322

elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 2: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 3: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 4: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ

Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Türk Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim Merkezi Yayınları - 20

Ankara / 2018

Page 5: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

1. Basım Mart 2018

ISBN: 978-975-6610-66-4

Türk Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim Merkezi

Kumrular Caddesi, Sümer 2 Sokak No:23 Kat:1 06420 Çankaya/Ankara Tel: 0 (312) 231 01 [email protected]

Prodüksiyon: KARATAHTA

Oğuzlar Mahallesi, Çetin Emeç Bulvarı, 1364 Sokak, No: 2/1 Balgat, Çankaya/ANKARATel: 0 (312) 284 07 94www.karatahta.com.tr

Baskı:

Ziraat Gurup Matbaacılık

Tel: 0 (312) 384 73 44-45

Page 6: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği için eşim Bengi Dereli’ye, aziz hatı-raları ile anneme, babama ve ‘Sevgi’ bağlarının kaynağı kızım Ayşe Gül Dereli’ye ithaf ediyorum.

Page 7: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 8: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

SUNUŞ

Türk Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim Merkezi’ni kurarken, amaçla-rımızdan biri de, sendikacılık alanını çevreleyen bilimsel konularda üretilen akademik çalışmaları yayımlamak ve hem kendi üyelerimizin hem de kamu-oyunun bunlardan yararlanmasını sağlamaktı.

Bu amaçla çok sayıda yayın yaptık, yüksek lisans ve doktora tezlerini ki-tap haline getirdik. Bu yayınlarımızı çeşitli illerimizde düzenlenen kitap fuar-larında ve başka yollarla ücretsiz olarak binlerce kişiye dağıttık. Böylece genç akademisyenlerin çalışmalarının gereken değeri bulması ve geniş kitlelere ulaşması için elimizden gelen katkıyı ortaya koyduğumuzu düşünüyorum.

Bir yandan akademisyenlerimize bu desteği verirken, diğer yandan konu-ya ilgi duyan üyelerimizin merak ettikleri konularda yararlanabilecekleri gü-zel bir kütüphane oluşturmalarına olanak sağladık. Çünkü biliyoruz ki, hızla değişen dünyada ve günümüzün bilgi çağında, bilgiye olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu bilgi çağında üyelerimizi, kendilerini ilgilendiren alan-larda ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerilerle donatmak, onlara “yaşam boyu eği-tim” olanağı sunmak, biz sendikaların da asli görevlerinden biridir. Türk Metal Sendikası olarak düzenlediğimiz kapsamlı eğitimlerle ve yayınlarımızla bilgi aktarımına bu kadar büyük önem vermemizin temel nedeni budur.

Ancak unutmamak gerekir ki, bilginin aktarılması yanında en az onun kadar önemli bir şey daha var. O da, yıllar boyunca edinilmiş bilginin ve de-neyimlerin yeni kuşaklara aktarılmasıdır. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz en temel gerçeklerden biri, deneyimin çok önemli bir yol gösterici olduğudur. Bu anlamda deneyim, herkes için paha biçilmez bir değerdir.

İşte bu düşünceden hareketle, Araştırma ve Eğitim Merkezimiz yeni bir kitap dizisini ilgilenenlerin dikkatine sunmak için çalışmalara başladı. Alanı-mızın değerli öğretim üyelerinin, eski sendikacıların, bürokratların, kısacası, deneyimlerini bize aktaracak, yol gösterici olacak değerli insanların anılarını yayımlayarak çok önemli bir katkı yapmayı hedefliyoruz. Bu değerli insan-ların deneyimlerinin yeni kuşaklara aktarılmasını sağlayarak, hem onların yaşam boyu bıraktıkları izlerin kalıcılığını sağlıyoruz hem de yeni kuşaklara ders niteliğinde olacak deneyimlerin aktarımına aracılık ediyoruz.

Page 9: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

Bu dizimizin ilk yayını, çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri alanına akademisyen olarak çok uzun yıllar hizmet vermiş olan, değerli bilim insanı Prof. Dr. Toker Dereli’nin anılarıdır. Sayın Dereli, uzun yıllara yayılan akademik yaşamının yanı sıra, kendi öz yaşamından aktardığı deneyimleriyle de bizlere ışık tutuyor. Yaşamının önemli bir kısmında, sendikalarla yakın ilişkiler içinde olan, sendikal eğitimlerde işçilere bilgilerini aktaran, uluslararası birçok top-lantıda ülkemizi temsil eden değerli hocamızın anılarını yayımlamak bizlere gurur veriyor.

Türk Metal Sendikası topluluğu adına, ülkemiz endüstri ilişkilerine yap-tığı katkılar, emeğe ve emekçiye verdiği önem dolayısıyla değerli hocamıza teşekkür ediyoruz. Sayın Dereli’ye, ayrıca bu anılarını yayımlamamıza ola-nak sağladığı için de şükranlarımızı sunuyoruz. Umuyorum ki, hepimizin bu anılardan öğreneceği çok şey olacaktır. Hocamıza bu vesileyle saygılarımı sunarken, bu önemli çalışmayı bizlere kazandıranlara da özellikle teşekkür ediyorum. Saygılarımla.

Pevrul KAVLAKTÜRK-İŞ Genel Sekreteri

Türk Metal Sendikası Genel Başkanı

Page 10: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

Dünya bir tiyatro sahnesidir;Ve üstündeki tüm insanlar, erkekler ve kadınlar

Yalnızca birer oyuncudur;Sahneden çıkışları vardır hepsinin;

Ve herbir insan hayatı boyunca birçok rolde oynar.Shakespeare

‘Size Nasıl Geliyorsa’, II. Vii Ib 139

ÖNSÖZ

Kişisel anılarımı ve belirli olaylara ilişkin değerlendirmelerimi içeren bu metin on yıl kadar uzunca bir zaman dilimi içinde tamamlandı. Çocukluk ve orta-lise öğrenim çağımdan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakülte-si’ndeki önce öğrencilik sonra da öğretim üyeliği ile elli yıla varan akademik yaşantım 2003 yılında devlet memurluğundan emekli olmamla noktalan-dı. 2003’ü izleyen yıllarda Işık Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakül-tesi’nde başlayan çalışma dönemim ise 2017 yılı Hazian ayına kadar sürdü. Yaşantımdaki bu zaman dilimlerini kapsayan Geçmişin Ayak İzlerini Işık Üniversitesi Şile kampüsü AMF binasındaki ilk odamda 2008 yılında yaz-maya başladım. Derslerle, araştırma ve projelerle zaman zaman yoğunla-şan faaliyetlerim arasında bulabildiğim serbest zamanı bu metni yazarak değerlendirmeyi düşündüm. Yaşantımda kişileri ve olayları bir günlük tu-tarak maalesef kayıt altına almadığım için, yazım sürecinde daha çok ha-fızama dayandım ama daha önce çeşitli vesilelerle neşredilmiş bazı anı ve armağan kitaplarındaki yazılarımdan yararlandığım gibi, her yıl çeşitli top-lantı ve randevu tarihlerini kaydettiğim Ece ajandalarındaki notlarım da olay ve kişileri hatırlamamda bana yardımcı oldu.

Bu metnin tamamlanması uzunca bir zaman içinde gerçekleştiğinden içinde bazı tekrarlara yer verilmiş olması mümkündür. Gözden geçirme aşamasında bu çeşit olası tekrarları en aza indirmeye çalıştım. Ne var ki, farklı bölümlerde benzer olaylara ya da aynı kişilere başka bağlamlarda tekrar değinmek bazen zorunlu olabiliyor. Öte yandan, benzer bir olayın ya-zar üzerindeki algısal etkileri de zaman içinde farklı olabiliyor. Zamana göre değişebilen bu göreceli etkilerden doğabilecek yorum ve değerlendirme nüanslarını da asgari düzeyde tutmaya çalıştım.

Page 11: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

Anılarımı ve yorumlarımı belli bir kurguya dayandırmadan kronolojik bir sıra içinde aktarma yolunu seçtim. Metnin bazı bölümleri uzunluk ba-kımından farklı olmuştur; bunun nedeni herhalde yaşantımda belirli dö-nemlerdeki olayların yoğunluğu ya da onların algıladığım önem ve etkile-rinin farklı oluşudur. Örneğin sağ-sol ideolojik çatışmaların baskın olduğu 1970’lerden sonra, 1980’ler, siyasal gelişmeler ve endüstriyel ilişkilerdeki değişmeler yönünden diğer dönemlere göre daha güçlü ya da farklı etki ve izler bırakmıştır. 1990’ları ve erken 2000’leri karakterize eden ise daha çok ekonomik boyutlu değişmeler, krizler, küreselleşmede derinleşmeler, dijital teknolojilerin etkileridir. Kısacası, heryerde, her şeyde ve her zaman geçerli olan ‘değişme’ olgusu herkes gibi benim hayatımı da etkileşmiştir. Öyle ki, belki değişmeyen tek şey ‘değişme’ nin kendisidir. Öte yandan, kendi açım-dan baktığımda, bazı dönemlerdeki etkinlik ve çalışma yoğunluğumun di-ğer dönemlere göre çok daha fazla olduğunu görüyorum.Örneğin 1980’lerin ilk yarısı siyasal değişmeler, başta ABD olmak üzere çeşitli yabancı ülke deneyimlerim ve ülkedeki Anayasal ve endüstriyel ilişkilerin yasal çerçe-vesindeki değişmeler bakımından daha yoğun geçmiş görünüyor. 2000’li yılların başları da belki farklı nedenlerle daha yoğun bir çalışma tempo-suna, idari alanda önemli etkinliklere sahne olmuştur. (Örneğin dekanlık görevinin getirdiği sorumluluklar, yasa taslakları hazırlıklarına katılma, ILO’daki yükümlülülerimde artış, vb. bunlar arasında sayılabilir). Ama bu-rada asıl başlatıcı faktör çevremdeki sosyal, siyasal ve ekonomik değişme-lerin herkes gibi benim de değerlerimi ve yorumlarımı belli ölçüde etkileyip biçimlendirmiş olmasıdır.

Geçmişin Ayak İzleri’ni yazmaya başladığım günlerde yayınlamayı dü-şünmüyordum. Bu aralıklı yazma çabasının arkasında daha çok kendim, ailem ve yakınlarım için ardımda kalıcı notlar bırakmak amacı vardı, ta ki 2017 yılına kadar. Yazdığım notları neşretme fikri, endüstri ilişkileri çev-remin değerli üyesi Dr. Naci Önsal’ın Antalya’daki bir seminerde gündeme getirdiği bir öneriden doğmuş, sevgili Naci Önsal’ın teşvik ve ilgisi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu vesileyle kendisine ve onun yönlendirmesi ile editörlük görevini başarıyla uygulayan Sayın Hasan Tahsin Benli’ye teşekkürlerimi, sevgi ve iyilik dileklerimi sunmak isterim.

Prof. Dr. Toker DERELİ

Page 12: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

İÇİNDEKİLER

BÖLÜM 1ÇOCUKLUK YILLARI

Malkara Günleri ................................................................................................................................................... 3Ankara’ya Taşınıyoruz: 1941 ........................................................................................................................ 5Polatlı Günleri .........................................................................................................................................................7Çocukluğumun Güzel Yılları: Kandıra ...................................................................................................11Ata Toprağında: Trabzon ve Sürmene ...................................................................................................17İstanbul .................................................................................................................................................................. 20Babam ve Ailesi ................................................................................................................................................ 24Lise Yılları ve Yeniden Trabzon ............................................................................................................... 28

BÖLÜM 2ÜNİVERSİTE YILLARI

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ................................................................................................ 45İngiltere’de Staj ...................................................................................................................................................57Mezuniyet İmtihanları .................................................................................................................................. 62

BÖLÜM 3AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM

Akademik Kariyerin Başlaması ..............................................................................................................67

Prof. Dr. Orhan Tuna ....................................................................................................................................... 68

İlk Yıllar ve Bülent Ecevit ............................................................................................................................. 74

1960’lı Yıllardaki Diğer Asistanlık Çalışmalarım ...........................................................................78

ABD’de Cornell Üniversitesi’nde Yüksek Lisans .......................................................................... 80

BÖLÜM 4TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI

Doçentliğe Giden Yol ..................................................................................................................................... 101

Doçentlik ve Askerlik ..................................................................................................................................107

Bengi Dereli İle Evlenme ............................................................................................................................. 115

Temple Yılları ......................................................................................................................................................117Ayşe Gül’ün Doğumu ....................................................................................................................................123

Page 13: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 5YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI

Boğaziçi’nde Öğretim Üyeliği...................................................................................................................1371970’lerde Endüstri İlişkileri Sağlık Sorunlarımız ve Prof. Dr. Mustafa Pekin ......... 13912 Eylül ve Sonrası ..........................................................................................................................................141Belçika ve Leuven Üniversitesi ............................................................................................................. 150Yeniden Temple’da ........................................................................................................................................ 155Fakülte’ye Dönüş ............................................................................................................................................ 161Irak Günleri .........................................................................................................................................................170Azerbaycan ve Orta Asya Gezisi ........................................................................................................... 174

BÖLÜM 6YÖNETİCİLİK YILLARI

Kanada’da McMaster Üniversitesi ....................................................................................................... 181İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu............................................................................................... 194İktisat Fakültesi’ne Dekan Oluyorum ............................................................................................... 196Üniversitenin Roma’daki Daireleri ...................................................................................................... 210Rektörlükle İlişkiler ...................................................................................................................................... 2151990’lı Yıllarda Endüstri İlişkileri .......................................................................................................... 216Yeni İş Yasası Çalışmaları ......................................................................................................................... 219Haşmet Başar’ın Vefatı ...............................................................................................................................225İş Bankası Deneyimi ....................................................................................................................................2272000’li Yıllarda Diğer Olaylar ..................................................................................................................232

BÖLÜM 7 EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ

Emekli Oluyorum .......................................................................................................................................... 245Işık Üniversitesi ve Yönetim Sorunları ............................................................................................ 249Akademik Yaşama İlişkin Görüşlerim ............................................................................................ 250Unutulmayacak Dostlar ........................................................................................................................... 254Aile İlişkileri .......................................................................................................................................................266Siyasal Arka Plan ve Gelişmeler ..........................................................................................................272Sonuç ve Değerlendirme ......................................................................................................................... 290

Page 14: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 1ÇOCUKLUK YILLARI

º Malkara Günleriº Ankara’ya Taşınıyoruz: 1941º Polatlı Günleriº Çocukluğumun Güzel Yılları: Kandıraº Ata Toprağında: Trabzon ve Sürmeneº İstanbulº Babam ve Ailesiº Lise Yılları ve Yeniden Trabzon

Page 15: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 16: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI

Malkara Günleri27 Şubat 1936 günü Malkara’da doğdum. Babam aslen Sürmeneli,

askeri hekim Kasım Dereli, annem Trabzon’un Ortahisar Mahallesin-den Saip Ozman ve Hafız Refika Ozman’ın kızı Cahide Dereli. Babam İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi yıllarda Trakya’da, Tekirdağ’ın ilçesi Malkara’daki askeri birliklerde görev yaparken dünyaya geldim ve üçbuçuk yaşıma kadar bu ilçede ailemle yaşadım.

Doğduğum Malkara’dan ayrıldığımızda üç buçuk yaşında olduğum için evimizin odalarını, pencereden görünen sokağı, arkadaki büyük bah-çeyi, ev sahibimiz Vehap Bey, Ayşe Ha-nım ve çocuklarını iyi hatırlıyorum. Si-yasal belirsizliklere ve yaklaşan savaş tehlikesine rağmen, herhalde mutlu bir yaşantı sürüyorduk. Emekleme, yürü-me ve konuşma evrelerini Malkara’da geçirdim. Malkara’dayken Trabzon’da-ki büyükler bizi ziyarete geldikleri gibi, biz de birkaç kez Trabzon’a onların ya-nına gitmiştik. Anlatılan bir hikayeye göre, Malkara’da evimizin arkasında oturan bir ailenin kızı olan Havva o

Babam Kasım Dereli / Teğmen - Hekim 11 Mayıs 1932

Page 17: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

4 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

günlerde kocaya kaçmış, ben de yeni konuşmaya başlayan üç yaşında bir ço-cuk olarak karyolanın demirine çıkıp, herhalde Atatürk’ün vefatı henüz bir yıl öncesinin önemli bir olayı olduğundan, “Atatürk öldü, İnönü onun yerine koca-ya kaçtı” diye sözde nutuk söylermişim. Babam beni uyutmak için yukarda ya-tak odasına çıkarır, fakat beni uyuta-madan kendi uykuya dalınca ben aşağı kata inerek anneme, “Nihayet babamı uyuttum” dermişim.

Bu anılar arasında hafızamda en çok yer edeni, hayatımda ilk kez gördüğüm radyonun eve getirilip kurulması ol-muştur. Malkara’nın elektriğe kavuş-ması ile birlikte yeniliklere açık olan babam, hemen bir Philips marka radyo alıp eve göndertmişti. Tabi bir süre nasıl olup da radyonun için-den söz ve şarkıların gelebildiğini merak ettim. Bu Philips marka rad-yo 1960’lı yılların sonlarına kadar gittiğimiz ve yaşadığımız her yerde bizimle beraber oldu. Silahlı Kuvvetlerin konuşlandığı her köy ve ka-sabada elektrik jeneratörü kurması sayesinde, uygarlıkla ilişkimiz en azından bu yolla devam ediyordu. İkinci Dünya Savaşını, radyo çocuk kulübünü, Ayşe Abla programlarını, Nurettin Artam’ın okuduğu Rad-yo Gazetesi’ni, radyo oyunlarını bu sayede takip ettik. Bu cihaz şimdi bir antika olarak kızım Ayşe Gül’ün evinde, salonda belli bir yer işgal ediyor.

Küçük yaşlarda çocuklarda aileye ve aile çevresindeki eşyaya kuv-vetli bir bağlılık oluşuyor. Bu bağlılık herhalde güven duygusuyla ilgili. Örneğin, bizim Malkara’dan Trabzon’a intikalimizde yaşanan bir olayı annem anlatırdı. Trabzon’da dedemin Ortahisar’daki evinde geçirdiği-miz ilk günlerde ben sürekli ağlamışım. Bu huysuzluk bende alışılma-mış bir davranış olduğu için, annem çok endişelenmiş. Ama birkaç gün sonra nakliyat şirketi Malkara’dan gönderdiğimiz eşyalarımızı getirip teslim etmiş. Dengin açılıp eşyalarımızın ortaya çıkmasıyla ben sevinç gösterileri içinde, “mallarımız, mallarımız” diyerek bu eşyanın içine dalmışım. Ağlamam ve titizlenmem o andan itibaren kesilmiş. Bu, ço-cukta gelişmeye başlayan mal üzerindeki mülkiyet duygusuna ilişkin bir anı olmalı.

Annem ve Babam Trabzon - 1940

Page 18: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 5

Ankara’ya Taşınıyoruz: 1941Babamın 1941’de İstanbul’a atanmasıyla Üsküdar Doğancılar’da bir

eve taşındık. Evin önündeki bahçeden Kızkulesi görünüyordu. Bahçe-de ev sahibinin kızı ile oynayarak, Boğaz’ı ve geçen çatanaları seyre-derek mutlu günler geçiriyordum. Fakat İstanbul ikametimiz çok kısa sürdü, babamın Ankara’ya tayini çıktı. 1940’ta Trabzon’a gittiğimizde ben dört yaşındayken kardeşim Sevin dünyaya gelmişti. O yılın yazı-nı dedemin Ortahisar’daki evinin bahçesine deprem tehlikesine karşı kurdurduğu bir ahşap kulübede geçirmiştik. Dedemin annesi 90 yaş-larındaki Şekibe nenenin sandığından bulup çıkardığım eski bir yeşil Osmanlı Türk bayrağını bir çubuğa geçirip bahçede, hatta Ortahisar’ın sokaklarında gezdirmeye başladım. Bayrak Sultan Reşat, belki de Ab-dülhamid döneminden kalmaydı. Bir süre sonra sakıncalı olabileceğini söyleyip elimden aldılar (O gün bugün, bayrağı ve resmi geçit törenle-rini hep çok sevmişimdir.).

1938 Erzincan depreminin artçıları hala hissediliyordu. 1941 Ekim’in-de babam Ankara’ya atanınca dört kişilik ailemiz Ankara’ya taşındı. Birkaç ay uygun ev bulunana kadar Ulus’ta annemin amcasının oğlu İhsan (Ozman) dayının oturduğu apartman dairesinde misafir kaldık. İhsan Bey, eşi Naşide Hanım ve onun kardeşi Mediha Hanım bizi bir ay boyunca büyük bir konukseverlikle ağırladılar. Babam Gülhane As-

Babam, annem, ben ve yakın akrabalarımız.Ankara/Küçükevler - 1940

Page 19: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

6 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

keri Hastanesinde görevlendirilmişti. Nihayet çok soğuk bir kış günü Küçü-kevler semtinde bulup kiraladığımız eve taşındık. Ankara’da Ekim 1942’ye kadar, bir yıl kaldık.

Bu tarihlerden itibaren anılarım ar-tık daha kuvvetli ve etkileyicidir. He-nüz okula gitmediğim bu yıl boyunca Ankara’nın bozkırında kurulmuş bu modern mahallede, kışları evde dost ve akrabalarımızla, yazın da bahçe ve kırlarda oynayarak mutlu zamanlar geçirdim. Ankara’nın yaz güneşinde cildim o kadar karardı ki, güneş yanı-ğının bıraktığı esmerlik bu yaşımda bile hala devam ediyor. Kardeşim Se-vin zeki, konuşkan ve sevimli bir kü-çük kızdı. Akrabaların bize konuk olduğu bir gün “minik kuş” şiirini okurken yaptığı bir şaka yıllarca sohbetlere konu oldu. O tarihte An-kara’da Bahçelievler bir noktada sona eriyor, bir kilometre kadar bir arazi boşluğundan sonra Küçükevler semti başlıyordu. Bugün ise Kü-çükevler semti kalmadığı gibi (sadece İş Bankası Küçükevler Şubesi adıyla bu semti hatırlatmaya devam ediyor), Bahçelievler semti yeni yapılaşmalarla tamamen çehre değiştirmiş durumda. Babam her gün işine, bazı tepeleri aşarak seyis erin getirdiği beyaz atıyla gidip geliyor-du. Akşam döndüğünde atının başını tek katlı evimizin oturma odası-nın penceresinden içeri sokuyor, Sevin bir süre atı seviyor ve onunla kendince konuşuyordu.

Evimizin arka bahçesine bakan komşu evde bir biyoloji profesörü ikamet etmekteydi. Eşi Almandı ve Erdoğan isminde bir oğulları vardı. Benden iki-üç yaş daha büyük olan Erdoğan’la saatlerce çeşitli oyunlar oynardım. Akrabalarımızın bizde konuk olduğu sıcak bir yaz günü Er-doğan’a kanıp evden uzaklaştım, tepeleri aşıp o zaman bana çok uzun gelen bir yürüyüşle Çiftlik istasyonuna ulaştık. Bir saat kadar sonra eve döndüğümde, şükür ki bizimkiler ve özellikle kendisinden korktu-ğum Muattar Ozman Teyze gaybubetimizin farkına henüz varmamış-lardı. Yıllar sonra bu serüveni Ankara’da bindiğim bir taksinin şoförüne anlattığımda, “Ne diyorsun ağabey, şimdi o mesafe araba ile dört daki-ka” deyince haliyle çok şaşırdım.

Ankara’dan gelen şose yol Küçükevler’in önünde son buluyordu ve şehir merkezine devamlı otobüs servisi vardı. Bu yol dolayısıyla

Toker Dereli 4 yaşındaTrabzon - 1940

Page 20: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 7

unutmadığım bir anı da şudur: Ailesi ve maiyetindeki bürokratlarla at gezilerine çıkan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ya-nındaki kişilerle akşama doğru tepeler-den dönüp bizim evin önünde atlardan iner ve kendilerini almaya gelen otomo-billere binerek Çankaya’ya dönerlerdi. Bu olayda hem İnönü’nün at sporuna il-gisini, hem de o günlere hakim olan tek partili Cumhuriyetin otoriter saygınlığı-nı hissederdiniz. Babamla Genelkurmay Başkanı, İstiklal Savaşı kahramanların-dan Salih Omurtak arasında sebebini bilmediğim, eskiye dayanan bir yakınlık vardı. Belki her ikisi de Sürmeneli ol-dukları için bu yakınlık hemşehrilik-ten ileri gelen bir ilişkiydi. Babam bir gün Salih Omurtak Paşa’yı Bahçelievler’deki evinde ziyarete giderken beni de yanında götürdü. Bir ara Paşa beni omuzlarımdan kaldırarak karşı tepede Atatürk’ün yapılmakta olan kabrini (Anıtkabir inşaatını) gösterdi ve Atatürk hakkında bazı şeyler söyledi. Salih Omurtak Paşa bazen askeri birliklere yaptığı denetimlerde babamla karşılaştıkça hatırını sorarak kendisiyle kısa sohbetler yapar, babam da bu konuş-maları evde bize anlatırdı. Babam yukarıda belirttiğim gibi, evimizden Gülhane Askeri Hastanesindeki görevine atla gider gelirdi. O tarihlerde orduda motorize birlikler daha yaygınlaşmamıştı. Biz Ankara’da şehir merkezine belediye otobüsleri ile ulaşırdık. Ankara’da henüz okula gitmiyordum. Savaşın en yoğun günleri yaşanmaktaydı ve stereotip olgusunun oluştuğu biz küçüklerin gözünde tüm Almanlar ve gayri-müslimler birer düşmandı. Örneğin, arkadaki evde yaşayan profesö-rün Alman eşi, emirerimiz bir İstanbul Rumu olan Vensan, gözümde hep birer düşmandı ve biz küçükler onları Almanlarla özdeşleştiriyor-duk. Nihayet babamın Polatlı Topçu Atış Okuluna tayini gelince, Ankara ikametimiz sona erdi ve 1943’te Polatlı’ya taşındık.

Polatlı Günleri Polatlı’da altı ay kadar oturduğumuz ilk ev kasaba dışında, arka

yüzü Topçu Atış Okuluna bakan bir tepenin üzerinde, iç tertibatı ve ola-nakları ilkel, ahşap ve eski bir yapıydı. Alt katında ev sahibi oturuyor-du. Üst katta kışın soğuğundan kısmen korunan küçük bir arka odayı

Kardeşim Sevin ve benTrabzon - 1942

Page 21: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

8 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yatak odası olarak kullanıyorduk. Ne var ki, tuvalete üzerine kar yağan üstü açık bir koridordan geçilerek varılıyordu. Yine de evin bulunduğu tepede ve bu tepenin üzerini süsleyen yosunlu kayalıklarda çok güzel oyunlar oynardım. Babamın bana aldığı kuzu ile uzun süre arkadaşlık yaptım. Civardan aldığım sevimli bir köpek yavrusu ile de ayrı bir mut-luluk yaşamayı umuyordum, ama evdekilerin tepkisi üzerine köpeğimi terk etmek zorunda kaldım.

Bu evde yaz aylarını geçirdikten sonra şehir içindeki ikinci evi ki-raladık. Bu ev çarşı içinde iki katlı, birinciye göre daha düzgün bir ya-pıydı. Babam Topçu Atış Okulunda bir yandan er ve subayların sağlık sorunları ile ilgileniyor, bir yandan da askeri personele düzenli sağlık dersleri veriyordu. Sokakta karşımızda daha çok saraçlar, at arabaları ve at koşum imalatçıları vardı. Orduda motorlu taşıt kullanımı yaygın-laşıyor, fakat yük ve insan nakli kasabalarda ağırlıklı olarak at araba-ları ve yaylı arabalarla yapılıyordu. Bu arabaların üstü çeşitli manzara ve çiçek resimleri ile boyanıyordu.

O yıllarda sıtma hastalığı yaygın olduğundan, aklımda kalan acı bir anı her gün üç beş cenazenin evimizin önünden geçirilmesidir. Savaş dolayısıyla kinin bulunamıyor, onun yerine sıtmaya karşı Amerika’nın Uzakdoğu’da sıtmaya karşı kullandığı atebrin dağıtılıyordu. Babamın da sıtmaya yakalanması bu dönemde oldu ve o da atebrin kullandığı için cildi bir süre için sarı bir renge büründü. Sonradan sinema sanatçısı olan Trabzonlu Tanju Gürsu ve ailesi de o tarihlerde Polatlı’da yaşıyor-du. Annemin onlarla görüştüğünü hatırlıyorum.

Unutulmayacak bir başka anı, annemin kabul günü olan bir gün öğ-leden sonra tatlı lezzetinden hoşlandığım öksürük şurubundan bolca içmem ve Sevin’i de aynı şeyi yapması için teşvik etmem olmuştur. Durumu fark eden annem derhal emireri ile babamı muayenehane-sinden çağırttı. Gecikmeden gelen babam hemen müdahale edip tatsız bir olayın önüne geçti.

Bu evdeki benim için önemli yenilik (1943 Eylül’ünde) ilkokula baş-lamamdır. Birinci ve ikinci sınıfları okuduğum ilkokul, şehir merkezin-de, tren istasyonunun karşısına bir üst köprü geçiti ile bağlı büyükçe bir yapıydı. Bu okul hala eğitim faaliyetine devam ediyor. Babam bir gün beni bu okula götürüp kaydımı yaptırdı. Her çocuk gibi doğal olarak çok heyecanlı ve sevinçliydim. Öğretmenimiz Ankara Devlet Tiyatro-su’nun ve radyosunun oyuncularından Ertuğrul Bilda’nın eşi Semahat Hanımdı. O zaman için modern, bakımlı, akordiyon çalan bir hanımdı. Ertuğrul Bey, bazen alkol almış olarak okulun bahçe duvarından eşini sınıfta bize ders verirken gözetlediğinde, Semahat öğretmen öfkele-

Page 22: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 9

nir, camı açar ve eşine seslenerek, eve dönmesini sağlamaya çalışırdı. Babam bu ailenin aynı zamanda bazı sağlık sorunlarını da hallettiği ve ben de derslerde herhalde iyi bir öğrenci olduğum için, Semahat öğret-menin bana yaklaşımı fevkalade olumluydu. Henüz 7-8 yaşlarınday-dık. İkinci sınıfta öğretmenimiz değişti. Bu kez Huriye Hanım isminde biraz daha az modern, makyajsız ama disiplinli bir öğretmenimiz oldu. En yakın arkadaşım yine aynı sırayı paylaştığım Gündüz adındaki o se-vimli oğlandı. Çocukluk arkadaşlarımın çoğu ile ilişkilerim sonraki yıl-larda şu veya bu şekilde devam ettiği halde, Gündüz’ü hayatta bir daha hiç göremedim.

Polatlı’da son yılımıza girerken bir kere daha bir başka, fakat bu kez yeni bir eve taşındık. Bu ev belli kriterlere göre Topçu Atış Okulu su-baylarına tahsis edilen ve “İnönü Evleri” adıyla anılan yeni bir yapı gru-bunda, babama ikameti için düşük bir kira karşılığı verilen iki katlı bir üniteydi. Ankara’ya uzanan demiryolunun kenarında üç dizi şeklinde inşa edilmiş, birbirine bitişik bu ev grubunda bize verilen, şehre bakan sırada baştan ikinci evdi. Böylece Polatlı’da yeni ve o zaman için mo-dern, donanımlı, banyolu ve şofbenli bir evde oturmak imkanına kavu-şuyorduk. Çevre çocukların oynamasına uygun alanlara sahip olduğu için, kışın karda ya da yağmurda, çamuru ayakkabılarımızı ayağımız-dan çıkaracak kadar yapışkan olan bir yolu geçerek okula ulaşabili-yordum. İnönü Subay Evleri bugün de hizmet vermeye devam ediyor.

Polatlı’da yaşadığımız süre içinde sık sık trenle Ankara’ya geziler yaptık, her cumartesi askeri birliklerin gazino ve sinemasından ya-rarlandık ve ailece bulunduğumuz diğer şehirlerde olduğu gibi, mutlu günler geçirdik. O zaman için modern sayılabilecek bu evin bir de bod-rum katı vardı. Babamın eve bir kasap vasıtasıyla kıyılmış et getirttiği-ni, kasabın bu eti sucuk haline getirip kangalları kurumaları için tava-na astığını da hiç unutmam. Polatlı civarındaki köylerde bazı düğün ve şölenlere yaylı at arabaları ile katılmamız da anılarımda yaşayan başka bir tablodur. Bir asker olan babamın Browning marka 7.65 çapında bir beylik tabancası vardı. Polatlı’daki günlerden başlayarak babam bazen silahın şarjörünü çıkartır, bu boş tabancayı oynamam için bana verirdi. Bu silah babamın ölümünden sonra Trabzon’da dayıma intikal etti. Yıl-lar sonra 1970’te ben yedek subaylık görevimi yaparken dayım bu si-lahı belgeleri ile birlikte bana gönderdi. Ruhsatını üzerime çıkartıp, bir hatıra olarak saklamaya başladım. Birkaç kez Riva’da ve Şile’de onunla hedef atışları yaptım. Bu Browning tabanca hala bende ama tek mah-zuru, her beş yılda bir ruhsatının yenilenme işlemleriyle meşgul olmak zorunda kalışım.

Page 23: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

10 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Polatlı’da bulunduğumuz savaş yılları sırasında dedem Saip Ozman bize posta ile teneke içinde tuzlanmış balık, bıldırcın gibi yiyecekler gönderirdi. Ayrıca, Erzincan depreminin artçıları sürdüğünden memle-ketteki her deprem haberi üzerine telgrafla sağlığımızı sorardı. Telgraf üzerindeki kısa ibareyi de hiç unutamam: ”Sıhhatinizin iş’arı.” Ayrıca, Polatlı’nın soğuk kış günlerinde bol miktarda tahin-pekmez tüke-tirdik. Annem bir küp içinde tahin-pekmezi hazırlardı. Ancak o gün-lerdeki tahin-pekmezin tadı bugünkünden çok farklıydı. O lezzeti bir daha hiç bulamadım.

Okuma alışkanlığımı teşvik etmek isteyen babam, Ankara’ya her gidişinde bana kitap ve dergiler getirirdi. Bu kitaplar arasında Jules Verne’in romanları önemli bir yer tutuyordu. Bu kitapların bazılarını, örneğin, İsimsiz Aile’yi birçok kez okudum. Yıllar sonra bu romanı Ka-nada’da aradımsa da, Quebec bölgesinde Fransız asıllı Kanadalıların bağımsızlık mücadelesini konu yaptığından olacak, bizim yaşadığımız Ontario eyaletinin kitaplıklarında bulamadım. Ancak 1990’lı yıllarda İstanbul Belediye Kütüphanesinin Müdürü arkadaşım ve öğrencim Ali Mazak benim için bir fotokopisini ciltleterek göndermek nezaketini gösterdi. Babam ayrıca her gidişinde Ankara’dan hediyeler de getiri-yordu. Bunlar arasında özellikle oyuncak mantar tabancaları, oyun-larımızda önemli bir yeri olduğu için çok makbule geçerdi. Topçu Atış Okulu’nun sinemasında o dönemin Western filmlerini izledik. Gene Autrey, Ken Maynard popüler kovboy oyunculardı. Yine ünlü Gungadin filmini, Hint Rüyası’nı o tarihlerde seyrettik. Bir cumartesi günü Topçu Atış Okulu’nun sinemasında seyrettiğimiz kovboy filminin orta yerin-de, yanımdaki arkadaşımın dolu mantar tabancamı benden alıp ka-ranlıkta patlatması, Okul Komutanını çok öfkelendirdi. Sinema hemen tatil edildi, neyse ki mantar tabancasının bana ait olduğu anlaşılmadı. Aksi durum, ben ve Dereli ailesi için skandal olacaktı. Okul komutanı ile babam arasında esasen bazı anlaşmazlıklar vardı sanıyorum. Ordu-daki meslek sahibi diğer subaylar gibi babamın da askerliğin emir-ko-muta zinciri içinde belli bir bağımsızlığı vardı. Belki sağlık açısından kendisine muhtaç olabilirler endişesiyle, üst rütbeli subaylar bile sert ve bağımsız kişiliğe sahip babam karşısında mesafeli durmayı tercih ederlerdi.

Topçu Atış Okulu, o yıllarda diğer askeri birliklere göre daha moto-rizeydi. Subayları ve erleri büyükçe arazi arabaları ya da jeepler için-de sık sık görebiliyordunuz. Babamın ilk araba sürüş egzersizlerini bir jeep içinde yaptığını hatırlıyorum. Ancak Polatlı’dayken babamın üre rahatsızlığı ilk belirtilerini verince, Ankara’ya gidip testlere tabi oldu. Hastalık kısmen teşhis edildi ve tüm dişlerini çektirmesi önerildi. Po-latlı’daki üçüncü yılımızın sonunda ise babamın Kandıra’ya tayini çıktı.

Page 24: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 11

Çocukluğumun Güzel Yılları: Kandıra Babam bizi götürmeden önce Kandıra’ya gidip görev yeri olan sey-

yar askeri hastaneyi gördü, oturacağımız evi kiraladı ve bir sabah er-kenden trenle Polatlı’ya döndü. Kendisini merdiven başında karşıladı-ğımı hatırlıyorum.

Yıl 1945’in son aylarıydı, Dünya Savaşı sona ermişti ve Türkiye bir-çok değişmelere gebe görünüyordu. Kandıra’ya bir akşam vakti ulaştık

ve Namazgah Mahallesine giden yolun üzerinde askerlik şubesi ile çeşmenin bulunduğu meydanda babamın kiraladığı, Çıkırıkçı la-kabıyla tanınan Emine Hanım’ın evine yerleştik. Ev iki katlı, çok eski, balkonu yıkılmak üzere olan ahşap bir yapıydı. Babam alt katta bir odayı resmi iş saatleri dışında muayenehane olarak kullanma-ya başladı. Babamın muayeneha-ne odasına bitişik odayı mutfak yaptık. Askerlik Şubesi ile çeş-

menin bulunduğu meydana bakan üst katta orta yer salon, yanında-ki iki oda oturma odası olarak kullanıldı. Annem arka taraftaki Nihat Erim-Turan Güneş apartmanlarına bakan odayı misafir odası haline getirdi.

Bu eski evde ilk gecemiz hüzünlü geçti. Karşımızdaki komşu ve daha sonra uzun yıllar kendisiyle ve kızları Berrin ve Zerrin ile dostlu-ğumuz sürecek olan Leman Hanım (İlçede lakabı Güzel Leman) bize bir tepsi yemek gönderdi. Bilindiği gibi, bu çeşit davranışlar yıllar geçse de unutulmaz. Kandıra’da hemen Merkez İlkokulu üçüncü sınıfına kay-dım yapıldı. O tarihte okulun yeni binası yapılmaktaydı, eğitim inşaatı bitmek üzere olan bu binanın hemen yanındaki eski ve daha küçük bir okul binasında yapılıyordu. Birkaç ay sonra yeni yapılan asıl bina-mıza geçecektik. İlk öğretmenimiz Sami Bey isminde bir gençti, fakat iki üç ay boyunca birkaç öğretmen değişecekti. Okul İzmit şosesinin üzerinde, yeşil tarlalar içinde, babamın baştabibi olduğu seyyar askeri hastaneye bir kilometre kadar mesafedeydi. İnşası tamamlanınca tö-renle eski küçük binadan yeni ilkokuldaki sınıflarımıza geçtik. Oradaki öğretmenimiz İffet Hanımdı. Birkaç yıl önce ziyaret ettiğimde, bu okul binalarının hala hizmet verdiklerini ve iyi durumda olduklarını gör-düm. Kocaeli Üniversitesi’ne bağlı Meslek Yüksek Okulu da ilkokulu-

Merkez İlkokulu 4. sınıf arkadaşlarımlaKandıra - 1947

Page 25: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

12 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

mun hemen yanına inşa edilmiş durumda. Şosenin karşı tarafında ise Turan Güneş Konferans Salonu diye bir kültür merkezi açılmış ve tabii şehrin çehresi yolun iki tarafı boyunca bir hayli değişmişti. Ziyaretim sırasında ilkokulumun müdürü benim geldiğimi işitince, karnelerimi bulup eski notlarımı bana iletti.

Kandıra, kuşkusuz ailemizin üzerinde en fazla iz bırakmış yerlerden biridir. Bunun birinci nedeni, kaldığımız diğer yerlere göre bu güzel ve sevimli kasabada daha uzun (yaklaşık dört yıl) kalmamız, ilköğreni-mi orada tamamlamam (Sevin de ilkokulun ilk iki yılını aynı okulda okudu), sevgili Esen’in Kandıra’da dünyaya gelmesi ve edindiğimiz dostlarla ilişkilerimizin uzun yıllar sonra da devam etmekte olmasıdır. Kandıra’da yakın dost çevremiz, öncelikle kasabanın eşrafı konumun-daki Yelkencioğlu ailesinden oluştu. Aynı zamanda sınıf arkadaşım olan Teoman, onun halasının oğlu İmre, Teoman’ın ağabeyi Attila, abla-sı Belma, anneleri Mürvet Hanım, babaları İsmet Bey, amcası Müfit Bey ve onun eşi Müfide Hanım yakın dost olduğumuz ve bize ilgi gösteren önemli kişiler oldular. Kuşkusuz bu çevrenin etrafında okuldan ya da hemşehrilikten ötürü dost olduğumuz güzel insanlar oldu. Dördüncü ve beşinci sınıflarda öğretmenimiz olan Sabire Doğruözlü, yeni mezun,

genç bir Cumhuriyet öğret-meniydi. 50 yıl sonra arkada-şım Fuat Kansu ile onu aradık, kaderin cilvesine bakın ki, Erenköy’de oturduğumuz so-kağın yanıbaşında bir adreste bulduk. Yazık ki, biz onu bul-duktan birkaç yıl sonra vefat etti.

Kandıra’da bulunduğumuz ilk yıl Türkiye çok partili re-jime geçmişti ve serbest se-çimlerin propagandaları ya-pılıyordu. CHP ve Demokrat Parti milletvekili adayları bi-zim evin önündeki meydanda seçim nutukları atıyorlardı. Yelkencioğlu ailesi ünlü politi-kacı Nihat Erim ve Turan Gü-neş’le akrabaydılar ve doğal olarak koyu CHP’liydiler. Ar-

Öğretmenimiz Sabire Doğruözlü, Teoman Yelkencioğlu, Ceyhun ve ben

Kandıra - 1948

Page 26: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 13

kadaşım ve yıllar sonra İktisat Fakültesinde yüksek öğrenimi birlikte yaptığımız Taner Yücel’in babası ayakkabıcı Cemil ve çevresi ise DP’liy-diler. Bilindiği gibi, şaibeli olduğu ileri sürülen bu seçimler CHP’nin ga-libiyeti ile sonuçlanmıştı. Yakın arkadaşlarım arasında Ergun’u, İslam, Salih ve Metin’i zikredebilirim. Kuşkusuz başka birçok arkadaşım oldu. Bu arkadaşlarımla yıllar içinde ilişkim kesilmediği gibi, 2001 yılında beni Kandıra’ya davet ettiklerinde birlikte mutlu anlar yaşadık. Nusret Ekin ve eşi Ceyhan da bizimleydiler. Daha yakın zamanda 2004’te bir kez de Kandıra’da yapılan bir etkinlikte bana ve Teoman’a törenle pla-ketler verildi. Bu kez Kandıra’ya İş Bankası’ndan şoförüm Başar’la gidip onunla dönmüştüm. Teoman ve hanımı ile gece boyunca uzun sohbet-ler yapmıştık. Gece Namazgah’ta Kandıra’da çekilmiş olan Susuz Yaz filmini seyrederken, halk filmde figüran olarak rol almış Kandıralı köy-lüleri tanıdıkça hayret nidaları atıyordu.

Polatlı’da olduğu gibi Kandıra’da da sınıfın en iyi öğrencisi olmam anne ve babamı memnun ediyordu. Okulun etrafı yeşil tarlalarla çev-rili, doğa temiz ve güzeldi. Polatlı’nın aksine Kandıra’da hiç ev değiş-tirmedik, sadece Emine Hanımın bu eski, kırık dökük evinde yıkılma tehlikesi olduğu için balkona hiç çıkmadık. Evden okula on dakikalık bir yürüyüşle ulaşılıyordu. Babamın görevli olduğu askeri hastane ise okuldan bir kilometre kadar mesafede, şosenin İzmit’e döndüğü dir-sekte bulunuyor ve kendisi işe seyis erin getirdiği atıyla gidip geliyor-du. Hemen her akşam işten dönen babam elinde bir paket tahin helvası getirdiği için yolunu dört gözle beklerdim. Tahin-pekmezde olduğu gibi o yıllarda tahin helvasının lezzeti de bir başkaydı. Paketin hepsi bana kalsın diye Sevin’e bu yiyeceğin beyaz peynir olduğunu söylerdim. O da o yaşta beyaz peynirden hiç hoşlanmazdı. Sevin paketten çıkanı be-yaz peynir sanarak dokunmazdı, böylece helvanın büyük kısmını ben yemiş olurdum.

Yelkencioğlu ailesiyle ve özellikle sınıf arkadaşım Teoman’la ilişki-lerim her geçen gün artarak devam etti. Bir başka yakın arkadaşım da Teoman’ın halası olan Leman Hanımın oğlu İmre’ydi, ama İmre’yi son-raki yaşantımda bir daha göremedim. Kasabadaki birçok varlığın yanı sıra, elektrik jeneretörü, çarşı hamamı, yazlık ve kışlık sinemalar, ev-ler, bir büyük konak, iki büyük mağaza, keten ticareti ve zahire amba-rı, peynir imalathanesi vs. Yelkencioğlu ailesine aitti. Yaz akşamlarında Teoman bizim evin önünden geçerek açık sinema bahçesine giderken beni de alır, yazlık sinemalarına götürürdü. Bu şekilde sayısız filmi onunla bir ücret ödemeden seyretmek imkanım olmuştur. O yıllarda

Page 27: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

14 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

çok sayıda Arap filmi seyrediyorduk. Bunların çoğu Mısır kökenliydi ama şüphesiz Amerikan westernleri ve klasik Avrupa ve Amerikan sinemasından da örnekler geliyordu. Hemen her Arap filminin oyun-cuları Abdülvehap, Ümmü Gülsüm ve Enver Vecdi isimli Mısırlı aktör-lerdendi. Yelkencioğlu ailesinin o zaman dahi 1940’lı modeller olarak iki Chevrolet arabaları vardı. 1949’da yeni bir Chevrolet siyah araba aldılar, eski arabalardan birini emekliye ayrılan şoförlerinden birine hediye olarak verdiler. Yeni Chevrolet direksiyona yerleştirilmiş vites koluy-la ve kapısı açılınca içerde yanan ışığı ile çok ilgimizi çekti. Kandıra’da ders ve okul dışında zamanımızın büyük kısmını harcadığımız faaliyet futboldu. Başlangıçta çoğu arakadaşım gibi Fenerbahçe’yi tutuyor-dum. Sonra Galatasaray Lisesine kaydolmam gündeme gelince Gala-tasaray’a geçtim ve uzun süre orada kaldım. Daha yakın zamanlarda ise Trabzonspor’un başarıları arttıkça ve ana memleketimin takımı olduğu için Trabzonspor’lu oldum, yani futbol sempatilerim çeşitli dö-nekliklere sahne oldu. Ne var ki, futbol taraftarlığını hiçbir zaman aşırı bir bağlantı olarak yaşamadım. Futbol oynamam 13 yaşımda sona erdi. Futbolu en çok Teoman’la, onların konağının önündeki sokaklarda oy-nadım. Teoman’la ilişkim daha sonra yazışarak devam etti. Üniversite yıllarımda o Almanya’da okuyordu. Ben doçentken Türkiye’ye döndü, fakat bilmediğim nedenlerden ötürü fakültesini bitirmemişti. Bizim İktisat Fakültesine geçiş yaptı ve sınavları başarıyla vererek İktisat’ı bitirdi. İstanbul’da Linz Kimya şirketinin sahibi ve genel müdürü olarak çalıştı ve Avusturya hükümetinden Türk-Avusturya ilişkilerine yaptı-ğı katkılardan dolayı bir ödül aldı.

Kandıra’da kavuştuğum olanaklardan biri de ata binmek oldu. Sey-yar askeri hastanenin 48 atı vardı. Babamınki beyaz ve görkemli bir hayvandı. Beni bindirdikleri ise Altay isminde çevik bir binek atıydı. Birkaç kez babam, ben ve babamın emireri, İstanbul Kurtuluşlu Hüse-yin, Kandıra civarındaki Babadağı’na gittik. Bir yaz günü ise yine üçü-müz Kefken’e giderek denize girdik. Denize ilk girişim Kefken’in güzel kumlu sahilinde olmuştur. Tüm buralarda kuşkusuz askeri birlik ve tesisler vardı. Kefken gezisinde bu yerlerde yemeklerimizi yedik, atla-rı Hüseyin’le Kandıra’ya geri gönderdik ve biz gece geç vakit askeri bir araçla Kandıra’ya döndük. Önemli bir at serüvenini de sünnet olduğum gün yöre adetine uygun olarak arkadaşlarımla şehirde at gezisi yapa-rak yaşadım. 13 Eylül 1947 günü onüç at bana, Yelkenci ailesinin çocuk-larına, Nihat Erim’in oğlu Işık’a ve diğer arkadaşlarıma saatlerce he-yecanlı bir at serüveni yaşattı. Kandıra’dan sonraki yaşantımda yazık ki ata binmek olanağım hiç olmadı. Atlarla ilişkim tamamen babamın

Page 28: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 15

asker hayatına bağlıydı. Kendisi esasen ata iyi biner, gerektiğinde dört nala kaldırarak iyi binicilik örnekleri verirdi.

Kandıra’nın etrafında çok güzel yeşil kırlar, tepeler, akarsular var-dır. Bahar aylarında öğretmenler bizleri gelinciklerle bezenmiş tarlalar boyunca yürüterek piknik yerlerine, örneğin, Üçbeyler tepesine götü-rürlerdi. Kandıra’ya son ziyaretimde bu yerlerin genellikle fazla bozul-madan durduğunu, Kefken ve Kerpe’nin sakin ve güzel turistik belde-ler haline geldiğini gördüm.

Kandıra’nın ailemize verdiği sevinç ve ödüllerden biri de, kardeşim Esen’in 2 Aralık 1947’de doğumu oldu. Sevin yedi yaşında, ben on bir ya-şımdaydım. Sevin doğduğunda ben de henüz küçük olduğumdan, onun bakımında anneme yardımcı olamadım, ama Esen’de durum farklıydı. Artık ben de bebek Esen’le meşgul olabiliyor ve ona bakabiliyordum. Esen ailenin mutluluk kaynağı oldu. Yıllar sonra, 1973’te doğan kızım Ayşe Gül’e, otuz kadar yıl sonra da ondan doğan torunum Emre’ye aynı şekilde bakabilmekten büyük mutluluk duyduğumu belirtmeye gerek yok. Babam, Esen için İstanbul’dan bir çocuk arabası getirmişti. Esen’i yaz aylarında Kandıra’nın arnavut kaldırımlı sokaklarında gezdirdim. Kandıra yerleşik çingene nüfusunun çok olduğu bir kasabaydı. Sonraki yıllarda Esen’i “Seni bir çingene aileden aldık” diyerek üzmeye çalışır-dık, o da çocuk ruhu ile inanır ve gereksiz yere üzülürdü. Oysa çingene dostlarımız son derecede sevecen ve iyi insanlardı.

Kandıra’da yaptığım bir şey de, evde kendi üretiğim Karagöz-Haci-vat şekilleriyle bu oyunu mahalle arkadaşlarıma oynatmaktı. Aslında sinema filmi oynatmaya da merakım vardı. Bu merak bana Trabzon’da Osman Dursun dayımızın büyük oğlu Orhan ağabeyden geçmişti. O bize çocukluk yıllarımda Trabzon’da Ortahisar’da bizim eve bitişik kale üstündeki evlerinde manuel film makinesiyle sinema gösterile-ri yapardı. Kardeşi Burhan ağabey de kapıda bizlerden güya para alır ve bilet keserdi. Daha sonra Kandıra’da da ben sinema makinistinden kopmuş film parçaları alır ve bunları karton bir kutuda mercek yardı-miyle oluşturduğum bir aparatta duvar üstünde görüntülerdim; tabii hareketsiz olarak. Daha sonraki yıllarda kolu elle çevrilen bir sinema makinesi edinmeyi çok istedimse de, bu arzumu gerçekleştiremedim.

Kandıralılar sakin ve iyi tabiatlı insanlardı. Kasabada gelenek haline gelmiş bir olay, kışın karın yoğun şekilde yağdığı zamanlarda yaşanır-dı. Kasaba mahalleleri ve çarşısı ile uzunca bir yokuşun üzerinde ku-ruludur. Çocukların hemen hepsinin bir marangoz tarafından ustaca yapılmış tahta kızağı vardı. Bana da askeri birlikteki marangoz böyle bir kızak yapmıştı, kar yağdığı zamanlar evin karşısındaki meydanda

Page 29: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

16 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

çeşmenin önünden başlayan kısa bayırda ben de arkadaşlarımla bir-likte kayardım. Ama asıl önemli olay, karlı bir gecede ertesi gün üzerin-de iyi kayılması için evlerin hanımları tarafından özel olarak sulanan ve sonuçta ertesi gün buz tutarak kaymaya elverişli hale getirilen asıl uzun yokuşta cereyan ederdi. Bu yokuş kasabanın üst yukarı ucunda postane civarından başlıyor, çarşıyı, sonra bizim meydanı geçip Yel-kencioğlu ailesinin konağının bulunduğu aşağıdaki düzlükte son bu-luyordu. İlçe halkı tarafından “Karagemi” adı verilen uzun kızak kon-voyu, herbir kızağın üzerinde binicisi, her binicinin ayakları önündeki kızağın kayakları içine geçirilmiş durumda başlangıç noktasından ha-reket eder, çarşı içinden geçerken giderek hızlanır ama çoğu kez de bitiş noktasına varamadan birinin beceriksizliği ya da şakası sonucu parçalanıp dağılırdı. Özellikle karlı gün hafta sonuna ya da bir tatile rastlıyorsa, ilçenin ileri gelenleri, hakim, savcı, tapu ve nüfus müdürleri vb. karageminin başlıca oyuncularıydı. Konvoyun dağılması ile bu ze-vatın herbiri bir başka tarafa savrulur, evlerin ve dükkanların kapıla-rına toslarlardı. Kandıra’ya yıllar sonra yaptığım son ziyaretlerde yazık ki artık eski karlar yağmadığı için, bana bu geleneğin kaybolduğunu söylediler.

Kandıra’da sanırım Esen’in doğumundan sonraki yıl, annem tifo oldu. Esen’in bakımı ve ev işleri arasında bu hastalığın ortaya çıkışı hepimizi endişelendirmişti. Babam annemin isteği üzerine Trabzon’da dedeme telgraf çekerek annemin annesini bir süre için olsun yakının-da görmek istediğini bildirdi. Bu çağrı üzerine dayım Ekrem Ozman, anneannem Refika Hafız Hanım ve o zaman 22 yaşlarında olan tey-zem Nusret Ozman otobüsle Zigana üzerinden Erzurum’a, oradan da trenle İzmit’e ulaştılar. Babam onları İzmit’ten alıp otobüsle Kandıra’ya getirdi. Dedemin yanında Trabzon’da Halil amcanın kızı Meftune teyze ile yeni evli olan dayımın eşi, aynı zamanda amcamın kızı olan Suzan kaldı. Dayım iznininin sınırlı olması dolayısıyla Kandıra’da ancak 20 gün kadar kalıp Trabzon’a döndü ama teyzem ve anneannem birkaç ay Kandıra’da bizimle kaldılar. Bu benim bildiğim kadarıyla dayımın yaşantısında Trabzon dışına ilk çıkışıydı. O zamanlar henüz rakı içme alışkanlığı yoktu, ama akşamları şarap içtiğini hatırlıyorum. Bu ziyaret bizim hasret gidermemiz açısından yararlı olduğu kadar, onlar için de ilginç bir tatil niteliğindeydi.

1948 Kandıra’da son yılımız oldu. Bu arada, namaz ve oruç gibi ilk dini bilgilerimi babamdan öğrendiğimi belirtmeliyim. Babam yabancı dili iyi öğrenmem için İstanbul’da bir yabancı okulda okumamı çok is-

Page 30: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 17

tiyordu. Yelkencioğlu ailesinin çocukları İstanbul’da High School, Saint Benoit gibi okullara kaydolmuşlardı. İstanbul’a bir gidişinde babam Ga-latasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey’le görüşmüş ve okulu pekiyi dere-ceyle bitirdiğim takdirde beni kabul edecekleri sözünü almıştı. Bu ara-da babam Robert Kolej’den de söz ediyordu, fakat sanırım bu okulun ücretinin daha yüksek oluşu dolayısıyla bu alternatif pek tercih edil-miyordu. Okulu birincilikle ve pekiyi derece ile bitirdim ama babamın rahatsızlığı ile sekteye uğrayan hayatımız Galatasaray’a kaydolmama engel oldu. Sonraki gelişmelerin ışığında, Fransızcaya değil İngilizce-ye odaklanmam ve bu dilde yükselmem, akademik hayat, İngiltere, Amerika ve Avrupa deneyimlerim için belki de hayırlı olmuştur. An-cak, babamın hastalığı sanırım daha ciddi boyutlara ulaşmıştı ki, teb-dili hava aldı ve izin süresini memleketimiz olan Trabzon’da geçirmek için hazırlıklara başladık. Okulun sahneye koyduğu bir piyeste bana da önemli bir rol verilmişti. İlkokuldan mezuniyet törenimizle bu müsa-mere aynı zamana rastladı. Piyesi bir gece şehrin yazlık sinemasının sahnesinde oynadık, ancak babam muayeneleri için Ankara’da ve an-nem de bu yüzden üzüntü içinde olduğundan müsamere ve törenlerde bulunamadılar. Annemin bundan ötürü duyduğu hüzün ve mutsuzlu-ğu unutamam.

O günlerde babamın Kandıra’dan Hendek’e tayin edildiğini öğren-miştik ama bu tayin şimdi anımsayamadığım nedenlerle gerçekleş-medi. Belki de babamın rahatsızlığı nedeniyle aldığı izin bu değişikliğin uygulanmasını engelledi. Nihayet, yaz içinde eşyalarımızı denkleyip Trabzon’a gönderdikten sonra otobüsle İzmit’e, oradan da Trabzon’a intikal ettik. Tanıdık Kandıralılar ve birçok dostumuzla birlikte sadık emirerimiz Haydar gözleri yaşlı, otobüs başında bizi uğurlamaya gel-mişlerdi. Son gecemizde Yelkencioğlu ailesi konaklarının bahçesinde bize bir yemek verdiler. O yıllarda moda olan şarkılar radyolardan ve Yelkencioğlu’larının sinemasından yükselir, ilçenin sokaklarını dol-dururdu. Bunlar arasında “Bir İhtimal Daha Var” ve “Ada Sahillerinde Bekliyorum” şarkılarını özellikle çok sık işitirdik.

Babamın askerlik hayatı yarbay rütbesiyle Sürmene ve İstanbul’da daha iki yıl devam edecekti. Fakat fiili ordu hizmeti Kandıra’dan ayrı-lırken sona eriyordu. Bu sonla birlikte, askerlik hayatının görkemi, sır-malı üniformalar içinde kuşanılan kılıçlarla katılınan törenler, erler ve subaylar arasında geçen hekimlik hayatı, atlar, top arabaları ve silahlar arasında geçen günlerimize de bir nokta konmuş oluyordu.

Ata Toprağında: Trabzon ve Sürmene 1948 yazı sona ererken Trabzon’a, oradan da Sürmene’ye intikal et-

tik. Sürmene Zarha’da sahile yakın, şosenin üst tarafında ağaçlar ara-

Page 31: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

18 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

sında eski Rum veya Ermeni ustaların elin-den çıkmış ve sanırım Dr. Şükrü Bey’e ait olan evi kiraladık. Annemin yoğun şekilde ev işle-riyle meşgul olduğunu, Sevin’le bahçede oy-nayışımı hatırlıyorum. Özellikle iki yaşındaki Esen hem Trabzon’da hem de Sürmene’de aile-nin sevimli gözdesi durumundaydı. Babam Sürmene’de Zarha çarşısı içinde, daha önce yine Dr. Şükrü’nün muayenehane olarak kullandığı yerde bir muayenehane açtı ve birkaç ay sonra İstanbul’a gitmek üze-re Sürmene’den ayrıldığı tarihe kadar burada hastalarına baktı. Ders yılının başlaması ile ben Trabzon’da dedemlerin yanına Maraş Cad-desindeki evimize geçtim ve Kemerkaya Ortaokulunda öğrenimime

başladım. Sevin ise Sürme-ne’de ilkokul 3. sınıfa kaydol-du. Babam, annem ve Esen’in İstanbul’a dönüşü ile o da be-nim yanıma yani Trabzon’da dedem ve anneannemin ya-nına geldi. Kemerkaya Ortao-kulu oldukça görkemli, taş bir Rum yapısıydı. Ekleri ve deni-ze inen bahçe ve futbol sahası ile etkileyci bir mekandı. Aynı yapı bu gün de Anadolu Lise-si olarak hizmet vermeye de-vam ediyor. Okulun o zamana göre iyi bir öğretmen kadrosu vardı. İyi notlar alıyordum, asıl önemlisi İngilizceye olan ilgim dolayısıyla bu dersten aldığım notların sürekli olarak “on” olmasıydı.

Babamdan ve annemden ayrı kaldığımız bu yıl boyunca, babamın İstanbul’dan bana yazdığı birkaç mektubu bura-ya aktarıyorum:

Arkadaşım Kemal Dursun ve benTavşanlık Tepesi- Argalya/Trabzon - 1953

Lise 5/B Sınıfından arkadaşlarlaTrabzon - 1952

Page 32: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 19

“27/1/1949Sevgili oğlum,Mektubunda daha ikinci karneni almadığını, imtihanların bitme-

diğini yazıyorsun. Yalnız İngilizceden 10 aldığını öğrenmişsin. İnşallah diğer notların da iyi gelir. Bilirsin ki senin iyi okuman ve yetişmen için elimden gelen fedakarlığı seve seve yaparım. Bunu bilerek çalış. Büyük adam olursan ben seninle ancak iftihar ederim. İyi ahlaklı arkadaşlar seç. Fenaların yanına yanaşma. Eğer mektep tatiline kadar gelemez-sek sizi buraya aldıracağız. Bizi çok göreceğin geldiğini biliyorum. An-nen, Esen ve ben gözlerinden öperiz.

Baban Kasım Dereli”

“23/2/1949Deniz HastanesiBir biri arkasına gelen mektuplarını okudum. Çok memnun oldum.

Hele derslerindeki başarına çok sevindim. Lisan gibi mühim bir ders-den 10 aldığını yazıyorsun. Aferin Toker. Diğer derslerden notlarını da bildir. Sizi çok göreceğimiz geldi. Fakat sabır etmek lazım. Üç dört ay daha bir vakit kaldı. Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçer. Aldığımız evi daha görmedim. Yarın hastaneden izin alıp biraz çıkacağım ve evi göreceğim. Annenin tarifine göre ev tuğla yani kargir. Yukarıda üç oda, aşağıda iki oda varmış. Aşağıdaki iki odaya üstte oturan kiracılar in-miş. Biz yukarda oturacağız.

Ben şimdi nispeten daha iyiyim. Baş ağrılarım hafifledi ve ilaçla ça-buk geçiyor. Perhize devam ediyorum. Kardeşin Sevin ile güzel geçin-diğini haber aldıkça çok memnun oluyorum. Ara sıra boş zamanların-da onun derslerine yardım et. Onun da iyi yetişmesiyle hepimiz iftihar ederiz. Esen seni unutmaz, merak etme. Annen ve ben gözlerinden öperiz.

Baban Kasım Dereli”

“Sevgili oğlum:Mektubunu çok bekledik, neden sonra nihayet aldık. Hiç olmazsa

10 günde bir mektubunu bekleriz. Notların fena değil. Fakat musikiden niçin kırık not alıyorsun? İnsanın sesi belki müsait olmaz, ama nota ve dersi iyi yaparsa hocanın takdir etmesi lazım. Sizin hoca sizden yal-nız iyi ses mi istiyor? Bu nasıl iştir? Dayın bilmediklerini sana anlatsın. Sakın ikmale kalma. Ben iyi bir karne ile buraya gelmeni bekliyorum. Gözlerinden öperim.

Baban Kasım Dereli”

Page 33: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

20 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Bu mektuplar babamın iyi bir eğitim almamıza ve aldığımız notla-ra ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından ilginç. Bana müzik dersinden aldığım 4 notunu veren ve bu nedenle o yıl okulda iftihara geçmeme engel olan hoca, aynı zamanda bizim sınıfta olan arkadaşım Emin Hatipoğlu’nun babası, müzik öğretmenimiz Süleyman Bey’di (bi-linen lakabıyla Kör Süleyman). Süleyman Bey gerçekten notaları iste-diği gibi veremeyen tüm öğrencilere kötü not veriyordu. Ama bu düşük müzik notlarına rağmen, sınıfı bütünlemeye kalmadan geçtim.

Maraş Caddesindeki taş bir Rum binası olan dede evinde dayım, eşi Suzan (amcamız Recep Dereli’nin kızı) ve teyzem Nusret, dedem ve anneannem ile birlikte yaşıyorduk. Ev güzel terası ile birlikte üç katlı ve rahattı ve bizimki gibi geleneksel büyük bir aile için yeterliydi. Ancak ders yılı sona erince teyzemle birlikte Sevin ve ben İstanbul’a baba-mın yanına gidecek, birbuçuk yıl sonra babamın ölümü üzerine tekrar Trabzon’da Maraş Caddesindeki, yıllar önce babamla annemin evlen-diği bu eve dönecek ve bu kez sürekli olarak dörtbuçuk yıl aynı evde yaşayacaktık.

İstanbul Güneysu vapuru ile Trabzon’dan İstanbul’a bu gidişimiz yaz ayla-

rında sakin bir denizde oldukça güzel geçti. Gemide bizim gibi yolcu olan İngilizce öğretmeni Mr. Kaltchas’a rastlamamız, sonraki İngilizce serüvenlerimiz için güzel bir rastlantı oldu. Bir İstanbul Rumu olan, fa-kat uzun yıllar Amerika’da yaşamış Kaltchas benimle İngilizce konu-şup bilgimi test etti, sonra o zaman Sultanahmet’te bulunan WMCY’in (Amerikan Lisan Dershanesi) kurslarına katılmamı önerdi. İstanbul’a gelince babama Kaltchas’dan bir kez söz etmem yeterli oldu. Birlikte Ayasofya’nın karşısındaki binaya gittik ve kayıt işlemini yaptırdık. İz-leyen iki yıl bu okula devam edip Robert Kolej hocası Mr. Young ve Kalt-chas’ın düzenli ve çalışkan bir öğrencileri oldum. İki yıl boyunca izle-diğimiz programlarda Eckersley’in kitap serisini tamamladık, yabancı hocalarla çeşitli konuşma egzersizlerine katıldık, yaz aylarında birlikte gezi ve piknikler yaptık. Hızlı bir öğrenme temposu içine girmiştim, ilgi ve hevesim o kadar fazlaydı ki, Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısından İngiliz-ce gramer ve fiil çekimlerini gösteren cetveller alıyor ve bunları kısa sürede sindirmeye çalışıyordum. Ayrılırken törenle bir başarı ödülü verdiler. Beş yıl sonra İstanbul’a üniversite için geldiğimde Kaltchas’ı bir kez ziyaret ettim, fakat kendisini bir daha görmem kısmet olmadı. Birkaç yıl sonra Sevin de aynı okulda Kaltchas’ın öğrencisi olmuş ve benden söz etmişler. Bunu ancak yakın bir zamanda öğrenince çok

Page 34: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 21

memnun oldum. Mr. Kalchas herhalde şimdi hayatta değildir. Toprağı bol olsun. Young ve Kaltchas ve diğer öğretmenlerle birlikte yaz ayla-rında adalarda pikniklere gittik, annemin amcasının oğlu Muzaffer Oz-man ve karısı Roza yazları Burgaz’da ev tutarlardı. Onlara da ziyaretler yapar, özellikle bir Ermeni olarak alafranga yemekler hazırlayan Roza yengenin sofraya getirdiklerini zevkle yerdik. Mayonezi balıkla ilk kez Roza yengenin yemeklerinde tattım. Bizim çocukluğumuzda, özellik-le bayramlar aile ziyaretleri ile geçerdi. Biz çocuklar da bu ziyaretlere mutlaka katılmak zorundaydık. O yıllarda evlerde telefon bağlantısı da olmadığından, bu ziyaretlerin çoğunu önceden haber vermeden ya-par, bazen ziyaretine gittiğimiz akrabamız evde değilse geri dönmek zorunda kalırdık. Bunun hem çok zevkli yönleri, hem de bizler için İstanbul’un dört bir yanına dağılmış akraba ziyaretlerini yerine getir-menin neden olduğu yorgunluk gibi güçlükleri vardı. Anne tarafım-dan akrabalarımızın çoğu Levent’e yerleşmişlerdi. Özellikle kendisine annemi tanıştırdığı için babamın çok sevdiği Hüseyin Kazancı enişte, onun eşi ve anneannem Refika Hanımla hala-dayı çocukları olan Se-niha Hanım, Zehra Külür, Melek Teyze, Hüseyin Enişte ve Seniha Tey-zenin oğulları Avukat Aydın Ağabey, kızları Gönül Abla, İhsan Dursun dayı ve eşi Nezihe Teyze ile onların kızları ve Aydın ağabeyin eşi Yeşim, hepsi Levent’te oturuyorlardı. Anneannemle hala-dayı kızları olanlar, küçük yaşta anne ve babaları öldüğünden, anneannem Refika Hafızın annesi Mesrure Hanım tarafından Ortahisar’daki, aslında anneanne-min ailesine ait evde bir arada büyütülmüşlerdi, bu nedenle birbirlerini çok severlerdi. Hatta Zehra Teyzenin küçük kızı Dr. Leyla Külür (Ku-ban) Ortahisar’da Sevin’in doğduğu evde üst kale içindeki hamamlı odada doğmuştu. Bu odanın kapısı doğrudan aşağıdaki Zağnos vadi-sine ve köprüsüne bakan yüksek kalenin üstüne çıkardı. Dedem eylül yağmurlarıyla bıldırcın sürülerinin akınına maruz kalan gecelerde bu kale duvarı üzerinde hazırlattığı rakı ve meze masasının yanına lüküs lambası ile birlikte bir ağ kurar, lambanın ışığına doğru alçalıp bu ağa takılan bıldırcınları toplardı. Aydın ağabeyi annem özellikle çok sever-di. Hatırlayamadığım bir nedenle annem bir süre Aydın ağabey henüz küçükken onlarla birlikte, sanırım Argalya’da, kendilerine çok yakın yaşamıştı. Aydın Kazancı daha sonra İhsan Dursun dayının ve Nezihe teyzenin kızı Yeşim ile evlenecek, onların kızı Aydan da 1950’lerde ben İstanbul’dayken doğarak aile çevresinin sevgilisi olacaktı. Bir başka değerli büyüğümüz Mediha Teyzenin babası Miralay Hakkı Bey, Sarı-kamış savaşında şehit olmuş, eşi Hamdi Bey fırtınalı bir hayat sürmüş, sevgili kızı Melike ise genç yaşta tüberkülozdan ölmüş, kalbi kırık ve

Page 35: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

22 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

münzevi bir insan olarak Bostancı’da yeşil bahçeler ortasında küçük bir evde yaşardı. Belki en sık onu ziyarete giderdik.

Babam ve annem İstanbul’a gelişlerini izleyen birkaç ay boyunca babamın dayısı Abdullah Kaptan’ın evinde kalmışlardı ve herhalde on-ların aracılığıyla Karadeniz Caddesinde kargir, iki katlı bir ev satın al-mışlardı. Babamın yıllar boyu çalışması, maaş ve hasta muayenelerin-de elde ettiği kazancından tasarruf edip biriktirdiği parayla, bu evi 12 bin liraya satın aldığını biliyorum. Onlara ve Esen’e kavuşmamız kuş-kusuz çok mutlu bir olaydı. Babam beni Karadeniz Caddesi üzerindeki Gelenbevi Ortaokulu 2. sınıfına kaydettirdi. O yıl ve izleyen 1950’nin ilk üç ayı Gelenbevi’de geçecek, fakat babamın ölümü ile Kasım 1950’de toparlanıp tekrar Trabzon’a dedemin yanına dönecektik.

Gelenbevi Ortaokulu ünlü bir mektepti, tanınmış ve özellikle Türkçe ve matematikte iyi hocaları vardı. İngilizceden artık sürekli olarak on numara aldığım için okulun İngilizce öğretmeni Zafer Hanım’ın gözde-si oldum. Öğretmenler not vermede genellikle cömert değillerdi, diğer notlarım 6, 7, 8 civarındaydı; buna rağmen üç karne dönemi üst üste iftihara geçtim. Bu notlarla iftihara geçen tek öğrenci olduğumu gören babam da böylece o dönemlerde öğrencilere sınırlı not verme gele-neğinin geçerli olduğunu anladı. Okulda sosyal aktiviteler de canlıydı, ama aklımda en fazla yer edeni, okul müdürünün halk ozanımız meş-hur Aşık Veysel’i sık sık getirtip bize dinletmesiydi. Ayrıca, okulda bazı İstiklal Savaşı gazilerimizin konuşmalarını anımsıyorum. Babam kıs-men tebdil hava izni dolayısıyla serbest zamana sahipti, zamanının bir kısmını alt kattaki muayenehanesinde hasta bakmaya ayırıyor, geri kalan zamanında ise kitap okuyor ve radyo dinliyordu. O dönemde sa-dece Ankara Radyosu yayın yapıyordu. Sanırım 1950’de İstanbul Rad-yosu da Harbiye’deki yeni binasından yayın yapmaya başlamıştı.

Onunla birlikte Eşref Şefik’in naklettiği milli güreş müsabakaları-nı radyodan dinlememizi çok canlı biçimde anımsıyorum. Zamanının bir kısmında da bana derslerimde yardımcı olmaya çalışıyordu. Türk-çe öğretmenimizin özetlememiz için ödev olarak verdiği Halide Edip’in Sinekli Bakkal romanını benimle birlikte okudu, romanın geçtiği za-man ve çevreyi bana tanıtıp, kitabı özetlememde yardımcı oldu. Son zamanlarında bu romanın hikayesini adeta kendisi de yaşadı, bu işten büyük mutluluk duydu.

Babamın en büyük arzularından birisi Amerika’da yüksek öğrenim yapmamdı. Özellikle Zehra Teyzemizin oğlu Muzaffer Külür’ün altı yıl-lık mühendislik öğrenimini Ordu adına Amerika’da tamamlayıp yurda dönmüş bir yakın akraba olarak, beni ABD’de okumak için heveslen-

Page 36: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 23

dirmesi, izleyeceğim kariyer hakkında beni yönlendirmekte etkili ol-muştur. Daha sonra kendisini Cornell’de okurken, Birleşmiş Millet-ler’deki görevi sırasında New York’ta birkaç kez ziyaret ettim. Emekli olup yurda döndükten sonra 1980’li yıllarda Gebze’de TÜSES’te ders verirken de kendisiyle karşılaştım. Bu arada babamın da çok istediği, ABD’de okumak dileğimi tamamen kendi çabalarımla yerine getirebil-diğim için özellikle mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.

Babam Sürmene’deki emireri Rizeli Osman’ı beraberlerinde İstan-bul’a getirmişti. Bir gün Osman akşam olana dek eve gelmedi. İstan-bul’daki akrabaları ertesi günü bize gelerek kötü haberi verdiler. Galata rıhtımında bağlı haldeyken gemide çıkan yangın sonucunda Osman’ın kurtulamayıp öldüğünü söylediler. Yanan eski Ankara vapuruydu. Os-man akrabalarını geçirmek üzere bu geminin alt yatakhanelerindey-ken, çıkan yangına bağlı karmaşada, terhisine az bir zaman kala, du-mandan boğularak vefat etmişti. Onu sevdiğimiz için gerçekten çok üzüldük.

Babamın ölümünden birkaç ay önce Zehra Külür Teyzenin oğlu Mu-zaffer Külür, Silahlı Kuvvetler tarafından mühendislik tahsili için gön-derildiği ABD’den henüz dönmüştü. O yıllarda savaştan galip çıkmış Amerika, ulaştığı ekonomik ve teknolojik seviye ile ve demokrasi ön-cüsü olarak dünyada ve ülkemizde kendisine önemli bir yer edinmeye başlıyordu. Muzaffer Külür mühendislik öğrenimi için Amerika’da ke-sintisiz altı yıl kalmıştı. Annesi Zehra Teyzenin aile içinde çocuklarının iyi bir eğitim görmesi için her fedakarlığa katlanmak, hatta onların yurt dışına uzun yıllar için gitmelerini teşvik etmek gibi bir özelliği vardı. Si-yasal Bilgiler Fakültesini bitiren büyük oğlu Gazi Külür, İstanbul Defter-darı olmuş, kızı Selçuk Teyze Edebiyat Fakültesini bitirmişti. Diğer kızı Leyla abla tıp tahsilini tamamladıktan sonra uzun yıllar Almanya’da çalışmıştı. En küçükleri Coşkun Külür İstanbul Teknik Üniversitesini tamamlayarak bu üniversitenin İşletme Bölümünde endüstri mühen-disliği dalında profesör olmuştu. Hepsi de yurt dışı deneyimine sahip-tiler, ama içlerinde bunu en uzun sürelerle yaşayan Muzaffer Külür’dü. Yurda dönüşünden sonra Ordudan ayrılarak tekrar ABD’ne gitmiş ve Birleşmiş Milletler örgütünde otuz yıl kadar çalışarak oradan emek-li olmuştu. Sonraki yıllarda aile içinde kadınlar çocuklarından böyle uzun süreler için ayrılmaya tepki gösterdiklerinde, Aydın ağabey on-ların herbirinin Zehra Teyzenin yanında staj görmelerini salık verirdi.

Babam 1950 Kasım’ında Deniz Hastanesinde hasta olarak askeri hekim arkadaşlarının ihtimamında tedavi görürken, her gün kendi-sine sefertası içinde annemin hazırladığı perhiz yemeğini, yaya olarak

Page 37: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

24 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Unkapanı Köprüsünü geçip Kasımpaşa’da Deniz Hastanesinin yoku-şunu tırmanmak suretiyle, ben götürüyordum. Babamın genç yaşta tutulduğu ve o zamanlarda kesin tedavisi olmayan hastalığı onu ma-nen çökertmişti, sinirleri bir hayli bozuktu. Ancak ailesine ve bize olan ilgisi ve sevgisi eksilmeden sürüyordu. Özellikle benim öğrenimime çok önem veriyordu. Bir gün babam hasta yatağının önünde kendisiyle görüşen ABD’de eğitim görmüş genç bir subay doktorla İngilizce ko-nuşmamı istedi. O yıllarda ailelerimiz çocuklara bu çeşit bir isteği sıkça yöneltirlerdi. Babamın beni bu doktorla birkaç cümle İngilizce konu-şurken dinlemesi onu çok mutlu etmiş ki, bu olayı ertesi günü anneme övünerek nakletmişti.

Babamın birkaç gün sonra ölümü annem ve ailemiz üzerinde derin etkiler yaptı. Annem hastalığı süresince evde ve Deniz Hastanesinde sürekli olarak babamın yanındaydı. Ancak son gecesinde babamın da-yısı Abdullah Kaptanın ısrarı üzerine annem eve dönerek bizlere ka-tıldı. Sanırım Mediha Teyzemiz de son günlerinde babamın yanında annemi yalnız bırakmak istememişti. Ancak anımsadığım kadarıyla babamın gecenin ilerlemiş bir saatinde vefat ederken yanında sadece dayısı bulunuyordu. Yeğeni Dr. Kasım’ı çok sevdiğinden olacak, baba-mın ölüm anı dayısı Abdullah Kaptanı çok etkilemişti. Babamın cena-zesi 1950’nin bir Kasım günü askeri törenle arkadaşlarının omuzların-da Edirnekapı Şehitliğine defnedildi. Amcam Recep Dereli ve büyük oğlu İsmet Dereli İstanbul’a geldiler ve babamla ilgili işlemlerle meşgul oldular. Burada bir süreliğine durup, ailemin baba tarafından da söz et-mek isterim.

Babam ve AilesiBabamın babası, yani babam tarafından dedemiz Salih Bey, Sürme-

ne’nin Kemerli yalısına yaklaşık yarım saat mesafede, yeşil tepelerin arasında, uzakta ormanlarla kaplı sıra dağlar üzerinden Karadeniz’in Of-Rize sahilleri görünen arazisi üzerindeki evinde hanımı nenem Fat-ma Hanım ve evlatları ile yaşayan bir zatmış. Bu tek katlı köy evinde babam ve annemle yaptığım ziyaretlerde çocukluğumun belli dönem-lerinde ben de kaldım. Nenemin ve halamın ocakta kül içinde pişirdiği mısır ekmeği ile hamsi kızartmalarının lezzeti hala damağımda gibi. Dedem Salih Beyi biz tanıyamadık, fakat teyzem Nusret’in ifadesine göre değerli, bilgili, saygın bir insanmış. Babam Kasım dışında Recep ve Kazım olmak üzere üçü erkek ve halam Ulviye Hanımdan oluşan dört çocuğu ile tarif ettiğim yerde yaşıyordu. Büyük olasılıkla küçük çapta tarım yapıyordu, ancak sınırlı ekonomik imkanlar karşısında o yöre-

Page 38: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 25

nin birçok insanı gibi çocuklarının eğitim görmelerine önem veriyor ve onları bu amaçla İstanbul’a ya da başka yerlere uzun sürelerle gön-dermekten çekinmiyordu. Babam Sürmene’de ilkokulu okurken 9 ya-şında İstanbul’a gönderiliyor ve dayısı Abdullah Kaptanın himayesinde fakat yatılı devlet okullarında, İstanbul Erkek Lisesinde ve Askeri Tıb-bıye’de okuyor, mezuniyetinden sonra yukarıda hayatından kesitler verdiğim bir hekim olarak orduda görev yapıyor. Öğrenimini tamamla-yıp askeri doktor olarak göreve başladığı tarih olan muhtemelen 1929 yılına kadar memleketine gidip aile ocağını ve annesini göremiyor. Bir gün İstanbul’u ziyaret etmek üzere gelen annesini Galata rıhtımında demirleyen gemide görmek üzere geminin güvertesine çıktığında ne-nem Fatma Hanım oğlunu tanımadığı için örtünmeye yelteniyor, ama kendisine bu subayın oğlu Kasım olduğu, bu nedenle kaçmasına gerek olmadığı söylenince tabii büyük bir mutluluk yaşıyor.

Halam Ulviye Hanım izleyen yıllarda Arslan isminde bir zatla evlen-mişti, Yılmaz isimli bir oğlu ile Afet ve Aymis adlarında iki kızları vardı. Onları Sürmene Kemerli’deki evlerinde çeşitli yıllarda yaptığımız ziya-retlerde belirli aralıklarla görüyorduk. Afet ve Aymis ablalar vefat et-tiler, onların çocukları ile daha sonra herhangi bir temasımız olamadı. Daha yakın zamanlarda, önce İktisat Fakültesi’ne, 2008’de ise Işık Üni-versitesi’ne hukuk dersleri vermek üzere yarı-zamanlı olarak davet ettiğimiz Doç. Dr. Ömer Özkan, büyük bir tesadüf eseri baba tarafımın yakını çıktı. 2000’li yılların başında Ömer Özkan’ın Cornell’e bilgi, de-neyim amacıyla iki yıl için gidebilmesi maksadıyla referans mektupları yazmıştım. Onu Işık Üniversitesitesi’nde oldukça sık görüyordum.

Babamla ilgili ve bana naklettiği bir anı ise lise yıllarında İstanbul’un düşman kuvvetlerce işgali sırasında geçen bir olayla ilgiliydi. İstanbul Lisesi olarak eğitim gördükleri bina Yüksek Kaldırım’da şimdi Saint Benoit olarak bilinen lisenin bulunduğu binaymış. İstanbul’un düşman tarafından işgali üzerine ertesi gün sınıfa giren Alman hocaları Bo-ğaz’daki İngiliz savaş gemilerini gösterip, bu durumda ülkelerine dön-mek zorunda olduklarını belirterek öğrencilere veda etmişler. Birinci Dünya Savaşında Almanya ile ittifak içinde olduğumuzdan, Ordumuz-da çok sayıda Alman subay olduğu gibi eğitim sistemimizde de Alman öğretmenler varmış. Alman hocaların İstanbul Erkek Lisesinden ay-rılmalarından birkaç gün sonra bir Fransız işgal müfrezesi, başlarında İstanbullu bir Rum papaz olmak üzere lise binasına gelmişler. Papaz elindeki bastonla lisenin kapısındaki İstanbul Erkek İdadisi yazılı yal-dızlı cam plakayı kırmış, işgalci kuvvet lise müdürüne 24 saat içinde binayı boşaltmalarını emretmiş. Bunun üzerine okulun tüm personeli

Page 39: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

26 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ve babamın da içinde yer aldığı öğrenciler okula ait eşyaları, laboratuar malzemesi, kitap ve evrakları, karyola ve yatakları sırtlarında taşıya-rak Galata Köprüsü üzerinden önce Çapa’daki bir binaya taşımışlar. Ta-şıma işi bitince yorgunluktan bitap düşerek o gece tahtaların üzerinde yerde uyuya kalmışlar. Bilindiği gibi bu lisenin bazı öğrencileri 1915 yı-lında gönüllü olarak Çanakkale Savaşlarına katılarak şehit olmuştur. Anladığım kadarıyla bu taşınma tarihinden itibaren Galata’daki İs-tanbul Erkek Lisesi binası da Saint Benoit Fransız Lisesi olarak hizmet vermeye başlamış. Babamdan bana yansıyan bu hikayenin şüphesiz daha ayrıntılı olarak tarihi kaynaklardan belgelenmesi yararlı olur. İstanbul Erkek Lisesi 1933 yılında Atatürk’ün emriyle Cağaloğlu’nda-ki Düyunu Umumiye binasına taşınmış. Arkadaşım Mehmet Şükrü Tekbaş’ın naklettiğine göre, Atatürk bu bina seçimini yaparken Türk gençlerinin devletin yabancılara borçlanmasının getirdiği ağır yükü daima anımsamalarını ve yaşantılarına yön verirken bu geçmişten ders almalarını amaçlamış. Bugün de İstanbul Erkek Lisesinde geçerli olan Almanca öğretiminin kaynağı da herhalde Birinci Dünya Savaşın-daki Alman-Türk ittifakıdır.

Babamın bana heyecanla naklettiği olaylardan biri de, 23 Mayıs 1919’da işgal altındaki İstanbul’da yapılan ünlü Sultanahmet mitingi ve Halide Edip Adıvar’ın büyük kalabalıklara Türklüğün sesini, azmini ve haklarını haykırdığı konuşmasıdır. Babam bu olayı büyük bir vecd içinde yaşamış olmalı ki, meydan üzerinde uçan düşman uçaklarının verdiği gözdağına rağmen camilerden yükselen ezan ve tekbir sesleri ile ulusun mücadele azmini bana da hissettirmek isterdi. İstanbul 1922 Kasım’ında itilaf devletleri çekilinceye kadar maalesef işgal altında ka-lacaktı. Yine tıp tahsilini yaptığı binalardan birine yakınlığı dolayısıyla babam Şehzadebaşı Karakolunun bir gece İngiliz askerleri tarafından basılıp, uyumakta olan Türk askerlerinin şehit edilmelerinden de çok etkilenmiş olmalı ki, bu olayı da zaman zaman bize anlatırdı.

Babamdan sekiz yaş kadar büyük olan amcam Recep Dereli ise su-bay olarak yetiştirilmek üzere yıllar süren askeri bir eğitimden geçmiş, Kuleli’den sonra Harp Okulunda okurken, başka akranlarının çoğu gibi daha mezun olmadan cepheye çağrılmış. Ondan sonraki yaşamı Çanakkale Savaşlarında ve İstiklal Harbinde cephelerde geçmiş. Geli-bolu’da birkaç kez yaralanmış. Bir elinin orta parmağını Çanakkale’de mermi uçurmuş, bir süngü hücumunda birliğinin önünde koşarken tö-kezlenip düşmüş, arkadan gelen Türk askeri tarafından süngülenmek üzereyken kendini tanıtması üzerine askerimizin süngüsü kaburgası-na ve kaldırdığı koluna rastlayınca yaralanmış. Bize savaşta başından

Page 40: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 27

geçenleri anlatmasını istediğimizde bu konuda pek istekli davranmaz-dı ama biz ısrarla ondan savaş hikayelerini dinlemek isterdik. Recep amcanın altı çocuğu vardı. En küçüğü benimle yaşıt olan Alkış’tı ki, 1960’larda uzunca bir aradan sonra tekrar görüşmemize rağmen ma-alesef fazla yaşamadı ve kaynağını bilmediğim bir nedenden dolayı vefat etti. Recep amca çok disiplinli ve prensiplerine bağlı bir kişiliğe sahipti ve bu yüzden sebebini her zaman anlayamadığımız davranış-ları olurdu. Sonuçta ben de bir çocuk olarak istemeden ve çeşitli etkiler altında onu kırmış olabilirim. Anlaşmazlık kaynaklarından biri de aile-ler arasında yapılan bir evlilik olmuştur. Şöyle ki, dedem Saip Ozman’ın ısrarlarıyla gerçekleşen dayımla Recep amcamın kızı Suzan arasında-ki evlilik giderek bazı sorunlara yol açmış, 1951 yılında boşanma ile so-nuçlanmıştır.

Bugün amcamın çocuklarından Dinçer ağabey ve Cazibe abla ha-yattalar ancak aramızdaki kopuk aile bağları dolayısıyla sürekli bir iletişim ya da etkileşim söz konusu olmuyor. Amcamın diğer oğlu Nur-doğan ağabey birkaç yıl önce vefat etti, eşinin bana söylediğine göre benimle görüşmeyi çok istemiş. Kendisini çok sevdiğim Suzan ab-lanın işittiğime göre bir torunu vefat etmiş. Dayımdan boşandıktan sonra tekrar evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştı. Kalbi kırık olmalıy-dı. Dinçer ağabeyle bazen telefon görüşmesi yapıyoruz. Yine özellikle Trabzon’daki 1950 ve 1951 yıllarındaki beraberliğimiz sırasında sıkça gördüğüm ve çok sevdiğim Cazibe abla sanırım hiç evlenmedi. Bu ta-rihlerde bize yakın Feneryolu çevresinde bir yerde oturduğunu baba-mın dayısının kızı İnci’den öğrendim.

Üç kardeşin en küçüğü olan amcam Kazım Dereli ise demiryolu işletmeciliği konusunda eğitim görmüştü. Onu tanıdığımız yıllar bo-yunca Anadolu’da çeşitli şehirlerde istasyon şefi olarak çalışmaktay-dı. Robert Kolej mühendislik yüksek okulundan mezun oğlu Erdoğan ile 1960’lı yıllarda tanışıp kaynaştık. Onunla ve Recep amcamın Deniz Kuvvetlerinde İngilizce öğretmenliğinden emekli olan oğlu Dinçer ağa-beyle zaman zaman görüşüyoruz. Yine aynı şekilde, Kazım amcamın Merkez Bankası emeklisi kızı Göksel ile çeşitli konuşma ve karşılaş-malarımız olmuştur. Diğer kızının eşi Avustralya elçimizdi. Eşinin ölü-münden sonra çocuklarıyla bu ülkeye yerleştiğini sanıyorum.

Babamın dayısı Abdullah Kaptan, kızı İnci, oğulları Nureddin, Bur-han ve Hayreddin ağabeyler ise bize her zaman yakınlık gösteren, zor zamanlarımızda yardımcı olan sevgili akrabalarımız olarak anılarımıza yerleştiler. İnci’nin eşi Fuat Güven İTÜ mezunu bir makine mühendisi olarak uzun yıllar Kavala’nın şirketlerinde asansör imalatında uzman

Page 41: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

28 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

olarak çalıştı, sonra da kendi işini kurarak başarılı bir işadamı oldu. Ye-tişkin, hayata atılmış başarılı iki oğulları var. Kısa bir süre İktisat Fa-kültesinde de öğrenci olan Fuat ağabey hala çalışıyor. Babamın dayısı Abdulllah Kaptan ve eşi, kızları ve özellikle İnci ve eşi Fuat Güven dı-şında babamın tarafı ile ilişkilerimiz, bu açıklamalardan da görüleceği gibi, daha zayıf ve seyrek olmuştur. Nenem Fatma Hanım, halam Ulvi-ye Hanım, onun eşi Aslan Bey, oğulları Yılmaz ve kızları Afet ve Aymis ile zaman zaman görüşmelerimiz oldu. Yukarda belittiğim gibi, 2000’li yıllarda onların akrabası Doç. Dr. Ömer Özkan, benim çalıştığım Işık Üniversitesinde yarı-zamanlı olarak hukuk dersleri veriyordu. Sür-mene’deki Kemerli, şimdiki adıyla Çamburnu’ndaki küçük arazi ve ev üzerinde esasen herhangi bir veraset hakkı talep etmedik.

Babam Yarbay Dr. Kasım Dereli ilkeli, memleketine, ailesine ve mes-leğine bağlı bir askerdi. Anılarımı naklettiğim bu metnin birçok yerinde onun kişiliğinden, öğreniminden ve yaşantısından bahsettim. Kişilik olarak biraz sert mizaçlı bir karaktere sahipti. Bu özelliği zaman zaman davranışlarına yansırdı. Buna belki Karadenizli oluşunun yanı sıra, as-kerlik yaşantısının disiplin anlayışı ve aldığı geleneksel terbiye sebep oluyordu. Özellikle hastalığının ağırlaştığı son dönemlerinde bu özelliği daha açık şekilde kendisini hissettiriyordu. Ama anneme bağlılığı ve sevgisi hiç eksilmeden devam etti. Ölümünden hepimiz etkilendik, fa-kat hatırasını en belirgin şekilde annem yaşadı ve yaşattı.

Lise Yılları ve Yeniden TrabzonBabam Dr. Yarbay Kasım Dereli’nin 1950 yılında henüz 45 yaşınday-

ken vefatı üzerine İstabul’dan ayrılıp Trabzon’da dedem Saip Ozman’ın yanına, ailemizin Maraş Caddesindeki evine yerleştik. Dedem ve ailesi aslında Trabzon’un Ortahisar semtinde yaşamışlardı. Benim de önceki çocukluk yıllarım kısa aralıklarla da olsa Ortahisar’da kale üstündeki bu evde geçmiştir. Trabzon’un muhteşem yeşil doğası içinde Zağanos ve Tabakhane köprüleri arasındaki vadilere inen dik kale yamaçları ve iki vadi arasında yatan şehrin barındırdığı Roma-Bizans ve Osman-lı-Türk eserleri sizde derhal Karadenizin diğer şehirlerinden farklı, bir eski imparatorluk ortamında bulunduğunuz izlenimi yaratır. Çocukluk dönemimde belki bunun farkına pek varamazdım. Fakat sonraki ye-tişkin dönemlerimde ve özellikle öğrenim, sonra da çalışmak için git-tiğim Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bende hayranlık uyandıran yeşil doğasını görüp tekrar Trabzon’a döndüğüm yıllarda, gerçekte ne denli zengin bir coğrafya ve tarihin mensubu olduğumuzun bilincine var-mıştım.

Page 42: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 29

Lise dönemine kadar öğrenimimi babamın askerlik görevi dola-yısıyla farklı il ve ilçelerdeki okullarda sürdürmüş, bu arada 1949 ve 1950’de İstanbul’da WMCY’de, çoğu Robert Koleje mensup öğretmen-lerle, sürekli İngilizce çalışıp bu dildeki bilgimi esasen bir hayli ilerlet-miştim. Nitekim Michigan Üniversitesi’nin İstanbul USIS’de 1957’de açtığı sınavı kazanmış ve bu üniversiteye devam için gerekli İngilizce yeterlilik diplomasını almaya hak kazanmıştım.

Babamın vefatı üzerine 1951 yılında ailece Trabzon’a intikalimizden sonra, anne tarafımızla ilişkilerimiz daha da yoğunlaştı. Lise tahsilim böylece Trabzon’da, Trabzon Lisesinde başladı ve o yıllarda lise dört yıl olduğundan 1955’e kadar sürdü. Bu süre boyunca Trabzon’dan hiç ayrılmadım. Trabzon Lisesinde ilgimi ilk çeken özellik, derslerin ağırlı-ğı ve öğretim kalitesinin yüksekliğiydi. Bu lise, en azından o zamanlar için yaptığı şöhreti hakkediyordu. Lise öğretmenlerimiz genellikle çok bilgili ve değerli kişilerdi. Öyle ki, liseyi bitirip üniversiteye başladığım ilk yıllarda bazı hocalarımızın bilgi ve eğiticilik vasıflarını lise öğret-menlerimize göre yetersiz bulduğumuz durumlar olmuştur. Trabzon Lisesinde daha ilk günlerden itibaren İngilizce öğretmenlerimiz üze-rinde olumlu etkiler yaratarak, bu alanda mezuniyetime kadar devam edecek bir ayrıcalığa sahip oldum. Beni etkileyenler arasında özellikle edebiyat, sosyoloji, felsefe, mantık ve tarih öğretmenleri kendi alanla-rında güçlü kişilerdi. Özellikle Dr. Kaya Bilgegil, Türkçe ve edebiyatta, Fahri Başer de felsefe, sosyoloji ve mantık derslerinde bizleri çok iyi yetiştirdiler. Üniversite öğrenimimde iktisat dalını seçmemde özellikle Fahri Bey’in etkisi çok olmuştur. 1960’lı yılların sonlarında Trabzon’a yaptığım bir ziyarette eniştem olan o zamanki Trabzon Belediye baş-kanı Av. Suat Oyman’ın Boztepe’de verdiği bir yemeğe Fahri Bey de da-vetliydi. Kendisi Trabzonlu bir hanımla evlenmiş ve oraya yerleşmişti. Beni görünce lisedeki numarama kadar hatırlamıştı. Tarih derslerine de fazlaca önem verdiğim Trabzon’da geçirdiğim bu dört yıl yaşan-tımda derin etkiler yapan bir dönem olmuştur. Gençlik yılları kişiliğin biçimlenme dönemi olduğu için, bu yıllar herhalde ayrı bir önem taşı-maktaydı. Lisedeki İngilizce öğretmenlerimizle de bu alandaki bilgi ve ilgim dolayısıyla ilişkilerim hep olumlu seyretmiştir. Trabzonlu bir aile-nin çocuğu olan Cemal Enis, İngiliz edebiyatına da vakıf iyi bir dil bilim-ciydi. Uzun saçları ve ağzındaki piposu ile lisede adeta sembol haline gelmiş tipik bir İngilizce öğretmeniydi. Kendisi benden önce amcamın oğlu Dinçer Dereli’nin de hocası olmuş ve onu da sonraki yıllarda De-niz Kuvvetleri’ndeki başarılı İngilizce öğretmenliği kariyerinde olumlu yönde etkilemişti.

Page 43: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

30 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Ayrıca çok sayıda ve uzunca süre devam edecek arkadaşlıklar da bu yıllarda kuruldu. Kuşkusuz burada bu dostlukların hepsini anlatmama imkan yok. Belki aşağıda ilgili paragraflarda bu yakın arkadaşlıklara yer yer bazı atıflar yapacağım. Lise dönemimde Trabzon’da Maraş Cad-desindeki evimiz ise sıklıkla akraba ve eş-dost ziyaretlerine, bazen de müzikli uzun sohbetlere sahne olurdu. Dedem iyi ud çalardı. Vilayet-te memur olan dayım Ekrem Ozman ise udta, cümbüşte ve tamburda ustaydı. Bize çok uğrayan akrabalar içinde şaka ve esprileriyle ayrı bir yeri olan İhsan Dursun ile onun eşi Nezihe teyzeyi haftanın en az iki üç günü mutlaka görürdük. İhsan dayımız tambur çalardı. Aslında amca-mın kızı olan dayımın eşi Suzan Hanım bazen çalınan müziğe sesiyle eşlik ederdi. Trabzon’daki yaşantımızın şehir içindeki unutulmaz izleri kadar, her yaz iki ya da üç ay kadar dedemin Argalya köyündeki ara-zisinde (yeni adıyla Uğurlu Köy) geçirdiğimiz güzel günler de kuşkusuz anılarımızdan asla silinmeyecek izler bırakmıştır.

Dedem (yani annemin babası) Saip Ozman renkli bir kişiliğe sahip, musikiye meraklı, iyi ud çalan ve eğlence alemlerini seven, arkadaş-ları ile av partileri düzenleyen ama ailesi ile ilişkilerinde biraz huysuz karakteri ile tanınan bir kişiydi. Dedemin eşi anneanmem Hafız Refi-ka Hanım, çok iyi tabiatlı ve sabırlı bir insandı. Dedemin tüm huysuz-luklarını anlayışla karşılar ama aşırı durumlarda sesini yükseltir ve önemli kararlarda son sözü daima anneannem söylerdi. Oğlu dayım Ekrem Ozman ise aksine, deyim yerindeyse “melek” gibi bir insandı. Dayım Ekrem Ozman’ın insancıl yönleri daima ön planda olur, kimseyi kırmamaya çalışırdı. Akşamları genellikle içkinin etkisiyle bana birçok vaatlerde bulunur ama gündüz bu vaatlerini unuturdu. Sürekli olarak fırıncının kızını bana alacağını vaat eder, bunun gibi, ilerde beni öğre-nim için Amerika’ya göndereceği sözünü verirdi. Bilindiği gibi fırıncı-lık mesleği Karadenizliler arasında yaygındır ve fırıncılar genellikle ve özellikle de o zamanlar iyi iş yapan zengin insanlar sayılırdı. (Balkan Türkleri arasında aynı özellik kasaplar için söz konusudur.) Dayımın herhalde tanıdığı böyle zengin bir fırıncı vardı. Sonraları bu fırıncının kızı herhalde başka birisiyle evlendi ki, bu konu bir daha açılmaz oldu. Amerika’ya ise çok sonraları, öğrenim ve sonra da çalışmak amacıyla ama yine de dayımın sağlığında birçok kez ve kendi çabalarımla gittim. Diğer bir deyişle dayım bana verdiği bu sözleri tutamadı, fakat nasihat-ları ve iyiniyetli dilekleri anılarımda önemli bir yer edindi. Dayımın bir lise öğrencisinin eğitim masraflarını üstlendiğini tesadüfen bir gün bir arkadaş grubu ile Taksim parkında (bizim ona verdiğimiz isimle Aşık-lar parkında) yaptığımız sohbet sırasında öğrendim. Benim de arkada-şım olan bu öğrenci kendisinin okul masraflarını “Ekrem Bey’in kar-

Page 44: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 31

şıladığını” söyleyince çok şaşırdım. Oysa dayım bize bu konuda hiçbir şey söylememişti. Bu olayı öğrenmem sonucu dayıma olan saygı ve sevgim daha da artmıştır. Son tahlilde aile yakınlarımın hepsi son de-rece iyi kalpli ve bizleri çok seven insanlardı.

1950’li yıllar boyunca evlerimizde henüz bir telefon bağlantısı yok-tu. Telefon ilk kez eniştem Suat Oyman’ın evine bağlanıp telefon kul-lanma olanağımız doğduğunda, arkadaşım Dinç Yazıcı sırf bu yüzden bana gıpta ettiğini söylemişti. Yine bunun gibi evlerde buzdolabı da henüz mevcut değildi. Buz ihtiyacını Karlık tepesindeki kuyulardan -daha çok tatlıcı Raif’in dükkanında nefis kaymaklı dondurmanın ya-pımı için- at arabalarıyla getirilen ve kilo hesabı satılan buzlar karşılı-yordu. Telefon gibi buzdolabı da bizden önce eniştemin evine girdi. Ak-şamları rakısını soğutmak amacıyla dedem beni Maraş Caddesindeki evimizden eniştemin Gazi Paşa Caddesindeki evine gönderiyor, ben de teyzemden aldığım buzları erimemeleri için koşarak hızla dedeme ye-tiştirmeye çalışıyordum.

Trabzon’da yazlarımızı geçirdiğimiz dedemin Argalya köyündeki arazisinde esas itibariyle fındık üretiyor, her yıl bu fındık mahsülü-nün satışından elde edilen geliri, bize bu işte yardım eden marabalarla paylaşıyorduk. Bu arazi (ya da çiftlik) Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan mübadeleye kadar Rumlara aitmiş. Üzerinde bizim yıllarca ya-şadığımız tipik bir Rum köy evi, onun önünde bir incir ve bir karayemiş ağacı vardı. Bu evin dedeme intikali 1929 ekonomik buhranından son-ra olmuş. Dedemin bir adi şirket ortağı olarak sermaye payı için eme-ğini koyduğu Ongan’lara ait manifatura işyeri çoğu başka firma gibi 1930’larda iflas edince, Ongan’lar dedeme ortaklık payı olarak kendile-rine Rumlardan geçen ve “mübadil arazi” denilen bu toprağı vermişler. Dedem benim çocukluk yıllarımda Trabzon’da çarşıda bir manifatura mağazasında, sonra da Sümerbank’ın açtığı kumaş mağazasında ça-lıştı. Bu bağlamda mal almak için sık sık İstanbul’a gidip geldi. Çarşı-nın ticari faaliyeti içinde dürüstlüğü ile tanınmıştı. Ayrıca doğruluk derecesini bilmiyorum ama kendisine yakışıklılığından dolayı “Çarşı Güzeli” ismi verildiğini söylerdi. Daha sonraları benim lise yıllarımda bu arazinin uygun yerlerinde -fındık ve diğer bazı tarım ürünlerine ek olarak- tütün de yetiştirmeye başladık. İzleyen yıllarda fındık ve tütün dışında çeşitli sebzeler ve meyve üretimi de söz konusu oldu. 200 dö-nümü aşan bu arazi üzerindeki fındıklıklar içinde çok sayıda, bazıları çok kaliteli elma, ayva, şeftali, karayemiş vb. ağaçlar, bunun gibi üze-rinde kokulu kara üzüm asmalarını barındıran karaağaçlar vardı. Ara-zinin eve bakan yüzünde bir yamaca yaslanmış bir orman, bu yamacın

Page 45: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

32 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

arka yüzünde yine fındıklıklar, küçük bir orman ve meyve ağaçları vardı. Eski yıllardaki çeşitli maraba ailelerini bir yana bırakırsak, 1950’li ve 60’lı yıllarda Yusuf, Mustafa ve Rüstem kardeşlerden, onların eş ve çocuklarından oluşan köylüler bize oldukça yakın ve unutamadığımız insanlar oldular. Kendilerine “aga” diye hitap ederdim. Üçü de çalışkan insanlardı. 1960’larda Türkiye’den Almanya’ya işçi göçü başlayınca Yu-suf ve Mustafa agalar Almanya’ya çalışmaya gittiler, yaptıkları tasar-ruflarla bizim arazinin bir kısmını satın aldılar, kendi arazilerini ve ev-lerini yenilediler. Dedem yaşlandığı, dayım da kendi memuriyet görevi dolayısıyla köyle meşgul olamayacağı için Argalya’daki arazimiz 1966 yılında yabancı bir köylü aileye satıldı. Ancak arazimizle ilgimizi hem anılarımızda yaşatmaya devam ettik hem de Trabzon’a her gidişimizde ziyaret ettik. 1980’li ve 90’lı yıllarda Yusuf, Mustafa ve Rüstem agalar vefat ettiler. Onlarla 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda uzun sohbetler yapıp fındığı işlerken ya da tütün damında yaprakları uzun özel iğnelerle si-cimlere dizerken ya da vagonlarda kuruturken, ben Amerika’yı, onlar da Almanya’daki işçilik tecrübelerini birbirimize anlatırdık. Karadeniz insanlarının çoğu gibi ince bir nükte ve espri anlayışları vardı. Konuş-malarımızda geçen şaka ve nükteler hala hatırımdadır. Örneğin bir gün Yusuf agadan Alman şehirleri ile Türkiye’deki şehirleri mukayese et-mesini istediğimde, Argalya’nın aşağılarında Karadeniz boyunca sahil-de uzanan Trabzon’a baktı, sonra “Toker efendi, eğer bir şehir Trabzon gibi kıçını denize vermemişse onun büyüklüğünü anlayabilmek çok güç. Almanya’da şehirlerin nerede başlayıp nerede bittiğini görmek mümkün değil” gibi esprili bir cevap vermişti.

Argalya’da ve Trabzon’da Yomralı Şahinler ailesinden Şahabettin Şahinler ile uzunca bir arkadaşlığı, özellikle av konusunda yaşadım. Şahabettin hem İstanbul’daki üniversite yıllarımda, hem de köyde konuşup gezdiğim ve gençlik sırlarımızı paylaştığımız, şakacı ve he-yecanlı bir çocuktu. Uçar bıldırcın avında ve bağlama çalmakta us-taydı. Tepeleri, tarlaları akşama kadar gezerdik. Bizim ormanın bittiği kıyıda yüksekten Trabzon’a bakan uçta, çoğu zaman da Tavşanlık te-pesinin üstünde sohbetlerimiz olurdu. Şahinler ailesinin Trabzon’da, Semerciler yokuşu Manifaturacılar Caddesinde manifatura dükkan-ları vardı. Köyde ise evleri bizden biraz aşağı Kisarna’ya giden patika üzerindeydi. Şahabettin ile arkadaşlığım Trabzon’da, sonra İstanbul’da öğrenimimiz sırasında yıllarca sürdükten sonra, onun devamlı olarak Trabzon’daki mağazaya bakmaya başlaması ile kesintiye uğradı. Şa-habattin aynı zamanda Trabzon’da Maraş Caddesindeki bir bakkaliye-nin, sonra da Sirkeci’deki bir ticarethanenin sahibi Adnan ve Mehmet

Page 46: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 33

Hızer kardeşlerin akrabasıydı. Şahinler’in İstanbul’da iş yaptıkları ma-nifatura dükkanı ise Sultanhamam’da Sümbüllü Han’daydı. Adnan Hı-zer ve ben üniversitede ilk yılımda bu dükkanda Şahabettin’in büyük ağabeyi İsmail Şahinler’in yanında müşterilerle meşgul oluyor, ben de, güya bir anlamda piyasa tecrübesi elde ediyordum. Adnan Hızer ve eşi ile temasımız eşim Bengi ile arkadaşlığımızın başladığı 1966-67 yılla-rında bir süre devam ettiyse de, meşguliyetlerimiz, Türkiye’den birkaç yıl ayrılmamız gibi nedenlerle kesildi. Bu günlerde içimde Şahabettin ve Adnan’ı bulup tekrar görüşmek isteğini kuvvetle duyuyorum.

Yine üniversitedeki ilk iki yılımda aldığım hukuk derslerine ilişkin olarak kendisine sorular sorduğum, bu bakımdan bir anlamda yanında adeta bir staj dönemi geçirdiğim bir yakınım da Avukat Aydın Kazan-cı’ydı. İstanbul’da 1955-1960 yılları arasında (sonradan İstanbul Sanayi Odası Başkanı olan) Nurullah Gezgin’le aynı avukatlık bürosunu payla-şan Aydın Ağabeyi sık sık ziyaret ederdim.

Yine bizim gibi Argalya’da yazları çıktıkları arazileri olan bize çok yakın akraba bir aile, annemin amcası Halil Bey ve onun oğlu Osman Ozman ile (Osman Dayı) ve dört kızı (Meftune, Emine, Raime ve Saibe) idiler. Meftune Teyzenin oğlu Erol Volkan benimle yaşıttı, gerek şehir-de Ortahisar’da bizimkine yakın olan konaklarıyla, gerekse Argalya köyünde bizden 20 dakikalık bir yürüme mesafesindeki evleriyle sık gördüğümüz yakınlarımızdı. O günlerde Erol’la özellikle bizim ormanı-mızın sol üst köşesindeki sık ağaçlık yerde üveyk beklediğimiz günler de anılarımda önemli bir yer tutar. Yukarda belirttiğim gibi, gerek Halil Ozman’ın gerek dedem Saip Ozman’ın Argalya’daki yerleri eski Rum mülkleriydi ve Türkiye’deki Rumların İstiklal Savaşını izleyen dönem-de Yunanistan’daki Türk nüfus ile mübadele edilmesi sonucu araziler ve üzerlerindeki evler el değiştirmeler sonucu bir şekilde ailelerimize intikal etmişti. Nitekim bu köy evlerimizin içinde Rum Ortodoks ibadete ait mekan ve köşeler bunu kanıtlıyordu. Gerçekte ailelerimizin Trabzon eşrafından Ongan ailesi ile (Ekrem Ongan, Haluk Ongan ve Nejat Ongan kardeşler) akrabalıkları vardı ve yukarıda da söz ettiğim gibi, dedem ve kardeşi Halil Bey, Onganlar’ın işletmelerinde çalışmışlardı. Trab-zon’u son ziyaret ettiğim Nisan 2007’de, o yerleri teyzem Nusret Oy-man ve oğlu Ferzan’ın eşi gelinimiz Ayşe Oyman ile tekrar görebilmem çok mutlu bir olaydır. Arzum Tavşanlık tepesinden, güneşin batma vakti arkada, Akçaabat tarafındaki sıra dağlara bir kez daha bakmaktı. Yazık ki, hava puslu olduğu için o eski görkemli manzarayı iyi göreme-dim. Ama Molla Beyin dağını, ava gittiğimiz Ayafka’yı seyredip geçmişi birkaç dakika olsun yaşayabildim. Kabul etmek gerekir ki, Trabzon’a

Page 47: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

34 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bakan ve Kisarna’ya inen vadileri ve ormanla kaplı yarları barındıran bizim arazimizin doğası Argalya’nın başka yörelerine göre daha güzel-di. Bizim köy evimiz Karlık tepesinin eteklerindeydi. Bu tepe yağışlı ve kapalı günlerde eteklerine kadar sisle kaplanır, güneşli günlerde ise zirvesine yükselen tarlalar ile yeşillikler içinde parıldardı. Yağmur fın-dık bahçelerinin, irili ufaklı ağaçların ve bitki örtüsünün üzerinde nefis bir toprak kokusu yayar, insanın ruhunu dinlendiren kendine özgü bir ses yaratırdı. Yazık ki, Karlık tepesine sadece bir kez çıktım. Ama bu bir tırmanış bile, unutulmayacak doğa manzarası ile çok kıymetli bir anının kaynağı oldu. Tepeye varıp oturduğumuzda önümüzde, aşağı-da belki Sürmene kıyılarından Yoros’un batısına doğru uzanan, dantel gibi işlenmiş tarlaları, ormanları ve fındık bahçelerini seyrettik. Bugün Karlık tepesine yeni yollar sayesinde arabayla ulaşmak belki çok kolay ama tepe televizyon ve radyo antenleriyle dolu. İleride görünen Bozte-pe’nin arka yüzü ise yüksek binalarla dolu, adeta İstanbul’un Ataşe-hir’ini andırıyor. Bununla beraber köy etrafındaki tepe ve yamaçlar son zamanlardaki kötü yapılaşmaya rağmen hala doğal güzelliğini koruyor. Trabzon’da özellikle Kale’den ya da Kanita’dan güneşin gu-rup vakti Yoroz burnundan batışını seyretmek şahane bir manzarayı yaşamak demekti. Kanita’ya da sık giderdik. Buradaki tombul kayaya tırmanarak denize dalışlar yapan sevgili arkadaşım rahmetli Nabi’nin hayali gözümün önünden hiç gitmez.

Trabzon’da lise yıllarında arkadaş gruplarıyla hafta sonları sıkça Boztepe’ye ya da Erzurum yolunda Deliklitaş mevkiine doğru geziler yapardık. Bu gezilerde Kadir Mısıroğlu, Süleyman Türk, Ahmet Ham-di Üçüncü-Akseki gibi 1950’lerde yükselen milliyetçi ve muhafazakar akımın savunucusu arkadaşlar kadar, Dinç Yazıcı, Yusuf Ziya (Muzaf-fer) Günaydın, Akın Erdem, Suat Kurtuldu, Yücel Hacaloğlu gibi bana yakın başka arkadaşlarım da yer alırdı. Çebi ailesinden Ömer Çebi bir ara matematik öğretmenimiz oldu. Onun kardeşi Yılmaz Çebi ise li-sede yakın arkadaşlarım arasındaydı. Saatlerce yürür ve Türkiye’nin sorunlarını tartışırdık. Arkadaşlarım arasında Erol Türker’in, Ahmet Akçay’ın, Güngör Boran ve Dinç Yazıcı ile Günaydın Yirmibeş’in özel bir yeri vardı. Erol Türker devamlı düşünen, fikirler üreten ve bunları benimle paylaşan bir dosttu. Sınıfımızın muzip çocukları çoğumuza yaptıkları gibi Erol’a da lakaplar takmışlardı. Çalışkanlığını belirtmek için Erol Türker’e “Gayretli”, bunun İngilizcesi olarak “Effortly”, Alman-ca olarak “Fleissig”, polisiye konulara ilgisinden dolayı “Pekos Bill” diye hitap ederlerdi. Erol belki kendisine en fazla isim takılan arkadaşımızdı. Bu dostlardan bazılarını geçen yıllar içinde kaybettik. Yusuf Ziya Gü-

Page 48: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 35

naydın Maçka’da karayolu inşaatında bir kamyonun altında kalarak vefat etmiş. Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra üroloji uzmanı olan sevgili Nabi lösemi hastalığına yakalanarak uzun yıllar önce Tan-rı’nın rahmetine kavuşmuştu. Bunun gibi Osman ve diğer bazılarının ölüm haberleri geldi. Daha yakın zamanlarda ise Gündoğdu Sanımer’in vefatını işittik. Argalya’da beni bisikletiyle Kisarna’dan gelip sık sık zi-yaret eden Dr. Kemal Dursun’un Şubat 2009’da vefat ettiğini üzülerek öğrendim. Kendisi lisede fizik öğretmenimiz olan Alaaddin Bey’in kar-deşiydi ve yazları biz Argalya’dayken Kemal Kisarna’daki evlerinden bisikletiyle dik yokuşları, keçi patikalarını geçerek beni ziyarete ge-lirdi. Yakın arkadaştık. Kulak-burun-boğaz uzmanı olarak teyzemin çocuklarına ve torunlarına bakarmış. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Hayatta olanlarla zaman zaman buluşmak olanağını bu-luyoruz. Bu arkadaşlarım birkaç kez yaz aylarında beni Argalya’da zi-yarete de gelmişlerdi. Yakın çevrem içinde yer alan Akın Erdem, Kemal Alemdaroğlu, İbrahim Yıldırım, Erol Karsan, İsmail Soysal, Orhan Ka-laycıoğlu temas ve ilşkilerimin kesintisiz devam ettiği bir arkadaş gru-buydu. Günaydın Yirmibeş de renkli ve çok sevilen arkadaşlarımızdan biriydi. Lise ve yüksek öğrenim aşamasından sonra başarılı bir ma-den mühendisi ve işadamı oldu. Sınıf onun ismini ilginç bulur, İngilizce okuyanlar kendisine “good-morning twentyfive” diye hitap ederken, Fransızca ve Almanca öğrenenler onu bu dillerde aynı anlamı içeren sözcüklerle çağırırlardı.

