Upload
semra109
View
67
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
thank you
Citation preview
Colm Toibin _ Deniz Fenerindeki Işık Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.UYARI:www.kitapsevenler.comKitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olar; Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığın Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum. Tü Bilgi paylaşmakla çoğalır.Yaşar Mutlu
İLGİLİ KANUN:5846 sayılı kanun'un "Altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK M ADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya y Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
Bu e-kitap görme engelliler için düzenlenmiştir.Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırla Bu kitaplar, size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek, lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...Teşekkürler.N e Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.www.kitapsevenler.comTarayanın notu.Bireysel kütüphanemi bilgisayar ortamına geçirirken Taradığım kitapları kitapsevenlerle paylaşmak istedim.Bu Kitap Sadece Görme Engellilerin İstifade Etmesi İçin www.kitapsevenler.com Web Sitesine Teslim Edilmiştir.BelisaColm Toibin _ Deniz Fenerindeki Işık
ÇAĞDAŞ D Ü N Y A YAZARLARI
Yaym YönetmeniDizgiDüzeltiMontajKapak Düzeni
Baskı Cilt ,
İlknur Özdemir Serap Kılıç Fulya Tükel Mine Sarıkaya Semih Özean
Özal Basımevi ZE Ciltevi
1. basım 2001
IS B N 975-07-0086-4 e 1999 by Colm T o ib în / K esim T e lif H a k la r ı A jansı /
C an Y ay ın la rı L td . Ş ti. (1999)
£OQ&0*1-
Colm TöibınDENİZ
FENERİNDEKİIŞIK
ROMAN
İngilizce aslından çeviren İLKNUR ÖZDEMİR
C A N Y A Y IN LA RI L T D . ŞTİ.H ay riy e C addesi N o . 2, 80060 G a la ta s a ra y , İs ta n b u l
T elefon: (0-212) 252 56 75 - 252 59 88 - 252 59 89 F ax : 252 72 33 web sayfam ız: h ttp ://w w w .can y ay in la ri .co m
e-posta: y ay in ev i@ can y ay in la ri.co m
Özgün adı The Blackwater Lightship
COLM TÖIBÎNÎN CAN YAYINLAETNDAKİ
KİTAPLARI
GÜNEY/roman DENİZ FENERİNDEKİ IŞIK/roman
Colm Toibirı, İrlanda 'da 1955 yılında doğdu. Güney adlı ilk rom anı The Irish Times / Aer Lingus Odülü'nü kazandı. The Heat- her Blazing ve The story oft the night adh rom anlanndan başka gezi k itap ları da vardır. Colm Toibirı, Dublin'de yaşam aktadır.
The publisher acknowledges the financial assistance of Ireland Literatüre Excharıge (Trarıslation Fund), Dublin, Ireland.
Bu kitabın yayınlanması Ireland Literatüre Exchange (Çeviri Fonu), Dublin, İrlanda'nın mali desteğiyle gerçekleştirilmiştir.
www. irelandliterature. com info @ireland literatüre, com
Teşekkür: Bu kitabın bir bölümünün yazıldığı Yaddo'ya
s
Aidan Dunne için
BÎR
Helen geceleyin M anus 'un inlemesine uyandı. K ıp ırdam adan yatıp bekledi; M anus 'un sakinleşeceğini, yan dönüp uyuyacağını um uyordu; am a çocuğun sesi gitgide yükseldi; Helen onun sözcüklerini seçmeye başlayınca y a ta k tan kalktı ve oğlanların odasına doğru gitti; Manus'un düş m ü g ö rdüğünü yoksa uyanık mı olduğunu anlayamamıştı.
Helen merdiven sahanlığındaki ışığı yanık bırakmıştı, odaya girer girmez C a tha l 'ın gözlerinin fal taşı gibi açık olduğunu görebildi. Oğlan yattığı yerden Helen 'e baktı, az sonra oynanacak sahneyi kenardan izleyen bir seyirci gibiydi; sonra gözlerini boğuk bir sesle ağlayan ve kollarıyla bilinmedik bir tehlikeyi savuşturmaya çalışan erkek kardeşine çevirdi. Helen, M anus 'u usulca uyandırdı, üzerindeki battaniyeyi sıyırdı. Çocuğun bedeni ateş gibiydi. Yarı uyur durum da, gözlerini ovuşturarak yeniden inlemeye başladı. Annesinin yan ında olduğunu ve gördüğü düşün sona erdiğini anlaması biraz zam an aldı.
"Korktum," dedi."Geçti artık. İstersen yeniden uyum aya çalış.""Yeniden uyum ak istemiyorum," dedi Manus,
sonra da ağlamaya başladı.
"Seni bizim yatağımıza götüreyim mi?" diye sordu Helen.
M anus başıyla 'evet' dedi. Artık kıpırdamıyor, içini çeke çeke ağlayarak avutulmayı bekliyordu. Helen, M anus 'un yan ında kalm asının ve yeniden uykuya dalana kadar onu avutm asının daha iyi olacağını biliyordu, am a çocuğu kucağına aldı ve onun kendisine sarılm asına izin verdi. M anus 'u ne zaman böyle kucaklaşa çocuk sakinleşirdi. C a tha l 'ın gözleri hâ lâ onların üzerindeydi.
Helen, odanın öbür ucundaki C a tha l 'la bir yetişkinle konuşur gibi konuştu. "Sen daha r a h a t uyu- yasm diye M anus 'u bizim yatağımıza götürüyorum," dedi.
Cathal battaniyeyi üzerine çekti ve gözlerini yumdu. Henüz altı yaşındaydı am a H elen 'in Manus 'u kendi ya tağ ına C a tha l 'ın iyiliği için değil, M anus 'a bebek m uamelesi yapm ak istediği için götü rd ü ğ ü n ü bilecek kadar zekiydi. Helen, C atha l 'ın bu konudaki düşüncelerini m erak ediyordu, acaba gücenmiş miydi yoksa rahatsız mı olmuştu; am a Cathal herhalde annesine bir şey belli etmeyecek kadar gururluydu, yetişkin ağabey rolü oynamaya da hazırdı.
Şafağın solgun ışığı merdiven sahanlığındaki cam dan içeri vurm uştu . Helen ağır ağır ya tak odasına gitti. H ugh y a ta k ta kıvrılmış uyuyordu, kolu H elen 'in yattığı taraftaydı. Helen durup onu seyretti, onun, uyand ık tan sonra yeniden bu kadar kolaylıkla uykuya dalm asına hayre t ediyordu. M anus annesinin kucağında kıpırdandı ve H elen 'in odanın ortasında neden öyle durakaldığını m erak ettiği için dönüp baktı. Uyuyan babasını o da seyretti, sonra başını çevirip annesine sokuldu. H areket eden bir otomobilin sesi uzak tan duyuldu. Helen M anus 'u yatağa götürdü.
"Benim tarafım da mı uyursun?" diye fısıldadı çocuğa.
"Hayır, ortada y a tm ak istiyorum.""Kafana koyduğunu yaparsın, değil mi?" Çocu
ğa gülümsedi."Ortada ya tm ak istiyorum," diye fısıldadı Ma-
nus.Çocuğu, sırtı H ugh 'ya dönük olacak biçimde ya
tağa koydu, üzerini örttü . Gecenin bir yerinde Hugh yorganı yere atmıştı; Helen yorganı olduğu yerde bıraktı, y a ta k ta üç kişi ya tacak lar ına göre çok sıcak olurdu. Başını yastığa koydu, M anus a ra la r ın d a sessizce yattığ ına göre artık içi raha t t ı ; yan odadaki C a tha l 'ın yeniden uykuya dalmış olduğuna kendini inand ırm aya çalıştı.
Hava henüz tam kara rm adan , e rkenden yatağa girip sevişmişlerdi, şimdi H elen 'in içi H ugh 'ya karşı şefkatle doluydu ve de bir dilekle: H ugh 'ya daha çok benzemek, onun gibi iyi huylu, gönlü kolay a lm an -gönlü kolay a lm a n mı? Helen böyle söylediğinde H ugh kahkahayı basmıştı-, gizlisi saklısı olmayan, hiçbir şeyi kendine saklam ayan biri olma dileğiyle; bu dilek, a ra la r ında bir şaka haline gelmişti.
M anus 'un gözleri kapanırken, annesini çekiştirmeye başladı, kendisiyle ilgilenmesini istiyordu. A nnesinin kendisine sırtını dönmesini istemiyordu. "Bu tarafa dön," diye fısıldadı.
Helen saate baktı. H enüz beşe çeyrek vardı. Birden üşüdü. Yere eğildi, yorganı bulup yatağa çekti ve üzerlerine örttü. Bir süre ısınmaları gerekecekti.
Helen yeniden uyandığında Hugh ile M anus derin uykudaydılar. Saat sekizi geçiyordu; oda çok sıcaktı. Y atak tan usulca çıktı, sabahlığıyla terlikleri
ni eline a larak alt ka ta indi; C atha l 'ın pijamasıyla oturm uş televizyon izlediğini gördü, kum an d a aleti elindeydi.
"Duş almak istiyorsan banyoda işim bitti," dedi çocuğa. Cathal başıyla 'olur' deyip ayağa kalktı.
"Hâlâ uyuyorlar mı?" diye sordu."Uyuyorlar," dedi Helen gülümseyerek."Onlar uyanm adan banyoya girsem iyi olacak,"
dedi Cathal.İkisinin gizli diliydi bu; yetişkinleri taklit edi
yor, birbirleriyle evli bir çift gibi konuşuyorlardı. Cathal kendisine ta l im a t ya da buyruk verilmesinden ya da kendisiyle küçük bir çocukmuş gibi konuşulmasından nefret ediyordu. Helen ona banyoya gitmesini söylemiş olsaydı Cathal ağırdan alır, oyalanırdı. Manus, C a tha l 'ın yaşm a gelince, diye düşündü Helen, onu banyoya kucağımda götürm ek zorunda olacağım.
Bu evde onlardan önce oturan olmamıştı, mahallede evlerine ek yapıp genişleten de ilk onlar olmuştu: Mutfak, yemek odası ve oyun odası olarak kullanılan geniş, kare biçiminde, aydınlık bir oda eklemişlerdi eve. Hugh bu evi, nasıl olduysa arka bahçede kalmış olan kayın ağacı ve evin arkasındaki park yüzünden istemişti. Helen ise yalnızca evin yeni olmasından, bu rada kendilerinden önce başka kimsenin oturmamış olmasından hoşlanmıştı.
Helen akşam dan kalan bulaşığı yıkadı, mutfak penceresinden bakınca kayın ağacıyla park ın kıyısındaki çam ağaçlarının yaprakların ın rüzgârda kımıldadığını gördü; sonra hava ansızın karardı, yağm ur geliyordu. Radyoyu açtı -H ugh her zaman olduğu gibi radyoyu, Raidio na Gaeltachta1 istasyonunda bırakmıştı-, dokuz haberlerin in başlama sesi du-
İr la n d a dilinde yayın y apan radyo istasyonu.
yulurken Radyo Bir'i buldu. Hava raporunu dinleyebilecekti.
Bir çizgi rom ana gömülmüş olan C athal ile H elen kahvaltı ederlerken üst k a t ta n bağrışmalar, kahkahala r duyuldu. M anus cıyak cıyak haykırıyordu.
"Şunlara bak," dedi Helen. "Hangisi büyük, hangisi çocuk, belli değil."
Cathal annesine gülümsedi, eline bir dilim kızarmış ekmek daha alıp yeniden çizgi rom anına döndü. Üst ka ttak i gürültü sürerken onlar sessizce kahvaltı ettiler; Hugh, M anus 'a İ rlandaca bir şeyler bağırdı, arkasından ikisi bir ağızdan bağrıştılar, sonunda ikisinden biri -H elen onun M anus olduğunu tah m in e tt i- sertçe yere düştü.
Çok geçmeden ikisi de ortaya çıktılar. Hugh' n u n üzerinde sabahlığı vardı, hâ lâ pijamalı olan M anus'u kucağında taşıyordu.
"Yataktan düştüm," dedi Manus."Biliyoruz, duyduk," dedi Helen.M anus 'un yanakları al aldı. H u g h 'n u n b u rnunu
sıkmaya başladı."Kes şunu. O tur da kahvaltını et."Manus yerine o tu rur oturmaz C a tha l 'ın elinde
ki çizgi romanı gördü, m asanın üzerinden uzanıp dergiyi yakaladı. Cathal dergiyi elinden kap tırm amaya çalıştıysa da M anus ondan atik davrandı.
"Geri ver onu," dedi Helen."O okuyup bitirmiş ama," dedi Manus."Geri ver ve özür dile."Manus, Helen'e baktı, annesi sinirlenir mi si
nirlenmez mi diye akıl yürütüyordu. Güldü. "Saçmalama," dedi.
"Hepimiz bu rada bekliyoruz. Sen dergiyi geri verip özür dileyene kadar da hiçbirimiz yerimizden kıpırdamayacağız."
Cathal iki elini y a n m a sarkıtmış oturuyor, haksızlığa uğramış ta ra f o lm aktan hoşnut görünüyordu. M anus önce Helen'e, sonra Hugh'ya baktı; Hugh kısık bir sesle, İ r landa dilinde bir şeyler söyledi ona. M anus içini çekti, çizgi rom an dergisini C a th a l 'a geri verdi.
"Ve özür dile," dedi Helen."Özür dilerim.""Bir daha yapmayacağım.""Bir daha yapmayacağım.""Tam bir canavar oluyorsun," dedi Helen ve ev-
yenin başına döndü."Tam bir canavar oluyorsun," diye yineledi oğ
lu.Helen camdan dışarı, bahçeye baktı ve b una na
sıl bir yanıt vermesi gerektiğini düşündü; H u gh 'nun çocuğa bir şeyler söylediğini duyunca rahatlad ı. Ona canavar gibisin demekle h a ta etmiş olduğunu düşündü. Bu konuyu kapatm alı, ak lından çıkarm alı, M anus 'a kahvaltısını vermeliydi. M anus, Cat- h a l 'd an daha ufak ve yaşça küçük o lm aktan nefret ediyordu. Hangi yaşa gelince, diye sormuştu bir gün annesine, C a tha l 'la aynı boyda oluruz? Çok sürer mi? Cathal, M anus 'a asla vurmaz, zorbalık yapmazdı, am a ü s tü n ta ra f o lduğunun da farkındaydı. Manus doğduğunda C athal yalnızca iki yaşında olmasına karşın yeni rolüne hem en alışmıştı: Ağlamayacak, altını kirletmeyecek, annesiyle babasının yatağına gelmek istemeyecek, kardeşinin elinden çizgi rom an dergilerini kapmayacak, annesine karşılık vermeyecekti.
Helen, M anus 'a mısır gevreğiyle soğuk sü tünü verdikten ve Hugh'yu kendi başının çaresine bakm ak üzere -H ugh mutfağa kendisinden daha alışıktı - b ırak t ık tan sonra, daha önce yıkamış olduğu kuru lam a bezlerini ipe asmak üzere dışarı çıktı. U n u t
mayayım da oğlan çocuklarını yetiştirm e konusunda iyi bir kitap olup olmadığını öğreneyim, diye düşündü, böylece her şeyin üstesinden daha kolay gelebilirdi. Helen orada du ru rken gökyüzü yeniden karardı. H u g h 'n u n herha lde bir gece önce dışarıda b ırakmış olduğu bir şezlongu içeri götürm ek üzere bahçenin dibine yürüdü.
Bir yıl kadar önce, erkek kardeşinin onlara geldiği ve oğlanların ya tm aya gidişlerine tan ık olduğu günü anımsadı. Çocukları Hugh yatıracaktı; hem C athal hem de M anus, am a özellikle M anus, ya tm am ak için ellerinden geleni yapıyorlardı, anne le rin in eteğine yapışmışlar, babaları ne dese dinlemiyorlardı. Ev sessizleşip çocuklar uykuya daldığında Dec- lan, kan ıt istiyorsanız işte size kan ıt demişti, erkek çocuklar babalarını öldürüp anneleriyle ya tm ak isterler.
"Yalnızca daha geç yatm ak istiyorlardı," demişti Hugh. "Tesadüfen de onları y a tı rm a sırası bendeydi."
"Sen babanı öldürüp annenle ya tm ak istemiş miydin?" diye sordu Helen, Declan'a.
"Yo, yo," diye güldü Declan, "eşcinsel oğlanlar tam tersini isterler ya da en azından sonunda bunu yaparlar."
"Babanla mı ya tm ak istedin?" diye sordu Hugh. Sesinin tonu inanılm az derecede ciddiydi.
"Evet, bir de bebeğim olsun istedim, Hugh," dedi Declan, alay edercesine.
"Ben hâlâ annem i öldürmek istiyorum," dedi Helen. "Her zaman değil, am a çoğunlukla. O nunla yatm ayı isteyecek biri çıkacağını da düşünemiyorum."
Helen bu konuşmayı unu tm am ış tı : H u g h 'n u n huzursuzluğu, saflığı; Declan g itt ik ten sonra anneleri ya da babaları ö ldürm enin ya da onlarla yatma-
Deniz Fenerindeki Işık 17/2
nm, h a t t a b u n u n şakasını yapm anın bile, günaha girme sayılacağını im a etmeye çabalaması. H ugh 'ya karşı aşırı sabırsız görünmemeye dikkat etmişti H elen, kolayca Declan 'la bir olup kendisiyle alay ettiklerini Hugh'ya hissettirebilirlerdi, bu n u n farkındaydı. Mutfağa geri dönerken, belki de erkek kardeşler böyle zam anlar içindir, diye düşünüyordu, belki Ma- nus 'la Cathal şu anda sessiz bir işbirliği içindeydiler.
"Hava raporunda sağanak yağış bildirdiler," dedi Hugh'ya, "ben de p lanımı yaptım. Yağmur yağarsa, b ü tü n m asalar buraya ve öndeki odaya sığar, içkileri de hole koyarız. Am a karar vermek için henüz zamanımız var."
H aziran sonuydu, H u g h 'n u n okulunda yarıyıl bitiyordu; ertesi sabah oğlanları alıp Donegal'e götürecekti. Bu gece, eğitim dili salt İ r landaca olan okulunun öğretmenlerini, okulun ilk kuruluş yıldön ü m ü n ü ku tlam ak üzere davet etmişti, başka arkadaşları da gelecekti: müzisyenler, İ r landaca konuşanlar. Helen, sokağın başında o tu ran H in tli doktorla karısı ve çocukları da dahil olmak üzere b ü tü n komşuları çağırmasını istemişti Hugh 'dan.
"Bu evde karın lar ı doyanlar gürü ltüden şikâyet etmezler," demişti.
"Davet e ttik lerim in yarısı bana vergi tahsildarıymışım gibi baktılar. Bahse girerim ki, köşedeki evde o turan polis, Offalylidir. Belirgin, ağır bir aksam var."
'"Bawn Kayalıkları ' şarkısını söyleyen şu arkadaşının adı neydi? Polis asıl onu dinlerse aksam belirgin, ağır olacak."
"Mick Joyce. Evet, sesi çok çıkıyor, tam am . Kardeşin gelecek mi?"
"Davet etmedim," dedi Helen. "Uyum sağlayamaz. O nun 'Bawn K aya lık la r ından hoşlandığını sanmıyorum."
"Bizimle arası bozuk mu?""İşi var. Tam gün a ra ş t ırm a yapıyor.""Öyleyse bol vakti vardır." Hugh güldü."Annem onun gece gündüz labora tuvarda oldu
ğunu söylüyor.""Annen geliyor mu?" diyerek güldü Hugh. "Bunca parayı çarçur ediyoruz diye kimbilir ne
ler söylerdi!""Ama kapıda durup bilet keserdi," dedi Hugh.
Hugh oğlanlarla, annesiyle, erkek ve kız kardeşleriyle, a rkadaş la r ın ın da en azından yarısıyla İrlandaca konuşuyordu. Helen 'in , gösterdiğinden daha fazlasını anladığında ısrar ediyordu, am a bu doğru değildi. H u g h 'n u n İ r landacasm m Donegal aksam Helen 'e çok ağır geliyor, onun söylediklerinin pek azını anlayabiliyordu. Bu gece de, söylenenleri izlemekte güçlük çektiğine a ld ırm adan kendisiyle İrlandaca konuşm akta ısrar eden iki-üç kişinin, canını sıkacağını biliyordu Helen, am a bu, kolayca u n u tu p gideceği bir şeydi.
Partide H elen 'in hiçbir arkadaşı bu lunm ayacaktı, ne m üdürü olduğu okuldan -H e len hâ lâ ülkedeki en genç okul m üdü rü y d ü - ne de doğduğu kentten , lise ya da üniversite a rkadaş la r ından biri gelecekti. H elen 'in tanıdığı, hoşlandığı ve a ra sıra görüştüğü bir-iki kadın vardı, am a yakın arkadaşı yoktu.
Kendine yettiği ya da en çok yalnızken m utlu olduğu yolundaki o eski düşüncesinden vazgeçmişti. Kendisine kurduğu bu yeni haya tın ne kadar da beklenmedik bir şey olduğunu düşündükçe hâlâ gözlerini kapar, dudakların ı ısırırdı. B unun la birlikte bu part iden sonra üç-dört gün ya da biraz daha faz
la, tek başına bahçede ya da m utfaktaki eski bir ko l tuk ta oturup kış boyunca bir kenara ayırdığı rom an la rı okumak ve a ra sıra Eğitim B ölüm ü'nün top lan tıs ına gitmek, öğretmen adaylarıyla görüşme yapmak, acil bir durum olmadıkça kimsenin kendisini aram ayacağını ya da yard ım a çağırmayacağını bilerek evin içinde dolaşmak dışında hiçbir şey yapm ak istemiyordu. Öte yandan , H ugh ile oğlanların kısa bir süre için gittiklerini, onları çok geçmeden göreceğini bilmek de önemliydi Helen için.
Yarın Hugh oğlanları arabaya koyup Donegal'e götürecek, Helen de bir süre sonra a rka la r ından gidecekti; ya tren le Sligo'ya gidecek ya da Donegal'e giden otobüse binecekti; daha şimdiden H u g h 'n u n kendisini orada karşıladığını görür gibi oluyor, H ugh 'ya tu tkuy la bağlanmış o lm aktan ne kadar ü rk tü ğ ü n ü , bir süre kendin i uzak tu tm ay ı ne kadar istediğini, H u g h 'n u n kendisini görür görmez yüzünden okuyacağım düşünüyordu. Başlangıçta güç olm uştu am a Hugh, elinden geldiğince, Helen'e güvenmeyi öğrenmişti; Helen zam an zam an H u gh 'nun bu konuda zorlandığını biliyordu.
★
H u g h 'n u n okulunun hademesi F ran k Mulvey ile oğlu, bir minibüse yükledikleri m asalar ve sandalyelerle geldiklerinde Helen onları nereye koyacaklarım göstermemek için kendini güç tu ttu ; adam ları seyrederken, nasıl da körlemesine çalıştıklarına, önceden tasa r lam adan , yön seçmeden hareket etmelerine şaşıp kaldı. Bu konuyu bu kadar dert ettiğini düşününce de gülümsedi.
Yiyeceklerle bira ları a lm ak üzere süperm arkete gitmeye k a ra r verdi. Hugh şarapla kadehleri getirmişti bile. Arka bahçede uçakçılık oynayan oğulları
na mutfak penceresinden baktı; b irb irlerin in çevresinde dönüyor, eğilip doğruluyor, kollarını kana t gibi iki yana açıyorlardı. M anus 'a seslendi, çocuk um ursam aym ca bir kez daha seslendi. M anus gönülsüzce Helen 'e doğru yürüdü.
"Benimle süperm arkete gelmeni istiyorum," dedi Helen.
"Cathal da gelecek mi?""Hayır, yalnız sen.""Neden yalnız ben? N eden C atha l da gelemi
yor?""Haydi çabuk ol," dedi Helen."Gitmek istemiyorum," dedi Manus."Haydi, ellerini yıka, acelemiz var.""Gitmek istemiyorum."O a rada C atha l yan la r ına gelmiş, onları izliyor
du."Cathal babana m asalar la sandalyelerin yerleş
t irilmesinde yardım edecek," dedi Helen."O işi ben yapm ak istiyorum," dedi Manus."Manus, sen benim le geliyorsun," dedi Helen.M anus a raban ın a rka koltuğuna, dikiz aynasın
dan H elen 'in yüzünü görebilecek biçimde yerleşti."Ama neden ben seninle gidiyorum?" diye sor
du."Donegal'e gitm eden önce acaba saçını kestir-
sen mi?" Süperm arkete doğru yola çıkarken Ma- n us 'un dikkatin i başka tarafa çekmek için aklına gelen şeyi söylüyordu.
"Saçımı kestirmeyeceğim," dedi Manus."Kararı sen ver. Ben yalnızca sordum.""Cathal saçını kestirtmiyor ama.""K arar senin. K endin k a ra r verecek yaştasın."H elen 'in planı buydu, bu yüzden M anus 'u yanı
na almıştı; gece uyanık y a ta rken düşünm üştü bunu: M anus 'a bebek m uamelesi yapm ak tan vazgeçmeliy
di, onunla sanki yetişkin biriymiş gibi konuşmaya başlamalıydı. Ancak M anus bu n a ters tepki göstermişti.
"Cathal isterse saçını kestirtebilir, am a ben bunu yapmayacağım, işte o kadar."
R a th fa rnham 'dan geçerlerken Helen hiç konuşmadı, arabasını alışveriş m erkezinin otoparkında park etti.
"Bir alışveriş arabası almamız gerekecek," dedi."N inety -n ine1 alabilir miyim?""D aha sonra.""Neden sonra?""İyi davrand ık tan sonra. Nasıl davranacaksın?""Kusursuz," dedi Manus. Yeni öğrendiği önemli
bir sözcüktü bu. M anus onaylam asını beklercesine Helen 'e baktığ ında Helen güldü, o gülünce M anus da ister istemez gülümsedi.
"Neler alacağız?" diye sordu M anus, alışveriş arabasını süperm arketin içinde sürerlerken.
"Liste yaptım. Kıyma, soğan, bira, salata.""Neden bana ihtiyacın var?""Çıkışta para öderken alışveriş arabasına göz
kulak olman için.""Çok sıkıcı," dedi Manus."Büyük kutu b ira mı alalım, küçük ku tu mu?"
H elen 'in sesinin tonu yine yetişkin biriyle konuşurm uş gibiydi.
"Çok sıkıcı," diye yineledi Manus.Helen eve döndüğünde m asalarla sandalyelerin
bahçeye yerleştirilmiş olduğunu gördü. Mutfaktaki çekmecelerden birinde naylon masa örtülerini aradı. Çocuklar yine uçakçılık oynamaya koyulmuşlardı.
"Yağmur yağarsa her şeyi içeriye taşırız," dedi Hugh, Helen'le birlikte bahçeyi gözden geçirirlerken.1 K ü lah lı, k ır ın tı ç ikolatalı dondu rm a.
$
Saat dokuzda ilk konuklar geldiler, iki erkekle bir kadın; altı ku tu G uinness birasıyla bir şişe kırmızı şarap getirmişlerdi. K adının elinde bir kem an kutusu vardı.
"İlk biz miyiz?" dedi adam lardan uzun boylu, gözlüklü, kıvırcık saçlı olanı. Sanki içlerinden geri dönüp gitmek geliyormuş gibi huzursuz görünüyorlardı. Helen bu gelenleri tanımıyordu, daha önce gördüğünü de hiç sanmıyordu. H ugh onları Helen'e tanıştırd ı.
"Oturun, oturun, size içki getirelim," dedi onlara.
Gelenler m utfak ta oturup dışarıdaki masalara, uzun bahçeye baktılar. Hiç konuşmuyorlardı. Oğlan la r içeri gelip konukları incelediler, sonra yine dışarı çıktılar.
"An bhfuil Donncha ag teacht?" H ugh İr landa dilinde konuşmaya başlamıştı, adam lardan biri ağzının kenarından konuşarak yanıt verdi ona, gülünç, h a t t a neredeyse alaycı bir şey söylemişti. Ötekiler güldüler. Helen, konuşan adam ın favorilerinin günün m odasına hiç uymayacak biçimde uzun olduğunu fark etti.
H ugh konuklara içki verdi; gelenlerden ikisi bahçeye çıktılar, uzun favorileri olan adam orada kaldı. H elen 'in aklına bir an, o kadınla iş başvurusu için konuşmuş olabileceği geldi ya da kadın okulda saat hesabıyla çalışmış biri olabilirdi; am a emin olamadı. H ugh ile arkadaşı İrlandaca konuşuyorlardı. Helen, üzerindeki giysinin partiye uygun olup olmadığını düşündü; pencereden kadına baktı, kot pan tolon, beyaz bluz giymişti, saçları kınalıydı, ne kadar da rah a t ve doğal görünüyordu. Helen buzdolabına1 D o n n ch a geliyor mu?
gitti ve aksayan bir şey olup olmadığını bir kez daha kontrol etti: Chilli con came'yi yeniden ısıtmak yetecekti, pilav da pişirilecekti; sa la ta la rın hepsi hazırdı, bıçaklar, ça ta lla r ve kâğıt peçeteler dizilmişti. Helen birkaç şişe kırmızı şarap açtı.
Tam o sırada yeni gelenler oldu, b irin in elinde bir g itar kutusu, bir başkasının elinde de flüt ku tu su vardı. Helen onları tanıdı, selâmlaştılar. İçlerinde bir kadın vardı; Helen onun, bir iz ya da daha önceki gelişinde orada u n u tm u ş olduğu bir şeyi arar- casına m utfakta çevresine bakındığını gördü. H elen, gitarlı adam ın y a n m a gitti, getirdiği altılı paket biraları buzdolabına koymak üzere elinden alm ak istedi; am a adam ku tu la r ı vermek istemediğini söyledi, bunu söylerken de, ben senden daha çok partiye katıldım dercesine gülümsedi. Adam öylesine samimi ve dü rü s t tü ki Helen ona gücenmedi.
"D aha bira istersen buzdolabında var," dedi adama.
"D aha istersem sana sorarım," dedi adam.Yine gülümsedi. Gözleri kahverengi-koyu yeşil
karışımıydı. D uru bir cildi vardı, çok uzun boyluydu. Helen adam ın kendisine kur yapm ak ta olduğunu fark etti.
"İçimden bir şey söylemek geliyor," dedi Helen."Ne?""Yo, bir şey yok.""Ne? Söylesene.""Senin daha çok isteyebilecek birine benzediği
ni söyleyecektim."Adam gülümsedi, bakışlarını H elen 'den ayırma
dan elini cebine a tt ı ve küçük bir şişe açacağı çıkardı. Bir şişe Guinness açıp Helen'e ikram etti. Helen içkiyi geri çevirince de şaşırır gibi oldu, ü rk tü sanki.
