110
KIRK HADİSİ ŞERİF Niyazi KARABULUT AGD 1

Kırk Hadis

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kırk hadis ve yorumu

Citation preview

Page 1: Kırk Hadis

KIRK HADİSİ ŞERİF

Niyazi KARABULUT

AGD

1

Page 2: Kırk Hadis

2

Kitabın AdıKırk Hadis

YazarıNiyazi KARABULUT

ISBNXXXXXXXXXXXXXX

Birinci BasımMart 2012

KapakNiyazi Karabulut

DizgiTuncay Şükür

Baskı-CiltGündüz Ofset Matbaacılık0 462 321 61 00TRABZON

DağıtımAGD

Page 3: Kırk Hadis

KIRK HADİSİ ŞERİF

Niyazi KARABULUT

Gümüşhane- 2012

3

Page 4: Kırk Hadis

“Ümmetimden kim kırk hadis ezberlerse,

Allah onu âlimler grubuyla haşreder.

Ben de kıyamet gününde ona şefaatçi olurum.”

Kenz-ül Ummal

4

Page 5: Kırk Hadis

ÖNSÖZ

Hamd Allaha, salavat Rasulullaha ve selam bütün mü’minleredir.Besmelesiz işlerin sonunun kesik olacağı bilinciyle Allahın adıylabaşlıyorum.

Hadis yorumlarında, beşeri ideolojilerin sözcüleri olmak yerineKur’ân-ı Kerim ve sünnetin kavram dünyasını kendi içinde anlamayave anlamlandırmaya gayret edip Murad-ı İlahiye mutabık yaklaşımagirmek elzemdir. Bugün Hz. Peygamber(sav)’in ümmetine aktardığıdeğer dünyasından apayrı bir dünya ile karşı karşıyayız. Müslümanıngörevi, gayri islamî unsurların inşa ettiği dünyayı taklit etmek değil;peygamberin inşa ettiği dünyayı yeniden inşa etmek için gayret sar-fetmektir. Müslüman için bu bir gerekliliktir de. Yapılacak şey,kendimizi inşa sürecinde İslami perspektifin var olduğunu bilmek;bunu gerçekleştirmek için kendi özümüzün farkındalığını yaşayarakinsanlığa göstermektir. Farkındalık, gafletten çıkarak Murad-ı İlahi’yeve Hz. Muhammed (sav)’in sözlerine halisane bir niyetle kulak ver-mektir; yoksa bugünün dayatmalarının etkisinde tevile girişmekdeğil.

İslam kavram haritası, Kur’ân-ı Kerim’in ve Sünnet’in içinde aslimevcudiyetiyle olduğu gibi durmaktadır, ancak; Müslümanların zih-ninde ve lisanlarında muradı nebinin dışında yeni çağrışımlarmeydana gelmiştir. Bu durumda Kuran ve hadisi kendi arzularımızçerçevesinde anlama ve anlamlandırma hastalığını aşarak yenidenKuranî bakış açısıyla düşünmeye mecburuz.

“Andolsun ki Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiretgününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel birörnek vardır.” (Ahzab-21) buyurmaktadır. Kuran, Allah Rasulünüörnek olarak bize sunmaktadır. Rasulullahı örnek almak için, onunsünneti seniyyesini bilmek lüzumu da aşikardır.

“(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz kiAllah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece ba-ğışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmrân-31)

Allah Rasulüne tabi olmak, Allahın emri. Allaha ulaşmanın yolumutlaka Rasulullahtan geçer, Onu anlamadan Kuranı Kerimi de tam

5

Page 6: Kırk Hadis

anlayamayız. Sünnet ve Hadis olmadan islamı yaşamak mümkündeğildir. Sünnet Kuran-ı Kerimin tefsiridir dersek yanlış olmaz.

Değişik Hadis kitaplarından derlediğimiz kırk Hadisi Şerifi bu ki-tapçıkta topladık. İnşallah hayatımıza ışık tutacak ve Rasulullahı an-lamada bize faydalı olacaktır.

Değişik kaynaklardan alınan hadisi şeriflere yorumlar getirdik.Yorumlarla ilgili hatalar varsa tamamı bana aittir. Bu kitapçıklafaydalı olmayı umuyorum. Başarı Allahtandır.

Niyazi Karabulut

6

Page 7: Kırk Hadis

ALLAH’ın dinini dert edinmek, Allah kelimesi üstün olsundiye gayret sarfetmektir. Müslümanların bu şekilde davranması

halinde Allahın yardımının Müslümanlarla beraber olacağını şu ayetikerime müjdeliyor: “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah adınaİslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım ederve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (Muhammed-7)

Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Ey imanedenler siz Allah’a yardım ederseniz, Allah Teâlâ kendisi ihtiyaçtanmünezzeh yardımcı olduğu için burada Allah’a yardım ifadesi emrinitutmak dinine ve Resulüne yardım etmek mânâsından mecazdır.Bunun asıl nüktesi şudur: Dinî fiiller zorla değil, kulların iradeleriyleyapılması matlub olan ihtiyarî yani isteğe bağlı fiillerdir. Onun içinkulun cüz’î iradesi harekete geçmeden istenen netice ve sevapmeydana gelmez. O hususta ilâhî irade kulların niyet ve isteklerinebağlıdır. İşte bu şekilde Allah’ın emirlerini yerine getirmek içinkulların cüz’î iradelerini sarfetmekle yapacakları hizmetlerine, Allah’ayardım denilmiştir ki isnadda mecaz, yahut istiaredir. Yani imandansonra siz, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, rızasına ermek içinsize şart kılmış olduğu niyet ve gayretlerinizi sarfetmek suretiyledinine hizmet edersiniz. Allah size yardım eder, sizi düşmanlarınızagalip ve muzaffer kılar. Ve ayaklarınızı sıkı bastırır. Savaş alanlarında,cihad mevkilerinde ayaklarınızı kaydırmaz ve metanetle sizi üstünkılar.”

Seyyid Kutup ise şöyle diyor: “Cihad ancak ve ancak Allah’ınhükmü ve iradesi en üstün olsun diye yapılır. Allah’ın hükmü ruhlardave vicdanlarda en üstün olsun diye yapılır. Ahlâk ve davranışlarda

7

-1-

“Kim Allah’ın dinini dert edinirse, Allah onunşahsi dertlerini satın alır. Kimde Allah’ın dinini dertedinmezse, onu dertleriyle baş başa bırakır.”

Hakim – Müstedrek

Page 8: Kırk Hadis

tüm durumlarda ve sistemlerde en üstün olsun diye yapılır. Cihadyeryüzünün her köşesinde gerçekleşen ilişkilerde bağlılıklarda Allah’ınhükmü en üstün olsun diye yapılır. Bunun dışında yapılan hiçbirsavaş Allah için değildir. Aksine şeytan uğrunadır. Bu seçenek dışındane şehidlikten ve ne de şehid olma arzusundan söz edilemez. Bunundışında ortada ne cennet vardır ve ne de yüce Allah’tan yardım nede ayakların kaymaması için Allah’tan destek... Sadece karanlıkvardır ortada, bir de kötü düşünce ve sapıklık...

Allah davasından başka davalar peşinde koşanlara bu gibi ka-ranlıktan, kötü düşünce yapısından ve sapıklıktan kurtulmak zorgeldiğine göre, Allah’a çağrıda bulunanların Allah’ın şartı arasındayer alan birinci gerçekle bağdaşmayan içinde yaşadıkları toplumunmantığından kendilerini, duygularını ve düşüncelerini kurtarmalarınınzorlukta ondan daha aşağı kalır yanı yoktur.”

İnsan topraktan yaratıldığı için dünya ile aynı özdendir ve bu ne-denle dünyaya meftundur. Nefis dünyaya meftundur. Nefis insanagalip olursa dünyaya meyleder. Bu sebeple yüce Allah Kur’ân-ıKerimde “Sizler geçici olan dünyayı istiyorsunuz; Allah ise sizin içinahireti istemektedir” (Enfal-67) buyurarak ahirete yönelmemiz is-tenmiştir. İslam bilginleri “İsteneceklerin en hayırlısı Allah’ın sizdenistedikleridir. Siz Allah’ın sizin için istediğini isteyin ki kurtuluşaeresiniz” (Ahmed, b. Hambel, Zühd, 283) demişlerdir.

Allah’ın verdiği hayatı ve ömrü değerlendirmek gerekir. Her günüzerine farz olan vazifeleri yapan zarar ve ziyan etmemiş olur. Farzolan görevlerle beraber nafile ve hayırdan yaptığı işleri onun karısayılır. Peygamberimiz (sav) “İki günü eşit olan aldanmıştır” (Acluni,Keşfu’l-Hafa, 2:233) buyurarak kamil mü’min olma yolunda ilerlemegöstermeyenin zarar ettiğini ifade etmiştir.

Yüce Allah insana verdiği en önemli sermaye ömürdür. Kısacıkömrümüz sonsuz ahiret yurdunu kazanmak için bize verilmiştir.Yüce Allah “Sizi öğüt alanın öğüt alacağı kadar sizi yaşatmadık mı?”(Fatır-37) buyurarak verilen ömür nimetini çok iyi değerlendirmemizgerektiğini haber vermektedir. Peygamberimiz (sav) “Yüce Allahsaçını sakalını namaz kılarak ağartan kuluna kabirde ve ahiretteazap etmekten hayâ eder” buyurmuşlardır.

8

Page 9: Kırk Hadis

TEBESSüM aslında medeniyetin yapı taşıdır. Artık sekülerdünyada insan, insan olduğunun farkındalığını da kaybetmiş,

yolunu şaşırmıştır. Başka insanların, kurdu olan insan tebessümüunutan insandır. Birbirlerine gülümseyen insanlar medeni olabilirler.Yolunu şaşıran insanın tebessümünden, diğerkâm olmasından bahisaçmak abesle iştigaldir. Medeniyet bir yerde karşılıklı sağlam ilişkilerve karşılıklı güven demektir. Bu sebeple karşımızdaki insana tebessümetmek medeniyetin temelidir. Selam vermekte öyle… İlk MüslümanArapların birçoğunun badiyeli olması İslam dininin bu konuda nasıl birdevrim gerçekleştirdiğinin göstergesidir. Dikkat etmek gerekir ki; din,medîne ve medeniyet sözcükleri etimolojik olarak da, semantik olarakda, tarihî olarak da aynı anlam dünyasına ait sözcüklerdir.

Dünyanın en büyük medeniyetini Hazreti Muhammet(sav) kurmuştur.O çölde ferdi yaşayan, kabileler halinde birbirlerine saldırıp, birbirleriniyağmalayan insan topluluklarından şehirli, yani medeni bir topluminşa etmiştir. Burada “Medine” (şehir) kelimesinin medeni kelimesiyleaynı kökten olduğuna vurgu yapmak ve medenî kelimesinin karşılığınınşehirli olduğunu hatırlatmakta yarar var. Medenî, yani toplu yaşamayıbecerebilen demektir. Medeniyet, bütün çağları ve bütün insanlarınıkucaklayan bir olgudur. Bir medeniyet, ancak diğer çağlara, derinlemesineve yoğunlaşarak açılabildiği, diğer çağlara nüfuz edebildiği müddetçevarolur. Bütün çağlara açılamayan medeniyetler, kendine özgü bir çağıda kuramazlar.

Başkalarının haklarına tecavüz ederek, gasbederek varolabileceğinidüşünen ve varlığını buna bağlı olarak gören pagan toplumlarda te-bessüme yer yoktur. Tebessüm ve selam emin olmanın, karşıdakine

9

-2-

“Müslüman kardeşinin yüzüne

gülümsemen sadakadır.”

Buhari, Edep

Page 10: Kırk Hadis

emniyet telkin etmenin başlangıcıdır. “Merhaba” kelimesinin “bendensize sarar gelmez” gibi bir manasının olması tesadüfi değildir. Topluyaşayan insanların birbirleriyle ilişki kurmalarını sağlayan eylemlerinbaşında tebessüm önemli bir yer tutar. Bir tebessüm medeniyetdemektir. Tebessümle kurulur karşılıklı ilişkiler. Tebessümün ardındandiyalog ve birlikte yaşama. Bunun sonucu birlikte yaşamanın oluşturduğukültür gelişir, medeniyet oluşur. Medeniyetin temeli tebessümdür biryanıyla.

Peygamberî çağrı, sadece peygamber çağına hasredilmemiştir;bütün çağlara ve bütün insanlara hitap eder. Bizim medeniyetimizinkaynağı budur. Medeniyet kelimesini burada irdelemek gerekiyor.Medeni insan toplumsal insan demek aynı zamanda. Toplumla ilişkikurabilen ve toplumla iyi geçinen insan. Toplumun kendisinden zarargörmediği insan. Burada Raulullah’ın(sav) Müslüman tarifini hatırlamakgerekiyor. “Müslüman diğer Müslümanların (bir rivayette insanların)kendinden emin olduğu kimsedir.” İlâhî çağrı, bütün insanlığı ve bütünvarlıkları muhatap alır. Müslümanlar olarak, içinde yaşadığımız dünyayıve onun içindekileri ihata edecek şekilde Kur’ân’ı ve sünneti anlamaçabasını ıskalarsak, Kur’ân’ın mesajını doğru anlayalamayız. Başka birifadeyle, Kur’ân’ın “Ey insanlar!” hitabını görmezden gelmiş oluruz.

Yüksek rakımlı umutların peşinde koşan insanların bu umutlarakavuşmak için birbirlerine tebessüm etmeye vakitlerinin olmadığı buçağda tebessüme ne kadar ihtiyacımız var. Sevdiği, tebessüm ettiği,mutluluğu hissedebildiği için insanlığı adına onur duyabilir insan. Bumanada yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifin medeniyetin yapı taşlarındanbiri olduğunu söyleyebiliriz. Modern zamanların insanı tam bir unutkanlıkiçindedir. Hakîkati, varlığı, Tanrı’yı, hatta tebessümü unutmuş olançağdaş insan için tebessüm gereklidir ve insan ruhunu kendine getirecekbir uyarıcıdır. İşte çağın stresinde bunalan insana varoluş yolculuğundaönderlik edecek, insana ne olduğunu hatırlatacak rehber, peygamberîsözdür. Çağı tanımak ve bu çağın insanına ulaşabilmek için Hz.Peygamber’i tanımak ve peygamberin sözünü yeniden anlamak veanlatmak zorundayız. İslamı, emir ve yasaklar olarak tanımlamakyerine islamın bütün yönlerini, onun çağlara açılan sosyal ve medenitarafını anlamak mecburiyetindeyiz.

10

Page 11: Kırk Hadis

MESCİD; secde edilen yer. Aşırı saygı göstermek, alnını yerekoymak, baş eğmek, eğilmek anlamlarına gelen “sücûd”

masdarından yer ismi. Yeryüzünün mescid kılınışı müslüman içinalelade bir olay değildir. Çünkü mescidler Allahın evidir. Yeryüzününtamamının müslüman için mescid olarak belirlenmesi müslümanaağır sorumluluklar yüklemektedir. Yeryüzünün her yanının mescidolması Rasulullahın(sav) Ebû Zerri’l-Gıfariye olan şu tavsiyesinde yat-maktadır. “Ey Ebû Zerr! Namaz vakti nerede girerse, namazını oradakıl. Namazın fazileti, vaktinde kılınmasıdır” (Buhârî, Enbiyâ, 10, 40;Müslim, Mesacid, 1,2).

Yeryüzünde kurulan ilk mescit Kâbe-i Muazzama’dır. İslâm’ın çıkışısırasında Kâbe putlarla doldurulmuş bir halde, Kureyş müşriklerininziyaret yeri idi. Rasulullah(sav) Kabe’yi putlardan temizledi. Putlarmescide asla yakışamazdı. Rasulullah Mescidi Haramı putlardan te-mizleyerek müslüman için mescid olarak tahsis edilen yeryüzününher köşesinin putlardan temizlenmesi için örnek teşkil etti. Müslüman,mescidde yapılması hoş karşılanmayan her hareketin yeryüzünden dekalkması için bu manada olanca eforunu sarfedecektir. Bu müslümanayüklenen asli bir görevdir. Hz. Peygamber(sas), yeryüzünün bütünmüslümanlar için bir mescit olduğunu ve Allah nazarında her yerin birolduğunu belirtmiştir. (Buhârî, Salât/56) Bütün evren secde halindeolduğundan arzın her yeri mescid hükmündedir. İnsanlık açısındanmescid olma hali ise o mekânda secde edilmesine bağlıdır.

Mescidler, başlangıçta ibadet yeri, ilim müessesesi, mahkeme,ordu karargâhı, elçilerin kabul edildiği bir makam ve hatta gerektiğindehapishane olarak kullanılmış, son zamanlara kadar, ibadet yeri olarakgörev yapmanın yanı sıra, eğitim-öğretim faaliyetlerinin de icra edildiği

11

-3-

“Yeryüzü bana mescid kılındı...”

Nesâî, Mesâcid

Page 12: Kırk Hadis

mekanlar olmuştur. Medine’de inşa edilen mescit aynı zamanda,kurulan İslâm devletine ait bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkezniteliğinde idi. Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barışkararlarını orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacakorduları orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meselelerorada çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde suçlular ve esirler bağ-lanmak suretiyle orada hapsedilirdi. (Nesei, Mesâcid, 20)

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan,namazı gereği üzere kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimsedenkorkmayanlar imâr eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ula-şacakları umulur.”(Tevbe-8) Bu ayet zimnî olarak yeryüzünün hüküm-ranlığını ve imarını da müslümana tevdi etmektedir. Bu sebeple Dırarmescidi Peygamber(sav) tarafından yıktırılmıştır. Dırar mescidi, müna-fıklarca Medine’de inşa edilen mescid. Müslümanlara zarar vermeamacıyla yapıldığı için Kur’an’da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş vedaha sonra bu adla anılmıştır.

Medine’de münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıktan açığayapamadıkları için Rasulullah’ın(sav) takibinden kaçacak, gizli çalışmalarınıyürütmeye elverişli bir merkez olarak bir mescid yapmayı planladılar.Aslen Medine’li olan İslâma ve Hz. Peygamber’e(sas) düşmanlığıdolayısıyla önce Mekke’ye daha sonra da Bizans ülkesine kaçan EbûÂmir er-Râhib/el-Fâsık Medine’deki münafıklara mescid şeklinde birmerkez kurmalarını tavsiye etti. Bunun üzerine münafıklar, 9/630 se-nesinde Medine’de Sâlim b. Avf Oğulları yurdunda Kubâ Mescidi’neyakın bir yerde sözde bir mescid inşa ettiler. Bundan sonra Hz. Pey-gamber’e müracaatla çeşitli mazeretlerle mescitlerine gelip namazkıldırmasını ve böylece bu mescidin açılışını yaparak resmen tanınmasınıistediler. Bu sırada Hz. Peygamber(sas), Tebûk Gazvesi’nin hazırlıklarıile son derece meşguldü ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeplekendisine müracaat edenlere, seferden sonrası için söz verdi. FakatHz. Peygamber(sas), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarındaTevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. “Ve (birtakım) zararlı ey-lemlerde bulunmak, dinden çıkmayı örgütlemek, müminler arasınaayrılık sokmak ve başından beri Allah ve O’nun Elçisi’ne karşı savaştavrı içinde bulunanlara bir gözetleme yeri sağlamak için (ayrı) birmâbed kuran (münafık)lar (var). Bunlar (ey inananlar, size) muhakkak

12

Page 13: Kırk Hadis

ki, şöyle yemin edecekler: “Biz (bununla) sadece iyilerin iyisini yapmakistemiştik!” Oysa, Allah onların yalancılar olduğuna (Bizzat) tanıktır.Böyle bir yere asla adımını atma! İçine adım atacağın en uygun mescid,daha ilk günden beri Allah’tan yana sağlam bir bilinç ve duyarlıktemeli üstünde yükseltilen mescittir. (Öyle bir mescid ki) orada arınmakisteğiyle dolup taşan adamlar vardır, (ki zaten) Allah (da) kendini arın-dıranları sever. O halde, hangisi daha iyidir? Yapısını Allah’a karşısağlam bir sorumluluk bilinci ve O’nun hoşnutluğu(nu kazanma çabası)üzerinde yükselten mi; yoksa yapısını kaygan bir yar kenarına kuran vesonra da onunla beraber yuvarlanıp cehennem ateşini boylayan mı?Allah (bile bile) kötülük yapan topluluğu doğru yola yöneltmez. Böyle-lerinin kurduğu mescid, içlerini paralayıp onları tüketinceye kadarkalplerinde bir şüphe ve huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye gitme-yecektir. (Hatırlayın ki, bunu böylece açıklayan) Allah her hükmüyleince-derin bir gerçeğe işaret eden mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir.”(Tevbe- 107-110)

Dırar mescidinin yakılması, İslâm tarihinde bir ibadet mahallineyönelik ilk ve son eylemdir. Bu eylem İslam toplumunun birliğinibozmaya yönelik faaliyetlere hiç bir şekilde izin verilmeyeceğinin birkanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları içinİslam’ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyeceklerikonusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır. Birmescidin zararlı mescid haline gelmesi, mescidin sadece o niyetleyapılmış olması anlamına gelmez. Mescid-i Dırarla ilgili âyet-i kerimede,yapmak ve kurmak anlamında bir kelime kullanılmamış, “ittihaz(edinme)” kelimesi kullanılmıştır. Bu demektir ki, bir mescidin zararlıolması zarar niyetiyle yapılmasını gerektirmiyor. İhlasla yapılıp iyihizmetler verdiği halde günün birinde “zarar veren mescid” haline dö-nüşen binalar olabilir.

Allah’ın mescidlerini, Allah adının anılmasından menetmek, Allah’ınhükümlerinin açıklanmasından orada uygulanmasına karşı olmak veoraların harap olmasına çalışmak da hem Allah’ın, hem de insanlarınhakkına tecâvüz demektir. Mescidlerin maddeten veya manen harapolmalarına çalışmak, mescidleri işlevinin dışında kullanmak zulümlerinen büyüğüdür ve bunu yapanlara karşı dikkatli olmak, onlara fırsatvermemek müslümanın görevidir.

13

Page 14: Kırk Hadis

RASULULLAH(sav) efendimiz körü körüne ve bilinçsiz birtaklide karşı ümmetini uyarıyor. Bu illetli tutum bize kişilik

parçalanması denen bir rahatsızlığı hatırlatmaktadır. Bu hastalığakişiler gibi toplumların da yakalandığı bir gerçek. Bunun sonucundatoplumda anomi baş gösterir.

Osmanlının gerilemesinden sonra yenilgi psikozuyla hep batıya(Hıristiyan ve Yahudi kültürü) ne yüzümüzü dönmüşüz. Aşağılıkkompleksi diyebileceğimiz bu ruh haliyle bütün aktivitemizi bu ivmeiçin harcamışız. Aslında batıcılık, “bükemediğin bileği öp” sözününbir versiyonudur.

Yukarıda batı kelimesiyle ifade edip parantez içinde Hıristiyanve Yahudi olarak belirttiğimiz batının bir coğrafya terimi olarak kul-lanılmadığını okurlarımız anlamıştır. Batının burada ki anlamı birzihniyet, bir kültür olarak kabul edilmelidir. Burada batı kelimesininneye delalet ettiği ve referanslarının neler olduğu konusuna fazladeğinmeden; birçok bileşene sahip karmaşık bir kültür olduğunu veseküler bir karekter taşıdığını söylemeliyim. Materyalizm, hümanizm,pozitivizm gibi bir çok düşüncenin beslediği, Helen ve Roma kültü-ründen beslenen güçten yana Hıristiyan-Yahudi inancına dayalı batıkarışık bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok tanrılı pagan birkültür. Birçok bileşene sahip karmaşık bir yapı.

Bir tarafta böylesine değerler sisteminden yoksun bir kültür, bir

14

-4-

“Şüphesiz siz, sizden öncekilerin yoluna karış karış,arşın arşın tabi olacaksınız. Hatta onlar, bir keler deliğinebile girseler, onların arkasından gideceksiniz.” Bunun üz-erine sahabe “Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar Yahudi veHıristiyanlar mıdır” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v) “yakim olacak! evet onlardır” buyurdular.

Buhari, Enbiya

Page 15: Kırk Hadis

tarafta vahye dayanan bir haber. Burada Cemil Meriç’in şu sözünüaktarmadan geçemeyeceğim. “İdeolojiler, düşüncelerimize giydirilmişdeli gömlekleridir.” Rasulullahın(sav) haber vermesine rağmen budeli gömleği sırtımızdadır.

Bu duruma düşmemizin tek nedeni; Müslümanlar olarak ilahivahye olan uzaklığımız gösterilebilir. Hem bilgi hem ahlaki düsturlarolarak vahiy kültürüne olan mesafemiz bizi kertenkele deliğinegirecek kadar taklitçi yapmaktadır. İslamın üstünlüğüne rağmen buduruma düşmemiz Müslümanlar olarak tarihi süreç içerisinde geliş-tirdiğimiz gelenekleri Vahiy yoluyla gelen İslamın yerine koymamızdankaynaklanmakta. Necip fazılın deyimiyle “güneşi çeketimizin astarındakaybetmişiz.”

“Şeref ancak Allah’ın, O’nun Peygamberinin ve müminlerindir.Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikun-8)

Maddeye esir olmuş, maddeyi ilahlaştırıp tapan batının mazisicehalet, sömürü, sapkınlık, fuhuş ve gözyaşıyla doludur. Bu günüise uyuşturucu ve içki bağımlılığıyla kişiliksiz, aile, ar, namus gibimefhumlardan uzak bir kimliğe bürünmüştür. Rasulullahın uyarısınıdikkate almadığımız sürece bizim yarınımız batının bu günündenfarklı olmayacaktır.

15

Page 16: Kırk Hadis

İSLâM’ın özelliklerinden en önemlisi evrensel bir yapıya sahipolmasıdır. Allah Teâlâ ilk insanı ilk peygamber olarak görev-

lendirdi. En son olarak, Hz. Muhammed’i, peygamberlikle görev-lendirmiş ve onun vasıtasıyla ilahi mesajını, son ve kâmil din olanİslam’ı insanlığa ulaştırmıştır. Artık ondan sonra, başka bir peygambergelmeyecektir. Nitekim İslam’ın temel kaynağı Kur’an’ın mesajları,kıyamete kadar bütün zamanları kapsayacak özellik taşımaktadır.

