Upload
others
View
20
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLÂHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
FUSÛSU’L-HİKEM’DE KUR’AN’DAN
İKTİBASLAR VE
KUR’AN’DAN YARARLANMA METODLARI
Yüksek Lisans Tezi
Gülhan MADEN
İstanbul, 2006
2
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLÂHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
FUSÛSU’L-HİKEM’DE KUR’AN’DAN
İKTİBASLAR VE
KUR’AN’DAN YARARLANMA METODLARI
Yüksek Lisans Tezi
Gülhan MADEN
Danışman: DOÇ. DR. NİHAT TEMEL
İstanbul, 2006
I
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
EKLER LİSTESİ …………………………………………………………IV
KISALTMALAR ……………………………………………………….. V
ÖNSÖZ…………………………………………………………………… 1
GİRİŞ ……………………………………………………………………. 3
I. ARAŞTIRMANIN KONUSU, AMACI VE ÖNEMİ …………... 3
II. ARAŞTIRMANIN METODU……………………………………. 5
III. FUSÛSU’L-HİKEM HAKKINDA GENEL BİLGİLER………… 8
A. Yazılış Gayesi ve Genel Bilgiler………………………………. 8
B. Yazmaları ve Baskıları…………………………………………. 10
C. Şerhleri…………………………………………………………. 11
D. İbn Arabî ve Fusûsu'l-Hikem Üzerine Yazılan Eserler ve Yapılan
Çalışmalar ……………………………………………………. 13
1. Eleştirel Eserler…………………………………………... 14
2. Eleştirilere Cevap Niteliğindeki Eserler…………………… 15
3. Akademik Çalışmalar …………………………………….. 16
IV. KUR’AN’DAN İKTİBASIN HÜKMÜ…………………………… 20
BİRİNCİ BÖLÜM
FUSÛSU’L-HİKEM’DE KUR’AN’DAN İKTİBASLAR
I. ÂYETLERİN İKTİBAS ŞEKİLLERİ……………………………. 23
A. Âyetlerin Lâfzen İktibası……………………………………….. 23
1. Âyetin Tamamının İktibası………………………………… 24
a. Aynen İktibas………………………………………… 24
b. Açıklamalar Konularak Yapılan İktibas……………... 26
c. Bazı Değişikliklerle Yapılan İktibas…………………… 28
d. Bir Kısmının Lafzının, Bir Kısmının Mânâsının
İktibası.................................................................................. 29
e. Sûrenin Tamamının İktibası……………………………. 31
II
2. Âyetin Bir Kısmının İktibası……………………………….. 33
a. Bir Âyette Geçen Bölümün İktibası…………………… 34
b. Birden Fazla Âyette Geçen Bölümün İktibası…………. 36
c. Bazı Değişikliklerle Yapılan İktibas…………………… 37
d. Açıklamalar Konularak Yapılan İktibas……………….. 39
e. Âyetin Bir Kısmının Lafzının Bir Kısmının Mânâsının
İktibası..............................................................................40
f. İki Farklı Âyetin Bazı Bölümlerini Birleştirerek İktibas 41
3. Âyet Olduğu Belirtilerek Yapılan İktibas…………………...43
4. Âyet Olduğu Belirtilmeden Yapılan İktibas……………… 45
a. Âyet Olduğu Kolayca Anlaşılanlar…………………... 45
b. Âyet Olduğu Kolay Anlaşılamayanlar…………………. 46
5. Birden Fazla Yerde Geçen Âyetler………………………. 50
6. Tefsir Edilen ve Edilmeyen Âyetler……………………… 52
B. Âyetlerin Mânâ Olarak İktibası………………………….……... 55
1. Âyet Olduğu Belirtilerek Mânâsına Atıfta Bulunulan
Âyetler ……………………………………………………....55
a. Tefsir Edilenler……………………………………….. 55
b. Tefsir Edilmeyenler…………………………………... 58
2. Âyet Olduğu Belirtilmeyip Mânâsı Âyeti Çağrıştıranlar… 61
a. Mânâ Benzerliğinden Dolayı Âyeti Çağrıştıranlar…… 62
b. Bir Veya Birkaç Lafzı Aynı Olanlar…………………. 69
II. ÂYETLERİN İKTİBAS AMAÇLARI…………………………… 75
A. Destek ve Delil Amacıyla İktibas Edilen Âyetler……………. 75
B. Örnek Olması Amacıyla İktibas Edilen Âyetler……………... 79
C. Başka Bir Âyeti Tefsir Etmek Amacıyla İktibas Edilen Âyetler 82
D. Fass (Bölüm) İle Bağlantılı Olarak İktibas Edilen Âyetler……. 86
E. Yazarın Kendi Cümlesini Kur’an Metni İle İfade Etmek İçin İktibas
Ettiği Âyetler…………………………………………………... 89
İKİNCİ BÖLÜM
FUSÛSU’L-HİKEM’DE TEFSİR METODU
I. TEFSİR ŞEKLİNE GÖRE ÂYETLER…………………………… 93
A. Tamamı Tefsir Edilenler………………………………………. 93
III
B. Bir Kısmı Tefsir Edilenler…………………………………….. 96
C. Bir veya Birkaç Kelimesi Tefsir Edilenler……………………. 100
D. Kısım Kısım Tefsir Edilenler…………………………………. 101
E. Başka Bir Âyetle Tefsir Edilenler…………………………….. 105
II. TEFSİR METODUNA GÖRE ÂYETLER……………………….. 107
A. İşârî Olarak Tefsir Edilen Âyetler…………………………….. 107
B. Zahirî Olarak Tefsir Edilen Âyetler…………………………….. 117
C. Luğavî Olarak Tefsir Edilen Âyetler………………………….. 122
SONUÇ.......................................................................................................... 136
EKLER…………………………………………………………………… 140
KAYNAKÇA...........……………………………………………………… 158
IV
EKLER
EK 1: FUSÛSU'L-HİKEM'DE YER ALAN ÂYETLERİN FASSLARA GÖRE
DAĞILIMI VE SAYFA SIRASINA GÖRE TAM LİSTESİ…….. 140
EK 2: FUSÛSU'L-HİKEM'DE YER ALAN ÂYETLERİN ALFABETİK
SIRAYA GÖRE LİSTESİ………………………………………… 148
V
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
a.g.mlf. : Adı geçen müellif
AÜİF. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
b. : İbn
bkz. : Bakınız
Bl. : Bölümü
çev. : Çeviren
DİA. : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
dpn. : Dipnot
h. : Hicrî
haz: : Hazırlayan/ Hazırlayanlar
İÜ. : İstanbul Üniversitesi
İÜSBE : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
m. : Milâdî
MÜİF. : Maramara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
MÜSBE. : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
no: : Numara
nşr. : Neşreden
ö. : Ölüm tarihi
(ra) : Radıyallahu anhu (anha)
s. : Sayfa
(S.A.V.) : Sallallahu aleyhi ve selem
TDVY : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
trc. : Tercümesi
ts. : Tarihsiz, basım tarihi yok
UÜİF : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Ünv. : Üniversitesi
vb. : Ve benzeri
yay. : Yayınları / Yayıncılık
1
ÖNSÖZ
Kur’an-ı Kerim’in yorumu meselesi, İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar
gelen süreç içerisinde sadece müfessirlerin değil, hemen hemen her İslâm âliminin ilgi
alanına girmiştir. Tefsir, yani âyetlerin yorumu, işin içine insan unsuru girdiği için
subjektif olmaktan kurtulamamış; yorumu yapan âlimin dünya görüşü, İslâm’ı
algılayışı ya da uzmanlaştığı alana göre aynı âyet hakkında farklı tefsirler meydana
gelmiştir. Bunun pratiğe yansıması ise fıkhî, tasavvufî, lugavî, ilmî, ictimâî vb. tefsir
çeşitlerinin ortaya çıkması şeklinde olmuştur.
Bu tefsir çeşitlerinden biri olan tasavvufî tefsir, bir diğer adıyla işârî tefsir,
âyetlere tasavvufî cepheden yaklaşılması ve ona göre yorumlanması ile oluşan tefsirin
adıdır ve İslâm ilim tarihi boyunca bunun pek çok örnekleri verilmiştir. Kur’an
âyetlerini tasavvufî bakış açısıyla ele alan ve zâhirî vechesinin ardında bâtınî birtakım
mânâlar taşıdığını savunan mutasavvıflardan biri de Muhyiddin İbn Arabî’dir. 63
ciltten oluşan ve âyetleri zikredilen metoda göre te’vil ettiği tefsiri günümüze
ulaşmamasına rağmen, başta el-Futûhâtu’l Mekkiyye ve Fusûsu'l-Hikem olmak üzere
pekçok eserinde, işârî tefsirin uç noktalara varan örneklerini bulmak mümkündür.
Günümüzde işârî tefsir alanında yapılan çalışmaların hemen hemen hepsinde
İbn Arabi’nin te’villerine sık sık atıfta bulunulduğunu görmekteyiz. Biz bu çalışma ile,
İbn Arabi’nin en temel eserlerinden biri kabul edilen Fusûsu'l-Hikem’in Kur’an ve
tefsir boyutunu ortaya koymaya çalıştık. Böylece işârî tefsir alanında yapılan
çalışmalara bir yenisini daha eklemiş olmanın yanısıra, yapılan araştırmanın İbn
2
Arabi’nin günümüz bilim dünyasında doğru anlaşılmasına katkıda bulunmasını ümid
ediyoruz.
Konumuzun esasını Fusûsu'l-Hikem’de geçen âyetler oluşturduğu için, giriş
kısmında, öncelikle, eseri tanıtıcı bilgiler verilmiştir. Birinci bölümde, yazarın, âyetleri
eserine nasıl aldığı, yani iktibas şekilleri ve âyetleri almadaki amacı, yani iktibas
amaçları sorgulanmış, ikinci ve son bölümde ise, âyetleri yorumlama metodları
irdelenmiştir.
Gerek konunun tespiti, gerekse araştırma esnasında her türlü yardım ve
desteği sağlayan danışman hocam Doç. Dr. Nihat Temel’e; araştırmanın her
safhasında ve özellikle yöntem ve sınırların belirlenmesi konusunda açmış oldukları
ufuk ve göstermiş oldukları ilgi ve anlayış dolayısıyla saygıdeğer hocam Prof. Dr.
Halis Albayrak’a; bu çalışmayı baştan sona okuyup gerekli ikazlarda bulunan ve
kıymetli fikirlerinden istifade ettiğim Dr. Burhan Baltacı’ya sonsuz şükranlarımı
sunuyorum. Bugüne gelmemizde büyük emekleri olan hocalarıma ve araştırmam
boyunca destek ve yardımlarını esirgemeyen aileme minnettarım.
Gülhan MADEN
İstanbul 2006
3
GİRİŞ
I. ARAŞTIRMANIN KONUSU, AMACI VE ÖNEMİ
Allah’ın ezelî kelâmı olan Kur’an, İslam ilim tarihi boyunca üzerinde en çok
araştırma yapılan ve tüm İslâm düşünce tarihine, dolayısıyla İslâmî eserlere damgasını
vuran ana kaynaktır. Bu durum, yalnızca, konusunu Kur’an’ın anlaşılmasına ve
yorumuna hasreden tefsir ilmi için geçerli değildir. Başta fıkıh ve kelâm olmak üzere
tüm İslâm ilimleri, Kur’an’a dayanmaya ve onu esas almaya özen göstermişlerdir.
Aynı şey, kökü Hz. Peygamber’e ve onun ashabına dayanan, “zühd ve takva
ile ruhu bunalımlardan, kötü duygulardan temizleme ve dünyevî meşgalelerden uzak
tutma yolu”1 olarak tanımlanan tasavvuf ilmi için de geçerlidir. Zira tarihe bakıldığında
görülür ki, tasavvuf alanında eser kaleme alan her mutasavvıf, yazdıklarını Kur’an
âyetleri ile desteklemeyi ihmal etmemiştir.
İslâm âleminde yetişen en önemli mutasavvıflardan biri, pek çoklarına göre de
en büyüğü2 olarak kabul edilen Muhyiddin İbn Arabî3 (ö. 638/1240) de, el-Futûhâtu’l-
1 Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, 2. Baskı, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1998, s. 12.
2 Süleyman Uludağ, İbn Arabî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. IX.
3 İbn Arabî’nin hayatı ve düşünceleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Nihat Keklik, Muhyiddin İbnü’l-
Arabî, Hayatı ve Çevresi, Büyük Matbaa, İstanbul 1966; Claude Addas,İbn Arabî Kibrit-i Ahmer’in
Peşinde, çev. Atila Ataman, 3. Baskı, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004; Ferit Kam ve Mehmet Ali
4
Mekkiyye’den sonra en büyük eseri ve ondan çok daha kısa olmasına rağmen çok da
önemli olan ve öğretilerinin bir özeti olarak tasarladığı4 Fusûsu'l-Hikem adlı eserinde,
Kur’an âyetlerine sık sık başvurmaktadır. Tasavvufî görüşlerin ağırlıkta olduğu bu eser,
yirmi yedi peygamberin her birinin hikmetlerine izafeten yirmi yedi bölüme ayrılmış
ve eserde zâtiyyet, ulûhiyet, rubûbiyyet, vücûd, mevcûd, adem, insan-ı kâmil, hakikat,
tecelliyat, nübüvvet, velâyet, ibadet gibi metafizik konulara İbn Arabi’nin bakış
açısından açıklamalar getirilmiştir.5
İşte biz bu çalışmamızda, Fusûsu'l-Hikem’de yer alan Kur’an âyetlerini ele
alacağız. İbn Arabî’nin, Kur’an âyetlerini bu eserine nasıl dercettiğini, bunu yaparken
hangi yöntemleri kullandığını, âyetleri kitabına almadaki amaçlarını ve onları tefsir
ederken hangi metodlardan yararlandığını inceleyeceğiz. Ancak, eserde yer alan bütün
âyetlerin nasıl te’vil edildiği konusu, araştırmamızın boyutlarını aşacağı için, hatta
başlı başına bir araştırma konusu olduğu için bu çalışmada ele alınmayacaktır.
İbn Arabî’nin en çok rağbet gören, en fazla istinsah edilen, okunan, üzerine
şerhler ve ta’likler yapılan, çeşitli dillere tercüme edilen6 ve üzerinde en çok araştırma
Aynî, İbn Arabî’de Varlık Düşüncesi, haz. Mustafa Kara ve İsmail Kara, 2. Baskı, İnsan Yay.,
İstanbul 2005; Süleyman Uludağ, İbn Arabî; Mahmut Erol Kılıç, “İbnü’l-Arabî, Muhyiddin”, DİA.,
XX/493-522, İstanbul 1999; Ali b. İbrahim el-Kârî el Bağdâdî, ed-Dürru’s-semin fî menâkıbi’ş-şeyh
Muhyiddin, Beyrut 1959, (Türkçesi: Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin Menkıbeleri, çev. A. Şener – M.
Rami Ayas, AÜİF. Yay., Ankara 1972); Mehmed Recep Hilmi, el-Burhânü’l-ezher fî menâkıbi’ş-
şeyhi’l-ekber, Mısır 1908; Mahmud el-Gurâb, Muhyiddin İbnu’l-Arabî: Tercümetü hayâtihi min
kelâmihi, Şam 1983; Bursalı Mehmed Tahir, Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber, İstanbul 1898.
4 İbn Arabî, Endülüs Sûfileri, İngilizceye çev. Dr. J. Austin, Türkçesi: Dr. Refik Algan, Dharma
Yayınları, İstanbul 2002, s. 41.
5 Mahmut Erol Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/231, İstanbul 1996.
6 Uludağ, İbn Arabî, s. 80.
5
yapılan eseri olan Fusûsu'l-Hikem’in tefsir boyutu üzerinde de nispeten durulmakla
birlikte, bu konuyu başlı başına ele alan bir çalışma henüz mevcut değildir. Bu nedenle
biz, hem Fusûs açısından bu eksiği gidermeyi, hem de işârî tefsirin önde gelen
temsilcilerinden biri olan İbn Arabî’nin tefsir metodunu ele almayı amaçlayarak böyle
bir çalışmayı seçmiş bulunuyoruz.
Hakkında iki uç yargının bulunduğu, kimilerinin “Şeyh-i Ekber” diyerek
İslam dünyasında eşsiz bir yere oturtmaya çalıştığı, kimilerinin ise “Şeyh-i Ekfer”
diyerek İslam dairesinden bile çıkardığı İbn Arabî’nin, özellikle en fazla tartışma
konusu edilen eseri Fusûsu'l-Hikem’in tefsir boyutunu inceleyerek, her ne kadar bu
tartışmalara son noktayı koyamasak da, İbn Arabî’nin anlaşılmasına katkıda
bulunacağımızı ümit ediyoruz.
II. ARAŞTIRMANIN METODU
Fusûsu'l-Hikem’de Kur’an’dan yapılan iktibasları ortaya koyarken, bu eserin
tefsir temelli değil, tasavvuf temelli bir eser olduğunu göz ardı etmemek
gerekmektedir. 7 Dolayısıyla, her ne kadar, âyetlerin bir bakıma tefsir edildiği
görülecekse de, özellikle tefsir metodu irdelenirken, o tefsirin ardında gizli olan
tasavvufî temel, çeşitli şerhlerden de yararlanılarak dikkate alınacaktır.
Tasavvufî yönü ağır basan bu eserin Kur’an ve tefsir boyutu üzerinde
durulacağı için, tefsir disiplininin terimleri kullanılacak; bu arada, İbn Arabî’nin
7 Anılan sebepten dolayı Fusûsu'l-Hikem üzerine yapılan müstakil çalışmalarda Fusûs’un tefsir yönü
üzerinde durulmamıştır. Bkz. Ebu’l-Alâ Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, çev. Ekrem
Demirli, 2. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul 2002; Toshihiko İzutsu, İbn Arabî’nin Fusûs’undaki
Anahtar Kavramlar, çev. Ahmet Yüksel Özemre,4. Basım, Kaknüs Yay., İstanbul 2005.
6
tasavvuf alanında önemli bir yer işgal ettiği de göz önünde bulundurularak, tasavvuf
literatürü ve terminolojisinden de büyük ölçüde yararlanılacaktır.
Çeşitli kütüphanelerde onlarca baskısı bulunan Fusûsu'l-Hikem’in8 h.1287
İstanbul baskısının esas alındığı bu çalışmada, Prof. Ebu’l-Alâ Afîfî’nin tahkikli neşri9
de dikkate alınmış, gerek duyuldukça o da referans olarak gösterilmiştir. Tercümelerde
ise çoğunlukla Nuri Gençosman’ın tercümesine10 başvurulmuş, ancak zaman zaman,
Selçuk Eraydın ve Mustafa Tahralı tarafından hazırlanan Ahmet Avni Konuk’un
Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi’nden 11 de faydalanılmış, en uygun tercüme
verilmeye çalışılmıştır.
Araştırmamızın birinci derece kaynağı olan Fusûsu'l-Hikem’den yapılan
alıntılar için dipnotlarda, müellifin adı zikredilmeden yalnızca eser ismi kısaltılarak
(Fusûs) verilmiştir. Aynı şey, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye için de uygulanmış, yalnızca
“el-Futûhât” şeklinde belirtilmiştir. Bu eserin Osman Yahya tarafından yapılan
neşrinden12 yapılan alıntılar ise (nşr.) olarak gösterilmiştir. Ayrıca Fusûs için öncelikle
üç farklı sayfa numarası verilmiştir. Bunlardan birincisi Fusûsu'l-Hikem’in 1287
İstanbul baskısını ifade etmektedir. İkincisi Nuri Gençosman’ın tercümesini, üçüncüsü
ise A. Avni Konuk’un şerhini ifade etmektedir. Dördüncü bir numara verildiğinde ise
bu, Afîfî’nin tahkikli neşri için kullanılmıştır ve “thk.” şeklinde belirtilmiştir.
8 Fusûsu'l-Hikem’in baskıları ve yazmaları hakkında detaylı bilgi giriş kısmında verilecektir. Bkz. Giriş
Bölümü, “Fusûsu'l-Hikem Hakkında Genel Bilgiler” konusu.
9 Ebu’l-Alâ Afîfî, Fusûsu'l-Hikem ve’t-Ta’lîkât Aleyh, 1946.
10 İbn Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev. Nuri Gençosman, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1992.
11 Ahmet Avni Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, haz. Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın, 3.
Basım, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1999.
12 İbn Arabî, el-Futûhâtu’l-Mekkiyye, nşr. Osman Yahya, Kahire, 1972-1995.
7
Fusûsu'l-Hikem’in tefsir yönü incelenirken ele alınan âyetlerle ilgili olarak,
zaman zaman diğer şerhlerden de faydalanılmıştır. Günümüz İbn Arabî araştırıcılarının
görüşleri ise kimi zaman aynen aktarılmış, kimi zaman ise o görüşlere işaret edilmekle
yetinilmiştir.
Araştırma esnasında yararlanılan kaynaklar dipnotta belirtilirken, ilk geçtikleri
yerde yazar ve eser hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş, daha sonraki kullanımlarında ise,
yazarın en meşhur ismi ya da soyadı, eserin ise en yaygın kullanımı ya da ilk kelimesi
yeterli görülmüştür. Arapça eserlerin kullanımında, asıllarında yer alan el- takısı aynen
alınmıştır.
Eserin hacmine göre oldukça fazla iktibas edildiğini göreceğimiz Kur’an
âyetleri, çeşitli başlıklar altında toplanmaya çalışılmıştır. Fakat her âyet hakkında
detaylı bilgi vermek, çalışmanın sınırlarını aşacağı için, konunun anlaşılmasını
sağlayacak birkaç âyet açıklanmıştır. Ayrıca ekler kısmında, eserde geçen her âyetin
hem asıl metin, hem tercüme, hem de şerhte yer aldığı sayfa numaraları ile sûre ve âyet
numaraları verilmiş, böylece İbn Arabî’nin, herhangi bir âyeti nasıl ele alıp
yorumladığını öğrenmek isteyenler için de kolaylık sağlanmıştır. Zira böyle bir çalışma
olmadığında, hangi âyetlerin Fusûs’ta geçtiği bilinmeyecek, daha da önemlisi bir âyeti
bulabilmek için, eserin baştan sona okunması gerekecekti. Özellikle işârî tefsir
alanında İbn Arabî’nin te’villerini öğrenmek isteyenler için, bu çalışmanın önemli bir
adım olduğunu düşünüyoruz.
8
III. FUSÛSU’L-HİKEM HAKKINDA GENEL BİLGİLER
A. Yazılış Gayesi ve Genel Bilgiler
Tam adı Fusûsu'l-Hikem ve Husûsu’l-Kilem olan ve İbn Arabî’nin fikir
sisteminin bir özeti sayılan eserin yazılışı ile ilgili bizzat müellif, eserin başında
birtakım bilgiler sunmaktadır. Bu bilgilere göre o, eserini, tamamiyle ve aynen,
fazlasız ve noksansız olarak, rüyasında görmüş olduğu Hz. Peygamber’den almış,
kendisinden hiçbir şey katmadan müslümanların istifadesine sunmuştur. 13 Böylece
almış olduğu nebevî emri yerine getirmiştir.14
13 “627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam’da (bulunduğum sıralarda) Tanrı Peygamberi
Hazret-i Muhammed’i gerçek bir rüya âleminde gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana buyurdular ki,
‘Bu Fusûsu'l-Hikem (Hikmetlerin Özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça anlat da bu hikmetlerden
herkes faydalansın’. Ben, ‘Allah ve Resûlüne boyun eğmek ve aramızdan emir vermek mevkiinde
olanların emirlerini dinlemek yaraşır’ dedim. Yüce Peygamber’in bana tarif ettiği vechile hiçbir eksiklik
ve fazlalığa meydan vermeden, bu kitabın halka açıklanması hususundaki ümidimi gerçekleştirdim.
Hâlis niyetle hareket ettim. Temiz bir maksat ve himmet güttüm.” İbn Arabî, Fusûsu'l-Hikem, İstanbul
1287, s. 2; Türkçe Tercümesi: Nuri Gençosman, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1992, s. 19; Şerhi:
Ahmet Avni Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, haz. Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın, 3.
Basım, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1999, I/97-99. 14 Fusûs’ta geçen bu ifadenin benzerleri el-Futûhat’ta da yer alır. Bunlardan biri şöyledir: “(Bu kitabın)
hiçbir harfi yok ki ilâhî bir imlâ, Rabbânî bir ilkâ ve içimden gelen rûhânî bir nefesle yazılmamış olsun.
Ne resuller, ne de resullerin getirdiği şeriatlarla mükellef olan nebiler arasında olmama rağmen, bu
böyledir.” el-Futûhât, III/456 (Addas, Kibrit-i Ahmer'in Peşinde, s. 167’den naklen). İbn Arabî’ye ait
bu ifade, onun, başta el-Futûhât olmak üzere tüm eserlerinin kaynağında ilâhî bir ilham olduğunu
hissettirmektedir. Bu konuda Süleyman Ateş, “Hemen her vesile ile bu sözleri tekrar eden İbnu’l-Arabî,
adeta nazariyesinin kabulü için buna dikkat çekmeyi gerekli görmektedir. Nazariye akla ne kadar uzak
olursa olsun Allah söylemiş olduktan sonra ona inanmak zarurî olacaktır” diyerek bu tarz ifadelere
ihtiyatla yaklaşmak gerektiğinin altını çizmektedir. Bkz. Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 169.
9
“Fusûsu'l-Hikem’in en önemli özelliği, İbn Arabî’nin diğer eserlerinde
dağınık, biraz da örtülü olarak anlattığı vahdet-i vücûd öğretisini bu eserde daha derli
toplu ve daha açık bir şekilde ortaya koyması, bununla ilgili temel kavramları tespit
edip kendine özgü terminoloji (ıstılahlar) geliştirmiş olmasıdır.”15 Aynı zamanda bu
eser, İbn Arabî’nin te’lifte olgunluğa ulaştığı zirveyi temsil etmekte ve onun sistemini
mükemmel bir şekilde yansıtmaktadır.16
Müellif, 27 bölüm halinde sunduğu eserinin her bir bölümü için “fass” tabirini
kullanmakta ve her bölüme, bir hikmetle özdeşleştirdiği bir peygamberin adını
vermektedir. 17 (Âdem Kelimesindeki İlâhî Hikmet Fassı gibi). Çoğunlukla, bu
peygamberlerle ilgili âyetlerden yola çıkarak, bu âyetlerin arkasında gizli olan bâtınî
mânâlara işaret etmekte, pek çok mânevî hakikatten bahsetmekte ve ifade etmek
istediği hususu bu âyetlerle sağlamlaştırmaktadır.18
15 Uludağ, İbn Arabî, s. 81.
16 Afîfî, “İbn Arabî İle İlgili Araştırma Serüvenim”, çev. Abdullah Kartal, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi Dergisi, sayı: 9, c. 9, Bursa 2000, s. 707.
17 Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed de dahil olmak üzere 28 peygamberin adı geçmektedir. Bunlardan
Uzeyr, Lokman ve Zülkarneyn (a.s.)’ın peygamber olup olmadığı kuşkuludur. (bkz. Süleyman Ateş,
Kur’an’da Peygamberler Tarihi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 2004, s. 23) Fakat İbn Arabi,
bunlardan Uzeyr ve Lokman adına birer fass açmış ve dolayısıyla onları peygamberler arasında
saymıştır. Zülkarneyn adına ise fass açmamıştır. Aynı şekilde Kur’an’da adı geçtiği halde Zülkifl ve
Elyesa’ (a.s.)’ın da adlarına yer vememiştir. Bunların yerine Kur’an’da adı geçmeyen, fakat Peygamber
oldukları sadece bazı hadislerde zikredilen Sît ve Hâlid b. Sinan adına fass açmıştır. Yani Kur’an’da adı
geçen 28 peygamberden üçüne (Zülkarneyn, Zülkifl ve Elyesa’) eserinde yer vermeyen müellif,
Kur’an’da adı geçmeyen iki isme (Şit ve Halid b. Sinan) yer vermiş ve toplam 27 peygambere ait fass
açmıştır.
18 Uludağ, İbn Arabi, s. 82; Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 170; Afîfî, “İbn Arabî İle İlgili Araştırma
Serüvenim”, s. 700; Addas, Kibrit-i Ahmer'in Peşinde, s. 282.
10
Eserin ana teması, Hz Muhammed’in bâtınî cevheri ve onun hakîkî vechesi
anlamına gelen “insan-ı kâmil”dir. Zâhirî ve yatay düzlemde bir peygamberler tarihi,
bâtınî ve dikey düzlemde ise tasavvufî bir na’t-ı nebî özelliği sergileyen eserde,
peygamberlerle ilgili kronolojik bir sıra olmadığı gibi, belirli bir fikrî bütünlükten de
söz etmek mümkün değildir. Örneğin, İsa bölümü Süleyman bölümünden önce
gelmektedir. Yine bazı bölümlerde, anlatılan konu ile bölüme adını veren peygamber
arasında sıkı bir irtibat göze çarparken (Nuh, İsa ve Musa bölümleri gibi), bazı
bölümlerde ise aynı derecede bir bağın olmadığı görülür.19
İbn Arabî’ye karşı süregelen eleştiri ve suçlamaların odağında da yine bu
eserin olduğunu görmekteyiz. Bunun başlıca sebebi ise, müellifin özellikle zâhir
ulemâsınca kabul görmeyen temel fikirlerinin bu kitapta yoğun bir şekilde yer
almasıdır.20
B. Yazmaları ve Baskıları
Eserin, Sadreddin Konevî tarafından yazılan ilk nüshası, 21 Türk ve İslam
Eserleri Müzesi’ndedir (no: 1933). Aynı müzede bulunan bir başka nüsha (no: 1882)
ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüsha (Cârullah Efendi, no: 986), eserin bilinen en
eski yazmalarındandır.22
19 E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/231.
20Michael Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman, çev. Atila Ataman, 2. Baskı, Gelenek Yay., İstanbul
2003. s. 84.
21 630/1233 tarihli bu en eski nüshanın zahriyesinden anlaşıldığına göre, bu nüsha, Konevî tarafından
bizzat müellifine okunup mukabelesi yapılmıştır.
22 E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
11
İlk olarak 1252’de Kahire’de ve 1304’te İstanbul’da yayımlanan eserin
tahkikli neşri, Ebu’l-Alâ el-Afîfî tarafından yapılmıştır (Kahire 1946). 23 Eser, Farsça,
Türkçe, Urduca ve İngilizce’ye tam metin olarak, Almanca ve Rusça’ya da kısmen
tercüme edilmiştir.24
C. Şerhleri
Oldukça kapalı ifadelerle dolu olan Fusûs’u bir şerh yardımı olmadan
anlamak neredeyse mümkün olmadığı için, eser üzerine onlarca şerh kaleme
alınmıştır. 25 Bu açıdan Fusûsu’l-Hikem’in, İslam düşünce tarihinde en fazla şerh
edilen eserlerin başında geldiğini söylemek mümkündür. Bu şerhlerin yazılmasında,
İbn Arabî’ye ve onun ekolüne yönelik hücumların odak noktasında bu eserin
bulunmasının da etkisi büyüktür. Zira İbn Arabî’nin sistemini benimseyen âlimler,
onun eserinin anlaşılamamasından kaynaklanan bu itirazlara bir çeşit cevap niteliğinde
şerhler kaleme almışlardır. Bu şerhlerin başlıcaları şunlardır:
23 Bu neşirde Konevî nüshasına müracaat edilmediği ve metin Afîfî’nin tercihleri doğrultusunda
harekelendirilip notlandırıldığı için, ilim çevrelerince ihtiyatla karşılanmaktadır. Bkz. E. Kılıç,
“Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
24 E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
25 Osman Yahya, İbn Arabî külliyâtının genel fihristi şeklindeki çalışmasında, Fusûs’un yüzden fazla
şerhini sıralamaktadır. Bkz. Osman Yahya, Histoire et Classification de l’ceuvra d’Ibn Arabî, I/241-
255. Ayrıca Nuri Gençosman, Fusûsu'l-Hikem tercümesinin başında 43 şârihin adını vermektedir. Bkz.
Fusûsu'l-Hikem, s. 15-16.
12
1- Sadreddin Konevî (h. 673), el-Fükûk fî Müstenidât-i Hikem-i
Fusûs,26 (nşr. M. Hocevî, Tahran 1992).
2- Fahreddin-i Irâkî (h. 688), Lemaât.27
3- Müeyyidüddin el-Cendî (h. 700), Şerhu Fusûsu'l-Hikem,28 (nşr. Âştiyânî,
Meşhed 1982).
4- Hüseyin b. Abdullah el-Abbâsî, el-Husûs bi-Edâti’n-Nusûs fî Şerhi’l-
Fusûs, (İÜ. Ktp., AY, no: 4480).
5- Abdürrezzâk el-Kâşânî (h. 730), Şerhu’l-Kâşânî alâ Fusûsi’l-Hikem,29
(Kahire 1321)
6- Dâvud-i Kayserî (h. 751), Matla’u Husûsi’l-Kilem fî Maânî Fusûsi’l-
Hikem,30 (Tahran 1229).
26 Bu eser, Fusûs şerhleri arasında sayılmakla birlikte, şerh olmaktan ziyade, eserin arka planını
vermeye çalışan ve anlaşılmasını kolaylaştıran teorik bir çalışma görünümündedir. Bkz. E. Kılıç,
“Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
27 Konevî’nin talebesi olan Irâkî, hocasının Fusûs derslerinin ardından odasına çekilip murakabeye dalar
ve birtakım beyitler inşad edermiş. Dersler sona erince yazmış olduğu bu beyitleri Fusûs’un bölümleri
sayısınca 27 bölüme ayırmış ve bu eserini böylece meydana getirmiştir. Bu özelliğinden dolayı Lemaât,
Fusûs’un manzum bir şerhi kabul edilmiştir. Bkz. E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
28 Konevî’nin talebesi olan Cendî’nin bu şerhi, ilk tam şerh olma özelliğini taşır. Bu şerhte, metnin
diliyle ilgilenmekten çok İbn Arabî’nin metafizik ve kozmolojik görüşlerine ağırlık verilmiştir. Bkz. E.
Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/232.
29 Dil açısından değil ama fikrî açıklama açısından önemli bir şerhtir. Bkz. E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”,
DİA, XIII/232.
30 Kâşânî’nin talebesi olan Kayserî’nin bu şerhi, esas metni takip ederek açıklayan ilk düzenli çalışma
olduğu için en kullanışlı şerh olarak kabul edilir. Bkz. E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/233.
13
7- Ebu’l-Muîn Abdullah b. Ahmed el-Buhârî, Meşâriku’n-Nusûs el-Bâhis an
Ğavâmizi’l-Fusûs, (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, no: 1539).
8- Haydar-ı Âmûlî (ö. 787/1385), Nassu’n-Nusûs fî Şerhi’l-
Fusûs,(Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, no: 1033).
9- Molla Câmî (h. 898), Nakdü’n-Nusûs fî Şerhi Nakşi’l-Fusûs, (Tahran
1977).
10- Sofyalı Bâlî Efendi (h. 960), Kitâb-ı Şerh-i Fusûsu'l-Hikem, (İstanbul
1309).
11- Abdullah Bosnevî (h. 1054), Şerhu Fusûsi’l-Hikem, (Süleymaniye
Ktp., Şehid Ali Paşa, no: 1247).
12- Ahmed Avni Konuk (m. 1938), Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi,
(Haz. Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın, İstanbul 1987-1992).31
D. İbn Arabî ve Fusûsu'l-Hikem Hakkında Yazılan Eserler ve Yapılan
Çalışmalar
Fusûsu'l-Hikem ile ilgili, şerhlerin dışında da pek çok eser kaleme alınmıştır.
Bunlardan bir kısmı, eleştirel bazda, bir kısmı ise bu eleştirilere cevap mahiyetinde
yazılan eserlerdir. Bunun dışında sadece Fusûs’un bir yönünü ele alıp inceleyen
çalışmalar da mevcuttur. Bunlardan ilk iki gruba dahi olan eserleri, daha çok önceki
31 Fusûsu'l-Hikem’in şerhlerinin listesi için bkz. Osman Yahya, Histoire, I/240-257.
14
devir ulemasının kaleme aldığı, son grup eserlerin ise son dönemlerde yaygınlık
arzettiği görülür.
1. Eleştirel Eserler
İbn Arabî’yi ve Fusûs’u eleştirmek için kaleme alınan eserlerden başlıcaları
şunlardır:
1- Ahmed b. İbrahim el-Vâsıtî el-Hanbelî, Eşi’atü’n-Nusûs fî Hetki Estâri’l-
Fusûs, (Süleymaniye Ktp. Şehid Ali Paşa, no: 2734.
2- İbn Teymiye, Hakîkatü Mezhebi’l-İttihâdiyyîn ev Vahdeti’l-Vücûd.
3- Abdüllatif b. Abdullah es-Suûdî, Beyânü’l-Hükm mâ fi’l-Fusûs,
(Süleymaniye Ktp., Fatih, no: 2266).
4- Alaaddin Muhammed el-Buhârî, Fazîhatü’l-Mülhıdîn ve Nasîhatü’l-
Muvahhidîn.32
5- Bedreddin İbnü’l-Ehdel (ö. 855/1451), Keşfü’l-Ğıtâ, (Süleymaniye Ktp.,
Reîsülküttâb Mustafa Efendi, no: 497).
6- İbn Haldûn (ö. 808/1406), Şifâü’s-Sâil.33
32 Bu eser, Reddü’l-Fusûs (Âtıf Efendi Ktp., no: 1269), er-Risâle Fi’r-Red alâ Fusûsi İbn Arabî
(Beyazıt Devlet Ktp., no: 3445) vb. on değişik isim altında meşhur olmuş ve yanlışlıkla Sadedin et-
Taftazânî’ye nispet edilmiştir. Risâle fî Vahdeti’l-Vücûd adıyla basılan eser, Lutfullah el-Kâdî
tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Süleymaniye Ktp., Fatih, no: 2916). Bkz. E. Kılıç, “Fusûsu'l-
Hikem”, DİA, XIII/234.
15
7- İbrahim b. Ömer el-Bikâî, Tenbîhü’l-Ğabî alâ Tekfîri İbni’l-Arabî,
(Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, no: 2734).
8- İbrahim b. Muhammed el-Halebî, Tesfîhü’l-Ğabî fî Tekfîri İbn-i Arabî.
9- Ali el-Kârî, Kitâbü Reddi’l-Fusûs, (Risâle fî Vahdet-i Vücûd, İstanbul
1293).
10- Muhammed İhsan Oğuz (ö. 1412/1991), İslam Tasavvufunda Vahdet-
i Vücûd, Kastamonu 1976).
2. Eleştirilere Cevap Niteliğindeki Eserler
İbn Arabî’nin fikirlerinin bid’at ve dalâlet, Fusûs’un her kelimesinin küfür
olduğunu iddia eden bu eserlere karşılık, İbn Arabî’yi ve Fusûs’u öven ve tenkidlere
cevap veren eserler de vardır. Bu tarz eserlerden bazıları şunlardır:
1- Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415), Risâle ale’l-Mu’teridîn alâ Muhyiddîn.
2- Ali b. İbrahim Kârî el-Bağdâdî, ed-Dürrü’s-Semîn fî Menâkıbi’ş-Şeyh
Muhyiddin.
3- Celâleddin Suyûtî, Tenbîhü’l-Gabî fî Tebrieti İbni’l-Arabî, (nşr. A.Hasan
Mahmud, Kahire 1990).
33Bu eseri neşreden Muhammed Tancî, kitabın sonuna İbn Haldun’a ait olduğu söylenen bir fetva sureti
koymuştur. Bu fetvaya göre Fusûs ve el-Futûhât nüshalarının yakılarak veya suya atılarak imha
edilmesi hükmünü vermektedir. Bkz. E. Kılıç, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/234.
16
4- Ali b. Meymûn el-Mağribî (ö. 917/1511), Risâle fi’l-İntisâr li’ş-Şeyh
Muhyiddin, (Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Genel, no: 1489).
5- Şeyh Muhammed b. Hamidüddin el-Mekkî, el-Cânibü’l-Ğarbî fî
Müşkilâti İbn Arabî, (Tahran 1985).
6- Ulvân el-Hamevî, er-Risâle fi’d-Difâ’ an İbni’l-Arabî, (Berlin Ktp., no:
2852).
7- Abdülganî en-Nablûsî, es-Sırru’l-Muhtebi’ fî Darîhi İbn Arabî,
(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, no: 3606).
8- Ömer el-Attâr, el-Fethu’l-Mübîn fî Reddi İ’tirâzi’l-Mu’terizîn alâ
Muhyiddin, (Kahire 1886).
9- Muhammed Nur el-Arabî, Risâletü’l-Mukaddime li-Mutâli’ı’l-Fusûs.
10- İsmail Fennî Ertuğrul (ö. 1855/1946), Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî.34
3. Akademik Çalışmalar
Bunların dışında bir de son asırlarda yapılan çalışmalar vardır ki, bunlar
çoğunlukla akademik çalışmalar şeklindedir.35 Bu çalışmalardan bazıları ise şunlardır:
34 Fusûsu'l-Hikem ve İbn Arabî ile ilgili yazılan eserler hakkında detaylı bilgi için bkz. E. Kılıç,
“Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/234-237.
35 1985 yılında İngiltere’de Oxford’da kurulan Muhyiddin İbn al-Arabî Society, İbn Arabî ile ilgili
çalışmalar yapanların birbirleriyle irtibat kurdukları bir merkez olmuştur. Bu merkez yılda iki kez dergi
çıkarmakta (Journal of Muhyiddin İbn Arabî Society) ve her yıl bir sempozyum düzenlemektedir. Bkz. E.
Kılıç, “İbnü'l-Arabî”, DİA, XX/513.
17
1- Ebu’l-Alâ el-Afîfî, The Mystical Philosophy of Muhyiddin İbnu'l-Arabî,
Londra 1964, Türkçesi: Muhyiddin İbnu'l-Arabî’nin Tasavvuf Felsefesi, çev.
Mehmet Dağ, AÜİF Yay., Ankara 1975.
2- Mahmud el-Gurab, el-İnsânü’l-Kâmil min Kelâmi’ş-Şeyhi’l-Ekber,
Dımaşk 1981.
el-Fıkh ınde’ş-Şeyhi’l-Ekber, Dımaşk 1981.
Şerhu Kelimâti’s-Sûfiyye min Kelâmi’ş-Şeyhi’l-Ekber,
Dımaşk 1981.
eş-Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin İbnu'l-Arabî, Dımaşk 1983.
Şerhu Fusûsi’l-Hikem, Dımaşk 1983.
el-Hayâl min Kelâmi’ş-Şeyhi’l-Ekber, Dımaşk 1984.
3- Toshihiko İzutsu, A Comparative Study of the Key Philosophical
Concepts in Sufism and Taoism, Tokyo 1966, Türkçesi: İbn Arabî’nin
Fusûs’undaki Anahtar Kavramlar, çev. Ahmed Yüksel Özemre, İstanbul 1998.
4- Osman Yahya, Histoire et Classification de l’ceuvra d’Ibn Arabî,
Dımaşk 1964.
5- Muhammed Recep Hilmi, el-Burhânü’l-Ezher fî Menâkıbi’ş-Şeyhi’l-
Ekber, Mısır, 1908.
18
6- Bursalı Mehmed Tahir, Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber, İstanbul,
1898.
7- Claude Addas, Ibn Arabî ou la Quéte du Soufre Rouge, Paris 1989,
Türkçesi: İbn Arabî Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, çev. Atila Ataman, İstanbul 2004.
8- Nihat Keklik, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Hayatı ve Çevresi, İstanbul
1966.
9- Süleyman Uludağ, İbn Arabî, İstanbul 1995.
10- Ferit Kam ve Mehmet Ali Aynî, İbn Arabî’de Varlık Düşüncesi, haz.
Mustafa Kara ve İsmail Kara, İstanbul 2005.
11- Naci İşbir, Muhyiddin İbnu'l-Arabî’nin Fusûsu'l-Hikem ve Futûhât-
ı Mekkiyye’sinde İnsan Anlayışı ve Eğitim, (Yüksek Lisans Tezi), Yüzüncü Yıl Ünv.
Fen-Edebiyat Bl., Van 1993.
12- Fahreddin Sönmez, İbnu’l-Arabî ve Vahdet-i Vücûd, (Lisans Tezi),
UÜİF., Bursa 1986.
13- Cağfer Karadaş, Muhyiddin İbnu'l-Arabî’nin İtikadî Görüşleri,
(Doktora Tezi), MÜİF, Kelâm Bl., İstanbul 1996.
14- Mahmut Erol Kılıç, Muhyiddin İbnu'l-Arabî'de Varlık ve
Mertebeleri (Vücûd ve Merâtibü’l-Vücûd), (Doktora Tezi), MÜSBE, İstanbul 1995.
15- Yıldırım Kâzım, Muhyiddin İbnu'l-Arabî Sistemi, (Doktora Tezi),
İÜSBE, İstanbul 1989.
19
16- Seyfullah Sevim, İslam Düşüncesinde Mârifet ve İbn Arabî, İstanbul
1997.
17- Hüdaverdi Adam, Muhyiddin İbnu'l-Arabî’nin Kazâ-Kader Görüşü,
(Doktora Tezi), Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1991.
18- Nihat Keklik, İbn Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları İçin Misdak
Olarak el-Futûhâtü’l-Mekkiyye, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990.