"Bu saatte içmem," dedi Helen.
"Öyleyse şerefine," dedi adam ve şişeyi kaldırdı.Bunu izleyen bir saat boyunca H elen bardakları
doldurdu, şişeleri açtı, adları ve yüzleri ha tır lam aya çalıştı. Hava k a ra r ınca Hugh otların a ras ına yerleştirm iş olduğu lam baları yaktı, lam balar kesik kesik, insan ın gözünü alan bir ışık veriyorlardı. Helen yiyecekleri dışarı çıkarıp Hugh servis yapm ak üzere çizgili önlüğünü tak tığ ında insan la r m asa lara oturmuşlardı bile. Cathal, M anus ve komşu çocukları kendilerine küçük bir m asa kurm uşlar, piza yiyip kola içiyorlardı.
"Yiyeceklerin bir kısmını ayırsak iyi olur," dedi Hugh. "Pu&'lar k a pand ık tan sonra gelecek birkaç kişi var."
H in tli doktorla karısı daha önce gelmişler, herkesi selamlayıp birer bardak portakal suyu içmişler ve gitmişlerdi. Am a yedi-sekiz yaşlarında olması gereken büyük oğulları orada kalmıştı, çocukların masasında oturuyordu. Helen onu evlerinin kapısına kadar götüreceğine ve geç kalm ayacağına söz vermişti. Bitişik komşuları O 'M earalar -on la r ın geçimlerini neyle sağladıklarını bilemiyordu H elen - bir m asada tek başlar ına o turm uşlar, çevrelerinde konuşup gülüşen insanları izliyorlardı. Helen gidip onların yan ında oturm ası gerektiğini biliyordu; kendisinden başka kim senin onlarla ilgilenmeyeceği belliydi. Polisle karıs ın ın gelmemelerine ise sevinmişti Helen.
Mary O 'M eara 'n ın yan ına oturduğunda, kadın, "Ulu Tanrım , seninle İ r landaca konuşm ak zorunda değiliz, öyle değil mi?" dedi. "Az önce M artin 'e , okulda daha iyi dinleseydik keşke, diyordum. Tanrım, bir tek sözcük bile kalm adı aklımda. 'An bhfuil cead ağam dul amach' , b ü tü n hatırlayabildiğim bu."1 İznin izle tu v a le te gidebilir m iyim öğretm enim ?
Helen, kendisinin de M a n d ac a konuşamadığını onların bilmesini istemediğini fark etti. Onlarla yemek yemeye razıydı, am a çaresizlik açısından onlarla aynı kefeye konm aya razı değildi. Yeni gelenler olduğunu gördü. Gelenlerden biri, H u g h 'n u n arkadaşı C iaran Duffy idi, elinde bir körüklü gayda1 kutusu vardı. H u g h 'n u n arkadaşları içinde en çok ondan hoşlanırdı Helen, en çok onun yan ında kendini ra h a t hissederdi. O nun da pek fazla İr landaca konu ş tuğunu sanmıyordu, am a çok tan ınm ış bir gaydacıydı, geldiğinde oradakilerden birkaçının dönüp adam a baktığını gördü. Helen onun çocuksu özgüveninden , dürüst, temiz yüzünden hoşlanıyordu. Hugh 'yu andırıyordu, am a ondan daha iri, daha yapılıydı. Hugh, C iaran Dufîy ile yanındakileri, H elen 'in oturduğu masaya götürdü. Herkes el sıkıştı, H elen birkaç saniye içinde O 'M eara ların o umutsuz, soyutlanmış hava la rından sıyrıldıklarını ve yeni gelenlerle kaynaştık ların ı fark etti. H ugh masaya chilli con came, pilav ve sala ta bırakıp içkileri alm aya gitti.
Helen, gelenler girsin diye açık bırakılmış olan sokak kapısını kapa tm ak üzere dışarı çıktığında, arazi parselleri gibi özenle her yere bırakılmış olan altılı b ira ku tu la r ın ı fark etti. Hugh asla böyle bir şey yapmaz, diye düşündü; böyle görgüsüz olmaz; zamanla, dedi kendi kendine, H u g h 'n u n arkadaşları yaşlandıkça ve gelir düzeyleri yükseldikçe onlar da değişirler.
Helen mutfağa döndüğünde, H u g h 'n u n kahve- rengi-yeşil gözlü arkadaşı geldi, H elen 'in karşısına dikildi.
"Yine mi sen," dedi Helen.1 İ r la n d a 'n ın kö rük lü gaydası ko ltuk a l tın d a ça lın ır, öbür gayda lara göre d ah a ufak am a d ah a karm aşık ve çok seslidir.
"Tuvaletin nerede olduğunu arıyordum, efendim," dedi adam, taşralı taklidi yaparak.
"Burasıyla Terenure arasında bir yerde," dedi Helen. "Yo, şaka şaka, yukarıda, merdiveni çıkınca, bulursun."
"Tamam. Evinizde olmak bir zevk," diyerek gitti adam.
Helen geri dönüp O 'M earaların yan ına oturdu. K arşısında o tu ran C ia ran Duffy, Helen 'le göz göze gelince göz kırptı, O 'M earaların ne tıyne tte insanlar olduğunu anladım am a bir şey demeyeceğim der gibiydi. Helen de, ne düşündüğünü biliyorum derce- sine gülümsedi adama. Ciaran, H elen 'e bağırarak bir şeyler söyledi am a etrafta öyle bir gürü ltü vardı ki Helen onun ne dediğini anlayamadı.
Helen meyve salatasıyla kremayı getirmeden önce m asalardaki konukları saydı; otuz yedi kişiydiler; dört-beş kişinin daha gelmesini beklemişlerdi aslında; belki de, H u g h 'n u n dediği gibipw&'da olanlar vardı. Pufe'ların k apanm a saati on bir buçuktu. Saat on bir olmuştu, H in tli çocuğu evine götürme zam anı gelmiş olabilir, diye düşündü Helen, çocuğun adını öğrenmeliydi. Çocuk C athal, M anus ve öteki çocuklarla birlikte gülüp duruyordu. Helen bir süre daha onların yan ına uğ ram am aya ka ra r verdi.
sfe
K onukların çoğu hâ lâ bahçedeki m asa larda oturu rla rken m utfak ta müzik başladı. Altılı bira paketin i getiren adam gitar çalıyordu, arkadaşı flüt, kot pantolonlu, beyaz bluzlu kadınsa keman. Yumuşak müzik yapıyorlardı, içlerinden gelircesine, neredeyse serbest bir çalışları vardı. Yoğun müzik yapmaya yönelseler, insanların buna bu ru n kıvıracaklarını, h a t t a alaya alacaklarını biliyordu Helen. Ekibi yö
neten flütçüydü, tempoyu o tu tuyordu; tuhaf, kendini yineleyen bir canlılık vardı müzikte, çalanlar da canları istediği ya da birbirlerini m em nun etmek için çalıyorlarmış izlenimi veriyorlardı, sanki ne dinleyici peşindeydiler ne de kimseyi etkilemek istiyorlardı.
insan la r yavaş yavaş sandalyeleri bahçeden içeri taşım aya başladılar; biri m utfaktaki büyük lambayı söndürdü, içerisi karanlık olmasın diye iki lambayı açık bıraktı; müziğe başka ka tı lan la r oldu: ikinci bir keman, bir mandolin, bir de akordeon. Hugh hâlâ şişeleri açıp bardakları doldurmakla meşguldü. Helen onun müzikten, loş m utfaktan, konuklardan , içkiden hoşlandığını biliyordu. Bunlar H ugh 'ya doğup büyüdüğü yeri, Dublin 'de asla m üm kün olmayan, buradaki a rkadaşlar ın ın pek çoğunun , ya çok ilgisiz olduklarından ya tembelliklerinden ya da her şeyi oluruna b ırak tık lar ından beceremeyeceği bir şeyi hatırlatıyordu.
Birden ortalık sessizleşti; bir kadın şarkı söylemeye başlamıştı. Helen onu tanıyordu, eskiden erkek ve kız kardeşiyle birlikte plak doldurmuş olduğunu, yakın bir zam anda da, H u g h 'n u n defalarca dinlediği, H elen 'in de yavaş yavaş hoşlanmaya başladığı bir solo CD doldurduğunu biliyordu. Helen kadına o akşam daha önce merdivende rastlamıştı, onun çekingen, dostça gülümsemesi akimdaydı. Şimdi kadın mutfağın dip duvarına yaslanmış, kendini zorlamadan, işini bilerek şarkı söylüyordu; dinleyiciler arasında saygıyı and ıran bir sessizlik oldu. Bu kadın halka şarkı söylemezdi pek, şarkı söylemesi istenmiş olsaydı -H elen kuralları biliyordu - bu öneriyi geri çevirir, bir başkasını önerir, karar ın dan dönmezdi. Müzik ara verdiğinde kadının sesi bir anda yükselivermişti. Helen onun ailesinin Do- negalli olduğunu biliyordu, am a Hugh onunla Dub
lin'de tanışmıştı. İrlandacayı Donegal aksanıyla konuşuyordu, am a sesinin yükselip alçalışmdaki güç tüm üyle kendine özgüydü; Helen, O 'M earalarm bile kadın ı huşu içinde dinlediklerini görebiliyordu. Şarkısını bitirip yerine oturunca, gülümsedi ve sanki yaptığı önemsiz bir şeymiş gibi içkisinden bir yudum aldı.
Müzik yeniden başladı, bu kez öncekinden daha hızlıydı; biri bir bodhrân1 çıkardı ortaya ve gözlerini kapatıp çalmaya başladı. Helen, O 'M earalarla birlikte kapıya giderken aklına Hintli çocuk gelince onu a ram ak için içeriye döndü. Çocuk m asaların çevresinde oynuyordu, Cathal, M anus ve parti bitene kadar kalm asına izin verilen bir başka çocuk da, onu kovalıyorlardı. Helen onların oyununu keserken, keşke bu çocuğun kalması için izin almış olsaydım, dedi içinden.
Sokağın öteki ucundaki evine kadar çocukla birlikte yürüdü.
"Annenle baban uyum am ışlar mıdır?" diye sordu.
"Annem bekler," deyip gülümsedi çocuk. Helen, C athal ile M anus bu çocuk kadar kibar olabilecekler mi acaba, diye düşündü.
"Seni bu kadar geç bıraktığım için annen um arım beni suçlamaz."
"Hayır, sizi suçlamaz," dedi çocuk, ağırbaşlı bir tavırla.
*
Helen eve dönerken, sokak lam balarından yayılan soğuk sarı ışığa bulanm ış yola ve bahçelerin içine ya da yolun kenarına park edilmiş arabalara -Nissanlar, Toyotalar, Ford F iesta lar- baktı; her ikiz ev birbirinin aynıydı, sakin yaşamı seçen insan-1 Keçi d erisinden yapılm a b ir tü r davul.
lar için yapılmıştı. Bunu düşününce gülümsedi ve kendi evinin önünde durdu, tam o sırada farları gözünü alan bir taksi yaklaştı. Elinde bir elektrik feneriyle arabadan inen sürücüye baktı Helen.
"Brookfield Park Avenue'yu arıyoruz," dedi adam. "Brookfield'le ilgili ne varsa bulduk, bu caddeyi bulamadık. Burası tam Vahşi Batı gibi." Elindeki feneri kom şulardan b irin in bahçe kapısına t u t tu.
"Burası. Buldunuz," dedi Helen.Taksinin kapıları açıldı, dört yolcu indi, her bi
r in in kolunun a ltında içi içki ku tusu dolu bir torba vardı. "Burasıymış," dedi içlerinden biri. Helen gelenlerin hiçbirini tan ıyam am ıştı.
"Bu Helen," dedi biri. "Deli gibi dönüp duruyorduk."
"Sizi tanıdım ," dedi Helen. "Mick Joyce'sunuz. Bu saatte sokağa çıkar mıydınız siz?"
"Bekle de taks in in parasını ödeyeyim," dedi adam gülerek.
Taksi g ittik ten sonra Helen yeni gelen dört konuğunu alıp içeri götürdü. Mick Joyce evlerine daha önce birçok kez gelmişti; avukattı, H u g h 'n u n okulun u n b ü tü n resmi işlemlerini o yürü tm üştü . Hugh onun, ü lkenin en iyi avukatı olduğunu söylüyordu, her num arayı bilirdi, ayrın tılar konusunda ustaydı; am a karanlık çökmeyegörsün -Helen, H u g h 'n u n bunları kaç kez, hem de aynı sözcükleri ku llanarak an lattığ ın ı duym uştu- her şeyi yapar, her yere giderdi, eğer orada bir şey yapıldığını bilse aynı gece Kerry'ye bile gidip dönerdi. Mick Joyce, belirgin bir Galway aksanıyla konuşuyordu.
"Evin han ım ı bu," dedi yanındakilere. Adam lar H elen 'in elini sıktılar. Tek tek tanıştırı lm adılar.
"Size yemek ayırdık," dedi Helen."Sen büyük kadınsın," dedi Mick.
Koridoru geçip mutfağa gitti, sanki evin sahibiymiş ya da onur konuğuymuş gibi kapıda dikildi. Müzik bitince birkaç kişi bağırarak onu selamladı. Hugh, Mick'le yanındakilere içki verdi, sonra müzik yeniden başladı.
Helen, C iaran Duffy'nin, körüklü gaydasının boru ların ı tak m a k ta olduğunu gördü, birkaç kişi dikkatle onu izliyordu. Ağır ve zahmetli bir işti bu; Helen, C iaran 'ın bu hazırlıklarının, çalm akta olan müzisyenleri gölgede bıraktığını fark etti. Mick Joy- ce 'un bahçeye çıktığını, M anus 'u bulup om uzlarına o tu rt tuğunu , çocuğun k ah k ah a la r la gülüp bağırdığını gördü; ikisi bahçede dolaşırlarken C athal ile arkadaşı da peşlerinden gittiler. Mick ne zam an evler ine gelse, gidip M anus'u bulduğunu, sanki özellikle onu görmeye gelmiş gibi davrandığını ha tır lad ı H elen. M anus onu seviyordu; Hugh'nun arkadaşları içinde bir tek Mick'in adını anardı.
Gayda başlayınca Mick Joyce ile çocuklar içeri girdiler. Gidenler olmuştu, am a mutfak hâlâ yarı yarıya doluydu; mutfakta, daha önce kadın ın şarkı söylemesi sırasında oluşan tü rd e n bir sessizlik vardı. Ç a lm ak ta olanlar çalgılarını bıraktılar; tam bir hiyerarşi dünyası, diye düşündü Helen, oradakilerin hiçbiri bu müzisyen kadar ü n lü değildi. Çalgıcının tekniğine, çalgıdan çıkan tekdüze nağmelere, sesin tu tu lu p bırakılışmdaki sezgiye duydukları büyük saygı ve derin bir ilgiyle adamı dinliyorlardı. Cathal ile M anus flüt dersi alıyorlardı; yere oturup -M anus, Mick Joyce'u hem en arkasındaki sandalyeye o tu rtm uş tu - , C iaran Duffy'yi dikkatle dinlediler; oysa gece yarısı olmuştu, çocukların üç saat önce yatm ış olmaları gerekiyordu.
Helen yere oturdu, o akşam ilk kez gevşedi; ezgilerin ve rit im lerin değiştiğini, hızlandığını fark etti, dokunup geçmeler, keyifli kıvrılışlar, dönüşlerle dolu tam bir virtüözite gösterisiydi. Odayı sigara
dum anı kaplamıştı; b ira ku tu lar ıy la şişeler kül tab lası olarak kullanılıyordu. H er ta ra fta insanlar otura rak ya da ayakta du ra rak müziği dinliyorlardı. H ugh sırtını duvara dayamıştı; Helen 'le göz göze gelince ona sırıttı.
Gayda susunca kalabalık dağılmaya başladı. Tam o sırada biri Mick Joyce'a henüz şarkı söylemedin, diye seslendi, sen söylemezsen gecemiz eksik kalır.
"Şarkı söyleyemeyecek kadar sarhoşum," diye bağırdı Mick. Sonra ayağa kalktı, gitarlı adam la m andolin çalan arkadaşını işaret etti. "Sakın bana katılm aya kalkışmayın," dedi onlara. "Beni şaşırtırsınız."
"Hani şarkı söyleyemeyecek kadar sarhoştun," dedi biri.
"Madem şarkı istiyorsunuz, şarkı söyleyeceğim," dedi Mick.
'Bawn Kayalıkları 'm söylemeye başladı; bu kez H elen 'in daha önce duyduğundan daha yüksek çıkıyordu sesi. Cathal ile M anus hâ lâ yerde oturuyorlardı, adam ın tu tkuy la şarkı söylemesi onları büyülemişti; şarkının coşkusu Mick'in yüzünü parıldat - mıştı, sanki her an kavgaya başlayacak ya da dam ar la r ın d a n biri patlayacaktı. Evden çıkmak üzere sokak kapısına varmış olan birkaç kişi dönüp geldiler, şark ın ın sonunu duym ak istiyorlardı:
İngiltere Kraliçesi bana gecikmeden yazabilse,Gençliğim geçmeden beni alaylardan birine yerleşirse,İrlanda'nın onuru için sabahtan akşama kadar savaşırdım,Ve bir daha asla Bawn Kayalıklarında saban sürmek için geri dönmezdim.
Şarkıyı bitirince M anus'u tu tu p havaya kaldırdı, çocuk kulaklarını çekiştirince de kahkahay ı bastı. Hepinizi yine kandırdım dercesine H elen 'e baktı. Helen ona bir teneke kutu soğuk b ira getirdi; Mick kutuyu açıp ilk yudum u M anus 'a ik ram etti, am a çocuk içmek istemedi. M anus b iran ın tad ın d a n hoşlanmıyordu. Cathal elini kaldırıp b ira istedi, Mick Joyce ona kutuyu verince de kafasını geriye atıp içti. H elen 'in kendisini izlediğini gördü. Bir-iki yudum bira içmesine izin verildiğini biliyordu, am a yine de annesin in nasıl bir tepki vereceğine emin olamadı.
Kutuyu geri verirken, "O verdi bana," dedi."Sarhoş olacaksın," diyen Helen güldü. "Sabah
kalktığ ında başın ağrıyacak."
★
Helen bahçeye açılan kapıları kapa tt ı . Parti bitmek üzereydi. H ugh 'nun , Mick Joyce 'un yalnızca bir tek şarkı bildiğini söylemiş olduğunu anımsayınca içi rahatlad ı. İki yandaki komşular, h a t t a sokağın aşağısmdakiler bile onun şarkı söylemesini duyabilirlerdi. Mick Joyce 'un nasıl biri olduğunu düşündü: Çocuklardan bunca hoşlandığına göre neden kendi çocuğu yoktu ve nasıl oluyor da hem davranışları hem de konuşmasıyla İ r la n d a 'n ın batısındaymış gibi yapabiliyordu. O nun gibi biriyle evli olm an ın nasıl bir şey olacağını düşündü Helen - düzenle düzensizliğin bir karışımıydı adam, değişkendi. Helen dönüp H ugh İr landa dilinde bir şarkıya başlarken onu izledi; H u g h 'n u n sesi genizden geliyordu, inceydi, am a aynı zam anda ta t l ı ve pürüzsüzdü. Gözlerini kapamıştı. On kadar konuk kalmıştı, ikisi şarkıya katıldı, önce yavaştan, sonra daha yüksek sesle. Helen öylece durup Hugh'yu düşündü: Ne
Deniz Fenerindeki Işık 33/3
kadar uysal ve tutarlıydı, ne kadar alçakgönüllü ve dürüsttü . Ye -bu gibi an larda hep yaptığı gibi- kendisini neden arzulamış olduğunu, kendi gibi meziyetli olmayan birine neden ihtiyaç duyduğunu düşündü; ansızın kendini ondan çok uzak hissetti. Hugh 'ya karşı koymak, onu kendinden uzakta tu t m ak için her gün, sürekli duyduğu dürtüyü H u g h 'n u n öğrenmesini asla istemiyordu, bu dü r tü n ü n üstesinden gelmek için verdiği, çoğu zaman da yenik çıktığı mücadeleyi bilmesini de.
H ugh bunu anlam aya çalışıyor, am a aynı zam anda b u ndan ürküyordu da; çoğu zam an önemli bir şey yokmuş, H elen 'in aylık âdet günleriymiş ya da keyfi yokmuş gibi davranmayı başarıyordu. Son u n d a geçecekti, Hugh bekleyecek, doğru ânı bu lunca Helen 'i kendine çekecekti; Helen de, yarı m ü teşekkir durum da yanında yatacaktı, am a olanları H u g h 'n u n kasıtlı olarak yanlış anladığını da bilecekti. Şarkının son dizesinde sesini yükselten ve söylediği sözcüklerin t ın ıs ına kapıldığı belli olan Hugh'yu izlerken, Hugh yerine bir başkası olsa içindeki durulm am ış ve güvensiz, ham bölgelerin üs tü nü örtmez, açığa çıkarırdı, diye düşündü.
i k i
Helen erkenden uyandı, çok önemli bir şeyi kaçırmış gibi tuhaf bir burukluk duyuyordu. Ağzının içi kupkuruydu. Yeniden uykuya dalamayacağını anladı, yattığı yerde partide olanları düşünmeye başladı. Heyecanlı bir olaydan sonra y a tm a zamanı gelen ya da tatsız bir iş yapm ak zorunda kalan bir çocuk gibi hissettiğini fark etti.
Saat sekizdi; yalnızca dört saat uyum uştu . Kalktı, yıkanıp giyindikten sonra pa rt in in artık ların ı te mizlemeye girişti; bulaşık makinesini doldurup boşaltıyor, içi çöp dolu siyah plastik to rbalar ın ağızlarını bağlayıp arka kapının önüne bırakıyordu. Hugh göründüğünde işi neredeyse bitmişti. H ugh 'nun üzerinde kısa bir şort ve bir tişört vardı.
"Bıraksaydın ben yapardım," dedi."Bitti zaten," dedi Helen, "sen bavulları topla."Hugh evyenin yanında duran H elen 'in yanına
gelip ona sarıldı."Seni özleyeceğim," dedi. "Sana söylemek istedi
ğim şeyleri düşünüp duracağım am a sen yanım da olmayacaksın."
"Bölüm toplantısı ve okuldaki görüşmeler olmasaydı fikrimi değiştirebilirdim, am a şunun şurası bir hafta zaten," dedi Helen.
Gözlerini kapadı, dudakların ı H u g h 'n u n çıplak boynuna bastırdı. Uykusuzluk, H ugh 'ya karşı birden arzu duym asına yaram ıştı; onu okşamaya başlayınca H ugh da H elen 'i usul usul öpmeye başladı. Helen gözlerini açtığında, mutfağın kapısında duran C a tha l 'ın dikkatle kendilerin i gözlemekte olduğunu gördü. Gülümsedi, H ugh 'yu eliyle yavaşça itti.
"Cathal," dedi, "kahvaltın masada. Biz biraz yatacağız. H em en geliriz." H u g h 'n u n uyanmış erkekliğinin şo rtunun üzerinden belli olup olmadığını merak etti.
C a tha l hiçbir şey söylemedi, gözlerini onlardan ay ırm adan mutfak m asasına doğru gitti. Helen'le H ugh üst k a ta çıkıp ya tak odasına girdiler ve kapıyı a rk a la r ın d an kapattılar.
"Zavallı Cathal," dedi Helen. "Um arım iyidir. Kavgaya tu tu şm u ş olsaydık herha lde daha kötü olurdu."
"Çok daha kötü," diyerek güldü Hugh, "çok daha kötü." (
Saat on birde çocukların bavulları a rabanın bagajında, H u g h 'n u n sırt çantası da a rka koltuktaydı. Helen yapacakları şeylerin listesini çıkarmıştı.
"Ballyshannon'dan geçerek gideceksiniz," dedi, "sakın kuzeye girmeyin."
"Peki efendim," dedi Hugh."M utlaka bir şey unu tm uşsunuzdur," dedi H e
len."Sana veda öpücüğü vermeyi u n u ttuk ," dedi
Hugh."Hem şu Donegallilere de d ikkat edin," dedi H e
len, "kurnazdırlar."Arka koltuktaki oğlanların emniyet kemerleri
n in takılı olup olmadığını kontrol etti. M anus yola
çıkmak için sabırsızlanıyordu. Annesine veda öpücüğü vermek istemedi. "Beklemekten sıkıldım," dedi.
Araba hareket ederken Helen onlara el salladı.
★
Eve doğru yürürken , önündeki bir-iki saatin özel olacağını biliyordu; boş, sessiz odaların ve Hugh, Cathal ve M a nus 'un a rka la r ında bıraktık ları ta t l ı enerjinin tad ın ı ve keyfini çıkarabileceği bir zam an olacaktı bu.
Öğle yemeğinden önce F ran k Mulvey'le oğlu m asalar la sandalyeleri götürm ek için geldiler. H ugh ile oğlanların Donegal'e gittiklerini öğrenince F ra n k başını sallayıp H elen 'e baktı: "Sizin için sorun olmayacak mı?" diye sordu.
"Merak etmeyin. Yalnızca birkaç günlüğüne gittiler."
"Benim hanım ," dedi Frank , "beni hiç gözünün önünden ayırmaz."
K apın ın önünde durup sonuncu m asan ın da kamyonete yüklenmesini izlerken sokağa giren beyaz bir araba gördü Helen; içindeki adam sokaktaki evlere bakıyordu. F ran k 'le oğlu kam yonetin arka kapısını kapa tır la rken Helen önünden geçen arabaya baktı.
"Buraları pek sakin," dedi F ra n k Mulvey, soka- ; ğa bak ına rak kam yonetin ön ko ltuğuna otururken.
"Siz bizi dün gece duymalıydınız," dedi Helen."Siz Dublinli değilsiniz, değil mi?" diye sordu
Frank."Yo, ben Wexfordluyum. Enniscorthy 'den," dedi
Helen."Wexford," dedi F rank , "yıllar önce motosikletle
Courtown'a giderdik."
"Courtown'da Dublinli oğlanlar pek revaçtaydı."
"Müthiştik, am a üzerinden kaç yıl geçti, siz doğm am ıştınız bile." Kapıyı kapa tt ı . Helen, F rank 'le oğlunun -çocuk hiç konuşm am ış tı- kemerlerini tak m aların ı seyretti. F ra n k giderken kornaya bastı.
Beyaz araba yolun sonunda geri dönmüş, H elen 'e doğru geliyordu. Helen sü rücünün yol işareti aradığını fark etti. H e len 'in yan ına gelince adam camı indirdi.
"O'Dohertyleri arıyorum, elli beş num ara ," dedi adam.
"Burası," dedi Helen."Siz Helen misiniz?"Adam ın hem sabırsız hem de dostça bir havası
vardı, aynı zam anda resmiydi de; H elen 'in aklına adam ın iş arayan bir öğretm en olabileceği geldi, elinde referansları ve özgeçmişiyle H elen 'in evine gelmişti. Acaba adresi nereden buldu diye m erak etti Helen. Yüzü asıldı.
"Evet, ben Helen 'im ," dedi, soğuk soğuk."Bekleyin, arabayı park edeyim," dedi adam.Helen son iki haftayı öğretmenlerle iş görüşme
si yaparak geçirmişti, bu tü r adam ları tanıdığını düşündü: kendini beğenmiş, özgüvenli, çenesini tu tam ayan , öğretmenler odasının baş belası, olabilecek, sınıfta işe yaram ayacak bir tip. Helen adamı bahçe kapısında bekledi.
"Adım Paul," dedi adam. "Erkek kardeşinizin arkadaşıyım."
Helen bir şey söylemedi, adresini Declan 'dan alan bir öğretmenle karşı karşıya olabileceğini düşünüyordu hâlâ. Acaba Declan böyle bir şey yapar mı, diye düşündü, emin olamadı, D eclan 'ın arkadaşla r ından biriyle karşılaşmayalı yıllar olmuştu.
"içeri girin, am a bir parti vermiştik, ortalık çok dağınık."
"Parti mi?" diye sordu adam. Sesi tu h a f ve yapmacıktı.
"Evet, öyle dedim - parti," dedi Helen, soğuk soğuk.
Adamı mutfağa götürüp oturdu. Hiçbir şey ikram etmedi. Adamın da oturacağını sanıyordu am a o ayakta durdu.
"Declan hastanede. St. Jam es Hastanesi 'nde. Buraya gelip size haber vermemi istedi."
Helen ayağa kalktı. "Çok özür dilerim. Ben sizin iş a rayan bir öğretmen olduğunuzu sanmıştım."
"Hayır, benim işim var, sağ olun." Soğuk konuşm a sırası adamdaydı.
"Kaza mı geçirdi? Yani, iyi mi şimdi?""Hayır, kaza geçirmedi, am a sizi görmek isti
yor.""Ne kadard ır hastanede? Bağışlayın, adınız ne
demiştiniz?""Paul.""Paul," dedi Helen.Adam duraksadı. "Sizi görmek istediğini söyle
di, işiniz olup olmadığını bilmiyorum am a sizi arabam la St. Jam es H astanes i 'ne götürebilirim."
"Şimdi mi görmek istiyor beni? Baksanıza, ciddi bir şey mi bu?"
Adam yine duraksadı."Yani, kendisi iyi mi?" diye sordu Helen."Onu bu sabah gördüm, iyi görünüyordu.""Sesiniz pek inandırıcı değil."H elen bu sözüne yanıt a lam ayınca başka soru
so rm ak tan vazgeçti. Saatine baktı, biri on geçiyordu.
"Saat dörtte Marlborough Sokağı'nda, Eğitim Bölüm ü'nde top lan tım var."
"Şimdi gelirseniz, saat dörtte Marlborough So- kağı'nda olabilirsiniz."
Helen adam ın başka soru gelmesini beklediğini fark etti.
"Tamam. Şimdi geliyorum," dedi Helen. "Ama hazır lanm ak için birkaç dakikaya ihtiyacım var."