Lise yıllarımda 1950’lerde Türkiye’de yükselen milliyetçi dalganın farklı fraksiyonları vardı. Bir yanda ırkçı özellikleri ağır basan Nihal At-sız grubunun Pan-Türkizm boyutu yanında, daha ılımlı bir Türk milli-yetçiğinin savunucuları, bunun karşısında ise yine bu akımla karışık biçimde İslami değerlere dayalı muhafazakar dini boyut (Pan-İsla-mizm) sağcı söylemlere egemen durumdaydı. Bu grupların hepsi “Sos-yalist-Marksist” doktrinlere şiddetle karşıydı. Bizimle lise binamızın üst kat koridorunda ders aralarındaki sohbetlerde ya da şehir dışında yaptığımız gezilerde Pan-İslamist görüşü en şiddetle savunan arkada-şımız okulda bizden bir yıl ilerdeki Kadir Mısıroğlu idi. Kendisi aşırı bir Atatürk ve İsmet İnönü karşıtıydı. Lozan antlaşmasını şiddetle eleş-tirirdi. Mezuniyetimizi izleyen 1956 yılında kendisiyle bu kez İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak karşılaştım. Hukuk Fa-kültesi birici sınıfında aldığı derslerin etkisiyle olacak, görüşleri yu-muşamıştı. Artık Doğu-İslam biliminin Batı bilimi karşısında özellikle İçtihat Kapısının kapanmış olmasından dolayı hiçbir değer ve katkısı olmadığını söylüyor, bilim-felsefe-hukuk dallarında katkı yapan tüm

Page 49: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

36 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bilginlerin Batılı olduklarını vurguluyordu. Kadir Mısıroğlu ile izleyen birkaç yıl boyunca daha çok Trabzon Talebe Yurdu ile ilgili toplantılar-da karşılaştım ama arada geçen uzun yıllar boyunca, herhalde laiklik ve rejim karşıtı söylem ve eylemleri nedeniyle yurt dışında ve 12 Eylül 1980’den sonra Almanya’da, yaşamak zorunda kaldığı için kendisini göremedim. Bir kaynağın belirttiğine göre, TC vatandaşlığından çıka-rılmıştı. Bugünlerde “Fesli Kadir” diye adlandırılan bu eski okul arka-daşımızın, ‘Keşke Sevr’i kabul edip hilafeti kaldırmasaydık, daha ha-yırlı olurdu” söylemiyle tekrar ünlendiği söyleniyor.

Lisede arkadaşlar arasında derslerle ilgili olarak sıkı bir yardım-laşma ve işbirliği her zaman olmuştur. Matematik, fizik gibi konularda daha iyi durumdaki arkadaşlarım bu alanlarla ilgili ve pek sevmediğim sorunlarda bana yardımcı olurlardı. Arkadaşlarımın birçoğu özellikle İngilizce öğretmenlerinin sözlü sınav bağlamında geliştirdiği bir yön-temden ürkmeye başlamışlardı. Burada öğretmen öğrenciden ders ki-tabından bir bölüm ya da pasajı okumasını istiyor, sonra da bu metnin içeriğini kendi sözcükleriyle İngilizce anlatmasını istiyordu. Çoğu arka-daşımın imdadına benim yazdığım pasaj özetleri yetişiyordu. Bu özete kavuşanlar metni ezberliyor, sınav sorusu olarak geldiğinde ise aynen tekrarlıyorlardı. Bazen öğretmenin istediği metnin değil de başka bir özetin okunması gibi durumlara da rastlanıyordu, ama bunun önemli bir sorun yarattığını hatırlamıyorum.

Lisede sayıları erkeklere göre daha az olmakla beraber, bazıları çok çalışkan ve başarılı kız öğrenciler vardı. Kız arkadaşlarımızı genellikle bir şubede toplarlardı, ama yine de sınıf içinde sayıları erkeklere göre azdı. Ailelerimize ve dolayısıyla bizlere günümüze göre oldukça muha-fazakar tutum ve davranışlar egemen olduğu için, kızlarla arkadaşlığı-mız çok sınırlı düzeylerde kalırdı. Bazen var olabilen duygusal ilişkiler ise tamamen platonik nitelikte olurdu.

Tarih öğretmenimiz Aliye Hanım aslen Azerbaycanlı bir aileye men-suptu. Birçok alanda derin ve geniş bilgi sahibi olduğu söylenirdi. Tarih ve sanat bilgisinden, bildiği yabancı dillerden sitayişle bahsedilirdi. Cy-rano de Bergerac oyununun lisemizde sahneye konmasında etkin bir rolü olduğu söylenirdi. Bu oyun Trabzon’a benim gelişimden bir-iki yıl önce Aliye Hanım’ın önerisi ile gündeme gelmiş ve öğretmenimiz Ha-lit Tanyeli tarafından sahneye konmuştu. Cyrano, çevre illerden gelen binlerce kişi tarafından izlenmişti. Benim lisede yaşadığım 1950’li yıl-larda efsanesi devam ediyordu. Cyrano rolü Ruşen Keleş, Roksan rolü ise Selçuk Saruhan tarafından üstlenilmişti. Ruşen Keleş’in değerli bir bilim adamı olarak bizim İÜ İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Bölümü ile

Page 50: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 37

de yakın ilişkileri olmuş, eserleri bölümümüzdeki çevre ve şehircilik konularında ders kitabı olarak okutulmuştur.

Aliye öğretmen mütalaa saatlerimizde bulunur, bizlerin sessizce ders çalışmamıza nezaret ederdi. Ben o yıllarda izlediğimiz çok sayı-daki Western filmine konu olan Amerikan iç savaşının sebeplerini ve seyrini merak ederdim. Tarih derslerimizin müfredatında ise Ameri-kan iç savaşından, bu olayın sebeplerinden ve etkilerinden pek bah-sedilmezdi. Öte yandan, Amerika’da 1940’larda vizyona giren Rüzgar Gibi Geçti filmini Trabzon’da 1953 veya 1954’de henüz yeni seyretmiş-tik. Mütalaada parmak kaldırıp Aliye Hanımdan bize Amerikan iç sa-vaşını anlatmasını rica ettim. Kendisi hiçbir hazırlığı olmadığı halde, tarih derslerimizde değinilmeyen bu konuyu bizlere büyük bir vukufla, ayrıntıları ve başlıca karakterleriyle bir saat süresince anlattı. Başkan Abraham Lincoln’ü, Kuzey için “Union”, Güney eyaletleri yönetimi için ise “Confederation” sözcüğünü, General Grant’in ismini, Gettysburg sa-vaşını vb. ilk kez o gün Aliye Hocanımın ağzından işittim. Tarihe olan sevgi ve ilgimi geniş ölçüde bu öğretmenime borçlu olduğumu söyle-meliyim. Ayrıca, ondan ve onun gibi değerli başka bazı öğretmenleri-mizden o zaman daha fazla yararlanamamış olmamızı burada hayıfla-narak belirtmek isterim.

Trabzon’daki lise yıllarında aldığımız eğitim birçok yönden çağdaş açılımlarla doluydu. O zaman için yeni bilgiler dışında eski ve yeni Türk edebiyatına hepimizin yakın ilgisi vardı. Özellikle İsmet İnönü ve Ha-san Ali Yücel’in girişimleriyle gerçekleşen Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi faaliyetinden belki en yoğun yararlanma bizim neslimize nasip olmuştur. Bu edebiyat, felsefe ve sosyoloji sevgisinde Kaya Bil-gegil, Fahri Bey gibi değerli hocalarımızın da kuşkusuz büyük etkisi olmuştur. Bugün boş zamanlarımızın çoğunu Trabzon’da Meydandaki Milli Kütüphanede Yunan ve Avrupa klasiklerini okuyarak geçirdiği-mizi anımsayınca şaşırıyorum. Genellikle ders kitapları dışında roman, şiir, hikaye gibi yapıtları okuyarak vakit harcamamızı hoş karşılama-yan büyüklerimiz bile zamanla bu çabaların değerini sezdiler. Bir gün beni arayan dedem kütüphenede olduğumu öğrenince gelip okuma salonuna girdi ve 20-30 öğrencinin sessizlik içinde kitap okudukları-nı görünce hayret etti. Bana okuduğumuz kitapları sordu; bazılarının roman, hikaye ve tiyatro eseri olduğu cevabını alınca şaşırdı ama “De-ğerli ve yararlı olmasalar devlet herhalde onları oraya koymazdı” di-yerek memnuniyetini de belirtmiş oldu. Kütüphanede benimle en çok bulunan arkadaşlarım arasında özellikle Yusuf Ziya Günaydın ile Akın Erdem’i hatırlıyorum. Sevgili arkadaşım Yusuf Ziya ayrıca romantik ve

Page 51: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

38 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

hayalci bir kişiliğe sahipti. Ergenlik çağının platonik eğilimlerinin et-kisiyle yakışıklı Holywood artistlerini yakından izler, örneğin Robert Taylor’a benzer pozlar vererek, büyük boy portre fotoğraflarını çekti-rirdi. Yusuf Ziya ayrıca tarihi ya da çağdaş aşk romanlarını büyük bir zevkle okurdu. Refik Halit Karay’ın tüm romanlarını okumuştu. Yazık ki kendisini yukarda değindiğim gibi 1980’li yıllarda bir trafik kazasın-da kaybettik. Şimdi geriye bakıp düşündükçe, onun beni ne kadar çok sevdiğini, benim de onun arkadaşlığına ne denli önem verdiğimi daha iyi anlıyorum.

Trabzon’da geçirdiğim yıllarda önemli bir arkadaş grubunu da NATO tesisleri dolayısıyla Boztepe’deki radar tesislerinde görevli Amerikalı subay ve askerler oluşturdu. 1950’den itibaren Trabzon’da önce şehir-deki evlerde, sonra da Boztepe’deki tesislerde yaşayan bu Amerikalı çocuklardan John Weaver, Kenneth ve kızıl saçlarından ötürü “Red” diye adlandırılan Robert Wilson ile dostluğum sayesinde hem İngilizce yoğun pratik yapmak, hem de dünyaya ve yeni fikirlere açılmak imkanı buldum. O zaman yeterli kaynak bulamamakla birlikte, erişebildiğim bazı bilgilere dayanarak özet ve mütevazı bir Trabzon Tarihi yazdım ve bu kısa metni İngilizceye çevirerek Amerikalı arkadaşlarımıza dağıt-tım. Yakın arkadaşlık kurduğum ve askerlik görevi sona erip ayrılma-dan önce İstanbul’a gelip beni Fatih’teki evimizde ziyaret eden vefalı bir Amerikalı dostum da Kenneth idi. Taksi kiralayıp evimize gelmişti ve benimle vedalaşmak istiyordu. Birlikte Beyoğlu’na çıktık, gün boyunca onunla Avrupa yakasının önemli yerlerini beraberce gezdik.

Sebep olduğu bazı sorunlara rağmen Trabzon’daki bu Amerikan varlığı hem şehrin yaşantısını etkilemiş hem de birçok gencin İngiliz-cesini ilerletmesine olanak sağlamıştır. Yıllar sonra bu Amerikalılar-dan ikisine ABD’de rastlamam şaşırtıcı olmuştur. Yakın çevremdeki arkadaşlardan ikisi liseden sonra mühendislik öğrenimi için İngilte-re’ye giden Güngör Boran ve Yılmaz Şahinkaya idi. Güngör İngiltere’den döndükten sonra Boztepe’deki NATO tesislerinde uzun yıllar çalışmış, tesis kapandıktan sonra Yalova’daki NATO tesislerinde çalışarak ora-dan emekli olmuştu. Her ikisi de 1959 yazında beni Londra’da ziyarete gelmişlerdi. Güngör’le birlikte İngitere’de aynı okula (Loughborouh Col-lege) giden, sonra oradan MIT’e (Massachusetts Institute of Techno-logy) geçerek çok başarılı bir öğrenim gören Yılmaz Şahinkaya, ABD’de yerleşip memlekete dönmediği için onu yıllardır görmedim. Güngör Boran’la ise en azından telefon aracılığı ile daha sık görüşebiliyorum. Çalışma hayatından ve spor-av faaliyetinden hala vazgeçmemiş oldu-ğunu öğrenmek bana mutluluk veriyor.

Eniştem avukat Suat Oyman aslen İstanbullu, 30 yaşlarına kadar olan zamanını İstanbul’da geçirmiş, sonra da ülkeye hizmet adına İs-

Page 52: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 39

tanbul’dan uzaklaşıp Yomra’ya yerleşmiş bir İstanbul efendisiydi. Karadeniz kıyısında Yomra’da yıllarca nahiye müdürlüğü yaparken Ankara Üniversitesinde hukuk eğitimini bitirmiş, görgülü, bilgili bir İs-tanbul centilmeniydi. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra, benim onu tanıdığım yıllarda Trabzon’da avukatlık yapıyordu. CHP içinde ak-tif bir faaliyeti vardı ve 1963-1973 arasında on yıl CHP’den Trabzon Be-lediye Başkanlığı yaptı. İsmet İnönü’yü çok sever, İnönü de Trabzon’u her ziyaret ettiğinde mutlaka eniştemle görüşürdü. Tabii Hasan Saka ve Faik Ahmet Barutçu da bu görüşmelerin önemli bir parçasıydılar. Sonraki yıllarda İnönü-Ecevit uyuşmazlığı doğunca eniştemin CHP ile yolları ayrıldı. Eniştemin belediye başkanı olarak Trabzon’a katkı-ları olmuştur. Siyasi kişiliklerle, valilerle, Trabzon’da görevli ordu ko-mutanları ile ve NATO tesislerinde görevli yabancılarla yakın ilişkileri vardı. Sonradan 12 Eylül 1980 siyasal hareketinin önderi olarak ortaya çıkan Kenan Evren Paşa ile Paşa’nın Trabzon’daki görevi sırasında ya-kın ve uzun sürecek bir dostluk kurmuştu. Eniştem Suat Oyman’ın, kendisi Trabzonlu olmadığı halde, bu ildeki uzun çalışma süresinden dolayı, halkla, şehir eşrafı ile ve akrabalarımızla yakınlığı vardı. Sevilir ve sayılırdı. Trabzonspor Kulübünün oluşmasına ve gelişmesine katkı-lar yaptı. Teyzemle evliliğinden Umran ve Ferzan isimli iki oğulları oldu. Eniştemin vefatından sonra her ikisi de KTÜ’den mezun olarak mü-hendis olan bu iki teyze oğlu ile Umran’ın iki oğlu, Ferzan’ın eşi Ayşe, kızları Umut ve Aslı, teyzemle beraber Trabzon’da yaşayan en yakın akrabalarımdır. Eniştemin belediye başkanlığından sonraki dönem-lerde bu kez yine yakın bir arkadaşımız olan Orhan Karakullukçu Trab-zon Belediye Başkanı oldu ve şehre onun ismiyle anılan değerli katkılar yaptı. Teyzem Nusret Oyman Hanımı ise 2013 yazında kaybettik.

Eniştem Suat Oyman bana gençlik yıllarındaki İstanbul hayatın-dan olay ve anılar anlatırdı. Kendisi 25-30 yaşlarında İstanbul’da güreş kulübünde yöneticiyken arkadaşlarıyla Marmara’da bir gece katıldığı bir sandal sefasında saz ve şarkı seslerini Florya’daki köşkünden işi-ten Atatürk kendilerini köşke çağırtarak içki masasına davet etmiş. O günlerde cereyan eden olaylardan biri de Kurtdereli Pehlivanın kendi-sine meydan okuyan Yunanlı güreşçiyle yapacağı güreş müsabakasıy-mış. Yunanlı güreşçinin Kurtdereli için yaptığı bazı ileri geri konuşma-lar da Atatürk’ü üzmekteymiş ki, Gazi, enişteme Kurtdereli’yi mutlaka galip görmek istediğini ısrarla belirtmiş. Grup Atatürk’ün masasında gece geç saatlere kadar kalmış, sohbet gece saat 3’e kadar sürmüş. Müsabakada Kurtdereli Pehlivan Yunanlı karşısında hızlı ve kesin bir galibiyet kazanınca, Atatürk çok mutlu olmuş ve güreş kulübü yöneti-

Page 53: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

40 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

cilerine bir kutlama göndermiş.Lisede dersler dışında yer alan başlıca uğraşlarımız arasında edebi-

yat ve özellikle şiir önemli bir tutuyordu. Tiyatro oyunları için provalara katılıyor, bu eserleri lisenin büyük tiyatro salonunda sahneliyorduk. Benim ilgi alanlarımdan biri de İngilizceden Türkçeye çeviriler, özel-likle şiir tercümeleri yapmaktı. Longfellow’ın ünlü bir şiirini Türkçeye çevirmiş ve lisenin düzenlediği bir müsamerede davetlilerin önünde okumuştum. Sonraki yıllarda Poe’dan iki-üç çeviri yaptım ve bunları dergilerde yayınlayabildim. Bir defasında Poe’nın Israfel şiirinde rast-ladığım ‘levin’ sözcüğünün karşılığını bulamayınca, öğretmenimiz Cemal Enis Beye sordum. Bana bu sözcüğü kendisinin de bilmediğini, fakat bunun İngilizcede böyle bir kelime olmadığı anlamına gelemeye-ceğini, benim için arayıp bulmaya çalışacağını söyledi. Ertesi gün lise koridorunda beni buldu ve sözcüğün ‘ligthining’ (şimşek) anlamına geldiğini söyledi. Yazık ki, üniversite yıllarımızda benim ve genellikle bizim kuşağın edebiyata olan merakı çeşitli nedenlerle zayıflayacaktı. 1960’lı yıllarda sosyal ve hukuksal konular ön plana çıkacak, 1970’lerde yükselen sol hareket ile sol ve sağ ideolojiler başlıca ilgi odağını oluştu-racaktı. 1980’lerden sonra ise özellikle televizyonun yaygınlaşmasına bağlı olarak, insanların zamanlarını edebiyatla ve okuma ile değerlen-dirme geleneği zayıflayacak ve eski önemini kaybedecekti.

Trabzon Lisesinde iyi bir eğitim alarak 1955’te mezun olduk ve bir Eylül günü birçok arkadaşla birlikte üniversite tahsili için Güneysu va-puru ile İstanbul’a hareket ettik. Annem ve kardeşlerim de beni yalnız bırakmadılar. Oysa diğer arkadaşlarımın çoğu yalnız başlarına, yurt-larda kalmayı göze alarak aile ocaklarından ayrıldılar. Geminin bir an önce hareket ederek, İstanbul’da bizi bekleyen üniversite hayatına ulaştırmasını istiyorduk, ama ertesi sabah uyandığımızda geminin hala Trabzon limanında beklediğini görünce hepimiz ve özellikle Nabi, kısa bir hayal kırıklığı yaşadık. İstanbul’a varıp Galata rıhtımına çıktı-ğımızda, tüm şehirde bizim gelişimizden sadece birkaç gün önce mey-dana gelmiş 6-7 Eylül olaylarının izleriyle karşılaştık.

Arkadaşlarımızın birçoğu o zaman çok revaçta olan mühendislik öğrenimi için İstanbul Teknik Üniversitesi’ne başvurdu. Ben İngilizce-nin daha geniş bir kullanım olanağına sahip olduğuna inanarak, eniş-tem Suat Oyman’ın hukuk okumam için yaptığı telkinlere rağmen İktisat Fakültesi’ne başvurdum. Oysa sonraları çalışmalarım daha çok ‘çalışma hukuku’ alanında yoğunlaştı. O tarihte de şimdiki ÖSS’ye benzer bir test imtihanı ile seçimler yapılıyordu, fakat başvuru sayısı-na göre kapasite daha elverişli olduğundan, yaklaşık herkes istediği

Page 54: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÇOCUKLUK YILLARI I 41

fakülteye kolayca girebiliyordu. Böylece Kasım 1955’te dört yıl sürecek olan iktisat öğrenimim başlamış oldu. Aslında lisede iyi bir öğrenci olan ve özellikle coğrafyaya ilgisi ile temayüz eden Yusuf Ziya Günaydın, bilemediğim nedenlerle, (belki maddi imkansızlıklar yüzünden) üni-versite öğreniminde aramıza katılmadı. Karayolları İdaresinde memur olarak çalıştı. Akın Erdem, Erol Karsan, Yaşar Bilgin, Kenan Kolot, Er-dem Şensoy, İsmail Soysal gibi lise arkadaşlarım da benim gibi İktisat Fakültesinde okumayı tercih etmişlerdi. Kemal Alemdaroğlu, İbrahim Yıldırım, Kemal Dursun, Şeref Doruk, Nabi Çilingir ve diğer birçok ar-kadaşım tıp fakültelerini seçtiler. Çok çalışkan ve başarılı bir öğrenci olan Ayhan Aydoğdu kazandığı bir bursla kimya tahsili yapmak üzere ABD’ye, Yılmaz Şahinkaya ve Güngör Boran mühendislik öğrenimi için İngiltere’ye gittiler. Gürışık isimli bir kız arkadaşımız deniz kuvvetleri-ne katılıp subay oldu, ama bir süre sonra silahlı kuvvetlerden ayrıldığı-nı işittik. Daha sonraları İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak süregelen akademik yaşantımda Trabzon’la ilişkilerimin -benim gibi Trabzon Lisesinden mezun eski arkadaşlarım Prof. Dr. Kemal Alemda-roğlu ve Prof. Dr. İbrahim Yıldırım’ın içinde yer aldıkları akademik ve idari kurullarda- devam etmiş olması, kuşkusuz kaderimin mutluluk veren bir yönüdür. Sevgili Akın Erdem’le temas ve ilişkilerim ise hiç kesilmeksizin devam etmiştir. Özellikle benim yurt dışında olduğum yıllarda Akın’ın anneme ve aileme gösterdiği ilgi ve yardımları unuta-mam. Kanımca eski okul ve mahalle arkadaşlarımızla kurmuş olduğu-muz sevgi ilişkileri kalıcıdır, zira bunlar sonraki iş ve meslek yaşantıla-rımızda etkili olacak çıkar ilişkilerinden tamamen bağımsızdırlar.

Büyük ölçüde o dönem Trabzon Belediye Başkanı olan Orhan Ka-rakullukçu’nun ve sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun katkılarıyla gerçekleşen, Trabzon Lisesinin 100. kuruluş yıldönümü et-kinliklerinin kutlandığı 1987 yılında Trabzon’a ve liseye yaptığımız zi-yaretler de birçok anımızın tazelenmesi açısından unutulmaz bir olay olmuştur. Şüphesiz Dr. İbrahim Yıldırım’ın, yine sevgili Orhan Karakul-lukçu’nun, Ali İhsan Eyüboğlu, Kenan Kolot’un ve başka birçok arkada-şımızın çabaları ve katkıları ile gerçekleşen Mayıs 2016 etkinliklerimiz de yaşantımızda unutulmaz izler bırakacaktır. Bu ziyaret sayesinde arada geçen yıllarda hiç göremediğim bazı eski arkadaşlarımla, örne-ğin sevgili Fethi Topaloğlu, Utku Uğursal, Şeref Doruk ve Rüştü Aras’la tekrar görüşebilmem de anılarımın tazelenmesini sağlayan mutlu te-sadüfler oldu. 2016 yılı etkinliğine bizim dönemimize mensup kız arka-daşlarımızdan sadece Eşay Öngör katılabildi. Renkli ve sıcak kişiliğiyle Eşay’ın bizlere katılabilmesi kuşkusuz toplantılarımızın bizlere mut-

Page 55: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

42 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

luluk veren önemli bir boyutu olmuştur. Mayıs 2016 ziyaretinde Trab-zon’u çok değişmiş buldum. Öyle ki, adeta şehrin coğrafyası değişmiş-ti. Maraş Caddesindeki 1960’larda esasen istimlak edilip yol genişletme amacıyla yıkılmış olan evimizle, bir Çanakkale ve İstiklal Savaşı gazisi amcam Albay Recep Dereli’nin evi arasındaki boş arazi yeni binalarla dolmuş, kuzenim Alkış’la top oynadığımız alan ve amcamın evinin yer aldığı aralık sokak tamamen yokolmuş.

Mayıs 2016 Trabzon ziyaretimizin akabinde gerçekleştirdiğim bir başka ziyareti de burada zikretmeliyim. Daha çok sevgili İbrahim Yıl-dırım’ın teşviki ve yönlendirmesiyle Lisemizin mimarı Alman Bruno Taut’un Edirnekapı Şehitliğindeki mezarını aradım. Türkiye’de Trab-zon Lisesi yanı sıra başka ünlü yapıların, örneğin, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin de mimarı, Edirnekapı Kabristanına gömülü tek gayri-müslim olan Bruno Taut’un yerle hemzemin beton mezarını, Mehmet Akif’in kabrine paralel caddede bulduğumda ayrı bir mutluluk duydum ve bir fotoğrafla tespit ettim.

Trabzon’la ve Trabzon Lisesi ile ilgili tüm anılarımı ayrıntılarıyla bu-rada aktarmam kuşkusuz mümkün değil. Belki ilerde bu imkanı bu-labilirsek, sevgili şehrimiz Trabzon’a vefa borcumuzu daha geniş bir ölçekte kısmen de olsa ödeme mutluluğuna erişmiş oluruz.

Page 56: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 2ÜNİVERSİTE YILLARI

º İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesiº İngiltere’de Stajº Mezuniyet İmtihanları

Page 57: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 58: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI

İstanbul Üniversitesi İktisat FakültesiEylül 1955’te İstanbul’a vardığımızda, Karadeniz Caddesindeki iki

katlı kargir binamız tekrar taşınmamız için hazır durumdaydı. Kiracı hiçbir sorun çıkarmadan evi boşaltmıştı. Üniversitenin ilk iki yılını bu evde geçirecektim. Dedem 1958’de istimlak edilen Trabzon Maraş Cad-desindeki ev karşılığı aldığı bedel ile Fındıkzade’de dört katlı bir bina alınca, annem ve kardeşlerim birlikte önce iki yıl bu yeni binanın ikinci katında oturduk, sonra da üçüncü katına taşındık. Dedem tarafından satın alındığı tarihte bu yapının ikinci ve üçüncü katında Yugoslav göç-meni kalabalık aileler oturmaktaydı. Her iki dairedeki bu kiracıların tahliye işlemlerinde Avukat Aydın Kazancı ağabeyimizin çok yardımını gördük. Ben de üniversiteyi Fındıkzade’deki bu evde yaşarken bitirdim ve evlendiğim 1970 yılına kadar orada annem ve kardeşlerimle yaşa-dım. Kızkardeşim Sevin 25 Ağustos 2016 tarihinde vefat etti. Küçük kardeşim Esen hala bu binanın üçüncü katındaki dairede oturuyor.

Fakültenin ilk iki yılında Karadeniz Caddesindeki evden üniversite için Beyazıt’a giderken, bazen Fatih’e kadar yürüyor, oradan Beyazıt’a tramvayla ulaşıyor, bazen de Unkapanı üzerinden Zeyrek yoluyla yü-rüyerek derslere yetişiyordum. Fatih yolunu kullandığım günlerde en az bir kez Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesinde duruyor ve ruhuna fatiha okuyordum. Daha sonraki yıllarda bunu kendisine söylediğimde Sabahaddin Zaim Hocamız duygulandı ve hayattaki mutluluk ve başa-rılarımda Fatih’in ruhuna okuduğum bu duaların mutlaka bir rolü oldu-ğunu söyledi.

Page 59: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

46 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Anneannem Refika Hafız Hanım lise yıllarımın sonlarında iki kez hafif felç geçirmiş, ancak iyileşmişti. Dayımın, eşi Suzan abladan bo-şanması anneannemi ziyadesiyle üzmüştü. O zamanlar bir aile içinde meydana gelen boşanma utanç verici bir olay olarak algılanırdı. Dayım Ekrem Ozman belli bir süre sonra, 1956 yılında Perşembe (Vona) ilçe-sinden ailesini tanıdığımız Adalet Hanımla evlendi. Dayımın evlendiği günün akşam vakti anneannem üçüncü kez, ama bu defa ağırca bir felç geçirdi. Bu felç kendisini öldüğü yıl olan 1966’ya kadar yatağa bağladı. Kendisine bu yıllar boyunca esas itibariyle teyzem Nusret Hanım ile eşi eniştem Suat Oyman baktılar. Teyzemin özellikle benim üniversite öğrenimi için annem ve kardeşlerimle birlikte İstanbul’a gidişimizden sonra yıllarca anneannemin bakımını üstlenmesi büyük bir fedakarlık örneği olmuştur. Anneannem Refika Hafız Hanımın ölümünden son-ra 1970’te dedem Saip Ozman vefat etti. Her iki ölümde de bizler Trab-zon’da değildik. Aslında huysuz bir koca olarak anneenneme sıkıntılı zaman ve olaylar yaşatan dedemin, eşinin ölümünden çok etkilendiği, günlerce ağlayıp yas tuttuğu söylendi. Dedem sert ve huysuz tabiatına rağmen, gerçekte çok merhametli ve iyiliksever bir insandı.

Üniversiteye girerken fakülte seçimimi İstanbul Üniversitesi İkti-sat Fakültesi’nden yana kullandım. O tarihlerde İÜ İktisat Fakültesinde müfredatın yaklaşık yarısı hukuk derslerine ayrılmıştı. Bu nedenle o yılların mezunlarının bugüne göre daha güçlü bir hukuk alt yapısına sahip oldukları söylenebilir. Ancak, üniversitede karşılaştığımız bazı hocaların başlangıçta bizlerde, onlardan beklediğimiz bilgi birikimine sahip kişiler olmadıkları gibi olumsuz bir algı ve izlenim bıraktıklarını söylemeliyim. Bunda belki aldığımız lise öğretiminin yüksek kalitesin-den sonra bir çeşit ‘kontrast’ etkisinin rolü olabilir ya da bu değerlen-dirmelerimiz başka bazı tesadüfi koşulların sonucuydular. Zaman için-de daha çeşitli konularla ve hocalarla karşılaştıkça bu hayal kırıklığı giderek yerini daha olumlu izlenimlere ya da daha makul değerlendir-melere bıraktı. İlk karşılaştığımız profesörler arasında da da kuşkusuz Sıddık Sami Onar, Z. F. Fındıkoğlu, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı, Ömer Lütfi Barkan gibi güçlü ve tanınmış isimler vardı. Gi-derek izleyen sınıflarda Sabri Ülgener, Ömer Celal Sarç, Halil Arslanlı, Ferit Hakkı Saymen, Mehmet Oluç, Orhan Tuna, Sabahaddin Zaim, İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu gibi başarılı bilim adamları ile karşıla-şacaktık.

O yıllardaki eğitimde 1933 üniversite reformunun ve dolayısıyla Al-man biliminin ve tedrisatının etkileri devam etmekle birlikte, benim Voltaire isminde bir Alman hoca dışında yabancı kökenli bir hocam ol-

Page 60: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 47

madı. Bizim yıllarımız aynı zamanda Anglo-Amerikan üniversite anla-yışının da etkisinin başladığı zamanlardı. Bazı derslerin kaynak kitabı yoktu, dolayısıyla öğrenci daha çok not tutar, bazı öğrencilerin tuttuk-ları bu notlar da yine kendileri tarafından belli yerlerde teksir ettirilir ve öğrencilere satılırdı. Ticaret Hukuku gibi hacimli bir dersin kitabı ise bütün halinde basılmasından önce yıllarca fasiküller halinde neşredildi ve öğrenciye önce bu şekilde satıldı. Ancak bizler son sınıfa yaklaştığı-mızda belli başlı derslerin Türkçe kitapları yayınlanmaya başlanmıştı. Sınıflar esas itibariyle bir hayli kalabalık ve büyüktü ve dersin yürütü-mü daha çok öğretim üyesinin tek yanlı takrirlerine dayanmaktaydı. Problem çözme ve vaka yöntemi gerek hukuk gerek iktisat derslerin-de daha sonraki yıllarda yaygınlaşmaya başlayacaktı.

İktisat Fakültesi temelde o tarihler için güçlü bir öğretim kadrosu-na sahip, Hukuk Fakültesi bünyesinden kurulduğu 1936 yılı itibariyle ayrışarak kısa sürede kendi geleneklerini oluşturmuş, güçlü bir yük-seköğrenim kurumuydu. Henüz onun ve bağlı olduğu İstanbul Üniver-sitesinin ülkede önemli sayılabilecek rakipleri yoktu. Bununla beraber, o dönemlerde öğrencilerin başlıca endişesi mezun olduklarında ne yapacakları sorusunda toplanıyordu. Gerçekten iktisat öğreniminin hukuk, tıp, mühendislik gibi belli bir profesyonel diploma sağlamayı-şı, özellikle ekonomik faaliyetin hala kamuda toplandığı, özel sektörün henüz bugünkü atılımlarını gerçekleştirmediği bir ortamda bu endi-şeler haklıydı. Ancak, ben arkadaşlarımın çoğunun paylaştığı bu en-dişeye katılmıyor, en azından kamuda ve hatta özel kesimde bildiğim İngilizcem sayesinde iyi bir iş bulabileceğime inanıyordum. Öğrencilik yıllarında henüz akademik hayata girmek gibi bir düşüncem yoktu. Sadece mutlaka Amerika’da bir lisansüstü çalışma yapmayı, sonra da yurda dönüp çalışma hayatına katılmayı istiyordum. O zaman an-cak yirmi yıllık bir geçmişi olan Fakültenin mezunları esasen daha çok kamu teşebbüslerinde çalıştıkları için, çoğumuzun kafasında devlet sektöründe çalışma düşüncesi egemendi. Dört yıllık iktisat eğitimimiz verimli ve olumlu sonuçlarını sonraki yıllarda göreceğimiz bir öğrenme süreciyle geçti. O dönemde ilk yıl dışında sınavlarında başarılı olunma-yan derslerin, borçlu kalınarak birikimi ve sonradan verilmesi olanağı vardı. Ancak daha da önemlisi, temel disiplin olarak iktisat yanında iki yan disiplinin ikinci sınıfta seçilerek bunlara ait derslerin daha yoğun alınması ve bu iki disipline ait ders gruplarının, her yıl başarılı olmak koşuluna ek olarak, bir de dördüncü yıl sonunda bir genel sınava tabi tutulması koşulu aranıyordu. Sınavlar yazılı olduğu halde, seçilen di-siplinlere ait ders gruplarının (örneğin, iktisat yanında işletme ve ma-

Page 61: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

48 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

liye disiplinleri derslerinin) önce yazılı, yazılıda başarılı olunursa sözlü bir genel sınava tabi olması esası geçerliydi. Uygulamada öğrenci ara-sında ‘geneller’ denilen bu sınav ve uzmanlaşma sistemi sonraki yıllar-da ve özellikle YÖK’ten sonra önemli değişmelere uğradı. Değişmelerin en temel özelliği fakültelere öğrenci alımının bölüm esasına dönüştü-rülmesi, bunun sonucunda öğrencinin genel bir yaklaşımdan uzaklaş-ması, yalnız bir bölümün konularında yoğunlaşması oldu. Kuşkusuz bu sistemin de yararları vardı, ancak uzmanlaşmanın etkisi, öğrenci-nin genel bilgi alanını daraltması olmuştu. Sonuç, mezunların iş bulma olanaklarının kısıtlanmasıydı. (2000’li yılların başlarında, dekanlığım sırasında eski disiplinler ve genel sınavlar sisteminin geliştirilmiş bir versiyonuna dönme önerileri yaptım, ancak öğrenci için mezuniyeti zorlaştıracağı ve tepkilere yol açacağı düşüncesiyle bu önerim destek bulmadı.)

Fakültenin ikinci sınıfında kural gereği ben de seçeceğim iki disiplini belirleyip Fakülte Sekreterliğine bildirdim. Çoğunluk gibi İşletme-Maliye disiplinlerini seçmiştim. Ancak 3. sınıfa başladığımızda sonraki yaşantı-mı ve meslek hayatımı etkileyecek önemli bir gelişme oldu. Sabahaddin Zaim, Sosyal Siyaset dersini vermek üzere karşımıza çıktığında, onun, yeni doçent olmuş, ABD’den taze ve modern bilgilerle dönmüş bir genç hoca olarak bilim adamı kimliği beni etkiledi. Özellikle yeni tanıştığım bu disiplin, insanla ilgili konular, sendikacılık ve çalışma ekonomisi gibi alanlar, seçmem gereken disiplin hususunda kararımı değiştirmeme neden oldu. Ne var ki, disiplin seçimi işlemi 2. sınıfta tamamlanmıştı ve değiştirmek için vakit artık çok geçti. Ancak sosyal siyaset kürsüsü

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi III-IV sömestirAralık 1956

Page 62: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 49

başkanı Prof. Dr. Orhan Tuna’nın aynı zamanda o dönemde Fakültemi-zin dekanı olmasından aldığım cesaretle kendisine başvurdum ve alan olarak maliye-sosyal siyaset disiplinlerine geçmek istediğimi bildirdim. Yasal bir engel olmaması ve belki de o yıllarda sosyal siyaset disiplinine öğrencilerden fazla talep gelmemesi karşısında, sonradan uzun yıllar kürsü başkanım ve hocam olacak, dekan Prof. Dr. Orhan Tuna isteğimi olumlu karşıladı ve Fakülte Sekreteri Şinasi Sunat Beye bu yönde tali-mat verdi. Sosyal Siyaset, ders olarak 3. sınıftan önce başlamadığı için, bu makul talep sonraki yıllarda da kabul gördü. Böylece, benim çalışma ilişkileri, iş hukuku ve çalışma ekonomisi konularıyla bir hayat boyu devam edecek ilişkim başlamış oluyordu. Henüz ülkede grev hakkı ve toplu pazarlık rejimi tanınmamıştı, ancak zorunlu tahkim sistemi için-de işleyen, İş Kanununa ve 1947 tarihli Sendikalar Kanununa dayalı bir sistem geçerliydi. Ne var ki, bu sistemde grev hakkının tanınması yö-nünde istekler duyuluyor, değişimin işaretleri hissediliyordu. Çalışma konularını ise ancak Fakültenin son sınıfında yoğun biçimde gördük. O zaman Sosyal Siyaset disiplininin yer olarak merkezi, şimdiki Sosyo-loji Bölümünün bulunduğu mahaldeki Enstitü, küçük ve sevimli sını-fımız ve öğretim üyeleri odalarından oluşan birimdi. Son sınıfta burada hocalarımızla yoğun biçimde verimli günler geçirdik. Daha İş Hukuku dersinin Hukuk Fakültesinde bile zorunlu ders olmadığı bir dönemde bizim disiplinimiz İş Hukukunu, Ferit Hakkı Saymen Bey’den zorunlu ders olarak merkez binada Hukuk Fakültesi’ne ait ikinci katta bir sınıf-ta alıyor, Orhan Tuna, Sabahaddin Zaim, Ekmel Zadil gibi hocalarımızın derslerini ise, yine merkez binadaki İçtimaiyat Enstitüsündeki dersha-nemizde izliyorduk. Bu arada bazı işyerlerine de gezilerimiz oluyordu. Bunlardan beni İngilizcemle ön plana çıkaran bir olay Mobil Şirketine yaptığımız ziyaret ve şirket müdürü Mr. Hughes’in bizim sınıfımızda verdiği birkaç konferansı benim tercüme etmem olmuştur.

Son sınıfta ilginç bir geziyi Fakülte olarak Dekan Orhan Tuna, Doç. Dr. Sabahaddin Zaim, Dr. Sevim Görgün, Prof. Dr. Refi Şükrü Suvla ve on kadar Fakültemiz öğrencisi ile İzmir’e yaptığımız ziyaret oluşturmuş-tur. Bu geziye katılan öğrenciler arasında sonradan ABD’de yollarımı-zın birkaç kez kesiştiği Güran Tatlıoğlu ile sonraki yıllarda Türkiye’nin ideolojik-siyasal yaşantısında rolü olan 1960’lı yılların görünürde aşırı solcusu, 1970’lerde açıklanan şekliyle ise gerçekte bir MİT ajanı olduğu ileri sürülecek Mahir Kaynak vardı. O tarihlerde fakülteler bütçesinde öğrencilerle yapılacak bu çeşit çalışma-eğitim gezileri için bir tahsi-sat mevcuttu. 1958 yılında yaptığımız bu gezide hocalar ve öğrenciler olarak o zamanki Yüksek Ticaret Okulu’nun İzmir Varyant’taki öğrenci

Page 63: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

50 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yurdunda kaldık. İzmir’e bu geziyi vapurla yaptık. Dönüşümüzü ise öğ-renciler olarak bizler trenle tamamladık. Gezip incelediğimiz işyerleri arasında Piyale fabrikası, buğday silosu, Turyağ gibi kurumlar vardı. Sonraki yıllarda İzmir’e asistan ve öğretim üyesi olarak çok sayıda ge-zim oldu. Fakat bu grupla yaptığım gezi ve işyeri ziyaretlerinin meslek hayatımın şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. Özellikle hocalarla ve Sabahaddin Bey’le yaptığımız sohbetler, bir yıl sonraki mezuniyette akademik hayata girme hususundaki kararımı herhalde etkilemiştir.

ABD’den döndüğü ve doçent olduğu yıllarda tanıdığımız Sabahad-din Zaim Hoca 1970’lerde ve sonrasında biçimlenen Sabahaddin Zaim karakterinden biraz farklıydı. Gerçekten onu tanıdığımız ilk yıllarda Hoca yine dindar ve muhafazakar olmakla birlikte, 1970’li ve sonrası yıllardaki tutum ve davranışlarına göre daha modern bir görünüme sahipti. Bazen sigara içer, kadınlarla daha serbest sohbet ve iletişim-de bulunabilirdi. Son yirmi, otuz yıl içinde ise muhtemelen ilişkilerinin yoğunlaştığı dini cemaatlerin, tarikatların ve siyasi grupların etkisiy-le daha tutucu ve çağdaş açılımlara kapalı hale geldi. Bir bakış açısıyla Sabahaddin Bey yüksek insanlık ve bilim adamı nitelikleri olan ve İs-lam dinini bütün kurallarıyla içselleştirmiş bir kişiydi. Bir başka bakış açısıyla ise ümmet kavramını ulus kavramının üstünde tutan, Cum-huriyetin kazanımlarını bazen küçümseyen ve belki de zararlı bulan, yakın tarihin Tanzimat’la başlayan, İttihat ve Terakki hareketi ve sonra Atatürk İnkılapları ile süren yenilik hareketlerine karşı görünen biri-siydi. Kendisini 2007 yılı başlarında kaybettik. Onu, ölümünden birkaç gün önce hastanede ziyaret ettiğimde çok mutlu oldu. Ben hasta ya-tağının başındayken, TV çekimi için gelen Samanyolu kanalı yetkilileri ile yaptığı özel sohbete istemeden tanık oldum. Sabahaddin Hoca, tele-vizyon yetkililerine bu kanalın başarılı olduğunu, misyonunu hakkıyla gerçekleştirebildiğini, Türkiye’nin artık bu iktidarla hayat boyu onun özlediği rejim noktasına yaklaştığını, belki de ulaşmış olduğunu söylü-yordu. Vefatı üzerine Fatih Camiinde görkemli bir cenaze merasimi ile defnedildi. Kalabalıklar fikirlerinin ve etkisinin nerelere kadar ulaştı-ğının işaretiydi. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan namazda ön sırada saf tuttular, korumalar beni namaz sırasında arkadaki saflara gönderdiler.

Sabahaddin Zaim doğum yeri olan Üsküp’ten sekiz yaşındayken ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmişti. Aile ismindeki Zaim soyadı İmparatorluk döneminde zeamet mensubu olduklarını gösteriyordu. Sabahaddin Zaim olumlu yaradılışı ve dürüstlüğü ile birçok grubu dar ideolojik bakış açılarının da ötesinde etkileyen bir kişiydi. Allah rahmet eylesin.

Page 64: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 51

Daha önce de söz ettiğim gibi, 1957 yılı içinde başarılı sayabile-ceğim önemli bir faaliyetim, ABD Dışişleri eğitim faaliyetleri yoluyla düzenlenen ve aslında Michigan Üniversitesi (Ann Arbor) İngiliz Dili Enstitüsü’nü uyguladığı yazılı ve sözlü sınavlara girip başarılı olarak bu üniversitenin İngilizce yetenek ve bilgi diplomasını almam olmuş-tur. Fakülte yıllarımda gerçekleştirdiğim birkaç faaliyetin hayatım-da önemli bir yeri vardır. Bunlardan biri henüz 2. sınıfta iken girişti-ğim tercüman/rehberlik işidir. O yıllarda turizm faaliyeti bu günküne göre çok daha sınırlı olduğundan, tercüman rehberlik denilen yeni bir meslek türü henüz doğmaktaydı. Belediyenin açtığı profesyonel kurs-lardan başka Türkiye Milli Talebe Federasyonu da üniversite öğrenci-lerine hitap eden amatör bir rehber kursu başlattı. Bir dil sınavını ge-çen bizler, çeşitli fakültelerden 40 kadar öğrenci, başkan Sylvyo’nun önderliğinde Cağaloğlu’ndaki Federasyon binasında ve çeşitli turistik yerlerde 2-3 ay süren bir eğitimden geçtik. Bir sınavı takiben de ama-tör rehber olduk. Ancak izleyen iki yıl boyunca görev için çağrıldığımız rehberlik faaliyeti sınırlı düzeyde kaldı. Bu işin ilginç yönü, edindiğimiz bilgiler ve karşılaştığımız önemli kişilerdi. Örneğin, Ege uygarlıkları ko-nusunda bize Hilton Otelinde bir ders veren Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’i ve anlattıklarını çok iyi hatırlıyorum. Nispeten büyük çaplı bir rehberlik işi 1957’de İstanbul’da toplanan Dünya Tıp Kongresi için çalış-mamız olmuştur. Dünyanın dört bir tarafından gelen üç yüz kadar tıp doktorunun katıldığı bu kongre, bizim Fen Fakültesi’nin konferans sa-

Türkiye Milli Talebe Fedarasyonu Tercüman / Rehberlik Kursu Mezuniyet Töreni - Haziran 1956

Page 65: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

52 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

lonunda yapıldı ve bir hafta kadar sürdü. Burada Amerikalı doktorlar-la tanıştım. Özellikle Holywood’lu yaşlı bir doktor, eşi ve kızkardeşi ile yakın dost olduk. Yaklaşık 80 yaşlarındaydılar. Beni yarı şaka yarı ciddi evlat edinip ülkelerine götürmekten bahsedince, Amerika’da okuma hayallerimi canlandırdılar. Tabii annemin iki gözü iki çeşmeydi. Doktor gruplarıyla çeşitli şehirlere, bu arada Bursa’ya geziler düzenlendi. Belki daha ilginç olanı, bu Kongrede Mary Study Slater isimli Amerikalı bir hanım yazarla tanışmam oldu. Mary Slater benimle en az beş yıl kadar mektuplaştı. ABD’de o yıllarda şiddetli çatışma ve tartışmalara neden olan siyah-beyaz ırk ayırımı sorununda farklı tutumlarımız dolayısıy-la, ben Cornell’deyken ilişkimiz kesildi. Türkiye’de tanıştığımız sırada Atatürk hakkında tarihi bir roman hazırlıyordu. Bu bağlamda Halide Edip Adıvar Hanımla devamlı temas halindeydi. Daha sonra basılan kitabından bir nüshayı bana ithafen imzalayarak, Cornell Kütüphane-sine gönderdi. Mektup arkadaşlığımızın İngilizce edebi üslupla yazma eğitimime çok katkısı olduğunu söylemeliyim. Mektuplar muhtemelen Fındıkzade’deki evimizin tozlu tavan arasında hala duruyordur. Cor-nell’den 1963 yılında kendisine yazdığım bir mektupta Güney eyalet-lerindeki ırk ayırımcılığı konusunda önemli bir eleştiride bulunmamış, sadece ABD’nin bu sorundan bir an önce kurtulmasını yürekten dile-diğimi belirtmiştim. Ancak, bu kadarı bile Mary Study Slater’in benimle ilişkisini tamamen kesmesi için yeterli bir sebep oldu. Bu olayın bir ya-rarı, toplumda yerleşmiş ön yargıların ne kadar kuvvetli olabileceğini bana kanıtlaması olmuştur. ABD’deki bu önyargıların neden ve niteli-ği hakkında güçlü bir psikoloji formasyonuna sahip danışman hocam Lawrence Williams ile ayrıntılı bir görüşme yaptım.

Bu Kongreden ayrıca hatırımda kalan önemli bir olay da, toplantılar sırasında Pepsi Cola ve Coca Cola şirketlerinin Türkiye’de henüz tanın-mayan bu ürünleri tanıtma kampanyalarıydı. Fen Fakültesinin zemin katındaki büyük koridorlarda bu şirketler standlar açtılar ve katılımcı-lara, ürünlerini parasız bardak bardak ikram ettiler.

Bu dönemde rehberlikle ilgili bir başka olay 1958 kışında, Şubat ayında Çamlıca’da bir pastörize süt mamulleri fabrikasında geçirdiğim deneyimdir. Şubat ayı başında beni bir gün Milli Talebe Federasyo-nu’ndan arayarak, bir peynir üreticisinin yaptıracağı bir deneyim için Danimarkalı bir peynir uzmanına tercümanlık edecek bir eleman ara-dıklarını söylediler ve benim yardımımı istediler. O yıl enflasyonla mü-cadele için DP hükümeti beyaz peynire 3 lira narh koymuştu ve bu gibi uygulamalarda her zaman görüldüğü gibi, beyaz peynir piyasadan çe-kilip karaborsaya düşmüştü. İşte bu duruma bir çare olarak Şakir Süter

Page 66: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 53

isminde yaşlıca bir tacir Danimarka tipi (cheddar çeşidinden) bir pey-nir ürettiği takdirde piyasanın peynir talebini karşılayabileceğini dü-şünmüş, bir gün tesadüfen kendisine peynir uzmanı diye tanıtılan 25 yaşlarında Danimarkalı bir genci bu konuda deneyimler yapmak üzere çalıştırmaya karar vermişti. Şakir Bey’in Çamlıca’da bir çiftlik içinde pastörize süt ve peynir fabrikası, ayrıca inekleri ve mandırası vardı. O tarihlerde sömestire tatili Şubat boyunca bir ay sürüyordu. Danimar-kalı genç ile Karaköy’de buluşuyor, birlikte vapurla Kadıköy’e geçiyor, oradan eski tip otobüslerle Merdivenköy’e ulaşıyorduk. O yıl E-5 ka-rayolu inşa halindeydi. Merdivenköy’den inşa halindeki E-5 yolunun üzerinden aşıyor, Çamlıca tepelerine birlikte yürüyerek fabrikaya ula-şıyorduk. Akşam saat 4-5 sularında aynı yoldan eve dönüyorduk. İşte bu mekanda bir ay boyunca başta peynir olmak üzere, birkaç süt ma-mulü üretmeye çalıştık. İmalathanede birkaç modern pastörizasyon makinesi vardı, 10 kadar işçi kendi işleriyle uğraşırlarken, bir yandan da bize yardım ediyorlardı. Ancak maalesef üretilen tereyağın ve pey-nirin bir kısmını da bizler tükettiğimiz için ortaya bir türlü, gözle görülür miktarda, işe yarar bir üretim çıkmıyordu. Az miktarda ürünü de anne-me götürmekten ayrı bir gurur duyuyordum. Nitekim bu ilk işimdi ve ürettiğimizi tatmaya hakkımız vardı. Şakir Süter, Danimarkalı uzmana günde 15, bana günde 10 lira verecekti. Günler içinde hepimiz tüketti-ğimiz süt ve mamullerinden ötürü biraz da kilo aldık. Sonuçta deneyim ile beklenen gerçekleşti ve 50 gr kadar eritme peyniri, kırmızı bir ko-ruyucu mum tabakası içinde ortaya çıktı. Fakat bir gün umulmadık bir gelişme yaşandı. Çiftlikte fabrikanın önüne kırmızı bir Chevrolet araba içinde 40 yaşlarında bir adam gelip işçilerle konuştu. Bizi görerek ne yaptığımızı sordu. Eritme peyniri yapmak üzere deneyler yaptığımızı öğrenince, bize ne kadar süt verildiğini ve ne miktarda üretim yaptı-ğımızı öğrenmek istedi. Rakamları görünce öfkelendi ve her ikimizin de işine son verdi. Kovulduğumuzu anlayınca birlikte Eminönü’ndeki Şakir Bey’in şirketine döndük ve durumu kendisine anlattık. Anlaşılan bu yeni gördüğümüz zat şirketin daha güçlü olan ortağıydı. İşin garibi yaşlı Şakir Süter daha yenilikçi, bu genç ortak ise deneylere inanma-yan, daha tutucu bir kişiydi. Böylece ilk işimizi, içerde ücret alacağımız da kalarak kaybettik. Yaptığımız deneyler bir hatıra olarak kaldı. Aslın-da Danimarkalı gencin de diplomalı bir peynir uzmanı olmadığı, belki her Danimarkalı gibi süt ve peynir işinde belli bir fabrika işçiliği yapmış bir turist olduğu ortaya çıktı. Kendisi esasen o zamanlar yeni ortaya çı-kan beatnik tipi yaşam tarzını benimsemiş, dünyayı gezmek isteyen bir maceracıydı. Nitekim, Türkiye’den kısa süre sonra ayrılıp Çin’e doğ-

Page 67: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

54 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ru yola çıktı. Ben ise ilk kez işsiz kalmanın anlamını öğrendim. Yine de araştırma çabalarımız bir iki yıl sonra sonuçlarını verecekti ve Süter marka eritme peynirleri piyasada görülmeye başlanacaktı. Bu olaydan 40 yıl kadar sonra Türk iş yasalarının yenilenmesinde görev alırken, “iş güvencesi” konusuna önem vermemde belki de bu olayın üzerimde yarattığı etkinin rolü olmuştur.

1957-58 ders yılı sona ererken dünyada ekonomi öğrencilerinin de-ğişik ülkelerde staj yapmalarını öngören AIESEC’in sınavlarına girdim. Bu örgüt o yıllarda dünyada henüz çok yeniydi Türkiye’de ise herhal-de iki-üç yıllık bir geçmişe sahipti. Yazılı ve sözlü olarak Fakültemizde yapılan bu sınavda birinci olunca, bana yaz ayları için Hollanda’da Hil-versum şehrinde bir kurumda staj yapacağım bildirildi, çok sevindim. İlk kez yurt dışı tecrübem olacaktı. AIESEC’in başkanı o yıllarda İktisat Fakültesinde bir öğrenci olan Erdoğan isminde bir gençti. Ne var ki, o yıllar Türkiye ekonomisi çeşitli sorunlarla karşı karşıyaydı, en önem-lisi de döviz kıtlığı meselesiydi. Türkiye’den dış bir ülkeye gidecek her öğrenciye permi alabilmesi için 33 dolar tahsisi gerekiyordu. İşte bu 33 dolar bizlere tahsis edilemedi, belki de permi kararı çok gecikerek, iş işten geçtikten sonra gelmiştir. Ben Ağustos ayına kadar beklediğimi hatırlıyorum. Permiden bir haber çıkmayınca Trabzon’a gidip tatilimi Argalya’da geçirmeye karar verdim. Böylece Hilversum şehri hiçbir zaman göremediğim ve gitmediğim bir yer olarak anılarımda kaldı. Ancak 1958 yazı bir başka vesileyle bu kez Erzurum’da yeni macera-larla dolu geçecek bir tatile sahne oldu.

1958 Ağustos’undaki bu serüven şöyle gelişti: Trabzon’da tatilimi geçirirken, o yıllarda henüz Trabzon Belediye Başkanı olmayan eniş-tem Av. Suat Oyman, tanıdığı Trabzonlu bir işadamının Erzurum’da fa-aliyet gösteren bir yapı-nakliyat şirketi için tercüman aradığını ve be-nim bu iş için Erzurum’a gitmemin uygun olacağını söyledi. O yıl Suriye içindeki karışıklıklardan dolayı Cento Paktı için İran’a gönderilecek askeri araç gereçlerin ve inşaat malzemesinin İskenderun üzerinden Erzurum’a, oradan da karayoluyla Doğu Beyazıt üzerinden İran’a sevki kararlaştırılmış ve bu malzeme Erzurum tren istasyonuna yığılmıştı. Müteahhit şirket olan MKO adına bir İngiliz idareci, projeyi yönetmek ve sevkiyatı yapmakla görevliydi. Benim görevim bu İngiliz yöneticinin tercümanlığını yapmak, sevkiyata yardımcı olmak, idari makamlarla ve Türk nakliyat şirketleri ile ilişkileri düzenlemekti. Erzurum’a Zigana üzerinden ulaşarak, İngiliz müdürle tanıştım ve onunla aynı otele (sa-nırım Özgür Palas’a) yerleştim. O tarihte Erzurum’daki oteller yetersiz ve düşük kaliteliydi. İngiliz yönetici otelin büyükçe bir odasını çalışma

Page 68: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 55

ofisi haline getirmişti. Zamanımızın çoğu istasyonda Türk askerinin nöbeti altında muhafaza edilen malzemeyi kamyonlara yükletmek, konşimento vb. belgeleri hazırlamak ve işlemleri yürütmekti. O dö-nemdeki nakliye kuralları açısından malzemenin sınırda Doğu Beya-zıt’a kadar Türk kamyonları ile taşınması gerekiyor, İran kamyonla-rının bu yükü ancak İran sınırında teslim almalarına izin veriliyordu. Türk kamyonları küçük ebatta, genellikle beş tonluk oldukları için, işin Türkiye tarafı yavaş işliyordu. Sevkiyatı hızlandırabilmek için Ankara ile temaslar yapıldı ve İran kamyonlarının da Erzurum’a kadar gelip malı taşımaları için Menderes hükümetinin onayı alındı. 15-20 tonluk İran kamyonlarının gelmeye başlaması ile sevkiyat hızlandı. Bu arada yoğunlaşan işte kendisine yardımcı olmaları için İngiliz müdür şehir-de rastladığı iki İngiliz erkeği ile 20-25 yaşlarında bir Alman hanımı işe aldı. Alman hanım İngiliz gençlerden birinin arkadaşıydı. İşte bu yakın-lıktan kaldığımız otelde çeşitli sorunlar çıktı ve haliyle ben de grubun çevirmeni olarak bu sorunlara karışmak zorunda kaldım. Bu ortamda çok ilginç olaylar cereyan etti. Aslında turistlerin çalışma izinleri ol-madan çalıştırılmaları yasal değildi ama bu konuya geçici olduğundan önem vermedik. Aldığımız ücreti hatırlamıyorum, herhalde o zaman için oldukça tatminkardı. Otellerde odalarda banyo yoktu, yıkanmak ancak koridordaki Türk hamamı şeklindeki ortak banyoda mümkün-dü. O dönem Erzurum’da istasyon bölgesi özellikle çok tozluydu ve her gün banyo yapmamız gerekliydi. Bir gün, işe alınan İngiliz gençle Al-man kız arkadaşı banyoya birlikte girince kıyamet koptu. Otel müdürü polisle banyodan her ikisini de apartopar çıkarınca tartışma büyüdü, iş savcıya dahi intikal etti. Savcılığa celbedildik, ben de tercüman ola-rak işin içindeydim. Sorun kısmen halledildi, ancak işin aslında savcı-nın Alman kızda gözü olduğu ortaya çıktı. İş sonraki aşamalarda yine dallanıp budaklandı. İngiliz gençle Alman kız arkadaşı nihayet çözü-mü Erzurum’da geçici bir nikah yapmakta buldular. Uzun lafın kısası, çok garip ve gülünç olaylar oldu. Yemeklerimizi genellikle istasyon lo-kantasında yiyorduk, ancak keçi etine alışkın olmadığımız için sıray-la hepimiz ishal olduk. Ben anneannemden öğrendiğim bir yöntemi kullanarak hemen iyileştim. Yöntem ise ishala karşı kızılcık meyvası yemekti. İyi bir tesadüf eseri olarak o mevsimde çarşıda bol miktarda kızılcık vardı. Benim iyileştiğimi gören bu yabancılar gece oda kapımı çalıp onlara da kızılcık vermem için adeta yalvardılar. Yazık ki, kızılcık Alman kız arkadaşın sorununu halletmedi. Ona bir doktor getirtmek zorunda kaldık. Erzurum’daki bu işte çalışmam bir ay sürdü, daha da devam edebilirdi fakat can sıkıcı olaylar ve zaman zaman gerginleşen

Page 69: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

56 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ortamdan ötürü ayrılmaya karar verdim. Yabancı iş arkadaşlarımın kalmam için ısrarlarına rağmen hesabımı kesip otobüsle Trabzon’a döndüm.

İktisat Fakültesi’ndeki öğrenciliğim boyunca bir yandan da evimi-zin onarım, vergi gibi işleriyle meşgul oluyor, annemin yükünü bu faa-liyetlerimle hafifletmeye çalışıyordum. Bu bağlamda Zehra Külür Tey-zenin İstanbul Defterdar Muavini olan büyük oğlu Gazi Külür dayımız bize yardımcı oluyor, kiracılarla hukuki ilişkilerimizde de Avukat Aydın Kazancı ağabey yardım ve ilgisini esirgemiyordu. Onların bu yardımla-rını burada şükranla anmak isterim. Fındıkzade’deki evimizde kiracı-mız olan yazar Ahmet Kabaklı ve eşi Meşkure Hanımla 1958-1962 yıl-ları arasında uzun sohbetlere dayalı bir dostluğumuz oldu. İlişkilerimiz bir süre kesintiye uğradıysa da, kendileriyle 1991 yılında Azerbaycan ve Orta Asya’ya yaptığımız bir ortak grup gezisinde tekrar görüşmek olanağını buldum. Ahmet Kabaklı bazı görüşleriyle hemfikir olmadı-ğım halde bilgisi ve edebiyat kültürü geniş bir aydın öğretmen ve iyi bir gazeteciydi. Daha sonra kendisinin ve eşinin vefat haberlerini alınca ziyadesiyle üzüldüğümü belirtmek isterim.

Üniversitede son yılım oldukça hareketli geçti. Yıl sonundaki genel sınavlarda başarılı olabilmek için çok çalıştık. Özellikle Sosyal Siyaset disiplininde artık mesleğim olacak özel derslere, Çalışma Ekonomi-sine, Ferit Hakkı Bey’in İş Hukuku derslerine yoğunlaştım. Kuşkusuz dört yılın İktisat bilgisinin ölçüleceği iktisat genel sınavı da ayrı bir önem taşıyordu. O yıllarda ağırlıklı olarak Keynes iktisadı okumuştuk, ancak klasik iktisatçılar, neoklasik dönem, mikro iktisat, para teorisi, faiz, istihdam, büyüme gibi konuları da incelemiştik. Ne var ki, aslında güç olan bir şeyi henüz başaramıyorduk. Bu da çeşitli ekol ve teoriler arasındaki bağları kurup bütüncül bir yaklaşıma, sentezci bir bakışa sahip olabilmekti. İşte son sınıfta bunu başarmaya çalıştık ve ‘genel sı-nav’ bu başarıda önemli rol oynadı. İktisat Fakültesi o yıllarda öğretim üyelerinin genel eğitim ve eğilimleri bakımından Londra’daki LSE’nin (London School of Economics) etkisindeydi. Fakültede o zaman ve sonraki yıllarda gözlemlediğim bir gelenek asistan ve doçentlerin Fa-külte kurallarının öngördüğü sıraya uyarak ‘bilgi-görgü’ adı altında bir yıl için bir Avrupa ülkesinde görevlendirilmesiydi. Bu amaçla adaya bir fon veya vakıftan burs ödenmesi genellikle söz konusu değildi. Burada Fakülte öğretim elemanının yurt dışında bildiği yabancı dili geliştir-mesi amacıyla görevlendirilmesi, bunu finanse etmek için de maaşının rayiç kur üzerinden dışarıya transferi için gerekli işlemlerin yapılması söz konusuydu. Sanayileşmeye ve ekonomi bilimine önderlik eden bir ülke olarak öğretim elemanları tercihlerini genellikle İngiltere’den ve

Page 70: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 57

özellikle ekonomi biliminde o yıllar için ön saflarda yer alan LSE’den yana kullanırlardı. Genç hocalarımızın çoğu bu süreçten geçmiş kişi-lerdi. Benim gibi kendi kazandıkları bursla ya da çalışma olanakları ile yurt dışına çıkan öğretim elemanı ise sıradaki yerini kaybediyordu. Bu nedenle birkaç arkadaşım gibi ben de bu olanaktan hiç yararlanama-dım.

Özellikle Sabri Ülgener Hocanın milli gelir, istihdam ve büyüme dersleri ve bu konuda yeni yayınlanan kitabı bitirme sınavlarına hazır-lanmamızda hepimize yardımcı oldu. Bu arada Ahmet Kılıçbay Hoca-nın Hansen’in Keynezyen yaklaşımlarını içeren Para Teorisi ve Maliye Politikası kitabını çevirip bastırmış olması, hem iktisat hem de çalışma ekonomisi genel imtihanında çok işime yaradı. Bu sayede arkadaşları-mın çoğunun anlamakta güçlük çektiği konuları onlara anlatır duruma geldim. Ders çalışmalarımız daha çok okuma odalarında ya da kütüp-hanemizde gerçekleşiyordu. Haziran ve Ekim aylarında yapılan genel sınavlarım başarılı geçti. Bu sınavlara ilişkin nakledecek öykülerim varsa da, bunları anlatmak uzun ayrıntıları içereceği için değinmeden geçiyorum.

İngiltere’de Staj1959 yazı için yapılacak AIESEC sınavına girerek yine başarılı ol-

dum. Derneğin başkanı Erdoğan ve diğer yöneticiler, bana bir kadir-şinaslık gösterip, geçen yıl Hilversum’a gidemeyerek mağdur oldu-ğum ve sınavı ikinci kez de birincilikle geçtiğim gerekçesiyle bu kez ellerindeki en iyi staj yeri olan Londra’yı bana tahsis ettiler. O yıllarda belki Londra Türkiye’ye ilk kez staj olanağı veriyordu ve o da bana tahsis ediliyordu. Staj yeri ise Londra’da Trafalgar Meydanı civarında London Press Exchange isimli büyük bir reklam şirketiydi. Bu geliş-meye çok sevindim. Böylece ilk yurt dışı deneyimim gerçekleşiyordu. Hem de üniversite tahsilimi yapmayı çok istediğim İngitere’de, velev ki staj için bile olsa... Temmuz içinde gerekli işlemleri ve permi soru-nunu hallederek Sirkeci’den hareket eden Simplon ekspresiyle, beni uğurlamaya gelen aile efradının ve dedemin el sallamaları, annemin gözyaşları arasında, Londra’ya hareket ettim. Yolculuk iki gece üç gün (76 saat) sürdü. Vagon yataklı değildi, çoğu zaman ahşap kanapeler üzerinde oturduk ve uyuduk. Yaşınız 22-23 ise ve sizin için çekici bir hedefe yönelmişseniz bunu yapmak kuşkusuz çok kolaydır. Bu uzun tren yolculuğunun Kara Avrupası ayağı Fransa’da Pais de Ca-lais’de son buluyor, bu uç şehirde trenden vapur yolculuğuna intikal ederek Dover boğazını geçip İngiltere’nin Dover kasabasında, bu kez daha sevimli ve küçük İngiliz vagonlarıyla Londra’da Victoria istas-

Page 71: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

58 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yonuna ulaşıyordu. Yol boyu çeşitli ülkelerden geçip değişik insanlar-la tanışmak ilginçti. Doğal güzellikler özellikle Slovenya’dan geçerken muhteşemdi. Seyahatin son günü cumaya rastladığından, haftanın son iki-üç günü gidecek yeri olmayan genç bir öğrenci olarak ünlü ve görkemli Büyük Britanya başkentini tanımaya çalışmamla geçecek-ti. Londra’da yaşantım, kuşkusuz AIESEC ilgililerinin benimle meşgul olup ev, para vb. sorunlarımı halletmelerine bağlıydı. Ne var ki, cuma günü akşam saatlerinde vardığım Victoria istasyonunda, yapılan tüm anonslara rağmen AIESEC yetkilisi Irene Foster ortaya çıkmadı. Me-ğerse o tarihlerde esas itibariyle mektupla haberleştiğimizden, gön-derdiğim mektubun Irene’in eline zamanında ulaşmaması dolayısıyla beni karşılamaya kimse gelmemişti. Paniğe kapılmayarak hemen en-formasyondan kalınabilecek otellerle ilgili bilgi aldım, bir-iki saat için-de Victoria civarındaki oda kiralayan pansiyonlardan birine yerleştim. Üç gece büyükçe bir odayı, çoğu İngiliz olan 3-4 turistle paylaşacak-tım. Pazartesi günü AIESEC bürosuna giderek Irene’den gerekli adres bilgilerini alıp üç ay için kalacağım bir yer arayacaktım.

İzleyen cumartesi ve pa-zar günleri Türkiye dışında gördüğüm ilk yer olan Lond-ra şehrini keşfe çıktım. Yağ-murlu ve sisli havasıyla ün yapmış olan bu tarihi baş-kent, 1959 yazında harikula-de havalara sahne olacak ve bu yaz sonraki yıllarda da bu özelliğiyle hatırlanacaktı. Ne var ki, Londra’da yaz sabah-ları bile hava soğukça oluyor-du. Bu nedenle ilk yaptığım iş bir yün kazak almak oldu. Fikrini sorduğum Londralı bir bey Marks and Spencer’in ucuz fakat sağlam mal sat-masıyla tanınmış bir mağaza olduğunu söyleyince, bu ma-ğazanın Oxford Street’teki şubesine gittim. Sabah vakti mağazanın önü indirilmiş fi-yatlardan yararlanmak is-

Big Ben / Londra - Ağustos 1959

Page 72: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 59

teyen bir kadın kalabalığı ile doluydu. Marks and Spencer’den izleyen haftalarda satın aldığım ürünleri gerçekten yurda döndükten sonra da uzun yıllar kullandım. Bu şirket halka dönük ucuz mal pazarlıyordu. Oysa, yıllar sonra Türkiye’de şubeler açan bu şirket, yurdumuzda daha çok pahalı ve lüks giyecekler pazarlayan bir kurum olarak tanınacaktı.

Londra’nın yemyeşil ünlü parklarıyla, muntazam asfalt yolları, gör-kemli binaları, meydanları ve parlamento binaları ile o tarihte beni çok etkilediğini söylemeliyim. Belki ilk kez üniversite öğrenimimi bu kent-te, mesela London School of Economics’de yapma şansına sahip olma-dığım için hayıflandım. Bu şehrin konumu, tarihi ve mimarisi, Thames nehri üzerindeki tarihi köprüleri beni büyülüyordu. İnsanların davra-nışları, düzen ve disiplini, kılık kıyafeti, kadınların bakım ve güzelliği, savaştan çıkalı henüz onbeş yıl olmasına rağmen yıkık dökük yerlere rastlamayışınız gibi faktörlerin insanı etkilememesi mümkün değildi. Şüphesiz Türk-Osmanlı İmparatorluğu’nun altı yüzyıl başkentliğini yapmış sevgili ve büyüleyici İstanbul’umuzun benliğimizi saran ayrı bir yeri vardı. Fakat iktisat okumuş bir genç olarak sanayileşmenin, işçi hareketinin ve sosyal demokrasinin anavatanı İngiltere ve Londra beni gelişmişliğinin tüm ruhu ile sarıyor ve etkiliyordu. Pazartesi günü LSE’ye giderek Irene ile stajıma ilişkin ayrıntıları konuştum. Dokuz ayrı şirketten oluşan bir holding niteliğindeki London Press Exchange’e bağlı olan çalışacağım reklam şirketi esasen LSE’ye yakın, Trafalgar Meydanında, National Gallery’nin hemen arkasında, St. Martin’s La-ne’deki şirkete ait birkaç binadan birindeydi. AIESEC’in bana verdiği ev adreslerinden ilkine otobüsle ulaştım, kirası biraz yüksek (haftalık ücretimin yarısı kadar) olmasına rağmen, civarın refah ve doğal güzel-liğinden etkilenerek üç ay için kiralamaya karar verdim. Ev Londra’nın kuzeybatı bölgesinde, Hamstead Heath isimli doğal halinde muhafa-za edilen büyükçe bir yeşil alan içinde, fakat aynı zamanda otobüs ve metro istasyonlarına da çok yakın, Heath Drive yolunun üstünde bah-çe içinde iki katlı, adeta küçük bir malikaneydi. Sahipleri yazar olan ka-rı-koca giriş katında, kiracıları ise üst katta oturuyorlardı. Üst katı yaz boyunca Mike isimli, Cambridge mezunu bir kimya mühendisi ile pay-laşacaktım. Aslında yıl içinde Mike’ın kirayı paylaşan ama şimdi tatilde olan iki ev arkadaşı daha vardı. Ben eve hiç görmeyeceğim bu iki İngi-liz yerine giriyor ve ödediğim kira ile onların kira masraflarını kısmen olsun hafifletmiş oluyordum. Üç ay boyunca bu sakin ve güzel Lond-ra mahallesinde, bu İngiliz romanlarından çıkmış görünümdeki evde gerek ev sahiplerim karı-koca ile gerek günler içinde arkadaşlığımın ilerleyeceği Mike’la mutlu bir dönem geçirdim. Daha yakın zamanlar-

Page 73: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

60 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

da Halide Edip’in İngiltere’de geçirdiği bir dönem boyunca Hamstead Heath’de oturduğunu öğrendim. Staj yerim olan LPE Şirketinde bölüm müdürümüz ve diğer reklam ve pazarlama uzmanları ile de iyi bir di-yalog kurdum. O tarihlerde arkadaşlık kurduğum İngilizleri, şirkette-ki yöneticileri ve ev sahibi ile Mike ve benzeri dostlarımı, genel kanı-nın aksine son derece şakacı ve espri sahibi insanlar olarak tanıdım. Oysa yetişmemiz boyunca bize İngilizlerin soğuk ve mesafeli insanlar olduğu söylenirdi. Aynı şirkette benimle birlikte staj yapan Alman, İs-viçreli, Hollandalı ve biri de Yunanlı olmak üzere dört yabancı öğrenci daha vardı. Şirket staj programının bir parçası olarak herbirimizden ülkelerimizin ekonomileri hakkında bir rapor yazmamızı istedi. Çeşitli kitaplıklardan gerekli bazı kaynakları toplayarak, hemen bu raporları hazırlamaya başladık. Ben de iki aylık bir süre içinde Türk ekonomisi hakkında 40 sayfalık bir rapor hazırladım. Rapora o zaman Türkiye’de geçerli olan zorunlu tahkim sistemi hakkında da bir kısım ilave ederek birim müdürüne teslim ettim. LPE’deki faaliyetim sadece bu raporu yazmaktan ibaret değildi. İlgililer ayrıca pazarlama araştırmaları ko-nusunda da bizi eğitmeye çalıştılar, hatta bu amaçla belli süpermar-ketlerde fiilen pazar ve tüketici araştırması yapmamızı istediler. Ben de birkaç günümü belli bazı ürünlerle ilgili bir pazar araştırması yap-mak üzere Londra merkezindeki zincir marketlerde geçirdim. Zamanı-mın kalan kısmını çeşitli toplantılara katılmak ve özellikle Hyde Park’ta konuşma yapanların köşesine sıkça ziyaretler yaparak ve hatipleri dinleyerek geçirdim. Bunlardan özellikle Mohammed Webster isim-li Müslüman olmuş bir İngilizin yaptığı konuşmalar ilgimi çekiyordu. Dinleyicilerinin çoğu Pakistanlılar’dan oluşan bu konuşmacının İslam hakkındaki açıklamalarına başka gruplar, hatta bazen komünistler de ilgi duyuyorlardı. Ben de birkaç kez kendisine sorular yönelttim.

Unutamadığım bir geziyi ise bir İngiliz tanıdığım ve onun kız arkada-şı ile Cambridge’e yaptım. Cambridge Üniversitesi’nin kampüsü, tarihi mimarisi beni o kadar etkiledi ki, lisansüstü çalışmamı bu üniversitede yapmaya karar verdim. (Oysa iki yıl sonra ABD’de Cornell Üniversite-sinde yüksek lisans yapmak üzere yola çıkacak ve bu yolculukta iki gün kadar Londra’ya uğrayacak, Amerika’da öğrenim yapma olana-ğına kavuştuğum için Cambridge hayalini gerilerde bırakacaktım). Bir başka gün bu kez tek başıma Windsor Castle’a turistik bir gezi yaptım. Daha önce sözünü ettiğim gibi, İngitere’de mühendislik öğrenimi ya-pan lise arkadaşlarım Yılmaz Şahinkaya ve Güngör Boran ile Londra’da buluşarak, onlarla güzel bir gün geçirmem ise anılarımda ayrı bir yer işgal eder. Son olarak İktisat Fakültesinden sınıf arkadaşım Muharrem

Page 74: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 61

Karslı’nın beni Londra’da ziyarete gelmesi ve evimde birkaç gün geçir-mesini zikretmeliyim. 1980’li ve 90’lı yıllarda Muharrem Karslı Türki-ye’de önemli yerlere gelecek, sermaye piyasasında ve siyasette ismini bir süre işittirecekti.

Londra’da staj yaptığım reklam şirketi Trafalgar Meydanına çok yakın bir yerde, St. Martin’s Lane’deydi, yani ünlü National Gallery’nin neredeyse yanı başındaydı. Dolayısıyla, bu müzeyi birçok kez gezdim ve uzun süre orada olduğunu bildiğim Fatih Sultan Mehmed’in Gentil Bellini tarafından yapılmış portresini aradım. Aramalarım uzun süre başarısızlıkla sonuçlandı. Nihayet müze yönetiminden bilgi almaya hazırlanıyordum ki, bu ünlü resmin müzenin hemen girişinde, merdi-venin ilk basamaklarına yakın duvarda bir yerde sergilendiğini gör-düm ve doğal olarak çok sevindim. Teşhir yeri, benim yorumuma göre dünyanın da Fatih’e verdiği önemi göstermesi açısından önemliydi.

Londra’da staj yaptığım şirketteki diğer yabancı stajyer arkadaşlar-la ortak bir anım, planladığımız ama parasızlıktan gerçekleştiremedi-ğimiz bir olayla ilgilidir. O günlerde Londra’nın ünlü tiyatrolarından bi-rinde My Fair Lady müzikali yeni sahneye konmuştu ve büyük seyirci grupları bu müzikali seyredebilmek için uzun kuyruklar oluşturuyor-lardı. Biz de Alman arkadaşımızın girişimiyle dört bilet aldık. Biletler iyi yerlerden olmamakla beraber, gelirimize göre yine de oldukça paha-lıydılar. Oyun tarihi yaklaştıkça ve paramız azaldıkça bu etkinliğe ka-tılmaktan vazgeçmek ve biletleri geri vererek paramıza kavuşmak is-teği hepimizde baskın çıktı. Sonuçta bu isteğimizi gerçekleştirdik, yani biletleri geri vererek paramızı aldık ama yıllar sonra bu ünlü müzikali Londra’da seyretmekten cayarak önemli bir fırsatı kaçırdığım için piş-manlık duyduğumu belirtmeliyim.

Londra’daki AIESEC deneyimim sonraki yaşantımda önemli bir yer tuttu. Her şeyden önce bu ünlü bir başkentte, yeşil çayırları ve parkla-rı, temiz caddeleri ve görkemli binaları, homojen nüfusu ve centilmen insanları ile bu güzel şehirde ilk yurt dışı tecrübemdi. İngilizceye vakıf oluşum sayesinde yakın dostluklar kurdum, ilk kültürler arası göz-lemlerimi yapma olanağını buldum. Sonraki uzmanlık alanımla ilgisi olmamakla birlikte, reklamcılık ve pazarlama konusunda o zamana göre önemli bilgiler edindim. Yine Simplon Ekspresi ile aynı yollardan ve ülkelerden geçerek İstanbul’a döndüğümde, Londra’daki gözlem ve deneyimlerimi kendisine aktardığım Sabahaddin Zaim Hoca bunlarla ilgili bir makale yazmamı istedi. Onun aracılığı ile Türk Yurdu dergisin-de yayınlanan bir yazım ise herhalde ilk yayınlanan makalem olmuştur.

Page 75: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

62 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Mezuniyet İmtihanlarıHaziran ve Ekim aylarında girdiğim bitirme ve özellikle ‘genel’ imti-

hanların bazıları bende unutulmayacak anılar bırakmıştır. Bunlardan örneğin, iktisat genel imtihanının sözlü aşamasında beni imtihan eden jüride Prof. Dr. Refi Şükrü Suvla ile yeni doçent olmuş Sencer Divitçi-oğlu vardı.

Benim Genel İktisat sınavımda sözü Sencer Bey aldı ve yalnız-ca “Marks” dedi; yani Marks hakkında bütün bildiklerimi yoklamak gibi bir niyeti vardı. Marksism o yıllarda Sencer Divitçioğlu’nun yoğun olarak ilgilenmeye başladığı bir konuydu. Marksismi çeşitli derslerde, iktisatta, sosyolojide ve sosyal siyasette, biraz birbirinden kopuk ve parçalı şekilde okumuştuk. İktisadi doktrinler, Prof. Z. Fındıkoğlu’nun Marksist sosyoloji, sosyal siyaset ve sosyalizm derslerinden Marks’ın görüşleri hakkında çok şeyler biliyordum. O yıl ünlü Amerikalı dörtlü Kerr, Harbison, Dunlop ve Myers üniversitemizde bir sempozyum yap-mış ve sonradan ünlenecek Industrialism and Industrial Man yapıtla-rı ile Marksist sanayileşme modeline ilişkin tartışmalar yapmışlardı. Tüm bunlardan bildiklerimi bir sentez yapıp Sencer Bey’e ve Refi Şükrü Hoca’ya naklettim. Cevabı tatmin edici bulmuş olmalı ki, Sencer Bey’in değerlendirmesi “Bir şeyler var” oldu.

İktisat’tan sonra zorlu ama yine başarılı bir imtihan Sosyal Siyaset grup derslerinde oldu. Bunlar, dört hocanın odalarında ayrı ayrı sözlü olarak yapıldı. Çalışma Ekonomisi konusunda Sabahaddin Hoca‘nın sorularına, onun kitabı dışında, bilgi düzeyim iyi olan Keynes ve Han-sen’den tatmin edici cevaplar verdim ve 9.5 notu aldım. O tarihte asis-tan olan Dr. Nevzat Yalçıntaş da benim bu sınavımda hazır bulundu. Daha sonra Fındıkoğlu Hoca’nın odasında, İş Hukuku sözlü imtihanını-yapan Ferit Hakkı Saymen Hoca’nın imtihanına girdim. Bizim disiplin-den olmadığı halde arkadaşım Akın Erdem de benim imtihanımı izledi. Ferit Hakkı Bey sadece bir soru soruyor, tatminkar cevap veremeyen öğrencinin derhal odayı terk etmesini istiyordu. Ben Hoca’nın İş Huku-ku kitabına çok iyi çalıştığım için iş süreleri, tüzük ve yönetmelikleri gibi çok ayrıntılı bir soru sorduğu halde gereken cevapları verebildim. Bugün geriye bakıp düşündüğümde öğrenciden bu çeşit ezbere daya-lı cevaplar beklemenin o tarihlerde bizim bugün yaptığımızdan daha yaygın bir imtihan şekli olduğunu düşünüyorum. O zamanki sistem önemsiz ve ayrıntılı konuların iyi ezberlenmesi esasına dayalıydı. Bu-gün bu yönteme göre daha çok öğrencinin tahlil ve problem çözme ye-teneklerini sorgulayan bir yol izlemeye çalışıyoruz. Gerçi ezbere dayalı yaklaşımın da kendine göre bazı avantajları olduğu söylenebilirdi. İş

Page 76: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

ÜNİVERSİTE YILLARI I 63

Hukundan, daha sonra Ekmel Zadil Bey’in kooperatifçilik dersinden de iyi notlar alarak, disiplin genel imtihanını başarıyla tamamladım. Mali-ye disiplininde ise Prof. Dr. Bedii Feyzioğlu ile daha çok bütçe konularını irdeledik. Son sınıf konuları arasında yer alan Ticaret Hukukunun çe-şitli alanlarından ise sadece yazılı bir imtihanla yetiniliyordu. Bundan da başarılı olunca İktisat Fakültesi’ndeki öğrenimim tamamlanmış oldu. Şimdi 60 sene geriye baktığımda, günümüzde gerek iktisat gerek ilgili çeşitli alanlarda, sosyoloji, hukuk, metodoloji ve davranış bilim-lerinde çok sayıda ve çeşitli yenilik, araştırma bulguları ve uygulama olduğunu, ancak tüm bu gelişmelere rağmen bizim 1950’ler boyunca aldığımız eğitimin de aslında o dönemler için oldukça sağlam ve güç-lü olduğunu görüyorum. Nitekim, bu derslerden ve hocalardan aldığım bilgilerden ve birikimden ABD’deki öğrenimimde yararlandım. Bizim dönemimizdeki öğretimin eleştirilecek yanı, belki gereksiz ayrıntılar-da ezbere dayanması, tahlil ve problem çözme yeteneklerimizi geliş-tirmeye yeterince önem vermeyişiydi. Bu açıdan sistemler arasındaki belirgin farkları daha sonra yurt dışındaki lisansüstü öğrenimim sıra-sında daha iyi değerlendirecektim.

İktisat Fakültesinde öğrenciliğimin son yılında, yani sanırım 1959 içinde önemli bir olay, uzmanlık alanı olarak endüstri ilişkilerini seç-memde etkili oldu. O yıl dört ünlü Amerikalı bilim adamı Fakültemizi ziyaret ederek bir seminer tertip ettiler ve bu programda dünyada en-düstri ilişkileri sistemlerinin karşılaştırmalı analizi konusunda yaptık-ları bir araştırmanın bulgularını tartıştılar. Bu bilim adamları Clark Kerr, Frederick Harbison, John Dunlop ve Charles Myers idi. Yaptıkları araş-tırmanın sonuçları daha sonra 1961 yılında Industrialism and Industrial Man başlığı ile kitap halinde yayınlanacak ve dünya bilim çevrelerinde önemli yankılar yapacaktı. Ben, arkadaşlarım Erol Karsan, Bilsay Ku-ruç ve Sevim bu semineri öğrenciler olarak izledik. Programda etkili Türk isim hocamız Sabahaddin Zaim’di. Konuşmaları Sabahaddin Bey Türkçeye çeviriyor, Afife Sayın Hanım da Türkçe konuşmalardan gere-kenleri İngilizceye çeviriyordu. Programın bitiminde Vehbi Koç, Divan Otelinde bu konuklar için bir yemek verdi. Biz yemek sırasında Vehbi Bey’in masasından uzakta olduğumuz için konuşmaları işitemiyorduk. Bir ara Vehbi Bey’in elini masaya vurarak bir şeyler söylediğini gördük. Aynı masada olan hocamız Orhan Tuna’nın bize naklettiğine göre, o sırada Vehbi Bey Amerikalı uzmanlara sorular sorup görüşlerini alı-yormuş. Bir cevap üzerine elini masaya vurup, “İşte aldığım bu cevap-la ben bu ziyafetin masraflarını çıkardım” demiş. Bu olay bir işadamı olarak Vehbi Koç’un maliyetler karşısında ne kadar duyarlı olduğunu göstermesi bakımından anlamlıydı.

Page 77: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

64 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Mezuniyet dönemimiz ülkede önemli değişimlerin olduğu bir za-mana rastlamasından dolayı ayrı bir önem taşır. Bu değişmelerin ba-şında şüphesiz on yıllık Demokrat Parti iktidarının bir ordu müdahalesi sonucu yıkılması ve buna bağlı olarak başlayan yeni bir anayasa dü-zeni ile birlikte, bir dizi reformun yapılışıdır. 27 Mayıs 1960 siyasal ha-reketi (veya gündelik dile yansıyan ifadesiyle “ihtilali”) öncesi öğrenci hareketlerine, örneğin 28 Nisan olaylarına yoğun biçimde olmamakla beraber, kısmen katıldığımı söyleyebilirim. Ancak, birkaç sokak yü-rüyüşü ve Beyazıt Meydanındaki toplanmalar dışında bu hareketler-de bazı arkadaşlarıma göre rolüm ikinci plandadır. Ne var ki, Mende-res’in ve onun hükümetinin bazı uygulamalarının demokratik rejim açısından yanlış olduğunu görüyor ve 27 Mayıs’ın getirdiği yenilikleri samimiyetle destekliyorduk. Ancak aradan geçen zamanda ve izleyen yıllarda ülke yönetiminde ortaya çıkan nice aksaklık, usulsüzlük ve yolsuzlukları gördükçe, DP iktidarına isnat edilen ve bizim de katıldı-ğımız suçlamaların bugün oldukça anlamsız ya da en azından günü-müzle karşılaştırıldığında önemsiz kaldığını görecek ve üzülecektik. Kuşkusuz, sosyal gelişmelerin her çeşidinde olduğu gibi, burada da olayları bir dereceye kadar kendi döneminin tarihi koşulları içinde de-ğerlendirmek gerekir.

27 Mayıs 1960 hareketinin ortaya çıkardığı 1961 Anayasası ise be-nim konum bakımından önemli boyutlar içerir ki, bu aşamada ve izle-yen akademik hayata geçişimle ilgili bölümde bunlardan bahsetmem gerekir. 1959-60 tarihine yaklaşırken akademik çevrelerde, iç ve dış sendika ortamlarında gerçek bir demokrasiden bahsedebilmek için özgür toplu pazarlığa, toplu pazarlık için de mutlaka grev hakkına sa-hip olmak gereği kabul edilmeye ve tartışılmaya başlanmıştı. 1950’ler boyunca DP tekrar iktidara geldiği takdirde grev hakkını tanıyacağını vaat ediyor ama hükümet olunca bu sözünü unutuyordu. CHP’nin de seçimle iktidara gelmesi halinde grev hakkını, verdiği seçim sözlerine rağmen tanıyacağı şüpheliydi. Ancak 27 Mayıs hareketi gibi yüzü çağ-daşlaşmaya dönük bir siyasal oluşumun çoğulcu demokrasi anlayışına yönelik yeni bir anayasa girişimi ile grev ve toplu pazarlık hakları gü-vence altına alınacak, böylece Türkiye’de endüstriyel ilişkiler ve sen-dikacılık, dolayısıyla benim seçtiğim uzmanlık alanı için yeni ve hare-ketli bir dönem başlayacaktı.

Page 78: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

º Akademik Kariyerin Başlamasıº Prof. Dr. Orhan Tunaº İlk Yıllar ve Bülent Ecevitº 1960’lı Yıllardaki Diğer Asistanlık Çalışmalarımº ABD’de Cornell Üniversitesi’nde Yüksek Lisans

BÖLÜM 3AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM

Page 79: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 80: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM

Akademik Kariyerin Başlaması1959 yazını İngiltere’de AIESEC stajını yaparak geçirdikten son-

ra İstanbul’a döndüm ve Fakülte’den mezun oldum. Askerlik görevini yerine getirmek üzere başvurumu yapmıştım. Birgün Fakülte’de eski bölümüme uğrayıp Prof. Dr Sabahaddin Zaim’le ve diğer hocalarımla vedalaşmak istedim. Bu ziyarette Cornell Üniversitesinden konuk hoca olarak kürsümüze gelmiş olan Prof. Frank Miller’le tanıştım. Kendisi ailesi ile birlikte bir yıl için Türkiye’ye gelmişti ve bölümümüzde dersler verecek, bu arada Cornell’e gitmiş bulunan kürsü başkanımız Prof. Dr. Orhan Tuna ve Dr. Nusret Ekin’le karşılıklı iletişim içinde Fakültemiz’le Cornell arasında, Rockefeller Vakfı aracılığıyla, uzun vadeli bir işbirliği projesini geliştirmeye çalışacaktı. İzleyen birkaç ayı Prof. Miller ve ai-lesine yardım ederek ve başlayan derslerde okutman Sabahat Yalçın Hanım’la birlikte Miller’in çevirmenliğini yaparak geçirdim. İlk hafta-ları Millerlere ev kiralanmasına, sonra da Rektörlükle sözleşmesinin yapılmasına katkı gibi kişisel ilişkiler ve yardımlarla geçirdim. Böylece Miller’le ve dolayısıyla Cornell’le, bu bağlamda da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ile çok uzun sürecek ilişkim başlamış oldu. Kürsünün açtığı asistanlık sınavını Metin Kutal ve Mehmet Eröz’le birlikte kaza-narak akademik hayata girmiş oldum. Ancak boş kadro olmadığından, asistan olarak atanmam ancak Ocak 1961’de gerçekleşti. Bu arada as-

Page 81: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

68 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

kere gitmek üzere başvuru yaptığım halde şubeme müracat etmemem yüzünden, bir süre sonra polis marifetiyle arandım, ancak Üniversite çok geçmeden tecil işlemini gerçekleştirdi. Dolayısıyla, yedeksubaylık görevine ancak doçentliğim döneminde, 1969’da başlayabildim.

Üniversiteye asistan olarak alınmamda Sabahaddin Zaim Hoca-nın isteği ve doğrudan etkisi olmuştur. Ancak Sabahaddin Bey bu iş-lemi gerçekleştirmeden önce, 1960-61 ders yılında ABD’de bulunan kürsü başkanı Prof. Dr. Orhan Tuna’ya yazarak onun onayını almıştı. Orhan Tuna Hoca 1987’deki vefatına kadar benim akademik kariye-rimde önemli bir rol oynamış, ilişki ve dostluğumuz yıllar içinde gide-rek pekişmiştir. Hoca’nın hayatını kaybettiği dönemde yaz tatili için Bodrum’da olmamız nedeniyle vefat haberini iki gün sonra alabildim. Cenazesinde bulunamayışımın verdiği üzüntüyü biraz olsun hafifle-tebilmek için anısına kısa fakat güzel bir yazı hazırladım. Bu yazı Mil-liyet gazetesinde Ali Gevgili’nin Düşünenlerin Düşüncesi sayfasında “İşçilerin Babası Vefat Etti” başlığıyla yayımladı. Bu anı ve değerlendir-me yazısını burada tekrarlamak isterdim, ancak evraklarım arasında aradımsa da yazıyı bulamadım. Bu yüzden, burada bu vesileyle bir an durup Orhan Hocamız hakkında bildiğim biyografik bilgileri bazı anı kırıntılarıyla birleştirerek aktarmak istiyorum.

Prof. Dr. Orhan Tunaİstanbul’da 1910 yılında doğan Orhan Tuna çocukluğunun bir bölü-

münü yargıç olan babasının görevi dolayısıyla Giresun’da geçirdi. Aile kökeninin aslen Bulgaristan’ın Deliorman bölgesine dayandığını söy-lerdi. Giresun Rüşdiyesini bitirdikten sonra Edirne Lisesi’nde okudu ve İstanbul Ticaret Lisesi’nden mezun odu. 1934’te İstanbul Yüksek İkti-sat ve Ticaret Mektebi’nden (İstanbul Yüksek Ticaret Okulu) mezun oldu. Almanya’ya giderek Hitler’in iktidara geldiği yıllarda Heidelberg Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını yaptı. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce doktora öğrenimini başarıyla tamamla-yıp yurda döndü ve 1938’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü’ne, sonradan Sosyal Siyaset kürsüsü olarak sosyolojiden ayrılıp müstaki bir nitelik kazanacak olan Sosyal Siyaset kürsüsüne atandı. Hitler rejiminden Türkiye’ye iltica eden ve Atatürk’ün 1933 Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesinde gö-revlendirilen Prof. Dr. Gerhard Kessler’le birlikte çalıştı, onun asistan-lığını yaptı. Kessler, Hitler’in ayırımcı ırkçı politikalarından kaçan çoğu Alman gibi Yahudi kökenli olmayıp, Bavyeralı bir cermendi. Dolayısıyla Almanya’yı terk edişi sadece Hitler’in Nazi rejiminin politikalarına ve

Page 82: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 69

baskıcı uygulamalarına karşı olmasından kaynaklanıyordu. Kendisi bir “sosyal demokrat” ve bu yönüyle Aryan olduğu halde vatandaş-lıktan çıkarılan tek Alman hoca olmuştu. Orhan Bey’in bize nakletti-ğine göre, Kessler iyi bir sosyal politika bilgini olduğu kadar, hümanist özellikleri olan yüksek seciyeli bir kişiliğe sahipti. Ben Kessler’i göre-medim ama Orhan Bey’den onun kişiliği hakkında çok şey dinledim. Orhan Tuna 1942’de doçent, 1951’de profesör oldu. 1947’de İş ve İşçi Bul-ma Kurumu’nun yayınlarında ve Türk İşçisi gazetesinde yazarlık yaptı. 1948’den itibaren Sosyal Siyaset Konferanslarının düzenlenmesinde aktif olarak çalıştı. Çoğu işyerlerinde işçi ve işverenleri sosyal politi-ka konularında eğitmek amacıyla düzenlenen bu konferanslar, yıllar boyu bir gelenek olarak devam etti. Bu yayın günümüzde de kesintisiz olarak sürdürülmektedir. Orhan Tuna 1947’den sonra yeni kurulmakta olan sendikaların gelişimine sendikacıları eğiterek, sendika tüzükle-rinin hazırlanmasına katkı yaparak, sendikacılara konferanslar ve-rerek ve yol göstererek aktif yardımda bulundu. Orhan Tuna özellikle 1947-60 döneminde sosyal siyaset ve sendikacılık konularında bilim çevrelerinde ilk akla gelen isimdi. 1958-60 döneminde, yani benim öğ-renciliğim sırasında İktisat Fakültesi dekanlığı yaptı. 1960 yılında eşi İsmet Hanım ve asistanı Nusret Ekin’le birlikte bir yıl süreyle ABD’de araştırmalar yaptı. Dönüşünde Sosyal Siyaset Kürsüsünde artık be-nim de asistanı olarak katıldığım bilimsel çalışmalarını ve kürsü baş-kanlığını sürdürdü. Çeşitli dergi ve yayınlarda sosyal politika konula-rında yüzlerce makalesi olan Prof. Dr. Orhan Tuna’nın çok sayıda çeviri kitabı yanında, İstanbul Küçük Sanayiinin Bugünkü Meseleleri (1950), Grev Hakkı, İş Mücadelelerinde Yeri ve Ehemmiyeti (1951) ve Metin Ku-tal’la ortak eser olan Grev Hakkı, Başlıca Meseleleri ve Memleketimiz Bakımından Tanzimi (1962) adlı kitapları yayınlanmıştır. Orhan Tuna 1980’de emekli oldu, 1987’de kısa süren bir rahatsızlığın ardından vefat etti.

Renkli kişiliğiyle Orhan Tuna Hoca, yakın tarihimize ilişkin bilgi-siyle, özellikle erken Cumhuriyet döneminin sosyal olayları ve siyasi kişilikleri konularındaki anekdotlarıyla beni çok etkilemiştir. Kendisi üniversitedeki asistanlık ve doçentlik yıllarında Alman konuk hoca-larla yakın ilişkiler kurduğu için bizlere onlar ve özellikle Kessler hak-kında anekdotlar naklederdi. Bize söylediğine göre, bu Alman hocala-rın hemen hepsi klasik Batı müziğiyle meşgul olur ve bir enstrüman çalmayı bilirlermiş. Orhan Bey bir defasında Profesör Rüstow’a niçin Almanlardan büyük müzik ustaları çıktığını, oysa sanayileşmede ede-biyatta ve bilimde ileri olan İngilizler için bunun pek o kadar söz konusu

Page 83: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

70 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

olmadığını sormuş. Rüstow’un cevabı ise oldukça anlamlı. Alman hoca, “Çünkü” demiş, “İngilizler söz ve ifade özgürlüğüne sahiptiler. Bizde ise bu özgürlükler pek geçerli değildi.” Orhan Bey ve eşi İsmet Hanım Batı müziğini bilir ve severlerdi. Her ikisi de sık sık operaya gider, Wagner ve Bach gibi klasik Batı müziğinin ustalarının eserlerinden övgüyle bah-sederlerdi. Orhan Bey’in aynı zamanda klasik Türk müziği konusunda bilgisi vardı. Bize, Itri’yi dinleyen Alman hocalardan birinin bu üstün müzik türünden etkilendiğini ve Itri’yi Bach ile karşılaştırdığını söyler-di. Orhan Bey üniversitede asistanlığının ilk yıllarını Profesör Kesler’in yanında onun tercümanlığını yaparak geçirdiği için, İstanbul’da onbeş yıl kadar ikamet eden ve Sosyal Siyaset’in ülkemizde tanınmasında ve okutulmasında öncülük yapan bu saygın Alman hocadan öğrendikle-rini ve işittiklerini bizlere aktarmaktan zevk duyardı. Orhan Bey’den öğrendiğimize göre Kessler Türkleri çok seviyor, Türklerin daima za-yıfın yanında yer alıp onu kollayan ve koruyan, cömert ve alicenap vasıflara sahip olduğunu vurguluyor, bu değerlendirmesini, “Türkler şövalye ruhlu bir bir millet” sözleriyle betimliyordu.

Orhan Tuna Hoca kürsü elemanlarının Sosyal Politikanın tüm dal-larında bilgili yetişmelerini arzular ama herbirimizn belli bir konuda ayrıca uzmanlaşmasını teşvik ederdi. Bu amaçla örneğin, Nusret Ekin istihdam ve işsizlik konularında uzmanlaşıyor, Sabahaddin Zaim ça-lışma ekonomisinin iktisadi tahlilleri ile başarılı çalışmalar yapıyor, Metin Kutal’ın iş hukuku ile yakından ilgilenmesi bekleniyordu. Or-han Bey benim Sosyal Güvenlik alanında uzmanlaşmamı istedi. Oysa ben asistanlığımın daha başlangıç aylarında sendikacılık ve endüstri ilişkileri konularına ilgi duyuyordum. Nitekim bu ilgi Cornell’de öğren-ciliğim sırasında ve sonraki yıllarda devam etti. Sendikacılık ve toplu pazarlık alanı özellikle o yıllarda daha dinamik ve ilginç bir görünüm arzetmekteydi. Çıkar çatışmalarına sahne olması yönüyle değişken ve heyecan verici bir karakteri vardı. Oysa sosyal güvenlik sistemi aslında önemli olmakla birlikte durağan bir konuydu. Ayrıca, Türkiye’de henüz gelişmekteydi ve bu nedenle sık yasa değişiklikleriyle giderek karma-şık ve anlamsız bir şekle bürünüyordu. Orhan Bey isteğimi anlayışla karşıladı, sosyal güvenliği ise kürsüye benden bir yıl kadar sonra giren Turan Yazgan’a önerdi. Turan itiraz etmeden konuyu kabul etti, hemen ayrıntılı çalışmalarını başlattı ve daha asistanlığının ikinci yılında İn-giltere’de yayımlanmış bir sosyal güvenlik kitabını Türkçeye çevirerek faydalı bir iş yaptı. Özellikle onun sosyal güvenlik ve refah ekonomisi konularını devletin varlığı ve gerekliliği ile bağdaştırma yaklaşımını çok beğenir ve takdir ederdim. Milliyetçi ve devletçi kişiliği ile bu bağ-daştırma işini başarıyla ve heyecanla beceriyordu.

Page 84: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 71

Orhan Tuna Hoca’dan sosyal politika dışında da çok şey öğrendim. Kendisi Almanya’daki doktora öğrenimi dolayısıyla Almancayı çok iyi konuşur ve yazardı. Ayrıca, ABD’de kaldığı bir yıl içinde İngilizcesini de ilerletmişti ve İngilizce yazılı metinleri rahatlıkla okur ve anlardı. Ama dil konusundaki hakimiyetini en çok Türkçede fark ederdiniz. Ne var ki, o da meslektaşı Prof. Z. Fındıkoğlu gibi yeni üretilen Türkçe sözcük-lere karşıydı, hatta dilimize yerleşmiş olan yeni Türkçe sözleri, örne-ğin “özellikle, ilginç vb.” gibi sözcükleri kullanmamıza karşı çıkardı. Bu yüzden doktora ve doçentlik tezlerimi ne kadar eski bir Türkçe ile yazmış olduğumu görmek şimdi beni şaşırtıyor. Bazen yazılarımızda ve konuşmamızda düzeltmeler yapar, örneğin “gerek...., gerekse...”yi yanlış bulur, doğrusunun “gerek..., gerek...” olması gerektiğini vurgu-lardı. Bunun gibi, fazla çaba harcamak anlamında kullandığımız “koş-turmak”ın yerine bunun doğrusu olan “koşuşmak” dememizi isterdi. Yaptığı bu düzeltmeler zamanla benim kullandığım Türkçeyi etkile-miştir. Alman eğitiminin ve savaş yılları nedeniyle uzun süren yedek askerliğinin etkisiyle otoriter bir kişiliği vardı. Çalışanlara karşı otori-ter bir disiplin uygular, geleni gideni kontrol amacıyla kapısını devamlı açık tutar, arada bir çıkıp koridorda dolaşanlara bağırırdı. Metin Kutal bu davranışı için bir yönetim kavramı yaratmıştı. Bu çıkışlarına “otorite teyidi” derdi. Bazı küçük sürtüşmelerimize rağmen, kürsümüz men-supları tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Bunun bir istisnası kürsü arkadaşımız olan ve çok sevip takdir ettiğim Turan Yazgan’la aslında önemsiz bir sorundan ötürü darılması ve uzunca bir süre dargın kalmış olmasıdır. Bu yüzden Turan’ın kadro meselesini sürüncemede bırakı-yor, gereken ilgiyi göstermiyordu. Bir gün Turan durumdan yakınınca Orhan Bey’le konuştum, ona Turan’ın çok değerli, bilgi ve ahlak sahibi bir kişi olduğunu söyleyerek atama işinin geciktirilmesinin haksızlık olacağını belirttim. Bu ısrarım belki etkili olmuştur. Orhan Bey kısa bir süre sonra gerekli işlemler için onay verdi.

Orhan Tuna dost meclislerinden hoşlanır, kürsü mensuplarını Ka-dıköy yakasında ve Boğaz’daki lokantalarda bir araya getirerek, on-larla sohbet etmekten mutlu olurdu. Akşam mesai bitiminde kürsü mensupları ile birlikte yürüyerek Kadıköy’e gitmek üzere Karaköy veya Üsküdar iskelelerine topluca inmekten büyük zevk alırdı. De-vamlı olarak üniversitedeki işi başında bulunur, devamı muntazaman kontrol eder, ancak çarşamba günleri kendisi işyerine gelmediği gibi bizlerin de gelmesini istemezdi. Bu günü akademik ve idari işler dışın-da yerine getirmemiz gereken işlere, örneğin vergi ödeme, ev onarımı vb. gibi meşguliyetlere ayırmamızı isterdi. Bu yüzden çarşamba gün-

Page 85: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

72 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

leri bizim kürsüde kimseye rastlanmaması adeta bir gelenek haline gelmişti. Asistanların doktora ve doçentlik çalışmalarıyla bizzat ilgi-lenir, bu amaçla evde çalışma toplantıları düzenlerdi. Orhan Tuna’nın Fakülte’deki en yakın dostları Prof. Dr. Ziyaeddin F. Fındıkoğlu, Prof. Dr. Sabri Ülgener, Ömer Lütfi Barkan ve Mehmet Oluç’du. Orhan Bey’in hepimizle yakın ilişki ve dostluğu olmakla birlikte, Nusret Ekin’le Nus-ret’in asistanlık döneminden başlayan arkadaşlığı adete bir baba-oğul ilişkisine dönüşmüştü.

Orhan Tuna ile Ankara Üniversitesindeki meslekdaşı Prof. Dr. Cahit Talas arasında akademik rekabetten doğan bir çekişme vardı. Bu çe-kişmenin belki başka nedenleri de mevcuttu. Son yıllarında bu çeke-mezlik ve çekişmenin durulduğunu, hatta tamamen ortadan kalktığını görmek bizleri mutlu etmiştir. Orhan Bey’in özellikle 1970’li yıllardan sonra baş gösteren bir başka mutsuzluğu ise işçi sendikalarıyla zayıf-layan ilişkilerinden kaynaklanıyordu. Kendisi sendikaların onlar için yaptığı katkıları artık görmezden geldiklerine inanıyor, sendikacıları “nankör” olmakla suçluyordu. Kuşkusuz zamanlar değişiyor, sendikal ilişkiler daha kompleks hale geliyor, toplum giderek daha plüralist ni-telikler kazanarak, kişisel çıkarların ön plana çıktığı görülüyordu. Bu nedenle, bana göre Orhan Bey’in işçi sendikalarına karşı giderek ya-bancılaşması daha çok kişisel algılarından kaynaklanan bir durum-du. Nitekim ben sendikacılardan onun aleyhine söylenen herhangi bir olumsuz ifadeye tanık olmadım. Tersine ismi geçince hemen hepsi onun geçmişteki hizmet ve katkılarından övgüyle bahsediyorlardı.

Prof. Dr. Orhan Tuna’nın Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’le yakın dostluğu vardı. Birgün kendisini bizim kürsüye davet etti, ama Kemal Bey hemen gelemeyeceğini, çünkü oruçlu olduğunu belirtti. Orhan Bey, ‘sen sosyalistsin, nasıl oruç tutarsın?’ şeklinde bir şaka yapınca, Kemal Türkler, ‘ben müslüman komünistim’ diye ilginç bir cevap verdi.

Sanırım 1968 ya da 1969 yılında bizim kürsü TÜRK-İŞ’in Anka-ra’daki Sendikacılık Kolejine benzer bir kurumu İstanbul’da, daha çok genç sendikacılara ve sendika temsilcilerine eğitim vermek amacıyla kurma girişiminde bulundu. TÜRK-İŞ Koleji gibi biz de ABD yardımından hareket edecek, fakat daha çok ancak bir-iki yıl önce faaliyete başlamış bulunan DİSK’in işbirliğini arayacaktık. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler gereken ilgiyi göstereceğini açıkladı. Parasal destek ABD’de Philadelphia’da kurulu bir vakıf-tan sağlanacaktı. Proje için feasibility çalışmasını yapmak üzere Wharton School’ın ünlü hocalarından William Gomberg Türkiye’ye geldi. İstanbul’da bizim kürsüyle, sendika çevreleriyle, Ankara’da

Page 86: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 73

TÜRK-İŞ’le temas ve görüşmeler yaptı. TÜRK-İŞ’in Ankara’da böyle bir koleji varken, bizim bu teşebbüsümüze pek sıcak bakmayacağı açıktı. Gomberg ise oldukça ters ve haşin tabiatı ile bize ve konuya pek olumlu yaklaşmadı. Hatta konsolosluktaki bir arkadaşımdan sonradan öğrendiğime göre, yaptığım konuşmada sarf ettiğim bazı cümlelerden benim bir “komünist” olduğum sonucuna varmıştı. So-nuç olarak, bu projeye beklediğimiz desteği bulamadık. Birkaç yıl sonra ABD’de Philadelphia’da Pennsylvania Üniversitesinde yaptığım bir ko-nuşma sırasında dinleyiciler arasında gördüğüm William Gomberg’in bana “Toker biliyor musun, o proje tamamen CIA tarafından destekle-nen bir girişimmiş, bundan benim de haberim yoktu” demesi oldukça ilginçti.

Profesör Orhan Tuna her şeyden önce Atatürk rejimine ve onun de-ğerlerine bağlı bir kişiydi. Devletçiliği daima savunur, sosyal devletten yana olduğunu vurgulardı. İşveren kesiminden herhangi bir çıkar bek-lemedi ve bu yönde iş ilişkilerine hiç girmedi. Yazık ki, aile hayatında, özellikle evliliğinde mutlu değildi. Bu durum, aslında onun da değerli özellikleri olmasına rağmen eşi İsmet Hanımın biraz haşin karakterin-den ileri gelmekteydi. Zamanını üniversiteye hasretmesi, mümkün ol-dukça bizlerle yemekli toplantılara katılmayı tercih etmesi ve evinden mümkün olduğunca uzun sürelerde uzak kalmak istemesi kısmen bu nedenleydi kanısındayım. Yine de Orhan Bey ve İsmet Hanım bir-birlerini sever ve sayarlardı. Vefatından sonra Edirnekapı Şehitliğinde babamın mezarına yakın bir yerdeki kardeşi Cemil Tuna’nın aile me-zarlığına defnedildi. Ne var ki, genişçe olan kabir yerinde diğer yatan-lar arasında yeri belli değildi. Uzun süre hepimizi üzen bu duruma çare bulmak için bacanağı Osman Seden’in oğlu ve Orhan Bey’in de küçük-ken çok sevdiği Kemal’i buldum. Onun yardımıyla mezar yerini tespit ederek başına bir taş dikmemiz için onayını aldım. Mezarının onun is-mini ve eserini simgeleyen bir taşla tamamlanmasını gerçekleştirmek ise Prof. Dr. Berrak Kurtuluş’un girişimi ve Yard. Doç. Dr. Halil İbrahim Sarıoğlu’nun çabasıyla gerçekleşti. Orhan Tuna Hoca’ya Tanrı’dan rah-met dilerim. Orhan Tuna Hoca’dan birkaç yıl sonra ise eşi İsmet Ha-nım’ın, benim Metin Kutal’la Cenevre’de ILO konferansında olduğum bir gün, İstanbul’da vefat ettiğini öğrendik.

Orhan Tuna Hoca belki evlilikten beklediği mutluluğu bulamamış olmasından ötürü, elemanlarının, özellikle doçent olmadan önce ev-lenmelerine karşıydı. Evliliğin bilimsel çalışmalarımızı sekteye uğra-tacağını söylerdi. Nitekim, Nevzat Yalçıntaş doçentlik imtihanından hemen sonra, Nusret Bey de Ceyhan Hanımla doçentliğinden kısa bir

Page 87: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

74 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

süre sonra evlendi. Aynı şey benim Bengi ile evlenmemde de geçerli oldu. Ne var ki, her evlilikte çiftler nikah şahidi olarak Orhan Tuna’yı seçiyor, o da bu tercihe şaşarak, “Niçin beni şahit yapıyorsunuz? Benim evlilik karşısında olumlu bir deneyimim ve tavrım yok ki” diyordu.

İlk yıllar ve Bülent EcevitAsistanlığımın birinci yılı çok verimli çalışmalarla geçti. Prof. Miller

kaliteli bir öğretim üyesi, insanlık vasıfları yüksek bir centilmendi. 1961 Anayasası’nın hazırlanışı sırasında konumla ilgili tartışmaları izledim. Bülent Ecevit Çalışma Bakanı olarak Enstitümüze geldi, hocalarla gö-rüşüp bilgiler aldı ve kitaplığımızdan sendikacılık, toplu pazarlık ve grev hakkı ile ilgili İngilizce eserleri -yanındaki müsteşara rağmen- bizzat merdivene çıkarak eliyle seçip ödünç aldı. Onu ilk bu şekilde ta-nımış oldum. Bu arada Orhan Bey’le Metin Kutal’ın birlikte yazdıkları Grev Hakkı isimli kitap yayımlandı ve öncelikle TBMM’de milletvekil-lerine dağıtıldı. Anayasadaki tanımlarda grev hakkını hak grevlerini kapsayacak biçimde daha geniş tanımlamada bu kitabın ve bizim kür-süye ait görüşlerin önemli etkileri oldu. 1963’ün sendikal yasaları ben ABD’deyken çıkacak ve eniştem Suat Oyman bana onları tezimde ya-rarlanmam için postayla gönderecekti.

Burada bir an durup, 2006’da Bülent Ecevit’in vefatı dolayısıyla TÜRK-İŞ dergisinde (Ocak-Nisan 2006, sayı 371) kendisi hakkında ya-yımladığım bir yazıya, çalışma hayatımızın bir bölümüne ışık tutması umuduyla aynen yer vermek istiyorum:

“Ecevit ve Türkiye’de Sendikal Hakların Gelişimi Prof. Dr. Toker DereliTürkiye’de çağdaş bir çalışma ilişkileri sisteminin oluşmasında 5

Kasım 2006 tarihinde kaybettiğimiz değerli devlet adamı Bülent Ece-vit’in kuşkusuz çok önemli bir rolü olmuştur. Aslında 1961 Anayasası ile tanınan grev hakkının yasal düzenlenmesi yapılırken Ecevit gibi demokrat bir aydının Çalışma Bakanlığı görevinde bulunması işçi ha-reketimiz için çok olumlu bir rastlantıydı. Ülkemizde o dönemin koşul-ları içinde grev hakkı işverenlerin ve hatta bürokrat kadroların belli bir kuşku ve endişe ile yaklaştıkları yeni bir konuydu. Böyle bir ortamda yapılacak düzenlemeler ülkemizin toplu çalışma ilişkilerinde bir deği-şimden öteye köklü bir dönüşümü yansıtıyordu. Grevin ülke ekonomi-sine büyük zararlar vereceğinden söz eden işveren kesimi bu hakkın kapsamını olabildiğince daraltmaya çalışırken Sayın Ecevit Çalışma Meclisi tartışmalarına ağırlığını bizzat koymuş, grev hakkı demokratik

Page 88: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 75

Batı ülkelerinde nasıl uygulanıyorsa Türkiye’de de aynı kapsamda dü-zenleneceğini kesin bir dille ifade etmiştir.

1963 sendika ve toplu sözleşme, grev-lokavt yasalarının hazırlan-ma aşamalarında Çalışma Bakanı Sayın Ecevit’in İstanbul Üniversi-tesi İktisat Fakültesi’nin o zamanki Sosyal Siyaset Bölümü ile işbirliği ve çeşitli temasları olmuştur. Kendisi o dönemde bu konuda zengin kaynaklara sahip olan Enstitümüz kitaplığına gelmiş, ilgili İngilizce ve Türkçe kitapları bizzat eliyle seçerek ödünç almış, izleyen aylarda bunlar üzerinde yoğun bir çalışma yapmıştır. Söz konusu yıllar benim kuşağımın asistanlık dönemine rastlar. Bu karşılaşmalarımızda Sayın Ecevit nezaketi ve alçakgönüllüğü ile hepimizi etkilemiştir. Aydınların Türk endüstri ilişkileri sistemine etkisini incelediğim doçentlik tezimle ilgili mülakatlarım için 1966-67 yıllarında Ankara’ya yaptığım ziyaret-lerde kendisiyle CHP merkezinde özel görüşmeler yapmıştım. Yasala-rın şekillenmesinde egemen olan anlayışı yansıtmaları bakımından, mülakat sorularımdan sadece ikisine verdiği cevapları burada kaydet-meden geçemeyeceğim.

Bunlardan birincisi Ecevit’e 275 sayılı Yasada yer alan ‘İşveren ka-nuni bir grev veya lokavtın süresi içinde hizmet akitlerinden doğan hak ve borçları askıda kalmış olan işçilerin yerine hiçbir suretle dai-mi veya geçici olarak başka işçi alamaz veya başkalarını çalıştıramaz’ hükmüne gerekçe olan nedenleri sorduğumda verdiği şu cevaptır:

‘Toplu sözleşme ve grev haklarını öteden beri yasalarla tanımış olan demokratik sanayi ülkelerinde genellikle işsizlik sorunu ya hiç yoktur ya da çok azdır. Onun için işçi haklarını daha kolaylıkla koruyabil-mektedirler. Bizdeki işsiz bolluğu ise, toplu sözleşme ve grev haklarını etkisiz kılabilecek ölçüdedir. Grev yapan işçilerin yerine daha düşük ücretle çalışacak işçileri derhal bulmak mümkündür. Bu hakları Ba-tı’daki kadar etkili kılabilmek için Batı’nın yasalarından daha ileri öl-çüde işçiyi koruyucu hükümler getirmek gerekliydi. Toplu sözleşme ve grevle ilgili bazı öyle haklar vardır ki, bunlar sanayileşmiş demokratik ülkelerde, kanuni hak olmasa bile fiili hak durumuna gelmiştir. Ör-neğin, grev kırıcılığı yapılması işçiler tarafından genellikle fiilen önle-nir. Bu fiili önleme teşebbüsleri de bazen sert çatışmalara, hatta kanlı olaylara yol açabilir. Türkiye’de böyle fiili teşebbüs ve durumlara ihti-yaç bırakılmamak istendi. Böyle fiili teşebbüs ve durumlar olursa, yeni çalışma düzenine alışmamış ve demokrasisi henüz kökleşmemiş olan toplumumuzun aşırı kaygıya kapılacağı ve yeni çalışma düzenine kar-şı toplumda tepkiler uyanacağı düşünüldü.’ (Mülakat, Ankara, Kasım 1966).

