58
1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla beraber hac bu sûreyle değil daha sonra inen Bakara ve Âl -i İmran’la farz olmuştur. Sûre Hac adını daha Rasulullah’ın hayatında almış görünmektedir (Ebu Davud ve Tirmizî). Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Hac suresinin indiği dönem hakkında üç görüş vardır: Mekke’de inmiştir. Medine’de inmiştir. Bir kısmı Mekke’de bir kısmı da Medine’de inmiştir. İbn Abbas, Mücahid ve Ata 19-22 hariç Mekkî olduğu görüşündedirler. İbn Abbas, tertibinde de sûreyi Zelzele- Hadid arasına yerleştirir. Yine İbn Abbas’a dayanan Cabir b. Zeyd tertibinde hayli geç döneme, Nur -Munâfıkun arasına yerleştirilir. İbn Abbas, Dahhak ve Katade’ye isnat edilen bir başka rivayete göre sûre, 52-55 hariç Medenî’dir. Müfessirlerin çoğu sûrenin Mekkî ve Medenî karışık olduğunu, fakat bunu belirlemenin zor olduğunu söylemişlerdir. Sûrenin girişi (muhtemelen ilk 24 âyeti) hem konu hem üslûp açısından Mekkî sûrelere benzer. Mukatil, Zemahşerî ve Râzi gibi müfessirler buna dayanarak sûreyi Mekkî sayarlar. Fakat 25-41 (muhtemelen 58 ve devamındaki âyetlerle birlikte) Medine’de nâzil olmuş olmalıdır. Konusunu esas alırsak, sûrenin Mekke döneminin sonlarıyla Medine döneminin başlarında indiğini söyleyebiliriz. Bazergan, Seyr-i Tâhâvvul-i Kur’an’da buna yakın bir sonuca varmıştır. Bu bize de isabetli görünmektedir.

HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1607

HAC SÛRESİ

Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı:

Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır.

Bununla beraber hac bu sûreyle değil daha sonra inen Bakara ve Âl-i İmran’la farz olmuştur. Sûre Hac adını

daha Rasulullah’ın hayatında almış görünmektedir (Ebu Davud ve Tirmizî).

Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:

Hac suresinin indiği dönem hakkında üç görüş vardır:

Mekke’de inmiştir.

Medine’de inmiştir.

Bir kısmı Mekke’de bir kısmı da Medine’de inmiştir.

İbn Abbas, Mücahid ve Ata 19-22 hariç Mekkî olduğu görüşündedirler. İbn Abbas, tertibinde de sûreyi Zelzele-

Hadid arasına yerleştirir.

Yine İbn Abbas’a dayanan Cabir b. Zeyd tertibinde hayli geç döneme, Nur-Munâfıkun arasına yerleştirilir.

İbn Abbas, Dahhak ve Katade’ye isnat edilen bir başka rivayete göre sûre, 52-55 hariç Medenî’dir. Müfessirlerin

çoğu sûrenin Mekkî ve Medenî karışık olduğunu, fakat bunu belirlemenin zor olduğunu söylemişlerdir.

Sûrenin girişi (muhtemelen ilk 24 âyeti) hem konu hem üslûp açısından Mekkî sûrelere benzer.

Mukatil, Zemahşerî ve Râzi gibi müfessirler buna dayanarak sûreyi Mekkî sayarlar. Fakat 25-41 (muhtemelen 58

ve devamındaki âyetlerle birlikte) Medine’de nâzil olmuş olmalıdır.

Konusunu esas alırsak, sûrenin Mekke döneminin sonlarıyla Medine döneminin başlarında indiğini

söyleyebiliriz.

Bazergan, Seyr-i Tâhâvvul-i Kur’an’da buna yakın bir sonuca varmıştır. Bu bize de isabetli görünmektedir.

Page 2: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1608

MEKKEMina Müzdelife Arafat

KABE

MEDİNE

Page 3: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1609

MEDİNE

Surenin Konusu:

Surenin girişi insanda bir deprem etkisi yapar. Zira Kur’an’daki kıymet sahneleri içerisinde tereddütsüz en

etkileyicilerinden biri Hac suresidir.

‘’Ey insanlık! Rabbinize karşı sorumlulukunuz farkında olun! Çünkü son saatin depremi korkunç olacaktır. O

depremi gördüğünüz gün, emziren her emzikli anne emzirdiği (bebeğini) unutur; yine her gebe (o an) çocuğunu

düşürür; ve insanlar sarhoş olmadıkları halde sen onları sarhoşmuş (gibi) görürsün. Fakat Allah’ın azabının

(ondan) daha şiddetli olduğu kesindir’’(1-2).

Peşinden insanın elementer ve embriyolojik yaratılış sürecine geçilir (5).

İlahi emeğe böylesine muhatap olmuş bir varlığı Allah başı boş bırakır mı? Bu kadar emek versin de, onu

anlamsız ve amaçsız yaratsın, bu olacak şey mi?

İnsanın bir yaratılış amacı vardır. Kendisine verilen hayatı ve imkanları yaratılış amacı istikametinde harcayıp

harcamadığı bir gün gelecek insandan sorulacaktır.

Sûre ilk 24 âyetinde, insanın ebedi istikbaline dair bilgiler vermekte ve insanı yaratılış amacına uygun bir hayatı

inşa etmeye çağırmaktadır.

25. âyetle birlikte hac konusuna girmekte ve muhataplarını dinî sembollerin sembolize ettikleri hakikatler ve asıl

anlamlar üzerinde durmaya çağırmaktadır. İşin gerçeği hacla ilgili semboller, gerçek anlamlarını inananların

yüreğinde bulur (32).

Özellikle de kurban şiarının sembolize ettiği hakikat üzerinde sıkı durulur: “Onların ne etleri, ne de kanları

Allah’a ulaşır; fakat sizden O’na ulaşan yalnızca O’na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilincidir” (37).

Page 4: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1610

İnsanın kökenine dair ilk pasajlarla hacdan söz eden pasajlar arasındaki örtülü bağlantı müthiştir:

Hac,

köklere dönmektir;

baba ocağına ana kucağına geliş,

insanı yeryüzünde konuk eden ilk mekâna vefa ziyaretidir.

78. âyetinde cihadı zaman ve zeminden bağımsız olarak “emreden” sûre (krş. Furkan: 52), 39. âyetinde savaşa

ancak “izin verildiğini” söyleyecektir.

Allah’ın gör dediği yerden bakan, şöyle bir kör tarifiyle karşılaşır: “Gözler kör olmaz, fakat asıl kör olan

göğüslerde bulunan kalplerdir” (46).

49-57. âyetler arasında peygamberlik kurumuna karşı inkarcıların aldığı tavır eleştirilirken, 58-66. âyetler,

insanın geçici hayattaki mücadelesiyle ebedi hayatı arasında bağlantı kurar.

Surenin son ayeti, her mü’minin kulağına küpe olması gereken bir cümleyi haykırır;

‘’O, sizi Müslüman olarak isimlendirdi’’(78).

Allah’ın verdiği Müslüman ismini beğenmeyen ve onun yerine mezhebini, meşrebini, cemaatini, hizbini,

tarikatını koyabilir. Fakat şunu iyi bilmelidir ki, Alla’ın mü’minler için seçip beğendiği isim ‘Müslüman’’

ismidir.

Page 5: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1611

حيم ن الر حمه الره RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA بسم للا

اعة شیء عظيم ﴿ كم ان زلزلة الس قوا رب ها الناس ات ﴾ ١يا اي

1 EY insanlık! Rabbinize karşı sorumluluğunuzun farkında olun! Çünkü Son Saat’in depremi korkunç

olacaktır!(1)

(1) Vahiy dışında hiçbir kaynak, insanın ebedi istikbaline dair sahih bilgi taşıyamaz.

ا ارضعت وتضع كل ذات حمل حم كن يوم ترونها تذهل كل مرضعة عم ى وله ى وما هم بسكاره لها وترى الناس سكاره شديد ﴿

ه﴾ ٢عذاب للا

2 O (depremi) gördüğünüz gün,

emziren(2) her kadın emzirdiği (bebeğini) unutur;(3)

yine her gebe kadın (o an) çocuğunu düşürür;

ve insanlar sarhoş olmadıkları halde sen onları sarhoşmuş (gibi) görürsün.

Fakat, Allah’ın azabının (ondan) daha şiddetli olduğu kesindir.(4)

(2) Murdı‘atin, emzirmenin niteliğine değil, emzirme fiiline delalet eder. “Emzikli kadın” anlamına gelen murdı‘

yerine kapalı ta ile gelmiş olması bunun gerekçesidir.

(3) Hedef dilin yetersizliği sonucu mecburen “unutma” karşılığı verdiğimiz zuhûl, kişinin içine düştüğü dehşet

ve kaygılı durumun sonucu olan unutmaya delalet eder (Râğıb).

Zuhûl, “önemsememekten kaynaklanan unutma” anlamına gelen nisyân’dan farklıdır ve sadece burada geçer.

Parantez içi açıklamalar, metindeki işaret ve ilgi zamiri mercilerinin metne taşınmasının sonucudur.

(4) “..kesindir” karşılığı, lâkinne’de mündemiç olduğu için parantez içine alınmamıştır. Buradaki azab kıyamete

mahsus olan “o benzeri görülmemiş azab”tır (Enbiya: 103).

(Nuzul 79 / Mushaf 21 : Enbiya 103 Aşağıdadır.)

ـذا يومكم الذى كنتم توعدون ﴿ ئكة هه يهم المله ﴾ ١٠١ل يحزنهم الفزع الكبر وتتلقه

103 Onları, (kıyamete mahsus) o benzeri görülmemiş dehşetli panik dâhi tasalandırmayacak;(104) zira melekler kendilerini “Bu, işte size vaad edilen o (mutlu) gündür!” diye karşılayacaklar.

(104) Krş. Neml: 89 ve Sebe’: 51. el-Feza’, “büyük telaş, dehşete düşmek, ürkme, panik” anlamlarına gelir. Kıyamette yaşanacak olan dehşetin verdiği korkunç telaşa delalet eder.

بع كل شيطان مريد ﴿ بغير علم ويته﴾ ١ومن الناس من يجادل فى للا

3 Ne ki yine de insanlar içerisinden,

Allah’ı bilmeden tartışma konusu yapan

Ve haddini bilmez her tür şeytanın peşine takılan kimseler çıkabilmektedir.(5)

(5) şeytânin’deki belirsizlik çeviriye “her tür” olarak yansımıştır.

Bunlar, görünen ve görünmeyen, somut ve soyut her tür varlıktan olabilir (Râzî).

Âyette kastedilenler, Allah’ın varlığını değil gücünü ve kudretini tartışma konusu yapıyorlar.

Page 6: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1612

عير ﴿ ى عذاب الس ه يضله ويهديه اله ه فان ه من تول ﴾ ٤كتب عليه ان

4 (Şeytan) hakkında kayıt şöyle tutulmuştur:

Elbet onu veli edinenler çıkar;

Ve elbet (şeytan) o tipleri saptırır ve yakıp kavurucu bir azaba yönlendirir.

ا خلقناكم من تراب ثم من نطفة ثم م ها الناس ان كنتم فى ريب من البعث فان ن مضغة مخلقة وغير مخلقة ن علقة ثم م يا ايى ثم نخرجكم طفل ثم لتبلغوا ى اجل مسم ن لكم ونقر فى الرحام ما نشاء اله ى لنبي ى ومنكم من يرد اله كم ومنكم من يتوفه اشد

ت ارذل العم ا وترى الرض هامدة فاذا انزلنا عليها الماء اهتز وربت وانبتت من كل زو ر لكيل يعلم من بعد علم شيپ﴾ ٥بهيج ﴿

5 EY insanlık! (6)Eğer (ölümden sonra) diriliş konusunda kuşku içindeyseniz, unutmayın ki Biz sizi;

(İlkin) bir tür topraktan,(7)

Sonra bir damlacık döl suyundan, (8)

Sonra rahim cidarına asılıp tutunan döllenmiş yumurtadan, (9)

Sonra (asli unsurları) oluşmuş fakat (tali unsurları) henüz oluşmamış bir ceninden yarattık: (10)

Bu size (menşeinizi) açıklamak için yaptığımız (bir uyarıdır). (11)

Derken;

(Doğmasını) dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar (annelerinin) rahimlerinde tutarız;

Sonra sizi bir bebek olarak dünyaya getirtiriz;

Nihayet sizler olgunluk çağına, (işte bütün bu süreçlerden geçerek) ulaşırsınız:

Ama içinizden kimilerine ölüm (erken yaşlarda) tattırılır,

Kimileri de ömrün en düşkün çağına kadar ertelenir; öyle ki, sonunda o, bilen biriyken hiçbir şey bilmez

hale gelir. (12)

Bu, şuna benzer) ki; önce yeryüzünü kupkuru bir halde görürsün; fakat ona indirdiğimiz suyun ardından canlanır,

kabarır ve her türden gözalıcı bitkilerle yeşerir.(13)

Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)

Page 7: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1613

Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz

bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel

organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.

Embriyo (Alaka)

Page 8: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1614

(6) Nida ile ilgili bir açıklama için bkz. Bakara: 21

(7) Turabin’deki belirsizlik çeviriye “bir tür” olarak yansımıştır. Unutulmamalı ki toprak yanıp sönmüş bir ateşin

küllerinden doğmuş bir hayat anasıdır.

(8) Bu âyette olduğu gibi, insanın “toprak türünden” ve “önemsiz bir su”dan (Mûrselât: 20) yaratıldığını ifade

eden tüm âyetlerin amacı, insanı yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeye ikna, dolayısıyla Hesap Günü inancına

davettir (krş. Bakara: 30-34; krş. İnsan: 1).

Öldükten sonra dirilmeyi inkar eğiliminin, sorumluluğu inkarın bir sonucu olduğu bu üslûpla vurgulanmaktadır.

(9) ‘Alaka’nın insan yaratılışının özelliğini ifade eden bir bağlamda “sevgi ve alâka” olarak çevrilmesi için bkz.

‘Alak: 2.

Burada kelime embriyolojik bir bağlamda geçmektedir ve vurgusu da embriyolojiktir.

Arapça’da “sülük” için bu kelimenin kullanıldığı hatırlanacak olursa, insanın dünyaya gelişiyle ilgili

embriyolojik süreç içerisinde döllenmiş yumurtanın rahim duvarına asılıp tutunması ve etrafında bir kan

havuzcuğu oluşması aşamasını ifade ettiği anlaşılır.

(10) Mudğa, yaklaşık yedinci haftadan başlayan embriyolojik aşamayı ifade eder.

Önce bir parmak boğumu uzunluğunda ve et parçası görünümünde olan cenin daha sonra yedi santime kadar

gelişir. Bu aşamada başta kalp olmak üzere beyin, göz, kulak, burun gibi temel organların oluşumu tamamlanır.

Sinir sistemi hızla gelişir, kol ve bacak çıkıntıları belirir. Artık kemiklerin ve kasların oluşumuna sıra gelmiştir

(Bunların da dile getirildiği bir âyet için bkz. Mü’minûn: 12-14). Âyetteki “(kısmen) oluşmuş ve (kısmen)

oluşmamış” ibâresinin gerekçesi budur.

(11) İnsana menşeinin ne kadar sıradan fakat potansiyelinin ve imkanlarının ne kadar muhteşem olduğu

gösteriliyor. Böylece, “anılmaya bile değmeyen” bir durumdan “yaratıklar evreninin zirvesine” taşımayı dileyen

Rabbine teslim olması ve kendisine yabancılaşmaması öğütleniyor.

(12) Krş. Nahl: 70. Zımnen: İnsan aklı ermez olarak doğmuştu, sonunda yine başa döner. Bu, derin düşünen için

yeniden dirilişin habercisidir.

(13) Kuru toprağı sulayıp onun bağrında can alıcı güzellikler ortaya çıkaran kudret, insanın yaratılış sürecinde de

aynısını yapmaktadır. Özetle insanı yeniden diriltecek olan da işte bu kudrettir. Toprağın ve insanın tabi olduğu

bu evrensel yasayı inkar nasıl abes ise, aynı yasanın sahibi tarafından konulan insanın yeniden dirilişi yasasını

inkar da öyle abestir.

Page 9: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1615

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 21 Aşağıdadır.)

قون ﴿ ﴾ ٢١يا ايها الناس اعبدوا ربكم الذى خلقكم والذين من قبلكم لعلكم تت 21 EY insanlık!(28) Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki takvaya eresiniz!

(28) “Ey!” diye başlayan tüm cümleler “çağrı” (nida) cümlesidir. Her çağrıda iki taraf bulunur: Çağıran ve çağrılan.

Kur’an’ın bir çok yerinde olduğu gibi burada da çağıran Allah, çağırılan tüm fertleriyle insan cinsidir.

Nida, muhataba olur.

Nida, çağıranın çağrısını işitecek kimseye yapılır.

Nida, çağıranın çağrısını duyacak kadar yakın olana yapılır.

Nida, çağıranla çağırılan arasındaki samimiyet ve tanışıklığa işaret eder.

Nida, mutlaka ya suale cevap ya duaya icâbet gerektirir.

Nida eden Âlemlerin Rabbiyse insana düşen “lebbeyk” demektir.

(Nuzul 35 / Mushaf 77 : Mürselat 20 Aşağıdadır.)

﴾٢٠الم نخلقكم من ماء مهين ﴿

20 Sizin yaratılış sürecinizi basit ve zayıf bir sıvıdan başlatmadık mı? (5)

(5) Min edatı, sürecin başlangıcına (ibtida) delalet eder. Bu âyeti Enbiya 30 ile birlikte okumak daha açıklayıcıdır: “(hareket edebilen) her

canlıyı sudan var ettik.”

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 30-34 Aşağıdadır.)

ى جاعل فى الرض خليف ئكة ان س لك قال واذ قال ربك للمله ماء ونحن نسبح بحمدك ونقد ى اعلم ما ل تعلمون ﴿ة قالوا اتجعل فيها من يفسد فيها ويسفك الد ﴾ ١٠ان 30 (41)HANİ, senin Rabbin melaikeye(42)

Ben yeryüzünde bir halife(43) tayin edeceğim”(44)

dediği zaman da şöyle sormuşlardı:

Yeryüzüne fesat çıkaran ve kan dökmekte olan birini mi atayacaksın; üstelik biz seni hamd(45) ile tesbih ve takdis edip dururken?”(46)

(Allah) cevap verdi:

Şu kesin ki, ben sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim.”(47)

(41) Burada çeviriye mânasıyla değil işleviyle yansımış olan bir vav vardır. Vav’ın ibtidaiyye işlevi çeviriye paragraf başı olarak yansımıştır.

Bu kıssanın ana fikri şudur: İnsanın yeryüzündeki varlık amacı, ne melekliktir ne de şeytanlık; hatası ve kusuruyla insanlıktır, insanlık…

İşbu yüzden, insan beşer doğar, irade ve akılla insan olur.

Vahiy irade ve aklı doğru kullanma talimatıdır.

(42) Melâike, melek’in çoğuludur. Sonundaki ta’yı çoğula delalet eden müenneslik ta’sı değil de allâme ve nessâbe gibi mübalağa ta’sı

olarak niteleyen bir ekol de vardır.

Melek’in türetildiği milâk bir varlığın kendisine dayandığı şeydir. Yani bir şeyin meleği onu ayakta tutan nokta/kuvvettir.

Araplar şöyle der: “Kâlp cesedin milakidir”. Bu açıklamayı kendisine borçlu olduğumuz Râğıb, Kur’an’daki kullanımlarından yola çıkarak

meleğin bir şeyi yönetmekle görevli ruhanî varlıklar olduğunu, dolayısıyla her melek’in melâike olduğunu, lâkin her melâike’nin melek olmadığını söyler.

Ona göre melâike daha çok ibadet ve zikr ile meşgul olan ruhanî varlıklar demektir.

Melâike’nin maddî âleme ait unsurları yönetmesi gerekmez (Müfredât).

Kelimenin melk’ten türetilmiş olduğunu söyleyenler de “kuvvet, dinamik” anlamına geldiğini ifade ederler.

İnsanda bir tavır ve davranışın otomat bir biçimde iyice yerleşik hâle gelmesi de aynı kökten gelen meleke sözcüğüyle ifade edilir.

Page 10: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1616

İsrâ 95’te, aynı cümle içinde hem tekil (meleken) hem çoğul (melâike) olarak gelmesi, tekil ve çoğul arasındaki bu keskin ayrıma ihtiyatla

yaklaşmamız gerektiğini akla getirse de, âyetteki kullanımın tamamen farklı bir gerçeği vurgulamak olduğu açık. Râzi, Âdemoğlu’nun emrine âmâde olan meleklerin özellikle “yeryüzü melekleri” olduğunu söyler ki, bu sözkonusu “farklı gerçeğin” püf noktasını teşkil eder.

(43) Halife, hem ismi fail hem de ismi mef’ul kalıbı.

Fail olarak “bir başkasına vekalet eden”,

Mef’ul olarak “bir başkasına vekalet veren”.

Bu ikinci anlamda insanın halifeliği nesillerin birbiri ardınca gelişidir. Çoğulu halâif’’tir. Hulefa ise halif’’in çoğuludur. Halîf ile halîfe arasında mahiyet farkı vardır:

Halife, iyi olanın vekili, yardımcısı, sözcüsü, temsilcisi iken;

Halif kötü olanın yerine geçen, onu temsil eden, ona vekalet eden anlamına gelir.

Âyette halife her ne kadar tekil gelmişse de, tıpkı ilk atalarının adıyla anılan Türk, Ari, Sami, Mudar kavim ve kabileleri gibi Âdem de tüm

insan soyunu sembolize ettiği için insan neslinin tümüne delalet eder (Zemahşerî).

Kur’an’ın hiçbir yerinde bu kelime tekil ya da çoğul olarak Allah’a izafetle kullanılmıyor. Ne ki En’âm 165’te yeryüzüne izafetle

“yeryüzünün halifeleri” olarak kullanılıyor (krş. A’râf: 69; Yûnus: 73; Fâtır: 39; Sâd: 26). Bu kullanımın açıkça gösterdiği şey birinin yerine vekalet ve niyabet anlamına değil, tıpkı siyasal alanda kullanıldığı gibi “tedbir” ve “imar” anlamına geldiğidir.

Özetle insan yeryüzünün “kalfası” kılınmıştır.

(44) İnni ca‘ilun ibaresine inni hâlikun anlamı vermek bizce isabetli değildir.

Ce‘ale fiili, bağlamına -aldığı mef’ule- göre birden fazla anlam içeren fiillerdendir. Kur’an’da özellikle insanın “yaratılış” ve çoğalış

serüveninin niceliğiyle ilgili âyetlerde ce‘ale fiili kullanılmaktadır.

Hatta kimi âyetlerde aynı cümle içerisinde ilk yaratılışı ifade için halaka (yarattı) fiili kullanılırken (Nisâ: 1), ondan sonraki gelişim sürecini

ifade için ce‘ale fiili kullanılmaktadır. (En’âm: 1; A’râf: 189; Fâtır: 11; Hucurât: 13) Halîfe/halâif’in kullanıldığı tüm âyetlerde yüklem

olarak ısrarla ce‘ale’nin kullanılması dikkat çekicidir (Ca‘l ve halk farkı için bkz. Nebe‘: 9).

