Upload
kapsul-plus
View
237
Download
7
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Trakya Üniversitesi Biyoloji Bölümü
Citation preview
1
28.06.2013
2
TEŞEKKÜRLER
Yükseköğrenim eğitimini aldığımız ve bizlere biyoloji konusunda temel bilgi-
leri aktaran saygıdeğer hocalarımızdan başlayarak yetişmemizde emeği geçen bütün
hocalarımıza teşekkürü bir borç biliriz.
Huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan ve her zaman desteğini esirgemeyen Fen
Fakültesi Dekanlığına, Biyoloji Bölüm Başkanı sayın Prof. Dr. Yılmaz ÇAMLITE-
PE’ye ve Bölüm Başkan yardımcısı sayın Doç.Dr.Murat YURTCAN’a teşekkür ede-
riz.
Bizi kapsül adlı duvar gazetesi hakkında çalışmaya teşvik eden sayın Uzm.Dr.
Volkan AKSOY’a, yine halen yürütmekte olduğumuz Kapsül Plus dergisi ve duvar
gazetesi hakkında desteğini bizden esirgemeyen aynı zamanda danışmanlığımızı üstle-
nen sayın Doç.Dr. Fulya Dilek GÖKALP MURANLI’ya teşekkür ederiz.
Eserde bulunan yazıların taslaklarını inceleyen ve değerli eleştirileriyle katkı-
lar sağlayan sayın Doç.Dr.Ayşegül ÇERKEZKAYABEKİR, Araş.Gör.Dr. Kadri KI-
RAN, Araş.Gör.Dr. Utku GÜNER, Araş.Gör.Dr.Mithat AYDOĞDU, Araş.Gör.Dr.
Ebru DİKER, Araş. Gör. Dr. Gazel Burcu GÜLTEKİN’e şükran borçluyuz.
Derginin yayınlanmasında ve basılmasında emeği geçen sayın Doç.Dr.Hayati
ARDA’ya ve Fizik Bölümü öğretim üyesi sayın Doç.Dr.Şaban AKTAŞ’a katkıların-
dan dolayı teşekkür ederiz.
Derginin genel yayın koordinatörü Mete Arslan KONAK’a ve derginin genel
başkanı Tayfun GÖZLER’e katkılarından ve çalışmalarından dolayı teşekkürler ede-
riz.
Özellikle yazdıkları yazılarla Kapsül Plus dergisinin ve duvar gazetesinin
oluşmasında, hazırlanmasında, gelişmesinde katkıda bulunan tüm hocalarımıza ve öğ-
renci arkadaşlarımıza, özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz.
3
,
VİZYON
Kapsül Plus dergisi tamamen bağımsız, güvenilir ve uzman habercilik ilkelerini
benimser. Aylık yayın olması nedeniyle analizler ve yorumlar derginin temelini oluştu-
rur. Kapsül Plus dergisinde çıkan yazılar bilimsel değer taşıyan ve dergi içeriğine uyan
konuların analiz ve yorumlamasıdır. Kapsül Plus dergisi etnik, cinsel, ırksal, ulusal ve
inanç temelindeki tüm ayrımcılıklara şiddetle karşı çıkar. Kapsül Plus Trakya Üniversite-
sinin üniversiteler sıralamasında daha üst sıralara yükselmesi için yapılan tüm çalışmala-
rı da yürekten destekler.
MİSYON
Kapsül plus dergisi Trakya Üniversitesinde ki tüm akademik birimlerin toplum-
sal kültürel ve bilimsel alanda tartışma platformu olmayı amaçlar. Kapsül Plus dergisi
Trakya Üniversitesinin öğrenci dergisi olmayı hedefler. Ayrıca Kapsül Plus dergisi yayın
ilkelerine uyan herkesin dergiye yazılarıyla katkıda bulunması için gayret gösterir.
Tayfun GÖZLER
4
PSİKOLOJİNİN DNA'SI
AYNA NÖRONLAR
Sayfa 6
PROBİYOTİKLER VE SAĞLIKLI YAŞAM
‘Probiyotik’ terimi ‘yaşam için’ anlamına ge-
len Yunanca bir sözcükten türetilmiştir. FAO
(Gıda ve Tarım Organizasyonu) ve WHO
(Dünya Sağlık Örgütü)’nce probiyotikler
‘yaşayan mikroorganizmalar’ olarak tanım-
lanmaktadır.
Sayfa 7
“NEDEN?” DİYE SORMANIN
ZAMANI GELDİ
Sayfa 9
PANDALARIN GELİŞİM SAFHALARI
3 aylık olduğunda tek başına yürümeye, 5 ay-
lık olduğunda ise koşmaya ve bambunun tadı-
na bakmaya başlar. Bebek panda bir buçuk
seneden uzun bir süre annesinin yanında kalır.
Ancak bu uzun dönemin sonunda tek başına
yaşamaya hazırdır.
Sayfa 14
ÖLÜM TANIĞI SİNEK
Sayfa 12
NESLİ TÜKENMEKTE OLAN
DENİZ CANLILARI
Sayfa 18
BİYOLOJİ GÜNDEMİ
Sayfa 17
CANLILAR DÜNYASI
Sayfa 20-21
K
A
P
S
U
L
P
L
U
S
S
A
Y
I
11
5
Değerli Kapsül Plus Okuyucuları Merhaba ;
Sizlere Kapsül Plusun yeni editörlerinden sıfatımızı
kullanarak ulaşıyoruz. Bayrağı devralarak üstlendiğimiz bu
sorumluluk bir yandan heyecan verici diğer yandan ise gu-
rur verici. Sizlerin karşısında olmak bu dergiyi hazırlamak
ve sizlere sunmak bizim için bambaşka bir görev aşkı, şevk
kaynağı. Günden güne canlıların ve yaşadığımız dünyanın
değeri değişmekte, bunun farkında olabilen herkes bilinçli
birer okuyucu olmaktadır. Hedefimiz okurken keyif alacağı-
nız bir dergi hazırlamak. Bu hedefimizi gerçekleştirmek için
sizlerin görüş ve önerileri bizlere yol gösterecektir.
Yenilenen, değişen ve müthiş bir değişim göste-
ren bir dergiyle karşı karşıyasınız. Yeniliklere açık olmanız
ve bunun zevkine vararak okumanızı temenni ederiz.
Saygılarımızla...
Kapsül Plus ailesi
olarak
üniversitemizin
Balkan Kongre
Merkezinde
gerçekleştirilen
Fen Fakültesi
mezuniyet
törenindeydik.
