş bir iplik parçası de ğil, halasına, halasının "orasına" ait bir şey oldu ğunu anlayıp çok ş aşırmı ştı. Ardından tuhaf bir mide bulantısı duymu ş, kapanmamı ş bir yaraya dokunmu ş gibi hissetmi şti kendini. Tabii, halasıyla birlikte yaptıkları son banyo oldu bu. Daha sonraki günler, kapı arkalarında gülüşülerek yapılan konu şmalardan kula ğına çarpan fısıltılardan anladığ ı kadarıyla, bir kadın gövdesine ait olarak henüz bilmemesi gereken şeylerin Ali'den sakınılması konusunda ailenin görü ş birliğ ine vardığ ını gösteriyordu. O günden sonra Ali'nin yıkanmasını babasına emanet ettiler ama, babasının ne yazık ki, baştan savma bir i ş yaptığ ına, çocu ğu, banyodan ço ğu kez do ğru dürüst yıkamadan kirli kirli çıkardığ ına üzüntüyle karar verdiklerinde, Ali kendi kendine yıkanmayı, başını kaç kere sabunlayacağ ına kendi karar vermeyi, yıkanmaya başlarken okuduğ u duaları atlaya atlaya kısa kesmeyi, daha önemlisi, suyu istedi ği sıcaklıkta tutmayı öğ rendi. Banyoda biraz fazla kaldı mı, hemen çarpıntıları baş layan, soluğ u tıkanan, bu yüzden hiçbir zaman banyoda be ş dakikadan fazla kalamadı ğı için, Ali'yi hiçbir zaman yıkayamamı ş olan annesi, talihinin kendisini dış arıda bıraktı ğı bu durumdan ötürü, büyük bir haksızlı ğa uğradığını düşünüyor, ne zaman banyo günü gelse, kendini hiç iyi hissetmiyordu. Ali içeride yıkanırken, yerli yersiz banyoya girip, Bir ş eye ihtiyacın var mı, bir ş ey istiyor musun oğ lum? diye sorarak, bütünüyle kendi dı şında geli şen bu durumu bir ölçüde kendi denetimi altına almaya çalışmış sa da, Ali banyonun kapısını içeriden kilitleyerek annesini kudurtmayı erken ke şfettiğ i için, bu hevesi de kısa zamanda kursa ğında kalmı ştı. Kaçmasından ve ölmesinden önceki günlerden bir gün, halasını, annesiyle evin büyük kubbeli salonunun cumbasındaki divanda fısır fısır konuşup gülü şürken buldu Ali. Sabahın çok erken bir saatinde, olanca aydınlığıyla ı şıyan camlara bakılırsa, bir yaz sabahı olmalı... Đkisi de mahmurluklarını üzerlerinden tam olarak atamamı şlarsa da, eteklerinde, ters çevrilerek tabağ ına kapatılmı ş kahve fincanları duran püfür püfür sabahlıklarının içinde, neşeli sabahın gür ı şığ ına boğ ulmuş pencere önündeki sedirde mutlu kediler gibi öylece oturuyorlar. Đlkin, Ali'yi fark etmiyor, divan minderlerine iyice gömülerek, omuzlarını kısmış bir halde, birbirlerine iyice sokulmu ş olarak, ellerinde tuttukları bir tomar fotoğrafa bakarak alçak sesli gülüş melerini sürdürüyorlar. Ali'yi fark edince, gülüş melerini hemen toparlayamasalar bile, foto ğrafları çabucak saklamaya çalış maları Ali'nin gözünden kaçmıyor. Ali, kendinden saklanan şeyin, hemen gövdeye ve cinselli ğe ili şkin bir şey oldu ğunu dü şünüyor. Her gizin, cinselliğ e ili şkin bir yanı oldu ğu hakkında derin bir sezgiye, daha o yaş larda bile neredeyse kendiliğ inden sahip. Ailelerin en çok gövdeyi sakladı ğını bir biçimde biliyor. Annesinin, kocasının ceketinin cebini karıştırırken bulduğ u, sonra da gizlice halasına gösterirken Ali'ye

Page 174: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yakalandığı bu fotoğ rafları, elbette Ali de görmek isteyince, Çocuklar öyle bakamaz her resme, diyor annesi. Halası ekliyor ve düzeltiyor: Çocuklar bakamaz öyle ayıp resimlere, diyor. Resimlerinin mahiyetinin halası tarafından gereksiz biçimde açıklanması üzerine tedirgin olan annesi, bunun üzerine, bunun bir zaman sorunu oldu ğunu belirtmek gere ği duyuyor: Büyüyünce bakarsın! Hatta büyüyünce de bakmasan iyi edersin! Israr ve dayatmaları kar şısında her ikisinin yanılıp ya da yenilip fotoğrafları kendisine gösterecekleri anın kapanının baş ında bir süre bekleyen Ali, daha sonra umudu kesip, ikisinin boş bir anında foto ğrafları ele geçirmeyi tasarlıyor. Sindi ği kö şede pusuda bekliyor. Pencere büsbütün ı şığ a bo ğulmu ş; güne ş, taban halısının saçaklarına kadar yürümü ştü; uzun uzun birbirlerinin fallarına bakmı ş, sonra gündelik boş gevezeliklere dalmı şlardı. Annesinin, halaları içinde yakınlık kurabildi ği tek halası buydu, ne yazık ki, o da erken kaçmı ş, erken ölmü ştü. O anki mutluluklarında, sabah güneşinin gür ı şığ ı kadar, yatak odalarının, gövdelerin gizlerine ait bir şeyleri, baş kalarının hikayeleri ve resimleri üzerinden paylaşmanın yakınlığ ı vardı. Gündeli ğin duvarını, büyük ölçüde, cinselli ğe ait yasakların, suçların, sırların, günahların görünmez harcı örüyordu. Her ikisi de, bir süre aralarında gidip geldikten sonra, son olarak halasının sabahlığının cebinde kalmı ş fotoğ rafları unutmu şa benziyorlardı. Daha sonra halası, odasına giderken, ardından gelen Ali'yi fark etmiş se de, görmezden gelmiş, hafifçe aralık bıraktı ğı kapıdan Ali'nin kendisini görmesini sağ lamı ş, cebinde fotoğrafların durduğ u sabahlığ ını sırtından çıkarıp yerine asarken, foto ğrafları tek tek sayıp omuzunun üzerinden, kısık gözlerle belirsiz bir bo şlu ğa gülümsemi şti. Nice sonra Ali, halasının öldü ğünü ö ğrendi ğinde, nedense ilk bu gülümseyi şi hatırlamı ştı. Halasının odadan çıkmasıyla birlikte, kapının aralığ ından süzülerek içeri giren ve hemen sabahlığa uzanıp foto ğrafları ele geçiren Ali, ilkin resimlerin renkli ve capcanlı olu şuyla heyecanlanmı ş, bir kadın ve bir erkeğin, bembeyaz çar şaflı, kocaman yastıklı büyük bir yatakta yaptıkları çok çe şitli ş eylerden olu şan bu bir dizi resim kar şısında heyecandan dili tutulmuştu. Đlk kez bir erke ğin sikinin bir kadının içinde yarıya kadar gömülüp kayboldu ğunu görmüş , kalın, pembe sikin damarlı görünüş ü, onu çok etkilemi ş, boğazı kurumu ş, heyecandan sürekli yutkunmaya ba şlamış tı. Aklında iyi kalsın, her görmek istedi ğinde aynı canlılıkta gözlerinin önüne gelsin diye, gözlerini aça kapaya o resimleri, tek tek beynine nak şetmeye çalı şmıştı. Aklında hep, yarısı, sırtı bize dönük, saçı topuzlu bir kadının içinde kaybolmuş, kalın, pembe sikin fotoğrafta çok net bir biçimde görülen damarı kaldı. Yazları kısa kollu gömlek giydiklerinde, bazı erkeklerin kollarında ve pazularında belirgin bir biçimde görülen kabarmı ş damarların onu neden heyecanlandırdığını anladı. Bütün bir var olu şun ve hayatın o damarın içinde saklı oldu ğunu düş ündü. O günden sonra gözlerini, belirsiz bir arzuyla her yumduğ unda, o damarın içinde atan gürültüsünü duydu. O damar, onun da içinde atmalıydı. Halasının çocuklarıyla oynadığ ı bütün o cinsel oyunlarda eksik olan ş ey buydu işte: Đçinde atan bir damar gürültüsü...

Page 175: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Gördüğ ü ilk cinsel ili şki resimleriydi bunlar, bir yetişkin erke ğe ait sikin kalkmış halini ilk kez o foto ğraflarda görmü ştü. Kendi önünde cansız, ölü, küçük bir et parçası gibi duran, büyüklerin kimi tatsız şakalarında "bamya" diye takıldıkları o sevimsiz şeyi kopartırcasına çeki ştirip durdu. Kendi önündeki bu ölü et parçasını istemiyordu. Ali, kendi sikini değ il, baş kalarının sikini istiyordu. Bir keresinde, sabahın erken saatinde, Ali, derin uykularda uyurken, odasına gizlice süzülerek, Ali'nin odasını, annesiyle babasının yatak odasına bağlayan ara kapının anahtar deli ğinden soluğ unu tutarak içeriyi gözetleyen en küçük halası, annesi tarafından yakalanmış; yakalanmasıyla birlikte, annesinin çı ğlık çı ğlı ğa evi ayağ a kaldırması bir olmuş tu. Hep şüpheleniyordum! diye bas bas bağ ırıyordu annesi. Hep şüpheleniyordum zaten! Hep bizi seyrediyordu bu sapık kız! Bir de dindar geçinir utanmaz arlanmaz! Annesi, aile fertlerinden birini uygunsuz biçimde yakalama fırsatı buldu ğu böylesi durumlarda yaptığı gibi, büyük gürültülerle tadını çıkara çıkara olayı bir "nümayi şe" dönüş türmeyi başarmı ştı. Halaları, en küçük kız kardeşlerini, gelinlerinin çığlıklarına bırakmadan, evire çevire döverek, yüzünü yol yol cırnaklayıp, saçlarını tutam tutam yolarak cezalandırmakla birlikte, bütün bir gece torbaya girmi ş gibi, sabah sabah "o i şi" yapan erkek karde şlerine ve gelinlerine de suç payı çıkardılar ve onları da açıkça ayıpladılar. Sonraki günlerde, gelinlerini, kendi aralarında ve yakın akraba çevresinde, "döş ek düşkünü" olmakla suçladılar. Karde şlerinin bir zamanki halsizli ğinin, mecalsizli ğinin, renksizliğ inin nedeni, hep o döşek düş künü yabancı gelindi demek! Belli ki, soluk aldırmıyordu zavallı karde şlerine! Annesinin çı ğlıkları ve en küçük halasının ba ğırı şlarıyla uyandı ğı o sabah, ansızın birbirine zıt ve aynı oranda güçlü duyguların baskınına u ğrayan Ali'nin, aklı ve kalbi iyice karı şmıştı: Kendisi az ötede olanca masumiyetiyle her şeyden habersiz uyurken, odasının, en küçük halası tarafından gizlice kullanılarak bir suça ortak edilmiş olmasının haksızlı ğına, annesiyle babasının da meğer gizli gizli o işi yaptıklarını ö ğrenmi ş olmanın hayal kırıklığ ı eklenmiş ti. A ğzını her açtı ğında Kur'andan bir kutlu söz söyleyen, saçının bir telini bile kimseye göstermeden sürekli ba şı ba ğlı dolaşan, yaz kı ş, en kalın, en uzun, en bol elbiselerle bedenini belirsizleş tiren, her zaman, her yerde, herkese örnek gösterilen iffet ve namus timsali en küçük halanın, sabahın köründe anahtar deli ğine göz dayayan bu çirkin merakı da, Ali'nin kadınların cinsellikten uzak iffetli dünyasına olan kaynağı belirsiz güvenini temelinden sarsmı ştı. Demek, kadınlar da erkekler kadar günahkardı. Ama insanlar arasında en büyük eş itli ği günah sa ğlıyordu galiba. Anne-babasının da, halasının da gizlerini öğ rendi ği o sabah, ne zamandır adını bilmedi ği bir nedenden ötürü duyduğu derin suçluluktan kurtulmu ş, bilmeden kendini affetmi şti. Ali, aile hayatlarında en büyük yalan ve ikiyüzlülüklerin cinsellik hakkında oldu ğunu böyle böyle anladı. Bu konuda hemen herkes bir casus kadar ikiyüzlüydü ve hangi ailenin içini biraz kurcalasanız, cinnet gibi saklanmış hayatlar, hiçbir zaman dile dökülmemiş kapalı ilişkiler ve sır kadar karanlık deneyimler vardı. Cinsellik söz konusu oldu ğunda, kimse tekin değ ildi. Herkes aynı derecede güvenilmezdi. Günahın, yasağ ın, karanlığ ın ve cezanın gökyüzü oldu ğu bu zulmü bol ailelerde bile her an, her ş ey olabilirdi.

Page 176: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Mardin'e yeni atandığ ında, Ali'nin annesinin "Gurbet elde sahip çıkmak gerekir," diyerek gereğ inden fazla sahip çıktığ ı Đzmirli Fransızca ö ğretmenini anımsıyordu. Zayıf, orta ya şa gelmekte olan bir kadındı. Ali'nin aklında mavi-gri gözleri, etkileyici, güçlü bakışları kalmı ş. Her zaman kısa kesilmiş koyu kestane saçlarının çevrelediği solgun bir yüzü, dalgınla ştığı zamanlar kendili ğinden dı şavuran bir kırılganlı ğı vardı. Ama genellikle hep sert bir ses tonuyla konuşur, katı cümleler kurar, sanki herkesin öğ retmeniymiş gibi davranırdı. Sürekli olarak, çevresine nasıl bir çetin ceviz olduğunu bildirmek ihtiyacı içindeydi; bazı durumlarda yüzüne kazandırmaya çalıştığ ı muzip bir ifade e şli ğinde, hafif efelenerek, "Ne de olsa biz E şrefpaş a kızıyız" cümlesini a ğzından düşürmezdi. Bir hayır derneğ inin, civar kasabalara düzenledi ği bir gezi sırasında, kalabalık bir kadınlar toplulu ğuyla, annesiyle birlikte Cizre'ye gitmi şlerdi. Hem bir çe şit piknik yapacaklardı, hem de Cizre'de bir hocayı ziyaret edeceklerdi. Yörede namı almış yürümüş olan bu hoca, Dicle cinlerinin yardımıyla su falına bakıyordu. Ali'nin annesi bile, Hoca hakkında anlatılanların ve fallarının kehanet kudreti hakkındaki söylentilerin etkisinde kalarak yumuş amış, güya arkada şlarının ısrarını kıramamı ş gibi yaparak, falına baktırmı ştı o gün. Oysa, Atatürk ülküleriyle yeti ştirilmiş Cumhuriyet çocuklarının böyle batıl şeylere asla yüz vermemeleri ve müspet bilimlerden ş aşmamaları gerekti ğini söylerdi hep. Onlar, bu mahrumiyet bölgesinin cahil insanlarına örnek olmalı, do ğuya, batının ve medeniyetin kutsal me ş'alesini ta şımalıydılar. Onların hepsi birer Feride'ydi. Ali'nin annesinin en sevdi ği benzetmeydi bu: Feride! O gün, bu konudaki uzun nutuklarından caymış , Hoca'nın ardı sıra girdi ği, kapısında Zerdüş t ateşi kırmızısı, cennet bağı yeş ili nakışlarla bezenmi ş Kürt kilimi asılı olan karanlık bir kümbette uzun uzun kalmı ş ve herkesi meraklandırmı ştı. Dışarı çıktığ ında, yüzünü al basmı ş, gözbebekleri irile şmiş, her heyecanlandığ ında olduğu gibi, boyun damarları kabar kabar ş iş miş ti. Hoca'nın hemen her ş eyi bildi ğini, ama bir kızı olmadığı halde, nedense ısrarla kızından söz etti ğini, kızını çok fırtınalı ve zor bir hayatın beklediğ ini söylemiş , söyledikleri arasında bir tek buna bir anlam verememi şti. Ali'nin annesinin, Hoca karş ısında yumuş amasına kar şın, Eşrefpa şalı Fransızca öğ retmeni, ödün vermez bir tavırla bu konudaki kararlılığ ını sürdürdü ğü gibi, Ali'nin annesinin, bu konudaki direncinin kırılmı ş olmasına da içerleyerek, hurafeler, fallar, üfürükler ve büyüler hakkında sert bir kar şı konuşma yapmış , böyle batıl inançlar kar şısında Cumhuriyet'in ülkülerinin meşalesi do ğrultusunda yeti ştirilmi ş ö ğretmenlerin birer Feride gibi örnek olması gerekti ğine de ğin imalı sözlerle annesine laf dokundurmu ş, giderek tizle şen bir sesle, müspet bilimler hakkında sıkı bir nutuk çekerek herkesin tadını tuzunu kaçırmış tı. Üstelik, herkesin, boncuk boncuk terleyip sürekli olarak bir eliyle, bulutlar halinde gezen köpek di şli mor sinekleri kovalamaya çalıştığ ı sırada yapıyordu bu hararetli konu şmaları. Kuytuluk bir gölgede, kalın asma yapraklarıyla kaplı çarda ğın altında bile kavurucu güne şin kızgınlı ğı hissediliyordu. Baygın çiçek kokuları geliyordu Cizre'nin uzak bahçelerinden. Sessizli ği bile katıla ştıran bu öldürücü yaz sıca ğında bir damar gürültüsü gibi Dicle'nin sakin sesi duyuluyordu. Hoca, çarda ğın altında, arkası nakı şlı büyük yastıklarla beslenmi ş geni ş sedirine kurulmu ş oturuyor, arada bir içinde irili ufaklı buz parçacıklarının yüzdüğ ü bakır bir tastan ayran içerek serinliyor, a ğzının kıyısına, bembeyaz sakallarına bulaşan ayran köpüklerini sol elinin tersiyle aldıktan sonra, artık neredeyse dudaklarının do ğal hareketine dönüşmü ş

Page 177: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

mırıltılı dualarla, uzaktan, birbiri ardı ardına akan bal taneleriymiş hissi veren kehribar tespihini a ğır a ğır çeviriyordu. Çardağ ın altında, az ötede yayık yayan, sıcağ ın ve sineğin ili şmedi ği bir adamın, arada bir bakır güğ ümlere köpürte köpürte boşalttı ğı ayran, ergen bir kız tarafından konuklar arasında dolaş tırılarak, herkesin arzusuna göre ma şrapalara, taslara ya da cam bardaklara aktarılıyordu. Ali, törene ve oyuna benzeyen her şeyden hoşlandı ğı gibi, bundan da hoş lanmı ştı. Adamın sessizliğ i de, kendini adar gibi iş ine verişi de; ince kemikli kızın, bir ceylan gibi ölçülü ve ürkek hareketleri de, bu ayinin bir parçasıydı sanki. Adamın da, kızın da gözleri dikkat çekici güzellikteydi. Elindeki güğümle konukların arasında ayran dola ştıran kız, Türkçe konu şamasa bile, kalın, gür kirpiklerin gölgeledi ği iri gözleriyle konu şuyordu. Kürtlerin, gözlerinin güzelliğ ine, her şeyi gözleriyle anlatabilme gücüne adı konmamı ş bir hayranlık duyuyordu Ali. Onlar, gözlerdeki arzuyu da, korkuyu da aynı güzellikte anlatabiliyorlardı. Uzanıp kendisine uzatılan ayranı bu duygularla, kızla göz göze gelmeye çalışarak aldı. Fransızca ö ğretmeni, konu şmalarının kimseleri pek etkilemedi ğini gördükçe, daha aksileşmi ş, giderek daha yüksek sesle ve suçlayıcı bir tonla, bu kez Hoca'yı, kadınların duygularını istismar etmekle ve şarlatanlıkla suçlayarak zehirli oklarını ona yöneltmiş ti. Başta sakin görünmeye çalı şan Hoca'nın, bir süre sonra sinirleri bozulmuş , belli ki, hiç alı şık olmadı ğı böyle bir durumda ne yapacağını kestirememi ş, ama gözle görülür biçimde elleri titremeye başlamış tı. Ali'nin gözleri, Hoca'nın parmaklarının arasında eskisinden daha hızlı akan tespih tanelerindeydi şimdi. O ana kadar hep bir dervi ş edasıyla, bir bilge gibi davranan Hoca'nın içine öfkenin gazabı yürümü ş, gözbebeklerinde sivri çakımlar belirmi ş, bastırmaya çalı ştı ğı bir hınçla, ansızın önündeki su tasını uzatarak, Ö ğretmen Hanım'dan, sa ğ elini tasa daldırmasını istemişti, onun duraksaması kar şısında da, bu kez yumuş atmaya çalış tığ ı bir sesle rica etmiş ti. Hoca'nın ne yaptığ ını anlamaya çalı şan Öğretmen Hanım, biraz duraladıktan sonra, kararlı bir hareketle sağ elini suya daldırıp meydan okuyan bir ifadeyle gözlerini Hoca'nın yüzüne dikip, Hoca'nın sözlerini beklemeye ba şlamı ştı. Hoca'nın kendine kurduğ u tuzağ ı, bo şa çıkaracağ ını, onun maskesini düşürece ğini dü şünüyor olmalıydı. Hoca, önündeki su tasına hiçbir ş ey söylemeden bir süre baktıktan sonra, Đstersen içeride bakalım kızım, diyerek kümbeti i şaret etti ğinde, Ö ğretmen Hanım, Hoca'yı ürkütmü ş olduğunu düşünerek, şimdiden kendini galibi saydı ğı bu oyunu herkesin gözü önünde sürdürmek, zaferi herkesin içinde tatmak istemiş ti. Gerek yok, demi şti. Nasıl olsa inanmıyorum! Hoca, Ama söyleyeceklerim hoş una gitmeyebilir, dedi. Hoca'nın bocaladı ğını dü şünen Ö ğretmen Hanım'ın yüzü aydınlanmış tı. Hoca Efendi'yi mat ederek, buradaki bütün kadınlara iyi bir ders vermi ş olacaktı. Sol ka şı kendiliğ inden havaya kalkmı ş, Hoca'ya açıkça meydan okuyan bir tavır takınmış tı. "Vurun Kahpeye!" diyerek, Aliye ö ğretmene ilk taş ı fırlatan kötü imamın yüzü bir anda gelip oturmu ş gibiydi kar şısında duran ş u Hoca Efendi'nin yüzüne. Bu yüzden kini arttı Öğ retmen Hanım'ın; sesinin tonu daha da sertleş ti. Nasıl olsa bo ş sözler söyleyeceksiniz, dedi. Bana bunları yutturamazsınız Hoca Efendi! Foyalarınız ortaya çıkacak! Hileniz hurdanız ortaya dökülecek! Hoca'nın yüzü seğirdi. Kendini a şağılanmı ş hissediyordu. Gururunun taş ları içini sarsıyordu. Yörede herkes tarafından neredeyse bir evliya gibi davranılan Hoca, hiç alı şık olmadığ ı bu durumdan ötürü, kendinde, önceden tanımadığı lav şiddetinde bir öfke seline kapıldı. Peki, dedi, Günah benden gitti. Tam üç yıldır ni şanlısın, de ğil mi?

Page 178: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Öğretmen Hanım'ın yüzünden hiçbir ş ey geçmedi. Yüzünü ifadesiz kılmak konusunda kararlıydı. Hoca sürdürdü: Uzun tutmu şsun ni şanı. Çok uzun tutmuş sun. Gene durdu, bekledi. Ö ğretmen Hanım'ın yüzünü yokladı. O ise hiç yanıt vermiyor, domuzuna domuzuna bakmayı sürdürüyordu. Ö ğretmen Hanım, Bakın, dedi, Parmağımda ni şan yüzüğü var, bunu bilmek için falcı ya da hoca olmak gerekmez. Ya söyledi ğim vakit, dedi Hoca. Yani üç yıllık vakit? Hakkımda bunu öğ renmek zor bir i ş değ il! Beni tanıyan herkes üç yıldır niş anlı olduğ umu bilir. Artık kızgınlığ ını saklamaya gerek duymayan Hoca, zembereğinden bo şalır gibi, neredeyse hiç soluk almadan ardı ardına saymaya başladı: Uzun vakittir ni şanlısın, çünkü korkuyorsun, dedi. Evlenmekten korkuyorsun. Çok korkuyorsun. Her şeyin düğ ün gecesi ortaya çıkmasından korkuyorsun! Niye korktu ğunu söyleyeyim mi? Çünkü kız değilsin. Gerdek gecesi kız çıkmamaktan korkuyorsun! Sen daha genç bir kızken, evli bir adamla beraber olmuşsun, kirletmi ş seni, önce arkadan kullanmış, daha sonra da kızlığ ını bozmuş . Bir zaman sürmüş bu. Adamın adı, Sabri değ il mi? Đnşaatçı gibi bir şey! Ne karısını bo şamış, ne seni almış. Ortada bırakmı ş. Bir daha Đzmir'e hiç dönmemi şsin. Đ zmir senin a ğzında kalmı ş. Şimşek hızında söylenmi ş bu sözlerden sonra, bıçak keskinli ğinde bir sessizlikte kendinden korkarak durdu, dudaklarının kıyısında birikmiş tükürük köpüklerini, kendini cezalandırmak arzusuyla sertçe aldı. Ö ğretmen Hanım'ın yüzüne kaygıyla baktı. Kendini muzaffer hissetmedi ği belliydi. Eyvah! dedi. Eyvah! Nefsime yenildim! Günaha girdim! Öfkeme yenik dü ştüm! Allahım ben ne yaptım? Beni günaha soktunuz! Kudretimi kötüye kullandım! Tövbe etmeliyim! Tövbeler etmeliyim! Allahım ne olur affet beni! Aniden ya şından umulmayacak bir çeviklikle oturdu ğu divandan fırlayıp kümbete girdi, kapandı, o gün ba şka kimsenin falına bakmadı ğı gibi, daha sonraları da uzunca bir süre kimselerin falına bakmadı ğı öğ renildi. Ö ğretmen Hanım'ın yüzü, bombardıman altında kalan bir kale duvarı gibi darmada ğın olmu ş, kale duvarının ilk şiddetle dökülen taş larından sonra geriye kalan bir enkaz gibi bo şalmı ş bakışları yüzünde asılı kalmış tı. Felç olmuş gibi hiç sesini çıkarmamış , yol boyunca da konuş mamış, diğ er kadınların manidar bakışlarını kar şılıksız bırakmış , fısır fısır konu şmalarını duymazdan gelmiş , Mardin'e döndükten sonra, Ali'nin annesi de dahil olmak üzere kimselerle görüşmemi ş, bir-iki ay içinde de, daha doğ uda, daha mahrumiyet bölgesi olan bir yere tayinini çıkarttırmış tı. Bir daha da E şrefpaş alıdan hiçbir haber alınamadı. Baş larda, alçak sesle, Ondan bir haber var mı? diye soranlar da zamanla azaldı. O da hikayelerindeki ş ahıs kadrosu, hem çok dar, hem çok geniş olan ta şranın bütün gelgeç kahramanları gibi unutuldu gitti. Đffet söz konusu oldu ğunda, herkesten çok namus bekçisi geçinen Ali'nin annesi, bu olaydan sonra, ba şlarda çok kızdığı Ö ğretmen Hanım'ın arkasından, Demek ki gene de dürüst bir kadınmı ş, dedi. Hoca'yı yalanlamadı, sustu, sükut ikrardan gelir, manasında sessiz kaldı, diyerek, Mardin'e yeni geldi ğinde verdiğ i deste ğin pek de boşa olmadı ğına, kendini ve ba şkalarını ikna etmeye çalıştı. Savunmasının ölçüsünü kaçırdı ğı kimi durumlardaysa, Şerefli bir Türk kadını gibi gene de ma ğlubiyeti vekarla kabul etti, gibi fazla ileri gitmiş süslü cümleler kurmaktan kendini alamıyordu. Annesi, hiçbir durumda, hiçbir konuda kendini hiçbir ş eyden alıkoyamıyordu zaten. Onun sorunu, ileri gitmekti, hep ileri gitmek!

Page 179: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bu olay, Ali'yi çok etkiledi. Ali, ilerideki yıllarında hemen herkesin yüzüne baktığında, onların böyle fallarını okuyabilen, herkesin cinsel dünyasına ait ikiyüzlülüklerini, yalanlarını, gizlerini ortaya çıkarabilen doğaüstü bir gücü olsun çok istedi. Đ nsanlar birbirlerini en çok cinselliğe ait suçlarla suçluyor, en çok o konuda yalan söylüyor, en çok o konuda iftira ediyorlardı. Namus uğruna kızlar öldürülüyor; kendini asanlar, kuyuya atanlar oluyordu. Cinsellik, herkesin cinnetiydi. Herkes karanlık arzularını, kuytu kilerlerde saklıyor, yalanlarını ise avlulara, gün ış ı ğına çıkarıyordu. Đnsanların kilerlerdeki yüzleriyle, avlulardaki yüzleri aynı değ ildi. Cinsellik, insan ruhunu ve gövdesini ikiye bölüyordu. Herkes bölünmü ş akıllar ve yüreklerle yaşıyor; eksik ruhlarla, eksik gövdelerle hiçbir hayat bütünlenemiyordu. Ergen bir delikanlı oldu ğunda, kendi baş ına hamama gitmek istedi ğinde, ailesinin şiddetle kar şı çıkı şında, ona hamamlarda karanlık emelli erkekler arasında neler döndüğü ima edildiğ inde, çocukluk anılarının belirsiz buharları arasında anımsadı ğı geçmiş yüzler, karanlık tutkuların diriliş hayaletleriyle yer deği ştiriyordu. Çıplaklık, ter, karanlık, kuytu, tenha, kir ve gölge, neredeyse bir cinnet gibi bastırılmı ş bütün bir hayat, topyekün bir halde yalnızca cinselli ği i şaret ediyor; insanlar, bütün hayatlarını bu iş aretin gölgesinde korku ve titreme altında geçiriyorlardı. Her gün önünden defalarca geçtikleri, cadde üzerindeki Emir Hamamı, onun için bütünüyle yasak bölge, uzaklar kadar gizemli bir hayal alemiydi; hamamın her önünden geçiş inde, vücudunda ürperişler gezinir, çocukluk anılarının buharıyla yeni güller gibi terlerdi. Hamamın gözlerinin neler gördü ğünü hiçbir zaman bilemeyecekti. Hamamın az ötesinde, sırtlarında özel taşıma giysileri ve palanları olan, ço ğunlu ğunu Mardin'in köylerinden gelen topraksız, yoksul Kürtlerin olu şturdu ğu hamalların bakı şlarında karanlık sorular, ku şkulu gölgeler ve belirsiz niyetler okunurdu. Bir süredir ailesinin hiçbir sözünden dı şarı çıkamıyordu. Üst üste geçirdi ği birkaç sinir krizi, kendi kendinden korkmasına neden olmuştu. Hıçkıra hıçkıra a ğlamakla ba şlayıp nöbet titremeleriyle süren sinir krizleri sırasında, avuçları kilitleniyor, a ğzının iki yanında salyalı köpükler birikiyordu. Yeni bir yeni krizle artık bir daha geri dönemeyece ği bir noktaya kadar delirmekten korkmu ştu. Yüzünde belli bir ifadeyi asılı tutabilmeyi baş arırsa, delirmesini engelleyebilece ğini düş ünerek, yüzünü belli bir ifadede kilitli tutmaya çalı şıyordu. Böyle zamanlarda yüzü, dedesinin nedensiz bir gülümsemenin asılı kaldığı, hiçbir duygusunu dı şarı vermeyen yüzüne benziyordu. Annesi, Ali'nin geçirdi ği sinir krizlerini, babasına karş ı bir silah olarak kullanmaya kalkı ştı ğı durumlarda, babası Ali'nin sinir krizlerine inanmadığ ını, onun numara yaptı ğını söylüyor, Bununki edepsizlik hastalı ğı hanım, edepsizlik hastalığ ı! Aynı o deli halalarına çekmiş ! diyerek, yüzünde merhametsiz ve alaycı bir ifadeyle, ağzında köpüklerle yerlerde tepinen o ğlunu, ayaklarının ucuyla dürtüyordu. Annesi de, zaman zaman Ali'nin sinir krizlerinin numara olup olmadı ğından ku şkulanıyor, onun, çocukken okula gitmemek için yaptığ ı hasta numaralarını hatırlıyordu. Ali bile kendinden ku şkulanıyor, sahiden hasta olup olmadı ğını Kulakcinlerine soruyor, ancak onların söylediği yatıştırıcı sözlerle kendisine geliyordu.

