1220
EL-KEŞŞÂF Keşşâf Tefsiri ZEMAHŞERÎ 3. Cilt

Keaf Tefsiri Cilt 03 8ekitap.yek.gov.tr/Uploads/ProductsFiles/0efc6b76... · TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 70 Dinî İlimler Serisi

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • EL-KEŞŞÂF

    Keşşâf Tefsiri

    ZEMAHŞERÎ

    3. Cilt

  • Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur.Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızıntümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.

    T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu BaşkanlığıSüleymaniye Mh. Kanuni Medresesi Sk. No: 5 34116 Fatih / İstanbulTel.: +90 (212) 511 36 37Faks: +90 (212) 511 37 [email protected]

    KÜTÜPHANE BİLGİ KARTILibrary of Congress A CIP Catalog RecordZemahşerîel-Keşşâf, Keşşâf Tefsiri

    1. Kur’ân-ı Kerîm, 2. Tefsir, 3. Keşşâf, 4. Zemahşerî, 5. Tîbî ISBN: 978-975-17-3840-0 (Takım) 978-975-17-3916-2 (3. Cilt)

    TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 70

    Dinî İlimler Serisi : 7

    Kitabın Adı : EL-KEŞŞÂF ‘AN HAKĀ’İKI ĞAVÂMİDI’T-TENZÎL VE ‘UYÛNİ’L-EKĀVÎL FÎ VUCÛHİ’T-TE’VÎL Keşşâf Tefsiri 3. Cilt; (6 Cilt)

    Müellifi : Ebu’l-Kāsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hārizmî ez-Zemahşerî (ö.538/1144)

    Özgün Dili : Arapça

    Çeviri : Doç. Dr. Muhammed Coşkun [Tevbe, Yûsuf, İbrâhim, Hicr, İsrâ] Prof. Dr. Adil Bebek [Yûnus, Hûd, Nahl 37-128] Prof. Dr. Abdulaziz Hatip [Ra‘d] Prof. Dr. Murat Sülün [Nahl 1-36]

    Editör : Prof. Dr. Murat Sülün Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı (Tefsir), Öğretim Üyesi

    Yayın Hazırlık : Yazma Eser Uzm. Yrd. Murat Ünlüer

    Yapım : Yüksel Yücel

    Baskı : Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Cihangir Mh. Güvercin Cd. No:3/1 Baha İş Mrk. A Blok Kat: 2 34310 Avcılar / İstanbul Tel.: 0212 412 17 00 Sertifika No: 12026

    Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2017

    Baskı Miktarı : 1. Baskı, 2000 adet

  • EL-KEŞŞÂF‘AN HAKĀ’İKI ĞAVÂMİDI’T-TENZÎL

    VE ‘UYÛNİ’L-EKĀVÎL FÎ VUCÛHİ’T-TE’VÎL

    KEŞŞÂF TEFSİRİ(METİN - ÇEVİRİ)

    3. CİLT

    ZEMAHŞERÎ(ö. 1144)

    ÇeviriMuhammed Coşkun - Adil Bebek Abdulaziz Hatip - Murat Sülün

    EditörMurat Sülün

  • İÇİNDEKİLER

    TEVBE SÛRESİ 8

    YÛNUS SÛRESİ 226

    HÛD SÛRESİ 356

    YÛSUF SÛRESİ 518

    RA‘D SÛRESİ 716

    İBRÂHİM SÛRESİ 782

    HİCR SÛRESİ 868

    NAHL SÛRESİ 930

    İSRÂ SÛRESİ 1060

    DİZİN 1207

  • EL-KEŞŞÂF‘AN HAKĀ’İKI ĞAVÂMİDI’T-TENZÎL

    VE ‘UYÛNİ’L-EKĀVÎL FÎ VUCÛHİ’T-TE’VÎL

    EZ-ZEMAHŞERÎ

    EBU’L-KĀSIM CÂRULLAH MAHMÛD BİN ÖMER BİN MUHAMMED EL-HĀRİZMÎ

    Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun.

  • אف כ ا

    و ه ا אو و ن ا ا ا و א

    ي ا

    ارز د ا אر ا א أ ا

    ر ا

  • TEVBE SÛRESİ

    Medine’de nâzil olmuştur, 129 ayettir.

    [1] Birçok ismi vardır: Berâ’e, Tevbe, el-Mukaşkışa (süpürüp atan), el-Mu-ba‘sira (saçıp döken), el-Muşerride (def eden), el-Muhziye (perişan eden), el-Fâdı-ha (rezil eden), el-Musîra (ortaya çıkaran, deşen), el-Hâfira (kazan), el-Münekkile (ibretlik eden), el-Müdemdime (başlarına yıkan), Sûretü’l-‘Azâb (azap sûresi) isim-leri bunlardan bazılarıdır. Zira bu sûrede müminlere yönelik tövbe söz konusu-dur. Sûre nifakı süpürüp atmakta, yani nifaktan berî olunduğunu ifade etmekte, münafıkların sırlarını saçıp dökmekte, onların derin sırlarını kazıp açığa çıkart-makta, onları rezil-rüsva ve ibretlik etmekte, onları ürkütmekte, uzaklaştırıp def etmekte ve başlarına azap indirmektedir. Huzeyfe b. el-Yemân (r.a.) [v. 36/656] şöyle demiştir: “Siz bu sûreyi ‘ Tevbe sûresi’ olarak isimlendiriyorsunuz, ama as-lında o azap sûresidir; vallahi, tenkit etmedik kimse bırakmamıştır!”

    [2] ŞayetŞayet “Diğer sûreler gibi buna da besmele ile başlansa olmaz mıydı?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Bunu İbn Abbâs, Hazret-i Osman’a (r.a.) sormuş o da şöyle demiş: “Peygamber (s.a.), kendisine bir sûre veya ayet inzâl edildiği zaman, ‘Bunu falan mevzunun zikredildiği yere koyun.’ derdi. Vefat ettiği zaman bu sûreyi nereye koyacağımızı beyan etmemişti. Sûrenin anlattıkları da Enfâl sûresinde anlatılanlara benziyordu. Bu sebeple iki sûreyi bir arada yazdım. Bunların ikisi el-karîneteyn diye isimlendirilirlerdi.” [ Tirmizî, “Tefsir”, 10] Übeyy b. Kâ‘b’ın [v. 33/654] ise, “Onların böyle düşünmelerinin sebebi Enfâl sûresinde ahitlerden, Tevbe sûresinde ise ahitlerin bozulmasından söz edilmiş olmasıdır.” dediği nakledilmiştir. Bu husus Süfyân b. Uyeyne’ye [v. 196/811] sorulmuş; “Allah’ın ismi barış ve emandır anlaşma feshedilip, savaş ilan edilirken yazılmaz. Allah Teâlâ “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman, iyice araştırın da size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin!’ demeyin” [Nisâ 4/94] buyurmuştur” demiştir. Bunun üzerine kendisine “Peygamber (s.a.) kendileri ile savaş durumunda olduğu kimselere mektup yazdığında bismillâhirrahmânirrahîm ifadesine yer vermiştir.” denince şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.)’in bu yazısı, onlara ilk kez davet yapıldığı zaman idi. Bu yüzden onlara savaş ilanı yapmamıştır; herhangi bir anlaşmayı feshetmiş değildi.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • رة ا

    א ون و א و א وآ

    ]١ [ ، ا دة، ا ة، ا ، ا ، ا اءة، אء ؛ أ ة א

    א ا ن اب؛ رة ا ، ، ا ّכ ة، ا א ة، ا ، ا א ا

    א ار ا ، و أ ئ אق، أي ، و ا ا

    م . د و و כ و א و و א و א و

    כ א اب. وا رة ا א ، وإ رة ا א כ و Ġ: إ

    א . ا إ ً أ

    כ ] ٢[ ل ذ ر؟ : א ا א رت ا כ : ن

    ل ا Ṡ כאن إذا אل : إن ر א ّ אن ر ا אس ا

    ل ا ا، و ر ا وכ כ כ ي א ا ا אل : ا رة أو ا ا

    א א، وכא כ א، א א، وכא א أ Ṡ و

    د אل ذכ ا ن ا כ ا ذ א אن ا . و أ כ : إ

    אن م وأ ّ אل : ا ا د . و ا ر ا اءة ا و

    َ ْ َ َم َ ُ ا ُכ ْ َ َ ِإ ْ ْ أ َِ ا ُ ُ َ َ א : { َو אل ا ؛ אر כ ا وا

    ا ا ب : ا أ إ כ Ṡ ا ن : .[٩٤ אء : [ ا ًא} ِ ْ ُ. اء و إ כ ا א ذ אل : إ ا .

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 10 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    Dikkat edersen, Peygamber (s.a.) bu mektubunda “ Selâm (esenlik ve barış) doğru yola gelenler üzerinedir!” diye yazmıştır. Allah’a çağrılıp da icabet eden, cizye vermeye çağrılıp icabet eden kimse doğru yola gelmiş demektir.” [ Müslim, “Cihâd”, 74] Antlaşmanın feshi (nebz) ise son ihtar ve lânettir. Savaşılması söz konusu olan düşmana (ehl-i harb) selam verilmez; lâ tefrak (korkma), lâ tehaf (korkma), meters (emân)1, lâ be’se (sorun yok) gibi eman ifadeleri kullanılmaz.

    [3] Enfâl ve Tevbe sûrelerinin tek bir sûre olduğu da söylenmiştir, her ikisi de savaşla ilgili olarak indirilmiş olup yedi uzun sûrenin (seb-‘i tuvel) yedincisi sayılırlar. Bundan sonraki sûreler ise yaklaşık 100 ayetlik (mi’ûn) sûreleridir. Bu görüş oldukça açık ve güçlüdür; çünkü bu iki sûre birlikte değerlendirildiği zaman iki yüz altı ayet ederler; böylece bir uzun sûre ebadında olurlar. Sahâbe bu konuda ihtilâfa düşmüş; bazıları "Enfâl ve Berâ’e sûreleri tek bir sûredir." derken diğer bazıları “Bunlar iki ayrı sûredir.” demişlerdir. İki ayrı sûre olduk-ları görüşüne istinaden birbirinden ayrı yazılmışlar; ikisinin tek bir sûre olduğu görüşüne istinaden de aralarına besmele yazılmamıştır.

    1. Antlaşma yaptığınız Müşriklere Allah ve Resûlünden son ihtar:

    2. Yeryüzünde dört ay (daha) serbestçe dolaşın. Ama bilin ki, Allah’ı âciz bırakamazsınız. Allah, inkârcı nankörleri kesinlikle rezil-rüsva edecektir!

    [4] [i] Berâ’etün (son ihtar) ifadesi hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir, hâzihî berâetün (Bu son ihtardır.) şeklinde. Mina’llāhi (Allah’tan) ifadesinde-ki Min, başlangıç ifade eder ve sıla beri’tü mine’d-deyni (Borçtan kurtuldum.) ifadesinde olduğu gibi [mevsūl] değildir; hazfedilmiş bir ifadeye taalluk eder. Anlam, “Bu, Allah ve Resûlünden antlaşma yaptığınız Müşriklere ulaşan son ihtardır.” şeklindedir. Tıpkı “Bu falancadan filancaya yazılmış bir mektup-tur.” ifadesi gibi. [ii] Berâ’etün ifadesinin, sıfatı ile hususileştirilmiş olduğu içinmübteda olması, haberinin de “anlaşma yaptığınız Müşriklere” ifadesi olması da mümkündür. Bu durumda ifade tıpkı, racülün min benî temîm fi’d-dâr (Te-mim oğullarından bir adam, evdedir.) ifadesi gibi olur [Yani “Allah ve Resûlün-den gelen son ihtar, antlaşma yaptığınız Müşrikleredir.” mealinde]. [iii] Mansup olarak berâ’eten şeklinde de okunmuştur ki bu durumda anlam “Son ihtarı dinleyin.” şeklindedir. Necranlılar mina’llāhi ifadesini Nun’un kesresi ile mini’llâhi şeklin-de okumuşlardır. Lâm-ı tarif olduğunda daha uygunu, -sık kullanıldığından- [harekelerin en hafifi] fetha ile olandır [mina’llāhi].

    1 Meters kelimesi Farsçadır. / çev.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف11 כ ا

    אب ود ى د إ ا و م ا ا ل : اه أ

    ب اءة وا وأ ا א ا א ا ى. وأ אب ا ا إ ا

    אن כ . ا أ س . س و ْ َ َ ق و و َ אل : و

    ان ] ٣[ אل ا א א כ ة، وا رة وا אل ا رة و :

    אن א א ً א א ل ا ن. و א ا א ل و و َ א ا ا

    אل : Ṡ ل ا אب ر ل . و ا أ ى ا א إ و

    ل א כ אن ر א אل : ة . و رة وا اءة אل و ا

    ة . رة وا א אل : ل כ ا ا ا אن؛ و ر א אل :

    ﴾ َ ِכ ِ ْ ُ ْ َ ا ِ ْ ُ ْ َ א َ َ ِ َ ا ِ ِإ ِ ُ ِ َوَر َ ا ِ اَءٌة َ َ ﴿-١

    َ ِ َوَأن ا ي ا ِ ِ ْ ُ ُ ْ َ ْ ُכ ا َأ ُ َ ْ ٍ َوا ُ ْ َ َأ َ َ ْرِض َأْر َ ِ ا ا ُ ِ َ ﴿-٢﴾ َ ِ ِ َכא ْ ي ا ِ ْ ُ

    ]٤ [ ، א ا اء { ْ ِ و{ اءة ه أي وف، أ { اَءةٌ َ َ }

    اءة وا ه : . وا כ: ا א ، כ وف و

    ز ن. و ن إ אب אل: כ א }. כ ْ ُ ْ َ א َ َِ َ ا ا ور {ِإ

    ل: א }. כ ْ ُ ْ َ א َ َِ َ ا א، وا {ِإ א أ { اَءةٌ َ َ ن { כ أن

    أ أ اءة. و ا : ا ، א اءة» ئ « ار. و ر ا

    . כ م ا ن. وا ا כ ا « ِ ا ِ ان «

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 12 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [5] Anlam, “Allah ve Resûlü Müşriklerle yapmış olduğunuz antlaşmadan berîdir, o antlaşma feshedilmiştir” şeklindedir. ŞayetŞayet “Neden berî olma duru-mu Allah ve Resûlüne isnat edilmiştir, oysa antlaşmayı yapan Müslümanlar-dır?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Öncelikle, Müşriklerle antlaşma yapma iznini Allah vermiştir. Sonra Müslümanlar Peygamber (s.a.) ile ittifak içinde hareket etmiş ve Müşriklerle antlaşma yapmışlar, fakat Müşrikler antlaşmayı bozunca Allah Teâlâ antlaşmanın feshedildiğinin onlara bildirilmesini zorunlu kılmış; böyle-ce Müslümanlara bu husus yeniden ifade edilmiş ve “Biliniz ki Allah ve Resûlü, Müşriklerle yapmış olduğunuz antlaşmadan berîdir!” denilmiştir.