İslâm, herhangi bir coğrafya, zaman ve ırk endişesi taşımaksızınbütün beşeriyeti karanlıklardan çıkarıp nura ulaştırmaya taliptir.Yüce Allâh, “Ey Muhammed! Bu, Allâh’ın izniyle insanları, karanlıklardanaydınlığa, güçlü ve övülmeye layık, göklerde ve yerde olanlarınsahibi Allâh’ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.”(İb-rahim-1) buyurmaktadır.

Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’in bütün insanlaragönderildiği bildirilmektedir; “Ey Muhammed! Biz seni bütüninsanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat in-sanların çoğu bilmezler.”(Sebe-28)

Bu ayetler, İslâm dininin bütün insanlık için gönderilmiş bir dinolduğunu belirtmekte. Netice olarak İslâm, bütün insanlığa ışıktutacak nitelikte ilke ve mesajlar içeren evrensel bir dindir. Bunarağmen Allah rasulünün elinde insanları islama dahil edecek bir güçyoktur.

16

-5-Ben, insanları hakka çağırıcı ve Allah’ın emirlerini

onlara ulaştırıcı olarak gönderildim. Hidayet verme,inanları doğru yola çekme konusunda, elimde hiçbirşey yoktur. Şeytan da, Allah’ın yasakladığı şeyleri in-sanlara süslü gösterici olarak yaratılmıştır. İnsanlarıdalalete atma (saptırma) konusunda onun da elindebir şey yoktur.

İbn-i Adiyy

Page 17: Kırk Hadis

Aynı şekilde insanları şeytanın sapıtmaya da bir gücü yoktur. Ni-tekim Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır: “Hesaplar görülüp iş ta-mamlanınca şeytan onlara şöyle diyecek: “Allah size doğru vaaddebulundu. Ben de size bir şeyler vaad ettim, ama sözümden caydım.Doğrusu, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm yoktu. Sadeceben sizi dâvet ettim, siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıp-lamayın, kendi kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne desiz beni kurtarabilirsiniz! Ben, sizin daha önce beni Allah’a şerikyapmanızı da reddetmiştim.” Elbette, böyle zalimlerin hakkı gayetacı bir azaptır.” (İbrahim-22)

Kur’an, “birey ve toplumun kendilerinde olanı (gidişatını) değiş-tirmesi halinde Allah’ın da onlarla ilgili (birtakım) değişiklik yapacağını”bildirmektedir: “Bir kavim kendi halini değiştirip bozmadıkça, Allahda onun halini değiştirmez” (Ra’d-11).

Hz. Peygamber(sav) de, İslam’ın hem Mekke hem de Medinedöneminde, fert ve toplum hayatını tevhid merkezli din anlayışı yö-nünde değiştirmek istemiştir. Mekke’de, önce bunun fikri ve amelizeminini oluşturmaya çalışmış, sonra bu zihniyet üzerine örnek vetemiz insan modelinde müslümanlar yetiştirmiştir. Bu yeni insantipi İslam çağrısı sayesinde her bakımdan değişmiş ve kendindeolanları değiştirmiş, yepyeni kimlik ve kişiliğe bürünmüş bir insantipini ifade ediyordu.

Değişmeyenler için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “(İşte),hidayete karşılık sapıklığı satın alanlar bunlardır; fakat ticaretleri(onlara) kazanç sağlamamış; (kendileri de) doğru yolu bulamamışlardır.”(Bakara-16).

İslam, insanlığın gidişatında çok önemli değişikliklerin yaşanıldığıbir süreçte gelmiştir. Amacı, hayatında tamamen değişmiş, iç ve dışdünyasını değiştirmiş olan insanlığın gidişatını fıtratına uygun yöndeve şekilde değiştirmek olmuştur. Çünkü yepyeni ve bambaşka birhayat başlatmış, yepyeni bir insan tipi var etmiş, yeni bir dünya kur-muştur. Bunu yaparken de insanın iradesini yok saymamıştır.

Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen ve insanlardan “din”veya “zihniyet” değişikliği isteyen İslam çağrısı, yenilik ve değişiklikleroperasyonunu Kur’an ve Sünnet temeline dayandırdı; her kesimden

17

Page 18: Kırk Hadis

insanın anlayabileceği bir metot ve anlatımla ortaya çıktı. Çokönemli engeller ve baskılar, hicrete yol açan işkencelere başvurularakönlemek veya durdurmak girişimleri yeni dinin yayılmasına ve çeşitliçevrelerde kabul görmesine mani olamadı. Çünkü İslam her konudainsanlara güven verdi, özgürlük sundu. Ancak değişimi insanın kendiiradesine bıraktı.

18

Page 19: Kırk Hadis

İNSANIN ihtiyaç ve istekleri vardır ve bu istekler, ihtiyaçlar,sınırlı enerjimizi, maddî gereçlerimizi harcamadan karşılanamaz

ve doyurulamaz. Bütün isteklerimizi karşılanması mümkün olmayanbir durumdur. İnsanın ihtiyaçları konusunda İslam ve beşeri sistemlerayrı reçeteler sunarlar. İki ekonomik sistem arasındaki asıl fark,kaynak sorununda düğümlenmektedir. Kaynakların sınırlı oluşu,seçme sorununu ortaya çıkarmaktadır. Kaynakların kıtlığı ve isteklerinçokluğu arasındaki bu sürekli çelişki, bizleri, isteklerimiz arasında,bir seçim yapmaya, onları; önceliklerine göre, sıralamaya ve kay-naklarımızı, gereksinmelerimizi, azami ölçüde, karşılayacak şekildedağıtmaya zorlamaktadır. Liberal ekonomide, seçme sorunu, büyükölçüde, kişinin belirsiz, çoğu zaman saçma isteklerine, kaprislerinebağlıdır. Bu ekonominin konu edindiği insan, toplum gereksinmelerinedeğer vermemektedir. Fakat İslâm ekonomisinde kişi, kaynaklarıistediği gibi harcayamaz. Bu hususta, kişinin gücünü aşan, Kur’an vehadisle getirilen sınırlamalar, tahditler vardır.

İslâm, sürekli meşru kazancı öğütlemiştir. Gayri meşru kazançyolları, sonunda, kişiyi ve toplumu bir yıkıma sürükleyeceği için, ta-mamen yasaklanmıştır “Ey insanlar! Yerdeki şeylerden, helâl vetemiz olmak şartıyla, yeyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü osize, hakikaten, apaçık bir düşmandır.” (Bakara-168) İslam; servetinbelli bir grubun elinde birikmesiyle ortaya çıkan savurganlık, israf,ayyaşlık ve keyifçiliğe karşıdır ve bununla mücadele eder, zenginlerincimrilikte bulunup fakirlere yardımcı olmamasını alenen kınar veAllah yolunda harcama yapmayanları eleştirir; genel fakirliğe nedenolan “işverenin, çalışanın emeğini tam ve zamanında ödememesinikınar ve yasaklar: “İşçinin alın teri kurumadan ücretini ödeyin.” Bu

19

-6-

Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin

Fakat israf ve kibirden sakının.

Buhari

Page 20: Kırk Hadis

çağrı ve insanî tutum toplumdaki ekonomik aktiviteyi sağlar. Paranınbelli ellerde birikmesini önler.

Marksist sisteme göre, ekonomik kaynaklar iyi şekilde dağıtılırsaen yüksek bir ekonomik refah sağlanabilir. O halde, refah ekonomisininasıl görevi, kaynakların optimum dağıtım şartlarını inceleyip ortayaçıkarmaktır. Bunların kullandığı refah deyiminin ahlâka ilişkin biryanının olmadığını burada belirtmek gerekir. İslâm ekonomisi, farklıamaçlara karşı kayıtsız kalamaz. Alkollü içkilerin üretimi ve satışı,kapitalist ekonomi sistemi içerisinde, belki iyi bir ekonomik faaliyetolabilir. Fakat İslâm devletinde öyle değildir. Çünkü bu tür faaliyetlerinsanın refahına -ki para birimi ile ölçülemiyen bir refahtır bu- hiçbir katkıda bulunmamaktadır.

İslâm ekonomisinde, kişi, kendi ekonomik faaliyetlerine yön ve-rirken, Kur’an ve sünnetin emirlerini göz önüne almak zorundadır.Kur’an ve sünnette açıkça yasaklanmayan, onların özüne uygunolan her şey, İslâmî bir uslûp içerisinde ifadesini bulabilir.

İslâm para kazanma ve harcama üzerinde önemle durmuş, azamîsosyal fayda sağlamak için, kazançlarla harcamalar arasında sağlambir denge kurmaya, çalışmıştır. İslâm, sürekli meşru kazancı öğütlemiştir.Gayri meşru kazanç yolları, sonunda, kişiyi ve toplumu bir yıkımasürükleyeceği için, tamamen yasaklanmıştır. Bundan dolayı İslâm,servet kazanma için girişilecek faaliyetlerde izlenecek yolları saptamışve bu hususta belirli kurallar koymuştur. Bu sınırlayıcı kurallar, helalve haram sınırlarıyla belirlenmiştir. Kur’an’da şöyle buyurulur. “Eyinsanlar! Yerdeki şeylerden, helâl ve temiz olmak şartıyla, yeyin.Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size, hakikaten, apaçık birdüşmandır.” (Bakara-168)

İslâm devleti, sadece toplum yararı ile tam bir uyum içinde olanmeşru ticari faaliyetleri teşvik edebilir. Öte yandan, sosyal faydalarsağlayan harcamalar üzerinde önemle durmuştur. “Kendilerini rı-zıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infak edenler katiyen kesatbulmayacak bir kazanç umabilirler.” (Fatır -29) Cimrilik kötülenir,kınanır. Cimrilerin elindeki servet, onlara bir yarar sağlamak şöyledursun, kendileri için bir engel olmakta, ruhî ve ahlâkî gelişmeleriniönlemektedir. Öte yandan, diğer bir aşırılık olan israf da, aynı

20

Page 21: Kırk Hadis

şekilde, kınanmaktadır. “İsraf etmeyin! Çünkü Allah, israf edenlerisevmez.” (Hud-141) “Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleriolmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsra-27)

İslam; ahlakî açıdan da bireyleri Allah yolunda infak ve bağıştabulunmaya teşvik etmiş, bu ahlakî ve kültürel çağrıyla kanunî dü-zenlemeler arasında paralellikler oluşturmuştur. Kapitalizmin güçlenipgenişlemesi ancak iki şeyle mümkündür: Spekülasyon ve faiz!Kapitalist düzenin en önemli faktörü ve servet yığmanın en iğrençetkenleri olan faizle spekülasyon İslam’da haram edilmiş ve yasak-lanmıştır. Farklı sınıflar arasında ekonomik denge sağlayabilmekamacıyla servetin belli ellerde birikmesini engellemek için İslam’ıngetirdiği mükemmel kurallardan biri de zekat sistemidir.

İslam dini, kendisine has dünya görüşü ve kapsamlı felsefîanlayışıyla insanı bütün boyutlarıyla ele alır ve onu bütün özellikleriylebirlikte değerlendirir; bu nedenle de birey ve toplumun maddiyaşam seviyesini temin etmekle kalmayıp onun en önemli boyutuolan ahlakî erdemlerle ruhî olgunluk ve kemallerine de önem verirve bütün hüküm ve prensiplerinde bunu gaye edinir. İslamda servet,insanoğlunun bütün fıtrî istek ve gayelerinin gerçekleştirilmesiyolunda kullanılan bir araçtır sadece. Hayat batıda kabul edildiğininaksine bir mücadele değil, aksine büyük bir yardımlaşma ile devametmektedir.

İslama göre insanın ihtiyaçları sınırlıdır ve kaynaklar sınırsızdır.Diğer ekonomik sistemlerde ise kaynaklar sınırlı ve ihtiyaçlar sınırsızolarak kabul edilmiştir. Kaynakların sınırsız oluşunu şu ayeti kerimedenanlıyoruz. “Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetinisaymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçekşu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.” (İbrahim-34) Evet AllahuTealanın nimetleri saymakla bitmez. Yarının teknolojisi hangi nimetleriinsanoğluna sunacaktır bilemeyiz. Bu gün güneş enerjisi, yarın birbaşka enerji insanın hizmetine sunulacaktır. İslam düşünce sisteminegöre Allah Teala tabiatı bütün varlıklara yetip artacak şekilde bol ni-metlerle donatmıştır. (İbrahim-32/34, Hicr-19) Fakat insanoğlununbu fırsatları zulmü ve nankörlüğü sebebiyle kendi kendine zayietmesi sebebiyle dünyasını cehenneme çevirdiği anlatılır. (Rum–41,Yunus -23)

21

Page 22: Kırk Hadis

İslam dini aynı zamanda ihtiyaçları sınırlandırmıştır. İsraf yasak-lanmıştır. “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzelelbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israfedenleri sevmez” (A’raf-31) İslam paranın harcanacağı alanları dahelal haram kavramlarıyla kontrol altına almıştır. Lüks tüketim, içki,toplumun yararına olmayan bütün harcamalar yasaklanmıştır. “Çünküsaçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan iseRabbine karşı çok nankördür.” (İsra-27) İslâm’ın yasak ettiği hertürlü harcama, -içki, kumar, uyuşturucu maddeler gibi- kişiye vetopluma hiçbir yararı olmayan ve insanı başkalarına muhtaç halegetirecek kadar ölçüsüz yapılan bağış ve harcamalar israf kabuledilmiştir. Yalnız israf kavramını daha geniş tutmak ve her türlüimkânın boşa harcanmasını israf olarak değerlendirmek mümkündür.

İslâm’da şahsın mülk edinmesi serbesttir. Ancak, kapitalizminmülkiyet anlayışıyla farklılıklar arz eder. Kur’an, eşyanın gerçeksahibi olarak Allah’ı gösterir. Müslüman tasarrufta bulunduğu mülkteemanetçi olduğunu bilir. Evet, mal senin değildir. Servet sanaemanettir. Emanetin sahibi, emanet ettiğine nasıl davrandığındanhesap soracaktır. Sadece nereden ve nasıl kazanıldığından değil,nereye ve nasıl harcandığından da... İşte bu nedenle helaldenkazanmak kadar helale harcamak da önemlidir. Bir servetin helalyollardan elde edilmesi kadar; helal yollara harcanması da önemlidir.

İnsanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi. Butür bir davranış, İslâm tarafından uygun görülmemiş ve insanoğlununyeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisindekalması istenmiştir. Bunun yanında çevresindekileri gözetmesi is-tenmiştir. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadisi şerifibu konuya dikkatimizi çekmektedir.

Kapitalist ve Sosyalist ekonomik görüşe göre insanın sınırsızihtiyaç ve istekleri vardır ve bu istek ve ihtiyaçlar, sınırlı enerjimizi,maddî gereçlerimizi harcamadan karşılanamaz ve doyurulamaz.Bütün isteklerimizi karşılayacak kadar sınırsız kaynaklarımız olsaydı,ekonomi sorunu ortaya çıkmayacaktı. Kapitalist ekonomi hem kaynakhem de ihtiyaç konusunda farklı düşünür. Pratikte sınırlı kaynaklarihtiyaçları sınırsız olan burjuvazinin elindedir. Diğer insanlar ucuz işgücü üretmek ve üretileni tüketmek için vardır. Tüketim her zaman

22

Page 23: Kırk Hadis

teşvik edilir bunun için de reklam sektörü kapitalizmin vazgeçilmezidir.Halbuki İslam ekonomisinde reklama yer yoktur. Hatta yiyecek mad-delerinin herkes tarafından görülecek yerlere konulmaması esasıbenimsenir.

Sosyalizme gelince; kapitalizme karşı olarak ekonominin küçükbir aristokrat, zenginler sınıfı ya da kapitalist bir sınıf yerine genişkitlelerin yararına işletilmesi gerektiği savunan yönetim biçimi olarakkabul edilir. Bu sebeple üretim araçları neredeyse tamamen devleteaittir ve ekonomi ülke çapındaki merkezi sistem tarafından idareedilir. Bu sistemde de kaynaklar sınırlı olduğundan rantabl kullanılmasısavunulur. Aynı şekilde insan ihtiyaçları sınırsız olduğundan devletüretilen değerleri insanlar arasında eşit dağıtır. Ancak pratiktedurum böyle olmamış, üretimi elinde bulunduranlarla halkınekonomik durumu arasında uçurumlar olmuştur.

Kapitalist sistemde ekonomideki bozuklukların ve iktisadi müca-delenin nimetlerin kıtlığı esasına bağlanmasının aksine İslamî dü-şüncede bolluk esası vardır. Bozukluk nimetlerin azlığından değildir.Ancak kıtlığa sebep olan insanın tembel olması, insanın üretimdenazlı tavrı, tüketim düzensizliği, servet dağılımında ki haksızlık gibietkenlerdir. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. “Kim, Allah’atevekkül ederse; O, kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah; emrini yerinegetirendir. Gerçekten Allah; her şey için bir ölçü var etmiştir.” (Ta-lak-3)

İslam dini, kendisine has dünya görüşü neticesinde insanı bütünboyutlarıyla ele alır ve onu bütün özellikleriyle birlikte değerlendirir;bu nedenle de fert ve toplumun ekonomik seviyesini düzenlemesininyanında, insanın en önemli boyutu olan ahlakî erdem ve ruhîolgunluk derecesine de önem verir ve bütün hüküm ve düsturlarındabunu gaye edinir. İslam’da para ve mülk, insanoğlunun bütün fıtrîistek ve gayelerinin gerçekleştirilmesi yolunda kullanılan bir araçtırsadece.

23

Page 24: Kırk Hadis

Allahu teala karşısında acziyetini bilmektir. İnsanoğlu yaratanınıgereği gibi tanımakla kulluk makamına erişmiş olur. Yoksa

her insanın kafasında bir Allah inancı mevcuttur. Allahu teala inançkonusunda tevhid dışındaki düşüncelerimize inançlarımıza değervermiyor. İnançta esas olan tevhiddir. O da Allahu tealayı rabbolarak tanımak ve bilmektir.

İnsanoğlu zaman zaman yolunu kaybediyor, kendini kaybediyor.Dünyanın kıyametini erkene almak için elinden geleni ardınakoymuyor. İnsanoğlu yaratıcıya özeniyor. Kul olduğunu unutarakegemenlik kurmaya çalışıyor. Bu ülkenin, bu dünyanın, bu mahallin,bu kurumun sahibi benim davranışının altında böyle hastalıklı birmantık var. İktidar sahibi olmak kendisini üstün görmek insanı farklımecralara sürükleyebiliyor. İnsan bu davranışıyla sadece kendisinideğil başkalarını da bu devasa anaforun içine çekip alıyor.

İnsanoğlu nefsinin esiri olduğunda kendisini dokunulmaz olarakkabul ediyor. Bu psikoloji aslında Firavun psikolojisi. “Ben, sizin enyüce Rabbinizim!” dedi. (Naziat-24) Çünkü “İnsan aceleci yaratıl-mıştır.”

Yüce Rabbimiz insana düşünmek gibi önemli bir yetenek bah-şetmiştir. Şuurunun açılmaya başladığı andan itibaren insan düşünmeyebaşlar. İslam düşünebilen akıllı insanları muhatap alır. “Allah, sizeayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.” (Bakara-119) insanıneyleme geçmeden önce yaptığı ilk hareket düşünmektir. İşte bu ne-denle hikmetli düşünmek, bir Müslümanın sahip olması gerekentemel özelliklerinden biridir. Çünkü Müslümanca düşünme tarzınasahip olan bir mümin bu düşünce tarzını hayatına geçirerek Yüce

24

-7-

“Hiç biriniz, arzu ve istekleri benim tebliğ ettik-lerime tâbi olmadıkça gerçek manada iman etmişolamaz.”

İbn Batta el-Ukbarî, el-İbânetu’l-Kübrâ,

Page 25: Kırk Hadis

Allah’a yakınlaşabilir. Nitekim Yüce Allah pek çok Kuran ayetindedüşünmenin önemini vurgulamış ve müminleri bu konuda uyarmıştır.Bu ayetlerden biri şöyledir: “Allah insanlar için örnekler verir; umulurki onlar öğüt alır-düşünürler.” (İbrahim-25)

Çoğu kimse, düşüncesinden de sorumlu olduğunu, aklındangeçen her düşüncenin hesabını ahirette eksiksiz olarak vereceğiniaklına getirmez. Oysa Yüce Allah’ın Kuran’da bildirdiği bir gerçekvardır. Bu gerçek, insanın düşüncelerinden de sorumlu olduğudur.Nitekim Yüce Allah “Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir).Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.”(Taha-7) ayeti ile insanların düşüncelerinden de haberdar olduğunu bil-dirmekte ve bizleri kıyamet günü düşüncelerimizden de sorguyaçekileceğimiz konusunda uyarmaktadır. Çünkü düşünmek eylemlerinön aşamasıdır.

Ebu Hureyre (ra)’den, Hz Peygamber(sav)’in şöyle dediği rivayetedilmiştir: “Ademoğluna (iradesiyle yapacağı) zinadan nasibi yazıldı.Şüphesiz o buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmaktır. Kulaklarınzinası (fuhşiyatla ilgili şeyleri) dinlemektir. Dilin zinası konuşmaktır.Elin zinası tutmaktır. Ayağın zinası (fuhuşla ilgili yerlere doğru) yü-rümektir. Kalb arzu ve temenni eder, tenasül aleti ise bunu ya tasdikeder, ya da yalanlar.” (Buhari, Müslim)

Yüce Allah Kuran’da tüm insanları, Zatı’nın varlığına, birliğine vesıfatlarına açıkça şahitlik eden pek çok olay ve yaratılış delili üzerindeinceden inceye düşünmeye davet eder. Kuran’da bütün bu şahitlikeden varlıklara, “ispatlı delil, kesin bilgi ve gerçek ifade eden”anlamına gelen “ayet” ismi verilir. Dolayısıyla, Allah’ın ayetleri,evrenin her köşesindedir ve Allah’ın varlığını ve vasıflarını gösterip-bildiren tüm varlıkları kapsar. Müslüman kişi yeryüzündeki buayetleri, Kuran ayetlerini okur gibi okuyarak bu kavrayışın kazandırdığısorumlulukla Yüce Allah’a yakınlaşacak düşüncelere sahip olur.Nitekim Yüce Allah insanları belki de hiç düşünmedikleri konularüzerinde düşünmeye davet ederek Müslümanca düşünmenin öneminişöyle haber verir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ilegündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçektenayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ızikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve

25

Page 26: Kırk Hadis

derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin,bizi ateşin azabından koru’.” (Al-i İmran 190-191) “Bu insanlar bak-mıyorlar mı, develerin nasıl yaratıldığına? Göğün nasıl yükseltildiğine?Dağların nasıl dikildiğine? Yerin nasıl yayıldığına?” (Ğaşiye 17-20)

Âlemdeki ayetlere bu şekilde bakarak Allahu Tealanın rızasıkazanılır. Arzu ve isteklerimizin de muradı ilahiyeye ve rızayı nebiyeuygun olması imanımızın kemal derecesindendir.

26

Page 27: Kırk Hadis

ZAMAN iki hareket arasında geçen süreden ibaret. Bu durumzamanın aslında bilinçten bağımsız olmadığının göstergesi.

Zamanın olmadığı bir ortamın imkânlı olduğunu söyleyebiliriz. Ohalde zamanın akışı zorunlu değildir. Nitekim uzayın bazı noktalarındafarklı zaman akışları da mümkündür.

Uzay düzleminin bükülmesinden ibarettir zaman. İçe doğrubükülen uzayda fiziksel boyutların dışında dördüncü bir boyut oluşurböylece, bu da zaman boyutudur ve zaman, mekânla ve de hareketile aynı anda varlığını sürdürür.

Geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşan bir süreçtir zaman. İnsansadece şimdide vardır. Öncesi ve sonrası onun için zayi ve meçhuldür.Yani geçmiş yitirilmiş ve gelecek bilinmezdir. Gelecek sadece bir ih-timaldir insan için. Geçmişe hatıralarla, geleceğe ise hayallerleyolculuk yapabilir. Bunlar zamanla kayıtlı insan için geçerli şeylertabii ki.

Zaman lineer bir çizgi değildir. O birçok anların birleşmesindenoluşmuştur. Tıpkı sinema filmleri gibi. Sinema filmleri de her birdonuk karenin bir biri ardına hızlıca dizilişidir esasında. Zaman dabütün karelerin bir araya gelmesidir ve bu bütün karelerin bir aradabulunduğu bir sarmal gibi düşünülebilir. Kadiri mutlak için zatenzaman söz konusu değildir. Zaman ve mekanla sınırlı olan insandır.

Rabbimiz, insanın içinde yaşadığı, tüm amellerini içinde gerçek-leştirdiği, ömür tükettiği zamana yemin ediyor. Onu değerlendirmekonusunda, onu Allah’a kulluğa tahsis etme konusunda insanlarınziyanda olduğuna yemin ederek zamanın önemine dikkat çekiyor.Yemin, yeminden sonra çok önemli bir konunun anlatılacağınadikkat çekme anlamına geldiği gibi, üzerine yemin edilen konunun

27

-8-

İnsanların çoğunun kıymetini bilmediği iki nimetvardır. Bunlar; sıhhat ve boş zamandır.

Buhari, Rikak

Page 28: Kırk Hadis

büyüklüğü anlamına da gelmektedir. Rabbimiz zaman üzerine yeminionun kulluk noktasında çok büyük bir öneme haiz olduğunu anlatır.İnsanın hüsran ya da kurtuluşunun zamanla alakası vurgulanıyor.İnsan mutlak surette ziyandadır, çünkü zamanın kıymetini bilme-mektedir. İmtihanında, kulluğunda en büyük sermayesi olan zamanıiyi değerlendiremiyerek, zamanı ona verenin yolunda harcamayıpboş şeylerin peşinde kullanarak kaybetmektedir. İnsan zararda veziyandadır, çünkü insanın zaman içinde en büyük sermayesi ömrüdür.Bu ömür de her nefes, her lahza, her saniye tüketilmektedir. Ve butüketilme işi insanın iradesi dışındadır. Yani bu zamanın da bunefeslerin de sahibi insan değil Allah’tır. Yani insanın sermayesiAllah’a aittir. Hayatın sahibi, zamanın sahibi Allah’tır. Biz kul olarakzamana malik olamıyoruz. Biz istesek de istemesek de bu zamangeçip gidiyor.