Page 180: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Davavekili olan babası, aldı ğı kimi davalar için, sık sık civar şehirleri, kasabaları, köyleri, mezraları geziyor; bu gezileri sırasında çoğu kez, beraberinde karısını ve Ali'yi de götürüyor. Daha çok, evde oturmaktan, hayal kurmaktan, mecmua bakmaktan hoşlandı ğı halde, her zaman biraz hastalıklı, biraz mızmız, biraz sinirli bir çocuk olan Ali'yi, evde yalnız bırakmayıp gittikleri yerlere onu da sürüklüyorlar. Ali, gittikleri yerler içinde en çok Diyarbakır'ı seviyor. Bir keresinde, ş ehrin, zamanın isiyle kararmı ş örme ta ş duvarlı dar sokaklarında gezerken, birdenbire arkası geni ş bir külhan avlusuyla çevrelenmi ş olan Melik Ahmet Hamamı'na çıkıyor yolları. Avlu kapısından içeri giriyorlar. Hamam külhanının geniş avlusuna yan yana dizilmi ş geniş tepsilerde, çölde güneş tutması gibi ı şıyan un kurabiyeleri, bir masal anını ürpertir gibi göz alıyor. Yan yana duran tepsilere dizilmiş güneş tozu kıvamında un kurabiyeleri, gözlerini, dilini, gelece ğini kama ştırıyor. Gözleriyle, tepsileri teker teker izleyerek, sonunda külhan avlusunu, alçak basamaklarla hamamın kubbesinin bulunduğ u dama bağ layan geni ş sekili merdivenin başlangıcına ula şıyor bakışları. Birkaç basamak yukarıda, kendi yaşlarında bir erkek çocu ğu oturuyor. Yaprak yeş ili gözlerinin bulutlu dalları ta buradan görülebiliyor. Merdiven sekisinin ba şlangıcında ayakta duran beyaz giysiler içindeki ya şlı adamsa, önünde duran tepsideki kurumu ş kurabiyelerden alıp özenle yediriyor torununa. Beraberliklerinde, Ali'nin bilmedi ği, tanımadı ğı tılsımlı bir yakınlık, dokunaklı bir şefkat var. Dedenin parmak uçlarından torunun, ıslak, diri, kırmızı dudaklarına akan, bir hayat gibi devredilen bir şefkat... Ali, birden kendi dedesini hatırlıyor. Onun kendine dönük, katı, kayıtsız halinden sonra, bütün dikkatini, sevgisini ve şefkatini torununa veren, verebilen bu yaş lı adam, dedesi gibi babasında da eksik olan şeyi, acımasız bir çıplaklıkla hatırlatıyor Ali'ye: Şefkat. Babasının, kendisi mahkemedeyken, birkaç saatliğ ine emanet etti ği dava sahiplerinden birinin o ğlu olan adamın elinden kurtulup, dede ile torunun yanlarına sokuluyor. Onların yakınında durarak, o sırdan pay almayı umuyor. O yakla ştıkça, hamamın kubbesi, kubbesindeki cam gözler, gördüklerini Ali'ye de söyleyecekmiş gibi berrakla şıp büyüyor. Hamamın kubbesindeki cam gözlerden içeriye, hem çıplak hem saklı bir dünyanın kuytu gizlerine bakmak istiyor Ali. Sokakların giyinikliğiyle, hamamların soyunukluğu arasındaki dolaysız, do ğrudan ilişkiyi, ad koyamadı ğı bir duygu, bir ruh hali, neredeyse bir var oluş bilgisi olarak, küçük yüreğ inden umulmayacak çarpıntılarla yaşıyor. Yanlarına vardığ ında, çocuğu i şaret ederek, Adı ne? diye soruyor dedesine. Küçük lokmalarla kurabiye yedirdi ği torununu, nedense, Pi şo! Pi şo diye seviyor dede. Dede yamacına kadar geldi ği halde, görmedi ği, birdenbire yanı baş ında bitiveren, üstünün baş ının özenine kar şın, gene de öksüz görünen bu ş ehirli çocuğ a dönüp gülümsüyor. Dedenin gözleri de, torununki gibi koyu yaprak yeş ili. Kuruyken de, ıslakmış gibi kuvvetle parlayan kalın yaprak ye şili... Đ kisinin de gözlerinde aynı dallar... Đnsanları akraba eden şeyin gözleri olduğ unu düşünüyor Ali. Adı sahiden Pişo mu?

Page 181: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Dede, tam söyleyecekken susup gözbebeklerinde ı şıyıp duran zeki, muzip çakımlarla bu kez de oyun yapar gibi gülümsüyor. Kendi dedesi gibi gülümsüyor, ağ açlarda kalan dedesi gibi. Ne zaman dedesini dü şünse, dedesi, a ğaç dallarının arasından Ali'ye gülümsüyor. Kendi dedesinin yüzü siliniyor. Hayır, diyor, dede, Hayır, adı Pi şo değil, asıl adı Mehmet, ben, ona Pi şo diyorum. Peki niye Pi şo diyorsunuz? Hem Pi şo ne demek? diye soruyor. Duymadın mı hiç? Bilmiyor musun? diyor dede. Hayır, bilmiyorum. Pişo, Kürtçede, yavru kedi demek. Bunun üzerine, Mehmet ilk kez gülümsüyor. Hem kendisi olarak, hem pişo olarak gülümsüyor. Ali, kendini bir başka ailenin çocu ğu gibi hissediyor birdenbire; artık bundan böyle daha güvenli, daha korunaklı bir aile halkasına dahil olduğ unu, bir dedesi, bir karde şi, bir kedisi oldu ğunu, artık kimsenin onu incitemeyeceğ ini dü şünüyor. O kurabiyelerden bir tane de benim a ğzıma verir misin dede? diyor Ali. Kendi sesine kendi kula ğı yabancı geliyor. Dede, tılsım esmeri parmak uçlarında ışıyan sevgi ve ş efkatle, torununa uzattı ğı gibi, Ali'ye de bir kurabiye uzatıyor, ağ zını kocaman açıyor Ali, tam kurabiye dudaklarına de ğdi ği sırada uyandı; bu sayfada uyandı, kendini bir hikaye yazarken buldu. Bir ba şkası olarak buldu. Bir ba şkasının anısının içine, kuyusuna düşmüştü. Ka ğıtta uyandı, bir ba şka rüyaya uyandı. Hayatını yazan kalem ba şkasının elindeydi. Mehmet, neredesin? dedi. Ben her şeyi hatırlıyorum. Ya sen, başka türlü mü hatırlıyorsun? O öğle sıcağını. O külhan avlusunu. Küçük bir çocuktum. Hamamın gözlerinden a şağı bakıyordum. Hamamlar bana yasaktı. Sen yoktun. Kimse yoktu. Kimse yok, diyordu. Nereden de uydurdun? Ne o kedi, ne o çocuk, ne hamam, ne gözler, ne ben. Ben, kendimi nerede kaybettim de, şimdi bu rüyada uyanıyorum? Hem, ben bu kimsesiz rüyada ne arıyorum? Üstelik bu rüya, benim rüyam bile de ğil. Bir başkasının rüyası. Ben niye her seferinde bir ba şkasının rüyasını görüyorum? Bir insan, kendi rüyasını görene kadar yıllarca başkalarının rüyalarını görür, diyor bir Kulakcini, yankısı bu sayfalara kadar ula şan bir sesle... Yoksa bir hayattan birkaç hayat nasıl yapılır? Yazarak ba şkalarını affedebilirsin belki, ama asıl kendini affet! Asıl kendini affet! Kendini affet! Affet! Bu yankı, sayfaların arasında bir hamamın kubbesinde yankılanır gibi yankıyıp duruyor.

Page 182: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Hangi hamamda uyuyakaldıysan, git orada uyandır kendini sokaklarından. Çıplaklı ğı bilmeyen nasıl kendisi gibi giyinir ki? Hayır efendim, hayır, diyor annesi gene yırtılan sesiyle. Hiç de öyle olmamı ştı, ne münasebet! Her şeyi yanlı ş hatırlıyorsun! Maksat bizi suçlamak! Zaten hep öyle yapıyorsun! Diyarbakır'ın o dola şık sokaklarında kaybolmuş tun, bir adam bulmu ş seni, sen ağlayıp bağ ırıp ça ğırıyormu şun, hamamın külhanının orada bulmu şlar seni, biz sonradan yeti ştik tabii. Her yerde seni arıyorduk, hayır efendim, biz seni çar şıda unutmadık! Ne ben, ne baban, seni çar şının orta yerinde unutup da bırakıp gitmedik! Yanlış hatırlıyorsun! Oturdu ğumuz yerde sen kayboldun, elimi bırakıp bir yerlere sıvışıp hülyalara dalmı şsın gene. Sana hep elimi bırakma derdim hatırlıyor musun? Sen kıvrım kıvrım kıvranır, elimden kurtulmaya bakardın. Seni zaptedece ğim diye, yıllarca elim pi şik içinde gezdim senin yüzünden. Evet, orada duruyorduk, bir an dalmış olmalıyım, eh ne de olsa ben de insanım, yoksa elin elimdeydi, o ara dizimin dibinde oturuyordun, ne zaman kalktın, ne zaman kayboldun, hatırlamıyorum bile. Bebek değ ildin ya, koca bir çocuk sayılırdın gene de. Ne zaman aklıma gelse ter basar! Allahım ne gündü o! Seni bulana kadar aklımı kaçırıyordum. Her yeri aradık, her yeri, seni bulana kadar kahrolduk. Kaybolmu ştun. Hamamın arkasındaki avluda ağlamaktan bitkin dü şmüş öylece duruyordun. Bizi gördüğ ünde tanımadın bizi. Ne beni, ne babanı tanımadın. Ba şka birinin çocuğ u gibi bakmı ştın bize. Avlusunda ne senin anlattığın dede vardı, ne çocuk, ne de un kurabiyeleri... Bomboştu avlu. Avlunun kö şesine istif edilmi ş, kararmı ş odun yığ ınlarından başka hiçbir şey yoktu. Peki, ya bu a ğzımdaki tat nerden? diyor Ali. Dilimdeki bu kurabiye kama şması nerden? ... Annenin Can Yoldaş lığ ı Böyle zamanlarda yaz çekirgelerinin, cırcır böceklerinin seslerine karışarak kafasını bulandıran, gaipten gelen soluk, uçucu sesleriyle ara ara konu şan Kulakcinleri bile susmu ş... Annesinin ba şındaki kurutma makinesinin cam mi ğferi, sıcak havayla uğuldayıp dururken, kendi mi ğferinde çıt yok! Oyun olsun diye orada; şakacıktan... Hem askercilik, hem kadıncılık oynuyor. Kovu ğuna yerle şir gibi mutlulukla yerle şmiş oraya, o cam mi ğferin içine. Kısa pantolonlu; pantolonu dü şmesin diye kareli gömle ğinin üstünden askı takmı ş annesi. Ellerini, dizlerinin arasında sıkı ştırmış , bulunduğ u yerden son derece hoşnut, muzip muzip bakıyor. Bir resmin içinden bakar gibi bakıyor. Bu çeşit durumlarda, annesiyle yan yanalıklarında özel bir ortaklık buluyor. Babasıyla hiçbir zaman kuramadığı bir ortaklık. Örne ğin, babasıyla kahvedeykenki yan yanalıkları böyle olmuyor. Orada yabancı gibi duruyor. Babasına de ğil de duruma yabancı gibi. Bilmedi ği bir şeyin tehdidi altında hissediyor kendini, kapanıyor. Oysa annesinin yanında gene bilmedi ği bir şeyin güvenini duyuyor, rahatlıyor. Mardin'de açılan ilk kadın kuaföründeler. Adı, ilkin " Şen Bayan Kuaförü" olarak dü şünülmü şken, Mardin gibi "mutaassıp" bir vilayette, "şen" sıfatının kadınlar için hafif bulunaca ğı kaygısıyla, sonradan "Münevver Bayan Kuaförü"nde karar kılınmı ş.

Page 183: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Böylelikle salon, hem sahibinin adını taşımı ş oluyor; hem de "münevver kadınlara" atıfta bulunarak bir saygınlık kazanması amaçlanıyor. Bu şirin fikrin sahibi, elbette Ali'nin annesi. Kabul günlerinde günlerce bu konu şuluyor. Ali'nin annesi, herkesten zekasına aferin bekliyor. Annesinin Ali'ye verdi ği öğütlerin başlıcalarından biri: Đ nsan aferin duymak için ya şar! Ali, evde ve okulda bütün aferinleri toplamak istiyor. Sol kö şesinde, dalgalı, gür saçları arkalara do ğru fazlaca kabartılmış, kırmızı, dolgun dudaklı, inci diş li, herhalde ağ ırba şlı görünsün diye çatık kaş lı çizilmiş irice bir kadın ba şının durduğ u, serin bir soluk ye şil zemin üzerine, çevreleri sarı bordürlerle gölgelendirilmi ş kiraz kırmızısı parlaklı ğında iri harflerle "Münevver Bayan Kuaförü" yazılı tabelanın alkışlarla çakıldı ğı gün, Ali'nin annesinin gözleri dolu dolu oluyor. Şehrin terakki etmesinde çorbada tuzu oldu ğunu düşünerek kıvanıyor, gö ğsü kabarıyor. Elindeki mendille gözlerinin nemini alırken, titreyen bir sesle, "Vatanın her sathına ta şınmış medeniyet me ş'alesi" şeklinde cümleler kuruyor. Đstanbullara kadar gidip, onca kurs görmüş , elindekini avucundakini bu kuaför salonuna yatırmı ş Münevver Hanım'sa, hayli kaygılı; yanlı ş bir iş yapıp yapmamı ş oldu ğundan emin de ğil. Mardin gibi bir yerde, böyle bir salon açmanın öncülüğ ünü yapmı ş olmaktan hem gurur duyuyor, hem de şehrin muhafazakar yapısından ötürü, ümitsizli ğe kapıldı ğı oluyor; ilk günlerde, nasıl bir yer acaba, diye merak edip gelenlerin, ayaklarını hemen kestiklerinden dem vuruyor. Şu dü ğünler de olmasa, iyice sinek avlayacak dükkan! Bütün gün bo ş bo ş elektrik yaktığından yakınıyor. Đki bayram arasında işsizlikten neredeyse kapatacaklardı canım salonu. Ali'nin annesi ise, sürekli moral veriyor ona. Her zamanki gibi ş ehrin münevver kadınlarının bu i şe öncülük etmesi gerektiğ ini söylüyor, Mardin'in ileri gelen ailelerinin kadınlarını, kızlarını te şvik etmek gerekti ğini anlatıyor. Zenginler daima yeniliklere açıktır, diyor. Muhafazakar olanlar, daima fakirlerdir. Zenginler yapacak şey ararlar çünkü. Zenginlerin vakti vardır. Senin mü şterilerin zengin ve müstesna aileler olacaktır, eh biraz da orta halliler... Süryani cemaatinin kadınlarını da yeniliklere te şvik etmek lazım. Asker e şlerini saymıyorum, onların nasıl olsa orduevleri var. Münevver kadınlarsa ayrı bahis. Onlar her i şte olduğ u gibi, bu iş te de halka rehber olacaklardır. Mesela, kabul günlerinin sayısını artırmak gerekiyor, kabul günlerine saçları yapılı gelmeyen kadınlara biraz sitem edilirse, iyi neticeler alınır. Sonra balolar da çok mühim! Belediye Reisi'nin karısı, A ğır Ceza Reisi'nin karısı, Lise Müdürü'nün karısı, Nafia Müdürü'nün karısı, Noter'in karısı, Mal Müdürü'nün karısı, Defterdar'ın karısı, Maarif Müdürü'nün karısı, çeşitli öğretmenler ve ö ğretmen eşleri, sırasıyla, Mardin'in tek caddesinin kaleye yakın ucundaki, bir kuleye çıkılır gibi çıkılan dik basamaklı "Münevver Bayan Kuaförü"nün, geni ş pencereleri sonsuza açılır gibi ovaya bakan salonunda, hem aynaya, hem ta Suriye sınırına kadar masal gibi uzayan ufka dalıp yaz rüzgarında dalgalı ekinler gibi kabararak sonsuz hayallere benzeyen saçlarını taratıyor, kendilerini bekleyen puslu düşlerin, uzak ş arkıların çağrısına hazırlanıyorlar. Pantolonu uzuyor. Gömle ği çizgili. Askısı duruyor. Ş imdi annesinin de, kendinin de ellerinde birer mecmua: Annesi, "Hayat", kendisi, "Ses" okuyor. Annesinin bir gözü dergide, bir yandan kadınlarla çene yarı ştırırken, iri delikli, kalın, metal bigudilerle sarılmış saçlarının kurumasını bekliyor. Çok sıcak oldu, diyerek, Ali'nin deyi şiyle, "cam mi ğferin" üzerindeki ısı dü ğmesini

Page 184: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ikide bir kıstırıp açtırıyor. Annesi sıcağ a hiç dayanamıyor. Sıcağ a bu kadar dayanıksız birinin, Mardin gibi uzun ve öldürücü yazları olan bir şehre gelin gelmesi, kaderin tokadı gibi. Sürekli terleyen annesinin, yaz kış elinden mendil dü şmüyor. Ali, annesinin koltukaltlarından hiç eksilmeyen nemli halkalardan iğ reniyor. Böyle durumlarda Ali'ye sarılacak gibi oldu ğunda, Ali, Islakken bana sarılma, diye a ğla şıp kaçıyor. Az sonra, sa ğında ve solundaki kurutma makineleri bo şalıyor; dört sandalyeden olu şan sırada yalnız kalıyor annesi; çevresini boşaltan kadınların şimdi ayna önünde saçları taranıyor; Münevver Hanım'ın, Đ stanbul'dan gelmiş bir yardımcısı var artık. Ali, bu şehirde herkes günün birinde Đstanbul'a gitmek isterken, Đstanbullu bir kadının buralara neden gelmiş olabilece ğini, bu uzun maceranın ardındaki hikayeyi merak ediyor. Annesi bile bilmiyor bunu. Bu kadının, yolu Mardin'e kadar düşen saklı hikayesini düşünmeye çalı ştığ ı her seferinde, nedense hep E şrefpa şalı Fransızca ö ğretmeni geliyor aklına. Eski masalların ço ğunda rastlanan çölde kaybolan insanlar gibi, bazı insanların Anadolu şehirlerinin tozlu hayatlarında ve uçsuz yollarında kaybolup gittiğ ini, büyük şehirlerde bıraktıkları yakınlarının, onlardan bir daha hiç haber alamadıklarını dü şünüp içleniyor. Oya'nın ona dinletti ği şehirlerarası telefonlarda hayal etti ği uzak hayatların anısı içini buruyor. Ali, annesinin, zaman zaman kendi kendine konu ştu ğunu, ilk kez o gün, o kuaför salonunda, o çok gürültülü kurutma makinesinin altında, ifadesi boş almı ş bir yüzle kederli bir yalnızlık içinde otururken, birdenbire yüksek sesle kendi kendine bir ş eyler söylediğ inde fark ediyor. Münevver Hanım da, diğ er kadınlar da, onun dediklerini duymamakla birlikte, önce kendilerine seslendi ğini sanmış , baş ındaki kasktan ötürü sesini kontrol edemedi ğini düşünerek gülü şmüşlerdi. Ne de olsa böyle şeyler sık sık oluyordu. Oysa Ali, zaman zaman evde de buna benzer sahneler yaş andığ ını anımsayıp, annesinin mırıltılarına bugüne de ğin gereken dikkati göstermemi ş oldu ğunu anlayarak hayıflanıyor. Kadınların gülüşmeleri üzerine, yakalanmı şlık duygusu içinde hemen kendini toparlayan annesinin, evde kendini böyle kolayına toparlayamadı ğını fark ettiğinde de kaygısı büyüyor. Çünkü o gün, annesinin, kurutma makinesinin gürültüsü altında söylediği sözler, sonradan günlerce yankıyor kulaklarında: Kendi öz kız karde şini bile sikmiş benim kocam! Bu sözler üzerine deh şet ve merakla baktığ ı annesinin yüzünde, bu sözün ağ ırlı ğına ait herhangi bir duygu belirtisi göremiyor. Yüzü, içine dü şen ta şı yuttuktan sonra, halkalarını hızla durultup, yeniden düzle şen durgun su gibi sözünü ettikten sonra, hiçbir şey söylememişçesine, gündelik, olağ an anlatımına kapanıyor. Annesinin de kendisi ve dedesi gibi, tuhaf sesler duyup onlarla konuşmaya ba şladığ ını dü şünerek, bunun ne demek olduğunu bilmenin, o tanıdık, o incitici yalnızlığından kurtaran sevincini belli belirsiz hissetse de aslında ürküyor bu durumdan. Bunun, bir uzakla şma, bir kopma oldu ğunu biliyor. Annesi, onun için dünyanın kabuğu gibi, ileri gitti ğinde, ona, "Dur!" diyen biri; o kabuk da kırılırsa, nereye sızaca ğını bilemiyor. Burada, bu ta şkentte, hiçbir ş eyin oyalayamadı ğı bu hiç geçmeyen zamanı, gövdeyi hissizle ştiren öldürücü sıcakları, dört yanı ku şatan dilsiz ta şları, eşeklerin nal seslerinin takırtısının hiç eksik olmadı ğı kirli sokakları, en ufak su damlasının bile kimi zaman huzur, kimi zaman korkuyla büyüdü ğü yüksek tavanlı ayvanları, ışı ğı kıt sofaları, pencereleri hiçbir ş ey söylemeyen dilsiz evleri, evleri ve sokakları

Page 185: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

birbirine ba ğlayan karanlık abbaraları, sinek bulutlarının eksik olmadı ğı tutu şmuş ot kokan sarısıcak gökyüzünü kaplayan o büyük, o sonsuz can sıkıntısının sahibi olan kaynağ ı görünmez seslerin giderek bütün dünyayı kapladığ ını dü şünüyor. Göze görünmeyen tehlikeli sesler yönetiyor dünyanın akı şını. Kulakcinleri, gövdelerimizi rehin alarak, olaylara ve kaderlere yön veriyor. Đnsanların dünyayı gözleriyle değil, kulaklarıyla görmesi gerekti ğini, gözlerin aldatıcı olduğ unu, asıl sesleri duymak gerektiğ ini dü şünüyor. Bütün bunları düşünürken, yüzünde, olmayan varlıkların ifadesinin belirdi ğini hissederek, onları görmek için aynalara koşuyor. Aynalar boş . Yüzü hiçbir ş ey söylemiyor. Günler, hiçbir oyunca ğı olmayan kederli bir yalnızlık içinde geçiyor. Berberden geldikleri günün gecesi, elinde beyaz bir mendille yatağına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağ lıyor. Annesi, Bu çocuğ a ne oluyor hiç anlamıyorum, diyor. Durduk yerde ağ lamaya baş lıyor. Avlunun bir ucunda, gecenin kendine bile karanlık bir yerinde, bir zamanlar Sakine'nin, Suriye'nin uzak ı şıklarını seyretmek için sindiğ i kö şede, annesinin inler gibi konuş an sesini duymu ştu bir keresinde. O gece hiç uyuyamamı ş, uçuş an tüllerle, geni ş yapraklı dalların odasının duvarında yer değ i ştirip duran gölgelerinden korkuya kapılarak, yattı ğı yerden annesine birkaç kez kaygıyla seslenmi ş, kar şılık alamayınca da yata ğında bulamadığı annesini aramaya çıktı ğı avlunun kör kö şesinde, onun, gözlerden saklanan cılız sesini duymu ştu. Babasının gene evde olmadığ ı, muhtemelen Şehir Lokali'nde, ş ehrin ileri gelenleriyle memleket meseleleri konu şup, hayat üzerine bo ş felsefeler yaparak, art arda rakılar devirdi ği benzer gecelerden biri olmalıydı. Đlkin, annesinin orada bir misafiriyle konu ştuğ unu sanan Ali, annesine görünmemek için bir süre sindiğ i yerde kımıldamadan sessizce beklemiş, annesi o kadar konuş tuğ u halde, kar şı taraftan hiçbir ses çıkmadığ ını görünce, annesinin aslında tek başına oldu ğunu ve karanlıkta kendi kendiyle konuş tuğ unu anlayarak iyice ürkmü ştü. En ufak bir ı şık parçasının bile lekelemediğ i som karanlığa gözlerini kısarak uzun uzun baktı ğı halde, hiçbir şey görememiş, yüzünü göremedi ği, ne yaptı ğını bilemediği annesinin karanlıkta bo ğulmuş sesi kar şısında, kendini büsbütün bir yabancı gibi hissetmi şti. Annesi, dizinin dibinde oturan birine anlatır gibi anlatıyordu: Đstanbul'a gittiklerinde, kendi öz annesiyle de alakası olmu ş. Kendi söyledi. Đçip içip anlatıyor. Oda karanlık oluyor. Uykuda konu şur gibi anlatıyor. Her şeyi eksiksiz anlatsın diye ses çıkarmadan dinliyorum. Bir otel odasındalarmış . Mevsim kış mış. Çok soğ ukmuş. Annesi mi, bunu yata ğına ça ğırmı ş, o mu üş üyüp annesinin yatağına girmi ş, orasını karış tırıyorum. Ama yorganın hafifçe kaldırılarak birinden birinin içeri süzüldüğ ünü kendim görmü ş gibi hatırlıyorum. Kadının tek o ğlu. A şık gibi bir şey o ğluna. Allahtan, ben evlendikten sonra çok yaşamadı. Bo şatırdı beni. Ya da öldürtürdü. Hiç sesim çıkmazdı önceleri. Bağ ırıp ça ğırmayı geç öğ rendim ben. Ba şlarda çok ezdiler beni. Buraya gelin geldi ğimde, tek kelime konu şmuyorlardı benimle. Bana kötü kötü bakıp, kendi aralarında Arapça konuşup duruyorlardı. Sinsi sinsi alay ediyorlardı ardımdan. Bütün ev halkı dilsiz duvarlar gibi bakıyordu bana. Yabancı gelinim diye, Türk'üm diye nefret ediyorlardı benden. Irkımız karı ştı, diye ağ laş ıp duruyordu karanlık yüzlü görümcelerim. Ruhları gibi karanlık çatkılar çatıp, ev ev

Page 186: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gezip beni çeki ştiriyorlardı. Hizmetçiler bile surat asıyordu. En kutsal vazife bildiğ im ö ğretmenlik mesleğimi bile icra ettirmediler bana. Bizim gibi büyük bir ailenin gelini çalış amaz, diye çekip aldı kocam beni mektep hayatımdan. Mesleğimi söndürdüler. Hayatımı söndürdüler. Kadınlı ğımı söndürdüler. Kendisi Đ stanbul'un karanlık bir otel odasının kış ında, öz annesini sikerken, ben burada çürüdüm kaldım. Gerçi benden çok önce olmuş bu olay. Ama olsun. Hatırası hepimize yetti. Çok tatlıydı, dedi. Bir daha asla böyle bir heyecan ya şamadım, dedi. Karanlıkta birbirimizin yüzünü görmüyorduk, dedi. Hem yabancıydık, hem kim olduğumuzu çok iyi biliyorduk, dedi. Fısılda şır gibi sikiştik, dedi. Hiçbir ş eyden değil, kalbimizin çarpıntısından sarsılıyordu yatak, dedi. Çok tatlıydı, insanın anasının amcığ ı gibi tatlısı yokmu ş, dedi. Düşün! diyordu bana. Đnsanın çıktığ ı deliğ e yeniden girmesi ne harika, ne müthiş bir şey! Ben, öz karısı yanında yatarken bunları diyordu bana. Sanki ben hiç kimseymi şim gibi konu şuyordu benimle. Ertesi sabah birbirlerinin yüzüne hiç bakamamış lar. Bana anlattığ ı gecelerin sabahında da biz, birbirimizin yüzüne hiç bakamıyorduk. Kimselere hiçbir ş ey söyleyemiyordum. Kimse inanmayacaktı ki bana. Herkes delirdi ğimi, aklımı kaçırdığımı sanacaktı. Kime ne anlatabilirdim ki? Dillerini bilmiyordum. Yapayalnızdım. Kimsesizdim. Çaresizdim. Yabancıydım. Bir tek can yoldaş ım bile yoktu. Duyuyor musun beni Ali? Orada mısın? Ali'nin birdenbire ödü kopuyor, solu ğu tıkanıyor. Duvarın köşesine sinip büzüş tüğ ü yerden çıkamıyor dı şarı, göğsü korkuyla inip kalkıyor. Buz gibi so ğuk terler bo şanıyor her yanından. Ayazda kalmı ş gibi ü şüyor. Diş leri takırdayacak ve orada oldu ğu halde cevap vermediğ i anla şılacak diye, çenesini sıkıp dudaklarını kemiriyor. Şimdi en çok, ne zaman herhangi bir şeyden korkacak olsa, ko şa ko şa yanına gidip kanatlarının altına sı ğındı ğı annesinden korkuyor. Sabahına, kendini yata ğında bir ceset kadar so ğuk ve kaskatı bulduğ unda, geceden hatırladığ ı her şeyin kötü bir rüya olmasını istiyor. Üstelik evin gündelik hali, olağan sesleri, annesinin yüzü, dünyanın her günkü tanıdık resimleri, buna inandırırken, Ali, hiçbir şeyin rüya olmadığ ını biliyor. Daha sonra, kahvaltıda yumurtasının fazla pi şmiş olduğ unu söyleyerek çılgınlar gibi a ğlamaya ba şlıyor. Bu sırada, halaları teker teker ölmeye devam ediyorlar. Hepsi de ölürken, aynı vasiyette bulunuyorlar Ali'ye: Unutma, sen ailemizin tek erkek çocu ğusun, zürriyetimizin kaderi, soyumuzun gelece ği senin elinde; çok çocuk yap, her bir o ğlunu mezarımıza getirip uzun uzun a ğlat. A ğlamazlarsa, çimdikleyerek ağ lat. Merak etme, biz hepsinin sesini duyarız. Ruhların kulakları ölmez. Onlar her şeyi duyarlar. Ş u ufuk kadar kızıl toprakların altında istirahate çekilen muzdarip ruhlarımız, ancak öyle huzura kavu şur, ölüm uykumuzu ancak öyle uyuruz. Sen bizim tek geleceğ imizsin Ali! Bizi geleceksiz koma! Ali, çocuklu ğundan beri, kıpkırmızı edene kadar çeki ştirip durmayı adet edindiğ i, çok çocuk yapacak yoksul çüküne hüzünle bakıyor. Çükünü halalarına verip, hemen Đstanbul'a kaçmayı hayal ediyor. Ali'nin can sıkıntısı dinmek bilmiyor. Diyarbakır'a indikleri her seferinde, Demir Otel'de kalıyorlar. Demir Otel, şehrin doğru dürüst tek oteli. Meydanlarını, çar şılarını büyük ölçüde ya şehre mal almaya gelmi ş, ya hasta getirmiş