Page 89: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

76 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Gerçekten o tarihte yaptığımız bir incelemede demokratik ülkelerin yasalarında grev kırıcılığını açıkça yasaklayan ve yaptırıma bağlayan benzer bir hükme rastlamamıştık. Geçen yıllarda birçok ülkede, örne-ğin ABD’de bu yönde çeşitli tasarılar hazırlandığı halde, bunların yasa-laşması mümkün olmamıştır. Yasal bir grev sırasında grev kırıcılığını kesin olarak yasaklayan hükümler, bilindiği gibi, bugünkü sistemimi-zin de ayırıcı özelliklerinden biridir.

Mülakatta Ecevit’e yönelttiğim bir başka soru, kanunların, iş söz-leşmesinin veya toplu sözleşmenin yorum ve uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar için grev hakkının (hak grevinin) tanınma nedenleriyle ilgiliydi. Ecevit’in bu soruya verdiği cevapta da yine ülkemizin özel ko-şullarını dikkate alma kaygısı egemendi:

‘Memleketimizde iş mahkemeleri az sayıdadır ve yeterince ihti-saslaşmamıştır. Ayrıca bu mahkemeler çok yavaş işlemektedir. Bu yavaşlıktan yararlanan bazı işverenler, yasalarla veya toplu sözleş-melerle sağlanan hakları işçilerden kolaylıkla esirgeyebilirlerdi. Onun için toplu sözleşmelerle veya yasalarla sağlanan hakların çiğnenmesi durumunda da grev hakkı tanınmıştır.’ (Mülakat, Ankara, Ocak 1967).

Bilindiği gibi, 1980 sonrası dönemde, İsveç ve Almanya gibi ülkeler-deki düzenlemelere paralel olarak ‘hak grevi’ çalışma ilişkileri sistemi-mizin dışına çıkarılmış ve bu uyuşmazlıkların çözümü için münhasıran yargısal yollar öngörülmüştür. Mülakatımı Ankara’da tamamlayama-dığım zaman sorularımı kendisine bırakıyor, Sayın Ecevit ise daktilo-sunda özenle yazdığı cevapları bilinen nezaket ve duyarlılığı ile gecik-meden İstanbul’daki adresime gönderiyordu.

1961 Anayasası’nın ve 1963 sendikal yasalarının hazırlanmasında etkili olan aydınların çoğu gibi Ecevit de Batı’daki en ileri düzenleme-leri, gerekiyorsa ulusal koşullarımızla uyumlaştırarak bünyemize ak-tarmak eğilimindeydi. Bu konuda Ecevit’in Meclis’te sarf ettiği şu söz-ler anlamlıdır:

‘Şimdi tasarıda; işçi haklarını kısıcı hükümler, toplu sözleşme ve grev hakkının özünü zedeleyici hükümler, başka demokratik mem-leketlerdeki ölçülere aykırı hükümler bulunması şöyle dursun, bir if-tihar vesilesi gibi görmemeniz ricası ile şunu belirtmek hakkımdır ki, zannederim, başka pek az memleketin mevzuatında rastlanabilecek, hatta bazı memleketlerde hiç rastlanamayacak ileri hükümler, bu ka-nunda yer almıştır.’ (Türk Toplu İş Sözleşmesi Mevzuatı, hazırlayanlar E. Egemen, Mehmet Odabaş, Ankara, s. 125).

1963 sendikalar ve toplu sözleşme, grev yasalarının Türk endüstri ilişkileri sisteminin yapılanmasındaki rolü kuşkusuz çok önemli ol-

Page 90: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 77

muştur. Nitekim 1980 öncesi yılların kaotik siyasal ortamına çeşitli tepkiler veren 1982 Anayasası’nın ve 1983 sendikal yasalarının getir-diği çeşitli kısıtlamalara rağmen, Ecevit’in ve çevresindeki siyaset ve bilim adamlarının kurduğu sistemin ana çatısı kalıcı olmuştur.

Sayın Ecevit’in 1960’larda işçilerin KİT’lerde yönetime katılması, memur sendikacılığı ve sosyal sigortaların gelişmesine ilişkin katkıları da daima hatırlanacaktır. Onun 1975-1978 koalisyon hükümetindeki Başbakanlık döneminde de çalışma hayatına ilişkin ilerici girişim ve çabaları olmuştur. Örneğin 1978’de TÜRK-İŞ’le imzaladığı ‘Toplumsal Anlaşma’ kamu kesimi için reel ücret artışlarını belli göstergelere bağ-larken, işçiler için iş güvencesi ve kamu kesiminde kapsamlı bir yöne-time katılma modeli öngörüyordu. Bu çalışmalarda da özellikle Metin Kutal, Özer Ertuna, Işık İnselbağ, Murat Sertel gibi meslekdaşlarımla birlikte kendisiyle işbirliği yapmak olanağını bulmamız bizlere kıy-metli deneyimler kazandırmıştır. Ne var ki, ‘Toplumsal Anlaşma’ siya-sal gelişmelerin elverişsizliği nedeniyle kısa ömürlü olmuş, söz konusu taslaklar ise koalisyonun bozulması sonucunda yasalaşmak olana-ğına kavuşamamıştır. İş güvencesinin ve memur sendikacılığının ya-salaşması, bilindiği gibi, 2000’li yılları, fakat yine de güzel bir rastlantı sonucu Ecevit’in son koalisyon hükümetini ve başbakanlık dönemini bekleyecektir.

1980’li ve 90’lı yıllarda Sayın Ecevit’le çok sınırlı sayıda görüşme olanağı bulabildim. İki kez, ABD’den onu tanıyan bazı bilim adamların-dan ve Salem Gazetesi’ndeki eski dostlarından selam ve iyilik dilekleri getirdim. Ecevit laik hukuk düzenimizi ve ulusal bütünlüğümüzü sa-vunan liderliği, Kıbrıs ve benzeri uluslararası davalarımızdaki kararlı ve cesur tutumu ile kollektif bilincimizde esasen müstesna bir yer al-mış bulunmaktadır. Grev hakkına ve sendikal özgürlüklere ilişkin dö-nüşümlerin gerçekleşmesine yaptığı katkı ve hizmetleri ise işçilerimiz ve sendikalarımız daima hatırlayacaklardır.”

Türkiye’de grev hakkının tanınmasında ve 1963 yasalarının ger-çekleştirilmesinde bazı çevreler Coşkun Kırca’nın Ecevit’e göre daha önemli bir rol oynadığını söylerse de, Kırca’nın rolü Çalışma Komisyo-nunda bir milletvekili olarak yaptığı bazı girişimlerden ibarettir. Kaldı ki, yasalara getirdiği bazı boyutlar, örneğin işkolu düzeyinde toplu söz-leşme yapılması, bunun içeriği ve etkinliği gibi konulardaki düzenle-meleri eksik kalmış, izleyen yıllarda da birçok soruna neden olmuştur. Nitekim memur sendikacılığı konusunda 1995’te Anayasada yapılan değişiklikteki rolü de benzer şekilde sorunlu uygulamalara yol açmıştır.

Page 91: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

78 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

1960’lı Yıllardaki Diğer Asistanlık Çalışmalarım1961 yılında Uzman Sabahat Yalçın Hanım’ın doğum yapması nede-

niyle Prof. Miller’in derslerinin İktisat Fakültesi öğrencilerine sözlü ve yazılı çeviri işini tamamen ben üstlenmiştim. Bu arada, o zamanki is-miyle ‘beşeri ilişkiler’ konusuda Miller’den çok şey öğrendiğim gibi, yıl sonunda bu çevirileri Türkçe bir ders kitabı olarak bastırmak olanağı da doğdu. Böylece Türkiye’de bu konuda yayımlanan ilk eseri neşret-memiz, hem Miller hem de İktisat Fakültesi için bir ayrıcalık oluşturdu. Kürsü başkanı Prof. Dr. OrhanTuna ile Asistan Dr. Nusret Ekin, başla-tılması düşünülen işbirliği programı bağlamında Cornell’daydılar. Doç. Dr. Sabahaddin Zaim’le birlikte Miller’i Bursa, Gemlik ve Karabük gibi sanayi şehirlerimize götürerek, oradaki tesislerde işçilere ve yöneti-cilere çeşitli konferanslar vermesini sağladık. Bu gezilerden kalan bir-çok anı geçmiş yaşantılarımızın önemli bir parçası haline geldiler. Hele Bursa’da Merinos Sümerbank Fabrikasına yaptığımız bir eğitim gezi-sinde Miller’in, benim ve Sabahaddin Hoca ile eşi Ülya Hanımın bir gece şehirde bir sinemada birlikte seyrettiğmiz Amerikan filmi bu anılardan biridir. John Wayne’in başrolünü oynadığı Iwo Jima filmi Türk seyirciye doğal olarak Türkçe dublajı ile gösteriliyordu. Film boyunca benim gö-revim Miller’in kulağına filmdeki konuşmaları fısıldayarak İngilizceye tekrar tercüme etmekti. İki kez çeviriye maruz kalan konuşmalar as-lına sadık kalınarak Miller’e ne ölçüde yansıtılabiliyordu bilemem ama Frank Miller hayatından oldukça memnun görünüyordu.

Bu arada ben de İktisat Fakültesi’nde iktisat, sosyal siyaset ve sos-yoloji doktora derslerine başlayarak doktora için gerekli seminer ve ders yükümlülüklerini yerine getirdim. Sosyoloji konusundaki dokto-ra derslerini Prof. Dr. Z. F. Fındıkoğlu ile tamamladım. Fındıkoğlu say-gın bir hocamızdı. Kendisinden lisans öğrenciliğim sırasında sosyoloji, Marksizm ve metodoloji konularında dersler almıştım. Aslında mu-hafazakar ve milli değerleri önemseyen bir kişiliği vardı, ancak buna rağmen sosyalizm konusunda yazdığı bir ders kitabından dolayı idari makamlarca sorgulanmıştı. Derslerinden hatırladığım bir genelleme-sinde, Türk eğitiminde yabancı liselerden mezun gençlerin daha çok ecnebi çevrelere hizmet ettiğini, Osmanlı-Türk idaresine asıl katkıyı milli-yerli okullardan mezun olanların, örneğin Darüşşafaka Lisesinde okuyanların yaptığını söylerdi. Bu söylemde belli bir gerçek payı olsa da, Bülent Ecevit gibi “ulusalcı” bir sosyal demokratın, Robert Kolej me-zunu olduğu herhalde unutulmamalıdır. İbni Haldun’un Mukaddime’si-ni de öncelikle ondan öğrendiğimi söylemeliyim. Auguste Comte’un, J. Stuart Mill’in görüşlerini, Durkheim sosyolojisini, Francis Bacon’ın me-

Page 92: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 79

tedolojisini, Tönnies’i ondan dinledik. Öğrencileri olarak Fındıkoğlu ho-camızı çok sever ve sayardık.

İktisat tarihi asistanı Mehmet Genç ise renkli kişiliği ve bilgisi ile bu doktora derslerinde edindiğim yakın bir dostum oldu. Ancak kendisin-de ciddi bir hastalığa yakalanmış olduğu yönünde vehimler oluşmuştu. Mehmet Genç o yıllarda Harbiye semtinde bir daireyi Nevzat Yalçıntaş ile paylaşıyordu. Nevzat Bey’le birlikte Mehmet Genç’i hasta olmadığı konusunda ikna etmek için çeşitli girişimlerde bulunduk. Kendisini avutma ve mutlu etme yolunda onu çeşitli gezilere vs. götürdük. Meh-met Genç zeki ve çok iyi bir bilim adamı olmasına rağmen, akademik ilgileri değişik alanlara dağıldığından ve mükemmeliyetçi kişiliğinden ötürü doktorası ve profesörlüğü gecikti. Sonradan Bilgi Üniversitesin-de öğretim üyeliği yapmakta olduğunu öğrendim. Onun kürsü başka-nı ve benim de hocam olan Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’la ilişkilerim ve dostluğum o yıllarda gelişti. Hocaya Osmanlı iktisat tarihi konusunda yaptığı araştırmaları finanse eden Rockefeller Vakfı ile yazışmalarında yardımcı oldum. Araştırmaları sonradan yayınlanacak ve dünya bilim çevrelerinde yankılar yapacaktı.

Asistanlığımın ilk yıllarında diğer asistanlarla yakın dostluklar kurmuştum. Bu yıllar ideolojik ayrışmaların ve tartışmaların güçlendi-ği zamanlardı. Öğrenciliğimiz sırasında Fakülte olarak İzmir’e yaptığı-mız inceleme gezisinde dostluk kurduğum Mahir Kaynak bu arkadaş-lardan biriydi. Harp Okulundan ihraç edildikten sonra iktisat öğrenimi yaptığını belirtmişti. Asistanlık yıllarında kendisini aşırı solcu bir tip olarak tanıdık. Benden sık sık sendika hareketine ilişkin bilgiler alma-ya, DİSK hakkında haber toplamaya çalışırdı. 12 Mart dönemindeki bazı gelişmeler Mahir Kaynak’ın gerçekte MİT’e mensup bir istihbarat ajanı olduğunu ortaya çıkardığında doğal olarak çok şaşırdım. Bence MİT için çalışmanın yadırganacak bir yanı yoktu. Burada hoş karşılamadığımız konu, bir kişinin en yakın arkadaşlarını jurnalleyip onların mağdur ol-masına neden olmasıydı. Nitekim 1971’de ABD’deyken bana gönderilen Türk gazetelerinden Mahir’in Cemal Madanoğlu olayı bağlamında bazı hocalarımızı bu komploya dahil kişiler olarak elevermiş olduğunu öğ-renmem, herkes gibi bende de hayal kırıklığı yarattı. Ben şahsen Mahir Kaynak’ın başlangıçtan itibaren bir MİT ajanı olduğuna inanamadım. O yıllarda içinde bulunduğu psikolojik ortam bana göre saf değiştirip MİT’le ilişki kurmasına neden olmuştu. Doğal olarak bu olay üzerine Üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra İktisat Fakültesinde tekrar çalışma isteği ise Fakülte tarafından kabul edilmedi. Kendisi iz-leyen yıllarda Gazi Üniversitesi tarafından kabul edilerek bu kurumda

Page 93: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

80 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

uzun yıllar çalıştı. Sonraları uzun süre komplo yorumlarını medyada izledik. Kızı Ülke, İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğ-retim görevlisi olarak bir süre çalışıp Bilgi Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Sonra Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü olan Ülke’nin, babasının aksi-ne, medyada yaptığı siyasi yorumları, Mahir’in komplo teorilerinden daha gerçekçi ve bilimsel bulduğumu belirtmeliyim. Nitekim Mahir son zamanlarında yaptığı televizyon konuşmalarında iki konuda yaptığı açıklamalarda yanıldı. Bunlardan biri Obama’nın başkan seçilemeye-ceği, ikincisi ise Ergenekon davasında 10. dalganın sonuncu dalga ola-cağı yönündeydi. İki tahmini de doğru çıkmadı.

Asistanlık ve doçentlik dönemimin ilginç dostluklarından birini de Tunca Toskay’la kurmuştum. Sonradan MHP’den siyasete giren Tun-ca Toskay ile ilişkilerim bilemediğim bir nedenle koptu. Tunca Toskay asistanlığının ilk yılında solcu bilinen bir kişiydi. Asistan olabilmek için Doç. Dr. İdris Küçükömer’le temaslar yapıyordu ve İdris Hoca da Tun-ca ile yakından ilgileniyordu. Tunca’nın izleyen yılda milliyetçi-sağcı grupta yer aldığını ise herkes bilir. Cavit Orhan Tütengil Hoca’nın öl-dürüldüğü günlerde aynı katillerin kendisini de hedef aldıklarını iddia edecek ve bu amaçla silah taşıma ruhsatı alacak, çok geçmeden de devlet tarafından Almanya’da bir pozisyona atanacaktı. Daha sonra TRT Genel Müdürlüğü yapacak, MHP’den aday olup milletvekili seçile-cek ve 57. Hükümette hükümet sözcüsü olarak televizyonlarda sık sık beyanlarda bulunacaktı. Tunca özellikle İÜ Yönetim Kurulunda görev aldığım yıllardan başlayarak Dekanlık dönemim boyunca benimle ko-nuşmayı reddederek, selamı sabahı kesti. Birkaç kez ben adeta zorla-yarak elini sıktım. Bu davranış değişikliğinin nedenini ise hiçbir zaman öğrenemedim.

ABD’de Cornell Üniversitesi’nde Yüksek Lisans Orhan Tuna Hoca Türkiye’ye dönerken çeşitli burs çevreleriyle

temas kurup Dr. Nevzat Yalçıntaş, Dr. Metin Kutal ve benim dış ülke deneyimi elde etmemiz için uğraş veriyordu. Benim için Rockefeller bursuna yaptığı başvuru sonuçsuz kalacaktı. Ama ben her ihtimale karşı 1961 Eylül’ünde Fulbright sınavına girdim ve Türkiye’den yapılan üç yüz kadar başvurudan, seçilecek otuz kadar aday arasına girmeyi başardım. İsmim İstanbul’daki listenin başında çıkmıştı. Tercihimi de Cornell Üniversitesi ILR School olarak belirttim. 1961-62 ders yılında artık Miller’ler Amerika’ya, Orhan Bey’le Nusret Ekin de kürsüye dön-müşlerdi. Düşünülen Cornell-İstanbul Üniversitesi işbirliği çeşitli ne-denlerle gerçekleşmeyecekti. 1962’de ben Fulbright yoluyla Cornell’e

Page 94: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 81

giderken, Metin Kutal ile Nevzat Yalçıntaş da Orhan Bey’in onlar için bulduğu burslarla Almanya ve İngiltere’ye gideceklerdi.

Nitekim, 1962 Ağustos’unda annemin hüznü ve kürsü mensupla-rının mutluluğu içinde geçen bir uğurlama töreni ile Yeşilköy’den bir uçakla hareket edecek, Londra’da bir gece kalarak ABD’de önce Min-nesota Üniversitesi’ne, oradaki oryantasyon programını takiben de Cornell’in bulunduğu Ithaca şehrine ulaşacaktım. Hava meydanında beni uğurlamaya gelen Sabahaddin Hoca üzerinde Arapça harflerle Allah yazılı olan yaldızlı bir plakayı bana armağan etti. Bu plakayı Cor-nell’de odamın duvarında ve daha sonra her gittiğim yerde yanımda taşıdım. Bugün de Erenköy’deki evimizde odamın duvarında asılı du-ruyor. Sanırım bu yolculuk benim ilk uzun uçak yolculuğumdu. Lond-ra’da kaldığım bir gün içinde o yılı İngiltere’de geçirmekte olan Dr. Nev-zat Yalçıntaş’la buluştum. Beraberce şehirde AIESEC stajım sırasında kaldığım eve gittik, onu ev arkadaşım Mike’la ve ev sahiplerimle ta-nıştırdım. Onlar da Cornell’e gideceğimi öğrendiklerinde çok memnun oldular. Evde bir süre beraberce vakit geçirdikten sonra Mike araba-sıyla Nevzat Bey’i evine, beni de Pan Am’ın bizler için ayırdığı otele bı-raktı. Ertesi sabah Londra havaalanından heyecan ve mutluluk içinde uzun Atlantik yolculuğuna başladım. New York’ta Minneapolis uçağı-na transferi yaptıktan sonra gün boyu batacak güneşle yarışarak, za-man farkı dolayısıyla ancak akşam saat 21.00 civarında Minneapolis’e vardım. Türkiye’den New York’a kadar iki Türk Fulbrigth öğrencisi ile beraberdim. Bu öğrencilerden biri İÜ İdare Hukuku kürsüsünden Sait Güran’dı. New York’ta yollarımız ayrıldı. Onlar kendi okuyacakları üni-versitelere doğru yola çıktılar, ben ise tek başıma Minnesota uçağın-da uzun bir yolculuğu tek başıma yaparken ilk kez evden ve vatandan ayrı kalmanın hüznünü yaşadım.

Minneapolis havalanında bizi karşılayan Amerikalılar bir arabayla Minnesota Üniversitesi kampüsüne götürdüler. Orada kız öğrenciler için bir yurt olan Comstock Hall’da bana ayrılan güzel bir odaya yerleş-tirdiler. Yaz tatili sürdüğü için yurtlarda kalan Amerikalı öğrenci yoktu. Bu Ağustos ayı boyunca oryantasyon programı nedeniyle kampüste dersler görecek, çeşitli etkinliklere katılacaktım. Bizi karşılayan yöne-ticiler benim Cornell’e gideceğimi öğrenince özellikle ilgilendiler. Bun-dan da Cornell’in çok itibarlı bir kurum olduğunu tekrar anladım.

Bir başka olay ise şaşkınlık yarattı. Karşılandığımız gün, bir akşam vakti, üniversite yöneticilerinden bir hanım benim Türkiye’den geldi-ğimi öğrenince anne ve babasının Anadolu’dan Amerika’ya Türkle-rin baskısı sonucu göç etmiş Ermeniler olduğunu, onlardan Türklerin

Page 95: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

82 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

mezalimi hakkında çok şeyler dinlediğini söyleyince şaşırdım. Bizim neslimiz bu iddiaları işitirdi, ama konu günümüzde ulaştığı boyutlarda tartışılmaz, çarpıtılmaz ve tepki görmezdi. O hanım özellikle ailesinin bu yüzden ilk günlerde Amerika’da da cefa ve eziyet çektiğini, örneğin içinde köpek eti var zannıyla “hot-dog” dahi yiyemedikleri için aç kal-dıklarını ve benzeri hikayeleri anlatıyordu.

Bir ay kadar süren oryantasyon programına çeşitli ülkelerden ge-len ve farklı üniversitelere gidecek 80 kadar öğrenci katıldı. Program ABD’de lisansüstü öğrenime hazırlaması yönünden başarılıydı. Ame-rikan ailesi konusunda bir sosyoloji dersi ile ABD’de yüksek öğretim, araştırma yöntemleri gibi konularda Minnesota Üniversitesi öğretim üyeleri dersler verdiler. Sosyoloji dersinde hoca değişik kültürlerde ‘aile’ teması etrafında ödev hazırlamamızı isteyince, öğrenciler kütüp-haneden kaynak toplayarak iddialı konular üzerinde çalışmaya baş-ladılar. Zamanın kısıtlı oluşu beni kaygılandırıyordu. Hoca ödev olarak bir araştırma önerisi de yazabileceğimizi söylediği için aklıma Profe-sör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Medeni Hukuk dersinde anlattığı, Türkiye’de dini nikaha bağlı olarak ortaya çıkan “nesebi gayri sahih” çocuklar sorunu geldi. Bunu bir araştırma önerisi formatına sokup sundum. Hoca ödevlerin sonuçlarını açıklarken heyecanla ama biraz da umutsuzca izliyordum. Profesörün benim projemi övmesi ve tebrik etmesi karşısında tabi mutlu oldum. Programa başka konuşmacılar da konferansları ile katıldılar. Ayrıca başka etkinlikler düzenlenmişti. Bunlardan Missisipi nehri üzerinde yandan çarklı bir gemi gezinti ha-lindeyken, üniversitenin tiyatro kulübünün sahnede sunduğu Rip Van Winkle oyunu unutulacak gibi değildi.

Ayrıca iki ya da üç kez Amerikalı aileler yanında bir-iki gün konuk olma etkinlikleri vardı. Bana rastlayanlardan biri bir eyalet senatörü-nün ailesiydi. İki kızı ile katıldığım parti ilginç ve öğreticiydi. O sırada eyalet seçimleri vardı ve ev sahibi senatör beni de bu seçimler dola-yısıyla yapılan etkinliklere götürdü. Gerek Amerikan yaşantısı, seçim sistemi, sosyal hayatı ve öğrenim sistemi gerek Amerikalılar hakkında ilk bilgi ve izlenimlerimizi bu programda öğrendik. Programın sona er-mesiyle herkes okuyacağı üniversiteye gitmek üzere Minneapolis’den ayrıldı.

Cornell’e uçuşumla ilgili başlıca anım Mohawk havayollarına ait o zaman pervaneli bir uçakla Ithaca kasabasına ulaşırken, aşağıdaki Cayuga Gölüne, vadiye ve Cornell’in tepelerdeki kampüsüne kuş ba-kışı bakışım ve gördüğüm harikulade manzaradır. Özellikle Cayuga Gölü vadi boyunca ince kıvrımlarla kuzeye doğru uzanan mavi suları ile “benzetmek gibi olmasın” İstanbul Boğazını andırıyordu. Saat kulesi

Page 96: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 83

etrafına serpiştirilmiş kampüs binalarının görkemi fevkalade etkile-yiciydi. Havaalanında Profesör Miller beni karşıladı ve içinde öğrenci etkinlikleriyle birlikte yurt odalarını barındıran Willard Straight Hall’a götürdü. Orada iki gece kaldım ve iki gün boyunca kalacağım kiralık bir ev aradım. Kapısını çaldığım adreslerden birinin sahibi Margaret ken-disinde kiralık yer kalmadığını, ancak beni hiç yabancılık çekmeye-ceğim kardeşi Mary Yeno’ya göndereceğini söyledi. Ailesinin Yunanlı göçmen olması dolayısıyla Türkiye’deki aile ortamını, aynı veya ben-zer yemekleri bulacağımı belirtti. Verdiği East State St. No: 901’e gittim ve Mary Yeno ile tanıştım. Mary ve Margeret Amerika’da doğmuşlardı fakat büyükbabaları ve büyükanneleri Yunanistan’dan ABD’ye göçet-mişlerdi. Mary’nin eşi Frank Polonya göçmeniydi. Evde hem Rumca hem de İngilizce konuşuluyordu. Ev ahşap ağırlıkta, eski fakat temiz, bakımlı bir Ithaca konutuydu. Odama komşu olan kişi bir İtalyan sanat tarihi profesörüydü. Evde Amerikalı öğrencilerin kaldığı başka üst kat odaları vardı. Alt katta ise Yeno ailesi oturuyordu. Aile ayrıca College Town’da Yeno’s Place diye bir lokanta işletiyordu. Yeno’ların evinde bir ders yılı kiracıları olarak kaldım. Hatta büyükannenin erkek karde-şinin Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde İstiklal Savaşımızda vurulup öldüğünü bana söylemesinden sonra bile yakın ilişkimiz hep sıcak ve nazik seyretti.

Ne var ki, 1962’de başlayan Kıbrıs’taki gelişmeler beni etkilemeye başlamıştı. Kıbrıs olayları başlamadan Yeno’lardan ayrılıp Catherine Street’te Mr. Barnhardt’ın kiralık odalarından birine taşındım. Ev sahi-bim Mr. Barnhard’la aramda iyi ve yakın bir dostluk gelişti. Kendisi ve eşi Seventh Day Adventist mezhebine mensuptu. Bu grubun insanları alkol ve tütün kullanmıyor, dini hafta tatilini pazar yerine cumartesi günleri kutluyor ve püriten bir hayat geçiriyorlardı. Beni kendi kilisele-rindeki ayinlere birçok kez götürdüğü halde üzerimde herhangi bir dini propaganda yapmadı. Mr Barnhardt otomobiliyle gezgin satıcılık yapı-yor, evinde üretttiği kedi-köpek mamalarını pazarlıyor, bazen beni de bu gezilerinde yanında götürüyordu. Bu evde çeşitli odalar değiştirip sekiz ay kaldıktan sonra ILR arkadaşlarım Mark Thompson ve Marc Ungar’la doktora öğrencileri için yapılmış modern bir komplekste bir evi paylaşmak üzere, Hasbrouck apartmanlarına taşındım. Ev sahibim Mr. Barnhardt, Hasbrouck’a taşınmama bir hayli üzüldü. Daha sonraki aylarda mezuniyet törenimize onu ve eşini davet etmeyişimden dolayı duyduğu kırgınlığı da ayrıca belirtti. ABD’de bu çeşit unutkanlık ya da ihmallerim olmuştur, bu çeşit olaylardan duyduğum üzüntüyü sonraki yıllarda daima anımsamışımdır.

Page 97: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

84 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Cornell’de Amerikalı arkadaşlarım yanı sıra Türk öğrencilerle de dostluklarım oldu. ILR School’da MILR yapan Engin Ünsal, iktisat yük-sek lisansı için çalışan Fikret Ceyhun ve Ahmet Aker, fizik mühendis-liği bölümünde yüksek lisans yapan Demir Önengüt bunların başında gelir. Diğer yandan ODTÜ’den altı kişilik bir grupla da (Muhan Soysal, Sami Ercan, Ergün vb.) temaslarım oluyordu. Burada sosyoloji yük-sek lisansı yapan Serim Yurtören’i (Timur) belki en başta zikretmem gerekirdi. Serim arkadaşlığı, bilgisi, nezaketi ve anlayışıyla hepsinden farklı bir insan, yetenekli bir araştırmacı ve çok iyi bilim insanı adayıy-dı. Serim espriden hoşlanır, Japon arkadaşlarımızın davranışlarını il-giyle izler, bu arada Japon isimlerini, örneğin arkadaşlarım Nakamuro, Yoshida ve Miki’nin adlarını çok komik bulurdu. Japon öğrenciler çok çalışkan ve vasıflıydılar, ancak bu özelliklerini günlük yaşamda pek belli etmezlerdi. Yoshida romantik tabiatlı, daima bir sevgilisi olan ama derslerinde başarılı bir öğrenciydi. Miki arka sıralarda oturur ve hiç konuşmazdı. Özellikle öğleden sonraki derslerde Japon gözleri adeta bir çizgi haline dönüştüğünden uyuduğunu sanırdınız. Serim’le Cor-nell’den sonra arkadaşlığımız sona erdi. Bunda benim ihmalkarlığım kadar onun evlenmesinden sonra yaşantısının büyük bölümünü Pa-ris’te, sanırım UNESCO’da çalışarak geçirmesinin de rolü olmuştur.

Fikret Ceyhun ise aslen Şile’liydi. ABD’ye sanırım bir kurum tarafın-dan doktora yapmak üzere gönderilmişti. Fikret’le özellikle Ithaca’da

Serim Yurtören, Tiziano Treu, Toker Dereli, Prof. F.B Miller, Yılmaz KocadereCornell Üniversitesi - 1962

Page 98: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 85

taşındığım ikinci evde yakın arkadaş oldum. Bu ev Catherine Street’in yokuşunun başında odaları ev sahibi Mr. Barnhardt tarafından öğren-cilere kiraya verilen eski tipik Ithaca eviydi. Önce Cornell’de benden bir yıl sonra iktisat yüksek lisansını tamamladı, sonra Detroit’te doktora-sını yaptı ve North Dakota Üniversitesinde 30 yıl kadar süreyle öğretim üyeliği yaparak oradan emekli oldu. Ardından da yurda dönüp Şile’ye yerleşti. İki oğlu ABD’de Seattle’da çalışıyorlar. Kendisi ve eşi Esin Cey-hun’la 2006’da Şile’de buluşabildik. Ailece ziyaretler, arada sırada da telefon konuşmaları yapıyoruz. Fikret’le nice yıllar sonra onun mem-leketi olan Şile’de buluşmamız talihin güzel bir cilvesidir. Benim emekli olduktan sonra Şile’de henüz kurulmuş Işık Üniversitesinde çalışmam bu buluşmayı kolaylaştıran ilginç bir olaydır. Işık üniversitesi de Şileli bir bilim adamı olarak Fikret’i kütüphanemize bağışladığı çok sayıdaki iktisat kitabı ile tanıyor. Öğretim elemanlarımızın ve öğrencilerimizin bu kitaplardan yararlandıklarını söylemeleri beni sevindiriyor.

Cornell’de benimle aynı fakülteye devam edip bir yüksek lisans de-recesi (MILR) alan Engin Ünsal kuşkusuz en yakın arkadaşlarımdan biri olmuştur. Engin Ünsal Cornell’e benim birinci yılımdan sonra geldi ve Ağustos 1964’te ayrılmamdan bir yarı yıl sonra diplomasını alıp yur-da döndü. Cornell’deki ikametinin birinci yılında eşi Mübeccel ve kızı Gaye ile 1963’ün bir Ağustos gününde Ithaca’ya vardı. Ailesiyle birlikte geçirdiği ilk yılında benim gibi Hasbrouck apartmanlarında kaldı. Bu nedenle bu bir yıl boyunca benimle ve ev arkadaşlarım Mark Thomp-son ve Marc Ungar’la çok sık görüştü. Bu sayede birlikte geçen o gün-lerde oluşan sayısız anıya sahibiz. Sonradan kendisine özgü şaka dolu bir üslupla birçok kez tekrarladığı bir olay Engin’in Ithaca’ya varışı ile ilgilidir. Şöyle ki, henüz şahsen tanımadığım Engin kendisini ve ailesi-ni havaalanında karşılayabilmemiz için Cornell’e geliş tarih ve saatini bana önceden bildirmişti. Ne var ki, o tarihte bir arabam ve sürücü eh-liyetim yoktu. Arayışlarımız sonucunda ve özellikle Fikret Ceyhun’un yardımı sayesinde Demir Önengüt’ün yeni satın aldığı Chevrolet ara-bayı ve -Demir’in henüz sürücü ehliyeti olmadığından- şoför olarak, sanırım ev arkadaşımız Ray’in sürücülüğünde havalanına doğru yola çıktık. Ancak uçağın geliş saatine göre biraz geç kalmıştık. Nitekim yolda karşı yönden gelen ve Engin ve ailesini Ithaca’ya götüren taksi ile karşılaştık. Sonuçta onları ancak akşam vakti Ithaca’da kalacakları otelde görebildik. Aile bir-iki gün sonra benim de kaldığım Hasboruck apartmanlarına taşındı ve böylece Ünsal ailesiyle Ithaca’da bir yıl sü-recek dostluğumuz başlamış oldu. Windmuller’in comparative labor konulu derslerinden birini de birlikte aldık. Hareketli, araştırıcı ve sor-

Page 99: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

86 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

gulayıcı bir kişiliğe sahip Engin Ünsal, o yıllarda akademisyenliği değil, daha çok işçi hareketi içinde siyaset yaparak politikaya atılmayı düşü-nüyordu. Yıllar içinde gazetelerde işçi sorunlarıyla ilgili birçok makalesi yayınlanan Engin, ayrıca edebiyata da meraklıydı. Yakın bir geçmişte elime geçen şiir kitabında bu özelliğini daha yakından tanımak ola-nağını buldum. Türkiye’ye dönüşünden sonra bizlerin ve Orhan Tuna Hocanın kendisine üniversitede çalışması yönünde yaptığımız telkin-lere rağmen politikaya girdi, CHP’den bir dönem milletvekili seçilerek Parlamentoda yer aldı, daha sonra çalışmalarını Genel-İş Sendikası ve başka sendikalar içinde araştırmacı-uzman olarak sendikacılık üze-rinde yoğunlaştırdı. Nitekim sendikacılığın gelişmesinde aydınların rolünü ve sendikalar içindeki aydın-uzmanların işlevlerini inceledi-ğim doçentlik tezimde yaptığım ayrıntılı mülakatlardan ilk ve en ge-niş kapsamlı olanını Engin Ünsal’la gerçekleştirmiştim. Engin yıllar sonra -belki politikada aradığını bulamamış olmasının verdiği hayal kırıklığı sonucunda- akademisyenliğe giriş yaptı. Prof. Dr. Metin Ku-tal’ın danışmanlığında hazırladığı başarılı bir doktora tezinin akabinde Maltepe Üniversite’sinde yardımcı doçent oldu. Benzer bir kariyeri de gazeteci-yazar Atilla Özsever gerçekleştirdi. Benim danışmanlığımda tamamladığı doktora teziyle o da Maltepe Üniversitesi öğretim kadrosu içinde yer aldı.

Cornell ILR School’da ilk sömestirde danışman hocam Dr. Miller oldu. Türkiye’de ortak bir yıl geçmişimiz olmuştu ve kendisi şimdi ILR School’da Resident Instruction’ın müdürüydü. İlk sömestir Lawrence Williams’ın araştırma yöntemleri, ünlü William F. Whyte’ın Organiza-tional Behavior, Frieadland’ın Social Problems of Industrialization ve sosyoloji departmanında American Society derslerini aldım. Sonraki sömestirlerde Windmuller’ın International and Comparative Labor (I ve II), Vernon Jensen’in Labor Law, George Brooks’ın Union Administ-ration, Trice’ın Personnel Management ve Hintli bir hocanın İstatistik derslerini alacak, ders yükümlülüğümü tamamladıktan sonra, son yarı yılımda yüksek lisans tezimi yazacaktım. Ancak Cornell’e başla-dığımda statüm noncandidate idi. Birinci sömestir sonunda not orta-lamam yüksek (89) gelince bir akşam vakti, biraz da çekinerek Prof. Miller’i telefonla aradım, notlarımı söyleyip mümkünse MS candidate olmak istediğimi söyledim. Miller’in olumlu cevabı üzerine sevinçle dilekçemi verdim ve degree adayı oldum. Böylece Cornell’deki tez-li graduate study serüvenim başlamış oldu. Kuşkusuz bu en az iki yılı gerektireceği için annem çok üzülecek, ben de annemin üzülmesine ayrıca üzülecektim. Cornell’deki bu başarımı herhalde İngilizcedeki

Page 100: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 87

rahatlığıma, kendi vatanımda aldığım lise ve üniversite öğreniminin kalitesine, İstanbul’daki bir yıllık asistanlık deneyimime ve Miller’den öğrendiklerime, ayrıca Ithaca’da her şeyi bir yana bırakıp çok çalış-mama borçluydum. Aldığım tüm bu dersler arasında hayat boyu bana en yararlı olanı kuşkusuz ikinci yarı yıl danışmanım olan Williams’ın Research Methods dersidir. Bu derste Selltiz et al.in ünlü tekstini kul-landık, ki sonraki yıllarda bu eserin geçerliliği değerinden bir şey kay-betmeksizin devam etti. ABD endüstri ilişkilerine dair tüm konularda öğrendiklerimden daha sonra Temple’de verdiğim derslerde çok yarar gördüm. Organizational Behavior ve İnsan Kaynakları (personel yöne-timi) dersleri ise gerek ABD’de ve Kanada’da gerekse Türkiye’de vere-ceğim benzeri konuların alt yapısını oluşturdu.

Cornell’deki yaşantım boyunca Batı müziğine aşinalığımda ve kla-sik müzikten zevk almamda belirgin bir artış oldu. Ben de birçok ar-kadaşım gibi Columbia, RCA gibi ünlü plak şirketlerine abone oldum. Ayrıca Ithaca’da şehir merkezine her inişimde oradaki müzik mağa-zasından bir-iki plak alıyordum. Satın aldığım tekli (manuel) bir pi-kap vasıtasıyla klasik eserleri evde ders çalışırken süreki dinlemem, Batı müziğine olan ilgimi geliştirdi. Ayrıca kampüste Lincoln Hall’da öğrencilerin ders çalışırken ayrı küçük bölmelerde plak dinlemele-rine imkan veren kulaklıklı müzik sistemleri vardı. Kış gecelerinde Lincoln Hall’ın odalarında müzik dinleyerek ders çalıştık. Daha önce sadece popüler müzikten, Nat King Cole, Doris Day gibi ünlü şarkıcı-

ların parçalarından zevk alır-dık. Ünlü folk şarkıcısı Joan Baez’i de 1962 yılında ilk plak-larından tanıdım. Plak kolek-siyonum giderek zenginleşti. Yurda dönerken 70-80 kadar plağı yanımda getirdim. Bun-ları yıllarca İstanbul’da zevkle dinledik. Daha sonra kaset ve CD gibi yeniliklerin ortaya çık-masıyla bu plaklar gündem-den düştü.

Cornell’de yaşadığım ilginç bir akademik deneyim, 1963 Aralık ayında Boston’da katıldığım Uluslararası Endüstri İlişkileri Derneği-nin kongresi olmuştur. Bir arkadaş grubu ile katıldığım bu kongreye Rudy’nin arabasıyla karlı bir günde ulaştık ve Boston’da Northwestern Üniversitesinin öğrenci yurtlarında konakladık. Burada önemli bir olay,

Prof. Williams, Walter Strange, Walter Balk ve Toker Dereli, ILR pikniğinde - Mayıs 1963

Page 101: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

88 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

hocam Windmuller’in derslerinde biz öğrencileriyle tartışarak geliştir-diği Model Industrial Relations Systems başlıklı billdirisini sunması ve bunu katılımcılarla orada tekrar tartışıp bir makale haline dönüştür-mesiydi. Benim sonradan Türkçeye çevirdiğim bu makale, Sosyal Si-yaset Konferanslarında da ayrıca yayımlanmıştır. Boston’da kongrede geçirdiğimiz üç gün çok zevkli gezilerle ve bunların anılarıyla doludur. Ayrıca Boston’daki bu Allied Social Sciences Conference başka birçok akademik olaya tanıklık etmem bakımından da verimli olmuştur.

1963 yılı bahar sömestirinde Cornell’den iki arkadaşımla birlikte Washington DC’ye bir gezi yaptım. Başkente yaptığım bu ilk seyaha-timi sınıf arkadaşlarım Dick Miller ve Mark Thompson’la gerçekleştir-dim. ILR School’a ait arabayı Dick kullandı. Dick Miller ve Mark Thomp-son, her ikisi de okulun önde gelen başarılı doktora öğrencileriydi. Daha sonraki yıllarda her ikisi de bizim alanımızda tanınmış öğretim üyeleri oldular. Bu gezide bir hafta boyunca Washington’un önemli yerlerini görmek olanağını buldum. Daha da önemlisi, yol boyunca bu arkadaş-larımla yaptığım ABD’ye ilişkin uzun sohbetlerdi.

Yüksek lisans tezimi yazmaya ikinci yılımdan itibaren başladımsa da, daha yoğun çalışmaları son yarıyılda gerçekleştirdim. Türkiye’de çıkan 1963 yasalarıyla izlediğim yeni dönemi deskriptif bir çalışmay-la değil de, teorik bir çerçeveye oturtabilmek için çok düşündüm ve birçok gecemi ILR’da bana verilen masada uykusuz geçirdim. Teorik çerçeve olarak Merton’un functionalismini seçip uygulamamda Fried-land’ın derslerinin etkisi oldu. Bölümleri yazdıkça, tez danışmanım Williams’ın delaletiyle Smith Corona’nın benim için özel olarak ürettiği Türkçe F klavyeli daktilo makinesinde yazıyor ve tez jürisi üyelerine görüşlerini bildirmeleri için veriyor, sonra gerekli düzeltme ve ekleme-leri yapıyordum.

Haziran başında yapılacak yazılı ve sözlü sınavdan önce nihai met-nin profesyonel bir sekreter tarafından yazımı aşamasına gelindi. Bu iş yüz dolar kadar bir para gerektiriyordu. Ancak, ne yazık ki benim bu kadar ekstra bir param yoktu. Kara kara düşünürken adeta bir mucize oldu. ABD’de bilmediğim bir adres ve kişiden yüz dolarlık bir çek geldi ve tezin yazımının masrafı böylece karşılanmış oldu. Sonradan öğren-diğime göre dedem Saip Ozman, Trabzon’da görevli bir Amerikalı su-baya eniştem Suat Oyman’ın telkini ve aracılığı ile yüz dolar karşılığı Türk parasını ve benim adresimi vermiş. Sonradan dedeme bu yardımı için teşekkür edip etmediğimi bile hatırlamıyorum. Yazılı bitirme sına-vından sonra sözlü savunmaya girdim. Jüride Williams, Friedland ve Brooks vardı. Frieadland’ın sorularından biri Türkiye’de 27 Mayıs ha-

Page 102: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 89

reketini sınıfsal (Marksist) açıdan yorumlamamla ilgiliydi. Bu soruda Friedland 27 Mayıs’taki değişmenin sosyal yapıda gücünün azaldığını fark eden elitlerin (aydınların, ordunun ve bürokrasinin, yani Türki-ye’nin geleneksel orta sınıfının) doğmakta ve güçlenmekte olan yeni burjuvaziye karşı gücünü yeniden pekiştirmeye yönelik olduğu değer-lendirmesini arıyordu. 1961 Anayasasındaki çeşitli düzenlemelerden bu yönde değerlendirmeler yaptım. İzleyen günlerde Cornell’in gör-kemli mezuniyet törenine katılarak diplomamı aldım. Yazın geri kalan zamanını doktora tezim için çalışmalarda bulunarak ve Orhan Tuna Hoca’nın ILO dergisi için kaleme aldığı Türkçe makaleyi İngilizceye çe-virerek, Ithaca civarına geziler yaparak geçirdim. Ağustos sonunda ya-kın arkadaşım Walter Strange ve ailesi arabalarıyla beni havaalanına bıraktılar.

Cornell’deki öğrencilik yıllarımdan önemli bir anı da, Müslüman öğrenci gruplarıyla katıldığım cuma namazlarıydı. Üniversitenin gör-kemli eski binalarından biri olan Annabel Taylor Hall çeşitli din ve mez-heplerin temsil edildiği, dini ayin ve törenler yapılan bir yerdi. Esas iti-bariyle Pakistanlı arkadaşlarımızın girişimi ile bu binada Müslümanlar için de sade ve boş bir oda tahsis edildi. Cuma günleri bu odada biri-mizin imamlığında namaz kılıyor, sonra sohbet ediyorduk. Birkaç gün imam görevini otelcilik okuyan Türk arkadaşım Yunus yaptı, ben ce-saret edip imamlığı üstlenemedim. Ne var ki, Yunus’un görevi de uzun sürmedi, çünkü namazı çok çabuk kıldırdığından cemaat (genellikle beş altı kişi) kendisine yetişmekte güçlük çekiyordu.

Ithaca’da bir akşam vakti evlerimize gelen bir haberle Willard Stra-ight Hall’a davet edildik. ABD’de profesör olmuş en genç Türk sıfatıy-la Newsweek dergisinin haber yaptığı Yale Üniversitesinden Profesör Oktay Sinanoğlu, Türk öğrencileri olarak bizlerle görüşmek istiyordu. Türk arkadaşlarla kendisiyle yarım saat kadar konuştuk. Sohbetimi-zin ayrıntılarını hatırlamıyorum ama o zaman 28 yaşında bir öğretim üyesi olarak Oktay Sinanoğlu’nun kişiliği ve bizlere aktardıkları kırk yıl sonra Türkiye’ye döndüğünde söylediklerinden çok farklıydı. Belli ki, uzun bir dış ülke yaşantısından sonra, algılanan Türkiye’nin gerçekleri karşısında bu çeşit değişimler olabiliyordu. Değişik zamanlarda başka kişilerle ve gruplarla da zaman zaman Willard Straigth Hall’da temas ve sohbetlerimiz oldu. Bunların bazıları farklı Hıristiyan mezhepleri temsil eden, çoğu propaganda amaçlı kişi veya gruplardı.

Cornell’de unutamadığım anılarımdan biri de, “un helvası” yapma teşebbüsümle ilgilidir. Özellikle annemin pişirdiği un helvasını çocuk-luğumdan beri çok sevdiğim için kendisine yazdığım bir mektupta

Page 103: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

90 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bana tarifini göndermesini istedim. Annem cevabında istediğim ta-rifi bana ayrıntılarıyla bildirdi. Her tarafın bir metre karla kaplı olduğu soğuk bir kış gecesi Fikret’le ve diğer bazı Türk arkadaşlarla Demir Önengüt’ün evinde toplandık. Demir’in ayrı bir mutfağa sahip müstakil bir evi olduğundan, onun evinde bir araya gelmiştik. Demir bu amaç-la güzel bir çelik tencere almıştı, ben de gerekli malzemeyi, un, şeker, tereyağı vb. tedarik etmiştim. Demir, Fikret ve Yunus yandaki odada sohbet ederlerken, ben bir ocağın başında malzemeyi tencerede sü-rekli karıştırarak pişirmeye çalışıyordum. Annem helvanın rengi ko-yulaşmaya başlayınca üzerine hazırlayacağım şekerli suyu dökmemi yazmıştı. Herhalde annemin kastettiği kritik noktayı bir-iki dakika aş-mış olmalıyım ki, şerbeti dökünce helva birden katılaşıp siyah bir renge büründü, adeta katran gibi bir şey oldu ve tencereye yapıştı. Arkadaş-larımı çağırdım, ama sadece bir iki kaşık tadabildik. Helvanın ve tence-resinin kaybına üzülen Demir sinirlenip tencereyi olduğu gibi sokak-taki karların içine attı. Tencere ve helva karlara gömülüp tarih oldu. Bu deneyim üzerine bir daha un helvası yapmayı asla göze alamadım. Bir gün arkadaşım Mark Thompson’ı davet edip kendisine Türk yemekleri tattırma girişimim de, annemden gelecek tarifnamenin gecikmesi do-layısıyla sonuçsuz kaldı.

Cornell günlerim sırasında bir anım, sınıf arkadaşlarımdan Walter Balk’a kiraladığı yeni bir eve taşınması sırasında yardım ederken ger-çekleşti. 1962 yılının bir Kasım günü yolda arkadaşımız olan Ganalı bir öğrenciden Başkan Kennedy’nin bir suikasta kurban edildiğini öğren-dik, doğal olarak çok üzüldük. Geçen birkaç gün televizyondan takip eden olayları izlemekle geçti. Kennedy’nin ırk ayırımının kaldırılması için verdiği mücadele, reform programları vb. girişimleri hepimizi ve dünyayı yakından etkilemişti. Aynı yılın kış aylarında Walter Balk ve eşi beni Massachusetts’de Woodstock kasabasında bir aileyi ziyarete götürdüler. Kasaba ve civarı, göller ve ormanlar karlar altında çok gü-zeldi. Bromberg bir sanat tarihi hocası ve tanınmış bir ressamdı. Ken-disi bir Türk generalin yağlıboya bir resmini yapmış olmaktan duydu-ğu mutluluğu anlatıyordu. Eşi Jane Bromberg fevkalade konukseverdi. Onlarla geçirdiğim günleri sonra Jane Bromberg’in İstanbul’a 1965 ya-zında yaptığı bir ziyarette ve 1972’de bu kez Bengi ile Woodstock’ta ev-lerine yaptığımız ikinci bir ziyarette tekrar yaşayacaktım. Ne yazık ki, bu aile ve Woodstock’la ilişkim izleyen yıllarda kesintiye uğradı.

Amerika deneyimi ve Cornell tüm yaşantımı derinden etkiledi. Her şeyden çok mesleki-akademik yönden zenginleştim. Tanıdığım birçok Amerikalı bende diğer birçok Batılı toplumun insanına göre daha sa-

Page 104: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 91

mimi, dürüst ve sosyal bir insan imajı yarattı. Bazılarıyla sonraki yıllar-da temasımı devam ettireceğim çok sayıda dost edindim. Bana yakın olan hocalarım dışında en yakın arkadaşlarım, sonradan akademisyen olarak tanınacak olan Mark Thompson, Richard Miller, Walter Balk, Bill Button, Herbert Oestreich, ayrıca John Harston, Jeff Atlas, Marc Ungar, Kanadalı Fraser Isbester ve herbirinin ismini burada sayamayacağım diğer iyi insanlardı. Herbert Oestreich ile özellikle çok yakın bir dost-luk kurmuştum. Alman göçmeni olan Herb’in eşi Dona bir Cherokee kızılderilisiydi ve fevkalade bir insandı. Isbester’in eşi Jackie Isbester’e yıllar sonra 1991’de Kanada’da rastladığımızda Fraser vefat etmiş, yal-nız kalan eşi Jackie ise kendisini toplum faaliyetlerine adamıştı. Hatta bir ara yerel seçimlerde adaylığını koyduğunu işittik. Arkadaşlarımdan John Harston beni Cornell’in stadyumundaki Amerikan futbolu maç-larına bir yolunu bulup para ödemeden sokuyor, maç boyunca bana bu oyunun kurallarını adeta milli bir görev kabul ederek ayrıntılarıyla öğretmeye çalışıyordu. Amerikalı arkadaşlarımın hepsi şakacı ve şa-kadan hoşlanan insanlardı. Wester filmlerine merakımı öğrenen Marc Ungar bana bir isim de takmıştı: Fastest gun in Western Anatolia, Batı Anadolu’nun en hızlı silah çeken adamı...

En yakın Türk arkadaşlarım arasında Demir Önengüt’ü, Fikret Cey-hun ve Kıbrıslı Ahmet Hamdi Aker’i, Özer Ertuna ve ODTÜ’lü işletme grubundaki Muhan Soysal’ı ve bu grubun Sami Ercan gibi diğer üyele-rini, Serim Yurtören’i ve otelcilik öğrencisi Yunus’u ve şüphesiz ikinci yılımda benim gibi ILR öğrencisi olan Engin Ünsal’ı saymalıyım. Cor-nell’deki Türk öğrenci grubu içinde Fikret Ceyhun ve Kıbrıslı Ahmet Aker en sol görüşte olanlardı. Bir gün ben, Ahmet Aker ve Fikret ev sahibimiz Mr. Barnhardt’la sol hareket karşısında Amerika’nın rolü ile ilgili hararetli bir tartışmaya girmiştik. Mr. Barnhardt’ın Ahmet Ham-di’ye “O halde öğrenim için niçin Sovyetler Birliği’ne gitmedin” diye sorması üzerine Ahmet’in cevabı ilginçti. Ahmet, “O takdirde Rusya’da bu tartışmaları yapamazdık” cevabını verdi. İşletme okuyan ODTÜ grubu ise haliyle kapitalizmin savunucusuydu. Engin Ünsal ve ben ko-numuz olan labor gereği sosyal demokrat geçiniyorduk. Bu duruma rağmen işletmeciler Fikret ve Ahmet’i “Bunlar nasıl olsa devrimi ger-çekleştiremez” diye tehlikeli bulmuyor, işçi sendikalarını, dolayısıyla bizi kapitalizm için daha büyük bir tehlike olarak görüyorlardı.

Cornell’de bulunduğum 1960’lı yılların başlarında Amerikan toplu-mu Avrupa’nın savaş sonrası idrak ettiği cinsel özgürlükler değişimine aynı ölçüde katılmamıştı. Öğrenciler ve aileleri hala kırsal Amerika’nın geleneksel değerlerini muhafaza ediyor, dini değerlerdeki değişim Av-

Page 105: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

92 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

rupa’ya göre daha yavaş ilerliyordu. Buna rağmen Cornell öğrencileri arasında kız-erkek arkadaşlığı oldukça hareketliydi. Bu noktada kü-çük bir anektodu burada zikretmek isterim. Erkek öğrencilerin söy-lemine göre kızlar arasında NATO sözcüğü ayrı bir anlam kazanmıştı. NATO ile soğuk savaşın getirdiği ortak savunma anlaşması ve siyasal örgüt (North Atlantic Treaty Organization) kast edilmiyordu. Söylenti-ye göre kızlar erkek çocuklarla arkadaşlıklarında ‘sürekli konuşarak entellektüel görünmeye çalışan oğlanlardan’ hoşlanmıyor, onlar için NATO, No action, talk only (hareket yok, sadece konuşma var) ifadesini kullanıyorlardı. Bu sözcük aynı zamanda NATO’nun işe yarar bir faali-yeti olmadığı yönünde yaygınlaşan ve günümüzde de kısmen geçerli olan algıyı da yansıtıyordu. Kuşkusuz her gelişmeyi kendi zamanının koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Bilindiği gibi Türkiye savaş sonrası dönemde Sovyetlerin Boğazlara ve Kars-Ardahan’a yönelik tehditleri nedeniyle NATO’ya 1952 yılında katılmayı tercih etti. NATO ve ortak savunma tesislerinin varlığı soğuk savaş boyunca ülkemiz için askeri yardımlar gibi açık ve örtülü işlevler gördü. Soğuk savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan boşluk ise NATO’ya yeni rol ve görevler biçmekti. Ancak Bosna-Hersek savaşında Boşnak-Müslüman halkı Sırp saldırılarından belli ölçüde koruma etkinliği dışında NATO’nun gü-nümüzdeki rolü Cornell öğrencilerinin ona izafe ettikleri seviyeye düş-müş görünüyor.

Hocalar ve bazı Amerikalı okul arkadaşlarım Haziran 1964 sonun-da açık havada bir barbekü partisi düzenleyip beni de davet ettiler. Bu

Takashi Yashida, Mark Thompson, Toker Dereli

ILR Ives Hall önü mezuniyet - 15 Haziran 1964

Cornell ILR Mezuniyet Danışmanım Prof. Dr. L. K. Williams ile - Haziran 1964

Page 106: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 93

partinin benim için verilen bir veda etkinliği olduğunu ise sonradan öğrendim. ABD’deki, özellikle Cornell’deki lisansüstü öğretim gerçek-ten kaliteliydi. Gerek uygulamalı alan araştırmalarına dayalı sosyoloji ve sosyal psikoloji gerek makro sosyolojik çalışmalar ve hukuk ince-lemeleri, bu konulardaki Amerikan kaynakları yanı sıra, Avrupa litera-türünün İngilizce çevirileri, bizlere çok şey öğretti. O yıllardaki öğrenim sistemi öğrenciye uygulama tekniklerinde beceri kazandırmak kadar klasik eğitimin, genel kültürün, teorinin, derinliğine okumanın ve iyi yazmanın gereklerini de kazandırmayı amaçlıyordu. Günümüzde ise daha çok yöntem, matematik, ekonometri ve istatistik ağırlıklı amaç-ların ön plana çıktığı gözlemleniyor. Bu eğilim Amerikan ve Avrupa üniversiteleri kadar ülkemiz için de geçerli.

Davranışsal alanda ve metodoloji konusunda hocam L. K. Willi-ams’dan, iş hukukunda V. Jensen’den, karşılaştırmalı derslerde J. P. Windmuller’dan, sendikacılık alanında G. Brooks’dan çok şey öğren-diğimi belirtmeliyim. Andığım her üç hoca da geçen yıllar içinde vefat etmiş, hepsinin toprağı bol olsun. 1960’lı yıllarda Ithaca’daki, 1970’li ve 80’li yıllarda da Philadelphia’daki Amerika tecrübem bana, Amerikalı-ların beşeri ve sosyal yönleri hakkında birçok şey öğrettiği kadar, zaaf-ları konusunda da izlenimler verdi. Ülkeye döndükten sonra bu sayede Türk insanın sahip olduğu birçok erdemin de daha iyi farkına varma-ma olanak sağladı.

1960’lı yıllarda İktisat Fakültemizin Dekanı Prof. Dr. Haydar Furgaç idi. Orhan Tuna Hoca’dan öğrendiğim kadarıyla Haydar Furgaç Hoca-mız benim Cornell’deki çalışmalarımı yakından izlermiş ve ikameti-min ikinci yıl uzatılmasında, ayrıca son dört ay için maaşımın ABD’ye transfer edilmesi için gerekli iznin çıkarılmasında etkili olmuş. Bu ve-sileyle çoktan vefat etmiş olan bu Hocamızın hatırasını burada saygı ve şükranla yadetmek isterim. O yıllarda üniversitelere giriş sınavla-rı onun başkanlığında İktisat Fakültesi Bilgi İşlem Merkezi tarafından yapılmaktaydı. 1964 yılında, ben henüz yurt dışındayken bu merkezi sınav sorularının çalınmış olması gerekçesiyle sınavın iptal edilip tek-rarlanması gündeme gelmişti. Haydar Hoca tekrarlanacak sınavda beni Trabzon’da görevlendirdi. Sınav kitapçıklarını çuvallar içinde ve bir polis refakatinde Trabzon’a götürdüm, sınavı yaparak cevap kağıt-larını aynı şekilde İstanbul’daki merkeze getirip teslim ettim. Haydar Furgaç Hoca bu vesileyle o yaz memleketime bir ikinci ziyaret yap-mamda da etkili olmuştu.

Burada Ithaca’dan New York şehrine yaptığım çeşitli gezilere de değinmek isterim. New York’a ilk kez Demir Önengüt ile 1962 kışında

Page 107: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

94 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

gittik ve WMCY’de konakladık. Otobüs terminalinden çıkınca karşı-laştığımız Empire State Building ve diğer gökdelenlerin bir kış sabahı-nın karlı güneşindeki görünüşü etkileyiciydi. Bir başka seferde ILR’dan ismini şimdi hatırlamadığım bir lisans öğrencisi beni Manhattan’da büyük bir yapıdaki ailesinin dairesinde misafir etti. Oda arkadaşım Marc Ungar ise dönüşüme yakın bir tarihte yine Manhattan’da ablası-nın dairesinde beni üç gün kadar ağırladı. Bu ziyaretlerde New York’u tanımaya çalıştım. Birleşmiş Milletler binasını, bu arada orada çalışan Muzaffer dayımı (Külür) ziyaret ettim. Bu gezilerde New York’tan ak-lımda kalan ana izlenimler, bu kozmopolit ve kalabalık dünya şehri-nin, gerçekte küçük şehir ve kasaba hayatına dayalı Amerika’yı temsil etmediği, gerçek Amerika ve Amerikalının daha çok kırsal özellikler taşıdığı gerçeği olmuştur. Kuşkusuz Times Square’in ve Broadway’in renkli hayatı, sinema, tiyatro ve müzik holleri etkileyiciydi. Hemen her ziyaretimde Times Square’de Richard Burton’ın Hamlet rolünde büyük tiyatro posterlerine rastlıyorduk. Nihayet yurda dönüşüm sırasında 1964’te New York’ta kurulan Dünya Fuarını gezdim. Cornell’i izleyen yıllarda ABD’ye her gidişimde, 1971’de ve 1983’te eşim Bengi ile birlikte, birkaç günlüğüne ziyaret ettim. Bu üniversite ile ilişkim hiçbir zaman kopmadı. İstanbul’daki Cornell mezunlarının düzenlediği ve bir kısmı-na Cornell’den gelen grupların da katıldığı bazı toplantılarda ilginç ve yararlı etkinliklerde bulunduk.

1960’ların Amerikası Vietnam harbine, yükselen soğuk savaşa ve gelişen “çirkin Amerikalı” imajına rağmen açık, demokratik ve insancıl değerlere dayanan bir toplumdu. O dönem ırk ayırımıyla mücadelenin şiddetlendiği, eşitlik hareketinin ve feminizmin hız kazandığı yıllardı. Sonraki yönetimler altında ve özellikle Irak’ın işgali sırasında ve son-rasında yaşananlarla ABD’nin bu olumlu imajı giderek zayıflayacaktı.

Ithaca’dayken Time dergisine abone olmuştum. İkinci yılımda abo-neliğimi Newsweek dergisine çevirdim. O tarihten bu yana Newswe-ek’e aboneliğim sürekli olarak devam etti. Bu dergideki belki tüm ya-zıları değil, fakat önemli birçok haberi ve makaleyi uzun yıllar boyunca vapurda, evde, işte, tatillerimde okudum, hala da okumaktayım.

Ithaca’daki günlerim sırasında edindiğim kötü bir alışkanlık siga-ranın yanı sıra pipo içmeye başlamamdı. Bunda Amerika’da o yıllarda yayımlanan kanser raporunda pipodan sigaraya göre daha az zararlı olarak bahsedilmesinin rolü olduğu muhakkaktı. Nitekim pipo içme 1960’lı yılların başlarında Cornell öğrencileri ve hatta hanımlar ara-sında yaygınlaşmaktaydı. Edindiğim bu alışkanlık yurda dönüşümden sonra devam etti ve bu satırları yazdığım günlere dek hiç kesilmeden

Page 108: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

AKADEMİK KARİYER VE LİSANS ÜSTÜ ÖĞRENİM I 95

sürdü. Hatta merhum hocamız Orhan Tuna ve Enstitü sekreterimiz Er-gün Özkanlar biraz da bana eşlik etmek için pipo içmeye başlamıştı-lar ve zamanla sürekli bir tiryaki haline gelmişlerdi. Pipoya alışmamın sigara içme alışkanlığından tamamen vazgeçebilmem gibi olumlu bir sonucu olmuşsa da, yaygılaşan tütün içme yasakları çeşitli yer ve du-rumlarda benim için sorunlar doğurmaya başladı. Genellikle hareket halindeysem tütün içme isteği duyuyor, fakat özellikle yazı yazarken ve kısmen de okurken pipo içmeden yapamıyorum. Tütün yasakları-nın etkisini en çok 1991-1992’de Kanada’da Mc Master Üniversitesinde duymaya başlamıştım. Neyse ki, orada bulunduğum yılda kampüsün bodrum katlarından birinde bu iş için ayrı bir oda ayrılmıştı. Ben ayrıl-mak üzereyken yasak tüm binalara yaygınlaştırıldı. Türkiye’de ise tü-tün içme yasakları içinde bulunduğum şu günlerde hemen her mekanı kapsayacak biçimde etkili olmaya başladı.

Cornell’deki iki yıllık lisansüstü öğrenim bana Türkiye’de elde ede-mediğim yeni bilgiler kazandırdı. Hepsinden önemlisi sosyal konuları sorgulamak ve analiz etmek yönünde belli beceriler sağladı. Hocala-rımız endüstri ilişkileri konuları yanı sıra, bizlere özellikle araştırma metodları konusunda İktisat Fakültesi’ndeki derslerde görmediğimiz yöntem ve teknikleri, hipotezler kurmayı ve bu hipotezleri test etme yollarını, ayrıca başlıca sosyolojik ve antropolojik teoriler konusunda da derinliğine bilgiler vermeyi başardılar. Bu yaklaşımlar Türk üniver-sitelerinin müfredatına ancak daha sonraki yıllarda girebilecekti.

1964’te İstanbul’a dönüşümü izleyen ay içinde bir yaz günü Cağaloğlu yokuşundan inerken Fikret Ceyhun’a rastladım. Kısa bir süre için yurda geldiğini belirterek, beni izleyen günlerden birinde Şile’de yapılacak nikah törenine davet etti. Belirtilen günde kuşkusuz Şile’de nikahın yapılacağı belediye salonundaydım. Fikret ve evlendiği eşi Esin Hanım, evlenmelerini müteakip ABD’ye döndüler ve Fikret’in doktora çalış-malarını tamamlamasının ardından otuz yıl kadar bu ülkede kaldılar. Fikret’le bir kez 1976’da İstanbul’a geldiğinde Üsküdar’da görüştük. Kendisinin Boğaziçi Üniversitesinde ders verdiği 1982 yılında ise biz ABD’deydik. Bu ziyaretini ancak bana İstanbul’dan Philadelphia’ya gönderilen mektubundan öğrenebildim. Fikret, North Dakota Üniver-sitesindeki görevinden emekliye ayrılmasından sonra bir süre daha Şile’de yaşadı. Yıllar sonra onu ve eşi Esin Hanımı tekrar görebilmem kuşkusuz sevindirici bir gelişmeydi.

Page 109: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 110: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 4TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE

TEMPLE YILLARI

º Doçentliğe Giden Yolº Doçentlik ve Askerlikº Bengi Dereli ile Evlenmeº Temple Yıllarıº Ayşe Gül’ün Doğumu

Page 111: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 112: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI

Ülkeye dönmemi izleyen aylar, öncelikle doktora tezimi hazırlamak ve doktora savunmamla geçti. 1965’in Mart ayında doktoramı elde et-tikten sonraki iki yıl boyunca başlıca faaliyetim, Profesör Orhan Tuna ile Almanya’da Saarbrücken Üniversitesinde Sosyoloji hocası Otto Neuloh’un ortaklaşa yürüttükleri Almanya va Batı Avrupa’ya misafir işçiler olarak giden Türk işçileri üzerinde yapılan bir araştırmada çalış-makta yoğunlaştı. Neuloh’ı Doç. Dr. Metin Kutal esasen Almanya’daki çalışma günlerinden tanımaktaydı. Ben Neuloh’un asistanı Günther Endreweit ve üç dört Türk öğrencimizden oluşan grubun başkanı tayin edildim. Araştırma Almanya’ya göçün Türk işçileri üzerindeki etkileri-ni incelemeye yönelikti ve davranışsal, sosyolojik ve ekonomik boyut-lar içeren bir soru formuna dayalı anket ve mülakatlarla yürütülecekti. Bu araştırmada benzer sorular deneklere, birincisi, işçiler Almanya’ya gitmeden önce İş ve İşçi Bulma’dan seçilen örnekler üzerinde, ikincisi benzer bir gruba dış ülkede yaşarken ve çalışırken ve nihayet üçüncü-sü dış ülke yaşantısından kesin dönüşle yurda dönen denekler üzerin-de üç aşamalı bir formatta yöneltildi. Bazı sorunlara rağmen bu araş-tırmalar her üç kesit için de tamamlandı ve araştırma sonuçlandığında Almanya deneyiminin Türk işçilerinin tutumlarında, değer ve davra-nışlarında meydana getirdiği değişimin ortaya konmasına çalışıldı. Bir başka çalışma da Bengi Dereli tarafından Türklerin Almanya’daki suçluluk durumunun davranışsal-kriminal boyutları üzerinde yapıl-

Page 113: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

100 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

dı ve tüm sonuçlar üç ayrı kitap halinde yayımlandı. Ben Türkiye’deki araştırma grubunun başkanı olarak yurdun birçok şehrini görmek ve tanımak fırsatını buldum.

Yine bu araştırmanın bir parçası olarak önemli bir geziyi grupla bir-likte 1966 yılında Sivas’a, oradan da Erzurum’a yaptık. Fakat gezinin Erzurum ayağında Orhan Hoca ile Metin Kutal da benimle buluştular. Kendileriyle Atatürk Üniversitesi’nin o zamanki Rektörü Osman Okyar Bey’in, ki kendisi ben ikinci sınıftayken İktisat Fakültesinde hocam ol-muştu, ev sahipliğinde, onun bize tahsis ettiği resmi bir pikap ile yö-rede geziler yaptık. Bir daha görmek imkanı bulamayacağımız yerlere, İspir’e ve Tortum’a gittik, sarp kayalıkların arasındaki Tortum gölünü ve şelalesini gördük. Orhan ve Metin Beyler dönüşü benimle birlikte Zi-gana üzerinden Trabzon yoluyla gerçekleştirdiler. Orhan Bey eniştem Suat Bey’le ve diğer yakınlarımla tanıştı, aralarında ilginç konuşmalar ve sohbetler yaptılar. Eniştem Orhan Bey’den olumlu yönde etkilendi. Daha sonra Orhan Bey ve Metin Bey Trabzon’dan vapurla İstanbul’a döndüler. Ben ise Sivas’a dönüp araştırma grubuna katıldım.

Gruptaki öğrenci anketörlerimiz renkli kişilerdi ve Almanya’nın bu proje için bizim Enstitüye bağışladı-ğı Volkswagen minibüs içinde birçok şehri ve değişik yörelerin insanlarını tanımak fırsatını buldular. Bu araş-tırmalarımızdan işçi göçü ile ilgilenen akademisyenler kadar kamu otori-teleri de işçi göçünün yavaşladığı ve durduğu 1970’lerin sonuna dek yarar-landılar.

Bu yıllarda yabancı misyonların, özellikle ABD işçi ateşelerinin bizim bölümle oldukça sıkı ilişkileri vardı. Bu vesileyle Türkiye’de uzun süre kalan elçilik ve konsolosluk görevlilerinden bazılarıyla dostluklar kurmuştuk. Bun-lar arasında özellikle William Meagher

ve Duane Butcher’i zikretmek isterim. Bu ateşelerle ilişkilerimizden hem konumuzla bağlantılı, dış ülkelerdeki sendikal gelişmelerle ilgili bilgi edin-mek hem de dışarı gidecek asistanlarımızın vize işlemlerinin çabuklaştı-rılmasında yararlanmak yönünde olumlu sonuçlar elde ediyorduk. Haliy-le 1980’lerden sonra bu çeşit ilişkilerde önemli bir azalma yaşandı.

Prof. Dr. Orhan Tuna ile Trabzon Atatürk Köşkü’nde - 1966

Page 114: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 101

Doçentliğe Giden Yol Aynı yıllarda, yani 1965-1969 yılları arasında doçentlik tez konum

üzerinde çalışmalarımı sürdürdüm. O dönemde doktoradan sonra dört yıl geçmedikçe doçentlik tezi teslim edilemiyor ve jürilerin oluşumu, sınavlar vb ile bu süre neredeyse beş yılı buluyordu. Birçok adayın ak-sine ileride ders kitabı olarak kullanılabilecek bir konu seçmektense, daha teorik ve aynı zamanda amprik bir araştırma yapmayı istiyor-dum. Sonuçta Prof. Dr. Orhan Tuna’nın önerisiyle aydınların işçi hare-ketlerindeki rolüne ilişkin, sosyolojik yönü ağır basan, fakat Türk en-düstri ilişkileri sisteminin yasal çerçevesinin gelişimi de dahi, sendika liderliği ve demokrasisi gibi konuları da irdeleyecek bir alan seçtim. Tez çalışmam aydınlar ve sendikalarda çalışan uzmanlarla yapılan müla-katlar ve işçilerden oluşan bir örnek kütle üzerindeki bir anket çalış-masına dayanarak, üç yıl kadar sürdü. Sonuçta basıldığı zaman ortaya beş yüz sayfa civarında bir kitap çıktı. Tezin alan araştırması yanında konunun ayrıntılı bir teorik ve tarihsel altyapısını oluşturdum. Genel açıdan dünyada sosyalizm ve işçi hareketi tarihini Batı literatürün-den faydalanarak kurdum. Türkiye’de işçi hareketi ve sol entelektüel akımlar açısından ise, başka birçok kaynağa ek olarak Mete Tuncay’ın, Oya Sencer’in, George S. Harris’in ve Kemal Sülker’in çalışmalarından yararlandım. Tez, doçentlik sınavlarını geçtikten (1969) bir hayli zaman sonra, ancak 1975 yılında İktisat Fakültesi tarafından (Fakülteler Mat-baasında) Aydınlar, Sendika Hareketi ve Endüstriyel İlişkiler Sistemi: Genel Olarak ve Türkiye’de başlığı altında bastırıldı.

Doktora ve doçentlik çalışmalarıma bağlı olarak akademik ya-şantımda uzmanlaşma alanlarım giderek belirgin hale geldi. Asis-tanlığımın ilk yıllarında -biraz da Miller’le ve Cornell’de Williams’la çalışmalarıma bağlı olarak- benim için sosyoloji ve sosyal psikoloji (örgütsel davranış) ağırlıklı bir endüstri ilişkileri uzmanlığı şekillen-mekteydi. Yüksek lisans ve doktora, sonra da doçentlik tezimle çalış-malarım sendikacılık, toplu pazarlık ve iş hukuku alanları üzerinde yo-ğunlaşmaya başladı. Bunu izleyen yıllarda, özellikle Roger Blanpain’in editörlüğünde iş hukuku ve endüstri ilişkileri ciltlerini yazdıkça, haliyle endüstri ilişkilerinin hukuk-yasalar yönü daha da ağırlık kazanmaya başladı. Nihayet son tahlilde iş hukukunda İÜ’de Ferit Hakkı Saymen’in ve Cornell’de Vernon Jensen’in öğrencisiydim. Ancak konuların makro ve mikro düzeyde sosyolojik boyutlarına ilgim hiçbir zaman azalmadı. Sonuçta bu alanda gerçek anlamda disiplinler arası bir yaklaşım ser-gilemek, bu sayede konuları karşılaştırmalı boyutlarda incelemek ola-naklarına kavuştum. Bu yaklaşım ayrıca birden çok alanda ders ver-

Page 115: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

102 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

meme olanak sağladı. Nitekim 1984’de ABD’den ayrılırken Muhlenberg Koleji’nden gelen teklifinde Dekanın, bu kurumda çalışmamı istemesi-nin başlıca gerekçesi buydu. Birden çok alanda deneyim sahibi olmak haliyle belli bir esneklik sağlıyor ve kişinin istihdam olanaklarını artı-rıyordu.

1965 yılını izleyen yıllarda ben ve diğer kürsü meslektaşlarımız TÜRK-İŞ’in ve ona bağlı sendikalarla bağımsız birçok işçi (ve daha az olmakla beraber işveren sendikalarının) çeşitli eğitim programlarında, ülkenin birçok şehrinde ve sanayi merkezlerinde eğitici olarak faali-yet gösterdik. Bu faaliyetimiz 1990’lara kadar devam etti. Bilindiği gibi Sendikalar Yasası işçi sendikalarına nakit mevcutlarının (o zamanlar) en az yüzde beşini üyelerinin eğitimi amacıyla sarf etmeleri yüküm-lülüğünü getirmişti. Sendikalar bu nedenle üniversite elemanlarından yararlanarak bu eğitim faaliyetlerini yıllar boyu organize ettiler, hatta bizlerle bu konuda daha 1961 yılından itibaren çalışmaya başladılar. Bu faaliyet bir yandan genç öğretim elemanlarına kendi konularında tec-rübe kazandırırken, aynı zamanda onların uygulamayı, ayrıca ülkenin belli başlı sanayi ve işçi merkezlerini tanımalarına imkan verdi. Öte yandan, bize, verdiğimiz eğitim karşılığında ödenen ücretler mütevazı da olsa, yetersiz düzeydeki memur maaşlarımızı takviye ediyordu.

Anadolu’nun dört bir tarafına bu maksatla yaptığımız geziler unu-tulmaz anılarla doludur. Bu seminerlerin çoğunda TÜRK-İŞ’in eğitim uzmanı Vahdet Aşar ile Tekgıda-İş Sendikası’nın eğitim organizatörü İbrahim Uluç bizlere refakat etti. Her ikisi de vefat ettiler. Onlara Al-lah’tan rahmet dilerim. İşçilere yönelik bu sendika seminerlerinden başka birçok bilimsel seminerde, çeşitli eğitim kuruluşlarının düzen-lediği programlarda da bildiriler sunduk. Bunların herbirini, konularını ve tarihlerini hatırlamamıza şüphesiz imkan yok. Ancak parça parça bazı olayları, belli anekdotları, çoğu sevgili Nusret Ekin’den kaynakla-nan şaka, nükte ve esprileri zaman, zemin ve ortam imkan verdikçe tekrarlıyoruz.

Asistanlık dönemimizde katıldığımız ilk önemli uluslararası toplantı herhalde 1968 yılında Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti-nin Tarabya Otelinde düzenlediği seminer olmuştur. Bundan önce 1963 tarihli sendikal yasaları değerlendirmeyi amaçlayan ilk önemli konfe-rans 1964 yılında Yeşilköy’deki Çınar Otelinde yapılmışsa da, ben Ame-rika’da olduğum için hakkında çok şey işittiğim bu konferansa katıla-mamıştım. 1968 Tarabya Konferansına birçok meslekdaşımız yanı sıra yabancı konuklar ve bu arada bizim alanımızın tanınmış isimlerinden Kassalow gibi yabancı uzmanlar da katılmıştı. Bu toplantı bize her şey-

Page 116: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 103

den önce, daha sonra uzun yıllar işbirliği yapacağımız işçi ve işveren temsilcilerinin yanı sıra, öğretim üyelerini tanımak olanağını sağladı. Metin Kutal ve benim ortaklaşa yazdığımız Türk tarımında işçi-işve-ren ilişkileri konulu bildiri de bu konferansa sunulan ve ilgi çeken ça-lışmalardan biriydi. Arkadaşlarımız Turan Yazgan ve Engin Ünsal gibi isimler de katılımcılar arasındaydı. Tarabya Otelinde birkaç gün ko-nuk edilerek ağırlandık. Sait Dilik’i de bu toplantıda Turan Yazgan’ın bildirisinden sonra yaptığı çok uzun konuşması sırasında tanıdım. Bu toplantı dolayısıyla ilginç tecrübeler de yaşadık. Yine bu Konferans Heyetinin genel sekreteri Prof. Dr. Selahaddin Tuncer’le bu etkinlikler dolayısıyla tanıştık. O günlerde bir bebek olan kızı Nihal Tuncer 2000’li yıllarda Dekanlığım sırasında başarılı bir öğretim üyesi olarak en yakın meslektaşlarımdan biri olacaktı. Diğer anılarımdan biri ise Turan Yaz-gan’ın o günlerde yeni satın aldığı arabayla yaptığımız gezilerdi. Turan arabayı yeni almıştı, fakat -sanırım 6 bin lira gibi çok ucuz bir fiyata sa-tın aldığı- bu Peugeot marka araba bir hayli eskiydi. O günlerde yerli bir fiberglas Anadol marka araba ise 40 bin lira civarındaydı. O zamanki maaşlarımızın düşüklüğü karşısında çoğumuz böyle külüstür bir oto-mobili bile alma gücünden yoksunduk. Ne var ki, Turan araba ve motor konusunda bilgiliydi ve ortaya çıkan arızaları kendine özgü bazı yön-temlerle giderebiliyordu. Tarabya’ya yaklaşırken yağmur başlayınca arabanın sileceklerinin çalışmadığı anlaşıldı. Turan’ın ricası üzerine eşi Gülen zaman zaman dışarı çıkarak ön camı mendiliyle siliyordu. Tarabya Oteline on dakika olan mesafeyi bu duraklamalardan ötürü ancak bir saatte alabildik. Daha sonra birkaç yıl Turan’ın bu eski otomobili ile ge-ziler yaptık, pikniklere gittik. Turan sabrı ve deneyimi ile bu otomobilin

Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti 1968 Çalışma İlişkileri Konferansı, Toker Dereli ve Prof. Dr. Demir Demirgil

Page 117: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

104 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

verdiği sıkıntıların üstesinden gelebildi ve edindiği yeni tecrübelerle sonraki yıllar bizlere de araba arızaları konusunda yardımcı oldu. Ta-rabya semineri benzeri bir konferansa da hemen hemen aynı grupla ertesi yıl İzmir’de Taner Otel’de katıldık.

İktisat Fakültesi’nde gerek öğrencilik yıllarımızda, gerek asistanlık ve öğretim üyeliği dönemlerimizde çok yakın ilişki kurduğumuz kişiler arasında kuşkusuz Fakülte Sekreteri Şinasi Sunat’ın (Şinasi ağabeyin) özel bir yeri vardır. O her idari ve akademik işlemde bize yardımcı olan ve son tahlilde sorunlarımızı çözen biriydi. Öğrencilerin bir kısmı belki kendilerine hocalarının kimler olduğu sorulduğunda cevap vermekte güçlük çeker, fakat hepsi Şinasi ağabeyin ismini ve davranışlarını ez-bere bilir ve söyleyebilirdi. Şinasi Sunat’ın herkesçe bilinen en önem-li özelliği, Fakülteye ve görevine olan bağlılığıydı. İkinci özelliği ise bir sorun kendisine aktarıldığında ve çözümü istendiğinde istisnasız her seferinde olumsuz bir cevap vermesiydi. Öyle ki, bu tepki onda adeta bir şartlı refleks haline gelmişti. Sonuç almak için sorunu tekrar et-meniz ve sizin için ne kadar önemli olduğu noktasında ısrar etmeniz gerekirdi. Ama Şinasi ağabey birkaç tekrar ve ısrardan sonra sorunu-nuzu mutlaka çözerdi. Fakülteye ait hemen her işe gönüllü olarak ortak olduğu içindir ki, yerine kimseyi yetiştirmedi ve 1980’lerde ölümünden sonra yerinin doldurulması kolay olmadı. Vefatına tüm Fakülte çok üzüldü ve cenazesine büyük bir öğrenci ve hoca grubu katıldı. Allah rahmet eylesin.

Tarabya konferansında daha yakından tanımak olanağını buldu-ğum bir meslekdaşım da, o zaman İktisat Fakültesi’nde asistan olan Asaf Savaş Akat’dı. Asaf konferansta konuşmaları yabancı konuklar için simültane olarak İngilizceye çeviriyordu. Kendisi Galatasaray Li-sesi mezunu olarak herhalde iyi Fransızca biliyordu, fakat liseyi Field Service yoluyla ABD’de tamamladığı için İngilizcesi de güzel ve akıcıy-dı. 1960’lar ve 70’ler boyunca Asaf sol grubun önde gelen iktisatçıların-dandı. Özellikle Sencer Divitçioğlu hocaya çok yakındı. 1980’i izleyen yıllarda ise daha çok işverenlere yakın bir konuma yerleşti. O yıllar-da Yeşilköy Havaalanında Metin Kutal’la kendisiyle karşılaştığımızda Metin Bey bu değişikliğin sebebini sorunca, aslında görüşlerinde bir değişim olmadığını, bu kez sosyalizmi kapitalizmin içinde yer alarak içinden yıpratmayı amaçladığı şeklinde esprili bir cevabını verdi. 1990’lı yıllarda Bilgi Üniversitesinde ders verdiğim dönemde o da Bilgi Üniver-sitesinin rektörü konumundaydı. Asaf’ın benimle ilişkileri her zaman sevgiye ve saygıya dayanmıştır. 2000’li yıllarda ise onu televizyonda iktisat panellerindeki konuşmalarıyla ve Vatan gazetesindeki köşe-sinde yazdığı yazılarla izledik.

Page 118: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 105

İktisat Fakültesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi’nde yakın dostluk kurduğum öğretim üyelerinden biri de İzzettin Önder olmuştur. İzze-tin’den hem meslektaş olarak hem de ailece daima sevgi ve yakınlık gördük. Kendisi özellikle kızım Ayşe Gül’ü çok sever, onunla meşgul olur, daima hatırını sorardı. Benim Boğaziçi’nde ders vermeyi bırak-mamdan sonra da bu öğretim kurumunda yarı-zamanlı olarak ders vermeye devam etti. Kendisi bağımsızlıktan ve devrimci-devletçi görüşlerinden hiçbir zaman ödün vermeden çalışmalarını sürdürdü. Daha önceleri sol görüşlü olan bazı arkadaşlarımızın yön değiştirme-leri sonucunda onlarla yolları ayrıldıysa da, ilişkilerini hepsiyle uygarca sürdürmeyi başardı. Ancak daha yakın geçmişte İzzettin Önder’le olan bir karşılaşmam olumlu izlenimlerle geçmedi. Şöyle ki, İÜ’de İktisat Fa-kültesi Mezunları Cemiyeti’nin (İFMC) düzenlediği ‘Sosyal Politikalarda Dönüşüm’ konulu bir konferansta İzzeddin, ‘sosyal politika’ alanının tamamen uydurma bir konuyu kapsadığını iddia ederek, bir anlamda bana ve bizim bölümüze karşı kabul edilemez sözler sarf etti. Nihai çö-zümün ancak sosyalist bir dönüşümle gerçekleşebileceğini ima etti. Benim kendisine yoksulluk ve sosyal sorunları çözmede kendisinin nasıl bir alternatifi olduğunu sorunca da bu sorumu cevapsız bıraktı.

Yine 1960’larda tanıdığım bir Fakülte meslekdaşım İlter Turan’dı. İl-ter benim Cornell’den döndüğüm günlerde ABD’de Oberlin College’de lisans öğrenimini tamamlayarak yurda dönmüş ve İktisat Fakültesi’n-de asistan olmuştu. ABD eğitimi sırasında bursu için sanıyorum aile-sine yardımcı olmuş, gerekli yazışmaları yapmıştım. Daha sonra eski bir elçimizin kızı olan Gül ile evlenmişti. İlter daha sonra Esat Çam’ın kürsüsünde doçentliğe ve sonra da profesörlüğe yükseldi. Birkaç kez ABD’ye gitti. Son Temple görevim sırasında eşi Gül Turan ve küçük kızlarıyla beraber Philadelphia’da bizi ziyaret ettiler. Daha sonra eşiy-le birlikte özel İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne katıldı. Benim Bilgi’de ders verdiğim yıllarda bir süre -Asaf Savaş’tan sonra- Bilgi’de rektörlük yaptı. İlter’le benim ilişkilerim de daima karşılıklı sevgi ve saygıya da-yanmıştır. Benim Bilgi Üniversitesinde ders verdiğim 1990’lı yıllarda bir ara bu üniversitenin rektörüydü. 1999’a girerken şahsen pek isteme-diğim halde İktisat Fakültesi’ne dekan olmam olasılığı ortaya çıkınca, daha önce birkaç kez düşündüğüm fakat çeşitli nedenlerle dile getir-mediğim Bilgi’ye tam zamanlı geçme isteğimi İlter’e açtım. Bu dileği-mi olumlu karşılamadı. Bilgi’nin daha çok genç öğretim elemanı alma politikası güttüğünü, esasen üniversitenin mali kaynaklarının sınırlı olduğunu biraz da sıkılarak vurguladı. Bu davranışı üzerine İktisat Fa-kültesi dekanlığını ciddi olarak düşündüm. Dekan seçilince de başka

Page 119: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

106 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bir kurumda ders vermeme izin verilmeyeceği için Bilgi Üniversitesi’n-deki çalışmalarımı sona erdirdim.

1973 sonbaharında ABD’den Türkiye’ye dönüşümüzde Ayşe Gül he-nüz iki aylıktı. Bizi karşılayan aile üyeleri arasında Ayşe Gül’ün kuzeni Orhun Sinanoğlu da vardı. Baldızım Bilge Sinanoğlu benim Bengi ile ev-lendiğim 1970’den birkaç yıl önce bir mühendis-mimar olan İsmail Si-nanoğlu ile evlenmişti. Biz uzaklardayken Orhun doğmuştu. ABD’den dönüşümüzde henüz iki yaşlarındaydı. Geçen yıllar içinde Orhun’un anne ve babası anlaşarak, uygar bir biçimde ayrıldılar. Orhun o tarih-lerden bu yana babasına olduğu kadar bizlere de yakın olarak yetişti, başarılı bir tıp tahsilinden sonra uzman hekim (ürolog) oldu. Anıları-mızda Orhun ve Ayşe Gül’ün çocukluk yıllarındaki arkadaşlıkları, oyun ve muzipliklerinin ayrı bir yeri vardır.

Doçentlik tezimi teslim edip Ekim 1969’da yedek subay okuluna başlamadan önceki yaz aylarını hayatımda ilk kez bir tatil yaparak ge-çirdim. Önce Gemlik Kumla’da bir tatil kampında, sonra iki hafta kadar Şile’de ve Marmaris’te yaptığım bu tatil günlerinden aklımda kalan birçok güzel anı vardır. Zaten belki yoğun çalışma temposundan, kıs-men de o yazın sıcaklarından ötürü baş ağrılarım arttığı için tanıdığım doktorlar bir dinlenmeye ihtiyacım olduğunu söylüyorlardı. Şile’de bir haftalık tatilden sonra eski model bir otobüsle İstanbul’a dönerken il-ginç bir olay yaşadık. Tarih 21 Temmuz 1969’du, sanırım öğle saatlerin-de otobüsün radyosundan Amerikalıların Apollo 11 projesi kapsamında astronotlar Armstrong ve Aldrin’in aya ayak basışları ile ilgili ayrıntıları adım adım dinledik. Armstrong’un “Benim için küçük, insanlık için bü-yük bir adım” diye tanımladığı bu seyahati radyodan dinlemek gerçek-ten çok heyecan vericiydi. Armstrong’un aya ayak basması sırasında otobüs yolcuları şaşkınlık veya takdir nidaları çıkarıyor, bazı hanımlar Armstrong’u, diğer bazıları Aldrin’i beğendiklerini söylüyorlardı. Bilin-diği gibi aya yolculukta, 1958 yılında Sovyetler Birliği fırlattığı uzay fü-zeleri Sputniklerle öncülük yapmıştı. Bu durum süper güçler arasında-ki yarışta geri kaldıkları için Amerikalıları üzüyordu. Hatta Cornell’deki öğrencilik yılarımda ILR’a öğrenim için gönderilmiş dört Sovyet öğren-ci karşısında Amerikalı arkadaşlarımızın duyduğu ezikliği unutamam. Sonuçta Amerika yoğun çabalarının semeresini aldı ve uzay fatihi oldu ancak bu alanda öncülük şerefi kuşkusuz Ruslara aittir. Amerikalıla-rın aya ayak basışı beraberinde bazı başka bilimsel buluşlar da getirdi ve Mars gezegenine ulaşmak gibi başka uzay araştırmalarının yolunu açtı. Aydan getirilen kaya parçaları ile astronotların giysilerini yıllar sonra, 1983 yazında Bilge ve Orhun’la yaptığımız Washington ziyare-

Page 120: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 107

tinde Smithsonian Enstitüsünde görmek fırsatını bulduk. Oysa Tür-kiye’de bazı eğitim düzeyi yüksek kişiler bile insanoğlunun aya ayak bastığı haberinin büyük bir aldatmaca olduğunu iddia etmişlerdir.

Doçentlik ve Askerlik Ertelenmiş bulunan askerlik görevime doçentlik tezimi teslim et-

tikten sonra başvurdum. Tez savunması ve kollokyum sınavım as-kerlik dönemime rastlayacağından, başvurumda kolaylık sağlaması bakımından İstanbul’da olduğu için Tuzla Piyade Okulunu ilk sırada belirtmiştim. Nitekim tayinim Piyade Okulu’na yapıldı ve Ekim başında Tuzla’daki eğitimime başladım. Askerliğin disiplinli ortamına rağmen, bir süredir sürüncemede kaldığından rahatsızlık duyduğum ruh halin-den kurtuldum ve büyük bir ferahlık hissettim. Yedek subay taburun-da beni “ağır silah bölüğüne” verdiler. Buradaki alt birimim tanksavar takımı oldu. Güzel geçen havalarda piyade eğitimi sırasında, silahlar, bazuka ve geri tepmesiz toplarla haşır neşir olmak son derecede zevk-liydi. Boş zamanlarımda da kollokyum tebliğime hazırlanıyordum. Ni-hayet kasım ayı içinde jüri başkanımız Prof. Dr. Orhan Tuna’dan jürinin beni doçentlik tezinde başarılı bulduğu haberini aldım. Kollokyum ta-rihi de belirlenince, o gün için izin alarak İstanbul Üniversitesinde sına-va girmem gerekiyordu. Jürimde Orhan Bey’den başka Prof. Dr. Cahit Talas, Prof. Dr. Turhan Esener, Prof. Dr. Mehmet Oluç görevliydiler. Jüri tezimi oybirliğiyle kabul etmişti, fakat Orhan Bey’in bana sonradan an-lattığına göre Cahit Talas Hoca tezde kendisine belki yersiz olarak yap-tığım birkaç yollamadan dolayı biraz kırılmıştı ve olumsuz oy verme eğilimindeydi. Ancak genel kanaat sonucu o da olumlulara katılmıştı. Kollokyum imtihanım aynı jüri karşısında olumlu geçince, ertesi günü jüriye sunduğum beş konudan jürinin seçtiği biri üzerinde deneme dersine girdim ve başarılı olarak doçentlik unvanını aldım. Cahit Hoca ile bu tarihten sonraki ilişkilerimiz karşılıklı anlayış ve saygı içinde geçti. Kendisini 2006 yılında kaybettik. Burada bir an durup onun ölü-mü ile ilgili olarak yazdığım bir anı makalesini aktarmak istiyorum:

“Cahit Talas Hoca’nın Ardından Prof. Dr. Toker DereliSosyal Politika disiplininin Ankara Üniversitesi’nde kurucusu sı-

fatıyla bu bilim dalının ülkemizde gelişmesine yıllar boyunca değerli katkılar yapmış olan Prof. Dr. Cahit Talas’ı (Cahit Hoca’yı) 14 Ekim 2006 tarihinde kaybettik. Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyor ve hatırası-nı saygıyla anıyorum. Cahit Hoca sadece eski ismiyle İçtimai İktisat

Page 121: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

108 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Kürsüsü’nün, şimdiki adıyla Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde kurul-masında ve kadrolarının yetiştirilmesinde değil, diğer üniversiteleri-mizin aynı nitelikteki bölümlerinin öğretim kadrolarının gelişmesinde de eserleriyle dolaysız ya da dolaylı önemli roller üstlenmiştir. Onun üzerimizdeki etkisi daha öğrencilik yıllarımızda başlamışsa da, benim kendisiyle şahsen tanışmam 1969 yılında doçentlik jürimde yer alma-sıyla gerçekleşmiştir. Cahit Hoca yalnızca kurduğu bölümde Alpaslan Işıklı, Pars Esin ve Ahmet Makal gibi kıymetli bilim adamlarını yetiş-tirmekle kalmamış, aynı zamanda günümüzde bilim dalımızda sayısı bir hayli artmış bulunan birçok öğretim üyesinin doçentlik jürilerinde görev almak suretiyle herbirinin akademik gelişmesine çok değerli katkılar yapmıştır.

Cahit Hoca’nın hemşehrim olduğunu, babası Ahıska Türklerin-den Hacı Kamil Efendi’nin zamanında Trabzon’da Meydan’da şehrin en gözde lokantasını kurduğunu, kendisinin çocukluğunu Trabzon’un Çömlekçi Mahallesinde geçirdiğini ancak bir rastlantı sonucu Nisan 2007’de, yani vefatını müteakip ve kendisini tanımamdan yaklaşık kırk yıl sonra Trabzon’a yaptığım bir ziyaret sırasında öğrendim. Bu gecikme kuşkusuz beni çok üzdü. Bu garip ve benim açımdan affedil-mez gecikme olmasaydı onunla Trabzon’a ve Trabzon Lisesi’ne ait anı ve izlenimlerini paylaşmaktan kuşkusuz çok mutlu olacaktım. Bu fır-sattan yoksun kalmış olmamdan ötürü de ayrıca hayıflanıyorum.

Bu yazıda Cahit Hoca’nın hayat öyküsü ve eserleri hakkında ayrın-tılı açıklamalar yapacak değilim. Bu bilgiler çeşitli kaynaklarda, örneğin yayın kurulu başkanı olduğu Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi’nde, vefatı dolayısıyla Sayın Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın TÜRK-İŞ dergisinin Kasım-Aralık 2006 sayısında yayınlanan yazısında, Mehmet A. Bal’ın Trabzonlu Ünlü Simalar isimli biyografik çalışmasında esasen mev-cuttur. Burada vurgulanması gereken, Cahit Hoca’nın Sosyal Politika alanında hepimizin yetişmesine katkı yapan Sosyal Ekonomi, Sosyal Siyaset ve İktisadi Sistemler konularında yazmış olduğu kapsamlı ve çeşitli yıllarda yeni basımları yapılan kitaplarıdır. Kuşkusuz onun 1960-61 yıllarındaki 27 Mayıs hükümetlerinde Çalışma Bakanı ola-rak gerçekleştirdiği bazı girişimler de başarıları arasında daima anı-lacaktır. Örneğin, sendikalarımızın uluslararası örgütlere üye olmaları önündeki engellerin kaldırılmasında, 1961’de Avrupa Sosyal Şartının ülkemizce onaylanmasında ve 1961 Anayasası’nda sosyal ve sendikal hakların düzenlenmesinde gösterdiği çabalar bunlar arasındadır. Prof. Dr. Cahit Talas iki dönem Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Dekanlığını yap-

Page 122: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 109

mış, çeşitli yıllarda Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) adına muhabir üyelik, 1966-68 yıllarında Ankara Üniversitesi Öğretim Üyeleri Sendi-kası Başkanlığı, 1950-83 arası dönemde Birleşmiş Milletler Türk Der-neği Başkanlığı, Birinci İnsan Hakları Derneği Başkanlığı gibi görevleri de başarıyla yürütmüştür. Ama ondan bize kalan en büyük armağan, uğraşı alanımızda ürettiği çok sayıda Türkçe ve Fransızca kitap, ince-leme ve çevirilerdir.

Siyasal iktidarların Cahit Hoca’nın ülkemiz bilimine ve uygulama-larına yaptığı hizmetleri ve katkıları kadirşinaslıkla değerlendirdiğini söylemek ise, yazık ki mümkün değildir. Benzer bir kaderi belki za-manın egemen siyasal bakış açısı nedeniyle bir ölçüde Prof. Dr. Orhan Tuna da paylaşmıştır. Prof. Dr. Cahit Talas gerek insansever kişilik yapısı, gerek öğretim alanının doğası gereği daima emekten yana bir tutum sergilemiştir. Bununla beraber, aşırı ideolojik saplantıları olma-mış, kapital-emek ilişkisinde daha zayıf konumdaki işçiyi koruyarak bu ikisi arasında belli bir denge sağlamayı amaçlamıştır. Cahit Hoca vaktiyle kendi doktorasını yaptığı Cenevre şehrinde katıldığımız ILO konferanslarından dönüşlerimizde bize o yılın gelişmeleri hakkında bilgiler sorar, Türkiye’nin ILO standartlarına ulaşmada yeterince ba-şarı sağlayamamasından duyduğu üzüntüyü dile getirirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nden bir dönüşümde ise kendisiyle bu ülkede me-mur sendikacılığında kaydedilen gelişmeleri tartışmıştık. İlgi ile dinle-miş ve notlar almıştı.

1960’lar boyunca Batı’da ortaya çıkan bazı gelişmeler sendikacılık ve endüstri ilişkilerini önemli bir konuma getirmiş, bunun sonucunda klasik anlamda sendikaları ve benzeri kendi kendine yardım meka-nizmalarını da içeren Sosyal Politika alanının özellikle Anglo-Ameri-kan dünyada sadece kamu müdahalesini içerecek biçimde daraldığı görülmüştür. İş hukuku, sendikacılık ve toplu pazarlık konuları ise üniversite bölümlerinde Endüstri İlişkileri başlığı altında örgütlen-meye ve okutulmaya başlanmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak Bölü-mümüzün adı Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü olarak değiştirilmiş, bu değişiklik YÖK tarafından da onaylanarak diğer üni-versitelerimiz için bir çeşit şablon haline getirilmiştir. Sosyal Politika ve Sosyal Güvenlik konularının ise bundan böyle söz konusu bölümler içinde bir anabilim dalı olarak örgütlenmesi öngörülmüştür. Anımsa-yabildiğim kadarıyla Prof. Dr. Cahit Talas ve İstanbul Üniversitesi’nde-ki meslektaşı Prof. Dr. Orhan Tuna bu değişiklikten memnun kalma-mışlardır. Ancak her alanda olduğu gibi burada da değişim süregelmiş, sendikacılık ve toplu pazarlık kurumlarının çeşitli nedenlerle göreli

Page 123: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

110 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

olarak zayıflamasına paralel olarak, kamu müdahalesi ağırlıklı Sosyal Politika disiplininin Batı’da ve hatta Anglo-Amerikan dünyada yeni-den önem kazandığı görülmüştür. Küreselleşme ile yükselen gelir ve servete rağmen dünyada yoksulluğun artışı bu trendin nedenlerinden biri olarak görülebilir.

Günümüzde sendikacılık, toplu pazarlık, iş hukuku, insan kaynak-ları yönetimi ve örgütsel davranış gibi konular İşletme ve İktisat fa-kültelerinde daha çok Çalışma İlişkileri ya da İnsan Kaynakları adını taşıyan bölümler bünyesinde okutulmaktadır. Çalışma Ekonomisi ise İktisat biliminin bir alt dalı olarak Ekonomi Bölümü’nün bünyesinde yer alıyor. Tüm bu gelişmeler karşısında ülkemiz için belki daha doğru seçeneğin bölüm ismimizi Çalışma İlişkileri Bölümü ya da sadece Ça-lışma Bölümü olarak değiştirmek, belirtilen diğer alanlara ve bu arada Sosyal Politika ve Sosyal Güvenlik konusuna anabilim dalları olarak yer vermek olabilir. Bu yönde bir değişikliğin hem kapsamı hem de mantıksal içeriği itibariyle Gerhard Kessler, Cahit Talas ve Orhan Tuna geleneğine bağlı olanlarca da benimseneceği kanısındayım. Kuşkusuz konuların isimlerinin önemi içeriklerine göre ikinci planda kalır. Kess-ler, Orhan Tuna ve Cahit Talas, Sosyal Siyaset alanındaki öncü çalış-malarıyla bizler için gerekli alt yapıyı oluşturmuşlardı. Yeni kuşakların görevi ise bu yapıdan hareketle ve çağdaş bilimsel yöntemleri kulla-narak ülkemizde Sosyal Politika alanında somut araştırmalar yapmak olmalıdır.”

Kollokyum sınavından Piyade Okuluna dönüp yatakhaneye girdi-ğimde arkadaşlarımın bana ilk söyledikleri, benim olmadığım iki gün zarfında silahlar üzerinde eğitimin başladığıydı. 57 mm.lik geri tepme-siz top üzerinde sahrada eğitim verilirken yoklamada benim olmadığım söylenince öğretmen Albay Necdet Olgaç nerede olduğumu sormuş, kıdemli arkadaşımız da doçentlik sınavına girmek için üniversiteye gittiğimi söylemiş. Necdet Albay bunun üzerine, “Doçent olmak önemli olabilir fakat bu topu öğrenmek daha da önemlidir. Şimdi bu arkadaşı-mıza kim, nerede bu silahı öğretecek” diye sormuş. Arkadaşlar “Başın dertte, yarın albay sana bu silahı, parçalarını, montajını sorabilir” de-diler, ben de doğal olarak endişelendim. Ertesi günü derse bu kez bir boy daha büyük olan 76 mm.lik geri tepmesiz topu getirmişlerdi. Hoca muhtemelen beni unutmuş olarak bu top üzerindeki eğitimi verdi ve o gün o şekilde sorunsuz sona erdi. Üçüncü gün bu kez 106 mm.lik en bü-yük top eğitim için erlerce önümüze getirilmişti ve Necdet Albay dersi-ne başladı. Dersin orta yerinde mutad olduğu üzere bir ara verdi ve ça-dırında istirahata geçti. Bir ara Hocanın kıdemlimizi çağırdığını ve ona

Page 124: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 111

“Hani geçen gün biri vardı, doçent olacaktı. O şimdi buradaysa çağır” dediğini duydum. Necdet Albayın karşısında esas duruşta selam verip “Buyur komutanım” dedim. Kendisi de gözlük taktığı halde Albay Nec-det Olgaç benim gözlüklerimi görünce, “Vay canına... Sen okumaktan gözlerini mahvetmişsin. Doçent olmak iyi, ama bu silahlar da önemli. Sen şimdi bulunmadığın dersdeki silahı nasıl öğreneceksin? Savaşta bu topu nasıl kullanacaksın?” diye sordu. Çadırın arkasında dinlenen erlere seslenip 57 mm.lik topu getirmelerini söyledi. Biraz sonra 57 mm. benim için getirildi. Albay bizim takımdaki çocuklara “Haydi siz öğrendiğinize göre arkadaşınız için bu topu sökün ve yeniden kurun” emrini verdi. Arkadaşlardan cesaret edenler biraz hatalı ve ağır da olsa topu parçalarına ayırıp birçok pim ve vidayı yere çayırın üzerine koydular. Ancak tekrar takmaları mümkün değildi. Muhtemelen hep-si bana beddua ediyorlardı. Nihayet komutan “Mehmet” diye arkadaki erleri çağırdı. Mehmetçiklerden biri büyük bir süratle ve ustaklıkla da-ğılan bir sürü parçayı taktı, silahı monte etti. Kuşkusuz Mehmetçik altı aydır aynı işi yapıyordu ki bu kadar maharet kazanmıştı. Necdet Albay bizlere “İşte askerlik budur” diyerek ayrıca bir ders de vermiş oldu. Eği-timimizin geri kalan aylarında Albay her fırsatta “Gel bakalım doçent, buna ne dersin” diyerek benimle sürekli iletişim içinde oldu. Bölük ko-mutanımız iyi okur yazar (artık doçent) olduğum için herhalde, birçok fonksiyon için beni görevlendirdi. Örneğin, nöbet çizelgesinin hazır-lanması, yazıcılık, vizite çavuşluğu gibi görevleri bana verdi. Bu sayede bölükteki saygınlığım arttıysa da, işim başkalarına göre esas itibarıyla

daha zordu. Eğitim yukardakine benzer ilginç olaylarla devam etti. Uzun piyade yürüyüşleri, hafif ve ağır silahlarla atış-lar vs. hepsi çok eğlenceli ve güzeldi. En yakın arkadaşım sonradan İş Bankasın-da çalışan ve oradan emekli olan, hala görüştüğüm Ümit Balel’di. Ayrıca Şevket, Halis ve Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bö-lümünden mezun olduğu için kendisine Şopen lakabı takılan bir başka arkadaşı-mızın anıları da hala canlı olarak yaşıyor.

Tuzla Piyade Okulu’nda en yakın ar-kadaşım Ümit Balel ile akşamları Okulun aşağısında denize uzanan Mankafa Bur-nu’na doğru yürüyüşlerimizde hemen her konuda uzun sohbetler yapardık. Tuzla Piyade Okulu’unda

Silahlık nöbeti - Kasım 1969

Page 125: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

112 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Askerliğimizden sonra Ümit’le arkadaşlığım kesintisiz sürdü. İş Ban-kası’nda çalışmaya başladı, bu bankada yükselerek emekli oldu. Aynı kurumda çalışan Şerife Hanımla evlendi. Ümit bana birçok işimde, ör-neğin ev sorunumun çözümünde yardımcı oldu. İş Bankası Yönetim Kurulundaki görevim sırasında Ümit’le temas ve arkadaşlığım devam etti. Ümit ve eşi Şerife İş Bankasında çalışan kızları Neval’le, damatları ve torunları ile mutlu hayatlarını sürdürüyor, emeklilik günlerinin tadı-nı çıkarmaya çalışıyorlar.

6 ay dolarken gideceğimiz kıtalar için kura çekme günü yaklaştı. Kurada nereyi çekersem oraya gitmeye hazırdım. Talimler sayesinde fazla kilolardan kurtulmuştum, bekardım ve sağlığım yerindeydi ve zaten yabancı olmadığım askerliği seviyordum. Orhan Tuna Hocamızın askerliğimin kıta döneminde İstanbul’da o zamanlar Yıldız’daki Milli Güvenlik Akademisi’nde görevlendirilmemde gerçekten büyük yar-dımları oldu. Böylece Yıldız’daki Milli Güvenlik Akademisinde yaklaşık 15 ay sürecek görevime başladım. Görevimin ilk 6 ayı destek kıtalarına hizmet vermekle geçti. Erlere nezaret, eğitim ve talim, nöbet, bayrak merasimi gibi görevleri severek yerine getirdim. Bunlar arasında hat-ta askeriyenin Florya’daki tesislerine duvarlar örmek ve çevreyi dü-zeltmek de vardı. Uzmanlığımız yapı alanında olmadığı için maalesef inşa ettiğimiz set ve duvarlar o gece çıkan şiddetli yağmurda yıkıldılar. Destek kıtalarındaki görevim sırasında cumartesi günleri büyük kapı-da yapılacak bayrak töreni için erlerin beni giydirmelerinden, süsleyip kuşandırmalarından özellikle zevk alıyordum. Komutlarda sesim gür çıkıyordu ama İstiklal Marşımızın bir kaset teypinden cılız sesle verilişi benim komutlarımın gür sesi ile tezat teşkil ediyordu. Destek kıtala-rındaki hizmetimiz sona erince faaliyetlerimiz Milli Güvenlik Akade-misi’ndeki dersleri planlama, yüksek öğrenim kurumlarından hoca ve konferansçı temin etme gibi faaliyetler üzerinde yoğunlaştı. Bazı ko-nuları da Akademi öğrencilerine bizler veriyorduk. İzin alabildiğim du-rumlarda da İktisat Fakültesine gidip orada ders veriyordum. Benimle birlikte aynı yerde Prof. Dr. Gündüz Ökçün (sonradan Dışişleri Bakanı), Prof. Dr. Onur Kumbaracıbaşı (sonradan Gümrük ve Tekel Bakanı) ve Silahlı Kuvvetler Akademisinde de Prof. Dr. Üstün Ergüder (sonradan Boğaziçi Üniversitesi rektörü) görev yapıyordu. Ayrıca Atatürk Üni-versitesi’nden Prof. Efrasiyap Gemalmaz da bir süre bizimle oldu. Ek-lemeye gerek yok ki, bu süreçte aramızda çok yakın arkadaşlıklar kur-duk. Yazık ki Gündüz Ökçün’ü askerliğin bitiminden kısa bir süre sonra kaybettik. Onur Kumbaracıbaşı ise zeki esprileri ile anılarımıza adeta ka-zındı. Burada bir an durup Onur’la ilgili bir anımı nakletmek isterim: Milli

Page 126: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 113

Güvenlik Akademisindeki komutanlarımız doğal olarak çok vatanse-ver insanlardı. Bazen bizleri bir araya getirip ülke sorunlarına ilişkin görüşlerimizi sorarlardı. Bir gün üstümüz Yaşar Albay “Çocuklar ülke olarak çok geri kaldık, bakın Amerikalılar aya gittiler” dediğinde Onur, “Komutanım, Türkler çoktandır aya gitmiş durumdalar” deyince Albay Yaşar şaşırdı ve “Nasıl olur?“ diye sordu. Onur bir şarkı ile cevap verdi, ”Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık.” Bir an için hepimiz güldük, ama Yaşar Albay hemen ciddileşti ve “Burası asker ocağı, şimdi seni dışarı atarım” diyerek tepkisini gösterdi. Onur Kumaracıbaşı’yı seyrek de olsa birkaç kez görebildim. Bir süre için haftada bir gün Vatan gaze-tesindeki yazılarını zevkle okuyordum. Ayrıca Maltepe Üniversitesi’n-de ders veriyordu. Emekli olduktan sonra Işık’ta değil de Maltepe Üni-versitesinde ders vermekte karar kılsaydım, kuşkusuz zeki ve renkli kişiliğiyle Onur Kumbaracıbaşı’yı daha sık görebilecektim. Orada çalış-mamın bana en büyük yararı da herhalde bu olacaktı.

1970’lerde Türkiye’de benzin kuyrukları vardı. Bir gece Romen tan-keri Indepedante Kadıköy önlerinde infilak etti. Şakalar yapmayı Onur gibi seven Üstün Ergüder’in ertesi sabah “Benzin sıkıntısı daha da artar diye korktum. Bu sabah ilk iş olarak arabamın deposunu doldurdum” dediğini dün gibi hatırlarım. Bazı isimler de Üstün için espri kaynağıydı. Nitekim daha yakın bir geçmişte, Işık İnselbağ’ı Philadelphia’da ailece ziyaret ettikleri 1983 yılında civardaki büyük alışveriş merkezinin ismi King of Prussia tuhafına gitmişti ve bundan çeşitli şakalar üretmişti.

İktisat Fakültesi’ndeki öğrenim yıllarımızın bir bölümü ve özellik-le 1960’ların sonları ile 1970’ler gerek yurt sathında gerek fakülte ve üniversite içinde şiddetli sağ-sol çatışmalarıyla geçmiştir. Birçok kere bizler de kendimizi silahlı çatışmanın ortasında bulduk, bu nedenle açılan çeşitli soruşturmalarda görevlendirildik. Bir defasında arabayla Boğazi-çi Üniversitesindeki dersime gitmek üzere Üniversite ana kapısından

Toker Dereli, Gündüz Ökçün, Tümgeneral Komutan ve Onur Kumbaracıbaşı Milli Güvenlik Akademisi - Ekim 1970

Page 127: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

114 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

çıktıktan üç dakika sonra kapı önünde patlayan bombalar -sanırım sol gruptan- birçok öğrencinin parçalanarak ölmesine sebep olmuştu. Bu çeşit olayların ardından Silahlı Kuvvetler gelip Üniversiteyi kordon al-tına alıyor, giriş çıkışı yasaklıyor, bina içinde kalan öğrenciler ise birkaç gün için, bu defa işgalci konumunda olarak içerde yatıp kalkıyorlardı. Üniversite de sağcı ve solcu hocalar olmak üzere neredeyse ikiye bö-lünmüştü. Sağ-sol çatışmaları çoğu kez ayrılıkçı hareketlerle birleşe-rek bazı dönemler o kadar şiddetli ve kanlı oluyordu ki, bu görünümden ürken kardeşim Esen bir gün bana “Ağabey, galiba Türkiye uzun dö-nemde, bir gün komünist bir yönetimin egemenliğine girecek” demiş-ti. 1970’ler başlarken önce sol hareket örgütlendi ve eyleme geçti, çok geçmeden ona karşı bir güç olarak milliyetçi sağ kanat örgütlenerek karşı eylemlerini başlattı. Bu çatışmalar özellikle 1 Mayıs 1977 Taksim mitingi gibi nirengi noktalarıyla doruğa çıkmıştır. Ayrıntıları artık ya-kın tarihimizin parçası olarak yazılı kaynaklardaki yerini bulmuştur.

Bu arada sağ kesimde yer alan hocalardan solcu ve Marksist olan-lara karşı bazı insafsız muamele ve değerlendirmelerle karşılaşılmış-tır. Özellikle profesörlüğe yükseltilme zamanı gelen Sencer Divitçioğlu ve İdris Küçükömer’in profesörlüğü kurullarda alınan olumsuz ka-rarlar sonucunda uzun bir süre geciktirilmişti. Ben her iki hocama da dostane yaklaştığım halde Profesör İdris Küçükömer’de bizlere karşı anlayamadığımız bir yabancılık, bazen hiç selam vermeme gibi olum-suz davranışlarla karşılaşırdık. Oysa her iki hocamız da değerli, gerçek aydın kişiliğe sahip, yaratıcı insanlardı. 1980’lerde İdris Bey’in davranı-şında bana karşı ani bir değişimle karşılaşınca önce şaşırdım. Biraz dü-şününce, İdris Hoca’nın bu davranışlarında Fakülte’nin ona karşı olan hasmane tavrı kadar, kendi özel hayatından kaynaklanan bazı mut-suzlukların rolü olabileceği kanısına vardım. Aslında Giresunlu olan, öğrenimi sırasında çok çetin ve fakir bir yaşantısı olan İdris Bey’le bir bakıma hem hemşehriydik hem ikimiz de Trabzon Lisesi mezunuyduk. Söylentilere göre, İdris Küçükömer’in ilk evliliği hüsran ve mutsuzlukla noktalanmıştı. Tavrındaki ani değişme ise sanırım bu kez son derece iyi kalpli, dürüst ve sevecen bir insan olan Meral Hanımla evlenmiş ol-masından kaynaklanıyordu. Kaldı ki, Edebiyat Fakültesi Sosyoloji me-zunu olan Meral, benim danışmanlığımda doktora çalışması yapmaya başlamıştı. İdris Bey’in davranışı o tarihlerden sonra sadece bana değil, tüm diğer öğretim üyelerine karşı da olumlu yönde değişmişti. Yazık ki, Hocayı kısa bir süre sonra yakalandığı amansız hastalık sonunda kay-bettik. Ona Allah’tan rahmet dilerim.

Page 128: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 115

Bengi Dereli ile Evlenme1969 Mart’ında kıta görevimin sona ermesi ve İstanbul’da Akademi-

lere tayin edilmemle birlikte hayatımda gerçekleşen önemli bir deği-şiklik, bir süredir çeşitli belirsizlikler dolayısıyla sürüncemede kalmış bulunan Bengi ile evlenmem oldu. 20 Ağustos 1970’te evlendik, Antal-ya’da ve Alanya’da iki hafta kadar süren bir balayına çıktık. Bahariye İleri Sokakta İleri Apartmanının bir dairesini kiraladık ve o evde onbeş yıl sürecek ortak hayatımıza başladık.