Zaman yaratıcı Allah’ın kudretine delalet eden her türlü acaiblikleri,gariplikleri içerir. Onun için ona “Ebu’l-Aceb” (Aceb’in babası) de-nilmiştir. Küllî veya cüz’î, alışılmış veya alışılmamış, acı veya tatlı,kârlı veya zararlı her türlü fiil ve olay, onda meydana gelir. Hattadehir ve zaman denilen şey kendisi “Acebü’l-acaibat” (şaşılacakşeylerin en şaşılanı)dır. O, bir taraftan ardı arkası kesilmeyen birhareket ve cereyan arzeden bir değişim ölçüsü, bir taraftan da o ha-reketlerin ötesinde bir sükun ve sabitlik ifade eden sade bir süreçolarak görünür.

Yokluğa benzer bir varlık, varlığa benzer bir yokluk gibidir. Râzîder ki: “Akıl ona yok diye hükmedemez, çünkü devirler, seneler,aylar, günler, saatlerle kısımlara bölünür. Fazla, eksik ve uyuşmakla,geçmiş ve gelecek olmakla hükmedilirken nasıl yok olur? Bununlaberaber mevcut diye de hükmolunamaz. Çünkü şimdiki hal, bölün-meyen bir andır. Geçmiş ve gelecek ise yokturlar. Yokluğa ise varlıklanasıl hükmedilir.” Onun için felsefeciler ve Kelamcılar, “Zamanmevcut mudur, yok mudur, mevhum mudur? Bizim onu bilişimiz(bedihi) açık mıdır, intizai (soyutlama) mıdır! diye konu edip dur-muşlardır.

Zamanla ilgili tasavvurumuz ne olursa olsun; zaman, insanın enkıymetli sermayesidir. Ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Nitekim“Ve o, öğüt almak veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü

28

Page 29: Kırk Hadis

birbirlerini izler yaptı.” (Furkan-62) buyurulmakla ona işaret edilmiştir.Böyle vaktinin kıymetini bilmek mânâsınadır ki, mutasavvıflar, “Sofî,ibnü’l-vakt (vaktin oğlu) olmalıdır, yani ömrünün ve özellikle fiileniçinde bulunduğu vaktin kıymetini bilmeli ve onunla yarın ahiretiiçin ne kâr, ne hayır edebilmek mümkün ise onu kazanmayaçalışmalıdır, demişlerdir. Nasıl ki bugünün yarını yoktur, diye ahireteinanmayanlar da tersine dünya zevkini sürerek gönüllerince kâmalmak için “Gün bugündür, saat bu saattir, ne yapacaksak şimdiyapmalıyız.” diyerek, ne olursa olsun vaktine uyup, çıkarını gözetmemânâsına “İbnü’z-zaman” (zamanın oğlu) olmak, zaman geçinceonunla beraber geçip gitmek isterler.

Müslüman kula düşen görev ise zamanın kıymetini bilerek onuboşa harcamamak, verilen bu nimet içerisinde rabbinin rızasını ka-zanmaktır.

29

Page 30: Kırk Hadis

ANNELiK kutsal meslek. Bir nevi İlahi ruhun örneklemi.Neslin devamı sizinle olacak, yani hayatın devamı. Bu yüzden

annelik kutsal. Bizi dokuz ay karnında taşıdı gibi klasik yaklaşımdeğil anneyi değerli kılan. Küçükken bakıp büyütmesi de değil. Artıkanneler çocuklarını bakmıyorlar, bakıcı tutuyorlar. Demek ki buradankaynaklanmıyor anneliğin değeri. Annelik ilahi bir olayın inkişafyeri. Tezahür alanı. Bu yüzden annelik kutsal ve cennet annelerinayağı altında. “Evlatlarınıza ikram ediniz ve güzel bir şekilde edep-lendiriniz.” (İbn Mâce, Edeb, 3.) Bu kutsal görevi yerine getirmekdururken özgür olmak, ekonomik bağımsızlık kazanmak adına ço-cuklarını psikolojik bir cehennem ortamına bırakan annelerin ayak-larının altında cennet olabilir mi?

Peygamber Efendimiz(sav) “Hiçbir anne-baba çocuğuna güzelterbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz” (Tirmizi, Birr, 33)buyuruyor. Çocuklarını bu hediyeden mahrum bırakan ebeveynlerinözgür(!) olmaları neyi değiştirir. Çocuklarını köleliğin girdabındabırakan, ruhen köleleştiren ve kendilerinin birer mükatep köle ol-duğunun farkında olmayan ebeveynlerin bu hadisi şerifi yorumlarıfarklı olacaktır. Cenneti kazanmak için çocukların annesine hürmetetmesi gerektiğini söyleyeceklerdir. Anne babalarından hürmet vemerhamet görmeyen çocuklardan merhamet beklemek beyhudedir.Toplumda sıkça karşılaştığımız olaylar bunun kanıtıdır.

“Çocuklarınızın ve mallarınızın, sizin için bir imtihan olduğunuve büyük mükâfatın, kesinlikle Allah katında bulunduğunu bilin.”(Enfal-28) Evet çocuklarımız bizim için birer imtihandır. Bu imtihanaile yuvasını kurmaya karar verdiğimiz anda başlar. Annelik gibikutsal bir göreve başlarken yapılan düğün törenlerinin “Cennet an-nelerin ayağı altındadır” fermanına mütenasip olması kurulacak

30

-9-

Cennet annelerin ayakları altındadır.

Fevaid

Page 31: Kırk Hadis

yuvanın cennet misali olmasını sağlayacaktır. Gayri islami hareketlerleislami bir yuva tesis edilemez. Çocuğun terbiyesi anne rahminedüşmeden önce başlar.

Kadınların ayakları altında değil cennet, annelerin ayağı altında.Annelik müessesesi günümüz toplumunda hakir görülen bir şekledönüştürüldü. Anne kendi çocuğunu en güzel şekilde yetiştiripinsanlığa faydalı bir birey olarak büyütmesi en güzel hasletken, eko-nomik özgürlük adına annenin çocuğundan koparılıp üç-beş kuruşpara için maddeye esir edilmesi ne kadar aşağılayıcı. Anne, evdeçocuğunun terbiyesiyle ilgilenirse ev kadını ve dolayısıyla köle, baş-kasının çocuğunu bakarsa, başkasının evini temizlerse özgür kadınoluyor. Bu sakat bir mantık. Kadın kocasına hürmet gösterip hizmetederse köle, iş yerinde patronuna hizmet edince özgür. Böyle illetlibir mantığın anneye vereceği değer değersizliktir.

Ucuz iş gücünün bir parçası olarak kadını görmek, onu en kutsalyerinden koparıp köleleştirmek, sokağa atmak feminizmin bizehediyesi. Kadın, anne olmakla kendinin ulaşabileceği en üst seviyeyeulaşıyor ki o noktada cennet onun ayaklarının altında kalıyor.

31

Page 32: Kırk Hadis

İNSANI insan yapan, insanı güzelleştirip değerli yapan ve ötekicanlılardan ayıran özelliklerin başında konuşma yeteneği yani

dili gelmektedir. Yüce Allah insanın dışında hiçbir varlığa bu güzelnimeti ihsan etmemiştir. İnsan olarak çoğu zaman öneminin farkındabile olmadığımız bu hasletimizle ilgili olarak, Yüce Allah; “Güzelsözler ve insanları bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadandaha iyidir” (Bakara-263) buyurmaktadır.

“Yumuşak sözler taş kalplere bile tesir eder” deyişi bu hakikateişaret eder. Allah bir adama her şeyin tatlısını, yalnız dilin acısınıverdi mi insan ne yapsa kâr etmez.

Bir Arap atasözünde “Kılıç yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez”der. Kendini tutamayıp söylenen bazı kırıcı kelimeler öyle derinyaralar yapar ki, zamanla geçse de, açıldığı yerde izi kalır. Dil yarasıruhun en gizli yerlerinde boyuna işler, bir türlü kapanmak nedir bil-mez.

Boşu boşuna yapılan konuşmalar da kalbi katılaştırır. Ruhundengesini bozar. Kişinin değerini düşürür. İslâm adâbının, gereğiolarak tatlı konuşmak ve güler yüzlü olmak zorunludur. PeygamberEfendimiz (sav) de, “Tatlı dil sadakadır” buyurmuştur. Güzel söz,sahibini Allah (cc) rızasına kavuşturan, nimet içinde bırakan, faziletve iyilik nev’inden bir haslettir Unutmayalım ki “Ona ancak güzelsözler yükselir” (Yunus-3) emri doğrultusunda güzel sözler Rabbimizkatına yükselecek ve zamanı gelince bize mükafat olarak geri döne-cektir.

Ağızdan çıkan her söz, hayır veya şer olarak yazılıyor. Söylediğimiz

-10-

Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki buduarasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse,ben de ona cennet sözü veririm.”

Buhari, Müslim.

32

Page 33: Kırk Hadis

muhakkak doğru olmalı. Yalan, dedikodu, gıybet, malayani, iftira,fahiş konuşmak… bunlar hep dilin afetleridir. Bu sebeple, dilin ko-runması bizi bu kötülüklerden koruyacağından karşılığında cennetvadediliyor.

Hz. Allah buyuruyor ki: “Zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o, şüphesizbir hayasızlıktır, kötü bir yoldur.” (İsra-32)

İlk müslümanlar Peygamberimiz’e biat edecekleri zaman kendi-lerinden “zina etmiyeceklerine” dair de söz alınmış ve ondan sonrabiatları kabul edilmiştir. Zinanın kötülüğü hakkında Peygamberimizbuyuruyorlar ki:

“Zina eden, zina ettiği vakit (kamil) mümin olarak zina edemez.Hırsız, hırsızlık yaptığı zaman (olgun bir) mümin olarak hırsızlıkyapamaz. Şarap içen kimse, onu içtiği sırada kamil mümin olarakiçemez.” (Müslim c. 1, s. 54; Buhari c. 6, s. 241)

Utanma, imanın ayrılmaz bir lazımıdır. Zina ise utanmazlığın sonperdesi! Bir kişi, Allah’dan utanmayı, meleklerden sıkılmayı bırakarakzina ederse, iman kalbde karar edemez ve çıkıp sahibinin başındatitremeye başlar. O kimse bu alçaltıcı işten ayrıldığı zaman iman dakalbe döner.

“İman bir gömlek gibidir. Allah, dilediği kimseye onu giydirir. Birkul zina ettiği vakit Allah ondan iman elbisesini soyar. Eğer tövbeeder ise geri çevrilir.” (et-Tergib ve’t-Terhib c. 3, s. 273)

İnsanoğlunun zaafa düştüğü konulardan birisi de zinadır. Bununiçin Rasulullah (sav) dil ve zina konusunda kendisine garanti verecekkişiye cenneti vadediyor. Gerçektende en zor zaptedilecek iki uzuvdangaranti istiyor Rasulullah (sav), bu garantinin karşılığında da kendisicenneti garanti ediyor.

33

Page 34: Kırk Hadis

ZİKİR kelimesi müslümanların birçoğu tarafından yanlış anla-şılmıştır. Zikir, anma, anımsama, ezberleme, hatırlama an-

lamlarına gelir. Söylenmesi tavsiye edilen hamd, sena ve dua içinkullanılan sözler zikir kapsamındadır. Bazı alimler zikri, insana sevapkazandıran her türlü hareket olarak tarif etmişlerdir. Zikir, daha çoktasavvufi anlamda kullanılır. Tasavvufta da, Allah’ın yüceliğini dilegetirmek ve manevî yetkinliğe ulaşmak amacıyla belli bir söz ya dacümleyi yinelemektir. Yüce Allah’ın bilinen güzel isimleri ve tevhidkelimesi ‘Lâ ilâhe illallah’ ile yapılır.

Zikrin hatırlamak manası her an Allahu teala ile beraber olduğunubilmektir. Yoksa aynı kelimeleri şuursuz tekrarlamanın gerçek manadazikir olmayacağı açık. Bu durum bir talebi olan kimsenin onudillendirip fakat o konuda çaba sarfetmemesi gibidir. Allahu tealayızikreden kimse konuya şuurlu yaklaşmadığı müddetçe bu gerçekmanada zikir olmayacaktır.

Aslında hatırlamak, sürekli bilinç halinde olma halidir. Bu sebeple“Hatırlat hatırlatmak müminlere fayda verir” buyrulmuştur. Karşı-laştıklarımıza selam vermek, tuvalete sol ayakla girip, sağ ayaklaçıkmak, Müslümana gülümsemek, bazı virdleri tekrar etmek... Bütünbunlar mümin olduğunun farkında olmak içindir. Her zaman kul ol-duğunun bilincinde olmak içindir. Kısaca Müslüman olmak bilinç

34

-11-Rasulullah (sav), “Size amellerinizin en hayırlısı

Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek,sizin için altın ve gümüşü sadaka vermenizden vedüşmanla karşılaşıp onların boynunu vurmaktan veonların sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlısınısize söyleyeyim mi? diye sordu. Ashab: söyle yâ Resu-lullah, dediler. Rasulullah: -”Allah Tealayı zikretmek”buyurdu.”

Tirmizi, İbn Mace

Page 35: Kırk Hadis

halidir.

Bir beyitte bu durum şöyle dile getirilmiştir.

Yani her kim İslâma tam uyarsa her zaman,

Zikrediyor demektir Rabbini muntazaman.”

“Siz beni ibâdet ve itâatla zikredin ki, ben de sizi rahmetimle zik-redeyim. Beni dua ederek zikredin, ben de sizin dualarınızı kabuledeyim. Benim verdiğim nimetleri hamd ve senâ ile zikredin, bende size nimetlerimi artırayım. Siz beni dünyada zikredin, ben de siziahirette zikredeyim... Beni, varlık ve refah içinde olduğunuzdazikredin ki, ben de sizi belâ, musibet ve sıkıntılarınız zamanında zik-redeyim... Beni, benim yolumda cihâd ederek zikredin ki, ben desizi hidâyetimle zikredeyim. Beni sıdk, samimiyet ve ihlas ile zikredin,ben de sizi sıkıntılardan kurtarmak ve bilgi ile ihtisasınızı artırmaklazikredeyim. Beni Rabbiniz olarak bilip kulluğunuzla zikredin ki, bende sizi sevdiğim kullarımdan kabul edip sonunda bağışlamakla zik-redeyim” (er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Mısır 1937, IV,143 vd).

Evet biz sürekli olarak Allahu teala ile beraber olduğumuzun bi-lincinde olmak durumundayız. Çünkü o her an bizi görüp gözet-mektedir. Bu beraberinde tefekkürü getirir. “Bir anlık tefekkür, biryıllık ibadetten hayırlıdır”. “Bir anlık tefekkür, yetmiş yıl ibadettenhayırlıdır”. “Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır”. Şeklindegelen rivayetlere de bakarak zikrin bilinçli bir eylem olduğunu söy-leyebiliriz. Bilinç halinde yapılırsa “Kalpler ancak Allahı anmaklamutmain olur.”

“Mü’minler onlara denir ki; Allah anıldığı zaman, kalpleri titrer”.(Enfal-2)

“Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzab-41)

“Onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kim-selerdir. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura ka-vuşur.” (Ra’d-28)

“Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, Biz ona bir şeytanmusallat ederiz de ona arkadaş olur.” (Zuhruf-36)

“Artık her şeyden büyük olan Rabbinin yüce ismin an ve Onubütün noksanlardan tenzih et.” (Vakıa-74) “Allah’ı çokça zikredin ki,

35

Page 36: Kırk Hadis

kurtuluşa erersiniz.” (Cuma-10) “Allah bir olarak anıldığında, ahireteinanmayanların kalpleri daralır. Allah’tan başkaları anıldığı zamanise ferahlanıverirler…” (Zümer-45)

“Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yatmış halde Allah’ı zikrederlerve göklerin yerini nesnelerini düşünürler”. (Al-i imran-191)

“Ama kim beni zikretmekten yüz çevirirse, onun için dar birgeçim vardır. Kıyamet (Haşır) günü onu kör olarak süreriz”. (Tâha-124)

Allahla beraber olduğumuzun bilincinde olmayı ve şuurlu olarakAllahı anmayı zikir olarak anlıyoruz bütün bunlardan.

36

Page 37: Kırk Hadis

İNSAN, imtihan olmak için yaratılmış. Bunun tabiî bir neticesiolarak da kazanma ve kaybetme çizgileri arasında gidip-gele-

bilecek şekilde kendisine irade verilmiştir. Dînî eserlerdeki ifadesiyle“esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, kadar dizilmiş olan makamlarave derecelere girebilecek” bir mâhiyete sahiptir insan. Bu imtihandünyasında onun yolunu aydınlatacak, varlığa bakışını değiştirecekve onu âlâ-yı illiyyîne yükseltecek en büyük sermayesi de imandır.Dünya ve ahiret saadetinin kaynağı iman; ferdî, ailevî, sosyal hertürlü problemin kökünü kesecek olan da yine imandır.

İman; “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Onun son rasu-lüdür.” demek ve kalbiyle onu tasdik etmek, mantığıyla ona düğüm-lenmesi ve bütün hisleriyle de ona sahip çıkması demektir. Şüphesizbütün bunların olması için sağlam bir fikir ameliyesine ihtiyaç var-dır.

Allah Resûlü bir hadislerinde bu yenilenmeye şöyle işaret ederler:“İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ demek suretiyle yenileyin.” Bence buhadis, sadece dil ile kelime-i tevhidi söylemeye hamledilmemelidir.Mutasavvıflara göre bu kelimeler dille telaffuz edilirken, vicdanlardaduyulmuyorsa bir mânâda yalan söyleniyor demektir. İmanın yeni-lenmesi tekamülün ve sonunda kamil mü’min olmanın seyir çizgisinibize işaret etmekte. Her an zaman ve mekân değişmektedir; buitibarla insan da, bu değişmeler içinde her vakit kendini aydınlatmalı,yenilemeli ve ruhta yeni bir dirilişe geçmelidir ki, hayatını teşkileden karelerden hiçbiri karanlık kalmasın.

İmanı yenileme meselesi devamlılık isteyen bir husustur. Mü’min-deki bu yenilenmenin onun tabiatının bir yanı, fıtratının bir parçası

37

-12-

Birinizin elbisesi eskidiği gibi, göğsündeki imanıda eskir. Öyle ise, Allah’tan, kalbinizdeki imanınyenilenmesini isteyiniz.

Taberani

Page 38: Kırk Hadis

hâline gelmesi için devamlı surette imanını derinleştirmesi ve onuhayatına aksettirici eylemlerle bezemesi gerekmektedir.

İnsan imanını devamlı canlı ve taze tutmalıdır. Zîra uzun ve çetinbir yolda sönmüş, eskimiş, kendisine faydası olmayan bir iman hiçbir işe yaramayacaktır. İnsanın karşısında işini profesyonelce yapanbir şeytan bulunmaktadır. Şeytan karşısında dik durmanın yolusağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olmaktan geçer. İmanını sürekliyenileyen mü’min profesyonel mü’mindir ve şeytanla ancak buşekilde başedebilir. İnsanın, nefis, hevâ, vehim ve şeytan gibi birçokdüşmanı bulunmaktadır. Bunlar her an insana hükmedebilmekte veonu hayvandan daha aşağı bir hâle düşürebilmektedir Bunların tekamaçları, insana vesveselerle, şüphe ve vehimlerle saldırıp, onuniman nurunu söndürmektir. Bu kadar düşmana karşı insanın mukâ-vemeti ancak imanının kuvvetiyle olabilir. İnsan daima kemâlâtatalib olmalı, mevcut ile yetinmemelidir.

Allah(cc) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’a, Rasulüne,Rasulüne indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba imanedin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitablarını, Rasullerini ve ahiret gününüinkâr ederse, şübhesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (Nisa-136)

Katıksız iman edip imanlarında hiç bir şüpheleri olmayan ve aynızamanda yaşantılarıyla imanlarını tasdik eden muvahhid mü’minlereimanı emreden Rabbimiz: “Ey iman edenler, iman edin!” buyuru-yor.

İman etmiş olan mü’min müslümanlar, her an yeniden imanedecekler. İmanlarını tazeleyecek, iman şuurunu yenileyecek, imanidrakim canlı tutacaklar. Böylece imanlarını kuvvetlendirmiş ve ken-dilerini yüksek dereceye ulaştırmış olacaklardır.

Küfür ve şirk cephesinin elinde bulunan ifsad araçları olan tel-evizyon, radyo, gazete, dergi ve diğer kitle iletişim araçlarıyla, imanave İslâm’a yapılan saldırılar neticesinde insanlar, birçok şüphenin vekargaşanın içine itiliyorlar. Bundan dolayı İslâm cephesinde bulunanlarimanlarını, her an taze tutmalı, yenilemeli ve dipdiri bir hâlegetirmeleri onların üzerlerine bir kulluk vazifesidir. İman ilkelerineşuurlu bir şekilde ve idrak ederek iman etmek gerek. İmanımızı diritutmak bilinç halinde olmayı gerektiriyor. Allah Teâlâ: “Ey iman

38

Page 39: Kırk Hadis

edenler” şeklinde hitab ettikten sonra bu kişilerin iman etmelerinitekrar emretmesinin sebebi nedir?

“Ey iman edenler, Allah’dan sakınıp korkun ve O’nun Rasulüneiman edin. Size, kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin.Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin.Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”(Hadid-28) Muvahhidmü’minler, hangi çağda olurlarsa olsunlar ve dünyanın neresindebulunurlarsa bulunsunlar, katıksız ve gölgesiz imanlarını korumakzorundadırlar. İmanı ve İslâm’ı, bütün yabancı unsurlardan tertemizkılıp, öylece inanmalı ve yaşamalıdırlar. İmanı, şirkten ve küfürden,İslâm’ı, bid’at ve hurafelerden arındırıp öylece iman edip yaşamayagayret eden muvahhid mü’minler, her an imanını yenilemeli ve tazetutmalıdır.

39

Page 40: Kırk Hadis

AMELİN makbul olma kaydının amelde bulunan kişinin niyetinisadece Allah’a halis kılarak hareket etmesi gerektiği ve

amellerin sonlarının da bu niyete bağlı olarak belirlendiği bilinenbir durum. Müslüman bir insanın sorumluluk alanı, niyetini Allah’ahalis kılmakla sınırlıdır; zira halis bir niyetle yapılsın veya yapılmasınişin sonu yalnızca Allah’ın takdiriyledir. Bu bağlamda muhlis kul içinartık amelinin neticesinde zafer elde etmek veya etmemek mühimdeğildir; çünkü o bilir ki zafer sadece Allah’ın lütfu ve takdiridir.Fakat çağımız değer dünyasına ait kapitalist zihniyetin başarı yaodaklanır. Hâlbuki başarı eylemlerin meşruiyet ölçüsü olamaz. İştetam da bu sebeple “baş olma” anlamında “başarı” kelimesi yerine,“başarıya erdirildi” manasında “muvaffakiyet” sözcüğünü kullanmakdaha yerinde bir tabirdir. Çünkü kelimeler, zihin dünyasını ele verengöstergelerden biri olduğu gibi aynı zamanda zihni dönüştüren biretkiye de sahiptir.

Başarılı olmak için gayret ve çaba şarttır. Arapların şöyle güzelbir sözü vardır: “Peşinde takipçisi olan hiç bir hak zayi olmaz.” Kulolarak görevimiz gayret ve takiptir. Başarıyı sağlayacak olan Allah’tır.Onun için: Gayret bizden tevfik (başarı) Allah’tandır, diye söyleriz.Sebeplere yapışmadan, eldeki güç ve imkânları seferber etmedenbaşarı beklemek Sünnetullah’a aykırıdır. Neticede elbette Allah’ındediği olur, fakat başlangıçta kulun azim, irade ve ısrarı şarttır.

40

-13-

Hepsinde hayır olmakla beraber Allah katındakuvvetli mümin zayıf müminden daha değerlidir.Sana faydalı olan şeyi gerçekleştirmede ısrarlı ol,âcizlik getirme. Neticede başarısız olursan şöylesöyle: “Kader böyleymiş, Allahın dilediği olur.” Sakınkeşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı deme. Çünkü keşkesözü şeytan işine kapı açar.

İbni Mâce

Page 41: Kırk Hadis

Hz. Ömer, bir konuda birisine görüşünü sordu. O da; Allah bilir,deyince Ömer kızdı ve “Ahmak herif! Allah’ın daha iyi bildiğini bende biliyorum, fakat ben sana senin ne bildiğini soruyorum,” dedi.Önce azmedip sonra tevekkül etmek Kur’an’ın emridir. İnsan her te-şebbüsünde başarılı olmayabilir. Çünkü mutlak başarı Allah’a aittir.Bir işte başarılı olamadım diye azmi elden bırakmak, gereksizpişmanlık göstermek, faydasız gerekçeler ileri sürmek insanı güçsüzve moralsiz kılar. Yüce Allah insanı başaramadığı için değil, başarmakiçin teşebbüs, azim ve gayret göstermediği için hesaba çeker.

Kadere inanmak insanı güçlü ve cesur kılar. Mümin neticeye razıolur, kusuru varsa tekrarlamaz, yoksa böylesi hayırlıdır. Bizim hayırsandığımız belki de şer olabilir, şer sandığımız da belki hayır olabilir.Biz bilmeyiz, Rabbimiz bilir, der ve teselli olur. Bir sonraki iş içingücünü moralini kaybetmez, her işe aynı azim ve gayretle girişir.İşlerin önceden Allah tarafından planlanmış olması insanı büsbütündevreden çıkarmaz. İnsan olarak görevi tam yaptıktan sonra başarılıolmak ve olmamak, neticeyi Allah’tan bilmek, şımarma ve üzülmeyiortadan kaldırır.

Nitekim yüce Mevla şöyle buyurmuştur. “Ne yerde ne de kendinefislerinizde meydana gelen hiç bir musibet yoktur ki, biz onu ya-ratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah içinçok kolaydır. Öyle ki bu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve sizeverdiğine şımarmayasınız diyedir. Çünkü Allah kendini beğenipövünen kimseleri sevmez.” (Hadid 22-23)

Yüce Allah olacak olan her şeyi vukuundan önce bilir. Vaktigelince de her şey meydana gelir. Buna kader denir. Bu Allah’ınprogramıdır. Kaderin tersi olmaz. İnsan buna inanırsa bir şeyin olupolmamasına, neden şöyle veya böyle olduğuna üzülmez. Her şeyiAllah’a havale eder. Aksi halde neden böyle oldu, keşke şöyle olsaydıdemek insanı bunalıma sürükler.