ASLIHAN DİKMEN
EDİTÖRLERİMİZİN
KALEMİNDEN
GENEL YAYIN
KOORDİNATÖRÜ
Mete Arslan KONAK
EDİTÖRLER
Aslıhan DİKMEN
Özge BİÇEROĞLU
GENEL BAŞKAN
Tayfun GÖZLER
GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
Emine Ceyda SÖZÜER
İLETİŞİM
Trakya Üniversitesi
Fen Fakültesi
Biyoloji Bölümü
ÖZGE BİÇEROĞLU
6
Minel BORİMALİ
PSİKOLOJİNİN DNA'SI AYNA NÖRONLAR
Kendinizi hiç, başkaları-
nın mimiklerini taklit ederken yakala-
dınız mı, ya da nerede duyduğunuzu
hatırlamadığınız bir şarkının dilinize
dolandığı oldu mu? Esneyen birinin,
ortamdaki diğer kişilerin de uykusunu
getirdiğini ve esnemelerin giderek
arttığını çoğumuz biliriz.
1990'larda Vittorio Gallase
ve Giacomo Rizzolatti adlı iki İtalyan
bilim adamı düşünce okuma konu-
sunda maymunlar üzerinde yaptıkları
deneyler sırasında yeni bir tip nöron
keşfettiler. Bu nöronlar, belli işleri
yaparken aktif hale geliyorlardı, tesa-
düfen fark edilen diğer özellikleri ise
bir başkası aynı işi yaparken de aktif
hale geçmeleriydi. Bu nöronlar pri-
matları, insanları ve kuşları karşısın-
dakini taklit etmeye zorluyordu. Bu
özelliklerinden dolayı "ayna nöron "
adını aldılar. Daha sonra yapılan araş-
tırmalar ayna nöronların insan bey-
ninde broca denen ve konuşmadan
sorumlu olduğu bilinen bölgede bu-
lunduğunu gösterdi. Bilim insanları
buradan yola çıkarak, konuşmanın,
başkalarının hareketlerini tanıma ve
algılama ile başladığını düşündüler.
Önceleri el kol işaretlerine ve mimik-
lere dayanan haberleşme, zaman için-
de konuşmaya dönüşmüştü.
Düşmanınızın yüzündeki ifa-
de birazdan ne yapmanız gerektiği
hakkında her zaman iyi bir fikir ve-
rir.Kendinizi konuşurken düşünün,
elleriniz ve kollarınız konuşmayı ta-
mamlamaya çalışırlar ya da kimi za-
man sözcüklerinizle saklamaya çalış-
tığınız düşüncelerinizi yüz ifadeniz
ele verir. Vücut dili ya da empati üze-
rine onlarca kitap bulabilirsiniz bu-
gün. Bilim insanları günümüzde ayna
nöronları psikolojinin DNA'ları ola-
rak görüyor.
Son yıllarda yapılan
psikoloji araştırmalarının teme-
lini oluşturan ayna nöronlara
"sürü psikolojisinin" ortaya çık-
masında aktif rol verildiği anla-
şılmaktadır. Maç seyrederken
insanların birbirlerini taklidi,
mitinglerde insanların daha son-
raları kendilerinin bile hayretle
karşıladığı aşırılık ve taşkınlık-
ları ayna nöronların rollerine
birer örnektir.
Şizofreni, otizm ve di-
ğer bazı psikiyatrik bozuklukla-
rın temelinde de ayna nöronların
rol oynayabileceği düşünülmek-
tedir. Buna "kırık ayna teori-
si" denmektedir. Bu tip psikolo-
jik hastalığı olan kişiler karşı-
sındakine ayna olamamakta,
yani empati kuramamakta veya
aynasındaki görüntü kırık ol-
maktadır. Aynadaki bu kırıklar
arasındaki bağlantı iyi kurulup
yapıştırılamadığından, hasta kişi
karşısındakinin hisleri konusun-
da doğru bir yoruma ulaşama-
maktadır. Ağlaması gereken
yerde gülmek istemektedir. En
yakınının cenaze merasiminde
üzülmesi ağlaması gerekirken
veya en azından diğer üzülen
insanları taklit etmesi gerekir-
ken, o hasta kişi defin sonrası
dağıtılacak kumanyayı düşün-
mektedir.
Merak edilen sorudur
"Her şey nasıl başladı?". Her
şey, yansıma ile başladı, mil-
yonlarca kilometre öteden gelen
güneş ışını dünyaya vardığında,
yansıdı. Yansıma bugün beyin-
lerimizde devam ediyor.
Kendinizi konuşurken düşünün,
elleriniz ve kollarınız konuşmayı
tamamlamaya çalışırlar ya da
kimi zaman sözcüklerinizle sak-
lamaya çalıştığınız düşüncelerini-
zi yüz ifadeniz ele verir. Vücut
dili ya da empati üzerine onlarca
kitap bulabilirsiniz bugün. Bilim
insanları günümüzde ayna nöron-
ları psikolojinin DNA'ları olarak
görüyor.
7
PROBİYOTİKLER VE SAĞLIKLI YAŞAM
‘Probiyotik’ terimi ‘yaşam için’ anlamına gelen Yunanca bir sözcükten türetil-
miştir. FAO (Gıda veTarım Orgaizasyonu) ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü)’nce probi-
yotikler ‘yaşayan mikroorganizmalar’ olarak tanımlanmaktadır. Çeşitli bakteri cinsleri
probiyotik olarak kullanılmaktadır. Bunların başında Lactobacillus, Bifidobacte-
rium, Escherichia, Enterococcus, Bacillus ve Streptococcus gelmektedir. Bununla bir-
likte Saccharomyces’ e dahil bazı fungal suşlar da probiyotik olarak kullanılmaktadır.
Probiyotik kavramının ortaya çıkışı 1908 yılı-
na kadar uzanmaktadır. Nobel ödüllü araştırıcı Eli
Metchnikoff Bulgar köylülerinin uzun yaşamının sırrı-
nın fermente süt ürünlerinin tüketimine bağlı olduğu-
nu öne sürmüştür. ‘Probiyotik’ terimi ilk olarak 1965
yılında Lilly ve Stillwell tarafından bir organizma ta-
rafından salgılanan ve diğer organizmaların üremesini
engelleyen anlamında kullanılmıştır. Marteau ve ark.
(2002) mikrobiyal hücrelerden oluşan komponentlerin
sağlık üzerine yararlı etkilerinin olduğunu belirtmiş-
lerdir.
