211
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER (AFRİKA ÇALIŞMALARI) ANABİLİM DALI MODERN DÖNEME DEK AFRİKA’NIN ULUSLARARASI TİCARET SİSTEMİNE EKLEMLENME SÜRECİ Yüksek Lisans Tezi Haldun YÜRÜMEZ Ankara2016

modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER (AFRİKA ÇALIŞMALARI)

ANABİLİM DALI

MODERN DÖNEME DEK AFRİKA’NIN ULUSLARARASI TİCARET

SİSTEMİNE EKLEMLENME SÜRECİ

Yüksek Lisans Tezi

Haldun YÜRÜMEZ

Ankara–2016

Page 2: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER (AFRİKA ÇALIŞMALARI)

ANABİLİM DALI

MODERN DÖNEME DEK AFRİKA’NIN ULUSLARARASI TİCARET

SİSTEMİNE EKLEMLENME SÜRECİ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Melek FIRAT

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

................................................................. .............................

................................................................. ............................

................................................................. .............................

................................................................. .............................

................................................................. .............................

................................................................. .............................

Tez Sınavı Tarihi ..................................

Page 3: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine

uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak,

çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını

gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin

Adı ve Soyadı

………………………………………

İmzası

………………

Page 4: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ……………………………………………………………………………………...…1

BİRİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN OLUŞUMU: M.Ö. 4.

BİN YILDAN M.S. 7. YÜZYILA………………………………………………….…8

I. AFRO-AVRASYA VE MISIR……………………………………………...........8

A. Yerleşiklik ve İdeoloji: Kutsalın Dönüşümü………………………………...8

1. Bir Anlamlandırma Bütünü Olarak Kutsal…………………………..9

2. Yerleşik İdeolojinin Doğuşu……………………………………………11

3. Kent ve İdeolojinin Kurumsallaşması: Çok Tanrıcılık ………….…..14

B. Antik Dünyada Kent Ekonomileri Ağının Oluşumu………………………..19

1. Kentin İhtiyaçları: Kent Ekonomileri Ağının Kuruluşu…………......20

2. Yeni Bir Dünya: Kent Ekonomileri Ağının Genişlemesi ve

Bütünleşmesi…………………………………………………………….24

a. Demir ve Büyük Kozmopolit İmparatorluklar…………………….25

b. Akdeniz’in Doğuşu ve Afro-Avrasya Sistemi………………………27

C. Uluslararası Ticaretin Kurucu Merkezlerinden Biri Olarak Mısır…...…..31

1. Merkezileşme, Kentleşme ve Nil Vadisi Merkezli Ticaret Ağı

Dönemi…………………………………………………………………..32

2. Uluslararası Ticaret Ağıyla Bütünleşme Dönemi: Emperyal

Politikalar ve Tek Tanrıcı Devrim……………………………………..37

3. İmparatorluklar Dönemi: Batı – Doğu Ticaretinde Bir Merkez Olarak

Mısır………………………………………………………………..……40

Page 5: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

II. AKDENİZ'İN DOĞUŞU VE AFRİKA…………………………………............44

A. Nübya ve Kuş Krallıkları…………………………………………………..…45

1. Aşağı Nübya Dönemi: Nil Vadisinin Kuzeyi ile Güneyi Arasındaki

Farklılaşma……………………………………………………….……..46

2. Yukarı Nübya ve Kuş Krallıkları………………………...……………48

a. Kerma: Kuşitik Devlet Geleneğinin Doğuşu………….……………48

b. Mısır Egemenliğinde 500 Yıl ve Napata……………….……..…….50

c. Meroe: Akdeniz Dünyası ve Özgünleşme……………….………….52

B. Kuzey Boynuz Bölgesi ve Aksum Krallığı…………………………………...55

1. Batıdaki Alçak Bölgelerde Erken Devletleşme: Gash Deltası……......55

2. Platolar………………………………………………………………………………...57

a. Aksum-Öncesi Dönem: D’MT Krallığı ve Kızıldeniz……………...57

b. Aksum Krallığı: Akdeniz Dünyasının Büyüyen Etkisi……………60

C. Kuzey Afrika ve Akdeniz İmparatorlukları…………………………………64

1. Kolonizasyon: Akdeniz Ticaretinin Bir Parçası Haline Gelen

Yerleşimler………………………………………………………………65

2. Kartaca: Kırsal Ekonominin Oluşması………………………………..67

3. Roma ve Kentleşme……………………………………………….…….71

D. Fizan ve Garamantlar: Sahra-Ötesi Ticaret Sisteminin İlk

Nüveleri………………………………………………………………...............75

1. Yenilikler ve Yerleşik Yaşam…………………………………………..75

2. Çölde Kent: Vaha Tarımı, Köle ve Ticaret ………………………...…77

3. Akdeniz Dünyası ile Bütünleşme: Garamantların Yükselişi ve

Düşüşü……………………………………………………………….…..80

Page 6: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

İKİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN GENİŞLEMESİ: M.S.

7. YÜZYILDAN M.S. 15. YÜZYILA………………………………………………..83

I. AFRO-AVRASYA SİSTEMİNDE İSLAM'IN ROLÜ……………………….83

A. Kent Ekonomilerinde Güçlenen Orta Sınıf Merkezli İdeolojiler: Tek

Tanrıcı Dinler……………………………………………………………….…83

1. Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli Evrensel

Kurgular………………………………………………………………....84

2. İran – Sami Kültürel Geleneği…………………………………………88

B. Ortaçağ’ın Ekonomik Sistemi…………………………………………..........91

1. Hint Okyanusu’nda İslam Egemenliği: 600 – 1000…………………...91

2. Uluslararası Ekonomide Çin Etkisi: 1000 – 1500……………………..94

a. Kızıldeniz’in ve Akdeniz’in Yükselişi ……………………………...95

b. Krizler Dönemi: Eski Güçlerin Düşüşü…………………………….97

C. İslam'ın ve Ticaretin Yayılışı………………………………………………..102

1. Deve Göçebeliğinden İslam’a Arabistan’ın Büyük

Dönüşümü……………………………………………………………...102

2. İslam’ın Kent Merkezli Düzeni……………………………………….105

a. İslam’ın Yayılışı…………………………………………………….106

b. Merkezi Otorite: Kent Kültürüne Dayalı İslami Bir Toplumsal

Düzen ………………………………………………………………107

c. Adem-i Merkeziyetçilik: Kırsal Büyümesi, Ticaretin

Güçlenmesi…………………………………………………………110

II. HİNT OKYANUSU VE AFRİKA……………………………………………...111

A. Sahra-ötesi Ticaret Sisteminin Bütünüyle Ortaya Çıkışı………………….112

1. Batı Sahra: Altın Yolu………………………………………………...113

Page 7: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

a. Batı Sahra Ticaretinin Örgütlenmesi: Altına Dayalı Bölgesel Bir

Ticaret Ağı…………………………………………………………113

b. Değişen Dengeler: Batı Sahra Ticaretinin Yükselişi ve

Çöküşü……………………………………………………………..116

(1) Bölgesel Ticaret Ağı Siyasi Açıdan Bütünleşiyor:

Fatimilerden Murabıtlara…………………………………..116

(2) Avrupa’nın Yükselişi ve Batı Sahra Ticaretinin

Çöküşü………………………………………………………..121

2. Sahra-altı Afrika………………………………………………………124

a. Batı Sudan: Altın İmparatorlukları……………………………….124

(1) Orta Nijer Merkezli Antik Kentleşme ve

Devletleşme…………………………………………………...125

(2) Sahra-ötesi Ticaret ve İmparatorluklar

Dönemi………………………………………………………..129

i) Gana İmparatorluğu……………………………………130

ii) Mali İmparatorluğu…………………………………….132

iii) Songai İmparatorluğu………………………………….136

b. Orta Sudan: Köle Ticareti ve Kentleşme…………………………139

(1) Çad Gölü Havzası: Köleci İmparatorluk…………………..139

(2) Hausaland: Kentleşme………………………………………144

B. Hint Okyanusu Dünyası ve Doğu Afrika…………………………………...147

1. Doğu Afrika Kıyısı…………………………………………………….148

a. Hint Okyanusu Dünyasının Oluşumu……………………………..148

b. İslam’ın Yükselişi ve Svahili……………………………………….151

Page 8: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

(1) 700 – 1000: Basra Körfezi Dönemi ve Svahili’nin Ana

Hatları…………………………………………...……………152

(2) 1000 - 1500: Kızıldeniz Dönemi ve Svahili’nin

Doğuşu………………………………………………….…….154

2. Zimbabve Platosu………………………………………………..….…160

a. Sosyo-ekonomik Gelişimin İlk Aşamaları: Orta

Limpopo…………………………………………………..……160

b. Kuzeye Kayış: Zimbabve Platosu ve Zambezi

Havzası…………………………………………………………163

SONUÇ……………………………………………………………………………………166

EKLER……………………………………………………………………………………172

KAYNAKÇA………………………………………………………………………….…192

ÖZET………………………………………………………………………………………202

ABSTRACT……………………………………………………………………………...203

Page 9: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

1

GİRİŞ

1960’lara hatta 70’lere kadar egemen tarih yazımı Afrika’nın bir tarihi

olduğunu yadsımıştır. 19. yüzyılın katı pozitivist geleneklerini takip eden bu tarih

anlayışına göre “gerçek”in peşine yalnız ampirik kanıtlar göstererek düşülebilir.

Yazılı kaynak olmadan tarih olmaz, bu nedenle Afrika’nın da bir tarihi yoktur. Bu

çerçevede, Afrika kıtasındaki uygarlık kalıntıları, dönemin siyasi düşüncesine paralel

şekilde, Afrikalılara değil, Sabalılara, Müslüman Araplara ve beyaz ırka mensup

olduğu ima edilen öteki kolonyalistlere atfedilmiştir. Uzun bir emperyalist dönemden

beslenen bu bakış açısı 1960’lardan itibaren hızla değişti. Afrika’nın

sömürgesizleştiği, dünyada sistem karşıtı hareketlerin yoğunlaştığı bu dönemin tarih

yazımındaki iz düşümü Annales Okulu idi. Annales tarihçileri yazılı kaynakların yanı

sıra, geçmişten kalan tüm izlerin tarih yazımının kaynakları olduğunu kabul ettiler.

Böylece, belgelere dayalı siyasi tarihe ek olarak, toplumsal ve ekonomik olan da

tarihin alanına girmeye başladı. Bu çalışma, Annales’in temel ilkeleri çerçevesinde,

Afrika’nın modern döneme dek uluslararası ticarete eklemlenme sürecini

inceleyecektir.

Bu noktada, Fernand Braudel’in Türkçe’ye Maddi Uygarlık ve Kapitalizm

adıyla çevrilen üçlemesindeki ekonomi anlayışı temel alınacaktır. Braudel ekonomiyi

üç katmanlı, piramide benzer bir yapı olarak tanımlar. En altta geçim ekonomisi ya

da kendi deyişiyle “maddi hayat” vardır. Her ne kadar, üretilenin tüketildiği kendine

yeterli basit bir ekonomi de olsa, her şey maddi hayatın geniş sırtına dayanır. Yani

maddi hayat gelişmeden ileri doğru bir hareket söz konusu olamaz. Bu gelişim belli

bir seviyeye ulaştığında ise maddi yaşamın derinliklerinden bir üst katman yani pazar

ekonomisi ortaya çıkar:

Page 10: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

2

“O halde, verili bir bölgede bütün basit pazar-yerleri tarafından, çoğu

kez sadece mütevazı bir miktarda emtia içeren pazarları temsil eden küçük

noktalar bulutu tarafından oluşturulan geniş tabakayı tahayyül edin. Bu sayısız

başlama noktalarıyla bizim mübadele ekonomisi dediğimiz şey başlamaktadır:

Bir yanda, üreticinin geniş dünyasıyla, diğer yanda tüketicinin aynı ölçüde

muazzam dünyası arasında uzanan mübadele ekonomisi.” 1

Braudel mübadeleyi, ticareti ve pazar ekonomisini eş anlamlı olarak kullanır.2

Ona göre, pazar ekonomisinin en az iki biçimi vardır. İlki, günlük basit mübadeleleri

ve birbirine yakın kentler arasındaki yerel ticareti kapsar. Bu ticaret düzenli,

öngörülebilir, rutindir. Hem küçük hem büyük tacirlere açık olduğu müddetçe geniş

ölçekli ticaret de buna dâhildir. Bu noktada pazardaki ticaret saydam olsa da

denetime tabiidir ve gelir çok sayıda kişi arasında bölünür. Fakat mübadele

hiyerarşisinde yukarı doğru ilerledikçe ikinci tip ekonomi egemen olur. Bu

ekonominin dolaşım ağı oldukça farklıdır. Tacir malı satıcısından doğrudan alarak

üretim ile tüketimin arasına mekânsal bir mesafe koyar. Bu sayede, üretici ile tüketici

arasındaki ilişkileri keser ve ancak kendisinin dahliyle sürecek bir ilişki zinciri kurar.

Mübadeleyi hızlandıran her türlü araç anlamında paranın kullanımı yayıldıkça üretim

ile tüketim arasında uzun tacir zincirleri ortaya çıkmaya başlar. Büyük kârlar

sağlayan uzun mesafe ticareti bu ekonominin en tipik örneğidir. Braudel, sadece bir

grup insanın elindeki denetime açık olmayan bu ekonomiyi “kapitalizmin gerçek

yuvası”3 olarak nitelendirir.

1 Fernand Braudel, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, çev. Mustafa Özel, İstanbul, Ağaç Yayıncılık,

1991, s. 30-31. 2 “Ancak bu iki dünya (üretim ve tüketim) arasına bir diğeri sokulmaktadır, bir nehir gibi dar ama çalkantılı olan ve ötekiler gibi anında tanınan bu dünya mübadele, ticaret ya da başka bir ifadeyle pazar ekonomisidir.” Fernand Braudel, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Wheels of Commerce, Londra, Book Club Associates, 1983, s. 25. 3 Ibid., s. 229-230. (G. Arrighi’nin Uzun Yirminci Yüzyıl kitabının Recep Boztemur tarafından yapılan çevirisinden yararlanılmıştır.)

Page 11: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

3

Bu mübadele ağının en ilkel biçimlerini kent ile kır arasındaki eşitsiz ilişki

ortaya koyar.4 Kent kırsalın toprak gelirine el koyarak kendini kırdan farklılaştırmış

ve aynı zamanda bu ilişkileri kurumsallaştıracak bir ağ kurmuştur. Braudel söz

konusu ağı, Thunen’in verimli bir ovanın ortasına yerleştirdiği, dış dünyadan

yalıtılmış büyük hayali kenti üzerinden anlatır:5

“Bu eşsiz kent ve ovası kapalı bir cam fanus içindeymiş gibi etkileşime

geçeceklerdir. Bütün aktiviteler uzaklıkla belirlendiğinden, kentin etrafında bir

dizi eş merkezli daire şekillenecektir: İlk daire bostanlardan ve mandıra

üretiminden meydana gelecektir(kente yakın hatta kimi zaman kentin içinde);

ikinci ve üçüncü dairede tarım ve hayvancılık bulunacaktır. Bu resim öteki

kentlere de uygulanabilecek bir mikro-kozmostur.”6

Buna benzer ilişki ağları olmadan herhangi bir kentin var olması düşünülemez.

Zira geçim ekonomisine katkı yapmadan yaşanılabilen ilk yerleşim olan kent,

kırsaldan akacak toprak gelirine mecburdur. Çevresindeki kırsal alanları ekonomik

ve siyasi olarak tahakküm altına almadan kentin varlığını sürdürmesi mümkün

değildir. Bu nedenle, kentin etkisi, kurulduğu mekânın ötesine uzanır; kendi nasıl salt

tarımsal üretimin ötesine geçen bir yerleşim haline geldiyse, çevresini de eşitsiz bir

mübadele temelinde yeniden dizayn eder. Yani kenti, onu korumak için inşa edilen

sur içi ile sınırlı düşünmek yanıltıcıdır. Bunun önüne geçmek ve kentin kuruluşuyla

beraber geliştirdiği söz konusu ilişki ağlarını vurgulamak amacıyla bu tezde kent-

ekonomi terimi sıklıkla kullanılacaktır.

4 Fernand Braudel, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Perspective of the World, Londra, Collins, 1984, s. 39. 5 Ibid., s. 38’den Johann Heinrich Von Thunen, Der isolierte Staat in Beziehung auf Landwirtschaft und Nationalakonomie, 1876, I, p. I . 6 Braudel, The Perspective…, s. 38.

Page 12: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

4

Thunen çoğu çağdaşı gibi basite indirgenmiş bir resim üzerinden açıklama

yapmaya çalıştığından bazı noktaları görmezden gelmek zorunda kalmıştır. Örneğin,

sanayi devrimi öncesinde yaşadığı için endüstriyel alanlar soyutlamaya dâhil

değildir. Ya da daha önemlisi pazar ilişkilerini es geçmiştir. Kırsal daha ziyade

“soyut” gibidir, mübadele ilişkilerine dair herhangi bir iz yoktur; bundan dolayı,

eşitsizliğe dair bir şey de söylemez. Eğer Thünen’in cam fanusunu kırıp kenti farklı

pazar ilişkilerinin de var olduğu bir dünyaya yerleştirirsek çok daha gerçekçi bir

resme sahip oluruz. Bu, yukarıda sayılan ilişki ağlarının kapsamını genişletip

karmaşık bir hale getirecekse de kent-ekonominin çok daha iyi tasavvur edilmesini

sağlayacaktır:

“Merkezin çevresindeki değişken uzaklıklarda kimi zaman ortaklık rolü

üstlenen ama genellikle ikinci sınıf rollerine teslim olan öteki kentler yer

alacaktır. Bunların aktiviteleri metropolleri tarafından yönetilir: Metropolün

etrafında bekçilik yaparlar, ticaret akışını metropole yönlendirirler,

kendilerine gelen malların yeniden dağıtımını yaparlar ya da taşınmasını

üstlenirler, metropolün kredileriyle yaşarlar ya da bu yönetimden zarar

görürler… Metropoller bu ikincil kentleri tamamen zapt etmişlerdir, ama

hizmetlerine gerek duyduklarından daha fazlasını yapmamışlardır. Öteki büyük

kentler tarafından gerçekleştirilen kimi fedakârlıklar olmadan bir dünya-kenti

yüksek yaşam standartlarına ulaşamaz ve bunları sürdüremez…” 7

Her ne kadar, açıklamanın odak noktası metropol gibi büyük bir kent ekonomi

de olsa, Braudel’in çizdiği bu resim, kentin dış dünyanın ilişkilerine dahil edildiğinde

etrafında nasıl da yeni hiyerarşik ağlar kurabileceğine dair önemli bir ipucu veriyor.

Aslına bakılırsa, sistemi işler kılan da bu hiyerarşik yapının ta kendisiydi. Nitekim

7 Ibid., s. 27-30.

Page 13: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

5

ekonomik eşitsizlikler, “voltaj farkı” misali mübadele ekonomisinin sürekli

çalışmasını sağlıyordu.8

Dünya-ekonomiler sözü edilen kentsel ağların bölgesel bir kopyaları gibidirler.

Kentlerin öncelikle kendi etraflarına ördükleri ilişki ağları zamanla kılcal damarlar

gibi yayılıp farklı pazarlar arasında yatay ilişkiler tesis ettikçe kimi bölgeler

ekonomik açıdan belli bir bütünlük kazanmıştır. Dünya-ekonomi de bu bağlamda,

kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine sahip, mübadele ağları ile özerk bir organik

bütün haline gelmiş ekonomik bir bölgedir. Dünya-ekonomiler de aynı kent

ekonomiler gibi çeşitli bölümlerden meydana gelir: Dar bir merkez, gelişmiş bir orta

bölge ve geniş bir çevre. Merkez, yukarıda sözü edilen türde, refahın aktığı bir

metropol etrafında şekillenir. Bir dünya-ekonomide yalnız bir metropole yer vardır.

Eğer ikinci bir kent güç kazanıyorsa, bu muhtemelen dünya-ekonominin ağırlık

merkezinde bir değişim olacağını göstermektedir. Orta bölgeleri ayırt etmek daha

zordur çünkü merkez ile aralarında büyük bir uçurum yoktur. Bu noktada Braudel,

ticareti elinde tutan ya da yönlendiren yabancı bir diasporanın varlığını bu bölgenin

ikincil durumuna kanıt olarak görmektedir.9 Çevre bölgeleri belirlemek ise daha

kolaydır: Nüfus yoğunlukları düşük, kentleşmemiş ya da henüz kentleşmeye

başlayan, dünya-ekonominin merkezlerine hammadde pazarlayıp karşılığında mamul

mallar alan ülkelerdir.

Bu çalışma, Afrika’nın uluslararası ticarete eklemlenme sürecini sistematik

olarak genişleyen bir ilişki ağı çerçevesinde ele alacaktır. Mübadele ekonomisini

yayarak bu ağın genişlemesini sağlayan kent ekonomiler çalışmanın temel analiz

8 Ibid., s. 26. 9 Ibid., s. 40.

Page 14: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

6

birimidir. Kentleşme yayıldıkça farklı pazarlar arasında gevşek ancak görece düzenli

yatay iletişim ağları kurulmuş, zamanla genişleyen bu ağlar uluslararası ticaretin ve

dünya-ekonomilerin temellerini şekillendirmişlerdir. Braudel de buna paralel şekilde,

dünya-ekonomilerin, aynı toplumlar, uygarlıklar, devletler ve imparatorluklar gibi

çok uzun zamandır mevcut olduklarını vurgular.10 Bu noktadan hareketle, ticari

ilişkilerin modern döneme dek seyri iki dünya-ekonomi temelinde incelenecektir:

Akdeniz ve Hint Okyanusu dünyası.11 Bu dünya-ekonomiler arasındaki iletişim

yoğunlaştıkça, kısaca Afro-Avrasya sistemi olarak adlandıracağımız, batıda

Atlantik’ten doğuda Pasifik’e kadar uzanan bir ticaret ağı ortaya çıkmıştır. Bu

çalışmanın temel tezi, Afrika’nın modern döneme dek, kent ekonomilerin tetiklediği

söz konusu ticaret sistemi ile edilgen olmaktan ziyade, kurucu ve şekillendirici bir

ilişki geliştirdiği üzerine kuruludur.

Birinci bölümde maddi hayatın kuruluşundan kent ekeonomileri ağına kadar

Afro-Avrasya sisteminin antikitedeki gelişimi ve Afrika’nın bu sistemdeki yeri

incelenecektir. Çalışmanın sıfır noktası, sosyo-ekonomik ve siyasi düzenin baştan

aşağı değiştiği yerleşik yaşama geçiş sürecidir. Maddi hayatın ve öteki katmanların

ekonomik ve ideolojik temelleri bu süreçte şekillenmiştir. Bundan dolayı, basit

köylerden büyük kentlere kadar yerleşik ekonomiyi yöneten merkezi otoritenin

kutsal üzerinden formüle edilişi ele alınacak ve kent ekonomileri ağıyla beraber bu

formülasyonun yayılışı gösterilmeye çalışılacaktır. Bu noktada, kentleşmenin,

teritoryalitenin ve merkezi otoritenin öncül bir örneği olarak Mısır’ın sistemdeki

kurucu rolü ve yeri üzerinde durulacaktır. Öte yandan, Afrika’nın antik dönemdeki

10 Ibid., s. 24-25. 11 Birbirlerinden farklı kültürel ve toplumsal yapılara sahip bu dünya-ekonomileri ayıran sınır İran’ın dağlık bölgesi olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda, çalışma boyunca “batı” daha ziyade Akdeniz dünyasını, “doğu” ise Hint Okyanusu dünyasını belirtmek amacıyla kullanılacaktır.

Page 15: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

7

ilişkilerini belirleyen Akdeniz dünyasının oluşum ve gelişim süreci takip edilecek,

Afrika’nın kuzey kısımlarının sisteme nasıl entegre oldukları analiz edilecektir.

İkinci bölümde Afro-Avrasya sisteminin Ortaçağ’daki genişleme süreci Hint

Okyanusu dünyası merkezli bir perspektiften ele alınacaktır. M.S. 7. yüzyıldan

itibaren Akdeniz ve Hint Okyanusu dünyasında iki büyük imparatorluğun eş zamanlı

olarak olarak kurulmasıyla, Afro-Avrasya sistemi yeni bir büyüme dönemine

girmiştir. Bu dönemde, sistemdeki ticari ilişkileri yönlediren temelde Hint

Okyanusu’nun yarattığı dinamizmdir. Ancak, ticareti Afrika’nın içlerine taşıyanlar,

batının antik uygarlık sahasına yayıldıktan sonra Akdeniz dünyasının kent merkezli

düzenini devralıp ticaretin yayılmasını sağlayan Müslüman tacirler olmuştur. Bu

nedenle, kıtanın sistemle ilişkisi Ortaçağlar’da İslam’ın hâkimiyeti altında

gelişmiştir. Böylece, Afrika’nın antik dönemde ticaret sisteminin kıyısında kalan

bölgeleri İslam’ın kent ekonomileri ağı üzerinden Afro-Avrasya sistemine dâhil

olmuşlardır.

Page 16: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

8

BİRİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN OLUŞUMU:

M.Ö. 4. BİN YILDAN M.S. 7. YÜZYILA

Afro-Avrasya sistemi “çeşitli piyasalar arasındaki çok sayıda yatay iletişim

anlamındaki bir dünya pazar ekonomisi”12 olarak tanımlanabilir. Bu ekonomi

gündelik yaşamın yapıları üzerine, yani kent ve mübadele ekonomisi üzerine inşa

edilmiştir. O halde, bu yapıların oluşum sürecini incelemek, Afro-Avrasya sisteminin

gelişim sürecini anlamak için oldukça yararlı bir yol olabilir. Bu sayede, Afrika’nın

sistemdeki yerini ve rolünü daha iyi yorumlayabiliriz. Bunun için sıfır noktasına,

günlük yaşamın bütünüyle değiştiği ve kentleşme yoluna giriği yerleşik yaşamın

kuruluş sürecine dönmeliyiz.

I. AFRO-AVRASYA VE MISIR

A. Yerleşiklik ve İdeoloji: Kutsalın Dönüşümü

Yerleşik yaşam değişim demektir. Mekânla farklı şekilde ilişki kurmak, farklı

bir ekonomik örgütlenmeye geçmek, doğaya farklı anlamlar atfetmek, kısacası, farklı

bir toplum demektir. Bundan dolayı, hareket halindeki küçük ölçekli gruplardan belli

bir yerde sürekli bir arada yaşayan büyük topluluklara doğru geçiş toplumsal düzenin

her noktasında kendini hissettiren bir değişim süreciyle beraber ortaya çıkmıştır.

Toplum bu değişimleri özümseyip yerleşik yaşama uyum sağlayabilmek için

toplumsal örgütlenmeyi yeniden yapılandırıcak bir formülasyona ihtiyaç duymuştu.

Söz konusu ihtiyaç doğaya atfedilen anlamın temelden değiştiği ideolojik bir

dönüşüm yoluyla karşılandı.

12 Giovanni Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl Para Güç ve Çağmızın Kökenler, çev. Recep Boztemur, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2016, s. 28.

Page 17: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

9

1. Bir Anlamlandırma Bütünü Olarak Kutsal

Doğayı tutarlı ve bütüncül bir mantık dizgisi dâhilinde yorumlamaksızın

herhangi bir planlı toplumsal örgütlenme düşünülümez.13 Bunun için önce doğanın

ussallaştırılması, belli yasalara tabi mantıksal bir bütün dâhilinde anlamlandırılması

gerekir. Aslına bakılırsa, ilkel insan belli doğal süreçleri pratik hayatın nedenselliği

içinde kavramıştır. Varoluşunu da her şeyden önce günlük yaşamın doğa hakkında

sağladığı bu bilgiye borçludur. Ne var ki, ilkel insanın doğayı nedensel bir gözle

bütüncül bir şekilde yorumlaması imkânsızdı. Zira doğal süreçlerin büyük bir kısmı

hâlen zifiri bir karanlık altındaydı, bilinmiyordu. İlkel toplum ve insan, doğanın baş

edilemez gücünün tahmin edilemez bir rastlantısallıkla birleştiği bu bilinmezliği var

oluşu için en büyük tehdit varsaymıştır. Bu nedenle, doğal süreçleri gözlemlemiş,

taklit etmiş, kutsamış, kişileştirmiş, kısacası anlamlandırmaya ve denetim altına

almaya çalışmıştır. Bunu yaparken de gerek doğaya gerek topluma bir düzen

verebilmek için olgular hakkında edindiği pratik bilgiye mitsel bir anlam yüklemek

zorunda kalmıştır. Mitolojik gelenekten beslenen kutsal anlayışı, ilkel topluma ve

insana bu olguları tutarlı bir şekilde yorumlayacak bir anlamlandırma bütünü

sağlamıştır.

Kutsal, her şeyden önce ilkel insan için dünyayı ontolojik olarak inşa eden bir

işleve sahipti.14 Öyle ki, kutsalın tecellisi içerikten ve anlamdan yoksun hiçlikle

gerçekliği birbirinden ayırıyordu.15 Kutsalın tezahür ettiği şey biçim değiştirmese de

artık kendi olmaktan çıkıp devamında bulunduğu mekânı da benzer bir sürece

sokuyordu. Mitsel bir anlamla doldurulan doğa, ilkel insan için anlamsızlıktan ve

13 Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, çev. Saadet Özkal, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1990, s. 7. 14 Mircea Eliade, Sacred and The Profane The Nature of The Religion, New York, Harcourt, Inc., 1987,

s. 21. 15 Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, çev. Lale Arslan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2009, s. 54.

Page 18: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

10

kaostan kurtuluyor, evrensel kutsallığın açığa çıktığı bir zemine dönüşüyordu.16

Böylelikle, ilkel toplum kendisini çevreleyen kaos denizinin ortasında yaşanılabilir

bir yer ediniyor, kutsal güçler atfettiği "şeyler" vasıtasıyla doğanın yıkıcı tarafında

somutlaşan bilinmez yönünü kontrol altına alabileceğini düşünüyordu.17 Pratik

hayattan edinilen bilginin tutarlı bir biçimde kullanılması, biriktirilmesi ve öteki

kuşaklara aktarılması bakımından bu mantık görece başarılı oldu. Kutsal da söz

konusu işlevsel yönü sayesinde günlük yaşamın pratiklerine dek yayıldı ve manevi

dünyanın yanı sıra maddi dünyayı da fethetti.

Ancak, kutsalın diyalektiği maddi dünyayla ilişkisini tek taraflı olmaktan

çıkarmıştır. Öyle ki, kutsal kendini doğrudan ve bütünüyle ortaya koymayıp herhangi

bir simge, düşünce ya da nesne aracılığıyla tezahür ettiği18 için şeyleşme süreci

tamamen tarihsel koşullar altında gerçekleşiyordu.19 Bundan dolayı, insan ile doğa

arasındaki ilişki geliştikçe maddi alandaki değişimlere karşı duyarlı olan kutsalın

tezahürleri çeşitlenerek artmıştır. Üstelik en ilkelinden en gelişmiş olanına dek, bu

tezahürler arasında bir herhangi bir süreksizlik de yoktur.20 Zira kutsalın tecellisi

temelde hep aynı gizemli eyleme, dünyadakinden tamamen başka bir düzenin ortaya

16 Eliade, Sacred…, s. 12. 17 İlkel toplum, doğanın bilinmeyen yönünü denetim altına almak için iki yol kullandı. Her ne kadar

bunlar hiç birbirlerinden ayrı bir şekilde ortaya çıkmamış olsalar da, sihirsel ve dinsel düşünce olarak ayrılabilir. İlkel toplumlarda tuhaf, tek, yeni, yabancı, sıra dışı, tehlikeli ama güçlü ve üretken şeylere sihirsel - dinsel güçler atfedilirdi. Bu kutsal güçler toplumun manevi alanını kuran ana unsurlardı. Ne var ki, bu iki düşünce biçiminin kutsalla olan ilişkilerinde temel farklar bulunuyordu. Sihirsel düşünce, insanın taklit yoluyla doğanın yaratıcı gücünü iradesi altına alabileceğini varsayarak doğanın doğrudan kontrolünü öngörüyordu. Bilim gibi doğa üzerinde doğrudan bir kontrol varsayan sihirsel düşünce, doğanın yasalarca yönetildiğini kabul ediyordu; ne var ki, bu yasalar bilimin aksine, gizli ve sihirliydi. Dinsel düşünce ise tersine, daha dolaylı yollarla ulaşmayı ön gördüğü doğaüstü gizil gücü

yönlendirme umudu üzerine kuruluydu. Malinowski, passim. 18 Eliade, Dinler…, s. 49. 19 Ibid., s. 28. 20 Eliade, Sacred…, s. 11.

Page 19: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

11

çıkışına referans vermektedir.21 Dolayısıyla insan teknik, ekonomik, çevresel ya da

toplumsal gelişmeler sonucu doğayı yeniden kavrayıp anlamlandırdıkça kutsal da

biçim ve içerik olarak sürekli bir dönüşüm geçirmiştir.

2. Yerleşik İdeolojinin Doğuşu

Buzul Çağı'nın sonlarına doğru toplumsal yaşamın biçimi bu tür bir devrimsel

dönüşüm geçirdi. Levant22, M.Ö. 16.000 - 13.000 arasında, sıcaklıkların

yükselmesiyle bugünkünden çok daha sulak bir döneme girmişti.23 Bu sayede bölge,

sürekli ve yenilikçi bir kültürel olgunlaşmanın merkezi haline geldi.24 Nitekim alet

yapımındaki yenilikleri yaşanan çevredeki gelişim izlemiş, Geometrik Kebaran

Kültürü zamanında (M.Ö. 15.500 - 12.500), avcı toplayıcı gruplar artık mağaralardan

ziyade belli aktivitelerle sınırlandırılmış, yaklaşık iki bin metrekarelik kamp

yerleşimlerini merkez alan, yarı yerleşik bir yaşam biçimine geçmişlerdi.25 M.Ö.

12.500 - 10.000 arasında, öncüllerinin kazanımlarını sürdüren avcı toplayıcı

topluluklar yabani tahıl türlerini hasat etmeye ve bunları saklayacak depoları inşa

etmeye başlayınca, yerleşiklik sürekli bir yaşam biçimine dönüştü.26 Artan doğal

kaynaklar, avcı toplayıcı toplulukların bir kısmının kademeli bir şekilde yerleşik

yaşama geçmelerine olanak sağladı.

21 Idem.. 22 Levant, Mısır’dan Toros dağlarına Arabistan çöllerinden Mezopotamya’ya dek uzanan geniş bir bölgeyi tanımlamak için kullanılır. 23 Bu öyle bir dönemdi ki, günümüzde kuraklığıyla bilinen Sina Çölü, Suriye Çölü ve Negev gibi

bölgeler avcı toplayıcı kamplarla dolmuştu. Jacques Cauvin, The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture, Cambridge, Cambridge University Press, 2002, s. 12. 24 Ibid., s. 34. 25 Ibid., s. 14. 26 Peter Watson, Fikirler Tarihi, çev. Kemal Atakay et al., İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,2014, s. 96.

Page 20: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

12

Natufyan Kültürü'nün temsil ettiği bu yeni yaşam şekli Sina'dan Fırat'a kadar

neredeyse tüm Levant'a yayıldı.27 Ancak, avcı toplayıcıların yerleşik yaşama adapte

olmaları kolay olmadı. Göçebelik temelde hareketlilik üzerine inşa edilmişti. Küçük

avcı toplayıcı gruplar, avın peşinde mekânı sürekli kat ettikleri dinamik bir ekonomi

etrafında örgütlenmişlerdi. Yerleşik yaşam, avcı toplayıcının toplumsal düzenini var

eden bu unsurları ters yüz etti. Her şeyden önce, belli bir ikamet noktasına dayalı

yaşam mekânla toplum arasındaki ilişkiyi değiştirdi. Fiziksel çevresine uyum

sağlayan avcı toplayıcılar yerleşiklikle beraber bu çevrenin sahibi ve düzenleyicisi

olmaya başladılar.28 Öte yandan, yerleşik yaşamla beraber doğum oranı yükseldi,29

bunu nüfusun artması ve kurulan yerleşimlerin büyümesi izledi. Bunlara ek olarak,

yerleşiklik her türlü birikim davranışını teşvik ediyordu.30 Avcı toplayıcılar

biriktirdikleri ürünleri depolarda saklamaya başlamışlardı. Kısacası, avcı toplayıcının

göçebe yaşama dayalı toplumsal düzeni giderek geçerliliğini yitirdi.

Özellikle depolamayla beraber yavaş yavaş mevsimsel bereketliliğe bağımlı

görece planlı bir ekonomiye geçilmesi her şeyi geri dönülmez şekilde değiştirdi.

Artık belli bir dönem yoğun çalışan avcı toplayıcılar, yılın geri kalan kısmında

sakladıkları kaynakları tüketebiliyorlardı.31 Bu sayede, avcı toplayıcının yaşam şekli

giderek çiftçininkine yaklaştı. Sınırları belli bir toprak parçasındaki doğal koşullara

bağımlı hale gelen insan için avcı toplayıcının hayvan üzerinden yaptığı açıklamalar

anlamını kaybediyordu. Nitekim M.Ö. onuncu bin yıla gelindiğinde, Kuzey Levant

27 Cauvin, op. cit., s. 15. 28 Peter Bogucki, İnsan Toplumunun Kökenleri, çev. Cumhur Atay, İstanbul, Kalkedon Yayınları, 2013, s. 208. 29 Watson, op. cit., s. 99. Göçebe yaşam tarzı avcı toplayıcıların nüfus artışını teşvik etmekten ziyade sürekli denetim altında tutmasını zorunlu kılıyordu. "Çocuklar toplamada sorun olmaya devam ederler çünkü kaybolabilir, yorulabilir ve susayabilirler, onun için kısa aralıklarla çocuk sahibi olmanın dezavantajları vardır." Bogucki, op. cit., s. 205. 30 Ibid., s. 210. 31 Idem..

Page 21: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

13

ve Yukarı Mezopotamya'daki yerleşik kültürler, doğayı ve toplumu daha farklı bir

şekilde ele almaya başladılar. Bu süreç iki tarafta da insan özelliklerine sahip tanrısal

biçimler şeklinde açığa çıktı. Yukarı Mezopotamya'daki halklar bunu hayvan

figürleri etrafında cinsiyet ayrımına gitmeden yapmışlardı.32 Kuzey Levant'ta

yaşanan ise tam bir "sembol devrimi"ydi.33 Khiamyan Kültürü'ne ait avcı toplayıcılar

doğayı cinsiyet temelinde yeniden anlamlandırmış ve dişi insan figürleri kullanmaya

başlamışlardı.34 Dişil olanı Kadın (Ulu Tanrıça), eril olanı Boğa şeklinde tasvir eden

bu figürler35 yerleşik yaşamın ideolojik formülasyonunu yansıtıyordu.

İlkel toplumlarda buna benzer baskın bir kutsal inancı yoktur.36 Buna paralel

şekilde, toplum üzerinde doğrudan denetim kurabilecek "zorlayıcı bir siyasal

iktidar"dan37 da söz edilemez. Ancak, yerleşik ekonominin planlanması her şeyden

önce bir otoritenin varlığını gerektiriyordu. Bu boşluk, doğanın yaratıcı ve yıkıcı

32 Klaus Schmidt, “Göbekli Tepe – the Stone Age Sanctuaries. New results of ongoing excavations with a special focuson sculptures and high reliefs,” Documenta Praehistorica, Vol. 37(2010), s. 244. 33 Cauvin, op. cit., s. 25. 34 Idem.. 35 Yer ve Gök çifti evrensel mitolojinin aralarında belli bir eşitlik bulunan temel unsurlarındandır. Yer

bir tanrıça niteliği kazanmadan önce "Tellus Matter"di, yani, toprak anaydı, doğanın üretkenliğinin biricik sembolüydü. Yerleşikle beraber salt bir üretkenlik sembolü olmaktan çıkıp öteki dinsel tezahürleri kendisine tabi kılan, kadınla sembolize edilen bir tanrıçaya dönüşmeye başladı. Neolitik yaşamın kıyısındaki yerleşik insan ilgisiz, ulaşılamayan ve günlük yaşama uzak göksel varlıklardan ziyade daha somut inançlara ihtiyaç duyuyordu. Bu nedenle, dönemin öteki baskın figürü olan Boğa, Ulu Tanrıça'nın hayat verdiği, hatta Çatalhöyük'teki temsillerden anlaşıldığı kadarıyla doğurduğu, hayvani ve eril niteliklerin toplandığı ikincil bir tanrısal biçim halinde ortaya çıktı. Dolayısıyla erkek tanrısallığı, neolitik dönemde bir eşten ziyade bir çocuk veya ergen imgesiyle gösterildi. M.Ö. dördüncü bin yılda saban kullanılıp tarımsal etkinlik cinsel birleşmeyle özdeşleştirilinceye kadar, Ulu Tanrıça partenogenez (döllenmeden üreme) yoluyla doğaya hayat veriyordu. Mircea Eliade, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi Taş Devrinden Eleusis Mysteria'larına, çev. Ali Berktay, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003, s. 58. Bu bağlamda, Boğa'nın daha cinsel birleşmenin biyolojik üremenin bir yolu olduğu konusunda ilkel insanın herhangi bir bilgisinin olmadığı erken bir tarihte sembolleştirilmesinin nedeni üretkenliği sağlayacak bir güç epifanisini temsil etmesiydi. Zira "biyokozmik üretkenliği sağlayan enerjilerin vazgeçilmez güçleri şiddet ve güç epifanileridir." Eliade, Dinler…, s. 100. 36 Sir James George Frazer, Altın Dal Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma, çev. Mehmet H. Doğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004, passim. 37 Clastres, siyasal iktidarın, ister kan bağına bağlı olsun, ister sınıflı bir yapıda olsun, her toplumsal yapıya içkin olduğunu vurgular. Siyasal iktidarı birbirinden ayıran onun toplum üzerinden doğrudan denetim kurmasını sağlayacak zorlayıcı yollar kullanıp kullanmadığıdır. Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum, çev. Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1991, s. 22-23.

Page 22: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

14

güçlerinin toplandığı, bilinen ve bilinmeyen doğal süreçlere hâkim; kısacası, kutsalın

tezahürlerini kendi kişiliklerinde bütünleştiren tanrısal biçimlerin ortaya çıkışıyla

dolduruldu. Böylece insan ile tanrılar arasında, tanrıların yukarda insanların aşağıda

olduğu tabiiyete dayalı yeni bir tür ilişki kurulmuş oldu.38 Bu yeni ilişkinin toplumsal

alana yansıması kaçınılmazdı. Eğer doğal düzene belli başlı otoriteler şekil veriyorsa,

toplumsal düzeni yöneten bir güç de olmalıydı. Dolayısıyla, kutsalın tanrısal varlıklar

biçiminde bütünselleşmesi toplumsal alana siyasal iktidarın tekleşmesi olarak

yansıdı; köylerde liderler ve onlara tabii bir halk ortaya çıktı.39 Bu sayede, büyük ve

sürekli bir yerleşik toplumun temelini oluşturacak ortak kimlikler ve kozmoslar

kurulabilir hale geldi.40

3. Kent ve İdeolojinin Kurumsallaşması: Çok Tanrıcılık

Ön neolitik insan dişilik - erillik üzerinden yaptığı benzeşimler sayesinde,

nesnel gözlemin imkânsız olduğu bir ortamda, doğal üretim süreçlerine ışık tutacak

bir taslak çizmişti. Nitekim Neolitik dönemle beraber insan hayvanı ve bitkiyi

ehlîleştirilmeye, doğanın üretici yanını kullanmaya başladı. Bu durum, hayvanlar

üzerinden kurgulanan anlam dünyasının, yerini, gizemli bir şekilde sürekli yeniden

var olan bitkilere bırakmasına neden oldu.41 Çiftçinin belli bir sırayla

gerçekleştirmesi gereken karmaşık tarımsal eylemleri düzenleyebilmesi için

bitkilerin var oluş gizemine belli bir oranda da olsa, hâkim olması gerekiyordu. Bu

bağlamda, neolitik insan doğanın düzenli aralıklarla kendini yenilemesi ile kozmik

döngüler arasında güçlü bir bağ kurdu. Bitkilerin büyüme süreçleri ile mevsimlerin

38 Cauvin, op. cit., s. 69. 39 Watson, op. cit., s.99. 40 Schmidt, s. 253'den Watkins T., “Changing People, Changing Environments: How Hunter-Gatherers

Became Communities that Changed the World”, Landscapes in Transition, der., B. Finlayson ve G. Warren, Oxford, Oxbow, s. 106–114. 41 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 58.

Page 23: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

15

döngüsü, yıldızların hareketleri, ayın halleri, suların kabarması ya da çekilmesi

birbirleriyle ilintili doğal fenomenlerdi ve bitkiler bu süreçleri takiben var oluyorlar,

yok oluyorlar ve yeniden var oluyorlardı.42 Kozmik döngülerden ilham alınan bu tür

bir döngüsel zaman anlayışı, neolitik insanın tarım ve metalurji gibi teknik

etkinlikleri anlamlandırmasını, sistemleştirmesini ve sürdürmesini sağladı.

Neolitik devrimin ideolojik ve teknik araçları yerleşik yaşamın yeni tarımsal

alanlara yayılmasını kolaylaştırdı. Yerleşik ideoloji, M.Ö. dokuzuncu bin yıldan

itibaren Eski Dünya'da, M.Ö. yedinci bin yıldan itibaren ise Avrupa'da ve Afrika'da

(başta Mısır olmak üzere Kuzey Afrika) kullanılmaya başlamıştı.43 Bu yayılım süreci

yavaş da olsa kırsalda görece istikrarlı bir tarımsal ekonomi oluşmasına yol açtı.

Öyle ki, M.Ö. beşinci bin yılda, yerleşik yaşamı belli bir süreklilik dâhilinde devam

ettiren Mezopotamya köyleri görülmemiş ölçüde büyümüş, böylelikle kırsal, gerek

verimliliği artan tarımdan gerek ticaretten elde edilen gelir birikimine paralel şekilde

zenginleşmişti.44 Öte yandan, büyük kolektif yapıların inşasına olanak sağlayan

metalurjik gelişim yine bu bin yılda ortaya çıktı.45 İşlenen madenler sayesinde daha

dayanıklı aletler yapılması büyüyen refahla birleşince, Sümer tapınağı "ziggurat"ın

öncüsü büyük anıtsal yapılar inşa edilmeye başladı.46

Tapınak ilkel toplumlarda hem dinsel hem maddi gereksinimleri karşılayan bir

role sahipti. İlkel toplumların en belirgin özelliklerinden biri, yaşadıkları mekanı

dünyanın ve kozmosun bir tezahürü, buranın dışındaki her şeyi kaos içindeki bir

42 Ibid., s. 61. 43 Schmidt, op. cit., s. 253. 44 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 65. 45 Watson, op. cit., s. 108. 46 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 65.

Page 24: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

16

mekana ait olarak kabul etmeleridir.47 Bu bağlamda kutsalın tezahürü, herhangi bir

referans noktasının bulunmadığı kaotik bir düzlemde insana ontolojik açıdan dünyayı

kuracak mutlak bir noktayı, merkezi açığa vurur ve o mekânı kavranabilir bir

gerçekliğe yükseltir.48 Tapınak bu anlayışın eksiksiz bir örneği olarak mutlak bir

merkezi temsil ediyordu.49 Öte yandan, geçmişleri yerleşik yaşamdan öncesine dek

uzanan tapınakların işlevleri dinsel alanın ötesine geçmekteydi. Kutsal alanlar

insanların sadece hac görevlerini ifa etmek için dönüp tekrar geldikleri yerler değildi,

aynı zamanda malların ve fikirlerin değiş tokuş edildiği iletişim ve mübadele

merkezleri olarak da işlev görüyorlardı.50 Bu nedenlerden dolayı, tapınak gibi kutsal

alanlar arkaik dönemlerden itibaren toplumsal düzenin merkezine yerleşmişlerdi.

Kentin tohumları da köyün aksine yabancıya da açık bir toplanma yeri niteliğine

sahip toplumsal otoritenin vücut bulduğu bu öncül tapınaklar etrafında atıldı.51

Nitekim ilk kentlerde52 hayat tapınağın etrafında dönmüştür. Tapınak, kırsalın

toprak gelirine el koyarak artı-ürün birikiminin, dolayısıyla kent ekonomisinin

47 Eliade, Sacred…, s. 29. 48 Ibid., s. 21. 49 Eliade, Dinsel inançlar…, s. 81. 50 Klaus Schmidt, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe En Eski Tapınağı Yapanlar, çev. Rüstem Aslan, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007, s. 276. 51 Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent Kökenleri Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, çev. Güral Koca ve Tamer Tosun, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007, s. 21. 52 Kent devriminin önünü açan nesnel gelişim süreci kentin toplumsal ve siyasi düzenini biçimlendirecek düşünsel ve toplumsal yansımalara neden oldu. Kentin doğuşu tarım ve metalurji alanındaki teknik ilerlemelerin bir sonucuydu. Bu keşifleri takiben ortaya çıkan simgecilikler, mitolojiler ve ritüeller insanın anlam dünyasını da genişlettiği gibi düşünce dünyasının şekillenmesinde doğrudan rol oynadı. Mircea Eliade, Demirciler ve Simyacılar, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003, s. 204-205. Ancak, her yeni dönem kendinden önceki dönemin diyalektiğini ve morfolojik özelliklerini belli bir seviyede sürdürür. Bu bağlamda, insanın taştan aletlere yüklediği sihirsel güç uygarlığın inşasında büyük rolü olan madenden yapılan aletlere de yüklendi. Ibid., s. 30-31. Öte yandan, tarımsal üretimde çığır açan sabanın yaygınlaşmasını, kadının binlerce yıldır üretkenlik konusunda sahip olduğu ayrıcalıklı konumunu kaybettiği simgeselleştirmeler izledi. Çünkü saban tohumluğun yerini alınca tarım erkeğe özgü bir teknik haline gelmeye başlamış, bunu takiben, kadın tarlayla, erkeklik organı sabanla, ekin ise doğumla özdeşleştirilir olmuştu. Eliade, Dinler…, s. 260. Bu süreç, hali hazırda erkeğin hâkim hale geldiği kentin hızlı gelişimiyle birleşince kadın toplumsal düzende ikinci plana itilirken, ilk büyük uygarlıkların ortaya çıkışını, Ulu Tanrıça'nın

Page 25: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

17

merkezine yerleşmişti.53 Bu sayede kent, tarihte ilk kez, insanların geçim

ekonomisine doğrudan katkı yapmadan yaşamasına olanak tanımıştı. Kentli günlük

hayatın zorunlu gereksinimleri için köydeki gibi kan bağına değil, ötekine güvenmek

zorundaydı.54 Bu çerçevede din, kentin eşitsizlikle malul düzeni üzerindeki toplumsal

uzlaşmanın sürdürülmesini sağlıyordu. Zira başrahibin tanrılarla ilişkisi sayesinde

toprağın bereketi garanti altına alınmasa ya da hasadın kentli lehine yeniden

bölüşümü sağlanmasa mevcut düzenin sürdürülmesi mümkün olmazdı. Sosyo-

ekonomik düzendeki bu mutlak hâkimiyeti, tapınağı kent kültürünün ilk odak noktası

haline getirdi.55 Öyle ki kent, dünya üzerinde tanrısal varlığın hissedilebileceği

yegâne mekân olarak görülüyor, bir kentte yaşamak, aslında o kentin tanrısına ait

olmak anlamına geliyordu. Yani, uygarlığın bu ilk kentleri tanrısal varlığın ta

kendisini temsil eden oluşumlardı.

Tapınak büyük bir güce sahipse de, kentteki tek otorite değildi. Uygarlığın

ilkleri olan Mezopotamya kentlerinde iki tür otorite mevcuttu.56 Tapınağı temsil eden

başrahip dinsel konuların yanı sıra, refahın bölüşümü ya da dış ticaret gibi kent

yönetimiyle ilgili konularla ilgileniyordu.57 Askeri lider ise kentin güvenliğinden ve

dış ilişkilerinden sorumluydu. Bu iki otorite arasındaki tapınak lehine olan mevcut

denge bir süre sonra bozulmaya başladı. Kent, gerek artan nüfusun beslenmesi gerek

kamusal yapıların inşası gibi gereksinimleri nedeniyle sürekli bir kaynak akışına

dölleyici nitelikleri ön plana çıkan erkek tanrısallığının gerisine düşmesi izledi. Watson, op. cit., s. 159. Böylelikle, kırsalı kendine tabi kılan, ekonomik ve kültürel yapısına tapınağın şekil verdiği kentin siyaseti erkeğin, düşünüş biçimi sihirsel gücün denetimi altına girmeye başladı. 53 Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, çev. Filiz Ofluoğlu, İstanbul, Varlık Yayınları, 2006, s.111. 54 Watson, op. cit., s. 117 55 Marshall G. S. Hodgson, The Venture of Islam Conscience and History in a World Civilization: Classical Age of Islam, Londra, The University of Chicago Press, 1974, s. 105. 56 Bu ayrım, Chavrat'dan alınmıştır. Petr Charvat, Mesopotamia Before History, Londra, Routledge,

2002, s. 100. 57 Watson, op. cit., s. 136.

Page 26: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

18

muhtaçtı. Bu nedenle, ekilebilir tarım arazilerinin ve sınırlı sayıdaki su kaynaklarının

üzerinde kontrol sağlanması gerekiyordu.58 Diğer kentlerde hali hazırda biriken ve

üretilmeye devam eden artı-ürüne el koymak da başka bir seçenekti. Kısacası, kentin

ekonomik yapısını korumak için yayılması gerekiyordu. Bu gereksinim askeri lideri

giderek ön plana çıkardı, çünkü farklı bir tanrıya sahip bir kentin olası fethi

durumunda rahibin aksine askeri lider bir yönetim kabiliyetine sahipti. Böylece

askeri liderler krala dönüşürken, kentin birikim merkezi de tapınaktan saraya kaydı.

Sarayın varlığı kentleri ve kırsalı merkezi otorite etrafında bütünleştirecek bir

sürece bağlıydı. Bunun için öncelikle bölgesel entegrasyonun önünü açacak ortak bir

yasal düzenin tesis edilmesi gerekiyordu. Ancak, kültürel sınırlar merkezi otoritenin

etrafında oluşabilecek bir bütünleşme sürecinin önünde büyük bir engel teşkil

ediyordu. Nitekim kentlerin kendi tanrısal yasaları çerçevesinde yönetilmesinin yanı

sıra, kırsal da hâlen kabile dinlerinin etnosentrizminin hâkimiyeti altındaydı.59 Bu

bağlamda, dinsel açıdan doğru ve yanlış gibi bir ayrıma gitmeyen, kutsalın

tezahürlerini bütüncül bir gözle ele alan60 çok tanrıcı dinler saraya kültürel sınırları

aşabileceği ideolojik bir altyapı sağladı. Çok tanrıcılık, kutsalın maddi dünya

üzerindeki mevcut egemenliği üstüne inşa edilmişti. Öyle ki, evrensel düzeninin

temelinde tanrısal varlıkla dünyevi olanın birbirinden ayırt edilemediği çoğulluk

ilkesi yer alıyordu.61 Ancak, evren mükemmel bir şekilde düzenlenmiş bir alan

58 Ibid., s. 137. 59 Jan Assmann, Moses the Egyptian The Memory of Egypt in Western Monotheism, Londra, Harvard

University Press, 1998, s. 3. 60Kutsalın tecellisi temelde hep aynı gizemli eyleme, "dünyadakinden tamamen başka bir düzenin

ortaya çıkışına" referans verdiğinden dolayı, en ilkelinden en gelişmiş olanına dek kutsalın tezahürleri arasında bir süreksizlik yoktur; temelindeki kurucu nitelik hiç değişmez. Çok tanrıcı dinler bu sayede, kutsalın tezahürlerini bir bütün olarak değerlendirebildiler. Eliade, Sacred…, s. 11. Eliade, Dinler…, s. 49. 61 Jan Assmann, The Price of Monotheism, Stanford, Stanford University Press, 2010, s. 41.

Page 27: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

19

olarak değil, tanrıların kişiliklerinde vücut bulan doğanın yaratıcı ve yıkıcı güçlerinin

bir işbirliği süreci olarak görülüyordu.62 Evren kadar toplumun ve devletin kaderine

de şekil veren bu yönetici ilkenin isimlerine, biçimlerine ve işlevlerine ayrılarak

standartlaştırılması, geniş bir bölgede kurulacak yasal düzenin oturtulabileceği

kurumsal bir altyapı sağladı. Her devletin tanrılarının isimleri ve biçimleri coğrafi ve

kültürel şartlar gereği farklıydı ancak, işlevleri çok büyük oranda birbirleriyle

benzeşiyordu. Bu sayede, çok tanrıcı dinler kentin yalnız bölgesel değil, bölgeler-

arası ilişkilerine de işlerlik kazandıracak hukuksal bir temel tesis etti.63

B. Antik Dünyada Kent Ekonomileri Ağının Oluşumu

Kentin ekonomik çıkarı kurulduğu mekânın ötesinde başlar. Öyle ki, köy

ürettiği zorunlu tüketim maddeleriyle ayakta kalırken kent, kırsalda üretilen toprak

gelirine el koyarak var olmuştur. Nicel ve nitel açıdan gelişmiş sosyo-ekonomik bir

birim olan kentin, köyün aksine yakın çevresinden sağlayamayacağı ihtiyaçları da

vardır. Bir kısmı kentin kuruluşu için elzem olan, diğer kısmı toplumsal

farklılaşmalarla beraber giderek zorunlu hale gelen bu ihtiyaçlar kentin ekonomik

çıkarını kırsalın ötesindeki bölgelere taşımıştır. Bu nedenle, kent ekonomisi için

bölgelerarası ekonomik ilişkilerin varlığı ve devamlılığı her zaman önemlidir. Ancak,

hammadde ithal edilen toplumların öncelikle mamul malı sindirebilecek bir

62 Idem.. 63 Antik devletler arasındaki antlaşmalar dinsel yeminler ve tarafların tanıdığı tanrılar tarafından garanti altına alınmak zorundaydı. Hiyerarşik ve işlevsel açıdan birbirine denk olması gereken bu tanrıların listesi genelde antlaşmanın sonuna eklenirdi. M.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren Mezopotamya'da, M.Ö. ikinci bin yıldan itibaren ise diğer bölgelerde, bu tür bir denklik sağlanabilmesi için tanrı isimlerini tercüme etme hareketi başlatıldı. Bölgeler-arası ilişkilerin belli bir düzene oturtulması gereksinimini yansıtan bu süreç, kültürler-arası teolojiyi ilksel bir uluslararası hukukun konusu haline getirdi. Jan Assmann, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of Paganism, Representations,” Representations, Special Issue: The New Erudition, No. 56, (1996), s. 49.

Page 28: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

20

ekonomik düzen kurmaları şartıyla düzenli ve istikrarlı bir ilişki mümkündü.64

Bundan dolayı, ticaretin hacmi büyüdükçe kentleşme yayıldı ve kent ekonomileri

merkezli bir ağ ortaya çıktı.

1. Kentin İhtiyaçları: Kent Ekonomileri Ağının Kuruluşu

Bilinen ilk kentleşme süreci Mezopotamya’da doğdu. Dicle ve Fırat sularıyla

ekinlerini sulayan Obeyd halkı, tarımsal üretimin yarattığı ve gerektirdiği büyük

nüfus nedeniyle geniş bir yerleşimler ağı kurmuştu. Yerleşimlerdeki nüfusun ve

refahın birikmesiyle oluşan “niceliksel değişim niteliksel bir ilerlemeye”65 neden

olmuş, başta anıtsal yapılar olmak üzere bugün kentle ilişkilendirilen unsurlar ortaya

çıkmıştı. Obeyd Kültürü, M.Ö. dördüncü bin yılın başında yerini Uruk’a bıraktığında

kentler görülmeye başladı. Ancak, bereketli tarım alanlarıyla insanlara

gereksinimlerini cömertçe sağlayan Mezopotamya, kentin ihtiyaçlarına karşılık

veremedi. Toprakların sulanmasındaki üstün örgütlenmeyi sağlayan tapınaklar gibi

kamusal yapıların inşasında kullanılacak ahşap, maden, taş ve yarı-değerli taş gibi

mallar bölge dışından ithal edilmek zorundaydı.66 Tarımsal artı üründen fazlasına

ihtiyaç duyan Mezopotamya’nın bu öncül kentleri dış dünyayla ekonomik ilişkilerini

geliştirmek zorunda kaldılar.