İbni Abbas hazretlerinden şöyle bir söz nakledilir. “Sevinmeyen,üzülmeyen kimse yoktur. Önemli olan kişinin başına gelen musibetesabır, hayrı da şükürle karşılamalıdır.” (İbni Kesir, 4/177) Ayrıca budünya da, fırtına, yangın, sel ve deprem gibi insan iradesi dışındacereyan eden olaylar vardır. Kula düşen bunlar için üzülmek değil

41

Page 42: Kırk Hadis

sabretmek ve tedbir almaktır.

Başarılı olmak için baştaki hadis-i şerifin mesajını şöyle özetle-yebiliriz: Öncelikle müslümana güçlü olmak yakışır. Güçlü olmakiçin de faydalı bir işi başarmada ısrarlı olmak, acze düşmemek, herşeye rağmen bir iş başarılamazsa kadere inanarak zaaf ve bitkinlikgöstermemek, gereksiz pişmanlık ifade ve tavırlarından uzak durmak,yeni bir azim ve iradeyle yeni işlere koyulmak gerekir.

42

Page 43: Kırk Hadis

BU hadisi şerifin başka varyantları da mevcut: “İki günübirbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötü olan

lanetlenmiştir.” Buraya kadar olan kısım, bazı kaynaklarda Abdülazîzb. Ebî Ravvâd’ın rüyası olarak nakledilmiştir. (Ali el-Karî, el-Masnû”,174)

“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötüolan lanetlenmiştir. Artmayan eksilir. Eksilen için ise ölüm dahahayırlıdır. Cennet’i arzulayan hayırlı işlere koşsun. Cehennemateşinden korkup çekinen, şehvani işlere uzak olsun. Dünyada zühdiçinde yaşayan kimseye musibetlere karşı sabretmek kolay gelir.”ed-Deylemî tarafından Hz. Ali (ra)’nin Efendimiz (sav)’den rivayetiolarak nakledilen (Bkz. el-Firdevs, III, 611)

Değişim ile tekâmül arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor.Modern değişim kavramının aksine, değişim, bizatihi bizi manevitekâmül ve olgunluğa götüren şeydir. Değişmeyen değerlerinrotasında, istikrarlı bir erdemlilik mücadelesi ve bu konuda efor sar-fetmek değişimi doğru anlamak olur. Yoksa değişim herşeyimizden,temel değerlerimizden vazgeçmek anlamını taşımıyor.

Yaygın kanaate göre, “Her şeyin değişmesi başarının bir ölçüsü.Değişim, dinamizm, hayatiyet demek. Değişmemek ise köhnelik,atalet ve gericilik demek. Değişim her alana nüfuz eden gizli bir hü-kümdar. Değişim, hem de hızlı değişim ekonomik kalkınmanın, siyasibaşarının, bireysel mutluluğun birinci şartı. Değişimi ıskalamak birnevi hayatı ıskalamak.” Reklam-ambalaj diliyle söyleyecek olursak:“Değişmeyen tek şey değişim”. Bu bakış açısı zihinlerimize öylesineişlemiş ki “Neden değişmek zorundayız?” sorusunu sormaya cesaretedemiyoruz. Değişimin hep iyi ve güzel bir şey demek olduğunainandırıldığımız için, ne değişimin mantığını doğru anlayabiliyoruz,

43

-14-

İki günü birbirine eşit olan zarardadır.

Acluni, Keşfu’l-Hafa

Page 44: Kırk Hadis

ne de değişime kendi hür irademizle bir istikamet kazandırabiliyoruz.Değişimi ya bilmeden kabulleniyor ya da reddediyoruz. Her ikidurumda da tavrımızı kendi değer yargılarımızdan çok, değişiminkendisi belirliyor.

Batı kaynaklı tarih ilk insanın cehalet içinde olduğunu insanlıktarihi boyunca insanın gelişme ve değişme göstererek terakki ettiğinikabul ediyor. Burada doğrusal bir çizgiden bahsediliyor. Sürekli gelişmetrendi gösteren bir çizgi. İslam inancı ise bu görüşü reddediyor. İlkinsanın Peygamber olarak görevlendirilmesi ve kendisine bütün isimlerinöğretilmesi, kendisine kitap verilmesi ilk insanın bilgili ve medeniolduğunu gösteriyor. Tarih boyunca insanlar bu medeni hallerindenuzaklaşmışlar ve her saptıklarında Allahu Teala tarafından rasullerledesteklenmişler.

Peki, değişim bir zorunluluk mudur? Bir başka ifadeyle, hiç değiş-meden yaşamak mümkün değil mi? Bu soruya çeşitli şekillerde cevapvermek mümkün. İslâm geleneği, değişime ilâhi yaratılış plânının birparçası olarak bakar. Cenab-ı Hakk’ın “yaratıcı” isminin bir tecellisiolan varlıklar âlemi, tıpkı yaratılış emrinin kendisi gibi, dinamik birmahiyete sahiptir. Tabiat düzeni, içinde sürekliliği barındırmakla beraber,periyodik değişim ve dönüşüm kuralına bağlıdır.

Kur’an-ı Kerim buna “yeniden yaratılış” (halk-ı cedid) kavramıylaatıfta bulunur. Buna göre, varlıkların Cenab-ı Hakk’a olan mutlakbağlılığı dinamik bir süreçtir ve onların her an yeniden yaratıldığınıgösterir. Bu yüzden, yine Kur’an’ın ifadesiyle “O her an bir iştedir”.

Kur’an-ı Kerim, tabiat âlemi hakkındaki bu bakış açısıyla, dikkatlerimizizahirde görünenin ötesine çeker. Sabit gibi görünen her şey, aslındasürekli bir yeniden varoluş eylemi içindedir. Çıplak gözle algılayamadığımızdeğişim, eşyanın bizatihi tabiatında vuku bulur ve onların sürekli birvaroluşsal dönüşüm içinde olmalarını sağlar. Bunu örneklendirmekiçin Kur’an-ı Kerim, en sabit ve sağlam varlık olarak bildiğimiz dağlaraişaret eder ve onların dahi “hareket halinde olduğunu” söyler.

Değişim kişisel olarak düşünüldüğü gibi toplum olarak da düşünülebilir.Burada değişim ile tekâmül arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor.Modern değişim kavramı, bizatihi bizi manevi tekâmül ve olgunluğagötüren şey demek değildir. İslamın ön gördüğü değişim ise kâmil

44

Page 45: Kırk Hadis

mü’min olma yolunda ilerlemektir. Hz. Peygamber(sav) Efendimiz’in“iki günü bir olan ziyandadır” hadisi, bu tekâmül sürecine atıftabulunur. İslâm’ın tanımladığı manevi hayat, zannedildiğinin aksineatalet ve miskinlik değil, dinamik bir arayış ve mücahede üzerinekuruludur. İnsanın niyet ve amellerini sürekli sorgulaması, ahlâkî vefikri kemale ulaşmak için gayret göstermesi en büyük cihaddır vecihad, dinamik bir süreçtir. Bu anlamda geleneksel İslâm toplumları,sadece bilim ve sanatta değil, manevi tekâmül alanlarında da sonderece hareketli toplumlardı.

Bu bakış açısı, değişimin kendisinden çok, değişimin öznesineöncelik verir. Yani birey ve toplumları değişimin önünde savrulan âtılbir nesne olmaktan çıkartır. Onlara özgür bireyler olarak sorumlulukyükler. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim “Bir kavim kendi içinde olanı değiştir-medikçe Allah onun durumunu değiştirmez.” buyuruyor.

İslam günlük değişim gerekliliğini bu hadis-i şerifle vurguluyor.İslâm, aynı zamanda değişimin belli bir hedefe doğru olması gerektiğinisavunuyor. Bu noktada İslâm geleneğinin, neyin değişip neyin sabitkalacağı konusunda açık prensipler koyduğunu görüyoruz. Değişkenile sabit olan arasındaki denge, hem değişime istikamet kazandırır,hem de onu sağlıklı bir süreç haline getirir. Bu yüzden Mehmet Akif’indeyişiyle: “Eski, eski olduğu için atılmaz, yeni, yeni olduğu için alınmaz.”Burada Mevlananın pergel metaforunu hatırlamak iyi olur. Pegelin birayağını sabitleyerek diğer ayağın hareketini değişimin öznesi olarakgösterebiliriz. İslâm’ın bir din olarak Arap Yarımadası’ndan çıkıpcihanşümul bir medeniyet haline gelişi, bu sağlıklı denge ilişkisinin birneticesidir. Hukuk okullarının farklılaşması, tasavvufun toplumun herkesimini kucaklayan bir ‘ocak’ haline gelmesi ve devlet yönetimi, bilim,sanat ve kültür alanlarında büyük hamlelerin yapılması, değişiminhem ferdi hem de sosyal boyuttaki tezahürleridir.

Neyi değiştirmesi, neyi yerinde bırakması gerektiğini bilmeyentoplumlar, zaman ve mekân bilincini yitiriyor ve bir ‘yersizlik-yurtsuzluk’krizine itiliyor. Neticede modernleşmenin önerdiği değişim, bizim top-lumumuzda köksüzlüğe ve yozlaşmaya yol açıyor. Buradaki değişimkulun kamil mü’min olma yolunda Rabbine doğru yürüdüğü rotadakiseyri sülûktur.

45

Page 46: Kırk Hadis

BİR kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haramolan yerlerine “avret yeri” denir. Ayette şöyle buyurulur:

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.Bu kendileri için daha temizdir” (Nûr-30). Kadınların örtünmesi ko-nusunda da şöyle buyurulur: “Mümin kadınlara da şöyle: Gözleriniharamdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînet yerlerini açmasınlar.Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Başörtüleriniyakalarının üstüne koysunlar. Zînet yerlerini kendi kocalarından,babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarınınoğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğul-larından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, köle-lerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz ka-dınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına gös-termesinler. Gizleyecekleri zînetleri bilinsin diye ayaklarını da vur-masınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktu-ğunuzdan emin” umduğunuza nail olasınız” (Nûr-31).

Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normalev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayetteşöyle buyurulur: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerinkadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların

46

-15-

Ebu Hureyre (ra)’den, Hz Peygamber (asv)’in şöyledediği rivayet edilmiştir: “Cehennem ehlinden iki sınıfvar ki, onları görmedim. (Onlardan biri) ineklerin kuyruklarıgibi kamçılarla insanları dövenlerdir. Diğer ikincisi de,giyinik, fakat çıplak olan, kibirlenerek yürüyen, ötekikadınları kendileri gibi olmaya zorlayan ve başları devehörgücüne benzeyen kadınlardır. Onlar cennete girmeye-cekler, onun kokusunu bile alamıyacaklar. Halbuki onunkokusu şu kadar (500 sene) mesafeden hissedilir.”

Müslim

Page 47: Kırk Hadis

tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allahçok yarlığayıcı ve çok esirgeyicidir” (Ahzâb-59) .

Rasulullah(sav) örtünme ile ilgili bu ayetlerin tefsirini yapmış veuygulama esaslarını göstermiştir. Hz. Âişe’den rivâyete göre, bir günHz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Resulununhuzuruna girmişti. Resulullah (sav) ondan yüz çevirdi ve şöylebuyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onunşu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Pey-gamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti” (EbuDavûd, Libâs, 31).

Hz. Âişe (ra) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır: “Allah ilkmuhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; “Baş örtülerini yakalarınınüstüne taksınlar.” (Nûr-31) ayeti inince etekliklerini kesip bunlardanbaşörtüsü yaptılar”. (Buhari, Nesai)

Kadınların el, yüz ve ayakları dışında, sarkan saçları dahil bütünbedenleri namazda veya yabancı erkeklerin yanında örtülmesigerekli olan yerlerdir. Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyenkalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede inceolan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Yine vücut hatlarınıbelli eden elbiselerle örtünmüş sayılmaz. Hadisi şerifte de bu konuyadikkat çekilmektedir. “Giyinik, fakat çıplak olan” dan kasıt Allahualem şeffaf ve dar giyinenlerdir.

Erkeklerin giysisine benzememesi de örtünün şartlarındandır.Yüce Allah erkek ve kadını ayrı ruh ve beden özellikleri ile yaratmıştır.İslam giyimde ve insanlar arası ilişkilerde bu yaratılışa uygun esaslargetirmiştir. Kadın daha hassas, ince ruhlu ve narin yapılıdır. Süslenme,süslü giyinme ve zînetlere bezenme onun ruhunda vardır. Bu yüzdenher iki cinsin örtmesi gereken yerler ayrı olduğu gibi, giysi şekil vestilleri de farklıdır. O topluma dışarıdan bakan kimse; erkek veyakadını bu farklı yapı ve giyimleri ile ayırır. Aksi halde erkek gibigiyinen kadın veya kadın gibi giyinen erkek tipleri ortaya çıkar ki, budurum kişinin ruhsal yapısında bozulmalara yol açar.

Rasulullah(sav) giyim, beden veya davranışları ile erkeğe benzemeyeçalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe lanet etmiştir.Hadislerde şöyle buyurulur: “Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle

47

Page 48: Kırk Hadis

erkeklerden de kadınlara benzeyenler bizden değildir.” (Buhari,Libas, 61; Ebu Davud, Libas, 27; Tirmizi, Edeb, 34; İbn Mace, Nikah,22) Abdullah b. Abbas (ra)’dan nakledilmiştir; “Nebî (sav) erkekleşenkadınlarla, kadınlaşan erkekleri lanetledi ve “onları evlerindençıkarınız” buyurdu. (Buhari, Libas, 62, Hudud, 33; Ebu Davud, Edeb,53; A. b. Hanbel, I, 225) Abdullah b. Ömer Allah elçisinin şöyledediğini nakletmiştir: “Üç kimse vardır ki, cennete giremez vekıyamet günü Allah onlara rahmet bakışı ile bakmaz. Ana-babasınıdinlemeyen kimse, erkeklere benzemeye çalışan kadın ve eşini kıs-kanmayan koca.” (Ahmed b. Hanbel, II, 134)

48

Page 49: Kırk Hadis

BEDENDEKİ bütün a’za, kalbin emrindedir. İnanmak, sevmek,korkmak, kalbe ait fiillerdir. Mümin olan, kâfir olan, kalptir.

Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalptir. Kötü huylar, kalbi,ruhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebepolur. Önce kalbi temizlemek lazımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:“Kalp bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.” (Beyhaki)

İnsanı Allahü Teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan yol kalptir.İnsanı Allahü Teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı, dünyasevgisi yüzünden kalbin kararmasıdır. Bu sevgi, kötü arkadaşlardanve lüzumsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hâsıl olur. Faydasızişlerle kalbi meşgul etmek, lüzumsuz şeyler konuşmak, kalbin has-talığını arttırır. Müstehcenlik, ucub, kibir, fitne, kin, hased… bunlarınhepsi, kalbi Allahü Teâlâdan uzaklaştırır.

Kalb, sevgi yeridir, nazargahı ilahidir. Kalbi uyanık olmayanın,Allahü Teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet nimetlerini ve Ce-hennem ateşinin şiddetini hatırlamayanın, düşünmeyenin ibadettenlezzet alması güç olur. Bedenin İslamiyet’e severek ve kolay uymasıiçin, kalbin temiz olması lazımdır. Nuru ilahi temiz olmayan yerdeneşvü nema bulmaz, yeşermez. Abdullah İbnu Amr (ra) anlatıyor:“Resülullah(sav)’a: “En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbimahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” buyurdular. Ashab:“Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu’l-kalbne demektir?” diye sordu.

“(Mahmüm kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günahyoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular.”

49

-16-

“Vücutta bir et parçası vardır ki, o iyi olursabütün vücut iyi olur. Eğer o ifsada uğrar ve bozulursabütün vücut da ifsada uğrar ve bozulur. Dikkatedin o kalptir.

Buhari, Müslim

Page 50: Kırk Hadis

İbadetler, kalbi temizler. Günahların affedilmesine sebep olur.Fakat, kulluk vazifesi olduğunu düşünmeden, şehvetlerini, dünyaçıkarlarını düşünerek yapılan ibadet, şartlarına uygun olup, sahiholsa bile, dünyada ve ahirette faydası olmaz.

Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın razı olduğuşeyleri yaptıran nurdur. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, ma-rifetler hazinesi olur. Bu saadete kavuşmak için, dinin emir ve ya-saklarına uymak şarttır. Bedeni besleyen rızıklar ve kalbi temizleyenfeyzlere kavuşmak için çalışmak lazımdır.

Kısaca kalbi bütün manevi hastalıklardan salim tutmak gerekir.Rabbimize salim bir kalp ile kavuşmak önemlidir.

50

Page 51: Kırk Hadis

İSLAM Dîni, geldiği ortamda kadını bir meta olarak bulmuştu.“Kız çocuklarının öldürülmesi mükerrem işlerdendir,” diye

atasözü mevcuttu. Kadınlar ikinci sınıf, hatta değersizdi. Evlenmeninon çeşidinin bulunduğu bir toplum islamın kadına değer veren yeniakidesiyle tanışıyordu. İslâm nazarında kadın, şefkat, merhamet,hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh birvarlık. Peygamber (sav) Efendimiz, kadınların nâzik ve kibâr olduklarınaişâret ederek, onların hiç incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir.Bir hadîs-i şerîflerinde:

“Kadınlar hakkında hayırlı olup nezâketle muâmele etmenizedâir vasiyyetime itâat ediniz! Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmıştır.Eğe kemiğinin en eğri tarafı üst kısmı(ortası)dır. Eğer sen onu doğ-rultmaya uğraşırsan, kırarsın; kendi hâline bırakırsan, daima eğrikalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme dikkat ediniz!” bu-yurur.

İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını,hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhipkılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde: ”Erkeklerinkadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerindehakları vardır.” buyurmuştur. Rasûlullâh(sav) Efendimiz de erkekleri,kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda:“Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’tan korkunuz!Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız.” buyurmaktadır.Başka bir hadîs-i şerîflerinde de: “Sizin en hayırlınız, ehline (eşineve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en

51

-17-

Her kimin üç kız çocuğu veya üç kız kardeşiyahut iki kızı veya kız kardeşi bulunur; onlara iyimuamele eder ve onların haklarını yerine getirmehususunda Allah’tan korkarsa o Cennetliktir.

Tirmizi, Birr

Page 52: Kırk Hadis

hayırlı olanınızım.” buyurur.

Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olmayönünden, akıl, bilgi, kültür yönünden eşit olsa da, kadın erkektendaha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert,duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yöndenfarklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha fazla iken kadında yağdaha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez.

İslâm Dîni, âile ocağında temel eğitimi veren ilk öğretmen vemükemmel bir eğitimci olarak kadını ele alır. Çocuğun terbiyesi, ye-tişmesi, her yönden gelişmesi, daha küçük yaşta iken güzel alışkanlıklarkazanması ve faydalı bilgilerle donatılması husûsunda annenin rolüçok büyüktür. Baba, evin nafakasının temini için ömrünün ekserîsiniâilesinden dışarıda geçirmekte, çocuğu ile yeteri kadar meşgul ola-mamaktadır. Bu durumda, çocuğu asıl yetiştiren ve terbiye edenanne olmaktadır.

Kız çocuklarının bakımı ve terbiyesi için her türlü fedâkârlıktabulunan anne ve babaların, büyük fazîlet ve ecir sâhibi olacaklarınıHz. Peygamber (sav) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfleriyle beyân buyur-muşlardır: “Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceyekadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleşti-rerek- onunla şöylece beraber oluruz.” Bu da, yüce dînimizin kadınaverdiği üstün değeri gösterir.

52

Page 53: Kırk Hadis

ONLAR (o müminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzündeiktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler,

iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırfAllah’a âittir.(Hac-41)

Kur´ân ve hadiste müstesnâ bir yer ve fevkalâde bir ehemmiyetatfedilmiş olan emr-i bi´lma´rûf ve nehy-i ani´lmünker konusundabizleri uyarmaktadır. Çünkü dünyada Allaha kulluk edilebilecekortamı sağlamak müslümanın görevidir.

İslam kültüründe emri bil maruf nehyi anil münker; toplumdaiyiliğin hâkim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesive böylece erdemli bir toplum oluşturulup bu toplumun yaşatılmasıiçin gösterilen faaliyetlerin hepsini ifade eden bir terimdir. Buhususla ilgili âyet-i kerimede Allahu Teâla şöyle buyuruyor: “Sizdenöyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar,iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlarmuradına erenlerin tâ kendisidir.” (Âli İmran-104)

Bu ayet-i kerimeye göre kişileri kötülüklerden, haramlardan sa-kındırmak farzı kifayedir. Yani bazıları vazifeyi yerine getirirse diğer-lerinden vebal sakıt olur. Aksi halde Allah’ın nehyettiği haramlarrahat işlenirse, bu konuda önlem alınmazsa hatta haramlar teşvikedilirse o zaman emri bil maruf nehyi anil münker farzı ayındır.Bazıları vazifeyi yerine getirirse diğerlerinden vebal sakıt olur.

Peygamberimizin(sav) ifadesine göre geminin alındakiler gemiyideler gemi su alır. Yukarıdakiler de mani olmazlar ise beraber suyabatarlar hepsi yok olur gider. Peygamberimiz (sav) hadisi şeriflerinde

53

-18-

Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyledüzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin;buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu daimanın en zayıf derecesidir.

Müslim, Îmân; Ebû Dâvûd, Salât.

Page 54: Kırk Hadis

şöyle buyuruyor: “Ya mâruf emr ve münkerden nehyedersiniz,yahud Allahu Teala sizin kötülerinizi size musallat eder. Sonraiyileriniz dua etmeye kalkışır. Fakat duaları kabul olmaz.” Ebu Ümameel-Bahili Rasulullah (sav) efendimizden şöyle rivayet etmiştir. “Ka-dınlarınız azdığı, gençleriniz isyana daldığı ve sizler de cihadı terkettiğiniz zaman hâliniz nice olur.” buyurdu. Ashabı kiram böyle şeyolacak mı diye hayretini gizleyemedi.

İslam insanlığın iki dünya saadeti için gelmiştir. İslam dünya veahiretimizi mutlu kılmanın yolunu bize gösterir. Bu sebeple İslamAllahın hükümlerinin yaşandığı ve insanların birbirlerini iyiliğe teşvikederek oluşturdukları müstesna toplumun ismidir. “Erkek ve kadınbütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler,kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a veResulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır.Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.” (Tevbe-71)

54

Page 55: Kırk Hadis

KULLUK, yaratılış gayesine uygun davranışlar ortaya koymaktır.Allah ismiyle işaret edilen O mutlak varlığı tanımaya çalışmak,

O’nun sistem ve düzenini bilmek, kavramak, idrak etmek, İlahi sen-foniye uygun hareket etmek. İşte yaratılış gayesi. Peki, bu gayeyeuygun davranışlar ne olabilir? Bu görecelidir. Herkes şunu şunuyapmalı diyerek, herkes aynı şeyi yapmaya zorlanamaz. Zatentabiatın kanununa aykırıdır. Önemli olan çizgidir. Yani, doğru yörüngeüzerinde hareket etmektir. Bu sağlandığı zaman, zaten kişi, eminadımlar atacak. Kendi fıtratındaki istidadları keşfedip, o yönde iler-lemeye gayret edecek. Kamil mümin olma yolunda ilerleyecektir.

İnsanın zaafları vardır, çünkü insan zayıf olarak yaratılmıştır.İnsanın meleklerden üstün bir seviyeyi tutturabilmesi bu zaaflarıterketmesiyle olacaktır. Hadisi şerifte zikredilen hususlar müminkula yakışmayan davranışlardır. Mü’min olmanın bir bilinç haliolduğunu bilmek ve her an Allahla olduğumuzun farkında olmakhayatımızın en iyi düzenleyicisidir.

Unutmayalım ki, cimriliğin başlıca sebebi aşırı mal hırsı vegelecekte yoksul kalma korkusudur. Hâlbuki Allahu Teala rezzakıâlemdir. Cimrilik yapmak zımnen Allahu Tealanın vermeyeceği en-dişesini taşımak olur ki bu iman noktasından hastalıklı ve sakat birdurumdur. Aşırı mal hırsı ve cimriliği yüzünden durmadan malbiriktiren ve tükenir endişesi harcamayıp, dünyayı kendilerine zindan

55

-19-Kişinin hatalarının çok olması, yumuşak

huyluluğunun eksik bulunması, doğruluk vehakperestliliğinin az olması, gece boyunca ölü gibiuyuması, gündüzleyin işsiz boş oturması, tembel olması,sürekli sızlanması, halinden şikayetçi olması, cimriolması, aç gözlü olması... Bütün bunlar, kişiye dinindeve kişiliğinde zayıflık ve kötülük olarak yeter.

Ebu Nuaym

Page 56: Kırk Hadis

eden cimriler vardır. Hâlbuki mal Allah’ın nimetidir ve bu nimetyerli yerince harcanırsa Allah onu artırır.

Ataletin kelime anlamı “eylemsizlik hali”dir. Bir insan bir işiyapması gerektiğini biliyor, niçin yapması gerektiğini biliyor, istersenasıl yapabileceğini biliyor, yapmazsa ne kaybedeceğini biliyor,yaparsa ne kazanacağını biliyor ama yine de yapmıyorsa, o kişiatalet halinde yaşıyor demektir. Atalet ve tembellik yasaklanmıştır.

İnsanın yaratılış gayesi olan Allah’a kulluk tüm bir hayatınifadesidir. Allah’a kulluk, Allah’ı tek bir ilah olarak kabul edip, onagönülden boyun eğerek itaat etmektir. Yaşamın tüm evrelerinde,yaşamın amacını Allah’ın istediği doğrultuda yaşamaktır. “De ki:“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerinRabbi olan Allah’ındır.” (Enam-162) Allah’a kulluk, Allah’ın yasakladığıeylemlerden itirazsız kaçınmaktır. Kalbinde hiç şüphe duymadaniman etmek ve imanı salih amellerle şekillendirmektir.