Page 187: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

olan ş alvarlı, poş ili köylülerin, çı ğırtkan seyyar satıcıların, bezgin görünü şlü yük ta şıyıcılarının; her geçene ümitsiz gözlerle bakınan işsizlerin doldurdu ğu şehrin, çamurlu, kirli sokaklarından geçtikten sonra, birdenbire Demir Otel, daha kapısından girildi ği anda, medeni ve konforlu görünüş ü, özellikle yaz sıcaklarındaki serinliğ iyle, insana az önce içinden geçti ği sokakları unutturup, bir büyük ş ehirde olduğ u duygusu veriyor. Ali, otelin kapısından girdiğ i her seferinde, kendini, bir masal kapısından geçer gibi, Diyarbakır'ın bakımsız, yoksul sokaklarından geçip, birdenbire filmlerden tanıdığ ı Đstanbul'un büyük otellerinden birine çıkmı ş gibi hissediyor. Ali, bazı hafta sonları Đstanbul'dan gelen bir i ş adamını görüyor otelin lobisinde; buranın insanlarına hiç benzemeyen beyaz tenli, açık renk gözlü, arkaya doğru düzgün taranmı ş gür saçları olan babası ya şındaki bu yakış ıklı adamın çocuğ u olmak istiyor. O, Ali'yi yıkasın, başını incitmeden ovsun, çiçek kokulu havlularla kurulasın, iç çama şırlarını ve ince çubuklu pijamasını özenle giydirsin, yata ğının örtüsünü açsın, içine beraber girsinler, onu göğsünde saklayarak, "o ğlu ş! o ğluş!" diye sevsin, saçlarını ok şasın, alnını, yanaklarını, dudaklarını öperek uyutsun istiyor, sonra da Ali'nin rüyasından kalkan, ardında ateş dilli bulutlar, pembe tozanlar bırakan, gür saçaklı, rengarenk bir uçan halıya binerek, Đstanbul'a gitsinler ve orada sonsuza kadar mutlu yaşasınlar istiyor. Ali, bir süredir, babasının özbabası, annesinin özannesi olmadı ğına inanıyor. Halalarını kandırmak istemiyor. Onlara acıyor. Çok tane oğ lu bile olsa, onların hepsini hala mezarlarının ba şında sırasıyla a ğlatsa bile, bu ailenin bir geleceği olmayaca ğını seziyor. Bu ailenin gelece ği a ğaçlarda kalacak. Adam, otel lobisinde hangi koltuğ a otursa, Ali sessizce adamın kar şısındaki koltu ğa geçip duygularını ve davranı şlarını belli etmemeye çalı şan kaçamak bakış larla izliyor onu; bütün isteklerini içinden konu şan bir sesle iletiyor; adamın da, Ali'yi içiyle duydu ğunu, sözlerini biriktirdi ğini ve bir gün cevap verece ğini düş ünerek, şehlalaş an bakı şlar ve ıslak dudaklarla bo şluğa gülümsüyor. Onun yaş ındaki bir çocu ğun gülümseyi şi değ il bu; ama kimse bunu ayırt edecek kadar dikkatli bakmıyor ona. Neredeyse yüzüne yapıştırılmı ş gibi duran, ıslak, kaygan, dalgın bir gülümseyi ş bu. Dikkatle bakan birini kolaylıkla ürkütebilecek olan tekinsiz bir gülümseyi ş... Ali her hafta sonu, Diyarbakır'a, Demir Otel'e gitmeleri için ısrar ediyor evde. Bütün bir haftayı, otel lobisinde oturan o adamı görmek arzusuyla geçiriyor. Ak şamları yata ğında hep onu düş ünüyor. Ali'nin ısrarları ve dayatmaları sonuç verdikçe, annesi çok kızıyor Ali'ye. Baban, senin için gitmiyor ki oraya akıllım, diyor. Benim için gidiyoruz, diye övünüyor Ali. Ne zaman inatla şsalar, annesi, babasının deyiş iyle, "çocukla bir oluyor". Sen öyle san, diyor annesi. Senin gönlün olsun diye gitmiyor i şte! Đşleri için de gitmiyor. Ali, annesini en çok kızdıran dudak büken yüzüyle, Ne için gidiyoruz peki? diye soruyor. Otelde çalış an bir garson için gidiyor. Hani orta boylu, iri gözlü, hafif tıknaz, dalgalı saçlı... Ali'nin gözlerinin önüne, elinde tepsiyle hep içi dolu bardaklar taş ıyan garson geliyor. Ali'ye hatırlatana kadar ısrarla tarifini sürdüren annesi, babasının, o garsonla neler yaptıklarını, ikisinin birbirlerine neler yaptıklarını, Ali'ye tane tane anlatıyor. Babası, otele yalnız indiğ i zamanlar, geceleri odasına alıyormuş garsonu, birlikte gittikleri zamanlardaysa, çama şırhanenin yanında küçük bir oda varmı ş, herkes yattıktan sonra, gizlice oraya giriyorlarmı ş. Annesi anlatırken Ali'nin hayalinde hiç görmedi ği o küçük

Page 188: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

oda birdenbire bütün ayrıntılarıyla canlanıyor; bu, ona ortak oldu ğu bir gizin suçluluğ unu duyuruyor. Sanki babası kendinin değil, oğlunun kirlili ğini yaş ıyor. Onun adına ya şadıklarıyla, onun önünü tıkıyor. Anlattıklarından Ali'nin uğ radığ ı bozgunu, üzüntüsünü görmek, annesini sakinle ştiriveriyor; o ğluyla iti şmekten vazgeçip ona yeniden merhamet duymaya başlamasıyla birlikte, yeniden en anaç haliyle onu teselli etmeyi üstleniyor, ana o ğul hıçkırıklar içinde birbirlerine sarılarak, annesinin deyişiyle, "kötü kaderlerine" a ğlıyorlar. Ali, Türk filmlerindeki çocuk yıldızın, annesiyle kucakla şarak hıçkıra hıçkıra ağ ladığ ı bu çe şit sahneleri, kendi hayatında canlandırma imkanı sunan bu anları seviyor. Öte yandan, bu acıyı, bu utancı, bu üzüntüyü ta şımaktan nefret ediyor. A ğlamaktan, hıçkırmaktan, içini çekmekten nefret ediyor. Kendini bildi bileli bütün çocuklu ğunun acıyla yüklü oldu ğunu, acıyı sevmezse, acıyı sevmeyi öğrenmezse, hiçbir şeye katlanamayacağını, bu korkunç büyüklükteki acıyla parça parça olaca ğını seziyor. Peki, bütün bunlara kim sebep? Babası mı, annesi mi? Her şeyi yapan babası. Tamam. Ya, annesi neden, olan biten her şeyi, henüz ilkokula giden bir çocu ğa anlatıyor? Kimden nefret edece ğine karar vermesi gerekiyor. Đkisinin arasında kalıyor. Bilemiyor. Sevgisi gibi nefreti de bölünüyor. Birine duyduğ u sevgiyle, ötekine duydu ğu nefreti yapı ştırarak eksik bütünler meydana getiriyor. Aslında, her şeyi bir kerecik olsun babasına sormak istiyor. Hiçbir ş ey soramıyor. Babasına hiçbir şey soramadı ğını, soramayaca ğını, babasıyla hiçbir zaman hiçbir şeyi konu şamayacağını biliyor. Bütün hayatı boyunca, babasıyla konuşması gereken her şeyi, annesinin üzerinden konu şacağ ını, bir kader gibi buna mahkum olduğunu duyumsuyor. Ne zaman babasına kar şı gelecek olsa, babasının çatılan ka şları, öfkeyle sarkan alt duda ğı, her an yüzüne bir tokat olarak inecek gibi titreyen elleri geliyor gözlerinin önüne. Cayıyor. Babasının, Demir Otel'in garsonuyla yaptıklarının, kendisinin hala çocuklarıyla yaptıklarından farklı olmadığını, ama gene de kendilerinin çocuk ve masum, babasıyla garsonun ise, büyük, kirli ve günahkar olduklarını dü şünüyor. Annesi, bunları anlatırken, kendisi, ş iddetli bir itiraf ihtiyacı içinde, annesinin bunca ayıpladı ğı şeyleri, kendisinin de hala çocuklarıyla birlikte yaptıklarını, ama o zaman çok küçük olduklarını söylemek istiyor. Bununla, hem babasını korumak, hem annesini üzmek, hem babasıyla bir olup annesinden özür dilemek, hem de herkesten intikam almak istiyor. Her şeye karşın, halasının çocuklarıyla yaşadı ğı oyunların, bir çocukluk oldu ğunu, büyüyünce yapılamayacak şeyler oldu ğunu sanıyordu. Çocukken yapılır sandı ğı şeylerle büyüyünce yapılacak ş eyler, şimdi kafasında karmakarı şık oluyor. Birbirinin içine geçerek çalkanan bütün bu duygular, ruhunun duvarlarına, isli, yağ lı lekeler gibi yapı şan karmakarı şık izler bırakıyor. Bu izler, ne büyümesine izin veriyor, ne çocuk kalmasını sa ğlıyor. Annesinin dinmek bilmeyen gözyaşları, arka arkaya ıslattı ğı mendiller, sürekli terleyen koltukaltları, hiç kesilmeyen hıçkırıkları, sesindeki nezleli iç çeki şler, derin bir sızıyla içine i şliyor Ali'nin; yüre ği daralıyor, günahtan, acıdan ve suçluluktan ölecek gibi oluyor. Annesine, o adamı, lobide oturan Đ stanbullu adamı anlatmak için ölesiye bir arzu duyuyor. Ama hiçbir şey söyleyemiyor. Annesinin bütün anlattıklarına karş ın, ona bir tek kelime bile söyleyemiyor; hiçbir şey anlatamıyor. Annesine borçlu, hep borçlu kalıyor; ona kar şı nefretle karı şık bir minnet duyuyor. Çünkü, Ali için minnet, aynı zamanda nefret demek. Kime minnet

Page 189: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

duyacak gibi olsa, aynı zamanda ondan nefret etmeye ba şladı ğını ayrımsıyor. Annesi, ona hiç kimseden duyamayaca ğı sırlar anlatırken, Ali'nin bütün sırlarını karartıyor. Ali her şeyi içine kilitliyor. Sanki bütün dünya Ali'nin içine saklanıyor. Babasına hiçbir şey soramadı ğı için, onunla hiçbir ş eyi konu şamadı ğı için, o hafta sonu, Demir Otel'e bir daha asla gitmek istemedi ğini söyleyip, avludaki soğuk ta şların üzerine yatarak, şiddetli bir sinir krizi geçiriyor. Böylelikle, annesinin çekti ği üzüntülere bir son vermek, babasının Demir Otel'e gitmesini engellemek ve kendi nefretini yaşamak istiyor. Eve ça ğrılan doktorun yaptığ ı iğneler, ancak gece yarısına do ğru sakinle ştiriyor onu. Çenesini, avuçlarını kimseler açamıyor. Bir süre okula gidemiyor. Yemek yiyemiyor. Devamlı kusuyor. Geceleri yata ğa girdiğ inde, kıçını sıkmayı öğreniyor. Deli ğini sımsıkı sıkarsa, böyle bir şey hiç olmayacak, hiç kimse üzülmeyecek diye yorgun dü şene kadar kıçını sıkarak fısıldaya fısıldaya uyuyor. Herkesin normal bir insan bedeninde olup yalnızca kendisinin bir "kıç deliğ i" olarak ortalıkta gezdiğ i karanlık rüyalar görüyor bazen; herkes ona bakıp alay ederken, ter, korku ve utançla uyanıyor. Ertesi sabah, gece gördüğ ü rüyayı, aslında herkesin kendisiyle birlikte görmüş oldu ğunu, ama onu utandırmamak için bundan söz etmediklerini düşünerek kimselerin yüzüne bakamıyor. Bazen, ruhların birbirine de ğmeden yaşadı ğı, bedenli olmanın ancak utanç verici bir şey oldu ğu, bütün gövdelerin aş ıldı ğı, ş imdikine benzemeyen bambaşka bir dünyada, kendisinin de bedenli oldu ğu için herkesten özür dileyerek ortalıkta utanç ve çaresizlik içinde gezdiğ i sıkıntılı rüyalar görüyor. Kimi zaman bütün bu karabasanlardan yorgun düşüp mutluluk rüyaları gördü ğü de oluyor: Kilise ikonlarındaki meleklere karıştığ ı, bedeninden kurtulup gökyüzünde, mavilik, tüy, hafiflik olarak uçuştu ğu rüyalar bunlar. Derin bir iç huzuru, dingin bir gülümseyi ş içinde boş lukta yüzüyor. Saf mutlulu ğun sessizli ğiyle, uzaklarda çalan bir kilise orgunun ilahi sesi birbirine uyum içinde karı şarak ruhunu arındırıyor. Baş ka bir rüyasında da, Demir Otel'in lobisinde oturan yakış ıklı adamı, o garsonla birlikte otelin çamaş ırhanesinde görüyor. Garson, Mardin'deki Bıçakçılar Çar şısı'ndan aldığı uzun ve kara bir bıçakla defalarca bıçaklayarak öldürüyor adamı; sonra Đ stanbul'a kaçmak isterken, otobüs terminalinde yakalanıyor ama, mahkemede, garsonun savunmasını babası üstleniyor. Bunun üzerine Ali, çabucak büyüyüp, "davavekili" babasının kar şısına hukuk diplomalı bir "avukat" olarak çıkıp, onu yenmek istiyor. Büyüyüp büyümedi ğini, babasını yenip yenemedi ğini uyanınca hatırlamıyor. Demir Otel'i, oradaki adamı ve garsonu unutmayı seçiyor bir süre sonra. Oya'yı da böyle unutmuş tu. Acıya katlanmak için acıyı sevmeyi keş fettiği gibi, nefrete katlanmak için de unutmayı ö ğreniyor. Unutuş un bo şlu ğunda geçmi şi ıssızla ştırmayı seçiyor. Geçmiş , hatırlamadıklarımızla daha çok geçmiş tir. Unuttuklarımız kadar, unutmayı seçtiklerimizle de biçimlenir geleceğimiz. Artık yetiş kinler dünyasına hazırlanması gerekti ğini anladı ğı günlerin birinde, geçmi ş ve gelecek üzerine, Kulakcinlerinin kulaklarına bıraktığ ı ba şıboş sözleri kekeleyerek anımsamaya çalış ırken, dudaklarından dökülen bu çe şit güzel sözlere kendi de hayret ediyor. Ot nasıl büyürse öyle büyüyor içinde gelecek... Ruhunun baş ka çağlarla yüklü olduğunu biliyor... Biliyor, çocukluğ un yalnız büyüsünü... Büyümenin vazgeçmek demek oldu ğunu anlıyor... Tekrarlanmaktan sağ ır olmu ş uğultusu geçmiş in, kulaklarında cinler çınlıyor... Çok küçükken, bir gün dedesi, Kediler kulaklarıyla görürler, dedi ğinde anlamı ştı kendisinin de kedilere

Page 190: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

benzediğ ini. Kedilerden çok korkuyor... Onların o tekinsiz yetenekleriyle her ş eyimizi bildiklerini hissediyor. Yetişkinler dünyasının zalim oyunları, çocukluğ un oyunlarından tanıdık geliyor; dolayısıyla ürktüğ ü bu de ğil; galiba, daha çok büyük oyunlarının geri dönüşsüzlü ğünden ürküyor. Çocuklar geri dönebilirler, vazgeçebilirler, oyun bozabilirler, büyüyene kadar her ş eyi kaybedebilirler, kazanacakları bir gelecek oldu ğunu dü şünerek, geli şigüzel bir umursamazlık içinde birçok oyuna girip çıkabilirler. Onların zamanları vardır. Büyüklerinse zamanları yoktur. Çocuk oyunlarında zaman bu yüzden eğ lenceli bir şaka, büyük oyunlarındaysa acıklı ve zalim bir kaderdir. Dünyanın oyunlarına ve sonuçlarına katlanabilmek için acıyı sevmeye, herkesi affetmeye, her şeyi unutmaya çalı şıyor. Kötülü ğün gücü kar şısında, çaresizli ğin iyili ğine sı ğınmaya çalı şıyor. Đçindeki bütün ötkeye, kine, küskünlü ğe karş ın, dünyanın iyili ğe ayırdı ğı bütün aferinleri almaya çalı şıyor. Onca yıl içinde, annesinin ancak birkaç akrabası misafir geliyor evlerine. Onlara, Mardin'de yazların çok sıcak oldu ğu söylendi ğinden, ilkbahara denk getiriyorlar geli şlerini. Tam yaz öncesine. Mardin'in en güzel mevsimine. Zınnar ba ğlarının incir ye şilli ğine, Ferdovs'un karpuz serinli ğine. Dayısının güleç yüzlü ş iş man karısını hatırlıyor; geli şinden üç gün sonra, onun bir akşamüstü, avlunun ahş ap parmaklarına dayanıp gizli gizli a ğladığ ını gören Ali, kendini göstermeden içeri kaçıp, annesine haber vermişti. Annesi, Ali'yi yanlarından uzaklaştırıp, onunla konuşmaya çalışmış tı. Bir süre hıçkırıklarını içine göme göme ağ layıp annesinin ısrarlı sorularını karş ılıksız bırakarak suskunlu ğunu koruyan yenge, neden sonra, alçak sesle, kesik kesik konu şmuş, Ali, saklandı ğı yerden yengenin arada bir yükselen a ğlamalarıyla bo ğulan sözlerinin bir bölümünü duymuş , bir bölümünü duyamamış tı. Ertesi gün, alelacele bavulunu hazırlayıp ak şam otobüsüyle memleketine apar topar geri dönmüştü yenge. Ali, büyük bir öksüzlük duymuştu bundan. Nedenini tam olarak bilmemekle birlikte, Sakine'nin gidi şine benzetmişti yengenin gidişini. Kesin bir unutuş a benziyordu çünkü. Geçen yaz tatilinde, annesiyle birlikte birkaç haftalı ğına onlara Adıyaman'a gittiklerinde, ağ açlarına salıncak kurdukları geni ş bahçelerinde nasıl e ğlendiklerini, dalından topladığ ı meyvelerin dama ğını şimdi bile kamaştıran tozlu tadını anımsıyor. Bunların bir daha tekrarlanamayacağını, bu anıların hiçbir gelece ği olmayaca ğını seziyor. Sanki her şey kirlenerek büyüyor. Büyümekteki kiri görüyor. Annesi, yengenin gidi şine dair hiçbir şey söylememiş , günlerce surat asarak, zehirli bir sessizlik içinde dola şmıştı evin içinde. Sonra bir gün, babasının valinin aş çılı ğını yapan yaşı geçkince kadınla da ili şkisi oldu ğunu ö ğrenmesi üzerine, büyük bir öfkeyle patladığ ında, kapalı kapılar ardında kopan bağırtı çağ ııtılardan, o gün avluda duyamadığı eksik kalan sözleri de duymuş oldu Ali. Babası, "hiç utanmadan arlanmadan" yengeye sarkıntılık etmişti. Kadın çok üzülüp a ğlamı ş ve apar topar kaçmış tı. Annesinin dayanacak gücü kalmamış tı artık. Babasının yüzünden kimselerle görü şemez olmu ştu. Hiçbir akrabasını gönül rahatlı ğıyla yanına çağıramıyor, yatılı misafirlerden korkuyordu. Hep böyle yapıyordu. Bütün dünyaya sarkıntılık ediyordu. Herkeste gözü vardı. Nasıl babasının herkesin parasında pulunda gözü varsa, onun da herkesin karısında kızında gözü vardı. Hiç utanıp sıkılmıyordu. Daha geçen kı ş, kendi öz dayısının küçük gelinine göz koyduğu için dayı o ğluyla bir dü ğünde birbirlerine girmi şler, kar şılıklı silahlar çekilmi ş, dü ğün sahipleri bile onları ayıramamış ,

Page 191: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

herkese rezil kepaze olmu şlardı. Ya şlanmaya baş ladıkça iyice delirmiş , aklı tamamen belden aş ağısına kaymıştı. Ankara'dan, Đstanbul'dan getirttiği türlü iğ rençliklerle dolu açık saçık kitapları okuduğ u yetmiyormu ş gibi, o kitapları ortada bırakmaktan da hiç çekinmiyordu. Bütün bunları uzun lanetler gibi sayan annesi, sonunda ulumaya benzer bir a ğlama tutturmuş , kapıyı çarpıp çıkan babasıysa, eve gece yarısı çok sarho ş olarak dönmü ş, Ali'nin uyanık olduğunu fark etmemi ş, bir süre salonda oturup karanlıkta sigara içip sessiz sessiz a ğlamı ştı. Babasının tanımadı ğı bütün yönleri karanlıktaydı Ali için. Şimdi olduğ u gibi hep karanlıktaydı. Babasının böyle karanlıkta sessiz sessiz a ğlaması içine dokunmu ştu Ali'nin. Babasına acımalı mıydı, bilmiyordu. Galiba, her ağlayana duydu ğu merhametten, babasının da nasibine o gece bir şeyler düştü. Hem bir aile olduklarını, hem de hiçbir aileye benzemediklerini düşünmeye ba şlamış tı Ali. Diğer ailelerin hiç de böyle olmadıklarını görüyordu. Evet, diğ er "normal aileler" gibi de ğildi onlar. Ya da di ğerleri de, herkesten, her şeylerini saklıyorlardı. Her şey, karanlık ve kirli bir cinnet örtüsünün altında bütün gözlerden saklanıyordu. Yalnızca aileler değil, dünya da görüldü ğü gibi değildi belki. Bu yüzden zamanla ilerleyen bir biçimde, insanların yüzlerine dikkatli dikkatli bakmaya, o yüzlerin arkasında yatanları, okumaya, görmeye, anlamaya çalış tı Ali; bu dikkatli, bu delici bakışlardan rahatsız olan insanlar, bir süre sonra kaygıyla sormak zorunda kalıyorlardı hep: Niye öyle bakıyorsun Ali? Nasıl baktı ğını bilmeyen Ali, o bakı şları hiç bozmadan aynaya ta şımaya, insanlara nasıl baktığ ını görmeye çalı şıyordu. Aynalar boştu. Yüzü hiçbir ş ey söylemiyordu. Çok küçük ya ştan beri, hep sorulmaması gereken tehlikeli sorular soruyordu; suça ve kış kırtıcılı ğa fazlasıyla e ğilimli görülmüştü. Ödevleri abuk sabuk cümlelerle doluydu. Ba şlarda zekasına, erken büyümesine verilmi şti bütün bunlar. Sonralarıysa, gizli bir deliliğ in başlangıcı olarak görülmü ştü. O herkese nasıl baktı ğını bilemese de, herkesin ona bakış ında, di ğer çocuklara yöneltmedikleri, yalnızca Ali'nin payına dü şen, derin bir ku şku ve güvensizlik vardı. Kulaklarının gücünün farkına vardı ğında, sesleri duymamaya, duyduklarını anlamamaya çalışıyor, sinek kovalar gibi kovalayıp duruyordu sesleri kulaklarından. Kimi zaman içinin kuyusunda yankı bulan bu sesleri, sonsuz bir can sıkıntısıyla bo ğmaya, bu yabancı topraklarda, bu yabancı insanlar arasında, bu yabancı bedende anladıklarını azaltarak, sorularını kısarak sükunet bulmaya çalışıyordu. Đçinin seslerini, dünyanın seslerine feda ediyordu. Sanki sonsuz bir kuyuya düşüyor ve bu sesler ona düş üşünün sürmekte oldu ğunu hissettiriyordu. Sen kimseye benzemeye çalışma! Kendi kendine benzemeye çalış. Kendi kendine benzemeyecek olursan, aynalar görmez olur seni, seni hiç kimse tanıyamaz. Zaman benim isteklerimi yapmıyor. Zaman istedi ğim hiçbir şeyi yapmıyor. Artık her saat ba şında dünyaya yeniden bakmak zorunda kalıyorum. Dünya sahiden anlamak için midir, bilmiyorum. Geçirdiği bir sinir krizi sonrasında, halsizlik, bitkinlik ve ateş ler

Page 192: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

içinde yata ğa düşüyor; ertesi gün, gecenin ileri bir saatinde aniden gözlerini açtı ğında, kederli bir yorgunlukla ba şucunda bekleyen annesiyle göz göze geliyor. Sanki seyredildi ğini anlamış gibi uyanıyor Ali. Birdenbire çok zaman geçip geçmedi ğini düş ünüyor. Ali böyle zamanlarda en çok zamandan korkuyor. Sanki o uyurken, dünyanın bütün zamanları geçmi ş ve Ali'nin asla yeti şemeyeceği bir zamana uyanmış olmaktan korkuyor. Ali'nin gözlerini açması üzerine, annesinin yüzü aynı yorgunlukta bir sevinç dalgasıyla aydınlanıyor. Gülümsüyor Ali'ye. Göz gözeler. Ali'nin ilk sorusu: Bunları niye anlatıyorsun bana? oluyor. Annesi anlamıyor. Neleri? diyor. Ali'nin uykusundan kurtulamadığını, gördü ğü rüyanın izini sürdüğ ünü sanıyor. Babamın yaptıklarını, diyor Ali. Ben daha küçük bir çocuğum. Niye bana her şeyi anlatıyorsun? Annesinin yüzü boş alıyor birden. Ali'ye neler yapmı ş olabilece ğini bir an için fark ediyor sanki. Sonra hemen toparlanıp, savunmaya geçiyor. Sen benim yalnızca oğ lum de ğil, can yolda şımsın, unuttun mu? Burada senden başka kimsem yok ki Ali, senden başka kime derdimi yanayım? Gene de, Ali'nin bunca ate ş içinde yattığ ı hasta yata ğından bu soruyla uyanmı ş olması, dipte bir yerine dokunuyor annesinin; verdi ği yanıt haklılı ğı konusunda kendini de ikna etmeye yetmiyor besbelli, ama savunmasını sürdürüyor. Tek bildiği şeyi yani. Benim neler çektiğimi anlamanı istiyorum, yoksa delirece ğim. Burada benden ba şka herkesin sırdaş ı var. Benim tek sırda şımsa sensin. Sen benim her şeyimsin. Seni kendime can yoldaş ı bildim de, kötü mü ettim? Ali, bu sözlerin kendisini asla ikna etmediğini belli eden gözlerle annesine bakmayı sürdürüyor. Bu konu ikisi için de kapanmıyor. Bir okul dönü şü, sobanın etrafındaki hasır örgülü 'kürsiyye' denilen alçak sandalyelere oturmuş, mangalda közlenmiş patates yiyorlar. Günlerdir süren kapalı hava, hiç dinmeyen ya ğmur herkesin sinirlerini bozmuş . Ali'nin bir süredir, gözlerinin içine içine bakmasından gocunan, suçlayıcı nazarlarından yorulan annesi, döndürüp dola ştırdığ ı sözü, babasına getirip yeniden yakınıp a ğlamaya başladığ ında, Ali bir büyük adam sakinliğiyle, Niye bo şanmıyorsun anne? diye soruyor. Madem bunlar oluyor, niye bo şanmıyorsun? Ali'nin bu büyük adam hali, annesinin sinirlerine dokunuyor. Ali ne zaman böyle yapsa, kendini ufalanmış gibi hissediyor; eziklik duyuyor, öfkeleniyor. Aralarında yeniden kurulması gereken denge gere ği, Ali'ye henüz bir çocuk oldu ğunu hatırlatırcasına, Senin için, diyor annesi, Her şeye senin için katlanıyorum. Senin yüzünden bu acıları çekiyorum. Sen ne olursun, diye düş ünüyorum. Seni burada, bunların eline bırakamam, yanımda götürmeme de izin vermezler. Sen ne olacaksın? Sen, beni düşünme, diyor Ali. Nasıl düşünmem? diyor annesi. O halde dü şün, diyor Ali, Dü şün ve her şeyi anlatma! Ben, senin için bunca şeye katlanırken, sana derdimi açmam mı zoruna gidiyor? diye öfkeyle soruyor annesi. Seni, kendime can yoldaşı bildim de, kötü mü ettim? Sen de onların çocuğusun tabii! Hepiniz aynısınız! Ali, annesine zehirli bir nefretle bakıyor. Yağmurun, sobanın ve annesinin ağ lama sesi iç içe geçiyor. Ali, buralardan kaçıp gidemedi ği sürece, bütün bunları sevmesi gerektiğ ini, sevmezse hiçbir ş eye alı şamayacağını, katlanamayacağını düşünüyor. Bir süre sonra yorulup sakinleş iyor annesi. Derin

