Upload
doantruc
View
243
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER (AFRİKA ÇALIŞMALARI)
ANABİLİM DALI
MODERN DÖNEME DEK AFRİKA’NIN ULUSLARARASI TİCARET
SİSTEMİNE EKLEMLENME SÜRECİ
Yüksek Lisans Tezi
Haldun YÜRÜMEZ
Ankara–2016
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER (AFRİKA ÇALIŞMALARI)
ANABİLİM DALI
MODERN DÖNEME DEK AFRİKA’NIN ULUSLARARASI TİCARET
SİSTEMİNE EKLEMLENME SÜRECİ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Melek FIRAT
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
................................................................. .............................
................................................................. ............................
................................................................. .............................
................................................................. .............................
................................................................. .............................
................................................................. .............................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine
uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak,
çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını
gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
………………………………………
İmzası
………………
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ……………………………………………………………………………………...…1
BİRİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN OLUŞUMU: M.Ö. 4.
BİN YILDAN M.S. 7. YÜZYILA………………………………………………….…8
I. AFRO-AVRASYA VE MISIR……………………………………………...........8
A. Yerleşiklik ve İdeoloji: Kutsalın Dönüşümü………………………………...8
1. Bir Anlamlandırma Bütünü Olarak Kutsal…………………………..9
2. Yerleşik İdeolojinin Doğuşu……………………………………………11
3. Kent ve İdeolojinin Kurumsallaşması: Çok Tanrıcılık ………….…..14
B. Antik Dünyada Kent Ekonomileri Ağının Oluşumu………………………..19
1. Kentin İhtiyaçları: Kent Ekonomileri Ağının Kuruluşu…………......20
2. Yeni Bir Dünya: Kent Ekonomileri Ağının Genişlemesi ve
Bütünleşmesi…………………………………………………………….24
a. Demir ve Büyük Kozmopolit İmparatorluklar…………………….25
b. Akdeniz’in Doğuşu ve Afro-Avrasya Sistemi………………………27
C. Uluslararası Ticaretin Kurucu Merkezlerinden Biri Olarak Mısır…...…..31
1. Merkezileşme, Kentleşme ve Nil Vadisi Merkezli Ticaret Ağı
Dönemi…………………………………………………………………..32
2. Uluslararası Ticaret Ağıyla Bütünleşme Dönemi: Emperyal
Politikalar ve Tek Tanrıcı Devrim……………………………………..37
3. İmparatorluklar Dönemi: Batı – Doğu Ticaretinde Bir Merkez Olarak
Mısır………………………………………………………………..……40
II. AKDENİZ'İN DOĞUŞU VE AFRİKA…………………………………............44
A. Nübya ve Kuş Krallıkları…………………………………………………..…45
1. Aşağı Nübya Dönemi: Nil Vadisinin Kuzeyi ile Güneyi Arasındaki
Farklılaşma……………………………………………………….……..46
2. Yukarı Nübya ve Kuş Krallıkları………………………...……………48
a. Kerma: Kuşitik Devlet Geleneğinin Doğuşu………….……………48
b. Mısır Egemenliğinde 500 Yıl ve Napata……………….……..…….50
c. Meroe: Akdeniz Dünyası ve Özgünleşme……………….………….52
B. Kuzey Boynuz Bölgesi ve Aksum Krallığı…………………………………...55
1. Batıdaki Alçak Bölgelerde Erken Devletleşme: Gash Deltası……......55
2. Platolar………………………………………………………………………………...57
a. Aksum-Öncesi Dönem: D’MT Krallığı ve Kızıldeniz……………...57
b. Aksum Krallığı: Akdeniz Dünyasının Büyüyen Etkisi……………60
C. Kuzey Afrika ve Akdeniz İmparatorlukları…………………………………64
1. Kolonizasyon: Akdeniz Ticaretinin Bir Parçası Haline Gelen
Yerleşimler………………………………………………………………65
2. Kartaca: Kırsal Ekonominin Oluşması………………………………..67
3. Roma ve Kentleşme……………………………………………….…….71
D. Fizan ve Garamantlar: Sahra-Ötesi Ticaret Sisteminin İlk
Nüveleri………………………………………………………………...............75
1. Yenilikler ve Yerleşik Yaşam…………………………………………..75
2. Çölde Kent: Vaha Tarımı, Köle ve Ticaret ………………………...…77
3. Akdeniz Dünyası ile Bütünleşme: Garamantların Yükselişi ve
Düşüşü……………………………………………………………….…..80
İKİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN GENİŞLEMESİ: M.S.
7. YÜZYILDAN M.S. 15. YÜZYILA………………………………………………..83
I. AFRO-AVRASYA SİSTEMİNDE İSLAM'IN ROLÜ……………………….83
A. Kent Ekonomilerinde Güçlenen Orta Sınıf Merkezli İdeolojiler: Tek
Tanrıcı Dinler……………………………………………………………….…83
1. Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli Evrensel
Kurgular………………………………………………………………....84
2. İran – Sami Kültürel Geleneği…………………………………………88
B. Ortaçağ’ın Ekonomik Sistemi…………………………………………..........91
1. Hint Okyanusu’nda İslam Egemenliği: 600 – 1000…………………...91
2. Uluslararası Ekonomide Çin Etkisi: 1000 – 1500……………………..94
a. Kızıldeniz’in ve Akdeniz’in Yükselişi ……………………………...95
b. Krizler Dönemi: Eski Güçlerin Düşüşü…………………………….97
C. İslam'ın ve Ticaretin Yayılışı………………………………………………..102
1. Deve Göçebeliğinden İslam’a Arabistan’ın Büyük
Dönüşümü……………………………………………………………...102
2. İslam’ın Kent Merkezli Düzeni……………………………………….105
a. İslam’ın Yayılışı…………………………………………………….106
b. Merkezi Otorite: Kent Kültürüne Dayalı İslami Bir Toplumsal
Düzen ………………………………………………………………107
c. Adem-i Merkeziyetçilik: Kırsal Büyümesi, Ticaretin
Güçlenmesi…………………………………………………………110
II. HİNT OKYANUSU VE AFRİKA……………………………………………...111
A. Sahra-ötesi Ticaret Sisteminin Bütünüyle Ortaya Çıkışı………………….112
1. Batı Sahra: Altın Yolu………………………………………………...113
a. Batı Sahra Ticaretinin Örgütlenmesi: Altına Dayalı Bölgesel Bir
Ticaret Ağı…………………………………………………………113
b. Değişen Dengeler: Batı Sahra Ticaretinin Yükselişi ve
Çöküşü……………………………………………………………..116
(1) Bölgesel Ticaret Ağı Siyasi Açıdan Bütünleşiyor:
Fatimilerden Murabıtlara…………………………………..116
(2) Avrupa’nın Yükselişi ve Batı Sahra Ticaretinin
Çöküşü………………………………………………………..121
2. Sahra-altı Afrika………………………………………………………124
a. Batı Sudan: Altın İmparatorlukları……………………………….124
(1) Orta Nijer Merkezli Antik Kentleşme ve
Devletleşme…………………………………………………...125
(2) Sahra-ötesi Ticaret ve İmparatorluklar
Dönemi………………………………………………………..129
i) Gana İmparatorluğu……………………………………130
ii) Mali İmparatorluğu…………………………………….132
iii) Songai İmparatorluğu………………………………….136
b. Orta Sudan: Köle Ticareti ve Kentleşme…………………………139
(1) Çad Gölü Havzası: Köleci İmparatorluk…………………..139
(2) Hausaland: Kentleşme………………………………………144
B. Hint Okyanusu Dünyası ve Doğu Afrika…………………………………...147
1. Doğu Afrika Kıyısı…………………………………………………….148
a. Hint Okyanusu Dünyasının Oluşumu……………………………..148
b. İslam’ın Yükselişi ve Svahili……………………………………….151
(1) 700 – 1000: Basra Körfezi Dönemi ve Svahili’nin Ana
Hatları…………………………………………...……………152
(2) 1000 - 1500: Kızıldeniz Dönemi ve Svahili’nin
Doğuşu………………………………………………….…….154
2. Zimbabve Platosu………………………………………………..….…160
a. Sosyo-ekonomik Gelişimin İlk Aşamaları: Orta
Limpopo…………………………………………………..……160
b. Kuzeye Kayış: Zimbabve Platosu ve Zambezi
Havzası…………………………………………………………163
SONUÇ……………………………………………………………………………………166
EKLER……………………………………………………………………………………172
KAYNAKÇA………………………………………………………………………….…192
ÖZET………………………………………………………………………………………202
ABSTRACT……………………………………………………………………………...203
1
GİRİŞ
1960’lara hatta 70’lere kadar egemen tarih yazımı Afrika’nın bir tarihi
olduğunu yadsımıştır. 19. yüzyılın katı pozitivist geleneklerini takip eden bu tarih
anlayışına göre “gerçek”in peşine yalnız ampirik kanıtlar göstererek düşülebilir.
Yazılı kaynak olmadan tarih olmaz, bu nedenle Afrika’nın da bir tarihi yoktur. Bu
çerçevede, Afrika kıtasındaki uygarlık kalıntıları, dönemin siyasi düşüncesine paralel
şekilde, Afrikalılara değil, Sabalılara, Müslüman Araplara ve beyaz ırka mensup
olduğu ima edilen öteki kolonyalistlere atfedilmiştir. Uzun bir emperyalist dönemden
beslenen bu bakış açısı 1960’lardan itibaren hızla değişti. Afrika’nın
sömürgesizleştiği, dünyada sistem karşıtı hareketlerin yoğunlaştığı bu dönemin tarih
yazımındaki iz düşümü Annales Okulu idi. Annales tarihçileri yazılı kaynakların yanı
sıra, geçmişten kalan tüm izlerin tarih yazımının kaynakları olduğunu kabul ettiler.
Böylece, belgelere dayalı siyasi tarihe ek olarak, toplumsal ve ekonomik olan da
tarihin alanına girmeye başladı. Bu çalışma, Annales’in temel ilkeleri çerçevesinde,
Afrika’nın modern döneme dek uluslararası ticarete eklemlenme sürecini
inceleyecektir.
Bu noktada, Fernand Braudel’in Türkçe’ye Maddi Uygarlık ve Kapitalizm
adıyla çevrilen üçlemesindeki ekonomi anlayışı temel alınacaktır. Braudel ekonomiyi
üç katmanlı, piramide benzer bir yapı olarak tanımlar. En altta geçim ekonomisi ya
da kendi deyişiyle “maddi hayat” vardır. Her ne kadar, üretilenin tüketildiği kendine
yeterli basit bir ekonomi de olsa, her şey maddi hayatın geniş sırtına dayanır. Yani
maddi hayat gelişmeden ileri doğru bir hareket söz konusu olamaz. Bu gelişim belli
bir seviyeye ulaştığında ise maddi yaşamın derinliklerinden bir üst katman yani pazar
ekonomisi ortaya çıkar:
2
“O halde, verili bir bölgede bütün basit pazar-yerleri tarafından, çoğu
kez sadece mütevazı bir miktarda emtia içeren pazarları temsil eden küçük
noktalar bulutu tarafından oluşturulan geniş tabakayı tahayyül edin. Bu sayısız
başlama noktalarıyla bizim mübadele ekonomisi dediğimiz şey başlamaktadır:
Bir yanda, üreticinin geniş dünyasıyla, diğer yanda tüketicinin aynı ölçüde
muazzam dünyası arasında uzanan mübadele ekonomisi.” 1
Braudel mübadeleyi, ticareti ve pazar ekonomisini eş anlamlı olarak kullanır.2
Ona göre, pazar ekonomisinin en az iki biçimi vardır. İlki, günlük basit mübadeleleri
ve birbirine yakın kentler arasındaki yerel ticareti kapsar. Bu ticaret düzenli,
öngörülebilir, rutindir. Hem küçük hem büyük tacirlere açık olduğu müddetçe geniş
ölçekli ticaret de buna dâhildir. Bu noktada pazardaki ticaret saydam olsa da
denetime tabiidir ve gelir çok sayıda kişi arasında bölünür. Fakat mübadele
hiyerarşisinde yukarı doğru ilerledikçe ikinci tip ekonomi egemen olur. Bu
ekonominin dolaşım ağı oldukça farklıdır. Tacir malı satıcısından doğrudan alarak
üretim ile tüketimin arasına mekânsal bir mesafe koyar. Bu sayede, üretici ile tüketici
arasındaki ilişkileri keser ve ancak kendisinin dahliyle sürecek bir ilişki zinciri kurar.
Mübadeleyi hızlandıran her türlü araç anlamında paranın kullanımı yayıldıkça üretim
ile tüketim arasında uzun tacir zincirleri ortaya çıkmaya başlar. Büyük kârlar
sağlayan uzun mesafe ticareti bu ekonominin en tipik örneğidir. Braudel, sadece bir
grup insanın elindeki denetime açık olmayan bu ekonomiyi “kapitalizmin gerçek
yuvası”3 olarak nitelendirir.
1 Fernand Braudel, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, çev. Mustafa Özel, İstanbul, Ağaç Yayıncılık,
1991, s. 30-31. 2 “Ancak bu iki dünya (üretim ve tüketim) arasına bir diğeri sokulmaktadır, bir nehir gibi dar ama çalkantılı olan ve ötekiler gibi anında tanınan bu dünya mübadele, ticaret ya da başka bir ifadeyle pazar ekonomisidir.” Fernand Braudel, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Wheels of Commerce, Londra, Book Club Associates, 1983, s. 25. 3 Ibid., s. 229-230. (G. Arrighi’nin Uzun Yirminci Yüzyıl kitabının Recep Boztemur tarafından yapılan çevirisinden yararlanılmıştır.)
3
Bu mübadele ağının en ilkel biçimlerini kent ile kır arasındaki eşitsiz ilişki
ortaya koyar.4 Kent kırsalın toprak gelirine el koyarak kendini kırdan farklılaştırmış
ve aynı zamanda bu ilişkileri kurumsallaştıracak bir ağ kurmuştur. Braudel söz
konusu ağı, Thunen’in verimli bir ovanın ortasına yerleştirdiği, dış dünyadan
yalıtılmış büyük hayali kenti üzerinden anlatır:5
“Bu eşsiz kent ve ovası kapalı bir cam fanus içindeymiş gibi etkileşime
geçeceklerdir. Bütün aktiviteler uzaklıkla belirlendiğinden, kentin etrafında bir
dizi eş merkezli daire şekillenecektir: İlk daire bostanlardan ve mandıra
üretiminden meydana gelecektir(kente yakın hatta kimi zaman kentin içinde);
ikinci ve üçüncü dairede tarım ve hayvancılık bulunacaktır. Bu resim öteki
kentlere de uygulanabilecek bir mikro-kozmostur.”6
Buna benzer ilişki ağları olmadan herhangi bir kentin var olması düşünülemez.
Zira geçim ekonomisine katkı yapmadan yaşanılabilen ilk yerleşim olan kent,
kırsaldan akacak toprak gelirine mecburdur. Çevresindeki kırsal alanları ekonomik
ve siyasi olarak tahakküm altına almadan kentin varlığını sürdürmesi mümkün
değildir. Bu nedenle, kentin etkisi, kurulduğu mekânın ötesine uzanır; kendi nasıl salt
tarımsal üretimin ötesine geçen bir yerleşim haline geldiyse, çevresini de eşitsiz bir
mübadele temelinde yeniden dizayn eder. Yani kenti, onu korumak için inşa edilen
sur içi ile sınırlı düşünmek yanıltıcıdır. Bunun önüne geçmek ve kentin kuruluşuyla
beraber geliştirdiği söz konusu ilişki ağlarını vurgulamak amacıyla bu tezde kent-
ekonomi terimi sıklıkla kullanılacaktır.
4 Fernand Braudel, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Perspective of the World, Londra, Collins, 1984, s. 39. 5 Ibid., s. 38’den Johann Heinrich Von Thunen, Der isolierte Staat in Beziehung auf Landwirtschaft und Nationalakonomie, 1876, I, p. I . 6 Braudel, The Perspective…, s. 38.
4
Thunen çoğu çağdaşı gibi basite indirgenmiş bir resim üzerinden açıklama
yapmaya çalıştığından bazı noktaları görmezden gelmek zorunda kalmıştır. Örneğin,
sanayi devrimi öncesinde yaşadığı için endüstriyel alanlar soyutlamaya dâhil
değildir. Ya da daha önemlisi pazar ilişkilerini es geçmiştir. Kırsal daha ziyade
“soyut” gibidir, mübadele ilişkilerine dair herhangi bir iz yoktur; bundan dolayı,
eşitsizliğe dair bir şey de söylemez. Eğer Thünen’in cam fanusunu kırıp kenti farklı
pazar ilişkilerinin de var olduğu bir dünyaya yerleştirirsek çok daha gerçekçi bir
resme sahip oluruz. Bu, yukarıda sayılan ilişki ağlarının kapsamını genişletip
karmaşık bir hale getirecekse de kent-ekonominin çok daha iyi tasavvur edilmesini
sağlayacaktır:
“Merkezin çevresindeki değişken uzaklıklarda kimi zaman ortaklık rolü
üstlenen ama genellikle ikinci sınıf rollerine teslim olan öteki kentler yer
alacaktır. Bunların aktiviteleri metropolleri tarafından yönetilir: Metropolün
etrafında bekçilik yaparlar, ticaret akışını metropole yönlendirirler,
kendilerine gelen malların yeniden dağıtımını yaparlar ya da taşınmasını
üstlenirler, metropolün kredileriyle yaşarlar ya da bu yönetimden zarar
görürler… Metropoller bu ikincil kentleri tamamen zapt etmişlerdir, ama
hizmetlerine gerek duyduklarından daha fazlasını yapmamışlardır. Öteki büyük
kentler tarafından gerçekleştirilen kimi fedakârlıklar olmadan bir dünya-kenti
yüksek yaşam standartlarına ulaşamaz ve bunları sürdüremez…” 7
Her ne kadar, açıklamanın odak noktası metropol gibi büyük bir kent ekonomi
de olsa, Braudel’in çizdiği bu resim, kentin dış dünyanın ilişkilerine dahil edildiğinde
etrafında nasıl da yeni hiyerarşik ağlar kurabileceğine dair önemli bir ipucu veriyor.
Aslına bakılırsa, sistemi işler kılan da bu hiyerarşik yapının ta kendisiydi. Nitekim
7 Ibid., s. 27-30.
5
ekonomik eşitsizlikler, “voltaj farkı” misali mübadele ekonomisinin sürekli
çalışmasını sağlıyordu.8
Dünya-ekonomiler sözü edilen kentsel ağların bölgesel bir kopyaları gibidirler.
Kentlerin öncelikle kendi etraflarına ördükleri ilişki ağları zamanla kılcal damarlar
gibi yayılıp farklı pazarlar arasında yatay ilişkiler tesis ettikçe kimi bölgeler
ekonomik açıdan belli bir bütünlük kazanmıştır. Dünya-ekonomi de bu bağlamda,
kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine sahip, mübadele ağları ile özerk bir organik
bütün haline gelmiş ekonomik bir bölgedir. Dünya-ekonomiler de aynı kent
ekonomiler gibi çeşitli bölümlerden meydana gelir: Dar bir merkez, gelişmiş bir orta
bölge ve geniş bir çevre. Merkez, yukarıda sözü edilen türde, refahın aktığı bir
metropol etrafında şekillenir. Bir dünya-ekonomide yalnız bir metropole yer vardır.
Eğer ikinci bir kent güç kazanıyorsa, bu muhtemelen dünya-ekonominin ağırlık
merkezinde bir değişim olacağını göstermektedir. Orta bölgeleri ayırt etmek daha
zordur çünkü merkez ile aralarında büyük bir uçurum yoktur. Bu noktada Braudel,
ticareti elinde tutan ya da yönlendiren yabancı bir diasporanın varlığını bu bölgenin
ikincil durumuna kanıt olarak görmektedir.9 Çevre bölgeleri belirlemek ise daha
kolaydır: Nüfus yoğunlukları düşük, kentleşmemiş ya da henüz kentleşmeye
başlayan, dünya-ekonominin merkezlerine hammadde pazarlayıp karşılığında mamul
mallar alan ülkelerdir.
Bu çalışma, Afrika’nın uluslararası ticarete eklemlenme sürecini sistematik
olarak genişleyen bir ilişki ağı çerçevesinde ele alacaktır. Mübadele ekonomisini
yayarak bu ağın genişlemesini sağlayan kent ekonomiler çalışmanın temel analiz
8 Ibid., s. 26. 9 Ibid., s. 40.
6
birimidir. Kentleşme yayıldıkça farklı pazarlar arasında gevşek ancak görece düzenli
yatay iletişim ağları kurulmuş, zamanla genişleyen bu ağlar uluslararası ticaretin ve
dünya-ekonomilerin temellerini şekillendirmişlerdir. Braudel de buna paralel şekilde,
dünya-ekonomilerin, aynı toplumlar, uygarlıklar, devletler ve imparatorluklar gibi
çok uzun zamandır mevcut olduklarını vurgular.10 Bu noktadan hareketle, ticari
ilişkilerin modern döneme dek seyri iki dünya-ekonomi temelinde incelenecektir:
Akdeniz ve Hint Okyanusu dünyası.11 Bu dünya-ekonomiler arasındaki iletişim
yoğunlaştıkça, kısaca Afro-Avrasya sistemi olarak adlandıracağımız, batıda
Atlantik’ten doğuda Pasifik’e kadar uzanan bir ticaret ağı ortaya çıkmıştır. Bu
çalışmanın temel tezi, Afrika’nın modern döneme dek, kent ekonomilerin tetiklediği
söz konusu ticaret sistemi ile edilgen olmaktan ziyade, kurucu ve şekillendirici bir
ilişki geliştirdiği üzerine kuruludur.
Birinci bölümde maddi hayatın kuruluşundan kent ekeonomileri ağına kadar
Afro-Avrasya sisteminin antikitedeki gelişimi ve Afrika’nın bu sistemdeki yeri
incelenecektir. Çalışmanın sıfır noktası, sosyo-ekonomik ve siyasi düzenin baştan
aşağı değiştiği yerleşik yaşama geçiş sürecidir. Maddi hayatın ve öteki katmanların
ekonomik ve ideolojik temelleri bu süreçte şekillenmiştir. Bundan dolayı, basit
köylerden büyük kentlere kadar yerleşik ekonomiyi yöneten merkezi otoritenin
kutsal üzerinden formüle edilişi ele alınacak ve kent ekonomileri ağıyla beraber bu
formülasyonun yayılışı gösterilmeye çalışılacaktır. Bu noktada, kentleşmenin,
teritoryalitenin ve merkezi otoritenin öncül bir örneği olarak Mısır’ın sistemdeki
kurucu rolü ve yeri üzerinde durulacaktır. Öte yandan, Afrika’nın antik dönemdeki
10 Ibid., s. 24-25. 11 Birbirlerinden farklı kültürel ve toplumsal yapılara sahip bu dünya-ekonomileri ayıran sınır İran’ın dağlık bölgesi olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda, çalışma boyunca “batı” daha ziyade Akdeniz dünyasını, “doğu” ise Hint Okyanusu dünyasını belirtmek amacıyla kullanılacaktır.
7
ilişkilerini belirleyen Akdeniz dünyasının oluşum ve gelişim süreci takip edilecek,
Afrika’nın kuzey kısımlarının sisteme nasıl entegre oldukları analiz edilecektir.
İkinci bölümde Afro-Avrasya sisteminin Ortaçağ’daki genişleme süreci Hint
Okyanusu dünyası merkezli bir perspektiften ele alınacaktır. M.S. 7. yüzyıldan
itibaren Akdeniz ve Hint Okyanusu dünyasında iki büyük imparatorluğun eş zamanlı
olarak olarak kurulmasıyla, Afro-Avrasya sistemi yeni bir büyüme dönemine
girmiştir. Bu dönemde, sistemdeki ticari ilişkileri yönlediren temelde Hint
Okyanusu’nun yarattığı dinamizmdir. Ancak, ticareti Afrika’nın içlerine taşıyanlar,
batının antik uygarlık sahasına yayıldıktan sonra Akdeniz dünyasının kent merkezli
düzenini devralıp ticaretin yayılmasını sağlayan Müslüman tacirler olmuştur. Bu
nedenle, kıtanın sistemle ilişkisi Ortaçağlar’da İslam’ın hâkimiyeti altında
gelişmiştir. Böylece, Afrika’nın antik dönemde ticaret sisteminin kıyısında kalan
bölgeleri İslam’ın kent ekonomileri ağı üzerinden Afro-Avrasya sistemine dâhil
olmuşlardır.
8
BİRİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN OLUŞUMU:
M.Ö. 4. BİN YILDAN M.S. 7. YÜZYILA
Afro-Avrasya sistemi “çeşitli piyasalar arasındaki çok sayıda yatay iletişim
anlamındaki bir dünya pazar ekonomisi”12 olarak tanımlanabilir. Bu ekonomi
gündelik yaşamın yapıları üzerine, yani kent ve mübadele ekonomisi üzerine inşa
edilmiştir. O halde, bu yapıların oluşum sürecini incelemek, Afro-Avrasya sisteminin
gelişim sürecini anlamak için oldukça yararlı bir yol olabilir. Bu sayede, Afrika’nın
sistemdeki yerini ve rolünü daha iyi yorumlayabiliriz. Bunun için sıfır noktasına,
günlük yaşamın bütünüyle değiştiği ve kentleşme yoluna giriği yerleşik yaşamın
kuruluş sürecine dönmeliyiz.
I. AFRO-AVRASYA VE MISIR
A. Yerleşiklik ve İdeoloji: Kutsalın Dönüşümü
Yerleşik yaşam değişim demektir. Mekânla farklı şekilde ilişki kurmak, farklı
bir ekonomik örgütlenmeye geçmek, doğaya farklı anlamlar atfetmek, kısacası, farklı
bir toplum demektir. Bundan dolayı, hareket halindeki küçük ölçekli gruplardan belli
bir yerde sürekli bir arada yaşayan büyük topluluklara doğru geçiş toplumsal düzenin
her noktasında kendini hissettiren bir değişim süreciyle beraber ortaya çıkmıştır.
Toplum bu değişimleri özümseyip yerleşik yaşama uyum sağlayabilmek için
toplumsal örgütlenmeyi yeniden yapılandırıcak bir formülasyona ihtiyaç duymuştu.
Söz konusu ihtiyaç doğaya atfedilen anlamın temelden değiştiği ideolojik bir
dönüşüm yoluyla karşılandı.
12 Giovanni Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl Para Güç ve Çağmızın Kökenler, çev. Recep Boztemur, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2016, s. 28.
9
1. Bir Anlamlandırma Bütünü Olarak Kutsal
Doğayı tutarlı ve bütüncül bir mantık dizgisi dâhilinde yorumlamaksızın
herhangi bir planlı toplumsal örgütlenme düşünülümez.13 Bunun için önce doğanın
ussallaştırılması, belli yasalara tabi mantıksal bir bütün dâhilinde anlamlandırılması
gerekir. Aslına bakılırsa, ilkel insan belli doğal süreçleri pratik hayatın nedenselliği
içinde kavramıştır. Varoluşunu da her şeyden önce günlük yaşamın doğa hakkında
sağladığı bu bilgiye borçludur. Ne var ki, ilkel insanın doğayı nedensel bir gözle
bütüncül bir şekilde yorumlaması imkânsızdı. Zira doğal süreçlerin büyük bir kısmı
hâlen zifiri bir karanlık altındaydı, bilinmiyordu. İlkel toplum ve insan, doğanın baş
edilemez gücünün tahmin edilemez bir rastlantısallıkla birleştiği bu bilinmezliği var
oluşu için en büyük tehdit varsaymıştır. Bu nedenle, doğal süreçleri gözlemlemiş,
taklit etmiş, kutsamış, kişileştirmiş, kısacası anlamlandırmaya ve denetim altına
almaya çalışmıştır. Bunu yaparken de gerek doğaya gerek topluma bir düzen
verebilmek için olgular hakkında edindiği pratik bilgiye mitsel bir anlam yüklemek
zorunda kalmıştır. Mitolojik gelenekten beslenen kutsal anlayışı, ilkel topluma ve
insana bu olguları tutarlı bir şekilde yorumlayacak bir anlamlandırma bütünü
sağlamıştır.
Kutsal, her şeyden önce ilkel insan için dünyayı ontolojik olarak inşa eden bir
işleve sahipti.14 Öyle ki, kutsalın tecellisi içerikten ve anlamdan yoksun hiçlikle
gerçekliği birbirinden ayırıyordu.15 Kutsalın tezahür ettiği şey biçim değiştirmese de
artık kendi olmaktan çıkıp devamında bulunduğu mekânı da benzer bir sürece
sokuyordu. Mitsel bir anlamla doldurulan doğa, ilkel insan için anlamsızlıktan ve
13 Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, çev. Saadet Özkal, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1990, s. 7. 14 Mircea Eliade, Sacred and The Profane The Nature of The Religion, New York, Harcourt, Inc., 1987,
s. 21. 15 Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, çev. Lale Arslan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2009, s. 54.
10
kaostan kurtuluyor, evrensel kutsallığın açığa çıktığı bir zemine dönüşüyordu.16
Böylelikle, ilkel toplum kendisini çevreleyen kaos denizinin ortasında yaşanılabilir
bir yer ediniyor, kutsal güçler atfettiği "şeyler" vasıtasıyla doğanın yıkıcı tarafında
somutlaşan bilinmez yönünü kontrol altına alabileceğini düşünüyordu.17 Pratik
hayattan edinilen bilginin tutarlı bir biçimde kullanılması, biriktirilmesi ve öteki
kuşaklara aktarılması bakımından bu mantık görece başarılı oldu. Kutsal da söz
konusu işlevsel yönü sayesinde günlük yaşamın pratiklerine dek yayıldı ve manevi
dünyanın yanı sıra maddi dünyayı da fethetti.
Ancak, kutsalın diyalektiği maddi dünyayla ilişkisini tek taraflı olmaktan
çıkarmıştır. Öyle ki, kutsal kendini doğrudan ve bütünüyle ortaya koymayıp herhangi
bir simge, düşünce ya da nesne aracılığıyla tezahür ettiği18 için şeyleşme süreci
tamamen tarihsel koşullar altında gerçekleşiyordu.19 Bundan dolayı, insan ile doğa
arasındaki ilişki geliştikçe maddi alandaki değişimlere karşı duyarlı olan kutsalın
tezahürleri çeşitlenerek artmıştır. Üstelik en ilkelinden en gelişmiş olanına dek, bu
tezahürler arasında bir herhangi bir süreksizlik de yoktur.20 Zira kutsalın tecellisi
temelde hep aynı gizemli eyleme, dünyadakinden tamamen başka bir düzenin ortaya
16 Eliade, Sacred…, s. 12. 17 İlkel toplum, doğanın bilinmeyen yönünü denetim altına almak için iki yol kullandı. Her ne kadar
bunlar hiç birbirlerinden ayrı bir şekilde ortaya çıkmamış olsalar da, sihirsel ve dinsel düşünce olarak ayrılabilir. İlkel toplumlarda tuhaf, tek, yeni, yabancı, sıra dışı, tehlikeli ama güçlü ve üretken şeylere sihirsel - dinsel güçler atfedilirdi. Bu kutsal güçler toplumun manevi alanını kuran ana unsurlardı. Ne var ki, bu iki düşünce biçiminin kutsalla olan ilişkilerinde temel farklar bulunuyordu. Sihirsel düşünce, insanın taklit yoluyla doğanın yaratıcı gücünü iradesi altına alabileceğini varsayarak doğanın doğrudan kontrolünü öngörüyordu. Bilim gibi doğa üzerinde doğrudan bir kontrol varsayan sihirsel düşünce, doğanın yasalarca yönetildiğini kabul ediyordu; ne var ki, bu yasalar bilimin aksine, gizli ve sihirliydi. Dinsel düşünce ise tersine, daha dolaylı yollarla ulaşmayı ön gördüğü doğaüstü gizil gücü
yönlendirme umudu üzerine kuruluydu. Malinowski, passim. 18 Eliade, Dinler…, s. 49. 19 Ibid., s. 28. 20 Eliade, Sacred…, s. 11.
11
çıkışına referans vermektedir.21 Dolayısıyla insan teknik, ekonomik, çevresel ya da
toplumsal gelişmeler sonucu doğayı yeniden kavrayıp anlamlandırdıkça kutsal da
biçim ve içerik olarak sürekli bir dönüşüm geçirmiştir.
2. Yerleşik İdeolojinin Doğuşu
Buzul Çağı'nın sonlarına doğru toplumsal yaşamın biçimi bu tür bir devrimsel
dönüşüm geçirdi. Levant22, M.Ö. 16.000 - 13.000 arasında, sıcaklıkların
yükselmesiyle bugünkünden çok daha sulak bir döneme girmişti.23 Bu sayede bölge,
sürekli ve yenilikçi bir kültürel olgunlaşmanın merkezi haline geldi.24 Nitekim alet
yapımındaki yenilikleri yaşanan çevredeki gelişim izlemiş, Geometrik Kebaran
Kültürü zamanında (M.Ö. 15.500 - 12.500), avcı toplayıcı gruplar artık mağaralardan
ziyade belli aktivitelerle sınırlandırılmış, yaklaşık iki bin metrekarelik kamp
yerleşimlerini merkez alan, yarı yerleşik bir yaşam biçimine geçmişlerdi.25 M.Ö.
12.500 - 10.000 arasında, öncüllerinin kazanımlarını sürdüren avcı toplayıcı
topluluklar yabani tahıl türlerini hasat etmeye ve bunları saklayacak depoları inşa
etmeye başlayınca, yerleşiklik sürekli bir yaşam biçimine dönüştü.26 Artan doğal
kaynaklar, avcı toplayıcı toplulukların bir kısmının kademeli bir şekilde yerleşik
yaşama geçmelerine olanak sağladı.
21 Idem.. 22 Levant, Mısır’dan Toros dağlarına Arabistan çöllerinden Mezopotamya’ya dek uzanan geniş bir bölgeyi tanımlamak için kullanılır. 23 Bu öyle bir dönemdi ki, günümüzde kuraklığıyla bilinen Sina Çölü, Suriye Çölü ve Negev gibi
bölgeler avcı toplayıcı kamplarla dolmuştu. Jacques Cauvin, The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture, Cambridge, Cambridge University Press, 2002, s. 12. 24 Ibid., s. 34. 25 Ibid., s. 14. 26 Peter Watson, Fikirler Tarihi, çev. Kemal Atakay et al., İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,2014, s. 96.
12
Natufyan Kültürü'nün temsil ettiği bu yeni yaşam şekli Sina'dan Fırat'a kadar
neredeyse tüm Levant'a yayıldı.27 Ancak, avcı toplayıcıların yerleşik yaşama adapte
olmaları kolay olmadı. Göçebelik temelde hareketlilik üzerine inşa edilmişti. Küçük
avcı toplayıcı gruplar, avın peşinde mekânı sürekli kat ettikleri dinamik bir ekonomi
etrafında örgütlenmişlerdi. Yerleşik yaşam, avcı toplayıcının toplumsal düzenini var
eden bu unsurları ters yüz etti. Her şeyden önce, belli bir ikamet noktasına dayalı
yaşam mekânla toplum arasındaki ilişkiyi değiştirdi. Fiziksel çevresine uyum
sağlayan avcı toplayıcılar yerleşiklikle beraber bu çevrenin sahibi ve düzenleyicisi
olmaya başladılar.28 Öte yandan, yerleşik yaşamla beraber doğum oranı yükseldi,29
bunu nüfusun artması ve kurulan yerleşimlerin büyümesi izledi. Bunlara ek olarak,
yerleşiklik her türlü birikim davranışını teşvik ediyordu.30 Avcı toplayıcılar
biriktirdikleri ürünleri depolarda saklamaya başlamışlardı. Kısacası, avcı toplayıcının
göçebe yaşama dayalı toplumsal düzeni giderek geçerliliğini yitirdi.
Özellikle depolamayla beraber yavaş yavaş mevsimsel bereketliliğe bağımlı
görece planlı bir ekonomiye geçilmesi her şeyi geri dönülmez şekilde değiştirdi.
Artık belli bir dönem yoğun çalışan avcı toplayıcılar, yılın geri kalan kısmında
sakladıkları kaynakları tüketebiliyorlardı.31 Bu sayede, avcı toplayıcının yaşam şekli
giderek çiftçininkine yaklaştı. Sınırları belli bir toprak parçasındaki doğal koşullara
bağımlı hale gelen insan için avcı toplayıcının hayvan üzerinden yaptığı açıklamalar
anlamını kaybediyordu. Nitekim M.Ö. onuncu bin yıla gelindiğinde, Kuzey Levant
27 Cauvin, op. cit., s. 15. 28 Peter Bogucki, İnsan Toplumunun Kökenleri, çev. Cumhur Atay, İstanbul, Kalkedon Yayınları, 2013, s. 208. 29 Watson, op. cit., s. 99. Göçebe yaşam tarzı avcı toplayıcıların nüfus artışını teşvik etmekten ziyade sürekli denetim altında tutmasını zorunlu kılıyordu. "Çocuklar toplamada sorun olmaya devam ederler çünkü kaybolabilir, yorulabilir ve susayabilirler, onun için kısa aralıklarla çocuk sahibi olmanın dezavantajları vardır." Bogucki, op. cit., s. 205. 30 Ibid., s. 210. 31 Idem..
13
ve Yukarı Mezopotamya'daki yerleşik kültürler, doğayı ve toplumu daha farklı bir
şekilde ele almaya başladılar. Bu süreç iki tarafta da insan özelliklerine sahip tanrısal
biçimler şeklinde açığa çıktı. Yukarı Mezopotamya'daki halklar bunu hayvan
figürleri etrafında cinsiyet ayrımına gitmeden yapmışlardı.32 Kuzey Levant'ta
yaşanan ise tam bir "sembol devrimi"ydi.33 Khiamyan Kültürü'ne ait avcı toplayıcılar
doğayı cinsiyet temelinde yeniden anlamlandırmış ve dişi insan figürleri kullanmaya
başlamışlardı.34 Dişil olanı Kadın (Ulu Tanrıça), eril olanı Boğa şeklinde tasvir eden
bu figürler35 yerleşik yaşamın ideolojik formülasyonunu yansıtıyordu.
İlkel toplumlarda buna benzer baskın bir kutsal inancı yoktur.36 Buna paralel
şekilde, toplum üzerinde doğrudan denetim kurabilecek "zorlayıcı bir siyasal
iktidar"dan37 da söz edilemez. Ancak, yerleşik ekonominin planlanması her şeyden
önce bir otoritenin varlığını gerektiriyordu. Bu boşluk, doğanın yaratıcı ve yıkıcı
32 Klaus Schmidt, “Göbekli Tepe – the Stone Age Sanctuaries. New results of ongoing excavations with a special focuson sculptures and high reliefs,” Documenta Praehistorica, Vol. 37(2010), s. 244. 33 Cauvin, op. cit., s. 25. 34 Idem.. 35 Yer ve Gök çifti evrensel mitolojinin aralarında belli bir eşitlik bulunan temel unsurlarındandır. Yer
bir tanrıça niteliği kazanmadan önce "Tellus Matter"di, yani, toprak anaydı, doğanın üretkenliğinin biricik sembolüydü. Yerleşikle beraber salt bir üretkenlik sembolü olmaktan çıkıp öteki dinsel tezahürleri kendisine tabi kılan, kadınla sembolize edilen bir tanrıçaya dönüşmeye başladı. Neolitik yaşamın kıyısındaki yerleşik insan ilgisiz, ulaşılamayan ve günlük yaşama uzak göksel varlıklardan ziyade daha somut inançlara ihtiyaç duyuyordu. Bu nedenle, dönemin öteki baskın figürü olan Boğa, Ulu Tanrıça'nın hayat verdiği, hatta Çatalhöyük'teki temsillerden anlaşıldığı kadarıyla doğurduğu, hayvani ve eril niteliklerin toplandığı ikincil bir tanrısal biçim halinde ortaya çıktı. Dolayısıyla erkek tanrısallığı, neolitik dönemde bir eşten ziyade bir çocuk veya ergen imgesiyle gösterildi. M.Ö. dördüncü bin yılda saban kullanılıp tarımsal etkinlik cinsel birleşmeyle özdeşleştirilinceye kadar, Ulu Tanrıça partenogenez (döllenmeden üreme) yoluyla doğaya hayat veriyordu. Mircea Eliade, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi Taş Devrinden Eleusis Mysteria'larına, çev. Ali Berktay, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003, s. 58. Bu bağlamda, Boğa'nın daha cinsel birleşmenin biyolojik üremenin bir yolu olduğu konusunda ilkel insanın herhangi bir bilgisinin olmadığı erken bir tarihte sembolleştirilmesinin nedeni üretkenliği sağlayacak bir güç epifanisini temsil etmesiydi. Zira "biyokozmik üretkenliği sağlayan enerjilerin vazgeçilmez güçleri şiddet ve güç epifanileridir." Eliade, Dinler…, s. 100. 36 Sir James George Frazer, Altın Dal Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma, çev. Mehmet H. Doğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004, passim. 37 Clastres, siyasal iktidarın, ister kan bağına bağlı olsun, ister sınıflı bir yapıda olsun, her toplumsal yapıya içkin olduğunu vurgular. Siyasal iktidarı birbirinden ayıran onun toplum üzerinden doğrudan denetim kurmasını sağlayacak zorlayıcı yollar kullanıp kullanmadığıdır. Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum, çev. Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1991, s. 22-23.
14
güçlerinin toplandığı, bilinen ve bilinmeyen doğal süreçlere hâkim; kısacası, kutsalın
tezahürlerini kendi kişiliklerinde bütünleştiren tanrısal biçimlerin ortaya çıkışıyla
dolduruldu. Böylece insan ile tanrılar arasında, tanrıların yukarda insanların aşağıda
olduğu tabiiyete dayalı yeni bir tür ilişki kurulmuş oldu.38 Bu yeni ilişkinin toplumsal
alana yansıması kaçınılmazdı. Eğer doğal düzene belli başlı otoriteler şekil veriyorsa,
toplumsal düzeni yöneten bir güç de olmalıydı. Dolayısıyla, kutsalın tanrısal varlıklar
biçiminde bütünselleşmesi toplumsal alana siyasal iktidarın tekleşmesi olarak
yansıdı; köylerde liderler ve onlara tabii bir halk ortaya çıktı.39 Bu sayede, büyük ve
sürekli bir yerleşik toplumun temelini oluşturacak ortak kimlikler ve kozmoslar
kurulabilir hale geldi.40
3. Kent ve İdeolojinin Kurumsallaşması: Çok Tanrıcılık
Ön neolitik insan dişilik - erillik üzerinden yaptığı benzeşimler sayesinde,
nesnel gözlemin imkânsız olduğu bir ortamda, doğal üretim süreçlerine ışık tutacak
bir taslak çizmişti. Nitekim Neolitik dönemle beraber insan hayvanı ve bitkiyi
ehlîleştirilmeye, doğanın üretici yanını kullanmaya başladı. Bu durum, hayvanlar
üzerinden kurgulanan anlam dünyasının, yerini, gizemli bir şekilde sürekli yeniden
var olan bitkilere bırakmasına neden oldu.41 Çiftçinin belli bir sırayla
gerçekleştirmesi gereken karmaşık tarımsal eylemleri düzenleyebilmesi için
bitkilerin var oluş gizemine belli bir oranda da olsa, hâkim olması gerekiyordu. Bu
bağlamda, neolitik insan doğanın düzenli aralıklarla kendini yenilemesi ile kozmik
döngüler arasında güçlü bir bağ kurdu. Bitkilerin büyüme süreçleri ile mevsimlerin
38 Cauvin, op. cit., s. 69. 39 Watson, op. cit., s.99. 40 Schmidt, s. 253'den Watkins T., “Changing People, Changing Environments: How Hunter-Gatherers
Became Communities that Changed the World”, Landscapes in Transition, der., B. Finlayson ve G. Warren, Oxford, Oxbow, s. 106–114. 41 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 58.
15
döngüsü, yıldızların hareketleri, ayın halleri, suların kabarması ya da çekilmesi
birbirleriyle ilintili doğal fenomenlerdi ve bitkiler bu süreçleri takiben var oluyorlar,
yok oluyorlar ve yeniden var oluyorlardı.42 Kozmik döngülerden ilham alınan bu tür
bir döngüsel zaman anlayışı, neolitik insanın tarım ve metalurji gibi teknik
etkinlikleri anlamlandırmasını, sistemleştirmesini ve sürdürmesini sağladı.
Neolitik devrimin ideolojik ve teknik araçları yerleşik yaşamın yeni tarımsal
alanlara yayılmasını kolaylaştırdı. Yerleşik ideoloji, M.Ö. dokuzuncu bin yıldan
itibaren Eski Dünya'da, M.Ö. yedinci bin yıldan itibaren ise Avrupa'da ve Afrika'da
(başta Mısır olmak üzere Kuzey Afrika) kullanılmaya başlamıştı.43 Bu yayılım süreci
yavaş da olsa kırsalda görece istikrarlı bir tarımsal ekonomi oluşmasına yol açtı.
Öyle ki, M.Ö. beşinci bin yılda, yerleşik yaşamı belli bir süreklilik dâhilinde devam
ettiren Mezopotamya köyleri görülmemiş ölçüde büyümüş, böylelikle kırsal, gerek
verimliliği artan tarımdan gerek ticaretten elde edilen gelir birikimine paralel şekilde
zenginleşmişti.44 Öte yandan, büyük kolektif yapıların inşasına olanak sağlayan
metalurjik gelişim yine bu bin yılda ortaya çıktı.45 İşlenen madenler sayesinde daha
dayanıklı aletler yapılması büyüyen refahla birleşince, Sümer tapınağı "ziggurat"ın
öncüsü büyük anıtsal yapılar inşa edilmeye başladı.46
Tapınak ilkel toplumlarda hem dinsel hem maddi gereksinimleri karşılayan bir
role sahipti. İlkel toplumların en belirgin özelliklerinden biri, yaşadıkları mekanı
dünyanın ve kozmosun bir tezahürü, buranın dışındaki her şeyi kaos içindeki bir
42 Ibid., s. 61. 43 Schmidt, op. cit., s. 253. 44 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 65. 45 Watson, op. cit., s. 108. 46 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 65.
16
mekana ait olarak kabul etmeleridir.47 Bu bağlamda kutsalın tezahürü, herhangi bir
referans noktasının bulunmadığı kaotik bir düzlemde insana ontolojik açıdan dünyayı
kuracak mutlak bir noktayı, merkezi açığa vurur ve o mekânı kavranabilir bir
gerçekliğe yükseltir.48 Tapınak bu anlayışın eksiksiz bir örneği olarak mutlak bir
merkezi temsil ediyordu.49 Öte yandan, geçmişleri yerleşik yaşamdan öncesine dek
uzanan tapınakların işlevleri dinsel alanın ötesine geçmekteydi. Kutsal alanlar
insanların sadece hac görevlerini ifa etmek için dönüp tekrar geldikleri yerler değildi,
aynı zamanda malların ve fikirlerin değiş tokuş edildiği iletişim ve mübadele
merkezleri olarak da işlev görüyorlardı.50 Bu nedenlerden dolayı, tapınak gibi kutsal
alanlar arkaik dönemlerden itibaren toplumsal düzenin merkezine yerleşmişlerdi.
Kentin tohumları da köyün aksine yabancıya da açık bir toplanma yeri niteliğine
sahip toplumsal otoritenin vücut bulduğu bu öncül tapınaklar etrafında atıldı.51
Nitekim ilk kentlerde52 hayat tapınağın etrafında dönmüştür. Tapınak, kırsalın
toprak gelirine el koyarak artı-ürün birikiminin, dolayısıyla kent ekonomisinin
47 Eliade, Sacred…, s. 29. 48 Ibid., s. 21. 49 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 81. 50 Klaus Schmidt, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe En Eski Tapınağı Yapanlar, çev. Rüstem Aslan, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007, s. 276. 51 Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent Kökenleri Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, çev. Güral Koca ve Tamer Tosun, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007, s. 21. 52 Kent devriminin önünü açan nesnel gelişim süreci kentin toplumsal ve siyasi düzenini biçimlendirecek düşünsel ve toplumsal yansımalara neden oldu. Kentin doğuşu tarım ve metalurji alanındaki teknik ilerlemelerin bir sonucuydu. Bu keşifleri takiben ortaya çıkan simgecilikler, mitolojiler ve ritüeller insanın anlam dünyasını da genişlettiği gibi düşünce dünyasının şekillenmesinde doğrudan rol oynadı. Mircea Eliade, Demirciler ve Simyacılar, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003, s. 204-205. Ancak, her yeni dönem kendinden önceki dönemin diyalektiğini ve morfolojik özelliklerini belli bir seviyede sürdürür. Bu bağlamda, insanın taştan aletlere yüklediği sihirsel güç uygarlığın inşasında büyük rolü olan madenden yapılan aletlere de yüklendi. Ibid., s. 30-31. Öte yandan, tarımsal üretimde çığır açan sabanın yaygınlaşmasını, kadının binlerce yıldır üretkenlik konusunda sahip olduğu ayrıcalıklı konumunu kaybettiği simgeselleştirmeler izledi. Çünkü saban tohumluğun yerini alınca tarım erkeğe özgü bir teknik haline gelmeye başlamış, bunu takiben, kadın tarlayla, erkeklik organı sabanla, ekin ise doğumla özdeşleştirilir olmuştu. Eliade, Dinler…, s. 260. Bu süreç, hali hazırda erkeğin hâkim hale geldiği kentin hızlı gelişimiyle birleşince kadın toplumsal düzende ikinci plana itilirken, ilk büyük uygarlıkların ortaya çıkışını, Ulu Tanrıça'nın
17
merkezine yerleşmişti.53 Bu sayede kent, tarihte ilk kez, insanların geçim
ekonomisine doğrudan katkı yapmadan yaşamasına olanak tanımıştı. Kentli günlük
hayatın zorunlu gereksinimleri için köydeki gibi kan bağına değil, ötekine güvenmek
zorundaydı.54 Bu çerçevede din, kentin eşitsizlikle malul düzeni üzerindeki toplumsal
uzlaşmanın sürdürülmesini sağlıyordu. Zira başrahibin tanrılarla ilişkisi sayesinde
toprağın bereketi garanti altına alınmasa ya da hasadın kentli lehine yeniden
bölüşümü sağlanmasa mevcut düzenin sürdürülmesi mümkün olmazdı. Sosyo-
ekonomik düzendeki bu mutlak hâkimiyeti, tapınağı kent kültürünün ilk odak noktası
haline getirdi.55 Öyle ki kent, dünya üzerinde tanrısal varlığın hissedilebileceği
yegâne mekân olarak görülüyor, bir kentte yaşamak, aslında o kentin tanrısına ait
olmak anlamına geliyordu. Yani, uygarlığın bu ilk kentleri tanrısal varlığın ta
kendisini temsil eden oluşumlardı.
Tapınak büyük bir güce sahipse de, kentteki tek otorite değildi. Uygarlığın
ilkleri olan Mezopotamya kentlerinde iki tür otorite mevcuttu.56 Tapınağı temsil eden
başrahip dinsel konuların yanı sıra, refahın bölüşümü ya da dış ticaret gibi kent
yönetimiyle ilgili konularla ilgileniyordu.57 Askeri lider ise kentin güvenliğinden ve
dış ilişkilerinden sorumluydu. Bu iki otorite arasındaki tapınak lehine olan mevcut
denge bir süre sonra bozulmaya başladı. Kent, gerek artan nüfusun beslenmesi gerek
kamusal yapıların inşası gibi gereksinimleri nedeniyle sürekli bir kaynak akışına
dölleyici nitelikleri ön plana çıkan erkek tanrısallığının gerisine düşmesi izledi. Watson, op. cit., s. 159. Böylelikle, kırsalı kendine tabi kılan, ekonomik ve kültürel yapısına tapınağın şekil verdiği kentin siyaseti erkeğin, düşünüş biçimi sihirsel gücün denetimi altına girmeye başladı. 53 Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, çev. Filiz Ofluoğlu, İstanbul, Varlık Yayınları, 2006, s.111. 54 Watson, op. cit., s. 117 55 Marshall G. S. Hodgson, The Venture of Islam Conscience and History in a World Civilization: Classical Age of Islam, Londra, The University of Chicago Press, 1974, s. 105. 56 Bu ayrım, Chavrat'dan alınmıştır. Petr Charvat, Mesopotamia Before History, Londra, Routledge,
2002, s. 100. 57 Watson, op. cit., s. 136.
18
muhtaçtı. Bu nedenle, ekilebilir tarım arazilerinin ve sınırlı sayıdaki su kaynaklarının
üzerinde kontrol sağlanması gerekiyordu.58 Diğer kentlerde hali hazırda biriken ve
üretilmeye devam eden artı-ürüne el koymak da başka bir seçenekti. Kısacası, kentin
ekonomik yapısını korumak için yayılması gerekiyordu. Bu gereksinim askeri lideri
giderek ön plana çıkardı, çünkü farklı bir tanrıya sahip bir kentin olası fethi
durumunda rahibin aksine askeri lider bir yönetim kabiliyetine sahipti. Böylece
askeri liderler krala dönüşürken, kentin birikim merkezi de tapınaktan saraya kaydı.
Sarayın varlığı kentleri ve kırsalı merkezi otorite etrafında bütünleştirecek bir
sürece bağlıydı. Bunun için öncelikle bölgesel entegrasyonun önünü açacak ortak bir
yasal düzenin tesis edilmesi gerekiyordu. Ancak, kültürel sınırlar merkezi otoritenin
etrafında oluşabilecek bir bütünleşme sürecinin önünde büyük bir engel teşkil
ediyordu. Nitekim kentlerin kendi tanrısal yasaları çerçevesinde yönetilmesinin yanı
sıra, kırsal da hâlen kabile dinlerinin etnosentrizminin hâkimiyeti altındaydı.59 Bu
bağlamda, dinsel açıdan doğru ve yanlış gibi bir ayrıma gitmeyen, kutsalın
tezahürlerini bütüncül bir gözle ele alan60 çok tanrıcı dinler saraya kültürel sınırları
aşabileceği ideolojik bir altyapı sağladı. Çok tanrıcılık, kutsalın maddi dünya
üzerindeki mevcut egemenliği üstüne inşa edilmişti. Öyle ki, evrensel düzeninin
temelinde tanrısal varlıkla dünyevi olanın birbirinden ayırt edilemediği çoğulluk
ilkesi yer alıyordu.61 Ancak, evren mükemmel bir şekilde düzenlenmiş bir alan
58 Ibid., s. 137. 59 Jan Assmann, Moses the Egyptian The Memory of Egypt in Western Monotheism, Londra, Harvard
University Press, 1998, s. 3. 60Kutsalın tecellisi temelde hep aynı gizemli eyleme, "dünyadakinden tamamen başka bir düzenin
ortaya çıkışına" referans verdiğinden dolayı, en ilkelinden en gelişmiş olanına dek kutsalın tezahürleri arasında bir süreksizlik yoktur; temelindeki kurucu nitelik hiç değişmez. Çok tanrıcı dinler bu sayede, kutsalın tezahürlerini bir bütün olarak değerlendirebildiler. Eliade, Sacred…, s. 11. Eliade, Dinler…, s. 49. 61 Jan Assmann, The Price of Monotheism, Stanford, Stanford University Press, 2010, s. 41.
19
olarak değil, tanrıların kişiliklerinde vücut bulan doğanın yaratıcı ve yıkıcı güçlerinin
bir işbirliği süreci olarak görülüyordu.62 Evren kadar toplumun ve devletin kaderine
de şekil veren bu yönetici ilkenin isimlerine, biçimlerine ve işlevlerine ayrılarak
standartlaştırılması, geniş bir bölgede kurulacak yasal düzenin oturtulabileceği
kurumsal bir altyapı sağladı. Her devletin tanrılarının isimleri ve biçimleri coğrafi ve
kültürel şartlar gereği farklıydı ancak, işlevleri çok büyük oranda birbirleriyle
benzeşiyordu. Bu sayede, çok tanrıcı dinler kentin yalnız bölgesel değil, bölgeler-
arası ilişkilerine de işlerlik kazandıracak hukuksal bir temel tesis etti.63
B. Antik Dünyada Kent Ekonomileri Ağının Oluşumu
Kentin ekonomik çıkarı kurulduğu mekânın ötesinde başlar. Öyle ki, köy
ürettiği zorunlu tüketim maddeleriyle ayakta kalırken kent, kırsalda üretilen toprak
gelirine el koyarak var olmuştur. Nicel ve nitel açıdan gelişmiş sosyo-ekonomik bir
birim olan kentin, köyün aksine yakın çevresinden sağlayamayacağı ihtiyaçları da
vardır. Bir kısmı kentin kuruluşu için elzem olan, diğer kısmı toplumsal
farklılaşmalarla beraber giderek zorunlu hale gelen bu ihtiyaçlar kentin ekonomik
çıkarını kırsalın ötesindeki bölgelere taşımıştır. Bu nedenle, kent ekonomisi için
bölgelerarası ekonomik ilişkilerin varlığı ve devamlılığı her zaman önemlidir. Ancak,
hammadde ithal edilen toplumların öncelikle mamul malı sindirebilecek bir
62 Idem.. 63 Antik devletler arasındaki antlaşmalar dinsel yeminler ve tarafların tanıdığı tanrılar tarafından garanti altına alınmak zorundaydı. Hiyerarşik ve işlevsel açıdan birbirine denk olması gereken bu tanrıların listesi genelde antlaşmanın sonuna eklenirdi. M.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren Mezopotamya'da, M.Ö. ikinci bin yıldan itibaren ise diğer bölgelerde, bu tür bir denklik sağlanabilmesi için tanrı isimlerini tercüme etme hareketi başlatıldı. Bölgeler-arası ilişkilerin belli bir düzene oturtulması gereksinimini yansıtan bu süreç, kültürler-arası teolojiyi ilksel bir uluslararası hukukun konusu haline getirdi. Jan Assmann, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of Paganism, Representations,” Representations, Special Issue: The New Erudition, No. 56, (1996), s. 49.
20
ekonomik düzen kurmaları şartıyla düzenli ve istikrarlı bir ilişki mümkündü.64
Bundan dolayı, ticaretin hacmi büyüdükçe kentleşme yayıldı ve kent ekonomileri
merkezli bir ağ ortaya çıktı.
1. Kentin İhtiyaçları: Kent Ekonomileri Ağının Kuruluşu
Bilinen ilk kentleşme süreci Mezopotamya’da doğdu. Dicle ve Fırat sularıyla
ekinlerini sulayan Obeyd halkı, tarımsal üretimin yarattığı ve gerektirdiği büyük
nüfus nedeniyle geniş bir yerleşimler ağı kurmuştu. Yerleşimlerdeki nüfusun ve
refahın birikmesiyle oluşan “niceliksel değişim niteliksel bir ilerlemeye”65 neden
olmuş, başta anıtsal yapılar olmak üzere bugün kentle ilişkilendirilen unsurlar ortaya
çıkmıştı. Obeyd Kültürü, M.Ö. dördüncü bin yılın başında yerini Uruk’a bıraktığında
kentler görülmeye başladı. Ancak, bereketli tarım alanlarıyla insanlara
gereksinimlerini cömertçe sağlayan Mezopotamya, kentin ihtiyaçlarına karşılık
veremedi. Toprakların sulanmasındaki üstün örgütlenmeyi sağlayan tapınaklar gibi
kamusal yapıların inşasında kullanılacak ahşap, maden, taş ve yarı-değerli taş gibi
mallar bölge dışından ithal edilmek zorundaydı.66 Tarımsal artı üründen fazlasına
ihtiyaç duyan Mezopotamya’nın bu öncül kentleri dış dünyayla ekonomik ilişkilerini
geliştirmek zorunda kaldılar.