Kentin ihtiyaç duyduğu en önemli ürün ahşaptı. Ne Mezopotamya ne

kentleşmenin ortaya çıktığı bir diğer bölge olan Nil vadisi büyüyen kent

ekonomilerini doyurabilecek ormanlara sahipti. Ahşapa olan bağımlılıkları

64 Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu?, çev. Alâeddin Şenel ve Mete Tunçay, İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2007, s. 155. 65 Mcevedy, bin kişilik nüfusun bu noktada önemli bir aşama olduğunu vurgular. Colin Mcevedy, İlkçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol, İstanbul, Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 22. 66 C. Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, çev. Suat Kemal Angı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Ağustos 2010, s. 75.

Page 29: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

21

“ekonomik tecritte zorunlu bir kırılmaya yol açtı ve bu gedikten daha birçok alışveriş

türü geçti”.67 Öyle ki, söz konusu ihtiyaçların yanı sıra, bir süre sonra zorunlu hale

gelen daha gösterişli hammaddelere erişim gereksinimi, kentlerin dış dünyayla daha

düzenli iletişime geçerek yalıtılmışlıklarını kırmalarına neden oldu.68 M.Ö. dördüncü

bin yılın sonunda yük eşeği kervanları, yaygın olmasa da dört tekerlekli kağnı

arabaları, yelkenli ve kürekli yük gemileri belirmiş ve uzun yol ticaretinin ilk

vasıtaları olarak kullanılır olmuştu. Ağacın ekonomik tecritte açtığı gediği,

zenginleşen toplum uzun yol faaliyetlerini örgütleyerek geri dönülmez şekilde

genişletti. Böylelikle, doğal kaynak azlığı karşılıklı bağımlılığın egemen olduğu

ticari bir ağ yaratmış, “uygarlığın tekerliği dönmeye”69 başlamıştı.

M.Ö. üçüncü bin yılda ortaya çıkan bu ticaret ağı oldukça kırılgan bir

yapıdaydı. Mevcut ticaret sistemi, varlığını büyük bir nehrin bereketli alüvyon

ovalarından sağladığı istikrarlı toprak gelirine borçlu olan sınırlı sayıdaki kent

ekonomisi üzerine kurulmuştu. Basra Körfezi'ndeki deniz yolları ve Orta Asya'dan

geçen kara yolları Elam, İndüs ve Mezopotamya'daki bu bölgeleri birbirine

bağlıyordu.70 Sistemin merkezinde, hızlı bir kentleşme süreci sonucu ekonomik bir

çekim merkezine dönüşen Güney Mezopotamya yer alıyordu. Ancak, M.Ö. 2200 -

67 “Mısır’da sadece firavun inciri ve akasyadan sert kereste elde edilebilir. Daha sonra Yeni Krallık ile birlikte yeni türler eklenecektir: çam, porsukağacı, limon, kayın. Ama bunlar da soy kıtlığını yeterince gideremeyecektir.” Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz: Tarihöncesi ve Antikçağ, çev. Ali Berktay, İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007, s. 87-88. 68 Ibid., s. 74. 69 Mcevedy, op. cit., s. 30. 70 Philippe Beaujard, “The Indian Ocean in Eurasian and African World-Systems before the Sixteenth Century,” Journal of World History, Vol. XVI, No. 4(2005), s. 416. Antik Mısır'ın bu sisteme ne zaman dâhil olduğu tartışmalıdır. Frank ve Gills, M.Ö. 2700 – 2400 dolaylarında Mısır, Mezopotamya ve İndüs’ün tek bir dünya-sistem oluşturduklarını savunur. A. G. Frank ve B. K. Gills, “Kümülatif Birikim”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, s. 176. Oysa Beaujard’a göre, M.Ö. 18. yüzyıla dek, tuncun nadiren kullanıldığı ve Mezopotamya ile benzer bir ekonomik ritme sahip olmayan Mısır’ın, Batı dünya-sisteme bağlı olduğu tezi inandırıcılıktan uzaktır. Beaujard, op. cit., s. 417.

Page 30: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

22

1700 arasında meydana gelen ekolojik krizin tetiklediği kuraklık kent ekonomilerin

bağımlı olduğu toprak gelirinin istikrarını ortadan kaldırdı.71 Kuraklık nedeniyle

toprağı işleyemeyen yerleşik nüfus hayvancılığa yönelince Sümer'de tarımsal üretim

M.Ö. 18. yüzyıla dek düştü.72 Bunu İndüs’deki ve Mezopotamya’daki kent

yerleşimlerinin azalması ve bozkır üzerinde giderek artan bir baskı izledi.73 Bu baskı

istilalar şeklinde yön değiştirip yeniden kentlere yönelince, M.Ö. ikinci bin yılın ilk

yarısında Mezopotamya, İndüs ve Mısır'daki merkezi otoriteler çöktü ve uygarlığın

doğanın merhametine bağımlı ilk ticaret ağı dağıldı.

İstilalar, M.Ö. ikinci bin yılın sosyo-ekonomik yapısını doğrudan

şekillendirdiler. Göçlerin ve savaşların da ticaret gibi toplumlararası etkileşimi

arttıran işlevleri vardır. Bu tür büyük demografik hareketler bilginin dolaşımını

hızlandırıp, ekolojik ve insani kısıtlılıkların üstesinden gelinerek üretim, ulaşım,

ticaret alanlarındaki verimliliğin artmasını sağlar. Nitekim M.Ö. 18. yüzyıldaki

istilaların tunç kullanımını yaygınlaştırmaya başlaması böyle bir etki yaratmıştı.74

M.Ö. dördüncü bin yıldan beri Batı Asya’da kullanılan tunç, bakır – kalay

alaşımından meydana geliyor ve öncüllerinden daha sert ve dayanaklı araçlar

yapılmasına imkân veriyordu. Ancak, bu madenin bileşenleri nadiren birlikte

bulunuyordu ve ticareti genellikle zorunluydu. Bu nedenle tunç, toplumsal yaşamda

71 Sing C. Chew, “From Harappa to Mesopotamia and Egypt to Mycenae”, Historical Evolution of World-Systems, der., Christopher Chase-Dunn ve E. N. Anderson, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 64. 72 A. G. Frank ve B. K. Gills, “Dünya Sisteminde Çevrimler, Krizler ve Hegemonik Değişiklikler (MÖ 1700- MS 1700)”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, s. 300. 73 Chew, op. cit., s. 64. 74 M.Ö. 18. yüzyıl dolaylarında üstün tunç silahlar kullanan Hint-Avrupa halkları, Atlantik’ten Ortadoğu ve İndüs vadisine dek bütün uygar halkları istila etmişlerdir. Kassitler Sümerlileri, Aryanlar İndüs vadisi toplumunu harap etmişler, Keltler ise İberyalıları püskürtmüştü. Milo Kearney, The Indian Ocean in World History, New York, Routledge, 2004, s. 22.

Page 31: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

23

ve savaş alanında daha çok yer kapladıkça hem kendi dolaşımını hem alışveriş

dünyasını geliştirmeye başladı.75

Tuncun ve istilaların etkisi uluslararası ticaret ağının ekseninde ve

yapılanışında bir dizi değişim yarattı. İstilalar sonucu ağın Basra ayağı çökmüş,76

bunu takiben Batı Hint Okyanusu çevreleşmiş ve ticaretin yoğunluğu Doğu

Akdeniz’e kaymıştı.77 Ticaretin odak noktası Doğu Akdeniz haline gelince Mısır

sisteme eklemlenerek önemli bir merkeze dönüştü. Bu sayede, uluslararası ticaret

sistemi, M.Ö. 1600/1500’lerden itibaren Mittani, Hitit Krallığı, Asur ve Mısır’dan

oluşan çok-merkezli bir şekle büründü.78 Doğu Akdeniz merkezli bu sistem tuncun

yeniden yapılandırdığı ekonomik ilişkilere dayanıyordu. Ulaşılabilirliğinin sınırlı

olması yüzünden ekonomik sisteme toplumun dar bir kesiminin ihtiyaçları ve

beklentileri üzerine inşa edilen merkezileşmiş aristokratik devletler egemen olmuştu.

Bu devletler, gerek büyüyen devlet aygıtının gereksinimlerini karşılamak, gerek kent

endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri ithal etmek zorundaydılar. Buna bir de

zorunlu tüketim malları haline gelen lüks mallar eklenince ticaret ağındaki ekonomik

etkinlik yeniden artmaya başladı. Ortaya çıkan ekonomik potansiyel merkez – doğu

75 Braudel, Bellek…, s. 133. 76 William R. Thompson, “Eurasian C-Wave Crises in the First Millennium B.C.”, Historical Evolution of World-Systems, der., Christopher Chase-Dunn ve E. N. Anderson, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 27. 77 McNeill’in aşağıdaki saptaması ticaretin neden Doğu Akdeniz’e kaydığını açıklıyor: “Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları, barbar fethini yalnızca yerel ve geçici gerilemelerle atlattı. Her iki ülkede de iktidarı ele geçiren barbarlar ellerinin altındaki olanaklardan yararlanma yolunu tuttular. Bu nedenle, toprak kiralarının, vergilerin, özel nitelikli emekçiler tarafından üretilen lüks malların akmaya devam etmesi için, malları ve insanları düzen içinde tutabilmeleri yolunda rahiplerin, yazıcıların ve öteki uzmanların yardımlarına gereksinim duydular. Bu tutumun bir sonucu olarak, uygarlığın dayandığı toplumsal yapı yıkılmadı.” William McNeill, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2004, s. 82. 78 Beaujard, op. cit., s. 419.

Page 32: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

24

Avrupa ve Nübya gibi bölgelerle olan ticaret hacminin genişlemesini79 ve kent

ekonomisinin Doğu Akdeniz'de yayılmasını sağladı.

Ne var ki, dar bir kesiminin çıkarları üzerine kurulu olan ve gittikçe yozlaşan

ekonomik ve siyasi sistem toplum üzerinde ciddi bir baskı yaratmıştı.80 Bu durum

kısmen iklimsel bozulmanın tetiklediği demirden silah kullanan halkların göçleri ile

birleşince mevcut sistemin ana dayanak noktaları büyük bir hızla çökmeye başladı.81

Aslına bakılırsa, demir silahlar çoğu zaman tunç silahlardan daha iyi değildi.82

Ancak, bakıra ve kalaya kıyasla demir madenine erişimin kolaylığı fiyatının daha

düşük olmasına, dolayısıyla uzun vadede demir silahların halka yayılmasına neden

olmuştu.83 Bu sayede, demir silah kullananlar bilinen dünyanın neredeyse her

tarafına istilalar düzenlediler. Giderek yayılan kaosla beraber Hitit Krallığı yok oldu,

Miken Yunanistanı’nın sonuna gelindi, Mısır Üçüncü Ara Dönem’e girdi, Asur ve

Babil ise düşüşe geçti. Şimdi kent ekonomiler arasındaki ticari ağ tamamen ortadan

kalkmış, olağanüstü bir siyasi parçalanmanın yaşandığı uzun süreli bir karışıklık

dönemine girilmişti.

2. Yeni Bir Dünya: Kent Ekonomileri Ağının Genişlemesi ve

Bütünleşmesi

Demir silah kullananların istilaları M.Ö. ikinci bin yılın dünyasına dair birçok

şeyi yerle bir etmiştir. Öyle ki, tarihçiler bu istilalarla beraber gelen dönemi karanlık

bir çağ olarak nitelendirirler. Böyle bir dönem sonrası hiçbir şey eskisi gibi

79 Chew, op. cit., s.64. 80 Braudel, Bellek…, s. 202. 81 Philippe Beaujard, “From Three Possible Iron-Age World-Systems to a Single Afro-Asian World-System,” Journal of World History, Vol. XXI, No. 1(2010), s. 1. 82 Ibid., s. 3’ten P. R. S. Moorey, “Ancient Mesopotamian Materials and Industries”, Oxford,

Clarendon Press, 1994, s. 278-292. 83 Beaujard, “From Three…”, s. 3.

Page 33: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

25

kalamazdı. Nitekim demir ve öteki yeniliklerle beraber sosyo-ekonomik ve siyasi

yaşam baştan aşağı değişti.84 Yine de, yeni bin yılın toplumları yıktıkları düzenin

kazanımlarını terk etmek gibi bir hata yapmadılar. Fenikeliler ve Yunanlılar, Minos-

Miken tacirlerinin kolonicilik davranışlarını tekrarlayarak Akdeniz boyunca kıyılarda

yerleşimler kurdular. Öte yandan, Batı Asya’da Akad modeline göre örgütlenen

askeri imparatorluklar demirin sağladığı sınırsız güçle geniş coğrafi alanları tek bir

siyasi otorite altında birleştirdiler. Yeni bin yılın ilk beş yüz yılında, geçmişteki

başarıların korunup sürdürülmesi sayesinde kent ekonomileri ağı on beş yüzyılda

ulaştığından daha geniş bir alana yayıldı.85

a. Demir ve Büyük Kozmopolit İmparatorluklar

Demir silah kullananların istilaları beraberinde büyük bir kaos getirmişti. Rakip

gruplar arasındaki çatışmalar ekonomik olarak birbirine bağlanmış mekânı siyasi

açıdan parçalamıştı. Ancak, siyasi otorite önünde sonunda merkezileşmeye

başlayınca demir tam tersi bir etki yarattı: Devletler devasa ordular kurmaya ve daha

önce görülmemiş boyutlara ulaşmaya başladılar. Bu durum, merkezi otoritenin derin

köklere sahip olduğu Nil - Amuderya arasındaki bölgede diğer yerlere kıyasla daha

yoğun biçimde hissedildi. Gerek M.Ö. 8. yüzyılda Hindistan ile Mezopotamya

84 Kent ekonomileri, M.Ö. birinci bin yıla kadar, yavaş ve sınırlı da olsa yatay olarak yayılmıştı. Dikey

olarak yayılımı ise çok sınırlıydı: Kent ekonomisine katkı sağlayan sadece belli bir kısım ekonomiye doğrudan katılabiliyor, geri kalan büyük bir kısım bu sürecin dışında kalıyordu. M.Ö. birinci bin yılda yeni bir dünya düzeninin temelleri atıldı. Demir, alfabe ve para gibi yenilikler belirli bir zümreye ait olan zor kullanma, ekonomik sürece katılım ve bilgi gücünün dikey olarak yayılmasının önünü açtı. Demirin silah dışında alet yapımında da kullanılması sosyo-ekonomik açıdan önemli bir etki yaratmıştı. Toplumun en alt katmanında bulunanlar bile tarımsal üretimdeki verimi arttıran bu uzmanlaşmadan somut olarak yararlanmaya başladı. Öte yandan, bin yılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanan sikke para, toplum içinde ticari aktiviteye uzak kalan çiftçilerin ekonomik sisteme katılmasını sağladı. Alfabe ise yüzyıllardır rahiplerin ve yükseköğrenim görmüş memurların kendilerine sakladıkları bilginin toplum içinde ve toplumlar arasında dolaşım sürecini demokratikleştirerek bireyle otorite arasındaki ilişkilerin dönüşümüne temel sağladı. Dolayısıyla, bu yenilikler geniş kitlelerin kentin sosyo-ekonomik düzenine dâhil olmasını, uygarlığın “tarihte ilk kez kökünden sökülemeyecek biçimde ve tam anlamıyla yerleşmesini” sağladı. McNeill, op. cit., s. 91. 85 Childe, Tarihte…, s. 200.

Page 34: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

26

arasında ticaret bağlantısının yeniden kurulması86 gerek Fenike’nin Batı Asya

pazarına akıttığı gümüş ve öteki değerli madenler Asur İmparatorluğu’nun

genişlemesini tetiklemişti. M.Ö. 671’de Nil vadisini işgal eden Asur, Hint Okyanusu

ile Akdeniz arasındaki tüm alan ve nüfusu kontrol etmeye başladı.87 Asur

İmparatorluğu, M.Ö. birinci bin yılda Nil - Amuderya arasındaki bölgede ortaya

çıkan kozmopolit, toprağa dayalı, uzun yol ticaretinin masraflarını karşılayabilecek

büyük imparatorlukların ilkiydi.

Asur İmparatorluğu Mısır’ı işgal ettikten kısa süre sonra, bozkır göçebelerinin

istilaları sonucu düşüşe geçti. Asur’un bıraktığı güç boşluğunu Mezopotamya’nın

daha güneyindeki Babil doldurdu. Öncülünden devraldığı emperyal rolü benzer

şekilde sürdüren Babil sistemin iki antik merkezini, Mezopotamya'yı ve Doğu

Akdeniz'i bütünleştirmişti. Ancak, Orta Asya'nın dünya ekonomisindeki artan

önemine denk olarak hegemonik güç giderek doğuya kaydı. Nitekim M.Ö. 7. ve 6.

yüzyıldan itibaren Semerkand, Belh ve Taksila Afro-Avrasya sisteminin önemli

kentleri haline gelmişlerdi. Bunun üzerine, Ahameniş İmparatorluğu, Asur ve

Babil’den bir adım daha ileri giderek Mezopotamya - Doğu Akdeniz bloğunu Orta

Asya'nın içlerine dek genişletti. Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na çıkarak üç

86 McNeill, op. cit., s. 123. 87 Asur İmparatorluğu’nun sağladığı siyasal birlik, ilk defa böylesine geniş bir bölge üzerinde karşılıklı ilişkileri geliştirdi. Alfabenin yaygınlaşması sonucu Arami dilinin de imparatorluk genelinde lingua franca olarak kabul edilmesi bütünleşmeyi hızlandıran bir diğer unsurdu. Asur ve ardıllarının bu derece büyük siyasi yapılanmalar kurup sürdürebilmelerinin ardında, “Tunç Çağı monarşilerinde yaratılan yönetim ve ekonominin farklılaştırılmış bir biçiminin” büyük bir askeri güçle kabul ettirilmesi yatıyordu. Asurlular ilk defa meslekten asker yetiştirme yoluna giderek merkezde büyük bir ordu bulundurmaya başladılar ve seferlerinde yarı profesyonel bir milis gücüyle ordularını desteklediler. Tekerlekli araçların gidebileceği karayollarının yapılması, askeri birlikler için ikmali kolaylaştırırken ordunun hareket kabiliyetini hızlandırarak daha caydırıcı bir nitelik kazanmasını sağladı. Bunlara ek olarak, önemli yasal korumalar sağlanan tacirler de bu yolları kullanabiliyor ve ilke olarak güvenlikleri sağlanıyordu. Childe, Tarihte…, s. 82.

Page 35: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

27

denizi birden kontrol etmeye başlayan Ahameniş İmparatorluğu, dünyanın en önemli

ekonomik bölgelerini siyasi bir birlik altında toplamış oldu.88

Ahamenişler, İran dağlık alanlarının doğusunu ve batısını birleştirerek Akdeniz

ile Hint Okyanusu arasındaki bütünleşmenin önünü açtılar. (Ek 1) Söz konusu süreç

İskender'in İndüs'e dek uzanan fetihleriyle devam etti. Uluslararası ekonomi, M.Ö. 5.

yüzyılın ortalarından itibaren yaklaşık bir yüzyıl sürecek bir daralma dönemine

girmişti.89 Bu süreçte, Yunan dünyası ticari rekabet gücünü ve birliğini kaybetti.

Makedonyalı İskender'e göre kaybedilenleri kazanmanın yolu, Ahamenişlerin yaptığı

gibi, Batı Hint Okyanusu ile Akdeniz’i birbirine bağlamaktan geçiyordu. İskender

bunu başardıysa da imparatorluğu kısa ömürlü oldu. İmparatorluğun ardılları olan

Ptolemik Mısır ile Selusid İmparatorluğu arasındaki bitmek tükenmek bilmez

savaşlar, Mısır ve Mezopotamya merkezlerinin düşüşe geçmesine neden olmuş, Nil -

Amuderya arasındaki büyük kozmopolit imparatorluklar dönemi sona ermişti. Bu

nedenle, hegemonik gücün ve ticaret ekseninin yönü zamanla tersine dönmeye

başladı. Akdeniz, dinamik ekonomisiyle uygarlığın antik merkezlerinin yerini

almaya en uygun aday olarak ön plana çıkıyordu.

b. Akdeniz’in Doğuşu ve Afro-Avrasya Sistemi

M.Ö. birinci bin yılın büyüyen ekonomisi Akdeniz’de bir deniz aşırı göç

hareketi yarattı. M.Ö. 9. yüzyılda üretim ve nüfus gözle görülür şekilde artınca,

88 Ahameniş İmparatorluğu’nun geniş bir alana yayılan fetihleri Batı dünya-sistemin bütünleştirmesinin ikinci aşaması olarak görülebilir. İmparatorluk Nil’den ve Ege’den İndüs ve Sir Derya’ya kadar uzanıyordu. Asurlular gibi Persler de imparatorluk içindeki lojistik, ticari vb. bağlantıları sağlamak için yol yapımına önem verdiler. Anadolu’daki Sard’dan İran’daki Sus’a kadar hanlarla donatılmış 3000 kilometrelik Kral Yolu’nu bir uçtan bir uca geçmek yaklaşık doksan gün alıyordu. 89 Beaujard, “From Three…”, s. 24.

Page 36: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

28

Akdeniz’deki ticaretin hacmi büyüdü.90 Fenike kent devletleri de bunu takiben

yayılmaya başladı, Batı Asya’da standart para olarak kullanılan gümüş91 talebini

karşılamak için İber yarımadasındaki Gadir92 ve Afrika kıyısında Kartaca başta

olmak üzere Akdeniz’in kuzey ve güney kıyılarında bir dizi yerleşim kurdu.93 Yunan

koloniyalizmi ise 8. ve 7. yüzyıllarda hızlı bir gelişim gösterdi. Hızlı nüfus artışı,

Ege’nin dar vadilerinde yeterli geçim kaynağı bulamayan bazı toplulukları, ticaret

hacmini genişletecek deniz aşırı göçe yönlendirmişti. Kolonilerin yerli halklarla

yaptıkları şarap ve zeytinyağı ticareti, Yunan Uygarlığı’na ihtiyacı olan ekonomik

yakıtı94 sağladı ve Yunanlılar da Fenikeliler gibi Akdeniz’in iki kıyısında yerleşimler

kurdular.95 Akdeniz’in ekonomik açıdan geri kalmış batı kıyılarında kurulan bu

yerleşimler hinterlantlarından sağladıkları malları doğunun zengin kentlerine

pazarlayarak giderek büyüdüler.

Ticari çıkar büyüdükçe Fenike ve Yunan yerleşimleri arasında ciddi bir rekabet

ortaya çıktı. Giderek yayılan Yunan koloniyalizmi Batı Akdeniz’deki Fenike

çıkarlarını tehdit etmeye başladı. Öyle ki, Yunanlılar Fenikelilerin İber

yarımadasındaki nüfuz alanlarına doğru genişleme eğilimi gösteriyorlardı. Üstelik

Fenike kent devletlerinin lideri konumundaki Tire, Batı Asya’da ortaya çıkan büyük

90 Thompson, op. cit., s. 28. 91 Sikke’nin icadına kadar gümüş, ağırlığının tartılması vasıtasıyla, alışverişlerde fiyatı temsil ediyordu. 92 Gadir’in (Cadiz) geleneksel kuruluş tarihi 1100’dür, ne var ki arkeolojik kayıtlar daha geç bir tarih üzerinde durmaktadırlar. Gadir’de kurulan ticaret merkezi sadece gümüş değil, Cornwell’den kalay ve Batı Afrika’dan altın ve fildişi de sağlamaktaydı. Beaujard, “From Three…”, s. 12. 93 B.H. Warmington, “The Carthaginian Period”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 442. 94 Childe, Hesiodos’un, M.Ö. 800 dolaylarında, tanımladığı zeytin yetiştiriciliği ve bağcılık tekniklerinin Yunan çiftçiliğine Hellad öncülerinden kaldığını savunur. Childe,Tarihte…, s. 199. Şarap ve zeytinyağı karşılığında alınan tahıl ve hammadde, nüfusu yerel olanakların ötesinde arttırdı ve Yunan koloniyalizminin devamlılığını sağladı. Akdeniz boyunca, zeytin ağacı ve bağ yetişen kıyılarda büyük şehirler kuruldu. Çiftçilik, uygarlık tarihinde ilk kez, toplumsal yapıda böylesine önemli bir role kavuştu. McNeill, op. cit., s. 149-151. 95 Ibid., s. 149.

Page 37: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

29

imparatorlukların baskısı altında kaldığından Batı Akdeniz’deki Fenike çıkarlarını

koruyacak önemli bir aktör yoktu. Bu durum Batı Akdeniz’de bir kırılmaya yol açtı.

Nitekim Kartaca, Tire’nin yerine Fenikelilerin lider gücü konumuna yükselerek M.Ö.

6. yüzyıldan itibaren Batı Akdeniz üzerinde hegemonya kurdu. Ancak, bin yılın

sonlarına doğru Roma Kartaca üstünlüğüne meydan okumaya başladı. Roma'nın Batı

Akdeniz'deki güç mücadelesinde Kartaca’ya üstünlük sağlaması, Akdeniz'i Batı

dünya-ekonomisinin birikim merkezine dönüştüren fetih zincirinin ilk halkası oldu.

Roma, doğudaki güç boşluğunun da yardımıyla, Akdeniz'i siyasi ve ekonomik

olarak birleştirdi. İmparatorluk, Akdeniz havzasındaki hammadde kaynaklarını

tekeline aldıktan sonra, köle emeği sayesinde büyük çiftliklerde büyük bir artı-değer

üretmeye başladı. Ortaya çıkan refah Roma kentlerinde lüks ve egzotik mallara karşı

yoğun bir talep yarattı. Her ne kadar lüks tüketime yönelik böyle bir eğilim uzun

vadede ekonomik çıkmazlara neden olabilecekse de, Roma yönetimleri durumu

farklı bir açıdan görmeyi tercih ettiler. Ticari aktivitenin yoğunlaşması

vergilendirilebilir varlıkların artması anlamına geldiğinden, ticaretin akışı teşvik

edildi.96 Ancak, lüks mal talebi imparatorluğun çevre bölgelerinden belli bir seviyeye

kadar karşılanabiliyordu. Asıl kaynak, İskender sonrasında uzun yol ticaretini

örgütleyebilecek büyük imparatorlukların ortaya çıktığı Hint Okyanusu'ydu.

Roma’nın biriktirdiği zenginliği ticaret vasıtasıyla doğuya akıtması Akdeniz - Hint

Okyanusu bütünleşmesindeki nihai aşamayı başlattı.

Doğu ile ticaret ana ekonomi politikası haline gelince Roma Hint Okyanusu

ticaretine doğrudan erişim yolları aramaya koyuldu. Aslına bakılırsa, M.Ö.

96 J. Thorley, “The Development of Trade Between the Roman Empire and East Under Augustus,” Greece and Rome, Second Series, Vol. 16, No. 2(1969), s. 209.

Page 38: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

30

200’lerden beri, deniz ve karayolları ile Fas’tan Çin’e ve Japonya’ya kadar uzanan

İpek Yolları Roma'nın lüks mal talebini karşılıyordu.97 (Ek 2) Ancak, malların

doğudan batıya gelene kadar aşırı değerlenmesi Roma’nın çıkarlarıyla örtüşmüyordu.

Öte yandan, İranlılar Basra Körfezi'ni karadan ve denizden kontrol ettiklerinden

geriye tek seçenek kalıyordu: Kızıldeniz. Ne var ki, burada da aracılık yapan Güney

Araplarının tekeli Roma'nın aşması gereken bir engeldi.98 Bu nedenle, İmparatorluk

bir yandan, Hint Okyanusu ticaretine doğrudan ulaşımı engelleyen Güney Araplarına

karşı mücadeleye girişti, öte yandan, Kızıldeniz’in Afrika kıyısındaki Aksum

Krallığı'nı desteklemeye başladı. Ptolemik Mısır’dan miras kalan bilgi ve tecrübe

birikiminin de katkısıyla Roma'nın Kızıldeniz politikası başarıya ulaştı ve Mısır

limanlarından Hint Okyanusu’na yelken açan gemilerin sayısında büyük bir artış

yaşandı.99 Bu sayede, Ptolemik Mısır zamanında etkinleşmeye başlayan Kızıldeniz

yolu Hint Okyanusu'na uzanan ana arterlerden biri haline geldi. Böylelikle, kara

yollarının yanı sıra deniz yollarının da işlerlik kazanmasıyla Akdeniz’in batı ucu ile

Hint Okyanusu’nun doğu ucu arasında düzenli ve yoğun ilişkiler kuruldu ve M.S. 1.

yüzyılda Afro-Avrasya sisteminin oluşum süreci tamamlandı.100

Afro-Avrasya sistemi, M.Ö. birinci bin yıldaki yeniliklerin yarattığı ekonomik

potansiyelin en üst noktasına ulaşmış haliydi. Bu yenilikler, kent ekonomisini

toplumsal düzlemde dikey, toplumlar arası düzlemde yatay olarak genişletmişti.

Şimdi kent ekonomisi, başlangıçtaki çekirdek merkezlerinin ötesine yayılmış,

97 Phillip Curtin, Kültürler Arası Ticaret, çev. Şaban Bıyıklı, İstanbul, Küre Yayınları, 2008, s. 114. 98 A. M. H. Sheriff, “The East African Coast and Its Role in Maritime Trade”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 560. 99 Strabo, Ptolemeler zamanında Myos Hormos’tan bir yılda Hindistan’a yalnızca 20 geminin yelken açtığını, Roma döneminde ise bu sayının 120’ye çıktığını vurgulamıştır. Idem.. 100 Beaujard, “From Three…”, s. 34.

Page 39: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

31

Çin'den Fas'a dek uzanan bir alanda kentleri birbirleriyle ilişkili hale getirmiş,

sistemin bütün bölgelerinde toplumun en alt tabakasına kadar varlığını hissettirmeye

başlamıştı. (Ek 3) Ancak, M.S. 150’ye gelindiğinde, uygar dünyanın sınırlarına

ulaşılmıştı; dış pazar artık genişletilemeyince sistem bir bütün halinde daralmaya

başladı.101 Roma’nın artı-değeri kent endüstrisine aktarmaktansa, doğudaki lüks

mallara akıtması imparatorluğun hazinesini uzun vadede boşaltmıştı. Öyle ki, bu

durumu düzeltmek için gittikçe arttırılan vergileri ödeyemez duruma gelen Mısırlı

çiftçiler, M.S. 2. yüzyılın sonlarından itibaren çareyi çöle göçmekte buldular.102 M.S.

3. yüzyıldan itibaren, Roma’daki düşüş gözle görülür hale gelmeye başladı. Bu

durum, M.S. 200-500 arasında Afro-Avrasya sistemindeki büyük krizin bir

sonucuydu.103 Batıda Roma'ya paralel olarak doğuda Çin ve bunların arasındaki Part

ve Kushan eşzamanlı olarak parçalandı. Kent ekonomileri arasındaki bu ilk bütüncül

ağ, kentlerin yeni ideolojiler altında yeniden bütünleşip bağlantılı hale gelmesine dek

parçalanmış olarak kaldı.

C. Uluslararası Ticaretin Kurucu Merkezlerinden Biri Olarak Mısır

Mısır'a ve Mısır'ın kent ekonomileri ağındaki yerine büyük oranda coğrafyası

şekil vermiştir. Bu bağlamda Nil, Mısır’ı Mısır yapan temel etmendir. Zira yerleşik

ekonomi, Nil’in düzenli taşkınlarının sağladığı artı-ürün üzerine inşa edilmiş,

Mısırlıların günlük yaşamı Nil etrafında dönmüştür.104 Öte yandan Mısır, teknik

101 Childe, Tarihte..., s. 288. 102 S. Donadoni, “Egypt Under Roman Domination”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 214. 103 Frank ve Gills, op. cit., s. 324. 104 Nil vadisindeki tarımsal üretim, M.Ö. altıncı bin yılın sonlarında, Mezopotamya’dan gelen ehlîleştirilmiş buğday ve arpa tohumlarıyla başladı. John Iliffe, Africans: The History of A Continent, Cambridge, Cambridge University Press, 2007, s. 13. Vadinin bereketli ovaları sayesinde toprak istikrarlı bir geçim kaynağına dönüşünce, M.Ö. beşinci bin yılda Fayun ve Meride gibi ilk yerleşimler

Page 40: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

32

yetersizliklerin coğrafi engelleri aşamadığı bir çağda çöl, deniz ve kataraktlarla dış

dünyadan neredeyse tamamen yalıtılmıştır. Bu sayede Mısırlılar, Nil etrafında

biçimlenen günlük yaşamlarını dış dünyanın etkilerinden uzakta, toplumsal, siyasal

ve kültürel açıdan kendine özgü tutarlı bir sisteme dönüştürebilecekleri istikrarlı bir

ortama sahip olmuşlardır. Bu dönüşüm, yerleşik ekonominin diyalektiğinden

bağımsız değildir, tersine onun mükemmel bir örneği haline gelmiştir.105 Öyle ki,

topluma yön verecek siyasi düşünce, maddi yaşamın Nil merkezli yapısına benzer

biçimde giderek merkezileşmiştir.

1. Merkezileşme, Kentleşme ve Nil Vadisi Merkezli Ticaret Ağı

Dönemi

Nil vadisinde siyasi merkezileşmenin ilk örnekleri Mısır'ın güneyinde ortaya

çıktı. M.Ö. dördüncü bin yılda Mısır'ın güneyinde Hierakanpolis, Nakada ve Abydos

gibi yerleşimler kurulmuştu. Bu yerleşimlerin kuruluşu muhtemelen çevredeki altın

madenlerine giden yollar üzerindeki konumlarıyla yakından alakalıydı.106 Çöl

boyunca yapılan seferler, Güney Mısır toplumunu hem daha düzenli olmaya itmiş

hem zenginleştirmişti. Dolayısıyla, henüz Abydos'ta Hanedanlık öncesi dönemin

kralları türemeden önce, M.Ö. 3700 gibi erken bir tarihte, Hierakanpolis'te şeflik

benzeri bir siyasi yapılanma kuruldu.107 Hierakanpolis, çölün doğu - batı hattındaki

ortaya çıktı. Luc-Normand Tellier, Urban World History: an economic and geographical perspective, Quebec, Presses de l’Université du Québec, 2009, s. 50. Bunu, yerleşimlerdeki üretimi, sulama şebekesini ve artı-ürünü yönetecek toprak birliklerinin (Mısır dilinde “spat”, Yunancada “nom” adı verilen) kurulması izledi. 105 Mısırlılara göre, kaos içindeki dış dünya ile Mısır’ı birbirinden ayıran Nil nehriydi. Doğa güçlerine atfedilen tanrısallık, yaşamın düzen ve kaos arasında gidip gelen doğasını somutlaştıran Nil nehrinde tezahür ediyordu. Firavun, bu döngüselliğin düzenli taşkınlar lehine devamını tanrılar katında sağlayan, yani tanrılarla Mısırlıların aracısı olan tanrı-kraldı; Mısır'ın varlığının biricik teminatı, mutlak yöneticisiydi. 106 Freeman, op. cit., s. 28. 107 Juan Carlos Moreno Garcia, "Building the Pharaonic State: Territory, Elite and Power in Ancient Egypt in the 3rd Millennium BCE", Experiencing Power, Generating Authority Cosmos, Politics, and

Page 41: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

33

yollarının Nil vadisinin Nübya'ya ve Levant'a uzanan kuzey - güney koridoruna

bağlandığı bir coğrafi konumda yer alıyordu.108 Ancak, Orta Mısır'daki tarımsal

üretim potansiyelinin daha yüksek olması ve bölgenin değişen iletişim eksenini daha

rahat kontrol etmesi, siyasi gücün bir süre sonra kuzeydeki Abydos'a kaymasına

neden oldu.109 Hierakanpolis bir ritüel merkezine dönüşürken, Abydos kuzeydeki

bölgeleri etrafında bütünleştiren ekonomik ve siyasi bir merkez haline geldi. Ne var

ki, Mısır'ın birleşmesini takiben Abydos da yerini, ülkedeki tarımsal alanların

yarısından fazlasını kontrol eden kuzeydeki Memphis'e bıraktı. Böylelikle, ülkenin

güneyinde doğup refahın birikim ve dolaşım eksenine paralel olarak kuzeye doğru

kayan siyasi güç, Mısır'ı birleştirdi.

Mısır’ın birleşmesiyle Nil vadisindeki kent devrimi doruk noktasına ulaştı.

Ancak, Mısır'daki güçlü merkezi otoritenin varlığı Mezopotamya'dan farklı bir kent

ekonomileri düzeni kurulmasına yol açtı. Mezopotamya, dağların, nehirlerin ve

çöllerin mekânı parçaladığı bir coğrafyaya sahipti. Dicle ve Fırat nehirlerinin ulaşım

olanakları Mezopotamya'nın parçalanmış mekânını birleştirmek için yeterli değildi.

Hızlı akıntılar gemilerin nehrin her iki yönüne birden erişmesini engellediğinden,

merkezi otorite geniş bir bölgedeki artı-ürüne el koyup bölgeyi siyasi açıdan

bütünleştirecek kabiliyetten yoksundu.110 Bu nedenle Mezopotamya'ya, birinin

ötekiler üzerinde mutlak bir egemenlik kuramadığı, görece birbirine denk bir kent

the Ideology of Kingship in Ancient Egypt and Mesopotamia, der., Jane A. Hill, Philip Jones, ve Antonio J. Morales, Philadelphia, The University of Pennsylvania Museum of Archaeology and Anthropology, 2013, s. 188. 108 Idem.. 109 Sahra Çölü'nün doğusundaki iklimsel şartların giderek kötüleşmesi, bunu takiben kuraklığın artması, bu bölgedeki insan yerleşimlerinin ve pastoral aktivitelerin azalmasına neden olmuştu. Nil vadisinin doğal bir koridor olarak sağladığı şartlar iletişim için daha uygundu. Ibid., s. 190. 110 Bu durum, yöneticilerin askeri üstünlüklerini sürdürecekleri kaynakları karayolu vasıtasıyla sevk etmesine olanak sağlayan teknolojik ilerlemeye dek pek değişmedi. William H.Mcneill, “Information and Transportation Nets in World History”, World System History: The social science of long-term change, der., Robert A.Denemark et al., Londra, Routledge, 2000, s. 209.

Page 42: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

34

ekonomileri ağı hâkim oldu.111 Mezopotamya'nın aksine, Mısır'da coğrafya

ekonomik ve siyasi bütünleşmenin doğal bir destekçisi gibi işlev gördü. Günlük

yaşamın merkezinde mekânı ortadan ikiye bölen Nil nehri bulunuyordu. Mısırlılar,

Nil'in düzenli taşkınlarıyla sulanan alüvyon ovalarından yılda birden fazla kere ürün

alabiliyorlar, nehrin kuzeye doğru yavaş akan ama hâkim rüzgârların güney yönlü

olan yapısı sayesinde her iki yöne de kolaylıkla erişebiliyorlardı. Nil’in bu niteliği,

Mısır'da merkezi otorite siyasi rekabetin önüne geçerek mutlak bir egemenlik tesis

edebilmesini sağladı.112 Bu sayede, artı-ürün Mezopotamya'daki gibi farklı

merkezlerde birikmedi ve Mısır'da merkezileşmiş hiyerarşik bir kent sistemi ortaya

çıktı.113 Dolayısıyla, Mısır kentleri Mezopotamya'dakiler gibi kendi ihtiyaçlarını

karşılamak için özgül bir ilişki ağı kurmak yerine, merkezi otoritenin kurguladığı

ilişkiler ağına dâhil oldular.

Zenginleşen her toplum gibi Mısır’da da yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı: Altın,

gümüş, bakır, kalay, zeytinyağı, şarap, değerli taşlar, fildişi, nadir ağaçlar…114

Krallık, kent ekonomilerin bu ihtiyaçlarını Nil vadisinin güneyi ve Doğu Akdeniz ile

Hanedanlık öncesi döneme uzanan ticari ilişkiler üzerinden karşıladı.115 Aslına

111 Tellier, op. cit., s. 51. 112 Mcneill, “Information…”, s. 209. 113 Tellier, op. cit., s. 51. 114 Braudel, Bellek…, s. 75. 115 Her ne kadar düzenli olmasa da, Mısır ile Mezopotamya arasında da Hanedanlık Öncesi Dönem’e

dek uzanan bir ilişkiler geçmişi vardı. Taraflar arasında Levant vasıtasıyla bağlantıyı sağlayan kuzey yolu ve Basra Körfezi aracılığı ile Arap yarımadasının etrafından Kızıl Deniz’e ulaşarak Hammamat vadisinden Nakada’ya varan güney yolu olarak adlandırılan muhtemel iki rota mevcuttu. Samuel Mark, From Egypt to Mesopotamia: A Study of Predynastic Trade Routes, London, Chatham Publishing, 1998, s. 3. Yukarı Mısır’da bulunan ve M.Ö. dördüncü bin yılın son dönemlerine tarihlendirilen “Geb-el Arak Bıçağı” ve “Battlefield Palette” ile Hammamat vadisinde bulunan yabancı gemi piktografları Mısır’ın Mezopotamya ile ilişkilerine kanıt olarak sunulmaktadır. Hatta Kearney’e göre, Mezopotamya’nın Güney Mısır’a getirdiği ticari refah, Kuzey Mısır ile birleşmeyi sağlayacak bir mıknatıs görevi görmüştü. Kearney, op. cit., s. 17. Aynı iddialar Gordon Childe tarafından da dillendirilmiştir: “Nihayet, son Gerze döneminde, Basra Körfezi’nden geldikleri sanılan tekneler Yukarı Mısır’a ulaştı… Dolaylı yolla da olsa, Sümer fikirleri Yukarı Mısır’ı kesinlikle etkiliyordu; Mezopotamya

Page 43: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

35

bakılırsa, kentlerin ihtiyaç duyduğu granit ve diyorit gibi sert taşlar ya da altın, bakır

veya yarı değerli taşlar Nil vadisinin iki kıyısından kısmen elde edilebiliyordu.116

Ancak, başta kereste olmak üzere öteki ihtiyaçlar Mısır’ın ticari ilişkilerini

geliştirmesini zorunlu kıldı. Bu nedenle, ihtiyaçların bir kısmı Mısır'ın dolaylı olarak

katıldığı Doğu Akdeniz’deki ticaret ağından,117 bir kısmı da Nil vadisinin

güneyinden tedarik edildi. Böylece Nil vadisinin merkezinde bulunduğu bölgesel bir

ticaret ağı118 ortaya çıktı.

Bu ağdaki ticaretin devamlılığını Mısır’ın finansmanı sağlıyordu119 ancak,

ticaret “satacak bir şeyleri ve medeniyet ürünlerine talebi olan” yabancı tacirler

tarafından yürütülüyordu.120 Öte yandan, hammadde ve egzotik mallar açısından

oldukça zengin olan Nil vadisinin güneyi ile ilişkiler de bir noktaya kadar aracılar

vasıtasıyla yürütüldü. Ancak, güneydeki ekonomik çıkarın büyümesi Mısır'ı, aracılar

vasıtasıyla ticaret yapmaktansa doğrudan vadinin güneyindeki kaynaklara el

koymaya yöneltti. Nitekim büyüyen kentlerdeki abanoz ağacı ve fildişi gibi mallara

uygarlığıyla ilişkisi yoluyla Nil barbarlığına uygarlık tohumları ekiliyordu.” Childe, Tarihte..., s. 131-132. 116 Öyle ki, bu taşların çıkarılması, özellikle de altın madenlerinin işlenmeye başlanması, Mısır'daki kentleşme sürecine katkı sağlamıştı. M.Ö. 3600 kadar erken bir tarihte, Hierakanpolis ve Nakada gibi iki kentin ortaya çıkışı, muhtemelen çevredeki altın madenlerine giden yollar üzerindeki konumlarıyla yakından alakalıydı. Freeman, op. cit., s. 28. 117 “2600’e doğru, Mısır’ın Biblos’la ve Biblos üzerinden Lübnan’ın sedir ağaçları, Lut gölünün bitümü, Toroslar’ın altını, Suriye’nin zeytinyağı ve şarabıyla kurduğu önemli bağlantılar gayet iyi bilinmektedir.” Braudel, Bellek…, s. 110. 118 Mısır'ın sözü edilen bölgeler kadar düzenli olmasa da ilişkiler geliştirdiği bir başka bölge Punt

diyarıydı. Punt’un neresi olduğu bugün hala tam olarak bilinemese de yaygın kanı Somali kıyıları olduğu yönündedir. Eski Krallık, en geç M.Ö. 25. yüzyılda, Kızıldeniz’e çıkarak Punt diyarına büyük bir sefer gerçekleştirmişti. Mısır kaynaklarına göre Punt, Mısır’daki ayinler için gerekli olan tütsünün yanı sıra abanoz ağacı ve büyükbaş hayvan da sağlıyordu. David O’Connor, “Egypt, 1552–664 BC”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982. s. 917. “Sakkara yakınlarındaki Ebu Sir’de bulunan Palermo Taşı’ndan kalan bir bölümde, kralın hükümdarlığının on üçüncü yılında gönderdiği gemilerin 80,000 ölçek mür, 60,000 ölçek elektrum (doğada bulunan altın-gümüş alaşımı) ve 2600 kereste ile döndüklerini yazmaktadır.” F.D.P. Wicker, “The Road to Punt,” The Geographical Journal, Vol. 164, No. 2 (1998), s. 155. 119 Idem.. 120 Curtin, op. cit., s. 89.

Page 44: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

36

olan talep keskin bir şekilde artınca, Mısır daha 1. Hanedan döneminde, aracıları

ortadan kaldırıp doğal kaynaklara ve yollara hâkim olmak için Aşağı Nübya’ya

seferler düzenledi.121 Ekonomik çıkar yüzyıllar içinde büyüyerek devam edince,

güneyi kontrol altına alma politikası, 5. Hanedan zamanında kurulan “Güney

Valiliği” ile kurumsallaştırıldı. Mısır, gerek Nil vadisi merkezli ticaret ağı gerek

doğal kaynaklar açısından zengin hinterlandı vasıtasıyla kent ekonomilerinin

ihtiyaçlarını karşıladığı için doğusunda gelişmekte olan uluslararası ticaret sistemine

dâhil olmaya gerek duymadı.

Ekonomik hayatı yöneten merkezi otoritenin Mısır’ın yalıtılmışlığını kırmadan

sürdürdüğü politikası öyle başarılı oldu ki, Antik Mısır tarihinin en ihtişamlı

günlerini bu dönemde yaşadı. Nitekim bu durum, Mısır düşüncesinde "eski"nin,

Mısır siyasetinde ise mutlakiyetçi - merkeziyetçi unsurun derin kökler salmasına yol

açtı. Ancak, M.Ö. 22. yüzyılda, Mısır parlak günlerin sonuna geldi. Kuraklık toprak

gelirine dayalı merkezi otoritenin çökmesine neden olunca ülkeye kaos hakim oldu.

Merkezi otoritenin dağılmasını, nomlardaki soyluların güçlenişi122, halkın

yoksullaşması ve ticaret ağının çöküşü123 izledi. Her ne kadar, M.Ö. 2050

121 B.G. Trigger, “The Rise of Civilization in Egypt”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, 538-539. 122 4. ve 5. Hanedan döneminde, soyluların mezarları artık Memfis bölgesinde değil kendi nomlarında kurulmaya ve daha görkemli bir şekle bürünmeye başladı. Nomarklar kendi bölgelerindeki durumlarını güçlendirip, kalıtsal ve bağımsız hükümdarlara dönüşüyorlardı. Soyluların artan gücünün arkasında krallık topraklarından aldıkları payların ve özel mülkiyetin gelişmesiyle edindikleri malların oluşturduğu servetleri yatıyordu. Krallık güçsüzleştikçe halk büyük krallık çalışmalarının ve vergilerinin altında ezilmeye başladı ve nomarklar da bu süreçte birer halk savunucusu haline geldiler. V. Diakov ve S. Kovalev, İlkçağ Tarihi – 1, çev. Özdemir İnce, İstanbul, Yordam Kitap, 2010, s. 128. 123 A. Abu Bakr, “Pharonic Egypt”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 96.

Page 45: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

37

dolaylarında merkezi otorite yeniden tesis edildiyse de,124 ne nomarkların artan siyasi

gücünün ne köylülerin yoksullaşmasının önüne geçilebildi.125 Böylelikle, Mısır’ın

kendisini dış dünyadan yalıttığı Nil vadisi merkezli ticaret dönemi sona erdi.

2. Uluslararası Ticaret Ağıyla Bütünleşme Dönemi: Emperyal

Politikalar ve Tek Tanrıcı Devrim

M.Ö. 17. yüzyılda merkezi otoritenin zayıflığından yararlanan Hiksoslar

tunçtan silahlarının sağladığı üstünlükle Mısır’ı işgal ettiler. Hiksos istilaları, uygar

dünyanın bütününü etkisi altına alan istila dalgasının bir parçasıydı. Bu istilaların iki

önemli sonucu oldu: Bir yandan, tunç kullanımı hızla yayıldı, öte yandan,

uluslararası ticaretin yoğunluğu Doğu Akdeniz'e kaydı. Mısır, M.Ö. 1550’de Hiksos

ve Kuşitik istilacılardan kurtulduktan sonra bu iki sonucu kullanarak tarihinin en

önemli merkezileşme ve genişleme dönemini yaşadı. Öyle ki, ilk defa düzenli ve

sürekli bir ordu kuran Mısır, doğuda Fırat’ın, güneyde Nil’in beşinci kataraktının

ötesine dek ilerledi. Şimdi, ilk kez Orta Afrika’nın zengin ürünlerini ve egzotik

mallarını getiren ticaret yolları üzerinde doğrudan kontrol sağlanmıştı.126 Üstelik

Nübya üzerinde öyle sıkı bir denetim kuruldu ki, “altın diyarı” anlamına gelen

Nübya’daki altın ocakları bu dönemde tükendi.127

Mısır sadece siyasi açıdan genişlemedi, ticari ilişkilerini geliştirerek

yalıtılmışlığını da kırdı. Tunçtan silah kullananların istilaları sonrası Sümer kentleri

etkinliklerini kaybetmeye başlayınca sistemin Basra Körfezi ayağı çökmüştü.

124 Orta Krallık'ın firavunları merkezi otoriteyi yeniden güçlü bir şekilde tesis etmeye çalıştılar. Bunun için tarımsal üretimin arttırılması, ticari bağlantıların ve güney üzerindeki kontrolün yeniden kurulması gerekiyordu. Bu bağlamda, yeniden güneye yönelen Mısırlılar hiç gidilmediği kadar güneye inerek üçüncü katarakt civarında yer alan Kerma yakınlarında istihkâm edilmiş bir ticaret merkezi inşa ettiler. Ibid., s. 98. 125 Diakov ve Kovalev, op. cit., s. 133 – 134. 126 Freeman, op. cit., s. 45. 127 Idem..

Page 46: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

38

Boşluğu Babil’in gümüşü ve Mısır’ın altını ile hareketlenen Doğu Akdeniz

doldurdu.128 Bu bağlamda, ilk kadın firavun olan Hatsepsut (M.Ö. 1490-1468),

ticaret politikasını yeniden düzenleyerek Mısır'ın geleneksel ticaret ağını Doğu

Afrika’dan Batı Asya’ya ve Ege'ye kadar uzanan geniş bir kapsama eriştirdi.129

Mısır, bu dönemde Punt ile ilişkiye geçerek Kızıldeniz ticaretini görece

yoğunlaştırmasının yanı sıra, Doğu Akdeniz’de maden talebini karşılayan Minos

Giriti ile işbirliğine girişti.130 Gerek el koyarak gerek mübadele yoluyla geniş bir

bölgedeki kaynakların akmasıyla Mısır’da yeniden güçlü bir merkezi otorite tesis

edildi. Ancak, bu kez düzen dış dünyadan yalıtılarak değil, onun bir parçası haline

gelerek kurulmuştu.

Mısır'ın siyasi ve ekonomik açıdan geleneksel nüfuz alanlarının ötesine

yayılması, merkezi otorite için bir meşruiyet sorunu yarattı. Yönetilmeye başlanan131

halkların hukuk düzenine dâhil edilmesi gerekiyordu. Bu noktada, dış dünyayı yok

sayıp Mısır merkezli düşünmek hukuksal ve dinsel açıdan gittikçe yetersizleşti.

Nitekim Mısır'ın mutlak yöneticisi olan firavunun "mutlaklığı" artık coğrafi ve

kültürel sınırlara takılıyordu. Öte yandan, merkezi otoriteyi tehdit eden bir başka

sorun, devlet aygıtında giderek güçlenen ruhban sınıfıydı. M.Ö. 14. yüzyılda, hali

hazırda oldukça siyasileşen Teb’deki rahiplerin Amon-Re için bir teoloji inşa etmeye

girişmeleri132 firavunun otoritesi için doğrudan bir tehdit kaynağıydı. Zira 12.

Hanedan döneminde, kozmolojik düzenin sürdürülmesinden sorumlu güneş tanrısı,

128 Braudel, Bellek…, sf. 104. 129 O’Connor, op. cit, s. 850. 130 Kearney, op. cit., s. 24. 131"Megiddo zaferinden (M.Ö. 15. yüzyılın ortalarında) yüzyıl sonra, her yerde, hatta yönetimde ve kraliyet konutlarında bile "Asyalılar"ın kitlesel varlığı bulgulanmıştır. Birçok yabancı tanrı hoş görülmekle kalmıyor, milli tanrılarla da özdeşleştiriliyordu. Üstelik yabancı ülkelerde de Mısır tanrılarına tapılmaya başlanmış ve Amon-Re evrensel bir tanrı haline gelmişti." Eliade, Dinsel İnançlar…, s. 131. 132 Iliffe, op. cit., s. 23.

Page 47: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

39

görünmeyen ve her yerde olduğu varsayılan Amon-Re adıyla en üstün tanrı

seviyesine yükseltildiğinden,133 Teb rahipleri bu yolla firavunun mutlak otoritesini

sınırlayabilirlerdi. Firavunun otoritesini hukuksal ve dinsel düzeyde yeniden

tasarlaması şarttı. Akhenaton adını alacak IV. Amenophis (M.Ö. 1364-1347),

merkezi otoritede ortaya çıkan zayıflığı, bir tanrının doğru, ötekilerin yanlış

olduğuna dayanan tek tanrıcı bir din kurarak çözmeye çalıştı.134

Krallık'ın genişleyen sınırları, Mısır ile dış dünyanın gerçekleri arasında derin

bir uçurum olduğunu göstermişti. Akhaneton'un tek tanrıcı devrimi, emperyal

politikalar izleyemeye başlayan antik devletlerin dini yapısı ile siyasi yapısı

arasındaki vazgeçilmez bağı kullanarak, kozmopolitleşen dünyadaki merkezi

otoriteyi hukuksal, siyasal ve ideolojik zeminde yeniden tasarladı. Ancak, Akhenaton

başarısızlığa uğrayınca bu uçurumu kapatma girişimleri terk edildi ve "eski” olanın

etrafında yoğun bir tutuculuk başladı.135 Yine de Mısır bilinen dünyanın en büyük

gücü olma niteliğini sürdürdü. Ta ki bin yılın sonunda mevcut dünya düzenini

temelinden sarsan istilalara dek. M.Ö. 1220-1165 arasında, Mısır'a ard arda istila

133 Aman, Hermiopolis'te tapınılan sekiz tanrıdan birisiydi. Gizli ve her yerde olan bu tanrının tüm dünyada anlaşılabilen ve ulaşılabilen güneşle özdeşleştirilmesi, yani evrenselliği onu dinsel hiyerarşinin en üstüne taşımıştı. Güneş görünümlü bu en üstün tanrıya tapınılması, Mısır'ın emperyal genişlemesini takiben, Nil vadisinden Suriye ve Anadolu'ya dek uzayan bir alanda "tek ve aynı tanrısal güce" dayalı dinsel bir geleneğin hazırlayıcısı oldu. Eliade, Dinsel İnançlar…, s. 131. 134 Mısır tek tanrıcılığının doğuşu ile Museviliğin ve İsrail’in ortaya çıkışı arasında paralellik vardır. Tarihsel kayıtlarda İsrail’den ilk defa, Akhenaton’dan yaklaşık yüz yıl sonra, 19. Hanedan firavunu Merneptah’ın (M.Ö. 1224-1204) mezar taşındaki bir metinde söz edilmektedir. Dolayısıyla, Musa aslında belleksel bir figürdü, Akhenaton ise tarihsel bir gerçeklikti. Bellek kültürel alandaki her türlü ayrıma şekil verdiğinden, bugün Akhenaton değil İbrani geleneğin biçimlendirdiği bir tek tanrıcılık geleneğinden söz edilmektedir. Jan Assmann, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of Paganism,” Representations," No. 56, Special Issue: The New Erudition, Autumn, 1996.Freud dâhil birçok çağdaş yazar bu nedenle, Musa olacak Osarseph adındaki Mısırlı rahip figürünün ardında Akhenaton'u görmüştür. Philippe Borgeaud, Dinler Tarihinde Başlangıçlar, çev. Adnan Kahiloğulları, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2008, s. 88-89. 135 “… Bir şey ne kadar eskiyse o kadar iyiydi; bu nedenle sanat alanında heykeltıraşlar Eski Krallık yapıtlarını kopya ettiler ve bunu öylesine büyük bir beceriyle yaptılar ki, günümüzün bilginleri hangilerinin İ.Ö. 3 bin yıllarında, hangilerinin bundan 2 bin yıl sonra yapıldığını hâlâ kesin olarak bilemiyorlar.” McNeill, Dünya…, s. 108.

Page 48: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

40

akınları gerçekleştirildi. Her ne kadar, çağının öteki güçlerine kıyasla ayakta kalmayı

başarsa da, Mısır yabancı istilacılara karşı verilen bu mücadeleden ekonomik açıdan

yıpranmış olarak çıktı. Öyle ki, III. Ramses (M.Ö. 1184-1155) dış ticaretin

devamlılığı için Fenikelileri ülkenin resmi denizcileri ve tacirleri olarak

görevlendirdi.136 Bu aslında Mısır'ın gerek ideolojik tutuculuk gerek konjonktürel

şartlar nedeniyle emperyal rolünü terk edip yeni dünyanın fiili ve düşünsel

karmaşasına karşı savunma konumuna geçmesi anlamına geliyordu. Böylelikle,

Mısır düşünüşü ve siyasi davranışı mumyalanarak Roma zamanına dek yaşasa da,

M.Ö. birinci bin yılın kozmopolit yeni dünyası karşısında “firavunların iktidarının

derinden yıpranma çağı” başlamıştı.

3. İmparatorluklar Dönemi: Batı – Doğu Ticaretinde Bir

Merkez Olarak Mısır

Değişen dünyanın yeniliklerine karşı ilgisizleşen Mısır'ın ekonomik olarak

gerilemesini merkezi otoritenin güçsüzleşmesi izledi. Mısır'da toprakların tamamı

Firavun'a aitti. Ancak, fiiliyatta topraklar memurlara ve rahiplere dağıtılıyordu. M.Ö.

ikinci bin yılın sonlarına doğru ruhban sınıfı ve yüksek memurlar, ekilebilir

toprakların önemli bir kısmını kontrol etmeye başladı.137 Öte yandan, yine aynı

dönemde ticaret geliri de git gide azaldı.138 Toprak ve ticaret geliri düşünce firavunun

merkezi otoritesi giderek güçsüzleşti. Akhenaton'un önüne geçmeye çalıştığı tehdit

gerçek oluyordu; Amon rahipleri kendilerini firavun ile aynı statüde saymaya

başlamışlardı.139 Merkezi otoritenin zayıflamasının etkileri, M.Ö. 850’de II.