İnsan vücudu en az 500 türe ait tahmini olarak
100 trilyon bakteri hücresi tarafından desteklenmekte-
dir. Araştırıcılar ‘iyi’ bakterilerin sadece sağlıklı bir
sindirim sisteminin değil ayrıca sağlıklı bir immun
sistemin oluşmasını da sağladığını keşfetmişlerdir.
Doğduğumuz zamana kadar mikroplardan tamamen
arınmış durumdayızdır. Rahimden dışarı çıkmayla
beraber ise vücudumuzdaki hücre sayısının 10 katı
kadar fazla sayıda mikropla bombardımana uğrarız.
Probiyotikler yani iyi mikroplar, vücudun immün sis-
temiyle beraber çalışarak kötü mikropları uzak tutma-
ya yardım etmektedir. İyi ve kötü mikroplar arasındaki
bu simbiyotik birliktelik iyi mikropların önemini orta-
ya koymaktadır. Bu iyi bakteriler veya probiyotikler
‘arkadaş’ bakteriler olarak da isimlendirilmektedir
çünkü işleri, bağırsak popülasyonunu düzenlemektir
ve vücuttaki birçok önemli biyolojik fonksiyondan
sorumludurlar.
Probiyotikler:
Kötü bakteri popülasyonunu indirgemekte-
dir.
Patojenik organizmaların sindirim sistemini
istila etmesini engellemektedir.
Bağırsak duvar kaslarının kasılmasına ve
gevşemesine yardım etmektedir.
Bağırsak hareketlerini düzenlemektedir.
İnflamasyonu azaltmaktadır.
Besinlerin emilimini arttırmaktadır.
Probiyotikler ve Obezite Probiyotikler ve obezite arasındaki olası
bir bağlantı araştırmalar için önemli bir başlık
olarak ortaya çıkmaktadır. Probiyotiklerin ve ba-
ğırsak mikroflaorasının metabolizmaya önemli
katkıları vardır. Yapılan bir çalışmada bağırsakta-
ki bakterilerin obezite ile savaşmaya yardım ettiği
gösterilmiştir. Hamile kadınlar üzerinde yapılan
bir çalışmada ise, hamileliğin ilk üç aylık döne-
minde probiyotik verilen kadınlarda daha az obe-
zite gözlemlenmiştir. Aynı çalışmada, sıklıkla
kullanılan probiyotikler olan Lactobacil-
lus ve Bifidobacterium içeren kapsüllerden gün-
lük olarak alan bireylerde en alt seviyede obezite
ve en alt seviyede yağ yüzdesi gözlenmiştir.
8
Probiyotikler ve Antibiyotikler Vücudumuzda doğal olarak yaşayan bakteriler
bulunmaktadır. Fakat yetersiz beslenme, çevresel tok-
sinler, stres, antibiyotikler, immun baskılayıcı terapiler,
ışın tedavisi ve diğer faktörler mide rahatsızlıklarına,
sindirim problemlerine ve kolon kanseri gibi hastalık-
lar için önemli olan sindirim sistemi florasının kompo-
zisyonunun değişmesine neden olmaktadır.
Antibiyotikler vücutta infeksiyona neden olan bakteri-
lerin gelişmesini inhibe etmektedir. Bununla birlikte
iyi bakterilerin ölmesine yol açmaktadır. Michigan
Sağlık Sistem Üniversitesi’nde probiyotikler ile çalışan
araştırmacı Dr. Garry Huffnagle doğal bağırsak florası-
nın antibiyotik kullanımından etkilendiğini açıklamış-
tır:
Probiyotikler ve Kanser Bağırsak tümörlerinde Lactobacillus gibi probiyotik
bakteriler mutajenik bileşiklere bağlanarak tümör geli-
şiminin durdurulmasına veya tümörden korunmaya
katkı sağlamaktadır. Ayrıca bağırsakta yaşayan ve pro-
karsinogenlerin karsinogenlere dönüşmesine neden
olan bakterilerin üremesini baskılamaktadır. Lactoba-
cillus cinsine ait bakteriler bağırsak mikroflorasını de-
ğiştirerek ve β-glukoronidaz ve diğer karsinojen sevi-
yelerini düşürerek kansere yakalanma riskini azaltmak-
tadır. Yapılan çalışmalar, L. casei gibi probiyotiklerin
kullanımının idrar kesesi kanserinin tedavi sonrası tek-
rar ortaya çıkma olasılığını düşürdüğünü göstermiştir.
Fakat bu bulguların yapılacak yeni çalışmalarla doğru-
lanması gerekmektedir.
Probiyotik Gıdalar Probiyotikler, tükettiğimiz ve sağlığımız için iyi olan
bakterilerdir. Süpermarketten satın alabileceğimiz
çok sayıda gıdada bulunmaktadır ve bu gıdaların tat-
ları oldukça lezzetlidir. Probiyotikleri peynir, yoğurt
gibi tükettiğimiz kültüre edilmiş mandıra ürünlerin-
den sağlamak mümkündür. Probiyotik gıdaların ilaç
olmadıgı ve tüketimine baslandıgında ara verilme-
mesi gerektigi, aksi halde bağırsak florasının kısa
süre içinde eski haline döneceği unutulmamalıdır.
‘’Vücudumuzdan iyi mikropları uzaklaştırmanın im-
mün sistemi daha zayıf hale getirmeyle sonuçlandı-
ğına ve astım gibi alerjik ve kronik hastalıkların
görülme sıklığında artışa neden olduğuna inanmak-
tayız.
Doktorunuzun önerdiği antibiyotikleri aldığınız za-
manı takiben probiyotiklerin farklı formlarını ala-
rak bağırsağınızdaki mikroflorayı olması gereken
duruma geri çevirmelisiniz. Bu durum sağlığınızı
daha iyi hale getirecektir. ‘’
Kaynaklar:
Gupta V, Garg R. Probiotics. Indian J Med Microbiol
2009;27:202-9
Study in pregnant women suggests probiotics may help
ward off obesity. The 17 th European Congress onobe-
sity Amsterdam 69 May 2009.
Aso Y, Akaza H, Kotake T, Tsukamoto T, Imai K, Nai-
to S. Preventive effect of a Lactobacillus ca-
sei preparation on the recurrence of superficial bladder
cancer in a double -blind trial. The BLP Study Group.