Kentin ihtiyaç duyduğu en önemli ürün ahşaptı. Ne Mezopotamya ne
kentleşmenin ortaya çıktığı bir diğer bölge olan Nil vadisi büyüyen kent
ekonomilerini doyurabilecek ormanlara sahipti. Ahşapa olan bağımlılıkları
64 Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu?, çev. Alâeddin Şenel ve Mete Tunçay, İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2007, s. 155. 65 Mcevedy, bin kişilik nüfusun bu noktada önemli bir aşama olduğunu vurgular. Colin Mcevedy, İlkçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol, İstanbul, Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 22. 66 C. Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, çev. Suat Kemal Angı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Ağustos 2010, s. 75.
21
“ekonomik tecritte zorunlu bir kırılmaya yol açtı ve bu gedikten daha birçok alışveriş
türü geçti”.67 Öyle ki, söz konusu ihtiyaçların yanı sıra, bir süre sonra zorunlu hale
gelen daha gösterişli hammaddelere erişim gereksinimi, kentlerin dış dünyayla daha
düzenli iletişime geçerek yalıtılmışlıklarını kırmalarına neden oldu.68 M.Ö. dördüncü
bin yılın sonunda yük eşeği kervanları, yaygın olmasa da dört tekerlekli kağnı
arabaları, yelkenli ve kürekli yük gemileri belirmiş ve uzun yol ticaretinin ilk
vasıtaları olarak kullanılır olmuştu. Ağacın ekonomik tecritte açtığı gediği,
zenginleşen toplum uzun yol faaliyetlerini örgütleyerek geri dönülmez şekilde
genişletti. Böylelikle, doğal kaynak azlığı karşılıklı bağımlılığın egemen olduğu
ticari bir ağ yaratmış, “uygarlığın tekerliği dönmeye”69 başlamıştı.
M.Ö. üçüncü bin yılda ortaya çıkan bu ticaret ağı oldukça kırılgan bir
yapıdaydı. Mevcut ticaret sistemi, varlığını büyük bir nehrin bereketli alüvyon
ovalarından sağladığı istikrarlı toprak gelirine borçlu olan sınırlı sayıdaki kent
ekonomisi üzerine kurulmuştu. Basra Körfezi'ndeki deniz yolları ve Orta Asya'dan
geçen kara yolları Elam, İndüs ve Mezopotamya'daki bu bölgeleri birbirine
bağlıyordu.70 Sistemin merkezinde, hızlı bir kentleşme süreci sonucu ekonomik bir
çekim merkezine dönüşen Güney Mezopotamya yer alıyordu. Ancak, M.Ö. 2200 -
67 “Mısır’da sadece firavun inciri ve akasyadan sert kereste elde edilebilir. Daha sonra Yeni Krallık ile birlikte yeni türler eklenecektir: çam, porsukağacı, limon, kayın. Ama bunlar da soy kıtlığını yeterince gideremeyecektir.” Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz: Tarihöncesi ve Antikçağ, çev. Ali Berktay, İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007, s. 87-88. 68 Ibid., s. 74. 69 Mcevedy, op. cit., s. 30. 70 Philippe Beaujard, “The Indian Ocean in Eurasian and African World-Systems before the Sixteenth Century,” Journal of World History, Vol. XVI, No. 4(2005), s. 416. Antik Mısır'ın bu sisteme ne zaman dâhil olduğu tartışmalıdır. Frank ve Gills, M.Ö. 2700 – 2400 dolaylarında Mısır, Mezopotamya ve İndüs’ün tek bir dünya-sistem oluşturduklarını savunur. A. G. Frank ve B. K. Gills, “Kümülatif Birikim”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, s. 176. Oysa Beaujard’a göre, M.Ö. 18. yüzyıla dek, tuncun nadiren kullanıldığı ve Mezopotamya ile benzer bir ekonomik ritme sahip olmayan Mısır’ın, Batı dünya-sisteme bağlı olduğu tezi inandırıcılıktan uzaktır. Beaujard, op. cit., s. 417.
22
1700 arasında meydana gelen ekolojik krizin tetiklediği kuraklık kent ekonomilerin
bağımlı olduğu toprak gelirinin istikrarını ortadan kaldırdı.71 Kuraklık nedeniyle
toprağı işleyemeyen yerleşik nüfus hayvancılığa yönelince Sümer'de tarımsal üretim
M.Ö. 18. yüzyıla dek düştü.72 Bunu İndüs’deki ve Mezopotamya’daki kent
yerleşimlerinin azalması ve bozkır üzerinde giderek artan bir baskı izledi.73 Bu baskı
istilalar şeklinde yön değiştirip yeniden kentlere yönelince, M.Ö. ikinci bin yılın ilk
yarısında Mezopotamya, İndüs ve Mısır'daki merkezi otoriteler çöktü ve uygarlığın
doğanın merhametine bağımlı ilk ticaret ağı dağıldı.
İstilalar, M.Ö. ikinci bin yılın sosyo-ekonomik yapısını doğrudan
şekillendirdiler. Göçlerin ve savaşların da ticaret gibi toplumlararası etkileşimi
arttıran işlevleri vardır. Bu tür büyük demografik hareketler bilginin dolaşımını
hızlandırıp, ekolojik ve insani kısıtlılıkların üstesinden gelinerek üretim, ulaşım,
ticaret alanlarındaki verimliliğin artmasını sağlar. Nitekim M.Ö. 18. yüzyıldaki
istilaların tunç kullanımını yaygınlaştırmaya başlaması böyle bir etki yaratmıştı.74
M.Ö. dördüncü bin yıldan beri Batı Asya’da kullanılan tunç, bakır – kalay
alaşımından meydana geliyor ve öncüllerinden daha sert ve dayanaklı araçlar
yapılmasına imkân veriyordu. Ancak, bu madenin bileşenleri nadiren birlikte
bulunuyordu ve ticareti genellikle zorunluydu. Bu nedenle tunç, toplumsal yaşamda
71 Sing C. Chew, “From Harappa to Mesopotamia and Egypt to Mycenae”, Historical Evolution of World-Systems, der., Christopher Chase-Dunn ve E. N. Anderson, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 64. 72 A. G. Frank ve B. K. Gills, “Dünya Sisteminde Çevrimler, Krizler ve Hegemonik Değişiklikler (MÖ 1700- MS 1700)”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, s. 300. 73 Chew, op. cit., s. 64. 74 M.Ö. 18. yüzyıl dolaylarında üstün tunç silahlar kullanan Hint-Avrupa halkları, Atlantik’ten Ortadoğu ve İndüs vadisine dek bütün uygar halkları istila etmişlerdir. Kassitler Sümerlileri, Aryanlar İndüs vadisi toplumunu harap etmişler, Keltler ise İberyalıları püskürtmüştü. Milo Kearney, The Indian Ocean in World History, New York, Routledge, 2004, s. 22.
23
ve savaş alanında daha çok yer kapladıkça hem kendi dolaşımını hem alışveriş
dünyasını geliştirmeye başladı.75
Tuncun ve istilaların etkisi uluslararası ticaret ağının ekseninde ve
yapılanışında bir dizi değişim yarattı. İstilalar sonucu ağın Basra ayağı çökmüş,76
bunu takiben Batı Hint Okyanusu çevreleşmiş ve ticaretin yoğunluğu Doğu
Akdeniz’e kaymıştı.77 Ticaretin odak noktası Doğu Akdeniz haline gelince Mısır
sisteme eklemlenerek önemli bir merkeze dönüştü. Bu sayede, uluslararası ticaret
sistemi, M.Ö. 1600/1500’lerden itibaren Mittani, Hitit Krallığı, Asur ve Mısır’dan
oluşan çok-merkezli bir şekle büründü.78 Doğu Akdeniz merkezli bu sistem tuncun
yeniden yapılandırdığı ekonomik ilişkilere dayanıyordu. Ulaşılabilirliğinin sınırlı
olması yüzünden ekonomik sisteme toplumun dar bir kesiminin ihtiyaçları ve
beklentileri üzerine inşa edilen merkezileşmiş aristokratik devletler egemen olmuştu.
Bu devletler, gerek büyüyen devlet aygıtının gereksinimlerini karşılamak, gerek kent
endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri ithal etmek zorundaydılar. Buna bir de
zorunlu tüketim malları haline gelen lüks mallar eklenince ticaret ağındaki ekonomik
etkinlik yeniden artmaya başladı. Ortaya çıkan ekonomik potansiyel merkez – doğu
75 Braudel, Bellek…, s. 133. 76 William R. Thompson, “Eurasian C-Wave Crises in the First Millennium B.C.”, Historical Evolution of World-Systems, der., Christopher Chase-Dunn ve E. N. Anderson, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 27. 77 McNeill’in aşağıdaki saptaması ticaretin neden Doğu Akdeniz’e kaydığını açıklıyor: “Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları, barbar fethini yalnızca yerel ve geçici gerilemelerle atlattı. Her iki ülkede de iktidarı ele geçiren barbarlar ellerinin altındaki olanaklardan yararlanma yolunu tuttular. Bu nedenle, toprak kiralarının, vergilerin, özel nitelikli emekçiler tarafından üretilen lüks malların akmaya devam etmesi için, malları ve insanları düzen içinde tutabilmeleri yolunda rahiplerin, yazıcıların ve öteki uzmanların yardımlarına gereksinim duydular. Bu tutumun bir sonucu olarak, uygarlığın dayandığı toplumsal yapı yıkılmadı.” William McNeill, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2004, s. 82. 78 Beaujard, op. cit., s. 419.
24
Avrupa ve Nübya gibi bölgelerle olan ticaret hacminin genişlemesini79 ve kent
ekonomisinin Doğu Akdeniz'de yayılmasını sağladı.
Ne var ki, dar bir kesiminin çıkarları üzerine kurulu olan ve gittikçe yozlaşan
ekonomik ve siyasi sistem toplum üzerinde ciddi bir baskı yaratmıştı.80 Bu durum
kısmen iklimsel bozulmanın tetiklediği demirden silah kullanan halkların göçleri ile
birleşince mevcut sistemin ana dayanak noktaları büyük bir hızla çökmeye başladı.81
Aslına bakılırsa, demir silahlar çoğu zaman tunç silahlardan daha iyi değildi.82
Ancak, bakıra ve kalaya kıyasla demir madenine erişimin kolaylığı fiyatının daha
düşük olmasına, dolayısıyla uzun vadede demir silahların halka yayılmasına neden
olmuştu.83 Bu sayede, demir silah kullananlar bilinen dünyanın neredeyse her
tarafına istilalar düzenlediler. Giderek yayılan kaosla beraber Hitit Krallığı yok oldu,
Miken Yunanistanı’nın sonuna gelindi, Mısır Üçüncü Ara Dönem’e girdi, Asur ve
Babil ise düşüşe geçti. Şimdi kent ekonomiler arasındaki ticari ağ tamamen ortadan
kalkmış, olağanüstü bir siyasi parçalanmanın yaşandığı uzun süreli bir karışıklık
dönemine girilmişti.
2. Yeni Bir Dünya: Kent Ekonomileri Ağının Genişlemesi ve
Bütünleşmesi
Demir silah kullananların istilaları M.Ö. ikinci bin yılın dünyasına dair birçok
şeyi yerle bir etmiştir. Öyle ki, tarihçiler bu istilalarla beraber gelen dönemi karanlık
bir çağ olarak nitelendirirler. Böyle bir dönem sonrası hiçbir şey eskisi gibi
79 Chew, op. cit., s.64. 80 Braudel, Bellek…, s. 202. 81 Philippe Beaujard, “From Three Possible Iron-Age World-Systems to a Single Afro-Asian World-System,” Journal of World History, Vol. XXI, No. 1(2010), s. 1. 82 Ibid., s. 3’ten P. R. S. Moorey, “Ancient Mesopotamian Materials and Industries”, Oxford,
Clarendon Press, 1994, s. 278-292. 83 Beaujard, “From Three…”, s. 3.
25
kalamazdı. Nitekim demir ve öteki yeniliklerle beraber sosyo-ekonomik ve siyasi
yaşam baştan aşağı değişti.84 Yine de, yeni bin yılın toplumları yıktıkları düzenin
kazanımlarını terk etmek gibi bir hata yapmadılar. Fenikeliler ve Yunanlılar, Minos-
Miken tacirlerinin kolonicilik davranışlarını tekrarlayarak Akdeniz boyunca kıyılarda
yerleşimler kurdular. Öte yandan, Batı Asya’da Akad modeline göre örgütlenen
askeri imparatorluklar demirin sağladığı sınırsız güçle geniş coğrafi alanları tek bir
siyasi otorite altında birleştirdiler. Yeni bin yılın ilk beş yüz yılında, geçmişteki
başarıların korunup sürdürülmesi sayesinde kent ekonomileri ağı on beş yüzyılda
ulaştığından daha geniş bir alana yayıldı.85
a. Demir ve Büyük Kozmopolit İmparatorluklar
Demir silah kullananların istilaları beraberinde büyük bir kaos getirmişti. Rakip
gruplar arasındaki çatışmalar ekonomik olarak birbirine bağlanmış mekânı siyasi
açıdan parçalamıştı. Ancak, siyasi otorite önünde sonunda merkezileşmeye
başlayınca demir tam tersi bir etki yarattı: Devletler devasa ordular kurmaya ve daha
önce görülmemiş boyutlara ulaşmaya başladılar. Bu durum, merkezi otoritenin derin
köklere sahip olduğu Nil - Amuderya arasındaki bölgede diğer yerlere kıyasla daha
yoğun biçimde hissedildi. Gerek M.Ö. 8. yüzyılda Hindistan ile Mezopotamya
84 Kent ekonomileri, M.Ö. birinci bin yıla kadar, yavaş ve sınırlı da olsa yatay olarak yayılmıştı. Dikey
olarak yayılımı ise çok sınırlıydı: Kent ekonomisine katkı sağlayan sadece belli bir kısım ekonomiye doğrudan katılabiliyor, geri kalan büyük bir kısım bu sürecin dışında kalıyordu. M.Ö. birinci bin yılda yeni bir dünya düzeninin temelleri atıldı. Demir, alfabe ve para gibi yenilikler belirli bir zümreye ait olan zor kullanma, ekonomik sürece katılım ve bilgi gücünün dikey olarak yayılmasının önünü açtı. Demirin silah dışında alet yapımında da kullanılması sosyo-ekonomik açıdan önemli bir etki yaratmıştı. Toplumun en alt katmanında bulunanlar bile tarımsal üretimdeki verimi arttıran bu uzmanlaşmadan somut olarak yararlanmaya başladı. Öte yandan, bin yılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanan sikke para, toplum içinde ticari aktiviteye uzak kalan çiftçilerin ekonomik sisteme katılmasını sağladı. Alfabe ise yüzyıllardır rahiplerin ve yükseköğrenim görmüş memurların kendilerine sakladıkları bilginin toplum içinde ve toplumlar arasında dolaşım sürecini demokratikleştirerek bireyle otorite arasındaki ilişkilerin dönüşümüne temel sağladı. Dolayısıyla, bu yenilikler geniş kitlelerin kentin sosyo-ekonomik düzenine dâhil olmasını, uygarlığın “tarihte ilk kez kökünden sökülemeyecek biçimde ve tam anlamıyla yerleşmesini” sağladı. McNeill, op. cit., s. 91. 85 Childe, Tarihte…, s. 200.
26
arasında ticaret bağlantısının yeniden kurulması86 gerek Fenike’nin Batı Asya
pazarına akıttığı gümüş ve öteki değerli madenler Asur İmparatorluğu’nun
genişlemesini tetiklemişti. M.Ö. 671’de Nil vadisini işgal eden Asur, Hint Okyanusu
ile Akdeniz arasındaki tüm alan ve nüfusu kontrol etmeye başladı.87 Asur
İmparatorluğu, M.Ö. birinci bin yılda Nil - Amuderya arasındaki bölgede ortaya
çıkan kozmopolit, toprağa dayalı, uzun yol ticaretinin masraflarını karşılayabilecek
büyük imparatorlukların ilkiydi.
Asur İmparatorluğu Mısır’ı işgal ettikten kısa süre sonra, bozkır göçebelerinin
istilaları sonucu düşüşe geçti. Asur’un bıraktığı güç boşluğunu Mezopotamya’nın
daha güneyindeki Babil doldurdu. Öncülünden devraldığı emperyal rolü benzer
şekilde sürdüren Babil sistemin iki antik merkezini, Mezopotamya'yı ve Doğu
Akdeniz'i bütünleştirmişti. Ancak, Orta Asya'nın dünya ekonomisindeki artan
önemine denk olarak hegemonik güç giderek doğuya kaydı. Nitekim M.Ö. 7. ve 6.
yüzyıldan itibaren Semerkand, Belh ve Taksila Afro-Avrasya sisteminin önemli
kentleri haline gelmişlerdi. Bunun üzerine, Ahameniş İmparatorluğu, Asur ve
Babil’den bir adım daha ileri giderek Mezopotamya - Doğu Akdeniz bloğunu Orta
Asya'nın içlerine dek genişletti. Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na çıkarak üç
86 McNeill, op. cit., s. 123. 87 Asur İmparatorluğu’nun sağladığı siyasal birlik, ilk defa böylesine geniş bir bölge üzerinde karşılıklı ilişkileri geliştirdi. Alfabenin yaygınlaşması sonucu Arami dilinin de imparatorluk genelinde lingua franca olarak kabul edilmesi bütünleşmeyi hızlandıran bir diğer unsurdu. Asur ve ardıllarının bu derece büyük siyasi yapılanmalar kurup sürdürebilmelerinin ardında, “Tunç Çağı monarşilerinde yaratılan yönetim ve ekonominin farklılaştırılmış bir biçiminin” büyük bir askeri güçle kabul ettirilmesi yatıyordu. Asurlular ilk defa meslekten asker yetiştirme yoluna giderek merkezde büyük bir ordu bulundurmaya başladılar ve seferlerinde yarı profesyonel bir milis gücüyle ordularını desteklediler. Tekerlekli araçların gidebileceği karayollarının yapılması, askeri birlikler için ikmali kolaylaştırırken ordunun hareket kabiliyetini hızlandırarak daha caydırıcı bir nitelik kazanmasını sağladı. Bunlara ek olarak, önemli yasal korumalar sağlanan tacirler de bu yolları kullanabiliyor ve ilke olarak güvenlikleri sağlanıyordu. Childe, Tarihte…, s. 82.
27
denizi birden kontrol etmeye başlayan Ahameniş İmparatorluğu, dünyanın en önemli
ekonomik bölgelerini siyasi bir birlik altında toplamış oldu.88
Ahamenişler, İran dağlık alanlarının doğusunu ve batısını birleştirerek Akdeniz
ile Hint Okyanusu arasındaki bütünleşmenin önünü açtılar. (Ek 1) Söz konusu süreç
İskender'in İndüs'e dek uzanan fetihleriyle devam etti. Uluslararası ekonomi, M.Ö. 5.
yüzyılın ortalarından itibaren yaklaşık bir yüzyıl sürecek bir daralma dönemine
girmişti.89 Bu süreçte, Yunan dünyası ticari rekabet gücünü ve birliğini kaybetti.
Makedonyalı İskender'e göre kaybedilenleri kazanmanın yolu, Ahamenişlerin yaptığı
gibi, Batı Hint Okyanusu ile Akdeniz’i birbirine bağlamaktan geçiyordu. İskender
bunu başardıysa da imparatorluğu kısa ömürlü oldu. İmparatorluğun ardılları olan
Ptolemik Mısır ile Selusid İmparatorluğu arasındaki bitmek tükenmek bilmez
savaşlar, Mısır ve Mezopotamya merkezlerinin düşüşe geçmesine neden olmuş, Nil -
Amuderya arasındaki büyük kozmopolit imparatorluklar dönemi sona ermişti. Bu
nedenle, hegemonik gücün ve ticaret ekseninin yönü zamanla tersine dönmeye
başladı. Akdeniz, dinamik ekonomisiyle uygarlığın antik merkezlerinin yerini
almaya en uygun aday olarak ön plana çıkıyordu.
b. Akdeniz’in Doğuşu ve Afro-Avrasya Sistemi
M.Ö. birinci bin yılın büyüyen ekonomisi Akdeniz’de bir deniz aşırı göç
hareketi yarattı. M.Ö. 9. yüzyılda üretim ve nüfus gözle görülür şekilde artınca,
88 Ahameniş İmparatorluğu’nun geniş bir alana yayılan fetihleri Batı dünya-sistemin bütünleştirmesinin ikinci aşaması olarak görülebilir. İmparatorluk Nil’den ve Ege’den İndüs ve Sir Derya’ya kadar uzanıyordu. Asurlular gibi Persler de imparatorluk içindeki lojistik, ticari vb. bağlantıları sağlamak için yol yapımına önem verdiler. Anadolu’daki Sard’dan İran’daki Sus’a kadar hanlarla donatılmış 3000 kilometrelik Kral Yolu’nu bir uçtan bir uca geçmek yaklaşık doksan gün alıyordu. 89 Beaujard, “From Three…”, s. 24.
28
Akdeniz’deki ticaretin hacmi büyüdü.90 Fenike kent devletleri de bunu takiben
yayılmaya başladı, Batı Asya’da standart para olarak kullanılan gümüş91 talebini
karşılamak için İber yarımadasındaki Gadir92 ve Afrika kıyısında Kartaca başta
olmak üzere Akdeniz’in kuzey ve güney kıyılarında bir dizi yerleşim kurdu.93 Yunan
koloniyalizmi ise 8. ve 7. yüzyıllarda hızlı bir gelişim gösterdi. Hızlı nüfus artışı,
Ege’nin dar vadilerinde yeterli geçim kaynağı bulamayan bazı toplulukları, ticaret
hacmini genişletecek deniz aşırı göçe yönlendirmişti. Kolonilerin yerli halklarla
yaptıkları şarap ve zeytinyağı ticareti, Yunan Uygarlığı’na ihtiyacı olan ekonomik
yakıtı94 sağladı ve Yunanlılar da Fenikeliler gibi Akdeniz’in iki kıyısında yerleşimler
kurdular.95 Akdeniz’in ekonomik açıdan geri kalmış batı kıyılarında kurulan bu
yerleşimler hinterlantlarından sağladıkları malları doğunun zengin kentlerine
pazarlayarak giderek büyüdüler.
Ticari çıkar büyüdükçe Fenike ve Yunan yerleşimleri arasında ciddi bir rekabet
ortaya çıktı. Giderek yayılan Yunan koloniyalizmi Batı Akdeniz’deki Fenike
çıkarlarını tehdit etmeye başladı. Öyle ki, Yunanlılar Fenikelilerin İber
yarımadasındaki nüfuz alanlarına doğru genişleme eğilimi gösteriyorlardı. Üstelik
Fenike kent devletlerinin lideri konumundaki Tire, Batı Asya’da ortaya çıkan büyük
90 Thompson, op. cit., s. 28. 91 Sikke’nin icadına kadar gümüş, ağırlığının tartılması vasıtasıyla, alışverişlerde fiyatı temsil ediyordu. 92 Gadir’in (Cadiz) geleneksel kuruluş tarihi 1100’dür, ne var ki arkeolojik kayıtlar daha geç bir tarih üzerinde durmaktadırlar. Gadir’de kurulan ticaret merkezi sadece gümüş değil, Cornwell’den kalay ve Batı Afrika’dan altın ve fildişi de sağlamaktaydı. Beaujard, “From Three…”, s. 12. 93 B.H. Warmington, “The Carthaginian Period”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 442. 94 Childe, Hesiodos’un, M.Ö. 800 dolaylarında, tanımladığı zeytin yetiştiriciliği ve bağcılık tekniklerinin Yunan çiftçiliğine Hellad öncülerinden kaldığını savunur. Childe,Tarihte…, s. 199. Şarap ve zeytinyağı karşılığında alınan tahıl ve hammadde, nüfusu yerel olanakların ötesinde arttırdı ve Yunan koloniyalizminin devamlılığını sağladı. Akdeniz boyunca, zeytin ağacı ve bağ yetişen kıyılarda büyük şehirler kuruldu. Çiftçilik, uygarlık tarihinde ilk kez, toplumsal yapıda böylesine önemli bir role kavuştu. McNeill, op. cit., s. 149-151. 95 Ibid., s. 149.
29
imparatorlukların baskısı altında kaldığından Batı Akdeniz’deki Fenike çıkarlarını
koruyacak önemli bir aktör yoktu. Bu durum Batı Akdeniz’de bir kırılmaya yol açtı.
Nitekim Kartaca, Tire’nin yerine Fenikelilerin lider gücü konumuna yükselerek M.Ö.
6. yüzyıldan itibaren Batı Akdeniz üzerinde hegemonya kurdu. Ancak, bin yılın
sonlarına doğru Roma Kartaca üstünlüğüne meydan okumaya başladı. Roma'nın Batı
Akdeniz'deki güç mücadelesinde Kartaca’ya üstünlük sağlaması, Akdeniz'i Batı
dünya-ekonomisinin birikim merkezine dönüştüren fetih zincirinin ilk halkası oldu.
Roma, doğudaki güç boşluğunun da yardımıyla, Akdeniz'i siyasi ve ekonomik
olarak birleştirdi. İmparatorluk, Akdeniz havzasındaki hammadde kaynaklarını
tekeline aldıktan sonra, köle emeği sayesinde büyük çiftliklerde büyük bir artı-değer
üretmeye başladı. Ortaya çıkan refah Roma kentlerinde lüks ve egzotik mallara karşı
yoğun bir talep yarattı. Her ne kadar lüks tüketime yönelik böyle bir eğilim uzun
vadede ekonomik çıkmazlara neden olabilecekse de, Roma yönetimleri durumu
farklı bir açıdan görmeyi tercih ettiler. Ticari aktivitenin yoğunlaşması
vergilendirilebilir varlıkların artması anlamına geldiğinden, ticaretin akışı teşvik
edildi.96 Ancak, lüks mal talebi imparatorluğun çevre bölgelerinden belli bir seviyeye
kadar karşılanabiliyordu. Asıl kaynak, İskender sonrasında uzun yol ticaretini
örgütleyebilecek büyük imparatorlukların ortaya çıktığı Hint Okyanusu'ydu.
Roma’nın biriktirdiği zenginliği ticaret vasıtasıyla doğuya akıtması Akdeniz - Hint
Okyanusu bütünleşmesindeki nihai aşamayı başlattı.
Doğu ile ticaret ana ekonomi politikası haline gelince Roma Hint Okyanusu
ticaretine doğrudan erişim yolları aramaya koyuldu. Aslına bakılırsa, M.Ö.
96 J. Thorley, “The Development of Trade Between the Roman Empire and East Under Augustus,” Greece and Rome, Second Series, Vol. 16, No. 2(1969), s. 209.
30
200’lerden beri, deniz ve karayolları ile Fas’tan Çin’e ve Japonya’ya kadar uzanan
İpek Yolları Roma'nın lüks mal talebini karşılıyordu.97 (Ek 2) Ancak, malların
doğudan batıya gelene kadar aşırı değerlenmesi Roma’nın çıkarlarıyla örtüşmüyordu.
Öte yandan, İranlılar Basra Körfezi'ni karadan ve denizden kontrol ettiklerinden
geriye tek seçenek kalıyordu: Kızıldeniz. Ne var ki, burada da aracılık yapan Güney
Araplarının tekeli Roma'nın aşması gereken bir engeldi.98 Bu nedenle, İmparatorluk
bir yandan, Hint Okyanusu ticaretine doğrudan ulaşımı engelleyen Güney Araplarına
karşı mücadeleye girişti, öte yandan, Kızıldeniz’in Afrika kıyısındaki Aksum
Krallığı'nı desteklemeye başladı. Ptolemik Mısır’dan miras kalan bilgi ve tecrübe
birikiminin de katkısıyla Roma'nın Kızıldeniz politikası başarıya ulaştı ve Mısır
limanlarından Hint Okyanusu’na yelken açan gemilerin sayısında büyük bir artış
yaşandı.99 Bu sayede, Ptolemik Mısır zamanında etkinleşmeye başlayan Kızıldeniz
yolu Hint Okyanusu'na uzanan ana arterlerden biri haline geldi. Böylelikle, kara
yollarının yanı sıra deniz yollarının da işlerlik kazanmasıyla Akdeniz’in batı ucu ile
Hint Okyanusu’nun doğu ucu arasında düzenli ve yoğun ilişkiler kuruldu ve M.S. 1.
yüzyılda Afro-Avrasya sisteminin oluşum süreci tamamlandı.100
Afro-Avrasya sistemi, M.Ö. birinci bin yıldaki yeniliklerin yarattığı ekonomik
potansiyelin en üst noktasına ulaşmış haliydi. Bu yenilikler, kent ekonomisini
toplumsal düzlemde dikey, toplumlar arası düzlemde yatay olarak genişletmişti.
Şimdi kent ekonomisi, başlangıçtaki çekirdek merkezlerinin ötesine yayılmış,
97 Phillip Curtin, Kültürler Arası Ticaret, çev. Şaban Bıyıklı, İstanbul, Küre Yayınları, 2008, s. 114. 98 A. M. H. Sheriff, “The East African Coast and Its Role in Maritime Trade”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 560. 99 Strabo, Ptolemeler zamanında Myos Hormos’tan bir yılda Hindistan’a yalnızca 20 geminin yelken açtığını, Roma döneminde ise bu sayının 120’ye çıktığını vurgulamıştır. Idem.. 100 Beaujard, “From Three…”, s. 34.
31
Çin'den Fas'a dek uzanan bir alanda kentleri birbirleriyle ilişkili hale getirmiş,
sistemin bütün bölgelerinde toplumun en alt tabakasına kadar varlığını hissettirmeye
başlamıştı. (Ek 3) Ancak, M.S. 150’ye gelindiğinde, uygar dünyanın sınırlarına
ulaşılmıştı; dış pazar artık genişletilemeyince sistem bir bütün halinde daralmaya
başladı.101 Roma’nın artı-değeri kent endüstrisine aktarmaktansa, doğudaki lüks
mallara akıtması imparatorluğun hazinesini uzun vadede boşaltmıştı. Öyle ki, bu
durumu düzeltmek için gittikçe arttırılan vergileri ödeyemez duruma gelen Mısırlı
çiftçiler, M.S. 2. yüzyılın sonlarından itibaren çareyi çöle göçmekte buldular.102 M.S.
3. yüzyıldan itibaren, Roma’daki düşüş gözle görülür hale gelmeye başladı. Bu
durum, M.S. 200-500 arasında Afro-Avrasya sistemindeki büyük krizin bir
sonucuydu.103 Batıda Roma'ya paralel olarak doğuda Çin ve bunların arasındaki Part
ve Kushan eşzamanlı olarak parçalandı. Kent ekonomileri arasındaki bu ilk bütüncül
ağ, kentlerin yeni ideolojiler altında yeniden bütünleşip bağlantılı hale gelmesine dek
parçalanmış olarak kaldı.
C. Uluslararası Ticaretin Kurucu Merkezlerinden Biri Olarak Mısır
Mısır'a ve Mısır'ın kent ekonomileri ağındaki yerine büyük oranda coğrafyası
şekil vermiştir. Bu bağlamda Nil, Mısır’ı Mısır yapan temel etmendir. Zira yerleşik
ekonomi, Nil’in düzenli taşkınlarının sağladığı artı-ürün üzerine inşa edilmiş,
Mısırlıların günlük yaşamı Nil etrafında dönmüştür.104 Öte yandan Mısır, teknik
101 Childe, Tarihte..., s. 288. 102 S. Donadoni, “Egypt Under Roman Domination”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 214. 103 Frank ve Gills, op. cit., s. 324. 104 Nil vadisindeki tarımsal üretim, M.Ö. altıncı bin yılın sonlarında, Mezopotamya’dan gelen ehlîleştirilmiş buğday ve arpa tohumlarıyla başladı. John Iliffe, Africans: The History of A Continent, Cambridge, Cambridge University Press, 2007, s. 13. Vadinin bereketli ovaları sayesinde toprak istikrarlı bir geçim kaynağına dönüşünce, M.Ö. beşinci bin yılda Fayun ve Meride gibi ilk yerleşimler
32
yetersizliklerin coğrafi engelleri aşamadığı bir çağda çöl, deniz ve kataraktlarla dış
dünyadan neredeyse tamamen yalıtılmıştır. Bu sayede Mısırlılar, Nil etrafında
biçimlenen günlük yaşamlarını dış dünyanın etkilerinden uzakta, toplumsal, siyasal
ve kültürel açıdan kendine özgü tutarlı bir sisteme dönüştürebilecekleri istikrarlı bir
ortama sahip olmuşlardır. Bu dönüşüm, yerleşik ekonominin diyalektiğinden
bağımsız değildir, tersine onun mükemmel bir örneği haline gelmiştir.105 Öyle ki,
topluma yön verecek siyasi düşünce, maddi yaşamın Nil merkezli yapısına benzer
biçimde giderek merkezileşmiştir.
1. Merkezileşme, Kentleşme ve Nil Vadisi Merkezli Ticaret Ağı
Dönemi
Nil vadisinde siyasi merkezileşmenin ilk örnekleri Mısır'ın güneyinde ortaya
çıktı. M.Ö. dördüncü bin yılda Mısır'ın güneyinde Hierakanpolis, Nakada ve Abydos
gibi yerleşimler kurulmuştu. Bu yerleşimlerin kuruluşu muhtemelen çevredeki altın
madenlerine giden yollar üzerindeki konumlarıyla yakından alakalıydı.106 Çöl
boyunca yapılan seferler, Güney Mısır toplumunu hem daha düzenli olmaya itmiş
hem zenginleştirmişti. Dolayısıyla, henüz Abydos'ta Hanedanlık öncesi dönemin
kralları türemeden önce, M.Ö. 3700 gibi erken bir tarihte, Hierakanpolis'te şeflik
benzeri bir siyasi yapılanma kuruldu.107 Hierakanpolis, çölün doğu - batı hattındaki
ortaya çıktı. Luc-Normand Tellier, Urban World History: an economic and geographical perspective, Quebec, Presses de l’Université du Québec, 2009, s. 50. Bunu, yerleşimlerdeki üretimi, sulama şebekesini ve artı-ürünü yönetecek toprak birliklerinin (Mısır dilinde “spat”, Yunancada “nom” adı verilen) kurulması izledi. 105 Mısırlılara göre, kaos içindeki dış dünya ile Mısır’ı birbirinden ayıran Nil nehriydi. Doğa güçlerine atfedilen tanrısallık, yaşamın düzen ve kaos arasında gidip gelen doğasını somutlaştıran Nil nehrinde tezahür ediyordu. Firavun, bu döngüselliğin düzenli taşkınlar lehine devamını tanrılar katında sağlayan, yani tanrılarla Mısırlıların aracısı olan tanrı-kraldı; Mısır'ın varlığının biricik teminatı, mutlak yöneticisiydi. 106 Freeman, op. cit., s. 28. 107 Juan Carlos Moreno Garcia, "Building the Pharaonic State: Territory, Elite and Power in Ancient Egypt in the 3rd Millennium BCE", Experiencing Power, Generating Authority Cosmos, Politics, and
33
yollarının Nil vadisinin Nübya'ya ve Levant'a uzanan kuzey - güney koridoruna
bağlandığı bir coğrafi konumda yer alıyordu.108 Ancak, Orta Mısır'daki tarımsal
üretim potansiyelinin daha yüksek olması ve bölgenin değişen iletişim eksenini daha
rahat kontrol etmesi, siyasi gücün bir süre sonra kuzeydeki Abydos'a kaymasına
neden oldu.109 Hierakanpolis bir ritüel merkezine dönüşürken, Abydos kuzeydeki
bölgeleri etrafında bütünleştiren ekonomik ve siyasi bir merkez haline geldi. Ne var
ki, Mısır'ın birleşmesini takiben Abydos da yerini, ülkedeki tarımsal alanların
yarısından fazlasını kontrol eden kuzeydeki Memphis'e bıraktı. Böylelikle, ülkenin
güneyinde doğup refahın birikim ve dolaşım eksenine paralel olarak kuzeye doğru
kayan siyasi güç, Mısır'ı birleştirdi.
Mısır’ın birleşmesiyle Nil vadisindeki kent devrimi doruk noktasına ulaştı.
Ancak, Mısır'daki güçlü merkezi otoritenin varlığı Mezopotamya'dan farklı bir kent
ekonomileri düzeni kurulmasına yol açtı. Mezopotamya, dağların, nehirlerin ve
çöllerin mekânı parçaladığı bir coğrafyaya sahipti. Dicle ve Fırat nehirlerinin ulaşım
olanakları Mezopotamya'nın parçalanmış mekânını birleştirmek için yeterli değildi.
Hızlı akıntılar gemilerin nehrin her iki yönüne birden erişmesini engellediğinden,
merkezi otorite geniş bir bölgedeki artı-ürüne el koyup bölgeyi siyasi açıdan
bütünleştirecek kabiliyetten yoksundu.110 Bu nedenle Mezopotamya'ya, birinin
ötekiler üzerinde mutlak bir egemenlik kuramadığı, görece birbirine denk bir kent
the Ideology of Kingship in Ancient Egypt and Mesopotamia, der., Jane A. Hill, Philip Jones, ve Antonio J. Morales, Philadelphia, The University of Pennsylvania Museum of Archaeology and Anthropology, 2013, s. 188. 108 Idem.. 109 Sahra Çölü'nün doğusundaki iklimsel şartların giderek kötüleşmesi, bunu takiben kuraklığın artması, bu bölgedeki insan yerleşimlerinin ve pastoral aktivitelerin azalmasına neden olmuştu. Nil vadisinin doğal bir koridor olarak sağladığı şartlar iletişim için daha uygundu. Ibid., s. 190. 110 Bu durum, yöneticilerin askeri üstünlüklerini sürdürecekleri kaynakları karayolu vasıtasıyla sevk etmesine olanak sağlayan teknolojik ilerlemeye dek pek değişmedi. William H.Mcneill, “Information and Transportation Nets in World History”, World System History: The social science of long-term change, der., Robert A.Denemark et al., Londra, Routledge, 2000, s. 209.
34
ekonomileri ağı hâkim oldu.111 Mezopotamya'nın aksine, Mısır'da coğrafya
ekonomik ve siyasi bütünleşmenin doğal bir destekçisi gibi işlev gördü. Günlük
yaşamın merkezinde mekânı ortadan ikiye bölen Nil nehri bulunuyordu. Mısırlılar,
Nil'in düzenli taşkınlarıyla sulanan alüvyon ovalarından yılda birden fazla kere ürün
alabiliyorlar, nehrin kuzeye doğru yavaş akan ama hâkim rüzgârların güney yönlü
olan yapısı sayesinde her iki yöne de kolaylıkla erişebiliyorlardı. Nil’in bu niteliği,
Mısır'da merkezi otorite siyasi rekabetin önüne geçerek mutlak bir egemenlik tesis
edebilmesini sağladı.112 Bu sayede, artı-ürün Mezopotamya'daki gibi farklı
merkezlerde birikmedi ve Mısır'da merkezileşmiş hiyerarşik bir kent sistemi ortaya
çıktı.113 Dolayısıyla, Mısır kentleri Mezopotamya'dakiler gibi kendi ihtiyaçlarını
karşılamak için özgül bir ilişki ağı kurmak yerine, merkezi otoritenin kurguladığı
ilişkiler ağına dâhil oldular.
Zenginleşen her toplum gibi Mısır’da da yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı: Altın,
gümüş, bakır, kalay, zeytinyağı, şarap, değerli taşlar, fildişi, nadir ağaçlar…114
Krallık, kent ekonomilerin bu ihtiyaçlarını Nil vadisinin güneyi ve Doğu Akdeniz ile
Hanedanlık öncesi döneme uzanan ticari ilişkiler üzerinden karşıladı.115 Aslına
111 Tellier, op. cit., s. 51. 112 Mcneill, “Information…”, s. 209. 113 Tellier, op. cit., s. 51. 114 Braudel, Bellek…, s. 75. 115 Her ne kadar düzenli olmasa da, Mısır ile Mezopotamya arasında da Hanedanlık Öncesi Dönem’e
dek uzanan bir ilişkiler geçmişi vardı. Taraflar arasında Levant vasıtasıyla bağlantıyı sağlayan kuzey yolu ve Basra Körfezi aracılığı ile Arap yarımadasının etrafından Kızıl Deniz’e ulaşarak Hammamat vadisinden Nakada’ya varan güney yolu olarak adlandırılan muhtemel iki rota mevcuttu. Samuel Mark, From Egypt to Mesopotamia: A Study of Predynastic Trade Routes, London, Chatham Publishing, 1998, s. 3. Yukarı Mısır’da bulunan ve M.Ö. dördüncü bin yılın son dönemlerine tarihlendirilen “Geb-el Arak Bıçağı” ve “Battlefield Palette” ile Hammamat vadisinde bulunan yabancı gemi piktografları Mısır’ın Mezopotamya ile ilişkilerine kanıt olarak sunulmaktadır. Hatta Kearney’e göre, Mezopotamya’nın Güney Mısır’a getirdiği ticari refah, Kuzey Mısır ile birleşmeyi sağlayacak bir mıknatıs görevi görmüştü. Kearney, op. cit., s. 17. Aynı iddialar Gordon Childe tarafından da dillendirilmiştir: “Nihayet, son Gerze döneminde, Basra Körfezi’nden geldikleri sanılan tekneler Yukarı Mısır’a ulaştı… Dolaylı yolla da olsa, Sümer fikirleri Yukarı Mısır’ı kesinlikle etkiliyordu; Mezopotamya
35
bakılırsa, kentlerin ihtiyaç duyduğu granit ve diyorit gibi sert taşlar ya da altın, bakır
veya yarı değerli taşlar Nil vadisinin iki kıyısından kısmen elde edilebiliyordu.116
Ancak, başta kereste olmak üzere öteki ihtiyaçlar Mısır’ın ticari ilişkilerini
geliştirmesini zorunlu kıldı. Bu nedenle, ihtiyaçların bir kısmı Mısır'ın dolaylı olarak
katıldığı Doğu Akdeniz’deki ticaret ağından,117 bir kısmı da Nil vadisinin
güneyinden tedarik edildi. Böylece Nil vadisinin merkezinde bulunduğu bölgesel bir
ticaret ağı118 ortaya çıktı.
Bu ağdaki ticaretin devamlılığını Mısır’ın finansmanı sağlıyordu119 ancak,
ticaret “satacak bir şeyleri ve medeniyet ürünlerine talebi olan” yabancı tacirler
tarafından yürütülüyordu.120 Öte yandan, hammadde ve egzotik mallar açısından
oldukça zengin olan Nil vadisinin güneyi ile ilişkiler de bir noktaya kadar aracılar
vasıtasıyla yürütüldü. Ancak, güneydeki ekonomik çıkarın büyümesi Mısır'ı, aracılar
vasıtasıyla ticaret yapmaktansa doğrudan vadinin güneyindeki kaynaklara el
koymaya yöneltti. Nitekim büyüyen kentlerdeki abanoz ağacı ve fildişi gibi mallara
uygarlığıyla ilişkisi yoluyla Nil barbarlığına uygarlık tohumları ekiliyordu.” Childe, Tarihte..., s. 131-132. 116 Öyle ki, bu taşların çıkarılması, özellikle de altın madenlerinin işlenmeye başlanması, Mısır'daki kentleşme sürecine katkı sağlamıştı. M.Ö. 3600 kadar erken bir tarihte, Hierakanpolis ve Nakada gibi iki kentin ortaya çıkışı, muhtemelen çevredeki altın madenlerine giden yollar üzerindeki konumlarıyla yakından alakalıydı. Freeman, op. cit., s. 28. 117 “2600’e doğru, Mısır’ın Biblos’la ve Biblos üzerinden Lübnan’ın sedir ağaçları, Lut gölünün bitümü, Toroslar’ın altını, Suriye’nin zeytinyağı ve şarabıyla kurduğu önemli bağlantılar gayet iyi bilinmektedir.” Braudel, Bellek…, s. 110. 118 Mısır'ın sözü edilen bölgeler kadar düzenli olmasa da ilişkiler geliştirdiği bir başka bölge Punt
diyarıydı. Punt’un neresi olduğu bugün hala tam olarak bilinemese de yaygın kanı Somali kıyıları olduğu yönündedir. Eski Krallık, en geç M.Ö. 25. yüzyılda, Kızıldeniz’e çıkarak Punt diyarına büyük bir sefer gerçekleştirmişti. Mısır kaynaklarına göre Punt, Mısır’daki ayinler için gerekli olan tütsünün yanı sıra abanoz ağacı ve büyükbaş hayvan da sağlıyordu. David O’Connor, “Egypt, 1552–664 BC”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982. s. 917. “Sakkara yakınlarındaki Ebu Sir’de bulunan Palermo Taşı’ndan kalan bir bölümde, kralın hükümdarlığının on üçüncü yılında gönderdiği gemilerin 80,000 ölçek mür, 60,000 ölçek elektrum (doğada bulunan altın-gümüş alaşımı) ve 2600 kereste ile döndüklerini yazmaktadır.” F.D.P. Wicker, “The Road to Punt,” The Geographical Journal, Vol. 164, No. 2 (1998), s. 155. 119 Idem.. 120 Curtin, op. cit., s. 89.
36
olan talep keskin bir şekilde artınca, Mısır daha 1. Hanedan döneminde, aracıları
ortadan kaldırıp doğal kaynaklara ve yollara hâkim olmak için Aşağı Nübya’ya
seferler düzenledi.121 Ekonomik çıkar yüzyıllar içinde büyüyerek devam edince,
güneyi kontrol altına alma politikası, 5. Hanedan zamanında kurulan “Güney
Valiliği” ile kurumsallaştırıldı. Mısır, gerek Nil vadisi merkezli ticaret ağı gerek
doğal kaynaklar açısından zengin hinterlandı vasıtasıyla kent ekonomilerinin
ihtiyaçlarını karşıladığı için doğusunda gelişmekte olan uluslararası ticaret sistemine
dâhil olmaya gerek duymadı.
Ekonomik hayatı yöneten merkezi otoritenin Mısır’ın yalıtılmışlığını kırmadan
sürdürdüğü politikası öyle başarılı oldu ki, Antik Mısır tarihinin en ihtişamlı
günlerini bu dönemde yaşadı. Nitekim bu durum, Mısır düşüncesinde "eski"nin,
Mısır siyasetinde ise mutlakiyetçi - merkeziyetçi unsurun derin kökler salmasına yol
açtı. Ancak, M.Ö. 22. yüzyılda, Mısır parlak günlerin sonuna geldi. Kuraklık toprak
gelirine dayalı merkezi otoritenin çökmesine neden olunca ülkeye kaos hakim oldu.
Merkezi otoritenin dağılmasını, nomlardaki soyluların güçlenişi122, halkın
yoksullaşması ve ticaret ağının çöküşü123 izledi. Her ne kadar, M.Ö. 2050
121 B.G. Trigger, “The Rise of Civilization in Egypt”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, 538-539. 122 4. ve 5. Hanedan döneminde, soyluların mezarları artık Memfis bölgesinde değil kendi nomlarında kurulmaya ve daha görkemli bir şekle bürünmeye başladı. Nomarklar kendi bölgelerindeki durumlarını güçlendirip, kalıtsal ve bağımsız hükümdarlara dönüşüyorlardı. Soyluların artan gücünün arkasında krallık topraklarından aldıkları payların ve özel mülkiyetin gelişmesiyle edindikleri malların oluşturduğu servetleri yatıyordu. Krallık güçsüzleştikçe halk büyük krallık çalışmalarının ve vergilerinin altında ezilmeye başladı ve nomarklar da bu süreçte birer halk savunucusu haline geldiler. V. Diakov ve S. Kovalev, İlkçağ Tarihi – 1, çev. Özdemir İnce, İstanbul, Yordam Kitap, 2010, s. 128. 123 A. Abu Bakr, “Pharonic Egypt”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 96.
37
dolaylarında merkezi otorite yeniden tesis edildiyse de,124 ne nomarkların artan siyasi
gücünün ne köylülerin yoksullaşmasının önüne geçilebildi.125 Böylelikle, Mısır’ın
kendisini dış dünyadan yalıttığı Nil vadisi merkezli ticaret dönemi sona erdi.
2. Uluslararası Ticaret Ağıyla Bütünleşme Dönemi: Emperyal
Politikalar ve Tek Tanrıcı Devrim
M.Ö. 17. yüzyılda merkezi otoritenin zayıflığından yararlanan Hiksoslar
tunçtan silahlarının sağladığı üstünlükle Mısır’ı işgal ettiler. Hiksos istilaları, uygar
dünyanın bütününü etkisi altına alan istila dalgasının bir parçasıydı. Bu istilaların iki
önemli sonucu oldu: Bir yandan, tunç kullanımı hızla yayıldı, öte yandan,
uluslararası ticaretin yoğunluğu Doğu Akdeniz'e kaydı. Mısır, M.Ö. 1550’de Hiksos
ve Kuşitik istilacılardan kurtulduktan sonra bu iki sonucu kullanarak tarihinin en
önemli merkezileşme ve genişleme dönemini yaşadı. Öyle ki, ilk defa düzenli ve
sürekli bir ordu kuran Mısır, doğuda Fırat’ın, güneyde Nil’in beşinci kataraktının
ötesine dek ilerledi. Şimdi, ilk kez Orta Afrika’nın zengin ürünlerini ve egzotik
mallarını getiren ticaret yolları üzerinde doğrudan kontrol sağlanmıştı.126 Üstelik
Nübya üzerinde öyle sıkı bir denetim kuruldu ki, “altın diyarı” anlamına gelen
Nübya’daki altın ocakları bu dönemde tükendi.127
Mısır sadece siyasi açıdan genişlemedi, ticari ilişkilerini geliştirerek
yalıtılmışlığını da kırdı. Tunçtan silah kullananların istilaları sonrası Sümer kentleri
etkinliklerini kaybetmeye başlayınca sistemin Basra Körfezi ayağı çökmüştü.
124 Orta Krallık'ın firavunları merkezi otoriteyi yeniden güçlü bir şekilde tesis etmeye çalıştılar. Bunun için tarımsal üretimin arttırılması, ticari bağlantıların ve güney üzerindeki kontrolün yeniden kurulması gerekiyordu. Bu bağlamda, yeniden güneye yönelen Mısırlılar hiç gidilmediği kadar güneye inerek üçüncü katarakt civarında yer alan Kerma yakınlarında istihkâm edilmiş bir ticaret merkezi inşa ettiler. Ibid., s. 98. 125 Diakov ve Kovalev, op. cit., s. 133 – 134. 126 Freeman, op. cit., s. 45. 127 Idem..
38
Boşluğu Babil’in gümüşü ve Mısır’ın altını ile hareketlenen Doğu Akdeniz
doldurdu.128 Bu bağlamda, ilk kadın firavun olan Hatsepsut (M.Ö. 1490-1468),
ticaret politikasını yeniden düzenleyerek Mısır'ın geleneksel ticaret ağını Doğu
Afrika’dan Batı Asya’ya ve Ege'ye kadar uzanan geniş bir kapsama eriştirdi.129
Mısır, bu dönemde Punt ile ilişkiye geçerek Kızıldeniz ticaretini görece
yoğunlaştırmasının yanı sıra, Doğu Akdeniz’de maden talebini karşılayan Minos
Giriti ile işbirliğine girişti.130 Gerek el koyarak gerek mübadele yoluyla geniş bir
bölgedeki kaynakların akmasıyla Mısır’da yeniden güçlü bir merkezi otorite tesis
edildi. Ancak, bu kez düzen dış dünyadan yalıtılarak değil, onun bir parçası haline
gelerek kurulmuştu.
Mısır'ın siyasi ve ekonomik açıdan geleneksel nüfuz alanlarının ötesine
yayılması, merkezi otorite için bir meşruiyet sorunu yarattı. Yönetilmeye başlanan131
halkların hukuk düzenine dâhil edilmesi gerekiyordu. Bu noktada, dış dünyayı yok
sayıp Mısır merkezli düşünmek hukuksal ve dinsel açıdan gittikçe yetersizleşti.
Nitekim Mısır'ın mutlak yöneticisi olan firavunun "mutlaklığı" artık coğrafi ve
kültürel sınırlara takılıyordu. Öte yandan, merkezi otoriteyi tehdit eden bir başka
sorun, devlet aygıtında giderek güçlenen ruhban sınıfıydı. M.Ö. 14. yüzyılda, hali
hazırda oldukça siyasileşen Teb’deki rahiplerin Amon-Re için bir teoloji inşa etmeye
girişmeleri132 firavunun otoritesi için doğrudan bir tehdit kaynağıydı. Zira 12.
Hanedan döneminde, kozmolojik düzenin sürdürülmesinden sorumlu güneş tanrısı,
128 Braudel, Bellek…, sf. 104. 129 O’Connor, op. cit, s. 850. 130 Kearney, op. cit., s. 24. 131"Megiddo zaferinden (M.Ö. 15. yüzyılın ortalarında) yüzyıl sonra, her yerde, hatta yönetimde ve kraliyet konutlarında bile "Asyalılar"ın kitlesel varlığı bulgulanmıştır. Birçok yabancı tanrı hoş görülmekle kalmıyor, milli tanrılarla da özdeşleştiriliyordu. Üstelik yabancı ülkelerde de Mısır tanrılarına tapılmaya başlanmış ve Amon-Re evrensel bir tanrı haline gelmişti." Eliade, Dinsel İnançlar…, s. 131. 132 Iliffe, op. cit., s. 23.
39
görünmeyen ve her yerde olduğu varsayılan Amon-Re adıyla en üstün tanrı
seviyesine yükseltildiğinden,133 Teb rahipleri bu yolla firavunun mutlak otoritesini
sınırlayabilirlerdi. Firavunun otoritesini hukuksal ve dinsel düzeyde yeniden
tasarlaması şarttı. Akhenaton adını alacak IV. Amenophis (M.Ö. 1364-1347),
merkezi otoritede ortaya çıkan zayıflığı, bir tanrının doğru, ötekilerin yanlış
olduğuna dayanan tek tanrıcı bir din kurarak çözmeye çalıştı.134
Krallık'ın genişleyen sınırları, Mısır ile dış dünyanın gerçekleri arasında derin
bir uçurum olduğunu göstermişti. Akhaneton'un tek tanrıcı devrimi, emperyal
politikalar izleyemeye başlayan antik devletlerin dini yapısı ile siyasi yapısı
arasındaki vazgeçilmez bağı kullanarak, kozmopolitleşen dünyadaki merkezi
otoriteyi hukuksal, siyasal ve ideolojik zeminde yeniden tasarladı. Ancak, Akhenaton
başarısızlığa uğrayınca bu uçurumu kapatma girişimleri terk edildi ve "eski” olanın
etrafında yoğun bir tutuculuk başladı.135 Yine de Mısır bilinen dünyanın en büyük
gücü olma niteliğini sürdürdü. Ta ki bin yılın sonunda mevcut dünya düzenini
temelinden sarsan istilalara dek. M.Ö. 1220-1165 arasında, Mısır'a ard arda istila
133 Aman, Hermiopolis'te tapınılan sekiz tanrıdan birisiydi. Gizli ve her yerde olan bu tanrının tüm dünyada anlaşılabilen ve ulaşılabilen güneşle özdeşleştirilmesi, yani evrenselliği onu dinsel hiyerarşinin en üstüne taşımıştı. Güneş görünümlü bu en üstün tanrıya tapınılması, Mısır'ın emperyal genişlemesini takiben, Nil vadisinden Suriye ve Anadolu'ya dek uzayan bir alanda "tek ve aynı tanrısal güce" dayalı dinsel bir geleneğin hazırlayıcısı oldu. Eliade, Dinsel İnançlar…, s. 131. 134 Mısır tek tanrıcılığının doğuşu ile Museviliğin ve İsrail’in ortaya çıkışı arasında paralellik vardır. Tarihsel kayıtlarda İsrail’den ilk defa, Akhenaton’dan yaklaşık yüz yıl sonra, 19. Hanedan firavunu Merneptah’ın (M.Ö. 1224-1204) mezar taşındaki bir metinde söz edilmektedir. Dolayısıyla, Musa aslında belleksel bir figürdü, Akhenaton ise tarihsel bir gerçeklikti. Bellek kültürel alandaki her türlü ayrıma şekil verdiğinden, bugün Akhenaton değil İbrani geleneğin biçimlendirdiği bir tek tanrıcılık geleneğinden söz edilmektedir. Jan Assmann, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of Paganism,” Representations," No. 56, Special Issue: The New Erudition, Autumn, 1996.Freud dâhil birçok çağdaş yazar bu nedenle, Musa olacak Osarseph adındaki Mısırlı rahip figürünün ardında Akhenaton'u görmüştür. Philippe Borgeaud, Dinler Tarihinde Başlangıçlar, çev. Adnan Kahiloğulları, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2008, s. 88-89. 135 “… Bir şey ne kadar eskiyse o kadar iyiydi; bu nedenle sanat alanında heykeltıraşlar Eski Krallık yapıtlarını kopya ettiler ve bunu öylesine büyük bir beceriyle yaptılar ki, günümüzün bilginleri hangilerinin İ.Ö. 3 bin yıllarında, hangilerinin bundan 2 bin yıl sonra yapıldığını hâlâ kesin olarak bilemiyorlar.” McNeill, Dünya…, s. 108.
40
akınları gerçekleştirildi. Her ne kadar, çağının öteki güçlerine kıyasla ayakta kalmayı
başarsa da, Mısır yabancı istilacılara karşı verilen bu mücadeleden ekonomik açıdan
yıpranmış olarak çıktı. Öyle ki, III. Ramses (M.Ö. 1184-1155) dış ticaretin
devamlılığı için Fenikelileri ülkenin resmi denizcileri ve tacirleri olarak
görevlendirdi.136 Bu aslında Mısır'ın gerek ideolojik tutuculuk gerek konjonktürel
şartlar nedeniyle emperyal rolünü terk edip yeni dünyanın fiili ve düşünsel
karmaşasına karşı savunma konumuna geçmesi anlamına geliyordu. Böylelikle,
Mısır düşünüşü ve siyasi davranışı mumyalanarak Roma zamanına dek yaşasa da,
M.Ö. birinci bin yılın kozmopolit yeni dünyası karşısında “firavunların iktidarının
derinden yıpranma çağı” başlamıştı.
3. İmparatorluklar Dönemi: Batı – Doğu Ticaretinde Bir
Merkez Olarak Mısır
Değişen dünyanın yeniliklerine karşı ilgisizleşen Mısır'ın ekonomik olarak
gerilemesini merkezi otoritenin güçsüzleşmesi izledi. Mısır'da toprakların tamamı
Firavun'a aitti. Ancak, fiiliyatta topraklar memurlara ve rahiplere dağıtılıyordu. M.Ö.
ikinci bin yılın sonlarına doğru ruhban sınıfı ve yüksek memurlar, ekilebilir
toprakların önemli bir kısmını kontrol etmeye başladı.137 Öte yandan, yine aynı
dönemde ticaret geliri de git gide azaldı.138 Toprak ve ticaret geliri düşünce firavunun
merkezi otoritesi giderek güçsüzleşti. Akhenaton'un önüne geçmeye çalıştığı tehdit
gerçek oluyordu; Amon rahipleri kendilerini firavun ile aynı statüde saymaya
başlamışlardı.139 Merkezi otoritenin zayıflamasının etkileri, M.Ö. 850’de II.