Osorkon’un (M.Ö. 874-850) ölümünden sonra Mısır'ın bariz bir düşüşe geçmesiyle

136 Kearney, op. cit., s. 26. 137 O’Connor, op. cit, s. 873-874. 138 Ibid., sf. 873 139 Ibid., sf. 878

Page 49: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

41

açığa çıktı.140 Güçlenen nomarklar taht kavgasına girişirken, ne ekonomik ne askeri

gücü kalan Mısır geleneksel etki alanlarındaki tehditlerin önünü alamadı. M.Ö. 8.

yüzyılda Asur Levant’ta tek egemen haline gelirken, Nil vadisinin güneyinde

başkenti Napata olan bağımsız bir Kuş Krallığı kuruldu. Merkezi otoritenin

zayıflaması sonrasında Mısır, içten ve dıştan sürekli tehdide maruz kalacağı bir

döneme girmişti.

Ne Asur’un ne Kuş Krallığı’nın siyasi hâkimiyeti çekirdek bölgeleriyle sınırlı

kaldı. Önce M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Kuş Krallığı, ardından M.Ö. 7. yüzyılda

Asurlular Mısır'ı işgal ettiler. Asur, Mısır'ı işgal eden büyük emperyal

imparatorluklardan ilkiydi; onlardan sonra Mısır kozmopolit imparatorlukların

yayılma alanı haline geldi. M.Ö. 6. yüzyılda Ahameniş İmparatorluğu, 4. yüzyılda

ise Büyük İskender Mısır’ı fethetti. Özellikle İskender’in Nil - Amuderya arasında

kurulan büyük imparatorlukların sınırlarını Ege’den İndüs’e dek genişletmesi batı ile

doğu arasındaki bütünleşmenin yeni bir safhaya geçmesine yol açmıştı. Ne var ki,

İskender’in M.Ö. 323’teki ölümü sonrası imparatorluğu parçalanmış, Mısır'da

Ptolemik Hanedan, Mezopotamya'dan Orta Asya'ya kadar uzanan geniş bir

coğrafyada Selusid Hanedanı hâkimiyet kurmuştu. İki güç arasındaki siyasi ve

ekonomik mücadele Mısır’ın uluslararası ticaretteki konumunun güçlenmesine neden

oldu.

Selusid İmparatorluğu coğrafi konumu gereği, doğuya giden karayolları

üzerinde mutlak bir denetime sahipti. Bu sayede kazandığı ekonomik ve askeri güç

Ptolemik Mısır'ın varlığını doğrudan tehdit ediyordu. Ptolemeler güç dengesini ancak

140 R. C. C. Law, “North Africa in the period of Phoenician and Greek colonization, c. 800 to 323 BC”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 89.

Page 50: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

42

büyük bir gelirle kapatabilecek ağır bir harcama yaparak sağlayabilirlerdi. Bu

nedenle, bir yandan bakir toprakları artan bir şekilde işlemeye başlayan hanedan, öte

yandan, denizcilik merkezli sistematik bir ihracat politikası geliştirdi. Söz konusu

politikanın merkezinde kent ekonomilerin palazlandığı Akdeniz vardı. Nitekim

başkentin Mısır tarihinde ilk kez kıyıdaki bir kente, İskenderiye’ye taşınması,

Ptolemelerin Akdeniz ticaretine yönelik arzularının açık bir dışavurumuydu.

Kızıldeniz kıyısında Kuseyr, Berenike ve Myos Hormos gibi limanlar kurarak Hint

Okyanusu ve Afrika mallarını İskenderiye aracılığıyla Akdeniz’e ihraç etmeye

başladılar.141 Ticaretin ana ihraç ürünleri dönemin siyasi ve askeri gereklerini karşılar

nitelikteki altın ve fildi. Filin savaş alanında bir tank gibi kullanılmasının yanı sıra,

fildişi özellikle Yunan dünyasında çokça talep edilen bir maldı. İzlenilen sistematik

ticaret politikası, Selusidlerin tekelini kırdığı gibi, Kızıldeniz’i142 Hint Okyanusu’na

giden alternatif bir yola dönüştürmeye başladı.

Kızıldeniz’in uluslararası ticaretteki ağırlığı Roma ile beraber giderek arttı.

Mısır, M.Ö. 30 yılında Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti haline gelmişti. Ancak,

konumu sıradan bir Roma eyaletiyle aynı değildi; Mısır'ı senatonun görevlendirdiği

bir vali değil, doğrudan imparatorun atadığı yüksek rütbeli bir memur olan "prefect"

yönetiyordu.143 Mısır'ı sıra dışı kılan iki önemli özelliği vardı: Roma'nın tahıl

ihtiyacının büyük kısmını karşılıyordu ve doğu ticaretine erişim sağlayan bir coğrafi

141 H. Riad, “Egypt in the Hellenistic Era”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 185-186. 142 Helen dünyası Ptolemik Mısır döneminde Kızıldeniz yolunu kullanarak Somali’ye ve Zanzibar’a

kadar uzanmış, hatta Boynuz Bölgesi’nde ve Socotra Adası’nda koloniler kurmuştu. Kearney, op. cit., s. 36-38. 143 Öte yandan, Roma senatörlerinin Mısır'ı ziyareti dahi İmparator'un özel iznine tabiydi. R. C. C.

Law, “North Africa in the Hellenistic and Roman periods, 323 BC to AD 305”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 194.

Page 51: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

43

konuma sahipti. İmparatorluk'ta lüks mallara yönelik patlayan talep, Roma'nın doğu

ticaretine erişim arzusunu arttırmıştı. Ptolemeler döneminde işlerlik kazanan

Kızıldeniz yolu Roma'ya Hint Okyanusu’na doğrudan erişim olanağı sağladı. Üstelik

Hippolus isimli bir kaptanın, muhtemelen Roma yönetiminin ilk zamanlarında,

Arapların yüzyıllardır özenle sakladıkları ve Hint Okyanusu ticaretini ellerinde

tutmalarını sağlayan bir sırrı144, muson rüzgârlarının nasıl kullanılacağını

öğrenmesiyle Hindistan’a giden yol hem kısalmış hem de ucuzlamıştı.145 Bu nedenle,

Mısır’ı ilhak ettikten sonra İmparator Augustus Kızıldeniz hattındaki güvenliği

sağlamaya girişti. Bir yandan, Mısır boyunca, Roma’nın sınır bölgelerinde kurduğu

güvenlik sistemi olan “Limes”i146 yaygınlaştırırken, öte yandan, Kızıldeniz’den Hint

Okyanusu ticaretine doğrudan ulaşımı engelleyen Güney Araplarına karşı mücadele

etti. Augustus'un çabaları sonucu yıllık yaklaşık yüz yirmi gemi Bab-el Mandeb'in

ötesiyle ticaret yapmak için Mısır limanlarından demir aldı.147 Uluslararası ticaretin

bütünleştiği bu süreçte, Kızıldeniz sistemin ana arterlerinden, Mısır da

merkezlerinden biri haline geldi.

Mısır, batı ile doğuyu birbirine bağlayan ana deniz yollarından birine dönüşen

Kızıldeniz'e hâkim konumu sayesinde modern döneme dek uluslararası ticaretin

144 Hindistan’a giden Mısırlı denizciler muson rüzgârlarını bilmezken, Araplar bunu biliyor ve kullanıyordu. Dolayısıyla, Akdeniz’in doğu ticareti muson rüzgârlarını kullanarak Hindistan’dan rekabetçi fiyatlarla mal getiren Güney Araplarının elindeydi. Ancak, Akdenizli denizciler de muson rüzgârlarını kullanmaya başlayınca, Araplar Mısır limanları ile olan Hint malları ticaretinin tehlikeye girdiğini gördüler ve muhtemelen Mısırlı denizcilerin Kızıldeniz’den geçmesini engellemeye çalıştılar ve Mısır’daki Roma dönemine kadar başarılı oldular. Thorley, op. cit., s. 212. 145 Hippolus’un bulduğu Kızıldeniz’in ağzından Hindistan’ın güneyine giden kestirme yolda önemli olan, mevsim rüzgârlarını kullanabilmekti; mayıstan ekime kadar güneybatıdan esen muson rüzgârları, dönüş yolunda kasımdan marta kadar kuzeydoğudan esiyordu. Rota basitti, yol boyunca aynı enlemde kalmak yetiyordu. Mcevedy, op. cit., s. 92. 146 Bir dizi yol, kale ve işaret-iletişim noktalarından oluşan sistem ilgili bölgeyi koruyor ve potansiyel

düşmanların izlenmesini sağlıyordu. Bunun yanı sıra, kervanlara rezervuar, depo ve silahlı koruma

tedarik eden Ptolemeler zamanındaki ulaşım sistemi yeniden canlandırılarak ticaret desteklendi. Thorley, op. cit., s. 210. 147 Sheriff, op. cit., s. 560.

Page 52: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

44

merkezinde kaldı. Firavunun yeni dünya düzenine ayak uyduramadığı noktada

coğrafi konumu Mısır'ı uluslararası sistemin merkezine taşımıştı. Ancak,

coğrafyasının Mısır'ın kent ekonomileri ağındaki yerine etkisi bunla sınırlı

kalmamıştır. Nil'in düzenli taşkınlarıyla sulanan topraklardan elde edilen büyük

toprak geliri Mısır’ı dünyanın bilinen ilk teritoryal devleti yapmıştı. Öyle ki, toprağa

dayanan yönetim şekli ve Mısır kabuğunu kırıp dış dünyayla etkileşime girdiğinde bu

yönetim şeklinin geçirdiği evrim, M.Ö. birinci bin yıldan itibaren hızlanan emperyal

politikalara taslak çizen öncül bir ideolojik dışavurumdu. Dolayısıyla Mısır, gerek

ideolojik etkisi gerek coğrafi konumu ile M.S. 1. yüzyılda ortaya çıkan Afro-Avrasya

ticaret sisteminin kurucu merkezlerinden biri oldu.

II. AKDENİZ'İN DOĞUŞU VE AFRİKA

Akdeniz, antik dünyayı sarsan bir dizi kriz sonucu doğmuştur. M.Ö. ikinci bin

yılın başındaki ve sonundaki istilaların yol açtığı bu krizler her seferinde kent

ekonomileri ağını çöküşe sürüklese de, daha geniş çapta yeniden inşanın da önünü

açmıştır. Nitekim ilk kriz sonucu ticaretin merkezi batıya kayarak Doğu Akdeniz’i de

içine almıştı. İkinci krizin daha büyük ve önemli sonuçları oldu. M.Ö. birinci bin

yılda, kent ekonomiler bir yandan tabana doğru genişleyerek geniş kitleleri

kapsamaya, öte yandan yeni bölgelere yayılmaya başladılar. Bu bölgelerin başında

Batı Akdeniz geliyordu. Avrupa, Asya ve Afrika arasında sahip olduğu iletişim

potansiyeli ile Akdeniz bin yılın sonlarına doğru ekonomik bir dünya haline geldi.

Bu süreçte gerek siyasi gerek ekonomik yayılmacılığıyla Afrika’nın kuzeyini kent

ekonomileri ağına eklemledi.

Page 53: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

45

A. Nübya ve Kuş Krallıkları

Nil’in birinci kataraktından Etiyopya platolarına dek uzanan Nübya’da148

kuzeydeki gibi tarımsal üretime yatkın bereketli topraklara sıklıkla rastlanmaz.

Üstelik kuraklaşma nehrin her iki yakasında bulunan görece büyük tarım alanlarını

da giderek daraltmıştır. Bu nedenle, Nübya’daki siyasi merkezileşmenin en önemli

gelir kaynağı ticaret, ticari gelirin kaynağı ise bölgenin iletişime açık coğrafyası

olmuştur. (Ek 4) Nil vadisinin sağladığı doğal koridor yoluyla Sahra-altı Afrika’yı

Akdeniz’e bağlayan Nübya’nın doğuda Kızıldeniz’e ve Hint Okyanusu’na, batıda

Çad Gölü havzasına erişimi vardır. Yani, Nübya coğrafi konumu gereği geniş bir

bölgedeki ekonomik kaynaklar ve iletişim hatları üzerinde hâkimiyet kurma

potansiyeline sahipti. Söz konusu potansiyelin gerçekleşme süreci, Nil vadisinin

kuzeyinde farklı bir sosyo-ekonomik düzenin ortaya çıkmasıyla başladı.

Akdeniz’deki kent ekonomilerin lüks mallara ve hammaddelere talebi arttıkça bu

süreç, Nübya’yı uluslararası ticaret sisteminin bir parçası haline getirecek denli

yoğunlaştı.

148 Nübya kelimesinin kökeni tartışmalıdır. Günümüze dek “nob” kelimesinin Nübya dilinde altın anlamına geldiğinden hareketle Nübya’nın “altın diyarı” anlamına geldiği kabul ediliyordu. Ancak, son zamanlardaki araştırmalar başka olasılıklar da olabileceğini gösteriyor. Modern Nübya dilinde “bereketli toprak, koyu gri çamur ya da siyah toprak” anlamındaki “kiji” kelimesi, Mısır’ın güneyindeki toprakları ifade etmek için kullanılan “Kish” ya da “Kush” ile benzer şekilde okunmaktadır. Bugün artık “Kush” kelimesinin aynı zamanda “siyahların toprağı” anlamına geldiğine inanılıyor. Nübya da buna benzer bir anlam taşımaktadır. Modern Nübya dilinde “nugud” siyah demektir ve nuger, nugur, nub gibi kelimeler de aynı anlamı taşır. Aslına bakılırsa, bölgenin bugünkü adının da anlamı benzerdir. Arapça’da “aswad” kelimesinin çoğul hali olan “sud” siyah anlamına gelir, “an” ise tamlama ekidir. Dolayısıyla, Kuş, Nübya ve Sudan’ın her biri aslında “siyahların toprağı/ülkesi” anlamına gelmektedir. Africana: the encyclopedia of the African and African American experience Volume 4, der., Kwame Anthony Appiah ve Henry Louis Gates, New York, Oxford University Press, 2005, s. 257.

Page 54: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

46

1. Aşağı Nübya Dönemi: Nil Vadisinin Kuzeyi ile Güneyi

Arasındaki Farklılaşma

Nübya’nın ticari ilişkilerine şekil veren her şeyden önce Mısır’ın

farklılaşmasıydı. Aslına bakılırsa, M.Ö. dördüncü bin yıla kadar, Orta Nil’den Orta

Mısır’a dek topluluklar arasında belirgin bir kültürel farklılık yoktu.149 M.Ö.

dördüncü bin yılın başlarında Mısır’ın toprak gelirine dayalı bir dönüşüm süreci

içerisine girmesiyle kültürel homojenlik kaybolmaya başladı. Birinci kataraktın

kuzeyinde sosyo-ekonomik sistemini yazılı bir kültür üzerine inşa eden bir toplum

ortaya çıkarken, güneydeki Nübya’da geleneksel toplumsal yapılar ve sözlü kültür

hâkimiyetini sürdürdü. İki bölge arasındaki farklılaşma toplumsal, siyasi ve

ekonomik açıdan derinleştikçe, kurdukları ilişkinin Nübya üzerindeki etkisi çok daha

dönüştürücü oldu.

Yine de iki bölge arasındaki ticari ilişkiler söz konusu farklılaşmanın

derinleşmesinin önüne bir nebze de olsa geçti. M.Ö. dördüncü bin yılda ve M.Ö.

üçüncü bin yılın başında Nil vadisi ve çevresine hâkim olan nemli iklimsel şartlar

bölgedeki pastoral etkinliğin alanını genişletmiş, birinci kataraktın güneyiyle kuzeyi

arasındaki insan ve mal dolaşımını arttırmıştı.150 Tütsü, reçine, altın, fildişi, abanoz

ağacı ve canlı hayvan ticaretine dayanan bu dolaşım ağında başrolü oynayan Aşağı

Nübya'ydı.151 Aşağı Nübyalılar bu malların bir kısmına sahiptiler, geriye kalan büyük

bir kısım için ise aracılık yapıyorlardı. Ticari ilişkilerin yoğunlaşması Aşağı

Nübya’da bir dizi değişim yarattı. Geliştirdikleri ilişkiler sayesinde Mısır'ın

güneyinde oldukça etkin bir konum edinen Aşağı Nübyalılar hâlâ kuzey ile aynı

149David N. Edwards, “Archaeology of Sudan and Nubia,” Annual Review of Anthropology, Vol. 36

(2007), s. 217. 150 Garcia, op. cit., s. 189. 151 Birinci ve ikinci katarakt arasındaki, bugün Nasır Gölü altında kalan bölgeye Aşağı Nübya, bu noktadan güneydeki Etiyopya platolarının sınırlarına dek uzanan bölgeye ise Yukarı Nübya denir.

Page 55: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

47

kültürel geleneğin farklı bir bölgesel varyasyonunu temsil ettiklerinden,152 Mısır’ın

güneyindeki Hierakanpolis’i dinsel bir merkez olarak kullanmaya başladılar.153 Öte

yandan ticaret, Aşağı Nübya’da yerel ve Mısır mallarının birleşiminden meydana

gelen yerleşik bir kültür ortaya çıkarmıştı.154

Taraflar arasındaki ilişkilerin yapısı, Nil vadisindeki siyasi dengelerle beraber

değişti. Ticaretin büyümesi birinci kataraktın kuzeyinde ve güneyinde birbirine

paralel bir devletleşme sürecini tetiklemişti: Mısır, Yukarı Mısır’ın öncülüğünde

birleşme sürecine girerken, Aşağı Nübya'da Kustul merkezli bir devlet ortaya çıktı.155

Ancak, birleşmeden hemen önce Mısırlı yerel yöneticilerin Nil vadisinde herhangi

bir rakip bırakmamaya yönelik bir politika izlemeye başlamaları, Kustul'daki devleti

ortadan kaldırdı.156 İlişkilerin değişim süreci Mısır’ın birleşmesiyle hız kazandı.

Merkezi otoriteyle beraber ekonominin de merkezileşmesi, Aşağı Nübya ile olan

ticari ilişkileri bölgesel çerçevesinden çıkarmıştı. Öyle ki, kuzeyde gelişen kent

ekonomilerin abanoz ağacı ve fildişi gibi güney mallarına talebi giderek artınca,157

Mısır karşılıklı ticari çıkara dayanan ilişkilerde değişime gitti. Güney politikasını,

aracılar kullanmaktansa bölgedeki ticari çıkara ve hammadde kaynaklarına doğrudan

152 Garcia, op. cit., s. 189'dan M. C. Gatto, “The Most Ancient Evidence of the ‘A-Groups’ Culture in Lower Nubia”, In Recent Research into the Stone Age of Northeastern Africa, der., L. Krzyzaniak, K.

Kroeper ve M. Kobusiewicz, Poznan, Poznan Archaeological Museum. 2000, s. 105–117. 153 Garcia, op. cit., s. 189'dan R. Friedman, “Pebbles, Pots and Petroglyphs: Excavations at HK64”, In The Followers of Horus Studies Dedicated to Michael Allen Hoffman, der., R. Friedman ve B. Adams,

Oxford, Oxbow Books, 1992, s. 99–106. 154 B.G. Trigger, “The Rise of Civilization in Egypt”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, s. 539. 155 Robert Morkot, “Egypt and Nubia”, Empires: perspectives from archaeology and history, der., S. E. Alcock et al., Cambridge, Cambridge University Press, 2001, s. 230. Aşağı Nübya'deki siyasi merkezileşmenin kaynağı mezarlardan anlaşılmaktadır. Öyle ki, Kustul'daki liderler mezarlarına Mısır'dan gelen yüksek kalite mamul mallarla beraber gömülmüşlerdi. Garcia, op. cit., s. 189. 156 Ibid., s. 190. 157 Trigger, op. cit., s. 538.

Page 56: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

48

el koyma temelinde yeniden düzenledi.158 Bu bağlamda, Aşağı Nübya'nın işgal

edilmesi, Mısır mallarının güneye akışına engel olunca, 1. Hanedanlığın son

dönemlerinde Aşağı Nübya'daki yerleşik nüfus yok oldu.159 İşgal, Aşağı Nübya’daki

devletleşme sürecini sonlandırdığı gibi birinci kataraktın kuzeyi ile güneyi arasındaki

mevcut geçişkenliği sınırlandırarak iki bölge arasındaki farklılaşmanın

derinleşmesine yol açtı.

2. Yukarı Nübya ve Kuş Krallıkları

a. Kerma: Kuşitik Devlet Geleneğinin Doğuşu

Mısır’ın birinci kataraktın güneyine yayılması, Nübya’daki ekonomik

etkinliğin merkezinin giderek güneye kaydığı bir dönem başlattı. Yukarı Nübya,

Aşağı Nübya'nın aksine tarımsal üretime daha uygundu. Özellikle üçüncü ve

dördüncü kataraktlar arasındaki Dongola Bölgesi tarımsal üretim açısından ciddi bir

potansiyele sahipti. Nitekim verimli topraklara sahip olan Kerma, M.Ö. 25.

yüzyıldan itibaren Yukarı Nübya’daki yerleşik yaşamın gelişim merkezi haline

geldi.160 Kerma tarımsal potansiyelinin yanı sıra, Orta Nil’deki ticaret yollarının

kesişim noktasında yer alıyordu. Orta Afrika ve Sahra-altı Afrika'dan Mısır'a ya da

Kızıldeniz'den Kordofan’a ve Darfur’a giden mallar öncelikle Kerma’dan geçmek

zorundaydı. Toprak ve ticaret geliri artmaya başlayınca Kerma, merkezindeki büyük

dinsel kompleks etrafında161 büyüyerek Afrika'nın Nil vadisi dışındaki ilk kentine

158 Morkot, op. cit., s. 230. 159 Trigger, op. cit., s. 540. Mısır Aşağı Nübya'deki yerleşik yaşamı sadece ekonomik yollarla değil, yerleşik nüfusu bölgeden sürerek de engelledi. Öyle ki, M.Ö. 2680’lerde yapılan seferlerde 110.000 kişi tutsak olarak alınmıştı. S. Adam, “The importance of Nubia: a link between Central Africa and Mediterranean”, General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 235. 160 David N. Edwards, The Nubian Past An archaeology of the Sudan, New York, Routledge, 2004, s. 81. 161 Ibid., s. 218.

Page 57: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

49

dönüştü.162 Buna paralel şekilde, Yukarı Nübya’daki ekonomiyi örgütleme

zorunluluğu siyasi merkezileşmeyi beraberinde getirdi ve Mısırlıların Kuş Krallığı

adını verdiği devletlerden ilki Kerma merkezli olarak kuruldu.

Kerma'nın ticaret ve toprak gelirinden beslenen ekonomisi toplumsal

tabakalaşmayı tetiklemişti. Bu sayede, uzmanlaşmış bir zanaatkârlar sınıfının

türemesi, krallığın kuzeye bağımlı olmadan mamul mallar üretmesinin ve bu malları

daha güneydeki seçkinlere dağıtarak ticaret koridorları üzerinde etkin bir kontrol

sağlamasının önünü açtı.163 Öte yandan, M.Ö. üçüncü bin yılın sonlarına doğru

Mısır'daki merkezi otoritenin dağılması, Kerma’ya etkisini genişletecek bir alan

sağladı. Öyle ki, Mısır güçleri M.Ö. 1725'te birinci kataraktın kuzeyindeki geleneksel

sınıra çekilince, bölgeye yerleşen Kuşitikler mevcut ticaret ağlarını ve altın başta

olmak üzere hammadde kaynaklarının yönetimini ele geçirdiler.164 Böylece Kuş

Krallığı, merkezi otoriteyi yeniden tesis edemeyen kuzey üzerinde üstünlük sağladı

ve yaklaşık bin kilometre karelik bir alan üzerinde hâkimiyet kurdu.165 Şimdi, devasa

mezarlar kuzeyde değil güneyde yapılıyor,166 kuzey değil güney baskınlarla rakibini

siyasi baskı altına alıyordu. Dolayısıyla Kuş Krallığı, M.Ö. ikinci bin yılda, Mısır’a

bağımlı bir çevre olmaktan ziyade, kendi hinterlandına sahip, Mısır ile ticaret yolları

için rekabete giren güçlü bir rakip haline geldi.

162 Idem.. 163 Henriette Hafsaas-Tsakos, “The Kingdom of Kush: An African Centre on the Periphery of the

Bronze Age World System,” Norwegian Archaeological Review, Vol. 42, No. 1 (2009), s. 66. Kuzey ile ilişkiler uzmanlaşmış üretime ön ayak olmuş, böylelikle yerel zanaatkârlar tunçtan ustura ve hançer, çinili kaplar, fildişinden oyulmuş figürleriyle tahta mobilyalar ve yüksek kalite kaplar yapabilmişlerdir. 164 Henriette Hafsaas-Tsakos, “Edges of bronze and expressions of masculinity: the emergence of a warrior class at Kerma in Sudan,” Antiquity, Vol. 87, No. 335 (2013), s. 82. 165 Edwards, The Nubian…, s. 217. 166 Hafsaas-Tsakos, “The Kingdom…”, s. 64.

Page 58: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

50

b. Mısır Egemenliğinde 500 Yıl ve Napata

Nübya’nın Mısır ile ilişkisi M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren yeniden

şekillendi. M.Ö. 1550’de işgalcilerden kurtulan Mısır Nil vadisinde hiç olmadığı

kadar güneye ilerleyerek egemenliğini dördüncü katarakta kadar genişletmiş ve

Kerma’yı yıkmıştı. Öte yandan, doğudaki sınırlarını da giderek genişletiyordu. Bu

durum, Mısır’ın emperyal politikalarında önemli yenilikler yarattı. Öyle ki, Nübya'da

yerleşik kültürün gelişmesini engelleyen talan politikası bu dönemde terk edildi.

Önceden mallara ve insanlara el koyuluyor; sınır bölgelerine inşa edilen kaleler

aracılığıyla kuzeye geçiş sınırlandırılıyor ve güneyle ticaret bu kaleler vasıtasıyla

yapılıyordu. M.Ö. 15. yüzyıldan sonraki yayılmayla beraber Mısır sosyo-ekonomik

düzenini de beraberinde taşımaya, yönetmeye başladığı bölgeler ile ekonomik açıdan

bütünleşme yoluna gitti. Artık insanlar topraklarından kovulmuyor ya da

köleleştirilmiyordu.167 İletişime engel kaleler yerine, çoğunlukla seçkinlerin yaşadığı,

merkezinde tapınaklar bulunan kent/kasabalar inşa ediliyordu.168 Topraktan alınan

ürünler dinsel kurumlar ve yönetim birimleri eliyle yine Nübya içinde

dağıtılıyordu.169 Bu sayede Nübya, Mısırlı bir yerleşik kültür şemsiyesi altında Mısır

ekonomisinin bir parçasına dönüşmeye başladı.

Ne var ki, Kuş Krallığı'nın çekirdeği olan üçüncü ve dördüncü katarakt

arasındaki bölgenin Mısır yönetim sistemindeki yeri farklı kaldı. Mısır, en önemli

işlevi güney ticaretini yürütmek olan bu bölgede170 kuzeydekine benzer bir

167 Morkot, op. cit., s. 234. 168 Ibid., s. 235 Bazı yerleşimlerde mamul mal üretimi yapılıyordu. Ancak bu mallar, halkın kullanımından ziyade, seçkinler için ya da güneyle yapılan ticarette kullanılmak için üretiliyordu. 169 Ibid., s. 242. 170 Ibid., s. 238.

Page 59: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

51

yerleşimler ağı kurmamıştı.171 Bu sayede, Nübya'nın geri kalan kısmına oranla, yerel

ekonomi söz konusu bölgede daha baskın bir şekilde sürdürüldü.172 Öte yandan

Mısır, yeni emperyal politikaları çerçevesinde artık ele geçirdiği bölgelerdeki

yönetim ağını dağıtmıyordu. Gerek Asya'daki gerek Nübya'daki yerel seçkinleri

eğitim, kültür ve ekonomik yollarla Mısırlılaştırarak yönetim sistemine dâhil

ediyordu.173 Üçüncü ve dördüncü katarakt arasındaki bölge de buna paralel şekilde

Mısırlılaşmış yerel seçkinler eliyle yönetilmişti.174

Mısır'ın kurduğu kolonyal sistem M.Ö. 11. yüzyılda çökünce Kuşitik geleneği

kısmen de olsa sürdüren yerel seçkinler mevcut iktidar boşluğunu hızla doldurdular.

Öyle ki, M.Ö. 9. yüzyılda, dördüncü katarakt yakınlarındaki Napata Bölgesi'nde eski

yöneticilerini yönetmeye başlayacak kadar merkezi ve örgütlü bir siyasi güç ortaya

çıktı.175 Napata merkezli Kuş Krallığı, M.Ö. 8. yüzyılda egemenliğini Nil vadisinin

kuzeyine dek genişletti ve Kuşitik kökenli firavunlardan oluşan 25. Hanedan

vasıtasıyla Mısır'ı yönetti. Öte yandan, Mısır’ın Batı Asya ve Akdeniz ile olan

mevcut ilişkilerini devraldı ve uluslararası ticarete doğrudan katılmaya başladı.176

Ancak, Mısır’ın kozmopolit imparatorlukların yayılım sahası haline gelmesi

Kuşitiklerin kuzeyde uzun süre egemen kalmalarına engel oldu. M.Ö. 7. yüzyıldaki

171 Idem.. 172 Idem.. 173 Ibid., s. 251. 174 Robert Morkot, “From Conquered to Conqueror: The Organization of Nubia in the New Kingdom and the Kushite Administration of Egypt”, Ancient Egyptian Administration, der., Juan Carlos Moreno García, Leiden, Brill, 2013, s. 916. 175 İşgal sonrası Kerma ekonomisinin odağı değişmişti. Artık verimli bir tarım üreticisi değildi. Bu durumun iki muhtemel nedeni vardır. Artan kuraklaşma Kerma’daki tarımsal üretimi sınırlamış olabileceği gibi Mısır yönetimi Nil vadisinde kendine rakip bir siyasi gücün ortaya çıkmasını tarımsal üretimi engelleyerek önlemek istemiş olabilir. Sonuç olarak, Kerma’nın Mısır ekonomisindeki yeri hayvancılığa dayanıyordu; merkeze vergilerini toprak geliriyle değil, büyük baş hayvan üzerinden ödüyordu. Dolayısıyla, Kerma'nın Yukarı Nübya'daki ekonomik merkeziliği bu dönemde ortadan kalkmış, Mısır egemenliğinde geçen yaklaşık beş yüz yıl içinde bölgenin ekonomik ve siyasi etkinlik merkezi giderek güneye kaymıştır. Morkot, “From Conquered…”, s. 939. 176 Robert Morkot, The Egyptians An Introduction, New York, Routledge, 2005, s.138.

Page 60: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

52

Asur işgali sonrası başlayan güneye çekilme süreci, Mısır’ın M.Ö. 596'da Napata'yı

yağmalamasıyla doruk noktasına ulaştı.

c. Meroe: Akdeniz Dünyası ve Özgünleşme

Napata’nın yağmalanması, Kuş Krallığı'nda kültürel yansımaları da olacak

siyasi bir kırılmaya yol açtı. Nitekim siyasi gücün merkezi beşinci kataraktın

güneyindeki Butana Bölgesi'nde bulunan Meroe'ye kaymaya başlamıştı. Meroe M.Ö.

500'lere, hatta daha öncesine uzanan erken kentsel gelişimiyle Napata ile eş değere

sahip bir yerleşimdi.177 Coğrafi konumu vasıtasıyla Mısır yönündeki kuzey yollarını

ve Kızıldeniz yönündeki doğu yollarını kontrol altında tuttuğu gibi batısındaki doğal

kaynaklar açısından zengin Afrika savanlarına erişim kapasitesine de sahipti. Öte

yandan, M.Ö. birinci bin yılın ortalarından itibaren Meroe'de gelişmeye başlayan

demir metalurjisi siyasi güce merkezileşecek bir iktidar aracı sağladı.178 Meroe'nin

iletişime açık yapısı demirin askeri potansiyeli ile birleşince tarımsal üretimin

sınırlı179, doğal kaynakların zengin olduğu bölgede ticarete dayalı bir ekonomi

kurulmasının önü açıldı. Kuş Krallığı böylece, askeri, ideolojik ve ekonomik araçlar

vasıtasıyla M.S. 19. yüzyıla dek erişilemeyecek denli geniş bir alanı bütünleştirerek

bölgesel bir hegemon haline geldi.

M.Ö. birinci bin yılın sonuna doğru sistemin bir dönüşüm süreci içerisine

girmesi Kuş Krallığı’na yeni ilişkiler kurma fırsatları yarattı. Akdeniz’in uluslararası

177 P. L. Shinnie, “The Nilotic Sudan and Ethiopia, c. 660 BC to c. AD 600”, The Cambridge History of

Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 238. 178 Edwards, The Nubian…, s. 220. 179 Butana Bölgesi'ndeki yerleşimler nehir vadilerindeki konumlarıyla tarım yapılmasına olanak sağlıyordu. Ancak, sabanın ya da bunun gibi hayvan çekiş gücünden 19. yüzyıldaki sömürge dönemine dek faydalanılamaması, büyük çaplı bir toprak gelirinden mahrum kalınmasına neden olmuştu. David N. Edwards, “Meroe and The Sudanic Kingdoms,” Journal of African History, Vol. 39 (1998), s. 178.

Page 61: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

53

ticaret sistemindeki ağırlığı batısındaki kentlerin büyümesi sayesinde giderek

artıyordu. Büyük İskender’in fetihleri sonrasında Akdeniz dünyasının artan

ekonomik önemi Nil vadisini de etkilemeye başladı. Öyle ki, Ptolemik Hanedan

döneminde kurulan İskenderiye yeni Mısır yönetiminin Akdeniz ticaretine ilgisinin

bir yansımasıydı. Bu bağlamda, Ptolemiler ile başlayıp Roma ile devam eden süreçte

Mısır’a hâkim olan yeni güçler, Akdeniz’deki kent ekonomilerin talepleri

doğrultusunda Nil vadisindeki ticareti geliştirdiler. Bu sayede, bir yandan ticaretten

sağladığı büyük gelirle zenginleşen Kuş Krallığı, öte yandan Akdeniz dünyasıyla

doğrudan ilişkiler geliştirdi. Nübya tarihinde ilk kez Mısır’ın etki alanından

çıkıyordu.

Firavunluk rejiminin güç kaybetmesi, Kuş başkentinin geleneksel sınırlar

dışına çıkması ve çeşitlenen ticari ilişkiler, Kuşitik seçkin kültürünün bir dönüşüm

sürecine girmesine yol açtı. Mısır'ın egemenliğinde geçen yaklaşık beş yüz yıl

sonunda, Kuş Krallığı birçok Mısırlı kültürel uygulamayı kullanır hale gelmişti.180

Ancak, Meroe dönemiyle beraber Kuşitik seçkin kültürünün temelini oluşturan Mısır

geleneklerinden kısmi bir bağımsızlaşma yaşanmaya başladı. Bu süreç, Yunanca

eğitim alan Kral Arkamani'nin (Ergamenes) M.Ö. 3. yüzyılda tahta geçmesiyle tepe

noktasına ulaştı.181 Arkamani, Amon rahiplerinin kral üzerindeki geleneksel gücünü

sınırlandırdı.182 Onun zamanından itibaren yerel semboller ve tanrılar kutsal alana

dâhil olmaya, dinsel düzendeki hiyerarşide yukarı tırmanmaya başladılar.183 Bu öncül

180 Edwards, Archaeology…, s. 219. Bunların arasında en göze çarpanı, artık Nübya’da de görülmeye başlayan piramit şeklindeki mezarlardır. 181 “Arapların M.S. 7. yüzyıldaki fetihlerine dek, yaklaşık bin yıl boyunca, Yunanca eğitim almak ve Yunanca konuşabilmek Batı Asya’nın ve Mısır’ın büyük kısmında ayrıcalıklı olmanın anahtarıydı.” Stanley M. Burstein, “When Greek Was an African Language: The Role of Greek Culture in Ancient and Medieval Nubia,“ Journal of World History, Vol. 19, No. 1 (2008), s. 47. 182 Idem.. 183 Shinnie, op. cit., s. 228.

Page 62: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

54

siyasi hamleyi, Meroitik alfabeye dayalı kendine özgü bir yazı türünün dinsel ve

siyasi yaşamda egemen bir role sahip olan Mısır hiyeroglifinin yerini alması izledi.

Böylelikle Kuş Krallığı, Akdeniz dünyasının Nil vadisinde yarattığı ticari

dinamizmden faydalanarak biriktirdiği zenginlikle yerel ve kozmopolit olanı

birleştirdiği kendine özgü bir uygarlık inşa etti.

Kuş Krallığı'nın ticari gelirle beraber büyüyen refahı Roma döneminde artarak

devam etti. M.Ö. 30’da Roma’nın Mısır’ı ilhak etmesi sonrası bir süre Nil vadisinin

iki ucundaki güç, çatışmaya girdiyse de, nihayetinde Ptolemik Mısır dönemindeki

sınırlar üzerinde anlaştılar. Kurulan görece iyi ilişkiler sonucu yaklaşık üç yüz yıl

geçerliliğini koruyan sınır ve Roma’nın Afrika mallarına olan talebi ticareti geliştirdi.

Ancak, M.S. 3. yüzyıldan itibaren sistemin bir bütün halinde zayıflaması ticaretin

zayıflamasına neden oldu. Üstelik doğudaki Aksum Krallığı küçülen ticari gelire

ortak olan güçlü bir rakip haline geliyordu. Aksum Krallığı, Kuş Krallığı’nın ticaret

gelirine bağımlı ekonomisinin aksine, toprak geliri de üretebiliyordu. Bu nedenle, iki

taraf arasındaki denge zamanla doğudaki rakip lehine bozulmaya başladı ve Kuş

Krallığı düşüş dönemine girdi. Zayıflayan merkezi otorite, M.S. 4. yüzyıldaki Aksum

saldırılarının ve Kordofan’dan Nil kıyısında bulunan zengin Kuş kentlerine başlayan

büyük Noba göçünün etkisiyle çöktü.184 Kuş Krallığı’nın yıkılışından sonra Meroe ve

öteki kentler zamanla ortadan kalktı, Meroitik yazı M.S. 5. yüzyıla gelindiğinde artık

kullanılmaz hale geldi. Böylelikle, bölgeyi birleştiren Kuşitik kültürün yerini

Nübya’nın “barbar” fatihlerinin bölgesel kültürü aldı.185

184 L. P. Kirwan, “Rome beyond The Southern Egyptian Frontier,” The Geographical Journal, Vol. 123, No. 1 (1957), s. 15. 185 Edwards, Archaeology…, s. 220-221.

Page 63: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

55

B. Kuzey Boynuz Bölgesi ve Aksum Krallığı

Kuzey Boynuz Bölgesi avantajlara ve dezavantajlara sahip bir coğrafyadır.

Öyle ki, bölge antik dönemin en önemli iletişim hatlarından ikisi olan Nil vadisi ile

Kızıldeniz arasında yer alır. Ancak, bölgeler arası iletişimin düğüm noktasında yer

alsa da, coğrafi yapısı gereği bölge içi iletişimin sınırlı kaldığı bir karaktere sahiptir.

Kuzey Boynuz Bölgesi coğrafyasının büyük bölümü deniz seviyesinden ortalama iki

bin metre yükseklikte bulunan platolardan oluşur. Bu platolar, doğuda dik yamaçlarla

Kızıldeniz'den ve Danakil çöküntüsünden186 ayrılırlar. Batıya gidildikçe yükseklik

Nil vadisinin tarıma ve hayvancılığa uygun geniş ovalarına doğru yavaşça azalır.

Kuzeyde de yükseklik yavaş bir şekilde düşer ama Kızıldeniz kıyısına yaklaştıkça

toprak giderek kuraklaşır. Platolar sadece güneye doğru devam eder ve Etiyopya

platosunun ana kütlesi ile birleşir. Bu platolar, ılıman iklimi ve verimli toprak yapısı

ile tarımsal üretime oldukça uygun şartlara sahiptirler. Kısacası, kendi içinde farklı

özelliklere sahip alt bölümleri kapsayan Kuzey Boynuz Bölgesi coğrafi açıdan

çelişkiler sergiler. Bu çelişkiler, bölgenin uluslararası ticaret sistemine dâhil olma

sürecini büyük ölçüde şekillendirmiştir. Öyle ki, Nil vadisinin ve Kızıldeniz'in

oluşturduğu ticari eksenler bölgenin farklı alt bölümlerini farklı zaman dilimlerinde

ticari etkinliğin merkezi haline getirmiştir.

1. Batıdaki Alçak Bölgelerde Erken Devletleşme: Gash Deltası

Batıdaki alçak bölgeler M.Ö. dördüncü bin yıldan itibaren giderek daha kurak

şartların hakimiyeti altına girdi. 187 Sıcaklıkların yükselmesi alçak bölgelerdeki

nehirlerin taşıdığı su oranını bir hayli arttırarak çöl deltalarının oluşmasını

186 Danakil Çöküntüsü, deniz seviyesinin 100 metre altında bulunan, yıllık sıcaklık ortalamalarına göre dünyanın en sıcak bölgelerinden birisidir. 187 Rodolfo Fattovich, “The Development of Ancient States in the Northern Horn of Africa, c. 3000 BC–AD 1000: An Archaeological Outline,” Journal of World Prehistory, Vol. 23, No 3 (2010), s. 149.

Page 64: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

56

tetiklemişti. Bu süreçte ortaya çıkan Gash deltası alüvyon toprakları sayesinde

oldukça verimliydi. Öte yandan, alçak ve yüksek bölgelerdeki altın, fildişi ve mür

gibi kaynaklara erişim sağlayan stratejik bir konuma da sahipti. Bu nedenlerden

ötürü Orta Atbara vadisinde yaşayan, başlangıç düzeyinde bir hiyerarşik düzene

sahip yarı göçebe bir topluluk olan Gash Grubu, M.Ö. üçüncü bin yılın ortalarında

kuzeydeki Gash deltasına göç etti.188 Ekonomisi temelde tarım ve hayvancılığa

dayanan Gash Grubu, deltaya yerleştikten sonra Mısır'dan ve Nübya'dan Güney

Arabistan'a uzanan ticaret ağına dahil oldu.189 Ticari gelir batıdaki alçak bölgelerde

toplumsal farklılaşmanın başlangıç noktası oldu.

M.Ö. 2300'lerden itibaren Nil vadisindeki ekonomik odağın Kerma'ya

kaymasıyla Gash Grubu’nun ticari geliri de giderek arttı. Öyle ki, ticari ağın düğüm

noktasında yer alan Mahal Teglinos (Kassala) hızla büyüyordu.190 Artan ekonomik

refahın yanı sıra, yerleşimin güneyinde yapılan dikilitaşlarla işaretlenmiş mezarlık,

Mahal Teglinos'a muhtemelen atalar kültüyle ilişkili seromonik bir güç sağlamıştı.191

Bu sayede, M.Ö. üçüncü bin yılın ortalarından M.Ö. ikinci bin yılın ortalarına dek

geçen süreçte Mahal Teglinos, bölgesel anlamda ekonomik ve ideolojik bir merkez

olarak işlev gören öncül bir kente dönüştü.192 Söz konusu dönüşüme düzeni

yönetecek aygıtların gelişmesi eşlik edince, Gash deltasında, en parlak dönemini

188 Ibid., s. 167. 189 Ibid., s. 161. Gash Deltası, M.Ö. 2700'den 2300'e dek geçen süreçte, Mısır, Nübya ve Güney Arabistan arasındaki ticaret ağına eklemlenmişti. M.Ö. 2300'den itibaren deltanın ana ticaret ortağı, etkisini Kızıldeniz kıyısına dek genişleten Kerma oldu. M.Ö. 1700 - 1400 arasında Gash Deltası ticari ilişkilerini, Mısır, Nübya ve Güney Arabistan arasında yeniden canlanan ticaret ağı dâhilinde yürüttü. 190 İthal ve yerel malların saklandığı depoları bulunan yapılara sahip olan Mahal Teglinos’ta çeşitli zanaat faaliyetleriyle uğraşılıyor, ölüler mezarlara mallarıyla beraber gömülüyordu. 191 Rodolfo Fattovich, “The development of urbanism in the northern Horn of Africa in ancient and medieval times,” der., P. Sinclair, Development of urbanism from a Global Perspective, www.arkeologi.uu.se (1999), s. 11. 192 Idem..

Page 65: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

57

M.Ö. 1700 ile 1500/1400 arasında geçiren bir şeflik ortaya çıktı.193 Böylelikle Gash

deltası, bölgeler arası ticaret ağından sağladığı gelirle Kuzey Boynuz Bölgesi'deki

devletleşme ve kentleşme sürecinin öncüsü haline geldi.

M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren Orta Nil Vadisi ile Kuzey Boynuz

Bölgesi'nin batısı arasındaki ekonomik ilişkiler zayıflamaya başladı. Mısır, 15.

yüzyılda Gash Şefliği'nin en önemli ticaret ortağı olan Kerma'yı ele geçirerek Nil

vadisinde dördüncü katarakta kadar ilerlemişti. Öte yandan, Kızıldeniz ticareti de bir

değişim süreci içerisine girmişti. Mısır Kızıldeniz'de seferler düzenliyor, Güney

Arabistanlılar ticari etkinliklerini Arabistan'ın batı kesimine doğru

genişletiyorlardı.194 Kızıldeniz'in büyüyen ekonomik potansiyeli Kuzey Boynuz

Bölgesi'ndeki ticaretin merkezinin giderek doğuya kaymasına yol açtı. Bu nedenle,

batıdaki alçak bölgelerin ticari ağdaki konumları gitgide zayıfladı. Gash Şefliği M.Ö.

ikinci bin yılın ortalarında düşüşe geçerken, Mahal Teglinos bölgesel merkeziliğini

kaybederek küçüldü.195 M.Ö. birinci bin yılda Kızıldeniz ticaretinin güçlenmesi, Kuş

Krallığı’nın siyasi baskısını arttırması ve iklimsel kuraklık nedeniyle batıdaki alçak

bölgeler devletleşme sürecinin odak noktası olmaktan çıktı.

2. Platolar

a. Aksum-Öncesi Dönem: D’MT Krallığı ve Kızıldeniz

M.Ö. ikinci bin yılın sonlarına kadar platolardaki yerleşimler oldukça cılızdı.

Bölgenin ekonomisine büyük ölçüde hayvancılıkla uğraşan göçebe ve yarı-göçebe

topluluklar şekil veriyodu.196 M.Ö. birinci bin yılın başında farklı kültürlere sahip

193 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 161. 194 Fattovich, “The Development of urbanism…”, s. 10'dan Fattovich, R., K. Sadr ve S. Vitagliano, “Society and territory in the Gash delta (Kassala, eastern Sudan), 3000 BC–AD 300/400,” Origini, Vol. 14(1988–89.), s. 329–57. 195 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s 155-156. 196 Ibid., s. 151.

Page 66: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

58

topluluklar platolara yerleşmeye başladılar.197 Göç, yerleşik bir yaşamı inşa

edebilecek ekonomik ve kültürel altyapıyı da beraberinde taşıdı. Hayvancılığın yanı

sıra tarım yapılmaya, çömlekler ve yonga aletler düzenli şekilde kullanılmaya

başladı.198 En azından M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren, Aksum ve Asmara'da bazı köyler

artık taştan yapılmış evlerden oluşuyordu.199 Öte yandan, göçebeler sayesinde

yerleşik topluluklar arasında ve platolarla kıyı ve alçak bölgeler arasında bir ilişki ağı

kurulmuştu.200 Bu ağ, Kızıldeniz'in büyüyen ticari potansiyelinden faydalanmaya

başlayan platolardaki toplulukların ticaret geliri eşliğinde giderek daha hiyerarşik bir

sosyo-ekonomik düzen kurmalarına olanak sağladı.

M.Ö. birinci bin yılda Kızıldeniz ticareti Güney Arabistan'ın öncülüğünde bir

büyüme sürecine girdi. Kızıldeniz'in karşı ucunda ekonomik bir gücün ortaya

çıkışının platolardaki ilk yansıması, Yeha'da M.Ö. 700'lerde inşa edilen Güney

Arabistan tarzı anıtsal bir tapınak oldu.201 Bunu, M.Ö. birinci bin yılın ortalarına

doğru Güney Arabistan'ın ideolojik sembollerini kullanarak siyasi üstünlüklerini

meşrulaştıran yerel bir seçkin sınıfın türemesi izledi.202 Yerel seçkinlerin kurduğu

düzen, Güney Arabistan Saba Krallığı ile birlikte bin yılın ortalarında ticari

genişlemesinin zirvesine ulaştığında iyice güçlendi. Nitekim Yeha - Aksum

bölgesinde D'MT adlı bir krallık kurulmuş, böylelikle, platolardaki devletleşme

süreci başlamıştı.

197 Rodolfo Fattovich, "Reconsidering Yeha, c. 800–400 BC," African Archaeological Review, Vol. 26 (2009), s. 284. Arkeolojik veriler, Kassala bölgesinin kültürel özelliklerini taşıyan küçük bir topluluğun, daha M.Ö. üçüncü ya da ikinci bin yılda Aksum bölgesine yerleştiğini gösteriyor. Fattovich, “The Development of Ancient…”, s 151. 198 David W. Phillipson, Foundations of an African Civilisation Aksum & the northern Horn 1000 BC - AD 1300, Woodbridge, James Currey, 2012, s. 15. 199 Ibid., s. 11. 200 Fattovich, “Reconsidering…”, s. 284. 201Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 164. 202 Michael J. Harrower ve A. Catherine D’Andrea, "Landscapes of State Formation: Geospatial Analysis of Aksumite Settlement Patterns (Ethiopia),” African Archaeological Review, vol. 31(2014), s. 518.

Page 67: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

59

Platolardaki süreci batıdaki alçak bölgelerden ayıran temel nokta tarımın

ekonomideki payıydı. Yerleşimler genellikle su kaynaklarının bol olduğu tarımsal

üretime uygun yerlerde kurulmuştu.203 (Ek 5) En azından M.Ö. birinci bin yılın

ortalarından itibaren öküz sabanının kullanılmaya başlaması, taraçalama ve rezervuar

gibi yöntemler vasıtasıyla toprak ve su idaresinin geliştirilmesi toprak gelirinin

artmasını sağladı.204 Tarımsal üretim Güney Arabistan’la kurulan ticari ilişkilerle

birleşince platolarda Aksum dönemini öncüleyen bir kentleşme süreci yaşandı. Öyle

ki, M.Ö. 500’lerden itibaren platolarda Yeha, Matara ve Kaskase gibi kentler ortaya

çıkmaya başladı.205 Şüphesiz dönemin en önemli kenti, D'MT Krallığı'nın en büyük

seromoni merkezi ve muhtemelen başkenti olması sebebiyle Yeha'ydı. Yeha, Güney

Arabistan'ın ay tanrısı Almaqah için yapılmış bir tapınak, büyük bir saray ve geniş

bir mezarlık tarafından şekillendirilmişti. Yeha'nın yanı sıra çevresindeki

yerleşimlerde de Almaqah'a adanmış tapınaklar inşa edilmişti.206 Dolayısıyla,

Aksum-öncesi dönemin anıtsal mimari, yazı ve sanat gibi kentle alakalı kültürel

gelişimi büyük ölçüde Güney Arabistan'ın ideolojik etkisi altında doğdu ve gelişti.

Ne var ki, bu etki seçkin sınıfla sınırlıydı. Nüfusun büyük kısmı hâlâ

çömlekçilik ve yerleşim mimarisi konusunda yerel kültürü takip ediyordu.207 M.Ö.

ikinci bin yılın ortalarından itibaren Saba Krallığı düşüşe geçince mevcut kültürel ve

siyasi düzen yerinden oynamaya başladı. Öyle ki, seçkinlerin siyasi düzenini temsil

eden D'MT Krallığı M.Ö. 400'lerde yıkıldı. Yeha bölgesel merkeziliğini kaybetti,

anıtsal yapılar terkedildi ve yerleşimler keskin bir şekilde küçüldü.208 Yine de

203 Ibid., s. 530. 204 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 163. 205 Fattovich, “The Development of urbanism…”, s. 12. 206 Phillipson, op. cit., s. 40. 207 Harrower ve D’Andrea, op. cit., s. 533. 208 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165.

Page 68: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

60

toplumun dar bir kesimiyle sınırlı kalan Güney Arabistan etkisi toptan ortadan

kalkmadı. Kimi noktalarda kopuşlar yaşansa da, özümsemeyi ve yerelleştirmeyi takip

eden bir süreklilik sağlandı. Dinsel yapıda sözkonusu yerelleştirme M.Ö birinci bin

yılın ortalarında hali hazırda yaşanmıştı. Panteon, Almaqah'ı simgeleyen boğa ile

Mısır/Meroe tarzı aslan figürünün merkezi rol oynadığı Güney Arabistanlı ve

Afrikalı bir karaktere sahipti.209 Buna ek olarak yazı sisteminde, çömlekçilikte ve

mimari tarzda yerel şartlara göre değişimler yapılarak belli noktalarda süreklilik

korundu.210 Kısacası, siyasi alandaki etkinliği yüzünden dış kabuğu Güney

Arabistanlı bir biçim alsa da, yerleşik kültür temelde Afrikalı yerel geleneklerden

beslenmeyi sürdürdü.

b. Aksum Krallığı: Akdeniz Dünyasının Büyüyen Etkisi

D'MT Krallığı’nın yıkılışıyla beraber Yeha merkeziliğini kaybetmiş ve

küçülmüştü. Daha batısındaki Aksum'da ise çekirdek bir nüfus etrafında kırsal

yerleşimler sürekliliğini koruyordu. Aksum nehir vadilerinin kesişiminde yer alan bir

coğrafi konuma sahipti. Bu vadiler, bir yandan, iç bölgelerden kıyılara dek uzanan

geniş bir alandaki iletişim ağı olarak işlev görüyorlar, öte yandan, yağmur

mevsiminde doğal su kaynağı olarak kullanılıyorlardı.211 Yani Aksum, coğrafi

şartları gereği hem toprak hem ticaret geliri üretme kapasitesine sahipti. Nitekim

bölgenin çekirdek nüfusu, M.Ö. 400'ten itibaren giderek artan bir toplumsal

farklılaşma sürecine girdi.212 Bu süreç, ideolojik bir kopuşla beraber gelişti. Aksum-

öncesi devlet yapılanmasının toplumun ideolojik odak noktasına yerleştirdiği Güney

209 Ibid., s. 164. 210 Shinnie, op. cit., s. 262. 211 Luisa Sernicola ve Laurel Phillipson, “Aksum's regional trade: new evidence from archaeological survey,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 46, No.2 (2011), s. 194-195. 212 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 158.

Page 69: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

61

Arabistan tipi tapınakların yerini, Gash Şefliği'ndekine benzer şekilde kullanılan

dikilitaşlar almaya başladı.213 Dolayısıyla, Aksum’daki devletleşme, D’MT sonrası

dönemdeki kopuşlar ve adaptasyon sürecinden geçirilen sürekliliklerin

şekillendirdiği siyasi ve kültürel düzen üzerine inşa edildi.

Güney Arabistan'ın M.Ö. birinci bin yılın ortalarından itibaren düşüşe

geçmesiyle Kızıldeniz ticareti büyük ölçüde Mısır'a kaymıştı. Bu nedenle Aksum,

kuruluş evresinden itibaren, öncülü D'MT Krallığı gibi Kızıldeniz'in karşı kıyısıyla

değil, Akdeniz dünyasıyla yoğun ekonomik ilişkiler geliştirdi. Nitekim Aksum'daki

şeflik, M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren Ptolemik Mısır'ın etkisiyle yoğunlaşan Kızıldeniz

ticaretinden faydalanmaya başladı.214 Öte yandan, M.S. 1. yüzyıldan itibaren,

yağmurlu mevsimin üç buçuk aydan altı aya çıkması, tarımsal üretimin gelişmesinin

önünü açmıştı.215 Bu sayede Aksum, iç bölgelerden temin edilen ticari malların

akışını istikrarlı kılacak bir arz kabiliyeti edindi. Gerek toprak gerek ticaret geliri

giderek artan Aksum’daki şeflik miladi dönemin başlarında küçük yerel bir krallık

haline geldi.

Aksum’un Ptolemelerle başlayan Akdenizli ticaret ortağı dönemi Mısır'ı

fetheden Roma İmparatorluğu ile devam etti. Roma Kızıldeniz’i doğu - batı

ticaretinde ana bir artere dönüştürdükçe Aksum güç kazanmaya başladı. Özellikle

Akdeniz'deki kentlere fildişi ve Güney Arabistan'a köle ihraç ederek gitgide

zenginleşti.216 M.S. 3. yüzyıla gelindiğinde krallık altın para basacak kadar bir refah

213 Ibid., s. 165. Aksum kültürünün ayırt edici özelliği olan bu dikilitaşların boyutu ortalama iki - üç metreden, refah seviyesinin artışına paralel olarak, miladi dönemin başlangıcına doğru dört - beş metreye, M.S. birinci bin yılda ise otuz üç metreye kadar çıktı. 214 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165. 215 Karl W. Butzer, “Rise and Fall of Axum, Ethiopia: A Geo-Archaeological Interpretation,” American Antiquity, Vol. 46, No 3 (1981), s. 491. 216 Phillipson, op. cit., s. 196-197.

Page 70: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

62

biriktirmişti.217 Büyüyen refah, Kuzey Boynuz Bölgesi'ndeki siyasi otoritenin hiç

olmadığı kadar güç kazanıp merkezileşmesine yol açtı. Öyle ki Aksum, M.S. 3.

yüzyılda platoları ve Kızıldeniz kıyısının bir kısmını siyasi olarak birleştirmiş, hatta

geçici bir süreliğine de olsa Güney Arabistan'ı işgal etmişti. Üstelik M.S. 3. yüzyılda

Roma’nın düşüşe geçmesiyle Kızıldeniz’deki düzenleyici rolü de devralmıştı. Şimdi

Roma’nın yerini Bizans ile dolduran Aksum, M.S. 4. yüzyılda Kuş Krallığı'na son

vererek Akdeniz'den Hindistan'a kadar uzanan geniş bir bölgede çıkarlara sahip

uluslararası ticareti yönlendiren bölgesel bir hegemon haline geldi.

Ptolemeler, Roma ve Bizans ile kurulan ilişkiler, Aksum’un yükselişine paralel

olarak hızlanan kentleşme218 sürecine yoğun bir Akdeniz etkisinin eşlik etmesine

neden oldu. Öyle ki, Bizans ile ilişkiler sayesinde, M.S. 330’da Kral Ezana

Hıristiyanlığı kabul ederek Aksum Krallığı'nı dünyanın ilk Hıristiyan devletlerinden

biri haline getirdi. Ancak Helen dünyasının etkisi, Aksum Krallığı'nın M.S. 451

yılındaki Kadıköy Konsulü'nde Hıristiyanlığın Grek değil Mısırlı yorumu olan

monofizist anlayışı kabul etmesiyle sınırlı kalmış, dinsel düşüncedeki Afrikalı unsur

Aksum-öncesi dönemin panteonuna benzeyen bir şekilde korunmuştu. Aksum

217 Phillipson, op. cit., s. 50. Altın, gümüş ve bakır şeklinde sınıflandırılan Aksum parası başlangıçta Yunanca yazılar taşıyordu. Sonraları uluslararası dolaşıma sokulan altın paralarda bu özellik korunsa da, çoğunlukla yerel olarak kullanılan gümüş ve bakır paralarda Gı'ız dili kullanıldı. 218 Aksum dönemindeki kentleşme Aksum-öncesi dönemde kurulan yerleşim düzeni üzerine inşa edilmişti. Bu yerleşimler tarımsal üretime uygun, platoları Kızıldeniz kıyısı ve Nil vadisi ile ya da kaynak açısından zengin iç bölgelerle bağlayan yollar üzerindeki stratejik konumlarda yer alıyorlardı. Aksum dönemiyle beraber söz konusu yerleşimler geliştiler, Aksum, Matara ve Adulis gibi bir kısmı büyük merkezler haline geldiler. Harrower ve D’Andrea, op. cit., s. 518- 519. Adulis, Aksum'a sekiz günlük uzaklıktaki mesafesiyle krallığın uluslararası ticarete erişim kapısıydı. Aksum-öncesi dönemin önemli merkezlerinden biri olan Matara D'MT'nin yıkılışı sonrasında kentsel toplumunu korumayı başarmıştı. Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 165.Öte yandan, Aksum devletin başkenti olarak ticari gelirden en çok faydalanan ve antik metinlerde kentten ziyade "metropol" olarak nitelendirilen bir yerleşimdi. Aksum'daki bu yerleşimler, ticaretle gelişen öteki Afrika örneklerinin aksine sadece hammadde ihraç eden ekonomiler değil, aynı zamanda mamul mal üreten birer kent ekonomisiydiler. Fildişi oymacılığı oldukça gelişmişti; deri ve cam işleniyor, şarap yapılıyor, muhtemelen tekstil mallar üretiliyordu. Graham Connah, Forgotten Africa An introduction to its archaeology, Oxfordshire, Routledge, 2004, s. 74.

