41

Minik Yazarlar

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Minik Yazarlardan Değerlerimiz

Citation preview

Page 1: Minik Yazarlar

 

Page 2: Minik Yazarlar

 

Bu kitap “Minik Yazarlar” projesi kapsamında “Kepez Atatürk İlkokulu-

Çanakkale, Özel Toros Ortaokulu-Mersin Ve Çaycuma Çomranlı İlkokulu-

Zonguldak” okullarındaki öğrencilerin yazdığı hikayelerden oluşmuştur.

Page 3: Minik Yazarlar
Page 4: Minik Yazarlar

ADALET

Teneffüs zili çalmış, arkadaşlarımla okul bahçesine oynamak için

çıkmıştık. Efe ile Ömer aralarında tartışmaya başladılar. Efe “yerden

yüksek” oynamak istiyordu. Ömer ise “yakar top” oynamak istiyordu.

Aralarındaki tartışma, gittikçe büyümeye başladı. Hepimizin keyfi

kaçmıştı. Gereksiz bir tartışma yüzünden zamanımın da boşa gidiyordu.

Hemen araya girip bu teneffüs Efe’nin diğer teneffüs Ömer’in oynamak

istedikleri oyunu sınıfça oynayabileceğimizi söyledim ve bu fikir için

oylama yapmayı önerdim. Sınıf arkadaşlarımın hepsi beni tebrik etti ve

arkadaşlarımızla aramızda oylama yaptık. Oylama sonucuna göre ilk önce

Efe’nin önerdiği “yerden yüksek” oyunu oynadık. Diğer teneffüste

Ömer’in önerdiği “yakar top” oyununu oynadık. Sınıf arkadaşlarımla çok

güzel zaman geçirmiştik.

Önerdiğim oylama kararından dolayı sınıftaki tüm arkadaşlarım beni

kutlamışlardı. Adaletli davranmanın herkese huzur getirdiğini o gün bir

kez daha anladım.

HASAN EFE YILDIRIM 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE

 

 

 

 

 

Page 5: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE

 

Page 6: Minik Yazarlar

ÇİÇEKLERİN ADALETİ

Okullar tatil olur olmaz Mert ile Mete, yaz tatilin geçirmek için Ankara’daki evlerinden

İzmir’e geldiler. Çok mutluydum çünkü en iyi anlaştığım kuzenlerimle harika bir yaz tatili

geçirecektim. Gelecekleri gece heyecandan uyuyamadım. Hem karne hediyemi de henüz

almamıştım. Bütün derslerim iyiydi. Güzel bir hediyeyi hak ettiğimi sanıyordum. Mert ile Mete’nin

gelişi de ayrı bir hediyeydi benim için. Sabah bütün uykusuzluğuma rağmen fırladım yataktan. Bir

daha bütün geceyi hayal kurarak geçirmeyeceğime dair de kendime söz verdim. Kuzenlerim

dedemlerde kalacaklardı. Burası bahçe içinde rengârenk çiçeklerin sizi selamladığı tek katlı bir

evdi. Uyanır uyanmaz kahvaltı yapmadan gittim yanlarına. Nasıl olsa mis gibi ıhlamur kokan bir

kahvaltı bekliyordu beni. Çabucak hasret giderdik. Hayal dünyamızın sonsuzluğuna dalacağımız

oyunlar bizi bekliyordu.

Güneşin tüm sıcaklığı etrafı kavururken biz bahçedeki ağaçların serin gölgesinde oyundan

oyuna koşuyorduk. Sıradaki oyunumuz da yine kurallarını bizim belirlediğimiz bir top oyunuydu.

Ben soluklanmak için bir köşeye çekildim. Kahkahalarımız bahçede dolaşıyordu. Derken Mete,

topu bahçenin diğer tarafına, dedemin en sevdiği çiçeklerinin olduğu bölüme doğru hızlıca attı. Top

o kadar hızlıydı ki pek çok saksı devrildi ve çiçeklerin büyük bir bölümü ezildi. Hepimiz çok

şaşırmıştık. Ne yapacağımızı bilemez halde bu küçük suçu gizlemeye, görmemiş gibi davranmaya

karar verdik.

Akşam yemeğine hepimizi suçumuzu bilerek oturduk. Gözlerimizi masadan

kaldıramıyorduk. Dedem her akşam yaptığı gibi bahçe kontrollerini tamamlayıp yanımıza geldi.

Yüzünden belliydi öfkeli olduğu. Biz ise heyecandan nefis yemeklerin kokusunu, zil çalan

karnımızın sesini bile duyamıyorduk. Lafı dolandırmadı dedem. Bunu kimin yaptığını sordu bize.

Ben ve Mert bu olayın görgü tanıklarıydık belki de. Mete ise suçluydu. Kendisinden

beklemediğimiz bir hareketle birden öne atıldı ve bunu Mert’in yaptığını söyledi. Topu atan Mete

idi. Hem de öyle bir sert atmıştı ki topu, boynu ezilmedik çiçek kalmamıştı. Küçük kardeş Mert,

ağabeyinin korkusundan ve bir daha onunla oyun oynamayacağı düşüncesin acısıyla sustu ve suçu

kabul etti. Dedemin sesi yükseliyor ve Mert’in gözyaşlarıyla karışıyordu. Sonunda dayanamadım ve

olan biteni dedeme anlattım. Böyle bir haksızlığa göz yummak suça ortak olmaktı. İçimde doğruyu

söylemenin gururunu hissettim.

Ertesi gün dedem Mete’ye çiçek dikme ve onlarla yaz boyunca ilgilenme cezası verdi. Bu

çok güzel bir ceza olmuştu. Bahçemizdeki rengârenk çiçeklerin görüntüsü büyülüyordu bizi. Yaz

mevsiminin yakınlığına kapılıp gidiyorduk.

ÖZEL TOROS ORTAOKULU

Page 7: Minik Yazarlar

İYİLİK

Bir akşamüzeriydi. Evimizin karşısındaki bakkaldan ekmek almak için evden

çıktım. Trafik çok yoğundu. Yolun karşı tarafına geçeceğim zamanı beklerken, yolun

karşısında, yaşlı bir teyzenin karşıya geçmekte zorlandığını gördüm. Yaşlı teyzenin

bir elinde baston, diğer elinde poşetler vardı. Yaşlı teyzeye seslenerek “Teyze dur,

acele etme. Ben yanınıza gelip yardım edeceğim, sizi karşıya geçireceğim.” dedim.

Yaşlı teyze “Tamam oğlum, acele etmiyorum.” dedi. Trafiğin uygun olduğu anda

karşıya geçip, teyzenin elindeki eşyaları alıp, elinden tutup karşıya geçirdim. Evinin

nerede olduğunu sordum. Bastonuyla evinin olduğu sokağı gösterdi. Evi yakındı.

Teyzeyi evine kadar götürdüm. Çok mutlu oldu ve bana teşekkür etti.