Osorkon’un (M.Ö. 874-850) ölümünden sonra Mısır'ın bariz bir düşüşe geçmesiyle
136 Kearney, op. cit., s. 26. 137 O’Connor, op. cit, s. 873-874. 138 Ibid., sf. 873 139 Ibid., sf. 878
41
açığa çıktı.140 Güçlenen nomarklar taht kavgasına girişirken, ne ekonomik ne askeri
gücü kalan Mısır geleneksel etki alanlarındaki tehditlerin önünü alamadı. M.Ö. 8.
yüzyılda Asur Levant’ta tek egemen haline gelirken, Nil vadisinin güneyinde
başkenti Napata olan bağımsız bir Kuş Krallığı kuruldu. Merkezi otoritenin
zayıflaması sonrasında Mısır, içten ve dıştan sürekli tehdide maruz kalacağı bir
döneme girmişti.
Ne Asur’un ne Kuş Krallığı’nın siyasi hâkimiyeti çekirdek bölgeleriyle sınırlı
kaldı. Önce M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Kuş Krallığı, ardından M.Ö. 7. yüzyılda
Asurlular Mısır'ı işgal ettiler. Asur, Mısır'ı işgal eden büyük emperyal
imparatorluklardan ilkiydi; onlardan sonra Mısır kozmopolit imparatorlukların
yayılma alanı haline geldi. M.Ö. 6. yüzyılda Ahameniş İmparatorluğu, 4. yüzyılda
ise Büyük İskender Mısır’ı fethetti. Özellikle İskender’in Nil - Amuderya arasında
kurulan büyük imparatorlukların sınırlarını Ege’den İndüs’e dek genişletmesi batı ile
doğu arasındaki bütünleşmenin yeni bir safhaya geçmesine yol açmıştı. Ne var ki,
İskender’in M.Ö. 323’teki ölümü sonrası imparatorluğu parçalanmış, Mısır'da
Ptolemik Hanedan, Mezopotamya'dan Orta Asya'ya kadar uzanan geniş bir
coğrafyada Selusid Hanedanı hâkimiyet kurmuştu. İki güç arasındaki siyasi ve
ekonomik mücadele Mısır’ın uluslararası ticaretteki konumunun güçlenmesine neden
oldu.
Selusid İmparatorluğu coğrafi konumu gereği, doğuya giden karayolları
üzerinde mutlak bir denetime sahipti. Bu sayede kazandığı ekonomik ve askeri güç
Ptolemik Mısır'ın varlığını doğrudan tehdit ediyordu. Ptolemeler güç dengesini ancak
140 R. C. C. Law, “North Africa in the period of Phoenician and Greek colonization, c. 800 to 323 BC”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 89.
42
büyük bir gelirle kapatabilecek ağır bir harcama yaparak sağlayabilirlerdi. Bu
nedenle, bir yandan bakir toprakları artan bir şekilde işlemeye başlayan hanedan, öte
yandan, denizcilik merkezli sistematik bir ihracat politikası geliştirdi. Söz konusu
politikanın merkezinde kent ekonomilerin palazlandığı Akdeniz vardı. Nitekim
başkentin Mısır tarihinde ilk kez kıyıdaki bir kente, İskenderiye’ye taşınması,
Ptolemelerin Akdeniz ticaretine yönelik arzularının açık bir dışavurumuydu.
Kızıldeniz kıyısında Kuseyr, Berenike ve Myos Hormos gibi limanlar kurarak Hint
Okyanusu ve Afrika mallarını İskenderiye aracılığıyla Akdeniz’e ihraç etmeye
başladılar.141 Ticaretin ana ihraç ürünleri dönemin siyasi ve askeri gereklerini karşılar
nitelikteki altın ve fildi. Filin savaş alanında bir tank gibi kullanılmasının yanı sıra,
fildişi özellikle Yunan dünyasında çokça talep edilen bir maldı. İzlenilen sistematik
ticaret politikası, Selusidlerin tekelini kırdığı gibi, Kızıldeniz’i142 Hint Okyanusu’na
giden alternatif bir yola dönüştürmeye başladı.
Kızıldeniz’in uluslararası ticaretteki ağırlığı Roma ile beraber giderek arttı.
Mısır, M.Ö. 30 yılında Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti haline gelmişti. Ancak,
konumu sıradan bir Roma eyaletiyle aynı değildi; Mısır'ı senatonun görevlendirdiği
bir vali değil, doğrudan imparatorun atadığı yüksek rütbeli bir memur olan "prefect"
yönetiyordu.143 Mısır'ı sıra dışı kılan iki önemli özelliği vardı: Roma'nın tahıl
ihtiyacının büyük kısmını karşılıyordu ve doğu ticaretine erişim sağlayan bir coğrafi
141 H. Riad, “Egypt in the Hellenistic Era”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 185-186. 142 Helen dünyası Ptolemik Mısır döneminde Kızıldeniz yolunu kullanarak Somali’ye ve Zanzibar’a
kadar uzanmış, hatta Boynuz Bölgesi’nde ve Socotra Adası’nda koloniler kurmuştu. Kearney, op. cit., s. 36-38. 143 Öte yandan, Roma senatörlerinin Mısır'ı ziyareti dahi İmparator'un özel iznine tabiydi. R. C. C.
Law, “North Africa in the Hellenistic and Roman periods, 323 BC to AD 305”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 194.
43
konuma sahipti. İmparatorluk'ta lüks mallara yönelik patlayan talep, Roma'nın doğu
ticaretine erişim arzusunu arttırmıştı. Ptolemeler döneminde işlerlik kazanan
Kızıldeniz yolu Roma'ya Hint Okyanusu’na doğrudan erişim olanağı sağladı. Üstelik
Hippolus isimli bir kaptanın, muhtemelen Roma yönetiminin ilk zamanlarında,
Arapların yüzyıllardır özenle sakladıkları ve Hint Okyanusu ticaretini ellerinde
tutmalarını sağlayan bir sırrı144, muson rüzgârlarının nasıl kullanılacağını
öğrenmesiyle Hindistan’a giden yol hem kısalmış hem de ucuzlamıştı.145 Bu nedenle,
Mısır’ı ilhak ettikten sonra İmparator Augustus Kızıldeniz hattındaki güvenliği
sağlamaya girişti. Bir yandan, Mısır boyunca, Roma’nın sınır bölgelerinde kurduğu
güvenlik sistemi olan “Limes”i146 yaygınlaştırırken, öte yandan, Kızıldeniz’den Hint
Okyanusu ticaretine doğrudan ulaşımı engelleyen Güney Araplarına karşı mücadele
etti. Augustus'un çabaları sonucu yıllık yaklaşık yüz yirmi gemi Bab-el Mandeb'in
ötesiyle ticaret yapmak için Mısır limanlarından demir aldı.147 Uluslararası ticaretin
bütünleştiği bu süreçte, Kızıldeniz sistemin ana arterlerinden, Mısır da
merkezlerinden biri haline geldi.
Mısır, batı ile doğuyu birbirine bağlayan ana deniz yollarından birine dönüşen
Kızıldeniz'e hâkim konumu sayesinde modern döneme dek uluslararası ticaretin
144 Hindistan’a giden Mısırlı denizciler muson rüzgârlarını bilmezken, Araplar bunu biliyor ve kullanıyordu. Dolayısıyla, Akdeniz’in doğu ticareti muson rüzgârlarını kullanarak Hindistan’dan rekabetçi fiyatlarla mal getiren Güney Araplarının elindeydi. Ancak, Akdenizli denizciler de muson rüzgârlarını kullanmaya başlayınca, Araplar Mısır limanları ile olan Hint malları ticaretinin tehlikeye girdiğini gördüler ve muhtemelen Mısırlı denizcilerin Kızıldeniz’den geçmesini engellemeye çalıştılar ve Mısır’daki Roma dönemine kadar başarılı oldular. Thorley, op. cit., s. 212. 145 Hippolus’un bulduğu Kızıldeniz’in ağzından Hindistan’ın güneyine giden kestirme yolda önemli olan, mevsim rüzgârlarını kullanabilmekti; mayıstan ekime kadar güneybatıdan esen muson rüzgârları, dönüş yolunda kasımdan marta kadar kuzeydoğudan esiyordu. Rota basitti, yol boyunca aynı enlemde kalmak yetiyordu. Mcevedy, op. cit., s. 92. 146 Bir dizi yol, kale ve işaret-iletişim noktalarından oluşan sistem ilgili bölgeyi koruyor ve potansiyel
düşmanların izlenmesini sağlıyordu. Bunun yanı sıra, kervanlara rezervuar, depo ve silahlı koruma
tedarik eden Ptolemeler zamanındaki ulaşım sistemi yeniden canlandırılarak ticaret desteklendi. Thorley, op. cit., s. 210. 147 Sheriff, op. cit., s. 560.
44
merkezinde kaldı. Firavunun yeni dünya düzenine ayak uyduramadığı noktada
coğrafi konumu Mısır'ı uluslararası sistemin merkezine taşımıştı. Ancak,
coğrafyasının Mısır'ın kent ekonomileri ağındaki yerine etkisi bunla sınırlı
kalmamıştır. Nil'in düzenli taşkınlarıyla sulanan topraklardan elde edilen büyük
toprak geliri Mısır’ı dünyanın bilinen ilk teritoryal devleti yapmıştı. Öyle ki, toprağa
dayanan yönetim şekli ve Mısır kabuğunu kırıp dış dünyayla etkileşime girdiğinde bu
yönetim şeklinin geçirdiği evrim, M.Ö. birinci bin yıldan itibaren hızlanan emperyal
politikalara taslak çizen öncül bir ideolojik dışavurumdu. Dolayısıyla Mısır, gerek
ideolojik etkisi gerek coğrafi konumu ile M.S. 1. yüzyılda ortaya çıkan Afro-Avrasya
ticaret sisteminin kurucu merkezlerinden biri oldu.
II. AKDENİZ'İN DOĞUŞU VE AFRİKA
Akdeniz, antik dünyayı sarsan bir dizi kriz sonucu doğmuştur. M.Ö. ikinci bin
yılın başındaki ve sonundaki istilaların yol açtığı bu krizler her seferinde kent
ekonomileri ağını çöküşe sürüklese de, daha geniş çapta yeniden inşanın da önünü
açmıştır. Nitekim ilk kriz sonucu ticaretin merkezi batıya kayarak Doğu Akdeniz’i de
içine almıştı. İkinci krizin daha büyük ve önemli sonuçları oldu. M.Ö. birinci bin
yılda, kent ekonomiler bir yandan tabana doğru genişleyerek geniş kitleleri
kapsamaya, öte yandan yeni bölgelere yayılmaya başladılar. Bu bölgelerin başında
Batı Akdeniz geliyordu. Avrupa, Asya ve Afrika arasında sahip olduğu iletişim
potansiyeli ile Akdeniz bin yılın sonlarına doğru ekonomik bir dünya haline geldi.
Bu süreçte gerek siyasi gerek ekonomik yayılmacılığıyla Afrika’nın kuzeyini kent
ekonomileri ağına eklemledi.
45
A. Nübya ve Kuş Krallıkları
Nil’in birinci kataraktından Etiyopya platolarına dek uzanan Nübya’da148
kuzeydeki gibi tarımsal üretime yatkın bereketli topraklara sıklıkla rastlanmaz.
Üstelik kuraklaşma nehrin her iki yakasında bulunan görece büyük tarım alanlarını
da giderek daraltmıştır. Bu nedenle, Nübya’daki siyasi merkezileşmenin en önemli
gelir kaynağı ticaret, ticari gelirin kaynağı ise bölgenin iletişime açık coğrafyası
olmuştur. (Ek 4) Nil vadisinin sağladığı doğal koridor yoluyla Sahra-altı Afrika’yı
Akdeniz’e bağlayan Nübya’nın doğuda Kızıldeniz’e ve Hint Okyanusu’na, batıda
Çad Gölü havzasına erişimi vardır. Yani, Nübya coğrafi konumu gereği geniş bir
bölgedeki ekonomik kaynaklar ve iletişim hatları üzerinde hâkimiyet kurma
potansiyeline sahipti. Söz konusu potansiyelin gerçekleşme süreci, Nil vadisinin
kuzeyinde farklı bir sosyo-ekonomik düzenin ortaya çıkmasıyla başladı.
Akdeniz’deki kent ekonomilerin lüks mallara ve hammaddelere talebi arttıkça bu
süreç, Nübya’yı uluslararası ticaret sisteminin bir parçası haline getirecek denli
yoğunlaştı.
148 Nübya kelimesinin kökeni tartışmalıdır. Günümüze dek “nob” kelimesinin Nübya dilinde altın anlamına geldiğinden hareketle Nübya’nın “altın diyarı” anlamına geldiği kabul ediliyordu. Ancak, son zamanlardaki araştırmalar başka olasılıklar da olabileceğini gösteriyor. Modern Nübya dilinde “bereketli toprak, koyu gri çamur ya da siyah toprak” anlamındaki “kiji” kelimesi, Mısır’ın güneyindeki toprakları ifade etmek için kullanılan “Kish” ya da “Kush” ile benzer şekilde okunmaktadır. Bugün artık “Kush” kelimesinin aynı zamanda “siyahların toprağı” anlamına geldiğine inanılıyor. Nübya da buna benzer bir anlam taşımaktadır. Modern Nübya dilinde “nugud” siyah demektir ve nuger, nugur, nub gibi kelimeler de aynı anlamı taşır. Aslına bakılırsa, bölgenin bugünkü adının da anlamı benzerdir. Arapça’da “aswad” kelimesinin çoğul hali olan “sud” siyah anlamına gelir, “an” ise tamlama ekidir. Dolayısıyla, Kuş, Nübya ve Sudan’ın her biri aslında “siyahların toprağı/ülkesi” anlamına gelmektedir. Africana: the encyclopedia of the African and African American experience Volume 4, der., Kwame Anthony Appiah ve Henry Louis Gates, New York, Oxford University Press, 2005, s. 257.
46
1. Aşağı Nübya Dönemi: Nil Vadisinin Kuzeyi ile Güneyi
Arasındaki Farklılaşma
Nübya’nın ticari ilişkilerine şekil veren her şeyden önce Mısır’ın
farklılaşmasıydı. Aslına bakılırsa, M.Ö. dördüncü bin yıla kadar, Orta Nil’den Orta
Mısır’a dek topluluklar arasında belirgin bir kültürel farklılık yoktu.149 M.Ö.
dördüncü bin yılın başlarında Mısır’ın toprak gelirine dayalı bir dönüşüm süreci
içerisine girmesiyle kültürel homojenlik kaybolmaya başladı. Birinci kataraktın
kuzeyinde sosyo-ekonomik sistemini yazılı bir kültür üzerine inşa eden bir toplum
ortaya çıkarken, güneydeki Nübya’da geleneksel toplumsal yapılar ve sözlü kültür
hâkimiyetini sürdürdü. İki bölge arasındaki farklılaşma toplumsal, siyasi ve
ekonomik açıdan derinleştikçe, kurdukları ilişkinin Nübya üzerindeki etkisi çok daha
dönüştürücü oldu.
Yine de iki bölge arasındaki ticari ilişkiler söz konusu farklılaşmanın
derinleşmesinin önüne bir nebze de olsa geçti. M.Ö. dördüncü bin yılda ve M.Ö.
üçüncü bin yılın başında Nil vadisi ve çevresine hâkim olan nemli iklimsel şartlar
bölgedeki pastoral etkinliğin alanını genişletmiş, birinci kataraktın güneyiyle kuzeyi
arasındaki insan ve mal dolaşımını arttırmıştı.150 Tütsü, reçine, altın, fildişi, abanoz
ağacı ve canlı hayvan ticaretine dayanan bu dolaşım ağında başrolü oynayan Aşağı
Nübya'ydı.151 Aşağı Nübyalılar bu malların bir kısmına sahiptiler, geriye kalan büyük
bir kısım için ise aracılık yapıyorlardı. Ticari ilişkilerin yoğunlaşması Aşağı
Nübya’da bir dizi değişim yarattı. Geliştirdikleri ilişkiler sayesinde Mısır'ın
güneyinde oldukça etkin bir konum edinen Aşağı Nübyalılar hâlâ kuzey ile aynı
149David N. Edwards, “Archaeology of Sudan and Nubia,” Annual Review of Anthropology, Vol. 36
(2007), s. 217. 150 Garcia, op. cit., s. 189. 151 Birinci ve ikinci katarakt arasındaki, bugün Nasır Gölü altında kalan bölgeye Aşağı Nübya, bu noktadan güneydeki Etiyopya platolarının sınırlarına dek uzanan bölgeye ise Yukarı Nübya denir.
47
kültürel geleneğin farklı bir bölgesel varyasyonunu temsil ettiklerinden,152 Mısır’ın
güneyindeki Hierakanpolis’i dinsel bir merkez olarak kullanmaya başladılar.153 Öte
yandan ticaret, Aşağı Nübya’da yerel ve Mısır mallarının birleşiminden meydana
gelen yerleşik bir kültür ortaya çıkarmıştı.154
Taraflar arasındaki ilişkilerin yapısı, Nil vadisindeki siyasi dengelerle beraber
değişti. Ticaretin büyümesi birinci kataraktın kuzeyinde ve güneyinde birbirine
paralel bir devletleşme sürecini tetiklemişti: Mısır, Yukarı Mısır’ın öncülüğünde
birleşme sürecine girerken, Aşağı Nübya'da Kustul merkezli bir devlet ortaya çıktı.155
Ancak, birleşmeden hemen önce Mısırlı yerel yöneticilerin Nil vadisinde herhangi
bir rakip bırakmamaya yönelik bir politika izlemeye başlamaları, Kustul'daki devleti
ortadan kaldırdı.156 İlişkilerin değişim süreci Mısır’ın birleşmesiyle hız kazandı.
Merkezi otoriteyle beraber ekonominin de merkezileşmesi, Aşağı Nübya ile olan
ticari ilişkileri bölgesel çerçevesinden çıkarmıştı. Öyle ki, kuzeyde gelişen kent
ekonomilerin abanoz ağacı ve fildişi gibi güney mallarına talebi giderek artınca,157
Mısır karşılıklı ticari çıkara dayanan ilişkilerde değişime gitti. Güney politikasını,
aracılar kullanmaktansa bölgedeki ticari çıkara ve hammadde kaynaklarına doğrudan
152 Garcia, op. cit., s. 189'dan M. C. Gatto, “The Most Ancient Evidence of the ‘A-Groups’ Culture in Lower Nubia”, In Recent Research into the Stone Age of Northeastern Africa, der., L. Krzyzaniak, K.
Kroeper ve M. Kobusiewicz, Poznan, Poznan Archaeological Museum. 2000, s. 105–117. 153 Garcia, op. cit., s. 189'dan R. Friedman, “Pebbles, Pots and Petroglyphs: Excavations at HK64”, In The Followers of Horus Studies Dedicated to Michael Allen Hoffman, der., R. Friedman ve B. Adams,
Oxford, Oxbow Books, 1992, s. 99–106. 154 B.G. Trigger, “The Rise of Civilization in Egypt”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, s. 539. 155 Robert Morkot, “Egypt and Nubia”, Empires: perspectives from archaeology and history, der., S. E. Alcock et al., Cambridge, Cambridge University Press, 2001, s. 230. Aşağı Nübya'deki siyasi merkezileşmenin kaynağı mezarlardan anlaşılmaktadır. Öyle ki, Kustul'daki liderler mezarlarına Mısır'dan gelen yüksek kalite mamul mallarla beraber gömülmüşlerdi. Garcia, op. cit., s. 189. 156 Ibid., s. 190. 157 Trigger, op. cit., s. 538.
48
el koyma temelinde yeniden düzenledi.158 Bu bağlamda, Aşağı Nübya'nın işgal
edilmesi, Mısır mallarının güneye akışına engel olunca, 1. Hanedanlığın son
dönemlerinde Aşağı Nübya'daki yerleşik nüfus yok oldu.159 İşgal, Aşağı Nübya’daki
devletleşme sürecini sonlandırdığı gibi birinci kataraktın kuzeyi ile güneyi arasındaki
mevcut geçişkenliği sınırlandırarak iki bölge arasındaki farklılaşmanın
derinleşmesine yol açtı.
2. Yukarı Nübya ve Kuş Krallıkları
a. Kerma: Kuşitik Devlet Geleneğinin Doğuşu
Mısır’ın birinci kataraktın güneyine yayılması, Nübya’daki ekonomik
etkinliğin merkezinin giderek güneye kaydığı bir dönem başlattı. Yukarı Nübya,
Aşağı Nübya'nın aksine tarımsal üretime daha uygundu. Özellikle üçüncü ve
dördüncü kataraktlar arasındaki Dongola Bölgesi tarımsal üretim açısından ciddi bir
potansiyele sahipti. Nitekim verimli topraklara sahip olan Kerma, M.Ö. 25.
yüzyıldan itibaren Yukarı Nübya’daki yerleşik yaşamın gelişim merkezi haline
geldi.160 Kerma tarımsal potansiyelinin yanı sıra, Orta Nil’deki ticaret yollarının
kesişim noktasında yer alıyordu. Orta Afrika ve Sahra-altı Afrika'dan Mısır'a ya da
Kızıldeniz'den Kordofan’a ve Darfur’a giden mallar öncelikle Kerma’dan geçmek
zorundaydı. Toprak ve ticaret geliri artmaya başlayınca Kerma, merkezindeki büyük
dinsel kompleks etrafında161 büyüyerek Afrika'nın Nil vadisi dışındaki ilk kentine
158 Morkot, op. cit., s. 230. 159 Trigger, op. cit., s. 540. Mısır Aşağı Nübya'deki yerleşik yaşamı sadece ekonomik yollarla değil, yerleşik nüfusu bölgeden sürerek de engelledi. Öyle ki, M.Ö. 2680’lerde yapılan seferlerde 110.000 kişi tutsak olarak alınmıştı. S. Adam, “The importance of Nubia: a link between Central Africa and Mediterranean”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 235. 160 David N. Edwards, The Nubian Past An archaeology of the Sudan, New York, Routledge, 2004, s. 81. 161 Ibid., s. 218.
49
dönüştü.162 Buna paralel şekilde, Yukarı Nübya’daki ekonomiyi örgütleme
zorunluluğu siyasi merkezileşmeyi beraberinde getirdi ve Mısırlıların Kuş Krallığı
adını verdiği devletlerden ilki Kerma merkezli olarak kuruldu.
Kerma'nın ticaret ve toprak gelirinden beslenen ekonomisi toplumsal
tabakalaşmayı tetiklemişti. Bu sayede, uzmanlaşmış bir zanaatkârlar sınıfının
türemesi, krallığın kuzeye bağımlı olmadan mamul mallar üretmesinin ve bu malları
daha güneydeki seçkinlere dağıtarak ticaret koridorları üzerinde etkin bir kontrol
sağlamasının önünü açtı.163 Öte yandan, M.Ö. üçüncü bin yılın sonlarına doğru
Mısır'daki merkezi otoritenin dağılması, Kerma’ya etkisini genişletecek bir alan
sağladı. Öyle ki, Mısır güçleri M.Ö. 1725'te birinci kataraktın kuzeyindeki geleneksel
sınıra çekilince, bölgeye yerleşen Kuşitikler mevcut ticaret ağlarını ve altın başta
olmak üzere hammadde kaynaklarının yönetimini ele geçirdiler.164 Böylece Kuş
Krallığı, merkezi otoriteyi yeniden tesis edemeyen kuzey üzerinde üstünlük sağladı
ve yaklaşık bin kilometre karelik bir alan üzerinde hâkimiyet kurdu.165 Şimdi, devasa
mezarlar kuzeyde değil güneyde yapılıyor,166 kuzey değil güney baskınlarla rakibini
siyasi baskı altına alıyordu. Dolayısıyla Kuş Krallığı, M.Ö. ikinci bin yılda, Mısır’a
bağımlı bir çevre olmaktan ziyade, kendi hinterlandına sahip, Mısır ile ticaret yolları
için rekabete giren güçlü bir rakip haline geldi.
162 Idem.. 163 Henriette Hafsaas-Tsakos, “The Kingdom of Kush: An African Centre on the Periphery of the
Bronze Age World System,” Norwegian Archaeological Review, Vol. 42, No. 1 (2009), s. 66. Kuzey ile ilişkiler uzmanlaşmış üretime ön ayak olmuş, böylelikle yerel zanaatkârlar tunçtan ustura ve hançer, çinili kaplar, fildişinden oyulmuş figürleriyle tahta mobilyalar ve yüksek kalite kaplar yapabilmişlerdir. 164 Henriette Hafsaas-Tsakos, “Edges of bronze and expressions of masculinity: the emergence of a warrior class at Kerma in Sudan,” Antiquity, Vol. 87, No. 335 (2013), s. 82. 165 Edwards, The Nubian…, s. 217. 166 Hafsaas-Tsakos, “The Kingdom…”, s. 64.
50
b. Mısır Egemenliğinde 500 Yıl ve Napata
Nübya’nın Mısır ile ilişkisi M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren yeniden
şekillendi. M.Ö. 1550’de işgalcilerden kurtulan Mısır Nil vadisinde hiç olmadığı
kadar güneye ilerleyerek egemenliğini dördüncü katarakta kadar genişletmiş ve
Kerma’yı yıkmıştı. Öte yandan, doğudaki sınırlarını da giderek genişletiyordu. Bu
durum, Mısır’ın emperyal politikalarında önemli yenilikler yarattı. Öyle ki, Nübya'da
yerleşik kültürün gelişmesini engelleyen talan politikası bu dönemde terk edildi.
Önceden mallara ve insanlara el koyuluyor; sınır bölgelerine inşa edilen kaleler
aracılığıyla kuzeye geçiş sınırlandırılıyor ve güneyle ticaret bu kaleler vasıtasıyla
yapılıyordu. M.Ö. 15. yüzyıldan sonraki yayılmayla beraber Mısır sosyo-ekonomik
düzenini de beraberinde taşımaya, yönetmeye başladığı bölgeler ile ekonomik açıdan
bütünleşme yoluna gitti. Artık insanlar topraklarından kovulmuyor ya da
köleleştirilmiyordu.167 İletişime engel kaleler yerine, çoğunlukla seçkinlerin yaşadığı,
merkezinde tapınaklar bulunan kent/kasabalar inşa ediliyordu.168 Topraktan alınan
ürünler dinsel kurumlar ve yönetim birimleri eliyle yine Nübya içinde
dağıtılıyordu.169 Bu sayede Nübya, Mısırlı bir yerleşik kültür şemsiyesi altında Mısır
ekonomisinin bir parçasına dönüşmeye başladı.
Ne var ki, Kuş Krallığı'nın çekirdeği olan üçüncü ve dördüncü katarakt
arasındaki bölgenin Mısır yönetim sistemindeki yeri farklı kaldı. Mısır, en önemli
işlevi güney ticaretini yürütmek olan bu bölgede170 kuzeydekine benzer bir
167 Morkot, op. cit., s. 234. 168 Ibid., s. 235 Bazı yerleşimlerde mamul mal üretimi yapılıyordu. Ancak bu mallar, halkın kullanımından ziyade, seçkinler için ya da güneyle yapılan ticarette kullanılmak için üretiliyordu. 169 Ibid., s. 242. 170 Ibid., s. 238.
51
yerleşimler ağı kurmamıştı.171 Bu sayede, Nübya'nın geri kalan kısmına oranla, yerel
ekonomi söz konusu bölgede daha baskın bir şekilde sürdürüldü.172 Öte yandan
Mısır, yeni emperyal politikaları çerçevesinde artık ele geçirdiği bölgelerdeki
yönetim ağını dağıtmıyordu. Gerek Asya'daki gerek Nübya'daki yerel seçkinleri
eğitim, kültür ve ekonomik yollarla Mısırlılaştırarak yönetim sistemine dâhil
ediyordu.173 Üçüncü ve dördüncü katarakt arasındaki bölge de buna paralel şekilde
Mısırlılaşmış yerel seçkinler eliyle yönetilmişti.174
Mısır'ın kurduğu kolonyal sistem M.Ö. 11. yüzyılda çökünce Kuşitik geleneği
kısmen de olsa sürdüren yerel seçkinler mevcut iktidar boşluğunu hızla doldurdular.
Öyle ki, M.Ö. 9. yüzyılda, dördüncü katarakt yakınlarındaki Napata Bölgesi'nde eski
yöneticilerini yönetmeye başlayacak kadar merkezi ve örgütlü bir siyasi güç ortaya
çıktı.175 Napata merkezli Kuş Krallığı, M.Ö. 8. yüzyılda egemenliğini Nil vadisinin
kuzeyine dek genişletti ve Kuşitik kökenli firavunlardan oluşan 25. Hanedan
vasıtasıyla Mısır'ı yönetti. Öte yandan, Mısır’ın Batı Asya ve Akdeniz ile olan
mevcut ilişkilerini devraldı ve uluslararası ticarete doğrudan katılmaya başladı.176
Ancak, Mısır’ın kozmopolit imparatorlukların yayılım sahası haline gelmesi
Kuşitiklerin kuzeyde uzun süre egemen kalmalarına engel oldu. M.Ö. 7. yüzyıldaki
171 Idem.. 172 Idem.. 173 Ibid., s. 251. 174 Robert Morkot, “From Conquered to Conqueror: The Organization of Nubia in the New Kingdom and the Kushite Administration of Egypt”, Ancient Egyptian Administration, der., Juan Carlos Moreno García, Leiden, Brill, 2013, s. 916. 175 İşgal sonrası Kerma ekonomisinin odağı değişmişti. Artık verimli bir tarım üreticisi değildi. Bu durumun iki muhtemel nedeni vardır. Artan kuraklaşma Kerma’daki tarımsal üretimi sınırlamış olabileceği gibi Mısır yönetimi Nil vadisinde kendine rakip bir siyasi gücün ortaya çıkmasını tarımsal üretimi engelleyerek önlemek istemiş olabilir. Sonuç olarak, Kerma’nın Mısır ekonomisindeki yeri hayvancılığa dayanıyordu; merkeze vergilerini toprak geliriyle değil, büyük baş hayvan üzerinden ödüyordu. Dolayısıyla, Kerma'nın Yukarı Nübya'daki ekonomik merkeziliği bu dönemde ortadan kalkmış, Mısır egemenliğinde geçen yaklaşık beş yüz yıl içinde bölgenin ekonomik ve siyasi etkinlik merkezi giderek güneye kaymıştır. Morkot, “From Conquered…”, s. 939. 176 Robert Morkot, The Egyptians An Introduction, New York, Routledge, 2005, s.138.
52
Asur işgali sonrası başlayan güneye çekilme süreci, Mısır’ın M.Ö. 596'da Napata'yı
yağmalamasıyla doruk noktasına ulaştı.
c. Meroe: Akdeniz Dünyası ve Özgünleşme
Napata’nın yağmalanması, Kuş Krallığı'nda kültürel yansımaları da olacak
siyasi bir kırılmaya yol açtı. Nitekim siyasi gücün merkezi beşinci kataraktın
güneyindeki Butana Bölgesi'nde bulunan Meroe'ye kaymaya başlamıştı. Meroe M.Ö.
500'lere, hatta daha öncesine uzanan erken kentsel gelişimiyle Napata ile eş değere
sahip bir yerleşimdi.177 Coğrafi konumu vasıtasıyla Mısır yönündeki kuzey yollarını
ve Kızıldeniz yönündeki doğu yollarını kontrol altında tuttuğu gibi batısındaki doğal
kaynaklar açısından zengin Afrika savanlarına erişim kapasitesine de sahipti. Öte
yandan, M.Ö. birinci bin yılın ortalarından itibaren Meroe'de gelişmeye başlayan
demir metalurjisi siyasi güce merkezileşecek bir iktidar aracı sağladı.178 Meroe'nin
iletişime açık yapısı demirin askeri potansiyeli ile birleşince tarımsal üretimin
sınırlı179, doğal kaynakların zengin olduğu bölgede ticarete dayalı bir ekonomi
kurulmasının önü açıldı. Kuş Krallığı böylece, askeri, ideolojik ve ekonomik araçlar
vasıtasıyla M.S. 19. yüzyıla dek erişilemeyecek denli geniş bir alanı bütünleştirerek
bölgesel bir hegemon haline geldi.
M.Ö. birinci bin yılın sonuna doğru sistemin bir dönüşüm süreci içerisine
girmesi Kuş Krallığı’na yeni ilişkiler kurma fırsatları yarattı. Akdeniz’in uluslararası
177 P. L. Shinnie, “The Nilotic Sudan and Ethiopia, c. 660 BC to c. AD 600”, The Cambridge History of
Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 238. 178 Edwards, The Nubian…, s. 220. 179 Butana Bölgesi'ndeki yerleşimler nehir vadilerindeki konumlarıyla tarım yapılmasına olanak sağlıyordu. Ancak, sabanın ya da bunun gibi hayvan çekiş gücünden 19. yüzyıldaki sömürge dönemine dek faydalanılamaması, büyük çaplı bir toprak gelirinden mahrum kalınmasına neden olmuştu. David N. Edwards, “Meroe and The Sudanic Kingdoms,” Journal of African History, Vol. 39 (1998), s. 178.
53
ticaret sistemindeki ağırlığı batısındaki kentlerin büyümesi sayesinde giderek
artıyordu. Büyük İskender’in fetihleri sonrasında Akdeniz dünyasının artan
ekonomik önemi Nil vadisini de etkilemeye başladı. Öyle ki, Ptolemik Hanedan
döneminde kurulan İskenderiye yeni Mısır yönetiminin Akdeniz ticaretine ilgisinin
bir yansımasıydı. Bu bağlamda, Ptolemiler ile başlayıp Roma ile devam eden süreçte
Mısır’a hâkim olan yeni güçler, Akdeniz’deki kent ekonomilerin talepleri
doğrultusunda Nil vadisindeki ticareti geliştirdiler. Bu sayede, bir yandan ticaretten
sağladığı büyük gelirle zenginleşen Kuş Krallığı, öte yandan Akdeniz dünyasıyla
doğrudan ilişkiler geliştirdi. Nübya tarihinde ilk kez Mısır’ın etki alanından
çıkıyordu.
Firavunluk rejiminin güç kaybetmesi, Kuş başkentinin geleneksel sınırlar
dışına çıkması ve çeşitlenen ticari ilişkiler, Kuşitik seçkin kültürünün bir dönüşüm
sürecine girmesine yol açtı. Mısır'ın egemenliğinde geçen yaklaşık beş yüz yıl
sonunda, Kuş Krallığı birçok Mısırlı kültürel uygulamayı kullanır hale gelmişti.180
Ancak, Meroe dönemiyle beraber Kuşitik seçkin kültürünün temelini oluşturan Mısır
geleneklerinden kısmi bir bağımsızlaşma yaşanmaya başladı. Bu süreç, Yunanca
eğitim alan Kral Arkamani'nin (Ergamenes) M.Ö. 3. yüzyılda tahta geçmesiyle tepe
noktasına ulaştı.181 Arkamani, Amon rahiplerinin kral üzerindeki geleneksel gücünü
sınırlandırdı.182 Onun zamanından itibaren yerel semboller ve tanrılar kutsal alana
dâhil olmaya, dinsel düzendeki hiyerarşide yukarı tırmanmaya başladılar.183 Bu öncül
180 Edwards, Archaeology…, s. 219. Bunların arasında en göze çarpanı, artık Nübya’da de görülmeye başlayan piramit şeklindeki mezarlardır. 181 “Arapların M.S. 7. yüzyıldaki fetihlerine dek, yaklaşık bin yıl boyunca, Yunanca eğitim almak ve Yunanca konuşabilmek Batı Asya’nın ve Mısır’ın büyük kısmında ayrıcalıklı olmanın anahtarıydı.” Stanley M. Burstein, “When Greek Was an African Language: The Role of Greek Culture in Ancient and Medieval Nubia,“ Journal of World History, Vol. 19, No. 1 (2008), s. 47. 182 Idem.. 183 Shinnie, op. cit., s. 228.
54
siyasi hamleyi, Meroitik alfabeye dayalı kendine özgü bir yazı türünün dinsel ve
siyasi yaşamda egemen bir role sahip olan Mısır hiyeroglifinin yerini alması izledi.
Böylelikle Kuş Krallığı, Akdeniz dünyasının Nil vadisinde yarattığı ticari
dinamizmden faydalanarak biriktirdiği zenginlikle yerel ve kozmopolit olanı
birleştirdiği kendine özgü bir uygarlık inşa etti.
Kuş Krallığı'nın ticari gelirle beraber büyüyen refahı Roma döneminde artarak
devam etti. M.Ö. 30’da Roma’nın Mısır’ı ilhak etmesi sonrası bir süre Nil vadisinin
iki ucundaki güç, çatışmaya girdiyse de, nihayetinde Ptolemik Mısır dönemindeki
sınırlar üzerinde anlaştılar. Kurulan görece iyi ilişkiler sonucu yaklaşık üç yüz yıl
geçerliliğini koruyan sınır ve Roma’nın Afrika mallarına olan talebi ticareti geliştirdi.
Ancak, M.S. 3. yüzyıldan itibaren sistemin bir bütün halinde zayıflaması ticaretin
zayıflamasına neden oldu. Üstelik doğudaki Aksum Krallığı küçülen ticari gelire
ortak olan güçlü bir rakip haline geliyordu. Aksum Krallığı, Kuş Krallığı’nın ticaret
gelirine bağımlı ekonomisinin aksine, toprak geliri de üretebiliyordu. Bu nedenle, iki
taraf arasındaki denge zamanla doğudaki rakip lehine bozulmaya başladı ve Kuş
Krallığı düşüş dönemine girdi. Zayıflayan merkezi otorite, M.S. 4. yüzyıldaki Aksum
saldırılarının ve Kordofan’dan Nil kıyısında bulunan zengin Kuş kentlerine başlayan
büyük Noba göçünün etkisiyle çöktü.184 Kuş Krallığı’nın yıkılışından sonra Meroe ve
öteki kentler zamanla ortadan kalktı, Meroitik yazı M.S. 5. yüzyıla gelindiğinde artık
kullanılmaz hale geldi. Böylelikle, bölgeyi birleştiren Kuşitik kültürün yerini
Nübya’nın “barbar” fatihlerinin bölgesel kültürü aldı.185
184 L. P. Kirwan, “Rome beyond The Southern Egyptian Frontier,” The Geographical Journal, Vol. 123, No. 1 (1957), s. 15. 185 Edwards, Archaeology…, s. 220-221.
55
B. Kuzey Boynuz Bölgesi ve Aksum Krallığı
Kuzey Boynuz Bölgesi avantajlara ve dezavantajlara sahip bir coğrafyadır.
Öyle ki, bölge antik dönemin en önemli iletişim hatlarından ikisi olan Nil vadisi ile
Kızıldeniz arasında yer alır. Ancak, bölgeler arası iletişimin düğüm noktasında yer
alsa da, coğrafi yapısı gereği bölge içi iletişimin sınırlı kaldığı bir karaktere sahiptir.
Kuzey Boynuz Bölgesi coğrafyasının büyük bölümü deniz seviyesinden ortalama iki
bin metre yükseklikte bulunan platolardan oluşur. Bu platolar, doğuda dik yamaçlarla
Kızıldeniz'den ve Danakil çöküntüsünden186 ayrılırlar. Batıya gidildikçe yükseklik
Nil vadisinin tarıma ve hayvancılığa uygun geniş ovalarına doğru yavaşça azalır.
Kuzeyde de yükseklik yavaş bir şekilde düşer ama Kızıldeniz kıyısına yaklaştıkça
toprak giderek kuraklaşır. Platolar sadece güneye doğru devam eder ve Etiyopya
platosunun ana kütlesi ile birleşir. Bu platolar, ılıman iklimi ve verimli toprak yapısı
ile tarımsal üretime oldukça uygun şartlara sahiptirler. Kısacası, kendi içinde farklı
özelliklere sahip alt bölümleri kapsayan Kuzey Boynuz Bölgesi coğrafi açıdan
çelişkiler sergiler. Bu çelişkiler, bölgenin uluslararası ticaret sistemine dâhil olma
sürecini büyük ölçüde şekillendirmiştir. Öyle ki, Nil vadisinin ve Kızıldeniz'in
oluşturduğu ticari eksenler bölgenin farklı alt bölümlerini farklı zaman dilimlerinde
ticari etkinliğin merkezi haline getirmiştir.
1. Batıdaki Alçak Bölgelerde Erken Devletleşme: Gash Deltası
Batıdaki alçak bölgeler M.Ö. dördüncü bin yıldan itibaren giderek daha kurak
şartların hakimiyeti altına girdi. 187 Sıcaklıkların yükselmesi alçak bölgelerdeki
nehirlerin taşıdığı su oranını bir hayli arttırarak çöl deltalarının oluşmasını
186 Danakil Çöküntüsü, deniz seviyesinin 100 metre altında bulunan, yıllık sıcaklık ortalamalarına göre dünyanın en sıcak bölgelerinden birisidir. 187 Rodolfo Fattovich, “The Development of Ancient States in the Northern Horn of Africa, c. 3000 BC–AD 1000: An Archaeological Outline,” Journal of World Prehistory, Vol. 23, No 3 (2010), s. 149.
56
tetiklemişti. Bu süreçte ortaya çıkan Gash deltası alüvyon toprakları sayesinde
oldukça verimliydi. Öte yandan, alçak ve yüksek bölgelerdeki altın, fildişi ve mür
gibi kaynaklara erişim sağlayan stratejik bir konuma da sahipti. Bu nedenlerden
ötürü Orta Atbara vadisinde yaşayan, başlangıç düzeyinde bir hiyerarşik düzene
sahip yarı göçebe bir topluluk olan Gash Grubu, M.Ö. üçüncü bin yılın ortalarında
kuzeydeki Gash deltasına göç etti.188 Ekonomisi temelde tarım ve hayvancılığa
dayanan Gash Grubu, deltaya yerleştikten sonra Mısır'dan ve Nübya'dan Güney
Arabistan'a uzanan ticaret ağına dahil oldu.189 Ticari gelir batıdaki alçak bölgelerde
toplumsal farklılaşmanın başlangıç noktası oldu.
M.Ö. 2300'lerden itibaren Nil vadisindeki ekonomik odağın Kerma'ya
kaymasıyla Gash Grubu’nun ticari geliri de giderek arttı. Öyle ki, ticari ağın düğüm
noktasında yer alan Mahal Teglinos (Kassala) hızla büyüyordu.190 Artan ekonomik
refahın yanı sıra, yerleşimin güneyinde yapılan dikilitaşlarla işaretlenmiş mezarlık,
Mahal Teglinos'a muhtemelen atalar kültüyle ilişkili seromonik bir güç sağlamıştı.191
Bu sayede, M.Ö. üçüncü bin yılın ortalarından M.Ö. ikinci bin yılın ortalarına dek
geçen süreçte Mahal Teglinos, bölgesel anlamda ekonomik ve ideolojik bir merkez
olarak işlev gören öncül bir kente dönüştü.192 Söz konusu dönüşüme düzeni
yönetecek aygıtların gelişmesi eşlik edince, Gash deltasında, en parlak dönemini
188 Ibid., s. 167. 189 Ibid., s. 161. Gash Deltası, M.Ö. 2700'den 2300'e dek geçen süreçte, Mısır, Nübya ve Güney Arabistan arasındaki ticaret ağına eklemlenmişti. M.Ö. 2300'den itibaren deltanın ana ticaret ortağı, etkisini Kızıldeniz kıyısına dek genişleten Kerma oldu. M.Ö. 1700 - 1400 arasında Gash Deltası ticari ilişkilerini, Mısır, Nübya ve Güney Arabistan arasında yeniden canlanan ticaret ağı dâhilinde yürüttü. 190 İthal ve yerel malların saklandığı depoları bulunan yapılara sahip olan Mahal Teglinos’ta çeşitli zanaat faaliyetleriyle uğraşılıyor, ölüler mezarlara mallarıyla beraber gömülüyordu. 191 Rodolfo Fattovich, “The development of urbanism in the northern Horn of Africa in ancient and medieval times,” der., P. Sinclair, Development of urbanism from a Global Perspective, www.arkeologi.uu.se (1999), s. 11. 192 Idem..
57
M.Ö. 1700 ile 1500/1400 arasında geçiren bir şeflik ortaya çıktı.193 Böylelikle Gash
deltası, bölgeler arası ticaret ağından sağladığı gelirle Kuzey Boynuz Bölgesi'deki
devletleşme ve kentleşme sürecinin öncüsü haline geldi.
M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren Orta Nil Vadisi ile Kuzey Boynuz
Bölgesi'nin batısı arasındaki ekonomik ilişkiler zayıflamaya başladı. Mısır, 15.
yüzyılda Gash Şefliği'nin en önemli ticaret ortağı olan Kerma'yı ele geçirerek Nil
vadisinde dördüncü katarakta kadar ilerlemişti. Öte yandan, Kızıldeniz ticareti de bir
değişim süreci içerisine girmişti. Mısır Kızıldeniz'de seferler düzenliyor, Güney
Arabistanlılar ticari etkinliklerini Arabistan'ın batı kesimine doğru
genişletiyorlardı.194 Kızıldeniz'in büyüyen ekonomik potansiyeli Kuzey Boynuz
Bölgesi'ndeki ticaretin merkezinin giderek doğuya kaymasına yol açtı. Bu nedenle,
batıdaki alçak bölgelerin ticari ağdaki konumları gitgide zayıfladı. Gash Şefliği M.Ö.
ikinci bin yılın ortalarında düşüşe geçerken, Mahal Teglinos bölgesel merkeziliğini
kaybederek küçüldü.195 M.Ö. birinci bin yılda Kızıldeniz ticaretinin güçlenmesi, Kuş
Krallığı’nın siyasi baskısını arttırması ve iklimsel kuraklık nedeniyle batıdaki alçak
bölgeler devletleşme sürecinin odak noktası olmaktan çıktı.
2. Platolar
a. Aksum-Öncesi Dönem: D’MT Krallığı ve Kızıldeniz
M.Ö. ikinci bin yılın sonlarına kadar platolardaki yerleşimler oldukça cılızdı.
Bölgenin ekonomisine büyük ölçüde hayvancılıkla uğraşan göçebe ve yarı-göçebe
topluluklar şekil veriyodu.196 M.Ö. birinci bin yılın başında farklı kültürlere sahip
193 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 161. 194 Fattovich, “The Development of urbanism…”, s. 10'dan Fattovich, R., K. Sadr ve S. Vitagliano, “Society and territory in the Gash delta (Kassala, eastern Sudan), 3000 BC–AD 300/400,” Origini, Vol. 14(1988–89.), s. 329–57. 195 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s 155-156. 196 Ibid., s. 151.
58
topluluklar platolara yerleşmeye başladılar.197 Göç, yerleşik bir yaşamı inşa
edebilecek ekonomik ve kültürel altyapıyı da beraberinde taşıdı. Hayvancılığın yanı
sıra tarım yapılmaya, çömlekler ve yonga aletler düzenli şekilde kullanılmaya
başladı.198 En azından M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren, Aksum ve Asmara'da bazı köyler
artık taştan yapılmış evlerden oluşuyordu.199 Öte yandan, göçebeler sayesinde
yerleşik topluluklar arasında ve platolarla kıyı ve alçak bölgeler arasında bir ilişki ağı
kurulmuştu.200 Bu ağ, Kızıldeniz'in büyüyen ticari potansiyelinden faydalanmaya
başlayan platolardaki toplulukların ticaret geliri eşliğinde giderek daha hiyerarşik bir
sosyo-ekonomik düzen kurmalarına olanak sağladı.
M.Ö. birinci bin yılda Kızıldeniz ticareti Güney Arabistan'ın öncülüğünde bir
büyüme sürecine girdi. Kızıldeniz'in karşı ucunda ekonomik bir gücün ortaya
çıkışının platolardaki ilk yansıması, Yeha'da M.Ö. 700'lerde inşa edilen Güney
Arabistan tarzı anıtsal bir tapınak oldu.201 Bunu, M.Ö. birinci bin yılın ortalarına
doğru Güney Arabistan'ın ideolojik sembollerini kullanarak siyasi üstünlüklerini
meşrulaştıran yerel bir seçkin sınıfın türemesi izledi.202 Yerel seçkinlerin kurduğu
düzen, Güney Arabistan Saba Krallığı ile birlikte bin yılın ortalarında ticari
genişlemesinin zirvesine ulaştığında iyice güçlendi. Nitekim Yeha - Aksum
bölgesinde D'MT adlı bir krallık kurulmuş, böylelikle, platolardaki devletleşme
süreci başlamıştı.
197 Rodolfo Fattovich, "Reconsidering Yeha, c. 800–400 BC," African Archaeological Review, Vol. 26 (2009), s. 284. Arkeolojik veriler, Kassala bölgesinin kültürel özelliklerini taşıyan küçük bir topluluğun, daha M.Ö. üçüncü ya da ikinci bin yılda Aksum bölgesine yerleştiğini gösteriyor. Fattovich, “The Development of Ancient…”, s 151. 198 David W. Phillipson, Foundations of an African Civilisation Aksum & the northern Horn 1000 BC - AD 1300, Woodbridge, James Currey, 2012, s. 15. 199 Ibid., s. 11. 200 Fattovich, “Reconsidering…”, s. 284. 201Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 164. 202 Michael J. Harrower ve A. Catherine D’Andrea, "Landscapes of State Formation: Geospatial Analysis of Aksumite Settlement Patterns (Ethiopia),” African Archaeological Review, vol. 31(2014), s. 518.
59
Platolardaki süreci batıdaki alçak bölgelerden ayıran temel nokta tarımın
ekonomideki payıydı. Yerleşimler genellikle su kaynaklarının bol olduğu tarımsal
üretime uygun yerlerde kurulmuştu.203 (Ek 5) En azından M.Ö. birinci bin yılın
ortalarından itibaren öküz sabanının kullanılmaya başlaması, taraçalama ve rezervuar
gibi yöntemler vasıtasıyla toprak ve su idaresinin geliştirilmesi toprak gelirinin
artmasını sağladı.204 Tarımsal üretim Güney Arabistan’la kurulan ticari ilişkilerle
birleşince platolarda Aksum dönemini öncüleyen bir kentleşme süreci yaşandı. Öyle
ki, M.Ö. 500’lerden itibaren platolarda Yeha, Matara ve Kaskase gibi kentler ortaya
çıkmaya başladı.205 Şüphesiz dönemin en önemli kenti, D'MT Krallığı'nın en büyük
seromoni merkezi ve muhtemelen başkenti olması sebebiyle Yeha'ydı. Yeha, Güney
Arabistan'ın ay tanrısı Almaqah için yapılmış bir tapınak, büyük bir saray ve geniş
bir mezarlık tarafından şekillendirilmişti. Yeha'nın yanı sıra çevresindeki
yerleşimlerde de Almaqah'a adanmış tapınaklar inşa edilmişti.206 Dolayısıyla,
Aksum-öncesi dönemin anıtsal mimari, yazı ve sanat gibi kentle alakalı kültürel
gelişimi büyük ölçüde Güney Arabistan'ın ideolojik etkisi altında doğdu ve gelişti.
Ne var ki, bu etki seçkin sınıfla sınırlıydı. Nüfusun büyük kısmı hâlâ
çömlekçilik ve yerleşim mimarisi konusunda yerel kültürü takip ediyordu.207 M.Ö.
ikinci bin yılın ortalarından itibaren Saba Krallığı düşüşe geçince mevcut kültürel ve
siyasi düzen yerinden oynamaya başladı. Öyle ki, seçkinlerin siyasi düzenini temsil
eden D'MT Krallığı M.Ö. 400'lerde yıkıldı. Yeha bölgesel merkeziliğini kaybetti,
anıtsal yapılar terkedildi ve yerleşimler keskin bir şekilde küçüldü.208 Yine de
203 Ibid., s. 530. 204 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 163. 205 Fattovich, “The Development of urbanism…”, s. 12. 206 Phillipson, op. cit., s. 40. 207 Harrower ve D’Andrea, op. cit., s. 533. 208 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165.
60
toplumun dar bir kesimiyle sınırlı kalan Güney Arabistan etkisi toptan ortadan
kalkmadı. Kimi noktalarda kopuşlar yaşansa da, özümsemeyi ve yerelleştirmeyi takip
eden bir süreklilik sağlandı. Dinsel yapıda sözkonusu yerelleştirme M.Ö birinci bin
yılın ortalarında hali hazırda yaşanmıştı. Panteon, Almaqah'ı simgeleyen boğa ile
Mısır/Meroe tarzı aslan figürünün merkezi rol oynadığı Güney Arabistanlı ve
Afrikalı bir karaktere sahipti.209 Buna ek olarak yazı sisteminde, çömlekçilikte ve
mimari tarzda yerel şartlara göre değişimler yapılarak belli noktalarda süreklilik
korundu.210 Kısacası, siyasi alandaki etkinliği yüzünden dış kabuğu Güney
Arabistanlı bir biçim alsa da, yerleşik kültür temelde Afrikalı yerel geleneklerden
beslenmeyi sürdürdü.
b. Aksum Krallığı: Akdeniz Dünyasının Büyüyen Etkisi
D'MT Krallığı’nın yıkılışıyla beraber Yeha merkeziliğini kaybetmiş ve
küçülmüştü. Daha batısındaki Aksum'da ise çekirdek bir nüfus etrafında kırsal
yerleşimler sürekliliğini koruyordu. Aksum nehir vadilerinin kesişiminde yer alan bir
coğrafi konuma sahipti. Bu vadiler, bir yandan, iç bölgelerden kıyılara dek uzanan
geniş bir alandaki iletişim ağı olarak işlev görüyorlar, öte yandan, yağmur
mevsiminde doğal su kaynağı olarak kullanılıyorlardı.211 Yani Aksum, coğrafi
şartları gereği hem toprak hem ticaret geliri üretme kapasitesine sahipti. Nitekim
bölgenin çekirdek nüfusu, M.Ö. 400'ten itibaren giderek artan bir toplumsal
farklılaşma sürecine girdi.212 Bu süreç, ideolojik bir kopuşla beraber gelişti. Aksum-
öncesi devlet yapılanmasının toplumun ideolojik odak noktasına yerleştirdiği Güney
209 Ibid., s. 164. 210 Shinnie, op. cit., s. 262. 211 Luisa Sernicola ve Laurel Phillipson, “Aksum's regional trade: new evidence from archaeological survey,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 46, No.2 (2011), s. 194-195. 212 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 158.
61
Arabistan tipi tapınakların yerini, Gash Şefliği'ndekine benzer şekilde kullanılan
dikilitaşlar almaya başladı.213 Dolayısıyla, Aksum’daki devletleşme, D’MT sonrası
dönemdeki kopuşlar ve adaptasyon sürecinden geçirilen sürekliliklerin
şekillendirdiği siyasi ve kültürel düzen üzerine inşa edildi.
Güney Arabistan'ın M.Ö. birinci bin yılın ortalarından itibaren düşüşe
geçmesiyle Kızıldeniz ticareti büyük ölçüde Mısır'a kaymıştı. Bu nedenle Aksum,
kuruluş evresinden itibaren, öncülü D'MT Krallığı gibi Kızıldeniz'in karşı kıyısıyla
değil, Akdeniz dünyasıyla yoğun ekonomik ilişkiler geliştirdi. Nitekim Aksum'daki
şeflik, M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren Ptolemik Mısır'ın etkisiyle yoğunlaşan Kızıldeniz
ticaretinden faydalanmaya başladı.214 Öte yandan, M.S. 1. yüzyıldan itibaren,
yağmurlu mevsimin üç buçuk aydan altı aya çıkması, tarımsal üretimin gelişmesinin
önünü açmıştı.215 Bu sayede Aksum, iç bölgelerden temin edilen ticari malların
akışını istikrarlı kılacak bir arz kabiliyeti edindi. Gerek toprak gerek ticaret geliri
giderek artan Aksum’daki şeflik miladi dönemin başlarında küçük yerel bir krallık
haline geldi.
Aksum’un Ptolemelerle başlayan Akdenizli ticaret ortağı dönemi Mısır'ı
fetheden Roma İmparatorluğu ile devam etti. Roma Kızıldeniz’i doğu - batı
ticaretinde ana bir artere dönüştürdükçe Aksum güç kazanmaya başladı. Özellikle
Akdeniz'deki kentlere fildişi ve Güney Arabistan'a köle ihraç ederek gitgide
zenginleşti.216 M.S. 3. yüzyıla gelindiğinde krallık altın para basacak kadar bir refah
213 Ibid., s. 165. Aksum kültürünün ayırt edici özelliği olan bu dikilitaşların boyutu ortalama iki - üç metreden, refah seviyesinin artışına paralel olarak, miladi dönemin başlangıcına doğru dört - beş metreye, M.S. birinci bin yılda ise otuz üç metreye kadar çıktı. 214 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165. 215 Karl W. Butzer, “Rise and Fall of Axum, Ethiopia: A Geo-Archaeological Interpretation,” American Antiquity, Vol. 46, No 3 (1981), s. 491. 216 Phillipson, op. cit., s. 196-197.
62
biriktirmişti.217 Büyüyen refah, Kuzey Boynuz Bölgesi'ndeki siyasi otoritenin hiç
olmadığı kadar güç kazanıp merkezileşmesine yol açtı. Öyle ki Aksum, M.S. 3.
yüzyılda platoları ve Kızıldeniz kıyısının bir kısmını siyasi olarak birleştirmiş, hatta
geçici bir süreliğine de olsa Güney Arabistan'ı işgal etmişti. Üstelik M.S. 3. yüzyılda
Roma’nın düşüşe geçmesiyle Kızıldeniz’deki düzenleyici rolü de devralmıştı. Şimdi
Roma’nın yerini Bizans ile dolduran Aksum, M.S. 4. yüzyılda Kuş Krallığı'na son
vererek Akdeniz'den Hindistan'a kadar uzanan geniş bir bölgede çıkarlara sahip
uluslararası ticareti yönlendiren bölgesel bir hegemon haline geldi.
Ptolemeler, Roma ve Bizans ile kurulan ilişkiler, Aksum’un yükselişine paralel
olarak hızlanan kentleşme218 sürecine yoğun bir Akdeniz etkisinin eşlik etmesine
neden oldu. Öyle ki, Bizans ile ilişkiler sayesinde, M.S. 330’da Kral Ezana
Hıristiyanlığı kabul ederek Aksum Krallığı'nı dünyanın ilk Hıristiyan devletlerinden
biri haline getirdi. Ancak Helen dünyasının etkisi, Aksum Krallığı'nın M.S. 451
yılındaki Kadıköy Konsulü'nde Hıristiyanlığın Grek değil Mısırlı yorumu olan
monofizist anlayışı kabul etmesiyle sınırlı kalmış, dinsel düşüncedeki Afrikalı unsur
Aksum-öncesi dönemin panteonuna benzeyen bir şekilde korunmuştu. Aksum
217 Phillipson, op. cit., s. 50. Altın, gümüş ve bakır şeklinde sınıflandırılan Aksum parası başlangıçta Yunanca yazılar taşıyordu. Sonraları uluslararası dolaşıma sokulan altın paralarda bu özellik korunsa da, çoğunlukla yerel olarak kullanılan gümüş ve bakır paralarda Gı'ız dili kullanıldı. 218 Aksum dönemindeki kentleşme Aksum-öncesi dönemde kurulan yerleşim düzeni üzerine inşa edilmişti. Bu yerleşimler tarımsal üretime uygun, platoları Kızıldeniz kıyısı ve Nil vadisi ile ya da kaynak açısından zengin iç bölgelerle bağlayan yollar üzerindeki stratejik konumlarda yer alıyorlardı. Aksum dönemiyle beraber söz konusu yerleşimler geliştiler, Aksum, Matara ve Adulis gibi bir kısmı büyük merkezler haline geldiler. Harrower ve D’Andrea, op. cit., s. 518- 519. Adulis, Aksum'a sekiz günlük uzaklıktaki mesafesiyle krallığın uluslararası ticarete erişim kapısıydı. Aksum-öncesi dönemin önemli merkezlerinden biri olan Matara D'MT'nin yıkılışı sonrasında kentsel toplumunu korumayı başarmıştı. Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165.Öte yandan, Aksum devletin başkenti olarak ticari gelirden en çok faydalanan ve antik metinlerde kentten ziyade "metropol" olarak nitelendirilen bir yerleşimdi. Aksum'daki bu yerleşimler, ticaretle gelişen öteki Afrika örneklerinin aksine sadece hammadde ihraç eden ekonomiler değil, aynı zamanda mamul mal üreten birer kent ekonomisiydiler. Fildişi oymacılığı oldukça gelişmişti; deri ve cam işleniyor, şarap yapılıyor, muhtemelen tekstil mallar üretiliyordu. Graham Connah, Forgotten Africa An introduction to its archaeology, Oxfordshire, Routledge, 2004, s. 74.