Page 193: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

derin iç geçirdikten sonra, en serinkanlı sesiyle, öç alır gibi değil de gündelik olaylardan söz eder gibi yeniden anlatmaya başlıyor: Allahım, ne biçim bir yer burası, bütün erkekler birbirlerini yapıyorlar. Benzincilerin o ğlu, kendi evlerinin çatısında, fırıncının çırağını yaparken yakalanmı ş. Ba şkomiserin karısı anlattı gününde. Gece yarısı bütün aileyi karakola çağırmı şlar. Her hafta kalenin eteklerine bir çocuğu kaldırıp yapıyorlarmış; sinemalarda, hamamlarda, abbaralarda herkes birbirini yapıyormu ş. Delirece ğim Allahım, nasıl bir yerdeyim ben? Ben nereye geldim? Bak, sen öyle yapma diye, sen bu iğ rençliklerden tiksin diye, sen nefret et diye anlatıyorum bunları. Delirmek üzereyim, hep içime ata ata böyle oldum. Hep sustum. Yıllarca sustum. Halanın kendisi anlatmı ştı bana, kocasından daha boş anmadı ğı, yüzba şıyı tanımadı ğı zamanlarda olmu ş bu olay: Amcasının evine yatıya gitti ği bir yaz gecesi, kendi amcası, öpeöz amcası, koynuna girmeye kalkıyor bunun, havalar çok sıcak olduğ undan, avluda, tahtlarda yatıyorlarmış , tahtın etrafı beyaz cibinlikle kaplı oldu ğundan, kimse kimseyi görmüyor tabii. Herkes uyuduktan sonra, amcası usulca gelip, koynuna giriyor bunun; amcasını koynundan atana kadar neler çekti ğini bizzat kendisi anlatmı ştı bana. Allah üç oğ lunu da bu yüzden dölsüz bırakmış amcasının. Haklı da çıktı. Bak üçü de hala çocuksuz geziyorlar ortalıkta. Burada herkes birbirinin koynuna giriyor; erkek kadın herkes birbirinin koynuna... Delirmek üzereyim Allahım! Ne biçim bir yer burası? Ben, neler çekiyorum, kimse bilmiyor! Bir de bana niye anlatıyorsun diyorsun, sana anlatmayayım da, kime anlatayım? Seni kendime can yoldaş ı bildim de, kötü mü ettim? O kadar sinir hapını ben bo şuna mı alıyorum? Ali'nin canhıraş çığlı ğıyla sözlerini yarıda kesiyor annesi: Nasıl yaktın elini? diyor. Sen ne yaptın o ğlum? Nasıl yaptın? Sobaya yapışmış elin! Eli sargı içinde, yüzü camlarda, gene köyleri, kasabaları, civar şehirleri geziyorlar. Ak şam dönü şü, Harran güne şinin kızıllı ğı, uykusu uzun harabelere vururken, yarısı yıkılmı ş surların orada, beyaz tenli, kısa boylu, açık giyimli yabancı bir kadın görüyor Ali. Tuhaf bir kadın. Görünüşünde dünyadış ı bir ola ğanüstülük var; kadının varlı ğının ı şıyan parlaklı ğı, ta arabanın camlarına kadar vurup göz alıyor. Ali, harabelerin üzerinde birdenbire bir masal kahramanı gibi bitiveren bu kadının varlığ ından kapıldığ ı heyecanla, Kim bu kadın? diye soruyor arabadakilere. Bir zamandır hemen hemen hiç konu şmayan Ali'nin, arada bir sordu ğu sorular, dünyayla henüz bütün ba ğlarını yitirmemiş olmasının bir kanıtı sayılarak, her seferinde gözle görülür bir sevinçle yanıtlanıyor. Arabadaki dava sahibi köylülerden biri, Ha, o mu? diyor, Amerikalı kadın o. Cinlere karışmı ştır, lakin kimseye bir zararı yoktur. Kendi halinde bir deli. Gece gündüz harabelerin orada dolaş ır, toprağ ı dinler, yıldızlarla konu şur, sevgilisini arar. Kimse bulaş maz ona, geceleri toprağ a dayar kula ğını, gözlerini yıldızlara verir. Birini bekler. Belli, birini çok sevmi ş, u ğruna aklını vermi ş. Kimse bilmez burda, bu harabelerde ne i şi var, kimi arar? Allahın i şi iş te! Amerikalı kadın, harabelere tırmanı şını sürdürürken, arkalarında bırakıyorlar onu. Ali, arabanın arka camından, gözden kaybolana kadar bir süre daha Amerikalı kadını seyrediyor. Gerçek aşkın böyle olması gerekti ğini düşünüyor. Delirene kadar! Çölde kaybolana kadar! Babası eskisinden daha çok içiyor. Annesi eskisinden daha

Page 194: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

çok kendi kendiyle konu şuyor. Ali, eskisinden daha çok a ğlama krizleri geçiriyor. Babası, karısının delirdi ğini söylüyor. Annesi, kocasının delirdi ğini söylüyor. Annesiyle babası Ali'nin delirdiğ ini söylüyorlar. Ali'nin gözlerinin önüne, akrabalarının ahırında bir dire ğe bağlı şarkılar söyleyen o deli kız geliyor. Amerikalı kadının aslında delirmediğini, onunkinin kimsenin ula şamadığ ı bir a şk olduğ unu düşünüyor. Amerikalı kadının hikayesinin "bo ş hikaye" olmadı ğını, Ali'nin de kime oldu ğunu bilmedi ği bir aşkla, tıpkı Amerikalı kadın gibi dopdolu olduğunu, günün birinde onun gibi delirece ğini dü şünüyor. Sana inanmıyorum, diyor annesine. Hiçbir anlattığına inanmıyorum. Hepsini uyduruyorsun! Hayatında hiçbir zaman yalan söylemediğiyle övünen annesini, en çok kızdıran şey bu. Tutamıyor kendini, Ali'ye bir tokat aşkediyor. Ben senin için katlanıyorum bu rezilliklere, bu sıcaklara, bu eziyetlere, diyor. Senin yaptığına bak! Nankör! Kimse kıymetimi bilmeyecek, hiç kimse! Ardından hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Yeniden sinir haplarından yutuyor. Bir süre sessiz durduktan sonra, annesini teselli etmek, gene Ali'ye düş üyor. Birkaç gün sonra, bir gece yarısı, annesinin sessizce uyandırıp, yatağından kaldırdığ ı Ali'nin uykulu gözleri, annesinin ısrarla dudaklarında tuttu ğu iş aretparma ğında; hiç ses çıkarmadan, sessiz adımlarla avluyu geçiyorlar; ş ehrin hemen hemen bütün evlerinde olduğu gibi, mutfak, banyo ve tuvalet avlunun dı şında. Gövdenin bütün ihtiyaçları ev içlerinin dışına sürülmüş. Banyodan su sesi geliyor, ahşap kapının tahta aralıklarından dı şarı ışık ve buhar sızıyor. Annesi, geniş anahtar deli ğinden içeriyi gözetlemesini i şaret ediyor Ali'ye. Ali, ne görece ğini bilmiyor, korkuyor; babası var içeride, bunu biliyor, bundan emin, babası olması gerekiyor, sonra biri daha, aklına ilk gelen valinin aş çılı ğını yapan o şi şman kadın; kalbi hızla çarpmaya ba şlıyor. Đçerideki ikinci bir ki şinin varlığ ı hissediliyor. Kim oldu ğu anla şılmasa bile, bir kol, bir bacak, bir sırt, yer deği ştiren gövde parçaları, içeride ikinci bir ki şinin varlığ ına i şaret ediyor. Kalbi, kötülük ve kıskançlıkla, kime olduğunu bilmediği dipsiz bir nefret ve delice bir merakla doluyor. Babasının sarho şlu ğunu biliyor. Çok sarhoş oldu ğu geceler, geç saatlerde banyo yaptı ğını biliyor. Annesine dönüp, "Kim" diye soran bakı şlarla bakıyor. Annesi, parmağ ını dudaklarından çekmeden, belirsiz bir biçimde kafasını iki yana sallayarak, Ali'nin baş ını yeniden anahtar deli ğine götürüyor. Ali, gözünü dayadığ ı delikten bakarken, hem her şeyi görmek, hem hiçbir ş ey görmemek istiyor. Sanki görecekleri bundan sonraki hayatını de ğiştirecek şeyler olacak ve o henüz hiçbirine hazır de ğil. Öte yandan, bir şeyleri kesin olarak görürse, duygularını da kesinleş tirecek. Yeniden avluyu geri dönüp sofayı geçiyorlar, annesi Ali'yi yata ğına yatırırken, Gördüğün iyi oldu, diyor, artık bana inanırsın, kendi gözlerinle gördün. Yalan söylemediğimi anladın, diyor. Kimdi o? diye soruyor Ali. Düşmanımız, diyor annesi. Đkimizin de düşmanı: Ahmet. Ali'ye bu isim ilk an hiçbir ş ey söylemiyor. Annesine, anlamamı ş gözlerle bakarken,

Page 195: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

annesi ekliyor: Hani matbaada çalış an. Babasının amca çocuklarından birinin matbaası var. Aynı zamanda yerel bir gazete çıkarıyorlar. Đşte o matbaada çalış an genç çocuk Ahmet. Birkaç kez evlerine gelip gitmi ş, çar şı-pazar işlerine bakmış tı. Ali'nin yüzünden Ahmet'i hatırladı ğını anlayan annesi sürdürüyor: Güya sırtını keselesin diye içeri alıyormu ş çocuğ u, ama birbirlerini yapıyorlar. Biliyorum. Yoksa koca adamla, genç bir çocuğ un beraber banyoda işleri ne? Güya çok sarhoşmu ş da sırtını keseleyemiyormuş, ben de banyoya giremiyorum ya, ondanmı ş. Bir sürü palavra! Yutmadım tabii! Biraz sıkı ştırınca, her şeyi anlattı. Neyse, iyi oldu gördü ğün. Benim hiçbir zaman yalan söylemediğ imi gördün. Babanın ne mal olduğ unu gör! Onların mı çocu ğu olacaksın, benim mi, kendin karar ver! Ali, ben hiçbir şey görmedim, diyor. Hiçbir ş ey görülmüyordu. Her yer dumandı. Biraz kol, biraz sırt gördüm, o kadar. Annesinin boyun damarları kabarıyor, yılan ıslı ğına benzeyen bir sesle: Yalancı! diyor. Sen de onların oğ lusun. Onlara çekmi şsin. Onlar gibi olacaksın! Ali, onlar gibi olmak istemiyor. Ali hiç kimse gibi olmak istemiyor. Ali bambaşka biri olmak istiyor. Daha sonraki günlerde, Ahmet bir daha evlerine hiç gelmiyor. Ali'ye bir süre kimse banyo yaptıramıyor. Annesi, Ali'nin gizlice okumaya ba şladı ğı, babasının açık saçık kitaplarını sobada yakıp duruyor. Günler karanlık sayfalı bir kitap gibi ağ ır ve sıkıntılı geçiyor. Ev içinden hiç eksilmeyen sonu gelmez kavgalarla, kımıltısız bir benzerlik içinde, birbirinin aynı geçen günler uzayıp bir hayat oluyor. Annesinin buradaki yalnızlığ ında, kendi yalnızlı ğına benzeyen bir yan buldukça, ona duydu ğu yakınlık ve sevgi derinleş iyor; ona sahip çıkmak, onu bütünüyle üstlenmek istiyor. Ama annesi, Ali'nin bu duygusunun uzun süre yaş amasına izin vermeyip, onun canını sıkacak bir şeyler yapmakta gecikmiyor; böyle zamanlarda Ali, annesine daha büyük bir öfke ve kızgınlık duyuyor; kızgınlı ğına sebep oldu ğu yetmiyormu ş gibi, büyütüp beslemeye çalıştığ ı sevgisini de engelledi ğini dü şünerek, onu en çok kızdıracak şeyleri yapmamak için artık bir neden göremiyor. Örneğin, ancak, kavruk ve çelimsiz bedeniyle Ali'nin sığ abildiğ i merdiven altındaki boşlu ğa saklanıp, " Đstiklal Mar şı"nı, Arapça sözlerle okumaya baş lıyor. Ali'ye eri şemeyen anne, çıldırmı ş bir halde, tavan süpürgeleriyle merdiven altını dürterek Ali'yi çıkarmaya çalışıyor. Ali, artık birkaç saatinin orada geçece ğinden emin olarak intikamının keyfini sürmeye çalı şırken, Elbet, çi şin gelir senin, diyor annesi. Elimden kurtuldu ğunu sanma! Annesi daha bunu dediği anda Ali'nin çi şi geliyor. Öfkeden gözü dönmü ş doktor, onu tokatladığ ından beri, keş fettiği gece mutlulu ğu ise, otuzbir çekmek. Eliyle değil, yüzükoyun yatarak sağ bileğine sürtünerek boş alıyor. Çüküyle doğ rudan ili şkiye girmekten hoşlanmıyor çünkü, bu yüzden hep oturarak i şiyor. Ayrıca, gece yata ğına yatar yatmaz değil de, sabah ezanı okunurken uyanıp suçluluk duyguları içinde otuzbir çekmekten daha çok zevk alıyor; böylelikle günahlarının ve intikamlarının sayısını artırarak, çok daha büyük cezalarla ödüllendirilece ğini düşündüğ ü ba şkaldırısını, isyanını, büyük lanetlerle kutsanmı ş bir kurban gibi ya şıyor. Onu kıstıran dünyadan tek çıkı ş yolunun, ancak günah iş lemekle mümkün olabilece ğini dü şünüyor. Bu konuda

Page 196: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gücünün sonuna kadar gitmeye yetip yetmeyece ğini bilemiyor. Abdestsiz namaz kılıyor. Ramazanda, otuzbir çekmi ş bedeninin tuttuğ u orucun sayılmayaca ğını bile bile hem otuzbir çekiyor, hem oruç tutuyor. Gövdenin göze göründü ğünden çok daha fazla yer kapladı ğını, başka bir aleme ta ştığını, göze göründü ğünden çok daha fazla sır sakladı ğını dü şünüyor. Gövdeleri gösteren ayna, dili göstermiyor. Arapça sözleri Türkçe, Türkçe sözleri Arapça olarak yazıp, aynaya tutuyor. Aynadaki sözcüklerin ve cümleye benzeyen şekillerin, hiçbir ş ey söylememesi, anlamdan azat edilmi ş bir hayat yaşıyor olması, onu çok e ğlendiriyor. Bunun kendi öz dili oldu ğunu düşünüyor. Kulakcinlerinin hızına eri şemediğ i fısıltıları, dedesinin anlamı baş ka dünyalarda saklı sayrılı sözleri, halalarının dua ile lanet arasında gidip gelen karanlık mırıltıları, babasının alaycı azarları, annesinin ulumaları arasında aynalarda sessiz gülümseyen öz dili... Kendi suskunluğu, içine gülümseyen aynalar gibi, yeryüzüne kelime olarak gözükmemi ş bütün kelimeleri içine gülümsüyor. Göze görünmeyen cinler, nasıl göze görünmezlerse, kelimeler de öyle... Onlar, yalnızca havayı kaplıyor, aynayla aramızdaki bo şluğ u kapatıyorlar. O zaman kimse aynasından kopamıyor. Dünya bütünleniyor. Hiçbir gerçek, var olmak için diğ erini yok etmiyor. Đçimiz, dünya oldu ğundan, dünya içimizi öldürmüyor. Annesi soruyor: Bu tuhaf kağ ıtlar, bu tuhaf sözler de ne demek oluyor? Ev ödevlerini yapsana! Ali içinden, Bunlar ev ödevi i şte, diyor. Benim ev ödevlerim. Annesinin bir zamandır yüzünde dalgın bir karanlık var. Bugüne kadar annesinde görmeye hiç alış ık olmadığ ı vazgeçmişliğ in karanlığ ı bu. Kendi kendiyle bile konu şmaya mecali kalmamış , içine büzülmü ş kilitli dudaklarıyla omuzları çökkün, kendi bıkkın, terliklerinin sesi kadar gidip geliyor evin içinde. Bir gün öncesinden alınmış havuçları ertesi sabah gazete ka ğıtlarına sararak avludaki çöp tenekesine döküp duruyor. Bir süredir neredeyse her gün böyle bu. Ali, bir anlam veremiyor buna. Bir sabah, çöp tenekesinin ba şında yakaladı ğı annesine soruyor: Elindekiler ne? Bir an durduktan sonra, Hiiç, havuç, diyor annesi. Niye atıyorsun? Gene bir süre düşünüp, Bozuldular, diyor. Her gün havuç döküyorsun çöpe, her gün mü bozuluyorlar? Ali'nin yüzüne kısa bir süreli ğine dirilmi ş bakışlarla baktıktan sonra, Bo ş ver, diyor annesi. Boş ver, mühim de ğil. Đlk kez oluyor bu. Annesi ilk kez ona bir şey anlatmayıp yürüyüp gidiyor. Annesinin bile anlatmak istemedi ği bu şeyin ne olabilece ği, Ali'yi iyice kı şkırtıyor. Ertesi sabah sorusunu ısrarla yineledi ğinde, söyleyip söylememekte çektiğ i kararsızlı ğı yeterince belli ettikten sonra, Ali'nin ısrarları kar şısında söylüyormuş gibi yaparak, yüzünde beliren öfkenin, kızgınlı ğın, hıncın, nefretin diriltti ği ı şıklı bir kötülükle: Babanın yüzünden atıyoruz, diyor. Hepsi kirleniyor çünkü. Sonra susup, Ali'nin yüzüne, gerisini anlamasını uman bakışlarla bakıyor. Ali anlamayıp, boş boş bakmasını sürdürüyor. Nasıl, diyor, hiç anlamadım. Annesi, elindeki gazete tomarını aralayıp havuçları gösteriyor. Bak, diyor. Havuçların uçları sence de kirli de ğil mi? Baban delirdi, diyorum, inanmıyorsun, her geçen gün yeni adetler çıkarıyor, akşamları yatakta çüküyle oynarken, bir yandan

Page 197: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

da bunları sokuyor kendisine, yeni zevkiymiş bu. Ali, sözün sonunu dinleyemeden çöp tenekesinin baş ında kusmaya ba şlıyor. Annesi, aniden geri çekilirken, elindeki gazete kağıdına sarılı havuçlar yere, avlunun taş zeminine dağ ılıyor. Ali'nin kusması artıyor. Günlerce sürüyor kusması. Bulutların hemen eteğ inde, gökyüzüne yakın bir kaleye kurulmu ş olan ş ehre, kar, havada fazla da ğılmadan, seyrelmeden, azalmadan, yaprak kalınlı ğında dipdiri düş er. Birdenbire, büyük kı şlarda kalın karlarla kaplı avlulara, okul bahçesine yaptıkları kardan adamlara burun niyetine gömdükleri o masum havuçların anısı kirleniyor, çocukluk neş elerini bir bir elinden alan yeti şkinler dünyasına duydu ğu öfke ve kızgınlık büyüyor; onu en çok inciten şeyin bu oldu ğunu ayrımsıyor: O yeti şkinler dünyasına adanmaktan kaçarken, çocukluğunun oyunlarını, anılarını kirleterek gaddarca büyütmeye çalı şıyorlar onu. Đlaçlar, i ğnelerle güçlükle atlattı ğı kusma nöbetleri, çok sonraki günlerin birinde, babasının adamlarından birinin kendisini Antep'te götürdüğü bir randevuevinde yeniden ba şlıyor. Artık ergen bir erkek çocu ğu sayılıyor, babasının arkada şlarıyla yaptığ ı konuşmalarda, Ali'nin artık kadın vücuduyla tanı şmasının zamanının geldiğ ine, erkekli ğe adım atmasının gerekliliğine karar veriliyor. Genç, güzel, temiz, halden anlayan, i şini bilen bir kadın olsun, istemi şler. Babası, oğluyla yüzgöz olmak istemiyor. Tüylerini nasıl alması gerekti ğini bile ba şkası ö ğretmişti ona. Hiçbir şey konu şamadı ğı o ğlunun cinsel hayatının ba şlangıcını da adamlarından birinin işbilirliğ ine emanet ederek, onu, Antep'in yaz kış gölgeler içinde olan, yüksek duvarlı, dar sokaklarından birindeki avlusu saksılardan geçilmeyen bir evine yollatıyor. Ali, bu karanlık deneyime hazır olup olmadı ğını bile anlamadan, kendini bir akşam orada, yabancı yüzlerin ortasında yemek yerken buluyor. Kaçamak bakı şlar, küçük elleşmelerle birlikte yenmi ş bir ak şam yemeğinde, gev şeyip rahatlamak, güç ve cesaret bulmak için içilmiş bir iki kadeh rakıdan sonra, tam ortasına gösteri şli bir taht gibi, yerlere kadar dökülen sim nakı şlı kırmızı örtü, kanaviçe nakı şlı dolgun yastıklarla süslenmi ş aynalı pirinç bir karyolanın kurulduğ u süslü yatak odasına sırtı sıvazlanarak yollanıyor. Sırtı dönük olduğu halde arkasındakilerin, kirli bir tebessümle gülen çarpık yüzlerini görüyor. Titreyen ellerle gömle ğinin dü ğmelerini çözmeye çalı şırken, içini kemiren başarısızlık korkusu, sonrasında arkadaş larına nasıl anlataca ğının daha ş imdiden yapılan gizli provası, ürküntülü bir bekleyiş ve belirsizlik içinde acemice soyunmaya çalış tı ğı için, kendisine çok uzun gelen dakikalardan sonra, filmlerden öğrenilmiş şuh pozlarla, yata ğa uzanmı ş kendini bekleyen kadına, titremesini bastıramadı ğı bacaklarla ilerleyip daha çok yığ ılır gibi üzerine uzanıyor. Kadının, kendisine ayrılan bacaklarının arasında, Sakine'nin anısını yardıma çağ ırarak ilerliyor; kadının azıcık şi şkin göbe ğinin altında, karanlık, kıvırcık, sık tüyler arasında, tekin olmayan bir orman hayvanı gibi kirli şüpheler uyandıran, vücutta açılmı ş bir yara, kanlı bir biftek gibi duran, vücudun belirsiz derinliklerinden ekş i kokular sızdıran, am dedikleri bu karanlık boşluğ a daha fazla bakamıyor. Kadının önündeki çi ğ eti kapamaya yetmeyen morarmış dudakların altından kopacakmı ş gibi sarkıp duran büzüş ük et parçacıklarına dokunamayaca ğını, onları okşayamayaca ğını, sevemeyeceğini seziyor. Birdenbire yataktan doğrulup halının üzerine kusmaya ba şlıyor.

Page 198: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Çok içtiğ i için böyle olduğu söyleniyor evdekilere. Bir dahaki sefere erteleniyor. Yol boyu hiç konuş madan, utanç içinde dönüyorlar Mardin'e. Babasının adamı, baş arısızlıktan kendine pay biçip eksikleniyor. Kimselerin yüzüne bakamıyorlar. Ali'nin yeniden kusma nöbetleri, titremeleri, herkesten kaçıp yatağına saklanmaları, dünyadan kopup hayal alemine dalmaları başlıyor. Ali'yi yeniden doktorlara ta şımaya ba şlıyorlar. Diyarbakır, Elazığ , Antep, Urfa, Adana, Ankara'da çeşitli doktorlar tarafından muayene edilen Ali, en sonunda Adana'ya yeni gelmi ş, modern metotlar denediğ i söylenen bir doktorun ellerine teslim ediliyor. Ali'ye çeş itli testler uygulayan doktor, sonunda annesiyle özel olarak konuşmak istiyor. Annesi kaygıdan içine büzü şmüş bir yüzle doktoru dinlemeye hazırlanıyor. Hanımefendi, maalesef o ğlunuz normal değ il efenim, diyor Doktor. Annesinin yüzü biraz daha içine buru şuyor. Doktor, sesini temizleyip, gözlüğ ünü düzeltip, yüzüne tarafsızlı ğına ve ikna edici olduğ una inandığı tartış ılmaz bir ifade be ğendikten sonra, artan bir ciddiyetle kaldı ğı yerden sürdürüyor: Efenim, elbette her Türk ailesi, evladının bir Mustafa Kemal olmasını ister ama, maalesef herkesin evladı bir Mustafa Kemal olamaz! Maalesef, demin de söylediğim gibi, sizin oğlunuz normal de ğil, hem de hiç değil! Fikrimi soracak olursanız, o ğlunuzun hiç vakit kaybetmeden hemen tedavi edilmesi gerekiyor. Yeise ve ümitsizli ğe kapılmanız için bir sebep yok. Malumaliniz, fen ve tıp ilmi hayli ilerlemi ş bulunuyor. Henüz ölüme çare bulamamı şsa bile, birçok hastalı ğı mağlup etmede, terakki etmi ş olduğu muhakkaktır. Asrımızda, birçok hastalı ğın tedavisi, tıp için artık mühim olmayan bir realite haline gelmi ştir. Doktor'un soluk almak için verdiğ i küçük aradan yararlanan Ali'nin annesi atılıveriyor: Doktor Bey, n'olur bana gerçeğ i söyleyin, oğlumun nesi var? Doktor, nasıl söyleyece ğini bilemiyormuş gibi dudaklarını büzüştürüyor, derin bir soluk aldıktan sonra, Cinsel sapma ba şlangıcı diyebiliriz hanımefendi, diyor. Annesi, duymaktan en çok korktu ğu şey, sanki kelimelere dökülünce gerçek olmuş gibi, parmaklarını ısırarak "Hiii!" diye ardını getiremedi ği cılız bir çı ğlık atıyor. Gözlerine iri taneli yaş lar yürüyor, alelacele kuca ğında duran çift saplı çanta açılıp, içinden çıkarılan kenarları i ğne oyalı i şli mendille, hızlı hızlı dökülen gözyaşları çabuk çabuk siliniyor. Annesinin gösterdi ği tela ş, üzüntüsündeki gösteri şçi gayret, doktora bile fazla gelmiş olmalı ki, Hanımefendi, diyor, Acı hakikatleri kabul etmek, ebeveynlerin nazarında her zaman için müş kül bir hadisedir, elbette bunu takdir ediyorum, lakin hassaten yanınız sıra getirmi ş oldu ğunuz şu işli süslü defter, bu hakikate bir nebze olsun ı şık düş ürmüş olmalı. Hangi erkek evlat, daha ilkokul sıralarında iken, erkekken ameliyat yoluyla kadın olmu ş şahısların gazete haberlerini kesip biriktirir? Doktorun sesindeki sitem ve serzeniş üzerine, suçlandığ ı hissine kapılan Ali'nin annesinin, gözyaş ları da, hıçkırıkları da artıyor. Kusura bakmayın doktor bey, ana yüre ği iş te! diyor. Hiçbir şey için geç kalmı ş sayılmayız. Bu hususta, iki çe şit tedavi metodu mevcuttur. Psikanalist metot dedi ğimiz ilki, uzun ve meş akkatli bir yoldur; haftalar, aylar, hatta yıllar sürebilir; bu zaman zarfında, hastayı da, ebeveynlerini de yorar, üzer, yıpratır.