Aradan bir iki hafta geçmişti. Annemle alışveriş merkezine gittik. Annemden

izin alıp oyuncakların olduğu yere gittim. Orada oyuncak bir kepçe buldum. Onunla

oynamaya başladım. Kendimi oyuncağa öyle kaptırmıştım ki annemin bana

seslendiğini bile duymamıştım. Bir an aklıma annem geldi, etrafımda arandım ama

annemi göremiyordum. Çok korkmuştum. Ağlamaya başladım. Yanıma yaklaşan

yaşlı bir teyze niye ağladığımı sordu. Annemi kaybettiğimi söyledim. Teyze başımı

okşadı ve korkmamam gerektiğini söyledi. Kafamı kaldırdığımda o teyzenin geçen

hafta benim karşıdan karşıya geçirdiğim teyze oluğunu gördüm. Elimden tutup beni

anons yerine götürdü. Anonsu duyan annem hemen yanıma geldi. Annem de çok

korkmuştu ve ağlıyordu. Annem beni görünce hemen bana sarıldı. Annem ile birlikte

yaşlı teyzeye teşekkür ettik. Yaşlı teyze “İyilikler karşılıksız kalmaz. Sen bana geçen

hafta yardım etmiştin. Şimdi de benim sana bir iyiliğim dokundu.” deyip oradan

uzaklaştı.

KAYRA KADİR TURAN 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE

Page 8: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE

 

 

 

Page 9: Minik Yazarlar

İYİLİĞİN SICAKLIĞI

Soğuk bir gün… Kış ayının bütün acımasızlığının iliklere kadar işlendiği bir günde Robert

dışarıda dolaşırken bir adam gördü. Bu soğuk, karlı günde adamcağızın üstünde çok ince kumaştan

olan bir pantolon ve bir tişört vardı. Zavallı adamın üşüdüğü her yerden belli olmaktaydı. Robert

da diğer insanlar gibi yapmadı, adamı görmemiş gibi davranmadı. Adamın yanına gitti ve ona hal

hatır sordu. Tabii ki bu sırada ona kendi kabanını vermeyi de ihmal etmedi. Daha sonra adamı

karnını doyurabilmesi için harika bir yere götürdü. Adam gözlerine inanamadı. Çünkü hayatı

boyunca hiç bu kadar fazla yemek çeşidini bir arada görmemişti. Robert ve Robert'in adının Arthur

olduğunu öğrendiği adam ile birlikte tıka basa yemek yediler. Arthur hem yemeğini afiyetle yiyor

hem de her lokması için Robert’a ayrı ayrı teşekkür ediyordu. Robert bu yabancı adama yardım etti.

Aklına kendisinin eski günleri geldi. Kendisi de bu hiç bilmediği yerde yalnızdı. Bunun ne demek

olduğunu en iyi kendisi bilirdi. En son tatlılarını da yedikten sonra kalkıp gittiler.

Arthur, Robert'in çok zengin olduğunu düşündü. Aslında öyle değildi. Robert bu şehre çalışmak

için gelmişti ve tek başına yaşıyordu. Robert dışarıdan göründüğü kadar mutlu değildi. Robert, bu

yardımıyla birlikte ilk defa biriyle tanışmış oldu. Robert, her zaman Arthur'a maddi ve manevi

olarak yardım etti, hatta ona iş bile ayarladı. Arthur aslında çok zekiydi ama okula belli bir süre

gidebildiği için kendini geliştirememişti. Arthur'un zekâsının büyüklüğünü fark eden Robert da ona

elinden gelen her konuda yardım etti.

Yıllar sonra Arthur çok zeki ve başarılı bir patron oldu tabi ki Robert ile birlikte. Uzun

çalışmalarından sonra Robert ve Arthur kendilerine ait birer holding kurdular. Birçok insanla

beraber çalışıyorlar, pek çok kişiyi iş sahibi etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Aylar sonra

Robert'in işleri kötüye gitmeye başladı. Oysaki Arthur her gün daha iyiye gidiyordu. En sonunda

Robert, borçlarından dolayı iflas etti.

O zamanlar Arthur'la arası çok iyi değildi. Rekabet ortamının getirileri bu iki arkadaşın arasını

açmıştı. Fakat Arthur durumu öğrenince hemen Robert'ın yardımına koştu. Ne de olsa bu eski

dostun ona ihtiyacı vardı. Bu dayanışmanın ardından Robert eski başarısına geri kavuştu. Robert

çok mahcuptu. Ama Arthur bundan şikâyetçi değildi. Çünkü tüm bu lüks hayatını Robert'a

borçluydu.

Zehrasu Tırtar - 6/D

ÖZEL TOROS ORTAOKULU

 

 

 

Page 10: Minik Yazarlar

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU - ZONGULDAK

Page 11: Minik Yazarlar

PAYLAŞMA

Aslı ile Zuhal çok iyi anlaşan iki arkadaştı. İkisi de aynı sınıfta, aynı sırada

oturuyorlardı. Derslerde kalemlerini, boyalarını birlikte kullanıyorlardı. Her zaman

sınıf arkadaşlarına çok iyi davranıyorlardı.

Okulda zaman çabuk geçiyordu. Öğlen yemeği için çıkış zili çalmıştı. Aslı ile

Zuhal eşyalarını topladılar. Öğle yemeği almak için kantine inecekleri sırada Zuhal

annesinin öğlen yemeği için verdiği harçlığı evde unuttuğunu fark etti. Birden gözleri

doldu. Ne yapacağını bilemedi. Arkadaşının üzgün olduğunu gören Aslı, Zuhal’in

elinden tutup niye ağladığını sordu. Zuhal üzgün ve kısık bir sesle harçlığını evde

unuttuğunu, karnının aç olduğunu söyledi. Aslı biraz düşündü, annesinin ona

söylediği aklına geldi. Annesi “Her zaman sınıf arkadaşlarınla okul eşyalarını,

yiyeceğini paylaşmalısın.” derdi. Aslı elini cebine attı. Cebinden çıkardığı parayı

Zuhal’e göstererek “Bu parayla ikimiz de karnımızı doyurabiliriz.” dedi. İki arkadaş

okul kantinine gidip kendilerine yiyecek bir şeyler aldılar. Aldıkları her bir yiyeceği

ortadan ikiye bölerek paylaştılar. İkisinin de karnı doymuştu. O gün dostlukların bir

şeyler paylaştıkça daha da güzelleştiğini anladılar.

MUSTAFA ATA DALAKLI 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 12: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 13: Minik Yazarlar

GERÇEK MUTLULUK

Nisan dokuz yaşındaydı.3. sınıfı bitiriyordu bu yaz. Kardeşi Helin ise dört yaşında biraz

haylaz, hareketli ama söz dinleyen bir çocuktu. Yaz yaklaştıkça Nisan’ın da heyecanı giderek

artıyordu. Çünkü karnesini almasına çok az kalmıştı ve derslerinin hepsi iyiydi. Sonunda o çok

istediği bebeğe kavuşacaktı. Anne ve babasından aylardır bir bebek istiyordu. Altın saçlı, deniz

gözlü bir bebek… Sanki canlı gibi, biraz konuşsa onunla cevap verecek gibi. Karne günü gelip çattı.

Nisan’ın heyecanı da iki kat arttı. Hep beraber Nisan’ın karnesini almak üzere okula gittiler.

Karnesini gururla tutuyordu çünkü bütün notları çok iyiydi. Öğretmeni hem ailesini hem de Nisan’ı

tebriklere boğuyordu. Bu yaz tatili iyi geçecek anlaşılan, diye düşündü Nisan. Arkadaşlarından kısa

bir süre ayrı kalacaktı ve bunun burukluğunu yaşıyordu. Herkesle vedalaştıktan sonra o çok sevdiği

oyuncakçının yolunu tuttular. Önce vitrine şöyle bir göz gezdirdi. Gözüne çarpan başka bebekler,

tahta arabalar, yapbozlar ışıl ışıldı. Oyuncakların renkli dünyasında kendine bir yer aradı. Bir

eksiklik vardı ama. O çok beğendiği bebek yoktu oralarda. Hemen dükkânın sahibine bebeği tarif

etti. Ama adam ellerinde o bebekten hiç kalmadığını söyledi Nisan’a. Bütün hayalleri suya

düşmüştü Nisan’ın. Kendisine gösterilen hiçbir bebeği de beğenmiyordu. Sanki özel bir şey vardı o

sarı saçlı bebekte. Bir sihir… Bir oyun arkadaşı… Nisan gözyaşlarını tutamadı.