63
Krallığı M.S. birinci bin yılın ortalarında gücünün zirvesine ulaşırken, kiliseler
yerleşimlerin genel özelliklerinden birine dönüştü.219 Böylelikle, Güney Arabistan
döneminin aksine Akdeniz etkisi toplumun geneline yayıldı.
Aksum’un Hristiyanlaşması olağandışı bir durum değildi. Giderek büyüyen
Akdeniz dünyasının uluslararası ticaretin ana yollarından biri haline getirdiği
Kızıldeniz’i kontrol altına alma çabasının bir yansımasıydı. Nitekim Hristiyanlık’ın
yanı sıra, Musevilik, Zerdüştlük gibi dinler, Sasani ve Bizans İmparatorluğu gibi
büyük devletler M.S. 4. yüzyıldan itibaren Kızıldeniz’de birbirleriyle rekabet etmeye
başlamışlardı. Kısacası, Kızıldeniz Akdenizli büyük güçler arasındaki bir mücadele
alanı haline gelmişti. Hatta mücadele M.S. 6. yüzyılda Aksum ile Sasanilerin Güney
Arabistan'da doğrudan karşı karşıya gelmesiyle çatışmaya dâhi dönüştü. Ancak,
Aksum M.S. 6. yüzyılın sonlarından itibaren Kızıldeniz’deki bu mücadelede geri
düşmeye başladı.
Aksum’u gerileten Kızıldeniz’deki rekabetin büyümesi değil, M.S. 6. yüzyılın
sonlarından itibaren ekonomisinin dayanak noktalarını tek tek yitirmeye
başlamasıydı. M.S. 7. yüzyıldan itibaren Kuzey Boynuz Bölgesi ve çevresinde etkili
olan kuraklık tarımsal üretimin düşmesine, dolayısıyla nüfusun azalarak
yerleşimlerin küçülmesine yol açmıştı.220 Yine bu dönemde, Doğu çölündeki
göçebelerin platoların doğu kesimine yerleşmesi Aksum'un Kızıldeniz'e erişimini
kısıtladı.221 Arabistan’da İslamiyet'in yükselişiyle Kızıldeniz ticaretinin tartışmasız
bir şekilde Müslümanların hâkimiyetine geçmesi Aksum için son ve en büyük darbe
oldu. Krallık, M.S. 7. yüzyıldan itibaren ticari malların temin edildiği bölgeleri
219 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 158. 220 Ibid., s. 167. 221 Idem..
64
kontrol edemez, altın para basamaz hale geldi.222 Toprak ve daha önemlisi ticaret
gelirinden mahrum kalan Aksum Krallığı sistemden kopmasa da, hızla düşmeye
başlamıştı.
C. Kuzey Afrika ve Akdeniz İmparatorlukları
Kuzey Afrika coğrafi ve iklimsel olarak Akdeniz’in bir parçasıdır. Ancak,
sınırlarını Akdeniz değil, Sahra Çölü belirler. Öyle ki, Sirte Körfezi’nin doğusunda
çöl kimi noktalarda denize dek ulaşırken, körfezin batısında dağlar nedeniyle etkisi
sınırlıdır. Bu bağlamda, Sahra’nın nerede ne kadar etkin olduğu Kuzey Afrika’nın
coğrafi yapısını tanımlamakla kalmaz, ekonomik ve kültürel yapısına da şekil verir.
Zira Sirte Körfezi’nin doğusunda verimli topraklar Sirenayka bölgesi dışında oldukça
dardır. Oysa körfezin batısındaki bölgenin geniş art alanı ekilebilir ovaları da
kapsadığından doğuya kıyasla yerleşikliğe daha uygundur.223 Sahra iç bölgelerle
iletişimi zayıflattığından bu bölgeler neolitik dönemden itibaren224 ekonomik ve
kültürel olarak Akdeniz dünyasının bir parçası haline gelmişlerdir. Söz konusu süreç,
M.Ö. birinci bin yılda kent ekonomilerin Fenikeliler ve Yunanlılar vasıtasıyla Batı
Akdeniz'e doğru yayılmasıyla yeni bir safhaya geçmiştir. (Ek 6)
222 Butzer, op. cit., s. 488. 223 Herodot'a göre, Sirte Körfezi'nin batısındaki "Libyalılar" yerleşik bir yaşam sürerken, doğudakiler göçebedir. 224 M.Ö. 7000’lerden itibaren Akdeniz’de dolaşmaya başlayan gemiler deniz iletişimini güçlendirmişti. Curtin, op. cit., s. 87. Bu sayede, Kuzey Afrika da dahil olmak üzere Batı Akdeniz kıyısında ortak bir çömlekçilik geleneği ortaya çıkmıştı. G. Camps, "Beginnings of Pastoralism and Cultivation in North-West Africa and Sahara: Origins of The Berbers”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, s. 558-559. Öte yandan, Kuzey Afrika'daki ekonomilerin temelini oluşturan evcilleştirilmiş küçükbaş hayvanlar Doğu Akdeniz'den Nil vadisine, Nil’den de Kuzey Afrika'ya yayılmıştı. David W. Phillipson, African Archaeology, Cambridge, Cambridge University Press, 2005, s. 175-176. Bu sürecin son halkası, Batı Asya'da kullanılan tahıl kültürünün Kuzey Afrika'ya yayılması oldu.
65
1. Kolonizasyon: Akdeniz Ticaretinin Bir Parçası Haline Gelen
Yerleşimler
Fenikelileri Kuzey Afrika'ya çeken Batı Akdeniz'deki ticari çıkardı. İber
yarımadasının güneyinde bulunan Tartessos Krallığı225 gümüş ve kalay gibi uygar
dünyanın en çok talep ettiği madenleri pazarlıyordu. Fenikeliler, Doğu Akdeniz'de
her daim alıcısı olan bu mallar nedeniyle, M.Ö. ikinci bin yılın sonlarından itibaren
Batı Akdeniz'e açılmaya başladılar.226 Ancak, gemilerin Akdeniz'in doğu ucundan
batı ucuna gidebilmesi için demirleyebilecekleri noktalara ihtiyaçları vardı. Bu
nedenle, Kuzey Afrika başta olmak üzere Sicilya, Sardunya ve Balear Adaları’nı da
kapsayacak şekilde Batı Akdeniz boyunca birçok irili ufaklı yerleşim kurdular.
Bunlar çoğunlukla Yunanlıların “emporia” dedikleri, kentten daha küçük, kimi
zaman yüz kadar kişinin yaşadığı, yerlilerin pazarda ticarete katıldıkları, tacirlerin
konakladıkları ve su kaynağı olarak kullandıkları küçük yerleşimlerdi.227 Ayrıca
Atlantik kıyısından Trablusgarp’a kadar uzanan Afrika'nın kuzeybatı kıyılarında
Mogador, Liksus, Kartaca, Utica, Lepcis vb. gibi birçok kent de kurdular.
Merkezinde Kuzey Afrika'nın yer aldığı bu düzen vasıtasıyla Fenikeliler Batı
Akdeniz'de güçlü bir ticaret tekeline sahip oldular.
Kuzey Afrika'daki Yunan kolonizasyonunun ana nedeni ise demografik
sorunlardı. Yunanistan anakarasındaki ve Küçük Asya’daki hızlı nüfus artışı
Yunanlıları M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren, denize kıyısı olan, güvenli ve verimli
225 Tartessos Krallığı, İber yarımadasının güneybatı kısmında yer alıp merkezi, günümüzde Guadalquivir olarak da bilinen, Baetis nehrinin aşağı ve orta kısımlarıdır. Michael Grant, A Guide to the Ancient World, New York, Barnes & Noble Books, 1997, s. 628. 226 Phillipson, African…, s. 218. 227 Law, “North Africa in the period…”, s. 126.
66
topraklara sahip yeni bölgeler aramaya yöneltmişti.228 Her ne kadar, Yunan
genişlemesinin asıl ayağını Batı Akdeniz'deki İtalya yarımadası ve Sicilya oluştursa
da, Yunan kolonyalistler Doğu Akdeniz'deki Levant'ta, Mısır'da ve Sirenayka'da da
yerleşimler kurdular. Sirte Körfezi'nin doğusunda yer alan Sirenayka, Girit ve Ege
dünyasıyla doğal bağlantısı olan, henüz Fenikelilerin işgaline uğramamış bir
bölgeydi. Öte yandan, öncelikleri ticaret değil tarımsal üretim olan Yunanlılar için
bereketli arazilere sahip bölge kolonizasyona oldukça uygundu. Bu nedenle,
Thera’dan (Santorini) yola çıkan Yunan kolonyalistler Sirene ve Barka gibi iki
önemli kenti kıyıda değil iç bölgede kurdular.229 Ancak, tarımsal artı-ürün nüfusun
ihtiyaçlarının ötesine geçince Mısır'daki Naukratis ve Yunan dünyası ile tahıl
üzerinden bir ticaret başladı ve iç bölgelerdeki Berberlerden sağlanan ürünlerle
gelişti.230 Öyle ki, antik dünyanın en çok talep edilen bitkilerinden biri olan
“silphium”un231 yalnızca bu bölgede yetişmesi Sirenayka’nın refah kaynaklarından
biri haline geldi. Böylelikle, temelde toprak gelirinden beslenen Sirenayka
yerleşimleri M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde Akdeniz’in önemli kentleri haline geldiler.
Kuzey Afrika kıyıları boyunca kurulan bu Yunan ve Fenike yerleşimleri bölgeyi
Akdeniz’deki ticaret ağının bir parçası yaptı.
228 Phillip C. Naylor, North Africa: a history from antiquity to the present, Austin, University of Texas Press, 2009, s. 30. 229 Law, “North Africa in the period…”, s. 109. 230 Ibid., s. 110. 231 Silphium antik dünyada hem her derde deva bir ilaç hem de sürü yemi olarak kullanılıyordu. Dünyanın her köşesinden gelen talebe rağmen üretimi devlet tekelinde tutuldu; o kadar önemli bir madde haline geldi ki paraların üzerine basılmaya başladı. Roma döneminin sonlarına doğru bulunması zorlaştı. Kuzey Afrika’ya yapılan barbar akınları sırasında ise tamamen yok edildi. John Wright, A History of Libya, New York, Columbia University Press, 2010, s. 19.
67
2. Kartaca: Kırsal Ekonominin Oluşması
Ticari çıkarın büyümesi rekabetin artmasını da beraberinde getirdi. Öyle ki
Fenikeliler, Batı Akdeniz’deki Yunan genişlemesini çıkarlarını tehdit eden bir
girişim olarak görmeye başladılar. İtalya yarımadasının güneyinde ve Doğu
Sicilya'da yerleşimler kuran Yunanlılar, Fenike'nin İber yarımadasındaki nüfuz
alanına sızıyorlardı. M.Ö. 638'de Tartessos'a giden yolun kazara da olsa
keşfedilmesi, aynı dönemde, Yunanlıların Fenike etki alanı olan Batı Sicilya'ya
girmesi ve Sirenayka'da yerleşimler kurması, Batı Akdeniz'deki Fenike çıkarlarını
ciddi bir tehdit altına soktu.232 Üstelik Fenike kent devletlerinin lideri konumundaki
Tire'nin Batı Asya'daki imparatorlukların baskısı altında kalışı, Batı Akdeniz'deki
Fenike çıkarlarının korunmasına engel oluyordu. Bu nedenle, tarım ve ticaret gelirine
sahip güçlü ekonomisi ve Batı Akdeniz'i kontrol eden coğrafi konumu ile Kartaca
giderek öne çıktı.
Kartaca aralarında ekonomik ve kültürel açıdan ciddi farklar bulunan “barbar”
Batı Akdeniz ile “uygar” Doğu Akdeniz’in kesiştiği stratejik açıdan savunulması
kolay bir noktada kurulmuştu. Sahra Çölü de eklendiğinde, Kartaca batıdan ve
güneyden ucuza mal alıp doğunun kentlerine kârlı bir şekilde pazarlama olanağına
sahipti. Öyle ki, Cassiterides Adaları ve kuzeybatı İberya’dan kalay; Sardinya ve
güney İberya’dan kurşun, bakır ve gümüş; Sahra-ötesi ticarete aracılık yapan
Berberlerden altın ve köle ithal ediyordu.233 Ticari gelirin yanı sıra, Kuzey Afrika ve
Batı Sicilya gibi bölgelerdeki verimli arazilerden toprak geliri de sağlıyordu. Bu
sayede Kartaca, M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Tire’nin yerine Fenikelilerin lider gücü
232 Law, “North Africa in the period…”, s. 120. 233 Braudel, Bellek…, s. 243.
68
konumuna yükselerek Batı Akdeniz’deki Yunan tehdidine karşı etkin bir politika
izlemeye başladı. Nitekim M.Ö. 540'ta Etrüsklerle ittifak kurarak Yunanlıları
yenilgiye uğratmış ve Korsika'dan çıkarmıştı. Batı Akdeniz'deki Fenike çıkarları
böylece bir süre için garanti altına alınsa da, M.Ö. 480 yılındaki Himera Savaşı,
Akdeniz'deki dengeleri kısa ve uzun vadede tamamen değiştirdi.
Sicilya'da Yunanlılara kaybedilen savaş, Kartaca'nın içe kapanarak siyasi,
ekonomik ve ideolojik yansımaları olan büyük bir dönüşüm geçirmesine yol açtı.
Akdeniz'deki genişleme politikası yaklaşık yetmiş yıllığına terk edilmişti.234 Öte
yandan, gümüş ve altın gibi değerli madenlerin akışını engellemek için Yunan,
Etrüsk ya da Pers mallarının ithalatı tamamen durduruldu.235 Bunlara ek olarak,
Afrika ve uzak batıdaki kaynaklar üzerindeki tekelin korunması ve sıkılaştırılması
için çeşitli seferlere girişildi. Bir yandan, egemenlik sahası Kuzey Afrika'nın iç
bölgelerine doğru genişletilirken, öte yandan Afrika, İber yarımadası, Sicilya ve
Sardunya'daki öteki Fenike kolonileri üzerinde denetim kuruldu. Bu sayede Kartaca,
her ne kadar Siyrakuz'un başını çektiği Yunan tehdidi sürse de, M.Ö. 5. yüzyılın
sonunda Batı Akdeniz'deki ve Sicilya'daki güçlü konumunu geri kazandı.236 Bu
süreçte bir kent devletten Kuzey Afrika merkezli bir imparatorluğa dönüştü.
İmparatorluk ekonomisinde de ticaretin baskınlığı devam etti. Kartaca’nın hali
hazırda ticari ilişkiler geliştirdiği doğal kaynaklar açısından zengin bir hinterlandı
vardı. Ancak, imparatorluğun ağır yükünün çekilebilmesi için bu ilişkilerin
yoğunlaştırılması şarttı. Bunun için Afrika’nın iç bölgeleriyle kara ve deniz yolu
olmak üzere iki şekilde ilişkiye geçildi. Kara yolunun ana rotası Sahra Çölü'nü takip
234 Law, “North Africa in the period…”, s. 121. 235 B. H. Warmington, Carthage, Londra, The Trinity Press, 1960, s. 51. 236 Naylor, op. cit., s. 27.
69
ediyordu. Çöl yaşamının merkezindeki vahalara uzanan doğal koridorlar Sahra-altı
Afrika ile Sirte Körfezi'nin batısındaki Trablusgarp’ı237 birbirine bağlıyordu. Berber
bir topluluk olan Garamantlar sözü edilen koridorları kullanarak Sahra-altı
Afrika'dan tuz, hayvan derisi, yakut ve köle gibi ticari değeri yüksek malları
Trablusgarp’taki kentlere getiriyorlar, karşılığında Kartaca kentlerinde üretilen
mamul malları vahalarda kurdukları yerleşimlerine götürüyorlardı.238 Özellikle, antik
dünyada çokça talep edilen yakut Kartaca kentleri tarafından büyük bir kârla
Akdeniz piyasasında yeniden pazarlanıyordu.239
Kartaca'nın Afrika'daki ticari atılımının öteki ayağını Atlantik kıyısında
kurduğu koloniler meydana getirdi. Ordusu büyük oranda paralı askerlere dayanan,
ticari geliri mamul maldan ziyade değerli madenlere dayalı olan Kartaca'yı Afrika'nın
Atlantik kıyılarına çeken muhtemelen hammadde değil maden arayışıydı.
Kartacalılar Atlantik sahilinde altı tane koloni kurduktan sonra, antik dünyada altın
kaynaklarıyla ünlü olan Sahra kıyısındaki Cerne'de240 son bir koloni daha
kurdular.241 Sahra-altı Afrika’dan temin edilen değerli madenler sayesinde Kartaca
237 Sabratha, Oea ve Lepcis Sahra-ötesi ticarete doğrudan erişim sağlayan iki ana yola sahiptiler. İlki, Oea ve Lepcis’ten güneye doğru Fizan vahalarına ilerleyen, devamında Kawar vaha zincirini kullanarak Sahra-altı ticaretin merkezindeki Çad Gölü’ne uzanan Garamant yoluydu. Diğeri ise, Sabratha’dan başlayarak Gadames vahaları aracılığıyla güney batı yönünde ilerleyerek Orta Sudan’a, hatta Batı Afrika’nın en büyük nehrinin kuzeye dönerek çölle buluştuğu Nijer Büklümü’ne dek uzanmaktaydı. Wright, op. cit., s. 10-11. 238 Phillipson, African…, s. 218-219. 239 Law, “North Africa in the period…”, s. 127. 240 Herodot, Kartacalıların Batı Afrika kıyılarına yelken açıp buradaki yerli halkla “sessiz ticaret” yaparak altın sağladığını yazar. “Sessiz ticaret” yabancı ve yerel tacirlerin doğrudan bir iletişim kurmadan giriştikleri bir mübadele türüdür. Buna göre, önce yabancı tacirler kendi mallarını, ardından yerel tacirler bunlara eş değer olduğunu düşündükleri mallarını, kent ya da köylerden uzaktaki bir mübadele alanına bırakırlardı. Yabancı tüccarlar mübadelenin adil olduğunu düşünürlerse yeni malları alıp giderlerken, tersi durumda, bırakacakları malları ayarlayıp ticari ortağının sessiz tepkisini görmek için alanı terk ederlerdi. Herodot'a ek olarak M.Ö. dördüncü yüzyılda yaşayan Yunan Palaephatus ise yazılarında Cerne’nin altın açısından çok zengin bir bölge olduğuna değinir. Cerne’den temin edilen altının asıl kaynağı muhtemelen sonradan bölgedeki
devletleşmenin ekonomik kaynağını oluşturacak Bambuk ve Galam'ın madenleriydi. Ibid., s. 139. 241 Ibid., s. 134.
70
ekonomik gücünü büyük paralı ordular kuracak ve öteki Akdenizli güçlerden çok
daha fazla altın para242 basacak kadar arttırdı.243 Kartaca’nın denizden ve karadan
kurduğu bu bağlantılar, Akdeniz’in rekabetçi dünyasının bir parçası olan Kuzey
Afrika’daki kentleri ticari açıdan besleyecek ilişkilerin altyapısı oldu.
Her ne kadar ticaret ön planda olsa da imparatorluk ekonomisi M.Ö. 5.
yüzyıldaki genişleme sonrasında toprak geliriyle dengelenmişti. Kartaca bu dönemde
ele geçirdiği toprakları iki şekilde kullandı: Kartaca'nın doğusunda bulunan
topraklardaki Berber toplulukları tahliye edip bölgede köle emeğine dayalı, tarımsal
üretim ve hayvancılık yapılan büyük özel çiftlikler kurarken, öteki bölgelerdeki
nüfusu ağır vergiler ödemek kaydıyla korudu.244 Bu sayede, tarımsal üretim
imparatorluk ekonomisinin önemli bir parçası haline geldi. Kartaca'yı Afrikalı bir
güç yapan bu dönüşüm yerel değerlerin daha fazla nüfuz ettiği yerleşik bir kültürün
oluşmasının da önünü açtı. Öyle ki, tarımsal üretimin büyümesi toprağın ve yerel
şartların öne çıkmasını sağlamış, yaşam ve bereket getiren bir tanrı tapımına ihtiyacı
arttırmıştı. Nitekim Kuzey Afrikalı kökenlere sahip Tanit'in245 halk arasındaki
popülerliği giderek Fenike kökenli Baal'in üstüne çıktı.246 Bu nedenle, M.Ö. 5.
242 Kartaca, M.Ö. beşinci yüzyılın sonlarından itibaren para basmaya başlamıştı. Ancak düzenli bir şekilde para basılması, doğuda Mısır'ın Ptolemik Hanedan ile beraber para ekonomisine geçmesiyle gerçekleşti. Ibid., s. 125. 243 Warmington, “The Carthaginian Period…”, s. 448. 244 Law, “North Africa in the period…”, s. 129-130. 245 Herodot'a göre, kolonyalistler gelene kadar Kuzey Afrika'nın dinsel dünyasına genelde güneş ve ay kültleri hâkimdi. Başlıca tanrı koç kafalı güneş tanrısı Amon'du. Bu tanrı muhtemelen Mısır'la Kuzey Afrikalı Berberler arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkmış, Kuzey Afrika'nın güneş ve koç biçimli tanrısallığı Mısır'daki Amon-Ra kültü ile birleşmişti. Ay tanrıçası Tanit ise Kuzey Afrikalı yerel kökenlere sahipti. Law, “North Africa in the period…”, s. 145-146. Fenikeliler Kuzey Afrika'ya yerleştikten sonra Doğu Akdeniz'den farklı, Fenikeli ile yerel olanın birleştiği dinsel bir sistem kullanmaya başladılar. Öyle ki, Kartaca’da adı Baal Amon olan güneş tanrısının üstün, ay tanrıçası Tanit'in ise ikincil olduğu dinsel bir yapı hâkimdi. Ibid., s. 132. 246 Aslına bakılırsa bu dönemde, Ana Tanrıça figürünün farklı biçimlerine tapınma kolonyalistlerin
toprakla olan bağlarının yeni yeni güçlendiği Batı Akdeniz boyunca artmaktaydı. Bu bağlamda,
71
yüzyılda Kartaca'da dinsel düzen değişti ve Tanit'in konumu Baal Amon ile
eşitlendi.247 Yerel ve Akdeniz’in kozmopolit değerlerinin birbirine geçtiği bu
ideolojik dönüşüm sayesinde, kırsal ekonomi yalnız ekonomik araçlar yoluyla değil,
ideolojik açıdan da organize edilmiş oldu. Bu sayede, Roma döneminde Kuzey
Afrika’daki kentleşme bir adım daha ileri taşınabildi.
3. Roma ve Kentleşme
İtalya yarımadası da tıpkı Kartaca gibi güçlü bir coğrafi konuma sahipti;
Akdeniz’in doğu ve batı yakalarını kontrol edebiliyordu. Bu nedenle yarımadayı
birleştirecek siyasi bir gücün varlığı, aynı Yunan genişlemesi gibi, Kartaca'nın Batı
Akdeniz'deki hegemonyasına muhtemel bir tehditti. Kartaca bunun önüne
geçebilmek için yarımadaya yönelik politikasını güç dengesinin korunması üzerine
kurdu. Önce Etrüsklerle, sonra Roma ile ittifak ilişkileri geliştirdi.248 M.Ö. 4.
yüzyılda Siyrakuz'a, M.Ö. 3. yüzyılın başında Yunanlılar adına savaşan Illyria
Krallığı'na karşı Kartaca bu ittifak ilişkileri dâhilinde hareket etti.249 Ancak, sözü
edilen tehditler saf dışı bırakılınca Kartaca'nın güç dengesi politikası çöktü; çünkü
Roma, son kalan bağımsız Yunan kent devletlerini de fethederek İtalya'daki tek güç
haline gelmişti. Yarımadanın siyasi açıdan birleşme sürecine girmesi, Akdeniz'in
kuzey ve güney yakası arasındaki rekabeti yeniden arttırdı. Pön Savaşları bu
rekabetin ve Akdeniz’deki Kartaca varlığının sonu, Roma emperyalizminin ise
başlangıcı oldu. Birinci Pön Savaşı (M.Ö. 264-241) sırasında denizlerde üstünlük
Kartaca'dan bir süre sonra Sirenayka'daki Yunan kolonyalistler de dişil yerel kültler kullanmaya başladılar. Idem.. 247 Warmington, Carthage…, s. 129. Bunu, M.Ö. 4. yüzyılda iktidarın kraldan ticaret ve toprak
gelirlerine sahip seçkinlerin oluşturduğu Senato'ya kayışı izledi. Naylor, op. cit., s. 28. 248 Law, “North Africa in the period…”, s. 121-124. Bu anlaşmaların bir diğer yanı tarafların etki alanlarındaki çıkarlarının tanımasıydı. Böylelikle, Etrüskler ve Romalılar Batı Akdeniz'deki Kartaca tekelini tanımışlardı. 249 Naylor, op. cit., s. 35.
72
kuracak yeni bir donanma inşa eden Roma, bin yılın sonunda bütün kıyılarını
fethettiği Akdeniz’i kendi hukuk ve yönetim düzeni içine dâhil ederek bütünleştirdi.
M.Ö. 1. yüzyılın sonunda, geniş sınırlara sahip bir imparatorluğun yükünü
çekmeye başlamasıyla Roma ekonomisinde büyük bir gelir ihtiyacı doğdu. Artan
lüks mal talebi ticaretten alınan vergileri önemli bir gelir kalemi durumuna
getirmişti. Ancak, hâlâ kentleri besleyecek istikrarlı bir tarımsal üretime gereksinim
vardı. Roma gerek ticaret gerek toprak gelirini istikrara kavuşturmak için
imparatorluk çapında bir dizi önlem aldı. Öncelikle, Kuzey Afrika'daki ekonomik
düzenin istikrarı için güney sınırlarını korumakla görevli özel bir lejyon250 kurularak
çöl sınırı güvenli hale getirildi. Öte yandan, Kartaca zamanında kurulan köle
emeğine dayalı çiftlik sistemi, üretim yeni sulama teknolojileriyle verimlileştirilerek
sürdürüldü.251 Bu sayede, tarımsal üretimin düzeyi o denli arttı ki Kuzey Afrika
imparatorluğun ekonomik açıdan önemli bir parçası haline geldi.252 Son olarak, bölge
içi iletişimi güçlendirerek ticari ilişkilerin yoğunlaşmasını sağlayacak köprüler ve
binlerce kilometre uzunluğunda yol inşa edildi.253
M.S. 2. yüzyıldan itibaren hızlanan bu gelişmelerle beraber Kuzey Afrika
giderek zenginleşti. Bölgede yeni yerleşimler kuruldu ve kentleşme yayıldı. Özellikle
Lepcis, Oea ve Sabratha gibi Sahra-ötesi ticaretin bitiş noktasındaki yerleşimler ticari
gelirle beraber Akdeniz’in önemli kentlerine dönüşmüşlerdi.254 M.Ö. 29'da yeniden
inşa edildikten sonra Akdeniz'in en kalabalık kentlerinden birine dönüşen Kartaca,
250 Augustus tarafından kurulan bu lejyonun tam adı, “Legio III Augusta”dır. 251 Connah, op. cit., s. 92. 252 Phillipson, African…, s. 219-220. 253 Connah, op. cit., s. 92. 254 Ibid., s. 91.
73
imparatorluğun ekonomik ve entelektüel merkezlerinden biri oldu.255 Timgad ve
Djemila gibi yeni kentler kuruldu; Tipasa, Icosium, Sitifis, Caesarea, Hippo Regius,
Theveste ve Volubilis gibi yerleşimler Roma'nın Kuzey Afrika'daki önemli kentleri
haline geldiler.256 Kısacası, Roma İmparatorluğu ile kentleşme zirve noktasına
ulaşmış, Kuzey Afrika'da Akdeniz dünyasına ekonomik açıdan entegre olan
kentleşmiş bir bölge ortaya çıkmıştı.
Siyasi ve ekonomik entegrasyonun ardından Kuzey Afrika kültürel olarak da
Roma'nın bir parçası oldu. Roma, Kuzey Afrika'yı fethettiğinde Kartaca döneminde
oluşan dinsel yapı iç bölgelerde dahi etkinliğini sürdürüyordu. Roma'yla beraber bu
yapıda biçimsel dönüşümler yaşandı.257 Kartaca dönemindeki tanrılar Latince
isimler aldılar; Baal-Amon Satürn, Tanit ise Juno oldu. Tek önemli değişiklik,
tarımsal üretimle beraber artan refah sayesinde Baal-Amon/Satürn'ün "Hasat Tanrısı"
özelliğini edinerek halk arasındaki popülerliğini yeniden kazanmasıydı.258 Ancak,
beklendiği gibi Roma etkisi en yoğun biçimde kentlerde hissedilmişti. Kentlerin
çevresinde yaşayan Berber topluluklar yerel dillerinin yanı sıra, Pön dilini ve
alfabesini kullanmayı sürdürüyorlardı.259 Oysa, kentlerde yaşayanlar çoğunlukla
imparatorluğun yönetimi altında çalışıyorlar ve Latince konuşuyorlardı. Roma
Kilisesi hâlâ Yunanca kullanırken, Kuzey Afrika Hıristiyanlığı'nın dili
başlangıcından itibaren Latince'ydi.260 Kuzey Afrika o denli Roma'nın bir parçası
255 Naylor, op. cit., s. 46-47. 256 Idem.. 257 Bu dönemde, Kuzey Afrika'nın kutsal alanlarını Roma sanatı ve mimarisi şekillendirmeye başlamıştı. Mahjoubi ve P. Salama, "The Roman and post-Roman period in North Africa", General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 496. 258 Warmington, Carthage…, s. 129. 259 Naylor, op. cit., s. 47. 260 Mahjoubi ve Salama, op. cit., s. 497.
74
haline gelmişti ki, M.S. 3. yüzyıldan itibaren birden fazla Kuzey Afrikalı Roma
imparatoru oldu.
Kuzey Afrika'daki söz konusu düzen yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca korundu.
Ne var ki, M.S. 3. yüzyıldan itibaren ekonomik ve siyasi sorunlar daha sık baş
gösterince düzen de haliyle sarsılmaya başladı. Aslına bakılırsa, M.S. 2. yüzyıldan
itibaren Kuzey Afrika'nın kırsal ve kentsel bölgelerinde ortaya çıkan Hıristiyan
topluluklar bu sürecin ilk işaretleriydi.261 Resmi kültlere dâhil olmayarak
imparatorluk ideolojisini reddeden bu topluluklar Roma için başkaldırıdan başka bir
şey değildi.262 Ancak, Kuzey Afrika için en önemli kırılma M.S. 238'de İmparator
Maksiminus'un tahttan düşürülmesiyle başladı. Zira Maksiminus'un düşürülmesinde
önemli bir payı olan Afrika lejyonu dağıtılınca Kuzey Afrika'daki düzenin ana
ayaklarından olan çöl güvenliği ortadan kalktı.263 Bunu takiben, M.S. 3. yüzyılın
sonlarında başlayan Berber ayaklanmaları 4. yüzyılda da devam ederek Roma’nın
bölgedeki etkisini büyük oranda zayıflattı.264 Öyle ki, Kuzey Afrika'daki kentler
giderek boşalıyordu.265 Nihai son, imparatorluğun batı bölümünün göçebe halkların
istilalarına uğramasıyla geldi. Bu çerçevede M.S. 5. yüzyılda Vandalların istilasına
uğrayan Kuzey Afrika’da Roma dönemi sona erdi. Her ne kadar, M.S. 533'te Bizans
İmparatorluğu bölgeyi kontrol etmeye başlasa da, Kuzey Afrika'da ne Kartaca ne
Roma gibi bir fark yaratabildi. Roma sonrasında Kuzey Afrika’daki kent ekonomileri
düzeni Müslüman Arapların istilalarına kadar bir ara döneme girdi.
261 Phillipson, African…, s. 219-220. 262 Mahjoubi ve Salama, op. cit., s. 497. 263 Law, “North Africa in the Hellenistic…”, s. 206. 264 Phillipson, African…, s. 220. 265 Connah, op. cit., s. 93.
75
D. Fizan ve Garamantlar: Sahra-Ötesi Ticaret Sisteminin İlk Nüveleri
Sahra her zaman bir çöl değildi. Bir zamanlar büyük göllere ve nehirlere sahip,
tarımın, avcılığın hatta balıkçılığın sıklıkla yapıldığı bir yaşam alanıydı.266 Ancak,
süregelen iklimsel değişim sonunda giderek çölleşti. Özellikle M.Ö. ikinci bin yıldan
itibaren iklimsel şartların giderek kuraklaşması,267 insan yaşamını yer altına çekilen
nehirlerden beslenen Ahaggar, Tibesti, Fizan gibi yeterli düzeyde nem tutan dağlık
bölgelere ve vahalara hapsetti. Söz konusu nüfus yoğun bölgeler çölün sert koşulları
nedeniyle dış dünyadan yalıtılmış olarak kaldılar. Ta ki çölün hareket kabiliyetini
sınırlayan etkileri uygar dünyadan yayılan bir dizi yenilik sonucu zayıflatılana kadar.
Bu gelişme, Berber bir topluluk olan Garamantların, Fizan’da Akdeniz dünyasıyla
bağlantılı sürekli bir yerleşik ekonomi kurma çabasının başlangıcı oldu.
1. Yenilikler ve Yerleşik Yaşam
M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren Batı Asya’dan Afrika’ya giren yeni
ulaşım biçimleri Sahra’daki iletişim sorununu kısmen çözdü. Hiksosların işgali
sonrasında at ve at koşumlu savaş arabası Mısır ordusundaki paralı Berber askerler
vasıtasıyla Sahra Çölü’nde yayılmaya başlamıştı.268 Bu sayede, hecim devesi
yaygınlaşana kadar eşeğin bir ulaşım aracı olarak tek alternatifi at haline geldi. Atın
266 Sahra Çölü, bir dizi iklimsel değişim süreci sonunda bugünkü biçimine bürünmüştür. Yaklaşık on iki
bin yıl önce sona eren kurak dönem Sahra’daki şartları bütünüyle değiştirmişti. Başta Çad Gölü olmak üzere göller ve sulak bölgeler büyümüş, yeni göller ve nehirler ortaya çıkmış, bölgenin flora ve faunası çeşitlenmişti. Kuzeyden aldığı göçler Sahra’yı bu dönemde bir nüfus alanı haline getirdi. Phillipson, African…, s. 150. Sulak dönem içindeki çeşitli uzunluklardaki kurak periyodlar Sahra’da
yaşayan avcı toplayıcı toplulukları yeni yaşam stratejileri bulmaya zorladı. Bu süreçte büyükbaş hayvanlar ve başta pörl olmak üzere bazı bitkiler ehlîleştirildi. Connah, op. cit., s. 40-44. Batı Asya'dan Nil vadisine giren küçükbaş hayvanların yanısıra Akdeniz’in tarım kültürü de zamanla bu ekonomiye dahil edildi. Böylece Sahra, neolitikleşmenin kendine özgü merkezlerinden biri olarak yerleşik ve pastoral yaşamın güçlendiği bir bölge haline geldi. Çölleşme etkisini giderek arttırsa da, M.Ö. dördüncü ve üçüncü bin yıl boyunca Orta Sahra’nın dağlık bölgelerinde hâlâ nemli Akdeniz ikliminin etkisi hissedilebiliyordu. Camps, op. cit., s. 551. 267 Idem.. 268 Braudel, Bellek…, s. 212.
76
göçebe topluluklar tarafından kullanılması, Sahra üzerinde ekonomik, siyasi ve
kültürel yansımaları yaratacak demografik bir değişimi tetikledi. Zira atın sağladığı
hareket kabiliyeti Sahra’nın iletişimi kısıtlayan şartlarını kısmen zayıflatmış, at ve
atlı savaş arabası kullanan göçebeler kuzeydoğudan güneybatıya ve batıya doğru
ilerleyerek Fizan’dan Adrar des Iforas’a ve Atlas Dağları’na kadar uzanan geniş bir
alandaki dağlık bölgelere ve vadilere egemen olmuşlardı.269 Yerli negroid topluluklar
bu baskı sonucu ya çölün güneyindeki savanlara göç ettiler ya da atlı göçebelerin
egemenliğini kabullendiler.270 M.Ö. ikinci bin yılda çölün nüfus alanlarında
hâkimiyet kuran bu Berber göçebelerin Tassili n'Ajjer ve Fizan gibi Orta Sahra’da
kalanları Garamantlar adını aldı.
Garamantlar, çöldeki hareket kabiliyetleri sayesinde Orta Sahra’daki nüfusu
kontrol altına alırken göçebe yaşamlarını da muhafaza etmişlerdi. Söz konusu durum,
M.Ö. birinci bin yılın başlarından itibaren Fizan’da değişmeye başladı. Fizan, çölün
geri kalan kısımlarına göre insan yaşamına elverişli bir nemliliğe sahipti. Öte yandan,
Akdeniz ile Sahra-altı Afrika arasında bağlantı sağlayan yolların birleşim noktasında
yer alıyordu. Öyle ki, Sahra-altı Afrika’nın yerleşikliğe en erken adapte olan
bölgelerinden biri olan Çad Gölü havzası ile Fizan arasındaki yol Sahra’nın en kolay
geçilen güzergâhıydı. Bunun yanı sıra Fizan, kuzeydoğusundaki vahalar yoluyla Nil
vadisi ile doğrudan bağlantı kurma olanağına da sahipti. Garamantlar bu coğrafi
konum sayesinde uygar dünya ile sürekli temas halinde oldular. Başta Nil vadisi ile
kurulan ilişkiler vasıtasıyla öğrendikleri yenilikler, M.Ö. birinci bin yılda Fizan’da
sosyo-ekonomik bir devrime yol açacak denli önemli sonuçlar doğurdu.
269 Camps, op. cit., s. 619. 270 Ibid., s. 621.
77
Fizanlılar M.Ö. 900’den itibaren “shaduf” denilen kuyular kullanmaya
başladılar. Bu kuyularla sulanan Fizan vahalarında, özünü Akdeniz’in kış
ekinlerinin271 oluşturduğu küçük çaplı tarım yapılıyordu.272 Böylece Fizan’daki nüfus
M.Ö. birinci bin yılın başlarında Al-Ajal vadisi etrafında yerleşik bir yaşama geçti.273
Fizan ekonomisi M.Ö. 500’den sonraki yeniliklerle dönüşümünü sürdürdü. İlk
önemli değişim “foggara” ya da “qanat” adı verilen yeni bir sulama teknolojisi ile
gerçekleşti.274 Eğimli yeraltı kanalları ile birbirine bağlanan bir dizi dikey kuyudan
oluşan bu sulama yöntemi sayesinde, yeraltı su havzasının daha aşağısında yer alan
alanlarda geniş çaplı tarım yapılabiliyordu. İkinci önemli değişim, Fizanlıların M.Ö.
birinci bin yılın sonlarına doğru Sahra-altı Afrika’nın yaz ekinlerini vahalarda
üretmeleriyle ortaya çıktı275 Öyle ki, bu ekinler sayesinde üretim yıl boyuna yayılmış
ve toprak çok daha üretken bir şekilde kullanılır hale gelmişti. Böylece, bin yılın
sonuna gelindiğinde Fizan vahalarındaki tarımsal üretim geniş bir yerleşimler ağının
kurulmasını tetikleyecek denli olgunlaştı.
2. Çölde Kent: Vaha Tarımı, Köle ve Ticaret
Ne var ki, vahalardaki tarımsal üretimin sürdürülebilirliği büyük bir emek
gücüne bağımlıydı. Zira geniş arazilerin sulanarak tarıma açılmasını sağlayan
foggara yöntemi yoğun ve zahmetli bir emek süreci gerektiriyordu. Garamantlar bu
271 Arpa gibi kışın büyüyen tarım ürünlerine kış ekini, sorgum ve pörl gibi yazın büyüyenlere ise yaz ekini denir. 272 Andrew Wilson, “Saharan Network in Roman Period: short–, medium– and long distance trade networks,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 47, No. 4 (2012), s. 420. 273 Ruth Pelling, “Garamantian agriculture and its significance in a wider North African context: The evidence of the plant remains from the Fazzan project,” The Journal of North African Studies, Vol. 10 (2005), s. 398. 274 Ibid., s. 404. 275 Idem..
78
ihtiyacın büyük bir kısmını köle emeğinden faydalanarak giderdiler.276 Söz konusu
köle ihtiyacı iki şekilde karşılanmıştı. İlki, muhtemelen tarım ekonomisinin
kurulmasının başlangıcında, Herodot’un da belirttiği üzere, baskınlar yoluyla
güneyden köle elde edilmesiydi.277 İkincisi ise, tarım ekonomisi oturduktan sonra
köle emeğiyle üretilen artı-ürünün ve diğer malların güneye pazarlanıp karşılığında
köle alınmasıydı.278 Bu sayede tarımsal üretim, gerektiğinde baskın yaparak da köle
ele geçirebilecek büyük ve güçlü bir nüfusu besleyebiliyor, Fizan’daki yerleşimler
ağı sürdürülebiliyordu.279 Kısacası, Fizan’daki ekonomik yapı temelde köle emeği
sayesinde üretilen toprak geliri üzerine inşa edilmişti.
Her ne kadar temelinde toprak geliri yer alsa da, ekonomik yapının
sürdürülebilirliği köle emeğine düzenli erişim sağlayacak ticari bir değer
yaratmaktan geçiyordu. M.Ö. birinci bin yılın sonlarına doğru tarımsal rejime dâhil
edilen Sahra-altı Afrika ekinleri Fizan’daki vahalara bu tür ticaret fırsatları sağladı.
Özellikle pamuk üzerinde uzmanlaşan Garamantlar, yükte hafif pahada ağır olan
pamuklu tekstil ürünleri üretmeye başladılar.280 Öte yandan, Akdeniz dünyasında
cam yapımında kullanılması dolayısıyla natron, Sahra-altı Afrika’nın tropikal
kesimlerinde ise tuz talep ediliyordu ve Garamantlar bunları Orta Sahra’nın
göllerinden elde edebiliyorlardı.281 Bu sayede Garamantlar, üçayaklı bir Sahra-ötesi
ticareti sistemi kurdular. Tarımsal artı-ürünleri, tekstil malları ve tuzu güneye
götürüp karşılığında köle, altın tozu, fildişi alıyorlar, bunlardan köle gibi Garamant
ekonomisine katkı sağlayanlarına el koyduktan sonra geri kalanı zümrüt, natron ve
276 Wilson, op. cit., s. 423. 277 Ghislaine Lydon, On Trans-Saharan Trails, New York, Cambridge University Press, 2009, s. 53. 278 Wilson, op. cit.,s. 427. 279 Idem.. 280 Pelling, op. cit.,s. 406-407. 281 Wilson, op. cit., s. 425.
79
pamuk gibi mallarla beraber Akdeniz’de pazarlıyorlardı.282 Akdeniz’den aldıkları
zeytinyağı, tunç aletler, çömlekler ve camdan ürünler gibi mamul malları ve gıda
ürünlerini yeniden güneye götürmüyor, Sahra’daki yerleşimlere aktarıyorlardı.283
Bu ticari döngü genişledikçe Fizan’daki kimi yerleşimlerde kentleşmiş bir
toplumsal düzen oluşmaya başladı. Aslına bakılırsa, “shaduf” ve “foggara” gibi
sulama yöntemleriyle desteklenen iki ayaklı tarımsal rejim sonrasında vahalardaki
üretim ve nüfus hali hazırda büyümeye başlamıştı.284 Nitekim vaha tarımına uygun
bölgelerdeki köy tipi yerleşimler giderek genişliyorlardı.285 Bu yerleşimlerden ticari
bağlantılar kurabilecek bazıları salt tarımsal üretimin ötesine geçti.286 Garamant
Krallığı’nın başkenti olan Jarma böyle bir görüntü çiziyordu. Yaklaşık büyüklüğü 9.3
hektar olan Jarma tarım dışı uzmanlaşmanın geliştiği, bölgeler arası ticarete katılan,
anıtsal yapılara sahip ekonomik, dini ve siyasi gücün toplandığı bir kentti.287 Öte
yandan, bu dönemde gelişen bir diğer Garamant kenti olan Kas ash-Sharraba, birkaç
kilometre karelik alana yayılmış ekili arazilere, bu arazilerdeki hasadı güven altına
alan kalelere, iki kilometreye yaklaşan bahçelere sahip yaklaşık on beş hektarlık
planlı bir yerleşkeydi.288 Sözü edilen iki çöl kenti birer nüfus merkezi olmalarının
yanı sıra Akdeniz’le geniş ilişkiler ağına sahip birer ticaret merkeziydiler.289 Bu
282 Ibid., s. 425- 427. 283 Ibid., s. 441. 284 D. J. Mattingly ve M. Sterry, “The first towns in the central Sahara,” Antiquity, vol. 87, No 336, s. 505. 285 Ibid., s. 512. 286 Ibid., s. 514-515. Çöldeki köy tipi yerleşimlerin üst sınırı yaklaşık dört hektarlık bir alanda dört yüz
ila sekiz yüz kişilik bir nüfustu. Öte yandan, çölde bir kent olmanın nicel boyutları sert doğal koşullar nedeniyle farklıdır. Alan büyüklüğü yedi buçuk ila on hektar arasına ulaşınca söz konusu yerleşimlerde tarımsal üretim dışında kentsel olanla alakalı bir ekonominin ortaya çıktığı kabul edilmektedir. 287 Ibid., s. 506. 288 Ibid., s. 506 – 510. 289 Ibid., s. 513-514.
80
nedenle, Fizan’daki kentler genelde Akdeniz ile Sahra-altı Afrika’yı birbirine
bağlayan ticaret yolları üzerinde ortaya çıktı.
3. Akdeniz Dünyası ile Bütünleşme: Garamantların Yükselişi ve
Düşüşü
Fizan, Akdeniz dünyasına paralel bir gelişim çizgisi göstermiştir. M.Ö.
500’den itibaren Akdeniz’deki koloniler dinamik kent ekonomilere dönüşürlerken,
aynı dönemde Fizan’daki yerleşimler de artan tarımsal üretim sonucu giderek
büyüyorlardı. M.Ö. 5. yüzyılda Kartaca’yı Afrikalı bir imparatorluğa dönüştüren
politika, Garamant tacirlerini Kuzey Afrika kentlerine çekmiş olmalı. Nitekim M.Ö.
3. yüzyıldan itibaren Garamantlar ile Kartaca arasındaki ticari ilişkiler düzenli bir hal
almaya başladı.290 Garamantlar Al Ajal vadisinden Trablusgarp’a uzanan yolları
kullanarak köle ve yakut gibi malları Oea, Sabratha ve Lepcis Magna gibi Kartaca
kentlerine pazarlıyorlardı.291 Fizan ve Akdeniz kıyısındaki birbirine paralel
gelişmeler Sahra-ötesi ticaretin kalıplarının bu dönemde biçimlenmesine neden oldu.
Kartaca’yı takiben Roma egemenliğine girmesiyle Kuzey Afrika’daki
kentleşme yayılmış, kıyı şeridi siyasi ve ekonomik bir çekim merkezine dönüşmüştü.
Bu nedenle, Roma döneminde Garamantların Akdeniz dünyası ile ilişkileri
yoğunlaştı. Öyle ki, Fizan ile Kuzey Afrika arasındaki ticari ilişkiler M.S. 90’dan
başlayıp 4. yüzyıla kadar geçen dönemde giderek gelişti.292 (Ek 7) Söz konusu süreç,
Garamant ekonomik sisteminin bir parçası olan Sahra-ötesi ticaretin gelişmesini ve
serpilmesini sağladı. Sahra – ötesi ticarette mallar bölgesel ekonomik koşullara göre,
290 Wilson, op. cit., s. 413. 291 R. C. C. Law, “The Garamantes and Trans-Saharan Enterprise in Classical Times,” The Journal of African History, Vol. 8, No. 2 (1967), s. 188. 292 Wilson, op. cit., s. 425.
81
ilk satıcısından son alıcısına dek yolda el değiştirerek sürdürülen bir sürece
tabiydiler.293 Nadiren kervanlar Sahra’yı bir uçtan bir uca geçerek ticaret
yapıyorlardı. Bu nedenle, Sahra-ötesi ilişkiler geliştikçe çölün bağlantı noktalarında
kervanlara su ve konaklama gibi hizmetler veren, ticari malın el değiştirdiği hizmet
ekonomisine dayalı yerleşimlerin gelişmesi kaçınılmazdı.294 Roma ile beraber
Akdeniz dünyasının Sahra-altı mallara karşı artan talebi, Fizan’ın uluslararası ticaret
sistemine eklemlenmesini beraberinde getirdi.
Ne var ki, M.S. 4. yüzyılda Sahra-ötesi ticareti yürüten ekonomilerde yapısal
sorunlar baş göstermeye başladı. Roma’nın içine girdiği kriz Kuzey Afrika’daki kent
merkezli düzenin zayıflamasına yol açmıştı. Öte yandan, Garamant ekonomisi de bu
dönemde çetrefilli bir sürece girdi. Çöldeki yer altı su kaynakları giderek
azaldığından,295 vaha tarımının verimi git gide düşüyordu.296 Taban suyuna erişmek
için kanalların derinleştirilmesi daha çok köle demekti; ancak, bu bile tarımsal
üretimdeki azalan verimin önüne geçemedi. Bu nedenle, Garamantlar ile Kuzey
Afrika kentlerinin yaptığı ticaretin hacmi M.S. 4. yüzyıldan itibaren giderek
azaldı.297 Bunun üzerine ticaretin ekseni kuzeydoğudaki Sirenayka’ya ve Nil
vadisine kaymışsa da, bu ticaret hacmi Roma Afrikası ile yakalanan düzeyin altında
kaldı.298
293 Judith Scheele, “Traders, saints, and irrigation: reflections on Saharan connectivity,” Journal of African History, vol. 51 (2010), s. 298. 294 Wilson, op. cit., s. 414. 295 David J. Mattingly, Martin J. Sterry ve David N. Edwards, “The origins and development of Zuwīla, Libyan Sahara: an archaeological and historical overview of an ancient oasis town and caravan centre,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 50 (2015), s. 62. 296 Wilson, op. cit., s. 439. 297 Ibid., s. 418-9 298 Mattingly, et al., op. cit., s. 62.
82
Kuzey Afrika’dan Fizan’a uzanan ekonomik düzen M.S. 4. yüzyıldan itibaren
dağılma sürecine girince, hem toprak hem ticaret geliri düşen Garamant Krallığı’nda
merkezi otorite giderek zayıfladı. Nüfuz alanının daralması çölün kuzey kesimlerinde
Austurianiler ve Laguatanlar gibi yeni kabile gruplaşmalarının türemesini
beraberinde getirdi. Bu yeni gruplaşmalar, egemen siyasi güçlerin zayıflamasıyla
Kuzey Afrika’dan Orta Sahra’ya dek uzanan bölgedeki istikrarı ortadan kaldırdı.299
Nitekim M.S. 3. yüzyılın sonlarından itibaren erken Roma döneminin çiftliklerinin
yerini istihkâm edilmiş tahıl ambarları almaya başlamış;300 M.S. 300 – 500 arasında,
yüksek duvarlar, kuleler ve kaleler Garamant yerleşimlerinin karakteristik özellikleri
haline gelmişti.301 İstikrarsızlığın yanı sıra, kuzeydeki kent ekonomilerin
zayıflamasıyla Sahra’daki ticaret yollarının ekseni de değişmeye başladı. Jarma gözle
görülür bir düşüş sürecine girerken kuzeydoğu ticaretinden beslenen Zuvila M.S. 5.
yüzyıldan itibaren giderek büyüdü.302 Öte yandan, Sahra-altı Afrika altını, Sahra-
ötesi ticaretteki yoğunluğu giderek Batı Sahra’ya doğru kaydırıyordu.303 Dolayısıyla,
M.S. 4. yüzyıldan itibaren Fizan’ı sistemle bütünleştiren Sahra-ötesi ilişkiler gitgide
zayıfladı.
299 Phillipson, African…, s. 220. 300 Wilson, op. cit., s. 437. 301 Mattingly ve Sterry, op. cit., s. 513. 302 Mattingly, et al., op. cit., s. 62. 303 Geç Roma döneminde Garamantlar’ın kuzeye yaptığı ihracatta önemli bir değişiklik meydana geldi. Kartaca'dan sonra ticareti kesintiye uğrayan Sahra-altı Afrika altını M.S. 3. yüzyıldan itibaren yeniden Akdeniz dünyasına girmeye başlamıştı. Ancak bu kez deniz yoluyla değil, çöl yolculuklarını kolaylaştıran ve verimlileştiren deve sayesinde kara yoluyla Kuzey Afrika’ya ulaşıyordu. Bu sayede, Roma yönetimi M.S. 3. yüzyılın sonlarında Kartaca'da altın para basan bir darphane açtı, M.S. 4. yüzyılın sonlarından itibaren ise Kuzey Afrika’dan vergileri altın olarak almaya başladı. Sahra-ötesi ticaret vasıtasıyla pazarlanan altından Roma’dan sonraki Kuzey Afrika yönetimleri de faydalandı. Öyle ki, M.S. 533’te Kuzey Afrika Bizans yönetimi altına girince İmparator Justinian, ertesi yıl Kartaca’daki darphaneyi açtırarak yeniden altın para bastırmaya başlamıştı. Sahra-altı Afrika altının Akdeniz dünyasındaki ağırlığı o denli artmıştı ki, Arap istilaları doğrudan altının kaynağına ulaşmaya çalışacaktı. Timothy F. Garrard, “Myth and Metrology: The Early Trans-Saharan Gold Trade,” The Journal of African History, Vol. 23, No. 4 (1982), s. 447 – 448.
83
İKİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN
GENİŞLEMESİ: M.S. 7. YÜZYILDAN M.S. 15. YÜZYILA
I. AFRO-AVRASYA SİSTEMİNDE İSLAM'IN ROLÜ
İslam’ın en önemli özelliği bir dünya gücü haline gelirken Afro-Avrasya
sisteminin antik çağda kazandığı eğilimleri sahiplenmesi ve geliştirmesidir. Roma ve
Çin imparatorlukları, güçlerini geliştirmek için pazar ekonomisini genişleten bir
politika izlemişlerdi.304 Bu bakımdan, para ekonomisini ve pazar ilişkilerini
yaymışlar, uzun mesafe ticaretinin gelişimine özen göstermişlerdi. Bu
imparatorluklar sayesinde, Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e uzanan doğu – batı
ticaretinde ticari kapitalizmin ilk nüveleri ortaya çıkmıştı.305 İslam, Akdeniz’in
güney ve doğu kısmına yayılarak bu mirası devraldı ve kentin güç kazanan
kozmopolit taleplerine cevap verecek ekonomik, toplumsal ve hukuksal bir taslak
sağladı.
A. Kent Ekonomilerinde Güçlenen Orta Sınıf Merkezli İdeolojiler:
Tek Tanrıcı Dinler
Kenti yüzyıllarca hatta bin yıllarca tapınak ve saray yönetti. Tarımsal üretimin
ekonominin tek önemli girdisi olması, kırsalın toprak gelirine el koyan tapınağa ve
saraya mutlak bir hâkimiyet kazandırmıştı. Bu nedenle, kentin sadece ekonomik
değil kültürel yapısı da söz konusu merkezler etrafında biçimlendi. Nitekim kent
kültürü, bin yıllardır iktidar araçlarını dar bir kesimin çıkarları adına tahakküm
altında tutan sihir - teoloji karışımı bir ideolojinin etkisi altında idi.306 Fakat M.Ö.
ikinci bin yılın ortalarından itibaren şartlar değişmeye başladı. Uluslararası ticaretin
304 Jürgen Kocka, Capitalism A Short History, Princeton, Princeton Univesity Press, 2016, s. 26. 305 Ibid., s. 25. 306 Childe, Tarihte…, s. 151-2.
84
ağırlık merkezi Doğu Akdeniz’e kaydıktan sonra kent ekonomileri bir büyüme
eğilimi içerisine girmiş, gelir toprak dışındaki başka kaynaklardan da elde edilir
olmuştu. Ticaretin büyümesiyle pazar, kent içerisinde bir birikim odağına dönüşmeye
başladı. Buna paralel olarak, tapınağın ve sarayın kent kültürü üzerinde kurduğu
hâkimiyet sınırlanırken, ekonomik açıdan güç elde eden orta sınıf hukuksal ve dinsel
haklar kazandı.307 Ancak, eski düzenin mutlak hâkimiyetini pazarın ekonomik
gelişimi değil, M.Ö. ikinci bin yılın sonundaki istilalar kırdı.
1. Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli
Evrensel Kurgular
İstilalar ile eski düzenin ekonomik, toplumsal ve ideolojik yapısı büyük bir
tahribata uğradı. Tahrip edilmeyen ya da daha doğru bir ifadeyle zarar görse de hızla
toparlanan tek yapı ticaretti. Öyle ki, istilalar sonrasında geçen ilk beş yüz yılda,
ticaret ağı on beş yüzyılda ulaştığından daha geniş bir alana yayıldı.308 Bu sayede,
orta sınıfın bir araya geldiği pazar kentin yeni birikim merkezine dönüştü.309 Pazarın
yanı sıra, sosyo-ekonomik yapıdaki rolü büyüyen bir diğer unsur bireydi. Demir
aletler, alfabetik yazı ve sikke para gibi yenilikler toplumu parçalarına ayırmıştı.
Birey artık topluluğa bağımlı olmadan toprağı işleyebilir, artı-ürünün bir kısmını
biriktirebilir, hatta öğrenebilir bir duruma gelmeye başladı. Öte yandan, bu
yeniliklerin hızla yayılması kentte tarihsel bir değişim bilincinin ortaya çıkmasına
sebep oldu. Kendi eylemlerinin değiştirici gücünün bilincine varan birey için doğanın
307 M.Ö. ikinci bin yılın ortalarında mal mübadelesinin artması ekonomilerin gelişmesine ve
çeşitlenmesine neden olmuş, Mezopotamya'da ve Mısır'da tacirler, usta zanaatçılar, profesyonel askerler, yazıcılar ve rahiplerden oluşan orta sınıf gelişmeye başlamıştı. Bu gelişimi, yaşlılar ve soylular tarafından uygulanan yerel ve geleneksel yasaların yerini, ülke çapında geçerli yazılı yasaların ve kral tarafından atanan yargıçların alması, aristokratlara tanınan ayin yapma ve ölümsüzlük hakkının kitlelere açılması izledi. Ibid., s. 169-70. 308 Ibid., s. 200. 309 Hodgson, op. cit., s. 111.