(45) Hamd için bkz. Fâtiha: 1.

(46) Burada adı geçen üç eylem de (hamd, tesbih, takdis) Kur’an-ı Kerim’de, şuurlusu ve şuursuzu, iradelisi ve iradesiziyle tüm varlıkların

ortak eylemi olarak geçer.

Hamd, tesbih ve takdis, sadece “konuşan iradeli canlı” olan insana has değildir.

İnsan bu evrensel koroya bilinçli olarak katılırsa, insanın sesi evrenin sesiyle uyum arz etmiş olur. Kozmik uyumu bozmanın cezası, doğaya ve doğasına yabancılaşmadır. Hamd, tesbih ve takdisin üçü de namaz ibadetinde Fâtiha, tesbihat ve secde ile temsil edilmiştir. Tüm varlık

kategorilerinin namazda temsil edildiğini ifade etmek için kimi alimler kıyamı dağların, rükuu hayvanların ve secdeyi de bitkilerin temsil

edildiği bir ibadet olarak te’vil ederler.

(47) Bu âyette sembolize edilen şey, insanın Allah nezdindeki müstesna yeri ve değeridir. Bu değer, meleklerin de aday oldukları bir

makama insanın lâyık görülmesiyle ifade edilmektedir. İnsan dahil hiçbir yaratık, sahip olduğu değer ve meziyetlere kendiliğinden sahip değildir. Tüm diğer varlıklar gibi insan da “kerametini” Allah’a borçludur.

ـؤلء ان ك ئكة فقال انبٶنى باسماء ههدم السماء كلها ثم عرضهم على المله ادقين ﴿وعلم اه ﴾ ١١نتم

31 Ve Âdem’e(48) tüm isimleri öğretti,(49) bunun ardından onları meleklere takdim etti ve dedi ki: “Hadi, eğer sözünüzün arkasında

duruyorsanız şunların isimlerini(50) bana bir bir haber verin!”(51)

(48) Kur’an’da 25 yerde geçen Âdem ismi 7 yerde Âdemoğlu (beni âdem) şeklinde gelir.

el-Edeme Ferrâ’ya göre “aracı, vesile” demektir. Zemahşerî ise bu kelimenin “bir toplumun lideri, öncüsü” anlamına kullanıldığını söyler (Esâs I, 7). 30. âyetin dipnotunda da belirtildiği gibi bu kıssada Âdem soyunu temsilen yer almaktadır.

Bu kıssanın nakledildiği âyetlerde kullanılan zamirler şaşırtıcı bir değişkenlik gösterir. 29. âyette yeryüzündeki her şeyin insan için yaratılmasından söz edilirken ikinci çoğul şahıs (siz) kullanılırken, müteakip âyetlerde Âdem’e işaretle ikinci tekil şahsa (sen) geçilmekte.

Daha da ilginci bu kıssanın detaylı bir biçimde aktarıldığı A’râf 11’de Âdem’in yaratılışı ikinci çoğul zamirle, “siz: Âdem” diyebileceğimiz

bir formüle yol vermektedir. Kur’an, Âdem için kullandığı ifadeleri insan için de kullanır (Mü’minûn: 12, 13). İnsan sûresinin 2. âyetinde

nutfe’den aratıldığı söylenen ve türün tüm üyelerini içeren el-insan lafzı Âdem’i de kapsar.

(49) Öğrenme yeteneğine, hassaten eşyaya isim koyma yeteneğine delalet eder.

Talim, kalıp olarak bir süreç içinde öğrenmeyi ifade eder.

Ta‘limu’l-esmâ’yı en güzel Rahmân 3-4 açıklar: “O insanı yarattı; ona kendini ifade etmeyi öğretti”.

Page 11: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1617

Sözün özü:

Bilmek içkin değil aşkın bir eylemdir.

Bilgi “elde edilmiş” değil “verilmiş” bir şeydir ve kaynağı Allah’tır.

İnsanın şerefi Allah’ın öğrencisi olmaktan kaynaklanır.

Bu âyet, insanın da meleğin de bilgisinin “yoktan var edilmiş” (ibda) değil, alınmış ve keşfedilmiş (ahz ve keşf) olduğunu gösterir. Alınan

her bilgi sonradandır, geçicidir, sınırlıdır. Ayrıca, bu âyetten yola çıkılarak dilin ilk nüvesinin fiiller değil isimler olduğu sonucuna varılabilir.

(50) Buradaki ‘aradahum eğer esmâ’a dönseydi ‘aradahâ (ve bi-esmâihâ) şeklinde gelmesi gerekirdi. Fakat bilinçli varlıklar için kullanılan

formla gelmiş.

Bu şu anlama gelir: burada meleklere sunulanlar “isimler” değil, o isimlerin bizzat müsemmalarıdır. Bunların bilinçli varlıklar olması

hâlinde, insan dışında da bir çok bilinçli varlığın olması gerekirdi ki biz bunları bilmiyoruz. Bilinçliler için kullanılan zamir ve işaret isimleri,

onların aklına delalet eden nitelikler için de kullanılır (msl. İsra: 36).

Bu mânada esmâ’ akıl, gönül, duyma, işitme ve konuşma gibi bilinçli varlıkta bulunan yeti ve niteliklere delalet edebilir. Daha temelde,

insana yaratılıştan verilmiş “ben idrakine” ve “hudurî bilgiye” delalet edebilir. Allah en doğrusunu bilir.

(51) Akla ilk gelen soru şudur: Melekler nasıl bildi?

Allah’ın, görünmez varlıkları (cinler), insanlardan daha önce yarattığı Hicr 27’de ifade edilir. Bu durumda cinlerin, yeryüzünde insandan

önce halife kılındığı sonucuna varılır. Cinler insandan önce böyle şeyler yapmış olmalıdırlar ki, melekler bu tecrübeye dayanarak itiraz etmiş

olsunlar. Zaten şeytan’ın durumu da bu açıklamayı güçlendirmektedir.

Bir başka açıklama da şöyle yapılabilir: Kur’an’da beşerin insanlaşma sürecinin sudan başlayıp çok uzun bir aşamada (etvâr) gerçekleştiği

ifade edilir (Nûh: 14). İnsan adlı canlı, kendisini insan yapan “ruh” üflenmeden önce kan dökmüş fesat çıkarmış olabilir. Eğer durum böyleyse, melekler bu tecrübeye dayanarak bunları söylemiş olmalıdırlar. Bu açıklamadan, bir değersizleştirme ve indirgeme operatörü olan

Darwin’e asla bir pay çıkmaz. Allahu a‘lem.

﴾ ١٢متنا انك انت العليم الحكيم ﴿قالوا سبحانك ل علم لنا ال ما عل

32 (Melekler) cevapladılar: “Sen tek otoritesin,(52) bizim Senin bize öğrettiğinden başka bir ilmimiz olamaz;(53) yalnızca Sensin her şeyi

tam bilen, her hükmünde tam isabet kaydeden.”

(52) Burada “tenzih” ve “takdis” amaçlı kullanılmıştır. Tüm olumsuzluklardan mutlak olarak arındırma ve tüm olumlu özelliklerin en

mükemmeliyle nitelendirme O’nun tartışılmaz otoritesine yapılan bir vurgudur. Bu nedenle “tek otoritesin” şeklinde çevirdik.

(53) Bu âyet, meleklerin, insanoğlu gibi bilgi üretemediklerine, sadece kendilerine verilmiş bilgiyi kullandıklarına delalet eder.

ى اعلم ا انباهم باسمائهم قال الم اقل لكم ان دم انبئهم باسمائهم فلم وات والرض واعلم ما تبدون وما كنتم تكتمون ﴿ غيب الس قال يا اه ﴾ ١١مه 33 (Allah) buyurdu: “Ey Âdem! şunların isimlerini onlara bildir.”(54) Onların isimlerini (meleklere) bildirince de; “Size dememiş miydim

“Ben bilirim göklerin ve yerin sırrını; gizlediklerinizin ve açıkladıklarınızın tümünü de ben bilirim” diye?”(55)

(54) Bilginin öğretilmesi (ta‘lim) Allah’a isnat edilirken, bilginin aktarılması (inbâ’) insana isnat edilir.

Dilin insan düşüncesinin deposu olduğu hatırlanacak olursa, ilk insanın düşünce dağarcığını Allah’ın doldurduğunu, yani düşüncenin ilk sermayesini insana Allah’ın verdiğini ifade eder. İnsan ilk sermayenin veriliş amacına sonradan sadâkat de gösterebilir, ihanet de edebilir.

(55) Bu ifade şöyle de yorumlanabilir: Ben, insanın fesatçılığı ve kan dökücülüğü konusunda açığa vurduğunuz endişeleri bildiğim gibi, kendinizi bu makama Âdem’den daha lâyık görme hususunda gizlediğiniz duyguları da çok iyi bilirim.

دم فسجدوا ال ا ئكة اسجدوا له ى واستكبر وكان من الكافرين ﴿واذ قلنا للمله ﴾ ١٤بليس ابه

34 İşte o zaman meleklere demiştik ki: “Âdem(oğlu) için emre âmâde olun!(56) İblis(57) hariç, hepsi emre âmâde olmuştular. O (ise) emre karşı geldi, büyüklük tasladı ve nankörlerden oldu.

(56) Âdem’i “Âdemoğlu” olarak çevirimiz ve bu secdenin mahiyeti için bkz. A’râf: 11.

(57) İblis, şeytanın ismi değil içine düştüğü açmazı en güzel bir biçimde ifade eden sıfatıdır.

el-İblâs, “belanın şiddeti karşısında düş kırıklığına uğrayarak umutsuzluğa kapılmak” anlamına gelir (Râ- ğıb).

Kur’an’da kelime bu anlamda kullanılmıştır (En’âm: 44; Rûm: 12, 49). Zira onu iblisleştiren, umutsuzluktur.

Allah’la ilişkisinin anlatıldığı yerlerde İblis,

Âdem’le ilişkisinin anlatıldığı yerlerde şeytan olarak anılır (şeytan için bkz. Tekvir: 25).

Sözün özü: Allah’tan umut kesmek insanı iblisleştirir.

Page 12: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1618

(Nuzul 32 / Mushaf 76 : İnsan 1 Aşağıdadır.)

ا ﴿ ا مذكور هر لم يكن شيپ ى على النسان حين من الد ﴾١هل اته 1 İnsanın (1) üzerinden, o tarih sahnesine çıkıncaya (kadar), tüm zamanlar içinden belirsiz ve uzun bir süre geçmemiş miydi (ki), henüz o (bu

süre zarfında) anılmaya değer bir varlık bile değildi? (2)

(1) İns-cinn karşıtlığı için bkz. En’âm: 112.

İbn Abbas İnsân’ı “unutmak” mânasındaki nisyan’a nisbet etmiştir.

Ona göre insan, Allah’la yaptığı sözleşmeyi unuttuğu için bu adı almıştır (Taberî, Hicr: 26’nın tefsirinde).

(2) İstifham-ı takriri olan hel etâ (geçmemiş miydi), aslında kad etâ (elbet geçmişti) gibi tekit vurgusu taşır. Bunun anlamı şudur: soru, aynı

zamanda cevabın ta kendisidir. Bununla insanın yokluktan varlık âlemine çıkışı da, ruh üflenmeden önceki beşer hali de kastedilmiş olabilir.

Birinci ihtimalde âyet, Allah’ın varlığının bedihiliğine delalet eder. Zira, yokun varlığı faile bağlıdır. Fakat âyet “hiçbir şey değildi” demek yerine “anılmaya değer bir şey değildi” diyerek ikinci ihtimali doğrulamaktadır.

Yani beşer, kendisini irade ve akıl sahibi kılan ruh üfleninceye kadar anılacak bir isme sahip olmayı hak etmemişti. Doğal olarak daha eşyaya isim verme yeteneğine de (krş. Bakara: 31) sahip değildi.

(Nuzul 2 / Mushaf 96 : Alak 2 Aşağıdadır.)

﴾٢خلق النسان من علق ﴿

2 O insanı sevgi ve alâkadan yarattı. (3)

(3) ‘Alak ve ‘alaka maddî olarak “embriyo ve hücre”, mânevî olarak “sevgi ve ilgi-alaka” anlamına gelir.

Doğru tercih ikincisidir.

Zira hem bu pasaj insanın embriyolojik kökenini değil mânevî boyutunu ele almaktadır, hem de âyetin başındaki el-insan’dan dolayı buradaki ‘alak’ın, sadece insan soyuna ait bir şey olması gerekir.

Oysa embriyolojik mânada ‘alak (embriyo, hücre) diğer memeli canlıları da kapsayan ortak bir özelliktir.

İbn Fâris el-‘alâka’yı el-hubbu’l-lazım li’l-kalb (kalb için gerekli olan sevgi) diye tanımlar (Mekâyîs). İnsanın anne karnındaki embriyolojik

gelişim sürecini ele alan Hac 5, Mü’minûn 14, Mü’min 67, Kıyame 37’den farklı olarak bu bağlamda, embriyolojik olmaktan çok ontolojik olmak durumundadır. Bunu destekleyen bir husus da geçtiği tüm diğer yerlerde (5 kez) dişil formda ‘alakâ olarak gelirken sadece burada

‘alak formunda gelir. İlginç bir tevafuktur ki, Allah isminin mücerredi olan e-le-he’nin tüm formlarının ortak anlamı “sevgi”dir. Bu,

gerçekten dikkat çekicidir.

(Nuzul 80 / Mushaf 23 : Mü’minun 12-14 Aşağıdadır.)

﴾ ١٢ولقد خلقنا النسان من سللة من طين ﴿

12 DOĞRUSU Biz insan türünü,(10) bir nevi(11) konsantre bir balçıktan yarattık;(12)

(10) el-İnsan’daki belirlilikten dolayı türün tüm bireylerini kapsar.

(11) “Bir nevi”, sulâle ve tîn’deki belirsizliğin anlama yansımasıdır (krş. Hicr: 26-27).

(12) İnsanın embriyolojik yaratılış sürecini işleyen bu âyetler, insan var oldukça sürecek yaratılış yasasına dikkat çekmektedir. “Yarattık”

şeklindeki geçmiş zaman kipi, “yaratılış yasası takdir ettik” anlamını içerir.

Taberî sulâle’yi hulâsa ile karşılar. Kelimenin ait olduğu fu‘âle vezninin “bir şeyi mümkün olan en aza indirmeye" delalet ettiği hatırlanacak

olursa, bizim tercih ettiğimiz “konsantre” kelimesi bunun en uygun karşılığıdır. Aynı veznin bir fiilin son amacına delalet etmesinden yola çıkarak da bu süzülme işleminin “hayat tohumu” elde etmek amacıyla yapıldığı sonucuna ulaşılmış olur. İnsanın balçıktan yaratılmasının

hem elementer, hem embriyolojik hem de doğduktan sonraki biyolojik varlık süreçlerinin tamamını toprağa borçlu olduğunun bir ifadesidir

(Ayrıca bkz. Hicr: 26-27).

Çamur, toprakla suyun bileşimini temsil eder.

İnsanı besleyen tüm bitkisel ve hayvani besinler toprak ve suyun bileşiminden elde edilmiş olur. Toprakta mevcut olan element ve

minerallerin insanda da yaklaşık olarak bulunduğu gerçeği bunu doğrular.

Bu âyet aynı zamanda, insanın ilk canlı dan son canlıya kadar yeryüzündeki serüveniyle, anne karnındaki spermadan doğuma kadarki

serüveni arasında paralellik olduğunu da îmâ eder.

Page 13: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1619

﴾ ١١ثم جعلناه نطفة فى قرار مكين ﴿ 13 Epey sonra onu, karar kılacağı (rahimde) yer tutan bir hayat tohumu kıldık;(13)

(13) Nutfe, sadece hayat suyu olan meninin adı değil, onun içindeki “hayat tohumu”nun, yani “sperma”nın adıdır. Zira rahimde sağlama alınan, meni değil ondaki “hayat tohumu” olan spermadır (Nutfe için bkz. Nahl: 4).

ا فكسونا العظام ا ثم خلقنا النطفة علقة فخلقنا العلقة مضغة فخلقنا المضغة عظام احسن الخالقين ﴿ لحمهخر فتبارك للا ﴾ ١٤ثم انشاناه خلقا اه

14 Daha sonra,

hayat tohumundan döllenmiş hücreyi yarattık;

hemen sonra döllenmiş hücreden cenini yarattık;

ve ceninden de kemikleri yarattık;

en sonunda kemiklere kas giydirdik;

sonuçta, onu bağımsız(14) bir varlık olarak inşa ettik:

işte her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın(15) şanı böyle yücedir! (16)

(14) Lafzen: “diğer, başka”. Burada anne-cenin irtibatının mucizevi tabiatına (ki anne bünyesi kendisine yabancı olan bu hücreyi tıbben

kabul etmemesi lazım) ve bebeğin anneden bağımsız bir birey olarak varlık dünyasına katılmasına atıf yapılmaktadır.

(15) Veya, ahsen’in ism-i tafdil anlamıyla: “yaratanların en güzeli olan Allah’ın..”

Halk bir çok yerde olduğu gibi burada da “yoktan var etme” (ibda) değil, “var olanların terkibinden bir başka varlık çıkarma” (icad)

anlamındadır.

Bu anlamıyla hem Allah için, hem de insan için kullanılabilir (bkz. Âl-i İmran: 49). Allah, yoktan var etmede rakipsiz, vardan var etmede

emsalsizdir. Buradaki “yaratma”, “takdir etme” olarak anlaşıldığında, bu “yaratılışın yasasını koyma” anlamını taşır (Râzî). Bu âyet, “O, sizi

çeşitli aşamalardan geçirerek yaratmıştır” (Nûh: 14) âyetinin açılımıdır.

(16) Tebâreke, bereket’ten “uzama ve artma”, burûk’dan “sebat ve devam” anlamlarına gelebilir.

Bu durumda mâna şöyle olur: “Varlık alanındaki her türlü oluş, artış, süreklilik ve kalıcılığın kaynağı olan Allah yaratanların en güzelidir.”

Hicr sûresinin 26. âyeti ile birlikte düşünüldüğünde, elementer kökeni temsil eden dört unsurla embriyolojik süreci temsil eden dört unsur arasında şöyle bir eşleştirme yapılabilir: tıyn-nutfe (meni), salsal-alaka (ceninin ilk evresi), hamein mesnun-mudğa, fahhar-ızam (kemik).

Birinci sürecin sonucunu ifade eden nefha-i ruh (ruh üşeme), ikinci sürecin sonu için de aynen geçerlidir.

(Nuzul 74 / Mushaf 16 : Nahl 70 Aşağıdadır.)

ى ارذل العمر لكى ل يعلم بعد ع يكم ومنكم من يرد اله خلقكم ثم يتوفهه عليم قدير ﴿وللا

ها ان للا ﴾ ٠٠لم شيپ

70 Sizi de Allah yarattı, sonra canınızı alacak. İçinizden kimileri ömrün en düşkün çağına kadar ulaştırılır. Hatta öyle ki, bilirken hiçbir şey

bilmez olur: (ama) unutmayın ki Allah her şeyi bilir, sınırsız kudret sahibidir.(77)

(77) Mâ meleket eymânuhum, bir efendi hesabına çalışan herkesi ifade eder. Bu bağlamda patron hesabına çalışan işçiyi de kapsar. Hz.

Ömer’in, Allah Rasulü’nün hanımlarını boşadığı haberi üzerine yaptıklarını anlattığı ünlü hadiste “Rasulullah’ın Bilal isimli kölesine

vardım..” dediğine göre (Müslim ve Tirmizî), o dönemde hizmet görenler de “köle” diye anılabiliyordu.

ى كل شیء قدير ﴿ ه عله ى وان ه يحي الموته هو الحق وانهلك بان للا ﴾ ٦ذه

6 Bütün bunların (gösterdiği) nihai bir amaç(14) vardır ki, o da mutlak olanın yalnızca Allah olduğu

gerçeğidir.(15) Zira sadece O’dur ölüyü dirilten; ve her şeye gücü yeten de yalnızca O’dur.

(14) Bâ edatının gaye işlevine dayanarak (İtkân II, 184).

(15) Büyümek ve gelişmek için zamana mahkûm olmak, kendi kendine yetmeyip terbiye edici bir Rabbe muhtaç

olmak demektir.

يبعث من فى القبور ﴿هتية ل ريب فيها وان للا اعة اه ﴾ ٠وان الس

7 Hem unutma ki, Son Saat kuşku götürmez bir biçimde gelip çatacaktır; yine unutma ki, Allah kabirlerde yatan

herkesi kaldıracaktır.

Page 14: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1620

ى ول كتاب منير ﴿ بغير علم ول هده﴾ ٨ومن الناس من يجادل فى للا

8 Ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi bir bilgiye, yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı bir kitaba

dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir. (16)

(16) Krş. Lokman: 20’nin sonu.

(Nuzul 75 / Mushaf 31 : Lokman 20 Aşağıdadır.)

مه ر لكم ما فى الس سخه بغ الم تروا ان للا

هى ول كتاب منير ﴿وات وما فى الرض واسبغ عليكم نعمه ظاهرة وباطنة ومن الناس من يجادل فى للا ﴾ ٢٠ير علم ول هد

20 İŞTE (ey insanlar), görmez misiniz ki Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize âmâde kılmıştır; açıktan ve gizli olarak size

nimetlerini bol bol ihsan etmiştir? (26) Ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi bir bilgiye, yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.(27)

(26) Gerçek keşif, kanunları değil, o kanunları koyanı keşfetmektir.

(27) Aynı ibâre için Hac 8. ve onunla bağlantılı Hac 3. âyete bakınız. Bu âyette inkârın üç sebebi zikrediliyor:

1) Herhangi bir bilgiye dayanma ihtiyacı duymayanlar: Bir sonraki âyette bunun gerekçesi babaları taklit olarak veriliyor. Yani kafalarını

kullanmayanlar.

2) Yol gösterici bir kılavuza dayanmayanlar: İlle de taklit edeceklerse, doğru yoldan giden bir rehberi izlemeleri gerekirken, yanlış rehberi

izleyenler. Bunlar birincilerden daha aşağıdadırlar.

3) Bir belgeye dayanmayanlar: Kur’an vahyinden önceki vahiylerden hiç birini gündemine almamış olanların tartışmak için geriye tek

dayanakları kalıyor: ya Nadr b. Haris’in yaptığı gibi “Pers mitolojisi” ya da “atalar yolu” nostaljisi.

مة عذاب الحريق نيا خزى ونذيقه يوم القيه له فى الده﴾ ٩﴿ثانى عطفه ليضل عن سبيل للا

9 Bunlar Allah yolundan çevirebilmek için gerdan kırarlar.(17) Bu tipin dünyadaki payı onursuzluktur;(18) ama

Kıyamet Günü’nde ona yakıp kavurucu bir azabı tattıracak (ve diyeceğiz ki):

(17) Mânası konusunda farklı yorumlar yapılan sâniye ‘ıtfihi’ye Mücahid’in verdiği “boynunu bükmek”

mânasından ilhamla (Taberî). Bununla, küfürde direnenlerin insanları Allah yolundan döndürebilmek için

yaptıkları işve ve cilveler dile getirilse gerektir.