    [6] Rivayete göre Müslümanlar hem Mekke Müşrikleri ile hem de diğer Müşriklerle antlaşma yapmışlar fakat Damre oğulları ve Kinâne oğulları hari-cinde diğerleri antlaşmaya ihanet etmiştir. Antlaşmanın feshi de sadece ihanet edenlere yönelik olarak ilan edilmiş ve onlara bölgede dört ay boyunca diledik-leri yere güvenli bir şekilde gidebilecekleri, bu dönemde herhangi bir saldırıya uğramayacakları bildirilmiştir ki bunlar, “ Haram aylar sona erince” [ Tevbe 9/5] ayetinden de anlaşılacağı üzere, haram aylardır Bu haram ayların öldürme ve savaş gibi fiillerden muhafaza edilmesi içindir.

    [7] Bu ayetin inzâli hicretin dokuzuncu senesinde, Mekke’nin fethi ise sekizinci senesinde olmuştur. O sırada Mekke’de Attâb b. Esîd [v. 13/634] vali bulunuyordu. Peygamber (s.a.) Hazret-i Ebû Bekr (r.a.)’ı dokuzuncu yılın hac mevsimi için emir olarak görevlendirmişti. Onun ardından Hazret-i Ali (r.a.)’ı kendi devesi olan Adbâ’ya bindirerek Mekke’ye göndermiş ve hacılara bu sûre-yi okumasını istemiştir. Kendisine, “Sûreyi Ebû Bekr’e göndersen [de o okusa olmaz mı]?” diye sorulmuş; “Benim nihaî ihtarımı ancak benim soyumdan biri bildirebilir!” buyurmuştur. Ali (r.a.) yaklaştığında Ebû Bekr (r.a.) onun devesi-nin sesini işiterek “Bu, Peygamber (s.a.)’in devesinin sesidir.” demiş; geldiğinde ise kendisine, “Amir olarak mı geldin yoksa memur olarak mı?” diye sormuş; o da “Memur olarak geldim.” demiştir.

    [8] Rivayete göre Hazret-i Ebû Bekr yolun bir kısmını alınca Cebrâil gel-miş ve “Ey Muhammed! Senin mesajını sakın senden başka biri tebliğ etme-sin; Ali’yi gönder.” demiş. Hazret-i Ebû Bekr de yoldan geri dönmüş ve “Ya Resûlallah! Semâdan bir şey mi inzâl edildi?” diye sormuş. O da “Evet, hac kafilesinin başında sen yoluna devam et; ayetleri Ali duyuracak.” buyurmuştur.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف13 כ ا

    ، وأ ] ٥[ כ א ا ي א ا ا : أن ا ور وا

    : ؟ א ة א א ور وا اءة : ا ن . ذ إ

    ، و א ل ا Ṡ و ن ر א ا ً כ أّو ة ا א أذن ا

    כ د ذ ّ א ن ، ا א ا إ ا ا أو ا א

    . כ א ا א א ا أّن ا ور : ا

    ا إ ] ٦[ כ ب، כ و ا כ أ وا ا א وروي أ

    ا وا أن ، وأ אכ ، ا إ ا א ة و כ א و ً א

    َذا ِ َ م { ، و ا ا ض אؤا رض أر أ آ أ ا

    א. אل م ا وا א ا ا כ ُم}. وذ ُ ُ ُ ا ُ ْ َ ْ َ ا َ َ ْ ا

    א ] ٧[ ا وכאن אن. כ و ة، ا א و وכאن

    ، כ ر ا א ل ا Ṡ أ ّ ر ، אب أ

    : . א أ ا أ אء א ر ا راכ ا أ

    ّ א א د ، دي إ ر אل: ؟ כ ر ا א إ أ

    אل: أ أو א .Ṡ ل ا א ر אء ا ر אل: . و אء، כ ا أ

    ر. אل: ر؟

    م ] ٨[ ا ا כאن א כ א أ أن وروي

    א، ر כ، ر إ כ א ر ّ ، א אل:

    ء أ ، ا ل ر א אل: Ṡ ا ل ر إ א ا ر כ أ

    ي. א אدي ّ و ، ا وأ ، אل: אء؟ ا ل

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 14 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    Terviye gününden bir gün önce Hazret-i Ebû Bekr kalkıp insanlara konuş-ma yapmış ve hac menâsikinden söz etmiş; Ali (r.a.) da bayram günü Akabe cemresinin yanında kalkıp “Ey İnsanlar! Ben Peygamber (s.a.)’in size gönder-diği elçisiyim.” demiş. İnsanlar “Peygamber (s.a.) seni ne ile gönderdi?” diye sorunca onlara sûrenin otuz / kırk ayetini -Mücâhid’den [v. 103/721] nakledil-diğine göre ise on üç ayetini- okumuştur. Sonra “Bana dört şey emredildi: Bu yıldan sonra hiçbir Müşrik Allah’ın ‘ev’ine yaklaşmayacak. Kâbe çıplak olarak tavaf edilmeyecek. Cennete sadece iman edenler girecek. Antlaşma yapılanlar hakkında anlaşma maddelerine sonuna kadar riayet edilecek.” demiş. Bunun üzerine, “Ey Ali! Amcaoğluna bildir. Biz yapmış olduğumuz antlaşmayı fesh ettik. Artık bizimle onun arasında hiçbir antlaşma yoktur, sadece mızrak ve kılıç darbesi vardır!” demişlerdir. Söylendiğine göre Peygamber (s.a.) adına sadece kendi soyundan bir kimsenin bu uyarıyı duyurmasının emredilmesinin sebebi, Arapların antlaşmaları feshederken bu işi daima kabile adına o kabile-den birinin üstlenmesi şeklinde bir âdetlerinin olmasıdır. Bu işi Hazret-i Ebû Bekr üstlenecek olsaydı o zaman, “Bu, bizim antlaşmayı feshetme âdetimize aykırı bir davranıştır.” diyebilirlerdi. Dolayısıyla, bu görevi Ali (r.a.)’ın üstlen-mesiyle bu mazeretleri de ortadan kaldırılmış oldu.

    [9] ŞayetŞayet “Bu dört ay hangileridir?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: İbn Şihâb ez-Zührî’den [v. 124/742] nakledildiğine göre Berâ’e sûresi Şevvâl ayında in-zâl edilmiştir; söz konusu dört ay da Şevval, Zilka‘de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Bunların Zilhicce’nin yirmi günü, Muharrem, Safer, Rebiülevvel ve Rebiülahir’in on günü olduğu da söylenmiştir. Bunlar ‘haram ay’ kabul edil-miştir; çünkü bu aylarda onlara eman / güvence verilmiş, öldürülmeleri ve kendileri ile savaşılmaları haram kılınmıştır. Ya da “haram aylar” ifadesi tağlib gereği zikredilmiştir. Zira mezkûr aylar içerisinde Zilhicce ve Muharrem [Arap-ların öteden beri haram kabul ettiği] aylardandır [Safer ve Rebiülevvel ise tağlib gereği haram aylardan sayılmıştır]. Bu dört ayın Zilka‘de’nin onundan başlayıp Rebiülev-vel’in onuna kadar devam ettiği de söylenmiştir; çünkü Arapların uyguladıkları “haram ayların yerlerini değiştirme (nesî’)” âdeti gereği, o sene hac mevsimi bu döneme denk gelmişti. Bir sonraki sene ise Zilhicce’ye geldi.

    [10] ŞayetŞayet “ Allah Teâlâ haram ayları savaştan koruduğu halde, âlimlerin çoğunluğunun bu aylarda Müşriklerle savaşmayı câiz görmelerinin sebebi ne-dir?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Haram ayların korunmasının gerekliliğine dair emir daha sonra neshedilmiş ve bu aylarda Müşriklerle savaşmak mubah kılınmıştır, demekteler.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف15 כ ا

    אم ، و כ א כ ر ا و و أ א כאن ا

    ل ا ل ر אس، إ ر א ا א أ אل: ة ا م ا ر ا

    א ر ا . و أ أو أر آ אذا؟ ا: א . כ إ

    ٌك، و אم ا ا ب ا : «أن ر ت אل: أ ، ة آ

    ، وأن إ כ ذي אن، و ا إ כ א ف

    א، وأ ر א ا وراء א כ أ ، أ ا א כ ا ذ א ه».

    א أ أن : إ ف! و א ب אح و א א و إ

    כ ا ر א أن ذ د א אد ب ّن ا ؛ إ ر

    א ف א ف ا ا אز أن כ ر ا ه أ א،

    . א ر ا כ ز ذ د، ا

    اءة ] ٩[ ي ر ا أّن : ا ؟ א ر : ا ا ن

    م. و ّ ، وا ة، وذو ا ال، وذو ا ّ : ال، أر أ

    ّول، و ، و ر ا م، و ّ ، وا ون ذي ا

    ، ؛ أو ا א م و ّ א و ا א، أُو ً ُ . وכא ر ا

    ول، ة إ ر ا : ذي ا א. و م ّ ّن ذا ا وا

    אر ، ي כאن ء ا כ ا כ ا כאن ذ ّن ا

    . א ذي ا ا ا

    כ ] ١٠[ ا א از אء ا أכ אق إ و א ن

    א ب ا ا و א : כ؟ א ذ א ا א م و ا ا

    א. כ אل ا وأ

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 16 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [11] “Allah’ı âciz bırakamazsınız” O’ndan kaçamazsınız. Size mühlet ver-miş olsa da neticede sizi perişan eder. Yani dünyada öldürülmek sûretiyle, âhi-rette de azaba uğratarak zillete düşürür.

    3. Büyük hac günü insanlara “Allah ve Resûlünün artık Müşrikler-den berî olduğuna dair” Allah ve Resûlünden bir bildiri: İmdi; eğer dönüş yaparsanız, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz. Can yakıcı bir azapla müjdele nankörce inkâr edenleri!

    اَءةٌ ,bir bildiri) ifadesi) َوأََذاٌن [12] َ [ Tevbe 9/1] ifadesinin merfû‘ olması gibi merfû‘dur. Ondaki iki ihtimal bunda da geçerlidir. Yine bu cümle kendisi gibi bir cümleye ma‘tūftur. Zeydün kā’imun ve ‘Amrun kā‘idün ( Zeyd ayaktadır ve Amr oturmaktadır.) cümlesinde Amr’ın Zeyd’e ma‘tūf olduğu söylenemeyeceği gibi, bu cümlenin berâ’etün ifadesine ma‘tūf olduğunu söylemenin de haklı bir izahı yoktur. Tıpkı emân ve ’atā kelimeri, îmân ve i‘tā anlamlarında olduğu gibi ezân da îzân yani bildirmek anlamındadır.

    [13] ŞayetŞayet “İlk cümle ile ikinci cümlenin anlamı arasında ne fark vardır?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: İlkinde [Allah ve Resûlünün Müşriklerden] berî oldukları ke-sinleştirilmekte ikincide ise sabit olan bu durumun bildirilmesi gerektiği haber verilmektedir.

    [14] ŞayetŞayet “Neden [Allah ve Resûlünün üşriklerden] berî olduklarına dair nihaî ihtar kendileri ile antlaşma yapılan Müşriklerle ilişkilendirilmiş de bildiri “in-sanlar” ile ilişkilendirilmiştir?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Çünkü nihaî ihtar (berâ’e), kendileri ile antlaşma yapılmış olan kimselere, onlar içerisinde antlaşmayı boz-muş olanlara mahsus bir durumdur. Bildiri (ezân) ise antlaşma yapılsın yapıl-masın, antlaşmayı bozsun bozmasın bütün insanlar için geçerlidir.

    [15] “Büyük hac” günü, arefe günüdür. Kurban bayramının ilk günü oldu-ğu da söylenmiştir, çünkü hac ibadeti, bu ibadetin tavaf, kurban kesme, tıraş olma, taş atma gibi çoğu fiili o gün tamamlanmaktadır. Nakledildiğine göre adamın biri Ali (r.a.)’ın devesinin yularını tutmuş ve ona, “Büyük hac günü nedir?” diye sormuş; o da, “Bu gündür. Rahat bırak hayvanımı!” demiş. İbn Ömer’den nakledildiğine göre Peygamber (s.a.) veda haccı esnasında kurban bayramının ilk günü cemerâtta durmuş ve “Bugün büyük hac günüdür.” buyur-muştur [ İbn Mâce, “Menâsık”, 66].