Eve vardıklarında Nisan çok mutsuzdu. Helin ablasının bu haline çok üzülüyor türlü

şaklabanlıklarla onu güldürmeye çalışıyordu. Ama ne yaparsa yapsın onu bir türlü mutlu

edemiyordu. İçeri geçti ve bütün oyuncaklarını minicik elleriyle getirdi. Sora da ,”İstediğin bütün

oyuncaklarımı alabilirsin yeter ki üzülme.” dedi ablasına. Nisan kardeşine sımsıkı sarıldı ve o anda

gerçek mutluluğun oyuncakla değil kardeşiyle oynamak olduğunu anladı. Çünkü Helin Nisan’la

sadece oyuncaklarını değil; üzüntüsünü, sevincini, sırrını her şeyini paylaşmıştı. Helin Nisan’la

sevgisini paylaşmıştı…

ÖZEL TOROS ORTAOKULU

Page 14: Minik Yazarlar

OYA İLE KİMSESİZ KEDİ

Soğuk bir kış günüydü. Oya sıcacık odasında kitap okuyordu. Dışarıdan gelen

ses onun dikkatini birden dağıttı. Önceleri sesin ne olduğunu anlayamadı. Daha sonra

kulak kabartınca bunun bir kedi miyavlaması olduğunu anladı. Sesi dikkatle

dinlemeye devam etti. Ses giderek inceliyor, acı dolu bir yakarış halini alıyordu.

Oyanın tüyleri diken diken olmuş kalbinde bir sızı başlamıştı. Kedinin bu acı dolu

miyavlamalarına dayanamadı hemen pencereyi açtı. Bahçeyi şöyle bir gözden

geçirdi. Tam da kediyi görmekten umudunu keseceği sırada yapraklarını dökmüş

kuru ağacın dibinde karlar arasında sapsarı tüyleri olan simsiyah gözlü bir yavru kedi

gördü. Yavru kedi titriyor ve artık ayakta durmada zorlanıyordu. Aç olduğu her

halinden belliydi. Oya kalbinde yeniden bir sızı hissetti. Sanki üşüyen ve aç olan

kendisiymiş gibi hissetti. Dayanamadı ve hemen bir kaba su ile akşam annesinin

yaptığı yemekten arta kalan yemeklerden biraz koyup yavru kediciğin yanına gitti.

Yavru kedi Oya’yı görünce korktu kaçmak istedi ama kaçamadı. Oya elindeki su ve

yemeği yavru kediye göstererek yere koydu. Yemeğin kokusunu alan yavru kedicik

hemen yemeği yedi, suyunu içti ve karnını doyurdu. Oya yavru kedinin karnının

doyduğunu görünce çok mutlu oldu. Ancak bu mutluluğu kısa sürdü. Birden kar lapa

lapa yağmaya başladı. Oya yavru kedi için yeniden endişelenmeye başladı. Sonra

hemen eve gidip annesine yavru kediciğin durumunu anlattı. Annesi ile birlikte Oya

ellerinde küçük bir koli ile yeniden bahçeye çıktılar. Yavru kedi onları görünce

birden heyecanlandı. Oya ve annesi yavru kediyi yanlarında getirdikleri küçük

kolinin içine koyup eve getirdiler. Oya çok mutlu oldu. Yavru kedi de sıcakta tüyleri

kuruduktan sonra gözleri hemen kapandı. Yavru kedi sabaha kadar mışıl mışıl uyudu.

Onun rahat ettiğini gören Oya da sabaha kadar mışıl mışıl uyudu.

KEREM KAAN ÖZDEMİR 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 15: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 16: Minik Yazarlar

MERHAMETLİ KIZ

Bir kış günüydü. Camdan bakmak için balkona çıkmam lazımdı. Az zaman

sonra çıktım bir de ne göreyim bir kuş donmuştu. Hemen koşup anneme haber

verdim annem de kuşun yanına gitti ve bana donmuş dedi. Annem eline alıp eve

getirdi. Kanepenin üstüne koydu ve işine devam etti. Eve babam gelince kanepenin

yanına gidince bu ne diye sordu annem kuş dedi. Babam ise bunun burada ne işi var

dedi. Annem ise kuşu kızımız görmüş ve ben bakmaya gidince donmuştu. Hemen eve

getirdim dedi. Babam ise bana aferin demişti. Ama ben babamın bana neden aferin

dediğini anlamamıştım. Ama olsun babamdan aferin aldım ya bu bana yeter dedim. O

kuşa baktım da yerinde yoktu. Annem camı açınca uçup gitmişti. Anneme

çağırmıştım anne bak gitmiş dedim. Annem iyileşince uçup gitmiş dedi. Ama ben

yine korkuyordum çünkü yine donar diye. Ama köyde hiçbir şey yapamadım. Bir

tane adamın evi yoktur ve kışta anneme söyledim onu misafir odasına alırız dedim.

Annem ve babam buna tamam dedi ve onu çağırdık. Onu misafir odasına getirdik.

Annem orada dinlen dedi. Babam da gidip ona kalacak otel buldu. Sabah olunca onu

oraya bıraktık.

Sudenaz SALMAN

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU 

Page 17: Minik Yazarlar

MİSAFİRPERVERLİK

Damla’nın annesi telefonla konuşuyordu. Damla telefon konuşmasından

Fatmaların akşam oturmaya geleceklerini anladı. Damla hemen heyecanla odasından

fırlayıp annesinin yanına gitti.

Damla “Anne akşama Fatmalar mı gelecek?” diye heyecanla annesine sordu.

Annesi “Evet kızım. Bu akşam Fatma, annesi ve babasıyla birlikte bize gelecekler.”

dedi. Damla çok mutlu oldu, annesine sıkıca sarıldı.

Damla ile annesi akşam gelecekleri misafirleri için hazırlıklara başladılar.

Damla “Anne ben hemen odamı toparlamalıyım.” dedi. Annesi de “Ben de mutfağa

gidip misafirlerimiz için bir şeyler hazırlayıp pişireyim”. dedi.

Damla’nın annesi misafirleri için çikolatalı pasta, börek ve poğaça yaptı. Fatma

ve Damla için meyve suyu hazırladı. Akşam olmuştu. Bütün hazırlıklar

tamamlanmıştı. Kapı çaldı. Damla, annesi ve babası ile birlikte sevinçle kapıyı

açtılar. Misafirlerine “Hoş geldiniz” dediler. Onlara en güzel terliklerini verip,

salondaki en güzel yerlere oturmaları için buyur ettiler. Annesi ile Damla misafirleri

için hazırladıkları yiyecekleri ikram ettiler. Damla ile Fatma Damla’nın odasında

oyun oynarken, anne ve babaları salonda sohbet ettiler. Birkaç saat sonra Fatmaların

ailesinin eve gitme vakti geldi. Damla bu duruma biraz üzülse de tekrardan

görüşeceklerini düşünerek sevindi. Onlar için hazırlık yapmaktan ve Fatmaların

ailesini misafir olarak ağırlamaktan çok mutlu oldular. Damla ve ailesi misafirlerini

kapıya kadar uğurlayıp onlara “Güle güle gidin, yine bekleriz” dediler.