Eur Urol 1995;27:104-9.
http://www.naturalnews.com/019920_microbes_probiotic_health.html#i
xzz2NKw0B72L
Deniz YÜKSEL
9
“NEDEN?” DİYE SORMANIN ZAMANI GELDİ
İnsanoğlunun dünya üzerinde nasıl var olduğu hala birkaç tartışmalı teori ile kanıtlanmaya çalışılmak-
tadır. Fakat hala kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Biz de bu yazımızda biyolojinin kısaca tarihi ve nasıl var
olduğumuz hakkındaki teorilerle birlikte yeryüzündeki görevlerimiz hakkında düşüneceğiz. İnsanoğlu var olu-
şuyla birlikte kafasında birçok sorular üretmeye başlamıştır ve bu soruların çoğunda “Neden?” demiştir kendi
kendine. Örneğin; Ben şu an bu yazıyı neden okuyorum? Ben neden varım? Neden kuşlar gibi uçamıyorum?
Neden balıklar gibi su altında yaşayamıyorum? vs. diyerek sorgulamış her merak uyandırıcı farklılıkları. Me-
rak günümüzde kötü bir olgu gibi algılansa da aslında merak ettikçe kendimizi geliştiriyor ve insani değerler
kazandırıyoruz hala olağanüstü olan gizemli yapımıza. Hatta her araştırma ile birlikte bir kademe daha ulaşı-
yoruz kendi varlığımızın nedenlerine.
Neden laboratuvar ortamında veya doğal
ortamında araştırmada kullanılan, canlı veya canlı
gruplarının gizemini her seferinde tekrar çözmeye
çalışalım ki? diye düşünüp, yaptığı araştırmaların
ve verilerin değişen bilgi darağacıyla birlikte so-
nuca daha hızlı ve güvenilir şekilde yaklaşmak
için her kullandığı canlıya bir isim koyma gerekli-
liğini hissetmiştir. Tabii canlılara verilecek isim
için tüm insanlığın ortak kullanabileceği bir dilin
seçilmesi en doğrusuydu. Seçilen dil “Latince” idi.
Peki neden Latince? Çünkü Latince aktif olarak
kullanılmayan, ölü bir dil olduğu için yapısında
bozulmanın en zor olduğu dildi. Bu şekilde, ortak
olarak kullanılacak bir dil öğrenildikten sonra hiç-
bir değişiklik olmadan kullanımı en kolay olacak
dil olarak görüldü. İlk olarak M.Ö. Hippocrates
hayvanlar üzerine türler saymıştır. Devamında da
Aristo, Linné, R. Hooke gibi ünlü bilim insanları
hayvan, bitki gibi canlı gruplarını belli kurallarla
sınıflandırmış ve sistematik bilimini geliştirmişler-
dir. Tabii ki bu birbirinden değerli canlı grupları
içinde belki de en önemlisi Homo sapiens olmalıy-
dı. Yani “Akıllı İnsan” veya bazı bilim insanlarına
göre “Düşünebilen Hayvan”.
Her araştırma ile kendi yapısına giden gi-
zemli yolculukta bir yeni bilgi ile tanışmıştır insan.
Her seferinde de anlamıştır ki dünya üzerinde var
olan tüm canlı ve cansız varlıklarla yakından veya
uzaktan da olsa, bir ilişki içerisinde olduğunu. Gü-
nümüzde de en geçerli olan varoluş teorilerinin
çoğunda da bu ilişkiyi odak almıştır kendine. Tabii
ki bu teorilerin hepsine ulaşmak içinde her seferin-
de “Neden?” diyerek çizmiştir yolunu. Teori ve
hipotezler oluştururken birçok canlılardan fayda-
lanmış ve sonuç olarak yaklaşık 4,5 – 5 milyar yıl-
lık dünyamızda tüm canlıların bizden daha yaşlı
olduğu sonucuna varmıştır.
10
Canlı veya fosil tüm türler için nereden ve neden geldiği araştırılmıştır. Acaba Salmo trutta (Alabalık) neden
var, yararları, zararları neler? veya Ulva lactuca (Deniz Marulu) nereden geliyor, ataları kimler, genel özellikleri han-
gi canlılarla benzer? Tabii bu soruların en önemlisi de kendimize sorulan olmuştur. İnsan neden var? Ekolojik nişleri
nelerdi? İşte bu ve bunlara benzer en önemli soruların yanıtı tabi ki de insan ve diğer canlıların nasıl oluştuğunun
bulunmasından geçmekteydi.
, Yaşadığımız dünyada canlılığın ve devamında da bizlerin nasıl oluştuğunu bulmak için en başlara, ta ki
dünyanın oluşumuna dönmek en doğrusu olacaktır. Teorilerin hepsinde ortak nokta olarak güneşten kopma ege-
mendir. En çok kabul gören teorilerden biri “Nebula Teorisi”dir. Bu teoriye göre hidrojen ve helyum gazlarından
oluşan kızgın kütle (Nebula) evrende dönerken zamanla kendinden parçalar kopmuştur ve bu parçalar ana kütle
etrafında dönüşünü sürdürmüştür. Yeterli uzaklığa eriştikten sonra soğumuş ve gezegenleri meydana getirmiştir.
Bir diğer teoride “Big Bang Teorisi”dir. Bu teoride de evrenin ve dolayısıyla gezegenimizin büyük bir patlama
sonucu oluştuğunu ileri sürmektedir. Bu teori en çok kabul gören kuramdır. En son olarak İngiliz bilim adamı
Stephen Hawking tarafından geliştirilmiş ve bu kuramı doğrulayan bilgiler elde etmiştir. Yani dünyamız şu an ki
bilgiler ışığında güneşten kopup soğuyan bir parçadır.
Dünya oluşumu tamamlandıktan sonra asıl konu canlılığın oluşumuydu. Tabii ki dünya oluşumu ile birlik-
te canlı oluşmamıştır. Canlıların oluşumu için dünyanın biraz zamana ihtiyacı vardı. Dünya geçirdiği ekolojik de-
ğişimler sonrasında ilk canlının oluşumu için hazırdı. İlk canlının nasıl meydana geldiği ile ilgili ise birçok teori
üretildi.
Dünya oluşumu tamamlandıktan sonra asıl konu canlılığın oluşumuydu. Tabii ki dünya oluşumu ile birlikte canlı
oluşmamıştır. Canlıların oluşumu için dünyanın biraz zamana ihtiyacı vardı. Dünya geçirdiği ekolojik değişimler
sonrasında ilk canlının oluşumu için hazırdı. İlk canlının nasıl meydana geldiği ile ilgili ise birçok teori üretildi.