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف17 כ ا

    כ ] ١١[ ، أي כ ، و כ } وإن أ ِ ي ا ِ ِ ْ ُ ُ ْ َ }

    اب. א ة ، و ا א א ا

    َ ِ يٌء ِ َ َ ا َأن ِ َ ْכ َ ا ِّ َ ْ ا َم ْ َ אِس ا َ ِإ ِ ِ ُ َوَر ِ ا َ ِ ٣-﴿َوَأَذاٌن ي ِ ِ ْ ُ ُ ْ َ ْ ُכ ا َأ ُ َ ْ א َ ْ ُ ْ َ َ ْ َوِإْن ُכ َ ٌ ْ َ َ ُ َ ْ ُ ْ ُ ْن ِ َ ُ ُ ُ َ َوَر ِכ ِ ْ ُ ْ ا

    ﴾ ٍ ِ اٍب َأ َ َ ِ وا ُ َ َ َכ ِ ِ ا ِّ َ ِ َو ا

    ، ا ] ١٢[ } ا اَءةٌ َ َ אع { א כאر {َوأََذاٌن} ار

    ف و אل: א اَءةٌ}، כ َ َ ف { אل: إ ل א، و و

    م، ان و ا ذان: ا . وا א و ، و א כ: ز ، ز

    אء. אن وا אء ا אن وا א أّن ا כ

    אر ] ١٣[ إ כ : ؟ א وا و ا ا ق أي : ن

    . א م ب ا אر ه إ اءة، و ت ا

    ذان ] ١٤[ ا و כ ا وا א اءة ا : ن

    אم ذان ا א ّ وأ ، אכ وا א א اءة ا ّن : אس؟ א

    . כ א و כ ا ، و א א و אس ا

    ا ] ١٥[ אم ّن ؛ ا م : و . م { ِ َ َْכ ا ِ ّ َ ْ ا َم ْ َ }

    : أن . و ر ا ، وا ، وا اف. وا ، ا א و أ

    . و ا؛ دا כ אل ؟ כ א ا ا אل: אم دا ً أ ر

    ات م ا ا ل ا Ṡ و א: أّن ر ا ر ا

    . כ م ا ا ا אل: داع ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 18 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [16] Haccın “büyük” olarak nitelendirilmesinin sebebi, umrenin “küçük hac” olarak isimlendirilmesidir. Ya da Arafat’ta yapılan vakfe büyük hacdır, çünkü vakfe hac görevlerinin en büyüğüdür. Zira vakfe yapılmadığı zaman hac yapılmamış olmaktadır. Yine, bu gün ile kurban bayramının ilk günü kastediliyorsa, bunun sebebi, o gün yapılan fiillerin hac görevlerinin çoğunu teşkil etmesidir. Bu yüzden o gün, ‘büyük hac’ olmaktadır. Hasan-ı Basrî’den nakledildiğine göre ise “büyük hac” günü olarak isimlendirilmesinin sebebi, o gün Müslümanlarla Müşriklerin bir araya gelmeleri ve o günün Ehl-i Kitab’ın bayramlarına denk düşmesidir. O tarihten önce veya sonra bunlar hiç aynı güne denk düşmemiştir. Bu yüzden o güne, mümin kâfir herkes tazim etmiştir.

    [17] Ezân kelimesinin geçişliliğini sağlayan Bâ’nın Enne’den [normalde ن ا يء iken] hazfedilmesi, hafiflik sağlamak içindir. İfade inna’llāh şeklinde kesre ile de okunmuştur; çünkü ezân kelimesi kavl (söz) anlamındadır.

    [18] ُ ُ ُ ’ve Resûlü] kelimesi, ya berî] َوَرün (berîdir) ifadesinde niyet edi-

    len mânaya ya da -kesreli- İnne ve isminin mahalline ma‘tūftur. أن’nin ismi-ne ma‘tūf olarak ya da Vav’ın ma‘a (birlikte) anlamında olması düşüncesiyle [ ُ َ ُ -şeklinde] mansup da okunmuştur. Bu durumda mâna, “O’nunla birlik َوَرte Resûlü de onlardan berîdir.” şeklinde olur. İfade, kendisine en yakın ifa-de [ כ ,mecrur olduğu için mecrur da okunmuştur. Mecrur okunuşun [اle-‘amruke (“Senin hayatın üzerine yemin ederim ki!” [Hicr 15/72]) gibi [“Resûlü üzerine yeminle Allah onlardan berîdir.” anlamında] kasem olması sebebiyle olduğu da söylenmiştir. Anlatıldığına göre bir bedevi, adamın birinin kelimeyi [“Allah, müşriklerden ve Resûlünden…” anlamına gelecek şekilde] mecrur okuduğunu işitince “Allah, Resûlünden berî ise ben de berîyim!” demiş. Adam, bedevinin yaka-sına yapışıp Ömer (r.a.)’ın huzuruna götürmüş. Bedevi o kişinin okuyuşunu Hazret-i Ömer’e anlatınca, Hazret-i Ömer adama Arap dilini iyi öğrenmesini emretmiş.

    [19] İnkârdan ve haince davranmaktan “dönüş yaparsanız1, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirir” de tövbe etmeye yanaşmazsanız ya da İs-lâm’dan ve antlaşmaya sadakatten yüz çevirmeye devam eder iseniz o zaman bilin ki Allah’ı geçemez, O’nun yakalamasından ve azabından kurtulamaz-sınız.

    1 “ Tevbe ederseniz” şeklinde de ifade edilebilir; Müslüman, işlediği hataya / günaha tevbe eder; ancak Türkçede, insan hayatındaki ‘ din değiştirme’ gibi çok köklü değişiklikler için dönüş yapma tabiri kulla-nılmaktadır. / ed.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف19 כ ا

    أو ] ١٦[ ، ا ا ة ا ّن ، כ א ا وو

    . ا אت אت إذا ؛ א وا ، כ ا ا ف ا

    . כ אل ا ا ا א أ ن ، م ا כ إن أر وכ

    כ אع ا وا כ م ا ا : و ا ر ا

    ه، و כ ذ و אب، כ ا أ אد ا و

    . כ وכא

    ّن ] ١٧[ ، כ א « ئ «إّن ا א. و ً ذان אء ا ا ا

    ل. ذان ا ا

    إن ] ١٨[ أو يٌء}، ِ َ } ي ا { ُ ُ ُ {َوَر

    ، او ّن ا א ا إن؛ أو ً ، א ئ א. و رة وا כ ا

    ك. : כ ، ا : و ار. ا ّ א و ؛ يء أي

    א ر ًא ا כאن إن אل: א ؤ ً ر ًא ا أ أن כ و

    א أ ر ا ، اء ا כ ا ، يٌء! ا إ

    . ا

    ، أو ] ١٩[ } ا ْ ُ ْ َ َ ْ َوِإن َُכ ٌ ْ َ َ ُ َ ر { כ وا } ا ْ ُ ْ ُ ِن َ }

    א א ا כ ا أ א אء م وا اض ا ا وا

    . א ه و א أ و

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 20 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    4. Yalnız, antlaşma yaptığınız Müşriklerden size karşı antlaşmayı boz-mayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyenler müstesna. Bunların antlaşmalarını sonuna kadar tamamlayın. Allah elbette müttakîleri sever.

    [20] ŞayetŞayet “Yalnız antlaşma yaptığınız Müşriklerden’ ifadesi ‘ne’den istis-nadır?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Uygun olan, bu ifadenin “yeryüzünden dolaşın” ifadesinden istisna olmasıdır. Zira ayette Müslümanlara hitap edilmekte olup mâna şu şekildedir: “Bu, Allah ve Resûlünden antlaşma yaptığınız Müşriklere son ihtardır; onlara ‘Yeryüzünden dolaşın.’ deyin ama onlardan antlaşma yap-tıklarınız ve sonra bu antlaşmayı bozmamış olanlarla antlaşma sonuna kadar antlaşmaya riayet edin.” Buradaki istisna, önceki ifadeye ilave bir hususun zik-redilmesi (istidrâk) şeklindedir; adeta, önce antlaşmayı bozanlarla ilgili emir verilmiş, daha sonra, “Ama antlaşmayı bozmayanlara karşı antlaşmayı devam ettirin, onlara diğerleri ile aynı muameleyi yapmayın, yaşla kuruyu karıştırma-yın.” buyrulmuştur. “Allah elbette müttakîleri sever.” Yani takva, bu iki grubu bir tutmamakla ortaya çıkar, bu konuda Allah’tan korkun.

    [21] “Size karşı antlaşmayı bozmayan” yani sizden hiç kimseyi öldürmeyen ve size hiç zarar vermemiş olan, “aleyhinizde kimseye” düşmanlarınıza “yardım etmeyenler” onlara destek olmayanlar müstesna. Nitekim Bekr oğulları ka-bilesi, Peygamber (s.a.)’in koruması altında olan Huzâ‘a kabilesine saldırmış, Kureyşliler de onlara silah desteği vermişlerdi. Neticede Huzâ‘a kabilesinden Amr b. Sâlim Peygamber (s.a.)’in yanına gelip şu beyti okudu:

    Muhammed! Allah’ın adı hürmetine sana hatırlatıyorumatalarımız ile atalarının kurduğu paktı!Doğrusu Kureyş sana ettiği vaatte durmadıseninle sıkıca bağladığı antlaşmanın bağını çözdü[ Kâbe’nin içi sayılan] Hatīm’de ibadet ederken gece gece üzerimize çullandı darükûda iken, secdede iken katletti bizleri!..

    Bunu üzerine Peygamber Aleyhisselâm “Size yardım etmezsen muzaffer ol-mayayım!” buyurdu.

    [22] ْ ُכ ُ ُ ْ َ ْ َ Dāt ile lem yenkudūkum şeklinde de okunmuştur ki, “Sizinle yaptıkları antlaşmayı bozmamışlar.” anlamındadır. ْ ِ ْ َ ِإ ا

    ِ َ َ ifa-desi “Antlaşmayı onlara tam olarak uygulayın.” anlamına gelir. İbn Abbâs, “Kinâne kabilesinin bir kolu dokuz ay boyunca antlaşmaya sadık kalmış ve bu süre boyunca onlarla olan antlaşmaya riayet edilmiştir.” demiştir.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف21 כ ا

    وا ُ ِ א َ ُ ْ َ َو ًא ْ َ ْ ُכ ُ ُ ْ َ ْ َ ُ َ ِכ ِ ْ ُ ْ ا َ ِ ْ ُ ْ َ א َ َ ِ ا ٤-﴿ِإ ﴾ َ ِ ُ ْ ِ ا ُ َ ْ ِإن ا ِ ِ ُ َ ْ ِإ ُ َ ْ َ ْ ِ ْ َ ا ِإ ِ َ َ ا ً َ ْ َأ ُכ ْ َ َ

    ن ] ٢٠[ כ أن و : }؟ ْ ُ ْ َ א َ َ ِ ا ا {ِإ : ن . אب م כ ا ن [٢ : [ا َْرِض} ْ ا ِ ا ُ ِ َ }

    ا، إ ا ؛ כ א ا اءة ا ور إ ا אه: و

    راك، אء ا . وا ا إ ِ ا، א ا

    ، و ا إ ا כ כ ا ، و אכ وا ا وכ أن أ

    }، أّن َ ِ ُ ْ ِ ا ُ َ אدر. {ِإن ا ا ا כא ، و ا و

    כ. ا ا ذ א ي ا ّ ى أن ا

    ]٢١ [ ْ َ {َو ، وכ و ا ً أ כ ا ًא} ْ َ ْ ُכ ُ ُ َ ْ َ }ل ْ ر َ ا כ ت א وا، כ { ْ ُכ ْ َ َ ا { אو وا} و ُ

    ِ َא ُل ا ا ر א ا و ح و א א ا Ṡ، و

    : Ṡ

    ا َ َ ْ َכ ا ِ َא َوأ ِ َ أ ْ ِ ا َ َ ُ ٌ ِ א َ ِّ ُ إ َ

    ا َ כ َ ُ ْ َכ ا א َ ا ِذ ُ َ َ ا َو َ ِ ْ َ ْ َك ا ُ َ ْ א َأ ً ْ َ ُ إن

    ا َ ُ א َو ً َא ُرכ ُ َ َ ا َو ُ ِ ِ َ ْ א ِ َא ُ َ ْ ُ

    ! כ ت إن أ م: ة وا אل ا

    و ] ٢٢[ . כ ا أي ، אد א ،« כ » ئ و ّ : אس ر ا אل ا . ً א כא א ّدوه إ { ْ ِ ْ َ ا ِإ

    ِ َ َ }

    . ّ إ ، א أ כ

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 22 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    5. Haram aylar sona erince, o Müşrikleri bulduğunuz yerde öldü-rün. Onları yakalayın, sıkıştırın, bütün gözetleme yerlerine oturup on-ları gözetleyin. Eğer dönüş yaparlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı ve-rirlerse (yani, bu iki temel ilkeyi kabul ederlerse), yollarını açın. Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm).

    [23] İnseleha’ş-şehru (ay çıktı) ifadesi incerade’ş-şehru (ay tamamlandı, çıktı) ve senetün cerdâ’u (tam, eksiksiz sene) ifadeleri gibidir. “ Haram aylar” yani antlaş-mayı bozanlara yeryüzünden dolaşmaları için süre verilen aylar… “Müşrikleri öldürün” yani antlaşmayı bozan ve size karşı düşmana yardım eden Müşrikleri ister Harem’de ister harem dışında “bulduğunuz yerde” öldürün, “yakalayı”p esir edi“n”. el-Ahīz esir demektir. “Muhasara edin, sıkıştırın” bağlayın, ülkede istedikleri gibi hareket etmelerini engelleyin. İbn Abbâs’ın [v. 68/688] “Onların sıkıştırılması, muhasara edilmeleri, Mescid-i Harâm’a girmelerinin engellen-mesidir.” dediği nakledilmiştir.