Page 71: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

63

Krallığı M.S. birinci bin yılın ortalarında gücünün zirvesine ulaşırken, kiliseler

yerleşimlerin genel özelliklerinden birine dönüştü.219 Böylelikle, Güney Arabistan

döneminin aksine Akdeniz etkisi toplumun geneline yayıldı.

Aksum’un Hristiyanlaşması olağandışı bir durum değildi. Giderek büyüyen

Akdeniz dünyasının uluslararası ticaretin ana yollarından biri haline getirdiği

Kızıldeniz’i kontrol altına alma çabasının bir yansımasıydı. Nitekim Hristiyanlık’ın

yanı sıra, Musevilik, Zerdüştlük gibi dinler, Sasani ve Bizans İmparatorluğu gibi

büyük devletler M.S. 4. yüzyıldan itibaren Kızıldeniz’de birbirleriyle rekabet etmeye

başlamışlardı. Kısacası, Kızıldeniz Akdenizli büyük güçler arasındaki bir mücadele

alanı haline gelmişti. Hatta mücadele M.S. 6. yüzyılda Aksum ile Sasanilerin Güney

Arabistan'da doğrudan karşı karşıya gelmesiyle çatışmaya dâhi dönüştü. Ancak,

Aksum M.S. 6. yüzyılın sonlarından itibaren Kızıldeniz’deki bu mücadelede geri

düşmeye başladı.

Aksum’u gerileten Kızıldeniz’deki rekabetin büyümesi değil, M.S. 6. yüzyılın

sonlarından itibaren ekonomisinin dayanak noktalarını tek tek yitirmeye

başlamasıydı. M.S. 7. yüzyıldan itibaren Kuzey Boynuz Bölgesi ve çevresinde etkili

olan kuraklık tarımsal üretimin düşmesine, dolayısıyla nüfusun azalarak

yerleşimlerin küçülmesine yol açmıştı.220 Yine bu dönemde, Doğu çölündeki

göçebelerin platoların doğu kesimine yerleşmesi Aksum'un Kızıldeniz'e erişimini

kısıtladı.221 Arabistan’da İslamiyet'in yükselişiyle Kızıldeniz ticaretinin tartışmasız

bir şekilde Müslümanların hâkimiyetine geçmesi Aksum için son ve en büyük darbe

oldu. Krallık, M.S. 7. yüzyıldan itibaren ticari malların temin edildiği bölgeleri

219 Fattovich, “The Development of Ancient…”, s. 158. 220 Ibid., s. 167. 221 Idem..

Page 72: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

64

kontrol edemez, altın para basamaz hale geldi.222 Toprak ve daha önemlisi ticaret

gelirinden mahrum kalan Aksum Krallığı sistemden kopmasa da, hızla düşmeye

başlamıştı.

C. Kuzey Afrika ve Akdeniz İmparatorlukları

Kuzey Afrika coğrafi ve iklimsel olarak Akdeniz’in bir parçasıdır. Ancak,

sınırlarını Akdeniz değil, Sahra Çölü belirler. Öyle ki, Sirte Körfezi’nin doğusunda

çöl kimi noktalarda denize dek ulaşırken, körfezin batısında dağlar nedeniyle etkisi

sınırlıdır. Bu bağlamda, Sahra’nın nerede ne kadar etkin olduğu Kuzey Afrika’nın

coğrafi yapısını tanımlamakla kalmaz, ekonomik ve kültürel yapısına da şekil verir.

Zira Sirte Körfezi’nin doğusunda verimli topraklar Sirenayka bölgesi dışında oldukça

dardır. Oysa körfezin batısındaki bölgenin geniş art alanı ekilebilir ovaları da

kapsadığından doğuya kıyasla yerleşikliğe daha uygundur.223 Sahra iç bölgelerle

iletişimi zayıflattığından bu bölgeler neolitik dönemden itibaren224 ekonomik ve

kültürel olarak Akdeniz dünyasının bir parçası haline gelmişlerdir. Söz konusu süreç,

M.Ö. birinci bin yılda kent ekonomilerin Fenikeliler ve Yunanlılar vasıtasıyla Batı

Akdeniz'e doğru yayılmasıyla yeni bir safhaya geçmiştir. (Ek 6)

222 Butzer, op. cit., s. 488. 223 Herodot'a göre, Sirte Körfezi'nin batısındaki "Libyalılar" yerleşik bir yaşam sürerken, doğudakiler göçebedir. 224 M.Ö. 7000’lerden itibaren Akdeniz’de dolaşmaya başlayan gemiler deniz iletişimini güçlendirmişti. Curtin, op. cit., s. 87. Bu sayede, Kuzey Afrika da dahil olmak üzere Batı Akdeniz kıyısında ortak bir çömlekçilik geleneği ortaya çıkmıştı. G. Camps, "Beginnings of Pastoralism and Cultivation in North-West Africa and Sahara: Origins of The Berbers”, The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the Earliest Times to c. 500 B.C., der., Desmond Clark, Cambridge, Cambridge University Press, 1982, s. 558-559. Öte yandan, Kuzey Afrika'daki ekonomilerin temelini oluşturan evcilleştirilmiş küçükbaş hayvanlar Doğu Akdeniz'den Nil vadisine, Nil’den de Kuzey Afrika'ya yayılmıştı. David W. Phillipson, African Archaeology, Cambridge, Cambridge University Press, 2005, s. 175-176. Bu sürecin son halkası, Batı Asya'da kullanılan tahıl kültürünün Kuzey Afrika'ya yayılması oldu.

Page 73: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

65

1. Kolonizasyon: Akdeniz Ticaretinin Bir Parçası Haline Gelen

Yerleşimler

Fenikelileri Kuzey Afrika'ya çeken Batı Akdeniz'deki ticari çıkardı. İber

yarımadasının güneyinde bulunan Tartessos Krallığı225 gümüş ve kalay gibi uygar

dünyanın en çok talep ettiği madenleri pazarlıyordu. Fenikeliler, Doğu Akdeniz'de

her daim alıcısı olan bu mallar nedeniyle, M.Ö. ikinci bin yılın sonlarından itibaren

Batı Akdeniz'e açılmaya başladılar.226 Ancak, gemilerin Akdeniz'in doğu ucundan

batı ucuna gidebilmesi için demirleyebilecekleri noktalara ihtiyaçları vardı. Bu

nedenle, Kuzey Afrika başta olmak üzere Sicilya, Sardunya ve Balear Adaları’nı da

kapsayacak şekilde Batı Akdeniz boyunca birçok irili ufaklı yerleşim kurdular.

Bunlar çoğunlukla Yunanlıların “emporia” dedikleri, kentten daha küçük, kimi

zaman yüz kadar kişinin yaşadığı, yerlilerin pazarda ticarete katıldıkları, tacirlerin

konakladıkları ve su kaynağı olarak kullandıkları küçük yerleşimlerdi.227 Ayrıca

Atlantik kıyısından Trablusgarp’a kadar uzanan Afrika'nın kuzeybatı kıyılarında

Mogador, Liksus, Kartaca, Utica, Lepcis vb. gibi birçok kent de kurdular.

Merkezinde Kuzey Afrika'nın yer aldığı bu düzen vasıtasıyla Fenikeliler Batı

Akdeniz'de güçlü bir ticaret tekeline sahip oldular.

Kuzey Afrika'daki Yunan kolonizasyonunun ana nedeni ise demografik

sorunlardı. Yunanistan anakarasındaki ve Küçük Asya’daki hızlı nüfus artışı

Yunanlıları M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren, denize kıyısı olan, güvenli ve verimli

225 Tartessos Krallığı, İber yarımadasının güneybatı kısmında yer alıp merkezi, günümüzde Guadalquivir olarak da bilinen, Baetis nehrinin aşağı ve orta kısımlarıdır. Michael Grant, A Guide to the Ancient World, New York, Barnes & Noble Books, 1997, s. 628. 226 Phillipson, African…, s. 218. 227 Law, “North Africa in the period…”, s. 126.

Page 74: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

66

topraklara sahip yeni bölgeler aramaya yöneltmişti.228 Her ne kadar, Yunan

genişlemesinin asıl ayağını Batı Akdeniz'deki İtalya yarımadası ve Sicilya oluştursa

da, Yunan kolonyalistler Doğu Akdeniz'deki Levant'ta, Mısır'da ve Sirenayka'da da

yerleşimler kurdular. Sirte Körfezi'nin doğusunda yer alan Sirenayka, Girit ve Ege

dünyasıyla doğal bağlantısı olan, henüz Fenikelilerin işgaline uğramamış bir

bölgeydi. Öte yandan, öncelikleri ticaret değil tarımsal üretim olan Yunanlılar için

bereketli arazilere sahip bölge kolonizasyona oldukça uygundu. Bu nedenle,

Thera’dan (Santorini) yola çıkan Yunan kolonyalistler Sirene ve Barka gibi iki

önemli kenti kıyıda değil iç bölgede kurdular.229 Ancak, tarımsal artı-ürün nüfusun

ihtiyaçlarının ötesine geçince Mısır'daki Naukratis ve Yunan dünyası ile tahıl

üzerinden bir ticaret başladı ve iç bölgelerdeki Berberlerden sağlanan ürünlerle

gelişti.230 Öyle ki, antik dünyanın en çok talep edilen bitkilerinden biri olan

“silphium”un231 yalnızca bu bölgede yetişmesi Sirenayka’nın refah kaynaklarından

biri haline geldi. Böylelikle, temelde toprak gelirinden beslenen Sirenayka

yerleşimleri M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde Akdeniz’in önemli kentleri haline geldiler.

Kuzey Afrika kıyıları boyunca kurulan bu Yunan ve Fenike yerleşimleri bölgeyi

Akdeniz’deki ticaret ağının bir parçası yaptı.

228 Phillip C. Naylor, North Africa: a history from antiquity to the present, Austin, University of Texas Press, 2009, s. 30. 229 Law, “North Africa in the period…”, s. 109. 230 Ibid., s. 110. 231 Silphium antik dünyada hem her derde deva bir ilaç hem de sürü yemi olarak kullanılıyordu. Dünyanın her köşesinden gelen talebe rağmen üretimi devlet tekelinde tutuldu; o kadar önemli bir madde haline geldi ki paraların üzerine basılmaya başladı. Roma döneminin sonlarına doğru bulunması zorlaştı. Kuzey Afrika’ya yapılan barbar akınları sırasında ise tamamen yok edildi. John Wright, A History of Libya, New York, Columbia University Press, 2010, s. 19.

Page 75: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

67

2. Kartaca: Kırsal Ekonominin Oluşması

Ticari çıkarın büyümesi rekabetin artmasını da beraberinde getirdi. Öyle ki

Fenikeliler, Batı Akdeniz’deki Yunan genişlemesini çıkarlarını tehdit eden bir

girişim olarak görmeye başladılar. İtalya yarımadasının güneyinde ve Doğu

Sicilya'da yerleşimler kuran Yunanlılar, Fenike'nin İber yarımadasındaki nüfuz

alanına sızıyorlardı. M.Ö. 638'de Tartessos'a giden yolun kazara da olsa

keşfedilmesi, aynı dönemde, Yunanlıların Fenike etki alanı olan Batı Sicilya'ya

girmesi ve Sirenayka'da yerleşimler kurması, Batı Akdeniz'deki Fenike çıkarlarını

ciddi bir tehdit altına soktu.232 Üstelik Fenike kent devletlerinin lideri konumundaki

Tire'nin Batı Asya'daki imparatorlukların baskısı altında kalışı, Batı Akdeniz'deki

Fenike çıkarlarının korunmasına engel oluyordu. Bu nedenle, tarım ve ticaret gelirine

sahip güçlü ekonomisi ve Batı Akdeniz'i kontrol eden coğrafi konumu ile Kartaca

giderek öne çıktı.

Kartaca aralarında ekonomik ve kültürel açıdan ciddi farklar bulunan “barbar”

Batı Akdeniz ile “uygar” Doğu Akdeniz’in kesiştiği stratejik açıdan savunulması

kolay bir noktada kurulmuştu. Sahra Çölü de eklendiğinde, Kartaca batıdan ve

güneyden ucuza mal alıp doğunun kentlerine kârlı bir şekilde pazarlama olanağına

sahipti. Öyle ki, Cassiterides Adaları ve kuzeybatı İberya’dan kalay; Sardinya ve

güney İberya’dan kurşun, bakır ve gümüş; Sahra-ötesi ticarete aracılık yapan

Berberlerden altın ve köle ithal ediyordu.233 Ticari gelirin yanı sıra, Kuzey Afrika ve

Batı Sicilya gibi bölgelerdeki verimli arazilerden toprak geliri de sağlıyordu. Bu

sayede Kartaca, M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Tire’nin yerine Fenikelilerin lider gücü

232 Law, “North Africa in the period…”, s. 120. 233 Braudel, Bellek…, s. 243.

Page 76: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

68

konumuna yükselerek Batı Akdeniz’deki Yunan tehdidine karşı etkin bir politika

izlemeye başladı. Nitekim M.Ö. 540'ta Etrüsklerle ittifak kurarak Yunanlıları

yenilgiye uğratmış ve Korsika'dan çıkarmıştı. Batı Akdeniz'deki Fenike çıkarları

böylece bir süre için garanti altına alınsa da, M.Ö. 480 yılındaki Himera Savaşı,

Akdeniz'deki dengeleri kısa ve uzun vadede tamamen değiştirdi.

Sicilya'da Yunanlılara kaybedilen savaş, Kartaca'nın içe kapanarak siyasi,

ekonomik ve ideolojik yansımaları olan büyük bir dönüşüm geçirmesine yol açtı.

Akdeniz'deki genişleme politikası yaklaşık yetmiş yıllığına terk edilmişti.234 Öte

yandan, gümüş ve altın gibi değerli madenlerin akışını engellemek için Yunan,

Etrüsk ya da Pers mallarının ithalatı tamamen durduruldu.235 Bunlara ek olarak,

Afrika ve uzak batıdaki kaynaklar üzerindeki tekelin korunması ve sıkılaştırılması

için çeşitli seferlere girişildi. Bir yandan, egemenlik sahası Kuzey Afrika'nın iç

bölgelerine doğru genişletilirken, öte yandan Afrika, İber yarımadası, Sicilya ve

Sardunya'daki öteki Fenike kolonileri üzerinde denetim kuruldu. Bu sayede Kartaca,

her ne kadar Siyrakuz'un başını çektiği Yunan tehdidi sürse de, M.Ö. 5. yüzyılın

sonunda Batı Akdeniz'deki ve Sicilya'daki güçlü konumunu geri kazandı.236 Bu

süreçte bir kent devletten Kuzey Afrika merkezli bir imparatorluğa dönüştü.

İmparatorluk ekonomisinde de ticaretin baskınlığı devam etti. Kartaca’nın hali

hazırda ticari ilişkiler geliştirdiği doğal kaynaklar açısından zengin bir hinterlandı

vardı. Ancak, imparatorluğun ağır yükünün çekilebilmesi için bu ilişkilerin

yoğunlaştırılması şarttı. Bunun için Afrika’nın iç bölgeleriyle kara ve deniz yolu

olmak üzere iki şekilde ilişkiye geçildi. Kara yolunun ana rotası Sahra Çölü'nü takip

234 Law, “North Africa in the period…”, s. 121. 235 B. H. Warmington, Carthage, Londra, The Trinity Press, 1960, s. 51. 236 Naylor, op. cit., s. 27.

Page 77: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

69

ediyordu. Çöl yaşamının merkezindeki vahalara uzanan doğal koridorlar Sahra-altı

Afrika ile Sirte Körfezi'nin batısındaki Trablusgarp’ı237 birbirine bağlıyordu. Berber

bir topluluk olan Garamantlar sözü edilen koridorları kullanarak Sahra-altı

Afrika'dan tuz, hayvan derisi, yakut ve köle gibi ticari değeri yüksek malları

Trablusgarp’taki kentlere getiriyorlar, karşılığında Kartaca kentlerinde üretilen

mamul malları vahalarda kurdukları yerleşimlerine götürüyorlardı.238 Özellikle, antik

dünyada çokça talep edilen yakut Kartaca kentleri tarafından büyük bir kârla

Akdeniz piyasasında yeniden pazarlanıyordu.239

Kartaca'nın Afrika'daki ticari atılımının öteki ayağını Atlantik kıyısında

kurduğu koloniler meydana getirdi. Ordusu büyük oranda paralı askerlere dayanan,

ticari geliri mamul maldan ziyade değerli madenlere dayalı olan Kartaca'yı Afrika'nın

Atlantik kıyılarına çeken muhtemelen hammadde değil maden arayışıydı.

Kartacalılar Atlantik sahilinde altı tane koloni kurduktan sonra, antik dünyada altın

kaynaklarıyla ünlü olan Sahra kıyısındaki Cerne'de240 son bir koloni daha

kurdular.241 Sahra-altı Afrika’dan temin edilen değerli madenler sayesinde Kartaca

237 Sabratha, Oea ve Lepcis Sahra-ötesi ticarete doğrudan erişim sağlayan iki ana yola sahiptiler. İlki, Oea ve Lepcis’ten güneye doğru Fizan vahalarına ilerleyen, devamında Kawar vaha zincirini kullanarak Sahra-altı ticaretin merkezindeki Çad Gölü’ne uzanan Garamant yoluydu. Diğeri ise, Sabratha’dan başlayarak Gadames vahaları aracılığıyla güney batı yönünde ilerleyerek Orta Sudan’a, hatta Batı Afrika’nın en büyük nehrinin kuzeye dönerek çölle buluştuğu Nijer Büklümü’ne dek uzanmaktaydı. Wright, op. cit., s. 10-11. 238 Phillipson, African…, s. 218-219. 239 Law, “North Africa in the period…”, s. 127. 240 Herodot, Kartacalıların Batı Afrika kıyılarına yelken açıp buradaki yerli halkla “sessiz ticaret” yaparak altın sağladığını yazar. “Sessiz ticaret” yabancı ve yerel tacirlerin doğrudan bir iletişim kurmadan giriştikleri bir mübadele türüdür. Buna göre, önce yabancı tacirler kendi mallarını, ardından yerel tacirler bunlara eş değer olduğunu düşündükleri mallarını, kent ya da köylerden uzaktaki bir mübadele alanına bırakırlardı. Yabancı tüccarlar mübadelenin adil olduğunu düşünürlerse yeni malları alıp giderlerken, tersi durumda, bırakacakları malları ayarlayıp ticari ortağının sessiz tepkisini görmek için alanı terk ederlerdi. Herodot'a ek olarak M.Ö. dördüncü yüzyılda yaşayan Yunan Palaephatus ise yazılarında Cerne’nin altın açısından çok zengin bir bölge olduğuna değinir. Cerne’den temin edilen altının asıl kaynağı muhtemelen sonradan bölgedeki

devletleşmenin ekonomik kaynağını oluşturacak Bambuk ve Galam'ın madenleriydi. Ibid., s. 139. 241 Ibid., s. 134.

Page 78: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

70

ekonomik gücünü büyük paralı ordular kuracak ve öteki Akdenizli güçlerden çok

daha fazla altın para242 basacak kadar arttırdı.243 Kartaca’nın denizden ve karadan

kurduğu bu bağlantılar, Akdeniz’in rekabetçi dünyasının bir parçası olan Kuzey

Afrika’daki kentleri ticari açıdan besleyecek ilişkilerin altyapısı oldu.

Her ne kadar ticaret ön planda olsa da imparatorluk ekonomisi M.Ö. 5.

yüzyıldaki genişleme sonrasında toprak geliriyle dengelenmişti. Kartaca bu dönemde

ele geçirdiği toprakları iki şekilde kullandı: Kartaca'nın doğusunda bulunan

topraklardaki Berber toplulukları tahliye edip bölgede köle emeğine dayalı, tarımsal

üretim ve hayvancılık yapılan büyük özel çiftlikler kurarken, öteki bölgelerdeki

nüfusu ağır vergiler ödemek kaydıyla korudu.244 Bu sayede, tarımsal üretim

imparatorluk ekonomisinin önemli bir parçası haline geldi. Kartaca'yı Afrikalı bir

güç yapan bu dönüşüm yerel değerlerin daha fazla nüfuz ettiği yerleşik bir kültürün

oluşmasının da önünü açtı. Öyle ki, tarımsal üretimin büyümesi toprağın ve yerel

şartların öne çıkmasını sağlamış, yaşam ve bereket getiren bir tanrı tapımına ihtiyacı

arttırmıştı. Nitekim Kuzey Afrikalı kökenlere sahip Tanit'in245 halk arasındaki

popülerliği giderek Fenike kökenli Baal'in üstüne çıktı.246 Bu nedenle, M.Ö. 5.

242 Kartaca, M.Ö. beşinci yüzyılın sonlarından itibaren para basmaya başlamıştı. Ancak düzenli bir şekilde para basılması, doğuda Mısır'ın Ptolemik Hanedan ile beraber para ekonomisine geçmesiyle gerçekleşti. Ibid., s. 125. 243 Warmington, “The Carthaginian Period…”, s. 448. 244 Law, “North Africa in the period…”, s. 129-130. 245 Herodot'a göre, kolonyalistler gelene kadar Kuzey Afrika'nın dinsel dünyasına genelde güneş ve ay kültleri hâkimdi. Başlıca tanrı koç kafalı güneş tanrısı Amon'du. Bu tanrı muhtemelen Mısır'la Kuzey Afrikalı Berberler arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkmış, Kuzey Afrika'nın güneş ve koç biçimli tanrısallığı Mısır'daki Amon-Ra kültü ile birleşmişti. Ay tanrıçası Tanit ise Kuzey Afrikalı yerel kökenlere sahipti. Law, “North Africa in the period…”, s. 145-146. Fenikeliler Kuzey Afrika'ya yerleştikten sonra Doğu Akdeniz'den farklı, Fenikeli ile yerel olanın birleştiği dinsel bir sistem kullanmaya başladılar. Öyle ki, Kartaca’da adı Baal Amon olan güneş tanrısının üstün, ay tanrıçası Tanit'in ise ikincil olduğu dinsel bir yapı hâkimdi. Ibid., s. 132. 246 Aslına bakılırsa bu dönemde, Ana Tanrıça figürünün farklı biçimlerine tapınma kolonyalistlerin

toprakla olan bağlarının yeni yeni güçlendiği Batı Akdeniz boyunca artmaktaydı. Bu bağlamda,

Page 79: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

71

yüzyılda Kartaca'da dinsel düzen değişti ve Tanit'in konumu Baal Amon ile

eşitlendi.247 Yerel ve Akdeniz’in kozmopolit değerlerinin birbirine geçtiği bu

ideolojik dönüşüm sayesinde, kırsal ekonomi yalnız ekonomik araçlar yoluyla değil,

ideolojik açıdan da organize edilmiş oldu. Bu sayede, Roma döneminde Kuzey

Afrika’daki kentleşme bir adım daha ileri taşınabildi.

3. Roma ve Kentleşme

İtalya yarımadası da tıpkı Kartaca gibi güçlü bir coğrafi konuma sahipti;

Akdeniz’in doğu ve batı yakalarını kontrol edebiliyordu. Bu nedenle yarımadayı

birleştirecek siyasi bir gücün varlığı, aynı Yunan genişlemesi gibi, Kartaca'nın Batı

Akdeniz'deki hegemonyasına muhtemel bir tehditti. Kartaca bunun önüne

geçebilmek için yarımadaya yönelik politikasını güç dengesinin korunması üzerine

kurdu. Önce Etrüsklerle, sonra Roma ile ittifak ilişkileri geliştirdi.248 M.Ö. 4.

yüzyılda Siyrakuz'a, M.Ö. 3. yüzyılın başında Yunanlılar adına savaşan Illyria

Krallığı'na karşı Kartaca bu ittifak ilişkileri dâhilinde hareket etti.249 Ancak, sözü

edilen tehditler saf dışı bırakılınca Kartaca'nın güç dengesi politikası çöktü; çünkü

Roma, son kalan bağımsız Yunan kent devletlerini de fethederek İtalya'daki tek güç

haline gelmişti. Yarımadanın siyasi açıdan birleşme sürecine girmesi, Akdeniz'in

kuzey ve güney yakası arasındaki rekabeti yeniden arttırdı. Pön Savaşları bu

rekabetin ve Akdeniz’deki Kartaca varlığının sonu, Roma emperyalizminin ise

başlangıcı oldu. Birinci Pön Savaşı (M.Ö. 264-241) sırasında denizlerde üstünlük

Kartaca'dan bir süre sonra Sirenayka'daki Yunan kolonyalistler de dişil yerel kültler kullanmaya başladılar. Idem.. 247 Warmington, Carthage…, s. 129. Bunu, M.Ö. 4. yüzyılda iktidarın kraldan ticaret ve toprak

gelirlerine sahip seçkinlerin oluşturduğu Senato'ya kayışı izledi. Naylor, op. cit., s. 28. 248 Law, “North Africa in the period…”, s. 121-124. Bu anlaşmaların bir diğer yanı tarafların etki alanlarındaki çıkarlarının tanımasıydı. Böylelikle, Etrüskler ve Romalılar Batı Akdeniz'deki Kartaca tekelini tanımışlardı. 249 Naylor, op. cit., s. 35.

Page 80: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

72

kuracak yeni bir donanma inşa eden Roma, bin yılın sonunda bütün kıyılarını

fethettiği Akdeniz’i kendi hukuk ve yönetim düzeni içine dâhil ederek bütünleştirdi.

M.Ö. 1. yüzyılın sonunda, geniş sınırlara sahip bir imparatorluğun yükünü

çekmeye başlamasıyla Roma ekonomisinde büyük bir gelir ihtiyacı doğdu. Artan

lüks mal talebi ticaretten alınan vergileri önemli bir gelir kalemi durumuna

getirmişti. Ancak, hâlâ kentleri besleyecek istikrarlı bir tarımsal üretime gereksinim

vardı. Roma gerek ticaret gerek toprak gelirini istikrara kavuşturmak için

imparatorluk çapında bir dizi önlem aldı. Öncelikle, Kuzey Afrika'daki ekonomik

düzenin istikrarı için güney sınırlarını korumakla görevli özel bir lejyon250 kurularak

çöl sınırı güvenli hale getirildi. Öte yandan, Kartaca zamanında kurulan köle

emeğine dayalı çiftlik sistemi, üretim yeni sulama teknolojileriyle verimlileştirilerek

sürdürüldü.251 Bu sayede, tarımsal üretimin düzeyi o denli arttı ki Kuzey Afrika

imparatorluğun ekonomik açıdan önemli bir parçası haline geldi.252 Son olarak, bölge

içi iletişimi güçlendirerek ticari ilişkilerin yoğunlaşmasını sağlayacak köprüler ve

binlerce kilometre uzunluğunda yol inşa edildi.253

M.S. 2. yüzyıldan itibaren hızlanan bu gelişmelerle beraber Kuzey Afrika

giderek zenginleşti. Bölgede yeni yerleşimler kuruldu ve kentleşme yayıldı. Özellikle

Lepcis, Oea ve Sabratha gibi Sahra-ötesi ticaretin bitiş noktasındaki yerleşimler ticari

gelirle beraber Akdeniz’in önemli kentlerine dönüşmüşlerdi.254 M.Ö. 29'da yeniden

inşa edildikten sonra Akdeniz'in en kalabalık kentlerinden birine dönüşen Kartaca,

250 Augustus tarafından kurulan bu lejyonun tam adı, “Legio III Augusta”dır. 251 Connah, op. cit., s. 92. 252 Phillipson, African…, s. 219-220. 253 Connah, op. cit., s. 92. 254 Ibid., s. 91.

Page 81: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

73

imparatorluğun ekonomik ve entelektüel merkezlerinden biri oldu.255 Timgad ve

Djemila gibi yeni kentler kuruldu; Tipasa, Icosium, Sitifis, Caesarea, Hippo Regius,

Theveste ve Volubilis gibi yerleşimler Roma'nın Kuzey Afrika'daki önemli kentleri

haline geldiler.256 Kısacası, Roma İmparatorluğu ile kentleşme zirve noktasına

ulaşmış, Kuzey Afrika'da Akdeniz dünyasına ekonomik açıdan entegre olan

kentleşmiş bir bölge ortaya çıkmıştı.

Siyasi ve ekonomik entegrasyonun ardından Kuzey Afrika kültürel olarak da

Roma'nın bir parçası oldu. Roma, Kuzey Afrika'yı fethettiğinde Kartaca döneminde

oluşan dinsel yapı iç bölgelerde dahi etkinliğini sürdürüyordu. Roma'yla beraber bu

yapıda biçimsel dönüşümler yaşandı.257 Kartaca dönemindeki tanrılar Latince

isimler aldılar; Baal-Amon Satürn, Tanit ise Juno oldu. Tek önemli değişiklik,

tarımsal üretimle beraber artan refah sayesinde Baal-Amon/Satürn'ün "Hasat Tanrısı"

özelliğini edinerek halk arasındaki popülerliğini yeniden kazanmasıydı.258 Ancak,

beklendiği gibi Roma etkisi en yoğun biçimde kentlerde hissedilmişti. Kentlerin

çevresinde yaşayan Berber topluluklar yerel dillerinin yanı sıra, Pön dilini ve

alfabesini kullanmayı sürdürüyorlardı.259 Oysa, kentlerde yaşayanlar çoğunlukla

imparatorluğun yönetimi altında çalışıyorlar ve Latince konuşuyorlardı. Roma

Kilisesi hâlâ Yunanca kullanırken, Kuzey Afrika Hıristiyanlığı'nın dili

başlangıcından itibaren Latince'ydi.260 Kuzey Afrika o denli Roma'nın bir parçası

255 Naylor, op. cit., s. 46-47. 256 Idem.. 257 Bu dönemde, Kuzey Afrika'nın kutsal alanlarını Roma sanatı ve mimarisi şekillendirmeye başlamıştı. Mahjoubi ve P. Salama, "The Roman and post-Roman period in North Africa", General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa, der., G. Mokhtar, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981, s. 496. 258 Warmington, Carthage…, s. 129. 259 Naylor, op. cit., s. 47. 260 Mahjoubi ve Salama, op. cit., s. 497.

Page 82: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

74

haline gelmişti ki, M.S. 3. yüzyıldan itibaren birden fazla Kuzey Afrikalı Roma

imparatoru oldu.

Kuzey Afrika'daki söz konusu düzen yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca korundu.

Ne var ki, M.S. 3. yüzyıldan itibaren ekonomik ve siyasi sorunlar daha sık baş

gösterince düzen de haliyle sarsılmaya başladı. Aslına bakılırsa, M.S. 2. yüzyıldan

itibaren Kuzey Afrika'nın kırsal ve kentsel bölgelerinde ortaya çıkan Hıristiyan

topluluklar bu sürecin ilk işaretleriydi.261 Resmi kültlere dâhil olmayarak

imparatorluk ideolojisini reddeden bu topluluklar Roma için başkaldırıdan başka bir

şey değildi.262 Ancak, Kuzey Afrika için en önemli kırılma M.S. 238'de İmparator

Maksiminus'un tahttan düşürülmesiyle başladı. Zira Maksiminus'un düşürülmesinde

önemli bir payı olan Afrika lejyonu dağıtılınca Kuzey Afrika'daki düzenin ana

ayaklarından olan çöl güvenliği ortadan kalktı.263 Bunu takiben, M.S. 3. yüzyılın

sonlarında başlayan Berber ayaklanmaları 4. yüzyılda da devam ederek Roma’nın

bölgedeki etkisini büyük oranda zayıflattı.264 Öyle ki, Kuzey Afrika'daki kentler

giderek boşalıyordu.265 Nihai son, imparatorluğun batı bölümünün göçebe halkların

istilalarına uğramasıyla geldi. Bu çerçevede M.S. 5. yüzyılda Vandalların istilasına

uğrayan Kuzey Afrika’da Roma dönemi sona erdi. Her ne kadar, M.S. 533'te Bizans

İmparatorluğu bölgeyi kontrol etmeye başlasa da, Kuzey Afrika'da ne Kartaca ne

Roma gibi bir fark yaratabildi. Roma sonrasında Kuzey Afrika’daki kent ekonomileri

düzeni Müslüman Arapların istilalarına kadar bir ara döneme girdi.

261 Phillipson, African…, s. 219-220. 262 Mahjoubi ve Salama, op. cit., s. 497. 263 Law, “North Africa in the Hellenistic…”, s. 206. 264 Phillipson, African…, s. 220. 265 Connah, op. cit., s. 93.

Page 83: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

75

D. Fizan ve Garamantlar: Sahra-Ötesi Ticaret Sisteminin İlk Nüveleri

Sahra her zaman bir çöl değildi. Bir zamanlar büyük göllere ve nehirlere sahip,

tarımın, avcılığın hatta balıkçılığın sıklıkla yapıldığı bir yaşam alanıydı.266 Ancak,

süregelen iklimsel değişim sonunda giderek çölleşti. Özellikle M.Ö. ikinci bin yıldan

itibaren iklimsel şartların giderek kuraklaşması,267 insan yaşamını yer altına çekilen

nehirlerden beslenen Ahaggar, Tibesti, Fizan gibi yeterli düzeyde nem tutan dağlık

bölgelere ve vahalara hapsetti. Söz konusu nüfus yoğun bölgeler çölün sert koşulları

nedeniyle dış dünyadan yalıtılmış olarak kaldılar. Ta ki çölün hareket kabiliyetini

sınırlayan etkileri uygar dünyadan yayılan bir dizi yenilik sonucu zayıflatılana kadar.

Bu gelişme, Berber bir topluluk olan Garamantların, Fizan’da Akdeniz dünyasıyla

bağlantılı sürekli bir yerleşik ekonomi kurma çabasının başlangıcı oldu.

1. Yenilikler ve Yerleşik Yaşam

M.Ö. ikinci bin yılın ortalarından itibaren Batı Asya’dan Afrika’ya giren yeni

ulaşım biçimleri Sahra’daki iletişim sorununu kısmen çözdü. Hiksosların işgali

sonrasında at ve at koşumlu savaş arabası Mısır ordusundaki paralı Berber askerler

vasıtasıyla Sahra Çölü’nde yayılmaya başlamıştı.268 Bu sayede, hecim devesi

yaygınlaşana kadar eşeğin bir ulaşım aracı olarak tek alternatifi at haline geldi. Atın

266 Sahra Çölü, bir dizi iklimsel değişim süreci sonunda bugünkü biçimine bürünmüştür. Yaklaşık on iki

bin yıl önce sona eren kurak dönem Sahra’daki şartları bütünüyle değiştirmişti. Başta Çad Gölü olmak üzere göller ve sulak bölgeler büyümüş, yeni göller ve nehirler ortaya çıkmış, bölgenin flora ve faunası çeşitlenmişti. Kuzeyden aldığı göçler Sahra’yı bu dönemde bir nüfus alanı haline getirdi. Phillipson, African…, s. 150. Sulak dönem içindeki çeşitli uzunluklardaki kurak periyodlar Sahra’da

yaşayan avcı toplayıcı toplulukları yeni yaşam stratejileri bulmaya zorladı. Bu süreçte büyükbaş hayvanlar ve başta pörl olmak üzere bazı bitkiler ehlîleştirildi. Connah, op. cit., s. 40-44. Batı Asya'dan Nil vadisine giren küçükbaş hayvanların yanısıra Akdeniz’in tarım kültürü de zamanla bu ekonomiye dahil edildi. Böylece Sahra, neolitikleşmenin kendine özgü merkezlerinden biri olarak yerleşik ve pastoral yaşamın güçlendiği bir bölge haline geldi. Çölleşme etkisini giderek arttırsa da, M.Ö. dördüncü ve üçüncü bin yıl boyunca Orta Sahra’nın dağlık bölgelerinde hâlâ nemli Akdeniz ikliminin etkisi hissedilebiliyordu. Camps, op. cit., s. 551. 267 Idem.. 268 Braudel, Bellek…, s. 212.

Page 84: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

76

göçebe topluluklar tarafından kullanılması, Sahra üzerinde ekonomik, siyasi ve

kültürel yansımaları yaratacak demografik bir değişimi tetikledi. Zira atın sağladığı

hareket kabiliyeti Sahra’nın iletişimi kısıtlayan şartlarını kısmen zayıflatmış, at ve

atlı savaş arabası kullanan göçebeler kuzeydoğudan güneybatıya ve batıya doğru

ilerleyerek Fizan’dan Adrar des Iforas’a ve Atlas Dağları’na kadar uzanan geniş bir

alandaki dağlık bölgelere ve vadilere egemen olmuşlardı.269 Yerli negroid topluluklar

bu baskı sonucu ya çölün güneyindeki savanlara göç ettiler ya da atlı göçebelerin

egemenliğini kabullendiler.270 M.Ö. ikinci bin yılda çölün nüfus alanlarında

hâkimiyet kuran bu Berber göçebelerin Tassili n'Ajjer ve Fizan gibi Orta Sahra’da

kalanları Garamantlar adını aldı.

Garamantlar, çöldeki hareket kabiliyetleri sayesinde Orta Sahra’daki nüfusu

kontrol altına alırken göçebe yaşamlarını da muhafaza etmişlerdi. Söz konusu durum,

M.Ö. birinci bin yılın başlarından itibaren Fizan’da değişmeye başladı. Fizan, çölün

geri kalan kısımlarına göre insan yaşamına elverişli bir nemliliğe sahipti. Öte yandan,

Akdeniz ile Sahra-altı Afrika arasında bağlantı sağlayan yolların birleşim noktasında

yer alıyordu. Öyle ki, Sahra-altı Afrika’nın yerleşikliğe en erken adapte olan

bölgelerinden biri olan Çad Gölü havzası ile Fizan arasındaki yol Sahra’nın en kolay

geçilen güzergâhıydı. Bunun yanı sıra Fizan, kuzeydoğusundaki vahalar yoluyla Nil

vadisi ile doğrudan bağlantı kurma olanağına da sahipti. Garamantlar bu coğrafi

konum sayesinde uygar dünya ile sürekli temas halinde oldular. Başta Nil vadisi ile

kurulan ilişkiler vasıtasıyla öğrendikleri yenilikler, M.Ö. birinci bin yılda Fizan’da

sosyo-ekonomik bir devrime yol açacak denli önemli sonuçlar doğurdu.

269 Camps, op. cit., s. 619. 270 Ibid., s. 621.

Page 85: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

77

Fizanlılar M.Ö. 900’den itibaren “shaduf” denilen kuyular kullanmaya

başladılar. Bu kuyularla sulanan Fizan vahalarında, özünü Akdeniz’in kış

ekinlerinin271 oluşturduğu küçük çaplı tarım yapılıyordu.272 Böylece Fizan’daki nüfus

M.Ö. birinci bin yılın başlarında Al-Ajal vadisi etrafında yerleşik bir yaşama geçti.273

Fizan ekonomisi M.Ö. 500’den sonraki yeniliklerle dönüşümünü sürdürdü. İlk

önemli değişim “foggara” ya da “qanat” adı verilen yeni bir sulama teknolojisi ile

gerçekleşti.274 Eğimli yeraltı kanalları ile birbirine bağlanan bir dizi dikey kuyudan

oluşan bu sulama yöntemi sayesinde, yeraltı su havzasının daha aşağısında yer alan

alanlarda geniş çaplı tarım yapılabiliyordu. İkinci önemli değişim, Fizanlıların M.Ö.

birinci bin yılın sonlarına doğru Sahra-altı Afrika’nın yaz ekinlerini vahalarda

üretmeleriyle ortaya çıktı275 Öyle ki, bu ekinler sayesinde üretim yıl boyuna yayılmış

ve toprak çok daha üretken bir şekilde kullanılır hale gelmişti. Böylece, bin yılın

sonuna gelindiğinde Fizan vahalarındaki tarımsal üretim geniş bir yerleşimler ağının

kurulmasını tetikleyecek denli olgunlaştı.

2. Çölde Kent: Vaha Tarımı, Köle ve Ticaret

Ne var ki, vahalardaki tarımsal üretimin sürdürülebilirliği büyük bir emek

gücüne bağımlıydı. Zira geniş arazilerin sulanarak tarıma açılmasını sağlayan

foggara yöntemi yoğun ve zahmetli bir emek süreci gerektiriyordu. Garamantlar bu

271 Arpa gibi kışın büyüyen tarım ürünlerine kış ekini, sorgum ve pörl gibi yazın büyüyenlere ise yaz ekini denir. 272 Andrew Wilson, “Saharan Network in Roman Period: short–, medium– and long distance trade networks,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 47, No. 4 (2012), s. 420. 273 Ruth Pelling, “Garamantian agriculture and its significance in a wider North African context: The evidence of the plant remains from the Fazzan project,” The Journal of North African Studies, Vol. 10 (2005), s. 398. 274 Ibid., s. 404. 275 Idem..

Page 86: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

78

ihtiyacın büyük bir kısmını köle emeğinden faydalanarak giderdiler.276 Söz konusu

köle ihtiyacı iki şekilde karşılanmıştı. İlki, muhtemelen tarım ekonomisinin

kurulmasının başlangıcında, Herodot’un da belirttiği üzere, baskınlar yoluyla

güneyden köle elde edilmesiydi.277 İkincisi ise, tarım ekonomisi oturduktan sonra

köle emeğiyle üretilen artı-ürünün ve diğer malların güneye pazarlanıp karşılığında

köle alınmasıydı.278 Bu sayede tarımsal üretim, gerektiğinde baskın yaparak da köle

ele geçirebilecek büyük ve güçlü bir nüfusu besleyebiliyor, Fizan’daki yerleşimler

ağı sürdürülebiliyordu.279 Kısacası, Fizan’daki ekonomik yapı temelde köle emeği

sayesinde üretilen toprak geliri üzerine inşa edilmişti.

Her ne kadar temelinde toprak geliri yer alsa da, ekonomik yapının

sürdürülebilirliği köle emeğine düzenli erişim sağlayacak ticari bir değer

yaratmaktan geçiyordu. M.Ö. birinci bin yılın sonlarına doğru tarımsal rejime dâhil

edilen Sahra-altı Afrika ekinleri Fizan’daki vahalara bu tür ticaret fırsatları sağladı.

Özellikle pamuk üzerinde uzmanlaşan Garamantlar, yükte hafif pahada ağır olan

pamuklu tekstil ürünleri üretmeye başladılar.280 Öte yandan, Akdeniz dünyasında

cam yapımında kullanılması dolayısıyla natron, Sahra-altı Afrika’nın tropikal

kesimlerinde ise tuz talep ediliyordu ve Garamantlar bunları Orta Sahra’nın

göllerinden elde edebiliyorlardı.281 Bu sayede Garamantlar, üçayaklı bir Sahra-ötesi

ticareti sistemi kurdular. Tarımsal artı-ürünleri, tekstil malları ve tuzu güneye

götürüp karşılığında köle, altın tozu, fildişi alıyorlar, bunlardan köle gibi Garamant

ekonomisine katkı sağlayanlarına el koyduktan sonra geri kalanı zümrüt, natron ve

276 Wilson, op. cit., s. 423. 277 Ghislaine Lydon, On Trans-Saharan Trails, New York, Cambridge University Press, 2009, s. 53. 278 Wilson, op. cit.,s. 427. 279 Idem.. 280 Pelling, op. cit.,s. 406-407. 281 Wilson, op. cit., s. 425.

Page 87: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

79

pamuk gibi mallarla beraber Akdeniz’de pazarlıyorlardı.282 Akdeniz’den aldıkları

zeytinyağı, tunç aletler, çömlekler ve camdan ürünler gibi mamul malları ve gıda

ürünlerini yeniden güneye götürmüyor, Sahra’daki yerleşimlere aktarıyorlardı.283

Bu ticari döngü genişledikçe Fizan’daki kimi yerleşimlerde kentleşmiş bir

toplumsal düzen oluşmaya başladı. Aslına bakılırsa, “shaduf” ve “foggara” gibi

sulama yöntemleriyle desteklenen iki ayaklı tarımsal rejim sonrasında vahalardaki

üretim ve nüfus hali hazırda büyümeye başlamıştı.284 Nitekim vaha tarımına uygun

bölgelerdeki köy tipi yerleşimler giderek genişliyorlardı.285 Bu yerleşimlerden ticari

bağlantılar kurabilecek bazıları salt tarımsal üretimin ötesine geçti.286 Garamant

Krallığı’nın başkenti olan Jarma böyle bir görüntü çiziyordu. Yaklaşık büyüklüğü 9.3

hektar olan Jarma tarım dışı uzmanlaşmanın geliştiği, bölgeler arası ticarete katılan,

anıtsal yapılara sahip ekonomik, dini ve siyasi gücün toplandığı bir kentti.287 Öte

yandan, bu dönemde gelişen bir diğer Garamant kenti olan Kas ash-Sharraba, birkaç

kilometre karelik alana yayılmış ekili arazilere, bu arazilerdeki hasadı güven altına

alan kalelere, iki kilometreye yaklaşan bahçelere sahip yaklaşık on beş hektarlık

planlı bir yerleşkeydi.288 Sözü edilen iki çöl kenti birer nüfus merkezi olmalarının

yanı sıra Akdeniz’le geniş ilişkiler ağına sahip birer ticaret merkeziydiler.289 Bu

282 Ibid., s. 425- 427. 283 Ibid., s. 441. 284 D. J. Mattingly ve M. Sterry, “The first towns in the central Sahara,” Antiquity, vol. 87, No 336, s. 505. 285 Ibid., s. 512. 286 Ibid., s. 514-515. Çöldeki köy tipi yerleşimlerin üst sınırı yaklaşık dört hektarlık bir alanda dört yüz

ila sekiz yüz kişilik bir nüfustu. Öte yandan, çölde bir kent olmanın nicel boyutları sert doğal koşullar nedeniyle farklıdır. Alan büyüklüğü yedi buçuk ila on hektar arasına ulaşınca söz konusu yerleşimlerde tarımsal üretim dışında kentsel olanla alakalı bir ekonominin ortaya çıktığı kabul edilmektedir. 287 Ibid., s. 506. 288 Ibid., s. 506 – 510. 289 Ibid., s. 513-514.

Page 88: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

80

nedenle, Fizan’daki kentler genelde Akdeniz ile Sahra-altı Afrika’yı birbirine

bağlayan ticaret yolları üzerinde ortaya çıktı.

3. Akdeniz Dünyası ile Bütünleşme: Garamantların Yükselişi ve

Düşüşü

Fizan, Akdeniz dünyasına paralel bir gelişim çizgisi göstermiştir. M.Ö.

500’den itibaren Akdeniz’deki koloniler dinamik kent ekonomilere dönüşürlerken,

aynı dönemde Fizan’daki yerleşimler de artan tarımsal üretim sonucu giderek

büyüyorlardı. M.Ö. 5. yüzyılda Kartaca’yı Afrikalı bir imparatorluğa dönüştüren

politika, Garamant tacirlerini Kuzey Afrika kentlerine çekmiş olmalı. Nitekim M.Ö.

3. yüzyıldan itibaren Garamantlar ile Kartaca arasındaki ticari ilişkiler düzenli bir hal

almaya başladı.290 Garamantlar Al Ajal vadisinden Trablusgarp’a uzanan yolları

kullanarak köle ve yakut gibi malları Oea, Sabratha ve Lepcis Magna gibi Kartaca

kentlerine pazarlıyorlardı.291 Fizan ve Akdeniz kıyısındaki birbirine paralel

gelişmeler Sahra-ötesi ticaretin kalıplarının bu dönemde biçimlenmesine neden oldu.

Kartaca’yı takiben Roma egemenliğine girmesiyle Kuzey Afrika’daki

kentleşme yayılmış, kıyı şeridi siyasi ve ekonomik bir çekim merkezine dönüşmüştü.

Bu nedenle, Roma döneminde Garamantların Akdeniz dünyası ile ilişkileri

yoğunlaştı. Öyle ki, Fizan ile Kuzey Afrika arasındaki ticari ilişkiler M.S. 90’dan

başlayıp 4. yüzyıla kadar geçen dönemde giderek gelişti.292 (Ek 7) Söz konusu süreç,

Garamant ekonomik sisteminin bir parçası olan Sahra-ötesi ticaretin gelişmesini ve

serpilmesini sağladı. Sahra – ötesi ticarette mallar bölgesel ekonomik koşullara göre,

290 Wilson, op. cit., s. 413. 291 R. C. C. Law, “The Garamantes and Trans-Saharan Enterprise in Classical Times,” The Journal of African History, Vol. 8, No. 2 (1967), s. 188. 292 Wilson, op. cit., s. 425.

Page 89: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

81

ilk satıcısından son alıcısına dek yolda el değiştirerek sürdürülen bir sürece

tabiydiler.293 Nadiren kervanlar Sahra’yı bir uçtan bir uca geçerek ticaret

yapıyorlardı. Bu nedenle, Sahra-ötesi ilişkiler geliştikçe çölün bağlantı noktalarında

kervanlara su ve konaklama gibi hizmetler veren, ticari malın el değiştirdiği hizmet

ekonomisine dayalı yerleşimlerin gelişmesi kaçınılmazdı.294 Roma ile beraber

Akdeniz dünyasının Sahra-altı mallara karşı artan talebi, Fizan’ın uluslararası ticaret

sistemine eklemlenmesini beraberinde getirdi.

Ne var ki, M.S. 4. yüzyılda Sahra-ötesi ticareti yürüten ekonomilerde yapısal

sorunlar baş göstermeye başladı. Roma’nın içine girdiği kriz Kuzey Afrika’daki kent

merkezli düzenin zayıflamasına yol açmıştı. Öte yandan, Garamant ekonomisi de bu

dönemde çetrefilli bir sürece girdi. Çöldeki yer altı su kaynakları giderek

azaldığından,295 vaha tarımının verimi git gide düşüyordu.296 Taban suyuna erişmek

için kanalların derinleştirilmesi daha çok köle demekti; ancak, bu bile tarımsal

üretimdeki azalan verimin önüne geçemedi. Bu nedenle, Garamantlar ile Kuzey

Afrika kentlerinin yaptığı ticaretin hacmi M.S. 4. yüzyıldan itibaren giderek

azaldı.297 Bunun üzerine ticaretin ekseni kuzeydoğudaki Sirenayka’ya ve Nil

vadisine kaymışsa da, bu ticaret hacmi Roma Afrikası ile yakalanan düzeyin altında

kaldı.298

293 Judith Scheele, “Traders, saints, and irrigation: reflections on Saharan connectivity,” Journal of African History, vol. 51 (2010), s. 298. 294 Wilson, op. cit., s. 414. 295 David J. Mattingly, Martin J. Sterry ve David N. Edwards, “The origins and development of Zuwīla, Libyan Sahara: an archaeological and historical overview of an ancient oasis town and caravan centre,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 50 (2015), s. 62. 296 Wilson, op. cit., s. 439. 297 Ibid., s. 418-9 298 Mattingly, et al., op. cit., s. 62.

Page 90: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

82

Kuzey Afrika’dan Fizan’a uzanan ekonomik düzen M.S. 4. yüzyıldan itibaren

dağılma sürecine girince, hem toprak hem ticaret geliri düşen Garamant Krallığı’nda

merkezi otorite giderek zayıfladı. Nüfuz alanının daralması çölün kuzey kesimlerinde

Austurianiler ve Laguatanlar gibi yeni kabile gruplaşmalarının türemesini

beraberinde getirdi. Bu yeni gruplaşmalar, egemen siyasi güçlerin zayıflamasıyla

Kuzey Afrika’dan Orta Sahra’ya dek uzanan bölgedeki istikrarı ortadan kaldırdı.299

Nitekim M.S. 3. yüzyılın sonlarından itibaren erken Roma döneminin çiftliklerinin

yerini istihkâm edilmiş tahıl ambarları almaya başlamış;300 M.S. 300 – 500 arasında,

yüksek duvarlar, kuleler ve kaleler Garamant yerleşimlerinin karakteristik özellikleri

haline gelmişti.301 İstikrarsızlığın yanı sıra, kuzeydeki kent ekonomilerin

zayıflamasıyla Sahra’daki ticaret yollarının ekseni de değişmeye başladı. Jarma gözle

görülür bir düşüş sürecine girerken kuzeydoğu ticaretinden beslenen Zuvila M.S. 5.

yüzyıldan itibaren giderek büyüdü.302 Öte yandan, Sahra-altı Afrika altını, Sahra-

ötesi ticaretteki yoğunluğu giderek Batı Sahra’ya doğru kaydırıyordu.303 Dolayısıyla,

M.S. 4. yüzyıldan itibaren Fizan’ı sistemle bütünleştiren Sahra-ötesi ilişkiler gitgide

zayıfladı.

299 Phillipson, African…, s. 220. 300 Wilson, op. cit., s. 437. 301 Mattingly ve Sterry, op. cit., s. 513. 302 Mattingly, et al., op. cit., s. 62. 303 Geç Roma döneminde Garamantlar’ın kuzeye yaptığı ihracatta önemli bir değişiklik meydana geldi. Kartaca'dan sonra ticareti kesintiye uğrayan Sahra-altı Afrika altını M.S. 3. yüzyıldan itibaren yeniden Akdeniz dünyasına girmeye başlamıştı. Ancak bu kez deniz yoluyla değil, çöl yolculuklarını kolaylaştıran ve verimlileştiren deve sayesinde kara yoluyla Kuzey Afrika’ya ulaşıyordu. Bu sayede, Roma yönetimi M.S. 3. yüzyılın sonlarında Kartaca'da altın para basan bir darphane açtı, M.S. 4. yüzyılın sonlarından itibaren ise Kuzey Afrika’dan vergileri altın olarak almaya başladı. Sahra-ötesi ticaret vasıtasıyla pazarlanan altından Roma’dan sonraki Kuzey Afrika yönetimleri de faydalandı. Öyle ki, M.S. 533’te Kuzey Afrika Bizans yönetimi altına girince İmparator Justinian, ertesi yıl Kartaca’daki darphaneyi açtırarak yeniden altın para bastırmaya başlamıştı. Sahra-altı Afrika altının Akdeniz dünyasındaki ağırlığı o denli artmıştı ki, Arap istilaları doğrudan altının kaynağına ulaşmaya çalışacaktı. Timothy F. Garrard, “Myth and Metrology: The Early Trans-Saharan Gold Trade,” The Journal of African History, Vol. 23, No. 4 (1982), s. 447 – 448.

Page 91: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

83

İKİNCİ BÖLÜM: AFRO-AVRASYA SİSTEMİNİN

GENİŞLEMESİ: M.S. 7. YÜZYILDAN M.S. 15. YÜZYILA

I. AFRO-AVRASYA SİSTEMİNDE İSLAM'IN ROLÜ

İslam’ın en önemli özelliği bir dünya gücü haline gelirken Afro-Avrasya

sisteminin antik çağda kazandığı eğilimleri sahiplenmesi ve geliştirmesidir. Roma ve

Çin imparatorlukları, güçlerini geliştirmek için pazar ekonomisini genişleten bir

politika izlemişlerdi.304 Bu bakımdan, para ekonomisini ve pazar ilişkilerini

yaymışlar, uzun mesafe ticaretinin gelişimine özen göstermişlerdi. Bu

imparatorluklar sayesinde, Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e uzanan doğu – batı

ticaretinde ticari kapitalizmin ilk nüveleri ortaya çıkmıştı.305 İslam, Akdeniz’in

güney ve doğu kısmına yayılarak bu mirası devraldı ve kentin güç kazanan

kozmopolit taleplerine cevap verecek ekonomik, toplumsal ve hukuksal bir taslak

sağladı.

A. Kent Ekonomilerinde Güçlenen Orta Sınıf Merkezli İdeolojiler:

Tek Tanrıcı Dinler

Kenti yüzyıllarca hatta bin yıllarca tapınak ve saray yönetti. Tarımsal üretimin

ekonominin tek önemli girdisi olması, kırsalın toprak gelirine el koyan tapınağa ve

saraya mutlak bir hâkimiyet kazandırmıştı. Bu nedenle, kentin sadece ekonomik

değil kültürel yapısı da söz konusu merkezler etrafında biçimlendi. Nitekim kent

kültürü, bin yıllardır iktidar araçlarını dar bir kesimin çıkarları adına tahakküm

altında tutan sihir - teoloji karışımı bir ideolojinin etkisi altında idi.306 Fakat M.Ö.

ikinci bin yılın ortalarından itibaren şartlar değişmeye başladı. Uluslararası ticaretin

304 Jürgen Kocka, Capitalism A Short History, Princeton, Princeton Univesity Press, 2016, s. 26. 305 Ibid., s. 25. 306 Childe, Tarihte…, s. 151-2.

Page 92: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

84

ağırlık merkezi Doğu Akdeniz’e kaydıktan sonra kent ekonomileri bir büyüme

eğilimi içerisine girmiş, gelir toprak dışındaki başka kaynaklardan da elde edilir

olmuştu. Ticaretin büyümesiyle pazar, kent içerisinde bir birikim odağına dönüşmeye

başladı. Buna paralel olarak, tapınağın ve sarayın kent kültürü üzerinde kurduğu

hâkimiyet sınırlanırken, ekonomik açıdan güç elde eden orta sınıf hukuksal ve dinsel

haklar kazandı.307 Ancak, eski düzenin mutlak hâkimiyetini pazarın ekonomik

gelişimi değil, M.Ö. ikinci bin yılın sonundaki istilalar kırdı.

1. Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli

Evrensel Kurgular

İstilalar ile eski düzenin ekonomik, toplumsal ve ideolojik yapısı büyük bir

tahribata uğradı. Tahrip edilmeyen ya da daha doğru bir ifadeyle zarar görse de hızla

toparlanan tek yapı ticaretti. Öyle ki, istilalar sonrasında geçen ilk beş yüz yılda,

ticaret ağı on beş yüzyılda ulaştığından daha geniş bir alana yayıldı.308 Bu sayede,

orta sınıfın bir araya geldiği pazar kentin yeni birikim merkezine dönüştü.309 Pazarın

yanı sıra, sosyo-ekonomik yapıdaki rolü büyüyen bir diğer unsur bireydi. Demir

aletler, alfabetik yazı ve sikke para gibi yenilikler toplumu parçalarına ayırmıştı.

Birey artık topluluğa bağımlı olmadan toprağı işleyebilir, artı-ürünün bir kısmını

biriktirebilir, hatta öğrenebilir bir duruma gelmeye başladı. Öte yandan, bu

yeniliklerin hızla yayılması kentte tarihsel bir değişim bilincinin ortaya çıkmasına

sebep oldu. Kendi eylemlerinin değiştirici gücünün bilincine varan birey için doğanın

307 M.Ö. ikinci bin yılın ortalarında mal mübadelesinin artması ekonomilerin gelişmesine ve

çeşitlenmesine neden olmuş, Mezopotamya'da ve Mısır'da tacirler, usta zanaatçılar, profesyonel askerler, yazıcılar ve rahiplerden oluşan orta sınıf gelişmeye başlamıştı. Bu gelişimi, yaşlılar ve soylular tarafından uygulanan yerel ve geleneksel yasaların yerini, ülke çapında geçerli yazılı yasaların ve kral tarafından atanan yargıçların alması, aristokratlara tanınan ayin yapma ve ölümsüzlük hakkının kitlelere açılması izledi. Ibid., s. 169-70. 308 Ibid., s. 200. 309 Hodgson, op. cit., s. 111.