19- Mustafa Kara, İbn Teymiyye’ye Göre İbn Arabî, (Öğretim Üyeliği
Tezi), UÜİF, Bursa 1980.
20- Sebahattin Çevirbaş, Platon ve Muhyiddin İbn-i Arabî’nin Varlık
Anlayışlarının Karşılaştırılması, (Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Ünv. Ankara 1994.
21- Mustafa Özdemir, Sadreddin Konevî ve Muhyiddin İbnu'l-Arabî’de
İnsan-ı Kâmil İdeal İnsanın Nazariyesi, (Tezin türü tespit edilememiştir), İstanbul
Ünv. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bl. İstanbul 1977.
22- Mustafa Sarıkaya, Sadreddin Konevî ve Muhyiddin İbnu'l-Arabî’de
Metafizik ve Allah Problemi, (Tezin türü tespit edilememiştir), İstanbul Ünv.
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bl. İstanbul 1977.
23- Cavit Sunar, İbn Arabî, İmam-ı Rabbânî ve Vahdet-i Vücûd-
Vahdet-i Şuhûd, (Tezin türü tespit edilememiştir), İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bl. İstanbul 1954.
20
24- Emin Çelebi, İbn Arabî’nin Vahdet-i Vücûd Öğretisinde Bilginin
Yeri, (Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, Konya 2001.
IV. KUR’AN’DAN İKTİBASIN HÜKMÜ
Yazılı veya sözlü anlatımda Kur’an âyetleri çeşitli şekillerde iktibas
edilmektedir. Bunlardan birincisi, anlatımı kuvvetlendirmek ve desteklemek amacıyla
bunun bir Kur’an âyeti olduğunu belirtmek suretiyle yapılan iktibastır ki, bunun cevazı
konusunda herhangi bir tartışma mevcut değildir.
İkinci iktibas şekli ise, ifade dilmek istenen mânânın, âyet lafzı ile
anlatılmasıdır. Örneğin Hz. Ebubekir, bir konuşmasının sonunda ا أّي و�������� �! ال�ی
Haksızlık edenler hangi dönüşe (hangi âkıbete) döndürüleceklerini“ م%$�& ی%$�#�ن
yakında bileceklerdir”36 demiş, fakat bununla Kur’an tilavetini değil, âyetin mânâsıyla
sözünü tamamlamayı kasdetmiştir. Aynı şekilde Hz. Ali de: () *ا� /#.! إن+ م#)ی ��
Ben Allah’ın gerekli olan emri yerine getirmesi için37 arkadaşınıza“ أ��ا آ�ن �����
bîat ediyorum” demiş; sözünü âyet lafzını kullanarak tamamlamıştır.
Bu ikinci iktibası da pek çok âlim caiz saymıştır. Hatta bununla ilgili İmam-ı
Nevevî, cünüp bir kimsenin Kur’an’dan başka bir kitabı kasdederek ال.3)ب ب$�ة �4
“Kitabı kuvvetle tut”38 demesinin caiz olduğunu söylemiş; yine cünüp bir kimsenin bir
bineğe bindiğinde � Bunu bizim hizmetimize“ �#:)ن ال�ي �59 ل%) ه�ا وم) آ%) ل6 م$5ن�
36 Şuara: 26/227.
37 Enfal: 8/42.
38 Meryem: 19/12.
21
vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik” 39 âyetini dua
maksadıyla okumasına cevaz vermiştir.
Üçüncü bir iktibas şekli ise, âyet lafzında bazı değişiklikler yaparak, söylemek
istediğini âyetle ifade etmektir ki, Zerkeşî, bazı âlimlerin aşağıdaki delillere dayanarak
buna da cevaz verdiklerini belirtir. Delilleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Peygamber Efendimiz ;%</ (ت%) <+ ال=ن�@ !Aال� şeklinde dua etmiştir.
Kur’an’da ise (%ت%) <+ ال=ن�) />%; رب@ “Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver”40 âyeti yer
almaktadır.
2- İbn Ömer (r.a.) ;%</ 6 و ��! أ��ة��C Dا E�) Dآ)ن ل.! <+ ر��ل ا =G
demiştir. Kur’an’da ise Dأ��ة />%; ل$= آ)ن ل.! <+ ر��ل ا “Muhakkak ki Allah’ın
resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır”41 âyeti mevcuttur.
3- Yine Peygamber Efendimizin bir duası şu şekildedir: ح(#)Iا Jل(> !Aال�
5$Kم%)ل +%%Lوأ � ,Ey sabahı açan“ وQC(R ال��Q �.%) والO�P وال$�5 />#)ن) اC NG%+ ال=ْی
geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılan Allahım, borcumu
ödememe yardım et ve beni fakirlikten kurtarıp zengin kıl.” Kur’an’da ise şu âyet
mevcuttur: (وال$�5 />#)ن O�Pوال (%.� Qال�� Q�Rح و(#)Iا Jل(> “O, sabahı açandır. O,
geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü
kılmıştır.”42
39 Zuhruf: 43/13.
40 Bakara: 2/201.
41 Ahzab: 33/21.
42 En’am: 6/96.
22
Şiir içinde âyet iktibası hususunda ise Zerkeşî, Bakıllânî’nin bunu mekruh
saydığını, nahiv ve belâğat âlimlerinin ise bunu da caiz gördüklerini belirtmektedir.43
Sonuç olarak diyebiliriz ki, herhangi bir art niyet sözkonusu olmadığı ve
Kur’an’ı tahfif ya da tahrif gayesi güdülmediği sürece, yazı veya konuşma esnasında
Kur’an âyetlerine atıf ve telmih yapılabilmektedir. Yine âyetler aynen iktibas
edilebileceği gibi anlatmak istediğimiz mânâyı, âyet lafzını biraz değiştirmek suretiyle
kullanarak ifade etmekte de bir sakınca gözükmemektedir.
43 Bkz. ez-Zerkeşî, Bedreddin Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an, Beyrut 1972,
I/381-385.
BİRİNCİ BÖLÜM
FUSÛSU’L-HİKEM’DE KUR’AN’DAN İKTİBASLAR
I. ÂYETLERİN İKTİBAS ŞEKİLLERİ
Fusûsu'l-Hikem’in hemen hemen her fassında (bölümünde), farklı bir
peygambere izafe edilen hikmetlerden, yani söz konusu peygamber hakkında nâzil
olan bazı Kur’an âyetlerinin bâtınî mânâlarından söz edildiğini belirtmiştik. 1 Bu
özelliği dolayısıyla eserde âyet iktibaslarının çok yoğun olduğu görülür. Eserde, gerek
lâfzen gerekse mânâsına atıf yapılarak alınan yaklaşık 440 âyet mevcuttur. Bu rakam
eserin hacmiyle karşılaştırıldığında, her sayfaya neredeyse dört âyet düşmektedir.
Bunlardan çoğu (yaklaşık dörtte üçü) Kur’an metnine sadık kalınarak, yani lâfzen
iktibas edilmiş, bir kısmı da sadece mânâsına işaret edilerek telmih yoluyla esere
alınmışlardır.
Biz çalışmamızın bu bölümünde, Fusûs’taki âyetlerin esere dercedilme
şeklini ele alacağız. Bunu yaparken de, önce lâfzen iktibas edilen âyetleri, sonra da
mânâsına işaret edilen âyetleri alt başlıklarıyla birlikte inceleyeceğiz.
A. Âyetlerin Lâfzen İktibâsı
Yukarıda da belirtildiği üzere, Fusûsu'l-Hikem’de geçen âyetlerin büyük
çoğunluğunu, lâfzen iktibas edilen âyetler oluşturmaktadır. Bunlar arasında, bir bütün
1 Bkz. Giriş Bölümü, “Fusûsu'l-Hikem Hakkında Genel Bilgiler” konusu.
24
olarak alınan âyetler olduğu gibi, sadece bir bölümü alınan âyetler de mevcuttur.
Bazılarının âyet olduğu açıkça belirtilmişken, bazıları ise hiçbir işaret olmadan
doğrudan iktibas edilmişlerdir. Eserin sadece bir yerinde geçen âyetlerin yanı sıra,
birden fazla yerde geçen âyetlere de rastlanmaktadır. Yine, alınan âyetlerden bir
kısmının tefsirine genişçe yer verildiği, diğer bir kısmının ise hiç tefsir edilmeden
aktarıldığı görülür. Bunları, başlıklar halinde ve ayrıntılarıyla şu şekilde sıralamamız
mümkündür:
1. Âyetin Tamamının İktibası
Lâfzen iktibas edilen âyetler arasından bir bütün olarak metne aktarılan âyet
sayısı 67 olup (grup olarak iktibas edilen âyetler bir âyet olarak değerlendirilmiştir);
bunlardan 26 tanesi tamamen aynen ve fâsılasız, 25 tanesi bölüm bölüm (aralara bazı
açıklamalar eklenerek), 5 tanesi ufak birtakım değişiklerle alınmış, 9 tanesinin ise bir
kısmı lâfzen, diğer bir kısmı mânâ olarak iktibas edilmiştir. İkisinde ise, sûrenin
tamamının esere aktarıldığı görülür. Şimdi bunları detayları ile birlikte görelim:
a. Aynen İktibas
Tamamen aynen ve araya hiçbir fâsıla koymadan bir bütün olarak alınan
âyetlerin ilki, Kur’an-ı Kerim’in de ilk âyeti olan Fâtiha Sûresinin birinci âyetidir. Nuh
Fassı’nda geçen bu âyeti müellif, “Âlemdeki sûretlerin hepsi Hakk’ın dilleri olup O’nu
övmektedir” dedikten sonra, bu savına delil olarak zikretmektedir:
��� � رب ا �� ول�لG S)ل � ا�� *R5ءإل�6أي ت(%Uال &Gا�C
25
“Bundan dolayı ‘Hamd ve senâ âlemlerin Rabbi içindir’2 buyurmakla, bu
senânın neticesinin yine kendisine vardığına işaret etmiş oluyor.”3
Bu şekilde, tamamı aynen ve fâsılasız alınan âyetlerden diğer bazıları ise
şunlardır:
و ه+ ال��)رف ال�$��; <+ ی�%$ ا #��ء ! ��� ��رارا<$)ل ن�ح <+ /.�6 ل$�م6
ال��)ن+ و ال%5X ا3CW#)ري
“Nuh, kendi hikmetiyle kavmine: ‘(Ulu Tanrı) üzerinize yağmur yağdıran
semâyı gönderir’4 dedi. Bu da, mânâlardaki aklî bilgiler ve i’tibârî nazardır.”5
اD م.5 ب)ل�=�C إلE ال=�Cة ن Wو���وا ���ا آ'�را
“(Nuh kavmi) büyük bir hileye saptı.”6 Çünkü Allah’a davet, davet olunan
kimse için hiledir.”7
� <$)ل ��)� ء ب:5ف الZ)ی; و 5GنA) ب)Y> !�W) ا �ح�� و/�ا إ -ی�م +�*� ا
“ Allah, ‘Takvâ sahiplerini bölük bölük Rahman(ın huzuruna) topladığımız
gün..’8 buyurdu ve bunu, son mertebeyi ifade eden harf-i gâyeden ‘ilâ’ ile birlikte
zikretti ve Rahman ismiyle beraber söyledi.”9
2 Fâtiha: 1/1.
3 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17; 56; I/271.
4 Nuh: 71/11.
5 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 58; I/283.
6 Nuh: 71/22.
7 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 59; I/287.
8 Meryem: 19/85.
26
> �� ال�)ء و<+ ال�:�=ی��C +> ا <+ ب:)ر ال��! وه� ال:�5ة <)د��4ا ن)را�G5L( وإذا
��ر %�3ت ' ال3%�ر إذا أوG=تA) ا
“İlim denizine daldılar ki o hayrettir; ve su içinde ateşe girdiler.
Muhammedîler hakkındaki âyette, ‘Denizler tutuşturulduğu vakit..’10 buyrulmuştur.
Nasıl ki fırını yaktığın zaman, fırın tutuştu dersin (işte öyle aynı anlamda
kullanılmıştır).”11
ور/�4�5 ���+� ! �� ال��� ن>#3)ن ��C م.)ن و ��C م.)ن; <��� ال�.)ن
“Yücelik iki türlüdür. Birincisi mekân yüksekliği, ikincisi mekânet, yani
mertebe ve makam yüksekliğidir. Mekân yüksekliği, ‘Onu yüksek bir mekâna
yükselttik’12 âyetinin medlûlü gibidir.”13
b. Açıklamalar Konularak Yapılan İktibas
Bunların dışında, tamamı aynen iktibas edilmekle birlikte, araya birtakım
açıklamalar eklenen âyetler de vardır. Bunlara misal olarak şu âyet gösterilebilir:
� <+ ت�=اد ال�ا/= ب)ل��R[ وال%>& أي /�5وه! و�8 أض �ا آ6��ا �� �9 و� ت;د ا
Jال�$3^= وال>)ب E�C 6ث; <$=م`Uأورث�ا ال.3)ب وه� أول ال �� ال�ی�Ka^ال� !A<Kنb �=إ� ض
أي /�5ة
9 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 60; I/288.
10 Tekvir: 81/6.
11 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 62; I/301.
12 Meryem: 19/57.
13 Fusûs, (İdris Fassı), s. 21; 66; II/2.
27
“ (Nuh kavmi) ‘Gerçekten birçoklarını saptırdılar.’ Yani tek olan ilâhın
çeşitli yönlerini ve nisbetlerini saymak hususunda halkı şaşırttılar. (Kur’an’da adı
geçen ve) kitaba varis olan üç taifeden biri olan ve (Allah’ın) muktesıd ve sâbık’tan
önce zikrettiği, nefislerine ‘Zulmedenlerin ise ancak dalâletini artır.’ 14 Yani
hayretlerini (şaşkınlıklarını) artır.”15
Bu paragrafta görüldüğü üzere, bütün bir âyet, üç bölümde verilmiş, araya
açıklamalar eklenmiştir. Hatta bu açıklamalar arasında, Kur’an’ın bir diğer âyetine
telmih de vardır.16 Şu âyet de, bu konunun bir başka örneğini teşkil eder:
�/CدA �ا +�را <+ ب:)ر ال��! ب)D وه� ال:�5ة /�8�BCا <A+ الca4 +3 بA ��� !A@�?�ت<
�� ال�)ء و <+ ال�:�=ی��C +> " 5تY� وإذا ال#:)ر " (Aت=Gدون ال3%�ر إذا أو �� �> � ی�3وا /
� أن^)ره! <.ا� أ+�Dرا�C Dن ا(
“Düştükleri ‘Hatalarından dolayı’ Tanrı bilgisi denizlerine ‘daldırılıp
boğuldular’ ki bu hayret mertebesidir; su içinde ‘ateşe girdiler.’ Muhammedîler
hakkındaki âyette ‘Denizler tutuşturulduğu vakit’ 17 buyrulmuştur. Nasıl ki fırını
yaktığın vakit ‘fırın tutuştu’ dersin, bu da öyledir. ‘Bu durum içinde onlar,
kendilerine Allah’tan başka yardımcı da bulamadılar.’18 Şu hallerinde Allah onların
bizzat yardımcısı oldu.”19
14 Nuh: 71/24.
15 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 61; I/297.
16 “Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir,
kimi muktesıd (orta giden)dir, kimi de Allah’ın izniyle sâbık (öne geçen)tır. İşte büyük lütuf budur.”
Fâtır: 35/32.
17 Tekvir: 81/6.
18 Nuh: 71/25.
28
Bu alıntıda da görüldüğü üzere müellif, Kur’an’ın bir âyetini alıp, aralara
açıklamalar ve te’viller ekleyerek – ki bunlar işârî yorumlardır – okuyucuya sunmuştur.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi burada da âyetin âyetle tefsirine şâhit olmaktayız.
Yalnız bir önceki misalde âyete yalnızca telmih yapılmışken burada aynen ve bütün
olarak alındığını görmekteyiz.
c. Bazı Değişikliklerle Yapılan İktibas
Fusûsu'l-Hikem’de, tamamı alınmakla birlikte, üzerinde anlamı bozmayacak
küçük birtakım değişiklikler yapılarak aktarılan âyetler de mevcuttur. Bunların
hepsinin, âyet olduğu belirtilmeden alındığı, kimi zaman müellifin kendi cümlesi gibi
metne aktarıldığı, kimi zaman da yapılan açıklamalar arasında cümlenin gelişine göre
birtakım değişikliklere uğradığı görülür. Örneğin:
� و� تHرن ودا و� %�ا!� و� ی�Gث وی��ق�)> I رنHا � ت� و+#�او �8
âyeti, metne aktarılırken, baştaki و atıf harfi yerine ف atıf harfi kullanılmış, böylece
mânâ değiştirilmemiştir. Bunun sebebi ise, Kur’an’da anlatılan bir olayı müellif kendi
ifadeleri ile anlatırken zaman zaman âyet metnini kullanmış, fakat burada cümlenin
gelişi dolayısıyla bu değişikliği yapmıştır. Âyetin metne aktarılışı şöyledir:
� و� تHرن ودا و� %�ا!� و� ی�Gث وی��ق و+#�ا <+ م.5ه! /�� �ا �)> I رنHت �
19 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/301.
29
“(Nuh kavmi) yaptıkları hile ile (birbirlerine) ‘Dediler ki: Sakın ilâhlarınızı
bırakmayın; hele Vedd’den, Süvâ’dan, Yeğûs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla
vazgeçmeyin!’”20
Aynı durum, şu âyetin iktibâsında da göze çarpar:
��'J � ت�رآP اNب�Dر وه� ی�رك اNب�Dر وه� ا @�K ا
Bu âyet de, başına و atıf harfi eklenerek ve son kısmındaki وه� yerine �A>
denilerek alınmıştır. Burada da âyet, âyet olduğu belirtilmeden, müellifin ifadesinin bir
parçası gibi metne aktarılmıştır:
/<� ا @�K ا J'��......) (� ت�رآP اNب�Dر وه� ی�رك اNب�Dر و
“Ve ‘Gözler O’nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür.’ (…) ‘O, eşyayı pek iyi
bilen, her şeyden haberdar olandır.’”21
d. Bir Kısmının Lafzının, Bir Kısmının Mânâsının İktibâsı
Tamamı alınan âyetlerden bazılarının ise bir kısmının lâfzen, bir kısmının
mânâ olarak iktibas edildiği görülür. Bunun en güzel örneğini, Şuarâ sûresinin 24.
âyetinin metne iktibasında görmek mümkündür. Âyetin aslı şu şekildedir:
��58�� � �8ل رب ا #��ات واNرض و�� ب�5<�� إن آ5(
“(Musa) dedi ki: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler iseniz, O,
göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.”22
20 Nuh: 71/23; Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 60; I/293.
21 En’am: 6/103; Fusûs, (Harun Fassı), s. 104; 293; IV/123.
30
Bu âyetin metne aktarılışı ise şöyledir:
إن آ5(� ال�ي ت5AX <�6 (�ر ال�)ل��� م� ��C وه� ال>�)ء و�QK وه� اbرض �8ل
��58��
“(Musa) ‘Dedi ki: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler (yakîn ehli)
iseniz’ (O), yücelerden – ki o gökyüzüdür – ve aşağılardan – ki o da yeryüzüdür –
âlemlerin sûretlerinin kendisinde belirdiği zâttır.”23
Görüldüğü üzere burada, müellif âyetin baş tarafını tefsir ederek kendi
cümleleriyle ifade etmiş, son kısmını ise aynen almıştır. Aynı durumun görüldüğü bir
diğer âyet ise şudur:
� /�%(�TC/ P��8 KJ!�4 إ+<� آ�+�ا ���8 /�%��
“(Firavun) kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan
çıkmış bir kavimdir.”24
Bu âyetin metne aktarılması ise şöyle olmuştur:
آ�+�ا ���8 /�%���إ+<� /�TC!�4وه+ الKi(a; ال3+ ا��C5> (AK93ن
“O topluluk ki, Firavun onları aldatmıştır. ‘Onlar da ona boyun eğdiler
(itaat ettiler). Onlar yoldan çıkmış (fâsık) bir kavimdir.’25
22 Şuarâ: 26/24.
23 Fusûs, (Musa Fassı), s. 112; 313; IV/186.
24 Zuhruf: 43/54.
25 Fusûs, (Musa Fassı), s. 113; 316; IV/194.
31
Burada da müellif, tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi âyetin baş tarafını
mânâ olarak, son tarafını ise lafza bağlı kalarak eserine aktarmıştır. Bunu yaparken
âyetten alıntı yaptığını belirtmemiştir. Fakat Kur’an’ın üslûbuna âşinâ olanlar,
buradaki âyeti kolayca fark edebileceklerdir.
e. Sûrenin Tamamının İktibası
Sûrenin tamamının metne aktarıldığı iki grup âyet vardır. Bunlardan birincisi
İhlâs Sûresi olup, Yusuf Fassı’nda geçmekte ve âyetler arasına açıklamalar eklenerek
şu şekilde sunulmaktadır:
� ی � م� /�j ا�3%)دن) إل�6 ا� ا ��D م� /��C j%6 8$ ه� ا� أح� م� /�j ه�ی63
�� ی� � ون: Pآ�لS و �� ی� آ�لA> S�ا ن�63 آ��ا أح� و
“(Nasıl ki İhlâs sûresinde şöyle buyrulmuştur:) ‘De ki O, Allah birdir.’ Yani
aynı ve zâtı yönünden benzeri olmayandır. ‘Allah sameddir (Kendisine muhtaç
olduğumuz sığınağımızdır.)’ Bizim O’na dayanmamız cihetinden böyledir. Kendi
hüviyeti ve bizim benliğimiz itibariyle ‘Doğurmadı’ ve aynı yönden ‘Doğurtulmadı ve
O’nun hiçbir dengi yoktur.’26 İşte bu Hakk’ın na’tıdır.”27
İkincisi de Fâtiha Sûresi olup Muhammed Fassı’nda geçmektedir. Bu Fassın,
etrafında döndüğü “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku ve
gözümün nûru namaz” 28 hadisi çerçevesinde namazla ilgili bir kudsî hadis
26 İhlas: 112/1-4.
27 Fusûs, (Yusuf Fassı), s. 41; 123; II/255.
28 Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Musned, Muessesetu Kurtuba, Mısır, ts., III/128, 199, 285; Ebu
Abdurrahman b. Şuayb en-Nesâî, Sünen, Mısır 1964, İşretü’n-Nisâ, 1.
32
zikredilmekte, bu kudsî hadiste Fâtiha sûresinin tamamı yer aldığı için sûre metne
böylece aktarılmaktadır:
Dا �C k�:^ل آ�) ورد <+ ال9#5 ال(G 6أن QRو lC " ي=#C �c�<G ال^`ة ب�%+ و ب�
� <%^AK) ل+ ون^AK) ل�#=ي ول�#=ي م) �mل ی$�ل ال�#= �K^ن �ی$�ل اD ب#� ا� ا �ح�� ا �ح�
� ی$�ل ال�#= ذآ5ن+ C#=ي �� �� ��� � رب ا ا �ح�� ا �ح�� ی$�ل اD /�=ن+ C#=ي ی$�ل ال�#= ا
ی$�ل اD مY=ن+ C#=ي <�ض إلC E#=ي <A�ا �� U ی�م ا �ی� = ی$�ل اD أث%C +�C E#=ي ی$�ل ال�#
ی$�ل اD ه�[ ب�%+ وب�� C#=ي إی�ك +�'� وإی�ك +#(��� ال%^o آ�D 6 ت�)لE 4)لn ث! ی$�ل ال�#=
*Gوm> لm� (ش53اكول�#=ي مW[ ا�ی; <+ هrی$�ل ال�#= ا �� ص�اط ا Hی��)#� اه�+� ا �Dاط ا
G� � B�� ا>� ! X��+بأ� �>� ! � � ی$�ل اlC D وQR هWsء ل�#=ي ول�#=ي م) �و� ا
"�mل
“Nasıl ki sahih bir hadiste Allah’tan gelen vahiy ile şöyle buyruldu: Ben
namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm; yarısı bana, yarısı da kuluma aittir ve
kuluma istediği verilecektir. Kul, ‘Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla’ deyince
Allah, ‘Kulum beni andı’ der. Kul, ‘Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’
Deyince Allah, ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul, ‘O Rahman ve Rahimdir (yani
rahmeti umumiyetle bütün mahlûklara ve hususi olarak bütün mü’min kullara
şâmildir)’ deyince Allah, ‘Kulum bana senâ etti’ der. Kul, ‘O din gününün sahibidir’
deyince Allah, ‘Kulum beni temcid etti (işini bana bıraktı)’ der. Fâtiha’nın ilk yarısı
olan bu üç âyet Allah’a aittir. Bundan sonra kul, ‘Yalnız sana ibadet eder ve yalnız
senden yardım dileriz’ deyince Allah, ‘Bu, benimle kulum arasındadır ve kuluma
istediği verilecektir’ buyurur. Şu halde bu âyette bir ortaklık vardır. Kul, ‘Bize doğru
yolu göster; kedilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba
33
uğramışların ve sapmışların yolunu değil’29 deyince de Allah, ‘bunlar kulumundur ve
kuluma istediği verilecektir’ buyurur.”30
2. Âyetin Bir Kısmının İktibası
Fusûsu'l-Hikem’deki Kur’an’dan yapılan iktibasların çoğunun tam bir âyet
olmayıp, âyetin belli bölümleri olduğu görülür. Örneğin, Âdem Fassında, Hz. Âdem’in
yaratılışı konu edilirken, meleklerin ilk andaki şüphe ve itirazlarından söz eden Bakara
2/30 âyetinin tamamı metne aktarılmamış, o âyette geçen bir cümlenin iktibası ile
yetinilmiştir. Âyetin tamamı şöyledir:
Sل رب(G وإذ.i`ل�ا ;ل��(G ;K��4 رضbا +> QC(R +ی�#� /�<� إن � أت$�3 /�<� �
�=ك ون$=س لG S)ل إن+ أ�C! م) W ت����ن وی>SK ال=م)ء ون:� ن>#k ب:
“Bir zamanlar Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’
demişti. (Melekler): ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi
yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz!’ dediler.
(Rabbin:) ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.”31
Bu âyette belirtilen kısmın metne aktarımı ise şöyledir:
j�/ � ول�O إW ال%lاعأت$�3 /�<� �� ی�#� /�<� ال%mPة<$)لc م
29 Fatiha: 1/1-7.
30 Fusûs, (Muhammed Fassı), s. 112-123; 339-340; IV/369.
31 Bakara: 2/30.
34
“Onlar, yaratılış yönünden, ‘(Ya Rabbi!) Sen orada (yeryüzünde) fesat
çıkaracak (bozgunculuk yapacak) birisini mi yaratacaksın?’ dediler. Hâlbuki bu hal
Tanrı ile nizâdan başka bir şey değildi.”32
Fusûsu'l-Hikem’de 226 iktibas bu şekildedir. Bunlardan 160 tanesi
Kur’an’ın bir yerinde geçen âyetlerdir. Kur’an’ın değişik sûrelerinde ve âyetlerinde
geçen aynı bölümlerin metne iktibas sayısı ise 18’dir. Yine bazıları – tamamı alınan
âyetlerde olduğu gibi – küçük değişiklikler yapılarak esere dercedilmiştir ki, bunların
sayısı da 16’dır. Aralara açıklamalar eklenerek yapılan iktibas sayısı 19, bir kısmının
lafzen, diğer kısmının da mânâ olarak alındığı âyet sayısı ise 7’dir. 6 yerde ise, iki
farklı âyetin birer bölümü alınıp, peş peşe aynı âyet gibi yerleştirilmiştir. Bu iktibas
biçimlerini şu şekilde incelemek mümkündür:
a. Bir Âyette Geçen Bölümün İktibası
Bir kısmı alınan âyetlerden 160’ı Kur’an’ın sadece bir yerinde geçmektedir.
Zaten Kur’an’da lâfzî tekrarların çok fazla olmadığı görülür. Dolayısıyla bir bölümü
iktibas edilen âyetlerden yaklaşık dörtte üçü sadece bir âyette geçmektedir. Eserden
alınan aşağıdaki cümlede bunun örneğini görmek mümkündür:
(A3م5 آ�6 م%6 اب3=اؤ[ وانb(> ]ؤ P آ ��Nا Yی�ج P� آ�) اب3=أ م%6وإ
“Her işin başı da, sonu da O’ndandır. ‘Her iş O’na döndürülür.’33 Tıpkı
O’ndan başladığı gibi.”34
32 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 5; 25; I/138.
33 Hûd: 11/123.
35
Bu cümledeki âyet metni, Hûd sûresinin 123. âyetinin bir bölümü olup, bu
âyet cümlesi Kur’an’ın başka bir yerinde bulunmaz. Aynı durum, aşağıdaki iktibaslar
için de söz konusudur:
Oب��I ل(G ا�A�>��ب X� A �� � 6��R ب�� ي �� �U�5 أن ت�3# �C Wوم) ه� إ
J:ی=ا ال (وه� J:رة ال�)(�رة ال�)ل! و � ال^�رت�
“İşte bunun için Allah, İblis’e sordu: ‘İki elimle yarattığım şeye secde
etmekten seni alıkoyan nedir?’ 35 Hâlbuki o (Âdem), âlemin sûretiyle Hakk’ın
sûretinden ibaret olan iki sûretin birleşmesinden başka bir şey değildi ki, o iki sûret de
Hakk’ın iki elidir.”36
ا �5س ات��ا ی� أی<� <xدم ه� ال%OK ال�ا/=ة الJ�4 +3 م%A) ه�ا ال%�ع اIن>)ن+ وه� �Gل6
� +�a واح�ة وA _ �5<� زوج<� وب[ �5<�� رج�� آ6��ا و+#�ء� ��� A يH رب�� ا
“Âdem, bu insan nevi’nin kendisinden yaratıldığı tek nefistir. Nitekim Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (nefes alan candan)
yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten
Rabbinizden korkun.’”37
W(U3ل امm<وإن�) یDم5 اb Eل6 ت�)ل�G +> �� b3)%أ اد!�+
34 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 3; 23; I/119.
35 Sâd: 38/75.
36 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 7; 31; I/161.
37 Nisâ: 4/1; Fusûs, (Âdem Fassı), s. 8; 34; I/172.
36
“Ancak Allah’ın: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim’38 yolundaki emrine
uymak için ihsan dileyenler vardır.”39
b. Birden Fazla Âyette Geçen Bölümün İktibası
Tamamı değil de bir bölümü esere iktibas edilen âyetlerden 12’si, Kur’an’ın
bir âyetinde değil birden fazla âyetinde geçmektedir. Aşağıda inceleyeceğimiz âyet
cümlesi buna örnek olarak zikredilebilir:
(G Dا E�C y#Aل Q#:رضل ال�:�=ي ل� دل�3! بNا ات و�� /��# P �� / ا
“Hâlbuki Muhammedî: ‘Eğer siz – herhangi bir noktadan – bir ip
sarkıtsaydınız, muhakkak ki Allah’ın üzerine düşerdi’ 40 dedi. ‘Göklerde ve yerde
olanların hepsi O’nundur.’”41
Bu paragraftaki âyet cümlesi, Kur’an’ın sekiz farklı sûresinin dokuz farklı
âyetinde geçmektedir. Benzer bir durum, Nuh Fassındaki şu iktibas için de söz
konusudur:
Sل�G +> رك=G QAR (ري آ�=Gم$)م+ و QAY�> +�Rأ �و�� رب ا5KL ل+ أي ا�53ن+ م
�8روا ا� ح_ �8ر4
38 Mü’min: 40/60.
39 Fusûs, (Şit Fassı), s. 10; 38; I/186.
40 Tirmizî, Tefsir, 57; Ahmed b. Hanbel, II, 370.
41 Bakara: 2/255; Nisa: 4/171; Yunus: 10/68; İbrahim: 14/2; Tâhâ: 20/6; Hacc: 22/64; Sebe: 34/1; Şûrâ:
42/4, 54; Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/303.
37
“Rabbim, beni mağfiret et,42 yani benim nefsimi ört ve benim için kapalı
bulundur ki, ‘Allah’ı, O’nun şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar (kadrini
bilemediler)’43 âyetinde buyurduğun gibi, benim de kadrim ve makamım bilinmesin.”44
Diğer âyetler ve eserde geçtiği yerlere ise fazlaca yer kaplayacağı için burada
değinilmemiştir.
c. Bazı Değişikliklerle Yapılan İktibas
Tamamı alınan âyetlerde olduğu gibi, bir bölümü alınan âyetlerin bazılarında
da, esere iktibas edilirken küçük birtakım değişiklikler yapılmıştır. Örneğin, Rahman
sûresinin 29. âyetinin son bölümü olan: نmی�م ه� <+ ش Qآ “O, her gün (her an) bir
şe’ndedir (iştedir)”45 âyet cümlesi, içindeki ه� zamiri başa alınarak, şu şekilde metne
aktarılmıştır:
شCن/<� آ$ ی�م /<zن ال5ب ل6 الU#�ت واIل6 ی3%�ع ب)��b)ء
“Çünkü Rab için sübût vardır (yani Rab mefhumu değişmez); ilâh ise
isimlerle değişmektedir. Çünkü ‘O her an bir şe’ndedir’”46
Cümlenin gelişine uygun olması için yapılan bu küçük değişikliğin bir
benzerini de, Ahkâf sûresinin 9. âyetinin iktibasında görmek mümkündür. Âyetin
metne aktarılan bölümü olan: !.ب Wب+ و Q�Kوم) أدري م) ی Q�5ال � QG “De م) آ%c ب=C) م
42 Nuh: 71/28.
43 En’am: 6/91; Hacc: 22/74; Zümer: 39/67.
44 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 64; I/ 310.
45 Rahman: 55/29.
46 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/303.
38
ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem…”47
cümlesi, eserde şu şekilde yer almaktadır:
Eل ت�)ل(G8$ �� أدري �� ی��$ ب� و� ب�
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘De ki: Ben, bana ve size ne yapılacağını
bilmem.’”48
Görüldüğü üzere, âyetin ilk cümlesi atlanarak ikinci cümlesi alınmış, bunu
yaparken de âyetin başında yer alan QG “De ki” kelimesi, ikinci cümlenin başına
getirilmiştir. Bazen de, takdim-te’hir tarzında bir değişiklik göze çarpmakta; sonraki
bir cümle önce, önceki bir cümle de sonra verilmektedir. Tâhâ sûresinin 72. âyetinde
geçen: ...([ ال:�)ة ال=ن��ض إن�) ت$}+ ه(G cم) أن NG(> “Öyle ise yapacağını yap. Sen
ancak bu dünyada hükmünü geçirebilirsin.”49 cümlesinin iktibasında bu durum söz
konusudur:
���ة ا �+�� /�d8 �� أ+X �8ض<$)ل�ا ل6 إ+�� ت� ه4H ا
“(Sihirbazlar) ona (Firavun’a) dediler ki: ‘Sen ancak bu dünyada hükmünü
geçirebilirsin. Öyleyse yapacağını yap.’”50
Burada, âyette sonra gelen cümle önce, önceki de sonra zikredilmiştir. Bu
örnekte de görüldüğü gibi, müellifin âyetleri iktibas ederken başvurduğu bir metod
olarak değerlendirilmesi gereken bu tarz değişiklikler, âyetlerde herhangi bir mânâ
47 Ahkâf: 46/9.
48 Fusûs, (Yakup Fassı), s. 36; 113; II/206.
49 Tâhâ: 20/72.
50 Fusûs, (Musa Fassı), s. 114; 317; IV/197.
39
değişikliğine ya da anlam kaymasına sebep olmamakta, sadece birtakım küçük lâfzî
değişikliklerle sınırlı kalmaktadır.
d. Açıklamalar Konularak Yapılan İktibas
Tamamı alınan âyetlerde de görülen bu iktibas şeklinde müellif, eserine almış
olduğu âyet cümlesini ya da bölümünü bir bütün olarak vermemekte, aralara birtakım
açıklamalar eklemektedir. Klasik tefsir kitaplarında uygulanan bu metodun yer aldığı
bölümlerde eser, tam bir tefsir kitabı görünümü arz etmektedir.
Çoğunlukla işârî ve tasavvufî yorumlar olduğu görülen bu açıklamalar, kimi
zaman sadece bir ya da birkaç kelimeden ibaret kalmakta, kimi zaman isa bir veya
birkaç cümleden oluşan uzun açıklamalar olarak göze çarpmaktadır. Bu iktibas şekli
için şu örnekler verilebilir:
Eل ت�)ل(Gو ق و/�/eا ی�ت�5 /I �� وه� S%�C أ+�#<� %�5ی<> �أي ح(- ی('�
��_ل�%)�5ی م� /�j أنS (�رت6 وه� رو/Sأ+P ا
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Biz onlara, ufuklarda ve kendi
nefislerinde (canlarında)’ ki o senin aynındır; ‘âyetlerimizi göstereceğiz. Tâ ki
onlara’ yani (âfak ve enfüse) nazar edenlere ‘açıkça belli olsun ki muhakkak o
Hakk’tır’51 Yani sen O’nun sûretisin, O da senin rûhundur.”52
Eل ت�)ل(G P 6آ� a� <P#6وه� ا #��Y ا 'l%> ��D[ شء
51 Fussilet: 41/53.
52 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17; 55; I/266.
40
“Allah Teâlâ (kendi zâtı hakkında): ‘O’na benzer hiçbir şey yoktur’ dedi,
bununla kendini tenzih etti; ‘O işiten ve görendir’53 dedi, bununla da kendisini teşbih
etti.”54
� ال�.5 أد!� إ - ا� �C ا�A> ة��Dم5 ل6 آ�6! - بb6 ال>`م أن ا��C 6#%>
“ ‘Allah’a davet ederim’ Bu (âyetin bu kısmı), hilenin ta kendisidir. ‘basiret
üzere’ 55 Bununla ise Hz. Peygamber her işin tamamen O’na ait olduğuna dikkat
çekmiştir.”56
e. Âyetin Bir Kısmının Lafzının Bir Kısmının Mânâsının İktibası
Esere alınan âyet cümlelerinden bazılarının, ne tamamen lâfzen ne de
tamamen mânen alınmayıp, birazının lafzının birazının da mânâsının iktibas edildiği
görülür. Örneğin Hicr sûresinin 29. âyetinin başında yer alan: �<zذا ��ی63 ونc9K <�6 م
Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman..”57“ رو/+ ilâhî buyruğu
metne şöyle aktarılmıştır:
نK| <�6 ه� ت�)لf/Eذا %�ی(P آ�) G)ل
“Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğu gibi: ‘Ona şekil verdiğim zaman’ ona
bizzat Allah Teâlâ üfürmüştür.”58
53 Şûrâ: 42/11.
54 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17; 57; I/275.
55 Yusuf: 12/108.
56 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 59; I/287.
57 Hicr: 15/29; Sâd: 38/72.
58 Fusûs, (İsa Fassı), s. 66; 189; III/150.
41
Burada görüldüğü üzere âyetin ilk kısmı aynen alınmış sonraki kısmı ise
mânâ olarak verilmiştir. Benzer bir durumu Enbiyâ sûresinin 79. âyetinin iktibasında
görmek mümkündür. Âyetin ilgili kısmı şöyledir:
(��Cه) ����)ن وآ` @ت�%) /.�) و(%�AK>
“Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz kavratmıştık. Biz onların her
birine hüküm ve ilim verdik.”59
Bu âyetin esere aktarılışı ise şu şekildedir:
Rو lC 66 <$�ل��C (وأم Q �5ه� % ���ن�>�/(��Cو (�./ Dال:.! وآ` @ت)[ ا N�$م* ن
“Onun (Hz. Süleyman’ın) ilmine gelince; o, (Hz. Davud’un verdiği) hükmü
bozup değiştirmekle birlikte, Allah onun hakkında şöyle buyurmuştur: ‘Böylece bunu
Süleyman’a biz kavratmıştık.’ Onların her birine de hükmü ve ilmi Allah vermiştir.”60
Burada âyetin alıntılanan kısmında yer alan ilk cümle aynen ikincisi ise mânâ
olarak verilmiştir. Eserde yer alan bu tür iktibas sayısı ise yedidir.
f. İki Farklı Âyetin Bazı Bölümlerini Birleştirerek İktibas
İbn Arabî’nin âyetleri iktibas metodlarından belki de en ilginci onun âyetleri
birbiriyle karıştırıp, aralarında anlam bağı kurarak birbirinin peşi sıra sunmasıdır. Bu
durumda iki farklı âyet metni bir âyet görünümü arz etmekte ve bu durum kolay kolay
59 Enbiyâ: 21/79.
60 Fusûs, (Süleyman Fassı), s. 75; 214; III/238.
42
anlaşılamamaktadır. Meselâ şu ifadesinde Mü’min sûresinin 85. ve Yunus sûresinin 98.
âyetlerini birleştirir:
�� رأوا بg5% �5%C ا� ا ( X A �8 / !'�د4 إ� �8م / � یU ی��5<� وأم) �Gل6 �إی��+<
a+ی�
“Allah’ın şu sözüne gelince: ‘Azabımızı gördüklerinde imanları kendilerine
fayda vermedi. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur.61 Ancak Yunus
kavmi müstesnâ.62’”63
Aynı durumu Muhammed Fassındaki şu ifadesinde de görmekteyiz:
أو ?U ه� وو(AK! ب)ل9>5ان <$)ل وا Hی� �5�Iا ب� '�T$ وآ��وا ب�� وه� �Gل6
�%�J ون ا Hی� A#�وا أ+�#<�ا
“Bu, Allah’ın şu sözüne uygundur: ‘O kimseler ki bâtıla inandılar ve Allah’ı
inkâr ettiler’ Böyle kimseleri hüsranla vasfederek şöyle buyurmuştur: ‘İşte onlar
hüsrana uğrayanlardır64 ki nefislerine ziyan etmişlerdir.65’”66
Bunun bir başka örneği ise Harun Fassında geçmektedir. Burada da İbn Arabî,
Tâhâ sûresinin 94. ve A’raf sûresinin 150. âyetlerinde yer alan ve Harun (a.s)’ın sözü
olarak nakledilen iki farklı ifadeyi birbirinin devamı imiş gibi nakletmektedir:
61 Mü’min: 40/85.
62 Yunus: 10/98.
63 Fusûs, (Musa Fassı), s. 114; 318; IV/202.
64 Ankebut: 29/56.
65 En’am: 6/12, 20; A’raf: 7/9; Hûd: 11/21; Mü’minûn: 23/103; Zümer: 39/15; Şûrâ: 42/45.
66 Fusûs, (Muhammed Fassı), s. 122; 338; IV/365.
43
� ب�أ% و� ت*�X ب اN!�اء� تHAC ب ��( وث! G)ل
“Sonra (Harun): ‘Saçımı sakalımı tutma (bırak) 67 ve düşmanları bana
güldürme68’ dedi.”69
Fusûsu'l-Hikem’de bu iktibas şeklinin üç örneği daha bulunmaktadır ve
bunlar da birbirinin devamı olmadığı halde bu izlenimi uyandırmaktadır.70
3. Âyet Olduğu Belirtilerek Yapılan İktibas
İbn Arabî’nin Fusûs’una aldığı âyetlerin büyük çoğunluğunun lâfzî iktibas
şeklinde olduğunu daha önce belirtmiştik. 71 Bu lâfzî iktibasların da yarısından
fazlasında (152 âyette) müellif, bunların bir âyet olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu, kimi
zaman âyetin öncesinde “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur”, kimi zaman “Allah’ın şu
sözünde (âyetinde) olduğu gibi”, kimi zaman da “Muhammedîler hakkındaki şu âyet”
gibi ifadeler kullanılarak yapılmıştır. Şimdi bunların her birinin örneklerini görelim:
Âdem Fassında geçen bir ifade şöyledir:
Oب��I ل(G ا�A�> ب��ي X� A �� �� �U�5 أن ت�3#
67 Tâhâ: 20/94.
68 A’raf: 7/150.
69 Fusûs, (Harun Fassı), s. 100; 283; IV/96.
70 Bu âyetler ve eserdeki sayfa numaraları şöyledir: 1- Lokman: 31/12; Bakara: 2/269, (Lokman Fassı), s.
98; 276; IV/74. 2- Nahl: 16/50; En’am: 6/18, (Eyyûb Fassı), s. 86; 244; III/317. 3- Nahl: 16/109; Kehf:
18/104, (Şuayb Fassı), s. 54; 158; III/34.