Kulluk, imtihan sorumuzdur. İmtihan mekanımız dünyadır. İnsanıve yaşadığı dünyayı bu imtihana göre yaratan Rabbimiz kulluğunasıl yapacağımızı, imtihandan başarıyla çıkabilme yollarını dainsanlara vahiy yoluyla öğretmiş, insanı başıboş bırakmamıştır.“İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıya-met-36) Cenabı Hakk insanı yaratarak onu kullukla imtihan ederekelbette onu başıboş bırakmamış, onun için seçip beğendiği din olanİslam dini ile imtihan etmektedir.

Bütün varlıkların yaratılış gayesi Allah’a kulluktur (Sâf-1) İnsanın,küçük canlıların, nebatların, dağların, yeryüzünün ve semânınyaratılışı bir gayeye yöneliktir: “Onlar üzerindeki göğe bakmazlar mıonu nasıl yükseltip süsledik? Göğün hiç bir kusuru ve eksik yeri deyoktur. Yeri de döşedik ve sabit dağlar koyduk. Yerde göze hoşgelen her çiftten bitkiler bitirdik. Bütün bunları Rabbine yönelenbütün kullar ibretle incelesinler ve tefekkür etsinler diye yarattık.”(Zâriyât-56)

Tefekkürü ibadet sayan, söylenilen kelimelerin mizanda ağırlığınınolacağını bize talim ettiren bir din insanın tembel, cimri, rabbinekarşı nankör olmasını da asla kabul etmez.

56

Page 57: Kırk Hadis

“(Ey Muhammed) De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olurmu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”(Zü-

mer-9)

İslâm’a göre ilim ve hikmet müminin yitiğidir; mümin, yerine ve söy-leyene bakmaksızın onu nerede bulursa alır. Her fenalığın, hatta küfürve şirkin de başı bilgisizlik ve cehalettir. Küfrün ne demek olduğunubilen bir kimse kâfir olmaz. Şirkin ne demek olduğunu bilen, başkalarınıAllah’a ortak koşmaz, Allah’tan başkasına ibadet etmez. Bunun içindir kiKur’an-ı Kerim’de “Sakın ha cahillerden olma” (En’âm-35) buyurulmuştur.Kur’an-ı Kerîm’in açıkça ifade ettiğine göre “Kulları içerisinde Allah’tanancak âlimler korkar.” (Fâtır-28). Kur’an-ı Kerîm’de ilmin her çeşidiövülmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı açıkça belirtilmiştir:“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer-9) İslâm ilmin, âliminve ilim yolcusunun değerini yükseltmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de “Allah,içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir”(Mücadele-15) buyurulur. Peygamber efendimiz(sav) de hadîs-i şeriflerindeşöyle buyurmuştur: “İlim tahsil etmek maksadıyla bir yola giden kimseyeAllah Teâlâ Cennet yollarından açar. Melekler, ilim ve tahsil edene karşımemnuniyetleri ve tevazuları sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerdeve yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için Allah’tan

57

-20-

Rasulullah bir gün mescide girdi. Orada halkaşeklinde oturmuş iki gurup Sahabe ile karşılaştı. Bun-lardan bir grubu Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyordu.Diğerleri de, ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Ra-sulullah şöyle buyurdu: “Bunların hepsi hayır üz-erindedirler: Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a duaediyorlar. Bunlar da ilim öğreniyorlar. Ben de ancakbir muallim (öğretici, yol gösterici) olarak gönderildim.”Rasulullah bu sözlerinden sonra ilim öğrenenlerinyanına oturdu. İbn-i Mace

Page 58: Kırk Hadis

rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibadet eden kimseye üstünlüğü, on dör-dündeki ayın, görünen diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler pey-gamberlerin varisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır,onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük vedeğerli bir şey almış demektir.” Allahu Teâlânın ilk emri “oku”. Peygamberimizümmi olduğu halde, yani okur-yazar olmadığı halde, oku emrinin hikmetinedir? Yunus Emre diyor ki: İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Senkendini bilmezsin Ya nice okumaktır? Demek ki, ilim bilmek, yani kendinibilmek demektir. Kendini bilmekten maksat nedir? Hadis-i şerifte “Kendinibilemeyen Rabbini bilemez” buyuruldu. Kendini bilmek, kendisinin niçinyaratıldığını bilmek demektir. O halde yaradılış gayesi nedir? Kur’ân-ıKerimde, insanların ve cinlerin kul olduklarını bilmek ve kulluk yapmalarıiçin yaratıldıkları bildirilmektedir. Kulluk yapmak ne demektir? AllahüTeâlânın emirlerine uyup, yasaklarından kaçmak, kısaca Hakkın bütünemirlerine boyun eğmek, teslim olmaktır. Zaten islâm, kayıtsız şartsızteslim olmak demektir. O halde oku emrinden maksat, yaratılış gayesineuygun yaşamak, ya’ni Allahü teâlânın emrettiği faydalı işleri yapmaktır.Bir iş yapabilmek için faydalı ilimleri bilmek lâzımdır. Allahın emirleri farzolduğu için, hadis-i şerifte “İlim öğrenmek, kadın erkek her müslümanafarzdır” buyuruldu. Farz olan bu faydalı ilimleri elde edebilmek için uzak -yakın demeden gitmek lâzımdır. “İlim Çin’de de olsa talep ediniz,” hadîs-işerifi çok uzakta ve hatta kâfirde bile olsa ilim talep edilmesini emretmektedir.“İlim mü’minin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın” hadîs-i şerifi deilmin önemini göstermektedir.

Peygamberlik derecesinden üstün bir derece yoktur. “Alimler, pey-gamberlerin vârisleridir,” hadis-i şerifi, ilmin yüksek şerefini göstermektedir.İslâm dinini yaymak için ilim öğrenirken ölen kimsenin Cennette pey-gamberlere ancak bir derece farkı olduğu hadis-i şerifle bildirilmektedir.Buyuruldu ki: “Yâ alim ol, ya talebe, ya dinliyen ol, sakın dördüncüsüolma, helak olursun.” Bir defasında Ebû Zerr(ra)’a hitaben şöyle bu-yurmuştur: “Ey Ebû Zer, sabahleyin evinden çıkıp Kur’an’dan bir âyetöğrenmen, senin için yüz rek’at nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır.Yine sabahleyin evinden çıkıp- kendisiyle amel edilsin veya edilmesin-ilimden bir bölüm öğrenmen, senin için bin rek’at nafile namazdandaha hayırlıdır.” buyurmuştur. (İbn Mâce, Mukaddime, 16)

58

Page 59: Kırk Hadis

YUKARIDAKİ Hadisi Şerifin başka varyantları da mevcut. “Resûlullah(sav), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.”

(Buhârî, Libâs 62. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24;İbni Mâce, Nikâh 22) “Rasûlullah (sav), kadın gibi giyinen erkeğe,erkek gibi giyinen kadına lânet etti.” (Ebû Dâvûd, Libas 28; bk. Ahmedİbni Hanbel, Müsned, 2/325)

İbn Abbas şöyle demiştir: Resulullah (sav) kadınlardan erkeklerebenzemeye çalışanları, erkeklerden de kadınlara benzeyenleri lanetledive “Onları evlerinizden çıkarın” diye emretti. Resulullah bizzat kendisifalancayı evinden çıkardı, Ömerde falancayı (evinden) çıkardı. (Buhari,Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed)

Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir: Peygamber (sav) kadın elbisesigiyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet etti. (Ebu Davud, İbnHibban, Beyhaki)

Buradaki benzemek suni olarak yapılan benzemedir. Aslında birkimsenin böyle davranması kişilik bozukluğudur. Psikolojik bir rahatsızlık.Tedavi edilmesi gereken bir durum. Konuşmada ve yürüyüşte karşıcinse bezemenin lanete hedef olması ise, yürüyenin ya da konuşanınniyetine ve maksadına bağlı. Yürümesini veya konuşmasını isteyerekkarşı cinse benzeten kimse bu lanete hedef olur.

Kadın ve erkeklerin kendilerine özgü cinsel özelliklerini ve bunlarıntabiî gereği olarak giyim-kuşam biçimlerini, konuşma ve davranışşekillerini korumaları en tabiî hareket tarzıdır. Ancak cinslerin yozlaşmasıdemek olan karşı cinse özenme ve onlar gibi olmayı ne yazık ki bellibazı kesimler günümüzde çağdaşlık sanmakta ve bunu marifetmiş gibi

59

-21-

“Rasûlullah (sav), kadınlara benzemeye çalışanerkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlaralânet etti”

Buhari, Libâs

Page 60: Kırk Hadis

yaygınlaştırmaya çalışmakta, bu konuda medya da hiçbir dönemdegörülmediği ölçüde bu işe çanak tutmaktadır. İşte böylesi bir ortamdahadiste yer alan Rasulullah Efendimiz’in lânet ve uyarısı ne kadaranlamlı ve yerindedir. Bu ve benzeri hadisler on beş asır öncesindengünümüze, gündemimize tutulmuş Peygamber ışığı niteliğindedir.Hadiste geçen “muhannes” kadın gibi konuşan, kadın gibi kırıla döküleyürüyen, işve ve naz yapan erkek demektir. Erkekleşen kadınlar ise,konuşmasında, tavır ve hareketlerinde erkekler gibi olmaya çalışan,öyle davrananlardır. Dinimize göre her iki insan cinsinin kendi yaratılışlarınıkorumaları, kadının kadın olarak erkeğin de erkek olarak kalması veyaşaması esas olduğu için, bunun tersine hareket eden erkek vekadınlara Rasulullah Efendimiz tarafından lânet edilmiştir. Fıtratın ge-rektirdiği şekilde hareket etmemek bir nevi yaratana başkaldırı sayıl-dığından lanetlenme gelmiştir.

Bazen doğuştan yani yaratılıştan benzeme olur. Burada bahsedilen,bilerek, isteyerek ve belki de özenerek karşı cinse benzemeye çalışanlariçindir. Nitekim Hadiste “kendilerini kadınlara benzetmeye çalışanerkekler ve erkeklere benzetmeye çalışan kadınlar” diye açıkça ifadeedilmektedir. Hadisler, kadın-erkek cinsi arasındaki benzeşmenin gi-yim-kuşamla ilgili görüntüsüne dikkat çekmekte ve kadınlar gibi giyinenerkeklere ve erkekler gibi giyinip kuşanan kadınlara da RasulullahEfendimiz’in lânet ettiğini bildirmektedir. Rahmet Peygamberi olanEfendimiz’in karşı cinsin giyim-kuşamını tercih edenlere lânet etmesi,her şeyden önce kılık-kıyâfetin öyle sanıldığı kadar basit bir şekildenibaret olmadığını, sonra da cinsler arasındaki duygusal yapı bozukluğunungiyim-kuşam taklidi ile başladığını göstermektedir.

Çocuklar cinsel farklılıklarını daha iki, üç yaşından itibaren sezmeyebaşlarlar. Bildiğimiz anlamdaki cinsel bilinç ise ancak büluğ çağı ilebirlikte yerleşmeye başlar. Aslında cinsel terbiye ve eğitim doğumlabaşlamalıdır. Kılık kıyafetten davranışlara, oyun ve oyuncaklara kadarpekçok hususta kız ve erkek çocukları farklı yetiştirilmelidir. Hz. Hasan’ındoğumunda sarıldığı sarı giysiyi Efendimiz beyaz bir giyecekle değiştirmiş,renk ayrımının önemine dikkat çekmiştir.

Cinsel terbiye çocukların büyüyüp gelişmesine göre yoğunlaşanbir seyir takip eder. Kızların anneleri, erkeklerin babalarınca eğitilmeyebaşlamaları ve fıtrata uygun olarak eğitilip giydirilmeleri gerekir.

60

Page 61: Kırk Hadis

İSLAM Dünyasında giderek varlığını hissettiren maddeyi elegeçirme hırsı, maddeyi her inanç ve prensipten üstün tutma

meyli ve dünyayı âhirete tercih arzu ve uygulaması tehlikeli bir gelişmegösteriyor. İslam öğretisine göre bu dünya hayatı geçici ve boştur. Biroyun ve eğlenceden ibarettir. Dolayısıyla ona asla aldanmamak gerekir.Eğer gerçekten ölümsüzlüğe ve ebedi huzura kavuşmayı istiyorsak,ahirete iman ilkesini hayatınızın tam merkezine oturtmanız gerek-mektedir.

Cenabı Hak hangimizin daha güzel işler yapacağını sınamak içinölümü ve hayatı yarattığını bildirmiştir. Hayat, faaliyetler alanı, ölümise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebedi âleme geçiştir. Faaliyetalanımız dünya, karşılık göreceğimiz âlem de ahirettir. Dünya geçici,ahiret ise ebedidir. Dünya âhiretin tarlasıdır. Burada dengenin korunmasıve hiçbir şekilde aşırılığa kaçılmaması gerekiyor.

Bu bilinçle yaşayan mümin, kendisinin ve yakınlarının ihtiyaçlarınıkarşılamak için çalıştığı gibi; dünyanın imarı için, mukaddes bildiğimanevi değerlerini korumak, kollamak ve hayırlı hizmetlerde bulunmakiçin de çalışacaktır. Bütün iş ve faaliyetlerinde Allah’ın rızasını gözetecektir.Zira Cenabı Hak: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak)ahiret yurdunu iste, dünya’dan da nasibini unutma. Allah sana ihsanettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk, karışıklıkisteme; şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas-77) buyuru-yor.

Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi: “Hayat, ancak bu dünyadaki

61

-22-

ümmetimin sonlarına doğru, mescidlerini süsleyipte kalplerini harabeye çeviren topluluklar görülür.Onlar, elbisesine verdiği önemi, dinine vermeyecek.Dünyalığı yerindeyse, dinlerine ne olduğuna aldır-mayacak.

Ramuz’ul-Ehadis

Page 62: Kırk Hadis

hayatımızdan ibarettir; biz bir daha diriltilecek değiliz.” (Enam -29)diyenler Cenabı Hakk’ın huzuruna getirildikleri zaman gerçeği göreceklerve kendilerine “İnkâr ettiğinizden dolayı, tadın azabı!” denilecektir.Ahiret gerçeğini bu şekilde bildiren Cenabı Hak, dünya hakkında daşöyle buyuruyor: “Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtasıve süsüdür. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlabuna aklınız ermeyecek mi?” (Kasas-60)

Allah(cc), yeryüzündeki her şeyi insan için yaratmıştır (Bakara-29).İnsanların dünya nimetlerinden faydalanması, onlara sahip olmayaçalışması ve onlarla beraber dünyada da bir mutluluk araması kötü veharam değildir. Bir başka deyişle, ahiretteki sonsuz saadeti yakalamakiçin insanın dünyadaki mutluluğu ve nimetleri terk etmesi gerekmez.Yine A’raf Sûresi’nde Allah şöyle buyuruyor: “Sor bakayım: Allah’ınkulları için yarattığı güzellikleri, temiz ve helal rızıkları yasaklayankimmiş?” Burada önemli olan dünya ve ahiret dengesini iyi kurabilmektir.İnsanlar bir türlü aşırılıklardan kurtulamıyorlar. Dünyayı ahirete tercihnoktasında ifrata kaçabiliyorlar. Öyle bir denge ki, Abdullah ibni Amrnaklediyor: “Rasulullah buyurdu; ‘Ey Abdullah! Senin geceleri namazkılıp gündüzleri oruç tuttuğunu haber almadım mı sanki? ‘Evet, öyleyapıyorum, dedim.’ ‘Eğer öyle yaparsan, gözün kanlanır, zayıflarsın.Senin üzerinde nefsinin de karının da hakkı vardır. Namaz kıl ama uyuda. Oruç tut fakat iftar da et’ buyurdu.” (Buhari, Savm 55-57; EbuDavud, Savm 53). Öte taraftan varlıkla şımaran, mal peşinde koşmaktanbaşka bir hedef tanımayan, maddeyi kutsal hale getiren materyalistinsanlara da şu mesajı veriyor: “Kim dünyaya çok önem verirse, Allah(cc) onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (açgözlülüğü) koyar (Hâlbuki) dünyada ona ulaşacak olan kendisi için ya-zılandan başkası olmaz. Kimin de niyeti ahireti kazanmak ise Allah (cc)onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Onadünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” (İbn Mace, Zühd, 1).

Dünya aldatıcıdır; içindekiler de aldatmadır. Fanidir; üzerinde bu-lunanlar da fanidir. Takva hariç azıkların hiçbirinde hayır yoktur. Bubilinç içinde olan müslümanın dünyaya ve ahirete yaklaşım tarzı daKuranı Kerimin ruhuna uygun olacaktır. “Ey bu dünyanın da ahiretinde Rabbi olan Allah’ım!” (Leyl -13) “Bize dünyada da ahirette degüzellik ver. Bizi cehennem azabından koru.”(Bakara-201)

62

Page 63: Kırk Hadis

Mü’MİN ölüm korkusu içinde yaşamaz. Ölüm şerbetini iç-mekten çekinmez. Ölüm muhakkak onu ziyarete gelecektir;

korku onu çevirmez, telaş onu engellemez. “Deki: Sizin, kendisindenkaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır”. (Cuma-8) “Nerede olsanız,sağlam kaleler içnide de bulunsanız yine ölüm sizi bulur”. (Nisa-78)“De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerine öldürülmesi yazılmışolanlar, mutlaka (vurulup) yatacakları yeri boylardı”. (A’li İmran-154)

Ölümün bir yok oluş ve adem olmadığı, ölümün Allaha kavuşmanınkapısı olduğu mümin kulun bilgisi dahilindedir. Ayeti Kerimede “Sende öleceksin, onlar da ölecektir”. (Zümer-30) “Her canlı ölümü ta-dacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamamverilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa,gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başkabir şey değildir.” (A’li İmran-185)

Ölüm, kayıtsız şartsız yok olmak, fani olmak değildir. Ölüm, birhayattan başka bir hayata, bir halden başka bir hale geçiştir. Hayatımız

63

-23-

Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullahaleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Size çullanmaküzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyicilergibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.” Orada bu-lunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diyesordu. “Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz çoksunuz.Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbirağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah,düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çı-karacak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” “Zaaf da nedirey Allah’ın Resûlü?” denildi. “Dünya sevgisi ve ölüm kor-kusu!” buyurdular.” Ebu Davud, Melahim

Page 64: Kırk Hadis

başka bir boyutta yaşamanın kapısını ölüm aralar. Ölüm tenkafesinden kurtulma -Berzah aleminde- sonrada ahirette tekrar onadönmeden ibarettir. Yahya İbn Muaz diyor ki: “Ancak şüphesiolanlar ölümle yüz yüze gelmekten hoşlanmazlar. Ölüm sevgiliyisevgiliye kavuşturur”. Ölümü bu şekilde görmek için özel bir durumyoktur. Genellikle bütün mü’minler ölüme aynı gözle bakarlar.Mantıklı düşünebilen her müminin varabileceği bir sonuçtur bu.

İnsanın yaşamı boyunca karşılaştığı her olay, kazandığı veya kay-bettiği herşey ancak Allah’ın yaratması ile gerçekleşir. Bu gerçeğibilmek ve bunun rahatlığını yaşamak, Allah’a iman etmenin getirdiğisayısız güzellikten sadece biri. Allah’ın kainattaki tüm varlıklarüzerindeki hakimiyetini ve kendisi için daima en doğru, en güzel veen hayırlı olanı yaratacağını bilen bir mümin, tevekküllü ve teslimiyetlibir tavır içinde olur. Bundan dolayı her zaman rahat ve huzurludur.Ölüm gerçeğine de bu şekilde bakar.

Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, olayların Allah’tan bağımsızolarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için hayatları boyuncakorku ve endişe içinde yaşarlar. Hayat planlarında Allaha yer bırak-mayan insan ölüm konusunda dehşete kapılır, umutsuzluk içine dü-şerler. Allah’a tevekkül etmedikleri için daima gelecek kaygısı içindeyaşarlar. Halife Süleyman bin Abdülmelik, İslâm büyüklerinden EbuHazim’e “Ölümü niçin sevmiyoruz?” diye sorduğunda ondan şucevabı almış: “Siz ahiretinizi harap, dünyanızı ise imar ettiniz. Şimdimamur ettiğiniz bu dünyadan harabeye çevirdiğiniz ahirete gitmeyiistemiyorsunuz.”

De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinlekarşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni debilen (Allah)’a döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber ve-recektir.” (Cuma-8)

Ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Her nefis ölümü ta-dacaktır. Ahirette insanların değerlendirilecekleri tek ölçü ‘takva’ları,diğer bir deyişle Allah’a karşı olan samimi imanları olacaktır.İnanmayan insanlar ne kadar bu gerçeği çok iyi bilseler de ölümümümkün olduğunca göz ardı etmek isterler. Çünkü ölüm onları çoksevdikleri dünyalarından ayıracak ve dünya için harcadıkları emeklerini

64

Page 65: Kırk Hadis

boşa çıkaracaktır. Ölümden bu derece korkmalarının sebebi debudur. Öyle ki, çoğu zaman “ölüm” kelimesini duymak bile istemezler.Zaman geçtikçe kurtulamadıkları bu korku daha da artarak devameder.

Halbuki mümin, ölümün kendisini Allah’a kavuşturacak bir vesileolduğunu bilir. Ölüm, bir son değil, aksine asıl ve sonsuz hayat olanahirete geçiş için bu gerçeği hiç aklından çıkarmamaya özen gösterir.Kaldı ki ölümü düşünmek, müminin Allah sevgisini ve Allah korkusunusürekli canlı tutacaktır. Çünkü böylelikle insan, dünya hayatınınAllah’ın dilemesiyle her an sona erebileceğinin ve kendisini bir andaAllah’ın huzurunda hesap verirken bulabileceğinin bilinciyle yaşar.Ölümü sürekli olarak tefekkür eden bir insanın Allah’a olan bağlılığıdaha da artar. Kuran’da iman edenlerin, canlarının Müslüman olarakalınması için Allah’a dua ettikleri şu ayetle bildirilir: “Rabbimiz, üs-tümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.” (A’raf-126)

Ölüm Korkusunun ve dünya sevgisinin düşman karşısında yenil-memize, zelil olmamıza sebep olacağını bildiriyor Allah rasulü.

65

Page 66: Kırk Hadis

ŞEHİRLERİ inşa etmek yetmez toplumu da inşa etmek lazım.İslamın, şehri mabedin etrafında şekillendirdiği malum. İslam,

şehirleri medine olarak isimlendirerek medeniyetin merkezi yap-mıştır.

Burada ilk olarak Medine kelimesi üzerinde durmak gerekir. Dinile aynı kökten türetilen “medine” kelimesi, insanlar arasındaki an-laşmazlığı adil bir biçimde halleden yöneticiye sahip olan yerleşimbirimine verilen isimdir. (bkz. Lisanul Arap: MDN Maddesi)

Medine kalabalıklardan (ekseru’n-nas) oluşan bir mekan değildir.Bilakis ilim ve akıl sahiplerinden (ulu’l-elbab) oluşan bir topluluktur.Bu sebeple Medine medeniyetin anayurdudur. Başka bir hadisişerifte: Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ben bir beldeye (hicretedip konaklamakla) emr olundum ki, o belde, diğer beldeleri yer(yânı onun ahâlîsi diğer beldelerin halkını yener). O beldeye Yesribdiyorlar. Hâlbuki o el-Medîne’dir (tam ve kâmil bir medeniyet mer-kezidir). O, şerli insanları, demirci körüğünün demirin kirini giderdiğigibi, sürüp dışarıya atar”

Din, medine, medeniyet... Hepsi olgun ve düzgün insan ile ilgilikelimeler. Her insanda fıtri olarak pasif bir vicdan vardır. Fakat buyetmez, pasif olan vicdanı aktif, etkin ve aktüel kılmak gerekir. Busebeple din nasihattir buyrulmuştur. Nasihat eden birilerine ve

66

-24-Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet dildiğine

göre Nebî (sav) şöyle buyurdu: “Yollarda oturmaktankaçının!” Sahâbîler: Biz buna mecbûruz. Meselelerimiziorada konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah(sav): “Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolunhakkını verin!” buyurdu. Yolun hakkı nedir Ey Allah’ınResûlü? dediler. “Harama bakmamak, gelip geçenleriincitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerdennehyetmektir” buyurdu.

Buhârî, Mezâlim, Müslim, Libâs.

Page 67: Kırk Hadis

nasihat etmek için dinleyen birilerine ihtiyaç vardır. Bu ortamMedine ortamıdır. İnsanların toplu yaşama tecrübelerinden oluşankuralların (hukuk) hayata hâkim olduğu alanlardır şehirler. Bireyselhayatın oturtulduğu bir çerçeve vardır ki bu çerçeve medenî (şehirli)olmanın gereğidir. Ve bu durum doğa ve köy hayatı ile şehir ve me-deniyet arasındaki sınırı belirler.

Yapısı gereği toplu olarak yaşamak ihtiyacı içinde olan insanoğlu,çok eski tarihlerden beri toplu yaşayabileceği merkezler oluşturmuş,şehirler kasabalar kurmuştur. Şehir insanların toplu yaşama ihtiyacınıkarşılayan bir alandır. Bu ortamda insanlar arası ilişkiler belli kurallariçerisinde gerçekleşir. Yukarıda ki hadisi şerifte de bu duruma işaretedilmekte; şehirlerde, caddelerde yaşama hukukundan söz edil-mektedir.

Medine medeniyet merkezidir. Medeniyetin ölçüsü insana verdiğideğer ve ona götürdüğü hizmettir. Yukarıda ki hadisi şeriftenmedinede yaşayan medeni insanların birbirlerini nasıl kontrol ede-ceklerine dair önemli ipuçlarıda verilmektedir. “Hiç kuşkusuz birtoplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah da otoplumun gidişatını değiştirmez.” (Rad-11)

Toplumun değişmesiyle ilgili kural önce kişinin değişmesi olarakbize gösteriliyor. Bu değişim Medinenin atmosferine adapte olmaktangeçiyor. Önce kendimizi değiştirip, sonra Medinemizi oluşturacağız.Oluşturduğumuz medinede yaşadığımız medeni hayat ise kültür vemedeniyetimizi oluşturacaktır.