(18) Hızy kökünün “onursuzluk” anlamı ve gerekçesi için bkz. Tâhâ: 134

(Nuzul 44 / Mushaf 20 : Taha 134 Aşağıdadır.)

ياتك من قبل ان نذل ون ولو انا اهلكناهم بعذ ى ﴿اب من قبله لقالوا ربنا لول ارسلت الينا رسول فنتبع اه ﴾ ١١٤خزه

134 Ve eğer Biz, onları (elçi göndermeden) (126) önce bir helâke uğratarak cezalandırmış olsaydık, bu kez de “Ey Rabbimiz! Eğer Sen, şu zillet verici ve onur kırıcı duruma (127) düşmeden önce bize bir elçi göndermiş olsaydın ona hemen uyardık!” diyecekleri kesindi! (128)

(126) Bir sonraki cümle, buradaki “o” zamirinin “Elçi”ye gittiğini açıkça göstermektedir.

(127) Nahzâ’nın türetildiği hızy kökü, insan onurunun bir dış müdahaleyle ya da bir iç muhasebeyle kırılışını ifade eder. Muhtemelen ilk

kullanıldığı yer burasıdır. Bağlamına göre “onursuzluk, mahcubiyet, utanç” anlamlarına gelir. Peygamber’in şu kullanımı sözcüğün anlam

alanını göstermektedir: “Allah’ım, bizi onursuz ve pişmanlar arasında diriltme!” (Râğıb) Dilciler, kelimenin bazen ‘tevazu’ çağrışımı yapan

olumlu bir anlamda kullanıldığını söylese de, Kur’an’da hiç olumlu mânada gelmez. Kelime türevleriyle birlikte en çok Ra‘d sûresinde

kullanılır.

(128) “..diyecekleri kesindi” ifadesi, pekiştirme lâm’ının çeviriye yansımasıdır.

Page 15: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1621

م للعبيد ﴿ ليس بظلهمت يداك وان للا لك بما قد ﴾ ١٠ذه

10 “İşte bu senin kendi ellerinde kazanıp getirdiklerindir; unutma ki Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali asla

bulunmamaktadır!”(19)

(19) Çevrimizin gerekçesi, nefyin haberinin bâ ile gelmesidir. Bu, öznenin bahis konusu işi yapma imkan

ve/veya ihtimalinin bulunmayışına delalet eder. Bu kalıp, olumsuzlanan şeyin kategorik olarak dışlandığını ifade

eder.

ابته فتنة انقل ابه خير اطمان به وان ا ى حرف فان ا علههلك ومن الناس من يعبد للا خرة ذه نيا واله ى وجهه خسر الد ب عله

﴾ ١١ان المبين ﴿هو الخسر

11 Yine insanlardan kimileri de vardır ki, Allah’a (iman ve küfrü birbirinden ayıran) sınırda kulluk eder; öyle ki,

eğer kendisine bir iyilik dokunsa onunla tatmin olup sevinç duyar;

fakat başına bir musibet gelse yüzüstü dönüverir;

dünyayı da âhireti de kaybeder: nitekim telafisi en zor kayıp da budur.(20)

(20) Lafzen: “en açık olanı..” Mubîn’in türetildiği beyn’in bu mânası için bkz. Nahl: 66

(Nuzul 74 / Mushaf 16 : Nahl 66 Aşağıdadır.)

ا للشاربين ﴿وان لكم فى النعام لع ا سائغ ا خال ا فى بطونه من بين فرث ودم لبن ﴾ ٦٦برة نسقيكم مم 66 Yine sizin için sağmal hayvanlarda da alınacak bir öğüt vardır: size hayvanın karnında(69) sindirilen şeylerden oluşan,(70) atıklarından ve

kanından ayrışarak süzülüp gelen(71) saf ve lezzetli, sindirimi kolay bir süt içiriyoruz.

(69) Lafzen: “şeylerden”. Mimma birleşik edatının anlam alanına “sindirilen” lafzı doğal olarak dahil olduğu için paranteze alma gereği

duymadık.

(70) Lafzen: “arasından”.

Beyn, hem “seçip ayırma” hem de “birleştirme ve buluşturma” anlamlarına gelen zıt anlamlı bir kelimedir (Lisân).

Kelimenin bu yapısı bizi “sentez ve analiz” zıt anlamına götürür. Bağlamına göre kimi zaman ikisinden birini, kimi zaman da her ikisini birden içerdiği görülür (krş. İtkân II, 188). Bu bağlam, kelimenin iki anlamını da kapsamaktadır: Hayvanın karnında sindirilen şeylerin posa

ve atıklarıyla kana dönüşen unsurları ayrıştırıldıktan sonra, üçüncü bir unsur olarak bir de sütün süzülüp gelmesi…

İbaredeki min edatı, çeviriye “süzülüp gelen” şeklinde yansımıştır. Min beyni ibaresinin lafzî manası olan “arasından” karşılığı, sütün ne kan

gibi zaruri, ne de atık gibi yararsız bir madde olmayıp, ikisi “arasında” bir mahiyette oluşuna atıf olarak da yorumlanmıştır (Esed).

(71) Parantez içi açıklamamız, “hem şunu, hem de bunu” formundaki cümlenin söz dizimi gereğidir. Ve bağlacından sonra elde edilen rızkın

hasenen (iyi, güzel, yararlı) diye nitelendirilmesinden, öncekinin zımnen de olsa bunun tersi olduğunu çıkarmak mümkündür.

Said b. Cübeyr de sekeran (sarhoşluk veren) kelimesini, hasenen’in zıddı olarak anlamış,

İbn Abbas’tan da bu yönde bir görüş aktarılmıştır (Taberî).

Esasen içkinin kötülüğü Medine dönemiyle sınırlandırılamayacak bir şeydir. A’raf 33 bunun delilidir. Mekkeliler de hiç kuşkusuz, her insan

gibi içkinin kötülüklerini bizzat biliyorlardı.

Hz. Ömer cahili hayatında da içki kullanmamakla övünürdü. Hanişerin içkinin kötülüğü aleyhine sözleri ve yergi şiirleri dilden dile

okunuyordu (Umeyye b. Ebi’s-Salt es-Sekafi örneği için bkz. İbn Kuteybe, eş-fii‘r-Ve’ş-şu‘arâ, Beyrut, 1405, s. 300-301).

Page 16: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1622

لل البعيد ﴿ لك هو الض ه وما ل ينفعه ذه ما ل يضره﴾ ١٢يدعوا من دون للا

12 O kimse, Allah dışında, kendisine ne zarar veren ne de yarar sağlayan nesnelere yalvarıp durur: kişiyi

(haktan) uzaklaştıran en vahim sapıklık da zaten budur.

ى ولبئس العشير ﴿ي ه اقرب من نفعه لبئس الموله ﴾ ١١دعوا لمن ضر

13 (Kimi zaman da) zararı yararından daha fazla olan insanlara yalvarıp yakarır: o ne berbat efendi, o ne kötü

yoldaştır!

م يدخل الذين اهه يفعل ما يريد ﴿ان للا

هات تجرى من تحتها النهار ان للا الحات جن ﴾ ١٤نوا وعملوا ال

14 Şüphesiz ki Allah;

iman eden,

dürüst ve erdemli davrananları zemininden ırmaklar çağlayan cennetlere yerleştirecektir:

Zira Allah dilediği şeyi mutlaka gerçekleştirir.

ماء ثم لي خرة فليمدد بسبب الى الس نيا واله فى الدهره للا ﴾ ١٥قطع فلينظر هل يذهبن كيده ما يغيظ ﴿من كان يظن ان لن ين

15 Her kim, Allah’ın kendisine(21) dünya ve ahrette(22) asla (doğrudan) yardım etmeyeceğini düşünüyorsa, bir

sebebe(23) tutunup göğe uzanıversin ve (Allah dışında yalvardıklarıyla ilişkiyi) kessin;(24) daha sonra görsün bu

tedbiri kendisini öfkelendiren şeyin kökünü kazıyacak mı (kazımayacak mı)?(25)

(21) Hu zamirinin Hz. Peygamber’i gösterdiği görüşü sûrenin bağlamıyla uyuşmamaktadır. Baştan beri Hz.

Peygamber’e hiç atıf yapılmaması bir yana, konu tevhid muhatap da insan cinsidir.

Page 17: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1623

(22) Yani: “..her zaman ve mekânda..”

(23) Sebeb, hurma ağacına çıkmak için hurmanın tepesine bağlanarak aşağı sarkıtılan ipe denir. Âyet, Allah’a

ulaşmada doğru vesilenin dua olduğu imasını içerir.

(24) Veya 31. âyetin ışığında: “o ipi kessin (de kendini parçalanmak üzere yere bıraksın)”. Parantez içi

açıklamaların gerekçesi âyetin bağlamı, özellikle de 12-13. âyetlerdir. Sınırda kulluk edenlerden imanı Allah’a

has kılmaları istenmektedir.

(25) Hel soru edatının genellikle cevabın olumluluğuna delalet ettiği hatırlanmalıdır. Keyd’in müsbet anlamı için

bkz. Yusuf: 76.

Bu belagat şahikası âyetin konumu da, mefhumu da emeği gerektirmektedir. Birinci ve ikinci sınıfı 8 ve 11.

âyetlerde dile gelen “insanların” bir üçüncü sınıfı da olabilir mi? Bağlaçsız gelmesi ve mine’n- nâsi men..

kalıbının kullanılmaması üçüncü bir sınıf olma ihtimalini zayıflatıyor. Geriye 11. âyetteki “sınırda kulluk

edenler” içinden birileri olma ihtimali kalıyor ki, doğrusu bu olsa gerektir. Burada resmi çizilen tip iman küfür

sınırında tereddüt eden bir tiptir.

“Uzak tanrı” düşüncesi öylesine yer etmiş ki, bu yüzden ne Allah’a aracısız kulluk edilebileceğine, ne de

Allah’ın yardım edeceğine aklı yatıyor. Bu düşünce ile Allah’ın dininden çıkmak istiyor, onu da yapamıyor.

Neticede öfkeden patlayacak hale geliyor.

Bu âyet işte bu tipe ‘ironik’ bir îmâ ile öfkesinden kurtulmanın yolunu tarif ediyor ve zımnen diyor ki: Aracısız

ne kulluk olur, ne de Allah’ın yardımı gelir düşüncesini aklından kazı! Bunun tek yolu bu! Allah uzak değil,

şahdamarından yakındır.

Eğer bu hakikate inanmak yerine bir adım daha atınca küfre düşecekmiş gibi sınırda inanmaya devam edersen,

bu seni teskin ve tatmin etmek yerine öfkelendirir. Bu takdirde işte sana öfkeden kurtulmanın kestirme yolu..”

(Nuzul 71 / Mushaf 12 : Yusuf 76 Aşağıdadır.)

لك كدنا ليوسف فبدا ب نرفع درجات من نشاء وفوق كل ذى علم ما كان اوعيتهم قبل وعاء اخيه ثم استخرجها من وعاء اخيه كذه

ه﴾ ٠٦عليم ﴿لياخذ اخاه فى دين الملك ال ان يشاء للا

76 Bunun ardından, (Yusuf’un huzuruna getirildiler).

O, öz kardeşinin yükünden önce diğerlerinin yüklerini aratarak işe başladı. Sonunda onu öz kardeşinin yükünden çıkarttı.

İşte Yusuf’un (arzusunu gerçekleştirmek) için böyle bir planı yürürlüğe Biz koyduk. Eğer Allah böyle dilememiş olsaydı, kralın hukuk

sistemine göre kardeşini alıkoyması doğru olmazdı.(76) Biz, dilediğimiz kimseyi (ilmen) kat kat yüceltiriz; fakat her bilenin üstünde her şeyi

bilen bir (Allah) vardır.

(76) “Doğru olmazdı” şeklindeki tercümemiz, Kur’an’daki “mâ kâne li…” kalıbı kullanılan cümlelerin genel karakteristiğine uygundur. Bu

gibi hukuki olmayan konumlarda bu kalıp “düşünülemez” olanı ya da “yakışık almaz” ve “şık düşmez” olanı ifade eder (bkz. Ra’d: 38; İbrahim: 11; Ahzab: 36; Mü’min: 78). Öte yandan, krallıkların tabiatı düşünüldüğünde, “alıkoyamazdı” gibi bir anlam vakıaya uygun

düşmemektedir.

يهدى من يريد ﴿هنات وان للا يات بي لك انزلناه اه ﴾ ١٦وكذه

16 İşte böylece Biz, bu (mesajları) hakikatin apaçık belgeleri olarak indirmiş bulunuyoruz; ama şu da bir gerçek

ki, Allah isteyen kimseyi doğru yola yöneltmeyi diler.(26)

(26) Çevirimizin gerekçesi olan yeşâ’ fiilinin çift özneyi gören konumuna ilişkin ayrıntılı bir tahlil için bkz.

Yûnus: 25

Page 18: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1624

(Nuzul 69 / Mushaf 10 : Yunus 25 Aşağıdadır.)

راط مستقيم ﴿ ى لم ويهدى من يشاء اله ى دار الس يدعوا الهه﴾ ٢٥وللا

25 Böylelikle Allah (insanı) mutluluk ve güvenlik zeminine çağırmakta(43) ve isteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi dilemektedir.(44)

(43) Bir üstteki âyetten de anlaşılacağı gibi, bizim “zemin” ile karşıladığımız dâr, sadece öte dünyada değil bu dünyada da insanın ,

kendisiyle,

çevresiyle ve

Rabbiyle barışık yaşadığı bir ortamın oluşturulması çağrısıdır.

(44) Çevirimizin gerekçesi için Ra‘d 27 ve notuna bkz. “Hidayet” ya da “dalalet”, birinci çoğul şahıs kipiyle (biz) neşâ’ formunda gelen 19

âyetten sadece birinde kullanılır (Şûrâ: 52).

Onda da mücerret olarak “biz doğru yola yöneltiriz” şeklinde değil, bir mef’ûlü bih ile “Onun için bir ışık yaratırız, dilediğimizi o ışık sayesinde doğru yola iletiriz” şeklinde gelir.

Bu da hedâ ve dalâl ile kullanılan yeşa’ fiilinin, mutlak irade sahibi Allah ile mukayyet irade sahibi insan arasında mülazemet olduğunu destekler niteliktedir. (Ayrıca iniş sürecinde ilk kullanıldığı yer olan Müddessir 31’in ilgili notuna bkz.)

Bu âyetin zımni açılımı şudur: Allah herkesi ebedi saadete çağırıyor; ne var ki herkes içerisinden bu çağrıyı kabul edenleri ebedi saadetin

kutlu yoluna yöneltiyor.

هى والمجوس والذين اشركوا ان للا اره ابپين والن منوا والذين هادوا وال ى كل ان الذين اه عله

همة ان للا ل بينهم يوم القيه يف

﴾ ١٠شیء شهيد ﴿

17 Şüphesiz (sizden);

iman eden kimseler,

yahudileşen kimseler,

Sabiiler,(27)

Hıristiyanlar,

Mecusiler(28) ve

Şirk koşan kimseler arasındaki hükmü Kıyamet Günü Allah verecektir: kuşku yok ki Allah her şeye şâhittir.

(27) Sabiiler için bkz. Bakara: 62

(28) Öğretileri Zend-Avesta’da toplanan Zerdüşt’ün kurucusu olduğu din.

Biri iyilik tanrısı (Ahuramazda) diğeri kötülük tanrısı (Ehrimen) olan çift tanrıcı bir inançtır. Temel zaafı tanrısal

bir cevher atfettiği kötülüğü meşrulaştırmasıdır.

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 62 Aşağıdadır.)

خر وعم واليوم الههمن بالل ابپين من اه ى وال اره منوا والذين هادوا والن ا فلهم اجرهم عند ربهم ول خوف عليهم ول هم يحزنون ﴿ان الذين اه الح ﴾ ٦٢ل

62 Hiç kuşkusuz;

bu kitaba inanan kimselerden,

Yahudileşen kimselerden,(113)

Hıristiyanlardan ve

Sabiîlerden(114) her kim ,

Allah’a ve âhiret gününe inanır,

ıslah edici iyilik işlerse,

işte onlar için Rableri katında yaptıklarının karşılığı vardır.(115) Onlar gelecekten endişe etmeyecek, geçmişten dolayı da üzüntü

duymayacaklar.(116)

(113) Ellezîne hâdû formuyla gelen ibareleri, el-Yehûd ya da Yehûdiyyen ile eşitleyip “Yahudiler” şeklinde çevirmek gramatik açıdan

isabetli değildir. Nisâ 46, Mâide 41, 44, 69, En’âm 146, Nahl 118 ve daha başka âyetler buradaki formun aynısıyla gelir.

Page 19: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1625

Müfessirler şu notu düşerler: Ellezîne hâdû demek “yahudileşenler” (tehevvedû) demektir (Râzî, Mefatîh XXX, 7).

Lügatler tehevvedû fiilini sâra yehûdiyyen (yani: sonradan Yahûdî olanlar) şeklinde açıklar (Muhtaru’s-Sıhah). Bunun en doğru tercümesi

“yahudileşti” dir. Ünlü “Her çocuk fıtrat üzere doğar, onu anne-babası yahudileştirir” hadisinde kullanılan fiil yuhevvidanihi’dir (Buhârî,

Cenaiz 29:91; Müslim, Kader 6).

Ellezine hâdû formu, önceden Müslüman olan İsrailoğulları’nın “yahudileştiklerini” vurgulama amacı taşır. Çevirimizin gerekçesi budur

(bkz. En’âm: 146).

(114) Sabiîler için bkz. Mâide: 69 ve Hac: 17. Bunların tümü de Medine’de inen âyetlerdir.

Müşriklerin Hz. Peygamber’e ve mü’minlere “dönek” anlamına “sâbiî” dedikleri hadis kaynaklarında kayıtlıdır (Buhârî, Menakıb 3).

Gerçekte Sâbiî Arapça değil, bu dine mensup olanların konuştuğu ve Aramca’nın bir diyalekti olan Mandence’dir. “Suya dalmak”, “vaftiz

olmak” ya da “boy abdesti almak” anlamına gelen sabaa’dan türetilmiş bir isimdir ve Sabiîler’e komşuları tarafından verilmiştir. Burada kastedilen Harran ve Mezopotamya kökenli gnostiklerdir. Peygambere ihtiyaç olmadığını düşünüyorlar, yıldızlara akıl ve irade

atfediyorlardı.

(115) Lehum ecruhum’daki zamirler çoğul değil de âmene fiilindeki tekil özneye uyarak lehu ecruhu şeklinde tekil gelmesi gerekmez miydi?

Bu sorunun cevabı bellidir: men, ism-i mübhem olarak hepsi için de kullanılır.

(116) Bu âyet benzeri olan Mâide 69. âyetle birlikte, 136. âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bakara’da Hıristiyanların Sabiîlerden öne alınması,

inanç açısından Hıristiyanlığın Sabiîlikten daha öncelikli olmasıyla, Hac ve Mâide’de Sabiîliğin önce gelmesi ise, zaman açısından

Hıristiyanlıktan önce oluşuyla açıklanmıştır. (Besâir I, 144)

Kur’an hiçbir inancı ve mensuplarını sırf mensubiyetten dolayı ne toptan mahkûm eder ne de aklar (bkz. Âl-i İmran: 112; Mâide: 66- 68; A’râf: 159, 169,170,181; Hadîd: 28).

Kitap ehline mensup oldukları hâlde doğrudan kâfir olan zümreleri açıkça vurgular (Nisâ: 150; Mâide: 71; Mâide: 73). Kur’an’a göre Allah’a iman O’nun indirdiği ilâhî mesajların tümüne ve o mesajları gönderdiği Peygamberlerin tümüne iman etmeyi içerir (bkz. Bakara: 136).

Bu içeriğiyle Allah’a iman eden, âhirete iman eden ve sâlih amel işleyen (bkz. Bakara: 25) herkes kurtuluşa erecektir.

وات ومن فى الرض والشمس والقمر والنجوم وال مه يسجد له من فى السهواب وكثير من جبال والشج الم تر ان للا ر والد

يفعل ما يشاء ه فما له من مكرم ان للا

ه﴾ ١٨ ﴿الناس وكثير حق عليه العذاب ومن يهن للا

18 (EY İNSAN!)

Göklerde ve yerde bulunan herkesin,

güneşin,

ayın,

yıldızların,

dağların,

ağaçların ve

hayvanların (ister istemez) Allah’ın emrine âmâde olduğunu görmez misin? (29)

İnsanlardan niceleri (bilinçli tercihlerinden dolayı ödülü hak etmiş),(30) niceleri ise azabı hak etmişlerdir.

İmdi, Allah her kimi alçaltırsa artık onu kimse yüceltemez: kuşkusuz Allah dilediğini daima gerçekleştirir.

(29) Parantez içi açıklama şu âyete dayanmaktadır: “Oysa ki bütün göktekiler ve yerdekiler ister istemez O’na

teslim oldular, çünkü hepsi (sonunda) O’na varacaklar.” (Âl-i İmran: 83; ayrıca: Ra’d: 15 ve Fussilet: 11.)

Men ilgi zamiri, çoğunlukla bilinç sahibi varlıklar için kullanılır. Burada insanın da gök ve yer gibi iradesiz

varlıklarla birlikte anılması, onun iradesinin görmezden gelindiği anlamını taşımamaktadır. Ancak bu, iradenin

sınırlı ve kayıtlı tabiatına işaret etmektedir. İnsan, makro planda ilâhi iradenin dışına çıkamaz. İnsana bahşedilen

irade ve özgürlük de, ilâhi takdirin bir parçasıdır. İnsanı var eden mutlak güç, ona varoluş amacını

gerçekleştirecek imkanı bahşeden gücün ta kendisidir. İnsan, kendisine emanet edilen bu imkanı nasıl

kullandığının hesabını verecektir.

(30) Râzî’ye göre, bu ibârenin muhtemel iki anlamından biri, kesirun mine’n-nâs ibâresini mahzuf bir haberin

mübtedası saymaktır. Tercihimiz bu gerekçeye dayanmaktadır.

Page 20: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1626

ب من فوق رؤ عت لهم ثياب من نار ي هم فالذين كفروا قط موا فى رب مان اخت ذان خ ﴾ ١٩سهم الحميم ﴿هه

19 Birbirlerine karşıt konumlarda bulunan bu iki gurup, Rableri konusunda hep çatışa gelmişlerdir. Onlardan

inkarda direnenlere, ateşten elbiseler biçilecek; başlarının üzerinden yakıp kavuran bir (gam) boca edilecek: (31)

(31) Başlarından aşağı boca edilen şeyin ne olduğu açıkça yer almasa da, 22. âyetten bu şeyin onları derin bir

umutsuzluk ve pişmanlığa sevk eden “gam ve keder” olduğunu anlıyoruz.

هر به ما فى بطونهم والجلود ﴿ ﴾ ٢٠ي

20 Bununla onların içlerinde olan her şey ve deriler eriyip akacak;(32)

(32) Herhangi bir özneye nisbet etmeksizin “deriler” (“derileri” değil) şeklindeki bu kullanım, eriyip akan bu

derilerin onlara ait deriler değil, adeta bir “maske” gibi taşıdıkları eğreti kimlikler olduğunu akla getirir.