BEYZA AKŞAHİN 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 18: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 19: Minik Yazarlar

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK

Page 20: Minik Yazarlar

DOSTLUK

Ben arkadaşımı çok seviyorum. Arkadaşım bugün bize gelecek. Bize gelirken

yeni aldığı oyuncağını da getirecek. Oyuncağını çok merak ediyorum.

Öğlenleyin kapı çaldı. Heyecanla kapıyı açtım. Arkadaşım yeni aldığı oyuncağı

ile kapıdaydı. Onu odama davet ettim. Yeni aldığı oyuncağı torbadan çıkardı.

Karşımda sapsarı saçları olan bir oyuncak bebek duruyordu. Bu yeni oyuncak bebeği

çok beğenmiştim. Beraber bir süre arkadaşımın yeni oyuncağı ile oynadık. Oyun

sonunda arkadaşım onun yeni oyuncak bebeğini çok beğendiğimi fark etti.

Arkadaşım bu durumda yeni oyuncak bebeğinin bir süre bende kalabileceğini söyledi.

Çok sevindim. Arkadaşım yeni oyuncağını bir süreliğine bana veriyordu. Ben de ona

oyuncaklarım arasından en sevdiğim oyuncağı hediye ettim. İkimizde çok mutluyduk.

Zaten ne demişler; “sevgi paylaştıkça çoğalır.”

Arkadaşımla oynamak için evimizin bahçesine çıktık. Bir süre bahçede

oynadık. Annem bizim için yiyecek hazırlamış, bize seslendi. Hemen içeriye girip

ellerimizi yıkayıp, karnımızı doyurduk. Canım arkadaşımla birlikteyken zaman

hemen geçiveriyordu. Akşam olmak üzereydi. Arkadaşımın babası bizim evin

telefonunu aradı. Arkadaşımın hazırlanıp evin önüne çıkmasını istedi. Arkadaşım

giderken yeni oyuncak bebeğini bana bıraktı, ben de ona kendi oyuncağımı verdim.

Birbirimizden ayrılacağımıza çok üzülüyorduk. Ama önümüzdeki hafta sonu ben

onlara gidecektim. Zaten okulda da görüşüyorduk. Ama bize yetmiyordu. İnsan

dostlarıyla birlikte olduğunda zaman hemen geçiyordu.

Dostlarımızla birlikte olduğumuzda zamanın çabuk geçtiğini ve güzel mutlu bir

zaman geçirdiğimizi o gün bir kez daha anladım.

SUDENUR GÖÇ 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 21: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 22: Minik Yazarlar

GERÇEK DOST

Watson, cam kenarına oturmuş yağmurun dinmesini bekliyordu. Sakin başlayan bir günün

ardından günün sakinliğini bozan bir yağmurdu bu. Elindeki dergiyi kapatıp yağmur damlalarının

aceleyle cama vurmasını seyretmeye başladı. Daha sonra içeri Sherlock girdi. Aklının bir türlü

çözemediği o vakalardan birinde kaldığı her halinden belliydi. Watson ona seslendi ve neler

olduğunu sordu. Sherlock ise kafasının çok karışık olduğunu ve çözmesi gereken bir olay olduğu

söyledi.

Sherlock her zaman böyleydi. Dalgın görünürdü, aslında zeki biriydi. İnsanların garipsediği

her türlü olayla o ilgilenirdi. O gün yine garip bir olayın içinde olduğu belliydi. Sherlock’ın kafası

bu olayla çok meşguldü. O sırada içeri bütün bu dalgınlığı bir bulut gibi dağıtan bir bayan girdi. Bu

kadın da telaşıydı. Elindeki şemsiyeyi yağmur damlalarından temizlemeye çalışıp kapattı. İçeri

doğru hızla girdi. Bu genç bayan için de bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Bu güzel bayan

Sherlock’a yanaştı ve ondan kendisine yardım etmesini istedi. Onun pek çok olayı çözmekte başarılı

olduğunu ve kendisine de bir konuda yardımcı olup olamayacağını sordu. Sherlock ona

memnuniyetle yardım edeceğini söyledi. Bayan evinin Boston Caddesinde olduğunu söyledi.

Buranın çiftlik evine de yakın olduğunu ve bu nedenle de hafta sonları oraya rahat gittiklerini

söyledi. Fakat her dönüşlerinde evde farklı yerlerde notlar bulduklarını söyledi. Çok korktuklarını,

evlerine giren bu yabancı ya da yabancıları Sherlock’tan bulmasını istedi. Sherlock aslında

ilgilenmesi gereken pek çok başka iş varken Bayan Marry’e de söz vermenin ağırlığını hissetti.

Ayrıca bu gizemli olay onun kafasını da iyice karıştırmıştı.

Etrafına baktı ve dostu Watson’u göremedi. Hâlbuki bu eski dostla dertleşmek ve biraz

olsun rahatlamak istiyordu. Yağmurun cama vuruşunu seyretmeye devam etti. Hayat karmaşık bir

oyun, diye düşündü. Bu oyunda bizlerin yanında olabilecek gerçek dostlara ihtiyacımız vardı.

Dertleşebileceğimiz, bizi doğru ve yanlışlarımızla kabul edebilecek gerçek bir dost…

Az sonra Watson, elinde bir kahveyle dostu Sherlock’un yanına oturdu. Elindeki kahveyi ona

uzattı ve,”Al bakalım dostum, bir kahve seni dalgın düşüncelerinden ayırır; bir dost ise o dalgın

düşüncelerine çözüm bulabileceğin bir sohbete çağırır. Dedi. Doğru söylemişti Watson. Artık

düşünceleri sağlam bir limana yanaştırmak gerekirdi.

Helin Doğan - 6/D

Özel Toros Ortaokulu

Page 23: Minik Yazarlar

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK

Page 24: Minik Yazarlar

DÜRÜSTLÜK

Murat çok hareketli bir çocuktu. Her zaman yaramazlık yapacak bir durum

bulurdu. Hatta bir keresinde merdivenlerden inen arkadaşına koşarken çarpmış,

zavallı çocuk kırılan kolu yüzünden bir ay hastanede yatmıştı. Ailesi bu duruma çok

üzülmüştü.

Murat’ın en iyi arkadaşı Melih’ti. O gün okulda teneffüs zili çaldığında Murat

ile Melih teneffüse çıkmak istemediler. Sınıfta sadece ikisi kalınca sıraların arasında

koşarak oynamaya başladılar. Sınıfta oynarlarken birden Murat’ın ayağı kaydı ve

öğretmen masasına çarparak düştü. Murat’ın öğretmen masasına çarpmasıyla masa

üzerinde duran yer küre modeli yere düştü ve paramparça oldu. Murat çok korktu.

Melih’i de yanına alıp hiçbir şey olmamış gibi hemen bahçeye çıktılar. Zil çalmış

herkes sınıflarına girmişti. Sınıfa giren öğrenciler yer küreyi yerde parçalanmış halde

görünce şaşırdılar. Herkes yer küreye ne olduğunu merak ediyordu. Öğretmen sınıfa

girince yer küreye ne olduğunu ve bu olayı kimin yaptığını sordu. Herkes sınıfta

tahminler yürüterek isimler söylüyordu. Sınıftaki öğrencilerin hepsi bu olayı Melih’in

yaptığını iddia ediyorlardı. Melih çok üzgündü. Yerküreyi kıranın Murat olduğunu

biliyordu ama arkadaşının adını söyleyemezdi. Melih’in başı önünde gözleri

yaşarmıştı. Murat arkadaşının bu halini görünce çok üzüldü. Kendisi yüzünden onun

suçlanmasına dayanamadı ve birden “Öğretmenim yer küreyi ben kırdım.” dedi.