Üst katta , lacivert tayyörüyle beyaz bluzunu giyerken -H ugh bu kılığına rahibe kılığı derdi- Paul' ün söyledikleriyle söylemediklerini aklından geçirdi. Declan 'ın önemli bir şeyi yok demek Paul için pek kolay olurdu aslında. Paul ortalığı velveleye vermekten ya da kötü haberden zevk alan biri olsaydı bile, yine de önemli bir şey olmadığını belli eden bir şey söyleyebilirdi. Bu sabah Declan'ı gördüm, durumu iyiydi derken belki de gerçekten ortada kötü bir şey yok demek istemişti. Helen banyodaki aynanın önünde durup hafif bir makyaj yaptı. Ansızın içinde bir dürtü ya da bir özlem duydu, önce bunun ne olduğunu anlayamadı, am a sonra P au l 'ün eve gelmesinden önceki dakikalara, yarım saat önceye, Paul 'ün sıkıcı, ü rkü tücü varlığının henüz alt ka ttak i odada bulunmadığı zamana dönme arzusu olduğunu anladı.
Saçlarını fırçalayıp, boy aynasında kendine baktı, sonra gönülsüzce aşağı indi. Adamı m utfakta görü r görmez ona karşı derin bir düşmanlıkla doldu içi, bu duygusunu denetim a ltında tu tm ası gerektiğini biliyordu.
Evrak çantasını ön odada buldu, içindeki kitapları boşalttı, yalnızca bir not defteriyle birkaç tü- kenmezkalem bıraktı. Alt ka ttak i pencereleri kapattı, telesekreteri açtı, an a h ta r la r ın ı alıp almadığını kontrol etti, sonra da Paul'e hazır olduğunu söyledi.
Hiç konuşm adan R a th fa rnham 'dan geçip Tere- n u re 'a doğru yol aldılar. Helen, bir soru daha sorarsa kuşkularını giderecek bilgiyi alacağını biliyordu.
"Neler olduğunu bana anlatsanız iyi olacak," dedi adama.
"Declan AİDS. Çok hasta. Size söylemem için yolladı beni."
H elen 'in içinden gelen ilk şey, a rabadan fırlam ak oldu, ilk trafik ışıklarına gelince a raban ın kapısını açmaya çalışacak, kaldırıma koşacaktı, gazete satıcısının dükkân ına giren ya da otobüs bekle- gyen biri olacaktı; şu anda arabadaki kadın olmasın da kim olursa olsundu.
"İsterseniz arabayı kenara çekebilirim," dedi Paul.
"Hayır, devam edin, ben iyiyim," dedi Helen. "Ne kadar zam andır hasta?"
"Uzunca bir zam an önce test pozitif çıktı, am a ancak son iki-üç yıldır hasta, oysa iyi görünüyordu. Geçen yıl çok kötüydü, am a toparladı. Göğsünde bir tüp var, sürekli mikrop kapıyor, bir gözünde sorun var, ayda bir kez de kemoterapi görüyor. Eskisine göre oldukça güçsüz düştü. Anneniz onu kaygılandırıyor. "
"Demek ona da söz etmedi?""Hayır. Her şeyi son dakikaya b ırakm aya karar
verdi, 'ka ra r verdi' doğru sözcük mü, bilemiyorum."Helen b ir kez daha, bundan sonra soracağı soru
ya alacağı yanıtı göğüsleyemeyeceği duygusuna kapıldı. Keşke Pau l 'ü daha iyi tanıyor olsaydım da, 'son dakika' derken bunu öylesine mi, yoksa kasıtlı olarak mı söylediğini bilseydim, diye geçirdi içinden. D urum u düşündü: P au l 'ün b ü tü n sözleri ölçülü ve düşünülerek çıkmıştı ağzından; 'son dakika ' gibi bir sözü düşünmeden söylemiş olamazdı.
"Yani ölüyor mu?" diye sordu Helen."Bu kez işi oldukça güç.""Uzun süredir mi hastanede?""Girip çıkıyor, am a çoğunlukla kliniğe gidiyor."
"Annem bana onun çok meşgul olduğunu söylemişti."
"Çalışmıyordu. Ayrıca sizinle ve annenizle karşılaşm aktan da kaçınıyordu."
"Neyle geçiniyordu?""Biriktirdiği parası vardı, ayrıca zam an zam an
çalışıyordu da.""Declan 'm bir erkek arkadaşı var mı, yani bir
eşi var mı?""Hayır," dedi Paul, kısaca."Yalnız mı yaşıyordu?""Hayır, arkadaşlarıyla kalıyordu. Yolculuklara
çıkıyordu bazen. Paskalya 'da Venedik'e gitti -biz- den iki kişi de gitti onun la- am a pek gücü yok. Bir hafta sonu Paris 'e gitmişti, am a orada çok has ta lan dı."
"O n ab ak m ak güç olmuş olmalı," dedi Helen."Hayır, asıl şimdi güç, çünkü daha zayıf şimdi,
has taneden de nefret ediyor, am a dünyan ın en iyi adamı."
"Peki neden bize söylemedi?"Clanbrassil Sokağı'nda trafiğin içinde durm uş
lardı. Paul ona sertçe baktı."Çünkü bu n a dayanamazdı."Helen adam ın konuşm a biçiminden, onun ken
disini bir yabancı olarak gördüğünü anladı, işin içine katılması gereken uzak biriydi o. Declan, ailesin in yerine a rkadaşların ı koymuş, diye düşündü H elen. Keşke beni de arkadaşı olarak görseydi, dedi kendi kendine.
Thom as Sokağı'ndan geçerlerken hiç konuşmadılar. Helen P a u l 'ü n nasıl biri olduğunu hâ lâ anlayam am ıştı - katı, gerçekçi biriyle bir başka şeyin, daha yumuşak, daha sevimli bir şeyin karışımıydı adam. Bira fabrikasını geçip sola döndüler, has tane
nin arazisine girdiler. Yan taraftaki bir park yerine gitti Paul.
"Declan'm sürekli göründüğü bir doktor ya da bir dan ışm an var mı?" diye sordu Helen, Paul ile b irlikte has tane b ina la r ından birine doğru yürürlerken.
"Var, am a kadın bugün burada yoktur.""Kadın mı?""Evet, Louise. D an ışm anı o.""Declan ondan hoşlanıyor mu?""Hoşlanıyor, Louise iyi biri, am a uygun sözcük
'hoşlanm ak ' değil bence."Kabul bürosuna doğru yürürlerken Helen Paul'e
hayatın ı nasıl kazandığını sordu."Avrupa Komisyonu'nda çalışıyorum," dedi Paul.
"Şu sırada izinliyim."H as tanen in bu kanadı eskiydi, tavanları yük
sek, duvarları parlak ve koridorları yankılıydı. Paul, D eclan 'm odasının nerede olduğunu söylemeden öne düşüp yol gösterdi. Helen, P au l 'ün ne zam an durup bir kapıyı açacağını ve kendisinin Declan'ı ne zam an göreceğini hiç bilmiyordu. D aha bir saat önce kendi evinde, huzur içinde olduğu aklına gelince tu- hafoldu.
"Bir dakika, Paul." Adamı koridorda durdurdu. "Sana sormam gerek: G ünler mi söz konusu olan, hafta lar mı, yoksa aylar mı? N e durumdayız?"
"Bilmiyorum. Bunu ta h m in edemem."O nlar konuşurla rken boynunda bir stetoskop
asılı olan genç bir doktor yaklaştı."Bu onun kız kardeşi," dedi Paul. Doktor başıy
la uzak tak i bir yeri gösterdi."Bir süre y an m a girmeyin," dedi. Düşünceli gö
rünüyordu.Helen saatine baktı, ikiydi."Üç buçukta gitmesi gerek," dedi Paul.
"Toplantıyı iptal edebilirim," dedi Helen."Burada bekleyin," dedi doktor. "Girip bir baka
yım." Koridorun ucuna yürüyüp sağ taraftaki bir kapıyı usulca açtı.
"Benim bir adım var, biliyorsunuz," dedi Helen, Paul'e.
"Özür dilerim, doğru dürüst tan ış t ı rm am gerekirdi sizi."
"Declan annem konusunda ne yapmayı düşünüyor?"
"Ona sizin söylemenizi istiyor."Helen acı acı gülümsedi."Annemle ara sıra telefonda görüşürüm, am a
nerede o turduğunu tam olarak bilemiyorum. Yani, adresi var elimde am a oraya hiç gitmedim. Geçinemiyoruz. "
"Bütün bun ları biliyorum," dedi Paul, sabırsızca. Bir toplantıyı yönetir gibi çıkmıştı sesi.
"Ye?" diye sordu Helen."Gidip annenize an la tm anızı istiyor. Declan 'ın
arabasını alabilirsiniz. Park yerinde. A nah tarlar ı bende."
Doktor geri döndü, kendisiyle gelmelerini işaret etti onlara. "İkinizin birlikte yan ına girmesini istiyor," dedi.
Oda loştu, am a Helen ya ta k ta ya tan Declan'ı seçebildi. Declan gözleriyle Helen'i izledi, ona gülümsedi. H elen 'in kendisini üç-dört ay önce son kez görmesinden bu yana zayıflamıştı, am a hasta görünmüyordu.
"Paul," dedi Declan boğuk bir fısıltıyla, "camı açıp perdeleri de biraz kenara çekebilir misin?" Yata k ta doğrulup oturm aya çabaladı.
Bir hemşire gelerek Declan 'ın ateşini ölçtü, dereceyi bir ka rtona yazıp gitti. Helen, Declan 'ın burn u n u n yan tarafında koyu renkli, çirkin bir yara ol
duğunu fark etti. Declan, Helen odada yokmuşçasına Paul ile konuşmaya başladı:
"Onu nasıl buldun bakalım?""Kardeşini mi? M üthiş bir başrahibe olabilirdi,"
diyerek güldü Paul.Helen kıpırdam adan, konuşm adan duruyordu.
Gülümsemeye çabaladı, b ü tü n bun lar ın Declan için ne kadar güç olduğunu ak lından ç ıkarm am aya zorladı kendini. Elinden gelse Pau l 'ü boğardı.
"Ama ta t lı biri," dedi Paul."Hellie," dedi Declan. "Yaşlı han ım la ilgilene
cek misin?""Onu görmek istiyor musun?""Evet.""Ne zaman?""Ne zaman gelebilirse. Büyükannem e de sen
söyler misin?" Gözlerini yumdu."Büyükannemle tan ışm aksın Paul," dedi. "O in
sanın ciğerini okur. Gözünün yaşına bakmaz.""Sorun değil. Büyükannem e de giderim," dedi
Helen. "Ben hallederim, m erak etme. Hugh ile oğlan lar Donegal'deler."
"Biliyorum," dedi Declan."Nereden biliyorsun?""Arkadaşlarımdan biri dün geceki partinizdey-
di.""Kim?""Seamus Fleming. Hugh'yu tanıyor.""Nasıl biri?""Uzun boylu ve sıska. Güzel gözleri var. F lört
çüdür," diye lafa karıştı Paul."G itar çalıyor mu?""Evet," dedi Declan."Eşcinsel mi?""Hem de nasıl," dedi Declan. Paul güldü. Dec
lan gözlerini yumdu, a rkasına yaslandı ve sustu.
Helen sinirlenerek kaşlarını çattı. Bir süre üçü de konuşmadılar. Declan uyuyor gibiydi, am a sonra gözlerini açtı. "Bir şey ister misin?" diye sordu H elen.
"Lucozade mi üzüm mü isterim diye soruyorsun değil mi? Yo, hiçbir şey istemiyorum."
"Bu benim için çok büyük bir şok Declan," dedi Helen.
Declan yeniden yumdu gözlerini, yanıt vermedi. Paul parm ağım dudaklarına götürüp başka bir şey söylememesini işaret etti Helen'e. Yatağın iki yan ın d an birbirlerine baktılar.
"Hellie, her şey için özür diliyorum," dedi Declan, gözlerini açmadan.
H astaneden ayrılmadan önce doktorla bir kez daha görüştüler. Helen, P a u l 'ü n doktora ne kadar dostça davrandığını, ne kadar samimi olduğunu fark etti. Doktor, danışm anın -o da kadına Louise diyordu- ertesi gün sabah tan akşam a kadar orada olacağını, Helen'le annesini hangi saatte isterlerse kabul edebileceğini söyledi.
"Bütün bun lar ın gerçekten olduğuna," dedi H elen dışarı çıktıklarında, "kendimi inand ırm am gerekiyor. Hepiniz bunu doğal karşılar gibisiniz, am a gerçek şu ki Declan içeride ölüyor ve ben de gidip bunu annem e söylemek zorundayım."
"Hiç kimse doğal karşılamıyor," dedi Paul, soğuk bir sesle.
Helen ile birlikte yeni h a s tan en in önündeki park yerine yürüdü. D eclan 'm arabasının kapısını açtı -h u rd a bir beyaz M azda- ve an ah ta r la r ı H e len'e verdi. "Daha önce böyle bir a raba kullandınız mı?" diye sordu.
Baş edeceğime eminim.""Yarın hem en hem en b ü tü n gün bu rada olaca
ğım," dedi Paul, "ama size ev num aram ı da vereyim, şuraya yazdım. Hem bence aslında Declan 'ın hastanede kalm asına gerek yok. İçine yeniden bir tüp sokulması gerekecek, sanırım yarın sabah erkenden yapılır bu. Ondan sonra da herhalde başka bir şey yapılmayacak Declan'a, yalnızca gözleyecekler. Hastaneye girmek kolay da, bu adam ları çıkm ak için ikna etmek bayağı güç. Annenizle siz, Dec- lan 'ı bir günlüğüne de olsa has taneden çıkarm ak istediğinizi söyleseniz Louise sizi dinlerdi."
"Yarın en önemli şey, annem ," dedi Helen."Yo, bir dakika," dedi Paul. "En önemli şey,
Declan; anneniz değil. O has tane odasında içi kararıyor, bu yüzden bu, ufak bir ayrıntı değil. En önce gelen şey."
"Yanlışımı düzelttiğiniz için sağ olun," dedi Helen.
Arabaya binip kapıyı kapattı, Paul ile konuşabilmek için camı aşağı indirdi. "Her şey için size gerçekten m innetta rım ," dedi. Sesinin, gerçekten m inne tta rm ış gibi ç ıkm asına çalıştı, daha önce düşm anca bir ses tonuyla konuştuğu için pişmandı.
"Tamam," dedi Paul ve başını yana çevirdi. Bir şey söyleyecek gibi olduysa da kendini tu t tu . H elen'e bakarken yüzünün ifadesi neredeyse düşman- caydı. "Görüşürüz," dedi.
Helen m otoru çalıştırdı, h as tanen in bahçesinden çıkıp kent merkezine yöneldi. Marlborough So- kağı'nda bir park yeri buldu, çantasın ı arabadan alıp parkometreye para a ttı, Eğitim Bölüm ü'nün resepsiyonuna doğru yürümeye başladı.
★
E rken gelmişti, o turup beklemeye başladı. Şimdi Hugh burada olsaydı, beni zorla eve götürürdü, diye düşündü. Keşke a rabada beni bekliyor olsaydı ve benim le birlikte Wexford'a gelseydi, dedi kendi kendine. Hugh, Donegal'e varmış olmalıydı, çocukları annesin in evine yerleştiriyordu herhalde. Yola ç ıkm adan önce Helen ona telefon edecekti. Düşünceleri o radan oraya gidiyor, kocasını, çocukları ve katılm ak üzere olduğu toplantıyı düşünüyordu; kafasını meşgul eden şeyin ne olduğu üzerinde dikkatin i hiç toplayamadığını fark etti; bu şey, bir düşteki karan lık bir gölge gibiydi, sonra somutlaştı, belirginleşti: Declan, hastane , annesi. H elen 'i üzen ya da kaygılandıran şeyler çoğunlukla çözümlenebilecek ya da gelip geçici şeyler olurdu; am a bu durum, H elen için yeni bir şeydi -z ihn in in işte bu yüzden bu sorundan uzak durm aya çalıştığına inanıyordu- gelip geçici bir şey değildi bu, olsa olsa kötüleşebilirdi. B undan k u r tu lm ak için her şeyi yapabileceğini fark etti.
Öbür okulların m üdürle r inden de gelen olunca bir hadem e herkesi alıp yukarı çıkardı.
"Bakan geldi," dedi adam, "toplantı başlam adan hepinizle tan ışm ak istiyor."
Bir yıl önce, Bakan, H elen 'in okulundaki yeni fen labora tuvarlarm ı açmak üzere gelmişti, açılışta n sonra H elen 'in bürosunda bir saa tten fazla kalmış, ona sorular sorup dikkatle dinlemişti.
Helen salona girdiğinde içeride birkaç devlet m em uru gördü, onları tanıyordu, içlerinden biriyle hiç anlaşamazdı. B akan 'ın ziyareti nedeniyle şimdi hepsi de nazikleşmiş, kuzu gibi olmuşlardı. Bakan içeri girene kadar içerdekiler birbiriyle tokalaşıp havadan sudan konuştu.
"Bakan, hepinizle değişik zam anlarda tanışmış olduğunu söyledi, am a ben sizleri yine de kendisine
tanıtacağım ." Bunları söyleyen, en kıdemli m em ur olan Jo h n Oakley'di.
Bakan kendisine takd im edilen herkesi ayrı ayrı selamladı, sonra nazikçe o turm aların ı istedi. Kendisi ayakta duruyordu.
"Hepiniz hoş geldiniz," diyerek konuşmaya başladı. "Çok meşgul olduğunuzu, tatile çıkacağınızı biliyorum, bugün buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Resmi bir toplantı değil bu. B ununla birlikte toplantı sonunda bir rapor yazılacaktır, raporu burada bu lunan Jo h n Oakley yazacak ve Noel'e kadar bitirmiş olacaktır. Bizim sizi buraya özellikle çağırmamızın nedeni, her birinizin okulunun, başkalar ın ın geri kaldığı belli bir alanda öne çıkmış olmasıdır. En çok akla gelenler, hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin devamsızlığı -H elen O 'D oherty 'n in okulunda hem öğrencilerin hem öğretmenlerin devamsızlık ya da mazeret izni a lm a oranı aranızda en düşük olanıdır-; Avrupa dilleri - Sister bu konuda olağanüstü sonuçlar almakta, özellikle de yaşayan dillerde; kızlar fizik ve ileri m atem atik derslerinde çok iyi dürümdalar, Clonmel'deki George Fitzm aurice 'in okulu bu konuda çok başarılı. Bunlar birkaç örnek, bizim amacımız b u n u n nasıl başarıldığını öğrenmek ve başka yerlerde de uygulamak. Yazılı rapor vermek istiyorsanız, elbette yazın, am a Noel'e kadar yapılacak bu resmi olmayan top lan tılardan birkaçına katılın lütfen. Özel düşünceleriniz ya da kaygılarınız varsa bana gelebileceğinizi biliyorsunuz; ya doğrudan gelin bana ya da John Oakley aracı olsun, kapımız size her zaman açık. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Hepinize teşekkür ederim, sizi çalışmanızla baş başa bırakıyorum."
Bakan herkese gülümsedi ve m em u rla rd an biriyle kısaca konuştu. Salondan çıkarken Helen'le göz göze geldi.
Deniz Fenerindeki Işık 49/4
"Sizinle görüşmek istiyordum," dedi ona. "Okulunuza geldiğimde bana Enniscorthyli olduğunuzu ve babanızın da öğretmen olduğunu söylediğinizi ha tı r lıyorum. Oraya Mercy M anastır ı 'na gittiğimde sizin hakkınızda başka şeyler de duydum. Rahibeler bana eski öğrencilerinden birinin Dublin'deki bir okulda m üdürlük yaptığını, kızlık soyadınızın Breen olduğunu ve babanızın da Michael Breen olduğunu an la t tı lar. Babanızı iyi tam rdım . Avrupalı Öğretmenler Birliği İ r landa K olu 'nun kurduğu ilk komitede onunla birlikteydik."
"Babam öleli yirmi yıl oldu," dedi Helen, "onu hatırlayacağınızı sanmıyordum."
"Büyük bir kayıptı Helen," dedi Bakan. "Çok küçüktün , belki hatır layam azsın am a baban zeki ve işine bağlı biriydi, en iyilerdendi. Yaşasaydı seninle gurur duyardı Helen."
Bakan 'ın sesi öylesine dostça ve içtendi, öylesine açık sözlülükle konuşuyordu ki Helen bir şeyler söylemek, onun la biraz daha konuşm ak istedi, an cak Bakan, H elen 'in elini sıkıp y an ın d an ayrıldı, öteki okul m üdürle r inden biriyle konuşm aya başladı.
Helen, B akan 'ın salondan ayrılmasını bekleyip J o h n Oakley'in yan ın a gitti.
"Gitmem gerekiyor," dedi, "kalamayacağım. Size raporum u yollarım, sonra görüşürüz."
"Yarım saatçik olsun kalsaydınız.""Kalamam.""Bakan 'ın söylediği bir şey yüzünden mi?" diye
sordu adam kuşkuyla."Wexford'a gitmem gerekiyor," dedi Helen, "sizi
ararım."Koridorda yürürken ağlamaya başladı. Kuca
ğında dosyalarla bir kapıdan ç ıkm akta olan bir görevli ona şaşkınlıkla baktı. Helen merdivenlerden
inip giriş holüne ulaştı, o radan da dışarıya çıkıp arabaya gitti. Kendim topar layana kadar arabada oturdu, sonra da Ballinteer 'e, evine gitmek üzere akşam trafiğine karıştı.
Saat yedide Wexford'a doğru yola koyulmuştu. H ugh 'ya telefon ettiğinde, kocası a rabaya atlayıp Dublin 'e gelmek istemişti; kuzenlerini, deniz kıyısını ve büyükbabalarım görünce çocuklar benim varlığımı u n u t tu la r bile, demişti. H em en arabaya atlayıp gelmeyi önermiş, am a Helen bunu kabul etmemiş, Wexford'a yalnız g itm ek istiyorum, yarın sana telefon ederim, demişti.
Helen, Seamus Flem ing 'den söz edince, Hugh, onun Donegal'e ne zam an gideceksin diye sorduğunu hatır lad ı; am a H ugh onun D eclan 'm arkadaşı olduğunu bilmiyordu, h a t t a eşcinsel olduğunu da bilmiyordu.
"Bizim bir şey bilmediğimizi bile bile partiye gelmiş olduğu düşüncesi çok rahatsız ediyor beni," dedi Helen.
"Declan bize bir şey an la tm am asın ı tem bihlemiş olmalı," dedi Hugh.
H elen arabayı güneye doğru sürerken hava açm aya başladı. Declan 'm arabası eskiydi, otoyolun dışında kalan daracık yollarda kimseyi sollamama- ya d ikkat etti Helen. Z am an zam an düşte araba kul- lam yorm uş duygusuna kapılıyordu, uyan ınca bile hâ lâ gördüğünüzü sandığınız düşlerden birini görüyordu sanki; am a şimdi, R a thnew 'den geçip Ark- low'a doğru giderken Helen uyanık olduğunu bili
yordu. Hava aydınlıktı, mavi gökyüzünün uzaklar ında beyaz bulu tlar küm elenm işti. Annesine ne söyleyeceğini henüz hiç düşünm em işti Helen. Wex- ford'da ya da Dublin 'de b irlikte geçirecekleri zamanı zihninde can landırm aya başladığında, bu konuşm ad an kur tu lm ak için ne m üm künse yapabileceğin in farkına vardı. Çeşitli çözümler bulm aya çalıştı.
Wexford'a varınca bir otelde oda tu tm ayı ve annesini görmeye ertesi sabah gitmeyi düşündü önce, am a tam olarak ne yapacağını, Gorey'e giden yolda, Inch 'de Toss Byrne 'm yerinde du runca buldu. Bu gece Wexford'a gitmeyecekti. B unun yerine büyükannesin in yaşadığı deniz kıyısındaki Cush 'a gidecek ve du rum u önce ona an la tacak tı . Geceyi orada geçirecekti; annesine nasıl anlatılacağını büyükannesi bilirdi.
Lokantaya girerken açlık tan midesinin kazındığının farkına vardı. D ah a önce b u rad a hiç durm amıştı, Yirmi Dört Saat Yemek Servisi tabelasını fark etmişti, ancak her m asada eksiksiz bir yemek listesi görmek Helen 'i şaşırttı. Tezgâhta bir süre bekledi, b ir in in gelip kendisine m utfak kapandı demesini bekliyordu, am a bir garson yaklaşıp siparişini aldı, yemeğini m asasına getireceğini söyledi. Adam ın aksanında ve ses to n u n d a Wexford'a özgü bir şey vardı, hafif çekingen bir dostluk ve dürüstlük; H elen 'in u n u tm u ş olduğu, şimdi hatırladığı bir şeydi bu, m asasına gidip o tu ru rken bu düşünce içini rah a t la t t ı . Keyfini hiçbir şeyin yerine getirmeyeceğini düşünm üştü , oysa garsonun yarım gülümseyişi neredeyse neşelendirmişti onu. Ancak Helen, keyfini asıl yerine getirenin, annesiyle karşılaşmayı ertelemesi olduğunu biliyordu.
Büyükannesi Dora Devereux, C ush 'tak i kayalığın yakınında, eskiden pansiyon olan evinde tek başına yaşıyordu. Seksenine yaklaşmıştı, gözlerinin zayıflaması ve huysuzluk krizleri bir yana, sağlığı oldukça yerindeydi. Helen onu gözünde canlandırdı: U zun boynunu ve uzun, ince yüzünü, arkaya t a r a nıp topuz yapılmış kır saçlarını, kalın camlı gözlüğünü, ince, kemikli bileklerini düşündü; yüzünün ifadesi uyanık, meraklı, dikkatliydi, rüzgârın yönündeki her değişikliğe ve mahalledeki he r habere uyum sağlardı. Birkaç hafta önce yaptık ları ve konudan konuya a tladıkları bir telefon görüşmesinde büyükannesinin , üç arsayı tanesi 15.000 sterlinden sattığını haber verişini ha tır lay ınca kendi kendine gülümsedi Helen. Arsaları H elen 'in annesine hiç danışm adan sattığını söylemişti, küstahça. Helen 'de bir m üttefik ya' da dost bulmayı u m an bir suikastçı gibi konuşmuştu.
Helen büyükannesine, annem le geçinemiyor musun, diye sormuştu. Yaşlı kadın, yan ıt vermek yerine, H elen 'in babası öldüğünde kendisin in H elen 'in annesine ne kadar iyi davrandığını, onu nasıl avutup yatıştırm ış olduğunu, sabaha kadar onunla birlikte o turduğunu, aynı odada yattığını anlatıp durm uştu . Karşılığında ne aldım ki, demişti büyükannesi Helen'e. Helen yan ıt vermeyince de şaşırmış, h a t t a gücenir gibi olmuştu.
Helen, Gorey'den geçip sola saparak kıyı şeridi boyunca ilerlemeye başladığında büyükannesine böyle, kötü haberle gidip yardım is tem enin her nasılsa kolay olacağını düşündü. Annesine yaklaşm aksa o kadar kolay olmayacaktı. Blackwater 'dan geçerken, ona bu olayı a n la tm a n ın nasıl bir şey olacağını bir tü r lü kafasında canlandıram adı. Annesine duyduğu ve b ü tün yaşam ını k a ra r ta n derin öfkeyi hâ lâ silip a tam adığını anladı; uzunca bir süre, bu
konuyu bir daha düşünm ek zorunda kalmayacağını um m uştu .
Hentbol sahasının yan ından sapınca bambaşka bir ülkeye girmiş gibi oldu. İlk bir-iki kilometre boyunca hiç ev yoktu, sonra, o rm ana sapar sapmaz, bir köşede yeni bir bungalov çıktı karşısına. Helen derin bir hüzün duyuyordu, daha önce içini kaplamış olan uyarılar ın ve şok duygusunun yerini şimdi bu hüzün almıştı. Bu duyguyla baş edebilirdi; bu duygu korku barındırm ıyordu. Yolun ansızın yükselmesi, sonra da b a tm a k ta olan yaz güneşinde ışıl ışıl yanan denizin görünmesi işini kolaylaştırdı. Duyduğu hüzün gözlerini yaşla doldurdu; kesin biçimde hissetti: B ü tün b u n la r yok olacak ve Declan bunları bir daha asla görmeyecekti, bu yollarda bir daha asla yürümeyecekti; tıpkı H e len 'in babası gibi; çok geçmeden her ikisi de birer anı olacaklar, bu anı da zam anla silinip gidecekti.
Yaşlı J u l ia Dempsey'in son günlerini geçirdiği toprak kulübe yıkıntısının y an ından geçerken babasının ö lüm ünden önceki, b u rada çocukluklarını geçirdikleri ve kendilerin i nelerin beklediğini bilmedikleri yıllara dönm ek için neler vermeyeceğini düşündü.
Büyükannesinin bahçe kapısının önünde arabayı durdurdu , el frenini çekti ve kontağı kapattı. Büyükannesi kapıya çıktı, gölgede durm asına karşın elini gözlerine siper etmişti.
Helen a rabadan inip onun y a n m a giderken büyükannesi, "Demek geldin Helen," dedi.
Helen büyükannesin i haya tında hiç öpmemişti ya da onunla tokalaşmamıştı; bu yüzden yaşlı kadına yaklaşırken ne yapacağını bilemiyordu.
"Büyükanne, böyle dam dan düşer gibi geldiğim için özür dilerim."
"Ah, ne güzel bir sürpriz bu Helen, ne hoş bir sürpriz!"
Büyükannesi H elen 'in yüzünü inceledi, sonra da acaba başkası da geldi mi dercesine bahçe kapısına bir göz attı. Arkasını dönüp eve girdi. M utfaktaki büyük, eski Aga ocak yanıyordu, mutfak sıcaktı. Helen içeriye girince iki kedi dolabın üzerine sıçrayıp -geçen yıl, bu iki kedinin sürekli olarak dolabın tepesinden odayı gözetlemeleri Cathal ile M anus'u pek şaşır tm ıştı- Helen 'i kuşku dolu gözlerle süzmeye başladılar.
"Helen, çay var, istersen bir şeyler de kızartabilirim."
"Yo, büyükanne, çay yeter. Gelirken yolda yemek yedim."
B üyükannesinin uygun zamanı kolladığını, hiçbir şey sorm adan H elen 'in kendisine neler olduğunu an la tm asın ı beklediğini fark etti.
"Büyükanne, sana çok kötü bir haberim var."Büyükannesi döndü, iki elini de bir şey ararca-
sma önlüğünün ceplerine soktu. "Biliyorum Helen. Seni görür görmez anlam ıştım bunu."