Zımnen: Hesap Günü tüm maskeler düşecek, insanlar gerçek kimlikleriyle arz-ı endam edecekler.

﴾ ٢١م مقامع من حديد ﴿وله

21 Ve onlar(ı bağlamak) için demirden boyunduruklar olacak;(33)

(33) Mekâmi‘, “demir bukağı, metal boyunduruk” anlamına gelen mekme‘a’nın çoğuludur. Kelimenin kökeni

olan kame‘a “boyunduruk geçirdi, tasma taktı” anlamlarına gelir. Âhirette bu, ya mahkemesini bekleyen

suçluların tutukluluğuna, ya da azaba mahkûm olan hükümlülerin mahkûmiyetlerine delalet eder.

﴾ ٢٢كلما ارادوا ان يخرجوا منها من غم اعيدوا فيها وذوقوا عذاب الحريق ﴿

22 Gam ve kederden (bunalıp) da ne zaman oradan çıkmak isteseler, hemen oraya geri döndürülecekler ve

(onlara şöyle denilecek): “Yakıp kavurucu azabı tadın bakalım!”

ات تجرى من تحت الحات جن منوا وعملوا ال يدخل الذين اهها ولباسهم ان للا ها النهار يحلون فيها من اساور من ذهب ولؤلؤ

﴾ ٢١فيها حرير ﴿

23 Buna karşın Allah;

iman eden ve

imanıyla uyumlu davranış sergileyenleri

zemininden ırmaklar çağıldayan cennetlere yerleştirecek;

orada onlar altın künye ve bilezikler takınıp incilerle bezenecekler:

dahası orada sınırsız bir özgürlük üniforması taşıyacaklar.(34)

(34) Veya: onların oradaki elbiseleri ipekten olacak”. (Çevirimizin dilsel gerekçesi için bkz. İnsan: 12.) Bu

âyette ahrette mü’minlere vaad edilen bu güzellikler, dünyada bu gibi şeylerden uzak duran mü’minlere gönüllü

mahrumiyetlerinin bir ödülü olarak verilecektir (bkz. Kehf: 31).

(Nuzul 32 / Mushaf 76 : İnsan 12 Aşağıdadır.)

ا ﴿ بروا جنة وحرير يهم بما ﴾١٢وجزه 12 Ve sabırlarına karşılık onlara cennet bahçeleri ve tarifi imkansız özgür bir (hayat) bahşedecek. (16)

(16) Veya: “Tüm kinlerinden kurtulup özgür kalacaklar”.

Page 21: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1627

Harîr, “özgürlük” anlamındaki hurr’den türetilmiştir.

İbn Fâris’in bu kelimeye verdiği karşılık şudur: el-harîr: ve huve’l-mahrûr ellezî tedahalehu ğayzun min emrin nezele bih (Başına gelen bir

işten dolayı içini kaplayan kinden kurtulan kimse). Bu mâna, cennetliklerin kinden tamamen arındırılmasını da çağrıştırmaktadır (bkz. A’râf:

43; Hicr: 47).

Bu kelimeye genellikle verilen “ipek” karşılığı da hürriyetle ilişkilidir. Zira ipek giysi özgürlük ve soyluluğun simgesi gibi görülürdü.

Bu yüzden harîr’i, kelimenin belirsiz formunu da dikkate alarak “tarifi imkansız özgür bir (hayat)” diye çevirdik.

Âyette iki şey vaad edilmektedir: “cennet ve harir”. Harir’i özellikle “libas”tan mücerret olarak geldiği bu makamda “ipek” diye çevirmek eşi olan “cennet”le mütenasip görünmemektedir. Kaldı ki cennette ipek zaten vardır.

Bu bağlamda harîr ile cennet kadar değerli olan, maddî-mânevî anlamlarıyla “mutlak, mükemmel özgürlüğün” kastedilmiş olması hem Kur’an’ın belagatine hem ilâhi ikramın mahiyetine hem de harîr’in cennet ile eşleştirilmesinin münasebetine daha uygundur. Allahu a‘lem.

(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 31 Aşağıdadır.)

ئك لهم جنات عدن تجرى من تحتهم النهار يحلون فيها من اساور من ذهب ويلبس ا من سندس واستبرق متكپين فيها على الرائك ن اوله ا خضر ﴾ ١١عم الثواب وحسنت مرتفقا ﴿ون ثياب

31 İşte ayaklarının altından ırmakların çağladığı ve mutluluğun üretildiği merkezler olan cennetleri böyleleri için hazırladık.

Orada onlara altın künyeler-bilezikler takılacak;

Dahası ince ve kalın ipekten sırmalı yeşil elbiseler giyerek oradaki tahtlara kurulacaklar:(45)

Ne güzel bir ödül ve ne hoş bir makamdır orası...

(45) İdraki aşan bir âlem hakkında konuşurken zorunlu olarak başvurulan dolaylı anlatımın ifadesi olan bu kumaşlar, döneminin en gözde ve

tanınan kumaşları olmalıdır ki, Ebu Ubeyde ve Ferrâ gibi ilk müfessirler bu isimleri açıklama gereği bile duymamışlardır.

Cümlenin ilk kısmı edilgen yapıda (takılacak), ikinci kısmı etken yapıdadır (kurulacaklar).

Etken kısım, mü’minlerin amellerine karşılık olarak elde edecekleri,

Edilgen kısımsa emeklerinin ötesinde Allah’ın onlara armağan olarak bahşedeceği güzellikleri ifade eder.

Dünyadayken mü’minlerin inançları uğruna yaptıkları fedakârlıklar ve ortaya koydukları özverili tavır sonucunca tattıkları gönüllü her mahrumiyet, âhirette karşılığını bir biçimde mutlaka bulacaktır.

Hz. Peygamber’in erkekler için ipek ve altın gibi bir parça kadınlara özgü süs ve takı unsurlarından uzak durması ve başkalarını da buna özendirmesi, bu âyetin verdiği mesaj çerçevesinde çok daha doğru anlaşılacaktır.

Sözün özü: Cennet, kalıcı güzelliklerin üretildiği merkezdir; geçici dünyevi güzelliklerden gönüllü olarak uzak duran mü’mine ikram edilir.

Şu bir gerçektir ki, âhiret hayatına ilişkin tüm tasvir ve tanımlamalar, mecazî olmak durumundadırlar. İnzal, sadece vahyin aşkın ilâhî

kaynağından içkin insani hedefine “taşınmasını” değil, aynı zamanda âhiret hayatı gibi insan idrakine kapalı olan gaybî hakikatlerin beşerin

bilinç düzeyine “indirilmesini” de ifade eder (bkz. Yusuf: 2).

راط الحميد ﴿ ى يب من القول وهدوا اله ﴾ ٢٤وهدوا الى الط

24 Evet, onlar düşünülüp dile gelebilir olanın(35) en iyisine yönlendirildiler; zira onlar (dünyadayken) bütün

övgülere lâyık olanın (dosdoğru) yoluna yöneltilmişlerdi.

(35) el-Kavl, dile gelen düşünceyi de, dile gelmeyen düşünceyi de ifade eder (krş. Kehf: 39).

(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 39 Aşağıdadır.)

ان ت هة ال بالل ل قو

ها ﴿ولول اذ دخلت جنتك قلت ما شاء للا ﴾ ١٩رن انا اقل منك مال وولد

39 Oysa ki senin bağına girerken, (O’nun hayata müdahil olduğunu görüp):

Bu, Allah’ın yaratıcı iradesiyle olur;

(bu irade) ancak Allah sayesinde kullanılan bir güçle (gerçekleşir)” (55) diye düşünmen gerekmez miydi? (56)

Gördüğün gibi mal ve evlat bakımından senden daha güçsüzsem de,

(56) Kavl “düşünmek, hükmetmek, yargıda bulunmak” manalarını içinde barındırır (Lisân).

Page 22: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1628

والمسجد الح هون عن سبيل للا د رام الذى جعلناه للناس سواء العاكف فيه والباد ومن يرد فيه بالحاد ان الذين كفروا وي

﴾ ٢٥بظلم نذقه من عذاب اليم ﴿

25 FAKAT;

İnkarda direnenleri,

Allah yolundan ve yerli-yabancı ayrımı gözetmeden bütün insanlar için tayin ettiğimiz Mescid-i Haram’dan

alıkoyanları,(36)

Oralı olmayı sapıklığa(37) ve haksızlığa bile isteye vesile kılanları,(38)

can yakıcı bir azaba terk edeceğiz.(39)

(36) Buradaki sevâen (benzer bir kullanım için bkz. Enbiya: 109) “eşit, benzer, denk” anlamına gelir (Râğıb).

Bu bağlamdaki en uygun karşılığı olan “ayrım gözetmeden” ifadesi, cahiliyye dönemindeki “ayrımcı”

uygulamaya da bir atıftır.

Mekke’yi elinde tutan Kureyş, İbrahimi bir gelenek olan hac ibadetini, diğer kavim ve kabilelere üstünlük

taslama fırsatı olarak değerlendiriyordu. Yine İbrahimi geleneğe dayanan ve mukaddes bölgenin sınırlarını ifade

eden harem-hıll ayrımını, onlar Kureyş için ayrıcalığa dönüştürdüler.

Mesela, kendileri vakfe için Müzdelife’ye kadar çıkıyorlar, bunu harem’de yaşayanlara tanınmış bir ayrıcalık

olarak görüyorlar, Arafat’a kadar gitme şartının dışardan (hıl) gelenleri bağladığını düşünüyorlardı.

Yine kendileri elbiseleriyle tavaf ediyorlar, dışardan gelenlerin elbiseleriyle tavaf etmesini uygun görmüyorlardı.

Bu da orada yaşayanlardan elbise kiralama gibi oldukça kârlı bir sektöre dönüşüyordu. Aslında bu âyet, dinî

değerlerin istismarı gibi, insanlığın en kadim problemlerinden birini gündeme taşımaktadır.

(37) İlhâd, “amacından sapmak” anlamına gelen lahd kökünden türetilmiştir (Mekâyîs).

(38) Mekkeli olmayı sapıklığa ve zulme nasıl alet ettiklerinin örneği için bir önceki nota bkz.

(39) ‘Azab için muhtemelen ilk kullanıldığı Kalem 33’ün ilgili notuna bakınız.

(Nuzul 79 / Mushaf 21 : Enbiya 109 Aşağıdadır.)

ى سواء وان ادرى اقريب ام بعيد ما توعدون ﴿ ذنتكم عله ﴾ ١٠٩فان تولوا فقل اه

109 Fakat eğer (bu davetten) yüz çevirirlerse, o zaman da de ki: “Ben bu daveti hiçbir ayrım gözetmeden hepinize duyurdum; (113) ne var ki ben tehdit edildiğiniz (Hesap Günü’nün) yakın mı uzak mı olduğunu da bilemem.”

(113) ‘Alâ sevâ’, “eşit bir biçimde, dengeli şekilde..”

Zımnen: hem hitaba ilişkin hem de muhataba ilişkin bir ayrımcılık gütmeden.

Veya Enfâl 58 ışığında, zımnen: Kureyş kâfirlerinin de savaş hukuku açısından diğer kâfirlerden bir farkı olmadığını ifade eder.

(Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 33 Aşağıdadır.)

خرة اكبر لو كانوا يعلمون ﴿ ولعذاب كذلك العذاب ﴾٣٣ال

33 İşte (dünyevî) mahrumiyet (29) böyle bir şeydir; ve ahiret (30) mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı.

(29) ‘Azâb’ın ilk kullanıldığı iki yerden biri (diğeri Müzzemmil: 13).

Kur’an’da ‘azâb kelimesinin, kök anlamına nisbetle “mahrumiyet” anlamında kullanılmasına tipik bir örnek. Kıssa kahramanları sonunda

cennete kavuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir “azap”tan değil ancak “mahrumiyet”ten söz edilebilir.

Azab Kur’an’da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’e isnat edilen iki yer hariç (Neml: 21; Kehf: 86-87) diğerlerinin tümünde

Allah’a isnat edilir.

Page 23: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1629

Azab, “terk ve mahrum etmek” anlamına gelen ‘azb kökünden türetilmiştir (Lisân; Tâc; Esâs). Kelime ta‘zîb formunda fiilî şiddet ile

buluşmuş, buradan da dayak aleti olan kamçının “vurunca yakan tarafı” anlamını kazanmıştır (Râ-ğıb). Her halükarda ‘azab acının aracına değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de (‘azâbun elîm, ‘azâbun muhîn, ‘azâbun ‘azîm, ‘azâbun ğalîz)

değişmektedir.

Azab’ın dünya hayatındaki “Allah tarafından terk edilmişlik” anlamına kullanıldığı bir yer için bkz. Sebe’: 8.

İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey azabtır.

Istılahta “insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen, yalnız ve yardımsız bırakan” bütün bunların sonucunda da “mutsuz,

umutsuz ve kahredici bir iç yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum”dur (krş. Külliyyat).

Azab’ı, “Allah’la birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın” (İsra: 22) âyeti

ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi (sübûr) isteyecektir. Onlara “Yoo! Bugün yok olmak için bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!” denilecek

(Furkan: 14; ayrıca krş. İnşikâk: 11).

(30) Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı Müddessir 53’ün notuna bkz.

ائفين والقا ر بيتى للط ا وطه هيم مكان البيت ان ل تشرك بى شيپ انا لبره جود ﴿واذ بو ع الس ك ﴾ ٢٦ئمين والر

26 Hani Biz, İbrahim’in (inşa ve ihya etmesi) için bu İbadet Evi’nin yerini tesbit ettiğimiz zaman; “Bana hiçbir

şeyi şirk koşmadığın gibi, Mabedimi de tavaf edecekler ve (ona doğru) kıyama durup rükû ve secdeye

kapanacaklar için (şirkten) temiz tutacaksın!”(40) (demiştik).

(40) Âyetin sonundaki “Mabedimi temiz tutacaksın” emrinden ve daha başka âyetlerden (Âl-i İmran: 96;

İbrahim: 37), Hz. İbrahim’e gösterilen mekânın, geçmişte de aynı maksatla kullanıldığı zımnen anlaşılmaktadır.

Buradaki “temiz tut” emriyle, elbette tevhid ilkesinden sapma anlamına gelen tüm sapma ve batıl inanç

kalıntılarından insanlığın bu ilk mabedini arındırma kastedilmektedir.

Page 24: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1630

(Nuzul 98 / Mushaf 3 : Al-i İmran 96 Aşağıdadır.)

ة ان او ى للعالمين ﴿ مباركال بيت وضع للناس للذى ببك ﴾ ٩٦وهد

96 Zira insanlık için inşa edilen ilk mabet, Bekke’deki bereketli ve bütün toplumlar için hidayet merkezi olan mabet idi.

(Nuzul 65 / Mushaf 14 : İbrahim 37 Aşağıdadır.)

م ربنا ليقيموا ال يتى بواد غير ذى زرع عند بيتك المحر ى اسكنت من ذر وة فاجعل افپدة من الناس تهوى اليهم وارزقهم من الثمرات لعلهم يشكرون ﴿ربنا ان﴾ ١٠له

37 “Rabbimiz! İşte ben, neslimden bir kısmını ekip-biçmeye elverişsiz bir vadiye, Senin Mukaddes Beytinin yanına yerleştirdim. Ey

Rabbimiz, (bunu) kulluklarını yerine getirebilsinler diye (yaptım)! (33) Artık insanların gönüllerini onlara meylettir; onları bereketli

ürünlerle rızıklandır; umulur ki onlar da (bunun) şükrünü eda ederler!..,

(33) Lâm, o vadide iskanın gerekçesini ifade eder. O ıssız vadiye bırakılan iki kişiden biri genç bir anne olan hicretin gelini Hacer, diğeri de

yavrusu İsmail idi. Her şeyi şu küçük diyalog açıklıyor:

Hacer sordu:

“Bizi kime emanet ediyorsun?”

İbrahim cevapladı:

“Allah’a!”

Hacer dedi:

“Öyleyse sorun yok: O bize yeter!”

ى كل ضامر ياتين من اس بالحج ياتوك رجال وعله ن فى الن ﴾ ٢٠كل فج عميق ﴿ واذ

27 Ve insanları hacca davet et! Gerek yaya, gerekse hızlı yol alma yeteneğine sahip ulaşım araçlarına(41)

binerek her bir yoldan(42) senin (çağrına) gelsinler

(41) Dâmir, her tür bineğin “uzun yol yeteneğini ve dayanıklılığını” ifade eden bir isim-sıfat. Mü’minleri hacca

teşvik amacı taşır.

(42) Kur’an’da fecc, tarik’ten farklı olarak yalnızca “fiziki yol” için kullanılır (el-İ‘câzu’l-Beyâni).

ام معلومات فى ايهى ما رزقهم من بهيمة النعام فكلوا منها واطعموا البائس الفقير ليشهدوا منافع لهم ويذكروا اسم للا عله

﴿٢٨ ﴾

28 Ki, bunun kendilerine sağlayacağı yararlara tanık olsunlar. Bir de belirlenen günlerde, O’nun kendilerine rızık

olarak sunduğu hayvanları (kurban ederken), üzerine Allah’ın adını ansınlar: işte bunlardan siz de yiyin, zor

durumdaki ihtiyaç sahiplerine de yedirin.(43)

(43) Fakir ğanî’nin mukabilidir.

Bâis ise, aslında fakir olmadığı halde içinde bulunduğu güç şartlar yüzünden zor durumda olan kimselerdir.

فوا بالبيت العتيق ﴿ و ﴾ ٢٩ثم ليقضوا تفثهم وليوفوا نذورهم وليط

29 En sonunda, zorunlu yasaklara son verip kirlerini gidersinler; (44) adaklarını yerine getirsinler ve bu

Özgürlük Evi’ni tavaf etsinler.(45)

Page 25: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1631

(44) Kur’an’da sadece burada kullanılan tefes kelimesinin “insanın kurtulması gereken kıllar, tırnak vs. gibi

şeyler” olduğu yolundaki bir açıklamaya rağmen (bkz. Müberred ve Kaffal’den Râzî), Taberî bu ibâreyi “haccın

geri kalan tüm menasiki” olarak yorumlar.

Dolayısıyla bu, ihram yasaklarının bittiğini gösteren ve “giderebilirler” şeklinde de anlaşılabilecek bir ibâredir.

(45) ‘Atîk,

hem “hür ve bağımsız”,

hem “kadîm”

hem de “muteber ve saygın” anlamına gelir (Lisân).

Hz. Peygamberden gelen rivayetler de dikkate alındığında tercih ettiğimiz anlam öne çıkmaktadır (bkz. Mücahid

ve Katade’den, Taberî).

ه واحلت لكم النعام ال ما يتله فهو خير له عند ربهم حرمات للا لك ومن يعظ جس من الوثان ى عليكم فاجت ذه نبوا الر

ور ﴿ ﴾ ١٠واجتنبوا قول الز

30 (Sözün özü) şudur ki;(46) her kim Allah’ın kısıtlayıcı buyruklarına saygı gösterirse, bu Rabbi katında kendi

yararına olacaktır; zaten size bildirilenler dışında kalan bütün hayvanlar size helâl kılınmıştır. Ama özellikle de

putla(ştırma)dan kaynaklanan her tür (mânevî) pislikten sakının; bir de asılsız iddialardan kaçınarak,(47)

(46) Zemahşerî’nin zâlike’ye getirdiği ikna edici açıklamaya dayanarak.

(47) Zımnen: Allah adına sahte kutsallıklar ve haramlar icat etmekten sakının!

ير ماء فتخطفه الط ما خر من الس فكانه غير مشركين به ومن يشرك بالل

يح فى مكان سحيق ﴿ حنفاء لله ﴾ ١١او تهوى به الر

31 Batıldan yüz çevirip yalnız Allah’a yöneldiğinizi ve O’ndan başkasına ilâhlık yakıştırmadığınızı (isbat edin):

zira Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştıran kimse, gökten düşerek un ufak olan ve saçılan parçalarını kuşların

didikleyip kaptığı, ya da rüzgarın ıssız bir köşeye savurduğu nesneye benzer.

ها من تقوى القلوب ﴿ فانهم شعائر للا لك ومن يعظ ﴾ ١٢ذه

32 (Sözün özü) işte şudur:(48) Allah’ın sembollerine sarılarak onları yücelten herkes iyi bilsin ki, bu (semboller

gerçek anlamını) kalplerde kök salan sorumluluk bilincinden alırlar.

(48) Gerekçesi için bkz. âyet 30

ى ثم محلها الى البيت العتيق ﴿ ى اجل مسم ﴾ ١١لكم فيها منافع اله

33 (Sarıldığınız) bu semboller sonu yasayla belirlenmiş bir süre doluncaya kadar size yarar sağlamayı sürdürür;

nihayet bu sembollerin gösterdiği güzergahı izleyenin varış yeri bu Özgürlük Mabedi olacaktır.(49)

(49) Min ve ilâ edatları, bir şeyin çıkış ve varış noktalarını gösterirler.

Çıkış noktası “mü’minin kalbindeki sorumluluk bilinci” olan hac ibadetini oluşturan sembollerin gösterdiği

güzergahı izleyen herkesin varıp duracağı nokta (mahill), Allah karşısındaki acziyet ve kulluğunu simgeleyen

dolayısıyla tevhid akidesini sembolize eden Kâbe’dir.

Kökü insanın yüreğinde olan Allah’a karşı borçluluk bilinci, sahibini yeryüzünün kalbi olan Kâbe’ye doğru

yöneltir.

Page 26: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1632

Mahill, “açtı, çözdü” ve oradan “yükü indirdi” anlamındaki halle kökünden türetilir (Mekâyîs). Mahill ismi, hem

mastar olarak “varış noktası belli olan bir güzergah”, hem de varış “zamanı” ve “yeri” anlamlarına gelir.

Buna göre, yürekten çıkıp zamanda ve mekânda özgürlüğü keşfetmek için girişilen eyleme delalet eder. Bu, aynı

zamanda hac ibadetinin kapsamlı bir tanımını da ele vermektedir.

ة جعلنا من ه واحد فله اسلم ولكل ام هكم اله ى ما رزقهم من بهيمة النعام فاله علهها ليذكروا اسم للا ر المخبتين ﴿سك ﴾ ١٤وا وبش

34 VE Biz, her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kıldık ki, bu vesileyle O’nun kendilerine rızık olarak

verdiği hayvanlar üzerine Allah’ın ismini ansınlar.(50) Bakın, ilâhınız tek bir İlah’tır; o halde yalnız O’na teslim

olun! Ve (sen de Ey Peygamber); O’na yürekten boyun eğenleri(51) (O’nun rızasıyla) müjdele!

(50) Mensek, özelde “hacda kesilen kurban” genelde “hacca özgü ibadetlerden her biri” ya da bunların “yeri ve

zamanı” anlamlarına gelir (krş. Bakara: 200 ve En’âm: 162).

Bu bağlamda hac ibadetinin bir parçası olan kurban kastedilmektedir.