Herkes Murat’a bakıyordu. Murat öğretmenine ve arkadaşlarına yer kürenin nasıl

kırıldığını anlattı. Öğretmeninden ve arkadaşlarından özür diledi. Harçlıklarını

biriktirerek sınıfa yeni bir yer küre alacağını söyledi. Bu dürüst davranışı sonucunda

öğretmeni Murat’ı tebrik etti ve ona “Yer küreyi kırman kötü bir davranıştı ancak

bunu kırdığını kendin dürüstçe söylemen örnek bir davranıştı.” dedi. Bütün sınıf

Murat’ı bu dürüst davranışı sonucunda tebrik etti.

İZZET KUTAY ÖZDEMİR 3\B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 25: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 26: Minik Yazarlar

YALANCILIĞIN BEDELİ

Tuana 9, kardeşi Sıla ise 6 yaşındaydı. Güneşli bir hafta sonu sabahı annelerinin onlara verdiği sözün heyecanı ile uyandılar. Bugün dışarı çıkacaklardı, birlikte yemek yedikten sonra sinemaya gireceklerdi. Güzel bir kahvaltının ardından dışarı çıkmak için en sevdikleri kıyafetlerini giydiler.

İlkbaharın geldiği artık her halinden belliydi. Ağaçlar çiçek açmış yol boyunca rengârenk bir şölen sunuyordu. İnsanlar da güzel havanın etkisiyle kendilerini parklara, bahçelere atmışlardı. Tuana, Sıla ve anneleri Buket Hanım önce uzun bir yürüyüş yaptılar. Ardından acıktıklarını fark edip en sevdikleri yiyecek olan hamburgercinin yolunu tuttular. Yorulmuşlardı, bunu oturunca anladılar. Sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar bile. Bu güzel havada sinemaya gitmekten vazgeçtiler. Çünkü güneş o kadar güzel ısıtıyordu, gökyüzü o kadar açıktı ki sinemaya kapanmak istemediler. Sahildeki çay bahçesinde dondurmalarını yediler. Uçurtma uçuran çocukları seyrettiler. En yükseğe hangi uçurtmanın çıkacağına dair iddiaya girdiler. Zaman su gibi akıp giderken Tuana ve Sıla neşe içinde oradan oraya koşuyorlardı.

Eve dönme vakti geldiğinde yine ağaçlı yoldan geçtiler. Biraz buruklardı bu sefer. Gün ne çabuk bitmişti böyle. Ağaçlı yolun sonuna büyük bir oyuncak mağazası açılmıştı. Birbirinden güzel bebekler, renkli saatler, kurmalı arabalar, ışıklı helikopterler… Tuana ve Sıla gözlerini vitrinden ayıramadı. Anneleri de onları kırmak istemedi ve dükkânı gezmeye karar verdiler. Yalnız bir şartı vardı Buket Hanım’ın: Yeni bir oyuncak satın almak yoktu. Çünkü evde pek çok oyuncakları vardı. Tuana ve Sıla heyecanla girdiler içeri. Oyuncakların renkli dünyasında kayboldular. Derken gözlerine ilişen bir oyuncak ayıcığı çok beğendiler. Annelerinin şartı geldi akıllarına yüzleri asıldı. Tuana’nın aklına bir fikir geldi. Oyuncağı sırt çantasına koyup çıkacak böylelikle oyuncak ayı onun olacaktı. Bunu bir filmde görmüştü. Annesinin buna ne kadar çok kızacağını düşünmeden çocukça bir istekle oyuncağı çantasına koydu. Yüzü kıpkırmızıydı. Şimdi ne olacak diye düşündü. Sıla ise ablasının bu hareketine çok şaşırdı. Bunu yapmaması için onu uyardı ama Tuana dinlemedi.

Çıkış kapısına yöneldiklerinde Tuana ellerinin ve ayaklarının titrediğini fark etti. Bir an önce dükkândan çıkmak istiyordu. Tam kapıdan çıkarken bir ses duydu. Güvenlik alarmı çalmıştı. Tuana ne yapacağını bilmez bir halde kapıda kaldı. Annesi ve kardeşi de… Güvenlik görevlisi çantalarını araması gerektiğini söylediğinde Tuana gözyaşlarını tutamadı. Çantasından ona ait olmayan bir oyuncak çıktı. Buket Hanım ve Sıla ne yapacaklarını bilemediler. Üstelik Tuana onu ben koymadım diyerek yalan söyledi herkese. Annesi ise olan biteni anlamıştı. Güvenlik görevlisi bu küçük kızı affetti ama ona bunun çok büyük bir suç olduğunu ve böyle bir konuda asla ona yalan söylememesini öğütledi.

Güzel başlayan gün kötü bitmişti ama Tuana çok büyük bir ders almıştı. Uzun bir süre yaşadığı bu olayın etkisinden kurtulamadı.

Buket Çelik - 6/D

Özel Toros Ortaokul

Page 27: Minik Yazarlar

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK

Page 28: Minik Yazarlar

ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK

Page 29: Minik Yazarlar

VATAN SEVGİSİ

Babamın mesleği gereği vatanımızın birçok şehrini daha bu küçük yaşımda görmüştüm. Babamın

yine tayini çıkmıştı. Evde tayininin nereye çıktığını öğrenmek için sabırsızlıkla bekliyorduk. Sonunda akşam

babam eve geldiğinde bize güzel haberi verdi. Babamın tayini Çanakkale’ye çıkmıştı.

Yoğun geçen hazırlıklar sonucunda, Çanakkale’ye okullarımızın on beş tatilinde olduğu dönem

taşındık. Çanakkale’ye geldiğimizde tek istediğim şey büyüklerimden defalarca dinlediğim “Çanakkale

Şehitliği” ne gitmekti.

Ailem Çanakkale’ye taşındıktan sonra Kepez Beldesi’nde oturmamızın bizim için daha iyi olacağına

karar verdi. Taşındığımız yerde evimize en yakın okul olan Kepez Atatürk İlkokulu’na kaydımı yaptırdık.

Yeni okulum için çok heyecanlıydım. Öğretmenimi ve arkadaşlarımı tanımak için sabırsızlanıyordum.

Okullar açıldıktan sonra okulumu çok sevmeye başladım. Sınıf arkadaşlarım ve öğretmenim çok iyi

insanlardı.

Zaman çabuk geçiyordu. Mart ayıydı. Öğretmenimiz bir gün sınıfa geldi ve bize “Çocuklar size bir

sürprizim var.” dedi. Heyecanla bütün sınıf öğretmenimizin söyleyeceklerini bekliyorduk. Sonra bize o güzel

haberi verdi. Öğretmenimiz bizleri “Çanakkale Şehitliği” gezisine götüreceğini söyledi. Arkadaşlarım ve ben

çok sevindik. Akşam eve gittiğimde anneme güzel haberi verdim. Bütün gece mutluluktan uyuyamadım.

Sabah heyecanla yataktan fırladım. Okula geldiğimizde bizi geziye götürecek olan otobüs ve

rehberimiz hazırdı. Gezimiz başlamıştı. Önce Çanakkale Limanı’ndan arabalı vapura binip Eceabat ilçesine

geçtik. Kalbim güm güm atıyordu. Başımı nereye çevirsem her yer Çanakkale Deniz Zaferi’ni ve o savaşı

anlatan anıt ve yapılarla doluydu. Rehberimiz gezi boyunca adım adım bütün savaş alanını gezdirdi.