Bengi ile yakın arkadaşlığımız gerçekte 1965 yılında başladı. O sıra-da bizim Almanya araştırmamız başlama aşamasındaydı ve Bengi de Fakültemizin mezunu ve bir araştırma uzmanı olarak bu çalışmalara katılmaya başlamıştı. Aslında onu tanımam öğrenciliğinin son yılında söz konusu olmuştu. Bengi, Gülten Kutal ve arkadaşları Işık Müder-risoğlu benim asistanlığımın ilk aylarında (Kasım 1960 ile Şubat 1961 devresi arasında) benden saati 10 liraya İngilizce dersler aldılar. Henüz kadroya atanmadığım bir dönemde bu uğraşlar benim için gelir kay-nağı oluyordu. İzleyen yılda ben ABD’ye, Cornell’e gittim. 1964 yazında Bengi’ye, arkadaşım Fikret Ceyhun’un nikah töreninde bulunmak için gittiğim Şile’de rastladım. Ailesiyle yaz tatili için Şile’ye gelmişti. 5-10 dakika ayaküstü konuştuk. Almanya araştırması sırasında o da bi-zim kürsüye asistan oldu ve izleyen birkaç yıl boyunca arkadaşlığımız devam etti. Bir asker emeklisi olan babası Himmet Öktem’i evlenme tarihimiz olan 20 Ağustos 1970’den kısa bir süre önce kaybetmiştik. Bengi’nin bariz bir özelliği kararsızlığı olduğundan, evlenmemiz 1970’e kadar gecikti ve ancak yedeksubaylık görevimde İstanbul içine atan-

Prof. Dr. Orhan Tuna nikah şahitlerimizden biriydi - 20 Ağustos 1970

Page 129: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

116 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

mış olmama bağlı olarak gerçekleşti. Arada geçen beş yıllık süre içinde yakın arkadaş grubumuzla, özellikle Metin ve Gülten Kutal, Av. Turan Tan ve Rengin, Teoman Arsay, ve Engin Ünsal ailesiyle birçok gezi yap-tık. Bilezikçi Çiftliğinde, çeşitli sahil beldelerinde, denizde ve doğada birçok geziye katılarak mutlu zamanları birlikte paylaştık. O yıllarda Teoman Arsay bizim kürsümüzde asistan olarak çalışan çok yakın arkadaşlarımızdan biriydi. Renkli kişiliğiyle hayatımıza karıştı. Öğre-niminin büyük kısmını Almanya’da geçirmiş olduğu için Almanca’ya hakimiyeti mükemmeldi. Ancak birkaç yıl sonra üniversiteden ayrılıp iş hayatına atıldı, ama dostane ilişkilerimiz hiç kesilmeyip günümüze dek devam etti.

Bengi ile tanışma ve nişanlılık dönemini 1965’ten başlatırsak, onun-la bugün neredeyse 50 yılı aşan bir beraberliğimiz var demektir. Evlilik konusundaki kararsızlığı gerçekte sadece bizim ilişkimizle ilgili değil-di. Güç ve geç karar vermesi hemen her alanda görülen bir özelliğidir. Örneğin, alışveriş için girdiği bir mağazada uzun süre karar veremez, bazen ilk gördüğü reyona takılıp onun önünde saatler harcayabilir, be-raberken başka yönlere uzanabilir, aniden kaybolabilir. Bir anım da şu-dur: Evlenmeden önce olası bir engel olarak yemek pişirmeyi sevme-diğini, aslında iyi yemek pişiremediğini tekrarlardı. Oysa evlendikten sonra böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ortaya çıktı. Hatta Bengi ve ailesi, özellikle kardeşi Bilge, güzel ve nefis yemekler yapmaya merak-lıydılar. Bengi sendika içi demokrasi konulu teziyle önce doktorasını, sonra 1975’te memur sendikacılığı konulu teziyle doçentliğini elde etti. 1980 sonrasında ise profesör oldu. Tüm bu yıllar boyunca Türkiye’de, sonra Amerika’da, Belçika’da ve Kanada’da hayat yoldaşım, vefakar bir eş ve iyi bir anne oldu. Annem ve yakın akrabalarımca sevildi. Annem ondan ayrılıp Kadıköy’de yaşamamızı anlayışla karşıladı, hatta teşvik etti. Annem Fındıkzade’deki evimizden ayrılmamı, yıllarımı geçirdi-ğim, doktora ve doçentlik tezlerimi yazdığım küçük odamın pencere-sinden hüzünle seyretti. Az miktardaki eşyamı ve kitaplarımı yükledi-ğim kamyonetle ayrılmamı, adeta bir kızın evlenerek baba ocağından ayrılışı gibi hem sevinerek hem de üzülerek seyreden bir anne gibi izledi. Bengi ile 20 Ağustos 1970 tarihinde evlenmemizin ardından he-men birlikte gemiyle bir Trabzon seyahati yaptık.

Askerliğimin sona ermesine yakın bir tarihte 1971 akademik yılı için Fulbrigth bursunun öğretim üyelerini ilgilendiren araştırma-öğretim bursuna başvurdum ve sonucu beklemeye başladım. Önerdiğim araş-tırma projesi ABD sisteminin Türk sendikacığına ve endüstri ilişkile-ri sistemine etkisiydi. Henüz askerliğim devam ederken bizim bölüm

Page 130: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 117

olarak Ankara’da Hacettepe Üniversitesinin önderliğinde düzenlenen insangücü, eğitim ve kalkınma konulu bir uluslararası konferansa ka-tılmıştık. Bu konferansta Amerikan Kültür Ateşesi bana Fulbright bur-sunu kazandığımı müjdeledi. Oysa daha önce Cornell’e Fulbright bursu ile gittiğimden, bana ikinci kez bu bursu vereceklerinden ümitli değil-dim. Ateşe iki bursun farklı olduğunu, Komisyonun araştırma projemi beğendiği için seçilen üç kişiden biri olduğumu, ayrıca konferansa baş bildiri sahibi olarak katılan Prof. Seymour Wolfbein’ın dekanı olduğu Temple Üniversitesi İşletme Fakültesine beni konuk hoca olarak gö-türmeyi düşündüğünü bildirdi. Orhan Tuna Hoca Fakülteden gerek-li izni, (önce bir yıl için, izleyen yıl da tekrar bir yıl için) çıkardı. Sevgili meslektaşım Nusret Ekin de dış bir ülkeye gitmemi her defasında ol-duğu gibi yürekten destekledi.

Temple Yılları Askerlik görevimi severek yerine getirdim. Esasen hayatımın bir

bölümünü babamla birlikte ordu ortamında geçirdiğimden, askerliğe daima yakınlık duymuşumdur. Bugün bile bir manga asker görsem duygulanırım. Terhisimi müteakip Bengi ile hazırlıklarımızı tamamla-yıp annemin ve ailelerimizin üzgün bakışları arasında önce Washington DC’ye uçtuk. Önce bu başkentteki American University’de bir ay kadar yararlı bir oryantasyon programına katıldık, oradan Philaadelphia’ya geçtik ve iki yıl süreyle bu büyük şehirde yaşadık. Dekan sekreteri ev bulana kadar kalmamız için, benim isteğim üzerine Kuzey Broad Street’te ghetto bölgesinde bir motelde yer ayırtmıştı. Bu nedenle şe-hir hakkındaki izlenimlerimiz ilk hafta olumsuz oldu. İkinci haftadan itibaren 15 gün kadar İktisat Fakültesinden arkadaşım ve o yıllarda Philadelphia’da Rohm and Haas şirketinde çalışan Güran Tatlıoğlu’nun evine taşındık. Bu ev de Batı Philadelphia’nın eski evlerinden biriydi. Ev arama çabalarım sonucunda şehrin Delaware Nehri kıyısında tarihi ve yenilenmiş bölgede modern Society Hill gökdelenlerinden birinde 17. kat-ta güzel manzaralı bir stüdyo apartman kiraladım, 15 ay kadar bu dairede kaldık.

Pennsylvania eyaleti ve Philadelphia hakkında birçok bilgiyi izleyen aylarda tedricen öğrendim. Günümüzde Fethullah Gülen dolayısıyla Türkiye’de artık herkesin bildiği Pennsylvania, o yıllarda yurdumuzda pek bilinen bir eyalet değildi. ABD’nin dördüncü büyük şehri olan Phi-ladelphia ise aslında ABD’nin bağımsızlığını kazanmasının ve kurulu-şunun gerçekleştiği tarihi mekanlarla doluydu. Geoge Washington ve Benjamim Franklin gibi ünlü şahsiyetler Bağımsızlık Bildirgesini bura-

Page 131: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

118 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

da ilan etmiş, ilk Anayasa’yı burada kaleme almışlardı. Ancak birkaç yıl sonradır ki, gezip okudukça başka bazı ayrıntılara da ulaşmam müm-kün oldu. Örneğin, ABD’nin ve şehrin kuruluşunda Masonluk önemli bir rol oynamıştı. Esasen belirttiğim şahsiyetler özgürlük ve bağım-sızlık mücadelesini kısmen Masonluk ilkeleri ışığında başlatmışlardı. Philadelphia’nın ünlü bir masonluk merkezi, havaalanının hemen yanı başında kurulmuştu ve Bağımsızlık Savaşında önemli görevler yap-mıştı. Şehrin su şebekesinin inşasında Masonlar Schuykill Nehrinden ve Fairmont Parkı altında inşa ettikleri kanallardan yararlanmışlardı. Oysa benim yetişme çağımda aldığım kültürel değerler ve inançlara göre Masonluk siyonizmle ilgili gizli ve ayırımcı bir cemiyet olması do-layısıyla pek makbul değildi. Bu nedenle yeni öğrendiklerimle inanç ve değerlerim arasında bir süre bazı çelişkiler yaşadım.

Philadelphia içinde çeşitli bölgelerde zamanla karşılaştığım gör-kemli Mason tapınak-merkezleri esasen zenaat loncaları ile yakın iliş-kisi olan bu gizli cemiyetin şehirdeki güçlü varlığının işaretiydiler. Tüm bu yeni bilgilere rağmen yetişme çağımda Masonluk hakkında bende yerleşmiş olan olumsuz tutumlar değişmedi. Gizlilik esasına dayalı bir cemiyet olmasının, başka gruplara karşı izlediği ayırımcı siyasetin, siyonizmle özdeşleştirilmesinin ve bu nedenle Atatürk’ün masonik örgütlenmeye karşı izlediği sınırlayıcı politikaların bu tutumlarımda önemli bir rolü olsa gerek.

Temple’a ilk yıl metro veya otobüsle gidip geldim. Yaz aylarında Temple’da laboratuar teknisyeni olarak çalışan, babası beyaz Rus, an-nesi bir İstanbul Rumu olan Dimitri İsayeff ve eşi Amerikalı Suzy ile bir Kanada seyahati yaptık. New York Ithaca’da Cornell’e yakın bir ulusal parkta çadır kurduk ve geceledik. Sonra Niagara üzerinden Toronto’ya, oradan da daha kuzeyde Simcoe Gölü kıyısında bir kasabaya gittik ve İstanbul’dan göçetmiş bir Rum ailenin evine konuk oldık. 1972’de yaz ortasında ise AFL-CIO’nun Türkiye’de TÜRK-İŞ’le ortak AAFLI proje-si için 6 hafta kadar İstanbul’da, Ankara’da ve İzmir’de çalıştık, sonra tekrar Philadelphia’daki evimize döndük. Temple’da bölüm başkanı, sonradan çok yakın dost olacağım Prof. Walter Gershenfeld benimle ve programımla yakından meşgul oldu. Bana Temple Broad Street’teki ana kampüste bir ofis tahsis ettiler.

Bu dönemde ben Temple Üniversitesi’ndeki görevlerimi yerine ge-tirirken, Bengi zamanını nehrin öbür yakasındaki ünlü University of Pennsylvania’da verilen İngilizce programını izlemekle değerlendiri-yordu. Bu faaliyet sonucunda İngilizce bilgisini ilerlettiği gibi, yakın ar-kadaşlar da edindi. Bu arkadaşları arasında sanırım Nicaragualı bir kız

Page 132: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 119

öğrenci ile yakın bir dostluk kurduğunu, sonraki konuşmalarında onu sık sık anmasından anladım. Yine yakın dostluk kurduğumuz ve kar-şılıklı ev ziyaretleri yaptığımız bir kişi de, Temple’da doktora çalışmala-rını yürüten Mısırlı Süleyman isimli bir öğrenci ile onun eşi ve sevimli küçük kızıydı. Süleyman ile benim Temple’da önce arkadaşım, sonra da tez öğrencim olan İsrail göçmeni Gerry Heral arasında siyasi görüş farklılıklarından ötürü sürekli bir çekişme vardı. Ancak şimdi geçmişte kalan bu ilişkilerin hepsi benim için çok değerliydiler. Çoğunun Ameri-ka serüvenimizin sona erişi ile kopması ve mazide kalması gerçekten üzücüdür.

1972’nin Ekim ayından itibaren Bengi, Ayşe Gül’e hamilelik dönemi-ne girmişti. Temple’da son 8 ayımızı Gershenfeld ve ailesinin bize dü-şük bir fiyatla kiraya verdikleri, suburblerde Plymouth Meeting bölge-sindeki evde geçirdik. Ayşe Gül 21 Haziran 1973’te Temple Hastanesinde dünyaya geldi. Onu üç günlükken Gershenfeld’lerin evine getirdik. Bu şehirdeki gerek şehir merkezinde Society Hill’de gerek şehir dışında Plymouth Meeting’deki yaşantımız çok mutlu ve unutulamayacak iz-lenimlerle geçti. Tarihi bölge çok etkileyiciydi. Şehir merkezine, Chest-nut Street, Walnut Street boyunca geziler, çeşitli parklar ve Rittenhou-se Square beğendiğimiz ve mutlu olduğumuz mekanlar oldu. Bu arada Philadelphia’da olduğu süre içinde arkadaşım Güran Tatlıoğlu ile de bir-çok gezi yaptık. Örneğin, civardaki tarihi New Hope kasabasında güzel bir gün geçirdik. Yine 1971 kışı içinde Bromberg’ler bizi Woodstock’taki evlerine davet ettiler. Arkadaşım Walter Balk ve eşi Ann de kendi şe-hirlerinden gelip bize Bromberg’lerde iltihak ettiler. Yukarda Cornell günlerinden söz ederken, Woodstock’a Walter ve Ann ile yaptığım ge-ziden de söz etmiştim. Böylece yedi yıl sonra aynı aileye ve kasabaya bir kez daha gidip eski anıları tazelemek olanağını buldum. Jane Brom-berg esasen 1965’te bizleri İstanbul’da ziyaret etmişti. Birlikte Metin Kutal, Teoman, Rengin ve ben Boğaz gezileri yapmıştık.

Philadelphia şehrinin kendisine özgü ilginç gelenekleri vardı. Pen-nsylvania’ya yerleşen Hollanda asıllı etnik grupların, bu arada özellikle Amish’lerin ve Pennsylvania Dutch nüfusunun kendilerine ait yerle-şim bölgelerinde teknik yeniliklere kapalı olmak, otomobil kullanma-mak vb. gibi tutucu adetleri vardı. Onları özel atlı arabaları ve giysileri içinde eyaletin birçok bölgesinde sık sık görüyorduk. Aralarında bazı gruplar ilk göçmenlerden oldukları halde İngilizce öğrenmemişlerdi veya en azından bu dili değil, Felemenkçeyi kullanıyorlardı. Philadelp-hia şehri ayrıca, her yılın 1 Ocak günü hava koşulları elverişsiz de olsa Mummers Parade denilen büyük bir gösteriye sahne oluyordu. Herhal-

Page 133: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

120 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

de loncalar döneminden kalma bir gelenek olarak çok çeşitli meslek ve zanaat grupları, onların yanı sıra daha modern örgütler, itfaiye, esnaf ve ticaret odaları, belediye işçileri ve sendikalar Broad Street boyun-ca güneyden kuzey istikametine doğru, özel kıyafetleri ve araçlarıy-la rengarenk, iki üç saatlik bir gösteri ve yürüyüş sergiliyorlardı. Halk da caddenin iki yanı boyunca onları izliyordu. Gruplar içinde müzik ve dans gösterileri yapanlar da vardı. 1972 ve 1973’ün 1 Ocak günleri Bengi ile bu resmi geçidi iki kez seyrettik.

1972 yılı içinde henüz Society Hill’deki evimizde iken Cornell’den hocam Prof. Dr. Frank B. Miller’in eşi Mrs. Charlene Miller yaşlı anne-si ile Ithaca’dan gelip bizi ziyaret ettiler. Miller’leri esasen İstanbul’da asistanlık dönemimden ve Cornell’deki öğrencilik yıllarımdan yakınen tanıyordum. Miller’lar ve çocukları artık çok yakınımızdılar. Özellikle Charlene zarafeti ve sanata, özellikle müziğe olan ilgisi ile tanınıyor-du. Yaşlı annesini ilk kez görüyordum. Amaçları tarihi mekanları ve müzesi (Philadelphia Museum of Art) ile meşhur bu şehri bir kere de biz oradayken ziyaret etmekti. Özellikle bizim yaşadığımız Society Hill bu tarihi yerlerin ortasında ilginç ve aslına uygun şekilde restore edilip muhafaza edilen bina ve eserlerle doluydu. Kaldığımız 40 kadar katlı binada yaşayacağımız daireyi kiralarken, semtin isminden ötürü buranın yüksek sosyetenin oturduğu bir bölge olduğunu sanmıştık. Çok geçmeden buradaki “society” sözcüğünün lonca-meslek teşek-külü anlamına geldiğini öğrendik. Gerçekten 18. yüzyılda sanayileş-me başlarken bu bölge zanaat ve mesleklerin yerleşim ve gelişim yeri olmuştu. Esasen buradaki işyerlerinin niteliği bunu göstermekteydi. Philadelphia’nın Delaware Nehrinin kıyısında yer alan bu mıntıka aynı zamanda, işçi sendikalarının doğduğu bölge ve hatta meslek sendika-cılığında ilk grevin meydana geldiği yerdi. O tarihte sürücü ehliyetimi ve ilk arabamı henüz almıştım. Şehri ana-kız Miller’lerle gezdikten sonra onları binamızın karşısındaki ünlü balık lokantası Bookbinders’a götürdüm. Loncalar döneminde bir cilthane olan bu bina artık ünlü bir lokanta haline dönüşmüştü. Yemeği izleyen bir sohbetten sonra ken-dilerini Chestnut Street’teki otellerine bıraktım. Ertesi günü Ithaca’ya döndüler. Ayşe Gül’e hamileliğinin ilk aylarını yaşadığından Bengi Bo-okbinders’daki yemeğe katılamadı.

Philadelphia çevresi üniversite ve kolejler bakımından çok zen-gin olduğu gibi, şehir içinde de Pennsylvania ve Temple üniversitele-ri dışında çeşitli yüksek öğrenim kurumları vardır. Bunlardan biri de, Temple’a hemen her gün yaptığım yolculuk sırasında önünden geçti-ğim Philadelphia College of Textiles idi. Bu kolej tekstil sanayii ve işlet-

Page 134: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 121

meciliği alanında ünlü bir kurumdu ve meslektaşım Profesör Walter Gershenfeld’in eşi Gladys Gershenfeld de bu okulda yıllardır Industrial Relations dersleri vermekteydi. Ondan öğrendiğime göre, aslen Phila-delpialı olan Grace Kelly ve ailesinin malikaneleri bu kolej civarındaydı ve Prenses Grace Kelly’nin gelinliği bu okulda dikilmişti. Sonradan bu koleji ziyaret ettik ve Grace Kelly’nin gelinliğini kendisine ayrılan özel bir bölmede gördük. Sanat aleminde güzelliği kadar zerafet, karakter ve asilliği ile tanınan Grace Kelly’yi Philadelphialılar gerçekten çok se-viyorlardı. Ölümünün şehir sakinleri arasında keder ve üzüntüye se-bep oluşuna biz de tanıklık ettik.

Phidelphia’dan söz ederken, bu şehrin ünlü orkestrası ile onun ta-nınmış şefi Eugene Ormandy’den söz etmemek eksiklik olur. Dünya-ca meşhur bu orkestra şefi aynı zamanda mütevazı ve samimi kişili-ği ile tanınıyor ve çok seviliyordu. New York Filarmoni Orkestrası şefi Leonard Bernstein, orkestra şeflerinde genellikle gözlemlenen biraz agresif ve sert tavırları ile tanınmaktaydı. Bengi ile Philadelphia or-kestrasına birkaç kez gittik ve şef Eugene Ormandy’nin performansını izleyebildik. Nitekim, yaptıkları ziyaret sırasında Miller’ler de bu fırsatı kaçırmadılar. Eugene Ormandy aslında bir Macar müzisyenmiş, davet üzerine bu şehirde sergilediği bir performansı çok takdir edilmiş ve kendisine yapılan şeflik önerisini kabul etmesi için ısrarda bulunul-muş, sonuçta izleyen yıllarda yaptığı kayıtlarla, yüzlerce plak ve sunuş ile adeta bu şehrin bir vatandaşı ve simgesi haline gelmiş. Mrs. Miller bir ara onu kastederek, belki benim de bu şehirde kalabileceğimden şaka yollu söz etmişti.

Tekrar başa dönüp Philadelphia’daki ilk günlerimden biraz söz et-mek isterim. Society Hill’deki dairemize taşındıktan iki gün sonra Wal-ter Gershenfeld’le tren istasyonunda buluşup Plymouth Meeting’deki evlerini ziyaret etmiştik. Bundan iki gün sonra da Walter arabasına yüklediği ev eşyalarını üç erkek çocuğu ile bizim dairemize taşıdı. Bu eşyaları iki yıl kullandığımız gibi, 1982’de Temple’a tekrar gittiğimizde aynı eşyalar Gershenfeld’ler tarafından yine bize ödünç verildi. 1984’te yurda dönerken bu eşyayı yine kendilerine iade ettik. Temple ana kampüste işletme binası olan Speakman Hall’da ilk sömestire bir-iki ders izledim. Örneğin, Profesör Robertt Deans’in, Higgins’in Economic Development kitabına dayanarak verdiği lecture’lar gibi. Birkaç derste de hocaların isteği üzerine Türk endüstriyel sistemi hakkında lectu-re’lar verdim. Aynı aylarda yazışma suretiyle araştırma mülakat soru-larımı Türkiye’de çalışmış işçi ateşelerine, TÜRK-İŞ’in kuruluşunda rol oynamış bir sendikacı olarak Leon Schacter’e gönderdim. Bu sendika

Page 135: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

122 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

liderinin başkanı olduğu Gıda İşçileri Sendikası’nın Atlantic City’de ya-pılan kongresinde ayrıca misafir edildik.

Burada, biraz ilerdeki yıllara geçip 1984’te Schacter’ın sendikasına yaptığım bir ziyaretten söz etmek isterim. Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı ve sonradan CHP milletvekili olan Cevdet Selvi’nin, 1984’teki ABD ziyaretinde kendisini bu sendikanın merkezine götürdüğümde Cevdet Bey’e ilgililer geniş açıklamalarda bulundular. Cevdet Bey bilgi-sayarlar başında çalışan birçok sekreterin ne yaptıklarını sordu. Scha-cter bu kişilerin sendika üyelerinin ek sağlık, işsizlik ve iş göremezlik yardımlarını hesap ettiklerini, ABD’de sosyal yardım zamlarının bunlar olduğunu, Türkiye’de olduğu gibi, yakacak, giyim, gıda vb gibi bir sosyal yardım zammının söz konusu olmadığını belirttiler. Bu cevap Ameri-kan sendikacılığı açısından bakarsak Petrol-İş’in sosyal demokrat tu-tumu perspektifinden pek olumlu kanaatler taşımayan Cevdet Selvi’yi olumlu yönde etkiledi. Kendisi toplu sözleşmelerde asıl çağdaş sosyal yardım anlayışının bu doğrultuda olması gerektiğini vurguladı.

Sorularımı ayrıca başka Amerikalı sendikacılara ve AID memur-ları gibi kişilere gönderdim. Birkaç ay sonra beklediğim cevapların çoğu gelmişti. Cevapları değerlendirdim, bulgulardan daha çok yaz-dığım bazı araştırma makalelerinde yararlandım. Fulbright araştırma ve öğretim bursu bir yıllıktı, fakat Dekan ve bölüm, çalışmalarımdan memnun kaldığı için benim de isteğim üzerine ikinci bir ders yılı için benimle bir sözleşme yapıldı. 1972-73 ders yılında fiilen düzenli dersler vermeye başladım. Bana ders verme yolunu açan Amerikalı meslek-daşım Prof. Arvind Phatak oldu. Organization Theory lisansüstü dersi-ni bana devretti. Bunu izleyen sömestirde, industrial relations, mana-gement gibi lisans derslerini vermem izledi. Öğrenci değerlendirmeleri olumlu geliyordu. O dönemde Amerikan üniversitelerinde ders veren Türk öğretim üyesi yok denecek kadar azdı. Bu durum kendime olan güvenimi pekiştirdi ve ileride, 1982’de tekrar Temple’a davet edilmem için gerekli ortamı hazırladı. Öğrencilerin düzeyi yüksek lisans prog-ramında daha iyiydi. Bunlar esasen çoğu o bölgedeki iş hayatında ve firmalarda çalışan yöneticilerdi. Ancak lisans öğrencilerinin düzeyi Cornell öğrencileri kadar yüksek değildi. Bu arada fakülte kurullarına da katılıyordum, hatta iki öğrencinin doktora jürisinde (birisi sonradan birçok Türk öğrenciye hocalık yapacak olan Gerry Heral olmak üzere) görevlendirildim. Yaz aylarında bir buçuk ay kadar ben ve Bengi AFL-CIO’nun bir misyonu olarak, AAFLI’nin Türk sendikaları için eğitim ve araştırma faaliyetleri düzenlemesine yardımcı olmak amacıyla Tür-kiye’de bulunduk. Bu bağlamda İstanbul’da, Ankara’da ve kısmen de

Page 136: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 123

İzmir’de TÜRK-İŞ’le ortaklaşa yapılan bazı toplantılara katıldım. David Kaplan isimli yaşlı fakat deneyimli bir Amerikalı sendikacılık uzmanı ve başka birkaç sendikacı (örneğin AAFLI Başkanı Morris Palladino ile) Türkiye’ye gelmiştik. Önce Bakanlar Kurulunun gerekli izni alındı, sonra İzmir’de Efes Otelinde bir konferans düzenlendi. Böylece AAF-LI’nin TÜRK-İŞ ayağı kuruldu ve yıllarca faaliyetini sürdürdü. Ne var ki, sonradan bu kuruluşun CIA ile bağlantılı olduğu ileri sürülecekti. Yaşlı David Kaplan’la ilişki ve dostluğumuz Amerika’ya döndükten sonra da devam etti. Onu ve eşini Princeton’daki çiftlik evlerinde birçok kez zi-yaret ettik, ziyaretçiler için yaptırdıkları özel konuk evinde birçok kez konakladık.

Ayşe Gül’ün DoğumuTemple’da Walter Gershenfeld, Joe Loewenberg, Arvind Phatak

başta olmak üzere, Dick Viola, Carzo, Stan Newman ve Jack Jacken-doff ve jürisine girdiğim doktora öğrencisi Gerry Harel en yakın mes-lekdaşlarım oldular. Dimitri İsayeff ve eşi Suzy ile geziler, ev ziyaret-leri ve Ithaca (Cornell üzerinden) arabayla bir Kanada seyahati yaptık. Tüm bu ilişkiler, arkadaşlıklar ve temaslar birçok anıyla doludur. 1972 yazında sürücü ehliyetimi ve aynı tarihlerde ilk arabamı aldım. İkinci el iyi durumda bir mavi Mercury Comet. Ama bu dönemin en önem-li gelişmesi Bengi’nin (biz henüz Society Hill’de otururken Ekim 1972 sıralarında) Ayşe Gül’e hamile olduğunu öğrenmemizdir. Ayşe Gül 21 Haziran 1973’te biz Gershenfeldler’in Plymouth’daki evinde kiracı ola-rak yaşarken, Temple Üniversitesi hastanesinde dünyaya geldi. Henüz üç günlükken eve getirdik. Arkadaşım Güran Tatlıoğlu o sırada görev-lendirildiği İstanbul’daki işinden geçici olarak Philadelphia’ya gelmişti. Onunla Gül’ü hastanede ziyaret ettik ve bebeğin isminin Gül olmasını o önerdi. Ancak Amerikalıların Gül’ü telaffuz etmesi güç olduğundan isminin başına bir de Ayşe ilave ettik. Gül bu şekilde Philadelphia’da 40 gün kadar bir süreyi bizimle gezerek, arkadaş ziyaretlerine, Phataklara ve Loewenberg’in sekreteri Barbara’ya misafirliğe giderek geçirdi. Bu arada henüz on günlükken Gershenfeld’ler altı ay için gittikleri İngil-tere’den dönünce, biz de evlerinden ayrılarak Temple Üniversitesinin Broad Street’teki Cooney apartmanlarına geçtik. Walter’ın banliyöler-deki evinde hayat güzeldi. Bana kullanmam için kendi arabasını bırak-tığı gibi, ben de Türkiye’ye götürmek amacıyla yeni bir 1973 Chevrolet Malibu almıştım. Böylece hayatta ilk ve son kez olarak aynı anda üç arabam olmuştu. O yıllarda dış ülkeden Türkiye’ye araba ithal etmenin çeşitli kuralları vardı. Araba permisine ilişkin düzenlemeler sık sık de-

Page 137: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

124 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ğiştirildiği için, bu konuda arkadaşım Akın Erdem’den yardım istedim. Akın’ın bana gönderdiği bilgilere dayanarak gereken işlemleri yerine getirdim ve dönüşümüze yakın bir tarihte Malibu marka arabayı De-laware Nehri üzerindeki limanda bir Türk şilebine teslim ettim. Sev-gili Akın benim yokluğumda annemin vergi işlemleriyle de yakından meşgul oldu. Ailem Trabzon’dan zaten Akın’ı yakından tanırdı. Fakat annem Akın’ın özellikle ben yokken kendisine vergi işlerinde yardımcı olmasından ötürü çok duygulanmıştı, ona olan sevgisini birçok kez dile getirdiğini çok canlı biçimde hatırlıyorum.

1950’lerin başında Ankara’da TÜRK-İŞ’in kuruluşunda önemli des-tekler sağlayan Leone Schacter, Amerikan Birleşik Gıda İşçileri Sendi-kası’nın 56 Nolu Şubesinin başkanı olarak bizi çeşitli sendikal etkinlik-lere davet etti. Özellikle bu büyük sendikanın Atlantic City’de yaptığı genel kurulunda ev sahibi olarak ağırladı. Schacter ve eşi ile dostlu-ğumuz sonraki yıllarda da devam etti. O günlerde arkadaşım Erol Kar-san’da teşhis edilen Behçet hastalığı dolayısıyla “Acaba Amerika’da kendisine yardımcı olabilir miyim” diye bir arayış içindeydim. Temp-le Hastanesinde tanıdığım bir doktora sordum. Bana maalesef bu göz rahatsızlığında tedavinin etkisiz olduğunu söyledi. Konuyu kendisine açtığım Mrs. Schacter ise Philadelphia’da Wills’ Eye Hospital diye çok ünlü bir göz hastalıkları hastanesi olduğunu söyledi ve benim için tanı-dığı bir doktordan randevu aldı. Erol Türkiye’de Profesör Demir Demir tarafından tedavi edilmiş, ayrıca yine tedavi için Maliye Bakanlığı ta-rafından Londra’ya gönderilmişti. Erol Karsan’a yazarak elindeki tüm raporları ve tedavi aşamalarını içeren belgeleri bana göndermesini is-tedim. Randevu gününde Erol’a ait tüm belgelerle Wills’ Eye Hospital’a gidip sözünü ettiğim doktorla görüştüm. Doktor Erol’un raporlarını inceledi, “Gereken her şey yapılmış, sadece -şimdi adını hatırlayama-dığım- bir test eksik” dedi. Bana yarım saat kadar bir zaman ayırması-na karşın hiçbir ücret talep etmedi. Erol’a durumu yazdım, eğer bu test Türkiye’de yapılamıyorsa ABD’ye gelip testi Philadelphia’da yaptıra-bileceğini, bizde kalabileceğini, yerimizin müsait olduğunu söyledim. Erol cevap vererek mektubum üzerine bu testi de İstanbul’da yaptırdı-ğını belirtti. Görme sorununun bir duraklama devresine girdiğini ilave edip teşekkür etti. Erol’un rahatsızlığı, şükürler olsun, bundan sonra durağan bir seyir izledi ve hayati fonksiyonlarını engelleyen bir nitelik kazanmadı.

1972 yılında dostluk kurduğumuz bir Türk aile, New Jersey’de Rider College’de ders veren doktora öğrencisi İlhan Meriç ile eşi ve kızından oluşuyordu. Bu aile ile yöredeki çeşitli bölgelere, milli parklara geziler

Page 138: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 125

yaptık. İlhan’ın anlamakta güçlük çektiği hususlardan biri, Türkiye’den gelen benim gibi bir kişinin nasıl olup da ABD’de bir üniversitede ders verebildiğiydi. Ona geçmişimle ve Temple’daki çalışmalarımla ilgili olarak anlattıklarıma pek inanmaz görünüyordu. Neden sonra Rider College’de ders veren bir Amerikalı arkadaşının Temple’da benim ver-diğim bir doktora dersinde öğrencim olduğunu öğrenince bu tutumu-nu doğal olarak değiştirmek zorunda kaldı. İlhan ve eşi doktoralarını tamamlayınca Türkiye’ye döndüler. İlhan İktisat Fakültesi İşletme Bö-lümünde Cumhur Ferman Hoca’nın açtığı asistanlık sınavına arkada-şım İsmet Mucuk’la birlikte başvurdu. Sınav sonucunda her iki adayın başarı durumunu kuşkusuz değerlendirebilecek konumda değildim. Fakat Cumhur Hoca doğal olarak ve herhalde benim telkinimle bizim Fakültemizden mezun ve kendisi de İlhan gibi ABD’deki doktorasını tamamlayıp yurda dönmüş bulunan İsmet Mucuk’u tercih etti. İlhan başka bir üniversitemizde bir süre çalıştıktan sonra ailesiyle birlikte ABD’ye döndü. Sonraki yaşantısı hakkında bilgim yok. Aradan geçen yılların ardından, İsmet Mucuk da İktisat Fakültesi’nden, sanırım 2008 yılında emekli oldu.

Philadelphia’da 1973 Haziran’ında Ayşe Gül’ün doğumuna az bir süre kala ilginç bir gelişme oldu. O günlerden birinde zemin katta İşletme Bölümü Sekreterliğinin yanındaki bana tahsis edilmiş bulunan odaya İktisat Bölümü Başkanı Prof. Mc Lellland bir hanımla geldi. Yanındaki bu bayanı bana takdim ederek, “Bak, senin vatandaşın. Amerika’da iş arıyor, yakında doktorasını alacakmış, ne dersin?” diye sordu. Ben de, “Vatandaşım olduğuna göre bana niçin soruyorsunuz, sizin yöntemle-rinize göre siz karar verin” cevabını verdim. Birkaç ay sonra kendisini Temple’a önce almamaya, sonra istihdam etmeye karar verdiklerini öğrendim. İşte o gün kartvizitlerimizi teati ettiğimiz bu hanım yıllar sonra Türkiye’nin Başbakanı olacak Tansu Çiller’di. Ne var ki, kendi-sinin o arada başka bir öğretim kurumunda iş bulduğunu öğrendim. Onunla tanıştırıldıktan birkaç gün sonra eve telefon eden bir erkek kendisini Özer Çiller olarak tanıttı. Karı-koca onların da yakında yur-da döneceklerini söyleyerek, benimle Türkiye’de işbirliği yapmaktan mutlu olacaklarını ekledi. Türkiye’ye dönünce 1976 ya da 77’de ve izle-yen yıllar boyunca ona benim de part-time olarak ders verdiğim Bo-ğaziçi Üniversitesinde rastladım. Herkese karşı olduğu gibi bana karşı da bazen ilgi gösterip selam verir, bazen selamımızı bile almazdı. Daha sonra 1982-84 arasında ben yine Temple Üniversitesinde çalışırken, oradaki Türkler 1980’li yılların başında yine Philadelphia’da olduğunu, bu kez ABD’de yatırımlar yaptığını, eşinin İstanbul Bankasını zarara

Page 139: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

126 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

uğrattığı çeşidinden, sonradan yurdumuzda çok işitilecek bazı haber-leri verdiler. Dostum Dr. Vedat Sezer, “Bu kadına dikkat edin. Babasının vasiyeti gereği Türkiye’nin Maliye Bakanı olmayı kafasına koymuş” değerlendirmesinde bulunmuştu. (TEİD’in 1996’daki kongresine tebliğ vermesi için davet ettiğim Prof. Gershenfeld bana Türkiye’nin hanım başbakanı için ne düşündüğümü sorunca, Çiller’in 1973’te istihdam edilmek için Temple’a başvurduğunu, fakat işe alınmadığını söyleyin-ce üzülmüş göründü. “Keşke bir süre de bizde çalışsaydı, şimdi Temple ile bu ülke arasında işbirliği olanakları doğardı” dedi. Hikayeyi dinleyen bazı arkadaşlar ise eğer Temple’da kalsaydı, daha iyi olurdu diye dü-şündüler.

Temple Üniversitesinde meslektaşım Profesör Joe Loewenberg’in sekreteri, Alman bir göçmen aileden gelen Barbara bize çok sıcak bir ilgi gösterdi. Onunla ve ailesiyle yakın bir dostluk kurduk. Ayşe Gül’ün doğumundan iki hafta kadar sonra sıcak bir temmuz günü bu aileyi evlerinde ziyarete gittik. Sıcağa rağmen çok rüzgarlı bir gündü. Gül’ün bahçede arabası içinde birkaç saat geçirmesi beni “hasta olacak” dü-şüncesiyle çok endişelendirdi. Ancak Barbara’nın babası birkaç hafta-lık küçük bebeklerin bu çeşit bir ortama karşı bağışıklıklarının oldu-ğunu söyleyince rahatladım. Nitekim Gül ABD’den ayrılacağımız güne kadar hep sağlıklı bir yaşam sürdü. Daha sonraki gelişme çağında da yegane sorunu güç yemek yiyen bir çocuk oluşuydu. 1971-73 döne-minde Philadelpia’da çok yakın dostluk kurduğumuz aile ise kuşku-suz Phataklar olmuştur. Arvind Phatak ve eşi Rhoda ile onların ya-kın akrabaları bize çok yakınlık gösterdiler. Temple’da ders vermeye başlamam Arvind’in derslerinden birini bana devretmesi sayesinde mümkün olmuştur. Ayrıca Phatak’ların aracılığı ile Nancy isminde bir öğrencimizle dostluğumuz sonraki yıllarda da devam etti. Temple’da doktora öğrencisi Gerry Heral’le de okulda yakınlığım vardı. Öyle ki Dekanlık beni Heral’in doktora sınav jürisine üye olarak atadı. Gerry Heral doktorasını aldıktan sonra New Hampshire Üniversitesi İşletme Okulunda profesör olacak, çok sonraları 1990’lı yıllarda ise birkaç kez İstanbul’da benimle buluşacak ve kurumlarımız arasında akademik işbirliği olanakları arayacaktı.

Temple Üniversitesinde 1971-1973 dönemi çalışmam sırasında kar-şılaşıp dostluk kurduğum kişiler arasında fizik laboratuarında bir tek-nisyen olarak çalışan, yukarıda sözünü ettiğim Dimitri Isayeff ile eşi Suzy’nin ayrı bir yeri vardır. Dimitri renkli bir kişiydi. Sürekli olarak Amerika’ya yerleşmek isteyen, fakat bunu bir türlü başaramayan Di-mitri, İstanbul Robert Kolej’de fizik laboratuarında çalışırken yine Ro-

Page 140: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ, DOKTORA VE TEMPLE YILLARI I 127

bert Kolej’de görevli genç bir Amerikalı akademisyenin eşi olan Suzy ile arkadaş olmuş, Suzy’nin eşinden boşanmasını sağlayıp onunla evlen-miş, bu sayede Amerika’ya göçmen olarak kabul edilmeyi başarmıştı. Dimitri ve eşi Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesine dönüştürülme-sinden sürekli olarak şikayet eder, ben de onları eleştirip, kalitesini muhafaza ettiği sürece bunun sakıncalı olmadığını biraz da milliyetçi söylemlerle dile getirirdim. Ancak Dimitri Amerika’yı da sürekli eleşti-rirdi. Sanırım yaşadığı yerde hiç mutlu olamayan bir kişilik yapısı vardı.

Temple serüvenimizin son günlerini civara, örneğin Poconolara, milli parklara birçok gezi yaparak geçirdik. İstanbul’a döneceğimiz gün Walter Gershenfeld arabasıyla gelerek bizi Philadelphia havaala-nına götürdü ve İstanbul’a uğurladı. Walter’ın arabasında bebek Ayşe Gül’ü kucağında taşıyan Bengi, Schuykill Nehri üzerindeki köprüler-den geçerken iki yılını geçirdiği ve artık alıştığı bu şehirden ayrılma-nın hüznünü yaşıyordu. Walter’a “Sanki bu şehirde çok uzun bir zaman yaşamışım gibi geliyor” demesini dün gibi hatırlıyorum. Gerçekte ka-derin bizi 8-9 yıl sonra, yeniden iki yıl için bu şehre tekrar getireceğini kuşkusuz o anda bilmiyorduk. Mercury Comet arabamı bir Türk öğ-renciye ucuz bir fiyata devretmiştim. Londra üzerinden İstanbul’a varı-şımız şaşaalı oldu. Benim ve Bengi’nin yakınları ve akrabaları bizi ve 40 günlük Ayşe Gül’ü büyük bir sevinçle karşıladılar. Bahariye’deki kiralık evimize yerleştik ve vatanımızdaki hayatımızı yeniden sürdürmeye başladık. Baldızım Bilge’nin oğlu Orhun biz ABD’deyken doğmuştu ve iki yaşındaydı.

Temple’daki çalışmaların bazı olumlu sonuçlarını dönüşümüzden sonra Türkiye’de değerlendirdim. Bunlardan biri verdiğim manage-ment ve organization derslerinden derlediğim eser ve notlara daya-narak yazdığım Örgütsel Davranış ders kitabıdır. Yönetim ekollerini ve sistem teorisini içeren bu çalışma birçok meslektaşımın belirttiği gibi yurdumuzda bu alanda yenilikler getiren ilk kitap olma özelliğini ta-şıyordu. Daha sonra gözden geçirerek 1975’de profesörlük takdim tezi olarak sunduğum bu çalışma, birkaç kez kitap olarak basıldı ve birçok üniversitede kullanıldı. Ayrıca, Amerikan endüstri ilişkileri sisteminin çeşitli boyutlarına ilişkin çeşitli makaleler yayınladım. ABD’deki gerek bu döneme ait gerek daha sonraki öğretim deneyimlerim, akademik yaşantımda uygulamaya çalıştığım eğitim yöntemleri konusunda da etkili olmuştu. Bizim üniversite sistemimizdeki ezbere dayalı öğretimi, çeşitli kısıtlara ve güçlüklere rağmen elimden geldiğince değiştirmeye çalıştım. Örnek olay tartışmasına ve problem çözmeye dayalı interac-tive teknikleri kendi öğrencilerim üzerinde mümkün olduğunca uygu-lamaya çaba sarf ettim.

Page 141: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

128 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Temple Üniversitesi’ndeki binalardan birinin ILO’nun savaştan son-ra yaptığı ilk toplantıya ev sahipliği yapmış olduğunu ise bir gün tesa-düfen öğrenmiştim. Bu bina benim çalıştığım Speakman Hall’a yakın Mitten Hall idi. Kapısındaki bir plakada, ILO’nun 1944’teki ünlü Phila-delphia Bildirgesinin burada kabul edildiği belirtiliyordu. Birkaçı dı-şında Amerikalı meslekdaşlarımın çoğu bu durumdan habersizdiler. Tabi o tarihte, ilerdeki yıllarda ILO konferanslarına sözcü olarak katı-lacağımı ve bu örgütün yaşantımda önemli bir yeri olacağını bilemez-dim. Sonradan Walter Gershenfeld’den öğrendiğime göre, 1994 yılında Phila delphia Bildirgesinin kabul edilişinin 50. yıldönümü kutlamaları bağlamında Mitten Hall’da önemli bir etkinlik düzenlenmiş.

Page 142: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 5YENİDEN TÜRKİYE VE

İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI

º Boğaziçi’nde Öğretim Üyeliğiº 1970’lerde Endüstri İlişkileri Sağlık Sorunlarımız ve

Prof. Dr. Mustafa Pekin º 12 Eylül ve Sonrasıº Belçika ve Leuven Üniversitesiº Yeniden Temple’daº Fakülte’ye Dönüşº Irak Günleriº Azerbaycan ve Orta Asya Gezisi

Page 143: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 144: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI

Yurda dönünce, biz Amerika’dayken evimizde gerçekleşen ilginç bir olayı kayınvalidem Vahide Hanımdan öğrendik. 12 Mart dönemi bağ-lamında takip ve gözaltına almaların yapıldığı günlerde eylemci genç-leri arayan veya izleyen bir manga asker, başlarındaki komutanları ile bizim Bahariye’deki daireye de girmiş. Evde bulunan Vahide Hanım bu olay üzerine korkmuş ve endişelenmiş. Arama sırasında komutanın gözü benim kitaplarım arasında yer alan Örgütte Beşeri İlişkiler isimli çeviri ders kaynağına takılmış. Hemen irkilip, “Bu kitap kimin?” diye sormuş. Kitap aslında Eskişehir’deki akademide bir-iki yıl konuk pro-fesör olarak ders veren Cornell’den arkadaşım Robert Penfield’ın Türk öğrenciler için yazmış olduğu, basılı bir ders kitabıydı. Ne var ki o yıl-larda “Örgüt” kelimesi daha çok sol kuruluşlar için, bir çeşit yeraltı ör-gütlenmesi anlamına geliyordu. Beni bu ürkütücü durumdan duvarda asılı Harp Akademileri Komutanlığının, terhis olurken bizlere vermiş olduğu takdir ve teşekkür belgeleri kurtarmış. Bunları gören komutan yumuşamış, “Anlaşıldığına göre bunların sahibi ülkeye, ulusa bağlı bir kişi” diyerek erlerle birlikte evimizden ayrılmış.

Yurda dönünce Üniversitedeki derslerimize yeniden başladık. 1974’te Soytaş’ın Turgutreis’teki devre mülk sistemine girdik. 1975’te henüz Soytaş’ın inşaatı tamamlanmadan ilk yazımızı orada geçirdik. Yine Soytaş’ın Erenköy’deki bir projesine katılıp ilk dairemize sahip olduk.

Page 145: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

132 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Fakat bu eve çeşitli nedenlerle taşınmadık ve satmak amacıyla 1982’ye kadar elimizde boş tuttuk. 1982’de ABD’ye giderken bu evi, Fındıkza-de’de bana ait bir dükkanı ve Belçika’dan getirdiğim Golf arabamı satıp Erenköy’de halen oturduğumuz daireyi yarı bedelini ödeyerek satın al-dık. Borcumuzun geri kalan kısmını ABD’den gönderdiğimiz taksitlerle ödedik.

1976’da ben, Bengi ve kardeşim Sevin, ABD dönüşü Türkiye’de aldı-ğım 1973 model Renault 12 marka arabayla bir Almanya seyahati yap-tık. Prof. Dr. Orhan Tuna ve Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş bize Almanya’da katıldılar. Ayrıca Dr. Cemil Kıvanç da kendi arabasıyla bu seyahatte bize refakat etti. Önce Münih’te bir hafta kadar bir otelde kaldık. Orhan Bey’le unutulmaz bir Hochbrauhaus gecesi geçirdik. Sonra Orhan Bey ve Cemil Kıvanç’la, Cemil’in doktorasını aldığı Münster Üniversitesi’ne bir ziyaret yaptık ve işbirliği olanaklarını görüştük.

Benzer bir seyahati 1977 ya-zında yine aynı arabayla Alman-ya’ya ve İsviçre’ye yaptık. Bu kez Prof. Dr. Metin Kutal ve Gülten Kutal, Nusret Ekin ve eşi Ceyhan Ekin, Metin Bey’in Renault 12 marka arabasında, Avukat Turan Tan ve eşi Sevim Hanım Turan Tan’ın arabasında, üç Renault 12 marka arabayla birlikte seyahat ettik. İtalya üzerinden İsviçre’de Cenevre’ye geçtik. ILO’yu ziyaret ettik. İsviçre’nin Interlaken böl-gesinde güzel birkaç gün geçire-rek tekrar Münih’e intikal ettik. Münih’te çok hoş güzel bir rast-lantı sonucu dostumuz Dr. Murat Demircioğlu ile karşılaştık. O da

gezilerimize ve toplantılarımıza katıldı. Bu arada bir gün Hertie Mağa-zasında tesadüfen İcra-İflas ve Usul hocamız Prof. Dr. Saim Üstündağ’a mutfak aletleri rafları arasında rastlamamız güzel bir sürprizdi. Bük-reş ve Sofya üzerinden İstanbul’a döndük. Bu seyahat çok zevkli geç-mekle beraber, Av. Turan Tan’la Nusret Ekin arasında bazı tatsız olaylar yaşandı. Bu gezi boyunca Ayşe Gül annemle ve kardeşlerim Sevin ve Esen’le kayınvalidemin Küçükyalı’daki evinde kaldı. Gül artık rahat-ça konuşuyordu. Döndüğümüzde bana bizim yokluğumuzda geçirdiği hastalığını anlattığını hatırlıyorum.

Nusret Ekin ile Bükreş’te.

Page 146: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 133

70’li yılların sonları ile 80’li yıllar boyunca birçok yazı Soytaş’ta-ki devre mülk evlerimizde ailelerimizle birlikte geçirdik. Annelerimiz ve kardeşlerimizle birlikte olduğumuz bu yazlar bizler için unutulmaz anılarla doludur. Ayşe Gül’ün ve kuzeni Orhun’un Turgutreis (Fener ve Akyarlar) kumsallarında yaşadıkları çocukluk günleri yaşantılarımı-zın kuşkusuz en değerli parçalarıdır.

Aynı yıllarda yazların bir kısmını Üniversitenin Enez’deki kampın-da geçirdik. Türkiye’nin Kıbrıs çıkarması 1974 yazında biz Enez’dey-ken gerçekleşti. 1977 ve 1978 yıllarında ise işçi ve işveren grupları ile Kıbrıs’ta çeşitli eğitim seminerlerine katıldık. Bunlar genellikle Mağu-sa’daki Salamis Bay Otelinde yapılıyordu. 5-6 yaşlarını idrak eden Ayşe Gül tüm bu gezilerde bize refakat ediyor, şen ve konuşkan tabiatı ile et-raf için neşe kaynağı oluyordu.

Türkiye’ye dönüşümüzü izleyen yıllarda, sanırım 1977’de araba sü-rücü ehliyetimle ilgili olarak ilginç bir gelişme yaşadım. Pennsylvania ehliyetimi 1972’de Philadelphia’da girdiğim bir sürücü sınavında almış-tım. Yurda dönerken Türkiye’de de araba sürebilmek için Amerikan AAA’den uluslararası geçici bir sürücü belgesi edinmiştim. Bu belge-nin süresi 1977’de sona ermek üzereyken, bu kez İstanbul Beşiktaş’ta-ki Trafik Müdürlüğüne Türk sürücü ehliyeti almak üzere başvurdum. Sağlık muayenesinden sonra yazılı sınava girdim ve bu sınavı geçtim. Bu durumda direksiyon sınavına girmeyecek, trafik müdürlüğü Pen-nsylvania ehliyetime dayanarak bana TC ehliyetimi verecekti. Fakat işlemler o kadar uzun bir zaman aldı ki, polise Amerikan ehliyetimle başvurduğum gün memur ve ben bu belgenin süresinin de birkaç gün önce sona erdiğini gördük. Bu durumda haliyle İstanbul’da direksiyon sınavına girmem gerekiyordu. Ne var ki, daha önce yaptığım bir işle-mi unutmuştum. Bir ay kadar önce Pennsylvania Trafik Müdürlüğüne süresi sona erecek Amerikan ehliyetimin yenilenmesi için bir mektup göndermiş, zarfın içine de 5 dolarlık bir kağıt banknot koymuştum. Oysa ücretin bu şekilde posta ile gönderilmesi istenmiyordu. Ancak o yıllarda bir dış ülkeye döviz göndermek çok zor, bazen de imkansız-dı. Bu riski göze almıştım. O akşam eve geldiğimde bir posta zarfı için-de Amerika’dan gönderilmiş yeni ehliyetimi bulunca sevindim. Ertesi günü bir gün önce başvurduğum polis memuruna yeni ehliyetimi gö-türdüm. Ne var ki, bu kez de memur bana inanmadı, bu kadar kısa bir süre içinde ehliyetimi ABD’de yeniletip yurda getirtmemim mümkün olamayacağını söyledi. Kendisini ancak uzun açıklamalardan sonra ikna edebildim ve düzenlenen Türk ehliyetime kavuştum. Ancak 1982’de tek-rar ABD’ye giderken benzer deneyimleri yine yaşayacaktım.

Page 147: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

134 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

1970’ler boyunca Bengi ile Bahariye’de İleri Sokakta ikamet etti-ğimiz kiralık dairede birçok yakın komşu ve arkadaşımız oldu. Her şeyden önce bacanağım İsmail Sinanoğlu ve baldızım Bilge Sinanoğlu oğulları Orhun’la birlikte bize çok yakın bir yerde Yoğurtçupark Yoku-şunda Yektabey apartmanında oturuyorlardı. Onları hemen her gün görebiliyorduk. İleri apartmanında kapı komşumuz Arto ve Nurten Ha-nımla, çocukları Aylin ve Noyan’la çok yakın bir dostluk kurmuştuk. Arto ve Nurten yazık ki birkaç yıl sonra boşandılar. Aylin liseden sonra İÜ İletişim Fakültesi’ni bitirerek medya sektöründe başarılı bir kariyer yaptı. Küçük ve naif yapılı Noyan’ın ise yıllar içinde boyu uzadı, kosko-ca bir adam oldu ve uzak yol gemi kaptanı diploması alarak uzak de-nizlerde seferlere çıkmaya başladı. Nurten Hanımla hala arada bir gö-rüşüyoruz. Arto ve Nurten’in oturduğu karşımızdaki dairede onlardan önce mal sahibi olarak Dr. Metin Erman, eşi ve Metin Bey’in annesi, ço-cukları Kemal ve Engin yaşıyorlardı. Onlarla da yakın bir dostluğumuz vardı. Birlikte yaz tatilleri geçirmiştik. Kendilerini İleri apartmanından ayrılmalarından sonra birkaç kez gördükse de daha sonra ilişkimiz ke-sildi. İleri apartmanının diğer dairelerinde oturanların hepsiyle sıcak ve samimi ilişkimiz olmuştur. Bu bina evliliğimin ilk onbeş yılını kaplayan bir dönem içinde Ayşe Gül’ün bebeklik ve ilkokul devresini içinde ge-çirdiği bir mekan olarak anılarımızda önemli bir yer tutmaya devam ediyor.

1974 yılından itibaren Bursa’da İÜ İktisat Fakültesi ve Bursa Tıp Fa-kültesinin katılımıyla kurulan Uludağ Üniversitesinin Bursa Hürriyet Mahallesindeki kampüsünde ders vermeye başladım. Bu dersler o yıllarda geçici barakalarda yapılıyor, öğretim üyeleri olarak bizler İs-tanbul’dan Kartal üzerinden iki haftada bir gün Bursa’ya gidiyor ve iki haftalık dersi bir günde gerçekleştiriyorduk. İkinci yıl asistan almak üzere sınavlar yaptık, otuz kadar aday sınavları kazanarak kadrolara alındı. Bunlar arasından sonradan uzun yıllar günümüze kadar uzanan akademik hayatları ile değerli meslekdaşlarımız yetişti. Sevgili Mu-rat Demircioğlu, Haşmet Başar gibi isimler bunlar arasındadır. Birkaç yıl sonra yapılan sınavlar sonucunda başarılı olan Kuvvet Lordoğlu da Bursa’daki kadromuza katıldı. Kuvvet, Seniha teyzemizin kızı Gönül ablamızın evlendiği İhsan Lordoğlu Bey’in oğluydu. Kuvvet Lordoğlu sonraki çalışmalarında akademisyen olarak iyi bir performans sergi-lediği için Fakülte arkadaşlarım beni kutladılar. Babası İhsan Bey de bir defasında gözleri yaşararak bana teşekkür etti. Oysa sınavı tamamen kendi bilgisiyle kazanmıştı.

Page 148: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 135

Geçen yıllarda lisans öğrenimini yapan öğrencilerimizden de birçoğu bu üniversiteye asistan, sonra öğretim üyesi oldular. Tahir Baştaymaz, Aysen Tokol, Mustafa Aykaç ve diğerleri de bu kategoriye girerler. Son-radan Uludağ Üniversitesi adı altında Bursa’da Görükle Kampüsünde faaliyetini sürdüren bu üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte-sinde (1981-1984 arasında yurt dışında olduğum yıllar hariç) birçok yıl ders vermeye devam ettim. 1984-85 ders yılında bir akademik yıl ben ve Bengi Uludağ Üniversitesinde ders verdikten sonra, artık İİBF’nin yeterli sayıda kendi öğretim elemanı yetiştiği için bu faaliyetimize son verdik. Bursa’daki öğretim faaliyetimiz boyunca Üniversitenin Kiraz-lıyayla tesislerinde çeşitli etkinlikler düzenledik. Orhan Bey, Cumhur Ferman Hoca ve ailesi, Metin Bey ve Nusret Bey’le birlikte ailece tatiller geçirdik. Uludağ Üniversitesi’ne Hürriyet Mahallesinde kurulduğu yıl-larda aldığımız birçok asistan, örneğin Mustafa Aykaç, Murat Demirci-oğlu, Kuvvet Lordoğlu, Haşmet Başar akademik çalışmalarını ilerletip doçent olduktan sonra İstanbul’daki üniversitelere transfer oldular. Ancak hem Bursa’da kalanlar hem de başka yerlere geçenler başarı-lı bilim insanları olarak temayüz ettiler. Uludağ Üniversitesi kadroları içinde benimle en yakın ve uzun ilişkisi olan kuşkusuz sevgili Murat Demircioğlu olmuştur. Bursa’dan sonra uzun yıllar dekanlığını yaptı-ğı Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF’de öğretim üyeliğini ve çalışmalarını sürdürdü. Burada Murat’ın bizim alanımızdaki öğretim üyeleri grubu içinde bana en yakın kişilerden biri olduğunu belirtmek isterim. O, hem alanında bir bilim adamı ve idareci oldu hem de hep vefakar bir dost olarak kaldı. Bana hediye ettiği, bir tarım işçisini tasvir eden büyük ve güzel fotoğrafı görevlendirildiğim her üniversitede çalışma odamın du-varında zevkle asılı tutarım. Aradan geçen yıllarda Uludağ Üniversite-si gelişip ülkemizin üst sıralarda yer alan bir yüksek öğretim kurumu haline geldi. Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişki-leri Bölümü de bizim alanımızda temayüz ederek birçok değerli çalış-ma ve eseri gerçekleştirdi.

1970’li yıllar İÜ dışında çok sayıda kurumda ders verdiğim yıllar-dır. Hatta bir yıl da İzmir’de her hafta Ege Üniversitesine giderek İİ-BF’ye bağlı bir yüksek okulda İş Hukuku dersleri verdim. Bunun gibi 1980’e kadar birkaç dönem University of Maryland’in Karamürsel ve Çakmaklı tesislerinde Amerikalı personele Management, Organizati-on Theory ve Collective Bargaining dersleri verdim. İnsan yaşantısın-da bazen inanılmaz tesadüfler oluyor. Şöyle ki, bir gün bir lokantada Cornell’den iyi tanıdığım bir arkadaşıma, Joe Oppenheimer’a rastla-dım. Türkiye’de ne yaptığını sorunca Joe bana burada Karamürsel’deki

Page 149: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

136 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

NATO ortak savunma tesislerinde askerlik görevini yerine getirdiğini söyledi ve bu üste Maryland Üniversitesinin overseas programlarında ders verdiğini ekleyerek beni bir konferans vermem için davet etti. Ka-ramürsel’deki Maryland programı ile tanışmam ve Karamürsel kam-püsünde iki yıl kadar çalışmam böyle oldu. Bu arada bir akşam vakti kampüsten İstanbul’a dönmek üzereyken Trabzon Lisesinden arka-daşım Güngör Boran’a rastlamam benim için sürprizdi. İngiltere’deki mühendislik öğrenimini müteakip Trabzon Boztepe NATO tesislerinde çalışan Güngör, Boztepe tesislerinin kapanması sonucu Karamürsel tesislerinde çalışmaktaydı.

Joe Oppenheimer ile Amerikalı nişanlısını bizim Fındıkzade’deki eve yemeğe davet ettik. Bir akşam yemeğinde annem, kardeşlerim ve Bengi buluşarak uzun bir sohbet yaptık. Joe’nın Türkiye’den ayrıl-masından sonradır ki, 1970’lerde birkaç yıl Maryland Üniversitesinin Karamürsel ve Çakmaklı’daki programlarında Amerikalı personele ABD’deki kendi üniversitelerine kredi olarak transfer edebilecekleri dersler verdim. Çakmaklı ve Karamürsel’deki University of Maryland programları için ders etkinliklerimin bir yararı da, PX mağazalarından yurtta bulunmayan bazı ihtiyaç maddelerini, kitap ve dergileri temin edebilmem olmuştur. Fakat bu yılların benim için uzun vadeli önemli değişikliği, 1976 yılından itibaren Boğaziçi Üniversitesinde ders verme-ye başlamamdır.

1970’li yıllarda bir süredir göremediğim Zehra Külür teyzemizin kızı Dr. Leyla Külür ile tekrar buluştuk. Almanya’daki uzun yıllar süren hekimlik hayatından sonra Türkiye’ye dönmüştü. Boğaz’da, Anadolu Hisarının tepelerinde yaptırdığı evinde eşiyle birlikte yaşıyor, aynı za-manda Anadolu Hisarı civarındaki muayenehanesinde çocuk hekimli-ğini sürdürüyordu. Birçok kez Ayşe Gül’ü muayene ve tedavi eden Ley-la ablamıza şükranlarımız da sonsuzdur. Yazık ki, geçen yıllar içinde ilişkilerimiz tekrar kesildi. Buradaki kusur ise tamamen bana aittir.

1970’lerin ortalarında, sanırım Gül henüz üç-dört yaşındayken ba-şımızdan bir araba kazası geçti. Nusret Ekin ve eşi, Murat Demircioğlu ve yakınları, Nusret Bey’in ağabeyi Fikret Bey ve eşi, çocuklarımız-la beraber bir piknik düzenledik. Geyve üzerinden Göynük civarında dağlar arasında Sünnet Gölü isimli volkanik bir göl kıyısında güzel bir gün geçirecektik. Renault 12 marka arabamızı Geyve’de Nusret’lerin evine yakın bir yere park ederek, bir iş adamının ısrarı üzerine onun Mercedes marka arabası ve şoförlüğü ile biz, Fikret ağabey ve kızı ile Sünnet Gölüne vardık. Nusret’ler ise bir tanıdıklarına ait Anadol mar-ka arabayla seyahat ettiler. Gün boyu yiyip içtik, akşam hava kararır-

Page 150: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 137

ken dönüş için yola çıktık. Ancak Mercedes arabanın sahibi bey biraz da arabasının statüsünü kanıtlamak için dar orman patikalarında hız yapmaya kalkınca arabası kaymaya başladı. Önce bir ağaca tosladık, sonra yardan aşağı hızla inerek dere yatağına girdik. Gül küçük ve aramızda olduğundan ona çok şükür hiçbir şey olmadı. Yazık ki, Ben-gi başını çarptığı ve kaburgasını zedelediği için kötü durumdaydı. Alnı kanarken onu dere yatağında çakılların üzerine yatırdım. Ben de göğ-sümü incitmiştim. İşin kötüsü karanlık basmıştı ve etraf ıssızdı. Bir mucize oldu, ormanda yolunu kaybeden Nusret Bey’lerin içinde oldu-ğu araba tesadüfen bizim kazanın olduğu yola sapmıştı. Bu araba bizi alarak önce Göynük’teki sağlık ocağına, kısa bir tedaviden sonra da Geyve’de Fikret ağabeyin evine ulaştırdı. Kötü ve sancılı bir gece geçir-diğimizi söylemeye gerek yok. Kendi arabamızla İstanbul’a döndüğü-müzde ilk durağımız Amerikan Hastanesi oldu. Buradaki müdahaleden sonra evimize sağ salim döndük, ama sonraki yıllarda Bengi’nin göğüs kemiğinde bu kazadan arta kalan çatlağı her röntgen çekilişinde gör-dük ve her defasında o kötü kazayı hatırladık.

Boğaziçi’nde Öğretim Üyeliği 1976-77 akademik yılı başlarken Boğaziçi Üniversitesi İİBF’de öğ-

retim üyesi Cornell’den arkadaşım Prof. Dr. Özer Ertuna’dan aldığım davet üzerine, bu Fakültenin İşletme Bölümüne gittim. O tarihte Bo-ğaziçi Üniversitesi İİBF Dekanı Prof. Dr. Şerif Mardin’di. Özer Ertuna Cornell Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden doktora derecesini alıp yurda dönmüştü. Özer ve diğer bazı öğretim üyeleri benimle yaptıkları toplantıda bu üniversitede ders vermemi önerdiler. ABD’de Temple’da ders vermiş olmamdan kaynaklandığını sandığım bu daveti kabul et-tim. İlk sömestire lisans düzeyinde İş Hukuku ve Labor- Management Relations konularında iki ders vererek başladım. Sonraki yıllarda bun-lara Labor Unionism adlı bir yüksek lisans dersi ile çeşitli yıllarda baş-ka bazı dersler eklendi. Öğrenci kalitesi iyi, ortam güzeldi. Giderek bu “part-time” niteliğindeki çalışma düzenine rağmen fakülte kurulları-na ve jürilerine de katılmaya başladım. Benim dışımda İzzeddin Önder ve bir süre için de Kemal Kurtuluş Boğaziçi’ne dışardan ders vermeye gelen hocalar arasındaydılar. Bir süre sonra Prof. Dr. Turhan Esener de Ankara Hukuk Fakültesinden ayrılarak “full-time” olarak Boğaziçi Üniversitesi İİBF’ne geldi. 1976’da başlayan Boğaziçi Üniversitesindeki öğretim faaliyetim 1996’ya kadar sürdü. Bazı yıllar İÜ İktisat Fakülte-si’ne göre Boğaziçi’nde daha fazla dersim vardı ve haftanın iki günü-nü orada geçirmek zorundaydım. 1980’lerde bu üniversitedeki işçilerin

Page 151: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

138 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

memur kategorisine geçirilip intibaklarının yapılmasında Avadis ve Esener hocalarla çalıştım. Boğaziçi Üniversitesinde en yakın olduğum kişiler, saydıklarım dışında Işık İnselbağ, İlkay Sunar, Mustafa Dilber, Emre Gönansay, Muzaffer Bodur, Eser Borak ve Reşat Kaya gibi öğre-tim üyeleridir. Bu arkadaşlarımdan özellikle Mustafa Dilber’in öğren-ci işlerinden sorumlu bir öğretim elemanı olarak öğrenciler üzerinde fevkalade olumlu etkileri vardı. 1970’li yılların Boğaziçi Üniversitesin-de öğrenci hareketleri bakımından sorunsuz yaşanmasında Mustafa Dilber’in kuşkusuz önemli bir rol ve katkısı vardır. Bu arkadaşlarımın hepsi benim İÜ’den ayrılıp Boğaziçi’nde bir kadroya geçmemi istiyor-lardı ancak bu hususta geciktim ve 1980’den sonra YÖK’e bağlı olarak kadroların daha sınırlı hale gelmesiyle bu olanağı kaybettim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Prof. Dr. Ziyaeddin F. Fındıkoğlu’nun asistanlarından biri olarak çalışan Dr. Oğuz Arı daha sonra ODTÜ’ye geçiş yapmıştı. Bir süre sonra da kendisinin Boğaziçi Üniversitesi İİ-BF’ye öğretim üyesi olarak çalıştığını görünce çok sevinmiştim, çünkü Oğuz Arı özellikle sosyal araştırma metodlarını o zaman için iyi bilen ve uygulayan bir öğretim üyesiydi. Oğuz Arı, İktisat Fakültesi Sosyo-loji Kürsüsüne girmeden önce bir süre benim Cornell Üniversitesi ILR School’da danışmanım olan Prof. Lawrence Williams’la birlikte Mic-higan Üniversitesinin ünlü Sosyal Araştırmalar Merkezinde (Survey Research Center) çalışmış ve çağdaş araştırma tekniklerinde epey deneyim kazanmıştı. 1980’ler boyunca Boğaziçi’nde onunla sık görü-şüyordum. Maalesef Oğuz’un sağlığı iyi değildi, çeşitli komplikasyonlar sonucu kendisini nispeten erken bir yaşta kaybettik.

Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Dekan Şerif Mardin’in dekanlık seçimini süresinin bitmesinden önce yenile-mek kararı alması üzerine, 1979’da yapılan dekanlık eğilim belirleme seçimine benim de katılmam öngörüldü. Bu seçimde Özer Ertuna da aday olmuştu. Oylamada hem Cornell’den arkadaşım, hem de beni Boğaziçi’ne davet eden kişi olduğu için oyumu haliyle Özer’den yana kullandım. Üstün vasıflı bir sosyoloji bilim adamı olduğunu bilmeme rağmen, Şerif Bey’le ilişkilerim esasen oldukça resmi ve mesafeliydi. Fikrini sorduğum Turhan Esener de Şerif Mardin’in herkese yukar-dan bakan bir kişiliğe sahip olmasından ötürü kendisini destekleme-yeceğini söyledi. Oylamaya katılmam belki yasal bir iş değildi ancak bu işlemin sadece genel bir eğilim tespiti olduğu, son kararın Fakülte Kurulu tarafından verileceği söylendi. Seçimi az bir farkla da olsa Özer Ertuna kazandı. Burada ilginç olan, belki otuz yıl sonra havaalanında karşılaştığım Güven Alpay’ın, Şerif Mardin’in bana ve belki benim gibi

Page 152: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 139

“part-time” statüdeki diğer arkadaşların bu oylamaya katılmamızdan ziyadesiyle kırıldığını ve hatta beni dava etmek teşebbüsünde bulun-duğunu söylemesiydi.

Leuven Üniversitesinden Profesör Roger Blanpain’den Uluslararası Ansiklopedi’nin Türkiye cildini yazma teklifini Boğaziçi’nde çalışırken 1976’da aldım. Bu konu da bazı iş hukuku toplantılarında tartışılmış, Blanpain’in bu görevi niçin o zamanlar İş Hukuku Milli Komitesinin başkanı olan Turhan Esener Hoca’ya değil de bana teklif ettiği sorul-muş, Turhan Hoca’nın kendisi de bu seçimden biraz kırgın olduğunu ima etmiştir. Oysa Blanpain’in bana açıkça söylediği gibi, kendisi teklifi önce Turhan Bey’e yapmış, fakat ondan uzunca bir süre cevap alama-ması karşısında Cornell’deki hocam Profesör Windmuller’dan Türkiye için yazar ismi sormuş. Turhan Hoca neden sonra Blanpain’e ondan gelen davet mektubunu kaybettiğini söylemiş. Sonuçta Blanpain’e Windmuller’ın yazar olarak beni tavsiye etmesi üzerine benim devreye girmem söz konusu olmuş. Blanpain 1976 ve 77’de benim davetim üze-rine İstanbul’u ziyaret edip Boğaziçi Üniversitesinde birkaç konferans verdi.

Kanada dönüşü 1992’den 1996’ya kadar BÜ’de ders vermeye devam ettim. Ancak Boğaziçi’nde ders ücretinin reel olarak çok düşmesi ve hatta yol masrafımı bile karşılayamaz hale gelmesiyle, 1996’da Boğazi-çi’ndeki derslerimi bıraktım. 1996 ve izleyen üç yıl Bilgi Üniversitesinde de dersler verdim. 1999’da İktisat Fakültesi’ne dekan atanmamla Bil-gi’de ders verme zaman ve olanağım da kalmadı. Belirtmem gerekir ki, 1970’li yıllarda tüm bu kurumlara ek olarak yıllarca İÜ İşletme Fakülte-sinde ve buna bağlı İşletme İktisadı Enstitüsündeki öğretim faaliyeti-mi sürdürdüm. Ancak bir mukayese yapmam gerekirse, Boğaziçi Üni-versitesi’ndeki eğitim ve öğrenci düzeyini en azından o yıllar için diğer kurumlara göre yüksek bulduğumu belirtmeliyim. 1990’lardan itibaren ise muhtemelen Boğaziçi’nin YÖK sisteminin etkisiyle ve artık bir dev-let üniversitesi olmasının sonucu daha yüksek sayıda öğrenci kabulü-ne bağlı olarak, bu düzeyin görünür şekilde düştüğünü gözlemledim.

1970’lerde Endüstri İlişkileri, Sağlık Sorunlarımız ve Prof. Dr. Mustafa Pekin1974 Kıbrıs Barış Harekatını izleyen yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta çeşitli

kurumların düzenlediği eğitim programlarında görev aldık. Bunların çoğu Mağusa’da Salamis Bay Otelinde Sanpa, MESS ve Nermin Oda-baş Prodüktivite Kurumu gibi eğitim kuruluşlarının girişimleriyle dü-zenlenmişti. Ayşe Gül üç-dört yaşlarındaydı ve hemen her programda

Page 153: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

140 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bizlerle birlikteydi. Metin Kutal ve Nusret Ekin ailelerinin de katıldığı bu organizasyonlar bizler için birçok anı ile doludur. Eğitim program-ları çoğunlukla işçi-işveren ilişkileri konularındaydı. Bu ziyaretler eği-tim için olduğu kadar turistik amaçlıydı ve birçok katılımcı için aynı zamanda alışveriş odaklıydı. O yıllar birçok elektronik ürünün ve Batı mallarının Türkiye’de bulunamadığı bir dönemdi. Bu nedenle, başta İn-giliz kumaşları olmak üzere çeşitli -ve çoğu gereksiz- mutfak eşyala-rını satın almak için Türkler için ideal bir yerdi. Kıbrıs’a yaptığımız bu geziler sırasında tanıdığım ve dostluk kurduğum bir kişi de o zaman Kıbrıs Çalışma Bakanlığında görevli bir uzman olan Tansel İnaç ve eşi İnci’ydi. Tansel, Bakanlığın uzlaştırma-arabuluculuk işlevlerine bakı-yordu, eşiyse Bayrak Radyosunda spikerdi. Her ikisi de öğrenimlerini Ankara’da tamamlamışlardı, fakat uzun bir süre de Kıbrıs’ın kurtuluş mücadelesinde mücahit olarak çarpışmışlardı. Dostluğumuz bir ara kesilir gibi oldu, ama onları Kıbrıs’a 2005 yılında İş Bankası Yönetim Kurulu olarak yaptığımız ziyarette tekrar buldum ve birlikte güzel bir Girne-Lefkoşe günü geçirdik. 1970’li ve 80’li yıllarda bu eğitimlerin ba-zılarını da Türkiye’nin çeşitli turistik şehirlerinde, örneğin Antalya’da ve Abant’ta gerçekleştirdik. Ayşe Gül hepsinde yine yanımızdaydı ve bu sayede zengin bir gezi ve otel kültürü geliştirdi.

1970’lerin karışık ideolojik ortamında Türk endüstri ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen sorunlardan biri, sendika sayısındaki aşı-rı artış, sendikalar arasındaki rekabet ve bir türlü sağlıklı bir çözüme ulaştırılamayan yetki sorunuydu. Bu sonuncu sorunun çözümü için yasadaki prosedüre ek olarak, idare ve yargı tarafından işyerinde irade beyanı, referandum ve işçilerin gizli oyuna başvurma gibi çeşitli yol-lar denendi, öneriler geliştirildi ve uygulamalar yapıldı. Bunlar arasında Anglosakson sistemlerindeki gibi yetki sorunu da dahil çeşitli uyuş-mazlıklara çözüm getirecek bağımsız bir kurul oluşturulması dahi gündeme getirildi, ancak yasal bir dayanak kurulamadığı için bunlar hep öneri düzeyinde kaldı. Sendika enflasyonunu önlemek amacıyla çıkarılan 1317 sayılı Yasa ise ünlü 15-16 Haziran olaylarına neden ola-rak sıkıyönetim ilanına ve Anayasa Mahkemesi’nin iptallerine yol açtı. Bu sorunlarda ben de Amerikan sisteminden çeşitli örnekler getirerek yazılarımda ve konferanslarda öneriler geliştirmeye çalışıyordum.

1976-78 yılları arasında Ecevit’in Başbakanı olduğu koalisyon hü-kümeti sırasında kendisiyle ve Çalışma Bakanlığımızla işbirliğimiz oldu. Bahir Ersoy’un Çalışma Bakanı olduğu dönemde iş hukukçusu arkadaşlarımla, Münir Ekonomi ve Metin Kutal ile iş kanunu reform ta-sarıları hazırladık. O yıllar özyönetim ve yönetime katılma tartışmala-

Page 154: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 141

rının yoğun olduğu bir dönemdi. Ecevit’in 1978’de TÜRK-İŞ’le kamu ke-simi için yaptığı “Toplumsal Anlaşma” işçilere bir yandan iş güvencesi ve yönetime katılma hakları vaat ederken, ücret artışları ve istihdam için de bazı göstergeleri benimsiyordu. Nihayet bu amaçla Ankara’da düzenlenen bir konferansa uluslararası ünlü isimleri ve Blanpain’i da-vet ettik. Metin Kutal, ben, Boğaziçi Üniversitesi’nden Özer Ertuna, Işık İnselbağ ve Murat Serter özyönetim ya da yönetime katılma tartış-malarını sürdürdük. Murat Serter özyönetim modelini destekliyordu. Sonunda bizim öne sürdüğümüz “katılma” modeli benimsendi ve bir kararname taslağına dönüştürüldü. Ancak koalisyonun MSP kanadı yönetime katılmaya karşı çıkarak, kararnameyi imzalamadı. 70’li yıl-lar esasen sol-sağ çatışmalarının yoğun yaşandığı ve ülkenin kaosa doğru sürüklendiği yıllardı. Ecevit koalisyonundan sonra Demirel AP iktidarı başa geçti. Yaygın grevler, bazen sendikaları da içeren siyasi cinayet ve şiddet olaylarına bağlı olarak -ve benim Uzlaştırma Kurulu Başkanı olarak çalıştığım Renault Mais’te Maden-İş Sendikası grevini izleyen sıkıyönetim- yeni bir dönemin, büyük olasılıkla bir ordu müda-halesinin yaklaşmakta olduğu haberini veriyordu.

1970’li yıllarda annemin yengesi Muhsine Hanım, dolayısıyla ço-cukları Muzaffer, Muattar ve Muvakkar Ozman tarafından akraba-mız olan Prof. Dr. Mustafa Pekin hocayla bazı sağlık sorunlarımız için birçok temasımız oldu. Mustafa Pekin bir Galatasaray Lisesi mezunu olarak koyu bir Galatasaraylı olduğu gibi, gençliğinde yıllarca bu futbol takımında oynamış, ufak tefek, fakat çevik yapısı ile “Kedi Mustafa” is-miyle ün yapmıştı. Hem Galatasaray’ın yönetiminde görevliydi, hem de takımın sağlık sorunlarıyla iligileniyordu. İÜ Tıp Fakültesinde ünlü bir cerrahtı. Sırasıyla Esen’in, Ayşe Gül’ün ve Bengi’nin çeşitli ameliyatları-nı başarıyla gerçekleştirdi. Bizi yıllar içinde çok sevdi ve sağlık sorun-larımızla ilgilendi. Biz de ona her zaman değer verdik. 1990’larda ölümü hepimizde derin bir keder kaynağı oldu.

12 Eylül ve Sonrası1978 ve 79 yılları ülkede sağ-sol çatışmalarıyla, yükselen terör dal-

gası, siyasi cinayetler ve bunlara paralel biçimde işçi hareketinde di-renişlerle, yasal olan ve olmayan grevlerle geçmiş, CHP-Milli Selamet Partisi koalisyonu sırasında Ecevit’in TÜRK-İŞ’le imzaladığı Toplum-sal Anlaşma bu koalisyonun çökmesi sonucu uygulanamamış, yeni Demirel hükümeti ile sorunlar artarak devam edince yine grevlerin yaygınlaştığı bir dönemde sıkıyönetim ilan edilmişti. Artan ideolojik ve yer yer silahlı çatışmalar sonucu her gün birçok kişinin ölmesi ve

Page 155: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

142 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yükselen kaos ortamında daha önceki 1960 ve 1971 askeri müdahale-lerinde olduğu gibi halkın ve hatta aydın kesimin önemli kesimleri bir ordu müdahalesini bekler hale gelmişti. 12 Eylül’den iki gün önce 10 Eylül 1980 günü Osmanlı Bankası ile Sosyal-İş Sendikası arasındaki bir hak uyuşmazlığı dolayısıyla Sendikanın Genel Başkanı Özcan Kesgeç ve Banka Personel Müdürü Demirhan Tokel’le bankada bir özel hakem toplantısını sonuçlandırmıştık. Hakem kararı biraz da Demirhan’ın karşı çıkmasına rağmen toplu sözleşmenin açık ifadesi ve özel hakem kuralları gereği sendikanın istediği yönde sonuçlanmıştı. Hakem ku-rulu başkanı olarak ben sanırım toplu sözleşmenin açık ifadesi kar-şısında gerekeni ve doğru olanı yapmıştım. Konu disiplin kurulunun oluşturulması ile ilgiliydi. Akabinde yağmurlu bir sabah Bodrum’a ha-reket ettik. 12 Eylül sabahı saat 10 civarında ise Turgutreis’te heykelin olduğu yerde Metin Kutal’la denizdeydik. Siyasi bir hareketin varlığı-nı Turgutreis’in o gün en yüksek askeri otoritesi durumunda olan bir astsubaydan öğrendik. Kendisi sahil boyu yürüyor ve ülkede bir “ih-tilal” olduğunu söyleyerek sokağa çıkma yasağı dolayısıyla herkesin evine girmesini emrediyordu. Kendisine buranın bir tatil yeri olduğunu ve normal bir evimiz olmadığı cevabını vererek, çaresiz Metin’le Soy-taş’taki evlerimize doğru yürümeye başladık. Yol boyunca o zaman-lar çoğu yeni açılmış kır kahvelerindeki siyah-beyaz televizyonlardan Evren Paşa’nın 12 Eylül hareketinin ilk demecini dinledik. Evren Paşa beş kişilik bir Milli Güvenlik Konseyinin iktidara el koyduğunu belirti-yor ve ülke yönetimini tekrar demokrasiye dönmek üzere bir süre için devralmalarının sebeplerini açıklarken, kargaşa ve terör ortamına işçi sendikalarının da eylem ve grevleri ile katkı yaptığını, bu nedenle de sendikal faaliyetin askıya alındığını belirtiyordu. Bu bağlamda ülkenin yeni bir anayasal düzene kavuşturulacağını söylüyor, sendika karşıtı söylemleri arasında uygulamalardan bazı örneklere yer veriyor, grev-ler ve toplu sözleşmelerle ülkede dengelerin bozulduğunu, örneğin Hil-ton’da bir şef garsonun Genelkurmay Başkanından bile yüksek ücret alır hale gelmesi gibi örnekler veriyordu. Sonuçta Metin Kutal’la birlikte meslek hayatımızla ilgili önemli bir faaliyet alanının sona erdiğini anla-yarak, biraz da şakayla karışık olarak bundan sonra derslerimizde ne okutacağımızı sorgulamaya başladık. İzleyecek dört yıl boyunca ser-best toplu pazarlık ve grev hakkı yasaklanacak, sendikal faaliyet dur-durulacak, sendikalar ve özellikle DİSK ve bağlı üye sendikalar ve onla-rın yöneticileri için açılan davalar uzun süre devam edecekti. Bu arada kuşkusuz bizim Osmanlı Bankasına ilişkin olarak verdiğimiz kararın uygulanabilirliği kalmadığı için Banka yönetimi rahatlayacak, özellik-

Page 156: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 143

le DİSK’e bağlı sendikacıların tutuklanmalarına bağlı olarak Sosyal-İş Sendikası Genel Başkanı Özcan Kesgeç İstanbul-Ankara arasında yol-dayken gözaltına alınıp tutuklanacaktı. İzleyen birkaç yıl kendimizi yeni sendikal yasa tasarılarının hazırlık faaliyetleri içinde bulacaktık.

12 Eylül hareketi ülkenin kargaşa içinde olduğu dönemlerde Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyduğu her dönemde olduğu gibi, bu kez de kamuoyunca beklenen bir gelişme olarak karşılanacak, ancak geçen zaman içinde belki darbelerin niteliği gereği, belki de bazı eylemlerinde aşırılıklara gittiği için çok eleştiriye uğrayacaktı. Bizim çalışma alanı-mız bakımından önemli olan, İş Hukuku öğretim üyesi hocamız Prof. Dr. Turhan Esener’in askeri yönetimi ele alan Milli Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulan kabineye Çalışma Bakanı olarak atanmasıydı. Böyle bir askeri ara rejimde çalışma ilişkilerini ilgilendiren bir alanda yasalara yeniden şekil vermek kuşkusuz riskli bir işti ama Turhan Ho-canın bu göreve getirilişi konulara uzak ya da hasmane bakabilecek sivil veya asker bir kişiye göre bir şans olarak algılandı.

Gerçekten de sendikalar ve toplu pazarlık mevzuatında 1963 yasa-larına göre kısıtlamalar getirilmesi kaçınılmaz görünüyordu ve Turhan Esener’in yasa taslakları hazırlama amacıyla komisyonlar oluştur-ması gündeme gelince, bu konuyu ben ve arkadaşlarım ciddi olarak düşündük. Ama bu reform çalışmalarında görev almadığımız takdirde konuya yabancı ya da sosyal politika karşıtı kişilerce yapılacak yasa-ların sistemimizi tamamen geri götürebileceği ya da yozlaştırabileceği kaygısıyla bu çalışmalara katılıp Turhan Hoca’yı desteklemeye karar verdik. Milli Güvenlik Konseyi’nin çıkaracağı bu kanunlarda 1963 mev-zuatına göre kısıtlayıcı bazı düzenlemelerin getirilme olasılığı yüksek-ti. Yasalara son şekli Milli Güvenlik Konseyi verecekti. Fakat ümidimiz aynı zamanda mevcut sistemde uygulamadan doğan şekle ait çeşitli sorunlar için en azından bazı çözümler getirebileceğimiz yönündeydi. Yasa taslaklarını hazırlama işinde sabit ve belli bir bilim komisyonu oluşturulmadı. Daha çok Bakanın sözlü daveti ile üyeleri bazen deği-şen, içine yeni üyeler katılan ya da bazılarımızın belli süreler için ay-rıldığımız fakat sonra tekrar katıldığımız bir çalışma düzeni oluştu. Bu komisyonda Turhan Esener’den başka Kemal Oğuzman, Münir Ekono-mi, Nuri Çelik, Metin Kutal, ben ve askeri işyerleri bakımından Albay Talat Sargın (birkaç kez de deniz kuvvetlerinden Yarbay Erberk) ça-lıştık. Ben grubun çalışmalarına daha çok incelenen konuların karşı-laştırmalı hukuk, sosyal politika ve iktisat yönüyle katıldım. Belçika’ya öğretim üyeliği için gittiğim 1981’in son dört ayı ile ABD Temple Üni-versitesinden gelen davet üzerine ayrıldığım 1982 Eylül’üne kadar bu

Page 157: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

144 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

çalışmalara katıldım. 1982 içinde komisyonun hazırladığı iş güvencesi tasarısı hazırlıklarına Nusret Ekin de katıldı. Komisyon bu çalışmala-rı çeşitli yerlerde, İstanbul Üniversitesinde, Boğaziçi Üniversitesinde, Çalışma Bakanlığında, Sarıyer Orduevinde ve şimdi hatırlayamadığım çeşitli başka bazı yerlerde yürüttü.

Kuşkusuz 1981 ve 1982 yılları içinde Kurucu Meclis’te gerçekleştiri-len yeni Anayasa çalışmaları bizim hazırladığımız Sendikalar ve Top-lu Sözleşme, Grev ve Lokavt yasası çalışmalarını etkilemiş ve onlar için bir kısıt, uyulması gereken asgari bir çerçeve oluşturmuştur. 1982 Anayasası da bizim taslaklardan önce gerçekleştiği için Milli Güven-lik Konseyi’ne sunulan sendikal tasarılar yeni Anayasa’daki kısıtları dikkate alarak kaleme alınmışlardı. Yasalar Konsey’den geçerken son tahlilde bizim kontrolümüz dışında başka sınırlamalara ve yasaklara da tabi olmuşlardır. Ancak bir genel değerlendirme yapmak gerekir-se, bizim çalışmalarımız dışında konu sadece Milli Güvenlik Konseyi’ne bırakılmış olsaydı, 2821 ve 2822 sayılı Yasaların içeriği sendika ve toplu pazarlık-grev özgürlüklerine aykırı başka birçok kısıtlama içerecekti. Yine de Konsey’den geçtikleri şekliyle bu yasaların 25 yılı bulan süre içinde iç ve ILO gibi dış çevrelerce eleştirildiklerini ve 2000’li yıllardan itibaren de AB’nin gündemine taşındığını unutmamak gerekir.

Yeni Anayasa çalışmaları Kurucu Meclis’te tartışılıp şekillendiği için bunlarda bizlerin doğrudan bir katılımı olmamıştır. Bizler ve konuyla ilgili başka birçok öğretim üyesi ve işçi ve işveren çevreleri Anayasa taslaklarına dışardan yaptıkları eleştirilerle dolaylı olarak katkıda bu-lundular. Yeni Anayasanın ilk taslaklarında sistemimizde köklü değiş-meler öngören bazı hükümler vardı. Örneğin, sendika aidatının toplan-masında check-off yöntemi kaldırılıyor, çıkar grevleri için grev hakkı tanınmakla beraber, grevin en çok 60 gün sürebileceği, buna rağmen anlaşma olmazsa uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kurulu kararıyla so-nuçlandırılacağı öngörülüyordu. Bu ve benzeri bazı Anayasa önerileri öğretide ve işçi çevrelerinde eleştirildi ve tepkiler sonucunda son ta-sarılarda yer almadı. Bununla birlikte, 1982 Anayasası kabul edilen son şekliyle de çeşitli kısıtlamalar ihtiva ederek çıkmıştır. Örneğin, grev ve lokavtların milli güvenliği veya genel sağlığı tehdit etmesi halinde 60 güne kadar ertelenmesini ve erteleme süresi sonunda hala bir anlaş-ma olmamışsa YHK tarafından sonuçlandırılacağı yönündeki Anayasa hükmü bazı öğretim üyeleri tarafından hem Anayasanın hem de 2822 sayılı Yasa tasarısının hazırlanması sırasında savunulmuştur. Daha sonra 1980’li ve 90’lı yıllarda bu düzenleme ve grev ertelemeleri ILO tarafından şiddetle eleştirilmiş ve Hükümet olarak verdiğimiz cevap-

Page 158: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 145

larda bir savunma noktası olarak bu hükmün Anayasa’dan kaynak-landığı, dolayısıyla değiştirilmesinin daha güç olacağı üzerinde durul-muştur. Sonraları bazı değişiklikler geçirmesine rağmen, Anayasanın kısıtlayıcı hükümleri endüstri ilişkileri sistemimizi daha özgür hale getirmemizin karşısında hala önemli bir engel olarak durmaktadır. Yıl-lar içinde Anayasanın bazı hükümlerinde ve bu arada çalışmayla ilgili birkaç kuralında değişiklikler yapıldığı halde, Anayasa metninde hala yasalarda eleştirilen noktaların düzeltilmesini engelleyen hükümler vardır. Örneğin, memur sendikacılığına ilişkin düzenlemeler, grev er-telemesi halinde zorunlu tahkim gibi koşullar bunlardan bazılarıdır ki, bunların yeni bir anayasa yapma girişiminde dikkate alınmaları yararlı olur.

Turhan Esener’in bakanlığının daha ilk günlerinde yararlı bir girişi-mi, öncelikle sözünü ettiğim komisyonun bazı üyeleriyle hazırladığı ve yasalaştırdığı, faaliyeti durdurulan sendikalara kayyım tayiniyle ilgili Kanun ile 2364 sayılı Sosyal Gereklilik Hallerinde Toplu Sözleşmelerin Yeniden Yürürlüğe Konmasına İlişkin Kanundur. Ancak bu yasanın hazırlanışında benim hiçbir rolüm olmadı. Bu çalışmada daha çok Prof. Dr. Münir Ekonomi etkili oldu. Yine böyle fevkalade bir dönemde ve toplu pazarlık faaliyetinin durdurulduğu askeri bir rejimde toplu söz-leşme düzeninin tek yanlı da olsa yaşatılmasına olanak verdiği için bu girişimi olumlu karşıladığımı belirtmeliyim. Bu yasa izleyen yıllarda yeni mevzuatın hazırlanışında askeri rejim dönemindeki yasama faa-liyetine katılmamızın pek sakıncalı olmayabileceği konusunda da bizi cesaretlendirmiş olabilir. Öte yandan, nihayet 1961 Anayasası ve onu izleyen 1963 sendikal yasaları askeri bir dönemin ürünü oldukları hal-de oldukça çağdaş ve özgürlükçüydüler. 2364 sayılı Yasa, süresi sona eren toplu sözleşmeleri ücret vb. şartlar bakımından gözden geçirile-rek yeniden yürürlüğe konmasını sağlamak suretiyle sistemin deva-mında bir geçiş oluşturması açısından yararlı olmuştur. Buna karşılık bir bakış açısıyla da toplu sözleşmelerdeki kimimize göre bazı ilerici düzenlemeleri tasfiye etmesi ve YHK’yi fazlaca güçlendirmesi yönle-riyle sakıncalar da getirmiştir.

Anayasanın Meclis’te tartışıldığı günlerde, 1981 ve 1982 içinde ilginç bazı olayların da içinde yaşadım. Bunlardan biri Turhan Esener ve di-ğer hocalarla birlikte Ankara’da yaptığımız bir çalışma sırasında oldu. Anayasa Komisyonu Başkanı olarak Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı ile gö-rüştüğümü hatırlıyorum. 1980 sonu ve 1981 yılı benim aynı zamanda Belçika’da Leuven Üniversitesi’ne Profesör Blanpain’in davetlisi olarak gitme hazırlığı içinde olduğum bir dönemdi.

Page 159: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

146 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

1981 yazında Turhan Esener ve ben, önce OECD finansmanı ile yeni yapılacak yasaların esaslarını belirlemek amacıyla, yabancı uzman-ların katılacağı bir konferans düzenlemeye karar verdik ve bu amaçla önce Avrupa’ya, oradan da ABD’ye gittik. Bu seyahatimiz bir ay kadar sürdü. Önce bu seyahatin bazı ayrıntılarını anlatmak, sonra da Belçika deneyimim üzerinde durmak istiyorum.

Profesör Turhan Esener’le Boğaziçi Üniversitesi’nde yirmi yıl sü-ren bir meslektaşlığım oldu. Bu dönem içinde onun Çalışma Bakanlığı, yasa komisyonlarındaki işbirliğimiz ve 1981’de ABD’ye yaptığımız bu inceleme seyahati yer alır. Kendisi iyi bir hoca olduğu kadar, insanlar arasında ayırım yapmayan, herkese sorunlarının çözümünde yardımcı fevkalade bir kişiliğe sahiptir.

1981’deki Amerika seyahatine çıkarken Turhan Esener Hoca’yla Atatürk Havaalanında Milli Güvenlik Konseyi’nin bazı üyeleri ile ta-nıştım. Bu seyahatte ilk durağımız Cenevre oldu. O dönem Cenevre’de Birleşmiş Milletler elçimiz olan Kamran İnan tarafından karşılandık ve şehir dışında bir çiftlikteki Daimi Delegasyon mansiyonunda iki gün kadar konuk edildik. Sayın İnan ve yabancı uyruklu olan nazik eşi bize çok iyi davrandılar. Evin önündeki havuzun etrafında Kamran İnan ile Türkiye’deki ara rejimin sorunlarını ve Meclis’te şekillenmekte olan yeni Anayasa taslağını görüştüğümüzü hatırlıyorum. Ara rejim hak-kındaki gerçekçi ve doğru teşhislerinin üzerimde çok olumlu izlenim-ler bıraktığını belirtmeliyim. O dönem Ermeni teröristlerin Türk diplo-matlarına karşı yaptıkları suikastların özellikle yoğunlaştığı yıllardı. Bu nedenle elçiliklerin zırhlı otomobilleri ile seyahat ediyorduk. Cenev-re’den Paris’e uçtuk ve havalanında elçilik mensuplarınca karşılanıp doğruca şehirdeki bir Türk sanat gösterisine götürüldük. Türkiye’den Gencay Gürün başkanlığında bir sanatçı grubu bir tiyatroda sanat gös-terileri, halk oyunları vb. etkinlikleri yapacaklardı. Etkinlik başlamıştı, Turhan Esener’i ön koltuklara aldılar, ben arka sıralarda bir yer bulup oturdum. Ancak sanat gösterisi sırasında ayrılıkçı bir grup Türkiye ve askeri rejim alayhine yüksek sesle protesto gösterilerine başladı. Bu-nun üzerine Turhan Esener süratle çıkış kapısına yöneldi, karanlıkta binadan beni geçerek çıktı ve otomobilimize yöneldi, kendisine zor-lukla yetişebildim. Arabaya ulaşamasaydım hiç tanımadığım bu şe-hirde ne yapardım, bilmiyorum. Türk elçilik binasına ulaştık ve Paris Büyülelçimiz Adnan Bulak ve eşiyle tanıştık. Elçilik Lamballe Sokağın-da eski bir şatodaydı. Bu süre içinde Gencay Gürün ve grubu da elçilik binasına gelmişlerdi. Elçimiz Turhan Hoca ve grup üyelerinin herbiri için elçilik binası olan şatoda kalacakları odalar hazırlandığını, fakat

Page 160: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 147

benim için elçiliğin üst tarafındaki sokaklardan birinde bir otelde oda ayırmak zorunda kaldıklarını söyledi. Bana adresi verilen otel odasına gitmek üzere gece karanlığında elçilikten çıktım. Elçiliğin kapısı silah-lı görevliler tarafından korunuyordu. Karanlıkta sokağı tırmandım ve oteli buldum. Otel belki üçüncü sınıf bir oteldi ve odam en üstteki çatı katındaydı. İşin garibi koridordaki tek tuvaletin içinde elektrik ampulu yoktu ve kapısı içerden kapanamıyordu. Hem kapamak hem de biraz ışık alabilmek için kapıyı içerden elimle tutarak vaziyeti idare etmeye çalışıyordum. Turhan Esener’in bu durumdan rahatsız olduğu anlaşılı-yordu ancak Çalışma Bakanımız olarak buna izin vermeyebilirdi. Ülke-ye ait üstlendiğim bir görevin selameti için durumu sineye çektim ve üç gün kadar bu otel odasında kaldım. Ertesi günü elçilikte görüşmeler yaptık. Hocayla ünlü iş hukuku profesörü olan Lyon Caenne’nin evine gittik ve kendisiyle Türkiye’de yapılacak yasal reformlar hakkında gö-rüştük. Kendisi doğru hatırlıyorsam, Turhan Bey’in Türkiye’de planan konferansa gelmesi için yaptığı daveti kabul etti. Ertesi gün elçilikte elçinin eşinin nezaketini ve benimle özel olarak ilgilendiğini belirtme-liyim. Paris’i tanımadığımı söyleyince Turhan Hoca’dan beni şehri ta-nıtması için gezdirmesini rica etti. Zırhlı arabayla yola çıktık. Şoförden arabayı ünlü Zafer Kapısının civarında park edip bizi beklemesini rica ettik. Bu andan itibaren Turhan Hoca’yla Paris’te komik olaylarla dolu serüvenimiz başladı. Hoca, “Toker, Ermeni teröristlerin beni tanıma-maları için burada hep İngilizce konuşalım” diyerek başına bir kasket geçirdi, yürümeye başladık ama kısa bir süre sonra konuşmalarımız tekrar Türkçeye döndü. Bir süre sonra beni Opera Meydanına götür-mesini rica ettim. “Buranın metrosu muhteşemdir” dedi, metroya bin-dik. Turhan Bey kırmızı ışıklı noktaları izleyerek kullanacağımız hattı belirledi ancak metrodan çıktığımız nokta Opera Meydanı’nın tam ter-si yöndeydi. Gezimizin geri kalan kısmı benzer eğlenceli olaylarla de-vam etti. Türkiye’ye döndükten sonra Turhan Hoca’yla yaptığımız bu ve benzeri gezilerin anılarını çeşitli toplantılarda Turhan Bey ve diğer arkadaşlarımızla uzun bir süre paylaştık.

Akşam elçiliğe döndüğümüzde ise bizi şok edici bir sürpriz bekli-yordu. Elçi odasında televizyondan haberleri izliyordu. Başlıca ve sü-rekli tekrarlanan haber ise, Roma’da o saatlerde Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğu haberiydi. Büyükelçi bu haber karşısında -haklı ola-rak- çok öfkelenmiş ve heyecanlanmıştı. Biz de sonraki süreçlerde çok tartışılacak ve başka gelişmelere neden olacak bu olay karşısında bir durum değerlendirmesi yaptık. Bu misyonun önemli bir bölümünü ABD’de temas edeceğimiz uzman ve öğretim üyeleri oluşturduğu için

Page 161: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

148 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

hemen Amerika’ya hareket etmenin uygun olacağına karar verdik. ABD’de Kennedy Havaalanında bizi bu kez New York Başkonsolosu-muz Tevfik Ünaydın (Ruşen Eşref Ünaydın’ın oğlu) karşıladı. Turhan Bey’in konsolosluk evinde, benim de Times Square’de -bu kez sanı-rım Hilton’da- kalmam kararlaştırılmıştı. Ertesi günü Amerikan Tah-kim Derneği’nde başlayan New York’taki temaslarımız yararlı oldu. Arabulucu-uzlaştırma konularında da aktif olan, ama daha çok hak uyuşmazlıklarında çok başarılı faaliyetleri ile ünlenen Amerikan Tah-kim Derneği’nde Cornell’den tanıdığım bir hanım uzmanla karşılaştım. Ayrıntılı literatür ve bilgi sağladık. New York’ta ayrıca BM karşısında-ki Türk Evi’ni ziyaret ederek BM’deki daimi delegemiz Coşkun Kırca ile görüştük. Kendisi bizlerle Türkiye’deki ara rejim, yapılmakta olan Anayasal değişikliklerin neler ve nasıl olması gerektiği gibi konularda görüşlerini paylaştı. Otoriter ve sert ifadeleri dikkatimi çekti. Bu arada bizi BM’de yemeğe götürmek üzere oda kapısına gelen Kültür Ataşe-miz Talat Halman’ı adeta kovaladı. Belli ki aralarında devam eden bir gerginlik vardı. Talat Halman edebiyat kültürü ve bilgisi fevkalade zen-gin, İngilizcesi harikulade bir sanat adamıydı ve ülkemizi kültür elçi-miz olarak çeşitli uluslararası etkinliklerde temsil etmişti. Bu karşılaş-mamda kendisiyle içten bir dostluk kurdum, bu dostluğu daha sonra ben Yönetim Kurulu üyesiyken İş Bankası’na yaptığı birkaç ziyarette tekrar anımsayacaktık. Talat Halman, Coşkun Kırca’yla arasındaki ge-çimsizliği daha sonraki yıllarda anılarında belirtecekti.

New York’tan Washington’a geçtik. Burada da verimli temaslar yaptık. Amerikan Uzlaştırma ve Arabuluculuk Servisi’nde Türkiye’den tanıdığım William Meagher ile görüştük. Bu temasın uzantıları daha sonra 2822 sayılı Yasada eski uzlaştırma kurulları yerine Amerikan tipi daha esnek bir arabuluculuk mekanizmasına yer verilmesinde etkili olacaktı. Washington’daki serüvenimizde de Turhan Esener Hoca’yla ilgili hoş anılar vardır. Bize tahsis edilen yine zırhlı bir arabada refakat eden Amerikalı iki koruma memuru vardı. Hoca için bir mağazadan al-dığımız Florsheim ayakkabı çiftinin sağ teki, satıcıya tüm uyarılarımıza rağmen yanlış çıkınca Bakanın ayakkabı alımı adeta iki ülke arasında siyasi bir krize dönüşecekti.

New York’tan sonraki durağımız Cornell Üniversitesi oldu. Cornell ILR School’da önce Prof. Windmuller ile görüştük. Windmuller’in toplu sözleşme yetki prosedürü ile ilgili olarak dünyanın çeşitli ülkelerindeki sistemler hakkındaki bilgisinden ve geniş arşivinden etkilenen Turhan Hoca kendisini Türkiye’deki konferansa davet etmek istedi ancak Tur-han Hoca’nın bu isteğini Windmuller nazikane reddetti. Bu konuda dar

Page 162: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 149

anlamda bir iş hukukçusunun daha yararlı olacağını söyledi. Bunun üzerine Collective Bargaining ve Labor Law bölümü hocalarıyla gö-rüştük. Bunlardan birkaçı konferansa katılmak konusunda istekliydi. Sonuçta Profesör Michael Gold’ın katılması üzerinde bir anlayış oluştu. Cornell’de kampüs civarında bizden sonraki yıllarda açılmış bulunan Hilton Otelinde kaldım. Her Cornell ziyaretinde olduğu gibi bu kez de Miller’ler benimle yakından ilgilendiler. Hatta iki gecemi onların evinde geçirdiğimi hatırlıyorum. Cornell’den sonra Turhan Hoca’dan ayrıldım ve 1971-73’te iki yıl ders verdiğim Temple’ı ziyaret etmek üzere Phi-ladephia’ya gittim. Orada eski bölüm başkanı ve sevgili meslektaşım Gershenfeld’in evinde konakladım. Gershenfeld, Ambler kampüsün-de dekan vekiliydi. Yeni bölüm başkanı ise yine 1971-73 döneminden tanıdığım Prof. Karen Koziara’ydı. Temaslarım sırasında ihtiyaç olduğu ve uygun görüldüğü takdirde Temple’a tekrar gelip çalışmak istediğimi söyledim. Bu ciddiye alınmış olmalı ki, bir yıl kadar sonra Koziara’nın daveti bana Leuven’de ulaşacaktı. Bu davette Gershenfeld’in rolünün etkili olduğunu sanıyorum.

Türkiye’ye döndüğümüzde üniversitedeki ve yasama komisyonla-rındaki faaliyetim tekrar başladı. Ancak Esener’le planladığımız konfe-rans Ankara’da yapılırken, ben Belçika’da olduğum için bu konferansa katılamayacaktım. Bir aylık ABD seyahatinden dönüşümde o tarihte 8 yaşında olan Ayşe Gül’ün beni ne kadar özlediğini gösterdiği aşırı tep-kiden anlamam çok güzeldi. İstanbul’a döndüğümde sekiz yaşındaki Ayşe Gül’ün (sözde Çalışma Bakanlığına) kurşun kalemle yazdığı şu not özellikle duygulandırıcıydı:

“MektupEsener’le gittiler. Fakat geri dönmediler. Çok merak ediyorum. Aca-

ba onlardan haberiniz var mı? Varsa, lütfen bize bildirin. Esener’in eşi de benim ve annem kadar üzgün ve umutsuz. Hemen Dışişleri Ba-kanlığına haber verin, Amerika Birleşik Devletlerinde yani kısa adı ile ABD’de kaybolan iki kişinin, biri Çalışma Bakanı, adı Turhan Esener, öteki ikinci kişi profesör, adı Toker Dereli. Bu iki kişiyi benim ve anne-min hatırı için, ne olur o iki kişiyi bulunuz. Bulursanız nerede oldukla-rını bize bildirin.

İmza: Ayşe Gül Dereli”

Eylül 1981’de ailece Leuven’e hareket ettik. Belçika’dayken de bu kez Temple Üniversitesinden tekrar bir davet alacaktım ve Belçika’dan döndükten birkaç ay sonra 1982 Ağustos sonunda Amerika’ya hareket

Page 163: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

150 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

edecek ve iki yıl süreyle Temple’da ders verecektim. 1982’de ABD’ye hareket etmeden önce Meclis’deki bir çalışmamız sırasında Deniz Yar-bay Erberk, bir gün bize Meclis salonlarını gezdirdi ve yakında yapıla-cak genel seçimlerde aday olmamızı önerdi. Amerika’ya gideceğimizi söyleyerek istekli olmadığımı belirttim. Bu dönem parlamenter olmak isteyenlere başvuru yapma hakkının tanındığı bir zamandı ve İmren Aykut ve diğer bazıları o dönem müracaat edip kabul edilerek Meclise giren ve siyasete atılan kimselerdi.

Belçika ve Leuven Üniversitesi 1981 yılının ben ve ailem açısından önemli gelişmelerinin başında bir

süredir Uluslararası İş Hukuku ve Endüstri İlişkileri Ansiklopedisi’nde Türkiye kitabını yazmamla ilgili olarak işbirliği yaptığım editör Roger Blanpain’den, Leuven Üniversitesinde bir yarı yıl ders verme için aldı-ğım davet oldu. 1981 Eylül ayında bu amaçla Leuven’e gittik ve ortaçağ-larda rahibe evleri olarak kullanılan, fakat şimdi bizim gibi yabancı öğ-retim üyeleri için özel olarak hazırlanmış bulunan Groot Begunhof’da bize ayrılan daireye yerleştik. Güzel bir ülkede ünlü bir üniversitede nazik ve kültürlü insanlar arasında verimli üç ay geçirdik. Ayşe Gül il-kokul üçüncü sınıftaydı. Bahariye İlkokulundaki öğretmenleri yabancı ülke tecrübesinin bu yaşta bir çocuk için bile yararlı olacağını söyle-yerek onun da bizimle beraber üç ay için Belçika’ya gitmesine olumlu baktılar. Leuven, Flaman bölgesinde olduğu için üç ay için bu dille uğ-raşmasının ilerde kendisine pek bir bir yararı olmayacağını düşünerek Gül’ü okula göndermedik. Dolayısıyla Gül, okul hayatında üç aylık bir dönemi evde dinlenerek, mahallede çocuklarla oynayarak ve bizimle gezilere katılarak geçirmek mutluluğunu yaşadı. Belçika’dayken tu-ristik bir grupla Paris’e otobüs seyahati yaptık. Üç gün kadar Paris’te müzeleri, tarihi anıtları gezdik, Seine Nehri üzerinde bir vapur gezisi yaptık. Öte yandan, Belçika’da aldığım Golf marka arabayla birçok kez Brüksel’e, bir kez de Ostend’e gittik. Leuven’de Hukuk Fakültesin-de bana tarihi binaların, katedrallerin damlarına bakan güzel bir oda verdiler. Bu odayı o zaman benim gibi tütün içen Blanpain’in asistanı Vranken’le birlikte paylaştım. Kendisi doktorasını yapıyordu ve bizi ailece havaalanından alıp Leuven’deki evimize getirmekten başlayıp sözlü sınavlarda asistanlığımı yapmaya kadar yardımını gördüğüm bir kişi oldu. Doktorasını aldıktan sonra Avustralyalı bir kızla evlenip bu ülkeye yerleşti. Şimdi öğretim üyeliğini bu ülkede sürdürüyor.

Leuven’da benim de katıldığım, dini sembol ve seremonilerle dolu görkemli bir törenden sonra dersler başladı. Benim dersim 40-50 ka-

Page 164: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 151

dar İngilizce bilen öğrenciden oluşan karma bir sınıfa, haftanın iki günü genellikle sabahın erken ve karanlık saatlerinde verilen, Türk ve Ame-rikan toplu iş hukuku konusunda elektif bir lisans dersiydi. Bu geliş-melerden ve öğrencilerin dersime verdikleri olumlu tepkilerden Blan-pain çok mutlu oldu. Ancak beni birkaç kez -kuşkusuz Türkiye’nin koşullarını iyi bilmediği için- askeri idareyle işbirliği yapmamam ko-nusunda uyardı. Belçika’da Türkiye’nin çeşitli uğraşlarından uzak bir ortamda gerçekleştirebildiğim bir proje de Blanpain’in Ansiklopedisi için 1978’de yazmaya başlayıp da bir türlü bitiremediğim Türkiye cildini tamamlamam oldu. Bu kitabın henüz basılmamış bölümleri ile Ame-rikan sistemine ilişkin verdiğim kaynaklar, bu derste öğrencilerin çok işine yaradı, hepsinin İngilizce bilgisi yeterliydi.

Belçika’da bitirme sınavlarının bizde eskiden olduğu gibi sözlü ya-pılması beni şaşırttı. Gün boyu süren sözlü sınav sonunda genelde geçer ve yeterli olan öğrenci notlarını teslim edip sömestiri kapadık. Bölümde o zamanlar yaygınlaşmaya başlayan bilgisayarları etkin şe-kilde kullanan iki hanım sekreter Blanpain’in talimatıyla benim kita-bın süratle tape edilmesini sağladılar. Cildin basılıp elime ulaşması ise ancak bizler ABD’deyken 1982 sonlarında gerçekleşecekti. Leuven’de-ki üç aylık çalışmamın ekonomik bakımdan oldukça cömert sonuçlar doğurduğunu da söylemeliyim. ABD’ye göre bile dolgun olan maaşım sayesinde Golf marka bir arabayla bir renkli televizyon ve başka elekt-ronik eşyalar alıp yurda getirdik. Amerika’ya gitme durumumuz ke-sinleşince arabayı İstanbul’da satıp, getirisini ABD dönüşü oturacağı-mız dairenin ödemelerine harcadık.

Kuşkusuz Belçika’da çok güzel bir sürpriz öğrencilerin sözlü sınav-larını yaparken Temple’da bölüm başkanı olan Karen Koziara’dan ge-len ve beni gelecek yıl için Temple’a ders vermem için davet eden tele-

Bengi ve Ayşe Gül ile Blanpain’lerin evinde - Leuven / Belçika - Ekim 1981

Page 165: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

152 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

fonuydu. Daveti memnuniyetle kabul ederek, 1982 Ocak’ında İstanbul’a döndük. Her dönüşte olduğu gibi bu da ailede ve özellikle annemde bü-yük sevince ve mutluluğa neden oldu. Bu davetin arkasında kuşkusuz Temple’daki eski arkadaşım ve şimdi de Dekan Vekili olan Prof. Walter Gershenfeld vardı. 1981 yazında Turhan Esener ile yaptığım ABD seya-hatinde Temple’a uğramam ve orada yine ders verebileceğimi kendi-lerine söylemiş olmam da herhalde bu gelişmeyi başlatan asıl sebepti. Ülkeye dönünce 1982 Haziran sonuna kadar İÜ İktisat Fakültesindeki ve Uludağ Üniversitesindeki ders yükümlülüklerimizi yerine getirdik. Belçika’da geçirdiğimiz üç güzel ay içinde civardaki şehirlere yaptığı-mız ziyaretler dışında, Blanpain’lerin evinde katıldığımız yemekler, ta-nıştığımız yabancı misafirler, Paris’e ailece yaptığımız bir gezi bizlerde ve özellikle Gül’de unutulmaz izlenimler bıraktı. Talihsiz bir gelişme Blanpain’le eşi Gaby’nin arasındaki geçimsizliğin tesadüfen biz ora-dayken şiddetlenmesi ve sonradan boşanma ile sonuçlanmasıdır.

Sendikal yasalarla ilgili olarak taslak hazırlamakla görevli komis-yonun çalışmalarına Türkiye’ye dönüşümüzden sonra 1982 yılında tekrar katıldım. Bu arada iş güvencesi konusunda bir başka komisyon, Kemal Oğuzman Hoca’nın başkanlığında ve bu kez Nusret Ekin’in de katılımıyla, İstanbul Üniversitesinde bir taslak hazırladı. O günlerde Çalışma Bakanı Turhan Esener Hoca’nın evinde verilen bir davette baş konuk Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık Paşa’ydı. O toplantıya da Turhan Bey’in şakaları ve muziplilikleri ayrı bir renk kattı. Benim Belçika’dan yurda getirdiğim Golf marka araba o günlerde yağışlardan çamurlu ve berbat bir halde bulunan Haydarpaşa gümrü-ğündeydi. Turhan Hoca, Haydar Paşa’nın önünde bana arabamın nere-de olduğunu soruyor, ben de büyük bir çaba içinde Haydarpaşa ismini telaffuz etmekten kaçınıyordum. O kadar ısrar etti ve gümrüğün du-rumunu açıklamamı o kadar istedi ki, ben de dayanamayıp sonunda “Haydarpaşa” ismini söylemek zorunda kaldım. Turhan Bey bu çeşit şakalarla çok neşeleniyor ve sonradan her fırsatta çeşit olayları anlat-maktan büyük bir zevk duyuyordu.

Temple’a hareket edişimizden sadece birkaç hafta önce Bakan Tur-han Esener’den bir mesaj geldi ve Türkiye’de 12 Eylül değişiminin sen-dikalara etkisini incelemek üzere gelen bir ILO misyonuna asistanlık ve çevirmenlik yapmam istendi. Teklifi kabul ettim ve aralıklarla bir ay kadar bu işte çalıştım. Bu bağlamda ILO misyonunda sonradan dost olacağım ve İstanbul’a TEİD kongrelerine konuşmacı olarak davet ede-ceğimiz İngiliz William Simson ile İsveçli bir uzman, Ankara’da TÜRK-İŞ’e, Çalışma Bakanlığına, Adalet Bakanlığına, TBMM’ne ve TRT’ye

Page 166: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 153

ziyaretlerde bulunarak ilgili birçok kişiyle mülakatlar yaptık. Bu ILO misyonuna Ankara’da TRT’de bir film gösterisi yapılarak, 1970’li yılların terör olaylarından, sağ-sol çatışmalarından ve sanırım sendikaların da karıştığı iddia edilen birtakım kitle hareketlerinden örnekler verildi.

Ankara’daki temaslar sırasında ILO misyonunun elindeki 12 Ey-lül’de işkence gördüğü iddia edilen ve muhtemelen davacı avukatları ile uluslararası işçi kuruluşları tarafından iletilmiş bulunan bazı id-diaları ortaya çıkarmak amacıyla Adalet Bakanlığı’nı da ziyaret ettik. Ancak buradaki temaslarda iddiaları doğrulayacak kanıtlara ulaşıla-madı. TÜRK-İŞ’te yaptığımız temaslarda Konfederasyon ilgilileri bize Meclis’te görüşülmekte olan Anayasa taslağında çalışma ilişkilerini ilgilendiren madde önerileri hakkında bir sunum yaptılar ve ILO uz-manlarının sorularını cevapladılar. Ankara’da bir de Anayasa taslağı-na ilişkin Meclis müzakereleri hakkında daha çok bilgi almak üzere TBMM’ne gittik. Meclis’te Prof. Dr. Aldıkaçtı değil, onun adına Prof. Dr. Feyyaz Gölcüklü sorularımızı cevapladı. Somut anlamda Ankara te-maslarından en çok TÜRK-İŞ’teki görüşmeler yararlı oldu diyebilirim. Diğerlerinde misyon üyeleri Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları anlamakla beraber, hazırlayacakları rapor için doyurucu, somut bilgi alamamaktan yakındılar.