85
bir bütün, zamanın döngüsel olarak ele alındığı aristokratik ideolojinin fiziksel ve
düşünsel art alanı yok oluyordu. Söz konusu şartlar altında, eski düzenin ideolojik
anlatımı yeni dünyayı açıklamak konusunda gitgide yetersizleşti. Bunun üzerine iki
farklı yorum ortaya çıktı: Doğaüstünü kaynak edinen vahiysel düşünce ve doğa
olaylarının gözlemine dayanan akılcı düşünce. Bu iki yeni yaklaşım sayesinde bilgi
ve kutsal, sihirsel etkiden "büyük oranda" arındırılıp yalınlaştırıldı ve toplulukla
bağları zayıflamış, adalet arzusu güçlenmiş bireysel bilince yöneltilerek kitlelerin
kullanımına uygun hale getirildi. Bir halk devrimini andırırcasına yaygınlaşan
iktidarın bu iki kilit unsuru, pazarın kent kültürü üzerinde ideolojik hâkimiyetinin
önünü açtı.
Vahiysel düşünce, yeni düzeni adalet ihtiyacı üzerinden kurguladı. Toprak
sahibi sınıf, kırsal kesime ve orta sınıfa ekonomik, siyasi ve dini hayatta asgari
düzeyde yaşam şansı vermişti. Eski düzenin çöküşü, bu kesimlerin adil muamele ve
paylaşım taleplerini güçlendirdi. Kentleri istila edip göçebelikten yerleşikliğe geçen
halklar da eklenince kentte güçlü bir eşitlikçi ve kozmopolitan eğilim ortaya çıktı.
Pazar bu eğilimlerin kentteki kurumsal yansımasını temsil ediyordu; zira herkese
açık yapısı bireyler ya da gruplar arasında hukuksal bir ayrıma müsaade etmiyordu.
Bu bağlamda, her türlü kültürel değer pahasına kişiler arası ilişkilerde adaleti ve
eşitliği vurgulayan tek tanrıcı ahlakçılık, vahiysel düşüncenin kentin taleplerine
cevabı oldu. Ancak, vahiysel düşüncenin ahlaksal yönünü vurgulayarak popülistik
bir nitelik kazandırdığı kutsal, en baştan beri orta sınıfın ideolojik beklentilerini diğer
kesimlere kıyasla daha geniş ölçüde karşıladı. Öyle ki, pazarın kent ekonomisindeki
büyüyen rolü göz önüne alındığında, eşitlik ve adil muamele talepleri kolaylıkla
86
ticaretin ve ticari sözleşmenin ifası çerçevesinde yorumlanabilirdi.310 Öte yandan,
insanlığın birbirinden farklı yerel tanrıların değil, tek bir tanrının yarattığı tek bir
toplum olduğunu ima eden yaklaşım, M.Ö. birinci bin yılın büyüyen uluslararası
ticaret sisteminin ideolojik ihtiyaçlarını da karşılamaktaydı.311 Böylelikle, tekniğin
sosyo-ekonomik yaşamı dönüştürecek denli bir bilgi ve tecrübe birikiminden yoksun
olduğu bir dönemde, tek tanrıcı ahlakçılık, pazarın aradığı ideolojik kurguyu sağladı.
Ahlakçı yaklaşıma alternatifi akılcı düşünce sağladı. Ticaretle büyüyen Yunan
kentlerinde değişen dünyayı anlayabilmek için farklı bir yol tercih edilmişti.
Anlamlandırma çabasının merkezinde kutsal değil bilgi vardı; Yunanlılar dünyayı
ahlaki değerler değil, olgular üzerinden anlamaya çalışıyorlardı. Filozoflar doğayı
parçalarına ayırarak ortak tecrübenin olgular üzerindeki gözlemlerini akılcı ve
bilinçli bir sorgulamaya tabi tuttular. Ancak bunu yaparken sadece kendi
gözlemlerinden değil, bu dönemde ticari ilişkiler geliştirdikleri eski uygarlık
merkezlerinin tecrübelerinden de yararlandılar. Nitekim Yunan akılcılığının
gelişiminde Mısır ve Babil biliminin önemli etkisi vardı.312 Sihirsel ideoloji
tarafından şekillendirilen bu bilimsel terminoloji Yunan akılcılığında önemli bir
deformasyona yol açtı.313 Söz konusu deformasyonun en önemli ve yıkıcı sonucu,
çağına anlamını veren "değişim" bilincine karşı “değişmeyen”, “ebedi olanın” felsefe
içinde yer edinmesi ve güçlenmesi oldu. Öyle ki, tarihin değişen görünümünün
yanında, geometrinin ve matematiğin doğrularının ebedi gerçekleri yansıttığı,
gözlemlerden bağımsız, duyum ötesi ideaların yönlendirdiği idealist bir felsefe
ortaya çıktı. İdealizm, salt sezgisel düşünce yoluyla kavranabilen duyum ötesi
310 Ibid., s. 68. 311 Childe, Tarihte…, s. 225. 312 Ibid., s. 228. 313 Ibid., s. 230.
87
metafizik evrenin varlığını felsefi olarak doğruluyordu. Buna Yunan ve Roma
kentlerinde giderek daha az elde toplanan servetin akılcı düşüncenin gelişiminin
önüne set çekmesi de eklenince314, miladi dönemlere girilirken tek tanrıcı
ahlakçılığın kutsal üzerinden kurguladığı düzen güçlendi.
Tek tanrıcı gelenek, çok tanrılı dinlerin somut sembollerinin aksine, aşkın olanı
herhangi bir imgeye indirgemedi, onun sadece ahlaki boyutunu vurguladı. Zira
tanrısal varlığın ispatı ona olan inançtı, yani ibadet eden kitlenin ta kendisi: Cemaat.
Her birey kendi mikro-kozmik dramının bir parçasıydı ve nihayetinde sonsuz bir
mutluluk ya da ıstırap edineceği sorumlusu olduğu tek bir yaşantısı vardı. Cemaatin
konumlandırılışı da benzerdi: Geriye dönülemez akış içerisinde, gelecekteki ilahi
adaleti evrensel doğrulara dayanan eylem ve iradesiyle cemaat sağlayacaktı.315
Tarihin akışı içine yerleştirilerek eylem ve iradesinin değiştirici gücüne yapılan
vurgu, cemaati siyaseten aktif bir hale büründürdü. Bu bağlamda, tek tanrıcı evrensel
dinler Afro-Avrasya ekümeninde hâkim hale geldikçe kendi kutsalı doğrultusunda
ahlaki doğruları kaynak edinen cemaatler kent kültürünü biçimlendirmeye başladılar.
Birbirlerini dışlasalar da toprak sahibi sınıfa karşı adil bir düzen taleplerinde
birleşiyorlardı. Bunlar arasında ekümenin kent kültürüne en çok etki edecek olanları,
İslam'ın kültürel bir gelenek olarak beslendiği Nil - Amuderya arasındaki bölgede
ortaya çıktı.
314 M.Ö. 200'den sonra Yunan dünyasında kentli zanaatçılar işlerini, köylüler ise topraklarını köle yoğun emek kullanan ve gittikçe zenginleşen küçük bir kesim karşısında kaybederek yoksullaşmaya başladılar. M.Ö. 4. ve 3. yüzyıllardaki ekonomik genişlemeye eşlik eden akılcı yenilikler, ekonomik kaynakların tekelleşmesiyle hantallaşan Helen toplumunda M.Ö. 200'den sonra görülmez oldu. Ibid., s. 265. 315 Hodgson, op. cit., s. 132-3.
88
2. İran – Sami Kültürel Geleneği
Afro-Avrasya sisteminin merkez bölgelerindeki tarımsal üretime uygun verimli
koşullar toprak sahiplerine sınırsız bir güç sağlamıştı. Bunun tek istisnası, Sahra'dan
Gobi Çölü'ne dek uzanan kurak kuşağın ortasında yer alan Nil - Amuderya
arasındaki bölge idi. Bu bölge öteki merkezlere kıyasla görece kurak şartlara sahipti.
Toprak sahiplerinin tarımsal kaynakları Bereketli Hilal'in verimli ovalarının dışında
oldukça sınırlıydı. Öte yandan, ekümenin tam ortasındaki coğrafi konumu, bölgenin
uluslararası ticareti birbirine bağlayan yolların kavşak noktası haline gelmesine yol
açmıştı. Bu sayede Bereketli Hilal, Afro-Avrasya sistemindeki kozmopolit kent
kültürünün en önde gelen örneğine dönüştü. Başta tacirler olmak üzere bölgenin
kentli orta sınıfı, sisteminin öteki merkezlerine göre, toprak aristokrasisi karşısında
daha güvenli bir konum edinerek kent kültürünün şekillenmesi üzerinde söz sahibi
oldular. Bu nedenle, Nil - Amuderya arasında doğan tek tanrıcı İran-Sami kültürel
geleneğinde eşitlikçi ve kozmopolitan eğilimler giderek güç kazandı.316
Eski düzen değişen gereksinimleri yerine getirmekten uzak kalınca, M.Ö. 8.
yüzyıldan itibaren Nil-Amuderya arasındaki bölgeyi şekillendiren çok kültürlü
Çiviyazısı Uygarlığı'nın yerini yavaş yavaş İran-Sami kültürel geleneği almaya
başladı.317 Aramice konuşan İranlı ve Semitik topluluklar dünya ekonomisinin en
dinamik kentlerinde giderek hâkimiyet kuruyorlardı. Öyle ki, miladi dönemin
başlarında Yunanlıların sistemde bıraktığı boşluğu siyasi ve ticari açıdan bu
topluluklar doldurmuşlardı.318 Uluslararası sistem M.S. 4. ve 5. yüzyılda derin bir
krize sürüklenince, tek tanrıcı dinler Roma'dan İran'a, Hindistan'a ve Çin'e kadar
316 Marshall G. S. Hodgson, “The Role of Islam in World History,” International Journal of Middle East
Studies, Vol. 1, No. 2 (Apr., 1970), s.111. 317 Hodgson, The Classical…, s. 110. 318 Hodgson, “The Role…”, s.109.
89
ekümenin merkez bölgelerinde hızla yaygınlaşıp siyasi güce ortak oldular.319 Bu
bağlamda, İran-Sami kültürel geleneğini evrenselleştirip temeline bireyin taleplerini
alan Hıristiyanlık dünya ekonomisine ilk uluslararası ideolojiyi sağladı.
Yaşayan her kültürel gelenek gibi Hıristiyanlık da gelişirken bir dizi
dönüşüme uğramıştı. Öncelikle Roma ve Yunan dünyalarında ekonomik düzenden
gittikçe daha çok dışlanan köleler, mülksüzler ve köylüler arasında yayılan
Hristiyanlık, zamanla orta sınıf tarafından da kabul edildi. Bu süreçte, İsa
peygamberin basit öğretisinin kapsamı çok tanrıcı geçmişini geride bırakan kentli ve
kırsal kesimlerin gereksinimleri göz önüne alınarak genişletildi. Daha çok alt sınıflar
için neolitik geçmişin tanrıları, tanrıçaları ve yerel kahramanları din şehitlerine,
ermişlere ve bakirelere dönüştürülürken, Hıristiyan ayinleri gizemci dinlerin
törenlerindeki öğelerle zenginleştirildi.320 Öte yandan, orta sınıfa karşı inancın
savunulabilmesi için Yeni Platonculuk gibi Yunan felsefesinin ve Aristoteles
mantığının terminolojisini kullanan kaynaklar öğretiye eklemlendi.321 Hıristiyanlık,
İran-Sami kültürel geleneğinin bir devamıydı ancak, Yunan kaynaklı etkilerle
(Kutsal Üçleme teolojisi ve tanrısal niteliklerle insan niteliklerinin aynı kişide
toplanması vb.) biçimsel bir değişim geçirdi.322 Bu durum özsel bir dönüşümü de
319 Hodgson, The Classical…, s.62. 320 Ekonomik sistemden dışlanan alt sınıflar kendilerini maddi ve manevi acılarından kurtaracak
ideolojiyi eski sihir ayinlerinden doğan gizemci dinlerde bulmuşlardı. Hıristiyanlık'ın yayılmasından önce, şarap tanrısı Dionysos ya da Bakkhüs kültü, Orphism ve Elesius gizemleri mülksüz köylüler, madenciler ve hatta köleler için kurtuluş umudu haline geldi. Öte yandan bu dönemde, toplulukla bağını koparan bireylere seslenen Pythagoras'ın ve Platon'un öğretilerinin bulunduğu gizemli felsefeler de kentte yayılıyordu. Childe, Tarihte…,s. 226. 321 Ibid., s. 282. 322 McNeill, Dünya…, s. 249-50.
90
beraberinde getirdi: Herhangi bir imgeye indirgenemeyen tanrı fikri, Musevilik ve
İslam'dan farklı olarak, somutlaştırılmış ve bölünmüştü.323
Bu çerçevede, tek tanrıcılık geleneğine daha sıkı bağlılık gösteren İslam, İran-
Sami geleneğinin çekirdeği olan Nil-Amuderya arasındaki bölgede geniş bir kabul
görüp yayılarak Hıristiyanlığın dünya ekonomisinde yarım kalan rolünü devraldı.
Her ne kadar, İslam'ın doğuşu Nil - Amuderya arasındaki tarımsal iktidarı yıkıp ticari
bir kastın çıkarlarını egemen kılmışsa da, bir süre sonra tarımsal monarşi yeniden
kurulmuştu.324 Ancak bu sefer, kentin ve kentli orta sınıfın beklentileri garanti altına
alındı. Müslüman olan her birey Şer'i Hukuk vasıtasıyla, tarımsal iktidarın
donuklaşmış, geçirgen olmayan toplumsal yapısının tersine, yeteneklerini geliştirme
fırsatı edinebileceği esnek bir toplumsal yapıya dâhil olabiliyordu.325 Öte yandan,
Kur-an, Şer'i Hukuk ve hadisler, çeşitli kültürel ve etnik arka plana sahip tacirlerden
oluşan ticari ağ için eski kalıpların yerine yeni bir model sunmaktaydı.326 Kısacası
İslam, kenti ve kentli orta sınıfın taleplerini karşılayarak İran-Sami kültürel
geleneğinin eşitlikçi ve kozmopolitan eğilimlerini kurumsallaştırdı. Böylelikle,
giderek bütünleşen dünya ekonomisinin ideolojik ihtiyacını Hıristiyanlıktan çok daha
verimli bir şekilde karşıladı.
323 Bu konuda Slavoj Zizek, Museviliğin saf bir tek tanrıcılık, buna karşılık Hıristiyanlığın Kutsal Üçleme'siyle çok tanrıcılıkla yapılan bir uzlaşma olduğunu vurgular. Hegel’den alıntı yaparak İslam'ın Yahudi tek tanrıcılığını evrenselleştirerek en saf halini bulduğunu vurgular. Slavoj Zizek, “İslam Arşivlerine Bir Bakış”, İslam Arşivleri, der., Sabri Gürses, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Çeviribilim Yayıncılık, 2013, s. 38. 324 Marshall G. S. Hodgson, The Venture of Islam Conscience and History in a World Civilization: Expansion of Islam in the Middle Periods, Londra, The University of Chicago Press, 1974, s. 65. 325 Hodgson, “The Role…”, s. 107. 326 B. Marie Perinbam, “Social Relations in the Trans-Saharan and Western Sudanese Trade: An Overview,” Comparative Studies in Society and History, Vol. 15, No. 4 (Sep., 1973)., s. 426. Bu modelin merkezinde, tarihi bir misyon yüklenmiş cemaat üyelerinin birbirine karşı uygulamakla yükümlü oldukları güven ilkesi bulunuyordu. Bu ilke İslam döneminde büyüyen uzun mesafe ticaretinin ana etkenlerinden biri oldu.
91
B. Ortaçağ’ın Ticaret Sistemi
Afro-Avrasya sisteminin bütünleşmesinden sonra Hint Okyanusu dünyası
uluslararası ticaretin merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle, Roma döneminden
itibaren Akdeniz dünyasının zenginlikleri doğuya akmış, batı ile doğu arasında ticari
bir dengesizlik yaratmıştır. Ancak, gerek doğu ticaretinin hatırı sayılır bir gelir
kaynağı sağlaması ve Hint Okyanusu’nun baharat gibi temin edilmesi elzem mallar
arz etmesi, Akdenizli yöneticilerin bu ticaretten kolay kolay vazgeçememelerine yol
açmıştır. Bundan dolayı, Akdeniz’in büyük güçleri için doğu ticaretine erişim her
daim önemliydi. Hint Okyanusu dünyasının batıyla bağlantısı genel olarak üç hat
üzerinden sağlanıyordu: Orta Asya üzerinden batıya uzanan kara yolları ile Basra
Körfezi'ne ve Kızıldeniz'e uzanan deniz yolları. Doğuya giden bu yolları kontrol
eden ticaretin kurallarını da belirliyordu.327 Nil'den Amuderya'ya dek yayılarak
doğuya giden üç yolu da denetlemeye başlayan İslam Halifeliği, söz konusu ticaretin
batıdaki düzenleyicisi ve kural koyucusu haline geldi.
1. Hint Okyanusu’nda İslam Egemenliği: 600 – 1000
7. yüzyıldan itibaren Akdeniz havzasının kentleşmiş bölgelerinin büyük kısmı
hızla İslam egemenliği altına girdi. Müslümanlar, yaklaşık yüz yıl içerisinde, İber
yarımadasından İran’a kadar uzanan geniş bir bölgeyi fethetmişler ve İslam
Halifeliği altında birleştirmişlerdi. Fethedilen bölgelerdeki donmuş328 ve doğal
kaynakların hızla ekonomiye dâhil edilmesi İslam topraklarında büyük bir ekonomik
dinamizm yarattı. Öyle ki, Mısır'ın zengin tahıl kaynakları Şam'a, Hicaz'a, Basra'ya
327 Abu-Lughod, Before European Hegemony: the world-system A.D. 1250-1350, New York, Oxford University Press, 1989, s. 149. 328 Firavun’un saraylarında ve tapınaklarındaki değerli madenlerden ve taşlardan yapılan eserler gibi ekonomiye dâhil olmayan, dolayısıyla potansiyel mübadele değerini kazanamamış kaynaklardır.
92
akıtılıyor, firavunun antik altınları yeniden tedavüle sokuluyordu.329 Bu sayede
kentler hızlı bir şekilde büyüyünce, İslam topraklarında her tür mamul ve lüks mala
olan talep arttı. Ne var ki, Şam merkezli Halifelik’in batıda ticareti geliştirerek refah
yaratabileceği ekonomik bir ortam yoktu. Mısır'ı kaybettikten sonra ana yolları
boykot eden Bizans, doğu ticaretini Karadeniz'in kuzeyinden Asya'ya uzanan yolu
kullanarak yürütmeyi seçmişti.330 Öte yandan Akdeniz, Roma sonrasında
sürüklendiği çöküşten çıkamayan Avrupa nedeniyle hâlâ ekonomik açıdan zayıftı.
Mısır'ın ve Basra Körfezi’nin fethi sonrasında ana erişim yolları üzerinde tartışmasız
bir üstünlük kazanan doğu ticareti ise büyük bir potansiyel vadediyordu.
Batıda Müslümanların yaptığını doğuda Tang Hanedanlığı (618-907)
gerçekleştirmişti. Çin’i yeniden birleştiren hanedanlık, bir yandan Orta Asya’ya ve
güneye doğru genişliyor, öte yandan Güneydoğu Asya ile olan ticari ilişkilerini
geliştiriyordu. Asya’nın doğusunda artan bu etkinliği sayesinde, Çin de batıdakine
benzer bir istikrar ve ekonomik refah dönemine girdi. Doğuda Çin’in, batıda İslam
Halifeliği’nin eş zamanlı yükselişleri Hint Okyanusu’ndaki uzun mesafe ticaretini
cazip hale getirdi. Nitekim Müslüman tacirler Tang Hanedanlığı’nın erken
dönemlerinden itibaren başta Guangzhou olmak üzere Çin'in güneyindeki önemli
kentlerde ticaret diasporaları kurmaya başlamışlardı.331 Bu şartlar altında, ne Doğu
Akdeniz havzasına hâkim Şam ne Arapların ayrıcalıklı konumunu savunan Emeviler
güçlenen ticari ve kozmopolit çıkarlar karşısında direnebildi. 8. yüzyılın ortasında
İslam Halifeliği'nin merkezi Hint Okyanusu dünyasına doğrudan erişim sağlayan
329 K. N. Chaudhuri, Trade and Civilisation in Indian Ocean An Economic History from Rise of İslam to 1750, Cambridge, Cambridge University Press, 1985, s. 44. 330 Kearney, op. cit., s. 65. 331 Edwards A. Alpers, The Indian Ocean in World History, New York, Oxford University Press, 2014, s. 41.
93
Basra Körfezi'ne kaydı. Kızıldeniz yolu giderek daha az kullanılırken, başta Bağdat
olmak üzere Basra Körfezi’nde kurulan yeni kentler hızla zenginleşti.332 Bu sayede,
bin yılın başında Roma’dan Çin’e uzanan ticaret ağı Tang Çin’i ile Abbasi Halifeliği
arasında yeniden canlandı. (Ek 8)
Halifelik’in Basra Körfezi’ne taşınmasından sonra Müslümanlar Hint
Okyanusu’nda ve Asya’da daha çok rol oynadılar. Fetihlerin ardından Müslüman
tacirler Batı Hint Okyanusu’ndaki Sasani hâkimiyetini devralmışlardı. 751’deki
Talas Savaşı bu hâkimiyeti kısa vadede doğuya doğru genişletti. Şimdi Müslümanlar
başta Kanton olmak üzere Çin limanlarına baskınlar düzenlemeye, yerleşimler
kurmaya, hatta Hindistan ile Çin arasındaki ticaretin aracısı olmaya başlamışlardı.
Bunların yanı sıra, İslam’ın uzun mesafe ticaretini geliştirecek ortak bir hukuksal ve
kültürel taslak sağlaması, Hint Okyanusu’nun giderek Müslümanların üstün olduğu
bir ekonomik alana dönüşmesine yol açtı.333 Ancak, Talas Savaşı uzun vadede iki
büyük güç arasındaki dengeyi bozdu. Zira savaş sonrası Orta Asya'daki
hegemonyasını kaybeden Tang Çin’i içine girdiği krizi bir türlü atlatamadı. İç
isyanların çoğalmasıyla uluslararası ticareti taşıyan iki ana kolondan doğudaki
zayıflayınca küresel ekonomi 9. ve 10. yüzyıllarda yavaşlama sürecine girdi.334
Bunu, 9. yüzyılın ortalarından itibaren Basra Körfezi’nde ortaya çıkan isyanlar izledi.
Ticaret gelirinin düşmesi ve istikrarsız ortam Basra Körfezi merkezli düzenin düşüşe
geçmesine yol açtı.
332 Kızıldeniz'in kullanımının teşvik edilmemesi, büyük oranda terk edilmesine neden oldu. Bu dönemde İskenderiye'nin nüfusu 600.000'den 100.000'e dek düşüp İskenderiye Feneri kullanılmaz hale gelirken, Basra, Bahreyn ve Hürmüz Hint Okyanusu ticaretinde önemli limanlar olarak işlev göremeye başladılar. Kearney, op. cit., s. 65. 333 Chaudhuri, op. cit., s. 36. 334 Frank ve Gills, op. cit., s. 336-7.
94
Avrupa bu süreçte uluslararası ticaret ağından büyük oranda uzak kaldı.
Roma'nın çöküşü sonrasında Avrupa, barbar toplulukların hâkim olduğu, uygar
dünyadan kopmuş coğrafi bir bölge haline gelmişti. Kentler küçülmüş, pazar
ekonomisi gerilemiş, parasal sistem büyük oranda terkedilmiş ve geçim ekonomisine
dönülmüştü.335 Öte yandan, Akdeniz’in büyük kısmında da benzer bir süreç yaşandı;
sadece Bizans hâkimiyetindeki bölgelerde kent merkezli ekonomik yapı korunabildi.
M.S. 600 - 1000 arasında, ağır tahta saban kullanımının yaygınlaşması mevcut
durumu değiştirmeye başladı. Artık kuzeyin donmuş, balçıkla kaplı toprakları tarım
alanlarına çevriliyordu. Hıristiyanlık’la beraber kuzeyin barbar toplulukları yerleşik
yaşam ekonomisine geçmeye başlayınca, Avrupa'da ciddi bir ekonomik potansiyel
ortaya çıktı. Ekonominin toprağa endeksli olduğu bir çağda tarımsal üretimin
arttırılması, dışarıya daha çok mal satılması anlamına geliyordu. Nitekim kuzey
denizlerindeki ticaret gelişmeye, kuzey batı Avrupa'da, kentin yerleşik geleneklerini
fazla sahiplenmeyen yeni bir orta sınıf oluşmaya başladı.336 Uluslararası ticarete
katılmaları kaçınılmaz olan kuzeyliler bunu Akdeniz kıyısındaki kentler üzerinden
gerçekleştirdiler. Akdeniz, kıtanın ürettiği zenginliğin piyasaya girdiği ilk durak
haline geldikçe, Basra Körfezi’nin düşüş, Kızıldeniz’in yükseliş süreci hız kazandı.
2. Uluslararası Ekonomide Çin Etkisi: 1000 - 1500
Hint Okyanusu dünyası, Song Hanedanlığı (960–1279) altında yeniden birleşen
Çin ile beraber etkileri küresel çapta hissedilecek bir ekonomik dönüşüm sürecine
girdi. 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan teknolojik yenilikler üretimden ulaşıma
kadar ekonomiyi doğrudan ilgilendiren birçok alanda verimliliği arttıran önemli
335 Kocka, op. cit. s. 35. 336 McNeill, Dünya…, s. 369.
95
değişimler yarattı. “Modern dönemi öncüleyen bu endüstriyel devrim”337 sayesinde,
tarımsal ve endüstriyel üretim hızla artarken, nüfus büyümeye, kentleşme yayılmaya
başladı.338 Kentli orta sınıfın alım gücü yükseldikçe ticari mallara olan talep arttı ve
okyanus-ötesi ticaretin hacmi giderek genişledi.339 Nitekim 11. yüzyıldan itibaren
Hint Okyanusu’nun doğu kıyılarına340, 12. yüzyıldan itibaren ise batı kıyılarına Çin
kaynaklı bir ekonomik canlılık hâkim oldu.341 Bununla birlikte, 13. yüzyılın
başlarında, denizcilik alanındaki gelişmeler Çin’in okyanus-ötesi ticaretini daha da
büyütmekle kalmadı, uluslararası ekonomide yapısal bir değişimin de önünü açtı.
Öyle ki, büyüyen gemiler daha çok mal taşımaya başlayınca, ticaretin yükte hafif
pahada ağır lüks mallar üzerinden yürütülen yapısı niceliksel ve niteliksel açıdan
devrimsel bir dönüşüme uğradı. Artık mamul mallar, tarım ürünleri ve hammaddeler
gibi kitlelerin kullanımına uygun dökme (havaleli) mallar okyanus-ötesi ticaretin
konusu haline gelmeye başlamıştı.342 Kısacası, Song Çin’inde ortaya çıkan refah o
denli büyük oldu ki, 1000 - 1250/1300 arasında Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e,
Avrupa’dan Afrika’ya kadar etkileri sistemin tümünde hissedilen bir büyüme
yaşandı.343
a. Kızıldeniz’in, Akdeniz’in ve Avrupa’nın Yükselişi
Doğuda Çin siyasi birliğini yeniden sağlarken, batıda tam tersi bir süreç
yaşanıyordu. Halife’nin otoritesi İslam topraklarının neredeyse her yerinde
sorgulanmaya başlamıştı. Bu durum, 10. yüzyıldan itibaren Basra Körfezi’nin doğu
337 Curtin, op. cit., s. 137. 338 Frank ve Gills, op. cit,, s. 340. 339 Chaudhuri, op. cit, s. 53. 340 Frank ve Gills, op. cit, s. 341. 341 Kearney, op. cit, s. 77. 342 Curtin, op. cit, s. 149. 343 Frank ve Gills, op. cit, s. 338.
96
ticaretindeki mutlak üstünlüğünü kaybetmesine ve ticaret trafiğinin yavaş yavaş
Kızıldeniz’e kaymasına yol açtı. Aslına bakılırsa, Kızıldeniz daha Tolunoğulları
(868-905) döneminden itibaren durgunluktan çıkış emareleri gösteriyordu.344 Ancak,
batıyla doğuyu birbirine bağlayan ana bir artere dönüşmesi, 969 yılında Mısır'ı
fetheden Fatimiler ile birlikte gerçekleşti. Sünni Halifelik karşısında Şiilik'in siyasi
zaferini amaçlayan Fatimiler Mısır’a büyük bir önem veriyorlardı. Zira Basra
Körfezi'nin eski etkinliğini yitirdiği bir dönemde, zengin tarımsal üretiminin yanı
sıra, Kızıldeniz'i kontrol eden stratejik konumu sebebiyle Mısır ciddi bir ekonomik
potansiyele sahipti. Fatimiler bunun için öncelikle, Nil trafiğini toplayacak bir
alanda, Bağdat'a rakip olarak tasarladıkları Kahire'yi kurdular. Öte yandan korsanlığı
sonlandırarak, Kızıldeniz'i Hint Okyanusu ticaretine erişimde güvenli ve istikrarlı bir
yol haline getirdiler.345 Ne var ki, Akdeniz yeniden bir “alışverişler dünyasına”
dönüşmedikten sonra, Fatimilerin Kızıldeniz politikasının herhangi bir anlamı yoktu.
Fatimi politikasının en önemli kısmı, doğu ticaretine katılımı teşvik eden çok
kültürlülüğüydü. Akdeniz’deki ekonomik ve siyasi değişimlerin farkında olan
Fatimiler, Yahudi, Hıristiyan, Mağribi diasporaların Mısır'da ve Levant'ta ticaret
merkezleri kurmalarına izin vermişlerdi.346 Başta Avrupalılar olmak üzere
Akdenizliler Hint Okyanusu’nun büyüyen ticaret ağına dâhil edilince Akdeniz
dünyası dirilmeye başladı.347 Bu noktada, Fatimilerin İslam dünyası içinde yeni bir
merkez yaratmaya yönelik Kızıldeniz politikası Akdeniz havzasındaki güç
dengesinde bir kırılma yarattı. Zira Avrupalıların büyüyen ekonomideki konumları
güçlendikçe Akdeniz’de daha çok söz sahibi olmaları kaçınılmazdı. Nitekim
344 Naylor, op. cit., s. 67. 345 Kearney, op. cit., s. 69. 346 Naylor, op. cit., s. 82. 347 Curtin, op. cit., s. 139.
97
Akdeniz’deki dengeler 11. yüzyılın ortalarından itibaren değişmeye başladı.
Avrupa’nın güneyindeki Müslümanlar konumlarını giderek kaybediyorlar, özellikle
İtalyan kent devletleri Müslümanlar tarafından fethedilen bölgeleri tek tek geri
alıyorlardı. 11. yüzyılın sonunda Akdeniz’de artık mutlak bir Müslüman üstünlüğü
söz konusu değildi; Avrupalılar güce ortak olmuşlardı.
Avrupa’nın yükselişi küresel düzeyde etkileri hissedilemmeye başlayan
Çin’deki ekonomik dönüşüm sayesinde devam etti. Sınai ve tarımsal üretime ek
olarak, yeni açtığı madenlerden piyasaya artan şekilde altın sokmaya başlayan Song
Çin'i, başta Avrupa olmak üzere, Afro-Avrasya sisteminin bütününde kentleşmeyi ve
ticareti büyük oranda hızlandırmıştı.348 Öyle ki, kuzey Avrupa’nın Venedik ve
Cenova gibi Akdeniz kıyısındaki kent devletler üzerinden uluslararası ticarete katılım
süreci giderek yoğunlaştı.349 Böylece, Avrupalılar üstünlüklerini 12. yüzyılda
Akdeniz'in tümüne yaydılar.350 Akdeniz Fatimiler ile beraber yeniden bir
“alışverişler dünyası” haline geldi ama hegemonik güç de ticaretle beraber batıya
doğru kayacağı uzun yolculuğa başlamış oldu.
b. Krizler Dönemi: Eski Güçlerin Düşüşü
13. yüzyılda dünya Moğol istilaları ile sarsıldı. Orta Asya bozkırlarının göçebe
halkalarını birleştirmeyi başaran Cengiz Han, Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar uzanan
büyük bir fetih hareketi başlatmıştı. Moğollar bütün Avrasya’yı ezip geçerken
Müslümanları da es geçmediler ve Memlüklüler tarafından ilerleyişleri durdurulana
kadar İslam topraklarında büyük bir yıkım yarattılar. Öyle ki, Moğollardan sonra ne
348 Hodgson, “Expansion…”, s. 4. 349 Abu-lughod, “Süreksizlikler ve Süreklilik: Tek Bir Dünya Sistem mi Yoksa Birbirini İzleyen Sistemler mi?”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, sf. 519. 350 Kearney, op. cit., s. 80-1.
98
Basra Körfezi’ndeki sulama sistemi eski etkinliğinde kurulabildi ne Bağdat eski
günlerine bir daha geri dönebildi.351 Her ne kadar, İslam dünyasını bir kriz içerisine
sürüklese de, Moğol fetihleri ilk aşamada uluslararası ticaret üzerinde olumlu bir etki
yarattı. Avrasya’nın tek bir otorite altında birleştirilmesi ile uzun mesafeli karayolu
ticaretinin önündeki engeller azalmıştı. Ancak, imparatorluk dağılma sürecine girip
kaos türemeye başlayınca deniz yolu kullanımı yeniden yükselişe geçti.352 Mısır’ı
yöneten Memlüklüler Moğollar sonrasındaki bu şartları iyi değerlendirdiler. Kara
yollarının güvenli, Basra Körfezi’nin rakip olmaktan çıkması üzerine Kızıldeniz 13.
yüzyılın sonundan itibaren doğu ticaretine giden ana arter haline geldi.353 Böylece,
Mısır yeniden sisteme yön veren merkezlerden biri oldu. (Ek 9)
14. yüzyıl daha önce deneyimlenmeyen bir kriz dönemine sahne oldu. Ticari
ilişkilerin büyümesi dünyanın farklı bölgelerini ekonomik olarak birbirine
bağlamıştı. Ancak, veba salgını birbirine bağlı olmanın ekonomiden öte etkileri
olabileceğini somut olarak gösterdi. Veba virüsü, kimi zaman kara yollarını takip
ederek, kimi zaman limandan limana yayılarak Çin’den Avrupa’ya ve Mısır’a kadar
uluslararası ticaretin bir çok merkezini etkisi altına aldı. Salgının etkisi o denli
büyüktü ki uluslararası ekonomi 14. yüzyılda keskin bir düşüş dönemine girdi.354
Doğu ile batı arasındaki bağlantıyı sağlayan başlıca merkez olan Mısır salgından en
çok etkilenen ülkelerden biri oldu. 1347’de başlayıp 15. yüzyılın başlarına dek etkili
olan veba salgını Mısır’daki nüfusu ve tarımsal üretimi oldukça azalttı.355 Hatta
Mısırlı orta sınıf (Kerimiler de dahil olmak üzere) salgından öyle kötü etkilendi ki,
351 Mcneill, Dünya..., s. 378. 352 Curtin, op. cit., s. 150. 353 John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, çev. Esra Ermert, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 2011, s. 60. 354 Abu Lughod, European…, passim. 355 Chauduri, op. cit., s. 60.
99
devlet özel sermaye yönetimindeki endüstrileri ve baharat ticaretini tekelleştirmek
zorunda kaldı.356 Bu süreçte, Akdeniz – Hint Okyanusu arasındaki ticaret hattı açık
tutulmuş ve Müslümanlar aracı rollerini korumuşlardı. Ne var ki, İslam topraklarında
savaşlar ve salgınlar karşısında direnç gösterebilen Çin, Hindistan ve Avrupa
karşısında gerileme süreci artık gözle görülebilir bir hal almaya başladı.
Bir diğer kriz, kurulduğu andan itibaren Afro-Avrasya sisteminin taşıyıcı
kolonlarından biri olan Çin’de gerçekleşti. Yaklaşık 60 – 70 yıllık bir resesyon
döneminden sonra Avrupa’nın dinamizmi, Hintli tacilerin artan etkinlikleri ve
hepsinden önemlisi Çin İmparatorluğu’nun yeniden birleşmesi sonucu uluslararası
ekonomi bir büyüme sürecine girmişti.357 (Ek 10) 1368’de ülkeyi Moğol
yönetiminden kurtarıp yönetmeye başlayan Ming Hanedanlığı (1368-1644) Song
döneminden kalma ticaret politikasını devraldı, hatta geliştirdi. Öyle ki, Amiral
Cheng-Ho komutasındaki 63 gemiden oluşan Çin donanması, 1405 dolaylarında, batı
Asya ve Afrika kıyılarına dek uzanan okyanus-ötesi bir sefer düzenledi.358 Sonraki
30 yıl boyunca sürdürülen ve Hint Okyanusu dünyası hakkında doğrudan ve net
bilgiler sağlayan buna benzer seferler, Çin’deki büyüyen ticari çıkarların bir
yansımasıydı. Fakat görünen o ki, söz konusu seferler Çin’de önemli bir kırılma
yarattı. Toprak sahibi sınıf ve Konfiçyusçu memurlar yayılmacı ticaret politikası
sayesinde ekonomideki ağırlıkları giderek artan tacirlere karşı konumlarını korumak
istiyorlardı.359 Bu nedenle, 1430’lardan itibaren okyanus-ötesi politika terk edildi ve
356 Kearney, op. cit., s. 98. 357 Philippe Beaujard, “East Africa, the Comoros Islands and Madagascar before the sixteenth century,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 42, No: 1 (2007), s. 26. 358 Kocka, op. cit., s. 29. 359 Idem.. Çin’in 1430’larda aniden içe kapanmasına dair başka tezler de vardır. Bunlardan en önemlisi, hazineden önemli bir pay almasına rağmen donanmanın kuzey sınırlarını göçebelere karşı koruma gereksinimine karşılık vermeyişidir. Öte yandan, okyanus-ötesi seferleri yürüten “hadım”
100
uzun mesafe ilişkilerini yürütmeleri zorlaşan Çinli tacirler iç piyasaya yöneldiler.
Böylelikle Çin, modern dönemin şafağında kendini Hint Okyanusu dünyasından
yalıttı.
Çin’in içe kapanmasıyla eşzamanlı olarak Avrupa okyanus-ötesi bir genişleme
sürecine girdi. Aslına bakılırsa, Avrupa 11. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar
coğrafi bir genişleme yaşamıştı.360 Bu genişleme 15. yüzyılda, Avrupa’nın karmaşık
siyasi mücadelelerinden uzakta kalan İber yarımadasındaki krallıklar tarafından
Atlantik Okyanusu’na doğru büyütüldü. 1440’da okyanusun azgın sularıyla
boğuşabilecek yeni bir gemi tasarlayan Portekizliler, bu tarihten itibaren Atlantik’e
doğru genişlemeyi sistematikleştirdiler.361 Öyle ki, Afrika’nın batı kıyılarını
izleyerek gitgide daha güneye inen Portekiz filosu, 1497’de Vasco de Gama
kaptanlığında Ümit Burnu’nu dönerek Hint Okyanusu’na çıktı. Portekizliler Hint
Okyanusu’na girdiklerinde bir güç boşluğu ile karşılaştılar, çünkü Portekiz
gemileriyle mücadele edebilecek denli büyük gemilere sahip olan Çinliler
donanmalarını çürümeye terketmişlerdi. Müslümanlar ise denizcilik alanında uzun
süredir Avrupalıların gerisindeydi. Nitekim Portekizliler 1509’da Diu açıklarında
kendilerinden sayıca üstün olan İslam donanmasını bozguna uğratıp, 1510’da
Goa’da, 1511’de Malakka’da, 1515’te Hürmüz’de üsler kurdular. Her ne kadar,
gerisi gelmemişse de Portekizlilerin hızlı yayılışları Avrupa’nın denizlerdeki
amirallerle Konfiçyusçu bürokratlar arasındaki bitmek bilmeyen kavga ve Çin’in dış dünyayı küçümsemesine dair nedenler de bu değişimi açıklamak için kullanılmaktadır. 360 Immanuel Wallerstein, Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, çev., Latif Boyacı, İstanbul, Yarın Yayınları, 2010, s. 55’den Archibald R. Lewis, “The Closing of European Frontier,” Speculum, XXXIII, 4. Oct., 1958, s. 475-476. Hıristiyan Avrupa bu dönemde, güneyde Akdeniz’deki adalardan batıda İrlanda, İskoçya ve Galler’e, doğuda Slav ve Balt topraklarına dek genişledi. Üstelik aynı dönemde Avrupalı köylüler boş bırakılmış bölgelere yerleşip tarımsal üretim yapmaya başlamışlar, bu sayede yerleşik ekonomi kıtanın büyük bölümünde hâkim hale gelmişti. 361 1452 Dum Diversas, 1455 Romanus Pontifex, 1456 Inter Caetera gibi bildiriler ile Portekiz’in Atlantik-ötesi çıkarları Papa’nın hukuksal garantisi altına alındı.
101
üstünlüğünün ilk göstergesiydi. Öte yandan, Portekizliler Hint Okyanusu ticaretine
hakim olmaya çalışırken, İspanyollar 1492’de keşfettikleri Amerikalardan Avrupa’ya
büyük derecede altın ve gümüş akıtmaya başlamışlardı. Avrupalıların coğrafi
keşifleri uluslararası sistemin lojistik ağında hiç görülmemiş değişikliklere neden
oldu ve birikimin merkezi giderek Atlantik Okyanusu’na doğru kaydı.
C. İslam'ın ve Ticaretin Yayılışı
İslam’ın ve ticaretin yayılması birbirine paralel işleyen süreçlerdir.
Müslümanlar önce antik dünyanın Akdeniz havzasındaki kentleşmiş bölgelerini ele
geçirmişler; daha sonra ticareti bu bölgelerin çevrelerine doğru genişletmişlerdir.
İslam yayıldıkça ticaret ağı genişlemiş; ticaret genişledikçe İslam yayılmıştır.
İslam’ın ticaretle, özellikle de uzun mesafe ticareti ile olan ilişkisinin kökleri
Arabistan’ın İslam öncesi dönemine dek uzanır ve bir noktada kesişir: Deve ve deve
göçebeliği. Kesin bir kronoloji bulunmamakla birlikte, devenin M.Ö. ikinci bin yılda
ehlileştirildiği, deve göçebeliği yapanların ise miladi dönemlerde ortaya çıktıkları
düşünülmektedir.362 Bedevi denilen bu göçebeler, kimi zaman bir savaş kimi
zamansa bir ulaşım ve taşıma aracı olarak kullandıkları develer sayesinde
Arabistan’da etkileri dünyanın dört bir yanına yayılacak sosyo-ekonomik bir
dönüşümün kapısını aralamışlardır.
1. Deve Göçebeliğinden İslam’a Arabistan’ın Büyük Dönüşümü
Arabistan tarıma elverişli vahaların çölün hükümranlığına direndiği bir
coğrafyada, birbirine bağımlı göçebe ve yerleşik ekonomiler üzerine kuruluydu.
Bedeviler’in bu sosyo-ekonomik yapıdaki rolleri giderek genişledi. Öyle ki, deveyle
beraber hareket kabiliyeti artan Bedeviler, ticaretin yanı sıra, askeri ve siyasi açıdan
362 Hodgson, The Classical…, s. 147.
102
da Arabistan'a şekil verebilecek bir güce dönüşmeye başlamışlardı. Öte yandan, deve
göçebeliğinin yaygınlaşması, çölün yerel ve uluslararası bağlamda etkileşimi
engelleyen yalıtıcı etkisini azaltmıştı. Kendi içindeki ve kuzeyindeki meskûn
bölgelerle etkileşimi yoğunlaştıkça Arabistan'ın uygar yaşamdan kopuk durumu
gitgide zayıfladı. Nitekim 5. ve 6. yüzyıla gelindiğinde, siyasi istikrarsızlık ve
parçalanmadan muzdarip bölgede ortak ahlaki standartlara, destanlara ve
kahramanlara sahip bir Arap Uygarlığı şekillenmeye başladı.363 Söz konusu süreç,
Arabistan’ın uygar yaşamı yönlendiren ekonomik ağa katılma yönündeki kolektif
iradesinin bir sonucuydu.
Coğrafi konumu gereği Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki ticaret ağının
ortasında bulunan Arabistan, iki ekonomik dünya arasındaki ilişkiler yoğunlaştıkça
doğu ticaretine giden alternatif bir yol haline geldi. Zira ne Romalılar ne Bizanslılar
ticaretin İranlıların hâkimiyetindeki orta bölgeden geçerek rakiplerini
güçlendirmesini istemiyorlardı. Roma zamanından başlayarak bu yönde izlenen çöl
politikaları, Arabistan Çölü'nün kuzey kıyısında kentlerin ve Arap beyliklerinin
kurulmasını beraberinde getirdi.364 Bu süreçte aracı rolü geliştikçe Arabistan
ekonomisindeki uluslararası ticaretin ağırlığı arttı. Ne var ki, M.S. 200-500
arasındaki sistemik kriz, 4. yüzyıldan itibaren çöl ticaretinin azalmasına dolayısıyla
Arap toplumunun yeniden yoksullaşıp Bedevileşmesine yol açtı.365 M.S. 502'de
Bizans - Sasani anlaşmasının sonlanmasıyla iki büyük güç yeniden çatışmaya
başlayınca, çöl yolları tekrar değer kazandı. Ancak bu kez, gerek batı Arabistan
kıyısı boyunca kuzey - güney yönünde uzanan yollar gerek çölün kuzey kıyılarında
363 Ibid., s. 92. 364 Bernard Lewis, Ortadoğu, çev., Selen Y. Kölay, Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2009, s. 52-3. 365 Ibid., s. 56
103
ortaya çıkan yeni yollar Aramice konuşanlar tarafından değil, Bedevi Araplar
tarafından kontrol ediliyordu.366 Büyük güçlerin mücadelesinin yarattığı güvensiz
ortama deve göçebeliğiyle beraber gelişen taşımacılık teknikleri eklenince, Bedevi
Araplar uluslararası ticaret ağında önemli birer aktöre dönüştüler.
Bizans ve Sasani monarşilerinin aralarındaki çatışmalar ve içlerindeki büyük
dini tartışmalar iki büyük gücü zayıflatırken, artan ticari hareketlilik çölün
kuzeyindeki Arap beyliklerini ve kentlerini canlandırmıştı. Bu kentlerden biri olan
Mekke, ticari ve siyasi açıdan gelişebileceği bir coğrafi konuma sahipti. Mekke
kuzey - güney yönlü yollar ile doğudan Afrika'ya uzanan ticari hattın kesişim
noktasında bulunuyordu. Bu sayede, batı ve orta Arabistan'ın en önemli ticaret
merkezlerinden biri haline geldi.367 Öte yandan Mekke, gerek kuzeydeki gerek
güneydeki tarımsal monarşilere eşit uzaklıktaki konumu sayesinde siyasi olarak
bağımsız hareket edebileceği bir alana sahipti. Nitekim söz konusu durum, özgün bir
toplumsal düzenin ortaya çıkmasını olanaklı kıldı.368 Bu düzen, bir Mekkeli olan
Muhammed peygamberin "Allah'a teslim olmak" anlamına gelen İslam'ı yaymasıyla
kuruldu. İslam, Arabistan siyasetinin bireylere bağımlı yapısının, gurur ve şeref gibi
değerler üzerine kurulu ben-merkezli toplumsal sisteminin ve bunların esas kaynağı
olarak gördüğü göçebe düzenin yerine, yerleşik ekonomi etrafında örgütlenmiş
ahlaki ölçütlere sahip bir cemaati yerleştirmeyi öneriyordu. İslam'ın birbirine
366 Hodgson, The Classical…, s. 152-3. 367 Mekke, Kızıldeniz’e paralel şekilde Arabistan yarımadası boyunca uzanarak Hint Okyanusu’nu
Akdeniz’e bağlayan Baharat Yolu adındaki eski kervan yolu üzerinde bulunuyordu. Antik dönemde oldukça değerli olan birçok bitki ve baharatın taşındığı bu yolu, gerek coğrafi konumu gerek ünlü Marib barajı sayesinde bölgeyi büyük bir vahaya dönüştüren Güney Arabistan kontrol ediyordu. Ancak, Güney Arabistan Kızıldeniz’deki ve yarımadadaki üstünlüğünü 6. yüzyılda tamamen kaybetti. Sasaniler ile Aksum arasındaki rekabete konu olan bölge, 570 dolaylarında Marib barajının yıkılmasıyla etkisini tamamen yitirdi. Bunun üzerine, Baharat Yolu’nu kuzeydeki Mekke ve Medine kontrol etmeye başladı. Tellier, op. cit., s. 190. 368 Hodgson, The Classical…, s. 154.
104
bağlayıp bütün kıldığı bu cemaat Allah'ın kelamını insanlara yaymak ile
yükümlüydü. İslam cemaati söz konusu yükümlülüğünü yerine getirirken Bizans -
Sasani mücadelesinin yarattığı güç boşluğunu doldurdu.
2. İslam’ın Kent Merkezli Düzeni
Müslümanlar, "ahlaki, toplumsal ve siyasi dezavantajlar" yaratan göçebe
yaşam ekonomisinin yerine İslami bir yerleşik düzen kurmak istiyorlardı. Ancak
bunun için daha en başta göçebenin gücüne ihtiyaç duydular. Öyle ki, İslam cemaati
Mekke'yi fethedip Kureyş'in siyasi ve ekonomik rolünü devralınca, önce Huneyn
(630), sonra Ridde (632-633) savaşlarıyla Mekke’nin refahının asıl kaynağı olan
Suriye yolu üzerindeki Bedevilere boyun eğdirmişti.369 Göçebeler denetim altına
alındıktan sonra, İslam'ı dünya ekonomisini yönlendiren büyük bir güce
dönüştürecek geniş kapsamlı fetih hareketinin önünü açıldı.370 Müslümanların
fetihleri, kentleri ve verimli toprakları ele geçirmek için kurak bölgelerdeki fazla
nüfusun harekete geçirildiği öteki yayılmacı hareketleri takip etti.371 Fakat bunlardan
önemli bir noktada ayrıldı; çünkü fetihlere, göçebe güçlere önderlik eden kozmopolit
bakış açısına sahip kentli tacirler yön vermişti.372 Bu sayede fetihler sonrasında,
göçebenin hızla marjinalize edildiği, odak noktasında kentli toplumun yer aldığı
İslami bir düzen inşa edilebildi.
369 Hodgson, “The Role…”, s. 112. 370 Kuzeydeki yerleşik topraklara yapılan akınların ganimet sağlamak ya da yakındaki köylerin denetim altına almak yerine, bir fetih hareketine dönüşmesi, 635 yılında alınan kararla gerçekleşti. Bundan böyle Müslümanlar kentleri işgal etmeyi, yönetimlerini de Müslüman olanlarla değiştirmeyi amaçlayacaklardı. Hodgson, The Classical…, s. 140. 371 X. de Planhol, “İslam toplumu ve Medeniyeti”, der., P. M. Holt, A. K. S. Lambton ve B. Lewis, İslam
Tarihi: Kültür ve Medeniyet, çev., Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997, s. 330. 372 Hodgson, “The Role…”, s. 106.
105
a. İslam’ın Yayılışı
Peygamberin M.S. 632'deki ölümünden sonra, yerleşik ile göçebe arasındaki
zıt ama tamamlayıcı ilişkiyi kullanan İslam, önce kültürel bir gelenek olarak
beslendiği kuzeydeki tarımsal alanlara yayıldı. Suriye'nin fethi sonrasında, Akdeniz
dünyasının zengin kentlerini barındıran Kuzey Afrika kıyısı ve Mısır, Müslümanlar
için doğal bir yayılım alanı haline geldi. İslam orduları Bereketli Hilal'in Arami
ovalarının ötesine ilk seferini zenginliğiyle bilinen Mısır'a gerçekleştirdi.
Müslümanlar gerek Mısır'da gerek Kuzey Afrika'da yerel halka kendilerini kabul
ettirdikleri derecede başarılı oldular. Nitekim Bizans ile Sasani mücadelesinin
ortasında kalan, ağır vergiler ödeyen ve monofizist373 inançlarından dolayı Ortodoks
Bizans'ın baskısına maruz kalan Mısırlı Kıptiler Müslümanları kurtarıcı olarak
görüyorlardı. Amr bin el-As komutasındaki İslam orduları 639 yılında Mısır'ı işgale
başladığında, Kıptiler Müslümanlara büyük destek verdiler.374 Bu sayede, neredeyse
üç yıl içerisinde İskenderiye de dâhil olmak üzere Mısır’ın büyük kısmı fethedildi.
Kuzey Afrika'nın fethi bu kadar kolay olmadı. Müslüman Araplar Mısır’ın
batısını fethe giriştiklerinde iç bölgelere doğru genişlemekte sakınca görmemişlerdi.
Öyle ki, Garamant Fizanı’nı hızlı bir şekilde fethetmişler ve Müslümanlaştırmışlardı.
Oysa Kartaca, Roma ve Bizans yönetimleri Afrika’nın kuzey kıyılarında etkinlik
kurmuşlar, çölün içlerine fazla sokulmamışlardı. Bu nedenle, İslam’ın Kuzey
373 451'deki Kadıköy Konsili ile Hıristiyan dünyası, İsa'nın doğası üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle resmen bölünmüştü. Monofizist inanca sahipler İsa'nın ilahi doğasına inanırken, diofizistler onun hem insan hem tanrısal olduğuna inanıyorlardı. Kadıköy Konsili'nde Kutsal Üçleme öğretisinin Papa Büyük Leon'un saptadığı şekilde benimsenip, monofizist biçimin reddedilmesi, bu inancı taşıyanların Ortodokslar tarafından sapkın ilan edilmesine yol açmıştı. 374 Bu desteğin karşılığında, Kıpti Kilisesi Bizans tarafından tanınmayan statüsüne yeniden kavuştu ve
Kilise mülklerine sahip oldu. Bunun yanında, belirli bir baş vergisi karşılığında kendi dillerini ve dinlerini sürdürmeye devam ettiler. Ancak, Arap kabilelerin ve Arapça'nın Mısır yaşamında giderek daha çok yer kaplaması, Araplaşmayı ve İslamlaşmayı da beraberinde getirecekti. Michael Brett, “The Arab conquest and the rise of Islam in North Africa”, der., J. D. Fage, The Cambridge History of Africa, Volume 2: From 500BC to AD 1050, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 499.
106
Afrika’daki yayılışı başlangıçta Bizans İmparatorluğu’nun yanı sıra ciddi bir Berber
direnişi ile de karşılaştı. Söz konusu direniş kırılıp da Berberler harekete dâhil olunca
Müslümanlar, 8. yüzyılın başlarında, Kartaca döneminden beri Akdeniz
ekonomisinde önemli bir yer tutan Sirte Körfezi’nin batısına genişleyebildiler. Batı
Akdeniz'de potansiyel bir güç haline gelen İslam, göçebe Berber kabilelerin güç
tabanına dayanan, merkezden görece bağımsız, ikincil bir fetih hareketi ortaya
çıkardı.375 Doğudaki merkezden ziyade kendi kaynaklarını kullanan Keyrevan
merkezli bu hareket, 711 yılında, antikiteden beri altın, gümüş, bakır ve demir gibi
değerli madenlere sahip olmasıyla bilinen İber yarımadasının fethine başladı.
b. Merkezi Otoritenin Kuruluşu ve Kent Kültürüne Dayalı
İslami Bir Toplumsal Düzen
Müslümanlar art arda fetihlerle Nil – Amuderya arasındaki toprak sahibi sınıfın
iktidarını yıkmıştı. Ne var ki bir süre sonra, Müslüman birliğinin en büyük maddi ve
manevi kazancın yolu olduğuna dair siyasi düşüncenin eşliğinde, tarımsal çıkarların
ön planda olduğu merkezi otorite yeniden egemen oldu.376 Emevilerin Şam’daki
hanedanlığında vücut bulan bu siyasi güç fetih ekonomisi üzerine kurulmuştu.
Nitekim Akdeniz'den Basra Körfezi'ne kadar uzanan antik kent sahasındaki doğal ve
donmuş kaynakların dolaşıma sokulması ekonomideki dinamizmi muhafaza edecek
düzeydeydi. Bu sayede, fetihler sırasında Müslüman nüfusun yerleştirilmesi için
kurulan Basra, Fustat ve Keyravan vb. gibi yerleşimler hızla büyük kentlere
dönüşmeye başladılar. Söz konusu kentler, İslami bir toplumsal düzen temelinde inşa
375 Hodgson, The Classical…, s. 226. 376 Hodgson, Expansion..., s. 68. Fetihlerle beraber sermayelerini arttıran tacirler sınırların olmadığı, ticaret yollarının güvenliğini sağlayacak büyük bir imparatorluğu ticareti daha kârlı hale getirebileceğini hesaplamış olmalılar. Bu nedenle, haklarının garanti altına alınması koşuluyla yeni düzeni desteklemişlerdir.
107
edildi. Merkezlerinde cami, hemen yanında pazar bulunuyor, bunlara çoğunlukla
hamam eşlik ediyor, idari teşkilat ise bu merkezin etrafında yer alıyordu. Caminin
etrafında şekillenen bu yerleşim düzeni İslam’ın kente atfettiği dinsel işlevin bir
yansımasıydı.377 Zira kent İslam’ın cemaat için tasarladığı yaşam biçimine neredeyse
tamamen cevap veriyordu. Her şeyden önce "bir araya gelme, toplanma" teması
üzerine kurulu olan cami, cemaat, cuma namazı gibi en önemli İslami gerekliliklerin
ifa edilebilmesini sağlıyor, böylece inananların fiziksel ve fikirsel bir aradalığını
garanti ediyordu. İslam’ın kente atfettiği bu değer, tarımsal etkinliği ve kırsalı ikinci
plana iterken, ticaretin ve tacirin önemini arttırdı.
Müslümanlar 715’te kolay zaferlerin sonuna geldiklerinde, varlığını fetih
ekonomisine dayandıran Emevilere muhalefet gitgide şiddetlendi. Emeviler,
yönetimleri boyunca Arap olmayan Müslümanlara (mevali) karşı ayrımcı bir tutum
sergilemişlerdi. Kısmen Müslümanlığa geçenlerin vergi muafiyetini engellemeyi
amaçlanmışlarsa da, bu tutumları hızla genişleyip kozmopolitleşen Halifelik’in
genelinde ciddi bir rahatsızlığa neden oldu. Söz konusu ayrımcılıktan en çok
etkilenenler Berberlerdi. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmalarına
rağmen Berberler, Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelememişler, askeri
potansiyellerinden yararlanılan, gerektiğinde zorla vergi alınan bir nüfus olarak
kalmışlardı. Bu sebeple, 740 yılında Berberler Mağrip’te Halifelik’in merkezi
otoritesini sarsan ilk büyük ayaklanmayı başlattılar. Halifelik yönetilemez hale
gelince Emeviler iktidarı Abbasi Hanedanlığı’na bırakmak zorunda kaldılar.
Abbasiler ile beraber başkent, ticari çıkarları ve İslam kozmopolitizmini yansıtan
377 Planhol, op. cit, s. 340.
108
Bağdat'a taşınırken, İslam inancını seçen topluluklar ulus-üstü bir İslam adına
imparatorlukta egemen olmaya başladılar.