Gezdiğimiz yerlerde derin bir sessizlik vardı. Duyduğumuz rüzgârın, kuşların ve rehberimizin sesiydi.

Şehitlerimizin gösterdiği fedakârlıkları, yaptıkları kahramanlıkları dinlerken zaman zaman gözyaşlarımızı

tutamadık. Bu toprakların ne zor şartlarda kazanıldığını anladım. Bugün bu topraklarda rahat bir şekilde

yaşıyorsak bunu şehitlerimize ve gazilerimize borçlu olduğumuzu anladım. Özellikle rehberimizin bize

detaylı anlattığı Seyit Onbaşı’nın hikâyesi beni çok etkiledi. On kişinin kaldıramadığı koca mermiyi vatanı

için kaldırması beni çok etkiledi. Bazen bazı arkadaşlarımız yerdeki çöpleri bile kaldıramazken Seyit

Onbaşı’nın yaptığı beni çok etkiledi.

Bizlerde vatanımız için, bayrağımız için gece gündüz çalışmalı elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.

Bu vatanı bize emanet eden Atatürk’ümüzü ve şehitlerimizi sevgiyle ve saygıyla her zaman yüreğimde

yaşatacağım.

KADİRHAN ENGİN 3\B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 30: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 31: Minik Yazarlar

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Çanakkale Savaşı’nın en kritik dönemleriydi o zamanlar. Ülkenin dört köşesinde yaşlı, genç,

kadın, erkek herkes tek yürek tek bilek olmuştu. Vatan toprağıydı bu. Öyle kolay kolay düşmana

bırakılmazdı. Hem vatan, kanlarımızla sulanmadıkça vatan olmazdı. Bebeler öksüz, kızlar eşsiz,

okullar mezunuz kalmıştı.

Savaşın bütün kötülüğünü, acımasızlığını yaşayan bir çocuktu Yavuz. Aylar önce babası gitmişti

savaşa. Bir tek yaşlı dedesi, annesi ve kız kardeşi kalmıştı hayatında. Kendini hepsine karşı sorumlu

hissediyordu. Babasının bıraktığı boşluğu doldurmak ona düşüyordu. Annesi her defasında ona,

”Vatan için oğlum.” diyordu. Vatan için… Toprak için… Bizlerin yaşayabilmesi için birilerinin

savaşması hatta ölmesi gerekiyordu.

Yavuz, babası gittikten sonra kendisini daha bir büyümüş hissediyordu. Annesiyle beraber

tarlaya gidiyor, dedesine yardım ediyordu. Kız kardeşiyle oynuyor ona bir ağabeylikten çok babalık

yapacağına dair kendisine söz veriyordu. Köye de haberler geliyordu. Düşman ağır kayıplar

veriyordu. Türk askerleri de öyle. Gidenler dönmez olmuştu. Bütün köy halkı özellikle de kadınları

gidenlerinin ardından canlarını dişlerine takmış hem karınlarını doyurmak hem de cepheye

göndermek için ekip biçiyorlardı. Yavuz, elleriyle kazıyordu toprağı. Durmadan dinlenmeden

annesiyle sırt sırta vermiş babasının geleceği günün hayaliyle yaşıyorlardı. Dönecekti babası, buna

inanıyorlardı. Bu umutla yaşıyorlardı. Aradan geçen zaman sadece bu umudu pekiştiriyor, kavuşma

gününün heyecanını ateşliyordu.

Aradan dört yıl geçti. Köyün her yerinde bayram sevinci vardı artık. Düşman Çanakkale’de

bozguna uğratılmıştı. Çanakkale geçilmemişti ve geçilmeyecekti. Bu sürede Yavuz, babasından ara

ara gelen mektuplarla avunuyordu. Âmâ son zamanlarda mektup da gelmez olmuştu. İyice

meraklanmışlardı. Her gün tren istasyonuna gidiyor kalbi yerinden çıkacak gibi babasını

bekliyordu. Birkaç haftanın sonunda umutları iyice kaybolmuştu. Tıpkı gökyüzünde kayan yıldızlar

gibi… Çünkü kimse gelmiyordu. Bir haber de yoktu. Yavuz babasının öldüğüne asla inanmıyordu.

Yaşlı dedesi ve annesi çoktan umutlarını yitirmişlerdi. Ama Yavuz içinde yanan ateşi asla

söndürmüyordu. Ölü ya da diri, babasından bir haber bekliyordu.

O gün… Rüzgârın ağaçları bile yerinden sökecek kadar kuvvetle estiği o gün çıkageldi Ahmet.

Yorgun, bitkin ama gururla geldi. Bir elinde küçük bir çanta diğer elinde vatan sevgisiyle geldi.

Çanakkale’de bir kolunu bırakıp geldi. Vatana kendinden bir parça feda etti. İsminin önüne eklenen

”Çolak” lakabını sırtına yükleyip rüzgâra dost olup evine geldi.

Ceren KURT

Özel Toros Ortaokulu - 6/D

Page 32: Minik Yazarlar

KINALI ALİ’NİN VATAN SEVGİSİ

Komutan cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk

gördü. Merakla “adın ne senin evladım.” der. Çocuk “Ali” diye cevap verir.”Nerelisin”

der.”Tokat’lı “der.”Peki evladım bu kafanın hali ne?” Ali “Annem cepheye gelirken kına yaktı” der.

Komutan merak eder “Anana sor” der. Ali’nin okuma yazması olmadığı için arkadaşlarına yazdırır.

Kız kardeşini, kendinden küçük kardeşini sorar kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça

düşman bir adım daha ilerleyemeyeceğini yazdırır mektubu bitirirken anası aklına gelir anasına

”Anacığım kafama kına yaktın burada komutanım ve arkadaşlarım benle dalga geçtiler sakın

kardeşim Ahmet’e de yakma onunla da dalga geçerler der.

Aradan zaman geçer kınalı ali ve bölüğündekilerin tamamı cephede şehit düşerler. Daha sonra

Kınalı Ali’nin mektubunun cevabı gelir ve komutan okur. Babası “Oğlum Ali nasılsın iyi misin

gözlerinden öperim. Öküzü sattık paralarının yarısını sana yarısını da kardeşine veriyoruz. Ali

ananın san diyeceği var. Anası anlatır. Oğlum Ali yazmışsın ki kafandaki kınayla dalga geçmişler.

Biz üç şey için kına yakarız.1.Gelinlik kıza gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun

diye.2.Kurbanlıklara Allah’a kurban olsun diye.3.Askere giden yiğitlerimize vatana kurban olsun

diye” der. Mektubu okuyan ve askerler ağlarlar.

3-A Elanur Demircan

Çaycuma Çomranlı İlkokulu-ZONGULDAK

Page 33: Minik Yazarlar

SEVGİ

Bir ilkbahar günüydü. Beyza Nur’un annesi Selma Hanım “Pikniğe gidelim

mi?” diye sordu. Beyza Nur ile babası birbirlerine bakıp büyük bir mutlulukla Selma

Hanım’ın isteğini kabul ettiler. Hemen hazırlıkları yapıp, arabaya binip yola çıktılar.

Deniz kıyısındaki akasya ağaçlarının olduğu piknik alanına geldiler. Yiyeceklerini

çıkarıp tatlı tatlı yediler. Boğazdan geçen gemileri seyrettiler. Çok mutlu olan Beyza

Nur anne ve babasına sarılıp “Anneciğim ve babacığım ben sizi çok seviyorum.” dedi.