İstanbul’da bu misyon dolayısıyla yaptığımız temaslar bir bakıma daha ilgi çekiciydi. Bunlardan önemli olanı, misyonun kendisine verilen görevler arasında 12 Eylül hareketi bağlamında tutuklanan ve askeri mahkemede yargılanmaları başlayan sendika yöneticileri ile görüş-mek ve birçok konu arasında işkence iddialarına raporlarında açıklık getirmekti. Bu bağlamda Sağmalcılar Cezaevinde sanırım esas itiba-rıyla yapay ve amfi şeklinde büyük bir salon hazırlanmıştı. Her şey as-keri yönetim altındaydı. ILO yetkililerinin Komutanlıktan rica ettikleri tutuklularla görüşme isteği reddedildi. Salonun arka sıralarında otur-duk. Başta DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün savcı iddialarına karşı verdiği savunmadan başlayarak ifadeleri izlemeye başladık. İfa-deler sekreterler tarafından steno ile kayda geçiriliyordu. Bu çok yavaş işleyen bir süreçti. En başta oturan Abdullah Baştürk’ten başlanmıştı, kendisinin birer birer söylediği kelimeleri sekreter kayda geçiriyor ve kendisine sık tekrarlar yaptırılıyordu. Bu çok yavaş işlem ILO temsilci-lerini rahatsız etti, bu hızla ifadelerin tamamlanmasının aylar alabile-ceğini belirttiler. Sağmalcılar’daki duruşmaları sadece bir gün izledik. Verilen bir arada Özcan Kesgeç’in eşi bana yaklaşarak ön sıralarda ifadesi alınan Özcan Kesgeç’in bana selam gönderdiğini ve yetkililere onu tanıdığımı ve yasa dışı eylemlerde herhangi bir ilgisi olmadığını

Page 167: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

154 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bildirmem halinde çok minnettar kalacağını bildirdi. Özcan Kesgeç’in eşine o anda buna olanak sağlayan bir ortam bulunmadığını söyleye-rek, isterse ILO yetkilileriyle görüşebileceğini bildirdim. Olumlu cevabı üzerine mahkemedeki yetkili subayın iznini alarak Özcan Kesgeç’in eşiyle ILO uzmanlarının görüşmesini sağladım. Tercümanlığını yaptı-ğım görüşmede kendisine tutuklu Özcan Kesgeç’e yapılan muameleyi, varsa şikayetlerinin neler olduğunu sordular. Bayan Kesgeç, eşinin iş-kence ya da kötü muamele gördüğüne dair bir şikayeti olmadığını, tek şikayetinin, her gün kendi çöplerini tutukluların kendilerinin dışarı çı-karıp boşaltmaları istendiğinden, eşinin de aynı işleme tabi tutulduğu-nu, fakat belindeki rahatsızlıktan ötürü sıkıntı çektiğini belirtti. Sözleri Simson tarafından kaydedildi.

İzleyen gün Rüçhan Işık’ın da katılması ile TİSK Başkanı Halit Na-rin’le görüşmek üzere Narin Mensucat fabrikasına gittik. Kendisi bizi idari ofis olarak kullanılan ayrı fakat fabrikaya bitişik küçük bir bina-da yönetici oldukları anlaşılan birkaç kişiyle karşıladı. Takdim mera-siminden sonra karşısındaki koltuklara otururken yabancıların gözü duvardaki büyükçe ve arkadan aydınlatılan yat resmine takıldı. Halit Narin “İşte benim bu fabrika, biraz gayrımenkul ve menkulden başka bir de bu yatım var ama komünist işçiler onları bile elimden almaya çalıştılar, dün onlar gülüyor biz ağlıyorduk, bugün biz gülüyoruz onlar ağlıyorlar” deyince yerlerine henüz oturmuş bulunan konuklar tekrar ayağa kalktılar. İsveçli ILO uzmanı “Bizim böyle bir yatımız yok ancak bizler saygın bir uluslararası kuruluşun memurlarıyız ve buraya göre-vimizi yapmak üzere geldik. Bu sözlerinizi yadırgadık” dediler. Birkaç saniye için soğuk bir hava esti. Ben lafa karışıp konukların ziyaret ne-denlerini açıklamaya başladıktan sonra belli bir sohbet yeniden başla-yabildi. Hatırladığım kadarıyla Halit Narin benzer sözleri başka ortam-larda da söylemiş ve eleştirilmişti. Daha sonra TİSK Genel Sekreteri Kubilay Atasayar, Halit Narin’in bu sözleri sarf etmediğini ve kendisine maledilen bu ifade dolayısıyla çok üzüldüğünü belirtti.

ILO misyonu İstanbul’da daha sonra askeri mahkemenin başka-nı olarak Albay Abbas’la görüşmek için Selimiye Kışlasında kendisini ziyaret etti. Bu ziyaret benim de bu tarihi kışlaya ilk girişimdi. 12 Eylül döneminde Selimiye kamuoyunda sembolik bir anlam kazanmış, belki de abartılmış bazı işkence hikayeleriyle esrarengiz bir havaya bürün-müştü. ILO misyonu temas ettiğimiz birçok çevreye yönelttiği soru-ları askeri hakime de sordu ve cevap alabilmek için hatta biraz daha ısrarla, irdeleyerek sordu. Bazı sorularının konuştukları çevrelerce yeterince cevaplanamadığını, bu durumda yazacakları raporun eksik

Page 168: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 155

kalacağını belirttiler. Burada ilginç ve beni şaşırtan olay, Hakim Alba-yın bu ısrarlara ve hatta zorlamalara rağmen birçok soruyu yabancı uzmanları kırmadan ustalıkla geçiştirmeyi başarmasıydı. ILO misyo-nu Türkiye’nin o dönemde karşılaştığı sorunları anlayışla karşıladığını ve sendikal konularda ılımlı bir rapor yazacaklarını belirtti. Sanırım bu gibi durumlarda genellikle yapıldığı gibi Avrupa’ya döndükten sonra Türkiye’de askeri yönetim altında sendikal özgürlüklere ilişkin birçok ihlal olduğunu belirttiler. Daha sonraki yıllarda ILO’nun Türkiye’ye yö-nelttiği ve bir kısmı uzun süre devam eden eleştirilerde bu çeşit değer-lendirmelerin payı kuşkusuz vardır.

1982 Haziran ayında 1970-73 yıllarından Temple’dan yakın arkada-şımız Arvind Phatak, eşi Rhoda ve üç çocuğu İstanbul’a gelip İleri So-kaktaki evimizde bizde 15 gün kadar kaldılar. Onlara İstanbul’u gezdir-dik ve İstanbul hayatını tanıttık.

Yeniden Temple’da Ağustos 1982 sonu bir charter uçağı ile Bengi, Gül ve ben Belgrad

üzerinden New York’a uçtuk. İlk kez biraz da ekonomik nedenlerle bir charter uçağı ile Amerika’ya gidiyorduk. Bu yüzden özellikle New York’a gidene kadar geçirdiğimiz bazı düzensizlikleri biraz yadırga-dık. Kennedy Havaalanından sabah çok erken bir saatte, kökenlerinin Yugoslavyalı olduğunu tahmin ettiğim birkaç Amerikalı ile bir çeşit dolmuş taksi düzeni yaparak Pennsylvania’ya geçtik. Şoför yolcula-rı güzergah üzerinde kendi kasabalarına bıraktı ve bizi de son olarak Philadelphia Blue Bell’de Phatak’ların banliyö evine ulaştırdı. Arvind ve Rhoda çocukları ile daha iki ay önce İstanbul’da on gün kadar biz-de kalmış oldukları için ve biraz da onların ısrarıyla ev bulana kadar onlarda kalacaktık. Ayrıca aramızda Temple’daki 1971-1973 dönemi-ne dayanan yakın dostluğumuz vardı. İlk hafta benim Temple Ambler kampüsündeki işyerime intibakım ve Rhoda’nın yardımıyla Gül’ün Blue Bell ilkokuluna kayıt işlemleriyle ve bu arada uygun bir ikinci el araba satın alımı için gerekli arayışlarla geçti. Ancak uygun bir yer ki-ralamamız kolay olmadı. Kısmen de Phatak’ların onlara yakın oturma-mızı isteyişlerinden ötürü ev bulma işimiz nerdeyse bir ayı buldu. Bu özelliklere uygun bir yeri civardaki Georgetown apartmanlarında bul-mamız moralimizi yükseltti ve böylece aslında çok güzel bir ortamda bizim için iki yıl sürecek mutlu bir yaşantı başladı. Ayşe Gül iyi ve nazik bir öğretmenin önderliğinde okuluna başladı fakat henüz hiç İngilizce bilmiyordu. Ona hemen to be çekimini ve bazı gerekli elemanter ke-limeleri öğrettim. Okul sisteminde uygulanan ve Gül gibi çeşitli okul-

Page 169: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

156 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

lardaki yabancı öğrencilere İngilizce derslerini günün belli saatlerinde veren bir İngilizce öğretmeni Amerikalı hanım sayesinde sorunun kısa sürede çözüldüğünü gördük. İki ay sonra okulun verdiği bir müsame-rede sahnede Ayşe Gül’ün yanındaki Amerikalı öğrencilerle İngilizce sohbet ettiğini görmek bizi gerçekten çok şaşırttı. Aynı düzenli yöntem başka konularda da uygulanıyordu. Örneğin, çeşitli müzik enstrüman-larının çalınmasının öğrencilere müzik dersleri bağlamında öğretilme-si bu çeşit müzik öğretmenlerince sağlanıyordu. David isimli bir keman öğretmeni Ayşe Gül’e iki yıl boyunca günün akşam saatlerinde düzenli keman dersleri verdi ve Gül’ü bu enstrümanda belli bir seviyeye getir-di. Aynı şekilde Gül’e bizim gelişigüzel yöntemlerimizle bir türlü öğre-temediğimiz yüzmeyi okulundaki yüzme havuzunda jimnastik öğret-meni üç günde öğretebildi.

Bu arada ben de yakındaki Ambler kampüsünde derslerimi ver-meye başladım. Bu faaliyetim iki akademik yıl boyunca Management, Organizational Behavior, Industrial Relations ve Collective Bargaining gibi konularda verdiğim derslerle devam etti. Temple’ın şehir merke-zindeki kampüsüne nadiren uğruyordum. Ambler kampüsü kırsal bir bölgede ve güzeldi, sakin ve güzel bir doğa içinde cazip bir çalışma or-tamı sağlıyordu. Temple’ın Broad Street’teki ana kampüsünde sadece Temmuz-Ağustos 1984 döneminde bir yaz dersi verdim. Kuşkusuz Cornell’den edindiğim ve 1972-73’te Temple’da anlattığım Amerikan endüstri ilişkileri ve iş hukuku konularını bir kez daha yenilemem söz konusuydu. Hazırlık yapabilmek için çok çalışmam ve gerekli ders notlarını hazırlamam gerekti. Bu süreç içinde 1971-73 döneminden ta-nıdığım hocalarla ve yeni tanıştığım öğretim üyeleriyle ilişkilerim de-vam etti. Özellikle bu ilişkiler Ambler’ın Dekanı Walter Gershenfeld’le ve Joe Loewenberg’le, bu arada günlük temelde Arvind Phatak’la yakın bir işbirliği içinde sürdü. Derslerimle ilgili öğrenci değerlendirmeleri de hep olumlu sonuçlandı. Bunlara ek olarak katıldığım çok sayıda bilim-sel toplantı, gerek Temple’da gerek Pennsylvania Üniversitesinde son-radan uzun yıllar sürecek olumlu ilişkiler yarattı.

Phatak’larda bir aylık ikametimizden sonra nihayet kiraladığımız apartman aslında bir kompleks içinde iki katlı bir evdi. Burada çok gü-zel günler geçirdik. Gül’ü her sabah yakınımızdaki durakta okul otobü-süne bindiriyor, sonra kendi işlerim üzerinde yoğunlaşıyordum. Bu evi tesadüfen bizden önce iki yıl kiralık mekan olarak kullanmış bir Türk profesörden, Okan Tarhan’dan devralmıştık. Ev sahibimi hiçbir zaman görmedim ama telefon konuşmalarımızdan çok nazik ve anlayışlı bir insan olduğunu anlıyordum. Bu evde ayrıca birçok Amerikalı ve Türk

Page 170: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 157

arkadaşlarımızı, Türkiye’den tanıdığım ve konferanslarını tercüme et-tiğim Prof. Wilkinson’u, Işık İnselbağ ve Özer Ertuna’yı, Üstün Ergüder ve eşini, Nusret Ekin ve eşi Ceyhan’ı, Janice Bellace’i, Necati Mumcu ve Önder Arı’yı, çok iyi bir dostluk kurduğumuz Dr. Vedat Sezer’i konuk olarak ağırladık. Tabii daha önemlisi baldızım Bilge ve oğlu Orhun İs-tanbul’dan gelerek bizimle 1983 yazında bir ay kadar kaldılar. Birlikte birçok yere, bu arada Hershey fabrikasına ve eğlence merkezlerine, Cornell kampüsüne, oradan Kanada sınırına geçerek Niagara şela-lesine birlikte geziler yaptık. Bilge ve Orhun’un yaptıkları bu Ameri-ka seyahatinin ilk günlerinde bazı önemsiz sağlık sorunları ailemizi meşgul etti. Örneğin, ben henüz böbrek taşı düşürmüştüm ve bunun uzantısı olan enfeksiyon beni tedirgin ediyor, tedavisi zaman alıyordu. Buna ek olarak henüz onbir-oniki yaşlarında olan Orhun yaz sıcak-larında ateşlendi, bir gün halsiz düşerek kendisini çimenlerin üzerine attı. Kısa dönem kalışlarından ötürü bir sağlık sigortaları da yoktu. Bu noktada Philadelphia’da bir hastanede çalışmakta olan Prof. Dr. Vedat Sezer imdadımıza yetişti. Orhun onun verdiği antibiotiklerle sağlığına kavuştu. O günlerde ve özellikle bir yıl sonraki 1984 yaz aylarında Ve-dat Sezer’le yakın bir dostluk kurmuştum. Kızı bir dönem Temple Üni-versitesi Ambler kampüsünde öğrencimiz de oldu. Vedat Bey’le ve eşi Prof. Dr. Duygu Sezer’le ilişkilerimiz Türkiye’ye dönüşümüzden sonra da devam etti.

Orhun ve Bilge ile Washington DC’ye ve diğer bazı turistik safari merkezlerindeki büyük eğlence parklarına ziyaretler yaptık. Ne var ki Orhun, Amerika’da parasız kalacaklarından endişe ediyor, çocuk ruhunun masumiyeti ile bundan duyduğu tedirginliği sık sık dile ge-tiriyordu. Oysa yeterli paraları vardı, ondan da ötede bizimle beraber-diler. Bu arada Philadelphia civarında bazı botanik parklarına (arbera-tum) sık geziler yaparak bakımlı ve zengin bitki örtüsü ile bezenmiş parklarda hafta sonlarımızı değerlendiriyorduk. Bunlardan özellikle Longwood Gardens büyük ve görkemliydi. Orhun ayrıca bu gezintiler sırasında kaybolmaktan korkuyor, devamlı olarak arkamdan beni izli-yordu, adeta nefesini ensemde hissediyordum.

1982’de Philadelphia’ya varışımızda, Amerika’da her zaman yaptı-ğım gibi yatağımızı şehirden yeni olarak satın alarak arabamla eve ge-tirmiştim. Ama her şeyden önemlisi kullanacağımız ev eşyasını sevgili Gershenfeld’ler yine ödünç verdiler. 1973’te olduğu gibi ABD’den 1984’te ayrılırken de bu eşyayı Walter’a iade ettim. Gershenfeld’ler Gül’ün 1973’te içine doğduğu Plymouth Meeting’deki evlerini satmışlardı ve ABD’deki bu ikametimiz sırasında yine banliyöde benzer bir evde ya-şıyorlardı. Loewenberg’de ondan fazla uzakta değildi. Bu iki yıllık dö-

Page 171: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

158 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

nemi birçok güzel anı ve etkinlik süsledi. Şehri ve tarihini bu dönemde daha yakından tanımak fırsatını buldum. Center City’de 1971-73 dö-neminde yaşadığımız yerleri tekrar ziyaret ettik. Bu arada Museum of Art’ı, başka müzeleri ve gençliğimde birkaç şiirini çevirmeye çalıştığım Edgar Allan Poe’nun Market Street’e yakın bir sokaktaki evini ziyaret ettik. Poe’nın evi bir müze olarak geziliyordu, fakat içi hemen tamamen boştu. Müze görevlisi bu durumu Poe’nın dünya malına ve gösterişe önem vermemesi ile açıkladı.

Bu arada Temple dışında yakındaki Chestnut Hill College’de de iki-üç sömestir dersler verdim. Bu okul da yeşil ormanlar içinde kendine has özellikleri olan bir öğretim kurumuydu. Dini yanı ağır basan bir yö-netim yapısı vardı. 1973 döneminde Temple’dan tanıdığım Robert De-ans adlı hocanın eşi Jeanne Deans de bu okulda öğretim üyesiydi. Esa-sen onun tavsiyesiyle bana bu okulda ders verme olanağı doğmuştu.

Philadelphia’da Georgetown apartmanlarında Ford Pinto marka arabımızın arka iki lastiği, aşırı yağmurlu bir gecede şehirden gelen bir çete tarafından çalındı. Komşunun beş yaşındaki çocuğu Adam, sabahleyin kapımızı çalıp arabanın tuğlalar üzerinde, dingili üzerinde durduğunu söyleyince çok şaşırdık. Hemen polise haber verip ilgili tu-tanakları hazırladık ve sigorta şirketine bildirimde bulunduk. Sigorta zararı karşıladığı gibi çalınan lastikler yerine çok daha kaliteli yeni las-tikler takılmasını sağladı. Yine de böyle temiz bir banliyöde can sıkıcı ve zaman alıcı bir olaydı. İkinci bir hırsızlık girişimine ise aşağıda de-ğineceğim.

Philadelphia Blue Bell’deki iki yıllık ikametimiz sırasında tanıştığım ve devamlı müşterisi olduğum iki yaşlı Amerikalı araba tamircisini de bu arada anmak isterim. Chris and Dick diye kendi isimlerini taşıyan tamirhanede bu iki kardeş bana arabalar ve eski Amerikan hayatı hakkında çok şey öğrettikleri gibi, dürüstlükleri ile de etkilediler. Her ikisi de “Protestan çalışma ahlakı”nın iyi birer temsilcisiydiler. Örneğin tamir işinde kullandıkları parçaları orijinal değerleri ile fiyatlandırıyor, envanterlerini yenilemek kaygısıyla bu parçaların halihazır maliyetini hiç dikkate almıyorlardı.

Ders verdiğim sınıf iyi öğrencilerden oluşuyordu ve zevkli bir ortam sağlıyordu. Türkiye’ye dönme hazırlıklarımı tamamladım. Dönüşüme iki hafta kadar kala Phidelphia’da yaşadığım ilginç bir olay da, yuka-rıda belirttiğim gibi, Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı (sonradan CHP milletvekili) Cevdet Selvi’nin Amerika ziyaretidir. Cevdet Bey ve bir arkadaşı, gelip beni Cooney apartmanlarında buldular. Ben de kendi-lerini küçük arabamla şehri ve civarını gezdirdim. Bu arada Plymouth

Page 172: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 159

Meeting’de bir alışveriş merkezinde bir pizzcıya götürdüm. Cevdet Bey pizzanın lezzetinden memnun kalmış olmalı ki, beni her gördüğünde Amerikan pizzasının hacminden ve tadından söz ediyordu.

ABD’de geçirdiğim bu iki yıl 1970’lerdeki iki yıl gibi gerçekten çok verimli ve mutlu bir dönemdir. Yahya Kemal’in Paris’te geçirdiği yıl-lar için söylediği gibi “Sanki bir başka yıldızda hayattı o.” Ayşe Gül ise İstanbul’da özel bazı dersler alarak Üsküdar Amerikan Kız Lisesinin sınavını kazandı ve hazırlığı okumadan ortaokul birinci sınıftan öğre-nimine devam etme hakkı elde etti. Bu iki yılım çok çalışmakla geçtiği için bazı özel isteklerimi gerçekleştirme imkanını bulamadım. Örne-ğin, 1971-73 döneminde Temple’da dekanım olan ve Temple’da öğretim üyeliği yapmamda etkili bir rol oynayan Profesör Wolfbein’ı çok istedi-ğim halde ziyaret edemedim. Bu, içimde bir ukte olarak kalmıştır.

Temple Üniversitesinde bu ikinci dönem çalışmamın son yarıyılın-da Ambler kampüsünde dört Suudi Arabistanlı öğrencim oldu. Yüksek lisans yapmak üzere Amerika’ya Aramco şirketinin burslarıyla gelen bu öğrencilerin bilgi ve çalışkanlık düzeyi ortalama öğrenci profiline göre oldukça geriydi. Onların makul bir başarıya ulaşabilmeleri için uğraş verdim, ayrı birkaç saat ayırarak öğrenmelerine yardımcı ol-maya çalıştım. Onların kültürüne yakın olduğum için dersimi seçmek istiyorlardı. Öğrenci işleri de kendilerini benim derslerime yönlendiri-yordu. Bu Suudi öğrencilerin gelir düzeyleri yüksek, oturdukları evler ve arabaları gösterişliydi. Ne var ki eşleri örtülü, hatta bazıları çarşaf-lıydı. Bu görünüm yaşadıkları çevre ile belirgin bir tezat oluşturmak-taydı. Bizi bir gün evlerinde yemeğe davet etmişlerdi. Erkekler olarak biz kadınlardan ayrı olarak yemeklerimizi yerde yemeye çalışırken bulunduğumuz camlı salonun önünde Amerikalı kadınlar bikinileriyle havuza girip çıkıyorlardı. Bu tablo beni onlarla Türkiye’nin yaşam biçi-mi arasındaki bu büyük farkı bir kez daha düşünmeye sevk etti. Arap komşularımızda genellikle fark ettiğimiz gibi, onların da Türklere karşı bir çeşit sevgi-nefret karışımı duygular beslediklerini konuşmaları-mızda değindikleri konulardan anlayabiliyorduk.

Aralık 1983’ün Noel tatilinde Philadelphia’daki bir Müslüman grup-tan gençlere İslamda çalışma hayatı ve ekonomi konusunda bir ko-nuşma yapmak üzere bir davet aldım. Grubun sözcüsü gençleri Ch-ristmas’ın hummalı ticari ortamından uzak tutabilmek için banliyöde ormanlık bir bölgede kampa çıkardıklarını söylemişti. Hemen kü-tüphanedeki kaynakları karıştırarak bir konferans metni hazırladım. Belirlenen günde Bengi ile söz konusu kampa gittik. Dinleyici grubu daha çok 10-14 yaşlarında çocuklardan oluşuyordu. Birkaç da yetişkin

Page 173: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

160 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Amerikalı siyah vardı. Kabul etmeliyim ki, oradaki Amerikalı Müslü-manların İslamın bazı konulardaki bilgisi benden fazlaydı. Çocukların soruları ise daha basit ve masumaneydi. Aslında hazırladığım metin çocukların anlayabileceği dile göre daha ileriydi, bir anlamda böyle bir grup için gereksiz bir metin hazırlamıştım. Yine de bu çaba bizim için ilginç bir gezi ve tecrübe oluşturdu.

1984 yılının Nisan ayında Türkiye’ye dönüş tarihimiz yaklaşırken ilginç bir olay oldu. 1970’li yıllarda yakın dostluk kurduğumuz, Joe Lo-ewenberg’in sekreteri Barbara’yı ve ailesini çok merak ettiğim hal-de fırsat düşüp arayamamıştım. Neredeyse on yıllık bir aradan sonra Barbara’yı eski telefon numarasından aradım. Telefonda sesimi işitir işitmez, ben henüz kendimi tanıtmadan “Toker, sen misin?” diye sor-du. Evlendiğini ve kısa bir süre sonra eşiyle banliyödeki yeni evine ta-şınacağını söyleyerek bizi çok görmek istediğini ekledi. İlk aşamada Barbara’yı Kuzey Philadelphia’daki eski evlerinde ziyaret ettik. Bebek Ayşe Gül’ü bu kez on bir yaşında İngilizce konuşan ve keman dersleri alan bir kız olarak görmek Barbara’yı heyecanlandırdı. Kendisi de pi-yano çalmaya meraklı birisi olarak Gül’ün müzik çalışmalarına devam etmesi gerektiğini belirterek, bizi bir süre sonra kendilerini ziyaret et-memiz için yeni adreslerini verdi. Bir gün toparlanıp Barbara ve eşini yeni evlerinde ziyarete gittik. Eşi bir gazete matbaasında mürettip ola-rak çalışan bir teknisyenmiş, ancak gelişen yeni teknolojiler nedeniy-le ünlü Philadelpia Inquirer gazetesi yer ve yapı değişikliğine uğramış. Dolayısıyla eşi şehre inmeyip evden çalışıyormuş, hatta teknolojik ge-lişme ve yeni esnek çalışma türleri dolayısıyla ünlü mürettipler sen-dikası International Typographical Workers’ Union’ın bölge şubesinin varlığı sona ermiş. Kendileriyle geçirdiğimiz bu güzel günden sonra ya-zık ki Barbara’yı ve eşini bir daha görmem mümkün olmadı.

1984 içinde bir geziyi de Profesör Albert Blum’ın editörü olduğu kar-şılaştırmalı sendikacılık kitabı için yazdığım bir bölüm vesilesiyle Chi-cago’da Illinois Institute of Technology’ye yaptım. Bu sayede bu büyük ve “rüzgarlı” şehri de görmem kısmet oldu. Blum yeni basılan bu kitabı ertesi günü otelime getirdi ama daha da ilginci, yanında o yıllarda ko-nuk profesör olarak Chicago’da ders veren arkadaşım Prof. Dr. Tamer Koçel de vardı. Kaderin cilvesine bakın ki, Tamer Koçel bir konferans vermem için beni 1973’te Michigan State University School of Labor and Industrial Relations’a davet eden Blum’ın sınıfında bir yüksek li-sans öğrencisi olarak yer almıştı. Tamer 1980’lerde Chicago’daki IIT’de birkaç yıl ders verdi, hatta bölüm başkanı oldu, sonra da yurda döndü. İÜ İşletme Fakültesindeki görevine devam etti. Daha sonra Kültür Üni-versitesi rektörü oldu.

Page 174: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 161

Çeşitli fırsatlar dışında özellikle iki durumda ABD’de çalışmam hu-susunda iki teklif aldım. Birincisi Temple’a 1971’de ilk gidişimde Dekan Wolfbein’ın Temple’da kalmam için yaptığı öneridir. İkincisi ise 1984’de Amerika’dan tam ayrılmak üzereyken Muhlenberg College gibi ol-dukça ünlü bir kurumda İşletme Bölüm Başkanının telefonda yaptığı ısrarlı tekliftir. Her iki teklife de olumlu cevap veremedim. Belki “evet” deseydim benim ve ailemin gelecekteki yaşantısı bambaşka olacaktı. Gerçekte ABD’den ayrılıp Türkiye’ye dönmem herhangi bir mutsuzluk ve pişmanlığa neden olmadı. Her şeyden önce ben de, Bengi de anne-lerimizden ve ailelerimizden uzakta yaşayamazdık. Ayrıca Türkiye beni yetiştiren ve kendisine çok şey borçlu olduğum anavatanımdı. Başarmak ve ilerlemek isteğimi ülkeme hizmet yoluyla gerçekleştir-me idealim çok güçlüydü. Benim milliyetçilik anlayışım kendi alanımda yetenek ve çalışmalarımı özellikle yabancılar karşısında (bu durum-da Amerika’da Amerikalılar karşısında) ortaya koyarak kanıtlamakta toplanıyordu. Nitekim Türkiye’de izleyen yıllarda bu çalışmaların hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada olumlu sonuçlarını alabilmem mümkün olmuştur. Zamanımızda etnik kökene dayalı milliyetçilik anlayışına artık çağ dışı ve ilkel bir davranış olarak bakılmaktaysa da, görebildiğim kadarıyla her bağımsız ülkede bazen üstü örtülü ya da açık, ulusal çıkarları ve bağımsızlığı gözeten bir milliyetçilik yaklaşımı daima mevcut. Özellikle İngilizler ve Fransızlar, belki söylemde değil fakat uygulamalarında bu çeşit rafine bir milliyetçiliğin temsilciliğini yapıyorlar.

Fakülteye Dönüş 1984’ü izleyen yıllarda faaliyetlerim yine başta İÜ İktisat Fakültesi

olmak üzere, Boğaziçi Üniversitesi, İÜ İşletme Fakültesi ve bir yıl ka-dar da Uludağ Üniversitesinde dersler vererek geçti. Özellikle İktisat Fakültesinde ve İşletme Fakültesinde İngilizce ders programlarının başlatılmış olması bu gibi kurumlardan bizler gibi İngilizce ders verme deneyimi olan öğretim üyelerine gelen ders verme taleplerinde artışa neden oluyordu. Bu arada 2821 ve 2822 sayılı Yasalar 1983 yılında çık-mış ve bir yıllık bir geçiş dönemini takiben bu Yasalara göre işleyen bir düzen yürürlüğe girmişti. Eski uzlaştırma sistemi yerine getirilen yeni arabulucuk sisteminde görev almamla birlikte bu alandaki faaliyetle-rim de yoğunlaşmaya başladı. Arabuluculuk yerini aldığı uzlaştırma sistemine göre ilk birkaç yıl nispeten başarılı oldu, ancak izleyen yıllar-da çeşitli nedenlerle yozlaştı. Uzlaştırma sisteminden arabuluculuğa geçişte genelde benim etkim olduğu söylenmiştir, oysa yasa çalışma-

Page 175: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

162 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ları sırasında uzlaştırmanın yetersizliği karşısında komisyon esasen alternatif bir yöntem arayışı içindeydi. 1981 yılında, benden Amerikan arabuluculuk sisteminin açıklanması istenmesi üzerine ben de kara-tahta üzerinde komisyona açıklamalar yapmıştım. Sonuçta komis-yonlar izleyen süreçlerde sisteme 2822 sayılı Yasada önemsiz farklarla 2012 tarihine kadar geçerli olacak şekli verdiler.

2821 ve 2822 sayılı Yasalar izleyen yıllarda çeşitli eleştiri ve tartış-malara konu olacaktı. Yasa taslak ve tasarılarında getirilen değişik-liklerin birçoğunun 1963 yasalarının uygulamada doğurduğu çeşitli sorunlara cevap ve çözümler getirmek istediği açıktı. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu pragmatik ve iyiniyetli düzenlemeler de belki doğaları gereği yer yer sendika özgürlüklerini zedeleyici nitelikteydi-ler ya da çeşitli nedenlerle “önceden tahmin edilmeyen sonuçlar” do-ğuracaklardı. Bunlar izleyen yıllarda gerek ulusal gerek uluslararası arenada eleştirilere hedef olacaklar, ülke için siyasal sıkıntılar doğu-racaklardı. 1983 yasalarının bazı düzenlemeleri ise orijinal versiyonları ya da Milli Güvenlik Konseyi’nce yapılan müdahalelerle aldıkları nihai biçimlerle sendika özgürlüklerini açıkça ihlal eder nitelikteydiler. Bunu izleyen yıllarda ILO ve AB ile ilişkiler bağlamında daha iyi görecek ve anlayacaktık. Ne var ki, 1983 yasaları zaman içinde sistemin tarafların-ca giderek daha çok kabul görüp bir anlamda kristalleşeceklerdi.

1963 yasalarına göre getirilen bir değişiklik, kamu sektöründeki işverenleri kuracakları işveren sendikalarının yapısını ilgilendiriyor-du. Yasanın işçi sendikalarının örgütlenme modeli olarak öngördüğü ‘işkolu-sanayi sendikacılığı’nın homojen yapısına karşılık kamu iş-veren sendikalarının aynı işkolundaki kamu işverenlerince kurulma zorunluluğuna yer verilmiyor, kamuda işverenin son tahlilde devlet olmasından hareketle, sendikal faaliyette ve toplu iş sözleşmesinin gerçekleştirilmesine heterojen bir yapının daha uygun olacağı düşü-nülüyordu. Böylece kamuda toplu pazarlığın koordinasyonunun daha etkin biçimde sağlanacağı öngörülmüştü. Başlangıçta toplu pazarlıkta güç dengesini işveren lehine bozacağı ve örgüt yapısında benimsenen modeli bozduğu için eleştirilen bu düzenleme zaman içinde işlerlik ka-zanmış ve eleştiri konusu olmaktan çıkmıştır. Ayrıca, kamu işveren sendikacılığına yoğunlaşan Dr. Naci Önsal gibi profesyonellerin zaman içinde Türk endüstri ilişkileri sistemine yararlı katkıları artmıştır.

Yasalar kendi mantıkları içinde dikkatle ve entegre bir bütün oluş-turacak biçimde yazılmışlardı. Öyle ki, karşıt görüşte olanların bazıları dahi sonradan başta eleştirdikleri noktaların muhafazasında ısrar ede-ceklerdi. Bu kategoriye giren noktalardan biri, örneğin bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisi alabilmesi için öncelikle kurulu bulunduğu

Page 176: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 163

işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunu üye olarak temsil etmesi koşuluydu. Sistem 1980’den önceki on yedi yıllık geçmişinde çok sa-yıda sendikanın kuruluşuna tanık olmuştu. Öyle ki, ülkemizde biraz da ironi ile karışık sendika enflasyonu diye ifade edilen bu durum bir taraftan sendikaların bölünmesine ve çok sayıda küçük ve zayıf sen-dikanın ortaya çıkışına yol açıyor, yetki uyuşmazlıklarının çözümünü zorlaştırıyor, bunlara ilaveten de ideoloik-siyasi mücadelelere neden oluyordu. Bu nedenle komisyonlarda sendika sayısını azaltabilecek bir düzenleme yapmak arayışının varlığını sezmek zor değildi. Toplu söz-leşme yetkisine ilişkin maddenin düzenlenmesine sıra gelince, o sırada çalışmakta olan komisyon 275 sayılı Yasadaki koşulu, yani işyerinde yarıdan fazla çoğunluk kriterini kabul etmesi üzerine Komisyonun as-ker üyesi Albay Talat Sargın, “Yine işyeri düzeyinde çok sayıda sendika kurulabilecek mi? Sendika enflasyonunu bir şekilde önlemeliyiz. Ör-neğin, yetki için işkolunda belli bir asgari temsil koşulu getirilirse sen-dikacılığı bölen ve çeşitli sorunlara yol açan sendika enflasyonu önle-nebilir” diyerek işkolunda yüzde 10 temsil şartını getirmeyi önerdi.

Bunun üzerine Komisyonun akademisyen olan diğer üyeleri itiraz ettiler ve bunun sendika özgürlüklerine ve ILO ilkelerine aykırı olaca-ğını beyan ettiler. Ayrıca görüşlerini desteklemek için 1971’de 1317 sa-yılı Yasayla getirilen, büyük tepkilere ve herhalde ülkedeki en büyük işçi eylemleri olan 15-16 Haziran olaylarına yol açan ve daha sonra Anayasa Mahkemesince iptal edilen işkolunda ‘üçte bir temsil koşu-lu’nun yarattığı olumsuz sonuçlara değindiler. Bunun üzerine Albay Talat Sargın, “Yani yine mesela Bakırköy Bez Fabrikasındaki işçiler bir sendika kurabilecekler midir?” sorusunu ortaya atınca, Prof. Dr. Münir Ekonomi, “Şüphesiz, yedi kurucu işçinin girişimi ile yine bir işyerin-de sendika kurma özgürlüğü olacaktır” cevabını verdi. Konu böylece kapanmış oldu, ancak iki yıl sonra Amerika’daki adresime gönderi-len Resmi Gazetede 2822 sayılı Yasanın nihai metnini okuyunca, toplu sözleşme yetkisi için yüzde on ön koşulunun Milli Güvenlik Konseyi’n-ce yasa metnine dahil edildiğini gördüm.

Buna benzer olarak, komisyonların hazırladığı taslaklarda mevcut olmayıp da yasama sırasında kanuna giren başka hükümler de vardı. Taraflar arasında güç mücadelesine en fazla konu olduğu için özellikle grev yasakları -her zaman olduğu gibi- en çok şekil değiştiren ve son-radan kısıtlamalar getirilen konuların başında gelir. Bu kez de öyle ol-muştu ve taslaklarda örneğin, bankalarda grev hakkı tanınmışken ka-nunun çıkması sırasında yapılan müdahalelerle bu kesimde -1980’den önce var olan grev hakkı- kaldırılmıştı. Hak uyuşmazlığı halinde greve

Page 177: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

164 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

başvurma yasağı üzerinde ise komisyonda önemli hiçbir tartışma ol-madı. Özellikle Alman hukuku formasyonlu üyeler hak grevi Alman-ya’da ve İsveç’te esasen tanınmadığı için, diğer bazı üyeler de kavram ve prensip olarak toplu iş sözleşmesinin uygulanması ve yorumundan doğacak uyuşmazlıklarda greve başvurulmasını onaylamadıkları için hak grevine olumlu bakmadılar. Bu nedenle grev hakkı hak uyuşmaz-lıkları için -Anayasa’daki tanıma da uygun olarak- tanınmadı. Grev ve lokavtların bakanlar kurulu kararı ile milli güvenlik ve genel sağlık nedenleriyle ertelenmesinin ise -yine 1982 Anayasasının benimsediği ilke doğrultusunda- zorunlu tahkim ile sonuçlanması yasaya da aynı şekilde yansıdı. Toplu sözleşme yetkisi için yüzde on temsil ön koşulu, grev ertelemesinin zorunlu tahkimle sonuçlanması ve yaşamsal sayıl-mayan bazı faaliyetlerde grev hakkının tanınmayışı 1984’ten bu yana ILO ve son yıllarda AB tarafından 2822 sayılı Yasanın en çok eleştirilen boyutları oldu.

Komisyonumuzun üzerinde bir çözüm aradığı önemli bir sorun, iş-yeri ve işletme düzeyinde toplu sözleşme ile birlikte 1980 öncesi dö-nemde çeşitli problemlere neden olan, fakat bir türlü sağlıklı bir yapı ve işleyişe kavuşturulamayan işkolu düzeyinde toplu pazarlığın dü-zenlenmesiydi. Grev hakkının her iki düzeyde tedahül etmesinin do-ğurduğu sorunlara sağlıklı bir çözüm bulunamıyordu. Bu alanda çaba sarf edildiği ve hatta bazılarımız özellikle bu alanda bir model arayışına girdiği halde bir sonuca ulaşılamadı. Sonuçta işkolu toplu pazarlık ya-pısına yeni düzende yer verilmemesine karar verildi.

2821 sayılı Sendikalar Kanunu ise daha çok sendika üyeliğinin ka-zanılması ve sendikadan istifa için noter koşulunun aranması, sen-dika-siyaset ilişkileri üzerine konan sınırlamalar vb. gibi konular ba-kımından eleştiri konusu olmuştur. İşkolu düzeyinde toplu sözleşme tekniğine bir çözüm bulamadığımız için sendikal yapıda 1980 öncesin-de işkolu toplu pazarlığı için yapılandırılmış federasyonlara yeni yasa-da yer vermemek kararına varıldı. Bu bağlamda sendikaların Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere merkezi milli sendikalar formatın-da örgütlenmesi teşvik edilerek, ilgili maddeler bu doğrultuda yazıldı.

ILO’nun eleştirilerine son vermek ve Türkiye’yi ILO gündeminden çıkarabilmek amacıyla benim de içinde bulunduğum çeşitli çalışma gruplarınca taslaklar hazırlanmışsa da, arzulanan reformların bir kıs-mı yazık ki hala yapılamamıştır. Oysa Türkiye özellikle AB’ye uyum amacıyla başka birçok yasada gerekli değişiklikleri gerçekleştirmiş-tir. Endüstri ilşkileri konularının çıkar grupları arasında şiddetli bir güç mücadelesine sahne oluşu kanımca bu eksikliğin başlıca nedenidir.

Page 178: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 165

Nitekim taraflar arasında çıkar çelişkilerine sahne olduğu halde birey-sel iş ilişkisini düzenleyen İş Kanununun 2003 yılında yenilenmesi aynı ölçüde fikir ayrılıklarına ve güçlüklere sebep olmamıştır. 2821 ve 2822 sayılı Yasalar belirli hedefleri gerçekleştirme yolunda ayrıntılı bir sis-tem kurmakla birlikte, sendikal özgürlüklere ilişkin bazı ilkeleri gözar-dı ettiği için aradan geçen yıllarda ulusal ve uluslararası arenada en çok eleştirilen yasalar oldu. Değişik tarihlerde bazı tadillere uğramışsa da bu tadiller asli noktalarda değil usul ve şekle ait konularda olmuşlardır. Nitekim Mustafa Kalemli’nin ve İmren Aykut’un bakanlığı dönemin-de de bu yasa çalışmalarına katıldık ama asıl eleştirilerimizin dikkate alınmasını sağlayamadık. Daha sonra önemli ve ILO’nun eleştirilerine maruz kalan bir gelişme memur sendikacılığına ilişkin anayasal ve yasal düzenlemelerde yaşandı. Anayasanın 53. maddesinde bu konu-da yapılan ve toplu sözleşmeyi dışlayarak kamu görevlileri için sadece toplu görüşmeyi öngören düzenleme Coşkun Kırca tarafından yapılmış ve savunulmuştur. Bizim (ve ILO’nun) işçi niteliği ağır basan çok sayıda kamu görevlisi için toplu sözleşme ve grev hakkını savunan, ancak dar anlamda memurlar için en azından idari ve sosyal konularda zorunlu tahkimi savunan görüşlerimiz (ki Fehmi Koru’nun yaptığı bir televiz-yon programında ve bazı yazılarımda ben bu görüşü savunmuştum) dikkate alınmayarak, uzunca bir süre tüm kamu görevlileri için kate-gorik olarak yalnızca toplu görüşme ile sınırlı bir sendikacılık anlayışı egemen olmuş ve Türkiye 1990’lardan itibaren bu konuda uluslararası alanda çok eleştirilmiştir.

1980’li yıllar başlarken çıkarılan Yüksek Öğretim Yasası (YÖK) ile akademik sistemin yapı ve içeriğinde önemli değişmeler getirildi. Eski kürsü sisteminin yerine “bölüm” esasının benimsenmesi ve öğrenci-lerin üniversiteye fakülteler temelinde bölüm tercihlerine göre kabul edilmeleri, bölüm düzeyinde bir yeniden yapılanmayı gündeme getirdi. Bir taraftan da geçen yıllar süresince sendikacılık ve toplu pazarlık sü-reçlerinin “sosyal siyaset” yaklaşımına göre önem kazanmış olması ve 1981 tarihli YÖK Yasasının Avrupa’dan çok Anglo-Amerikan sistemle-rini örnek alması sonucunda, Profesör Nusret Ekin’le ben bir çalışma başlattık ve eski “sosyal siyaset” kürsüsünün adını “Çalışma Ekono-misi ve Endüstri İlişkiler Bölümü” olarak değiştirmeye karar verdik. Bu isim kuracağımız endüstri ilişkileri derneğinin ve üye olacağımız ulus-lararası derneğin ismine de uyum sağlıyordu, Yapılanma İktisat Fa-kültesi içinde gerçekleştirileceği için Çalışma Ekonomisi’ne bölüm is-minde özellikle yer verdik. Sosyal Siyaset bundan böyle bölüm içindeki anabilim dallarından biri olacaktı. Gerekli taslaklar hazırlandı ve ilgili

Page 179: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

166 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

kurullardan geçerek YÖK’ün onayı ile yürürlüğe girdi. İzleyen yıllarda bu model diğer birçok üniversitemizin iktisadi ve idari bilimler fakül-telerinin yapılanmasında örnek alındı. Ancak YÖK’ün kabul ettiği ilk formatın içeriği de düşündüğümüz yapıda yer alması gereken anabilim dallarını yeterince temsil edemiyordu. Bu konu ilerdeki yıllarda tekrar ele alınacak ve anabilim dalları daha rasyonel bir düzenlemeye tabi tu-tulacaktı. Bölümde çalışma sosyolojisi dersini verecek önceki sosyoloji kürsüsünün elemanları kendi faaliyet alanlarının daraltılmış olduğunu ileri sürerek, 1980’lerin sonlarından itibaren yeni bölüm yapılanma-sına itiraz etmeye başladılar. Tartışmalar başka bazı bölüm yapıları bağlamında da ortaya çıktığı için YÖK fakültelerin bu konuda çalışma yapmalarını istedi. Bu amaçla eski askerlik arkadaşım ve bu üniver-sitedeki çalışma yıllarımdan yakından tanıdığım Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Üstün Ergüder’in başkanlığında Boğaziçi Üniversitesinde bir toplantı düzenlendi. Komisyona dahil olmadığım halde toplantı günü sabahleyin Üstün Ergüder’in makamına giderek bizim bölümün yapı-lanmasıyla ilgili gerekçeli bilgi verdim. Üstün sorunu anlayışla karşı-ladı, ancak rektör olarak en azından o günlerde kendisinin de gerçek-leştirmek istediği birçok yeniliği uygulamaya koyamamaktan şikayet etti. Kaldı ki, o sabah Rektörün odası önünde toplanmış bulunan diğer komisyon üyelerinin beni orada görmeleri ve bunu belki bir müdahale şeklinde değerlendirerek, ilgililere şikayette bulunmaları olumsuz bir etki yapmış olabilir.

Sonuçta benimsenen bölüm ismi ve yapısı bizim birkaç yıldır kabul gören Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri’ne göre tam anlamıyla geriye dönüşü yansıtıyordu. Bölüm isminin Sosyal Siyaset’ten de çok önceleri Fakültemizin kuruluşuna temel teşkil eden İçtimaiyat ve İç-timai Siyaset olması öneriliyordu. Bu durum karşısındaki ülkenin çe-şitli üniversitelerindeki meslektaşlarımızı telefonla arayarak gelinen noktayı kendilerine açıkladım ve itiraz etmelerini rica ettim. Sonuçta YÖK’ten kaynaklanan yeni bir girişim olmadı, bölüm ismimiz değişme-den kaldı. Birkaç yıl sonra muhtemelen yeni bir komisyon çalışmasına bağlı olarak Üstün Ergüder beni aradı ve bölümümüzün isim ve yapı-lanmasını gerekçeli olarak açıklamamı istedi. Gereken açıklamaları tekrar yaptım, sonuçta bölümümüzün isminin değişmeden devamı sağlandı. Ancak bölüm içinde anabilim dalları fakülteler arasında fark-lılıklar gösteriyor. Öte yandan, dünyada ve ülkemizde sendikacılığın çeşitli nedenlerle durağan ve hatta gerileyen bir evreye girmiş olma-sıyla Sosyal Siyaset ve Sosyal Refah gibi konuların önemi tekrar art-mış bulunuyor. Bunun gibi hızla gelişen bir çağdaş İnsan Kaynakları

Page 180: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 167

Yönetimi anlayışının özellikle genç öğretim elemanları arasında daha fazla kabul görmesine bağlı olarak, alanımızda yeni isimler ve yapılan-ma biçimlerine ilişkin önerilerin ve tartışmaların son yıllarda giderek artması dikkat çekiyor.

Eski kürsü başkanımız Prof. Dr. Orhan Tuna 1987 yılında vefat etti. Yazık ki vefatı sırasında biz yaz tatili için Bodrum’daydık ve haberi ba-sından öğrendik. Bu nedenle cenazesinde bulunamadım. Ancak İstan-bul’a dönüşümüzde Orhan Bey için Milliyet gazetesinde yayımlanmak üzere bir yazı hazırladım. Bu makale Ali Gevgili tarafından hazırlanan “Düşünenlerin Düşüncesi” köşesinde yayımlandı. Yazık ki köşenin dü-zenleyicisi mutad olduğu üzere yazının başlangıcına benim fotoğrafı-mı da koymuştu. “İşçilerin Babası Öldü” çeşidinden bir başlık taşıyan bu yazıyı okuyanlar benim resmimden dolayı, doğal olarak vefat eden kişinin ben olduğumu sandılar. Bu da sokakta, çarşıda tuhaf olaylara neden oldu. Orhan Bey esasen birkaç yıl önce emekli olmuştu. Saba-haddin Zaim bölüm başkanı, Nusret Ekin Fakülte dekanıydı.

Milliyet Gazetesinde Ali Gevgilili’nin “Düşünenlerin Düşüncesi” sü-tununa değinmişken, 1960’lı yıllardan başlayarak bu sütunda güncel gelişmeler hakkında çok sayıda yazı yayımladığımı belirtmek isterim. Ali Gevgilili bilgili, iyi yetişmiş ve ülkedeki gelişmeleri yakından izleyen bir gazeteciydi. Sütunu bazı hallerde birkaç kişinin birlikte katıldığı pa-neller şeklinde düzenliyordu. Ne yazık ki çoğunu 70’li ve 80’li yıllarda yazdığım bu yazıları ve panellerdeki konuşmalarımı içeren bir arşive sahip değilim. Geçen yıllar içinde bunları dikkatle muhafaza edeme-diğim için birçoğu kaybolmuş durumda. Bu yazıları kuşkusuz Milliyet arşivlerinde bulmak mümkündür. Ali Gevgilili 1990’lı yıllarda Milliyet Gazetesinden ayrılarak Koç grubunda bir göreve geçti.

1987 yılının önemli bir gelişmesi Trabzon’da yapılan lisenin 100. yıl kutlamalarıydı. Bu konuda önderliği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu yapmıştır. Kemal liseden arkadaşımdı. Ben ondan iki sınıf ilerdeydim ve aramızda anneannem tarafından bir akrabalık ilişkisi vardı. Genel törenden birkaç ay önce bazı Trabzon-lu öğretim üyelerinin konferanslar vermek üzere Trabzon’a gitmeleri planlanmıştı. Bu amaçla gidecek bir gruba ben, arkadaşım Akın Erdem ve Prof. Dr. Zeyyat Hatipoğlu dahildi. Üçümüz Trabzon’a uçakla ulaştık ve KTÜ’nün sahildeki tesislerinde kaldık. Kararlaştırılan günde Üniver-sitenin büyük konferans salonunda ben o günlerde yaygın olan grevler hakkında hukuki ve ekonomik bilgiler verecek, Akın Erdem verginin gelir dağıtıcı etkisi, Zeyyat Bey de Türkiye’nin ekonomik büyüme-si hakkında konuşacaktı. Sunuşlarımız genelde ilgi çekici ve başarılı

Page 181: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

168 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

oldu ancak büyük salonda şehirdeki kamu ve özel sektör temsilcilerini beklerken ortaokul ve lise öğrencilerinden oluşan bir dinleyici kitlesi-ni bulmamız bizleri şaşırttı. Birkaç öğretim üyesi ve Ulusoy şirketler grubundan bazı kişiler, o sırada Ulusoy nakliyat şirketinin Trabzon’da müdürü olan lise arkadaşım Güngör Boran ile Belediye Başkanı Orhan Karakullukçu da vardı. Zeyyat Bey mevcut gelişme oranları ile Türki-ye’nin Batıyı yakalamasının zor olduğunu, ancak siyasilerin kalkınma hususunda halkın beklentilerini abartılı şekilde yükselten demeçler verdiklerini açıklayacaktı. Bu tezini doğrulamak için de hazırladığı bazı tablo ve diagramları sunacaktı. Ne var ki, Zeyyat Hoca’nın bu yöndeki açıklamaları dinleyicileri hayal kırıklığına uğratmış olmalı ki kalabalık arasından tipik bir Karadenizli kız öğrenci söz alıp tepkisini “Haçan siz buraya ümitlerimizi kırmaya mı geldiniz?” sözleriyle dile getirdi. Soru-nun kendisi ve yerel ağızla ortaya konuşu ilgiyle karşılandı ve gülüş-melere yol açtı.

Dönüşümüzde havaalanında Zeyyat Hatipoğlu beni ve ailemi çok yakından tanıdığı halde yorgunluktan olacak benim Saip Efendi’nin torunu olduğumu hatırlamakta güçlük çekti. Ancak beş on dakika dü-şündükten sonra ailelerimiz arasındaki ilişkiyi çıkarabildi. Oysa anne-mi babam için eş olarak dedemden istemeye giden Hüseyin eniştemi-zin yanında Zeyyat Hoca’nın babası Mustafa Hatipoğlu da vardı.

1987 yılı sonbaharında ise Kemal Alemdaroğlu’nun organize etti-ği gruplar büyük kısmı Ulusoy otobüsleriyle olmak üzere Trabzon’a hareket etti. Özellikle Samsun’dan sonraki sahil boyu seyahat doğa bakımından tahmin edileceği gibi çok etkileyici ve güzeldi. Ben teyze-min evinde, artık Trabzon’da yakınları kalmamış olanlar ise otellerde kaldılar. Liseden yakın arkadaşımız Dr. İbrahim Yıldırım anlattığı anı-lar, hikayeler ve yaptığı esprilerle özellikle dönüşte bu geziye ayrı bir renk kattı. Tören, Meydan’dan Kavak Meydanına büyük bir yürüyüşle, açılış konuşmalarıyla başladı. Hocalarımızdan Melahat Aydoğdu, Halet Hanım, Lise Müdürü Kemal Ülker Bey ve kardeşi edebiyat hocamız Sa-bahat Hanım ve benim dönemimden önceki efsane lise müdürü Faik Dranas, hayatta olan diğer öğretmenlerle birlikte bizlerleydiler. Alman bir mimarın inşa ettiği görkemli lise binamız fizik laboratuarı, spor sa-lonu ve büyük konferans salonu aynen ayaktaydı. İçinde ders gördü-ğümüz sınıflarda tekrar oturmak, sahnesinde oyunlar sergilediğimiz, şiirler okuduğumuz ve Cyrano de Bergerac oyununun sahneye kondu-ğu konferans salonunun havasını yeniden solumak çok heyecan verici oldu. Tören o kadar etkileyiciydi ki, aramızdan bunun her yıl tekrarlan-masını isteyenler oldu. Ancak Kemal Alemdaroğlu’nun bunun ancak

Page 182: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 169

yüzyılda bir gerçekleştirilebileceğini söylemesi, bu istekte bulunanlar için hayal kırıcıydı. Zeyyat Hatiboğlu ve kızkardeşi çocukluklarını be-raber geçirdikleri teyzem Nusret Oyman’ı ziyaret ettiler. On yıl kadar sonra İbrahim Yıldırım’la Hülya Talu ve Dursun Arıkboğa, Alpaslan Pe-ker gibi arkadaşların katıldığı başka bir grupla liseyi ziyaret ettiğimiz-de ise hava biraz değişmiş, Ömer Eyüboğlu’nun müdürlüğü altında okul süper lise haline dönüştürülmüş, organizasyonunda bazı değişiklikler yapılmış, bir anlamda daha da ileri götürülmüş, ancak bizim için taşıdı-ğı anlam ve espri biraz değişmişti. 1987’deki lise ziyaretimizden sonra Melahat Aydoğdu Hocamızı sık sık gördüm. Ailece kendisine ziyaret-lerde bulunduk. Yazık ki 1992’de Kanada dönüşümüzden sonra kendi-siyle irtibatım kesildi.

1980’li ve 90’lı yıllarda memur (kamu görevlileri) sendikaları üzerin-de çalışmalarımız oldu. Çoğu Ankara’da Metin Kutal’la birlikte bu ko-nuda çeşitli konferanslara ve yasa taslakları hazırlama çalışmalarına katıldım. İÜ Hukuk Fakültesi Anayasa profesörü Bülent Tanör memur sendikacılığı ile yakından ilgileniyordu. Kendisiyle dünyada ve ABD’de memur sendikacılığındaki gelişmeler konusunda sık konuşmalar ya-pıyordum. Türkiye’de kamuda işçi-memur ayırımı sorunu devam edi-yordu. 1995 Anayasa değişikliği ile memur sendikaları sorununun önü kısmen açıldı ancak tanım, kapsam ve işlevlerle ilgili sorunlar çözüle-meden devam etti. Bunlar halen de ILO’nun Türkiye gündeminde du-ruyor.

1980’li yılların sonlarında önemli bir semineri Denizciler Sendika-sı ile Van Gölü kıyısında Tatvan’da gerçekleştirdik. Tatvan’daki eğitim programında birçok Kürt asıllı sendikacıyla tanıştım. Bu kişilerin hepsi sıcak kanlı ve rejime bağlı insanlardı. Güneydoğuda ayrılıkçı terör baş-lamıştı ama henüz şiddetlenmemişti. Özellikle sendikanın şube baş-kanı Mahmut Bey’le uzun sohbetlerimiz oldu. Bana birçok şeyi önce Kürtçe söylüyor, sonra da anlayabilmem için Türkçeye çeviriyordu. Tatvan’da yöreye çeşitli geziler de yaptık. Bunlardan unutamadığım biri kasabanın yamaçlarında yükselen Nemrut Dağına, buradaki volkanik göllere ve araziye yaptığımız gezidir. Dağın çanak şeklindeki kraterin-de yeşil çayırlar, bu çayırlara serpilmiş bazısının suyu kaynar derecede sıcak, bazısının ise buz gibi soğuk olduğu göl ve göletler vardı. Krate-rin bir yamacı tektonik siyah kaya parçalarıyla doluydu. Birkaç parçayı anı olarak yanımda getirdim. Bunlar hala evimde bir süs eşyası olarak özel yerlerini koruyor. Mahmut, Tatvan’daki Nemrut Dağının Kürtlerin padişahı olan Nemrut’un yazlığı, Adıyaman’dakinin ise kışlığı olduğu-nu söyledi. Denizciler Sendikası’nın Tatvan’daki seminerinden kısa bir

Page 183: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

170 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

süre sonra aynı sendikanın benzer bir semineri, sendika Genel Başkanı Emin Kul’un katılımıyla Rize’de yapıldı. Bu program Trabzon’dan baş-latıldığı için benim için ayrı bir öneme sahipti. Emin Kul çok sevilen bir sendika lideriydi. Rize’deki seminer toplantıları sırasında Van Şubesi Başkanı Mahmut’un biraz kenarda kaldığını fark etmesi üzerine diğer şube başkanlarını ve katılımcıları uyararak Mahmut Bey’i aralarına al-maları, onun da kendileri gibi tecrübeli bir sendika başkanı olduğunu belirterek uyarması üzerimde son derecede olumlu bir izlenim bırak-tı. Emin Kul bu çeşit insanlık vasıfları ile esasen temayüz edecek ve 1990’ların sonuna doğru bir süre için Çalışma Bakanlığı görevine geti-rilecekti.

Trabzon’da düzenlenen ve benim için birçok güzel anıyla süslenen başka eğitim programlarımız da olmuştur. Bunlar içinde Taner Kara-hasanoğlu tarafından ORHİM kurumunca 1989 yılında Karadeniz’de bir gemi içinde gemi seyir halindeyken gerçekleştirilen bir programın da ayrı bir yeri vardır. Bu programda Sarp’a kadar uzanan bir gezi tetip-lenmiş, Trabzonlu olduğum halde benim dahi daha önce görmediğim yerleri ziyaret etmek olanağı doğmuştur. Denizciler Sendikası’nın bir başka girişimi ise Türkiye’deki ILO temsilcisi Mr. Murray ve eşinin ka-tıldığı ve Emre Kocaoğlu’nun düzenlenmesinde başrolü oynadığı bir eğitim programıydı. Bu program da Trabzon’dan başlayıp Sümela Ma-nastırı, Rize ve Sarp’a kadar uzanan gezilere konu olmuştu.

Irak GünleriBazı gelişmeler sonucu kader beni 1988 yılında Irak’a gönderdi. İş-

letme Fakültesinden arkadaşım ve meslekdaşım Prof. Dr. Tamer Ko-çel, Enka Teknik AŞ’ye danışmanlık yapıyordu ve bu işlevi dolayısıyla Enka’nın Irak’taki bazı yatırımlarında oradaki Türk ve Iraklı persone-le yönetim konusunda eğitim vermesi söz konusuydu. Hatırlayama-dığım bir nedenle kendisi Irak’a bizzat gidemeyince eğitimi vermek üzere Enka’ya beni tavsiye etmişti. O yıl Irak’la İran arasındaki savaş devam ediyordu. Enka ile anlaşıp vereceğim derslerin İngilizce not-larını hazırladıktan sonra önce belli aralıklarla Enka’nın bir çimento fabrikasını işlettiği Musul’a üç kez gittim. Musul nispeten sakindi, fa-kat yine de ben oradayken fabrika iki kez İran uçaklarının saldırısına uğradı. Daha sonra yıl boyunca dört kez Süleymaniye’de Almanların inşa ettiği fakat Enka’nın işlettiği çimento fabrikasına gittim. Musul’a gitmek için önce İstanbul’dan Diyarbakır’a uçakla varıyor, Diyarba-kır’dan ise Enka’nın kiraladığı araçlarla Habur kapısından geçip Mu-sul’a ulaşıyordum. Süleymaniye’ye güzergahımız ise daha farklıydı.

Page 184: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 171

Önce İstanbul’dan Bağdat’a uçuyor, çoğu kez Enka’nın Bağdat’taki misafirhanesinde geceliyor, ertesi günü Enka’nın çoğu Kartal marka arabalarıyla Kerkük üzerinden Süleymaniye’deki çimento fabrikasına ulaşıyordum. O zamanlar Kerkük ağırlıklı olarak bir Türk şehriydi, Sü-leymaniye ise şeklen otonom bir Kürt şehriydi. Fabrikanın işgücü 40 kadar Türk mühendis ve idareci personelden, geri kalanı ise Kürt Sü-leymaniyeli’lerden oluşuyordu. Eğitimi İngilizce olarak Kürt personele, bir kez de Türk işgörenlere fabrikanın idare binasında verdim. Şehre ve işletmeye genellikle geceleri Kürt peşmergeler hakimdi. Savaş zaman zaman işletmeyi de tehdit ediyor, bazen İran uçakları geliyor, civarı bombalıyordu. Bir defa da fabrikanın bahçesini bombaladılar.

Fabrikada gerek mavi gerekse beyaz yakalı Kürt personelle yakın ve dostane ilişkiler kurdum. İlginç olan o dönemde Türkiye’de başlamış olan ve devam eden PKK’dan ve onun terör eylemlerinden pek haber-leri yoktu. Saddam rejimi üzerlerinde bütün baskısı ile kendisini his-settiriyor ancak Süleymaniye gibi yarı otomom bölgelerde peşmerge-lerin mücadelesi sürüyordu. Ben ikemetgah olarak fabrika içinde inşa edilmiş baraka tipi ama konforlu misafirhanede kalıyordum. Türk per-sonelle Kürtler ayrı kafetaryalarda yemeklerini alıyorlar, Türkler on-lardan biraz uzak durmayı tercih ediyorlardı. Benim Kürtlerle onlara ait yemekhanede yemem, kendileriyle açık iletişim kurmam onları mutlu etmiş ki, benden hep olumlu söz ettiklerini duydum. Amerika’dan söz-de yardım göreceklerini sandıkları ve ABD’yi üstün gördükleri için, be-nim onlara karşı dostça tutumumu ABD’de öğrenim görmüş olmama bağlıyorlardı. Türklerin onlardan uzak durması belki bizim ayıbımızdı. Oysa atalarımız Osmanlı Türkleri böyle bir ayırıma yer vermemişlerdi. İşin gerçeği ise benim Kürt kökenli yurttaşlara karşı hiçbir önyargıya sahip olmayışımda yatıyordu. Siyasi söylemde sıkça işitilen Türk-Kürt kardeşliği fikrini ben tam anlamıyla içselleştirmiş bir kişiydim. Ancak Enka’nın Süleymaniye’deki faaliyeti Atilla isimli bir Türk mühendisin gece peşmergeler tarafından evinden alınıp kaçırılması ile olumsuz bir mecraya girdi. Atilla’yı Enka’nın ve Türkiye’nin girişimleriyle ancak üç ay sonra serbest bıraktılar. Akabinde bir ustabaşımız yine peşmerge-lerce kaçırılınca Enka Bağdat’la olan işletme sözleşmesindeki “güven-liği sağlama” şartını kullanıp Irak’taki faaliyetine son verdi. Ben de top-lam iki ayı bulan bir süre içinde böyle bir serüveni yaşamak olanağını buldum.

1980’ler sona ererken eski bir öğrencimiz olan İmren Aykut’un Ça-lışma Bakanı olarak atanmasıyla, hocası olan bizler için alanımızda daha aktif bazı çalışmalarda bulunma olanağı doğdu. Bunun ilk işareti

Page 185: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

172 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

1988’de Nusret Ekin, Münir Ekonomi ve Metin Kutal’ın hükümet ka-nadından ILO Aplikasyon Komitesine katılmalarıyla verildi. Yasalarda yapılan ve bazılarınca kozmetik olarak nitelendirilen değişmelerle o yıl ILO’da ülkemiz fazlaca bir sıkıntı yaşamadı. 1989’da ise bu kez ben de hükümet temsilcisi olarak ILO çalışmalarına katıldım. 1989’da uzun ve çetin demir çelik işçileri grevinde Bakan tarafından arabulucu ta-yin edilmiştim. Bu grevin hikayesi, Çelik-İş Sendikası ve onun başkanı Metin Türker’in bu grevde izledikleri taktik ve politikalar ayrı bir yazı konusu olabilir. Benim ILO’ya ilk kez katıldığım 1989 konferansında hazırladığımız savunma ile sorgulandığımız 98 Nolu ILO sözleşmesin-den aklandık, ama aynı yıl gündemdeki ikinci vaka olan 111 sayılı Söz-leşmeden Türkiye’nin ILO tarafından özel paragrafa alınması benim için bir şok olmuştur. ILO’ya hükümet temsilcisi olarak 1989 yılında katılmaya başlamam kuşku yok ki, eski öğrencimiz İmren Aykut’un Çalışma Bakanı olarak isteğiyle olmuştur. 1989’da ilk katıldığım yıl Ba-kan benim Strasbourg’da bir uluslararası bilimsel toplantıya katılmamı da istemiş, ben de ILO’daki ikameti bir hafta uzatıp Strasbourg’da ve-receğim tebliği hazırlamıştım. Dışişleri yetkililerinin ve ilahiyatçı Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın da katıldığı kültürlerarası etkileşimler ko-nusundaki bu toplantı da oldukça ilginç ve yararlı konuşmalara sahne oldu. Ethem Ruhi Fığlalı Hoca (ki 2000’li yllarda Muğla Üniversitesinde Rektörlük yapacaktır) İslam dini hakkında ileri geri konuşan İsveçli delegenin ithamlarına karşı güçlü bir savunma yaparak gereken ce-vapları verdi. Nusret daha birkaç yıl eşi Ceyhan’la birlikte ILO’ya katıldı. Bakan olarak İmren Aykut’un genel konferansta yapacağı konuşma-nın metnini hazırlıyor, hükümet raporunun hazırlanmasında benimle ve bürokratlarla birlikte çalı-şıyordu. İmren’in bizlere mu-amelesi ise nazik ve kadirşi-nasdı.

O yıllar 12 Eylül hareketi-nin etkilerinin ILO’yu fazla-ca ilgilendirdiği dönemlerdi ve Türkiye 1989’dan önce de 111 sayılı Sözleşmeden özel paragrafa alınmıştı. 1989’u izleyen 1990 ve 1991 konfe-ranslarında da hükümet de-legasyonunda ülkeyi temsil

Dönemin Çalışma Bakanı İmren Aykut ve Nusret Ekin’leILO toplantısında Cenevre - 1990

Page 186: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 173

ettim ve savunma raporumuzun hazırlanmasında çalıştım. 1991 Ağus-tos’unda Kanada’ya görevli olarak gitmem ILO’ya katılımımı 1995’e ka-dar kesintiye uğrattı. Ne var ki, 1995’den başlayarak 2008’e kadar tüm ILO Aplikasyon Komitelerine hükümeti temsilen katıldım ve savunma raporlarının hazırlanmasına ek olarak, 1996’dan itibaren Komitede sözlü savunmayı bizzat yapar duruma geldim. Bu sonuncu fonksiyon-da Prof. Dr. Rüçhan Işık’ın Bakan Necati Çelik’e benim sözcü olmam konusunda yaptığı öneri etkili oldu. Bu görevi devlete bir hizmet ola-rak, siyasi iktidar farkı gözetmeksizin 2008 yılına kadar on sekiz yıl ifa ettim. Bu süreç yalnızca Kanada’ya gitmemiz nedeniyle 1992-1995 arasında bir kesintiye uğradı. Bu yıllarda Mehmet Moğultay’ın bakanlık döneminde Sarper Süzek, Savaş Taşkent, Murat Demircioğlu vb. arka-daşlarımız devreye girmişlerdi.

1989 yılından itibaren katıldığım tüm ILO toplantılarında İşçi Gru-bundan Hollandalı Thomas Etty’nin Türkiye için bir korkulu rüya oldu-ğunu gördüm. Bu sözcü hemen her toplantıda Türkiye vakası için söz aldı ve ülkemizi bazen haklı olarak, bazen de yanlış bilgilere dayanarak ağır şekilde eleştirdi. Thomas Etty adeta kendine Türkiye’yi bir biçim-de terbiye etmek yönünde bir misyon vermişti. Son katıldığımız 2008 toplantısında Etty’nin emekliye ayrıldığını öğrenmemiz bizi memnun etti. En azından onun yerini alacak diğer sözcüler belki aynı derecede insafsız olmazlar diye düşündük. Ancak Etty’nin varlığına rağmen, bu güne kadar Aplikasyon Komitesindeki savunmalarımız sayesinde ül-kemizin özel paragrafa alınması sonucuyla karşılaşmadık.

Benim sözlü savunma görevini devraldığım 1996 yılına kadar sa-vunma raporunu Bakanlık uzmanlarıyla birlikte bizler hazırlıyor, Ce-nevre Daimi Temsilciliğimizde görevli Dışişlerine mensup bir yetkili ise Komitede bu raporu okuyup soru ve eleştirilere karşı savunmamızı yapıyordu. Ancak Dışişleri yetkililerinin iş hukuku ve Türkiye uygula-maları konusunda yeterli bilgileri olmadığı için bazen sorunlarla kar-şılaşılabiliyordu. Bir keresinde eleştirilere cevap olarak benim yazılı metne teknik ayrıntılar koyma isteğime Dışişleri yetkilisi karşı çıkmış ve “Bu cevapları zaten buradaki yabancılar anlayamazlar” demişti. Dı-şişleri uzmanları daha çok metnin kendilerine özgü bir İngilizce ile ya-zılmasına özen gösteriyorlar, içerik konusunda ise çekingen ve ihtiyatlı davranıyorlardı, ama Türkiye’nin özel paragrafa konmasına da ramak kalıyordu. Durumu öğrenen Kemal Oğuzman Hocamız ilgili yetkiliyi uyardı ve böyle teknik nitelikte bir konferansta teknik bilgi vermenin elzem olduğunu söyledi. Kuşkusuz Dışişleri sözcüleri, birçok konuda

Page 187: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

174 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

girdikleri toplantılarda ülkemiz menfaatleri adına ihtiyatlı dil kullan-mayı gelenek haline getirmişlerdi. Onların küçük bir oranı aşırı ihtiyatlı veya çekingen salon adamları olsalar da, büyük çoğunluğu ağırbaşlı fa-kat etkili birer Türkiye savunucularıydılar. Birçoğu bilindiği gibi Ermeni teröristlerin hedefi olmuş, Nusret Ekin’in yakın dostu, arkadaşımız Enver Ergun gibi, dış hizmette çalışırlarken yabancı diyarlarda şehit edilmişler-dir.

Azerbaycan ve Orta Asya Gezisi 1990’da ortaya çıkan bir fırsat bu kez Azerbaycan’ı ve Özbekistan’ı

görüp tanımama imkan verdi. 1989’da Berlin’de duvar çökmüş, Gor-baçov reformlarıyla Sovyetler Birliği dağılma sürecine girmiş, yaklaşık aynı tarihlerde ABD’nin Saddam’ın rejimine ve Irak’a karşı Körfez Sa-vaşını başlatma noktasına gelinmişti. Fakültede bölüm arkadaşım ve meslekdaşım Turan Yazgan’ın vaktiyle kurmuş bulunduğu Türk Dün-yası Araştırmaları Vakfı önce Azerbaycan’a, oradan da Özbekistan’a uzanacak bir gezi tertipledi ve bölümdeki diğer hoca arkadaşları da katılmaları için davet etti. O sıralarda Irak’ta Körfez savaşı çıkmak üze-reydi ve siyasi durum biraz karışıktı. Diğer arkadaşlar, Metin ve Nusret Beyler katılmadılar, ama ben kafiledeki yerimi aldım. Diğer tanıdıkla-rım arasında Prof. Dr. Yusuf Alper ve Erol Eren de vardı.

Azerbaycan o sırada Haydar Aliyev yönetimine geçmişti, fakat El-çibey’in muhalefeti devam ediyordu. Rusların Azatlık meydanında yaptıkları katliamın iz ve anıları yaşanıyordu. Bakü’de çok iyi ve sıcak karşılandık. Sabahları yüzlerce Azeri otelin önünde toplanıyor, bizimle konuşuyor ve sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. 70 yıllık bir ayrı kal-manın ardından ilk kez böyle bir Türk dünyası ile karşılaşmam beni çok duygulandırdı. Azeri Türkçesinin inceliklerini görüp Anadolu Türkçesi-nin kelime hazinesi ile mukayeseler yapmamız çok zevkli ve öğretici bir egzersizdi. Azerbaycan yetkilileri bizler için çeşitli etkinlikler dü-zenlediler. Programda büyük bir oditoryumda Azerbaycan kurumları-nın temsilcilerine ve Ruslardan oluşan karma bir gruba verilecek bildi-riler de vardı. Ben de Türkiye’de devletçilik yılları, Türk sanayileşmesi ve sosyal politikaları hakkında -tabii Türkçe olarak- bir tebliğ sundum. Azeri Türkleri -nispeten onların anlayacakları bir hızda ve kelimelerle konuştuğum için- herhalde beni anlamışlardır ama Rusların ne ölçüde izleyip anladıklarını bilemem.

Bu seyahatte kaldığım otel odalarını Yusuf Alper’le paylaştım, fakat Turan Yazgan ve Erol Eren’le sürekli temas içindeydim. Azerbaycan’da sendikaların ve çalışma hukukunun yeniden yapılanmasına ilişkin

Page 188: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 175

olarak sendikacılarla da görüşmelerim oldu. Bakü, mimarisi ve Hazar denizi kıyıları boyunca uzayan kordon boylarıyla çok güzeldi ancak Sovyet yönetimince ihmal edilmiş ekonomisiyle belli ölçüde yokluk-lar şehriydi. Bakü’de bir Azeri Türkü olarak benim en yakın ilişki kur-duğum kişiler arasında, sonradan Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi olan Mehmet Bey ve Devlet Planlama Teşkilatı Başkanı Korkmaz Bey gibi kişiler vardı. Bir gün Korkmaz Bey (Aliyev’e ve eski sisteme nispe-ten yakındı) Elçibey’i ve Rusların Bakü’de yakında yaptıkları mezalimi konu alan bir toplantıya Korkmaz’ın zımni onayı ile onun resmi otomo-biliyle katıldım. Söz konusu toplantı Azatlık Meydanı şehitlerini anan yönleriyle son derece duygusal ve etkileyiciydi. Bakü’de Üniversiteyi ve İktisat Fakültesini ziyaret etmemizden sonra Özbekistan’a hareket ettik.

Taşkent’te kaldığımız otel eski Sovyetler Birliği’nin tüm yapıları gibi yeni ve modern görünümlüydü fakat içi, odalar ve kapılar kırık dökük, sorunlu ve bakımsızdı. Bu da Sovyetler Birliği’nin özellikle Orta Asya Cumhuriyetlerindeki durumunu, bu memleketlerin ihmal edilişini ve son tahlilde ekonominin geldiği noktayı yansıtıyordu. Ziyaret ettiğimiz diğer Orta Asya bölgelerinde dil bakımından en çarpıcı özellik konu-şulan Türkçenin Azerbaycan’ın Türkiye Türkçesinden yalnızca şive ve semantik yönleriyle farklılık gösteren özelliklerine kıyasla daha uzak kalmış, bizim için anlaşılması daha güç olma niteliğiydi. Öyle ki ikisinin de konuştuğu dil köken bakımından aynı, yani Türkçe olduğu halde, Azeri rehberle Özbek rehber aralarında ancak Rusça vasıtasıy-la anlaşabiliyorlardı. Bir ara yanıma yaklaşan 7-8 yaşlarında bir kız-la konuşmak istedim, kendisine kim olduğunu sordum, “Özbek kızı” dedi. “Okulun nerede” diye sorunca önce anlamadı, “Skola” diye tek-rarlayınca “Deh orada” dedi. Türkçe cevapları beni duygulandırdı. Orta Asya’da ünlü İslam Türk eserleri, Uluğ Bey’in rasathanesi, ulu camiler gördük ve haklarında bilgiler aldık. Bu toplu gezi hem hepimiz için öğ-retici, hem de düşündürücü ve duygusaldı. Bir yerde köklerimizi daha iyi anlamamıza vesile oldu. Bu nedenle sevgili meslektaşım Turan Yaz-gan’a minnet ve şükran borcumuz vardır.

Turan Yazgan ilk gençlik yıllarından itibaren Türk dünyasına gönül vermiş, Atatürk ideallerine bağlı gerçek bir milliyetçiydi ama çoğu kim-se Türkçülük ve Türk dünyası ile olan ilgisini biraz hayalci olarak nite-lendirirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan bağımsız yeni Türk ülkeleri Turan’ın hayallerinin gerçek olmasını sağladı. Belki ken-disi de bunun bu kadar hızlı bir şekilde gerçekleşeceğini beklemiyordu. Kurduğu ve gerçek anlamda bir vakıf olan Türk Dünyası Araştırmaları

Page 189: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

176 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Vakfı’nda çalışmalarını bugün de oğulları ve ülküdaşları, onun ülküsü doğrultusunda yorulmadan sürdürüyor.

1991 yılında Bülent Ecevit’in beni ve Metin Kutal’ı DSP’den aday ol-maya davet ettiği günlerde, bir sabah Boğaziçi Üniversitesinden dos-tum ve bir süre oda arkadaşım olan Prof. Dr. Emre Gönensay’dan bir telefon geldi. Her zaman olduğu gibi nazik bir ifadeyle Süleyman De-mirel’in siyasi özgürlüklerine kavuştuğunu, kendisini demokrat kişi-liğiyle takdir ettiğini ve DYP içinde vereceği mücadeleyi destekleyece-ğini, siyasal faaliyetine tekrar başlarken ertesi günü İstanbul Dedeman Otelinde vereceği bir kahvaltı ile bu siyasal projesini yakın çevresi-ne açıklayacağını söyleyerek, benim de bu kahvaltıya katılmamı rica etti. O gün Fakültede bu daveti açıklamama kararındaydım. Durumun ne ölçüde destek bulacağından emin olmadığım gibi, Demirel’in için-de yer alacağı bir oluşuma destek vermeye de pek istekli değildim. İşin tuhaf ve gülünç yönü, diğer arkadaşların, örneğin Nusret Ekin’in de -sonradan anlaşılacağı üzere- bu davete muhatap oldukları halde açıklamama yolunu seçmeleriydi. Bu daha sonra çeşitli şakalaşmalara yol açacaktı. Dedeman Otelindeki kahvaltıda Demirel siyasi kararla-rından söz ediyordu. Yakınları, yaşlı Saadettin Bilgiç ve diğer bazı ze-vat sağ ve solunda oturmuşlardı. Yan taraflarında boş iskemle yoktu ama Tansu Hanım bir yolunu bularak Demirel’in yanına oturdu. Daha sonra, muhtemelen iki yıl sonra Tansu Çiller DYP’nin genel kurulunda genel başkan seçilecekti. Bir Haziran günüydü, Bağdat Caddesine in-diğimde tüm vatandaş ve hemşehrilerimin sevinç ve mutluluk içinde olduklarını görünce bizi bekleyen günler için ümitsizliğe düştüm. İzle-yen genel seçimlerde, yaşadığım binamızda yaptığım uyarılara rağmen komşularımız DYP’ye oy verdiler. “Olsun, kendisini zengin etmesini bilen memleketimizi de zenginleştirir, üstelik güzel bir kadın” dediler. Bunu söyleyenler arasında yakın arkadaşlarım, örneğin Nusret Ekin de vardı. Küçüklüğünden beri Maliye Bakanı olmayı düşleyen Tansu Çiller’e şimdi bu aşamayı atlayıp “başbakan” olma yolu açılmıştı. Ni-tekim başbakan oldu, Hakkındaki iddialardan kurtulabilmek için Me-sut Yılmaz’la anlaşarak aklanmak yolunu seçmesi, Mesut Yılmaz’ın da gözümüzden düşmesine yol açtı. Daha sonra her şeye rağmen ikti-darda kalabilmek için Necmettin Erbakan’la koalisyon yapma girişimi, esasen sona yaklaşmakta olduğunun göstergesiydi. Bu duruma itiraz eden Emre Gönansay’ın protesto niteliğindeki istifası üzerine Emre’ye bu ilkeli davranışından dolayı bir tebrik telgrafı gönderdim. Emre Gön-nansay, Çiller’in kabinesinde bakanlık yapmıştı. Sonraları o da benim gibi Işık Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Page 190: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YENİDEN TÜRKİYE VE İKTİSAT FAKÜLTESİ YILLARI I 177

1984 Ağustos’unda ABD’den dönüşümde İstanbul’da belediye te-mizlik işçilerinin grevi devam ediyor, sokaklardaki çöp yığınları halk sağlığı için büyük bir tehlike oluşturuyordu. O dönemde temizlik işçi-leri yasal olarak grev hakkına sahiptiler. Yaz sıcaklarında birden ken-dimi bu grevi çözmek için verilen arabuluculuk görevi içinde bulmuş-tum. Neyse ki, kısa bir sürede bu grev anlaşmayla sonuçlanmıştı. 1991 yılında ise Kanada’ya hareket etmezden hemen önce, vize işlemlerim sırasında, bu kez yine işveren tarafında İstanbul Büyükşehir Belediye-si’nin yer aldığı İGDAŞ uyuşmazlığında arabulucu olarak görevlendiril-dim. Belediye Başkanı hocamız Prof. Dr. Nurettin Sözen’di. Trabzon’dan yıllar öncesinden arkadaşım Prof. Dr. Tuncer Çelikel ise İGDAŞ Genel Müdürüydü. Zorlu bir uyuşmazlıktı ama enerji işkoluna girdiğinden grev olasılığı yasal olarak söz konusu değildi. Bununla beraber taraf görüşlerinin birbirine yaklaştırılması amacıyla bir hayli çalıştık. Bu bağlamda Tuncer Çelikel’den sorunların çözülmesinde epey yardım gördüm. Tuncer’le sonraları, 2000’li yıllarda ben Fakülte Dekanıyken Üniversitede çeşitli vesilelerle birlikteliğimiz oldu. Rektör Prof. Dr. Ke-mal Alemdaroğlu ile akrabalığı olan Tuncer Çelikel sonraları Beykent Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev yaptı.

1980’li yılların ikinci yarısında resmi arabuluculuk, zaman zaman da özel hakemlik faaliyetlerimde belirgin bir artış oldu. 1988’de görevle Irak’a gitmemden hemen önce resmi arabulucu olarak atandığım Mil-liyet gazetesi ile Türkiye Gazeteciler Sendikası arasındaki uyuşmazlık hem zorlu ve uzundu hem de bana bu sektörü yakından tanımak ola-nağı verdiği için yararlıydı. Aydın Doğan o sırada Irak’a gitmek zorunda olduğumu işitince biraz tedirgin oldu ama uygun zamanlamaları yapa-rak her iki görevin de üstesinden gelebildim. Aynı taraflarla bir başka uyuşmazlığa iki yıl sonra resmi arabulucu olarak atandığımı öğrenen Aydın Doğan’ın ilk sözü “Yine Irak’a gitme durumumun olup olmadığı-nı” sormak oldu. İzleyen yıllarda basın-medya sektöründeki sendika-sızlaşma eğilimine bağlı olarak, bu kesimdeki arabuluculuk faaliyeti-miz de sona ermiş oldu.

1991 yılı kış aylarında Londra’da katıldığım bir konferans öğretici ve ilginçti. Konferansı SOAS (Oryantal Araştırmalar Okulu) düzenle-mişti. Bu kurumda öğretim üyesi olan ve bizleri davet eden Türkiye uzmanı William Hale’i esasen 1980’li yıllardan bu yana tanıyordum. Halen Türkiye’de gazete muhabirliği yapan Andrew Finkel o dönem-lerde Türk sendikaları üzerinde doktora tez çalışması yapmaktaydı ve William Hale, Finkel’in tez danışmanıydı. Finkel’i bana tezine yardımcı olmam için göndermişti. Londra’daki konferansa katılan Türkler ara-

Page 191: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

178 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

sında Gülten Kazgan, Mümtaz Soysal gibi hocalarımız ve CHP’li, eski DPT uzmanlarımızdan Necat Erder de vardı. Benim tebliğim Türkiye’de işçi-işveren ilişkilerinin gelişimi ve halihazır durumu konusundaydı. Tüm bildiriler ilginç tartışmalara neden oldu. Bir hafta kadar British Museum yakınında bir otelde kaldım. Elçiliğimizde yapılan bir davete katıldım. 30 yıl kadar bir aradan sonra Londra’yı tekrar görmek ve ya-şamak ayrıca heyecan vericiydi. Trafalgar civarında 1959’da staj yap-tığım şirketi aradım. Şirketin yerinde yeller esiyordu. Binaları Çin ve Hindistan lokantalarına dönüştürülmüştü. Bu gibi durumlarda olduğu gibi biraz hayal kırıklığı yaşadım. Fakat SOAS’ı tanımak ve şehri eski dostlar ve hocalarla birlikte tekrar yaşamak güzeldi.

Page 192: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 6YÖNETİCİLİK YILLARI

º Kanada’da McMaster Üniversitesiº İstanbul Üniversitesi Yönetim Kuruluº İktisat Fakültesi’ne Dekan Oluyorumº Üniversitenin Roma’daki Evleriº Rektörlükle İlişkilerº 1990’lı Yıllarda Endüstri İlişkileriº Yeni İş Yasası Çalışmalarıº Haşmet Başar’ın Vefatıº İş Bankası Yönetim Kuruluº 2000’li Yıllarda Diğer Olaylar

Page 193: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 194: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI

Kanada’da McMaster Üniversitesi1991 yılına yaklaşırken bir kez daha ABD’ye gitme yollarını aramaya

başlamıştım. Bunun nedenleri arasında Üsküdar Amerikan Kız Lise-sini bitiren kızım Ayşe Gül’e dış bir ülkede öğrenim olanağı sağlamak başta geliyordu. Gül Amerika’da doğmuş ve yedi yıllık bir aradan son-ra tekrar bu ülkeye bizimle beraber gidip ilk öğrenimini orada yapma şansına erişmişti. İstanbul’da Üsküdar Amerikan Lisesini bitirmişti ve İngilizcesi gerçekten ileri düzeydeydi. Liseden sonra mononükleoz ra-hatsızlığı dolayısıyla öğrenimine bir yıl ara vermek zorunda kalmıştı. Öğretim üyeliği ve araştırma bursu için bir kuruma yaptığım başvu-runun cevabını büyük bir heyecanla bekledim, ancak bu başvuruma olumlu cevap alamadım. Anlaşılan ilgili vakıf Amerika’da hiç bulun-mamış adaylar üzerinde duruyordu. Ancak 1991 başlarında Kanada’nın Hamilton şehrindeki McMaster Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan Boğaziçi Üniversitesinden eski öğrencim, ayrıca Philadelphia’da 1980’li yıllardan arkadaşımız Işık Urla Zeytinoğlu, birlikte bir araştırma yap-mam ve bir ders vermem karşılığında bu üniversiteye gitmem husu-sunda bir öneride bulundu. Bu teklifi hemen kabul ederek hazırlıklara başladık.

Sanıyorum Ağustos 1991 içinde Kanada’da vereceğim MBA dersini hazırlarken, bir gün Bülent Ecevit’ten bir telefon geldi. 12 Eylül önce-si dönemin siyasi şahsiyetleri üzerindeki yasaklar kalktığı için Ecevit tekrar siyaset sahnesine çıkıyor ve 1992 genel seçimleri için hazırla-

Page 195: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

182 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

nıyordu. Bu telefon konuşmasından birkaç ay önce Ecevit’in de onur konuğu olduğu PERYÖN (Türkiye Personel Yöneticileri Derneği) top-lantısında ben de bir bildiri sunduğum için 1960’lardan başlayan iliş-kilerimizi hatırlamıştı. Bu anıların olumlu etkisi altında bana genel seçimlerde siyasete girme önerisinde bulunuyordu. Ecevit’e açıkça si-yasette bir rol almayı düşünmediğimi söyleyemezdim. Bu nedenle bir yıl için ders vermek amacıyla Kanada’ya gitmek zorunda olduğumu, bu konudaki sözleşmenin yapılmış olduğunu söyledim. Kendisi beni merkezden aday göstereceğini, bu yolla ülkeye hizmet olanağını bula-cağımı, bu olanak karşısında Kanada’ya gitmenin bir önemi olamaya-cağını söylediyse de, ben kendi görüşümde ısrar ettim. Bunun üzerine bu teklifinden kimseye söz etmememi rica etti. Ardından hemen Prof. Dr. Metin Kutal’ı aramış ve ona da aynı teklifi yapmış ama Metin Bey kendisine ait sebepler ileri sürerek teklife o da olumsuz cevap vermiş. Ecevit’in bu davetinden yıllar boyu kimseye söz etmedik. Daha yakın bir zamanda Prof. Dr. Nami Çağan bana Ecevit’le yaptığımız telefon konuşması sırasında onun yanında olduğunu ve teklifi kabul etme-mekle siyasete değil bilime olan bağlılığımı kanıtladığımı söyleyerek, bu konuda takdirlerini belirtti. Ecevit esasen bu seçimde başarılı ola-madı ve kendisini 2006 yılında kaybettik. Ben de mesele kapandığı ve artık hiçbir önemi kalmadığı için bu anılarda söz konusu olaydan söz etmekte artık bir sakınca görmedim.

Alan Gladstone ve Sabahaddin Zaim ile birlikte TEİD 1. Kongresi - 1990

Page 196: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 183

Uluslararası Ansiklopedi’nin editörü Roger Blanpain’den hocamız Prof. Dr. Kemal Oğuzman’a Borçlar Hukuku’nun Türkiye cildini yazma-sı için bir teklif geldi. Oğuzman Hoca bana bu eseri İngilizceye ancak benim çevirmem halinde taklifi kabul edebileceğini söyledi. Ayrıca be-nim ismimin çevirmen olarak kapağa konmasında ısrar etti ve telif üc-retini benimle paylaşmayı önkoşul olarak ileri sürdü. Oysa bu hususlar bu eserin üretilmesinde mutad koşullardan değildi. Çalışmaya başla-dık. Zaman zaman o dönem doçenti olan Turgut Öz de çalışmalarımıza katıldı. Hoca kavramlar ve terminloji konusunda çok titizdi, çalışmanın yayıma hazır hale gelmesi iki yıl sürdü ve ancak ben 1992’de Kana-da’dan döndükten sonra tamamlanabildi. Bu güçlüklere rağmen Ke-mal Hoca’yla çalışmak çok zevkli ve öğreticiydi. Ne yazık ki ölümü do-layısıyla kitabın Hollanda’da basılan son halini göremedi. Başka birçok projede ve eğitimde birlikte çalıştığım Hocama bu vesileyle Allah’tan rahmet dilerim.

1990’lı yıllarda bir etkinliğim PERYÖN’ün düzenlediği kongre ve top-lantılara katılmaktı. PERYÖN bir anlamda Nusret Ekin’le 1990’da kur-duğumuz Türk Endüstri İlişkileri Derneği’nin (TEİD) kardeş kuruluşuy-du. Her iki kuruluşun amaç ve faaliyet alanları benzer olmakla beraber TEİD daha çok endüstriyel ilişkiler ve çalışma hukukunun ulusal ve uluslararası düzeyde öne çıkan bilimsel konuları ile ilgileniyor, iki yılda bir düzenlediğimiz toplantılarda yerli ve yabancı konuşmacıların sun-duğu bilimsel tebliğler etrafında yapılan tartışmalara odaklanıyordu.

Alan Gladstone, Gülten Kutal, Ömer Gökay, Bayan Gladstone ve Toker Dereli. TEİD Kongresi - 1990

Page 197: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

184 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

PERYÖN ise daha çok İnsan Kaynakları Yönetimi’nin güncel ve pratik boyutlarında geniş katılımlı kongre ve toplantılar düzenliyordu. Kuru-luşu benim Kanada’da bulunduğum süre içinde gerçekleşen TEİD’in üyeleri aidatlarını ödemede yetersiz kalıyor ve kongrelerini daha çok işçi ve işveren kuruluşlarının verdiği mütevazı bağışlarla gerçekleşti-riyorduk. PERYÖN ise çok sayıda özel sektör kuruşunun ve üyelerinin düzenli desteğiyle, geniş mali olanakların sağladığı finans kaynakla-rıyla daha sürdürelebilir bir yapıya sahipti. PERYÖN’ün 1992 kongre-sindeki ana bildirileri hazırlayıp sunmak derneğin o zamanki başkanı dostumuz Aydın Akbıyık tarafından benden istendiği için, bu zaman dilimindeki çalışmalarımın bir kısmını bu faaliyete odaklamak duru-munda kalmıştım. PERYÖN’ün bu kongreleri izleyen yıllarda ve giderek artan sayılarda tebliğ ve katılımcıların iştirakiyle devam etti ve ediyor. Bunların çoğuna katıldım ancak son birkaç yıldır PERYÖN’ün İnsan Yönetimi adıyla uygulamaya koyduğu bu uluslararası kongreler biraz fazlaca kalabalık gruplarla, farklı platform ve salonlarda karmaşık bir hale gelince ilgim azaldı ve bu kongrelere artık katılmaz oldum. Bunun bir nedeni de herhalde çalışmalarımı daha çok şehirden uzak, Şile’de yürütmek zorunda kalışım ve İstanbul’un artan trafik sorunlarıydı. Kuşkusuz PERYÖN’ün ülkemiz çalışma hayatına yaptığı yadsınama-yacak önemli katkı ve hizmetlerini izlemeye ve değerli dergisini oku-maya devam ediyorum. PERYÖN’ün 1992 dünya kongresinde tanınmış insan kaynakları uzmanları önemli bildirileri tartıştıkları gibi, üzerinde durdukları bir sorun da, kuruluş için yeni ve çağdaş bir isim aranma-sıydı. İnsan Kaynakları Yönetiminden İnsan Yetenekleri Yönetimine kadar çeşitli isimler gündeme geldiyse de, sonuçta derneğin isminin Türkiye’de ve uluslararası alanda yine Personel Yönetimi Derneği ola-rak kalmasında karar kılındı.

Eylül 1991’de ailece Toronto’ya uçtuk, oradan bir taksiyle Hamilton’a vardık ve kiraladığımız eve yerleştik. Evi bulmamız ise ayrı ve ilginç bir hikaye olup, tesadüflerin insan hayatında ne kadar önemli olabileceği-ni gösterir. Hamilton’a hareketimizden yaklaşık bir ay kadar önce bu şehirde ikamet edeceğimiz bir ev arayışına girmiştim. Bu amaçla bana Işık Zeytinoğlu’nun gönderdiği Hamilton Spectator gazetesinde kiralık ev ilanları sayfasında rastladığım telefon numaralarına telefon eder-ken karşıma çıkan bir kişi bana inanmadığını, çünkü kimsenin bu ka-dar uzaktaki bilmediği bir adrese kiralık yer için telefon etmeyeceğini söyledi. Ancak ben önümdeki Kanada gazetesini ve durumumu zikre-dince inandı. Eşinin Türk olduğunu, uzun süredir ülkesine dönemediği için vatan hasreti çektiğini, bunu bilen bazı yakınlarının bu çeşit şaka-

Page 198: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 185

lar yaparak onu heyecanlandırmak istediklerini belirtti. Eşi Belma Di-amante ile ertesi gün yaptığım telefon konuşmasında durum daha da açıklığa kavuştu. Ev ve kira konusunda anlaştık. Belma bizi karşıladı ve King Street’e yakın eski Victoria devri tipi evlerinde hazırlattığı küçük çatı dairesine yerleşmemizi sağladı. Küçük olmasına rağmen bu çatı katında mutlu bir yıl geçirdik. Anlaşılan Belma 12 Eylül sonrası aranan kişilerden biriydi, eşi Dominic Diamante, İtalyan asıllı, o da sol eğilimli bir entellektüeldi. İtalya’da da bir süre yaşamışlardı. Biraz da kendisine benzediği için ben Dominic’e sürekli olarak Garibaldi diye hitap ettim, o da bundan memnun göründü.

Yıl boyunca birkaç kez çesitli etkinliklere, yemekli davetlere, top-lantılara katıldık. McMaster Gül’e akseptans verdi ve sorun çıkarma-dan kaydını yaptı. Gerçekte Gül’ün lise mezuniyet notları vasattı fakat Üsküdar Amerikan Lisesindeki öğretmeni Mrs. Linder’in de onayladı-ğı İngilizce bilgisinin “Pekiyi” olması kabulünde etkili oldu. McMaster ayrıca Ayşe Gül’ün TOEFL sınavı sonucunu istiyordu ama bu sınav için öngörülen tarihi maalesef geçirmiştik. Soruna çare aramak amacıyla McMaster’da bir bölüm başkanına telefonla ulaştık. Bu bölüm başka-nı telefonda Gül’ün İngilizcesini işitince hemen ikna oldu ve gereken akseptansı onayladı. Ayşe Gül TOEFL sınavına ancak Kanada’ya git-memizden sonra bir kış günü Toronto Üniversitesinde girdi ve 640 gibi

Ayşe Gül ve Bengi Hamilton’daki evimizin önünde. Hamilton / Kanada - 1991-92

Page 199: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

186 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yüksek bir puan aldı. Ayşe Gül’ün McMaster’da sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji, İngiliz edebiyatı, iktisat gibi temel fakat farklı nitelikte dersle-re kaydını yaptırarak Türkiye’ye transferini kolaylaştırmayı düşündük. Nitekim sonradan bu davranışımızın yararını gördük. Doğal olarak okul ücretlerini bu maksatla biriktirdiğimiz parayla ödedik. Kanada’da okul harçlarının ABD’dekine göre çok daha düşük olması kuşkusuz büyük kolaylık sağlıyordu.

McMaster İşletme Fakültesinde en yakın çalışma arkadaşlarım En-düstri İlişkileri Bölümü Başkanı Joe Rose, karşılaştırmalı endüstri iliş-kileri hocası Roy Adams, Işık Urla Zeytinoğlu ve Operations Research hocası Mahmut Parlak oldu. Roy ve Joe’yı sonraki yıllarda İstanbul’da Türk Endüstri İlişkileri Derneği’nin kongrelerine tebliğ vermeleri için davet ettim. Birinci sömestir MBA düzeyinde, hepsi iyi yetişmiş ve ol-gun öğrencilerden oluşan bir MBA sınıfına Organizational Behavior konusunda geniş kapsamlı ve projeli bir ders verdim. İkinci sömes-tir İnsan Kaynakları Yönetimi ve Endüstri İlişkileri konularında lisans düzeyinde iki ders verdim. Her bir dersten öğrenci değerlendirmeleri yüksek ve olumlu geldi ve bu husus Prof. Rose’u mutlu etti. Çok geç-meden Işık’la Türkiye’de Özelleştirmenin Endüstri İlişkilerine Olası Et-kileri konusundaki araştırmaya ve buna ilişkin ILO dergisinde yayınla-mayı düşündüğü yazıyı hazırlamaya başladım. Işık Türkiye’den uzakta olduğundan bu konuda bir çalışma yapabilecek durumda değildi. Ça-lışmanın tamamını ben üstlendim ve bir-iki aylık çalışma ile 40 sayfa kadar tutan bir incelemeyi kaleme aldım.

Oysa ILO ancak 10-15 sayfalık bir makale istiyordu. Işık’ın da bir kat-kı yapmasını sağlamak amacıyla ondan bu yazıyı istenen hacme indir-gemesini istedim. Bu konuda çalıştı ve ortaya çıkan özet edit edilmesi için ILO’ya birkaç kez gidip gelerek son şeklini aldı. Benim elime an-cak biz Türkiye’ye döndükten sonra geçti. Maalesef nihai metinde son anda yapılmış ve Işık’a ait bir hata gördüm. 12 Eylül yasalarını eleştirir-ken yetki konusunda yüzde 10 barajının amacının her bir işkolunda tek bir sendika yaratmak olduğu sonucuna varıyordu. Oysa bu işkolunda sendika çokluğu ilkesini kısıtlayan bir düzenleme değildi. Türkiye za-ten yüzde 10 önkoşulu yüzünden uluslararası arenada şiddetle eleşti-riliyordu. Yasanın düzenlemesinin bu biçimde anlaşılması haksız yeni eleştirilere sebep olabilirdi. Teorik olarak işçi sendikası örgütlenme-sinde işkolundaki bu asgari temsilde kalsa bile bu hüküm bir işko-lunda baraj önkoşulunu sağlamış en az on işçi sendikasının varlığını sürdürebilmesi anlamına geliyordu. Yine de makalemizin böyle saygın bir dergide yayımlanmasından memnundum. Özellikle Işık’ın McMas-ter’da tenure alabilmek için bu çeşit çalışmalara ihtiyacı vardı. Yine de

Page 200: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 187

onun bu bir yıllık Kanada deneyimine sahip olmamızda rolü olduğu için kendisine müteşekkiriz.

Kanada’da gerçekleştirdiğim bir çalışma da, Joan Campbell isimli bir öğretim üyesinin Avrupa sendikaları konusunda edit ettiği hacimli bir kitabın, davet üzerine, Türkiye bölümünü yazmam olmuştur. Kitap bir hayli yankı bulmuş, birçok üniversitede karşılaştırmalı dersler için referans olarak kullanılmıştır. Bu vesileyle Campbell’leri Toronto’daki evlerinde, bir keresinde Cornell’dan arkadaşım Mark Thompson’la bir-likte, ziyaret ettik, bizim için düzenledikleri bir yemekle ağırlandık.

Kanada’daki eğitimin ve öğrencilerin kalitesi ABD’nin belki en üst sıradaki üniversiteleri düzeyinde değildi ama orta düzeydeki çoğu Amerikan üniversitesi ve koleji seviyesindeydi. Öğretimde sıkı bir di-siplin uyguluyor, kaliteden ödün vermiyorlardı. MBA dersimde sonuç-ları açıkladıktan sonra bir kız öğrencim, Stephanie gözleri yaşlı, bana başvurdu. Dersimden geçtiğini, ancak ortalama GPA’si yetersiz oldu-ğundan ilişkisinin kesileceğini, üç puan daha elde ettiği takdirde öğ-renimine devam edebileceğini söyledi. Not sisteminde derse katılmaya 10 puan veriyordum. Stephanie’ye ise derste tartışmalara katılmadığı için, sadece aksamayan devamından dolayı 3 vermiştim. Bu notu ko-laylıkla 6 yapabilirdim. Stephanie ayrıca babasının kanser hastası ol-duğunu, kendisinin de mononükleoz geçirmesi dolayısıyla o yıl çok yorgun ve takatsiz olduğunu sözlerine ekledi. Kimya tahsili yaptığı için sosyal içerikli derslerde katılıma alışkın olmadığını belirtti. Konuyu açtığım meslektaşlar önce bölüm başkanı ile konuşmam gerektiği-ni söylediler. Bölüm başkanının cevabı ilginçti, kendisi bana böyle bir not yükseltmesi yaparsam bunu tüm öğrencilere uygulamam gerek-tiğini, bu öğrencinin bir yarı yıl aradan sonra programa tekrar devam edebileceğini, bu üniversitede ‘merhamet’e yer olmadığını, öğrencinin babası vefat edince hayatına yeniden çeki düzen verebileceğini söy-ledi. Girişimim sonuçsuz kaldı, ancak Stephanie ve arkadaşları onun için sadece bölüm başkanıyla konuşmamı bile teşekkürle karşıladılar. Nitekim sonradan öğrendiğim kadarıyla bu öğrenci sonraki yıl tekrar devam hakkını kazanmış ve programdan mezun olmuştu.

Kanadalılar dışında birçok Türk dostumuz oldu. Amerika’da daha çok doktor, mühendis gibi mesleklere sahip Türklere karşılık bu ül-kede daha çok işçi kökenli Türklere rastladık. Bazıları Batı Avrupa’da-ki işçiliklerinin uzantısı olarak Kanada’ya göç etmişlerdi ve 20-30 yıl gibi uzun bir süredir bu ülkedeydiler. Amerika ve Kanada, her ikisi de esasta göçmen ülkesi oldukları halde, ABD daha homojen bir ulus ya-pısı oluşturmuştu. Oysa Kanada’nın asimilasyon eğilimi daha zayıftı,

Page 201: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

188 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ülkenin çok kültürlü mozaik yapısı daha belirgindi. Kanada’da ekono-mi ve kültür ABD özelliklerini geniş ölçüde taşıdığı ve her şey ABD’nin gölgesinde, onun küçük bir modeli gibi oluştuğu halde, Kanada sanki ABD’ye göre daha az sanayileşmiş, daha cemaatçi, geleneksel ve kırsal bir görünüme sahipti. Kanada’da daha toplumcu, sosyal demokrat ve bir bakıma daha insancıl bir kapitalizm egemendi.

King Street’te bakkal dükkanı olan Trabzonlu Özer ve eşi Aysel, mermer işçiliğinden emekli olmuş Özcan ve eşi Gürsel en yakın dost-larımız oldular. Sonra sarışın olduğu ve Almanya’dan göç ettiği için Cermen Ali lakabıyla anılan Giresunlu Ali Bey ve eşi, ev sahibemiz Belma kanalıyla tanıştığımız, Toronto transit sisteminde çalışan Er-doğan Bey sık görebildiğimiz ve Türkiye’ye ilişkin değerleri paylaştı-ğımız kişiler oldular. Tüm bu ailelerin Kanada’da doğmuş ve büyümüş çocukları ile aralarında değerler çatışmasından doğan belki önemsiz fakat onları meşgul eden sorunları vardı. Özcan ve Gürsel’in kızı Uzay ile Gül yakın bir arkadaşlık kurdular. Bu aileyle evlerinde birçok kez buluşmamız, paylaştığımız Kayseri yemekleri, sohbetler vs. karlı kış gecelerinin anıları olarak kuşkusuz içimizde sonsuza dek yaşayacak. 1991 Ağustos’unda Kanada için vize başvurumda, ortaya çıkan yüksek kolestrol düzeyi nedeni ile, vizeyi ancak sıkı bir diyete girmem koşulu ile vermişlerdi; ben de çaresiz bu koşula uyup, bir hayli kilo vermiştim. Kanada’daki ilk üç ayımız sonunda bağlı olduğumuz klinikte yaptır-dığım tahlillerin sonucunu gören doktor hanım ortaya çıkan tablodan memnun oldu ancak “Çok kilo vermiş ve zayıflamışsın, belki bu ka-darı da zararlı” deyince diyeti hemen bozdum ve Özcan’ların Kayseri yemekleri üzerinde yoğunlaştım. Üç ay sonra tahlil sonuçlarını gören doktor hanım, “Sen yine Türkiye’deki doktorunun verdiği diyete dön” tavsiyesinde bulundu.

Özcan, Gürsel ve Uzay birkaç kez İstanbul’a da geldiler. Kanada’ya doktora için giden arkadaşım Akın Erdem’in oğlu İsmail’e bu yabancı ülkedeyken yakınlık gösterdiler. Özcan cuma günleri beni arabasıyla Hamilton’un camiine namaza götürürdü. Bir keresinde de Ramazan bayramında Mahmut Parlar’ın arabasıyla üçümüz Toronto camiine bayram namazına gittik. Sonra aynı camide bazı cuma namazlarına katıldım. Gerek Cornell’deki öğrencilik yıllarımda, gerek sonra Temp-le’da ve nihayet McMaster’da (Hamilton’da) İslamla ve Müslüman gruplarla daima belli bir ilişkim oldu. Özellikle Toronto’daki caminin cemaati tamamen Türklerden oluştuğu için, oradaki cuma namazlarını uzak diyarlarda ulusumuza özgü kolektif bilinci tekrar yaşamam için bir olanak olarak görüyordum.

Page 202: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 189

Özcan maalesef birkaç yıl önce vefat etti ama Gürsel ve Uzay ile te-masımız sürüyor. Kanada’daki yaşantımız sırasında farklı ve belki bir-birine hasım ırk ve uluslardan gelen gençlerin birbirlerini kardeş gibi sevdiklerini gördük. Ayrılacağımız gün Gül’ü uğurlamaya gelen biri Yu-nan asıllı iki genç ayrılırken Gül’ün onlardan, “Onları hayatta bir daha hiç göremeyeceğim” deyip ağlayarak ayrılması gerçekten çok üzüntü vericiydi. Yine bir başka ortamda Gül’ün benden kendisini üniversiteyi Kanada’da tamamlaması için yaptığı isteğe olumsuz cevap vermek zo-runda kalmam da sonradan her düşündüğümde yüreğimi parçalayan bir anıdır. Kısmen maddi, kısmen de ondan uzak kalmanın üzerimizde yaratacağı travma ve başka psikolojik nedenlerle bu isteğine olumlu cevap veremeyişim gerçekten acıdır!

Kanada’dan 1992 Ağustos’unda Türkiye’ye dönüşümüzle İÜ İktisat Fakültesi ve Boğaziçi Üniversitesindeki derslerimi vermeyi sürdürdüm. McMaster’daki bir yıllık öğretim görevim için ayrılacağım günlerde Prof. Dr. Üstün Ergüder Boğaziçi’nde rektörlük için aday olmayı karar-laştırmıştı. Kişiliğini, bilgi ve yetişme düzeyini takdir ettiğim Üstün’ü rektörlük yarışında destekledim ama kısmen Boğaziçi Üniversitesi-nin resmi kadrolu bir elemanı olmadığım için bu desteği formel olarak uygulamak imkanım yoktu, kısmen de rektör seçiminin ve atanması sürecinin benim Kanada’da bulunduğum aylara denk gelmesiydi. Eylül 1992’de döndüğümde ise Üstün artık Boğaziçi’nin yeni rektörüydü. İz-leyen süreçlerde Üstün eski bir Robert Kolejli olarak Boğaziçi Üniversi-tesi’ne gerçekten üstün hizmetler verdi. “Boğaziçi Üniversitesi’ne hiz-metin büyüktür” diyerek beni daima onurlandırdı, Boğaziçi’nde ders vermemi sürdürmemi ve kızım Ayşe Gül’ün McMaster notları ile Bo-ğaziçi İngiliz Edebiyatı bölümüne transfer olmasını destekledi. Yazık ki Ayşe Gül bazı yakınlarımızın yersiz ısrarları ile bir ay sonra hiç isteme-diği halde İÜ İktisat Fakültesi’ne geçiş yaptı. Ancak kaderin bir cilvesi olarak, İktisat Fakültesinden mezuniyetinden sonra yine çok sevdiği alanda, İÜ Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültür ve Edebiyatı bölümün-de okutman oldu, sonra da aynı yerde doktorasını tamamladı. Ayşe Gül geçirdiği bu aşamalarla bir çocuğun öğrenim hayatındaki tercihlerine başkalarının müdahale etmesinin ne kadar yanlış olduğunu da kanıt-lamış oldu.

1992 Ağustos’unda yurda dönüşümüzde bir sürprizle karşılaştım. Kıbrıs’ta Lefkoşa’daki Near East University Mütevelli Heyeti Başkanın-dan ve Rektöründen aldığım bir mesaj beni bu üniversitede ders ver-meye davet ediyordu. Anlaşılan Kanada’ya gitmezden önce bir arayış içinde olduğumdan, kendilerine bu yönde bir başvuruda bulunmuş-

Page 203: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

190 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

tum. Bu davet olumlu bir cevap niteliğindeydi. Rektör Kıbrıs’a gidiş-dö-nüş uçak biletimi ve orada bir haftalık ikamet masraflarımı karşıladı. Ancak çok değerli ve nazik olan bu şahsiyetlerin teklifleri salt ders vermemden ötede kuruluş aşamasında olan bu kurumun gelişmesine idari açıdan da katkıda bulunmam yönündeydi. Yani Türkiye’deki gö-revimden tamamen kopmam ve Kıbrıs’ta yaşamam gerekecekti. Ne var ki, ben konum itibarıyla (sendikalarla ilişkiler, arabuluculuk, Ça-lışma Bakanlığı için ILO faaliyetlerim vb. dolayısıyla) böyle bir göreve hazır değildim. Bu nedenle teklife “hayır” demek durumunda kaldım. İnsanın yaşantısı içinde aldığı buna benzer kararların uzun dönem ba-kımından sonuçlarını değerlendirebilmesi güç. Daha önce Temple’da sürekli kalmam ya da 1984’te yurda dönerken Muhlenberg College’dan gelen öğretim üyeliği yönündeki yukarıda değindiğim teklifleri değer-lendirmekte de benzer ikilemlerle karşılaşmıştım. Bu önerilere olumlu cevap verseydim belki sonradan pişman olacak ve Türkiye’den uzak kalışımızı olumsuz yönde değerlendirecektim. Belki de tam aksine daha değişik ortamlarda sürecek daha mutlu bir yaşantımız olacaktı.

Türkiye’ye dönüşümden sonra Kıbrıs’la ilgili olarak bir başka giri-şimim ise Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a yazdığım bir mektupla ilgi-lidir. Kanadalı öğretim üyesi Joan Campbell’in editörlüğünde yazdığım ve Türkiye bölümünün içinde yer aldığı European Labor Unions isimli yukarda söz ettiğim kitapta Kıbrıs hakkındaki bölüm bir Rum yazar tarafından kaleme alınmıştı. Kıbrıslı bu Rum yazar Rum bölgesindeki endüstri ilişkilerini ayrıntılarıyla verdikten sonra sözü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki duruma getiriyor, bu bağlamda Türk tarafın-da sendikal hakların yok denecek kadar sınırlı olduğunu belirtiyordu. Kuşkusuz bu değerlendirme gerçeği yansıtmaktan çok uzaktı. Türk bölgesinde öteden beri mevcut olan işçi hakları herkes tarafından bi-linmekteydi. Kuzey Kıbrıs’ta hatta Türkiye’den de ileri olarak memur-ları da kapsayan sendikal özgürlükler mevcuttu. Denktaş’a gönderdi-ğim yazıda kitabın bu bölümünde verilen asılsız ve yanlış bilgileri resmi olarak tekzip etmelerini rica ettim. Rauf Denktaş güç siyasi ve idari gö-revleri arasında buna zaman ayırdığı gibi, yaptıkları tekzibin bir kop-yasını da bana göndermek nezaketini gösterdi. Doğrusu bu davranışı ve yazıma gecikmeden verdiği cevap beni mutlu etti. Birkaç yıl sonra İstanbul’daki bir toplantıda kendisiyle bir araya geldiğimde ona ayrıca teşekkür ettim. Benim genel deneyimlerime göre, siyaset adamları-mızda yazı ya da mektuplara şahsen cevap verme geleneği pek yoktur ancak yaşantımda birkaç siyasetçi bunun bir istisnasını teşkil etmiştir. Bunlar arasında Denktaş’tan başka, hatırlayabildiğim kadarıyla, Bü-

Page 204: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 191

lent Ecevit’i ve Kamran İnan’ı ve konumuz ve ilişkilerimiz gereği bazı çalışma bakanlarımızı zikretmek isterim.

Leuven Üniversitesi’ndeki meslektaşım ve dostum Roger Blanpa-in Uluslararası Endüstri İlişkileri Derneği’nin başkanıydı ve ben daha 1981 yılında onun ansiklopedisi için Türkiye cildini yazarkan benzer bir kurumu bizim Türkiye’de de kurmamızı ve uluslararası derneğe üye yapmamızı telkin ediyordu. İzleyen yıllarda ben de bu dernek fikrini geliştirdim ancak kurmak ve faaliyete geçirmek için uygun koşulların oluşmasını bekliyordum. Ansiklopedinin Türkiye cildinin yeni versi-yonunu tamamlamak, finansal kaynak bulmak, yurt dışı kongrelere birkaç tebliğ sunmak gibi konuları planlamaya çalışıyordum. Ne var ki aynı doğrultuda istekli olan sevgili Nusret Ekin bu derneği (TEİD) ben yurt dışındayken kurma şansına erişti. Ben 1991’de Kanada’dayken Nusret yalnız başına TEİD’i kurma girişimlerini başlatmıştı. Bu arada ilk bilimsel kongreyi düzenlemiş, beni genel sekreter, kendisini başkan seçtirmişti. Kanada dönüşü ilk tebliği benim vereceğimi de gönderdiği mektupta belirtmişti. Bu oluşumda yadırganacak bir yan olmamakla beraber kurallar, üyelik ve kongrelerin yapılış biçimi vb. hepsi benim düşündüğüm modele göre değil, Nusret Bey’in kendi düşündüğü bi-çimde gelişti. Bu yapı üzerinde yıllar içinde birçok kongre düzenledik fakat karşılaştığımız asıl sorun mali kaynak bulmakta toplanıyordu. 150-200 kadar üyemiz olduğu halde üyeler hiçbir zaman aidatlarını ödemiyor, kongreleri işveren ve işçi sendikalarından sağladığımız yar-dımlarla finanse ediyorduk. Yardım sağlamakta Nusret Bey ve ben ara-mızda işbölümü yapıyor, ben daha çok yabancı konuşmacı olarak ünlü kişilerin kongremize gelip bildiriler sunmasını gerçekleştiriyordum. Rüçhan Işık ILO ile ilişkilerde yardımcı oluyordu. Ben işe önce bulundu-ğum Amerikan ve Kanada üniversitelerinden başladım. Bu yolla Mark Thompson, Roger Blanpain, Roy Adams, Walter Gershenfeld, Manfred Weiss, ILO’dan William Simson, McMaster’dan Joe Rose ve diğerlerini getirtip tebliğler verdirdik. Ancak zaman içinde mali bağış kaynakları-mızı tükettik ve Nusret Bey bu girişimde artık ümitsiz noktaya geldiği-mizi anladığından, başkanlıktan çekildi, yönetimi bana bıraktı. Benim çabalarımla birkaç kongreyi gerçekleştirdikten sonra finansal imkan-sızlıklarla benim şevkim de kırıldı, faaliyetimiz iki yılda bir yapılması zorunlu olan yasal genel kurul ve seçimlerle yılda bir kez yaptığımız mütevazı bilimsel kongrelere dönüştü. Bu zorluklara rağmen 1998’de ve 2002’de geniş kapsamlı iki uluslararası kongreyi gerçekleştirdim. Başkanlığı da başka kimse üstlenmek istemediği için dernek yıllar içinde marjinal bir konuma doğru geriledi. Benim 2006’dan itibaren

Page 205: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

192 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Şile’de çalışmak zorunda kalmam, İÜ Beyazıt Kampüsündaki faaliyet merkezimizden uzak kalmam sonucunu doğurdu. Son genel kurulda dernek başkanlığından çekildim. Sanırım yeni yönetim kurulu kendi içinde yaptığı seçimde Prof. Dr. Sedat Murat’ı başkan seçti. Yazık ki bu metnin yazıldığı 2017 itibariyle TEİD faliyetlerinin bulunduğu aşamayı ben de bilmiyorum.

1990’lı yıllarda yurt içinde ve dışında birçok kongreye, eğitim prog-ramlarına ve konferanslara katıldım. Bunlardan birini İşletme Fakülte-si’nden arkadaşım Prof. Dr. Erol Eren’in önderliğinde Sabancı grubu ile Adana’da, Kayseri’de ve Ürgüp’te yaşadım. Sabancı Holding Endüstri İlişkileri Koordinatörü rahmetli Nihat Yüksel İktisat Fakültesi’nden sı-nıf arkadaşımdı. Onunla birçok kez Holding’e ait iş uyuşmazlıklarında, seminer ve eğitim programlarında çalışmıştım. Ürgüp seminerlerinde Nihat Yüksel bizimle değildi, fakat holding içindeki ünü bizimle bera-berdi. Bir gün grupla birlikte Kayseri’de Sabancı bayilerinden birinin evine davet edildik. Ev sahibi bizi hiç tanımadığı halde izzet ikramda bulundu, mükellef bir yemek ziyafeti verdi. Akabinde grup, Sakıp Sa-bancı’nın köyüne bir ziyaret düzenledi. Sakıp Sabancı’nın kişisel aile evi önünde köylüleri bizi karşıladı, ayrılırken bahçesinden topladıkları çok sayıda elmayı bana armağan ettiler. Erol bana “Ağabey, seni galiba din hocası sandılar, köy köy dolaşan cer hocalarına yaptıkları gibi sana hediyeler verdiler” mealinde bir şaka yaptı. Nihat yıllar boyu Adana’da Bossa’da ve İstanbul’da Akmerkez’de Sabancı grubu içinde çalıştı, in-san kaynakları ve endüstri ilişkileri konularında grupta yeni sistemler kurdu, başarılı çalışmalara imza attıktan sonra birkaç yıl önce emekli-ye ayrıldı, daha yakın bir tarihte ise vefat etti. Kendisini rahmetle anı-yorum.