Medine kültür merkezidir. Medine kelimesinin din ile aynı köktengelmesi dinin şehirli olması anlamını da barındırır. Ya da dindarolanın medeni olmak zorunluluğunu iltizam eder.

67

Page 68: Kırk Hadis

DüŞüNCELERİMİZ tahrif edilmiş, bununla yetinilmemiş, ha-yatımız tahrip edilmiş. Vahiy kültürünün uzağına ve beşeri

ideolojilerin tuzağına düştüğümüz için yönümüzü kaybetmişiz. Keli-melerimiz, mefhumlarımız, ıstılahlarımız alınmış elimizden. Değer-lerimizden uzaklaşmamız böyle başladı.

Elimizden alınan mefhumlarımızdan birisi de “imamet”. İmamlığıcami imamlığına hasretmemiz sonucunda kaybettiklerimiz bu günyaşadığımız hayatın hazırlayıcısı değil mi?

Toplumların içine düştükleri hatalar, çok defa işi kendi başınayürütme sonucu olmaktadır. İşi kendi başına yürütme tutum vedavranışı ne kadar genişlerse hataların sayısı o nispette artar; nekadar daralırsa hatalar da o nispette azalır. Gerçi hatadan büsbütünkurtulmak imkânsızdır. Çünkü hatadan uzak kalan sadece Allah’tır.Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya gelirse, mükemmelveya nispeten doğru bir çözüm elde edilebilir. Bu surette, sorumlukimselerin üzerindeki sorumluluk yükü de hafifler ve sorumlulukmüşterek olur. Bu islamın şura anlayışının bir sonucu elbette.

İmamlık ise en küçük gruptan başlayarak müminlerin işlerini yü-rütmek üzere aralarından birisinin seçimine kadar tavsiye edilmişbir durum. İmamet makamının olması o cemaatin veya topluluğunislami bir cemaat olmasını iltizam eder. İmam olan kişi tek başınakarar mercii de değildir. Kendilerini beğenen, başkalarının görüş vedüşüncelerine değer vermeyen kişi, hiç kimseye danışmadan işgören imam olamaz. İşlerini kendi görüş ve düşünceleri doğrultusundaçözümlemeye çalışan ancak zalim ve tiran olarak nitelendirilebilir.Bu şekilde davranma ise çoğu zaman yanlışlıklara sebep olur. Yapılanişlerden fayda yerine zarar elde edilir.

68

-25-

Bir sefere üç kişi beraber çıkınca birini emîr(başkan) yapsınlar.

Ebu Davud, Cihad.

Page 69: Kırk Hadis

Kısaca belirtmek gerekirse, imam, istişâreye yani danışmaya,Yüce Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti olarak önem ve-rilmelidir. İmam, Müslümanların arasından seçilmiş bir kimsedir. Osadece Müslümanların işlerini yürütmekle görevli seçilmiş kişidir.Yoksa günahsız, masum her dediği yapılması lazım gelen kişi anlamınagelmez. Bunu önlemek için İslamda şura esası konulmuştur.

A’meş, Sa’d b Ubeyde-Ebû Abdirrahman es-Sülemî isnadıyla Hz.Ali b. Ebi Talib (ra)’dan naklediyor: Nebi (sav) Ensardan bir adamıbir seriyyeye komutan yapıp seriyyedeki askerlere de komutanaitaat etmelerini emretti. Lakin bunlar onu kızdırdılar. O da, “Haydibana odun toplayıp getirin” dedi. Odunları topladılar. Yakma emriverdi, odunu yaktılar. Sonra bu komutan onlara, “Allah Rasulü size,beni dinlemeyi ve buna itaat etmeyi emretmedi mi?” diye sorunca,“evet” dediler. Komutan, “öyleyse haydi ateşe girin!” dedi.

Asker birbirine bakıştı ve “Yahu biz ateşten (Cehennem ateşinden)Hz. Peygamber’e kaçıp sığınmıştık.” dediler. Bu şekilde girelim, gir-meyelim tartışması sürerken ateşin alevi gitti. Komutanında öfkesiyatıştı. Ateş de söndü.

Medine’ye dönüp Resûlullah’ın yanına geldiklerinde bu olayıResûlullaha (sav) anlattılar. Bunu duyan Nebi (sav): “Eğer ateşe gir-seydiniz kıyamet gününe kadar ondan çıkamayacaktınız. İtaat sadecema’rufta olur” buyurdu.

Müslümanlardan üç kişi bile kendilerine bir emir, başkan seçi-yorlarsa Müslüman toplumun bu konuda duyarlı olması hadisişeriften anlaşılmaktadır.

69

Page 70: Kırk Hadis

-26-Hâris İbnu Süveyd anlatıyor: “Abdullah İbnu

Mes’ud (ra) bize iki hadis rivayet etti. Bunlardanbiri Hz. Peygamber (sav)’ dendi, diğeri de kendi-sinden. Dedi ki: “Mü’min günahını şöyle görür: “O,sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağındibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkardurur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçenbir sinek gibi görür.” İbnu Mes’ud bunu söylediktensonra eliyle, şöyle diyerek, burnundan sinek kovalargibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Resülullah (sav)’ın şöylesöylediğini duydum: “Allah, mü’min kulunun tev-besinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: “Bir adam hiçbitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, berabe-rinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemişolduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Birara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığızaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Hertarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz,yorgun ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğuyere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım” der.Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerinebaşını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir dene görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üze-rinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’minkulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bi-neğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevin-cinden fazladır.“ Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâdevar: “(Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarakşöyle dedi: “Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim.”

Buharî, Da’avât; Müslim; Tirmizî, Kıyâmet.

70

Page 71: Kırk Hadis

İNSAN, akıllı bir varlık olması itibariyle, diğer canlılardan üstünlükkazanmaktadır. Fakat nefsani duygular, yeme-içme mecburiyetinin

ortaya çıkardığı zaruretler ve şeytanın vesveseleri insanı İslam dininindosdoğru yolundan saptırdığı olur. Bu kimsenin yaptığı fena işlerdenvaz geçip Allah’ın razı olduğu yola yönelmesine dinimiz, tevbe adınıvermiştir. Tevbe kişinin kendini yenilemesi ve bir iç onarımdır. Tevbe,kötü işlerden vazgeçip iyiliklere dönmektir. Kötü düşünce ve davranışlarlabozulan kalbî muvazeneyi, yeniden düzene koyma uğrunda, ferdin,kendi kendini formatlamasıdır. Tevbe, Hakkın rızasına talip olanlarınilk müracaat edeceği kapıdır. Tevbeyi, günah duygusuyla benliğin birhesaplaşması şeklinde tarif etmek de mümkündür.

Tevbe, kalbin, sürekli bir ızdıraba düşmesi ve çok ciddî olarak kendikendini kontrole koyulması; böylece insanî duyguların yeniden güç vekuvvet kazanmasıdır. Cenab-ı Hak, Kuranı Kerimde kullarını tevbeyeçağırarak buyuruyor ki: “Ey iman edenler, Allah’a öyle tevbe ile tevbeedin ki, nasûh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! Ola ki Rabbinizkusurlarınızı örter, Allah’ın peygamberi ve onun beraberinde imanedenleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlerekoyar. Onların nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşacak, şöyle diye-cekler: «Ey Rabbimiz, bizlere nurumuzu tamamla ve bizi bağışla;şüphesiz ki sen her şeye kadirsin!»” Günah, insanda şeytanın hâkimiyetive nefsin tesiriyle olduğuna göre, tevbe, şeytana karşı koyma ve nefsidüzene sokma gayreti olarak görülmelidir. Günah erozyonlarının, ruhutörpüleyip aşındırmasına karşılık tevbe, gönül zeminini, düşünce vesözlerin en güzeli “kelime-i tayyibe” ile yeşertmek ve o erozyonlarıntahribatını önlemektir. Günahlar çeşit çeşittir; her bir aza ile işlenengünahların dil ile tevbe edilerek silinmesi Cenabı Allahın bir lütfuolarak görülmelidir.

Ne acıdır ki, bütün bunlara rağmen bizler, yıllardan beri, omuzlarımızıçökertircesine boynumuza çullanmış yığın yığın veballerin altındansıyrılıp çıkmayı, bir iç hesaplaşma, tezkiye olarak görmek yerine, kandilgecelerinde merasim halinde bir ağızdan söylenen cümlelere hasretmişiz.

Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:“Ey insanlar (günahtan vaz geçip) Allah’a dönünüz ve ondan mağfiretdileyiniz. Hakikat ben bile günde yüz defa tevbe etmekteyim.”

71

Page 72: Kırk Hadis

HADİSİ şerif Kuranı Kerimin şu ayetini tefsir eder mahiyettedir.“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse,

(bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarakhaşrederiz.’’ (Taha-124)

72

-27-

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Birgün) Resülullah (sav)yanımıza gelip şöyle buyurdular:“Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan ola-cağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır.Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah’a sığınırım.(Bu beş şey şunlardır:)

l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aleni işle-necek bir hale gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığıyaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerdegörülmeyen hastalıklar yayılır.

2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapanher millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanınzulmüne uğrar.

3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatınıvermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlarda olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.

4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülününahdini (yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa,Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayanbir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerinbir kısmını onlar alır.

5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletinimamları Kitabullahla ameli terkederek Allah’ınindirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse,Allah onları kendi aralarında savaştırır.”

Kütübü Site -7170

Page 73: Kırk Hadis

Bu ayetin tefsirini Fizilal’il-Kurandan okuyalım: “Ama kim benimuyarıcı mesajıma sırt çevirirse o geçim sıkıntısına düşer.” Allah veO’nun geniş rahmeti ile bağını koparan yaşam, ne kadar bolluk veeğlence dolu olsa da sıkıntı doludur. Bu Allah ile bağını koparmanınve onun huzurundan koruyuculuğundan mahrum olmanın sıkıntısıdır.Şaşkınlığın, ürkekliğin ve kuşkulu hayatın sıkıntısıdır. İhtirasın ve en-dişenin sıkıntısı. Elindekine dört elle sarılma ve onları kaybetmemeendişesinden kaynaklanan sıkıntı. Arzuların parıltıları ardında sü-rüklenme ve kaçırdığı her şeye karşı duyulan hayıflanma sıkıntısı.İnsanın kalbi Allah’ın koruyuculuğu dışında başka hiçbir yerde huzurakavuşamaz. Allah’ın kopmayan sağlam kulpuna yapışmadan, güveninhuzurunu hissedemez. Şüphesiz ki, imanın verdiği huzur, hayattakitüm lezzet ve rahatlığın üstünde bir durumdur. İmanın huzurundanmahrum olmak ise, öyle bir mutsuzluktur ki, fakirlik ve yoksulluğunsebep olduğu mutsuzluk asla onunla bir olamaz.

“...Uyarıcı mesajıma sırt çevirirse...” Benimle bağını keserse...“O geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet günü onu kör olarak toplantıyerine süreriz.” Bu da onun sapıklığına benzer bir sapmadır. DünyadaAllah’ın mesajından yüz çevirdiği için bu şekilde cezalandırılıyor. Bukişi körlüğünün nedenini anlayamadığı için soruyor “Ya Rabb’i beniniye kör olarak toplantı yerine sürdün, oysa daha önce benimgözlerim görüyordu.” Kendisine şöyle cevap veriliyor. İşte böyle.Vaktiyle sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün deböylece tarafımdan unutulursun.

“Biz, azıtarak Rabb’inin ayetlerine inanmayanları işte böyle ce-zalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha süreklidir.

Rabb’inin uyarıcı mesajından yüz çeviren, savurganlık yapmıştır.Savurganlık yapmış, en kıymetli hazine ve en büyük servet olanelinin altındaki doğru yolu bir kenara itmiştir. Gözlerini, asıl yaradılışamacının dışında kullanıp, Allah’ın ayetlerini hiç görmeyen insan dasavurganlık yapmıştır. Artık dayanılmaz bir sıkıntı içinde yaşamayıhak etmiştir. Kıyamet gününde ise kör olarak mahşere getirilecek-tir!

73

Page 74: Kırk Hadis

HİÇ şüphesiz Yüce Yaratıcının, âlemleri emrine verdiği insandagörmesini istediği en mükemmel olgulardan biri estetik ol-

malıdır. Zira O, yarattığını en güzel bir biçimde, her türlü kusur veeksiklikten uzak yaratmıştır. Yüce yaratıcının ihsan ettiği güzelliklerisaymak asla mümkün değildir. Yusuf’un(as) cemali, Dâvud’un(as)lâhûtî sesi hep o ilahî neşenin akisleridir.

Diğer taraftan en son din olan İslamiyet, gerek insanlar üzerinde,gerekse insanların işlerinde en güzeli, en mükemmeli görmek iste-mekte, göze ve gönle hoş gelene ulaşmanın yollarını öğütlemektedir.Hayatın her safhasında hatta ibadet esnasında dahi yüce duygularıharekete geçirecek manevi hazzın elde edilmesini hedeflemektedir.

Allah Resulünün hayati incelendiğinde, onun her işinde estetikduygusunun, hâkim olduğu göze çarpmaktadır. Zira güzel ve estetikolan her şey fıtrat tarafından benimsenecektir. Nitekim o, “Allahgüzeldir, güzel olanı sever” demektedir. Her konuda ümmetineörnek olan Hz. Peygamber, mescitte itikâfa girdiğinde dahi hanımlarınasaçlarını yıkatır, taranır ve aynaya bakardı. Öte yandan Rasulullah,bir gün vefat eden birinin cenaze merasimine katılmıştı. Öleninyakınları mezar kazdılar. Ancak Rasulullah mezarın bir kösesindedüzeltilmemiş bir yer gördü. O tümseğin de kazılmasını istedi. Ya-nındakiler, “Az sonra üzerine toprak dökeceğiz kapanacak, ne zararıolabilir!?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Orayı da düzeltiniz;zira Müslüman yaptığı işi güzel yapar” buyurdu.

74

-28-İmam Mâlik’e Yahya İbnu Saidden ulaştığına göre

“Hz. İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: “Selametleyoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar: “Bunu şudomuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O isedomuz kelimesini diliyle telafuz etmekten çekindiğiniifade eder ve:) “Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeyealışmasından korkuyorum!” cevabını verir.”

Muvatta, Kelâm 4.

Page 75: Kırk Hadis

Allah Resulünün, ağız bakımı ve diş sağlığı konusunda da aynıduyarlılığı gösterdiğine tanık olmaktayız. Öte yandan onun, çirkinolacağı için yalnız tek ayağa ayakkabı giyilmesini yasaklaması daoldukça ilginçtir.

Asr-ı saadetten günümüze değin İslam sanat tarihinde, estetiğineriştiği boyutlar tartışmasız parmak ısırtacak seviyededir. Harflerindile geldiği hüsn-ü hat sanatı, renklerin ve şekillerin bayramınıandıran tezhip ve minyatür sanatları Müslümanlara ait sanat dallarıarasında estetiğin en güzel sunulduğu alanlardır.

Ancak sözün estetik olması da Rasulullah(sav)in özellikle dikkatettiği davranışlardandır. Yüce Rabbimiz hem sözü yarattı, hem deinsana söz söylemeyi öğretti. Sözün anlamlı ve faydalı olması yetmez;hakka, hakikate yaraşır güzellikte olması da gerekir. Sözü lâf ve lâ-kırdıdan ayıran şey sadece anlamlı ve mantıklı olması değil, aynı za-manda güzel olmasıdır. Bunun için Kuranı Kerimde Kelam ve kavlkelimeleri kullanılmıştır. Kelam sözün güzeli, kavl ise boş söz olaraktanımlanmıştır. Kavl kelimesi Kuranda kelam manasına kullanılırkende tamlama yapılarak kullanılmıştır.

Sözün estetiğini ortadan kaldıran her türlü unsur dilin afetleriolarak nitelendirilmiştir. Gazzalî’nin İhya’sında dilin afetleri başlığıaltında yer alan hususlar, bugün insanlığın kaybettiği söz estetiğininbütün unsurlarını ihtiva etmektedir. İhya’da dilin yirmi afeti şöyle sı-ralanmıştır: Boş sözler, fuzulî konuşma, batıla dalma, içi boştartışmalar, husumet eseri söylenen sözler, ağzı eğip bükerek ko-nuşmak, secili ve edebî konuşmalara özenerek yapmacık sözler söy-lemek; küfür, sövgü ve fahiş (kötü) konuşmak, her türlü canlı vecansız varlığa lânet etmek, kötü tegannî ve anlamsız şiir, kötü mizahve şaka, istihza, sırrı ifşa, yalan söylemek, yalandan söz vermek,yalan yere yemin etmek, gıybet, çekiştirme, kovuculuk, söz gezdirmek,insanları mübalâğa ile övmek, yersiz ve anlamsız soru sormak vesözün inceliklerinden ve hatalarından gaflet içinde olmak. (İhyauUlûmiddin, 3/246)

Söz ile davranışı birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Sözünkendisi de en önemli bir davranıştır. Sözle estetiği yakalayamayaninsanın davranışlarında ahlâk ve estetik aramak beyhudedir. Hareket

75

Page 76: Kırk Hadis

ve davranışı güzel olanın sözü de güzel olur. Allah’ın öğrettiğikelimeleri/isimleri yine onun öğrettiği beyan ile güzel söze dönüştürmekiçin “esma-i hüsna”nın insanda tecelli etmesini sağlamak gerekir.Yahut insanı esmanın tecelligâhı kılacak kıvama getirmek gerekir.Güzel söz, hep güzel davranışın eseri olarak görülür. Oysa yücekitabımız Kur’an-ı Kerim’deki bir ayet, güzel davranışı güzel sözüneseri olarak görür. “Sağlam/doğru/güzel (kavl-i sedid) söz söyleyin.Ta ki Allah, amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Ahzab-70)

76

Page 77: Kırk Hadis

ALLAHU Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Bu, kaybettiğinizeüzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız

içindir.” (Hadid-23)

Aza kanaat olarak tarif edilen züht; terim olarak, dünyaya vemaddî menfaate değer vermemek, çıkarcı, menfaatperest ve bencilolmamak, kalpte dünya ve çıkar kaygısı taşımamak, kanaatkâr olmakdemektir. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzül-memek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır”şeklinde de tarif edilir. Hz. Peygamber, zühdün; helâllara haramkılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemek olduğunubildirmiştir (Tirmizî, Zühd 29; İbn Mâce, Zühd, 1).

Allah (c.c) kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış,dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmakherkes için olduğu gibi müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak,müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevk-lerinden istifade etmek için, meşru olmayan yollara sapmamak,israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman meşru sınırlariçerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti hiç birzaman unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir.Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.

77

-29-

Ebü Zerr (ra) anlatıyor: “Resülullah (sav) efen-dimiz buyurdular ki: “Dünyada zahitlik, helâl olanıharam etmek veya malı ziyan etmekle olmaz.Gerçek zahitlik, Allah’ın elinde olana, kendi elindeolandan daha çok güvenmen ve bir musibete düş-tüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun de-vamına rağbet göstermendir.”

Tirmizi, Zühd; İbnu Mâce, Zühd

Page 78: Kırk Hadis

Müslümanın dinin emirlerinde hassas davranması önemlidir.Ancak bu hassasiyet helal olanları haram sayacak şekilde olmamalıdır.Nitekim Rasulullah(sav) zahitliği nasıl anlamamız gerektiğini buradabize bildirmektedir. Bir Müslümanın olaylar karşısında nasıl davra-nacağını Rasulullah(sav) bu hadisi şeriflerinde bize talim ettiriyor.Müslümanın Allahu Tealanın kudret sahibi olduğunu bilmesi vebuna tam bir iman ile inanması gerekiyor.

Allahu Teala kainattaki olayları sebeplere bağlamış, biz bunasünnetullah diyoruz. Ancak determinist bir açıdan olaylara bakmıyoruz.Çünkü Allahu Teala istediğini yapma ve yaratma kudretine sahiptir.Onun için mü’min, Allahu Tealanın elindekine kendi elindekindendaha fazla güvenmek durumunda. Zühd, Allahu tealanın Rezzak ol-duğuna yakinen inanmaktır.

Üstünlüğün ölçüsü olan takvâ ve ondan ayrılmayan zühd,günümüz İslam dünyâsı tarafından unutulmaya başlanmış, âdetâgeçmişte yaşanmış olağan üstü haller, olarak hatırlanmaktadır.İslamı, Rasulullahı ve ashabı kiramı tarihte bulunan birer şahsiyetolmaktan çıkarıp hayatımızın rehberi yapmak görevimizdir.

Sahâbenin İslam anlayışından fersah fersah uzaklaşmış olançağımız Müslümanlarının, maddenin mânaya hizmet için vâr olduğunu,“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”Ayeti Kerimesinin bizler için ne ifâde ettiğini idrâk etmeleri ve buesaslar üzerine kurulmuş İslâmi bir hayâtı kendilerine yol edinmelerişarttır. Bizler gerçek hidayeti bulmak istiyorsak, insanları ırklarına,renklerine, makam ve zenginliklerine göre tasnif etmeyi terk ederek,îman, amel ve takvâlarına göre değerlendirmeyi, kendimiz için defazîletin ancak takvâ ile mümkün olacağının şuuruna ermeliyiz.

78

Page 79: Kırk Hadis

BU dünya imtihan yeridir. Baştan sona bir imtihandayız. Buimtihan yerinde herkesin imtihanı aynı değildir. İnsanın

dünya hayatındaki imtihanı, yaşamının son anına kadar devam et-mektedir. Kur’an ahlakından uzak yaşayan bir insanın olayları algılayışşekli, Kur’an ahlakına göre yaşayan bir insanınkinden çok farklıdır.Hayatını Yüce Allah’ın rızasından, Kur’an ahlakından ve ahiret inan-cından uzak yaşayan, dünya hayatını esas alan insanlar, imtihan ol-duklarının şuuruyla yaşamazlar. Böyle toplumlarda, kadere teslimi-yetsizliğin ve imtihan olduklarının farkında olmamanın getirdiğigaflet, tedirginlik, korku ve mutsuzluklar hâkimdir. Bu yaşam şeklindeolaylar daima olumsuz yönleriyle algılanır. Herşey aksilik ve kötülükolarak değerlendirilir. Cenabı Allah şöyle buyurur: “Doğrusu mallarınızve çocuklarınız sizin için bir fitnedir (imtihandır). Allah katında isebüyük bir mükâfat vardır” (Tegabun-15)

79

-30-

Hz. Ali (ra) anlatıyor: “Biz Resülullah (sav) ilebirlikte otururken uzaktan Mus’ab İbnu Umeyr (ra)göründü, bize doğru geliyordu. üzerinde deri parçasıile yamanmış bir bürdesi vardı. Resülullah (sav) onugörünce, (Mekke’de iken giyim kuşam yönündenyaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söy-ledi: “(Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşambir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarınınbiri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılarve kilimler ile) Kâ’be gibi örtseniz o zamanda nasılolursunuz?” “O gün, dediler, biz bugünümüzdençok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmışolacak, biz de ibâdete daha çok vakit ayıracağız.”“Hayır! buyurdu, bilakis siz bugün o günden dahaiyisinizdir.”

Tirmizi, Kıyamet.

Page 80: Kırk Hadis

Bir başka ifadeyle “herkes kendisine verilen akıl, sağlık, gençlik,mal, mülk, eş, evlat, makam gibi nimetler ölçüsünde sorumludur.”Bunu daha kısa ifade edecek olursak; “her nimetin bir külfeti vardır”.Müslüman, verilen nimetlerden dolayı hesaba çekilmeyeceğini dü-şünemez. Ahirette, paradan, puldan, gençlikten, hayattan, maldanmülkten, altından, tarladan, bağdan, bahçeden, velhasıl her şeydenfetil, fetil en ince ayrıntısına kadar, hesaba çekileceğiz. Bunu hakkıylabir idrak edebilsek.

Dünyada, Rabbimiz (cc) tarafından bizlere sunulmuş sonsuz ni-metler var. Tüm nimetlerin hepsi şükrü-sabrı gerektiriyor.

“Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık.Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz onayolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.” (İnsan 2-3)

Tarihi tecrübe göstermiştir ki Rasulullah(sav) ümmetinin nimetiçinde geçireceği zamanlarının ümmeti için çok hayırlı olmamıştır.Darlık içinde geçen dönemlerde Allaha kulluk konusunda gevşeklikgösterilmemesine rağmen bolluk dönemlerinde insanlar dine veAllaha sırt dönmüşlerdir.

80

Page 81: Kırk Hadis

NESâî’nin kaydettiği bir diğer rivayette “bu ikisi dışındakalan” tabirinden sonra şu ziyâde vardır. “Allah için sevmek,

Allah için buğzetmek.”

İmanın tadına ermenin temel şartının “sevgi” olduğunu bu hadisişeriften ve hadisi şerifin diğer rivayetlerinden anlıyoruz. Bu sevgininbirincisi Allah ve Rasûlünü, Onlardan başka her şeyden fazla sev-mek.

Allahı ve Rasulünü sevmek imanın gereklerinden biri. Şurası bi-linmelidir ki, Allah Teala’ya ve Rasûlüne samimi bir sevgi duymakRasûlüllah’a (sav) uymak ve O’nun sünnetine göre yaşamakla isbatedilebilir. Sevgi ve rızaya dayalı temel bir tercih ve bu tercihin so-nuçlarına katlanmak, elbette ki işin zevkine ermek olacaktır. Bukesin ve temel tercihin hadisteki ifadesi “Rab olarak Allah’tan, dinolarak İslam’dan, peygamber olarak da Muhammed’den razı olmak”tır.

Rıza: “Bir şeyle yetinmek, başka bir şey aramamak” demektir.Sevilen ve benimsenen şey, aslında zor bile olsa seven ve benimseyenekolay gelir. Kolay gelen şey ise rahatlıkla işlenir, zevkle yerine getirilir.O halde “Allah ve Rasûlünü her şeyden fazla seven”, “onlardan razıolan” mü’mine, bütün dini yükümlülükler ve sorumluluklar kolay ve

81

-31-

Hz. Enes, Resûlullah (sav)’ın şöyle buyurduğunuanlatıyor: “üç haslet vardır. Bunlar kimde varsaimanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dı-şında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sev-mek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah,imansızlıktan kurtarıp İslâm’ı nasib ettikten sonratekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atıl-maktan korktuğu gibi korkmak.”

Buhârî, İman; Müslim, İman; Tirmizî, İman; Nesâî,İman; İbnu Mâce, Fiten.