Page 93: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

85

bir bütün, zamanın döngüsel olarak ele alındığı aristokratik ideolojinin fiziksel ve

düşünsel art alanı yok oluyordu. Söz konusu şartlar altında, eski düzenin ideolojik

anlatımı yeni dünyayı açıklamak konusunda gitgide yetersizleşti. Bunun üzerine iki

farklı yorum ortaya çıktı: Doğaüstünü kaynak edinen vahiysel düşünce ve doğa

olaylarının gözlemine dayanan akılcı düşünce. Bu iki yeni yaklaşım sayesinde bilgi

ve kutsal, sihirsel etkiden "büyük oranda" arındırılıp yalınlaştırıldı ve toplulukla

bağları zayıflamış, adalet arzusu güçlenmiş bireysel bilince yöneltilerek kitlelerin

kullanımına uygun hale getirildi. Bir halk devrimini andırırcasına yaygınlaşan

iktidarın bu iki kilit unsuru, pazarın kent kültürü üzerinde ideolojik hâkimiyetinin

önünü açtı.

Vahiysel düşünce, yeni düzeni adalet ihtiyacı üzerinden kurguladı. Toprak

sahibi sınıf, kırsal kesime ve orta sınıfa ekonomik, siyasi ve dini hayatta asgari

düzeyde yaşam şansı vermişti. Eski düzenin çöküşü, bu kesimlerin adil muamele ve

paylaşım taleplerini güçlendirdi. Kentleri istila edip göçebelikten yerleşikliğe geçen

halklar da eklenince kentte güçlü bir eşitlikçi ve kozmopolitan eğilim ortaya çıktı.

Pazar bu eğilimlerin kentteki kurumsal yansımasını temsil ediyordu; zira herkese

açık yapısı bireyler ya da gruplar arasında hukuksal bir ayrıma müsaade etmiyordu.

Bu bağlamda, her türlü kültürel değer pahasına kişiler arası ilişkilerde adaleti ve

eşitliği vurgulayan tek tanrıcı ahlakçılık, vahiysel düşüncenin kentin taleplerine

cevabı oldu. Ancak, vahiysel düşüncenin ahlaksal yönünü vurgulayarak popülistik

bir nitelik kazandırdığı kutsal, en baştan beri orta sınıfın ideolojik beklentilerini diğer

kesimlere kıyasla daha geniş ölçüde karşıladı. Öyle ki, pazarın kent ekonomisindeki

büyüyen rolü göz önüne alındığında, eşitlik ve adil muamele talepleri kolaylıkla

Page 94: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

86

ticaretin ve ticari sözleşmenin ifası çerçevesinde yorumlanabilirdi.310 Öte yandan,

insanlığın birbirinden farklı yerel tanrıların değil, tek bir tanrının yarattığı tek bir

toplum olduğunu ima eden yaklaşım, M.Ö. birinci bin yılın büyüyen uluslararası

ticaret sisteminin ideolojik ihtiyaçlarını da karşılamaktaydı.311 Böylelikle, tekniğin

sosyo-ekonomik yaşamı dönüştürecek denli bir bilgi ve tecrübe birikiminden yoksun

olduğu bir dönemde, tek tanrıcı ahlakçılık, pazarın aradığı ideolojik kurguyu sağladı.

Ahlakçı yaklaşıma alternatifi akılcı düşünce sağladı. Ticaretle büyüyen Yunan

kentlerinde değişen dünyayı anlayabilmek için farklı bir yol tercih edilmişti.

Anlamlandırma çabasının merkezinde kutsal değil bilgi vardı; Yunanlılar dünyayı

ahlaki değerler değil, olgular üzerinden anlamaya çalışıyorlardı. Filozoflar doğayı

parçalarına ayırarak ortak tecrübenin olgular üzerindeki gözlemlerini akılcı ve

bilinçli bir sorgulamaya tabi tuttular. Ancak bunu yaparken sadece kendi

gözlemlerinden değil, bu dönemde ticari ilişkiler geliştirdikleri eski uygarlık

merkezlerinin tecrübelerinden de yararlandılar. Nitekim Yunan akılcılığının

gelişiminde Mısır ve Babil biliminin önemli etkisi vardı.312 Sihirsel ideoloji

tarafından şekillendirilen bu bilimsel terminoloji Yunan akılcılığında önemli bir

deformasyona yol açtı.313 Söz konusu deformasyonun en önemli ve yıkıcı sonucu,

çağına anlamını veren "değişim" bilincine karşı “değişmeyen”, “ebedi olanın” felsefe

içinde yer edinmesi ve güçlenmesi oldu. Öyle ki, tarihin değişen görünümünün

yanında, geometrinin ve matematiğin doğrularının ebedi gerçekleri yansıttığı,

gözlemlerden bağımsız, duyum ötesi ideaların yönlendirdiği idealist bir felsefe

ortaya çıktı. İdealizm, salt sezgisel düşünce yoluyla kavranabilen duyum ötesi

310 Ibid., s. 68. 311 Childe, Tarihte…, s. 225. 312 Ibid., s. 228. 313 Ibid., s. 230.

Page 95: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

87

metafizik evrenin varlığını felsefi olarak doğruluyordu. Buna Yunan ve Roma

kentlerinde giderek daha az elde toplanan servetin akılcı düşüncenin gelişiminin

önüne set çekmesi de eklenince314, miladi dönemlere girilirken tek tanrıcı

ahlakçılığın kutsal üzerinden kurguladığı düzen güçlendi.

Tek tanrıcı gelenek, çok tanrılı dinlerin somut sembollerinin aksine, aşkın olanı

herhangi bir imgeye indirgemedi, onun sadece ahlaki boyutunu vurguladı. Zira

tanrısal varlığın ispatı ona olan inançtı, yani ibadet eden kitlenin ta kendisi: Cemaat.

Her birey kendi mikro-kozmik dramının bir parçasıydı ve nihayetinde sonsuz bir

mutluluk ya da ıstırap edineceği sorumlusu olduğu tek bir yaşantısı vardı. Cemaatin

konumlandırılışı da benzerdi: Geriye dönülemez akış içerisinde, gelecekteki ilahi

adaleti evrensel doğrulara dayanan eylem ve iradesiyle cemaat sağlayacaktı.315

Tarihin akışı içine yerleştirilerek eylem ve iradesinin değiştirici gücüne yapılan

vurgu, cemaati siyaseten aktif bir hale büründürdü. Bu bağlamda, tek tanrıcı evrensel

dinler Afro-Avrasya ekümeninde hâkim hale geldikçe kendi kutsalı doğrultusunda

ahlaki doğruları kaynak edinen cemaatler kent kültürünü biçimlendirmeye başladılar.

Birbirlerini dışlasalar da toprak sahibi sınıfa karşı adil bir düzen taleplerinde

birleşiyorlardı. Bunlar arasında ekümenin kent kültürüne en çok etki edecek olanları,

İslam'ın kültürel bir gelenek olarak beslendiği Nil - Amuderya arasındaki bölgede

ortaya çıktı.

314 M.Ö. 200'den sonra Yunan dünyasında kentli zanaatçılar işlerini, köylüler ise topraklarını köle yoğun emek kullanan ve gittikçe zenginleşen küçük bir kesim karşısında kaybederek yoksullaşmaya başladılar. M.Ö. 4. ve 3. yüzyıllardaki ekonomik genişlemeye eşlik eden akılcı yenilikler, ekonomik kaynakların tekelleşmesiyle hantallaşan Helen toplumunda M.Ö. 200'den sonra görülmez oldu. Ibid., s. 265. 315 Hodgson, op. cit., s. 132-3.

Page 96: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

88

2. İran – Sami Kültürel Geleneği

Afro-Avrasya sisteminin merkez bölgelerindeki tarımsal üretime uygun verimli

koşullar toprak sahiplerine sınırsız bir güç sağlamıştı. Bunun tek istisnası, Sahra'dan

Gobi Çölü'ne dek uzanan kurak kuşağın ortasında yer alan Nil - Amuderya

arasındaki bölge idi. Bu bölge öteki merkezlere kıyasla görece kurak şartlara sahipti.

Toprak sahiplerinin tarımsal kaynakları Bereketli Hilal'in verimli ovalarının dışında

oldukça sınırlıydı. Öte yandan, ekümenin tam ortasındaki coğrafi konumu, bölgenin

uluslararası ticareti birbirine bağlayan yolların kavşak noktası haline gelmesine yol

açmıştı. Bu sayede Bereketli Hilal, Afro-Avrasya sistemindeki kozmopolit kent

kültürünün en önde gelen örneğine dönüştü. Başta tacirler olmak üzere bölgenin

kentli orta sınıfı, sisteminin öteki merkezlerine göre, toprak aristokrasisi karşısında

daha güvenli bir konum edinerek kent kültürünün şekillenmesi üzerinde söz sahibi

oldular. Bu nedenle, Nil - Amuderya arasında doğan tek tanrıcı İran-Sami kültürel

geleneğinde eşitlikçi ve kozmopolitan eğilimler giderek güç kazandı.316

Eski düzen değişen gereksinimleri yerine getirmekten uzak kalınca, M.Ö. 8.

yüzyıldan itibaren Nil-Amuderya arasındaki bölgeyi şekillendiren çok kültürlü

Çiviyazısı Uygarlığı'nın yerini yavaş yavaş İran-Sami kültürel geleneği almaya

başladı.317 Aramice konuşan İranlı ve Semitik topluluklar dünya ekonomisinin en

dinamik kentlerinde giderek hâkimiyet kuruyorlardı. Öyle ki, miladi dönemin

başlarında Yunanlıların sistemde bıraktığı boşluğu siyasi ve ticari açıdan bu

topluluklar doldurmuşlardı.318 Uluslararası sistem M.S. 4. ve 5. yüzyılda derin bir

krize sürüklenince, tek tanrıcı dinler Roma'dan İran'a, Hindistan'a ve Çin'e kadar

316 Marshall G. S. Hodgson, “The Role of Islam in World History,” International Journal of Middle East

Studies, Vol. 1, No. 2 (Apr., 1970), s.111. 317 Hodgson, The Classical…, s. 110. 318 Hodgson, “The Role…”, s.109.

Page 97: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

89

ekümenin merkez bölgelerinde hızla yaygınlaşıp siyasi güce ortak oldular.319 Bu

bağlamda, İran-Sami kültürel geleneğini evrenselleştirip temeline bireyin taleplerini

alan Hıristiyanlık dünya ekonomisine ilk uluslararası ideolojiyi sağladı.

Yaşayan her kültürel gelenek gibi Hıristiyanlık da gelişirken bir dizi

dönüşüme uğramıştı. Öncelikle Roma ve Yunan dünyalarında ekonomik düzenden

gittikçe daha çok dışlanan köleler, mülksüzler ve köylüler arasında yayılan

Hristiyanlık, zamanla orta sınıf tarafından da kabul edildi. Bu süreçte, İsa

peygamberin basit öğretisinin kapsamı çok tanrıcı geçmişini geride bırakan kentli ve

kırsal kesimlerin gereksinimleri göz önüne alınarak genişletildi. Daha çok alt sınıflar

için neolitik geçmişin tanrıları, tanrıçaları ve yerel kahramanları din şehitlerine,

ermişlere ve bakirelere dönüştürülürken, Hıristiyan ayinleri gizemci dinlerin

törenlerindeki öğelerle zenginleştirildi.320 Öte yandan, orta sınıfa karşı inancın

savunulabilmesi için Yeni Platonculuk gibi Yunan felsefesinin ve Aristoteles

mantığının terminolojisini kullanan kaynaklar öğretiye eklemlendi.321 Hıristiyanlık,

İran-Sami kültürel geleneğinin bir devamıydı ancak, Yunan kaynaklı etkilerle

(Kutsal Üçleme teolojisi ve tanrısal niteliklerle insan niteliklerinin aynı kişide

toplanması vb.) biçimsel bir değişim geçirdi.322 Bu durum özsel bir dönüşümü de

319 Hodgson, The Classical…, s.62. 320 Ekonomik sistemden dışlanan alt sınıflar kendilerini maddi ve manevi acılarından kurtaracak

ideolojiyi eski sihir ayinlerinden doğan gizemci dinlerde bulmuşlardı. Hıristiyanlık'ın yayılmasından önce, şarap tanrısı Dionysos ya da Bakkhüs kültü, Orphism ve Elesius gizemleri mülksüz köylüler, madenciler ve hatta köleler için kurtuluş umudu haline geldi. Öte yandan bu dönemde, toplulukla bağını koparan bireylere seslenen Pythagoras'ın ve Platon'un öğretilerinin bulunduğu gizemli felsefeler de kentte yayılıyordu. Childe, Tarihte…,s. 226. 321 Ibid., s. 282. 322 McNeill, Dünya…, s. 249-50.

Page 98: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

90

beraberinde getirdi: Herhangi bir imgeye indirgenemeyen tanrı fikri, Musevilik ve

İslam'dan farklı olarak, somutlaştırılmış ve bölünmüştü.323

Bu çerçevede, tek tanrıcılık geleneğine daha sıkı bağlılık gösteren İslam, İran-

Sami geleneğinin çekirdeği olan Nil-Amuderya arasındaki bölgede geniş bir kabul

görüp yayılarak Hıristiyanlığın dünya ekonomisinde yarım kalan rolünü devraldı.

Her ne kadar, İslam'ın doğuşu Nil - Amuderya arasındaki tarımsal iktidarı yıkıp ticari

bir kastın çıkarlarını egemen kılmışsa da, bir süre sonra tarımsal monarşi yeniden

kurulmuştu.324 Ancak bu sefer, kentin ve kentli orta sınıfın beklentileri garanti altına

alındı. Müslüman olan her birey Şer'i Hukuk vasıtasıyla, tarımsal iktidarın

donuklaşmış, geçirgen olmayan toplumsal yapısının tersine, yeteneklerini geliştirme

fırsatı edinebileceği esnek bir toplumsal yapıya dâhil olabiliyordu.325 Öte yandan,

Kur-an, Şer'i Hukuk ve hadisler, çeşitli kültürel ve etnik arka plana sahip tacirlerden

oluşan ticari ağ için eski kalıpların yerine yeni bir model sunmaktaydı.326 Kısacası

İslam, kenti ve kentli orta sınıfın taleplerini karşılayarak İran-Sami kültürel

geleneğinin eşitlikçi ve kozmopolitan eğilimlerini kurumsallaştırdı. Böylelikle,

giderek bütünleşen dünya ekonomisinin ideolojik ihtiyacını Hıristiyanlıktan çok daha

verimli bir şekilde karşıladı.

323 Bu konuda Slavoj Zizek, Museviliğin saf bir tek tanrıcılık, buna karşılık Hıristiyanlığın Kutsal Üçleme'siyle çok tanrıcılıkla yapılan bir uzlaşma olduğunu vurgular. Hegel’den alıntı yaparak İslam'ın Yahudi tek tanrıcılığını evrenselleştirerek en saf halini bulduğunu vurgular. Slavoj Zizek, “İslam Arşivlerine Bir Bakış”, İslam Arşivleri, der., Sabri Gürses, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Çeviribilim Yayıncılık, 2013, s. 38. 324 Marshall G. S. Hodgson, The Venture of Islam Conscience and History in a World Civilization: Expansion of Islam in the Middle Periods, Londra, The University of Chicago Press, 1974, s. 65. 325 Hodgson, “The Role…”, s. 107. 326 B. Marie Perinbam, “Social Relations in the Trans-Saharan and Western Sudanese Trade: An Overview,” Comparative Studies in Society and History, Vol. 15, No. 4 (Sep., 1973)., s. 426. Bu modelin merkezinde, tarihi bir misyon yüklenmiş cemaat üyelerinin birbirine karşı uygulamakla yükümlü oldukları güven ilkesi bulunuyordu. Bu ilke İslam döneminde büyüyen uzun mesafe ticaretinin ana etkenlerinden biri oldu.

Page 99: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

91

B. Ortaçağ’ın Ticaret Sistemi

Afro-Avrasya sisteminin bütünleşmesinden sonra Hint Okyanusu dünyası

uluslararası ticaretin merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle, Roma döneminden

itibaren Akdeniz dünyasının zenginlikleri doğuya akmış, batı ile doğu arasında ticari

bir dengesizlik yaratmıştır. Ancak, gerek doğu ticaretinin hatırı sayılır bir gelir

kaynağı sağlaması ve Hint Okyanusu’nun baharat gibi temin edilmesi elzem mallar

arz etmesi, Akdenizli yöneticilerin bu ticaretten kolay kolay vazgeçememelerine yol

açmıştır. Bundan dolayı, Akdeniz’in büyük güçleri için doğu ticaretine erişim her

daim önemliydi. Hint Okyanusu dünyasının batıyla bağlantısı genel olarak üç hat

üzerinden sağlanıyordu: Orta Asya üzerinden batıya uzanan kara yolları ile Basra

Körfezi'ne ve Kızıldeniz'e uzanan deniz yolları. Doğuya giden bu yolları kontrol

eden ticaretin kurallarını da belirliyordu.327 Nil'den Amuderya'ya dek yayılarak

doğuya giden üç yolu da denetlemeye başlayan İslam Halifeliği, söz konusu ticaretin

batıdaki düzenleyicisi ve kural koyucusu haline geldi.

1. Hint Okyanusu’nda İslam Egemenliği: 600 – 1000

7. yüzyıldan itibaren Akdeniz havzasının kentleşmiş bölgelerinin büyük kısmı

hızla İslam egemenliği altına girdi. Müslümanlar, yaklaşık yüz yıl içerisinde, İber

yarımadasından İran’a kadar uzanan geniş bir bölgeyi fethetmişler ve İslam

Halifeliği altında birleştirmişlerdi. Fethedilen bölgelerdeki donmuş328 ve doğal

kaynakların hızla ekonomiye dâhil edilmesi İslam topraklarında büyük bir ekonomik

dinamizm yarattı. Öyle ki, Mısır'ın zengin tahıl kaynakları Şam'a, Hicaz'a, Basra'ya

327 Abu-Lughod, Before European Hegemony: the world-system A.D. 1250-1350, New York, Oxford University Press, 1989, s. 149. 328 Firavun’un saraylarında ve tapınaklarındaki değerli madenlerden ve taşlardan yapılan eserler gibi ekonomiye dâhil olmayan, dolayısıyla potansiyel mübadele değerini kazanamamış kaynaklardır.

Page 100: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

92

akıtılıyor, firavunun antik altınları yeniden tedavüle sokuluyordu.329 Bu sayede

kentler hızlı bir şekilde büyüyünce, İslam topraklarında her tür mamul ve lüks mala

olan talep arttı. Ne var ki, Şam merkezli Halifelik’in batıda ticareti geliştirerek refah

yaratabileceği ekonomik bir ortam yoktu. Mısır'ı kaybettikten sonra ana yolları

boykot eden Bizans, doğu ticaretini Karadeniz'in kuzeyinden Asya'ya uzanan yolu

kullanarak yürütmeyi seçmişti.330 Öte yandan Akdeniz, Roma sonrasında

sürüklendiği çöküşten çıkamayan Avrupa nedeniyle hâlâ ekonomik açıdan zayıftı.

Mısır'ın ve Basra Körfezi’nin fethi sonrasında ana erişim yolları üzerinde tartışmasız

bir üstünlük kazanan doğu ticareti ise büyük bir potansiyel vadediyordu.

Batıda Müslümanların yaptığını doğuda Tang Hanedanlığı (618-907)

gerçekleştirmişti. Çin’i yeniden birleştiren hanedanlık, bir yandan Orta Asya’ya ve

güneye doğru genişliyor, öte yandan Güneydoğu Asya ile olan ticari ilişkilerini

geliştiriyordu. Asya’nın doğusunda artan bu etkinliği sayesinde, Çin de batıdakine

benzer bir istikrar ve ekonomik refah dönemine girdi. Doğuda Çin’in, batıda İslam

Halifeliği’nin eş zamanlı yükselişleri Hint Okyanusu’ndaki uzun mesafe ticaretini

cazip hale getirdi. Nitekim Müslüman tacirler Tang Hanedanlığı’nın erken

dönemlerinden itibaren başta Guangzhou olmak üzere Çin'in güneyindeki önemli

kentlerde ticaret diasporaları kurmaya başlamışlardı.331 Bu şartlar altında, ne Doğu

Akdeniz havzasına hâkim Şam ne Arapların ayrıcalıklı konumunu savunan Emeviler

güçlenen ticari ve kozmopolit çıkarlar karşısında direnebildi. 8. yüzyılın ortasında

İslam Halifeliği'nin merkezi Hint Okyanusu dünyasına doğrudan erişim sağlayan

329 K. N. Chaudhuri, Trade and Civilisation in Indian Ocean An Economic History from Rise of İslam to 1750, Cambridge, Cambridge University Press, 1985, s. 44. 330 Kearney, op. cit., s. 65. 331 Edwards A. Alpers, The Indian Ocean in World History, New York, Oxford University Press, 2014, s. 41.

Page 101: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

93

Basra Körfezi'ne kaydı. Kızıldeniz yolu giderek daha az kullanılırken, başta Bağdat

olmak üzere Basra Körfezi’nde kurulan yeni kentler hızla zenginleşti.332 Bu sayede,

bin yılın başında Roma’dan Çin’e uzanan ticaret ağı Tang Çin’i ile Abbasi Halifeliği

arasında yeniden canlandı. (Ek 8)

Halifelik’in Basra Körfezi’ne taşınmasından sonra Müslümanlar Hint

Okyanusu’nda ve Asya’da daha çok rol oynadılar. Fetihlerin ardından Müslüman

tacirler Batı Hint Okyanusu’ndaki Sasani hâkimiyetini devralmışlardı. 751’deki

Talas Savaşı bu hâkimiyeti kısa vadede doğuya doğru genişletti. Şimdi Müslümanlar

başta Kanton olmak üzere Çin limanlarına baskınlar düzenlemeye, yerleşimler

kurmaya, hatta Hindistan ile Çin arasındaki ticaretin aracısı olmaya başlamışlardı.

Bunların yanı sıra, İslam’ın uzun mesafe ticaretini geliştirecek ortak bir hukuksal ve

kültürel taslak sağlaması, Hint Okyanusu’nun giderek Müslümanların üstün olduğu

bir ekonomik alana dönüşmesine yol açtı.333 Ancak, Talas Savaşı uzun vadede iki

büyük güç arasındaki dengeyi bozdu. Zira savaş sonrası Orta Asya'daki

hegemonyasını kaybeden Tang Çin’i içine girdiği krizi bir türlü atlatamadı. İç

isyanların çoğalmasıyla uluslararası ticareti taşıyan iki ana kolondan doğudaki

zayıflayınca küresel ekonomi 9. ve 10. yüzyıllarda yavaşlama sürecine girdi.334

Bunu, 9. yüzyılın ortalarından itibaren Basra Körfezi’nde ortaya çıkan isyanlar izledi.

Ticaret gelirinin düşmesi ve istikrarsız ortam Basra Körfezi merkezli düzenin düşüşe

geçmesine yol açtı.

332 Kızıldeniz'in kullanımının teşvik edilmemesi, büyük oranda terk edilmesine neden oldu. Bu dönemde İskenderiye'nin nüfusu 600.000'den 100.000'e dek düşüp İskenderiye Feneri kullanılmaz hale gelirken, Basra, Bahreyn ve Hürmüz Hint Okyanusu ticaretinde önemli limanlar olarak işlev göremeye başladılar. Kearney, op. cit., s. 65. 333 Chaudhuri, op. cit., s. 36. 334 Frank ve Gills, op. cit., s. 336-7.

Page 102: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

94

Avrupa bu süreçte uluslararası ticaret ağından büyük oranda uzak kaldı.

Roma'nın çöküşü sonrasında Avrupa, barbar toplulukların hâkim olduğu, uygar

dünyadan kopmuş coğrafi bir bölge haline gelmişti. Kentler küçülmüş, pazar

ekonomisi gerilemiş, parasal sistem büyük oranda terkedilmiş ve geçim ekonomisine

dönülmüştü.335 Öte yandan, Akdeniz’in büyük kısmında da benzer bir süreç yaşandı;

sadece Bizans hâkimiyetindeki bölgelerde kent merkezli ekonomik yapı korunabildi.

M.S. 600 - 1000 arasında, ağır tahta saban kullanımının yaygınlaşması mevcut

durumu değiştirmeye başladı. Artık kuzeyin donmuş, balçıkla kaplı toprakları tarım

alanlarına çevriliyordu. Hıristiyanlık’la beraber kuzeyin barbar toplulukları yerleşik

yaşam ekonomisine geçmeye başlayınca, Avrupa'da ciddi bir ekonomik potansiyel

ortaya çıktı. Ekonominin toprağa endeksli olduğu bir çağda tarımsal üretimin

arttırılması, dışarıya daha çok mal satılması anlamına geliyordu. Nitekim kuzey

denizlerindeki ticaret gelişmeye, kuzey batı Avrupa'da, kentin yerleşik geleneklerini

fazla sahiplenmeyen yeni bir orta sınıf oluşmaya başladı.336 Uluslararası ticarete

katılmaları kaçınılmaz olan kuzeyliler bunu Akdeniz kıyısındaki kentler üzerinden

gerçekleştirdiler. Akdeniz, kıtanın ürettiği zenginliğin piyasaya girdiği ilk durak

haline geldikçe, Basra Körfezi’nin düşüş, Kızıldeniz’in yükseliş süreci hız kazandı.

2. Uluslararası Ekonomide Çin Etkisi: 1000 - 1500

Hint Okyanusu dünyası, Song Hanedanlığı (960–1279) altında yeniden birleşen

Çin ile beraber etkileri küresel çapta hissedilecek bir ekonomik dönüşüm sürecine

girdi. 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan teknolojik yenilikler üretimden ulaşıma

kadar ekonomiyi doğrudan ilgilendiren birçok alanda verimliliği arttıran önemli

335 Kocka, op. cit. s. 35. 336 McNeill, Dünya…, s. 369.

Page 103: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

95

değişimler yarattı. “Modern dönemi öncüleyen bu endüstriyel devrim”337 sayesinde,

tarımsal ve endüstriyel üretim hızla artarken, nüfus büyümeye, kentleşme yayılmaya

başladı.338 Kentli orta sınıfın alım gücü yükseldikçe ticari mallara olan talep arttı ve

okyanus-ötesi ticaretin hacmi giderek genişledi.339 Nitekim 11. yüzyıldan itibaren

Hint Okyanusu’nun doğu kıyılarına340, 12. yüzyıldan itibaren ise batı kıyılarına Çin

kaynaklı bir ekonomik canlılık hâkim oldu.341 Bununla birlikte, 13. yüzyılın

başlarında, denizcilik alanındaki gelişmeler Çin’in okyanus-ötesi ticaretini daha da

büyütmekle kalmadı, uluslararası ekonomide yapısal bir değişimin de önünü açtı.

Öyle ki, büyüyen gemiler daha çok mal taşımaya başlayınca, ticaretin yükte hafif

pahada ağır lüks mallar üzerinden yürütülen yapısı niceliksel ve niteliksel açıdan

devrimsel bir dönüşüme uğradı. Artık mamul mallar, tarım ürünleri ve hammaddeler

gibi kitlelerin kullanımına uygun dökme (havaleli) mallar okyanus-ötesi ticaretin

konusu haline gelmeye başlamıştı.342 Kısacası, Song Çin’inde ortaya çıkan refah o

denli büyük oldu ki, 1000 - 1250/1300 arasında Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e,

Avrupa’dan Afrika’ya kadar etkileri sistemin tümünde hissedilen bir büyüme

yaşandı.343

a. Kızıldeniz’in, Akdeniz’in ve Avrupa’nın Yükselişi

Doğuda Çin siyasi birliğini yeniden sağlarken, batıda tam tersi bir süreç

yaşanıyordu. Halife’nin otoritesi İslam topraklarının neredeyse her yerinde

sorgulanmaya başlamıştı. Bu durum, 10. yüzyıldan itibaren Basra Körfezi’nin doğu

337 Curtin, op. cit., s. 137. 338 Frank ve Gills, op. cit,, s. 340. 339 Chaudhuri, op. cit, s. 53. 340 Frank ve Gills, op. cit, s. 341. 341 Kearney, op. cit, s. 77. 342 Curtin, op. cit, s. 149. 343 Frank ve Gills, op. cit, s. 338.

Page 104: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

96

ticaretindeki mutlak üstünlüğünü kaybetmesine ve ticaret trafiğinin yavaş yavaş

Kızıldeniz’e kaymasına yol açtı. Aslına bakılırsa, Kızıldeniz daha Tolunoğulları

(868-905) döneminden itibaren durgunluktan çıkış emareleri gösteriyordu.344 Ancak,

batıyla doğuyu birbirine bağlayan ana bir artere dönüşmesi, 969 yılında Mısır'ı

fetheden Fatimiler ile birlikte gerçekleşti. Sünni Halifelik karşısında Şiilik'in siyasi

zaferini amaçlayan Fatimiler Mısır’a büyük bir önem veriyorlardı. Zira Basra

Körfezi'nin eski etkinliğini yitirdiği bir dönemde, zengin tarımsal üretiminin yanı

sıra, Kızıldeniz'i kontrol eden stratejik konumu sebebiyle Mısır ciddi bir ekonomik

potansiyele sahipti. Fatimiler bunun için öncelikle, Nil trafiğini toplayacak bir

alanda, Bağdat'a rakip olarak tasarladıkları Kahire'yi kurdular. Öte yandan korsanlığı

sonlandırarak, Kızıldeniz'i Hint Okyanusu ticaretine erişimde güvenli ve istikrarlı bir

yol haline getirdiler.345 Ne var ki, Akdeniz yeniden bir “alışverişler dünyasına”

dönüşmedikten sonra, Fatimilerin Kızıldeniz politikasının herhangi bir anlamı yoktu.

Fatimi politikasının en önemli kısmı, doğu ticaretine katılımı teşvik eden çok

kültürlülüğüydü. Akdeniz’deki ekonomik ve siyasi değişimlerin farkında olan

Fatimiler, Yahudi, Hıristiyan, Mağribi diasporaların Mısır'da ve Levant'ta ticaret

merkezleri kurmalarına izin vermişlerdi.346 Başta Avrupalılar olmak üzere

Akdenizliler Hint Okyanusu’nun büyüyen ticaret ağına dâhil edilince Akdeniz

dünyası dirilmeye başladı.347 Bu noktada, Fatimilerin İslam dünyası içinde yeni bir

merkez yaratmaya yönelik Kızıldeniz politikası Akdeniz havzasındaki güç

dengesinde bir kırılma yarattı. Zira Avrupalıların büyüyen ekonomideki konumları

güçlendikçe Akdeniz’de daha çok söz sahibi olmaları kaçınılmazdı. Nitekim

344 Naylor, op. cit., s. 67. 345 Kearney, op. cit., s. 69. 346 Naylor, op. cit., s. 82. 347 Curtin, op. cit., s. 139.

Page 105: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

97

Akdeniz’deki dengeler 11. yüzyılın ortalarından itibaren değişmeye başladı.

Avrupa’nın güneyindeki Müslümanlar konumlarını giderek kaybediyorlar, özellikle

İtalyan kent devletleri Müslümanlar tarafından fethedilen bölgeleri tek tek geri

alıyorlardı. 11. yüzyılın sonunda Akdeniz’de artık mutlak bir Müslüman üstünlüğü

söz konusu değildi; Avrupalılar güce ortak olmuşlardı.

Avrupa’nın yükselişi küresel düzeyde etkileri hissedilemmeye başlayan

Çin’deki ekonomik dönüşüm sayesinde devam etti. Sınai ve tarımsal üretime ek

olarak, yeni açtığı madenlerden piyasaya artan şekilde altın sokmaya başlayan Song

Çin'i, başta Avrupa olmak üzere, Afro-Avrasya sisteminin bütününde kentleşmeyi ve

ticareti büyük oranda hızlandırmıştı.348 Öyle ki, kuzey Avrupa’nın Venedik ve

Cenova gibi Akdeniz kıyısındaki kent devletler üzerinden uluslararası ticarete katılım

süreci giderek yoğunlaştı.349 Böylece, Avrupalılar üstünlüklerini 12. yüzyılda

Akdeniz'in tümüne yaydılar.350 Akdeniz Fatimiler ile beraber yeniden bir

“alışverişler dünyası” haline geldi ama hegemonik güç de ticaretle beraber batıya

doğru kayacağı uzun yolculuğa başlamış oldu.

b. Krizler Dönemi: Eski Güçlerin Düşüşü

13. yüzyılda dünya Moğol istilaları ile sarsıldı. Orta Asya bozkırlarının göçebe

halkalarını birleştirmeyi başaran Cengiz Han, Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar uzanan

büyük bir fetih hareketi başlatmıştı. Moğollar bütün Avrasya’yı ezip geçerken

Müslümanları da es geçmediler ve Memlüklüler tarafından ilerleyişleri durdurulana

kadar İslam topraklarında büyük bir yıkım yarattılar. Öyle ki, Moğollardan sonra ne

348 Hodgson, “Expansion…”, s. 4. 349 Abu-lughod, “Süreksizlikler ve Süreklilik: Tek Bir Dünya Sistem mi Yoksa Birbirini İzleyen Sistemler mi?”, Dünya Sistemi, der., A. G. Frank ve B. K. Gills, çev. Esin Soğancılar, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, sf. 519. 350 Kearney, op. cit., s. 80-1.

Page 106: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

98

Basra Körfezi’ndeki sulama sistemi eski etkinliğinde kurulabildi ne Bağdat eski

günlerine bir daha geri dönebildi.351 Her ne kadar, İslam dünyasını bir kriz içerisine

sürüklese de, Moğol fetihleri ilk aşamada uluslararası ticaret üzerinde olumlu bir etki

yarattı. Avrasya’nın tek bir otorite altında birleştirilmesi ile uzun mesafeli karayolu

ticaretinin önündeki engeller azalmıştı. Ancak, imparatorluk dağılma sürecine girip

kaos türemeye başlayınca deniz yolu kullanımı yeniden yükselişe geçti.352 Mısır’ı

yöneten Memlüklüler Moğollar sonrasındaki bu şartları iyi değerlendirdiler. Kara

yollarının güvenli, Basra Körfezi’nin rakip olmaktan çıkması üzerine Kızıldeniz 13.

yüzyılın sonundan itibaren doğu ticaretine giden ana arter haline geldi.353 Böylece,

Mısır yeniden sisteme yön veren merkezlerden biri oldu. (Ek 9)

14. yüzyıl daha önce deneyimlenmeyen bir kriz dönemine sahne oldu. Ticari

ilişkilerin büyümesi dünyanın farklı bölgelerini ekonomik olarak birbirine

bağlamıştı. Ancak, veba salgını birbirine bağlı olmanın ekonomiden öte etkileri

olabileceğini somut olarak gösterdi. Veba virüsü, kimi zaman kara yollarını takip

ederek, kimi zaman limandan limana yayılarak Çin’den Avrupa’ya ve Mısır’a kadar

uluslararası ticaretin bir çok merkezini etkisi altına aldı. Salgının etkisi o denli

büyüktü ki uluslararası ekonomi 14. yüzyılda keskin bir düşüş dönemine girdi.354

Doğu ile batı arasındaki bağlantıyı sağlayan başlıca merkez olan Mısır salgından en

çok etkilenen ülkelerden biri oldu. 1347’de başlayıp 15. yüzyılın başlarına dek etkili

olan veba salgını Mısır’daki nüfusu ve tarımsal üretimi oldukça azalttı.355 Hatta

Mısırlı orta sınıf (Kerimiler de dahil olmak üzere) salgından öyle kötü etkilendi ki,

351 Mcneill, Dünya..., s. 378. 352 Curtin, op. cit., s. 150. 353 John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, çev. Esra Ermert, İstanbul, Yapı Kredi

Yayınları, 2011, s. 60. 354 Abu Lughod, European…, passim. 355 Chauduri, op. cit., s. 60.

Page 107: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

99

devlet özel sermaye yönetimindeki endüstrileri ve baharat ticaretini tekelleştirmek

zorunda kaldı.356 Bu süreçte, Akdeniz – Hint Okyanusu arasındaki ticaret hattı açık

tutulmuş ve Müslümanlar aracı rollerini korumuşlardı. Ne var ki, İslam topraklarında

savaşlar ve salgınlar karşısında direnç gösterebilen Çin, Hindistan ve Avrupa

karşısında gerileme süreci artık gözle görülebilir bir hal almaya başladı.

Bir diğer kriz, kurulduğu andan itibaren Afro-Avrasya sisteminin taşıyıcı

kolonlarından biri olan Çin’de gerçekleşti. Yaklaşık 60 – 70 yıllık bir resesyon

döneminden sonra Avrupa’nın dinamizmi, Hintli tacilerin artan etkinlikleri ve

hepsinden önemlisi Çin İmparatorluğu’nun yeniden birleşmesi sonucu uluslararası

ekonomi bir büyüme sürecine girmişti.357 (Ek 10) 1368’de ülkeyi Moğol

yönetiminden kurtarıp yönetmeye başlayan Ming Hanedanlığı (1368-1644) Song

döneminden kalma ticaret politikasını devraldı, hatta geliştirdi. Öyle ki, Amiral

Cheng-Ho komutasındaki 63 gemiden oluşan Çin donanması, 1405 dolaylarında, batı

Asya ve Afrika kıyılarına dek uzanan okyanus-ötesi bir sefer düzenledi.358 Sonraki

30 yıl boyunca sürdürülen ve Hint Okyanusu dünyası hakkında doğrudan ve net

bilgiler sağlayan buna benzer seferler, Çin’deki büyüyen ticari çıkarların bir

yansımasıydı. Fakat görünen o ki, söz konusu seferler Çin’de önemli bir kırılma

yarattı. Toprak sahibi sınıf ve Konfiçyusçu memurlar yayılmacı ticaret politikası

sayesinde ekonomideki ağırlıkları giderek artan tacirlere karşı konumlarını korumak

istiyorlardı.359 Bu nedenle, 1430’lardan itibaren okyanus-ötesi politika terk edildi ve

356 Kearney, op. cit., s. 98. 357 Philippe Beaujard, “East Africa, the Comoros Islands and Madagascar before the sixteenth century,” Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 42, No: 1 (2007), s. 26. 358 Kocka, op. cit., s. 29. 359 Idem.. Çin’in 1430’larda aniden içe kapanmasına dair başka tezler de vardır. Bunlardan en önemlisi, hazineden önemli bir pay almasına rağmen donanmanın kuzey sınırlarını göçebelere karşı koruma gereksinimine karşılık vermeyişidir. Öte yandan, okyanus-ötesi seferleri yürüten “hadım”

Page 108: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

100

uzun mesafe ilişkilerini yürütmeleri zorlaşan Çinli tacirler iç piyasaya yöneldiler.

Böylelikle Çin, modern dönemin şafağında kendini Hint Okyanusu dünyasından

yalıttı.

Çin’in içe kapanmasıyla eşzamanlı olarak Avrupa okyanus-ötesi bir genişleme

sürecine girdi. Aslına bakılırsa, Avrupa 11. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar

coğrafi bir genişleme yaşamıştı.360 Bu genişleme 15. yüzyılda, Avrupa’nın karmaşık

siyasi mücadelelerinden uzakta kalan İber yarımadasındaki krallıklar tarafından

Atlantik Okyanusu’na doğru büyütüldü. 1440’da okyanusun azgın sularıyla

boğuşabilecek yeni bir gemi tasarlayan Portekizliler, bu tarihten itibaren Atlantik’e

doğru genişlemeyi sistematikleştirdiler.361 Öyle ki, Afrika’nın batı kıyılarını

izleyerek gitgide daha güneye inen Portekiz filosu, 1497’de Vasco de Gama

kaptanlığında Ümit Burnu’nu dönerek Hint Okyanusu’na çıktı. Portekizliler Hint

Okyanusu’na girdiklerinde bir güç boşluğu ile karşılaştılar, çünkü Portekiz

gemileriyle mücadele edebilecek denli büyük gemilere sahip olan Çinliler

donanmalarını çürümeye terketmişlerdi. Müslümanlar ise denizcilik alanında uzun

süredir Avrupalıların gerisindeydi. Nitekim Portekizliler 1509’da Diu açıklarında

kendilerinden sayıca üstün olan İslam donanmasını bozguna uğratıp, 1510’da

Goa’da, 1511’de Malakka’da, 1515’te Hürmüz’de üsler kurdular. Her ne kadar,

gerisi gelmemişse de Portekizlilerin hızlı yayılışları Avrupa’nın denizlerdeki

amirallerle Konfiçyusçu bürokratlar arasındaki bitmek bilmeyen kavga ve Çin’in dış dünyayı küçümsemesine dair nedenler de bu değişimi açıklamak için kullanılmaktadır. 360 Immanuel Wallerstein, Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, çev., Latif Boyacı, İstanbul, Yarın Yayınları, 2010, s. 55’den Archibald R. Lewis, “The Closing of European Frontier,” Speculum, XXXIII, 4. Oct., 1958, s. 475-476. Hıristiyan Avrupa bu dönemde, güneyde Akdeniz’deki adalardan batıda İrlanda, İskoçya ve Galler’e, doğuda Slav ve Balt topraklarına dek genişledi. Üstelik aynı dönemde Avrupalı köylüler boş bırakılmış bölgelere yerleşip tarımsal üretim yapmaya başlamışlar, bu sayede yerleşik ekonomi kıtanın büyük bölümünde hâkim hale gelmişti. 361 1452 Dum Diversas, 1455 Romanus Pontifex, 1456 Inter Caetera gibi bildiriler ile Portekiz’in Atlantik-ötesi çıkarları Papa’nın hukuksal garantisi altına alındı.

Page 109: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

101

üstünlüğünün ilk göstergesiydi. Öte yandan, Portekizliler Hint Okyanusu ticaretine

hakim olmaya çalışırken, İspanyollar 1492’de keşfettikleri Amerikalardan Avrupa’ya

büyük derecede altın ve gümüş akıtmaya başlamışlardı. Avrupalıların coğrafi

keşifleri uluslararası sistemin lojistik ağında hiç görülmemiş değişikliklere neden

oldu ve birikimin merkezi giderek Atlantik Okyanusu’na doğru kaydı.

C. İslam'ın ve Ticaretin Yayılışı

İslam’ın ve ticaretin yayılması birbirine paralel işleyen süreçlerdir.

Müslümanlar önce antik dünyanın Akdeniz havzasındaki kentleşmiş bölgelerini ele

geçirmişler; daha sonra ticareti bu bölgelerin çevrelerine doğru genişletmişlerdir.

İslam yayıldıkça ticaret ağı genişlemiş; ticaret genişledikçe İslam yayılmıştır.

İslam’ın ticaretle, özellikle de uzun mesafe ticareti ile olan ilişkisinin kökleri

Arabistan’ın İslam öncesi dönemine dek uzanır ve bir noktada kesişir: Deve ve deve

göçebeliği. Kesin bir kronoloji bulunmamakla birlikte, devenin M.Ö. ikinci bin yılda

ehlileştirildiği, deve göçebeliği yapanların ise miladi dönemlerde ortaya çıktıkları

düşünülmektedir.362 Bedevi denilen bu göçebeler, kimi zaman bir savaş kimi

zamansa bir ulaşım ve taşıma aracı olarak kullandıkları develer sayesinde

Arabistan’da etkileri dünyanın dört bir yanına yayılacak sosyo-ekonomik bir

dönüşümün kapısını aralamışlardır.

1. Deve Göçebeliğinden İslam’a Arabistan’ın Büyük Dönüşümü

Arabistan tarıma elverişli vahaların çölün hükümranlığına direndiği bir

coğrafyada, birbirine bağımlı göçebe ve yerleşik ekonomiler üzerine kuruluydu.

Bedeviler’in bu sosyo-ekonomik yapıdaki rolleri giderek genişledi. Öyle ki, deveyle

beraber hareket kabiliyeti artan Bedeviler, ticaretin yanı sıra, askeri ve siyasi açıdan

362 Hodgson, The Classical…, s. 147.

Page 110: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

102

da Arabistan'a şekil verebilecek bir güce dönüşmeye başlamışlardı. Öte yandan, deve

göçebeliğinin yaygınlaşması, çölün yerel ve uluslararası bağlamda etkileşimi

engelleyen yalıtıcı etkisini azaltmıştı. Kendi içindeki ve kuzeyindeki meskûn

bölgelerle etkileşimi yoğunlaştıkça Arabistan'ın uygar yaşamdan kopuk durumu

gitgide zayıfladı. Nitekim 5. ve 6. yüzyıla gelindiğinde, siyasi istikrarsızlık ve

parçalanmadan muzdarip bölgede ortak ahlaki standartlara, destanlara ve

kahramanlara sahip bir Arap Uygarlığı şekillenmeye başladı.363 Söz konusu süreç,

Arabistan’ın uygar yaşamı yönlendiren ekonomik ağa katılma yönündeki kolektif

iradesinin bir sonucuydu.

Coğrafi konumu gereği Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki ticaret ağının

ortasında bulunan Arabistan, iki ekonomik dünya arasındaki ilişkiler yoğunlaştıkça

doğu ticaretine giden alternatif bir yol haline geldi. Zira ne Romalılar ne Bizanslılar

ticaretin İranlıların hâkimiyetindeki orta bölgeden geçerek rakiplerini

güçlendirmesini istemiyorlardı. Roma zamanından başlayarak bu yönde izlenen çöl

politikaları, Arabistan Çölü'nün kuzey kıyısında kentlerin ve Arap beyliklerinin

kurulmasını beraberinde getirdi.364 Bu süreçte aracı rolü geliştikçe Arabistan

ekonomisindeki uluslararası ticaretin ağırlığı arttı. Ne var ki, M.S. 200-500

arasındaki sistemik kriz, 4. yüzyıldan itibaren çöl ticaretinin azalmasına dolayısıyla

Arap toplumunun yeniden yoksullaşıp Bedevileşmesine yol açtı.365 M.S. 502'de

Bizans - Sasani anlaşmasının sonlanmasıyla iki büyük güç yeniden çatışmaya

başlayınca, çöl yolları tekrar değer kazandı. Ancak bu kez, gerek batı Arabistan

kıyısı boyunca kuzey - güney yönünde uzanan yollar gerek çölün kuzey kıyılarında

363 Ibid., s. 92. 364 Bernard Lewis, Ortadoğu, çev., Selen Y. Kölay, Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2009, s. 52-3. 365 Ibid., s. 56

Page 111: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

103

ortaya çıkan yeni yollar Aramice konuşanlar tarafından değil, Bedevi Araplar

tarafından kontrol ediliyordu.366 Büyük güçlerin mücadelesinin yarattığı güvensiz

ortama deve göçebeliğiyle beraber gelişen taşımacılık teknikleri eklenince, Bedevi

Araplar uluslararası ticaret ağında önemli birer aktöre dönüştüler.

Bizans ve Sasani monarşilerinin aralarındaki çatışmalar ve içlerindeki büyük

dini tartışmalar iki büyük gücü zayıflatırken, artan ticari hareketlilik çölün

kuzeyindeki Arap beyliklerini ve kentlerini canlandırmıştı. Bu kentlerden biri olan

Mekke, ticari ve siyasi açıdan gelişebileceği bir coğrafi konuma sahipti. Mekke

kuzey - güney yönlü yollar ile doğudan Afrika'ya uzanan ticari hattın kesişim

noktasında bulunuyordu. Bu sayede, batı ve orta Arabistan'ın en önemli ticaret

merkezlerinden biri haline geldi.367 Öte yandan Mekke, gerek kuzeydeki gerek

güneydeki tarımsal monarşilere eşit uzaklıktaki konumu sayesinde siyasi olarak

bağımsız hareket edebileceği bir alana sahipti. Nitekim söz konusu durum, özgün bir

toplumsal düzenin ortaya çıkmasını olanaklı kıldı.368 Bu düzen, bir Mekkeli olan

Muhammed peygamberin "Allah'a teslim olmak" anlamına gelen İslam'ı yaymasıyla

kuruldu. İslam, Arabistan siyasetinin bireylere bağımlı yapısının, gurur ve şeref gibi

değerler üzerine kurulu ben-merkezli toplumsal sisteminin ve bunların esas kaynağı

olarak gördüğü göçebe düzenin yerine, yerleşik ekonomi etrafında örgütlenmiş

ahlaki ölçütlere sahip bir cemaati yerleştirmeyi öneriyordu. İslam'ın birbirine

366 Hodgson, The Classical…, s. 152-3. 367 Mekke, Kızıldeniz’e paralel şekilde Arabistan yarımadası boyunca uzanarak Hint Okyanusu’nu

Akdeniz’e bağlayan Baharat Yolu adındaki eski kervan yolu üzerinde bulunuyordu. Antik dönemde oldukça değerli olan birçok bitki ve baharatın taşındığı bu yolu, gerek coğrafi konumu gerek ünlü Marib barajı sayesinde bölgeyi büyük bir vahaya dönüştüren Güney Arabistan kontrol ediyordu. Ancak, Güney Arabistan Kızıldeniz’deki ve yarımadadaki üstünlüğünü 6. yüzyılda tamamen kaybetti. Sasaniler ile Aksum arasındaki rekabete konu olan bölge, 570 dolaylarında Marib barajının yıkılmasıyla etkisini tamamen yitirdi. Bunun üzerine, Baharat Yolu’nu kuzeydeki Mekke ve Medine kontrol etmeye başladı. Tellier, op. cit., s. 190. 368 Hodgson, The Classical…, s. 154.

Page 112: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

104

bağlayıp bütün kıldığı bu cemaat Allah'ın kelamını insanlara yaymak ile

yükümlüydü. İslam cemaati söz konusu yükümlülüğünü yerine getirirken Bizans -

Sasani mücadelesinin yarattığı güç boşluğunu doldurdu.

2. İslam’ın Kent Merkezli Düzeni

Müslümanlar, "ahlaki, toplumsal ve siyasi dezavantajlar" yaratan göçebe

yaşam ekonomisinin yerine İslami bir yerleşik düzen kurmak istiyorlardı. Ancak

bunun için daha en başta göçebenin gücüne ihtiyaç duydular. Öyle ki, İslam cemaati

Mekke'yi fethedip Kureyş'in siyasi ve ekonomik rolünü devralınca, önce Huneyn

(630), sonra Ridde (632-633) savaşlarıyla Mekke’nin refahının asıl kaynağı olan

Suriye yolu üzerindeki Bedevilere boyun eğdirmişti.369 Göçebeler denetim altına

alındıktan sonra, İslam'ı dünya ekonomisini yönlendiren büyük bir güce

dönüştürecek geniş kapsamlı fetih hareketinin önünü açıldı.370 Müslümanların

fetihleri, kentleri ve verimli toprakları ele geçirmek için kurak bölgelerdeki fazla

nüfusun harekete geçirildiği öteki yayılmacı hareketleri takip etti.371 Fakat bunlardan

önemli bir noktada ayrıldı; çünkü fetihlere, göçebe güçlere önderlik eden kozmopolit

bakış açısına sahip kentli tacirler yön vermişti.372 Bu sayede fetihler sonrasında,

göçebenin hızla marjinalize edildiği, odak noktasında kentli toplumun yer aldığı

İslami bir düzen inşa edilebildi.

369 Hodgson, “The Role…”, s. 112. 370 Kuzeydeki yerleşik topraklara yapılan akınların ganimet sağlamak ya da yakındaki köylerin denetim altına almak yerine, bir fetih hareketine dönüşmesi, 635 yılında alınan kararla gerçekleşti. Bundan böyle Müslümanlar kentleri işgal etmeyi, yönetimlerini de Müslüman olanlarla değiştirmeyi amaçlayacaklardı. Hodgson, The Classical…, s. 140. 371 X. de Planhol, “İslam toplumu ve Medeniyeti”, der., P. M. Holt, A. K. S. Lambton ve B. Lewis, İslam

Tarihi: Kültür ve Medeniyet, çev., Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997, s. 330. 372 Hodgson, “The Role…”, s. 106.

Page 113: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

105

a. İslam’ın Yayılışı

Peygamberin M.S. 632'deki ölümünden sonra, yerleşik ile göçebe arasındaki

zıt ama tamamlayıcı ilişkiyi kullanan İslam, önce kültürel bir gelenek olarak

beslendiği kuzeydeki tarımsal alanlara yayıldı. Suriye'nin fethi sonrasında, Akdeniz

dünyasının zengin kentlerini barındıran Kuzey Afrika kıyısı ve Mısır, Müslümanlar

için doğal bir yayılım alanı haline geldi. İslam orduları Bereketli Hilal'in Arami

ovalarının ötesine ilk seferini zenginliğiyle bilinen Mısır'a gerçekleştirdi.

Müslümanlar gerek Mısır'da gerek Kuzey Afrika'da yerel halka kendilerini kabul

ettirdikleri derecede başarılı oldular. Nitekim Bizans ile Sasani mücadelesinin

ortasında kalan, ağır vergiler ödeyen ve monofizist373 inançlarından dolayı Ortodoks

Bizans'ın baskısına maruz kalan Mısırlı Kıptiler Müslümanları kurtarıcı olarak

görüyorlardı. Amr bin el-As komutasındaki İslam orduları 639 yılında Mısır'ı işgale

başladığında, Kıptiler Müslümanlara büyük destek verdiler.374 Bu sayede, neredeyse

üç yıl içerisinde İskenderiye de dâhil olmak üzere Mısır’ın büyük kısmı fethedildi.

Kuzey Afrika'nın fethi bu kadar kolay olmadı. Müslüman Araplar Mısır’ın

batısını fethe giriştiklerinde iç bölgelere doğru genişlemekte sakınca görmemişlerdi.

Öyle ki, Garamant Fizanı’nı hızlı bir şekilde fethetmişler ve Müslümanlaştırmışlardı.

Oysa Kartaca, Roma ve Bizans yönetimleri Afrika’nın kuzey kıyılarında etkinlik

kurmuşlar, çölün içlerine fazla sokulmamışlardı. Bu nedenle, İslam’ın Kuzey

373 451'deki Kadıköy Konsili ile Hıristiyan dünyası, İsa'nın doğası üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle resmen bölünmüştü. Monofizist inanca sahipler İsa'nın ilahi doğasına inanırken, diofizistler onun hem insan hem tanrısal olduğuna inanıyorlardı. Kadıköy Konsili'nde Kutsal Üçleme öğretisinin Papa Büyük Leon'un saptadığı şekilde benimsenip, monofizist biçimin reddedilmesi, bu inancı taşıyanların Ortodokslar tarafından sapkın ilan edilmesine yol açmıştı. 374 Bu desteğin karşılığında, Kıpti Kilisesi Bizans tarafından tanınmayan statüsüne yeniden kavuştu ve

Kilise mülklerine sahip oldu. Bunun yanında, belirli bir baş vergisi karşılığında kendi dillerini ve dinlerini sürdürmeye devam ettiler. Ancak, Arap kabilelerin ve Arapça'nın Mısır yaşamında giderek daha çok yer kaplaması, Araplaşmayı ve İslamlaşmayı da beraberinde getirecekti. Michael Brett, “The Arab conquest and the rise of Islam in North Africa”, der., J. D. Fage, The Cambridge History of Africa, Volume 2: From 500BC to AD 1050, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 499.

Page 114: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

106

Afrika’daki yayılışı başlangıçta Bizans İmparatorluğu’nun yanı sıra ciddi bir Berber

direnişi ile de karşılaştı. Söz konusu direniş kırılıp da Berberler harekete dâhil olunca

Müslümanlar, 8. yüzyılın başlarında, Kartaca döneminden beri Akdeniz

ekonomisinde önemli bir yer tutan Sirte Körfezi’nin batısına genişleyebildiler. Batı

Akdeniz'de potansiyel bir güç haline gelen İslam, göçebe Berber kabilelerin güç

tabanına dayanan, merkezden görece bağımsız, ikincil bir fetih hareketi ortaya

çıkardı.375 Doğudaki merkezden ziyade kendi kaynaklarını kullanan Keyrevan

merkezli bu hareket, 711 yılında, antikiteden beri altın, gümüş, bakır ve demir gibi

değerli madenlere sahip olmasıyla bilinen İber yarımadasının fethine başladı.

b. Merkezi Otoritenin Kuruluşu ve Kent Kültürüne Dayalı

İslami Bir Toplumsal Düzen

Müslümanlar art arda fetihlerle Nil – Amuderya arasındaki toprak sahibi sınıfın

iktidarını yıkmıştı. Ne var ki bir süre sonra, Müslüman birliğinin en büyük maddi ve

manevi kazancın yolu olduğuna dair siyasi düşüncenin eşliğinde, tarımsal çıkarların

ön planda olduğu merkezi otorite yeniden egemen oldu.376 Emevilerin Şam’daki

hanedanlığında vücut bulan bu siyasi güç fetih ekonomisi üzerine kurulmuştu.

Nitekim Akdeniz'den Basra Körfezi'ne kadar uzanan antik kent sahasındaki doğal ve

donmuş kaynakların dolaşıma sokulması ekonomideki dinamizmi muhafaza edecek

düzeydeydi. Bu sayede, fetihler sırasında Müslüman nüfusun yerleştirilmesi için

kurulan Basra, Fustat ve Keyravan vb. gibi yerleşimler hızla büyük kentlere

dönüşmeye başladılar. Söz konusu kentler, İslami bir toplumsal düzen temelinde inşa

375 Hodgson, The Classical…, s. 226. 376 Hodgson, Expansion..., s. 68. Fetihlerle beraber sermayelerini arttıran tacirler sınırların olmadığı, ticaret yollarının güvenliğini sağlayacak büyük bir imparatorluğu ticareti daha kârlı hale getirebileceğini hesaplamış olmalılar. Bu nedenle, haklarının garanti altına alınması koşuluyla yeni düzeni desteklemişlerdir.

Page 115: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

107

edildi. Merkezlerinde cami, hemen yanında pazar bulunuyor, bunlara çoğunlukla

hamam eşlik ediyor, idari teşkilat ise bu merkezin etrafında yer alıyordu. Caminin

etrafında şekillenen bu yerleşim düzeni İslam’ın kente atfettiği dinsel işlevin bir

yansımasıydı.377 Zira kent İslam’ın cemaat için tasarladığı yaşam biçimine neredeyse

tamamen cevap veriyordu. Her şeyden önce "bir araya gelme, toplanma" teması

üzerine kurulu olan cami, cemaat, cuma namazı gibi en önemli İslami gerekliliklerin

ifa edilebilmesini sağlıyor, böylece inananların fiziksel ve fikirsel bir aradalığını

garanti ediyordu. İslam’ın kente atfettiği bu değer, tarımsal etkinliği ve kırsalı ikinci

plana iterken, ticaretin ve tacirin önemini arttırdı.

Müslümanlar 715’te kolay zaferlerin sonuna geldiklerinde, varlığını fetih

ekonomisine dayandıran Emevilere muhalefet gitgide şiddetlendi. Emeviler,

yönetimleri boyunca Arap olmayan Müslümanlara (mevali) karşı ayrımcı bir tutum

sergilemişlerdi. Kısmen Müslümanlığa geçenlerin vergi muafiyetini engellemeyi

amaçlanmışlarsa da, bu tutumları hızla genişleyip kozmopolitleşen Halifelik’in

genelinde ciddi bir rahatsızlığa neden oldu. Söz konusu ayrımcılıktan en çok

etkilenenler Berberlerdi. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmalarına

rağmen Berberler, Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelememişler, askeri

potansiyellerinden yararlanılan, gerektiğinde zorla vergi alınan bir nüfus olarak

kalmışlardı. Bu sebeple, 740 yılında Berberler Mağrip’te Halifelik’in merkezi

otoritesini sarsan ilk büyük ayaklanmayı başlattılar. Halifelik yönetilemez hale

gelince Emeviler iktidarı Abbasi Hanedanlığı’na bırakmak zorunda kaldılar.

Abbasiler ile beraber başkent, ticari çıkarları ve İslam kozmopolitizmini yansıtan

377 Planhol, op. cit, s. 340.

Page 116: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

108

Bağdat'a taşınırken, İslam inancını seçen topluluklar ulus-üstü bir İslam adına

imparatorlukta egemen olmaya başladılar.

Her ne kadar, Büyük Berber Ayaklanması 761’de zorla bastırılmışsa da Abbasi

Hanedanlığı döneminde Emevilerin merkeziyetçi politikaları yumuşatıldı. Abbasiler

yönetim merkezini Basra Körfezi’ne taşıyarak İslam Halifeliği’nin yüzünü Hint

Okyanusu’na çevirmişler ve doğu merkezli bir politika izlemeye başlamışlardı. Bu

nedenle, Batı Akdeniz’deki gelişmeleri çoğunlukla gözardı ettiler. Nitekim

Abbasiler’den kurtulmayı başaran Emevi Abdürrahman bin Muaviye (731-788) Batı

Mağrip ve İber yarımadasındaki toprakları ele geçirip kendi yönetimini ilan etmişti.