Helen ona olanları an la t ırken büyükannesi ayakta dikildi. Söylenenleri öyle dikkatle dinlemişti ki H elen sözlerini bitirdiğinde, ağzından çıkmış olan sözcükleri büyükannesi teker teker yineleyebi- lirmiş duygusuna kapıldı. H elen 'in u n u t tu ğ u bir şey vardı: Mutfağın köşesinde kocam an bir televizyon duruyordu, büyükannesi hem İngiliz hem de İrlanda kana lla r ın ı izleyebiliyordu. Belgeselleri ve gece sinem alar ın ı seyreder, güncel konuları iyi bilirim diye övünürdü. AİDS 'in ne olduğunu biliyordu, tedavi çare lerin in arandığını ve hastalığın uzun sürdüğünü de. "Yapılacak hiçbir şey yok, Helen," dedi. "Hiç
bir şey yapılamaz. Yıllar önce baban kanserken de böyleydi. Doktorların elinden bir şey gelmemişti. Zavallı Declan daha haya tın ın baharında."
"Annemi ne yapacağım?" diye sordu Helen."Sabah olunca Wexford'a gidersin ve haberi ona
alıştıra alıştıra verirsin Helen. Bırak bu gece uyusun. Bir m üddet geceleri pek uyuyamayacak."
Büyükannesi çay hazırlayıp bir tabağa bisküvi koydu. Helen 'in karşısına oturdu. Hava henüz ka- rarm am ıştı, Helen, sahile inmek, büyükannesinin yoğun ilgisinden uzaklaşmak için dayanılmaz bir istek duydu içinde.
"Yatağını yapayım," dedi büyükannesi. "Geçen yaz gelmenizden bu yana o odada kalan olmadı. Annen gece yatısına kalmaz, zaten epeydir de buraya gelmedi."
"Aranız bozuldu mu?" diye sordu Helen."Yo, pek sayılmaz. H âlâ beni Wexford'a taş ın
m aya ikna edeceğini sanıyor. Ya bu ra la rda düşüp bacağını k ırarsan ne olacak, diye sordu bana. Arsaları sattığıma göre artık bol param var, dedim ona; kanaryaotu dolu şu eski tarlayı. Annene hiçbir zam an fikir sormadım ya da danışmadım. Buna bozuluyordu, am a artık u n u t tu . Olanları unutm ayı, geride bırakmayı iyi bilir. Ona hiç sorm adan eve kalorifer de koydurdum. Gel de sana göstereyim."
Ayağa kalktı, Helen onun peşinden eski yemek odasına gitti. Büyükannesi yeni beyaz radyatörü gösterdi Helen'e, sonra da içlerinde demir karyolalarla çarşafsız şilteler duran ve yemek odasından geçilen iki yatak odasının kapıların ı açtı. Bu iki odada da radyatör vardı.
"Bütün eve koydurdum, a rka tarafta da kocam an bir yakıt deposu var. Bir de derin dondurucu satın aldım, böylece hiçbir eksiğim kalmadı. Bunlar yapılırken annen çıkageldi ve evin çökeceğini söyle
di. Wexford'da benim için her şeyi hazırlamış olduğunu söyledi. 'Şuna şaşıyorum ki Lily,' dedim anne ne, 'ben senden yalnızca otuz kilometre uzak ta oturuyorum, senin koskoca bir a raban var; am a b u rn u nu çevirip benimle ilgilenmiyorsun bile. Şimdi elime para geçtiğini öğrenince beni arayıp sormaya başlam an tuhaf değil mi?' Ah, öyle bir köpürdü ki. Bu dediğim nisan ayında, Paskalya'da oldu, sonra onu mayıs sonuna kadar görmedim. O zam an bana bunu getirdi." Ö nlüğünün cebinden bir cep telefonu çıkardı. Küçücük bir hayvanmış gibi sol avucunda tu tuyordu telefonu. "Annene evde telefon istemediğimi söyledim. Başıma dert olurdu, bu yüzden bu te lefonu cebimde taşıyorum, am a kapalı, hiç kullanmıyorum. "
"Ama büyükanne, pa ra konusunda söylediklerinde ciddi değildin herhalde."
"Değildim Helen, am a annen in beni kente ta şınmaya zorlamasını ancak böyle engelleyebilirdim. Ah, öfkeden köpürdü. Sana anlattığımı bilse daha da fazla köpürür. Tanrı yardımcısı olsun, onun düşünecek başka şeyleri var şimdi."
Büyükanne pencereye gidip perdenin aralığından dışarı baktı.
"Bu yıl sahile kolay inilebiliyor mu büyükanne?" diye sordu Helen.
"Evet, Helen, yokuşa basam aklar yaptılar ve bun lar sağlam kaldı, en aşağısı dışında, orası kireçli ve çamurlu."
"Sahile inmek istiyorum, fazla kalm am, biraz düşünm em gerek, bugün bitmek bilmedi benim için."
"Sen in Helen, ben de yatağını yapayım, hem şu arabayı avluya sokarsan içim raha t edecek, yoksa rüyam da onun kayalıktan aşağı yuvarlandığını görürüm ."
"Hemen dönerim."
3fS
Güneşin son güçlü ışınları evin arkasındaki t e penin ü s tünden görülebiliyordu. Hava sakindi, az sonra inecek gece henüz kendini belli etmiyordu. Helen büyükannesin in yan ında kendini sağalmış ve sarılıp sarm alanm ış hissediyordu, am a öte yandan büyükannesin in hiçbir şeyden rahatsız olmayacağını iddia etmeye çalışmasının n u m a ra olduğunun farkındaydı; aslında öm ür boyu en kötüyü bekleyip bu kö tü n ü n gerçekleşmesini izlemenin yarattığ ı bir katılık da vardı büyükannesin in tu tu m u n d a .
Helen dar yolda ilerlerken ta t lı b ir mavilikteki ufku görüyordu yalnızca, bu ışıkta denizin nasıl görüneceğini gözünde canlandıram adı. Kayalığın ucuna geldiğinde aşağıdaki denizi gördü: Maviydi, açıklarda lacivert ve yeşil köpükler vardı. Deniz sakindi, dalgalar hışırtıyla kırılarak, sahile yumuşacık dökülüyorlardı. Yolun bitiminde parm aklık yoktu; a rabalar kolaylıkla ileriye gidebilir, killi ve kireçli to p rak tan aşağıdaki kum luğa yuvarlanabilirlerdi. Ancak buraya yabancı gelmezdi, yazın bile pek gelen olmazdı.
Helen basam akları buldu, sahile inmeye başladı. İlk bölüm kolaydı, am a çok geçmeden dikkatli inmek zorunda kaldı, o tların köklerine ve yapraklar ına tu tunuyor, pek başaram asa da çamurlu, kireçli toprağa basm am aya çalışıyordu. Son bölümü koşarak inmek zorunda kaldı; eskiden de böyleydi zaten, yokuşun dibindeki kum lar hep gevşek olurdu.
D ar sahil şeridinde durdu; üşüm üştü . Orada, ka3' ahğın kuy tusunda du ru rken sanki hava daha da karanlık , daha da soğuktu; sanki haz iran sonu değil de ağustos sonuydu. Bir deniz kuşu sürüsü durgun
suların bir karış ü s tü n d e n geçti. H er bir dalga kıyıya vururken , sanki kırılm ayacakm ış da kıyıya dökülüp sonra yeniden geri çekilecekmiş gibi görünüyordu; ancak her seferinde o kaçınılmaz yükseliş ve bükülüş yineleniyor, belli belirsiz bir ses duyuluyordu, Helen 'e göre kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan, bildiği hiçbir şeyle bağlantısı olmayan bir ses, bir dalganın sessizce sahile vu ruşunun sesiydi bu.
Burayla Keatinglerin evinin arasında erozyon durm uştu ya da yavaşlamıştı. Nedenini kimse bilmiyordu. Yıllar önce, büyükannesin in evi her an kayıp denize düşecek sanılırdı, tıpkı Mike Red- m ond 'un evinin ve Keatinglerin m üştem ila t ın ın düştüğü gibi. Şimdi Keatinglerin eski beyaz evi de denize kayıyordu, am a büyükannesin in eviyle deniz a ras ında hâ lâ bir ev vardı.
Erozyon durm uştu , am a Helen şimdi dikkatlice bakınca kayalığın her tabakas ından incecik kum ta ne le r in in döküldüğünü görebiliyordu, sanki görünmez bir rüzgâr esiyordu ya da toprak ağır ağır, düzenli bir biçimde gevşiyordu. Helen, Raven Bur- nu 'y la Rosslare L im anı 'n ı görmek amacıyla güneye doğru bakarken hava henüz oldukça aydınlıktı. Sahilde yürüdüğü şerit dara lm aya başladı, zemindeki taş la r çoğaldı; Helen, yerinden oynamış taş la ra çarpan, onları hareket e tt iren , birbirine çarp tıran ve sonra geri çekilen dalgaların sesini dinledi. Kea ting lerin evine doğru yü rü rken yan taraftaki sund u rm an ın kırmızı galvanizli sacının bir parçasın ın kopmuş olduğunu gördü; üzerinden yol yol eski duvar kâğıtları sarkan çıplak duvarlar rüzgâra açıktı; çok geçmeden duvarlar da yıkılacak, orada bir zam an la r bir tepe ve tepen in yamacında, kayalığın oldukça gerisinde beyaz bir ev olduğunu ha tır layan üç-beş kişi kalacaktı.
Eyalet meclisi, kayalığa a l t tan destek olsun diye buraya iri kaya parçaları yerleştirtmişti, am a bun lar ın bir yararı olmuyordu. Helen arkasına döndüğünde, C ush 'tan Parle 's Gap'e ve Knocknasillo- gue 'a kadar olan kıyı şeridinin tıpkı on ya da on beş yıl önceki gibi olduğunu gördü, sanki zam an durm uştu . Renkler koyulaşmaya, gece inmeye başladı. Eskiden Mike R edm ond 'un evinin bu lunduğu yarıkta n yukarı yürüyecekti, oradan da patika lar ı izleyerek büyükannesin in evinin yolunu tu tab il ir ya da daha kolay olacaksa u ç u ru m u n ken a r ın d an yürüyebilirdi.
G özünün ucuyla bir şey fark etmişti, dönünce yine gördü aynı şeyi; u zak tan deniz feneri göz kırpıyordu: Tuskar Rock. D urup bir kez daha baktı fenere, bir daha yanıp sönmesini bekledi, am a oldukça geç parladı fenerin ışığı, H elen yeniden beklemeye koyulurken gecenin ritm i başladı.
Yürümeye devam etti, artık neyle yüz yüze olduğunu biliyordu. Dublin 'deki Declan'ı gözünün önüne getirdi, küçük has tane odasında, korkarak, tek başına, kendisini bekleyen uzun geceyi karşılayan D eclan 'a neler olduğunu m erak ediyor, korkuyordu. Bunu gözünün önüne getirmesi pek kolay değildi Helen'in, düşünmeye başlar başlamaz b undan vazgeçti, onun yerine D eclan 'm arabayla buraya geldiğini hayal etti, yaklaşan a raban ın sesini duyduğunu, arabayı yola saparken gördüğünü hayal etti; D eclan 'm büyükannesine, H elen 'in asla elinden gelmeyecek biçimde yağcılık edebildiğini biliyordu. Hiç kimse onunla Declan gibi konuşamazdı; Declan büyükannesin in önyargılarını paylaşırmış gibi yapar, onunla alay etse bile kadın buna hiç aldırmazdı. Declan bu rada olsa, büyükannesin in kendisine kaloriferi ve cep telefonunu göstermesinden hoşla- nırdı. Ne söyleyeceğini de bilirdi.
Mike Redm ondlarin evinin bulunduğu yerden t ı rm a n m a k kolay oldu, büyükannesin in evinin önündeki yola çıkan basam akları t ı r m a n m a k ta n daha kolaydı. Helen yıkık evin içinden geçti, ön duvar çoktan denizi boylamıştı. H âlâ yerinde d u ran eski şömineyle arka duvara baktı, sonra uç ta durup Tus- kar 'dak i ışığın bir daha yanıp sönmesini bekledi. Bu yükseklikte du ru rken ışık, daha parlak, daha güçlü görünüyordu. Helen çiy yağdığını hissedebiliyordu, dönüp büyükannesin in evine doğru giderken uzak lardan bir yerden sığırların sesleri duyuldu.
• •uç
Yatak rahatsızdı, sen te tik çarşafların da yıllardır kullanılm am ış olduğunu hissetti Helen. Evin pansiyon olarak kullanıldığı günlerden kalm a herhalde, diye düşündü; dokununca ele incecik, neredeyse kaygan geliyorlardı. Şilte göçüktü. Helen öylesine yorgundu ki y a ta r ya tm az uyum uştu , am a bir-iki saat sonra uyandı, önce nerede olduğunu an layamadı, elini uzatıp lam ba aradı, hangi evde olduğunu çıkartamıyordu, aynı zam anda tuhaf, yakıcı bir susuzluk da duyuyordu. Sonra nerede olduğunu, oraya nasıl geldiğini ha tır lad ı. Başını yastığa bıraktı ve b ü tü n bun lar ın olmasına nasıl izin verdim, diye düşündü. Önce gelip geceyi bu rada geçirmek iyi bir fikirmiş gibi gelmişti ona, ama, Tuskar 'ın ışığı perdelerden sızıp yatağ ın yan ındak i duvarı yalarken, odanın içi böyle küf ve nem kokarken uyuya- mayacağmı hiç hesaplamam ıştı.
Y atak tan kalkıp m utfağa gitti, bir sürahiye su doldurup yatak odasına götürdü. O danın yer m uşambası yırtılmış, duvar kâğıdı yer yer sökülmüş, tavan ın badanası pul pul kalkmıştı; pırıl pırıl modern radya tö rün varlığı odayı daha da kirli ve iç karartıcı gösteriyordu. Helen eski, fitilli ya tak örtüsünü kaldırınca, ba ttan iyen in lekeli olduğunu gördü. K endini yorgun ve uykusuz hissetmiyordu. Ürperdi.
Odadaki koku daha da keskinleşmişti, ekşi ekşiydi, H elen 'i Declan 'la birlikte bu evde yaşadıkları günlere geri götüren de en çok bu koku oldu.
Burası H elen 'in odasıydı, Declan 'ınki onun ar- kasmdaydı. Ama çok geçmeden D eclan 'm yatağı da bu odaya getirilmişti. Helen, demir yatağın çekiçlenerek sökülmesini hatırlıyordu, bir de ikisi orada dikilip seyrederlerken bunca sorun çıkardıkları için neler hissetmiş olduklarını.
Declan korkuyordu. Yerde h a n ta l h an ta l oraya buraya koşuşturan siyah böceklerden korkuyordu, üzerlerine basarsa içlerindeki b ü tü n o kanlı şeylerin ayaklarına bulaşm asından korkuyordu. K aran lıktan, soğuktan korkuyordu, dedesiyle büyükannesinin üst k a t ta n duyulan ve alt k a ttak i odalarda yank ılan ır gibi olan ha reke tle r inden korkuyordu. O günlerde sözü hiç edilmeyen bir başka korkusu daha olduğunu biliyordu Helen: Annesiyle babasının bir daha asla geri dönmeyecekleri, iki kardeşin bu evde kalacakları, yaşadıkları bu günlerin ve geceler in -o sırada Helen on bir, Declan da sekiz yaşındaydı-, çok geçmeden sona erecek bir a ra bölüm değil, tüm yaşamları olacağı korkusu.
Helen b u n u n nasıl başladığını hatırlıyordu. N oel'den hem en sonra olmalıydı, belki de ocak başıydı, ilkokuldaki son yılıydı. Eve gelip okul çantasını kap ın ın iç tarafına b ırak t ık tan sonra annesiyle babasını a rka odada bulduğu günü hatırlıyordu, daha önce hiç görmediği bir biçimde ayakta duruyorlardı. Her ikisi de şöminenin üzerinde asılı olan aynaya bakıyorlardı, H elen 'in odaya girdiğini gördüler am a dönüp bakmadılar. Annesi konuştu. Sesi değişikti, yum uşaktı, rica eder gibiydi.
"Helen," dedi, "babanın test y ap tırm ak için Dublin 'e gitmesi gerekecek."
Annesiyle babası bir Helen'e bakıyorlardı, bir birbirlerine. Helen de onlara baktı; sanki ayna her an flaş gibi parlayacak ve fotoğraflarını çekecekti. H elen 'in belleğinde bu dakikalar -babasının durgun gülümsemesi, annesin in yum uşak sesi-, onların Dublin 'deki Lafayette 'te çekilen düğün fotoğrafıyla birbirine karışıyordu. Aynanın önündeki bu sahnen in yalnızca birkaç dakika, h a t ta daha da kısa sürmüş olabileceğine emindi Helen, annesiyle babasın ın bir bakışm a ve şu cümleye yetecek kadar: 'H elen, babanın test y ap tırm ak için Dublin 'e gitmesi gerekiyor'; belki başka bir şey söylenmemişti bile. Hangisi olursa olsun, babasını bundan sonra gördüğünü hatır lam ıyordu. Onu aynı akşam, h a t t a ertesi gün bile görmüş olabilirdi, bunu biliyordu, am a sonraki görüşlerine ilişkin bir tek anısı yoktu, bir tek anısı bile.
O güne ait son anısı, St. John 'dak i Rahibe Co- lum b 'un gelip kap ın ın eşiğinde dikilmesiydi; içeri girmek istememişti. Helen kapın ın eşiğinde fısıldaş- malar, alçak sesli konuşm alar olduğunu, sonra da rah iben in gittiğini anımsıyordu.
"St. John 'dak i rahibeler bu gece kilisede kutsal ku tuya vuracaklar," demişti annesi.
Bunu kime söylemişti? Helen birin in b u n u n ne an lam a geldiğini sorduğunu hatırlıyordu; annesi bu n u n rahibelerin pek ender yaptıkları bir şey olduğunu, içlerinden b irin in m ih raba yaklaşıp kutuya eliyle vuracağını, b u n u n da T an r ı 'd an özel bir dilekte bu lunm ak a n lam ın a geldiğini söylemişti.
O akşam a ilişkin öteki anısı çok berrak tı . Declan içeri girdiğinde Helen yukarıda, ya tak odasm-1 M ih rab ın a lt ta ra fın d a k u tsan m ış ekm eğin sak land ığ ı özel ku tu .
D en iz F e n e r in d e k i Iş ık 65/5
daydı. Declan ona, anne le rin in de Dublin 'e gideceğini söylemişti.
"Peki biz ne olacağız?" diye sorm uştu Helen."Biz büyükannem e gideceğiz. Bavulumuzu top
lamalıyız. Annem kalın şeyler a lm anı istedi."Helen aşağı indi. Annesi mutfaktaydı."Kaç günlüğüne gideceğiz? Okulum uz ne ola
cak?""Babanız hasta," dedi annesi."Bize onun Dublin 'e test yap tırm ak için gidece
ğini söylememiş miydin?""Yatağımın a lt ında bir bavul var. Onu alabilir
sin," dedi annesi. "Okul k itap ların ı da al."B ütün bu n la r ın gerçekten olup olmadığını dü
şündü Helen, yanıtsız b ırakılan sorular, kendisinden uzaklaşan, kopan annesi. Ertesi sabah, F ia n n a Fâil'de babalarıyla birlikte çalışan Aidan Larkin çocukları alıp arabayla Cush 'a götürm üştü. D ah a sonra da Doktor Flood anneleriyle babaların ı Dublin 'e götürecekti. Annesiyle babası o sabah evdeydiler herhalde, Declan 'la ve Helen'le konuşm uş olmalılardı, am a H elen 'in bu n a ilişkin hiçbir anısı yoktu; hatırladığı, yalnızca araba yolculuğu ve C ush 'a varışlarıydı. C ush 'ta yaşayan dedesiyle büyükannesin in telefonu yoktu; ani gelişlerinin onlara nasıl haber verilmiş olduğunu Helen bilmiyordu. Yine de, daha önce yalnız yaz tatil lerinde ya da pansiyonun dolu olmadığı yaz başlarında gelmiş oldukları bu evde bekleniyorlardı. Helen o eve kışın gittiklerini hiç hatırlamıyordu. Bu yüzden, duvarlardaki nem lekelerini, mutfak dışında her yerde duyulan nem kokusunu, kapıların a l t ından giren havayı ve denizden gelen sert rüzgârı ilk kez fark ediyordu.
Deniz ancak yirmi-otuz m etre kadar uzaktaydı, am a b ü tü n o aylar boyunca -ocakla tem m uz arası- Helen denizi, kayan ın tepesinden ancak bir-iki kez
görmüştü; aşağılardaki o kargaşayı, kayalığın yüzüne vurup patlayan dalgaları da. Helen, dedesiyle büyükannesin in deniz yokmuş gibi davrandıkların ı hatırlıyordu. Büyükannesi, C ush 'ta yaşadığı onca yıl, sahile neredeyse hiç inmemişti. İkisi de denizle ilgilenmiyorlardı. Helen ile Declan da ilgilenmeme- yi öğrendiler.
İlk ta r t ışm a yemek yüzünden çıktı. Declan tost ekmeğinden başkasını yemezdi, bu da aile içinde bir tü r şaka haline gelmişti. Ancak C ush 'ta tost ekmeği yoktu, yalnızca esmer ekmekle büyükannesin in pişirdiği sodalı ekmek vardı, bir de Blackwater'dan satın aldıkları, sert kabuklu beyaz somun ekmek. D eclan 'm yemediği başka şeyler de vardı: kabak ya
f da şalgam, havuç ya da soğan, y u m u rta ya da peynir. Tam anlamıyla ta k ın t ı haline getirmişti bunu,
i b ü tü n yemekleri incelerdi; başka evlere gidildiğinde de, yiyeceklerin kendi dam ak tad ın a uygun olup olm adığına bakardı; yemek dışındaki konu larda herkesin hoşuna gitmeye çalışır, istediğini hep koparırdı.
Pazar günleri C ush 'a giderlerken annesi Declan için sandviç hazırlardı, uzun kalacakları zam an da kendi yiyeceklerini getirip orada pişirirdi. Ama Declan büyükannelerin in b u n d a n hoşlanm adığının farkındaydı.
"Hoşlandığın için yemek yemezsin, yaşamak için yersin, yemeğin amacı budur," derdi büyükannesi.
Enniscorthy 'den C ush 'a giderlerken yol boyunca D ec lan 'm yemeklerden, orada olacaklardan başka bir şey düşünmediğini biliyordu Helen. G ün ortasındaki ilk yemek, güveçti; büyükannesi kocaman bir kepçeyle dört tabağa güveç doldurdu, sonra da m asan ın ortasına bir tabak pa ta tes koydu. Dedesi kasketini çıkarttı, o turup dua etti. Helen, Declan 'a
susması, hiçbir şey yapm am ası için işaret etti. Declan için iki pa ta tes in kabukların ı soydu, çocuk da onları ezip ağır ağır yemeye başladı. Am a güvece elini sürmedi. Dedesi, Irish Independent gazetesini okudu ve pek konuşmadı. Büyükannesi ortalıkta dolanıyordu -m asaya pek o tu rm azd ı- ve o ilk gün, büyükanne avluya çıktığında Helen, D eclan 'ın tabağını aldı, büyükannesin in tavuk la ra vereceği yemek art ık la rın ı koyduğu çöp k u tu su n a boşalttı. Sonra da tabağı yine D eclan 'ın önüne koydu, Declan şaşkın şaşkın oturakaldı, gülümsememeye çalışıyordu. Ne dedesi ne de büyükannesi hiçbir şeyin farkına varmadılar.
Çay saati geldiğinde H elen büyükannesine sofrayı k u rm a k ta yardım etti. Çayda esmer ekmek, kalın dilimlenmiş beyaz ekmek ve haşlanm ış y um urta vardı. Y um urta lar kaynar sudan çıkarılırken Declan mutfağa girdi.
"Bunlar taze yum urta ," dedi büyükannesi, "kentte yediklerinize benzemez."
"Iıh," dedi Declan."Declan y u m u rta yemez," dedi Helen."O da ne demek!" dedi büyükannesi. "Şu anne
nizin çektiğine bakın. Fazla yüz veriyor."İşte savaş böyle başladı, her gün kopan savaş.
Declan ekmek k ırın tı la r ın ı ceplerine doldurur, H elen çöp k u tu su n a uzanırdı; bazen de çıkış yolu bulamazlardı, Declan soğanları, havuçları, kabağı ya da şalgamları tabağın ın k e n a r ın a iter, yemek istemez, büyükanneleriyse onları yiyene kadar m asadan kalkm asına izin vermez, am a çocuk ağlamaya başlar başlamaz da ısrarından vazgeçerdi.
"Onları yiyemez büyükanne, yerse midesi bulanır," derdi Helen.
"Karşılık verme Helen.""Karşılık vermiyorum."
Büyükanneleri her ikisini Blackwater'daki iki sınıflı okula gönderm ekten söz etmeye başlar başlamaz Helen m utfaktaki m asada bir sınıf kurdu ve günün büyük bölüm ünde, iki yemek a ras ında Dec- lan 'la birlikte k i tap la r ından ders çalıştılar; Helen öğretmen rolündeydi. Okulu, büyükannelerinden uzak d u rm a n ın bir yolu olarak gördüler; sonunda kadın yemek odasına çocuklar için gazyağlı bir ısıtıcı yerleştirdi ve kendisi de huzur içinde radyosunu dinleyebildi. Büyükanneleri tepelerine dikilmeye başladığında çocuklar hem en m atem atik , î r lan d aca ya da ondalıkları çalışıyorlardı; çoğu kez aynı dersleri üst üste işliyorlardı; derslerinin büyük bir dikkat gerektirdiği num aras ı yapıyorlar ve büyükanneleri odaya girdiğinde başlarını kaldırıp bakmıyorlardı. D ec lan 'm k i tap la r ın ın rasgele bir sayfasını açıyorlar, çoktan bitirm iş olduğu derslerin üzerinden geçiyorlar ya da yepyeni bölümlere başlıyorlar am a bun ları tam olarak an lam ıyorlar ya da b itirm iyorlardı. Canları sıkıldığında gülüşüyorlar, fısılda- şıyorlar ya da iskambil oynuyorlardı.
Anneleri büyükannelerine kısa m ek tup la r yazıyor, hiçbir haber olmadığını söylüyor, tes t le r in yapıldığını, dua la r edildiğini anlatıyor, Helen 'le Declan 'm büyükannelerine fazla yük olmadığını um duğunu ekliyordu. Anneleri R a th m in es ' ta kuzeniyle karıs ın ın yan ında kalıyordu, Breeli Bolger ailesin- dendi kuzeni, onlar da büyükanneye saygılarını yol- luyorlardı. B abalarından söz edilmiyordu.
Helen'le Declan karyolalardan b irin in a lt ında bir ku tu oyun bu ldular ve uzun, karan lık gecelerde Ludo, Yılanlar ve Merdivenler oynayarak eğlendiler. Helen ayağına uygun bir çift çizme buldu, büyükbabasıyla birlikte sık sık dışarı çıktı, sağılacak inekleri alıp getirdi ya da büyükbabası geçsin diye kapıları açıp kapadı. D ec lan 'm çizmesi yoktu; avlu
daki ve yoldaki çam urdan nefret ediyor, pek sık dışarı çıkmıyordu, çıkınca da öğleden sonra oluyordu bu; odanın içi yapışkan bir sıcaklıkla dolunca yorgun ve sinirli oluyordu. Orada geçirdikleri o ilk aylarda baş başa kaldıklarında evlerinden de annelerinden de baba la rından da söz etmezlerdi çocuklar, orada ne kadar ka lacaklarından da. Bu konulardan söz açmadan akşamı etmek için stratejiler geliştirirlerdi.
Zamanla, büyükanneleri Helen 'e yetişkin, Dec- lan 'a da çocuk muamelesi etmeye başladı; oysa, Helen koruyucu rolünde kalsa da, Declan ile birbirlerine akran gibi davranmayı sürdürüyorlardı. Geldiklerinin ilk ya da ikinci haftasında, Helen büyükbabasıyla tartış tı ; çocukların o evde kaldıkları aylar boyunca büyükbabaları hiç bu kadar konuşmamıştı. Gazetede F ia n n a Fail hakk ında bir şey okuyordu -kendisi Fine Gael'in üyesiydi, Blackwater'da onlar güçlüydü-, Helen 'le büyükanneye dönüp, "Bunlar bir gangster sürüsü," dedi, "gözü dönm üş haydutlar. Liam Cosgrave onları yola getirmesini bilir."
"Jack Lynch gangster de değil, eli kanlı haydut da," dedi Helen.
"Ötekiler öyle öyleyse," dedi büyükbabası. "Bana kalsa Charlie Haughey'i asardım. Gangster o bok herif."
"Sözlerine dikkat et," dedi büyükanne."Ama liderleri Jack Lynch," dedi Helen."Ah, senin kime kulak verdiğini biliyorum," de
di büyükbabası. "Lily'nin kızının böyle küçük bir F ian n a Fâil'ci olacağı aklımıza gelir miydi?"
"Hem Irish Independent gazetesi, F ine Gael propagandasından başka bir şey yapmıyor," dedi H elen.
"Propaganda mı? Bu sözcüğü nereden öğrendin?"70
"Ah, Helen her sözcüğü bilir," dedi büyükanne."Sen dua etmeyi öğren," dedi büyükbabası, son
ra da gazetesine geri döndü."Aferin kızım, lafın a lt ında kalmıyorsun artık,"
dedi sonradan büyükannesi, dedesi odadan çıkınca.O günden sonra, büyükbabası Helen 'in televiz
yonda haberleri izlemesine izin verdi, birkaç hafta sonra da bir cumartesi gecesi de Helen, kendi evle- r indeyken annesiyle babasının, izlemesine asla izin vermedikleri Gece Yarısı Şovunu izlemesine izin verileceğini anladı; evdeyken bir tek kez izin verilmişti, o da Kaçak 'taki Komiser Gerard konuk olarak şova katıldığında; Helen 'e seslenip aşağı inebileceğini söylemişlerdi. Şimdi Cush 'taki mutfakta, ko ltuk lardan birinde otururken, haberler sona erdikten ve reklamlar da b itt ik ten sonra, şovun müziği başlayıp Gay Byrne ekranda göründüğünde, acaba benim burada olduğumu u n u t tu la r mı diye merak ediyordu.
"Helen'e uygun olmayan bir şey gösterirlerse, doğru yatağına gider," dedi büyükannesi.
Helen, program için yavaş yavaş yapılan hazırlıkları hatırlıyordu; büyükannesi b ü tün ev işlerinin bitmiş olmasına dikkat ederdi. Çay fincanlarıyla bisküviler bir tepsiye dizilir, program a ara verildiğinde ısıtıcının üzerine o tu rtu lm ak üzere çaydanlık doldurulurdu. Büyükannesi o programı çok seviyordu, onu izleyen günlerde H elen 'in program konukları ve tar t ışm aları hakk ında konuşmasını da; Helen de b u n u n farkındaydı.