Page 199: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Şartlı refleks esası üzerine kurulu ikinci metot ise, kısa ve kat'i olmakla birlikte, acı vericidir; bunun için muvafakatınız gerekmektedir. Benim temayülüm, ebeveyn olarak müsaade ederseniz, oğlunuzu bu ikinci metot olan elektrik cereyanı tedavisine tabii tutmaktır. Biliyorum, adı kulağ a pek hoş gelmiyor ama, gene de en iyisi budur. Çok canı yanacak mı doktor? Elektrik cereyanı tedavisinin bu şekli, tıp ilminde henüz inkişaf etmekte olan yeni bir metottur. Baş langıçta, müessif ve meş akkatli bir yol olmakla beraber, kat'i ve müspet netice verir. Filhakika, belki oğ lunuz başlangıçta bir nebze ıstırap duyacaktır, lakin onun birkaç seanslık ıstırabına kar şılık, kendisinin ve ailesinin hayat boyu saadeti mevzuubahistir. Hem unutmayınız ki, bizim Türk doktorları olarak terakki etmemiz de, bu kabil yeni metotları tatbikata koymakla mümkün olacağ ından, tarafımızdan bilhassa tercih edilmektedir. Bu vesileyle, hem o ğlunuzun tedavisine, hem memleketimizde tıbbın terakki etmesine mühim bir yardımda bulunmuş olacaksınız Hanımefendi. Peki ne kadar sürüyor bu, bu ş ey i şte... Mesela, neler yapıyorsunuz? Hastanın iyileşme emarelerine bağ lı olarak, daha şimdiden bu ameliyenin birkaç seans devam edece ğini söyleyebilirim size. Maalesef, bu sinsi hastalı ğı bir kerede tedavi etmemiz mümkün değildir. Ali evladımıza verilecek olan elektrik cereyanı sırasında, size telaffuz edemeyece ğim bazı resimler ve şekiller gösterecek, ya da ona bazı hayallerini, rüyalarını, arzularını anlattıraca ğız, her resimle birlikte mahdut tutulmu ş miktarda elektrik verece ğiz. Her elektrikle beraber, bu resimler şuur altına acı kaynağı olarak nakş olacak, bu vesileyle bundan sonra hayat boyu, bu kabil resimlerin ihtiva ettiğ i bu kabil münasebetlerden her zaman tiksinti ve nefret duyacaktır. Az evvel söyledi ğim gibi, metodun bu sahadaki tatbikatı dünya sathında henüz yeni olmakla beraber, tesirinden asla şüphe duyulmamaktadır. Keş ke, hepimizin evladı bir Mustafa Kemal olsaydı hanımefendi, ama Allah bu büyük lütfu, bir tek Zübeyde Hanım'a bah şetmi ştir. Sakın üzülmeyiniz. Tıbbın ve Allah'ın yardımıyla, Ali evladımızı en kısa zaman zarfında normale döndüreceğ iz. Ali, ilk elektrik akımıyla birlikte, hayatının filmlerinin bobin bobin yandı ğını etinde duyar gibi oldu. Titremeye başladı. Dili tutuldu. Çenesi kilitlendi. Bütün bedeninin uyu ştu ğunu hissediyordu. Gözlerini açık tutan bantlardan ötürü, gözlerini yumamıyor, kirpiklerini kırpı ştıramıyor, titrek ı şınlarla kar şıdaki perdeye yansıtılan resimleri seyre zorlanıyordu. Belleğ inin kendine bile yabancı nice ücra yerinden fırlayan yüzlerce görüntü, ardı arda sökün ederek, bakmaya zorlandı ğı resimlerin üzerini örtüyordu. Kulakcinleri, kulaklarını terk etmi ş, esrik fısıltılarının yerini, yanık elektrik kokusunun cızırtılı dansına bırakmı şlardı. Yattığı yerde, uyku öncesi, duaları mırıl mırıl tekrarlayarak ezberini sağlamla ştırır ve ço ğu kez bir duanın yarım kalmı ş yerinde uykuya dalardı. Şimdi bütün o geceler boyu ezber ettiğ i duaları hızla içinden okuyordu; ne kadar hızla okursa, bu işkence o kadar çabuk sona erecekti sanki: "Đ hdinnassıratelmüstakiymvesıratellezine enamtealeyhimgayrılmağdubialeyhimveladdalinamin" Duaların hemen ardından, okul avlusunda okudukları ant geliyordu: "Türküm, do ğruyum, çalı şkanım, yasam..." Dedesinin havaya dağılıp boş lu ğu büyüleyen sözlerinin anısı, her yerin üstünü örtsün isterken, bütün dualar, antlar, sözler, art arda verilen

Page 200: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

elekrik akımlarıyla birlikte buruştu. Đstemediğ i kadar çok şeyi birden hatırladı. Sanki hepsi son bir defa bütün canlılıklarıyla hatırlanacak ve sonra hepsi birden unutuşun ıssız boşluğ unda, sonsuza kadar kaybolup gideceklerdi. Bir türlü unutamadıklarıyla, çoktan unutup gittikleri yer değ iştirdi. Kendisine gösterilen resimlerle, kendi gördü ğü resimler yer değ iş tirdi. Hamamın gözleriyle göremedi ği her şeyi birden gördü. Erlerin türküsü cayır cayır yandı. Sakine'nin gelin gittiğ i, Suriye'nin uzak ı şıkları, patlayan ampuller gibi tek tek söndü. Gördüğ ü rüyalar, sanki artık bir daha hiç uyumayacakmış gibi, acıdan hiçbir şeye bakamayan yorgun gözlerine son bir kez görünüp, ardından kayboldular. Doktorun, onu tokatlamasıyla birlikte, Dr. Renaud Paris ş i şesi üzerine patladı. Halasının çocukları, Demir Otel'deki adam, tadı a ğzından bir türlü gitmek bilmeyen un kurabiyeleri, her ş ey, a ğzını, gözünü, ruhunu, etini acıyla buru şturmaya ba şladı. Vücuduna verilen elektrik akımı giderek artıyordu. Kulakcinleri susmuş, hiçbir şey söylemez olmu şlardı. Bütün bu olup bitenleri, saklandıkları bir köşeden kayıtsız bir sessizlik içinde seyrediyor olmalıydılar. Sanki cam mi ğferin altında sıcağ ı çok açılmı ş bir u ğultuya teslim edilmi şti. Kapıldı ğı burgaçta hızla kendinin etrafında dönüyordu. Halalarının u ğursuz bayku ş çığ lıkları e şli ğinde, halası usul usul kendini kuyuya bırakırken, kendinden geçip bayıldı. Bayılırken, onun canını asıl yakan şeyin, doktorların sonradan itiraf ettikleri gibi, ölçüsü fazla kaçırılmış cereyan olmayıp, anasının babasının kendisini böyle bir işkenceye emanet eden elleri olduğ unu anlamıştı. Kendisini, dünyadaki hemen her ş eye yabancılaştıran, bir ölü kadar so ğuk ve çıplak bu bilgiyle, bundan böyle yeni ve ba şka bir insan olaca ğını sezdi. Annesiyle babasının kendisine ihanette gelebilecekleri en uç noktaydı burası. Artık anlayacağ ı bir şey kalmamı ştı. Hayat devam edebilirdi. Tedaviden sonra biraz durgunla ştı ama, pek düzeldi, diyordu, annesi, Artık eskisi gibi üzmüyor bizi, sakin bir çocuk oldu. Bizim için neler uydurmu ş oldu ğunu bir bilseniz! Doktorların bile ağzı bir karı ş açık kalmı ş! Pek sessiz, pek sakin, pek dalgın bir çocuk olmu ş, diyordu görenler. Ate ş gibi bir çocuktu küçükken, niye böyle oldu, ak şama kadar kö şe yastığı gibi öylece duruyor koltukta, Allah'ın i şi herhalde! Çocukluğundan beri, az biraz maraziydi. Deli deli bakardı hep, bilmez misiniz? Di ğer çocuklara hiç benzemezdi, diyordu di ğerleri. Annesi sabah nereye koyuyorsa, ak şamına oradan alıyor. Geçen gün pencere kenarında unutmuş. Annesi gelene kadar öylece durmuş , diyorlar. Normal mi yani şimdi bu? diyordu bir diğerleri. Ali hiçbir şey demiyordu. Ali ne söylenirse onu yapıyordu. Kulakcinlerinin hepsi ölmüştü. Ali yalnızlık çekiyordu. Dalıp gitti ği ovanın uçsuz derinli ğine, bozkırın dingin renklerine gözlerini bırakıyor, hiçbir şey düş ünmemenin hafifliğine ula şmaya çalı şıyor, çocuklu ğunda sık gittikleri Zınnar bağlarının

Page 201: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yumuşak, koyu, gölgeli ye şilli ğini, Ferdovs'un havuzuna akan suyun sakin sesini dü şlüyor, bu soluk imgelerle huzur buluyordu. Hayattaki son halası da öldü ğünde, son vasiyetini etmi ş, o da di ğerleri gibi, Ali'den mezarlarının ba şında ağ latacakları bir oğlan çocuğu istemi ş, Ali ona da aynı sözü vermi şti. Babasınınsa, hayatta en büyük vasiyeti, oğlunun avukat olmasıydı. Ali, avukat olup, davavekili olan babasının intikamını almalıydı. Yazıhanesi hazırdı, hukuk kitapları hazırdı, en önemlisi babasının ona bıraktığ ı şerefli isim hazırdı. Ali, sahibi çoktan ölmü ş hayatını, çe şitli vasiyetlerin yerine getirildiği bir sahne olarak düş ünmeye baş lamış tı. Okulda ba şarısızdı; her yıl ikmale kalıyor, her yaz öğretmen tutuluyordu. Bu yüzden artık yazları bir yerlere gidemez olmuşlardı. Đşleri eskisi gibi iyi gitmediğinden olsa gerek, geleceğ e yönelik tela şı artmıştı babasının; gene Ali'ye avukat olması, kendi yerini alması, evlenip çoluk çocuğ a karış ıp, ş erefli aile adını sürdürmesini içli içli vasiyet etti ği günlerin birinde, daha sözünün ortasında, yüzünden başlayıp aş ağı doğ ru inen felç hareketsiz bıraktı babasını. Bunlar onun a ğzından çıkan son sözleriydi. Bu yüzden Ali, onları ilahi bir iş aret bildi. Babanın gözleri bo şlukta sabit bir noktaya, yüzü yalnızca tek bir anlama kilitlendi; konuşamaz oldu, yalnızca garip sesler, kimi zaman kopuk heceler çıkarabiliyordu artık; vücudunun sol tarafını hiç kımıldatamıyor, sa ğ tarafını ise güçlükle hareket ettirebiliyordu. Ali, babasına artık hiçbir şey soramayaca ğını, onunla hiçbir şey konuş amayacağını, her şeyin yoklu ğa benzeyen belirsiz ve karanlık bir bilinmezlik çukuruna atılmış olduğ unu derin bir çaresizlik içinde anlamış tı. Ali'nin babası için beklettiğ i bütün kelimeler, içinde kilitli, koynunda gömülü kaldı. Artık hiçbir kelime içine gülümsemiyordu. Babası da, Ali kadar dilsizdi şimdi. Babasının felç olmasıyla birlikte, annesi, özgürlüğüne kavu şmuştu sanki. Artık her dediğini yapacak, sözünden hiç çıkmayacak, her şeyiyle ona ba ğımlı olan bir kocası vardı elinin altında; sanki yıllardır bu anı beklemi ş, günün birinde adaletin yerini bulacağı bu ilahi ana hazırlanmı ştı. Yıllardır kavgalar, fırtınalar kopan evde, şimdi huzurlu bir sessizlik hüküm sürüyordu; gündelik hayat içinde sağlam bir denge kurulmuş , sanki her şey belli bir rutin içinde yerli yerine oturmu ştu. Felçli bir adama bakmanın zorlukluklarından, güçlüklerinden yakınmak şöyle dursun, yıllardır aradığ ı huzuru, saadeti sanki ş imdi yakalamı ş gibi davranan Ali'nin annesi, bu durumu adeta bir ödül gibi yaşıyordu. Kocasının her türlü bakımı bir baş ına üstleniyor, ona elleriyle yeme ğini yediriyor, dizlerine battaniyesini örtüyor, ak şamları günbatımında avluya çıkartıyor, artık kendisini hiçbir biçimde üzemeyeceğini bildi ği bu adamı, ancak şimdi bütün kalbiyle sevebiliyordu. Đki günde bir eve çağ rılan berber, kocasını tıra ş ederken, o, yüzünde duru, sevecen, öfkelerinden ve kırgınlıklarından yıkanmı ş bir ifadeyle, derin bir sükunet içinde uzak bir anı gibi kocasını seyrediyordu. Bir zaman sonra, bir okul dönü şünde Ali, annesinin yıllardır herkesten sakladığ ı karanlık ve kirli sırrını da bir tesadüfle keş fetmi ş oldu. Bo ş geçen dersler yüzünden okuldan erken döndüğü bir gün, Ali'nin geldi ğini fark etmeyen anne, kocasına yemeğ ini yedirirken, bir yandan düzgün bir Arapçayla, ona günlük olaylardan söz ediyor, onu bunu çeki ştirerek dedikodu yapıyordu. Ali'nin geldiğ ini, Arapça konuş an annesini duyduğunda, deh şete benzer bir şa şkınlıkla kapıda kalakaldı ğını, oturdu ğu yerde gören babasının, duygularını ifade etmeye zorladı ğı gözlerinde, Ali'nin ş aşkınlı ğını ve ürküntüsünü payla ştı ğını söylemeye çalı şan belli belirsiz

Page 202: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bir parıltı vardı. Belki de bu parıltı üzerine, birdenbire arkasını dönüp Ali'yi e şikte gören annesi, ilkin bocaladıysa da, Ali'nin bir süredir orada olduğ unu ve her ş eyi duydu ğunu anlayıp, i şi pişkinliğ e ve şakaya vurmaya çalış tı; bunca zaman sonra birdenbire Arapça konu şması çok da önemli bir şey değ ilmiş gibi, Aman canım, hem sen hep istemez miydin Arapça ö ğrenmemi, zaman içinde kendili ğinden öğ renivermi şim i şte, diyerek geçi ştirmeye kalkı ştı. Ali, yıllardır hemen her şeyi anlatan, içinde hiçbir ş ey tutamayan, hiç susmayan annesinin, kendine dilden bir sır yapmış olmasını anlamakta güçlük çekiyor, bu gerçeğ i Ali'den saklamış olmasını, kendisine yapılmış bir ihanet olarak görüyordu. Đhanet söz konusu olduğunda, insanların sürprizleri bitmiyordu. Demek, yıllar yılı, sinsi sinsi Arapça ö ğrenmi ş, kimseye ö ğrendi ğini belli etmeden, herkesi bir casus gibi dinlemiş, kendisi hakkında söylenen her ş eyden haberdar olup, kendini korumaya almış, üstelik bütün bunları, bunca zaman saklamayı ustalıkla başarmıştı. Şimdi, kendinden baş ka bakacak kimsesi kalmamış bu çaresiz adama, kayıtsız bir duvar gibi kar şısında duran bu ifadesi boşalmış yüze karş ı, gönül rahatlığ ıyla Arapça konu şmanın tadını çıkarıyor, konu şmaya alı şık olmadığ ı için, bazı sözcükleri yanlış telaffuz etti ğinde, ya da yanlış bir sözcük seçti ğini fark etti ğinde, kendi hatasına yüksek sesle gülerek, kendiyle dalga geçerek, bunları kocasının gözlerinin içine baka baka, onun dilsiz tanıklığ ında yapmanın zalim keyfini sürüyordu. Arapçayı bir tek kocasına ayırmış tı. Yıllardır, hizmetçileri, görümcelerini, komşularını Arapça bilen kulaklarla gizli gizli dinlemenin, hakkında konu şulanlardan haberdar olmanın üstünlü ğünü yaş amıştı. Arapça bildiğinin anla şılmış olmasının, ev içinde artık bir önemi kalmamı ştı. Ali'yle olsun, evdeki çalı şanlarla olsun, eskisi gibi Türkçe konu şmakta kararlı görünüyordu. Sonunda, Ali liseyi bitirdi. Sinir krizleri ve sar'a benzeri nöbetler gibi çeş itli hastalıkları nedeniyle, askerlik muayenesinde çürüğe ayrıldı ğı için askerlik engeli ortadan kalkmıştı; annesinin onayıyla zengin bir aileden, eli yüzü düzgün "lise mezunu" bir kız be ğendiler ona; hemen söz kesildi; ailesinin her dediğini yapmaya hazır, yeti şkinler dünyasına adanmı ş kilitli gövdesi, ailenin gelece ğine kurulmu ştu artık. Aile, Ali'nin Đstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi ğinin haftasında yeniden döndü Mardin'e. Ali'nin iki o ğlu da, halaların mezarlarının başında çimdiklenerek a ğlatılmış , a ğlamaları uzun uzun halaların ruhlarına dinlettirilmi şti. Ali'nin avukatlık stajını tamamlamasının haftasına da, babasının tabelası indirilip, Ali'nin "Avukat" tabelası çakıldı yazıhane duvarına. O gün, özel bir gündü. Bütün Mardin halkı tabelanın çakılma törenine davet edilmiş , aile ş erefine uygun olarak kurbanlar kesilip fakir fukaraya yemekler ve hediyeler da ğıtılmış ; Ali'nin dizleri battaniyeyle örtülü babasını bir koltukla ta şıyıp ba ş kö şeye oturtmu şlardı. Kendi "Davavekili" tabelası, asılı olduğ u yerden indirilip, oğlunun "Avukat" tabelası çakıldığında, herkes, yüzüne gözüne inanılmaz bir canlılık ve ifade gelen felçli babanın, birdenbire ayaklanıp yürüyece ğini, o ğluna sarılıp kucaklaş aca ğını, konu şacağını, hatta eski günlerdeki gibi nutuklar çekece ğini sanmıştı. Ali'nin annesi, mikrofon yerle ştirilmiş kürsüye çıkmış , konu şmasına,

Page 203: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

vatanın her sathına taş ınan medeniyet meş'alesinden söz ederek ba şlamı ş, titremesine mani olamadığı heyecanlı bir sesle yaptı ğı uzun konu şması, gözya şları, hıçkırıklar ve alkı şlarla sık sık kesilmi şti. Sonunda, her zaman yaptı ğı gibi, kendini konuş masının hararetine fazlaca kaptırıp, Ben yalnızca gelininiz de ğil, aynı zamanda karde şiniz, bacınızım da, ben de bir yerde Mardin'liyim, ben bir Feride'yim, hepimiz birer Feride'yiz, gibi muhatabını şaşırmış , ba ğlamından kopmu ş sözlerle kendi konu şmasının içinde kaybolmu ştu. Vatana, millete böyle bir evlat yeti ştirdi ğim için, duydu ğum engin saadeti, şehitlerin kanıyla sulanmış aziz vatanımızın, tarihi şerefle altın sayfalara yazılmış olan Mardin göklerine haykırmak istiyorum. Evet, evet, haykırmak istemekle kalmıyor, haykırıyor, haykırıyorum! diyerek konu şmasını tamamladığ ında, özellikle Lise Müdürü ve özel ricayla oraya ça ğrılmı ş bulunan Vali tarafından hararetle kutlanmı ştı. Tabelanının ilk çivisini Ali'ye çaktırdılar: Avukat Ali Zeyneddino ğlu. Bu, bir hayat demekti. Artık bütün hayatı bu tabelanın gölgesinde geçecekti. ... Aynadaki Dalgınlık ALĐ, ANSIZIN TÜM HAYATI BOYUNCA, BU FISILTILARIN KULAKLARINI doldurmu ş oldu ğunu fark etti. Yıllar yılı herkesin kulağ ı böyle i şitir sanmı ştı. Baş kalarının gözlerinden kendini onca saklayan dünya, gizlerini onun kula ğına cömertçe fısıldamı ş, ama o, bunları anlamakta ve ayırmakta her seferinde aynı ba şarıyı gösterememi ş; dünya kulaklarında çınlayıp durmuştu. Kapıyı dikkatle kapatıp yata ğın kenarına oturduktan sonra, her zamanki gibi, ilkin yatak odasının sessizli ğini dinledi. Kimi zaman kulakları, bütün seslerden bo şalır, dünya onun için huzurlu bir yer olurdu. Hemen her evde görülen ortak ayrıntılarıyla birbirinin benzeri olan yatak odalarının mahrem bir sessizli ği oldu ğunu biliyor ve kendine göre bir huzuru olan bu sessizli ği seviyordu. Her yatak odası, aynı zamanda barındırdığı saklı tarihler nedeniyle, Ali'de, bir gizem derinli ği, ölümle ili şkili kutsal mekanlarda duyulan saygı ve merakla karış ık güçlü duygular uyandırırdı. Gene öyle oldu. Uzun uzun dinlediği, ruhuna sızan bu sessizlikle birlikte, camilerdeki, kiliselerdeki gibi neredeyse "uhrevi" diyebileceğ i bir duygu, bilinmez bir güçle doldurdu içini. Hareketlerine kendiliğ inden törensi bir hava gelmi şti. Gökyüzünün uçsuz mavili ğinde karbeyazı kanatlarıyla süzülerek uçan melekler eşliğinde do ğrulur gibi, saygılı bir sessizlikle usulca yerinden kalktı, şu an kendisini seyreden ba şkaları varmı şçasına, müsamere duygusu taş ıyan gösteri şli hareketlerle gardıroba yöneldi; üzerinde yabancı gözlerin varlığ ını hissediyor ama, temsilin do ğası gereği güya onları görmüyormuş gibi yapıyordu. Sinirli yapısı ve zayıf bünyesi nedeniyle, çocuklu ğu boyunca, beden e ğitimi faaliyetlerinde yer alamadı ğı gibi, çok istedi ği halde okul müsamerelerine de çıkamamı ştı. Bunları her anımsadı ğında, tazeli ğini hiç yitirmemiş bir öfkeyle, geçmiş indeki herkese yeniden hınç duyuyordu. Halaları, Ali'nin geçmi şteki herhangi bir olayı, her hatırlayı şında,

Page 204: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

o zaman duydu ğu öfke ve kızgınlı ğı, aynı tazeli ğiyle yeniden üretebilen bu yanını, bütün kötü huylarını aldı ğı annesine benzetir, bu konuda imalarla yetinmez, bundan hiç hoşlanmadıklarını çarpıcı sözlerle belli ederlerdi. Formika kaplaması bir iki yerinden kabarıp kalktı ğı, birçok yerinden çizildi ği halde, annesinden kalan bu eski gardırobu de ğiştirmemi şti. Yalnızca annesinden kalan her ş eyi yaş atma sadakatinden kaynaklanmıyordu bu davranış ı, aynı zamanda bütün çocukluğunun bu gardıropta kilitli kaldığ ına dair köklü bir inancı vardı. Aynı törensi dikkati ve özeni koruyarak ma ğrur bir edayla kapısını açtı gardırobun. Her zamanki gibi, köşede, en dipte, naylon koruması içinde asılı duran, siyah payetli gece elbisesini, cilası azalmı ş ah şap askısından aldı. Dünyaya yönelik dikkatlerini seyrelterek kendilerine yo ğunla şan din adamlarının, büyücülerin, gözba ğcıların, falcıların, kahinlerin esrikliğ ine benzer bir hal gelmi şti üzerine. Kutsal bir ayin öncesinde, ayin giysisini giyerken, a ğır a ğır imgesini de ku şanan bir şaman gibi, ya da unutulmu ş dinlerin rahiplerinin, anlamını tam olarak bilemediğ imiz törensi davranışlarıyla giydi elbiseyi. Bu elbiseyi giyebilmek, ona, yıllardır aynı zamanda kilolarını koruma dikkatini de kazandırmı ştı. Benzer bir dikkati, gece elbisesinin siyah payetlerini, pullarını korumakta da göstermi şti. Yıllardır neredeyse tek bir pulu bile eksilmemi şti bu gece elbisesinin, sanki bir tek pulu bile dü şse, rüyası eksilecek, artık hayatta bile olmayan annesi, oğ lunun bu elbiseyi, yıllardır gizli gizli giydiğini öğrenecek ve mezarından geri dönecekti. Ölmü şlere duyulan suçluluğ un daha derin oldu ğunu biliyordu Ali. Vücudunu sımsıkı saran elbisenin yakasını, ete ğini düzelttikten sonra, alımlı hareketlerle aynanın kar şısına geçti. Kendini tepeden tırnağ a süzerken, gözleri hayranlık parıltılarıyla tutuş tu, bakışları alev aldı. Yava ş yavaş elbisenin gücünü de giyindi; gövdesini kıvılcımlandıran siyah pul payetlerin tenine iş ledi ğini, kanına karıştığ ını sihirli ürperi şlerle duyumsadı. Damarları kan de ği ştiriyor, usul usul ba şka biri olmaya ba şladı ğını biliyordu. Epeydir biliyordu: Bir insanın kendini en iyi hissettiğ i zamanlar, kendini, başka biriymi ş gibi hissettiği zamanlardır. Kiş inin kendinden en memnun oldu ğu anlardır bunlar. Kimse kendini çok fazla kendiymi ş gibi hissetti ğinde iyi de ğildir, olamaz, diye aklından geçen bu sözleri, kendisine fısıldadığ ını dü şündüğ ü Kulakcinlerinin soluğu, kulaklarını kızartan bir yakıcılıkla tüterek, ateş rengine dönüşen yüzüne yürüyordu. Aynanın dibine kadar bak, diyordu Kulakcinleri. Aynanın suları bulanıklaşıp duruluncaya, derinlik boyutu ortaya çıkıncaya kadar bak. Uçsuz bir bo şlu ğa bakar gibi, hiçbir yeri görmeden bak. Gözlerine hiçbir ş ey sığmayana kadar bak! Fısıltılara karı şmış bu sözler kula ğına bir kur şun gibi akıp eriyene kadar aynada kendiyle uzun süre göz göze kaldı. Kulakcinlerinin büyülü sözlerini, kutsal mırıldanış larını, kendinden geçmiş sözlerle tekrarladı; gözleri yavaş yavaş bulanıklaştı, bakı şları odak kaybına u ğradı. Görünü şü sakin, ruhu esrikti. Aynadaki görüntüsünün bulandı ğını, başkalaştı ğını, yavaş yavaş ba şka birinin biçimini almaya ba şladığ ını ilkin fark etmedi; bunun, kapıldığı hayallerin, hülyaların yarattı ğı sanrılı bir görüntü olduğunu, bu görüntünün sahip oldu ğu güçlü gerçekliğ in de kendisini yanılttı ğını sandı. Zaman zaman bu çe şit sanrılara, hayallere yol açan aynadaki dalgınlığ a, sırtında bu meş'um gece elbisesiyle ayna kar şısında geçirdi ği uzun saatlerden ötürü yabancı değ ildi. Oysa öncekilere benzemeyen canlılıktaki bu görüntünün, çok daha fazla gerçek olması, birdenbire ürküttü onu, aynaya yapı şmış kımıldamadan

Page 205: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

duran gerçek kadar canlı bu hayalden, kendini sarsarak kurtulmaya çalı şırsa, yeniden kendi bildiğ i, tanıdı ğı gerçek görüntüsünü bulaca ğını umdu. Dalgınlı ğına kapıldı ğı aynada hiçbir şey de ği şmiyordu oysa. Bakı şlarını yeniden odaklamaya çalış tı ğında da, aynadaki görüntü aynıydı. Kendini yanıltan şeyin, gözleri olmadı ğını anladı. Bu kez de, kendi oyununa fazla kapıldığ ını, aklıyla birlikte, gönlünün de bulanmı ş olduğ unu dü şündü; geçirdiğ i kimi ate şli hastalıklarda ya şadı ğı deneyimlerden biliyordu ki, kimi sanrılar, kendilerini gerçek sandıracak kadar inatçı olur, gözönünden bir türlü gitmek bilmeden, kendilerini tekrarlayıp dururlardı; bu hayal de, onlardan biri olmalıydı, çünkü aynadaki suret, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yabancı bir kadına aitti. Hayallerindeki gibi bir kadına; hayatı boyunca hep böyle bir kadın olmayı arzulamış , yıllar yılı bunun dü şünü kurmuştu. Kendinden dalgalı uzun gür saçları omuzlarına dökülen, uzun boylu, uzun bacaklı, sağlam çatılı, ince belli, geniş omuzlu, yayla gö ğüslü, duru tenli, renkli gözlü; etli ve biçimli dudakları her gülümsedi ğinde davetkar kıvrımlarla gamzelenen bir kadına... Hatta, gözbebeklerinin hep mühür kadar iri olup akının az olmasını isterdi, ki onlar da öyleydi; çeş itli renklerin beneklendiğ i gözbebeklerinde, bakanı tutuşturan pırıltılar yanıp sönüyordu. Đşte bu kadın şimdi aynada, tam kar şısında duruyordu. Karş ısında yalnızca ba şka biri yoktu, aynı zamanda, geride bambaşka bir yatak odasının eş yaları, ayrıntıları gözüküyordu. Aynaya yansıyan yatak odası, kendi yatak odası de ğildi. Kapıldı ğı tılsımın onu ba şka bir hayata çıkardı ğını bir türlü kabullenemiyordu. Çocukken, bir keresinde gezmeye gittikleri Derik ba ğlarında, sıcaktan bunalmış, a ğaçlar arasında dolanırken, birdenbire kara bir yılanla kar şı kar şıya kalmı ştı; hiç beklemedi ği bir anda kar şısında bitiveren yılanın a ğzını açıp tıslayarak titreşen dilini gösterdi ğini anımsıyordu. Bir süre mıknatıslanmı ş gibi yılanla göz göze kalmı ş, onun kızgın soluğunu duymuş , korkudan kımıldayamamı ştı bile. Sanki yılan onu efsunlamış , davranış larını elinden almı ştı. Ş u an gene öyle olmu ştu i şte. Ali'yle göz göze kalıp bir süre bakı ştıktan sonra, ıslık çalarak aniden uzaklaş an yılan, otların arasında, gözün kolay algılayamayaca ğı bir hızla sürüklenir gibi kayarak kaybolmuştu. Hemen sonrasında, soluk solu ğa anlattığ ı bu olayı, azıcık inanmaz gözlerle dinleyen halalarının kalbi en zehirli olanı, Yılanın gözleri mavi miydi peki? diyerek annesini ima etmiş , ardından diğ er kadınlarla birlikte gülü şmüşlerdi. Böyle zamanlarda, annesine hep sahip çıkmak isterdi. O an sesini çıkaramasa bile, bunu unutmaz, başka bir zaman, başka bir nedenle halalarından intikamını mutlaka alırdı. Ba şkalarından farklı oldu ğunu çok erken anlayan her çocuk gibi, kin tutmayı da erken ya şta ö ğrenmiş ti. Yıllar önce yılanın kar şısında kapıldığı o büyülü hareketsizliğe kapılmış tı şimdi, inanmaz gözlerle aynadaki görüntüyü süzmeye devam ediyor ve az öncekinin tersi duygularla, sanki kımıldarsa, aynadaki hayalin de o yılan gibi uzakla şıp kayboluvermesinden korkuyordu. Birdenbire bu görüntünün içinde kilitli kalmayı her şeyden çok istediğini düşündü. Bu onun hayaliydi. Ayna ona içini açmış, hayallerinin gerçe ğine sokmuştu. Neden sonra bunu anlamak için, kendisine değil de aynaya dokunma gereksinimine kapıldı. Hala bunun bir yanılsama olaca ğı kuşkusundan bir türlü kurtulamıyordu çünkü. Sanki ona ancak

Page 206: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

aynanın yüzeyi gerçe ği söyleyebilirdi. Parmak uçlarında duyaca ğı o metalsi so ğukluk, sertlik, kesinlik, birdenbire onu dünyanın ve hayatın gerçeğine iade edecek, kapıldığ ı geri dönüş süz görünen bu rüyadan bir anda uyandırıverecekti. Aynaya dokunmaya çalıştığ ında, dehş etle aynanın yerinde olmadığını gördü, ayna yüzeyinin bulunması gereken yerde yalnızca serin bir hava bo şluğ u vardı ve eli aynada belirsiz bir yüzeyin içinden kayarak öte yana geçmiş ti. Korkarak aynanın içinde ilerledi, ilkin iki elini, iki kolunu, başını, vücudunun üst kısmını geçirdi ve sonra bütünüyle öteki tarafa çıktı. Baş ka bir yatak odasıydı burası. Az ötede, üzeri büyük yastıklarla beslenmi ş, daha çok bir kraliçe tahtına benzeyen etrafı tüllerle çevrelenmi ş geni ş bir yatak bulunuyordu. Yatak başının iki ucunda gösteri şli komodinler, üzerlerinde de ipek püsküllü, ş apkalı gece lambaları duruyordu. Geceleyin yatıldı ğı belliydi. Yorgan yana atılmış, çarş afı buruş muş, yatak örtüsünün yarısı yere inmişti. Dönüp ardına baktı ğında, aynadaki boşlu ğun kapanmış oldu ğunu, sırlı yüzeyinin yeniden kadın görüntüsünü yansıttı ğını gördü, üzerinde aynı gece elbisesi vardı ve geride demin aynadan gördü ğü, ş imdi içinde olduğ u odanın ayrıntıları görülüyordu. Aynanın önünde, üzeri tıklım tıkış makyaj malzemeleriyle ve birkaç parça incik boncukla dolu şeker pembesi renginde gösteriş li bir tuvalet masası duruyordu. Bir masal gerçek olmu ş, kendini ola ğanüstü güzellikte bir kadın olarak, baş ka bir bedende, baş ka bir yerde, baş ka bir yatak odasında bulmu ştu, bu kadına ve bu hayata ait hiçbir ş ey hatırlamıyordu oysa; bütün bunlar bir tek şeye işaret ediyordu: Delirmi ş olmalıydı. Bütün bu yaş adıklarının, kapıldığ ı cinnetin lanetli hayallerinden başka bir ş ey olmadı ğını, ama artık kendisinin de bu hayaller tarafından esir alındığ ı bir cinnetin içinde kayboldu ğunu, hatta şu an, etrafında, onun deli gözlerinin göremediğ i, ama onu gören insanların, ona, teselli bulmaz acıklı gözlerle baktıkları bir odada kilit altına alındı ğını dü şünüyordu. Yatak odasının kendine özgü çok ho ş bir kokusu vardı gene de. Parfümlerin, kremlerin, pudraların, losyonların, giysilere ve e şyalara sinmiş duman kalınlığ ındaki kokusu, gözle görülmez bir güzellik bulutu yaratıyordu havada. Şaşkına dönmüştü. E şyaya baktı, hiçbiri tanıdık gelmiyordu. Hepsini ilk kez gördüğünden emindi. Ne yapması gerekti ğini bilmiyordu, ba şına gelenleri düş ünmeye, anlamaya çalış tı; bir ipucu bulmak ümidiyle, yatağ ın ba şucundaki komodinin gözlerini karıştırdı, bir şey arıyordu, bir iz, bir iş aret... En üst çekmecede, bilezikler, yüzükler, bir dizi inci kolye, birkaç kol saati ve benzeri ıvır zıvır arasında bir nüfus hüviyet cüzdanı buldu. Heyecan ve telaş la karı ştırdığı sayfalar arasında hemen buldu aradı ğını. Vesikalık foto ğraftan kendini tanıdı. Aynadaki kadındı bu. Aliye Suzan. Adı buydu demek: Aliye Suzan. Yeniden aynaya baktı. Emin olmak istiyordu. Sonra birkaç banka cüzdanı, bir miktar para, isim listesi kabarık siyah deriden sayfaları kabarmış bir telefon defteri. Göğ sü heyecanla inip kalkıyordu. Şimdi hem sahibi, hem casusu oldu ğu bu yabancı hayatın bütün gizlerine bir an önce ermek istiyordu. Sonra daha önce hiç akıl etmediğ ine kendi de şaşırarak birdenbire elini önüne attı. Eline hiçbir ş ey gelmedi. Emin olmak için elbisenin üzerinden tekrar arandı. Her zaman eline gelen siki şimdi yoktu yerinde. Taş akları yoktu. Bir cinnete kapılmı şçasına, ilkin külodunu sıyırıp attı bacaklarından, (külodunun siyah dantelden olması yeni bir heyecan uyandırdı onda) ardından üzerini yırtar gibi soyunmaya ba şladı. Çırılçıplak kalmı ştı, dehşetle önüne baktı, dümdüzdü önü, orada her ş eyden habersiz amı duruyordu. Avuçladı, hafif kabarık, pembe dudaklı, biçimli, hep hayal etti ği gibi yumu şak ve kızıla çalan bir tonda tüylerin arasında her şeyden habersiz sakin bir güven içinde bir am duruyordu