Annesi ve babası Beyza Nur’a sarılıp onu çok sevdiklerini söylediler.

Beyza Nur piknik alanında ip atlamaya başladı. İp atlarken birden ayağı kaydı

ve yere düştü. Yere düşünce kolu acımıştı ve birazda kanamaya başlamıştı. Anne ve

babası hemen Beyza Nur’un yanına giderek onu yerden kaldırdılar. Babası Beyza

Nur’un kolunu yıkadı, annesi de yanlarında getirdikleri yara bandını yaranın üzerine

yapıştırdı. Beyza Nur’un annesi Selma Hanım’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Beyza

Nur annesinin neden ağladığını sordu. Annesi ona “Sen benim canımdan bir

parçasın, sana bir şey olduğunda ben çok üzülüyorum. Çünkü seni çok seviyorum.”

dedi.

Eve dönme zamanı gelmişti. Beyza Nur ve ailesi eşyalarını topladılar. Eve

döndüler. Beyza Nur eve gelir gelmez odasına geçti. Beyza Nur piknikte olanları

annesinin kendisi için nasıl endişelenip üzüldüğünü ve babasının da nasıl onun için

çabaladığını düşündü. Beyza Nur ailesine sevgisi anlatan bir şiir yazmaya karar verdi.

“Ailem ailem güzel ailem.

Severim sizi dünyalar kadar.

Hep beraber olacağız sonsuza kadar.

Benim canım ailem.”

Beyza Nur şiirini güzelce yazdıktan sonra şiirinin üzerine çiçek yapıp anne ve

babasına verdi. Anne ve babası şiiri okuyunca çok duygulandılar. Birbirlerine mutlu

bir şekilde sıkıca sarıldılar.

BEYZANUR MEYVECİ 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 34: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 35: Minik Yazarlar

KARŞILIKSIZ SEVGİ

Pelin on dört yaşında bir kızdı. Bu yıl 8. Sınıfa geçmişti. Aslında okulunu çok severdi eskiden beri. Ama bu yıl sanki işler biraz değişmişti. Her şeyden çabuk sıkılıyor, kimsenin onu anlamadığını düşünüyordu. Çocuk muamelesi görmeyi kendisi için çok üzücü buluyor ve bu nedenle kendi başına bir şeyler yaptığını ailesine göstermek istiyordu.

Son zamanlarda sürekli atışıyorlardı. Ailesinin çok korumacı davrandığını kendisinin ise büyüdüğünü iddia ediyordu. Anne ve babasıyla yok yere kavga ediyor ve yalnız kalmayı tercih ediyordu.

Tartıştıkları bir akşamın sabahında yine okulda arkadaşlarıyla konuşuyordu Pelin. Hemen hemen hepsi aynı duyguları yaşıyorlardı. Ergenlik dedikleri dönem böyle miydi? Okul çıkışında arkadaşlarıyla bir şeyler yapmak için sözleşmişlerdi. Son dersten sonra okuldan çıkarken kapıda anne ve babasını gördü. Bütün hayalleri suya düşmüştü çünkü ailesi onu okuldan almaya gelmişti. Ailece yemek yiyeceklerdi. Arkadaşlarına gelemeyeceğini söyledi. Birlikte zaman geçirmeye ihtiyaçları olduğunu düşünmüştü babası. Hem bu Pelin’ e de iyi gelebilirdi. Pelin ise tam aksine yine ailesinin onun büyüdüğünü görmek istemediğini ve arkadaşlarının yanında küçük düştüğünü düşünmüştü. Bütün yemek boyunca yüzünü astı Pelin. Ailesine çok kızmıştı.

Ertesi gün okula giderken annesi Pelin’e montunu yanına almasını çünkü yağmur yağabileceğini söyledi. Aldırış etmedi Pelin. Okuldan dönerken aniden ve çok şiddetli yağmur başladı. Pelin çok üşümüştü. Eve dönüş yolunda bir anne ve üç yavru kedi gördü Pelin. Anne kedi, yavrularını yağmurdan korumak için üzerlerini kapatıyordu. Pelin bunu görünce birden durdu. Bir süre onları izledi ve sonra vicdan azabı duyduğunu fark etti. Onu böylesine korumak isteyen, onu karşılıksız seven ve onun mutluluğu için her şeyi yapan ailesi geldi aklına. Çok üzüldü. Onları incittiği için bir kez daha kızdı kendine.

Eve koşa koşa gitti. Vardığında annesinin, onun en sevdiği yemekleri hazırladığını gördü. Ona sımsıkı sarıldı. Yaptıkları ve yaşattıkları için özür diledi annesinden. Sofrayı hazırlamasına yardım etti. Babasının gelmesini heyecanla beklemeye başladı. Pelin, üzerinden kalkan yüklerle hafifliyor gibiydi.

Elif Çakıcı -6/D

Özel Toros Ortaokulu

Page 36: Minik Yazarlar

TAKIM OLMA

Ben üçüncü sınıfa gidiyorum. Okuldaki arkadaşlarımla boş zamanlarımızda

futbol oynuyoruz. Ben de arkadaşlarım da futbol oynamayı çok seviyoruz.

Bizim oynadığımız futbol öyle televizyonda izlediğimiz gibi olmuyor. Maç

başladığı anda hepimiz topun arkasından koşuyoruz. Topun kime geleceği belli

olmuyor. Herkes gol atmak istiyor, kimse kimseye pas vermiyor ve kaleyi kimse

koruyamıyor. Ayrıca sürekli her yere koştuğumuz için çok yoruluyoruz. Bir de

unutmadan maç esnasında hepimiz aynı yere koşunca fazlasıyla kazalar ve

yaralanmalar oluyor.

Bir gün sınıf öğretmenimiz futbol oynarken bizi dikkatlice izledi. Her iki

takımda oynayan biz oyuncularının da savaşır gibi oynadığımızı gördü. Yanımıza

geldi. Bize “Çocuklar futbol bir takım oyunudur. Takım oyunlarında da, takım

çalışmalarında olduğu gibi herkesin farklı bir görevi vardır. Herkes takımındaki

görevini en iyi şekilde yerine getirirse başarılı olursunuz. Başarı size mutluluğu ve

güzel bir oyunu sağlar.” dedi. Sonra eline bir taş alıp toprak üzerinde hepimizin

özelliklerine göre oynayacağı yerleri, sahada durmamız ve oynamamız gereken

alanları gösterdi. Hepimizin bir birimize göre farklı özelliklerimiz vardı. Gol atmak

hızlı olan iki arkadaşımızın işi, kaleyi kaleci ile savunmak başka bir arkadaşımızın

işiydi.

Sahaya dönüp yerlerimizi aldık. Artık hep birlikte topun ardından

koşmuyorduk. Yorulmuyorduk, yaralanmıyorduk. Takımdaki arkadaşlarımızla

paslaşıp güzel bir oyun oynuyorduk. Oyun çok güzel ve zevkli bir hale gelmişti.

O gün sadece futbol oynamayı değil takım çalışmasını da öğrenmiş olduk.

GÖKMEN KORKMAZ 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 37: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE

Page 38: Minik Yazarlar

TATLI REKABET

Ceren 5. sınıfa giden çok neşeli, biraz telaşlı ama arkadaşlarını çok seven biriydi. En iyi

anlaştığı arkadaşı Aslı ile her şeyini paylaşırdı. Birlikte oyunlar oynar, çok güzel vakit geçirirlerdi.