Bu teoriler; a-) Kendiliğinden Oluş (Abiyogenez) Görüşü b-) Biyogenez Görüşü c-) Panspermia Görüşü d-) Otot-
rof Görüşü e-) Heterotrof Görüşü f-) Yaratılış Görüşü.
11
FAİK KAAN PALUZAR
a-) Kendiliğinden Oluş (Abiyogenez) Görüşü:
Canlı maddeler cansız maddelerden kendiliğinden oluş-
muştur fikrini savunur. Evrimin tartışmaya açıldığı ilk
fikir olması açısından önem taşır. Bu görüşü ilk olarak
Aristo ileri sürmüştür. Yunan filozofu Aristo; “Canlı ken-
diliğinden var olabilir, yani cansız maddelerden kendili-
ğinden meydana gelebilir” diyerek abiyogenez görüşünü
ortaya atmıştır. Yıllar sonra Belçikalı fizikçi Jean Baptis-
te Van Helmont kontrolsüz deneyler sonucunda Abiyoge-
nez görüşünü kanıtlamaya çalışmıştır.
b-) Biyogenez Görüşü: Bir canlının yalnız kendine ben-
zer başka bir canlıdan oluşabileceği görüşüdür. 1862’de
Louis Pasteur’un yaptığı kontrollü deneylerle kabul edil-
miştir. Günümüzde de geçerli bir görüştür. Pasteur yaptı-
ğı bir dizi kontrollü deneyle canlı, cansızdan oluşur görü-
şünü yıkmıştır. Abiyogenez görüşünü savunanlar ile Bi-
yogenez görüşünü savunanlar uzun süre boyunca birbirle-
rine karşılıklı deneylerle yanıt vermişlerdir. Son olarak
Pasteur kontrollü deneyler sonucu Abiyogenez görüşünü
büyük ölçüde çürütmüştür.
c-) Panspermia Görüşü: Bu görüşe göre ilk canlı dünya
dışında, yani başka bir gezegende oluşmuştur. Daha son-
ra bu canlıların spor ya da tohumları göktaşları ile dünya-
ya taşınmış ve canlılık başlamıştır. Canlılığın nasıl oluş-
tuğu hakkında açıklama getirmeyen bir görüştür. Ayrıca
bugünkü bilgilere göre spor ve tohumların uzaydan dün-
yaya gelişleri sırasında sıcaklık, basınç vb. koşullara da-
yanması mümkün görülmemektedir. Ancak imkânsız de-
ğildir.
d-) Ototrof Görüşü: Tüm canlı organizmaların hayatta
kalmaları için besine ihtiyaç duydukları düşünülecek
olursa, ilk canlının da kendi besinini kendisinin yapması
gerekliliği ortaya çıkar. İşte bu görüşe göre ilk canlı ken-
di besinini üretebilen ototrof bir canlıdır. Diğer canlılarda
bunlardan meydana gelmiştir. Ototrof görüşü ilk canlının,
kompleks bir organizma olarak basit bir çevrede oluştu-
ğunu ileri sürer. Fakat canlının oluşumunu açıklamaktan
ziyade bir canlının nasıl beslendiğini açıklayan bir görüş-
tür. Fazla destek bulamamıştır.
e-) Heterotrof Görüşü: Bu hipotez Oparin ve Halden
tarafından ileri sürülmüştür. Buna göre ilk canlının, dün-
yanın geçirdiği uzun süren kimyasal evrim sonucu ortaya
çıkan özel koşullarda, uzun süren bir zaman diliminde,
çok basit olarak oluştuğunu savunur. Bu görüş iki açıdan
önemlidir. Birincisi evrimci bir anlayışa sahiptir. İkincisi
ise S. Miller ve H. Urey bu konuda başarılı deneyler yap-
mışlardır. Fakat deneylerinde kullanılan gazların ilk at-
mosferde var olduğunu ispatlamaları söz konusu değildir.
f-) Yaratılış Görüşü: Tamamen inanç temellidir. Top-
lumdan topluma ve kültürel düzeye göre farklı görüş-
ler mevcuttur. Bilinen en eski görüştür. İlk canlıların
ve insanların doğaüstü güçler, yaratıcılar tarafından
yaratılıp dünyaya gönderildiği görüşünü savunur. İn-
sanların yerleşik hayata geçmeden öncesine kadar da-
yanan bir görüştür. Bilimsel değeri ve geçerliliği sayıl-
mamaktadır.
Biyolojinin tarihinde antik çağlardan günümü-
ze yaşayan dünyanın incelenmesi ele alınmaktadır.
Biyolojinin; Zooloji, Botanik, Evrimsel Biyoloji ve
Tıp gibi dalları eskidir. Her ne kadar biyoloji kavramı
belirli bir bilimsel alan olarak 19. Yüzyılda ortaya çık-
mış olsa da biyoloji bilimleri Ayurveda, Antik Mısır
Tıbbı ve Greko-Romen dünyada Aristoteles ile Ga-
len’in çalışmalarına kadar uzanan tıp tarihine ve doğa
tarihine dayanmaktadır. Bu bağlamda biz insanlar,
yüzyıllar boyu farklı canlı oluşumu teorileri üretsek
bile bir türlü kesin bir bilgiye ulaşmayı başaramadık.
Elbette gün ışığına çıkmayı bekleyen yeni veriler ile
birlikte beklide bize göz kırpan ilk canlıyı keşfedece-
ğiz. Mutlaka sonuç olarak bir gün ilk canlının oluşumu
ile ilgili ve dolaylı olarak insanoğlunun nasıl var oldu-
ğu sırrını çözeceğiz. Fakat dünyanın bizden beklentisi
bunu çözmemizden çok üzerinde yaşadığımız soğumuş
magma kütlesine olabildiğince az derece zarar verme-
miz olacaktır. İnsanoğlunun bir çok ekolojik nişleri
olabilir. Ama bana sorarsanız en önemli görevimiz
üzerinde yaşadığımız yer kabuğunu diğer canlıların
düşünememesine rağmen yaptığı gibi yapıp en iyi şe-
kilde korumak ve ömrünü kısaltmaya çabalamak yeri-
ne daha ne kadar uzatabiliriz diye tartışmak olacaktır.
En başta da dediğim gibi kendi kendimize “NEDEN?”
deme vakti geldi. Artık yeryüzüne en çok zarar veren
düşünen hayvanında gerçek anlamda “Düşünme” za-
manı gelmiş olmalı.