Page 207: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

önünde. Hayatta en çok sahip olmak istediğ i şey! Heyecandan kalbi duracak gibiydi. O buruş uk et parçasından kurtuldu ğuna inanamıyordu. Göğüslerine baktı, bö ğürtlen gibiydi göğ üs uçları. Dimdikti. En ufak bir sarkma belirtisi göstermiyor, tersine yumuşak eğimli pembe çizgilerle diri ve yuvarlak hatlar olu şturuyorlardı. Teninde en ufak bir pürüz yoktu. Kalçaları yuvarlak ve şaşılacak ölçüde diriydi. Otuz yaşlarında bir kadın olmalıydı. Ellerini saçlarının içinden geçirdi, dolgun telleri vardı saçlarının, sağlıklı, canlı parlıyorlardı; sonra ba şını iki yana sallayarak savurdu onları. Bir daha, bir daha savurdu. Odanın içinde çırılçıplaktı ve ayakta durmu ş, bir sa ğa, bir sola saç atarak, saçlarını iki yana savurup duruyordu. Saçları omuzlarını, sırtını dövüyor, bu ona müthiş bir zevk veriyordu. Kadınlığ ının ilk ayininin sarhoş lu ğunu yaşıyordu. Kalçalarını, baldırlarını, sırtını, göbe ğini, vücudunun her yerini, aynanın kar şısında inanmaz gözlerle tekrar tekrar gözden geçirdi. Heyecandan sürekli dudakları kuruyor, komodinin üzerindeki a ğzına iğ ne oyası dantel örtülmüş billur sürahiden, yanındaki cam taba ğında aynı dantelin eş i olan barda ğa, nesnelerin gerçekli ğine, çevresini ku şatan dünyanın doğ rulu ğuna inanmak istercesine su boş altıyordu. Đ çtiği suyun gırtla ğından geçi şini aynadan seyrederek, varlığ ını, ya şadıklarının gerçekliğ ini onaylamak istiyor, sonra yeniden kendini yata ğa atarak, her yerini delice bir hayranlıkla elliyor, seviyor, ok şuyordu; canını yakarcasına etini çimdikliyor, gördü ğü rüyadan uyanmak istiyordu. Duyduğ u sevinçte çıldırıya benzer bir yan vardı, yüre ğinin atışları bedenini yormuş tu. Yata ğa uzandı, eline aldı ğı gümü ş çerçeveli küçük bir aynada bir do ğum günü pastasının iş tah uyandırıcılı ğını taş ıyan amını seyretmeye, onu ok şamaya, sevmeye ba şladı, nemlenmiş pembe dudaklarını aralayıp parma ğını hafifçe içine kaydırdı. Zevkten gözleri kaydı. Daha önce hiç bilmedi ği bu zevki uzatmak istedi, ikinci parma ğını yedekleyip biraz daha ilerlediğ inde, hafif bir can acısıyla birlikte aldı ğı heyecan, ba şını döndürdü onun, elleri sırılsıklamdı. Bayılacak gibi oldu. Aniden duydu ğu bir ses üzerine, dikkat kesilip dı şarıdaki sesleri dinledi. Sabah olmalıydı. Dışarıda, biri fazla gürültü çıkarmamaya çalışır gibi hareket ediyordu. Sonra usul adımlarla kapıya yaklaş an terlik sesleri duyunca korku ve paniğe kapılarak, çabucak yatağa girdi, yorganı ba şına kadar çekip beklemeye baş ladı. Saçları yastı ğın üzerine savrulup yayılmış tı. Onları eliyle düzeltmek istiyor, ama kımıldayamıyordu. Ancak bir kadının duyabilece ği bu sıkıntıyı bile sevdi. Kapının tokma ğı döndü, kapı sessizce açıldı; ufak tefek genç bir kadın girdi içeri. Uyur taklidi yapan aralık gözlerle genç kadının hareketlerini izliyordu Aliye. Yatağa sokulan genç kadın, sürahinin örtüsünün açılmış olduğunu görünce, birdenbire dönüp dikkatle Aliye'nin yüzüne baktı ve uyanmış olduğunu fark etti. Hanımefendi, dedi. Uyanmı şsınız! Đnanmaz bir sesle söyledi bunu. Şükürler olsun Allaha! Gözlerinizi açmış sınız. Ah hanımefendi, bizleri çok korkuttunuz! Nasılsınız, daha iyisiniz değ il mi? Genç kadının sesindeki sevinç ve şefkat, güven uyandırmış tı Aliye'de, pani ği dinmiş ti. Azıcık nazlı bir sesle, Neredeyim ben? dedi. Evinizdesiniz.

Page 208: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Burası neresi? Eviniz, hanımefendi. Genç kadının sesine birdenbire kaygı inmişti. Benim evim mi? Sizin eviniz tabii. Topa ğacı'ndaki eviniz. Senin adın ne? Sıdıka, hanımefendi. Tanımadınız mı beni? Aliye'nin bo ş gözlerle kendisine baktığını görünce sürdürme ihtiyacı hisseti: Yanınızda çalı şıyorum ya. Ne oldu bana Sıdıka? Hatırlamıyorsunuz değ il mi hanımefendi? Birdenbire karşısına bir fırsat çıktı ğını hissetti: Hatırlamamak! Hayır, anlamında başını iki yana salladı. Bir kaza geçirdiniz. Bir trafik kazası. Feci bir kaza. Bo ğaz yolunda, Sarıyer'den dönerken, gece yarısı. Çok içkiliymişsiniz hanımefendi. Ah hanımefendi, hiç söz dinlemiyorsunuz ki! Allah korumu ş sizi! Kaç kere içkiliyken araba kullanmamanızı tembih ettiler ama! Her neyse, şükür kurtuldunuz ya, verilmiş sadakanız varmış . Sahi, hiçbir şey hatırlamıyor musunuz? Her şey çok sisli, dedi Aliye. Bir süre uzaklarda bir yere dalgın dalgın baktı. Đç çekti. Dinlenmek istiyorum. Size gazeteleri getireyim mi? Sevindi. Getir tabii, dedi. Sanki içinde bulundu ğu durumu açıklı ğa kavu şturacak her şeyi gazetelerde bulacaktı. Ha sahi, kazaya ait gazete haberlerinin hepsini kesip saklamı ştım, belki görmek istersiniz diye. Cemiyet haberlerini de kesip saklamayı severdiniz ya... Sıdıka'nın gözlerinden iyilik okunuyordu. Bunları, hanımına yaranmak iste ğinden çok, sahiden onu sevindirmek niyetiyle yaptığı belliydi. Getir, dedi Aliye. Ne varsa getir. Her ş eyi bilmek, öğ renmek istiyorum. Ama önce kahvaltı hazırlayayım size. Önden bir kahve getir bana. Bir de portakal suyu. Hemen hanımefendi. Ah ş ükürler olsun Allaha, kendinize geldiniz ya, ne isterseniz isteyin benden hanımcığ ım. Şu Sıdıka iyi bir kız olmalı, diye geçirdi içinden. Ayağ ına çabuktu. Gitmesiyle gelmesi bir oldu. Getirdiğ i gazetelere

Page 209: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

tek tek baktı. Đstanbul sosyetesinin me şhur ve renkli simalarından Aliye Suzan, gece geç saat, Bo ğaz'dan dönerken Tarabya'da, hafif alkollü (!) bir vaziyetteyken, azami sür'atte kullandı ğı, narçiçeğ i rengi 57 model Chevrolet marka arabası, Tarabya'da yoldan çıkarak denize uçmu ş, Boğ az'ın sularına gömülmü ş, otomobilin direksiyonunda oturan Aliye Suzan, ş ans ve tesadüf eseri, mutlak ve kat'i bir ölümden kurtulmuş tu. Kazaya ş ahitlik edenler, neredeyse bir intihar teşebbüsü kar şısındaymı ş gibi nakletmişlerdi hadiseyi. Arabanın içinde Aliye Suzan'dan ba şkasının olmaması da ayrı bir şans eseriydi. Sadme sonucu kendini kaybeden Aliye Suzan, ön camı parçalanan arabadan dış arı fırlayarak, otomobille birlikte sulara gömülmekten kurtulmu ş, mutlak bir ölümden dönmü ştü. Aliye Suzan'ın boynunu dolayan ate ş rengi ipekli eşarbın, son sür'at giden arabanının açık olan camından rüzgara kapılıp uçu şarak yol kenarındaki a ğaçların dallarına dolanmış olması, mühim bir teferruat olarak istisnasız bütün haberlerde aynı kıymette yer alıyordu. Aliye, birdenbire eşarbı hatırlar gibi oldu. Acem tülüydü galiba, dedi. Ö ğleden sonra ziyaretine gelen doktor, Aliye'nin, geçici ve kısmi bir hafıza kaybına u ğramış oldu ğunu söyleyerek, çevresindekilerden anlayı ş, sabır ve metanet beklediğini söyledi. Her sorusuna çok normalmi ş gibi cevap verilmesini ve her şeyi ona hiç sıkılmadan uzun uzun bütün teferruatıyla anlatmak gereklili ğinden söz etti. Zahmetli bir i şti, ama hastanın hafızası yerine gelene kadar kaçınılmazdı. Aliye, ak şamına kalmadan kendisi hakkında bilmesi gereken birçok ş eyi biliyordu. Aile albümleri, mektup desteleri, bazı günlükler, anı ve yolculuk defterleri elinin altındaydı. Yabancı gözlerle kendi hayatını didik didik etmeye ba şlamış tı. Đ çinde ürpertili bir sevinç vardı; çevresindekiler bunu, hayata dönme sevinci sandılar. Geceleri gene de erken yatmalısımz hanımefendi, demi şti doktor giderken. Doktorun kaygıyla çatılan kaşları ve sesindeki ima, Aliye'nin gece hayatından hoşlanan biri oldu ğuna iş aret ediyordu. Oysa, Aliye Suzan, o gece kadınlı ğını ya şamak istiyordu. Bunca yıl beklediğ i kadınlı ğını... Üzeri hayli kalabalık olan tuvalet masasının ba şına geçti. Masanın üzerindeki her nesneyi, tek tek inceliyor; ş işelerin, tüplerin üzerlerini dikkat ve merakla okuyor, yüksek sesle hepsini tek tek sayıyordu. Sanki onlara tek tek gereken özen ve dikkati gösterirse, hepsi sahiden kendinin olacak, kendi hayatına nüfuz edecekti: Saç ma şası, beyaz sedefli ruj, plastik krepe tara ğı, çok çe şitli toka ve firketeler, kadife ve saten kurdeleler, eye liner, acıbadem sütü, Dr. Renaud Paris krem, dı şı yaldız rengi Vera göz kalemi, ta şpudra Creme puff, Scherk losyon, Quenn's Net Spray, arandığında hemen bulunabilecekleri bir da ğınıklı ğa serpiştirilmiş olarak ı şığ ına çıkacakları karanlık geceyi bekliyorlardı. Doktora, Evet, dediği halde, ş oföre arabayı hazırlamasını söyleyip kendini fazla yormamak ve geceyi uzun tutmamak kaydıyla çabucak hazırlanıp dışarı çıktı, telefon defterindeki şimdi kendine hiç tanıdık gelmeyen adlardan bir süreli ğine uzak durmak, onları aramadan önce biraz olsun kendine gelmek istiyordu, bu yüzden adeti olmadığ ı halde yalnız çıktı evden, akş am yemeğini dı şarıda tek ba şına yedi, canı istiridye çekmiş ti, iki kadeh de

Page 210: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

şampanya içti, ardından Kulüp Re şat'a gitti. Kulüp havasını daha bulmamış tı. Her zamanki gibi, Mario Cavacetti orkestrası çalıyor, içli sesiyle Renzo Bonaverri söylüyordu. Kulübün, siyah-kırmızı dekoru, verev çizgilerle, yansısı parçalanmı ş aynalı duvarları, yumuşak, gölgeli ı şı ğı, onda geçmiş ine ili şkin çok canlı hatıralar uyandırmasa da, şimşek çakımı kadar kısa süren parlak çağrış ımlarla bazı görüntüler diriltmi şti. Doktorun dedi ği gibi, kendini yormadan geçmiş ini hatırlamaya çalış malıydı. Kendine söz verdiği üzere, geceyi uzun tutmadı. Kulüpte tanıştığ ı genç, yakışıklı ve kibar bir adamı, fazla dü şünmeksizin alıp evine getirdi. Heyecanlar içindeydi. Hayatında ilk kez sikilecekti. Bunu çok istiyordu. Bir kadın olup sikilmek, en büyük arzusuydu ve i şte şimdi gerçek olacaktı. Aynaya baktıkça, ona, Hayır, diyebilecek bir erke ğin dü şünülemeyece ğini biliyor ve bu gecikmiş kadınlı ğın ödülünü bir an önce almak istiyordu. Bu yüzden ön sevi şmeyi bile fazla uzatmamış , genç adamdan bir an önce içine girmesini istemi şti. Yata ğa girer girmez elini, denetleyemedi ği bir i ştahla adamın önüne atmış , avucuna gelen ş eyin, umduğundan çok daha büyük olması, heyecanını artırarak, onu daha da sabırsız kılmı ştı. Yıllardır, hayalini kurdu ğu, içini hazırladı ğı büyük a şk ve şehvet sahnelerinin, bir an önce başlayıp gerçek olmasından baş ka bir düşüncesi yoktu. Zevkten ve acıdan dudaklarına di şlerini geçireceğ i, çar şafı tırnaklayıp yastıkları ısıraca ğı, derin iniltilerle ahlayıp vahlayacağı o şehvet dolu dakikaları büyük bir hazla beklemeye başlamış tı. Gözlerinde bunca yıl kör bir yemin gibi kilitli kalmış bu sahnelerin gerçekleş mesiyle birlikte, gözleri hayallerinden yıkanıp hayatı özgürlüğ üne kavuş acaktı sanki. Dünya onun için ilk kez gerçek bir yer olacaktı. Sabaha kadar alıkoydu adamı. Sabaha kadar kendini defalarca siktirdi. Hiçbir ş ey de ğil, ancak amının acısı, onu gerçekli ğine inandırmıştı. Sabah uyandı ğında, kendini bütünüyle Aliye Suzan olarak bulmu ş ve hakkındaki bütün ku şkuları dinmi şti. Ondan sonraki günlerde de, hayatındaki sis hızla dağılacak, kayıp parçalar yerini bulacak, hatıralarındaki yüzler hafızasına yeniden gelip yerleş ecek, hayat kaldı ğı yerden aynı hızıyla sürecekti. Aliye Suzan, otuz yaş larında, bütün Đstanbul sosyetesini ardında koşturan, genç, zengin ve dul bir kadındı. Çok genç ya şta yaptığ ı ve sonu hüsranla biten evlili ğinden sonra, kendi gönlünü kaptırmasa da, birçok a şık edinmiş ve bir daha hiç evlenmemi şti; hem baba tarafından zengindi, hem de kocası yüklü bir servet bırakarak boşanmış tı kendisinden. Ayrıldıktan sonra, Aliye ile aynı şehirde yaş ayamayaca ğına kanaat getiren kalbi kırık koca, kaçıp Đsviçre'ye yerleşmiş ti. Orada yeniden evlendiyse de, Aliye'yi hala unutamadığı söyleniyordu. Aliye ise şimdi hayatını yaş ıyordu. Üstelik, gayet hızlı bir hayattı ya şadı ğı. Kışları Topağ acı'ndaki evde, yazları Kandilli'deki yalısında geçiriyor, yılda birkaç kez Avrupa'ya gidiyor, yaz kı ş yüzüyor, bol bol tatil yapıyor, müzik dinliyor --çok zengin bir plak koleksiyonu vardı-- kitap okuyor, hayatın tadını çıkarıyordu. Aliye, ertesi gece, Sıdıka'nın özenle hazırladı ğı hafif bir akşam yemeği yedikten sonra erkenden yattı; tam uyumak üzereydi ki, aynanın yüzeyinde havaya mıknatıs tozu gibi da ğılan dumansı bir ış ıltı belirdi; bu tılsımlı ışıltı, onu, yattı ğı yerden kaldırmı ş, ayaklandırıp kendine do ğru çekmi şti; sanki parlak bir yaz gecesinde, bir kuyuya dü şen keskin bir ay ı şığ ı gibi yansıyordu aynanın yüzeyi; halkacıklarla dalgalanıp çalkalanan dipsiz bir kuyuya benzeyen aynanın büyülü çekimine kapılmış olarak, ona do ğru ilerledi; bir uyurgezer hali vardı üzerinde, rüyada konu şur gibi

Page 211: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

yürüyordu, i şitilmez fısıltılar onu ça ğırıyor, kendi içine çekiyordu sanki; aynanın on ikisi gelmiş ti, aynaların zamanı da kendine göreydi, aynalar saatinde şimdi gecenin on ikisiydi ve başka dünyalara dağılmış her ayna kahramanının, artık dönme vakti gelmiş ti. Nereye dönecekti, nereye gitmesi gerekiyordu, bunları hiç bilmiyor, yalnızca dipte bir damar u ğultusu gibi, başka bir hayatın ruhunda seğ iren varlığını sezinliyordu. Aynanın öte tarafında onu bekleyen, ne olduğunu bilmediği, ama kuvvetle sezdiğ i bamba şka bir hayat vardı. Bambaş ka birinin hayatı; o hayat, Aliye'den yardım umuyordu. Aynanın kar şısında, içinin dinmesini beklercesine durup bir süre bekledi Aliye, suların durulmasını bekledi. Yüzeyi dalgalandıran halkacıkların durulmasını, buradaki anlarını bilmediği uzaklara ta şımasını, Kulakcinlerinin fısıltılarına uyarak söylediğ i büyüsü uzaklardan gelen birkaç sözcü ğün harekete geçirdi ği aynanın, ağır a ğır katmanlarını aralayan yüzeyi, gözler önündeki görünmez kapılarını hızla açarak, birer birer ba şka bir aleme açıldılar. Gözlerini yüzünün derinliklerine odaklayarak oradan kendi içine açıldı. Gözkırpımı bir anda aynanın içinden geçerek öteki tarafa çıktı. Yeniden Mardin'de, Avukat Ali Zeyneddino ğulları'nın evinin yatak odasında, aynanın kar şısında esnerken buldu kendini. Ali, öyle sııtında çubuklu pijamalarıyla, yataktan yeni çıkmı ş bir halde, aynanın önünde şaşkın şa şkın duruyordu. Saçı baş ı darmada ğındı, uykusunu alamamıştı, terli ğinin tekini bulamıyordu, erkenden mahkemede olmasını gerektiren önemli davaları vardı, daha tıraş olması, kahvaltı etmesi falan gerekiyordu. Evde yalnız olduğunu, karısının ve çocuklarının daha Midyat'tan dönmemi ş olduklarını hatırladı. Süryanilerin paskalya yortusu nedeniyle Midyat'taki ahbaplarının yanına gitmi şler, gitmi şken de birkaç gün kalmak istemiş lerdi. Bugün dönüyor olmalıydılar. Evlili ğinin daha ilk yıllarında, karısıyla yatak odalarını ayırmış lar, bu da en çok Ali'nin iş ine gelmi şti. Mardin gibi, aile değerlerine fazlasıyla saygılı, mutaassıp bir yerde hiçbir biçimde anlaşılmayacak ve ho ş kar şılanmayacak olan bu durumu, Ali'nin, zaman zaman uykusunda bile depre şen sinir buhranlarıyla, titreme nöbetleriyle açıklamışlardı. Öyle zamanlarda Ali, kendisini kaybetti ği için, ne yapaca ğı hiç belli olmuyordu, gerçi böyle bir şey olmamış tı ama, öyle bir anda, Allah kotusun (!) karısına bile bir zarar verebilir, diye düşünerek böyle bir tedbire gitmi şlerdi. Ali, nedenini hiç anlamadığı yorgunlu ğuna, da ğınıklı ğına kar şın, gene de gözle görülür bir biçimde keyifli ve zindeydi o sabah. Tıraş oldu, ço ğu kez yaptı ğı gibi yüzünü yıkamakla yetinmeyip banyo yaptı, gene üş enmeyip, hizmetçilerin gelmesini beklemeden mükellef bir kahvaltı hazırladı kendine. Mahkemelerine tam saatinde yetiş ti. Onu her zaman asık suratlı ve sinirli görmeye alı şmış olan mübaş irler, zabıt katibeleri, hakimler ve savcılar çok şaşırdılar. Karısı da, çocukları da Midyat'tan döndükten sonra, karşılarında, koca olarak da, baba olarak da bamba şka bir Ali bulmuş lardı. Ali'nin bütün tedirginlikleri, huysuzlukları, hırçınlıkları gitmiş ; sakinleş miş , yumuş amıştı; sert ve kırıcı hareketlerinden eser kalmamış tı. Ço ğu kez yaptı ğı gibi, havadan nem kaparak yersiz alınganlıklar göstermiyor, tersine dünyaya artık bilgece bir ho şgörüyle gülümsüyordu. Hiçbir zaman sahip olmadı ğı bir mizah

Page 212: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

duygusu kazanmı ştı. Akş amları, yemek sofrasında, çocuklarıyla şakala şmaya, karısına ho ş sözler söylemeye, evde çalış anlara takılmaya, zaman zaman onların gönlünü almaya ve en önemlisi kendiyle dalga geçmeye ba şlamı ştı. Savcı ve hakimler bile, Ali'deki bu değ iş iklikten hayli etkilenmi şe benziyorlardı. Nitekim, nobranlı ğı ve ketumluğuyla meş hur A ğır Ceza Reisi bile, bir keresinde çenesini tutamayıp, Size sihirli bir de ğnek değ miş Ali Bey, bütün lüzumsuz teferruatlarınızdan kurtulmu şsunuz, demi şti. Savunmalarınıza bir berraklık geldi ki sormayın! Son savunmalarınızın her biri, bir sanat şaheseri! Ali, kimi zaman iyi niyetli bir şa şkınlıkla, kimi zaman iğ nelemek amacıyla söylenmiş bu kabil sözlerin üzerinde durmuyor, duruma uygun ılımlı cevaplar vererek, gülümseyip geçi ştiriyordu. Ali'nin ruhu hafiflemi şti sanki. Kendindeki kimi karanlık yüklerden kurtulmuş , ruhu salaha ermi şti. Bilenler, dedesinin zamanında bir ş eyhin tekkesinde uyuyakalıp bambaşka biri olarak dönmesine nazire olarak, Ali Bey, acaba hangi şeyhin yatırında geceledi de yüzüne nur geldi? diye soruyorlardı birbirlerine. Gerçekten de zaman zaman yüzünde, tıpkı dedesinin yüzünde olduğu gibi, gözleri ve bakışları uzaklara çekilmiş , mütebessim bir ifade beliriyor; yüzünde, ancak meczuplarda ve evliyalarda görülen, gündelik kaygılarından azade, dünya dı şı bir huzur ve saadet okunuyordu. Dedesiyle arasındaki bu benzerli ği, Ali'nin dedesini, duvardaki resminden tanıyan karısı bile fark etmi şti. Kendini tamamıyla olayların gidiş ine, hayatın akı şına bırakmı ştı Ali, her şeyi hoş yanlarıyla görmeye çalış ıyordu; yersiz gerginliklerinden kurtulmu ş, kasılmaları gitmişti; çocukluğundan beri zaman zaman geçirdiğ i sinir krizlerinden, ayılıp bayılma nöbetlerinden, ağzından köpükler getiren seğirmelerden, titremelerden eser kalmamı ştı. Baş ağ rısı hapları, sinir hapları, uyku hapları, mide kasılmaları, sırt ağ rıları, şiddetli ka şınmalar için aldığı bütün o saçmasapan haplar, nicedir çekmecelerde bayatlamaya ba şlamı ştı. Herkes, bütün bu deği şiklikler için, Ali'den bir açıklama bekliyordu. O, bir açıklama yapıncaya kadar, her dakika meraklı gözlerle hayatını ve davranış larını didik didik edecek, kendileri için cevap yerine geçebilecek herhangi bir şey bulana kadar, belli ki, peşini bırakmayacaklardı. Bunun üzerine, en eski ama, en kesin sonucu veren çözümü buldu: A ğaçlardaydım, dedi. Dedemin mezarının baş ına diktiğ imiz ağaçta yattım üç gün üç gece. Her gece, rüyalarımı evliyalar, ermi şler, şeyhler ziyaret etti. Me ğer dedem kutlu bir kiş iymi ş. Bo şuna değilmiş o halleri. Dedemle konu ştum. Bana dünyayı açıkladı. Meğer dünyada hiçbir şey için üzülmeye değ mezmiş! dedi. Bunu duyan A ğır Ceza Reisi: Bunun için, üç gün üç gece ağaçta yatması gerekmezdi, diye tepki gösterdi; Bana sorsaydı, ben de bu kadarını söylerdim kendisine. Ali, bu kabil şeylere hurafe gözüyle bakan, tabiatta vuk'u bulan her hadisenin ilmi bir izahı olduğunu düşünen, Batı medeniyeti almış, ilim irfan sahibi ta şra münevverlerine, tahsilli kiş ilere, bıyık altından, bunun bir latife, bo şinanı şlarla gırgır geçen bir oyun olduğunu ima ediyor, öte yandan di ğerlerinin, kendisini ermiş lerle irtibat kurmu ş bir kutlu ki şi gibi görmesine hiç ses çıkarmayarak, bunun kendisine sa ğladı ğı özgürlük alanından ve kazandırdığ ı saygınlıktan ho şnutluk duyuyordu. Annesi, onun bu hallerini görse ne derdi diye, için için e ğlenmekten de kendini alamıyor, halalarının deyimiyle "Me ş'aleci Feride"yi mezarında

Page 213: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

kızdırdı ğını dü şünüyordu. Bir yanda, annesini, babasını hoş nut etmek için, kaç yıllık zahmetle giyindi ği kenarları kırmızı-ye şil şeritli, uzun etekli, siyah avukat cüppesi, mahkeme koridorlarında vekarla yürüdükçe, ş an ve şerefle dalgalanıyor, öte yandan rüyalarına ermişlerin konuk geldiğ i Ortadoğ u'nun tılsımlı a ğaçlarına tırmanarak, ruhlar aleminde ten ve gövde değ iştiriyordu. Yarılmadan yaşanmıyordu bu topraklarda. Kendiyle barı şmanın en iyi yoluysa, çeliş kileriyle barı şmaktı galiba. Daha önemlisi Ali, karısının ve çocuklarının Midyat'ta oldu ğu o üç gün üç gece boyunca nereye kaybolmuş olduğ una dair, bir açıklama getirmi ş oldu. Ortadan kayboldu ğunda, kimsenin aklına, dedesinin mezarının ba şındaki a ğaca bakmak gelmemiş ti tabii. Karısı, Her şey biz Midyat'tayken olmuş, diyordu. Ermi şler gelip kolundan tutup yata ğından kaldırmışlar bizimkini; dedesinin mezarının ba şına götürmü ş, okuyup üflemişler. Bo şuna değ il, ben de orada tuhaf bir rüya görmüştüm. Bizim Ali sık a ğaçlı bir ormanın orta yerinde yanlamasına yanlamasına yürüyordu; böyle upuzun, dimdik bir yol, o gittikçe yol, daha da uzuyormu ş güya... gibi her bir sahnesinde budalaca manalar vehmetti ği birbirinden sıkıcı bir dolu ayrıntıyı, uç uca ekleyerek kar şıdakinin dinleyip dinlemediğine bakmaksızın, uzun uzun anlatıyordu. Ali'nin karısının, gördüğ ünü iddia etti ği, her dinleyeni esneten keramet dolu rüyalarını, bütün Mardin'e anlatmaktaki ısrarında, daha çok kocasından geri kalmamak kaygısı ve keramet vehmedilen kocasına layık olmak gayreti seziliyordu. Her şey zamanla duruldu. Ali, bazı günler ve geceler, aynanın kar şısına geçiyor, kendini yüzünün dehlizlerine bırakıyor, aynadaki dalgınlı ğa kapılıp gidiyordu, Kulakcinleri onu ziyarete geliyordu; o, sırtında siyah gece elbisesiyle kendini seyrederken, birdenbire kendini aynanın öte yanında buluyor, Topağacı'nda Aliye Suzan'ın o renkli ve zevkli hayatını yaşıyordu. Bütün bunlar neredeyse bir göz kırpımında, dünya zamanıyla ölçülemeyecek kısalıktaki hızlarda olmaya ba şlamı ştı. Kimse ne Ali'nin, ne Aliye'nin yoklu ğunu fark etmiyordu. Ali'nin yoklu ğu fark edilse bile, üstüne varıldı ğında, bıyık altından gülümseyerek, Bir yerlerdeydim i şte, fazla karıştırmayın, diye imalı konu şuyor, manalı manalı gülümsüyordu. Çevresindekiler, onun kayboldu ğu zamanlarda ermişlerle bulu ştu ğuna inanıyordu. Ali, ardına gizlendiğ i bulanıklıkta kendini daha güvenli hissediyor, buna ili şkin açık ya da örtük bütün soruları, yanıtsız bırakıyor, ne evet, ne hayır, diyordu. Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyordu. Onun için, ayna kar şısında kapıldı ğı dalgınlıklar, ak şamları, sade kahvesini içip gazetelerini, mecmualarını okurken, baş ını dayadı ğı kulaklı berjer koltu ğunda, içinin geçip uyuyakalmasından farksızdı. Böylelikle kısa bir zaman sonra, Mardin'de Ali, Đstanbul'da Aliye olarak ya şamaya ba şlamış tı. Mardin'deki erkek varlığı, bu durumdan ötürü hiçbir ş ey hatırlamaz, hissetmezken, Đstanbul'daki kadın varlı ğı, belli belirsiz bir ba şka hayatın ürperi şleriyle titriyor, aynı anda iki bedende birden yaş ayan tedirgin bir ruhun çıkmazlarıyla, şiddetli sarsıntılar geçiriyordu. Zaman zaman gözleri açıkken görülen gündüz rüyaları kıvamında, ş imşek çakımı kısalı ğında ve parlaklı ğındaki görüntülerde, kendini, kendi olarak değil, bir ba şkası olarak, baş ka bir hayatın içinde görüyor, üstelik çok canlı foto ğraflar ta şıyan bu hayat, hiçbir şey hatırlamamasına kar şın, ona çok tanıdık geliyordu. Daha bir anını bile sabitleyemeden, göründükleri hızla kaybolan bu görüntüler, hafızasında