71 Bkz. Birinci Bölüm, “Âyetlerin Lafzen İktibası” konusu.
44
“Bunun için (Allah) İblis’e şöyle demiştir: ‘İki elimle yarattığım şeye secde
etmekten seni alıkoyan nedir?’”72
İlgili âyetin öncesinde ل(G “dedi” lafzı kullanılarak – ki bunun öznesinin
Allah olduğu öncesindeki ifadelerden anlaşılmaktadır – bu cümlenin bir âyetten alıntı
olduğu açıkça belirtilmiştir. Bir diğer örnek yine Âdem Fassında yer alan şu ifade
olabilir:
ی� أی<� ا �5س ات��ا + J�4 م%A) ه�ا ال%�ع اIن>)ن+ وه� �Gلx> 6دم ه� ال%OK ال�ا/=ة ال3
� +�a واح�ة وA _ �5<� زوج<� وب[ �5<�� رج�� آ6��ا و+#�ء� ��� A يH رب�� ا
“Âdem, bu insan nev’inin kendisinden yaratıldığı tek nefistir. Nitekim Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (nefes alan candan)
yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten
Rabbinizden korkun.’”73
Burada da âyet öncesinde 6ل�G وه� “Bu O’nun (Allah’ın) şu sözü(nde
belirtilmiştir)” denilerek âyete açıkça telmih yapılmıştır. Bir diğer belirtme biçimi olan
“Muhammedîler hakkındaki şu âyet” ifadesinin misâli ise şudur:
�� /�Pوه� <+ ال�:�=ی��� J)#� � وأ+���ا ��� ج� �
“Bu, Muhammed ümmeti hakkında: ‘Sizi hâkim kılıp sizin yönetiminize
verdiği şeylerden (Allah için) harcayın.’74 âyetinde işaret buyrulan hakikattir.”75
72 Sâd: 38/75; Fusûs, (Âdem Fassı), s. 7; 31; I/161.
73 Nisâ: 4/1; Fusûs, (Âdem Fassı), s. 8; 34; I/172.
74 Hadid: 57/7.
45
4. Âyet Olduğu Belirtilmeden Yapılan İktibas
İbn Arabî Fusûs’una lâfzen aldığı âyetlerden yarısına yakınını âyet olduğunu
açıkça belirtmeden iktibas etmiştir. Fakat bunların pek çoğunun âyet olduğu bazen
cümlenin gelişinden, bazen sîga değişikliğinden bazen de Kur’an’ın çok bilinen âyeti
olduğundan kolayca anlaşılmaktadır. Bunun yanında Kur’an’dan alındığı kolayca
anlaşılamayan âyetler de mevcuttur. Şimdi bunları ayrıntıları ile birlikte görelim:
a. Âyet Olduğu Kolayca Anlaşılanlar
Nuh sûresinin 71/5-6 ve 10. âyetlerinin yer aldığı Fusûs metni şöyledir:
!Aل ل(G !ه! إ�5ارا ث(Cرا ث! د(AR !ه(C=> ��8 را د!�ت��B آ�ن P+إ �ا%(��Gوا رب�
�= و+<�را / � ی;ده� د!�ئ إ� /�ارا
“Şu hale göre onları önce açıktan davet etti. Sonra gizlice davet etti ve onlara
‘Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır’76 dedi. ‘Ben kavmimi
gece gündüz (imana) davet ettim. Benim davetim onları kaçırmaktan başka bir
netice vermedi.’”77
Bu paragrafta görüldüğü üzere iktibas edilen cümlelerin Kur’an âyeti
olduğuna dair açık bir ifade mevcut değildir. Buradaki ilk âyet olan ‘Rabbinizden
mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır’ cümlesinin bir âyet cümlesi olduğu
Kur’an üslûbuna yabancı olmayanlar için kolayca anlaşılmaktadır. Son iki âyetin
75 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 59; I/285.
76 Nuh: 71/10.
77 Nuh: 71/5-6; Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17-18; 57; I/276.
46
Kur’an’dan iktibas olduğu ise sîga değişikliğinden anlaşılmaktadır. Aşağıdaki alıntıda
da aynı durumu görmek mümkündür:
وه+ ال��)رف ال�$��; <+ ال��)ن+ ی�%$ ا #��ء ! ��� ��رارا <$)ل ن�ح <+ /.�6 ل$�م6
5X%3#)ريوالCWا
“(Nuh) hikmeti ile kavmine: ‘(O’ndan mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten
bol yağmur göndersin’ 78 dedi. Bu ise, mânâlardaki aklî bilgiler ve nazarî
ibretlerdir.”79
Burada da, geçen âyetin Kur’an’dan alıntı olduğu açıkça belirtilmemekle
beraber gerek cümlenin gelişinden, gerek Kur’an üslûbu oluşundan, gerekse sonrasında
bu ibarenin açıklanmasından âyet olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Nuh’un
bir sözü aktarıldığına göre bunun Kur’an’dan alınmış olabileceği ilk planda akla
gelmektedir.
Fusûsu'l-Hikem’de bu tarz iktibas sayısı toplam 66 olup, hepsi de yukarıda
verilen örneklere benzer şekilde esere alınmışlardır.
b. Âyet Olduğu Kolay Anlaşılamayanlar
Fusûsu'l-Hikem’de lâfzî olarak iktibas edilip âyet olduğu belirtilmeyen,
herhangi bir işaret olmadığı için de âyet olduğu kolay kolay anlaşılamayan iktibaslar
da mevcuttur. Örneğin Nuh Fassında Âl-i İmran sûresinin 26. âyetinde geçen Sم)ل
Sال�� “mülkün sahibi” ifadesi aynen alınmaktadır. Fakat müellifin bunu âyetten alıntı
78 Nuh: 1/11.
79 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 58; I/283.
47
yapmak için zikretmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla âyetten alıntı yapıldığına dair
herhangi bir işaret mevcut değildir:
J:ا آ)ن ال�Aوب U � آ�) G)ل ال53م�ي�� U ا
“Bu sebeple Hakk Teâlâ, Tirmizî’nin dediği gibi ‘mülkün sahibidir.’”80
Burada adı geçen ve sözün sahibi imiş gibi zikredilen Tirmizî, Hakîm Tirmizî
(ö. 320/932) olup, İbn Arabî’den iki yüz sene önce yaşamıştır. Bu zât, birtakım sorular
sorup bunların cevabını hâtemü’l-evliyânın, yani evliyâ-yı vaktin vereceğini söylemiş
İbn Arabî de o soruların cevaplarını el-Fütûhâu’l-Mekkiyye isimli eserinin 444.
bâbında vermiştir. Bu sorulardan biri de “Hakk, mülkün melikidir” sözü olup burada
işaret edilen de odur. 81 Her ne kadar müellif burada Tirmizî’ye atıfta bulunarak
“mâlikü’l-mülk” ifadesini kullanmış olsa da aynı ifadenin Kur’an’da geçmesi
Tirmizî’nin Kur’an’dan esinlendiğini anımsatmakta, dolayısıyla işin esası Kur’an’a
dayanmaktadır. Ayrıca gerek bu ifadenin öncesinde gerekse sonrasında yapılan
açıklamalar âyetin bu bölümünün tefsirine ışık tutacak mâhiyettedir.
Neticede adı geçen iktibasın Kur’an’dan yapıldığı bildirilmediği için önceden
bu âyetten habersiz olan birinin bunun bir âyet metni olduğunu anlaması imkânsız
gözükmektedir. Bunun bir benzeri de, Muhammed Fassında vardır. Metin şöyledir:
�ث! آ)ن ب%mPت6 ال�%^5ی; ��'5 �Aت� ا
80 Âl-i İmran: 3/26; Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 59; I/285.
81 A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/285.
48
“Sonra unsur haline çıkmasıyla da ‘nebilerin sonuncusu’82oldu.”83
Bu cümlede geçen “nebilerin sonuncusu” ifadesi Ahzâb sûresinin 40. âyetinin
son kısmıdır ve metne âyetin bu kısmı aynen alınmıştır. Fakat âyet olduğuna dair hiçbir
emare bulunmamaktadır. Bu nedenle tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi, Kur’an’da
böyle bir âyetin varlığından haberdar olmayanlar için bunun âyetten alıntı olduğunu
bilebilmek imkansızdır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İbn Arabî’nin bu ifadeyi
Kur’an’dan aldığı kesin midir? Bunu kendi ifadesi olarak kullanmış olamaz mı? Bu
soruya verilecek cevap ise şöyledir: İbn Arabî bu ifadeyi burada kendi ifadesi olarak
kullanmış olsa bile, bu kelime grubunun âyet lafzının aynısı olması bunun temelinin
Kur’an’a dayandırılmasını gerekli kılar. Zira bütün müslümanların kullanmış olduğu
bu tabir temelini Kur’an’dan almaktadır.
İbn Arabî’nin âyetleri kendi cümlesi gibi kullandığı, daha doğrusu kendi
anlatmak istediğini Kur’an metniyle ifade ettiği durumlar oldukça fazladır. Elbette ki
bu durumda da âyetten alıntı yaptığını belirtmemiştir. Örneğin İbrahim, Salih ve
Muhammed fasslarının en son cümlesi olarak aldığı Q�#<ي ال=Aوه� ی J:ی$�ل ال Dوا
“Allah doğruyu söyler ve doğru yola eriştirir”84 âyeti ilk planda müellifin sözü gibi
gözükmektedir. Çünkü âyet olduğuna dair hiçbir emare olmadığı gibi müellifin
ifadesini tamamlayan ve cümlelerinin devamı izlenimi uyandıran bir yapıya sahiptir.
82 Ahzâb: 33/40.
83 Fusûs, (Muhammed Fassı), s. 116; 325; IV/319.
84 Ahzâb: 33/4; Fusûs, (İbrahim Fassı), s. 27; 85; II/78; (Salih Fassı), s. 50; 147; II/348; (Muhammed
Fassı), s. 125; 346; IV/385.
49
Bu durumun aynısı Harun Fassı’nın son cümlesi olan: Q�#<ال =^G Dا E�Cو “Yolun
doğrusu Allah’ındır”85 âyeti için de söz konusudur.
İlyas Fassı’ndaki bir diğer ifadesinde ise müellif şöyle der:
�� نOK ال5/��C ;��#aأن ال E�C oن آ�شz>ا آ6��ا��A أوت ��/
“Eğer (o sâlik) tabiat âleminin Rahmânî nefesin aynı olduğunu keşif yoluyla
anlayabilmişse ‘ona bol hayır verilmiştir.’”86
Bu cümlede geçen “ona bol hayır verilmiştir” kısmı Bakara sûresinin 269.
âyeti olan: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır
verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar” mealindeki âyetin bir
bölümüdür. Fakat görüldüğü gibi burada âyet olduğuna dair hiçbir işaret mevcut
değildir. Dolayısıyla müellifin ifadesi izlenimini uyandırmaktadır. Oysaki İbn Arabî
burada Kur’an’dan iktibas yapmış fakat bunu belirtmemiştir. Bu alıntının âyet metni
olduğunu saptamak âyetin tefsiri ve İbn Arabî’nin bu âyete yaklaşımı hakkında önemli
ipuçları edinmemizi sağlayacaktır. Zira âyetin başında geçen “hikmet” kavramı ile
eserde bu alıntıdan önce yer alan “tabiat âleminin Rahmânî nefesin aynısı olduğunu
keşif yoluyla bilmek” tabiri arasında müellifin bir irtibat kurarak böyle bir iktibas
yapmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Alınan âyetlerin Kur’an’dan olduğuna dair herhangi bir işaretin olmadığı
durumlardan biri de şiir içinde geçen âyetler için söz konusudur. Aşağıdaki misal
bunun örneğidir:
85 Nahl: 16/9; Fusûs, (Harun Fassı), s. 104; 293; IV/123.
86 Bakara: 2/269; Fusûs, (İlyas Fassı), s. 97; 274; IV/66.
50
�R* و <5ق <zن ال��� وا/=ة
� ت'� و � تHر وه+ ال.5�Uة
“Birleştir ve ayır (fark etmez); çünkü o asıl hem birdir, hem de çoktur. (Fakat
birliğiyle tecellî edince çokluğundan ) ‘bir eser ibkâ etmez ve bırakmaz’87
5. Birden Fazla Yerde Geçen Âyetler
İbn Arabî Fusûsu'l-Hikem’ine Kur’an’dan iktibas yaparken herhangi bir sıra
ya da düzen gözetmediği gibi aldığı âyetleri çoğunlukla kendi görüşünü desteklemek
için kullanması sebebiyle, bazı âyetleri birden fazla yerde iktibas etmiştir. Bu, sadece
kendi düşüncelerini delillendirip desteklemek istediğinde söz konusu değildir. Örneğin
teberrüken almış olduğu Q�#<ي ال=Aوه� ی J:ی$�ل ال Dوا “Allah doğruyu söyler ve
doğru yola eriştirir”88 âyetini, üç fassın bitiş cümlesi olarak kullanmıştır ki bunlar –
daha önce geçtiği üzere – İbrahim, Salih ve Muhammed fasslarıdır.
İslâm düşüncesinde önemli bir yere sahip olan ve İbn Arabî’nin de sınırsız
genişliği ve yaygınlığı üzerinde ısrarla durduğu “ilâhî rahmet” kavramı Fusûsu'l-
Hikem’de sık sık üzerinde durulan bir konudur. “Rahmet” kavramını “eşyayı mevcûd
kılma, onlara varlık verme” olarak algılayan ve yorumlayan İbn Arabî89 ilâhî rahmetin
sonsuzluğu konusunda Kur’an’dan delil bulmakta zorlanmamıştır. Zira Allah Teâlâ
A’raf sûresinin 156. âyetinde şöyle buyurmaktadır: ~ش Qآ cور/�3+ و��
87 Müddessir: 74/28; Fusûs, (İdris Fassı), s. 23 ; 75 ; II/34.
88 Ahzâb: 33/4; Fusûs, (İbrahim Fassı), s. 27; 85; II/78; (Salih Fassı), s. 50; 147; II/348; (Muhammed
Fassı), s. 125; 346; IV/385.
89 İzutsu, Anahtar Kavramlar, s. 163-164.
51
“Rahmetim her şeyi kaplamıştır.” 90 Fusûsu'l-Hikem’de en fazla karşılaşılan
âyetlerden biri olan bu ilâhî kelâm gerek lafız gerekse mânâ olarak 6 yerde
geçmektedir.91
Vahdet-i vücûd görüşüyle paralel olarak sık sık ele alıp bu görüş
istikametinde yorumlar yaptığı 6م5 آ�bا *R5وإل�6 ی “Her şey O’na rücû eder”92 âyeti
ise eserde 7 farklı yerde geçmektedir.93
Kâşânî’nin Fusus şerhinde belirttiği üzere Allah’ın her şey üzerindeki
Rubûbiyet’iyle Zâhir, nasıl idrak edilmiş olursa olsun her şeyin gerçek zâtı (aslı, özü)
olması dolayısıyla her şeyde var olan Hüviyet’iyle de Bâtın olduğunu beyan eden İbn
Arabî, 94 bu görüşüne dayanak olarak seçtiği � ,O, ilktir“ ه� اbول وا54r والX)ه5 وال#)�
sondur, zâhirdir, bâtındır” 95 âyet-i kerimesine ise – gerek lâfzen, gerek mânen –
eserinin 5 fassında yer vermiştir.96
90 A’raf: 7/156.
91 Bkz. Fusûs, (Hûd Fassı), s. 41; 125; II/269; (Şuayb Fassı), s. 50; 149; III/5; (Süleyman Fassı), s. 73;
208; III/220; (Davud Fassı), s. 82; 232; III/282; (Zekeriyya Fassı), s. 90; 256; IV/2; (Muhammed Fassı),
s. 121; 337; IV/359.
92 Hûd: 11/123.
93 Bkz. Fusûs, (Âdem Fassı), s. 3; 23; I/119; (İdris Fassı), s. 21; 68; II/8; (İbrahim Fassı),s. 25; 79; II/50;
(Yusuf Fassı), s. 39; 119; II/242; (Yunus Fassı), s. 85; 240, 242; III/301, 307; (Eyyûb Fassı), s. 87; 247;
III/324.
94 Kâşânî, Şerhu Fusûsi’l-Hikem, Mısır 1321, s. 260.
95 Hadid: 57/3.
96 Bkz. Fusûs, (Âdem Fassı), s. 7; 31; I/155; (İdris Fassı), s. 22; 70; II/13; (Hûd Fassı), s. 45; 135; II/306;
(Süleyman Fassı), s. 72; 205; III/214; (Eyyûb Fassı), s. 87; 247; III/324.
52
6. Tefsir Edilen ve Edilmeyen Âyetler
İbn Arabî’nin çoğunlukla kendi tezini kuvvetlendirmek ve delillendirmek için
zikrettiği âyetleri aynı gayeyle kendine has yorumlara tâbi kıldığı görülür. Eserde yer
alan âyetlerden pek çoğunu çeşitli yöntemlerle tefsir eden müellif özellikle işârî tefsir
açısından önemli sayılabilecek yorumlar yapmaktadır.
İbn Arabî’nin bazen aşırıya kaçan yorumlarının Bâtıniye mezhebinin
yorumlarına benzediği, dolayısıyla onun da bir Batınî olduğu iddiasında bulunanlar
olmuşsa da bu doğru değildir. Çünkü İbn Arabî nassların zâhîri ve lâfzî mânâlarından
ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, o bu mânâların geçersiz olduğunu asla söylemez.97
Bilakis, zaman zaman kendisinin de âyetleri zâhirî olarak yorumladığı görülür.
Fusûsu'l-Hikem’de İbn Arabî, az da olsa bazı âyetlerin lugavî yönleri
üzerinde durmuş, bu yönde dilsel açıklamalara yer vermiştir. Bazen de, âyetin sadece
bir ya da birkaç kelimesi üzerinde durup onunla ilgili açıklamalarla yetinmiştir. Ardı
ardına gelen birkaç âyeti grup halinde ele alıp incelediği durumlar da mevcuttur.
Kur’an-ı Kerim âyetlerinin tefsirinde en makbul ve en öncelikli yöntem olan
âyetin âyetle tefsiri yöntemine de eserde rastlamak mümkündür. Bütün bunların
dışında bir de açıkça tefsir edilmediği halde, öncesinde ve/veya sonrasında yapılan
açıklamaların âyetin tefsirine ışık tuttuğu durumlar da mevcuttur. Bu durumda âyete
farklı bir açıdan yaklaşmaya yardımcı olmakta, belki daha önce hiç düşünülmemiş
ilginç yorumlara kapı aralamaktadır.
97 Uludağ, İbn Arabî, s. 74-75.
53
Bütün bu yöntemleri kullanarak eserine aldığı âyetlerin tamamına yakınını
tefsir eden ya da daha doğrusu bunlar hakkında çeşitli yorumlar yapan İbn Arabî’nin
te’vil metodu üzerinde örnekleriyle birlikte daha detaylı olarak ikinci bölümde
durulacağı için tefsir edilen âyetlerle ilgili şimdilik bu kadar açıklamayla yetiniyoruz.
Daha önce belirtildiği üzere eserde hakkında hiçbir açıklama olmayan âyetler
de mevcuttur. Bunların da çoğunu müellifin teberrüken aldığı âyetler oluşturur. Yani
müellif herhangi bir konuyu anlatırken anlatmak istediği mânâyı âyet lafızlarıyla ifade
etmiş, bu durumda iktibas ettiği metnin âyet olduğunu belirtmediği gibi âyet hakkında
hiçbir açıklama da yapmamıştır. Örneğin Nuh Fassı’nda geçen şu cümlelerde bunu
görmek mümkündür:
� ن�i(3 الK.5 إW 4>)را C =ه=ة ب��(Pال� E�C 6��C ف�Gم5 م�bوا �/�� رب�X ت�3رت<
!Aل Sم�) آ)ن�ا ی���93ن أن6 م� !Aم) آ)ن <+ أی=ی !A%C الl>
“(Hâlbuki) bu durumun ilmi (ilâhî marifet, keşif ve) müşahedeye bağlı
olup fikrî (ve nazarî) neticelerden uzaktır. (Kıyas ve nazar yolunda gidenlerin
kazançları) ancak ziyandır. ‘Onların ticaretleri hiçbir fayda vermemiştir.’98 Onlar
kendi mülkleri zannettikleri şeylerden mahrum kalmışlardır.”99
Burada müellif hakikî bilginin akıl ve tefekkür yoluyla değil keşif ve
müşahede yoluyla elde edilebileceğini, aklî ve nazarî bilgiye güvenenlerin doğru yolda
olmadıklarını vurgulamaktadır. Bu açıklamalar esnasında nazarî bilgi sahiplerinin
kazanç olarak gördüklerinin aslında birer kayıptan ibaret olduğunu ifade etmek istemiş,
98 Bakara: 2/16.
99 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 59; I/283.
54
bunu – aslında münafıklar hakkında nazil olan – bir âyet cümlesini aynen eserine
almak suretiyle yapmıştır. Fakat bunu yaparken bunun bir âyet olduğunu
vurgulamadığı gibi âyetin tefsirine yönelik hiçbir açıklama da yapmamıştır. Benzer bir
durumu şu cümlelerde de görmek mümkündür:
<�%) م� ی�5ف أن <+ ال:J وc�G ه�[ ال��5<; ل%) ب%) وم%) م� یQAY ال:}5ة ال3+
أ!�ذ ب�� أن أآ�ن �� ا �3ه ��وA�> c�G) ه�[ ال��5<; ب%)
“Bizden bazısı bu mârifetin (ilâhî bilginin), bize bizden (a’yân-ı sâbitemizden)
gelmesiyle Hakk’ta vâkî olduğunu bilir. Bazısı ise, bizim (zâtî özelliklerimiz) sayesinde
bu mârifetin vakî olduğu (ilâhî) hazretin câhilidir. ‘Câhillerden olmaktan Allah’a
sığınırım.’”100
İbrahim Fassı’nda geçen bu bölümde İbn Arabî, vahdet-i vücûd doktrini ile
ilgili derin bir meseleyi açıklarken, bu ilâhî bilgiye ulaşan mutasavvıflar olduğu gibi
buna vâkıf olamayanların da mevcûdiyetinden söz ettikten sonra bu ikinci gruptan yani
meselenin câhillerinden olmaktan Allah’a sığınmakta, fakat bunu yaparken yukarıdaki
örnekte olduğu gibi bir âyet metnini kullanmaktadır. Kur’an’da Hz. Musa’nın sözü
olarak nakledilen bu cümle müellifin meramını anlatmak için onun cümleleri arasına
girmesine rağmen bunun bir iktibas olduğu kolay kolay anlaşılmamaktadır. Ayrıca
âyetin iktibas amacı o âyeti tefsir edip yorumlamak olmadığı içindir ki âyet hakkında
herhangi bir açıklama yapılmamaktadır.
Buraya kadar Fusûsu'l-Hikem’de Kur’an’dan yapılan iktibas şekillerinden
lâfzî iktibası alt başlıkları ve örnekleriyle incelemiş ve esere lâfzen aktarılan âyetleri bu
100 Bakara: 2/67; Fusûs, (İbrahim Fassı), s. 25; 80; II/59.
55
alt başlıklara göre kategorize etmiş olduk. Şimdi bir diğer iktibas şekli olan âyetin
mânâ olarak iktibasını aynı usulle tetkik edeceğiz.
B. Âyetlerin Mânâ Olarak İktibası
Fusûsu'l-Hikem’in Kur’ân boyutuna, eserdeki âyet iktibaslarından lâfzî
alıntılar dâhil olduğu gibi âyetlerin mânâsına yapılan atıflar da dâhildir. Zira müellif
önemli sayılabilecek oranda bu tarz iktibaslara, daha doğrusu telmihlere yer vermiştir.
Ancak mânâ iktibaslarından çoğunu bunun bir âyetin anlamı olduğunu belirtmeden
yapmıştır. Bunun yanında Kur’an’a telmih yaparak bir âyetin mânâsına yer verdiği de
olur. Dolayısıyla biz bu konuyu âyet olduğu belirtilerek mânâsına atıfta bulunulan
âyetler ve âyet olduğu belirtilmeyip mânâsı âyeti çağrıştıranlar olmak üzere iki başlık
altında inceleyeceğiz.
1. Âyet Olduğu Belirtilerek Mânâsına Atıfta Bulunulan Âyetler
Lâfzî iktibasların bir kısmında olduğu gibi mânâ iktibaslarının da bazılarında
müellif mânâsını aldığı âyeti, Kur’an’a atıfta bulunarak iktibas etmiştir. Bunlardan da
bazısının tefsirine yer vermiş, diğer bir kısmını ise tefsir etmeden geçmiştir. Şimdi
bunları örnekleri ile birlikte inceleyelim.
a. Tefsir Edilenler
Eserin ilk sayfalarında yer alan ve ilk insanın yaratılışını konu edinen şu
cümlelerde müellif, “insan” tabiri üzerinde durduktan sonra “halife” kavramını
açıklamaktadır.
56
E�C Sی39! ال�� (Aال%$� وال�`م; ال3+ ب Q:ي ه� م�ال9)ت! ال nKال�)ل! آ �<�A م
ام 34! ال��S أQR ه�ا bن6 ال:)<� �4$6 آ�) ی:�K ال39! الl9ای� <�) د م�g�� Aو��)[ l4ای6%
W (A��C یY>5 أ/= A:3> E�C) إW بzذن�K/ +> 6K�93�(> 6 ال�)ل!
“O âleme nazaran, padişahın hazineleri üzerine vurduğu mührün mahalli
olan yüzüğün kaşı gibidir. Bundan dolayı ona halife adını verdi. Mühür hazineleri
nasıl korursa, o da diğer yaratılmışları öyle korur. Padişahın mührü o hazineler
üzerinde bulundukça onları açmaya kimse cesaret edemez. Ancak onun izniyle açılır.
Şu halde (Allah) âlemi korumak için onu (Âdem’i) kendine halife kılmıştır.”101
Bu paragrafta geçen “ona halife adını verdi” cümlesi Bakara sûresinin 30.
âyetinde yer alan “Hani Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’
demişti…” âyetine göndermedir. Müellif burada açıkça telmih yaptığını belirtmemişse
de, bunun Kur’an’da yer aldığı anlaşılmaktadır. Sonrasında yapılan açıklamalar ise
âyetin tefsirine yöneliktir. Zira ilk insan ve onun şahsında tüm insanlar için Allah’ın
“halife” kavramını kullanması tefsir tarihinde değişik şekillerde anlaşılmış ve
yorumlanmıştır. İbn Arabî’nin bu âyetten anladığı ise şöyle özetlenebilir: Allah’ın
halifesi genelde bütün insanlar özelde ise isim ve sıfatlarıyla kendisinde tecellî ettiği
insan-ı kâmildir. Çünkü Allah insanı kendi sûretinde yaratmış, 102 bütün vücûdî
kemallerini izhar etmesi için yeryüzündeki temsilcisi yapmıştır. Mülk Allah’ındır.
İnsan-ı kâmil ise, bu mülkte onun halifesi, yani bir bakıma vekilidir. Mühür nasıl
101 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 4; 24; I/133. 102 “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı” mealinde bir hadis rivâyet edilmiştir. Bkz. Ebû Abdillah
Muhammed b. İsmâil el-Cû‘fî el-Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Mustafa Dîb el-Buğâ, Dâru İbn Kesîr,
Beyrut 1410/1990, İsti’zân, 1; Müslim, Ebû’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Muslim,
thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1412/1991, Birr, 115, Cennet, 28.
57
hazineyi korursa Allah da halifesi olan insan-ı kâmil vasıtasıyla halkı ve mülkü öyle
korur.103
Yine Âdem Fassı’nda geçen bir başka telmih yollu iktibas ise şöyledir:
��Aر[ ب^�رت6 أ/)ل%) ت�)لE <+ ال��! ب6 ث! ل��3! �أن6 ل�) آ)ن اbمE�C 5 م) �G%)[ م
<)�3=ل�%) ب%) 6��Cوذآ� أ+P أرا+� Iی�تE�C P�/ P ال%5X <+ ال:)دث
“Sonra bilmelisin ki, durum bizim dediğimiz gibi onun (mümkün varlığın),
onun ( Vâcibü’l-vücûd olan Allah’ın) sûretinde zâhir olması dolayısıyla, Allah Teâlâ,
kendisini tanıyıp bilmemiz için bizi hâdis varlıklara nazar etmeye yöneltti ve âyetlerini
bize onlarda gösterdiğini söyledi. Biz de bu sayede, O’nun hakkında kendimize
bakarak istidlal ettik.”104
Burada geçen: “ âyetlerini bize onlarda gösterdiğini söyledi” cümlesi açıkça
Kur’an’a atıftır ki Fussilet sûresinin 53. âyetinde şöyle buyrulmaktadır: “Biz onlara,
ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu onlara
iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şâhit olması yetmez mi?”105
Ayrıca bu telmihin gerek öncesinde gerek sonrasında yapılan îzahlar âyetin
tefsirine ışık tutar mahiyettedir. Buna göre âyetin yorumuyla ilgili İbn Arabî şöyle
demektedir: Hak Teâlâ Hazretleri kendisini tanıyıp bilmemiz için bizi hâdis varlıklara,
yani başta kendimiz olmak üzere yaratılmışlar âlemine nazar etmeye yöneltmiştir.
103 Süleyman Uludağ, “Halife”, DİA, İstanbul 1997, XV/300; Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları İçin
Anahtar, s. 344.
104 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 6; 29; I/152.
105 Fussilet: 41/53.
58
Böylece biz kendi vücudumuza baktığımızda onda hayat, ilim, sem’ (işitme) ve basar
(görme) gibi sıfatlar olduğunu görürüz. Kendi sıfatlarımızdan yola çıkarak Allah’ın da
– mükemmel ve küllî anlamda – böyle sıfatları olduğu sonucuna ulaşırız. Nitekim Hz.
Peygamber (S.A.V.) Allah’ın Âdem’i kendi sûretinde yarattığını da haber
vermektedir.106
b. Tefsir Edilmeyenler
Âyet olduğuna işaret edilerek telmih yoluyla mânâsına atıfta bulunulan
âyetlerden bir kısmı ise tefsir edilmemiştir. Örneğin Âdem Fassı’nda geçen bir
cümlede Allah’ın kendisini “rıza” ve “gadab” ile vasıflandırdığı belirtilmektedir ki bu,
Kur’an’ın pek çok âyetinde işaret edilen bir konuya telmihtir.107 Bu ifadenin ardından
gelen kısa bir açıklama olmakla birlikte bu açıklamalar ilgili âyetlerin tefsirine yönelik
değildir. Eserdeki telmih şu şekildedir:
6<Kن o)ووbG و أوR= ال�)ل! ذا �4ف ورR)ء <%9)ف L}#6 ون�R5 ب� �ض- وا
رض)[
106 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/153.
107 Allah’ın rızâsından bahseden âyetler şunlardır: Mâide: 5/2, 3, 16, 119; Tevbe: 9/21, 72, 96, 100, 109;
Tâhâ: 20/84, 109; Fetih: 48/18, 29; Mücâdele: 58/22; Beyyine: 98/8; Neml: 27/19; Ahkâf: 46/15; Nisâ:
4/108, 114; Zümer: 39/7; Necm: 53/26; Âl-i İmran: 3/15, 162, 174; Hadid: 57/20, 27; Haşr: 59/8;
Muhammed: 47/28; Meryem: 19/55; Fecr: 89/28; Bakara: 2/207, 265; Mümtehine: 60/1. Allah’ın
gadabından bahseden âyetler ise şunlardır: Nisâ: 4/93; Mâide: 5/60; Fetih: 48/6; Mücâdele: 58/14;
Mümtehine: 60/13; Bakara: 2/61, 90; Âl-i İmran: 3/112; A’raf: 7/71, 152; Enfâl: 8/16; Nahl: 16/106;
Tâhâ: 20/81, 86; Nur: 24/9; Şûrâ: 42/16.
59
“Ve kendisini rızâ ve gadab ile vasıflandırdı. Âlemi de korku ve umut (havf ve
recâ) sahibi olarak var etti. Bundan dolayı biz O’nun gadabından korkar ve rızâsını
umarız.”108
İshak Fassı’nın başında bir şiir içinde yer alan başka bir telmihte de aynı
durumu görmekteyiz.
�ه! * وW ت#�ر ال>�5اء <+ أرض ��C)ن * وW ت�W�G cK3 ی9)ل�G oل%) �' � واD ا
!Aب Eأت � *C(��b%) ال��^�م <+ ن5G n@ن * ال�ی
“Bizim dediğimize aykırı olan sözlere aldırma; buğdayı çorak yere ekme.
Onlar, Kur’an’ın açık ifadesinde masum peygamberin bize dinletmek için misal
getirdiği sağırlar ve dilsizlerdir.”109
Bu şiirdeki Kur’an âyetinin mânâsına atıf çok açıktır. Zira Hz. Peygamber’in
getirmiş olduğu Kur’an nassından söz edilmektedir. Kur’an’ın birkaç yerinde yer
alan110 ve münafıklarla kâfirlerin gerçek durumlarını beyan etmek için gelen âyetlerde,
onların kör, sağır ve dilsiz oldukları zikredilmektedir. İbn Arabî ise, bu âyeti
bağlamından uzaklaştırarak kendi görüş ve düşüncelerine katılmayıp aklı esas kabul
eden, keşif ve müşahedeyi de ilmin kaynağı olarak görmeyenler hakkında
kullanmaktadır. 111 Fakat yapmış olduğu bu yorum – her ne kadar âyetin işârî ve
108 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 7; 31; I/161.
109 Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 87; II/101.
110 Bkz. Bakara: 2/18, 171; En’am: 6/39; Enfâl: 8/22.
111 Bu şiirin bir bölümünde: “Şu halde cansız cisimlerden daha iyi mahlûk yoktur. Ondan sonra da
kıymet derecesi itibariyle bitkiler gelir. Otlardan sonra da his sahibi hayvanlar gelir. Halbuki bunların
hepsi halifeliği keşif, izah ve burhan ile bilirler. Âdem adıyla anılan mahlûka gelince; o da akıl, fikir ve
iman bağı ile bağlıdır.” (Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 87; II/101.) diyen İbn Arabî’ye göre hakikate ermek
60
tasavvufî cephesine yönelik bir takım açıklamalar içerse de – zâhirî tefsir açısından bir
açıklama getirmemektedir.
Bu grubun son örneği ise İsa Fassı’nda geçmekte olup yine bir şiir içerisinde
yer alan atıf şeklindedir. Şiirin ilgili kısmı şöyledir:
OK%ال ��C +> Q.ل(> * O�Zر * وال��! ب)ل#5ه)ن <+ * آ)ل}�ء <+ ذات ال(A%ال |��
Oن� �!'a ت`وت6 <+ * <�5ی:6 م� آL Q! * رؤی) ت=ل E�C ال%OK * <�5ى ال�ي 63�G =G * ل�
*
“Nefesin (Nefes-i Rahmânî’nin) aynında olan her şey, gece karanlığının
sonundaki ışık gibidir. Delil ve bürhana dayanan bilgi, günün sonunda uyuyan kimseye
isteyen bir kimse ilk adım olarak varlığın en alt kademesine inmelidir. Böylece bütün aklî faaliyetleri
terk edip tefekkür melekelerini âtıl bırakınca, her insanın varlığının dibinde duran “hayvanlık”
(hayvaniyet) tam anlamıyla gerçekleşmektedir. Böyle bir kimse aklın kösteklerinden kurtularak
kendisini doğal arzu ve ihtiraslarına terk etmiş ve tamamen hayvan seviyesine inmiştir. Bu katıksız
hayvanlık mertebesinde insana bir nevi mistik sezgi, özel bir çeşit keşif melekesi lutfedilmiştir. Böylece
insanlar ve cinler hariç bütün hayvanların doğal bir biçimde keşfedip hissettiklerini, o da hisseder;
işittiklerini işitir; gördüklerini görür. Örneğin, kabirlerde kimlerin azab çektiğini, kimlerin semâvî
saadete erdiğini; ölünün diri, susanın konuşur, oturanın da yürümekte olduğunu görür. Fakat tıpkı
hayvanlar gibi bu görüp duyduklarını, keşfedip hissettiklerini anlatamaz. Çünkü artık konuşmaya
muktedir değildir. Bu da onun hayvaniyetini bilfiil ve eksiksiz olarak tamamladığının nihâî bir işaretidir.
İşte bunların dışında kalanlar, daha doğrusu bu basamağı geçemeyenler, sağır ve kördürler; yani gayb
âleminin sağırı ve körüdürler. Basamak dedik, çünkü İbn Arabî’ye göre bu durulması değil geçilmesi
gereken bir basamaktır. Yani bu mertebede kalan yolunu tamamlamamıştır; bilakis bu mertebeye
erdikten sonra mânevî tâlimine devam ederse, saf akıl mertebesine ulaşabilir. Zira bundan önce terk
etmiş olduğu akıl, onun cismine bağlı olan ve cismi tarafından kösteklenen bir akıldır. Saf akıl
mertebesinde kazandığı akıl ise akl-ı mücerred olup, cismânî ve fizîkî hiçbir etkenden etkilenmeksizin
faaliyet gösterir. Yani bu akla erişen kimsenin etrafındaki tabiat ve eşya, ona gerçek ontolojik
bünyelerini ifşâ etmeye başlar. (Bkz. Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 36-39.)
61
mahsustur. O kimse bu söylediğim hakikati, ilâhî nefese delalet eden bir rüya sanır. O
kimse Abese sûresini okuyunca her sıkıntıdan kurtulur.”112
Bu şiirde zikri geçen “Abese” Kur’an-ı Kerim’in 80. sûresi olup bu sûre Hz.
Peygamber’in Mekke müşriklerinin ileri gelenlerini imana davetle meşgulken yanına
gelen ve nasihat isteyen bir âmâya (ki bu zât Abdullah b. Ümmi Mektûm’dur) karşı
yüzünü ekşitmesi ve ondan yüz çevirmesi üzerine nâzil olmuş, peygamberin bu
davranışının doğru olmadığı vurgulanmıştır. Bu sûrenin sadece adı burada
zikredilmekle yetinilip tefsirine yer verilmemiştir.113
2. Âyet Olduğu Belirtilmeyip Mânâsı Âyeti Çağrıştıranlar
Fusûsu'l-Hikem’de öyle cümleler mevcuttur ki bunları okuyan kimsenin
zihninde Kur’an âyetlerini çağrıştırırlar. Bunlar kimi zaman sadece âyete mânâ olarak
benzemekle sınırlı kalırken, kimi zaman ise âyette yer alan bir veya birkaç kelimenin
aynen kullanılması söz konusudur. Bu çeşit ifadeler müellifin, anlatmak istediklerinin
perde arkasında ya da arka planında o âyetlerin var olduğu izlenimini vermektedir. Bir
112 Fusûs, (İsa Fassı), s. 68; 194; III/181.
113 Bu sûrenin burada zikredilmesinin sebebini Avni Konuk şu şekilde izah etmektedir: “Bilcümle suver-
i âlem nefes-i Rahmânînin imtidâdiyle teseffülünden husûle gelmiştir. Ve nefes-i Rahmânî ise zât-ı
mutlakın aynıdır. Binâenaleyh suver-i âlemin kâffesi, min haysü’l-hakîka ve’l-bâtın Hak’tır. Ve insan
dahi suver-i âlemden bir sûret olup, suver-i muhîtiyyesi ile gece gündüz münasebettedir. Ba’zan kendi
muhîtinde abûs tecelliyâta ve ba’zan beşûş ahvâle müsâdif olur. Tecelliyât-ı abûseye müsâdif olduğu
vakit fiilen “Abese ve tevellâ” sûresini tilâvet ile meşguldür. Zira hey’et-i mecmûa-i âlem Kur’an-ı
fiilîdir. Gerek mü’min ve gerek kâfir madem ki bu âlem içindedir, fiilen tilâvet-i Kur’an ile meşguldür.
Velâkin bu tilâvetten gaflettedirler. Binâenaleyh avâlimin kıvâmı nefes-i Rahmânî ile olduğunu burhân-ı
aklî ile bilen kimse, böyle tecelliyât-ı abûseye müsâdif oldukta, nereden geldiğini bilir; ve bu ilim
kendisinin ızdırâbına râhat-bahş olur.” (Bkz. A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, III/182.)
62
de buna yapılan açıklamaların âyetin tefsirine yönelik olması eklenince, bütün bunları
mânâ iktibaslarına dâhil ederek incelemeyi uygun bulduk.
a. Mânâ Benzerliği Dolayısıyla Âyeti Çağrıştıranlar
Herhangi bir lâfzî ktibas olmadığı ve Kur’an’a telmih de söz konusu olmadığı
için ilk okunduğunda fark edilmediği halde Kur’an’a âşinâ olanların zihninde
Kur’an’dan bir âyeti anımsatan ifadelerden ilkine eserin başlangıcında yer alan
Mukaddime bölümünde rastlıyoruz. Bir şiirin başında yer alan ifade şöyledir:
* وإ - ا� /�رج��ا* <�� اD <)����ا
“Allah’tan dinleyiniz ve Allah’a dönünüz.”114
“Allah’a dönünüz” ifadesi, Bakara sûresinin 156. âyeti olan !A3إذا أ()ب �ال�ی
إ �P راج��نم^�#; G)ل�ا إن) D وإن) “Onlar (sabredenler), kendilerine bir musibet
geldiği zaman: ‘Biz Allah’ın (kullarıyız) ve biz O’na döneceğiz’ derler.”115 âyetinin
son kısmında yer alan “O’na döneceğiz” ifadesini anımsatmaktadır. Fakat burada
mânâ örtüşmesinden söz etmek doğru olmaz. Zira âyette, sabredenlerin vasıfları
anlatılırken onların, başlarına bir musibet geldiğinde bunu Allah’tan bilip kendilerinin
de O’na döneceklerini hatırlamaları ve böylece kendi kendilerini teselli ettikleri
belirtilmekte, dolayısıyla bir teslimiyet anlamı ifade etmektedir. Oysaki Fusûs’ta,
‘Allah’a dönünüz’ ve bunun öncesinde de ‘Allah’tan dinleyiniz’ ifadesiyle müellif
şunu kastetmektedir: Bu kitapta yazılı olan bilgi ve hakikatler hakikat-i
Muhammediyye mertebesinden kalbime nâzil olduğu ve ben onları aynen aktardığım
114 Fusûs, (Mukaddime), s. 3; 20; I/103.
115 Bakara: 2/156.
63
için, bu kitabı dinlerken beni dinliyormuş gibi değil Allah’ı dinliyormuş gibi dinleyin
ve okuyun. Bu hikmet ve bilgileri okuduğunuzda ya da dinlediğinizde kendi bilgi
eksikliğinizden dolayı anlayamadığınız bir nokta olursa, itiraz etmeyip Allah’a rücû
edin ki, Allah onun mânâsını kalbinize ilham etsin.116
Görüldüğü üzere, burada “Allah’a dönmek”, “işi Allah’a bırakmak ve O’na
tam anlamıyla teslim olmak” anlamını ifade etmekte, yani metnin anlamı âyetin anlamı
ile pek fazla örtüşmemekte, dolayısıyla âyetin tefsirine yönelik bir sonuç
çıkmamaktadır. Yalnız, ikisi arasında dikkati çeken bir benzerlik bulunmaktadır ki bu
da, her ikisinde de itiraza yer olmamasıdır. Âyet-i kerimeye göre belâya uğrayanlar bu
belâ ve musibete itiraz etmemekte; İbn Arabî’nin ifadesine göre ise, bu kitaptaki
herhangi bir meseleyi anlamayanlar buna itiraz etmeyip okuduklarını olduğu gibi kabul
etmektedirler.
Mânâ benzeşmesinin ötesinde ifadenin altında gizli olan âyetin tefsirine
yönelik açıklamaların yer aldığı durumlar da vardır. Örneğin, Âdem Fassı’nda Hz.
Âdem’in yaratılışından söz edilirken, Bakara sûresinin 30-38. âyetlerinde aynı olayı
konu edinen âyetlerin metnin bütünlüğü içine sinmiş olduğu görülür. Müellif konuyu
kendi üslûbuyla anlatmakta, fakat Kur’an’daki sırayı takip etmektedir. Başka bir
deyişle Kur’an âyetlerinin mânâsını kendi söz kalıplarına dökerek sunmakta, bu arada
kendi görüş ve düşüncelerine yönelik açıklamaları da aralara serpiştirmektedir. Hz.
Âdem için “halife” tabirinin kullanılmasının sebebini izah ettikten sonra müellif
konuya şöyle devam etmektedir:
116 A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/103.
64
� اIن>)ن�; mPةال%<+ ه�[ اN%��ء <��R 5AX* م) <+ ال^�رة اIل�A; م
“Şu halde ilâhî sûretlerdeki isimlerin hepsi, insanın bu yaratılışında ortaya
çıktı.”117
İlk bakışta burada Kur’an ile herhangi bir bağ yokmuş gibi görünse de aslında
vardır. Çünkü müellif, az önce de belirtildiği üzere bunun öncesinde insanoğluna halife
ünvanının veriliş sebebinden bahsetmiştir ki bu, Kur’an’da yer alan bir husustur.118
Kur’an’da bu konunun işlendiği âyetten bir sonraki âyette ise Allah’ın Hz. Âdem’e
bütün isimleri öğrettiğinden söz edilmektedir.119 Dikkat edilirse Kur’an’daki sıra takip
edilerek olay aktarılmakta, bu arada müellifin âyete bakışını yansıtacak cümlelere yer
verilmektedir.120
Sözü edilen âyetin tefsirine yönelik izahların hemen ardından yine
Kur’an’daki sıra takip edilerek bir sonraki âyetin mânâsına yer verilmektedir:
J:ال c:#و� (A^9ال3+ ت Wإ ;�AلIء ا(��bم* ا cKGو Wدم و@ ;���R ;.i`ل�� Oول�
63�=G Wو (A63 ب:#� (�> (Aإل� (A��C Q)أ��)ء م) و D أن c��C (63 وم�=Gو (Aب
117 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 4; 24; I/136.
118 Bkz. Bakara: 2/30.
119 “Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere sunup: ‘Haydi doğru iseniz onların
isimlerini bana söyleyin’ dedi.” Bakara: 2/31.
120 İbn Arabî’ye göre âyetin mânâsı şudur: İnsan-ı kâmil, Allah Teâlâ’nın esmâ hazinesi üzerine vurduğu
mührü mesâbesinde olduğundan, Allah’ın bütün esmâsı, insanın bu yaratılışında ortaya çıkmıştır.