Cahiliye döneminde hac zamanı putlar için kesilen kurbana el-‘ıtr (veya ‘atîre) adı verilirdi. Kur’an onların

yerine mensek ve türevlerini kullanarak yepyeni bir kavramlaştırmaya gitmiş ve bununla cahiliye kurban

kültünden farklı olarak tevhidi bir kurban tasavvuru oluşturmayı amaçlamıştır.

(51) Tercihimiz muhbıt’ın kök manasına dayanmaktadır (Râğıb).

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 200 Aşağıdadır.)

ا فمن الناس من يقو باءكم او اشد ذكر كذكركم اههتنا فى الد فاذا قضيتم مناسككم فاذكروا للا خرة من خلق ﴿ل ربنا اه ﴾ ٢٠٠نيا وما له فى اله

200 (Hacca has) ibadetlerinizi(386) tamamladıktan sonra (bir zamanlar) atalarınızı andığınız gibi, hatta daha güçlü bir biçimde Allah’ı

anın!(387)

İnsanlardan bazısı ;

“Ey Rabbimiz! Bize vereceğini bu dünyada ver!” derler.

Böylelerinin ahret nimetlerinden nasibi yoktur.

(386) Menasik’in kendisinden türetildiği nusuk, hacca özgü ibadetlerden her biri için kullanılırsa da, özelde “kurban” genelde tüm ibadetleri

kapsar (196. âyete bkz). “Menasik”, haccı oluşturan ibadetlere verilen alem olmuştur ve “hac menasiki” şeklinde şöhret bulmuştur.

(387) Zımnen: Atalarınızın ocağındaki külü taşırsanız âdet, közü taşırsanız ibadet olur.

Cahiliyye döneminde Araplar kurban kestikten sonra şeytan taşlama mahalline gelip orada atalarının anısını tazeler, onlara ilişkin öyküler

anlatırlardı (Taberî). Cahiliyye insanı ibadeti değil ibadetin ruhunu kaybetmişti. Hz. İbrahim’den beri eda edilen ibadetler, aşağı yukarı biçim

olarak aslını korumuş olsalar da ruh ve amaç olarak aslını kaybetmişlerdi. Bu durum da ibadetlerin âdete dönüşmesine neden olmuştu. Âdetleşen ibadette niyetler de sapmaya uğruyor, Allah emrettiği için değil atalardan öyle görüldüğü için yapılır hâle geliyordu.

(Nuzul 73 / Mushaf 6: En’am 162 Aşağıdadır.)

رب العالمين ﴿لتى ونسكى ومحيای ومماتى لله ﴾ ١٦٢قل ان

162 De ki:

Benim tüm istek ve arzum,(138)

bütün ibadetlerim,

hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun!(139)

(138) Lafzen: “salâtım”. Burada, salât’ın “dua, istek, destek istemek destek vermek” gibi kök anlamlarına bir atıf (bkz. Mâide: 12 ve A’lâ:

15. Krş. Zâdu’l-Mesîr, Bakara 3’ün tefsiri).

(139) Nusuk özelde “kurban” için kullanılsa da genelde tüm ibadetleri ifade eder (bkz. Bakara: 200, ve Hac: 34)

Page 27: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1633

Bu âyet, Kur’an’ın mü’minlerine talim ettirdiği anddır.

İnsanı Allah ‘en güzel kıvamda’ yaratmış, kıvamını bulması için üstün yetilerle donatarak yolun başına bırakmıştır.

Böylece insanı kendi kendisine emanet etmiştir.

Eğer insan emanete sadâkat göstermek istiyorsa, kendisini Allah’a adayacaktır. Zira insanın kendisini armağan edeceği ve

aldanmayacağı tek kapı Allah’ın kapısıdır.

Allah dışındaki bir kapıya adanış bin aldanıştır. Zira insana ‘değerini’ yalnızca Allah verir.

Bu yüzden Allah’a armağan olana fiyat biçilemez. Fiyat biçilenin ise değeri olmaz. Onu alan da çıkar, satan da.

Bu âyet muhatabına bu hakikati tebliğ eder.

ها رزقناهم ينفقون الذين اذا ذكر للا وة ومم له ابهم والمقيمى ال ى ما ا ابرين عله ﴾ ١٥﴿ وجلت قلوبهم وال

35 Onlar ki,

Ne zaman Allah anılsa kalpleri saygıyla ürperir

Ve başlarına gelen şeylere sabrederler;

Üstelik namazı hakkını vererek kılarlar(52)

Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan cömertçe sarf ederler.(53)

(52) Salatı ikame ile ilgili bir açıklama için bkz. A’râf: 170 ve Bakara: 3, ilgili notlar.

(53) İnfak’ın “cömertçe sarf etme” anlamı için bkz. Enfal: 3

(Nuzul 56/ Mushaf 07 : A’raf 170 Aşağıdadır.)

كون بالكتاب واقاموا لوة والذين يمس لحين ﴿ الص ﴾ ١٠٠انا ل نضيع اجر الم

170

Ama kitaba sımsıkı sarılan ve

Allah’a kulluğun hakkını verenler (134) var ya:

onlar iyi bilsinler ki Biz, kendilerini ve başkalarını düzeltmek için çaba gösterenlerin emeklerini zayi etmeyeceğiz.

(134) Lafzen: “salâtı ikâme edenler..”

Burada İsrâiloğullarına mensup kimselerden söz edildiği için salât “namaz”dan çok “kulluk ve ibadet” vurgusu taşır.

Salât, farklı şekil ve formlarda da olsa, tüm peygamberlerin şeriatlarında bulunan temel bir ibadettir. Namaz emrini peşinen içeren ekâmu’s-

salat ibaresinin, dilsel veriler dikkate alındığında, ‘namaz aracılığıyla’ hedeflenen daha üst bir amaca atıf olduğu anlaşılır.

Esasen salat, insanı otururken dik tutan “oyluk” veya ayaktayken dik tutan “omurga” anlamına gelen bir kökten türetilmiştir. Salat’ın ikâmesi, “doğrultulması ve ayağa kaldırılması“ anlamlarını taşır. Bir başka ifadeyle “Kulun Allah karşısındaki esas duruşu”dur namaz.

Bu verilerden yola çıkarak “salatı ikame”nin, namaz kılmanın çok daha ötesinde çağrışımları olduğunu söyleyebiliriz. Kur’an’ın bütünü ve dilsel veriler bağlamında bu ibareyle kastedilen, namazın da kendisine ulaşmak için araç olarak kullanıldığı daha üst amaç olan “kulun Allah

karşısındaki esas duruşu”dur.

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 3 Aşağıdadır.)

لوة الذين يؤمنون بالغيب ا رزقناهم ينفقون ﴿ويقيمون الص ﴾ ١ومم

3 O hidayete erenler ki,

idraki aşan hakikatlere bütünüyle iman ederler,

namazı istikamet üzre kılarlar,(6)

kendilerine sürekli lutfettiğimiz şeylerden (ihtiyaç sahiplerine) harcarlar; (7)

(6) Yukîmu fiilini salât teriminin 23 yıllık nüzûl sürecinde zenginleşerek seyreden yapısına uygun olarak “istikamet üzre kılarlar” şeklinde

çevirdik.

Page 28: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1634

Bu istikamet,

Namazın tadil-i erkanından daha çok niyet ve maksadıyla alâkalıdır.

Şatıbi ekame’yi “devamlılık” olarak anlamıştır (el-Muvâfakât II, 242).

Salât’ın ikamesi, şeklinden çok amaç ve niyetiyle ilgilidir.

Mâun sûresi, bu konuda hayli açıklayıcıdır. İman ve infakın arasında namazın zikredilmesi de oldukça anlamlıdır.

O hâlde namazı istikamet üzre kılmak. Namazı,

1) Uluhiyet tevhidinin bir gereği olarak salt Allah’a has kılmakla;

2) Rububiyet tevhidinin bir gereği olarak da namazla sosyal hayat arasındaki doğrudan ilişkiyi kabullenmekle mümkündür (Salât hakkında

bkz. A’lâ: 15).

(7) İnfak için nüzûl sürecinde ilk geçtiği Yâsîn: 47’nin 6 nolu notuna bkz.

Bu sûrenin 219. âyetinden de anlaşılacağı gibi,

başlangıçta infak, yani Allah yolunda vermek, ihtiyaçtan artanı vermek olarak meşru kılınmıştı.

Medine toplumu güçlendikçe bu yükümlülük sınırlandırılmış, zekât miktarı Hz. Peygamber (s) tarafından zaman zaman yeniden düzenlenerek, nihayet 1/40 oranında istikrar bulmuştur.

Bu ise, Hz. Ali’nin (r) ifadesiyle “cimrilerin zekâtıdır.”

(Nuzul 95 / Mushaf 8 : Enfal 3 Aşağıdadır.)

ا رزقناهم ينفقون ﴿ وة ومم له ﴾ ١الذين يقيمون ال 3 Onlar;

namazı hakkını vererek kılarlar(4)

ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan cömertçe sarf ederler.(5)

(4) Bkz. Bakara: 3; A’râf: 170

(5) Yunfikûn’un türetildiği kök, “cömertçe” ilavesini kaçınılmaz kılmaktadır (Lisân).

Namaz insanın Allah’a karşı sorumluluğu,

Zekât insanın topluma karşı sorumluluğudur.

Bu iki kanattan biri kırılırsa, diğeriyle ruh kuşu miraç menziline uçamaz (İnfâk için ilk geçtiği Yâsîn: 47’nin notuna bkz).

لكم فيها خير فاذكروا هواف فاذا وجبت جنوبها فكلوا منها واطعموا والبدن جعلناها لكم من شعائر للا عليها

هاسم للا

رناها لكم لعلكم تشكرون ﴿ لك سخ ﴾ ١٦القانع والمعتر كذه

36 Malum kurbana gelince: (54)

Biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın simgelerinden biri olarak (ibadet) kıldık:

O halde, (ön ayaklarından biri bağlanıp) sıra sıra diz çöktürülen hayvanları kurban ederken (55) Allah’ın

ismini anın;

Nihayet onların yanı yere gelince(56) artık ondan siz de yiyin,

İhtiyacını belli eden ya da etmeyen(57) herkese de yedirin:

Bu böyledir; zira Biz onları sizin yararınıza âmâde kılmışızdır; umulur ki şükredersiniz.

(54) Kavramsal farklılık, bu pasajda sanki iki ayrı kurban türünden söz edildiği sonucunu vermektedir. Birincisi

28 ve 34. âyetlerde behîmeti’l-en‘âm olarak geçen kurbanlar, ikincisi 36. âyette savâffe olarak geçen kurbanlar.

(55) Savâffe, “sıraya girmiş, saf saf dizilmiş” anlamına.

İbn Abbas bu kelimeyle devenin diğer hayvanlardan farklı olan kurban ediliş şeklinin kastedildiğini söyler.

Page 29: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1635

Nahr adı verilen bu kesim şekline göre devenin ön ayaklarından biri bağlanarak diz çöktürülür, başı havada

kesilirdi (Taberî). Hemen sonra gelen “sırtı yere tamamen yapışınca” ibâresi, bu anlamı doğrulamaktadır.

(56) Develer oturur şekilde kesildiği için (a‘kara) “yanı yere gelince” kinâi ifadesi “devrilip de öldüğü

kesinleşince” anlamına gelir.

(57) 28. âyetteki “ihtiyaç sahiplerine de” ibâresinin açılımı.

ـكن ينال لحومها ول دماؤها ولههر المحسنين ﴿لن ينال للا يكم وبش ى ما هده عله

هرها لكم لتكبروا للا لك سخ ى منكم كذه قوه ﴾ ١٠ه الت

37

Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır;

Fakat sizden O’na ulaşan yalnızca O’na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilincidir.

Böylece onları sizin yararınıza âmâde kıldı ki, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ın yüceliğini lâyıkıyla

takdir edesiniz; (58)

Ve (sen Ey Peygamber,) iyileri (O’nun rızasına ermekle) müjdele!

(58) Kurban ibadetinin hikmeti, “eşyanın insanın emrine âmâde kılınması” demeye gelen teshir sırrında

yatmaktadır. Bu sırrı önceki âyette yer alan kezalike sahharnâhâ lekum ile bu âyetteki kezâlike sahharahâ lekum

ibâreleri ele verir.

Teshir, insanın yaratılmışlar âlemindeki şerefini gösterir. Lekum’deki lâm hem “insanın emrine âmâde

kılınmayı” hem de “insan için bir yasaya bağlı olarak yaratılmayı” ifade eder.

Allah’ın insana musahhar kıldığı her şeyin üzerinde zımnen “insani hizmete mahsustur” yazılıdır.

Kur’an’a göre yıldızlar, nehirler, güneş ve ay, gece ve gündüz, yer ve gökteki her şey, denizler, kuşlar, bulutlar

insanın emrine musahhar kılınmıştır. Kurbanlık hayvanlar da öyle…

Teshir, varlık hiyerarşisine (meratibü’l-vücud) delalet eder.

Kurban kesmek, Allah’ın koyduğu varlık hiyerarşisine saygı göstermektir.

Zira insanlığın dünü ve bugünü, varlık hiyerarşisi bozulunca başta öküz (apis) ve inek (hotor) olmak üzere

emrine verilen her şeyi tanrılaştırdığının sayısız örnekleriyle doludur (A’râf: 148). Mâide 103. âyet, cahiliyye

insanının varlık hiyerarşisini bozma teşebbüsünü reddeder.

Kurban kesen zımnen şu ahdi vermiş olur: Allah’ım! Senin varlık için koyduğun sıralamayı (meratib’l-vücûd)

bozmayacağım!

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 148 Aşağıdadır.)

ى من ب خذ قوم موسه ا له خوار الم يروا انه ل يكلمهم ول يهديهم سبيل اتخذوه وكانوا ظالمين ﴿ عجل عده من حليهم وات ﴾ ١٤٨جسد

148 VE Musa’nın halkı onun peşi sıra, takılardan mamul ses çıkaran bir buzağı heykelini ilâh edindiler(107). Onlar, onun kendileriyle konuşmayacağını, yol da göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki! (Yine de onu) ilâh edindiler; çünkü onlar bilinci altüst olmuş

kimselerdi. (108)

(107) el-‘Icl: Muhtemelen, Kur’an’ın iniş sürecinde geçtiği ilk yer burasıdır.

Erkek olsun dişi olsun “sığır yavrusu” anlamına gelen “buzağı”nın tam karşılığıdır.

İsrâiloğullarının neden başka bir şey değil de buzağı heykeli yaptıklarının en makul açıklaması şöyle olabilir: Eski Mısır dininin en ünlü

tanrılarından biri Apis (Eski Mısır dilinde hapi “kutsal boğa, sığır”) adını alır. Apis’e Menfis’te bereket tanrısı olarak tapılırdı. Kutsal sığırlardan biri öldüğünde yerini alacak bir buzağı bulunur ve Menfis’teki Apeion’a (:sığır mabedi. “İo” Eski Mısır dilinde “inek”)

yerleştirilirdi. Apis rahipleri, kutsal sığırın hareketlerine bakarak kehanette bulunurlardı; bu kehanetlere hayli itibar edilirdi.

Page 30: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1636

Apis sığırları öldükten sonra görkemli bir törenle Sakkara’da Sarapeum adı verilen yeraltı dehlizlerine gömülürdü. Daha sonra Osiris kültü ile Apis’in birleşmesinden oluşan Serapis’e tapınılmaya başlandı. Eski Ahid’de “Mısır çok güzel bir genç inek” (Yeremya, 46:20) dendiğine

göre, İsrâiloğulları içinden “genç inek” heykeline tapanların, aslında kendilerini tutsak eden Mısır’a olan özlemlerini, önceleri sıradan bir kültiken sonradan tüm Mısır’ın sembolü hâline gelen Apis heykeline taparak dile getirdiklerini düşünebiliriz. Kur’an vahyi onların bu

sapmalarını şiddetle yererken, sapıtan İsrâiloğulları şahsında toprak aşkının bedelinin özgürlük, iman ve insan onuru olamayacağını

vurgulamış olmaktadır.

(108) Zulüm, kök olarak “bir şeyi yerinden etmek” anlamına gelir. Bu ise öncelikle “ters dönmüş bir bilincin” (Nukisû ‘alâ ruûsihim:

Enbiya: 65) yanlış değerlendirmesi sonucu gerçekleşir.

Ters dönmüş bir bilinç doğru algılayıp doğru göremez.

Yahudileşen İsrâiloğulları, geçici de olsa işte böylesine bir ‘bilinç alaborası’ sonucu kendilerini Firavun toplumunun totemleri arasında yer

alan inek yavrusuna taparken buldular. Bunun bir diğer anlamı can düşmanını tanrılaştırmaktı.

(Nuzul 108 / Mushaf 5 : Maide 103 Aşağıdadır.)

ـكن الذين كفروا يفترون على يلة ول حام وله من بحيرة ول سائبة ول وه الكذب واكثرهم ما جعل للا

ه﴾ ١٠١ل يعقلون ﴿ للا

103 Ne bahîra ve sâibe, ne de vasîle ve hâm(114) (adı altında, hayvanların bâtıl inançlarla yaratılış amacı dışına çıkarılmaları) Allah’ın emri

değildir. Fakat hakikati inkârda ısrar edenler, kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırıyorlar. Zira onların çoğu kafalarını

kullanmıyorlar.

(114)

Bahîra: Beş kez doğuran ve beşincisi erkek olan dişi deve.

Sâibe: Başına bir iş gelenin kurtulunca saldığı adak deve.

Vasile: Erkekli dişili ikiz doğuran koyunun sırf dişiye hürmeten yenilmeyip salınan erkeği. Hâm: Dölüyle on batın doğurtan erkek deve. Bunlar sahte bir kutsallık kılıfı ile tanınsın diye kulağı yarılıp salınırlar, etinden, sütünden ve

tüyünden hiç kimse yararlanamazdı. Sâlih peygamberin devesi bu geleneğin köklerine işaret etse gerektir (msl. Hûd: 64). Bu sahte kutsallık

özünde ilâhî hiyerarşiye müdahale anlamı taşıyordu (Hac: 36-37, not 9-11).

ان كفور ﴿ ل يحب كل خوهمنوا ان للا يدافع عن الذين اه

ه﴾ ١٨ان للا

38 Hiç kuşku yok ki Allah inanıp güvenenleri savunacaktır; çünkü Allah ihaneti tabiyat edinen(59) hiç bir

nankörü sevmez.(60)

(59) Havvân (fa‘âl) kalıbının dildeki çağrışımına dayanarak.

(60) Burada küfrün ahlâkî karşılığı olan “nankörlük” öne çıktığı için âmenû kelimesinde içkin olan imanın ahlâkî

karşılığı “güven” e özellikle vurgu yapılmıştır.

رهم لقدير ﴿ ى ن علهههم ظلموا وان للا ﴾ ١٩اذن للذين يقاتلون بان

39 (İşte bu yüzden), kendilerine savaş açılan kimselere (savaş) izni verildi;(61) zira onlar zulme uğramış

kimselerdi: ve elbette Allah, onlara yardım edecek güce sahiptir.

(61) Savaş (kıtal) izni açıkça bu âyette yer almıştır. Fakat zımni izin daha önce inen Muhammed sûresinin 4.

âyetinde verilmiş olmalıdır. Dikkat edilmesi gereken husus şudur ki, Allah kıtal’e ‘izin’ vermiş, cihad’ı ise

‘emretmiş’tir (Bakara: 190).

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 190 Aşağıdadır.)

ل يحب المعتدين ه الذين يقاتلونكم ول تعتدوا ان للا

ه﴾ ١٩٠﴿ وقاتلوا فى سبيل للا

190 SİZE karşı savaş açanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez.(366)

(366) Erdemin gerçek ölçütüyle ilgili koordinatlar verildikten sonra, söz insanî erdemin en çok çiğnendiği ve haksızlık ve zulmün en çok

işlendiği savaşa getirilmiştir. Kur’an savaşa meşru sınırlar içerisinde izin vermiş, fakat kirli savaşa izin vermemiştir. Bu yüzden bir savaş ahlâkı geliştirmiştir.

Page 31: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1637

وامع وبيع الذين اخرجوا من ديارهم بغير حق ال ان مت الناس بعضهم ببعض لهده ولول دفع للا

هنا للا يقولوا رب

لقوى هره ان للا من ين

هرن للا ا ولين كثير

هلوات ومساجد يذكر فيها اسم للا ﴾ ٤٠ عزيز ﴿و

40 Onlar ki, yalnızca “Bizim Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Zira eğer

Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savunmamış olsaydı,(62) o zaman içerisinde Allah’ın adının

çokça anıldığı nice manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılıp giderdi. Ama Allah kendi (dâvâsına)

destek verenlere elbette yardım edecektir: çünkü Allah aklın almayacağı kadar güçlü ve yücedir.(63)

(62) Bu şekilde çevirimizin gerekçesi için bkz. Bakara: 251. Eğer difâu’n-nâs yerine çoğunluğun okuyuşu olan

def’u’n-nâse kıraatı tercih edilirse, mânâ “Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def etmemiş olsaydı”

olur. Bu tür bir okuma, yerkürede insan nüfusu dengesinin sağlanmasına ilişkin ilâhi yasaya delalet eder.

(63) Kaviyyun ve ‘azizun isimlerinin belirsiz yapısı, çeviriye “aklın almayacağı kadar” şeklinde yansımıştır

(Esmanın marife-nekira farkı için bkz. Tevbe: 102).

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 251 Aşağıdadır.)

وقتل داود جال ه الناس بعضهم ببعض فهزموهم باذن للا

ها يشاء ولول دفع للا الملك والحكمة وعلمه مم

هيه للا ته ذو فضل على العالمين ﴿وت واه

هـكن للا ﴾ ٢٥١ لفسدت الرض وله

251 Bunun üzerine, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.

Ve Davud Câlût’u öldürdü, bunun ardından Allah da ona hükümranlık ve âdil hüküm liyakati verdi ve dilediklerini öğretti.(453) Eğer Allah insanların bazısını diğer bazısıyla savunmamış olsaydı,(454) yeryüzü fesada giderdi. Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sınırsız lütuf

sahibidir.

(453) Cümlenin başı Hz. Davud’un peygamber seçilmesinin gerekçesini açıklar gibidir.

(454) Meşru müdafaanın Allah’ın bir lütfu olduğuna işarettir (krş. Hac: 40). Nafi, def‘u sözcüğünü difâ‘u okumuştur. Bu, tercihimiz olan

“savunma” anlamını pekiştirir. Kaldı ki, Sibeveyh’e göre ikisinin de anlamı aynıdır (Kurtubî).

(Nuzul 114 / Mushaf 9 : Tevbe 102 Aşağıdadır.)

ا ها عسى للا خر سيئ ا واه الح خرون اعترفوا بذنوبهم خلطوا عمل واه

ه﴾ ١٠٢﴿غفور رحيم ن يتوب عليهم ان للا

102 Bir de ilkin iyi olan işini, kötü olan ötekisiyle karıştırıp (en sonunda) günahını itiraf eden berikiler var. Allah’ın onların af taleplerini

kabul etmesi beklenir; çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.(129)

(129) Âyet sonlarında gelen el-esmau’l-husna’nın iki tür kullanımı vardır:

Birincisi ğafûrun rahîmun gibi belirsiz form,

İkincisi el-ğafûru’r- rahîm gibi belirli form.