Büyükbaba ise, program dan hiç hoşlanmıyor, kafasına yatm ayan bir şey söylenecek olursa kendi kendine homurdanıyordu.
O aylar boyunca, hakların ı isteyen kadınların ya da kiliseyle anlaşmazlığa düşen bir rahibin prog
ram a çıkmadığı bir cumartesi geçmediğini ha tır l ıyordu Helen.
Büyükannesi, paneldeki kad ın ları görünce, "A, bak kim çıktı, şuna bak, saçına bak!" diye bağırırdı.
Büyükannesi d u rm adan konuşurdu , am a bu yorum ları genellikle söylenenler karşıs ında duyduğu şoku ya da şaşkınlığı belir ten sözcükler olurdu ya da konukların dış görünüm leri üzerine konuşurdu. Am a bazen, kadın hak ları ya da siyaset konuşulduğunda, yum ruğunu var gücüyle koltuğa indirir, dile getirilen bir düşünceye yüzde yüz katıldığını bağıra bağıra söylerdi. "Haklı kadın, baş tan sona haklı!" diye kükrerdi.
Ara verilip müzik ça lınm asından hiç hoşlan- mazdı büyükanne ya da ek rana yazarların, film oyuncularının, ingilizlerin çıkm asından. Bunlar bir sürü fıkra anla tır la rd ı; büyükanneyse ta r t ışm a dinlemek istiyordu, eğlenmek değil. D in konusu ta r t ı şıldığındaysa sessiz ve gergin olurdu, rahibeleri, ra hipleri ya da konuyla ilgili laik kişileri göz ucuyla seyrederdi. Bu tü r ta r t ışm a la r sırasında, büyükbabaları bir-iki kez televizyonu kapam ak la tehd it etmişti, am a hiçbir zam an yapm am ıştı bunu. Program bitene kadar üçü de yatmazdı; kimi zaman, eskiden rahibe olan bir kadın, P a p a 'n ın yetkileri konusunda kuşkuların ı dile getirdiğinde ya da bir öğrenci lideri İrlandalI kardinalleri ya da eğitim sistemini eleştirdiğinde program ın bitmesi gece yarısını bulurdu. Gebelikten ko runm a ve boşanma, düzenli olarak ta r t ış ı lan konulardı; büyükannesiyle büyükbabası m ahcup bir sessizlik içinde izlerlerdi bunu; Helen'i b ir tek kez yatm aya göndermekle korkutm uşlardı, o da program a çıkan bir kadın, İrlandalI evli çiftlerin çoğunun, h a t t a yıllardır evli o lan ların bile birbirini hiçbir zaman çıplak görmediğini söylediğinde olmuştu.
"Aa, Tanrı yardımcımız olsun!" demişti büyükannesi.
Gece Yarısı Şovunda, onları en tedirgin eden bölüm, cinsellik ya da din konusundaki ta r t ışm a la r değildi. O rta yaşlı, gözlüklü, saçları perm alı, k ırmızı elbiseli bir Amerikalı kadın ın p rogram a çıktığı akşam tedirgin olmuşlardı. K adın ölülerle bağlantı kurabileceğini söylemişti. Aslında 'ölü' sözcüğünü ku llanm am ıştı, am a öbür dünyaya göçen insanlardan söz etmişti, 'öteki t a r a f t a bu lu n an la rd an . Gay Byrne kad ına inanm ış gibi sorular sormuştu.
"Hiç böyle saçmalık duydunuz mu?" demişti büyükannesi. "Böyle berbat bir şey duydunuz mu?"
Kadın, yan ında Gay Byrne ile stüdyodaki seyircilerin önünde duruyordu. Elinde mikrofon vardı ve seyircilerin arasındaki insanları eliyle işaret ediyordu.
"Evet, şuradaki kadın," demişti. "Sizin için güçlü mesajlar alıyorum. Bir tek kız kardeşiniz var, öyle değil mi?" ,
Seyircilerin arasındaki kadın başıyla bunu doğrulamıştı.
"Ve kardeşiniz hasta, değil mi?"K adın yine başını sallamıştı. t Ai"Şu anda mesajı açık olarak alamıyorum, siz
ikiz misiniz ya da yaşlarınız birbirine çok yakın mı?"
"Yaşlarımız çok yakın.""Siz küçükken, h a s ta la n a n sizdiniz, değil mi?""Evet, doğru.""Acaba anneniz olabilir mi bu, canım, anneniz
olabilir mi? Sizi korum ak istediğini biliyorum, kız kardeşiniz için kaygılanıyor, am a her şey yolunda
şimdi, anneniz ikinizi de kolluyor."Helen 'le büyükannesi ve dedesi gösteriyi izler
lerken m utfak ta kimse konuşmuyordu. Gece Yarısı Şovundaki kadın bir başka kişiye geçti.
"Yine güçlü sinyaller alıyorum," dedi o kadına. "Bebekken ölen ya da öldürülen küçük bir oğlunuz var mıydı?"
"Hayır," dedi kadın."Güçlü sinyaller alıyorum. Genç yaşta ölen er
kek kardeşiniz var mıydı?""Evet, vardı," dedi kadın."O sizi hâ lâ koruyor, sizin güçlü biri olduğunu
zu biliyor; yeni b ir eve taşındınız, değil mi?""Evet," dedi kadın."Anneniz sizin yanınızda mı oturuyor?""Oturuyordu, am a artık oturmuyor.""Eh, kardeşiniz anneniz için tasalanıyor, bu de
ğişikliğin iyi amaçlı yapıldığını biliyor, am a yine de tasalanıyor. B ununla ne demek istediğini anladığınızı sanıyorum."
K adın başıyla doğruladı."Şimdi başkasıyla konuşacağım. Önemli bir şey
var. Burada Grace adında biri var mı?"Yanıt gelmedi."Burada Grace adında biri var mı? Soyadı da
olabilir."Bir el kalktı. "Be m soyadım Grace," dedi ada
m ın biri."Adınız?""Jack.""Jack," dedi kadın, "önemli bir k a ra r arifesinde
olduğunuzu sanıyorum. Size çok yakın olan biri var. Jack, bu kişiyle aranızda çok yakın bağlar var. Her gün düşündüğünüz biri bu, günde birkaç kez düşündüğünüz biri. Sanırım kim olduğunu biliyorsunuz."
Jack başıyla doğruladı."Gitmemeniz gerektiğini söylüyor o kadın. Me
saj bu, çok açık. Am a başka bir şey daha var, sizin için çok önemli olan bir ilişki var. Bu konuda k a ra rsızsınız, am a o kadın bu konuda sizi r a h a t b ırakm ak 74
istiyor, sizi hâ lâ sevdiğini söylüyor, sizi koruduğunu, kolladığını söylüyor."
Reklam lar başladığında H elen 'in büyükannesi yerinden kalkmadı. Televizyonun sesini kısması için H elen 'e işaret etti.
"Bu kad ına m ektup yazabilir misin?" dedi."Bana kalırsa posta havalesi ekle," dedi büyük
babası."Kiminle bağlantı ku rm ak istiyorsun, büyükan
ne?""Ah, Helen, kız kardeşim Statia ile bağlantı
ku rm ak isterdim, verem den ölen Daniel ad ında bir de erkek kardeşim vardı. O nlardan haber almak isterd im . Ne olursa razıyım, sırf bir haber olsa bile. Böyle bir güce sahip olmak o Amerikalı kadın için hiç kolay olmamalı."
"B ütün bunları uyduruyor o," dedi büyükbaba."Hayır," dedi büyükannesi, "böyle bir gücü var,
yoksa an lard ım ben. O adam ın yüzünü gördünüz mü? Kendisiyle bağlantı k u ran kişi karısı olmalı. S ta tia ile konuşabilmek için neler vermezdim."
Aşağı yukarı o günlerde ya da bir-iki hafta sonra, Declan karabasan lar görmeye başladı. İlk gece, Helen duyduğu sesin ne olduğunu anlayamadı. Uyandı ve yeniden uyum aya çalıştı, am a gürültü kesilmedi, sonra da üst ka ttak i odada büyükannesin in ayak seslerini ve m erdivenden indiğini duydu. Sanki büyükannesin in ha reke tle rine tepki verir gibi Declan çığlık çığlığa bağırm aya başladı, Helen ya tağ ından fırlayıp D eclan 'm odasına koştu. Declan b irin in saldırısına uğram ışçasına haykırıyordu.
Onu uyandırd ılar am a Declan bir tü r lü düşünden kurtu lam ıyordu. Haykırıp ağlamayı sürdürdü,
onu mutfağa getirip bir bardak sütle kurabiye verdiklerinde bile susmadı. Bir şeyden ü rkm üştü , ya- n ındakilerin kim olduğunu tam olarak anlayamı- yordu bile, sonra ağır ağır yatıştı, am a hiç konuşmadı, gözlerini karşıya ya da ışığa dikti; bir süre hâ lâ düş görüp görmediğine emin olamadılar. Sonra düzeldi, am a ışık açık b ırak ılana kadar odasına girmedi.
K arabasanlar Declan'ı değiştirdi; gündüzleri içine kapanıyordu ve sık sık, ders çalışırlarken ya da iskambil oynarlarken unutkanlaşıyor, dalgınlaşıyor, Helen ona nerede bulunduğunu hatırlatıyordu; bu, ikisinin arasında bir şaka olmuştu. Bazı geceler deliksiz uyuşa da düşlerin sonu gelmiyordu. Öteki gecelerde, Declan 'm çığlıkları başlar başlamaz, H elen'le büyükannesi ikisi birden onun yan ına koşuyorlardı ve -hep aynı şey oluyordu- Declan'ı yatıştırm ak, kendine getirmek beş-on dakikaların ı alıyordu.
Büyükanneleri Declan 'ın içinde solucan olup olmadığını ya da bir şeyden hasta lan ıp has ta lanm adığını m erak ediyordu; bu yüzden onu alıp Blackwa- ter 'a , doktora götürdü. Helen de gelmezse doktora gitmem, diye tu t tu rd u Declan. Doktor çocuğu m uayene ederken, diline, bademciklerine, gözlerinin akm a bakarken, stetoskopla soluk alıp vermesini d in lerken Helen onları seyretti. Doktor Declan 'a bir şeyden korkup korkmadığını sorunca Declan korkmadığını söyledi.
"Peki düşünde ne görüyorsun?"Declan doktora bakıp bir süre sustu."Çok fazla düşünürsem yine görürüm," dedi."Ama ne olduğunu söyle bana.""Ben küçüğüm, miniciğim, en küçücük şeyler
gibiyim, her şey çok kocaman, ben de havada yüzüyorum."
"Yani öteki şeyler kocaman diyorsun.""Evet.""Bu seni korkutuyor mu?""Evet.""Yemek de yemiyor," diye araya girdi büyükan
nesi. "Bir tü r lü yemek yediremiyorum.""Yo, iyi beslenmiş," dedi doktor. "Kaygılanacak
bir şey yok."Declan hâlâ gözlerini karşıya dikmiş düşünü
yordu. "Düşü gördükten sonra unutuyorum ," dedi.Doktor, Declan 'm yatağ ın ın Helen 'in odasına
taşınm asını, belki o zam an kendini güvende hissedeceğini söyledi. "Bir sürü oğlan bir süre b una benzer karabasan lar görürler, sonra bun lar kendiliğinden geçer." Declan 'm yanağından m akas aldı.
★
Helen postacıyı gözlerdi. Postacı saat ön birde gelirdi. Gazeteyi de o getirirdi, m ektup yoksa gazeteyi kapın ın içine a tard ı, am a m ektup gelmişse kapıyı çalar, m ektupları büyükanneye verirdi. H elen 'in annesinin m ektupları kısa ve havadan sudan olurdu; her defasında aynı şeyleri yazardı. Helen, babasının gerçekten de testlerden geçip geçmediğini m erak ederdi, tes tle r in neden bitmediğini, sonuçların neden alınamadığını da.
Bir gün -hangi ay olduğunu hatır layam ıyordu- annesinden bir m ektup geldi, bu m ektubu büyükannesi Helen'e göstermedi ve daha sonra Helen mektubu sorunca da böyle bir m ektup gelmediğini söyledi. Helen m ektup geldiğine emindi, m ektup ların durduğu şöminenin ü s tü n ü gözleriyle araştırdıysa da o m ektup orada yoktu. Büyükannesi her şeyi nasıl saklayacağını bilirdi. Ertesi gün Helen büyükannesinin Bayan Furlong 'la fısır fısır bir şeyler konuş
tuğunu duydu, ne konuda fısıldaştıklarını biliyorum galiba, diye düşündü: M ektupta yazılanları H elen 'in öğrenmemesi gerekiyordu.
C ush 'ta geçirdikleri b ü tün o aylar boyunca -ar- tık orada üç-dört ay kaldıklarına emindi H elen- H elen ile Declan orada ne kadar kalacaklarını hiç ko- nuşmamışlardı ya da başlarına neler geldiğini, am a Declan bu konuyu açar açmaz üzerinde konuşmadan edemediler.
"Hellie," diye söze başladı bir gün Declan, odada ders çalışırlarken. "Ben eve gitmek istiyorum."
"Şişşt," dedi Helen, "büyükannem duyacak.""Onların Dublin 'de olduklarını sanmıyorum. İn
giltere ya da Amerika'dalar.""Saçmalama.""Annem neden buraya hiç gelmedi?""Çünkü babamı görmeye hastaneye gidiyor.""Neden bir kerecik bile gelmedi?""Çünkü burada iyiyiz biz.""İyi değiliz."Helen ona m ek tu p ta n hiç söz etmedi. Declan 'm
aklından bu konuyu çıkarmaya çalıştıysa da çocukta bu düşünce saplantı halini almıştı.
"Televizyonda bu konuda bir program izledim," dedi Declan. "Anneyle baba çocuklarını bırakıp gitmişlerdi. "
"Nereye bırakmışlardı?""Bir yetimhaneye.""Burası ye tim hane değil.""Yazın odaları yazlıkçılara vermek isterse ne
olacak?""O zam ana kadar annem ler döner.""Onlar İngiltere'deler.""Declan, orada değiller.""Nereden biliyorsun?"
H elen 'in kanser sözcüğünü ilk duyuşu o günlere rastladı. Büyükannesi koridorda Bayan Furlong 'la konuşuyordu, Helen 'in kapının arkas ından onları dinlediğinin farkında değildi.
"İçini açtık larında kanserin yayılmış olduğunu görmüşler," diyordu.
Helen, soru sorarsa yanıt alamayacağını biliyordu. Büyükannesinin Blackwater'a gittiği bir gün ortad a olmayan m ektupları aradı, am a hiçbir şey bulamadı.
O a rada Declan, oradan kaçma p lan ları yapm aya başlamıştı.
"Dublin 'de iş bulabilirsin sen," dedi Helen'e. "D urum um uz çok daha iyi olur."
"Nerede?""Dunnes m ağazalarında bulabilirsin, okuldan
ayrılırsan orada çalışabilirsin.""D aha on iki yaşında bile değilim.""Nereden bilecekler bunu?"Bunu izleyen günlerde, banyoya her girdiğinde
Helen kendini inceledi. Desiree rom anın ın başlangıcı geldi aklına, rom anın k ah ram an ı göğüs gibi dursun diye b luzunun içine mendil sokuyordu. Helen 'in boyu yaşına göre uzundu, acaba on dört yaşındayım desem b a n a inan ır la r mı, diye düşündü.
G ün le r uzadıkça evde bir şeyler değişti. Büyükanne le rin in onlara daha yum uşak davranması, Bayan Furlong 'un uzayan ziyaretleri, Peder Griffin'in gelip çok uzun kalması, Blackwater'daki papaz; bütü n bun lar kanser olanın babası olduğuna inandırdı Helen'i; bu da onun ölmekte olduğu an lam ına geliyordu ya da daha uzun sürecek yeni bir ameliyata girecekti. Declan 'la Helen kaçm aktan , Dublin 'e gitm ekten, H elen 'in bir iş ve kalacak bir ev bulmasından, D eclan 'ın okula gitmesinden söz ediyor olsalar da Helen b ü tün bunları bir oyun, bir fantezi olarak
görüyordu. Oysa Declan bunları ciddiye alıyordu. P lan la r yapıyordu.
"Declan, sen Dublin 'e neredeyse hiç gitmedin bile," dedi Helen.
"Çok gittim ben. Henry Sokağı'nı biliyorum, Moore Sokağı'nı da."
"Ama günübirlik gitmiştin."Bir akşam, Declan, H elen 'in yattığı odaya geldi,
elindeki eski, kahverengi cüzdan yirmilik banknotlarla doluydu.
"N eredenbu ldun onu?" diye sordu Helen."Büyükbabam onu m utfak ta bir delikte saklı
yor.""Geri götür onu.""Kaçarken işimize yarar. Yerini biliyorsun ar
tık.""Yerine koy onu."
Babaları 11 H az iran 'da Dublin 'de öldü. Helen'e tu h a f geliyordu bu; şimdi bile, yirmi yıl sonra, bu evde, ya tağ ında gözleri açık ya ta rken , büyükannesi yukarıda uyurken ve Declan da hastanedeyken, C ush 'ta geçirdiği o yaz başına, mayısın bitip haziran ın gelişine ilişkin hiçbir anısı gelmiyordu aklına. Ancak bazı şeyler belleğinden silinmemişti: evin değişen atmosferi, en azından iki m ek tubun gelmesi ve b u n la rd a n hiç söz edilmemesi, küf ve gazyağı kokusu. Yıllar sonra Helen, o birkaç hafta içinde çocukluğa veda etmiş olduğunu anladı, oysa ilk âdet kanam asın ı görmesine o ta r ih te henüz altı ay vardı.
O sabah, bir şey olduğunu anlam ıştı Helen: Er- kendi, saat sekiz olmalıydı, bir adam geldi; Helen adam ın camın önünden geçişini gördü; adam büyükannesi ve büyükbabasıyla kon u ş tu k tan sonra gitti.
Sonra, a radan pek fazla zam an geçmeden, Blackwa- te r 'd a n Peder Griffin geldi. Papaz gidene kadar yata k ta n çıkmamaya k a ra r verdi Helen, başka bir şey olm uştur belki, dedi kendi kendine ya da pek önemli bir şey değildir. Y atağında yatıp bekledi. Declan yandaki ya tak ta derin uykudaydı.
Bir süre sonra büyükannesin in ayak parm ak lar ın ın u cu n a basarak koridorda yürüdüğünü duydu. Yatak odasının kapısını açıp Helen 'e çabucak giyinmesini fısıldadı.
Helen yatak odasından çıktığında büyükannesi camın önünde duruyordu.
"Helen, haberler kötü; baban dün gece on birde öldü. H uzur içinde öldü. Şimdi annenizle ilgilenmemiz gerek. Declan'la sen Peder Griffîn'le birlikte Enniscorthy'ye gideceksiniz."
"Nereye gideceğiz?""Size temiz giysiler çıkardım. Declan 'la sana
M eydan'daki Bayan Byrne bakacak."B uradan ayrılacakları ve bir daha asla geri dön
mek zorunda olmayacakları düşüncesi Helen 'i birden m üth iş sevindirdi, am a sonra, babası yeni ölm üşken böyle hissettiği için suçluluk duydu. Hiçbir şey düşünmem eye çalıştı. M utfak ta çay içen Peder Griffin'in y anm a gitti.
"Hepimiz diz çöküp babanın ruhu için dua edelim," dedi büyükannesi.
Peder Griffin, on tu r tespih çekti. D ua la rın metin ler in i ağır ağır, telaşsızca okudu. Selam Olsun Kutsal Anamıza, sıra gelince duayı, sanki sözcüklerini ilk kez ağzına alıyormuş gibi okudu: "Sana gönderiyoruz yakarışlarımızı, kederlerimizi ve bu gözyaşları vadisindeki hıçkırıklarımızı." Helen, usulca, sessizce ağlamaya başladı, büyükannesi yaklaşıp yanı başında diz çöktü, dua la r b itene kadar da kalkmadı.
Deniz Fenerindeki Işık 81/6
Oturup hiç konuşm adan biraz daha çay içtiler, büyükannesi ekmek kızarttı, giysileri havalandırdı.
"Declan neden kalkmadı?" diye sordu Helen."Ah, ben kald ırm adım Helen. Biz eşyaları ha
zırlarken onun bol zam anı olacak.""Ona daha söylemedin mi?"'Bırakalım uyusun.""Uyanıktır."Helen holde okul ç a n ta la n n ı hazırlarken Dec
lan, "Ne yapıyorsun?" diye seslendi ona."Çantaları topluyorum. Enniscorthy'ye gidiyo
ruz."Declan yattığı yerden ona baktığında Helen
onun bildiğini düşündü, am a emin olamadı."Nasıl gideceğiz oraya?""Peder Griffîn'le."Declan bir kez daha baktı Helen 'e ve başını sal
ladı. Y atak tan kalktı, pijamalarıyla ayakta durdu."Kendi okul çan tam ı kendim toplarım," dedi.
Peder Griffin direksiyondaydı, Helen de onun yanındaki ko ltukta oturuyordu, The Ballagh ile En- niscorthy arasında bir yerdeyken Helen birden, Declan 'm babaların ın ö lüm ünden habersiz olduğunu hatırladı.
"Babamla annem Dublin 'den döndüler mi?" diye sordu Declan.
Şimdi bile, yirmi yıl sonra, nemli sentetik örtülerin arasında, ellerini başın ın a ltında kavuşturm uş tav an a bakarken ve bir yandan da deniz fenerinin ışığı yanıp sönerken Helen, bu soruyu Peder Griffin de kendisi de yanıtsız b ırak tık lar ında a raban ın içini dolduran dehşet duygusunu hâ lâ hissedebiliyordu. D eclan 'm aynı soruyu bir kez daha sormasını bekle-
misti, am a Declan arkasına yaslanıp hiç konuşma- mıştı; kasabaya doğru yollarına devam etmişlerdi.
Helen, M eydan'daki Bayan Byrne 'm evine pek gitmek istemiyordu. Declan evin iki oğluyla arkadaştı, onun işi kolaydı, am a H elen 'in orada hiç arkadaşı yoktu, Bayan Byrne'ın kendisine çocuk m uamelesi yapacağını biliyordu. Bayan Byrne 'ın kentteki b ü tü n dükkân sahiplerin in eşlerinden farkı yoktu: H er zam an her şeyi gözlerler, her zam an tetik te olurlardı, gülümsemeleri bile acıydı; Helen ne Bayan Byrne 'm denetim i a lt ında olmak istiyordu ne de ken ttek i herhang i bir kadının.
Hiç konuşm adan D onoghue 'nun a raba galerisin in önünden geçtiler, köprüyü aşıp Castle Hill'e doğru gittiler. Helen Bayan Byrne'ın evine girmemekte kararlıydı.
Peder Griffin, M eydan 'da ikinci sıra park edip onları a rabada b ırak tığ ında Declan H elen 'e hiçbir şey sormadı, o da ona hiçbir şey an la tm adı. Bayan Byrne gülücükler içinde kapıya çıktı. Sürücü ta ra fındaki kapıyı açtı, başını a raban ın a rka tarafına uzattı.
"Gel bakalım Declan," dedi, "Thomas ile Fran- cis öğle yemeği için eve geldiklerinde öğleden sonra okula gitmezler belki, o zam an hep birlikte üst katta oyun oynarsınız."
Helen a rabadan inip Bayan Byrne 'ın yanında durdu. "Büyükannem eve gidip annem dönmeden evi toparlam am ı istedi," dedi.
"Helen, kom şuların bunu halledeceklerine eminim."
"Büyükannem gitmemi söyledi, Peder Griffin beni arabayla eve götürecekmiş, Declan da sizinle kalacak."
Peder Griffîn durm uş, dikkatle dinliyordu. Helen, Peder 'in itiraz edemeyeceğini biliyordu, çünkü
kendine güvenerek konuşmuştu. Peder yumuşak başlı bir adamdı, arabası yolu tıkadığı için tedirgin olmuştu, bir an önce gitmek istiyordu.
"Evet," dedi Helen, "siz D ec lan 'm eşyalarını alın, sonra görüşürüz."
Sesinin, tıpkı televizyonda gördüğü kişiler gibi t i t rem eden çıkm asına çalışıyordu.
"D urun bir dakika," dedi Peder Griffin, "durun da park edeyim."
Declan çantasın ı bagajdan aldı, Byrne 'm dükkân ın ın önünde durup Peder Griffîn'i beklediler.
"Büyükanneniz çok iyi biri değil mi?" diye sordu Bayan Byrne, Helen'e.
"H arikab ir i ," dedi Helen.Bayan Byrne sokağa göz gezdirdi. "Zavallı an
neniz sizi gördüğüne sevinecek," dedi."Gidip a rabada bekleyeceğim," dedi Helen,
M eydan 'm karşısına geçerek Peder Griffîn'in arabayı park etmiş olduğu yere yürüdü. Peder sürücü ta rafından inerken Helen de yandaki kapıyı açtı.
"Burada bekleyebilirsin değil mi?" diye sordu Peder.
"Tabii beklerim," dedi Helen.Peder, M eydan 'm karşısına geçip yan ında Dec
lan ve Bayan Byrne ile Byrnelarm d ü k k â n ın a girerken Helen a rk a la r ın d an baktı. P eder 'in ne yaptığını biliyordu: D eclan 'a babasının öldüğünü söylüyordu. Neden bu kadar uzun sürdüğünü m erak etti. Yoldan geçen iki kişi H elen 'i a raban ın içinde görünce y a n m a geldiler. Helen a raban ın camını indirdi.
"Anneni mi bekliyorsun?" diye sordular."Hayır," dedi Helen. "Hayır, onu beklemiyo
rum.""Hâlâ Dublin 'de mi zavallı kadın?""Evet," dedi Helen. Bu tü r in san la rın kendisine
yanaşıp konuşm alarına alışıkmış gibi kendinden emin görünmeye çalışıyordu.
"Başınıza gelenlere çok üzüldük.""Sağ olun." Kaşlarını çattı ve camı kaldırdı.Peder Griffin, Byrneların dükkân ından çıktığın
da başı önünde yürüyordu, k am burunu çıkarmıştı."Evde tek başına ka lm an ın doğru olduğunu
sanmıyorum," dedi Peder. "Bayan Byrne senin de onlara gitmeni istiyor."
"Yo, annem çok titizdir. O gelmeden her şeyin tertemiz, pırıl pırıl olması gerek."
"Ama evde bir başına kalam azsın ki.""Yo, Bayan Russell'ı çağırırım; annem in en ya
kın arkadaşıdır o, gelip benim le kalır."Bu ağırbaşlı köy papazı tara fından Lymington
H ouse 'a arabayla getirilen bir P ro tes tan kızıymış gibi davranıyordu. Yine kaşlarını çattı. Peder Griffin arabayı çalıştırdı. D ec lan 'm nasıl olduğunu, şimdi ne yaptığını m erak etti Helen.
"Sorun olmayacağına emin misin?" diye sordu Peder Griffin.
"Elbette Peder, elbette. Eve girip Bayan Rus- sell'ı çağıracağım."
Peder önce Jo h n Sokağı'ndan geçti, sonra Da- vitt Bulvarı 'na yöneldi.
"Beni bu rada indirebilirsiniz Peder, size m innettarız."
Peder, Helen'i eve kadar götürdü. Helen, eve mutfak penceresinden girmek zorunda olduğunu Pe- der'in görmesini istemiyordu. Arabasına binip çekip gitmesi için ne m üm künse yapabilirdi.
"Bavulumu bagajdan alayım," dedi ra h a t havalarda. "Bagajın kilidini açık bırakm ıştım . Burada m anevra yapm ak güç, biraz aşağıdan dönseniz daha iyi olur."
A rabanın kapısını kapa tt ı , bavulunu eline alıp bahçe kapısını açarken papaza el salladı. Hiç geriye bakm adan evin arkasına dolandı. Bavulunu yere
dik koydu, mutfak penceresinin pervazına erişmek için onu kullanacaktı, sonra kendini yukarı çekip pervazın üzerinde diz çöktü. Pencerenin mandalı yıllar önce kırılmıştı. Alttaki camı var gücüyle yukarı itti. Pencere yeteri kadar açılmıştı, Helen musluğun yanındaki boşaltma borusuna ayağını dayadı ve mutfağa girdi. Ayaklarının üzerine dikilir dikilmez pencereyi kapam akla zam an yitirmedi, gidip ön kapıyı açtı; ta h m in ettiği gibi Peder hâ lâ arabada oturm uş, eve bakıyordu. Sağ eliyle Peder'e git der- cesine işaret etti. Kapıyı kapa tt ı , sırtını dayayıp gözlerini yumdu. Salona gidip cam dan dışarı baktığında Peder'in geri m anevra yapmaya başladığını gördü; yola çıkıyordu. Helen artık evde yalnızdı.
£&
Helen durup kulak verdi; hiç ses yoktu. D aha önce sessizliği hiç dinlememişti. Tam beş aydır bu eve girmemişti. Odada çevresine bakındı, şöminenin soğuk taşların ı elledi, ko ltuk lardan birine oturdu. Sonra arkadaki odaya gidip perdeleri açtı. Onu şaş ır tan sessizlik ve boşluk olmuştu. Cush 'tayken bu odaları o kadar çok düşünm üştü ki, şimdi canlanm aların ı bekliyordu, am a böyle bir şey olmadı. Arka kapıyı açıp mutfak penceresinin a ltında du ran bavulunu içeri aldı; içeri girip kapıyı kapadı. Arka odada oturup Bayan Bryne'ın dükkân ın üstündeki kocaman o turm a odasını, babası öldüğü için kendisine nazik davranan ları düşündü, ürperdi.
Buraya dönm ekten hoşnuttu . Elini mutfak kapısının tokm ağına koyduğunda babasının elinin de daha önce o tokm ağa m u tlaka değmiş olduğunun farkına varmıştı; o tokm ağın üzerinde onun elinin pa rm ak la r ın ın ya da ayasının izleri de herhalde -yo, m u tlak a - vardı. Babasının eli şimdi cansızdı,
t a b u tu n u n içinde buz gibi yatıyordu. Ve bu ev, evin her san tim etrekaresi, babasının izlerini taşıyordu: Oturduğu koltukta, kullanmış olduğu fincanlar ve bardak larda ondan bir iz kalmıştı m utlaka; bıçaklar
i ve çatallar: Onca yıl boyunca herhalde onların hepsine değmişti eli. Sokak kapısına gidip tokmağı ve kilidi elledi, babası m u tlak a dokunm uştu onlara.