Son zamanlarda sınıfta olan bazı şeyler ikisinin de canını sıkıyordu. Arkadaşları arasında

bölünmeler başlamıştı. Önceleri birbirlerini çok seven ve çok iyi anlaşan bu arkadaşların arasına

kara kedi mi girmişti? Ceren ve Aslı bu durumu sınıf öğretmenlerine açmaya karar verdiler. Çünkü

ikisi de bu duruma çok üzülüyordu.

O gün Türkçe öğretmenleri sınıfa geldiğinde olayları biraz daha dikkatli gözlemlemeye çalıştı.

Derse girmeden de eline uzun bir tahta çubuk aldı. Öğretmen sınıfa girince sesler kesilmişti. Herkes

yerine yerleşmiş ve eşyalarını hazırlamaya çalışıyordu. Öğretmen biraz bekledi. Herkes öğretmenin

elindeki çubukla ne yapacağını merak ediyordu. Öğretmen yanına Deniz’i çağırdı ve tahta çubuğu

kırmasını söyledi. Deniz zorlanmadan çubuğu kırdı. Sonra iki parça olan çubuğu birleştirip

kırmasını istedi. Deniz biraz zorlandı ama çubukları kırdı. Sonra öğretmen kırık çubukları bir araya

getirdi ve böylece kırmasını istedi. Deniz uğraştı ama kıramadı. Sanırım hepimiz öğretmenimizin ne

yapmaya çalıştığını anlamıştık. Öğretmenimiz de birlik olma, beraber hareket etme, sınıf olma

konusunda bizlerle uzun uzun konuştu. Sonra bizleri iki takıma ayırıp çok güzel bir oyun oynattı.

Takım liderlerimiz, öğretmenin onun kulağına söylediği oyunu sessizce anlatmaya çalışıyordu.

Takım arkadaşları olarak bizler de öğretmenin söylediğini, takım liderimizin hareketlerinden

anlamaya çalışıyorduk.

İyice hırslanmıştık. Bu tatlı rekabet kırılan dostluk bağımızı pekiştirdi. Herkes hatasını

anlamıştı. Aslı ve ben de bu durumun düzelmesine çok sevinmiştik. Teneffüslerde hemen

takımlarımızı oluşturuyor, görev dağılımı yaparak yeni oyunlar yaratıyorduk. Öğretmenimizin

verdiği bu örnek bizlerin hafızasındaki yerini de almıştı.

Ödül UÇAR

Özel Toros Ortaokulu - 6/D

Page 39: Minik Yazarlar

YAŞLILARA SAYGI

Bir gün annem, ben ve babaannem halamlara gitmek için şehir içi dolmuş

durağında bekliyorduk. Hava soğuk ve yağmurlu olduğu için durak çok kalabalıktı.

Otobüsün durağa yanaşmasıyla birlikte herkes bir birini itip otobüse binmeye

çalışıyordu. Zar zor otobüse bindik. Otobüsün bütün koltukları doluydu. Babaannem

ayaktaydı ve zar zor duruyordu. Otobüsün arka koltuklarında ise gençler oturuyordu.

Gençler ellerindeki cep telefonu ile oynuyor kendi aralarında yüksek sesle konuşup

gülüşüyorlardı. Otobüsteki bütün yolcular gürültüden rahatsız oluyorlardı.

Otobüs biraz ilerledikten sonra birden durdu. Otobüsteki bütün yolcular neden

durduğumuzu anlamaya çalışıyorlardı. Otobüs şoförü yerinden kalktı ve şoför

koltuğunun yanındaki yükseltiye basarak yükseldi. Herkes şoföre bakıyordu. Şoför

gür bir sesle babaanneme bakarak “Teyzeciğim gel sen benim yerime otur.

İnsanlığımız daha ölmedi. Cep telefonlarına mahkûm olmuş gençler hadi bakalım

şimdi gülün!” dedi. Hepimiz çok şaşırdık. Oturan bütün yolcular birden ayağa kalktı

ve babaanneme yer vermeye çalıştılar. Babaannem herkese gülümsedi ve “Biraz geç

kalmadınız mı?” dedi.

Sonunda otobüste biraz rahatlama olmuştu. Yaşlı teyzeler ve amcalar oturmuş

biz gençler ise ayakta yolculuğumuza devam etmiştik. Şoförün yapmış olduğu

davranış beni çok etkilemişti.

Ertesi gün okula gittiğimizde yaşadıklarımı öğretmenime ve arkadaşlarıma

anlattım. Öğretmenim bizlere bir kez daha toplu taşıma araçlarında uyulması gereken

kuralları anlatırken keşke herkes bu kuralları bilse ve uygulasa diye düşündüm.

MİNA GÜLER 3-B

KEPEZ ATATÜRK İLKOKUU-ÇANAKKALE

Page 40: Minik Yazarlar

KEPEZ ATATÜRK İLKOKUU-ÇANAKKALE

Page 41: Minik Yazarlar

ÖRNEK DAVRANIŞ

Berk, okuldan eve dönmek için sabırsızlanıyordu. Çünkü hava çok güzeldi ve parkta

arkadaşlarıyla oynayabilecekti. Okulların kapanmasına da az kalmıştı üstelik. Çantasını zil

çalmadan toplamıştı. Vakit kaybetmek istemiyordu. Kulağı okul zilindeydi.

Eve gittiğinde annesini mutfakta ona bir şeyler hazırlarken buldu. Zaten nefis kokular daha Berk

kapıdan girmeden tüm apartmanı sarmıştı. Hemen annesine sarıldı Berk, daha sonra üzerini

değiştirdi ve karnını doyurmak için mutfağa girdi. Arkadaşlarıyla buluşmak için sabırsızlanıyordu.

Hızlıca bir şeyler yedi ve hemen evlerinin karşısındaki parkın yolunu tuttu.

Ayağında topunu sektire sektire ilerlerken banka oturan Ali amcayı gördü Berk. Adamcağızın

elinde ağır olduğu her halinden belli olan pazar poşetleri vardı. Belli ki alış veriş yapmıştı. Ama çok

yorulmuştu. Bankta otururken güçlükle nefes alıyordu. Berk hiç düşünmeden gitti yanına. Onu bu

halde görünce çok üzüldü. Hemen elindeki poşetlere sarıldı ve evine kadar götürebileceğini söyledi.

Yaşlı adam çok sevinmişti. Ali amca önde Berk arkada evin yolunu tuttular. Berk bütün poşetleri

Ali amcanın evine kadar çıkardı. Ali amca çok mutlu olmuştu. Yalnız yaşıyordu. Fakat mahalleli

tarafından çok sevilirdi. Herkesin sevdiği ve saygı gösterdiği Ali amca iyice yaşlanmıştı. Berk’in bu

davranışı onu duygulandırmıştı. Berk’e kapıda beklemesini söyledi ve içeriden ona kırmızı sulu bir

elma getirdi. Berk bu ödül için teşekkür etti ve oradan ayrıldı.

Parkın yolunu tuttuğunda ağzında elmanın tatlılığı ve yardımcı olabilmenin gururu vardı.

Arkadaşlarına başından geçenleri anlattı. Arkadaşı Murat da geçen gün başına böyle bir şey

geldiğini ve karşından karşıya geçmekte zorlanan bir teyzeye yardım ettiğini anlattı. Yaşlıların

bizlere zaman zaman ihtiyaçları olduğunu ve onlara seve seve yardım etmek gerektiğini vurguladı.

Onlar da bu davranışları için Berk ve Murat’ı kutladılar. Bütün çocuklar bu konuda daha dikkatli

olacakları konusunda birbirlerine söz verdiler.

Berk Gözaydın 6/D

Özel Toros Ortaokulu