Page 82: Kırk Hadis

zevkli gelir; tembellik ve tereddüt göstermeden her emri yerinegetirir. Bu da mü’mine, tüm düşünce ve bağların üzerine çıkmairadesini kazandırır.

Çünkü rıza, gönlünü ve varlığını sevgiliye adamaktır. Bir başkaifade ile rıza, mü’minin gönlünü Allahtan başkasına kapatmasıdemektir. Bir kalpte iki aynı sevgi bir anda yeşeremez. İmandasadakat da budur. “Mü’minler, ancak onlardır ki, Allah’a ve Resülüneinandılar, sonra da şüpheye düşmediler. Malları ve canları ile Allahyolunda savaştılar. İşte imanda doğru (sadık) olanlar onlardır” mea-lindeki ayet, bu gerçeği bize hatırlatır.

“İnandım” deyip inandıklarına karşı güvensizlik anlamına gelecekdavranışlarda bulunmak zevksizliğin asıl sebebidir. Sevdiğine karşıtam bir teslimiyet göstermeyen sözde sevginin ıstıraba dönmesiniengelleyemez. Sevdiğine tam bir teslimiyetle bağlanan kimse ancaksevginin tadına ulaşır.

İnanç esaslarına karşı rıza seviyesinde bir güven duygusunasahip olmayan kişi de imanından ve ibadetlerinden zevk alamaz. Buzevksizliğin sebebini dışta arar. Oysa asıl sebep içindeki rızasızlık,güvensizlik, bir başka tabirle “kalitesizlik”tir. Sevgili Peygamberimizinşu hadis-i şerifleri bu noktada ne kadar dikkat çekicidir: “Hiç biriniz,duyguları benim getirdiklerime tabi olmadıkça (imanın zevkine eren)kâmil mü’min olamaz.”

Sevgi, fıtrî bir duygudur. O bakımdan sevgisizlik mümkün değildir.Herkes bir şeyleri sevecektir. Bir anlamda insanın gerçek huzurusevgisidir. İnsana kalb ve midesinden nüfuz edilebilir. “Allah içinsevmek”, bir anlamda sevgiye, sevgiden başka karşılık tanımamaktadır.Bu yüzden de imana derinlik ve zevk katmaktadır.

“Allah için sevmek”, Allah’ın sevdiğini sevmektir... Sevdiğini,“Allah’ı sevdiği için sevmektir”.

Sevgide ölçüyü kaçırmak, insan için, kötü neticeler doğurabilir.Gönlünü ağyara kaptırmış bir kişi, huzur bulamaz. Ağyara açılankalp Allaha kapalı olacaktır. Bu ise imanı ortadan kaldırır. İman ol-mayınca da onun tadından bahsetmek mümkün olmaz.

Hadiste “imandan dönmek” ile “ateşe atılmak” arasında bir ala-ka-bağ kurulmuş bulunmaktadır. Bu, imanın Cennet’te, küfrün Ce-

82

Page 83: Kırk Hadis

hennem’de olduğu temel inancının bir yansımasıdır. Yani, açık birşekilde imansızın yerinin Cehennem olduğu bildirilmektedir. Ateşteyanmayı, aklı başında olan kimse istemez. Onun ne denli bir acı-elem ve ıstırap kaynağı olduğunu bilir. İmansızlığı da böyle bilmekve imana, ne pahasına olursa olsun, sahip çıkmaya çalışmak, onunzevkine ermek demektir.

Netice olarak imanın tadını alabilmek, hazzını duyabilmek, zevkiniçıkarabilmek için hissi değil, aklî ve imanî bir sevgi ve tercihe sahipolmak gerekmektedir. İman bilinçli bir eylem olmak zorunda. Böyleinananlar imanın halavetini tadabilir.

Bu ise ancak âlemlere rahmet Sevgili Peygamberimizin açıklamalarıve uygulamasının ışığı altında ilahi iradeye bağlanmakla mümkünolacaktır. Rasulullahın bildirdiği rota dışında imanı tatmak mümküngörzükmemektedir.

“Rasûlullah(sav) buyurdular ki: “Hz Dâvud (as)’un duaları arasındaşu da vardır: “Allah’ım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisinive senin sevgine beni ulaştıracak ameli talep ediyorum Allah’ım!Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan dahasevgili kıl” Ebü’d-Derdâ der ki: “Rasûlullah(sav) Hz Dâvud’u zikredince,onu ‘insanların en âbidi (yani çok ve en ihlâslı ibadet yapanı)’ olaraktavsif ederdi” (Tirmizi, Da’vet 74) Allah’ım! Bizler de Sen’den Sen’insevgini ve Sen’i sevenlerin sevgisini ve Sen’in sevgine bizi ulaştıracakameli talep ediyoruz.

83

Page 84: Kırk Hadis

SEVGİ kalplerin canı, ruhların gıdasıdır. Sevmeyen kalp ölüdür.Bütün sevgiler, o duyguyu var edene, onu kalbimize koyanadır.

Kendini yaratanı sevmeyen kalp, ruhunu yitiren bedenden daha so-ğuktur. Mü’min sevdiğini Allah için sevmelidir; bu onun en belirginözelliklerinden biridir. Hatta Peygamber’e(sav) duyulan muhabbetinkaynağı da Allah sevgisidir.

Sevgi de, nefret de dünyevî bir maksat için değil, sadece Allahrızâsı için gösterilmelidir. Maddî bir çıkar, bedenî bir haz ümidiylebirini sevmenin veya menfaatine engel olduğu için birinden nefretetmenin Allah katında hiç önemi yoktur.

Allah’a gönül veren kimse bütün mü’minleri sever; onların kendikardeşi olduğunu düşünür. Müslümanları Cenâb-ı Hakk’ın da sevipkendi yoluna ilettiğini ve İslâmiyet’le şereflendirdiğini bilir.

Rabbimiz bize değer verdi de bizi yarattı. Sevene karşılık sevgi

84

-32-

Hz. Ömer (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) buyurdularki: “Allah’ın kulları arasında bir grup var ki, onlar nepeygamberlerdir ne şehidlerdir. üstelik Kıyamet günüAllah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle pey-gamberler de, şehidler de onlara gıbta ederler.” Oradabulunanlar sordu:

“Ey Allah’ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!”

“Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerinebağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah’ın ruhu(Kur’an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah’a yeminederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nurüzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlarüzülürken, onlar üzülmezler. Ve şu ayeti okudu: “Ha-beriniz olsun Allah’ın dostları var ya! Onlara ne korkuvar ne de onlar üzülecekler” (Yunus 62).

Ebu Davud, Buyu’

Page 85: Kırk Hadis

gerek. Seven hele Yaratan Rab olunca o zaman sevgiyi derinleştirmekgerek. Sadece Yaratanı değil yarattıklarını da sevmek gerek.

Yaratılmışların özünde Yaratan vardır. Bu sebeple yaratılanlaryaratandan dolayı sevilmelidir. Allah için sevmek, sevginin merkezineYaratanımızı koymak demektir. O’nun rızasına nail olmak için sevmek,O’nun bizi sevmesi için sevmek, O’nun sevgisine layık olmak içinsevmek velhasıl O’nun için sevmek sevgiye gerçek misyonunu yük-leyecektir.

İnsanoğlu yaratılış itibariyle bir şeyleri sevmeye meyyaldir. Herkesfarklı bir şeyleri sever. Bazıları maddeyi sever, maddede her şeyiaramaya çalışır, madde onun için değerlidir. Elde edilen şeyler onazevk verir, keyif verir. Elde olmayan şeyler için sıkıntılar ile kendiniharap eder. Dünya onun için her şeydir. Dünyalık her şeydir. Paramaddenin merkezinde bulunur. Maddeyi sevenler maddi güce önemverir. Maddi güce önem veren her şeyin üstesinden kendisinin gele-bileceğine inanır sonuç itibariyle aldanır.

Kimi insan, insanı sever, ona değer verir. İnsanın olmadığı birhayatı benimsemez. Hümanist yaklaşır. İnsanın her şeyin özüneyerleştirir. Bir bakıma güzel olan bu durum insana kendisindeolmayan birçok gücün yüklenmesiyle yanlış sevgi şekilleri ortayaçıkar.

Sevileni Allah için sevmek, Sevilenden hiçbir karşılık beklememektir.İyilik yapıldığı zaman artan, kötülük yapıldığı zaman azalan bir sevgideğildir Allah için sevmek. Müminler birbirlerini Allah için severler,Allah için sevmelidirler. Sevgili Peygamberimizde bir hadislerindemüminlerde bulunacak şu özelliklerin imanın tadının alınmasınavesile olacağını bizlere şöyle bildirmektedir. “Üç özellik vardır;bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resûlünü,(bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah içinsevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonratekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.

Gönül mutlak manada bir şeylerle dolmaktadır. Bu doluşun adısevgi de olabilir, nefret de olabilir, başka şeylerde olabilir. Gönülboş kalmayacak ise ve dünya ve ahirette huzurlu bir yaşam geçirmekiçin gönlün sevgiyle dolup, nefret bir tarafa atılması gerekiyor ise,

85

Page 86: Kırk Hadis

bu sevginin adı Allah(cc) olmalıdır. Böyle bir sevginin faydası elbettekendimize olacaktır. Dünyada Allah için sevmenin karşılığını tam an-lamıyla alınmasa bile, mahşer meydanında gölgenin olmadığı birzaman diliminde herkesin sıkıntı içerisinde beklediği ve bu bekleyişinbir an önce bitmesi için yalvardıkları bir zamanda arşın gölgesindegölgelenmek ile karşılığı alınmaya başlanacaktır. Rasulullah(sav) birhadislerinde şöyle buyuruyor. “Başka bir gölgenin bulunmadığıKıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barın-dıracaktır:

1.Âdil devlet başkanı,

2.Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyengenç,

3.Kalbi mescitlere bağlı müslüman,

4.Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allahiçin olan iki insan,

5.Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “BenAllah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,

6.Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadakaveren kimse,

7.Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”

Sevgi imanın bir gereğidir. Sevgi imanın bir tezahürüdür. İmanolan kalpte sevgi eksik olmaz. İmanı kamil olan bir kalpte Allahrızası için sevmek eksik olmaz. Gerçek anlamda iman etmenin yoluinanan kardeşlerimizi Allah için sevmekten geçmektedir. Çünkü İna-nanlar kardeştir. Yaşam bulduğumuz bu asırda müslüman kardeşle-rimizin içinde bulunduğu sıkıntılar olabilmektedir. Bu sıkıntılar ilesıkıntılanmak gerekir. Bu sıkıntıların hayattan atılması için duaedilmesi gerekir.

Allah için sevilmenin bir karşılığı vardır. Oda Allah tarafından se-vilmektir. Bu sevginin yolu ise öncelikle Âlemlere rahmet olarakgönderilen, Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Rasulullah’a (sav)tabi olmaktan, O’nun sünnetine uymaktan geçmektedir. YüceRabbimiz bu hususu ayet-i kerimede şöyle bildirmektedir. “(Resûlüm!)De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve

86

Page 87: Kırk Hadis

günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”Allah-u Teala tarafından sevilen bir insanı âlem sevmektedir. Tekrartekrar ifade etmek gerekirse Sevgimizin temelinde Allah rızası olmasıelzemdir.

Gönülde sevgi olmayınca etrafta hiçbir kimselerde olmayacaktır.İnsanları bir araya getiren sevgidir. Kaba davranışlı olanlar, gönülkıranlar dünyada kendilerini yalnızlığa mahkûm etmişlerdir. İnsanoğlusevgiye, sevmeye sevilmeye muhtaçtır. Sevilmeyen insanlar içekapanık olurlar, insanlarla iletişim kuramazlar. Sevmeyen insanlaretrafa neşe vermezler, onlarla hiç kimse beraber olmak istemez.Sevgisiz bir kalp olmaz. Sevgisiz bir gönül boş bir kap gibidir. Sevgiyikalbe yerleştirene sevmek ise sevgilerin en büyüğüdür. Bu sebepleher neyi seviyorsak sevelim işin özünde Allah sevgisi olsun. O zamansevgilerimiz asıl anlamına kavuşacaktır.

Bu yaşama bir kez gelmekte ve ayrıldıktan sonra bir daha dönmeimkânı bulamamaktayız. Ölüm yakaladıktan sonra keşkeleri sıralasakda hiçbir fayda elde edemeyeceğiz. Temelinde Allah rızası olan herşeyde bereket vardır. Sevgilerinde bereketlenmesi için Allah içinsevmeye hepimiz mecburuz. Bu dünyaya sevmek ve sevilmek içingeldik. Bu dünyaya huzur ve mutluluk bulmak için geldik. Bu damü’min kardeşini sevmekle olur. Çünkü bütün mü’minler birbirlerininkardeşidirler.

87

Page 88: Kırk Hadis

KUR’âN yalan söylemeyi haram kılmıştır. Sıdk, yani doğrulukise Kur’ân’ın, Allah’a imandan sonra birinci derecede emri

olan bir davranıştır. Yalan söylemek büyük günah olduğu gibi,bilhassa dîn hususunda yalan söylemek, inanmadığı halde inandığınısöylemek günahı katmerleştirir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah’ıve mü’minleri güya aldatmaktadırlar. Hâlbuki onlar yalnız kendilerinialdatırlar da farkında bile olmazlar. Onların kalplerinde nifak hastalığıvardır. Âyetler peş peşe inip İslâm inkişaf ettiği halde inanmadıkla-rından, Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Âyetlerimizi yalanlayıpdurmaları yüzünden onlara pek acı bir azap vardır.”

Yüce dinimiz İslâm, sıdk ve kizb meselesine özel bir yer vermiştirSıdk’ın güzelliği ve ona teşvik, yalanın çirkinliği ve ondan sakındırmahususunda birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.

Sıdk: “Sözün öze ve kendisinden haber verilen şeye mutabakatı”diye tarif edilmiştir Sıdk sadece sözde olmaz; niyet, irade, azim veamelde de olur. İnsanın davranışlarında, azminde, ameli ve mua-melelerinde, bütün kabiliyetlerini doğruluğa yönlendirmesidir sıdk.

Kendisinden hep sıdk sadır olan kimseye ise “sıddîk” denir. Nü-

88

-33-

İbnu Mes’ud (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) bu-yurdular ki: “Sıdk insanı birr’e (Allah’ı razı edecekiyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğrusöyler ve doğruyu arar da sonunda Allah’ın indindesıddik (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyihaddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür.Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sorunda Allah’ınindinde yalancı diye kaydedilir.”

Buhari, Edeb; Müslim, Birr; Muvatta, Kelam; EbuDavud, Edeb; Tirmizi, Birr.

Page 89: Kırk Hadis

büvvet makamından sonra gelen en yüksek makam “sıddıkıyet”makamıdır ki onun zirvesinde Hz Ebu Bekir (ra) Efendimiz vardır.

Gerçekten sadakat kıyamette kulun kurtuluşu için bir garantimahiyyetindedir. Allah’ın azabından kurtuluşa sebeptir; Onu Cennetegötürür. Allah buyurur ki: “...Bu (gün) doğru söyleyenlerin (sadıkların)sıdk (sadakat) larının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Altındaırmaklar akan cennetler -ki orada daimi ve ebedi kalıcıdırlar-onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuştur, onlar da O’ndan razıolmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir.” (Maide-119)

Sıdkın zıddı kizb yani yalandır. Birini anlamak için diğerini debilmek, beraber mütalaa etmek gerekir. Peygamberimiz (sav):“Mü’min’de her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet hariç “ buyurmuş-lardır.

Yalan konuşmak ve yalan yere yemin etmek günahların en çirkinive ayıpların en kötüsüdür. Ebu Ümame Resulüllah (sav) efendimizin“ Yalan nifak kapılarından bir kapıdır” buyurduğunu rivayet etti. (İh-yauulümiddin C.3 S.94) Resulullah (sav) efendimiz bir hadis-i şerif-lerinde de “Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler,vaad ettiği zaman vadinden döner (sözünde durmaz) ve emanetedildiği zaman emanete ihanet eder” buyurmuşlardır.

İmam Gazalî yalan için “büyük günahların analarındandır”demiştir Doğruluk (sıdk; sadakat) niyet söz ve âmelde olur. Niyettedoğruluk son derece azimli olmak ve Allah’a yönelmek için iradeyikuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah’ın farz kıldığışeylere koşmakla elde edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihadgelir.

Sözde sadakat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böylealışınca, artık hiç bir bâtıl konuşmaz. Amelde sadakat, şer’î yollarauyarak Rasulullah (sav)’e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde,niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesineulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü’min kullarından istediğiRasûlüllah (sav)’e hitap ile yönelttiği bir derecedir. “Ve şöyle de;Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çı-karışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver.”(İsra-80)

89

Page 90: Kırk Hadis

HAYA, yani utanma duygusu insanı utandıracak, yüzkızartıcıdavranışlar yapmaktan alıkoyar. Onun içindir ki bu güzel

huy imandan sayılmıştır. Bütün peygamberlerin üzerinde ittifakettikleri bir söz vardır. O da, ‘Hayâ etmedikten sonra dilediğiniyap’tır. Allahın utanma duygusunu kendisinden aldığı insanın yapa-mayacağı kötülük yoktur. Hayâsızlığın kendisi bir kusurdur. Gerçektenhayâ etmeyen insandan her türlü kötülük beklenebilir.

İnsan her şeyden önce Allah’tan hayâ etmelidir. Çünkü hayâedilmeye layık odur. Bizi yaratan ve sürekli gözeten rabbimiz o’dur.

İslamın bütün emir ve yasakları meleklerin dahi saygı duyacağımükemmel bir insan modeli ortaya koymak içindir. Yine İslâmınbütün emir ve yasakları insanların hem bu dünyada huzurlu olmalarınısağlamak; hem de insanların rotasını cennete yönlendirmek içindir.İşte kâmil mümin dediğimiz ideal insan tipi budur. Bunlar sayesindedünya Cennete döner. Öyle ya, Allah’tan hayâ eden insan aklını,fikrini, duygularını hep güzelliklerle donatır. Kalbinde zararlı, kötüşeylere yer vermez. İyi şeyleri düşünür, iyi şeyleri hayal eder, iyi

90

-34-

İbnu Mes’ud (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav):“Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” buyurdular. Biz:“Ey Allah’ın Resûlü, elhamdülillah, biz Allah’tanhayâ ediyoruz” dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı.:“Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız haya)değil. Allah’tan hakkıyla haya etmek, başı ve onuntaşıdıklarını, batnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhafazaetmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır.Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terket-meli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim busöylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıylahaya etmiş olur.”

Tirmizî, Kıyâmet

Page 91: Kırk Hadis

şeylere akıl yorar. Bütün eforunu insanların hayrına olacak şeylereharcar.

Karnını haram lokmayla dolduran insanın gerçekte Allahtan hayâetmediği ise kesin. Allahtan hayâ edenin Onun yasakladıklarıylakarnını doyurması uygun olur mu? Helal lokma hem dünyadaelimizin emeğini yeme huzurunu bize tattırıyor, hem de rabbimizinrızasını kazanma.

İslam, helâl ve meşrû dairede kalmak şartıyla bütün nimetlerinmü’minin emrine âmâde edildiğini söylüyor. Şu var ki mü’min bu ni-metlere sahip olacak, ama gönlünde yer tutturmayacaktır. Yanibunların sevgisi Allah’ın sevgisi yerine oturmayacak, hiçbiri onu kul-luktan uzaklaştırmayacak, aksine daha da Allah’a yaklaştıracaktır.

İşte bunlar yapıldığında Allah’tan hakkıyla hayâ edilmiş olur.

91

Page 92: Kırk Hadis

BU hadis-i şerifte sayılan on beş şey başlı başına mümin kuliçin beladır. Çünkü bu davranışlar kişinin cennetten uzaklaş-

masına sebep olur. Bir müminin imanının gücü, samimiyeti vekararlılığı Allah yolundaki mücadelesinden ve dini emirlerdekikararlılık ve sabrından anlaşılır. Kişinin din ahkâmı konusundagevşek olması imanın zaafiyetine delalet eder.

Dinde gevşeklik göstermek, müminler arasında bulunduğu halde

92

-35-

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (sav) (birgün):

“ümmetim onbeş şeyi yapmaya başlayınca ona büyükbelanın gelmesi vâcip olur!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler:)“Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Rasu-lullah(sav)saydı:

-Ganimet tedavül eden bir metâ haline gelirse,-Emanet (edilen şeyleri) ganimet (malı yerini tutup,

yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman,-Zekâtı angarya telâkki ettikleri zaman.-Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına

itaat ettiği;-Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;-Mescidlerde sesler yükseldiği zaman.-Kavme, onların en alçağı reis olduğu;-(zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;-(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;-İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;-Şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri edinildiği;-Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip

geçenlere hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi),yere batışı veya suret değiştirmeyi veya gökten taşyağmasını, bekleyin.”

Tirmizi, Fiten,

Page 93: Kırk Hadis

imanî olgunluğa tam erişememiş kişilere özgü bir zayıflıktır. Gevşeklik,zorluk anlarında geri plana çekilme, riske girmeme, nefsine birzarar gelmesinden kaçınma, nefsinin rahat ve çıkarlarını dinin çıkar-larından önde tutma şeklinde ortaya çıkar. Bu çarpık anlayış, bukimselerin mantık örgülerini ve olayları değerlendirmelerini detersine döndürür. Öyle ki, Allah yolundaki bir zorluk ve tehlikedenkaçmayı kendileri için bir kazanç, hatta Allah’ın bir nimeti olarakgörecek kadar şuurları kapanmış olur.

Allah mümin topluluklarında bulunan bu zayıf ve gevşek kimselerinolumsuz yönde etkilememesi, onların şevklerini, hırs ve azimlerinikırmaması için samimi müminleri uyarır ve benzer bir yapıdan me-neder: “Sen şimdi sabret! Bil ki, Allah’ın sözü gerçektir. İnanmayanlarseni telaşa ve gevşekliğe düşürmesinler.” (Rum-60)

Daimi bir gevşeklik, gerçekten iman etmiş bir kimse için elbettesöz konusu değildir. Ancak mümin geçici gevşekliklerden, kayıtsız-lıklardan, sorumsuzluklardan, zaman zaman nefsine uyma gibi za-aflardan şiddetle kaçınmalıdır.

Kuran’da tarif edilen ideal mümin modeli ise, bütün hayatıboyunca, gerek sıkıntı ve zorluk zamanlarında, gerekse refah verahatlık ortamlarında dinin menfaatlerinden hiçbir taviz vermeyen,her durumda Allah’ın rızasını nefsinin arzularına tercih eden birkimsedir. Hiçbir durumda, şevk ve heyecanını, kararlılığını kaybetmez,gevşeklik göstermez ve boyun eğmez.

Bu mümin modeli, Kuran’da geçmiş ümmetlerden örnek verilerekşöyle tarif edilir: “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)lersavaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük vemihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah,sabredenleri sever.” (Al-i İmran-146)

Dinî anlayış ve yaşantımızda iki tehlikeye dikkat etmek zorundayız.Bunlar ifrat ve tefrittir. İfrat bir konuda aşırı gitmek anlamına gelir.Tefrit ise bunun tam tersi olan durumdur. Yani tembellik, gevşeklik.Kısaca, belirlenen sınırın ötesine geçmek ifrat, gerisinde kalmaktefrittir.

Ölçü ve denge unsurunun en gerekli olduğu yer kabul ve red,sevgi ve nefret olduğu halde, maalesef en çok bozulup kaybolduğu

93

Page 94: Kırk Hadis

yer de burasıdır. Zira diğer bütün değerlendirmeler bunlara bağlıdır.Rasulullah(sav) şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeye karşı aşırıgitmeyin, belki bir gün nefret edersiniz. Buğzettiğinizde de aşırı git-meyin, belki bir gün seversiniz.”

Evet; dinimiz sadece söz ve davranışlardaki ifrat ve taşkınlığadeğil, ibadetlerde dahi aşırılığa ve tabiatı zorlayıcı tarzlara müsaadeetmemiştir.

Her varlık, Yüce Allah’a yakınlık derecesi ve O’na bağlılığıölçüsünde şerefli, kıymetlidir. Allah’ın sevdiğini sevmemiz, yücelttiğiniyüceltmemiz, kıymet verdiğine hürmet etmemiz gerekir. Bu, O’naolan iman, saygı ve sevgimizin gereği. Aynı zamanda kalpteki imanınve edebin de bir ölçüsüdür.

Dinimizin bizden istediği şey itidaldir. İtidal, dengede ve belirtilenölçülerde hareket etmektir. Bu konuda Rasullullah (sav) Efendimizölçüyü şöyle ortaya koyuyor:

“Ey İnsanlar! Sözünüzü dikkatli söyleyin. Sakın şeytan sizi basitşeylere sevk etmesin. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im veAllah’ın Rasulüyüm. Vallahi sizin beni Allah’ın yücelttiğinden dahayükseğe çıkarmanızı sevmem.” (Ahmed, Nesaî, İbn-i Kesir)

Kimi niçin ve ne kadar seveceğimizi yüce Rabimiz ve Onun pey-gamberi Hz. Muhammed(sav) bizlere öğretmiştir. Bir mümin için enfaziletli amel Allah için sevmektir.

94

Page 95: Kırk Hadis

ŞİRK, Allah’a ortak koşmak demektir. Bunun bir zâhiri, yâni“açığı” var; bir de “hafîsi”, yâni gizlisi. Zâhir olanı, bildiğimiz

şirktir. Üç ilaha inanmak, yahut putları Allah katında şefaatçi kabuletmek bu guruba girer.

Hafî şirke gelince, bu ana hatlarıyla ikiye ayrılır. Birisi, Allah’ınrızasını unutup insanlara riya ve gösterişte bulunmak, yahut nefsinarzularını tatmine özen göstermek. Diğeri de eşyanın yaratılmasındabirer sebep olarak vazife gören mahlukata olduğundan fazla önemvermek; onları tesir gücüne sahip zannetmek.

Bir de bu hafî şirkin bir derece daha perdelisi var ki, fiil âlemindedeğil, his âleminde, kalp âleminde cereyan eder. İnsanlar mânenterakki ettikçe şirk de gittikçe perdelenir.