Allah’ın Hz. Âdem’e esmâyı öğretmesinin anlamı budur. Nasıl ki, padişahın mühründe nakşedilen isim
görülünce, o padişahın bütün isim ve sıfatarı hatırlanır ve anlaşılırsa, insan-ı kâmil ile de Allah’ın bütün
isim ve sıfatları orataya çıkar. Mühür her ne kadar küçük bir cisim gibi gözükse de, onun mânâsı
büyüktür; çünkü padişahın kuvvet ve saltanatını ihtar ve ifade etmektedir. (Bkz. A. Konuk, Fusûsu'l-
Hikem Tercüme ve Şerhi, I/136.
65
“Meleklerde, Âdem’deki toplayıcı özellik yoktur. (Çünkü Âdem hem zâhir hem
de bâtın isminin tecelliyâtına mazhardır. Meleklerde bu fazilet yoktur.) Onlar,
kendilerine mahsus ilâhî isimlerden başkasını bilemediler ve Hakk’ı ancak bu
bildikleri isimlerle tesbih ve takdis ettiler. Oysaki Allah’ın, onların bilmedikleri nice
isimleri vardır ki, onlar bu isimlerle O’nu tesbih ve takdis edememişlerdir.”121
Burada iki âyetin mânâsına atıf vardır ki bunlardan birincisi Bakara: 2/30.
âyet olup bu âyette Allah’ın meleklere yeryüzünde bir halife – ki Hz. Âdem’dir –
yaratacağını haber verdiğinde onların şöyle söyledikleri aktarılır: “Orada bozgunculuk
yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve
seni takdis ediyoruz.” Metinde de meleklerin tesbih ve takdisi açıklanmaktadır.
İkincisi ise aynı sûrenin 32. âyeti olup bu âyette: “Dediler ki. ‘Sen Yücesin (yâ Rab).
Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen bilensin,
hakîmsin.” buyrulmaktadır. Yine âyetle bağlantılı olarak metinde meleklerin
kendilerine mahsus olan birtakım ilâhî isimlerden başkasını bilmedikleri
vurgulanmakta, bu da âyetteki “Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz
yoktur” cümlesine karşılık gelmekte ve âyeti tefsir etmektedir.122
121 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 4; 25; I/137.
122 İbn Arabî’ye göre meleklerde; Hz. Âdem’de yani insan-ı kâmilde bulunan cem’iyyet ve ihâta
olmadığı için onlar Hakk’ı, mazhar oldukları özel birtakım isimler dairesinde tenzih ve takdis ederler.
Bu sebeple diğer esmâ ile Hakk’ı tenzih, takdis ve tahmidden habersizdirler. Onlardan bir kısmı sadece
cemâl, diğer bir kısmı ise sadece celâl sıfatlarının ve isimlerinin mazharı iken, Hz. Âdem hem cemâl
hem de celâl sıfatlarının mazharı olarak bunları kendinde cem’ etmiştir. Hz. Âdem’e tüm isimlerin,
meleklere ise bir kısmının öğretilmesinin anlamı budur. (Bkz. A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve
Şerhi, I/137-138.)
66
Hz. Âdem’in yaratılışı hâdisesinde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de yer alan
diğer bazı kıssalar ve olayların da eserde, müellifin kendi ifade kalıplarına bürünerek
sunulduğunu görmekteyiz. Bu durumda müellif, bazı âyetlere lâfzen yer verirken,
bazılarını ise mânâ olarak aktarmaktadır. Örneğin İshak Fassı’nda anlattığı, Hz.
İbrahim’in oğlunu kurban etme hadisesi bunlardan biridir. Olayı aktarmaya ilk önce
Kur’an’dan lâfzî iktibasla123 başlayan müellif daha sonra Kur’an ifadesini kendi cümle
kalıplarına dökerek sunmakta ve Saffât sûresinin 107. âyetinde: !�XC kب�و<=ی%)[ ب
“Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurban verdik”124 şeklinde beyan edilen
durumu şöyle aktarmaktadır:
kب�وه! إب5اه�! ب)ل � ه� ت�#�5 رؤی)[ C%= اDال�ي ال�K>!�X=ا[ رب6 م
“Rabbi ona kendi vehminden dolayı büyük kurbanı (koçu) feda ve ihsan etti ki,
bu Allah katında onun rüyasının yorumu idi.”125
Benzer bir durumu İsa Fassı’nda, Cebrâil (a.s.)’ın Hz. Meryem’e insan
sûretinde görünmesini konu edinirken de görmek mümkündür.126 Aynı şekilde Hz.
Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını bir anda huzurunda görmesi,127 Belkıs’ın da tahtını orada
görünce şaşırması,128 Hz. Eyyûb’un çekmiş olduğu sıkıntılar,129 Hz. Yahyâ’nın isminin
123 Saffât: 37/102; Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 87; II/102.
124 Saffât: 37/107.
125 Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 88; II/102.
126 Bkz. Fusûs, (İsa Fassı), s. 63; 183; III/136; (Meryem: 19/17.)
127 Neml: 27/40; Fusûs, (Süleyman Fassı), s. 75; 212; III/230.
128 Neml: 27/42; Fusûs, (Süleyman Fassı), s. 76; 216; III/240.
129 Sâd: 38/41; Fusûs, (Eyyûb Fassı), s. 87; 247; III/327.
67
dünyada ilk olarak kendisi tarafından kullanıldığı 130 ve doğduğu, öleceği ve
diriltileceği gün Allah’ın selâmının onun üzerine olduğu131 vb. durumlar anlatılırken
de müellifin âyetleri kendi söz kalıplarına dökerek ifade ettiği görülür. Fakat bu, her
zaman bir kıssanın aktarımı şeklinde değildir. Herhangi bir hakikati dile getiren âyetin
de müellifin dilinde farklı lafızlarla ifade edildiğini görmek mümkündür. Örneğin Cin
sûresinin 26. ve 27. âyetlerinde ifadesini bulan ve Allah’ın gaybî bilgilere bazı
peygamberlerin haricinde kimseyi muttalî kılmayacağını dile getiren 6#�L E�C 5AXی `>
Sırlarına kimseyi muttalî kılmaz; ancak (bildirmeyi)“ أ/=ا إW م� ارت}E م� ر��ل
dilediği peygamber bunun dışındadır”132 âyetinin ifade ettiği hakikat İbn Arabî’nin
dilinden aşağıdaki şekilde yansımaktadır:
Sذل � وG= ی�a* اD ت�)لE م� یP)ء م� C#)د[ E�C ب�N اbم�ر م
“Bazen Allah Teâlâ, kullarından dilediğini bunlardan (gaybî bilgilerden)
bazısına muttalî kılar.”133
Allah’ın Hz. Muhammed’e önceden bilmediklerini öğrettiğini ve Allah’ın
onun üzerindeki lütuf ve ihsanının çok büyük olduğunu dile getiren �وS��C م) ل! ت.
(��XC S��C Dا Q{> ت��! وآ)ن “(Allah) sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu
sana gerçekten büyük olmuştur.”134 âyetinin ifade ettiği anlam ise eserde şu şekilde
aktarılmıştır:
130 Meryem: 19/7; Fusûs, (Yahya Fassı), s. 89; 252; III/344.
131 Meryem: 19/15; Fusûs, (Yahya Fassı), s. 89; 254; III/346.
132 Cin: 72/26-27.
133 Fusûs, (Uzeyr Fassı), s. 60; 175; III/100.
134 Nisâ: 4/113.
68
(��XC 6��C Dا Q{> ی��! وآ)ن � <���6 اD م) ل! ی.
“Allah ona bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu ona gerçekten büyük
olmuştur.”135
Kur’an âyetlerinin mânâsına yapılan telmih bazen o kadar kısa ve gizli
olmaktadır ki bunu fark etmek oldukça güçleşmektedir. Örneğin Yahya Fassı’nda Hz.
Yahya hakkındaki Allah’ın selâmının, 136 Hz. İsa’nın beşikte konuşurken kendisi
hakkında söylediği selâmdan137 daha üstün olduğu beyan edilirken, Hz. İsa’nın beşikte
iken konuşma mucizesine bir kelime ile şöyle atıfta bulunulmuştur:
Ja%6 ال>`م إن�) ه� ال��C E<�C J/ +> 6 ال�)دة�> cG59ي ان�ن الz>
“Çünkü İsa (a.s.) hakkında olağanüstü sayılan şey, onun (beşikte)
konuşmasıdır.”138
Burada ifade edilen Hz. İsa’nın beşikte iken konuşma mucizesi Kur’an’da
anlatılmaktadır.139 Fakat eserde olayı ifade için kullanılan “nutk” kelimesi bu âyetlerde
geçmemektedir. Dolayısıyla Kur’an âyetlerinin mânâsına muttalî olmayan bir kimse
135 Fusûs, (Muhammed Fassı), s. 120; 335; IV/356.
136 “Doğduğu, öleceği ve yeniden diriltileceği gün selâm onun üzerine olsun.” Meryem: 19/15.
137 “Doğduğum, öleceğim ve yeniden diriltileceğim gün selâm benim üzerime olsun.” Meryem: 19/33.
138 Fusûs, (Yahya Fassı), s. 90; 254; III/348.
139 “(Ey Meryem!) Eğer insanlardan birini görürsen de ki: ‘Ben çok merhametli olan Allah’a oruç
adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’ Nihâyet onu (İsa’yı kucağında) taşıyarak kavmine
getirdi. Dediler ki:’ Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin
baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.’ Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Bunun
üzerine dediler ki: ‘ Biz beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?’ Çocuk: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana
Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı’ dedi.” Meryem: 19/26-30.
69
burada Kur’an’a atıf olduğunu fark etmeyecektir. Eserde bu tarz kapalı atıflar
azımsanmayacak oranda bulunmaktadır.
b. Bir Veya Birkaç Lafzı Aynı Olanlar
Fusûsu'l-Hikem’de Kur’an âyetlerinin mânâsına yapılan atıflardan bir
kısmında, âyette bulunan bir ya da birkaç kelimenin aynen iktibas edildiği, diğer
kısmının ise mânâ olarak aktarıldığı görülür. Bu tarz mânâ iktibaslarının söz konusu
olduğu âyetlerden bazıları Kur’an’ın bir yerinde, bazıları ise birden fazla yerinde
geçmekte, bazılarının tefsirine yönelik açıklamalara yer verilmekte ve bazıları şiir
içinde geçmektedir. Yine bazılarında ise müellifin kendi ifade etmek istediğini âyet
lafzına benzeterek kelimelere döktüğü görülür. Şimdi bunların örneklerini sırasıyla
görelim:
Kur’an’ın İsrâ sûresinde: W�YC ن>)نIوآ)ن ا “İnsan pek acelecidir”140
şeklinde ifade edilen hakikat, “insan” ve “acûl” kavramları aynen kullanılmak sûretiyle
eserde şöyle dile getirilmiştir:
W�YC J�4 ن>)نIن اz>
“Çünkü insan aceleci yaratıldı.”141
Görüldüğü gibi burada söz konusu olan âyet Kur’an’ın bir yerinde
geçmektedir. Fakat eserin Mukaddimesinde yer alan ve eserdeki ilk mânâ iktibasının
görüldüğü aşağıdaki ibare, birden fazla âyetin anlamına atıf içermektedir:
140 İsrâ: 17/11.
141 Fusûs, (Şit Fassı), s. 9; 37; I/184.
70
*�@�ن ! �<� و�mلc اD أن ی��Y%+ <�6 و<+ ��R* أ/�ال+ a� �� !'�د4 ا Hی�
% @�ن
“Allah’tan diledim ki, beni bu konuda (bu kitabı yazıp yayma konusunda) ve
bütün hallerimde, üzerine şeytanın musallat olamayacağı kullarından eylesin.”142
Daha önce açıklandığı üzere İbn Arabî, kitabının mukaddimesinde, hamdele
ve salvelenin hemen ardından, 627 senesinde görmüş olduğu bir rüyasını anlatmakta;
bu rüyasında Peygamber Efendimizi (S.A.V.) gördüğünü, O’nun kendisine “Fusûsu'l-
Hikem” adında bir kitap verip bu kitabı halka açıklamasını istediğini belirtmektedir.
Sonra da hiçbir eksiklik ve fazlalık olmaksızın o kitabı halka açıklamak gerektiğini
düşündüğünü ve bu kitabın böylece oluştuğunu haber vermektedir. Daha sonra bu
duaya yer vermekte, duasında bir nevi şeytandan Allah’a sığınmakta, bunu yaparken
de Kur’an’daki bazı âyetlerin mânâlarından esinlenmekte ve istifade etmektedir.
Nitekim aşağıdaki beş âyette, şeytanın birtakım kullara musallat olamayacağı haber
verilmektedir:143
� % @�نإن >� ! U a� إW م� ات#�S م� الZ)وی�!'�دي
142 Fusûs, (Mukaddime) s. 2; 20; I/101.
143 Ahmet Avni Konuk’a göre bu kullar evliyâullahtır ve İbn Arabî de onlardan biridir. Fakat Hak
Teâlâ’ya edeben bu duada bulunmuştır. Bu tıpkı, Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) “Muhakkak
Cennet’te bir derece vardır ki, ancak bir kişiye verilir. Ben o kişi olmayı umarım” (Tirmizî, Ebû Îsâ
Muhammed b. Îsâ b. Sevre, el-Câmiu’s-Sahîh (Sunenu’t-Tirmizî), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî,
Beyrut, ts., Menâkıb, 1; Ahmed b. Hanbel, II/265, 365) buyurması gibidir. Zira elbette ki o kişi zaten
kendilerinden başkası olamaz. Öyleyse edeben böyle buyurmuşlardır. (Bkz. A. Konuk, Fusûsu'l-
Hikem Tercüme ve Şerhi, I/101-102.)
71
“Şüphesiz kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Ancak
azgınlardan sana uyanlar müstesnâ.”144
P % @�ن ! - ا Hی�إن6 a� إن�) ��a)نE�C 6 ال�ی� @م%�ا وE�C ربA! ی�3آ��ن
ی�3ل�ن6 وال�ی� ه! ب6 م5Pآ�ن
“Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun
(şeytanın) hiçbir hâkimiyeti yoktur. Onun hâkimiyeti ancak onu dost edinenlere ve
onu Allah’a ortak koşanlaradır.”145
� % @�نإن >� ! U a� وآEK ب5بS وآ�`!'�دي
“Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir
hâkimiyetin olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.”146
� % @�ن � �>� ! P ل%��! م� یsم� ب)54rة م�� ه� م%A) <+ شS وربS إW و�� آ�ن
Qآ E�Cش+ء��K/
“Hâlbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfûzu yoktu. Ancak âhirete inananı,
şüphe içinde kalandan ayırt edip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik.) Rabbin gerçekten
her şeyi koruyandır.”147
Görüldüğü üzere buradaki mânâ iktibası Kur’an’ın bir değil birden fazla
âyetinden yapılmıştır. Fakat sadece bir dua cümlesinde geçtiği için âyetlerin tefsirine
144 Hicr: 15/42.
145 Nahl: 16/99.
146 İsrâ: 17/65.
147 Sebe: 34/21.
72
yönelik bir açıklamaya gidilmemiştir. Aşağıdaki alıntıda ise mânâsına atıfta bulunulan
âyete müellifin bakış açısını yakalayabileceğimiz ifadeler yer almaktadır:
Q�R Sل�آ (Aال�=ب5 ل (A<Kون (A/رو E�C (Aب�>)ن +%Uن ت(<نIرة ا�) ه5(�وآ�) أن
� اD (�رة ال�)ل! >�� � +��P ت#'�� bن) W ن:�y ب�) <+ ال�)ل! م� ال^�ر <)ل.Q ت#'i ب���4 و
�C ء(%Uن)�$; ب)ل J:أل>%; الJ:ال E
“İnsan sûretinin dış yüzü kendisini idare eden ruhunu ve nefsini kendi diliyle
nasıl överse, Allah da aynı şekilde âlemin sûretini (dış yüzünü) kendisini överek tesbih
edici kıldı. Fakat biz onların tesbihini anlayamayız. Çünkü biz âlemdeki sûretleri
tamamıyla kavrayamayız. Oysaki (âlemdeki sûretlerin) hepsi Hakk’ın dilleri olup onu
övmektedir.”148
Burada � O’nu övgü ile“ إW ی>#k ب:�=[ ول.� W ت�A$Kن ت>#�:A! ش+ءوإن م
tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” 149
âyetinin mânâsını müellif, kendi üslûbuyla ifade etmiştir. Öncesinde ve sonrasında yer
alan açıklamalar ise, âyetin müellif tarafından nasıl anlaşıldığına ışık tutmaktadır. Zira
İbn Arabî’ye göre insanın zâhiri, bedeni, cesedi, uzuvları nasıl ruh sayesinde ayakta
duruyorsa Hakk’ın zâhiri olan âlem de O’nun esmâsı sayesinde ayakta durmaktadır. Ve
nasıl insanın bedeni, ayakta durmasıyla ruhunu hamd ile tesbih etmektedir, yani kendi
hal lisanı ile ruhu övmektedir; aynı şekilde âlemdeki her şey de hal lisanı ile ruhunu,
yani Hakk’ı övmekte ve tesbih etmektedir. Fakat biz âlemdeki her varlığı hakkıyla
148 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17; 55; I/269.
149 İsrâ: 17/44.
73
bilip kavrayamadığımız için, bu tesbihden habersizizdir. İşte İbn Arabî’nin âyetten
anladığı kısaca budur.150
Âyetlerin mânâlarına atıfların şiir içinde geçtiği de olur:
إن D ال^5اط ال�>�$3! �)هK4 5�L 5+ <+ ال���م
!��Cم�ر وmل ب�AR6 و%�C 5�#5 وآ�Z) +>
م� /$�5 و �XC! شء آ$ و%�X رح�(PولA�ا
“Allah’ın dosdoğru yolu vardır ki, bu umumda âşikârdır, gizli değildir.
Küçükte ve büyükte, hakikati bilmeyende ve bilende (Hakk’ın) aynı belirmektedir.
Bundan dolayı O’nun rahmeti en ufağından en büyüğüne kadar her şeyi
kaplamıştır.”151
Bu şiirde Allah’ın rahmetinin her şeyi kapladığı vurgulanmaktadır. Aynı
hakikati Kur’an’ın şu âyetinde benzer lafızlarla bulmaktayız: Qآ cش+ءور/�3+ و��
“Rahmetim her şeyi kaplamıştır.”152
Aşağıdaki ibarede ise, müellifin kendi anlatmak istediğini, âyet lafzına
benzeterek ifade ettiğini görmekteyiz:
ت$5ؤ[ ه�[ اbم; /)آ�) وآ(�ب� �#@�را وا�C! أن �5 اD <+ أی�ب ال�ي C 6��R#5ة ل%)
! م) <�6 :�=ی; ل��3ل�ا
150 Bu âyetin detaylı yorumu için bkz. A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/269-270.
151 Fusûs, (Hûd Fassı), s. 41; 125; II/269.
152 A’raf: 7/156.
74
“Bil ki Allah’ın, bize bir ibret ve hikâye edici153olarak yazılmış bir kitap
kıldığı – ki Muhammed ümmeti ondaki sırrı öğrenmek için onu (daima) okur –
Eyyûb’daki sırrı…”154
Bu cümlede, Hz. Eyyûb’un yaşadıklarının, kendisinden sonra gelenler,
özellikle de Muhammed ümmeti için sırlar ve hikmetlerle dolu olduğu
vurgulanmaktadır. Bu ifade edilirken ise, sanki Hz. Eyyûb’un hayatının bir kitap
olduğu, bu ümmetin de ondaki sırlara erişmek için o kitabı devamlı okuduğu
benzetmesi yapılmıştır. Fakat bunun için kullanılan kelime dikkat çekicidir. Zira aynı
tamlamayı Kur’an’da biraz daha farklı –ki bu fark sadece îrab ve hareke farkıdır – bir
şekliyle bulmak mümkündür: ر�aروآ(�ب �#@�ر وال�P%رق م +> “Tûr’a ve yayılmış
ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitab’a and olsun.”155 Müfessirlerce Tevrat,
amel defteri, Levh-i Mahfûz ve Kur’an-ı Kerim gibi değişik şekillerde yorumlanan156
“mestûr kitab” tabiri, bütün bu mânâlarından uzak bambaşka bir mânâda kullanılmış,
fakat Kur’ânî tabir aynen muhafaza edilmiştir. Pek çok farklı mânâyı tahammül eden
bu tâbir, İbn Arabî’nin kaleminde “Hz. Eyyûb’un ibret dolu yaşam sayfaları” anlamını
kazanmıştır.
153 “Hikâye eden” anlamına gelen (/(آ� kelimesi, tezimiz için esas olarak aldığımız İstanbul baskısında
bu şekilde yer alırken, Afîfî neşrinde (ل�(/ şeklinde geçmektedir. Bu neşirde belirtildiğine göre Kahire h.
839 baskısında bu kelime hiç yer almamakta, Kahire h. 927 baskısında ise belirtildiği şekliyle
geçmektedir. Buna göre anlam da, “Hz. Eyyûb’un lisan-ı hâliyle yazılmış kitap” olarak değişmektedir.
(Bkz. Ebu’l-Alâ el-Afîfî, Fusûsu'l-Hikem ve’t-Ta’lîkâtü Aleyh, s. 173.)
154 Fusûs, (Eyyûb Fassı), s. 88; 248; III/331.
155 Tûr: 52/1-3.
156 Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul
1979, VII/4551.
75
Buraya kadar Fusûsu'l-Hikem’de Kur’an âyetlerinden yapılan lafız ve mânâ
iktibaslarının metod ve şekillerini örnekleriyle birlikte incelemiş, böylece müellifin
Kur’an’dan nasıl iktibas yaptığı sorusunu cevaplamış ve çalışmamızın ilk basamağını
tamamlamış olduk. Şimdi ise müellifin hangi amaçlarla, yani niçin Kur’an’dan
iktibasta bulunduğunu sorgulayacağız.
II. ÂYETLERİN İKTİBAS AMAÇLARI
A. Destek ve Delil Amacıyla İktibas Edilen Âyetler
İbn Arabî’nin, vahdet-i vücûd felsefesini temellendirip son şekliyle özet
olarak sunduğu kabul edilen eseri Fusûsu'l-Hikem’de önemli bir yekûn tutan âyet
iktibasları ve te’villerinin büyük bölümünün müellifin ortaya koyduğu sistemi te’yid
eder mahiyette olduğu görülür. Bu anlamda İbn Arabî, özel bir te’vil metodu
kullanarak ilgili âyetlerden istediği anlamı çıkartmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de,
şâyet âyetin zâhirinde sistemini destekleyecek bir şey varsa onu aynen almış, böyle bir
bulgu olmadığına ise âyeti zâhir mânâsından farklı bir mânâya çekmeyi başarmıştır.
Böylece, Afîfî’ye göre o, İslâmî inançların zâhiriyle vahdet-i vücûd hakkındaki felsefî
sisteminden doğan düşünceler arasındaki derin uçurumu gidermeye çalışmıştır.157
Örneğin müellif Musa Fassı’nda, Hz. Musa ile ilgili pek çok âyete yer
vermektedir. Bunu yaparken Kur’an’daki kıssanın bağlamını ve bu kıssada Hz. Musa
ile Firavun arasında cereyan eden olayları şeklen korumakla birlikte, vahdet-i vücûd
düşüncesini bazen Hz. Musa’nın ve bazen de Firavun’un diliyle açıklamakta, ilgili
157 Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 35-36.
76
âyetlerin hemen hemen tamamından bu düşünceyi eksiksiz olarak çıkartmaya
çalışmaktadır.158
“Gerçekten de, İslam’ın mukaddes kitabından, ekollerinin dînî ve felsefî
görüşlerini onaylayacak ve kendilerini haklı gösterecek argümanlar bulmak, İslam
mistikleri için hiç de kolay bir uğraş olmamıştır”159 diyen müsteşrik Goldziher’e göre
İbn Arabî de diğer tüm te’vilciler ve simgecilerin yaptığı gibi oldukça tartışmalı
yorumlarına destek bulmak için, kimi zaman lafzın açık anlamına aykırı düşen çok
aşırı etimolojik uyarlamalar ve dilsel bağlar tedarik etmeye çabalamaktadır.160 Bunun
en bâriz örneğini, Musa Fassı’nda geçen: � G)ل ل�� ات9�ت إل5�L (Aي S%��Rb م� ال�>�Yن�
“(Firavun:) Benden başkasını tanrı edinirsen, and olsun ki seni zindanlıklardan
ederim, dedi.”161 âyetindeki � kelimesinin yorumunda görmekteyiz. Bu ال�>�Yن�
kelimenin aslı olan �Y� kelimesindeki س harfinin zâid bir harf olduğunu, bunun
aslının ise “örtmek” anlamındaki �R olduğunu beyan eden İbn Arabî, Firavun’un
Musa’ya “seni hapsederim” değil, “seni örterim” dediğini ileri sürmektedir.162 Zira ona
göre Hz. Musa, Firavun’un kendisine yönelttiği “Âlemlerin Rabbi nedir?”163 sorusuna:
“Doğunun ve batının Rabbidir” 164 şeklinde cevap vererek, Allah’ın âlemin ayn’ı
olduğunu beyan etmiştir. Firavun da, buna karşılık: “Mademki Hak âlemin ayn’ıdır;
her ikimiz de âlemden bir parça olduğumuza göre sen de ben de Hakk’ın gayrı değiliz.
158 Afîfî, Fususu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 457.
159 Ignaz Goldzıher, İslam Tefsir Ekolleri, çev. Mustafa İslamoğlu, Denge Yay., İstanbul 1997, s. 201.
160 Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, s. 271.
161 Şuarâ: 26/29.
162 Fusûs, (Musa Fassı), s. 113; 314; IV/189.
163 Şuarâ: 26/23.
164 Şuarâ: 26/28.
77
Ve mademki ben tahakküm makamındayım; şu halde ben galebe-i fir’avniyyetim ile
senin mûseviyyetini örtmekteyim ve örtmeye de devam edeceğim” demiştir.165
Görüldüğü üzere, Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir diyalogu, kendi
görüşü için bir nevi kılıf olarak kullanan İbn Arabî, gerektiğinde kendi düşüncesini
desteklemek için, oldukça aşırı sayılabilecek birtakım etimolojik tahlillere
girişmektedir.
İbn Arabî’nin bütün görüşlerinin vahdet-i vücûd eksenli olduğu söylenebilirse
de, onun her cümlesinin bu görüşü beyan ettiğini söylemek doğru olmaz. Diğer
eserlerinde olduğu gibi, Fusûsu'l-Hikem’de de, genel İslâmî kanaati yansıtan yüzlerce
cümle vardır. Vahdet-i vücûd fikrini anlatan cümlelerde olduğu gibi bu cümlelerde de,
müellifin âyet desteğine defalarca başvurduğu görülür. Örneğin, her şeyin Allah’tan
gelip yine O’na döneceği, Kur’ânî, dolayısıyla her müslümanın kabul ettiği İslâmî bir
hakikattir. Zira Hûd sûresinin 123. âyetinde şöyle buyrulmaktadır: 6م5 آ�bا *R5وإل�6 ی
“Her iş O’na döndürülür.”166 Âdem Fassı’nın hemen başında Hz. Âdem’in, âlemin
ruhu ve cilâsı olması için yaratıldığını izaha çalışırken, her şeyin Allah’tan başlayıp
yine O’na döneceği gerçeğine değinen İbn Arabî, bunu kuvvetlendirmek için
yukarıdaki âyet metninden yararlanmıştır. Âyet eserde şu şekilde yer almaktadır:
آ�) اب3=أ م%6وإ �P ی�جY ا��N آ P آ�6 م%6 اب3=اؤ[ و انA3)ؤ[ <)bم5
165 A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, IV/190-191.
166 Hûd: 11/123.
78
“Her işin başlangıcı da sonu da O’ndandır. Her iş O’na döndürülür. Tıpkı
O’ndan başladığı gibi.”167
Müellifin kendi ifadesini kuvvetlendirmek için seçtiği âyetleri, daima lâfzî
olarak değil mânâ olarak da iktibas ettiği görülür. Örneğin Hûd Fassı’nda: “Biz,
Allah’ın kendi hakkında indirmiş olduğu âyetlerde yahut kendisine ait bize gönderdiği
gerçek haberlerde tenzih olsun, tenzihin gayri olsun, tahditten başka bir şey
bulmadık”168 diyen müellif, bu düşüncesini delillendirmek için, Allah’ın mahkûkatı
yaratmazdan evvel amâda olduğunu beyan eden hadisi 169 zikrettikten sonra,
Kur’an’dan da üç âyetin mânâsına atıfta bulunmaktadır:
أ+P / ا #��ء وأ+P /ث! ذآA> (...) 5�ا أی}) ت:=ی= ا%(�ى ! - ا ��شث! ذآ5 أن6
���5 أی� �� آ�5وأ+P اNرض
“Sonra Arş’a istivâ ettiğini170 söyledi. Bu da aynı şekilde bir tahdittir. Daha
sonra semâda ve arzda olduğunu 171 ve nerede olursak olalım bizimle beraber
olduğunu172zikretti.”173
167 Fusûs, (Âdem Fassı), s. 3; 23; I/119.
168 Fusûs, (Hûd Fassı), s. 45; 132-133; II/301.
169 Ebû Zeyn el-Ukaylî adındaki bir a’râbînin Hz. Peygamber’e: “Rabbimiz bizi yaratmadan önce nerede
idi?” şeklindeki sorusuna karşılık, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Altında ve üstünde hava
olmayan amâda idi” buyurmuştur. (Bkz. Tirmizî, Tefsir, XI, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 13; Ahmed b.
Hanbel, IV, 11-12. ) Tasavvuf literatüründe ise “amâ” kelimesi, vâhidiyyet veya ahadiyyet gibi
terimlerle ifade edilen mertebe için kullanılmaktadır. (Bkz. Süleyman Uludağ, “Amâ”, DİA, İstanbul
1989, II/553.)
170 Bkz. A’raf: 7/54; Yunus: 10/3; Ra’d: 13/2; Furkan: 25/59; Secde: 32/4; Hadid: 57/4.
171 “Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O’dur.” Zuhruf: 43/84.
172 “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” Hadid: 57/4.
79
Vahdet-i vücûd düşüncesi ekseninde Allah Teâlâ’nın her mahdûd olan şeyde
tecellî ettiğini ileri süren İbn Arabî, pek çok İslâm âlimine göre oldukça tartışmalı bu
yorumunu, âyetlerin mânâsından yararlanarak Kur’an’dan delillendirmekte
gecikmemiştir. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür. Zira aklın kavrama
kapasitesinin üzerinde olan bu tarz görüş ve düşünceleri, en azından aklın sınırlarına
yaklaştırıp kolay kabul edilmesini sağlama amacına yönelik bu tür çabaların, eserde
oldukça yoğun bir şekilde yer aldığı görülmektedir.
B. Örnek Olması Amacıyla İktibas Edilen Âyetler
Sistemini, yazdığı birçok kitapla ortaya koyan İbn Arabî, çeşitli şekillerde bu
sistemini açıklamıştır. Anlatım metodlarının en etkililerinden biri olan örnek verme
yöntemi de bunlardan biridir. Pek çok eseri arasında en seçkin yeri işgal eden
Fusûsu'l-Hikem’de de, bu yönteme zaman zaman müracaat eden müellif, bazen izah
ettiği konunun daha iyi anlaşılması, bazen ise söylediklerinin asılsız olmadığını ispat
etmek için Kur’an’dan örnekler sunmaktadır. Kur’an’dan verdiği bu örnekleri kimi
zaman lâfzen, kimi zaman mânâ olarak aktarmakta olup aşağıdaki metinde mânâ
aktarımıyla örneklendirmenin misâlini görmek mümkündür:
<)ل$)Qi ب)ل5Pای* ال�sم� إذا نl[ ووC oG%= الl%3ی6 ول! ی5�L 5 ذلS <$= أ�)ء
�Q أن6 <+ ال:)(Q وه� <+ اbدب وأآ�ب ال:J والQ�5 (��ات اA��C D! وه� W ی5�P وی93
�� ب'�d وآ�� ب'�dالK)یc وه� آ��I
“Şeriata tâbî mü’min bir kimse, tenzih eder ve tenzihte kalıp onun dışında
başka bir şey tanımazsa, sû-i edeb (edepsizlik) etmiş ve farkında olmadan hem Hakk
173 Fusûs, (Hûd Fassı), s. 45; 133; II/301.
80
Teâlâ’yı hem de peygamberleri (Allah’ın selâmı onların üzerine olsun) yalanlamış olur.
Ve zanneder ki doğru yolda olup gayesine ermiştir; oysaki o yolunu kaybetmiş ve
şaşırmıştır. Bu haliyle o, (ilâhî hükümlerin) bazısına inanıp bazısını inkâr edenler
gibidir.”174
Başından sonuna kadar tenzih ve teşbih konusunun işlendiği Nuh Fassı’nın ilk
satırlarında yer alan bu ibare ve öncesinden anlaşıldığı kadarıyla İbn Arabî’ye göre,
Allah Teâlâ’yı mümkün varlıkların noksanlıklarından ve insanların kemâlâtından
tenzih etmek, bir nevi Allah’ı takyid ve tahdit etmektir ve edep dışıdır. Çünkü tenzih,
Allah’ı bütün mevcûdattan ayırmak ve O’nun zuhûrunu belli mertebelere tahsis etmek
olduğu için yanlıştır. Oysaki bütün varlıklar, Hakk’ın birer görüntüsünden ibarettir.
Allah onlarda zâhir olmakta ve tecellî etmektedir. Bu yüzden Allah’ı belli sıfatlara
hapsetmek ve bazılarından tenzih etmek, ilâhî hükümlerin bazısına inanıp bazısına
inanmamak gibidir. Çünkü doğru olan tenzihle birlikte teşbihe sarılmaktır.175
Görüldüğü gibi burada sırf tenzih yolunu tutup teşbihe yaklaşmayanların
durumuna örnek olarak, ilâhî hükümlerin bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanlar
gösterilmiştir ki, bu örnek Kur’an’ın şu âyetinin mânâsına atıftır: ال.3)ب N�#م%�ن بs3>أ
N�#5ون بK.وت “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz?”176
174 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 16; 53; I/259.
175 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/259-260.
176 Bakara: 2/85.
81
Yukarıdaki örnekte anlatılan konuyu pekiştirmek amacıyla Kur’an’dan bir
âyetin mânâsının misal gösterildiğini gördük. Aşağıdaki ibarede ise, aynı amaçla âyetin
lafzının iktibas edildiğini görmekteyiz:
Dا Eة إل�C=ء ال�:�=ي <��! أن ال(Y> 6i(أ�� j�/ � م) ه+ م� /�j ه�ی63 وإن�) ه+ م
� إ - ا �ح�� و/�ا<$)ل ��)� ی�م +�*� ا
“Muhammedî, (Hz. Muhammed’in davetine uyup) geldi ve böylece anladı ki,
Allah’a davet, O’nun zâtı ve hüviyeti açısından değil, isimleri açısındandır. Nitekim
Allah: ‘Takvâ sahiplerini heyet halinde Rahman’ (ın huzurun)a topladığımız
gün…’177 buyurmuştur.”178
İbn Arabî Nuh Fassı’nda Allah’a davetin bir mekr olduğundan bahsederken,
Muhammedî davetten söz açmakta ve bu davetin Allah’ın zâtına değil esmâsına
olduğunu söylemektedir. Yani bu davette kullar, Allah’ın bir isminden bir diğer ismine
davet olunmaktadır. Örneğin Mudill isminin mazharı olan bir kimse, hidâyete
eriştirilmek istenirse Hâdî ismine davet olunur ki, böylece bu ismin mazharı olsun ve
doğru yolu bulsun. Bunun örneği ise Kur’an’daki: و<=ا � ی�م ن:5P ال��$3� إلE ال5/�
‘Takvâ sahiplerini heyet halinde Rahman’ (ın huzurun)a topladığımız gün…’ 179
âyetidir. Zira İbn Arabî’nin bu âyetten anladığına göre muttakîler, dünyada iken
Cebbâr isminin ihâtası altındadırlar. Çünkü ittikâ, ceberût ve satvet ifade eden bu ismin
terbiyesinden doğar. Onlar dünyada Cebbâr isminin mazharı olduklarından, âhirette
Rahman isminin mazharı olurlar ve rahmete gark olurlar. Kafirler için ise bunun zıddı
177 Meryem: 19/85.
178 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 60; I/288.
179 Meryem: 19/85.
82
söz konusudur. Onlar dünyada iken Rahman isminin mazharı olup nefsânî hazlardan
istifade ettikleri için, âhirette Cebbâr ve Muntakîm isimlerinin tahtında toplanıp
onlardan intikam alınır.180
Verilen örneklerde de kolayca görüleceği gibi, Fusûs’ta yer alan Kur’an
âyetlerinin iktibas amaçlarından biri de anlatılan konuyu daha anlaşılır kılmak için
örneklendirme yönteminin kullanılmasıdır. Başka bir ifadeyle âyetlerden bir kısmı,
müellifin kendine özgü mühürlü ifadelerini açmak için ilgili konuya örnek teşkil
ettiğinden iktibas edilmiştir.
C. Başka Bir Âyeti Tefsir Etmek Amacıyla İktibas Edilen Âyetler
Kur’an âyetlerinin birbirlerini tasdik ve te’yid edici mahiyette olduğunda
şüphe yoktur.181 Bu sebeple Kur’an tefsirinde en öncelikli ve en sağlam kaynak yine
Kur’an’ın kendisi kabul edilmiştir.182 Yüzyıllar boyu müfessirlerce kullanılan “âyetin
âyetle tefsiri” metodunu, İbn Arabî’nin âyetleri yorumlayışında da görmek mümkündür.
Buradan hareketle, Fusûs’ta yer alan âyetlerden bir kısmının, bir başka âyeti tefsir
etmek amacıyla iktibas olunduğu sonucuna varabîliriz. Şimdi buna dair örnekleri
inceleyelim:
Nuh Fassı’nda Hz. Nuh’un kavminden bahseden وم.5وا م.5ا آ#)را “Büyük
büyük tuzaklar kurdular”183 âyetini ele alan İbn Arabî bu âyetle, Allah’a davet etmenin
180 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/288-289.
181 Geniş bilgi için bkz. Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, Şule Yay., İstanbul 1996, s.
20-26.
182 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara 1996, I/40.
183 Nuh: 71/22.
83
bir mekr, tuzak, hile ve aldatmaca olduğunu anlatmaya çalışır. Zira ona göre davet
eden, davet olunan ve kendisine davet edilen şey birdir, aynı varlıktır. Çünkü âlemde
vahdet-i vücûd vardır; yani bir tek varlık vardır ki o da Allah Teâlâ’dır.184 Yine ona
göre Hz. Nuh, kavmini mekr ile davet ettiği için onlar da mekr ile cevap vermişlerdir.
Çünkü Hz. Nuh Allah’ın Zâtına çağırmıştır. Halbuki Allah’ın zâtı ve ehadiyyeti
itibariyle çağıran ve çağrılan aynıdır. Dolayısıyla bu bir mekrdir.
Yukarıdaki âyetle ilgili bu yorumları yapan müellif, bu âyetin tefsirinde, Hz.
Muhammed’e hitaben inen E�C Dا Eإل �C[ �#��+ أد�ه QG+%�#ات �ب^�5ة أن) وم “De ki:
İşte benin yolum budur. Allah’a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar
(böyleyiz)”185 âyetinin ب^�5ة E�C Dا Eإل �Cأد “Allah’a basiretle davet ederim”
kısmını açıklayıcı olarak almaktadır. Hz. Nuh’un davet metodundan bahsettikten sonra
Hz. Muhammed’in davet metoduna geçmekte ve onun basiret üzere, yani Allah’ın
zâtına değil esmâ ve sıfatlarına davet ettiğini, dolayısıyla bu davetin Hz. Nuh’un
davetinin aksine mekr olmadığını söylemektedir.186
Görüldüğü gibi ikinci âyet fass ile bağlantılı olmadığı halde, fassla ilgili bir
âyetin tefsirinde yararlanılmak üzere esere alınmıştır. Ayrıca tefsir amacıyla alınan
ikinci âyetin lâfzen iktibas edildiği görülmektedir. Bazı durumlarda ise tefsir eden
âyetin mânâ olarak alındığı görülür. Örneğin, yine aynı fassta yer alan ve Hz. Nuh’un
duası olarak nakledilen: W`ض Wإ � (Ey Rabbim) Zâlimlerin ancak“ وW تlد الX)ل��
184 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/287.
185 Yusuf: 12/108.
186 Bkz. Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 59; I/287-288.
84
dalâletini (şaşkınlıklarını) artır”187 âyetini tefsir etmek için alınan âyetin mânâsına
atıfta bulunulmuştur. İbare şöyledir:
E�C 6ث; <$=م`Uأورث�ا ال.3)ب وه� أول ال �� ال�ی�Ka^ال� !A<Kنb �وW تlد الX)ل��
W`ض Wإ Jأي /�5ةال�$3^= وال>)ب
“Zâlimlerin ise (ki kitaba vâris olan seçilmiş üç grup kuldan ilki olan ve diğer
iki grup olan “muktesıd” ve “sâbık”tan önce zikredilen, nefislerine zulmedenlerdir)
ancak sapıklıklarını, (yani hayretlerini) artır.”188
Müellif Hz. Nuh’un duasında geçen “zâlimler” kelimesini Kur’an’ın şu
âyetinin anlamına telmih yaparak izah etmektedir: !ث �أورث%) ال.3)ب ال�ی� ا(%�Ka) م
�)ل! !A%�> (دن(#CDذن اzب)ل5�9ات ب Jب(� !A%م$3^= وم !A%6 وم<K%ل “Sonra kitabı,
kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir,
kimi orta gidendir, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçendir.”189 Her iki âyeti
de alışılmışın dışında yorumlayan İbn Arabî’ye göre, kâfir kabul edilen Hz. Nuh’un
kavmi ile ilgili bu âyetler, bâtınî ya da işârî olarak Allah’ın en seçkin kullarını
anlatmaktadır. Buna göre zâlimlerden murad nefislerine zulmedenler, yani nefsânî arzu
ve şehvetlerini terk edip nefislerinin isteklerine aykırı davrananlardır. Bu yorumunu
kuvvetlendirmek için Fâtır 32. âyete atıf yapan müellif, delil olarak aldığı âyeti de yine
alışılmışın dışında bir yoruma tabi tutar. Zira âyetten pek çok müfessirin anladığına
göre kitaptan kasıt Kur’an, seçilmiş kullar ise Muhammed ümmetidir. Nefsine
zulmedenler bu ümmetten olduğu halde Kur’an’ın gereği ile amel etmeyenler;
187 Nuh: 71/24.
188 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 19; 61; I/297.
189 Fâtır: 35/32.
85
muktesıdlar, bazen amel edip bazen etmeyenler; sâbıklar ise Kur’an’ı gereği gibi
yaşayıp hayırlarda en önde yer alan bahtiyar kullardır.190 Bu âyeti İbn Arabî ise şöyle
yorumlamaktadır: Burada zikri geçen üç tâifenin üçü de Allah’ın seçkin ve yüce
kullarıdır. Bunlardan en üstünü ise nefislerine zulmedenler, yani nefislerini eğitip
Hakk’a raptedenler, böylece Allah’ın zât-ı akdesini kesret mertebesinde görüp bu
kesrette vahdeti müşahede eden ve hayret mertebesine erenlerdir. 191 İşte Hz. Nuh
duasında bu kimselerin hayretlerinin daha da artmasını istemektedir.
Burada bizim için mühim olan nokta, Fâtır 35/32 âyetinin, Nuh 71/24 âyetini
tefsir etmek amacıyla esere mânâ olarak alınmış olmasıdır. Ayrıca hem tefsir eden hem
de tefsir edilen âyetin işârî olarak yorumlandığı görülmektedir. Bu durum aynı amaçla
iktibas edilen âyetlerden hemen hemen hepsi için geçerlidir. Zira daha önce de
defalarca belirtildiği üzere, Fusûs tasavvûfî bir eserdir ve müellifinin tasavvufî
görüşlerini özetlemek için kaleme aldığı bir kitaptır. Bu özelliği dolayısıyla da, esere
alınan âyetlerin pek çoğu, öyle ya da böyle tasavvufla alâkalıdır.
Başka bir âyeti tefsir etmek amacıyla esere alınan âyetlerin örneklerini daha
fazla artırmak mümkündür. Fakat diğer örnekler de aynı tarzda olacağından bu kadarla
iktifa ediyoruz. Ayrıca ikinci bölümde “âyetin âyetle tefsiri” başlığı altında bu konuyu
da kapsayan başka örnekler verilecektir.
190 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/3993; İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Kesir el-Kureşî ed-
Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l–Ma’rifet, Beyrut 1996, III/562-563; Muhammed Ali es-
Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dersaadet, ts., II/576-577; Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b.
Ahmed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, III/594-595.
191 A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/297-298.
86
D. Fass (Bölüm) İle Bağlantılı Olarak İktibas Edilen Âyetler
Fusûsu'l-Hikem’in, Kur’an’da ismi geçen peygamberler ile özdeşleştirilen
hikmetlerin konu edildiği 27 fasstan oluştuğunu daha önce belirtmiştik. Bu fasslardan
hemen hemen hepsi de ilgili peygamber hakkında nâzil olmuş birtakım Kur’an
âyetlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla eserde yer alan bazı âyetlerin fass ile daha
doğrusu o fassa ismini veren peygamberle bağlantılı olduğu için iktibas edildiğini
söylemek mümkündür.