1990’ların ortalarında şimdi hatırlayamadığım bir tarihte kısa bir süre için yeni bir Anayasa taslağı üzerinde çalışma yaptık. Aysel Çe-likel, Üstün Ergüder, Türkan Saylan ve Necla Arat’ın da katıldığı bir komisyonun üyeleri olarak Taksim’de Aysel Çelikel’in eşi Murteza Çe-likel’in bürosunda bir-iki toplantı yaptık. Ben Anayasa’nın sendikal haklar ve çalışmayla ilgili maddelerini düzenlemeye çalıştım. Ancak anımsayamadığım nedenlerle bu çalışma sonuçlanmadı. Daha sonra, muhtemelen 2001 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başka-nı Türkan Saylan’la birkaç telefon konuşmam oldu. Galiba desteklediği öğrencilerle ilgili olarak bana yatay geçiş olanaklarını sordu. Yazık ki bu öğrencilerin durumu yatay geçiş için gereken koşullar sağlamıyordu. Bu arada Rektör Kemal Alemdaroğlu ve onun yardımcısı Nur Serter ile Türkan Saylan arasında kısmen siyasi görüşlerinin benzerliğinden do-

Page 206: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 193

layı ilişkiler vardı. Ancak bilmediğim nedenlerle bu dostluk ve yakınlık izleyen yıllarda bozuldu. Türkan Saylan devam eden ağır hastalığına rağmen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki çalışmalarını sür-dürdü, fakat bir süre sonra vefat etti. Hizmetlerini rahmetle anıyorum.

Damar sertliği, yüksek tansiyon gibi sıkıntılarla başlayan annemin rahatsızlığı ise kısa sürdü, kendisini 6 Nisan 1996 tarihinde kaybettik. Bizlere çok düşkün, çok sevecen ve şefkatli bir insan olan anneme onu sevdiğimi son kez ne zaman söylemiştim, hatırlayamıyorum. Ama evinde yatağında uzanmış ölüsünü soğumuş yanaklarından son kez öptüğümü iyi hatırlıyorum. Dudaklarında her zamanki hafif tebessü-mü vardı. Öte yandan 17 Kasım 1997’de Ayşe Gül’le ilgili bir sağlık so-runundan ötürü adeta bir travma yaşadım. Tek torunu olan Ayşe Gül’ü çok seven annemin ölümüyle birlikte bu olayların etkilerinden kur-tulmam ancak kendimi zaman içinde çalışmaya vermem sayesinde mümkün oldu.

1990’lı yıllarda her dönem olduğu gibi kendi Fakültem dışında birçok kurumda ders vermeye devam ettim. Bir yarı yıl İzmir’de İş Hukuku, İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü için (Avcılar’da) Örgüt-sel Davranış ve Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkiler Bölümü için Anadolu Hisarı’ndaki kampüste Endüstri İlişkile-

Annem Cahide Dereli, Kardeşim Sevin ve Esin Dereli - 1990

Page 207: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

194 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ri dersleri verdim. Boğaziçi Üniversitesi‘ndeki derslerime 1996 yılında son vermekle birlikte, bu Üniversitenin Hisarüstü kampüsündeki iş-letme sertifika programında iki akademik yıl süresince dersler verdim. 1994 ve 1995 yıllarında iki yıl süreyle Fındıkzade’deki eski Gazetecilik Okulunun binasında BİLTEK isminde faaliyet gösteren bir özel eğitim kurumunun İngiltere’deki Glamorgan Üniversitesi ile işbirliği yapa-rak yürüttüğü bir programda Yönetim ve Organizasyon konularında dersler verdim. Bu görevi söz konusu okulun annemin evine çok yakın olması dolayısıyla, özellikle Okulun yönetiminde görevli bölüm arka-daşımız Prof. Dr. Ömer Alpaslan Aksu’nun ricaları sonucu kabul et-miştim. Annemi ve kardeşlerimi daha sık görmem olanağını sağlaması bakımından bu faaliyetin benim için ayrı bir önem ve değeri oldu. 1995-1998 arasında öğrenci ve öğretim kalitesi daha yüksek sayılabilecek Bilgi Üniversitesinde sürekli olarak İngilizce Çalışma İlişkileri dersleri veriyordum ancak 1999’da İktisat Fakültesinde Dekanlık seçimlerine katılmam söz konusu olunca Rektörün genel politikası gereği Bilgi Üni-versitesindeki çalışmalarıma da son verdim.

İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu 1996’da Rektör Danışmanı olan arkadaşım Prof. Dr. Kemal Alemda-

roğlu’nun teşvikiyle -Prof. Dr. Bülent Berkarda’nın Rektörlüğü sırasın-da- Üniversite Yönetim Kuruluna seçildim. Bu seçimin hemen akabin-de Prof. Dr. Bülent Berkarda’nın bana verdiği bir görevi yerine getirmek üzere New York’ta Long Island’daki Dowling Kolejine gitmem gerekti. İÜ Rektörü ile Dowling Koleji Rektörü arasında bir dostluk kurulmuştu ve Bülent Berkarda‘ya Dowling Rektörü Meskill tarafından bir vesiley-le fahri doktora verilmişti. Şimdi Prof. Dr. Berkarda bunun karşılığı bir jest olarak Dowling Rektörüne bir fahri doktora verecekti ve bu dip-lomayı benim Dowling’e götürüp bir tören ve konuşmayla Meskill’e vermem, ayrıca iki kurum arasında bir işbirliği kurulmasına aracı-lık etmem kararlaştırılmıştı. Tüm bu ilişkilerde de asıl kilit isim Dow-ling’in Chancellor’ı Dr. Holub idi. Nitekim beni Kennedy Havaalanında Holub karşıladı ve Long Island’da Dowling kampüsüne götürdü. Kam-püs vaktiyle demiryolları milyoneri Vanderbilt ailesine aitmiş. Burada Rektöre ait tarihi ve lüks bir mansiyona yerleştim, bir hafta kadar kalıp Dr. Dougerhety, Holub, kolejin diğer yöneticileri ve Rektör’le temaslar yaptım. Düzenlenen bir törenle fahri doktorayı Dr. Meskill’e verdim ve bir konuşma yaptım. İzleyen günlerde iki kurum arasında işbirliğinin koşulları görüşüldü. Her şey çok güzeldi ancak izleyen yıllarda bildiğim kadarıyla Dowling’e İstanbul Üniversitesinden yüksek lisans yapması

Page 208: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 195

için sadece bir öğrenci gönderilebildi. Dowling’in karşılaştığı ekonomik ve yapısal sorunlar programın devamına imkan vermedi. İstanbul’a dönerken Holublar beni Manhattan’da bir gökdelendeki dairelerinde üç gün konuk ettiler. Ayrıca gerek benim, gerek Prof. Dr. Berkarda’nın Holub’la ilişkileri izleyen yıllarda devam etti. Holub’un dünyanın çeşitli yerlerine götürüp tebliğler verdirdiği bir uzmanlar ve öğretim üyeleri grubu vardı. Bu grupla ben ve Berkarda Napoli civarında bir şatoda ya-pılan seminere katılarak bildiriler sunduk. Ayrıca Pompei dahil çeşitli gezilere katıldık. İki yıl kadar sonra, sanırım 2000 yılında Holub’un gru-bu bu kez İstanbul’a geldi ve benzeri bir konferans düzenledi. Ben ve Prof. Dr. Nihal Tuncer bu konferansta birer bildiri sunduk. Gerek semi-ner, gerekse bildiriler iddialı ve üst düzeyli değildiler. Esasen Holub’un programı daha çok yarı-bilimsel, yarı turistik amaçlıydı. Fakat tüm kadrosu Türkiye dostu ve Atatürk hayranıydılar.

1997 ve 1998 yılları Üniversitede ve Fakültede yönetici seçimleri için rekabet ve yarışmalara sahne oldu. 1997’de yapılan İktisat Fakültesi dekanlık seçiminde ailemin ve bazı yakın arkadaşlarımın, Rektörün ve danışmanı Alemdaroğlu’nun ısrarları ile aday oldum. En kıdemli ve “takdir edilen” aday olduğum düşünüldüğü için bu seçime rahat bir ruh haliyle girdim. Diğer adaylar Prof. Dr. Münir Kutluata ve Prof. Dr. Hül-ya Talu idi. Her ikisinin güçlü bir propoganda ve kulis faaliyetinde bu-lunmalarına, birbirlerine ve bana karşı bazı eleştiriler yöneltmelerine rağmen ben nispeten sessiz kaldım, bir toplantı dışında hiçbir temasta bulunmadım. Zaten, başta bilimsel çalışmalarım olmak üzere, her za-man çeşitli birçok faaliyete öncelik verdiğimden, aday olduğum birçok pozisyon için seçimlerde yoğun propaganda yapmayı hiçbir zaman sevmedim. Seçilmek uğruna yoğun lobi ve propaganda yapan siyasile-ri ve rakip adayların aşırı çabalarını daima yadırgamıştım. Bu dekanlık seçimini Prof. Dr. Münir Kutluata kazandı. Bu süreçte dost bildiğim bazı meslekdaşların içyüzlerini daha iyi görebilme imkanım oldu. Münir’in dekanlığı ile Fakültede sorunlarla dolu bir yönetim dönemi başladı.

Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri Bölümü öğrencileri ile 1980’li yıllar

Page 209: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

196 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

1998 Aralığında Bülent Berkarda’nın ikinci bir dönem için aday olma-masına bağlı olarak, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu İÜ Rektörlük seçimini kazanarak İstanbul Üniversitesi gibi en büyük ve eski yüksek öğrenim kurumumuzun yöneticisi oldu ve derhal disiplin ve her alanda topar-lanıp gelişmeye dayalı reformlar yapma üzerinde yoğunlaştı. “Aşı-rı” gruplara ve başörtüsüne karşı oldukça sert bir mücadele başlattı. Özellikle İktisat Fakültesi yönetimine karşı bir tavır sergileyerek Mü-nir Kutluata’nın daha çok protestocu ve pasif dekanlığı ile mücadeleye başladı. Rektörün daha göreve başlamadan bir gün önce ilk sorusu İk-tisat Fakültesinde türbanlı öğretim üyesi olup olmadığı oldu.

Rektör Yardımcısı olarak atadığı Nur Serter’in Sevgi Kurtulmuş’un ismini telaffuz etmesi üzerine Alemdaroğlu hemen telefona yönele-rek Sevgi hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Başlayan soruş-turma süreci Bölümümüz için olduğu kadar Sevgi ve eşi Numan Kur-tulmuş için de zorlu geçti. Nitekim Sevgi türbanla ders vermede ısrar edince görevden alındı, onu izleyerek eşi de Bölümden ayrıldı. Münir Kutluata ise Dekanlığa ve ters düştüğü Rektörün politikalarına ancak birbuçuk yıl dayanabildi ve sonuçta istifa etmek zorunda kaldı. Daha sonraları Münir’i başta destekleyenler de onun yönetiminden mutsuz olarak bu sonun doğal olduğunu söylediler. Nitekim Münir, Prof. Dr. Enis Öksüz’ün müsteşarı olarak girdiği siyasette de çok eleştiriler aldı. Münir’in istifasının ardından Rektör Kemal Alemdaroğlu benim Dekan olmam ve bu maksatla yapılacak seçime hazırlanmam için ısrar etti.

1998 yılı Aralık ayında, sağ gözümde retina yırtılması sonucu bir ameliyat geçirdiğimi ve başka bazı mazeretleri de ileri sürerek bu ri-cayı kabul etmemeye çalıştım ama Kemal Alemdaroğlu çocukluk yıl-larımızdan arkadaşımdı. Zaten üç yıldır Üniversite Yönetim Kurulun-daydım. “Toker, siz arkadaşlarımdan başka kime güvenebilirim” diye sordu. Teklife “evet” cevabını verdim.

İktisat Fakültesi Dekanı Oluyorum 1999’da yapılan Dekanlık seçimine ben böyle bir ortamda tek aday

olarak girdim. 120 kadar oyun 107’sini alarak 1999 baharında İktisat Fakültesi Dekanı oldum. Büyük bir olasılıkla Rektör Kemal Alemda-roğlu’na karşı olan Toktamış Ateş ve grubu ile daha önceki seçimdeki bana rakip adaylar ve onlara yakın olanlar boş oy pusulası verenlerdi. Kendime belirlediğim dekan yardımcıları esasen dört dönemdir (sanı-rım 12 yıldır) dekan yardımcılığı yapan Prof. Dr. Mithat Dinçer ve İşletme bölümünden Doç. Dr. Macide Şoğur’du. Her ikisinden de, fakat özellikle öğrenci işlerini üstlenen Macide Hanımdan dört yıl boyunca çok yar-dım ve destek gördüğümü belirtmek isterim. Dekanlık seçimlerinde

Page 210: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 197

bazı meslekdaşlarımın dav-ranışı da düşündürücüydü. Prof. Dr. Mithat Dinçer ben-den önce üç dönem Dekan Yardımcılığı yaptığı için Fa-külte’yi iyi tanıyan deneyimli ve ölçülü, tedbirli, belki aşırı tedbirli bir öğretim üyesiy-di Eleştirilebilecek bir özel-liği risk almaktan çekinen kişilik yapısıydı. Uzunca bir süre dekan yardımcılığı yap-tığı için haklı olarak benden sonraki dekan olması gerek-tiğine inanıyor, biz de onu bu yönde motive ediyorduk. Ayrıca Mithat Dinçer bir dost olarak daima yanımdaydı ve her sabah Dekanlıkta bana gelişmelerle ilgili ayrıntılı bilgiler verirdi. Dekanlık görevim sona ererken Rektör Kemal Alemde-roğlu bana potansiyel dekan adayları olarak kimleri önerebileceğimi sorduğunda, kendisine öncelikle Mithat Dinçer’in ismini verdim, ama aşırı tedbirli kişiliğini de olası bir sakınca olarak vurguladım. Bu nokta-da ilginç olan Rektörün bu özelliği bir sakınca olarak değil, aksine de-kanlık görevi için olumlu bir faktör olarak değerlenmesiydi.

Dekanlık dönemim sorunsuz başladı ve bölümler arası faaliyetlerin koordinasyonu ile Rektörlüğün gerçekleştirmek istediği bazı reformla-ra destek vermek gibi faaliyetlerle başladı. Zaman içinde rektörlükle ve birbiriyle sorunları olan öğretim üyeleri ve grupların ihtilaflarını çözme üzerinde yoğunlaştı. Dekan seçilmemin hemen ardından 17 Ağustos 1999 depremi oldu. Bunun merkez binada ve diğer bölümlerde sebep olduğu onarım gerekleri, yeniden yerleşimler vb. başetmemiz gereken başlıca sorunlardı. Akabinde Marmaris’te yapılan Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümleri ortak toplantısı ile TEİD’in kongresini birlikte yaparken gelen artçı depremler, ayrıca 2001’deki finansal kriz, etkileri bize de yansıyan önemli olaylardı. Kişilerle ilgili çatışmaların bir kısmı önemsizdi ve Dekanlık olarak arabuluculuğumuzla çözüldü. Sı-nırlı bir miktarı ise önemliydi ve çözümü için Rektörlüğün yardım ve desteği gerekiyordu. Bazıları kişilik sorunlarından ileri geliyordu. Bu-gün geri dönüp baktığımda bazen ne kadar önemsiz sorunlar için ve bazılarının kişisel zaafları yüzünden boş yere zaman ve çaba harcamı-şım diye hayıflanıyorum. Dekanlık dönemim boyunca iki dekan sekre-teri, Hande ve Serpil bana çok yardımcı oldular. Her ikisi de işlerini mü-

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanlık masasında - 2000

Page 211: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

198 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

kemmel yapan temiz ve dürüst karakterli kimselerdi. Özellikle onların vefasını unutmam olanaksızdır. Kuşkusuz Fakülte Sekreteri Selahad-din Şahin ve idaredeki diğer memurlarla da yakın işbirliği ve iyi ilişkiler içinde ama performansımızı hiç düşürmeden çalışma olanağını bul-dum. Selahaddin Bey bana sonradan en rahat ve aynı zamanda başarılı bir çalışma ortamına benim dönemimde sahip olduklarını, bir bakıma bu dönemde “kendi kişiliklerini bulduklarını” söylemiştir. Ben de Se-lahaddin’in destek ve yardımlarını burada özlemle yadetmek isterim.

Dekan olmamı izleyen günlerde Rektör Kemal Alemdaroğlu Akbank Beyazıt Şubesinde bulunan Fakültemiz elemanlarının maaş tutarları-na karşılık, bu meblağın bankaya getirisinden dolayı o günlerde mutad olduğu üzere bankanın yardımını istememi, bu amaçla da bankadan Fakültemize yeni bir araba bağışlamasını rica etmemi istedi. Ben Fa-kültede yeterli bilgisayar olmadığı gerekçesiyle bilgisayar bağışı üze-rinde durmayı düşünüyordum, ancak Rektör Bey bilgisayarları devlet-ten temin edebileceğimizi, fakat devlet araba tahsis etmediği için bu ihtiyacın daha önemli ve acil olduğunu belirtti. Nitekim dekanlık ara-bası altı yüz bin kilometrede eski bir Doğan’dı. Ömrünü tamamlamak üzereydi. Bu durum üzerine önce Akbank’la, sonra da maaş hesapla-rımızı kendi üstlerine almak isteyen ve bu amaçla dekanlığa ziyare-te gelen diğer bankalarla pazarlıklar yaptım. Akbank Beyazıt Şubesi maalesef isteğimize olumlu cevap veremedi. Sonuçta maaşlarımızın Pamukbank Beyazıt Şubesine devredilmesi ile yeni araba ihtiyacımız karşılandı.

Fakülte Sekreteri Selahaddin Şahin, Hande, Serpil ve Toker Dereli - 2000

Page 212: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 199

Dekanlık arabasıyla kastedilen, her gün işe gidip dönüşüm Fakül-temizin emektar elemanı Kudret’in şoförlüğüyle bu araba ile gerçek-leşecekti. Ama daha ilk haftadan itibaren evdeki hesabın çarşıya uy-mayabileceği anlaşıldı. Tahsisat sınırlı olduğundan dekanlıklara benzin için her ay 50 liralık bir kupon tahsisatı yapılıyordu. 50 lira değerindeki benzin ise ancak üç-dört seferlik ihtiyacımıza yetiyordu. Kaldı ki, Kud-ret’in evi Eyüp’te, benimki ise Erenköy’deydi. Dolayısıyla Kudret günde yolu dört kez kat’etmek, iki kez de köprü ücreti ödemek zorundaydı. Bunun üzerine birçok kez, daha önceleri yaptığım gibi kendi arabamla Üniversite’ye gidip gelmeye başladım.

Bir gün Kudret bir buluş yaptı. “Hocam Üniversite’den çıktığımızda siz beni Unkapanı’nda bırakın, arabayı alıp Erenköy’de evinize kadar sürüp gidin, ertesi gün benim tekrar alabilmem için Üniversite bahçe-sine bırakın. Böylece hem benzinden hem de köprü ücretlerinden ta-sarruf sağlamış oluruz” dedi. Kudret’in bu önerisini olumlu karşıladım ve bir süre bu plana göre hareket ettik. Bir gün nasıl olduysa kendisine ben bir öneride bulundum. “Bak, yola beraber çıkıyoruz, iyi, ama Un-kapanı’nda arabadan in, tekrar bin, zor oluyor. İyisi mi arabayı bahçede heykelin önünden itibaren evime kadar ben kullanayım, seni Unkapa-nı’nda indiririm” dedim ve böylece yola çıktık. Sonrası ayrı bir hikaye. Beni dekan olarak direksiyonda, Kudret’i de yolcu olarak araba içinde gören Fakültemiz öğretim üyelerinden Doç. Dr. Pınar Akkoyunlu ertesi günü arkadaşlarına şu hikayeyi anlatmış: “Papa bir gün Amerika’nın davetlisi olarak New York’taymış. Şehri gezmesi için kendisine şoförlü büyük ve güzel bir limuzin tahsis etmişler ancak Papa araba sürmeyi çok severmiş. Şoföre sen arkaya geç diyerek Papa giysileriyle direk-siyona geçmiş ve New York’un caddelerinde hız yapmaya başlamış. Kendisinin hız sınırını aştığını gören bir New York polisi limuzini dur-durmuş. Durumu yakından fark edince tereddüt edip telefonla amirini aramış. Amiri “Hız yapıyorsa bas cezayı” demiş. Trafik polisi ise “İyi ama komserim, bu adamın şoförü Papa olduğuna göre kendisi çok önemli bir şahıs olabilir, bazı sorunlara neden olmayalım” biçiminde bir cevap vermiş. Bu komik hikaye benim ve Kudret’in garip durumunu yansıt-ması bakımından bir süre Fakültede anlatıldı. Kudret beni çok sever ve emekli olmak için “Sizin emekliliğinizi bekliyorum. Sizden sonra ben de emekliye ayrılacağım” derdi. Fakat benden ancak iki-üç yıl sonra emekli oldu. Anlatılan doğruysa tüm dekanlarımızı sevdiği için ben-den öncekilere de aynı sözleri söylermiş. Kudret dürüst ve çok sevecen biriydi. Eşi Hamiyet Hanım İşletme Bölümünün sekreteriydi. Karı-ko-ca yıllarca çalışıp idareli davrandılar, iki kızlarını üniversitede okutup

Page 213: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

200 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

mezun olmalarını sağladılar. Çalışkanlıkları sayesinde Kudret’in İstan-bul’daki evi dışında Akyarlar’da bir yazlığı, bir de arabası vardı.

Dekanlığımın son yılında Kudret denizciliğe meraklı olduğundan Amerikan Konsolosluğunun satışa çıkardığı ikinci el bir yatı alarak bazı Bodrum seyahatlarini bu tekneyle yapmaya başladı. Tanrı bundan böyle ona ve değerli ailesine sağlıklı bir yaşam ihsan eylesin. Hemen belirtmeliyim ki, Kudret memur değil, işçi kadrosundaydı ve toplu söz-leşmesi sayesinde, birçok KİT’te görüldüğü gibi, memur kadrolarında benzer pozisyonlarda çalışanlardan muhtemelen daha iyi ücret alıyordu.

YÖK sistemi içinde rektörün yetkileri genişti fakat dekanların hem yönetsel hem de mali yetkisi yok denecek kadar sınırlıydı. Bu bağlam-da başarılı olmanız rektörle işbirliğinize, bağımsız, girişimci ve özerk bir yönetimden çok liderlik bağlamında iyi bir ‘izleyici’ olmanıza bağ-lıydı. Gerçi İktisat Fakültesi dekanına destek olacak Mezunlar Vakfı ve İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti (İFMC) gibi kurumlar vardı. Ne var ki Rektörün bu kurumlarla ilişkileri bazı nedenlerden dolayı gerilimli bir havaya girmişti. Örneğin, Rektör İFMC’nin Üniversite içinde toplantı, tören gibi etkinliklerine izin vermiyordu.

Dekanlığım sırasında bazı sorunları da Prof. Dr. Toktamış Ateş’le yaşadım. Toktamış Ateş’in bölümünün Rektör tarafından kapatılması dolayısıyla Rektörlük’le yaşadığı sorunlar vardı. Ayrıca Ateş’in Cumhu-riyet’teki köşesinde Rektörü sürekli olarak eleştirmesi, Rektörün ara-sının iyi olmadığı Bilgi Üniversitesi’nde mütevelli heyeti üyeliği yapma-sı, bu üniversitede ayrıca ders vermesi dolayısıyla zamanının büyük bölümünü İktisat Fakültesi dışında geçirmesi vb. gibi nedenler Rektörü kendisi hakkında soruşturma açmak hususunda sürekli olarak tahrik etmekteydi. Benim de bu ihtilaflara haliyle dahil olma mecburiyetim sonuçta Toktamış Ateş’le benim aramda da gerginlikler doğmasına neden oldu. Hatta olaylar Toktamış’ın Cumhuriyet gazetesinde benim dekan seçilmemi eleştiren yazılar yazmasına kadar vardı. Bir yazısın-da daha önce kendisinin dekan olmasının gündeme geldiğini, benim dekanlığımda seçim yapılırken başka aday olmaması dolayısıyla söz konusu seçimin demokratik sayılamayacağını belirtiyordu. Dekanlı-ğa yansıyan bazı olaylar da Toktamış’ın kendi bölümündeki diğer ele-manlarla, örneğin Ufuk Uras’la arasında doğan ihtilaflardan kaynakla-nıyordu.

Burada biraz geriye gidip, Rektörün seçimini izleyen dönemde or-taya çıkan bazı gelişmelerden söz etmek isterim. Kemal Alemdaroğlu Mesut Parlak’a göre daha yüksek oy alarak Rektörlüğünü kesinleştir-mişti. 30 Aralık 1997 günü itibariyle muhtemelen Rektörlüğü YÖK ta-

Page 214: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 201

rafından da onaylanmıştı. Yukarda bir vesileyle bahsettiğim gibi, o gün saat 17:00 sularında bir telefonla beni arayarak ofisine çağırdı, danış-manken kullandığı Süleymaniye’ye bakan büyük odada Prof. Dr. Tur-gay Atasü ve başkaları da vardı. Anlaşılan bir rektör yardımcısı arayışı içindeydi. Rektör önce bana rektör yardımcılığını kabul edip etmeyece-ğimi sordu. İdari görevlere yaşantımda öncelik vermediğim ve o sırada aklımda başka projeler de bulunduğu için Rektöre bunu düşünmedi-ğimi söyledim. Rektörlük seçiminde aday olmam ise zaten rasyonel olamazdı. Rahmetli Nusret Ekin’in bir gün üniversitedeki bir toplantı-da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e belirttiği gibi bizlerin rektör adayı olmamız zaten düşünülemezdi, “çünkü Tıp’lılar vardı”. Cevabım üzerine Kemal Alemdaroğlu bana İktisat Fakültesi’nden kimleri rektör yardımcısı olarak tavsiye edebileceğimi sordu. Hanım isimleri de vere-bileceğimi ekledi. Rektörün bu sorusu üzerine ben de Hülya Talu, Tür-kan Öncel vb. gibi aklıma gelen uygun isimleri sıraladım. Rektör Hülya Talu Hocamızın benim dekan seçimimde bulunan Prof. Dr. Bülent Ber-karda üzerinde bıraktığı olumsuz bir etkiyi bildiğinden Hülya üzerinde hiç durmadı. Ancak Nur Serter’i daha yakından tanımak istedi. Benim sıraladığım vasıfları öğrenince (asker çocuğu olması, Üsküdar Ameri-kan Lisesi mezunu, laik ve Atatürkçü ilkelere bağlılık) kendisini gör-mek istedi. Tesadüfen Nur Serter o saatte hala bizim Bölümdeydi. Ken-disini alarak Kemal Bey’in yanına getirdim. Görüştüler ve Nur Rektör Yardımcılığı teklifini o gece değerlendirdikten sonra ertesi günü yine benim de bulunduğum bir görüşmede kabul ettiğini belirtti. O tarihten itibaren Kemal Alemdaroğlu ve Nur Serter yönetimde birbiriyle hemen her konuda tam bir uyum içinde çalışan bir ikili oluşturdular.

Alemdaroğlu’nun yönetimde sebep olduğu ileri sürülen bazı aşırı uygulamalarda Nur’un etki ve rolü olduğu söylenmişse de, bunun var-lığını kanıtlamak ya da yönünü saptamak güçtür. Aslında bu eleştiri-

ILO’da Türkiye için hazırlık çalışması - 2001

Page 215: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

202 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

lere rağmen Alemdaroğlu dönemi İstanbul Üniversitesi’nin beklediği çeşitli reformlara tanık olmuş, bir çeşit derlenip toparlanma sürecine girmiştir. Dekanlar ve öğretim üyelerinin çoğu da temelde gidişattan memnundular. Ancak muhafazakar kesimler ve siyasi iktidar Alem-daroğlu’nun türban karşıtı politikalarından ziyadesiyle rahatsızdılar. Nitekim bu çeşit uygulamaları soruşturmak üzere Meclis’te bir soruş-turma komisyonu kurdular. Bu komisyonun sorularını cevaplamak üzere Ankara’ya çağrılan dekanlar ve öğretim üyeleri arasında ben de vardım. Hepimiz Anayasa ve yürürlükteki yasalar çerçevesinde Kemal Alemdaroğlu’nun icraatının tamamen meşru ve yasal olduğunu sa-vunduk. Komisyon bu konuda bir sonuca ulaşamadan dağıldı. Kemal Alemdaroğlu’nun laiklik karşıtı politikalar karşısında müsamahasız ve ilkeli bir tutumu vardı. Din motifini işleyen, oy tabanı dinsel ödünler vermeye yönelik siyasal iktidarlarla işbirliği yapmamaya, aksine on-larla kıyasıya mücadele etmeye yönelik bir tavrı vardı. Nitekim Nec-mettin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde Çalışma Bakanlığı yapan Hak-İş Konfederasyonu eski başkanı rahmetli Necati Çelik benim Ba-kanlık danışmanı olmama ilişkin isteğini Rektörlüğe iletmişti. Rektör bu izni kesin olarak vermeyeceğini belirtti, oysa bazı yöneticiler hü-kümeti karşımıza almak anlamına geleceği için bunun doğru bir po-litika olmadığını savundular. Birkaç ay sonra benim hükümet sözcüsü olarak ILO Konferansına katılmam talebi yine Çalışma Bakanlığı tara-fından Rektörlüğe ulaştırıldığında, Rektörün tavrı tahminimin aksine olumluydu. Rektör bu işi yıllardır benim dirayetle yaptığımı söyleyerek ILO’ya o yıl da katılmamın bir devlet görevi olduğunu vurguladı ve ge-reken izni hemen verdi.

Kemal Alemdaroğlu ülke ve devlet çıkarlarını ön planda tutan, ilke-li bir yöneticiydi ve ben böyle bir hemşehri ve arkadaşımı bu görevde görmekten mutluluk duyuyordum. Öte yandan, birçoklarının kanısının aksine Kemal Alemdaroğlu insani konularda, hele sağlıkla ilgili sorun-lar söz konusu olduğunda, ilişkilerinin olumlu ya olumsuz olmasına hiç bakmaksızın son derece yardımsever davranmaktaydı. Buna rağmen Bülent Tanör karşısındaki tutum ve davranışlarının nasıl olup da has-mane bir doğrultuda gelişebildiğini hiçbir zaman anlayamadım.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsünün öğre-tim üyeleri arasında sebebini pek iyi bilmediğim bir anlaşmazlık vardı. Sanırım Bülent Tanör ve Erdoğan Teziç grubu Burhan Kuzu’yu siyasi görüşlerinden ötürü ya da bilgisini yeterli görmedikleri için akade-mik yükselmesinde güçlük çıkarıyorlar, o da Rektör Bülent Berkarda ve sonra da hemşehrisi Rektör Kemal Alemdaroğlu’na yaklaşarak so-

Page 216: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 203

runlarına çare arıyordu. Yine belki benzer amaçlarla hemen her gün benim odama uğrayıp dert ve sorunlarını anlatıyordu. Kendisiyle aynı siyasi görüşlerde olmamakla beraber, her türlü ayırımcılığa karşı olan Bülent Berkarda Hoca bir gün bana “Burhan Kuzu’yu onlara yedirme-yeceğiz” demişti. Zaman içinde Burhan Kuzu’nun sorunları halledildi, hatta kendisi bir-iki olayda İÜ Rektörlüğünün davalarına baktı. Ne var ki izleyen yıllarda Burhan Kuzu odama bir daha hiç uğramadı.

Kemal Alemdaroğlu Rektörlüğünün ikinci döneminde de seçi-mi önemli oy farkıyla kazanmıştı. İkinci dönemini tamamlayamadan Cumhurbaşkanı tarafından -bence haksız olarak- görevden alınması çoğumuz için sürpriz olmuştur. Dekanlık seçiminde rakibim olmasına rağmen Dekanlığımın ilk günlerinden itibaren Hülya Talu ile ilişkilerim-de ise kendisine, bilgi ve yetişmesine ve kişiliğine olan saygımdan do-layı daima olumlu bir yaklaşım göstermeye çalıştım. O da benim kişisel ve idari sorunlarımın çözülmesinde yardımını esirgemedi. Emekliliğim dolayısıyla benim için özel bir tören düzenleyerek değerli bir plaket he-diye etti. Kendisiyle Uluslararası Akademik İlişkiler Kurulu’nda birlikte çalıştım. Hülya Talu’nun dostluğu benim için çok değerli olmuştur.

TEİD’in üyesi olduğu Uluslararası Endüstri İlişkileri Derneği’nin bir dönem için yönetim kurulu üyeliği yaptım. Bunda TEİD’in başkanı ol-duğu dönemde Nusret Ekin’in önerisi etkili olmuştur. 1990’ların son-larına doğru daha önce mali imkansızlıklar dolayısıyla katılamadığım uluslararası kongrelere iştirak etmek olanağını buldum. Bunda Alem-daroğlu zamanında kurulan araştırma fonunun finansal yardımının rolü oldu. Gerçi yapılan yardım kongrelere katılmanın tüm maliyetini karşılayamıyordu, fakat masrafların bir kısmını kendisi karşılayabilen öğretim üyesi kongrelere katılıp bildiri sunmak olanağına kavuşmuş-tu. Bu yolla Uluslararası Derneğin 1999’da Bolonya, 2000 yılında Tokyo, 2002’de Oslo, 2003’te Modena kongrelerine katılıp, alanımızla ilgili bil-diriler sunabildim. Bu bildiriler kongre kitapçıklarında (proceeding’ler-de) yayınlandı, fakat bu çalışmalarımı Üniversite Araştırma Fonu’nun istediği gibi uluslararsı citaton’lara giren bilimsel dergilerde yayımla-mak yoluna gidemedim. Bunda kısmen zaman darlığının, kısmen de bizler gibi kıdemli profesörlerin zaten yayınlanmış çok sayıda çalışma-sının olmasının ve onlar için bu çeşit yayınlar yapmanın motivasyon yönünün zayıflamasının etkili olduğunu düşünüyorum.

Bildiri sunmak amacıyla uluslararası kongrelere katılmamla ilgi-li bir anektot, yaptığım bu seyahatlerin sevgili Nusret Ekin tarafından yanlış değerlendirilmesidir. Nusret Bey bu kongrelere katılımımı Der-neğin parasıyla yaptığımı zannediyor, kendi döneminde onun böyle bir

Page 217: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

204 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

imkandan yararlanmadığını söylüyordu. Oysa kongrelere tamamen araştırma fonunun 1000 dolarlık desteğine ek olarak kendi paramla katılıyordum. Zaten üyeler aidatlarını ödemediği için Dernek hesabı-mızda hiç para yoktu. Bu kongrelerden birkaçına Cornell ILR’dan sınıf arkadaşım olan Tiziano Treu’yu da bildiri sunması için davet etmiştik, üç kongremize katıldı. 1990’ların sonları ile 2000’lerin başlarında Tizia-no İtalya Çalışma Bakanıydı. Modena Üniversitesinden ünlü iş hukuk-çusu Marco Biagi de onun danışmanıydı. Biagi, Treu’nun yaptığı emek piyasası reformlarının, dönemsel çalışma (geçici işçilik) kurumlarının yasallaştırılmasının vs. mimarıydı. Bizim Hyatt Regency Otel’de Adec-co’nun desteğiyle gerçekleştirdiğimiz kongrede bu temayı işledik. Bu katılımından iki ay sonra İtalya’da kimliği tam olarak saptanamayan teröristlerce katledildi. İtalya’da Modena Üniversitesinde adına bir ens-titü kuruldu ve periyodik konferanslar düzenlenmeye başlandı. Ölümü ülkesinde ve bizim bilim camiamız açısından dünyada üzüntü kaynağı oldu.

Dekanlık görevim sırasında Üniversite yönetim kurulunda ve sena-tosunda başka birçok fakülte dekanı ve öğretim üyesi ile sıkı dostluk-larım ve işbirliğim oldu. Bunlar başta Rektör Kemal Alemdaroğlu, yine üst sırada yer almak üzere Prof. Dr. İbrahim Yıldırım ve diğer değerli fa-külte dekanları ve işbirliği yaptığım burada isimlerini sayamayacağım kadar çok sayıda öğretim elemanlarıdır. Burada herbirinin yakın dost-luk ve yardımlarını özlemle yadediyorum. Gerek Kemal Alemdaroğ-lu, gerek İbrahim Yıldırım tıp alanında başarılı iki öğretim üyesiydiler, uluslararası başarıları ve çalışmaları vardı. İbrahim Yıldırım ayrıca beni her vesileyle onurlandıran vefakar ve bilge bir dosttu. İstanbul Üniver-sitesi’nin yönetim kurulunu oluşturan her biri çok değerli diğer dekan-larla kurduğum dostlukları da burada vurgulamak isterim. Bu arada özellikle İÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Faruk Erzengin’in başta sağlık sorunlarımız olmak üzere her konudaki arkadaşlığını, sıcak ilgisini ve yardımlarını asla unutamam. Kendisi ayrıca Çapa’daki kampüse de-kanlığı döneminde unutulmayacak değerli hizmetlerde bulunmuştur. Örneğin sayısız onarımlara ek olarak yeni bir laboratuar sisteminin kurulması, otoparkın inşası, kitaplığın yenilenmesi ve yayın faaliyeti, tıp teknolojisinde önemli birçok yeniliğin gerçekleştirilmesi bunlardan sadece bazılarıdır. Yine Dekanlığım boyunca Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emin Darendeli ile yakın bir işbirliği içinde çalıştım, centilmenliği yanı sıra kendisini alanında çok değerli bir bilim adamı ve araştırma-cı olarak tanıdım. 2000’li yıllarda Bengi’nin rahatsızlığı ile yakından ilgilenmesini ve yardımlarını burada şükranla anmam gerekir. Emin

Page 218: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 205

Darendeli bilimsel çalışmalarına ve öğretim faaliyetine öncelik verme gerekçesiyle Rektör Kemal Alemdaroğlu’nun görevinin sona ermesine az bir süre kala Rektör Yardımcılığı görevinden ayrılmıştı.

Sanırım Dekanlığımın ilk yılı içinde bir hanım gazetecinin basın-da yayınladığı ve birkaç kez de tekrarladığı bir haber başımızı ağrıttı. Haberde İktisat Fakültesinin öğretim kadrosunda çok sayıda birbiriy-le evli, eş ya da akraba eleman olduğu belirtiliyor ve bu eğilimin “ne-potizm” olduğu gerekçesiyle eleştirisi yapılıyordu. Gerçekten Fakül-temizde azımsanamayacak sayıda birbiriyle eş ya da oğul-kız evlat ilişkisinde ya da akraba olan öğretim elemanı vardı. Bu eleştiriye karşı o gazeteci kişiyi arayarak, sözünü ettiği kişilerin hemen hepsinin Üni-versiteye girdikten sonra, çalışmaları sırasında tanışıp evlendikleri-ni, bunun da işyerlerinde çok doğal bir eğilim olduğunu belirttim. Yarı şaka olarak bir akademisyenin ya da akademisyen adayının kendisine eş bulabilmek için vaktini dış alemde arayışlar içinde geçirme alterna-tifine göre “içerden” eş bulmasının daha rasyonel olduğunu, böylece ilgili kişinin dating’le boşa zaman harcayacak yerde bu şekilde zama-nını bilimsel çalışmalara ayırma olanağının doğduğunu söyledim. Aynı eğiliminin özellikle tıp fakültelerinde daha baskın olduğunu belirttim. Muhatabım “İktisattan sonra sıranın tıp fakültelerine de geleceğini, onlar hakkında da yazacağını” söylediyse de eleştirileri sadece bizim Fakülte ile sınırlı kaldı. Ne var ki ilk aylarda zamanımın bir kısmını böy-le önemsiz ve can sıkıcı olaya ayırmak zorunda kaldım. Daha sonraki araştırmalarım sonucunda Fakültemiz hakkında bu eleştiriyi basına yansıtan kişinin, şimdi rahmetli olan Prof. Dr. Türker Minibaş olduğunu öğrendim. İşin ilginç yönü kendisinin çok yakınımızdan birisi ve bizlere karşı aşırı dostane davranan bir İktisat Fakültesi öğretim üyesi olma-sıydı. Kuşkusuz “nepotizm” olgusu, her kurumda ve eğer varsa tabii İktisat Fakültesi’nde kapsamlı bir incelemeye tabi tutulmalıdır.

Dekanlık dönemimde hemen her gün çözümlenecek ya da so-nuçlandırılacak bir sorun olmuştur. Kriz niteliği taşıyan ana sorunlar ise birkaç kategoride sayılabilir. Bunlardan birisi Yard. Doç. Dr. Cengiz Arın’ın görev süresinin Rektör tarafından uzatılmayışı üzerine doğan krizdir. 2000 yılı Haziran’ında ILO Konferansında mutad görevimi yeri-ne getirirken Rektör Kemal Alemdaroğlu Öğretim Görevlisi Dr. Cengiz Arın’ın dolan görev süresini uzatmıyor. Bu duruma bağlı olarak Dekan Yardımcım Mithat Dinçer ve Erdoğan Alkin yönetim kurulunun Rek-törden Cengiz Arın’ın durumunu bir kez daha değerlendirmesini iste-mesini gündeme getiriyor. Benim de katıldığım yönetim kurulumuz ise bu doğrultuda bir karar alıyor. Rektörün bu isteğe cevabı olumsuz ve

Page 219: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

206 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

çok sert oldu. Ben İstanbul’a döndüğümde bu olaya ilişkin gerçek bir krizle karşılaştım. Rektör Fakültemizin Yönetim Kurulunun kararını Üniversite Yönetim Kuruluna getirdi ve benim muhalefetimle oyçok-luğuna dayanan bir kararla iptal ettirdi. Ayrıca tüm yönetim kurulu kararlarımızın kendi denetiminden geçmesi yönünde bir karar aldı. Kuşkusuz bu karar uygulanmadı. Bu gelişmelerin akabinde Cengiz Arın’ın Rektörlük aleyhine açtığı dava beni aylarca meşgul etti. Cengiz Arın’a Rektörün okutman kadrosuna geçmesi için yaptığı teklifi götür-düm fakat kabul etmedi. Dekan olarak davaya Rektörün savunmasına dayanak teşkil edecek (Cengiz Arın’ın yasanın aradığı ‘yayımlanmış eserleri olması’ koşulunu yerine getirmemiş olması gibi, hepsi aslında doğru olan gerekçeleri yazmak dahil) gerekli belgeleri düzenlemek gibi işlerle uğraştım. Rektör, Cengiz Arın’a okutmanlık kadrosu verebile-ceğini söyleyince Cengiz’in odasına kadar gidip bu öneriyi kendisine iletmiştim ancak Cengiz bu teklifi reddetmişti. Yazık ki o ve eşi sonra-dan böyle bir teklifin yapılmamış olduğunu iddia etmişlerdir. Sonuçta Cengiz Arın davayı kaybetti ve Yıldız Üniversitesine geçti. Ancak bu mücadele Cengiz’in eşi Prof. Dr. Tülay Arın ve taraftarlarıyla ilişkilerimi olumsuz olarak etkiledi ve sonuçları hepimizde üzücü izler bıraktı.

Bir başka önemli olay Ekonometri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Meh-met Genceli’nin Fakülte düzeyinde ve özellikle öğrencilerle ilişkilerde yarattığı sorunlardır. Mehmet Genceli’nin öteden beri öğrencilerle so-runları olmuştu. 900 kişilik not listelerinde 3-5 kişi geçer not alıyor, gerisi itiraza olanak vermeyecek kadar düşük notlarla başarısız olu-yordu. Öğrencilerin toplu halde Rektöre yaptıkları itiraz başvuruları da Dekanlıkla Rektör arasında ayrı bir kriz oluşturuyordu. Sorunu ancak anabilim ve bölüm başkanlığı süreleri dolan Mehmet Genceli yerine ra-kibi Ahmet Gökçen’i atayarak çözebildim. Bu çözüme içerleyen Meh-met Genceli bölümde kendisini destekleyen üç öğretim üyesini de ya-nına alıp Yıldız Teknik Üniversitesine geçiş yaptı.

Dekanlık görevim sırasında çeşitli soruşturmalardan biri de Prof. Dr. Mehmet Altan’la yaşadığım, aslında önemsiz ama can sıkıcı bir ge-lişmeydi. Fakülte öğrencileri geleneksel olarak dışardan konuşmacılar davet ediyorlardı. Bu konuşmacılardan biri de romanları ile ilgi çeken ve Mehmet Altan’ın kardeşi olan yazar Ahmet Altan’dı. Ancak gerek Ahmet Altan gerek öğretim üyemiz Mehmet Altan görüş ve genel tu-tumları ile öğrencilerimizin özellikle ulusalcı ve solcu kesimlerinin tep-ki gösterdiği kişilerdi. İkinci Cumhuriyet yanlısı fikirleriyle Mehmet Al-tan’la Rektör Kemal Alemdaroğlu arasında esasen gerginlik yaşanıyor, Rektör bölücü unsurların sebep olduğu bazı disiplin olaylarında Meh-

Page 220: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 207

met Altan’ı soruşturmacı olarak tayin ediyor, soruşturma sonuçlarının gecikmesi ya da gereğinden fazla hafif olması karşısında ise Mehmet Altan’a tepki gösteriyordu. Ahmet Altan’ın konuşmacı sıfatıyla Fakül-teye geldiği gün korkulan oldu. Belli öğrenci grupları kendisine çürük yumurtalar atarak protestoda bulundular. Ahmet Altan konuşmasını yapamadan Fakülteyi terk etmek zorunda kaldı. Olay haliyle kardeşi Mehmet Altan’ı üzdü, Fakülte olarak biz de bir soruşturma açtık. Olay Dekanlığımın son dönemlerine rastladığından nasıl bir sonuca ulaştı-ğını öğrenemedim.

Üniversite Yönetim Kurulundaki görevim süresince ve daha sonra dekanlığım döneminde karşılaştığım bazı sıkıntılar da görevlendirildi-ğim soruşturma ve disiplin kurullarında ve çoğu zaman da kurul ra-portörü olarak kararlaştırmak veya çözmek zorunda kaldığım ‘intihal’ gerekçeli olaylardır. Gerekli yerlerde uygun dipnotu verilmeden ya da kaynak gösterilmeden yapılan alıntılar akademik hayatta etik değer-lerin korunması açısından önemli bir sorundur. Bazen de size ait oldu-ğunu hemen fark ettiğiniz alıntı ve atıfların isminize hiç değinilmeden kullanıldığını görmek, gerçekte insanda ‘aldatılmış’ olduğunuz duygu-sunu veren yanlış ve çoğu zaman da gereksiz bir davranıştır, yaptırımı ve akademik yaşantınız boyunca sonuçları da çok ağır olabilir.

Dekanlık dönemim sırasında (yani 1999-2003 arasında) yaşadığım başka sorunlar arasında İktisat Tarihçisi Prof. Dr. Hüseyin Özdeğer’in bölümünde Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’a ait arşivi milli güvenlik endi-şesiyle Rektörün de onayını alıp devlet arşivine devretmesinden doğan uyuşmazlık sayılabilir. Bölümdeki diğer hocalar, özellikle Tevfik Güran bu işleme karşı çıktılar ve bu kıymetli arşivin Ömer Lütfi Hoca tarafın-dan bölüm elemanlarının yararlanmaları için geliştirilip bağışlandığını belirttiler. Bölüme iadesi üzerinde ısrar ettiler. Konu epey müzakere-lerden sonra çözümlenebildi, bir protokole bağlandı, ancak benim ay-rılmamdan sonra da yeni bazı şikayetlere sahne olduğunu işittim.

1995-1996 yıllarında ise Tarih Vakfı kanalıyla önemli bir ortak pro-jeyi gerçekleştirdik. Emre Kongar’ın Kültür Bakanlığı Müsteşarı oldu-ğu dönemde onun yardımlarıyla ve Tarih Vakfı’nın girişimiyle, Prof. Dr. Cahit Talas Hoca’nın başkanlığında Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi adı altında üç ciltlik bir ansiklopedi yayımlandı. Bizim uzmanlık alanı-mızdan birçok katılımcının kaleme aldığı ve değerli bilgileri bir araya getiren bu eser hem tarihsel açıdan önemli hem de günümüzde geçerli sayısız kavramı açıklığa kavuşturan bir kaynak niteliği kazandı. Ya-zık ki işçi ve işveren sendikaları bu esere layık olduğu önemi gösterip geniş hacimli bir satış ve dağıtım sağlayamadılar. Yine de Tarih Vakfı

Page 221: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

208 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Başkanı Orhan Silier ve yazar Oya Baydar’ın birçok uzman ve yazarla birlikte gerçekleştirdiği bu eser önemini korumakta ve araştırıcıların kullanımı için hizmet vermeye devam etmektedir.

Bu arada 1996’dan itibaren, arkadaşım Prof. Dr. İbrahim Yıldırım’ın başkanlığında beş-altı kişilik bir akademisyen arkadaş grubunun oluşturduğu Uluslararası Akademik İlişkiler Kurulunda dış akademik ilişkiler bakımından yararlı bazı hizmetleri emekli olana kadar sür-dürdüğümü de belirtmek isterim. Bu grup, üyeleri aralarındaki dostluk ilişkilerini zaman zaman yaptıkları toplantılarla halen devam ettiriyor. Kurulun görevlerinden biri de, YÖK kanalıyla doktora yapmak üzere dış ülkelere gönderilen araştırma göravlilerinin çalışmalarını izlemek ve performans değerlendirmelerini yapmaktı. Bu konuda benim için sıkıntı yaratan bir husus, birkaç olayda dış ülkedeki doktora çalışma-sında başarısız olduğu halde, gayrıresmi olarak korunan bazı eleman-ların sorun yaratan durumuydu. Daha somut olarak, araştırma görevli-si kurulumuzun haberi olmadan arada Türkiye’ye geliyor ve hazırladığı Türkçe bir doktora tezini oluşturulan jüri önünde savunup izleyen günlerde tekrar gönderildiği yabancı ülkeye dönüyor ve kendisini uzun dönemde doktora derecesini dış ülkede almış gibi gösterebiliyordu.

Kemal Alemdaroğlu’nun rektörlüğü sırasında önemli geziler de yap-tık. Bunlardan unutulamayacak olan bir tanesi, Gökçeada’ya dekan-larla birlikte yaptığımız bir inceleme seyahati ve bu arada Gelibolu ya-rımadasında savaş alanlarını gezip görmemiz olmuştur. Rektörlüğe ait büyük otobüslerle bu geziyi yaparken unutamadığım bir anı, otobüste sıcak bir havada bunalmışken, ön sıralardaki dekan arkadaşlarımız-dan birinden gönderilen kağıt bardak içindeki buzlu rakıdır. Sanırım Tekirdağ civarındayken bana ulaşan bu Tekirdağ rakısını Fen Fakültesi Dekanı ile İÜ Tıp Fakültesi Dekanı Faruk Erzengin göndermişti. Ne ka-dar makbule geçtiğini belirtmeye gerek yok.

Ben Çanakkale şehitliklerini daha önce görmüştüm. Ancak savaş alanlarını ilk kez bu kadar yakından izlemek imkanını bulduk. Bengi’nin de katıldığı bu gezide, Çanakkale Savaşlarına gönüllü olarak katılıp tümü şehit olan İÜ Tıp Fakültesi sınıfının anısına olayın geçtiği tepeye bir anıt taş diktik. Anzak Koyu ve tepeleri, Conkbayırı, Büyük ve Kü-çük Anafartalar gibi savaş yerlerinin nasıl birbirine aslında inanılmaz ölçüde yakın olduğunu, Türk ve düşman siperleri arasındaki mesafe-lerin de aynı şekilde ancak birkaç metreden ibaret olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Binlerce Türkün, Kürdün birlikte şehit düştüğü savaşları bir şafak vakti sükünet ve vecd içinde andık. Kemal Alemdaroğlu’na Üniversitedeki bir toplantıda bize bu imkanı sağladığı için ayrıca te-

Page 222: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 209

şekkür ettim. 2002 yılında Oslo’da katıldığım dünya IIRA kongresinde Avustralyalı ve Yeni Zelandalı iki hanım vardı. Türk olduğumu öğrenin-ce bana yaklaştılar ve Çanakkale’de her yıl yapılan törenlere ve şafak ayinine katılmak istediklerini söylediler. Türkleri sevdiklerini belirt-mek isterken, “Zaten bu savaşa İngiltere bizi zorla götürmüştü” dediler. Bunları bir toplantıda naklederken, Rektör Alemdaroğlu duygulandı ve her savaşın yıkıcı sonuçlarından söz etti. Fen Fakültesi konferans salo-nundaki dinleyicilerden bir tarihçi, “Ancak unutmayalım ki, o zamanın güç kullanma ve toplumu idame etme kriteri buydu. Türkler Söğüt’te İmparatorluğu kurduktan yalnızca 50 yıl sonra Avrupa kıtasına geç-mişlerdir” cevabını verdi.

Dekanlığımın son bir-iki yılında ise Rektörlüğün aldığı bazı kararlar önemli sıkıntı ve rahatsızlıklar yaratmıştır. Bunlardan biri, üniversite düzeyinde tüm bölüm kitaplıklarının lağvedilmesi ve önce fakülte ki-taplıklarında, sonra Üniversite düzeyinde merkezileştirilmesine ilişkin Rektörlük kararıdır. Bu karar biraz da aceleci bir tarz ve ortamda uygu-lanırken, taşınma sırasında bazı kitapların kaybolduğu veya çalındığı ileri sürülmüştür.

Nihayet sıkıntılı bir sürecin ardından sonuçlandırabildiğim ikin-ci sorun ise merkez binanın boşaltılması ve yeniden yapılandırılması, sonra da dershaneler bloğunda mevcut katların ve odaların İktisat ve Hukuk Fakülteleri arasında paylaştırılması, öğretim üyelerinin yeni odalarına yerleştirilmesi olmuştur. Bu, uzun çekişme ve pazarlıklar sonunda gerçekleştirilen sancılı bir süreçti.

Belki daha önemsiz fakat yine de sıkıntılı bir konu, bir iktisat ho-camızın yarattığı, kaynağı temelde psikiyatrik bir rahatsızlık olan bir gelişmedir. Söz konusu hoca, Amerika’da iktisat lisansüstü öğrenim yapmış, önce Ekonometri sonra da İktisat Bölümünde çalışan bir öğre-tim üyemizdi. Bizim yönetimimizden önce de Fakültede bazı sıkıntılar yaratmış olduğunu daha önce dekanlık yapmış olan Prof. Dr. Esfender Korkmaz’dan işitmiştik. 2002 yılında aniden rahatsızlandı ve MİT tara-fından öldürülmek istendiğini, bu amaçla odasında kalorifer borularına zehirli bir gaz verildiğini iddia etmeye başladı. Daha sonra bu ithamını bölüm mensuplarına, sonra da Dekana, yani bana yöneltti. İzleyen sü-reçlerde ailesiyle temas edip önce Cerrahpaşa’da tedaviye gönderdik, sonra sürekli izin verip ders yükümlülüğünden muaf tuttuk. Aslında Rektörlüğün duruma el koyup malulen emekli edilmesi için gerek-li işlemleri başlatması gerekirdi, fakat uyarılarımıza rağmen bu işlem yapılmadı. Yarattığı sorunlar giderek arttı ve bir gün bölümdeki hiz-metlimiz Erol’a bıçakla saldırı şekline dönüşünce, polisin müdahalesini

Page 223: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

210 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

sağlamamız gerekti. Nihayet sorun kısmen Üniversitemizde görevli bir sivil polis memuru arkadaşımız delaletiyle çözüldü. Hocamızın emekli-ye ayrılması ve sorunun tam anlamıyla sona ermesi ancak ben emekli olduktan sonra gerçekleşti.

Dekanlığım sırasında Erol Manisalı’nın yadırgadığım davranışları da oldu. Örneğin, 2001 finansal krizi vesilesiyle Fen Fakültesi konfe-rans salonunda bir panel düzenlemiştik. Erol Manisalı da bu panelde konuşmacı olarak yer almıştı. Erol Manisalı’yı bazı öğretim üyelerinin muhalefetine rağmen İktisat Bölümü Başkanı olarak atamıştık. Oysa sonraki bazı gelişmeler bunun uygun bir seçim olmadığını göstemiştir. Bölüm Başkanlığı gerçekte Prof. Dr. Cemal Şanlı’nın hakkıydı. Dekan-lığım sırasında biraz da istemeyerek sebep olduğum yanlış seçimler-den biri bu olmuştur. Söz ettiğim panelde ben de Fakülte Dekanı ola-rak birkaç söz söylemek istedim ve belki biraz da ilginç görünmek için terminolojik bir soruna değindim. İktisat biliminin geleneksel olarak “kriz” kavramını kullanmadığını, daha çok “depresyon”, ”resesyon”, “daralma”, “durgunluk” gibi terimler tercih ettiğini belirterek, bu yeni tip ve daha çok finansal sistemden kaynaklanan durumlar için “kriz” teriminin yerleşmeye başladığını söyledim. Erol bitirme konuşmasını yaparken benimle aynı fikirde olmadığını vurgulayarak, içeriğini tam da anlayamadığımız bazı şeyler söyledi. Tabii son söz onda kaldığı için bunun tamamen bir terminoloji gelişmesi olduğunu tekrar vurgula-mama imkan kalmadı. Toplantı dağılırken Erol yanıma gelerek beni eleştirmek gibi bir niyetinin olmadığını belirtti. “Dinleyiciler aramızda paslaşıyorlar demesinler” diye bu sözleri söylediğini belirtti. Kuşkusuz büyük bir dinleyici grubu karşısında Dekan olarak beni güç durumda bırakabilecek bu çıkışı yapmasına canım sıkıldı. Daha sonra bu konu-ya değinen arkadaşım Necati Mumcu, Erol’un bu çeşit çıkışları daima yaptığını, akabinde de konuşmacıdan aynı sözlerle ve aynı gerekçe ile özür dilediğini bildirdi. AB’ye karşı olan görüşlerinin çoğunu ben de paylaştığım için Erol Manisalı’yı AB karşısındaki tutumunda genellikle desteklemişimdir.

Üniversitenin Roma’daki Daireleri 1990’lı yılların ikinci yarısı benim İstanbul Üniversitesi adına İtal-

ya’ya yaptığım birkaç seyahatin anılarıyla doludur. Konu İstanbul Üniversitesinin Roma’daki hukuken ihtilaflı üç dairesiyle ilgili davaya ilişkindir. Bu sürece girmem, benim Roma’da endüstri ilişkileri konu-sunda bir seminere katılıp tebliğ vermem için yapılan bir davetle baş-ladı. Bu davet İtalyan Endüstri İlişkileri Derneğinin o zamanki başkanı ve aynı zamanda İtalya Çalışma Başkanı olan Profesör Tiziano Treu ile

Page 224: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 211

onun yardımcısı ve danışmanı Marco Biagi’den gelmişti. Roma’daki bu seminerde tebliğimi verdim ve akşam verilen bir yemeğe katıldım. Profesör Tiziano Treu Cornell Üniversitesi’nde 1962 yılında ILR School’da sınıf arkadaşım olmuştu. 1964’te Cornell’den yurda dönüşümü müteakip 1970’de bir arkadaşı ile İstanbul’u ziyaret etmişti, bu arada eşleriyle bir-likte beni de Fındıkzade’deki evimizde ziyaret edip annemin hazırladığı Türk yemeklerini tatmışlardı. İtalya’daki seminerde İstanbul’a onunla gelen arkadaşının kim ve şimdi nerede olduğunu sordum. “Toker biliyor musun, o kişi Romano Prodi, şimdi İtalya Başbakanı” dedi. Bu temas ve ilişkileri daha sonra Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’na aktarınca, kendisi İstanbul Üniversitesi’nin uzun bir süredir sürüncemede olan Roma’daki dairelerine ilişkin davayla ilgilenmemi ve bu konuda Treu ve Prodi’den yardım istememi rica etti.

İzleyen aylarda Roma’daki evlerle ilgili bu ihtilafla uzun süredir il-gilenen ve o konunun da artık bir uzmanı halina gelmiş olan İÜ’den Prof. Dr. Mesut Önen’le birlikte sorunun çözümünde Treu ve Prodi’nin yardımını sağlamak amacıyla Roma’ya üç ziyaret yaptım. Bu dava-nın hikayesi ise aslında şöyleydi: Sadrazam Ziya Paşa’nın oğlu Adnan, İstanbul’da bir Rum kadınla evlenip İtalya’ya yerleşiyor. Onların kızı, yani Ziya Paşa’nın torunu Moughtar ise bir İtalyanla evleniyor ve aile Roma’da mal mülk sahibi oluyor. Bu torun vefatından önce bıraktığı vasiyetnamesinde Roma’daki üç dairesinin İstanbul Üniversitesi’ne verilmesini vasiyet ediyor. Torun Moughtar İtalya’daki diğer mal varlıklarının bu ülkede kazanılmış paralarla elde edilmiş olduğunu, sadece bu üç dairenin dedesinin Türkiye’den getirdiği para (dina-ro turko) ile sahiplenildiğini, bu nedenle söz konusu üç daireyi İs-tanbul Üniversitesine bağışlamak istediğini belirtiyor. Vasiyet ede-nin iradesi bu üç dairenin İstanbul Üniversitesinin İtalya’da hukuk, güzel sanatlar ve mimarlık gibi konularda öğrenim yapacak Türk öğrencilerin yararına kullanılması şeklinde ifade ediliyor. Dairelerde yine İÜ’ye vasiyet edilmiş birçok

Roma’daki daireler sorunu için İtalya ziyareti.Toker Dereli, Mesut Öner ve Av. Atillio

Page 225: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

212 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

kıymetli eşya ve mücevherin mevcut olduğu söyleniyordu. 1970’lerde hukuki işlemler tamamlanıp dairelerin İÜ’ye geçmesi gerçekleşeceği sırada kiracı durumundaki bir İtalyan emekli albay, Türkiye ile İtalya arasında tüzel kişilerin mülk edinebilmesini öngören bir mütekabili-yet anlaşmasının mevcut olmayışını ileri sürerek itiraz ediyor ve dava açıyor. Bu dava, dairelerin biriken masraflarının doğurduğu sorunlarla 1972’den bu yana sonuçlanmadan devam etmekteydi.

Roma’ya Mesut Önen Hocayla ikinci gidişimde Çalışma Bakanı Ti-ziano Treu Roma’da değildi. Kendisini bu davaya adayan ve hatta bu konu ile ilgili birikimini bir kitap haline getirmeyi düşünen Mesut Önen Hoca ile kaldığımız otel, Treu’nun danışmanı Prof. Dr. Biagi’nin Çalışma Bakanlığına yakın olduğu için tercih edip genellikle kendisinin de kal-dığı Otel Medici idi. Bakanlığa gidince Treu’nun İtalyan Endüstri İlişkile-ri Derneğinin bir programı için Bologna’da olduğunu öğrendim. Mesut Önen’le görüşmemiz sonucunda benim Bologna’ya gidip mutlaka Ti-ziano’yu görmemin gerekli olduğuna karar verdik. Üç-dört saatlik bir yolculuk yaparak ve seyahat bedelini kendim ödeyerek trenle bu şehre gittim. Seminerin yapıldığı otele ulaştım. İtalyanca bilmediğim için ya-pılan konuşmaları bir şey anlamadan iki saat süresince ‘dikkatle’ izle-dim. Tiziano ‘İtalyanca öğrendiğimi sanarak’ beni tebrik etti ve dava ile ilgili ayrıntıları içeren belgeleri kendisine vermemi istedi. Daha sonra o da bu belgeleri İtalyan Dışişleri Bakanlığına gönderecekti. Roma’ya dönünce Mesut Önen’le birlikte Dışişlerine gidip davayla ilgilenen İtal-yan bürokratlarla görüştük. Dairelerden Roma’nın merkezinde olan ve bu konuda İÜ’yü yıllardır temsil eden Avukatımız Attlio’nun kullandığı daireyi ziyaret edip kendisiyle görüştük. Av. Attilio bizimle ziyadesiyle ilgilendi, gezilere ve yemeklere götürdü. Samimi ve sevimli bir İtalyan-dı. Roma’ya yaptığım üçüncü ziyarette ise ilgili mahkemede hanım bir yargıcın karşısında ifade verdim. Yargıç (okuduğu gazeteden anladı-ğına göre, Mesut Hoca’nın ifadesiyle) komünistti. Yargıç hanım bana, “Çalışma Bakanını tanımanız önemli değil, ben kanun ne diyorsa onu uygularım” dedi. Ben de bu davada haklı olduğumuzu, burada vasiyet edenin iradesine saygı göstermemiz gerektiği cevabını verdim. Bu ara-da elçimizi de ziyaret edip kendisini bilgilendirdik. Bu süreç boyunca Mesut Hoca iki ülke arasında mütekabiliyetin mevcudiyetini gösteren bir kanıt bulma arayışı içindeydi. Roma’ya dördüncü gidişimde ise At-tillio, bir avukat olarak mahkemeye davet edilen bir profesör hukukçu, ben, başka müdahiller ve Mesut Önen tekrar yargıç karşısına çıktık. Ben bu kez Rektörü temsilen bir dekan olarak ifade verdim ve İÜ’nün daireleri nasıl ve hangi amaçlarla kullanacağına dair açıklamalarda bulundum. Bu kez sonuca daha fazla yaklaştığımızı görüyorduk, çün-

Page 226: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 213

kü Mesut Önen karşılık olarak İstanbul’da İtalyanlara ait İtalyan Hasta-nesine ilişkin bilgiler getirmişti. Bu iki ülke arasında tüzel kişilerin de taşınmaz mal edinebileceklerine gösteren, en azından zımni bir müte-kabiliyet anlaşması olduğunun kanıtıydı.

Bir başka gelişmeyi artık Avrupa Birliği Komisyon Başkanı olan Romano Prodi’nin İstanbul’a yaptığı ziyaret sırasında yaşadım. Pro-di İstanbul’da Başbakan Mesut Yılmaz’la yapacağı Boğaz gezisinden sonra Çırağan Otelinde bir basın toplantısı yapacaktı. Bunu öğrenen Kemal Alemdaroğlu derhal bu otele gidip Prodi ile Roma’da gerçekleş-tiremediğim görüşmeyi yapmamı rica etti. Otele vardığımda kalabalık ve korumalar nedeniyle bu görüşmeyi yapamadım, ancak 30 yıl önce annemin evinde ağırladığımız eşiyle görüştüm. Madam Prodi bana ha-vaalanına giderken kendilerini izlememi ve Prodi uçağa binerken beni kendisiyle görüştüreceğini vaat etti. Nitekim uzun bir konvoy halinde ve büyük bir hızla havaalanına ulaştığımızda otomobilinden çıkarken Prodi ile ayak üstü konuşabildim ve Roma’daki dairelerimizle ilgili so-runun geldiği noktayı kendisine aktardım.

İzleyen süreçte bir kez de İstanbul Üniversitesi adına Rektör Kemal Alemdaroğlu Roma’da aynı mahkeme önüne çıktı ve İÜ’nün savunma-sını yaptı. Sonuçta mahkeme İstanbul Üniversitesi lehine karar verdi. İtalyan Hastanesi, üzerinde bulunduğu arazinin malikidir. Bakanlar Kurulu 27 Ocak 1968 tarihli ve 6/4423 sayılı kararıyla bu arazinin İtal-

Metin Kutal, Nusret Ekin ile birlikte Türk Metal Sendikası İstanbul Şubesi seminerinde - 1994

Page 227: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

214 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yan Hastanesi tüzel kişiliği adına tescil edilmesine izin vermiştir. Bu izne dayanarak söz konusu arazi 28.6.1968 tarihinde İtalyan Hastanesi tüzel kişiliği adına tapuya tescil edilmiştir. Böylece dairelerin mülkiye-ti 1977 yılından 2002 yılına kadar süren bir hukuki süreç sonucunda İstanbul Üniversitesi adına tescil edilmiş oldu. İtalyan Hastanesi tüzel kişiliği adına Türkiye’de tapuya yapılmış olan tescil, mütekabiliyetin bir göstergesi olarak kabul edilmiş oldu. Her üç daire de kiracıları tahliye edilerek boşaltıldı ve anahtarları İstanbul Üniversitesi’ne teslim edildi.

Ancak bunu izleyen süreçlerde garip ve aykırı şeyler oldu. Bu dai-relerin İstanbul Üniversitesi için bir mali külfet oluşturdukları gerek-çesiyle, vasiyet edenin iradesine aykırı olarak satılmaları dahi gün-deme getirildi. Oysa bu dairelerin vasiyetnamenin amacına ve İtalyan Mahkemesinin karar gerekçelerine uygun olarak kullanılmaları ge-rekmektedir. İleri sürülen mali külfet gerekçesi ise aşılabilecek nite-liktedir. Koskoca İstanbul Üniversitesi’nin bu daireleri vasiyet edenin iradesine uygun olarak Türk öğrencilerinin İtalya’daki öğrenimlerini desteklemek amacıyla kullanamaması herhalde düşünülemez. Şöy-le ki, 110 metrekarelik ve 70 metrekarelik iki dairenin kiraya verilmesi ile 210 metrekareklik üçüncü dairenin İstanbul Üniversitesince ama-ca uygun olarak -yani Türk öğrencilerin İtalya’daki öğrenimine katkı amacıyla- kullanılmaları mümkün olabilir. Tiziano Treu’nun Dışişleri yoluyla yaptığı girişimlerin olumlu sonucun alınmasında belli bir rolü olduğu muhakkaktır. Dairelerin İÜ tarafından kullanılış biçimiyle ilgili belli bazı tereddütler daha başlangıçta ortaya çıkmışsa da, İÜ’nün çok uzun bir dava sonucunda elde edilen bu kazanıma gölge düşürecek tu-tumlara girmesi tasvip edilemez. Nitekim Senatoda İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu elde edilen bu sonuçtan dolayı tebrik edilmiştir.

Yorucu olması ve bazı can sıkıcı yönlerine rağmen, Roma’ya yaptığım bu gezi ve ziyaretlerin bana da faydaları olmuştur. Bu sayede İtalya’yı, İtalyanları ve Roma gibi muhteşem bir şehri yakından tanımak olanağı-na kavuştum. Özellikle Mesut Önen Hoca doktorasını Roma’da yapmış olduğu için şehri bana tanıtmakta yardımcı oldu. Birçok tarihi meydanı, ünlü Dilek Çeşmesini, İspanyol Meydanı ve benzeri emsalsiz eserlerle bezenmiş meydan ve caddeleri birlikte, hem de birçok kez gezdik. İs-panyol Meydanını, buradaki ünlü şair Keats’in ve Frankestein’ın yazarı Shelley’in evlerini ziyaret etmek özellikle ayrı bir ilgi kaynağımızdı.

Daha yakın geçmişte, basında 31 Ekim 2016 tarihli haberlere göre, İÜ’ye Türk öğrencilerin kalması için bağışlanan bu üç daire Roma Bü-yükelçiliğimiz çalışanları için lojman olarak tahsis edilmiş bulunmak-tadır. Sayıştay ise İÜ için hazırladığı raporda üniversiteye bağışlanan para, menkul ve gayrımenkullerin amacına uygun olarak kullanılma-

Page 228: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 215

dığını saptayarak, durumu YÖK’e bildirmiştir. Rapora göre, ayrıca ba-ğışlanan para ve mücevherlerle ilgili bir belge bulunamadığı belirtiliyor. Bu aşamada ulaşılan durum gerçekten üzücüdür. Bir anlamda İtalyan mahkemesi önünde yaptığımız savunmaların inandırıcılığı yitirilmiş-tir. Yaptığımız siyasi temaslarda, kullandığımız gerekçelerin, örneğin benim dostlarım Tiziano Treu’ye, Romano Prodi’ye aktardığım bilgi-lerin ve verdiğim ifadelerin de ‘yalan’ olduğu izlenimi doğabilecektir. Profesör Tiziano Treu’yu çeşitli yıllarda Türk Endüstri İlişkileri Derne-ğinin (TEİD) kongrelerine bildiri sunması amacıyla davet ettik. Örneğin TEİD’in 2003 yılı kongresinde bana Roma’daki dairelerimizi nasıl de-ğerlendirdiğimizi sorması üzerine, kendisine işe yarar bir cevap vere-mediğimi burada belirtmek isterim.

Rektörlükle İlişkiler Arkadaşım ve hemşehrim Kemal Alemderoğlu’nun rektörlüğü bo-

yunca bizlere karşı sergilediği tutum ve davranışlar ise herhalde görev gereği daima resmiydi. Nitekim bizim de onun karşısında duruşumuz daima resmi ve saygılı olmuştur. Örneğin, Cengiz Arın’ın görev süresi-nin uzatılmaması kararının tekrar gözden geçirilmesine ilişkin İktisat Fakültesi Yönetim Kurulunun ricasına karşı gösterdiği tepki, kararımı-zı Üniversite Yönetim Kurulunda iptal ettirmesi ve aynı kurulda Dekan olarak bana yönelttiği tutum ve sözler bu resmi ilişkilerin tipik bir gös-tergesiydi. Kendisi dürüstlüğüne ve üniversitede yaptığı, hepimizin ge-niş ölçüde desteklediğimiz derlenip toparlanma girişimlerine rağmen yakınlarıyla ilişkilerini yönetmede bazı sıkıntılara neden olabiliyordu. Yukarda çeşitli vesilelerle belirttiğim Anayasal düzene, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine bağlılığı, Atatürk devrimlerine kesin sa-dakati sorgulanamasa da, ifade ve eleştiri özgürlükleri ve çoğulcu de-mokrasinin gerekleri konusunda ne derecede duyarlı olduğunu bazen anlayamıyordum.

Henüz Dekan olmadığım dönemde beni Rektörlüğe çağırdığı bir gün ofisinin penceresinden türban lehine gösteri yaparak başörtüsü yasağını protesto eden öğrenci gruplarının gösterilerine ilişkin olarak kendisiyle mülakat yapmak isteyen New York Times muhabiri Kin-zer’in görüşme talebine olumlu cevap vermeyerek, kendi yerine benim mülakata muhatap olmamı istemişti. Sonuçta Amerikalı gazeteci ile yönetim kurulu üyesi olarak benim mülakat yapmam kararlaştırıldı. Doğal olarak Kinzer dışardan öğrenci protestoları yükselirken Rektö-rün kendisiyle konuşmak istemeyişini sorguladı. Ben Kinzer’in sorula-rını cevaplarken, başörtüsü konusunda Anayasal kuralları ve yasaları

Page 229: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

216 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

vurguladım, ayrıca Türkiye’deki otoriter temayüllerin nedenlerine iliş-kin olarak da yakın tarihimizde ülkenin karşılaştığı tehditlerden bah-settim. Kinzer bu görüşmeyi kendisi bir yorum yapmadan ertesi günü New York Times’da yayımladı ve yazısının Türkçe çevirisi Türk bası-nında yer aldı. İlginç olan nokta Fehmi Koru’nun gazetesinde kendine ait sütunda bu görüşmede benim sözlerimle ilgili yorumlar yapması ve dini gözardı eden bir açıklamanın bir iktisat hocasına hiç yakışmadığı-nı belirtmesiydi. Fehmi Koru, Max Weber’in ünlü tahliline atıf yaparak dinle ekonomik gelişme arasındaki bağı vurguluyor ve benim İktisat Fakültesi mensubu bir iktisatçı olarak türbanla ilgili konuşmamı eleş-tiriyordu. Bu yazısı üzerine hemen kendisine bir açıklama gönderdim ve İÜ’deki olaylarla ve Türkiye’nin başörtüsü konusunda karşılaştığı sıkıntılarla Max Weber’in ekonomik gelişmenin kaynaklarına ilişkin teorisi arasında ilgi kurulamayacağını, Weber’in söz konusu ettiği di-nin Protestan ahlakı olduğunu, Türkiye’de türbana ilişkin uygulama ya da yasal kısıtlamaların ekonomik gelişmemizle doğrudan bir ilişkisi-nin kurulamayacağını belirttim. Fehmi Koru şüphesiz bu cevabımı ya-yımlamadığı gibi herhangi bir atıfta da bulunmadı.

1990’lı Yıllarda Endüstri İlişkileri 1990’ların sonları ile 2000’li yılların başları geniş katılımlı ve renkli

seminer ve toplantılara tanık oldu. Bunların başında MESS’in güneyin turistik yörelerinde düzenlediği seminer ve konferanslar gelir. Özellik-le Antalya’da Kremlin Palas ve Topkapı Palas’da düzenlenen iki toplantı hem yer olarak cazip hem de içerik bakımından zengindi. İzleyen yıllar bu çeşit organizasyonlara pek tanık olmadık. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümlerinin düzenlediği bölümler arası toplantılar ise artık birçok yönden yararlı bir gelenek olarak yerleşmişti. Özellik-le katıldığım son birkaç yılın bölümler arası toplantıları verimli geçti. 2006’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine ait toplantı Ilgaz’da, 2007’deki Kocaeli Üniversitesi’nde, 2008’deki Pamukkale Üni-versitesinin toplantısı olarak Denizli’de, 2017’deki ise Uludağ Üniversi-tesi adına Antalya’da yapıldı. Bu toplantıların bazılarına TEİD adına ben de tebliğler ile katıldım.

1998 Kasım ayında İstanbul Üniversitesinde Rektörlük tarafından oluşturulan ve yabancı öğretim üyelerinin sözleşmelerinin yapılma-sıyla ilgilenen “Uluslararası Akademik İlişkiler Kurulu”nun bir üyesi olarak, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’ya bir seyahat yaptım. Kurulun Başkanı Prof. Dr. İbrahim Yıldırım ve diğer profesörler Hülya Talu, Feyza, M. Şükrü Tekbaş, Haydar, Aydın Gürkan, ben ve iki şoför-den oluşan grubumuz Rektörlüğün tahsis ettiği bir minibüsle önce

Page 230: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 217

Varna’ya, oradan Sofya’ya ve Bükreş’e ulaştık. Üniversiteleri ziyaret edip Yugoslavya’da Üsküp’e gittik. Buralardaki hem devlet hem de özel üniversitelerle temaslar yaptık ve işbirliği protokolleri imzaladık, sonra da Filibe Üniversitesinde benzer bir ziyareti gerçekleştirip Türkiye’ye döndük. Sofya’da Büyükelçimizin bir davetine katıldık. Elçimizin bize Mustafa Kemal’in Sofya’da ateşemiliterken kullandığı odanın aslında o dönemde Mustafa Kemal’in üstü durumundaki Fethi Okyar’a ait ol-duğunu, Atatürk’ün belli bir ataşemiliter odası bulunmadığını, ne var ki Ata’nın sonradan elde ettiği üstün başarılar karşısında bu odayı zi-yeretçilere onun ofisi olarak tanıtma gereği duyduğunu söylemesi an-lamlıydı.

Özellikle bu gezi sırasında bir gece vaktinde Sırbistan’da orman içinde yapılan bir çingene düğününe konuk olmamız unutulmaz bir anı olarak belleklerimizde kaldı. Gezi bağlamında katıldığımız bazı konfe-ranslar, temaslar, ecdadımızın bıraktığı eserlere yaptığımız ziyaretler çok yararlı ve öğretici oldu. Bu gezi ayrıca aramızdaki dostlukların da pekiştirildiği, çeşitli şakaların yapıldığı ve hikayelerin anlatıldığı unu-tulmaz anılarla dolu bir olaydır. Dönüşte Sofya’da olduğumuz günlerde sol gözümde gariplikler hissetmiştim. İstanbul’a dönüşümüzde maa-lesef biraz gecikerek Cerrahpaşa’ya sağ gözümdeki kataraktın ame-liyatı için yaptığım müracaatımda sol gözdeki arazın dekolman (reti-na yırtılması) olduğu teşhisi yapıldı ve katarakt ameliyatı ertelenerek hemen dekolman ameliyatına alındım. Teşhisi arkadaşımız Prof. Dr. Emel Başar yaptı, Prof. Dr Gülipek Müftüoğlu ameliyatı başarıyla icra etti. Dört ay sonra yine aynı anabilim dalından Prof. Dr. Ali Üstünel sağ gözümdeki katarakt ameliyatını geçekleştirdi. Burada hepsine ve Cer-rahpaşa’ya şükranlarımı belirtmek isterim. Kaderin bir cilvesi olarak 9 yıl sonra 2007 Ağustos’unda Bodrum’da Bank-Ev’deyken bu kez sağ gözümde benzer bir rahatsızlık hissedince, dekolman şüphesi ile der-

Türk Metal eski Genel Başkanı Mustafa Özbek ve MESS yetkilileri ile toplantı - 5 Mayıs 1994

Page 231: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

218 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

hal İstanbul’a döndüm ve hiç gecikmeden yine Gülipek Hanım tarafın-dan Cerrahpaşa’da sağ gözümden ikinci dekolman ameliyatımı oldum. Göz sağlığı mesleğimiz bakımından büyük önem taşıdığı için benim açımdan hayati bu iki olayı burada belirtmek ve operasyonları gerçek-leştiren hekim hocalara tekrar teşekkür etmek istedim. Sol gözümde zamanla oluşan katarakta uzun süre müdahale etmemeyi tercih ettik. Nihayet 11 Eylül 2017 tarihinde Altıntepe Kızılay’da Dr. Atilla Bakar’ın ehil uzmanlığı ile sol gözümdeki katarakt sorununu da çözdük.

17 Ağustos 1999’da Türkiye’yi ve özellikle Marmara Bölgesini sarsan büyük depremi yaşadık, bunu bazı artçı depremler izledi. Kayınvalidem Vahide Öktem bu deprem sırasında hayattaydı. 2002’de, muhtemelen 90 yaşlarında vefat etti. 2006 yılında ise oğlu, yani Gül’ün dayısı Erdal Öktem Küçükyalı’da evine yakın bir mevkide elim bir tren kazası so-nucunda vefat etti. Annemin 1996 yılında ölümünden itibaren ailede peşpeşe gelen ölümler hepimizin üzerinde kalıcı etkiler yaptı. Özellikle sevgili kızkardeşim Sevin’in 25 Ağustos 2016’da beklenmedik vefatı-nın yarattığı elem ve üzüntüyü unutmamız imkansız.

Dekanlığım süresince benimle en yakın ilişkide olan, sık sık ziyare-time gelen arkadaşlarım Prof. Dr. Erdoğan Alkin, Alpaslan Peker, Ne-cati Mumcu, Targan Ünal, Haşmet Başar ve eski dekanlardan Esfender Korkmaz olmuşlardır. Kuşkusuz gerek Üniversite, gerek Fakülte Yöne-tim Kurulu üyeleri ile devamlı işbirliği içindeydim. Esfender Korkmaz İÜ Vakfı’ndaki ve İktisat Fakültesi Vakfı’ndaki görev ve ilişkileri dola-yısıyla bize her zaman yardımcı olmuş, bazı zorunlu harcamalarımız için gerekli fonları temin etmiştir. Dekanların doğrudan bütçe ve mali harcama yetkilerinin olmaması bir bakıma rahatlık sağlamakla bera-ber, çok küçük de olsa en zorunlu ihtiyaçların karşılanmasında sorun-lar yaratabiliyordu. Bu konularda Esfender Hoca yardımcı oluyordu, o nedenle kendisine teşekkür borcumuz vardır.

1998, 2000 ve 2001 yılları Eylül aylarında Uluslararası Endüstri İliş-kileri Derneği’nin (ILERA) kongrelerine katılıp birer tebliğ vermek ola-nağını buldum. Bunlar üniversite araştırma fonunun kısmi mali des-teği ile gerçekleşti ama verilen destek çok sınırlı olduğu için masrafın büyük kısmını katılımcılar kendi imkanlarından karşılamak zorunda kalıyorlardı. 1998 kongresi İtalya’nın Bologna kentinde, Tiziano Treu ve Marco Biagi’nin organizasyonu ile gerçekleşti. Amerika’dan, özel-likle Cornell’den çok sayıda tanıdığımı toplantılarda görmem mutlu bir olaydı. Roger Blanpain her zaman olduğu gibi yine ön plandaydı. Mark Thompson ve eşi, David Lipsky vb. katılanlar arasındaydı. Yer bulmak zor olduğundan şehir dışında Hilton’da kaldım, kongre yerlerine oto-

Page 232: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 219

büsle gidip geldim. İzleyen kongrenin 2001’de yapılması söz konusuy-du, fakat Japonlar 2000 yılının tarihi bir dönüm noktası oluşturacağını belirterek, bu kongreyi bir yıl öncesine aldırdılar. 2000 yılında Tokyo’da yapılan kongre de oldukça görkemliydi. Aynı tanıdıkları ve meslekdaş-ları Tokyo’da da görmek, kendileriyle uzun sohbetler yapıp gelişmeleri tartışmak çok yararlı oldu. Sadece Japonların yemeklerini yadırgadı-ğım için devamlı olarak civardaki McDonald’s restoranlarına gitmeyi tercih ettim. Ayrıca Tokyo kongresinde 2003’te İstanbul’da yaptığımız bizim TEİD kongresine konuşmacı olarak davet ettiğim Alman hukuk-çu Weiss ile yakın bir dostluk kurdum. 2001’de ise Avrupa Endüstri İliş-kileri Kongresi Norveç Oslo’da yapıldı. Norveç benim için her bakımdan ilginçti. Buradaki kongrede sunduğum AB çalışma normları karşısında Türk sisteminin değerlendirilmesi bildirisi de ilgiyle karşılandı. Blanpa-in, Mark Thompson gibi eski tanıdıklara ek olarak Oslo’da yeni mes-lekdaşlarla tanıştım. Bunlardan Oslo Üniversitesinde dersler veren Evju adında tanınmış bir Norveçli hoca bana yakın bir dostluk gösterdi, şehri ve limanı tanıttı. Her üç kongrede ve daha sonra 2003’te İtalya’da Modena’da Marco Biagi’nin anısına düzenlenen kongrede gerek bilim-sel bildiriler, gerek ağırlama etkinlikleri ve yemekler unutulmaz olay-lar olarak anılarıma yerleşti.

Yeni İş Yasası Çalışmaları Dekanlığım süresi içinde gerçekleşen bir gelişme benim için çok

önemlidir. Bu olay, Yaşar Okuyan’ın Çalışma Bakanlığı dönemine rast-layan, Türkiye için yeni bir İş Yasası taslağının hazırlanması olayıdır. 2001 yılında başlayan bu çalışma bilindiği gibi 2003 yılında yasalaşan 4857 sayılı yeni İş Kanunumuzla sonuçlanmıştır.

2001 yılında 57. Hükümet zamanında hükümetle TİSK ve işçi kon-federasyonları arasında çalışma yasalarında gerekli reformları yap-mak amacıyla bir anlaşma (protokol) yapılmıştı. Bu maksatla bilim adamlarından oluşan ve hükümeti, işveren ve işçi kesimlerini temsil eden üçlü bir komisyon önce İş Kanunu, sonra da sendikal yasalarda gerekli düzenlemeleri öngören taslakları hazırlayacaktı. Girişim TİSK başkanı Refik Baydur tarafından başlatılmıştı ve Çalışma Bakanı Ya-şar Okuyan tarafından desteklenmişti. Anlaşmaya göre bu “Bilim Ko-misyonu”nun oybirliğiyle kabul ettiği maddeler taraflarca aynen kabul edilecekti, taslaklar sonra tasarı haline getirilerek yasama sürecine havale edilecekti. Hükümeti temsilen seçilen üç üye Metin Kutal, ben ve Savaş Taşkent’ten oluşacak, Devrim Ulucan (DİSK), Öner Eyrenci (TÜRK-İŞ) ve Sarper Süzek (Hak-İş) işçi kesiminin temsilcileri olacak-

Page 233: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

220 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

lardı. İşverenleri ise profesörler Münir Ekonomi, Nuri Çelik ve Tankut Centel temsil edecekti. Sonradan bu kompozisyonda bazı değişmeler olacak, Savaş Taşkent’in Tankut Centel ile anlaşamaması sonucunda Tankut ayrılacak, yerini Algun Çifter alacak, bunun gibi Nuri Çelik’in son aşamalarda komisyondan ayrılması sonucunda yerine Teoman Akünal getirilecekti.

Komisyon ilk toplantılarını Antalya’da bir otelde yaptı ve ilk aşama-da işçi kesiminin ve akademik çevrelerin bir kısmının uzun süredir is-tediği ‘iş güvencesi’ getirecek bir yasa taslağını hazırladı. Bu taslak ve onu izleyen tasarı Yaşar Okuyan döneminde Meclis’ten geçerek 4447 sayılı İş Güvencesi Kanununa dönüştü. Ancak İş Kanunun tümünün değişmesi, bütüncül bir yaklaşımla iş güvencesinin de doğal olarak aynı yasa içinde yer alması, ayrıca sendikal konuların bireysel iş mev-zuatını ilgilendiren bazı yönlerinin de aynı yaklaşım içinde yasanın ilgi-li yerlerinde düzenlenmesi gerekiyordu. Bu nedenle Komisyon kısa bir aradan sonra çalışmalarını yeniden sürdürdü. Daha çok Beşiktaş’taki SSK tesisinde toplantılar yaparak, sonuçta yeni İş Kanunu taslağına son şeklini verdi.

Dokuz üyeli komisyonumuzun başkanı olarak Metin Kutal seçildi, çoğu maddelerin son şeklini vermede ise Prof. Dr. Münir Ekonomi aktif bir rol oynadı. 4447 sayılı Yasanın ve onu takiben 4857 sayılı Yasanın iş güvencesine ilişkin hükümlerinin düzenlenmesinde ILO’nun 158 sa-yılı sözleşmesi, diğer maddelerde ise yürürlükteki 1475 sayılı Yasadan hareket edilerek ilgili AB yönergeleri temel alındı. Amaç bir yandan

İş Kanunu çalışmalarını yürüten 9 kişilik Bilim Komisyonu’nun Beşiktaş SSK Tesislerindeki toplantısı - 2003

Page 234: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 221

işçi sendikalarının iş güvencesi isteklerini, işverenlerin de “esneklik” gereksinimlerini karşılayacak dengeli, “güvenceli esneklik” özellikleri olan bir kanun hazırlamaktı. Üyeler AB yönergeleri konusunda bilgi-liydiler, daha önce TİSK için AB yönergeleriyle ilgili çalışmalar yapmış-lardı. Münir Ekonomi çeşitli konuları üyeler arasında paylaştırdı. Her bir üye kendisine tahsis edilen maddeler konusunda metinler hazırla-yacak, sonra bu metinler Komisyonun tüm üyeleri tarafından tartışılıp nihai metin haline dönüştürülecekti. Üyeler değişik kesimlerin temsil-cisi sayıldıklarından, bir yandan kendi gruplarının isteklerini karşıla-maya gayret ediyorlar ama yine de “bilimin ışığında” objektif olarak bir noktada buluşmaya çalışıyorlardı. Bazı maddelerde fikir ayrılıkları olsa da, ortak bir noktada buluşulmaya çalışılıyor, sonuçta yaratılan grup sinerjisi sayesinde ve belki biraz zorlama ile maddelerin (protokol ge-reği) oybirliği ile kabul edilmesine çalışılıyordu.

İş güvencesinin kapsamı, bu konuda yargı denetimi ve yaptırımlar, işe iade ve/veya tazminat en çok tartışılan konular arasında yer almış-tır. Bana tahsis edilen konular iş ve iş bulmaya aracılık, dönemsel ça-lışmanın düzenlenmesi (taslakta 93. madde) ve iş hayatının denetimi oldu. Kuşkusuz diğer üyeler gibi başka konularda da görüşler bildirdim, önerilerde bulundum. Ne var ki, sosyal politikacı ve daha çok hükümet temsilcisi olarak yetişmemiz gereği -örneğin iş güvencesinin kapsa-mına girecek işyeri kriterlerinin tespitinde olduğu gibi- “esneklik”ten çok işçiyi koruyucu boyutta davrandığım için olacak, bir ara bazı üyeler bu konudaki memnuniyetsizliğini açıkça belirtti. O günlerde hem De-kanlık görevimin gerektirdiği yoğun çalışma zorunluluğu hem de ders yüküm dolayısıyla bu çalışmalarda yeterince aktif rol oynayamadığımı da belirtmeliyim.

Son çalışmamız gece yarılarına kadar Abant’ta yapıldı ve bazı üye-ler arasında sert tartışmalarla geçti. Özellikle kıdem tazminatı konu-sunda iki ayrı metin hazırlamak gereği, iş güvencesinin kapsamı gibi konular bu çatışmaların odak noktası oldu. Nihayet kıdem tazminatı fon taslağı düzenlemesinin taşıdığı belirsizlik dışında tüm maddeleri oybirliği ile kabul edilmiş bir metin ortaya çıktı ve bilgisayar yazılımı için Teknik Üniversitede Münir Bey’in uzun yıllar başkanlığını yürüttü-ğü İşletme Bölümü Sekreterliğine iletildi. Yazım bittikten ve tashihler yapıldıktan sonra görevimiz metnin sayfalarını paraf etmek, tamamını ve Bakana yazılan mektubu imzalamaktı. Bu arada Savaş Taşkent bir telefon konuşmasında bana kendisinin ve bazı üyelerin metni onayla-madıklarını, özellikle kıdem tazminatına ilişkin ikinci alternatif metnin Bakanı güç duruma sokacağı için benim de hükümet temsilcisi olarak aynı davranışı göstermemi istedi. Hemen başkan Metin Kutal’la telefon

Page 235: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

222 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

teması kurdum, o da Savaş’ın dediklerini teyid etti ve benim imzalayıp imzalamamakta özgür olduğumu ilave etti. Hemen Teknik Üniversi-teye gittim ve oradaki üyelere benim protokol gereği verdiğimiz söze sadık kalarak imzalamaya kararlı olduğumu bildirdim, yandaki odaya geçtim ve metnin tamamını onayladım.

Taslak bazı üyelerce imzalanmadığı ve Savaş Taşkent’in elinin al-tında bırakıldığı için uzun bir süre Bakanlığa ulaştırılamadı. Bakanlığa ulaştığında ise Çalışma Bakanı değişmiş ve Murat Başesgioğlu Çalış-ma Bakanı olmuştu. Münir Ekonomi ve Nuri Çelik daha sonraları be-nim onaylamamın kilit noktayı oluşturduğunu ve sonucu tayin ettiğini belirttiler. Ancak bu nedenlerle taslağın Bakanlığa ve dolayısıyla ya-sama sürecine intikali birkaç ay gecikmiş oldu. Taslağımız tasarı hali-ne dönüştükten sonra çeşitli çevrelerde tartışılmış, sonra parlementer sürece intikal etmiştir. Yasama sürecinde ise Meclis, çıkar gruplarının istek ve baskılarına göre maddelerde çeşitli değişiklikler yaptı, yasanın mantıksal bütünlüğü yer yer bozuldu. AB normlarına uygun bazı yeni hükümler kaldırıldı ya da değiştirildi. Nihayet 2003 yılında yürürlüğe giren yeni İş Kanunumuz, bazı maddeleri itibarıyla işçilerin, bazı hü-kümleriyle de işverenlerin eleştirilerine maruz kaldı ama Türk çalış-ma hayatında temelde başarılı bir dönüm noktası oluşturduğu birçok çevrece kabul edildi ve AB’nin çeşitli araştırma ve konferanslarında onaylandı. 2003’ten bu yana yasanın uygulanışında ortaya çıkan bazı sorunlar yargı kararlarıyla kısmen açıklığa kavuşturuldu.

Uygulamadaki bazı belirsizliklerine ve aksamalarına rağmen Ya-sanın daha çok iş güvencesine ilişkin hükümleri hayata geçti, esnek-likle ilgili daha çok işverenlerden gelen toplu sözleşme düzenlemeleri istekleri ise genellikle işçi sendikalarının muhalefeti dolayısıyla henüz yeterince hayata geçirilemedi. Yasanın esneklikle ilgili düzenlemeleri tek yanlı işveren girişimiyle değil, sözleşmelerle işçinin muvafakatine bağladığından, işçi direnci yenilikler beklentisinde olan işverenlerin bu isteklerine set çekme etkisi yaptı. Bu etki hala kısmen devam etmek-tedir.

Yeni yasa ve doğuracağı sorunlar 2003’ten sonra birçok konferans-ta, çeşitli yayınlarda ve seminerlerde dile getirilmiştir. Yeni İş Yasası bazı bakımlardan hatalı düzenlemelere de yol açmıştır. Örneğin, sendi-ka işyeri temsilcisinin güvencesi eskiye göre zayıflatılmış, işverenlerin beklentisi olan kıdem tazminatının yeniden düzenlenişi bir türlü ger-çekleştirilememiştir. Yasada 2003’ten bu yana yapılan birkaç önemsiz değişiklikten sonra 2008’de “İstihdam Paketi” adı altında gerçekleş-tirilen bazı değişiklikler de köklü bir tadilat değil, sadece uygulamaya dönük bazı düzenlemelerdir. Bu anılarda olayların ve süreçlerin sosyal

Page 236: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 223

ve siyasi dinamikleri üzerinde durduğumdan, konuların teknik yön-lerine haliyle değinmiyorum. Ancak gerek işsizlik sigortasının kabul edilmesinde ve kurulmasında gerek iş güvencesinin ve iş yasasında-ki çeşitli esnek düzenlemelerin yapılmasında Bakan Yaşar Okuyan’ın oynadığı önemli rol vurgulanmalıdır. Gerçi yeni İş Yasamızın kabulü Okuyan’dan sonra gelen Bakan Murat Başesgioğlu döneminde gerçek-leşmiştir. Bakan Murat Başesgioğlu da kısa sürede konuların önemini ve teknik içeriğini kavrayıp Yasanın hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Fakat bu konulardaki inisiyatif ve işin önemli bölümle-ri Yaşar Okuyan’ın Bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Bu nedenle kendisini Bülent Ecevit’ten bu yana Türk çalışma hayatında en önemli değişimleri getiren Bakan olarak görmek abartılı olmayacaktır.

1996 yılında istihdam hizmetlerinde devlet tekelinin kaldırılıp özel istihdam bürolarına izin verilmesi yönündeki çalışmaları Bakanlık, İİBK ve bir Amerikan şirketi işbirliğiyle başlatmıştık. Mr. Benus ve Mete Törüner’le birlikte Münir Ekonomi ve Metin Kutal bu projede ve bu amaçla düzenlenen seminerlerde çalıştık, çeşitli görevler aldık. Ni-hayet özel istihdam bürolarına ilişkin yasa 2001 yılında çıktı.

Özel istihdam bürolarına izin verilmesine ilişkin bir anımı da 1990’lı yılların sonunda katıldığımız ILO Konferansı sırasında yaşadım. Yu-karda sözünü ettiğim taslak hazırlanmıştı, fakat Bakan Emin Kul ta-rafından benimsenmediği için henüz hükümetin gündemine getiril-memişti. Cenevre’de bir akşam vakti İİBK Genel Müdürü Prof. Dr. Mete Törüner konuyu otelimizin önünde Bakan Emin Kul’a açtı ve biraz da bu gecikmeden dolayı serzenişte bulundu. Emin Bey konuya sıcak bakmadığını, gemi adamları olarak kendisinin ve vaktiyle babasının

Çalışma Bakanı Emin Kul ve Mete Törüner ile ILO toplantısında.

Page 237: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

224 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ve birçok denizcinin iş bulma aracılığı yapan simsarlardan çok çektik-lerini, bu aracıların işçileri sömürdüklerini söyleyerek, kendi Bakanlığı sırasında bu konuda bir gelişme beklemememiz gerektiğini sözlerine ekledi. Ertesi sabah güzel bir pazar günüydü ve Bakanla birlikte otel-deki diğer Türk konuklar civarda geziye çıkmıştık. Etrafta çok sayıda geçici işçi temin eden özel kurumlar vardı ve iş arayan hayat kadınları gruplar halinde ve tesadüfen bu büroların önünde toplanmışlardı. Ba-kan durumu farklı değerlendirir endişesiyle kendisini bu görüntüden uzak tutmaya çalıştım. Durumu görse belki bu kadınların özel istih-dam büroları kanalıyla iş aradıklarını sanacak ve özel istihdam bürola-rına karşı tutumu tamamen olumsuz bir nitelik kazanacaktı.

Dekanlık dönemimde üzerinden yıllar geçtiği için unuttuğum bir gerçek sonradan tesadüfen ortaya çıktı. Bir gün bir gazeteci Dekanlığa gelerek daha sonraki yıllarda Cumhurbaşkanımız olacak olan Abdul-lah Gül’ün bizim Fakültemizde doktora yaptığını bildiğini, doktora dip-lomasını görmek ve tez konusunu öğrenmek istediğini söyledi. Sakın-calı olabilecek bu isteğin kabul edilemeyeceğini belirterek reddettim. Ama o gittikten sonra merak ederek Sayın Gül’ün dosyasını getirttim ve doktora yeterlilik sınavında imzası olan jüri üyeleri arasında be-nim ismimi ve imzamı da görünce hayret ettim, bu unutkanlığıma çok şaşırdım. Diğer jüri üyeleri arasında sanırım Erdoğan Alkin ve Nusret Ekin’in isimleri de vardı. Abdullah Gül’ü doktora öğrenciliği döneminde bizim Bölüme yaptığı ziyaretlerde Danışmanı Sabahaddin Zaim’in oda-sında sıkça görürdük. Sanırım doçentliğini daha sonra Sakarya Üni-versitesinde yine Sabahaddin Bey’le çalışırken elde etti.

2000’li yılların başlarında ise bu kez “ödünç işçilik” kavramı çerçe-vesinde dönemsel işçi temininin profesyonel temelde ticari bir faaliyet olarak yürütülmesine izin verilmesi konusu Türkiye’nin gündemine girdi. Adecco ve İtalyan arkadaşlarım Tiziano Treu ve Marco Biagi’nin katılımıyla yaptığımız konferans ve seminerlerde ortaya çıkan veri-lerin ışığında ve Münir Ekonomi’nin değerli katkılarıyla dönemsel iş-çiliğe ilişkin olarak yapılması istenen yasal değişiklik, hazırladığımız İş Yasası tasarısında yer aldığı halde, işçi kesiminin yasama süreci sırasındaki itirazları sonucu gerçekleşemedi. Aynı yönde bir düzenle-me 2008’deki istihdam paketinde yer almasına rağmen yine benzer sebeplerle yasalaşamadı. Ülkemizde, yukarda belirtildiği gibi, ancak genel anlamda istihdam hizmetlerinde devlet tekelinin kaldırılması ve iş ve işçi bulmaya aracılık bağlamında devlet yanı sıra özel kesimin de “özel istihdam büroları” adı altında çalışabilmesine olanak sağlayan yasa -o da yine güçlü bir muhalefete rağmen- çıkarılabildi. Bu çaba-

Page 238: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 225

larda resmi kurum ve Bakanlık yanı sıra bizlerle birlikte çaba harcayan Adecco şirketinin ve onun o yıllardaki genel müdürü Pembe Candaner Hanımın hizmetleri hatırlanmalıdır. Her ne kadar bazı arkadaşlarımız-ca eleştirilmiş olsa da, benim bu çalışmalara Derneğimizi de katarak yaptığım iki bilimsel kongreye Adecco’nun ve Pembe Hanım’ın ve bu arada eski İŞ-KUR Genel Müdürü Dr. Necdet Kenar’ın katkılarını bura-da belirtmem gerekir. Nihayet Kasım 2008 içinde Avrupa Birliğinin ge-çici (dönemsel) işçiliğe ilişkin yönergesi çıkarıldı. Bu durumda Türkiye de yönergede öngörülen süreler içinde bu konuda yasal düzenlemeyi er geç yapmak zorunda kalacaktı. Nitekim çeşitli engellemelere rağ-men uzun sayılabilecek bir mücadele sonucu ‘geçici (ödünç)’ işçilik ko-nusu Mayıs 2016 tarihinde yasalaştı. Burada işçi tarafının aşırı muhale-fetini göğüslemek amacıyla Kanunun Yönergenin esaslarına ve bizim hazırladığımız taslaklara göre çok daha katı düzenlendiğini belirtmek isterim.

Haşmet Başar’ın Vefatı2002 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi göz uzmanı

Prof. Dr. Emel Başar’ın eşi ve Bölümümüz mensubu Prof. Dr. Haşmet Başar’ın bir kalp krizi sonucu ani ölümü hepimizi üzdü. Haşmet iyi bir insan, çalışkan bir öğretim üyesiydi. Hakkında çıkarılacak bir Armağan kitabına ben de bir makale verdim. Bizim bölümden mezun bir öğrenci olarak devlet bursunu kazanarak İngiltere’ye doktora yapmaya gön-derilmişti. Yüksek lisans derecesini almakla birlikte doktora aşaması-nı sanırım danışmanının başka bir ülkede görevlendirilmesi nedeniyle İngiltere’de değil Türkiye’de tamamlayabildi. Burada Fakültemizin ya-yınladığı Armağan kitabında Prof. Dr. Haşmet Başar için kaleme aldı-ğım bir anı yazısına yer vermek istiyorum:

“Prof. Dr. Haşmet Başar’ın Anısına...Meslekdaşım ve arkadaşım Prof. Dr. Haşmet Başar’ı Fakültemiz-

deki öğrencilik yıllarında tanımıştım ama kendisini daha yakından tanımak olanağını lisansüstü öğrenimini İngiltere’de tamamlayıp yur-da dönüşünden sonra buldum. Haşmet Başar Bölümümüz mezunu olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanmış ve lisansüs-tü öğrenim için İngiltere’ye gönderilmişti. Yurda dönüşünde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kuruluşunda, etkin bir rol üstlendiği bugünkü adıyla Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte-si’nin Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde önce araş-tırma görevlisi, sonra da öğretim üyesi olarak çalıştı. Aynı yıllarda eşi

Page 239: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

226 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Dr. Emel Başar da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hekim öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyordu. Haşmet Başar 1984-1990 yıl-ları arasında Cidde’de İslam Bankası’nda uzman olarak görev yaptı. Bu görevinden yurda döndüğü 1990’lı yıllarda Fakülte’mizin Çalışma Eko-nomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’ne katıldı ve vefatı tarihine kadar bu Bölümde öğretim üyesi olarak çalıştı,dersler verdi, araştırma ve ya-yınlar yaptı.

Kişilik özellikleri bakımından Haşmet Başar, her şeyden önce ne-zaket ve terbiyesi ile anılacaktır. O, davranışlarında ölçülü ve denge-li bir centilmendi. Haşmet aynı zamanda örnek bir aile babası, daima iyi bir dost, zor anlarımızda yardımımıza koşan, sorunlarımızın çözü-münde bizden yardımını esirgemeyen vefakar bir insandı. Fakülte De-kanı olduğum 1999-2003 yılları arasında sık sık Dekanlıkta ziyaretime gelir, bilimsel ve idari konularda bizlerle görüşlerini paylaşırdı.

Haşmet Başar aynı zamanda ince espriler yapan ve başkalarının esprilerini layıkıyla değerlendirebilen ince bir zekaya sahipti. İngilizce diline gerek yazılı, gerek sözlü olarak hakimiyeti ile tanınır, bu dili hem bilimsel, hem de günlük iletişimde vukufla kullanırdı. Özellikle İngiliz aksanı ile İngilizceyi telaffuzu hala kulaklarımızdadır. İslam Banka-sı’ndaki çalışması sayesinde Arapça’yı da hayli ilerletmiş olmalıydı ki, seyahatlerimizde bizlere ilginç Arapça deyimler aktarırdı.

Haşmet Başar öğretim faaliyeti boyunca başta Çalışma Ekonomisi olmak üzere Bölümümüze önemli katkılar yapmıştır. İsmini ve hatıra-sını bu değerli katkıları ile yadetmek isterim. Bu vesileyle iş hayatından davet ettiği konuk konuşmacılarla derslerine ayrı bir renk kattığını da belirtmeliyim. Bunların çoğuna ben de katıldığım için, öğrencilerin duyduğu mutluluk ve memnuniyeti onların konuk konuşmacılara yö-nelttiği sorulardan ve başlattıkları tartışmalardan izlemek olanağını buluyordum.

Haşmet Başar’ın bir başka faaliyeti de çalışma ekonomisi, en-düstri ilişkileri, yönetim, insan kaynakları gibi konularda hazırladığı Türkçe-İngilizce kavram sözlükleri olmuştur. Oldukça zor bir çalışma ürünü olan bu yayınlar önümüzdeki yıllarda da öğrencilerimiz ve bu konularla ilgilenenler için değerli bir referans olma özelliklerini sür-düreceklerdir. Bilimsel faaliyetleri arasında ayrıca çeşitli güçlüklere rağmen düzenlediği ve başarıyla gerçekleştirdiği ulusal ve uluslararası konferanslar da vurgulanmalıdır.

Haşmet Başar’ın Fakültemize bu değerli hizmetleri yaptığı yıllarda eşi Prof. Dr. Emel Başar da Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Üniversitemiz için yoğun bir çalışma temposu içindeydi. Emel Başar tüm diğer has-taları gibi öğretim üyelerimizin göz sağlığına ilişkin sorunlarının çö-

Page 240: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 227

zümüne yardımcı oluyordu. Bu vesileyle 1999 yılında benim göz ame-liyatlarımı da başarıyla gerçekleştirmiş olan Dr. Emel Başar’a şükran duygularımı bir kez daha belirtmek isterim. Göz ameliyatımın yapıl-dığı saatlerde ve sonrasında Haşmet Başar’ı hastane koridorlarında o tarihteki Rektörümüz Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ile beraber gör-düğümü anımsıyorum. Yakın ilgisini ve hatırasını bu münasebetle bir kez daha anıyorum. İş çevremiz sürekli değişiyor olabilir, fakat Rektör Alemdaroğlu, onun yardımcıları ve Başar ailesi gibi kimliklerin hizmet ve katkılarını unutmamız şüphesiz yadırganacak bir davranış olur.

Haşmet genç yaşında, hiç beklenmeyen bir anda çok değer verdi-ği eşinin, sevgili kızlarının, öğrencilerinin ve bizlerin arasından ayrıldı. Hizmetleri ve dostluğu unutulmayacak, hatırası Bölümümüzde sürekli yaşayacaktır. Kendisine Tanrı’dan rahmet dilerim.”

Yine 2001 yılının bir Eylül günü eşim Bengi’nin annesi kayınvalidem Vahide Hanımı kaybettik. O da, birkaç yıl önce (1991-92’de biz Kana-da’dayken) ölen kardeşi Vedia Hanım ve daha sonra onun eşi, eniştemiz Kemal Astarcı gibi arkasında bizlere birçok anı bırakarak sonsuzluğa göçtü. Allah hepsine rahmet eylesin. Zamanının büyük kısmını bizimle geçirdiği ve bizim evimizde vefat ettiği için Vahide Hanımın yokluğunu daha yakından hissettik. Renkli bir kişiliği olan kardeşi Vedia Hanımın ölümünde çok uzaklardaydık, belki de vefatını gecikerek öğrendik. Ve-dia Hanımın eşi Kemal Enişte ise görgülü bir İstanbul beyefendisiydi. Bizden uzakta ve habersiz vefatı içimizde bir ukte olarak kalmıştır.

4857 sayılı yeni İş Yasasının AB normlarına uygunluğunu saptama-ya yönelik bir çalışmayı 2004-2005 yıllarında Tilburg Üniversitesi, Hol-landa Çalışma Bakanlığı ve bizim Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan-lığımız arasındaki ortak bir projeyle (MATRA Projesi) gerçekleştirdik. Benimle birlikte ODTÜ’den Nurhan Süral, Tilburg’dan Frans Pennings, Frank Hendricks, Karen Sengers ve Peter Donders tarafından yürütü-len bu araştırma projesi, 2006’da Kluwer Law International tarafından Hollanda’da bir kitap halinde yayımlandı. Dikkatli bir taramaya daya-nan bu araştırma, birkaç önemsiz sapma dışında 4857 sayılı Yasanın AB yönergeleriyle uyum halinde olduğu ortaya koydu. Proje boyunca ben ve Nurhan Süral yabancı uzman meslekdaşlarla uyum içinde ça-lıştık. Matra Projesi için Ankara ve İstanbul’da ilgililerle çeşitli temas ve mülakatlar yaptık. Araştırma sonuçlanınca Ankara’da Bakanlıkta bir konferans ile kamuoyuna tanıtıldı. O dönemde İş Bankası Yönetim Ku-rulu üyesiydim.

İş Bankası Deneyimi2000’li yıllarda benim için diğer bir ilginç gelişme, Basisen Sendika-

sı Genel Başkanı Metin Tiryakioğlu’nun önerisiyle İş Bankası Yönetim

Page 241: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

228 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Kuruluna seçilmem olmuştur. Bu hiç beklemediğim olaydı. İş Bankası sermayesinde önemli bir paya sahip emeklilik fonları dolayısıyla Sen-dikanın yönetim üzerinde önemli bir etkisi vardır. Seçilmemde sen-dikanın araştırma uzmanı ve eski doktora öğrencim Bilal Yankın’ın ve meslekdaşım ve arkadaşım Prof. Dr. Murat Demircioğlu’nun Metin Tiryakioğlu’na benim lehimde tavsiyede bulunmalarının da mutla-ka etkisi olmuştur. 2002 yılının yaz aylarında Metin Tiryakioğlu’ndan gelen bir davet üzerine kendisini o zaman Fındıklı’da bulunan Basisen Genel Merkezinde ziyaret ettim. Tiryakioğlu bana İş Bankası Yönetim Kurulundaki münhal bir yer için Haziran ayında yapılacak genel kurul-da beni önermek istediğini söyleyerek fikrimi sordu. Ben de bankacı-lık konusunda uzmanlığım olmadığını, belki bu alanda tecrübesi olan bir başka öğretim üyesinin seçiminin daha uygun olacağını söyledim. Başkan bunun önemli olmadığını, benim de bankanın insan kaynak-ları yönetimine ve çalışma ilişkilerine kendi uzmanlık alanımla ilgili katkılarda bulunabileceğimi sözlerine ekledi. Kaldı ki, İş Bankasının iştiraki olan Şişe Cam topluluğu için Kristal-İş Sendikası ile çıkan toplu iş uyuşmazlıklarında arabuluculuk yapmıştım ve Şişe Cam camiası da İş Bankası Yönetim Kuruluna seçilmemi destekliyordu. Ertesi günü İÜ Rektörünün de onayını alarak teklifi kabul ettim. Böylece Dekanlık gö-revimin yanı sıra İş Bankası Yönetim Kurulunda üç yıla yakın bir süre devam edecek olan çalışmam başlamış oldu.

Yönetim Kurulunun işlevleri hakkında kısa sürede bilgi sahibi ol-dum. Haftanın üç-dört günü İş Kulesi 38. kattaki (Yönetim Kurulu katı) odamda düzenli çalışmalara başladım. Her ay sonunda o aya ait Yöne-tim Kurulu toplantısına katılıyor, bunun dışında ayda iki-üç kez yapı-lan toplantılarda sorunlu kredileri, İstanbul Yaklaşımına tabi şirket-lerin sorunlarını, Petrol Ofisi’ne katılmamız, Avea’nın oluşturulması, İzmir Çelik’in çeşitli sorunlarını, bazı şubelerdeki büyük ya da küçük yolsuzlukları tartışıyor ve çözmeye çalışıyorduk. Bu bağlamda Caner Çimenbiçer’in özellikle Petrol Ofisi’ne ilişkin sorunları çözümünde ve Aria-Aycell birleşmesini sağlayarak oluşturulmasında son derecede değerli katkıları olduğunu belirtmeliyim. Nitekim, belki de bu başarıla-rına bağlı olarak kendisi sonradan Banka Yönetim Kurulunun başkan-lığına getirilmiştir. İlgimi çeken bir özellik bazı Yönetim Kurulu üyele-rinin kurulda yapacakları konuşmanın metnini önceden hazırlayıp bu yazılı metni kurulda aynen okumalarıydı. Diğerleri ve özellikle ben, Baran Tuncer, Yavuz Ege gibi akademisyen üyeler ise değerlendirme-lerimizi irticalen yapmayı tercih ediyorduk. Benim katkılarım bazen iş hukukuna ilişkin olarak ortaya çıkan bazı soruları cevaplamakta, eko-

Page 242: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 229

nomik yorum konularında yapılan değerlendirmelerde de istihdam boyutuna ilişkin bilgiler vermekte toplanıyordu. Bu nedenlerle ilişki-lerim daha sık olarak İnsan Kaynakları işleri üzerinde yoğunlaşmak-taydı. Ayrıca Banka tarafından staj ya da yüksek lisans için yurt dışına gidecek çalışanlara referanslar vermek, onlarla ilgili danışmaları yü-rütmekle meşgul oluyordum. İş Bankası’nda Yönetim Kurulu üyelerin-den sık işittiğim bir özeleştiri, kurumun iştirakleri ile ilgiliydi. Bilindiği gibi Banka özellikle kuruluş ve gelişme yıllarında ülke kalkınmasına katkı için çok sayıda iktisadi işletmeye yatırımda bulunmuştu. Şimdi bunların tasfiyesi isteniyor, bir banka olarak ana görevlerinin yatırım-cı bir işveren olarak değil, tüm ekonomiyi (işletmeleri) ticari kredilerle finanse etmek fonksiyonu olması gerektiğini savunuyorlardı. Ben ise ülkemizin gelişmesinde ve sanayileşmesinde önder rol oynamış bu iş-tiraklerle iftihar ediyordum. Bu tartışmalara rağmen iştirakleri azalt-mak yönünde herhangi bir somut adım atılmadı.

Bu arada, 2003’te İstanbul Üniversitesinden emekli olmamı takiben 2003 Ağustos’undan itibaren de Işık Üniversitesinde kadrolu olarak çalışmaya başlamıştım. Banka bana da bir laptop bilgisayar ve mobil telefon vermiş, her Yönetim Kurulu üyesi gibi şoförlü bir Audi A6 mar-ka otomobil tahsis etmişti. Bana verilen şoför Başar Sakarya iyi eğitil-miş, dengeli ve terbiyeli bir profesyoneldi. Onunla beraberce birçok iş ve tatil gezisi yaptık. Özetle İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği benim için yeni ve verimli bir serüvendi. Gerçi ülke 2001 krizinden yeni çık-tığı için aldığımız ücretlerden dağıtılacak temettü miktarlarına kadar

İş Bankası Yönetim Kurulu - 2003

Page 243: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

230 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

tüm ödemeler çok sınırlı tutuldu. Yönetimin dirayetli kararları ile Ban-ka ikinci yıldan itibaren kara geçti ve benim dönemimden sonra bu kar yüksek düzeylere ulaştı. Risk yönetimi hakkında da çok şey öğrendim. Fakat İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğimde banka görevlerim dışında en verimli faaliyetim Blanpain’in ansiklopedisi için Türkiye cildinin 3. ve yeni versiyonunu İş Kulede 38. kattaki odamda tamamlama olana-ğını bulmam olmuştur. Diğer bir deyişle, 2003’te yasalaşan yeni İş Ya-samız ve son sekiz yılın gelişmelerini içeren Labour Law and Industrial Relations in Turkey’in 3. versiyonu İş Bankası’ndaki odamın sakin ve huzurlu ortamında yazıldı, 2006’da Kluwer tarafından yayımlandı. ILO kütüphanesinin girişindeki yerini alıp, hem çeşitli öğretim kurumla-rında öğrencilere okutulan bir ders kitabı hem de ilgili birçok kurum ve kişi için referans kaynağı oldu. Bu kitabım 2007’de Tübitak’ın (TUBA) ödülüne layık bulundu. Kitabın beşinci versiyonu 2015’te basıldı, halen altıncı update’i yazma sürecindeyim.