Belirsiz formlar sıfattırlar. Failin zâtını değil vasfını ifade ederler. Yani zâta değil sıfata delalet ederler. İşte bu yüzden belirsiz geldiği

yerlerde bu sıfatlar özellikle o niteliklerin kullanıldığı âyet ya da âyetler grubunda anlatılan fiille doğrudan ilişkili olarak anlaşılmalıdırlar.

Yani İlâhî esmadan mücerret bir isim olarak değil, sonunda geldiği âyette anlatılan olayla bire bir ilişkili bir vasıf olarak.

Fakat belirli geldiklerinde yukarıdakinin tersine sıfatlar isme dönüşür. Failin fiilini değil, zâtî özelliğini gösterirler. Sabittirler, zamana ve

mekâna delalet etmezler. Bunun delili huve zamirine isnat eden hiçbir ismin belirsiz gelmemesidir (msl. Huve’l-ğafuru’r-rahîm). Zira huve mutlak Zât’a delalet eder. Bu yüzden O’na isnat eden sıfat, el takısı alarak isme yaklaşır. Bu farkın çeviriye şu ya da bu biçimde yansıması

elbet gereklidir. Biz genellikle belirsiz formda kullanılan sıfatları, “tarifsiz bir bağışlayıcı eşsiz bir merhamet kaynağıdır” şeklinde, belirli

kullanılan isimleri ise “mutlak bağış sahibidir, sonsuz merhamet kaynağıdır” şeklinde çevirmeye çalıştık (bkz. Kasas: 16; krş. Tevbe: 71).

وة وامروا بالمعروف ونهوا عن كه توا الز وة واه له اهم فى الرض اقاموا ال ن عاقبة المور ﴿الذين ان مك﴾ ٤١ المنكر ولله

41 Bu kimseler ki, eğer onlara yeryüzünde iktidar versek;

namazı hakkını vererek eda ederler;

arınmak için ödenmesi gereken bedeli öderler;

iyi, doğru ve yararlı olanı emreder,

kötü, yanlış ve zararlı olandan da sakındırırlar.

En nihayet işlerin sonucunu belirlemek Allah’a aittir.(64)

(64) Benzer bir ibâre için bkz. Lokman: 22.

Page 32: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1638

(Nuzul 75 / Mushaf 31 : Lokman 22 Aşağıdadır.)

عاقبة هى والى للا وهو محسن فقد استمسك بالعروة الوثقه

ه﴾ ٢٢مور ﴿ال ومن يسلم وجهه الى للا

22 Ama(30) kim de bütün varlığıyla görürcesine inandığı Allah’a teslim olursa, işte o kopmaz bir halkaya sımsıkı yapışmış olur: en nihayet her iş döner dolaşır, sonucunu takdir etmesi için Allah’a varır.

بت بوك فقد كذ ﴾ ٤٢قبلهم قوم نوح وعاد وثمود ﴿ وان يكذ

42 İMDİ, eğer seni yalanlıyorlarsa, unutma ki onlardan çok daha önce Nûh, ‘Âd ve Semud kavmi de (kendi

peygamberlerini) yalanlamışlardı.

Page 33: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1639

Hz Nuh’un yaşadğı Yerler (Kufe ve Cudi)

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 34: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1640

Hz Hud ve Ad Kavmi

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 35: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1641

Hz Hud ve Ad Kavmi

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 36: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1642

Hz Salih ve Semud Kavmi

Hz Salih ve Semud Kavmi

Page 37: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1643

Hz Salih ve Semud Kavmi

هيم وقوم لوط ﴿ ﴾ ٤١وقوم ابره

43 Yine İbrahim kavmi de, Lût kavmi de,

Page 38: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1644

Page 39: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1645

Page 40: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1646

ى فامليت للكافرين ثم اخذتهم فكيف كان نكير ﴿ ب موسه حاب مدين وكذ ﴾ ٤٤وا

44 Medyen ahalisi de (öyle yapmış) ve Musa da yalanlanmıştı. Hepsinde de kâfirlere süre tanıdım, ama sonunda

onları enseledim: haydi, Beni inkar nasıl olurmuş görsünler bakalım!(65)

Page 41: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1647

(65) İnkar, yani “tanımazdan gelme, yok sayma”. Zımnen: Felaket sizin Allah’ı tanımazdan gelmeniz değil, asıl

felaket O’nun sizi tanımazdan gelmesidir.

Page 42: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1648

Hz Musa ve Harun’un Mısır’dan Çıkışı

ر مش لة وق ى عروشها وبئر معط ن من قرية اهلكناها وهى ظالمة فهى خاوية عله ﴾ ٤٥يد ﴿فكاي

45 İşte bu yüzden çığırdan çıkmış nice kentleri helâk ettik. Nihayet hepsi de tepe taklak gitti, şimdi yerlerinde

yeller esiyor. (Geriye) terkedilmiş kuyular (kaldı); o heybetli saraylar( dan şimdi eser yok).

ـكن تعمى القلوب التى افلم يسيروا فى الرض فتكون لهم قلوب يعقلون بها او اه ار وله ها ل تعمى الب ذان يسمعون بها فاندور ﴿ ﴾ ٤٦فى ال

46 İyi ama, onlar hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmazlar?

Bu sayede kendisiyle akledecekleri bir kalbe(66) ya da işitecekleri bir kulağa sahip olsalardı ya!(67)

Ama şu da var ki; gözler kör olmaz, fakat asıl kör olan göğüslerdeki kalplerdir.(68)

(66) Kur’an, aklı tüm faaliyetlerinde serbest bırakmakla kalmayıp teşvik etmiş. Onu analoji, tümevarım,

tümdengelim vs. gibi formlarla sınırlamamış, düşünme faaliyetini kalbe izafe ederek, sezgi gibi alternatif bilgi

kaynaklarını da düşünme süreçlerine dahil etmiştir. Adeta Kur’an bu üslubuyla, insanın bilgiyi nereden ve nasıl

aldığından çok bilginin mahiyetiyle, yani hakikate tekabül edip etmediğiyle ilgilenmiştir (krş. A’râf: 3, 176,

ilgili notlar).

(67) Aynı cümlede “akleden bir kalp” ile “işiten bir kulak” birbirlerinin yerine kullanılıyor (Benzer bir âyet için

bkz. Mülk: 10).

Birincisi aklı ikincisi nakli temsil ediyor.

Fakat öncelik akleden kalbe veriliyor, zira o olmadan nakil işlevini icra edemez.

Page 43: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1649

(68) Vahiy özürlülük algımızı yeniden inşa ediyor.

Bizim “kör, sağır, dilsiz” dediklerimiz vahye göre özürsüz; zira canda özür olmaz. Asıl özürlülük akleden kalpte

ortaya çıkan özür:

Hakkı duymayan sağır, görmeyen kör, konuşmayan dilsizdir.

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 3 Aşağıdadır.)

رون ﴿ ﴾ ١اتبعوا ما انزل اليكم من ربكم ول تتبعوا من دونه اولياء قليل ما تذك

3 “Uyun Rabbinizin katından size indirilene! O’nun dışında birtakım otoritelere de asla uymayın!” (3) Ne kadar da kıt hafızalısınız! (4)

(3) Zımnen: Kılavuzu vahiy olmayanın kılavuzu şeytan olur. Evliya’nın “tabi olmak” fiiliyle kullanıldığı bu bağlamdaki en uygun karşılığı

“otorite”dir.

(4)

Tezekkur, istikameti geçmişi gösteren düşüncedir ve hafızaya tekabül eder.

Tedebbur, istikameti gelecek olan ve tedbir üretmeyi hedefleyen düşüncedir. Taakkul bu ikisi arasında bağ kurmak,

Tefakkuh bu üçünden elde edileni şimdi ve buradaya taşımaktır.

Tefekkur ise bütün bu süreçlerin tümünü kapsar. Bunların hepsi de olumlu düşünmeyi içerir ve tefa‘ul babından gelir. Olumsuz kullanıldığı tek yerde ise tef‘îl babından (fekkera) gelir (bkz. Müddessir: 18, ilgili notlar).

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 176 Aşağıdadır.)

يه فمثله كمثل الكلب ان ـكنه اخلد الى الرض واتبع هوه بوا باه ولو شئنا لرفعناه بها وله لك مثل القوم الذين كذ رون تحمل عليه يلهث او تتركه يلهث ذه ص لعلهم يتفك ص الق ياتنا فاق﴿١٠٦ ﴾

176 Ki, eğer Biz isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik (139) ne ki o dünyaya sarıldı ve ihtirasının peşine düştü.

İşte bu yüzden böyle birinin durumu, üstüne varsan da kendi hâline bıraksan da hırlayıp duran bir köpeğe benzer.

Mesajlarımızı yalanlamaya kalkanların durumu işte böyledir. şu hâlde (bu) kıssaları aktar, (140) belki üzerinde düşünürler. (141)

(139) Zımnen: Eğer o mesajlarımızla yücelmeyi tercih etseydi, biz de onu mesajlarımızla yüceltirdik; ama o mesajlarımızı kullanmayı,

onların üzerine basarak yükselmeyi seçti, biz de onu alçalttık.

(140) Burada anlatılması istenen kıssalar bu sûre boyunca devam eden geçmiş toplumlara ait kıssalardır. Muhtemeldir ki bu kıssaların

içerisine 172. âyette ve hemen üstteki âyette aktarılan mesel ve misal de girmektedir. Eğer böyleyse, Kur’an kıssa derken yanlızca tarihsel olayları değil sembolik ve temsili anlatımları da kastetmektedir.

(141) Tefekkür’ün nüzûl sürecinde ilk geçtiği yer. Bu kalıp geçtiği on beş yerde de olumludur (Tefkîr ile farkı için bkz. Müddessir: 18).

Bilgi edinme süreçlerinin tümünü ifade eder.

Râzî’nin de isabetle kaydettiği gibi tefekkür, aklın/kâlbin sebepler ile sonuçlar arasında bağ kurarak bilgiyi elde etme, üretme ve iletme

süreçlerinin tümünü kapsar.

Bu sürecin her durağı;

tezekkür,

tedebbür,

taakkul,

tefakkuh gibi farklı isimler alır ve farklı vurgular taşır (bkz. âyet 3, not 4).

Düşünmenin kalbe isnadına dair bkz. Hac: 46

Page 44: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1650

(Nuzul 60 / Mushaf 67 : Mülk 10 Aşağıdadır.)

عير ﴿ حاب الس ﴾ ١٠وقالوا لو كنا نسمع او نعقل ما كنا فى ا

10 Ve ;

“Eğer biz (vahyi) işitmiş veya aklımızı kullanmış olsaydık,

şimdi kavurucu ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık” (15) diyecekler.

(15) Zımnen: “Kendimizi yakacak ateşe en yüksek bedeli ödeyenler arasında bulunmazdık”.

Burada iki değil üç unsur var:

Vahiy,

Akıl ve

Çevre.

İmam Cafer’e atfedilen şöyle bir söz vardır: Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl insanın içindeki peygamberdir.

Duyularımızın ötesini akıl ile, aklımızın ötesini vahiy ile kavrayabiliriz. Burada duyuları “çevre” temsil etse gerektir.

Cenneti hak edenlerin arasında olmak;

duyuların doğru kullanımı açısından doğru kullanılan akıl ve

doğru anlaşılan vahiy kadar önemlidir.

Allah’tan ödünç değerler alma (ilm) ve onlarla Allah-insan-kâinatın hakikatiyle tam uyumlu hükümlere ulaşma (hikmet) konusunda her fert

(adem) aynı hakka sahiptir.

وع هون ﴿ويستعجلونك بالعذاب ولن يخلف للا ا تعد ا عند ربك كالف سنة مم ﴾ ٤٠ده وان يوم

47 Bir de kalkmış, azabın çabuk gelmesi için seni sıkıştırıyorlar.(69) Ama Allah sözünden asla caymaz; ve

unutmayın ki, Senin Rabbin katında bir gün sizin hesabınıza göre tut ki bin yıldır;(70)

(69) Bkz. “…onun çabuk gelmesini istemenize gerek yok ki!” (Nahl: 1).

(70) Ke teşbih edatı çeviriye ”tut ki” şeklinde yansımıştır.

Bin rakamı, Arap dilinde sayı sıfatlarının zirvesini ifade eder. Artık ondan sonrası binin katlarıyla ifade edilir.

Milyon için “bin kere bin” denilmesi gibi.

Burada hem zamanın görece niteliğine, dolayısıyla aldatıcılığına işaret edilmiş, hem de bin rakamının kinâi

anlamına imâda bulunulmuştur.

Bütün bir oluşun O’na yükselişi Secde: 5’te “bizim hesabımızla bin yıl” süren bir gün, Mearic:4’te bir günün

ahiretteki karşılığı “elli bin yıl”, Kadr 3’te “bin aydan hayırlı bir gece” olarak geçtiği hatırlanacak olursa, bu tür

rakamların aritmetik kesinlikten daha fazla, hesaba gelmeyecek kadar çokluk ifade ettiği anlaşılır.

Bin rakamının mesela “bin yıl yaşamayı istemek” (Bakara: 96) gibi Kur’an’da kinâye olarak kullanıldığı da

unutulmamalıdır (krş. Enfal: 65-66). Bu kullanımın çağrışımları arasında “zaman insan içindir, Allah için değil”

gerçeği de bulunmaktadır. Özetle âyet zamanın görece niteliğine atıftır.

(Nuzul 74 / Mushaf 16 : Nahl 1 Aşağıdadır.)

ا يشركون ﴿ ى عم فل تستعجلوه سبحانه وتعالههى امر للا ﴾ ١اته

1 Allah’ın emri geldi(1) (bilin); onun çabuk gelmesini istemenize gerek yok ki!(2) Yüceler yücesi olan O, onların şirk koştukları her şeyin ötesinde aşkın ve eşsizdir.(3)

Page 45: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1651

(1) Etâ ve câe fiilleri çoğunlukla “geldi” şeklinde çevrilir. el-Askerî’nin Furûk’una almadığı bu iki madde arasındaki farka dair bir açıklama

şudur:

etâ bu âyette olduğu gibi genellikle söz ve zaman türü soyut gelişi,

câe Yusuf: 18, 72’de olduğu gibi somut ve fiziki gelişi ifade eder (İtkân II, 307).

Ne var ki câe ile gelen Meryem: 43 ve Fecr: 23 ve etâ ile gelen Kasas: 30 gibi âyetler (ki başka örnekler de var) bu kurala uymamaktadır.

Bu durumda önümüzde iki seçenek var:

Ya bu kuralın isabetli olmadığı sonucuna varacağız,

Ya da kural dışı örnekleri kuralın istisnası sayacağız. (Mesela Meryem: 43’te ikisi de “hakikatin bilgisine” atıfla kullanılır).

(2) Çeviriye “ki” vurgusunu katan, ikinci cümlenin başındaki fâ’dır. İronik bir îmâyı içinde barındıran bu ibare, tehdit edildikleri Hesap Günü’nün çabuk gelmesini isteyen kimselere bir uyarı olarak anlaşılmalıdır (krş. Hûd: 8; Enbiya: 1, 37; Neml: 46; Ankebût: 53; Şurâ: 18).

Çünkü âyet şirke dikkat çekerek bitmektedir. Bu âyeti, müslümanların yardım beklentilerine ve Hz. Peygamber’in hicret talebine cevap

olduğu yorumu da yapılmıştır. Bu uzak yorumu hem âyetin sonu, hem de bu âyetin bir açıklaması mahiyetindeki 33. âyet doğrulamamaktadır.

(3) Çoğunluk bu cümleyi bir üsttekinin devamı olarak görüp, yuşrikûn fiilini üçüncü çoğul kipiyle tuşrikûn şeklinde okumuşlardır. Bu durumda anlam “..sizin şirk koştuğunuz her şeyin..” olur.

(Nuzul 57 / Mushaf 32 : Secde 5 Aşağıdadır.)

ا ماء الى الرض ثم يعر اليه فى يوم كان مقداره الف سنة مم ون ﴿ يدبر المر من الس ﴾ ٥تعد

5 Gökten yere kadar bütün bir oluşu O düzenler; en sonunda bütün bir oluş sizin hesabınıza göre bin yıl kadar süren bir günde (9) O’na yükselir.

(9) Zımnen “hesabını tutamayacağınız bir sürede”.

Buradaki ibare, Son Saat tehdidinin yer aldığı bir bağlam olan Hac 47’de, ke benzetme edatıyla kullanılır. ‘Bin yıl süren bir gün’ kullanımı

tabiatıyla aritmetik değildir (Hac: 47’nin notuna bkz). Fakat bazı astrofizikçiler, bu âyeti Yunus 5 ışığında, ayın bin yıllık yolu bir günde almasından yola çıkarak, bunun ışık hızına tekabül ettiği sonucuna varmışlardır.

(Nuzul 46 / Mushaf 70 : Mearic 4 Aşağıdadır.)

وح اليه فى يوم كان مقداره خمسين الف سنة ﴿ ئكة والر ﴾ ٤تعر المله

4 Bütün melaike, ruh ile birlikte, süresi (dünyaya göre) elli bin yıl olan bir günde (5) O’na yükselir. (6)

(5) Hac 47’de “bin yıl”. Zamanın görece niteliğine atıf. Yevmin, “gün” veya “gün içinden bir an” anlamına gelir. Samanyolu galaksisinin bir

günü 250 milyon yıldır. Kendi etrafında dönüşünü bu sürede tamamlar.

(6) Bu âyet, “O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten ise imana uygun eylemlerdir. Gizliden gizliye çirkin tuzaklar tasarlayanlara gelince: onları şiddetli bir azap beklemektedir” (Fâtır: 10) âyeti ışığında anlaşılabilir.

Nadr b. Haris’in, “Allah’ım! Eğer bu Kur’an senin katından gelen bir hakikat ise üstümüze gökten taş yağdır veya bizi acı bir azaba uğrat!” (krş. Enfal: 32) demesi üzerine nâzil olmuştur.

Allah’tan insana rahmet ve vahiy nâzil olur, insandan Allah’a dua ve ubudiyet çıkar. Hayat bir miraç ve nüzulden ibârettir.

(Nuzul 12 / Mushaf 97 : Kadr 3 Aşağıdadır.)

﴾١ليلة القدر خير من الف شهر ﴿

3 O kadir-kıymet gecesi, bin aydan (6) daha hayırlıdır. (7)

(6) Veya elf’in mastar anlamı olan telif ve şehr’in mastar anlamı olan işhar mânasıyla: “İç içe geçmiş bir dolu aydınlıktan”.

Bin rakamı çokluktan kinaye olmakla birlikte şehr’e izafe edildiğinde daha derin, daha farklı bir mânaya delalet etse gerektir.

Sadece kinaye olsaydı daha çok olan min elfi senetin (bin yıldan) veya min elfi ‘asrin (bin asırdan), hatta min elfi dehrin (tüm zamanların bin

katından) buyurulurdu. Bu da buradaki kinayenin “çokluğa” değil, “insanın ömrüne” delalet ettiğini gösterir.

Page 46: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1652

(1) Yani: O ömre bedel bir gecedir.

Zımnen: Ey muhatab!

Kur’an indiği geceye otuz bin kat değer yüklemiştir!

O gecenin değeri kendinden değil vahiydendir.

Zira o gece ay yılına ait bir gecedir. Ay yılı ise sabit değil dönen bir zamandır. Demek ki o mübarek gece bereketini bizzat zamandan değil, o

zamanda inmeye başlayandan almıştır.

Şu halde aynı Kur’an senin hayatına inerse, ömrüne nasıl bereket katacağını var sen hesap et!

Düşünsene aynı vahiy,

İlk muhatabını “Alemlere rahmet”,

İndiği şehri “kentlerin anası”,

İndiği toplumu “insanlığın anası” (ümmet) kılmıştır!

Sözün özü:

İçine vahyin indiği bir gece bir ömre bedeldir.

Kur’an bunun tersinin de geçerli olduğunu söyler: İçinde vahyin olmadığı bir ömür bir gece kadar bereketsizdir (krş. İsra: 50-52;

Tâhâ: 102-104; Mü’minûn: 112-113).

İmam Bakır’a göre Enfâl 41’deki “Eğer siz, Allah’a ve hakkın batıldan ayrıldığı o gün, yani iki ordunun karşı karşıya geldiği gün kulumuza

indirdiklerimize inanıyorsanız” ibaresi Kur’an’ın inmeye başlamasıyla Bedir savaşının yılın aynı gününe denk geldiğine delalet eder. Bu

yoruma göre Kadir gecesi savaşın gerçekleştiği 17 Ramazan’dır (nkl. İbn Aşur, Duhân 3’ün tefsirinde).

İmam Bakır’ın bu yorumunda zannımızca Hz. Ali’nin Ramazan’ın 17’sinde şehid edilişinin de payı vardır ve bizce bu oldukça duygusal ve

kırılgan bir yaklaşımdır. Aynı şey, Ramazan’ın 17’sinde gerçekleşen Bedir zaferiyle Kadir gecesi arasında bağlantı kuran yorumlar için de söylenebilir.

Kur’an’la sabittir ki Kadir gecesi Ramazan ayındadır: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir” (Bakara: 185).

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 96 Aşağıdadır.)

ر الف سنة وة ومن الذين اشركوا يود احدهم لو يعم ى حيه ير بما يعملون ﴿وما هو بمزحزحه من ال ولتجدنهم احرص الناس عله بهر وللا ﴾ ٩٦عذاب ان يعم

96 İnsanlar arasında, hayatın sadece bir türüne(166) karşı en çok ihtiras taşıyanlar olarak, onları bulursun; hatta, Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan da daha fazla.(167) Onlardan her biri ister ki bin yıl yaşasın. Tut ki bunca ömre sahip olsun; bu dâhi onu azaptan uzak

tutamaz: Zira Allah tüm yapıp ettiklerini görmektedir.(168)

(166) Yani: “yalnızca dünya hayatına..” Hayâtin’deki belirsizlik çeviriye “bir türü” şeklinde yansımıştır (Bakara: 7, not 10).

(167) İirk Allah’tan rol çalmaya kalkışmaktan öte insanın kendisine tanrı atamasıdır. Bu durumda, atayan âmir atanan memur olmuştur.

(168) İlâhî esmadan olan Basîr, â’mâ’nın karşıtıdır. Kip olarak ismi faildir. Mübalağa ifade eder. Tam açılımı şöyledir: Görmenin bütün

anlamlarıyla, görülenin özüne nüfuz ederek, nitelik olarak derinliğine, nicelik olarak tüm ayrıntı ve cüzlerine varana dek gören ve bu iş için zaman, mekân ve alete muhtaç olmayan Zât.

(Nuzul 95 / Mushaf 8 : Enfal 65-66 Aşağıdadır.)