Pek çok fassta bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Âdem Fassı’nda Hz.
Âdem’in yaratılışını; Nuh Fassı’nda Hz. Nuh’un kavmini dine davetini; Musa
Fassı’nda Hz. Musa’nın doğumunu, annesi tarafından nehre bırakılışını, Firavun’la
maceralarını, Hızır (a.s.)’la buluşmasını; İsa Fassı’nda Hz. İsa’nın doğumunu, Hz.
Meryem’in Cebrail’le karşılaşmasını, Hz. İsa’nın Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh
olduğunu; İshak Fassı’nda Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi ile ilgili rüyasını vb.
konu edinen âyetlerin iktibası bunlardan sadece birkaçıdır. Fakat bütün bu örnekleri
teker teker sıralamamız mümkün olmadığı için konunun anlaşılmasına yardımcı olacak
birkaç örnekle iktifa edeceğiz.
İshak Fassı’nda geçen bir ibare şöyledir:
!�Cب%6 اW ل(G 6 ال>`م��C Q��9وإی)ك أن إب5اه�! ال Dأی=ن) ا �5م أ+� إ+ أرى / ا
U� وال�%)م /}5ة ال�9)ل <�! ی�#5ه)أذب
87
“Bil ki – Allah bizi ve seni te’yid etsin (gücümüzü artırsın) – Halil İbrahim
Aleyhisselâm oğluna şöyle demişti: ‘Ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm.’192
Rüya ise gerçekte hayal kademesine ait bir şeydir. Bununla beraber (İbrahim) rüyasını
tabir etmedi.”193
Fusûsu'l-Hikem’in anahtar kavramlarından biri olan “rüya” ve “hayal”
kavramları194 eserde iki temel Kur’an kıssasının üzerine oturtulmuştur. Bunlardan biri
Hz. Yusuf’un, diğeri ise Hz. İbrahim’in rüyasıdır. İshak Fassı’nın neredeyse tamamına
hâkim olan bu konu Hz. İbrahim’in rüyasında oğlunu boğazladığını görmesini anlatan
Kur’ânî kıssaya dayanmaktadır. Bir başka deyişle İbn Arabî, hayal ve rüya hakkındaki
düşüncelerini vahdet-i vücûd ekseninde anlatmak için bir fass oluşturmuş, bu fassı
İshak peygambere izafe etmiş ve onunla ilgili bu âyeti de bu fassı tahsis ettiği
düşüncelerine dayanak olması için eserine almıştır.
Benzer bir durumu Süleyman Fassı’nda da görmek mümkündür. Eserin pek
çok yerinde defalarca değinilen ve eserin bir diğer anahtar kavramı olan195 rahmet-i
ilâhiyyenin (ilâhi rahmet) bir alt başlığı olarak kabul edilen “vücûbî rahmet”, bu fassta
ele alınmaktadır. Fassın tam başlığı şu şekildedir: “Süleymanî” Kelimedeki
“Rahmânî” Hikmet Fassı. Afîfî’nin de belirttiği gibi 196 Süleyman isminin Fassın
başlığında zikredilen ve fassa adını veren “Rahmânî” hikmete bitişmesinin görünür
sebebi ise, Kur’an’da anlatılan Süleyman-Belkıs hikayesi ve daha özelde Hz.
192 Sâffât: 37/102.
193 Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 87; II/102.
194 Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 21.
195 Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 163.
196 Bkz. Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 323.
88
Süleyman’ın Belkıs’a yazdığı mektuptur. Bu mektupta Hz. Süleyman, Belkıs’ı Allah’a
davet etmekte ve bu mektuba şöyle başlamaktadır: �إن6 م� ����)ن وإن6 ب)�! اD ال5/�
O, Süleyman’dandır ve o, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyladır.”197 İşte“ ال5/�!
bu âyette yer alan “Rahman” kelimesi, İbn Arabî’ye göre Allah’ın vücûbî rahmetini
anlatan ismidir. İbn Arabî de bu sebeple, vücûdî rahmeti anlatacağı fassa “Rahmânî
hikmet” adını vermiş ve bunu Kur’an’da “Rahman” kelimesinin geçtiği âyetlerden biri
olan bu âyete dayandırmış, bu âyet de Hz. Süleyman’la ilgili olduğu için fassı onunla
ilişkilendirmiştir. Fassın ilk cümlesi şu şekildedir:
P+ی�%+ ال.3)ب إ P+ن وإ��� % � ب�%� ا� ا �ح�� ا �ح��أي م}��ن6 �
“O, yani gelen mektup Süleyman’dandır ve o, yani mektubun içeriği Rahman
ve Rahim olan Allah’ın adıyladır.”198
İşte bu cümlede yer alan âyet fassla ilgili olup fassın konusu bu âyetle
temellendirileceği için esere alınmıştır. Vermiş olduğumuz bu iki örnekte iktibas
olunan âyetlerin lâfzen esere aktarıldığını görmekteyiz. Aşağıdaki örnekte ise mânâ
olarak alınan bir âyetin fassla bağlantılı olduğu için iktibas edildiğini göreceğiz ki,
bunun örnekleri de eserde oldukça fazladır. İlyas Fassı’nın ilk cümlesi şöyledir:
<�G +> �A& اb<`ك �)آ� ���+� ! �� ور/�P ا�إل�)س ه� إدریO آ)ن ن#�) Q#G ن�ح
S#5ی; ب��G Eإل jث! ب� O�Pال S�> وه�
197 Neml: 27/30.
198 Fusûs, (Süleyman Fassı), s. 71; 203; III/210.
89
“İlyas, Nuh’tan önce nebi olan İdris (a.s.)’dır. Allah onu yüce mekâna
kaldırdı. O feleklerin merkezinde sâkin idi ki, bu merkez güneş feleğidir. Sonra ise
Ba’lebek beldesine peygamber olarak gönderildi.”199
Bu cümlede geçen Allah onu yüce mekana kaldırdı cümlesi, (��C (ور<�%)[ م.)ن
“Biz onu yüce bir mekana yükselttik”200 âyetine telmihtir. Bu telmihin sebebi ise,
âyetin fassa adını veren peygamberle, dolayısıyla da fassla ilgili olmasıdır.
E. Yazarın Kendi Cümlesini Kur’an Metni İle İfade Etmek İçin İktibas
Ettiği Âyetler
Eserdeki bazı âyetleri müellifin teberrüken aldığını görmekteyiz. Yani müellif
bir şey söylemek istediğinde, bunu âyet lafzını kullanarak söylediği durumlar da
mevcuttur. Bu durumda ilgili âyetlerin iktibas amacı, müellifin kendi cümlesini Kur’an
metni ile ifade etmek istemesi olmaktadır. Bunu daha çok, herhangi bir Kur’an
kıssasını, düşüncelerini temellendirmek için kendi üslûbuyla anlatırken görüyoruz. Bu
199 Fusûs, (İlyas Fassı), s. 93; 263; IV/28. İbn Arabî’ye göre İlyas ve İdris olarak bilinen peygamberler,
iki farklı kişi değil, bir ve aynı kişidir. Bir başka deyişle bu iki isim, aynı şahsa farklı iki hali için
verilmiştir. İdris, Hz. Nuh’tan önce yaşamış bir peygamberdi. Allah onu yüceltmiş ve Güneş semâsına
(Felek-i Şems’e) yerleştirmişti. Onun bu yüce makamdaki ismi İdris idi. Daha sonra bu makamdan
indirilerek Suriye’de bulunan Bâlebek şehrine peygamber olarak gönderilmiştir. Bu ikinci halde ise adı
İlyas olmuştu. İlyas peygamber, İbn Arabî’ye göre, o yüce makamdan dünyaya inmekle kalmamış,
tamamen dünyevî olarak arzda, kendisindeki bu unsurî varlık halini en uç sınırına kadar götürmüştür. Bu
haliyle İlyas (a.s.), bütün aklî faaliyetlerini terk edip tefekkür melekelerini âtıl bırakan, böylece
varlığının dibinde yer alan “hayvanlık” (hayvâniyet)i tam anlamıyla gerçekleştiren, aklın kösteklerinden
kurtulup kendisini doğal arzu ve ihtiraslarına terk eden ve sonunda insanlar ve cinler hariç bütün
hayvanların doğal olarak keşfettiklerini keşfeden kimseyi remz etmektedir. (Bkz. Fusûs, İlyas Fassı, s.
97; 273; IV/62-65; ayrıca bkz. Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 35-36.)
200 Meryem: 19/57.
90
anlatım esnasında kıssanın bazı bölümlerini âyetlerden esinlenerek kendi ifade
kalıplarına döken müellif, zaman zaman da Kur’an lafzını aynen almakta ve bunu
kendi cümlelerine raptetmektedir. Musa Fassı’nda Hz. Musa’nın doğumu ve annesi
tarafından nehre bırakıldıktan sonra Firavun’un karısı tarafından Firavun sarayına
yerleşmesi hikaye edilirken, Hz. Musa’nın annesinin, oğlunun Firavun’un elinden
kurtulduğu için sevindiğini beyan etmek isteyen müellif, (Lر(> Eاد أم م��s> k#)وأ
“Musa’nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı”201 âyetinin lafzından
yararlanmaktadır. Fakat burada ilginç bir durum söz konusudur. Âyete verilen mealden
de anlaşılacağı gibi pek çok müfessire göre bu âyet, Hz. Musa’nın annesinin, oğlunun
başına gelenlerden dolayı üzüntüsünü ifade etmektedir.202 Oysa İbn Arabî’ye göre bu
âyet, onun sevincini anlatmaktadır. Zira oğlu Firavun’un zulmünden kurtulmuştur:
م� الA! ال�ي آ)ن G= أ()بA) أص'l/ iاد أم ��%- /�ر�Bول�) C^�6 اD م� <�C5ن
“Allah Musa’yı Firavun’un zulmünden koruyunca annesinin yüreği de
uğradığı tasadan kurtulmuş oldu.”203
Görüldüğü gibi burada müellif, kendi anlatmak istediğini, âyet lafzıyla ifade
etmek için bu iktibasta bulunmuştur. Belirtmiş olduğumuz bu iktibas amacı, sadece
kıssalar söz konusu olduğunda değil, diğer ifadelerde de karşımıza çıkmaktadır. Harun
Fassı’nda geçen şu cümle, bunun bir örneğidir:
201 Kasas: 28/10.
202 Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/393; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II/426; Zemahşerî,
Keşşâf, III/382.
203 Fusûs, (Musa Fassı), s. 107; 301; IV/157.
91
(C=> =APی Wو ;��Yال j�/ �و� ت�رآP اNب�Dر وه� ی�رك إلE إل6 ی^�= إل�6 وی��! م
ل�6Ka و�5ی)ن6 <+ أ�C)ن اbش�)ءاNب�Dر
“Şu halde (peygamber), kendisine ihtiyaç duyulan, ancak mücmelen
(ayrıntısız) bilinebilen fakat görünmeyen, gözler tarafından idrak edilmesi mümkün
olmayıp kendisi eşyanın aynlarında beliren lütfu ve sirâyeti ile gözleri kaplayan204 bir
ilâha davet eder.”205
Burada müellif peygamberlerin kendisine davet ettikleri ilâhın, yani Allah’ın
vasıflarını sayarken, O’nun gözle görülmesinin mümkün olmadığını söylemek istemiş,
bunun için ise aynı mânâyı ifade eden bir âyet metnini kullanmıştır.
Yukarıda verilen örneklerde de görüldüğü üzere, Fusûsu'l-Hikem’de yer alan
bazı âyetleri müellif kendi anlatmak istediği bir mânâyı âyet lafzının kalıbına dökerek
sunmak istediği için iktibas etmiştir.
Bütün bu açıklamalar ve örneklerden çıkan neticeye göre, hem müellifin ne
kadar Kur’an’a bağlı olduğu, hem de eserin tamamının Kur’an kaynaklı olup Kur’ânî
mânâları konu aldığı bir kez daha ortaya çıkmış olmaktadır.
204 En’am: 6/103.
205 Fusûs, (Harun Fassı), s. 104; 293; IV/123.
92
İKİNCİ BÖLÜM
FUSÛSU’L-HİKEM’DE TEFSİR METODU
Tefsir alanında İbn Arabî ile ilgili söylenmesi gereken en mühim şey, elbette
ki onun, kendine has bir yorum biçiminin olduğudur. Toshihiko İzutsu, İbn Arabî’nin
çoğunlukla kendi tezi için delil olarak zikrettiği âyetleri te’vilinde geniş bir serbestînin
göze çarptığına dikkat çekmektedir.206 Süleyman Uludağ ise, bu serbestînin boyutlarını
şu şekilde gözler önüne sermektedir: “Bazen mecâzî anlam ifade eden ibarelerin
zahirinden ve lafzından çıkan mânâlara itibar ederek garip yorumlar yapan İbn Arabî,
bazen de bir âyeti veya hadisi zahirî ve lâfzî mânâsından uzaklaştırarak ona hiç
kimsenin aklından geçmeyen mânâlar yüklemekte, ibarenin bu mânâları taşımaya
uygun olup olmadığına bakmamakta, bazen tuhaf, bazen acayip, bazen de saçma
sayılabilecek sonuçlara ulaşmaktadır.”207
Bazı te’villerinde dil kaidelerini zorlayacak, hatta yok sayacak tarzda aşırı
te’viller yapan İbn Arabî’nin bu tavrını eleştiren tefsir tarihçileri, onun, bazı âyetlerin
içerdiği tasavvufî mânâları ince bir üslubla dile getirmesini ise olumlu karşılarlar.
Çoğunlukla da, İbn Arabî’nin yetenekli bir müfessir olduğunu kabul ederler.208
206 Toshihiko İzutsu, İbn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar Kavramlar, çev. Ahmet Yüksel Özemre,
4. Basım, Kaknüs Yay., İstanbul 2005, s. 105.
207 Uludağ, İbn Arabî, s. 73.
208 Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1962, s. 327-337.
93
Süleyman Ateş’e göre işârî tefsir, İbn Arabî ile birlikte tamamen vahdet-i
vücûd felsefesinin etkisi altına girmiştir. Böylece tasavvufta olduğu gibi işari tefsirde
de yeni bir çığır açılmış, basit mânâda zühdî tefsirlerin yerini gâyet kompleks felsefî
tefsirler almış ve vahdet-i vücûd yönünde aşırı te’viller yapılmaya başlanmıştır.209
el-Futûhât’ında: “Eğer nefesin yetiyorsa Kur’an ummanına dal, ama eğer
nefesin yetmeyecekse onun zâhirî tefsirini konu alan eserleri mütâlaa ile yetin ve
bâtınına dalma. Yoksa orada helak olursun, zira Kur’an ummanı derindir ve ona dalan
kişi, kıyıya yakın yerlerle yetinmeyecek ve bir daha asla mahlûkata geri
dönmeyecektir”210 diyerek Kur’an tefsirinin zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki farklı
boyutuna dikkat çeken İbn Arabî, pek çok eserinde olduğu gibi Fusûs’unda da
yüzlerce âyete yer vermekte ve bunların önemli bir kısmını çeşitli metodlarla tefsir
etmektedir. Biz de çalışmamızın bu bölümünde, Fusûsu'l-Hikem’deki tefsir metodunu
inceleyeceğiz. Ancak buna geçmeden önce, eserdeki tefsir yöntemi ile ilgili şeklî
birtakım bilgiler sunmayı uygun bulduk. Böylece, konunun daha iyi anlaşılacağını ümit
ediyoruz.
I. TEFSİR ŞEKLİNE GÖRE ÂYETLER
A. Tamamı Tefsir Edilenler
Tamamı iktibas olunan âyetlerden daha önce söz etmiştik.211 Bu âyetler bütün
olarak iktibas edilmekle birlikte, içlerinden bazısının tamamı, bazısının ise bir bölümü
209 Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 167.
210 el-Futûhât, (nşr.) I/378.
211 Bkz. Birinci Bölüm, “Âyetin Tamamının İktibası” konusu.
94
tefsir edilmiştir. Tamamı tefsir edilenlerden de bir kısmı işârî olarak, bir kısmı ise
zâhirî olarak tefsir edilmiştir. Şimdi bunların örneklerini sırasıyla görelim.
Nuh Fassı’ndaki şu ibarede geçen âyet, tamamı işârî olarak yorumlananlara
örnek olarak gösterilebilir:
وه+ ال��)رف ال�$��; <+ ال��)ن+ ��رارا ی�%$ ا #��ء ! ��� <$)ل ن�ح <+ /.�6 ل$�م6
5X%3#)ريوالCWا
“Nuh kendi hikmetinde kavmine: ‘(O’ndan mağfiret dileyin ki Allah)
üzerinize (yağmur yağdıran) semâyı bol bol göndersin.’212 dedi. Ki o (yani semâ),
mânâlardaki aklî bilgiler ve i’tibârî nazardır.”213
Görüldüğü gibi buradaki âyet bütünüyle iktibas olunmuş ve tamamının
tefsirine ışık tutacak şekilde işârî olarak yorumlanmıştır. Bu yoruma göre âyette geçen
“semâ” kelimesi, aklî bilgileri sembolize etmektedir. Allah’ın semâyı, yani yağmuru
bol bol göndermesi ise, insanların ilmini ve mârifetini artırması anlamına gelmektedir.
Buradan hareketle âyetin mânâsı şöyle olmaktadır: Ey kavmim, siz benim
söylediklerimi kabul edin ki, Allah sizin mârifetinizi artırsın.214
212 Nuh: 71/11.
213 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 58; I/283.
214 Aynı âyetle ilgili zâhirî tefsirlerde yer alan rivâyetlere göre, Nuh kavminin uzun süre küfürde ısrar
etmeleri üzerine, Allah Teâlâ onları kırk sene kıtlıkla cezalandırmış; en sonunda Hz. Nuh’a müracaat
ettiklerinde o, bu belâdan kurtuluşun ancak şirk ve küfürden tevbe ve istiğfar ederek tek olan Allah’a
iman ve ibadetle mümkün olacağını ifade etmiştir. Bu âyette anlatılan husus da buna işarettir. Âyetin
zâhirî tefsiri hakkında detaylı bilgi için bkz. Muhammed Ali es-Sâbûnî, Tenvîru’l-Ezhân min Tefsîri
Rûhi’l-Beyân, Türkçesi: Muhtasar Rûhu’l-Beyân Tefsiri, çev. Abdullah Öz ve diğerleri, Damla Yay.,
İstanbul 1995, IX/303; Mehmet Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, Üç Dal Neşriyat,
95
Aşağıdaki iktibas da tamamı işârî olarak yorumlanan âyetlere örnektir:
��ن ربU رب ا �;ة !�� ی��Dن ث! G)ل '% 6<Kن ]l%> !Aل�$C 6�aب�) ت� Wن6 إ�K^وم) ی
C ل$^�ر ال�$�ل Sی6 وذلl%3ال Sل�إذ /=دو[ ب !AAیl%ت �C � إدراك مQU ه�ا
“Ayrıca (Allah) şöyle buyurmuştur: ‘Senin izzet sahibi Rabbin, onların
nitelediklerinden uzaktır, münezzehtir.’215Çünkü onlar O’nu ancak akıllarının erdiği
kadarıyla vasfedebilirler. Dolayısıyla O, onların tenzihinden bile kendini tenzih
etmektedir. Zira onlar bu tenzihle O’nu sınırlayıp tahdid etmektedirler. Bu da aklın bu
tür konular hakkındaki yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.”216
Bu pasajda görülen iktibas, âyetin tamamının iktibasıdır ve tamamı tasavvufî
olarak yorumlanmıştır. Zâhirî tefsirine göre âyet, müşrik ve kâfirlerden söz etmekte;
Allah’ın, onların isnad ettikleri eksik vasıflardan münezzeh olduğunu beyan
etmektedir.217 İbn Arabî’nin burada açıkladığı yoruma göre ise âyet mü’minlerden söz
etmekte ve Allah’ın, onların kendilerince iyi niyetle yaptıkları tenzihten bile münezzeh
olduğunu; zira insanların tenzihinin akıl sınırları dâhilinde olup Allah’ın bu sınırları
İstanbul 1969, XV/6161; Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an,
çev. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul 1996, VIII/435-436; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’l-Gayb, çev. Suat Yıldırım ve diğerleri, Akçağ yay., Ankara 1998, XXII/149-150; Abdullah b.
Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Beyrut 1989, III/1869; Ebu’s-
Suud Muhammed b. Muhammed el-Amâdî, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Merâye’l-Kur’âni’l-Kerîm,
Beyrut, ts., IX/38.
215 Sâffât: 37/180.
216 Fusûs, (İlyas Fassı), s. 94; 265; IV/34.
217 Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/4079.
96
aşkın yüce bir varlık olduğunu anlatmaktadır. Bu yorum ise, tasavvufun teorik (nazarî)
cephesiyle alâkalıdır.218
Lût Fassı’nda geçen aşağıdaki âyet de bütün olarak iktibas edilmiş, fakat bu
sefer işârî ve tasavvufî olarak değil, diğer tefsirlerde de bulabileceğimiz şekilde zâhirî
olarak tefsir edilmiştir. Metin şöyledir:
أي �� أ+� ب9=م �'�� وbن �Gل+ ��C =/ E�C+ <+ �4$+ �� ی'�ل ا ��ل �ي G)ل أی})
م) G=رت A��C! ال.5K ال�ي یA�$P! ث! �)لA3#! ب�) ل�O <+ و��A! أن یmت�ا ب6
“Allah aynı şekilde şöyle buyurmuştur: ‘Benim katımda hüküm değişmez.’
Yani benim sözüm ve hükmüm, mahlûkâtım hakkındaki ilmime bağlıdır. ‘Ve ben
kullara asla zulmedici değilim.’219 Yani ben, onları şakî kılan küfrü, onlar aleyhine
takdir etmedim ki, tâkatlerinin üstünde bir şeyi yapmalarını istemiş olmayayım.”220
Burada tamamı alınan bir âyetin yine tamamının, pek çok müfessirin de tefsir
ettiği şekilde221 zâhirî olarak yorumlandığını görmekteyiz.
B. Bir Kısmı Tefsir Edilenler
Eserdeki Kur’an’dan iktibasların çoğunu, tamamı değil bir bölümü alınan
âyetler oluşturmaktadır. Bu âyetlerden de önemli bir kısmı tefsir edilmiştir. Tamamı
218 Önemli bir işârî tefsir olan Letâifü’l-İşârât’ta bu tarz bir yorum bulunmamaktadır. Bkz. Abdülkerim
b. Havâzin el-Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât bi Tefsîri’l-Kur’an, Mısır 1983, III/244.
219 Kâf: 50/29.
220 Fusûs, (Lût Fassı), s. 58; 169; III/72-73.
221 Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/4517; Sâbûnî, Rûhu’l-Beyân Muhtasarı, VIII/239-240;
Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XX/289-296; Nesefî, Medârik, III/1692.
97
alınan âyetlerde olduğu gibi bunlarda da işâri-tasavvufî ya da zâhirî olarak tefsir
edilenler bulunmaktadır.
Musa Fassı’nda geçen aşağıdaki ibarede, bir kısmı alınan bir âyetin işârî
olarak yorumlandığını görmekteyiz:
Eل ت�)ل(G �)�� آ�ن ��* بP وج� �5 P +�را یی�%+ ب)ل��! /Cح��4�5 ی�%+ ب)لQAY أو�
أي W ی3A=ي أب=ا �5<� ب�Jرج �a وه� ال}`ل آ�� �P 6 / ا 9 ��ت وه� الA=ى / ا �5س
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Bir kimse ki ölü idi.’ Yani cehâlet ile
ölmüştü. ‘Sonra biz onu dirilttik.’ Yani ilim ile diri kıldık. ‘Ve biz ona bir nur
bahşettik ki, onunla insanlar arasında yürür.’ O nur ise hidâyettir. Bu kimse
karanlıklar içinde kalan kimseye benzer mi?’ Bu ise dalâlettir. ‘Ki o (karanlıktaki)
kimse, o karanlıklardan hiç çıkamayacaktır.’ 222 Yani ebediyen doğru yolu
bulamayacaktır.”223
Âyetin ilgili kısmında geçen “ölü” câhil olarak, “onun diriltilmesi” ilim sahibi
olması olarak, “kendisine bahşedilen nur” hidâyet olarak, “karanlıklar” dalâlet olarak
ve “karanlıklardan kurtulamamak” ise asla hidâyete erememek olarak te’vil edilmiştir.
Zaten bu âyet mesel nevi’nden olduğu için, diğer tefsirlerde de benzer yorumlara
rastlamak mümkündür. Ama çoğunlukla, âyetin ilk kısmında anlatılan “diriltilip
kendisine nur bahşedilen ölü” mü’minin, “karanlıklar içinde kalan” ise kâfirin misâli
olarak algılanmış ve böyle yorumlanmıştır. 224 Kuşeyrî ise, bu âyetle ilgili olarak
222 En’am: 6/122.
223 Fusûs, (Musa Fassı), s. 106; 298; IV/140.
224 Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azim, II/178; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, I/415; Zemahşerî,
Keşşâf, II/60.
98
Allah’ı zikredip hatırlayanın diri, O’ndan gaflette olanın ise ölü hükmünde olduğu;
zikir yoluyla ölümden kurtulanın Allah’a yakınlık ve irfan aydınlığında olacağı;
zikirden uzak olanların ise karanlıklardan kurtulamayacağı yorumlarına yer
vermektedir.225
Bir kısmı tasavvufî olarak yorumlanan âyetlerin bir başka örneği için,
aşağıdaki iktibası verebiliriz:
Eل ت�)ل(G P 6آ� a� شء �a آ�G 6#P> P 6)ل ت�)لE وه� ا #��Y ا 'l%> ��D[ شء
6#P>وه� E%وثY��# <%l[ وأ<5د ا 'D�� ا
“Allah Teâlâ: ‘O’na benzer hiçbir şey yoktur’ diyerek (nefsini) tenzih etmiştir.
‘O işitici ve görücüdür’226diyerek ise (nefsini) teşbih etmiştir. Yine Allah Teâlâ: ‘O’na
benzer hiçbir şey yoktur’ diyerek (nefsini) teşbih etmiş ve ikileştirmiş; ‘O işitici ve
görücüdür’ diyerek ise (nefsini) tenzih etmiş ve birlemiştir.”227
Tenzihin, Hakk’ın temel iki veçhesinden biri olup diğer yarısının ise teşbih
olduğunu; tenzih ile teşbihi tevhid etmeyen her ilâhî mârifetin tek yönlü ve noksan
olacağını; bu ikisini bilfiil tevhid edenin ise sadece Hz. Muhammed olduğunu 228
düşünen İbn Arabî, tenzih-teşbih konusunu işlediği Nuh Fassının yukarıdaki
paragrafında, ilk bakışta paradoksal gibi görünen bir ifadeye yer vermekte ve ne demek
225 Bkz. Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I/498.
226 Şûrâ: 42/11.
227 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 17; 57; I/275.
228 Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 36.
99
istediği kolay anlaşılamamaktadır. Fakat Fusûs’taki başka bir ibareden229 ve Avni
Konuk’un şerhinden istifade ettiğimizde, bu paradoks kaybolmakta, yerini tasavvufun
teorik ve nazarî bir veçhesine İbn Arabî’nin bakışını yansıtan bir cümleye
bırakmaktadır.
Buna göre İbn Arabî, iktibas olunan âyetin ilgili kısmını, avâm ve havassın
anlayışlarına göre iki zıt şekilde tefsir ve te’vil etmektedir. Avâma göre P 6آ� a� شء
tenzih ifade etmektedir. Zira buradaki “kef” harfi zâiddir ve buna göre âyetin anlamı
“O’nun bir misli yoktur” olmaktadır. Bu ise sırf tenzih ifade eder. Çünkü böylece Hakk
Teâlâ’nın bir şeye benzemesi nefy olunmakta ve onlardan münezzeh olduğu
vurgulanmaktadır.
Fakat havassa göre burada teşbih ve tesniye mevcuttur. Zira buradaki “kef”
harfi zâid değildir. Buna göre anlam “O’nun misli bir misil yoktur” olmaktadır.
Böylece Hakk hakkında öncelikle bir misil isbat olunmakta, sonra da bu mislin misli
eşyadan nefyolunmaktadır. Bu ise vücuda ikilik ve müşabehetten başka bir şey değildir.
Âyetin ��D' .kısmı ise, avâma göre teşbih ve tesniye ifade eder وه� ا #��Y ا
Zira işiticilik ve görücülük, Hakk ile halk arasında ortak bir vasıftır. Bundan ise teşbih
ve tesniye anlamı çıkar.
Oysaki havassa göre asıl burada tenzih ve tefrid vardır. Şöyle ki: ه� zamirinin
önce zikredilmesi ve “semî’” ve “basîr” kelimelerinin harf-i ta’rif ile gelmesi hasr ifade
229 Bkz. Fusûs, (Hûd Fassı) s. 45; 134; II/302. Bu ibare, çalışmamız içinde daha sonra açıklanacaktır.
Bkz. İkinci Bölüm, “Lugavî Olarak Tefsir Edilen Âyetler” konusu.
100
eder ve mânâ “Semî’ ve Basîr olan ancak Hakk’tır. Başka semî’ ve basîr yoktur” olur.
Bu ise ancak tefrid ve tenzihtir.230
Yukarıdaki âyet metni ile ilgili olarak müellifin, avâmın görüşü olarak
naklettikleri âyetin zâhirî tefsirini, havassın görüşü olarak naklettikleri ise bâtınî ve
tasavvufî tefsirini yansıtmaktadır.231 Böylece aynı âyetle ilgili olarak, aynı yerde hem
zâhirî tefsir, hem de tasavvufî tefsir bir arada verilmektedir. Bu örnek, âyetin bir
kısmının tasavvufî olarak tefsirine misal olduğu gibi, zâhirî tefsirine de örnek teşkil
ettiği için, zâhirî tefsir için ayrıca bir misal daha zikretmeyi gerekli görmüyoruz.
C. Bir Veya Birkaç Kelimesi Tefsir Edilenler
Lafız ya da mânâ olarak iktibas olunan âyetlerden bazılarında, âyetin sadece
bir veya birkaç kelimesinin tefsir edildiği görülür. Bu kimi zaman başka bir âyetin
tefsiriyle ilgili açıklamalar esnasında vaki olur. Nitekim İshak Fassı’nda, Hz.
İbrahim’in oğlunu boğazlaması ile ilgili rüyasını konu alan müellif, Hz. İbrahim’in,
görmüş olduğu bu rüyayı yorumlaması gerektiğini, zira her rüyanın tâbir istediğini
belirttikten sonra, Kur’an’da anlatılan bir başka rüyâ hadisesinde geçen bir âyeti buna
delil gösterir. Bu hadise ise, bilindiği üzere, Hz. Yusuf kıssasında anlatılan ve Hz.
230 A. Konuk, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/275-276.
231 Aynı âyetle ilgili olarak Kuşeyrî, İbn Arabi’nin avamın görüşü olarak naklettiği tenzih yorumunu
tercih etmekte ve teşbih yolunu tutanları eleştirmektedir. Kendisi de bir mutasavvıf olan ve tefsiri de
işârî bir tefsir olan Kuşeyrî’nin bu görüşü, İbn Arabi ile uyuşmamaktadır. Bkz. Kuşeyrî, Letâifü’l-
İşârât, III/445.
101
Yusuf zindanda iken Mısır melikinin görmüş olduğu rüyadır.232 Eserdeki iktibas ve
tefsiri şu şekildedir:
lیlل ال�(G Sل�ال�3#�5 ول &�aؤی� ت�'�ون وال5ؤی) ت� �وم�%E ال�3#�5 ال�Yاز إن آ5(
م� (�رة م) ر@[ إلE أم5 @54
“Hâlbuki rüya tâbir ister. Bunun için Aziz (Mısır Firavunu), (maiyetine)
‘Eğer rüya tabir ediyorsanız’233demişti. Tabir ise, rüyada gördüğü suretten, başka bir
hüküm çıkarmaktır.”234
Görüldüğü üzere, iktibas olunan âyetten, sadece içinde geçen “tâbir” kelimesi
tefsir edilmiş, âyetle ilgili başka bir açıklama yapılmamıştır. Bu şekilde, alınan bir
âyetin bir veya birkaç kelimesinin tefsir edilmesi, eserde sık rastlanılan bir durum
değildir. Bizim tespit edebildiğimize göre bu durum, eserdeki yedi âyet için söz
konusudur.
D. Kısım Kısım Tefsir Edilenler
Klâsik tefsirlerde görmeye alışkın olduğumuz, âyeti bölümlere ayırıp aralarda
ilgili bölümle alâkalı açıklamalar yapma metoduna Fusûsu'l-Hikem’de de rastlıyoruz.
Müellif, tamamını ya da bir kısmını lâfzen almış olduğu âyetlerden bazılarını, iki veya
daha fazla bölüme ayırarak tefsir etmektedir.
232 “Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak
ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana
yorumlayınız.” Yusuf: 12/43.
233 Yusuf: 12/43.
234 Fusûs, (İshak Fassı), s. 27; 89; II/105.
102
Aşağıdaki bölümde, tamamı alınan bir âyetin dört parçada tefsir edildiğini
görmekteyiz:
آQ ی�م ه� " م) G)ل إلz> +Aن ال5ب ل6 الU#�ت واIل6 ی3%�ع ب)��b)ء <�A �8ل +�ح رب
ی=A��C �C! أن Hر ! - اNرض � ت".<mراد ب)ل5ب ث#�ت ال��3ی� إذ W ی^k إW ه� " <+ شmن
ل6 م) <+ ال>��ات وم) <+ " .“ل� دل�3! ب:#Q لE�C y#A اD " ی^�5وا <+ بG (A%a)ل ال�:�=ي
" و<�A) ن��=آ! وم%A) نR59.! ت)رة أ54ى " <zذا د<%m> (A�> cنA�> c) وه+ �S>5 " اbرض
� ا ��/�ی� �34W ]�R`ف ال� !Aذان@ +> !Aا أ()ب����Rو !Aا ث�)ب�PZ3ا� ���#) ل�>b 53ن6 ال�ی
أ/=ا /E3 ت�! ال�%�K; آ�) c�C ال=�Cةدی�را دC)ه! ل�5KZ لA! وال5KZ ال>53
“Nuh dedi ki: Rabbim, İlâhım demedi; çünkü Rab için sübût vardır (yani Rab
mefhumu değişmez). İlâh ise isim ve sıfatlarla değişmektedir. ‘ O her vakit bir
şe’ndedir’235 (âyeti gereğince daima halden hale girmektedir.) (Nuh) Rab hitabıyla
değişmenin sübûtunu murad etti. Zaten bundan başkası da doğru olmaz. Yeryüzünde
bırakma, (böylece) kavminin yerin dibine geçmesi için beddua etti. Hâlbuki Hz.
Muhammed: ‘Eğer siz – herhangi bir noktadan – bir ip sarkıtsaydınız, muhakkak
Allah’ın üzerine düşerdi’ demiştir. ‘Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur.’236 Sen
yere gömüldüğünde, onun içinde olursun, o da senin zarfın olur. ‘Sizi yine oraya
döndüreceğiz ve (vecihlerin değişik olması dolayısıyla) bir kez daha sizi oradan
çıkaracağız.’237 Kâfirlerden, yani, gizlenmek için örtülerine bürünen ve parmaklarıyla
kulaklarını tıkayanlardan – ki (Nuh,) onları ğafretmesi için (Allah’a) dua etmişti; ğafr
235 Rahman: 55/29.
236 Bakara: 2/255; Nisâ: 4/171; Yunus: 10/68; İbrahim: 14/2; Tâhâ: 20/6; Hacc: 22/64; Sebe: 34/1; Şûrâ:
42/4, 54.
237 Tâhâ: 20/55.
103
ise setr, yani örtünme ve gizlenmedir – hiç kimseyi238, yani onlardan bir kişi bile
bırakama ki, davet umûmî olduğu gibi menfaat de umûmî olsun.”239
Nuh Fassı’ndan alınan bu pasajda, Nuh sûresinin 26. âyetinin te’viline yer
verilmektedir. Fakat görüldüğü gibi, âyet başta bir çırpıda verilip, sonra açıklamalara
yer vermek yerine çeşitli bölümlere ayrılıp, ilgili bölüm aralarda açıklanmıştır. Hatta
bu aralarda, âyetin âyetle ve hadisle tefsiri metodunun da uygulandığı görülmektedir.
Bu örnekte tamamı alınan bir âyetin bölümlere ayrılarak tefsir edildiğini
gördük. 240 Aşağıdaki örnekte ise, tamamı alınan bir sûrenin kısım kısım tefsir
edildiğini görmekteyiz:
� ی � م� /�j ا�3%)دن) إل�6 ا� ا ��D م� /��C j%6 8$ ه� ا� أح� م� /�j ه�ی63
�� ون: P آ��ا أح� آ�لS ی� � و �� ی� آ�لA> S�ا ن�63 و
“(Nasıl ki İhlâs sûresinde şöyle buyrulmuştur:) ‘De ki O, Allah birdir.’ Yani
aynı ve zâtı yönünden benzeri olmayandır. ‘Allah sameddir (Kendisine muhtaç
olduğumuz sığınağımızdır.)’ Bizim O’na dayanmamız cihetinden böyledir. Kendi
hüviyeti ve bizim benliğimiz itibariyle ‘Doğurmadı’ ve aynı yönden ‘Doğurmadı ve
O’nun hiçbir dengi yoktur.’241 İşte bu Hakk’ın na’tıdır.”242
238 Nuh: 71/26.
239 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/303.
240 Bunun diğer örnekleri için bkz. Birinci Bölüm, “Aralara Açıklamalar Koyarak İktibas” konusu.
241 İhlas: 112/1-4.
242 Fusûs, (Yusuf Fassı), s. 41; 123; II/255.
104
Görüldüğü gibi, tamamı iktibas olunan İhlâs sûresi, bir bütün olarak değil,
kısım kısım tefsir edilmiştir.243 Bir kısmı iktibas olunan âyetlerde de aynı durumu
görmek mümkündür. Nitekim Uzeyr Fassı’nda geçen şu âyet bunun örneğidir:
QRو lC 6ل�G 6#�G ;Rا�� E�C Q4 ا� ب�� ��ت<� وال=ل�Hه ��وأم) C%=ن) أ+- ی
أرن+ آ�o ت:�+ " ! 6��C ال>`م <+ �Gل6 <^�رت6��C 6 ال>`م <+ �Gل6 ه�ا آ^�رة إب5اه�
Eال" ال��ت Q�Kاب ب)ل�Yال S6 وی$3}+ ذل�> J:5[ الA�/��CتP ا� ��ئg !�م ث� ب��G +> P6ل6 �ي أ
��� <$)ل ل6 <�)ی� آ�o ت%#c اRb>)م م�)ی%; ت:$�Jوا+�9 إ - ا ��9م آ�K +5*;ه� ث� +�#�ه�
“Onun (Hz. Uzeyr’in) kalbinin saflığına delil, şu âyet-i kerimedir: ‘ (Uzeyr,
yıkık bir kente uğradığında şöyle demişti:) Allah bunu ölümünden sonra nasıl
diriltecek?’ Bize göre, onun bu sözündeki durumu, İbrahim (a.s.)’ın ‘(Rabbim) ölüyü
nasıl dirilttiğini bana göster’244sözündeki durumu gibidir. (Hz. Uzeyr’in bu sorusunun)
cevabı, Hakk Teâlâ’nın onun bizzat üzerinde göstereceği bir fiille gerçekleşti: ‘Allah
onu yüz yıllığına öldürdükten sonra yeniden diriltti.’ Ve ona şöyle dedi: ‘ Şimdi sen
243 Bir sûrenin tamamının iktibas olunup kısım kısım tefsir edilmesinin başka bir örneği için bkz. Birinci
Bölüm, “Sûrenin Tamamının İktibası” konusu.
244 Bakara: 2/260.
105
kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz.’245Böylece
(Uzeyr) cisimlerin nasıl filizlendiğini (diriltildiğini) tahkik gözüyle incelemiş oldu.”246
Burada Bakara sûresinin 259. âyetinden üç bölüm iktibas edilmiş, bu üç
bölüm de ayrı ayrı tefsir edilmiştir.247
E. Başka Bir Âyetle Tefsir Edilenler
Fusûsu'l-Hikem’de yer alan âyetlerin iktibas amaçlarını incelerken, bu
amaçlardan birinin de, başka bir âyeti tefsir etmek olduğunu beyan etmiş ve buna dair
örnekler zikretmiştik.248 Buradan hareketle, eserdeki tefsir şekillerinden birinin de,
âyetin âyetle tefsir edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bütün tefsir usûlü âlimlerince,
Kur’an âyetlerinin tefsirinde en sağlam ve en öncelikli yöntem olarak kabul edilen bu
metodun, Fusûsu'l-Hikem gibi tasavvufî bir eserde oldukça fazla yer alması ise, bu
eserin, aynı zamanda tefsir ağırlıklı bir eser olduğunu göstermektedir. Nitekim Mustafa
Tahralı, eserin bu yönüne dikkat çekmekte ve “Fusûsu'l-Hikem peygamberler
245 Bakara: 2/259. Âyetin tamamı şöyledir: “Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları
üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı. ‘Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir
acaba?’ dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. ‘Ne kadar kaldın’
dedi. ‘Bir gün yahut daha az’ dedi. Allah ona: ‘Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak,
henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra
tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz’ dedi.
Durum kendisine anlaşılınca: ‘Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kâdirdir’ dedi.”
246 Fusûs, (Uzeyr Fassı), s. 60; 174; III/98-99.
247 Bunun diğer örnekleri için çalışmamızın bkz. Birinci Bölüm, “Âyetin Bir Kısmının İktibası” konusu,
“Araya Açıklamalar Koyarak İktibas” başlığı.
248 Bkz. Birinci Bölüm, “Başka Bir Âyeti Tefsir Etmek Amacıyla Alınan Âyetler” konusu.
106
hakkındaki âyetlerin hakâyık ilmi bakımından tefsiridir de denilebilir” demektedir.249
İşte müellif, gerek peygamberler hakkındaki âyetleri, gerekse kendi doktrinini
kuvvetlendirmek için aldığı diğer âyetleri hakikat ilmine göre tefsir ederken, zaman
zaman başka âyetlerden istifade etmekte ve Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodunu
uygulamaktadır.
Örneğin, Lokman Fassı’nın ilk satırlarında geçen bir iktibas şu şekildedir:
���G g)ل اD �#:)ن6 " وم� یsت ال:.�; <$= أوت+ 5�4ا آ5�Uا "و �� Iت��5 ���ن ا
<�$�)ن ب)ل%n ه� ذو ال5�9 ال.5�U بAP)دة اD ب�لS ل6
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun biz Lokman’a hikmet verdik.’250
(Başka bir âyette ise şöyle buyurmaktadır:) ‘Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır
verilmiş demektir.’ 251 Buna göre Lokman, nass ile ve Allah’ın kendisi hakkındaki
şehadetiyle bol hayır sahibidir.”252
Bu örnekte âyetin âyetle tefsiri çok açık bir şekilde görülmektedir. Zira
müellif, Lokman Fassı’nda, Hz. Lokman’la ilgili bir âyete yer vermekte ve onu
konuyla alâkalı başka bir âyetle tefsir etmektedir. Buna göre ilk âyette, Lokman’a
hikmet verildiğinden söz edilmekte, ikinci âyette ise, kime hikmet verilirse ona bol
249 Mustafa Tahralı, “Fusûsu'l-Hikem, Şerhi ve Vahdet-i vücûd İle Alâkalı Bazı Meseleler”, Fusûsu'l-
Hikem Tercüme ve Şerhi, (A. Konuk), I/XXXI.
250 Lokman: 31/12.
251 Bakara: 2/269.
252 Fusûs, (Lokman Fassı), s. 98; 276; IV/74.
107
hayır verilmiş olacağı haber verilmektedir. Bu iki âyeti birleştiren müellif, Lokman’a
hikmet verildiğine göre, ona bol hayır verilmiştir sonucuna ulaşmaktadır.253
Âyetin âyetle tefsiri metoduna eserde oldukça fazla rastlanmakla birlikte,
bununla ilgili pek çok örneğe daha önce yer verildiği için254, burada bir örnekle iktifa
etmek istiyoruz.
II. TEFSİR METODUNA GÖRE ÂYETLER
İbn Arabî, vahdet-i vücûd temel fikri çerçevesinde ele aldığı peygamber
kıssalarını ve âyetleri, kendine özgü bir yöntemle yorumlamaktadır. Biz bu yöntemi üç
kategoride inceleyeceğiz. Bunlardan birincisini, işârî olarak tefsir edilen âyetler,
ikincisini zâhirî olarak tefsir edilen âyetler ve üçüncüsünü lugavî olarak tefsir edilen
âyetler oluşturmaktadır.
A. İşârî Olarak Tefsir Edilen Âyetler
Mutasavvıfların, yaşadıkları zevk haline göre, âyetlerin işaretinden kalplerine
doğan mânâları, – insanlar bunu hazmedemeyeceği için – kapalı bir üslupla, remiz ve
işaret yoluyla ifade etmeleriyle oluşan tefsire, işârî tefsir denir.255 İşârî tefsir hareketi,
İbn Arabî ile vahdet-i vücûd düşüncesinin etkisi altına girmiş ve özellikle İbn
Arabî’nin te’villeri, pek çok kimse tarafından aşırı bulunmuştur.256 Fakat İbn Arabî’nin
tefsir anlayışına göre, bir âyet hakkındaki yorum, ne kadar aşırı olursa olsun, âyet
253 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da Lokman 31/12 âyetinin tefsirinde, Bakara 2/269 âyetine
gönderme yapmaktadır. Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/3842.