    [24] “Bütün gözetleme yerlerine” yani güzergâhtaki geçiş yerlerinde, kav-şaklarda onları gözetleyin. Külle (her) kelimesinin mansup olması, zarf olması sebebiyledir. Benzer bir durum, َ

    ِ َ ْ ُ ْ ََכ ا ا ِ ْ ُ َ ن َ ُ ْ َ َ (onlar[ı azdırmak]için Senin dosdoğru yolunun üzerine çörekleneceğim!) [A‘râf 7/16] ayetinde de söz konusudur [Burada da כ ا denmemiştir].

    [25] “Yollarını açın” esir alma, kuşatma ve sıkıştırmanın ardından onları salıverin ya da onlara ilişmeyin, onlardan geri durun. Tıpkı şairin dediği gibi:

    Aç yolu, oraya fener kulesi inşa edene!

    İbn Abbâs’ın [v. 68/688] bu ifadeyi “Onları bırakın Mescid-i Harâm’a gel-sinler.” şeklinde tefsir ettiği nakledilmiştir. “Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir.” Onların geçmişteki küfür ve ihanetlerini bağışlar.

    6. Müşriklerden biri senden eman dilerse, ona eman ver (güvenliğini temin et) ki Allah kelâmını dinlesin. Sonra da onu emin olacağı yere kadar ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir toplum olmaları sebebiyledir.

    [26] ٌ َ -herhangi biri) ifadesi, gizli olup da anlamı açık [istecârake fii) أَli] sayesinde yeterince anlaşılan şart fiili ile merfû‘dur. Cümlenin takdiri ve ini’stecârake ahadün (… herhangi biri senden aman dilerse) şeklindedir. Merfû‘ oluşu mübtedalıktan değildir, çünkü İn (eğer) edatı fiillerin başına gelen âmillerden olup fiil dışındaki kelimelerin başına gelmez. Anlam şöyledir:

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف23 כ ا

    ْ ُ و ُ ُ ْ َو ُ ُ ُ ْ َ ُ َو ْ َ َ ِכ ِ ْ ُ ْ ا ا ُ ُ ْ א َ ُم ُ ُ ْ ُ ا ُ ْ َ َ ا َ َ ْ َذا ا ِ َ ﴿-٥ا َ َ َכאَة ا ا ُ َ َة َوآ ا ا ُ א َ ا َوَأ ُ א َ ْن ِ َ ٍ َ ْ َ ْ ُכ ُ َ وا ُ ُ ْ ْ َوا ُ و ُ ُ ْ َوا

    ﴾ ٌ ِ ٌر َر ُ َ َ ْ ِإن ا ُ َ ِ َ

    ُم} ا ] ٢٣[ ُ ُ ْ ُ ا ُ ْ َ داء. و{ا ، و د ا כ ا ، כ ا ا

    وا א و כ ا { َ ِכ ِ ْ ُ ْ ا ا ُ ُ ْ א َ ا. { أن אכ א أ

    وا ، و وأ { ْ ُ و ُ ُ {َو م، أو ٍ ّ { ْ ُ ُ ُ ْ َ َو ُ ْ َ } כ

    אس د. و ا ف ا و وا ا } و ْ ُ و ُ ُ ْ ؛ {َوا ا

    ام. אل و ا ا : أن ر ا

    ف כ ] ٢٤[ א ا ، وا و אز ّ ّ } כ ٍ َ ْ َ {ُכ

    اف: ١٦]. } [ا َِ َ ْ ُ ْ ََכ ا ا َ

    ِ ْ ُ َ ن َ ُ ْ َ }

    ا و ] ٢٥[ ّ כ ، أو ا ا وا { ْ ُ َ ِ َ ا َ َ }

    : ا כ ّ

    ِ ِ َאَر َ ْ ِ ا ْ َ ْ َ ِ َ ِ ِّ ا َ

    ٌر ُ َ َ ا ام. {ِإن ا ا אن وإ د : ا ر אس ا و

    ر. כ وا א ا { ٌِ َر

    ُ ْ ِ ْ ُ َأ ِ َم ا َ َכ َ ْ َ َ ُه ْ ِ َ َ אَرَك َ َ ْ َ ا ِכ ِ ْ ُ ْ َ ا ِ ٌ َ ٦-﴿َوِإْن َأَن﴾ ُ َ ْ َ ٌم ْ َ ْ ُ َ ِ َِכ ُ َذ َ َ ْ َ

    אرك أ ] ٢٦[ ه: وإن ا ، א ه ا ا ً ط } ا ٌ َ {أَ: ه. وا ا ا ّن إن اء، א אرك و ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 24 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    “Belirtilen aylar geçtikten sonra aranızda antlaşma ve sözleşme bulunma-yan Müşriklerden herhangi biri sana gelir ve davet ettiğin tevhid inancını ve Kur’ân’ı dinlemek, senin peygamber olarak gönderilme sebebini anlamak isterse ve bunun için senden güvence isterse ona güvence ver ki “Allah kelâ-mını dinlesin”; onu düşünsün ve işin hakikatinden haberdar olsun. “Son-ra onu … ulaştır” bundan sonra onu, eğer Müslüman olmazsa, kendini güvende bulacağı beldesine ulaştır; sonra da eğer istersen onunla hıyanet ve aldatma olmaksızın, [mertçe] savaş. Bu hüküm her zaman için sabittir. Hasan-ı Basrî’nin “Bu, kıyamete kadar muhkemdir.” dediği; Sa‘îd b. Cü-beyr’in de şöyle dediği nakledilmiştir: Müşriklerden biri Ali (r.a.)’a gelmiş ve “İçimizden biri bu sürenin bitiminden sonra Allah kelâmını dinlemek için ya da başka bir ihtiyacı için Muhammed’in yanına gelecek olsa öldü-rülecek mi?” diye sormuş; “Hayır, çünkü Allah Teâlâ ‘Müşriklerden biri senden aman dilerse ona eman ver ki Allah kelâmını dinlesin. Sonra da onu emin olacağı yere kadar ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir toplum olmaları sebebiyledir.’ buyurmuştur.” demiştir. Süddî [v. 127/745] ve Dahhâk’ın [v. 105/723] ise, bu ayetin “Müşrikleri öldürün.” [ Tevbe 9/5] ayeti ile neshedildi-ğini söyledikleri nakledilmiştir.

    [27] “Bu” yani bu durum; onlara güvence verme emri, “onların cahil bir kavim olmaları” ve İslâm nedir “bilmemeleri”, kendilerini davet ettiğin şeyden habersiz olmaları “sebebiyledir.” Bu yüzden, kendilerine güvence vermek ge-rekmektedir ki dinleyip gerçeği anlasınlar.

    7. Allah yanında ve Resûlü yanında o Müşriklerin nasıl bir ahitleri olabilir ki?!.. Mescid-i Harâm’ın yanında antlaşma yaptıklarınız müs-tesna. Onlar size karşı dürüst davrandıkça siz de onlara karşı dürüst davranın. Allah elbette müttakîleri sever.

    8. Evet, nasıl olabilir ki! Şayet onlar size galip gelseydi, sizin hakkınız-da ne bir yemin ne de bir sorumluluk gözetirlerdi!.. Kalpleri şiddetle im-tina ettiği halde, sizi ağızlarıyla razı etmeye çalışıyorlar. Çoğu da fâsık!..

    [28] “Nasıl” ifadesi, kalpleri kin ve düşmanlıkla dolu olan Müşriklerin Pey-gamber (s.a.) nezdinde bir ahitlerinin olması durumuna dair inkâr ve yadır-gama anlamında bir soru ifadesidir. Yani burada, “Bu kimselerin ahitlerinin olması muhaldir, böyle bir şeyi asla beklemeyin, aklınızdan geçirmeyin, onları öldürme konusunda hiç düşünmeyin, tereddüt etmeyin!” buyrulmaktadır.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف25 כ ا

    אق، و و כ ا אء ا כ ا أ אءك وإن

    َ } ّ א آن، و א إ ا وا כ א

    כ داره ا } ذ ُ ْ ِ ْ ُ أَ } ، ه و ا } و ََم ا َ َכ َ ْ َא כ ا ا . و א ر و א إن . א إن

    . و א م ا כ إ : . و ا ر ا כ و

    א أن אل: إن أراد ا ّ ر ا כ إ אء ر ا :

    ّن ، אل: ؟ א ، أو م ا ا ا כ אء ا ا ً

    אك ي وا ّ ُ . و ا אَرَك} ا َ َ ْ َ ا ِכ ِ ْ ُ ْ َ ا ِ ٌ َ ل: {َوِإْن أَ א ا

    .[٥ : } [ا َ ِכ ِ ْ ُ ْ ا ا ُ ُ ْ א َ א { א: ر ا

    ـ}] ٢٧[ } ُه}. ْ ِ َ َ } אرة א ا ، ا כ ذ أي َِכ} {َذ

    ّ ، א إ א م و א ا َن} ُ َ ْ َ َ م { { ْ ُ {أَ

    . ا ا ا و אن א ا إ

    َ ْ ِ ْ ُ ْ َ א َ َ ِ ِ ِإ ا ِ ُ َ َر ْ ِ ِ َو َ ا ْ ِ ٌ ْ َ َ ِכ ِ ْ ُ ْ ِ ُن َُכ َ ْ ٧-﴿َכ﴾ َ ِ ُ ْ ِ ا ُ َ ْ ِإن ا ُ َ ا ُ ِ َ ْ א َ ْ ُכ َ ا ُ א َ َ ْ א ا َ َ اِم َ َ ْ ِ ا ِ ْ َ ْ ا

    ْ ِ ِ ا َ ْ َ ِ ْ ُכ َ ُ ْ ُ ً ْ ِإ َو ِذ ُכ ِ ا ُ ُ ْ َ ْ ُכ ْ َ َ وا ُ َ ْ َ َ َوِإْن ْ ٨-﴿َכَن﴾ ُ ِ א َ ْ ُ ُ َ ْ َوَأْכ ُ ُ ُ ُ َ ْ َ َو

    כ ] ٢٨[ ن כ ن אد כאر وا אم ا } ا َ ْ {َכ

    ، ء אل أن : . ور ة اد و ل ا Ṡ، و أ ر

    . وا ِכ ْ ُ כ و ا כ، و ا ذ

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 26 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [29] Sonra istisna yapılarak “ Mescid-i Haram’ın yanında antlaşma yap-tıklarınız müstesna” denilmiştir, yani içlerinden Mescid-i Harâm’ın yanında antlaşma yaptıklarınız ve Kinâne oğulları ile Damre oğullarının yaptığı gibi bir ihanet kendilerinden sadır olmayanlar bu hükmün dışındadır; onları gözetle-tin, durumlarını inceleyin, fakat kendileri ile savaşmayın. “Size karşı dürüst oldukları sürece” yani antlaşmaya sadık kaldıkları sürece “siz de onlara dürüst davranın” onlara misliyle mukabele edin. “Allah elbette müttakîleri sever.” Yani [savaşmayıp] gözetlemek, müttakîlerin amellerindendir.

    [30] “Nasıl” ifadesiyle Müşriklerin herhangi bir ahdinin olma ihtimalini tekrar yadırgamaktadır. Burada fiil, zaten malum olduğu için hazfedilmiştir. Benzeri şairin şu satırlarında da vardır:

    Bana ölümün sadece kentlerde olduğunu bildirdiniz, ikiniz;Tümsek ve kör kuyuyken buralar, nasıl [öldü benim kardeşim]?!

    Şair “Nasıl” derken, “Nasıl öldü peki?!” anlamını kasdetmiştir. Âyetteki “nasıl” da, “Bunların nasıl bir ahdi olabilir ki?!” anlamındadır. Zira onların durumu şudur: “Şayet onlar size galip gelseydi” daha önce o kadar söz verip yemin etmiş oldukları halde hiçbir antlaşma ve ahde bakmazlar, antlaşmayı sürdürmezlerdi. “Sizin hakkınızda ne bir yemin ne de bir sorumluluk gö-zetirlerdi!” Hiçbir antlaşmayı gözetmezlerdi. Bir görüşe göre buradaki illen ifadesi akrabalık, yakınlık anlamındadır. Hassân b. Sâbit (r.a.)’a [v. 60/680] ait şöyle bir şiir okunmuştur:

    Hayatın üzerine yemin ederim ki, senin Kureyş’e yakınlığın,Ancak deve yavrusunun devekuşu yavrusuna yakınlığı kadar!