Yönetim Kurulu üyeleri genellikle bu görevi iki dönem yapıyorlar-dı. Basisen Sendikası’ndan bankaya gelen haber ve işaretler de benim çalışmamdan memnun kalındığı yönündeydi. Herkes ve özellikle diğer üyeler de benim ikinci dönem (31 Mart 2005’te yapılacak genel kurul-da) tekrar seçileceğimi söylemekteydiler. Öyle ki, yeni üyenin kim ola-cağı konusunda fikrini soran bir yakınıma Metin Tiryakioğlu, “Dereyi geçerken hiç at değiştirilir mi?” cevabını vermişti. Kaldı ki, geçmiş yıl-larda İş Bankası iştiraki olan Şişe Cam toplululuğunun Kristal-İş Sen-dikası’yla olan toplu pazarlık uyuşmazlıklarında ve grev olaylarında arabulucu olarak çalışmış olmamın da Banka nezdinde bana sağladığı belli bir prestij vardı. Durumdan emin olduğum için ben de hiçbir za-man Metin Tiryakioğlu’na gidip desteğini aramak gereğini duymadım, esasen karakterim de böyle bir şey yapmama müsait değildi. Ne var ki, genel kuruldan bir gün önce Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kırman, öğleden sonra odama gelerek ertesi günü yapılacak genel ku-rulda yönetimde bazı değişmeler olacağını bana bildirince, görevimin bir gün sonra sona erdirilebileceğini sezdim. Ancak sendikanın yerime kimi önereceğini bilmiyordum. Böyle bir değişme kuşkusuz doğaldı. Gerçi Banka için samimiyetle çalışmıştım, hatta yönetimde Metin Tir-yakioğlu’na bir sendikacı olarak yapılan eleştirileri bile göğüslemiş-tim. Ayrıca Bankanın menfaati için bazı risklere girmiş, Şaşkınbakkal Şubesindeki bir yolsuzlukta ilk karşı tavır koyan üye olarak, hatta bu yüzden sonraları BDDK’ya yapılan şikayet üzerine diğer üyelerle bir-likte yargılanmış ve beraat etmiştim. İzleyen 31 Mart 2005 günü İş Bankası genel kurulunda karşımda gördüğüm yeni adaylar arasında

Page 244: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 231

yıllarca bizimle ILO’ya gelen, yeni İş Yasası komisyonunda benim gibi görev yapan, meslektaş ve arkadaş bir tanıdığı görünce çok şaşırdım. Metin Tiryakioğlu bu kez aday olarak onu göstermişti, o da benim du-rumumda olduğu gibi otomatik olarak seçildi. Tiryakioğlu benim ve herkesin önünde kalkıp kendisini öperek kutladı. Daha sonraları Bilal Yankın, bu kişinin bir süredir kulis yapmak amacıyla Basisen’e gelip gittiğini söyledi. Esasen 2002’de benim seçilmemin hemen akabinde Dekanlığa gelip İş Bankası’na seçilmemin nasıl gerçekleştiğini merak-la sormuştu, ben de o zaman bu ilgisinin nereden kaynaklandığını me-rak etmiştim. Kuşkusuz Yönetim Kuruluna tanımadığım bir başka kişi bana makul bir süre önceden haber verilerek getirilseydi, bunu gayet doğal karşılamam gerekirdi. İlginçtir ki, Metin Tiryakioğlu İş Bankası Yönetim Kuruluna aynı kişiyi üst üste üç dönem yeniden seçtirdi. Özet-lemem gerekirse, İş Bankası’nda bu olay benim için büyük bir hayal kırıklığı yarattı, kendimi aldatılmış hissettim. Oysa ben İş Bankası’nda ikinci dönemimi sadece Bankada geçireceğimi, Işık Üniversitesindeki öğretim görevini bırakacağımı söylüyor ama kimseden tepki almıyor-dum. Tanrıya şükür Işık Üniversitesini bırakmamışım. Öyle yapsaydım, hayatımın son dönemlerinde işsiz ve amaçsız kalacaktım. İş Bankası serüvenim 31 Mart 2005’te böylece sona ermiş oldu. Belki de böylesi iyi oldu, ‘her şeyde bir hayır var’ derler ya, İş Bankası Yönetim Kuruluna tekrar seçilsem bu pozisyonda belki bir dönem daha kalacaktım, oysa Işık Üniversitesindeki öğretim üyeliği görevini bu olaydan sonra daha oniki yıl (toplam ondört yıl) sürdürdüm.

Yetkililer Bankanın bana kullanmam için verdiği cep telefonu ile laptop bilgisayarı iade etmemi, odamı iki gün içinde boşaltmamı bil-dirdiler, söylenenleri hemen yerine getirdim, tahsis edilen arabayı terk ettim ve kurumdan ayrıldım. Bilal Yankın kanalıyla Metin Tirya-kioğlu’na selam gönderip, kendisiyle görüşmek, en azından bu bir dö-nemlik İş Bankası görevi için teşekkür etmek istedimse de, benimle görüşmekten kaçınmış olmalı ki bir randevu vermeden günler geçti. İş Bankası’ndaki bu deneyimime rağmen yönetimin bu kurumda çok iyi işlediğini, Yönetim Kurulu üyelerinin değerli, iyi yetişmiş ve sorum-luluklarının bilincinde kişiler olduklarını belirtmeliyim. Özellikle Yö-netim Kurulu başkanımız Ahmet Kırman hem mali hukuk alanında değerli bir profesör, hem de Banka’nın içinden yetişmiş deneyimli bir uzmandı. Genel Müdür Ersin Özince dirayetli ve tecrübeli bir bankacı olduğu kadar etkin bir problem çözücüydü. Aynı zamanda sabırlı, kişi-sel davranışlarında ve yaşantısında mütevazı bir kişiliğe sahipti. CHP kanadına mensup Prof. Dr. Baran Tuncer esasen yıllar öncesinden çok

Page 245: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

232 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

sevdiğim bir arkadaşımdı. Bankanın iktisadi araştırmalar bölümünde önemli girişimleri ve çalışmaları oldu, başarılı bir performans sergile-di. Siyasal seçimlere kadar Yönetim Kurulunda CHP’li üyeler arasında yer alan Kemal Kılıçdaroğlu meslek hayatımda esasen tanıdığım, bilgili ve deneyimli, dürüst kişiliğiyle tanınan bir şahsiyetti. Fakültemiz me-zunu olan Bülent Tanla ile ilişkilerim samimi fakat mesafeliydi. Banka sektöründen gelen Nail Yağcı birçok sorumu cevaplandırmada bana yardımcı, iyi bir dost oldu. Renkli kişiliğiyle ve esprileri ile çalışmaları-mıza ayrı bir renk katan sima ise Bahtiyar Sönmez’di. Bu arada Yöne-tim Kurulumuzun raportörü Taciser Bayer’in dikkat ve çaba gerektiren bu görevde başarılı bir performans sergilediğini vurgulamak isterim. Kendisi ayrıca İktisat Fakültesi mezunu olduğu için ilişkilerimiz sürekli ve karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir seyir izlemiştir. Onlarla ve diğer üye ve yöneticilerle geçirdiğim günleri burada değerli anılar olarak ya-detmek isterim.

2000’li Yıllarda Diğer Olaylar Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlerde oyumu kullanıp 3 Ka-

sım’da ILO’nun Budapeşte’de yapılan bir toplantısına katıldım. Toplantı AB üyeliğine aday ülkelerin çalışma mevzuatının AB müktesebatına uyumu konusundaydı. Tayyip Erdoğan’ın üzerindeki siyasal yasak he-nüz kalkmamıştı, fakat bu seçimlerde AKP’nin oyların çoğunluğunu alıp iktidar olacağının anlaşılması üzerine toplantıya katılan çeşitli de-legelerde Türkiye’nin alacağı yeni yön konusunda bir merak, hatta bazı endişeler oluşmuştu. Seçimde oy kullandığım da parmağımdaki mü-rekkep izinde anlaşılıyordu. Kendilerine elimden geldiğince Türkiye’de sırf bu nedenle önemli bir değişim yaşanmayacağını anlatmaya çalış-tım. İzleyen birkaç ay içinde Erdoğan’ın önündeki hukuki engel kaldı-rıldı ve kendisi 14 Mart 2003’te Başbakan olarak Meclis’e girdi. Nisan 2003’te, emekliliğime az bir süre kala, bu kez İÜ Rektörlüğü’nün görev-lendirmesi ile Salzburg’da yapılan benzer nitelikte bir AB toplantısına katıldım. Bu toplantıda da katılımcıların benzer nitelikteki sorularını cevaplandırmam gerekti. Burada değinmek istediğim husus, gerek Budapeşte gerek Salzburg toplantılarında Türkiye’ye siyasal geleceği bakımından gösterilen ilginin özellikle dikkat çekici olmasıydı.

Dekanlık sürem 2002’de sona erdiği halde Rektör Kemal Alemda-roğlu’nun istek ve ısrarı ile bu süre bir yıl uzatıldı ve bu uzatma YÖK tarafından onaylandı. Nihayet doğum günüm olan 6 Mayıs’ta (2003) Ankara’da AB ile ilgili bir konferans sırasında ben konuşurken yaş haddinden dolayı emekliliğim gerçekleşti. Kısa bir süre sonra Bölüm meslekdaşım ve 43 yıllık arkadaşım Prof. Dr. Nusret Ekin çeşitli ame-

Page 246: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 233

liyat ve komplikasyonlar sonucu şiddetlenen rahatsızlığı nedeniyle 3 Haziran 2003 tarihinde vefat etti. 1959 yılından beri tanıdığım, bölüm arkadaşım ve yakın meslekdaşım Nusret Ekin insancıl yönleri kuv-vetli, zeki ve espiritüel, çevresi için daima mutluluk ve neşe kaynağı bir kişiydi. Yukarıda çeşitli vesilelerle değindiğim inanılmaz şakala-rıyla, benzetmeleriyle ve anlattığı hikayelerle toplantılarda, seyahat ve bilimsel etkinliklerde daima aranan bir insandı. Uzun süre bölüm başkanlığımızı yürüttü, dekan yardımcılığı ve iki dönem Fakültemizin dekanlığını yaptı.

1980 sonrasında YÖK’le getirilen değişmeler sonucunda Fakülte-mizin isminin diğer üniversitelerde olduğu gibi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olması kararlaştırılmıştı. Oysa tüm Fakülte mensupları Ata-türk’ün kuruluşunda etkili olduğu bu kurumun isminin orijinal şekliyle İktisat Fakültesi olarak kalmasını istemekteydi. İşte bu konuda Nusret Ekin YÖK nezdinde aylar süren çetin bir mücadele verdi ve sonunda -o dönemde milletvekili olan mezunumuz İmren Aykut’un da yardımıy-la- bu çabalarında başarılı oldu. Üstelik Fakülte’nin YÖK’ün başlangıçta önerdiği gibi tek bölüm değil, bugünkü haliyle çok bölümlü olarak teş-kilatlanmasını sağladı. Bence de doğru olan buydu. Bu hayırlı sonuca yaptığı katkılardan ötürü İktisat Fakültesi Nusret Ekin’e olan şükran borcunu çeşitli kurul ve toplantılarda dile getirmiştir.

Nusret Ekin’in ölümünden sonra her vesileyle kendisini anmakta, espri ve şakalarını hatırlamaktayız. Ülkenin bütünlüğüne her zaman önem veren, İktisat Fakültesi’ne uzun yıllar hizmet vermenin mutlulu-ğunu her fırsatta tekrarlayan arkadaşımız, aşırı duyarlı kişilik yapısın-dan ötürü çok kolay alınır ve darılırdı. Kendisi başkalarına takılıp şa-kalar yapmasıyla tanındığı halde kendisine benzer bir muamele, şaka ya da espri yapıldığında çabucak kırılır ve tepkisini gösterirdi. Dostluk ilişkilerinde daima sevecen ve yardımcıydı, bu kişilik özellikleri sa-yesinde Humbolt Vakfı’ndan uzun bir süre yararlanarak Almanya’da bulunabilen tek öğretim üyesi Nusret Ekin’di. Nusret Ekin’in genel ola-rak duyarlı, iyiliksever ve espiritüel kişiliği daima ağır basar ve herkes tarafından sevilmesini sağlardı. Burada sevgili Nusret Ekin’e Allah’tan rahmet dilerim. Ruhu şad olsun. Eşi Ceyhan ve evlatları da yaşantımız-da en sevdiğimiz kimseler arasında yer almışlardır. Bu vesileyle Nusret Ekin’in vefatı dolayısıyla İFMC İktisat Dergisi’nde yayımlanan bir yazı-mı buraya nakletmeye karar verdim:

“İktisat Fakültesi 3 Haziran 2003 günü eski dekanlarından, değerli öğretim üyesi Prof. Dr. Nusret Ekin’i kaybetti. Vefatının İktisat Fakül-

Page 247: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

234 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

tesi ve Üniversite camiasında ve bir anlamda ömrünün büyük kısmını içinde geçirdiği işçi-işveren çevrelerinde yarattığı elem ve keder son-suzdur.

Nusret Ekin’in tanıyanlar, onun kendisine has özelliklerini, Fakülte-mize ve bilim hayatına yaptığı sayısız katkıları ve hepsinden önemlisi renkli kişiliğini böyle kısa bir yazıda anlatmanın ne kadar güç olduğu-nu takdir edeceklerdir. Hakkında yazmayı göze aldığım bu birkaç say-fanın Nusret Ekin’i tanıtmakta ve anmakta çok yetersiz kalacağını bile bile sözlerime onun özgeçmişine dair bir giriş ile başlamaya, sonra da kendisine ait bazı anı ve değerlendirmelere yer vermeye karar verdim.

1932 yılında İzmit’te doğan Prof. Dr. Nusret Ekin 1955 yılında İstan-bul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olmuş, aynı yıl bu Fakül-te’nin Sosyal Siyaset Kürsüsü’ne (şimdiki adıyla Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’ne) asistan olarak girmiştir. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirmiştir. Ken-disi bu yıllardan itibaren emekliye ayrıldığı 17 Temmuz 1999 tarihine kadar yaklaşık 45 yıl Fakültemize kesintisiz hizmet vermiştir. Bölü-mümüzdeki öğretim ve araştırma faaliyetini emekliliğinden günümü-ze dek sürdürdüğü de göz önüne alınırsa, Nusret Ekin nerdeyse yarım yüzyıl İstanbul Üniversitesi ve İktisat Fakültesi için çalışmıştır.

Nusret Ekin 1959 yılında İktisat Fakültesi’nden Doktora derecesi-ni almış. 1960-1961 akademik yılında Cornell Üniversitesi Endüstri ve Çalışma İlişkileri Fakültesinde doçentlik tezi çalışmaları yaparak 1964 yılında fakültemizde Doçentliğe ve 1971 yılında da Profesörlüğe yük-seltilmiştir.

Değerli Hocamız ayrıca çeşitli Batı üniversitelerinde araştırma fa-aliyetlerinde bulunmuş, örneğin İngiltere’de London School of Econo-mics’de, Almanya’da Bonn, Stutgart Münih ve Kiel Üniversitelerinde ve Washington’daki Uluslararası İnsangücü Enstitüsü’nde bilimsel çalış-malar yapmıştır. Dr. Ekin tüm bu akademik yaşantısı boyunca Sosyal Siyaset, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri alanlarında birçok araştırma yapmış, çok sayıda kitap ve makale yayımlamıştır. Öyle ki, bilime olan sevgi ve tutkunluğundan ötürü bu araştırma ve yayın faa-liyetini hastalığı boyunca bile, hatta ölümüne kadar sürdürmüştür.

Prof. Dr. Nusret Ekin’in İstanbul Üniversitesi’nde lisans ve lisansüs-tü düzeydeki öğretim faaliyeti dışında, işçi ve işveren sendikalarınca düzenlenen seminerlerde verdiği sayısız ders ve konferanslar bilim alanımızın geniş kitlelerce tanınıp öğrenilmesinde yardımcı olmuş-tur. Kendisi ayrıca çeşitli yıllar Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yıllık konferanslarına hükümet adına katılmış, ülkemizi bu önemli ulusla-

Page 248: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 235

rarası etkinlikte başarıyla temsil etmiştir. Tüm bu faaliyetleri arasında Nusret Ekin’in her zaman anımsanacak çok önemli bir katkısı da ça-lışma hayatında ortaya çıkan iş uyuşmazlıklarının çözümünde yaptığı değerli hizmetlerdir. Kendisi uzun yıllar resmi arabulucu olarak görev yapmış, uzlaştırıcı yetenekleri ve tükenmez sabrı ile ülkemizde çalış-ma barışının sağlanması için sürekli çaba harcamıştır. Bu çabalarını, hastalığı ortaya çıktıktan sonra bile, yakın zamana kadar sürdürmüş-tür.

Prof. Dr. Nusret Ekin, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden başka çeşitli üniversitelerimizin fakülte ve enstitülerinde öğretim ve eğitim faaliyetinde bulunmuş, çok sayıda öğrencinin yetişmesinde emeği geçmiştir. Bunlar arasında İÜ İşletme Fakültesi, İletişim Fakül-tesi ve kuruluş aşamasında da aktif görevler üstlendiği Uludağ Üni-versitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi önemli bir yer tutar. Emekli olduktan sonra birkaç yıldır Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi olarak lisansüstü dersler vermekteydi.

Nusret Ekin’in yüksek öğretim sistemimize katkıları arasında ba-şarı ve özveri ile yürüttüğü idari faaliyetleri de, kuşkusuz özellikle vurgulanmalıdır. Nitekim İktisat Fakültesi’nde altı yıl dekan yardım-cılığı ve beş yıl dekanlık, İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliği, İktisat Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve İnsan Kaynakları Araştırma Merkezi Müdürlüğü, Prof. Dr. Nusret Ekin’in İstanbul Üniversitesi’ne bilimsel ki-şiliğinin yanısıra uzlaşmacı ve barışçı yetenekleri ile değerli yönetsel katkılar yaptığı idari görevlerdir. Kendisi 1980 sonrası YÖK yapılanma-sında Fakültemizin isminin ve bölümlerinin korunması için büyük ça-balar harcamıştır.

Öte yandan, Türk Endüstri İlişkileri Derneği (TEİD) de kuruluşunu ve bugün Uluslararası Endüstri İlişkileri Derneği’nin saygın bir üyesi olarak birçok faaliyetini Prof. Dr. Nusret Ekin’in çabalarına borçludur. Kendisi derneğin diğer yöneticileriyle birlikte 1990’dan bu yana ulusal ve uluslararası çeşitli bilimsel kongrelerin gerçekleştirilmesini sağ-lamıştır. Bu kongrelere Türk ve yabancı meslektaşlarımızın sunduğu tebliğlerin herbiri o yıllarda tartışma konusu olan sorunların irdelen-mesine katkıda bulunmuş, izleyen yayınlar ise alanımızın daha geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Çeşitli bürokratik ve finansal güçlüklere karşın, bu önemli etkinlikler TEİD’in girişim ve ça-baları sayesinde gerçekleşmiştir. Derneğin 2003 yılı bilimsel kongre-sinin, Kurucu Başkanı Prof. Dr. Nusret Ekin’in anısına düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Kendisi bu kongre ile ve daha bir çok etkinliklerle anılacak, katkı ve hizmetleri devamlı olarak hatırlanacaktır.

İktisat Fakültesi 2003 yılı içinde birbiri peşi sıra üç eski dekanını kaybetti. Önce sevgili hocamız Prof. Dr. Esat Çam’ın, birkaç ay sonra

Page 249: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

236 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

da Prof. Dr. Nusret Ekin’in, Nusret Bey’in ölümünden birkaç gün sonra ise eski dekanlarımızdan Prof. Dr. Akın İlkin’in vefatının yarattığı ele-mi yaşadık. Benim için ayrıca çok üzücü bir olay da, aylar öncesinden Ankara’da planlanmış uluslararası bir konferansta görevlendirilmiş olmam nedeniyle Nusret Bey’in cenazesinde bulunamayışım oldu. An-cak onun ruhunun akademik bir görevden kaynaklanan bu özrümü anlayışla karşılayacağını ve beni bağışlayacağını umuyor, her üç de-kanımıza da Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Nusret Ekin laiklik ve demokrasi ilkelerine, ülkesine ve devletine bağlı bir kişiydi. İdeolojik saplantılardan hoşlanmaz, daima toplum-sal amaçlar ve bireysel özgürlükler arasında denge sağlamaya çalı-şırdı. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunları üzerinde sürekli dü-şünür, tahliller yapar, özellikle işsizlik sorunu konusunda çözümler üretmeye çalışırdı.

Nusret Ekin, gerek Dekanlığı, gerek Bölüm Başkanlığı süresince dengeli, uzlaşmacı ve sorun çözücü yaklaşımlarıyla Fakültemizin ve Bölümümüzün ahenk ve işbirliği içinde çalışma geleneğine büyük kat-kılarda bulunmuştur. Dileğimiz, bizden sonraki yöneticilerin ve öğre-tim elemanlarının da aynı geleneği sürdürmeleridir.

Prof. Dr. Nusret Ekin’i tanıyanların, dostlarının ve öğrencilerinin onunla paylaştıkları anıların en canlı ve beşeri olanları ise, kuşkusuz keskin zekasından fışkıran esprileri, hiciv ve şakaları, tatlı hikayeleri-dir. Bence onu tanımak olanağına kavuşamayanların en büyük kaybı, Nusret Ekin’in bu özelliği ve sevecen kişiliği olacaktır. Nusret Ekin’le seyahat etmek, gezi ve toplantılara katılmak bu bakımdan gerçekten büyük bir zevkti. Bu gezi ve toplantılar onun espri ve şakalarıyla ayrı bir renk ve zenginlik kazanırdı. Kendisine ait yüzlerce anektodu, nükte ve hikayeyi bu kısa yazıda tekrarlamama kuşkusuz imkan yok.

Nusret Ekin’in birkaç yıldır süregelen sağlık sorunları boyunca ser-gilediği cesur ve uygarca davranışı, her olumsuzluğa rağmen normal yaşantısını devam ettirme azmi olmuştur. Nitekim bilimsel faaliyetini hiç durdurmamış, ölümünden bir iki hafta öncesine kadar, konusu ile ilgili toplantılara katılmış, zeka ve nükte yeteneklerini ölümüne kadar canlı tutmuştur. Bunda sanırım başlıca iki faktör önemli bir rol oyna-mıştır. Birinci faktör, rahatsızlıklarının çeşitli aşamalarında ve katıldığı etkinliklerde ona hem fiziksel, hem de manevi her çeşit desteği veren sevgili eşi Ceyhan Ekin’in tükenmeyen vefa ve sevgisidir. İkincisi ise, ölümüne kadar sürdürdüğü bilimsel çalışmalara olan ilgisi ve Üniver-sitemize bağlılığıdır. Burada tıp fakültelerimizin değerli hocalarının Nusret Ekin’in tedavisinde baştan beri gösterdikleri kadirşinas ilgi ve

Page 250: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 237

çabalar da vurgulanmalıdır. Birkaç yıl süren sağlık sorunları nedeniyle önde gelen işçi ve işveren kuruluşlarımız kendisiyle yakından ilgilen-mişlerdir. Mezunlar Cemiyetimiz emekliliği dolayısıyla kendisi için bir tören düzenlemişti, Cemiyet yakın gelecek için de başka bir törenin hazırlığı içindeydi. Bu vesileyle Fakültemiz ve Bölümümüz adına Nus-ret Ekin’e rahatsızlığı boyunca ilgi gösteren, sevgi ve takdirlerini çeşitli yollarda ifade eden kişi ve kuruluşlara teşekkür ederiz.

Prof. Dr. Nusret Ekin, daha birçok yıl öncesinden başlayarak, hayata ve çalışmaya bağlılığının bir işareti olarak yaklaşan 2000’li yıllara sık sık atıfta bulunur, dostlarına 2020 yılı için buluşma randevuları verirdi. Yazık ki ölüm randevuda önceliği kendisine almış, Nusret Hocamızı hiç beklemediğimiz bir tarihte bizden ayırmıştır. Öldüğüne inanamadık; hala her fırsatta ismini anıyor, söz ve esprilerini tekrarlıyoruz.

Bu yazıyı yazmam, başta da belirttiğim gibi kolay olmadı. Ben ken-disine Tanrıdan rahmet, sevgili eşine, evlatları Mete ve Zeynep’e, kar-deşlerine, öğrencilerine, tüm mezunlarımıza ve dostlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.”

Bölümde Nusret Ekin, Metin Kutal ve ben birbiriyle en yakın ilişkiler içinde çalışan ve benzer siyasi-sosyal görüşleri paylaşan üç kişiydik. Öyle ki, bu üç öğretim üyesinin aynı sosyal demokrat çizgide buluşan bir üçlü oluşturduğu herkes tarafından kabul edilirdi. Nusret Ekin 1932, ben 1936 ve Metin Kutal 1929 doğumluydu. Burada bir an durup söz konusu bu üçlü grupla yaklaşık aynı zaman diliminde çalışan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tan söz edeceğim.

1934 doğumlu Nevzat Bey 1959’da, yani benim İktisat Fakültesin-deki öğrenciliğimin son senesinde Sosyal Siyaset kürsüsüne intisap etmişti. Nitekim benim Sosyal Siyaset sözlü genel sınavımı yapan Sa-bahaddin Zaim Hocanın yanında yer alarak o da bana sınav soruları yö-neltmişti. İzleyen birkaç yıl içinde kürsü faaliyetleri bakımından Orhan Tuna ile yakın ilişkide çalışan Nusret Ekin, ben ve Metin Kutal grubu ile işbirliği yapmasına rağmen, Nevzat Yalçıntaş daha çok muhafaza-kar kesimlere, siyasi ve dini tutumlar bakımından Orhan Tuna’dan çok Sabahaddin Zaim Hocaya yakındı. İstanbul Yüksek Ticaret Okulundan mezun olduktan sonra Fransa’da Caenne Üniversitesi’ne gitmiş, ora-dan doktorasını alıp yurda dönmüş ve bizim Fakülte’deki Sosyal Si-yaset Kürsümüze asistan olarak intisap etmişti. Öğrencilik yıllarında Demokrat Parti’ye yakınlığı ile tanındığı söylenirdi. Daha sonraki yıl-larda siyasal yönü daha da ağır basmaya başladı, sağ iktidarlara yakın kişiliğiyle önce Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal Planlama Dairesi Baş-kanı olarak, sonra da (İsmail Cem’den sonra) TRT Genel Müdürü olarak

Page 251: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

238 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

idari-siyasal görevlerde bulundu. Arada geçen yıllarda Bölümde ders faaliyetine devam ettiyse de, Nevzat Bey’in sağ parti ve politikalara ya-kınlığı sürekli devam etti. Orhan Bey bize Nevzat Bey’in er geç politika-ya gireceğini söyler, ben de geçen zaman içinde bunun çok geciktiğini, bu durumda böyle bir olayın artık bir hayal olduğunu söyler dururdum. Sabahaddin Zaim ve Korkut Özal gibi Nevzat Yalçıntaş da uzun yıllar Suudi Arabistan’daki İslam Bankası’nda yönetici olarak çalıştı. Haşmet Başar’ın ve şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hem Türkiye’de hocası hem de İslam Bankası’nda üstü olan Nevzat Bey’in bir dönem Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi bile gündeme geldi. Süleyman De-mirel’e, Kamran İnan’a rakip olduğu söylendiyese de ihtiyatlı-tedbir-li kişiliği ön plana çıkmasını frenledi. Ancak 2002 genel seçimlerinde AKP’den Meclise milletvekili olarak girmesiyle Orhan Bey’in tahmini son tahlilde gerçekleşmiş oldu.

Sağcı-muhafazakar duruşuna rağmen Nevzat Yalçıntaş kendi ce-nahında yar alan diğer politikacılara göre daha “çağdaş”, tarafsız ve objektif bir tavır sergilerdi. Bu nedenle, özellikle TRT Genel Müdürlüğü

döneminde kendi kanadın-da yer alan kişi ve çevrele-rin eleştirilerine de maruz kalmıştır. Nevzat Bey sağ kesimlerle olduğu kadar solcu tanınan çevrelerle de ilişkilerini uygar bir anla-yış içinde yürütebilme ol-gunluğuna sahipti. Espri ve şakalardan anlar, özellikle meslektaşı Nusret Ekin’in takılmalarını ve şakalarını olgunca göğüslemesini bi-

lirdi. Nusret Bey’in ölümüne kadarki dönemde benim ve Metin Kutal’ın Nevzat Bey’le ilişkileri daha sık ve yoğundu. Özellikle Nusret Ramazan aylarında bir gün oruç tutma ve o geceyi camilerde ibadetle geçirme geleneğinin hayata geçirilmesine katkı veren, bunun organizasyonu-nun yapılmasına yardım eden Nevzat Ağabeydi. Beni de sevip takdir ettiğine eminim. Dekanlık seçimine girdiğim ilk oylamada muhteme-len Münir Kutluata karşısında kaybedeceğimi (Arif Yavuz gibi) önce-den öğrendiği ve hatta kendi Bölüm elemanlarımızın benim lehime oy kullanmayacaklarını tahmin ettiği için, bu “yenilgi”den mümkün oldu-ğunca zarara ve üzüntüye maruz kalmadan çıkmamda bana yardım-

Bir TEİD Kongresinden sonra Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ile14 Kasım 1992

Page 252: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 239

cı olmaya çalıştı. Sürekli olarak oylamadan önce ve oylama sırasında yakınımda bulundu. Rektör Bülent Berkarda’nın isteğiyle onun göze-timindeki oylamaya denetçi olarak nezaret etti. Bölümde yaptığımız bir toplantıda benim hizmetlerimden sitayişle bahsetti, çok karmaşık ve sarsıntılı dönemlerde bile Fakültemizi ve Bölümümüzün haklarını dirayetle kolladığım için teşekkür etti. Sonsuz bir vefa duygusuna da-yalı dostluğuna daima önem verdiğim Nevzat Yalçıntaş’la ortak geçmi-şimin güzel günlerini burada özlemle anmak isterim. Yazık ki Nevzat Yalçıntaş Hoca’yı hiç beklenmedik bir şekilde kaybettik.

Fakültemizle ve özellikle bizim bölümümüzle yakın ilişkiler ku-ran, bu amaçla Türkiye’ye sık ziyaretler yapıp konferans ve seminer-lere katılan bir akademisyen dostumuz Profesör Werner Gumpel’dir. Gumpel, savaş sırasında Ruslara esir düşüp uzun yıllar Sibirya’da esir hayatı yaşamış, bu nedenle de Rusça’yı iyi bilen bir Alman iktisatçıydı. Münih Üniversitesi Doğu Avrupa Araştırmaları Enstitüsü müdürüydü. Belirtmeliyim ki, Gumpel’le ilişkilerimiz ve dostluğumuz onun yakın bir arkadaşı olan sevgili Nusret Ekin sayesinde olmuştur. Ben kendisi-ni 1970’lerde Antalya’da yapılan bir seminerde tanımıştım. Türkleri çok severdi ve bu nedenle bizim dışımızda başka birçok Türk akademis-yenle de dostlukları vardı. Dekanlığım sırasında, 2002 yılında Münih Üniversitesi ile Fakültemiz arasında eski yıllarda yapılmış bir işbirliği anlaşmasını bu kez Erasmus programı çerçevesinde yeniden hayata geçirmek amacıyla bu Üniversiteyi ziyaret etmem belki de Gumpel’le son görüşmem oldu. Emekli olmuştu, ama emeritus profesör olarak hala Enstitüsünde çalışıyordu. Münih Üniversitesinde Alman hoca-larla yaptığımız görüşme önce onların sürpriz bir tepkisiyle başladı. Türkiye’den aldıkları bazı haberlerde Rektörün üniversitedeki bölüm kitaplıklarını lağvettiğini öğrenmiş, bu süreç içinde -yanlış olarak- çok sayıda kitabın heder olduğu izlenimini edinmişlerdi. Durumu kendi açılarından “Böyle bir üniversite yönetimiyle işbirliği yapamayız” bi-çiminde değerlendiriyorlardı. Ben kendilerine çok sayıda bölüm kitap-lığına yer vermenin artık çağdışı olduğunu, bilgisayar ağı sayesinde üniversite kitaplıklarının merkezi düzeyde örgütlenmesinin gerekli-liğini anlatmaya çalıştım. “Bunu biz de kendi üniversitelerimizde ger-çekleştirdik ama birleştirme süreci beş yıl aldı. Öyle bir haftada filan bu işler tamamlanamaz” dediler. Ne var ki durumun böyle olmadığını, Rektörün bu girişimi çok öncesinden başlatmak istemesine rağmen fakültelerin kayıtsız kalmaları karşısında süreci hızlandırmak zorun-da kaldığını belirterek kendilerini ikna ettim. Sonuçta aramızda 1980’li yıllarda yapılmış işbirliği protokolünü yenilememiz mümkün oldu.

Bu Almanya ziyaretini Bengi ile birlikte Nusret Ekin ve eşi Ceyhan,

Page 253: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

240 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Erdoğan Alkin ve arkadaşı Noyan Hanımla yapmıştık. İş dışında Mü-nih’te güzel birkaç gün daha geçirdikten sonra biz onlardan ayrılıp Zü-rih üzerinden trenle Cenevre’ye ulaştık ve ILO konferansına katıldık. Nusret bu geziden sonra bir yıl yaşayacak, 2003’te vefat edip aramız-dan ayrılacaktı. Gumpel 2002’de onu görüşümüzden sonra Türkiye’ye birkaç kez daha geldi. Bu sıralarda Gumpel’le ilişkilerimizi daha çok Prof. Dr. Alpay Hekimler vasıtasıyla sürdürüyoruz.

Hastalığı süresince Rektör ve tıp fakültelerimizin değerli üyeleri Nusret Bey’in sağlığı ile yakından ilgilendiler. İlginç kişiliğinden dolayı onların ve özellikle Prof. Dr. Faruk Erzengin’in dostluğunu kazanmıştı. Nusret Bey bazen gerçekte olmayan hikayeler kurgular, bu yolla şaka-lar yaparak arkadaşlarına takılırdı. Örneğin, güya Metin Bey Fransa’da okuduğu için Fransız teknolojisine hayranmış, kullandığımız Renault 12 marka arabaların bagaj kapakları açılınca içerde bir ışığın yanmasını hayretle karşılar ve bu ileri teknik karşısında hayranlığını gizleyemez-miş. Bir gün hatta bagaj kapağı kapanınca ışığın durumunu test etmek için bagajın içine girmiş ve kapağı üzerine kapatmış. Hikayeyi dinleyen Renault servisi müdürü mühendis arkadaşımız Oktay Dalibar ise hi-kayeyi gerçek sanıp ciddiyetle “Işığın sönmesi için bagaj kapağının ta-mamen kapanmasına gerek yok, kapanmasına bir iki santim kala ışık söner” yorumunu yapmıştı.

Bir başka, fakat gerçek olan bir hikaye ise şöyle: Ben ABD’deyken kaydettiğim bazı müzik kasetlerini arabada dinlerdim. Bu kasetlerde hava raporu, haberler, reklamlar gibi İngilizce konuşmalar da vardı. Bir keresinde bunları duyan Metin Kutal “Araba radyon ne kadar güçlü, de-mek Amerikan radyo istasyonlarını bile alabiliyor” dedi ve tabii bu söz-leriyle Nusret Bey’in diline düştü. Nusret benzeri şakaları bir de Nevzat Yalçıntaş’a sıkça yapardı. Kendisine güya ayrıcalıklı bir asalet statü-sü sağlamak için (tabii şaka olarak) bizlerin Anadolu kasabalarında ebeler eliyle doğduğumuzu, kendisinin ise Pakize Kliniğinde dünyaya geldiğini söylerdi. İstanbul Türkler tarafından bir salı günü fethedildiği için, genel kanının aksine bu günün bizler için uğurlu bir gün olduğuna inanır ve bunu sıkça dile getirirdi. Nusret Ekin, Nevzat Yalçıntaş ve Me-tin Kutal doçentlik sınavına aynı gün girip başarılı olmuşlardı. Nusret Bey sınavdan başarılı olarak çıkan ilk aday olduğundan ötürü, birkaç dakika sonra başarılı olduklarını öğrenen diğerleri üzerinde hemen baskı kurup daha kıdemli olduğunu iddia etti, onlara emirler vermeye başladı. Çok sayıda olan bu anıları burada anlatmama kuşkusuz imkan yok. Bu tatlı şaka ve olaylara belki ilerde anılarını yazacak olanlarımız daha fazla değinebileceklerdir.

Page 254: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

YÖNETİCİLİK YILLARI I 241

6 Mayıs 2003 tarihinde yaş haddinden dolayı İstanbul Üniversite-sinden emekli olmamı izleyen dönemde benim için çeşitli toplantı ve etkinlikler düzenlendi. Önce Rektör Kemal Alemdaroğlu ve yardımcı-sı Nur Serter’in tavassutu ile bana verilen güzel bir gümüş plaka ve bu bağlamda Senato salonunda düzenlenen törene değinmeliyim. Bunun ardından İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti Taksim’deki lokallerin-de verdikleri bir yemekle beni ve Fakülte’deki çalışmalarımı onurlan-dırdılar. Bu davete çok sayıda dost ve akrabam da çağrılmıştı. Yemek boyunca konuşmalar yapıldı, eski arkadaşlarım hakkımda anılarını anlattılar. 2005 yılında ise İFMC bu kez Lütfi Kırdar Konferans Salo-nunda benim için bir panel tartışmasını da içeren, ayrıca kitap ve ya-yınlarımın sergilendiği görkemli bir toplantı düzenledi. Sanırım bunu izleyen aylarda değerli meslektaşım Prof. Dr. Hülya Talu düzenlediği bir etkinlikte hakkımda bir konuşma yaptı ve bana güzel bir kristal plaket hediye etti. Ayrıca Bölüm arkadaşlarım da Fakülte’de anıların anlatıldığı bir toplantı tertiplediler. Genellikle emekli olan hocalar için yapıldığı gibi halefim Dekan Prof. Dr. Mithat Dinçer’in katkılarıyla İkti-sat Fakültesi Mecmuası’nın bir sayısı bana armağan olarak çıkarıldı, bu sayı anı yazılarını ve çok sayıda bilimsel incelemeyi içeren, kalın bir cilt halinde Fakültemiz neşriyatına eklenmiş oldu. Hakkımdaki güzel anı yazılarından birini değerli meslektaşım Prof. Dr. Gülten Kutal yazmıştı. Bu vesileyle kendisine burada teşekkür etmek isterim. Tüm bu tören, toplantı ve yayınlarda katkısı bulunan meslektaşlarımın hepsine de burada teşekkür etmeyi borç bilirim.

İstanbul Üniversitesi mezuniyet töreni Avcılar - Haziran 2002

Page 255: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 256: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

BÖLÜM 7 EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ

º Emekli Oluyorumº Işık Üniversitesi ve Yönetim Sorunlarıº Akademik Yaşama İlişkin Görüşlerimº Unutulmayacak Dostlarº Aile İlişkileriº Siyasal Arka Plan ve Gelişmeler º Sonuç ve Değerlendirme

Page 257: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 258: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ

Emekli OluyorumEmekli olduktan sonra bir süre daha çalışmaya kararlı olduğum için

birkaç üniversiteye özgeçmişimi göndermiştim. Arkadaşım Prof. Dr. Murat Demircioğlu’nun aracılığıyla Maltepe Üniversitesinin mütevel-li heyeti üyesi eski Çalışma Bakanımız Mehmet Moğultay’ın tavsiyesi sonucu bu üniversitede bir görüşmeye çağrıldığım gün, hocamız Prof. Dr. Cumhur Ferman’dan Işık Üniversitesinde çalışmam için bir davet aldım. O günlerde yeni kurulmakta olan Okan Üniversitesinden bir davet almış, fakat dekanlık görevi teklif edildiği için kabul etmemiş-tim. İş Bankası’ndaki şoförüm Başar’la Maslak’taki Işık Üniversitesi kampüsüne gittik, Cumhur Bey’le şartları konuştum ve teklifini kabul ettim. Böylece Işık Üniversitesi Maslak kampüsünde başlayan, sonra 2006’dan itibaren Şile kampüsünde devam eden kariyerim başlamış oldu.

2008 yılı içinde başımdan komik bir olay geçti. Adeta Aziz Nesin tipi bir hikayeye konu olabilecek bu olay şöyle gelişti: Eşim Bengi bana eski lise ve fakülte arkadaşım İsmail Soysal’ın öldüğü haberini basın-dan öğrendiğini, cenazesinin Fenerbahçe camiinden kaldırılacağını, bu cenaze töreninde bulunmam gerektiğini söyledi. Ben de öğle namazı saatlerinde İsmail Soysal’ın cenazesinde bulunmak üzere adı geçen camiye gittim ama cami avlusunda bir gariplik vardı, oradaki kimseyi tanımıyordum. Bununla birlikte aziz arkadaşımın cenazesi için oradaki bir hayır kurumuna bağışta bulundum. İsmimi ve bağışı büyük harfler-

Page 259: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

246 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

le yazıp cenaze yakınındaki ilan yerine astılar. O arada kalabalık ara-sında bulunan Işık Üniversitesinden Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu bana yaklaşarak İsmail Soysal’ı nereden tanıdığımı sordu. Ben de kendisine Trabzon’daki ve İktisat Fakültesindeki güzel günlerimizden söz ettim. Sema Hanım bunların doğru olamayacağını, İsmail Soysal’ın benden çok yaşlı olduğunu, Trabzon’la ve İktisat Fakültesi ile bir ilişkisi bulun-madığını, aslında ölen şahsın eski büyükelçilerimizden İsmail Soysal olduğunu belirtti ama hazır gelmişken bu büyüğümüzün cenaze na-mazına katılmamın uygun olacağını da sözlerine ekledi. Ben de dediği gibi yaptım. Bir yandan da vefat eden İsmail Soysal’ın eski arkadaşım İsmail Soysal olmadığını öğrenmiş olmaktan ötürü sevinçliydim. Bir-kaç gün sonra yaşayan ve emekliliğinden bu yana resim sanatıyla il-gilenen İsmail’in açtığı bir sergide onun beğendiğim yağlıboya bir tab-losunu satın aldım. Hikayeyi işiten eski Trabzonlu arkadaşlarım İsma-il’den cenazede yaptığım bağışı bana iade etmesini istediler.

Işık’taki eğitimin düzeyinden genellikle memnun kaldım. Yetenekli ve üstün vasıflı öğretim elemanlarıyla tanışmak ve çalışmak mutlu-luğuna eriştim. Dekanımız Prof. Dr. Mehmet Kaytaz’ın yanı sıra, Meh-met Emin Karaaslan, Sevinç Rende, Aydın Yüksel, Özlem İnanç, Bilgen Susanlı, Pınar Soykut, Hakan Yüksel bu isimlerden sadece bazıları. Kuşkusuz Üniversitenin kurucularından olan Prof. Dr. Yorgo İstefano-pulos’un ismini anmadan geçemem. Yorgo Hoca hem Kadıköy Moda’da komşumdu hem de Işık Üniversitesi’nin önde gelen yöneticilerinden

Işık Üniversitesi’ndeki odamda araştırma görevlileri ile - 2008

Page 260: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 247

değerli bir bilim adamıydı. Bir İstanbul beyefendisi olarak hocalar ve öğrenciler tarafından çok seviliyordu. Işık Üniversitesi’nde 1 Ağustos 2003’ten 16 Haziran 2017’ye kadar toplam 14 yıl görev yaptım. Bu süre-nin Şile’ye taşındığımız 2006 yılına kadar olan bölümü Maslak’ta, geri kalanı Şile kampüsünde geçti.

Işık Üniversitesi’nin Şile kampüsunde çalışmam söz konusu olunca, işe gidip gelmemde artık özel aracımı kullanmaktan vazgeçip üniver-sitenin minibüs servisinden yararlanmam gündeme geldi. Şile’ye ara-bamla gidip gelmem artık istianai günlere mahsus olacaktı. 9 Nolu ser-vis arabası, onun değerli şoförü Tayfun Bey ve yolcuları bundan böyle hayatımın önemli bir parçası oldular. Herkes Tayfun Antalya özenli ve usta sürücülüğünden yararlanabilmekten mutluydu. Minibüs yolcuları zaman içinde değişmekle beraber, uzun süre birlikte yolculuk yapan öğretim elemanları aralarında bu servise özgü bir ‘sosyal iç sistem’ oluşturdular. Aralarındaki Mühendislik Fakültesinden Çağlar Aksezer, İİBF’den Aydın Yüksel, Belma Stefanutti, EFL’den Aslı, Yeşim, Donald ve İskoçyalı Gillian Hamilton’un oluşturduğu grubun bu üyeleri ve diğer-leri yol boyunca sohbetleriyle ve dostluklarıyla uzun süren bu yolcu-luklara renk kattılar.

Maslak’taki dönemde verdiğim doktora derslerine Şile’de kısa bir dönem devam ettim, sonra Maslak’ı bazı jüri görevleri dışında tama-men bıraktım. Tüm çalışmamı Şile kampüsüne yoğunlaştırdım. Şi-le’de ise lisans düzeyinde esas itibariyle Social Policy, Organizational Be havior, Human Resources Management, Labor Law ve Industrial Relations derslerini verdim. Maslak’taki çalışmamda iki yıl kadar İş-letme Bölümü Başkanlığı da yaptım. Yine bu süre içinde İİBF mensubu öğretim üyeleri ile benim de bazı bölümlerini yazdığım ve editörlüğü-nü yaptığım ortak kitap çalışmaları yaptım. Bu bağlamda Springer ve Kluwer yayınevleri tarafından basılan üç İngilizce kitabımız yayımlan-dı. Her yıl Dekan Mehmet Kaytaz’ın göreve devam etmem konusunda görüşünü sordum, onun onayı üzerine devam ettim.

Fakülte yönetimi çalışmamdan memnun, öğrenci değerlendirmele-ri olumluydu. 2017-18 ders yılı programında bana ve vereceğim derslere yer verilmişken sadece iki günlük bir bildirimle iş sözleşmemin 16 Ha-ziran’da feshedilmesi bir sürpriz oldu. Final sınavlarının notlarını tes-lim etmiştim, ancak yazmam istenen bazı referans mektuplarını ha-zırlayıp gönderecek zamanım olmadı. Mütevelli Heyetinin 80 yaşından gün almış öğretim elemanlarının iş sözleşmelerinin sona erdirilmesine yönelik 25 Mayıs 2017 tarihli kararı bana ancak 16 Haziran 2017 tarihin-de Rektör Vekili Prof. Dr. Murat Ferman tarafından tebliğ edildi, yasal

Page 261: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

248 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

haklarım ödenerek ilişkim iki gün sonra belirtilen tarihte sona erdirildi. İş Yasasının orijinal şeklindeki iş sözleşmesinin bildirim öneli boyun-ca sürmesi ilkesinden sonradan sapılmış oiması ve ihbar tazminatının peşin ödenerek bildirim gününde sona erdirilmesi yönünde oluşan uy-gulama ve bunun Yasada da yer alması kuşkusuz olumlu bazı yönleri yanı sıra bu gibi sakıncalar doğurmaktadır.

Özel vakıf üniversiteleri için 80 yaş tavanının yasal bir dayanağı kuşkusuz yoktu. Kaldı ki, 11 Mayıs 2017 tarihli basın haberlerine göre yüksek öğretimde devlet üniversitelerinde akademisyenlerin 67 değil 75 yaşına kadar çalışabileceği kabul ediliyordu. Öyle ki, YÖK Başkanı öğretim elemanı ihtiyacını karşılamak için vakıf üniversitelerinde öğ-retim üyelerinin 90 yaşına kadar çalışabildiğine işaret ediyordu. Do-layısıyla vakıf üniversiteleri için bir yaş tavanı mevcut olmadığından, bu feshe itiraz edebilir ve iş güvencesi davası açabilirdim. Ancak 14 yıl gibi uzunca bir süre bana Işık Üniversitesi’nin bilimsel ortamında çalış-ma olanağı sunan Işık Üniversitesi’ne karşı böyle bir yola başvurmayı düşünmedim ve bu kararımı 16 Haziran’daki toplantı sırasında hazır bulunanlara da açıkça belirttim. Işık’tan ayrılmak şüphesiz üzüntü veriyor. İstek olursa bundan sonraki yaşantımda Işık’ta belki haftada bir-iki gün part-time ders verebilirim.

22 Haziran 2017 tarihinde ise Işık Üniversitesi mensuplarına ve öğ-rencilerine aşağıdaki veda mesajını gönderdim:

“Işık Üniversitesinde Hocam Prof. Dr. Cumhur Ferman’ın daveti ile Ağustos 2003’te başlayan öğretim üyeliğim 16 Haziran 2017 tarihi iti-bariyle ‘yaş haddi’ne bağlı olarak sonlandırılmış bulunuyor. Her şey-den önce Işık Üniversitesi’nde geçirdiğim bu ondört yılın yaşantımın en mutlu kesitlerinden birini oluşturduğunu belirtmek isterim. Elbette bu veda mesajında söylenecek başka çok şey var, ancak özellikle vurgu-lamak istediğim husus, Işık Üniversitesi’nde çalışmam sayesinde çok iyi yetişmiş, seçkin ve üstün vasıflı bir öğretim kadrosunu tanımış, her biri çalışkan, alanında yetenekli ve bilgili öğretim elemanı ile çalışma olanağını bulmuş olmamdır. Işık Üniversitesi yöneticilerine de Şile’nin bu güzel ve huzur dolu doğasında bana bu imkanı sunmalarından dolayı minnet ve şükran duygularımı özellikle belirtmek isterim. Bu kurum bilimsel araştırmalarımı ve yayınlarımı sürdürmek ve lisans ve lisansüstü düzeyde sayısı herhalde ikibini aşan öğrencilerime bir şeyler öğretebilmek olanağını vermek suretiyle kariyerimi gerçekten zenginleştirmemi sağladı. Kişilikleri ve dostlukları ile sürekli katkıla-rını gördüğüm meslektaşlarıma ve sevgili öğrencilerime beslediğim samimi duygularımı böyle kısa bir veda mesajında açıklayabilmem

Page 262: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 249

kuşkusuz olanaksızdır. Burada Işık’lı çalışma arkadaşlarımın tümüne minnet ve iyilik duygularımı, öğrencilerime sevgilerimi sunar, kariyer-lerinde ve yaşantılarında sürekli başarı ve mutluluk dilerim.

Prof. Dr. Toker Dereli”

Işık Üniversitesi ve Yönetim Sorunları Işık Üniversitesi’nin yönetimi ile devlet üniversite sektörü, özellik-

le İstanbul Üniversitesi yönetimi arasında gördüğüm en önemli fark, Işık’taki yönetici (rektör) değişiminin hızıdır. Şöyle ki, İstanbul Üniver-site’sindeki 42 yıllık çalışmam süresince altı rektörün görev yapmış olmasına karşılık, Işık Üniversitesindeki 14 yıllık çalışma süremde yine altı rektörün varlığı söz konusu olmuştur. Diğer bir deyişle, İstanbul Üniversitesi’nde ortalama her altı yılda bir, Işık’ta ise ortalama her iki yılda bir rektörün değişimi olmuştur. Bu farkta sanırım devletteki daha merkezi ve kurumsallaşmış yapının etkisi yanında özel üniversitelerin yönetiminde göreceli olarak daha istikrarsız bir yapının, daha farklı-laşmış çıkar gruplarının oynadıkları roller ve özel vakıf üniversitele-rinde akademik kariyer değer, gelenek ve vasıflarına nispeten yabancı ya da uzak mütevelli heyetlerinin etkisi olmaktadır. Bunda, özellerde en yüksek karar ve politika organı olarak mütevelli heyetinin öncelik-le gelir amacına karşılık devlette bu saikten bağımsız karar verebilme eğilim ve yeteneği önemli bir rol oynamakta olabilir. Kuşkusuz devlet sektöründe de siyasi iktidarların politik etkilerden kaynaklanan liya-kat dışı etmenlerin varlığı da yadsınamaz.

Işık Üniversitesinin 2008 sonlarında tayin edilmiş rektörü, İTÜ kö-kenli, kendi alanında temayüz etmiş bir bilim adamı olarak bilinen Prof. Dr. Ekrem Ekinci görevi süresince başarılı bir performens sergiledi fa-kat belirttiğim diğer faktörlerin etkisiyle yazık ki görev süresi onun da çok kısa oldu. Ekrem Ekinci ayrıca şeffaf ve demokratik bir yönetim uyguluyor, öğrenciler ve öğretim üyeleriyle açık bir dialog sürdürüyor, dekanların görev sürelerini uzatırken tüm öğretim üyelerinin kişisel görüşlerini alıyordu. Benzer şekilde kendi alanında yetenekli ve başa-rılı Prof. Dr. Şirin Tekinay araştırma ve öğretim alanında hızlı yenilik ve atılımları teşvik ederken, mütevelli heyeti kanımca daha çok sorunun parasal boyutlarına önem vererek onun olası başarılarını göz ardı et-miştir.

Dekanlık konusu ise en azından İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte-si yönetimi açısından daha başarılı ve istikrarlı seyrediyor. Prof. Dr. Mehmet Kaytaz bir yandan Boğziçi Üniversitesinden ve bürokrasiden getirdiği deneyimleriyle, diğer yandan bunların yanı sıra kişisel lider-

Page 263: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

250 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

lik özellikleriyle çalışanlarını genellikle mutlu ve motive etmesini bili-yor. Ben Maslak’ta Işık Üniversitesi İİBF’de göreve başlayınca Fakülte Dekanı Prof. Dr. Murat Ferman’dı. Bir gün Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Öktem Vardar beni telefonla arayarak Rektör Ersin Kalaycıoğlu için po-tansiyel İİBF dekan adayları önermemi istedi. Ben de İÜ İktisat Fakül-tesi’nden ve Boğaziçi Üniversitesinden güvendiğim bazı öğretim üyesi isimleri verdim. Önerileri yaparken doğrusu Mehmet Kaytaz ismi ak-lıma gelmedi. Birkaç gün sonra Öktem Bey tekrar telefon ederek Rek-törün önerdiğim isimleri pek içine sindiremediğini söyledi. Akabinde Prof. Dr. Mehmet Kaytaz’ın İİBF Dekanı olarak atandığını öğrendik. Mehmet Kaytaz Hoca’yla karşılaşınca kendisini Boğaziçi günlerimiz-den doğal olarak hatırladım. Şile kampüsüne geçildikten sonra bir süre Mehmet Kaytaz Bey’in isteği üzerine İşletme Bölümü Başkanlığını yü-rüttüm. Yardımcı doçent Dr. Gamze Karayaz bölüm başkanlığı işlerinde bana yardımcı oldu. Geçen sürelerde birçok araştırma görevlimiz, ör-neğin Aslı Çelikel, Pınar Soykut, Aslı Şen, Selen Sabah, Dila Buz, Esra Bal ve diğerleri bizlere değerli destek ve katkılarda bulundular. Bu ara-da danışmanı olduğum on kadar doktora öğrencimizin tezlerini başa-rılı biçimde tamamlayıp savunmaları da, öğretim hayatımın şu son yıl-larında beni gerçekten mutlu etti.

Akademik Yaşama İlişkin Görüşlerim Bu başlık altında Prof. Dr. Banu Uçkan’ın editörlüğünde hazırlanan

Türkiye’de Sosyal Politikanın Çınarları kitabına meslektaşım Prof. Dr. Metin Kutal’ın yazdığı bölümden geniş ölçüde paylaştığım şu görüşleri aktararak girmek istiyorum:

“Akademik kariyer her lisans mezununun serbestçe seçebileceği bir meslek değildir. Belirli ölçülere uymayan, biraz sonra açıklanacak özverilerde bulunmaya hazırlıklı olmayanların akademik kariyere gir-meleri her şeyden önce kendileri açısından sakıncalarla doludur. Muh-temelen başka bir meslekte çok daha mutlu olacakları halde akade-mik kariyeri seçmekle kendilerine en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Bunun nedeni akademik kariyerin birçok kişi açısından cazip bir mes-lek olmayışıdır. Örneğin, günümüzde gençlerin hayata atıldıktan kısa bir süre içinde lüks bir hayata kavuşma beklentileri genellikle akade-mik kariyer ile bağdaşmamaktadır. Bunun gibi hayat boyu okumak, kendisini yenilemek, her derste sınava girer gibi sorumluluk duymak kolay değildir. Kaldı ki, bu yükümlülüğe uyma zorunluluğu olmayan birçok meslek vardır. Bana göre akademik kariyere uygunluğun vaz-geçilmez koşulları şunlardır:

Page 264: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 251

1-Adayın mezun olduğu tüm eğitim kurumlarında üstün başarı göstermesi gerekmektedir. Özellikle lisans eğitiminde not ortalaması düşük olan kişinin akademik hayatta başarılı olma şansı çok düşük-tür.

2-Çağdaş bir yabancı dile hakim olmak. Günümüzde İngilizce ulus-lararası toplantılarda ortak bir dil olarak algılanmaktadır. Genellikle akademisyenler İngilizce dışında çağdaş yabancı dillerden bir başka-sını da bilmektedirler. O nedenle adayın akademik kadroya atanması yapılırken sonradan yurtdışına gönderilerek yabancı dil eksiğinin ta-mamlanması mümkün değildir. Yabancı dil öğrenmenin yaşla yakın bir ilgisi vardır.

3-Adayın akademik hayatın olumlu ve olumsuz yönlerini bilerek özgür iradesi ve hevesiyle, akademik kariyerin kişiye üstün bir refah düzeyi sağlamadığı, aksine hayat boyu okuma, çalışma ve eser verme zorunluluğunu yüklediği bir gerçektir. Buna rağmen akademik hayatı büyük bir hevesle kişinin kabul etmesi gerekmektedir.

4-Etik kurallara uyma zorunluluğu. Sadece öğrenciler değil tüm toplum akademisyenlerden etik kurallara uymayı beklemektedir. Bu nedenle akademik kariyer sahiplerinin taşıdıkları unvanları sadece ekonomik amaçla kullanmaları bu mesleğe en büyük ihanettir. Kuş-kusuz akademisyenin de toplumdaki konumuna uygun bir yaşam dü-zeyine hakkı vardır. Ancak mesleğin ona verdiği olanağı en kısa za-manda paraya çevirme gayreti mesleğin etiği ile bağdaşmaz. Unutul-mamalıdır ki, akademik kariyerin o kişiye verdiği onurun karşılığında toplum da bazı etik kurallara uymasını beklemektedir.”

Sevgili Metin Kutal’ın belirttiği noktalara ek olarak ben de tamam-layıcı nitelikte şu hususları vurgulamak isterim. Özellikle “etik” ko-nusunda akademisyenlerin özenle duyarlı olmaları gereken kritik bir konu “intihal” olarak yorumlanabilecek hatalara düşmemeleri gere-ğidir. Bilimsel çalışmalarda akademisyenin gerekli yerlerde ve ölçüde yaptıklarları alıntıların kaynağını göstermeleri önemlidir. Bu konuda gösterilecek bir ihmal, yaşantıları boyunca kendilerini üzecek ve aka-demik yükselmelerinde engel oluşturulabilecek sorunlara yol açabile-cektir.

Yabancı çağdaş bir dile hakimiyet de önemlidir ancak bu hakimi-yet yazılı ve sözlü iletişimde mükemmel olmalıdır. Birden çok dili bilir geçinmek fakat amiyene deyimle “yarım yamalak” bilmek başarı için yeterli olmayacaktır. Öte yandan, akademik mesleğe kabulde adayın lisans düzeyindeki performansının, notlarının ve çalışkanlığının öne-mi büyüktür fakat bu değişken akademik meslekte başarı için gerekli

Page 265: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

252 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

bir koşuldur, yeterli koşul değildir. Akademik çalışmalarda yaratıcılık, şüphe ve sorgulama, analiz ve sentez gücü de aynı ölçüde, belki hatta daha fazla gereklidir. Yine etik konusunda, akademisyenler derslerini aksatmadan bizzat kendileri vermelidir, yerlerine zaten yetişme ça-ğında olan, yoğun asistanlık görevleri içinde bunalmış araştırma gö-revlilerini ya da başka öğretim elemanlarını görevlendirmekten kaçın-malıdırlar. Özellikle burada ölçü kaçırılırsa adalet duygusu zarar görür, bu davranış bir çeşit “emek sömürüsü”ne dönüşür.

Burada biraz da 1980’den sonra üniversitelerimizde yaygınlaşan bir olgudan, derslerin İngilizce verilmesi eğiliminden söz etmek isterim. Kuşkusuz İngiliz dilinde yüksek öğretimin çeşitli yararları vardır. Her şeyden önce özellikle yeni ve teknik konularda yeterli Türkçe kaynak bulamamanın yarattığı boşluk bu sayede kapatılır. İngilizce bilgisini sı-navlarla kanıtlamış öğrenciler bu dile hakimiyetlerini dört yıllık bir öğ-renim sonucunda daha da artırmış olacaklardır. Bu olanak onların her geçen gün önem ve gerekliliği artan İngilizce bilme koşulu karşısında emek piyasasında daha iyi işler bulmalarını kolaylaştıracaktır. Artık Avrupa Birliği’nin de bir çeşit resmi iletişim aracı haline gelmiş bulu-nan İngilizceye hakimiyet, başta bilgisayarlar olmak üzere modern teknolojinin de bir gereğidir. Ancak konunun olumsuz değerlendirile-bilecek yönleri de var. Türkiye’de yaklaşık yirmi yıldır bu programlar-da ders vermiş bir kişi olarak benim deneyimlerim maalesef iyimser olmama imkan vermiyor. Gerçek şu ki, Türkiye -az sayıda istisna dı-şında- çocuklarına -bir Hollanda, Belçika ya da Almanya gibi- yeterli bir İngilizce bilgisi sağlayamıyor. Bunda öğrencinin kayıtsızlığı kanım-ca en önemli etken. Günümüzde bizlerin gençlik dönemimize göre iyi bir İngilizceye hakkıyla vakıf olmayı sağlayacak yeni birçok imkanın, örneğin televizyon kanallarının, film ve medya olanaklarının varlığına rağmen öğrencilerimizin İngilizceyi anlamak, yazmak ve konuşmak konusundaki becerilerinde gözle görülür bir yükselme gerçekleşmi-yor. Kuşkusuz bu konuda ders verirken İngilizceyi rahat ve ileri dü-zeylerde kullanabilen öğretim elemanı yokluğu da ayrı bir olumsuzluk. YÖK başlangıçta İngilizce öğretim yapacak elemanlarda bulunması gereken bazı koşullar getirmişti fakat zamanla bu koşulların ciddiyetle izlenmesinden vazgeçildi. Ne var ki, buradaki aksama öğretim elemanı yetersizliğinden çok öğrencilerin çoğunluğunun yeterli İngilizce bilgi-sine sahip olmayışlarından kaynaklanıyor. Öğrencilerimizin özellikle İngilizce kelime hazineleri çok sınırlı. Bu nedenle birçok öğretim ele-manı üniversitedeki asıl amacımız bilgi vermek ve bu bilgiyi kullanma-yı öğretmek olduğu içindir ki bir süre sonra derslerini Türkçe vermeye

Page 266: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 253

başlıyor. Derslerde, örneğin Erasmus programından gelenler gibi Türk-çe bilmeyen öğrencilerin bulunması Türkçeyi kullanmayı olanaksız kılıyor ama bu sefer de Türk öğrencilerin belki yarısı verilen bilgileri anlamıyorlar. Anlayan öğrencilerin önemli bir kesimi ise soru sorarken ya da cevap verirken İngilizceyi denemeyip Türkçe konuşmayı tercih ediyor. Öğrencilerimizin kelime hazinelerinin genellikle çok zayıf olu-şunu yazılı testlerde hocaya sözcük anlamlarına ilişkin olarak yönel-tilen çok sayıda sorudan anlıyoruz. Soruna bir de öğrenciler açısından aynı ülke vatandaşlarının birbirleriyle kendi dillerinde değil, yabancı bir dilde hitap etmelerinin yarattığı garabet ekleniyor. Ben kendi hesa-bıma çeşitli önlemlerle bu sakıncaları gidermeye çalışıyorum. Örneğin bir konuyu önce belki on dakika İngilizce anlatıyor, akabinde beş daki-ka kadar Türkçesini veriyorum. Söylediklerimi anlamayanların varlı-ğını özellikle bu ikinci aşamada not tutmaya başlayanların sayısından anlıyorum. Bir başka ipucu da, İngilizce yaptığım bir şakaya pek gülen olmaması, Türkçe tekrar etme halinde ise şaka ya da nükteyi anlayıp gülenlerin çokluğu.

İngilizce yüksek öğretim konusu üzerinde herhalde devlet tara-fından ciddiyetle durulmalı ve iyileştirme yönünde gerekli önlemler alınmalıdır. Bu arada İngilizce ya da başka yabancı bir dilde öğretim yapmanın ancak sömürge ülkelere özgü bir olgu olduğu eleştirisine katılmadığımı belirtmek isterim. Bu gün İngiliz dilinde Avrupa’nın bir-çok ülkesinde lisans ve özellikle yüksek lisans düzeyinde çeşitli prog-ramların uygulandığını görmek için Avrupa medyasının verdiği ilanla-ra bakmak yeter.

Bu vesileyle Türkçe bilim dergilerinde makalelerin İngilizce bir öze-tinin verilmesi uygulamasına da değinmek isterim. Bu özetlerin, bunun gibi ülkemizde yayınlanan çeşitli bilimsel dergilerde İngilizce yazılmış makalelerin büyük çoğunluğunda kullanılan İngilizcenin gerek gra-matik, gerek terminolojik olarak çok kötü olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Bu durum çoğu bilimsel açıdan değerli olan bu çalışmala-ra gölge düşürüyor. Örneğin eski öğrencimiz Avukat Mehmet Uçum’un Legal İş Hukuku dergisinde editörken yayımlanan makalelerinin İn-gilizce özetleri çok bozuktu. Öyle ki, araya girip İngilizce düzeltmeleri yapma görevini ben üstlendim. Bu konuda gereken duyarlılığın gös-terilmesi halinde doğan birçok sakıncanın giderilmesi belki mümkün olabilir. Ben derslerimde öğrencilerime her gün en az on yeni İngilizce kelime öğrenmelerini tavsiye ediyorum. Ayrıca TV dizilerinde İngilizce konuşmaları Türkçe alt yazılardan da izlemelerini ve karşılaştırmalar yapmalarını, çok İngilizce metin okumalarını ve bu arada romanlarını oldukça saf bir İngilizce ile yazmış olan Hemingway’in eserlerini oku-

Page 267: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

254 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

malarını öneriyorum. Belli bir ortamda başkalarının konuşmalarından kapılan sözcüklerin de daha kolay akılda kaldığını (sosyal öğrenme, vi-carous learning) vurguluyorum.

Unutulmayacak Dostlar Yukarda belirttiğim gibi, 2003 yılında benim emekliliğe ayrılacağım

günlerde 40 yıllık bir dostum ve kürsü, bölüm meslekdaşım Prof. Dr. Nusret Ekin talihsiz birkaç ameliyattan sonra düzelmek bilmeyen sağ-lık sorunlarının artması sonucunda vefat etti. Daha yakın bir geçmişte ise, 2007 yılı içinde, Orhan Tuna’dan sonra bölüm başkanımız olan ve 1960 yılında benim kürsüye girmemde önemli rol oynayan Sabahaddin Zaim Hocamızı kaybettik. Çok geniş olan çevresi ve dinen ve gönülden kendisine kalben bağlı çok sayıda yakınının katılımıyla büyük ve gör-kemli bir cenaze töreniyle uğurlandı, oysa bir-iki ay önce torunum Em-re’yi görmek için bizi ziyarete gelmişti.

Kariyerimin büyük kısmını içinde geçirdiğim İÜ İktisat Fakültesi’n-den, üniversite ortamından ve genel olarak çevremden bazı kişilerin bıraktığı izlenimlerden bahsetmek isterim.

Burada kendisiyle olan ilişkilerimi uzun bir perspektif içinde yan-sıtması bakımından Prof. Dr. Metin Kutal’ın emekliliği dolayısıyla ya-

Prof. Dr. Sabahaddin Zaim’in torunum Emre Gürdal için evimize yaptığı ziyaret - Haziran 2007

Page 268: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 255

yımlanan Armağan kitabında kendisi için kaleme aldığım bir anı yazı-sını tekrarlamak isterim:

“Prof. Dr. Metin Kutal’la Birlikte Geçen Yıllar...Prof. Dr. Metin Kutal ve benim İktisat Fakültesi’nin o zamanki adıyla

Sosyal Siyaset Kürsüsünde asistan olarak göreve başlamamız aynı ta-rihte gerçekleşti. Metin Kutal Fransa’da doktorasını tamamlayıp yurda dönmüştü ve bir süredir o yıllarda İstanbul’da faaliyet gösteren Yakın ve Orta Doğu Çalışma Enstitüsü’nde çalışmaktaydı. Ben ise İktisat Fa-kültesi Sosyal Siyaset ve Maliye disiplinlerinden mezun olmuştum. Sosyal Siyaset Kürsüsü için asistanlık sınavına aynı günde girdik fakat atanmamız kadro sorunlarından ötürü ancak 1961 başında gerçekleş-ti. 1960-1961 akademik yılında kürsü başkanımız Prof. Dr. Orhan Tuna, asistanı Dr. Nusret Ekin’le birlikte ABD’de bulunuyordu. Aynı yıl Cornell Üniversitesinden Profesör Frank B. Miller bizim kürsümüzde konuk profesör olarak dersler veriyor, ben de onun asistanlığını yapıyordum. Metin Kutal’la 37 yıldır süregelen dostluğumuz 1960 yılında işte bu şe-kilde başladı.

1960’lı yıllar Metin Kutal’la çok yakın mesleki ve dostane ilişkilerle başladı ve öylece gelişti. O dönem toplu sözleşmeli-grevli sendikacılık hareketimizin gelişme yıllarıydı. Kısa bir süre sonra Metin Kutal Al-manya’ya, ben de lisansüstü öğrenim için ABD’ye gittim. 1965 sonra-sında günlerce onun Avrupa tecrübesi ile benim ABD’ye ait bildiklerimi birleştirerek Türk sisteminin sorunlarına birlikte çözümler getirmeye çalışır, paylaştığımız odada uzun tartışmalar yapardık. Daha sonra 1970’lerde, 80’lerde ve 90’ların başında ABD’de ve Kanada’da geçirdi-ğim yıllarda Metin Kutal’ın bana yazdığı uzun ve ayrıntılı mektuplar sayesinde Türkiye’deki yasal gelişmeleri ve endüstri ilişkileri uygu-lamalarını kesintisiz izlemek olanağını buldum. Metin Kutal kendine özgü tecessüs ve mizah yeteneği ile Amerikan yaşantısının ilginç ve bize bazen garip gelen yönlerine alaka duyar, özellikle Western tipi film ve davranışları eğlenceli bulurdu. Dışarda belli aralıklarla geçirdiğimiz toplam sekiz yıl boyunca Kutal’ları ABD’ye davet ettik, fakat onlar çe-şitli nedenlerle bu ziyareti gerçekleştirmek olanağını bulamadılar.

Metin Kutal’la yakın bir dostluk kurmamızda, aramızdaki birkaç yaş farkına rağmen aynı kuşağa mensup olmamızın da muhakkak ki önemli bir rolü olmuştur. Her ikimizin yetişmesi de genç Türkiye Cum-huriyetinin ilkelerinden, Mustafa Kemal’in milliyetçi ve devletçi ülkü-sünden etkilenmişti. Bir yandan benzer aile yapılarından kaynakla-nan, geleneksel değerlerimize bağlı, öte yandan uzmanlaşma alanımı-zın aşıladığı sosyal görüşlerin etkisiyle ortak yanlara sahiptik. 1960’lı

Page 269: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

256 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ve 70’li yılları gelişen Türk sendikacılığı ile çok yakın ilişkiler içinde ge-çirdik. Yurdun çeşitli yörelerinde birçok işletmede ve sendikada sayı-sını hatırlayamayacağımız kadar çok eğitim programında görev yap-tık. Sendikacılığı sosyal adaleti geliştirmede belki en etkili araç olarak görüyor, işçi sınıfımızda sendikacılık bilincinin yerleşmesinde etkimiz olduğuna inanıyor, çoğu kez de bu izlenimi edinmekten mutlu oluyor-duk. Ama bazen hayal kırıklığı doğuran durumlarla da karşılaşmıyor değildik. Örneğin, bir keresinde sendikal eğitim için gittiğimiz Ereğli’de gecenin geç saatinde birimizin otel katibine, “Sendikalı mısın?” diye yönelttiği soruya, “Hayır efendim, ben Vanlıyım” cevabını alması bu hayal kırıcı örneklerden biriydi.

Türk sendikacığında toplu sözleşmeli-grevli dönemin başladığı 1960’lı yılların başları bizim alanımızda birçok yasama ve uygulama-lara sahne olmaktaydı. Dönemin koalisyon hükümetinde Çalışma Ba-kanı olan Bülent Ecevit 1963 tarihli Sendikalar ve Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt yasa tasarılarının hazırlanmasında Bölüm kütüphanemize bizzat gelerek çalışmalar yapıyordu. O dönemde Metin Kutal’ın Orhan Tuna ile birlikte yazdığı bir kitap grev hakkına ilişkin tartışmalara ışık tutmuş, gerek 1961 Anayasasında, gerek 275 sayılı Yasada bu hakkın düzenlenmesinde etkili olmuştur.

1960’lı yılların sonları ile 1970’lerde dünyada ve ülkemizde meydana gelen sosyal ve siyasal hareketler bizim alanımızı da geniş ölçüde etki-ledi. Bu yıllar Türk sendika hareketi için de zor bir dönemi simgeliyordu. Ancak Ecevit hükümetinin TÜRK-İŞ’le imzaladığı Toplumsal Anlaşma yılı olan 1978 Türk işçi hareketi için ilginç gelişmelere sahne oldu. Bahir Ersoy’un Çalışma Bakanı olduğu o dönem Metin Kutal’la birlikte çeşitli yasa taslakları çalışmalarına, işçilerin yönetime katılması ve özyöne-tim projelerine katıldık.

12 Eylül 1980 siyasal değişikliğinin ilan edildiği saatlerde ise Metin Kutal’la Bodrum’da denizdeydik. Bulunduğumuz yörenin en yüksek amiri durumundaki üstçavuş sahil boyunca yürüyerek henüz ilan edilmiş bulunan sıkıyönetim gereği evlerimize kapanmamızı emretti. Burasının tatil yeri olduğunu, normal bir evimiz olmadığını söyledikse de dinletemedik. Mayolarımızla ikamet yerlerimize dönerken bir kır kahvesinde o zamanki siyah-beyaz televizyondan her türlü sendika faaliyetinin askıya alındığını öğrenmemiz, uzmanlık ve öğretim alanı-mız için belki hayal kırıcı bir dönemin başladığını gösteriyordu. Böylece 1960’lı ve 70’li yılların daha çok katılıma ve sosyal politikalara yönelik ortamının tekrar geri gelemeyeceğini anlamış oluyorduk. Dünyada ve ülkemizde sendikacılık ve endüstri ilişkilerinin bilinen nedenlerle dur-

Page 270: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 257

gunluk, hatta gerileme ortamına girişi, bizleri konumuzun ve kendi is-tihdam güvencemizin geleceği hakkında endişeye düşürdü. Amerikalı meslekdaşımız Marcus Sandver bir çözüm yolu olarak bundan böyle sendikacılık tarihi okutabileceğimizi önerince, Bölümümüzde Sosyal Siyaset Tarihi ve Sendikacılık Tarihi gibi derslerin ne denli önemli ol-duğu ortaya çıktı.

Ben ve diğer bölüm arkadaşlarım Üniversitedeki çalışmalarımız dı-şında Metin Kutal’la birçok bilimsel çalışmaya katılmış olmaktan kuş-kusuz büyük bir mutluluk duyuyoruz. Kendisiyle bu bilimsel faaliyet-lere ve çeşitli hükümetler dönemindeki yasa tasarısı çalışmalarındaki ortak çabalarımıza ait birçok değerli anıyı paylaşıyoruz. Metin Kutal öğretim yaşantısı boyunca derslerini büyük bir titizlikle ve özenle sürdürmüş olmasıyla gerek meslekdaşları gerek öğrencileri arasında saygınlık kazandı. Değerlendirmelerinde daima objektif davrandı ve inanç ve ilkelerinden, özellikle iş alemindeki çalışma olanaklarına yö-nelmeyip işçi haklarını sürekli savunma idealinden ödün vermedi.

Metin Kutal’ın yıllar boyunca İktisat ve Maliye Dergisi’nde yayınla-dığı çok sayıda Sosyal Hukuk incelemelerinden, çeşitli tebliğ ve maka-lelerinden kendi çalışmalarımızda yararlandık. Onun yazılarına yaptı-ğımız atıflar bu dostluğun bir tarihi olarak sayfalarda durmaktadır.

Yıllar hızla aktı. YÖK’ün kuruluşundan ve hocamız Orhan Tuna’nın emekli oluşundan ve sonra da vefatından sonra Bölümümüzün içerik ve niteliği, derslerimizin ve programlarımızın kapsamı geniş ölçüde değişti ama Metin Kutal bilime ve görevine bağlılığı ile alışılmış aka-demik ve ahlaki geleneklerini sürdürdü. Hiçbir dersini aksatmadan ve bizzat verme yolunda yürüdü. Dostluklarımız zamana ve ülkemizin değişen ve zorlaşan sosyal ve siyasi koşullarına direnerek devam edi-yor, anılarımız eskidikçe daha da değerleniyor.

Şimdilerde ise Metin Kutal bana Bodrum koylarını birlikte seyretti-ğimiz serin yaz gecelerinde Muş, Erzurum, Diyarbakır yörelerinde ge-çirdiği çocukluk ve gençlik yıllarına ait anılarını anlatıyor. Benim de bir ölçüde paylaştığım o dönem Anadolu’sunun güç ama ülkü, özveri ve fedakarlıklarla dolu günlerini ondan dinlemek, artık geçmişte kalmış bir devri yeniden yaşatıyor ve beni mutlu ediyor. Metin Kutal bana yıl-lar önce emekli olduktan sonra bir hobi olarak İstiklal Savaşı tarihimizi ayrıntılı olarak yeniden okuyacağını söylemişti. Ne garip tecellidir ki, vatanımızın günümüzde içine itildiği koşullar o tarihi oluşturan değer ve ilkeleri hepimizin emekliliğimizi beklemeden tekrar tekrar okuma-mızı gerektiriyor.

Page 271: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

258 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Bu anıları yazmanın hüzün verici bir etkisi olduğu muhakkak. İki yıl sonra sevgili Nusret Ekin’in emekliliği dolayısıyla onun hakkında da benzer bir yazı yazmam söz konusu olacak. Ancak kendine özgü bir nesil tükenmekte olduğu için aynı şeyi ben emekli olduğumda ya-pacak kimse belki kalmayacak. Fakültemizde 1936 doğumlu öğretim üyelerinin emekliliği yaklaşıyor. Sevgili öğrencilerimize 1936 tarihli ilk İş Kanunu’muzdan bahsederken 1936 yılının başka hangi olaylar için önem taşıdığını soruyorum. Gerekli cevapları veriyorlar. (Örneğin İk-tisat Fakültesi’nin kurulması, Keynes’in ünlü eserinin yayımlanması, Fransa’da Halk Cephesi, İspanya İç Savaşı vb.). Onlara bir şeyi unut-tuklarını söylüyorum. O da 1936’nın halen hocaları olan ben dahil bir-çok öğretim üyesinin, örneğin Erdoğan Alkin’in, Necati Mumcu’nun, Alpaslan Peker’in ve daha birçoğumuzun doğum yılı olduğu gerçeği.

Ancak burada gözardı edilmemesi gereken bir gerçek var. Emekli-lik, kariyerimizdeki kilometre taşlarından sadece biri. Metin Kutal za-ten gerçek anlamda tam zamanlı çalışan bir öğretim üyesiydi. Onun bi-lim dalımıza ve öğrencilerimize değerli katkıları devam ediyor ve Allah sağlık verdiği sürece önümüzdeki yıllar boyunca devam edecek.

Metin Kutal’a Bölümümüzde devam etmesini dilediğimiz öğretim ve araştırma faaliyeti yanı sıra yakın tarihimizi okumaya ayırabileceği yeterli zamanı bulacağı sağlıklı ve mutlu nice emeklilik yılları dileriz.”

Metin Bey’den bahsederken onun yakın arkadaşı Avukat Turan Tan’dan da söz etmem gerekir. Turan ağabey ile 1965 yılından bu yana Metin Kutal vasıtasıyla çok yakın bir dostluk kurduk. Bu dostluğu-muz eşi Sevim Hanımla birlikte Bodrum’da bizim kooperatifte ev alıp yazlarının bir kısmını orada geçirmeye başladıkları yıllarda da devam etti. Avukat Turan Bey’i ayrıca ortak anılarımızla ve iki ayrı olayda, ev-lerimizdeki kiracıların tahliye davalarında yardımı dolayısıyla anmak isterim. Yazık ki Turan Tan’ı 2008 kışı içinde kaybettik. Ölümü Metin Bey’ler kadar bize de derin bir keder vermiştir. Çok soğuk ve karlı fırtı-nalı bir günde kaldırdığımız cenazesi gerçekten çok elem vericiydi.

Rektör yardımcısı atanması ile ilgili anı ve değerlendirmelerimi yu-karda açıklamaya çalıştığım Prof. Dr. Nur Serter, Rektör Kemal Alem-daroğlu ile uyumlu çalıştı. Bizim Bölümümüzün mensubu ve yakın bir arkadaşımız olarak bazı işlemlerimizde bize yakın ve yardımcı oldu. Nur belki laiklik, türban ve benzeri konularda bazen gereken dozun ötesinde çaba sarf etti, uzlaşma ve dengeleri gözetme gereğini göz ardı etti. Bölümümüzü çağdaşlaştırmak adına asistan alınmasını istediği birkaç genci ve bu arada Ali Emre Özsoy’u Fakültemize kattık. Ali Emre Boğaziçi mezunu, aydın ve bilgili bir kişiydi, sınavda başarılı oldu. Ama

Page 272: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 259

Rektörlüğün teşvik ettiği bazı laik ve Atatürkçü eylemlerde, söylenti-lere göre, aşırı bir militan gibi davranması, bazı şiddet olaylarını tahrik etmesi idareyle ilişkilerini olumsuz etkiledi, görevine son verildi. Fakat İdare Mahkemesi kararıyla görevine iade edildi. Son tahlilde Ali Emre önce yönetimce desteklenen sonra da hareketleri yönetimce kontrol edilemez hale gelince harcanacak bir kişi olarak görülmeye başlandı. Bölümdeki yönetim yapısı da kendisini kadroda tutmak istemedi. Bö-lümden ayrılması ancak denetimimde seyreden doktora çalışması ba-şarıyla sonuçlanınca gündeme geldi.

Bölümümüze araştırma görevlisi olarak seçip aldığımız Alpay He-kimler ise kendine özgü vasıflara sahip, iyi bir öğretim elemanı olarak temayüz etti. Almanya’da doğup orta öğrenimini orada yapmış olma-sı dolayısıyla Almancayı bir Alman gibi yazıp konuşması kararımızda etkili olmuştu. Ama izleyen yıllarda Alpay’ın akademik yeteneklerinin de yüksek olduğunu anlayınca bende ve bizim akademik çevremizde bıraktığı izlenimler daha da olumlu yönde seyretti. Yayın yapma ko-nusundaki yeteneklerini sürekli olarak ortaya koyan Alpay, özellikle Almanya ve Alman üniversiteleriyle ilişkilerimizde başarılı bir per-formans sergiledi. Kendisi Almanca makaleleriyle Türk sistemindeki gelişmeleri Avrupa’ya, Almanya’daki gelişmeleri de Türkçe neşriyatı ile ülkemize tanıtmakta etkili oluyor. Ne var ki Bölümdeki bazı ele-manların olumsuz davranışları nedeniyle ayrılıp Tekirdağ’daki Namık Kemal Üniversitesine geçiş yaptı, doçentlik sınavlarında başarılı oldu. Şimdilerde aynı zamanda bu Üniversite’nin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olarak idari faaliyetlerle de meşgul görünüyor. Almanca’ya sözlü olarak hakimiyeti dolayısıyla Alpay’a ILO’nun Aplikasyon Komi-tesinde hükümet sözcüsü olarak benim yerime görev verilmesi yö-nünde Bakanımıza öneride bulundumsa da, bu tavsiyemden bir sonuç alamadık. Alpay’la ilgili sevindirici bir gelişme de, kendisinin eski ba-şarılı öğrencimiz ve halen Anadolu Üiversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde değerli bir öğretim üyesi olan Banu Uç-kan’la evlenmesi olmuştur.

2009 yılında kaybettiğimiz Prof. Dr. Cumhur Ferman Hocamız da hayatımda değer verdiğim isimlerden biri olmuştur. Hocamızın vefatı üzerine aşağıdaki anma yazısını yazmıştım:

“Prof. Dr. Cumhur Ferman Hocamızın AnısınaProfesör Cumhur Ferman Hocamızı İstanbul Üniversitesi İktisat

Fakültesi’nde göreve başladığı 1974 yılında tanıdım. Daha önceleri An-kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki başarılı öğretim üye-

Page 273: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

260 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

liği ve dekanlık dönemlerine ilişkin olarak ismini ve ününü kuşkusuz işitmiş, örneğin Boğaziçi Üniversitesi’nde çalıştığım yıllarda eski asis-tanı Prof. Dr. Nuri Uman’dan onun hakkında birçok şey dinlemiştim. Cumhur Ferman Hoca’ya yakınlığım İktisat Fakültesi’nde İşletme Bö-lümünün başkanlığını üstlendiği 1974-1983 döneminde olduğu kadar İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptığı 1983-1993 arası yıllarda da artarak devam etti. Cumhur Hoca 1985-1993 yılları arasın-da üç dönem İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dekanlığını yaptı. Ayrıca benim İÜ İktisat Fakültesi’nden 2003 yılında emekli olmamdan sonra da, kısmen kader ve tesadüf eseri olarak ama daha çok onun girişimi ve daveti sonucu, kendisinin o dönemde mütevelli heyeti başkanı ol-duğu Işık Üniversitesi’nde Cumhur Ferman Hoca ile bir süre daha aynı çatı altında çalışmak olanağına kavuştum.

Cumhur Ferman işletme ve muhasebe alanlarında değerli bir bilim adamı olmasının yanı sıra, etkin ve ilkeli bir yöneticiydi. Mezunu oldu-ğu Ankara Üniversitesi SBF’de dekanlık, 1965-1969 yılları arasında ise üç dönem Ankara Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmıştı. Cum-hur Hoca önce Fakültemizde, sonra da İÜ SBF’de, işletme bölümlerinin yapılanmasında ve bugünkü başarılı durumlarına gelmesinde etkili roller üstlenmiştir. Eleman almada seçici davranır, asistanların iyi ye-tişmelerine özen gösterirdi. Bu günkü öğretim kadroları, Hülya Talu, Macide Şoğur, Ahmet Kızıl, Dursun ve Şebnem Arıkboğa gibi isimler onun işletme dalında yetişmelerine katkıda bulunduğu değerli bilim insanlarıdır. Kendisi yöneticiliğini yaptığı bölümlerde sağlam bir çalış-ma disiplininin oluşturulması kadar, bölüm çalışanları arasında işbir-liğine dayalı iyi ilişkiler kurulmasına da özen gösterirdi, bundan ötürü yanında çalışan öğretim elemanlarının da ona karşı hiç eksilmeyen bir sevgisi olmuştur.

Cumhur Ferman Hoca ile İstanbul ve Işık Üniversitelerindeki dost-luğumuza ve işbirliğimize karşın, kendisine ilişkin en güçlü anılarım Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nin kuruluş ve gelişme dönemine rastlar. Bilindiği gibi, Bursa Üniversitesi önce İstanbul Üniversitesi’ne bağlı ola-rak 1970’te faaliyete başlayan Bursa Tıp Fakültesi ile 1974’te Bursa’da kurulan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin birleşmesi sonucu, ya-sal olarak 1975’te oluşturulmuş, daha sonra Uludağ Üniversitesi’ne dö-nüşmüştür. Bursa Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin Hürriyet Mahallesindeki barakalarda öğretime başladığı olaylı ve san-cılı yıllarda Profesör Cumhur Ferman Fakültemizin o zamanki diğer hocaları ve idarecileriyle birlikte öğretim kadrosunun oluşturulmasın-da, asistanlık sınavlarında ve eleman alımında çok önemli katkılarda

Page 274: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 261

bulunmuştur. Cumhur Hoca’nın görev yaptığı diğer yüksek öğretim kurumlarında olduğu gibi Uludağ Üniversitesi’nde yetişmelerine katkı yaptığı birçok öğretim üyesi işletme alanında ülkemizin seçkin aka-demisyenleri arasına girmişlerdir. Şimdilerde ülkemizin başarılı üni-versiteleri arasında önemli bir yer işgal eden Uludağ Üniversitesi’nin kendi öğretim kadrosu yetişene kadar İktisat Fakültemizin, Cumhur Hoca başta olmak üzere birçok öğretim üyesi, örneğin Orhan Tuna, Ali Özgüven, Nusret Ekin, Metin Kutal, Erdoğan Alkin, Esat Çam ve isim-lerini burada sayamayacağım kadar çok sayıda Fakültemiz mensubu 1980’li yıllara dek İstanbul-Bursa arasındaki deniz ve kara yolunu haf-ta temelinde ya da iki haftada bir gün kat’ederek (bu halde iki haftalık ders yükünü gün boyu tamamlamak suretiyle) Bursa’da ders verme faaliyetini sürdürmüşler, böylece Uludağ Üniversitesi’nin gelişmesine destek olmuşlardır.

1970’li yıllarda ve 1980’lerin başlarında Cumhur Ferman Hoca ile çoğu Kirazlıyayla tesislerinde olmak üzere birçok bilimsel etkinlikte bulunduk. Çeşitli ulusal ve hatta uluslararası konferans ve seminer-lerde Cumhur Ferman işletmecilik alanında, Orhan Tuna, Nusret Ekin, Metin Kutal ve ben kendi çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri ko-nularımızda, diğer birçok Fakülte meslektaşımız da kendi disiplinle-rinde katkılar yaptılar. Bazen ailelerimiz bireylerinin de katıldığı bu bir araya gelişler hafta sonları ya da akşamları Kirazlıyayla’da yaptığımız yürüyüşlerle zenginleşiyordu. Bu anılarda Sayın Suna Ferman’ın, Cey-han Ekin ve Gülten Kutal’ın, eşim Bengi Dereli ile birlikte oluşmuş sa-yısız anısı vardır. Çocuklar olarak Murat, Dilek ve Müfit Ferman, kızım Ayşe Gül, sevgili Nusret Ekin’in çocukları Mete ve Zeynep bu anılara ayrı bir renk katıyorlardı. Genellikle aynı gruplar olarak bazı yazla-rı katıldığımız İstanbul Üniversitesi’nin Enez’deki tatil tesislerinde de çocuklar arasında yakın arkadaşlıklar oluştu. Kıbrıs’ta katıldığımız bir eğitim programında o zaman altı yaşındaki kızım Ayşe Gül’ün sesini bir kasede kaydetmiştim, kendisine en yakın, en sevdiği insanların kimler olduğunu sorduğumda Ayşe Gül’ün verdiği cevap bu bakımdan anlam-lıydı: Ayşe Gül önce Kıbrıs’taki rehberimiz olan Ulus ağabeyini zikret-tikten sonra hemen Müfit ve Dilek’in isimlerini veriyor, bizleri ve diğer yakınlarının adlarını ise çok daha sonra telaffuz ediyordu. Oysa bu ses kaydı işleminin yapıldığı tarihte Ferman ailesi bizimle Kıbrıs’ta değildi.

Öte yandan, bir akşam vakti Kirazlıyayla’da şömine başında kızım Ayşe Gül’ün anlattığı bir olaydan ve sarfettiği cümlelerden Cumhur Hoca -şimdilerde de Işık Üniversitesi’ndeki meslekdaşım olan oğlu Prof. Dr. Murat Ferman- çok hoşlandılar ve bunu sürekli tekrarlar ol-

Page 275: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

262 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

dular. Olay şöyle gelişiyor: O tarihte ilkokula yeni başlamış, altı ya da yedi yaşındaki Ayşe Gül’ün sınıfına aşı yapmak üzere bir sağlık ekibi girmiş, çocukları sıraya dizerek kollarına iğne yapmaya başlamışlar. Öğrencilerin hepsi ve bu arada Ayşe Gül doğal olarak çok korkmuş du-rumdalar. Kolunu açarak sırasını bekleyen Ayşe Gül gerekli cesareti ancak kendisinin sarfettiği şu sözlerde buluyor: ‘Kendi kendime dedim ki, dayan Ayşe Gül, dayan.’ Cumhur Bey Ayşe Gül’ün bu sözlerini sonra-ki yıllarda benzer durumları tarif ederken tatlı bir anı olarak tekrarla-maktan daima zevk duydu.

Bir başka anı ise bu kez Uludağ’ın tepesinde rahmetli kardeşim Nusret Ekin’le ilgili bir olaydır. Hep birlikte teleferikle karşı tepeye geç-mek için sıra bekliyorduk ama rüzgar vardı ve ilgili memur, biraz da aksi tabiatlı olduğundan, rüzgarın yarattığı tehlike dolayısıyla telefe-riği sefere kapatmak istiyor, Nusret Bey izin vermesi için ısrar ediyor ama memur izni vermemekte direniyordu. Sonuçta Nusret Ekin’in ve Cumhur Ferman’ın Bursa senatörleri olarak önemli kişiler olduklarını söyleyerek teleferiği son seferi için açtırabildik. Gerçekte kastettiğimiz bu hocaların Uludağ Üniversitesi’ndeki senatörlük görevleriydi ama memur bunu -o zaman iki meclisli olan- parlamentomuzdaki ‘senato’ olarak anladı ve bu sayede durumu daha ciddi bir olay olarak olarak algıladı. Bu da Cumhur ve Nusret hocaların sonraları sık tekrarladığı bir anı oldu.

Cumhur Ferman Hocamızın başka bir bölümün elemanları olduğu-muz halde bizlere de yakın bir ilgi ve sevgisi olduğunu sanıyorum. Ken-disi Bölümümüzde bazı kadro sorunlarının yaşandığı bir dönemde Bö-lüm arkadaşım Dr. Turan Yazgan ve benim İşletme Bölümü’ne geçebi-leceğimizi önermek gibi nazik ve unutulmaz bir jest yapmıştı. Ne var ki Turan Yazgan ve ben uzmanlaşma alanlarımızın farklı olduğunu söy-leyerek Cumhur Bey’in bu yardımsever önerisine olumlu cevap ver-medik. Daha yakın bir geçmişte benzer başka bir olay ise daha farklı gelişti. Mayıs 2003’te İstanbul Üniversitesi’nden emekli olmamı izleyen günlerde bir özel üniversitede çalışmak amacıyla temaslar yapıyor-dum. Vereceğim dersleri ve çalışma koşullarını görüşmek üzere Rek-törü tarafından davet edildiğim bu özel vakıf üniversitesine ulaştığım dakikalarda Profesör Cumhur Ferman’dan bir telefon mesajı aldım. Kendisi Işık Üniversitesi’nde çalışmamı öngören bir teklifte bulunuyor-du. Doğrusu o günlerde ortak geçmişimize rağmen Cumhur Ferman Hoca’nın beni Işık Üniversitesi’ne davet etmesini pek düşünemezdim. Cumhur Hoca’nın bu önerisini, hemen yanında bulunduğum söz konu-su üniversitenin rektörüne özür dileyerek aktardım. Burada ayrıca o

Page 276: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 263

rektörün nazik ve anlayışlı yaklaşımına değinmek isterim. Kendileri bana bu konuda hiçbir sorun yaşanmayacağını, özellikle Işık Üniver-sitesi’nin kendilerininkine göre daha ileri olanaklara sahip ve kaliteli bir kurum olması dolayısıyla Hoca’nın önerisine olumlu cevap verme-min ancak doğal bir davranış olacağını söyledi. Bu konuşma üzerine hemen Işık Üniversitesi’nin o zaman Maslak’ta bulunan kampüsüne giderek Cumhur Ferman Hoca’yla Işık Üniversitesi’nde başlayacak olan çalışmalarımın ayrıntılarını görüştüm. Sözleşmem ve atanmam hemen gerçekleştirildi, dolayısıyla Ağustos 2003’ten bu yana Işık Üni-versitesi’nde görev yapmaktayım. Geçen süre içinde Cumhur Hoca ile özellikle ilk yıllarda birçok temasım olduysa da, ilişkilerim onun hasta-lığı dolayısıyla son zamanlarda giderek seyrekleşmişti.

Dekanlık görevini üstlendiğim 1999-2003 yılları arası dönemde Prof. Dr. Cumhur Ferman artık İktisat Fakültesi’nde değildi ama gerek Fakülte olarak bizler, gerek genel anlamda Üniversite yönetimi Cum-hur Hoca’nın yanında yetişen kadroların, örneğin Hülya Talu, Macide Şoğur, Esin Ergin, Ahmet Kızıl, Dursun Arıkboğa, Bülent Pamuk ve on-lar gibi İşletme Bölümü’nün diğer bazı değerli öğretim üyelerinin aka-demik ya da idari birimlerin yönetim ve denetiminde destek, yardım ve katkılarından yararlanmışızdır. Cumhur Hoca’ya ilişkin anılarımı naklettiğim bu kısa yazımda bu meslektaşlarımın yaptıkları katkıla-rı da şükranla anmak isterim. Kuşkusuz, gerek fiziksel alt yapı gerek akademik etkinlikler bakımından önemli dönüşümlere sahne olan o dönemde İktisat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini üstlenerek Fa-kültemizin özellikle öğrenci işlerine ilişkin işlevlerini başarıyla ve bü-yük bir özveriyle yürüten Doç. Dr. Macide Şoğur’un hizmet ve katkıla-rını ayrıca vurgulamam gerekir. Cumhur Ferman Hoca karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı bir disiplin anlayışı içinde İktisat Fakültesi bünyesi içinde böylesi bir İşletme Bölümü oluşturduğu olduğu içindir ki, onun da bu çalışma ve katkılarda çok önemli bir payı olduğu kuşkusuzdur.

22 Mart 2009 tarihinde vefat eden Prof. Dr. Cumhur Ferman’ın ül-kemiz yüksek öğrenimine ve bilim hayatına yaptığı katkıları göster-mesi bakımından 25 Mart’taki cenaze töreninde tanık olduğumuz bü-yük katılım ise gerçekten anlamlıydı. Ben bu kısa anı yazısının onun kişiliğini ve hizmetlerini yansıtmakta yetersiz kalacağının bilincinde-yim. Bununla beraber ve bu vesileyle hakkında yayımlanacak bir eser için benden bir anı yazısı hazırlamamı isteyen Fakülteme ve özellikle Doç. Dr. Şebnem Arıkboğa’ya, bana bu olanağı sağladıkları için teşek-kür ederim. Burada Cumhur Ferman Hoca’ya Tanrı’dan rahmet diler-ken, eşi Suna Ferman’a, çocukları Murat, Dilek ve Müfit Ferman’a ve onların ailelerine, dünyaya gelişini görmek mutluluğuna eriştiği sevgili torununa, tüm sevenlerine ve öğrencilerine başsağlığı dilerim.”

Page 277: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

264 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Üniversitelerden tanıdığım yabancı hocalardan getirttiğim “kabul” yazılarıyla birçok Bölüm elemanımızın başta ABD olmak üzere dış ülke deneyimi elde etmelerinde yardımcı oldum. Bunlar arasında Berrak Kurtuluş, Sevgi Kurtulmuş, Ahmet Selamoğlu, Halil İbrahim Sarıoğlu, Süleyman Özdemir ve Halis Ersöz, Sayım Yorgun, Yusuf Alper, Tun-cay Güloğlu, Ömer Özkan gibi isimleri sayabilirim. Berrak Kurtuluş daha çok sağ-muhafazakar gruba yakın olduğu halde uzlaşmacı ka-rakteriyle her grupla ilişkilerini sıcak tutmayı başardı. ABD’de benim çalıştığım Temple’da uzunca bir süre geçirdi. Durumu bizim Uluslara-rası Akademik İlişkiler Kurulunda tartışma konusu oldu, sonra Turan Yazgan’ın Kırgızistan’daki üniversite ilişkisi dolayısıyla bu ülkedeki İktisat Fakültesinde dekanlık yaptı. Daha yakın geçmişte Cumhurbaş-kanı Abdullah Gül tarafından YÖK üyeliğine, sonra da YÖK Yürütme Kuruluna atandı. Ancak tüm bu gelişmeler boyunca türban sorununda AKP’ye karşı mücadele veren Rektör Kemal Alemdaroğlu ile ilişkilerini yakın tutmayı başardı, hatta bir törende aldığım izlenime göre Alem-daroğlu’nun en sevdiği kişiler arasında yer alıyordu. YÖK’teki görevin-den sonra Gedik Üniversitesi Rektörü seçildi.

Ahmet Selamoğlu esasen yetişme tarzı kişiliği ve diğer özellikleri ile düzgün bir arkadaşımızdı. Merhum hocamız Nusret Ekin’in yeğeni olan Ahmet Selamoğlu bizim Bölümümüzden ayrılıp Kocaeli Üniversi-tesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölüm’üne geçiş yapmıştı. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün faaliyetlerine de önemli katkılar yapan Ahmet’in Üniversitemizden ayrılışına üst düzey yöneticilerimiz gerçekten üzülmüştü. Çalışkan, zeki ve nazik kişiliğiyle herkes tara-fından sevilip takdir edilen Ahmet Selamoğlu kısa sürede profesörlüğe yükselip alanımızda temayüz etti. Halen araştırma ve yayın faaliyeti ile Kocaeli Ünivereitesi’ndeki öğretim faaliyetini sürdürüyor.

Diğer arkadaşlarımız da yabancı ülkede en azından İngilizce bilgilerini geliştirdiler. On onbeş elemanımızın ABD’ye gitmelerine aracı oldum ama çoğu genellikle muhafazakar görüşe sahip oldukları için daha sonraları, özellikle dekanlık seçimim sırasında karşı gruplardan bu çabam dolayı-sıyla eleştiri de aldım. Eleştirilere verdiğim cevap, onlar üniversitedeki asistanlarımız olduğuna göre, hocaları olarak gelişmelerine katkıda bu-lunmak bizim görevimiz olmalı şeklindeydi. Kaldı ki, liyakat açısından ve insan olarak bu asistanların hemen hepsi temelde iyi vasıflara sahiptiler.

Fakültede yakınlık duyduğum isimler arasında Ahmet Gökçen, Tar-gan Ünal, Cemal Şanlı gibi meslektaşlarımı da saymalıyım. Targan’la Fakülte yönetiminde birlikte çalışmayı çok isterdim, maalesef çeşitli nedenlerle bu mümkün olmadı. Daha sonra Targan’ın Sosyal Bilimler

Page 278: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 265

Enstitüsü müdürü, Ahmet Gökçen’in ise Rektör Yardımcısı olarak gö-rev yaptıklarını öğrendim.

Fakültedeki eski Bölümümde halen görevlerini sürdüren Prof. Dr. Tekin Akgeyik, Doç. Dr. Halil İbrahim Sarıoğlu, Doç. Dr. Süleyman Öz-demir gibi öğretim elemanlarının geleceği hakkında çok ümitliyim. Süleyman’ın ve Halil İbrahim’in güvenilirlik ve sevecenlikleri de mü-kemmeldir. Nilgün, Meltem ve Başak gibi genç araştırma görevlileri ise çalışmaları yeterli olduğu ve üstleri durumundaki hocalarla iyi ilişkiler sürdürebildikleri oranda yükselebileceklerdir diye düşünüyorum. Yine de Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’müzün halen ağır-lıklı olarak sağcı-muhafazakar olarak nitelendirilebilecek elemanlar-dan oluşmasının bazı çevrelerce yadırgandığını belirtmeliyim. Aslında bu bölüm ve özellikle Sosyal Siyaset anabilim dalı niteliği gereği “Sosyal Demokrat” olmak zorundadır. Bilindiği gibi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde doğup şekillenen “demokratik sosyalist” ekoller Sosyal Siyasetin de bel kemiğini oluşturmuşlardı. Nitekim Almanya’da Kessler’in de arala-rında yer aldığı sosyal siyasetçiler o dönemlerde “kürsü sosyalistleri” olarak anılıyorlardı.

Son yıllarda endüstriyel ilişkiler ve iş hukuku konularında işbirliği yaptığım bana en yakın kişiler Profesörler Metin Kutal, Münir Ekonomi, Nuri Çelik, Talat Canbolat, Nurşen Caniklioğlu, Murat Demircioğlu, Sarper Süzek, Tankut Centel, Öner Eyrenci, Ali Güzel, Devrim Ulucan, Can Tun-cay ve Rüçhan Işık olmuştur. Özellikle Nuri Çelik’in artık klasik bir Türk İş Hukuku ders kitabı haline gelen ve neredeyse her yıl gözden geçirerek yeniden yayımladığı eserinden, derslerimizde çok istifade ettiğimiz gibi bu kitaptan Blanpain’in ansiklopedisine yazdığım Türkiye cildini gerçek-leştirmekte de çok yararlandım. Bunu, onun eserine yaptığım çok sayıda atıfta görmek mümkündür. Sevgili Nuri Çelik ve değerli eşi Emel bize her zaman yakınlık ve sevgi içinde yaklaşmışlardır, biz de kendilerini çok se-ver ve değer veririz. Yine Cornell’den okul arkadaşım Engin Ünsal uzun süren bir sendika araştırma uzmanlığı, yazarlık-gazetecilik ve parla-menterlik geçmişinden sonra doktora yaparak öğretim üyesi oldu, şim-dilerde Kıbrıs’taki bir üniversitede yardımcı doçent olarak öğretim üyeliği yapıyor. Cornell’deki ortak geçmişimizden ötürü Engin’e sevgim sürekli olarak canlı kalmıştır. Onu ve eşi Mübeccel Hanımı her zaman çok sev-dik. Evlatları ile bundan böyle her zaman mutlu olmalarını dileriz.

Daha genç meslektaşlar arasında Algun Çifter, Engin Yıldırım, Ah-met Makal ve Kübra Yenisey’i zikredebilirim. Kuşkusuz bunlar dışında başka birçok değerli meslekdaşım vardır. Türkiye dışındaki ülkelerde bu konularda çalışan ünlü hoca ve arkadaşlarımdan bazılarını ise ya-

Page 279: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

266 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

zık ki kaybetmiş bulunuyorum. Birkaç yıl önce Cornell’den hocalarım Frank B. Miller, Lawraence Williams, John P. Windmuller, Temple’dan Walter Gershenfeld, Leuven Üniversitesinden Roger Blanpain’i kay-bettik. Herbiri bizim alanımızda çok değerli akademisyenlerdi. Üniver-site çevresinden çok endüstriyel ilişkiler uygulamalarından tanıdığım, birçok uyuşmazlığın arabuluculuk aşamasında işbirliği yaptığım sen-dikacı, sendika araştırma uzmanı vb. ve burada ayrı ayrı sayamadı-ğım kadar çok sayıda meslektaş ve arkadaşım var. Fakat bu bağlam-da özellikle kamu işveren sendikaları cephesinde birlikte çalıştığım, halen TÜRK-İŞ’e bağlı Türk Metal Sendikası’nın Araştırma ve Eğitim Merkezi Başkanı Dr. Naci Önsal’ı, TÜRK-İŞ araştırma uzmanı Enis Bağ-dadioğlu’nu, Ahmet Ateş’i, Dr. Murat Özveri’yi, Prof. Dr. Sayım Yorgun, Doç. Dr. Aziz Çelik ve Doç. Dr. Gürol Özcüre’yi, Lastik-İş Sendikası’n-dan Üzeyir Ataman’ı sayabilirim. Seçilmiş sendika yöneticileri arasın-da ise konfederasyon başkanlarımızı ve özellikle bilimsel araştırma ve anketlerimizde bizden yardım ve ilgisini esirgemeyen Pevrul Kavlak’ı saymalıyım.

Işık Üniversitesinde Ersin Kalaycıoğlu’nun rektör tayin edilmesin-den kısa bir süre sonra Sosyal Bilimler Enstitüsü müdürlüğüne getiril-miştim. Bu görevi verimli biçimde yerine getirmeye çalışırken Enstitü Yönetim Kurulu içinde baş gösteren bazı anlaşmazlıklar nedeniyle isti-fa etmek zorunda kalmıştım. Ancak Işık İİBF’deki görevim devam etti. ILO Uygulama Komitesindeki görevime ise 2008 yılına kadar devam ettim. Her Haziran ayındaki ILO toplantılarına Türkiye yine masrafları-nın nasıl ve nereden karşılandığı şaibelere yol açan kalabalık gruplarla katılıyordu. Çoğu hiçbir komitede yararlı bir iş yapmayan, hatta toplan-tılara bile hiç katılmayan milletvekili, sendikacı ve işverenlerin varlığı eleştiriliyordu. Bizler haziran aylarında ILO’daki yoğun çalışmalarımız-dan dolayı Cenevre’nin cazibe merkezlerini göremedik. ILO’nun Tür-kiye üzerindeki baskısının artık söz konusu olmadığı bir dönemde, o dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e bu durum-dan söz edince, “Türkiye ILO’nun gündeminden çıkınca sana ve Metin Hoca’ya bir turistik ILO gezisi düzenleriz” demişti. Sonuçta Türkiye bu aşamaya geldi, artık bir “özel paragraf” tehdidi yok ama yazık ki vaat edilen bu turistik Cenevre daveti de gerçekleşmedi.

Aile İlişkileri Şimdilerde en yakın bağlılığım kuşkusuz eşim Bengi’ye, sonra sev-

gili Ayşe Gül’e, sevgili torunum Emre’ye ve kalan en yakın akrabala-rıma, kardeşim Esen’e, teyzemin oğullarına... Baldızımın oğlu Orhun anne ve babasının boşanmasına rağmen başarılı bir yaşam mücade-

Page 280: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 267

lesi verdi, annesinin yanında geçirdiği yıllar içinde öğrenimini maddi ve manevi açıdan destekleyen babası ile de yakın ilişkisini sürdürdü. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinden başarıyla mezun oldu, ardın-dan da Taksim İlk Yardım Hastanesinde üroloji ihtisası yaparak uzman doktor unvanını aldı. Orhun bir hekim olarak ailemizin ve yakınları-nın sağlık sorunlarının çözümünde de yardımcı oluyor. Örneğin be-nim prostat biopsimimi, ayrıca henüz üç aylıkken torunum Emre’nin sünnetini başarıyla gerçekleştirdi. Saint Joseph eğitimi sayesinde çok iyi Fransızca biliyor, üniversite tahsili sırasında İngilizcesini de ileri dü-zeylere çıkardı, araştırmacı kişiliğiyle üniversiter bir kariyer yapmak

istediyse de, tıp fakültelerimizin sınırlayıcı politikaları nedeniyle profesörlük düzeyinde bu ola-nağı henüz bulamadı. Biz de bu konuda ona yardımcı olamadık.

2008 yazında İsmail Bey’in tahsis ettiği bir minibüsle Or-hun’un şoförlüğünde Bengi ve Bilge’nin çocukluklarının bir bölümünü geçirdikleri Mudan-ya’ya güzel bir gezi yaptık. Bu şehirden daha önceleri defa-larca geçtiğim halde bu gezinin bıraktığı intiba çok farklıydı. Bengi ve Bilge’nin evlerinin bu-lunduğu mahalleleri yakından gördük, Mudanya Mütarekesi-nin imzalandığı müzeyi ziyaret

ettik. Şehir temizdi, lokantaları taze balıklarla lezzet ve huzur verici bir doyum sunuyordu. Mudanya’dan Batı’ya doğru uzanarak Tirilye’yi zi-yaret ettik. Bu bölgelerin kültür ve uygarlık özelliklerinin Anadolu’nun gördüğüm birçok yöresinden farklı olduğu kuşkusuzdu.

Dayım Ekrem Ozman’ı ve eşi Adalet Hanımı da çok severdim. Yazık ki her ikisi de artık hayatta değiller. Dayımın büyük kızı Nazan’ı bebek-liğinde, özellikle köyde (Argalya’da) geçirdiğimiz yaz aylarında birlikte bakardık. Dedemin annesinin (nenemin) ismini taşıyan Şekibe de ço-cukluğunda çok güzel bir küçük kızdı, şimdi de öyledir. İngilizce öğret-menliği yapıyor. Yine yukarıda söz ettiğim, annemin yakın akrabala-rından Seniha teyzenin oğlu Av. Aydın Kazancı ve kızı Gönül Lordoğlu bize her zaman çok yakın olmuşlardır. Yazık ki bu saydığım hısım-ak-

Torunum Emre - 2012

Page 281: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

268 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

rabalarımızla İstanbul’un gailesi içinde yeterince görüşemedik. Aydın ağabey maalesef 2014 yılında vefat etti, onu çok severdim. Eşi Yeşim’i uzun süredir göremediğim için üzgünüm. Yine, İstanbul’daki gençliği ve öğrenimi yıllarında babamın hamiliğini yapan dayısı Abdullah Kap-tan’ın kızı İnci ve eşi Fuat Güven’in bizlere eksilmeyen sevgileri vardır.

Hayatımda önce yaşamımın büyük bölümünü geçirdiğim İstanbul’a, sonra da yetişme ve gençlik çağımı idrak ettiğim ana-baba ocağım Trabzon’a bağlılık duyarım. Trabzon’da yeşilliklerin ve doğanın, ayrı-ca bu şehrin Roma Pontus İmparatorluğu ve Türk-Osmanlı uygarlığı bakımından taşıdığı zenginliklerin, hisar ve vadilerinin etkisi altında kalmışımdır. Trabzon’a ayak basan duyarlı bir kişi bu şehrin Roma’nın olduğu kadar Selçuk ve Osmanlı Türklerinin izlerini taşıdığının hemen farkına varır. Artık sayıları azalan klasik Trabzon evlerinin portakal, mandalina, nar ve Rus armudu ağaçları ile bezenmiş meyve bahçe-leri ise benim gözümde eşsizdir. Başka hiçbir Karadeniz şehrinde bu özellikleri bir arada bulamazsınız. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Trabzon Rus turistlerin ve hayat kadınlarının istilasına uğra-dı. Aslında 1920’lerde İstanbul’da Pera’nın da başına gelen bu kaderin bir benzerini bu kez Trabzon yaşamaya başlamıştı. Halkın kendilerine “Nataşa” ismini taktığı bu kadınların şehrin aile hayatı üzerinde olum-suz (bazı kişiler üzerinde ise belki “olumlu”) etkiler yaptığı söylendi ancak günümüz itibariyle bu olay güncelliğini kaybetmişe benziyor. Ne garip tecellidir ki, Trabzon yöresinin Ruslarla değişik dönemlerde farklı ilişkileri olmuştur. Birinci Dünya Savaşında yöre Rus işgaline uğrayın-ca ailem gibi birçok hemşehrim acı bir muhaceret yaşamak zorunda kaldı. Annem daha kundaktayken 1915’de bir mavna içinde İnebolu’ya göç etti ve ailesiyle Trabzon’daki yerlerine ancak Bolşevik ihtilalinden sonra Rusların çekilmesiyle dönebildi. Benim çocukluğumdaki soğuk savaş yıllarında ise bu kez ülkenin yeni müttefiki olarak Amerikalılar şehre geldi, Boztepe’deki ortak savunma tesislerinde kurdukları radar üssünden “düşman” Rusya’yı gözetlediler. Sovyetler Birliği’nin dağıl-masıyla bu defa “düşman” Ruslar şehre doldular ve şehrin sosyal ya-şantısını etkilediler. Onlar geldiğinde artık Amerikalılardan eser yoktu. Şimdilerde ise Rusların ilgi alanı başta Antalya olmak üzere başka yö-relere çevrilmiş görünüyor.

Yabancı diyarlar söz konusu olduğunda ise kuşkusuz uzunca kal-dığım yerleri, Philadelpia ve Ithaca’yı (New York) ve kısmen de Kanada Hamilton’da ve Belçika Leuven’da geçirdiğim verimli ve mutlu yılları asla unutamam. Bu şehirlerde edindiğim birçok dost ve meslekdaşımla iletişimim hala sürüyor. Trabzon’da ise devam eden aile bağlarımız ise

Page 282: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 269

daha çok dört yıl önce vefat eden teyzem Nusret Oyman’ın oğulları ve torunları vasıtasıyla doğal olarak daha sık. Ancak oğlu Umran’ın eşin-den boşanması dolayısıyla teyzemin süregelen bir mutsuzluğu vardı. Umran’ı küçüklüğünde (ve tabii halen) ne kadar sevdiğimi tarif et-mem imkansızdır. Hem akıllı, hem de muzip bir çocuktu. Bahçede beni hortumla ıslattığını nasıl unutabilirim? Teyzeme böyle bir boşanmayı gayet doğal karşılaması yönünde yaptığımız telkinlere rağmen, bu ko-nudaki üzüntü ve şikayetleri devam etti. Geleneklerden kaynaklanan algılama dünyası böyle bir sonu kabullenmeye yanaşmıyordu. Oysa bizler Umran’ı ve Ferzan’ı, onların ailelerini, eşlerini ve çocuklarını her zaman çok sevdik. Bu vesileyle eniştem Suat Oyman’ın Umran’ın Ma-kina Mühendisleri Odasına kabul edilmesi üzerine kendisine 13 Mayıs 1976 tarihinde yazdığı anlamlı bir mektubu buraya eklemek istiyorum:

“Sevgili Evladım,Makine Mühendisleri Odasından gelen kayıt evrakını gönderiyo-

rum. Tekrar tebrik eder, başarılar dilerim.İş hayatına ve bu münasebetle de toplum içine ilk adımını atmış bu-

lunuyorsun. Hayatın boyunca bir sürü problemlerle karşılaşacaksın. Bu problemleri çözmek, güçlükleri yenmek ancak bilinçli ve dikkatli davranışlarla mümkün olur.

Muvaffakiyet bir şans ve kader işi değildir. İnsanlar kendi kaderleri-ni kendileri tayin ederler. Atasözü yerinde söylenmiştir.

Mesleğinde başarılı olmak için birinci şart bilinçli olmaktır. Bunun için de mesleki eserleri takip etmek lazımdır.

Zeka ve kafa yapın mesleğinde yükselmek için çok müsaittir. Azim ve irade kudretini aynı paralelde tuttuğun takdirde hedefin yaratıcı, bulucu ve yapıcı bir davranış olmalıdır. Bir insanın muayyen bir nokta-da kalması, basit bir çerçevede mesleğini sürdürmesi, manen ve mad-deten de doyurucu olamaz.

Sosyal münasebetlerde çok hassas ve dikkatli davranmalısın. Dün-yada ne kadar insan varsa, o nispette ahlak ve karakter sahibi var de-mektir. İnsanları anlamak çok güçtür. Asgari bir ifade ile yüzde doksa-nı her şeyi kendi çaplarında ölçerler. Yıllarca arkadaşlık ettiğin, hatta istikbal temin ederek açlıktan kurtardığın insanlar bile biraz menfa-atlerine dokunduğun gün acımasız olurlar. Onun için arkadaşlık kur-duğun kimselere karşı ciddi olmak ve herkese güvenmemek lazımdır. Hayatta yalnız yaşamaya da imkan yoktur. Seçtiğin arkadaşların na-muslu, şeref ve haysiyet duyguları yüksek kişiler olmalıdır. Bunlar için bir ölçü ve kıstas yoktur. Aklın ve zekan senin ölçün olacaktır.

Page 283: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

270 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Hayatta en büyük varlık namuslu, şerefli, haysiyetli ve fazilet sahibi olmaktır. Hayatın boyu bu sözlerimin rehberin olmasını isterim.