İslâm, tevhit dinidir. Bu kâinatın sahibi ve Mâliki birdir. Herhayır, ancak Onun hazinesindedir. Herkes ve her şey, sadece birersebep, birer vesiledir. Bütün nimetler, Rabbimizden geliyor. Rızkıyaratılmıştan bilmek yaratılmışı yaratıcıya benzetmektir. Bu benzetmeaslında Allah’ın kendisini vasfettiği kemal sıfatlardan hali kılmaktır.Fayda ve zarar vermek, yaşatmak ve öldürmek Allaha ait fiilllerdendir.Dolayısıyla dua, umut, dayanma gibi ibadetlerin sadece Allah’a ya-pılması gerekir.

Sevgi ve tazimde bir şeyi Allah’a eş koşmak. Mahlûkattan bir

95

-36-Şirk ümmetimde düz taşta karanlık gecede ka-

rıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alameti, ada-letsizlikten dolayı muhabbet, ve adaletten dolayıda buğz etmektir. Ve Din, Allah için sevgi ve Allahiçin buğzdan başka nedir? Allah Teala buyurduki:”Eğer siz Allah’ı seviyorsanız Bana tabi olun kiAllah da sizi sevsin.”

Ramuz El Hadis,

Page 96: Kırk Hadis

şeyi Allah’ı sever gibi sevmek şirktir. Şüphesiz ki müşrikler şirkkoştukları varlıkları, yaratma, rızk verme, öldürüp yaşatma vb. hu-suslarda Allah’a denk yapmamışlardı. Aksine onlar şirk koştuklarıvarlıkları sevgi, tevekkül, boyun bükme gibi kalbi amellerde Allah’adenk yapmışlardı.

Allah ile kendi arasına vasıta koyan bir kimse Allah’ı tazim etmeyikast etmektedir. O yüce zatın azametinden dolayı insan davranışlarındaolduğu gibi aracı ve şefaatçiler olmadan Onun huzuruna varamaya-cağına inanmaktadır. Halbuki Allahu Teala kulu ile arasına hiçbiraracı koymadan onun duasını kabul edeceğini söylemektedir. Bunuyapan kişi bu fiiliyle, Allah’ın kadir olduğunu unutmaktadır.

“Allah kendisine bir şeyin ortak koşulmasını asla bağışlamaz!Şirkin dışındaki şeyleri dilediği kimseler için bağışlar.” Nisâ 48

Ömer (ra)’dan rivayet edilen duasında şöyle diyordu: “Ey Allahı’m!Amellerimin hepsini salih amel yap, onları vechin (yüzün) için haliskıl, o amellerde hiç kimse için bir pay yapma.” (Ahmed, Zühd)

Allah-u Teâlâ kullarına: “Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’ahalis kılıp Onu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.” (Bey-yine-5) Ayetiyle halis ibadet yapmalarını emretmiştir. Allah içinihlâslı olmayan ibadetin bir değeri de yoktur. Gösterişle yaptığıamellerse Allah’ın istemediği amellerdir. Dolayısıyla o ameller sahihve makbul değildir.

Secde, tevekkül, takva, haşyet, tevbe, kurban, yemin, tesbih,tekbir, tehlil, tahmid, istiğfar, oruç, boyun bükme, Kâbe’nin tavafı,dua vb. bütün ibadetler sadece Allah’ın hakkı olup O’nun gayrınayapılamaz! Bu gayr ister mukarreb melek, ister gönderilmiş Rasulolsun farketmez.

Büyük şirk kısmına teberrük ve şifa maksadıyla Kâbe’den gayrıtaş, ağaç, kabir, türbe vb. bir şeyin etrafını tavaf etmek, Allah’ın yer-yüzündeki yemini olan Hacerü’l-Esved’den başka bir şeyi tazimederek öpmek, kabirleri öpüp istilam etmek ve onlara secde etmekgibi fiiller örnek gösterilebilir.

Rasulullah (sav) Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet ettikleri birhadiste şöyle buyurmuştur:

96

Page 97: Kırk Hadis

“Allah Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin! Onlar Nebilerinin ka-birlerini mescitler edindiler!” (Buhari 1252, Müslim 529/19)

İstek ve niyetlerdeki şirk sahili görülmeyen bir deniz gibidir.Allah’ın rahmet ettiği kimselerin dışında ondan kurtulan pek olma-mıştır.

İhlâs; kişinin sözlerinde, fiillerinde, iradesinde ve niyetinde Allahiçin samimi ve dürüst olmasıdır. İhlâs, Allah’ın bütün kullarınaemrettiği İbrahim (as)’ın dini, Haniflik’tir. Allahu Teâlâ onun dışındakimseden bir şey kabul etmeyecektir. İslam’ın hakiki manası dabudur. Dolayısıyla Allah şöyle buyurmuştur:

“Kim İslam’dan gayrı bir din isterse bilsin ki o (din) ondan kabuledilmeyecek ve o kimse ahirette ziyan edenlerden olacaktır!” (Âliİmran-85)

97

Page 98: Kırk Hadis

CİHAD, Allah’ın dinini hâkim kılmak için savaşmaktır. Öyleyüce bir ibadettir ki, Hiçbir dünyevi ve maddi bir niyet taşı-

maksızın, âlemlerin Rabbi olan Allah yolunda ölmek ve öldürmekebedi mutluluğun anahtarını bize sunmaktadır. Yani cennetle müj-delemektedir. “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını,kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlarAllah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta,İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tandaha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışveriştendolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” (Tevbe-111)

Her şeyden önce, şu hususa dikkat etmeliyiz ki, kulun hayatınıgerçekten Allah’a satması diye bir şey söz konusu olamaz. Çünküinsanın hayatının ve sahip olduğu her şeyin gerçek sahibi Allah’tır.Hayatı ve ölümü yaratan Allahu Tealadır. Bunlara sahip olma hakkı,insanın sahip olduğu ve kullandığı her şeyin yaratıcısı olan Allah’ındır.Burada dünyevi anlamda bir şeyin satımı ya da alımımı söz konusudeğildir, zira insanın satabileceği kendisinin hiçbir mülkü yoktur veher şey zaten ezelden beri O’na ait olması hasebiyle Allah’ın da

98

-37-

Ebu Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:Bir kere Rasulullah (sav)’e bir kişi geldi:

“Ya Rasulallah! Bana cihada eş bir ibadet gösterirmisiniz?” dedi. Rasulullah (sav):

“Cihad değerinde bir ibadet bulmuş değilim ki”buyurdu. Ve devam ederek:

“Sana sorarım, gücün yetişir mi ki, mücahidsefere çıktığı sıra sen de mescide girip, o dönünceyekadar namaz kılasın da hiç usanmayasın. Ve oruçtutasın da iftar etmeyesin” diye sordu. O kişi:“Buna kimin gücü yeter ki?” diye cevab verdi.

Buhari

Page 99: Kırk Hadis

satın alacağı hiçbir şey yoktur. Zaten Allahu Teala gani’dir. Allah’ıninsana verdiği bir irade ve seçme hürriyeti vardır ve söz konusu mu-kavele de buna dairdir.

Allah’a kul olmuş nefislerin, tüm varlıklarını bu dinin yoluna koy-malarıdır kastedilen. Gıyaben iman ettikleri yüce Allahın, Rasulünegönderdiği dinini, hayat pratiğinde yaşamak ve yaşatmak için verilenyüce bir mücadele. İmandan sonra en üstün, en güzel ibadet budur.Çünkü Allah yolunda cihad, Rabbe teslimiyetin, Allahtan başka ilaholmadığına imanın mutlak bir tezahürü, doğal bir sonucudur. İmanolmadan cihad veya herhangi bir ibadet ve hasene düşünülemez.İşte bu nedenledir ki Allah kendi yolunda savaşanlara, öldürenlereve ölenlere cenneti, ebedi nimeti va’detmiştir. Allah’ın dinini hâkimkılmak için yapılacak en ufak bir çalışma, bu yolda duyulacak enufak bir eziyet, netice itibariyle dünyadan ve dünya içindeki herşeyden daha değerli, daha üstündür.

Allah yolunda cihad eden için Allah’ın rızası ve cennet vardır.Çünkü mücahid, Allah’ın dinini hakim kılmak için mücadeleyegirişirken eziyetleri, ıstırapları, işkenceleri ve ölümü göze almıştır.Çünkü bu yolda ölüm, ölüm değildir. Bu yolda ölmek, yeni ve ebedibir hayata geçiştir. Allah yolunda ölmek, ölmek değil dirilmektir.“Allah yolunda ölenlere/öldürülenlere, ölüler demeyiniz; tam tersineonlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız. ” (Bakara-154)

Bu büyük bir şeref, büyük bir ecir ve nîmet. İşte şehidin, Allahyolunda ölen birinin canlılığını koruduğunun ve sürekli bize mesajulaştırdığının bir delili ve ispatı. Görünüşte ölmüş olsalar da canlarınıAllah için fedâ etmiş olan, Allah’tan başka ilâh olmadığının şahâdetinicanlarıyla ispat eden, Allah’ın ölü demeyi yasakladığı bu insanlar,sürekli bize mesaj sunuyorlar.

Çok ama çok kârlı bir alışverişin Allah yolunda ölüme karşılıkcennetin talipleri. Hiçbir karşılık istemeden verdiği can ve malı,yüce Rabbin, cennet karşılığında kulundan satın alışıdır, şehadet.Hem kârlıdır, hem de garantilidir. Mü’min kul bilir ki cihad yolu veşehadet yolu Rabbinin rızasını kazanmada en emin, en sağlamyoldur. Mü’min kul bilir ki, cihada ve şehadete karşılık verileceklerçok hayırlıdır, ebedidir. Çünkü cennetteki bir karış yer, tüm dünyadan

99

Page 100: Kırk Hadis

hayırlı ve daha güzeldir.

Allah’ın indinde bu mukavelenin (alışveriş) şartları vardır elbette:Eğer siz gönüllü olarak hayatınızın, sahip olduklarınızın ve budünyadaki her şeyi ve kendinizi de sadece onların emanetçisiolduğunu kabul etmeye ve böyle görmeye razı olursanız, Allah dabunun karşılığında size sonsuz ahiret hayatında cennetler vereceğinimüjdeliyor. Allah’la böyle bir pazarlık yapan kimse mü’mindir. Dola-yısıyla iman, aslında bu alışverişin başka bir adıdır. Öte yandan bupazarlığı yapmayı reddeden veya yaptıktan sonra sanki böyle bir ta-ahhüde girmemiş insanın tavrını takınan kişi ise “kafir”dir. Zatengerçek mânâda iman eden kişi, iman ettiği andan itibaren malını,canını, sahip olduğu her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır ol-duğunu ikrar etmiş kişidir. Allah bütün bunları cennet karşılığındamüminden satın almıştır.

100

Page 101: Kırk Hadis

MüSLüMAN, farzları yerine getirmekle ve terk etmemekleemrolunmuştur. Müslüman, mutlak olarak farzları yerine

getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkar olur. Farzları yerinegetirmede sebat göstermek, Allahu Tealaya teslimiyetin ifadesidir.Farzları eda etmekte sebat göstermenin imanın gereğinden olduğunusöylerken birlikte yerine getirilmesi anlamına geldiğini söylemek is-

101

-1-

Talha İbnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber(sav)’e Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı.Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğinianlayamıyorduk. Hz. Peygamber (sav)’e iyice yaklaşıncagördük ki, İslâm’dan soruyormuş.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Gece vegündüzde beş vakit namaz” demişti ki adam tekrarsordu:

“Bu beş dışında bir borcum var mı?” Hz. Peygamber (sav): “Ramazan orucu da var” de-

yince adam: Bunun dışında oruç var mı? diye sordu.Hz. Peygamber (sav): “Hayır!” Ancak dilersen nâfiletutarsın” dedi.

Hz. Peygamber (sav) ona zekâtı hatırlattı. Adam:“Zekât dışında borcum var mı?” dedi. Hz. Peygamber(sav): “Hayır, ama nâfile verirsen o başka!” dedi.

Adam geri döndü ve gider ayak: “Bunlara ilâveyapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım” dedi.

Hz. Peygamber (sav) da: “Sözünde durursa kurtuluşaermiştir” buyurdu. Veya “Sözünde durursa cennetliktir”buyurdu.

Ebu Dâvud’da “Kasem olsun kurtuluşa erer, yeterki sözünde dursun” şeklinde te’kidli olarak gelmiştir.

Buhârî, İman; Müslim, İman,

Page 102: Kırk Hadis

tiyoruz. İmansız ibadetin işe yaramayacağı herkesin malumudur.Çünkü farzlar Allah katından gelmiştir.

İbâdet; ölünceye kadar sürdürmemiz gereken ana vazifemizdir.Bu görevi bizlere yükleyen Rabbimiz şöyle buyurur: “Sana ölüm ge-linceye kadar Rabbine ibâdet et.” Hz. Adem’den Hz. Muhammed’ekadar bütün peygamberler, ibâdetin yaratılış sebebimiz ve temelgörevimiz olduğunu, bildirmek için gönderildiler. Rabbimiz bu gerçeğişöyle açıklamaktadır. “Andolsun, ‘Allah’a ibâdet ediniz. Tağut’tan(şahıslara, ilkelere, putlara tapmak)kaçınınız’ (diyerek tebliğde bu-lunmaları için) biz her millet için de bir peygamber gönderdik...”(Nahl 36)

İbâdet biricik görevimiz olduğu gibi dünya ve âhiret saadetimizinde yegane vesilesidir.

İslamın genel amacı Allahın yaratıp dünyada vazife verdiğiinsanların geçici olan dünya hayatında ve sonsuz olan ahiret hayatındamutlu olmalarını sağlamaktır. Asıl amaç budur fakat yüce yarataninsanlara başıboş hayvanlar gibi yaşayıp ölmelerini istememiş onlaradünyada görevlerini tevdi etmiş ve belirli bir sınır koymuştur.Bizlerden de ne olursa olsun bu sınırlar(hududullah) içinde yaşamamızıistemiştir.

Kabaca anlattığımız bu basit sınır Allahın emir ve yasaklarıylaoluşturulmuş ilahi bir huduttur. Bir kul bu sınır içinde yaşadığımüddetçe sıratı müstakimden asla kopmayacaktır. Allahu Tealaemirlerine riayet edenlere cennetle, etmeyenlere ise cehennemleyaptıklarının karşılığını verecektir.

Ana hatlarıyla temas ettiğimiz bu husus Allahın bizlerle emir vevaatlerinin ne kadar açık ve anlaşılabilir olduğunun göstergesidir.

İslam bazı insanların anladığı gibi sırf Allah ile kul arasında soyutbir din, ne de hükümlerini ağır zannedenlerin dediği gibi ibadet veyasaklardan ibaret değildir. İslam orta yolu en güzel biçimde temsileden Allah’ın dosdoğru nizamıdır.

Sadece ibadetlerle kurtuluşa erileceği hususunu aktarmıyor buhadis bize. İbadetlerin geçerli olması için iman olmazsa olmaz şarttır.İnsanın kurtuluşu için iman da tevhid, ibadette ihlas ve sosyalhayatta adalet gereklidir.

102

Page 103: Kırk Hadis

Burada yanlış anlaşılabilecek bir konuya da açıklık getirmekgerek. İslam sadece ibadetlerden oluşan bir dinin adı değildir. İslamdiinini sosyal, ekonomik yönleri de vardır. İslam bir bütün olarak ya-şandığı müddetçe Allah katında müslümanlığımızın değeri olur.Kuranı Kerimde şöyle buyrulur: “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıpbir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezasıdünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetliazaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafildeğildir.” (Bakara-85)

103

Page 104: Kırk Hadis

-39-

Yahya İbnu Ya’mur haber veriyor: “Basra’da kaderüzerine ilk söz eden kimse Ma’bed el-Cühenî idi. Benve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veyaumra vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda ko-nuşarak, Ashab’tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik.Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerinettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk,bizzat Mescid-i Nebevî’nin içinde Abdullah İbnu Ömer(ra)’la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüzsol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (ra)’asokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmînederek, konuşmaya başladım: “Ey Ebu Abdirrahmân,bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur’ân-ı Kerîm’i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çı-karmaya çalışıyorlar.” Onların durumlarını beyan sa-dedinde şunu da ilâve ettim: “Bunlar, “kader yoktur,herşey hâdistir ve Allah önceden bunları bilmez” id-diasındalar.” Abdullah (ra): “Onlarla tekrar karşılaşırsan,haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da bendenberîdirler.” Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle dete’kîd ederek şöyle tamamladı: “Allah’a kasem olsun,onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsinide hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allahonun hayrını kabul etmez.”

Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu’l-Hattâb(ra) bana şunu anlattı:

“Ben Hz. Peygamber (sav)’in yanında oturuyordum.Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adamyanımıza çıkageldi. üzerinde, yolculuğa delalet ederhiçbir belirti yoktu. üstelik içimizden kimse onu tanı-mıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (sav)’in önüneoturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarınınüstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Rasu-lullah (sav) açıkladı: “İslâm, Allah’tan başka ilâh ol-

104

Page 105: Kırk Hadis

madığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunaşehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazanorucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a hac-cetmendir.” Yabancı: “-Doğru söyledin” diye tasdîketti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesinehayret ettik.

Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgiver?”

Rasulullah(sav) açıkladı: “Allah’a, meleklerine, ki-tablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır.Kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna dainanmandır.” Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diyetasdik etti. Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkındabilgi ver?”

Rasulullah (sav) açıkladı: “İhsan Allah’ı sanki göz-lerinle görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir.Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”

Adam tekrar sordu: “Bana kıyamet(in ne zamankopacağı) hakkında bilgi ver?”

Rasulullah (sav) bu sefer: “Kıyamet hakkında ken-disinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!”karşılığını verdi.

Yabancı: “Öyleyse kıyametin alâmetinden haberver!” dedi. Rasulullah (sav) şu açıklamayı yaptı:

“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalınayak, üstü çıplak, fakir -Müslim’in rivayetinde fakirkelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalaryapmada yarıştıklarını görmendir.”

Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce birmüddet kaldım. -Bu ifade Müslim’deki rivayete uy-gundur. Diğer kitaplarda “Ben üç gece sonra Rasulullah(sav)’le karşılaştım” şeklindedir- Rasulullah (sav) EyÖmer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun?dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince şuaçıklamayı yaptı: “Bu Cebrail aleyhisselâmdı. Sizedininizi öğretmeye geldi.”

Müslim, İman; Nesâî, İman; Ebu Dâvud, Sünnet;Tirmizî, İman.

105

Page 106: Kırk Hadis

BU Hadisi şerif Cibril hadisi diye meşhur olmuştur. ÖncelikleCebrâil aleyhisselâm’ın farklı bir şekilde gelip Hz. Peygamber’e

sokulması ve sonra ismiyle hitâbetmesi, talebe gibi soru sorup,hoca gibi cevapları doğrulaması oradaki müslümanların dikkatleriniçekmek, öğrenimlerini kolaylaştırmak içindir. Nitekim gelen misafirorada bulunanların dikkatini çekmiştir.

Cebrail(as) hangi soruların Rasulullaha sorulacağı husussundada örnek olmak istemiştir. İslâm, iman, ihsân ve kıyameti sormasıda Hz. Peygamber’e yöneltilecek soruların temel meselelerle ilgiliolması gerektiğini göstermektedir. İslâm’ın beş şartının ve imanınaltı esasının tam olarak sayılması ve kadere imanın ayrıca vurgulanması,dindeki bütünlüğü ve en çok tartışma konusu olacak noktayı işâretanlamı taşımaktadır.

“İhsan”ın “Allah’ı görüyormuşcasına kulluk etmek” şeklinde tarifi“müslüman kişi”nin kalitesini pek veciz olarak ortaya koymaktadır.Allah tarafından görülmek, O’nu görüyormuş gibi davranmak içinyeterli sayılmıştır. Bu mü’minde sürekli bir kendi kendini denetim(otokontrol) şuuru geliştirecektir. Merkezinde ihsanın bulunduğubir iman ve İslâm anlayışı ve hayatı herhalde ideal hayattır. Aslındabu husus müslümanın hayatını düzene sokacak, dünyayı gül bahçesineçevirecek olan bir durumdur. Sürekli Allahın gözetiminde olduğunubilen hangi müslüman kötülük yapabilir.

“Kıyametin ne zaman kopacağı” merak konusudur. Rasulullahınbu soruya cevap vermeyip, şu cevabı vermesi bize onun insaniyönünü hatırlatmaktadır: “Kendisine soru yöneltilen (ben), bukonuda soru soran senden daha bilgili değilim.” Rasulullah (sav)Allahu Tealanın bildirdiğinden fazlasını asla bilemez.

Kıyametin ne zaman kopacağı kadar, alâmetlerinin de merakedilmesi doğaldır. Bu sebeple Cebrâil’in “bari alâmetlerini söyle”diye istekte bulunması; bu soruya Rasulullah’ın toplumun ahlâk veekonomik yapısındaki iki olumsuz gelişmeyi haber vermekle yetinmesiönemlidir. Câriyenin hanımefendisini (bir başka rivayete göre, efen-disini) doğurması ki, bunu “anaların kendilerine câriye muamelesinirevâ görecek âsî çocuklar doğurması” olarak anlaşılmıştır.

Kıyâmetin bir başka alâmeti de lüks ve refâhın, dünün fakirlerini

106

Page 107: Kırk Hadis

büyük ve lüks binalar yapmakta yarışa sokacak kadar artmasıdır.Dünyanın, bütün zenginliklerini insanlara sunmasıdır. Bunun anlamı,servet ve paranın yegâne değer ölçüsü hâline gelmesi, hizmetedeğil, tüketim ve gösterişe son derece düşkünlük gösterilmesi de-mektir.

“Size dininizi öğretmek için gelmişti” cümlesi, dinin öğrenilmesiiçin soru sorulmasının ve bunlara cevap aranmasının gerekliliğinide ortaya koymaktadır.

107

Page 108: Kırk Hadis

-40-

Hz. Ali (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) (bir gün): “Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı

zaman haliniz ne olur?” diye sormuştu. (Yanındakilerhayretle):

“Ey Allah’ın Resûlü, yani böyle bir hal mi gele-cek?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdu ve devametti:

“Emr-i bi’l-ma’rufta bulunmadığınız, nehy-i ani’l-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?” diyesordu. (Yanındakiler hayretle:)

“Yani bu olacak mı?” dediler. “Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve sormaya

devam ettiler: “Münkeri emredip, ma’rufu yasakladığınız zaman

haliniz ne olur?” (Yanında bulunanlar iyice hayretedüşerek):

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?”dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve devamettiler:

“Ma’rufu münker, münkeri de ma’ruf addettiğinizzaman haliniz ne olur?” (yanindeki Ashab:) “Ey Al-lah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.

“Evet, olacak!” buyurdular.”Rezin tahric etmiştir. Bu rivayet daha muhtasar

olarak Ebu Ya’lâ’nın Müsned’inde ve Taberâni’ninel-Mu’cemu’l-Evsat’ında tahric edilmiştir.

Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid

108

Page 109: Kırk Hadis

HOŞGÖRü; herşeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadarhoşgörme durumu. Hoşgörünün sağlıklı bir şekilde kullanı-

labilmesi için, ileri sürülen iddianın kaynağının, bu iddiaya sahipkişinin amacının ve kaynakla amaç arasındaki mantıksal sürecin aklîdelilleri olması gerekmektedir. Yanlış bir hoşgörü anlayışı, hemhoşgörü sahibi için, hem de hoşgörüye sığınan kişiler için felâketlerekapı aralayabilir. İslâm toplumlarında hoşgörünün ahlâkî bir temelivardır. Bununla birlikte, safdilliğe varan bir davranış biçimi de olma-masına özen gösterilir. Hoşgörü sahibi, sadece yanlışa göz yummaklayetinmemeli, doğru olanı göstermeli ve aynı yanlışın tekrarlanmamasıiçin gayret göstermelidir. Aksi halde göz yumma, giderek sabrıtaşıran noktalara ulaşabilir ve başlangıçtaki hoşgörü, daha sonrasıiçin sakıncalı bir birikim oluşturabilir.

Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Kim bir kötülük görürse, onueliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyledeğiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltmecihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”

İslam; küfrü, şirki, haramı, münkeri hoş görebilir mi? Münkeriyani kötülüğü iyi kabul edip hoş görmek bu hadisi şerifte zemmediliyor.İslam’ın küfre karşı hoşgörü dini olarak takdim edilmesi İslamakidesine ters düşer.

“Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ınoluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecekolurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.” (Bakara-193)İslam küfrü, şirki, tağutu, masiyeti, münkeri inkar edip, yanlızcaAllah’a teslimiyet esası üzerine, yanlızca O’nun adını, emrini, dininiyüçeltmek esası üzerine kuruludur. Hakkın ancak Allah’tan geldiğini,hakkın dışındada sapıklıktan başka bir şeyin olmadığını kabul üzerekuruludur.

“Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıldöndürülüyorsunuz?” (Yunus 32) Hak ile batılın, iman ile küfrün,adalet ile zulmün orta yolu yoktur. Hoşgörü sosyal ilişkilerle sınırlıdır.Rasül-i Ekrem Efendimiz, olgunluğun yüce doruğunda bulunduğuiçin şahsına karşı yapılan kabalıkları tebessümle karşılamış, yaratılanıYaratan’dan ötürü hoş görmüştür. Müslümanların da karınca kararınca,

109

Page 110: Kırk Hadis

O’nun yolunda olması, O’na benzemeye çalışması, canlarını sıkanbazı davranışları hoş görmeye gayret etmesi, O’na bağlılıklarınıngereğidir.

“Muhammed, Allah’ın rasulüdür. Onunla beraber olanlar kafirlerekarşı şiddetli, birbirlerine karşı ise merhametlidirler.” (Feth: 29)

Ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesini sadece bilenleryapar. Şu kadar var ki, emredilecek ma’ruf, herkesin bildiği dinifarzlar ve nehyedilecek münker de bütün müslümanlarca bilinenyasaklar cinsinden ise, bu konuda bütün müslümanlar müşterektir.

Kötülüklere mâni olup münkeri değiştirirken, elinde güç vekuvvet bulunduran câhillere, şerrinden korkulan zâlimlere karşı sonderece yumuşak davranılmalıdır. Şüphesiz ki müslümanların ıslahı,eğitimi, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışmaları çokmühim ve hassas bir çalışmadır.

110