Her ne kadar, Büyük Berber Ayaklanması 761’de zorla bastırılmışsa da Abbasi
Hanedanlığı döneminde Emevilerin merkeziyetçi politikaları yumuşatıldı. Abbasiler
yönetim merkezini Basra Körfezi’ne taşıyarak İslam Halifeliği’nin yüzünü Hint
Okyanusu’na çevirmişler ve doğu merkezli bir politika izlemeye başlamışlardı. Bu
nedenle, Batı Akdeniz’deki gelişmeleri çoğunlukla gözardı ettiler. Nitekim
Abbasiler’den kurtulmayı başaran Emevi Abdürrahman bin Muaviye (731-788) Batı
Mağrip ve İber yarımadasındaki toprakları ele geçirip kendi yönetimini ilan etmişti.
Öte yandan, 800 yılında İbrahim bin Agleb’i isyankâr Berberleri kontrol etmesi için
İfrikiye’nin378 başına geçiren Halife, kendi iradesiyle merkezi otoritesinden
vazgeçmişti. Zira doğu ticaretinden öyle bir refah sağlanıyordu ki, 8. yüzyılın sonu
ile 9. yüzyılın başında İslam kentleri en parlak dönemlerini yaşıyorlardı. Fakat
kırsalı, göçebeyi ve köleyi dışlayan, eşitsizlikle malul kent ekonomisi büyüdükçe,
Halife’nin merkezi otoritesi batıdakinden çok daha yakın bir tehdidin gölgesi altına
girdi. Basra Körfezi’nde kilit kamu görevlerine sahip köleler 9. yüzyılın ortalarından
itibaren isyan etmeye başladılar. Bir yandan Türklerden oluşan orduların siyasi
kaderi belirleyebilecek bir güce erişmeleri, öte yandan bataklıkların tarım arazisine
dönüştürülmesi için çalıştırılan Doğu Afrikalı kölelerin 868-888 arasındaki isyanı
(Zenc İsyanı), Basra Körfezi'ndeki ticareti doğrudan etkileyecek istikrarsız bir ortam
yarattı. Üstelik Abbasilerin başlıca ticari ortağı olan Tang Hanedanlığı 10. yüzyılın
başında düşmüş, Çin bir karışıklık dönemine girmişti. Gelirleri düşen saray mali
378 Günümüzdeki Cezayir’den Trablusgarp’a kadar uzanan bölge.
109
açıdan çöküşe sürüklenince merkezi otoritenin birlik üzerine kurulu siyasi düşüncesi
iflas etti.
c. Adem-i Merkeziyetçilik: Kırsalın Büyümesi, Ticaretin
Güçlenmesi
Merkezi otoritenin zayıflaması kentin yaklaşık üç yüzyıllık baskınlığına tepki
duyan kırsalı siyasi ve dini hayatta daha ön plana çıkarmaya başladı. Hilafet
yönetiminin insanların sadece dış davranışlarıyla ilgilenmesini reddeden, kentlerden
taşan lüks ve servetin Müslümanları İslam'ın asıl amacından saptırdığını savunan
Sufi akımlar gitgide güçleniyordu. İslami bir toplumsal düzen yaratma peşindeki
geleneksel Sünni bakış, bireyin içten ıslahına dayanan Sufist yöntemi ve ideali
reddediyordu. Fakat 11. yüzyılda Sufizm'in popülerliği İslam topraklarında üst
seviyeye çıkınca,379 bir yüzyıl sonra döneminin önde gelen bilginlerinden biri olan
Gazali, iki akımı uzlaştıracak bir çalışma yapma ihtiyacı duydu. Sünni ideali için
Sufi yönteminin benimsenmesine dayanan anlayış sayesinde İslam kırsalda da geçerli
olacak bir nitelik kazandı.380 Sufizm'in, Şeriatın kesin ve katı kurallarının yerine,
insanın iç dünyasına yönelen daha esnek ve kolay bir din anlayışı sağlaması kırsalda
yaşayan kitlelerin Müslümanlaşmasının önünü açtı.
Merkezi otoritenin zayıflamasının bir diğer sonucu gücün yerel odaklara
dağılması oldu. Hilafet dönemi, Sasani tarzı tarımsal bir monarşiden İslam'ın
güçlendirerek sürdürdüğü eşitlikçi - kozmopolit eğilimlerin bir yansıması olan adem-
i merkeziyetçi bir toplum düzenine geçiş süreci olmuştu.381 Bu süreçte, iktidarı
kurması olası iki toplumsal sınıf da yeterli güçten yoksundu. Toprak sahibi sınıf
379 Hodgson, Expansion…, s. 222. 380 McNeill, Dünya…, s. 382. 381 Hodgson, “The Role…”, s. 119.
110
kentlerde mutlak bir iktidar kurabilecek güçten uzaktı; çünkü yarı kurak bölgedeki
gelir getiren arazilerin seyrekliği, hayvancılıkla uğraşanların rekabeti ve ikta
sisteminin toprağa yatırılan sermayeyi sınırlaması toprak gelirini azaltıyordu.382 Öte
yandan, uluslararası ticaretin büyümesiyle tacirin konumu güçlenmişse de, Nil-
Amuderya arasındaki İslam topraklarının büyük ordulara açık coğrafi yapısı kentli
orta sınıfın tek başına iktidar kurmasına engeldi. 945'ten sonra Halife'nin merkezi
otoritesi tamamen çökünce, bu iki toplumsal gücün edilgenliği, kentlerde yönetimin
kırsal kesimden çıkan askerlerin idaresine geçmesine neden oldu.
Askeri yönetimler altında güçlenen adem-i merkeziyetçilik İslam topraklarında
ekonomik yapılanışı doğrudan etkileyecek bir güvenlik sorunu yarattı. Gücün yerel
odaklara dağılması, ekonomik olarak gelişen Hıristiyan Avrupalılar karşısındaki
güvenliği sekteye uğratmıştı. Öte yandan, kentte ve kırsalda artan keyfi uygulamalar
mülkiyet güvenliğinin azalmasına yol açtı. İşgallerin ve taşınmaz mülke tecavüzlerin
arttığı istikrarsız bir ortamda sermaye, Avrupa'nın ve Çin'in aksine, siyasi korumaya
ve mekânsal sınırlamaya bağımlı sanayiden ziyade taşınabilir halde varlığını
sürdürebileceği pazara akıtıldı.383 Böylelikle, yeni ortaya çıkan adem-i merkeziyetçi
toplum düzenine içkin olan güvenlik sorunu sermayenin üretime değil ticarete
yatırılmasına neden oldu ve İslam’ın ikinci dönem yayılışına, Sufi akımların
hâkimiyetindeki tacirler öncülük ettiler.
II. HİNT OKYANUSU VE AFRİKA
Hint Okyanusu, ticaretin gelişmesini sağlayacak asli unsurların neredeyse
hepsine sahiptir. Afro-Avrasya sisteminin en eski kent ekonomilerinin önemli bir
382 Hodgson, Expansion…, s. 137. 383 Ibid., s. 138.
111
bölümü Hint Okyanusu'nun kuzey kıyısında kurulmuştur. Öte yandan, okyanusu
çevreleyen bölgelerin doğal kaynkakları bu kentlerin taleplerini karşılayabilecek
denli zengindir. Bu noktada, Hint Okyanusu’nu Atlantik ve Pasifik’ten ayıran muson
rejiminin varlığı olmuştur. Öyle ki, muson rüzgârlarının mevsimsel düzenliliğinin
keşfedilmesi sayesinde Hint Okyanusu’nda güvenilir bir ticaret ağı kurulabilmiştir.
Bu ticaretin en bilindik malı baharattı. Baharatlar, modern döneme dek, gıdaların
ömrünü uzatmak amacıyla ya da ilaç olarak kullanılmıştır. Bu nedenle, lüks bir
tüketimden ziyade zorunlu bir ihtiyaçtır.384 Üstelik kârlılık oranı da oldukça
yüksektir. Hint Okyanusu’nun kuzeyindeki kentler baharat ve mamul mal ihraç edip
karşılığında değerli maden aldıkları bir ticaret düzeni kurdular. Bu sayede, Roma
döneminden itibaren Akdeniz’in zenginlikleri önünde sonunda doğuya akmış, Hint
Okyanusu ticareti Akdeniz dünyasının ilişkilerine yön vermiştir. (Ek 11)
A. Sahra-ötesi Ticaret Sisteminin Bütünüyle Ortaya Çıkışı
Sahra-ötesi ticaret sisteminin oluşumu iki safhada değerlendirilebilir. İlki,
ilişkilerin temel kalıplarını şekillendiren antik dönemdeki gelişimdir. Bu dönemde,
kentleşme ve uluslararası ticaret ağı Akdeniz havzası boyunca batıya doğru yayılmış
ve Sahra uluslararası ticarete konu bir bölge haline gelmiştir. Kuzey Afrika
kentleştikçe Sahra-ötesi ilişkilerin kuzey - güney yönlü yapısının ilk işaretleri ortaya
çıkmıştır. Kuruluş döneminin ardından Sahra-ötesi ilişkiler İslam ile beraber hızlı bir
büyüme dönemine girmiştir. İslam’ın uzun mesafe ticaretini fiili ve hukuksal yollarla
özendirmesi Müslüman tacirlerin İslam dünyasının çeperlerine daha çok yolculuk
yapmalarının önünü açmıştı. Üstelik kullanımı giderek yaygınlaşan devenin çöl
yolculuklarını verimli bir hale getirmesi, Sahra-ötesi ticareti geçmişe kıyasla bir hayli
384 Wallerstein, op. cit., s. 306.
112
kolaylaştırmaktaydı. Dolayısıyla, kuzeydeki kent ekonomileri ağının dirilmesi Sahra-
ötesi ilişkilerin giderek yoğunlaşmasını beraberinde getirdi. (Ek 12) Akdeniz’de
başta altın ve köle gibi Sahra-altı Afrika mallarına karşı artan bir talep oluştukça, bu
ilişkiler ticaretin ötesinde ideolojik ve kültürel bir mübadeleyi de kapsayacak
biçimde sistematikleştiler.
1. Batı Sahra: Altın Yolu
Sahra-ötesi ticaretin antik dönemde Mağrip’te iki ana merkezi vardı:
Trablusgarp ile Kartaca. Trablusgarp kentleri, Çad Gölü – Fizan hattını kontrol eden
bir konuma sahiplerdi. Kartaca ise Akdeniz dünyasındaki hâkim pozisyonu sayesinde
Sahra-ötesi ticareti kendine çekiyordu. Roma ile zirve noktasına ulaşan bu ticaret ağı
yine Roma ile beraber çöktü ve Mağrip’teki kentlerin hinterlantlarıyla ilişkileri
büyük oranda zayıfladı. Öyle ki, Roma sonrasında kent ekonomilerin kırsaldaki
Berberleri Mağrip’te tutacak ikincil bir yerleşim ağı yok denecek kadar azdı.385 Bu
nedenle, Müslüman Araplar Sirte Körfezi’nin batısına geçmeye başlayınca Berberler
kitleler halinde fetih hareketine dâhil oldular ve İslam 8. yüzyılın başında İber
yarımadasının içlerine dek yayıldı. Akdeniz’in batısından Asya’nın içlerine dek
uzanan İslam fetihlerinin tetiklediği ekonomik dinamizm uzun mesafe ticaretiyle
desteklendikçe Akdeniz’deki kentleşme ve ticaret yeni bölgelere doğru genişledi ve
bu bağlamda, Batı Mağrip’in kentleşmesi Batı Sahra’yı büyüme eğilimi içerisindeki
altın ticaretinin ana arteri haline getirdi.
a. Batı Sahra Ticaretinin Örgütlenmesi: Altına Dayalı
Bölgesel Bir Ticaret Ağı
385 Hodgson, The Classical…, s. 309.
113
Sahra-ötesi altın ticareti geç Roma döneminden beri büyüme süreci
içerisindeydi. Öyle ki Roma, M.S. 3. yüzyılın sonlarında Kartaca'da altın para basan
bir darphane açmış, M.S. 4. yüzyılın sonlarından itibaren ise Kuzey Afrika’dan
vergileri altın olarak toplamaya başlamıştı.386 Öte yandan, Müslümanlardan önce
bölgeyi en son yöneten Bizanslılar da 533 yılından beri Kartaca’da altın para
basıyorlardı.387 İslam, Akdeniz dünyasının üstün bir gücü haline gelirken Roma’nın
birçok mirası gibi parasal sistemini de devraldı. Altın ve gümüş bu sistemin temel
parçalarını meydana getiriyordu. Özellikle altın para İslam devletlerinde özel bir
konum edinmişti; sadece egemen siyasi güç altın para basma hakkına sahipti. Altının
ekonomik ve siyasi aladaki bu merkeziliği, Müslümanlar’ın Mağrip’e ve ötesine
yayılmasındaki en önemli motivasyon kaynaklarından biri oldu.388 Nitekim ilk
Müslüman fatihler altın ticaretinin rotasını izleyerek Batı Sahra’ya çeşitli seferler
düzenlenmişler ve önemli derecede altın elde etmişlerdi.389
Fetihler tamamlanıp siyasi yapı oturmaya başlayınca altın akışını istikrara
kavuşturacak ticari bir örgütlenme kaçınılmaz hale geldi. Emeviler’in Mağrip valisi
Abdal Rahman bunun için 747 - 755 arasında Batı Sahra’da düzenli ticareti mümkün
kılacak bir altyapı kurmaya girişti.390 8. yüzyılın ortalarında Emevilerin iktidardan
düşmesi ne bu girişimlerin yarıda kalmasına ne altın ticaretinin kesintiye uğramasına
386 Garrard, op. cit., s. 447 – 448. 387 Idem.. 388 James Miller, “Trading through Islam: The Interconnections of Sijilmasa, Ghana and the Almoravid
Movement,” The Journal of North African Studies, Vol. 6, No:1 (2001), s. 49. 389 Nehemia Levtzion, Ancient Ghana and Mali, Africana Publishing Company, New York, 1980, s. 126. 390 Nehemia Levtzion, “The Sahara and the Sudan from the Arab conquest of the Maghrib to the rise
of the Almoravids”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 639-41.
114
yol açtı. Zira Büyük Ayaklanma391 sonrası Mağrip’in siyasi güçlerinden biri haline
gelen Hariciler altın ticaretini devraldılar ve ticarete yeni bir dinamizm kattılar.
Nitekim Batı Sahra’dan kuzeye akan altının hacmi Hariciler ile beraber büyümeye
başladı.392 Ancak asıl artış, Sahra-altı Afrika’dan Nil vadisine uzanan yolların artan
kum fırtınaları ve baskınlar nedeniyle 9. yüzyıldan itibaren terkedilmesi sonrasında
gerçekleşti.393 Şimdi Sahra-ötesi altın ticaretinin yoğunluğu Batı Sahra’ya kaymaya
ve buradaki ticaret ağlarını genişletmeye başlamıştı.394
Batı Sahra ticaretinin büyümesi Batı Mağrip’teki kentleşmenin yayılmasını
tetikledi. Kartaca’yla başlayıp Roma’yla süren bölgedeki antik kentleşme süreci daha
çok Akdeniz kıyısı ve kuzeydeki tarım alanları ile sınırlı kalmıştı. İslam ile beraber
Batı Mağrip’te antik dönemin sınırlarını aşan ikinci bir kentleşme dönemi başladı.
Büyük Berber Ayaklanması sonrası Batı Mağrip’te egemen olan İdrisi Hanedanlığı,
Roma döneminden kalma tarım geliri üzerine kurulu kent ekonomileri düzenini
devralmış ve görece genişletmişti.395 Başta Fes ve Basra olmak üzere bir çok irili
391 Emevi Hanedanlığı’nın Arap olmayan Müslümanlara (mevali) karşı takındığı ayrımcı tutum hızla genişleyip kozmopolitleşen İslam İmparatorluğu’nun genelinde ciddi bir rahatsızlığa neden oluyordu. Afrika bağlamında söz konusu ayrımcılıktan en çok etkilenenler Berberler’di. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmalarına rağmen Berberler Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelememişler, gerektiğinde zorla vergi alınan, askeri potansiyellerinden yararlanılan bir nüfus olarak kalmışlardı. 715’te İslam İmparatorluğu kolay ilerlenen zaferlerin sonuna geldiğinde, varlığını fetih sürecine dayandıran Emevilere olan muhalefet şiddetlendi ve siyasi, ekonomik ve dinsel yansımaları olan bir patlama yaşandı. 740 yılında Orta Mağrip’teki Harici Berberler’in önderliğindeki büyük ayaklanmayla başlayan süreç, doğuda Abbasiler’in Emeviler’i devirmelerine dek devam etti. Batıda ise Abbasi güçlerinin 761’de ayaklanmayı bastırıp Mağrip’in doğusunda egemenliğini yeniden tesis etmesiyle sonlandı. İslam topraklarının Batı Akdeniz’deki siyasi - dinsel birliği ise parçalanmıştı. Endülüs Abbasiler’in egemenliğini kabul etmeyen Emeviler’in, Mağrip’in en batısı (Mağrip el-aksa) Şii İdrisiler’in, Orta Mağrip ise İbadi Hariciler’in egemenliği altına girdi. Böylelikle, hâlihazırda imparatorluğun merkeziyle zayıf ilişkilere sahip Batı Akdeniz Halifelik’in merkezi otoritesinden kaçış noktası haline geldi. 392 Levtzion, Ancient…, s. 127. 393 James L. Boone, J. Emlen Myers ve Charles L. Redman, “Archeological and Historical Approaches to Complex Societies: The Islamic States of Medieval Morocco,” American Anthropologist, Vol. 92, No. 3 (1990), s. 633. 394 Ibid., s. 633-4. 395 Ibid., s. 632.
115
ufaklı kent İdrisiler döneminde kuruldu.396 (Ek 13) Ancak, bu kentleri güçlendirip
geleneksel Roma sınırının güneyine taşıyan ticari gelir oldu.397 9. yüzyılda büyüyen
altın ticaretinin getirdiği dinamizm Batı Mağrip’teki kentleşmenin giderek Yukarı
Atlas Dağları’nın güneyine doğru yayılmasına yol açtı. Tafilelt Vadisi’ndeki
Sicilmasa, Anti-Atlas dağlarındaki Tamdult ve Sous Vadisi’ndeki Igli gibi vaha
kentleri Batı Sahra’daki büyüyen ticari ağdan faydalanmak üzere kuzeyden gelen
kolonyalistler tarafından kuruldular.398 Böylelikle, Sahra-altı Afrika’dan Mağrip’e ve
Endülüs’e uzanan Batı Akdeniz399 merkezli altına dayalı bir ticaret ağı ortaya çıktı.
b. Değişen Dengeler: Batı Sahra Ticaretinin Yükselişi ve
Çöküşü
İslam Halifeliği, 9. yüzyılın sonlarına doğru bir kriz dönemine girdi. Merkezi
otoritenin giderek güç kaybettiği bu süreç, İslam dünyasındaki ve Akdeniz’deki
dengeleri değiştiren yeni süreçleri tetikledi. Söz konusu süreçlerin ortak özelliği,
İslam’ın ilk dönem fetihleri sonrası kazandığı tartışılmaz üstünlük sonucu
dışlananların yeniden güç kazanmaya başlamasıydı. Öyle ki, İslam topraklarındaki
sosyo-politik sistemin dışında kalan muhalif hareketler, yerel topluluklar, mezhepler
ve Akdeniz dünyasının etkisiz bir parçası olmaktan öteye gidemeyen Avrupalılar
etkinliklerini giderek arttırdılar. Tartışmasız bir üstünlüğün olmadığı böyle bir
ortamda, gerek siyasi gücünü arttırmak gerek Akdeniz’in para üzerinden dönen
ticaret ağlarına katılmak isteyen yeni aktörlerin tamamı altına gereksinim duydu. Bu
396 Michael Brett ve Elizabeth Fentress, The Berbers, Oxford, Blackwell Publishing, 1997, s. 90. 397 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 631. 398 Brett ve Fentress, op. cit., s. 90. 399 Bu noktada, Akdeniz’e dair antik dönemdeki coğrafi bölümlememizi yenilemeliyiz. Antik Akdeniz’i doğu ve batı olarak ikiye ayırmıştık. Ancak, Müslüman fetihleri sonrasında Batı Mağrip’in ile İber yarımadasının hızla kentleşmeleriyle Akdeniz’in en batı ucu dünya-ekonomiye daha sıkı eklemlendi. Bu nedenle, artık Kartaca ve İtalyan yarımadasını kapsayan bölge Orta Akdeniz, Batı Mağrip ve İber yarımadası ise Batı Akdeniz olarak anılacaktır.
116
bağlamda Batı Sahra, hem değişen dengelerin doğrudan etkilediği hem de dengeleri
değiştiren bir unsur olarak önem kazandı.
(1) Bölgesel Ticaret Ağı Siyasi Açıdan Bütünleşiyor:
Fatimilerden Murabıtlara
9. yüzyılın sonlarına doğru bir zayıflama sürecine giren Hilafet devletinin
merkezi otoritesi 10. yüzyılda dağılmaya başladı. Askeri yönetimler ve Şii hareketler
eyaletlerdeki yönetimleri hızla ele geçiriyorlardı.400 Büyük Berber Ayaklanması
sonrasında merkezi otoriteden kaçış noktası haline gelen Mağrip’in bu sürecin
dışında kalması olanaksızdı. Bu bağlamda, 10. yüzyılın başlarından itibaren
Mağrip’te giderek güç kazanan Fatimiler, Sahra-altı Afrika’dan Akdeniz’e dek
uzanan coğrafyadaki dengelerin değişmesinin önünü açan bir etki yarattılar. Fatimi
hareketinin nihai hedefi Mısır’ı fethedip Bağdat’a karşı Şii bir halifelik inşa etmekti.
Bu süreçte Fatimiler Batı Sudan altınını401 siyasi ve ekonomik genişlemelerini
finanse edecek bir kaynak olarak kullandılar.402 Nitekim ilk ele geçirdikleri yerlerden
biri Batı Sahra’daki altın ticaretinin ana merkezi olan Sicilmasa idi. Kenti 913 yılında
fethettikten sonra, aynı yıl altın para basıp Halife’nin otoritesini tanımadıklarını ilan
ettiler.403 920’lere gelindiğinde Batı Sudan altınının Fatimi ekonomisindeki yeri o
denli büyüdü ki, gelirlerin neredeyse yarısını oluşturuyordu.404 Batı Sudan altınının
sağladığı geniş finansman desteği Fatimiler’in hızlı bir şekilde yükselmesine yardım
etti.
400 Hodgson, Expansion…, s. 12. 401 Sahra-altı Afrika’dan kuzeye akan altın İslam coğrafyasında Batı Sudan altını olarak biliniyordu. Bu noktadan sonra Batı Sudan altını olarak kullanılacaktır. 402 Levtzion, Ancient…, s. 127. 403 Miller, op. cit., s. 40. 404 Levtzion, Ancient…, s. 140.
117
Altının yanı sıra Fatimilerin yükselişinin ardındaki diğer önemli etken
Berberlerdi. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmuşlarsa da Berberler ne
Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelebilmişlerdi, ne Kuzey Afrika’daki düzene
tamamen entegre olabilmişlerdi. Berber nüfusun büyük kısmı hâlâ Kuzey
Afrika’daki kentsel düzenin dışında kalan dağlık bölgelerde veya çöl sınırında
yaşıyor, geleneksel toplumsal düzenlerini sürdürüyorlardı. Müslüman yöneticiler
tarafından gerektiğinde zorla vergi alınan, askeri potansiyellerinden yararlanılan bir
nüfus olarak kalmışlardı. Dolayısıyla, İslam’ın ilk dönem fetihlerinin ardından geçen
iki yüz yıllık süre zarfında Berberler için değişen pek bir şey olmamıştı; mevcut
durum “Roma döneminden ziyade Bizans’a benziyordu.”405 Yeni bir düzen vaadeden
Fatimiler söz konusu dışlanmışlığı kullanarak Berberlerin askeri potansiyelini
harekete geçirdiler ve Batı Mağrip’ten başlayarak Kuzey Afrika’daki bütün düzeni
ters yüz ettiler.
Fatimi hareketinin kısa sürede büyük güç kazanması İslam dünyasının
Akdeniz’deki liderliğine yönelik mezhepler arası bir güç mücadelesini tetikledi. İlk
tepki Endülüs Emevilerinden gelmişti. Tek halifenin varlığını teorik olarak kabul
etseler de, Endülüs Emevileri 8. yüzyılın ortalarından beri fiilen özerk olarak hareket
ediyorlardı. Bizzat kendilerine bir tehdit olarak gördükleri Fatimilerin yükselişi
sonrası söz konusu kabullerini hukuksal açıdan da terkettiler. Öyle ki, III. Abdal
Rahman 928’de altın para bastırıp Bağdat’ın otoritesini reddederek 929’da
halifeliğini ilan etti.406 Endülüs Emevileri, öte yandan, aynı Fatimiler gibi Berber
kabileler vasıtasıyla Mağrip siyaseti ve Batı Sahra’nın altın ticareti üzerinde
hakimiyet kurmaya çalıştılar. Yerel ve bölgesel güçlerin dahil olduğu Batı
405 Brett ve Fentress, op. cit., s. 92. 406 Levtzion, Ancient…, s. 128.
118
Akdeniz’deki bu güç mücadelesi 10. yüzyılda Sahra-ötesi altın ticaretinde bir
patlama yarattı. 407
Altın ticaretinin potansiyeli büyüdükçe Batı Sahra’daki rekabet de alevlendi.
Aslına bakılırsa, Sahra-altı Afrika’dan Akdeniz’e dek uzanan Batı Sahra’nın ticaret
ağlarını Sanhaja olarak adlandırılan Berber Konfederasyonu yönetiyordu. Ancak,
Fatimilerle Endülüs Emevileri arasındaki mücadele Sanhajaların hâkimiyetini büyük
ölçüde zedeledi. Öyle ki, Endülüs Emevileri ile beraber hareket eden Zanata
kabileleri 10. yüzyılın ortalarından itibaren eski İdrisi kentlerini ve Sicilmasa’yı
alarak Batı Mağrip’te Sanhaja aleyhine genişlemeye başladılar.408 Öte yandan, Batı
Sudan altınını piyasaya süren Gana Krallığı da 10. yüzyılın sonlarına doğru Batı
Sahra ticaretinin güneydeki bitiş noktası olan Avdaghust’u ele geçirdi. Dolayısıyla,
11. yüzyıla girildiğinde Sanhaja’nın ticari hakimiyeti kuzeyden ve güneyden Batı
Sahra’ya doğru yönelen yayılmacı hareketler karşısında gerilemeye başladı.
Sanhajaların 10. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu ani çöküşleri Fatimiler’in
Mısır’a taşınmalarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşmişti. Aslında, çöken yalnız Batı
Sahra’daki Sanhaja hâkimiyeti değildi. Fatimiler sonrasında Kuzey Afrika’daki
bütün siyasi düzen yerinden oynamış, kabile merkezli parçalanmış bir siyasi düzen
hâkim hale gelmişti. Bu süreç, kuzeyin yerleşik ve kentli toplumlarında İslami bir
toplumsal düzen idealini güçlendirdi.409 Şeriat’ın yasaları çerçevesinde şekillenen bu
idealin Mağrip’teki en önemli temsilcileri Keyravan’daki Maliki’lerdi. Arap fetihleri
407 Peter Mitchell, African connections: an archaeological perspective on Africa and the wider world,
Lanham, Altamira Press, 2005, s. 135-173. 408 Brett ve Fentress, op. cit., s. 97. 409 Jamul N. Abun-Nasr, A History of Maghrib in the Islamic Period, Cambridge, Cambridge University
Press, 1987. s. 77.
119
sırasında kurulan “ribat”lardan410 biri olan Keyravan, Müslümanlar Akdeniz’de
üstünlüğü ele geçirdikten sonra öteki ribatlar gibi askeri rolünü bir kenara bırakıp
dinsel bir merkeze dönüşmüştü. Ancak, sürekli cihat fikri sayesinde yapısındaki
militan niteliği de muhafaza etmişti.411 Bu bağlamda, Malikilik sert İslam yorumuyla
9. yüzyıldan itibaren Keyravan’daki ortodoks İslam anlayışının sözcüsü, Fatimiler’in
yükselişi sonrasında ise Kuzey Afrika’daki Sünni siyasetin lideri haline geldi.412 Ne
var ki, Sünni İslam idealini dayatacak bir güçten yoksun olmaları, göçebe Berber
kabilelerin İslami davaya dâhil edilmesini zorunlu kılıyordu. Bu noktada, Batı Sahra
ticaretinde yeniden kontrol sağlamak isteyen Sanhaja Berberleri ile Mağrip’te İslami
bir düzen talep eden kentli toplumlar arasında bir çıkar birliği oluştu.
Batı Sahra’nın göçebe Berber kabileleri Maliki İslam ile beraber önemli bir
dönüşüm geçirdiler. Malikilik öncesi Berberler’in İslam deneyimi ortodoks anlayışa
göre oldukça yüzeyseldi. Gerek Hariciler gerek İdrisiler Berberler’in geleneksel
toplumsal örgütlenmelerinde ve yaşam biçimlerinde İslami açıdan pek bir değişiklik
yaratmamışlardı.413 Oysa, 11. yüzyılın ortalarından itibaren Batı Sahra’da yayılmaya
başlayan Maliki İslam kesin ve sert yasalarıyla Sanhaja Berberlerinin toplumsal
örgütlenmesi üzerinde tam tersi bir etki yaptı. Bu nedenle, ortaya çıkan Berber
kabilelerin oluşturduğu yeni bir kabile konfederasyonu değildi; ruhani otorite ile
kabile liderliğini harmanlayan bir harekettti.414 “Ribat”ın insanları (murâbitun)
mânasındaki Murabıtlar adını alan hareket, kırsalda yaşayan göçebe Berberler’in
askeri potansiyelinin dinsel bir zemin çerçevesinde harekete geçirilmesine
410 Ribatlar, İslam’ın ilk yayılış evresinde gerek askeri savunma gerek Arap Müslümanlar’ın yerel kültür içinde asimile olmalarını engellemek amacıyla kurulan istihkâm edilmiş kasabalardır. 411 Levtzion, “The Sahara…”, s. 657. 412 Ibid., s. 656. 413 Hodgson, Expansion…, s. 268. 414 Levtzion, “The Sahara…”, s. 653-4.
120
dayanıyordu. Bu bağlamda, Batı Sahra’daki hakim konumun geri alınma amacı
dinsel bir şevkle birleşti ve baskınlar cihada dönüştü. 1055 yılında Sicilmasa’yla
başlayan fetihler dizisi 1110’a gelindiğinde Batı Sudan’dan İber yarımadasına
uzanan geniş bir coğrafyayı Murabıtlar’ın kontrolü altına soktu. Böylelikle
Murabıtlar, ticaret vasıtasıyla bağlantılı hale gelen Batı Akdeniz merkezli bu bölgeyi
siyasi olarak birleştirdiler. (Ek 14)
Murabıtlar büyük bir alana yayılan imparatorluklarını Akdeniz kıyısından
yönetmediler. Başkentleri, Yukarı Atlas Dağları’nın kuzeyindeki eski bir Berber
kenti olan Aghmat’ın yakınlarında bulunan Marakeş’ti. Bu tercih, en önemli gelir
kaynağı altın olan imparatorluk ekonomisinin Sahra-ötesi ticarete olan bağımlılığının
bir yansımasıydı.415 Üstelik bu bağımlılık, Batı Sahra’nın altın ticaretindeki
konumuna paralel olarak git gide güç kazandı. Arap kabilelerin 11. yüzyıldaki
göçleri Doğu Mağrip’teki yönetimleri ve kırsal bölgelerdeki ticaret yollarının
güvenliğini zayıflatmıştı.416 Öte yandan, Fatimiler Mısır’a geçtiklerinden beri altın
ticaretini Nübya ve Doğu Afrika ile yaptıklarından Batı Sudan altınına olan talepleri
azalmıştı. Bu nedenlerden ötürü Batı Sahra hattı, Akdeniz ile Sahra-altı Afrika
arasındaki altın ticaretinin hâkim rotası haline geldi ve Batı Sudan altını büyük
oranda Batı Akdeniz’in kentlerine akıtıldı. Sicilmasa, Aghmat, Marakeş, Tilimsan,
Nul Lamta ve Fez gibi Batı Mağrip kentlerinin417 yanı sıra, Sevilya, Kordoba,
Malaga ve Almerya gibi İber kentlerinde418 de yüksek kalitede altın para basılmaya
415 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 635. 416 Levtzion, Ancient…, s. 129. 417 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 635. 418 Nehemia Levtzion, “The Western Maghrib and Sudan”, der., Roland Oliver, The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 336.
121
başlamıştı. Böylece Batı Akdeniz’de ekonomik açıdan birbirine entegre kentleşmiş
bir bölge ortaya çıktı.
(2) Avrupa’nın Yükselişi ve Batı Sahra Ticaretinin
Çöküşü
İslam dünyasında taşları yerinden oynatan gelişmeler, Akdeniz’deki güç
dengesini de değiştirdi. 11. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’nın güneyindeki
Müslümanlar konumlarını giderek kaybediyorlar, özellikle İtalyan kent devletleri
Ağlebiler döneminde Müslümanlar tarafından fethedilen güney kıyılarını tek tek geri
alıyorlardı. Akdeniz’deki mutlak Müslüman üstünlüğü yüzyılın sonunda artık söz
konusu değildi. Avrupalılar adına ticarete katılan İtalyan kent devletleri Akdeniz
dünyasında giderek daha çok rol oynamaya başlamışlardı. Nitekim 12. yüzyılın
ortalarından itibaren yapılan anlaşmalarla başta İtalyanlar olmak üzere Avrupalı
tacirlere Kuzey Afrika’ya yerleşerek ticaret yapma serbestisi tanındı.419 Bunun
üzerine Avrupalı tacirler, Trablsugarp’tan Atlantik kıyısındaki Massa’ya, Afrika’nın
kuzeyindeki büyük liman kentlerine yerleşerek “funduq” denen anklavlar kurdular.
Avrupa’nın Akdeniz üzerinden Sahra-ötesi ticaret üzerinde kurduğu etki, başta
İtalyan kent devletleri olmak üzere Avrupalıların 13. yüzyılın ortalarından itibaren
altın standardına geçmesiyle iyice büyüdü.420 Öyle ki, Avrupa’nın talebi sayesinde
Sahra-ötesi altın ticareti 14. yüzyılda yeni bir doruk noktasına ulaştı.421 Avrupalılar
şimdi Sahra-ötesi ticareti doğrudan yönlendiren bir aktör haline gelmişlerdi.
419 Ibid., s. 347. 420 Levtzion, Ancient…, s. 131-2. 421 Ibid., s. 132.
122
Ne var ki bu rolleri pek uzun sürmedi. Akdeniz dünyası 14. yüzyılın
ortalarından itibaren vebanın etkisiyle bir resesyon dönemine girince,422 Batı Sudan
altınına olan talep birden bire düştü. Ancak, düşen talep Avrupa’nın Sahra-ötesi
ticaret sistemi üzerindeki etkisinin sona erdiği anlamına da gelmiyordu. Nitekim
İtalyan kent devletleri veba salgını sonrasında ticari üstünlüklerini yitirmemişlerdi.
Aksine, ticaretin çekim merkezleri olmayı sürdürmüşler, böylece Akdeniz
dünyasının ağırlık merkezinin eskisi gibi Batı Akdeniz olmadığını kanıtlamışlardı.
Bölgesel gelişmeler de eklenince bu durumun Sahra-ötesi ticaret sisteminin yapısında
bir değişim gerçekleştirmemesi mümkün değildi. Öyle ki, göçebe Arap kabileler 14.
yüzyılda Batı Sahra’da hakim hale gelmişler ve bölgedeki ticaretin sürekliliğini
sağlayan istikrar ortamını ortadan kaldırmışlardı.423 Bundan dolayı, Batı Sahra’daki
ticaret yolları ve merkezleri giderek doğuya kaymaya başladı.424 Sicilmasa ve
Avdaghust gibi Batı Sahra ticaretinin eski merkezleri yerlerini Tuat, Valata ve
Timbuktu gibi yeni kentlere bırakırken,425 Sahra-ötesi ticaretin kuzeydeki bitiş
noktası Batı Mağrip’ten giderek doğudaki Tilimsan, Oran ve Hunayn gibi liman
kentlerine kaydı.426 Dolayısıyla, Batı Sahra 14 yüzyılın ortalarından itibaren eski
ticari önemini kaybetti.
15. yüzyıldaki dramatik gelişmeler Batı Sahra’nın ticaret sisteminin dışında
kalma eğilimini iyiden güçlendirdi. Her ne kadar, veba krizi İtalyan yarımadasını
Akdeniz ticaretindeki konumunu pek etkilememişse de, İtalyan kent devletleri
sisteminde bir dizi değişime neden olmuştu. Uluslararası ticaretin hacmi 14. yüzyılın
422 Abu Lughod, European…, passim. 423 Levtzion, Ancient…, s. 148. 424 Lydon, op. cit., s. 85. 425 Idem.. 426 Roland Oliver ve Anthony Atmore, Medieval Africa, 1250–1800, Cambridge, Cambridge University
Press, 2001, s. 53.
123
ortalarında hızla düşünce İtalyan kentleri arasındaki refah döneminin işbirliği yerini
sert bir rekabete bıraktı.427 Bu mücadeleden galip ayrılan Venedik Akdeniz
ticaretinde tekel kurup öteki güçleri doğunun kârlı piyasalarından dışlayınca yeni bir
hareketi tetiklemiş oldu. Başta Cenevizliler olmak üzere Akdeniz’in ticaret ağlarının
dışına itilen aktörler, Portekiz ve İspanya’nın doğu ticaretine açılan yeni yollar arama
faaliyetini desteklemeye başladılar.428 Bu amaçla 1441’den itibaren Atlantik kıyıları
boyunca güneye seferler düzenleyen Portekizliler, Sahra-altı Afrika için yeni bir
ticaret ortağının ilk habercisiydiler. Nitekim söz konusu seferler sonucu Afrika’nın
Atlantik kıyılarında kurulan yerleşimler otuz yıl içinde Batı Sudan altının o
dönemdeki kaynağı olan Akan ormanına o denli yaklaştı ki aracıya lüzum
kalmadı.429 Atlantik ticareti büyüdükçe altın kuzeye değil batıya pazarlanmaya
başladı ve ticaretin ekseni Batı Sahra’yı gereksiz kılacak biçimde değişti.
2. Sahra-altı Afrika: Sudan İmparatorlukları
Müslüman tacirler Sahra’nın güneyindeki düzlükleri “siyahların toprakları”
anlamına gelen Bilad el-Sudan olarak adlandırmışlardı. Sudan bir isimlendirme
olmasının yanı sıra, Sahra-ötesi ticaretin sınırlarını ima eden coğrafi bir saptamaydı.
Kıta boyunca batıdan doğuya doğru birbirine paralel şekilde uzanan farklı ekolojik
kuşakların meydana getirdiği coğrafi bir bütünün saptanmasıydı. Bu bütünün en
kuzeyinde çölün savana doğru döndüğü, Sahra’yı devasa bir denize benzeten Arap
tacirlerin “sahil” olarak adlandırdıkları yarı kurak otlaklar yer alır. Güneye inildikçe
yağış miktarıyla beraber otlaklar yoğunlaşır, bodur ağaçlıklar coğrafi yapının hâkim
unsuru haline gelirler. Sudan topografyasının büyük kısmını oluşturan söz konusu
427 Arrighi, op. cit., s. 147. 428 Ibid., s. 73. 429 Levtzion, Ancient…, s. 134.
124
ekolojik kuşaklar iletişimi engellemeyen, insanların, malların ve fikirlerin kolaylıkla
dolaşabileceği geniş düzlüklerden oluşur. Ancak, bu durum daha güneydeki tropikal
kuşakta tamamen tersine döner. Sık ağaçlık alanların ve çeçe sineklerinin hâkimiyeti
büyükbaş hayvan kullanımını neredeyse tamamen engeller. Bu nedenle, Sahra-ötesi
ticareti sahil kentlerine dek Müslüman tacirler, kervanların çeçe sinekleri nedeniyle
daha fazla ilerleyemedikleri güneye ise Sudan İmparatorlukları taşımıştır. (Ek 15)
a. Batı Sudan: Altın İmparatorlukları
Batı Sudan’ın uluslararası ticarete eklemlenme sürecinin önünü açan Batı
Sahra’nın ticari bir koridora dönüşmesidir. Bu sayede, Müslüman tacirler Akdeniz
kentlerinin altın talebini karşılamak için çölün güneyini her geçen yüzyıl daha sık ve
düzenli ziyaret edebilmişlerdi. Ancak Müslüman tacirlerin düzenli ziyaretleri, eğer
Batı Sudan’da Akdeniz dünyası tarafından talep edilen malları iç bölgelerden temin
edip pazarlayacak, yani mübadele süreçlerini örgütleyecek toplumlar olmasaydı
mümkün olmazdı. Dahası, önceki bölümde anlatıldığı gibi, Batı Sahra ticareti
yaklaşık iki yüzyıl içerisinde Akdeniz siyasetine etki edecek denli bir gelişim
gösteremezdi. Dolayısıyla, Batı Sudan’ın Akdeniz dünyasının bir parçası haline geliş
süreci iki ayaklıdır. Öncelikle, Batı Sudan’da ekonomik ve siyasi bir yapı kurulmuş,
sonrasında bu yapılar Sahra-ötesi ticaret geliriyle beraber hızla büyümüştür.
(1) Orta Nijer Merkezli Antik Kentleşme ve Devletleşme
Batı Sudan topografyasının geneli iletişimi engellemeyen, insanların, malların
ve fikirlerin kolaylıkla dolaşabileceği geniş düzlüklerden oluşur. Üstelik Nijer Nehri
ulaşıma uygun yapısıyla bu düzlükleri birbirine bağlar. Atlantik’in yaklaşık 200-250
kilometre doğusundan doğup kuzeydoğu yönünde akan Nijer çöl sınırına yaklaştıkça
geniş bir kavisle güneybatıya dönmeye başlar. Nehir en kuzey noktasında
125
gerçekleştirdiği bu kavis sayesinde bir yandan akış yönünü okyanusa doğru çevirir,
öte yandan doğal kaynaklar açısından zengin bir iç delta meydana getirir. Her yıl
ağustos ile eylül ayları arasında nehrin artan su hacminin yarattığı mevsimsel
taşkınlar deltanın yaklaşık elli bin kilometre karelik bir alanını sular altında
bıraktığından, bölge hayvancılık, balıkçılık ve tarımsal üretim açısından oldukça
verimlidir. Bu nedenle, Orta Nijer söz konusu iç delta sayesinde büyük bir nüfusu
besleyebilecek bir potansiyele sahiptir.
Ne var ki, iklimsel dalgalanmalar bu potansiyelin tamamıyla gerçekleşmesinin
önüne geçmiştir. Yağmur miktarı ve Nijer nehrinin su seviyesi yıldan yıla
değişkenlik gösterdiği için Orta Nijer’deki taşkınlar bir yıl beklenenden düşük
kalırken, ertesi yıl her şeyi sular altında bırakabilecek kadar genişleyebiliyordu. Öte
yandan, çölün bu dalgalanmaları takiben genişleyip daralması, otlak ve tarım
alanlarının da sürekli olarak değişmesi anlamına geliyordu. Çevresel şartların sürekli
değişkenliği, Batı Sudan’da Afro-Avrasya sisteminin antik merkezlerindekine
benzeyen, istikrarlı tarımsal üretime dayalı bir yerleşik ekonominin kurulmasını
engelledi. Aksine, esnek bir geçim ekonomisi kurulmasını zorunlu kıldı. Topluma
hareket kabiliyeti sağlayarak kuraklıklardan korunma şansı tanıyan göçerlik ve
hayvancılık sosyo-ekonomik yapının ana unsurlarından biri haline geldi.430 Bu
nedenle, Batı Sudan’da salt tarımsal üretime dayalı geleneksel örneklerden farklı bir
yerleşikleşme süreci yaşandı.
Söz konusu sürecin altyapısını hazırlayan neolitik yaşam biçimleri ilk defa
günümüzde Sahra’nın güney batısına denk düşen bölgede ortaya çıktı. Batı Afrika
430 Susan Keech McIntosh, “Reconceptualizing Early Ghana,” Canadian Journal of African Studies, Vol.
42, No. 2/3, Engaging with a Legacy: Nehemia Levtzion (1935-2003), s. 355-6.
126
pirinci ve pörl gibi ehlîleştirilmiş tahılları pastoral ekonomilerine ekleyen
Soninkeler,431 M.Ö. ikinci bin yılın sonlarına doğru, Sahra’nın güney batısında
mevsimsel bir yerleşik düzen kurmuşlardı.432 Her ne kadar, Soninkeler belli bir
istikrar sağlayıp siyasi örgütlenmelerini şeflikler kuracak şekilde genişletmişlerse
de,433 yerleşik yaşamın merkezi M.Ö. birinci bin yıldaki gelişmelerle beraber giderek
Orta Nijer’e kaydı. Nitekim pirinç yetiştiren topluluklar yeni bin yılda Orta Nijer’i
kolonileştirmeye girişince,434 bölge yerleşik yaşamı destekleyen potansiyeli
sayesinde bir çekim merkezine dönüşmeye başladı. Önce bakırın, M.Ö. 500’den
sonra ise demirin kullanılmaya başlanması435 toprağın işlenmesini kolaylaştırıp
tarımsal üretimdeki verimi arttırınca bu süreç hız kazandı. Öyle ki, üretimin
büyümesini düzenli ticari ilişkilerin ortaya çıkışı izlemiş, M.Ö. 500’lerden itibaren
sahil ile Sahra’nın güneyi arasında, hayvancılıkla uğraşan nüfusun mevsimsel
göçlerinin ön ayak olduğu, bakıra ve tuza dayalı bir ticaret ağı kurulmuştu.436
Böylelikle, Orta Nijer bölgesinde salt tarımsal üretimin ötesine geçen Jenne-Jeno gibi
ilk sürekli yerleşimler kurulabildi.437
Batı Sudan’ın M.Ö. 300’den itibaren “Büyük Kuraklık”438 olarak adlandırılan
bir döneme girmesiyle yerleşik ekonomilerin gelişim süreci kesintiye uğradı.
Yağışlar azalıp nehirlerin su hacmi düştükçe Sahra giderek güneye doğru genişliyor,
bunu takiben sulak bölge sınırı da güneye kayıyordu. M.S. 300’e dek devam eden bu
431 Soninkeler, Mande dili konuşan Sudanik toplulukların en kuzeyinde yaşayanlarına verilen addır. 432 Mcintosh, op. cit., s. 355-6. 433 Levtzion, Ancient…, s.12’den Munson, P. J. (Manding Conference) Arcaeology and the pre-historic origins of the Ghana empire, Conference on Manding Studies, S.O.A.S., Londra, 1972. 434 Susan Keech Mcintosh, “Modeling political organization in large-scale settlement clusters: a case study from the Inland Niger”, Beyond Chiefdoms Pathways to Complexity in Africa, New York, Cambridge University Press, 2005, s. 67. 435 Ibid., s. 66-7. 436 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 362. 437 Mcintosh, Modeling political…, s.66-7. 438 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 350.
127
dönem Batı Sudan’ın ekolojik sisteminde önemli bir değişime yol açtı. Gerek Orta
Nijer’deki gerek Sahra’nın güney batısındaki yerleşimlerin beslendiği çevresel şartlar
şimdi neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı. Bunun üzerine, atlı Berber göçebelerin
artan baskısına da maruz kalan Soninkeler sulak bölge sınırını takiben güneye göç
etmeye başladılar.439 Öte yandan, kuraklıkla mücadelenin stratejik ayağı olan
hayvancılığın ekonomideki konumu güçlenirken,440 sahil ile Sahra’nın güneyi
arasındaki ticaret ağı bütünüyle çöktü.441 “Büyük Kuraklık” Batı Sudan’daki sosyo-
ekonomik ve siyasi düzeni yeniden biçimlendirmişti.
İklimsel şartların düzelmesiyle Orta Nijer bölgesindeki nüfus M.S. 4. yüzyıldan
itibaren yeniden büyümeye başladı.442 M.S. 5. yüzyıla gelindiğinde Jenne-Jeno’nun
büyüklüğü yirmi beş hektarı geçmiş, doğuda Gao palazlanmaya başlamıştı.443 Nüfus
büyüdükçe bu yerleşimler salt gıda üretimi yapan merkezler olmaktan çıkıp Batı
Sudan’ın öncül kentlerine dönüştüler.444 Bu süreci, bölgesel kaynakların kent
ekonomilerin ihtiyacına yeteri kadar cevap veremeyişi izledi. Öyle ki, Orta Nijer’in
nehirleri, gölleri ve kum tepeleri kentleşmiş toplumların değişen ihtiyaçlarını
karşılamayınca bölge dışı ilişkiler geliştirmek zorunlu hale geldi. Bu nedenle, Batı
Sudan’ın öncül kentleri, M.S. 6. yüzyıldan itibaren, Orta Nijer’in kuzeyindeki ve
güneyindeki öteki bölgesel sistemlerle bağlantılı kurarak merkezine yerleştikleri
439 Levtzion, Ancient…, s. 6. 440 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 357-8. 441 Ibid., s. 362. 442 Mcintosh, Modeling political…, s.67. 443 Mitchell, op. cit., s. 135-173. 444 Robert O. Collins ve James M. Burns, A History of Sub-Saharan Africa Second Edition, New York,
Cambridge University Press, 2014, s. 80.
128
geniş bir bölgeler-arası ticaret ağının kurulmasına ön ayak oldular.445 Böylece, Batı
Sudan’da kentleşmiş toplumların yönlendirdiği geniş bir ticaret sistemi ortaya çıktı.
Giderek büyüyen bölgeler-arası ticareti kontrol etmek önemliydi; ancak
otlakların denetimi de en az onun kadar mühimdi. Zira Batı Sudan’ın sosyo-
ekonomik yapısı hâlâ büyük ölçüde pastoral ekonomiye ve göçebeliğe dayanıyordu.
Özellikle Soninkelerin Sahra’daki yerleşimlerini terk edip güneye göç etmeleri bu
üstünlüğü pekiştirmişti. İklimsel şartların düzelmesi sonrasında otlak sınırı kuzeye
doğru genişledikçe,446 çölün güneyinde ve kuzeyinde yaşayan göçebe toplumlar, yani
Soninkeler ile Berberler daha fazla karşı karşıya gelmeye başladılar. Ne var ki,
taraflar arasındaki mücadelenin ibresi giderek deve kullanımını yaygınlaştıran
Berberler lehine değişiyordu.447 Gerek sahil ile çöl arasındaki büyüyen ekonomik
potansiyel gerek Berberlerin artan baskısı Soninkelerin Sahra’nın güney batısında
tecrübe ettikleri siyasi örgütlenmelerini yeniden yapılandırmalarını tetikledi.
Kuzeyden gelen baskıya direnç gösterebilecek ve büyüyen ticaret üzerinde daha
geniş bir denetim kurabilecek Gana Krallığı bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
O halde İslam daha Kuzey Afrika’ya yayılmadan önce Batı Sudan’da geniş çaplı
ticareti örgütleyebilecek öncül bir kentleşme ve devletleşme yaşanmıştı.
(2) Sahra-ötesi Ticaret ve İmparatorluklar Dönemi
İslam’ın Kuzey Afrika’ya yayılışı ile Akdeniz’den Sahra-altı Afrika’ya dek
uzanan bir coğrafyada yeni bir dönem başladı. Akdeniz dünyası Roma’nın çöküşü
sonrasında kentlerin küçüldüğü, parasal ekonominin büyük oranda terk edildiği bir
445 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 363 ve Connah, op. cit, s. 106. 446 Mclntosh, “Reconceptualizing…”, s. 357-8. 447 Levtzion, Ancient…, s. 7. Sözü edilen Berberler, M.S. 3. ve 4. yüzyıldan itibaren deve kullanarak Batı Sahra’daki üstünlük sahasını genişleten Sanhaja’lardı.
129
sürece girmişti. İslam, Akdeniz’deki bu süreci tersine döndürdü; Roma dönemindeki
ekonomik yapıyı devralarak kentleşmeyi ve ticareti teşvik etti, böylece para
ekonomisinin giderek büyümesinin önünü açtı. Doğal olarak, Akdeniz’in kentlerinde
zamanla ciddi bir altın talebi ortaya çıktı. Söz konusu talep, Sahra-ötesi ilişkilerin
sistematikleşmesinin arkasındaki en önemli motivasyonlardan biriydi. Ancak ticareti
mümkün kılan, aynı zamanda, İslam’ın kuzeyde yarattığı büyük talebi Sahra-altı
Afrika’da geniş çaplı ticareti örgütleyerek karşılayabilecek kentleşmiş toplumların
varlığıydı. Bu bağlamda, Akdeniz ile Batı Sudan arasındaki ilişkiler yoğunlaştıkça
Orta Nijer merkezli ticaret ağı Sahra-ötesi sistemin bir parçası haline geldi. Haliyle
ticaretten elde edilen gelir arttı ve bu sayede Batı Sudan’daki kentleşme, devletleşme
ve ticaret ağı gibi yapılar giderek büyüdü. (Ek 16)
i) Gana İmparatorluğu (350 – 1200)
Müslüman tacirler 8. yüzyıldan itibaren sahildeki ticaret merkezlerine sıklıkla
uğramaya başladılar.448 Tacirlerin Batı Sudan’daki duraklarından biri Gao, ötekisi
Gana’ydı. Coğrafi konumunun sağladığı avantaj sayesinde Gana, temelde tuza ve
bakıra dayanan İslam öncesi ticaret kalıbının maden ayağını altına dönüştürmüştü.449
Altın, başkent Kumbi Saleh’e on sekiz gün uzaklıktaki Senegal ile Faleme nehirleri
arasında bulunan Bambuk’un altın yataklarından sağlanıyordu. 9. yüzyılda daha fazla
tuz ihraç eden Berber tacirler karşılığında daha çok altın almaya başladılar.450 Bu
durum, bir yandan Sahra-ötesi ticaretten sağladığı geliri arttırıp Gana’yı
zenginleştirirken,451 öte yandan Batı Sudan altınının Akdeniz’deki öneminin
448 Levtzion, Ancient…, s. 183. 449 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 367. 450 Erik Gilbert ve Jonathan T. Reynolds, Africa in World History From Prehistory to the Present, New
Jersey, Pearson Education, Inc, 2008, s. 105. 451 Collins ve Burns, op. cit., s. 82.
130
büyümesine yol açtı. 10. yüzyılda Fatimilerle beraber Kuzey Afrika’daki altın
talebinin hızla artmasına paralel olarak Gana’nın Batı Sudan’daki egemenliği de
genişledi. 10. yüzyılın sonlarında Berber kenti Avdaghust’un alınması sonrasında,
Gana kuzeyde çöl sınırından güneyde Nijer nehrine, batıda Senegal nehrinden
doğuda iç Nijer deltasına uzanan geniş bir ticaret imparatorluğu haline geldi. Altın
ticareti üzerinde kurduğu tekel, Gana’yı küçük bir krallıktan bölgesel bir hegemona
dönüştürerek Sahra-ötesi ticaretin ilk büyük Batı Sudanlı ortağı yaptı.
Sahra-ötesi ticaret gelirinin artmasına Batı Sudan’daki kentlerin büyümesi eşlik
etti. Gana’nın başkenti Kumbi Saleh, on beş ila yirmi bin kişinin yaşadığı, Batı
Sudan’ın en büyük kentlerinden biri haline geldi.452 Gao ise zengin hinterlandı ve
Kuzey Afrika’nın farklı bölgelerine erişim sağlayan coğrafi konumu sayesinde
dinamik bir ticaret merkezine dönüştü. Sahra-ötesi ticaretle beraber büyüyen ve
kozmopolitleşen bu kentler giderek İslam’ın etkisi altına girdi. İlk müslümanlaşanlar
Sahra-ötesi ticarete katılan yerel ortaklardı.453 Bunlar Gana’da, güneydeki altın
yatakları ile sahil kentleri arasındaki altın ticaretini örgütleyen Soninkelerdi.
Ticaretle meşguliyetleri sonucu Soninkelerin geleneksel dinlerin köklerini bulduğu
yerel yaşam biçiminden kopmaları Müslümanlaşmalarını kolaylaştırmıştı.454 Öte
yandan İslam, yönetim alanında da yayıldı. Güçlenen siyasi otoritenin etkin bir
yönetim sistemi kurma arzusu, okur-yazar Müslümanların kâtip, haznedar ya da
bakan olarak bürokraside daha çok rol almalarını sağladı.455 Kuzeyden göç eden
452 Levtzion, Ancient…, s. 24. 453 Timothy Insoll, “The Archaeology of Islam in Sub-Saharan Africa: A Review,” Journal of World
Prehistory, Vol. 10, No. 4, 1996, s. 469. 454 Levtzion, Ancient..., s. 187. 455 Insoll, op. cit., s. 471.
131
tacirler söz konusu yerel unsurlarla birleşince sahil kentlerinde hatırı sayılır bir
Müslüman nüfus ortaya çıktı.456
Gana Müslüman nüfusu siyasi bir tehdit olarak algılamadı. Tersine, İslam’ı
sosyo-ekonomik ve siyasi düzenin bir parçası yapmaya çalıştı. Zira imparatorluk,
öncelikle Sahra-ötesi ticaretin temel dinamikleri üzerine kurulmuştu. Altın ticaretinin
tekelleştirilmesi ve doğu batı yönünde genişleyip ticari gelirin biriktiği sahilin
denetim altına alınması da hep bu yöndeki bir politikanın sonucuydu. İmparatorluk,
bu sayede 11. yüzyılda gücünün zirvesine ulaşarak Sahra-ötesi ticaretin güneyindeki
tek belirleyici güç haline gelmişti. Ancak, şartlar 11. yüzyılın ikinci yarısında
değişmeye başladı. Batı Sudan 11. yüzyılda yeni bir kuraklık dönemine girince,457
Kumbi Saleh ve Avdaghust gibi kentlerin hinterlandı olan Mema bölgesindeki
tarımsal üretim hızla düştü.458 Buna altının kaynağının Yukarı Nijer’deki Bure’ye
doğru kayması459 ve Batı Sudan’a dek uzanan Murabıt seferleri de eklenince Gana
geri dönülmez bir düşüş süreci içerisine girdi. Murabıtlar Avdaghust’u geri almakla
kalmayıp 1076’da Kumbi Saleh’i yağmalamışlardı. Bu darbe sonrasında Gana siyasi
bütünlüğünü ve ticari tekelini tamamen yitirdi. Batıda Murabıtların
Müslümanlaştırması sonrasında İslami ağın bir parçası haline gelen Takrur ve
güneyde Mali, bir zamanlar Gana’nın tek başına yürüttüğü ticari işlevlere ortak
456 Bu nüfus gerek Kumbi Saleh’de gerek Gao’da kentin ayrı bir kısmında ikamet ediyordu. Levtzion, ”The Sahara…”, s. 677-8. 457 Connah, op. cit., s. 106. 458 Timothy Insoll, “Iron Age Gao: An Archaeological Contribution,” The Journal of African History,
Vol. 38, No. 1 (1997), s. 19-20. 459 Levtzion, Ancient…, s. 53. Altın kaynağının değişimi sonrasında Gana’nın düşüşe geçmesi geleneksel Soninke mitlerine yansımıştır. Vagadu’ya (Gana kralı) altın ve refah getiren Bida adlı yılan öldürülmüş, kanayan kafası yeni altın diyarı haline gelen Bure’ye düşmüştür. Ibid., s. 155.