254 Bkz. Birinci Bölüm, “Başka Bir Âyeti Tefsir Etmek Amacıyla Alınan Âyetler” konusu.
255 Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 19.
256 Muhsin Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1998, s. 288.
108
lafzının tahammülü dâhilinde olduğu sürece makbuldür. Çünkü Allah, o kelâmı
söylerken bütün ihtimalleri bilmektedir ve hepsini de yerine ve zamanına göre
kastetmiştir. Buna göre, “bu âyetin yegane yorumu budur, diğerleri doğru değildir”
yönünde bir beyan İbn Arabî’ye göre doğru değildir.257
Âyetlerin zâhirî veçhesinin ötesinde bâtınî hakikatler içerdiği; zâhirî yönü
olan lafızların bu bâtınî hakikatlerin birer işareti ve remzi olduğu fikrinden yola
çıkarak yapılan işârî tefsire Fusûs’ta da sık sık rastlamak mümkündür. Başta vahdet-i
vücûd görüşü olmak üzere pek çok tasavvufî düşünceye bu eserinde yer veren müellif,
bu düşünceleri delillendirmek için İslam’ın nihâî ve tartışılmaz kaynağı Kur’an-ı
Kerim’i seçmiş görünmektedir.
Fusûsu'l-Hikem’deki işârî tefsir örnekleri şunlardır:
ÖRNEK 1:
و�� ب�Y> ��>5)ء ب�) ی5AX وی>53 وه� الX)ه5 وال#)�� رب ا �*�ق وا ��Gب <$)ل
أي إن آ%3! أ(:)ب ت$��= <zن ل��$Q ت$��= إن آ5(� ت�� �ن " ��C! ش+ءب.Q "وه� �Gل6
“Musa dedi ki: ‘Maşrık (doğu) ve mağribin (batının) Rabbidir.’ Bununla
görünen ve görünmeyenden söz etti ki, O (Allah) zâhir ve bâtındır. ‘Ve ikisi
arasındakilerin (Rabbidir).’ Bu ise ‘O (Allah) her şeyi bilendir’258âyetine işarettir.
257 Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman, s. 53.
258 Hadid: 57/3.
109
‘Eğer siz aklını kullananlardansanız.’259Yani siz takyid ehli iseniz demektir. Çünkü
akıl için takyid söz konusudur.”260
Hz. Musa ile Firavun’un tartışması hakkında yazılanlardan alıntıladığımız bu
bölüm öncesinde İbn Arabî, Allah’ın mâhiyetinin sorulup sorulamayacağı konusundaki
görüşünü beyan etmektedir. Buna göre bir mü’min Allah’ın mahiyetinin ne olduğunu
sorabilir. Fakat bu sorunun tek doğru cevabı vardır ki onu da Hz. Musa, Firavun’un
“Âlemlerin Rabbi nedir?”261 sorusuna cevabında ifade etmiştir: “Göklerin, yerin ve
her ikisinin arasındakilerin Rabbidir.”262
İbn Arabî, Firavun’un bu sorusunu, Allah’ın mâhiyeti hakkında sorulmuş ve
Allah’ın bir tanımını arayan felsefî bir soru olarak mütalaa etmekte ve bu tartışma
hakkında oldukça orijinal yorumlar yapmaktadır. Ona göre Firavun bu soruyu
bilgisizliğinden dolayı değil, Hz. Musa’yı denemek ve onu kavmi önünde mahcup edip
âciz göstermek için sormuştur. Firavun gerçek bir peygamberin, Allah hakkındaki
bilgisinin ne ölçüde olması gerektiğini bildiği için, Musa’nın iddia ettiği gibi gerçek bir
peygamber olup olmadığını anlamak istemiştir. Ayrıca Firavun, orada bulunan kavmini
aldatacak ve onları, Musa’nın ilmi ve peygamberliği hakkında şüpheye düşürecek
tarzda kurnaz bir soru sormuştur. Çünkü Allah’ın mahiyeti hakkında sorulan bir
sorunun net bir cevabı yoktur. Dolayısıyla ne Musa’nın, ne de bir başkasının, bu
soruya tatminkâr bir cevap verebilmesi imkânsızdı.
259 Şuarâ: 26/28.
260 Fusûs, (Musa Fassı), s. 112; 313; IV/187.
261 Şuarâ: 26/23.
262 Şuarâ: 26/24.
110
Firavun’un sormuş olduğu sorunun muhtemel iki cevabı vardır: Ya Hz. Musa
“İlâhî mahiyet bilinemez” diyecekti, ya da tercih ettiği şekilde “Göklerin, yerin ve ikisi
arasındakilerin Rabbidir” diyecekti. İşte bu ikinci cevap, bu soruya verilebilecek en
doğru ve yegane mükemmel cevap olduğu ve kendisi de bunu bildiği halde, Firavun,
bu muhtemel iki cevabın her ikisinde de, Hz. Musa’nın cevap veremediğini gösterecek,
seyircilerin zihinlerinde Musa’nın Allah’ı bilmediği, kendisinin ise Allah hakkında
gerçek bilgiye sahip olduğu zehabını uyandırarak kavminin önünde ona galip gelecekti.
Hz. Musa vermiş olduğu bu ilk cevapla Rabbinin eserlerinin göklerde, yani
bütün ulvî âlemlerde; yerde, yani bütün süflî âlemlerde ve bu ikisi arasında, yani misal
âleminde zuhûr ettiğini beyan etmiş, böylece bütün rûhî ve maddî varlıklarda tecellî
ettiğini dile getirmişti.
Hz. Musa’nın, Firavun’un “Âlemlerin Rabbi nedir?” 263 sorusuna ikinci
cevabı olarak nakledilen “Doğunun, batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir; eğer
aklını kullananlardansanız” 264 âyeti, İbn Arabî tarafından öyle bir tarzda te’vil
edilmektedir ki bu, onun varlık bilgisinin (ontolojisinin) âdeta sembolik bir ifadesine
dönüşmektedir. Fakat bu yorumlara geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki, müellif
burada iki farklı âyeti birleştirmiş ve karıştırmıştır. Bu âyetlerden biri, “Doğunun,
batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir; eğer aklını kullananlardansanız”265 âyeti,
diğeri ise “O Zâhir ve Bâtındır ve O her şeyi bilendir”266 âyetidir.
263 Şuarâ: 26/23.
264 Şuarâ: 26/28.
265 Şuarâ: 26/28.
266 Hadid: 57/3.
111
İbn Arabî’ye göre doğu, güneşin zâhir olduğu yerdir. Dolayısıyla bu, Hakk’ın
tecellisinin zâhirî (gözle görünen, maddî) veçhesini sembolize etmektedir. Batı ise,
güneşin gözden kaybolduğu yerdir. Bu da, Hakk’ın bâtınî (gözle görünmeyen, gaybî)
tecellilerine işarettir. Görünen ve görünmeyen bu iki çeşit tecelli ise, Allah’ın iki
büyük ismi olan Zâhir ve Bâtın isimlerine tekabül etmektedir. Görünen tecelli maddî
âlemi (şehadet âlemini) meydana getirirken, görünmeyen tecelli ise rûhânî âlemi (gayb
âlemini) meydana getirmektedir. Bu ikisi arasındakiler ise, ne sırf maddî ne de sırf
mânevî olan misal âlemini remzetmektedir.
Son olarak İbn Arabî, bir konuya daha dikkat çekmektedir. Şöyle ki: Hz.
Musa’nın verdiği ilk cevap “eğer şeksiz şüphesiz (yakînî) bir bilgi sahibi iseniz”
şeklinde biterken, ikinci cevabı “eğer aklını kullananlardansanız” şeklinde
bitmektedir. İbn Arabî’ye göre bunda ince bir sır vardır. Buna göre birinci âyet ehl-i
keşfe hitap etmekte ve onların benimsemiş olduğu, Hakk’ın mutlaklığını ifade
etmektedir. İkinci âyet ise aklı esas alanlara hitap etmekte ve onların savunduğu,
Hakk’ın sınırlılığını anlatmaktadır.267
267 Bkz. Fusûs, (Musa Fassı), s. 111-112; 312-314; IV/ 182-188; Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 52-56;
Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 42, 453-455. Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Nesefî,
Medârik, II/1188; Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XVII/315-317; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, V/3624;
Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II/377; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, III/345; Zemahşerî, Keşşâf,
III/299; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'an,
Beyrut 1988, XIII/67; Celâleddin Muhammed b. Ahmed el-Mahallî, Celâleddin Abdurrahman b.
Ebûbekir es-Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), Pamuk Yay., İstanbul, ts, s. 341.
112
ÖRNEK 2:
4�D! -� C/إوه +> Eن م���C5> 6ب E^C (رة م�) + ت6�Cب; د(Rإ �C 6i(ذا بf/
<)ن$�#c ال��^�; ال3+ ه+ ال>��; �)C; أي />%; آ�) G)ل ت�)لE أي /�; �)ه5ة �'�ن �'�� ه ث
ی�%+ <+ ال:.! <5AX ال:.! ه%) �C%) مl��3ة <+ �Rه5 وا/= <A+ " ی#=ل اD ���)تA! />%)ت "
(^C (Aآ�ن � ال�^) وه+ ال:�; وال�U#)ن الX)ه5<)ل3$! أمU)ل6 م� ال:�)ت م� آ�نA) /�; وال�^+ م
“Bunun üzerine Musa asâsını yere atıverdi. O (asâ) ise, Musa’nın dâvetini
kabul etmekten kaçınan Firavun’un isyanının sembolü idi. Bir de ne görsünler, asâ
apaçık koca bir yılan (oluvermiş)!268 Yani görünürde bir yılana dönüştü. Böylece
çirkin bir fiil olan mâsiyet, itaate yani iyi amele dönüştü. Nitekim Allah Teâlâ ‘Allah
onların kötülüklerini iyiliklere çevirir’269 buyurmuştur. Yani hüküm itibariyle çevirir
demektir. Burada da hüküm, tek bir cevherde beliren ayn olarak ortaya çıkmıştır. Şu
halde o hem asâdır, hem de görünen bir yılan ve ejderhadır. Yılan olması itibariyle
yılanları, asâ olması itibâriyle de asâları yutmuştur.”270
İbn Arabî’ye göre Hz. Musa’nın asâsı, Firavun’un isyanının bir sembolüdür.
Çünkü onun zihninde asâ ( (^C ) kelimesi, fonetik yakınlığı dolayısıyla, “itaatsizlik
etmek” ya da “isyan emek” anlamına gelen E^C fiilini çağrıştırmaktadır. Asânın
yılana ( ( /�; ، ث�#)ن dönüşmesi ise, Firavun’un isyanının itaate dönüşmesini
remzetmektedir. Zira Arapçada ejderha ya da yılan kelimesinin karşılığı olarak
kullanılan ;�/ kelimesi, yine fonetik yakınlık dolayısıyla, İbn Arabî’nin zihninde
hayât ( ة(�/) kelimesini çağrıştırmaktadır. Onun zihninde canlanan hayât kavramı
268 Şuarâ: 26/32; A’raf: 7/107.
269 Furkan: 25/70.
270 Fusûs, (Musa Fassı), s.113; 316; IV/195.
113
burada, maddenin gizli hakikatinin doğru olarak sezgilenişiyle oluşan mânevî hayat
anlamını ifade etmektedir. Ve bu anlamdaki hayat ise, İbn Arabî’ye göre Allah’a
itaatten (tâat ki, isyanın zıddıdır) başka bir şey değildir.
İbn Arabî burada önemli bir düşüncesini beyan etmektedir. Şöyle ki:
Musa’nın asâsı tek bir cevherdir. Fakat iki farklı şekilde tezâhür etmiş ve görünmüştür.
İşte bir insanın yaptığı amel de böyledir. Yani amelin kendisi ne iyidir, ne de kötüdür.
Bu algılamaya ve verilen hükme göre, bakış açısına göre değişir. Aynı amel, bir
kimseye göre kötü iken, bir başkasına göre iyi olabilir. Bunun delili ise ‘Allah onların
kötülüklerini iyiliklere çevirir’271 âyetidir. Yani Allah, onların yapmış olduğu ameli
değil, ona verilen hükmü değiştirmektedir. Buna göre Firavun’un yaptığı kimilerine
göre isyan, kimilerine göre ise itaattir. Ya da Firavun, Musa’ya görünüşte isyan
etmiştir, fakat aslında onun bu isyanı itaatin ta kendisidir.
İbn Arabî buradan şu konuya gelmek ister: Bu âlemde vukû bulan bütün
olaylar ve yapılan bütün amellerin tamamı, istisnasız İlâhî irâdenin eseridir. Bu
bakımdan iyi ile kötü, ya da doğru ile yanlış arasında bir fark yoktur. Çünkü her olay,
Allah tarafından öyle takdir edildiği için o şekilde vuku bulmuştur. Buna göre bir
kimse bir günah işlediğinde onun ameli, şeriata karşıdır ve bu yönüyle isyandır. Fakat
asla ilâhî iradeye karşı olamaz. Çünkü hiçbir şeyin ilâhî iradeye karşı vuku bulması
mümkün değildir. Bu yönüyle ise o günah itaattir. İşte Firavun’un yapmış olduğu amel
de buna göre değerlendirilmelidir.272
271 Furkan: 25/70.
272 Bkz. Fusûs, (Musa Fassı), s. 113; 316; IV/195-197; Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 176-178; Afîfî,
Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 459-461. Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-
114
ÖRNEK 3:
� وأم) /.�; � 3)ب�ت ن)��ت6 وال�! م) /^Q ل6 م� <)لإ ��ئP / ا (�ب�ت ور��P / ا
ل�.�نال:>�; وال�9)ل�; ال3+ ال��! ب�ا�a; ه�ا الY>! م�) أ63aC ال$�ة ال%5Xی; الK.5ی; وال$�ى
ش~ م%A) وW م� أمU)لA) لA�[ ال%OK اIن>)ن�; إW ب��Rد ه�ا الY>! ال�%^5ي
“Onun (Musa’nın) tabut içine konularak suya bırakılmasının273 hikmetine
gelince: Tabut (aslında) onun nâsûtudur (yani bedeni, cesedi, cismânî vücududur). Su
ise onun bu vücudu aracılığıyla nasibi olan ilimdir. Bu ilim, onun düşünce, his ve
hayal kuvvetiyle kazanmış olduğu ilimdir. İnsan nefsinin bu ve benzeri kuvvetleri ise,
ancak, unsurlardan ibaret bir bedenin varlığı sebebiyle hâsıl olurlar.”274
İbn Arabî, Hz. Musa’nın bir sandık içinde nehre bırakılma hadisesinin
remizlerini açıklarken, aynı zamanda insan-ı kâmil hakkında da bir teori
geliştirmektedir. Buna göre Musa’nın içine konulduğu tâbût, insanın maddî veçhesi
olan bedenini; bırakıldığı su (yemm) ise, düşünce, his ve hayal kuvvetlerini kullanarak
elde ettiği ilmi, yani hakikatin yüce bilgisini sembolize etmektedir. Diğer tüm insanlar
gibi Musa da, ancak beşerî tabiatı vasıtasıyla hakikatin yüce bilgisine ulaşabilirdi. Bu
Tefâsîr, II/378; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, III/346; Zemahşerî, Keşşâf, III/301; Celâleddin
el-Mahallî, Celâleddin es-Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), s. 341.
273 “Bir zamanlar vahyedilecek şeyi annene şöyle vahyetmiştik: Musa’yı sandığa koy; sonra onu denize
(Nil’e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın.” Tâhâ:
20/38-39. Bilindiği üzere Hz. Musa doğduğunda, o dönemki Mısır Firavun’u, İsrailoğullarının bütün
yeni doğan erkek çocuklarını öldürttüğünden dolayı annesi endşelenmiş, fakat Allah, annesine oğlunu
bir sala sarıp Nil nehrine bırakmasını vahyetmişti. Böylece ölümden kurtulan Musa, Firavun’un karısı
tarafından suda bulunarak, Firavun’un sarayına yerleşecek ve orada yetişip büyüyecektir. Hz. Musa’nın
kıssasının anlatıldığı âyetler için Bkz. Kasas: 28/3-40; Şuarâ: 10-68; Tâhâ: 20/9-73.
274 Fusûs, (Musa Fassı), s. 105; 296; IV/133.
115
bağlamda Hz. Musa, insan-ı kâmil için bir semboldür; onun için doğru olan her şey,
diğer insan-ı kâmiller için de doğrudur. Allah onu bir sandık içinde nehre bırakmıştır;
yani ilâhî mârifete erişmesi için onu beşer vasıflarıyla yaratmıştır. Bir bebeğin denizde
salsız sağ sâlim gideceği yere varması nasıl imkânsızsa, bir insanın da, beşeriyete
bürünmeksizin, ilâhî mârifet deryasında boğulmadan yol alması imkânsızdır.275
ÖRNEK 4:
�/CدA �ا +�را <+ ب:)ر ال��! ب)D وه� ال:�5ة /�8�BCا + ca4 بA> !A+ الA ���3@�?�ت<
�� ال�)ء و <+ ال�:�=ی��C +> " 5تY� وإذا ال#:)ر " (Aت=Gدون ال3%�ر إذا أو �� �> � ی�3وا /
� أن^)ره! ا� أ+�Dرا�C Dن ا(.>
“Düştükleri ‘Hatalarından dolayı’ Tanrı bilgisi denizlerine ‘daldırılıp
boğuldular’ ki bu hayret mertebesidir; su içinde ‘ateşe girdiler.’ Muhammedîler
hakkındaki âyette ‘Denizler tutuşturulduğu vakit’ 276 buyrulmuştur. Nasıl ki fırını
yaktığın vakit ‘fırın tutuştu’ dersin, bu da öyledir. ‘Bu durum içinde onlar,
kendilerine Allah’tan başka yardımcı da bulamadılar.’277 Şu hallerinde Allah onların
bizzat yardımcısı oldu.”278
275 Bkz. Fusûs, (Musa Fassı), s. 105; 296-297; IV/133-136; Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 297; Afîfî,
Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 435-436; Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, s. 248.
Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II/234; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm,
III/155; Zemahşerî, Keşşâf, III/60-61; Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'an, XI/131; Celâleddin
Mahallî, Celâleddin es-Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), s. 290.
276 Tekvir: 81/6.
277 Nuh: 71/25. Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, III/454; İbn Kesir, Tefsîru’l-
Kur’ani’l-Azîm, IV/456; Zemahşerî, Keşşâf, IV/608; Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'an,
XVIII/200-201; Celâleddin Mahallî, Celâleddin Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri),
s. 531.
116
İbn Arabî, Hz. Nuh kavminin, işledikleri günahlar yüzünden tufanda boğulup
Cehennem ateşine girdiklerini anlatan bu âyetin mânâsını, işâret kabilinden, insan-ı
kâmiller için kullanmış ve ona göre tefsir etmiştir. Âyette geçen hatîât ( ت(��a4 )
kelimesi, “yanlışlar” ya da “günahlar” anlamında olup, hatâ ( ma4 ) kelimesinin
çoğuludur ve ma4 kökünden gelmektedir. Fakat İbn Arabî bu etimolojiyi dikkate
almaksızın, bunu “çizgi çekmek, hudutlarını çizmek” anlamına gelen yّ4 kökünden
almaktadır. Buna göre âyetin bu kısmı, “günahlarından dolayı” değil, “onlar için
şahsen mâlik oldukları, hudutları çizilmiş şeylerden dolayı” gibi bir anlam ifade
etmektedir ki, daha sonraki ifadelerden anlaşılacağı üzere bundan kasıt, nefislerdir.
“Boğuldular” kelimesini “mârifetullah ummanında” kaydıyla açıklayan
müellif, bunun da “hayret”ten başka bir şey olmadığını ifade etmektir. Âyetin “ateşe
sokuldular” mealindeki kısmı için ise sadece, bu yanmanın onlar daha ummanın içinde
iken vuku bulduğunu söylemekle yetinmektedir. “kendilerine Allah’tan başka yardımcı
bulamadılar” kısmını ise, onların yardımcısının yalnızca Allah olduğunu beyan ederek
açıklamaktadır.
Bütün bu açıklamalar neticesinde ortaya çıkan yorum şöyledir: İnsan-ı
kâmiller ve ârif-i billah olan kimseler, nefisleri dolayısıyla, yani nefisle kuşatılmış
olduklarından dolayı, onun tahakkümünden kurtulmak için, mârifetullah deryasına
dalmışlardır ki, burası, aynı zamanda vâhidiyyet ummanıdır ve Vâhid-i Mutlak’ın her
şeyde belirli ve somut bir sûrette zuhûr etmesine karşılık, bütün olarak yine de belirsiz
kalması dolayısıyla hayret vericidir. Bu ummana dalan ârifler, bütün şekilleri yakıp
yok eden Allah aşkının ateşine düşerler. Böylelikle “bunlar, kendileri için Allah’tan
278 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/301.
117
başka hiçbir yardımcı bulamadılar.” Çünkü Allah, bu kimselere Zâtı ile tecelli ettiğinde,
kendileri de dâhil olmak üzere her şey yok oldu ve yalnız Allah kaldı. Bu durumda
onlara yardım edecek, yani yeniden hayat verecek yalnız O kaldı. Böylece onlar
ilelebed Allah’ta yok (fânî) olup yine O’nunla var (bâkî) oldular.279
Tasavvuf ıstılahında sıkça kullanılan iki terim olan fenâfillâh ve bekâbillah
terimlerinin açıklandığı bu ibarede, bu kavramların Kur’ânî temeli sunulmaktadır.
B. Zâhirî Olarak Tefsir Edilen Âyetler
Goldziher’in aktardığına göre, İbn Arabî el-Futûhât adlı eserinin bazı
yerlerinde yapmış olduğu yorumların ardından, bu yorumların tefsir bağlamında değil,
işaret bağlamında yapıldığı hatırlatmasında bulunmaktadır. 280 İbn Arabî’nin bu
ifadesinden de anlaşılacağı üzere, onun yaptığı bütün tefsir ve yorumlar, işârî ve
tasavvufî yorumlar değildir. Bunların dışında, diğer zâhir ulemâsının eserlerinde
görmeye alışık olduğumuz zâhirî tefsire de zaman zaman eserlerinde yer vermektedir.
Afîfî, İbn Arabî’nin teşriî âyetleri yorumlarken, zâhir ve bâtın boyutlarına
birlikte önem verdiğine dikkat çekmektedir. Onun, şer’î bir hükmü ya da fıkhî bir
meseleyi diğer zâhir ulemâsı gibi açıkladıktan sonra, işârî yönünü beyana giriştiğini
279 Bkz. Fusûs, (Nuh Fassı), s. 20; 63; I/301-302; Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 106-107. Eserdeki
diğer bazı işârî tefsir örnekleri için bkz. İkinci Bölüm, “Tefsir Şekline Göre Âyetler” konusu, “Tamamı
Tefsir Edilenler” ve “Bir Kısmı Tefsir Edilenler” başlıkları.
280 Goldziher, İslâmî Tefsir Ekolleri, s. 260.
118
belirten Afîfî, buna, el-Futûhât kitabının birinci bölümündeki namaz, oruç, zekât, hac,
tahâret vb. fıkhî meselelerin ele alınışını örnek göstermektedir.281
el-Futûhât adlı eserinden hacimce çok daha küçük ve konu itibariyle de farklı
olan Fusûsu'l-Hikem’de, müellifinin fıkhî görüşlerini yansıtacak bir ibareye rastlamak
güçtür. Fakat bu demek değildir ki, Fusûs’ta hiç zâhirî tefsir yoktur. Bilindiği gibi
zâhirî tefsir, âyeti lafızdan yola çıkarak, o lafzın zâhirine göre yorumlamak demektir.
Bu anlamda zâhirî tefsir, işârî tefsirin zıddıdır ve işârî olmayan diğer bütün tefsir
eserlerinde takip edilen metoddur. Dolayısıyla bir âyetin zâhirî olarak yorumlanması
için, o âyetin fıkıh veya şeriatla alakalı olması şart değildir. Bu anlamıyla da zâhirî
tefsir, fıkhî tefsirden ayrılmaktadır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Fusûs’ta, zâhirî olarak tefsir edilen bazı
âyetler mevcuttur. Şimdi bunun örneklerini görelim:
ÖRNEK 1:
Dا =%C ي�ال �$)ل ه� ال�ي ا(Ka)[ اD وأaC)[ ال5ت#; ال���; E�C دی� الJ�9 <<)ل=ی
Eت�)ل �� ا �ی� /= ت��ت� إ� و أ+(� ووص- ب<� إب�اه�� بP�5 و ی���ب ی� ب5 إن ا� اص@�-
أي م%$)دون إل�6 و R)ء ال=ی� ب)bلo وال`م ل�5�3یo وال��A> =A دی� م���م م�5وف وه� �# ��ن
Eل6 ت�)ل�G "م=%s�5 ا� ا! �� ان$�)داWن$�)دوه� " إن ا �یC رة(#C �ك وال=ی� م� C%= <)ل=ی
اD ه� ال5Pع ال�ي ان$=ت أنc إل�6
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Bunu (müslüman olmayı) İbrahim de
kendi oğullarına vasiyet etti, Yâkup da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı)
281 Afîfî, “İbn Arabî İle İlgili Araştırma Serüvenim”, s. 700.
119
seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).’282 Yani ona boyun eğip
itaat ederek (ölünüz). Din sözü harf-i târif ile mârife olarak zikredilmiştir. Şu halde o,
bilinen ve tanınan dindir. (Yani İslam’dır.) Buna şu âyet-i kerimede işaret edilmektedir:
‘Şüphesiz ki Allah katında din İslam’dır.’283 O da, teslim olup itaat etmek anlamına
gelir. Zira din, senin boyun eğmenden ibarettir. Bu anlamda Allah katından olan din,
senin boyun eğip teslim olduğun şeriattır. ”284
İbn Arabî, bu ibarede iktibas etmiş olduğu iki âyeti, diğer tefsir kitaplarında
da bulabileceğimiz şekilde285 zâhirî olarak tefsir etmekte, “din” kavramı hakkındaki
düşüncelerini, bu kelimenin geçtiği iki âyetten istifade ederek beyan etmektedir. Buna
göre din, İslâm ile özdeşleşmekte ve Allah’ın hükümlerine kayıtsız şartsız teslim olup
O’na boyun eğmek anlamına gelmektedir ki, din ve İslâm kavramları için benzer
tariflere diğer bazı İslâmî eserlerde de rastlamak mümkündür.286 Görüldüğü gibi İbn
Arabî burada, “din” kelimesine verilen anlamlardan “itaat, teslimiyet, hizmet ve
ibadet” anlamını tercih etmiş gözükmektedir. “İslâm” kelimesinin de taşımış olduğu bu
mânâları din kavramı için kullanması ve ‘Şüphesiz ki Allah katında din İslam’dır’287
âyetine yer vermesi, onun din anlayışının İslâm olduğunu göstermektedir.
282 Bakara: 2/132.
283 Âl-i İmran: 3/19.
284 Fusûs, (Yakup Fassı), s. 33; 105; II/171.
285 Bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, I/97, 191; Zemahşerî, Keşşâf, I/190.
286 Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük İslam İlmihali adlı eserinde, İslâm’ı şöyle tarif etmektedir: “Yüce
Allah’a ve O’nun peygamberine itaat etmek, Peygamber Efendimiz’in din adına bildirmiş olduğu şeyleri
kalp ile kabul edip dil ile söylemek ve onları güzel görmektir. İslâm aynı zamanda din mânâsına gelir.”
( Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul, ts., s. 12.)
287 Âl-i İmran: 3/19.
120
ÖRNEK 2:
� ذلS ال.�= و - إ�AتU /����وا U آ��ا /��ل ی� ب5 � ت�tD رؤی�ك ! C 6i(%ث! ب5أ أب
� ال.�= <$)ل �C Wإ Oن ول�(a�Pأل:$6 ب)ل � أي �)ه5 ال�=اوةإن ا *�@�ن u+#�ن !�و �'�
“(Hz. Yakup) dedi ki: Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma;
yoksa sana bir tuzak kurarlar. Böyle dedikten sonra oğullarını o hile töhmetinden
kurtarmak için hileyi şeytana isnad etti. Hâlbuki onun bu sözü de sırf hileden ibaretti.
Sonra dedi ki: Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.288 Yani onun düşmanlığı
âşikârdır, dedi.”289
Yusuf Fassı’nda geçen bu ibarede müellif, Hz. Yusuf’un görmüş olduğu
rüyadan bahsettikten sonra – ki o rüyasında on bir yıldızın, Güneş’in ve Ay’ın
kendisine secde ettiğini görmüştü290 – bu ibareye yer vermekte ve burada geçen âyeti
zâhirî anlamda yorumlamaktadır. Buna göre Hz. Yakup, Yusuf’u, rüyasını kardeşlerine
anlatmaması, aksi takdirde onların kendisine bir tuzak kurup zarar verebilecekleri
noktasında uyardıktan sonra, önce diğer oğullarına nispet ettiği hile ve tuzağı, daha
sonra şeytana nispet ederek, Hz. Yusuf’un kalbinde, kardeşlerine karşı oluşan sû-i
zannı bertaraf etmiş ve böylece onun kalbini, nübüvvete yakışmayacak düşüncelerden
temizlemişti. İbn Arabî, Hz. Yakup’un bu tutumunu hile olarak adlandırmaktadır ki,
bundan kasıt, Hz. Yusuf’un haberi olmadan onun gönlünü yanlış ve olumsuz
düşüncelerden arındırmasıdır. Son olarak, âyetin çünkü şeytan insanın apaçık bir
düşmanıdır kısmını da aynı tarzda zâhirî olarak tefsir etmekte ve şeytanın apaçık bir
288 Yusuf: 12/5.
289 Fusûs, (Yusuf Fassı), s. 37; 116; II/230.
290 Bkz. Yusuf: 12/4.
121
düşman olmasından, onun düşmanlığının apaçık olduğunun kastedildiğini
belirtmektedir.291
ÖRNEK 3:
ی�%+ م)ء ب)ردا ل�) آ)ن 6��C م� ارآd ب�ج U هHا �G(#$ ب�رد G)ل lC وb QRی�ب
)دة <+ /5ارة اbل! <>.%6 اD ت�)لE ب#5د ال�)ء ولA�ا آ)ن الa& ال%$n م� الlای= والlیإ<5اط
وQ�#� W إل�6 إW أن6 ی$)رب6ال%)nG وال�$^�د ��& ا3CW=ال
“Allah Teâlâ Eyyûb (a.s.)’a şöyle demişti: ‘Ayağını yere vur! İşte
yıkanılacak soğuk bir su!’292 Eyyûb, aşırı derecede hararetten muzdarip olduğu için
Allah onun hararetini suyun soğukluğu ile dindirmiştir. İşte bundan dolayı tıp,
(mizaçta) artan şeyi azaltmak ve azalan şeyi de artırmaktan ibarettir. Yani kasdolunan
i’tidal (normal seviye)dir. Fakat i’tidali tamamıyla yakalamak imkânsızdır; ancak ona
yaklaşmak mümkündür.”293
İbn Arabî, bu ibarede alıntılamış olduğu âyeti, şöyle izah etmektedir: Hz.
Eyyûb’un vücudu, birtakım çıban ve yaralarla dolu olduğu için, vücudundaki sızı
dolayısıyla harareti yükselmişti. Allah, onun bu hararetini dindirip tekrar sağlığına
kavuşturmak için, yerden soğuk su fışkırtıp, o suyla yıkanmasını emretmişti. Böylece
ateşi düşen Eyyûb (a.s.) yeniden eski sağlığına kavuşmuştu.
Bu Kur’an kıssasına farklı bir şekilde yaklaşan müellif, buradan tıp ile ilgili
birtakım sonuçlar çıkarmaktadır. Bunlardan birincisine göre tıp, vücutta herhangi bir
291 Bkz. A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II/230-231.
292 Sâd: 38/42.
293 Fusûs, (Eyyûb Fassı), s. 86; 245; III/319.
122
şeyin artması ya da eksilmesiyle oluşan hastalıkları, artanı azaltmak ve azalanı da
yeniden artırmak sûretiyle tedavi etmekte ve böylece normal seviyeyi yakalamaya
çalışmaktadır. İkincisi, ateşi yükselen bir kimsenin soğuk su ile yıkanması gerekir.
Üçüncüsü ise, hastalanan bir kimsenin, tedavi olsa bile tamamıyla eski haline dönmesi
imkânsızdır. Günümüzde hâlâ kabul edilen bu üç tıp kanununu, İbn Arabî bir Kur’an
âyetinden çıkarmaktadır.294
Diğer tefsirlerde karşılaşmadığımız bu te’vil 295 , İbn Arabî’nin ilginç
yorumlarından biridir. Fakat görüldüğü gibi, burada herhangi bir işârî yorum mevcut
değildir. Bilakis, bu yorumların tamamı lafza mutabık zâhirî yorumlardır.
C. Lugavî Olarak Tefsir Edilen Âyetler
Chodkiewicz’in aktardığına göre İbn Arabî, el-Futûhât’ta şu ifadelere yer
vermektedir: “Allah’ın kelâmı belli bir halkın lügatiyle vahyedildiği ve bu lügatin
sahipleri de kelimelerin muhtemel mânâlarının çok olması sebebiyle, Allah’ın bir
kelime ya da kelime grubuyla neyi kastetmiş olduğu konusunda ihtilafa düştüklerinde,
ihtilâf edenlerin her biri, yorumları ne kadar farklı olursa olsun, Allah’ın muradını
doğru olarak anlamıştır. Ancak, yapılan yorum, o lügat içinde, söz konusu lafzın
taşıyabileceği mânâlar dışındaysa, durum farklıdır ve o yorum doğru değildir. Zira
Allah, o lafzın, o lügatteki muhtemel mânâlarının hepsini bilmektedir ve bu
294 A. Konuk, a.g.e., III/320.
295 Diğer bazı tefsirlerde açıklandığına göre Eyyûb (a.s.), ayağını yere vurduğunda iki pınar çağlamış;
bunlardan biri sıcak olup onunla yıkanmış ve böylece zâhirindeki hastalıklarından kurtulmuş; diğeri
soğuk olup onu da içmiş ve böylece de bâtınındaki hastalıklardan kurtulmuştur. Bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-
Tefâsîr, III/60; Zemahşerî, Keşşâf, IV/94; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/4101.
123
mânâlardan hiçbiri yoktur ki, belirli bir kimse için murad ettiği bir mânâya karşılık
gelmesin. Ama Allah’ın kelamını yorumlayan kişi, kelamın vahyedildiği dil içinde
geçerlilik taşıyan mânâlardan uzaklaşırsa, onun ne anlayışı ne de ilmi vardır.”296 Bu
ifadeleriyle Kur’an lafzına sıkı sıkıya bağlı olunması gerektiğini savunan İbn Arabî,
pek çok kimse tarafından aşırı ve hatta Kur’an’ın mânâsını saptıran yorum olarak kabul
edilen te’villerinin, Arap dil kâideleri sınırları dâhilinde olduğunu göstermek için,
zaman zaman lugavî açıklamalar yapmaktadır.
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, İbn Arabi’ye göre bir âyet
hakkında yapılan yorum ne kadar aykırı, ne kadar şaşırtıcı görünürse görünsün, o
âyetin – kıraat297 farklılıkları da dikkate alınarak – muhtemel mânâlarından biri olduğu
sürece mutlak olarak reddedilemez. Çünkü Allah, bir âyeti inzal ederken, onu oluşturan
lafzın çok anlamlılığını bilerek inzal etmektedir. Bu kaidenin doğruluğunu inkâr etmek
ise, ilâhî ilmin sınırsızlığını inkâr etmek mânâsına gelecektir.
Şu halde İbn Arabî’nin Kur’an’ı algılayışı ve yorumlayışındaki en önemli
belirleyicinin, dilin sınırları olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, geleneksel anlayışa
aykırı gelebilecek bazı yorumlar yaparken, böyle bir ilkeye dayandığını gözden uzak
tutmamak gerekir. Fakat İbn Arabî karşıtları, bütün bu beyanlarına rağmen, eskiden
296 (el-Futûhât, IV/25) Bkz. Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman, s. 53.
297 Kıraat, Kur’an lafızlarının edâ keyfiyetlerini ve ihtilâflarını, nakledenlere nisbet ederek bilme ilmidir.
Detaylı bilgi için bkz. Nihat Temel, Kıraat ve Tecvid Istılahları, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1997, s.
85-87.
124
olduğu gibi günümüzde de, onun bu tarz yorumlarını, dilediği anlama ulaşmak için
başvurduğu zorlamalı ve ölçüsüz yorumlar olarak değerlendirmektedirler.298
İbn Arabî’nin lugavî yorumlarından kimisi, aralarında dilsel benzerlik sezdiği
kelimeler arasında ilişki kurmasıyla; kimisi ise, lafzın lugavî mânâsını alıp, ıstılâhî
veya mecâzî mânâsına önem vermemesiyle oluşur. Kimi zaman ise âyeti farklı
muhtemel gramer kurallarına göre değerlendirip âyetin ilk anlamından farklı anlamlara
ulaştığı görülür. Şimdi bunların örneklerini sırasıyla görelim:
Aralarında dilsel benzerlik bulunan kelimeler arasında ilişki kurmasıyla
oluşan yorumlara örnekler:
ÖRNEK 1:
Pوإن د��4ا دار ال !Aنz> ء($ * �ن��! R%)ن الb(> =�9مE�C * 5 ل�ة <�A) ن��! م#)ی
وذاك ل6 آ)ل$5P وال$5P * م� C�وب; ���H! 6اب� ی>�E * وب�%C (�A%= ال�Y3+ ت#)ی� * وا/=
� *()ی
“(Küfür ve isyan ehli) Dâr-ı şekâya (Cehennem’e) girseler de, onlar orada
lezzet içindedirler. Fakat o, ebedî Cennet ehlinin nimetlerinden farklı bir nimettir.
Aslında durum aynıdır; fakat aralarında tecellî farkı vardır. Onların nimetine,
tatlılığından (uzûbet) dolayı azab299 denilmiştir. Bu (azab lafzı), onun (içinde gizli olan
lezzet) için bir kabuk gibidir ki, kabuk özü korur (saklar).”300
298 Bkz. Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 36.
299 Bu kelime Kur’an’ın pekçok âyetinde geçmektedir.
300 Fusûs, (İsmail Fassı), s. 33; 104; II/165-166.
125
İbn Arabî burada, “azab” kelimesi ile “uzûbet” kelimesi arasında bir bağlantı
kurarak, Cehennem ehlinin azâbının bir çeşit nimet olduğu sonucuna varır. Bir başka
deyişle kelimenin “azab” diye isimlendirilmesinin sebebini, “uzûbet”ten türemiş
olması olarak görür.301
Fusûs’ta geçen bu şiirin yorumu ile ilgili olarak, mutasavvıflar ve İbn Arabî
taraftarları, birtakım görüşler beyan etmişlerdir. Örneğin, Avni Konuk, Fusûs
Şerhi’nde şu açıklamalara yer vermektedir: “Haklarında âyât-ı vaîd vârid olan tâife,
cehennem dediğimiz dâr-ı şekâya girdiklerinde, orada ehl-i cennet naîmine mübâyin
olarak hâsıl olan bir naîmin lezzeti ile mütelezziz olurlar. Zira ehl-i cennet nüfûs-ı
tayyibe olduklarından tayyibât ile; ve ehl-i cehennem nüfûs-ı habîse olduklarından,
necâset böceği nasıl ki gül kokusundan muazzeb ve kazûrât ile mütelezziz olursa, onlar
da habîsât ile tena’um ve telezzüz ederler. (…) Gerek ehl-i cennetin ve gerek ehl-i
cehennemin tecellîsi emr-i vâhid olduğu gibi, emr-i iltizaz ve tena’umları dahi birdir.
Şu kadar var ki, her birinin tecellisi isti’dâtlarına; ve lezzet ve tena’umları da
mizaçlarına göredir. (…) Meselâ kimi insanın zevki mudârebe ve müşâtemededir; ve
kiminin zevki ise, halka nevazişle mülâtafadadır. Fakat zevkıyyet itibâriyle ikisi de
birdir. (…) Ehl-i cehenneme mahsûs olan bu naîme, ta’mında tatlılık olduğu için
“azab” denilmiştir. Zira azab, aslında “azb”den me’hûzdur; ve “azb” lügatte “tatlı ve
şirin” mânâsına gelir. (…) Binâenaleyh dâr-ı cehennemde küffar hakkındaki azab, hem
“elem” mânâsını mutazammın olan azâb-ı ıstılâhîyi ve hem de “lezzet” mânâsına
gelen azâbı lugavîyi câmi’ olur. Ve bu “azab” lafzı, onda mündemiç olan “lezzet”
mânâsı için kışır ve kabuk gibidir; ve kabuk içi muhafaza eder. Ve bu sebeple hakâyık-ı
301 Afîfî, “İbn Arabî İle İlgili Araştırma Serüvenim”, s. 709.
126
eşyâyı idrâkten mahcûb olan gâfillerden o mânâ mahfûz kalır. Veyâhut ehl-i cennetin
naîmi ehl-i cehennemin naîmine nisbetle iç, diğeri de ona nisbetle kabuk gibidir.
Bunlar iç ile, onlar kabuk ile tena’um ederler. Nitekim bu âlemde dahi emsâli çoktur.
Biz insanlar karpuzu ve kavunu yiyip tena’um ederiz; kabuklarını da hayvanlara atarız;
onlar dahi bununla tena’um ederler. Hattâ hayvânâta içi verilse kabuk gibi makbul
gelmez.”302
İbn Arabî’nin görüşlerini kabul edenler bu gibi açıklamalarla Şeyh’in bu
fikrini akla yaklaştırmaya çalışırken, onun karşıtları ise, bu görüşü şeriata aykırı bulup
İbn Arabî’yi şiddetle eleştirirler. Bu konudaki eleştirilerden söz eden Süleyman Uludağ,
bu itiraza şöyle cevap vermektedir: “Hak ve halka ait haklar tam olarak ödendikten ve
bu miktarda bir azab çekildikten sonra cehennem azabının sonsuza kadar gitmeyeceği,
bir noktada duracağı, bu noktadan sonra azabın bir çeşit lezzet haline dönüşeceği
konusunda İbn Arabî bir fikir ileri sürmüştür, ancak o bu sonuca keşfen ulaşmıştır. Bu
mertebeye ulaşamayanlar azabın ebediyetini savunabilirler. Yani İbn Arabî’nin bu
konudaki mülâhazası ve mütâlaâsı bir kanaatten ibaret olduğundan azab konusunun
kelâm ve akâid kitaplarında anlatıldığı tarzda olacağına inanmak İbn Arabî’nin halk
seviyesindeki fikirlerine aykırı düşmez.”303
Sadece Fusûs’ta değil, el-Futûhât’ta da buna benzer görüşlere yer veren304
İbn Arabî, bu konuda yalnız değildir. Zira başka mutasavvıfların eserlerinde de benzer
302 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II/165-167.
303 Uludağ, İbn Arabî, s. 186.
304 İbn Arabî, el-Futûhât’ında, bu konuda, Allah’ın “Rahmân” sıfatının bir gereği olarak cehennem
ehlinin, bulundukları yer olan cehennemde kalmakla birlikte onlara orada nimet bağışlanacağını belirtir.
Bu nimet, onların cehennemde sürekli bir uykuya daldırılmaları ve rüyalarında hoşlarına gidecek şeyler
127
görüşlere rastlamak mümkündür.305 Fakat bu mutasavvıfların genellikle kendisinden
sonra yaşamış olmaları, bu konuda İbn Arabî’den etkilenmiş ve esinlenmiş
olabilecekleri izlenimini uyandırmaktadır.
ÖRNEK 2:
oم ه�د آ��G دا(C ت5ى Wا !�رض ��@�+� أHا ه� �8 �� =%C وه� D(ا 5�4ا ب�%X>
C J:ال !Aب6 <}5ب ل ]=#C !5هaن6 إذا أمz> ال$5ب +> E�C4#5ه! ب�) ه� أت! وأm> ا ال$�ل�ه �
5aال� Sذل ;Y�3ن Eال:#; <�) ی^��ن إل E$رض و�bا �/ Sل�> !Aب�= <$)ل ل �C Wب$ ه� إ ��
�ا%(�3 ( �� <zن بA�[ ال5یk إش)رة إلE م) <�A) م� ال5ا/; لQ�Y>!A ال5یk بP ریH! �>�/ iاب أ
Qآ(�A[ ال�ه � ال���X; وال�>)لS ال�5Cة وال>=ف ال�=ل�A; و<+ ه�[ ال5یC k�اب أي أم5 أرا/A! م
ی>�3�ب�ن6 إذا أذا�G[ إW أن6 ب�A�R! لG5K; ال�mل�ف
“Hûd’un kavmi Âd’ı görmez misin ki, nasıl ‘Bu bize yağmur yağdıracak
yaygın bir buluttur dediler.’ Bu şekilde onlar Allah hakkında hüsn-i zanda bulundular.
görmeleri şeklinde olacaktır. Kaldıkları yer cehennem olmasına rağmen gördükleri rüyalar onları mutlu
edecektir. Buna şu örneği verir: Hasta olan ve son derece rahatsız edici bir yatakta uyuyan bir kimsenin
yüzünde mutluluk ifadesi varsa, o kimsenin güzel bir rüya gördüğü ve halinden memnun olduğu
sonucuna varılır. Fakat hasta haline ve yatağına bakıldığında ise, onun azab içinde olması gerekir.