Hepinize tertemiz, mükemmel bir gelecek ve
üzerinde daha güzel yaşanacak bir dünya dilerim…
12
ÖLÜMÜN TANIĞI SİNEK
İster toprağın altında, ister üstünde olsun, bir
cesetle karşılaşan polislerin ilk sorduğu ve mutlaka
yanıtlanmasını istedikleri başlıca konu, ölüm zamanı-
dır. Üstelik onlar için, aylar ya da günler değil, kimi
zaman saatler, hatta dakikalar bile önemlidir ve bunun
kolayca hesaplanacağını sanırlar.
Ancak bu hesap, ölümün üzerinden 3-5 gün-
den daha uzun bir süre geçtikten sonra, olay yerine
keşfe gelen doktorun, filmlerde gösterildiği biçimde,
bir bakışta yanıtlayabileceği bir mesele değildir. Ölü-
mü izleyen ilk günlerde çok işe yarayan vücut sıcaklı-
ğında düşme (algor mortis), ölü morluğu (livor mor-
tis) ve ölü sertliği (rigor mortis) gibi değişiklikler gi-
derek kullanılamaz olur. Bundan sonra, kutuplardan
okyanuslara, her ekosistemde yaşamayı becerebilen
eklembacaklıların (arthropoda) dilinden anlayanlara iş
düşer.
40 kilo su, 12 kilo yağ, bir o kadar protein,
yarım kilo şeker ve onlarca minerali içeren ölü bir
bedenden hangi canlının nasıl, ne zaman yararlanaca-
ğı bellidir ve hiç şaşmaz. Örneğin leş sinekleri
(necrophagous diptera), üzeri bir karış toprakla örtülü
olsa bile, ölünün kokusunu, dakikalar içinde ve kilo-
metrelerce öteden fark edebilirler. Ama, ölümden
uzuca bir süre geçtikten sonra ölüm zamanını dakika-
lar, saatler hatta günler doğruluğunda belirlemek, bazı
istisnalar dışında neredeyse olanaksızdır.
Bir adli entomoloğa (böcekbilimci) öylesine
umut bağlanır ki, sadece ölümden sonra geçen süreyi
değil, kişinin bir yerde öldürülüp başka bir yere atıldı-
ğını, ırzına geçilip geçilmediğini, gece mi yoksa gün-
düz mü öldürüldüğünü, suda ne kadar kaldığını, kafa-
sının ne zaman kesildiğini, ölenin alkol ya da uyuştu-
rucu kullandığını söylemesi beklenir.
Hatta zanlının kolundaki, bacağındaki böcek
ısırıklarından ya da otomobilinin hava filtresine takı-
lıp kalan sineklerden, belli bir coğrafi bölgeye gittiği-
ni kanıtlaması istenir. Bir bebek bezinin en son ne
zaman değiştirildiğini, bir yatalağın altının ne zaman
temizlendiğini söyleyecek kişi yine odur. Bir entomo-
logdan beklenti, bunlarla da sınırlı kalmaz, besinler-
deki canlı kalıntılarının gıda kodekslerine uygunluğu,
evdeki karıncalarla hamamböceklerinin nereden, ne
zaman geldiği, ondan sorulur.
Halbuki eklembacaklıların dilinden anlayanlar birer
sihirbaz değildir. Onlar, sadece bir tahmin yürütürler ve ger-
çeği aydınlatacak başkaca bir yöntemin kalmadığı noktada, bu
tahmin bile çok işe yarar. Adalete hizmet eden on binlerce
kimyacı, eczacı, biyoloğa karşın, Türkiye dahil her ülkedeki
uzman sayısının, iki elin parmaklarından az olduğu dikkate
alınırsa, bir tahmin yürütmenin bile ne denli zor olduğu orta-
dadır.
Leş sinekleri (necrophagous dip-
tera), üzeri bir karış toprakla örtülü olsa
bile, ölünün kokusunu, dakikalar içinde
ve kilometrelerce öteden fark
edebilirler.
13
ÖLÜMÜN TANIĞI SİNEK
Böcekbilimciler, ölümden sonra geçen sürenin hesaplanma-
sında, geleneksel olarak başlıca iki veri kullanmıştır. 1) Ceset üze-
rindeki larvaların yaşı ve 2) cesede hangi böceğin, hangisinden ön-
ce geldiğinin bilgisi. Sözde kolay, uygulamada olağanüstü zor işler-
dir bunlar ve yapılacak en küçük bir yanlış, entomolojiye fazlaca
güvenen bir iddia makamını yanlış yönlendirebilir ve bu durum,
zanlının başına gelebilecek en büyük felakettir.
Ömre bedel küçük yanlış
1959'da, 12 yaşındaki kız arkadaşının ırzına
geçmek ve onu öldürmekten idama mahkûm edilen,
henüz 14 yaşındaki Kanadalı Steven Murray Trus-
cott'un aleyhindeki başlıca delil, kızın üzerindeki
larvaların 9 Haziran günü saat 19.00 ile 19.45 ara-
sında ortaya çıktığını, buna göre cinayetin aynı gün
saat 17.00 ile 19.45 arasında işlendiğini öne süren
entomolog Neal H. Haskell'in bilirkişi raporuydu.
Truscott, asılarak idama mahkum edildi,
1960'da cezası müebbete çevrildi. Truscott, yıllarca
masum olduğunda ısrar etti, üst mahkemelere itiraz
etti. Nihayet aynı larvalar, cinayetten yaklaşık yarım
asır sonra başka entomologlarca incelendi, larvaların
yaşının, dolayısıyla ölüm zamanının yanlış hesap-
landığı ve cinayetin 9 değil de, 10 Haziran günü iş-
lendiği sonucuna varıldı.
Olay yeri ve ceset üzerinden yaklaşık 250
delili yeniden inceleten Ontario Temyiz Mahkemesi,
28 Ağustos 2007'de Steven Murray Truscott suçsuz
olduğuna karar verdi ve "pardon" dedi. Bu pardonu
lafta bırakmayan Ontario Eyaleti, 48 yıl boyunca
masum olduğunu kanıtlamaya çalışan Truscott'a, 7
Temmuz 2008'de 6.5 milyon dolar tazminat ödedi.
Pardonların olmaması mümkün
Entomologların başlıca yanılma nedeni, böceğin
türünü doğru olarak belirleyememeleridir. Bu yüzyı-
lın yıldızı DNA, bu derde de derman oluyor. Henüz
başlangıcında olmakla birlikte, artık böcek türlerinin
DNA profillerinin depolandığı veri tabanları da var.