Page 214: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

hiçbir iz, hiçbir iş aret bırakmadan kör bir karanlı ğa gömülüp gidiyorlardı. Onu yakından tanıyanlar, Aliye'deki bu değ işikli ği, kazadan sonraki tutarsızlıklarına, depre şen ölüm korkusuna yordular. Kolay değildi. Ne de olsa ölümden dönmüştü. En önemlisi hafızası yerine gelmi şti ya, gerisinin önemi yoktu... Aliye Suzan'ın iyileş ir iyileş mez, kendini hızla gece hayatının kollarına atı şını, herkes hastalığı sırasında her şeyden uzak kalmasına yordu. Her ak şam dış arı çıkıyor; ak şam yemeklerini mutlaka birileriyle dı şarıda yiyor, Çatı'da Sevinç Tevs'ten caz şarkıları dinliyor, Karavan'da striptiz seyrediyor ve mutlaka Club 12'de noktalanan bu uzun tutulmu ş gecelerin hemen hiçbirinde evine yalnız dönmüyordu. Bu renkli, hızlı, çılgın gecelerin ardında, çok daha derin bir susuzluğ un ve hasretin yattığından kendi de habersizdi. Neredeyse varlığ ından ba ğımsız bir susuzlu ğu gidermeye, amansız bir hasreti dindirmeye çalı ştı ğını kendi de bilmiyordu. Aliye'deki değişiklikleri, yalnızca geçirdi ği trafik kazasıyla açıklamak olanaksızdı. Yıllardır üst üste deği ştirdiğ i onca sevgiliden sonra birdenbire nereden çıktı ğı belirsiz, o güne de ğin hiç hissetmediğ i şiddetli bir duygu, içindeki boş lu ğa gelip yerle şmiş, bütün varlı ğını ele geçirmiş ti. Zaman zaman kime olduğunu bilmediği bir hasretle dalıp dalıp gidiyor; gözleri kendili ğinden nemleniyor, nedensiz mahzunla şıyordu. Yıllardır anlamadı ğı "melal" sözcü ğünün ne anlama geldi ğini ş imdi anlamış tı. Bunca yıl, güzelliği ve kalpsizliğ iyle nam salmış, çok can yakmı ş olan Aliye Suzan, hayatında ilk kez, şiddetle aş k ihtiyacı duyuyordu. Ne zamandır kimseyi şiddetle istemediğ ini, kimseye derin bir arzu duymadığ ını fark etmiş , bunu bir çe şit yorgunlukla, içinin bo şalmasıyla açıklamaya başlamış tı. Oysa, şimdi birdenbire, içini bir esrar duygusu sarmış tı; günün birinde karş ısına çıkacak birinin, hayatının bütün hikayesini değiştirece ğini dü şlüyor; biri için çok özel olmak ve o birinin de kendisi için aynı ölçüde özel olmasını istiyor, elinde olmaksızın sürekli bunun hayalini kuruyordu. Bir yerlerde ya şadığ ından emin olduğu, varlı ğını kuvvetle hissettiği, ama hiç tanımadı ğı, yüzünü hiç görmedi ği biri için hasret duyuyor, burnunun direği sızlıyor, kimi zaman gözleri doluyordu. Eskiden duyup geçtiğ i nice a şk ş arkısı bile, birdenbire hiç olmamış birinin hatırası yerine geçmi şti. Onun bir gün karşısına çıkacağ ı büyülü anın beklentisi, zamanı ürperten bir şiddetle bütün hayatını doldurmaya başlamış tı. Biri olmadan olunan aşk sıtmasına tutulmuş tu. Kalbini aşka açık tutmu ş, yaşamında birkaç kez sevmiş ve ona yeniden susamı ş insanlara tanıdık gelen bu duygu, onun büsbütün yabancısıydı; dolayısıyla deneyimlerin kazandırdı ğı iç hazırlıklarından da yoksundu. Bunca yıl kalpsizli ğiyle savunduğu bedeni, şimdi hemen her tehlikeye açık savunmasız bir çocuk gibi, içinden ve imtihanından geçeceğ i a şk çemberini arıyordu. Çok geçmeden de o ate ş çemberinin tam ortasına dü ştü. Otuzlu ya şlarını bütün görkemiyle ya şayan Aliye Suzan'ın hikayesi de böyle ba şlamı ş oldu. Đstanbul'un gözde mekanlarından Club 12'nin kimi zengin ve hatırlı müş terileri için özel bir servisi vardı. Sahne önündeki kimi masalar, gelsinler ya da gelmesinler, onlar için bo ş tutulurdu. Örne ğin, bakirelere dü şkünlüğ üyle tanınan, monokl gözlüklü, keçi sakallı ünlü bir gazete patronunun ya da adı sabun, temizlik tozu

Page 215: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

gibi ürünlerle markalaş mış ünlü bir fabrikatörün kendilerine ayrılmı ş olan "hususi" masaları kimselere verilmez, geç saatlere kadar onlar ya da onların özel konukları beklenir dururdu. O gece, o masaların birinde tek ba şına oturan, temiz yüzlü, dalgın bakı şlı, yakışıklı bir genç adam dikkatini çekti Aliye Suzan'ın. Görür görmez adamın yabancı olduğ unu dü şünmüştü; bunu ona dü şündüren, adamın bal rengi saçları, açık, duru teni de ğildi yalnızca. Duruşu, oturuş u, hali, tavrı, hep birden yabancı olduğunu belli ediyordu. Bir de genç adamın yüzünde, günün birinde biri tarafından okunmayı bekleyen uzak bir esrarın hikayesi saklanıyordu. Sahnede Marino Marini orkestrası çalıyor, kulübün de ğiş mez solisti Renata, gizemli ve boğuk sesiyle aş k şarkıları söylüyordu. Kendine her zamanki gibi, gerilerde, kuytu bir masa seçmi şti Aliye Suzan. Her yere hakim bir noktadan bakmaktan, herkesi biraz uzaktan izlemekten ho şlanır, fazla göze batmamak isterdi. Bulunduğu hemen her yerde biraz geride durmak isteyi şinde, fazlasıyla gösteriş li bir kadın oldu ğunu bilmenin güveni vardı elbet; nasıl olsa görülece ğinden emindi ve mesafeli durmanın, güzelli ğine ayrıca gizemli bir çekicilik kattı ğını da bilirdi. Oysa, şimdi masada tek başına oturan şu genç adam farkında bile değ ildi onun. Zaman zaman hiçbir yere takılmayan bakı şlarla salonu ş öyle bir tarıyor, sonra dikkatini yeniden sahneye, şarkıcıya veriyordu. Aliye Suzan, genç adamın bu tutumunun, bakı şlarıyla insanları rahatsız etmemek nezaketinden çok, fazlasıyla kendine dönük yapıda biri olmasıyla ilgili olduğunu düşündü. Yakı şıklılığ ı ilahlarla yarı şan erkeklerde görülen genel bir özellikti bu. Kendilerine bakmaktan dünyayı göremezdi böyleleri. Nitekim, Aliye Suzan'ın, kendinden başka hemen her şeye kayıtsız görünen genç adamın dikkatini çekme çabaları da sonuçsuz kaldı. Adam, masada yalnızdı, kimseyi bekler görünmüyor, daha önemlisi etrafla ilgilenmiyor, tek ba şına e ğlenmekte kararlı olduğ u anlaş ılıyordu. Önünde buz kovası içinde şampanyası duruyordu, onun da, kendisi gibi ş ampanya içmesi hoşuna gitmiş ti Aliye Suzan'ın. Bu çe şit küçük ortaklıklar, gelece ğe giden yolu kolayla ştırırdı. Az sonra istediğ i bilgiler kulağına fısıldanmaya baş lanmı ştı. Adam gerçekten yabancıydı, Đtalyandı, gazeteciydi, ünlü gazete patronunun misafiri olarak, onun masasını iş gal etmişti. Şimdilik Pera Palas'ta kalıyordu ama, yaptığ ı bir ara ştırma nedeniyle, bir süreli ğine Đstanbul'a yerle şeceğ i, bunun için bir ev tutaca ğı söyleniyordu. Adamın ilgisizliğinin, kayıtsızlığının kendisini fazlasıyla kı şkırttığını fark eden Aliye, bu durumun kendisini büsbütün büyülemesine ve duygularını istemedi ği kadar tırmandırmasına izin vermemek için, bir an önce adamla tanış mak ve durumu normalle ştirmek gerektiğ ine karar verdi ve genç adama iliş kin bu bilgileri kendisine büyük bir iş tahla aktaran sosyete ku şu Hu şber'den bu tanış mayı sa ğlamasını istedi. Aliye Suzan'a neredeyse marazi bir hayranlıkla ba ğlı olan, bu yüzden de arkada şından çok, "femme de chambre"ı gibi ardında dola şan Huş ber, Aliye Suzan'ın isteklerini emir telakki ederdi ama, tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Görür görmez yabancı oldu ğuna hükmedilebilecek kadar sıska ve uzun boylu genç, sarı şın bir kadın, hızlı adımlarla masasına gelerek genç adamı kaldırdı ve birlikte apar topar çıktılar. Genç adam, oturduğ u sürece, ne saatine, ne kapıya, ne etrafa bakmış tı. Birini bekler gibi bir hali de yoktu. Gene de kızın geldiğ ine şaşırmamıştı. Bu durum, Aliye Suzan'ın, adamın kızla ili şkisinin mahiyetini anlamasını zorla ştırmış, canını sıkmı ştı. Kar şıla şmaları bir rastlantı olmasa gerekti. Çünkü, kız etrafa şöyle bir bakınıp doğ rudan adamın masasına yönelmişti; adam da, onu görünce hemen ayağa kalkmı ş, el sıkışmış ve kulüpten birlikte çıkmı şlardı. Adamın sevgilisi ya da flörtü olabilir miydi? Görünüşe

Page 216: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

bakılırsa, aralarındaki daha mesafeli bir ilişki olmalıydı. En yakla şık çıkarsama, kızın bir nedenle adamı almaya geldi ğiydi. Belki de adamın hiçbir ş eyi olmayıp yalnızca gezisini organize eden görevlilerden biriydi, Aliye Suzan'a göre, zaten her haliye sekreter tipli bir kızdı. Yine de bu çıkarsamaların doğrulu ğundan emin olamıyordu. Birdenbire, içinin kıskançlık ve çaresizlikle doldu ğunu ve hiç alış ık olmadı ğı bu duyguların, iç dengesini bozarak onu kötü etti ğini hissetti. Kızın geli şiyle birlikte aya ğa kalkan genç adamın görünüş ündeki görkemden Aliye Suzan'ın ba şı döndü. Tahmin etti ği gibi, uzun boylu, uzun bacaklı, geni ş omuzlu, sportmen görünüş lüydü; kulübün gölgeli, loş ış ı ğında, üstelik çizgileri belirsizle ştiren koyu takım elbisesinin altında bile dirim fı şkıran sa ğlıklı, güçlü bedeni hissediliyor; dahası arzu uyandırıyordu. Aliye Suzan elinde olmaksızın yutkunduğ unu fark etti. Adamın gitmesiyle birlikte, tadı tuzu kaçtı. Neş esi söndü. Gece, onun için, o an bitmiş ti. Kendisini, beyaz atlı prensinin yolu, baş kası tarafından kesilip kaçırılmı ş mahzun bir prenses gibi çaresiz ve hakkı yenmiş hissediyordu. Etrafa olan bütün ilgisini kaybetti. Birdenbire içi küsmüştü. Hırçınla ştı, aksileş ti ve şiddetli ba ş ağrıları içinde evine dönüp kendini yata ğa attı. Ortada bir yarı ş olmadı ğı halde, kendini a ğır bir biçimde yenilmiş , hatta bozguna u ğramı ş hissediyordu. Yenilgi, hiç tanımadı ğı, alış ık olmadığ ı, kabul edemediğ i bir duyguydu. Üstelik, adamla tanı şmayı bile becerememiş , onu kazanmak için herhangi bir şey yapmasına fırsat kalmadan, saf dı şı bırakılmı ştı. Sabah uyandı ğında Ali, kendini niye bu kadar kötü hissetti ğini anlamadı, üstelik dün, uzun zamandır süren zor ve çetrefil bir dava kazanmı ş, akş am Şehir Lokali'nde bunu birkaç kadeh içerek, büyük bir ne şe içinde kutlamış tı. Yıllar yılı a ğzına içkinin bir damlasını dahi koymamış Ali'nin, bir zamandır bazı akş amlar çe şitli vesilelerle birkaç tek parlatması, etrafındakilerce artık pek yadırganmayan deği şen onca huyunun yanına sessizce yazılmış yeni bir adetiydi. Belki de, fazla kaçırdım, dedi. Ne de olsa adetim de ğil, belki ölçüyü kaçırdım. Baş ım çatlayacak neredeyse! Ne oldu bana? Đki gece sonraydı ki, sosyete kuş u Hu şber, çe şitli entrikalar deneyip, Aliye Suzan ile Đtalyan gazeteciyi, Club 12'de aynı masada buluşturacak "organizasyonu" sağ lamayı baş ardı. Böylelikle, her şeye bir raslantıymı ş havası verilmiş olacaktı. Aliye Suzan, geceye, cenk meydanına çıkan bir cengaver gibi özenle hazırlanmış olmakla birlikte, iddiasını gözlerden saklamayı beceren, heyecanını ve merakını hiç belli etmeyen doğ al davranı şlar içindeydi; içinde kopan fırtınalara kar şın sakin görünüyordu; ölçülü bir makyaj yapmıştı, takıları abartısızdı; görünü şüne, inceden inceye hazırlanmış gibi de ğil de, sanki her zamanki hali böyleymiş hissi veren sade bir şıklık egemendi. Masadaki herkesle eşit ölçüde ilgileniyor, adının Massimo oldu ğunu ö ğrendi ği Đtalyan gazeteciye, sıcak ama mesafeli davranıyordu; gere ğinden fazla ilgi göstermediği gibi, neredeyse çok da önemsemiyormu ş görünüyordu. Do ğallı ğı, sahici değil, edinilmiş bir do ğallıktı; gerçekte profesyonel bir vekarla durumu idare ediyor, bu arada için için Massimo'yu tartıyordu. Hu şber, ona ve onun bu profesyonelliğine bir kez daha hayranlık duymaktan kendini alamadı ğı gibi, eğ ilip kulağ ına söylemeden de duramadı. Aliye Suzan, gözbebeklerinde hınzırca parıltılarla, ölçülü bir tebessümle kar şılık verdi ona. Bu gülümseyi şinin ardında, Ah, bir de içimi bilsen, havası seziliyordu.

Page 217: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Gene Huşber tarafından ö ğrenilen, uzun boylu sıska sarışının gerçekten konsolos sekreterlerinden biri olduğu bilgisi ayrıca içini rahatlatmış tı. Bir ara Massimo, onu dansa kaldırıp sağlam bir tutuş la, güçlü kollarının arasına aldı ğında, o zamana kadar bir biçimde korudu ğu hakimiyetini yitirecek gibi olmu ş, gözleri kendili ğinden kaymı ş, kuyruksokumuna kadar ürpermiş, ardından bütün bedenini hafif bir titreme almış tı. Yemek boyunca, hissetti ğinden çok daha fazla güvenli görünmüş, ama genç adamın kollarının arasına almasıyla birlikte, ni şanlısı tarafından ilk kez dansa kaldırılan mutaassıp mahalle kızları gibi sakarlaşıvermi şti. Đçinde, bugüne kadar öğrendikleriyle, ş imdi hissettiklerinden olu şan birbirine kar şıt iki güç, aynı anda ve aynı şiddette harekete geçmi ş, onu iki ayrı kutba çekmeye başlamıştı. Alış ık olmadı ğı ikilemlerle içinin çalkalandığ ını duyuyordu. Massimo, ölçülü ve saygılı bir uzaklıkla tutmuş tu onu kollarının arasında, bir ara bir ş eyler söylemek için kulağına e ğildi ğinde, Massimo'nun yakıcı solu ğu, boynunu, kulakmemelerini, saç diplerini ürpertmi şti. Genç adamın sürmü ş olduğu gayet hafif, uçucu, tenis kortlarının ye şil ve serin havasını çağrış tıran kokusu, genzini doldurdu Aliye Suzan'ın. Beklenmedik anlarda bir erkeğin parfümünün duyulmasının kendine özgü bir şehveti olduğunu bilirdi, ama bu sefer, bu kokunun içinde, baskın biçimde adamın teninin kokusu da vardı. Daha do ğrusu, süründüğ ü koku, adamın teninin kokusunun daha çok ortaya çıkarıyordu sanki. Aliye Suzan, Massimo ile yaş adıği gerilimin, öncekilere hiç benzemediğini; bu sefer, günün gözde "playboylarıyla" giriş ti ği hızlı maceralardan, küçük ve zararsız çapkınlıklardan, gücün ve yönetimin kendisinde oldu ğu tehlikesiz flörtlerden bamba şka bir şeyin kendisini bekledi ğini anlamış tı. Massimo'ya olan ilgisi arttıkça, güç yitirdi ğini, içinin o güne kadar hiç bilmedi ği, tanımadı ğı bir teslimiyetle dolmakta oldu ğunu fark etti. Teslimiyet. Evet, doğru sözcük buydu: Teslimiyet. "Bana istedi ğin her şeyi yapabilirsin," demekti bu. Ve Aliye Suzan bunu söylemek istiyordu. Đçinde yıllarca kapalı kalmış yakıcı bir sır gibi şiddetle bunu söylemek istiyordu. Bugüne kadar hiç bilmedi ği, kendisi için taze ve yeni bir duyguydu bu. Bir çeşit teslimiyet, bir çe şit kölece boyun eği ş hissediyordu Massimo'ya kar şı. Sanki daha azına Massimo razı olsa bile, o olmayacaktı. Bu duyguların kendi içine, özüne ait olmadı ğını, neredeyse dı şarıdan damarlarına şırınga edilmek suretiyle aktarıldığını düşünüyordu. Bütün bunlar, hem fazlasıyla gerçekti, hem de o ölçüde yabancıydı ona. Kendini tanıyamıyordu. Aliye, bir duygunun, insanı nasıl de ği ştirdi ğine, deği ştirebildiğine, ilk kez bu ölçüde tanık oluyor, an be an baş kala ştı ğını hissediyordu. Demek duygularımız, sahip oldu ğumuz gerçekli ği de deği ştirebiliyordu. Dans bitmeden, daha Massimo'nun kollarındayken, ona sırılsıklam aşık olduğunu kendine itiraf etmekten başka bir çaresi olmadı ğını anladı. Aşktı bu. Ondan kaçırmayı ba şardığ ı, yakarı, tapınma ve çaresizlik okunan birkaç bakı şında, yaralı bir hayvanın bakışları vardı ve onun yanında, hiçbir erke ğin yanında olmadı ğı kadar sessizle şiyordu, sanki bütün sözcükler kullanım de ğerini ve gücünü yitiriyordu. Sanki konuşsa, hissettiklerini dillendirmeye kalkış sa, içi azalacaktı. O gece, tek başarısı, Massimo onu evine bıraktı ğında, bir kahve içmek için olsun, yukarıya ça ğırmamayı becerebilmek oldu. Bunu nasıl yapabildi ğine kendi de ş aşırdı ama, ona bunu yaptıran

Page 218: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

şey, bir ili şkide kazanan taraf olmak için herhangi bir strateji ya da taktik uygulama dü şüncesi değ il, birdenbire içinde beliren kendisine bu kadar yabancı bir duygunun varlığına karş ı duydu ğu korku ve güvensizlikti. Apansız ortaya çıkan bu duyguların, gelece ği için bir biçimde tehdit olu şturduğunu hissediyordu. Duyguları, düşünceleri, istekleri ve kararları konusunda, hem kendine hem ba şkalarına karş ı, her zaman sürprizsiz biri olmuş tu. Ne istediğ i, ne istemedi ği, her zaman için fazlasıyla belli olan biri olmu ş, karar ve tutum gerektiren konularda her seferinde sıkıcı bir tutarlılık göstermiş ti. Şimdiyse, ilk kez içinden ve kendisinden korkuyordu. Üzerinde yeterince düşünülmemi ş, tartılmamış , sınanmamış , kendisi için yepyeni olan bu duygularla nasıl ba ş edeceğ ini bilemiyor, kendini bu kadar acemi ve toy hissederek ba şlayaca ğı bir iliş kide, denetimini yitirip her şeyi karşı tarafın ellerine teslim etmekten korkuyordu. Bugüne kadar bütün ö ğrendiklerinin, o pek övündü ğü hayat tecrübelerinin, ilk kez aş ık olmanın acemiliğ ine bir faydası olmayaca ğını sezmi ş, şimdi yalnız kalarak, zorlama bir sükunetle, içini toplamaya, dü şüncelerini sıralamaya çalışıyordu. Massimo, onu bir anda silahsız ve çırılçıplak bırakmış tı. Hiç kimse karşısında çıplaklık duymamış tı bugüne kadar. Bir kadın için bu kertede güvensizli ğin ne demek olduğ unu ilk kez anlıyordu. Hatırladığı kadarıyla çıplaklık benzeri bir duyguyu, son olarak çocukluğ unda, annesine kar şı duymuş tu. Çabuk büyüyen çocuklardan biri olduğu için de, çıplaklığ ı uzun sürmemi ş, erken giyinivermişti. Massimo, onu evine bırakıp gittikten sonraysa, kararsızlıklar, ikilemler ve pi şmanlıklar içinde kıvranarak sabaha kadar uyuyamadı. A şık olmanın nasıl bir şey olduğu üzerine yeniden dü şünmeye ihtiyacı vardı. Birkaç kez, aş k sandı ğı duyguların kendisini nasıl yanılttı ğını geçmi şteki bazı deneyimlerinden biliyordu. Aşk filmlerine ve romanlarına özenerek, duygularına yüklenmi ş, zorlama duygular ve onların zorunlu kıldığı kli şelerle ya şanmış birkaç ili şkiyi, kısa bir süreli ğine de olsa a şk sanmı ş, hiçbir şiddeti olmayan, etkisini bunca çabuk yitiren duyguların a şk olmadı ğına karar vermesiyse, fazla zamanını almamı ştı. Sonrasında, aşık olmaya uygun bir bünyesi olmadı ğını kabullenmi ş, heyecanlarla yetinmenin kendisine daha uygun oldu ğuna karar vermişti. Kendisini hiçbir iliş kiye tam olarak veremiyordu. Hayatına giren erkeklerin çoğu, ilişki bitimlerinde onu, sevgisizlik ve a şksızlıkla suçlamış , ardından gizli ilençler ya ğdırmı şlardı. Kalbini kimse ele geçirememi şti. Ona kalırsa, erkeklerin hazmedemedikleri de buydu aslında. Ne kadar "birlikte" olurlarsa olsunlar, o, hep fethedilememi ş bir kale olarak kalıyordu erkeklerin gözünde ve hatıralarında. Oysa Aliye Suzan için, erkekler de, müzik gibi, dans gibi yalnızca bir eğ lenceydi. Erkeklere bakı şı, ço ğu erkeğin kadınlara bakışından farklı de ğildi, galiba erkeklerin ho şuna gitmeyen de buydu; kendilerine ait oldu ğunu dü şündükleri bir hakkın, bir kadın tarafından, üstelik bu kadar iyi kullanılması, kafalarındaki rol da ğılımına uygun dü şmüyordu. Massimo'ya kadar böyleydi bu. Massimo, içinin bütün denklemlerini bir anda de ği ştirmiş ti. Kendisinde hiçbir geçmi şi, hatırası ve hazırlığ ı olmayan bu duygunun, bütün benliğine hakim olmasıyla birlikte ya şanabileceklerden ürküyor, birdenbire ortaya çıkan bu aş kın içindeki varlığ ına alı şmaya çalı şıyordu. Massimo'nun, Etrüsklü atalarından kalma keskin profili, bir casus kadar so ğuk olmasına kar şın, ona gene de bir "Latin Lover"

Page 219: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

havası veriyordu. Her zaman yarı ıslak duran, yanak çukurlarında kı şkırtıcı kıvrımlarla gamzelenen etli dudakları, keskin hatlı, ince kemikli yüzüne bir çocuk masumiyeti ve saflı ğı kazandırıyor; gözlerini gölgeleyen gür kirpikleri, bakış larına fazladan bir esrar kazandırıyor, duygularını saklamasını kolaylaştırıyordu. Aliye Suzan, ne zaman gözlerini yumsa, kar şısında Massimo'nun yüzü beliriyordu. Kendini, her yanını Massimo'nun hayalinin kaplamış oldu ğu kaçı şı olmayan bir büyük tuzakta hissediyordu. Massimo'nun hayali, kimi zaman sabah güneş i gibi içini ısıtıyor, kimi zaman kı ş güneş i gibi kendisini ümitsiz bir aydınlı ğa sürüklüyordu. Massimo, güne şti ve Aliye Suzan, kimi sabahlar uzak camilerden duyulan sabah ezanlarıyla uyanıp balkona çıkıyor, Massimo'yu dü şünüyor, birlikte kuracakları bir gelecek düşlüyordu. Bir Do ğu masalında kaybolmu ş bir yabancının yüzünün hikayesinde sakladığ ı esrarın ardına dü şmüş bir masalcının yolculu ğuna hazırlanıyordu. A şkın bir yolculuk oldu ğunu anlamı ştı. Tarabya'da, Palet Restaurant'ta, ilk kez Đ stanbullulara tanıtılacak olan "paella yemeğ i" ak şamına kalabalık bir grup olarak katıldıklarında, Huşber, ne yapıp edip ikisini yan yana oturtmayı başarmış tı. Aliye Suzan, kendini geçen seferki kadar güçlü hissetmemekle birlikte, gene de ilgisini ölçülü bir tutum içinde saklamayı becerdi. Massimo, koyu krem rengi keten takım elbisesi içinde bir rüya kahramanı gibi tebessüm ediyor, adeta ış ıyordu. Sıkı düğ ümlenmi ş, dore desenli, safran rengi bir boyunba ğı takmıştı. Aliye Suzan, onu görür görmez, hayatta en çok istediği ş eyin Massimo oldu ğunu bir kez daha anladı. Sanki hayatındaki bütün erkekler ve ardında bıraktı ğı yıllar boyunca, farkında olmadan hep Massimo'yu beklemiş , kendini ona hazırlamış tı ve bütün hayatı Massimo için yapılmı ş bir provaydı. Massimo da, Aliye Suzan'a bu gece çok daha yakın ve sıcak davranıyor, ço ğunun ilgisine kar şın diğer kadınlarla pek ilgilenmiyordu bile. Bunun kendi kuruntusu olup olmadı ğından emin olmak için, tuvalette Huşber'i sıkı ştırdı Aliye Suzan. Senden ba şkasına baktı ğı yok, saçmalama! dedi Hu şber. Dikkat etmiyor musun, koca masada bir tek seninle konu şuyor neredeyse. Ama hiç ata ğa geçmiyor, dedi Aliye Suzan. Aman bilmez misin, Avrupalı erkekleri, kadına doymuş tur bunlar, öyle görür görmez aç kurt misali saldırmazlar bizimkiler gibi, dedi Hu şber. Massimo'nun Đtalyan oldu ğunu unutuyorsun, dedi Aliye Suzan. Kadınlar söz konusu oldu ğunda Đtalyanlar, hangi kıt'adan olduklarını unuturlar! Daha iyi ya, azıcık cilve yap, bir şeyler ima et. Aman, ben mi öğretece ğim sana ne yapaca ğını? Gene de ilk hareket ondan gelsin diye bekliyorum. Belki çekiniyordur, dedi Huş ber, Bakma sen, bu kadar yakı şıklı erkekler aslında çekingen olurlar; senden ne kadar hoş lansa da, için için böyle muhte şem bir kadının kendisine yüzvermeyece ğinden korkuyordur. Kendi gözündeki kredisi dü şsün istemiyordur. Hem, sen de pek gönüllü görünmüyorsun doğrusu.