Üst ka tta , annesiyle babasının yatak odasında, babasının tak ım elbiseleri, ceketleri, pantolonları, gömlekleri ve kravatları gardıropta duruyordu. Helen gardırobu açtı, elbiselerinden birini elledi, elbise askıda sallandı. Askıları yana iterken, babasının yıllardır kullanmadığı bir pantolon askısı gördü. P a rm ak lar ın ı yukarıdan aşağı gezdirdi, b irden irkildi, b ü tü n askıları eski yerlerine getirdi.
Pencereye gitti, vadinin ü s tünden T u rre t Kayal ık la r ın a ve Vinegar Tepesi'ne baktı; sonra gözlerini sokağa çevirdi, ön bahçelerin çiçek ta rh la r ıy la
i' çevrili, bakımlı çimlerini seyretti. Sokak boştu. Geldiğini komşular görmemiş olmalılardı, yoksa hem en gelip kapıyı çalarlardı.
Yatağın a lt ında bulduğu babasının ayakkabıla- ı rı onu en çok şaşırtan şey oldu. C ila lanm aları gere
kiyordu, bir çift ayakkabının bağları da saçak saçak olmuştu. Odadaki öteki eşyalardan çok bu ayakkabılar duyuruyordu babasının varlığını; yokluğunu değil de varlığını; sanki babası her an gelebilir, ya tağm üzerine oturabilir ve ayakkabılarını ayaklarına geçirebilirdi; sonra da eğilip bağcıklarını bağlayabilirdi.
K apının arkasında annesin in sabahlığı asılıydı, a lt ında da iki tan e ü tü lü beyaz bluz. Helen bluzlardan birini aldı, üzerine koyup aynaya baktı. Babasın ın ayakkabılarını giydi, am a ayağına çok büyük geldi. Gardırobu yeniden açıp koyu gri bir elbise buldu. Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp kravatları
gözden geçirdi; koyu renkli, am a çok da koyu olmayan bir kravat arıyordu, benekli ya da çizgili olmalıydı. Birkaç kravatı elbisenin üzerine koydu, annesinin uyup uymadığını an lam ak için böyle yaptığını görmüştü, sonunda siyah üzerine gri ve beyaz çizgili bir k rava t ta k a ra r kıldı. Bir çekmeceyi açıp beyaz bir a tlet ve beyaz bir don buldu, bir başka çekmecede de bir çift çorap.
Elbiseyi alıp yatağ ın üzerine serdi. Gömleği elbisenin içine koydu, gömleğin kollarını da ceketin kollarının içine yerleştirdi, gömleğin düğmelerini çözüp içine a tleti soktu, sonra düğmeleri ilikledi. Okul kravatın ı t a k a r gibi kravatı kendi boynuna doladı, sonra ona düğüm attı, çıkardı, babasının gömleğinin yakasının a lt ına sokup sıkıştırdı. Sonra donu pan to lonun içine soktu, p an to lonun önündeki düğmeleri ilikledi, gömleğin ucunu pan to lonun içine tıkıştırdı. Çorapları aldı, ayakkabıların içine soktu, sonra da ayakkabıları pan to lonun paçaların ın dibine koydu, am a pek güzel durmadı.
Alt k a ta indi, salondaki k i tap lık tan bir kucak dolusu kitap aldı, yukarı taşıdı. K itapları ayakkabıların iki yan ına yerleştirdi, am a k itap la r ın yetmediğini görünce aşağı inip bir kucak dolusu daha çıkardı. Ayakkabıları, b u run la r ı yukarı bakacak biçimde, k itap la r ın arasına sıkıştırdı.
Yatağın üzerinde ya tan adam a baktı Helen, am a bir şeyin eksik olduğuna k a ra r verdi. Alt ka ta inip m erdivenin altındaki, palto ların durduğu elbise dolabını açtı, kanca la rdan birinde asılı bir kasket vardı. Kendi ya tak odasında bulduğu küçük bir yastığı annesiyle babasının odasına götürdü. Onu yatak tak i yastıklara, gömleğin boynuna yakın bir yere dayadı; kasketi yastığa koydu, sanki babası başında kasket uyuyakalmış gibiydi. Sonra da geri çekilip onu seyretti.
G ardırobun kapısını ve çekmeceleri kapadı, sonra odadan çıktı, gözleri kapalı olarak sahan lık ta durdu. Sonra yavaş yavaş yatak odasına yürüdü. Fark ı ya ra tan , ayakkabılardı, babasını orada ya ta r gibi gösteren, H elen 'in gidip onun y a n ın a uzanm asını sağlayan, ayakkabılardı. Y atak ta annesin in ta ra fına yattı, babasını rahatsız e tm em ek için dikkatlice, usulca uzandı. Elini uzatıp ceketin sağ kolunun u cu n d a olması gereken eli tu t tu . Eğilip kasketi kaldırdı, babasının dudak ların ın bu lunm ası gereken yeri öptü. Ona sokuldu.
H elen seslerini duyduğunda Bayan Morrissey ile Bayan M aher hole girmişlerdi bile. Çok hızlı ve çok sessiz hareke t etmesi gerektiğinin farkındaydı, üst ka ta gelirlerse yakalanacağını ve d u rum unu açıklayamayacağını biliyordu. Ayakkabılara uzanıp onları yere bıraktı, babası olarak hazırladığı biçim in üzerine eğildi. Hiç ses ç ıka rm adan elbiseyi, gömleği, kravatı, iç çamaşırlarını ve çorapları toparladı. K itapları döşemeye bıraktı, elbiseleri, yastığı, kasketi alıp sessizce kendi odasına doğru yürüdü, gıcırdayan parkelerin çok geçmeden aşağıdaki kad ın la ra varlığını hissettireceğini biliyordu. Yatak ö r tüsünü düzeltecek ya da odaya göz a tacak zamanı yoktu.
"Aman Tanrım , yukarıda biri mi var?" diye haykırdı Bayan Morrissey.
Helen giysileri kendi ya tağ ın ın a l t ın a itekledi, toparlandı, t ırabzandan aşağı seslendi:
"Benim! Helen!""Helen!" diye bağırdı Bayan M aher. "Ödümüzü
p a tla t t ın . Burada ne işin var Tanrı aşkına? Ne yapı
yorsun? Senin Bayan Byrne'ın evinde olman gerekirdi."
"Büyükannem buraya gelmemi söyledi," dedi Helen; sonra da yatağın üzerinde önemli bir şey bırakıp b ırakm adığ ına bakm ak üzere büyük yatak odasına koştu. Yatak örtüsünü düzeltti, sonra sahan lığa dönüp aşağı indi.
"Eh," dedi Bayan Maher, "korku ttun bizi." M utfak m asasının üzerine içi dilimlenmiş gözlemelerle dolu beyaz plastik torbalar konulm uştu , evyenin yan ındak i damlalıkla yerde de torbalar duruyordu.
"Burada tek başına olmamalıydın," dedi Bayan Morrissey. "Burada yalnız olduğunu annen bilse!.."
"Buraya gelmemi büyükannem söyledi," dedi Helen.
"Eh, J im 'e söyleyeyim de seni arabayla Mai Byrnelara götürsün. Declan orada değil mi?"
"Ama orada hep oğlanlar var," dedi Helen. "Beni kızdırıyorlar. Oraya gitmek istemiyorum."
"Büyümüş de küçülmüş değil mi! Tam bir kü- çükhan ım değil mi!" dedi Bayan Maher.
O ndan sonraki iki saat Helen onlarla birlikte çalıştı, babasının bedeni ortadan kaldırıld ık tan sonra eve gelecekler için ekmekleri yağladı, jam bonlu, tavuklu, sa la tah sandviçler yaptı.
"Bu gece çok kalabalık olacak," dedi Bayan M aher. "Yarın daha da kalabalık olacak. Wexford Eyale t in d e k i F ia n n a Fâil 'in tam am ı buraya gelecek."
Bayan M aher'le Bayan Morrissey çalışırlarken konuşuyorlardı, am a Helen onları yarım kulak dinliyordu. Babasının tab u ta girip girmediğini, tabutu n kapağını açıp açmadıklarını, ta b u tu n bir daha açılm am ak üzere kapanıp kapanm adığını merak ediyordu. Acaba ayakları örtüldü mü yoksa çıplak mı, diye düşündü.
Sandviçler yapıldıkça bayatlam asın diye yeniden yağlı kâğıda sarılıyordu. Bayan M aher çalışırken ağzından sigarayı düşürmüyordu. Külü uzadıkça Helen sandviçlerden b irin in içine düşecek mi diye m erakla gözlüyor am a her seferinde kadın onu lavabonun içine silkeliyordu.
Bayan Morrissey a lt ka ttak i odaları elektrik süpürgesiyle temizliyordu. Bir süre sonra, her iki kadının da meşgul olduğuna emin olan Helen, yavaşça üst kata , kendi odasına çıktı ve külotla atleti, çorapları alıp her zam an durduk ları çekmeceye yerleştirdi. T ırabzandan aşağı k a ta bir göz atıp rahatsız edilmeyeceğine emin olunca giysilerin geri kalan ın ı toparladı, kravatı çözdü, gömleği yine askıya astı. Annesi, gömleğin uzun süre giyilmeden durduğu için bu ruştuğunu düşünürdü nasılsa. Helen gömleği kapın ın arkasına asarken, orada du ran öteki gömleği de buruştu rm aya çalıştı. Elbiseyi gardıroba astı ve gardırobun kapısını kapa tt ı . Aşağı inm eden önce tu valette sifonu çekti. K ravatı u n u tm u ş tu am a onun çaresine daha sonra bakabileceğini biliyordu.
iki komşu kad ın ın sandviçleri haz ır lam asına yardım etmeyi sürdürdü. İşleri bittiğinde Bayan Morrissey, Helen'e kendi evlerine gelebileceğini, akşam yemeğini yiyip annesin in gelmesini bekleyebileceğini söyledi. Evimiz sessizdir, dedi kadın, üzücü bir gündü, H elen 'in annesiyle ilgilenmesi gerekecekti.
"Annenin gönlü yaralıdır," dedi Bayan Maher.
DÖRT
Büyükannesi Helen'i m utfakta bekliyordu."Galiba uyumadın, Helen," dedi."Uzun süre uyanık yattım, am a sonra biraz
uyudum," dedi Helen."Uyanık olduğunu biliyordum."Büyükannesi k ızartm a m akinesine dilim dilim
ekmek koydu, sonra çay yaptı."Uyanıktım," dedi Helen, "yıllar önce olanları
düşünüyordum. Bunları aklıma getiren belki de o oda ve deniz feneriydi, bir de sanırım Declan 'm hastanede oluşu. Her neyse, her şeyi geçirdim aklımdan, babam ın ölümünü, bizim buraya gelişimizi."
"Çok güç günlerdi Helen," dedi büyükannesi. Çay koydu ve Aga fırınının üzerindeki kap tan haşlanmış bir y um urta aldı. Ekmekler kızarınca bir ta bağa koydu.
"Babamın ölüm ünü izleyen yıl buraya gelişimizi hatırlıyor musun? Bana telefon ettiğin gün bundan söz etmiştin," dedi Helen.
"Hatırlıyorum Helen," dedi büyükannesi."Ben okuldan çıkardım; annem arabada oturu
yor olurdu, hani şu eski kırmızı Mini'de; Declan da arka koltuk ta olurdu; ben arabaya b iner binmez annem tek söz etmeden motoru çalıştırırdı. Bundan hiç hoşlanmazdım. Ulu Tanrım , hiç hoşlanmazdım."
"Üstesinden gelemiyordu Helen, olay buydu. Babanın kaybına alışamıyordu."
"Sabahları bizi bu radan arabayla alıp okula götü rü rdü ; ders b itiminde dışarı çıkınca gözlerimi yumar, açınca annem i karşımda bulm asam diye dua ederdim. Ama çoğunlukla orada bekliyor olurdu; biz de onun eve dönmediğini, b ü tü n gün kent dışında arabayla dolaştığını, bir otelde ya da M urphy Flo- od'm yerinde o turduğunu bilirdik. Okuldan çıkmayı hiç istemezdim."
"Declan 'la senden başka kimsesi kalmamıştı.""Onu eleştirmek istemiyorum, büyükanne," de
di Helen, "bunları konuştuk, onun için güç olduğunu da biliyorum, am a okula gidip dönerken yol boyunca bizimle hiç konuşmazdı. Şimdi benim de çocuklarım var ve böyle bir şey yapmayı düşünemem bile."
"Helen, o elinden geleni yapıyordu. Üstesinden gelemiyordu. Büyükbaban öldüğünde bana çok iyi davranmıştı. Hatırlıyorum, sen o sırada lise bitirme sınavlarına giriyordun. A nnen de işe girmişti, am a o günlerde bana baktı."
"Bana telefonda annem in senin için hiçbir zam an hiçbir şey yapmadığını söylemiştin büyükanne."
"Bu doğru değildi Helen," dedi büyükannesi.
Helen arabayı Wexford'a doğru sürdü. Currac- loe'ya yaklaşırken çisenti b a rd a k tan boşanırcasm a yağan yağm ura dönüştü. Saat onu geçmişti, annesin in işte olduğunu ta h m in ediyordu. Haberi ona evinin kapısında vermeyeceği için seviniyordu; bürosunda söylemek daha kolay olacaktı.
O sabah büyükannesiyle kahvaltı ederken aklına bir anısı geldi, am a onu hem en kafasından çıkardı. Bundan büyükannesine söz edemezdi. Şimdi Wexford'a giren anayola yaklaştığında, silecekler a raban ın ön camında gidip gelirken, daha önce aklına gelen sahneyi gözünde canlandırdı.
Babasının ö lüm ünü izleyen yaz, bir pazar günüydü. Önceki aylarda büyükanne le rin in Cush 'taki evine hafta içinde pek sık gitmemişlerdi, am a pazarları hep giderlerdi, kilisedeki saat on iki ayininden sonra Enniscorthy 'den yola çıkarlardı. Bu pazar -h az iran ya da tem m uz başı olabilirdi- Helen, Os- borne Yolu'ndan Drum goole 'a doğru gittiklerini fark etti. Helen bir şey demedi am a arka koltukta o tu ran Declan neden her zam anki yolu izlemediklerini sordu.
"Bu sefer Curracloe'ya gidiyoruz," dedi anneleri.
"Büyükannem in evine gitmiyor muyuz?" diye sordu Declan.
"Hava bozmazsa sahilde o turup yeriz diye sandviç hazırladım."
Curracloe'da bir otopark, bir dükkân, kum tepecikleri ve uzun bir kumsal vardı. Helen 'le Declan 'a göre burası hissedilir bir güzelliğe, yeniliğe sahipti; Ballyconnigar ile Cush ise yavan ve can sıkıcıydı. Declan, Cush ile Ballyconnigar'da çok köylü bu lunduğu görüşündeydi, Wexford Kasabası 'nm halkı ise Curracloe'ya gidiyordu.
"Yani biz şimdi büyükannem e gitmiyor m uyuz?" diye sordu Declan.
Yanıt gelmedi. Curracloe'ya varınca, annelerin in onlara söylemeden hazırlamış olduğu piknik sepetini de yan la r ına a larak kum sala yöneldiler, bir kilimle mayolarını da almışlardı. Helen annesine, C ush 'a gitmeyeceğimizi büyükannem biliyor mu, di
ye sormak istiyordu, yoksa yemeği sıcak tu ta rak , a raban ın sesine kulak vererek bekleyip duruyor muydu?
Anneleri onca yıl C ush 'ta bir kez bile denize girmemişti. Çocuklarla birlikte sahile iner, onların yüzmesini seyreder, hava sıcak olursa mayosunu giyer, am a suya ayaklarını bile sokmazdı. Currac- loe'ya gittikleri o pazar günü, çocuklar anne le rin in hava sıcak olduğu için m ayosunu giydiğini tah m in ettiler. Anneleri başına bone tak ınca da Declan gülmeye başladı. "Suratın çok komik oldu," dedi.
Deniz çırpıntılıydı, dalgaların kırıldığı yerden öteye yüzen pek azdı. Declan her zam an suyun kıyısında bir süre durur, sonra da cam üstünde yürür gibi denizde ilerlerdi. Helen, üzerinde düşünmeyince bu işin daha kolay olduğunu öğrenmişti, suya girip açılmak kolaylaşıyordu böylece, am a yine de zordu. Şimdiyse, Helen'le Declan denizin kıyısında dikilirlerken, anneleri ansızın yan la r ından geçti, haç çıkardı, kendinden emin ad ım larla suya girdi, su göğsüne kadar yükselince de denize daldı. Çocuklara bakıp el salladı, yeniden daldı, büyük bir dalga ça tlarken de suyun yüzüne çıktı. Dalga geri çekilirken Declan koşup denize girdi, annesine ulaşmaya çalıştı, am a gelen ikinci bir dalga onu devirdi. Dalga Declan'ı kıyıya doğru iterken çocuğun kahkahalarla güldüğünü gördü Helen. D eclan 'a doğru gitti, onu yakalayıp elini tu t tu .
"Annemin olduğu yere gitmek istiyorum," dedi Declan.
Yakınlarında, bir grup çocuk ve yetişkin dikilmiş, bir sonraki dalganın kıyıya vurm asını beklerken birbirlerine neşe içinde bağırıyor, kendilerini dalgaların kucağına bırakıp kıyıya doğru sürükleniyorlardı. Dalgaların devirdiği Declan 'la Helen, ağızları tuzlu suyla dolu, ayağa kalkınca, anne le rin in
dalgaların kırıldığı yerin ötesine aç ılm akta olduğunu gördüler. Anneleri onları görünce dönüp çocukların bu lunduğu yere doğru yüzmeye başladı.
"Bize yüzemediğini söylemiştin," dedi Declan."Yıllardır denize girmedim," dedi anneleri.Öğle sonrasının büyük bölümünde, Helen 'le an
nesi Declan 'ı o r ta la r ına alıp ellerinden tu ta ra k , dalgaların kıyıya vurm asın ı beklediler. Birkaç kez, sahile dönüp kilimin üzerine o tu rdu larsa da Declan denize gidene kadar onları rah a t b ırakm adı. Bir dalga görünür görünmez, bu n u n en büyük dalga olduğunu haykırıyor, dalgalar ufak ve sakin olsa bile bu onu dediğinden döndürmüyordu. Bir sonraki dalgayı, sonra bir sonrakini, bir sonrakini gösteriyordu, gülüp duruyordu; sonunda koca bir dalga gelip üçünü de yere devirdi.
Saatler ilerleyince kilimin üzerine o turup sandviçlerini yediler, çay içtiler.
"Burası en güzel yer," dedi Declan. "Buraya her pazar gelebilir miyiz?"
"İstersen geliriz," dedi anneleri.Helen annesine, C ush 'a gitmeyeceklerini büyü
kannesine söyleyip söylemediğini sormak istiyordu, am a giyinip arabaya dönmeye hazır lan ırla rken , annesinin bir şey söylememiş olduğunu anladı.
Curracloe Köyü'ne girdiklerinde, acaba annem Blackwater'a dönüp C ush 'a uğrayacak mı, diye düşündü, am a anneleri sola döndü, Enniscorthy yoluna saptı. Arabanın a rka koltuğunda o tu ran Declan yol boyunca konuştu, annesine sorular sordu, düşüncelerini söyledi. D ah a sonra değişmez bir sahne haline dönüşecek olan bir durum la ilgili ilk anısı buydu Helen 'in: Declan 'la annesi derin bir sohbete dalıyorlar, Declan gülüyor, annesi gülümsüyor; Helen onlara ayak uyduramıyor, am a o da gülümsüyor; D eclan 'm şakaları, konuşmaları, neşesi ve du-
Deniz Fenerindeki Işık 97/7
rup d in lenm eden annesin in ilgisini ve dikkatini kendi üzerine çekmeye ihtiyaç duyması hoşuna gidiyor.
Helen Wexford'a doğru sürdü arabayı. Annesinin şirketin in eski l im ana bakan r ıh t ım d a olduğunu biliyordu, b ü ronun yak ın ında pa rk yeri bulup bulam ayacağını düşündü. Önce H ugh 'ya telefon etmeliydi -bu sabah Helen a rayana kadar evde beklerdi m u t la k a - sonra annem in karşıs ına çıkmalıyım, dedi kendi kendine.
Babası öldükten iki yıl sonra annesi öğretmenliğe geri dönmüş, F ia n n a Fâil 'in yardımıyla yerel meslek okulunda bir iş bulmuştu. Çok geçmeden -ne zam an olduğunu tam olarak bilmiyordu H elen- akşam ları okulda t icare t dersleri vermeye başladı; sonunda bu kursların öğrencilerin ih tiyaçlarına uygun olarak tasarlanm ası ve kursa k a tı lan la r ın iş bulması onda bir saplantı haline geldi.
D aha sonra, bilgisayarların gelmesiyle birlikte annesi bilgisayara geçme konusunda şirket temsilcileriyle ve başka kişilerle konuşmaya başladı. Ülkede, bilgisayar dersini t icare t ku rs la r ına k a ta n ilk kişi annesiydi. Böylece sonunda annesi kendi bilgisayar şirketini kurdu; orada temel kullanım dersleri veriyordu, sonradan şirketlere ve şahıslara bilgisayar satm aya başladı. Bir önceki yaz, büyükannesi Helen 'e Wexford Bilg isayarların ın Wexford People dergisinde çıkan tam sayfalık ilanını göstermişti; ilanda Waterford ve Kilkenny'deki m üşteri le r in sözlerinden a lın tılar vardı; bun lar Wexford'a geldiklerini, çünkü kursların bilgisayar ku llan ım ını kolaylaştırdığını, satış ekibinin de ku rm a ve bakım işini sorunsuz çözdüğünü söylüyorlardı. Sayfanın üst ta rafında H elen 'in annesin in kocaman bir fotoğrafı yer alıyordu.
"Şu Lily'ye bak!" demişti büyükannesi.
üjs
Helen arabayı park edince H ugh 'ya telefon etti, nerede olduğunu ve az sonra ne yapacağını bildirdi. H ugh ile konuşurken annesine ne söyleyeceğini o âna kadar hiç düşünm em iş olduğunu ve Wexford Bilgisayar Şirketi'ne gitm em ek için elinden ne gelirse -okula telefon edebilir, arabayı alıp gidebilir, W hite 's 'ta çay içebilirdi-yapabileceğini fark etti.
Hugh, çocukların sabah erkenden kalkıp yağm urluk la r ın ı giyerek kuzenleriyle birlikte sahile indiklerini söyledi. H er şey yolunda, dedi, ihtiyacı olur olmaz H elen 'in y a n ın a gelebileceğini ekledi. H elen daha sonra onu arayacağını söyledi.
"İşler asla sandığın kadar kötü gitmez," dedi Hugh.
Wexford Bilgisayar Ş irketi 'n in girişindeki asansör H elen 'i şaşırttı, ışık landırm alar, yer karoları ve duvar boyaları da; b ü tü n bunlar , bir dergiden fırla- m ışçasm a son derece m odern ve ciddiydi; Wexford r ıh t ım ın d a böyle şeyler görmeyi ak lından bile geçir- memişti Helen. Lobideki bir tabela, sergi sa lonunun birinci ka tta , resepsiyonun ikinci k a t ta olduğunu belirtiyordu. İkinci ka tın düğmesine bastı.
Helen aynada kendine çekidüzen veriyor, asansörden inince kendisini bir holde ya da lobide bulmayı umuyordu. Acaba yukarıda bir tuvalet bulup annem le karşılaşm adan önce makyaj yapabilir miyim, diye düşündü. Am a asansörün kapıları açılınca kendini öndeki pencereleri l imana, arkadakiler ise sokağa bakan, çatısı iptal edilip yüksek kirişli tavan ına dam pencereleri yerleştirilmiş kocam an bir salonda buldu. Salondaki iskemlelerde yirmi kadar dinleyici oturuyordu; içlerinden bazıları dönüp Helen'e baktılar, am a çoğu, ayakta d u ran H elen 'in an nesinden gözlerini ayırmadılar.
Helen içeriye girdiğinde annesi konuşuyordu. H elen kendini çaresiz hissetti, sahnedeymiş gibiydi sanki; geri çekilemezdi, tuvale t de arayamazdı. Bir iskemle bu lana kadar ilerledi. O m ekân ın ne kadar güzel ve aydınlık olduğunu, ne kadar pahalı göründüğünü fark etti. Annesi konuşm asını kesmemişti; H e len 'in varlığından haberdar olduğunu, yalnızca gözlüğünü başının tepesinden b u rn u n a indirerek ve gözlerini kısıp onun bulunduğu yere bakarak belli etti.
"Şunu unu tm am alıs ın ız ki," diyordu annesi, "biz sizin için varız. Şirketiniz yeni bir sistem kurarsa ya da siz becerilerinizi geliştirmek ihtiyacını duyarsanız, bizi arayın, tıpkı evinizdeki su tesisat ın d a sızıntı olduğunda tesisatçıyı çağırır gibi; biz de, buraya geceleyin ya da hafta sonunda gelme pah as ına bile olsa sizin so rununuzu çözeriz. Bize telefon edin, hem en emrinizde oluruz."
Annesi bir an konuşm asına a ra verdi, gözlüğünü yeniden tak tı, ilk bakış ta yanlış görmediğine emin olmak istercesine bir kez daha H elen 'in bu lunduğu tarafa göz attı.
"Bakın," dedi, "bu işe yalnızca bilgisayar ve yazıcı kursu vererek başladık biz, am a çalışırken, buraya gelen hem en hem en herkesin sistem satın alma, sistem kurulm ası ya da bakım ı konusunda t a t sız deneyimleri olduğunu öğrendik. Böylece, başkalar ın ın ihmali sayesinde biz güneydoğudaki en geniş çeşide, en yüksek satışlara ve tekn ik kadroya sahip olduk. Şunu da söyleyeyim ki en iyi olmak hiç de güç olmadı. Gülüp geçebilirsiniz, am a fiyatlarımızın daha düşük olduğunu göreceksiniz, üstelik yirmi dört saat hizm et veriyoruz. Sergi salonumuz alt k a tta , am a siz buraya bilgisayar satın almaya gelmediniz, bilgisayar ku llanm ak için geldiniz; her biriniz için özel bir program hazırladık; ihtiyaçları-
mzı inceledik, artık işe başlamaya hazırız. Burada hepiniz için bir m ak ine var, üzerinde adınız yazılı; sandalyelerinizi bilgisayarlara yaklaştırırsanız başlayabiliriz. Y akalarında isim kartı taş ıyan kişiler personelimizdir."
Helen annesin in l im ana bakan pencerelerden birin in yanındaki m asaya doğru gittiğini gördü. Annesi personelden biriyle konuştu, sonra eline bir kâğıt alıp baktı. Helen asansöre binip aşağı, sokağa inmemek, Dublin 'e g itm em ek ve Declan 'a , du rum u annesine an la tm ası için Avrupa Kom isyonu'ndaki arkadaşını göndermesini söylememek için kendini güç tu t tu . Annesi salonda dolaşıp adları ve ayrın tıları kontrol ederken bekledi. Belli ki kom uta annesinin elindeydi. N ihaye t Helen 'e doğru yürüdü, am a birden fikrini değiştirdi, pencerenin yan ındak i m asaya gitti. Oradaki bir şeyi kontrol e t t ik ten sonra da salonun öteki ucundak i Helen 'in ya n ın a geldi.
"İçeri girdiğinde seni fark ettim, acaba bunca yolu bilgisayar öğrenmek için mi geldin diye m erak ettim," dedi.
"Yo, sağ ol. Büron çok hoş.""Yepyeni," dedi annesi."Seninle konuşmalıyım. Özel bir oda var mı?""Fazla zam anım yok," dedi annesi, am a bunu
söyler söylemez susup H elen 'in yüzüne a ra ş t ıran gözlerle baktı. "Bir şey mi oldu?" diye sordu.
Asansörün karşıs ına düşen ufak bir odaya gittiler. Annesi kapıyı kapadı.
"Ne oldu?" diye sordu. V"Declan," dedi Helen, içini çekerek."Helen, anlatsana!""Hastanede, Dublin 'de, seni görmek istiyor.""Kaza mı geçirdi? Yaralandı mı?""Hayır, öyle bir şey değil. H asta ve seni görmek
istiyor. Bir süredir hastanedeymiş, am a bizi tedirgin etmek istememiş."
"Tedirgin etmek mi? Sen neden söz ediyorsun?""Anne, Declan gerçekten hasta . Belki doktorlar
la konuşsan daha iyi olur.""Helen, sen onun nesi olduğunu biliyor m u
sun?""Hayır, tam olarak bilmiyorum. Am a seni bu
gün görmek istiyor. Arabası bende, seni hastaneye götürebilirim. St. Jam es Hastanesi 'nde."
Annesi çalışma m asasına gitti, içinde bulundukları haftayı bu lan a kadar ajandasının sayfalarını çevirdi.
"Bugün günlerden ne?" diye sordu."Çarşamba.""Tamam. Sen dışarıda bekle, ben iki yere tele
fon edeceğim, sonra gelirim.""White's'ta buluşsak olmaz mı?""Sen dışarıda bekle, hem en gelirim."
Hava açarken Dublin 'e doğru yola çıktılar. Go- rey'i geçene kadar annesi konuşmadı.
"Bu yoldan nefret ediyorum," dedi. "Her karışından nefret ediyorum. Bir hastaneye gitmek için bu yoldan yeniden geçmek zorunda kalacağım hiç aklıma gelmemişti." 5.,;,
"Dün gece büyükannem de kaldım," dedi Helen."Önce ona mı gittin? N eden önce bana gelme
din?"Helen yanıt vermedi; gözlerini karşıya dikmiş,
d ikkatin i yolda toplamıştı."Ah, tam am , şimdi yan ıt lam a beni," dedi anne
si."Hugh ile çocuklar Donegal'deler," dedi Helen."O adam sana nasıl dayanıyor bilmem," dedi
annesi.
Çift yönlü karayolun; u laşana kadar konuşmadılar. Annesi siperliği indırc+n-, küçük aynaya, bakarak dudak la r ına ruj sürdü.
"Sorunun ne olduğunu sana söylemeliyim," dedi Helen.
"Beni tam bir buçuk saa tt ir oyalıyorsun," dedi annesi, saatine bakarak.
"Declan AİDS, uzun zam andır böyle ve bunu bizden sakladı."
H elen annesin in soluğunu tu t tu ğ u n u hissetti, sanki a raban ın önünden siyah bir gölge geçmişti.