ابرون يغلبوا مائتي ض المؤمنين على القتال ان يكن منكم عشرون ﴾ ٦٥ون ﴿ن وان يكن منكم مائة يغلبوا الفا من الذين كفروا بانهم قوم ل يفقه يا ايها النبى حر

65 Sen ey Peygamber! Savaşta ölüm korkusunu yenmeleri için inananları yüreklendir(70) Eğer sizden dirençli yirmi kişi olursa, bunlar iki yüz kişiyi alt eder; yok eğer sizden yüz kişi olursa, inkârda direnenlerden bin kişiyi alt eder: çünkü onlar derin kavrayıştan mahrum bir

yığındırlar.(71)

(70) Harrıd: klasik yorumun “teşvik et” karşılığını verdiği bu sözcüğün kendisinden türediği harad, “maddî ya da mânevî yok oluş, tükeniş”,

“psikolojik çöküş, zihni direncin kırılıp yok olması” anlamlarına geliyor. Marradahu nasıl “onu hastalıktan arındırdı” anlamına geliyorsa

harradahu da “onu psikolojik ve zihinsel çöküşten kurtardı” anlamlarına gelir (Râğıb).

(71) Klasik nesh teorisine göre, bu âyetin hükmü bir sonrakı âyetle iptal edilmiştir (mensuh). Bunun savunulabilir bir yanı yoktur. Buradaki

nisbetin doğru anlaşılabilmesi için üstteki notta açıkladığımız harrıdı’l-mu’minin ibaresinin doğru anlaşılması şarttır. Bu ifadenin yüreklendirme amacını taşıdığı açıktır. Âyetin sonunda, bu yüreklendirmenin dayandığı mantıki nedene yer verilmektedir: “Derin

kavrayıştan mahrum olmak”. Aslında burada, “kitle psikolojisiyle” hareket eden iradesiz ve bilinçsiz yığınlarla, bilinçli ve dirençli

şahsiyetler arasındaki nitelik farkı dile getirilmekte, azlığına rağmen niteliğin niceliğe galip geleceği vurgulanmaktadır (krş. Bakara: 249).

Page 47: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1653

ابرة يغلبوا مائتي عنكم وعلم ان فيكم ضعفا فان يكن منكم مائة هن خفف للا ابرين ﴿ن وان يكن منكم الف يغلبوا الفين باذ الپه مع ال

ه وللا

ه﴾ ٦٦ن للا

66 Mevcut şartlarda Allah yükünüzü hafifletmiştir; zira sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor: O hâlde, sizden dirençli yüz kişi çıkacak olursa, bunlar iki yüz kişiyi alt eder; ama eğer sizden bin kişi çıkarsa, Allah’ın izni sayesinde iki bin kişiyi alt eder: zira Allah (hakta) direnenlerle

beraberdir.

ير ﴿ ن من قرية امليت لها وهى ظالمة ثم اخذتها والی الم ﴾ ٤٨وكاي

48 Ve Ben, zulme gömülüp gitmiş nice toplumlara (önce) süre tanımış, sonra enselemişimdir: nihayet dönüş

Banadır.(71)

(71) Zımnen: Ey insanoğlu!

Allah’tan kaçma,

Allah’a kaç!

Aksi halde Allah’tan kaçamazsın, sadece kaçak olarak enselenip huzura çıkarılırsın!

ما انا ل اس ان ها الن ﴾ ٤٩كم نذير مبين ﴿قل يا اي

49 (EY PEYGAMBER!) De ki:

“Ey insanlar! şu bir gerçek ki, ben size gönderilmiş açık (sözlü) bir uyarıcıyım.(72)

(72) Beni birtakım üstü kapalı ve esrarlı sözler söyleyen kahinler, şaman şairler ve hikayecilerle, mesajımı da

şifre ve sırlarla dolu kehanet, ezoterik şiir ve mitolojiyle karıştırmayın. Kaynağı ve amacı hakikat olan bir

mesajın kendisi de açık ve berraktır (mubin).

الحات لهم م منوا وعملوا ال ﴾٥٠غفرة ورزق كريم ﴿فالذين اه

50 Ve işte (Allah’tan aldığım uyarı):

İmanda sebat eden,

O imanla uyumlu ıslah edici davranışlarda bulunan kimseleri sınırsız bir bağış ve tarifsiz güzellikte bir rızık

beklemektedir.(73)

(73) Mağfiretun ve kerimun’deki belirsizlik, çeviriye “sınırsız” ve “tarifsiz” olarak yansımıştır.

حاب الجحيم ﴿ ئك ا ياتنا معاجزين اوله ﴾ ٥١والذين سعوا فى اه

51 Ama âyetlerimizi etkisiz kılmak için çaba harcayanlara gelince: işte onlar, gözlerini faltaşı gibi açacak dehşet

bir ateşe duçar olacaklar.(74)

(74) Cahîm ile ilgili bkz. Müzzemmil: 12

(Nuzul 3 / Mushaf 73 : Müzzemmil 12 Aşağıdadır.)

﴾١٢﴿ وجحيما ان لدينا انكال 12 (Onların hakkından geliriz), çünkü yanımızda prangalar ve gözleri fal taşı gibi açan bir ateş var; (13)

(13) Muhtemelen cahîm’in ilk geçtiği yer burası. Semantik dönüşümler sonucu “şiddetli ateş” anlamını kazanan kelimenin etimolojik kökeni ‘göze yansıyan’ ya da ‘gözden yansıyan’ duyusal bir yanış ve yakışla ilgilidir. Muhatabını gözü aracığıyla yüreğini yakıp tutuşturmaya el-

cahmetu’l-‘ayn denilir. Bazı durumlarda gözler tutuşturulmuş iki meşale gibi yanar ve yakar. Gördüğü karşısında dehşete düşerek “gözleri

faltaşı gibi açılan kişi” için cahhame’rracul denilir (Mekâyîs ve Lisân).

Page 48: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1654

ما يلقى اوما ارسلنا من قب هته فينسخ للا يطان فى امني ى القى الش ياته لك من رسول ول نبى ال اذا تمنه اه

هيطان ثم يحكم للا لش عليم حكيم ﴿

ه﴾ ٥٢وللا

52 Hem senden önce kimi rasul ve nebi olarak göndermişsek, (75) (sonuç almayı) umdukları her seferinde,

şeytan mutlaka onun idealindeki amaca ilişkin beklentisine gölge düşürmeye çabalamıştır.(76) Fakat Allah,

şeytan’ın çabasını boşa çıkarır; dahası Allah, âyetlerini kendi içinde açık ve birbirlerini açıklayıcı kılar: zira

(yalnızca) Allah’tır her şeyi bilen, (77) her hükmünde tam isabet kaydeden.

(75) “Kaynağından hedefine doğru uzayıp giden” anlamına gelen risl kökünden türetilen rasul ile, “bir yerden

bir yere intikal” anlamına gelen neb’e kökünden türetilen nebi arasındaki fark şöyle açıklanabilir:

Rasul’de haberci öne çıkarken,

Nebi’de haber öne çıkmaktadır.

Birincide vurgu haberi taşıyana,

İkincide ise haberin kendisinedir.

Usulcülerin ıstılahında da nübüvvet sadece vahye muhatap olan “haberci”,

Risalet ise muhatap olduğu vahyi insanlara iletmekle görevlendirilen “elçi” için kullanılır.

Buna göre;

nübüvvete ilişkin ilk vahiy “Oku, yaratan Rabbin adına!” (‘Alak: 1) ile başlayan ilk âyetler,

risalete ilişkin ilk vahiy ise “Sen ey içine kapanan kişi! Kalk ve insanları uyar!” (Müddessir: 1-2) âyetleridir.

Kur’an’da genellilikle Hz. Peygamberin şahsıyla ilgili hitaplarda nebi, misyonuyla ilgili hitaplarda rasul

kullanılırsa da, birbirinin yerine kullanıldığı da vakidir.

(76) Temenni “takdir etmek” anlamına alınarak Allah’a isnat edilirse zımni anlam “senden önceki her elçi için

Allah’ın korumasına muhtaç şeytan’ın vesvesesine açık bir insan olarak (melek değil) göndermeyi takdir ettik”

(Ebu Müslim’den Râzî).

Temennâ ve umniyye, ”Nihai karar, kader, takdir, sonucu belirleyen ölçü” anlamına gelen el-menâ kökünden

türetilmiştir. “Döl suyu”na meni denilmesi de bundandır.

Temenna “idealindekine ulaşmak için beklenti içine girdi” anlamına gelir. Hem karşılığı olan, hem de karşılığı

olmayan beklenti için kullanılır.

Aynı şey umniyye (ç. emaniy) için de geçerlidir. Hem “olabilirlik derecesi yüksek idealler hedefleyip o amaca

ulaşma umut ve arzusuna”, hem de “ulaşılması imkansız sahte hedefler, ham hayaller ve kuruntular peşinde

koşmaya” delalet eder (Lisân ve Mekâyîs). Kur’an’da her iki anlamıyla da kullanılmıştır.

Bu âyetten de açıkça anlaşılmaktadır ki, insanın idealindeki nihai amaca ilişkin umut ve beklentileri hedefinden

saptırılabilir. İdeallerine ulaşma arzusu, insanı ahlâkî ilkelerden saptıran bir tutkuya dönüşmemelidir.

Hayalindeki sonucun henüz gerçekleşmemiş güzelliği başını döndürüp, kendisini yoldan alıkoymamalıdır.

(77) Bu ‘alim ismi “geleceğe yönelik ideal beklenti” ile alâkalıdır. Geleceğe ilişkin ideal beklentiler ve ütopik

hayaller içine girenlere geleceği sadece Allah’ın bildiği hatırlatılmaktadır.

المي يطان فتنة للذين فى قلوبهم مرض والقاسية قلوبهم وان الظ ﴾ ٥١ن لفى شقاق بعيد ﴿ليجعل ما يلقى الش

53 (Allah’ın) şeytan’ın engel koyma çabasına (izin vermesi), yalnızca kalplerinde bir tür hastalık bulunan ve iç

dünyaları kararmış olan kimseleri sınamak içindir.(78) İşte bu tür zalimler, kesinlikle derin bir yabancılaşma

içindedirler.(79)

(78) “Kalplerinde hastalık bulunanlar” ile ilgili genel bir okuma için bkz. Müddessir: 31

Page 49: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1655

(79) Lafzen: “derin bir kopuş..” Bu kopuşun sahibi, kendi kendine kıyan biridir (zalim). şikâk’ın “muhalefet,

karşıtlık” anlamı göz önüne alındığında , “yabancılaşma” en uygun karşılık gibi göründü. Zaten kelimenin

semantik seyri de bizi “kendi kendisiyle kavgalı” mânasına ulaştırır.

(Nuzul 4 / Mushaf 74 : Müddessir 31 Aşağıdadır.)

تهم ال فتنة للذين كفروا ليس ئكة وما جعلنا عد حاب النار ال مله ا ول يرتاب الذين اوتوا الكتاب و وما جعلنا ا منوا ايمان المؤمنون وليقول الذين فى تيقن الذين اوتوا الكتاب ويزداد الذين اهلك يضل ذا مثل كذه بهه

ه قلوبهم مرض والكافرون ماذا اراد للا

هى للبشر ﴿ من يشاء للا ﴾١١ويهدى من يشاء وما يعلم جنود ربك ال هو وما هى ال ذكره

31 Zira yalnızca melaikeyi ateşin muhafızları kıldık; ve onların sayısını inkârda ısrar edenler için bir sınav yaptık; (23) ki böylece önceki vahyin mensupları gönülden ikna olsun ve (ona) iman edenlerin imanları artsın; hem önceki vahyin mensupları hem de (bu vahye) iman

edenler bütün kuşkulardan arınsın; ve kalplerinde hastalık olanlar (24) ve inkâra gömülenler ise, “Allah bu temsil ile ne yapmayı diledi?”

diye sorsun. (25) İşte böylece Allah (sapmayı) dileyeni saptırır, (hidayeti) dileyeni ise doğru yola yöneltir. (26) Ve Rabbinin ordularını(n sayısını) Zatından başka kimse bilemez. Nihayet bunlar, (27) ölümlü insan için bir uyarı ve öğütten ibarettir.

(22) Parantez içi “melek/meleke” açıklamamız, bir sonraki âyetin girişine dayanmaktadır. ‘Aleyha’daki zamir cehennemlik nefs’e gidebilir. Bu durumda, insanın inkâr ile öldürdüğü melekelerine bir atıf var demektir. İbn Mes’ud, 19 harften oluşan besmele ile bu âyet arasında bağ

kurmuş, cehenneme karşı besmeleyle korunmayı tavsiye etmiştir (Kurtubî I, 92). Enes b. Malik ‘aşer’ı ‘aşûr şeklinde çoğul olarak

okumuştur. Bu durumda rakam 90 sayısını ifade eder (Râzî). Şöyle bir yorum da yapılmıştır: 19 birler basamağının en yüksek sayısı olan 9 ile onlar basamağının en düşük sayısı olan 10’un toplamıdır. Tüm sayıları kapsar (Maverdî, en-Nüket, VI. 144). Bazı irfan okulu mensupları,

haftanın gün ve yılın ay sayılarının toplamı olduğu için 19’un sürekli akan zaman çevrimini ifade ettiğine kaildirler. Sözün özü: 19 sayısı

üzerine rakamsal spekülasyona dayalı her yorum, arkadan gelen “onların sayısını bir sınav yaptık” (31) âyetine çarpar. Sayıların sultasını red için bir sonraki âyet şöyle der: “Rabbinin ordularını O’ndan başka kimse bilemez”. Müteşabihattan olan on dokuz rakamının gerekçeleri bir

sonraki âyette sayılmıştır. Bunların başında “Onların sayısını küfürde ısrar edenler için bir sınav kılmıştır” gerekçesi gelir. Bu âyet

müşriklerin Yahudilere aracılık yaptığı soruya bir cevap olarak gelmiştir. Sayısal bir değeri ifadeden çok, kalpleri İslâm’a ısındırma amacı taşımaktadır. Kur’an “şifreli” bir söz değil, kendi ifadesiyle ‘mübin’ bir hitaptır. Maksadı da, bir sonraki âyette açıkça ifade edildiği gibi

uyarı ve öğüt yoluyla hidayete yöneltmektir.

(23) Fitne, altının sahte olup olmadığını anlamak için ateşte sınamaya verilen isim (bkz. Tevbe: 49).

(24) Kullanıldığı her yerde duygu ve düşünce kirliliğini ifade eden “Kalplerinde hastalık olanlar” ile ilgili âyetler karşılaştırmalı olarak

okunduğunda, bu zümrenin;

Yan yana anıldığı münafıklardan (Enfal: 49; Ahzab: 12, 60),

Kâfirlerden (Müddessir: 31),

Şüphe içinde bocalayanlardan (Nûr: 50),

Kalbi kararanlardan (Hac: 53) ayrı bir kategori olduğu anlaşılır.

Bu kategoriye dahil olanların şifa bulması da, hastalıkları ilerlediği için manen ölmesi de mümkündür. (Bkz. Bakara: 10; Enfal: 49; Tevbe:

125; Ahzab: 12 vd.)

(25) İrade, kullanıldığı 140 yerin tamamında da tıpkı akıl gibi fiil olarak gelir. Mesaj açıktır: İrade kullanılıyorsa vardır, değilse yoktur.

Hepsi de mazi ve muzari kipiyle gelmiş, hiç emir kipi kulanılmamıştır. Zira irade emirle kullanılmaz. Bu Allah’ın iradeye verdiği değerdir. 140 kelimeden 50 kadarı Allah için, 90 kadarı da kullar için kullanılmıştır.

(26) 37. âyet ışığında anlaşılmalıdır. İnsanın hidayet ve dalaleti seçimine bağlıdır. Yehdi/yudillu men yeşa: dilediğini/dileyeni doğru yola ulaştırır/saptırır. Ra’d 27, bunun en açık delilidir. Bunu, mezkur (Ra’d: 27) âyette, “hidayet”in zıddı olan “dalalet”le birlikte geçince

anlıyoruz: İnnallahe yudillu men yeşau ve yehdi ileyhi men enab. Bu âyet yeşa fiilinin çift özneli kullanımına güzel bir örnektir. Fakat

heda/dalal sözcüklerinin özneleri Allah’tır.

Saptıran da, doğru yola ileten de O’dur, fakat “kimi”?

Elbette “sapanı saptırır” (Bakara: 26).

Sözün özü: “Ve eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes topyekün iman ederdi (fakat dilemedi)” (Yûnus: 99).

(27) Hiye dişil zamirinin mercii çoğul olarak 30. âyetteki “on dokuz” ve hemen öncesindeki “ordular”dır. Zamirin tekil olarak mercii ise

sekar adıyla anılan cehennem, anlatılan kıssa, veya Kur’an’ın âyetleri veya 29. âyetteki levvâha olabilir. Bu Kur’an’ın eşsiz belagatına ve iç örgüsüne çarpıcı bir örnektir. Bu özelliğiyle bu âyet, lisan-ı hal ile “ehline ve erbabına benim söyleyecek çok sözüm var” der gibidir.

ك فيؤمنوا به فتخبت له قلوبهم وان ه الحق من رب لهاد الذين وليعلم الذين اوتوا العلم انهراط مستقيم ﴿ للا ى منوا اله ﴾ ٥٤اه

54 Yine (bunun bir nedeni) de, bilgi ve bilginin amacını kavrayanlar(80) bu (mesajın) Rabbinden gelen hakikatin

ta kendisi olduğunu anlasınlar diyedir. Bu sayede ona inanacaklar, nihayet kalpleri ona tam bir teslimiyetle

yatışacaktır. Şu bir gerçek ki, Allah inanıp güvenen kimseleri dosdoğru bir yola yöneltir.

(80) 'Ilm’i çevirimiz için bkz. Enbiya: 74

Page 50: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1656

(Nuzul 79 / Mushaf 21 : Enbiya 74 Aşağıdadır.)

يناه من ا ونج ا وعلم تيناه حكم ا اه ﴾ ٠٤القرية التى كانت تعمل الخبائث انهم كانوا قوم سوء فاسقين ﴿ولوط

74 LUT’A da sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik;(75) ve onu çirkin eylemleriyle tanınan

kentten kurtardık: çünkü onlar yoldan çıkmış yoz bir kavimdi.

(75) Hukm, tüm alternatifleri, içlerindeki en doğru şıkka indirgeme işlemi demektir.

Aynı kökten gelen hikmet, işte bu işlemi mümkün kılan yetenektir.

İbn Fâris’in ilmi, yedullu ‘ala eserin bi’şşey’i yetemeyyezu bihi ‘an ğayrihi (ilim, bir şeyi, ona ait olmayandan seçip ayırmaya yarayan bir

iz/alamet ve işarettir) şeklinde tarif ettiği hatırlanacak olursa, ilim, hüküm ve hikmeti birbirine bağlayan anahtarın “seçip ayırma” (temyiz)

yeteneği olduğu anlaşılır.

Sıradan bilgilerin (veri, data) vahyin ‘ilm adını verdiği şeye dönüşmesi için, insan zihninde bir çevrim istasyonu bulunmalıdır.

İşte hükm-muhakeme bunun adıdır.

Bir ilâhi inşa projesi olan vahyin amacı, insan zihninde söz konusu ‘çevrim istasyonunu’ inşa etmektir.

Bu sayede sıradan bilgi hayatın illet, amaç ve hikmetini gösteren bir göstergeye dönüşür (krş. Yusuf: 40).

اعة بغتة او ياتيهم عذاب يوم ى تاتيهم الس ﴾ ٥٥قيم ﴿ع ول يزال الذين كفروا فى مرية منه حته

55 İnkarda direnen kimseler ise, Son Saat kendilerini ansızın gelip buluncaya, ya da (yaşama sevincinin) kökünü

kurutan bir günün(81) tarifsiz azabı kendilerine kavuşuncaya kadar, bu mesajın kaynağı hakkında(82) kuşku

duymaya devam edecekler.

(81) Akîm, hem fail olarak “soy kurutan” hem de mef’ul olarak “soyu kurumuş” anlamına gelir. Yevmin akîm,

“içerisinde mutluluk ve sevinçten eser kalmamış zaman” demektir (Râğıb).

(82) Minhu’daki zamir Allah’a ait olabileceği gibi, bir önceki âyetteki ennehu’daki zamirin merciine de ait

olabilir. İki tarafı da görecek şekilde gelmesi şöyle bir nükte içerir: mesajını inkar Allah’ı inkar anlamına gelir.

الحات فى جن منوا وعملوا ال يحكم بينهم فالذين اهعيم ﴿الملك يومئذ لله ﴾ ٥٦ات الن

56 Hakimiyetin tamamı o gün, sadece Allah’a ait olacaktır. O onları yargılayıp aralarında hüküm verecektir. İşte

bunun sonucunda;

iman eden ve

o imanla uyumlu davranış sergileyen kimseler, her tür nimetle dolu olan cennetlere yerleşecekler.

ئك لهم عذاب مهين ﴿ ياتنا فاوله بوا باه ﴾ ٥٠والذين كفروا وكذ

57 Ama inkarda inat eden ve Bizim âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,(83) işte onlar, onur kırıcı bir

terkedilmişliğe mahkûm olacaklar.(84)

(83) Burada çarpıcı olan iman ve sâlih amelin karşısına küfür ve tekzibin yerleştirilmesidir.

Bu durumda sâlih amel, tasdikin zorunlu sonucu olup çıkmaktadır.

(84) Azâb’ın “terk etme, alıkoyma, engel olma” anlamı için bkz. Kalem: 33

Page 51: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1657

(Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 33 Aşağıdadır.)

خرة اكبر لو كانوا يعلمون ﴿ ولعذاب كذلك العذاب ﴾٣٣ال

33 İşte (dünyevî) mahrumiyet (29) böyle bir şeydir; ve ahret (30) mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı.

(29) ‘Azâb’ın ilk kullanıldığı iki yerden biri (diğeri Müzzemmil: 13).

Kur’an’da ‘azâb kelimesinin, kök anlamına nisbetle “mahrumiyet” anlamında kullanılmasına tipik bir örnek. Kıssa kahramanları sonunda cennete kavuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir “azap”tan değil ancak “mahrumiyet”ten söz edilebilir.

Azab Kur’an’da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’e isnat edilen iki yer hariç (Neml: 21; Kehf: 86-87) diğerlerinin tümünde

Allah’a isnat edilir.

Azab, “terk ve mahrum etmek” anlamına gelen ‘azb kökünden türetilmiştir (Lisân; Tâc; Esâs). Kelime ta‘zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, buradan da dayak aleti olan kamçının “vurunca yakan tarafı” anlamını kazanmıştır (Râ-ğıb). Her halükarda ‘azab acının aracına

değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de (‘azâbun elîm, ‘azâbun muhîn, ‘azâbun ‘azîm, ‘azâbun ğalîz)

değişmektedir.

Azab’ın dünya hayatındaki “Allah tarafından terk edilmişlik” anlamına kullanıldığı bir yer için bkz. Sebe’: 8.

İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey azabtır.

Istılahta “insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen, yalnız ve yardımsız bırakan” bütün bunların sonucunda da “mutsuz,

umutsuz ve kahredici bir iç yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum”dur (krş. Külliyyat).

Azab’ı, “Allah’la birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın” (İsra: 22) âyeti

ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi

(sübûr) isteyecektir. Onlara “Yoo! Bugün yok olmak için bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!” denilecek

(Furkan: 14; ayrıca krş. İnşikâk: 11).

(30) Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı Müddessir 53’ün notuna bkz.