132
oldular.460 Böylece, Batı Sudan siyaseti küçük şefliklerin hâkimiyetinde
istikrarsızlaşırken, ekonomi küçülme sürecine girdi.461
ii) Mali İmparatorluğu (1230 – 1600)
Gana ile birlikte Batı Sudan’daki ekonomik ve siyasi gelişmeler, Sahra-ötesi
ticaret sisteminin değişken durumuna bağımlı hale gelmişti. Öyle ki, Gana’yı çöküşe
götüren süreç, aslında 11. yüzyılın ikinci yarısında Sahra-ötesi ticaret sisteminin
büyük kısmını bir krize sürüklemişti. Yıkılan yalnız Gana değildi; Kuzey Afrika’daki
siyasi düzen de Fatimilerin yarattığı tahribattan kurtulamamış, Arap kabilelerin
göçleri ile parçalanmıştı. Öte yandan, Avrupalıların Akdeniz’deki Müslüman
üstünlüğüne meydan okumaları söz konusu krizi derinleştirdi. Murabıtların Batı
Sahra’dan İber yarımadasına uzanan imparatorlukları dışında Kuzey Afrika’da başka
herhangi bir yerde siyasi istikrar yoktu. Kuzey Afrika siyasetinin içine girdiği kriz,
13. yüzyılda Muvahidlerin Mağrip’i birleştirmesiyle kısmen sona erdi. Aynı yüzyıl
içinde, Avrupalılar yavaş da olsa altın standardına geçmeye başlamıştı. Kuzey
Afrika’nın görece siyasi istikrara kavuşması Avrupa’nın başını çektiği bir ekonomik
dinamizm ile birleşince Akdeniz dünyasının Batı Sudan altınına olan talebi gitgide
arttı.
Kuzeyin büyüyen altın talebi, güneyde yeni bir siyasi genişleme sürecini
tetikledi. Bure’nin altın yataklarını kontrol eden Malinkeliler, 13. yüzyılın
başlarından itibaren hızla Batı Sudan’da hegemonya kurmaya başlamışlardı.462 Bu
süreçte Malikenliler temelde Gana modelini takip ettiler. Bir yandan altın ticaretini
tekelleştirdiler, öte yandan ticari gelirin biriktiği sahile doğru genişlediler. Bu sayede,
460 Miller, op. cit., s. 45. 461 Collins ve Burns, op. cit., s. 83. 462 Levtzion, Ancient…, s. 155.
133
küçük Malinke şefliği doğuda Atlantik’ten batıda Orta Nijer’e dek uzanarak Sahra-
ötesi ticaretin güneyini kontrol eden büyük bir imparatorluğa dönüştü. Değişen
şartlar imparatorluğun inşasında yeni yaklaşımlar geliştirilmesini zorunlu kılıyordu.
Nitekim Gana sonrası dönemde kuraklığın etkisiyle sahildeki kervan ticaretinin
merkezi Orta Nijer’e kaymıştı.463 Orta Nijer, nehir yolları sayesinde kolaylıkla
iletişim kurulabilecek tarımsal potansiyeli büyük bir hinterlanda sahipti. Söz konusu
potansiyel, Mali’nin Orta Nijer’in verimli alüvyol ovalarına doğru genişlemesini ve
tarımsal üretimi ekonomik yapısının bir parçası haline getirmesini tetikledi. Ancak,
sabanla değil çapayla tarım yapıldığından üretim sınırlı kalıyordu. Bu durum,
imparatorluğu kölelerin tarım yaptığı köyler kurarak emek yoğun bir üretim sürecine
yönlendirdi.464 Köle emeğine dayalı tarımsal üretim zamanla Mali ekonomisinin en
önemli gelir kaynaklarından biri oldu.465 Ticaretin tarımla desteklenmesi, Yukarı
Nijer’deki Niane’den iç Nijer deltasındaki Jenne-Jeno’ya, sahildeki Valata,
Timbuktu, Dia, Gao ve Tadmekka’ya uzanan geniş bir kent ekonomileri ağı yarattı.
Mali, köle emeğine dayalı tarımsal üretimi sistematikleştirerek Orta Nijer merkezli
bu ağın varlığını görece sürdürülebilir bir temele oturtmuştu.
Kent ekonomilerini merkezine alan bu büyük imparatorluğu bir arada tutacak
ideolojik tabanı İslam sağladı. Batı Sudan’da İslam, çoğunlukla tacirler ve yerel
yöneticiler arasında yaygın olan bir kent diniydi. Nüfusun geriye kalan büyük kısmı
yerel dinlere bağlılılığını sürdürüyordu. Zira tarım, hayvancılık veya balıkçılık
yapanlar için günlük yaşamın merkezinde yerel şartlar ve yerel tanrılar yer alıyordu.
Oysa Sahra-ötesi ticarete katılan tacirler ve yöneticiler daha küresel bir bağlamda
463 Ralph A. Austen, Trans-Saharan Africa in World History, New York, Oxford University Press, 2010,
s. 42. 464 Levtzion, “The Western…”, s. 386-7. 465 Oliver ve Atmore, op. cit., s.62-3.
134
yaşıyorlardı.466 İslam’ın yerelliği aşan niteliği, siyasi otoriteye, geleneksel dinlerin
sınırlamalarından kurtulup iktidarını, meşruiyetini ve uluslararası ticaretteki
konumunu güçlendirme olanağı sağladı. Nitekim Mali küçük bir şeflikten çok etnili
büyük bir imparatorluğa dönüştükçe İslam güçlendi. Özellikle Mansa Uli’nin (1260-
1277) hacca gidip meşru bir Müslüman yönetici olarak tanınmasından sonra Mali
yönetiminde İslam’ın etkinliği giderek arttı.467 14. yüzyılda imparatorluk gücünün
doruğuna ulaştığında İslam’ın etkinliği de zirve noktasına erişti468 ama kentlerle
sınırlı kalmaya devam etti. Bu nedenle, geleneksel dinlere bağlılıklarını sürdüren
kırsal nüfusu yabancılaştırmak istemeyen yöneticiler, Müslüman da olsalar yerel
dinlerle ile İslam arasında bir konumda durmaya özen gösterdiler.469 Zira etnik ve
dini açıdan karmaşık bir yapıya sahip Batı Sudan coğrafyası ancak bu sayede
yönetilebiliyordu.
Mali güçlendikçe ticaret ağı da büyüdü. Ticaret yolları, 14. yüzyılın ikinci
yarısında, bir yandan zengin altın kaynaklarına sahip güneydeki Akan ormanına, öte
yandan kentsel bir gelişim içinde bulunan güney doğudaki Hausaland’a dek
genişlemişti.470 Ancak, aynı dönem içerisinde vebanın Akdeniz’i vurması Sahra-ötesi
altın ticaretinden elde edilen gelire koşut olarak merkezi otoritenin zayıflamasına yol
açtı. Her imparatorlukta olduğu gibi Mali’nin de zayıf karnı veraset sistemiydi.
İmparatorluğu kimin yöneticiğine dair karmaşa 14. yüzyılın ikinci yarısında iktidar
466 John Glover, Sufism and Jihad in Modern Senegal, New York, University of Rochester Press, 2007, s.27-8. 467 Insoll, “The Archaeology…”, s. 484. 468 Levtzion, Ancient…, s. 198. 469 Nehemia Levztion, “Islam in the Bilad al-Sudan to 1800”, der., Nehemia Levtzion ve Randall L.
Pouwels, The History of Islam in Africa, Ohio, Ohio University Press, 2000, s. 66. 470 Levtzion, “The Western…”, s. 375.
135
mücadelelerini şiddetlendirmişti.471 Bu durum, kentlerin ve tarım alanlarının
savunmasız kalmasına yol açınca imparatorluğun çekirdek bölgesi dışında kalan
çevre bölgelerin ayrılma eğilimi güçlendi.472 Tadmekka, doğudaki Songai ve batıdaki
Volof krallıkları ilk ayrılanlar oldu. 15. yüzyılın ilk yarısında Timbuktu ve Jenne-
Jeno gibi kentlerin yanı sıra Mema ve Diarra gibi bölgelerin de ayrılmasıyla Mali
sahildeki hâkimiyetini tamamen yitirdi.473 Böylelikle, Sahra-ötesi ticarete doğrudan
erişimini kaybetmiş küçük bir krallık haline geldi.
iii) Songai İmparatorluğu (1464-1591)
Mali İmparatorluğu’nun dağılması sonrasında Orta Nijer, göçebelerin yağma
tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Mossiler ve Tuaregler Timbuktu ve Jenne-Jeno gibi
kentlerine, Fulbe pastoralistleri ise iç Nijer deltasının verimli tarımsal alanlarına
baskınlar düzenlemeye başlamışlardı.474 Orta Nijer’in içine düştüğü istikrarsızlığı,
15. yüzyılın ortalarına doğru batı yönünde genişlemeye başlayan Songai sona erdirdi.
Orta Nijer’in doğu yakasını kontrol eden Songai Krallığı’nda nüfusun büyük
çoğunluğu geçimini nehirle ilgili mesleklerden (balıkçılık, sandal yapımı, nehir
taşımacılığı, nehir tacirliği vb.) sağlıyordu. Nehirle hemhal oluşları Songai dili
konuşanların Gao’dan Timbuktu’ya ve Jenne-Jeno’ya kadar Nijer Nehri üzerinde yer
alan bütün büyük kentlerin temel etnik yapısını meydana getirmelerine yol açmıştı.475
1464’te tahta oturan Sünni Ali (1464-1492), Songailer’in bu avantajlarını kullanarak
471 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 66. 472 Levtzion, Ancient…, s. 78. 473 Levtzion, “The Western…”, s. 384. 474 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 67. 475 Idem..
136
Nijer su yoluna dayanan bir genişleme startejisi izledi. Bel kemiğini donanmanın
oluşturduğu ordu, Songai’yi Gao’dan Jenne-Jeno’na uzanan bir imparatorluğa
dönüştürdü. Özellikle Jenne-Jeno’nun fethi imparatorluğa sahil kentlerini besleyecek
iç Nijer deltasının yanı sıra, güneydeki altın ve kola kaynaklarına giden ticaret
yollarını da kontrol etme olanağı sağladı.476 Sünni Ali’nin ölümü sonrasında yayılma
süreci iktidarı ele geçiren Muhammed Ture (1493–1528) ile sürdü. Ture, kölelerden
oluşan profesyonel bir ordu kurarak Nijer su yolunun ötesine uzanan seferler
düzenledi.477 Batıda Senegal Nehri’ne, doğuda Hausaland’a dek uzanan seferler
sonucu Songai eski Mali İmparatorluğu’nun kuzey bölümünün tamamına yakınını
kontrol eder hale geldi. Böylelikle, Mali sonrasında ortaya çıkan güç boşluğu
doldurulmuş ve Orta Nijer’in kentleşmiş bölgesi yeniden birleştirilmişti.
Songai Sünni Ali ve Muhammed Ture döneminde sürekli olarak genişlese de,
iki lider arasında imparatorluğun yönetimine dair ciddi farklar vardı. Sünni Ali Orta
Nijer’i yeniden güvenli bir bölge haline getirmişti ancak, Sahra-ötesi ticaretin ana
dinamiklerini göz ardı etmişti. Öyle ki, Sahra’daki tuz ve bakır madenlerini kontrol
edip çöl ticaretine yön veren Tuaregler ile ilişkileri bozmuş, Batı Sudan’daki İslami
kültürün merkezi sayılan Timbuktu’daki çoğunlukla Berberlerden oluşan ulemayı
sürmüştü. Muhammed Ture478 bu süreci tersine çevirdi ve Songai’yi Sahra-ötesi
ticaret merkezli eski Mande imparatorluklarına benzer şekilde yeniden dizayn etti.
Ulemanın Timbuktu’ya dönmesine izin vererek genişleyen imparatorluğun
476 Ibid., s. 68. 477 Levtzion, “The Western…”, s. 430. 478 Her ne kadar Songai’nin sözlü geleneğinde Muhammed’den Sünni Ali’nin kız kardeşinin oğlu
olarak söz edilse de, Arap kaynaklarına göre, o bir Ture’ydi. Ture, Soninkelerin ticaret ve İslam ile yakından ilgili bir kabilesidir. Levtzion, “The Western…”, s. 427-8.
137
yönetiminde İslam’ın ideolojik desteğini yeniden sağladı.479 Öte yandan, Tuaregler
ile ilişkileri düzelterek Batı Sudan için hayati öneme sahip tuzun ve bakırın güneye
akışını garanti altına aldı.480 Bunlara ek olarak, köleciliğe dayanan ekonomik sistemi
sürdürmüş, hatta genişletmişti. Batı Sudan’daki devletsiz toplumlara düzenli
baskınlar düzenleyerek çok sayıda köle ele geçiriyordu. Bunların bir kısmı
imparatorluk boyunca yayılan çiftliklere, bir kısmı orduya, geriye kalanı ise özellikle
Batı Mağrip’te gelişmeye başlayan şeker emdüstrisinin talebi nedeniyle Sahra-ötesi
ticare aktarılıyordu.481 Kısacası, Mali’yle beraber doruk noktasına ulaşan Batı
Sudan’daki Sahra-ötesi ticaret gelirine dayalı İslami imparatorluk modeli Songai ile
devam etti.
Batı Sudan’ın birbirini izleyen imparatorluk dönemleri sayesinde Sahra-ötesi
ticaret ağı giderek genişlemişti. Bunu takiben kentleşme ve devletleşme çevre
bölgelere yayıldı. Ticaret ağı Batı Sudan’ın içlerine doğru genişledikçe imparatorluk
alanın hinterlandında Oyo, Benin ve Nupe gibi devletler türedi. Öte yandan, ticaretin
büyümesi Batı ve Orta Sudan arasındaki iletişimi de yoğunlaştırdı. Özellikle kentsel
bir gelişim içerisindeki Hausaland, Sahra-ötesi ticarete güçlü bir şekilde eklemlenen
Batı Sudan için potansiyel bir yayılma alanı haline geldi. Önce 14. yüzyılın ikinci
yarısında ticaret diasporaları Hausaland’a göç etmeye başladılar. Bu göçler kent
ekonomilerin yayılmasına ön ayak oldu. Zira söz konusu diasporalar sadece
tacirlerden değil, din adamları, çiftçiler ve zanaatkârlardan oluştuğundan göç ettikleri
bölgelerde kentleşmiş toplumların altyapısını hazırlıyorlardı.482 Göçleri Songai
479 Idem.. 480 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 68-9. 481 Ibid., s. 69. 482 Ivor Wilks, “The Juula and the Expansion of Islam into the Forest”, der., Nehemia Levtzion ve Randall L. Pouwels, The History of Islam in Africa, Ohio, Ohio University Press, 2000, s. 94.
138
İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldaki Hausaland seferleri takip etti. Batı ile Orta Sudan
arasındaki ekonomik ve siyasi bütünleşmenin ilk işaretleri olan bu girişimler 16.
yüzyılın sonlarına doğru tamamen sona erdi. Zira imparatorluklar dönemi sadece
ticari ağı yaymakla kalmamış, aynı zamanda, Batı Sudan’ı Akdeniz’in değişken
jeopolitik hesaplarının da bir parçası yapmıştı.
Müslümanların Endülüs’ü kaybetmeleriyle Batı Akdeniz’deki dengeler tersine
dönmüştü. Şimdi, Portekiz Müslüman topraklarına doğru genişlemeye çalışıyordu.
Bunda yeteri kadar başarılı olamamışsa da, Atlantik Okyanusu’nu kullanmaya
başlaması Batı Mağrip’teki Müslümanların çıkarlarını doğrudan tehdit altına soktu.
Zira Portekizliler Batı Mağrip’in güneyindeki ekonomiyi doğrudan kontrol altına
almışlardı.483 Şerifyan Hanedanlığı484, söz konusu tehdidi ortadan kaldırmak için
1515’ten itibaren bir dizi tedbir aldı. Hanedanlık, Batı Sahra yolunu yeniden
canlandırıp Sahra-ötesi altın ticaretini doğrudan kontrol altına alarak Batı Mağrip’i
eski günlerine döndürmeyi amaçlıyordu.485 1591’de Batı Sudan’a sefer düzenleyen
Şerifyan ordusu, ateşli silahlarının avantajını kullanarak Songai güçlerini tarihsel
öneme sahip bir yenilgiye uğrattı ve Batı Sudan’daki ardışık imparatorluklar dönemi
sona erdi. Geniş çaplı ticareti örgütleyecek bir siyasi gücün noksanlığında, Atlantik
kıyısının büyüyen talebi ticaret yollarının eksenini kuzeyden batıya doğru
döndürmeye başladı.
b. Orta Sudan: Köle Ticareti ve Kentleşme
483 Levtzion, “The Western…”, s. 453-4. 484 Murabıtlar ile beraber Batı Mağrip’te Berber hanedanların hâkim olduğu bir dönem başlamıştı. Arap kökenli Şerifyan Hanedanlıkları 1549’da yönetimi ele geçirerek bu döneme sona verdi. 485 Idem..
139
Orta Sudan’daki tarihsel gelişim Batı Sudan’dakinden farklı bir çizgi izlemiştir.
Her şeyden önce, Orta Sudan’da, batıdakine benzer Nijer merkezli bir coğrafi
bütünlükten söz edilemez. Söz konusu bölge daha ziyade birbirinden bağımsız iki
ayrı alt-bölümden meydana gelir: Doğudaki Çad Gölü havzası ile batıda Hausaland.
Bu iki alt-bölüm, Sahra-ötesi ticaret sistemine farklı zamanlarda farklı yollar
izleyerek dâhil olmuşlardır. Zira ekonomik yapılarının gelir kaynağı birbirinden
tamamen farklıdır. Hausaland tarımsal üretim etrafında yavaş ama istikrarlı bir
biçimde kentleşirken, Çad Gölü havzasındaki göçebeler, temel kalıpları Garamantlar
zamanında şekillenen köle ticaretini devralmışlar ve hızla büyütmeye girişmişlerdir.
(1) Çad Gölü Havzası: Köleci İmparatorluk
Kölecilik Akdeniz dünyasında kökleri oldukça gerilere uzanan kurumsallaşmış
bir yapıdır. Antik Mısır’dan Roma’ya dek Akdeniz’in birçok önemli gücü köle
emeğinden faydalanmıştır. İslam, Akdeniz’in eski uygarlık sahasına yayılırken
birçok diğer şey gibi köleciliği de devraldı. Geniş tarım arazilerinden yoksun İslam
topraklarında köle, kısa zamanda kentlinin günlük yaşamının önemli bir parçası
haline geldi.486 İlk safhada, köle ihtiyacı fetihler sonrasında yapılan anlaşmalar
vasıtasıyla karşılanmış, köleleştirilenler çoğunlukla Berberler olmuştu. Ancak, bir
kölenin hizmet süresi ölümden azad etmeye kadar birçok farklı nedenden dolayı
yaklaşık yedi yıl olduğundan, köle nüfusunun korunabilmesi için her yıl bu nüfusun
486 İslam dünyasında en çok cariye ya da hizmetçi olarak ev işlerinde kullanılabilecek kadın köle talep
ediyordu. John Wright, The Trans-Saharan Slave Trade, New York, Routledge, 2007, s. 3. Ancak kölenin rolü sadece bununla sınırlı kalmadı. Büyüyen ekonomik ve siyasi ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir nüfus tabanından yoksun olması kölenin rolünü genişletti. Bu bağlamda Afrikalı köleler, Abbasi Halifeliği'nde bataklıkların tarım arazisine dönüştürülmesinde ya da Mağrip'teki yönetimlerin siyasi üstünlük amacıyla kurdukları "Abit" adlı ordularda sistematik bir şekilde kullanıldılar. Levtzion, “The Sahara…”, s. 638-9.
140
yaklaşık yüzde on beşinin yenilenmesi gerekiyordu.487 Anlaşmalar bu konuda
yetersiz kalınca ticaret, köle sağlamada giderek daha çok kullanılan bir yol olmaya
başladı. Bu noktada, Müslüman da olsalar Berberleri köleleştiren Emevi
Hanedanlığı’nın 8. yüzyılın ortalarında iktidardan düşmesi dönüm noktası oldu.
Şimdi kölelikten köleciliğe terfi eden Berberler, büyüyen talebi karşılamak için Çad
Gölü havzası ile Fizan arasındaki antik köle ticaretini canlandırmaya giriştiler.
Çad Gölü havzası, bereketli suları, geniş otlakları ve verimli arazileri ile Orta
Sudan’da nüfusun yoğunlaştığı ilk odak noktalarından biridir. Ancak, söz konusu
şartlar havzanın her tarafına eşit biçimde dağılmamış, havzanın güneyi ile kuzeyi
birbirlerinden tamamen farklı ekolojik yapılara sahip olagelmişlerdir. Gölün güney
kısmı iyi derecede yağış almasına rağmen, kuzeye doğru yağış miktarı giderek azalır.
Nitekim kuzeye doğru çıkıldıkça göle önce kurak savan, en kuzey kısmında ise Sahra
eşlik eder. Buna paralel şekilde, havzanın güney kısmında yerleşik topluluklar
yaşarken, kuzey kısmı göçebe topluluklara ev sahipliği yapmıştır.488 Öte yandan,
çölle olan doğrudan bağlantısı sayesinde havzanın kuzey kısmı Fizan’dan Çad
Gölü’ne uzanan yolun bir parçası haline gelmiştir. Birçok küçük vahanın ve su
487 Wright, The Trans-Saharan…, s. 2-3. 488 Orta Sudan’daki erken kentleşme ve devletleşmenin ilk örneklerine Çad Gölü havzasının kuzeyi
değil güneyi ev sahipliği yaptı. Öyle ki, M.Ö. beşinci bin yıldan itibaren gölün güney batı ucundaki eski deltada havzadaki ilk yerleşimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Connah, op. cit., s. 84. Söz konusu yerleşimler, M.Ö. ikinci bin yılda gölün küçülmeye başlamasıyla önce eski göl yatağına, sonra güneydeki Firki bölgesine kaydı. Ibid., s. 84-5. Firki, yağışlı mevsimde sular altında kalan, kurak mevsimde ise nemi tutabilen geniş ovalara sahipti. Bu ovalara yerleşen topluluklar tarımın, hayvancılığın ve balıkçılığın bir arada yapıldığı karma bir ekonomiye sahiplerdi. Miladi dönemlerle beraber Firki’deki yerleşik yaşam giderek güç kazandı. Zira demirin metalürjisinin yayılması toprağın ekimini kolaylaştırmış, tarım giderek ön plana çıkmıştı. D. Lange, “The Chad region as a crossroads”, General History of Africa III Africa from the Seventh to the Eleventh Century, der., M. Elfasi, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1988, s. 441. Tarımsal üretimin büyümesiyle Firki yerleşimleri bakır alaşımların, camdan ve akikten boncukların mübadele edildiği daha geniş bir ilişkiler ağına dâhil oldular. Connah, op. cit., s. 85. Zamanla duvarlarla çevrilen ve uzun mesafe ticaretinden daha büyük bir refah elde eden havzanın güneyindeki bu yerleşimlerden bazıları, Orta Sudan’daki erken kentleşmenin ve devletleşmenin ilk örnekleri haline geldiler. Ibid., s. 86.
141
kuyusunun yanı sıra, Kavar ve Fizan vahalarının iletişimi kolaylaştırdığı bu yol,
Sahra’yı geçmek için çevresel şartların en uygun olduğu güzergâhtı. (Ek 17) Bu
nedenle, Müslümanlar 8. yüzyılın ortalarından itibaren ticareti köle sağlamanın temel
yolu olarak kullanmaya başlayınca, Çad Gölü havzası ile Akdeniz arasındaki ilişkiler
hızla büyüdü.489 Böylece, köle ticaretinin güney ayağını örgütleyen Orta Sudanlı
göçebeler devletleştiler. Kurdukları Kanem490 Krallığı, 9. yüzyılda, Gana ve Gao’nun
(Songai) yanı sıra Sudan’daki en büyük devletlerden biri haline geldi.491
Sahra-ötesi ticaret geliri büyüdükçe Kanem’in göçebe niteliği zayıfladı. Öyle
ki, Kanem’deki yerleşik toplulukların sayısı 10. yüzyıldan itibaren giderek arttı.
Krallıkta küçük de olsa kasabalar kurulurken,492 Çad Gölü havzasının daha sulak ve
nemli bölgelerine göç edenler sorgum ve pirince dayanan bir tarımsal üretime
başlamışlardı.493 Öte yandan Kanem, 10. yüzyılın sonlarına doğru hâkimiyetini kan
bağı olan toplulukların ötesine doğru epeyce genişletti.494 Böylece, kan bağına dayalı
göçebe bir krallıktan farklı kültürel grupları ve yerleşik unsurları kapsayan bir
imparatorluğa dönüşmeye başladı. Bu dönüşüm süreci, 11. yüzyılın sonlarında
Kanem’in siyasi yapısında bir kırılmaya yol açtı. 1075’te iktidar, devleti yaklaşık 800
yıla yakın yönetecek olan, köklerini Saif bin Dhi Yasan adlı Yemenli efsanevi bir
Arap figüre dayandıran Sayfava Hanedanlığı’na geçti. Yönetici hanedanın
meşruiyetini Arap bir ataya dayandırması, Kanem’in Müslümanların
egemenliğindeki Sahra-ötesi ağlara ne denli eklemlendiğini gösteriyordu. Bundan
489 E. Savage, “Berbers and Blacks: Ibāḍī Slave Traffic in Eighth-Century North Africa,” The Journal of
African History, Vol. 33, No. 3 (1992), s. 356. 490 Kanem, Teda ve Kanuri dillerinde “güney” anlamına gelen “anem”den türemiş, aslen coğrafi bir terimdir. Levtzion, “The Sahara…”, s. 680. 491 Idem.. 492 Lange, op. cit., s. 450. 493 Levtzion, “The Sahara…”, s. 681. 494 Lange, op. cit., s. 449.
142
dolayı, yerleşikleşme ve İslamlaşma gibi Kanem toplumunu yeniden biçimlendiren
radikal dönüşümler öncelikle Sahra-ötesi köle ticaretinden elde edilen gelire bağımlı
idi.
Kanem bu geliri arttırmak için köle karşılığında tuzun yanı sıra başta at olmak
üzere kılıç, kalkan, mızrak, koşum ve eğer gibi savaş kabiliyetini arttıracak mallar
ihraç ediyordu.495 Bu sayede, nüfus yoğun bölgeler üzerinde siyasi üstünlük
kurulabiliyordu. Öte yandan, Kanem ekonomisi için bir diğer önemli nokta ticaret
yollarındaki istikrardı. Aslına bakılırsa, Kanem’i ilgilendiren tek bir yol vardı; o da
Çad Gölü – Kavar – Fizan hattıydı. Orta Sudan’ı Akdeniz’e bağlayan alternatif başka
bir yol yoktu. Coğrafi konumu sebebiyle hem kuzey - güney hem doğu – batı yönlü
yolların kesişim noktasında yer alan Fizan, Kanem için vazgeçilmezdi. Bu nedenle,
Fizan’daki siyasi istikrarın bölgeden geçen yolların güvenliğini garanti etmesi
ticaretin devamlılığı için şarttı. Ne var ki, bu istikrar ortamı Arap kabilelerin 11.
yüzyıldaki göçleriyle bozulmaya başladı. 1172’de siyasi otorite çökünce Fizan
merkezli ticaret düzeni bir çıkmaza girdi.496 Bunun üzerine Kanem İmparatorluğu,
12. yüzyılın sonunda kuzeye doğru genişleyip Fizan’ı kontrol altına aldı ve Orta
Sahra’daki düzeni yeniden sağladı.
İmparatorluk bu sayede Sahra-ötesi ticaret sisteminin Çad Gölü’nden Fizan’a
dek uzanan büyük bir kısmına yön veren bölgesel bir güç haline gelmiş ve 13.
yüzyılda gücünün doruk noktasına ulaşmıştı. Bir yandan yeni genişleme dalgalarıyla
Çad Gölü havzasındaki üstünlüğünü perçinliyor497, öte yandan, Fizan’ı kendi
495 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 80. 496 Wright, The Trans-saharan…, s. 28. 497 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 80-1.
143
çıkarları doğrultusunda498 yönetiyordu. Kanem’in Sahra-ötesi ticaret sisteminde
güçlenmesiyle İslam’ın saraydaki etkisi de giderek büyüdü. Ancak söz konusu İslam,
Sayfava Hanedanı ile Kanem’de etkin olmaya başlayan, geleneksel inanışlara ılımlı
İslam anlayışından farklıydı. Kanemli yöneticiler Fizan’ın fethiyle beraber İslam’ın
daha ortodoks yönüyle tanışmışlardı.499 İmparatorluğu en parlak zamanlarında
yöneten Mai Dunama (1210 - 1248) bu yeni İslam anlayışını hızla kabul edip
ülkesinde egemen kılmaya çalıştı. Hacca gidip Kahire’de Kanemli öğrencilerin
eğitimi için bir medrese inşa ettiren Mai Dunama geleneksel pratiklerin ve inanışların
terk edilmesi konusunda sürekli bir baskı uyguladı.500 Bu çerçevede, geleneksel
dinde merkezi bir yere sahip olan bir kültün kutsallığını çiğnemesi imparatorluğu
kriz dönemine soktu. Nitekim Mai Dunama’nın eylemi imparatorluğun hâlâ
geleneksel çok tanrıcılığı takip eden önemli kabilelerini yabancılaştırmış ve iç
çatışmaların önünü açmıştı.
Kanem, kabileler arası savaşı takiben 14. yüzyılda hızlı bir düşüş sürecine
girdi. Yüzyılın başında Fizan’daki egemenlik kaybedildi. Bunu imparatorluğun gerek
yerel halk gerek bölgeye yeni göç eden Arap kabileler üzerindeki kontrolünü
yitirmesi izledi.501 Çatışmalar, imparatorluğun üzerinde kurulduğu doğu
topraklarındaki güvenliği ortadan kaldırmış, başkent ayaklanan kabilelerin doğrudan
tehdidi altına girmişti. Bununla birlikte, veraset mücadeleleri ve kuraklaşma siyasi
498 Siyasi düzenin çöküşüne dek, Fizan’ın merkezi Garamantların son dönemlerinde yükselmeye başlayan Zuvila idi. Zuvila, Nil Vadisi’ne erişim olanağı sağlayan, kuzey doğu ekseni daha güçlü bir ticaret merkeziydi. 1172’de Fizan’daki yönetim çökünce Zuvila da düşüşe geçti. Kanemliler Fizan’ı kontrol etmeye başladıklarında bu durumu kendi lehlerine kullandılar. Murzuk ile Zuvila arasındaki Traghen’de yeni bir başkent kurarak Fizan’ı merkezden atanan bir vali eliyle yönettiler. Yaklaşık bir yüzyıllık yönetimleri sonrasında, Orta Sahra’daki ticaretin merkezi kuzey – güney eksenli Murzuk’a kaydı. Böylelikle, Çad Gölü Fizan arasındaki ticaret ilişkileri güç kazandı. 499 Insoll, “The Archaeology…”, s. 477. 500 Levtzion, “Islam…”, s. 80. 501 Austen, op. cit., s. 63.
144
otoritenin yeniden tesisini imkânsız hale getiriyordu. Bunun üzerine Sayfavalar, 14.
yüzyılın sonlarına doğru Çad Gölü’nün batısına göç ederek imparatorluğun Bornu
dönemini başlattılar. Ancak, göçün büyümesiyle yeni gelenlere karşı Bornu’da ciddi
bir direniş ortaya çıkınca, siyasi istikrarın yeniden tesis edilmesi 15. yüzyılın son
çeyreğini buldu 502 Bu tarihten sonra Bornu, Kanem’in köle ticareti üzerine inşa ettiği
devlet geleneğini sürdürmeye başladı. Nüfuz havuzu olarak Çad Gölü’nün
güneyindeki nüfus yoğun Firki yerleşimlerini kullanan503 Bornu, 16. yüzyılda kuzeye
doğru genişleyerek ticaret yolunun güneyindeki tekel konumunu yeniden kazandı.
(2) Hausaland: Kentleşme
Orta Sudan’daki yaşamın bir diğer odak noktası Çad Gölü ile Nijer Nehri
arasında yer alan Hausaland’dı. Volta Nehri ile Çad Gölü arasındaki bölge Sahra-altı
Afrika’nın en erken metalurjik gelişim merkezlerinden biridir.504 Söz konusu
bölgenin bir parçası olan Hausaland’daki ekonomik gelişimin önünü de özellikle
demir kullanımının yaygınlaşması açmıştı.505 Hausaland demir yatakları açısından
oldukça zengindi. Üstelik bu yatakların yakınındaki ormanlık alanlar büyük çapta
demirin eritilip işlenmesini mümkün kılıyordu. Bu sayede, tarımsal üretim hızla
büyüdü ve Hausaland kentlerinin çekirdeğini oluşturan yerleşimler ortaya çıkmaya
başladı. Bu yerleşimlerin temel gelir kaynakları tarıma ve hayvancılığa dayansa da,
başta tekstil ürünleri, deri ve maden işlemeciliği gibi zanaatlar zamanla Hausaland
502 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 81. 503 Ibid.,, s. 82. 504 Ibid., s. 79. 505 M. Adamu, “The Hausa and their neighbours in the central Sudan”, General History of Africa IV
Africa from theTwelfth to the Sixteenth Century, der., D. T. Niane, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1984, s. 295.
145
ekonomisinin önemli bir parçası haline geldi. Öyle ki, ürettikleri mamul malları Batı
Sudan’a pazarlayıp karşılığında tuz ve köle ihraç ediyorlardı.506
14. yüzyıldan itibaren Sudan jeopolitiğindeki değişimler Hausaland’ın ticari
önemini arttırdı. Mali, yüzyılın ortalarında Akdeniz dünyasını vuran veba salgının
paralel olarak bir düşüş sürecine girmişti. Kanem’de ise sonunda imparatorluğun
yeniden yapılandırılacağı bir iç savaş hüküm sürüuyordu. Sudan’ın geleneksel
imparatorluk alanlarındaki siyasi istikrarsızlıklar görece daha istikrarlı Hausaland’ı
yavaş yavaş bir ticari çekim merkezi haline getirdi. Batı Sudanlı ticaret diasporaları
14. yüzyılın ortalarından itibaren Hausaland’ın belli başlı yerleşimlerine göç etmeye
başladılar. 15. yüzyıldan itibaren bu diasporaların yeni altın kaynakları bulmak için
ticari faaliyetlerini daha doğudaki Volta nehri havzasına kaydırmaları, Hausaland ile
Batı Sudan arasındaki ekonomik ilişkileri yoğunlaştırdı.507 Öyle ki, 15. yüzyılın
sonlarına doğru ticaret diasporalarının artan göçleri sonucu Hausaland bir yandan
Songai’nin parasal sistemine dâhil oldu, öte yandan giderek İslamlaştı.508 Böylelikle,
Hausaland’ın büyüyen ekonomisi Batı Sudan üzerinden Sahra-ötesi ticaret sisteminin
bir parçası haline geldi.
Sudan ticaretinin odak noktalarından biri haline gelmesiyle Hausaland’daki
kentleşme süreci güç kazandı. Kano, Katsina, Gobir, Kebbi ve Zazzau gibi
yerleşimler 15. yüzyılda önemli kent devletlerine dönüşmüşlerdi.509 (Ek 18) Göçlerin
ve ticari genişlemenin bu dönüşümdeki payı büyüktü; ancak bu kent devletlerin 15.
yüzyıldan itibaren izledikleri yayılma ve köle emeğine dayalı tarımsal yapılar kurma
506 Austen, op. cit., s. 42. 507 Idem.. 508 Paul E. Lovejoy, “The Role of the Wangara in the Economic Transformation of the Central Sudan in the Fifteenth and Sixteenth Centuries,” The Journal of African History, Vol. 19, No. 2 (1978), s. 180. 509 Ibid.,, s. 186.
146
politikaları, kent ekonomilerin Hausaland’a yayılmasında da en az onlar kadar etkili
oldu. Söz konusu kentler güneye yaptıkları seferler sonucu ele geçirdikleri tutsakların
bir kısmını Sahra-ötesi ticaretle uğraşan tacirlere pazarlarlarken, geri kalanları
kentlerin etrafındaki kırsal bölgelere yerleştiriyorlardı. Tarımsal üretim artmaya
başlayınca hali hazırda göç alan kentlerin nüfusu hızla büyüdü. Bunun üzerine,
Hausalı çiftçiler güneye doğru göç edip yeni tarım alanları açtılar ve 16. yüzyılın
başında Hausaland’da büyük bir tarım bölgesi oluşturdular.510 Bu sayede, tarımsal
etkinlikle uğraşmadan geçimini sağlayan nüfus oranının büyümesi, kent
ekonomilerin iyiden iyiye serpilmesine yol açtı.511 Hausaland şimdi Sahra-ötesi
ticaret ağına eklemlenmiş, zengin bir hinterlanda sahip kentleşmiş bir bölgeye
dönüşmekteydi.
Her ne kadar bu kentler arasında belli bir hiyerarşik ilişki kurulmuşsa da,512
Hausaland’da batıdaki ya da doğudaki gibi bir siyasi merkezileşme ortaya çıkmadı.
Bu kentler, Sahra-ötesi ağlara daha ziyade kendi ürettikleri mamul malları pazarlayan
görece daha dengeli ekonomilerdi. Oysa batıdaki ve doğudaki imparatorluk
alanlarında ticaret büyük oranda altın ve köle gibi tek bir malın etrafında dönüyordu.
Bu mallardan elde edilen gelir kentleşmenin ve devletleşmenin çapını hızla
büyütmüş ve Sudan’ı Akdeniz dünyasına eklemlemişti. Fakat etkileri sadece bununla
sınırlı değildi: Altın ve köle, ticaretin yürütülüş şeklinden İslam’ın yayılmasına ve
devletleşmeye kadar Sudan’daki birçok farklı sürece şekil verdi.513 Öyle ki, Batı
Sudan imparatorlukları altın ticaretini sürdürebilmek için istikrarlı bir ortam
yaratmaya çalışırlarken, köle ticaretinden elde edilen gelire dayalı Kanem-Bornu’nun
510 Ibid., s. 187. 511 Idem.. 512 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 79. 513 Levtzion, Ancient…, s. 174-5.
147
politikası sürekli baskınlara dayanıyordu. Yine aynı mantık çerçevesinde, Batı Sudan
imparatorlukları ticari ağı genişletip İslamlaşmayı ve devletleşmeyi çevre bölgelere
yayarken, Kanem-Bornu köle havuzundan mahrum kalmamak için bu süreçlerin
önüne geçti. Yani 1500’lere gelindiğinde, Hausaland’ın yeni yeni palazlanan
kentlerini dışarıda bırakırsak, Sudan büyük ölçüde altın ve köle ticaretinden elde
edilecek gelirin maksimize edilme çabası çerçevesinde Akdeniz dünyasının bir
parçası oldu.
B. Hint Okyanusu Dünyası ve Doğu Afrika
Afro-Avrasya sisteminin en eski kentleri Hint Okyanusu’nun kuzey kıyılarında
kurulmuştur. Bu kentlere ev sahipliği yapan bölgeler arasındaki ilk ilişkiler Hint
Okyanusu’nu ekonomik bir dünya haline getiren bütünleşmenin de ilk adımlarıdır.
Kıyı şeridini takip eden gemiler Mezopotamya ile İndus kentlerinin ihtiyaçları
doğrultusunda bir mübadele ağı kurmuşlardı.514 Söz konusu ticaret ağı, M.Ö. birinci
bin yılda muson rüzgâr rejiminin işleyişinin çözülmesiyle büyümeye başladı.515
Ticari motivasyon büyüdükçe bu rüzgarlarla okyanusa açılan gemiler güzergâhlarını
muson rejimi çerçevesinde giderek genişlettiler. Böylece Hint Okyanusu kıyıları,
kuzeydeki kentleşmiş bölgelerin etrafında katmanlı bir bütünleşme süreci içerisine
girdi.
1. Doğu Afrika Kıyısı
Doğu Afrika kıyısı muson rejiminin temel parçalarından biridir. Kasımdan
ocak ayına kadar Asya’da oluşan yüksek basınç kuşakları nedeniyle Arabistan’dan
ve Batı Hindistan’dan Doğu Afrika’ya, Çin’den ise Güneydoğu Asya’ya doğru kuru
514 Alpers, op. cit., s. 22. 515 Ibid., s. 7.
148
rüzgârlar eser. Kış musonları denilen bu rüzgârlara kuzey güney yönlü yüzey
akıntıları da eşlik eder. Nisan ayından itibaren bu süreç değişir. Yüksek basınç
kuşakları güney yarımküreye kayınca rüzgârların ve akıntıların yönü kuzeye doğru
döner. Söz konusu mevsimsel döngü, Hint Okyanusu dünyasının iletişim ağının
temellerini oluştmuştur. Ancak, muson rejiminin de sınırları vardır. Örneğin Doğu
Afrika özelinde, muson rüzgârları ve onlara eşlik eden yüzey akıntıları Mozambik
Kanalı’nın kuzeyinde büyük ölçüde etkisini kaybeder. Ya da Kızıldeniz’in kuzey
kıyıları ve Basra Körfezi’nin büyük bölümü hâkim rüzgârların yönleri ve güçlü
gelgitler sebebiyle muson rejiminin ulaşım ağının kısmen dışında kalmıştır. Yine de
musonların mevsimsel döngüsünün keşfi, Hint Okyanusu havzasındaki kaynakların
kıyı ticaretinin kısıtlamalarından kurtulup okyanus-ötesine pazarlanabilmesinin
önünü açmıştır. Bu minvalde, Doğu Afrika kıyısının sosyo-ekonomik ve siyasi
kalıpları da büyüyen okyanus ötesi ilişkiler eşliğinde şekillenmiştir.
a. Hint Okyanusu Dünyasının Oluşumu
Her ne kadar kökleri M.Ö. üçüncü bin yıla dek uzansa da, Hint Okyanusu
dünyasının oluşumu açısından kilit dönem M.Ö. birinci bin yıldı. Muson
rüzgârlarının mevsimsel dinamiklerinin anlaşılmasının yanı sıra, Akdeniz ile Hint
Okyanusu arasındaki nihai bütünleşme süreci de M.Ö. birinci bin yılda başlamıştı.
Bu dönemde Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan büyük imparatorluklar her seferinde
hâkimiyetlerini doğuya doğru daha çok genişlettiler. Söz konusu süreç, Büyük
İskender’in fetihleri ile zirve noktasına ulaştı. Öyle ki, İskender sonrasında,
Kızıldeniz’i de kullanmaya başlayan Akdenizlilerin Hint Okyanusu’ndaki
mevcudiyetleri her geçen yüzyıl arttı.516 Ticari çıkara sahip aktörlerin çoğalması ve
516 Ibid., s. 28.
149
çeşitlenmesi Hint Okyanusu dünyasına büyük bir dinamizm kattı. Bu sayede dolaşım
ağları giderek büyüyünce, M.Ö. 1. yüzyılda, Doğu Afrika kıyısı Hint Okyanusu
dünyasının en batı ucu haline geldi.517
Doğu Afrika kıyısını Hint Okyanusu dünyasının ticaret ağlarına Güney
Arabistanlılar bağlamıştı. Mısır’ın Kızıldeniz limanlarından kalkan gemiler Doğu
Afrika’dan ziyade daha kısa sürede daha yüksek kârı garanti eden Hindistan
kıyılarına yelken açıyorlardı. Bu nedenle, Doğu Afrika kıyısının ticareti Kızıldeniz’in
kuzey kıyılarının aksine muson rüzgârlarından daha etkin yararlanan Güney
Arabistan ekseninde gelişti. Güney Arabistanlı tacirler, Lamu Takımadaları’nın
güneyindeki “Rhapta”ya dek uzanan kıyı şeridinden başta fildişi olmak üzere Hint
Okyanusu dünyasında çokça talep gören egzotik ürünler ihraç ediyorlardı.518 Ancak,
M.S. 3. yüzyılda Afro-Avrasya ticaret sistemi dağılma sürecine girince Hint
Okyanusu’ndaki dengeler de değişti. Hint Okyanusu dünyası İran’da Sasani,
Hindistan’da Gupta, Güneydoğu Asya’da Funan ve Afrika’nın Boynuz bölgesinde
Aksum gibi büyük devletlerin ortaya çıkışı sayesinde Akdeniz gibi bir çöküşe
sürüklenmemişti.519 Aksine ilişkiler Kızıldeniz’e de doğrudan etki edecek şekilde
yeni bir dinamizm kazanmıştı. Öyle ki, Kızıldeniz önce Aksum’un denetimi altına
girmiş, Sasaniler’in genişleme politikasını takiben büyük güçlerin bir rekabet alanı
haline gelmişti. Güney Arabistan bu süreçte ticari etkinliğini yitirince Doğu
Afrika’nın ilişkilerinin ekseni Basra Körfezi’ne kaydı.520 Siraf ve Sohar gibi Sasani
kentlerinin tacirleri, Doğu Afrika kıyısındaki ticaret üstünlüğünü Güney
517 Mark Horton ve John Middleton, The Swahili: The Social Landscape of Mercantile Society, Cornwall, Backwell Publishing, 2000, s. 31. 518 Alpers, op. cit., s. 36. 519 Ibid., s. 38-9. 520 Horton ve Middleton, op. cit., s. 37.
150
Arabistanlılardan devralıp ticaret ağını Mozambik kıyısına dek genişlettiler ve köleyi
ticaretin bir parçası yaptılar.521
Hint Okyanusu ticaretinin yoğunlaşması Doğu Afrika kıyısına sadece gemileri
çekmedi. Büyüyen ekonomik potansiyel kıyı şeridini M.Ö. birinci bin yılın
sonlarından M.S. birinci bin yılın başlarına dek bir göç noktasına dönüştürdü.
Özellikle Bantu dili konuşan toplulukların göç dalgası kıyı şeridindeki kültürel ve
sosyo-ekonomik yapıya doğrudan etki etmişti. Demir aletler kullanan bu çiftçiler
tarımsal altyapı güçlendirerek Doğu Afrika kıyısındaki yerleşik yaşamın gelişmesini
sağladılar. Tarımla uğraşanlara ek olarak, pastoral topluluklar da bu dönemde kıyı
şeridine göç ettiler.522 Öte yandan, bir başka göç dalgası okyanusun diğer ucundan
geldi. M.Ö. 100 ile M.S. 300/400 arasında Endonezyalılar okyanus akıntılarını
izleyerek Madagaskar’a göç etmeye başladılar.523 Endonezyalıların beraberlerinde
getirdikleri muz, hindistan cevizi, pirinç, yam ve taro gibi ürünler zamanla Doğu
Afrika’daki tarımsal üretimin kapsamını genişletti. Kitlesel göç dalgalarının yanı
sıra, Doğu Afrika kıyısına yerleşen bir tacir topluluğu da vardı. Basra Körfezi’nden
ya da Güney Arabistan’dan yola çıkan bir geminin ticaret döngüsünü tamamlaması
en azından bir yıl alıyordu. Bu süreçte, kıyı şeridinde kalan tacirler yerel halka yakın
ilişkiler kurarak günlük yaşamın bir parçası olmaya başladılar.524 Kültürel, siyasi ve
sosyo-ekonomik açıdan bir dönüşüm sürecinin önünü açan bu nüfus hareketleri,
521 Ibid., s. 73. 522 Adria Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism in Africa and the Indian Ocean World, A.D. 600–1500,” Archaeologies: Journal of the World Archaeological Congress, Vo. 4, No: 1(2008), s. 31. 523 Alpers, op. cit.,s. 38. 524 M.S. 40 ila 70 yılları arasında yazılan Periplus of Erythraean Sea adlı eserde, ticaret için Rhapta’ya
giden Arap tacirlerin burada yerel halkla evlilikler yaptıkları vurgulanmıştır. Beaujard, “ East Africa…”, s. 18.
151
Doğu Afrika kıyısında ticaretten beslenen kozmopolit bir toplumun ilk tohumlarını
attı.
b. İslam’ın Yükselişi ve Svahili
İslam’ın ve Tang Hanedanlığı’nın eşzamanlı yükselişleri Hint Okyanusu’nda
yeni bir dönem başlattı. İslam Halifeliği de Çin İmparatorluğu da uzun mesafe
ticaretini geliştirecek bir ekonomi politikası izliyorlardı. Özellikle Halifelik’in 8.
yüzyılın ortasında siyasi ve ekonomik merkezini Basra Körfezi’ne taşıması, Hint
Okyanusu ticaretine doğrudan etki etti. Nitekim Basra Körfezi’ndeki kentlerin yakın
çevresinden karşılanamayan ihtiyaçları ve kentli nüfusla beraber büyüyen lüks mal
talebi, Müslümanların okyanus-ötesi ticaret ağlarını giderek genişletmesine neden
oldu. Bunun üzerine Doğu Afrika kıyısı, Müslüman tacirlerin uğrak noktası haline
gelmeye başladı. Okyanus-ötesi ilişkiler yoğunlaştıkça ticaret gelirinden faydalanan
kıyı toplumu giderek iç bölgelerde yaşayanlardan farklılaştı. Doğu Afrika kıyısı bu
süreçte ayrı kültürel, siyasi ve sosyo-ekonomik bir birime dönüştü ve Arapça sahil
kelimesinden türetilen “Svahili” adını aldı. Yani Svahili’nin oluşumu Doğu Afrika
kıyısının Hint Okyanusu dünyasına eklemlenme sürecinin bir yansımasıydı.
(1) 700 – 1000: Basra Körfezi Dönemi ve Svahili’nin Ana
Hatları
8. yüzyılın başlarında Doğu Afrika kıyısında köy ölçekli birçok yerleşim vardı.
Bu yerleşimler tarımın yanı sıra avcılık, balıkçılık ve hayvancılık da yapan; maden,
taş ya da lif işlenen yerel üretim endüstrisine sahip küçük karma ekonomik
152
birimlerdi.525 Okyanus-ötesi ilişkiler vasıtasıyla ithal ettikleri mallar kıyı
yerleşimlerinin farklı bir maddi kültür geliştirmelerini sağlamışsa da, demir işleme
tekniklerinden, mimari ve seramik kültürüne dek birçok konuda iç bölgelerle hâlâ
ortak noktalar mevcuttu.526 Yani kıyı toplumu iç bölgelerden belli bir dereceye kadar
farklılaşmıştı. 8. yüzyılın ortalarından itibaren Hint Okyanusu ticaretinin yeni bir
büyüme evresine girmesi sonrasında, kıyı şeridi ile iç bölgeler arasında ciddi bir
uçurum oluşmaya başladı. Zira Sasanilerin ticaret ağlarını devralan Müslüman
tacirler Doğu Afrika kıyısını çok daha yoğun ve düzenli olarak ziyaret ediyorlar,
hatta kimileri bölgeye yerleşiyordu.
Müslüman tacirleri bölgeye çeken unsurlardan ilki köle ihtiyacıydı. Halifelik’in
merkezi Basra Körfezi’ne taşındıktan sonra bölgede yeni kentler kurulmuştu. Ancak,
kentleşmeyi destekleyecek kırsal bir gelişim için öncelikle bataklıkların kurutulması
gerekiyordu. Müslüman tacirler bunun için Zanzibar kıyılarından yapılan köle
ticaretini büyüttüler527; ta ki 868’de başlayıp yirmi yıl içinde doğrudan Bağdat’ı
tehdit edebilecek kadar güçlenen ünlü Zenc İsyanı’na kadar. Öte yandan, Doğu
Afrika kıyısı ile Basra Körfezi arasındaki ticari ilişkileri şekillendiren bir diğer unsur
kereste idi. Bağdat, Samarra, Siraf ve Sohar gibi kentlerin giderek büyüdüğü Basra
Körfezi taş ya da kereste gibi yapı malzemelerinden yoksundu. Müslüman tacirler 9.
ve 10. yüzyılda, söz konusu gereksinimi Lamu’nun ve Rufiji deltasının yoğun
kaynaklarından karşıladılar.528 Bunlara ek olarak, Müslüman tacirler başta fildişi
olmak üzere egzotik malların ticaretini de yaptılar. Ancak, bu mallar tüketimden
ziyade okyanus-ötesi ticaret ağlarına katılmak için kullanılıyordu. Özellikle Hint ve
525 Laviolatte, op. cit., s. 33. 526 Ibid., s. 30. 527 Horton ve Middleton, op. cit., s. 73. 528 Ibid., s. 76.
153
Çin kentlerinde çokça talep gören fildişi Müslüman tacirler tarafından Hint
Okyanusu’nda yeniden pazarlanıyordu.529 Okyanusun iki ucunda eşzamanlı olarak
büyüyen kent ekonomilerin yarattığı dinamizm, 10. yüzyıla gelindiğinde, Doğu
Afrika kıyısını düzenli ve yoğun ilişkiler kurduğu Basra Körfezi üzerinden ticaret
sisteminin bir parçası yaptı.
Doğu Afrika kıyısının okyanus-ötesi ilişkileri bu dönemde kıyı açıklarındaki
adalar üzerinden yürütülüyordu. Müslüman tacirler Shanga, Manda, Pate, Pemba,
Zanzibar, Mafia ve Kilve gibi kıyı açıklarındaki adalara yerleşerek sürekli ticaret
merkezleri kurmuşlardı.530 Gerek göçmenler gerek din değiştirenler sayesinde İslam
bu yerleşimlerde toplumsal yapının bir parçası olmaya başladı.531 Öte yandan, bin
yılın sonlarına doğru, ticarete katılan bu yerleşimlerden bazıları giderek büyüdü ve
kentleşti.532 Ancak bu durum, Doğu Afrika kıyısında okyanus-ötesi ilişkileri tekeline
alacak bir devletleşmeye yol açmadı. Zira bölgenin geniş çaplı bir merkezileşmenin
önünü açacak toprak gelirinden yoksun olması, ticari çıkarın siyasete yön vermesine
olanak sağlamıştı. Bu sayede, yeni yeni palazlanmaya başlayan kentler birbirinden
bağımsız olarak yönetildiler. Yine de, kıyı şeridinin farklı kesimleri ya da kentleri
farklı dönemlerde daha ön plana çıktı. Bunlardan ilki, M.S. birinci bin yılın sonlarına
doğru kıyı ticaretinin odak noktasına yerleşen Pemba idi.533
529 Ibid., s. 75-6. 530 H. Neville Chittick, “The East Coast, Madagascar and the Indian Ocean”, der., Roland Oliver, The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 187. 531 Horton ve Middleton, op. cit., s. 116. 532 Laviolatte, op. cit., s. 27. 533Adria LaViolette ve Jeffrey Fleisher, “The Urban History of a Rural Place: Swahili Archaeology on Pemba Island, Tanzania, 700-1500 AD,” The International Journal of African Historical Studies, Vol. 42, No: 3(2009), passim.
154
Kısacası, bin yılın sonlarına doğru Svahili’yi şekillendiren üç ana etken; ticaret,
İslam ve kent-ekonomisi Doğu Afrika kıyısında giderek yayılıyordu. Öyle ki, M.S.
birinci bin yılın sonlarına doğru kıyı şeridinin kuzey doğu kısmında Kisvahili adında
yeni bir dil ortaya çıkmıştı.534 “Kıyı dili” anlamına gelen Kisvahili’nin omurgasını
Bantu dili meydana getiriyordu. Ancak, Kisvahili’yi öteki Bantu dillerinden ayıran,
başta Arapça’dan olmak üzere, okyanus-ötesi ilişkiler vasıtasıyla Asya dillerinden
edindiği yeni kelimelerdi. Ticari ilişkilerle beraber ortaya çıkan bu dil yine ticaretle
yayıldı. Okyanus-ötesi ticaretin hacmi büyüdükçe Kisvahili güneye doğru yayılarak
Doğu Afrika kıyısının “lingua franca”sı haline geldi.
(2) 1000 - 1500: Kızıldeniz Dönemi ve Svahili’nin
Doğuşu
Hint Okyanusu dünyası 10. yüzyılda önemli bir dönüşüm sürecine girdi. Tang
Hanedanlığı yüzyılın başında düşmüştü; Halifelik’in merkezi otoritesi ise giderek
zayıflıyordu. Okyanus-ötesi ticaretteki iki büyük gücün düşüşleri batıda ve doğuda
farklı sonuçlar doğurdu. Batıda Mısır’ı fetheden Fatimiler Bağdat’a karşı Kahire’yi,
Basra Körfezi’ne karşı Kızıldeniz’i ön plana çıkarmaya başladılar. Üstelik 976’daki
deprem sonucu Basra Körfezi’nin en önemli limanlarından biri olan Siraf’ın büyük
oranda yıkılması Fatimilerin Kızıldeniz’i batı – doğu ticaretinde ana arter yapma
politikalarına güç kazandırmıştı.535 Öte yandan, yaklaşık elli yıllık bir iç karışıklık
döneminden sonra 960 yılında Çin’de siyasi istikrar yeniden tesis edilmişti.
İmparatorluğu birleştiren Song Hanedanı yeni bir ekonomik atılım dönemi başlattı.
Kentleşmenin, üretimin ve ticaretin hızla büyüdüğü bu dönemin etkileri o denli
büyük oldu ki, başta Hint Okyanusu dünyası olmak üzere sistemin tümünde benzer
534 Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 30. 535 Chaudhuri, op. cit., s. 49.
155
etkiler yarattı. Bu sayede, Doğu Afrika kıyısının okyanus-ötesi ticaret gelirine dayalı
Svahili toplumu etkisini giderek genişletti. (Ek 19)
Fatimilerin Mısır’ı fethi sonrasında batıdaki güç dengeleri değişmeye başladı.
Gerek Basra Körfezi’nin düşüşü gerek Akdeniz’in ekonomik açıdan kıpırdanmaya
başlaması Fatimilere Mısır’ı yeniden uluslararası sistemin merkezlerinden biri yapma
olanağı tanımıştı. Bunun için Kızıldeniz’in yeniden batı – doğu ticaretinde ana bir
arter haline gelmesi ve Mısır gemilerinin Hint Okyanusu ticaretine doğrudan
katılması gerekiyordu. Bu nedenle, Doğu Afrika kıyısı Fatimilerle beraber giderek
Mısır’ın etkisi altına girdi. Fatimi ticaretine şekil veren iki temel mal vardı: Altın ve
fildişi. 10. yüzyılın sonlarından itibaren, Bizans’tan Kuzey Afrika’ya, Endülüs’ten
Sicilya’ya dek, Akdeniz’de fildişine karşı büyük bir talep oluşmuş; bunun üzerine
Fatimiler, öteki Sahra-altı kaynaklara oranla kalite bakımından daha üstün olan Doğu
Afrika fildişini Kızıldeniz vasıtasıyla Akdeniz’de pazarlamaya başlamışlardı.536 Öte
yandan, Hint Okyanusu ticaretini finanse etmek için yeni altın kaynaklarına ihtiyaç
duyan Fatimiler, Mısır’a taşındıktan sonra siyasi ve ekonomik başarılarını borçlu
oldukları Batı Sudan altınına erişim kapasiteleri zayıfladığı için bir yandan
Nübya’daki altın madenlerini yeniden açarken, diğer yandan Doğu Afrika kıyısından
altın ihraç ettiler.537
Aslına bakılırsa, Fatimiler’in Doğu Afrika kıyısı ile ilişkilerinin büyük kısmı
doğrudan değildi, Kızıldeniz’deki ticaret merkezleri üzerinden yürütülüyordu.