Page 220: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Daha nasıl gönüllü görüneyim kuzum, kuca ğına oturacak halim yok ya! Bana kalırsa, ikiniz de aynı sebepten çekingen davranıyorsunuz. O senden çekiniyor, sen ondan ilk hareketi bekliyorsun. Bence biraz daha pas ver. O zaman görelim bakalım, ne olacak? Tuvaletin kapısının açılıp birilerinin gelmesiyle birlikte, pudriyerlerini katlayıp çantalarına koydular, ayna kar şısından çekilip, dı şarı çıktılar, masalarına döndüler. Bir dava için iki günlü ğüne Bingöl'e gitmi ş olan Ali, Mardin'e dönüşünde, evrak çantasının içinden çıkan pudriyerin oraya nasıl girmi ş olduğ una akıl erdiremediyse de, üzerinde fazla durmadı; pudriyeri, karısı görmeden ortadan kaldırıp, hayatındaki di ğer muammalar gibi, bunu da bilinmezler hanesine yazarak, yeniden gündelik hayatının hayhuyuna döndü. Meslek hayatında çok parlak bir dönem yaş ıyordu, kavgalı olduğu birçok hakimle arası düzelmiş , karısıyla sorunları büyük ölçüde çözümlenmiş ti; çocuklarıyla da arası iyiydi. Üstüne üstlük, sağ lı ğı hiç olmadı ğı kadar yerindeydi. Düzenli ve iyi uyuyordu. Kalp çarpıntılarından, nefes darlıklarından, sebepsiz sıkıntılarından, ka şıntı krizlerinden eser kalmamı ştı. Daha ne isterdi ki insan? Evrak çantasının içine nereden girdi ği belli olmayan bir pudriyer yüzünden durduk yerde hayatını karartamazdı. Otel odasında benden önce kalmı ş bir bayan mü şterinin olmalı, ben de dalgınlıkla alıp çantaya atmı ş olmalıyım, diyerek, kendi için yeterli ve ikna edici olan bir açıklama yaptı. Ayrıca kimseye bir şey söylemek zorunda da değilim. Ortadan kaldırmadan önce, son bir kez kokladı ğı pudranın kokusu tuhaf biçimde tanıdık geldi ona. Karısından bildi ği ya da zamanında annesinin kullandıklarından kalmış bir hatıra değ ildi bu; Đstanbul'a gidiş lerinin birinde, Kapalıçarş ı'da, Süryani kuyumcunun dükkanında tanı ştı ğı o kadını ça ğrı ştırıyordu. Zaman zaman aklına dü şen, tamamlamaktan korkup kaçtığ ı yarım kalmı ş o macerada, hayatına ili şkin bir şeyi ıskalamış olduğu düşüncesi, hiçbir zaman yakasını bırakmamış tı Ali'nin. Belki yaşansa çoktan bitmi ş olacak olan o şey, belki de bu yüzden içinde hiç bitmemiş , kimi zaman, şimdi olduğ u gibi, bir kokunun hatırasına saklanarak kar şısına çıkıp durmu ştu. Kimi zaman ya şanmamış şeylerin hatırası, yaşanmı ş şeylerin hatırasından çok daha güçlü ve derin izler bırakıyordu. Belki de, karlarla kaplı Bingöl'de, tenha bir otelin, sarı bir ampulün aydınlattı ğı ış ı ğı kıt bir odasında, kim bilir hangi vesileyle yolu Bingöl'e düşmüş Đstanbullu mahzun bir kadının dalgınlıkla unuttu ğu bir pudriyer, yanlışlıkla Mardin'e kadar gelerek bambaşka bir hikayenin ça ğrışımlarına karı şmış, içindeki kaderi yeniden uyandırmış tı. Herkes bir yerde bir e şyasını unutur mutlaka, dedi Ali ve elindeki pudriyeri bir gazete ka ğıdına sarıp çöpe attı. Birkaç gündür Massimo'dan hiç ses çıkmıyor, Aliye Suzan da kendini eve kapatmış bir halde, bütün gün gözleri telefonda, ondan telefon bekliyordu. Ona ulaşabildiği birkaç yer vardı, ısrarla şansını deniyor, ama gene de ona ula şamıyordu. Birkaç arkada şıyla birlikte, Eyüp'te kahve içmeye gittikleri gün, kır kahvesinde tahta masaların birinde gördü Massimo'yu; yanında kıvırcık saçlı, zeytin tenli, açık renk gözlü bir delikanlı

Page 221: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

oturuyor, sakin bir hava içinde kahvelerini içip sohbet ediyorlardı. Massimo'nun yüzü ı şıdı Aliye'yi görünce, mahcup bir ifadeyle arkada şını tanı ştırdı, gözlerinde parlak ı şıklar yanan bir Rum delikanlı, inci gibi di şleriyle sıcacık gülümsedi. Delikanlının, Aliye Suzan'ı görür görmez gözlerinde kıvılcımlanan arzu pırıltıları, Aliye'nin, kendisini Massimo'ya kar şı daha güvenli hissetmesini sağladı. Yorgo, konsolosluktan, dedi Massimo. Bana, Đstanbul'u tanıtıyor. Hiç ses çıkmıyor senden, diye sitemle sordu Aliye Suzan. Kusura bakma, iş lerim çok yo ğun, arayamadım seni. Ama aklımdasın. Merak ettim, dedi. Çok merak ettim. Birdenbire yok oldun. Hatta belki gitmiş tir artık, diye dü şünmeye baş lamı ştım. Yok canım ne gitmesi? dedi Massimo. Daha buradayım. Hem gitmeden aramaz mıyım? Bari bu sefer arasını çok uzatma, dedi Aliye Suzan. Her neyse, şimdi senin de benim de yanımda arkada şlarımız var. Onların yanına dönmek zorundayım, buraya ben davet ettim onları. Ha sahi, ak şama ne yapıyorsun? Yeme ğe gelsene bana, yeni plaklarım var, hem biraz sohbet etmi ş oluruz. Maalesef bu akşam meş gulüm. Amerika'dan gelen gazetecilerle önemli bir yemek var, dedi Massimo. Peki ya yarın ak şam? dedi Aliye Suzan. Massimo bir an duraladı, yüzünden bir gölge geçti, Aliye Suzan'ın yüzünde geri çevrilmeyecek bir ifade vardı. Olur, gelirim, dedi. Ertesi gün erkenden kalkıp hiç adeti olmadığı halde, Sıdıka'yla birlikte, kendi de girdi mutfa ğa. Dü ğünçorbası, cızbız köfte, domatesli makarna, çobansalatası, patates püresi, ıspanak püresi, türlü, mücver, topik, hünkarbe ğendi, humus, muska böre ği, dereotlu cacık, zeytinya ğlı taze fasulye, zeytinyağ lı pırasa, revani, kabak tatlısı yapıldı. Sıdıka, Bu kadar çok yeme ği kim yiyecek hanımefendi? dedikçe, yerli mutfa ğın daha baş ka hangi örneklerine yer verilebilir, diye düş ünüyor, Biz sofraya koyalım da, isteyen istedi ği kadar alsın, diye inandırıcı olmayan ba ştan savma yanıtlar veriyordu. Oysa bütün bunların yer aldı ğı sofrada, istediğ i kadar alacak olan, yalnızca bir ki şiydi. Elindeki ka şık kabın içindeki sosu karış tırırken telefonun ziliyle kalakaldı. Birdenbire, arayanın Massimo olabilece ğini ve ak şam yemeğini iptal etmek isteyebileceğini düşünerek telefona bakmak istemedi. Salondan Sıdıka'nın sesi duyuluyordu, neşeli neşeli konu ştu ğuna bakılırsa, ortada ters bir durum yoktu ama, Massimo'ya kar şı kendini böyle güvensiz ve gergin hissetmesi hoşuna gitmedi. Kendini birkez daha yakalamı ştı. Sıdıka, mutfa ğa döndüğ ünde, arayan ş u yazar arkadaş ınız, dedi, sizin banyo perdelerini asmış pencerelerine, pek güzel durmu şlar, te şekkür ediyor.

Page 222: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Sırtında dekoltesi azıcık geni ş tutulmuş , siyah zemin üzerine mor, acı kırmızı, siklamen, yavruağ zı, turkuaz renkli irili ufaklı çiçeklerin, da ğınık düzen serpiş tirildi ği desende ipekli bir elbiseyle kapıyı açtı ğında, Massimo'nun yüzünü dev bir çiçek buketi örtüyordu. Aliye Suzan, sabahtan beri defalarca taradı ğı gümrah saçlarını, azıcık kabartarak dalga dalga omuzlarına bırakmı ş, papatya pudrasıyla ovdu ğu teni, şimdi "Courage"ın ölçüsünü bol tuttuğ u baskın, kı şkırtıcı kokusuna kalmış tı. Gö ğsünde akarsu gerdanlık ve kulaklarında salkım küpeler vardı. Di ğer karşıla şmalarından farklı olarak, sade bir şıklık yerine, bu kez iddiasını daha görünür kılma yoluna gitmiş ti. Sabahtan beri buz kovasında bekletilmiş rakıları sofraya getirdi ğinde, kendisine yabancı heyecanlar içinde, genç bir kızın ürperiş lerini duyuyordu. Pikapta, Mina'nın, Ornella Vanoni'nin şarkıları çalıyor, şöminede kuru odunlar çıtırdıyordu. Vazolar, Sabuncakis'ten getirtilmiş , ba ş döndürücü kokularıyla evin içinde bir kır havası estiren rengarenk çiçeklerle doluydu; masada, sehpalarda dolgun alevli mumlar yanıyor, bütün bunlar roman sayfalarından, film karelerinden alınma tutkulu bir a şk gecesi havası yaratıyordu. Aliye Suzan, gece boyunca, kendi ölçülerini zorlayarak, Massimo'ya duyduğ u ilgiyi ve yakınlı ğı belli etmi ş, onun bu ataklığ ı kar şısında, Massimo'nun hafifçe geri çekildi ğini görerek birdenbire durgunla şmıştı. Hayal kırıklığ ı içinde, nerede hata yaptığını bulmaya çalı şıyordu. Ataklı ğının, pervasızlık ölçüsüne varmı ş olabileceği, bunun da Massimo tarafından hoş kar şılanmadığı kuşkusuyla birdenbire çekingenle şmiş, kafasını karı ştıran soruların aradığ ı yanıtları zamanda gizliymiş gibi nedeni belirsiz bir duyguyla, salondaki ayaklı saate, kaçamak gözlerle bakmaya ba şlamı ştı. Kahvelerini içmek için kanepeye oturduklarında, içkinin artırdığ ı cesaretle sınırlarını zorlayan Aliye Suzan, bir an kendini tutamayıp arzuyla Massimo'nun dudaklarına uzanmı ş, ama Massimo'nun dudaklarının buz soğ uklu ğu, bütün cesaretini kırmı ş, bu kez onu kesin olarak durdurmuş tu. Aliye Suzan'ı bir biçimde incitti ğini dü şünen Massimo, bir zaman sonra kollarını onun omuzlarına dolayarak, japone kollu giysisinin çıplak bıraktı ğı omuz ba şlarını okşamı ş, yanaklarına, boynuna birkaç kaçamak öpücük kondurarak, gönlünü almaya çalışmış , gene de ileri gitmekten dikkatle kaçınmı ştı. Uzunca bir süre, manidar biçimde sessiz kalan Aliye Suzan, birdenbire dönüp, Hayatında biri var, değil mi? diye sorduğ unda, Massimo, ilkin duralamı ş, gözlerini kaçırmış , sonra da ses çıkarmadan, "evet" anlamında baş ını sallamakla yetinmi şti. Aliye Suzan için o an her şey bitmi şti. Hayatında biri olabilece ğini nasıl da dü şünmemişti! Belki de bu gerçekle yüz yüze gelmemek için, bugüne kadar aklına bile getirmemişti bunu; kendisine hile yapmı ştı. Şimdi her şey ba şka bir bir ış ık altında görünüyordu. Arada biri vardı ve belli ki, Aliye Suzan'ın varlı ğı, sevgilisine sadık kalmak konusunda kararlı olan Massimo'yu ikileme sürüklüyor, o da bunun için Aliye'den uzak durmaya çalı şıyordu. Yoksa zaman zaman yakınlaş masının, sonra birdenbire geri çekilmesinin ba şka

Page 223: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

ne anlamı olabilirdi ki? Aliye Suzan gibi bir kadına fazla kar şı koyamayarak, arzularına yenilece ğini ve sonradan ya şayacağı pi şmanlık duygularının içini çok hırpalayaca ğını dü şünmüş olmalıydı. Belki de, bütün bu zaman zarfında Aliye yüzünden derin bir ikilem ya şamış ve bunu ona hiç yansıtmamıştı. Massimo, konu şan, duygularını ele veren biri değ ildi. Yüzündeki dalgın bulutların ardında neler olup bitti ği kolay anla şılmıyordu. Birden bu kadar zamandır, onun adına düş ünüp durmaktan yorgun dü ştüğünü fark etti Aliye Suzan; Massimo'nun davranı şlarından elde etti ği küçük ipuçlarıyla, onun duygularını, dü şüncelerini yorumlama, anlama yoluna gitmiş ti; üstelik bunda her seferinde ba şarılı olduğu da söylenemezdi. Her şeyi yeniden gözden geçirmeli, onu kazanmak için mücadele etmeli miydi? Neden sonra alçak bir ses, ama kararlı bir tonla, Beni anlayacağ ını umuyorum, dedi Massimo. Dudaklarının buzuna, sesinin kararlı serinliğ i eklenmi şti. Sahiden yapacak bir ş ey yok gibiydi. Gücünü toplaması, Massimo'dan hiçbir biçimde vazgeçemeyece ğini anlaması ve onu kazanmak için mücadele etmeye karar vermesi, her an de ği şen birbirine zıt kararlar ve duygularla, keder ve kahır içinde geçirdi ği birkaç gününü aldı. Bu günler boyunca Huşber, yanından hiç ayrılmamı ş, ona destek olmu ş, moral vermi ş, telkinlerde bulunmuş tu. Kendini yeniden Massimo ile karşıla şabilecek kadar güçlü hissetti ği günü beklemi ş ve o gücü bulduğuna inandı ğında, onu yeniden aramı ştı. Her zamanki gibi çe şitli görü şmeler nedeniyle sürekli dış arıda olan Massimo'yu yerinde bulamamı ştı. Bilmedi ği, onu aramaya karar verdi ği o günün, tam da Massimo'nun do ğum günü olduğuydu; ona ula şmak için aradı ğı arkada şlarından biri söylemi şti bunu ona. Massimo'nun bir görüş me için dışarıda olduğunu, ama akşamüstü eve döneceğ ini, onu saat 17.00'den sonra evde bulabileceğini söylemişti. Massimo'nun kısa bir süre önce, Tünel taraflarında, geçen yüzyıldan kalma kararık yüzlü, eski bir apartmanda, yüksek tavanlı, çok odalı bir apartman dairesi tutmuş oldu ğunu biliyordu. Evine, yataktan, koltuktan önce pikap ve radyo almı ş olduğ una herkes gülmü ştü. Massimo'yu aradığı günün aynı zamanda onun do ğum günü olmasındaki mutlu rastlantının, kaderin bir i şareti oldu ğuna hükmetmi ş, elinde Sabuncakis'ten yaptırdı ğı koca bir bahar dalı buketiyle, koltu ğunun altında bir şi şe Fransız şampanyası olduğu halde, görkemli apartmanın, geniş sahanlıklarla birbirine ba ğlanan basamaklarını çıkarken, her şeyin asıl şimdi ba şladığını, bahar sarhoşlu ğuna benzer bir mutlulukla, içine nereden yürüdü ğünü bilmedi ği tazelenmi ş bir umutla dü şünmüştü. Geleceğ ini ona haber vermemi ş, ani bir kararla sürpriz yapmak istemişti. Bu, sanki her şeyi çok daha doğallaş tıracak, çok daha içten kılacaktı. Bu sefer, daha sıcak, daha dostça davranarak, Massimo'nun kendiyle ilgili bütün düş üncelerini öğrenmek ve sonra da kararlarını etkilemek istiyordu. Aklına koymu ştu: Onu kazanmak için her şeyi yapacaktı. Çift kanatlı kapısının kanatlarından birinin üzerinde, kurgulu zil vardı, kelebeğ ini sa ğa sola çevirerek birkaç kez çaldı. Đçeride, dipte bir yerden müzik sesi geliyordu. Apartman girişi, yandan olduğuna göre, salon dipte, soka ğa bakan taraftaydı ve müzik sesi de oradan geliyor olmalıydı. Kulak kabarttıysa da, çalan müzi ğin ne olduğ unu tanıyamamış tı; müzik sesinin, zil sesini bastırdı ğını

Page 224: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

düşünüp bir süre ısrarla çaldı ğı halde, kapı açılmamış , neden sonra koridorda belli belirsiz duyulan ayak sesinin ardından, yarım aralanan kapıda üzerinde bornozla Massimo belirmi şti. Hazırlıksız yakalandığı belliydi, yüzündeki ifade, ısrarlı bir satıcıya, ya da inatçı bir kapıcıya ayarlanmı ş gibiydi. Terli mi, ıslak mı oldu ğu ilk bakı şta anlaşılmıyordu; saçının perçemleri alnına yapış mıştı, kuşağını bile tam ba ğlayamadığ ı sırtındaki bornoz, Massimo'nun banyoda oldu ğu için, kapıyı açmakta gecikmiş oldu ğunu düşündürmüş tü. Kendini, kendi sürprizinin hikayesine fazlasıyla kaptırmı ş olan Aliye Suzan, elindeki bahar dalı buketini "Happy Birthday!" diyerek uzattı ğında, Massimo, kapıyı tamamen açıp buketi almak durumunda kalmış, tam bu sırada, geride, havlusunu beline dolamı ş, yarı ıslak bir halde, banyodan çıkıp yatak odasına girerken, bir an koridorda durup Aliye Suzan'a kirli bir tebessümle gülen Yorgo'yu görmü ştü. Bunların hepsi birkaç saniye içinde olup bitmiş , ama gördüğ ü resim, her ş eyi anlamasına yetmişti. Koridora adım attı ğı an, çalan müzi ği tanımı ştı: Tavernalarda sıkça çalınan Rumca bir şarkıydı bu. Yüzü uçmu ştu sanki. Varlı ğı erimi şti. Eti yanmı ş, kömürle şmişti, kavurucu o ilk acıdan sonra, ş imdi hiçbir şey hissetmiyor gibiydi. Massimo boş alan bakış larla baktı Aliye Suzan'a. Đlk kez duygularını ele veren bakı şlarla bakıyor; bu bakı şlar, her şeyi açıkça söylüyordu. Aliye Suzan, geri dönüp basamakları koşar adım inmeye baş lamadan önce, güçlükle toparlayabildiğ i hırıltılı bir sesle, Misafirin olduğunu dü şünmemiştim, af edersin, diyebilmişti ancak. Yalnızca do ğum gününü kutlamak istemi ştim. Massimo, hızlı adımlarla basamakları inip uzakla şan Aliye Suzan'ın ardından apartman sahanlığ ına seslendi: Seni incitmek istememi ştim. Cevap olarak, aş ağıda, kapanan dı ş kapının sesi duyuldu. Bu son kar şılaşmaları oldu. Aliye Suzan, eve dönmedi, uyuş muş bir haldeydi, kendisini, başıbo ş bir gücün yönetimine bırakmı ş gibiydi. Fener'e kadar amaçsızca sürdü otomobilini. Pencereler açıktı, Bo ğaz'ın iyot ve yosun kokan tuzlu rüzgarı dolu ştu otomobilin içine. Genzini yakan bu koku, hem ayıltıyordu onu, hem uyu şuklu ğunu artırıyordu. Boğaz bitti. Yol bitti. Dönüş yolunda, Sarıyer'de durdu, az bilinen salaş bir meyhanede az mezeli bir içki sofrası kurdurdu. Nereye gidece ğini bilemez bir haldeyken, bu meyhaneyi birden hatırlayabildi ğine kendisi de şaşırdı. Yıllar önce gelmi şti buraya. Belli ki, yakın tarihin anısını taş ıyan bir yer istememi ş, tanıdık kişileri görebilme ihtimalinin neredeyse imkansız olduğu bir yer seçmiş ti. Üzerleri, desenli mu şambalarla kaplı tahta masaların en dibindekine, cam kenarına oturdu. Tozlu camlardan kirli bir kır ve bir parça deniz görünüyordu. Meyhane neredeyse boş sayılırdı. Dolu olan bir iki masa vardı yalnızca, gündüzden içmeye baş lamı ş ve kendi dünyalarına erken kapanmış etrafa ilgisiz birkaç sarhoş , o, yanlarından geçerken, şöyle bir bakmı ş, sonra yorumsuz gözlerle yeniden kendi aralarındaki yüksek sesli tartı şmaya dönmüşlerdi. Rakı söyledi. Ne düşünece ğini bilmez bir haldeydi; hem bütün dünyayla konu şmak, hem sonsuza dek susmak istiyordu. Mezelere dokunmadı bile. Kendinden geçercesine içmeye ba şladı.

Page 225: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Bir an önce, delicesine sarhoş olmak ve kendini kaybetmek istiyordu. Sarhoş lu ğun denetimsizli ğine ihtiyacı vardı. Sanki, en doğru kararı o zaman verecekti. Kendini, bir melodram filminin, meyhaneciye sürekli aynı şarkıyı çaldıran, dibe vurmuş , zavallı, düşkün bir kahramanı gibi hissediyor, kendine acıyarak, kendini küçük dü şürerek, kendini hırpalayarak art arda devirdi ği rakı kadehlerinin hızında yasını tutuyordu. Đçi bugüne kadar hiç bilmedi ği bir acıyla parçalanmıştı. Yalnızca içkiden değil, kahrından da çabucak sarhoş oldu. Kendi kendine konu şmaya ba şlamış , a ğlamaktan gözleri acıyacak kadar kurumu ş, dili dama ğına yapışmı ş, ayakta duracak hali kalmamış tı. En son hatırladığı görüntüler, sallana sallana otomobiline binmeye çalı şırken, kendisine engel olmak isteyen meyhane çalışanlarıyla iti ştiği, son sür'at araba kullandı ğı sahil yolunda gözünü alan otomobil farları, ardı arkası kesilmeyen klakson sesleri ve son olarak, Tarabya'ya varmadan yolda, boynundan çözülüp pencereden uçu şarak ağaç dallarına dolanan Acem tülü e şarbının rüzgarda bayrak gibi dalgalanı şı ve ardından Bo ğaz'ın sularına uçarken, ya şadı ğının gerçek mi, rüya mı oldu ğunu ayırt etmek için, son bir gayretle dikkatini toplamaya çalı ştı ğı o birkaç saniyede, bütün hayatı bir film şeridi gibi hızla gözlerinin önünden geçerken, bu hayatın kendisine ait olmadığ ını fark etmesi oldu. Film ş eridindeki kiş i, kendisi değildi. Geç kalmı ştı. Aliye Suzan'ın ölümü, Đstanbul sosyetesi için gerçek bir kayıp oldu. Bütün gazeteler bu kazadan söz ediyordu. Đstanbul sosyetesinin meşhur ve renkli simalarından Aliye Suzan, gece geç saat, Bo ğaz'dan dönerken Tarabya'da, hafif alkollü (!) bir vaziyetteyken, azami sür'atte kullandı ğı, narçiçeğ i rengi 57 model Chevrolet marka arabası, Tarabya'da yoldan çıkarak denize uçmuş, Boğaz'ın sularına gömülmü ş, otomobilin direksiyonunda oturan Aliye Suzan kurtulamamı ştı. Kazaya şahitlik edenler, neredeyse bir intihar kar şısındaymı ş gibi nakletmişlerdi hadiseyi. Arabanın içinde Aliye Suzan'dan ba şkasının olmaması bir şans eseriydi. Sadme sonucu kendini kaybeden Aliye Suzan otomobille birlikte sulara gömülmü ştü. Genç ve güzel bir kadının ölümü, her zaman en iyi konu oldu ğu söylenir; bütün gazeteler bu kazayı günlerce yazdı durdu; her yerde bu konuş uldu. Hatta, Aliye Suzan'ın ölümünün bir kaza mı, bir intihar mı oldu ğu uzun uzadıya tartı şıldı. Maddi, manevi görünür hiçbir sorunu olmayan, bütün güzelli ği ve haşmetiyle, otuzlu yaşlarının saltanatını süren bu şahane kadının, hiçbir neden yokken, durduk yerde intihar edebilece ğine kimse ihtimal vermiyordu; virajı dönemeyip denize uçmuş olması çok daha akla yakındı; öte yandan, bazı görgü şahitleri, cinnet geçirir gibi kullandı ğı otomobili, neredeyse bilerek denize sürdüğ ünü söylüyorlardı. Aliye Suzan, ardında, ölümünün gerçek nedeninin hiçbir zaman bilinemeyece ğinde ortak bir karara varmış ku şkulu bir kalabalık bırakarak, sırrını Boğaz'ın sularına gömdü. Aynı Bo ğaz'a bakan Aş iyan Kabristanı'nda defnedildi. Aliye'nin ölümüyle birlikte hayatının bütün ı şı ğı sönen, Aliye'nin öldüğü gün, en az on yıl birden yaş lanan Huş ber, Aliye Suzan'ın böyle isteyece ğini düşünerek, kesin bir suskunlu ğa gömüldü ve kimseye hiçbir şeyden söz etmedi. Kimse, aynı gece, yurdun birbirinden kilometrelerce uzak olan iki ucunda cereyan eden bu iki olay arasında bir ko şutluk kurmadı

Page 226: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

elbet, ama ilginç olan, Aliye Suzan'ın öldüğ ü gece, Mardin'de Avukat Ali Zeyneddinoğlu'nun ardında hiçbir iz bırakmadan esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmasıydı. O gece, ev halkına " Đyi geceler" diledikten sonra, uyumak için, kendi odasına çekilmiş ve sabahına ortadan kaybolmu ştu. Karısı, her sabah erkenden kalkıp avludaki ve taşlıktaki çiçekleri sulamayı kendisine i ş edinmiş kocasının, o sabah kalkmamı ş oldu ğunu görünce, hastalanmı ş olabileceğini düşünerek meraklanmış , ilkin odasının kapısını çalmış , ses alamayıp içeri girdi ğindeyse, yatağ ında ve odasında olmadı ğını görmüştü. Yata ğın üzerinde çubuklu pijamaları, katlı olarak olduğ u gibi duruyordu. Evin dış kapısının kol demiriyse üzerindeydi. Yani, dış kapı, içeriden çengellenmi şti. Bu, kapının hiç açılmamı ş ve o sabah kimsenin evden dı şarı çıkmamı ş olduğunu gösteriyordu. Çocuklar hala uyuyorlardı. Hizmetçiler henüz gelmemi şti ve kocasının evin içinde kaybolmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Kocasının yatak odasında görünüş te hiçbir fevkaladelik yoktu; tuhaf olan tek şey, kocasının odasında, orta yerinden çatlayarak parçaları etrafa saçılan aynanın önünde, Ali Zeyneddino ğlu'nun merhum annesine ait siyah payetli gece elbisesinin adeta bir ceset gibi yatıyor olmasıydı. Gardıroptaki askısından alınıp muhafaza edildiğ i naylondan çıkartılan gece elbisesinin aynanın önünde, boylu boyunca, bir ceset gibi yatıyor olmasına kimse bir anlam veremedi. Bu durum, ne kadar tuhaf olsa da, Ali Zeyneddino ğlu'nun kayboluşundaki esrara ait bir işaret olarak yorumlanmaktan uzak bulundu. En fazla bazı kadınlar, Demek annesi yanına çağ ırmı ş, demekle yetindiler. Günlerce aranmasına kar şın, Ali Zeyneddino ğlu'ndan hiçbir ses çıkmadı. Đlkin mahalli gazetelere haber oldu, sonra ulusal basında yer almaya ba şladı. Çok çe şitli tahminlerde bulunulup, çeşitli senaryolar üretildi. Đlk akla gelenler, daha dünyevi açıklamalar barındırıyordu --annesi ya şasaydı hiç kuşkusuz böyle isterdi-- ve bu açıklamaların çoğ u, mesleğ ine ili şkin varsayımlar içeriyordu. Örneğin, son zamanlarda üst üste kazandığı önemli davalar nedeniyle, birçok güçlü dü şman kazanmı ştı. Kimselerin bakmaya cesaret edemedi ği ihtilaflı büyük arazi davalarına bakmaya ba şlamı ş; yıllardır mahkemeleri süren, yılan hikayesine dönmü ş birçok davayı hızla sonuçlandırmayı baş armı ştı. Kazandı ğı her davayla birlikte, kar şı tarafın hatırlı ve güçlü a ğaları, kanlı intikam yeminleri içiyor, en gözükara adamlarını üzerine salarak dönü şü olmayan tehditler savuruyorlardı. Bunlardan biri tarafından kaçırılarak öldürülmüş, sonra da cesedinin bir yere atılmış olabileceği, akla en yakın ihtimaldi. Böyle olsaydı, düpedüz ortaya çıkmasalar da, bununla övünmekten kendini alamayacak ve mutlaka bir biçimde bunun duyulmasını sağlayacak olan dü şman a ğalardan hala bir ses çıkmıyor olu şu ise, bu güçlü ihtimali geçersiz kılıyordu. Kaldı ki, dünyevi ve polisiye bütün varsayımlar, dı ş kapısı içeriden çengellenmi ş bir evden bir gece yarısı kayboluş unu açıklamakta yetersiz kalıyordu. Soka ğa çıplak çıkması mümkün de ğildi herhalde. Kayboldu ğunda, çubuklu pijaması yatağ ın üzerindeydi, bütün giysileri dolapta asılı duruyordu ve ayakkabılarının hepsi yerli yerindeydi. Günler, haftalar geçiyor ama, hiçbir biçimde Ali Zeyneddino ğlu'nun izine rastlanmıyor, ölü ya da diri ondan hiçbir haber alınamıyordu. Doğumunda karanlık bir i şaret olan Ali'nin, ölümü de, ardında aynı biçimde karanlık bir i şaret bırakmıştı. Dünyevi olmayan açıklamalar, kanıtlanamasa da, bütün dünyevi olmayan açıklamalarda oldu ğu gibi, kendi içinde müthiş bir mantık tutarlılığı taşıyordu. Birçokları, ermiş bir ki şi olan Ali

Page 227: Murathan Mungan - Uc Aynali Kirk Oda

Zeyneddinoğ lu'nun, öteki alemle sıkı ilişkiler kurduğuna ve günü geldiğ i için, onlar tarafından bir vazife için alınmış olabileceğine, dahası bütün bunların aslında geride bıraktı ğı herkes için bir işaret olduğuna karar verdiler. Polis, asker, savcı, jandarma, devlet için olmasa da, onlar için dava çoktan kapanmış tı. Önemli olan bu olaydan gereken dersi çıkarabilmekti. Bir daha kendisinden hiçbir haber alınamayan ve aylar süren uzun aramalardan sonra artık kendisinden tamamıyla ümit kesilen Ali Zeyneddino ğlu'nun adına ve anısına, aile kabristanında dedesinin mezarının yanına sembolik olarak bir mezar taşı dikildi. Bugün hala bazı geceler, Ali'nin dedesiyle birlikte Mardin kalesinin arkasındaki eski incas ba ğlarının bulunduğ u ağaçlarda el ele dola ştıkları söylenir. Ve onların üzerinde görüldükleri a ğaçların kesilmesinin u ğursuzluk getirece ğine inanılır. 1995-1999 :::::::::::::::::