Öte yandan, 800 yılında İbrahim bin Agleb’i isyankâr Berberleri kontrol etmesi için

İfrikiye’nin378 başına geçiren Halife, kendi iradesiyle merkezi otoritesinden

vazgeçmişti. Zira doğu ticaretinden öyle bir refah sağlanıyordu ki, 8. yüzyılın sonu

ile 9. yüzyılın başında İslam kentleri en parlak dönemlerini yaşıyorlardı. Fakat

kırsalı, göçebeyi ve köleyi dışlayan, eşitsizlikle malul kent ekonomisi büyüdükçe,

Halife’nin merkezi otoritesi batıdakinden çok daha yakın bir tehdidin gölgesi altına

girdi. Basra Körfezi’nde kilit kamu görevlerine sahip köleler 9. yüzyılın ortalarından

itibaren isyan etmeye başladılar. Bir yandan Türklerden oluşan orduların siyasi

kaderi belirleyebilecek bir güce erişmeleri, öte yandan bataklıkların tarım arazisine

dönüştürülmesi için çalıştırılan Doğu Afrikalı kölelerin 868-888 arasındaki isyanı

(Zenc İsyanı), Basra Körfezi'ndeki ticareti doğrudan etkileyecek istikrarsız bir ortam

yarattı. Üstelik Abbasilerin başlıca ticari ortağı olan Tang Hanedanlığı 10. yüzyılın

başında düşmüş, Çin bir karışıklık dönemine girmişti. Gelirleri düşen saray mali

378 Günümüzdeki Cezayir’den Trablusgarp’a kadar uzanan bölge.

Page 117: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

109

açıdan çöküşe sürüklenince merkezi otoritenin birlik üzerine kurulu siyasi düşüncesi

iflas etti.

c. Adem-i Merkeziyetçilik: Kırsalın Büyümesi, Ticaretin

Güçlenmesi

Merkezi otoritenin zayıflaması kentin yaklaşık üç yüzyıllık baskınlığına tepki

duyan kırsalı siyasi ve dini hayatta daha ön plana çıkarmaya başladı. Hilafet

yönetiminin insanların sadece dış davranışlarıyla ilgilenmesini reddeden, kentlerden

taşan lüks ve servetin Müslümanları İslam'ın asıl amacından saptırdığını savunan

Sufi akımlar gitgide güçleniyordu. İslami bir toplumsal düzen yaratma peşindeki

geleneksel Sünni bakış, bireyin içten ıslahına dayanan Sufist yöntemi ve ideali

reddediyordu. Fakat 11. yüzyılda Sufizm'in popülerliği İslam topraklarında üst

seviyeye çıkınca,379 bir yüzyıl sonra döneminin önde gelen bilginlerinden biri olan

Gazali, iki akımı uzlaştıracak bir çalışma yapma ihtiyacı duydu. Sünni ideali için

Sufi yönteminin benimsenmesine dayanan anlayış sayesinde İslam kırsalda da geçerli

olacak bir nitelik kazandı.380 Sufizm'in, Şeriatın kesin ve katı kurallarının yerine,

insanın iç dünyasına yönelen daha esnek ve kolay bir din anlayışı sağlaması kırsalda

yaşayan kitlelerin Müslümanlaşmasının önünü açtı.

Merkezi otoritenin zayıflamasının bir diğer sonucu gücün yerel odaklara

dağılması oldu. Hilafet dönemi, Sasani tarzı tarımsal bir monarşiden İslam'ın

güçlendirerek sürdürdüğü eşitlikçi - kozmopolit eğilimlerin bir yansıması olan adem-

i merkeziyetçi bir toplum düzenine geçiş süreci olmuştu.381 Bu süreçte, iktidarı

kurması olası iki toplumsal sınıf da yeterli güçten yoksundu. Toprak sahibi sınıf

379 Hodgson, Expansion…, s. 222. 380 McNeill, Dünya…, s. 382. 381 Hodgson, “The Role…”, s. 119.

Page 118: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

110

kentlerde mutlak bir iktidar kurabilecek güçten uzaktı; çünkü yarı kurak bölgedeki

gelir getiren arazilerin seyrekliği, hayvancılıkla uğraşanların rekabeti ve ikta

sisteminin toprağa yatırılan sermayeyi sınırlaması toprak gelirini azaltıyordu.382 Öte

yandan, uluslararası ticaretin büyümesiyle tacirin konumu güçlenmişse de, Nil-

Amuderya arasındaki İslam topraklarının büyük ordulara açık coğrafi yapısı kentli

orta sınıfın tek başına iktidar kurmasına engeldi. 945'ten sonra Halife'nin merkezi

otoritesi tamamen çökünce, bu iki toplumsal gücün edilgenliği, kentlerde yönetimin

kırsal kesimden çıkan askerlerin idaresine geçmesine neden oldu.

Askeri yönetimler altında güçlenen adem-i merkeziyetçilik İslam topraklarında

ekonomik yapılanışı doğrudan etkileyecek bir güvenlik sorunu yarattı. Gücün yerel

odaklara dağılması, ekonomik olarak gelişen Hıristiyan Avrupalılar karşısındaki

güvenliği sekteye uğratmıştı. Öte yandan, kentte ve kırsalda artan keyfi uygulamalar

mülkiyet güvenliğinin azalmasına yol açtı. İşgallerin ve taşınmaz mülke tecavüzlerin

arttığı istikrarsız bir ortamda sermaye, Avrupa'nın ve Çin'in aksine, siyasi korumaya

ve mekânsal sınırlamaya bağımlı sanayiden ziyade taşınabilir halde varlığını

sürdürebileceği pazara akıtıldı.383 Böylelikle, yeni ortaya çıkan adem-i merkeziyetçi

toplum düzenine içkin olan güvenlik sorunu sermayenin üretime değil ticarete

yatırılmasına neden oldu ve İslam’ın ikinci dönem yayılışına, Sufi akımların

hâkimiyetindeki tacirler öncülük ettiler.

II. HİNT OKYANUSU VE AFRİKA

Hint Okyanusu, ticaretin gelişmesini sağlayacak asli unsurların neredeyse

hepsine sahiptir. Afro-Avrasya sisteminin en eski kent ekonomilerinin önemli bir

382 Hodgson, Expansion…, s. 137. 383 Ibid., s. 138.

Page 119: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

111

bölümü Hint Okyanusu'nun kuzey kıyısında kurulmuştur. Öte yandan, okyanusu

çevreleyen bölgelerin doğal kaynkakları bu kentlerin taleplerini karşılayabilecek

denli zengindir. Bu noktada, Hint Okyanusu’nu Atlantik ve Pasifik’ten ayıran muson

rejiminin varlığı olmuştur. Öyle ki, muson rüzgârlarının mevsimsel düzenliliğinin

keşfedilmesi sayesinde Hint Okyanusu’nda güvenilir bir ticaret ağı kurulabilmiştir.

Bu ticaretin en bilindik malı baharattı. Baharatlar, modern döneme dek, gıdaların

ömrünü uzatmak amacıyla ya da ilaç olarak kullanılmıştır. Bu nedenle, lüks bir

tüketimden ziyade zorunlu bir ihtiyaçtır.384 Üstelik kârlılık oranı da oldukça

yüksektir. Hint Okyanusu’nun kuzeyindeki kentler baharat ve mamul mal ihraç edip

karşılığında değerli maden aldıkları bir ticaret düzeni kurdular. Bu sayede, Roma

döneminden itibaren Akdeniz’in zenginlikleri önünde sonunda doğuya akmış, Hint

Okyanusu ticareti Akdeniz dünyasının ilişkilerine yön vermiştir. (Ek 11)

A. Sahra-ötesi Ticaret Sisteminin Bütünüyle Ortaya Çıkışı

Sahra-ötesi ticaret sisteminin oluşumu iki safhada değerlendirilebilir. İlki,

ilişkilerin temel kalıplarını şekillendiren antik dönemdeki gelişimdir. Bu dönemde,

kentleşme ve uluslararası ticaret ağı Akdeniz havzası boyunca batıya doğru yayılmış

ve Sahra uluslararası ticarete konu bir bölge haline gelmiştir. Kuzey Afrika

kentleştikçe Sahra-ötesi ilişkilerin kuzey - güney yönlü yapısının ilk işaretleri ortaya

çıkmıştır. Kuruluş döneminin ardından Sahra-ötesi ilişkiler İslam ile beraber hızlı bir

büyüme dönemine girmiştir. İslam’ın uzun mesafe ticaretini fiili ve hukuksal yollarla

özendirmesi Müslüman tacirlerin İslam dünyasının çeperlerine daha çok yolculuk

yapmalarının önünü açmıştı. Üstelik kullanımı giderek yaygınlaşan devenin çöl

yolculuklarını verimli bir hale getirmesi, Sahra-ötesi ticareti geçmişe kıyasla bir hayli

384 Wallerstein, op. cit., s. 306.

Page 120: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

112

kolaylaştırmaktaydı. Dolayısıyla, kuzeydeki kent ekonomileri ağının dirilmesi Sahra-

ötesi ilişkilerin giderek yoğunlaşmasını beraberinde getirdi. (Ek 12) Akdeniz’de

başta altın ve köle gibi Sahra-altı Afrika mallarına karşı artan bir talep oluştukça, bu

ilişkiler ticaretin ötesinde ideolojik ve kültürel bir mübadeleyi de kapsayacak

biçimde sistematikleştiler.

1. Batı Sahra: Altın Yolu

Sahra-ötesi ticaretin antik dönemde Mağrip’te iki ana merkezi vardı:

Trablusgarp ile Kartaca. Trablusgarp kentleri, Çad Gölü – Fizan hattını kontrol eden

bir konuma sahiplerdi. Kartaca ise Akdeniz dünyasındaki hâkim pozisyonu sayesinde

Sahra-ötesi ticareti kendine çekiyordu. Roma ile zirve noktasına ulaşan bu ticaret ağı

yine Roma ile beraber çöktü ve Mağrip’teki kentlerin hinterlantlarıyla ilişkileri

büyük oranda zayıfladı. Öyle ki, Roma sonrasında kent ekonomilerin kırsaldaki

Berberleri Mağrip’te tutacak ikincil bir yerleşim ağı yok denecek kadar azdı.385 Bu

nedenle, Müslüman Araplar Sirte Körfezi’nin batısına geçmeye başlayınca Berberler

kitleler halinde fetih hareketine dâhil oldular ve İslam 8. yüzyılın başında İber

yarımadasının içlerine dek yayıldı. Akdeniz’in batısından Asya’nın içlerine dek

uzanan İslam fetihlerinin tetiklediği ekonomik dinamizm uzun mesafe ticaretiyle

desteklendikçe Akdeniz’deki kentleşme ve ticaret yeni bölgelere doğru genişledi ve

bu bağlamda, Batı Mağrip’in kentleşmesi Batı Sahra’yı büyüme eğilimi içerisindeki

altın ticaretinin ana arteri haline getirdi.

a. Batı Sahra Ticaretinin Örgütlenmesi: Altına Dayalı

Bölgesel Bir Ticaret Ağı

385 Hodgson, The Classical…, s. 309.

Page 121: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

113

Sahra-ötesi altın ticareti geç Roma döneminden beri büyüme süreci

içerisindeydi. Öyle ki Roma, M.S. 3. yüzyılın sonlarında Kartaca'da altın para basan

bir darphane açmış, M.S. 4. yüzyılın sonlarından itibaren ise Kuzey Afrika’dan

vergileri altın olarak toplamaya başlamıştı.386 Öte yandan, Müslümanlardan önce

bölgeyi en son yöneten Bizanslılar da 533 yılından beri Kartaca’da altın para

basıyorlardı.387 İslam, Akdeniz dünyasının üstün bir gücü haline gelirken Roma’nın

birçok mirası gibi parasal sistemini de devraldı. Altın ve gümüş bu sistemin temel

parçalarını meydana getiriyordu. Özellikle altın para İslam devletlerinde özel bir

konum edinmişti; sadece egemen siyasi güç altın para basma hakkına sahipti. Altının

ekonomik ve siyasi aladaki bu merkeziliği, Müslümanlar’ın Mağrip’e ve ötesine

yayılmasındaki en önemli motivasyon kaynaklarından biri oldu.388 Nitekim ilk

Müslüman fatihler altın ticaretinin rotasını izleyerek Batı Sahra’ya çeşitli seferler

düzenlenmişler ve önemli derecede altın elde etmişlerdi.389

Fetihler tamamlanıp siyasi yapı oturmaya başlayınca altın akışını istikrara

kavuşturacak ticari bir örgütlenme kaçınılmaz hale geldi. Emeviler’in Mağrip valisi

Abdal Rahman bunun için 747 - 755 arasında Batı Sahra’da düzenli ticareti mümkün

kılacak bir altyapı kurmaya girişti.390 8. yüzyılın ortalarında Emevilerin iktidardan

düşmesi ne bu girişimlerin yarıda kalmasına ne altın ticaretinin kesintiye uğramasına

386 Garrard, op. cit., s. 447 – 448. 387 Idem.. 388 James Miller, “Trading through Islam: The Interconnections of Sijilmasa, Ghana and the Almoravid

Movement,” The Journal of North African Studies, Vol. 6, No:1 (2001), s. 49. 389 Nehemia Levtzion, Ancient Ghana and Mali, Africana Publishing Company, New York, 1980, s. 126. 390 Nehemia Levtzion, “The Sahara and the Sudan from the Arab conquest of the Maghrib to the rise

of the Almoravids”, The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD 1050, der., J. D. Fage, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s. 639-41.

Page 122: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

114

yol açtı. Zira Büyük Ayaklanma391 sonrası Mağrip’in siyasi güçlerinden biri haline

gelen Hariciler altın ticaretini devraldılar ve ticarete yeni bir dinamizm kattılar.

Nitekim Batı Sahra’dan kuzeye akan altının hacmi Hariciler ile beraber büyümeye

başladı.392 Ancak asıl artış, Sahra-altı Afrika’dan Nil vadisine uzanan yolların artan

kum fırtınaları ve baskınlar nedeniyle 9. yüzyıldan itibaren terkedilmesi sonrasında

gerçekleşti.393 Şimdi Sahra-ötesi altın ticaretinin yoğunluğu Batı Sahra’ya kaymaya

ve buradaki ticaret ağlarını genişletmeye başlamıştı.394

Batı Sahra ticaretinin büyümesi Batı Mağrip’teki kentleşmenin yayılmasını

tetikledi. Kartaca’yla başlayıp Roma’yla süren bölgedeki antik kentleşme süreci daha

çok Akdeniz kıyısı ve kuzeydeki tarım alanları ile sınırlı kalmıştı. İslam ile beraber

Batı Mağrip’te antik dönemin sınırlarını aşan ikinci bir kentleşme dönemi başladı.

Büyük Berber Ayaklanması sonrası Batı Mağrip’te egemen olan İdrisi Hanedanlığı,

Roma döneminden kalma tarım geliri üzerine kurulu kent ekonomileri düzenini

devralmış ve görece genişletmişti.395 Başta Fes ve Basra olmak üzere bir çok irili

391 Emevi Hanedanlığı’nın Arap olmayan Müslümanlara (mevali) karşı takındığı ayrımcı tutum hızla genişleyip kozmopolitleşen İslam İmparatorluğu’nun genelinde ciddi bir rahatsızlığa neden oluyordu. Afrika bağlamında söz konusu ayrımcılıktan en çok etkilenenler Berberler’di. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmalarına rağmen Berberler Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelememişler, gerektiğinde zorla vergi alınan, askeri potansiyellerinden yararlanılan bir nüfus olarak kalmışlardı. 715’te İslam İmparatorluğu kolay ilerlenen zaferlerin sonuna geldiğinde, varlığını fetih sürecine dayandıran Emevilere olan muhalefet şiddetlendi ve siyasi, ekonomik ve dinsel yansımaları olan bir patlama yaşandı. 740 yılında Orta Mağrip’teki Harici Berberler’in önderliğindeki büyük ayaklanmayla başlayan süreç, doğuda Abbasiler’in Emeviler’i devirmelerine dek devam etti. Batıda ise Abbasi güçlerinin 761’de ayaklanmayı bastırıp Mağrip’in doğusunda egemenliğini yeniden tesis etmesiyle sonlandı. İslam topraklarının Batı Akdeniz’deki siyasi - dinsel birliği ise parçalanmıştı. Endülüs Abbasiler’in egemenliğini kabul etmeyen Emeviler’in, Mağrip’in en batısı (Mağrip el-aksa) Şii İdrisiler’in, Orta Mağrip ise İbadi Hariciler’in egemenliği altına girdi. Böylelikle, hâlihazırda imparatorluğun merkeziyle zayıf ilişkilere sahip Batı Akdeniz Halifelik’in merkezi otoritesinden kaçış noktası haline geldi. 392 Levtzion, Ancient…, s. 127. 393 James L. Boone, J. Emlen Myers ve Charles L. Redman, “Archeological and Historical Approaches to Complex Societies: The Islamic States of Medieval Morocco,” American Anthropologist, Vol. 92, No. 3 (1990), s. 633. 394 Ibid., s. 633-4. 395 Ibid., s. 632.

Page 123: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

115

ufaklı kent İdrisiler döneminde kuruldu.396 (Ek 13) Ancak, bu kentleri güçlendirip

geleneksel Roma sınırının güneyine taşıyan ticari gelir oldu.397 9. yüzyılda büyüyen

altın ticaretinin getirdiği dinamizm Batı Mağrip’teki kentleşmenin giderek Yukarı

Atlas Dağları’nın güneyine doğru yayılmasına yol açtı. Tafilelt Vadisi’ndeki

Sicilmasa, Anti-Atlas dağlarındaki Tamdult ve Sous Vadisi’ndeki Igli gibi vaha

kentleri Batı Sahra’daki büyüyen ticari ağdan faydalanmak üzere kuzeyden gelen

kolonyalistler tarafından kuruldular.398 Böylelikle, Sahra-altı Afrika’dan Mağrip’e ve

Endülüs’e uzanan Batı Akdeniz399 merkezli altına dayalı bir ticaret ağı ortaya çıktı.

b. Değişen Dengeler: Batı Sahra Ticaretinin Yükselişi ve

Çöküşü

İslam Halifeliği, 9. yüzyılın sonlarına doğru bir kriz dönemine girdi. Merkezi

otoritenin giderek güç kaybettiği bu süreç, İslam dünyasındaki ve Akdeniz’deki

dengeleri değiştiren yeni süreçleri tetikledi. Söz konusu süreçlerin ortak özelliği,

İslam’ın ilk dönem fetihleri sonrası kazandığı tartışılmaz üstünlük sonucu

dışlananların yeniden güç kazanmaya başlamasıydı. Öyle ki, İslam topraklarındaki

sosyo-politik sistemin dışında kalan muhalif hareketler, yerel topluluklar, mezhepler

ve Akdeniz dünyasının etkisiz bir parçası olmaktan öteye gidemeyen Avrupalılar

etkinliklerini giderek arttırdılar. Tartışmasız bir üstünlüğün olmadığı böyle bir

ortamda, gerek siyasi gücünü arttırmak gerek Akdeniz’in para üzerinden dönen

ticaret ağlarına katılmak isteyen yeni aktörlerin tamamı altına gereksinim duydu. Bu

396 Michael Brett ve Elizabeth Fentress, The Berbers, Oxford, Blackwell Publishing, 1997, s. 90. 397 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 631. 398 Brett ve Fentress, op. cit., s. 90. 399 Bu noktada, Akdeniz’e dair antik dönemdeki coğrafi bölümlememizi yenilemeliyiz. Antik Akdeniz’i doğu ve batı olarak ikiye ayırmıştık. Ancak, Müslüman fetihleri sonrasında Batı Mağrip’in ile İber yarımadasının hızla kentleşmeleriyle Akdeniz’in en batı ucu dünya-ekonomiye daha sıkı eklemlendi. Bu nedenle, artık Kartaca ve İtalyan yarımadasını kapsayan bölge Orta Akdeniz, Batı Mağrip ve İber yarımadası ise Batı Akdeniz olarak anılacaktır.

Page 124: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

116

bağlamda Batı Sahra, hem değişen dengelerin doğrudan etkilediği hem de dengeleri

değiştiren bir unsur olarak önem kazandı.

(1) Bölgesel Ticaret Ağı Siyasi Açıdan Bütünleşiyor:

Fatimilerden Murabıtlara

9. yüzyılın sonlarına doğru bir zayıflama sürecine giren Hilafet devletinin

merkezi otoritesi 10. yüzyılda dağılmaya başladı. Askeri yönetimler ve Şii hareketler

eyaletlerdeki yönetimleri hızla ele geçiriyorlardı.400 Büyük Berber Ayaklanması

sonrasında merkezi otoriteden kaçış noktası haline gelen Mağrip’in bu sürecin

dışında kalması olanaksızdı. Bu bağlamda, 10. yüzyılın başlarından itibaren

Mağrip’te giderek güç kazanan Fatimiler, Sahra-altı Afrika’dan Akdeniz’e dek

uzanan coğrafyadaki dengelerin değişmesinin önünü açan bir etki yarattılar. Fatimi

hareketinin nihai hedefi Mısır’ı fethedip Bağdat’a karşı Şii bir halifelik inşa etmekti.

Bu süreçte Fatimiler Batı Sudan altınını401 siyasi ve ekonomik genişlemelerini

finanse edecek bir kaynak olarak kullandılar.402 Nitekim ilk ele geçirdikleri yerlerden

biri Batı Sahra’daki altın ticaretinin ana merkezi olan Sicilmasa idi. Kenti 913 yılında

fethettikten sonra, aynı yıl altın para basıp Halife’nin otoritesini tanımadıklarını ilan

ettiler.403 920’lere gelindiğinde Batı Sudan altınının Fatimi ekonomisindeki yeri o

denli büyüdü ki, gelirlerin neredeyse yarısını oluşturuyordu.404 Batı Sudan altınının

sağladığı geniş finansman desteği Fatimiler’in hızlı bir şekilde yükselmesine yardım

etti.

400 Hodgson, Expansion…, s. 12. 401 Sahra-altı Afrika’dan kuzeye akan altın İslam coğrafyasında Batı Sudan altını olarak biliniyordu. Bu noktadan sonra Batı Sudan altını olarak kullanılacaktır. 402 Levtzion, Ancient…, s. 127. 403 Miller, op. cit., s. 40. 404 Levtzion, Ancient…, s. 140.

Page 125: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

117

Altının yanı sıra Fatimilerin yükselişinin ardındaki diğer önemli etken

Berberlerdi. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmuşlarsa da Berberler ne

Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelebilmişlerdi, ne Kuzey Afrika’daki düzene

tamamen entegre olabilmişlerdi. Berber nüfusun büyük kısmı hâlâ Kuzey

Afrika’daki kentsel düzenin dışında kalan dağlık bölgelerde veya çöl sınırında

yaşıyor, geleneksel toplumsal düzenlerini sürdürüyorlardı. Müslüman yöneticiler

tarafından gerektiğinde zorla vergi alınan, askeri potansiyellerinden yararlanılan bir

nüfus olarak kalmışlardı. Dolayısıyla, İslam’ın ilk dönem fetihlerinin ardından geçen

iki yüz yıllık süre zarfında Berberler için değişen pek bir şey olmamıştı; mevcut

durum “Roma döneminden ziyade Bizans’a benziyordu.”405 Yeni bir düzen vaadeden

Fatimiler söz konusu dışlanmışlığı kullanarak Berberlerin askeri potansiyelini

harekete geçirdiler ve Batı Mağrip’ten başlayarak Kuzey Afrika’daki bütün düzeni

ters yüz ettiler.

Fatimi hareketinin kısa sürede büyük güç kazanması İslam dünyasının

Akdeniz’deki liderliğine yönelik mezhepler arası bir güç mücadelesini tetikledi. İlk

tepki Endülüs Emevilerinden gelmişti. Tek halifenin varlığını teorik olarak kabul

etseler de, Endülüs Emevileri 8. yüzyılın ortalarından beri fiilen özerk olarak hareket

ediyorlardı. Bizzat kendilerine bir tehdit olarak gördükleri Fatimilerin yükselişi

sonrası söz konusu kabullerini hukuksal açıdan da terkettiler. Öyle ki, III. Abdal

Rahman 928’de altın para bastırıp Bağdat’ın otoritesini reddederek 929’da

halifeliğini ilan etti.406 Endülüs Emevileri, öte yandan, aynı Fatimiler gibi Berber

kabileler vasıtasıyla Mağrip siyaseti ve Batı Sahra’nın altın ticareti üzerinde

hakimiyet kurmaya çalıştılar. Yerel ve bölgesel güçlerin dahil olduğu Batı

405 Brett ve Fentress, op. cit., s. 92. 406 Levtzion, Ancient…, s. 128.

Page 126: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

118

Akdeniz’deki bu güç mücadelesi 10. yüzyılda Sahra-ötesi altın ticaretinde bir

patlama yarattı. 407

Altın ticaretinin potansiyeli büyüdükçe Batı Sahra’daki rekabet de alevlendi.

Aslına bakılırsa, Sahra-altı Afrika’dan Akdeniz’e dek uzanan Batı Sahra’nın ticaret

ağlarını Sanhaja olarak adlandırılan Berber Konfederasyonu yönetiyordu. Ancak,

Fatimilerle Endülüs Emevileri arasındaki mücadele Sanhajaların hâkimiyetini büyük

ölçüde zedeledi. Öyle ki, Endülüs Emevileri ile beraber hareket eden Zanata

kabileleri 10. yüzyılın ortalarından itibaren eski İdrisi kentlerini ve Sicilmasa’yı

alarak Batı Mağrip’te Sanhaja aleyhine genişlemeye başladılar.408 Öte yandan, Batı

Sudan altınını piyasaya süren Gana Krallığı da 10. yüzyılın sonlarına doğru Batı

Sahra ticaretinin güneydeki bitiş noktası olan Avdaghust’u ele geçirdi. Dolayısıyla,

11. yüzyıla girildiğinde Sanhaja’nın ticari hakimiyeti kuzeyden ve güneyden Batı

Sahra’ya doğru yönelen yayılmacı hareketler karşısında gerilemeye başladı.

Sanhajaların 10. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu ani çöküşleri Fatimiler’in

Mısır’a taşınmalarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşmişti. Aslında, çöken yalnız Batı

Sahra’daki Sanhaja hâkimiyeti değildi. Fatimiler sonrasında Kuzey Afrika’daki

bütün siyasi düzen yerinden oynamış, kabile merkezli parçalanmış bir siyasi düzen

hâkim hale gelmişti. Bu süreç, kuzeyin yerleşik ve kentli toplumlarında İslami bir

toplumsal düzen idealini güçlendirdi.409 Şeriat’ın yasaları çerçevesinde şekillenen bu

idealin Mağrip’teki en önemli temsilcileri Keyravan’daki Maliki’lerdi. Arap fetihleri

407 Peter Mitchell, African connections: an archaeological perspective on Africa and the wider world,

Lanham, Altamira Press, 2005, s. 135-173. 408 Brett ve Fentress, op. cit., s. 97. 409 Jamul N. Abun-Nasr, A History of Maghrib in the Islamic Period, Cambridge, Cambridge University

Press, 1987. s. 77.

Page 127: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

119

sırasında kurulan “ribat”lardan410 biri olan Keyravan, Müslümanlar Akdeniz’de

üstünlüğü ele geçirdikten sonra öteki ribatlar gibi askeri rolünü bir kenara bırakıp

dinsel bir merkeze dönüşmüştü. Ancak, sürekli cihat fikri sayesinde yapısındaki

militan niteliği de muhafaza etmişti.411 Bu bağlamda, Malikilik sert İslam yorumuyla

9. yüzyıldan itibaren Keyravan’daki ortodoks İslam anlayışının sözcüsü, Fatimiler’in

yükselişi sonrasında ise Kuzey Afrika’daki Sünni siyasetin lideri haline geldi.412 Ne

var ki, Sünni İslam idealini dayatacak bir güçten yoksun olmaları, göçebe Berber

kabilelerin İslami davaya dâhil edilmesini zorunlu kılıyordu. Bu noktada, Batı Sahra

ticaretinde yeniden kontrol sağlamak isteyen Sanhaja Berberleri ile Mağrip’te İslami

bir düzen talep eden kentli toplumlar arasında bir çıkar birliği oluştu.

Batı Sahra’nın göçebe Berber kabileleri Maliki İslam ile beraber önemli bir

dönüşüm geçirdiler. Malikilik öncesi Berberler’in İslam deneyimi ortodoks anlayışa

göre oldukça yüzeyseldi. Gerek Hariciler gerek İdrisiler Berberler’in geleneksel

toplumsal örgütlenmelerinde ve yaşam biçimlerinde İslami açıdan pek bir değişiklik

yaratmamışlardı.413 Oysa, 11. yüzyılın ortalarından itibaren Batı Sahra’da yayılmaya

başlayan Maliki İslam kesin ve sert yasalarıyla Sanhaja Berberlerinin toplumsal

örgütlenmesi üzerinde tam tersi bir etki yaptı. Bu nedenle, ortaya çıkan Berber

kabilelerin oluşturduğu yeni bir kabile konfederasyonu değildi; ruhani otorite ile

kabile liderliğini harmanlayan bir harekettti.414 “Ribat”ın insanları (murâbitun)

mânasındaki Murabıtlar adını alan hareket, kırsalda yaşayan göçebe Berberler’in

askeri potansiyelinin dinsel bir zemin çerçevesinde harekete geçirilmesine

410 Ribatlar, İslam’ın ilk yayılış evresinde gerek askeri savunma gerek Arap Müslümanlar’ın yerel kültür içinde asimile olmalarını engellemek amacıyla kurulan istihkâm edilmiş kasabalardır. 411 Levtzion, “The Sahara…”, s. 657. 412 Ibid., s. 656. 413 Hodgson, Expansion…, s. 268. 414 Levtzion, “The Sahara…”, s. 653-4.

Page 128: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

120

dayanıyordu. Bu bağlamda, Batı Sahra’daki hakim konumun geri alınma amacı

dinsel bir şevkle birleşti ve baskınlar cihada dönüştü. 1055 yılında Sicilmasa’yla

başlayan fetihler dizisi 1110’a gelindiğinde Batı Sudan’dan İber yarımadasına

uzanan geniş bir coğrafyayı Murabıtlar’ın kontrolü altına soktu. Böylelikle

Murabıtlar, ticaret vasıtasıyla bağlantılı hale gelen Batı Akdeniz merkezli bu bölgeyi

siyasi olarak birleştirdiler. (Ek 14)

Murabıtlar büyük bir alana yayılan imparatorluklarını Akdeniz kıyısından

yönetmediler. Başkentleri, Yukarı Atlas Dağları’nın kuzeyindeki eski bir Berber

kenti olan Aghmat’ın yakınlarında bulunan Marakeş’ti. Bu tercih, en önemli gelir

kaynağı altın olan imparatorluk ekonomisinin Sahra-ötesi ticarete olan bağımlılığının

bir yansımasıydı.415 Üstelik bu bağımlılık, Batı Sahra’nın altın ticaretindeki

konumuna paralel olarak git gide güç kazandı. Arap kabilelerin 11. yüzyıldaki

göçleri Doğu Mağrip’teki yönetimleri ve kırsal bölgelerdeki ticaret yollarının

güvenliğini zayıflatmıştı.416 Öte yandan, Fatimiler Mısır’a geçtiklerinden beri altın

ticaretini Nübya ve Doğu Afrika ile yaptıklarından Batı Sudan altınına olan talepleri

azalmıştı. Bu nedenlerden ötürü Batı Sahra hattı, Akdeniz ile Sahra-altı Afrika

arasındaki altın ticaretinin hâkim rotası haline geldi ve Batı Sudan altını büyük

oranda Batı Akdeniz’in kentlerine akıtıldı. Sicilmasa, Aghmat, Marakeş, Tilimsan,

Nul Lamta ve Fez gibi Batı Mağrip kentlerinin417 yanı sıra, Sevilya, Kordoba,

Malaga ve Almerya gibi İber kentlerinde418 de yüksek kalitede altın para basılmaya

415 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 635. 416 Levtzion, Ancient…, s. 129. 417 Boone, Myers ve Redman, op. cit., s. 635. 418 Nehemia Levtzion, “The Western Maghrib and Sudan”, der., Roland Oliver, The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 336.

Page 129: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

121

başlamıştı. Böylece Batı Akdeniz’de ekonomik açıdan birbirine entegre kentleşmiş

bir bölge ortaya çıktı.

(2) Avrupa’nın Yükselişi ve Batı Sahra Ticaretinin

Çöküşü

İslam dünyasında taşları yerinden oynatan gelişmeler, Akdeniz’deki güç

dengesini de değiştirdi. 11. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’nın güneyindeki

Müslümanlar konumlarını giderek kaybediyorlar, özellikle İtalyan kent devletleri

Ağlebiler döneminde Müslümanlar tarafından fethedilen güney kıyılarını tek tek geri

alıyorlardı. Akdeniz’deki mutlak Müslüman üstünlüğü yüzyılın sonunda artık söz

konusu değildi. Avrupalılar adına ticarete katılan İtalyan kent devletleri Akdeniz

dünyasında giderek daha çok rol oynamaya başlamışlardı. Nitekim 12. yüzyılın

ortalarından itibaren yapılan anlaşmalarla başta İtalyanlar olmak üzere Avrupalı

tacirlere Kuzey Afrika’ya yerleşerek ticaret yapma serbestisi tanındı.419 Bunun

üzerine Avrupalı tacirler, Trablsugarp’tan Atlantik kıyısındaki Massa’ya, Afrika’nın

kuzeyindeki büyük liman kentlerine yerleşerek “funduq” denen anklavlar kurdular.

Avrupa’nın Akdeniz üzerinden Sahra-ötesi ticaret üzerinde kurduğu etki, başta

İtalyan kent devletleri olmak üzere Avrupalıların 13. yüzyılın ortalarından itibaren

altın standardına geçmesiyle iyice büyüdü.420 Öyle ki, Avrupa’nın talebi sayesinde

Sahra-ötesi altın ticareti 14. yüzyılda yeni bir doruk noktasına ulaştı.421 Avrupalılar

şimdi Sahra-ötesi ticareti doğrudan yönlendiren bir aktör haline gelmişlerdi.

419 Ibid., s. 347. 420 Levtzion, Ancient…, s. 131-2. 421 Ibid., s. 132.

Page 130: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

122

Ne var ki bu rolleri pek uzun sürmedi. Akdeniz dünyası 14. yüzyılın

ortalarından itibaren vebanın etkisiyle bir resesyon dönemine girince,422 Batı Sudan

altınına olan talep birden bire düştü. Ancak, düşen talep Avrupa’nın Sahra-ötesi

ticaret sistemi üzerindeki etkisinin sona erdiği anlamına da gelmiyordu. Nitekim

İtalyan kent devletleri veba salgını sonrasında ticari üstünlüklerini yitirmemişlerdi.

Aksine, ticaretin çekim merkezleri olmayı sürdürmüşler, böylece Akdeniz

dünyasının ağırlık merkezinin eskisi gibi Batı Akdeniz olmadığını kanıtlamışlardı.

Bölgesel gelişmeler de eklenince bu durumun Sahra-ötesi ticaret sisteminin yapısında

bir değişim gerçekleştirmemesi mümkün değildi. Öyle ki, göçebe Arap kabileler 14.

yüzyılda Batı Sahra’da hakim hale gelmişler ve bölgedeki ticaretin sürekliliğini

sağlayan istikrar ortamını ortadan kaldırmışlardı.423 Bundan dolayı, Batı Sahra’daki

ticaret yolları ve merkezleri giderek doğuya kaymaya başladı.424 Sicilmasa ve

Avdaghust gibi Batı Sahra ticaretinin eski merkezleri yerlerini Tuat, Valata ve

Timbuktu gibi yeni kentlere bırakırken,425 Sahra-ötesi ticaretin kuzeydeki bitiş

noktası Batı Mağrip’ten giderek doğudaki Tilimsan, Oran ve Hunayn gibi liman

kentlerine kaydı.426 Dolayısıyla, Batı Sahra 14 yüzyılın ortalarından itibaren eski

ticari önemini kaybetti.

15. yüzyıldaki dramatik gelişmeler Batı Sahra’nın ticaret sisteminin dışında

kalma eğilimini iyiden güçlendirdi. Her ne kadar, veba krizi İtalyan yarımadasını

Akdeniz ticaretindeki konumunu pek etkilememişse de, İtalyan kent devletleri

sisteminde bir dizi değişime neden olmuştu. Uluslararası ticaretin hacmi 14. yüzyılın

422 Abu Lughod, European…, passim. 423 Levtzion, Ancient…, s. 148. 424 Lydon, op. cit., s. 85. 425 Idem.. 426 Roland Oliver ve Anthony Atmore, Medieval Africa, 1250–1800, Cambridge, Cambridge University

Press, 2001, s. 53.

Page 131: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

123

ortalarında hızla düşünce İtalyan kentleri arasındaki refah döneminin işbirliği yerini

sert bir rekabete bıraktı.427 Bu mücadeleden galip ayrılan Venedik Akdeniz

ticaretinde tekel kurup öteki güçleri doğunun kârlı piyasalarından dışlayınca yeni bir

hareketi tetiklemiş oldu. Başta Cenevizliler olmak üzere Akdeniz’in ticaret ağlarının

dışına itilen aktörler, Portekiz ve İspanya’nın doğu ticaretine açılan yeni yollar arama

faaliyetini desteklemeye başladılar.428 Bu amaçla 1441’den itibaren Atlantik kıyıları

boyunca güneye seferler düzenleyen Portekizliler, Sahra-altı Afrika için yeni bir

ticaret ortağının ilk habercisiydiler. Nitekim söz konusu seferler sonucu Afrika’nın

Atlantik kıyılarında kurulan yerleşimler otuz yıl içinde Batı Sudan altının o

dönemdeki kaynağı olan Akan ormanına o denli yaklaştı ki aracıya lüzum

kalmadı.429 Atlantik ticareti büyüdükçe altın kuzeye değil batıya pazarlanmaya

başladı ve ticaretin ekseni Batı Sahra’yı gereksiz kılacak biçimde değişti.

2. Sahra-altı Afrika: Sudan İmparatorlukları

Müslüman tacirler Sahra’nın güneyindeki düzlükleri “siyahların toprakları”

anlamına gelen Bilad el-Sudan olarak adlandırmışlardı. Sudan bir isimlendirme

olmasının yanı sıra, Sahra-ötesi ticaretin sınırlarını ima eden coğrafi bir saptamaydı.

Kıta boyunca batıdan doğuya doğru birbirine paralel şekilde uzanan farklı ekolojik

kuşakların meydana getirdiği coğrafi bir bütünün saptanmasıydı. Bu bütünün en

kuzeyinde çölün savana doğru döndüğü, Sahra’yı devasa bir denize benzeten Arap

tacirlerin “sahil” olarak adlandırdıkları yarı kurak otlaklar yer alır. Güneye inildikçe

yağış miktarıyla beraber otlaklar yoğunlaşır, bodur ağaçlıklar coğrafi yapının hâkim

unsuru haline gelirler. Sudan topografyasının büyük kısmını oluşturan söz konusu

427 Arrighi, op. cit., s. 147. 428 Ibid., s. 73. 429 Levtzion, Ancient…, s. 134.

Page 132: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

124

ekolojik kuşaklar iletişimi engellemeyen, insanların, malların ve fikirlerin kolaylıkla

dolaşabileceği geniş düzlüklerden oluşur. Ancak, bu durum daha güneydeki tropikal

kuşakta tamamen tersine döner. Sık ağaçlık alanların ve çeçe sineklerinin hâkimiyeti

büyükbaş hayvan kullanımını neredeyse tamamen engeller. Bu nedenle, Sahra-ötesi

ticareti sahil kentlerine dek Müslüman tacirler, kervanların çeçe sinekleri nedeniyle

daha fazla ilerleyemedikleri güneye ise Sudan İmparatorlukları taşımıştır. (Ek 15)

a. Batı Sudan: Altın İmparatorlukları

Batı Sudan’ın uluslararası ticarete eklemlenme sürecinin önünü açan Batı

Sahra’nın ticari bir koridora dönüşmesidir. Bu sayede, Müslüman tacirler Akdeniz

kentlerinin altın talebini karşılamak için çölün güneyini her geçen yüzyıl daha sık ve

düzenli ziyaret edebilmişlerdi. Ancak Müslüman tacirlerin düzenli ziyaretleri, eğer

Batı Sudan’da Akdeniz dünyası tarafından talep edilen malları iç bölgelerden temin

edip pazarlayacak, yani mübadele süreçlerini örgütleyecek toplumlar olmasaydı

mümkün olmazdı. Dahası, önceki bölümde anlatıldığı gibi, Batı Sahra ticareti

yaklaşık iki yüzyıl içerisinde Akdeniz siyasetine etki edecek denli bir gelişim

gösteremezdi. Dolayısıyla, Batı Sudan’ın Akdeniz dünyasının bir parçası haline geliş

süreci iki ayaklıdır. Öncelikle, Batı Sudan’da ekonomik ve siyasi bir yapı kurulmuş,

sonrasında bu yapılar Sahra-ötesi ticaret geliriyle beraber hızla büyümüştür.

(1) Orta Nijer Merkezli Antik Kentleşme ve Devletleşme

Batı Sudan topografyasının geneli iletişimi engellemeyen, insanların, malların

ve fikirlerin kolaylıkla dolaşabileceği geniş düzlüklerden oluşur. Üstelik Nijer Nehri

ulaşıma uygun yapısıyla bu düzlükleri birbirine bağlar. Atlantik’in yaklaşık 200-250

kilometre doğusundan doğup kuzeydoğu yönünde akan Nijer çöl sınırına yaklaştıkça

geniş bir kavisle güneybatıya dönmeye başlar. Nehir en kuzey noktasında

Page 133: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

125

gerçekleştirdiği bu kavis sayesinde bir yandan akış yönünü okyanusa doğru çevirir,

öte yandan doğal kaynaklar açısından zengin bir iç delta meydana getirir. Her yıl

ağustos ile eylül ayları arasında nehrin artan su hacminin yarattığı mevsimsel

taşkınlar deltanın yaklaşık elli bin kilometre karelik bir alanını sular altında

bıraktığından, bölge hayvancılık, balıkçılık ve tarımsal üretim açısından oldukça

verimlidir. Bu nedenle, Orta Nijer söz konusu iç delta sayesinde büyük bir nüfusu

besleyebilecek bir potansiyele sahiptir.

Ne var ki, iklimsel dalgalanmalar bu potansiyelin tamamıyla gerçekleşmesinin

önüne geçmiştir. Yağmur miktarı ve Nijer nehrinin su seviyesi yıldan yıla

değişkenlik gösterdiği için Orta Nijer’deki taşkınlar bir yıl beklenenden düşük

kalırken, ertesi yıl her şeyi sular altında bırakabilecek kadar genişleyebiliyordu. Öte

yandan, çölün bu dalgalanmaları takiben genişleyip daralması, otlak ve tarım

alanlarının da sürekli olarak değişmesi anlamına geliyordu. Çevresel şartların sürekli

değişkenliği, Batı Sudan’da Afro-Avrasya sisteminin antik merkezlerindekine

benzeyen, istikrarlı tarımsal üretime dayalı bir yerleşik ekonominin kurulmasını

engelledi. Aksine, esnek bir geçim ekonomisi kurulmasını zorunlu kıldı. Topluma

hareket kabiliyeti sağlayarak kuraklıklardan korunma şansı tanıyan göçerlik ve

hayvancılık sosyo-ekonomik yapının ana unsurlarından biri haline geldi.430 Bu

nedenle, Batı Sudan’da salt tarımsal üretime dayalı geleneksel örneklerden farklı bir

yerleşikleşme süreci yaşandı.

Söz konusu sürecin altyapısını hazırlayan neolitik yaşam biçimleri ilk defa

günümüzde Sahra’nın güney batısına denk düşen bölgede ortaya çıktı. Batı Afrika

430 Susan Keech McIntosh, “Reconceptualizing Early Ghana,” Canadian Journal of African Studies, Vol.

42, No. 2/3, Engaging with a Legacy: Nehemia Levtzion (1935-2003), s. 355-6.

Page 134: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

126

pirinci ve pörl gibi ehlîleştirilmiş tahılları pastoral ekonomilerine ekleyen

Soninkeler,431 M.Ö. ikinci bin yılın sonlarına doğru, Sahra’nın güney batısında

mevsimsel bir yerleşik düzen kurmuşlardı.432 Her ne kadar, Soninkeler belli bir

istikrar sağlayıp siyasi örgütlenmelerini şeflikler kuracak şekilde genişletmişlerse

de,433 yerleşik yaşamın merkezi M.Ö. birinci bin yıldaki gelişmelerle beraber giderek

Orta Nijer’e kaydı. Nitekim pirinç yetiştiren topluluklar yeni bin yılda Orta Nijer’i

kolonileştirmeye girişince,434 bölge yerleşik yaşamı destekleyen potansiyeli

sayesinde bir çekim merkezine dönüşmeye başladı. Önce bakırın, M.Ö. 500’den

sonra ise demirin kullanılmaya başlanması435 toprağın işlenmesini kolaylaştırıp

tarımsal üretimdeki verimi arttırınca bu süreç hız kazandı. Öyle ki, üretimin

büyümesini düzenli ticari ilişkilerin ortaya çıkışı izlemiş, M.Ö. 500’lerden itibaren

sahil ile Sahra’nın güneyi arasında, hayvancılıkla uğraşan nüfusun mevsimsel

göçlerinin ön ayak olduğu, bakıra ve tuza dayalı bir ticaret ağı kurulmuştu.436

Böylelikle, Orta Nijer bölgesinde salt tarımsal üretimin ötesine geçen Jenne-Jeno gibi

ilk sürekli yerleşimler kurulabildi.437

Batı Sudan’ın M.Ö. 300’den itibaren “Büyük Kuraklık”438 olarak adlandırılan

bir döneme girmesiyle yerleşik ekonomilerin gelişim süreci kesintiye uğradı.

Yağışlar azalıp nehirlerin su hacmi düştükçe Sahra giderek güneye doğru genişliyor,

bunu takiben sulak bölge sınırı da güneye kayıyordu. M.S. 300’e dek devam eden bu

431 Soninkeler, Mande dili konuşan Sudanik toplulukların en kuzeyinde yaşayanlarına verilen addır. 432 Mcintosh, op. cit., s. 355-6. 433 Levtzion, Ancient…, s.12’den Munson, P. J. (Manding Conference) Arcaeology and the pre-historic origins of the Ghana empire, Conference on Manding Studies, S.O.A.S., Londra, 1972. 434 Susan Keech Mcintosh, “Modeling political organization in large-scale settlement clusters: a case study from the Inland Niger”, Beyond Chiefdoms Pathways to Complexity in Africa, New York, Cambridge University Press, 2005, s. 67. 435 Ibid., s. 66-7. 436 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 362. 437 Mcintosh, Modeling political…, s.66-7. 438 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 350.

Page 135: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

127

dönem Batı Sudan’ın ekolojik sisteminde önemli bir değişime yol açtı. Gerek Orta

Nijer’deki gerek Sahra’nın güney batısındaki yerleşimlerin beslendiği çevresel şartlar

şimdi neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı. Bunun üzerine, atlı Berber göçebelerin

artan baskısına da maruz kalan Soninkeler sulak bölge sınırını takiben güneye göç

etmeye başladılar.439 Öte yandan, kuraklıkla mücadelenin stratejik ayağı olan

hayvancılığın ekonomideki konumu güçlenirken,440 sahil ile Sahra’nın güneyi

arasındaki ticaret ağı bütünüyle çöktü.441 “Büyük Kuraklık” Batı Sudan’daki sosyo-

ekonomik ve siyasi düzeni yeniden biçimlendirmişti.

İklimsel şartların düzelmesiyle Orta Nijer bölgesindeki nüfus M.S. 4. yüzyıldan

itibaren yeniden büyümeye başladı.442 M.S. 5. yüzyıla gelindiğinde Jenne-Jeno’nun

büyüklüğü yirmi beş hektarı geçmiş, doğuda Gao palazlanmaya başlamıştı.443 Nüfus

büyüdükçe bu yerleşimler salt gıda üretimi yapan merkezler olmaktan çıkıp Batı

Sudan’ın öncül kentlerine dönüştüler.444 Bu süreci, bölgesel kaynakların kent

ekonomilerin ihtiyacına yeteri kadar cevap veremeyişi izledi. Öyle ki, Orta Nijer’in

nehirleri, gölleri ve kum tepeleri kentleşmiş toplumların değişen ihtiyaçlarını

karşılamayınca bölge dışı ilişkiler geliştirmek zorunlu hale geldi. Bu nedenle, Batı

Sudan’ın öncül kentleri, M.S. 6. yüzyıldan itibaren, Orta Nijer’in kuzeyindeki ve

güneyindeki öteki bölgesel sistemlerle bağlantılı kurarak merkezine yerleştikleri

439 Levtzion, Ancient…, s. 6. 440 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 357-8. 441 Ibid., s. 362. 442 Mcintosh, Modeling political…, s.67. 443 Mitchell, op. cit., s. 135-173. 444 Robert O. Collins ve James M. Burns, A History of Sub-Saharan Africa Second Edition, New York,

Cambridge University Press, 2014, s. 80.

Page 136: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

128

geniş bir bölgeler-arası ticaret ağının kurulmasına ön ayak oldular.445 Böylece, Batı

Sudan’da kentleşmiş toplumların yönlendirdiği geniş bir ticaret sistemi ortaya çıktı.

Giderek büyüyen bölgeler-arası ticareti kontrol etmek önemliydi; ancak

otlakların denetimi de en az onun kadar mühimdi. Zira Batı Sudan’ın sosyo-

ekonomik yapısı hâlâ büyük ölçüde pastoral ekonomiye ve göçebeliğe dayanıyordu.

Özellikle Soninkelerin Sahra’daki yerleşimlerini terk edip güneye göç etmeleri bu

üstünlüğü pekiştirmişti. İklimsel şartların düzelmesi sonrasında otlak sınırı kuzeye

doğru genişledikçe,446 çölün güneyinde ve kuzeyinde yaşayan göçebe toplumlar, yani

Soninkeler ile Berberler daha fazla karşı karşıya gelmeye başladılar. Ne var ki,

taraflar arasındaki mücadelenin ibresi giderek deve kullanımını yaygınlaştıran

Berberler lehine değişiyordu.447 Gerek sahil ile çöl arasındaki büyüyen ekonomik

potansiyel gerek Berberlerin artan baskısı Soninkelerin Sahra’nın güney batısında

tecrübe ettikleri siyasi örgütlenmelerini yeniden yapılandırmalarını tetikledi.

Kuzeyden gelen baskıya direnç gösterebilecek ve büyüyen ticaret üzerinde daha

geniş bir denetim kurabilecek Gana Krallığı bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktı.

O halde İslam daha Kuzey Afrika’ya yayılmadan önce Batı Sudan’da geniş çaplı

ticareti örgütleyebilecek öncül bir kentleşme ve devletleşme yaşanmıştı.

(2) Sahra-ötesi Ticaret ve İmparatorluklar Dönemi

İslam’ın Kuzey Afrika’ya yayılışı ile Akdeniz’den Sahra-altı Afrika’ya dek

uzanan bir coğrafyada yeni bir dönem başladı. Akdeniz dünyası Roma’nın çöküşü

sonrasında kentlerin küçüldüğü, parasal ekonominin büyük oranda terk edildiği bir

445 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 363 ve Connah, op. cit, s. 106. 446 Mclntosh, “Reconceptualizing…”, s. 357-8. 447 Levtzion, Ancient…, s. 7. Sözü edilen Berberler, M.S. 3. ve 4. yüzyıldan itibaren deve kullanarak Batı Sahra’daki üstünlük sahasını genişleten Sanhaja’lardı.

Page 137: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

129

sürece girmişti. İslam, Akdeniz’deki bu süreci tersine döndürdü; Roma dönemindeki

ekonomik yapıyı devralarak kentleşmeyi ve ticareti teşvik etti, böylece para

ekonomisinin giderek büyümesinin önünü açtı. Doğal olarak, Akdeniz’in kentlerinde

zamanla ciddi bir altın talebi ortaya çıktı. Söz konusu talep, Sahra-ötesi ilişkilerin

sistematikleşmesinin arkasındaki en önemli motivasyonlardan biriydi. Ancak ticareti

mümkün kılan, aynı zamanda, İslam’ın kuzeyde yarattığı büyük talebi Sahra-altı

Afrika’da geniş çaplı ticareti örgütleyerek karşılayabilecek kentleşmiş toplumların

varlığıydı. Bu bağlamda, Akdeniz ile Batı Sudan arasındaki ilişkiler yoğunlaştıkça

Orta Nijer merkezli ticaret ağı Sahra-ötesi sistemin bir parçası haline geldi. Haliyle

ticaretten elde edilen gelir arttı ve bu sayede Batı Sudan’daki kentleşme, devletleşme

ve ticaret ağı gibi yapılar giderek büyüdü. (Ek 16)

i) Gana İmparatorluğu (350 – 1200)

Müslüman tacirler 8. yüzyıldan itibaren sahildeki ticaret merkezlerine sıklıkla

uğramaya başladılar.448 Tacirlerin Batı Sudan’daki duraklarından biri Gao, ötekisi

Gana’ydı. Coğrafi konumunun sağladığı avantaj sayesinde Gana, temelde tuza ve

bakıra dayanan İslam öncesi ticaret kalıbının maden ayağını altına dönüştürmüştü.449

Altın, başkent Kumbi Saleh’e on sekiz gün uzaklıktaki Senegal ile Faleme nehirleri

arasında bulunan Bambuk’un altın yataklarından sağlanıyordu. 9. yüzyılda daha fazla

tuz ihraç eden Berber tacirler karşılığında daha çok altın almaya başladılar.450 Bu

durum, bir yandan Sahra-ötesi ticaretten sağladığı geliri arttırıp Gana’yı

zenginleştirirken,451 öte yandan Batı Sudan altınının Akdeniz’deki öneminin

448 Levtzion, Ancient…, s. 183. 449 Mcintosh, “Reconceptualizing…”, s. 367. 450 Erik Gilbert ve Jonathan T. Reynolds, Africa in World History From Prehistory to the Present, New

Jersey, Pearson Education, Inc, 2008, s. 105. 451 Collins ve Burns, op. cit., s. 82.

Page 138: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

130

büyümesine yol açtı. 10. yüzyılda Fatimilerle beraber Kuzey Afrika’daki altın

talebinin hızla artmasına paralel olarak Gana’nın Batı Sudan’daki egemenliği de

genişledi. 10. yüzyılın sonlarında Berber kenti Avdaghust’un alınması sonrasında,

Gana kuzeyde çöl sınırından güneyde Nijer nehrine, batıda Senegal nehrinden

doğuda iç Nijer deltasına uzanan geniş bir ticaret imparatorluğu haline geldi. Altın

ticareti üzerinde kurduğu tekel, Gana’yı küçük bir krallıktan bölgesel bir hegemona

dönüştürerek Sahra-ötesi ticaretin ilk büyük Batı Sudanlı ortağı yaptı.

Sahra-ötesi ticaret gelirinin artmasına Batı Sudan’daki kentlerin büyümesi eşlik

etti. Gana’nın başkenti Kumbi Saleh, on beş ila yirmi bin kişinin yaşadığı, Batı

Sudan’ın en büyük kentlerinden biri haline geldi.452 Gao ise zengin hinterlandı ve

Kuzey Afrika’nın farklı bölgelerine erişim sağlayan coğrafi konumu sayesinde

dinamik bir ticaret merkezine dönüştü. Sahra-ötesi ticaretle beraber büyüyen ve

kozmopolitleşen bu kentler giderek İslam’ın etkisi altına girdi. İlk müslümanlaşanlar

Sahra-ötesi ticarete katılan yerel ortaklardı.453 Bunlar Gana’da, güneydeki altın

yatakları ile sahil kentleri arasındaki altın ticaretini örgütleyen Soninkelerdi.

Ticaretle meşguliyetleri sonucu Soninkelerin geleneksel dinlerin köklerini bulduğu

yerel yaşam biçiminden kopmaları Müslümanlaşmalarını kolaylaştırmıştı.454 Öte

yandan İslam, yönetim alanında da yayıldı. Güçlenen siyasi otoritenin etkin bir

yönetim sistemi kurma arzusu, okur-yazar Müslümanların kâtip, haznedar ya da

bakan olarak bürokraside daha çok rol almalarını sağladı.455 Kuzeyden göç eden

452 Levtzion, Ancient…, s. 24. 453 Timothy Insoll, “The Archaeology of Islam in Sub-Saharan Africa: A Review,” Journal of World

Prehistory, Vol. 10, No. 4, 1996, s. 469. 454 Levtzion, Ancient..., s. 187. 455 Insoll, op. cit., s. 471.

Page 139: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

131

tacirler söz konusu yerel unsurlarla birleşince sahil kentlerinde hatırı sayılır bir

Müslüman nüfus ortaya çıktı.456

Gana Müslüman nüfusu siyasi bir tehdit olarak algılamadı. Tersine, İslam’ı

sosyo-ekonomik ve siyasi düzenin bir parçası yapmaya çalıştı. Zira imparatorluk,

öncelikle Sahra-ötesi ticaretin temel dinamikleri üzerine kurulmuştu. Altın ticaretinin

tekelleştirilmesi ve doğu batı yönünde genişleyip ticari gelirin biriktiği sahilin

denetim altına alınması da hep bu yöndeki bir politikanın sonucuydu. İmparatorluk,

bu sayede 11. yüzyılda gücünün zirvesine ulaşarak Sahra-ötesi ticaretin güneyindeki

tek belirleyici güç haline gelmişti. Ancak, şartlar 11. yüzyılın ikinci yarısında

değişmeye başladı. Batı Sudan 11. yüzyılda yeni bir kuraklık dönemine girince,457

Kumbi Saleh ve Avdaghust gibi kentlerin hinterlandı olan Mema bölgesindeki

tarımsal üretim hızla düştü.458 Buna altının kaynağının Yukarı Nijer’deki Bure’ye

doğru kayması459 ve Batı Sudan’a dek uzanan Murabıt seferleri de eklenince Gana

geri dönülmez bir düşüş süreci içerisine girdi. Murabıtlar Avdaghust’u geri almakla

kalmayıp 1076’da Kumbi Saleh’i yağmalamışlardı. Bu darbe sonrasında Gana siyasi

bütünlüğünü ve ticari tekelini tamamen yitirdi. Batıda Murabıtların

Müslümanlaştırması sonrasında İslami ağın bir parçası haline gelen Takrur ve

güneyde Mali, bir zamanlar Gana’nın tek başına yürüttüğü ticari işlevlere ortak

456 Bu nüfus gerek Kumbi Saleh’de gerek Gao’da kentin ayrı bir kısmında ikamet ediyordu. Levtzion, ”The Sahara…”, s. 677-8. 457 Connah, op. cit., s. 106. 458 Timothy Insoll, “Iron Age Gao: An Archaeological Contribution,” The Journal of African History,

Vol. 38, No. 1 (1997), s. 19-20. 459 Levtzion, Ancient…, s. 53. Altın kaynağının değişimi sonrasında Gana’nın düşüşe geçmesi geleneksel Soninke mitlerine yansımıştır. Vagadu’ya (Gana kralı) altın ve refah getiren Bida adlı yılan öldürülmüş, kanayan kafası yeni altın diyarı haline gelen Bure’ye düşmüştür. Ibid., s. 155.