    İllen kelimesinin ilâhen anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu kelime îlen şeklinde de okunmuştur ki yine ilâh anlamındadır. Cebrâ-îl ve Cebre-il ke-limelerinin de bu kelimeden geldiği söylenir. Yine, rahim kelimesi rahmân-dan türediği gibi, yakınlık anlamındaki el-âlü kelimesinin de îlden türediği söylenmiştir. En uygun olan, antlaşma anlamındaki illin sesi yükseltmek anlamında illden türemiş olmasıdır. Çünkü Araplar bir antlaşma yaptıkları zaman seslerini yükseltir ve bunu duyururlardı. Yine le-hû elîl (Onun inilti-si, çığlığı var.) denilir. Buradaki elîl kelimesi, sesi yükseltme anlamında enîn ile aynı anlamdadır. Kadın feryad u figan ettiğinde, de‘at elelehâ (Velvele yaptı.) denilir. Daha sonra her türlü antlaşma ve sözleşme için ill denilmiş-tir. Akrabalık da iki adam arasında sözleşmenin kurmadığı kadar güçlü bir bağ kurduğu için, ona da ill denilmiştir.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف27 כ ا

    א ] ٢٩[ ا כ و أي ،{ ْ ُ ْ َ א َ َ ِ ا כ {ِإ ذ رك ا

    ا ة، א و ، כ כ כ اِم} و َ َ ْ اِ ِ ْ َ ْ َ ا ْ ِ }

    . { ْ ُ َ ا ُِ َ ْ א َ } ا { ْ َُכ ا א א ا َ َ ؛ { א أ و

    . אل ا }، أن ا أ َ ِ ُ ْ ِ ا ُ َ {ِإن ا

    כ ] ٣٠[ ف ا . و כ ا אت ا אد ار כ { َ ْ {َכ

    אل: א א، כ ً

    ُ َ ٌ َو َ ْ َ َא א َ ْ َو َכ َ ى َ ُ ْ ِא ُت ْ َ ْ א ا َ ِ َأ א َ ُ ْ َ َو

    وا ُ َ ْ َ ِإن ْ ُ {ِإ أ א {و} ن כ כ أي אت، כ :

    وا و ، ا אن وا כ ا א { ْ ُכ ْ َ َ

    אن . وأ ا : א، و ً ا ا { ْ ِإ ُכِ ا ُ ُ ْ َ َ כ { ا و

    : ر ا

    אِم َ ْ َرْأِل ا ِ ِ ْ ّلِ ا ْ َכ َ ُ ْ ِ َכ َك إن إ ُ ْ َ َ

    : כ. و ، و ذ : אه. و ،« ئ «إ א. و } إ : {ِإ و

    ّل אق ا . وا ان ا א ا ا ا ، כ ا ل ا ا ا

    ل وه، ا ا و ا أ ا ر א ا و א ، إذا ا

    ، و إذا א، ْ َ َ أ ود . أ أي ، ٌ أ و ار، ا و

    ه א ت ا ا ن ا ، ا אق: إّل. و ا כ و

    אق. ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 28 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [31] “Sizi razı etmeye çalışıyorlar.” Bu yeni bir cümle başlangıcı olup, içleri ile dışlarının bir olmayışını nitelemekte, ahde vefa gösterip antlaşmada sebat etmiş olabileceklerine dair yadırgamayı onaylamaktadır. “Kalplerin imtina etmesi” ise içlerindeki kinin dillerinden dökülen güzel sözlere aykırı olması demektir.

    [32] “Çoğu da fâsık” inatçı, ahde vefasız / sadakatsiz! Yani -bazı kâfirlerde yalan ve ihanetten uzak durma, ırza leke sürecek ve hakkında kötü konuşulma-sına sebep olacak şeylerden kaçınma gibi özellikler bulunduğu halde- bunlarda kendilerini alıkoyacak güzel nitelikler ya da engelleyecek bir karakter bulun-mamaktadır!

    9. Allah’ın ayetlerini az bir pahaya değişerek O’nun yolundan uzak-laştılar. Bu yapageldikleri şey gerçekten çok kötü!

    10. (Yaptığı antlaşma ile kendini güvence altına alan) bir mümin hak-kında ne yemin ne de sorumluluk gözetirler. Bunlardır işte, saldırganlar!.

    [33] “Allah’ın ayetlerini” yani Kur’ân’ı ve İslâm’ı “az bir pahaya” -ki bu, heva ve şehvet peşinde koşmaktır- “değişerek” -iştirâ / satma, istibdâl / değiş-tirme anlamındadır- “O’nun yolundan uzaklaştılar” kendileri döndüler ya da başkalarını engellediler. Bunların, Ebû Süfyân’ın [v. 31/652] toplayıp, yedirip içirdiği bedeviler olduğu da söylenmiştir. “Bunlardır işte, saldırganlar!” yani zulüm ve şirretlik konusunda nihaî sınırı aşanlar.

    11. Eğer dönüş yaparlar, namazı dosdoğru kılıp zekâtı verirlerse, din kardeşlerinizdirler. Biz bu ayetleri, bilen bir toplum için açıklıyoruz.

    [34] “Eğer” küfürden ve antlaşmayı bozmaktan “dönüş yaparlarsa” onlar sizin “ din kardeşlerinizdirler.” Mübteda [hum / “onlar”] tıpkı ْ ُ אَء ا آ ُ َ ْ َ ْ َ ْن ِ َ

    ْ ُُכ ا ْ ِ َ (“Babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, o takdirde, [bunlar] sizin din kardeşlerinizdir.” [Ahzâb 33/5]) ayetindeki gibi hazfedilmiştir.

    [35] “Biz bu ayetleri açıklıyoruz” yani açıkça beyan ediyoruz. Bu ifade, antlaşma yapılan Müşriklerle ilgili hükümleri iyice düşünüp anlamaya ve bu hükümleri muhafazaya sevk ve teşvik kabilinden bir ara cümle olup, adeta şöyle denmektedir: Asıl bilen, bu hükümlerin açıkça beyan edilmesi üzerinde düşünen kimsedir.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف29 כ ا

    ]٣١ [ ، א ا א ا א א و أ م כ { َُכ ُ ْ ُ }אن، א ا א א ب אء ا . وإ אت ا אد ا ر ّ

    . م ا כ و أ ا א

    א ] ٣٢[ ، و وءة אء دون ّ َن} ُ ِ א َ ْ ُ ُ َ {َوأَْכ، وا כ ب وا כ אدي ا ة، ا כ כ ا א ذ ، כ د

    ء. و ا ّ أ ض و א ا

    ا ُ َכא א َ אَء َ ْ ُ ِإ ِ ِ ِ َ ْ َ وا َ َ ِ َ ًא َ َ ِ ا َאِت َא ِ ْوا َ َ ْ ٩-﴿اَن﴾ ُ َ ْ َ

    وَن﴾ ُ َ ْ ُ ْ ُ ا ُ َِכ َ ً َوُأو ٍ ِإ َو ِذ ِ ْ ُ ِ َن ُ ُ ْ َ ﴿-١٠

    و ] ٣٣[ ،{ ً ِ َ ًא َ َ } م وا آن א { ِ ا َאِت َא ِ } ا ا ْوا} َ َ {ا : . و ا ا أو { ِ ِ ِ َ َ وا َ َ ات { اء وا אع ا ا

    א אوزون ا وَن} ا ُ َ ُ ُ ا ُ } . אن وأ اب ا أ ا

    ارة. ا وا

    ُ ِّ َ ُ َو ِ ِّ ا ِ ْ ُכ ُ ا َ ْ ِ َ َכאَة ا ا ُ َ َوآ َة ا ا ُ א َ َوَأ ا ُ א َ ْن ِ َ ﴿-١١َن﴾ ُ َ ْ َ ٍم ْ َ ِ َאِت ا

    ]٣٤ [ ، כ ا } إ ِ ِّ ِ ا ْ ُُכ ا َ ِ َ כ و ا { ا} ا ُ َא ِن َ }اب: ٥]. } [ا ْ ُُכ ا َ ْ َ ْ ُ َאَء ا آ ُ َ ْ َ ْ َ ْن א { أ، כ ف ا

    א ] ٣٥[ ّ : وإن اض، כ ا ا א. و َאِت} و ُ ا ّ َ ُ {َو، و א כ ا כאم ا א أ ّ א ً ًא و ؛ א ا

    א. א ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 30 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    12. Söz verdikten sonra yine yeminlerini bozup dininize taan eder-lerse, küfrün liderleri ile savaşın! -Çünkü onlar için yemin söz konusu değildir.- Belki son verirler.

    [36] “Dinize ta‘n ederlerse” yani dininiz hakkında ileri geri konuşur, dini-nizi ayıplarlarsa, “küfrün liderleri ile savaşın!” “Onlarla” demek yerine, açıkça “küfrün liderleri ile” buyrularak, bunların Müşrik iken antlaşmayı bozmakla, Araplar arasındaki vefakâr, değerli insanların âdetlerini bir kenara atıp inatçı ve azgın bir şekilde davranmış oldukları [belirtilmiş olmakta] ardından, iman edip namazı kılıp zekâtı vererek Müslümanların din kardeşi haline geldikleri, ama daha sonra gerisingeri dönüp İslâm’dan çıktıkları, böylece, söz verdikleri iman ve ahde vefa konusunda da antlaşmayı bozdukları, bir de kalkıp Allah’ın dinine taan ederek “ Muhammed’in dini kayda değer bir şey değil!” dedikleri, dolayı-sıyla “küfrün liderleri” oldukları, yani inkârda önde gelen öncüler oldukları, hiçbir kâfirin onları geçemeyeceği ifade edilmiş olmaktadır.

    [37] Şöyle demişlerdir: Müslüman toplum içinde vatandaş olarak yaşayan bir gayrimüslim (zimmî), İslâm’a açıkça taan etse öldürülebilir; çünkü kendisi ile yapılan [vatandaşlık antlaşması / zimmet], dine taan etmemesini de içermekte-dir. Taan ederse ahdini bozmuş ve zimmetten çıkmış olur.

    [38] “Çünkü onlar için yemin söz konusu değildir.” Eymân, yemînin çoğu-ludur. [ ْ ُ َ אَن ْ ifadesi] Lâ îmâne le-hum şeklinde de okunmuştur ki “Onların أَimanları -yani islâmları- yoktur.” ya da “Dinden dönüp antlaşmayı bozduktan sonra onlara eman verilmez, bunun yolu yoktur.” anlamındadır.

    [39] ŞayetŞayet “Onlar hakkında nasıl önce “eğer yeminlerini bozarlarsa” de-nilerek yeminlerinin bulunduğu ifade edilmiş, daha sonra da yeminlerinin bulunmadığı söylenmiştir?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: İlk ifadede onların zahiren ettikleri yeminler kastedilmiş, daha sonra da “Hakikatte onların gerçek bir ye-minleri yoktur, yeminleri yemin değildir.” denilmiştir. Ebû Hanîfe [v. 150/767] kâfirlerin yeminlerinin yemin olarak kabul edilmeyeceği konusunda bu ayeti delil göstermiştir. Şâfi‘î’ye [v. 204/819] göre ise kâfirin yemini geçerlidir. Mâna, “Onlar yeminlerine vefa göstermezler.” şeklindedir. Bunun delili ise, onların yeminlerinin “bozulmuş” olmakla nitelenmiş olmasıdır.

    [40] “Belki son verirler” ifadesi “küfrün liderleri ile savaşın” ifadesi ile iliş-kilidir. Yani böylesine ağır bir suç kendilerinden sadır olduktan sonra [bile], bunlarla savaşma amacınız, savaşın onları vazgeçirmesi olmalıdır [silah bıraktık-ları anda savaş terk edilir]. Bu, Yüce Allah’ın ikram ve fazlının sınırsızlığından ve -dönüş yaptığı her seferinde- kötülük edene O’nun da rahmetiyle dönmesin-den kaynaklanmaktadır.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف31 כ ا

    َ ِ َأ ا ُ ِ א َ َ ْ ُכ ِ ِد ِ ا ُ َ َ َو ْ ِ ِ ْ َ ِ ْ َ ْ ِ ْ ُ َ א َ ْ َأ ا ُ ََכ ١٢-﴿َوِإْن َن﴾ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ ُ َ אَن َ ْ ْ َأ ُ ِ ِإ ْ ُכ ْ ا

    ]٣٦ [ ، א { ِ ْ ُכ ْ ا َ ِ أَ ا ِ א } ه. א و ه و { ْ ُכ ِ ِد ِ ا ُ َ َ {َوًدا ّ ك ا אل ا כ إذا אًرا إ כ ا أ

    ا وآ ة ا ا א وأ ا آ ب، ا אء و ا ام כ ا אدات א ً و ًא א و

    א ا כ م و وا ا אر ا ، ر ًא ا ا אروا إ כאة و ا

    ن: ن د ا و وا د، و א אء אن وا ا ا א

    . אر ، כא م א وا כ وذوو ا ء، أ ا د

    ن ا ] ٣٧[ ؛ אز ا ً א ًא م ا: إذا ا د ا א و . ّ ج ا ه و כ ذا ، د أن

    ؛ ] ٣٨[ م »، أي إ אن ئ « إ . و { ْ ُ َ אَن َ ْ َ أَ ْ ُ {ِإ . ، و إ כ ّدة وا אن ا ن ا أو

    א ] ٣٩[ א { ْ ُ َ א َ ْ ا أَ ُ ََכ אن {َوِإن : כ أ ا ن א ، وأ אن ا אل: أ א، و א ا أ : أراد أ ؟

    ًא. ن כ כא אن. و ا أ ر ا أن ا

    أ א، ن أ אه אل: و . : ا ر א ا و

    . כ א א و

    כ ] ٤٠[ כ }، أي ِ ْ ُכ ْ َ ا ِ ا أَ ِ א َن} { ُ َ َ ْ ُ َ َ }א א ا ً א ن ا כ א أن א و ا א و א

    אد. א א כ ء ده ا א כ و و ا . و א

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 32 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [41] “E’imme ( nasıl bir kelimedir?” dersen şöyle derim:dersen şöyle derim: Hemze’nin (أardından bir başka Hemze gelmiştir ve bu, Hemze mahreci ile Yâ mahreci ara-sından (beyne beyne) telaffuz edilir. Her iki Hemze’nin açıkça belirtilerek oku-nuşu (tahkik) de, Basra dilcilerine göre makbul olmasa da, meşhur bir kıraattir. Yâ’yı [eyimme şeklinde] açıkça seslendirmek ise kıraat değildir; böyle okumak câiz de değildir, kim açıkça böyle okursa dilbilgisi bakımından hata etmiş; kelimeyi bozmuş olur.