Halbuki öyle değildir. (Bkz. el-Futûhât, (nşr.) IV/327-329)
305 Örneğin Abdülkerim Cîlî’ye göre, Cehennemin ateşi yok olmayacak, fakat ateşle azab olunanlar bu
azabdan kurtulup rahata kavuşacaklardır. Cehennemin yakma gücünün sona ermesi ise, azabla görevli
meleklerin yerine naîm meleklerinin gelmesiyle vuku bulur. Buna, cehennemde cırcır otu biteceğine ve
cahîmin naîme dönüşeceğine dair zikredilen bir hadisi ve Hz. İbrahim’in ateşte yanmaması olayını delil
getirmektedir. (Bkz. Abdülkerim b. İbrahim el-Cîlî, İnsân-ıKâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paşa,
Kitsan Yay., İstanbul 1996, II/ 176.) Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de benzer şekilde, cehennem ehlinin,
cehennem içinde Hakk’tan haberdar oldukları için, dünyadakinden daha hoş bir halde olacaklarını;
dolayısıyla dünyanın cehennemden bile beter olduğunu dile getirmektedir. (Bkz. Mevlânâ Celâleddin-i
Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev. Ahmet Avni Konuk, İstanbul 1994, s. 208.)
128
Ve Allah, kulunun kendisi hakkındaki zan üzeredir.306 Onların bu sözleri dolayısıyla
(Allah), onlara gerçeği gösterdi ve (kendisine) yakınlıkta en mükemmel ve en yüce
makamı haber verdi. Eğer (Allah) onlar için yağmur yağdırsaydı, bu ancak toprağın
nasibi olacak ve bitkileri sulayacaktı; onlar da bu yağmurun neticesine çok sonra
erişeceklerdi. Halbuki (Allah) onlara ‘Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz
şeydir: İçinde acı azab bulunan bir rüzgârdır!’307 dedi. Böylece “rîh” kelimesini,
onlar için, içinde “rahat” bulunan şeyin sembolü yaptı. Çünkü bu rüzgarla onları
karanlık heykellerden, çetin yollardan ve koyu perdeler âleminden kurtarıp rahata
kavuşturdu. Ve bu “rîh” (rahat) içinde ise “azab” vardı; yani tattıklarında lezzet
alacakları bir hal vardı. Ancak alıştıkları âlemden ve şeylerden ayrılmak onlara acı
verebilirdi.”308
Aynı zamanda işârî tefsirin örneklerinden birini görmüş olduğumuz bu
ibarede309 müellif, iktibas etmiş olduğu âyette geçen “rîh” kelimesi ile aynı kökten
306 “Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim” mealindeki kudsî hadise işarettir. Buhârî, Tevhid,
15, 35; Müslim, Tevbe, 1, Zikr, 2,19; Tirmizî, Zühd, 51, Deavât, 131; İbn Mâce, Edeb, 58.
307 Ahkâf: 46/24. Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, III/199; İbn Kesir, Tefsîru’l-
Kur’ani’l-Azîm, IV/173-174; Zemahşerî, Keşşâf, IV/299-300; Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'an,
XVI/136-137; Celâleddin Mahallî, Celâleddin Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), s.
463.
308 Fusûs, (Hûd Fassı), s. 43; 130; II/289.
309 İbn Arabî, Âd kavmini helak etmek üzere gönderilen rüzgarı, işârî olarak yorumlamaktadır. Şöyle ki:
Âd kavmi, ürünleri için yağmur yağmasını istemişlerdi. Bir gün siyah bir bulutun kendilerine doğru
yaklaştığını görünce sevinmişler ve bunu yağmur bulutu zannetmişlerdi. Oysaki bu, yağmur bulutu
değildi. Bunu yağmur bulutu zannetmeleri, Allah hakkında hüsn-i zan olduğu için, Allah bu zanlarını
boşa çıkarmayacaktı. Fakat onlara ihsanını, onların bekledikleri şekilde yağmur indirerek değil, daha
yüce ve ulvî bir şekilde gönderecekti. Zira yağmurdan alacakları faydayı, epeyce bir müddet sonra
göreceklerdi. Oysaki Allah, bu rüzgârla onların canını alarak, onları ten kafesinden ve dünya
zindanından kurtarıp rahata kavuşturmuş, onları yakınlık sırıına erdirmiştir. Bu rüzgar onları alışmış
129
gelen “rahat” kelimesi arasında bir irtibat kurmakta ve Âd kavmini helâk etmek üzere
gönderilen rüzgârı, onları ten kafesinden ve bu dünya zindanından kurtarıp rahata ve
huzura kavuşturucu olarak yorumlamaktadır. Aynı âyetle ilgili olarak, bir önceki
örnekte üzerinde durmuş olduğumuz “azab” kelimesini de, yine “azb” ve “uzûbet”
kelimeleri ile irtibatlandırarak te’vil ettiğini görmekteyiz ki, zâhirde onlara azab
edecek bir rüzgâr, bu anlamıyla onların zevk ve lezzet alacakları bir varlığa ve rahata
dönüşmektedir.
Kelimenin sözlük anlamını alıp, ıstılâhî ya da mecâzî anlamına önem
vermemesiyle oluşan lugavî tefsir örnekleri:
ÖRNEK 1:
6<Kن �C ل(G !ث �> ��G� �W ل�.oP لA! و<��Aا ذلS مE�) 6% ا6��C D أ+P د!�ه
Sل�و��! <� �ال>53 ال3+ دC)ه! إل�A) وه�[ آ�A) (�رة ج� �ا أص�ب�<� / Iذا+<� وا%(G*�ا ث��ب<
S�#ب� W Q�Kت6 ب)ل�Cب�ا د(Rm>
“Sonra (Nuh), kendisinin, onları (kavmini), Allah’ın onları açıklayıp beyan
etmesi için değil, ğafretmesi (örtüp gizlemesi) için davet ettiğini söyledi. Kavmi bunu
anlayıp ‘parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve örtülerine büründüler.’ 310 Bu
hareketlerin hepsi, Nuh’un kendilerini davet etmiş olduğu setrin (örtünme, gizlenme)
oldukları bir âlemden uzaklaştırdığı için azab gibi görünse de, aslında bu rüzgar, yani rahatlık içinde
aynı zamanda lezzet ve zevk de vardır ki, o da Allah’ın lutuf ihsanlarına gark olma lezzetidir. (Bkz. A.
Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II/289-290.)
310 Nuh: 71/7. Âyetin zâhirî tefsiri için bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, III/451; İbn Kesir, Tefsîru’l-
Kur’ani’l-Azîm, IV/453; Zemahşerî, Keşşâf, IV/604; Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'an,
XVIII/194; Celâleddin Mahallî, Celâleddin Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), s.
530.
130
bir sembolüdür. Böylece onlar, Nuh’un davetine “tamam” şeklinde sözle değil, bilfiil
hareketleriyle uymuş oldular.”311
Bu ibarede mânâsına atıf yapılan âyette geçen “ğafr” kelimesini İbn Arabî,
sözlük anlamlarından biri olan “setr” (örtme) anlamında ele almakta, ıstılâhî mânâsı
olan “bağışlama” anlamını ise göz ardı etmektedir. Buna göre zâhirî anlamı “Allah’ın
onları bağışlaması için, onları dine davet etti” olan âyetin mânâsı, “Nuh kavmini,
Hakk’ın görünen yönüne ve Zâhir ismine değil, gaybî yönüne ve Bâtın ismine davet
etti” şeklinde değişmektedir. Buna göre onların parmaklarını kulaklarına tıkayıp
elbiselerine bürünmeleri, zâhirde anlaşıldığı gibi bu dâvetten kaçınmaları anlamına
gelmemekte; bilakis, Nuh’un dâvet ettiğine icâbet ettiklerini göstermektedir. Yani,
onun, Hakk’ın Bâtın isminin mazharı olmaları yönündeki dâvetini kabul etiklerini
kavmi, “tamam” diyerek sözle bildirmek yerine, bunu tasvip ettiklerini beyan edecek
bir hareketle bildirmişlerdir.312
ÖRNEK 2:
� ا bD5 وا �Hاب ا Hي ث! آ)ن bی�ب ذلS ال�)ء ش5اب) Iزال; أل! ال��a ال�ي ه� �
� ال:$)Ji أن ی=رآE�C (A م) ه+ 6��C <�.�ن بzدراآA) <+ م:P#� Q بP ا *�@�ن C =�#أي ال
ال$5ب
311 Fusûs, (Nuh Fassı), s. 18; 58; I/282.
312 Bkz. A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I/282.
131
“Sonra bu su, Eyyûb (a.s.) için, Şeytanın ona kendisiyle temas ettiği,
bedenindeki zarar ve sıkıntıdan313 meydana gelen susuzluk elemini gidermek için bir
içecek olmuştur. “Şeytan”dan kasıt, idrâk etmesi halinde kurbiyet makamında olacağı
hakikatleri olduğu gibi idrakten uzak bulunmasıdır.”314
Burada kendisine atıf yapılan âyette geçen “şeytan” kelimesi, �aش fiilinden
türetilmiştir ki, bu fiilin anlamlarından biri de “uzaklaşmak”, yani “bu’d”dür. İbn Arabî
de, bu âyetle ilgili açıklama yaparken, “şeytan” kelimesine bu sözlük anlamından
hareket ederek mânâ vermekte, ıstılâhî anlamını göz önünde bulundurmamaktadır.
Buna göre anlam, “şeytan bana sıkıntı ve zarar verdi” değil, “hakikatten uzaklık ve onu
bilmemek bana sıkıntı ve zarar verdi” olmaktadır. Buradan hareketle Eyyûb (a.s.)’ın
elemini hissetmiş olduğu susuzluk, câhili olduğu hakîkati bilme şevkinden ibaret
olmakta; azab ve belâ ile ona temas eden şeytan ise, içinde bulunduğu hakikatten
mahrumiyet halini anlatmaktadır.315
Âyeti farklı gramer ihtimallerine göre değerlendirerek yaptığı lugavî
tefsir örnekleri:
ÖRNEK 1:
313 Burada, اب�Cن ب%^& و(a�Pن) أی�ب إذ ن)دى رب6 أن+ م>%+ ال=#C 5واذآ “Kulumuz Eyyûb’u
da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti” (Sâd: 38/41)
âyetine telmih vardır.
314 Fusûs, (Eyyûb Fassı), s. 87; 247; III/327.
315 Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 363-364.
132
P) <)D أ�C! م�6R ل6 و6R ب)ل9#5ی; إلE ر�Q اD ول6 و6R ا� أ! � ح�[ ی�3$ ر%�
� /$�$; <�6 ول�ل�G S%) ب)لP3#�6 <+ الl%3ی6 ب)Wب3=اء�ARر�)ل63 <.` ال� Q�Yی j�/ !�Cأ Eإل
6�#P3ی6 <+ الl%3وب)ل
“Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir.316 Buradaki “Allah”
lafzı için iki vecih (ihtimal) vardır. Bunlardan birincisi, (kendisinden önce gelen) Qر�
Dا (Allah’ın elçileri) terkibinin haberi olmasıdır. Diğeri ise, 63ر�)ل Q�Yی j�/ !�Cأ
(peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir) ibaresinin mübtedâsı olmasıdır. Bu
vecihlerden her ikisi de doğrudur ve hakikati yansıtır. İşte bu sebepledir ki biz, tenzih
içinde teşbih ve teşbih içinde tenzihten söz ettik.”317
İbn Arabî, bu ibarede geçen âyeti, muhtemel iki farklı vecihten her ikisine
göre ele almaktadır. Bunlardan birincisi, “Allah” lafzının, “Allah’ın resulleri”
terkibinin haberi olmasıdır ki buna göre âyetin anlamı şöyle olur: “Onlar şöyle
demişlerdir: Ona (peygambere) verilen bize de verilmedikçe inanmayacağız. Allah’ın
resulleri Allah’tır. O, risâletini nereye koyacağını en iyi bilendir.” Görüldüğü gibi bu
birinci veçhe göre verilen anlam, vahdet-i vücûdu ifade etmektedir. Çünkü buna göre
Allah’ın resulleri O’nun sûret ve tecellîgâhları, Allah da bu sûretlerde tecellî eden zât
olmaktadır. Afîfî’ye göre bu yorum, hem Kur’an’ın ruhundan, hem de dilin zevkinden
uzak olmakla beraber, tenzihin mukâbili olan teşbih hakkındaki düşüncesine delil
316 En’am: 6/124. Âyetin tamamı şöyledir: +م) أوت QUم Eتsن E3/ �و إذا A3i(R! @ی; G)ل�ا ل� نsم
Dا Qاب ش=ی= ب�) آ)ن�ا ر��Cو Dا =%C ر(Z) 5م�اRأ � اD أj�/ !�C یQ�Y ر�)ل63 ��^�& ال�ی Onlara bir âyet geldiğinde, Allah’ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe“ ی�.5ون
kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere,
yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azab erişecektir.”
317 Fusûs, (İlyas Fassı), s. 94; 265; IV/36.
133
getirmek için âyeti bu şekilde yorumlayan İbn Arabî’nin sisteminin mantığıyla
tamamen paraleldir.318 İsmail Fennî Ertuğrul ise, bu mânânın biraz garip ve zorlama
olduğunu kabul etmekle birlikte, metin ve ibare dili ile işâret dili arasındaki farka
dikkat çekerek : “Bu tefsîrî bir mânâ değil, işârî bir anlamdır. Bize garip görünüyorsa
da işâret ehli sûfîlere göre tabiidir. Şeyh-i Ekber gibi tevhid-i ilâhîye gark olanlar her
yerde Cenâb-ı Hakk’ı gördükleri gibi her yerde de tevhîdin mânâsını bulurlar”
demektedir.319
Söz konusu âyetle ilgili ikinci vecih ise, “Allah” lafzının, “risâletini nereye
koyacağını en iyi bilendir” ibaresinin mübtedâsı olmasıdır. Bu durumda ise âyetin
anlamı şöyle olmaktadır: “Onlara bir âyet geldiğinde, Allah’ın elçilerine verilenin
benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime
vereceğini daha iyi bilir.” Bu yorum, âyetten anlaşılan genel anlamdır ve bunda
vahdet-i vücûd düşüncesinden hiçbir iz yoktur.320
Âyete iki farklı perspektiften yaklaşan müellif, önce işârî yorumu, sonra zâhirî
yorumu vermekte ve her ikisinin de lugavî dayanağını belirtip açıklama yapmaktadır.
Bu iki veçhi deliliyle birlikte zikrederek ise, yine kendi düşüncesine temel bulmaya
çalışmaktadır. Şöyle ki: Birinci yorum teşbihe, ikinci yorum ise tenzihe delâlet
etmektedir. Bu âyetin her iki mânâya delâleti ise, İbn Arabî’nin tenzih-teşbih
konusundaki görüşüne delil olmaktadır. Zira ona göre ne tenzihsiz bir teşbih, ne de
teşbihsiz bir tenzih doğru değildir; bu ikisi bir arada olmadıkça hakîkatin bilgisine
318 Bkz. Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 391.
319 İsmail Fennî Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, haz. Mustafa Kara, İnsan yay, İstanbul 1997, s.
202.
320 Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için Anahtar, s. 391-392.
134
ulaşılamaz. Yukarıdaki âyetin hem tenzih, hem de teşbih ifade etmesi ise bunun en
açık delillerinden biridir.321
ÖRNEK 2:
� ال�:=ود �a آ�P 6 ش�G vل6 C lت�� �/= أی}) إن أ4�ن) ال.)ف زای=ة ب5�Z ال^K; وم
� ال3$��= ت$��= وال�J�a م$�= ب)�I`ق ل�� <�A م:=ود C ق`�I(> ا ال�:=ود�ه ��C Oب.�ن6 ل�
و �^K; <$= /=دن)[ وإن أ4�ن) ل�O آ�E�C 6�U نK+ ال�QU ت:$$%) ب)ل��AKم <A! وإن ��R%) ال.)ف ل
� اbش�)ء�C 6أن k�:^4#)ر الb(ب
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur322 âyeti de, buradaki “kef” harfini sıfat
değil de zâid kabul ettiğimiz takdirde, bir tahdiddir. Mahdud bir varlıktan ayrı olan, o
mahdûdun aynı olmaması dolayısıyla kendisi de mahduddur. Şu halde anlayan için,
Hakk’ı takyid ve tahdidden münezzeh tutmak da bir takyiddir. Çünkü mutlak olan da,
ıtlak ile mukayyeddir. Eğer “kef” harfini sıfat olarak alırsak, yine onu tahdid etmiş
oluruz. Yani vش P 6آ� a� kelâmını, nefy-i misl mânâsına aldığımızda, mefhum ile
ve sahih haberler ile, yine Hakk’ın eşyânın aynı olduğu sonucuna ulaşırız.”323
İbn Arabî yukarıda geçen âyet metni ile ilgili olarak yine iki farklı lugavî
ihtimali göz önünde bulundurarak yorum yapmakta ve şöyle demektedir: Bu âyetteki
“kef” harfini, zâid kabul edersek âyetin mânâsı “O’nun misli olan bir şey yoktur” olur
ki, bu, âyet hakkındaki genel anlayıştır. Bu genel anlayışa göre Hakk Teâlâ her şeyden
321 Afîfî, a.g.e., s. 392.
322 Şûrâ: 42/11.
323 Fusûs, (Hûd Fassı), s. 45; 134; II/302.
135
yüce ve münezzeh olup, hiçbir şeye benzemez.324 Fakat İbn Arabî, bu genel anlayışın
dayandığı lugavî ihtimali farklı yorumlamakta ve bunun tenzihle beraber tahdid ifade
ettiğini savunmaktadır. Çünkü eşyânın bir hududu vardır ve bu eşyanın misli olmayan
şey, bu hudutların dışında olacağından kendisi de sınırsız ve mutlak değil mahduddur.
Bir başka deyişle Allah, kendisi hakkında “O’na benzer hiçbir şey yoktur” derken bile
kendisini tahdid etmiş olmaktadır. Çünkü belirli her şeyden farklı olan, sırf bu tefrik
dolayısıyla kayıtlanmış demektir. Zira tam bir lâtaayyün (belirlenmemişlik) bile, bir tür
taayyün demektir. Yani onun belirlenmemişlikle belirlenmiş olması, onu
kayıtlamaktadır.325
“Kef” harfini zâid değil de sıfat olarak alırsak bu sefer mânâ “O’nun mislinin
benzeri hiçbir şey yoktur” olur. Bu durumda önce Hakk’a bir misl isbat edip, sonra
başka bir şeyin o misle benzemesini nefyetmiş oluruz. Bu ise teşbihtir ve teşbih de bir
tahdiddir.326 Yani her iki halde de âyet, tahdid ifade etmektedir ve tenzih de teşbih de
aynı derecede bir tahdiddir.327
324 Allah’ın zâtî sıfatlarından biri kabul edilen “muhâlefetün li’l-havadis” (sonradan yaratılan hiçbir şeye
benzememesi) sıfatının da bu âyete dayandığı düşünülebilir.
325 Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 88.
326 A. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II/302; Afîfî, Fusûsu'l-Hikem Okumaları için
Anahtar, s. 112.
327 Izutsu, Anahtar Kavramlar, s. 88.
136
SONUÇ
“Fusûsu'l-Hikem’de Kur’an’dan İktibaslar ve Kur’an’dan Yararlanma
Metodları” isimli bu çalışmamız, işârî tefsirin en önemli temsilcilerinden biri kabul
edilen Muhyiddin İbnu'l-Arabî’nin Fusûsu'l-Hikem adlı eserinin Kur’ân boyutunu ve
tefsir ilmi açısından önemini ortaya koymaktadır.
Fusûsu'l-Hikem’in Kur’ân boyutunu ortaya koymak için öncelikle eserde yer
alan âyetlerin iktibas şekli üzerinde durulmuştur. İbn Arabî’nin, eserine Kur’an’dan
alıntı yaparken temelde iki metod kullandığı görülmüştür. Bunlardan birincisini, âyet
metnine sadık kalarak lâfzen yaptığı iktibaslar; – ki eserdeki âyetlerin büyük
çoğunluğu bu yöntemle iktibas edilmiştir – ikincisini ise, âyetin lafzını değil de
mânâsını esas alarak yapmış olduğu iktibaslar oluşturmaktadır. Kullanmış olduğu bu
iki metodun her ikisinde de, iktibas ettiği ya da atıfta bulunduğu âyetlerin birer alıntı
olduğunu kimi zaman belirtmiş, kimi zaman ise buna gerek duymamıştır.
Aynı şekilde eserinde yer verdiği âyetlerden pek çoğunu açıkça tefsir eden
müellif, kimi zaman ise sadece âyetin tefsirine ışık tutacak birtakım açıklamalarla
yetinmiştir. Hiç tefsir etmediği âyet sayısı ise oldukça azdır ve bunların önemli bir
kısmını teberrüken aldığı âyetler oluşturmaktadır.
Eserdeki âyetlerin iktibasının ana gayesi, yazarın kendi tasavvufî
düşüncelerini, İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an’a dayandırarak desteklemek ve
kuvvetlendirmek olmakla beraber, kimi zaman bu ana gayeye ek olarak, kimi zaman
ise müstakil başka amaçların da olduğu görülür. Örneğin, zikredilen gayeye mâtuf
137
olarak almış olduğu bir âyeti tefsir etmek için, Kur’an’ın başka bir âyetinden
yararlandığı görülür ki, bu ikinci âyetin iktibas edilmesinin iki sebebi vardır.
Bunlardan ilk göze çarpanı, başka bir âyeti tefsir etmektir. Fakat asıl amaç, önceki
âyetle desteklemeye çalıştığı düşüncesini daha da kuvvetlendirmektir.
Fass (bölüm başlığı) ile ilgili olduğundan dolayı iktibas edilen âyetler için de
aynı durum söz konusudur. Zira, tasavvufî düşüncelerini, Kur’an’da adı geçen
peygamberlerle irtibatlandırıp, her birine nisbet ettiği değişik hikmetleri 27 bölümde
açıklayan müellif, fassa adını veren peygamberle ilgili bazı âyetler zikretmektedir. İşte
bu âyetlerin iktibasının gözüken amacı, başlıkla alakalı olmasıdır. Fakat başlığın da,
başlığa adını veren peygamberin de, İbn Arabî’nin görüşlerini oturtmak için seçilmiş
birer dayanak olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu âyetlerin de, ilgili görüş ve
düşüncelere destek olması için seçilmiş ve alınmış olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bütün bunların dışında bazı âyetler vardır ki, bunların iktibasında, yazarın
kendi doktrinini açıklayıp kuvvetlendirmeye yönelik bir amaç tespit edebilmek
oldukça güçtür. Örneğin, bazı yerlerde müellif, kendi cümlesi içinde, cümlesinin
devamı izlenimi verecek şekilde bir âyetin lafzını zikretmektedir. Âyetle ilgili herhangi
bir yorum ya da tefsire rastlanmayan böyle durumlarda, âyetin teberrüken alındığı
düşünülmekte, müellifin bunu da delil amaçlı iktibas ettiğini düşünmek zorlaşmaktadır.
Fakat âyetin geçtiği ifade tahlil edilip de, bu ifadenin, müellifin önemli bir düşüncesini
yansıttığı fark edildiğinde durum değişmektedir. Zira bu durumda müellif, kendi
zihnindeki mânâyı âyet lafzına dökerek ifade etmekte ve âyete o mânâyı yüklemektedir.
Dolayısıyla yine aynı ana gayeyle âyeti zikrettiği ortaya çıkmaktadır.
138
Fusûsu'l-Hikem’de yer alan âyetlerden pek çoğunu tefsir eden müellif,
özellikle yapmış olduğu işârî tefsir ve yorumlarla dikkati çekmekte ve bu yöndeki
te’villere ağırlık vermektedir. Bunu yaparken ise, Arap dilinin inceliklerinden zaman
zaman yararlanmakta ve dil kaidelerini zorlamaktadır. Fakat sonuçta, – o âyetle ilgili
genelde kabul edilen dil kurallarına aykırı olmakla birlikte – farklı bir ihtimali
değerlendirerek farklı sonuçlara ulaşmayı başarmaktadır. Eserin genelini oluşturan
işârî tefsir ve yorumlar dışında, zaman zaman, diğer tefsirlerde görmeye alışık
olduğumuz şekilde zâhirî tefsirlere rastlamak da mümkündür.
İbn Arabî’nin, eserine aldığı âyetlere bakışında ortak bir nokta vardır ki o da,
onun bu âyetlere bir tefsirci gözüyle değil, mutasavvıf gözüyle bakması ve her bir
âyete vahdet-i vücûd merkezli yaklaşmasıdır. Bu tutum, âyetlerin anlaşılmasına ve
yorumlanmasına yön vermekte; bu da, hem tefsirin şeklini, hem de muhtevasını
etkilemektedir. Nitekim eserdeki âyetlerin tefsirinde, herhangi bir düzenden söz etmek
mümkün değildir. Kimi zaman âyetin tamamı alınıp sonrasında tefsir edilmekte, kimi
zaman alınan âyet kısımlara ayrılıp ara ara tefsir edilmektedir. Hatta iktibas öncesinde
açıklama yapıp, sonrasında âyeti zikrettiği ve iktibas sonrasında ise başka bir konuya
geçtiği durumlar da mevcuttur.
Eserdeki iktibas metodlarından en ilginci ise hiç şüphesiz, birer bölümü alınan
iki farklı âyetin birbiri peşi sıra, birbirinin devamı imiş gibi zikredilmesidir. Böyle bir
durumda, bunların iki farklı âyet olduğunu hissettirecek herhangi bir ipucu da
verilmemektedir. Benzer şekilde, iktibas olunan bir âyetin, mânâyı değiştirmeyecek
ufak değişikliklerle sunulması da, eserin müellifinin bir müfessir değil, mutasavvıf
139
olmasından ve eserin kendisinin de bir tefsir değil, tasavvuf kitabı olmasından
kaynaklanmaktadır.
EK 1: FUSÛSU'L-HİKEM'DE YER ALAN ÂYETLERİN FASSLARA GÖRE DAĞILIMI VE SAYFA SIRASINA GÖRE TAM LİSTESİ
FASS ADI AYET NO SAYFA NO**
* Hicr:15/42; Nahl: 16/99-100; İsrâ: 17/65; Sebe: 34/21 2; 20; I/101 MUKADDİME
* Bakara: 2/156 3; 20; I/103
Hûd: 11/123 3; 23; I/119
*Hicr: 15/26 4; 23-24; I/128
*Bakara: 2/30-32 4; 24-25; I/133-138
Bakara: 2/30 5; 25; I/138
*Bakara: 2/30 5; 26; I/140
*Fussilet: 41/53 6; 29; I/152
*Hadid: 57/3 7; 31; I/155
*Mâide: 5/119 7; 31; I/161
*Nisâ:4/93 7; 31; I/161
*Rahman: 55/27,78 7; 31; I/161
Sâd: 38/75 7; 31; I/161
Nisâ: 4/1 8; 34; I/172
 D
E M
F A
S S
I
*İsrâ: 17/11 9; 37; I/184
Mü'min: 40/60 10; 38; I/186
Muhammed: 47/31 11; 41; I/200
ŞİT
FA
SSI
*Hûd: 11/107 15; 51; I/242
*Bakara: 2/85 16; 53; I/259
Fussilet: 51/43 17; 55; I/266 *İsrâ: 17/44 17; 55; I/269 Fâtiha:1/2; En'am:6/45; Yunus:10/10; Saffât:37/182; Zümer:39/75; Mü'min:40/65 17; 56; I/271
Şûrâ: 42/11 17; 57; I/275 *Nuh: 71/8-10 17-18; 57; I/276
Nuh: 71/5-7, 11-12 17-18; 57-59; I/276-283
Bakara: 2/16 18; 59; I/283
Hadid: 57/7 18; 59; I/285
İsrâ: 17/2 18; 59; I/285 Âl-i İmran: 3/26 19; 59; I/285
Nuh: 71/22 19; 59; I/287 Yusuf: 12/108 19; 59; I/287
Meryem: 19/85 19; 60; I/288
Nuh: 71/23 19; 60; I/293 İsrâ: 17/23 19; 60; I/293
Ra'd: 13/33 19; 61; I/295 Zümer: 39/3 19; 61; I/296
Hacc: 22/34 19; 61; I/296
Nuh: 71/24 19; 61; I/297 *Fâtır: 35/32 19; 61; I/297
Bakara: 2/20 19; 62; I/298
N
U
H
F
A
S
S
I
Tekvir: 81/6 20; 62; I/301
141
Nuh: 71/25-26 20; 63; I/301-303 Rahman: 55/29 20; 63; I/303
Bakara:2/255; Nisâ:4/171; Yunus:10/68; İbrahim:14/12; Tâhâ:20/6; Hacc:22/64 20; 63; I/303
Tâhâ: 20/55 20; 63; I/304
Nuh: 71/27-28 20; 64; I/307-310
En'am: 6/91; Hacc: 22/74; Zümer: 39/67 20; 64; I/310
Meryem: 19/57 21; 66; II/2 Muhammed: 47/35 21; 67; II/5
A'lâ: 87/1 21; 67; II/5
Tâhâ: 20/5 21; 68; II/8 Kasas: 28/88 21; 68; II/8
Hûd: 11/123 21; 68; II/8
Neml: 27/60-64 21; 68; II/8
Bakara: 2/30 21; 68; II/8
Sâd: 38/75 21; 68; II/8 Hadid: 57/3 22; 70; II/13
Saffât: 37/102, 107 23; 73; II/23 Nisâ: 4/1 23; 73; II/23
İ D
R İ
S
F A
S S
I
Müddessir: 74/28 23; 75; II/34
*Nisâ: 4/123 24; 78; II/44
Fâtiha: 1/2 25; 79; II/50
Hûd: 11/123 25; 79; II/50
Bakara: 2/67 25; 80; II/59
En'am: 6/149 25-26; 81; II/61-62
*Kalem: 68/42 25; 81; II/61
Saffât: 37/164 26; 82; II/66
Ahzâb: 33/4 27; 85; II/78 İ B
R A
H İ
M
F A
S S
I
*Bakara: 2/18, 71; En'am: 6/39; Enfâl: 8/22 27; 87; II/101
Bakara: 2/18, 71; En'am: 6/39; Enfâl: 8/22 27; 7; II/101
Saffât: 37/102, 104 -107 27-28; 87,89; II/102-107
Yusuf: 12/43 27; 89; II/105 En'am: 6/38 30; 95; II/126
İSH
AK
FA
SSI
*Enfâl: 8/29 30; 95; II/127
Tâhâ: 20/50 31; 98; II/142
*Meryem: 19/55 31; 100; II/148
Fecr: 89/27-30 31-32; 100; II/148-150
*Mâide: 5/119; Tevbe: 9/100; Mücâdele: 58/22; Beyyine: 98/8 32; 101; II/154
İbrahim: 14/47 33; (alınmamış); II/163
Ahkâf: 46/16 33; (alınmamış); II/163
Meryem: 19/54 33; 103; II/164
İSM
AİL
FA
SSI
Bakara: 2/132 33; 105; II/171 Âl-i İmran: 3/19 33; 105; II/172 *Enfâl: 8/39 33; 106; II/174 Hadid: 57/27 33; 106; II/175 Mâide: 5/119; Tevbe: 9/100; Mücadele: 58/22; Beyyine: 98/8 34; 108; II/179 Furkan: 25/19 3; 108; II/179 Ahkâf: 46/16 34; 108; II/179
Y A
K U
P F
A S
S I
En'am: 6/149 34; 109; II/181
142
Hûd: 11/112 36; 112; II/204
Ahkâf: 46/9 36; 113; II/206
Yusuf: 12/4 -5, 100 37; 116; II/229-231 Furkan: 25/45-46 39; 119; II/241-242 Hûd: 11/123 39; 119; II/242 İhlâs: 112/1-4 41; 123; II/255
YU
SUF
FA
SSI
Fâtır: 35/15 41; 124; II/259
*A'raf: 7/156 41; 125; II/269 Hûd: 11/56 41; 125; II/270 *Fâtiha: 1/6-7 41; 125; II/271 *Furkan: 25/53; Fâtır: 35/12 42; 127; II/277 Mâide: 5/66 42; 127; II/279 *Hûd: 11/56 42; 127; II/279 Meryem: 19/86 42; 127; II/280 Vâkıa: 56/85 43; 128; II/283 *Kâf: 50/22 43; 128; II/284 Kâf: 50/16 43; 128; II/284 *Yusuf: 12/108 43; 129; II/286 Ahkâf: 46/24-25 43-44; 130; II/288-290 *A'raf: 7/33 44; 131; II/293 Hûd: 11/56 44; 132; II/296 Ankebût: 29/49 45; 132; II/298 A'raf: 7/54; Yunus:10/3; Ra'd:13/2; Furkan:25/59; Secde:32/4; Hadid:57/4 45; 133; II/300 *Zuhruf: 43/84 45; 133; II/301 *Hadid: 57/4 45; 133; II/301 Şûrâ: 42/11 45; 134; II/302 Sebe: 34/21 45; 134; II/303 *Bakara: 2/255 45; 134; II/303 Hadid: 57/3 45; 135; II/306 Zümer: 39/9 46; 136; II/310 Bakara: 2/115 47; 138; II/319
H
Û
D
F
A
S
S
I
*Bakara: 2/144 47; 139; II/320
Nahl: 16/40 47; 142; II/335 *Hûd: 11/65 49; 145; II/342 Hûd: 11/67, 94 49; 145; II/342 Abese: 80/38-39 49; 146; II/343 Tevbe: 9/21 49; 146; II/344 Âl-i İmran: 3/21; Tevbe: 9/34; İnşikak: 84/24 49; 146; II/344 En'am: 6/149 50; 147; II/345
SA
LİH
FA
SSI
Ahzâb: 33/4 50; 147; II/348
*A'raf: 7/156 50; 149; III/5 Tâhâ: 20/50 51; 151; III/9 Tâhâ: 20/114 52; 152; III/13 Kâf: 50/37 52; 153; III/18 *Ankebût: 29/25 52; 153; III/19 Bakara: 2/166 53; 155; III/25 Zümer: 39/47 53; 156; III/26 *Nisâ: 4/110 53; 156; III/27 Bakara: 2/25 54; 157; III/31 Nahl: 16/109; Kehf: 18/104 54; 158; III/34
Ş U
A Y
B F
A S
S I
Kâf: 50/15 54; 158; III/36
Û
T
F
A
S
S
Hûd: 11/80 55; 162; III/52
143
Rûm: 30/54 55; 163; III/56
Hacc: 22/5 56; 163; III/56
Rûm: 30/6-7 56; 164; III/61
Bakara: 2/88 56; 165; III/61
Müzzemmil: 73/9 56; 165; III/62
Hadid: 57/7 56; 165; III/62
Ahkâf: 46/9 57; 167; III/65
Kasas: 28/56 57; 168; III/69
*Mâide: 5/99 58; 168; III/70
Bakara: 2/272 58; 168; III/70
En'am: 6/117; Nahl: 16/125; Kasas: 28/56; Kalem: 68/7 58; 168; III/70
Kâf: 50/29 58; 169; III/72-73
Bakara:2/57; A'raf:7/160; Tevbe:9/70; Nahl:16/33,118; Ankebut:29/40;Rûm:30/9 58; 169;III/73
Kâf: 50/37 58; 171; III/83 En'am: 6/149 58; 171; III/83 Bakara: 2/253 59; 172; III/88 İsrâ: 17/55 59; 172; III/89 Nahl: 16/71 59; 172; III/89 *Hicr: 15/21 59; 172; III/89 Tâhâ: 20/50 59; 172; III/89 Bakara: 2/259-260 60; 174; III/98-99 *En'am: 6/59 60; 175; III/100 *Cin: 72/26-27 60; 175; III/100 Bakara: 2/257 61; 177; III/107 Şûrâ: 42/28 61; 177; III/107 Tâhâ: 20/114 61; 178; III/109 *Enbiyâ: 21/69 62; 180; III/114
Kalem: 68/42 63; 180; III/115
U
Z E
Y R
F
A S
S I
*Tâhâ: 20/96 63; 183; III/134 *Meryem: 19/17 63; 183; III/136 Meryem: 19/19 64; 184; III/136 Nisâ: 4/171 64; 184; III/136 *Âl-i İmran: 3/49 64; 185; III/140 *Mâide: 5/110 64; 185; III/141 *Tevbe: 9/29 64; 186; III/142 Mâide: 5/17 65; 187; III/147 *Nisâ: 4/171 66;188; III/150 *Meryem: 19/30 66; 188; III/150 Hicr: 15/29; Sâd: 38/72 66; 189; III/150 *Kehf: 18/109; Lokman: 31/27 66; 189; III/153 *Bakara:2/117;Âl-i İmran:3/47,59;En'am:6/73;Nahl:16/40;Meryem:19/35 66; 189; III/153 En'am: 6/122 66; 190; III/153 *Sâd: 38/69 67; 192; III/168 *Âl-i İmran: 3/97; Ankebût: 29/6 67; 192; III/173 Sâd: 38/75-76 67; 193; III/176-177 Abese: 80/1 68; 194; III/181 *Tâhâ: 20/10; Neml: 27/7 68; 195; III/183 Muhammed: 47/31 68; 195; III/185 Mâide: 5/116 68; 195; III/184 *Neml: 27/65 69; 196; III/184
İ
S
A
F
A
S
S
I
Mâide: 5/117 69; 196-198; III/187-
144
192
Bakara: 2/43, 83,110; Nisâ: 4/77,103; En'am: 6/72; Yunus: 10/87; Hacc: 22/78 69; 197; III/188 A'raf: 7/151; Sâd: 38/35; Nuh: 71/28 69; 198; III/188 Mâide: 5/118 70; 199; III/195
Fetih: 48/25 70; 200; III/195
Neml: 27/29-30 71; 203-204; III/210-211
En'am: 6/12 72; 205; III/212 Hadid: 57/3 72; 205; III/214 *Sâd: 38/35 72; 206; III/216 A'raf: 7/156 73; 208; III/220 Şûrâ: 42/11 73; 209; III/226 Neml: 27/40 75; 212; III/230 Kâf: 50/15 75; 212; III/233 Sâd: 38/30 75; 214; III/237 Enbiyâ: 21/79 75; 214; III/238 Kamer: 54/55 76; 215; III/238 Neml: 27/42, 44 76; 216; III/240-242 A'raf: 7/122; Şuarâ: 26/48 76; 216; III/243 *Yunus: 10/90 76; 217; III/244 *Hûd: 11/56 76; 217; III/244 Hadid: 57/4 76; 217; III/244 *Sâd: 38/35 77; 218; III/246 Sâd: 38/36 77; 218; III/246 Câsiye: 45/13 77; 218; III/246 Sâd: 38/39 77; 219; III/248 Tâhâ: 20/114 77; 219; III/250
Ahzâb: 33/21 78; 221; III/254
S
Ü
L
E
Y
M
A
N
F
A
S S
I
En'am: 6/84; Enbiyâ: 21/72; Ankebut: 29/270 78; 222; III/259
En'am: 6/84; Enbiyâ: 21/72; Ankebût: 29/270 78; 222; III/259 Sâd: 38/42 78; 222; III/259 Meryem: 19/53 78; 222; III/259 Sebe: 34/10, 13 78; 223; III/259-260 *Fetih: 48/2 79; 223; III/260 İsrâ: 17/3 79; 224; III/260 *Sâd: 38/17-20 79; 225; III/263 Sâd: 38/26 79; 225; III/264 Bakara: 2/30 79; 226; III/265 Bakara: 2/124 80; 226; III/265 En'am: 6/90 80; 228; III/267 Enbiyâ: 21/22 82; 231; III/276 *A'raf: 7/156 82; 232; III/282 *Sebe: 34/10 83; 234; III/285 *Mâide: 5/13; Hacc: 22/53; Zümer: 39/22 83; 234; III/285
D
A
V
U
D
F
A
S
S
I
*Bakara: 2/74 83; 234; III/285
*Bakara: 2/114 83; 236; III/290 Talâk: 65/1 83; 236; III/290 *Tevbe: 9/29 83; 237; III/291 Enfâl: 8/61 83; 237; III/291 *Bakara: 2/178; Şûrâ: 42/40 83; 237; III/291 Şûrâ: 42/40 84; 238; III/292 Bakara: 2/179 84; 239; III/295
Y U
N U
S F
A S
S I
Hûd: 11/123 85; 240, 242;
145
III/301,307
*Enbiyâ: 21/69 85; 241; III/304
*Enbiyâ: 21/30 85; 243; III/313
*İsrâ: 17/44 85; 243; III/313
Nahl: 16/50 86; 244; III/317
En'am: 6/18 86; 244; III/317
Mâide: 5/66 86; 244; III/317-318
Sâd: 38/42 86; 245; III/319
Hûd: 11/123 87; 247; III/324
Hadid: 57/3 87; 247; III/324
Sebe: 34/47 87; 247; III/324
*Sâd: 38/41 87; 247; III/327
*Tûr: 52/2 88; 248; III/331
*Sâd: 38/44 88; 248; III/332
E Y
Y Û
B F
A S
S I
Ahzâb: 35/57 88; 250; III/336
Meryem: 19/5-7 89; 252-253; III/344,345
Tahrim: 66/11 89; 253; III/345 Meryem: 19/15, 33 89; 254; III/346 *Meryem: 19/29-30 90; 254; III/348
*Meryem: 19/25 90; 255; III/349 YA
HY
A F
ASS
I
*A'raf: 7/156 90; 256; IV/2
Mü'minûn: 23/118 92; 261; IV/17
A'raf: 7/156 93; 262; IV/21
ZE
KE
RİY
A
FA
SS
I
Fetih: 48/25 93; 262; IV/23
*Meryem: 19/57 93; 263; IV/28
Şûrâ: 42/11 94; 264; IV/33
Saffât: 37/180 94; 265; IV/34
En'am: 6/124 94; 265; IV/36
Mü'min: 40/60 95; 268; IV/45
Bakara: 2/186 95; 268; IV/46
*Âl-i İmran: 3/97; Ankebût: 29/6 96; 269; IV/49
Enfâl: 8/17 96; 270; IV/52
Bakara: 2/269 97; 274; IV/66 İ
L Y
A S
FASS
I
Enfâl: 8/17 98; 274; IV/68
Lokman: 31/12 98; 276; IV/74 Bakara: 2/269 98; 276; IV/74
Lokman: 31/16 98-99; 277-278;IV/74,79
En'am: 6/3 98; 277; IV/75 Muhammed: 47/31 99; 279; IV/82 Zilzâl: 99/7-8 99; 280; IV/88-89 Bakara: 2/26 99; 281; IV/89 Lokman: 31/13 100; 281; IV/91 L
O K
M A
N
F A
S S
I
İsrâ: 17/110 100; 282; IV/93
Meryem: 19/53 100; 283; IV/95
Tâhâ: 20/94 100; 283; IV/96
A'raf: 7/150 100; 283; IV/96
*A'raf: 7/150 100; 284; IV/97
H
A
R
U
N
F
A
S
S
I
Tâhâ: 20/94 100; 285; IV/100
146
*Tâhâ: 20/91 101; 285; IV/100
Tâhâ: 20/95 101; 286; IV/103
*Tâhâ: 20/97 101; 286; IV/104
*Câsiye: 45/13; Hacc: 22/65; Lokman: 31/20; Zuhruf: 43/13 101; 287; IV/105
Zuhruf: 43/32 101; 287; IV/107
En'am: 6/165 102; 288; IV/108
Rahman: 55/29 102; 289; IV/110
*Mü'min: 40/15 102; 289; IV/113
Câsiye: 45/23 102-103;290;IV/113-116
Zümer: 39/3 103; 292; IV/119
Sâd: 38/5 103; 292; IV/119
Ra'd: 13/33 103; 292; IV/119
Âl-i İmran: 3/31 104; 293; IV/122
En'am: 6/103 104; 293; IV/123
Nahl: 16/9 104; 293; IV/123