"Sen ne zam andır biliyorsun bunu?" diye sordu annesi.
"D ündenberi.""Büyükannen biliyor mu?""Evet, ona söyledim."Annesi siperliği kaldırdı, ruju makyaj çantasına
koydu. "D urum u çok mu kötü? Ne kadar kötü?""Çok kötü, am a ne kadar olduğu tam belli de
ğil.""Ve çaresi yok, öyle mi?""Hayır, çaresi yok.""Ne kadar zam andır AİDS?""Yıllardır.""Ne zam andır hastanede?""Bilmiyorum.""Neden bizden sakladı?"Yine yan ıt vermedi Helen. Ansızın yağm ur baş
ladı, silecekleri çalıştırınca ön cam a sürte sürte gidip geldiler. Helen silecekleri durdurdu , am a yağm ur çok şiddetli yağıyor, Helen önünü göremiyordu, bu yüzden yeniden çalıştırdı. Bray'e v a ra n a kadar annesi ağzını açmadı. Helen sileceklerle boğuşurken annesin in iç çekişleriyle, yum ruk ların ı sıkmasıyla, bir şey söyleyecekmiş gibi önce ona dönüp sonra yeniden önüne bakmasıyla ilgilenmemişti.
Sonunda Lily konuştu: "Tam kendimi toparlamışken şu olana bak."
Yağmur kesildi, Helen de silecekleri durdurdu."Declan neden bana kendisi söylemedi?" diye
sordu annesi."Senin nasıl tepki vereceğini bilemiyordu.""Bu yüzden mi bana söylemen için seni yolla
dı?"Helen önünde uzanan yola baktı. Çift katlı bir
otobüs görünce, içinden annesine hastaneye kendin git, demek geldi, am a bu düşünceyi kafasından hem en sildi. Yumuşadı, bu olayın annesi için ne anlama geldiğini ta h m in etmeye çalıştı.
"Sanırım böyle bir günde hepimizin aramızdaki farklılıkları unutacağımızı hissetti," dedi Helen.
"Eh, ben sende pek bir farklılık görmüyorum," dedi annesi.
"Bana tah am m ü l et," dedi Helen, "ben çaba gösteriyorum." Sesinin soğuk bir tonda çıkmasını engelleyememişti.
Hastaneye vardıklarında Helen, ikisinden birinin konuşmaya kalkışması d u ru m u n d a araban ın patlayıp havaya uçacağını düşünmeye başlamıştı. Arabayı P au l 'ün bıraktığı park yerine götürdükten sonra D eclan 'm kaldığı kanada doğru yürüdüler.
"Doktor bana, danışm anla istediğimiz saatte görüşebileceğimizi söyledi."
"Declan tek kişilik bir odada mı?""Evet.""Nasıl görünüyor?"Helen bir an annesine karşı büyük bir şefkat
hissetti, durum u kolaylaştıracak bir şeyler söylemek geldi içinden. Ağlamak üzereydi.
'Yo, iyi görünüyor. Sanırım korkuyor.""Ya danışman? O nasıl bir adam?""Adam değil, kadın. Tanışmadım, am a iyi biri
olduğunu söylediler."Resepsiyonda, danışm anı sordular, am a nerede
olduğu bu lunam ayınca Helen bir gün önce tanışmış olduğu doktoru sordu. Sessizce beklediler. Bir süre sonra danışm anla genç doktor birlikte geldiler. Danışman, Helen 'in tah m in ettiğinden çok daha ufak tefek ve gençti. Genç kız gibiydi. Annesinin, karşısındaki kişinin danışm an olduğunu anlam ası zam an aldı. Kadın onları alıp koridorun ucundaki bürosuna götürdü.
"Evet doktor," dedi Helen 'in annesi, o turur oturmaz, "bu vaka konusundaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz?"
"Korkarım ki çok açık konuşmak zorundayım," dedi danışman.
"Benimle hiç çekinmeden konuşabilirsiniz," dedi H elen 'in annesi.
"Declan çok hasta. T-hücreleri neredeyse sıfıra inmiş, bu hastalığın seyrini bu sayıyla ölçeriz. Çoğu kişide binden fazla T-hücresi bulunur. Birçok enfeksiyon riski var. Bu sabah ufak bir ameliyat yaptık kendisine, göğsüne bir tüp yerleştirdik, ameliyat iyi geçti. Bir süre böyle sürdürebilir, am a hasta lık çok hızlı da ilerleyebilir. Herkeste farklı olur. Declan 'm çok cesur ve çok uysal olduğunu söylemeliyim, am a krizler çoğalırsa dayanamaz."
"Kullanabildiğiniz ilaç var mı?""Bir tek ilaç var, AZT, am a ne yazık ki tedavi
etmiyor, her enfeksiyonda daha iyi ilaçlar ku llanabiliyoruz."
"Tedavi olma şansı ne?""Ciğerlerinde bir şey yok, am a emin olamayız;
Declan 'm bağışıklık sisteminin zarar gördüğünü ve
bunun onarılmasının güç olduğunu pek çok doktor kabul edecektir."
"Amerika'da bir şey yapılabilir mi?""Bizim yöntemlerimiz de oradaki kadar geliş
miştir. ""Acı çekiyor mu?"'Yo, aslında yarım saat önce ben yanındayken
ya tak ta oturuyordu. O nun iyi bakılmasını sağlayan arkadaşları var. Sizi onun yanına götüreyim, sonra da isterseniz konuşuruz."
Helen kapıyı açarken annesi dan ışm ana döndü: "Sizinle bir dakika yalnız konuşabilir miyim lütfen?"
Helen kapının dışında bekledi, sonra koridorun öbür ucuna yürüyüp camdan dışarı baktı. Annesinin ne sorduğunu biliyordu: arabadayken Helen'e sorm aktan kaçındığı soruyu. Declan 'm eşcinsel olduğunu annesinin bilip bilmediğini hep m erak etmişti, şimdi de danışm anın , annesine bu konuda bir şey söyleyip söylemeyeceğini bilemiyordu. Ama an nesini danışm anın bürosundan çıkıp koridorda kendisine doğru ilerlerken görünce sorusuna yanıt almış olduğunu anladı. Omuzları çökmüş, gözleri yere dikilmişti. Helen yıllardır onu böylesine tükenm iş görmemişti.
Birlikte Declan 'm odasına girdiklerinde Declan yatağında oturm uş walkman"den müzik dinliyordu. Yatağın yanındaki iskemlede o tu rm ak ta olan Paul hem en ayağa fırladı, Helen 'e başıyla selam verip dışarı çıktı.
"Sana ziyaretçi getirdim," dedi Helen."Seni son gördüğümde pek iyi görünmüyordun,"
dedi anneleri, yatağa yaklaşıp D eclan 'a gülümserken. "Ama şimdi çok daha iyi görünüyorsun." Declan 'm elini tu t tu .
"Bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim ," dedi Declan.
"Bu oda biraz karanlık değil mi? Sana iyi bakıyorlar mı?" diye sordu annesi.
"Ah, her şey yolunda, her şey yolunda.""Buraya seni rah a t e ttirm ek için geldik. Öyle
değil mi, Helen?""Evet, anne," dedi Helen."Ne zaman çıkacağımı öğrendiniz mi?" diye sor
du Declan."Danışm anın la görüştük am a bu konuda bir şey
söylemedi," dedi annesi. "Ama istersen onu bulup sorayım."
"Yo, biraz bekle," dedi Declan."Ağrın var mı?" diye sordu annesi."Bugün kendimi çok iyi hissetmiyorum. Bu sa
bah göğsüme lokal narkoz verdiler, onun arkasından hep biraz başı dönüyor insanın."
Odaya bir hemşire girdi, elindeki küçük fincanda hap la r vardı; Declan bir bardak suyla hapları yuttu.
"Biliyorsun," dedi annesi, "evime gelmek istersen senin için her şeyi hazır ederiz. Sen de gördün ya, çok güzel bir manzarası var, sorun çıkarsa bir hemşire de ayarlarız, gelip bakar."
"Ne yapacağımı bilmiyorum," dedi Declan."Sen nasıl istersen," dedi annesi. Elini Dec
lan 'm a ln ına koydu. "Eh, en azından ateşin çıkmamış."
Helen Paul'ü , odanın dışındaki koridorda bekler buldu. İkisi h a s tanen in yakınındaki bir pub'da öğle yemeği yerlerken annesi D eclan 'm yan ında kaldı. Yemekten sonra Helen ken tin öteki ucundaki okuluna gitti. Bir önceki hafta öğretmenlik için başvu
ran bazı adaylara, ikinci bir m ü lak a ta gelmeleri için m ektup gönderilmişti. M ülakat günlerine ve saatlerine bir göz a tm ak istiyordu.
Sekreteri Anne, telefonla a rayan la r ın bıraktığı mesajları Helen 'e okudu, aldığı ta l im a t uyarınca bu mesajları sözcüğü sözcüğüne stenoyla not etmişti. Çoğu sıradan mesajlardı. Eğitim Bölüm ü'nden John Oakley aramıştı. Helen gelen m ektupları da inceledi. Anne, öğretmenlerden birin in telefon ederek ikinci bir m ü laka ta neden gerek görüldüğünü sorduğunu, başka hiçbir okulda böyle bir uygulama yok dediğini söyledi.
"Hangi dersi veriyor bu öğretmen?" diye sordu Helen.
" İ r landacave İngilizce.""Bana bıraktığı mesajı tam olarak okur m u
sun?"Sekreter, telefonla bırakılan mesajı aynen oku
du. Helen bir dakika düşünüp şöyle dedi: "Ona mektup la yanıt versek daha iyi olur. İşe başkasının alındığını yazıp ilgisi için teşekkür et, ben de çıkmadan imzalayayım. Başımızı ağrıtacak birine benziyor."
"Bir de," dedi Anne, "Ambrose sorunu var. Pazartesi günü sarhoştu ya da en azından fazlaca içkiliydi. Sana söylememem için yalvardı."
"En son ne zaman sarhoştu?""Nisanın altısında," dedi Anne."İr landa 'n ın en iyi ustası," dedi Helen."Sizden ödü kopuyor," dedi Anne."Ama dün ayıktı, bugün de ayık mı?""Evet; ve çok üzgün.""Bir şey yapmayacağım," dedi Helen. "Ama ba
na anlattığ ın ı ona söyle, bu konuda düşüneceğimi de. Biraz korkut onu." Güldü, Anne da başını sallayıp gülümsedi.
Helen okulun boş, yankılı koridorlarında dolaştı, sonra üst ka ta çıkıp personel odasının karşısındaki bir banka oturdu. Yaşadıkları ve yaşayacakları, ansızın, sanki yeni farkına varmış gibi, b ü tün ağırlığıyla üzerine çöktü: Kardeşi ölecekti, kendileri de onun hastalığının artm asın ı, acı çekmesini ve ağır ağır ölmesini seyredeceklerdi. Declan 'm cansız, hareketsiz bedeninin ta b u ta konm aya hazırlanışı geldi gözünün önüne, karanlığa gömülüşü, sonsuza kadar ta b u ta kapatılışı. Düşüncesi bile dayanılmazdı.
Bunu aklından çıkarm aya çalıştı. Kendini yorgun hissediyordu; olduğu yerde uzunca kalırsa uyu- yakalacağından ve A nne 'ın kendisini böyle bulacağından korkuyordu. Ağır ağır aşağıya, bürosuna indi, m ektubu imzaladı, sonra da arabasına atlayıp eve gitti; yatağının üzerine uzanıp sabaha kadar uyum ak geliyordu içinden. Duş alıp üs tünü değiştirdi. Donegal'e, H ugh 'ya telefon etti am a telefonu açan olmadı. Saat dörtte ken tin öteki ucundaki hastaneye geri döndü.
Annesiyle Paul'ü , D eclan 'm odasının önünde, koridorda buldu.
"Şu anda onu genel bir m uayeneden geçiriyorlar," dedi annesi. "Birkaç günlüğüne dışarı bırakacaklar." ,; ;S
"Benim evime gelmek istiyor mu?" diye sordu Helen.
"Hayır, Cush'a, büyükannesin in evine gitmek istiyor," dedi annesi. "Oraya neden gitmek istediğini bilmiyorum."
"Büyükannemin evine mi?""Büyükannene telefon etmeye çalıştım, am a te
lefon kapalıydı tabii," dedi annesi."Cush 'tan ve deniz kıyısındaki evden çok söz
ediyor," dedi Paul.
"Oraya gitmek istiyorsa götüreceğiz. Ona bunu söyledim."
"Ne zaman?" diye sordu Helen."Eğer gidecekse şimdi gitmeli," dedi annesi,
"çünkü birkaç gün sonra hastaneye dönmek zorunda kalabilir."
Doktorla danışm an odadan çıktılar. "Birkaç günlüğüne tehlike yok zaten," dedi Louise. "Alacağı ilaçların listesini yapacağım, eczane bunları hazırlar hazırlamaz gidebilir."
"Bir keresinde bu rada eczaneyi iki saat beklemiştik," dedi Paul.
"Reçeteyi oraya kendim götüreceğim, Paul siz de benimle gelirseniz ve orada durup gözlerinizi üzerlerine dikerseniz hem en hazırlarlar herhalde," dedi danışman.
Helen'le annesi odaya girdiler, Declan yatağın kenarında oturuyordu.
"Böyle kalkıp o tu runca başım dönüyor," dedi. "Ama şimdi geçer."
"Declan, dün gece büyükannem in evinde kaldım," dedi Helen. "Yataklar gerçekten rahatsız, çarşaflar da fi ta r ih inden kalma." A'
"Evden çarşaf getiririm," dedi annesi."Sen söyleyince büyükannem ne yaptı?" diye
sordu Declan."Senin için kaygılandı," dedi Helen.Declan giyinirken kadın lar dışarı çıktılar."Bu P au l 'ün kim olduğunu biliyor musun?" di
ye sordu annesi."Declan'm eski bir arkadaşı. Sanırım çok yardı
mı olmuş.""Bütün bun lar bir karabasan," dedi annesi.
"Evet, biliyorum. O kadar iyi görünüyor ki inanasım gelmiyor."
"Sen bizi Cush 'a götürebilirsin," dedi annesi. "Tatildesin, değil mi?"
"Pek değil, am a sizi götürebilirim."
ilaçlar gelince Paul ile Declan odayı boşaltmaya başladılar, çöpleri büyük bir plastik torbaya dolduruyorlardı, giysilerle CD'leri de bir el çantasına. Declan Paul'e, büyükannesin in Cush 'tak i evine nasıl gideceğini ayrıntılarıyla an la tm aya başlamıştı. Helen'le annesin in şaşkın bakışları a l t ın d a Paul' den bu tarifi Larry'ye de -Helen, L arry 'n in kim olduğunu bilmiyordu- vermesini ve elinden geldiğince çabuk Cush 'a gelmesini söylemesini istedi.
Wexford'a doğru yola çıktılar. Annesi, Declan arabada ra h a t mı değil mi diye söyleniyor, acaba ön koltukta mı rah a t eder yoksa arkada mı diye sorup duruyordu. Declan arka koltuğa oturdu; k en tte n geçerlerken annesi arkaya döndü ve, "Hastaneye gelirken Helen bana benim nasıl tepki vereceğimden kaygı duyduğunu söyledi," dedi. "Bu konuyu kafana takm a sakın. Benim için dünyadaki en önemli kişiler Helen'le sensin, bunu da hiçbir şey değiştiremez."
"Sana daha önce anlatmalıydım," dedi Declan, "ama bir tü r lü dilim varmadı."
Cornelscourt'a gelince Dunnes m ağazasında durdrla r; Helen süperm arkete girdi, alışveriş arabasını önlerindeki birkaç gün ihtiyaç duyacakları şeylerle doldurdu. Gelişlerini büyükannesin in nasıl karşılayacağını bilemiyordu. Yıllardır -belki de on yıldır- ilk kez, bağlarını koparmayı kafasına koyduğu bu ailenin bir parçası olarak oraya döndüğünün
farkındaydı. Yıllardır ilk kez, sanki hiçbir şey olmamış gibi, hepsi b irden aynı ça tın ın a l t ında olacaklardı. Arabadayken dile getiremedikleri duyguların, yeniden bir b ü tü n oldukları duygusunun şimdi, bir kriz yaşarlarken , kendilerini ha reke te geçiren bu olayın içindeyken kendisine çok doğal geldiğini fark etti. Bir daha asla dönmeyeceğini um duğu yere, yuvasına dönm üştü şimdi, elinde olm adan içinde neredeyse bir ferahlam a hissetti.
C ush 'a giderlerken yol boyunca annesi yan ında çalışan lardan ve m üşterile rinden söz etti; Helen onun şakacı ve keyifli görünmeye çalıştığının farkındaydı. Birkaç kez Declan 'ın uykuya daldığını sandılar, am a yalnızca gözlerini yum duğu anlaşıldı. Annesi, gece bir ara H elen 'in kendisini Wexford'a götürebileceğini, evden kendi arabasını ve yatak çarşaflarını alabileceğini söyledi.
"Seni çok rah a t ettireceğiz Declan," dedi annesi."Böyle habersiz gittiğimiz için büyükannem bo
zulur mu acaba?" diye sordu Declan."O seni hep sever Declan.""Evet am a bozulmaz mı?""Telefonunu açık tutsaydı bunu öğrenebilirdik.""Ben onun elinden gelen yardımı yapm ak iste
yeceğini düşünüyorum , Declan," dedi Helen. ,,*j
C ush 'a akşam ın ilk saatlerinde vardılar. Büyükanneleri evden çıkıp a raban ın içine baktı, kimlerin geldiğini anlayamamıştı.
"Arkada o tu ran Declan mı?" diye sordu H elen'e, ön kapıyı açarken.
"Bir süre b u rada kalm ak istedi, büyükanne," dedi Helen. "Ona hayır diyemedik."
"A, gelin içeri, hepiniz gelin. Lily içeri gir, Dec- lan 'ı da getir."
Arabayı yolda bırakıp içeri girdiler. Büyükanneleri televizyonu kapa tt ı , evyenin başına gidip çaydanlık ve demlikle uğraşm aya başladı. Ötekiler ne yapacakların ı bilemeden m utfak ta dururla rken , o arkası dönük kaldı. Akşam ışığında D eclan 'a bakan Helen, onun ne kadar h as ta göründüğünü ilk kez fark etti, yüzünün ne kadar süzülmüş, cildinin ne k adar gerilmiş göründüğünü, gözlerinin ne kadar yorgun baktığını, beden in in nasıl da ufacık kaldığını.
Annesi Declan'ı o tu rt tu , büyükanne ise ayakta dikildi, tezgâhın üzerinde bir sürü temiz fincan duru rk en kirli fincanları yıkam aya girişti. İki kedi tü nedikleri yerden onları izliyorlardı.
"Anne," dedi H elen 'in annesi, "belki de böyle dam dan düşer gibi gelmemeliydik."
"Yo, Lily, zaten b ü tü n gün sizi m erak edip durdum." Döndüğünde Helen onun yüzünün taş gibi ifadesiz olduğunu gördü. "Çay yapayım," dedi kadın, "isterseniz sandviç de hazırlarım , yoksa eve gidince yemek yemeyi mi terc ih edersiniz?"
Helen, onların bu evde kalm ak istediklerini büyükannesin in an lam azlık tan mı geldiğini, yoksa Wexford'a giderken buraya uğrad ık lar ına gerçekten mi inandığını anlayamadı. Arabadan indiklerinde büyükannesine ne söylemiş olduğunu ha tır lam aya çalıştı, am a hatır layam ayacak kadar yorgundu.
Büyükanneye yanıt veren olmadı, o da dışarı çıktı; m utfak ta kalan üç kişi birbirlerine baktılar.
"Declan," dedi anneleri, "Wexford'a gidebiliriz, H elen 'le sen benim evimde kalabilirsiniz."
Declan yanıt vermedi, gözlerini karşıya dikmişti. Helen, Declan 'm has tanede yattığı günlerde, bu evi, kayalıkları, denizi hayal edip etmediğini, şimdi
Deniz Fenerindeki Işık 113/8
bu gördüklerinin onu hayal kırıklığına uğratıp canını sıkıp sıkmadığını m erak etti. Kardeşi kötü görünüyordu.
Büyükanneleri elinde bir kovayla içeri girdi, kovayı evyenin yan ında yere bıraktı. Demliğe çaydanlık tan su koydu, bunu yaparken yine onlara sırtını dönmüştü. Declan gözlerini kapayıp içini çekti. Anneleri Helen'e sert bir bakış fırlattı.
"Büyükanne," dedi Declan, "beni hastaneden birkaç günlüğüne bıraktılar, ben de buraya gelip manzarayı seyredeyim, birkaç gün kalayım dedim, am a belki bu senden çok şey istemek olur."
Büyükannesi dönüp pencereye doğru baktı. "Declan," dedi, "buraya her zam an gelebilirsin. Senin için her zaman yatacak yerim vardır. Önce bir fincan çay içelim, sonra hepinizi yerleştiririz."
Saat dokuz buçukta herkesin yatacağı yer belli olmuştu. Declan 'm, yıllar önce Helen'le paylaştığı odada kalması kararlaştırılm ıştı, bu oda evin ön t a rafına bakıyordu. Helen onun yanındaki odayı alacaktı, anneleri de üst ka ttak i odalardan birinde kalacaktı.
D eclan 'm ilaçlarından birkaçının buzdolabında durması gerekiyordu; büyükannesi buzdolabında yer açtı; Declan doğrudan göğsüne giren bir tüpün ucuna küçük plastik bir torba bağlarken hepsi yarı hayranlık yarı tiksintiyle onu izlediler. Declan haplarını gözden geçirip içlerinden dördünü bir bardak suyla yuttu.
"Büyükanne, doktor kedilere alerjim olduğunu söylüyor. Ama bana yaklaşmadıkları sürece sorun yok."
"Ah, eve misafir geldiğinde oradan inmezler, seni rahatsız edeceklerini sanmıyorum."
"Eminim sorun olmaz," dedi Declan.
"Şunlara bak, kendilerinden söz ettiğimizi biliyorlar," dedi büyükannesi.
K aranlık çökerken Helen annesini arabayla Wexford'a götürdü.
Blackwater'a yaklaşırlarken Helen, "Bizi burada istemiyor," dedi.
"Bence n u m ara yapıyor, saçmalık ediyor," dedi annesi, "sen de bilirsin. Misafiri sever."
"Bizi b u rada istemiyor," diye yineledi Helen.Curracloe'dan çıkana kadar konuşmadılar."Declan'ın d u ru m u n u ne zam andır biliyordun?"
diye sordu annesi."Söyledim ya, dün öğrendim.""Demek istiyorum ki, onun Paul gibilerle arka
daş olduğunu ne zam andır biliyordun?""Ne gibi?" diye sordu Helen."Ne gibi olduğunu biliyorsun." Annesin in sesi
öfkeliydi."Hep biliyordum.""Saçmalama Helen!""On yıldır biliyordum, belki daha uzun zam an
dır.""Ye bana hiç söylemedin?""Ben sana hiçbir zam an hiçbir şey söylemedim,"
dedi Helen, ü s tüne basa basa."Um arım böyle bir şey senin başına hiç gel
mez.""Um arm ış gibi geliyor sesin.""Öyle bir şey düşünseydim söylerdim.""Söylerdin elbette."Wexford'da, r ıh tım boyunca ilerlediler, sonunda
Helen 'in annesinin arabasının durduğu yere geldiler. Annesi, a rabadan inene kadar konuşmadı, iner
ken öfkelenmiş gibi kapıyı çarptı ve kendi arabasına gitti. Rosslare'e doğru sürdü arabasını, Helen de hem en arkasından gidiyordu, sonra birkaç mil boyunca iç içe geçmiş yan sokaklara saptı; Helen an nesinin arabasının hız göstergesinin bile öfkeli olduğunu hissediyordu.
A nnesinin evinin bahçesindeki araba yoluna girene kadar Helen evin deniz m anzara lı olduğunu bilmiyordu; büyükannesin in evindekinden bile daha geniş bir m anzarası vardı burasının, çünkü daha yüksekteydi. Burada Tuskar 'a daha yakındılar. Helen m otoru du rduru rken fenerin ışığı evin önyüzünü yaladı. Annesi Helen 'e hiç bakm adan eve girince Helen a rabadan inmeyip onun dönmesini bekledi. Declan evin çok büyük olduğunu, bir servete mal olduğunu anlatmıştı, am a Helen evi k irem it damlı, sıradan, m üstakil bir bungalova benzetti. Servete mal olan, arsası olmalı, diye düşündü.
K aranlık ta , günün ağır ağır azalan ışığında, ufuk çizgisini belli belirsiz seçebiliyordu. Evin, sabah ışığını alacağını fark etti. Annesinin, evin ön yüzüne neden daha çok pencere koydurmadığını merak etti. Deniz fenerinin ışığı bir kez daha yaklaştı ve Helen'i yalayıp geçti.
Annesi evden çıktı, kolları çarşaf ve yastık doluydu, onları arabasının arka koltuğuna bırakırken Helen'e hiç bakmadı. Helen, acaba C ush 'a geri dönsem de annem de canı istediği zam an gelse mi, diye düşündü, am a duyduğu m erak onu eve girmeye zorladı. A rabanın kapısını açınca çevrenin sessizliği, katıksız sükûneti onu şaşırttı, en ufak bir esinti bile yoktu, deniz de uğultusu işitilmeyecek kadar uzaktaydı. Annesi bu sefer elinde kuştüyü yorganlarla çıktı; kapıda az daha çarpışıyorlardı.
"Şilteyi taş ırken yard ım ına ihtiyacım var," dedi Lily, sertçe.
Holün ve sağdaki ya tak odasının bir özelliği yoktu, b ü tün yeni evlerdeki odalar gibiydi, am a H elen 'in gözünü alan, soldaki oda oldu; uzunluğu on m etreden fazla, diye düşündü Helen; salondan çok sanat galerisine benziyordu, duvarları beyazdı, par-
, keler açık renkliydi, yüksek tavan ında dam pencereleri vardı. Salonun ortasında devasa bir şömine yer alıyordu, karşıdaki duvar da -evin çatı a ltındaki üç köşeli yan duvarı- baştan aşağı camdı. Annesinin bu rada tek başına yaşayabildiği düşüncesi neredeyse inanılmazdı.
H elen 'in salonu seyrettiğini gören annesi yanından ona sürtünerek geçti.
"Ne m üthiş bir ev!""Helen, şilteyi küçük yatak odasından çıkarma
mız gerek."Helen annesine a ld ırm adan salona girdi; bir kö
şede bir koltuk, bir kanepe ve bir de televizyon duruyordu, gözünü asıl a lan salonun boşluğu oldu. Ama hem en sonra, o salonun nereye benzediğini an- layiverdi: Annesinin, Wexford'daki b inan ın üst kat ın d a bu lunan bürosuna benziyordu burası. Burada da aynı yüksek kirişli tavan ve tepe ışıkları vardı, aynı soğuk yavanlık da. İkisi de aynı tasarım cın ın elinden çıkmış olmalı, diye düşündü Helen. Acaba evde bir başka, daha küçük, daha sevimli oda var mı diye m erak etti, annesin in akşam ları ve hafta sonlarında oturabileceği bir oda; am a sonra hole dönünce evde yalnız iki ya tak odası, bir mutfak ve bir de banyo olduğunu gördü. Başka oda yoktu.
Annesi hole çıktı, bir şilteyi sürüklüyordu. "Orada öyle ağzı açık duracak mısın?" diye sordu.
"Evin beni şaşırttı," dedi Helen."Şilteyi a rabanın üstündeki port-bagaja koyabi
liriz. Onu bağlayacak bir şeyim var."
"Declan 'ın yatağ ın ın yan ın a koyacak bir lamba götürebilseydik iyi olurdu," dedi Helen.
"Tanrım, Cush 'tak i ev çok iç karartıc ı," dedi an nesi. Kendi yatak odasına gidip başucundaki abajuru prizden çıkardı. "Başka bir şeye ihtiyacı olur mu?" diye sordu. "Tam biz ayrılırken çok kötü görünüyordu. Ona bakmayı içim kaldırmıyor."
"Sen b ü tü n hikâyeyi öğrendiğine göre sanırım şimdi içi daha raha t ," dedi Helen.
"U m arım şiltenin üzerine yağm ur yağmaz," diye sözünü kesti annesi.
Şilteyi arabaya taşıdılar. K aran lık ta , Rossla- re'deki sıra sıra ışıkları görüyorlardı, deniz fenerin in ışığı parladığında ve onları yalayıp geçtiğinde bir an bir film sahnesi yaşarmış gibi oldular. Şilteyi a rab an ın tepesine bağlayıp lambayı da bagaja koydular.
"Orada görüşürüz," dedi Helen."Wexford'a nasıl gideceğini biliyor musun?" di
ye sordu annesi."Bulurum," dedi Helen.
*
Blackwater'daki telefon kulübesinden Hugh'yu aradı. Telefonu H u g h 'n u n annesi açtı, Declan'ı, Helen 'in annesini ve büyükannesin i çok m erak ettiğini söyledi.
"Hepiniz güç günler geçiriyorsunuz," dedi, "sizin için dua ettiğimizi bilin."
H ugh çocukların derin uykuda olduklarını söyledi. M anus uyuyunca onu pub'dan eve kadar kucaklarında taşım ak zorunda kalmışlardı.
"Pub mı?" diye sordu Helen."Pub'ı geçen yıldan hatırlıyorlardı, p a ra lazım
olana kadar benim varlığımı u n u t tu la r ."
"iyiler mi?""iyiler, uyuyorlar. Şimdi ben Aepub'a geri döne
ceğim. ""Kötü arkadaşlar edinme," dedi Helen. "Edinmem," dedi Hugh. "Lekesiz ve el değme
miş kalıyorum."
Helen arabayla C ush 'a döndüğünde, annesiyle büyükannesin in şilteyi eve sürüklemekte olduklarını gördü. Evin önündeki buz gibi be tona uzanıp derin bir uykuya dalabileceğim hissetti. Kendisini bekleyen geceden ürküyordu; kısa bir süre derin uyuyup sonra u y a n m a k tan , gece boyu kafasını birtak ım şeylere t a k m a k ta n korkuyordu.
Şilteyi karyolaya yerleştirince yatağı yapmaya koyuldular. Helen, annesin in getirdiği b ü tü n yatak tak ım la rın ın yeni olduğunu, daha önce hiç kullanılm adıkların ı düşündü. Annesi bol para kazanıyor olmalıydı. Lambayı prize tak ıp yatağın yan ında bir iskem lenin üzerine o tu rt tu la r .