    13. Yeminlerini bozan, Peygamberi yurdundan çıkarmaya yeltenen bir toplum ile savaşmayacak mısınız siz (ey müminler)?! Kaldı ki, düş-manlığı önce onlar başlatmışlardır. Yoksa onlardan korkuyor musu-nuz? Müminseniz, asıl korkmanız gereken, Allah’tır.

    َن [42] ُ ِ א ُ َن ,savaşmayacak mısınız?) ifadesinde) أَ ُ ِ א ُ ifadesinin ba-şına, savaşmanın olumsuzlanışını onaylamak üzere Hemze getirilmiştir. Anlam, müminleri etkili bir şekilde savaşa teşvik etmektir. Antlaşmada ettikleri “yemin-lerini bozan, Peygamberi yurdundan çıkarmaya yeltenen…” Darunnedve’de isti-şare edip onu Mekke’den çıkarmaya çalışmışlar fakat sonunda Allah’ın hicret izni vermesi neticesinde kendisi hicret etmiştir. “Düşmanlığı önce onlar başlatmışlar-dır” yani savaşı başlatan kendileridir. Zira Peygamber (s.a.) onlara aydınlatıcı bir kitap getirmiş, onlara meydan okumuş, ama Kur’ân’ın benzerini ortaya koymak-tan âciz kaldıkları için onunla boy ölçüşmekten yüz çevirip, savaş başlatmışlardır. Dolayısıyla, savaşı başlatan onlardır ve ilk başlatan daha zalimdir. O halde, onlara misliyle mukabele etmekten sizi alıkoyan nedir? Onlar size kötülük ettiği gibi sizi de onlara aynı şekilde karşılık vermekten alıkoyan nedir?!

    [43] Allah Teâlâ müminleri bunlarla savaşmamaları konusunda kınamış, onları savaşa teşvik etmiş ve sonra, savaşı niçin teşvik ettiğini anlatmış; böyle-sine yemin bozan, peygamberi yurdundan çıkaran, hiçbir sebep yokken savaş başlatan kimselerin cevapsız, karşılıksız bırakılmaması gerektiğini, bunu yap-maktan geri duranların kınanacağını ifade etmiştir.

    [44] “Yoksa onlardan korkuyor musunuz?” Bu ifade, korktuklarını onayla-makta ve bu konuda onları kınamaktadır. “Müminseniz, asıl korkmanız gere-ken, Allah’tır.” O halde, Allah’ın düşmanları ile savaşın, yani sahih bir imanın gereği, müminin sadece Rabbinden korkması, O’ndan başka hiçbir şeyi umur-samamasıdır. Bu, “O’ndan başka hiç kimseden korkmayan kimseler…” [Ahzâb 33/39] ayetinde de ifade edilmiştir.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف33 כ ا

    ج ] ٤١[ ، أي ة א ة : ؟ : כ أ ن . כ ا رة، وإن اءة אء. و ا ة وا ا

    א ح اءة، و ن כ ز أن اءة، و אء א א ا وأ

    ف.

    ْ ُءوُכ َ َ ْ ُ ِل َو ُ اِج ا َ ْ ِ ِ ا َ ْ َو ُ َ א َ ْ ا َأ ُ ََכ א ً ْ َ َن ُ ِ א َ ُ ١٣-﴿َأ ﴾ َ ِ ِ ْ ُ ْ ُ ْ ُه ِإْن ُכ ْ َ ْ َ َ َأْن ُ َأ א َ ْ ُ َ ْ َ ْ َ ٍة َأ َ َأوَل

    ]٤٢ [ . א אء ا א ا ً َن} ُ ِ א َ ُ َ ة { َن} د ا ُ ِ א َ ُ َ {أَא ا { ْ ُ َ א َ ْ أَ ا ُ ََכ } . א ا א ّ ا אه: و

    وة، ا ار ه أ אوروا כ ِل} ُ ا اِج َ ْ ِ ِ ا َ ة {َو א ا

    أي ٍة}، َ أَوَل ْ ُءوُכ َ َ ُ {َو ج ة، ا א ا أذن

    אب כ א ً أو אء Ṡ ا ل ر ن ، א א اءة ا כא ا و

    אدءون אل؛ ا א إ ا אر ا ا ، ا ا و

    ّ א وأن ، א أن כ א ، أ אدئ وا אل. א

    ؟ כ א כ

    ]٤٣ [ ّ ا א و א، و א ك ّ وء ل وا اج ا כ ا وإ א ر أن כאن א. و

    א. ط ، وأن אد ك ن ، אل א

    ُه} ] ٤٤[ ْ َ ْ َ َ أَن أَ ُ א א { א و { ْ ُ َ ْ َ ْ َ {أَأن ا אن ا أن ،{ َ ِ ِ ْ ُ ُ ُכ اءه {ِإن أ ا א

    { َ ا ِإ ا ً َ أَ َن ْ َ ْ َ َ {َو א כ اه، א و ، ر إ ا

    اب: ٣٩]. [ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 34 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    14. Onlarla savaşın da Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onla-rı rüsvâ etsin, onlara karşı sizi galip getirsin, (zamanında onların gad-rine uğrayan) bir mümin topluluğun içlerini ferahlatıp

    15. kalplerindeki hıncı gidersin... Bununla birlikte, Allah diledi-ğinin tövbesini kabul ediyor. Allah ‘mutlak ilim ve hikmet sahibi’dir (‘Alîm, Hakîm).

    [54] Allah Teâlâ savaşmadıkları için müminleri kınadıktan sonra, onla-ra açıkça savaşma emri vererek “Onlarla savaşın.” buyurmuş ve kalpleri sebat bulsun ve niyetleri sahih olsun diye onlara, düşmanlarını onların elleriyle öl-dürerek azap edeceğini, esir ederek perişan edeceğini ve onlara zafer ve galibi-yet nasip edeceğini vaat etmiştir. “Bir mümin topluluğun içlerini ferahlatıp müminlerden bir topluluğun…” -Bu topluluk Huzâ‘a kabilesidir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Bunlar Sebe’den, Yemen’den birkaç sülale olup, Mekke’ye gele-rek Müslüman olmuşlar, Mekkelilerden şiddetli eziyet görmüşler, sonra Pey-gamber (s.a.)’e adam gönderip şikâyette bulunmuşlar, o da onlara, “Müjdeler olsun! Kurtuluş yakındır!” buyurmuştur.- “…kalplerindeki hıncı gidersin” on-lardan gördüğünüz kötülüklerden dolayı kalplerinizde oluşan öfkeyi gidersin. Allah Teâlâ bütün bu vaat ettiği hususları gerçekleştirmiştir. Bu da O’nun elçisi olan Peygamber (s.a.)’in peygamberliğinin sıhhatine delildir.

    [46] “Allah dilediğinin tövbesini kabul ediyor.” Bu ifade yeni bir söz baş-langıcı olup Allah Teâlâ Mekkelilerden bazılarının küfürden tövbe edeceği-ni haber vermektedir. Gerçekten de böyle olmuş, Mekke’den bazı kimseler Müslüman olmuş, hatta gayet iyi Müslümanlar olmuşlardır. Yetûbu ifadesi başında bir “En” gizli olduğu ve tövbenin, mâna itibariyle [savaş] emrin[in] ortaya çıkartacağı şeyler arasına girdiği [yani “Savaşın ki Allah … ve bazılarının tövbesini kabul etsin.” anlamında olduğu] düşünülerek, ve yetûbe şeklinde mansup da okunmuştur.

    [47] “Allah mutlak ilim ve hikmet sahibidir.” Olanları bildiği gibi ola-cakları da bilir, ancak hikmetin gerektirdiğini yapar.

    16. Yoksa siz, içinizden ‘cihâd eden, Allah’tan, Resûlünden ve mü-minlerden başkasını sırdaş edinmeyen’ kimseler (ile böyle olmayanları) Allah ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı sanmıştı-nız?! Yaptıklarınızdan Allah haberdardır!

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف35 כ ا

    وَر ُ ُ ِ ْ َ ْ َو ِ ْ َ َ ْ ُכ ْ ُ ْ َ ْ َو ِ ِ ْ ُ ْ َو ُכ ِ ْ َ ِ ُ ُ ا ُ ْ ِّ َ ُ ْ ُ ُ ِ א َ ﴿-١٤

    ﴾ َ ِ ِ ْ ُ ٍم ْ َ

    ﴾ ٌ ِכ َ ٌ ِ َ ُ אُء َوا َ َ ْ َ َ َ ُ ُب ا ُ َ ْ َو ِ ِ ُ ُ َ ْ َ ْ ِ ْ ُ ١٥-﴿َو

    ]٤٥ [ { ْ ُ ُ ِ א َ אل: { ا د ّ אل، ا ك ا ّ و א

    و ، ً أ - א و - وو

    ، و א ا وَر} ُ ُ ِ ْ َ . {َو ا، و ا وا ً أ

    כ ا و ا ن : ا ر אس ا אل ، ا

    ، إ ن כ Ṡ ا ل ر إ ا ا، ً أذى א أ ا ا،

    א כ { َ ْ َ ِْ ْ ُ {َو . ج ا ن وا أ אل:

    ق ً د כ ذ כאن א، כ ا ا ه ا ّ و وه. כ ا

    ل ا Ṡ و ر

    ب ] ٤٦[ כ ن أ אر م، وإ اء כ אء} ا َ َ ْ َ َ َ ُ ُب ا ُ َ {َو

    ب» ئ «و ، و אس و إ א، أ ً כ أ ه، وכאن ذ כ

    . א أ ا ا ل ا אر أن ود א

    ]٤٧ [ ّ } إ ٌ ِכ َ א כאن، { א ن כ כ א { ٌ ِ َ ُ {وا

    . כ א ا ا

    وا ُ ِ َ ْ َ ْ َو ُכ ْ ِ وا ُ َ א َ َ ِ ُ ا ِ ا َ ْ َ א َ ا َو ُכ َ ْ ُ ْ َأْن ُ ْ ِ َ ١٦-﴿َأْم

    َن﴾ ُ َ ْ َ א َ ِ ٌ ِ َ ُ ً َوا َ ِ َ َو ِ ِ ْ ُ ْ ِ َو ا ِ ُ ِ َو َر ْ ُدوِن ا ِ

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 36 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [48] Em (yoksa) önceki ifadeden bağımsızdır (munkatı‘). Hemze ise böyle sanılmış olmasını kınamaktadır. Mâna şöyledir: İçinizden halis olanlar, yani Allah yolunda sırf Allah rızası için cihâd eden ve Peygamber (s.a.)’i ve mü-minleri engellemeye çalışanları içli dışlı dost, yani sırdaş edinmeyen kimselerin -Allah bunlardan razı olsun- kimler olduğu ortaya çıkıncaya kadar, elbette ol-duğunuz hal üzere bırakılacak değilsiniz!

    [49] Lemmâ beklenti ifade eder ve bütün bunların açığa çıkmasının bek-lendiğini, dinlerini Allah’a halis kılamayan kimselerin muhlislerden ayırt edi-leceğini ifade eder.

    وا [50] ُ ِ َ ْ َ وا ,ve edinmeyen) ifadesi) َو ُ َ א (cihâd eden) cümlesine ma‘tūf olup onunla aynı sıla ifadesinin kapsamındadır. Sanki “Allah içinizden ihlaslı olup cihâd eden ve Allah’tan gayrı sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarınca-ya kadar” denilmiştir. Velîce kelimesi, tıpkı dehīlenin dehale fiilinden türemesi gibi velece fiilinden fe‘île vezninde türetilmiştir. [Mot-a-mot “Henüz Allah bilme-den” ifadesindeki] “bilgi yokluğu”ndan maksat, bilinenin yokluğudur. Tıpkı, mâ ‘alima’llāhu minnî mâ kīle fiyye (Hakkımda söylenenleri Allah benim hakkımda bilmemektedir.) ifadesi gibi ki “Hakkımda söylenenler benden sadır olmamış-tır.” demektir.

    17. Kendi nankörlük ve inkârlarına kendileri şahitken Müşrikle-rin Allah’ın mescitlerinin bakımını üstlenme hakları yoktur. Bunların amelleri boşa gitmiştir ve onlar Ateş’te temelli kalacaklardır!