Page 140: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

132

oldular.460 Böylece, Batı Sudan siyaseti küçük şefliklerin hâkimiyetinde

istikrarsızlaşırken, ekonomi küçülme sürecine girdi.461

ii) Mali İmparatorluğu (1230 – 1600)

Gana ile birlikte Batı Sudan’daki ekonomik ve siyasi gelişmeler, Sahra-ötesi

ticaret sisteminin değişken durumuna bağımlı hale gelmişti. Öyle ki, Gana’yı çöküşe

götüren süreç, aslında 11. yüzyılın ikinci yarısında Sahra-ötesi ticaret sisteminin

büyük kısmını bir krize sürüklemişti. Yıkılan yalnız Gana değildi; Kuzey Afrika’daki

siyasi düzen de Fatimilerin yarattığı tahribattan kurtulamamış, Arap kabilelerin

göçleri ile parçalanmıştı. Öte yandan, Avrupalıların Akdeniz’deki Müslüman

üstünlüğüne meydan okumaları söz konusu krizi derinleştirdi. Murabıtların Batı

Sahra’dan İber yarımadasına uzanan imparatorlukları dışında Kuzey Afrika’da başka

herhangi bir yerde siyasi istikrar yoktu. Kuzey Afrika siyasetinin içine girdiği kriz,

13. yüzyılda Muvahidlerin Mağrip’i birleştirmesiyle kısmen sona erdi. Aynı yüzyıl

içinde, Avrupalılar yavaş da olsa altın standardına geçmeye başlamıştı. Kuzey

Afrika’nın görece siyasi istikrara kavuşması Avrupa’nın başını çektiği bir ekonomik

dinamizm ile birleşince Akdeniz dünyasının Batı Sudan altınına olan talebi gitgide

arttı.

Kuzeyin büyüyen altın talebi, güneyde yeni bir siyasi genişleme sürecini

tetikledi. Bure’nin altın yataklarını kontrol eden Malinkeliler, 13. yüzyılın

başlarından itibaren hızla Batı Sudan’da hegemonya kurmaya başlamışlardı.462 Bu

süreçte Malikenliler temelde Gana modelini takip ettiler. Bir yandan altın ticaretini

tekelleştirdiler, öte yandan ticari gelirin biriktiği sahile doğru genişlediler. Bu sayede,

460 Miller, op. cit., s. 45. 461 Collins ve Burns, op. cit., s. 83. 462 Levtzion, Ancient…, s. 155.

Page 141: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

133

küçük Malinke şefliği doğuda Atlantik’ten batıda Orta Nijer’e dek uzanarak Sahra-

ötesi ticaretin güneyini kontrol eden büyük bir imparatorluğa dönüştü. Değişen

şartlar imparatorluğun inşasında yeni yaklaşımlar geliştirilmesini zorunlu kılıyordu.

Nitekim Gana sonrası dönemde kuraklığın etkisiyle sahildeki kervan ticaretinin

merkezi Orta Nijer’e kaymıştı.463 Orta Nijer, nehir yolları sayesinde kolaylıkla

iletişim kurulabilecek tarımsal potansiyeli büyük bir hinterlanda sahipti. Söz konusu

potansiyel, Mali’nin Orta Nijer’in verimli alüvyol ovalarına doğru genişlemesini ve

tarımsal üretimi ekonomik yapısının bir parçası haline getirmesini tetikledi. Ancak,

sabanla değil çapayla tarım yapıldığından üretim sınırlı kalıyordu. Bu durum,

imparatorluğu kölelerin tarım yaptığı köyler kurarak emek yoğun bir üretim sürecine

yönlendirdi.464 Köle emeğine dayalı tarımsal üretim zamanla Mali ekonomisinin en

önemli gelir kaynaklarından biri oldu.465 Ticaretin tarımla desteklenmesi, Yukarı

Nijer’deki Niane’den iç Nijer deltasındaki Jenne-Jeno’ya, sahildeki Valata,

Timbuktu, Dia, Gao ve Tadmekka’ya uzanan geniş bir kent ekonomileri ağı yarattı.

Mali, köle emeğine dayalı tarımsal üretimi sistematikleştirerek Orta Nijer merkezli

bu ağın varlığını görece sürdürülebilir bir temele oturtmuştu.

Kent ekonomilerini merkezine alan bu büyük imparatorluğu bir arada tutacak

ideolojik tabanı İslam sağladı. Batı Sudan’da İslam, çoğunlukla tacirler ve yerel

yöneticiler arasında yaygın olan bir kent diniydi. Nüfusun geriye kalan büyük kısmı

yerel dinlere bağlılılığını sürdürüyordu. Zira tarım, hayvancılık veya balıkçılık

yapanlar için günlük yaşamın merkezinde yerel şartlar ve yerel tanrılar yer alıyordu.

Oysa Sahra-ötesi ticarete katılan tacirler ve yöneticiler daha küresel bir bağlamda

463 Ralph A. Austen, Trans-Saharan Africa in World History, New York, Oxford University Press, 2010,

s. 42. 464 Levtzion, “The Western…”, s. 386-7. 465 Oliver ve Atmore, op. cit., s.62-3.

Page 142: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

134

yaşıyorlardı.466 İslam’ın yerelliği aşan niteliği, siyasi otoriteye, geleneksel dinlerin

sınırlamalarından kurtulup iktidarını, meşruiyetini ve uluslararası ticaretteki

konumunu güçlendirme olanağı sağladı. Nitekim Mali küçük bir şeflikten çok etnili

büyük bir imparatorluğa dönüştükçe İslam güçlendi. Özellikle Mansa Uli’nin (1260-

1277) hacca gidip meşru bir Müslüman yönetici olarak tanınmasından sonra Mali

yönetiminde İslam’ın etkinliği giderek arttı.467 14. yüzyılda imparatorluk gücünün

doruğuna ulaştığında İslam’ın etkinliği de zirve noktasına erişti468 ama kentlerle

sınırlı kalmaya devam etti. Bu nedenle, geleneksel dinlere bağlılıklarını sürdüren

kırsal nüfusu yabancılaştırmak istemeyen yöneticiler, Müslüman da olsalar yerel

dinlerle ile İslam arasında bir konumda durmaya özen gösterdiler.469 Zira etnik ve

dini açıdan karmaşık bir yapıya sahip Batı Sudan coğrafyası ancak bu sayede

yönetilebiliyordu.

Mali güçlendikçe ticaret ağı da büyüdü. Ticaret yolları, 14. yüzyılın ikinci

yarısında, bir yandan zengin altın kaynaklarına sahip güneydeki Akan ormanına, öte

yandan kentsel bir gelişim içinde bulunan güney doğudaki Hausaland’a dek

genişlemişti.470 Ancak, aynı dönem içerisinde vebanın Akdeniz’i vurması Sahra-ötesi

altın ticaretinden elde edilen gelire koşut olarak merkezi otoritenin zayıflamasına yol

açtı. Her imparatorlukta olduğu gibi Mali’nin de zayıf karnı veraset sistemiydi.

İmparatorluğu kimin yöneticiğine dair karmaşa 14. yüzyılın ikinci yarısında iktidar

466 John Glover, Sufism and Jihad in Modern Senegal, New York, University of Rochester Press, 2007, s.27-8. 467 Insoll, “The Archaeology…”, s. 484. 468 Levtzion, Ancient…, s. 198. 469 Nehemia Levztion, “Islam in the Bilad al-Sudan to 1800”, der., Nehemia Levtzion ve Randall L.

Pouwels, The History of Islam in Africa, Ohio, Ohio University Press, 2000, s. 66. 470 Levtzion, “The Western…”, s. 375.

Page 143: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

135

mücadelelerini şiddetlendirmişti.471 Bu durum, kentlerin ve tarım alanlarının

savunmasız kalmasına yol açınca imparatorluğun çekirdek bölgesi dışında kalan

çevre bölgelerin ayrılma eğilimi güçlendi.472 Tadmekka, doğudaki Songai ve batıdaki

Volof krallıkları ilk ayrılanlar oldu. 15. yüzyılın ilk yarısında Timbuktu ve Jenne-

Jeno gibi kentlerin yanı sıra Mema ve Diarra gibi bölgelerin de ayrılmasıyla Mali

sahildeki hâkimiyetini tamamen yitirdi.473 Böylelikle, Sahra-ötesi ticarete doğrudan

erişimini kaybetmiş küçük bir krallık haline geldi.

iii) Songai İmparatorluğu (1464-1591)

Mali İmparatorluğu’nun dağılması sonrasında Orta Nijer, göçebelerin yağma

tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Mossiler ve Tuaregler Timbuktu ve Jenne-Jeno gibi

kentlerine, Fulbe pastoralistleri ise iç Nijer deltasının verimli tarımsal alanlarına

baskınlar düzenlemeye başlamışlardı.474 Orta Nijer’in içine düştüğü istikrarsızlığı,

15. yüzyılın ortalarına doğru batı yönünde genişlemeye başlayan Songai sona erdirdi.

Orta Nijer’in doğu yakasını kontrol eden Songai Krallığı’nda nüfusun büyük

çoğunluğu geçimini nehirle ilgili mesleklerden (balıkçılık, sandal yapımı, nehir

taşımacılığı, nehir tacirliği vb.) sağlıyordu. Nehirle hemhal oluşları Songai dili

konuşanların Gao’dan Timbuktu’ya ve Jenne-Jeno’ya kadar Nijer Nehri üzerinde yer

alan bütün büyük kentlerin temel etnik yapısını meydana getirmelerine yol açmıştı.475

1464’te tahta oturan Sünni Ali (1464-1492), Songailer’in bu avantajlarını kullanarak

471 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 66. 472 Levtzion, Ancient…, s. 78. 473 Levtzion, “The Western…”, s. 384. 474 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 67. 475 Idem..

Page 144: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

136

Nijer su yoluna dayanan bir genişleme startejisi izledi. Bel kemiğini donanmanın

oluşturduğu ordu, Songai’yi Gao’dan Jenne-Jeno’na uzanan bir imparatorluğa

dönüştürdü. Özellikle Jenne-Jeno’nun fethi imparatorluğa sahil kentlerini besleyecek

iç Nijer deltasının yanı sıra, güneydeki altın ve kola kaynaklarına giden ticaret

yollarını da kontrol etme olanağı sağladı.476 Sünni Ali’nin ölümü sonrasında yayılma

süreci iktidarı ele geçiren Muhammed Ture (1493–1528) ile sürdü. Ture, kölelerden

oluşan profesyonel bir ordu kurarak Nijer su yolunun ötesine uzanan seferler

düzenledi.477 Batıda Senegal Nehri’ne, doğuda Hausaland’a dek uzanan seferler

sonucu Songai eski Mali İmparatorluğu’nun kuzey bölümünün tamamına yakınını

kontrol eder hale geldi. Böylelikle, Mali sonrasında ortaya çıkan güç boşluğu

doldurulmuş ve Orta Nijer’in kentleşmiş bölgesi yeniden birleştirilmişti.

Songai Sünni Ali ve Muhammed Ture döneminde sürekli olarak genişlese de,

iki lider arasında imparatorluğun yönetimine dair ciddi farklar vardı. Sünni Ali Orta

Nijer’i yeniden güvenli bir bölge haline getirmişti ancak, Sahra-ötesi ticaretin ana

dinamiklerini göz ardı etmişti. Öyle ki, Sahra’daki tuz ve bakır madenlerini kontrol

edip çöl ticaretine yön veren Tuaregler ile ilişkileri bozmuş, Batı Sudan’daki İslami

kültürün merkezi sayılan Timbuktu’daki çoğunlukla Berberlerden oluşan ulemayı

sürmüştü. Muhammed Ture478 bu süreci tersine çevirdi ve Songai’yi Sahra-ötesi

ticaret merkezli eski Mande imparatorluklarına benzer şekilde yeniden dizayn etti.

Ulemanın Timbuktu’ya dönmesine izin vererek genişleyen imparatorluğun

476 Ibid., s. 68. 477 Levtzion, “The Western…”, s. 430. 478 Her ne kadar Songai’nin sözlü geleneğinde Muhammed’den Sünni Ali’nin kız kardeşinin oğlu

olarak söz edilse de, Arap kaynaklarına göre, o bir Ture’ydi. Ture, Soninkelerin ticaret ve İslam ile yakından ilgili bir kabilesidir. Levtzion, “The Western…”, s. 427-8.

Page 145: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

137

yönetiminde İslam’ın ideolojik desteğini yeniden sağladı.479 Öte yandan, Tuaregler

ile ilişkileri düzelterek Batı Sudan için hayati öneme sahip tuzun ve bakırın güneye

akışını garanti altına aldı.480 Bunlara ek olarak, köleciliğe dayanan ekonomik sistemi

sürdürmüş, hatta genişletmişti. Batı Sudan’daki devletsiz toplumlara düzenli

baskınlar düzenleyerek çok sayıda köle ele geçiriyordu. Bunların bir kısmı

imparatorluk boyunca yayılan çiftliklere, bir kısmı orduya, geriye kalanı ise özellikle

Batı Mağrip’te gelişmeye başlayan şeker emdüstrisinin talebi nedeniyle Sahra-ötesi

ticare aktarılıyordu.481 Kısacası, Mali’yle beraber doruk noktasına ulaşan Batı

Sudan’daki Sahra-ötesi ticaret gelirine dayalı İslami imparatorluk modeli Songai ile

devam etti.

Batı Sudan’ın birbirini izleyen imparatorluk dönemleri sayesinde Sahra-ötesi

ticaret ağı giderek genişlemişti. Bunu takiben kentleşme ve devletleşme çevre

bölgelere yayıldı. Ticaret ağı Batı Sudan’ın içlerine doğru genişledikçe imparatorluk

alanın hinterlandında Oyo, Benin ve Nupe gibi devletler türedi. Öte yandan, ticaretin

büyümesi Batı ve Orta Sudan arasındaki iletişimi de yoğunlaştırdı. Özellikle kentsel

bir gelişim içerisindeki Hausaland, Sahra-ötesi ticarete güçlü bir şekilde eklemlenen

Batı Sudan için potansiyel bir yayılma alanı haline geldi. Önce 14. yüzyılın ikinci

yarısında ticaret diasporaları Hausaland’a göç etmeye başladılar. Bu göçler kent

ekonomilerin yayılmasına ön ayak oldu. Zira söz konusu diasporalar sadece

tacirlerden değil, din adamları, çiftçiler ve zanaatkârlardan oluştuğundan göç ettikleri

bölgelerde kentleşmiş toplumların altyapısını hazırlıyorlardı.482 Göçleri Songai

479 Idem.. 480 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 68-9. 481 Ibid., s. 69. 482 Ivor Wilks, “The Juula and the Expansion of Islam into the Forest”, der., Nehemia Levtzion ve Randall L. Pouwels, The History of Islam in Africa, Ohio, Ohio University Press, 2000, s. 94.

Page 146: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

138

İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldaki Hausaland seferleri takip etti. Batı ile Orta Sudan

arasındaki ekonomik ve siyasi bütünleşmenin ilk işaretleri olan bu girişimler 16.

yüzyılın sonlarına doğru tamamen sona erdi. Zira imparatorluklar dönemi sadece

ticari ağı yaymakla kalmamış, aynı zamanda, Batı Sudan’ı Akdeniz’in değişken

jeopolitik hesaplarının da bir parçası yapmıştı.

Müslümanların Endülüs’ü kaybetmeleriyle Batı Akdeniz’deki dengeler tersine

dönmüştü. Şimdi, Portekiz Müslüman topraklarına doğru genişlemeye çalışıyordu.

Bunda yeteri kadar başarılı olamamışsa da, Atlantik Okyanusu’nu kullanmaya

başlaması Batı Mağrip’teki Müslümanların çıkarlarını doğrudan tehdit altına soktu.

Zira Portekizliler Batı Mağrip’in güneyindeki ekonomiyi doğrudan kontrol altına

almışlardı.483 Şerifyan Hanedanlığı484, söz konusu tehdidi ortadan kaldırmak için

1515’ten itibaren bir dizi tedbir aldı. Hanedanlık, Batı Sahra yolunu yeniden

canlandırıp Sahra-ötesi altın ticaretini doğrudan kontrol altına alarak Batı Mağrip’i

eski günlerine döndürmeyi amaçlıyordu.485 1591’de Batı Sudan’a sefer düzenleyen

Şerifyan ordusu, ateşli silahlarının avantajını kullanarak Songai güçlerini tarihsel

öneme sahip bir yenilgiye uğrattı ve Batı Sudan’daki ardışık imparatorluklar dönemi

sona erdi. Geniş çaplı ticareti örgütleyecek bir siyasi gücün noksanlığında, Atlantik

kıyısının büyüyen talebi ticaret yollarının eksenini kuzeyden batıya doğru

döndürmeye başladı.

b. Orta Sudan: Köle Ticareti ve Kentleşme

483 Levtzion, “The Western…”, s. 453-4. 484 Murabıtlar ile beraber Batı Mağrip’te Berber hanedanların hâkim olduğu bir dönem başlamıştı. Arap kökenli Şerifyan Hanedanlıkları 1549’da yönetimi ele geçirerek bu döneme sona verdi. 485 Idem..

Page 147: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

139

Orta Sudan’daki tarihsel gelişim Batı Sudan’dakinden farklı bir çizgi izlemiştir.

Her şeyden önce, Orta Sudan’da, batıdakine benzer Nijer merkezli bir coğrafi

bütünlükten söz edilemez. Söz konusu bölge daha ziyade birbirinden bağımsız iki

ayrı alt-bölümden meydana gelir: Doğudaki Çad Gölü havzası ile batıda Hausaland.

Bu iki alt-bölüm, Sahra-ötesi ticaret sistemine farklı zamanlarda farklı yollar

izleyerek dâhil olmuşlardır. Zira ekonomik yapılarının gelir kaynağı birbirinden

tamamen farklıdır. Hausaland tarımsal üretim etrafında yavaş ama istikrarlı bir

biçimde kentleşirken, Çad Gölü havzasındaki göçebeler, temel kalıpları Garamantlar

zamanında şekillenen köle ticaretini devralmışlar ve hızla büyütmeye girişmişlerdir.

(1) Çad Gölü Havzası: Köleci İmparatorluk

Kölecilik Akdeniz dünyasında kökleri oldukça gerilere uzanan kurumsallaşmış

bir yapıdır. Antik Mısır’dan Roma’ya dek Akdeniz’in birçok önemli gücü köle

emeğinden faydalanmıştır. İslam, Akdeniz’in eski uygarlık sahasına yayılırken

birçok diğer şey gibi köleciliği de devraldı. Geniş tarım arazilerinden yoksun İslam

topraklarında köle, kısa zamanda kentlinin günlük yaşamının önemli bir parçası

haline geldi.486 İlk safhada, köle ihtiyacı fetihler sonrasında yapılan anlaşmalar

vasıtasıyla karşılanmış, köleleştirilenler çoğunlukla Berberler olmuştu. Ancak, bir

kölenin hizmet süresi ölümden azad etmeye kadar birçok farklı nedenden dolayı

yaklaşık yedi yıl olduğundan, köle nüfusunun korunabilmesi için her yıl bu nüfusun

486 İslam dünyasında en çok cariye ya da hizmetçi olarak ev işlerinde kullanılabilecek kadın köle talep

ediyordu. John Wright, The Trans-Saharan Slave Trade, New York, Routledge, 2007, s. 3. Ancak kölenin rolü sadece bununla sınırlı kalmadı. Büyüyen ekonomik ve siyasi ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir nüfus tabanından yoksun olması kölenin rolünü genişletti. Bu bağlamda Afrikalı köleler, Abbasi Halifeliği'nde bataklıkların tarım arazisine dönüştürülmesinde ya da Mağrip'teki yönetimlerin siyasi üstünlük amacıyla kurdukları "Abit" adlı ordularda sistematik bir şekilde kullanıldılar. Levtzion, “The Sahara…”, s. 638-9.

Page 148: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

140

yaklaşık yüzde on beşinin yenilenmesi gerekiyordu.487 Anlaşmalar bu konuda

yetersiz kalınca ticaret, köle sağlamada giderek daha çok kullanılan bir yol olmaya

başladı. Bu noktada, Müslüman da olsalar Berberleri köleleştiren Emevi

Hanedanlığı’nın 8. yüzyılın ortalarında iktidardan düşmesi dönüm noktası oldu.

Şimdi kölelikten köleciliğe terfi eden Berberler, büyüyen talebi karşılamak için Çad

Gölü havzası ile Fizan arasındaki antik köle ticaretini canlandırmaya giriştiler.

Çad Gölü havzası, bereketli suları, geniş otlakları ve verimli arazileri ile Orta

Sudan’da nüfusun yoğunlaştığı ilk odak noktalarından biridir. Ancak, söz konusu

şartlar havzanın her tarafına eşit biçimde dağılmamış, havzanın güneyi ile kuzeyi

birbirlerinden tamamen farklı ekolojik yapılara sahip olagelmişlerdir. Gölün güney

kısmı iyi derecede yağış almasına rağmen, kuzeye doğru yağış miktarı giderek azalır.

Nitekim kuzeye doğru çıkıldıkça göle önce kurak savan, en kuzey kısmında ise Sahra

eşlik eder. Buna paralel şekilde, havzanın güney kısmında yerleşik topluluklar

yaşarken, kuzey kısmı göçebe topluluklara ev sahipliği yapmıştır.488 Öte yandan,

çölle olan doğrudan bağlantısı sayesinde havzanın kuzey kısmı Fizan’dan Çad

Gölü’ne uzanan yolun bir parçası haline gelmiştir. Birçok küçük vahanın ve su

487 Wright, The Trans-Saharan…, s. 2-3. 488 Orta Sudan’daki erken kentleşme ve devletleşmenin ilk örneklerine Çad Gölü havzasının kuzeyi

değil güneyi ev sahipliği yaptı. Öyle ki, M.Ö. beşinci bin yıldan itibaren gölün güney batı ucundaki eski deltada havzadaki ilk yerleşimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Connah, op. cit., s. 84. Söz konusu yerleşimler, M.Ö. ikinci bin yılda gölün küçülmeye başlamasıyla önce eski göl yatağına, sonra güneydeki Firki bölgesine kaydı. Ibid., s. 84-5. Firki, yağışlı mevsimde sular altında kalan, kurak mevsimde ise nemi tutabilen geniş ovalara sahipti. Bu ovalara yerleşen topluluklar tarımın, hayvancılığın ve balıkçılığın bir arada yapıldığı karma bir ekonomiye sahiplerdi. Miladi dönemlerle beraber Firki’deki yerleşik yaşam giderek güç kazandı. Zira demirin metalürjisinin yayılması toprağın ekimini kolaylaştırmış, tarım giderek ön plana çıkmıştı. D. Lange, “The Chad region as a crossroads”, General History of Africa III Africa from the Seventh to the Eleventh Century, der., M. Elfasi, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1988, s. 441. Tarımsal üretimin büyümesiyle Firki yerleşimleri bakır alaşımların, camdan ve akikten boncukların mübadele edildiği daha geniş bir ilişkiler ağına dâhil oldular. Connah, op. cit., s. 85. Zamanla duvarlarla çevrilen ve uzun mesafe ticaretinden daha büyük bir refah elde eden havzanın güneyindeki bu yerleşimlerden bazıları, Orta Sudan’daki erken kentleşmenin ve devletleşmenin ilk örnekleri haline geldiler. Ibid., s. 86.

Page 149: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

141

kuyusunun yanı sıra, Kavar ve Fizan vahalarının iletişimi kolaylaştırdığı bu yol,

Sahra’yı geçmek için çevresel şartların en uygun olduğu güzergâhtı. (Ek 17) Bu

nedenle, Müslümanlar 8. yüzyılın ortalarından itibaren ticareti köle sağlamanın temel

yolu olarak kullanmaya başlayınca, Çad Gölü havzası ile Akdeniz arasındaki ilişkiler

hızla büyüdü.489 Böylece, köle ticaretinin güney ayağını örgütleyen Orta Sudanlı

göçebeler devletleştiler. Kurdukları Kanem490 Krallığı, 9. yüzyılda, Gana ve Gao’nun

(Songai) yanı sıra Sudan’daki en büyük devletlerden biri haline geldi.491

Sahra-ötesi ticaret geliri büyüdükçe Kanem’in göçebe niteliği zayıfladı. Öyle

ki, Kanem’deki yerleşik toplulukların sayısı 10. yüzyıldan itibaren giderek arttı.

Krallıkta küçük de olsa kasabalar kurulurken,492 Çad Gölü havzasının daha sulak ve

nemli bölgelerine göç edenler sorgum ve pirince dayanan bir tarımsal üretime

başlamışlardı.493 Öte yandan Kanem, 10. yüzyılın sonlarına doğru hâkimiyetini kan

bağı olan toplulukların ötesine doğru epeyce genişletti.494 Böylece, kan bağına dayalı

göçebe bir krallıktan farklı kültürel grupları ve yerleşik unsurları kapsayan bir

imparatorluğa dönüşmeye başladı. Bu dönüşüm süreci, 11. yüzyılın sonlarında

Kanem’in siyasi yapısında bir kırılmaya yol açtı. 1075’te iktidar, devleti yaklaşık 800

yıla yakın yönetecek olan, köklerini Saif bin Dhi Yasan adlı Yemenli efsanevi bir

Arap figüre dayandıran Sayfava Hanedanlığı’na geçti. Yönetici hanedanın

meşruiyetini Arap bir ataya dayandırması, Kanem’in Müslümanların

egemenliğindeki Sahra-ötesi ağlara ne denli eklemlendiğini gösteriyordu. Bundan

489 E. Savage, “Berbers and Blacks: Ibāḍī Slave Traffic in Eighth-Century North Africa,” The Journal of

African History, Vol. 33, No. 3 (1992), s. 356. 490 Kanem, Teda ve Kanuri dillerinde “güney” anlamına gelen “anem”den türemiş, aslen coğrafi bir terimdir. Levtzion, “The Sahara…”, s. 680. 491 Idem.. 492 Lange, op. cit., s. 450. 493 Levtzion, “The Sahara…”, s. 681. 494 Lange, op. cit., s. 449.

Page 150: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

142

dolayı, yerleşikleşme ve İslamlaşma gibi Kanem toplumunu yeniden biçimlendiren

radikal dönüşümler öncelikle Sahra-ötesi köle ticaretinden elde edilen gelire bağımlı

idi.

Kanem bu geliri arttırmak için köle karşılığında tuzun yanı sıra başta at olmak

üzere kılıç, kalkan, mızrak, koşum ve eğer gibi savaş kabiliyetini arttıracak mallar

ihraç ediyordu.495 Bu sayede, nüfus yoğun bölgeler üzerinde siyasi üstünlük

kurulabiliyordu. Öte yandan, Kanem ekonomisi için bir diğer önemli nokta ticaret

yollarındaki istikrardı. Aslına bakılırsa, Kanem’i ilgilendiren tek bir yol vardı; o da

Çad Gölü – Kavar – Fizan hattıydı. Orta Sudan’ı Akdeniz’e bağlayan alternatif başka

bir yol yoktu. Coğrafi konumu sebebiyle hem kuzey - güney hem doğu – batı yönlü

yolların kesişim noktasında yer alan Fizan, Kanem için vazgeçilmezdi. Bu nedenle,

Fizan’daki siyasi istikrarın bölgeden geçen yolların güvenliğini garanti etmesi

ticaretin devamlılığı için şarttı. Ne var ki, bu istikrar ortamı Arap kabilelerin 11.

yüzyıldaki göçleriyle bozulmaya başladı. 1172’de siyasi otorite çökünce Fizan

merkezli ticaret düzeni bir çıkmaza girdi.496 Bunun üzerine Kanem İmparatorluğu,

12. yüzyılın sonunda kuzeye doğru genişleyip Fizan’ı kontrol altına aldı ve Orta

Sahra’daki düzeni yeniden sağladı.

İmparatorluk bu sayede Sahra-ötesi ticaret sisteminin Çad Gölü’nden Fizan’a

dek uzanan büyük bir kısmına yön veren bölgesel bir güç haline gelmiş ve 13.

yüzyılda gücünün doruk noktasına ulaşmıştı. Bir yandan yeni genişleme dalgalarıyla

Çad Gölü havzasındaki üstünlüğünü perçinliyor497, öte yandan, Fizan’ı kendi

495 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 80. 496 Wright, The Trans-saharan…, s. 28. 497 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 80-1.

Page 151: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

143

çıkarları doğrultusunda498 yönetiyordu. Kanem’in Sahra-ötesi ticaret sisteminde

güçlenmesiyle İslam’ın saraydaki etkisi de giderek büyüdü. Ancak söz konusu İslam,

Sayfava Hanedanı ile Kanem’de etkin olmaya başlayan, geleneksel inanışlara ılımlı

İslam anlayışından farklıydı. Kanemli yöneticiler Fizan’ın fethiyle beraber İslam’ın

daha ortodoks yönüyle tanışmışlardı.499 İmparatorluğu en parlak zamanlarında

yöneten Mai Dunama (1210 - 1248) bu yeni İslam anlayışını hızla kabul edip

ülkesinde egemen kılmaya çalıştı. Hacca gidip Kahire’de Kanemli öğrencilerin

eğitimi için bir medrese inşa ettiren Mai Dunama geleneksel pratiklerin ve inanışların

terk edilmesi konusunda sürekli bir baskı uyguladı.500 Bu çerçevede, geleneksel

dinde merkezi bir yere sahip olan bir kültün kutsallığını çiğnemesi imparatorluğu

kriz dönemine soktu. Nitekim Mai Dunama’nın eylemi imparatorluğun hâlâ

geleneksel çok tanrıcılığı takip eden önemli kabilelerini yabancılaştırmış ve iç

çatışmaların önünü açmıştı.

Kanem, kabileler arası savaşı takiben 14. yüzyılda hızlı bir düşüş sürecine

girdi. Yüzyılın başında Fizan’daki egemenlik kaybedildi. Bunu imparatorluğun gerek

yerel halk gerek bölgeye yeni göç eden Arap kabileler üzerindeki kontrolünü

yitirmesi izledi.501 Çatışmalar, imparatorluğun üzerinde kurulduğu doğu

topraklarındaki güvenliği ortadan kaldırmış, başkent ayaklanan kabilelerin doğrudan

tehdidi altına girmişti. Bununla birlikte, veraset mücadeleleri ve kuraklaşma siyasi

498 Siyasi düzenin çöküşüne dek, Fizan’ın merkezi Garamantların son dönemlerinde yükselmeye başlayan Zuvila idi. Zuvila, Nil Vadisi’ne erişim olanağı sağlayan, kuzey doğu ekseni daha güçlü bir ticaret merkeziydi. 1172’de Fizan’daki yönetim çökünce Zuvila da düşüşe geçti. Kanemliler Fizan’ı kontrol etmeye başladıklarında bu durumu kendi lehlerine kullandılar. Murzuk ile Zuvila arasındaki Traghen’de yeni bir başkent kurarak Fizan’ı merkezden atanan bir vali eliyle yönettiler. Yaklaşık bir yüzyıllık yönetimleri sonrasında, Orta Sahra’daki ticaretin merkezi kuzey – güney eksenli Murzuk’a kaydı. Böylelikle, Çad Gölü Fizan arasındaki ticaret ilişkileri güç kazandı. 499 Insoll, “The Archaeology…”, s. 477. 500 Levtzion, “Islam…”, s. 80. 501 Austen, op. cit., s. 63.

Page 152: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

144

otoritenin yeniden tesisini imkânsız hale getiriyordu. Bunun üzerine Sayfavalar, 14.

yüzyılın sonlarına doğru Çad Gölü’nün batısına göç ederek imparatorluğun Bornu

dönemini başlattılar. Ancak, göçün büyümesiyle yeni gelenlere karşı Bornu’da ciddi

bir direniş ortaya çıkınca, siyasi istikrarın yeniden tesis edilmesi 15. yüzyılın son

çeyreğini buldu 502 Bu tarihten sonra Bornu, Kanem’in köle ticareti üzerine inşa ettiği

devlet geleneğini sürdürmeye başladı. Nüfuz havuzu olarak Çad Gölü’nün

güneyindeki nüfus yoğun Firki yerleşimlerini kullanan503 Bornu, 16. yüzyılda kuzeye

doğru genişleyerek ticaret yolunun güneyindeki tekel konumunu yeniden kazandı.

(2) Hausaland: Kentleşme

Orta Sudan’daki yaşamın bir diğer odak noktası Çad Gölü ile Nijer Nehri

arasında yer alan Hausaland’dı. Volta Nehri ile Çad Gölü arasındaki bölge Sahra-altı

Afrika’nın en erken metalurjik gelişim merkezlerinden biridir.504 Söz konusu

bölgenin bir parçası olan Hausaland’daki ekonomik gelişimin önünü de özellikle

demir kullanımının yaygınlaşması açmıştı.505 Hausaland demir yatakları açısından

oldukça zengindi. Üstelik bu yatakların yakınındaki ormanlık alanlar büyük çapta

demirin eritilip işlenmesini mümkün kılıyordu. Bu sayede, tarımsal üretim hızla

büyüdü ve Hausaland kentlerinin çekirdeğini oluşturan yerleşimler ortaya çıkmaya

başladı. Bu yerleşimlerin temel gelir kaynakları tarıma ve hayvancılığa dayansa da,

başta tekstil ürünleri, deri ve maden işlemeciliği gibi zanaatlar zamanla Hausaland

502 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 81. 503 Ibid.,, s. 82. 504 Ibid., s. 79. 505 M. Adamu, “The Hausa and their neighbours in the central Sudan”, General History of Africa IV

Africa from theTwelfth to the Sixteenth Century, der., D. T. Niane, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1984, s. 295.

Page 153: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

145

ekonomisinin önemli bir parçası haline geldi. Öyle ki, ürettikleri mamul malları Batı

Sudan’a pazarlayıp karşılığında tuz ve köle ihraç ediyorlardı.506

14. yüzyıldan itibaren Sudan jeopolitiğindeki değişimler Hausaland’ın ticari

önemini arttırdı. Mali, yüzyılın ortalarında Akdeniz dünyasını vuran veba salgının

paralel olarak bir düşüş sürecine girmişti. Kanem’de ise sonunda imparatorluğun

yeniden yapılandırılacağı bir iç savaş hüküm sürüuyordu. Sudan’ın geleneksel

imparatorluk alanlarındaki siyasi istikrarsızlıklar görece daha istikrarlı Hausaland’ı

yavaş yavaş bir ticari çekim merkezi haline getirdi. Batı Sudanlı ticaret diasporaları

14. yüzyılın ortalarından itibaren Hausaland’ın belli başlı yerleşimlerine göç etmeye

başladılar. 15. yüzyıldan itibaren bu diasporaların yeni altın kaynakları bulmak için

ticari faaliyetlerini daha doğudaki Volta nehri havzasına kaydırmaları, Hausaland ile

Batı Sudan arasındaki ekonomik ilişkileri yoğunlaştırdı.507 Öyle ki, 15. yüzyılın

sonlarına doğru ticaret diasporalarının artan göçleri sonucu Hausaland bir yandan

Songai’nin parasal sistemine dâhil oldu, öte yandan giderek İslamlaştı.508 Böylelikle,

Hausaland’ın büyüyen ekonomisi Batı Sudan üzerinden Sahra-ötesi ticaret sisteminin

bir parçası haline geldi.

Sudan ticaretinin odak noktalarından biri haline gelmesiyle Hausaland’daki

kentleşme süreci güç kazandı. Kano, Katsina, Gobir, Kebbi ve Zazzau gibi

yerleşimler 15. yüzyılda önemli kent devletlerine dönüşmüşlerdi.509 (Ek 18) Göçlerin

ve ticari genişlemenin bu dönüşümdeki payı büyüktü; ancak bu kent devletlerin 15.

yüzyıldan itibaren izledikleri yayılma ve köle emeğine dayalı tarımsal yapılar kurma

506 Austen, op. cit., s. 42. 507 Idem.. 508 Paul E. Lovejoy, “The Role of the Wangara in the Economic Transformation of the Central Sudan in the Fifteenth and Sixteenth Centuries,” The Journal of African History, Vol. 19, No. 2 (1978), s. 180. 509 Ibid.,, s. 186.

Page 154: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

146

politikaları, kent ekonomilerin Hausaland’a yayılmasında da en az onlar kadar etkili

oldu. Söz konusu kentler güneye yaptıkları seferler sonucu ele geçirdikleri tutsakların

bir kısmını Sahra-ötesi ticaretle uğraşan tacirlere pazarlarlarken, geri kalanları

kentlerin etrafındaki kırsal bölgelere yerleştiriyorlardı. Tarımsal üretim artmaya

başlayınca hali hazırda göç alan kentlerin nüfusu hızla büyüdü. Bunun üzerine,

Hausalı çiftçiler güneye doğru göç edip yeni tarım alanları açtılar ve 16. yüzyılın

başında Hausaland’da büyük bir tarım bölgesi oluşturdular.510 Bu sayede, tarımsal

etkinlikle uğraşmadan geçimini sağlayan nüfus oranının büyümesi, kent

ekonomilerin iyiden iyiye serpilmesine yol açtı.511 Hausaland şimdi Sahra-ötesi

ticaret ağına eklemlenmiş, zengin bir hinterlanda sahip kentleşmiş bir bölgeye

dönüşmekteydi.

Her ne kadar bu kentler arasında belli bir hiyerarşik ilişki kurulmuşsa da,512

Hausaland’da batıdaki ya da doğudaki gibi bir siyasi merkezileşme ortaya çıkmadı.

Bu kentler, Sahra-ötesi ağlara daha ziyade kendi ürettikleri mamul malları pazarlayan

görece daha dengeli ekonomilerdi. Oysa batıdaki ve doğudaki imparatorluk

alanlarında ticaret büyük oranda altın ve köle gibi tek bir malın etrafında dönüyordu.

Bu mallardan elde edilen gelir kentleşmenin ve devletleşmenin çapını hızla

büyütmüş ve Sudan’ı Akdeniz dünyasına eklemlemişti. Fakat etkileri sadece bununla

sınırlı değildi: Altın ve köle, ticaretin yürütülüş şeklinden İslam’ın yayılmasına ve

devletleşmeye kadar Sudan’daki birçok farklı sürece şekil verdi.513 Öyle ki, Batı

Sudan imparatorlukları altın ticaretini sürdürebilmek için istikrarlı bir ortam

yaratmaya çalışırlarken, köle ticaretinden elde edilen gelire dayalı Kanem-Bornu’nun

510 Ibid., s. 187. 511 Idem.. 512 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 79. 513 Levtzion, Ancient…, s. 174-5.

Page 155: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

147

politikası sürekli baskınlara dayanıyordu. Yine aynı mantık çerçevesinde, Batı Sudan

imparatorlukları ticari ağı genişletip İslamlaşmayı ve devletleşmeyi çevre bölgelere

yayarken, Kanem-Bornu köle havuzundan mahrum kalmamak için bu süreçlerin

önüne geçti. Yani 1500’lere gelindiğinde, Hausaland’ın yeni yeni palazlanan

kentlerini dışarıda bırakırsak, Sudan büyük ölçüde altın ve köle ticaretinden elde

edilecek gelirin maksimize edilme çabası çerçevesinde Akdeniz dünyasının bir

parçası oldu.

B. Hint Okyanusu Dünyası ve Doğu Afrika

Afro-Avrasya sisteminin en eski kentleri Hint Okyanusu’nun kuzey kıyılarında

kurulmuştur. Bu kentlere ev sahipliği yapan bölgeler arasındaki ilk ilişkiler Hint

Okyanusu’nu ekonomik bir dünya haline getiren bütünleşmenin de ilk adımlarıdır.

Kıyı şeridini takip eden gemiler Mezopotamya ile İndus kentlerinin ihtiyaçları

doğrultusunda bir mübadele ağı kurmuşlardı.514 Söz konusu ticaret ağı, M.Ö. birinci

bin yılda muson rüzgâr rejiminin işleyişinin çözülmesiyle büyümeye başladı.515

Ticari motivasyon büyüdükçe bu rüzgarlarla okyanusa açılan gemiler güzergâhlarını

muson rejimi çerçevesinde giderek genişlettiler. Böylece Hint Okyanusu kıyıları,

kuzeydeki kentleşmiş bölgelerin etrafında katmanlı bir bütünleşme süreci içerisine

girdi.

1. Doğu Afrika Kıyısı

Doğu Afrika kıyısı muson rejiminin temel parçalarından biridir. Kasımdan

ocak ayına kadar Asya’da oluşan yüksek basınç kuşakları nedeniyle Arabistan’dan

ve Batı Hindistan’dan Doğu Afrika’ya, Çin’den ise Güneydoğu Asya’ya doğru kuru

514 Alpers, op. cit., s. 22. 515 Ibid., s. 7.

Page 156: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

148

rüzgârlar eser. Kış musonları denilen bu rüzgârlara kuzey güney yönlü yüzey

akıntıları da eşlik eder. Nisan ayından itibaren bu süreç değişir. Yüksek basınç

kuşakları güney yarımküreye kayınca rüzgârların ve akıntıların yönü kuzeye doğru

döner. Söz konusu mevsimsel döngü, Hint Okyanusu dünyasının iletişim ağının

temellerini oluştmuştur. Ancak, muson rejiminin de sınırları vardır. Örneğin Doğu

Afrika özelinde, muson rüzgârları ve onlara eşlik eden yüzey akıntıları Mozambik

Kanalı’nın kuzeyinde büyük ölçüde etkisini kaybeder. Ya da Kızıldeniz’in kuzey

kıyıları ve Basra Körfezi’nin büyük bölümü hâkim rüzgârların yönleri ve güçlü

gelgitler sebebiyle muson rejiminin ulaşım ağının kısmen dışında kalmıştır. Yine de

musonların mevsimsel döngüsünün keşfi, Hint Okyanusu havzasındaki kaynakların

kıyı ticaretinin kısıtlamalarından kurtulup okyanus-ötesine pazarlanabilmesinin

önünü açmıştır. Bu minvalde, Doğu Afrika kıyısının sosyo-ekonomik ve siyasi

kalıpları da büyüyen okyanus ötesi ilişkiler eşliğinde şekillenmiştir.

a. Hint Okyanusu Dünyasının Oluşumu

Her ne kadar kökleri M.Ö. üçüncü bin yıla dek uzansa da, Hint Okyanusu

dünyasının oluşumu açısından kilit dönem M.Ö. birinci bin yıldı. Muson

rüzgârlarının mevsimsel dinamiklerinin anlaşılmasının yanı sıra, Akdeniz ile Hint

Okyanusu arasındaki nihai bütünleşme süreci de M.Ö. birinci bin yılda başlamıştı.

Bu dönemde Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan büyük imparatorluklar her seferinde

hâkimiyetlerini doğuya doğru daha çok genişlettiler. Söz konusu süreç, Büyük

İskender’in fetihleri ile zirve noktasına ulaştı. Öyle ki, İskender sonrasında,

Kızıldeniz’i de kullanmaya başlayan Akdenizlilerin Hint Okyanusu’ndaki

mevcudiyetleri her geçen yüzyıl arttı.516 Ticari çıkara sahip aktörlerin çoğalması ve

516 Ibid., s. 28.

Page 157: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

149

çeşitlenmesi Hint Okyanusu dünyasına büyük bir dinamizm kattı. Bu sayede dolaşım

ağları giderek büyüyünce, M.Ö. 1. yüzyılda, Doğu Afrika kıyısı Hint Okyanusu

dünyasının en batı ucu haline geldi.517

Doğu Afrika kıyısını Hint Okyanusu dünyasının ticaret ağlarına Güney

Arabistanlılar bağlamıştı. Mısır’ın Kızıldeniz limanlarından kalkan gemiler Doğu

Afrika’dan ziyade daha kısa sürede daha yüksek kârı garanti eden Hindistan

kıyılarına yelken açıyorlardı. Bu nedenle, Doğu Afrika kıyısının ticareti Kızıldeniz’in

kuzey kıyılarının aksine muson rüzgârlarından daha etkin yararlanan Güney

Arabistan ekseninde gelişti. Güney Arabistanlı tacirler, Lamu Takımadaları’nın

güneyindeki “Rhapta”ya dek uzanan kıyı şeridinden başta fildişi olmak üzere Hint

Okyanusu dünyasında çokça talep gören egzotik ürünler ihraç ediyorlardı.518 Ancak,

M.S. 3. yüzyılda Afro-Avrasya ticaret sistemi dağılma sürecine girince Hint

Okyanusu’ndaki dengeler de değişti. Hint Okyanusu dünyası İran’da Sasani,

Hindistan’da Gupta, Güneydoğu Asya’da Funan ve Afrika’nın Boynuz bölgesinde

Aksum gibi büyük devletlerin ortaya çıkışı sayesinde Akdeniz gibi bir çöküşe

sürüklenmemişti.519 Aksine ilişkiler Kızıldeniz’e de doğrudan etki edecek şekilde

yeni bir dinamizm kazanmıştı. Öyle ki, Kızıldeniz önce Aksum’un denetimi altına

girmiş, Sasaniler’in genişleme politikasını takiben büyük güçlerin bir rekabet alanı

haline gelmişti. Güney Arabistan bu süreçte ticari etkinliğini yitirince Doğu

Afrika’nın ilişkilerinin ekseni Basra Körfezi’ne kaydı.520 Siraf ve Sohar gibi Sasani

kentlerinin tacirleri, Doğu Afrika kıyısındaki ticaret üstünlüğünü Güney

517 Mark Horton ve John Middleton, The Swahili: The Social Landscape of Mercantile Society, Cornwall, Backwell Publishing, 2000, s. 31. 518 Alpers, op. cit., s. 36. 519 Ibid., s. 38-9. 520 Horton ve Middleton, op. cit., s. 37.

Page 158: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

150

Arabistanlılardan devralıp ticaret ağını Mozambik kıyısına dek genişlettiler ve köleyi

ticaretin bir parçası yaptılar.521

Hint Okyanusu ticaretinin yoğunlaşması Doğu Afrika kıyısına sadece gemileri

çekmedi. Büyüyen ekonomik potansiyel kıyı şeridini M.Ö. birinci bin yılın

sonlarından M.S. birinci bin yılın başlarına dek bir göç noktasına dönüştürdü.

Özellikle Bantu dili konuşan toplulukların göç dalgası kıyı şeridindeki kültürel ve

sosyo-ekonomik yapıya doğrudan etki etmişti. Demir aletler kullanan bu çiftçiler

tarımsal altyapı güçlendirerek Doğu Afrika kıyısındaki yerleşik yaşamın gelişmesini

sağladılar. Tarımla uğraşanlara ek olarak, pastoral topluluklar da bu dönemde kıyı

şeridine göç ettiler.522 Öte yandan, bir başka göç dalgası okyanusun diğer ucundan

geldi. M.Ö. 100 ile M.S. 300/400 arasında Endonezyalılar okyanus akıntılarını

izleyerek Madagaskar’a göç etmeye başladılar.523 Endonezyalıların beraberlerinde

getirdikleri muz, hindistan cevizi, pirinç, yam ve taro gibi ürünler zamanla Doğu

Afrika’daki tarımsal üretimin kapsamını genişletti. Kitlesel göç dalgalarının yanı

sıra, Doğu Afrika kıyısına yerleşen bir tacir topluluğu da vardı. Basra Körfezi’nden

ya da Güney Arabistan’dan yola çıkan bir geminin ticaret döngüsünü tamamlaması

en azından bir yıl alıyordu. Bu süreçte, kıyı şeridinde kalan tacirler yerel halka yakın

ilişkiler kurarak günlük yaşamın bir parçası olmaya başladılar.524 Kültürel, siyasi ve

sosyo-ekonomik açıdan bir dönüşüm sürecinin önünü açan bu nüfus hareketleri,

521 Ibid., s. 73. 522 Adria Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism in Africa and the Indian Ocean World, A.D. 600–1500,” Archaeologies: Journal of the World Archaeological Congress, Vo. 4, No: 1(2008), s. 31. 523 Alpers, op. cit.,s. 38. 524 M.S. 40 ila 70 yılları arasında yazılan Periplus of Erythraean Sea adlı eserde, ticaret için Rhapta’ya

giden Arap tacirlerin burada yerel halkla evlilikler yaptıkları vurgulanmıştır. Beaujard, “ East Africa…”, s. 18.

Page 159: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

151

Doğu Afrika kıyısında ticaretten beslenen kozmopolit bir toplumun ilk tohumlarını

attı.

b. İslam’ın Yükselişi ve Svahili

İslam’ın ve Tang Hanedanlığı’nın eşzamanlı yükselişleri Hint Okyanusu’nda

yeni bir dönem başlattı. İslam Halifeliği de Çin İmparatorluğu da uzun mesafe

ticaretini geliştirecek bir ekonomi politikası izliyorlardı. Özellikle Halifelik’in 8.

yüzyılın ortasında siyasi ve ekonomik merkezini Basra Körfezi’ne taşıması, Hint

Okyanusu ticaretine doğrudan etki etti. Nitekim Basra Körfezi’ndeki kentlerin yakın

çevresinden karşılanamayan ihtiyaçları ve kentli nüfusla beraber büyüyen lüks mal

talebi, Müslümanların okyanus-ötesi ticaret ağlarını giderek genişletmesine neden

oldu. Bunun üzerine Doğu Afrika kıyısı, Müslüman tacirlerin uğrak noktası haline

gelmeye başladı. Okyanus-ötesi ilişkiler yoğunlaştıkça ticaret gelirinden faydalanan

kıyı toplumu giderek iç bölgelerde yaşayanlardan farklılaştı. Doğu Afrika kıyısı bu

süreçte ayrı kültürel, siyasi ve sosyo-ekonomik bir birime dönüştü ve Arapça sahil

kelimesinden türetilen “Svahili” adını aldı. Yani Svahili’nin oluşumu Doğu Afrika

kıyısının Hint Okyanusu dünyasına eklemlenme sürecinin bir yansımasıydı.

(1) 700 – 1000: Basra Körfezi Dönemi ve Svahili’nin Ana

Hatları

8. yüzyılın başlarında Doğu Afrika kıyısında köy ölçekli birçok yerleşim vardı.

Bu yerleşimler tarımın yanı sıra avcılık, balıkçılık ve hayvancılık da yapan; maden,

taş ya da lif işlenen yerel üretim endüstrisine sahip küçük karma ekonomik

Page 160: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

152

birimlerdi.525 Okyanus-ötesi ilişkiler vasıtasıyla ithal ettikleri mallar kıyı

yerleşimlerinin farklı bir maddi kültür geliştirmelerini sağlamışsa da, demir işleme

tekniklerinden, mimari ve seramik kültürüne dek birçok konuda iç bölgelerle hâlâ

ortak noktalar mevcuttu.526 Yani kıyı toplumu iç bölgelerden belli bir dereceye kadar

farklılaşmıştı. 8. yüzyılın ortalarından itibaren Hint Okyanusu ticaretinin yeni bir

büyüme evresine girmesi sonrasında, kıyı şeridi ile iç bölgeler arasında ciddi bir

uçurum oluşmaya başladı. Zira Sasanilerin ticaret ağlarını devralan Müslüman

tacirler Doğu Afrika kıyısını çok daha yoğun ve düzenli olarak ziyaret ediyorlar,

hatta kimileri bölgeye yerleşiyordu.

Müslüman tacirleri bölgeye çeken unsurlardan ilki köle ihtiyacıydı. Halifelik’in

merkezi Basra Körfezi’ne taşındıktan sonra bölgede yeni kentler kurulmuştu. Ancak,

kentleşmeyi destekleyecek kırsal bir gelişim için öncelikle bataklıkların kurutulması

gerekiyordu. Müslüman tacirler bunun için Zanzibar kıyılarından yapılan köle

ticaretini büyüttüler527; ta ki 868’de başlayıp yirmi yıl içinde doğrudan Bağdat’ı

tehdit edebilecek kadar güçlenen ünlü Zenc İsyanı’na kadar. Öte yandan, Doğu

Afrika kıyısı ile Basra Körfezi arasındaki ticari ilişkileri şekillendiren bir diğer unsur

kereste idi. Bağdat, Samarra, Siraf ve Sohar gibi kentlerin giderek büyüdüğü Basra

Körfezi taş ya da kereste gibi yapı malzemelerinden yoksundu. Müslüman tacirler 9.

ve 10. yüzyılda, söz konusu gereksinimi Lamu’nun ve Rufiji deltasının yoğun

kaynaklarından karşıladılar.528 Bunlara ek olarak, Müslüman tacirler başta fildişi

olmak üzere egzotik malların ticaretini de yaptılar. Ancak, bu mallar tüketimden

ziyade okyanus-ötesi ticaret ağlarına katılmak için kullanılıyordu. Özellikle Hint ve

525 Laviolatte, op. cit., s. 33. 526 Ibid., s. 30. 527 Horton ve Middleton, op. cit., s. 73. 528 Ibid., s. 76.

Page 161: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

153

Çin kentlerinde çokça talep gören fildişi Müslüman tacirler tarafından Hint

Okyanusu’nda yeniden pazarlanıyordu.529 Okyanusun iki ucunda eşzamanlı olarak

büyüyen kent ekonomilerin yarattığı dinamizm, 10. yüzyıla gelindiğinde, Doğu

Afrika kıyısını düzenli ve yoğun ilişkiler kurduğu Basra Körfezi üzerinden ticaret

sisteminin bir parçası yaptı.

Doğu Afrika kıyısının okyanus-ötesi ilişkileri bu dönemde kıyı açıklarındaki

adalar üzerinden yürütülüyordu. Müslüman tacirler Shanga, Manda, Pate, Pemba,

Zanzibar, Mafia ve Kilve gibi kıyı açıklarındaki adalara yerleşerek sürekli ticaret

merkezleri kurmuşlardı.530 Gerek göçmenler gerek din değiştirenler sayesinde İslam

bu yerleşimlerde toplumsal yapının bir parçası olmaya başladı.531 Öte yandan, bin

yılın sonlarına doğru, ticarete katılan bu yerleşimlerden bazıları giderek büyüdü ve

kentleşti.532 Ancak bu durum, Doğu Afrika kıyısında okyanus-ötesi ilişkileri tekeline

alacak bir devletleşmeye yol açmadı. Zira bölgenin geniş çaplı bir merkezileşmenin

önünü açacak toprak gelirinden yoksun olması, ticari çıkarın siyasete yön vermesine

olanak sağlamıştı. Bu sayede, yeni yeni palazlanmaya başlayan kentler birbirinden

bağımsız olarak yönetildiler. Yine de, kıyı şeridinin farklı kesimleri ya da kentleri

farklı dönemlerde daha ön plana çıktı. Bunlardan ilki, M.S. birinci bin yılın sonlarına

doğru kıyı ticaretinin odak noktasına yerleşen Pemba idi.533

529 Ibid., s. 75-6. 530 H. Neville Chittick, “The East Coast, Madagascar and the Indian Ocean”, der., Roland Oliver, The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 187. 531 Horton ve Middleton, op. cit., s. 116. 532 Laviolatte, op. cit., s. 27. 533Adria LaViolette ve Jeffrey Fleisher, “The Urban History of a Rural Place: Swahili Archaeology on Pemba Island, Tanzania, 700-1500 AD,” The International Journal of African Historical Studies, Vol. 42, No: 3(2009), passim.

Page 162: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

154

Kısacası, bin yılın sonlarına doğru Svahili’yi şekillendiren üç ana etken; ticaret,

İslam ve kent-ekonomisi Doğu Afrika kıyısında giderek yayılıyordu. Öyle ki, M.S.

birinci bin yılın sonlarına doğru kıyı şeridinin kuzey doğu kısmında Kisvahili adında

yeni bir dil ortaya çıkmıştı.534 “Kıyı dili” anlamına gelen Kisvahili’nin omurgasını

Bantu dili meydana getiriyordu. Ancak, Kisvahili’yi öteki Bantu dillerinden ayıran,

başta Arapça’dan olmak üzere, okyanus-ötesi ilişkiler vasıtasıyla Asya dillerinden

edindiği yeni kelimelerdi. Ticari ilişkilerle beraber ortaya çıkan bu dil yine ticaretle

yayıldı. Okyanus-ötesi ticaretin hacmi büyüdükçe Kisvahili güneye doğru yayılarak

Doğu Afrika kıyısının “lingua franca”sı haline geldi.

(2) 1000 - 1500: Kızıldeniz Dönemi ve Svahili’nin

Doğuşu

Hint Okyanusu dünyası 10. yüzyılda önemli bir dönüşüm sürecine girdi. Tang

Hanedanlığı yüzyılın başında düşmüştü; Halifelik’in merkezi otoritesi ise giderek

zayıflıyordu. Okyanus-ötesi ticaretteki iki büyük gücün düşüşleri batıda ve doğuda

farklı sonuçlar doğurdu. Batıda Mısır’ı fetheden Fatimiler Bağdat’a karşı Kahire’yi,

Basra Körfezi’ne karşı Kızıldeniz’i ön plana çıkarmaya başladılar. Üstelik 976’daki

deprem sonucu Basra Körfezi’nin en önemli limanlarından biri olan Siraf’ın büyük

oranda yıkılması Fatimilerin Kızıldeniz’i batı – doğu ticaretinde ana arter yapma

politikalarına güç kazandırmıştı.535 Öte yandan, yaklaşık elli yıllık bir iç karışıklık

döneminden sonra 960 yılında Çin’de siyasi istikrar yeniden tesis edilmişti.

İmparatorluğu birleştiren Song Hanedanı yeni bir ekonomik atılım dönemi başlattı.

Kentleşmenin, üretimin ve ticaretin hızla büyüdüğü bu dönemin etkileri o denli

büyük oldu ki, başta Hint Okyanusu dünyası olmak üzere sistemin tümünde benzer

534 Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 30. 535 Chaudhuri, op. cit., s. 49.

Page 163: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

155

etkiler yarattı. Bu sayede, Doğu Afrika kıyısının okyanus-ötesi ticaret gelirine dayalı

Svahili toplumu etkisini giderek genişletti. (Ek 19)

Fatimilerin Mısır’ı fethi sonrasında batıdaki güç dengeleri değişmeye başladı.

Gerek Basra Körfezi’nin düşüşü gerek Akdeniz’in ekonomik açıdan kıpırdanmaya

başlaması Fatimilere Mısır’ı yeniden uluslararası sistemin merkezlerinden biri yapma

olanağı tanımıştı. Bunun için Kızıldeniz’in yeniden batı – doğu ticaretinde ana bir

arter haline gelmesi ve Mısır gemilerinin Hint Okyanusu ticaretine doğrudan

katılması gerekiyordu. Bu nedenle, Doğu Afrika kıyısı Fatimilerle beraber giderek

Mısır’ın etkisi altına girdi. Fatimi ticaretine şekil veren iki temel mal vardı: Altın ve

fildişi. 10. yüzyılın sonlarından itibaren, Bizans’tan Kuzey Afrika’ya, Endülüs’ten

Sicilya’ya dek, Akdeniz’de fildişine karşı büyük bir talep oluşmuş; bunun üzerine

Fatimiler, öteki Sahra-altı kaynaklara oranla kalite bakımından daha üstün olan Doğu

Afrika fildişini Kızıldeniz vasıtasıyla Akdeniz’de pazarlamaya başlamışlardı.536 Öte

yandan, Hint Okyanusu ticaretini finanse etmek için yeni altın kaynaklarına ihtiyaç

duyan Fatimiler, Mısır’a taşındıktan sonra siyasi ve ekonomik başarılarını borçlu

oldukları Batı Sudan altınına erişim kapasiteleri zayıfladığı için bir yandan

Nübya’daki altın madenlerini yeniden açarken, diğer yandan Doğu Afrika kıyısından

altın ihraç ettiler.537

Aslına bakılırsa, Fatimiler’in Doğu Afrika kıyısı ile ilişkilerinin büyük kısmı

doğrudan değildi, Kızıldeniz’deki ticaret merkezleri üzerinden yürütülüyordu.

Fatimilerin Hint Okyanusu ticareti daha ziyade Hint kıyıları eksenliydi; çünkü

Kızıldeniz limanlarından demir alan Mısır gemileri, Doğu Afrika kıyısındansa bir

536 Horton ve Middleton, op. cit., s. 79-80. 537 Ibid., s. 79.

Page 164: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

156

sezon içerisinde varabilecekleri Hint kıyılarını tercih ediyorlardı. Bu nedenle, Doğu

Afrika kıyılarıyla ticari ilişkiler Mısır gemilerinin antrepo olarak kullandıkları

Aden538 gibi Güney Arabistan kentleri üzerinden yürütüldü. Nitekim Doğu Afrika

altını önce Güney Arabistan’a aktarılıyor, Athar gibi limanlarda para haline

getirildikten sonra Hint Okyanusu dünyasına sokuluyordu.539 Kızıldeniz merkezli bu

ilişkilerin yoğunlaşmasıyla 12. yüzyılda, Doğu Afrika kıyısının kuzeyinde Mogadişu,

Merca, Brava, Malindi ve Mombasa gibi önemli liman kentleri ortaya çıktı.540 Hatta

Mogadişu 1150 – 1250 arasında altın ticaretini kontrol ederek kıyı şeridinin en

önemli ticaret merkezi haline gelmişti.541 Altın ve fildişi merkezli bu ticaret, Doğu

Afrika kıyısını Güney Arabistan ve Hint kıyılarından oluşan Mısır’ın üçlü ticaret

sisteminin bir parçasına dönüştürmeye başladı.