ها وان للا رزقا حسن

ههم للا ثم قتلوا او ماتوا ليرزقن

هازقين ﴿والذين هاجروا فى سبيل للا ﴾ ٥٨ لهو خير الر

58 BİR DE, Allah dâvâsı uğruna(85) yurdunu yuvasını terk ettikten sonra öldürülen ya da ölen kimseler var;

Allah onlara mutlaka tarifsiz güzellikte bir rızık bahşedecektir: zira Allah, evet, elbet O’dur rızık bahşedenlerin

en hayırlısı.

(85) Fî sebilillah: Lafzen “Allah yolunda”.

Allah yolunun altyapısını insan benliğine nakşedilen fıtrat (Rûm: 30),

Üstyapısını ise ilâhi bir inşa projesi olan vahiy oluşturur.

Allah yolu, gerçek özgürlük olan teslimiyet’e, cihanşumul barış olan silm’e ve ebedi mutluluk olan selam’a

giden yoldur.

هم مدخل يرضونه وان لعليم حليم ﴿ ليدخلنه﴾ ٥٩للا

59 Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir makama kavuşturacaktır; zira şu bir gerçek ki, Allah (onların her

birinin neden razı olacaklarını) çok iyi bilen, (isyankâr kullarını cezalandırmada) hiç acele etmeyendir.(86)

(86) Parantez içi açıklamalar, ‘Alîm ve Hakîm esmasının belirsizliğine dayanır (bkz. Tevbe: 102).

(Nuzul 114 / Mushaf 9 : Tevbe 102 Aşağıdadır.)

ان يتوب

ها عسى للا خر سيئ ا واه الح خرون اعترفوا بذنوبهم خلطوا عمل واه

ه﴾ ١٠٢﴿غفور رحيم عليهم ان للا

102 Bir de ilkin iyi olan işini, kötü olan ötekisiyle karıştırıp (en sonunda) günahını itiraf eden berikiler var. Allah’ın onların af taleplerini kabul etmesi beklenir; çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.(129)

Page 52: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1658

(129) Âyet sonlarında gelen el-esmau’l-husna’nın iki tür kullanımı vardır:

Birincisi ğafûrun rahîmun gibi belirsiz form,

İkincisi el-ğafûru’r- rahîm gibi belirli form. Belirsiz formlar sıfattırlar. Failin zâtını değil vasfını ifade ederler. Yani zâta değil sıfata delalet ederler. İşte bu yüzden belirsiz geldiği

yerlerde bu sıfatlar özellikle o niteliklerin kullanıldığı âyet ya da âyetler grubunda anlatılan fiille doğrudan ilişkili olarak anlaşılmalıdırlar.

Yani İlâhî esmadan mücerret bir isim olarak değil, sonunda geldiği âyette anlatılan olayla bire bir ilişkili bir vasıf olarak.

Fakat belirli geldiklerinde yukarıdakinin tersine sıfatlar isme dönüşür. Failin fiilini değil, zâtî özelliğini gösterirler. Sabittirler, zamana ve

mekâna delalet etmezler. Bunun delili huve zamirine isnat eden hiçbir ismin belirsiz gelmemesidir (msl. Huve’l-ğafuru’r-rahîm). Zira huve mutlak Zât’a delalet eder. Bu yüzden O’na isnat eden sıfat, el takısı alarak isme yaklaşır. Bu farkın çeviriye şu ya da bu biçimde yansıması

elbet gereklidir. Biz genellikle belirsiz formda kullanılan sıfatları, “tarifsiz bir bağışlayıcı eşsiz bir merhamet kaynağıdır” şeklinde, belirli

kullanılan isimleri ise “mutlak bağış sahibidir, sonsuz merhamet kaynağıdır” şeklinde çevirmeye çalıştık (bkz. Kasas: 16; krş. Tevbe: 71).

لعفو غفور ه ان للا

هه للا رن لك ومن عاقب بمثل ما عوقب به ثم بغى عليه لين ﴾ ٦٠﴿ ذه

60 (Sözün özü) şudur ki;(87) kendisine yapılan saldırıya misliyle karşılık veren kimse, bunun ardından yine

insafsız bir saldırıya maruz kalırsa, Allah böyle birine kesinlikle yardım edecektir: elbette Allah, affetmeyi çok

seven tarifsiz bir bağışlayıcıdır.

(87) Parantez içi açıklamanın gerekçesi için bkz. âyet 30

(Ayet 30 Aşağıdadır.)

فهو خير له عند ربه واحلت لكم النعام ال ما يتله هم حرمات للا لك ومن يعظ ور ﴿ذه جس من الوثان واجتنبوا قول الز ﴾ ١٠ى عليكم فاجتنبوا الر

30 (Sözün özü) şudur ki;(46) her kim Allah’ın kısıtlayıcı buyruklarına saygı gösterirse, bu Rabbi katında kendi yararına olacaktır; zaten size bildirilenler dışında kalan bütün hayvanlar size helâl kılınmıştır. Ama özellikle de putla(ştırma)dan kaynaklanan her tür (mânevî) pislikten

sakının; bir de asılsız iddialardan kaçınarak,(47)

(46) Zemahşerî’nin zâlike’ye getirdiği ikna edici açıklamaya dayanarak.

(47) Zımnen: Allah adına sahte kutsallıklar ve haramlar icat etmekten sakının!

يولج هلك بان للا ير ﴿ ذه سميع ب

ههار فى اليل وان للا هار ويولج الن ﴾ ٦١اليل فى الن

61 Bunun (yasası) budur;(88) zira baksanıza Allah gündüzü kısaltıp geceyi uzatıyor, geceyi kısaltıp gündüzü

uzatıyor! Ne var ki Allah, her (yardım çağrısını) işitir ve (haksızlığa uğrayan) herkesi görür.(89)

(88) Yani: “hayatın yasası..”

Tıpkı gündüzle gece gibi iyi ve kötü hep var olacak, dolayısıyla iyi ve kötünün savaşı hep sürecektir.

İlâhî yasa gereği bir o, bir öteki galip gelecektir.

30, 32 ve 60. âyette geçen zalike ve.. ile 61 ve 62. âyette geçen zalike bi.. ibâreleri arasındaki fark, hem bağlama,

hem de vav ve be edatlarının işlevlerine uygun olarak çeviriye yansıtılmıştır. Zalike’den sonraki bâ edatı

öncesinde yer alan insan eylemleriyle sonrasında yer alan tabiat yasaları arasındaki nedensellik bağlantısına,

oradan da bu yasaların sahibine dikkat çeker.

(89) Parantez içi açıklamalar için bkz. Tevbe: 102 ve Kasas: 16

(Nuzul 114 / Mushaf 9 : Tevbe 102 Aşağıdadır.)

خرون اعترفوا بذ واهه ان يتوب عليهم ان للا

ها عسى للا خر سيئ ا واه الح ﴾ ١٠٢﴿غفور رحيم نوبهم خلطوا عمل

102 Bir de ilkin iyi olan işini, kötü olan ötekisiyle karıştırıp (en sonunda) günahını itiraf eden berikiler var. Allah’ın onların af taleplerini

kabul etmesi beklenir; çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.(129)

Page 53: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1659

(129) Âyet sonlarında gelen el-esmau’l-husna’nın iki tür kullanımı vardır:

Birincisi ğafûrun rahîmun gibi belirsiz form,

İkincisi el-ğafûru’r- rahîm gibi belirli form. Belirsiz formlar sıfattırlar. Failin zâtını değil vasfını ifade ederler. Yani zâta değil sıfata delalet ederler. İşte bu yüzden belirsiz geldiği

yerlerde bu sıfatlar özellikle o niteliklerin kullanıldığı âyet ya da âyetler grubunda anlatılan fiille doğrudan ilişkili olarak anlaşılmalıdırlar.

Yani İlâhî esmadan mücerret bir isim olarak değil, sonunda geldiği âyette anlatılan olayla bire bir ilişkili bir vasıf olarak.

Fakat belirli geldiklerinde yukarıdakinin tersine sıfatlar isme dönüşür. Failin fiilini değil, zâtî özelliğini gösterirler. Sabittirler, zamana ve

mekâna delalet etmezler. Bunun delili huve zamirine isnat eden hiçbir ismin belirsiz gelmemesidir (msl. Huve’l-ğafuru’r-rahîm). Zira huve mutlak Zât’a delalet eder. Bu yüzden O’na isnat eden sıfat, el takısı alarak isme yaklaşır. Bu farkın çeviriye şu ya da bu biçimde yansıması

elbet gereklidir. Biz genellikle belirsiz formda kullanılan sıfatları, “tarifsiz bir bağışlayıcı eşsiz bir merhamet kaynağıdır” şeklinde, belirli

kullanılan isimleri ise “mutlak bağış sahibidir, sonsuz merhamet kaynağıdır” şeklinde çevirmeye çalıştık (bkz. Kasas: 16; krş. Tevbe: 71).

(Nuzul 67 / Mushaf 28 : Kasas 16 Aşağıdadır.)

ى ظلمت نفسى فاغفر لى فغفر ل حيم ﴿قال رب ان ﴾ ١٦ه انه هو الغفور الر

16 (Ardından)

“Rabbim!” dedi,

“Ben kendime kötülük ettim! Ne olur beni affet!” (21)

Bunun üzerine Allah onu affetti: çünkü O, evet O’dur mutlak bağış sahibi, sonsuz merhametin kaynağı da O’dur.

(21) Hakkı gözeterek değil, sırf mensubiyete bakarak taraf tutmuştu. Bu kişinin gerçeğe karşı işlediği bir suçtu. Gerçeğe karşı işlenmiş her

suç, aslında kişinin kendisine karşı işlenmiş bir suçtu.

Burada dikkat çekilen bir kaza eseri olduğu açık olan ölüm değil, Hz. Musa’nın “bizden” gerekçesiyle haklıya karşı haksızı savunmasıdır.

Zira 17. âyet İbranî’nin haksız olduğunu gösteriyor. Bu âyet zımnen her türlü asabiyeti reddediyor.

هو الحق وان ما يدعون من دونه هو الب هلك بان للا هو العلى الكبير ﴿ذه

ه﴾ ٦٢اطل وان للا

62 Bunun böyle olması (doğaldır); zira mutlak hakikat Allah’ın ta kendisidir; ve onların O’nun dışında yalvarıp

yakardıklarıysa batılın ta kendisidir: ve şüphe yok ki Allah, yüceler yücesi, büyükler büyüğüdür.

Page 54: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1660

لطيف خبير ﴿هة ان للا بح الرض مخضر ماء ماء فت انزل من الس

ه﴾ ٦١الم تر ان للا

63 (Ey insan!) Görmez misin ki, gökten su indiren Allah’tır? Ki bu sayede yeryüzü yeşillenmektedir. Çünkü

Allah dilediği şeyi cömertçe lütfeder, (nankörün nankörlüğünden) haberdar olur.

لهو ال هوات وما فى الرض وان للا مه ﴾ ٦٤غنى الحميد ﴿له ما فى الس

64 Göklerde ve yerde var olan her şey bütünüyle sadece O’na aittir: Ve kuşkusuz Allah, elbet O kendi kendine

yeterli olandır ve her tür övgüye lâyık olandır.

ر لكم ما فى الرض والفلك سخه الم تر ان للا

هماء ان تقع على الرض ال باذنه ان للا تجرى فى البحر بامره ويمسك الس

اس لرؤف رحيم ﴿ ﴾ ٦٥بالن

65 (Ey insan!) Görmez misin ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için bir yasaya bağlayan; ve (buna) bağlı

olarak denizde seyreden gemileri emrinize âmâde kılan; ve gök (cisimlerinin) O izin vermedikçe yeryüzüne

çarpmasına (yasalarıyla) engel olan(90) Allah’tır: şüphe yok ki Allah insanlara karşı pek şefkatli, hep

merhametlidir.(91)

(90) Lafzen: “tutan”.

(91) Varlığın var ediliş sebebi ile vahyin gönderiliş sebebi aynı: İlâhî şefkat ve merhamet.

Page 55: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1661

﴾ ٦٦وهو الذى احياكم ثم يميتكم ثم يحييكم ان النسان لكفور ﴿

66 Zira size hayat bahşeden, sonra size ölümü tattıracak olan, ardından sizi diriltecek olan yine O’dur. Şu bir

gerçek ki insanoğlu, (bütün bunlara rağmen) nankörlükte ısrarcıdır.(92)

(92) Fe‘ûl vezninden olan kefûr hem “inkar eden” hem de “inkar edilen” mânasını içerir. Bu şu demektir: Allah’ı

tanımamak Allah tarafından tanınmamayı doğurur. Asıl felaket de budur.

ى ك انك لعله ى رب ا هم ناسكوه فل ينازعنك فى المر وادع اله ة جعلنا منسك ى مستقيم ﴿لكل ام ﴾ ٦٠هد

67 BİZ her bir ümmet için Allah’a kalben yaklaşsınlar diye bir ibadet yol ve yöntemi belirledik;(93) Şu halde (ey

bu hitabın muhatabı), kimse seni bu konuda tartışmaya çekmesin; ve sen sadece Rabbine çağır: şu bir gerçek ki

sen kesinlikle dosdoğru bir yol üzeresin.

(93) Mensek için 34. âyetin notuna bkz. Mensek en geniş anlamıyla “ibadet, ibadet yol ve yöntemi, yer ve

zamanı” demektir. Dilde her ne kadar kurbanla ilişkilendirilmişse de, bununla sınırlandırılamaz. Çünkü hacda

yapılan ibadetlerin tümüne birden Kur’an’da (Bakara: 200) ve sünnette menasik adı verilir.

Kurban ise haccı oluşturan ibadetlerden sadece biridir. Dil otoriteleri de kelimenin ilk anlamını “ibadet, itaat ve

Allah’a yaklaşma” olarak vermiştir (Mekâyîs; Lisân; Tâc).

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 200 Aşağıdadır.)

تنافاذا قضيتم ا فمن الناس من يقول ربنا اه باءكم او اشد ذكر كذكركم اههخرة من خلق ﴿ مناسككم فاذكروا للا نيا وما له فى اله ﴾ ٢٠٠فى الد

200 (Hacca has) ibadetlerinizi(386) tamamladıktan sonra (bir zamanlar) atalarınızı andığınız gibi, hatta daha güçlü bir biçimde Allah’ı

anın!(387) İnsanlardan bazısı “Ey Rabbimiz! Bize vereceğini bu dünyada ver!” derler. Böylelerinin ahret nimetlerinden nasibi yoktur.

(386) Menasik’in kendisinden türetildiği nusuk, hacca özgü ibadetlerden her biri için kullanılırsa da, özelde “kurban” genelde tüm ibadetleri

kapsar (196. âyete bkz). “Menasik”, haccı oluşturan ibadetlere verilen alem olmuştur ve “hac menasiki” şeklinde şöhret bulmuştur.

(387) Zımnen: Atalarınızın ocağındaki külü taşırsanız âdet, közü taşırsanız ibadet olur. Cahiliyye döneminde Araplar kurban kestikten sonra

şeytan taşlama mahalline gelip orada atalarının anısını tazeler, onlara ilişkin öyküler anlatırlardı (Taberî). Cahiliyye insanı ibadeti değil ibadetin ruhunu kaybetmişti. Hz. İbrahim’den beri eda edilen ibadetler, aşağı yukarı biçim olarak aslını korumuş olsalar da ruh ve amaç

olarak aslını kaybetmişlerdi. Bu durum da ibadetlerin âdete dönüşmesine neden olmuştu. Âdetleşen ibadette niyetler de sapmaya uğruyor,

Allah emrettiği için değil atalardan öyle görüldüğü için yapılır hâle geliyordu.

اعلم بما تعملون ﴿ه﴾ ٦٨وان جادلوك فقل للا

68 Ve eğer seninle ille de tartışmak isterlerse, onlara de ki: “Allah, yaptıklarınızın (altında yatan gerçek

nedenleri) çok iyi biliyor”.

مة فيما كنتم فيه تختلفون ﴿ يحكم بينكم يوم القيه﴾ ٦٩للاه

69 Allah, tartışıp durduğunuz konuda Kıyamet Günü aranızdaki hükmü verecektir.

يعلم ما ف ه يسير ﴿الم تعلم ان للا

هلك على للا لك فى كتاب ان ذه ماء والرض ان ذه ﴾ ٠٠ى الس

70 (Ey bu hitabın muhatabı!)

Bilmez misin ki Allah, gökte ve yerde olup biten her şeyi bilir?

Çünkü bunların tamamı (yasalarla) bir bir kayıt altına alınmıştır: nitekim bu Allah için çok kolaydır.(94)

(94) Zımnen: Yeri göğü başıboş ve yasasız bırakmayan, şaheseri olan insanı başıboş ve yasasız bırakır mı?

Page 56: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1662

ا وما ليس لهم به علم وم ل به سلطان ما لم ينزهير ﴿ويعبدون من دون للا المين من ن ﴾ ٠١ا للظ

71 Ne ki (bazıları hem Allah’a inanıp, hem de) Allah’tan başka, O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği ve

kendilerinin de haklarında sahici bir bilgiye sahip olmadıkları varlıklara kulluk ediyorlar. Herhalde bu zalimlerin

hiçbir yardımcısı olmayacaktır.

نات تعرف فى وجوه الذين كفروا المنكر يك ياتنا بي ى عليهم اه ئكم بشر واذا تتله ياتنا قل افانب ادون يسطون بالذين يتلون عليهم اهير ﴿ الذين كفروا وبئس الم

هار وعدها للا لكم الن ﴾ ٠٢من ذه

72 Ve ne zaman kendilerine hakikatin apaçık belgeleri olan âyetlerimiz okunsa, inkarda direnenlerin

suratlarındaki inkarı hemen fark edersin.(95)

Öyle ki, neredeyse âyetlerimizi okuyanlara saldıracak gibidirler.

De ki:

“Bakın, sizi bundan daha beter (kızdıracak) bir haber vereyim mi: O, Allah’ın inkarda ısrar edenlere vaad ettiği

ateştir; o ne berbat bir son duraktır!”

(95) Yürekteki küfrün yüze yansıması. En çok da vahiy okunduğunda içlerindeki küfür yüzlerine yansır.

Page 57: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1663

ل هها الناس ضرب مثل فاستمعوا له ان الذين تدعون من دون للا ا يا اي باب شيپ ا ولو اجتمعوا له وان يسلبهم الذ ن يخلقوا ذباب

الب والمطلوب ﴿ ﴾ ٠١ل يستنقذوه منه ضعف الط

73 SİZ ey insanlık! Bir misal veriliyor, şimdi onu dinleyin:

Allah dışında yalvarıp yakardığınız o varlıkların hiç biri, asla bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hepsi bir

araya toplansa dahi…

Dahası, eğer sinek kendilerinden bir şey kapıp kaçacak olsa, ondan onu dâhi geri alamazlar: (zira) almak

isteyen de aciz, kendisinden alınmak istenen de!(96)

(96) Bu basit ama bir o kadar da harika örnek karşısında hayran olmamak elde değil. Gündelik hayatta hemen

herkesin her an yaşayabileceği sıradan bir olay, Allahlı bir okumaya tabi tutulduğunda, ibretler meşheri olup

çıkmaktadır.

ه لقوى عزيز ﴿ما قدروا للا

ه﴾ ٠٤حق قدره ان للا

74 Onlar, Allah’ın gücünü gereği gibi kavrayıp takdir edemiyorlar: nitekim Allah her şeye muktedir olan yüce

bir otorite sahibidir.

ئكة رسل ومن الناس ان طفى من المله يير ﴿ للاه سميع ب

ه﴾ ٠٥للا

75 (Dolayısıyla) Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Ne var ki sadece Allah her bir şeyi duyar,

her bir şeyi görür.(97)

(97) Zımnen: Herşeyi O’nun meleklerden ve insanlardan seçtiği elçiler değil, sadece O duyar, sadece O görür.

ترجع المور ﴿ه﴾ ٠٦يعلم ما بين ايديهم وما خلفهم والى للا

76 (Yine) O onların bildiklerini de bilir, bilmediklerini de: (98) neticede her iş ve oluş döner dolaşır Allah’a

varır.

(98) Lafzen: “önlerinde olanı da bilir arkalarında kalanı da”.

كم وافعلوا الخير لعلكم تفلحون ﴿ منوا اركعوا واسجدوا واعبدوا رب ها الذين اه ﴾ ٠٠يا اي

77 SİZ ey iman edenler!

Sadece (Allah’ın huzurunda) eğilin!

O’nun sizin için koyduğu yasaya tabi olun

Ve yalnızca Rabbinize kulluk edin!

Bir de hayırlı işler yapın ki ebedi kurtuluşa nail olasınız!

Page 58: HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin...1607 HAC SÛRESİ Nuzul 91 / Mushaf 22 Surenin Adı: Sûre adını 25. âyet ve devamında ele alınan hac ile ilgili pasajdan alır. Bununla

1664

ين من حر ملة ابيكم يكم وما جعل عليكم فى الد حق جهاده هو اجتبههيكم المسلمين من قبل وجاهدوا فى للا هيم هو سمه ابره

توا ال وة واه له اس فاقيموا ال ا عليكم وتكونوا شهداء على الن سول شهيد ـذا ليكون الر يكم وفى هه هو مولههموا بالل وة واعت كه ز

ى ون ير ﴿فنعم الموله ﴾ ٠٨عم الن

78

Ve Allah uğrunda üstün çaba sarf ederek gereği gibi mücadele edin:

O (mesajını hayata taşımak için) sizi seçti;

Ve O din konusunda sizi zora koşmadı. (Sizden tek istediği) atanız İbrahim’in inanç sistemine (tabi

olmanız).

O sizleri bundan önce de bu vahyin (gelişinden) sonra da Müslüman olarak isimlendirdi(99) ki, elçi sizin

için iyi bir model ve tanık olsun, siz de insanlık için iyi bir model ve tanıklar olasınız.(100)

Şu halde,

artık namazı hakkını vererek kılın

ve zekâtı içten gelerek verin;

bir de Allah’a sımsıkı bağlanın:

O’dur sizin tek efendiniz;(101) O ne güzel koruyup kurtarıcı, ve O ne güzel yardımcıdır!

(99) Bu âyet açıkça müslüman ve islâm adlandırmasının son vahiy ve son peygamberle sınırlı olmadığını ifade

eder.

Tüm vahiyler islâm vahyi, o vahiylerin aslına uyan tüm mü’minler müslümandır.

İslâm, ezeli ve biricik hakikatin tüm zamanlardaki tezahürünün, bir başka ifadesiyle, insanlığın değişmez

değerlerinin öbür adıdır.

Her zaman ve zeminde yaşayan islâm cemaati için Allah’ın seçip beğendiği isim “müslüman” ismidir.

(100) Şehîd, hem “şahit olan” hem de “şahit olunan”. Burada tanıklık ve modelliğe delalet eder. Mü’minin

görevi hayatı imana şahit kılmaktır. Zira insan bu cihana, sahip olmak için değil şahit olmak için gelmiştir.

Mü’minin bu şahitliği, hem tanıklığı hem de modelliği kapsar.

(101) Öyle bir efendi ki, insanı köle değil kul edinir. Dahası, kulunun özgürlüğünü kıskanmayan tek efendi

O’dur.