    [51] “Müşriklerin hakkı yoktur” yani “Allah’ın mescidini onların imar et-mesi” doğru olmaz. “Allah’ın mescidi” ifadesi ile Mescid-i Harâm kastedil-miştir. Bunun delili, “ve Mescid-i Harâm’ın imarı…” [ Tevbe 9/19] ayetidir. Mescidin çoğul okunuşunun ise iki izahı vardır. İlkine göre [mescitler” ifadesi ile] Mescid-i Harâm kastedilmiş, fakat burası bütün mescitlerin kıblesi olduğu için, çoğul olarak mesâcid kelimesi kullanılmıştır. Buna göre, orayı imar eden kimse, bütün mescitleri imar etmiş gibi olmaktadır. Ayrıca Mescid-i Harâm’ın her bir parçası secde yeridir [mesâcid / secde yerleri]. İkincisine göre ise mesâcid ile cins kastedilmiştir. Buna göre Müşrikler mescid cinsini imar etmeye uygun değillerse, bu cinsin öncüsü ve ilki olan Mescid-i Harâm’ı imar etmeye uygun olmayışları haydi haydi bu hükmün kapsamına girer. Zira bu ifadede kinaye üslubu kullanılmıştır. Nitekim “Falanca Allah’ın kitaplarını okumaz.” dediğin zaman, onun Kur’ân okumasını, “ Kur’ân okumaz” demekten daha etkili bir şekilde olumsuzlamış olursun.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف37 כ ا

    ]٤٨ [ : אن. وا د ا א ا و ة ، و ا {أَْم} وا א ، و ا כ ، ا א أ ن כ כ أ

    Ṡ ل ا אّدون ر ، ا ً א ، أي ِ وا َو ، و ا ا

    . ان ا وا ر

    ]٤٩ [ ، א כא כ، وإ ّ أن ذ ، و د א ا א א} َ {َو . ّ و ا ا د وأن ا

    ، כ ] ٥٠[ وا، دا ا א ف وا} ُ ِ َ ْ َ و {َو . כ ا ا و دون ا א א ا ا : و

    ل م، כ اد ا ا . وا ، כא د : و وا

    . כ א و ذ : ، ّ א א ا : א ا

    ِ ْ ُכ ْ א ِ ْ ِ ِ ُ ْ َ َأ َ َ ِ ِ א َ ِ َ ا ِ א َ َ وا ُ ُ ْ َ َ َأْن ِכ ِ ْ ُ ْ ِ א َכאَن َ ﴿-١٧وَن﴾ ُ ِ א َ ْ ُ אِر ِ ا ْ َو ُ ُ א َ ْ ْ َأ َ ِ َ َِכ َ ُأو

    ]٥١ [ { ِ ا َ ِ א َ َ وا ُ ُ ْ َ אم {أَن ا א ، ّ א { َ ِכ ِ ْ ُ ْ ِ َכאَن א َ }א א اءة א ا اِم}. وأ َ َ ْ ا

    ِ ِ ْ َ ْ אَرَة ا َ ِ ام، {َو ا ا

    א א כ ، ا א א ام، وإ اد ا ا א أن אن؛ أ و

    اد : أن א . وا ن כ ، و א א ا ه כ ِ א א؛ א وإ

    وا כ أن א، د ذ وا ن ا ، وإذا א ا

    ، א כ ّن ا ، ؛ و آכ ر ا و ي ام ا ا ا

    כ. כ آن اء ا ، כ أ أ כ ا ن : א כ

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 38 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [52] Şâhidîne (şahitken) ifadesi ya‘murû (imar ederler) fiilindeki Vav’dan haldir. Mâna, “Onların iki zıt şeyi bir arada bulundurmaları, yani bir taraf-tan Allah’a ibadet mekânlarını imar ederken diğer taraftan da Allah’ı ve O’na ibadeti inkâr etmeleri olacak şey değildir.” şeklindedir. Kendi inkârlarına şa-hitlik etmelerinin anlamı ise, küfürlerinin açık seçik ortada olması, putları-nı Kâbe’nin etrafına dikmiş olmaları, “İçerisinde günah işlemiş olduğumuz kıyafetlerle tavaf etmeyiz.” deyip, Kâbe’yi çıplak tavaf etmeleri ve tavafın her bir şavtında putlara secde etmeleridir. Kendi inkârlarına şahitlik etmelerinin, [ Kâbe’nin çevresinde] “Buyur Allah’ım buyur! Senin ortağın yoktur! Bir tek or-tağın vardır; o da, onun sahip oldukları da yine Senin mülkündür!” demeleri olduğu da söylenmiştir.

    [53] Söylendiğine göre Ensâr ve Muhacirler Bedir esirlerine yönelip şirk koşmaları sebebiyle onları kınamışlar. Ali (r.a.) da [henüz müslüman olmayan ve Bedir esirleri içinde yer alan] Abbâs’ı, Peygamber (s.a.) ile savaşmakla ve akrabalık bağlarını koparmakla suçlamış, kendisine oldukça ağır sözler söylemiş. Bunun üzerine Abbâs, “Bizim sadece kötülüklerimizi anıyor, fakat iyiliklerimizi gizli-yorsunuz!” demiş. Ali (r.a.) da “Sizin iyilikleriniz de mi var?!” diye sorunca [esir Müşrikler] “Evet, biz sizden daha çok ödüle layığız! Zira biz Mescid-i Harâm’ı imar eder, Kâbe’nin muhafızlığını yapar, hacılara su dağıtır, darda kalana el uzatırız.” demişler. Ayet bunun üzerine inzâl edilmiştir.

    [54] “Bunların” Mescid-i Harâm’ı imar etmek, Kâbe’nin muhafızlığını yapmak, hacılara su dağıtmak ve darda kalana el uzatmak gibi “amelleri boşa gitmiştir.” İnkâr -ya da büyük günah- böylesine sabit ve sağlam amelleri bile bunları takiben yapıldığında boşa çıkardığına göre bunlarla birlikte yapıldığın-da ne olur bir düşün! Nitekim Allah Teâlâ “kendi kâfirliklerine şahitlik ede-rek” ifadesinde [alenî inkârı] onların hali kılarken buna işaret etmiş; “Mescid-i Harâm’ı imar etmek” ile “kendi kâfirliğine şahitlik etmek” fiillerini [güya] aynı anda kendilerinde bulundurduklarını, oysa böyle bir şeyin imkânsız ve yanlış olduğunu göstermiştir.

    18. Allah’ın mescitlerinin bakımını ancak Allah’a ve ‘Son Gün’e iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan kimseler üstlenebilir. İşte bunların, doğru yolda gidenlerden olmaları umulur.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف39 כ ا

    أن ] ٥٢[ אم ا א : وا وا}. ُ ُ ْ َ او { ا אل { َ ِ ِ א َ و{

    و ، אد و א כ ا ا ات אرة ؛ א أ ا

    ، ا ل א أ ا وأ כ ر . כ א أ אد

    א ، وכ א א ا א אب أ א ف ن: اة و ن ا وכא

    כ ّ כ إ כ כ ” : : א. و وا ًא א ا א

    כ.“ א כ و כ،

    ك، ] ٥٣[ א و ر אرى אر أ ون وا א : أ ا و

    و Ṡ ا ل ر אل אس ا ا ر א أ ّ

    אل: א! א ن כ א و אو ون כ אس: אل ا ل. ، وأ ا ا

    ام، ا ا א إ ا؛ ً أ כ أ و ، ا: א ؟ א כ أو

    . ، א כ ا ، و ، و ا כ و ا

    אة. ] ٥٤[ ا כ و א وا א وا אرة ا ا { א أ ْ َ ِ َ }

    כ א א، إذا ا א ا אل ا ة כ ا أو כ ا م وإذا

    ً ودّل א { א אر { כ أ אرن؟ وإ ذ א

    כ وذ ة، وا אل أ כ א אدة وا אرة ا ن אر أ

    . אل

    َ َة َوآ אَم ا َ ِ َوَأ ِ ِم ا ْ َ ْ ِ َوا א ِ َ َ ْ آ َ ِ َ ا ِ א َ َ ُ ُ ْ َ א َ ١٨-﴿ِإ

    ﴾ َ ِ َ ْ ُ ْ َ ا ِ ا ُ ُכ َ َِכ َأْن َ َ ُأو َ َ َ َ ِإ ا ْ َ ْ َ َכאَة َو ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 40 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [55] “Allah’ın mescitlerinin bakımını ancak… üstlenebilir.” Mesâcida’llāhi ifadesi tekil olarak mescida’llāhi şeklinde de okunmuştur. Anlam, “Mescitlerin bakımını ancak şu kimselerin yapması doğru olur; ancak bunların yaptığı imar ve bakım kayda değer.” şeklindedir. Mescitlerin i‘mârı, tamir gereken yerlerin tamir edilmesini, süpürülüp temizlenmesini, kandillerle aydınlatılmasını, ta-zim edilmesini, ibadet ve zikirle ihya edilmesini ihtiva eder ki zikrin kapsamına ilim tedrisi de girer. Hatta ilim tedrisi zikrin en büyük ve önemli olanıdır. Mes-citlerin boş konuşmalardan ve mescitlere yakışmayacak sözlerden arındırılması da bu kapsamdadır.

    [56] Peygamber (s.a.)’in, “Ahir zamanda ümmetimden öyle kimseler gele-cek ki mescitlere gidecekler, halkalar kurup oturacaklar fakat tüm konuşma-ları dünya ve dünya sevgisi üzerine olacak. Onlarla birlikte oturmayın. Zira Allah’ın onlara ihtiyacı yoktur!” buyurduğu nakledilmiştir. Yine “Mescitlerde konuşmak tıpkı hayvanın kuru otu [hızlı ve kolayca] yiyip bitirdiği gibi iyilikle-ri yiyip bitirir.” buyrulmuştur. Peygamber (s.a.) buyurmuştur ki: “ Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Benim yeryüzünde evlerim mescitlerdir. Beni orada ziyaret edenler, oraları imar edenlerdir. Kendi evinde temizliğini yapıp sonra evimde beni ziyaret eden kimseye müjdeler olsun! Zira ziyaretçiye ikramda bulunmak ziyaret edilene düşen bir borçtur.” Yine Peygamber (s.a.)’in “Kim mescide ısı-nır, orada rahat ederse Allah da ona ısınır.” buyurduğu nakledilmiştir. Ayrıca “Bir kimsenin düzenli olarak mescide gittiğini görürseniz, mümin olduğuna şahitlik ediniz.” [ İbn Mâce, “el-Mesâcid ve’l-cemâ’ât”, 19] buyurmuştur. Enes b. Mâ-lik (r.a.) [v. 93/712] Peygamber (s.a.)’in “Kim bir mescitte bir kandil yakarsa, o kandilin ışığı o mescidi aydınlatmaya devam ettikçe melekler ve Hamele-i Arş1 onun için istiğfarda bulunurlar.” buyurduğunu nakletmiştir.

    [57] ŞayetŞayet “[Neden ayette sadece ‘Allah’a iman’ şartı konulmuş da Peygambere iman-dan söz edilmemiştir.] Peygambere iman şartı da konulsa olmaz mıydı?” dersen dersen şöyle derim:şöyle derim: Peygambere imanın Allah’a imanın ayrılmaz bir parçası olduğu gayet net ve yaygın olarak bilindiği için böyle denilmiştir. Zira kelime-i şeha-det, ezan, kāmet ve diğer iman ifadeleri bu iki imanı birbirinden ayrılmaz iki parça olarak, sanki tek bir şeymiş gibi birlikte ifade etmektedirler. İşbu sebeple, ayette zikredilen Allah’a imanın kapsamına, Peygamber (s.a.)’e iman da gir-mektedir. Ayette namazın kılınmasından ve zekâtın verilmesinden söz edilmiş olmasının, Peygambere imana zaten delâlet ettiği de söylenmiştir.

    1 Arş’ı taşıyan melekler. Taht anlamındaki Arş, Allah Teala’nın evren üzerindeki mutlak hâkimiyetinin sembolü ise, hamele-i arş da kâinatta ilâhî hükümranlığın nüfuz ve işleyişini sağlayan melekleri ifade ediyor demektir. Hûd 11/7’ye göre Arş evrenin daha ilk aşamasında kâinat ‘su’dan ibaret iken mevcuttu ve Hâkka 69/17’ye göre, son aşamasında da mevcut olacaktır. / ed.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف41 כ ا

    ء ] ٥٥[ אرة א إ أي ، א ئ و { ِ ا َ ِ א َ َ ُ ُ ْ َ א َ {ِإ

    א و א، َ و א و א، ّم ا א رّم אول אرة وا א. ا ن כ و

    ، ا درس כ ا و ؛ כ وا אدة א אد وا א، و ، א א

    ل ً א אد ا א أ א ا א َ א ؛ و ّ وأ أ

    . ا

    א ] ٥٦[ ا ن أ אس אن ا آ » :Ṡ ا و

    .« א א א ا و א ا ذכ א ً א ون

    .« כ ا ا א אت כ כ ا : «ا ا و ا

    א ، وإن زّواري א : إن أر ا א אل ا م: « אل ا و

    م כ أن ور ا ، زار א، אر

    م: «إذا رأ אل ا ». و م: « أ ا أ ا ه». و ا زا

    ج אن». و أ Ġ: ” أ א وا א א אد ا ا

    ؤه.“ כ ا א دام ذ ش כ و ا ل ا א ً ا

    אن ] ٥٧[ א و أن ا : ل ا Ṡ؟ אن ّ ذכ ا : ن

    ذان وا אدة ا כ אل م، ا ل א אن ا א א

    א ّכ أ ء وا א دو כ א א א و وا

    : دّل م. و ل ا א אن א ا א אن ى ذכ ا ، ا א

    כאة. אء ا ة وإ א ا כ إ

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 42 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [58] ŞayetŞayet “Ayette nasıl ‘Allah’tan başkasından korkmazlar’ de.nilmiştir, zira mümin de tehlikelerden korkar; korkmaktan kendini alamaz?” dersen dersen şöyle derim:şöyle derim: Bu, dinî konulardaki korku ve takvadır. Müminin herhangi bir korku sebebiyle Allah rızasını başkasının rızasına tercih etmemesi, karşısına biri Allah hakkı diğeri kendi nefsinin hakkı olan iki durum çıktığında Allah’tan korkması ve Allah hakkını kendi hakkına tercih etmesidir. [İlk müminlerin hâlâ] putlardan korktukları ve onlardan bir şey umdukları, bu yüzden korkularını gidermek murat edildiği de söylenmiştir.