Okyanus-ötesi talebin bel kemiğini oluşturan altın ve fildişi gibi mallar

çoğunlukla Zambezi ile Limpopo nehirleri arasındaki bölgeden çıkarılıyor, buradan

okyanus kıyısındaki Sofola’ya taşınıyordu. 12. yüzyıldan itibaren iç bölgelerdeki

altın ve fildişi üretimini ve ticaretini örgütleyen devletleşme süreci Büyük Zimbabve

ile yeni bir safhaya geçince Sofola’da biriken değerli mallar da giderek arttı.542

Ancak Sofola, coğrafi konumu gereği muson rüzgârlarından yeteri kadar

faydalanamadığından okyanus-ötesiyle cılız ilişkilere sahipti. Bu nedenle, gemilerin

tek sezon içerisinde erişebildiği en güneydeki yerleşim olan Kilve, 12. yüzyıldan

itibaren Sofola ticareti üzerinde hâkimiyet kurdu ve burada biriken değerli malların

Hint Okyanusu ticaretine girdiği ideal bir liman kenti haline gelmeye başladı.

538 Alpers, op. cit., s. 54. 539 Horton ve Middleton, op. cit., s. 79. 540 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 197. 541 Kearney, op. cit., s. 85. 542 Collin ve Burns, op. cit., s. 166.

Page 165: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

157

Özellikle altın ticareti üzerinde tekel kuran Kilve, 13. yüzyılın ortalarından itibaren

Mısır ticaret sisteminin Afrikalı aracısı konumuna yükseldi.543 Ticaretin iki ucu olan

Mısır ve Hint kıyıları haricinde, bu ilişki ağının en tepesinde Güney Arabistan

kentleri bulunuyordu; Kilve ikinci, Sofola üçüncü, iki kent arasındaki limanlar ise

dördüncü sırada yer alıyordu.544

Okyanus-ötesi ilişkiler yoğunlaştıkça Svahili kentleri, Hint Okyanusu’nun

hiyerarşik ticaret sisteminin sadece bir parçası olmakla kalmadılar, uygulayıcısı da

oldular. Nitekim Svahili kentleri de Hint Okyanusu’ndakine benzer bir eşitsiz ilişki

üzerine inşa edilmişti. Kıyı toplumunun esas refah kaynağı okyanus-ötesi ticarette

her daim talep gören köle, altın ve fildişi gibi mallardı. Ne var ki, bu mallar kıyı

şeridinde değil, ekonomik ve toplumsal açıdan her hangi bir değer atfedilmeyen iç

bölgelerde bulunuyor; buralarda yaşayan topluluklar ise demir, tuz ve bakır talep

ediyorlardı.545 Svahili, bu iki bölgenin farklı taleplerini karşılayıp kârı maksimize

edebileceği bir ticaret sistemi kurdu. Altını ya da demiri değerli ya da değersiz yapan

toplumsal olarak belirlendiğinden, bu sistemin mantığı iç bölgelerdeki sosyo-

ekonomik yapının değişmemesine dayanıyordu. Bu nedenle, ne İslam’ın ne okyanus-

ötesinden sağlanan mamul malların iç bölgelere yayılmasına izin verildi.546 İslam

okyanus-ötesi ilişkilere yön veren Svahili toplumuna özgü kaldığı gibi, iç bölgelerin

talepleri kentlerde üretilen mamul mallarla karşılanıyordu. Öyle ki, Svahili

kentlerinde yerel hammaddelerden yararlanarak ipek ve tekstil ürünlerinden takılara,

boncuklara kadar geniş bir yelpazede mallar üreten büyük bir endüstriyel kompleks

543 Kearney, op. cit., s. 86. 544 Curtin, op. cit., s. 39-40. 545 Horton ve Middleton, op. cit., s. 99. 546 Ibid., s.89-90.

Page 166: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

158

gelişmişti.547 Bu sayede Svahili toplumu, ticareti oldukça kârlı hale getiren farklı

değer sistemleri arasındaki konumunu koruyabildi.

Söz konusu ticaret sistemi sayesinde Kilve 14. yüzyılda gücünün zirvesine

ulaştı. Altın ve fildişi ticaretini tekelleştirip Aden üzerinden Hint Okyanusu

dünyasına pazarlayarak büyük bir zenginlik biriktirdi. Kilveli yöneticiler yüzyılın

başlarından itibaren para basmaya başlamış, kente bu zenginliğin bir yansıması

olarak taştan büyük bir cami ve saray inşa ettirmişlerdi. Kilve’nin gelişen refahında

ve üstünlüğünde ifadesini bulan 14. yüzyılın büyüyen ticareti, aynı zamanda Doğu

Afrika kıyısının İslamlaşma sürecinin de tamamlanmasını sağladı.548 Ancak, 14.

yüzyılın ortalarında gerek iklimsel bozulmalar gerek veba salgını sonucu uluslararası

ticaretin sert bir düşüşe geçmesiyle durum değişti. Kilve, nüfusunun önemli bir

kısmını kaybetti549; hatta 1374’ten sonra para basmayı bıraktı.550 Kilve üstünlüğünü

kaybedince 14. yüzyılın ikinci yarısında ticaretin büyük kısmı başta Mombasa551

olmak üzere Pemba ve Mogadişu gibi limanlara sahip kuzey kıyısına kaydı.552 Her ne

kadar, 15.yüzyılın başında Kilve ticari ilişkilerini yeniden geliştirmeye başlamışsa

da, bu kez ortakları sadece Müslüman tacirler değildi.

Müslüman tacirlerin uluslararası ticaretteki konumları bir süredir bariz şekilde

zayıflıyordu. Özellikle 13. yüzyılın ortalarından itibaren, gerek teknolojik gerek

ekonomik atılımları sayesinde Avrupa, Hindistan ve Çin, İslam’ın egemen olduğu

547 Ibid., s. 201. 548 Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 39. 549 Horton ve Middleton, op. cit., s. 80. 550 Beaujard, “East Africa…”, s. 26. 551 Michael Pearson, Port cities and Intruders The Swahili Coast, Indıa, and Portgual in the Early Modern Era, John Hopkins University Press, 1998, s. 43. 552 Insoll, “The Archaeology…”, s. 462.

Page 167: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

159

eski uygarlık sahasını geride bırakmışlardı.553 Nitekim 13. yüzyılın sonlarından

itibaren Arap Denizi olarak bilinen Hint Okyanusu’nun kuzey batı kesiminde ticari

üstünlük Hint tacirlerine geçmişti.554 Giderek Batı Hint Okyanusu’nun genelinde

etkin olmaya başlayan bu resim, 15. yüzyılda Doğu Afrika ticaretine de yansıdı.

Şimdi okyanus-ötesi ticareti Malindi, Mombasa, Kilve ve Pate gibi başlıca liman

kentlerine yerleşen Hint ticaret diasporaları kontrol etmeye başlamıştı.555 Bir yandan,

Hint tacirleri Doğu Afrika kıyısının liman kentlerini tekstil ürünleriyle doldururken,

öte yandan, Çin malları kıyı kentlerinin ana ithalat ürünleri haline geldi.556

Böylelikle, Müslüman tacirlerin etkin olduğu dönem, Avrupalıların Hint Okyanusu

dünyasına dâhil olmasından hemen önce sona ermiş, Doğu Afrika kıyısı okyanus-

ötesi ticaretin öteki merkezleriyle ilişkiler kurmaya başlamıştı.557

2. Zimbabve Platosu

Daha önce belirtildiği gibi Hint Okyanusu ticaretinin temel talepleri, Limpopo

ile Zambezi nehirleri arasında yer alan Zimbabve Platosu’ndan ve çevresinden temin

ediliyordu. Güneydeki Orta Limpopo havzası büyük fil sürülerine ev sahipliği

553 Curtin, op. cit., s. 121. 554 Ibid., s. 122. 555 Horton ve Middleton, op. cit., s. 82. 556 Mitchell, op. cit., s. 99-135. 557 Aradan geçen bin beş yüz yıl sonunda, Doğu Afrika kıyısı tamamen kent ekonomilerinin etkisi altına girdi. Her ne kadar, köylü nüfus hâlâ çoğunluğu oluşuruyorsa da ekonomiye kırk kadar kent şekil veriyordu. Laviolatte, “Swahili Cosmopolitanism…”, s. 31. Collins ve Burns, op. cit., s. 104. Birbirlerinden bağımsız olarak yönetilen bu kentleri bir araya getiren Svahili olarak bilinen kültürel ve toplumsal yapı idi. “KiSvahili” dili konuşan kıyı şeridinin kentli toplumları kendilerini iç bölgelerde yaşayanlardan (Mijikenda) ve kölelerden ayırt etmek için “VaSvahili” olarak adlandırıyorlardı. Tepesinde zengin tacirlerin bulunduğu oldukça katmanlı bir sosyo-ekonomik yapıya sahiplerdi ve İslam bu yapının temel taşlarından biriydi. Svahili toplumu Müslümanlaşarak sadece kültürel olarak farklılaşmamıştı; aynı zamanda, okyanus-ötesi ticaret ağlarına dâhil olmuştu. Dolayısıyla, Svahili toplumu için kentli olmak (utamaduni), kentli olmayan, barbarlar (vashenzi) karşısında kültürel ve ekonomik bir üstünlük anlamına geliyordu. Horton ve Middleton, op. cit., s. 115. Kentli toplumlar Svahili olmayı tekelleştirerek iç bölgelerle okyanus arasında aracılık rollerini korumuşlar; bu sayede, Doğu Afrika kıyısını Hint Okyanusu dünyasının bir orta bölgesi haline getirmişlerdi.

Page 168: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

160

yaparken, platonun batısında geniş altın yatakları bulunuyordu. Bununla birlikte

Zimbabve Platosu, Doğu Afrika’nın iç bölgelerindeki öteki kısımlara kıyasla insan

yaşamına oldukça uygundu. 500 ila 1000 metre arasında değişen yüksekliği

sayesinde insanlara ve evcil hayvanlara çeçe sineklerinin bulunmadığı sağlıklı bir

yaşam ortamı sağlıyordu. Ayrıca ılıman bir iklime ve verimli topraklara sahipti.

Ancak, gerek tahmin edilemez yağışlar gerek toprakların sürekli yeni ekim alanları

açılmasını gerektiren kısa dönemli verimlilikleri istikrarlı bir tarımsal üretimin önüne

geçiyordu. Bu nedenle, bölgede yaşayan topluluklar sürekli bir kıtlık ve kuraklık

tehdidine karşı örgütlü bir ekonomik yapı kurmak zorunda kalmışlar ve toplumsal

farklılaşmanın ilk görüngülerini ortaya koymuşlardır. Bu süreç kıyı şeridinin

okyanus-ötesi ilişkilere eklemlenmesiyle git gide derinleşmiştir.

a. Sosyo-ekonomik Gelişimin İlk Aşamaları: Orta Limpopo

Doğu Afrika kıyısındaki ticaret ağı 9. yüzyılda güney kıyılarına dek varmıştı.

Chibuene, Dundo ve Imhambane gibi yerleşimler sayesinde kıyı ticareti Limpopo

vadisine erişim sağlayan Cape Correntes’e dek uzanıyordu.558 Ticari ilişkilerin

vadinin içlerine dek yayılması, 9. yüzyıldan itibaren Orta Limpopo’da Shroda ve

Pont Drift gibi yerleşimlerin kurulmasını tetikledi.559 10. yüzyılın başında Zhizo

topluluklarını Orta Limpopo’ya çeken muhtemelen büyüyen bu ticaret ağı idi.

Zhizolar bu nedenle tarımsal üretimden ziyade kıyı ticareti için fil avlayabilecekleri

bölgelerde yerleşimler kurdular.560 Zaten Limpopo havzası bu dönemde sürekli

tarımsal üretimi destekleyecek iklimsel şartlardan ziyade büyük fil sürülerinin

yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak bir ekolojik yapıya sahipti. Nitekim Shroda

558 Ibid., s. 100. 559 Idem.. 560 Thomas N. Huffman, “Mapungubwe and Great Zimbabwe: The origin and spread of social complexity in southern Africa,” Journal of Anthropological Archaeology, vol. 28 (2009), s. 42.

Page 169: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

161

yaklaşık beş yüz kişiye ev sahipliği yapan, başta fildişi olmak üzere ihraç mallarının

toplandığı mütevazı bir ticaret merkezi haline geldi.561 Shroda’da biriken ithal mallar

buradan diğer yerleşimlere dağılıyordu.562

Zhizolar kıyı eksenli ticareti yaklaşık yüz yıl boyunca kontrol ettiler. Ancak,

büyüyen refahları bölgeye yeni toplulukları çekince Zhizo’ların siyasi ve kültürel

varlıkları 11. yüzyılın başlarında sona erdi. Kıyı ticaretinin merkezi şimdi Şona dili

konuşan toplulukların kurduğu Bambandyanalo’ya kaymıştı.563 Bambandyanalo

döneminde Orta Limpopo’daki toplumsal farklılaşma süreci bir üst seviyeye geçti.

Zira ikinci bin yılın giderek büyüyen okyanus-ötesi ticareti, kıyı ile iç bölgeler

arasındaki ilişkileri kontrol eden seçkinlerin ellerinde biriken refahın artmasına yol

açmıştı. Üstelik kıyı ticareti üzerinde sıkı bir denetim kuran Bambandyanalo’nun

seçkin sınıfı, Svahili sistemine benzer şekilde, ithal malların dağıtımını engelliyor,

ancak bu mallar yeniden biçimlendirildikten sonra ticaretine izin veriyordu.564

Bambandyanalo üretimi olan mallar sadece iç ticarette değil geniş bir bölgedeki

yerleşimlerle kurulan ticari ilişkilerde de kullanılıyordu.565 Bambandyanalo‘nun

yönetici seçkinleri bu yolla sadece yerel değil, kıyı ile iç bölgeler arasındaki ticareti

kontrol eden, Hint Okyanusu dünyasının hiyerarşik mantığını iç bölgelere genişleten

bölgesel bir güce dönüştüler.

Her ne kadar, hayvancılık ve tarım önemli gelir kaynakları olsa da Orta

Limpopo’da siyasete artık giderek artan derecede ticaret yön veriyordu. Özellikle

561 Thomas N. Huffman, “Mapungubwe and the Origins of the Zimbabwe Culture,” Goodwin Series, Vol. 8, African Naissance: The Limpopo Valley 1000 Years Ago. (Dec., 2000), s. 19. 562 Ibid., s. 20. 563 Huffman, “Mapungubwe and Great…”, s. 42. 564 Huffman, “Mapungubwe and the Origins…” s. 20. 565 Idem..

Page 170: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

162

Hint Okyanusu dünyasının fildişine karşı gösterdiği rağbet Orta Limpopo’da siyasi

merkezileşmenin önünü açmıştı. Öyle ki, ticari geliri tekelleştiren seçkinlerin siyasi

otoritesi görülmemiş bir seviyeye ulaştı ve 13. yüzyılın başında Bambandyanalo

Mapungubve için terkedildi. Yaklaşık bir kilometre ötedeki Mapungubve’yi özel

kılan yerden keskin bir şekilde yükselen ve üst tarafı yerleşilecek denli düz olan

büyük taştan tepesi idi. Yönetici sınıf Orta Limpopo’daki farklılaşma sürenin olgusal

bir yansıması olarak tepenin üstüne yerleşirken halk yaşamını aşağıda sürdürdü.

Üstelik Mapungubve’de yönetenlerin yaşadıkları kesim ile sıradan halkı birbirinden

ayıran taştan duvarlar inşa edildi. Dolayısıyla, Mapungubve yeni bir sosyo-ekonomik

ve politik düzen için kurulmuş, Bambandyanalo da bunun için terkedilmişti.566

Nitekim nüfusu 5000’e kadar yükselen Mapungubve Doğu Afrika’nın iç

bölgelerindeki kentsel gelişimin öncül bir örneği haline geldi.567 Üstelik sadece bir

kent devlet değil, yaklaşık otuz bin kilometre karelik bir alanı kontrol eden krallığın

başkentiydi.568 (Ek 20)

b. Kuzeye Kayış: Zimbabve Platosu ve Zambezi Havzası

Bambandyanalo’da başlayıp Mapungubve’deki taştan yapıların inşasına dek

uzanan bu yeni siyasi kültür Zimbabve Platosu’nda giderek yayıldı. 13. yüzyılda

Mapungubve’nin hegemonyasına meydan okuyan ciddi bir rakip ortaya çıktı.

Limpopo ile Zambezi nehirleri ortasında, tarım ve hayvancılık açısından oldukça

verimli bir alanda kurulan Büyük Zimbabve569 kıyı şeridindeki Svahili yerleşimleri

ile altın ağırlıklı bir ticaret yapıyordu. Ancak, Büyük Zimbabve altın yataklarını

doğrudan kontrol etmedi, Sabi Vadisi aracılığıyla batıdaki altın yatakları ile Svahili

566 Huffman, “Mapungubwe and Great…”, s. 44. 567 Connah, op. cit., s. 158-9. 568 Huffman, “Mapungubwe and Origins…”, s. 22-3. 569 Büyük Zimbabve, “dzimba dza mabwe”, yani taştan evler anlamına gelmekteydi.

Page 171: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

163

kentleri arasındaki ticareti örgütlemekle yetindi. Mallar önce Büyük Zimbabve’ye

geliyor, ardından yaklaşık dört yüz kilometre doğudaki Sofola‘ya, oradan da Sofola

ticaretini kontrol eden Kilve’ye aktarılıyordu.570 Hint Okyanusu’nda Doğu Afrika

altınına talep arttıkça Mapungubve’nin fildişi Büyük Zimbabve’nin altınıyla rekabet

edemez hale geldi. Bu nedenle, Mapungubve’nin ekonomik refahını ve siyasi gücünü

borçlu olduğu ticaretin ekseni 13. yüzyılın ortalarından itibaren kuzeye kaydı.

Nitekim Büyük Zimbabve, 1250 – 1350 arasında Kilve ile eşzamanlı olarak gücünün

doruk noktasına ulaştı.571

Okyanus-ötesinin büyüyen altın talebi sayesinde 13. yüzyılda hızla gelişmeye

başlayan Büyük Zimbabve,572 başlangıçta seçkinlerin yaşadığı sarp tepelik alanın

duvarlarla kabaca çevrildiği bir yerleşimdi. Altın ticaretinden elde edilen gelir çok

daha kompleks bir toplumun önünü açınca yerleşim de giderek büyüdü. Temelde

seçkinlerin evlerini çevrelemek için üç ana gruba ayrılan taştan yapılar inşa edildi:

Tepenin üzerindeki birbirine bağlı bir dizi taş duvar, vadideki büyük taş duvar ve

vadideki öteki küçük taş duvarlar.573 Bu duvarların hiç biri savunma amaçlı değildi;

aksine, Büyük Zimbabve’nin refahını ve gücünü yansıtan anıtsal yapılar olarak inşa

edilmişlerdi. Özellikle vadideki 244 metre uzunluğunda, 5 metre kalınlığında, 10

metre yüksekliğindeki büyük duvar bir milyonu aşkın taşın işlenmesi sonucunda son

halini almıştı. Kısacası, Büyük Zimbabve altın ticaretinin getirdiği refahla yaklaşık

on sekiz bin kişilik nüfusu ve büyük anıtsal yapıları ile öncülünden çok daha büyük

ve görkemli bir kent haline geldi.

570 Connah, op. cit.,s. 161. 571 Horton ve Middleton, op. cit, s. 101. 572 Oliver ve Atmore, op. cit., s. 202. 573 Connah, op. cit, s. 159.

Page 172: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

164

Ne Mapungubve ne Büyük Zimbabve taş yapıların merkezinde yer aldığı siyasi

kültürü temsil eden tek örneklerdi. Bu kültür Zimbabve Platosu’nun üç yüzden fazla

yerinde kullanılıyordu ve Büyük Zimbabve de bu yerleşimler ağını yöneten devletin

merkeziydi.574 Söz konusu devlet Kilve’yi düşüşe sürükleyen 14. yüzyılın

ortalarındaki sistemik kriz sonrasında zayıflamaya başladı ve 15. yüzyılda yerini

Torva ve Mutapa krallıklarına bıraktı. Torva Krallığı’nın başkenti Khami yedi bin

kişilik nüfusuyla Zimbabve Platosu’nun ikinci büyük kentiydi.575 Kıyı ile ilişkileri

kontrol eden seçkin bir sınıfa sahip de olsa, kıyı ticaretinin büyük kısmını Torva

değil, Zambezi’nin verimli havzasını kontrol eden Mutapa Krallığı yönlendirdi.

Kilve’nin yerini başta Mombasa olmak üzere kuzeydeki liman kentlerine

bırakmasına paralel olarak Zimbabve Platosu’ndaki ticaretin odağı da kuzeydeki

Zambezi’ye kaymıştı.576

1497’de Ümit Burnu’nu dönen üç Portekiz gemisi Hint Okyanusu’nda yeni bir

dönemin kapısını araladı. Portekizililer, Hint Okyanusu’nun ticaretin mantığına göre

işleyen sistemini, zorla yönetmeye dayalı bir strateji yoluyla değiştirmeye çalıştılar.

Bu stratejinin ilk ayağı Doğu Afrika’da yürütüldü. 1503’te Sofala’yı, 1505’te

Kilve’yi işgal edip Delgado Körfezi’nin altın ve fildişi temin edebilecekleri güney

kısmını kontrol etmeye başladılar. Zira Hint Okyanusu’nun kârlı ticaret ağına dâhil

olmak isteyen Portekizliler bunun fildişinden ve altından geçtiğini kısa sürede

anlamışlardı. Yine de bununla yetinmediler: 1510’da Goa, 1511’de Malakka, 1515’te

ise Hürmüz gibi okyanus-ötesi ilişkilerde kilit öneme sahip kentleri ele geçirdiler.

Hint Okyanusu’nda Portekizililerle beraber başlayan bu dışardan müdahale dönemi

574 Collins ve Burns, op. cit., s. 168. 575 Ibid., s. 170. 576 Connah, op. cit, s. 162.

Page 173: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

165

Svahili’nin iç bölgelerle okyanus arasında kurduğu ticaret sistemini ciddi şekilde

zayıflattı; hatta birçok yönden sona erdirdi.577 Zira Portekiz Svahili tacirlerinin altın

ve fildişi gibi malların alışverişini yapmasını ya da Portekiz’e düşman gemilerle

ticari ilişkiler kurmasını yasaklamıştı.578 Zambezi ile Limpopo nehri arasındaki Şona

Krallıkları için ise değişen pek bir şey olmadı. Mutapa Krallığı altın, fildişi gibi

ürünleri şimdi Svahili tacirlerine değil de Portekizli tacirlere pazarlıyorlardı. Öyke ki,

Şona Krallıklları579 için belki de değişen tek şey 16. yüzyılın sonuna doğru Svahili

tacirlerinin Zambezi havzasındaki etkinliklerini tamamen yitirmeleri, yerlerini yerel

halkla karışan Portekizlilerin, yani “prazeiros”ların almaya başlamasıydı.

577 Horton ve Middleton, op. cit., s. 103. 578 Pearson, op. cit., s. 131-2. 579 Mapungubve, Büyük Zimbabve ve Mutapa’yı kuranlar Şona dili konuşan halklar olduğu için Şona krallıkları da denir.

Page 174: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

166

SONUÇ

Yaklaşık üç bin yıllık eklemlenme sürecinin Afrika üzerindeki etkilerine

geçmeden önce, sistemin modern dönemde geçirdiği dönüşümü inceleyerek daha

isabetli sonuçlara ulaşabiliriz. Aslında değişen tek şey Afro-Avrasya sisteminin

kuzeybatısındaki Avrupa’nın 12.yüzyıldan itibaren para ekonomisine geçmesiyle

hızla bir dünya-ekonomiye dönüşmesi ve yepyeni bir dinamik yakalamasıydı. Orta

Avrupa’daki madenlerde üretilen gümüş ve Sahra-altı Afrika’dan ithal edilen altın

Avrupa’daki fiyatları bir yükselme periyoduna soktu. Söz konusu süreç,

Amerikalar’dan Avrupa’ya akan altın ve gümüşün parayı ucuzlattığı dönemle doruk

noktasına ulaştı.580 Bu, Avrupa'da fiyatlar artarken ücretlerin ve kiraların durağan

kaldığı bir fiyat devrimine yol açtı. Özellikle uzun mesafeli ağları kontrol eden ticari

kapitalizm bu sayede birikim yapma olanağı buldu.581 Böylece, kapitalizm 16.

yüzyılda sosyo-ekonomik örgütlenmedeki tek baskın biçim halinde ortaya çıktı ve

sistemin tamamını etkisi altına aldı:

“Bunun işaret ediyor gözüktüğü şey, buradaki kritik faktörün Marks’ın

da dediği gibi başlangıcı “16. yüzyılda dünyayı kapsayan bir ticaret ve

‘pazar’ın oluşmasına dayandırılabilecek bir kapitalist sistemin ortaya çıkıyor

olmasıydı. Bu noktadaki en önemli unsur, kapitalizmin ekonominin sosyal

organizasyonundaki baskın biçim olarak ortaya çıkmış olmasıydı. Burada

muhtemelen kapitalizmin tek biçim olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü bir kez

yerine oturduğunda diğer “üretim biçimleri” kapitalizmden türetilmiş sosyo-

politik çerçeveye uyabildikleri ölçüde varlıklarını sürdürdüler. Yine de en

azından bu noktada “sadece bir tane kapitalizm olmadığını, Avrupa’da

kendilerine özgü bölgeleri ve işleyiş ağlarıyla birçok kapitalizm olduğunu”

hatırlatmak doğru olacaktır. Esasına bakıldığında artan altın ve gümüş

580 Wallerstein, op. cit., s. 90. 581 Arrighi, Uzun Yirminci…, passim.

Page 175: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

167

stokuna önem kazandıran şey tam da bu birden fazla kapitalizmin varlığıydı.

Çünkü altın ve gümüşün dolaşım hızı başlangıçta, Akdeniz Avrupası’na kıyasla

Kuzeybatı Avrupa’da daha düşüktü…”582

Aslına bakılırsa, Avrupa’nın yükselişinden çok önce, Afro-Avrasya ticaret

sisteminin her yanında benzer kapitalist unsurlar görülüyordu:

“Mısır’dan Japonya’ya her yerde gerçek kapitalistler, toptancılar, ticari

rant sahipleri ve onların binlerce yardımcısını -komisyoncular, simsarlar,

sarraflar ve bankerler- bulabiliriz. Bu tüccar gruplarından herhangi biri,

teknikler, para değişimi olanakları ve garantileri konularında Batılı eşitleriyle

karşılaştırılabilir. Hindistan, Tamil, Bengal ve Gucerati’nin hem içinde hem de

dışında tüccarlar, işlerin ve sözleşmelerin aynen Avrupa’nın tümünde,

Floransa’dan Luches’e, Ceneviz’e, oradan Güney Almanlara ya da İngilizlere

gidip geldiği tüccar ortaklıkları gibi yakın ilişkiler içinde bulunan ortaklıklar

kurmuşlardı. Ortaçağlarda, Kahire’de, Aden’de ve Basra Körfezi limanlarında

ticaret kralları bile vardı.”583

Uzun mesafe ticaretini yürüten bu tacirler her zaman belli bir oranda üretim

süreçlerine dâhillerdi. Depolama ve taşımanın yanı sıra, pazarlanacak malların

kısmen işlenmesi ve bunlar için gerekli tesislerin ve araçların yapımını örgütlemek

zorundalardı.584 Üstelik Ortaçağ’ın büyüyen uzun mesafe ticareti yerel ekonomik

ilişkilere etki edecek denli bir güce erişmişti:

“Uzun mesafe ticaretinin yükselişi yerel bir etkiye de sahipti. Refah

ticaret yolları boyunca kümelenmişti. Her ne kadar, geçim ekonomisi

hâkimiyetini sürdürüyorsa da birçok yerleşimin ve bölgenin gelişen pazar

ilişkilerine dâhil olması tarımsal ve ticari malların farklılaşmasına yol açmıştı.

Örneğin, kuzeydoğu İran’da 7. ve 11. yüzyıllar arasında bazı yerler ipek ve

582 Wallerstein, op. cit., s. 90. 583 Braudel, The Perspective…, s.486. (G. Arrighi’nin Uzun Yirminci Yüzyıl kitabının Recep Boztemur tarafından yapılan çevirisinden yararlanılmıştır.) 584 Arrighi, op. cit., s. 268.

Page 176: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

168

saten üretiminde, ötekiler deri ve post işleme konusunda uzmanlaşmıştı. Öte

yandan, sabun ve parfüm yapan ya da madenden çanak çömlek, alet ve silah

yapımında uzmanlaşan yerler de vardı. İmalathaneler ücreli iş gücü

kullanıyorlardı. Meyveler, şeker kamışı, baharat ve kurutulmuş balık

uzmanlaşmış köylülerin bölgeler-arası pazarlara getirdikleri ürünlerdendi.

Böylece, toprak sahipleri, kiracılar, köleler ya da işçiler arasındaki ilişkiler

değişen pazar ilişkileri tarafından dolaylı olarak biçimlendirildi. Bu ticaretin

sürdürülebilmesi için kural olarak üretim sürecine dâhil olmasalar da

tacirlerin yardımı gerekliydi.”585

Abu-Lughod da bunlara paralel bir tespit yapmıştır. Lughod’a göre, 1250 ile

1350 arasında Afro-Avrasya sisteminin çeşitli parçalarında birinin ötekilere üstün

gelecek kadar yeterli bir güce sahip olmadığı, proto-kapitalist sistemler bir arada var

olmuştu. O halde, Avrupa’yı Afro-Avrasya sisteminin genelinden ayıran neydi?

Bu soruya verilebilecek yanıtlardan ilki, sermayeyi ellerinde tutan Avrupalı

tacirlerin çıkarlarını siyasi güçle özdeşleştirebilmesi olacaktır. İkincisi ise paranın

yine para ticaretinden kazanılmaya başlamasıdır. Geç 13. yüzyıl ile erken 14.

yüzyılda Avrupa’da iş yapma tekniklerindeki önemli gelişmeler gerçekleşmişti:

Mevduat bankacılığı, kambiyo senetleri, komisyoncular, merkezi ticari kuruluşların

tali ofisler gibi. Bu finansal araçlar sermaye sahiplerine paralarını kullanabilecekleri

yeni alanlar yarattı. Bu bakımdan, 14. yüzyılın erken dönemlerinde önemi sonraları

daha iyi anlaşılacak yepyeni bir şey oldu. Ticaret eski kârlılığını yitirince, uzun

mesafe ticaretinin büyük kârları sayesinde hatırı sayılır birikim yapan İtalyan -

tacirler yeni bir eğilim ortaya koydular ve yatırımlarını giderek finans alanına

kaydırdılar. Bu, Arrighi’nin birbirini takip eden ticari ve finansal genişlemelerin

585 Kocka, op. cit., s. 32.

Page 177: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

169

oluşturduğu sistemik birikim dairelerinin ya da başka bir deyişle kapitalizmin bir

dünya-sistem olarak gelişiminin sıfır noktası idi.586

Söz konusu finansal araçlar sayesinde Avrupalılar, yatay bağlantılar üzerine

inşa edilen Afro-Avrasya sistemine benzemeyen, dikey bağlantılara dayanan bir

ekonomik yapı inşa ettiler. Kapitalist dünya-ekonomisini farklı kılan da işte buydu:

“Daha da önemli olanı dikey bağlantılardı… Gerçekte ilk defa geç

Ortaçağlardaki Norveçli balıkçılara ke kürk avcılarına karşı Hanseatik

tüccarlar daha sonra da Doğu Avrupa hinterlandına karşı Riga, Gdansk, ve

Reval gibi şehirlerin Germanik tüccarları tarafından mükemmelleştirilen

uluslararası bir borç gündelikçiliği sisteminden söz etmek abartı olmaz. Teknik

başka yerde de biliniyor, Tulus tüccarları, İber Yarımadası’ndaki Cenovalılar

tarafından ve İngiltere ile İspanya’nın bazı bölgelerindeki yün ticaretinde

kullanılıyordu. Metot neydi? Çok basit: Mallar üretilmeden satın alınıyor, yani

gelecekte sağlanacak mamuller için ödeme yapılıyordu. Bu açık bir pazarda

satışı engelliyordu. Dünya perakende satışları için en iyi zamanı üreticiler

değil bu şekilde tüccarlar belirliyordu. Ödünç verilen para da malların

teslimine kadar geçen zamanda, çoğu zaman harcandığı için üretici anlaşmayı

uzatmak zorunda kalıyordu…”587

Bu dikey bağlantılar Avrupa’nın kuzey denizlerindeki ticari hareketliliğin geç

Ortaçağ ve erken Modern dönemde büyümeye devam etmesini sağladı. Öyle ki,

Avrupa’nın içinde başta tahıl olmak üzere tarımsal artı-ürüne dayanan canlı bir

ticaret oluştu. Bu ticaretin yönü talebin giderek büyüdüğü, şimdi açıkça kentleşen

Batı Avrupa idi.588 Bunu takiben, 16. yüzyılın sonunda Afro-Avrasya sisteminin

batıdaki ağırlık merkezi Akdeniz’den Atlantik’e kaydı ve Avrupa’da ticaretten para

arzına kadar ekonominin genelinde bir büyüme yaşandı. Böylece pazar ekonomisi

586 Arrighi, op. cit., s. 142. 587 Wallerstein, op. cit., s. 132. 588 Kocka, op. cit., s.57-8.

Page 178: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

170

hızlı bir büyüme sürecine girdi ve nasıl kendi maddi hayatın geniş sırtında

yükselmişse, şimdi aynı koşulları kapitalist yapılara sağladı.589 Fiyat devrimi ile

birlikte düşünüldüğünde, bu, Avrupalılara kapitalizmi bir dünya-sistem haline

getirecek bir birikim yapma olanağı tanıdı.

Avrupa’nın dünya ticaretini yönlendiren tek ve mutlak bir güç olmasını

sağlayan bu süreç Afrika’nın sistem içindeki yerini tamamen değiştirdi. Nil vadisi

dışında büyük ve istikrarlı bir toprak geliri üretilemediği için Afrika’daki

devletleşme ve kentleşme başlangıçtan itibaren ticari gelire bağımlı kalmıştır. Nil

vadisinin birinci kataraktının kuzeyinde gerek verimli alüvyon ovaları gerek düzenli

taşkınlar sayesinde büyük bir toprak geliri birikmişti. Ancak, benzer koşullar antik

dönemin öteki Afrikalı merkezleri için geçerli değildi. Ekolojik ve teknolojik şartlar

tarımsal üretimi sınırlandırdığından bu bölgelerde siyasi merkezileşme büyük ölçüde

ticaret gelirine bağımlı kaldı. Yine de bu, kentleşmenin ve devletleşmenin

yayılmasını engellememiş, aksine ticaret ağlarının Akdeniz ve Hint Okyanusu

dünyası sayesinde kıtanın kuzey ve doğu kısmına yayılmasını sağlamıştır. Sözü

edilen bu kentler ve büyük imparatorluklar Abu-Lughod’un “proto kapitalist” olarak

nitelendirdiği Afro-Avrasya ticaret sisteminde etkin ve görece eşit bir konuma

sahiplerdi.

Afrika’nın uluslararası ticaret sistemiyle ilişkisini iki dünya-ekonomi temelinde

ele aldık. Ancak, ticari kalıpları ve ilişki ağlarını şekillendiren Akdeniz dünyasını bir

kenara ayırmamız lazım. Zira Afrika’daki kentleşmeye yoğun bir Akdeniz etkisi

eşlik etmişti. Bu sürecin son halkası İslam oldu. Afrika Ortaçağ’da sistemle İslam’ın

ağları üzerinden bütünleşti. Nitekim 1500’lere gelindiğinde Afrika’daki kentlerin çok

589 Braudel, Maddi Medeniyet…, s. 66-7.

Page 179: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

171

büyük bölümünde Müslümanlar egemendi. Kuzey Afrika daha ortodoks bir İslami

biçime sahipken, Sahra-altındaki ve Doğu Afrika kıyısındaki kentlerde yerel

geleneklerle karışmış eklektik bir inanış hâkimdi. Akdeniz dünyasının ekonominin

yanı sıra İslam’la beraber ideolojik bir merkezilik kazanması, Afrika’nın kuzeyi ile

öteki kısımları arasındaki bağımlılık ağlarını güçlendirdi. Bu nedenle, Müslüman

tacirler Sahra-altından ve Doğu Afrika kıyılarından sağladıkları malları çöl ya da

okyanus üzerinden kuzeydeki kentlere taşıdılar. Böylelikle, Afrika’nın sistemle

bütünleşen bölgeleri uluslararası ticaretteki dalgalanmalara karşı oldukça duyarlı hale

geldi.

Ne var ki, 1500’den sonra olanlar herhangi bir dalgalanmadan çok daha

fazlasıydı. Atlantik’in açılması ve dünya ticaretinin ağırlık merkezi haline

gelmesinden sonra, Afrika’nın tamamı yavaş yavaş yukarıda sözü edilen konumunu

kaybetti. Ticaret ağlarının batıya doğru dönmesiyle Afrikalı kentleri ve devletleri

ayakta tutan ticaret geliri giderek azaldı. Ticaretin artarak sürdürdüğü tek alan

muhtemelen köle ticareti idi, ama bu ticarette ardında büyük bir yıkımdan başka bir

şey bırakmadı. Yaklaşık 12 milyon Afrikalı Amerikalara gönderildi. Demografik

yapıya ciddi bir darbe vurmasının yanı sıra, sürekli baskınlar ve savaş hali, özellikle

Afrika’daki yerleşik ekonomilerin gelişmesini sağlayan metalürji ve tekstil gibi

endüstrilerin yok olmasına yol açtı. Bu süreç, 19. yüzyılda, Liberya ve Etiyopya

dışında kıtanın her yerinin sömürgeleştirilmesi ile zirve noktasına ulaştı.

Page 180: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

172

EKLER

1. M.Ö. 750’den 350’ye dek Afro-Avrasya sistemi.

Page 181: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

173

2. M.Ö. 350’den itibaren Afro-Avrasya sistemi.

Page 182: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

174

3. M.S. 1. yüzyıldan 3. yüzyıla Afro-Avrasya sistemi.

Page 183: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

175

4. Aşağı ve Yukarı Nübye.

Page 184: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

176

5. Boynuz Bölgesi’ndeki yerleşimler.

Page 185: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

177

6. Fenike ve Yunan diasporalarının dağılımı.

Page 186: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

178

7. Antik Sahra-ötesi ticaret yolları, Garamant foggaraları ve Roma malları.

Page 187: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

179

8. 7. ve 9. yüzyıllar arasında Afro-Avrasya sistemi.

Page 188: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

180

9. 13. ve 14. yüzyıllarda Afro-Avrasya sistemi.

Page 189: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

181

10. 15. yüzyılda Afro-Avrasya sistemi.

Page 190: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

182

11. 1500’den önce Hint Okyanusu’ndaki ticaretin yapısı.

Page 191: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

183

12. Sahra-ötesi ticaret sisteminin merkezleri.

Page 192: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

184

13. İdrisiler zamanında Batı Mağrip’teki kentler.

Page 193: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

185

14. Berber İmparatorlukları: Murabıtlar ve Muhavidler.

Page 194: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

186

15. Batı ve Orta Sudan'daki devletleşme.

Page 195: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

187

16. Batı Sudan'a uzanan başlıca Sahra-ötesi ticaret yolları.

Page 196: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

188

17. Trablusgarp - Çad Gölü arasındaki antik Sahra-ötesi hat.

Page 197: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

189

18. Hausaland kent-devletleri.

Page 198: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

190

19. Svahili yerleşimleri ve ticaret ağları.

Page 199: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

191

20. Zambezi ve Limpopo nehirleri arasındaki devletleşme.

Page 200: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

192

KAYNAKÇA

I. KİTAPLAR

ABUN-NASR, Jamul N., A History of Maghrib in the Islamic Period, Cambridge,

Cambridge University Press, 1987.

ABU-LUGHOD, Janet, Before European Hegemony: the world-system A.D. 1250-

1350, New York, Oxford University Press, 1989.

ALCOCK, S. E. et al. (der.), Empires: perspectives from archaeology and history,

Cambridge, Cambridge University Press, 2001.

ALPERS, Edwards A., The Indian Ocean in World History, New York, Oxford

University Press, 2014.

ARRIGHI, Giovanni, Uzun Yirminci Yüzyıl Para Güç ve Çağmızın Kökenler, çev.

Recep Boztemur, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2016.

ASSMANN, Jan, Moses the Egyptian The Memory of Egypt in Western Monotheism,

Londra, Harvard University Press, 1998.

ASSMANN, Jan, The Price of Monotheism, Stanford, Stanford University Press,

2010.

AUSTEN, Ralph A., Trans-Saharan Africa in World History, New York, Oxford

University Press, 2010.

BOGUCKI, Peter, İnsan Toplumunun Kökenleri, çev. Cumhur Atay, İstanbul,

Kalkedon Yayınları, 2013.

BORGEAUD, Philippe, Dinler Tarihinde Başlangıçlar, çev. Adnan Kahiloğulları,

Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2008.

BRAUDEL, Fernand, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The Wheels

of Commerce, Londra, Book Club Associates, 1983.

BRAUDEL, Fernand, Civilization and Capitalism 15th – 18th Century: The

Perspective of the World, Londra, Collins, 1984.

BRAUDEL, Fernand, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, çev. Mustafa Özel, İstanbul,

Ağaç Yayıncılık, 1991.

Page 201: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

193

BRAUDEL, Fernand, Bellek ve Akdeniz: Tarihöncesi ve Antikçağ, çev. Ali Berktay,

İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007.

BRETT, Michael ve FENTRESS, Elizabeth, The Berbers, Oxford, Blackwell

Publishing, 1997.

CAUVIN, Jacques, The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture,

Cambridge, Cambridge University Press, 2002.

CHARVAT, Petr, Mesopotamia Before History, Londra, Routledge, 2002.

CHASE-DUNN, Christopher ve ANDERSON, E. N.( der.), Historical Evolution of

World-Systems, New York, Palgrave Macmillan, 2005.

CHAUDHURI, K. N., Trade and Civilisation in Indian Ocean An Economic History

from Rise of İslam to 1750, Cambridge, Cambridge University Press, 1985.

CHILDE, Gordon, Kendini Yaratan İnsan, çev. Filiz Ofluoğlu, İstanbul, Varlık

Yayınları, 2006.

CHILDE, Gordon, Tarihte Neler Oldu?, çev. Alâeddin Şenel ve Mete Tunçay,

İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2007.

CLARK, Desmond (der.), The Cambridge History of Africa, Volume 1: From the

Earliest Times to c. 500 B.C., Cambridge, Cambridge University Press, 1982.

CLASTRES, Pierre, Devlete Karşı Toplum, çev. Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş,

İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1991.

COLLINS, Robert O. ve BURNS, James, A History of Sub-Saharan Africa Second

Edition, New York, Cambridge University Press, 2014.

CONNAH, Graham, Forgotten Africa An introduction to its archaeology,

Oxfordshire, Routledge, 2004.

CURTIN, Phillip, Kültürler Arası Ticaret, çev. Şaban Bıyıklı, İstanbul, Küre

Yayınları, 2008.

DENEMARK, Robert A. et al. (der.), World System History: The social science of

long-term change, Londra, Routledge, 2000.

Page 202: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

194

DIAKOV, V. ve KOVALEV, S., İlkçağ Tarihi – 1, çev. Özdemir İnce, İstanbul,

Yordam Kitap, 2010.

EDWARDS, David N., The Nubian Past An archaeology of the Sudan, New York,

Routledge, 2004.

ELFASI, M. (der.), General History of Africa III Africa from the Seventh to the

Eleventh Century, Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural

Organization, 1988.

ELIADE, Mircea, Sacred and The Profane The Nature of The Religion, New York,

Harcourt, Inc., 1987.

ELIADE, Mircea, Demirciler ve Simyacılar, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul,

Kabalcı Yayınevi, 2003.

ELIADE, Mircea, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi Taş Devrinden Eleusis

Mysteria'larına, çev. Ali Berktay, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003.

ELIADE, Mircea, Dinler Tarihine Giriş, çev. Lale Arslan, İstanbul, Kabalcı

Yayınevi, 2009.

FAGE, J. D.( der.), The Cambridge History of Africa, Volume 2: C. 500 BC to AD

1050, Cambridge, Cambridge University Press, 2008.

FRANK, A. G. ve GILLS, B. K. (der.), Dünya Sistemi, çev. Esin Soğancılar, Ankara,

İmge Kitabevi Yayınları, 2003.

FRAZER, Sir James George, Altın Dal Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma, çev.

Mehmet H. Doğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004.

FREEMAN, C., Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, çev. Suat Kemal

Angı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2010.

GARCIA, Juan Carlos Moreno (der.), Ancient Egyptian Administration, Leiden,

Brill, 2013.

GILBERT Erik ve REYNOLDS Jonathan T., Africa in World History From

Prehistory to the Present, New Jersey, Pearson Education, Inc, 2008.

GLOVER, John, Sufism and Jihad in Modern Senegal, New York, University of

Rochester Press, 2007.

Page 203: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

195

GRANT, Michael, A Guide to the Ancient World, New York, Barnes & Noble

Books, 1997.

GÜRSES, Sabri (der.), İslam Arşivleri, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Çeviribilim

Yayıncılık, 2013.

HILL, Jane A., JONES, Philip ve MORALES, Antonio J. (der.), Experiencing

Power, Generating Authority Cosmos, Politics, and the Ideology of Kingship in

Ancient Egypt and Mesopotamia, Philadelphia, The University of Pennsylvania

Museum of Archaeology and Anthropology, 2013.

HOBSON, John M., Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, çev. Esra Ermert,

İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2011.

HODGSON, Marshall G. S., The Venture of Islam Conscience and History in a

World Civilization: Classical Age of Islam, Londra, The University of Chicago Press,

1974.

HODGSON, Marshall G. S., The Venture of Islam Conscience and History in a

World Civilization: Expansion of Islam in the Middle Periods, Londra, The

University of Chicago Press, 1974.

HOLT, P. M., LAMBTON,V A. K. S. ve LEWIS, B. (der.), İslam Tarihi: Kültür ve

Medeniyet, çev. Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997.

HORTON, Mark ve MIDDLETON, John, The Swahili: The Social Landscape of

Mercantile Society, Cornwall, Backwell Publishing, 2000.

KEARNEY, Milo, The Indian Ocean in World History, New York, Routledge, 2004.

KOCKA, Jürgen, Capitalism A Short History, Princeton, Princeton Univesity Press,

2016.

LEVTZION, Nehemia, Ancient Ghana and Mali, Africana Publishing Company,

New York, 1980.

LEVTZION, Nehemia ve POUWELS, Randall L. (der.), History of Islam in Africa,

Ohio, Ohio University Press, 2000.

LEWIS, Bernard, Ortadoğu, çev. Selen Y. Kölay, Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2009.

Page 204: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

196

LYDON, Ghislaine, On Trans-Saharan Trails, New York, Cambridge University

Press, 2009.

MALINOWSKİ, Bronislaw, Büyü, Bilim ve Din, çev. Saadet Özkal, İstanbul,

Kabalcı Yayınevi, 1990.

MARK, Samuel, From Egypt to Mesopotamia: A Study of Predynastic Trade Routes,

London, Chatham Publishing, 1998.

MCEVEDY, Colin, İlkçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol, İstanbul, Sabancı

Üniversitesi Yayınları, 2010.

MCINTOSH, Susan Keech (der.), Beyond Chiefdoms Pathways to Complexity in

Africa, New York, Cambridge University Press, 2005.

MCNEILL, William, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, Ankara, İmge Kitabevi

Yayınları, 2004.

MITCHELL, Peter, African connections: an archaeological perspective on Africa

and the wider world, Lanham, Altamira Press, 2005.

MOKHTAR, G. (der.), General History of Africa II Ancient Civilizations of Africa,

Paris, United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1981.

MORKOT, Robert, The Egyptians An Introduction, New York, Routledge, 2005.

MUMFORD, Lewis, Tarih Boyunca Kent Kökenleri Geçirdiği Dönüşümler ve

Geleceği, çev. Güral Koca ve Tamer Tosun, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007.

NAYLOR, Phillip C., North Africa: a history from antiquity to the present, Austin,

University of Texas Press, 2009.

OLIVER, Roland (der.), The Cambridge History of Africa, Volume 3: From 1050 BC

to AD 1600, Cambridge, Cambridge University Press, 1978.

OLIVER, Roland ve ATMORE, Anthony, Medieval Africa, 1250–1800, Cambridge,

Cambridge University Press, 2001.

PEARSON, Michael, Port cities and Intruders The Swahili Coast, Indıa, and

Portgual in the Early Modern Era, John Hopkins University Press, 1998.

Page 205: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

197

PHILLIPSON, David W., Foundations of an African Civilisation Aksum & the

northern Horn 1000 BC - AD 1300, Woodbridge, James Currey, 2012.

PHILLIPSON, David W., African Archaeology, Cambridge, Cambridge University

Press, 2005.

SCHMIDT, Klaus, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe En Eski

Tapınağı Yapanlar, çev. Rüstem Aslan, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007.

TELLIER, Luc-Normand, Urban World History: an economic and geographical

perspective, Quebec, Presses de l’Université du Québec, 2009.

WALLERSTEIN, Immanuel, Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16.

Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, çev. Latif Boyacı, İstanbul, Yarın

Yayınları, 2010.

WARMINGTON, B. H., Carthage, Londra, The Trinity Press, 1960.

WATSON, Peter, Fikirler Tarihi, çev. Kemal Atakay et al., İstanbul, Yapı Kredi

Yayınları,2014.

WRIGHT, John, A History of Libya, New York, Columbia University Press, 2010.

II. MAKALELER

ASSMANN, Jan, “The Mosaic Distinction: Israel, Egypt, and the Invention of

Paganism, Representations”, Representations, Special Issue: The New Erudition, No.

56, (1996), s. 48-67.

BEAUJARD, Philippe, “The Indian Ocean in Eurasian and African World-Systems

before the Sixteenth Century”, Journal of World History, Vol. XVI, No. 4(2005), s.

411-465.

BEAUJARD, Philippe, “East Africa, the Comoros Islands and Madagascar before

the sixteenth century”, Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 42, No: 1

(2007), s. 15-35.

Page 206: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

198

BEAUJARD, Philippe, “From Three Possible Iron-Age World-Systems to a Single

Afro-Asian World-System”, Journal of World History, Vol. XXI, No. 1(2010), s. 1-

43.

BOONE, James L. , MYERS, J. Emlen ve REDMAN, Charles L., “Archeological

and Historical Approaches to Complex Societies: The Islamic States of Medieval

Morocco”, American Anthropologist, Vol. 92, No. 3 (1990), s. 630-646.

BURNSTEIN, Stanley M., “When Greek Was an African Language: The Role of

Greek Culture in Ancient and Medieval Nubia“, Journal of World History, Vol. 19,

No. 1 (2008), s. 41-61.

BUTZER, Karl W., “Rise and Fall of Axum, Ethiopia: A Geo-Archaeological

Interpretation”, American Antiquity, Vol. 46, No 3 (1981), s. 471-495.

EDWARDS, David N., “Meroe and The Sudanic Kingdoms”, Journal of African

History, Vol. 39 (1998), s. 175-193.

EDWARDS, David N., “Archaeology of Sudan and Nubia”, Annual Review of

Anthropology, Vol. 36 (2007), s. 211-228.

FATTOVICH, Rodolfo, "Reconsidering Yeha, c. 800–400 BC", African

Archaeological Review, Vol. 26 (2009), s. 275-290.

FATTOVICH, Rodolfo, “The Development of Ancient States in the Northern Horn

of Africa, c. 3000 BC–AD 1000: An Archaeological Outline”, Journal of World

Prehistory, Vol. 23, No 3 (2010), s. 145-175.

GARRARD, Timothy F., “Myth and Metrology: The Early Trans-Saharan Gold

Trade”, The Journal of African History, Vol. 23, No. 4 (1982), s. 443-461.

HAFSAAS-TSAKOS, Henriette, “The Kingdom of Kush: An African Centre on the

Periphery of the Bronze Age World System”, Norwegian Archaeological Review,

Vol. 42, No. 1 (2009), s. 50-70.

Page 207: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

199

HAFSAAS-TSAKOS, Henriette, “Edges of bronze and expressions of masculinity:

the emergence of a warrior class at Kerma in Sudan”, Antiquity, Vol. 87, No. 335

(2013), s. 79-91.

HARROWER, Michael J. ve D’ANDREA, A. Catherine, "Landscapes of State

Formation: Geospatial Analysis of Aksumite Settlement Patterns (Ethiopia)”,

African Archaeological Review, vol. 31(2014), s. 513-541.

HODGSON, Marshall G. S., “The Role of Islam in World History”, International

Journal of Middle East Studies, Vol. 1, No. 2 (Apr., 1970), s. 99-123.

INSOLL, Timothy, “The Archaeology of Islam in Sub-Saharan Africa: A Review”,

Journal of World Prehistory, Vol. 10, No. 4 (1996), s. 439-504.

INSOLL, Timothy, “Iron Age Gao: An Archaeological Contribution”, The Journal of

African History, Vol. 38, No. 1 (1997), s. 1-30.

KIRWAN, L. P., “Rome beyond The Southern Egyptian Frontier”, The

Geographical Journal, Vol. 123, No. 1 (1957), s. 13-19.

LAVIOLATTE, Adria, “Swahili Cosmopolitanism in Africa and the Indian Ocean

World, A.D. 600–1500”, Archaeologies: Journal of the World Archaeological

Congress, Vo. 4, No: 1(2008), s. 24-49.

LAVIOLATTE, Adria ve FLEISHER, Jeffrey, “The Urban History of a Rural Place:

Swahili Archaeology on Pemba Island, Tanzania, 700-1500 AD”, The International

Journal of African Historical Studies, Vol. 42, No: 3 (2009), s. 433-455.

LAW, R. C. C., “The Garamantes and Trans-Saharan Enterprise in Classical Times”,

The Journal of African History, Vol. 8, No. 2 (1967), s. 181-200.

LOVEJOY, Paul E., “The Role of the Wangara in the Economic Transformation of

the Central Sudan in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, The Journal of African

History, Vol. 19, No. 2 (1978).

MATTINGLY, D. J. ve STERRY, M., “The first towns in the central Sahara”,

Antiquity, vol. 87, No 336 (2013), s. 503-518.

Page 208: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

200

MATTINGLY, David J., STERRY, Martin J. ve EDWARDS, David N., “The

origins and development of Zuwīla, Libyan Sahara: an archaeological and historical

overview of an ancient oasis town and caravan centre”, Azania: Archaeological

Research in Africa, Vol. 50 (2015), s. 27-75.

MCINTOSH, Susan Keech, “Reconceptualizing Early Ghana”, Canadian Journal of

African Studies, Vol. 42, No. 2/3, Engaging with a Legacy: Nehemia Levtzion (1935-

2003), s. 347-373.

MILLER, James, “Trading through Islam: The Interconnections of Sijilmasa, Ghana

and the Almoravid Movement”, The Journal of North African Studies, Vol. 6, No:1

(2001), s. 29-58.

PELLING, Ruth, “Garamantian agriculture and its significance in a wider North

African context: The evidence of the plant remains from the Fazzan project”, The

Journal of North African Studies, Vol. 10 (2005), s. 397-412.

PERINBAM, B. Marie, “Social Relations in the Trans-Saharan and Western

Sudanese Trade: An Overview”, Comparative Studies in Society and History, Vol.

15, No. 4 (Sep., 1973), s. 416-436.

SAVAGE, E., “Berbers and Blacks: Ibāḍī Slave Traffic in Eighth-Century North

Africa”, The Journal of African History, Vol. 33, No. 3 (1992), s. 351-368.

SCHEELE, Judith, “Traders, saints, and irrigation: reflections on Saharan

connectivity”, Journal of African History, vol. 51 (2010), s. 281-300.

SCHMIDT, Klaus, “Göbekli Tepe – the Stone Age Sanctuaries. New results of

ongoing excavations with a special focuson sculptures and high reliefs”, Documenta

Praehistorica, Vol. 37(2010), s. 239-256.

SERNICOLA, Luisa ve PHILLIPSON, Laurel, “Aksum's regional trade: new

evidence from archaeological survey”, Azania: Archaeological Research in Africa,

Vol. 46, No.2 (2011), s. 190-204.

Page 209: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

201

THORLEY, J., “The Development of Trade Between the Roman Empire and East

Under Augustus”, Greece and Rome, Second Series, Vol. 16, No. 2(1969), s. 209-

223.

WICKER, F. D. P., “The Road to Punt”, The Geographical Journal, Vol. 164, No. 2

(1998), s. 155-167.

WILSON, Andrew, “Saharan Network in Roman Period: short–, medium– and long

distance trade networks”, Azania: Archaeological Research in Africa, Vol. 47, No. 4

(2012), s. 409-449.

III. ELEKTRONİK KAYNAK

SINCLAIR, P., Development of Urbanism from a Global Perspective,

http://www.arkeologi.uu.se/digitalAssets/36/36108_3fattovichall.pdf [Erişim Tarihi:

23.11.2015]

Page 210: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

202

ÖZET

Afrika’nın uluslararası ticaret sistemine eklemlenme süreci kent ekonomilerin

yayılışını takip eder. İki döneme ayrılabilir. İlk dönemde, Akdeniz’in kentler

tarafından yönlendiren bir dünya-ekonomi olmasını takiben, Afrika’nın kuzey

kısımları ticaret ağına dâhil olmuşlardır. Bu süreçte, Mısır gerek konumu gerek

kompleks siyasi ve toplumsal düzeni ile sistemi kurucu güçlerinden birisi olmuştur.

Ticaret ağları büyük imparatorluklarla giderek genişlerken Etiyopya, Nil vadisi ve

Fizan gibi uygar dünya ile ilişkiler kurabilen bölgeler de sisteme eklemlendiler.

Roma’nın ve Çin’in eş zamanları düşüşleriyle krize sürüklene sistem M.S. 7.

Yüzyıldan itibaren yeniden büyümeye başladı. Bu kez batıdaki motor gücü İslam’dı.

Gerek kentleşmeyi gerek uzun mesafe ticaretini teşvik eden İslam antik dönemin

ticari ağlarını güneye doğru genişletti. Büyüyen ticari gelir Sahra-altı Afrika’daki

toplumların devletleştirirken, Doğu Afrika’da özerk kent devletler yarattı. Ticaretin,

devletleşmenin ve kentleşmenin giderek güneye doğru kaydığı bu süreç 1500’den

sonraki dramatik gelişmeler sonrası yeni bir biçime büründü.

Page 211: modern döneme dek afrika'nın uluslararası ticaret sistemine

203

ABSTRACT

The process of integration of Africa into international trade system pursues

spread of city economies. It can be divided into two period. In the first period, the

North of Africa got involved into that trade network, after Mediterranean becomes a

world-economy which is driven by cities. In this process, Egypt became a constituent

power because of its location and complex political and social order. While trade

networks were expanding, the regions that were capable of contact with the modern

world like Ethiopia, Nile and Fezzan integrated into the system. The system which

was in crisis after concurrent downfall of Rome and China, has grown after 7th

century AD. This time dynamic power in West was Islam. Islam which provokes

urbanization and long distance trade extended trade networks of antiquity towards

South. While trade income which was increasing helped sub-saharan societies to

construct bigger political structures, it created city states in East Africa. This process

weakens after dramatic developments which altered the international trade order

thorougly since 1500.