Olay yeri inceleme uzmanlarının topladığı yumurta
ve larvaların DNA'sı elde edildikten sonra, profilleri
bankadaki verilerle karşılaştırılacak, böylelikle bö-
ceğin türü kesin olarak saptanacak.
KAYNAK
http://www.khaber.com.tr/yazar-yazisi/prof-dr-
sevil-atasoy/olumun-tanigi-sinek-2409.html
14
PANDALARIN GELİŞİM SAFHALARI
Dev Panda (Ailuropoda Me-
lanoleuca), Ayıgiller famil-
yasından, beyaz postu üze-
rinde bölge bölge siyah bü-
yük benekleri olan, iri, tem-
bel, nesli tehlikede olan bir
ayı türüdür. Yetişkin panda-
lar yaklaşık 1,5 m uzunlu-
ğundadır. Erkek pandalar
115 kg ağırlığına ulaşabilir-
ler. Dişi pandalar genellikle
erkek pandalardan daha kü-
çük olup, arada sırada 100
kg'a ulaştıkları olur. Dev
pandalar Sichuan, Gansu,
Shaanxi ve Tibet gibi dağlık
bölgelerde yaşarlar.
Pandalar çiftleşme dönemi
dışında tamamen yalnız yaşar.
Bu durum sadece Nisan-Mayıs
aylarında değişir. Bu dönem-
lerde düne kadar yalnızlıktan
memnun olan panda sesler ve
hırıltılar çıkartır, sesini duyur-
mak için çığlıklar atar.
Dişi pandaların eş konusunda
çok seçici olmaları erkeklerin
işini daha da zorlaştırır. Dişi
panda, erkek pandayı ancak
çok beğenirse yanına yaklaştı-
rıyor. Erkek panda dişi panda-
nın kalbini kazanır ve çiftleş-
me başarılı olursa yaklaşık
dört ay sonra minik bir panda
bebeği dünyaya gelir.
Birkaç hafta sonra gözleri açılır fakat bebek panda hala göremez. Bununla birlikte, yetişkin pandalardan daha iyi
işitir. Gözleri açıldıktan sonra bu durum değişir ve dengelenir.
Yeni doğan panda ancak bir fare büyüklüğünde ve 100 gr ağırlığındadır.Bebek panda küçük ve savunmasız olur.
Doğduğunda gözleri kapalıdır ve uzun süre öyle kalır.
15
3 aylık olduğunda tek başına yürümeye, 5 aylık olduğunda ise koşmaya ve bambunun tadına bakmaya başlar. Be-
bek panda bir buçuk seneden uzun bir süre annesinin yanında kalır. Ancak bu uzun dönemin sonunda tek başına
yaşamaya hazırdır.
Çok çabuk gelişip büyüyen pandalar, doğduklarında annelerinden 800 kat daha küçüktürler. Daha dokuz aylıkken
27 kilo olurlar. Oysa doğduktan sonra bizim 27 kilo olmamız için en az 6 yıl geçmesi gerekir. Yetişkin bir panda
günde 15 kilo bambu yer. Bu da senede 6 ton bambu yapar. Bu yüzden günün her saati yemek yerler.
16
17
BİYOLOJİ HABERLERİ
Okyanusun 111 metre derinliğinde
görüntülendi
Bilim insanları, okyanusların en az bilinen
canlılarından bir tanesine ait nadir ele geçirilen
görüntüleri yayımladı. Boyu 15 metreye kadar
ulaşabilen tepeli kağıt balığı, kıyıdan uzakta ve
derinlerde yaşadığı için hakkında en az bilgiye
sahip olunan deniz canlılarından biridir. Tepeli
kağıt balığının, dünyanın en uzun kemikli balı-
ğı olduğu düşünülüyor.
En Küçük Omurgalı Hayvan
Bilim adamları, Yeni Gine Papua yakınlarında,
dünyanın yaşayan en küçük omurgalı hayvanı-
nı keşfettiler.
Bu minik kurbağa, Güneydoğu Asya’daki sa-
zan balığının rekorunu kırarak en küçük omur-
galı hayvan olarak tarihe geçti. Bu kurbağanın
yetişkin hali, ortalama 7,7 mm uzunluğunda.
Bitkiler matematik sayesinde hayatta kalıyor
Bitkilerin güneş ışığından daha uzun süre mah-
rum kalması sonucu nasıl tepki vereceğini gör-
mek isteyen biyologlar, 12 saatlik güneş ışığına
alışmış bitkilerin ışıklarını 4 saat erken kapaya-
rak deney yaptı.
Normalde üretmesi gereken enerjiden daha az
miktarda üretmek zorunda kalan bitkiler, yine de
sabaha kadar açlık çekmeyerek ellerindeki nişas-
tayı orantılı bir şekilde kullandı.
Bitkilerin ortaya koyduğu tepkinin bilinçli olmadığını belirten biyologlar, bitkilerin kim-
yasal yapısının otomatik olarak devreye girdiğini ifade etti.Bitkiler gün içinde depoladık-
ları enerjiyi yaptıkları kimyasal hesaplamayla gecenin uzunluğuna bölüyor ve bu şekilde
hayatta kalarak büyümeye devam ediyor.eLife dergisinde yayımlanan araştırma, aynı
zamanda Cornell Üniversitesi Kütüphanesi'nde yerini aldı.
Dev Kertenkele
Şırnak'ın Cizre ilçesine bağlı Bozalan köyü İnci mezrasında tarlada çalışan vatandaşlar,
1 metre boyunda 'çöl varanı (varanus griseus)' adlı kertenkele buldu.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Malatya 15. Bölge Müdürü Ayhan Deligöz, konuyla ilgili
yaptığı yazılı açıklamada, Bozalan köyü İnci mezrasında tarlada çalışanlar tarafından
bulunan ve halk arasında dev kertenkele olarak adlandırılan 1 metre boyundaki 'çöl vara-
nı (varanus griseus) adlı kertenkelenin Şırnak Orman ve Su İşleri İl Müdürlüğü görevli-
lerince Kahramanmaraş'a gönderildiğini belirtti. Ölü olarak ele geçen kertenkelenin
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan endemik bir tür olduğunu ifade eden Deli-
göz,’’Yöremizin biyolojik çeşitliliğini korumak ve halkı bu konuda bilinçlendirmek
adına bu şekilde ele geçen ölü yaban hayvanları 15. Malatya Bölge Müdürlüğümüze
bağlı Kahramanmaraş Orman ve Su İşleri Şube Müdürlüğümüzde konusunda uzman
olan personelimizce doldurularak tahniti yapılmaktadır. Bu şekilde ele geçen ve tahniti
yapılan yaban hayvanları 15. Malatya Bölge Müdürlüğümüzce sergilenecektir.’’dedi.