    [59] “İşte bunların, doğru yolda gidenlerden olmaları umulur.” Bu, Müş-riklerin hidayet konumundan uzak olduklarını ifade etmekte; büyük gördük-leri, övündükleri ve sonucunda mükâfat umdukları amellerinden faydalanma beklentilerini bitirmektedir. Zira burada buyrulmaktadır ki; iman edip de-haşyet ve takva hisleri ile dolu bir mümin olarak- şeriata uygun amel eden kimselerin doğru yolda gidiyor olmaları bile ‘asâ (ola ki) ile le‘alle (belki) arası bir durumdayken, Müşrikler nasıl olur da kendilerinin doğru yolda oldukları ve Allah katında en güzel karşılığa nail olacakları konusunda böylesine emin olabilirler?! Bu ve benzeri ifadelerde müminlere yönelik de bir lütuf bulun-maktadır. Zira burada korku ümide üstün tutulmuş ve [ilâhî rahmete tamah edip korkuyu terkederek] Allah’a karşı aldanmak reddedilmiştir.

    19. (Ey Müşrikler!) Hacılara su vermeyi ve Mescid-i Harâm’ın ba-kımını üstlenmeyi, Allah’a ve ‘Son Gün’e iman ederek Allah yolunda cihâd eden ( Hazret-i Ali gibi bir) kişi(nin yaptıkları) ile bir mi tutu-yorsunuz? Bunlar Allah katında bir değillerdir. Zalim bir kavmi Allah doğru yola getirmez.

    [60] Sikāye (su ikramı) ve ‘imâre (imar, bakım) kelimeleri sekā ve ‘amere fiillerinden mastardır; es-sıyâne ve el-vikāye (koruma) kelimelerine benzerler. Burada hazfedilmiş bir ifade olmalıdır ki o da, e-ce’altüm ehle sikāyeti’l-hâcci ve ‘imârati’l-mescidi’l-harâmi ke-men âmene bi’llâhi (Hacılara su veren ve Mescid-i Harâm’ın bakımını yapan kimseleri iman eden… kişiyle bir mi tutuyorsu-nuz?!) şeklindedir. Nitekim İbnü’z-Zübeyr [v. 73/692] ve -kurrâdan- Ebû Vecze es-Sa‘dî’nin [v. 130/747] sükāte’l-hâcci ve ‘amerate’l-mescidi’l-harâmi (hacılara su veren ve Mescid-i Harâm’ın bakımını yapanlar) şeklinde okumuş olmaları bu anlamı doğrulamaktadır. Burada anlam, Müşriğin mümine benzerliğini red-detmek, Müşriklerin boş amellerinin müminlerin sabit amelleri ile benzeşme-diğini, bir ve eşit olmadığını ifade etmektir. Yine ayette onların bu ikisini bir-birine eşit tutmaları, küfür şeklindeki zulümlerinin ardından ikinci bir zulüm olarak ifade edilmiştir.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

    35

  • אف43 כ ا

    ، و ] ٥٨[ אذ } وا ا َ َ ِإ ا ْ َ ْ َ : {َو : כ ن

    אر ، وأن اب ا ى أ : ا وا א؟ א כ أن א

    ، وا ّ ا א ان؛ أ ف، وإذا ا أ ه א ا ر

    א، אم و ن ا ا : כא . و ّ ّ ا ، אف ا أن

    . כ ا ر

    ا ] ٥٩[ כ { َ ِ َ ْ ُ ْ ا َ ِ ا ُ َُכ أَْن َِכ َ أُو َ َ َ }

    א وا وا א ا ا א אع ا א و اء ا

    אر ا ا א ا א إ إ ا و ا آ ا ن א، א ا وأ

    أ ن כ ا אل א ، و دا اؤ ا ى، وا ا

    ه م و כ ا ا . و ن ا ا א ون و

    . א א ار אء ور ا ا ا

    ِم ْ َ ْ ِ َوا א ِ َ َ ْ آ َ اِم َכ َ َ ْ ِ ا ِ ْ َ ْ אَرَة ا َ ِ אّجِ َو َ ْ َ ا َ א َ ِ ْ ُ ْ َ َ ١٩-﴿َأ﴾ َ ِ ِ א َم ا ْ َ ْ ي ا ِ ْ َ ُ ِ َوا َ ا ْ ِ وَن ُ َ ْ َ ِ ِ ا ِ َ ِ َ َ א َ ِ َو ِ ا

    و ] ٦٠[ . א وا א כא ، و ران אرة: وا א ا

    ا אَرِة َ ِ َو אج ا َ א َ ِ أ { ْ ُ ْ َ َ {أَ ه: وف אف ّ

    وכאن ي، ا ة و وأ ا ا اءة . א آ ْ َ َכ ام ا

    ن כ כאر أن ا ام». وا إ َة ا ا َ َ َ אج و אَة ا َ ُ اء، « ا

    و . ي وأن ، َ ا א َ ا א وأ ، א

    . כ א א ً

    ٥

    ١٠

    ١٥

  • 44 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [61] Rivayete göre Müşrikler Yahudilere, “Biz hacılara su ikram eder, Mes-cid-i Harâm’ın bakımını yaparız. Şimdi biz mi daha faziletliyiz yoksa Muham-med ve beraberindekiler mi?” diye sormuşlar; onlar da “Siz daha faziletlisiniz.” diye cevap vermişlerdir.

    [62] Söylendiğine göre Hazret-i Ali (r.a.) [ Mekke’deki] Abbâs’a “Amca! Hic-ret edip, Peygamber (s.a.)’in yanına gelsenize!” demiş; o da, “Biz hicretten daha faziletli bir konumda değil miyiz? Allah’ın evini ziyaret eden hacılara su ikram eder, Mescid-i Harâm’ın bakımını yaparız!” diye cevap vermiş. Bu ayet inin-ce de “Artık sikāye görevini terketmemiz gerektiğini düşünüyorum.” demiş. Peygamber (s.a.) ise “Sikāyeye devam edin, bu görevde sizin için hayır var.” buyurmuştur.

    20. İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenler, Allah katında derece bakımından elbette daha büyük-türler... ki felaha erecekler de bunlardır.

    21. Rableri onları, kendinden bir rahmet ve rıza ile içinde kalıcı nimetlerin bulunduğu kendilerine ait cennetlerle müjdeler.

    22. Hem de ebediyen kalıcı oldukları halde... Şüphesiz, Allah katın-da büyük bir mükâfat vardır.

    [63] Bunlar “Allah katında” sikāye ve imâre görevlerini yapanlardan “daha hayırlıdır ki felaha erecekler de bunlardır.” Kurtuluş size değil bu kimselere mahsustur. ْ ُ ُ ُ (Onları müjdeler.) ifadesi şeddeli de şeddesiz de okunmuş-tur [yubşiruhum / yubeşşiruhum]. Müjdeye konu olan şeyler [yani rahmet, rıdvân ve cennât], her türlü nitelemenin ve tarifin ötesinde hususlar olduğu için nekire olarak ifade edilmiştir. Bu müjdenin hususan muhacirler hakkında olduğu İbn Abbâs’tan nakledilmiştir.

    23. Ey iman edenler! Eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa babala-rınızı ve kardeşlerinizi (bile) velî edinmeyin. İçinizden her kim onları velî edinirse, bunlardır işte, zalimler!

    24. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşire-tiniz, elde ettiğiniz mal-mülk, kesada uğramasından endişe ettiğiniz tica-ret, hoşunuza giden yerleşkeler, size Allah ve Resûlünden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevimliyse, o zaman, Allah, (azap) emrini getirinceye kadar bekleyedurun! Fâsık bir kavmi Allah doğru yola getirmez.

    5

    10

    15

    20

    25

    30

  • אف45 כ ا

    ا ] ٦١[ אر ُ و ا אة د: ا א כ ا أن وروي

    . د: أ أ א ا ؟ א ام، أ أ أم وأ ا

    ل ] ٦٢[ ن ون، أ א ّ أ א אس: אل Ġ א : إن و

    ا وأ ، ا אّج أ ة؛ ا أ أ אل: .Ṡ ا

    ا م: أ אل ا א. א אرك ّ א أرا إ אس: אل ا א ام؟ ا

    ا. ً א כ ن ، כ א

    ُ َ ْ ْ َأ ِ ِ ُ ْ ْ َوَأ ِ ِ ا َ ْ َ ِ ِ ِ ا ِ َ ِ وا ُ َ א َ وا َو ُ َ א َ ا َو ُ َ َ آ ِ ٢٠-﴿اوَن﴾ ُ ِ א َ ْ ُ ا ُ َِכ َ ِ َوُأو َ ا ْ ِ ً َ َدَر

    ﴾ ٌ ِ ُ ٌ ِ َ א َ ِ ْ ُ َ אٍت َ اٍن َو َ ْ ُ َوِر ْ ِ ٍ َ ْ َ ِ ْ ُ ْ َر ُ ُ ِّ َ ُ ﴿-٢١

    ﴾ ٌ ِ َ ٌ ْ ُه َأ َ ْ ِ َ ًا ِإن ا َ א َأ ِ َ ِ ِ א ﴿-٢٢

    ]٦٣ [ ُ ُ َِכ َ כ {َوأُو אرة א وا } أ اِ َ ا ِ ً َ ُ َدَر َ ْ {أَ

    ، א وا « ئ « . و כ ز دو א ن ؛ وا وَن} أ ُ ِ א َ ْ ا

    :Ġ אس ف. و ا ّ ا و ا כ ا وراء ا و

    . א א ا

    ا َ َ ْ ا ِإِن َאَء ِ َأْو ْ ُכ َ ا َ ْ َوِإ ْ َאَءُכ آ وا ُ ِ َ ا ُ َ آ َ ِ ا א َ أ َא ﴿-٢٣َن﴾ ُ ِ א ُ ا ُ َِכ َ و ُ َ ْ ُכ ْ ِ ْ ُ َ َ َ ْ َ אِن َو َ ِ َ ا َ َ ْ ُכ ْ ا

    اٌل َ ْ ْ َوَأ ُכ ُ َ ِ َ ْ َو ُכ ُ ْ َوَأْزَوا ُכ ُ ا َ ْ ْ َوِإ َאُؤُכ ْ ْ َوَأ َאُؤُכ ْ ِإْن َכאَن آ ُ ﴿-٢٤ ِ ا َ ِ ْ ُכ ْ َ ِإ َ َأ א َ َ ْ َ ْ َ ُ אِכ َ َ َو א َ אَد َ َכ َن ْ َ ْ َ אَرٌة َ ِ َو א َ ُ ُ ْ َ َ ْ ا

    َم ْ َ ْ ا ي ِ ْ َ ُ َوا ِه ِ ْ َ ِ ُ ا َ ِ ْ َ َ ا ُ َ َ َ ِ ِ ِ َ ِ אٍد َ ِ َو ِ ِ ُ َوَر

    ﴾ َ ِ ِ א َ ْ ا

    ٥

    ١٠

    ١٥

    ٢٠

  • 46 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri

    [64] Mekke’nin fethinden önce, iman etmiş kimselerin imanı ancak hicret edip kâfir akrabaları ile irtibatını koparmakla tamamlanmış oluyordu. Bu yüzden, Müslümanlar “Ya Resûlallah! Eğer din konusunda bize muhalif olanları terk edersek o zaman ana-babalarımızı, evlatlarımızı, aşiretlerimizi bırakacağız, ticaretimiz elimizden gidecek, mallarımız heba olacak, evleri-miz tahrip edilecek ve perişan olacağız!” demişler; ayet bunun üzerine nâzil olmuş, onlar da hicret etmişlerdir. [Hicret ettiklerinde] evlatları, babaları, kar-deşleri ya da diğer bazı akrabaları yanlarına gelir, fakat onlar bu yakınlarına iltifat etmez, onları ağırlamaz ve onlara infakta bulunmazlardı. Daha sonra kendilerine bu konuda ruhsat verilmiştir. Bu ayetin irtidat edip Mekke’ye geri dönen dokuz kişi hakkında nâzil olduğu, Allah Teâlâ ’nın işbu kimselerle işbirliği yapmayı, onları velî edinmeyi yasakladığı da söylenmiştir. Peygamber (s.a.)’in “Hiçbiriniz Allah için sevip, Allah için buğzetmedikçe, kendine en uzak insanı Allah için sevip kendisine en yakın insana Allah için buğzetme-dikçe imanın tadını alamaz.” buyurduğu nakledilmiştir.

    [65] ْ ُُכ َِ َ kelimesi ‘aşîratükum ve ‘aşîrâtükum şeklinde okunmuştur.

    Hasan-ı Basrî ‘aşâ’irukum okumuştur.

    [66] “O zaman, Allah, (azap) emrini getirinceye kadar bekleyedurun!” Bu ifade bir tehdit olup İbn Abbâs’tan, burada Mekke fethinin kastedildiği nakledilmiştir. Hasan-ı Basrî’den ise, “Bu dünyada veya âhiretteki bir ceza-dır”. görüşü nakledilmiştir. Bu ayet, daha şiddetlisini göremeyeceğin kadar şiddetli bir tehdittir; [sımsıkı bağladıkları] din aktını gevşetmek ve dinin kesin olan ‘ip’i üzerinde yalpalamak gibi durumlarını adeta insanların yüzüne vurmaktadır. En takvalı, en vera‘lı olan bile elini vicdanına koyup düşün-sün, acaba Allah’ın zâtı[nı tenzih] ve O’nun dinine sıkıca bağlanma konusun-daki salābet-i diniyyesi, dinin hoşlandığı şeyleri ana-babasına, evlatlarına, kardeşlerine, yakınlarına, malına, yerine-yurduna ve diğer tüm dünyalık-larına tercih edecek, bütün bunlardan din için vazgeçecek kadar sağlam ve güçlü müdür, yoksa en basit bir maslahatı bile kendisini Alla