*A'raf: 7/127,141; Mü'min: 40/25; Bakara: 2/49; İbrahim: 14/6; Kasas: 28/4 104; 294; IV/126 *Enbiyâ: 21/30 105; 296; IV/132 *Tâhâ: 20/39 105; 296; IV/133 *İsrâ: 17/44 106; 298; IV/137 Câsiye: 45/13 106; 298; IV/137 En'am: 6/122 106; 298; IV/140 Hacc: 22/5 106; 299; IV/140 *Bakara: 2/105; Âl-i İmran: 3/74 107; 300; IV/143 Kasas: 28/9 107; 300-301; IV/146 *Yunus: 10/92 107; 301; IV/146 Yusuf: 12/87 107; 301; IV/146 Kasas: 28/10 107; 301; IV/157 *Kasas: 28/12 107; 301; IV/157 Mâide: 5/48 107; 301; IV/157 *Tâhâ: 20/40 108; 303; IV/159-161 *Tâhâ: 20/40; Kasas: 28/19, 33 108; 303; IV/161 *Kehf: 18/74 108; 303; IV/161 Kehf: 18/82 108; 303; IV/161 *Kehf: 18/71 108; 303; IV/163 *Kasas: 28/7 108; 304; IV/163 *Âl-i İmran: 3/97; Ankebût: 29/6 109; 305; IV/165 Şuarâ: 26/21 110; 307; IV/172 *Kasas: 28/22-24 110; 308; IV/173 *Kehf: 18/77 110; 308; IV/174 Kehf: 18/68 110; 309; IV/175 Haşr: 59/7 111; 309; IV/177 *Kehf: 18/78 110; 309; IV/177 Kehf: 18/76,78 111; 310; IV/177 Kehf: 18/68 111; 310; IV/179 Bakara: 2/29, 231, 282; Nisâ: 4/176; Mâide: 5/97; En'am: 6/101; Enfâl: 8/75 111; 311; IV/179 Şuarâ: 26/21 111; 311; IV/180 *Teğâbün: 64/12; Âl-i İmran: 3/20; Mâide: 5/92,99; Ra'd: 13/40; Nahl: 16/35,82 111; 311; IV/181 Şuarâ: 26/27 112; 312; IV/182 Şuarâ: 26/23, 24, 28 112; 313; IV/186, 187 Hadid: 57/3 112; 314; IV/187
M
U
S
A
F
A
S
S
I
M
U
S
A
F
A
S
S
I
Şuarâ: 26/29-31 113;314,315;IV/189,194
147
*Zuhruf: 43/54 113; 316; IV/194 Şuarâ: 26/32; A'raf: 7/107 113; 316; IV/195 Furkan: 25/70 113; 316; IV/195 *A'raf: 7/121-122; Şuarâ: 26; 47-48 114; 317; IV/197 Nâziat: 79/24 114; 317; IV/197 Tâhâ: 20/72 114; 317; IV/197 *A'raf: 7/124; Tâhâ: 20/71; Şuarâ: 26/49 114; 317; IV/199 Yunus: 10/64 114; 318; IV/199 Enbiyâ: 21/2 114; 318; IV/200 Şuarâ: 26/5 114; 318; IV/200 Mü'min: 40/85; Yunus: 10/98 114; 318; IV/202 *Şuarâ: 26/63 114; 319; IV/202 *Yunus: 10/90 115; 319; IV/203 Yunus: 10/92, 97 115; 319; IV/203
*Tâhâ: 20/10-11; Neml: 27/7-8; Kasas: 28/29-30 115; 321; IV/210
*Enbiyâ: 21/107 116; 323; IV/312
HALİD F. *Enbiyâ: 21/107 116; 323; IV/312
Ahzâb: 33/40 116; 325; IV/319
Hicr: 15/29; Sâd: 38/72 117; 326; IV/327
*Tâhâ: 20/10-11; Neml: 27/7-8; Kasas: 28/29-30 118; 328; IV/334
*Bakara: 2/34; İsrâ: 17/61; Kehf: 18/50; Tâhâ: 20/116; A'raf: 7/11 118; 329; IV/338
Âl-i İmran: 3/97; Ankebût: 29/6 119; 331; IV/343
Secde: 32/5 119; 331; IV/343
*Tîn: 95/5 119; 331; IV/343
Tevbe: 9/37 119; 332; IV/346
Bakara: 2/228 120; 333; IV/352
Tâhâ: 20/50 120; 334; IV/352
*Nisâ: 4/113 120; 335; IV/356
Mü'min: 40/15 121; 336; IV/359
A'raf: 7/156 121; 337; IV/359
*Tâhâ: 20/5 121; 337; IV/359
Nûr: 24/26 121; 337; IV/362
*Hicr: 15/26, 28, 33 121; 338; IV/364
Ankebût: 29/52; En'am: 6/12,20; A'raf:7/9; Hûd:11/21;Mü'minûn: 23/103 122; 338; IV/365
Bakara: 2/152 122; 339; IV/369
Fâtiha: 1/1-7 122-123; 340; IV/369
Kâf: 50/37 123-124; 342; IV/375
Ankebût: 29/45 123; 342; IV/374
Kıyâme: 75/14-15 124; 344; IV/378
*Bakara:2/43,83,110; Nisâ:4/77,103; En'am:6/72;Yunus:10/87;Nur:24/56 124; 344; IV/380
*Ahzâb: 33/43 124; 344; IV/380
Nûr: 24/41 125; 345; IV/383
İsrâ: 17/44 125; 345; IV/383
M U
H A
M M
E D
F
A S
S I
Ahzâb: 33/4 125; 346; IV/385
* Mânâ olarak alınan âyetler ** Verilen üç sayfa numarasından ilki Fusûsu'l-Hikem'in 1287 İstanbul baskısını; ikincisi Nuri Gençosman'ın tercümesini ve üçüncüsü Ahmet Avni Konuk'un tercüme ve şerhini ifade etmektedir
148
EK 2: FUSÛSU'L-HİKEM'DE YER ALAN ÂYETLERİN ALFABETİK SIRAYA GÖRE LİSTESİ
AYET NO SAYFA NO** FASS ADI
Abese: 80/1 68; 194; III/181 İsa Fassı
Abese: 80/38-39 49; 146; II/343 Salih Fassı
Ahkâf: 46/16 33; (alınmamış); II/163 İsmail Fassı Ahkâf: 46/16 34; 108; II/179 Yakup Fassı Ahkâf: 46/24-25 43-44; 130; II/288-290 Hûd Fassı Ahkâf: 46/9 36; 113; II/206 Yakup Fassı
Ahkâf: 46/9 57; 167; III/65 Lût Fassı
Ahzâb: 33/21 78; 221; III/254 Süleyman Fassı Ahzâb: 33/4 27; 85; II/78 İbrahim Fassı Ahzâb: 33/4 50; 147; II/348 Salih Fassı Ahzâb: 33/4 125; 346; IV/385 Muhammed Fassı Ahzâb: 33/40 116; 325; IV/319 Muhammed Fassı Ahzâb: 33/43* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
Ahzâb: 35/57 88; 250; III/336 Eyyûb Fassı
A'lâ: 87/1 21; 67; II/5 İdris Fassı
Âl-i İmran: 3/19 33; 105; II/172 Yakup Fassı Âl-i İmran: 3/20* 111; 311; IV/181 Musa Fassı Âl-i İmran: 3/21 49; 146; II/344 Salih Fassı Âl-i İmran: 3/26 19; 59; I/285 Nuh Fassı Âl-i İmran: 3/31 104; 293; IV/122 Harun Fassı Âl-i İmran: 3/74* 107; 300; IV/143 Musa Fassı Âl-i İmran: 3/97 119; 331; IV/343 Muhammed Fassı Âl-i İmran: 3/97* 67; 192; III/173 İsa Fassı Âl-i İmran: 3/97* 96; 269; IV/49 İlyas Fassı Âl-i İmran: 3/97* 109; 305; IV/165 Musa Fassı
Âl-i İmran:3/47,59* 66; 189; III/153 İsa Fassı
Ankebût: 29/25* 52; 153; III/19 Şuayb Fassı Ankebût: 29/270 78; 222; III/259 Davud Fassı Ankebût: 29/45 123; 342; IV/374 Muhammed Fassı Ankebût: 29/49 45; 132; II/298 Hûd Fassı Ankebût: 29/52 122; 338; IV/365 Muhammed Fassı Ankebût: 29/6 119; 331; IV/343 Muhammed Fassı Ankebût: 29/6* 67; 192; III/173 İsa Fassı Ankebût: 29/6* 96; 269; IV/49 İlyas Fassı Ankebût: 29/6* 109; 305; IV/165 Musa Fassı
Ankebût:29/40 58; 169;III/73 Lût Fassı
A'raf: 7/107 113; 316; IV/195 Musa Fassı A'raf: 7/11* 118; 329; IV/338 Muhammed Fassı A'raf: 7/121-122* 114; 317; IV/197 Musa Fassı A'raf: 7/122 76; 216; III/243 Süleyman Fassı A'raf: 7/124* 114; 317; IV/199 Musa Fassı A'raf: 7/127,141* 104; 294; IV/126 Musa Fassı
149
A'raf: 7/150 100; 283; IV/96 Harun Fassı A'raf: 7/150* 100; 284; IV/97 Harun Fassı A'raf: 7/151 69; 198; III/188 İsa Fassı A'raf: 7/156 73; 208; III/220 Süleyman Fassı A'raf: 7/156 93; 262; IV/21 Zekeriyya Fassı A'raf: 7/156 121; 337; IV/359 Muhammed Fassı A'raf: 7/156* 41; 125; II/269 Hûd Fassı A'raf: 7/156* 50; 149; III/5 Şuayb Fassı A'raf: 7/156* 82; 232; III/282 Davud Fassı A'raf: 7/156* 90; 256; IV/2 Zekeriyya Fassı A'raf: 7/33* 44; 131; II/293 Hûd Fassı A'raf: 7/54 45; 133; II/300 Hûd Fassı A'raf:7/160 58; 169;III/73 Lût Fassı
A'raf:7/9 122; 338; IV/365 Muhammed Fassı
Bakara: 2/105* 107; 300; IV/143 Musa Fassı Bakara: 2/114* 83; 236; III/290 Yunus Fassı Bakara: 2/115 47; 138; II/319 Hûd Fassı Bakara: 2/124 80; 226; III/265 Davud Fassı Bakara: 2/132 33; 105; II/171 Yakup Fassı
Bakara: 2/144* 47; 139; II/320 Hûd Fassı Bakara: 2/152 122; 339; IV/369 Muhammed Fassı Bakara: 2/156* 3; 20; I/103 Mukaddime Bakara: 2/16 18; 59; I/283 Nuh Fassı Bakara: 2/166 53; 155; III/25 Şuayb Fassı Bakara: 2/178* 83; 237; III/291 Yunus Fassı Bakara: 2/179 84; 239; III/295 Yunus Fassı Bakara: 2/18, 71 27; 7; II/101 İshak Fassı Bakara: 2/186 95; 268; IV/46 İlyas Fassı Bakara: 2/20 19; 62; I/298 Nuh Fassı Bakara: 2/228 120; 333; IV/352 Muhammed Fassı Bakara: 2/25 54; 157; III/31 Şuayb Fassı Bakara: 2/253 59; 172; III/88 Uzeyr Fassı
Bakara: 2/255* 45; 134; II/303 Hûd Fassı Bakara: 2/257 61; 177; III/107 Uzeyr Fassı Bakara: 2/259-260 60; 174; III/98-99 Uzeyr Fassı Bakara: 2/26 99; 281; IV/89 Lokman Fassı Bakara: 2/269 97; 274; IV/66 İlyas Fassı Bakara: 2/269 98; 276; IV/74 Lokman Fassı Bakara: 2/272 58; 168; III/70 Lût Fassı Bakara: 2/29, 231, 282 111; 311; IV/179 Musa Fassı
Bakara: 2/30 5; 25; I/138 Âdem Fassı
Bakara: 2/30 21; 68; II/8 İdris Fassı Bakara: 2/30 79; 226; III/265 Davud Fassı Bakara: 2/30* 5; 26; I/140 Âdem Fassı Bakara: 2/30-32* 4; 24-25; I/133-138 Âdem Fassı Bakara: 2/34* 118; 329; IV/338 Muhammed Fassı Bakara: 2/43, 83,110 69; 197; III/188 İsa Fassı Bakara: 2/49* 104; 294; IV/126 Musa Fassı Bakara: 2/67 25; 80; II/59 İbrahim Fassı Bakara: 2/74* 83; 234; III/285 Davud Fassı Bakara: 2/85* 16; 53; I/259 Nuh Fassı Bakara: 2/88 56; 165; III/61 Lût Fassı Bakara:2/117* 66; 189; III/153 İsa Fassı
150
Bakara:2/255 20; 63; I/303 Nuh Fassı Bakara:2/43,83,110* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
Bakara:2/57 58; 169;III/73 Lût Fassı
Beyyine: 98/8 34; 108; II/179 Yakup Fassı
Beyyine: 98/8* 32; 101; II/154 İsmail Fassı
Câsiye: 45/13 77; 218; III/246 Süleyman Fassı Câsiye: 45/13 106; 298; IV/137 Musa Fassı Câsiye: 45/13* 101; 287; IV/105 Harun Fassı
Câsiye: 45/23 102-103;290;IV/113-116 Harun Fassı
Cin: 72/26-27* 60; 175; III/100 Uzeyr Fassı
En'am: 6/101 111; 311; IV/179 Musa Fassı En'am: 6/103 104; 293; IV/123 Harun Fassı En'am: 6/117 58; 168; III/70 Lût Fassı En'am: 6/12 72; 205; III/212 Süleyman Fassı En'am: 6/12,20 122; 338; IV/365 Muhammed Fassı En'am: 6/122 66; 190; III/153 İsa Fassı En'am: 6/122 106; 298; IV/140 Musa Fassı En'am: 6/124 94; 265; IV/36 İlyas Fassı En'am: 6/149 25-26; 81; II/61-62 İbrahim Fassı En'am: 6/149 34; 109; II/181 Yakup Fassı En'am: 6/149 50; 147; II/345 Salih Fassı En'am: 6/149 58; 171; III/83 Uzeyr Fassı En'am: 6/165 102; 288; IV/108 Harun Fassı En'am: 6/18 86; 244; III/317 Eyyûb Fassı
En'am: 6/3 98; 277; IV/75 Lokman Fassı En'am: 6/38 30; 95; II/126 İshak Fassı En'am: 6/39 27; 7; II/101 İshak Fassı En'am: 6/59* 60; 175; III/100 Uzeyr Fassı En'am: 6/72 69; 197; III/188 İsa Fassı
En'am: 6/84 78; 222; III/259 Davud Fassı En'am: 6/90 80; 228; III/267 Davud Fassı En'am: 6/91 20; 64; I/310 Nuh Fassı En'am:6/45 17; 56; I/271 Nuh Fassı En'am:6/72* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
En'am:6/73* 66; 189; III/153 İsa Fassı
Enbiyâ: 21/107* 116; 323; IV/312 Halid Fassı Enbiyâ: 21/2 114; 318; IV/200 Musa Fassı Enbiyâ: 21/22 82; 231; III/276 Davud Fassı Enbiyâ: 21/30* 85; 243; III/313 Eyyûb Fassı Enbiyâ: 21/30* 105; 296; IV/132 Musa Fassı Enbiyâ: 21/69* 62; 180; III/114 Uzeyr Fassı Enbiyâ: 21/69* 85; 241; III/304 Yunus Fassı Enbiyâ: 21/72 78; 222; III/259 Davud Fassı
Enbiyâ: 21/79 75; 214; III/238 Süleyman Fassı
Enfâl: 8/17 96; 270; IV/52 İlyas Fassı Enfâl: 8/17 98; 274; IV/68 İlyas Fassı Enfâl: 8/22 27; 7; II/101 İshak Fassı Enfâl: 8/29* 30; 95; II/127 İshak Fassı Enfâl: 8/39* 33; 106; II/174 Yakup Fassı Enfâl: 8/61 83; 237; III/291 Yunus Fassı
Enfâl: 8/75 111; 311; IV/179 Musa Fassı
Fâtır: 35/12* 42; 127; II/277 Hûd Fassı
151
Fâtır: 35/15 41; 124; II/259 Yusuf Fassı
Fâtır: 35/32* 19; 61; I/297 Nuh Fassı
Fâtiha: 1/1-7 122-123; 340; IV/369 Muhammed Fassı Fâtiha: 1/2 25; 79; II/50 İbrahim Fassı Fâtiha: 1/6-7* 41; 125; II/271 Hûd Fassı
Fâtiha:1/2 17; 56; I/271 Nuh Fassı
Fecr: 89/27-30 31-32; 100; II/148-150 İsmail Fassı
Fetih: 48/2* 79; 223; III/260 Davud Fassı Fetih: 48/25 70; 200; III/195 İsa Fassı
Fetih: 48/25 93; 262; IV/23 Zekeriyya Fassı
Furkan: 25/19 3; 108; II/179 Yakup Fassı Furkan: 25/45-46 39; 119; II/241-242 Yusuf Fassı
Furkan: 25/53* 42; 127; II/277 Hûd Fassı Furkan: 25/70 113; 316; IV/195 Musa Fassı
Furkan:25/59 45; 133; II/300 Hûd Fassı
Fussilet: 41/53* 6; 29; I/152 Âdem Fassı
Fussilet: 51/43 17; 55; I/266 Nuh Fassı
Hacc: 22/34 19; 61; I/296 Nuh Fassı Hacc: 22/5 56; 163; III/56 Lût Fassı Hacc: 22/5 106; 299; IV/140 Musa Fassı Hacc: 22/53* 83; 234; III/285 Davud Fassı Hacc: 22/65 101; 287; IV/105 Harun Fassı Hacc: 22/74 20; 64; I/310 Nuh Fassı Hacc: 22/78 69; 197; III/188 İsa Fassı
Hacc:22/64 20; 63; I/303 Nuh Fassı
Hadid: 57/27 33; 106; II/175 Yakup Fassı Hadid: 57/3 22; 70; II/13 İdris Fassı Hadid: 57/3 45; 135; II/306 Hûd Fassı Hadid: 57/3 72; 205; III/214 Süleyman Fassı Hadid: 57/3 87; 247; III/324 Eyyûb Fassı Hadid: 57/3 112; 314; IV/187 Musa Fassı Hadid: 57/3* 7; 31; I/155 Âdem Fassı Hadid: 57/4 76; 217; III/244 Süleyman Fassı Hadid: 57/4* 45; 133; II/301 Hûd Fassı Hadid: 57/7 18; 59; I/285 Nuh Fassı Hadid: 57/7 56; 165; III/62 Lût Fassı
Hadid:57/4 45; 133; II/300 Hûd Fassı
Haşr: 59/7 111; 309; IV/177 Musa Fassı
Hicr: 15/21* 59; 172; III/89 Uzeyr Fassı Hicr: 15/26* 4; 23-24; I/128 Âdem Fassı Hicr: 15/26, 28, 33* 121; 338; IV/364 Muhammed Fassı Hicr: 15/29 66; 189; III/150 İsa Fassı Hicr: 15/29 117; 326; IV/327 Muhammed Fassı
Hicr:15/42* 2; 20; I/101 Mukaddime
Hûd: 11/107* 15; 51; I/242 Şit Fassı Hûd: 11/112 36; 112; II/204 Yakup Fassı Hûd: 11/123 3; 23; I/119 Âdem Fassı Hûd: 11/123 21; 68; II/8 İdris Fassı Hûd: 11/123 25; 79; II/50 İbrahim Fassı Hûd: 11/123 39; 119; II/242 Yusuf Fassı Hûd: 11/123 85; 240, 242; III/301,307 Yunus Fassı
152
Hûd: 11/123 87; 247; III/324 Eyyûb Fassı Hûd: 11/56 41; 125; II/270 Hûd Fassı Hûd: 11/56 44; 132; II/296 Hûd Fassı Hûd: 11/56* 42; 127; II/279 Hûd Fassı Hûd: 11/56* 76; 217; III/244 Süleyman Fassı Hûd: 11/65* 49; 145; II/342 Salih Fassı Hûd: 11/67, 94 49; 145; II/342 Salih Fassı Hûd: 11/80 55; 162; III/52 Lût Fassı
Hûd:11/21 122; 338; IV/365 Muhammed Fassı
İbrahim: 14/47 33; (alınmamış); II/163 İsmail Fassı İbrahim: 14/6* 104; 294; IV/126 Musa Fassı
İbrahim:14/12 20; 63; I/303 Nuh Fassı
İhlâs: 112/1-4 41; 123; II/255 Yusuf Fassı
İnşikak: 84/24 49; 146; II/344 Salih Fassı
İsrâ: 17/11* 9; 37; I/184 Şit Fassı İsrâ: 17/110 100; 282; IV/93 Lokman Fassı İsrâ: 17/2 18; 59; I/285 Nuh Fassı İsrâ: 17/23 19; 60; I/293 Nuh Fassı İsrâ: 17/3 79; 224; III/260 Davud Fassı İsrâ: 17/44 125; 345; IV/383 Muhammed Fassı İsrâ: 17/44* 17; 55; I/269 Nuh Fassı İsrâ: 17/44* 85; 243; III/313 Eyyûb Fassı İsrâ: 17/44* 106; 298; IV/137 Musa Fassı İsrâ: 17/55 59; 172; III/89 Uzeyr Fassı İsrâ: 17/61* 118; 329; IV/338 Muhammed Fassı
İsrâ: 17/65* 2; 20; I/101 Mukaddime
Kâf: 50/15 54; 158; III/36 Şuayb Fassı Kâf: 50/15 75; 212; III/233 Süleyman Fassı Kâf: 50/16 43; 128; II/284 Hûd Fassı Kâf: 50/22* 43; 128; II/284 Hûd Fassı Kâf: 50/29 58; 169; III/72-73 Lût Fassı Kâf: 50/37 52; 153; III/18 Şuayb Fassı Kâf: 50/37 58; 171; III/83 Uzeyr Fassı
Kâf: 50/37 123-124; 342; IV/375 Muhammed Fassı
Kalem: 68/42 63; 180; III/115 Uzeyr Fassı Kalem: 68/42* 25; 81; II/61 İbrahim Fassı
Kalem: 68/7 58; 168; III/70 Lût Fassı
Kamer: 54/55 76; 215; III/238 Süleyman Fassı
Kasas: 28/10 107; 301; IV/157 Musa Fassı Kasas: 28/12* 107; 301; IV/157 Musa Fassı Kasas: 28/19, 33 108; 303; IV/161 Musa Fassı Kasas: 28/22-24* 110; 308; IV/173 Musa Fassı Kasas: 28/29-30* 115; 321; IV/210 Musa Fassı Kasas: 28/29-30* 118; 328; IV/334 Muhammed Fassı Kasas: 28/4* 104; 294; IV/126 Musa Fassı Kasas: 28/56 57; 168; III/69 Lût Fassı Kasas: 28/56 58; 168; III/70 Lût Fassı Kasas: 28/7* 108; 304; IV/163 Musa Fassı Kasas: 28/88 21; 68; II/8 İdris Fassı
Kasas: 28/9 107; 300-301; IV/146 Musa Fassı
Kehf: 18/104 54; 158; III/34 Şuayb Fassı Kehf: 18/109* 66; 189; III/153 İsa Fassı
153
Kehf: 18/50* 118; 329; IV/338 Muhammed Fassı Kehf: 18/68 110; 309; IV/175 Musa Fassı Kehf: 18/68 111; 310; IV/179 Musa Fassı Kehf: 18/71* 108; 303; IV/163 Musa Fassı Kehf: 18/74* 108; 303; IV/161 Musa Fassı Kehf: 18/76,78 111; 310; IV/177 Musa Fassı Kehf: 18/77* 110; 308; IV/174 Musa Fassı Kehf: 18/78* 110; 309; IV/177 Musa Fassı
Kehf: 18/82 108; 303; IV/161 Musa Fassı
Kıyâme: 75/14-15 124; 344; IV/378 Muhammed Fassı
Lokman: 31/12 98; 276; IV/74 Lokman Fassı Lokman: 31/13 100; 281; IV/91 Lokman Fassı Lokman: 31/16 98-99; 277-278;IV/74,79 Lokman Fassı Lokman: 31/20* 101; 287; IV/105 Harun Fassı
Lokman: 31/27* 66; 189; III/153 İsa Fassı
Mâide: 5/110* 64; 185; III/141 İsa Fassı Mâide: 5/116 68; 195; III/184 İsa Fassı Mâide: 5/117 69; 196-198; III/187-192 İsa Fassı Mâide: 5/118 70; 199; III/195 İsa Fassı Mâide: 5/119 34; 108; II/179 Yakup Fassı Mâide: 5/119* 7; 31; I/161 Âdem Fassı Mâide: 5/119* 32; 101; II/154 İsmail Fassı Mâide: 5/13* 83; 234; III/285 Davud Fassı Mâide: 5/17 65; 187; III/147 İsa Fassı
Mâide: 5/48 107; 301; IV/157 Musa Fassı Mâide: 5/66 42; 127; II/279 Hûd Fassı Mâide: 5/66 86; 244; III/317-318 Eyyûb Fassı Mâide: 5/92,99* 111; 311; IV/181 Musa Fassı Mâide: 5/97 111; 311; IV/179 Musa Fassı
Mâide: 5/99* 58; 168; III/70 Lût Fassı
Meryem: 19/15, 33 89; 254; III/346 Yahya Fassı Meryem: 19/17* 63; 183; III/136 İsa Fassı Meryem: 19/19 64; 184; III/136 İsa Fassı Meryem: 19/25* 90; 255; III/349 Yahya Fassı Meryem: 19/29-30* 90; 254; III/348 Yahya Fassı Meryem: 19/30* 66; 188; III/150 İsa Fassı Meryem: 19/53 78; 222; III/259 Davud Fassı Meryem: 19/53 100; 283; IV/95 Harun Fassı Meryem: 19/54 33; 103; II/164 İsmail Fassı Meryem: 19/55* 31; 100; II/148 İsmail Fassı Meryem: 19/57 21; 66; II/2 İdris Fassı Meryem: 19/5-7 89; 252-253; III/344,345 Yahya Fassı Meryem: 19/57* 93; 263; IV/28 İlyas Fassı Meryem: 19/85 19; 60; I/288 Nuh Fassı
Meryem: 19/86 42; 127; II/280 Hûd Fassı
Meryem:19/35* 66; 189; III/153 İsa Fassı
Muhammed: 47/31 11; 41; I/200 Şit Fassı Muhammed: 47/31 68; 195; III/185 İsa Fassı Muhammed: 47/31 99; 279; IV/82 Lokman Fassı
Muhammed: 47/35 21; 67; II/5 İdris Fassı
Mücâdele: 58/22 34; 108; II/179 Yakup Fassı
Mücâdele: 58/22* 32; 101; II/154 İsmail Fassı
154
Müddessir: 74/28 23; 75; II/34 İdris Fassı
Mü'min: 40/15 121; 336; IV/359 Muhammed Fassı
Mü'min: 40/15* 102; 289; IV/113 Harun Fassı Mü'min: 40/25* 104; 294; IV/126 Musa Fassı Mü'min: 40/60 10; 38; I/186 Şit Fassı Mü'min: 40/60 95; 268; IV/45 İlyas Fassı Mü'min: 40/85 114; 318; IV/202 Musa Fassı
Mü'min:40/65 17; 56; I/271 Nuh Fassı
Mü'minûn: 23/103 122; 338; IV/365 Muhammed Fassı
Mü'minûn: 23/118 92; 261; IV/17 Zekeriyya Fassı
Müzzemmil: 73/9 56; 165; III/62 Lût Fassı
Nahl: 16/109 54; 158; III/34 Şuayb Fassı Nahl: 16/125 58; 168; III/70 Lût Fassı Nahl: 16/35,82* 111; 311; IV/181 Musa Fassı Nahl: 16/40 47; 142; II/335 Salih Fassı Nahl: 16/50 86; 244; III/317 Eyyûb Fassı Nahl: 16/71 59; 172; III/89 Uzeyr Fassı Nahl: 16/9 104; 293; IV/123 Harun Fassı Nahl: 16/99-100* 2; 20; I/101 Mukaddime Nahl:16/33,118 58; 169;III/73 Lût Fassı
Nahl:16/40* 66; 189; III/153 İsa Fassı
Nâziat: 79/24 114; 317; IV/197 Musa Fassı Neml: 27/29-30 71; 203-204; III/210-211 Süleyman Fassı Neml: 27/40 75; 212; III/230 Süleyman Fassı Neml: 27/42, 44 76; 216; III/240-242 Süleyman Fassı Neml: 27/60-64 21; 68; II/8 İdris Fassı Neml: 27/65* 69; 196; III/184 İsa Fassı Neml: 27/7* 68; 195; III/183 İsa Fassı Neml: 27/7-8* 115; 321; IV/210 Musa Fassı
Neml: 27/7-8* 118; 328; IV/334 Muhammed Fassı
Nisâ: 4/1 8; 34; I/172 Âdem Fassı Nisâ: 4/1 23; 73; II/23 İdris Fassı Nisâ: 4/110* 53; 156; III/27 Şuayb Fassı Nisâ: 4/113* 120; 335; IV/356 Muhammed Fassı Nisâ: 4/123* 24; 78; II/44 İbrahim Fassı Nisâ: 4/171 64; 184; III/136 İsa Fassı Nisâ: 4/171* 66;188; III/150 İsa Fassı Nisâ: 4/176 111; 311; IV/179 Musa Fassı Nisâ: 4/77,103 69; 197; III/188 İsa Fassı Nisâ:4/171 20; 63; I/303 Nuh Fassı Nisâ:4/77,103* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
Nisâ:4/93* 7; 31; I/161 Âdem Fassı
Nuh: 71/22 19; 59; I/287 Nuh Fassı Nuh: 71/23 19; 60; I/293 Nuh Fassı Nuh: 71/24 19; 61; I/297 Nuh Fassı
Nuh: 71/25-26 20; 63; I/301-303 Nuh Fassı Nuh: 71/27-28 20; 64; I/307-310 Nuh Fassı Nuh: 71/28 69; 198; III/188 İsa Fassı Nuh: 71/5-7, 11-12 17-18; 57-59; I/276-283 Nuh Fassı
Nuh: 71/8-10* 17-18; 57; I/276 Nuh Fassı
Nûr: 24/26 121; 337; IV/362 Muhammed Fassı Nûr: 24/41 125; 345; IV/383 Muhammed Fassı
155
Nûr:24/56* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
Ra'd: 13/33 19; 61; I/295 Nuh Fassı Ra'd: 13/33 103; 292; IV/119 Harun Fassı Ra'd: 13/40* 111; 311; IV/181 Musa Fassı
Ra'd:13/2 45; 133; II/300 Hûd Fassı
Rahman: 55/27,78* 7; 31; I/161 Âdem Fassı Rahman: 55/29 20; 63; I/303 Nuh Fassı
Rahman: 55/29 102; 289; IV/110 Harun Fassı
Rûm: 30/54 55; 163; III/56 Lût Fassı Rûm: 30/6-7 56; 164; III/61 Lût Fassı
Rûm:30/9 58; 169;III/73 Lût Fassı
Sâd: 38/17-20* 79; 225; III/263 Davud Fassı Sâd: 38/26 79; 225; III/264 Davud Fassı Sâd: 38/30 75; 214; III/237 Süleyman Fassı Sâd: 38/35 69; 198; III/188 İsa Fassı Sâd: 38/35* 72; 206; III/216 Süleyman Fassı Sâd: 38/35* 77; 218; III/246 Süleyman Fassı Sâd: 38/36 77; 218; III/246 Süleyman Fassı Sâd: 38/39 77; 219; III/248 Süleyman Fassı Sâd: 38/41* 87; 247; III/327 Eyyûb Fassı Sâd: 38/42 78; 222; III/259 Davud Fassı Sâd: 38/42 86; 245; III/319 Eyyûb Fassı Sâd: 38/44* 88; 248; III/332 Eyyûb Fassı Sâd: 38/5 103; 292; IV/119 Harun Fassı Sâd: 38/69* 67; 192; III/168 İsa Fassı Sâd: 38/72 66; 189; III/150 İsa Fassı Sâd: 38/72 117; 326; IV/327 Muhammed Fassı Sâd: 38/75 7; 31; I/161 Âdem Fassı Sâd: 38/75 21; 68; II/8 İdris Fassı
Sâd: 38/75-76 67; 193; III/176-177 İsa Fassı
Saffât: 37/102, 104 -107 27-28; 87,89; II/102-107 İshak Fassı Saffât: 37/102, 107 23; 73; II/23 İdris Fassı Saffât: 37/164 26; 82; II/66 İbrahim Fassı Saffât: 37/180 94; 265; IV/34 İlyas Fassı
Saffât:37/182 17; 56; I/271 Nuh Fassı
Sebe: 34/10* 83; 234; III/285 Davud Fassı Sebe: 34/10, 13 78; 223; III/259-260 Davud Fassı Sebe: 34/21 45; 134; II/303 Hûd Fassı Sebe: 34/21* 2; 20; I/101 Mukaddime
Sebe: 34/47 87; 247; III/324 Eyyûb Fassı
Secde: 32/5 119; 331; IV/343 Muhammed Fassı
Secde:32/4 45; 133; II/300 Hûd Fassı
Şuarâ: 26/21 110; 307; IV/172 Musa Fassı Şuarâ: 26/21 111; 311; IV/180 Musa Fassı Şuarâ: 26/23, 24, 28 112; 313; IV/186, 187 Musa Fassı Şuarâ: 26/27 112; 312; IV/182 Musa Fassı Şuarâ: 26/29-31 113;314,315;IV/189,194 Musa Fassı Şuarâ: 26/32 113; 316; IV/195 Musa Fassı Şuarâ: 26/48 76; 216; III/243 Süleyman Fassı Şuarâ: 26/49* 114; 317; IV/199 Musa Fassı Şuarâ: 26/5 114; 318; IV/200 Musa Fassı Şuarâ: 26/63* 114; 319; IV/202 Musa Fassı
156
Şuarâ: 26; 47-48* 114; 317; IV/197 Musa Fassı
Şûrâ: 42/11 17; 57; I/275 Nuh Fassı Şûrâ: 42/11 45; 134; II/302 Hûd Fassı Şûrâ: 42/11 73; 209; III/226 Süleyman Fassı Şûrâ: 42/11 94; 264; IV/33 İlyas Fassı Şûrâ: 42/28 61; 177; III/107 Uzeyr Fassı Şûrâ: 42/40 84; 238; III/292 Yunus Fassı
Şûrâ: 42/40* 83; 237; III/291 Yunus Fassı
Tâhâ: 20/10* 68; 195; III/183 İsa Fassı Tâhâ: 20/10-11* 115; 321; IV/210 Musa Fassı Tâhâ: 20/10-11* 118; 328; IV/334 Muhammed Fassı Tâhâ: 20/114 52; 152; III/13 Şuayb Fassı Tâhâ: 20/114 61; 178; III/109 Uzeyr Fassı Tâhâ: 20/114 77; 219; III/250 Süleyman Fassı Tâhâ: 20/116* 118; 329; IV/338 Muhammed Fassı Tâhâ: 20/39* 105; 296; IV/133 Musa Fassı Tâhâ: 20/40* 108; 303; IV/159-161 Musa Fassı Tâhâ: 20/40* 108; 303; IV/161 Musa Fassı Tâhâ: 20/5 21; 68; II/8 İdris Fassı Tâhâ: 20/5* 121; 337; IV/359 Muhammed Fassı Tâhâ: 20/50 31; 98; II/142 İsmail Fassı Tâhâ: 20/50 51; 151; III/9 Şuayb Fassı Tâhâ: 20/50 59; 172; III/89 Uzeyr Fassı Tâhâ: 20/50 120; 334; IV/352 Muhammed Fassı Tâhâ: 20/55 20; 63; I/304 Nuh Fassı Tâhâ: 20/71* 114; 317; IV/199 Musa Fassı Tâhâ: 20/72 114; 317; IV/197 Musa Fassı Tâhâ: 20/91* 101; 285; IV/100 Harun Fassı Tâhâ: 20/94 100; 283; IV/96 Harun Fassı Tâhâ: 20/94 100; 285; IV/100 Harun Fassı Tâhâ: 20/95 101; 286; IV/103 Harun Fassı Tâhâ: 20/96* 63; 183; III/134 İsa Fassı Tâhâ: 20/97* 101; 286; IV/104 Harun Fassı
Tâhâ:20/6 20; 63; I/303 Nuh Fassı
Tahrim: 66/11 89; 253; III/345 Yahya Fassı
Talâk: 65/1 83; 236; III/290 Yunus Fassı
Teğâbün: 64/12* 111; 311; IV/181 Musa Fassı
Tekvir: 81/6 20; 62; I/301 Nuh Fassı
Tevbe: 9/100 34; 108; II/179 Yakup Fassı Tevbe: 9/100* 32; 101; II/154 İsmail Fassı Tevbe: 9/21 49; 146; II/344 Salih Fassı Tevbe: 9/29* 64; 186; III/142 İsa Fassı Tevbe: 9/29* 83; 237; III/291 Yunus Fassı Tevbe: 9/34 49; 146; II/344 Salih Fassı Tevbe: 9/37 119; 332; IV/346 Muhammed Fassı
Tevbe:9/70 58; 169;III/73 Lût Fassı
Tîn: 95/5* 119; 331; IV/343 Muhammed Fassı
Tûr: 52/2* 88; 248; III/331 Eyyûb Fassı
Vâkıa: 56/85 43; 128; II/283 Hûd Fassı
Yunus: 10/64 114; 318; IV/199 Musa Fassı Yunus: 10/87 69; 197; III/188 İsa Fassı
157
Yunus: 10/90* 76; 217; III/244 Süleyman Fassı Yunus: 10/90* 115; 319; IV/203 Musa Fassı Yunus: 10/92* 107; 301; IV/146 Musa Fassı Yunus: 10/92, 97 115; 319; IV/203 Musa Fassı Yunus: 10/98 114; 318; IV/202 Musa Fassı Yunus:10/10 17; 56; I/271 Nuh Fassı Yunus:10/3 45; 133; II/300 Hûd Fassı Yunus:10/68 20; 63; I/303 Nuh Fassı
Yunus:10/87* 124; 344; IV/380 Muhammed Fassı
Yusuf: 12/108 19; 59; I/287 Nuh Fassı Yusuf: 12/108* 43; 129; II/286 Hûd Fassı Yusuf: 12/4 -5, 100 37; 116; II/229-231 Yusuf Fassı Yusuf: 12/43 27; 89; II/105 İshak Fassı
Yusuf: 12/87 107; 301; IV/146 Musa Fassı
Zilzâl: 99/7-8 99; 280; IV/88-89 Lokman Fassı
Zuhruf: 43/13* 101; 287; IV/105 Harun Fassı Zuhruf: 43/32 101; 287; IV/107 Harun Fassı Zuhruf: 43/54* 113; 316; IV/194 Musa Fassı
Zuhruf: 43/84* 45; 133; II/301 Hûd Fassı
Zümer: 39/22* 83; 234; III/285 Davud Fassı Zümer: 39/3 19; 61; I/296 Nuh Fassı Zümer: 39/3 103; 292; IV/119 Harun Fassı Zümer: 39/47 53; 156; III/26 Şuayb Fassı Zümer: 39/67 20; 64; I/310 Nuh Fassı Zümer: 39/9 46; 136; II/310 Hûd Fassı
Zümer:39/75 17; 56; I/271 Nuh Fassı
* Mânâ olarak alınan âyetler ** Verilen üç sayfa numarasından ilki Fusûsu'l-Hikem'in İstanbul 1287 baskısını; ikincisi Nuri Gençosman'ın tercümesini ve üçüncüsü Ahmet Avni Konuk'un Tercüme ve şerhini ifade etmektedir.
158
KAYNAKÇA
Kur’an-ı Kerim.
Addas, Claude, İbn Arabî Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, (çev. Atila Ataman), 3.
Baskı, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004.
Afîfî, Ebu’l-Alâ,“İbn Arabî İle İlgili Araştırma Serüvenim” , (çev. Abdullah
Kartal), Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 9, c. 9, Bursa 2000.
______ Fusûsu'l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, (çev. Ekrem Demirli), İz
Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2002.
______ Fusûsu'l-Hikem ve’t-Ta’lîkât Aleyh, 1946.
Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Musned, I-VI, Muessesetu Kurtuba, Mısır, ts.
Albayrak, Halis, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, Şule Yay., İstanbul 1996.
Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, 2. Baskı, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul
1998.
Kur’an’da Peygamberler Tarihi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 2004.
el-Bağdâdî, Ali b. İbrahim el-Kârî, ed-Dürru’s-semin fî menâkıbi’ş-şeyh
Muhyiddin, Beyrut 1959, (Türkçesi: Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin Menkıbeleri, çev. A.
Şener – M. Rami Ayas, A. Ü. İlâh. Fak. Yay., Ankara 1972).
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Bilmen Basım ve Yayınevi,
İstanbul, ts.
el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâil el-Cû‘fî, Sahîhu’l-Buhârî, I-VII,
(thk. Mustafa Dîb el-Buğâ, Dâru İbn Kesîr), Beyrut 1410/1990.
Bursalı Mehmed Tahir, Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber, İstanbul 1898.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara 1996.
159
Chodkiewicz, Michael, Sahilsiz Bir Umman, (çev. Atila Ataman), 2. Baskı,
Gelenek Yay., İstanbul 2003.
el-Cîlî, Abdülkerim b. İbrahim, İnsân-ı Kâmil, (çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paşa),
Kitsan Yay., İstanbul 1996,
Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü ve Tarihi, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1998.
Ebu’s-Suud Muhammed b. Muhammed el-Amâdî, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ
Merâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, ts.
Ertuğrul, İsmail Fennî, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, (haz. Mustafa Kara), İnsan
yay, İstanbul 1997.
Goldziher, Ignaz, İslam Tefsir Ekolleri, (çev. Mustafa İslamoğlu), Denge Yay.,
İstanbul 1997.
el-Gurâb, M. Mahmud, Muhyiddin İbnu’l-Arabî: Tercümetü hayâtihi min
kelâmihi, Şam 1983.
İbn Arabî, el-Futûhâtu’l-Mekkiyye, (nşr. Osman Yahya), Kahire 1972-1995.
______ Endülüs Sûfileri, (İngilizceye çev. Dr. J. Austin, Türkçeye çev. Dr.
Refik Algan), Dharma Yayınları, İstanbul 2002.
______ Fusûsu'l-Hikem, İstanbul 1287.
Fusûsu'l-Hikem, (çev. Nuri Gençosman), Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
İstanbul 1992.
İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen, I-II, Dâru’l-
Hadîs, Kahire, ts.
İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Kesir el-Kureşî ed-Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-
Azîm, Dâru’l –Ma’rifet, Beyrut 1996.
İzutsu, Toshihiko, İbn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar Kavramlar, (çev. Ahmet
Yüksel Özemre), 4. Basım, Kaknüs Yay., İstanbul 2005.
160
Kam, Ferit ve Aynî, Mehmet Ali, İbn Arabî’de Varlık Düşüncesi, (haz. Mustafa
Kara ve İsmail Kara), 2. Baskı, İnsan Yay., İstanbul 2005.
el-Kâşânî, Kemalüddin Abdürrezzak b. Ebi’l-Ganaim Muhammed, Şerhu
Fusûsi’l-Hikem, Mısır 1321.
Keklik, Nihat, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Hayatı ve Çevresi, Büyük Matbaa,
İstanbul 1966.
Kılıç, Mahmut Erol, “Fusûsu'l-Hikem”, DİA, XIII/231, İstanbul 1996.
______ “İbnü’l-Arabî, Muhyiddin”, DİA, XX/493-522, İstanbul 1999.
Konuk, Ahmet Avni, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, (haz. Mustafa Tahralı
ve Selçuk Eraydın), 3. Basım, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1999.
el-Kurtubî, Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-
Kur'an, Beyrut 1988.
el-Kuşeyrî, Abdülkerim b. Havâzin, Letâifü’l-İşârât bi Tefsîri’l-Kur’an, Mısır
1983.
el-Mahallî, Celâleddin Muhammed b. Ahmed; es-Suyûtî, Celâleddin
Abdurrahman b. Ebûbekir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerîm (Celâleyn Tefsiri), Pamuk Yay.,
İstanbul, ts.
Mehmed Recep Hilmi, el-Burhânü’l-ezher fî menâkıbi’ş-şeyhi’l-ekber, Mısır
1908; Türkçesi: İbn Arabî’nin Menâkıbı, (çev. Mahmut Kanık), Hece Yay., Ankara
2004.
Mehmet Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, Üç Dal Neşriyat, İstanbul
1969.
Mevlana, Celâleddin-i Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, (çev. Ahmet Avni Konuk, Yayına
haz. Selçuk Eraydın), İz Yay., İstanbul 1994.
Müslim, Ebû’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Muslim, I-V,
(thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1412/1991.
161
en-Nesâî, Ebu Abdurrahman b. Şuayb, Sünen, Mısır 1964.
en-Nesefî, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-
Te’vîl, Beyrut 1989.
Osman Yahya, Histoire et Classification de l’ceuvra d’Ibn Arabî, Şam 1964.
er-Râzî, Fahreddin, Mefâtîhu’l-Gayb, (çev. Suat Yıldırım ve diğerleri), Akçağ
yay., Ankara 1998.
es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dersaadet, ts.
Tenvîru’l-Ezhân min Tefsîri Rûhi’l-Beyân, (Türkçesi: Muhtasar Rûhu’l-
Beyân Tefsiri, çev. Abdullah Öz ve diğerleri), Damla Yay., İstanbul 1995.
et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an,
(çev. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya), Hisar Yay., İstanbul 1996.
Tahralı, Mustafa, “Fusûsu'l-Hikem, Şerhi ve Vahdet-i vücûd İle Alâkalı Bazı
Meseleler”, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, (çev. A. Konuk), 3. Basım, MÜİF Vakfı
Yay., İstanbul 1999, I/XXXI.
Temel, Nihat, Kıraat ve Tecvid Istılahları, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1997.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, el-Câmiu’s-Sahîh (Sunenu’t-
Tirmizî), I-V, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, ts.
Uludağ, Süleyman, İbn Arabî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995.
“Amâ”, DİA, II/553, İstanbul 1989.
______ “Halife”, DİA, XV/300, İstanbul 1997.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat ve
Dağıtım, İstanbul 1979.
ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Ahmed, el-Keşşâf an
Hakâikı Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut 1995.
162
ez-Zerkeşî, Bedreddin Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an,
Beyrut 1972.