Fatimilerin Hint Okyanusu ticareti daha ziyade Hint kıyıları eksenliydi; çünkü
Kızıldeniz limanlarından demir alan Mısır gemileri, Doğu Afrika kıyısındansa bir
536 Horton ve Middleton, op. cit., s. 79-80. 537 Ibid., s. 79.
156
sezon içerisinde varabilecekleri Hint kıyılarını tercih ediyorlardı. Bu nedenle, Doğu
Afrika kıyılarıyla ticari ilişkiler Mısır gemilerinin antrepo olarak kullandıkları
Aden538 gibi Güney Arabistan kentleri üzerinden yürütüldü. Nitekim Doğu Afrika
altını önce Güney Arabistan’a aktarılıyor, Athar gibi limanlarda para haline
getirildikten sonra Hint Okyanusu dünyasına sokuluyordu.539 Kızıldeniz merkezli bu
ilişkilerin yoğunlaşmasıyla 12. yüzyılda, Doğu Afrika kıyısının kuzeyinde Mogadişu,
Merca, Brava, Malindi ve Mombasa gibi önemli liman kentleri ortaya çıktı.540 Hatta
Mogadişu 1150 – 1250 arasında altın ticaretini kontrol ederek kıyı şeridinin en
önemli ticaret merkezi haline gelmişti.541 Altın ve fildişi merkezli bu ticaret, Doğu
Afrika kıyısını Güney Arabistan ve Hint kıyılarından oluşan Mısır’ın üçlü ticaret
sisteminin bir parçasına dönüştürmeye başladı.
Okyanus-ötesi talebin bel kemiğini oluşturan altın ve fildişi gibi mallar
çoğunlukla Zambezi ile Limpopo nehirleri arasındaki bölgeden çıkarılıyor, buradan
okyanus kıyısındaki Sofola’ya taşınıyordu. 12. yüzyıldan itibaren iç bölgelerdeki
altın ve fildişi üretimini ve ticaretini örgütleyen devletleşme süreci Büyük Zimbabve
ile yeni bir safhaya geçince Sofola’da biriken değerli mallar da giderek arttı.542
Ancak Sofola, coğrafi konumu gereği muson rüzgârlarından yeteri kadar
faydalanamadığından okyanus-ötesiyle cılız ilişkilere sahipti. Bu nedenle, gemilerin
tek sezon içerisinde erişebildiği en güneydeki yerleşim olan Kilve, 12. yüzyıldan
itibaren Sofola ticareti üzerinde hâkimiyet kurdu ve burada biriken değerli malların
Hint Okyanusu ticaretine girdiği ideal bir liman kenti haline gelmeye başladı.
538 Alpers, op. cit., s. 54. 539 Horton ve Middleton, op. cit., s. 79. 540 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 197. 541 Kearney, op. cit., s. 85. 542 Collin ve Burns, op. cit., s. 166.
157
Özellikle altın ticareti üzerinde tekel kuran Kilve, 13. yüzyılın ortalarından itibaren
Mısır ticaret sisteminin Afrikalı aracısı konumuna yükseldi.543 Ticaretin iki ucu olan
Mısır ve Hint kıyıları haricinde, bu ilişki ağının en tepesinde Güney Arabistan
kentleri bulunuyordu; Kilve ikinci, Sofola üçüncü, iki kent arasındaki limanlar ise
dördüncü sırada yer alıyordu.544
Okyanus-ötesi ilişkiler yoğunlaştıkça Svahili kentleri, Hint Okyanusu’nun
hiyerarşik ticaret sisteminin sadece bir parçası olmakla kalmadılar, uygulayıcısı da
oldular. Nitekim Svahili kentleri de Hint Okyanusu’ndakine benzer bir eşitsiz ilişki
üzerine inşa edilmişti. Kıyı toplumunun esas refah kaynağı okyanus-ötesi ticarette
her daim talep gören köle, altın ve fildişi gibi mallardı. Ne var ki, bu mallar kıyı
şeridinde değil, ekonomik ve toplumsal açıdan her hangi bir değer atfedilmeyen iç
bölgelerde bulunuyor; buralarda yaşayan topluluklar ise demir, tuz ve bakır talep
ediyorlardı.545 Svahili, bu iki bölgenin farklı taleplerini karşılayıp kârı maksimize
edebileceği bir ticaret sistemi kurdu. Altını ya da demiri değerli ya da değersiz yapan
toplumsal olarak belirlendiğinden, bu sistemin mantığı iç bölgelerdeki sosyo-
ekonomik yapının değişmemesine dayanıyordu. Bu nedenle, ne İslam’ın ne okyanus-
ötesinden sağlanan mamul malların iç bölgelere yayılmasına izin verildi.546 İslam
okyanus-ötesi ilişkilere yön veren Svahili toplumuna özgü kaldığı gibi, iç bölgelerin
talepleri kentlerde üretilen mamul mallarla karşılanıyordu. Öyle ki, Svahili
kentlerinde yerel hammaddelerden yararlanarak ipek ve tekstil ürünlerinden takılara,
boncuklara kadar geniş bir yelpazede mallar üreten büyük bir endüstriyel kompleks
543 Kearney, op. cit., s. 86. 544 Curtin, op. cit., s. 39-40. 545 Horton ve Middleton, op. cit., s. 99. 546 Ibid., s.89-90.
158
gelişmişti.547 Bu sayede Svahili toplumu, ticareti oldukça kârlı hale getiren farklı
değer sistemleri arasındaki konumunu koruyabildi.
Söz konusu ticaret sistemi sayesinde Kilve 14. yüzyılda gücünün zirvesine
ulaştı. Altın ve fildişi ticaretini tekelleştirip Aden üzerinden Hint Okyanusu
dünyasına pazarlayarak büyük bir zenginlik biriktirdi. Kilveli yöneticiler yüzyılın
başlarından itibaren para basmaya başlamış, kente bu zenginliğin bir yansıması
olarak taştan büyük bir cami ve saray inşa ettirmişlerdi. Kilve’nin gelişen refahında
ve üstünlüğünde ifadesini bulan 14. yüzyılın büyüyen ticareti, aynı zamanda Doğu
Afrika kıyısının İslamlaşma sürecinin de tamamlanmasını sağladı.548 Ancak, 14.
yüzyılın ortalarında gerek iklimsel bozulmalar gerek veba salgını sonucu uluslararası
ticaretin sert bir düşüşe geçmesiyle durum değişti. Kilve, nüfusunun önemli bir
kısmını kaybetti549; hatta 1374’ten sonra para basmayı bıraktı.550 Kilve üstünlüğünü
kaybedince 14. yüzyılın ikinci yarısında ticaretin büyük kısmı başta Mombasa551
olmak üzere Pemba ve Mogadişu gibi limanlara sahip kuzey kıyısına kaydı.552 Her ne
kadar, 15.yüzyılın başında Kilve ticari ilişkilerini yeniden geliştirmeye başlamışsa
da, bu kez ortakları sadece Müslüman tacirler değildi.
Müslüman tacirlerin uluslararası ticaretteki konumları bir süredir bariz şekilde
zayıflıyordu. Özellikle 13. yüzyılın ortalarından itibaren, gerek teknolojik gerek
ekonomik atılımları sayesinde Avrupa, Hindistan ve Çin, İslam’ın egemen olduğu
547 Ibid., s. 201. 548 Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 39. 549 Horton ve Middleton, op. cit., s. 80. 550 Beaujard, “East Africa…”, s. 26. 551 Michael Pearson, Port cities and Intruders The Swahili Coast, Indıa, and Portgual in the Early Modern Era, John Hopkins University Press, 1998, s. 43. 552 Insoll, “The Archaeology…”, s. 462.
159
eski uygarlık sahasını geride bırakmışlardı.553 Nitekim 13. yüzyılın sonlarından
itibaren Arap Denizi olarak bilinen Hint Okyanusu’nun kuzey batı kesiminde ticari
üstünlük Hint tacirlerine geçmişti.554 Giderek Batı Hint Okyanusu’nun genelinde
etkin olmaya başlayan bu resim, 15. yüzyılda Doğu Afrika ticaretine de yansıdı.
Şimdi okyanus-ötesi ticareti Malindi, Mombasa, Kilve ve Pate gibi başlıca liman
kentlerine yerleşen Hint ticaret diasporaları kontrol etmeye başlamıştı.555 Bir yandan,
Hint tacirleri Doğu Afrika kıyısının liman kentlerini tekstil ürünleriyle doldururken,
öte yandan, Çin malları kıyı kentlerinin ana ithalat ürünleri haline geldi.556
Böylelikle, Müslüman tacirlerin etkin olduğu dönem, Avrupalıların Hint Okyanusu
dünyasına dâhil olmasından hemen önce sona ermiş, Doğu Afrika kıyısı okyanus-
ötesi ticaretin öteki merkezleriyle ilişkiler kurmaya başlamıştı.557
2. Zimbabve Platosu
Daha önce belirtildiği gibi Hint Okyanusu ticaretinin temel talepleri, Limpopo
ile Zambezi nehirleri arasında yer alan Zimbabve Platosu’ndan ve çevresinden temin
ediliyordu. Güneydeki Orta Limpopo havzası büyük fil sürülerine ev sahipliği
553 Curtin, op. cit., s. 121. 554 Ibid., s. 122. 555 Horton ve Middleton, op. cit., s. 82. 556 Mitchell, op. cit., s. 99-135. 557 Aradan geçen bin beş yüz yıl sonunda, Doğu Afrika kıyısı tamamen kent ekonomilerinin etkisi altına girdi. Her ne kadar, köylü nüfus hâlâ çoğunluğu oluşuruyorsa da ekonomiye kırk kadar kent şekil veriyordu. Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 31. Collins ve Burns, op. cit., s. 104. Birbirlerinden bağımsız olarak yönetilen bu kentleri bir araya getiren Svahili olarak bilinen kültürel ve toplumsal yapı idi. “KiSvahili” dili konuşan kıyı şeridinin kentli toplumları kendilerini iç bölgelerde yaşayanlardan (Mijikenda) ve kölelerden ayırt etmek için “VaSvahili” olarak adlandırıyorlardı. Tepesinde zengin tacirlerin bulunduğu oldukça katmanlı bir sosyo-ekonomik yapıya sahiplerdi ve İslam bu yapının temel taşlarından biriydi. Svahili toplumu Müslümanlaşarak sadece kültürel olarak farklılaşmamıştı; aynı zamanda, okyanus-ötesi ticaret ağlarına dâhil olmuştu. Dolayısıyla, Svahili toplumu için kentli olmak (utamaduni), kentli olmayan, barbarlar (vashenzi) karşısında kültürel ve ekonomik bir üstünlük anlamına geliyordu. Horton ve Middleton, op. cit., s. 115. Kentli toplumlar Svahili olmayı tekelleştirerek iç bölgelerle okyanus arasında aracılık rollerini korumuşlar; bu sayede, Doğu Afrika kıyısını Hint Okyanusu dünyasının bir orta bölgesi haline getirmişlerdi.
160
yaparken, platonun batısında geniş altın yatakları bulunuyordu. Bununla birlikte
Zimbabve Platosu, Doğu Afrika’nın iç bölgelerindeki öteki kısımlara kıyasla insan
yaşamına oldukça uygundu. 500 ila 1000 metre arasında değişen yüksekliği
sayesinde insanlara ve evcil hayvanlara çeçe sineklerinin bulunmadığı sağlıklı bir
yaşam ortamı sağlıyordu. Ayrıca ılıman bir iklime ve verimli topraklara sahipti.
Ancak, gerek tahmin edilemez yağışlar gerek toprakların sürekli yeni ekim alanları
açılmasını gerektiren kısa dönemli verimlilikleri istikrarlı bir tarımsal üretimin önüne
geçiyordu. Bu nedenle, bölgede yaşayan topluluklar sürekli bir kıtlık ve kuraklık
tehdidine karşı örgütlü bir ekonomik yapı kurmak zorunda kalmışlar ve toplumsal
farklılaşmanın ilk görüngülerini ortaya koymuşlardır. Bu süreç kıyı şeridinin
okyanus-ötesi ilişkilere eklemlenmesiyle git gide derinleşmiştir.
a. Sosyo-ekonomik Gelişimin İlk Aşamaları: Orta Limpopo
Doğu Afrika kıyısındaki ticaret ağı 9. yüzyılda güney kıyılarına dek varmıştı.
Chibuene, Dundo ve Imhambane gibi yerleşimler sayesinde kıyı ticareti Limpopo
vadisine erişim sağlayan Cape Correntes’e dek uzanıyordu.558 Ticari ilişkilerin
vadinin içlerine dek yayılması, 9. yüzyıldan itibaren Orta Limpopo’da Shroda ve
Pont Drift gibi yerleşimlerin kurulmasını tetikledi.559 10. yüzyılın başında Zhizo
topluluklarını Orta Limpopo’ya çeken muhtemelen büyüyen bu ticaret ağı idi.
Zhizolar bu nedenle tarımsal üretimden ziyade kıyı ticareti için fil avlayabilecekleri
bölgelerde yerleşimler kurdular.560 Zaten Limpopo havzası bu dönemde sürekli
tarımsal üretimi destekleyecek iklimsel şartlardan ziyade büyük fil sürülerinin
yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak bir ekolojik yapıya sahipti. Nitekim Shroda
558 Ibid., s. 100. 559 Idem.. 560 Thomas N. Huffman, “Mapungubwe and Great Zimbabwe: The origin and spread of social complexity in southern Africa,” Journal of Anthropological Archaeology, vol. 28 (2009), s. 42.
161
yaklaşık beş yüz kişiye ev sahipliği yapan, başta fildişi olmak üzere ihraç mallarının
toplandığı mütevazı bir ticaret merkezi haline geldi.561 Shroda’da biriken ithal mallar
buradan diğer yerleşimlere dağılıyordu.562
Zhizolar kıyı eksenli ticareti yaklaşık yüz yıl boyunca kontrol ettiler. Ancak,
büyüyen refahları bölgeye yeni toplulukları çekince Zhizo’ların siyasi ve kültürel
varlıkları 11. yüzyılın başlarında sona erdi. Kıyı ticaretinin merkezi şimdi Şona dili
konuşan toplulukların kurduğu Bambandyanalo’ya kaymıştı.563 Bambandyanalo
döneminde Orta Limpopo’daki toplumsal farklılaşma süreci bir üst seviyeye geçti.
Zira ikinci bin yılın giderek büyüyen okyanus-ötesi ticareti, kıyı ile iç bölgeler
arasındaki ilişkileri kontrol eden seçkinlerin ellerinde biriken refahın artmasına yol
açmıştı. Üstelik kıyı ticareti üzerinde sıkı bir denetim kuran Bambandyanalo’nun
seçkin sınıfı, Svahili sistemine benzer şekilde, ithal malların dağıtımını engelliyor,
ancak bu mallar yeniden biçimlendirildikten sonra ticaretine izin veriyordu.564
Bambandyanalo üretimi olan mallar sadece iç ticarette değil geniş bir bölgedeki
yerleşimlerle kurulan ticari ilişkilerde de kullanılıyordu.565 Bambandyanalo‘nun
yönetici seçkinleri bu yolla sadece yerel değil, kıyı ile iç bölgeler arasındaki ticareti
kontrol eden, Hint Okyanusu dünyasının hiyerarşik mantığını iç bölgelere genişleten
bölgesel bir güce dönüştüler.
Her ne kadar, hayvancılık ve tarım önemli gelir kaynakları olsa da Orta
Limpopo’da siyasete artık giderek artan derecede ticaret yön veriyordu. Özellikle
561 Thomas N. Huffman, “Mapungubwe and the Origins of the Zimbabwe Culture,” Goodwin Series, Vol. 8, African Naissance: The Limpopo Valley 1000 Years Ago. (Dec., 2000), s. 19. 562 Ibid., s. 20. 563 Huffman, “Mapungubwe and Great…”, s. 42. 564 Huffman, “Mapungubwe and the Origins…” s. 20. 565 Idem..
162
Hint Okyanusu dünyasının fildişine karşı gösterdiği rağbet Orta Limpopo’da siyasi
merkezileşmenin önünü açmıştı. Öyle ki, ticari geliri tekelleştiren seçkinlerin siyasi
otoritesi görülmemiş bir seviyeye ulaştı ve 13. yüzyılın başında Bambandyanalo
Mapungubve için terkedildi. Yaklaşık bir kilometre ötedeki Mapungubve’yi özel
kılan yerden keskin bir şekilde yükselen ve üst tarafı yerleşilecek denli düz olan
büyük taştan tepesi idi. Yönetici sınıf Orta Limpopo’daki farklılaşma sürenin olgusal
bir yansıması olarak tepenin üstüne yerleşirken halk yaşamını aşağıda sürdürdü.
Üstelik Mapungubve’de yönetenlerin yaşadıkları kesim ile sıradan halkı birbirinden
ayıran taştan duvarlar inşa edildi. Dolayısıyla, Mapungubve yeni bir sosyo-ekonomik
ve politik düzen için kurulmuş, Bambandyanalo da bunun için terkedilmişti.566
Nitekim nüfusu 5000’e kadar yükselen Mapungubve Doğu Afrika’nın iç
bölgelerindeki kentsel gelişimin öncül bir örneği haline geldi.567 Üstelik sadece bir
kent devlet değil, yaklaşık otuz bin kilometre karelik bir alanı kontrol eden krallığın
başkentiydi.568 (Ek 20)
b. Kuzeye Kayış: Zimbabve Platosu ve Zambezi Havzası
Bambandyanalo’da başlayıp Mapungubve’deki taştan yapıların inşasına dek
uzanan bu yeni siyasi kültür Zimbabve Platosu’nda giderek yayıldı. 13. yüzyılda
Mapungubve’nin hegemonyasına meydan okuyan ciddi bir rakip ortaya çıktı.
Limpopo ile Zambezi nehirleri ortasında, tarım ve hayvancılık açısından oldukça
verimli bir alanda kurulan Büyük Zimbabve569 kıyı şeridindeki Svahili yerleşimleri
ile altın ağırlıklı bir ticaret yapıyordu. Ancak, Büyük Zimbabve altın yataklarını
doğrudan kontrol etmedi, Sabi Vadisi aracılığıyla batıdaki altın yatakları ile Svahili
566 Huffman, “Mapungubwe and Great…”, s. 44. 567 Connah, op. cit., s. 158-9. 568 Huffman, “Mapungubwe and Origins…”, s. 22-3. 569 Büyük Zimbabve, “dzimba dza mabwe”, yani taştan evler anlamına gelmekteydi.
163
kentleri arasındaki ticareti örgütlemekle yetindi. Mallar önce Büyük Zimbabve’ye
geliyor, ardından yaklaşık dört yüz kilometre doğudaki Sofola‘ya, oradan da Sofola
ticaretini kontrol eden Kilve’ye aktarılıyordu.570 Hint Okyanusu’nda Doğu Afrika
altınına talep arttıkça Mapungubve’nin fildişi Büyük Zimbabve’nin altınıyla rekabet
edemez hale geldi. Bu nedenle, Mapungubve’nin ekonomik refahını ve siyasi gücünü
borçlu olduğu ticaretin ekseni 13. yüzyılın ortalarından itibaren kuzeye kaydı.
Nitekim Büyük Zimbabve, 1250 – 1350 arasında Kilve ile eşzamanlı olarak gücünün
doruk noktasına ulaştı.571
Okyanus-ötesinin büyüyen altın talebi sayesinde 13. yüzyılda hızla gelişmeye
başlayan Büyük Zimbabve,572 başlangıçta seçkinlerin yaşadığı sarp tepelik alanın
duvarlarla kabaca çevrildiği bir yerleşimdi. Altın ticaretinden elde edilen gelir çok
daha kompleks bir toplumun önünü açınca yerleşim de giderek büyüdü. Temelde
seçkinlerin evlerini çevrelemek için üç ana gruba ayrılan taştan yapılar inşa edildi:
Tepenin üzerindeki birbirine bağlı bir dizi taş duvar, vadideki büyük taş duvar ve
vadideki öteki küçük taş duvarlar.573 Bu duvarların hiç biri savunma amaçlı değildi;
aksine, Büyük Zimbabve’nin refahını ve gücünü yansıtan anıtsal yapılar olarak inşa
edilmişlerdi. Özellikle vadideki 244 metre uzunluğunda, 5 metre kalınlığında, 10
metre yüksekliğindeki büyük duvar bir milyonu aşkın taşın işlenmesi sonucunda son
halini almıştı. Kısacası, Büyük Zimbabve altın ticaretinin getirdiği refahla yaklaşık
on sekiz bin kişilik nüfusu ve büyük anıtsal yapıları ile öncülünden çok daha büyük
ve görkemli bir kent haline geldi.
570 Connah, op. cit.,s. 161. 571 Horton ve Middleton, op. cit, s. 101. 572 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 202. 573 Connah, op. cit, s. 159.
164
Ne Mapungubve ne Büyük Zimbabve taş yapıların merkezinde yer aldığı siyasi
kültürü temsil eden tek örneklerdi. Bu kültür Zimbabve Platosu’nun üç yüzden fazla
yerinde kullanılıyordu ve Büyük Zimbabve de bu yerleşimler ağını yöneten devletin
merkeziydi.574 Söz konusu devlet Kilve’yi düşüşe sürükleyen 14. yüzyılın
ortalarındaki sistemik kriz sonrasında zayıflamaya başladı ve 15. yüzyılda yerini
Torva ve Mutapa krallıklarına bıraktı. Torva Krallığı’nın başkenti Khami yedi bin
kişilik nüfusuyla Zimbabve Platosu’nun ikinci büyük kentiydi.575 Kıyı ile ilişkileri
kontrol eden seçkin bir sınıfa sahip de olsa, kıyı ticaretinin büyük kısmını Torva
değil, Zambezi’nin verimli havzasını kontrol eden Mutapa Krallığı yönlendirdi.
Kilve’nin yerini başta Mombasa olmak üzere kuzeydeki liman kentlerine
bırakmasına paralel olarak Zimbabve Platosu’ndaki ticaretin odağı da kuzeydeki
Zambezi’ye kaymıştı.576
1497’de Ümit Burnu’nu dönen üç Portekiz gemisi Hint Okyanusu’nda yeni bir
dönemin kapısını araladı. Portekizililer, Hint Okyanusu’nun ticaretin mantığına göre
işleyen sistemini, zorla yönetmeye dayalı bir strateji yoluyla değiştirmeye çalıştılar.
Bu stratejinin ilk ayağı Doğu Afrika’da yürütüldü. 1503’te Sofala’yı, 1505’te
Kilve’yi işgal edip Delgado Körfezi’nin altın ve fildişi temin edebilecekleri güney
kısmını kontrol etmeye başladılar. Zira Hint Okyanusu’nun kârlı ticaret ağına dâhil
olmak isteyen Portekizliler bunun fildişinden ve altından geçtiğini kısa sürede
anlamışlardı. Yine de bununla yetinmediler: 1510’da Goa, 1511’de Malakka, 1515’te
ise Hürmüz gibi okyanus-ötesi ilişkilerde kilit öneme sahip kentleri ele geçirdiler.
Hint Okyanusu’nda Portekizililerle beraber başlayan bu dışardan müdahale dönemi
574 Collins ve Burns, op. cit., s. 168. 575 Ibid., s. 170. 576 Connah, op. cit, s. 162.
165
Svahili’nin iç bölgelerle okyanus arasında kurduğu ticaret sistemini ciddi şekilde
zayıflattı; hatta birçok yönden sona erdirdi.577 Zira Portekiz Svahili tacirlerinin altın
ve fildişi gibi malların alışverişini yapmasını ya da Portekiz’e düşman gemilerle
ticari ilişkiler kurmasını yasaklamıştı.578 Zambezi ile Limpopo nehri arasındaki Şona
Krallıkları için ise değişen pek bir şey olmadı. Mutapa Krallığı altın, fildişi gibi
ürünleri şimdi Svahili tacirlerine değil de Portekizli tacirlere pazarlıyorlardı. Öyke ki,
Şona Krallıklları579 için belki de değişen tek şey 16. yüzyılın sonuna doğru Svahili
tacirlerinin Zambezi havzasındaki etkinliklerini tamamen yitirmeleri, yerlerini yerel
halkla karışan Portekizlilerin, yani “prazeiros”ların almaya başlamasıydı.
577 Horton ve Middleton, op. cit., s. 103. 578 Pearson, op. cit., s. 131-2. 579 Mapungubve, Büyük Zimbabve ve Mutapa’yı kuranlar Şona dili konuşan halklar olduğu için Şona krallıkları da denir.
166
SONUÇ
Yaklaşık üç bin yıllık eklemlenme sürecinin Afrika üzerindeki etkilerine
geçmeden önce, sistemin modern dönemde geçirdiği dönüşümü inceleyerek daha
isabetli sonuçlara ulaşabiliriz. Aslında değişen tek şey Afro-Avrasya sisteminin
kuzeybatısındaki Avrupa’nın 12.yüzyıldan itibaren para ekonomisine geçmesiyle
hızla bir dünya-ekonomiye dönüşmesi ve yepyeni bir dinamik yakalamasıydı. Orta
Avrupa’daki madenlerde üretilen gümüş ve Sahra-altı Afrika’dan ithal edilen altın
Avrupa’daki fiyatları bir yükselme periyoduna soktu. Söz konusu süreç,
Amerikalar’dan Avrupa’ya akan altın ve gümüşün parayı ucuzlattığı dönemle doruk
noktasına ulaştı.580 Bu, Avrupa'da fiyatlar artarken ücretlerin ve kiraların durağan
kaldığı bir fiyat devrimine yol açtı. Özellikle uzun mesafeli ağları kontrol eden ticari
kapitalizm bu sayede birikim yapma olanağı buldu.581 Böylece, kapitalizm 16.
yüzyılda sosyo-ekonomik örgütlenmedeki tek baskın biçim halinde ortaya çıktı ve
sistemin tamamını etkisi altına aldı:
“Bunun işaret ediyor gözüktüğü şey, buradaki kritik faktörün Marks’ın
da dediği gibi başlangıcı “16. yüzyılda dünyayı kapsayan bir ticaret ve
‘pazar’ın oluşmasına dayandırılabilecek bir kapitalist sistemin ortaya çıkıyor
olmasıydı. Bu noktadaki en önemli unsur, kapitalizmin ekonominin sosyal
organizasyonundaki baskın biçim olarak ortaya çıkmış olmasıydı. Burada
muhtemelen kapitalizmin tek biçim olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü bir kez
yerine oturduğunda diğer “üretim biçimleri” kapitalizmden türetilmiş sosyo-
politik çerçeveye uyabildikleri ölçüde varlıklarını sürdürdüler. Yine de en
azından bu noktada “sadece bir tane kapitalizm olmadığını, Avrupa’da
kendilerine özgü bölgeleri ve işleyiş ağlarıyla birçok kapitalizm olduğunu”
hatırlatmak doğru olacaktır. Esasına bakıldığında artan altın ve gümüş
580 Wallerstein, op. cit., s. 90. 581 Arrighi, Uzun Yirminci…, passim.
167
stokuna önem kazandıran şey tam da bu birden fazla kapitalizmin varlığıydı.
Çünkü altın ve gümüşün dolaşım hızı başlangıçta, Akdeniz Avrupası’na kıyasla
Kuzeybatı Avrupa’da daha düşüktü…”582
Aslına bakılırsa, Avrupa’nın yükselişinden çok önce, Afro-Avrasya ticaret
sisteminin her yanında benzer kapitalist unsurlar görülüyordu:
“Mısır’dan Japonya’ya her yerde gerçek kapitalistler, toptancılar, ticari
rant sahipleri ve onların binlerce yardımcısını -komisyoncular, simsarlar,
sarraflar ve bankerler- bulabiliriz. Bu tüccar gruplarından herhangi biri,
teknikler, para değişimi olanakları ve garantileri konularında Batılı eşitleriyle
karşılaştırılabilir. Hindistan, Tamil, Bengal ve Gucerati’nin hem içinde hem de
dışında tüccarlar, işlerin ve sözleşmelerin aynen Avrupa’nın tümünde,
Floransa’dan Luches’e, Ceneviz’e, oradan Güney Almanlara ya da İngilizlere
gidip geldiği tüccar ortaklıkları gibi yakın ilişkiler içinde bulunan ortaklıklar
kurmuşlardı. Ortaçağlarda, Kahire’de, Aden’de ve Basra Körfezi limanlarında
ticaret kralları bile vardı.”583
Uzun mesafe ticaretini yürüten bu tacirler her zaman belli bir oranda üretim
süreçlerine dâhillerdi. Depolama ve taşımanın yanı sıra, pazarlanacak malların
kısmen işlenmesi ve bunlar için gerekli tesislerin ve araçların yapımını örgütlemek
zorundalardı.584 Üstelik Ortaçağ’ın büyüyen uzun mesafe ticareti yerel ekonomik
ilişkilere etki edecek denli bir güce erişmişti:
“Uzun mesafe ticaretinin yükselişi yerel bir etkiye de sahipti. Refah
ticaret yolları boyunca kümelenmişti. Her ne kadar, geçim ekonomisi
hâkimiyetini sürdürüyorsa da birçok yerleşimin ve bölgenin gelişen pazar
ilişkilerine dâhil olması tarımsal ve ticari malların farklılaşmasına yol açmıştı.
Örneğin, kuzeydoğu İran’da 7. ve 11. yüzyıllar arasında bazı yerler ipek ve
582 Wallerstein, op. cit., s. 90. 583 Braudel, The Perspective…, s.486. (G. Arrighi’nin Uzun Yirminci Yüzyıl kitabının Recep Boztemur tarafından yapılan çevirisinden yararlanılmıştır.) 584 Arrighi, op. cit., s. 268.
168
saten üretiminde, ötekiler deri ve post işleme konusunda uzmanlaşmıştı. Öte
yandan, sabun ve parfüm yapan ya da madenden çanak çömlek, alet ve silah
yapımında uzmanlaşan yerler de vardı. İmalathaneler ücreli iş gücü
kullanıyorlardı. Meyveler, şeker kamışı, baharat ve kurutulmuş balık
uzmanlaşmış köylülerin bölgeler-arası pazarlara getirdikleri ürünlerdendi.
Böylece, toprak sahipleri, kiracılar, köleler ya da işçiler arasındaki ilişkiler
değişen pazar ilişkileri tarafından dolaylı olarak biçimlendirildi. Bu ticaretin
sürdürülebilmesi için kural olarak üretim sürecine dâhil olmasalar da
tacirlerin yardımı gerekliydi.”585
Abu-Lughod da bunlara paralel bir tespit yapmıştır. Lughod’a göre, 1250 ile
1350 arasında Afro-Avrasya sisteminin çeşitli parçalarında birinin ötekilere üstün
gelecek kadar yeterli bir güce sahip olmadığı, proto-kapitalist sistemler bir arada var
olmuştu. O halde, Avrupa’yı Afro-Avrasya sisteminin genelinden ayıran neydi?
Bu soruya verilebilecek yanıtlardan ilki, sermayeyi ellerinde tutan Avrupalı
tacirlerin çıkarlarını siyasi güçle özdeşleştirebilmesi olacaktır. İkincisi ise paranın
yine para ticaretinden kazanılmaya başlamasıdır. Geç 13. yüzyıl ile erken 14.
yüzyılda Avrupa’da iş yapma tekniklerindeki önemli gelişmeler gerçekleşmişti:
Mevduat bankacılığı, kambiyo senetleri, komisyoncular, merkezi ticari kuruluşların
tali ofisler gibi. Bu finansal araçlar sermaye sahiplerine paralarını kullanabilecekleri
yeni alanlar yarattı. Bu bakımdan, 14. yüzyılın erken dönemlerinde önemi sonraları
daha iyi anlaşılacak yepyeni bir şey oldu. Ticaret eski kârlılığını yitirince, uzun
mesafe ticaretinin büyük kârları sayesinde hatırı sayılır birikim yapan İtalyan -
tacirler yeni bir eğilim ortaya koydular ve yatırımlarını giderek finans alanına
kaydırdılar. Bu, Arrighi’nin birbirini takip eden ticari ve finansal genişlemelerin
585 Kocka, op. cit., s. 32.
169
oluşturduğu sistemik birikim dairelerinin ya da başka bir deyişle kapitalizmin bir
dünya-sistem olarak gelişiminin sıfır noktası idi.586
Söz konusu finansal araçlar sayesinde Avrupalılar, yatay bağlantılar üzerine
inşa edilen Afro-Avrasya sistemine benzemeyen, dikey bağlantılara dayanan bir
ekonomik yapı inşa ettiler. Kapitalist dünya-ekonomisini farklı kılan da işte buydu:
“Daha da önemli olanı dikey bağlantılardı… Gerçekte ilk defa geç
Ortaçağlardaki Norveçli balıkçılara ke kürk avcılarına karşı Hanseatik
tüccarlar daha sonra da Doğu Avrupa hinterlandına karşı Riga, Gdansk, ve
Reval gibi şehirlerin Germanik tüccarları tarafından mükemmelleştirilen
uluslararası bir borç gündelikçiliği sisteminden söz etmek abartı olmaz. Teknik
başka yerde de biliniyor, Tulus tüccarları, İber Yarımadası’ndaki Cenovalılar
tarafından ve İngiltere ile İspanya’nın bazı bölgelerindeki yün ticaretinde
kullanılıyordu. Metot neydi? Çok basit: Mallar üretilmeden satın alınıyor, yani
gelecekte sağlanacak mamuller için ödeme yapılıyordu. Bu açık bir pazarda
satışı engelliyordu. Dünya perakende satışları için en iyi zamanı üreticiler
değil bu şekilde tüccarlar belirliyordu. Ödünç verilen para da malların
teslimine kadar geçen zamanda, çoğu zaman harcandığı için üretici anlaşmayı
uzatmak zorunda kalıyordu…”587
Bu dikey bağlantılar Avrupa’nın kuzey denizlerindeki ticari hareketliliğin geç
Ortaçağ ve erken Modern dönemde büyümeye devam etmesini sağladı. Öyle ki,
Avrupa’nın içinde başta tahıl olmak üzere tarımsal artı-ürüne dayanan canlı bir
ticaret oluştu. Bu ticaretin yönü talebin giderek büyüdüğü, şimdi açıkça kentleşen
Batı Avrupa idi.588 Bunu takiben, 16. yüzyılın sonunda Afro-Avrasya sisteminin
batıdaki ağırlık merkezi Akdeniz’den Atlantik’e kaydı ve Avrupa’da ticaretten para
arzına kadar ekonominin genelinde bir büyüme yaşandı. Böylece pazar ekonomisi
586 Arrighi, op. cit., s. 142. 587 Wallerstein, op. cit., s. 132. 588 Kocka, op. cit., s.57-8.
170
hızlı bir büyüme sürecine girdi ve nasıl kendi maddi hayatın geniş sırtında
yükselmişse, şimdi aynı koşulları kapitalist yapılara sağladı.589 Fiyat devrimi ile
birlikte düşünüldüğünde, bu, Avrupalılara kapitalizmi bir dünya-sistem haline
getirecek bir birikim yapma olanağı tanıdı.
Avrupa’nın dünya ticaretini yönlendiren tek ve mutlak bir güç olmasını
sağlayan bu süreç Afrika’nın sistem içindeki yerini tamamen değiştirdi. Nil vadisi
dışında büyük ve istikrarlı bir toprak geliri üretilemediği için Afrika’daki
devletleşme ve kentleşme başlangıçtan itibaren ticari gelire bağımlı kalmıştır. Nil
vadisinin birinci kataraktının kuzeyinde gerek verimli alüvyon ovaları gerek düzenli
taşkınlar sayesinde büyük bir toprak geliri birikmişti. Ancak, benzer koşullar antik
dönemin öteki Afrikalı merkezleri için geçerli değildi. Ekolojik ve teknolojik şartlar
tarımsal üretimi sınırlandırdığından bu bölgelerde siyasi merkezileşme büyük ölçüde
ticaret gelirine bağımlı kaldı. Yine de bu, kentleşmenin ve devletleşmenin
yayılmasını engellememiş, aksine ticaret ağlarının Akdeniz ve Hint Okyanusu
dünyası sayesinde kıtanın kuzey ve doğu kısmına yayılmasını sağlamıştır. Sözü
edilen bu kentler ve büyük imparatorluklar Abu-Lughod’un “proto kapitalist” olarak
nitelendirdiği Afro-Avrasya ticaret sisteminde etkin ve görece eşit bir konuma
sahiplerdi.
Afrika’nın uluslararası ticaret sistemiyle ilişkisini iki dünya-ekonomi temelinde
ele aldık. Ancak, ticari kalıpları ve ilişki ağlarını şekillendiren Akdeniz dünyasını bir
kenara ayırmamız lazım. Zira Afrika’daki kentleşmeye yoğun bir Akdeniz etkisi
eşlik etmişti. Bu sürecin son halkası İslam oldu. Afrika Ortaçağ’da sistemle İslam’ın
ağları üzerinden bütünleşti. Nitekim 1500’lere gelindiğinde Afrika’daki kentlerin çok
589 Braudel, Maddi Medeniyet…, s. 66-7.
171
büyük bölümünde Müslümanlar egemendi. Kuzey Afrika daha ortodoks bir İslami
biçime sahipken, Sahra-altındaki ve Doğu Afrika kıyısındaki kentlerde yerel
geleneklerle karışmış eklektik bir inanış hâkimdi. Akdeniz dünyasının ekonominin
yanı sıra İslam’la beraber ideolojik bir merkezilik kazanması, Afrika’nın kuzeyi ile
öteki kısımları arasındaki bağımlılık ağlarını güçlendirdi. Bu nedenle, Müslüman
tacirler Sahra-altından ve Doğu Afrika kıyılarından sağladıkları malları çöl ya da
okyanus üzerinden kuzeydeki kentlere taşıdılar. Böylelikle, Afrika’nın sistemle
bütünleşen bölgeleri uluslararası ticaretteki dalgalanmalara karşı oldukça duyarlı hale
geldi.
Ne var ki, 1500’den sonra olanlar herhangi bir dalgalanmadan çok daha
fazlasıydı. Atlantik’in açılması ve dünya ticaretinin ağırlık merkezi haline
gelmesinden sonra, Afrika’nın tamamı yavaş yavaş yukarıda sözü edilen konumunu
kaybetti. Ticaret ağlarının batıya doğru dönmesiyle Afrikalı kentleri ve devletleri
ayakta tutan ticaret geliri giderek azaldı. Ticaretin artarak sürdürdüğü tek alan
muhtemelen köle ticareti idi, ama bu ticarette ardında büyük bir yıkımdan başka bir
şey bırakmadı. Yaklaşık 12 milyon Afrikalı Amerikalara gönderildi. Demografik
yapıya ciddi bir darbe vurmasının yanı sıra, sürekli baskınlar ve savaş hali, özellikle
Afrika’daki yerleşik ekonomilerin gelişmesini sağlayan metalürji ve tekstil gibi
endüstrilerin yok olmasına yol açtı. Bu süreç, 19. yüzyılda, Liberya ve Etiyopya
dışında kıtanın her yerinin sömürgeleştirilmesi ile zirve noktasına ulaştı.
172
EKLER
1. M.Ö. 750’den 350’ye dek Afro-Avrasya sistemi.
173
2. M.Ö. 350’den itibaren Afro-Avrasya sistemi.
174
3. M.S. 1. yüzyıldan 3. yüzyıla Afro-Avrasya sistemi.
175
4. Aşağı ve Yukarı Nübye.
176
5. Boynuz Bölgesi’ndeki yerleşimler.
177
6. Fenike ve Yunan diasporalarının dağılımı.
178
7. Antik Sahra-ötesi ticaret yolları, Garamant foggaraları ve Roma malları.
179
8. 7. ve 9. yüzyıllar arasında Afro-Avrasya sistemi.
180
9. 13. ve 14. yüzyıllarda Afro-Avrasya sistemi.
181
10. 15. yüzyılda Afro-Avrasya sistemi.
182
11. 1500’den önce Hint Okyanusu’ndaki ticaretin yapısı.
183
12. Sahra-ötesi ticaret sisteminin merkezleri.
184
13. İdrisiler zamanında Batı Mağrip’teki kentler.
185
14. Berber İmparatorlukları: Murabıtlar ve Muhavidler.
186
15. Batı ve Orta Sudan'daki devletleşme.
187
16. Batı Sudan'a uzanan başlıca Sahra-ötesi ticaret yolları.
188
17. Trablusgarp - Çad Gölü arasındaki antik Sahra-ötesi hat.
189
18. Hausaland kent-devletleri.
190
19. Svahili yerleşimleri ve ticaret ağları.
191
20. Zambezi ve Limpopo nehirleri arasındaki devletleşme.
192
KAYNAKÇA
I. KİTAPLAR
ABUN-NASR, Jamul N., A History of Maghrib in the Islamic Period, Cambridge,
Cambridge University Press, 1987.
ABU-LUGHOD, Janet, Before European Hegemony: the world-system A.D. 1250-
1350, New York, Oxford University Press, 1989.
ALCOCK, S. E. et al. (der.), Empires: perspectives from archaeology and history,
Cambridge, Cambridge University Press, 2001.
ALPERS, Edwards A., The Indian Ocean in World History, New York, Oxford
University Press, 2014.
ARRIGHI, Giovanni, Uzun Yirminci Yüzyıl Para Güç ve Çağmızın Kökenler, çev.
Recep Boztemur, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2016.
ASSMANN, Jan, Moses the Egyptian The Memory of Egypt in Western Monotheism,
Londra, Harvard University Press, 1998.
ASSMANN, Jan, The Price of Monotheism, Stanford, Stanford University Press,
2010.
AUSTEN, Ralph A., Trans-Saharan Africa in World History, New York, Oxford
University Press, 2010.
BOGUCKI, Peter, İnsan Toplumunun Kökenleri, çev. Cumhur Atay, İstanbul,
Kalkedon Yayınları, 2013.
BORGEAUD, Philippe, Dinler Tarihinde Başlangıçlar, çev. Adnan Kahiloğulları,
Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2008.
BRAUDEL, Fernand, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Wheels
of Commerce, Londra, Book Club Associates, 1983.
BRAUDEL, Fernand, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The
Perspective of the World, Londra, Collins, 1984.
BRAUDEL, Fernand, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, çev. Mustafa Özel, İstanbul,
Ağaç Yayıncılık, 1991.
193
BRAUDEL, Fernand, Bellek ve Akdeniz: Tarihöncesi ve Antikçağ, çev. Ali Berktay,
İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007.
BRETT, Michael ve FENTRESS, Elizabeth, The Berbers, Oxford, Blackwell
Publishing, 1997.
CAUVIN, Jacques, The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture,
Cambridge, Cambridge University Press, 2002.
CHARVAT, Petr, Mesopotamia Before History, Londra, Routledge, 2002.
CHASE-DUNN, Christopher ve ANDERSON, E. N.( der.), Historical Evolution of
World-Systems, New York, Palgrave Macmillan, 2005.
CHAUDHURI, K. N., Trade and Civilisation in Indian Ocean An Economic History
from Rise of İslam to 1750, Cambridge, Cambridge University Press, 1985.
CHILDE, Gordon, Kendini Yaratan İnsan, çev. Filiz Ofluoğlu, İstanbul, Varlık
Yayınları, 2006.
CHILDE, Gordon, Tarihte Neler Oldu?, çev. Alâeddin Şenel ve Mete Tunçay,
İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2007.
CLARK, Desmond (der.), The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the
Earliest Times to c. 500 B.C., Cambridge, Cambridge University Press, 1982.
CLASTRES, Pierre, Devlete Karşı Toplum, çev. Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1991.
COLLINS, Robert O. ve BURNS, James, A History of Sub-Saharan Africa Second
Edition, New York, Cambridge University Press, 2014.
CONNAH, Graham, Forgotten Africa An introduction to its archaeology,
Oxfordshire, Routledge, 2004.
CURTIN, Phillip, Kültürler Arası Ticaret, çev. Şaban Bıyıklı, İstanbul, Küre
Yayınları, 2008.
DENEMARK, Robert A. et al. (der.), World System History: The social science of
long-term change, Londra, Routledge, 2000.
194
DIAKOV, V. ve KOVALEV, S., İlkçağ Tarihi – 1, çev. Özdemir İnce, İstanbul,
Yordam Kitap, 2010.
EDWARDS, David N., The Nubian Past An archaeology of the Sudan, New York,
Routledge, 2004.
ELFASI, M. (der.), General History of Africa III Africa from the Seventh to the
Eleventh Century, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural
Organization, 1988.
ELIADE, Mircea, Sacred and The Profane The Nature of The Religion, New York,
Harcourt, Inc., 1987.
ELIADE, Mircea, Demirciler ve Simyacılar, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 2003.
ELIADE, Mircea, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi Taş Devrinden Eleusis
Mysteria'larına, çev. Ali Berktay, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003.
ELIADE, Mircea, Dinler Tarihine Giriş, çev. Lale Arslan, İstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 2009.
FAGE, J. D.( der.), The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD
1050, Cambridge, Cambridge University Press, 2008.
FRANK, A. G. ve GILLS, B. K. (der.), Dünya Sistemi, çev. Esin Soğancılar, Ankara,
İmge Kitabevi Yayınları, 2003.
FRAZER, Sir James George, Altın Dal Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma, çev.
Mehmet H. Doğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004.
FREEMAN, C., Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, çev. Suat Kemal
Angı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2010.
GARCIA, Juan Carlos Moreno (der.), Ancient Egyptian Administration, Leiden,
Brill, 2013.
GILBERT Erik ve REYNOLDS Jonathan T., Africa in World History From
Prehistory to the Present, New Jersey, Pearson Education, Inc, 2008.
GLOVER, John, Sufism and Jihad in Modern Senegal, New York, University of
Rochester Press, 2007.
195
GRANT, Michael, A Guide to the Ancient World, New York, Barnes & Noble
Books, 1997.
GÜRSES, Sabri (der.), İslam Arşivleri, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Çeviribilim
Yayıncılık, 2013.
HILL, Jane A., JONES, Philip ve MORALES, Antonio J. (der.), Experiencing
Power, Generating Authority Cosmos, Politics, and the Ideology of Kingship in
Ancient Egypt and Mesopotamia, Philadelphia, The University of Pennsylvania
Museum of Archaeology and Anthropology, 2013.
HOBSON, John M., Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, çev. Esra Ermert,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2011.
HODGSON, Marshall G. S., The Venture of Islam Conscience and History in a
World Civilization: Classical Age of Islam, Londra, The University of Chicago Press,
1974.
HODGSON, Marshall G. S., The Venture of Islam Conscience and History in a
World Civilization: Expansion of Islam in the Middle Periods, Londra, The
University of Chicago Press, 1974.
HOLT, P. M., LAMBTON,V A. K. S. ve LEWIS, B. (der.), İslam Tarihi: Kültür ve
Medeniyet, çev. Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997.
HORTON, Mark ve MIDDLETON, John, The Swahili: The Social Landscape of
Mercantile Society, Cornwall, Backwell Publishing, 2000.
KEARNEY, Milo, The Indian Ocean in World History, New York, Routledge, 2004.
KOCKA, Jürgen, Capitalism A Short History, Princeton, Princeton Univesity Press,
2016.
LEVTZION, Nehemia, Ancient Ghana and Mali, Africana Publishing Company,
New York, 1980.
LEVTZION, Nehemia ve POUWELS, Randall L. (der.), History of Islam in Africa,
Ohio, Ohio University Press, 2000.
LEWIS, Bernard, Ortadoğu, çev. Selen Y. Kölay, Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2009.
196
LYDON, Ghislaine, On Trans-Saharan Trails, New York, Cambridge University
Press, 2009.
MALINOWSKİ, Bronislaw, Büyü, Bilim ve Din, çev. Saadet Özkal, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 1990.
MARK, Samuel, From Egypt to Mesopotamia: A Study of Predynastic Trade Routes,
London, Chatham Publishing, 1998.
MCEVEDY, Colin, İlkçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol, İstanbul, Sabancı
Üniversitesi Yayınları, 2010.
MCINTOSH, Susan Keech (der.), Beyond Chiefdoms Pathways to Complexity in
Africa, New York, Cambridge University Press, 2005.
MCNEILL, William, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, Ankara, İmge Kitabevi
Yayınları, 2004.
MITCHELL, Peter, African connections: an archaeological perspective on Africa
and the wider world, Lanham, Altamira Press, 2005.
MOKHTAR, G. (der.), General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa,
Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981.
MORKOT, Robert, The Egyptians An Introduction, New York, Routledge, 2005.
MUMFORD, Lewis, Tarih Boyunca Kent Kökenleri Geçirdiği Dönüşümler ve
Geleceği, çev. Güral Koca ve Tamer Tosun, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007.
NAYLOR, Phillip C., North Africa: a history from antiquity to the present, Austin,
University of Texas Press, 2009.
OLIVER, Roland (der.), The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC
to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978.
OLIVER, Roland ve ATMORE, Anthony, Medieval Africa, 1250–1800, Cambridge,
Cambridge University Press, 2001.
PEARSON, Michael, Port cities and Intruders The Swahili Coast, Indıa, and
Portgual in the Early Modern Era, John Hopkins University Press, 1998.
197
PHILLIPSON, David W., Foundations of an African Civilisation Aksum & the
northern Horn 1000 BC - AD 1300, Woodbridge, James Currey, 2012.
PHILLIPSON, David W., African Archaeology, Cambridge, Cambridge University
Press, 2005.
SCHMIDT, Klaus, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe En Eski
Tapınağı Yapanlar, çev. Rüstem Aslan, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007.
TELLIER, Luc-Normand, Urban World History: an economic and geographical
perspective, Quebec, Presses de l’Université du Québec, 2009.
WALLERSTEIN, Immanuel, Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16.
Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, çev. Latif Boyacı, İstanbul, Yarın
Yayınları, 2010.
WARMINGTON, B. H., Carthage, Londra, The Trinity Press, 1960.
WATSON, Peter, Fikirler Tarihi, çev. Kemal Atakay et al., İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları,2014.
WRIGHT, John, A History of Libya, New York, Columbia University Press, 2010.
II. MAKALELER
ASSMANN, Jan, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of
Paganism, Representations”, Representations, Special Issue: The New Erudition, No.
56, (1996), s. 48-67.
BEAUJARD, Philippe, “The Indian Ocean in Eurasian and African World-Systems
before the Sixteenth Century”, Journal of World History, Vol. XVI, No. 4(2005), s.
411-465.
BEAUJARD, Philippe, “East Africa, the Comoros Islands and Madagascar before
the sixteenth century”, Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 42, No: 1
(2007), s. 15-35.
198
BEAUJARD, Philippe, “From Three Possible Iron-Age World-Systems to a Single
Afro-Asian World-System”, Journal of World History, Vol. XXI, No. 1(2010), s. 1-
43.
BOONE, James L. , MYERS, J. Emlen ve REDMAN, Charles L., “Archeological
and Historical Approaches to Complex Societies: The Islamic States of Medieval
Morocco”, American Anthropologist, Vol. 92, No. 3 (1990), s. 630-646.
BURNSTEIN, Stanley M., “When Greek Was an African Language: The Role of
Greek Culture in Ancient and Medieval Nubia“, Journal of World History, Vol. 19,
No. 1 (2008), s. 41-61.
BUTZER, Karl W., “Rise and Fall of Axum, Ethiopia: A Geo-Archaeological
Interpretation”, American Antiquity, Vol. 46, No 3 (1981), s. 471-495.
EDWARDS, David N., “Meroe and The Sudanic Kingdoms”, Journal of African
History, Vol. 39 (1998), s. 175-193.
EDWARDS, David N., “Archaeology of Sudan and Nubia”, Annual Review of
Anthropology, Vol. 36 (2007), s. 211-228.
FATTOVICH, Rodolfo, "Reconsidering Yeha, c. 800–400 BC", African
Archaeological Review, Vol. 26 (2009), s. 275-290.
FATTOVICH, Rodolfo, “The Development of Ancient States in the Northern Horn
of Africa, c. 3000 BC–AD 1000: An Archaeological Outline”, Journal of World
Prehistory, Vol. 23, No 3 (2010), s. 145-175.
GARRARD, Timothy F., “Myth and Metrology: The Early Trans-Saharan Gold
Trade”, The Journal of African History, Vol. 23, No. 4 (1982), s. 443-461.
HAFSAAS-TSAKOS, Henriette, “The Kingdom of Kush: An African Centre on the
Periphery of the Bronze Age World System”, Norwegian Archaeological Review,
Vol. 42, No. 1 (2009), s. 50-70.
199
HAFSAAS-TSAKOS, Henriette, “Edges of bronze and expressions of masculinity:
the emergence of a warrior class at Kerma in Sudan”, Antiquity, Vol. 87, No. 335
(2013), s. 79-91.
HARROWER, Michael J. ve D’ANDREA, A. Catherine, "Landscapes of State
Formation: Geospatial Analysis of Aksumite Settlement Patterns (Ethiopia)”,
African Archaeological Review, vol. 31(2014), s. 513-541.
HODGSON, Marshall G. S., “The Role of Islam in World History”, International
Journal of Middle East Studies, Vol. 1, No. 2 (Apr., 1970), s. 99-123.
INSOLL, Timothy, “The Archaeology of Islam in Sub-Saharan Africa: A Review”,
Journal of World Prehistory, Vol. 10, No. 4 (1996), s. 439-504.
INSOLL, Timothy, “Iron Age Gao: An Archaeological Contribution”, The Journal of
African History, Vol. 38, No. 1 (1997), s. 1-30.
KIRWAN, L. P., “Rome beyond The Southern Egyptian Frontier”, The
Geographical Journal, Vol. 123, No. 1 (1957), s. 13-19.
LAVIOLATTE, Adria, “Swahili Cosmopolitanism in Africa and the Indian Ocean
World, A.D. 600–1500”, Archaeologies: Journal of the World Archaeological
Congress, Vo. 4, No: 1(2008), s. 24-49.
LAVIOLATTE, Adria ve FLEISHER, Jeffrey, “The Urban History of a Rural Place:
Swahili Archaeology on Pemba Island, Tanzania, 700-1500 AD”, The International
Journal of African Historical Studies, Vol. 42, No: 3 (2009), s. 433-455.
LAW, R. C. C., “The Garamantes and Trans-Saharan Enterprise in Classical Times”,
The Journal of African History, Vol. 8, No. 2 (1967), s. 181-200.
LOVEJOY, Paul E., “The Role of the Wangara in the Economic Transformation of
the Central Sudan in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, The Journal of African
History, Vol. 19, No. 2 (1978).
MATTINGLY, D. J. ve STERRY, M., “The first towns in the central Sahara”,
Antiquity, vol. 87, No 336 (2013), s. 503-518.
200
MATTINGLY, David J., STERRY, Martin J. ve EDWARDS, David N., “The
origins and development of Zuwīla, Libyan Sahara: an archaeological and historical
overview of an ancient oasis town and caravan centre”, Azania: Archaeological
Research in Africa, Vol. 50 (2015), s. 27-75.
MCINTOSH, Susan Keech, “Reconceptualizing Early Ghana”, Canadian Journal of
African Studies, Vol. 42, No. 2/3, Engaging with a Legacy: Nehemia Levtzion (1935-
2003), s. 347-373.
MILLER, James, “Trading through Islam: The Interconnections of Sijilmasa, Ghana
and the Almoravid Movement”, The Journal of North African Studies, Vol. 6, No:1
(2001), s. 29-58.
PELLING, Ruth, “Garamantian agriculture and its significance in a wider North
African context: The evidence of the plant remains from the Fazzan project”, The
Journal of North African Studies, Vol. 10 (2005), s. 397-412.
PERINBAM, B. Marie, “Social Relations in the Trans-Saharan and Western
Sudanese Trade: An Overview”, Comparative Studies in Society and History, Vol.
15, No. 4 (Sep., 1973), s. 416-436.
SAVAGE, E., “Berbers and Blacks: Ibāḍī Slave Traffic in Eighth-Century North
Africa”, The Journal of African History, Vol. 33, No. 3 (1992), s. 351-368.
SCHEELE, Judith, “Traders, saints, and irrigation: reflections on Saharan
connectivity”, Journal of African History, vol. 51 (2010), s. 281-300.
SCHMIDT, Klaus, “Göbekli Tepe – the Stone Age Sanctuaries. New results of
ongoing excavations with a special focuson sculptures and high reliefs”, Documenta
Praehistorica, Vol. 37(2010), s. 239-256.
SERNICOLA, Luisa ve PHILLIPSON, Laurel, “Aksum's regional trade: new
evidence from archaeological survey”, Azania: Archaeological Research in Africa,
Vol. 46, No.2 (2011), s. 190-204.
201
THORLEY, J., “The Development of Trade Between the Roman Empire and East
Under Augustus”, Greece and Rome, Second Series, Vol. 16, No. 2(1969), s. 209-
223.
WICKER, F. D. P., “The Road to Punt”, The Geographical Journal, Vol. 164, No. 2
(1998), s. 155-167.
WILSON, Andrew, “Saharan Network in Roman Period: short–, medium– and long
distance trade networks”, Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 47, No. 4
(2012), s. 409-449.
III. ELEKTRONİK KAYNAK
SINCLAIR, P., Development of Urbanism from a Global Perspective,
http://www.arkeologi.uu.se/digitalAssets/36/36108_3fattovichall.pdf [Erişim Tarihi:
23.11.2015]
202
ÖZET
Afrika’nın uluslararası ticaret sistemine eklemlenme süreci kent ekonomilerin
yayılışını takip eder. İki döneme ayrılabilir. İlk dönemde, Akdeniz’in kentler
tarafından yönlendiren bir dünya-ekonomi olmasını takiben, Afrika’nın kuzey
kısımları ticaret ağına dâhil olmuşlardır. Bu süreçte, Mısır gerek konumu gerek
kompleks siyasi ve toplumsal düzeni ile sistemi kurucu güçlerinden birisi olmuştur.
Ticaret ağları büyük imparatorluklarla giderek genişlerken Etiyopya, Nil vadisi ve
Fizan gibi uygar dünya ile ilişkiler kurabilen bölgeler de sisteme eklemlendiler.
Roma’nın ve Çin’in eş zamanları düşüşleriyle krize sürüklene sistem M.S. 7.
Yüzyıldan itibaren yeniden büyümeye başladı. Bu kez batıdaki motor gücü İslam’dı.
Gerek kentleşmeyi gerek uzun mesafe ticaretini teşvik eden İslam antik dönemin
ticari ağlarını güneye doğru genişletti. Büyüyen ticari gelir Sahra-altı Afrika’daki
toplumların devletleştirirken, Doğu Afrika’da özerk kent devletler yarattı. Ticaretin,
devletleşmenin ve kentleşmenin giderek güneye doğru kaydığı bu süreç 1500’den
sonraki dramatik gelişmeler sonrası yeni bir biçime büründü.
203
ABSTRACT
The process of integration of Africa into international trade system pursues
spread of city economies. It can be divided into two period. In the first period, the
North of Africa got involved into that trade network, after Mediterranean becomes a
world-economy which is driven by cities. In this process, Egypt became a constituent
power because of its location and complex political and social order. While trade
networks were expanding, the regions that were capable of contact with the modern
world like Ethiopia, Nile and Fezzan integrated into the system. The system which
was in crisis after concurrent downfall of Rome and China, has grown after 7th
century AD. This time dynamic power in West was Islam. Islam which provokes
urbanization and long distance trade extended trade networks of antiquity towards
South. While trade income which was increasing helped sub-saharan societies to
construct bigger political structures, it created city states in East Africa. This process
weakens after dramatic developments which altered the international trade order
thorougly since 1500.