En yaşlı tohum
İsrail’deki Masada Kalesi’nde bulunan 2000 yaşındaki hurma tohumu
başarıyla çimlendirilip, büyütüldü. Lut Gölü yakınlarındaki antik Ma-
sada Kalesi’nde yapılan kazılar sırasında bulunan hurma tohumunun
çimlenmeyi başaran en yaşlı tohum olduğu belirlendi. Aşağı yukarı
2000 yaşındaki bir tohumu çimlendirip büyütmeyi başaran ekibin lide-
ri Sarah Salon, tohumun bugüne kadar canlı kalabilmesini yıkıntıların
bulunduğu Lut Gölü bölgesinin aşırı derecede kurak ve sıcak olmasına
bağlıyor. Masada hurması üzerinde yapılan ilk genetik analizler,
DNA’sının yarısını Mısır, Fas ve Irak’taki günümüzün üç hurma çeşi-
diyle paylaştığını ve bugünkü hurmalara göre büyük miktarda genetik
çeşitlilik içerdiğini gösteriyor.
18
NESLİ TÜKENMEKTE OLAN
DENİZ CANLILARI
Denizlerde yaşayan canlı türlerinin nesli çevresel etkiler nede-
niyle gün geçtikçe tükenmektedir. Bu etkilerin başında türlerin ya-
şam alanlarının bozulması, avcılık, istilacı türler ve en önemlisi in-
san kaynaklı diğer etkiler gelmektedir. Örneğin ; ülkemiz denizle-
rinde dağılış gösteren Monachus monachus (Akdeniz foku) türünün
sayısı 100’den az sayıya düşmüştür.
Pinna nobilis (Pina) Scyllarides latus (Karavida)
Anguilla anguilla (Yılan Balığı)
Monachus monachus (Akdeniz Foku) Tursiops truncatus (Afalina)
19
NESLİ TÜKENMEKTE OLAN
DENİZ CANLILARI
Denizlerde yaşayan canlı türlerinin nesli çevresel etkiler nede-
niyle gün geçtikçe tükenmektedir. Bu etkilerin başında türlerin ya-
şam alanlarının bozulması, avcılık, istilacı türler ve en önemlisi in-
san kaynaklı diğer etkiler gelmektedir. Örneğin ; ülkemiz denizle-
rinde dağılış gösteren Monachus monachus (Akdeniz foku) türünün
sayısı 100’den az sayıya düşmüştür.
Hippocampus sp. (Deniz atı)
Rhinobates sp. (Kemene Balığı)
Torpedo sp.
Pinna nobilis (Pina)
Tursiops truncatus (Afalina)
20
CANLILAR
DÜNYASI
Loris tardigradus (İnce Loris) İlkel bir primat türüdür.İnce loris gece ortaya çıkar. İri
gözleri karanlıkta görmesine yardımcı olur. Bacakları
çok ince olmakla birlikle kuyruklarıda yoktur. İri ve
yuvarlak kulakları tüysüzdür. Postu, gümüş beyazı
olan alt kısımları ve sırtından geçen bir çizgi hariç
kızıl kahverengidir. Ortalama 17-26 cm boyunda, 85-
350 g ağırlığındadır.Küçük sosyal gruplar oluştururlar.
Gündüz saatlerinde gruplar,bacaklarının arasına başla-
rını koyarak uyku durumuna geçerler. Gruplar içinde
eğlenceli vakitlerde geçer. Bu eğlencelerden biride
güreş yapmaktır.
İnce Loris, Sri Lanka'nın iç kesimlerindeki sık yağmur
ormanlarında yaşar. Yetişkinler genellikle gece bo-
yunca ayrı avlanır. Başlıca besinleri Humboldtia lauri-
folia bitkisdir. Ancak Humboldtia laurifolia bitkisinin
de nesli tehlikededir. Bu bitki karıncalarla bir tür ortak
yaşam içerisindedir, ki bu lorisler için başka bir yiye-
cek kaynağıdır. Bunların yanında böcek, kuş yumurta-
ları, çilek, yaprak, tomurcuk ve bazen omurgasızlar ya-
nı sıra kertenkeleleri de yerler. Yuvalarını ağaç oyukları
gibi güvenli yerlere yaparlar.Loris'ler nesli tükenmekte
olan canlıların arasındadır.
21
CANLILAR
DÜNYASI
Bonsai Ağaçları Bonsai, özel tekniklerle bitkilerin saksılar içinde
ölçeklerinin küçültülüp yetiştirilmesi sanatı-
dır.Japonca olan bu sözcük, tepsi (tabak) anlamına
gelen "bon" ve bitki anlamına gelen "sai" sözcükle-
rinden türetilmiştir. Saksıdaki ağaç veya bitki anla-
mına gelir. Bonsai sanatı Japonya'ya 7-9. yüzyıllarda
Çin'den gelmiştir. Çin'de Penjing adı verilen ağaç
minyatürleştirme sanatının binlerce yıllık geçmişi
vardır.
Genel bir yanlış anlama da bonsainin özel bir tür
ağaç zannedilmesidir. Bonsailer minyatür olmaları-
na rağmen çevremizde gördüğümüz ağaçlardan hiç-
bir farkları yoktur. Özenle seçilen ağaç dalları, buda-
narak ve ilgiyle yetiştirilerek minyatür ağaç görünü-
mü kazanır. Japon kültüründe önemli bir yer tutan
bonsai sanatı büyük şehirlerde insanların doğaya
olan özlemlerinin minik dışavurumları olarak da de-
ğerlendirilebilir.
En güzel bonsailer sığ ve yayvan
saksılarda yetiştirilenlerdir. Deği-
şik şekillerde bonsailer bulunmak-
tadır: süpürge şeklinde - şelale
şeklinde - rüzgara açık şekildedir.
Bonsailer gövde şekillerine, gövde
sayılarına, kök şekillerine, dal şe-
killerine ve düzenleme şekilleri-
ne göre de sınıflandırılabilmekte-
dir.
22
23
24
Mezun arkadaşlarımıza ileri ki meslek hayatlarında başarılar diliyoruz...
25
Mezun arkadaşlarımıza ileri ki meslek hayatlarında başarılar diliyoruz...
26
Bu dergi Trakya
Üniversitesi
Biyoloji Bölüm
öğrencileri
tarafından aylık
olarak
hazırlanmaktadır.