Doğruluk ve ahlaki istikametten katiyyen ayrılmayacaksın.Toplumu teşkil eden insanlar nankör ve insafsızdır. Bu itibarla top-

lum ve iş hayatında mahcup bir duruma düşecek her davranıştan dai-ma çekinmek lazımdır. Bu suretle toplumda alnı açık ve başı dik dola-şabilirsin. Şimdilik şu sözlerimle mektubuma son veriyorum.

Evlatlarına çok düşkün, onlar için hayatını dahi feda edebilecek ka-dar fedakar ve çok faziletli, müşfik annene karşı sonsuz sevgi ve saygı hisleri içinde olacaksın. ‘Teyze ana yarısıdır’ derler. Teyzene ve onların evlatlarına, kardeşine, amcalarına ve onların çocuklarına da aynı şe-kilde davranacaksın. Onların hepsi senin kardeşlerindir. Bu aile varlığı senin için mukaddes bir varlıktır.

Yolun açık, şansın bol, ömrün uzun olsun Evladım. Gözlerinden öpe-rim.

Suat Oyman”Umran’ın bana bir kopyasını verdiği bu mektubun büyütülmüş bir

nüshasını, cam ve çerçevesi içinde onun fabrikasındaki ofisinde duva-ra asılmış olarak gördüm. Eniştemin bu çok anlamlı ve etkileyici mek-tubu karşısında ben de Umran’ın ve yakınlarının daima birbirleriyle barışık ve sevgi içinde yaşamalarını dilerim. Gerek ben ve Bengi, gerek annem ve kardeşlerim Ferzan’ı da çok sevdik. Ona, eşine ve kızları-na olan muhabbetimiz hiç eksilmeden sürüp gidiyor. Özellikle Ferzan Trabzon’u daha sık ziyaret edip görüşmemizi arzular. Hayat koşuşma-sı içinde maalesef buna yeterli zamanı bulamıyoruz. Ferzan makine mühendisliği deneyiminden sonra başarılı bir inşaatçı oldu. Trabzon’da Soğuksu yöresinde (birinde teyzemle birlikte ailesiyle yaşadığı villa da dahil olmak üzere) bazı yapı projelerini gerçekleştirdi. Şimdilerde yine aynı yörede inşaatlar yapıyor, evlatları Büşra ve Aslı derslerine düşkün, nazik ve terbiyeli iki genç kız. Umran ve Ferzan’ın babaları eniştem Suat Oyman da beni çok sever ve sık sık Trabzon’da görmek isterdi. Bazen ziyaretlerimi sürpriz olsun diye habersiz yapardım. Bir defasında eniştemin avukat yazıhanesine habersiz girince o kadar he-yecanlandı ki, bu ani duygusunun etkisiyle sokağa çıktı, konuşmamıza sokaktan devam etti.

Geçen zaman içinde aile olarak hayvanlarla ilişkimizde de belirgin bir gelişme oldu. Orhan Tuna Hoca veterinerleri özellikle çok sevdiğini, tüm veterinerlerin yaradılıştan iyi insanlar olduğunu söyler, “Hayvan-ları sevmeseler bu mesleği seçmezlerdi” derdi. Ne kadar haklı olduğu-nu sonraki yıllarda anladım. 1984’te Amerika’dan dönüşümüzden iti-baren evde daima bir kedimiz oldu. Trabzon’daki çocukluk ve gençlik

Page 284: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 271

yıllarımda ev dışında beslediğimiz köpeklerimiz vardı. Bunlardan Prens ve birinci Dick av köpekle-riydi ama benden önceki dönem-lere aittiler. Çok akıllı olan bu hay-vanlara ait birçok anı aile içinde tekrarlanır, örneğin Dick’in ağzına verilen bir sepetle Ortahisar’da bakkal ve kasaptan alışveriş yap-tığı anlatılırdı. Avcılık ve av köpek-leri ile ilgili geçmişimi bugün gerçi hayvan sevgisi ile bağdaştırmam biraz güç. İstanbul’daki yaşantı-mızda ise evde daima en az bir kedi mevcut. Bunların ilki olan Safinaz çok iyi huylu, sakin bir aile arka-daşımız oldu. Onyedi yaşına ka-dar yaşadı. Sonra güçlü bir erkek kedi olan Bıdık maalesef bir gece dışarda kaldığı için köpeklerin sal-dırısı sonucunda öldü. Ayşe Gül’ün Amber isimli kedisi ise gerçekten

gösterişli, çok güzel bir yaratıktı. Emre henüz üç aylıkken maalesef ani bir hastalık sonucu onu da kaybettik. Kedilerin tıbbi bakımıyla Bengi meşgul oluyor ama ölümleri halinde defin işlemleri bana düşüyor.

Son yıllardaki bilimsel çalışmalarım Işık’ta ders vermemin dışında daha çok Türkçe inceleme makaleleri yazmakla sınırlı. Bu günlerde ekonomik krizden dolayı daha ziyade çoğumuz gibi istihdam ve işsiz-lik konuları üzerinde yoğunlaşmam gerekiyor. İngilizce yayın yapma-ya bir süredir ara vermiş gibiyim. Son olarak 2006’da Kluwer’in yayın-ladığı Blanpain’in ansiklopedisi için yazdığım İngilizce kitabın beşinci yeni nüshası ile noktalanmış durumda. Bu cildin yeni bir versiyonunu yazmak için cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine uyum sağlayacak yasaların ve sendika ve toplu pazarlık mevzuatımızda yapılması zo-runlu değişikliklerin gerçeklemesini bekliyorum. ILO’nun ve AB’nin bu yasalarda yapılmasını istediği değişikliklere başta işveren ve işçi kesimlerimiz olmak üzere hükümetlerimiz kayıtsız ve duyarsız yak-laşıyor. O yüzdendir ki bahsettiğim yenilemeyi sürekli olarak geciktir-mek zorunda kalıyorum. İngilizce yayın yapmanın akademik tecessüs ve yurt dışında tanınmak gibi yararları şüphesiz var ama ülke içindeki literatür tartışmalarında tanınmak ve gündemi belirlemek açısından yabancı dilde yayın yapmak nankör bir faaliyet. Şöyle ki, kendi ülke-

Argalya’daki evin önünde fındık harmanında av köpeği ikinci Dick

ile birlikte Trabzon- 1970

Page 285: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

272 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

nizin vatandaşları ve birkaç istisnası dışında, meslektaşlarınız sizin getirdiğiniz yenilik ve tartışmaları okumuyorlar. Gündemi Türkçe kat-kılar belirliyor. Bazen de sizin İngilizce yayınınızdan gerek terminoloji gerek içerik açısından yararlanıldığını görmenize rağmen, size hiçbir atıf yapılmamış olması üzücü oluyor.

Siyasal Arka Plan ve Gelişmeler Bilim alanımızda bireysel çalışma hukuku güncelliğini koruyor fa-

kat sendikaların evrensel boyutta yaşadığı durgunluk dolayısıyla top-lu çalışma hukuku ve endüstri ilişkileri bir zamanlar yaşadığı şaşaalı dönemden uzaklaşmış görünüyor. Çalışanların işyerlerinde temsili konusunda mevcut Türk sistemi sadece sendika özgürlüklerine daya-lı ‘tek kanaldan temsil’ (single channel representation) esasına dayalı. Oysa çalışma mevzuatımızın AB yönergelerinden esinlenen hükümleri işçilere bilgi verilmesi ve danışılması ilkesine yer veriyor. Sistemimiz-de bu gereklilik sendikalaşmanın olduğu işyerlerinde haliyle işverenin sendika temsilcilerine bilgi verilmesi ve danışılmasını kapsayacaktı ama yurdumuzda sendikal yoğunluğun belli sebeplerle ulaştığı cılız görünüm dikkate alınındığında, yasal sistemimizde bu açıdan önem-li boşlukların söz konusu olduğu kolayca anlaşılabilir. Bu nedenle söz konusu boşlukları doldurabilmek için sistemimizin sendikacılıkla bir-likte en azından sendika temsilcilerinin olmadığı işyerlerinde “çalışma konseyleri” ya da “işçi temsilcileri” ile desteklenmesi, diğer bir deyişle “çift kanaldan temsil” (dual channel representation) sisteminin be-nimsenmesi gerekecektir. Işık Üniversitesinde (Pınar Soykut ve Aslı Şen ile birlikte) üstlendiğimiz bir BAP projesi ile Türkiye için AB norm-larına uygun böyle bir modeli oluşturmaya çalıştık. Henüz tamamlan-mamış olan bu projenin etkisini ilerde göreceğiz.

Dünyada küreselleşme ile aynı zamanda artan yoksulluk ve sos-yal sorunlardan dolayı “Sosyal Politika” ve “Refah Devleti” kavram ve disiplinlerinin önemi ise tekrar artmış durumda. Bu da bence olumlu bir gelişme. Ne var ki ülkemizde, “Sosyal Politika” alanında yeterince uygulamalı bilimsel çalışma yapılmıyor. Öte yandan, kapitalizmin ya-şadığı son finansal kriz dolayısıyla Marksist söylemde de bir canlanma görülüyor. Mensup olduğumuz disiplinden ötürü Marksist analiz ve teori benim için esasen her zaman önemli olmuştur. Gerçi bireysel öz-gürlükleri gözardı etmesi ve eleştiriye tahammül edemeyen yönleriyle komünizmi ve komünistleri hiçbir zaman sempatiyle karşılamadım. Marksizmin komünist rejimlerdeki uygulamaları bana hep ilkel görün-dü. Fakat getirdiği analitik bakış açısıyla Marksizme teori ve yöntem

Page 286: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 273

olarak daima önem verdim. Nitekim, en azından yöntem ve analitik bir araç olarak Marks’ın gözlem ve tahlilleri, uygulamada sistem çökmüş olsa bile geçerliliğini koruyor. Marksist iktisat ve sosyoloji Batı üniver-sitelerinin ders programlarında önemli yerini hala muhafaza ediyor. Bu nedenle Marksizmin salt bilimsel ve tarihi değerini küçümseyen söy-lemler beni hep rahatsız etmiştir.

Bu satırları yazdığım günlerde birey olarak bizleri aşan ve ülkemizi kuşatan kaotik ortam endişe verici boyutlarda. Ayrılıkçı terörist grup-ların saldırıları sonucunda her iki tarafın da verdiği kayıplar kalpleri parçalıyor. Temelde milliyetçi-ayrılıkçı böyle bir başkaldırıyı ise eko-nomik önlemlerle, Güneydoğuya yatırımlarla vb. önlemeye kanımca imkan yoktur. Tersine, sosyolojik yaklaşımın söylediği gibi ekonomik kalkınma ve eğitim etnik başkaldırı bilincini bazen daha da kuvvet-lendirebilir. Kuşkusuz bu gerçek, belki ihmal edilmiş yörelere yatırım harcamalarımızın artırılması ve eşitsizlikler varsa bunların giderilme-si gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Ne var ki, Cumhuriyetimiz bence bu girişimde geç kalmıştır. Buna da kuşkusuz ülkenin ekonomik kısıt-ları neden olmuştur. Amaç homojen-entegre bir ulus yaratmaktı. En azından bizim kuşağımız bunu böyle algılamıştır. Yoksa kasıtlı olarak bir ayırımcılık söz konusu olmamıştır. Öyle ki, ülkenin bazı yöreleri Doğu ve Güneydoğu kadar geri kalmıştır. Kürt kökenli nüfus dışındaki çoğunluğun bir ayıbı ise algı ve tutumlar alanında yaşanan ve bazen davranışlarımıza yansıyan ayırımcılıklar olmuştur. Değer ve davra-nışlarla ilgili bu ayırımcılığı ise ne Cumhuriyet ne de İslamiyet onaylar. Şimdilerde Doğuya yatırımların artırılması, kültürel hakların genişle-tilmesi, Kürtçe yayın gibi önlemler gündemde. Ama sadece bu yollarla bölücü terör ortadan kaldırılamayacak, dolayısıyla silahlı mücadele de-vam edecek, Türk ya da Kürt, ulusun evlatları kendilerini feda etmeye ve onların aileleri acı çekmeye devam edecek algısı yerleşiyor. Ayrılıkçı güçlerle silahlı mücadele gereklidir, ama tek başına yeterli değildir. Te-rörizmi besleyen ideolojik kaynak ve ekonomik çıkarlar devam ettik-çe, belki terörist kişi ve örgütler yok edilebilecek ama devşirdiği sürek-li insan kaynağı ile terörizm yaşamaya devam edecek gibi görünüyor. Gerçek ve nihai amacı yapılacak bir referandumla ortaya çıkarmak ise, birçok bakımdan sakıncalı olur. Böyle bir referandum nasıl, hangi kütle ve bölgeler üzerinde yapılacaktır? Kürt kökenli vatandaşlarımız Tür-kiye genelinde tüm Türklerle ve başka etnik gruplarla bir arada, kar-deşçe ve içiçe yaşamaktadır. Oylama Türkiye genelinde sadece Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde yapılabilse dahi, sonucun ayrılma lehinde çıkması yine de uzak ve zayıf bir olasılıktır. Belki, üçüncü bir al-

Page 287: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

274 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

ternatif olarak referandum sadece Güneydoğu Anadolu, Diyarbakır ve çevre illerde yapıldığı takdirde sonucun özerklikten ya da ayrılmadan yana çıkma olasılığı yine şüphelidir. Bu takdirde bile ayrı bir devlet olu-şumuna ya da özerkliğe ülkenin genelinde yaşayan Kürtler nasıl baka-caklardır? Ekonomik refahın temini bir yana, ulusal tatmin ve huzur, bir anlamda ulusal “ideolojik uyum” (consensus) nasıl sağlanacaktır?

Öte yandan, sözde liberal demokratların şaşırtıcı yorumları, bazı si-yasal partilerin iki yüzlü tutumu, Silahlı Kuvvetleri ve Mustafa Kemal Atatürk’ü ulusun gözünde küçük düşürmeye yönelik girişimler çoğu-muz için ana endişe kaynağı. Kuşkusuz Kemal Atatürk’ün de yaşan-tısında birey olarak hataları olmuştur. Özellikle 1925 Takrir-i Sükun Kanunu ve onu izleyen İstiklal Mahkemeleri uygulamaları Milli Mü-cadelede kendisiyle vatanın kurtuluşu için savaşmış kahramanlara, örneğin Kazım Karabekir Paşa’ya, Rauf Orbay’a ve daha nice ünlü ve erdemli kişiye yapılan bazı haksızlıklara neden olmuş olabilir. Ancak bu kişilerin kendilerinin de teslim ettikleri gibi, vatanın kurtuluşun-da ve bağımsız bir ulus devletin kuruluşunda Atatürk’ün rolü ve yeri yadsınamaz. O artık Türkiye ile özdeşleşen ve kolektif bilincimizde ihtiyaç duyulan bir semboldür. Kendi döneminin koşulları içinde belki zorunlu olarak başvurduğu ve bugünün adalet ve özgürlükleri açısın-dan içimize belki pek sindiremediğimiz otoriter uygulamaları zamanın ebedi akışı içinde izlerini yitirecek ama onun ulusu birleştiren ve geri bırakılmış bir topluluktan uygar ve ileri bir toplum yaratmaya yönelik pragmatik ve “durumsal” önderlik rolü bir sembol olarak yaşayacak-tır. Ulusal bütünlük ve uygarlık yolundaki varlığımızı koruma ve iler-lememiz için buna muhtacız. Ülkenin aydın bir kesimi olarak bu bakış açısı ortak bir değer olarak kolektif bilincimize yerleşmiş durumda ve en azından o şekliyle yaşatılmak zorunda. Savaşlarda kazandığı za-ferler ona aslında tutucu olan milletinin gözünde güçlü bir meşruiyet kazandırdı. Bağımsızlık ve sonrasında gelen devrimlerini kabul ettiren, bu meşruiyet duygusuydu.

Anlam ve niteliğini bir türlü anlayamadığım Ergenekon ve Balyoz davaları esasen kaotik bir ortamda başlamışlardı. Benim burada asıl endişem çoğu asılsız ve temelsiz görünen iddialar sonucunda hukuk sistemimizin yara alması olasılığıydı. Özellikle Kemal Alemdaroğlu gibi ülkeye, görevine ve hukuka bağlı dürüst bir eski rektörün ve profesö-rün maruz kaldığı şaşırtıcı ithamlar bu davanın ciddiyeti konusunda-ki şüphelerimi artırıyordu. Nitekim, varılan sonuçlar bu endişelerimizi doğruladı, sorunun büyük parçasının bir kumpas sonucu hain Gülen hareketince düzenlendiği sonucuna varıldı. Bu kez de suçlayanların suçlanması, onların cezalandırılması gündeme geldi.

Page 288: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 275

AKP 2007 seçimlerinde elde ettiği yüzde 47 oy oranıyla Meclis içi ve dışında egemenliğini sürdürüyor. Başbakan’ın icraatı ve söylemleri biraz adeta tek parti yönetimine gidiş izlenimi veriyordu. Esasen ka-nımca AKP zaten yarışa dini ve muhafazakar söyleminden kaynakla-nan yüzde 30 gibi bir avantajla başlıyor. İzleyen çeşitli siyasal seçimler bazen aradaki fark daralsa da, AKP’nin üstün pozisyonu ile sonuçlandı. 29 Mart yerel seçimleri İktidarın inanılmaz propaganda faaliyetlerine sahne oldu. Fakir bölgelere gıda, yakacak, kömür yardımları yapılması, hatta bedava beyaz eşya dağıtılması gibi etkinliklere gösterişli alt yapı yatırımları vb. eklendiğinde siyasal iktidarın tekel durumu güç kazanı-yordu. Bu arada yolsuzluk iddialarının ve usulsüzlük söylentilerinin ve ithamlarının ardı arkası kesilmiyordu.

Nihayet tüm bu gelişmelere eşlik eden bir gelişme olarak siyasal ik-tidarın Türk anayasal düzeninin “kuvvetler ayrılığı”na dayalı gelenek-sel parlamenter sisteminin “başkanlık sistemi”ne dönüştürülmesi amacı 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan bir halkoylaması ile kabul edildi.

Önce referandumun yüzde 51 ile “evet” oylarıyla, yüzde 49 “hayır” oylarıyla sonuçlanması Anayasa gibi en önemli hukuk kaynağının meşruiyeti için eleştiri ve şüphelere neden oldu. Kabul edilen deği-şikliklerle 550 olan milletvekili sayısı 600’a yükseltildi, sonra 25 olan milletvekili seçilme yaşı 18’e indirildi. Her iki değişiklik de AKP’nin seçmenlere verdiği bir ödün olarak değerlendirildi ve 20 yaşın üzerin-de olup askerliğini ertelen gençlerin seçildikleri yıllar boyunca askere alınmayacakları olasılığı eleştirilere neden oldu. Değişikliğin 4. madde-sinde 4 yıl olan milletvekilliği süresi 5 yıla çıkarıldı. 5. maddede parle-mentonun bakanlar kurulunu ve bakanları denetleme yetkisine son verildi, bakanlar kurulunun KHK çıkarma yetkisi kaldırılarak, bu yetki cumhurbaşkanına verildi. 6. madde ile Meclisin hükümet ve bakanlar hakkında gensoru verme ve bakanlara sözlü soru yöneltme mekaniz-ması kaldırıldı. 7. maddede ‘partili cumhurbaşkanı’ kurumu getirildi ve cumhurbaşkanının tarafsızlık ilkesi metinden çıkarıldı. Cumhurbaş-kanı için ‘devlet başkanı’ unvanı metne ilave edildi. “Başbakan” sıfatı kaldırıldı, cumhurbaşkanı ile “başbakanlık” birleştirildi ve böylece ül-kenin ‘tek adam’ yönetimine sokulduğu eleştirileri yapıldı. Başkanın Meclisi feshetme yetkisi kolaylaştırılmış, 12. madde ile sıkıyönetim şartları OHAL’e taşınmış ve cumhurbaşkanının OHAL ilan etme ko-şulları kolaylaştırılmıştır. 13. madde ile askeri yargıya son verilmiş, 14. madde ile yüksek yargıda iktidarın ağırlığı artırılmıştır. 16. madde ile Anayasanın tüm maddelerinden ‘başbakan’ sözcüğünün çıkarılması kabul edildi. 18. madde ile cumhurbaşkanının hemen partisine dönüp

Page 289: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

276 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

genel başkan olmasının yolu açılmış, bununla ülke rejiminin bir çeşit ‘parti devleti’ haline dönüştürüleceği eleştirileri yapılmıştır.

Bence bu geleceğe yönelik eleştirilerin çoğu haklıydı ve iktidarın iddia ettiği gibi ülke yönetiminde bir ‘çift başlılık’ olgusunun varlığı söz konusu değildi. Tersine özellikle yakın dönemlerde cumhurbaşkanı ve başbakan genellikle tam bir uyum içinde çalışıyordu. ‘Kuvvetler-ayrı-lığını’ ve yargı bağımsızlığını sağlamada parlamenter sistem kanımca başarılıydı. Bu durumda cumhurbaşkanı ve yeni TBMM’nin birlikte gö-reve başlayacağı ilk seçim -öne alınmadığı takdirde- 3 Kasım 2019’da yapılacak seçimlerle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yürürlüğe girecektir. Meclisin yeni sistemle ilgili uyum yasalarını altı ay içinde çıkarması gerekiyor. Anayasa değişikliği ile ülke yönetiminin etkinlik adına bir çeşit ‘tek adam’ rejimine dönüşeceği, oysa parlamenter sis-temin Cumhuriyetten itibaren ve hatta daha öncesinden Türkiye’nin koşullarına daha uygun olduğu eleştirileri yapılıyordu. Konunun geç-mişte ülkemizde tartışıldığını ama son tahlilde parlamenter sistemin tercih edildiğini bilmekteyiz. Örneğin ünlü ve gür sesli yazarımız Halide Edip Adıvar Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri adlı eserinde (İstanbul, 1955) sorunu tahlil etmiş ve ‘başkanlık’ sisteminin ülkemiz koşullarına uygun olmadığı sonucuna varmıştır. ABD başkanlık siste-minin kendi içinde bazı sorunları da olsa, esas itibariyle başarılı olma-sının birçok koşul ve unsurları vardır. Amerika’nın iç yönetimlerinde geniş ölçüde özerk olan eyaletlerden oluşması farklı etnik göçmen kütlelerinden, kültür ve değerlere sahip olması, ülkenin kurucu baba-larının bir anlamda koordinasyonu sağlayacak bir ‘başkan yönetimini getirmelerini gerektirmişti. Aksi halde böyle büyük ve ademimerkezi yapı içinde koordinasyon sağlanamazdı, her grup ve eyalet ayrı yol-lara yönelebilirdi. Ne var ki, bu koordinasyonun ‘başkanlık sistemine’ rağmen ABD’de tam olarak sağlandığı söylenemez. ABD’deki yaşantım boyunca birçok kurum arasında yaşanan çatışma ve çelişkilere tanık oldum. Karşı yönde bir denge unsuru ise, ABD’nin köklü bir geleneği olan, güçlü bir yargı bağımsızlığının varlığıdır. Bunun gibi iki meclisli bir kongre ve birçok denge-denetleme mekanizmalarının varlığı ABD başkanlık sistemini kendi içinde makul ölçüde başarılı kılar. Aynı un-sur ve değerleri ise ülkemizde bulamıyoruz. Kuşkusuz konu son tahlil-de ülkemizde cumhurbaşkanı olacak kişilerin karakter ve kişilikleri ile ilgili olacaktır.

Burada önem taşıyan bir husus Anayasa değişiklerinin gerektirdiği Meclis iç tüzük ve uyum yasaları için öngörülen sürenin 11 Ağustos’ta dolacağıdır. 6771 sayılı Yasayla yapılan değişikliklerin büyük kısmı

Page 290: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 277

halen yürürlüğe girmemiştir. Uyum için gerekli değişiklikler büyük olasılıkla bizim konumuz olan endüstriyel ilişkiler alanında da yeni düzenlemeler gerektirecektir. Bu arada, hazır yeni Anayasa şekillenir-ken öteden beri uluslararası arenada eleştiri konusu olan düzenleme-lerin, örneğin, grev-lokavt ertelemeleri sonucunda zorunlu tahkime başvurma zorunluluğunun Anayasa metninden çıkarılması uygun ve yerinde olurdu. Ancak mevcut iktidar düzeninin böyle bir tercihte bu-lunma olasılığı zayıf görünüyor. Kaldı ki, bankacılıkta ve şehir içi ula-şımda Anayasa Mahkemesinin 2014 kararı ile kaldırılan grev yasak-ları yerine bu işkollarında grev ertelemesi yolu, mutad ‘genel sağlık ve ulusal güvenlik’ sebepleri dışında, ‘şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde’ ve bankacılıkta ‘ekonomik veya finansal istikrarı bozucu nitelikte ise’ 31.10.2016 tarihinde kabul edilen 678 sayılı Kanun Hükmünde Kararna-me ile kabul edilmiş görünüyor. İlerde daha başka kısıtlamaların Ya-saya göre kabulü daha kolay olan KHK’lerle gündeme getirileceğinden endişe duyuyorum.

Bence ideal olan, zaman içinde parlamenter sistemde ortaya çıkmış olan aksaklıkları düzeltici yeni bazı düzenlemelerle halkın toplumsal sözleşmesi niteliğinde ve ‘parlamenter sisteme dayalı’ yeni bir Anaya-sa değişikliğini gerçekleştirmektir.

Özellikle istihdamdaki daralma tüm dünyada ve Türkiye’de ürkü-tücü boyutlara ulaşıyor. ABD’de finansal kredi sisteminden (özellikle geri ödenemeyen mesken ipotek borçlarından) kaynaklanan çöküş ülkemiz ekonomisini de etkilemiştir. Ekonomi haberleri bunun 1930 Büyük Buhranından bu yana yaşanan en kötü finansal kriz olduğunu vurguluyordu. Türk ekonomisi de bu son krizden ciddi biçimde etki-lenmiştir. Üretim düşmüş, işletmelerin birçoğu kapanmış, çoğunda da faaliyeti mevcut kapasitenin bir hayli altında sürdürmek gereği doğ-muştur. Bununla beraber, bu finansal krizle 1929-30 depresyonu ara-sında yapılan benzetmenin sebepleri ve sonuçları bakımından gerçeği pek yansıtmadığı kanısını taşıyorum. Gerçekten Büyük Depresyon ile şimdiki finansal krizler arasında farklar vardır. Dünya ekonomisinin ulaşmış olduğu zenginlik karşısında, örneğin ABD’de Steinbeck’in ünlü romanında dile getirdiği dehşet verici yoksuluğa günümüzde bu ülke-de rastlanmıyor. 1930 depresyonunu totaliter politikalar, Almanya’da Nazi milliyetçiği, Japonya’da otoriter-faşizan eğilimler, Çin’de Mao’nun yükselişi ve nihayet savaş izlemişti, hükümetler devrilmişti, demok-ratik Batıda ise ekonomi politikalarında önemli dönüşümler olmuş, Keynes’çilik ortaya çıkmış ve sonuçta birçok endüstrinin devletleşti-rilmesi gerekmişti.

Page 291: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

278 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Bugünkü krizden nispi olarak en fazla olumsuz etkilenen grubun ise orta ve orta üstü sınıflar olduğunu söylemek sanırım mümkün-dür. Finansal çöküşten dünyada onlarca milyon çalışanın işsiz kaldığı aslında doğrudur, güvenli gelire sahip olanlar bile geleceğe yönelik bir güvensizlik duygusuna kapılmış görünüyorlar. Devlet harcamaları ar-tırıldığı halde finansal kredi daralmış, dolayısıyla tüketicilerin harcaya-bileceği para azalmıştır. Ancak 1930’ların sosyal çöküntüsüne ve nüfus kütlelerinde görülen istikrarsız hareketlere henüz rastlanmamıştır. ABD’de işsizlik yüzde 9’lara yükselmiştir ama bu 1930’ların yüzde 25 oranınının hala çok altındadır. (Resmi İşsizlik oranı ülkemizde yüzde 9-12 bandı arasında değişmekte, ‘ümidi kırılan işçiler’, gizli işsizlik ve eksik istihdam da dikkate alındığında yüzde 20’lerin üstünde seyret-mektedir, ama ekonomimizde bunun önemli bir bölümü esasen kro-nik ve yapısal olarak öteden beri mevcuttu.) 1930 buhranında daha çok kaybedenler aslında işçiler, çiftçiler ve tarım işçileriydi. Dünyada bu-günkü sosyal güvenlik sistemleri, işsizlik sigortası ve sağlık sistemleri henüz kurulmamıştı. İnsanın işini kaybetmesi her şeyini kaybetmesi anlamına geliyordu. Günümüzün gelişmemiş ekonomilerindeki yok-sul kütlelerin ise bu finansal krizden doğrudan olumsuz etkilendikleri söylenemez. Onlar bu finansal sisteme esasen entegre edilmemişlerdi, yaşamları zaten yoksulluk içindeydi. Sonuç olarak bugünkü krizlerle Büyük Depresyon arasında yapılan analojinin gerçeği yansıtmadığı-nı söylemek istiyorum. Kuşkusuz retorikle gerçek arasındaki farklı-lık sürerse, olumsuz algılamalar işin ilerde daha da kötüye gitmesine neden olabilir. Özetle, bugünkü finansal krizin bir ekonomik daralma (recession) ve bunun neden olduğu bir psikolojik depresyon olduğu-na inanıyorum. 1930 Depresyonu ile doğrudan analojiler işlerin daha kötüye gitmesine sebep olabilir. Türkiye’de süregelen yapısal ve gizli işsizlik ise hükümetlerin üzerinde başka ciddi yöntemlerle durmaları gereken bir olgudur.

Osmanlı İmparatorluğunun çok-kültürlü ve çeşitli din ve ırkla-rı büyük bir toleransla bir arada tutan özelliğinin Cumhuriyetle sona erdiği, özellikle 1924’ten sonra milliyetçi ve totaliter bir rejime dönü-şüldüğü iddiaları ortaya atılıyor. Oysa bu Avrupa’da doğan milliyetçi eğilimler sonucu İmparatorluğun dağılmasının ve onun yerine yeni bir ulus-devlet kurma çabalarının doğal bir sonucu. Her yerde benzer ge-lişmeler yaşandı ve vatandaşlık kavramına dayalı bir “Türk” kimliğinin vurgulanması doğaldı, başkası düşünülemezdi. Osmanlı İmparatorlu-ğu belki çok ulusluydu ama egemen kurucu unsuru Türk’tü, konuşu-lan resmi ve günlük dil Türkçeydi. Cumhuriyet, kurulduğu ve sonraki on yıllarda ulus-devleti inşa çabalarında otoriter olmak zorundaydı.

Page 292: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 279

Ancak unutulmamalı ki, iki dünya savaşı arasında uygar sayılan Av-rupa’nın birçok ülkesi ırkçı ve totaliter rejimlerle yönetilmişti. Bunlara göre Atatürk Türkiye’sinin çok daha demokrat ve insancıl özellikler ta-şıdığı kuşkusuzdur.

Bu bakış açısı kuşkusuz liberal ve ikinci cumhuriyetçi diye adlandı-rılan birçok düşünür ve yazar tarafından kabul edilmiyor ya da tasvip görmüyor. Ancak kanımca gerçek budur. Nitekim yabancı bir tarihçi-nin de paylaştığı bu yaklaşım onun satırlarında şöyle ifade ediliyor:

“Yeni bir ulusal bilinç oluşturulmasında Türklük fikrinin yararı Bi-rinci Dünya Savaşının ardından, tüm diğer Osmanlı halklarının -en azından Hristiyan Osmanlıların- “ihaneti” görüldüğünde ortaya çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalan kısmının -Türkiye’nin- Türkle-rin anavatanı olması kavramı Pantürkizmden çok daha dayanıklıydı; siyasi bir güç olarak Türk milliyetçiliği etkin biçimde geliştirildi ve genel eğitim ve askerlik hizmetinin kadife eldiveni içinde demir bir yumrukla -muhalefet ve siyasi farklılıklar ezilerek- nüfusa benimsetildi. Cum-huriyetin ilk yıllarına milliyetçi aydınlar yeni Türk devletine bağlılık odağı yaratmak, aynı zamanda da onun oluşumunu meşru kılabilmek amacıyla halkta geliştirilecek değerleri tanımlamak için çok çalıştılar.

Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun tümüyle Türk olarak yeniden ta-nımlanmasının en uç biçimi, Kürt kimliğinin nasıl Türklük içinde eri-tildiğiyle örneklenebilir. 1920’deki Sevr Antlaşmasında bir Kürt devleti olasılığına değinilmiş ama üç yıl sonra imzalanan Lozan Antlaşmasın-da bundan hiç bahsedilmemişti; aynı şekilde, daha önce Kürtlere yerel özerklik verme planları yeni Cumhuriyetin 1924’te benimsenen ana-yasasında yer almamıştı.

İmparatorluğun dağılması Türkler ile Kürtleri birleştiren bağları -padişahlık, şeriat ve hilafeti- yok etmişti ve Mustafa Kemal’in yarat-mayı umduğu modern laik Türkiye, geleneksel yöntemlerine bağlı li-derlerin başını çektiği özerk bir etnik gruba izin veremezdi; onların da yeni çağa çekilmeleri gerekti. Tüm yurttaşların ayırımsız eşitliği ilkesi, homojen bir ulus inşa politikasının ideolojik kaynağı oldu.” (Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa, Osmanlı İmparatorluğunun Öyküsü, Çeviren: Zülal Kılıç, Timaş yayınları, İstanbul 2007, s.487.)

Bunun gibi Ermenilere karşı soykırım yapıldığı iddiaları Türk ve dünya kamuoyunun gündemini işgale devam ediyor. Bir soykırım, ismi üstünde etnik bir ideolojiye bağlı olarak bir ırkın bilinçli olarak yok edil-mesi girişimidir. Oysa en azından tarihi belgelere göre gerek 1915 gerek ondan önceki benzer olaylarda böyle bir amaç güdülmemiştir. Savaş ortamında ulusal birliğe başkaldıran bir topluluğa karşı silahlı mücade-

Page 293: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

280 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

le verilmiş, bu arada İstanbul’daki Ermeni nüfusa yönelik herhangi bir eylemde bulunulmamıştır. Kaotik bir savaş ortamında var olma mü-cadelesi veren bir ulusun, belli bölgelerde bir etnik grubun başkaldırısı ile onun düşman güçlerle ittifak içinde toplu katliamlar yapması karşı-sında bir çesit nefsini ve varlığını savunma güdüsüyle hareket etmesi doğaldır. Bu koşullar altında bulduğu çare başkaldıran grubu tehcir et-mek olmuş, bu arada kuşkusuz acı birçok olay da yaşanmıştır. Erme-ni sorununda doğru sonuçlara ulaşabilmek için şüphesiz 1915 öncesi olayların, örneğin 1910’da Adana’da yaşanan çatışmaların da aydın-latılması gerekir. En azından şu söylenebilir: 1915’i izleyen tehcirde bir etnik grubu ideolojik nedenlerle yok etme amacı güdülmemiştir. Oysa Almanya’da Hitler rejiminin yaptığı katliamın arkasında bu gibi motif-ler vardı. Alman felsefe ve yazınında anti-semitizm daha İkinci Dünya Savaşından önce önem kazanmıştı. Zulme ve katliama maruz kalan Türklerin yaşadığı büyük acı ve kederler yanı sıra, birçok Türkün de Ermeni komşularının veya onların çocuklarının yok yere telef olma-sından elem ve acı duymuş olduklarından kuşku duymamak gerekir.

Örneğin, anneannem böyle bir misilleme sonucu Değirmendere açıklarında Ermeni çocuklarının katledildiği haberi üzerine çok üzül-düğünü ve neredeyse bir ay yemek yiyemediğini anlatırdı. 1983 yılında Temple’da bir gece dersinden eve döndüğümde radyoda bir kanalda Ermeni sorunu ile ilgili bir panel tartışmasına tanık oldum. O günler Ermeni teröristler tarafından Türk diplomatlara suikastlar yapılan bir dönemdi. Panel yöneticisi dışardan kanala yöneltilen soruları cevap-landırıyordu. Önce kulak misafiri oldum, fakat dinledikçe söylenenler karşısında ilgim arttı, ben de bir açıklama ile katılmak istedimse de te-lefon bir saat boyunca sürekli meşguldü. Tartışmalara telefonla ulaşan bir Türkün yetersiz açıklamaları karşısında Chicago’dan bir profesör yukarda bahsettiğim Değirmendere’deki olaya atıf yaparak Türklerin mezalimini asla unutmayacaklarını söyledi. Uzun yıllar sonra olayların gerçek nedenleri ve arka planı üzerinde durulmadan yapılan bu çeşit ithamlar, özellikle uzak diyarlardaysanız, acı veriyor.

Ermeni soykırım iddiaları ABD’deki Ermeni lobisinin çabaları so-nucu her yılın Nisan ayında Türkiye’nin gündemini işgal edecek gibi görünüyor. Yazık ki, Türkiye bu konudaki çabalarını daha sistemli ve uzun vadeli bir programa dayandırmaktansa ancak 24 Nisan tarihi ge-lip çattığında gündemine alıyor ve son dakika çabalarıyla geçiştirme-ye çalışıyor, sorun geçici önlemlerle geçiştirildikten sonra unutuluyor. Hükümetlerimizin bu sorunlara son dakikada çare bulmak yaklaşımı-na başka birçok alanda, örneğin ILO eleştirilerinin cevaplandırılması

Page 294: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 281

konusunda da rastlanılıyor. Son anda Mayıs ayında yapılan önemsiz bir iki yasa değişikliğiyle, bazen de hiçbir iyileştirme yapılmadan o yıl geçiştirilmek isteniyor. Korkarım ki, Ermeni konusunda bir gün dönü-şü olmayan bir noktaya gelinecek. Atalarımız aslında kelimenin dar anlamıyla bir “soykırım” yapmamış olduğu halde, bunu bir gün kabul etmek zorunda kalacak, ardından da buna bağlı toprak ve tazminat is-teklerine muhatap olacağız. Mesut Önen Hoca’yla Roma havaalanında karşılaştığımız bir İtalyan aydını, “Niçin bu olay Osmanlı döneminde ce-reyan etmişti, mevcut Türkiye devletini ilgilendirmez demiyorsunuz?” diye sormuştu. Daha şimdiden bu görüşü dile getiren Türk yazarlarına ülkemiz medyasında da rastlıyoruz. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Os-manlı dönemini tüm borç yükümlülükleri ile birlikte kabullenmiştir. Niteliği ve saikleri saptırılan bazı hataları niçin “soykırım” olarak kabul etme durumuna girelim? Bu davranış tarihi gerçeklere ihanet anlamı-na gelmez mi? Burada, ancak tarafsız tarihçilerden oluşacak bir gru-bun bilimsel araştırma sonuçlarına itibar edilebilir.

İktidardaki AKP ve onun liderleri daha önce bağlı oldukları Refah Partisi düşüncesini terk ettiklerini söyleyerek icraata başlamışlardı. Bu bağlamda Avrupa Birliğine üyelik çabalarına hız verdiler. Bu giri-şim Atatürk’ün çağdaşlaşma projesine de uygun göründüğünden, bir-çoğumuz tarafından olumlu karşılandı. Öte yandan, AB’ye tam üyelik Türkiye için gerçekleşmesi güç ve uzak bir hayal olarak görülse de, bu yolla sistemimizi en azından çağdaş bazı standartlara yaklaştırabiliriz inancını taşıyorduk. Ne var ki, çeşitli nedenlerle AB’ye üyeliğe yönelik çabaların hızı kesildi. Halihazır trendlere bakıldığında ise iktidarda Ba-tı’dan uzaklaşma eğilimlerinin daha da güçlendiğini görmek mümkün. Bu durumda ülke AB’ye hayali bir üyelik amacı uğruna belki de ken-di sosyal ve kültürel bünyesine pek uymayan bazı standartları kabul etmiş olacak. Oysa Atatürk vizyonunundan her uzaklaşmanın AKP iktidarını aynı zamanda AB vizyonundan da uzaklaştıracağı gerçeği gözardı edilmektedir. Türkiye’nin AB yolunda belli bir mesafe almış ol-masının bile Tanzimat’la başlayan yenilikçi hareketlerin, Jön Türklerin ve en belirgin şekilde de Atatürk’ün getirdiği çağdaşlaşma açılımları sayesinde mümkün olduğu unutulmamalıdır. Sözde “ılımlı İslam” kav-ramı ve “Büyük Orta Doğu Projesi” gibi söylemlerle Türkiye’ye diğer İs-lam ülkelerine örnek bir statü kazandırmak düşünceleri -amaçları ve sonuçları belirsiz olsa bile- yine Mustafa Kemal aydınlanmasının doğal sonucudur. Türkiye’nin bu sayede gelmiş olduğu aşamayı anlayabil-mek için bugün Ortadoğu’nun oluşumuna bakmak yeterlidir.

Yakın geçmişte kamuoyunu bir yandan düşündürücü ama birçok açıdan sevindirici bir gelişme oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nde

Page 295: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

282 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Başkanlık seçimleri siyah lider Demokrat Parti başkan adayı Oba-ma’nın zaferi ile sonuçlandı. ABD’de 1960’ları yaşamış bir kişi olarak bu benim için inanılmaz bir sonuçtu. Siyahların köle olduğu bir aşamadan şiddetli ayırımcılığa geçen ve yıllar boyu bu ayırımcılığa karşı savaş veren bir ülkedeki değişim dinamiklerine her zaman inanmakla bir-likte, siyah-beyaz eşitsizliğinin bu kadar kısa bir süreç sonucu böyle önemli bir düzeyde ortadan kaldırılacağını doğrusu beklemiyordum. Kuşkusuz ABD Bush yönetiminin Irak’taki hataları (Bush’un kitle imha silahları varlığı iddiasının kanıtlanamayışı ve Irak’ı işgal politikasının getirdiği çeşitli olumsuzluklar), süregelen finansal kriz ve Cumhuriyet-çi başkan adayının Obama karşısında zayıf kalışı gibi nedenler bu sü-reci hızlandırdı. Obama kampanyalarında işlediği “değişim” sözü ko-nusundaki inandırıcılığı, bilgi ve yetişmesinin sağladığı üstünlükler ve Amerikan toplumunun açık ve demokrat geleneklerinin nihayet galip gelmesi gibi sebeplerle başarılı oldu. Dileğim icraatının dünyayı, ülke-sini ve Türkiye’yi hayal kırıklığına uğratmamasıydı. Kennedy yöneti-minde ABD’de bulunmuş, gelişmeleri orada izlemiş ve onun öldürülme sürecine tanık olmuş bir insan olarak, Obama’nın olası akıbeti hak-kında aklıma ürkütücü olasılıklar bile gelmişti. Kuşkusuz Obama’nın da ABD’ye gerçek anlamda olumlu değişmeler getirip getiremeyeceği esasen ucu-açık bir soruydu. Ben uzmanlık alanımın sosyal demok-rat olmamı gerektirmesinden ötürü, Obama gibi karizmatik bir siyah liderin önerdiği sosyal politikaların doğal olarak savunucusuydum. O sıralarda dünyanın büyük bir kısmı Obama’nın zaferinden mutlu görü-nüyor, çeşitli uluslar onu bir anlamda da kendilerinin ve dünyanın lideri olarak görüyorlardı.

Birçok Amerikalı dostum uzun bir süre Bush yönetiminden şika-yet etmiş, Bush’ın kendilerini dünyada küçük düşürdüğünü, dostlarını kaybetmelerine neden olduğunu ve en büyük arzularının bu yönetim-den kurtulmak olduğunu söylemişlerdir. ABD’ye Türklerin bakışı özel-likle Bush yönetimi sırasında, Irak’ın işgaline bağlı olarak ve hele “çu-val” olayından sonra bir hayli olumsuz yönlere dönmüştü. (Kuşkusuz bu olayda Türk tarafının yanlış politikalarının da etkisi olmuştur. Ör-neğin, ortak hareket için önce olumlu işaretler verilip sonra tezkerenin aleyhte tezahürü gibi... Yine örneğin, Amerikan tarafı baştaki olumlu havaya bakıp güney illerimizde çok sayıda ev kiralamışken tüm bu kararlardan geri dönüş kuşkusuz olumsuz tepkiler yarattı. Ne var ki, ben kendi adıma 60 bin Amerikan askerinin Türkiye üzerinden geçme olasılığının ortadan kalkışından ayrıca memnun olmuştum.) Yapılan kamuoyu araştırmaları Türklerin ezici bir çoğunluğunun Amerika’yı

Page 296: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 283

sevmediği, Amerika’nın politikalarını desteklemediği yönünde so-nuçlar veriyor. Bu olumsuz tutumlar bugün Başkan Trump’ın son po-litikaları nedeniyle mutlaka daha da kuvvetlenmiştir. Obama Türkiye lehinde politikalar izleseydi bu tutum ve kanaatler olumlu yönde de-ğişebilirdi. Ancak kamuoyu araştırmaları ile gerçek tutumlar arasında çoğu zaman görülen uyumsuzluk bence burada da geçerli. Gerçekte ABD’ye eğitim sistemiyle, yaşam ve kültür özentileriyle en bağlı halk-lar arasında Türkler belki birinci sırayı işgal etmekte. Bunu çok sayıda kişi ve öğrencide görülen Amerika’da yaşamak veya eğitim görmek isteğinden tutun da, Amerikan hayat tarzına olan bilinçsiz özentiden birçok şeye kadar yaşantımızın çeşitli görünümlerinde fark ediyoruz. Bu nedenle araştırma sonuçlarına biraz kuşkuyla bakıyorum ve çe-şitli metod hatalarının varlığından kuşku duyuyorum. Bir kongremize Kanada’dan davet ettiğimiz Amerikalı-Kanadalı profesör Joe Rose ile Bağdat Caddesinde gezerken, bana niçin bu kadar çok işyeri tabelasın-da İngilizce kelime ve ad kullanıldığını sordu. Ona cevabım doğal olarak tatmin edici değildi. Kullandığı ”kültürsüzlük” deyimini asla unutamı-yorum.

Obama yönetiminin bu alanda “çağdaş” Türkiye’yi yüreklendirici bazı girişimlerde bulunma olasılığı vardı. Siyah oluşu, kimliğinin bir ya-nını İslam’ın oluşturması ve “olumlu” doğrultuda bazı değişim girişim-leri muhtemelen Obama’nın Türkler ve Türkiye tarafından önceki yö-netimlere göre daha olumlu değerlendirilmesine yol açacağı beklentisi vardı. Ne var ki Obama icraatı en azından Türkiye’nin çıkarları açısın-dan umulan yönlerde gelişmedi. Onun yerini alan Trump yönetimin ise Türkiye’nin çıkar ve beklentileri bakımından olumlu bir değişime yol açma olasılığı zayıf görünüyor. Gerçekte dünyada genel olarak bir lider krizinin varlığından söz etmek mümkün. Öte yandan, ABD ile soğuk savaş döneminde yapılmış ittifaklara da artık fazlaca bel bağlamamak gereği var.

Belki yanlış politikalar uygulasa bile, ABD’nin bilim ve teknolojide olduğu kadar dünya siyesetinde oynadığı öncü rol -görünür bir gele-cek için- herhalde sürecektir. Diğer birçok topluluk gibi Türklerin de artık her olumsuz gelişmede “Amerikan parmağı” aramaktan vazge-çip kendi bağımsız politikalarını ve eylemlerini planlamaları gerekir. ABD ortaya çıkan her sonuçtan kuşkusuz kendi menfaatleri için ya-rarlanmak isteyecektir, ama her politikanın Amerika tarafından em-poze edildiği gibi bir komplo anlayışı bizleri bilinçsiz ve yeteneksiz bir ulustan başka bir şey olamadığımız sonucuna götürür ki, ben böyle bir yaklaşımı hiçbir zaman benimseyemedim. ABD süper güç olarak, her ülke için yaptığı gibi, bizim politika ve eylemlerimizin sonuçların-

Page 297: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

284 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

dan kendi çıkarları için yararlanmaya çalışacaktır. Bazı özel ve strate-jik konularda ise doğrudan müdahaleleri olabilir. Örneğin, ABD Irak’ta-ki silahlı kuvvetlerini geri çekerken Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu ile Türkiye’nin işbirliği yapmasını isteyecek, bu amaçla ve petrol varlığı-nın korunması endişesiyle devletimizin -büyük bir olasılıkla- Güney-doğu’daki Kürtçülük sorununu çözmesini isteyecektir. Son tahlilde ne ABD ne de güçlü başka bir ülke Ortadoğu’da güçlü bir Türkiye ister. Güç dengelerinin muhafazası ve Ortadoğu’nun petrole bağlı çatışmalara daima gebe olmasından ötürü bu gerçek, ‘reel politik’ gereğidir.

Obama’nın ABD’de yerleşik kapitalist çıkarları sarsıp yeni bir sos-yal demokrasi getireceğini uman sol çevreler de zaten hayal kırıklığına uğrayacaklardı. O da Amerikan kapitalizminin bir ürünüdür. Benimse-yeceği Keynes’vari politikalar yine de -Roosevelt yönetiminde olduğu gibi- Amerikan kapitalizmini kurtarmaya ve yaşatmaya yönelik olacaktı.

Aslında Obama, başta süregelen ekonomik krizle mücadele etmek olmak üzere, çok zor görevlerle baş başa kalmıştı. Amerikan sağlık sis-teminin reformu çok güç ve kompleks bir sorun. Araştırmalar ABD’de bütçe açığının daha uzunca bir süre devam edeceğine işaret ediyordu. Tüm bu nedenlerle Obama yönetimi hakkında aşırı iyimser olmamak gerektiği kanısındaydım. Bugün gelinen noktada ise Obama’dan sonra gelen Başkan Trump’ın politikalarının dünya ve özellikle Türkiye için daha da belirsiz ve olumsuz olacağı anlaşılıyor.

Cumhuriyetimiz populist politikalar karşısında zaman zaman za-yıflama eğilimi gösterecek gibi görünüyor. Bu parametreler içinde Tür-kiye benim kuşağımın özümsediği modern görünümünü kaybedecek, belki bir İran ya da Malezya olmayacak, ama gerici motifleri egemen, demokrasi ve laiklikten uzaklaşan, bir çeşit “hybrid” haline dönüşe-cek endişesini taşıyorum. Ulusalcı laik olarak nitelendirilen kanat bu gidişe karşı çıkma çabası içinde, ancak o da ortaya işlevsel alternatifler koyamadan, zayıf bir muhalefet yapabiliyor. Görüş ve ideallerinin bü-yük kısmını paylaştığım halde, bu muhalefetin bazı tavır ve söylemleri katı ve bağnaz görünüyor. Uzun vadede Mustafa Kermal’in çizgisiyle “tutucu” kesimler arasında bir uzlaşma olabilir mi, bilmiyorum, ancak bunu merak ediyor ve sıkça düşünüyorum. Toplumdaki kutuplaşmada “laik” olarak nitelendirilen kesime ait bazı grupların din karşıtı söylem, tutum ve eylemlerinin de bir payı olduğu muhakkak. Giderek daha çoğulcu hale gelen toplumumuzun kültüründe demokratik tartışma ve uzlaşma geleneğinin zayıflığı da çatışma eğilimini bir anlamda besliyor.

Öte yandan, birçok ekonomik ve siyasal sorunla çevrilmiş ülke her gün değişen bir gündemi tartışarak enerji ve gücünü boşa harcıyor.

Page 298: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 285

Ülkemizde Cumhuriyetin ilk dönemlerinde belki zorunlu olarak oto-riter yollarla kurulan ve sonraki dönemlerde de bir süre başarıyla de-vam ettirilebilen consensus zayıflama eğilimleri gösteriyor. 1970’lerin sağ-sol akımlar ortamında, ülkenin kalkınma stratejileri konusunda benimsenecek stratejiye ilişkin ideoloji anlamındaki “consensus”da zayıflama eğilimlerine tanık olmuştuk; ancak bu ”consensus” kaybı görünürde benimsenecek ekonomik ve sosyal gelişmenin ideolojik türüne ilişkindi. Şimdilerde ise bölünme eğilimleri dinci-laik, ulusal-cı-ikinci cumhuriyetçi, Kürtçü-Türkçü gibi etnik ve başka ideolojik temeller üzerinde yükselme eğilimleri gösteriyor. Her sorunun de-mokrasi içinde çözülmesi gereğine inanıyoruz; ama gerçek bir demok-rasinin ancak laik rejim içinde mümkün olabileceği gerçeğini de bazen unutuyoruz. Kanımca laik-demokratik rejim içinde her etnik grup başka etnik grupların değerlerine hoşgörü ile yaklaşarak, kendi kül-türel değerlerini yaşatabilmeli, fakat devletin ismindeki Türk sıfatı gibi etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye’ye vatandaşlık kavramı ile bağlı tüm bireylerden oluşan bir Türk ulusunun varlığı egemenliğini sürdü-rebilmelidir. Bunun için ille de “Türkiye halkı” demek de gerekmez. Bu-nun gibi “Türkiye ansiklopedisi”, “Türkiye edebiyatı”, “Türkiye halkı” gibi deyimleri kullanma eğilimi de bana anlamsız görünüyor. Burada-ki Türk sözcüğü her ülkede olduğu gibi, (örneğin American literature, English grammer ya da dictionary tamlamalarında olduğu gibi), sonuç-ta bir sıfattır. Türkiye sözcüğünün kökeninde de zaten Türk kavramı yer almaktadır. Kaldı ki, Türk ve Türkiye sözcükleri de bizlere aslında önce Avrupalılar tarafından izafe edilen sıfatlar. Kemal Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde ifadesini bulan ilke de esasen alt etnik kimliklerin üzerinde kurulu bir “Türk üst kimliği”ni vurguluyordu. Bu kavram ülkemizde uzunca bir dönem sorunsuz biçimde yaşayabildi. Benim neslim Kürt unsurunu hiçbir zaman hasım olarak görmedi, ak-sine bizler tüm etnik grupları homojenize olmuş bir bütün olarak algı-ladık. Ama şimdilerde görülen o ki, belirli siyasi akımlar alt kimliklerin etnik varlıklarını birinci plana yükseltmek istiyor. Bu da üst kimliğin öneminin kaybolmasına ve ulusal birliğin -ya da genel anlamdaki- “consensus”un- parçalanmasına neden olma potansiyeli taşıyor.

Siyasi kadrolaşma çabaları üstünde yükselen gerginlik sonuçta yargının zedelenmesine, yürütmenin yargıya ve yargının hükümete müdahalelerine ve hatta yargının kendi içinde kamplaşması gibi ürkü-tücü gelişmelerin sahneye konmasına neden oluyor. Ergenekon deni-len ve ayrıntıları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız bir girişim, ülkede bölünme eğilimlerinin ulaştığı noktayı göstermesi bakımından

Page 299: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

286 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

anlamlıydı. Ergenekon soruşturmalarını başlatan çevrelerin üzerinde işlediği “derin devlet” kavramı birçok yönden irdelenmeye muhtaç; -eğer varsa- liberal demokratik rejimi değiştirme amacını güttüğü id-dia edilen bu “derin devlet”in bir benzerini ise, çoğunun dayanağı ve gerekçesi belirsiz soruşturmalarla, gizli haber alma ve telefon dinleme eylemleri ile bir anlamda bürokrasinin kendisi yaratmış gibi görünü-yor.

Ayrıca yakın geçmişte çeşitli çevrelerden gelen orduyu yıpratma-ya yönelik söylem ve çabaların arttığı da dikkat çekiyordu. Bunlar bir ölçüde “demokrasi’lerde silahlı kuvvetler siyasal hayatı biçimlendir-meye çalışmamalı ve darbe tehditleriyle demokrasiye müdahale et-memeli” ilkesinden hareket eden Avrupa Birliğinden ve yurt içinde bu görüşü destekleyen çevrelerden kaynaklanıyordu. Bir demokraside ordunun siyasete karışmaması ilkesi temel olarak kuşkusuz doğru-dur. Esasen askerin kışlasında kendi göreviyle meşgul olması, poli-tikadan uzak kalması Atatürk’ün benimsediği ve izlediği bir kuraldı. Nitekim ülke uzunca bir süre bu ilkeye bağlı kalınarak yönetilmişti ve her alanda mümkün olduğu kadar sivilleşmeye özen gösterilmişti. Ne var ki, demokrasimiz henüz yerleşmeden ortaya çıkan bazı gelişmeler 27 Mayıs 1960 siyasi hareketi ile silahlı kuvvetlerin politikaya karışımı geleneğini yerleştirdi ve bu eğilim nerdeyse her on yılda bir darbe veya darbe girişimleriyle toplumumuzun çok tartışılan bir gündemi haline geldi. Kuşkusuz birçok rejimin ve ulus devletin kuruluşunda savaş ve silahlı mücadele etkili olmuştur. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte sosyal devrimlerini temelde tutucu olan halkına benimse-tip gerçekleştirebilmesi zaten Milli Mücadele ve öncesinde kazandığı zaferlerin ona ulusunun gözünde kazandırdığı meşruiyet sayesinde mümkün olmuştu. Kanımca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün uzun dö-nemli başarısı Kurtuluş Savaşında elde ettiği zaferin sarhoşluğu için-de kalmaması, bu zaferi izleyen dönemlerde de hızlı bir çağdaşlaşma hamlesini sürdürmesi ile mümkün olmuştur. Bu yolla inşa edilen bir ulus devletin varlığı ve kazanımları iç karmaşa ve bölücü hareketler sonucu tehlikeye girdiğinde Silahlı Kuvvetlerin yardımını beklemek belki o zamanlar için doğaldı. Bu sadece Türkiye’nin değil başka birçok ülkenin geçmişinde gözlemlenmiş bir olgu. Geçmişteki deneyimlerin gösterdiği gibi, Türk ordusu siyasete müdahale edip uzun bir dönem ya da sürekli olarak iktidarda kalma heveslisi olmadığını ispatlamış bir kurumdu. Silahlı Kuvvetlerimiz hemen her seferinde tekrar demokra-siye dönmek amacıyla kendince gerekli gördüğü reformları yapmak esnekliğine sahip olduğunu kanıtlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin

Page 300: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 287

kendisine ülke bütünlüğünü ve sosyal istikrarı korumak yönünde bir misyon belirlediğini bilen Avrupa Birliği bunu büyük bir olasılıkla Tür-kiye’yi Avrupa Birliği üyeliğine kabul etmemek için öne sürdüğü ge-rekçelerden biri olarak kullanacaktır. Kuşkusuz askeri darbelerin her türü kötüdür ve uzun vadede ordunun da yıpranmasına neden olur. Kanımca Türk Silahlı Kuvvetleri bu gerçeği bilecek bir olgunluğa ulaş-mış, yeterli bir bilgi ve deneyim birikimine sahip olmuştur. Öte yandan demokrasi geniş ölçüde yaşayarak öğrenilen ve hayata geçirilen bir olgudur. Bu bağlamda Türk demokrasisi önce çok partili rejim olarak, sonra da giderek çoğulcu demokrasi anlamında esasen bir hayli yol almış ve ilerleme kaydetmiştir. Nitekim, çok yakın geçmişte yukar-da değinilen Fethullah Gülen hareketinin başlangıçta siyasal iktidarın hoşgörüsüne dayanarak zamanla orduya, yargıya ve kamu kuruluşla-rına sızıp güç kazanmasına bağlı olarak başlattığı hain 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi çok şükür halkın, siyasal partilerin ve güvenlik güçlerinin sergilediği işbirliği sayesinde başarılı olamadı.

Ancak unutulmalıdır ki, başarılı bir siyasal demokrasi demokratik davranışın kişi ve aile düzeyinde geçerli olduğu bir kültürel temel ge-rektirir. Adorno ve arkadaşlarının 1950’lerde geliştirdikleri “otoriter kişilik” skalası (F-scale) Türk bireyleri ve aileleri üzerinde uygulansa nasıl bir tablo ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Sonuç büyük olasılıkla “otoriter kişilik” özelliklerinin etkili olacağı bulgular ortaya koyacaktır. Kuşkusuz, eleştiriye kişisel düzeyde tahammül ve hoşgörü kültürü-müz bundan, örneğin 30 yıl öncesine göre sanırım bir hayli gelişmiştir. Ama herhalde demokrasi kültürüne sahip birçok Batı toplumuna göre hala bazı “otoriter” özellikler taşır. Öte yandan, “otoriter-demokratik liderlik” eksenlerinin de geniş ölçüde “durumsal” bir nitelik taşıdığını (kültüre, teknoloji çeşidine, ekonominin durumuna vb. dayandığını) çağdaş davranış bilimleri araştırma bulgularından öğrenmiş bulunu-yoruz. Diğer bir deyişle, bu yaklaşıma göre “durum” (tehlike, kriz, deği-şim ve dönüşüm ihtiyacı vb.) gerektiriyorsa toplum ya da örgüt tercihi-ni otoriter yönetimden yana kullanabilmektedir.

Bu paragrafları günün siyasal hareketlerinin etkisi altında yazdım. O nedenle yer yer duygusal tonlar taşımaları doğaldır. Yüzyıllar boyun-ca Türk Osmanlı İmparatorluğunda bir arada birlik ve uyum içinde ya-şayan çeşitli etnik ve dini grupların arasına sokulan ayrılık tohumları -bize ait bazı zaaf ve hataların da etkisiyle- büyük ve bir zamanlar çok güçlü olan bir imparatorluğu nasıl parçaladıysa, günümüzde de bu kez Türkiye Cumhuriyeti halkı benzer bölünme tehlikeleriyle karşı karşı-ya bırakılıyor. İşte belki bu yüzden ve böyle bir ruh hali içinde anılarımı

Page 301: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

288 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

yazmaya, geçmişte parçalanmak istenen bir imparatorluktan modern bir ulus devlet çıkaran mutlu, birlik içinde, dinini serbestçe yaşayan, uygarlığa ve başarıya yönelmiş bir geçmişi kendi yaşadıklarımla har-manlayarak yazmaya karar verdim.

Son olarak şunu söylemek isterim ki: Cumhuriyetimiz, karşılaştı-ğı tüm olumsuzluk ve güçlüklere rağmen bana ve benim gibi binlerce kişiye bu ve benzeri olanakları sağlamıştır. Ne var ki, içinde bulundu-ğumuz dönemde gerek Cumhuriyetimizin gerek ülkemizin birliği ve milletimizin bütünlüğünün çeşitli tehditler altında olduğunu görmek bizler için tarif edilmez bir endişe ve üzüntü kaynağı oluyor. Öyle ki, Türkiye’de Tanzimatla başlayan ve Atatürk’le daha belirgin bir dönü-şümü gerçekleştiren çağdaşlaşma hareketi, bana göre şimdilerde du-raklama işaretleri veriyor. Bir yandan ayrılıkçı hareketler ülkeyi böl-meye çalışıyor, diğer yandan FETÖ gibi İslamın ilkelerine ters akımlar, laiklik karşıtı ürkütücü bir siyasi hareketin önderliğini yapabiliyor. Mustafa Kemal Atatürk yeni bir anayasal düzenin kurucu lideri olarak devrimleriyle ülkemizin üzerinde yükselebileceği ve milletimizin dini inançları da dahil tüm özgürlüklerini, insan haklarını ve demokrasiyi yaşayıp geliştirebileceği bir hareket tabanı oluşturmuştu. Bize ve biz-den sonraki kuşaklara düşen görev ülkeyi bu taban üzerinde yükselt-mek olmalıydı.

Reaksiyonel gruplar arasında özellikle Fethullah Gülen cemaati ön plana çıkıyor. Halen Pennsylvania’da bir çiftlikte yaşayan bu kişi-nin görüşleri bazı çevrelere göre insani, demokratik bir İslam anlayı-şını yansıtıyor; görüş ve fikirlerinden feyz alanlar arasında aydın bazı siyaset adamlarının da bulunduğu söyleniyordu. Bazı çevrelere göre ise Fethullah Gülen Hoca, kontrolündeki geniş mali olanaklarla, çeşitli ülkelerdeki okul ve eğitim kurumlarıyla ve devlet içinde nüfuz ettiği kadrolarla uzun dönemde Türkiye’nin laik, demokratik ve çağdaş hu-kukunu değiştirmeyi amaçlayan bir komployu temsil ediyor. Söylemi bazen bir bakıma çağdaş bir İslami anlayıştan izler taşıyor; okulları Atatürk’ün devrimlerine açık, Türkçeyi ve Türk kültürünü vurgulayan bir ideoloji izlenimi veriyordu. Ama asıl amacı Türkiye’yi nihai aşamada teokratik bir düzene ulaştırmak olabilir. Kendisini destekleyen siyasi yapı içinde özellikle emniyet güçlerinin ve hatta ordumuzun önemli bir yer tuttuğu izlenimi uyanıyor. Bu özellikleriyle Gülen’in bir çeşit gizli ve uzun vadeli ama tehlikeli bir ideolojisi olduğu yönünde izlenimler var. Aydın kesimin önemli bir bölümü ülkenin hayat tarzını değiştirmeyi amaçlar olarak algıladıkları bu hareket karşısında endişeler taşıyor.

Page 302: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 289

Yine de Cumhuriyeti koruyan güçlerin etkileri ne kadar zayıflatılsa da, Türkiye’de radikal bir geri gidişi frenleyici bir rol oynamaya devam edeceklerini sanıyorum. AKP dahil her siyasi iktidar meşruluğunu ka-nıtlamak için, son tahlilde yine de Cumhuriyetimizin temellerini oluş-turan laik ve demokratik değerlere ve Atatürk’ün getirdiği ilkelere da-yanmak zorunda kalacak diye düşünüyorum.

Ülke gerçekleri açısından uzun dönemli düşünüldüğünde bana en fazla sıkıntı veren sorun ise, güç mevkilerine gelen yöneticilerdeki yol-suzluk eğilimleri. Yöneticilerin, lider ve güç sahiplerinin yaşantılarında dürüst olmaları, toplumda geçerli değerler ve inançlar temelinde küt-leleler için şeref ve namus örnekleri oluşturmaları son derecede önem-lidir. Onlar toplum için bu yönde örnek olurlarsa, toplumun yozlaşması önlenir, aksi halde, bu seçilmiş ya da atanmış olsun güç ve mevki sahibi yöneticilerin icraatı kendi gözlerinde ya da toplumun gözünde ne kadar başarılı olursa olsun, sonuç ülke açısından uzun dönemde hüsran olur. Bir bakıma yöneticiler toplumun özelliklerinin yansımasıdır, kanım-ca “her toplum layık olduğu idareyi bulur” sözü herhalde doğrudur ve “görerek öğrenme” (sosyal öğrenme / vicarous learning) yönteminin etkili olduğu sosyal psikolojide kanıtlanmıştır.

Tarihimizde “diğer faktörler veri alındığında” (ceteris paribus) salt liderlerin kişiliklerinin bir dönemin başarılı olmasında ne denli etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yaşantımızda teknoloji ve ekonomik gelir dü-zeylerinde çocukluk ve yetişme çağlarımıza göre elde edilen başarılara rağmen ahlak ve dayanışma bakımından yaşanan yozlaşmalar benim kuşağım için düşünülmesi gereken en önemli sorundur. Kuşkusuız yasal olan her işlem ya da davranış etik değerlerle uyumlu olmayabilir. Finansal krize neden olan bankacılık eylemlerinin çoğu muhtemelen yürürlükteki yasalara uygundu, fakat kapitalizm mantığı gereği aşırı bir açgözlülüğü ve kazanç hırsını tahrik etmiş ve sonuçta ahlaka aykırı davranışları, sınırları aşan bankacılık işlemlerini vb. harekete geçir-miştir.

Profesyonel meslek erbabının, yargıç ve avukatların, hekimlerin, muhasebecilerin ve vergi danışmanlarının da kamusal bir sorumluluk ve ahlak anlayışıyla hareket etmeleri son derecede önemlidir. Meslek kodları bu nedenle çıkarılmış, son yıllardaki “yönetişim” anlayışı bu ve benzeri nedenlerle oluşturulmuştur. Ancak bu kod ve kurallar top-lumda hızlı bir yozlaşma ve umursamazlık egemense, yine de ahlakın üstünlüğünü sağlamada yetersiz kalabilir.

Page 303: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

290 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Sonuç ve DeğerlendirmeBu metni, olaylar ve yorumlar itibarıyla Aralık 2017 tarihi ile sınır-

landırıyorum. Yukardaki sayfalarda anlatılanlar benim hayat öyküm. Sonuçta ortaya mesleki-akademik bir arka planın üzerine kurulu uzunca bir anılar, olaylar ve izlenimler metni çıktı. Ancak kardeşim Esen’in söylediği gibi, bu anıların eskiye ait olanları yakın geçmişte-kilere nazaran daha etkileyici. Gerçekten anılar eskidikçe nostaljik bir niteliğe bürünüyor. Üstelik insan tabiatının değişmez bir özelliği olumlu anılar eskidikçe daha iyi hatırlanıyor. Hepimizde geçmişimizdeki kötü olayları unutmak, bunları baskı altına almak ya da bilinçaltına atmak eğilimi vardır. Bu ise belki mutlu yaşamamız için gerekli olan bir ko-şul. Ben bu anıları yazarken belki bilinçli olarak ve kendimi zorlayarak istenmeyen, acı ya da kötü olayları da hatırlamaya çalıştım fakat sa-nırım yazdıklarım içinde bunlar yine de azınlıktadır ve daha çok yakın zamanlara ait olanlardır. Bu metni yazarken bazen süratli, bazen de yavaş bir tempoyla çalıştım. Geçmişin Ayak İzleri başlığını taşıyan bu metnin herhangi bir edebi iddiası yok. Bazı sözcük ve cümlelerde ha-talarım olabilir. Kuşkusuz sosyopolitik boyutlardaki değerlendirmeler bana ait kişisel görüşlerdir.

Yaşantımda beni etkilemiş kişiler yukardaki sayfalarda değindik-lerimden ibaret değil. Bunlar dışında daha birçok aziz dostum oldu. Bir kısmı İstanbul’a yerleşmiş, bazıları Trabzon ve Sürmene’de yaşayan akraba ve yakınlarımız var. Sevdiklerimiz, akrabalarımız ve onların

Prof. Blanpain, İstanbul’u son ziyaretinde Gül Dereli ile birlikte - Haziran 2012

Page 304: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

EMEKLİLİK VE IŞIK ÜNİVERSİTESİ I 291

çocukları aslında geniş bir topluluk oluşturuyor. Yazık ki, hayat gailesi ve İstanbul’un herbirimizi birbirinden uzak mekanlara dağıtan karma-şası içinde yakınlarımızla gereken iletişimi kuramıyoruz.

Yurt içinde ve dışında sevdiklerimizle ilgili ölüm haberleri yaşan-tımızda yeni boşluklar yaratıyor. Yukarda açıkladığım yakınlarıma ve arkadaşlarıma ek olarak, Amerika’daki hoca ve arkadaşlarıma ilişkin vefat haberleri üzücü oluyor. Önceki yıllarda Windmuller ve Brooks’a ait ölüm haberlerini almıştım. Daha yakın zamanda ise Williams, Bo-ğaziçi Üniversitesi’nden ve Philadelphia’dan arkadaşım Işık İnselbağ, geçen yıl ise Frank B. Miller ve Roger Blanpain öldüler. Temple’da ya-şantımızda iz bırakmış olan ve bu metinde sık bahsettiğim Gershen-feld’in önce bir bacağının kesilerek elektrikli bir sandalyede yaşamaya mahkum olduğunu sonra da vefat ettiğini öğrendik. Loewenberg ve Phatak’ın hayatta olup sağlıklı olduklarını öğrenmek sevindirici.

Hayatta bir şeyler olmaya çalıştım ve bunu yaparken hep olduğum gibi görünmeye çabaladım. Aksi halde “göründüğüm gibi olma” yolu-nu seçmem gerekirdi ki, bu kuşkusuz daha zor ve zahmetli olurdu. Hep ancak yaptığım kadarını göstermekle yetindim, olmayanla övünme yoluna sapmadım. Hukukun “ahde vefa” ilkesine her zaman bağlı kal-maya gayret ettim. Öğretim hayatımda adil olmaya çalıştım. Jürilerde taraf tutmamaya, bazı kırgınlık ve çekişmelerin adayları değerlendir-memi etkilememesine özellikle özen gösterdim. Araştırma görevlisi seçimlerinde objektif davranmaya ve liyakata önem vermeye gayret ettim. Bir de hayatta inançlarından ve sosyal-siyasi görüşlerinden sert ve zecri dönüş yapanları tasvip etmedim. Kuşkusuz değişen zaman ve koşullarda hepimizin makul ölçülerde değişmemiz doğal, belki hatta

Eşim Prof. Dr. Bengi Dereli, torunum Emre ve ben - Haziran 2016

Page 305: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

292 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

gerekli. Fakat kimliğimizde az çok sürekli bir “ideolojik bütünlüğümüz” olmalı. Bir komünist isek, uzun dönemde ancak bir sosyal demokrat olabilmeliyiz. Daha sağda kapitalist çıkarlarla bütünleşen bir sağcı, ikinci Cumhuriyetçi ya da neoliberal olursak, bunu yadırgarım.

Bu metni yazarken doğal, rahat, sade bir üslup kullanmaya çalış-tım. Bazen kişisel anı ve izlerimlerimden ötede, ülkemize ve dünyaya ait genel makro sorunlara girmeye çalıştım, ama bu satırların temel-de sadece anıları ve olayları kaydetmek isteyen bir metin oluşturmayı amaçladığını vurgulamak isterim. Daha fazlası ancak bilimsel çalışma ürünü olabilir. Daha anlatılacak çok şey var. Ancak anılarımı yazıp bi-tirdikten sonra, özellikle daha eski anı ve olayların üzerimde yarattığı etkiler dolayısıyla belirli bir gerginlik ve hüzün duyduğumu belirtme-liyim. Bilgisayarım yazım sürecini kolaylaştırdı. Bitirirken, hayatta elde ettiğim, mütevazı ya da önemli olsun, tüm sonuçlara rağmen, gençli-ğimi aradığımı söylemek isterim. Yaşıma göre sağlığım makul ölçüde yerinde ama gerçekten yaşlılığın en kötü yönü, insanın gençliğini ha-tırlaması. Bir de çok uzun geçmişe dayanan bazı dostlukların kopması. Oysa arkadaşlığın eskidikçe daha da kıymetlenmesi gerekmez mi? Bu anılarda üstün yönleri kadar zaaf ve eksikliklerini de eleştirdiğim bir-çok tanıdık ve arkadaşımın gözünde kuşkusuz benim de eleştirilecek bir çok özelliğim, hatalarım ve eksikliklerim vardır. Örneğin, aileme ve kardeşlerime karşı yükümlülüklerimi layıkıyla yerine getirebildiğim söylenemez. Muhakkak ki hiç kimse mükemmel olamaz. Önemli ola-nın, bu gerçeği kabullenip insanlarla sevgi ve uzlaşıya dayalı ilişkiler kurabilmek olduğuna inanıyorum ve bundan sonraki yaşantımda aile çevreme karşı olan eksikliklerimi mümkün olduğunca telafi etmeyi umuyorum. Kuşkusuz bu aşamada ister istemez ölümü de düşünüyo-rum, çünkü ölüm hayatın tek gerçeği. Doğum dahil birçok olgu belli de-recelerde olasılıklara bağlı ama ölüm öyle değil, mutlak bir gerçek. An-neannem Hafız Refika Hanım itikadı tam bir insan olduğu halde şöyle derdi: “Ölüm Allah’ın emri. Onu kabul etmek zorundayız ama keşke Allah insanlarda acı ve elem duygularını yaratmamış olsaydı.” Belki “balık” burcunda olmamın etkisiyle, zaten duygusal bir ruh haline sa-hibimdir, geleceği sık sık düşünmekle beraber, ilerleyen zaman içinde geçmişe daha büyük bir özlem duyuyorum.

Page 306: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 293

YAYINLARUluslararası Yayınevlerince Basılan Kitaplar, Hakemli Dergilerde Türkiye’de ve Dış Ülkelerde Yayınlanan Makaleler, Uluslararası Bilimsel Toplantılarda Sunulan ve Bildiri Kitaplarında Basılan Bildiriler

Dereli, T. ve Zeytinoglu. I. U. (1993). “Public Sector Industrial Relations on the Eve of Mass Privatization in Turkey”, International Labour Review, Vol. 132, No: 5-6, 689-702.

Dereli, T. (July 2012). “Flexicurity and Turkey’s New Labor Act: Problems and Prospects”, paper presented at ILERA’s 16th World Congress, Philadelphia, USA, 25 pp.

Dereli, T. (2000). “Globalization and the Impact of Privatization on Industrial Relations in Turkey”, Congress Proceedings, 12th IIRA World Congress, Tokyo, Japan, 9 pp.

Dereli, T. (1994). “Problems of the Turkish Industrial Relations System”, Proceedings of the 1st International Relations Association, Ankara: Kamu-İş, 19-48.

Dereli, T. (22-23 Temmuz 2010). “The Benefits of Freedom of Association for Turkey: Selected Cases”, ILO’nun Uluslararası Eğitim Merkezinde sunulan bildiri, Torino, İtalya.

Yazılan Uluslararası Kitaplar veya Kitaplarda BölümlerDereli, T. (2013). “Labour Relations in Turkey from the Perspective International

Norms on Freedom of Association and Collective Bargaining: An Evaluation of Turkey’s New Act on Unions and the Collective Agreement” in Readings on Labour and Employment Relations, in Emerging Patterns of Work and Turkish Labour Market Challenges, (ed. R. Balnpain), Wolters Kluwer Law and Business, 30 pp.

Dereli, T. (2014). “Flexicurity and Turkey’s New Labor Act: Problems and Prospects”, Labor and Employment Relations in a Globalized World, (Ed T. Dereli, Y. P. Soykut-Sarıca, A. Şen Taşbaşı) Switzerland: Springer.

Dereli, T. (2015). Labour Law and Industrial Relations in Turkey, (International Encyclopaedica for Labour Law and Industrial Relations), (Ed. R. Blanpain), The Netherlands: Kluwer Law International, 414 pp.

Dereli, T., Sengers, K. and Donders. (2006). “Flexibilisation and the Formal and Informal Labour Markets”, Flexibilisation and Modernisation of the Turkish Labour Market, (Ed. R. Blanpain), The Netherlands: Kluwer Law International, 13-28.

Dereli, T. (2004). “Employee Involvement in Turkey”, Handbook on Employee Involvement in Europe, (Ed. M. Weiss and M. Sewerynski), The Hague: Kluwer Law International, 1-36.

Dereli, T. (2004). “Uluslararası Çalışma Normları, Sendika Özgürlükleri ve Türkiye: ILO Eleştirileri Açısından Yeni Yasa Taslağının Değerlendirilmesi”, AB-Türkiye ve Endüstri İlişkileri, (Ed. A. Hekimler), İstanbul: Beta, 167-190.

Dereli, T. (1999). “Non-Standard Work Patterns and the Need to Liberalise Labour Law in Turkey, With Special Reference to Part-Time Work”, Non-Standard Work and Industrial Relations, (Ed. R. Blanpain and M. Biagi), The Hague: Kluwer Law International, 145-149.

Dereli, T. (1976). Örgütsel Davranış, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi, 328 pp. Dereli, T. (1996). Örgütsel Davranış, İstanbul: Menteş Kitabevi, 280 pp. Dereli, T. (1982). “Turkey”, International Encyclepaedia for Labour Law and Industrial

Relations, (Ed. R. Blanpain), Deventer, the Netherlands: Kluwer, 301 pp.

Page 307: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

294 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Dereli, T. (1992). “Turkey”, European Labor Unions, (Ed. Joan Campbell), Westport, London: Greenwood Press, 463-480.

Dereli, T. (1981). “Turkey”, International Handbook of Industrial Relations: Contemporary Developments and Research, (Ed. A.A. Blum), Westport: Greenwood Press, 547-592.

Dereli, T. (1975). Aydınlar, Sendika Hareketi ve Endüstriyel İlişkiler Sistemi, İÜ İktisat Fakültesi, 446 pp.

Dereli, T. (1968). The Development of Turkish Trade Unionism: A Study of Legislative and Socio-Political Dimensions, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi, 258 pp. (in English, revised version of the MS Thesis submitted to Cornell University in 1964).

Ulusal Hakemli ve Hakemsiz Dergilerde Yayımlanan MakalelerDereli, T. (Ocak 2014). “6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu:

Süreçler, Sorunlar ve Öneriler”, Çimento İşveren Dergisi, Cilt 28, Sayı 1, 10-33.Dereli, T. (2013). “6356 sayılı Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu: Genel Bir

Değerlendirme”, Çalışma ve Toplum, Sayı 36, No: 1, 41-64.Dereli, T. (Mart 2012). “Geçici İş İlişkisinin Özel İstihdam Büroları Aracılığı ile

Kurulmasına İlişkin Yeni Düzenleme Öneriler”, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 7, Sayı 25, 10-15.

Dereli, T. (Temmuz 2011). “TBMM’nin 24. Yasama Döneminde Endüstriyel İlişkiler ve Çalışma Hayatında Beklentiler”, Mercek Dergisi, Yıl 6, 11-19.

Dereli, T. (Haziran 2008). “ILO ve AB Normları Açısından 2821 ve 2822 sayılı Kanunlar, İşveren, Cilt 46, sayı 9, 45-47.

Dereli, T. (Temmuz 2010). “Yeni Anayasa Değişiklikleri ve Uluslararası Sendika Özgürlüğü Normları,” (New Amendments to the Constitution of Turkey and Internatioanal Norms on Freedom of Association), Mercek Dergisi, Sayı 59, 24-31.

Dereli, T. (Ocak 2011). “Toplu İş Hukuku Mevzuatına Yönelik Değişikliklerin Değerlendirilmesi,” Mercek Dergisi, 28-42.

Dereli, T. (2009). “Endüstri İlişkileri ve Çalışma Hukuku Alanında Karşılaştırmalı Çalışmalar ve Yöntem,” Sosyal Siyaset Konferansları, 58. Kitap, İstanbul.

Dereli, T. (Haziran 2007). “Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Perspektifiyle Türkiye’de Sendika Özgürlükleri ve Yeni Yasa Taslaklarının Değerlendirilmesi”, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2, Sayı 6, 87-106.

Dereli, T. (Mayıs 2007). Sosyal Politikanın Araçlarından Biri Olarak İş Hukuku, Sosyal Devlet ve Sosyal Politika Semineri, Ankara: TÜRK-İŞ Yayını, 130-132.

Dereli, T. (Ocak-Şubat 2007). “Yavaşlayan AB Süreci ve Seçim Ortamında 2007 Yılının Muhtemel Sosyal Gündem Maddeleri ve Öneriler,” İşveren Dergisi, Cilt 45, Sayı 4-5, 33-34.

Dereli, T. (Kasım-Aralık 2006). “Ecevit ve Türkiye’de Sendikal Hakların Gelişimi,” TÜRK-İŞ Dergisi, Sayı 374, 63-65.

Dereli, T. (Eylül 2005). “Batı Avrupa’daki Uygulamalar Işığında Dönemsel Çalışma ve Türkiye Üzerine Düşünceler”, İşveren Dergisi, Cilt 43, Sayı 12, 30-34.

Dereli, T. (Temmuz 2005). “Çalışma Hayatı Açısından AB Üyelik Müzakereleri Süreci ve Türkiye’nin Öncelikleri”, AB Yolunda Esneklik ve İstihdam Uluslararası Semineri, Ankara: TİSK Yayını, No. 259, 77-84.

Dereli, T. (2004). “Labour Norms of the European Union and Turkey: A Comparative Assessment and the Question of Adaptation”, Gülten Kazgan’a Armağan Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını No.79, 247-267.

Page 308: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 295

Dereli, T. (Nisan 2002). İstihdam Politikaları ve İstihdamda Eşitlik İlkesi, Türkiye’nin Çalışma Hayatına İlişkin AB Müktesebatına Uyumu, TİSK Yayını No. 221, 11-79.

Dereli, T. (Nisan 2004). “Yeni Bir Sosyal Diyalog Aracı Olarak Üçlü Danışma Kurulu: Genel Bir Değerlendirme”, Mercek, Sayı 34, 15-20.

Dereli, T. (Yaz 2002). “İş Kanunu Ön Tasarısı Hakkında”, Peryön, 44-52. Dereli, T. (Eylül 2002). “Avrupa Birligi’nin İstihdam Politikaları ve İşsizlik Açısından

Türkiye-ILO İlişkileri”, Basisen. Dereli, T. (Kış 2002). “İnsan Kaynakları Yönetimi ve Endüstri İlişkileri: Örtüşen Bir

Alan Olarak Katılımcı Yöntemler”, Peryön, 20-24. Dereli, T. (2001). “Teknolojik Değişmeler, Çalışma İlişkileri ve Yeni İstihdam Türleri”,

İşgüç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt:3 Sayı:2. Dereli, T. (2001). “Teknoloji Çağında Türkiye’nin Yeri; Teknoloji ve Türk Çalışma

Hayatı”, Yeni Ekonomi El Kitabı, Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasi, 181-188.

Dereli, T. (2000). “XXI. Yüzyılda Özgürlükler Üstüne”, Prof. Dr. Nusret Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayını, 2000, 43-48.

Dereli, T. (2000). “The Impact of Privatization on Industrial Relations in Turkey”, Prof. Dr. Nusret Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayını, 2000, 439-450.

Dereli, T. (1998). “Ekonominin Çalışma İlişkilerine Etkisi”, Prof. Dr. Metin Kutal’a Armağan, Ankara: TÜHİS, 285-305.

Dereli, T. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Endüstri İlişkileri ve 2000’li Yıllar İçin Perspektifler”, Yeni Türkiye: Cumhuriyet Özel Sayısı–III, Ankara, 1916-1920.

Dereli, T. (1998). “Bilgi Çağında İstihdam, Çalışma İlişkileri ve Sendikalar”, Yeni Türkiye: 21. Yüzyıl Özel Sayısı II , Ankara, 1086-1089.

Dereli, T. (Temmuz 1997). “Çalışma İlişkilerinde Güncel Sorunlar”, Basisen.Dereli, T. (1997). “The Public Employment Services and the Need to Liberalize

Employment Services in Turkey”, Prof. Dr. Kemal Oğuzman’a Armağan, Ankara: TÜHİS, 55-83.

Dereli, T. (1996). Endüstri ilişkileri ve Sendikacılık Üzerine 14 Farklı Madde, Türkiye Sendikacilik Ansiklopedisi, İstanbul: Tarih Vakfı.

Dereli, T. (1997). “Bilgi Çağında Endüstri İlişkileri”, Değişim 1997, İstanbul: MESS Yayını, 48-60.

Dereli, T. (1997). “Sosyal Dialog: Ekonomik ve Sosyal Konsey”, Demokratikleşme, Endüstriyel İlişkiler ve Sendikalar, İstanbul: Birleşik Metal–İş Sendikası Yayını, 4-20.

Dereli, T. (Nisan 1996). “İstihdam ve Endüstri İlişkilerine Etkileri Açısından Gümrük Birligi”, Basisen Dergisi, 12-15.

Dereli, T. ve Kutal, M. (1995). “Ekonomik Kriz ve Dünyada Sendika Hareketi”, ‘93-94 Petrol-İş Yıllığı, İstanbul: Petrol-İş Yayını, 559-581.

Dereli, T. (Aralık 1995). “XXI. Yüzyılda İşçi-İşveren İlişkileri İçin Hedefler: Dunlop Raporu”, Basisen Dergisi, 17-20.

Dereli, T. (1994). “Industrial Relations in the Course of Economic Development: the General Theory and Implications for Turkey”, Sabahaddin Zaim Armağanı, İstanbul.

Dereli, T. (1994). Globalleşen Dünyada Sosyal Politika ve Toplu Sözleşme Düzeninde Yeni Arayışlar, İstanbul: MESS Yayını, 67-79.

Dereli, T. (1994). “Ekonomik ve Sosyal Konseyin Yapı ve Fonksiyonları”, Sosyal Siyaset Konferansları, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi, Sayı: 40.

Page 309: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

296 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Dereli, T. (Mart 1994). “Batı’da Endüstri İlişkilerinde Yeni Gelişmeler”, Basisen Dergisi, No: 56. Dereli, T. (1994). “Problems of the Turkish Industrial Relations System”, Proceedings

of the 1st International Relations Association, Ankara: Kamu-İş, 1994, 19-48.Dereli, T. (Ekim 1993). “Özelleştirmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi”, Basisen Dergisi,

No: 51, 24-26. Dereli, T. (1993). “Labor Relations in Turkish Industry: Law, Practice and Problems”,

Münir Ekonomi Armağanı, Ankara, 103-125. Dereli, T. (1991). “Türkiye’de Toplu Pazarlığın Sorunları”, Orhan Tuna Armağanı,

İstanbul: İÜ İşletme Fakültesi, 36 pp. Dereli, T. (Şubat 1991). “Toplu Pazarlık Düzeninde Ücretler, Enflasyon ve Artan

Grevler”, İktisat Dergisi, 29 pp. Dereli, T. (Ocak 1991). “Ekonomik ve Siyasal Kriz Koşullarında Çalışma Barışına İlişkin

Sorunlar”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi, 10 pp. Dereli, T. (Kasım 1990). “Grevlerin Sosyal ve Siyasi Etkileri”, İşveren Dergisi, Cilt: 29,

Sayı: 2, 12-15. Dereli, T. (Kasım-Aralık 1990). “Milletlerarası Normların Işıgında Toplu İş Uyuşmazlıkları

Hukukumuzun Değerlendirilmesi”, İş ve Hukuk, Cilt: 25, Sayı: 208-209, 10 pp. Dereli, T. (Nisan 1990). “Türkiye’de Artan Grev Eğilimi, Nedenleri ve Çıkarılabilecek

Bazı Sonuçlar”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Cilt: 25, Sayı: 290, 13-15. Dereli, T. “Özelleştirme Üzerine Düşünceler”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Cilt: 24,

Sayı: 283, 12-15. Dereli, T. (1998). “Batı Ülkelerinde ve Türkiye’de Sendikaların Karşılaştıkları Sorunlar

ve Başlıca Gelişmeler”, İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası 50. Yıl Armağanı, 51-74. Dereli, T. (1985). “Yeni Endüstriyel İlişkiler Sistemimizde Arabuluculuk ve Sorunları”,

Sendikal Meseleler, İstanbul: Kutyay Yayınları, 1-31. Dereli, T. (1986). “Sosyo-Psikolojik Açıdan Endüstriyel İlişkiler Sistemimizin Genel

Değerlendirmesi ve Diğer Ülkelerdeki Yeni Yaklaşımlar”, Görüşler, İstanbul: Orhim Yayınları, 31-82.

Dereli, T. (Ekim 1982). “Anayasa Tasarısında Sendikal Haklara İlişkin Hükümler ve Eleştiriler”, İktisat ve Maliye, 31-82.

Dereli, T. (1978). “The Economic and Social Effects of Trade Unionism and Collective Bargaining in Turkey”, İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1, 17-39, 93-120.

Dereli, T. (Şubat 1977). “Grev ve Lokavtın Sosyo-Psikolojik Yönü ve Barışçı Çözüm Yolları”, Sevk ve İdare Dergisi, Sayı: 101, 7-20.

Dereli, T. (1976). “Personel Yönetimi Açısından Motivasyon”, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Yayını, 19-49.

Dereli, T. (Şubat 1976). “Modernleşmede Taklit ve Yeniden Yaratma Eğilimleri”, İktisat ve Maliye, 6-12.

Dereli, T. (Kasım 1976). “Bürokrasi Teori ve Uygulamasında Modern Yaklaşım”, Sevk ve İdare Dergisi, Sayı: 99, 23-30.

Dereli, T. (Ekim 1971-Eylül 1974). “The Process of Leadership”, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 31, Sayı: 1-4, 135-152.

Dereli, T. (Kasım 1975). “Kültürlerarası Açıdan Organizasyonlarda Davranış ve Türkiye’deki Durum”, Sevk ve İdare Dergisi, Sayı: 87, 9-16.

Dereli, T. (Mayıs 1975). “Toplu İş Sözleşmeleri Yetki Uyuşmazlıklarında Son Gelişmeler: Oylama Yöntemi”, Sevk ve İdare Dergisi, Sayı: 81, 17-23.

Page 310: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 297

Dereli, T. (1975). “Türkiye’den ABD’ye Vasıflı Eleman Göçü”, Yönetim ve Organizasyon Dergisi, Cilt: 2, 3-6.

Dereli, T. (Temmuz 1976). “Toplu Pazarlık ve Ulusal Ekonomi Politikası”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Cilt: 11, 9-12.

Dereli, T. “Ustabaşılar ve Sendika Temsilcileri”, İktisat, Vol.: 4, No: 22, pp. 12-15. Dereli, T. (Nisan 1966) “Gelişmiş Ülkeler Karşısında Geri Kalmış Memlemetlerin

Sanayileşmesi ve Başlıca Meseleleri”, İş ve Düşünce, Cilt: 31, Sayı: 253, 2-10. Dereli, T. (1966). “Fonksiyonel Analiz Modeli: Türk Sendikacılığında Teşkilat Bünyesinin

Teorik Bir Açıdan Tahlili”, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 24, Sayı: 3-4, 61 pp. Ulusal bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında basılan bildirilerDereli, T. (2003). “21. Yüzyıla Girerken Batıdaki Gelişmeler Karşısında Türk

Endüstri İlişkileri Sistemi: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cİlt: 45, 3-23.

Dereli, T. (1993). “Batı Dünyasında Sendikaların Durumu ve Geleceğinin Çesitli Açılardan İncelenmesi”, Sendikal Arayışlar Konferansı, İstanbul: İstanbul Mülkiyeliler Vakfı, 4-43.

Dereli, T. (1986). “Toplu Pazarlık Kriter ve Taktikleri–Batı’da ve Memleketimizde Başlıca Uygulamalar ve Öneriler”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 35-36, 91-103.

Dereli, T. (1982). “Sendikalar Kanunu Değiştirilirken Sendikaların Denetimi ile İlgili Öneriler”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 32, 25 pp.

Dereli, T. (1977). “Kıdem Tazminatının Parasal Yönü ve Doğurduğu Sorunlar”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 29, 51-67.

Dereli, T. (1976). “Toplu Sözleşme Yetkisini Saptama Yolları ve Oylama Yöntemi”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 28, 28-46.

Dereli, T. (1972). “İşçi Hareketlerinde Entellektüeller”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 23, 21-44.

Dereli, T. (1970). “Gelişmekte Olan Ülkelerin İşçi Hareketlerinde Entellektüellerin Rolü”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 21, 155-168.

Dereli, T. (1968). “Toplu Pazarlık Stratejisi ve Taktikleri”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 19, 175-200.

Dereli, T. (1967) “Türk İşverenlerinin Dış Ülkelere İşçi Akımı Karşısındaki Davranışları”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 18, 229-257.

Dereli, T. (1966). “Türk Sendikacılığında Merkezileşme Temayülü ve Muhtemel Neticeleri”, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 17, 45-92.

Çeviriler Demircioğlu, M. (2010). Labor Law in Turkey, İstanbul: İTO Yayını. 2010.Mess. (2004). Labour Act of Turkey, İstanbul: Mess.The Act on Amendments to the Labor Act and to the Act on the Employment

Organization of Turkey, Act no. 6715, dated 6 May 2016.Lipset, S. M. (2008). “Robert Michels, Demokrasi ve Oligarşinin Tunç Kanunu, Giriş”,

Çalışma ve Toplum, 18. Kitap.Mess. (2008). Labour Act of Turkey, As Amended, İstanbul: Mess. Miller, F. B. (1966). Sanayide Beşeri Münasebetler, (Human Relations in Industry),

İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi.

Page 311: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

298 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Thompson, M. (16–17 October 1998). “Kuzey Amerika’da Uzlaştırma-Arabulma Sistemleri: Alternatif Modeller”, (North American Mediation–Conciliation Systems: Alternative Models), Proceedings of the III. International Congress, Turkish Industrial Relations Association, Ankara: TÜHİS.

Adams, R. J. (1995). “Küreselleşme ve Endüstri İlişkileri Sistemlerinin Dönüşümü”, (Globalization and the Transformation of Industrial Relations Systems), Proceedings of the IV. National Industrial Relations Congress, Turkish Industrial Relations Association, Ankara, Kamu-İş, 81-68.

Genshenfeld, W. (30 November-1 October 1995). “Yeni Yüzyıla Doğru Endüstri İlişkileri, Gelişme ve Çağdaş Çalışma Standartları”, (Industrial Relations Towards the New Century: The Search for Reform, Trends of Change and Implications for Turkey), Proceedings of the II. International Congress, Ankara: Turkish Industrial Relations Association, 35-42.

Treu, T. (1995). “Batı Avrupa Endüstri İlişkilerinde Yeni Eğilimler”, (Recent Trends in Industrial Relations in Western Europe), Proceedings of the National Congress of the Turkish Industrial Relations Association, Ankara: Kamu-İş.

Oğuzman, K. (1996). “Turkey: Law of Contracts”, International Encyclopedia of Laws, The Hague: Kluwer Law International.

Wilkinson, R. E. (1991). “Hukuk ve Uygulama Açısından ABD İşçi-İşveren İlişkileri Sistemi”, (America›s Labor Relations System: the Law and the Practice), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 37.

Sandver, M. H. (1991). “Sendikaların Geleceği”, (The Future of Unions), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 37.

Blanpain, R. (1979). “İşçilerin İşletme Yönetimi Karar Sürecine Etkisi: Yönetime Katılma Konusuna Genel Bir Bakış”, (The Influence of Labour on Management Decision-Making: A General Introduction), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 30, 57-75.

Little, A. N. (1974). “İngiltere’de Sosyal Sınıf Farklarının Azalması Yönünde Bazı Gelişmeler”, (Developments in the Social Class Structure of England), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 26, 145-152.

Boltz, C. L. (1970). Teknoloji ve İktisadi Gelişme, (Technology and Economic Development), İstanbul: İktisadi Araştırmalar Vakfı.

Millen, B. H. (1968). “Gelişen Ülkelerde Sendikalar ve Siyaset”, (Trade Unions and Politics in Developing Countries), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 19, 1-16.

Galenson, W. “Az Gelişmiş Ülkelerde Sendikacılık”, (Trade Unions in Underdeveloped Countries), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 15, 55-68.

Aisley, H. “1960’larda ABD İnsangücü Politikası: İmkanları Sınırlı Fertler İçin Düzenlenen Programlar”, (Manpower Policies in the United States in the 1960s: Programs for the Disadvantaged), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 23, 113-120.

Meagher, W. J. (1970). “Toplu Pazarlıkta Menfaat Uyuşmazlıklarının Çözümü”, (The Settlement of Interest Disputes in Collective Bargaining), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 21, 123-133.

Macdonald, R. M. (1968). “Sendikacılığın İktisadi Açıdan Tahlili”, (Economic Analysis of Unionism), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 19, 133-153.

Curtin, E. R. (1966). “Sendikaların Ücret Farklarına Tesiri”, (The Impact of Unions on Wage Differentials), İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 25, Sayı: 3, 187-201.

Myers, C. A. “Amerikan Sınai Münasebetler Sistemi: Bu Sistemi Diğer Ülkelere İhraç İmkanları Mevcut mudur?” (The American Industrial Relations System: Is It Exportable to Other Countries?), İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 25, Sayı: 1-2.

Page 312: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 299

Miller, F. B. “Mudil Bünyeli Teşekküllerle İlgili Bazı Meseleler”, (Some Problems Concerning Complex Organizations), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 13, 67-80.

Miller, F. B. “Sanayide Beşeri Münasebetler Bakımından Sendikaların Önemi”, (The Role of Unions in Human Relations in Industry), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 13, 57-66.

Miller, F. B. “İşletme İdarecilerinin Personel Politikası”, (Personnel Policies of Managers), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 13, 47-56.

Miller, F. B. “Beşeri Münasebetler Meseleleri ve Türkiye’de Bu Hususta Mevcut İmkanlar”, (Human Relations Problems and Possibilities in Turkey), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt.: 13, 35-46.

Meyer, H. J. “Çalışma Ne Demektir?”, (What Is Work?), İş ve Düşünce, Cilt: 20, Sayı: 237, 20-25.

Jain, S. K. “Yakın ve Orta Doğudaki Teknik Yardım Faaliyetleri Açısından Milletlerarası Çalışma Teşkilatı ve Az Gelişmiş Memleketler”, (The International Labour Organization in Terms of Its Technical Assistance Activities in the Near and Middle East, and Underdeveloped Countries), Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt: 12, 95-105.

ProjelerDescription of the Formal and Informal Labour Markets in Turkey, MATRA Project,

(with Peter Donders). Türkiye’deki Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Düzenine İlişkin Eleştiriler ve

Öneriler, (Temmuz 1990). (Kemal Oğuzman ile ortak yazarlı, bir araştırma raporu olarak TÜSİAD’a sunulmuştur).

A Works Councils Modelling for Turkey başlıklı bir proje halen devam etmektedir.

Page 313: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 314: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 301

AAbdullah Baştürk 153Abdullah Gül 50, 224, 238, 264Abdullah Kaptan 22, 27, 268Abraham Lincoln 37Adnan Bulak 146Adnan Hızer 33Afife Sayın 63Ahmet Akçay 34Ahmet Aker 84, 91Ahmet Altan 206, 207Ahmet Ateş 266Ahmet Gökçen 206, 264, 265Ahmet Hamdi 34, 91Ahmet Hamdi Aker 91Ahmet Kabaklı 56Ahmet Kılıçbay 57Ahmet Kırman 230, 231Ahmet Kızıl 260, 263Ahmet Makal 108, 265Ahmet Selamoğlu 264Akın Erdem 34, 35, 37, 41, 62, 124, 167, 188Albert Blum 160Algun Çifter 220, 265Ali Emre Özsoy 258Ali Gevgili 68, 167Ali Güzel 265Ali İhsan Eyüboğlu 41Ali Mazak 10Ali Özgüven 261Alkın İlkin 236Alpaslan Işıklı 108Alpaslan Peker 169, 218, 258Alpay Hekimler 240, 259Andrew Finkel 177Arif Yavuz 238Arvind Phatak 122, 123, 126, 155, 156Asaf Savaş Akat 104Aslı Çelikel 250Aslı Şen 250, 272Atilla Özsever 86Auguste Comte 78Aydın Akbıyık 184Aydın Doğan 177Aydın Kazancı 21, 33, 45, 56, 267Aydın Yüksel 246, 247Ayhan Aydoğdu 41Aysel Çelikel 192Aysen Tokol 135Ayşe Gül Dereli 149

Ayşe Oyman 33Aziz Çelik 266Aziz Nesin 245

BBahir Ersoy 140, 256Bahtiyar Sönmez 232Banu Uçkan 250, 259Baran Tuncer 228, 231Başar Sakarya 229Bedii Feyzioğlu 63Belma Diamante 185Bengi Dereli 99, 115, 261Benjamim Franklin 117Berrak Kurtuluş 73, 264Bilal Yankın 228, 231Bilgen Susanlı 246Bilge Sinanoğlu 106, 134Bill Button 91Bilsay Kuruç 63Bruno Taut 42Burhan Kuzu 202, 203Bülent Berkarda 194, 196, 201, 202, 203, 239Bülent Ecevit 65, 74, 78, 176, 181, 190, 223, 256Bülent Pamuk 263Bülent Tanör 169, 202

C - ÇCahide Dereli 3, 10, 27, 28, 30, 33, 46, 88Cahit Talas 72, 107, 108, 109, 110, 207Caner Çimenbiçer 228Can Tuncay 265Cavit Orhan Tütengil 80Cemal Enis 29, 40Cemal Madanoğlu 79Cemal Şanlı 210, 264Cemil Kıvanç 132Cemil Tuna 73Cengiz Arın 205, 206, 215Cevat Şakir 51Cevdet Selvi 122, 158Ceyhan Ekin 132, 236, 261Charlene Miller 120Charles Myers 63Clark Kerr 63Coşkun Kırca 77, 148, 165Coşkun Külür 23Cumhur Ferman 125, 135, 245, 248, 259,

260, 261, 262, 263Çağlar Aksezer 247

DİZİN

Page 315: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

302 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

DDavid Kaplan 123Demir Demir 124Demirhan Tokel 142Demir Önengüt 84, 85, 90, 91, 93Deniz Yarbay Erberk 150Devrim Ulucan 219, 265Dick Miller 88Dick Viola 123Dila Buz 250Dimitri İsayeff 118, 123Dinçer Dereli 29Dinç Yazıcı 31, 34Dominic Diamante 185Doris Day 87Duane Butcher 100Dursun Arıkboğa 169, 263Duygu Sezer 157

EEfrasiyap Gemalmaz 112Ekmel Zadil 49, 63Ekrem Ekinci 249Ekrem Ongan 33Ekrem Ozman 16, 30, 46, 267Emel Başar 217, 225, 226, 227Emin Darendeli 204Emin Hatipoğlu 20Emin Kul 170, 223Emre Gönensay 176Emre Kocaoğlu 170Emre Kongar 207Engin Ünsal 84Enis Bağdadioğlu 266Enis Öksüz 196Erdal Öktem 218Erdem Şensoy 41Erdoğan Alkin 205, 218, 224, 240, 258, 261Erdoğan Teziç 202Ergün Özkanlar 95Erol Eren 174, 192Erol Karsan 35, 41, 63, 124Erol Manisalı 210Erol Türker 34Erol Volkan 33Ersin Kalaycıoğlu 250, 266Ersin Özince 231Ertuğrul Bilda 8Esat Çam 105, 235, 261Eser Borak 138Esfender Korkmaz 209, 218Esin Ceyhun 85

Esra Bal 250Eşay Öngör 41Eşref Şefik 22Ethem Ruhi Fığlalı 172Eugene Ormandy 121Evner Ergun 174

FFahri Başer 29Faik Ahmet Barutçu 39Faik Dranas 168Faruk Çelik 266Faruk Erzengin 204, 208, 240Fehmi Koru 165, 216Ferit Hakkı Saymen 46, 49, 62, 101Fethi Okyar 217Fethi Topaloğlu 41Fethullah Gülen 117, 287, 288Feyyaz Gölcüklü 153Fikret Ceyhun 84, 85, 91, 95, 115Francis Bacon 78Frank B. Miller 120, 255, 266, 291Frank Miller 67, 78Frans Pennings 227Fraser Isbester 91Frederick Harbison 63Fuat Güven 27, 28, 268

GGamze Karayaz 250Gazi Külür 23, 56Gencay Gürün 146Geoge Washington 117George S. Harris 101Gerhard Kessler 68, 110Gerry Heral 119, 122, 126Gillian Hamilton 247Gladys Gershenfeld 121Grace Kelly 121Gülipek Müftüoğlu 217Gülten Kazgan 178, 295Gülten Kutal 115, 116, 132, 183, 241, 261Gül Turan 105Günaydın Yirmibeş 34, 35Gündoğdu Sanımer 35Gündüz Ökçün 112, 113Güngör Boran 34, 38, 41, 60, 136, 168Günther Endreweit 99Güran Tatlıoğlu 49, 117, 119, 123Gürol Özcüre 266Güven Alpay 138

Page 316: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 303

HHafız Refika Ozman 3, 10, 27, 28, 30, 33,

46, 88Hakan Yüksel 246Halide Edip Adıvar 26, 52, 276Halil Arslanlı 46Halil İbrahim Sarıoğlu 73, 264, 265Halil Ozman 33Halis Ersöz 264Halit Narin 154Halit Tanyeli 36Haluk Ongan 33Hasan Ali Yücel 37Hasan Saka 39Haşmet Başar 134, 135, 218, 225, 226, 227, 238Haydar Aliyev 174Haydar Furgaç 93Haydar Saltık 152Herbert Oestreich 91Hıfzı Veldet Velidedeoğlu 46, 82Himmet Öktem 115Hülya Talu 169, 195, 201, 203, 216, 241, 260, 263Hüseyin Nail Kubalı 46Hüseyin Özdeğer 207

I - İIrene Foster 58Işık İnselbağ 77, 113, 138, 141, 157, 291Işık Müderrisoğlu 115Işık Urla Zeytinoğlu 181, 186İbrahim Yıldırım 35, 41, 42, 168, 169, 204,

208, 216İdris Küçükömer 46, 80, 114İhsan Dursun 21, 30İhsan Lordoğlu 134İlhan Meriç 124İlkay Sunar 138İlter Turan 105İmren Aykut 150, 165, 171, 172, 233İsmail Sinanoğlu 106, 134İsmail Soysal 35, 41, 245, 246İsmet Dereli 24İsmet İnönü 7, 35, 37, 39İsmet Mucuk 125İzzettin Önder 105

JJackie Isbester 91Jack Jackendoff 123Jane Bromberg 90, 119Jeff Atlas 91

Joan Baez 87Joan Campbell 187, 190, 294Joe Rose 186, 191, 283John Dunlop 63John Harston 91John Wayne 78John Weaver 38J. P. Windmuller 93J. Stuart Mill 78Jules Verne 10

KKadir Mısıroğlu 34, 35, 36Kamran İnan 146, 191, 238Karen Koziara 149, 151Kasım Dereli 3, 19, 28Kaya Bilgegil 29, 37Kazım Karabekir 274Kemal Alemdaroğlu 35, 41, 167, 168, 177,

192, 194, 196, 198, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 208, 211, 213, 214, 227, 232, 241, 258, 264, 274

Kemal Astarcı 227Kemal Dursun 18, 35, 41Kemal Kılıçdaroğlu 232Kemal Kurtuluş 137Kemal Oğuzman 143, 152, 173, 183, 295, 299Kemal Sülker 101Kemal Türkler 72Kemal Ülker 168Kenan Evren 39Kenan Kolot 41Kubilay Atasayar 154Kuvvet Lordoğlu 134, 135Kübra Yenisey 265

LLawrence Williams 52, 86, 138Leone Schacter 124Leyla Külür 21, 136L. K. Williams 93Lyon Caenne 147

MMacide Şoğur 196, 260, 263Mahir Kaynak 49, 79Mahmut Parlak 186Manfred Weiss 191Marco Biagi 204, 211, 218, 219, 224Marc Ungar 83, 85, 91, 94Marcus Sandver 257

Page 317: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

304 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Mark Thompson 83, 85, 88, 90, 91, 92, 187, 191, 218, 219

Mary Study Slater 52Mary Yeno 83Mehmet A. Bal 108Mehmet Akif 42Mehmet Ali Ağca 147Mehmet Altan 206, 207Mehmet Emin Karaaslan 246Mehmet Eröz 67Mehmet Fuat Yaşar 209Mehmet Genceli 206Mehmet Genç 79Mehmet Hızer 33Mehmet Kaytaz 246, 247, 249, 250Mehmet Moğultay 173, 245Mehmet Oluç 46, 72, 107Mehmet Şükrü Tekbaş 26Melahat Aydoğdu 168, 169Mesut Önen 211, 212, 213, 214, 281Mesut Parlak 200Mesut Yılmaz 176, 213Mete Tuncay 101Metin Erman 134Metin Kutal 67, 69, 70, 71, 73, 74, 77, 80, 81,

86, 99, 100, 103, 104, 119, 132, 140, 141, 142, 143, 169, 172, 176, 182, 213, 219, 220, 221, 223, 237, 238, 240, 250, 251, 254, 255, 256, 257, 258, 261, 265, 295

Metin Tiryakioğlu 227, 228, 230, 231Metin Türker 172Michael Gold 149Mithat Dinçer 196, 197, 205, 241Mohammed Webster 60Morris Palladino 123Muhan Soysal 84, 91Muharrem Karslı 60, 61Murat Başesgioğlu 222, 223Murat Demircioğlu 132, 134, 135, 136, 173,

228, 245, 265Murat Ferman 247, 250, 261Murat Özveri 266Murat Sertel 77Murteza Çelikel 192Mustafa Aykaç 135Mustafa Dilber 138Mustafa Hatipoğlu 168Mustafa Kalemli 165Mustafa Kemal Atatürk 274, 286, 288Mustafa Pekin 129, 139, 141Muzaffer Bodur 138Muzaffer Külür 22, 23

Muzaffer Ozman 21Müfit Ferman 261, 263Mümtaz Soysal 178Münir Ekonomi 140, 143, 145, 163, 172, 220,

221, 222, 223, 224, 265, 296Münir Kutluata 195, 196, 238

NNabi Çilingir 41Naci Önsal 162, 266Nail Yağcı 232Nami Çağan 182Nat King Cole 87Necat Erder 178Necati Çelik 173, 202Necati Mumcu 157, 210, 218, 258Necdet Kenar 225Necdet Olgaç 110, 111Necla Arat 192Necmettin Erbakan 176, 202Nejat Ongan 33Nevzat Yalçıntaş 62, 73, 79, 80, 81, 132, 237,

238, 239, 240Nihal Atsız 35Nihal Tuncer 103, 195Nihat Erim 11, 12, 14Nihat Yüksel 192Numan Kurtulmuş 196Nurettin Artam 4Nurettin Sözen 177Nurhan Süral 227Nuri Çelik 143, 220, 222, 265Nuri Uman 260Nur Serter 192, 196, 201, 241, 258Nurşen Caniklioğlu 265Nurullah Gezgin 33Nusret Ekin 13, 67, 69, 70, 72, 78, 80, 102,

117, 132, 136, 140, 144, 152, 157, 165, 167, 172, 174, 176, 183, 191, 201, 203, 213, 224, 232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 254, 255, 258, 261, 262, 264, 295

Nusret Oyman 33, 39, 169, 269Nusret Ozman 16

O - ÖOğuz Arı 138Okan Tarhan 156Oktay Dalibar 240Oktay Sinanoğlu 89Onur Kumbaracıbaşı 112, 113Orhan Aldıkaçtı 145

Page 318: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

I 305

Orhan Kalaycıoğlu 35Orhan Karakullukçu 39, 41, 168Orhan Silier 208Orhan Tuna 46, 49, 63, 65, 67, 68, 69, 70, 71,

72, 73, 74, 80, 86, 89, 93, 95, 99, 100, 101, 107, 109, 110, 112, 115, 117, 132, 167, 237, 254, 255, 256, 257, 261, 270, 296

Orhun Sinanoğlu 106Osman Dursun 15Osman Okyar 100Osman Ozman 33Osman Seden 73Otto Neuloh 99Oya Baydar 208Oya Sencer 101Öktem Vardar 250Ömer Alpaslan Aksu 194Ömer Celal Sarç 46Ömer Çebi 34Ömer Eyüboğlu 169Ömer Lütfi Barkan 46, 72, 79, 207Ömer Özkan 25, 28, 264Öner Eyrenci 219, 265Özcan Kesgeç 142, 143, 153, 154Özer Çiller 125Özer Ertuna 77, 91, 137, 138, 141, 157Özlem İnanç 246

PPan Am 81Pars Esin 108Pembe Candaner 225Peter Donders 227, 299Pevrul Kavlak 266Pınar Akkoyunlu 199Pınar Soykut 246, 250, 272

RRauf Denktaş 190Rauf Orbay 274Recep Dereli 20, 24, 26, 42Refik Baydur 219Refik Halit Karay 38Refi Şükrü Suvla 49, 62Reşat Kaya 138Richard Burton 94Richard Miller 91Robert Penfield 131Robert Taylor 38Robertt Deans 121Robert Wilson 38

Roger Blanpain 101, 139, 150, 183, 191, 218, 266, 291

Romano Prodi 211, 213, 215Roy Adams 186, 191Ruşen Eşref Ünaydın 148Ruşen Keleş 36Rüçhan Işık 154, 173, 191, 265Rüştü Aras 41

S - ŞSaadettin Bilgiç 176Sabahaddin Zaim 45, 46, 48, 49, 50, 61, 63,

67, 68, 70, 78, 167, 182, 224, 237, 238, 254, 296

Sabahat Yalçın 67, 78Sabire Doğruözlü 12Sabri Ülgener 46, 57, 72Saim Üstündağ 132Saint Joseph 267Saip Ozman 3, 10, 27, 28, 30, 33, 46, 88Sait Dilik 103Sait Güran 81Sakıp Sabancı 192Salih Omurtak 7Sami Ercan 84, 91Sarper Süzek 173, 219, 265Savaş Taşkent 173, 219, 220, 221, 222Sayım Yorgun 264, 266Sedat Murat 192Selahaddin Şahin 198Selahaddin Tuncer 103Selçuk Saruhan 36Selen Sabah 250Sema Kalaycıoğlu 246Sencer Divitçioğlu 46, 62, 104, 114Serim Yurtören 84, 91Sevgi Kurtulmuş 196, 264Sevim Görgün 49Sevinç Rende 246Seymour Wolfbein 117Sıddık Sami Onar 46Smith Corona 88Stan Newman 123Suat Kurtuldu 34Suat Oyman 29, 31, 38, 39, 40, 46, 54, 74,

88, 269, 270Suna Ferman 261, 263Süleyman Demirel 176, 201, 238Süleyman Özdemir 264, 265Süleyman Türk 34

Page 319: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği

306 I GEÇMİŞİN AYAK İZLERİ - Prof. Dr. Toker Dereli’nin Anıları

Şahabettin Şahinler 32Şakir Süter 52, 53Şebnem Arıkboğa 260, 263Şeref Doruk 41Şerif Mardin 137, 138Şinasi Sunat 49, 104Şirin Tekinay 249

TTaciser Bayer 232Tahir Baştaymaz 135Talat Canbolat 265Talat Halman 148Talat Sargın 143, 163Tamer Koçel 160, 170Taner Karahasanoğlu 170Taner Yücel 13Tanju Gürsu 8Tankut Centel 220, 265Tansel İnaç 140Tansu Çiller 125, 176Targan Ünal 218, 264Tayfun Antalya 247Tayyip Erdoğan 50, 232Teoman Akünal 220Teoman Arsay 116Tevfik Güran 207Tevfik Ünaydın 148Thomas Etty 173Tiziano Treu 84, 204, 210, 211, 212, 214, 215,

218, 224Toker Dereli 6, 74, 84, 87, 92, 103, 107, 113,

149, 183, 198, 211, 249Toktamış Ateş 196, 200Tunca Toskay 80Tuncay Güloğlu 264Tuncer Çelikel 177Turan Güneş 11, 12Turan Tan 116, 132, 258Turan Yazgan 70, 71, 103, 174, 175, 262, 264Turgay Atasü 201Turgut Öz 183Turhan Esener 107, 137, 138, 139, 143, 145,

146, 147, 148, 149, 152Tülay Arın 206Türkan Öncel 201

Türkan Saylan 192, 193Türker Minibaş 205

U - ÜUfuk Uras 200Utku Uğursal 41Ümit Balel 111Üstün Ergüder 112, 113, 157, 166, 189, 192Üzeyir Ataman 266

VVahdet Aşar 102Vahide Öktem 218Vedat Sezer 126, 157Vehbi Koç 63Vernon Jensen 86, 101V. Jensen 93

WWalter Balk 87, 90, 91, 119Walter Gershenfeld 118, 121, 123, 127, 128,

152, 156, 191, 266Walter Strange 87, 89Werner Gumpel 239William Gomberg 72, 73William Meagher 100, 148William Simson 152, 191

YYaşar Bilgin 41Yaşar Okuyan 219, 220, 223Yavuz Ege 228Yılmaz Çebi 34Yılmaz Şahinkaya 38, 41, 60Yorgo İstefanopulos 246Yusuf Alper 174, 264Yusuf Ziya Günaydın 34, 37, 41Yücel Hacaloğlu 34

ZZehra Külür 21, 23, 56, 136Zeyyat Hatipoğlu 167, 168Z. F. Fındıkoğlu 46, 78Zülal Kılıç 279

Page 320: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 321: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği
Page 322: elb.tmseveta.comelb.tmseveta.com/media/web_content/gecmisin-ayak... · Geçmişin Ayak İzleri’ni, yaşamımı biçimlendirmede beni en çok etkilemiş kişilere, sürekli desteği