Helen mutfağa girince kediler ona kuşku dolu gözlerle baktılar; Declan televizyon izliyordu. Elektr ik ışığı altında, bu rn u n d ak i çürük çok daha koyu renkli ve çirkin görünüyordu.
"Kedilere karşı gerçekten alerjin var mı?" diye sordu Helen.
"Evet, mideme tu h a f bir şey oluyor."Helen ona anne le rin in evine gitmiş olduğunu
anlattı."Gündüz gözüyle çok şaşırtıcı bir yer," dedi Dec
lan. "Gerçekten m üth iş güzel.""Neden oraya gitmek istemedin?""Tüylerimi diken diken ediyor," dedi Declan."Burası da tüylerini diken diken etmiyor mu?"
"Buna ihtiyacım var," dedi Declan. "Neden bilmem." Güldü.
Yatağı yapıp lambayı yaktık tan sonra annesiyle büyükannesin in çok daha neşeli ve huzurlu göründüklerin i fark etti Helen. Declan da daha keyifli görünüyordu.
"Hastaneden çıkmak çok güzel," dedi Declan.Helen onun, sona ne kadar yakın olduğunu bilip
bilmediğini merak etti ya da herkesin ta h m in in in aksine uzun süre yaşayıp yaşamayacağını. Ona ne kadarın ı söylediklerini bilmek isterdi; u n u tm ay ayım da bunu Paul 'e sorayım, diye geçirdi aklından. Bir an, televizyonda haberleri açtıklarını ve AİDS için bir ilaç bu lunm uş olduğunu duyduklarını, bu ilacın bu hastalığı yıllardır çekenlerde bile ân ında başarılı olduğunun söylendiğini hayal etti.
Declan y a tt ık tan sonra üç kadın m utfak ta oturup sandviç yediler. A ralarında tedirgin edici bir ateşkes vardı; konuşacakları konuları özenle seçiyor, sonra çok dikkatli konuşuyorlardı; yanlış seçilen bir tek sözcüğün bile sürtüşmeye yol açacağının bilincindeydiler. Sonra Helen dışarı çıkıp D eclan 'm arabasına gitti, Dublin 'de satın almış olduğu yiyecekleri getirdi, annesin in arabasındaki çarşafları da eve taşıdı.
Declan 'm odasının yan ından geçerken lambanın hâ lâ y anm ak ta olduğunu gördü. Declan sırtüstü yatmış Helen'i seyrediyordu.
"Burada olmak çok tuhaf, öyle değil mi?" diye sordu.
"Evet, dün gece bunu düşünm ekten uyuyamadım."
"Kapıyı kapatabilirsin," dedi Declan, "lambayı söndürüp uyumaya çalışacağım."
"Declan," dedi Helen, "gece uyanıp birisine ihtiyaç duyarsan odama gelip beni uyandırabilirsin."
"Merak etme," dedi Declan. "U m arım bir şey olmaz."
BEŞ
Helen uyandı, saa tine baktı; ondu. Sesler duydu: insan sesleri ve çekilen ya da itilen bir şeyin çıkardığı gürültü. K endini yeniden yatağa bırakıp biraz kestirdi, sonra uykusu iyice açıldı, ellerini başın ın a l t ına koyup yattı. Aklı sürekli annesin in evine ve onun yeni yaşam ına ilişkin, bir gün önce tan ık olduğu görüntülere gidiyordu. Annesinin nasıl olup da b ü tü n gün çalıştık tan sonra öyle bir eve gidebildiğini ya da k en tten bu kadar uzak ta tek başına böyle yaşam aya nasıl k a ra r verebildiğim anlayamı- yordu.
Eski evin nasıl satıldığını D eclan 'dan duyduğunu hatır lad ı. Declan b u n u laf a ras ında söylemişti, -' annesin in yeni bir a raba aldığım söyler gibi. H elen 'in rahatsız olması onu şaşırtmıştı; bunu uzun süredir bilmesine karşın Helen 'e an la tacak kadar önemli bir şey olmadığını düşündüğünü de itiraf etmişti. Helen ona satışın ne zam an yapıldığını sormuş, Declan da anne le rin in dört-beş ay kadar önce Wexford'a taşındığını söylemişti. Peki evi kim almıştı? Declan ona en ufak bir fikri olmadığını söylemişti. Peki mobilyalara, biblolara, tablolara, fotoğraflara ne olmuştu? Declan onun bun lar la ilgilenmesini alaya almış ve bilmediğini söylemişti.
"O evde bana ait bazı şeyler vardı," demişti Helen ona.
"Neymiş onlar? Saçmalama!""Odamdaki şeyler. Kitaplar, fotoğraflar, benim
için önemli olan şeyler.""Annem senin odanı yıllar önce boşaltmıştı.""Bunu yapmaya hakkı yoktu."Artık ev yoktu. Helen zihninde odaları dolaştı,
h er bir kapının nasıl kapandığını -annesiyle babasın ın odasının kapısı neredeyse hiç ses ç ıkarm adan kapanırdı; D ec lan 'm odasının kapısı daha inatçıydı, b ü tü n evi ayağa ka ld ırm adan ne açılır ne de kapan ırd ı- ya da elektrik düğmelerini düşündü - banyon u n elektrik düğmesi, D eclan 'm , boyu yeterince uzadığında, içeride birisi varken k a p a m a k ta n hoşlandığı düğme; H elen 'in ya tak odasındaki, kapın ın yanındaki elektrik düğmesi, sıkı ve sertti bu, sertçe açılıp kapatılıyordu, annesiyle babasının ya tak odasındaki gibi değildi, onlarınki hafifçe çevirerek açılıp kapatılabiliyordu.
Evi boş ve ıssızken suyun altındaki bir gemi gibi hayal etti, H elen 'in son kez gördüğü günkü haliyle kalmış gibi. Annesiyle babasının yatağının altında, içinde dua kart lar ıy la babasının ö lüm ünden sonra gelen başsağlığı k a r t la r ın ın durduğu kutu, bir ku tu dolusu da eski fotoğraf. Çatıya açılan çıkışın kare biçiminde bir t a h t a kapağı vardı, rüzgârlı gecelerde kapak yana itilebiliyordu.
Şimdi orada başka biri yaşıyordu. Evler böyle olur, demişti Declan. U n u t gitsin, demişti Am erikan aksanını taklit ederek.
Evin satıldığını duymasını izleyen günlerde, bu konuyla ilgili hiçbir şey Helen'e norm al ya da gerekli gibi gelmemişti. İlişkilerinin ilk yılında H ugh ile bir anlaşm a yapmıştı; kendisini üzen ya da rahatsız eden bir şey olduğunda ona söyleyecekti, âde
ti olduğu üzere hiçbir şeyi içine atm ayacak, önemli şeyleri ondan saklamayacaktı; H ugh da H elen 'in günlerini suskunlukla, sessizlikle geçirmesinin nedenini aylar sonra bulup çıkarm ayacaktı. Am a H elen, H ugh 'ya evden söz edememişti, satıldığını öğrenince h issettik lerinden de, çünkü neden bu kadar etkilendiğini kendisi de bilmiyordu.
Yıllardır annesine karşı bir şey hissetmemeye çalışmış olmasına, onun kendisini bir daha asla kış- k ır tam ayacağm a inanm as ına rağmen, öfke duyuyordu ona. G ünler boyu dışa vurmadığı bir öfke taşıdı içinde. Hiçbir şey yokmuş gibi davran ırken Hugh onu izledi, sonunda Helen ne olduğunu ona söylemesi gerektiğini anladı. Öfkesinin nedenin i öğrenen Hugh şaşırdı, işin içinde başka bir şey mi var diye m erak etti.
H ugh ona bu işi ancak üzerinde konuşarak çözebileceğini söyledi; o, yumuşatıcı ve uzlaştırıcı bir dilden hoşlanıyordu. E rken yattılar; Helen saatlerce konuştu, H ugh da ona sarılıp dinledi. A nlam aya çalıştı, am a uzlaşmazlıklar çok şiddetliydi, H u g h 'n u n bulup yüzeye çıkaramayacağı kadar derinde yatıyordu. Helen, bir şeyin sona erdiğini bilerek eski evin odalarım , imgeleminde bile olsa, yeniden dolaşması gerektiğini hissetti. Bu şeyi bitirmeye, onu içinden boşaltmaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Bu odalar artık onun odaları değildi; artık H ugh ve çocuklar ile paylaştığı evin odaları kendi odalarıydı.
Birkaç gün sonra okuldan arabayla eve dönerken birden aklına gelen bir düşünce arabayı kenara çekip durm asına, a rabada oturup her şeyin üs tün den yeniden geçmesine neden oldu. O düşünce şuydu: Evi de, evin satılışını da ak lından çıkaramıyor- du, çünkü günün birinde oraya geri döneceğine inanıyordu, orasının kendisine bir sığınak olduğuna, annesin in , her şeye rağm en orada kendisini bekle
yeceğine, onu içeri alıp koruyacağına, kucak açacağına inanıyordu. Bu düşünce daha önce hiç aklına gelmemişti; şimdi, b u n u n mantıksız ve temelsiz olduğunu biliyordu, am a yine de, a rabada otururken, b u n u n gerçek olduğunu ve her şeyi açıkladığını an ladı.
İçinde, korkuların keşfedilmeden, uzlaşmazlıkların da çözümlenmeden barındığı bir yerde, H ugh 'y la kurduğu haya tın bir gün kendisini yüzüstü b ırakacağına olan inancı yatıyordu; H u gh 'nun kendisini te rk edeceğini düşünm üyordu, am a günün birinde gidip annesin in kapısını çalıp eve girmek isteyeceğini, af dileyeceğini düşünüyordu; annesi de odasının her zam an hazır olduğunu, istediği kadar orada kalabileceğini söyleyecekti. Bu senaryoda çocuklar yer almıyordu, Helen 'in , annesin in yeni evine sığmabilme olasılığı da; Helen b u n u n bir fantezi, üzerinde düşünmemesi gereken bir şey olduğunun farkındaydı. B ununla birlikte apansız midesi bu lanmış gibi oluyordu; Hugh 'ya b u n d an söz edemeyeceğinin farkındaydı Helen; o, bu düşünceyi çok sevim - siz ve haince bulurdu, bu düşünce H elen 'i ko rku ttu ğundan çok daha fazla ko rku tu rdu onu.
İşte şimdi açığa çıkarmıştı bu düşünceyi Helen -haklı olduğuna emindi-, bu düşünceyle sessizce savaşmak zorunda kalacaktı; annesin in kapısını bu biçimde çalm asına ya da avutucu sözlerini dinleyerek eski odasında ya tm asına hiçbir zam an gerek olm ayacağına kendisini inandırm ası gerekecekti. O ev yok artık, diye düşündü. Benim yeni bir evim var. Am a eski evle ilgili karan lık düşünceler H elen'i r a h a t bırakmıyordu.
Birden aklına, Declan 'm , bir akşam önce H elen'i eskiden ü rk ü tm ü ş olan fanteziyi gerçeğe dönüştü rdüğü geldi. Declan eve dönüp teselli aramış, bağışlanmak istemişti; Helen eskiden kendisinin de
böyle yapacağından korkuyordu; evdekiler Declan 'm bu beklentisini karşılamışlardı, sanki onlar da pazarlık ta üstlerine düşeni yapmaya hazırdılar. Bu uyum, Helen'i dehşete düşürdü, am a ne an lam a geldiğini bilemedi.
Büyükannesi elinde bir fincan çayla içeri girdi ve fincanı H elen 'in ya tağ ın ın yanındaki komodinin üzerine bıraktı.
"Declan az önce kalktı," dedi. "Banyoda şimdi. Lily sabahın köründe Wexford'a gitti, öğleden önce döneceğini söyledi."
D eclan 'm banyodaki işi biter bitmez Helen kalktı. Duş alıp giyindi. H ava bulu tlu ve rüzgârlıydı. Mutfağa gittiğinde Declan 'la büyükannesin i orada buldu, Aga fırının yan ında o tu ran Declan kırılgan ve huzursuz görünüyordu.
"Korkunç bir gün," dedi Declan. "Büyükannem havan ın açacağını söylüyor, am a yine de korkunç bir gün."
Helen onun bu rada k apana kısılmış olduğunu anladı; Declan bu evin, kayalıkların ve sahilin hayalini kurm uştu , am a bu hayalin içinde s ıradan bir sabah, kurşuni bir gökyüzü ve uğultu lu rüzgâr yoktu, bulaşık yıkayan büyükannesiyle konuşm aya çalışması da. H elen 'in içinden ilk gelen dürtü , köye gitmek için bir bahane bulmak, Declan'ı da y a n m a almayı önermek ve köyde olabildiğince uzun kalm ak oldu. Büyükannesinin de en az kendileri kadar huzursuz olduğunu ta h m in ediyordu; evine çağrılm adan gelen o iki yarı yabancı, düzenini bozmuşlardı.
"Wexford'a sık sık gidiyor m usun büyükanne?" diye sordu Helen, büyükannesi mutfak m asasının başına otururken.
"Ah, haftada bir gidiyorum," dedi kadm ve çay ından bir yudum aldı.
"Nasıl gidiyorsun?" diye sordu Helen."Geçen yıl, arsaları sa t t ık tan sonra başladı bu
iş," dedi büyükannesi, m asan ın öbür u cu n a kayarken. "Çarşamba günleri Wexford'a gitmeye k a ra r verdim. Sorup soruşturdum , Blackwater'daki Ted K insella 'n ın servis gibi bir şey işlettiğini öğrendim. Beni her çarşamba sabahı Wexford'a götürmesi ve öğleden sonra saat dörtte Petit 's süperm arke tin in önünden alması için anlaştım . T ahm in edeceğin gibi bu iş için ona bol p a ra ödedim. Çok da hoş oldu." Büyükannesi gülümseyerek sürdürdü sözlerini. Konuşm a fırsatı bulm uş o lm aktan zevk alıyor gibiydi. "Bütün gün benim oluyordu. Bir gazete ya da dergi satın alıyor, W hite 's 'ta ya da Talbot'ta o turup çay içiyordum, sonra kasabada dolaşıp v itrinleri seyrediyor, yemek yiyebileceğim her yeri deniyordum. Ya erken gitmelisin oraya ya da geç, yoksa büro larda çalışanların kalabalığına dalarsın. Ve, elbette, annenden de uzak duruyordum ." Güldü, neredeyse kötücü ldü gülmesi. "Sonra da süperm arkete gidip bir haftalık alışverişimi yapıyordum. Kendimi tanıya- mıyordum. Ama bu çok sürmedi elbette. Ted Kinsel- la, çarşambaları Wexford'a iki kez gittiğini herkese an la tm aya ve akla gelen her tü r lü insanı peşine takm aya başlamaz mı? Bu insanlar ne iş yaptığımı öğrenmek isterler, başka arazi satıp satmayacağımı sorarlarken yüzümü gözlerlerdi. Sonra bir gün -N o el'den önceki haftaydı- Ted gelip sakıncası yoksa saat beşte bir yolcu daha alacağını, a rabada mı yoksa bir başka yerde mi beklemeyi yeğleyeceğimi sordu. Üstelik on dakika gecikmişti bile! Saati ha t ı r la t tım ona. Öfkeden köpürüyordum. Başka yolcu almadan giderken ödediğim parayı ödedim yine. Eve dönünce ona Tom Wallace ile bir not yolladım, artık Wexford'a gitmeyeceğimi bildirdim. N edenini açık
lamadım. Ama o an lam ıştır elbette." Sustu, hâ lâ kızgınmış gibi dudak ların ı büzdü.
"Bu konu üzerinde düşündüm , bir hafta kadar sonra da -Wexford'a gitmeye alışmıştım, b ü tü n haftam ı aydınlatıyordu oraya gitm ek- Melissa Power'a telefon ettim , Lily 'nin sekreteridir o. Babasını tan ır dım, çok içten bir kızdır. Lily kendisi gelmeyecek kadar havalandığında birkaç kez onun la b a n a mektup yollamıştı. Telefon ettiğimi Lily'ye söylememesini istedim ondan -Blackwater'daki telefon kulübesinden arıyordum -, Wexford'daki taksi sürücülerin in en iyisi hangisidir, diye sordum. Taksiler olduğunu biliyordum, çünkü People dergisinde taksi reklamları görmüştüm. Melissa bana B rendan Demp- sey'in adını verdi, ben de onu aradım; adam bana bu işin pahalıya patlayacağını söyledi, am a sonra fiyat ın o budala Ted Kinsella 'n ın istediğinden daha az olduğu çıktı ortaya; bu adam ın sesi çok nazik, çok görgülüydü; şimdi onunla gidiyorum; ah, ha r ika bir arabası var, m arkasın ı bilmiyorum, a rabada o tururken kendim i Saba Melikesi Belkıs gibi hissettiğimi söylüyorum; bazı günler konuşm ak istemediğimi bilir, radyoyu açmak için de her zam an benden izin ister. İlginç biri, haberleri izliyor, işime b u rn u n u sokmuyor; böylece çarşambaları çok hoş zam an geçiriyorum."
M asanın başına o turm uş ikisine bakıyordu, haydi bana karşı çıkın diye meydan okur gibiydi, ri
"Müthiş bir kadınsın," dedi Declan."Dün Wexford'a g itt in mi?" diye sordu Helen."Gittim , Helen," dedi büyükannesi. "Senin ge
tird ik lerin de eklenince elimizde epeyce yiyecek oldu."
Yaklaşan bir a rab an ın sesini duyana k adar hiç konuşm adan oturdular.
Deniz Fenerindeki Işık 1 2 9 / 9
"D urun bakayım," dedi büyükannesi, "bu Lily'nin arabası değil." Pencereye yaklaşıp tü l perdeyi araladı, sonra da hole çıkıp mutfağın kapısını a rkas ından kapadı. Helen'le Declan, ona D eclan 'm büyükannesi olup olmadığı soran neşeli bir erkek sesi duydular.
"Aman Tanrım!" dedi Declan."Kim bu?" diye sordu Helen."Larry. Bugün geleceğini sanmıyordum."Helen, D eclan 'm Paul'e, Larry diye birine de yo
lu tar if etmesini ve olabildiğince çabuk gelmesini tem bih ettiğini anımsadı, am a belli ki şimdi arkadaşının gelmesi onu sıkıntıya sokmuştu. Acaba Declan artık benim, annem in ve büyükannem in varlığıyla yetiniyor mu, diye düşündü Helen, bir davetsiz konuğun daha gelmesi canını mı sıkmıştı acaba?
Büyükannesi yan ında Larry ile m utfağa geldi. Larry içeri girer girmez konuşmaya başladı.
"Şu haline bak!" dedi Declan'a. "Geldiğinden beri o ko l tuk tan kalkm am ış gibisin. Bana kalırsa b ü tü n bu kad ın lar seni şımartıyor."
Helen D eclan 'm bir anda yüzünün parladığmı gördü.
"Tanrım, burayı bulmak ne kadar zor!" diye devam etti Larry, soluk alm adan. "Bütün çevreyi dolaştım. Breenleri tan ıyan çıkmadı, sonra da büyük an n en in soyadının Breen olmayabileceği geldi aklıma."
"Büyükannem tam arkanda duruyor," dedi Declan.
"Şu kedilere bak!" dedi Larry, dolabın tepesini göstererek. "Adları ne?"
"Şişko ka ra kedinin adı G arre t, ö tekinin de Charlie," dedi Bayan Devereux.
"Ciddi misiniz?" diye sordu Larry.
"Evet, Larry," dedi Declan, soğuk bir sesle, "ciddi."
"Sıska olanı tıpkı Charlie 'ye benziyor," dedi Larry. "Adları m üthiş. Bu da ablan mı?" D urm aksızın konuşuyor, dudağından gülümseme eksik olmuyordu.
Larry fazla dostça davranıyor, diye düşündü H elen, fazla girişken, am a yine de çok resmi ve soğuk davranan Paul 'den sonra doğrusu insanı r a h a t la t ı yor.
"Ona aldırma," dedi Declan. "Sinirli olduğu zam an soluk a lm adan konuşur."
"Ne?" dedi Larry. "Kimmiş sinirli?""Haydi Larry," dedi Declan, "sus artık!" Ona
gülümsedi."Bir fincan çay ister misin Larry?" diye sordu
Bayan Devereux."Yo, hayır, istemem," dedi Larry. "Allah Allah,
kedilerin adları olağanüstü.""Kes şunu Larry!" dedi Declan."Yahu, burası çok güzel bir yer," dedi Larry."Ölçü şeridini getirdin mi?" diye sordu Declan.
"Büyükannem in b u rada b irtak ım onarım lar yaptırm ak istediğine eminim."
"Aslında getirdim," dedi Larry. "Arabada. Burayı bu lm ak ta gerçekten zorlandığımı biliyor m usun?"
"Çeneni tu tm azsan kedilerden birini boğarız.""Declan!" dedi büyükannesi."Büyükanne, onun çenesini kap a tm ak için ca-
nalıcı bir şey söylemeliyim.""Tamam, tam am , susûVorum," dedi Larry. "Ya
hu yol am m a da uzun sürdü.""İki kediyi de," dedi Declan, üzerine basa basa.
"Hem G arre t 'i hem de Charlie 'yi boğarız."
"Şu ölçü şeridi de nedir?" diye sordu büyükannesi.
"Larry," dedi Declan, "mimardır."
Helen Declan 'm öğle yemeğinde hiçbir şey yemediğini fark etti; Larry, Helen ve büyükannesi yem eklerini bitirdiklerinde Declan, Aga'nın yanındaki ko ltuk ta a rkasına yaslanıp gözlerini kapadı. Gökyüzü bu lu tla rdan arınm ıştı , am a hâ lâ rüzgâr vardı, çok geçmeden bu lu tla r yeniden görünebilirdi.
"Deniz kıyısına gitmek isterdim," dedi Declan. "Öyle uzun boylu değil, b ir dakika bile yeter, yağm u r başlam adan." Gözlerini açmamıştı.
"Seninle oraya ineriz tabii," dedi Larry.Kayalık lardan aşağı inmeye çalışırken Declan
ışık tan rahatsız olduğunu söyleyerek ellerini sürekli gözlerine siper ediyordu. D ec lan 'm basam akları tek tek inmesine yardım ederlerken Helen onun ne kadar sıska göründüğünü fark etti. Helen ile Larry en a lttak i birkaç basamağı koşarak ind ik ten sonra sahilde d u ru rla rken Declan tek başına kaldı, inmeyi beceremiyordu. Larry geri dönüp ona yardımcı olmayı önerdi, am a Declan birden gevşek kum ların üzerinden aşağı koşuverdi. Solgun ve bitkin görünüyordu.
"Keşke mayomu getir şeydim," diyen Larry denize baktı. Rüzgâr incecik bir kum tabakasını kıyı boyunca sürüklüyordu.
"Burada biraz yalnız ka lm ak istiyorum," dedi Declan. "Şu kuytuda biraz o tu rm ak istiyorum. Siz yukarı çıkmak isterseniz ben a rkadan gelirim."
"Önce biraz yürüsek mi?" diye sordu Larry."Yo, ben bu rada oturacağım," dedi Declan."Seni bu rada bırakamayız," dedi Helen.
"Hellie, iyiyim ben. Yalnızca denizi seyredip düşünm ek istiyorum, sonra yukarı çıkarım."
H elen ona Mike Redm ond 'un evine çıkılan yar ık tan söz etti, o radan yukarı t ı rm a n m a k kolaydı; Larry ile birlikte oraya doğru yürüdü.
"Orada kalması doğru mu?" diye sordu Helen, Larry'ye.
"Onu m utfak ta gördüğümde şok geçirdim," dedi Larry. "Çok kötü görünüyor, değil mi?"
"Onu ne kadar zam andır tanıyorsun?""Üniversiteden beri.""Onu orada bir başına b ırakm am ız doğru mu
sence?""Öyle istiyorsa, evet," dedi Larry."Bazen insan onun h as ta olduğunu unu tu y o r ya
da ne kadar has ta olduğunun farkına varmıyor," dedi Helen.
"Sorun, onun da b u n u unu tm ası," dedi Larry, "ya da bu düşünceyi z ihn in in gerisine itiyor ve sonra hatırlıyor. Çok güç bir şey."
Y arık tan yukarı yürüyüp Mike Redm ond 'un evinin yıkıntıs ına geldiler. Larry y ık ın t ın ın çevresinde dolaştı, duvarlara ve bacanın gövdesine dokundu.
"Evi yarın epeyce gerisinde olduğu için büyük an n en şanslı," dedi.
"Bu evin önünde bir zam an la r büyük bir bahçe vardı," dedi Helen. s :,♦/ -
"Temeller çok ince, duvarlar da pek sağlam değil," dedi Larry.
"Ölçü şeridini getirdin mi?" diye sordu Helen.Larry ona ciddi bir yüzle baktı. "Neden?"Helen gülmeye başladı, sonunda Larry onun
kendisiyle dalga geçtiğini anladı."Sen D eclan 'dan daha betersin," dedi Helen'e.
Kayalığın kenarı boyunca hiç konuşm adan yürüdüler; Larry gözlerini denize dikmişti, a rada durup aşağıya, sahile bakıyordu. "Wexford'da hâlâ böyle yerler kaldığını bilmiyordum," dedi.
Yolda yü rü rken Lily'nin arabayla kendilerine doğru geldiğini gördüler. Lily annesin in evinin bahçe kapısında durdu.
"Declan içeride mi?" diye sordu."Anne, bu Larry, Declan 'ın bir arkadaşı," dedi
Helen."Merhaba," dedi Lily soğuk soğuk. "Declan içe
ride mi?" diye sordu yine."Hayır, deniz kıyısında," dedi Helen."Yanında kim var?" diye sordu annesi."Kimse yok. Yalnız başına.""Bu nasıl oldu?""Kendisini yalnız b ırakm am ızı istedi. Düşün
mek istediğini söyledi.""Helen, sorumsuzluk bu." Kayalığa doğru yürü
meye başladı."Nereye gidiyorsun?""Gidip onu alacağım," dedi annesi."Yalnız kalm ak istiyor."Annesi on lardan uzaklaşıp kayalığa doğru yü
rümeye devam etti."Orası vıcık vıcık," diye seslendi Helen arkasın
dan, am a annesi dönüp bakmadı."Şu ayakkabılarına bak," dedi Helen Larry'ye.
"Kayalıktan aşağı inemez ki.""Anne sevgisi bir n im ettir ," dedi Larry."Sanırım alay ediyorsun?""Yalnızca Declan 'la senin göğüsleyebileceğiniz
bir iş değil bu," dedi Larry."Ben seni kendi halinde biri sanmıştım," dedi
Helen.
"Sanırım, büyükanneni annene yeğliyorum," dedi Larry.
"Ben de bir ara öyle düşünm üştüm ," dedi Helen. "Ama bir hataymış."
H e len 'in büyükannesi üst k a t ta sağa sola gidip gelirken Larry ile Helen m utfak ta o turup gelen seslere kulak verdiler. Dolabın üstündek i kediler ortadan yok olmuşlardı. Büyükanne m erdivenden inip m utfağa girdiğinde iki ko lunun a lt ında da birer kedi vardı.
"Bu iki beyefendi," dedi, "bütün konuk lardan rahatsız olurlar."
"Manzaranız m üthiş," dedi Larry."M anzara mı?" diye sordu büyükanne. "Denize
baka baka bıkıyorsun. Bunu ra h a tça söyleyebilirim artık. Evi ters tarafa çevirmek elimde olsaydı çevirirdim."
"Evinizin m üth iş bir kişiliği var," dedi Larry.Kediler büyükannen in kolların ın a l t ından fırla
yıp doğru dolabın ü s tüne çıktılar, oraya kıvrılıp gözlerini Helen 'le Larry'ye diktiler.
"Bacaklarım iyi değil," dedi büyükanne. "Yatak odamı alt k a ta taş ım ak istiyorum, am a o zam an da banyo yukarıda kalıyor. Haksızlık bu." Pencereye gidip tü lleri araladı. "A, Lily gelmiş," dedi.
Declan 'la Lily'nin konuştuğunu duyan Helen'le Larry ayağa kalktılar. Helen mutfak kapısını açarken annesin in ayakkabıların ın çam ur ve kireçli toprağa bulanm ış olduğunu gördü. D ec lan 'm ağlamış olduğunu fark etti. Lily ile Declan mutfağa girmediler, D ec lan 'm yattığı odaya gittiler.
"Declan iyi mi?" diye seslendi büyükanne arkalar ından .
"İyi. Biraz uzanm ak istiyor."Larry gidip evin önünde o tu runca büyükanne
mutfağın kapısını sıkıca kapa tt ı , k im senin gelmediğine emin olmak için mutfak penceresini kontrol etti.
"Helen," dedi, "şu Larry, o da mı bu rada kalacak?"
"Bilmiyorum, büyükanne.""Helen, o ikisini aynı odada mı yatıracağız?""Bilmiyorum.""Sanırım hepimiz asrileştik," dedi büyükannesi,
bir kez daha pencerenin y an m a giderken, "ben de herkes kadar asriyim, am a bilmek istiyorum. Hepsi bu."
"Büyükanne, onların birlikte olup olmadığını mı soruyorsun?"
"Evet, onu soruyorum.""Hayır, değiller.""Öyleyse D eclan 'm sevgilisi nerede?" diye sordu
büyükannesi."Sevgilisi yok," dedi Helen."Yani kimseyle birlikte değil mi?""Biz varız," dedi Helen. "Dostları da var. Bu
kimsesi yok demek değil ki.""Kendine ait kimsesi yok," dedi büyükannesi
kederle. "Kendine ait kimsesi yok, bu yüzden buraya geldi. Bunu daha önce an lam am ıştım . Helen, onun için elimizden geleni yapmalıyız."
Büyükannesi, gözlerini uzak ta bir noktaya dikti ve başka bir şey söylemedi. Larry içeri girip onları görünce bir şey arıyormuş gibi yaptı, sonra da hiç oyalanm adan m utfak tan çıktı.
Helen odasına gitti, ya tağının üzerine uzanıp uyum aya çalıştı. Gözlerini tavana dikti, yandaki odada annesin in D eclan 'ın yan ında o tu rduğunu biliyordu; odadaki penceren in duvarda daracık bir delik gibi durması H elen 'i şaşırtmıştı, bu pencere yüzünden oda, küf kokulu, karanlık , in gibi bir yere dönüşmüştü. Bu oda H e len 'in aklında böyle kalm amıştı.
Bir önceki yıl buraya Hugh, Cathal ve M anus 'la geldiği günleri ha tır lad ı. Çocuklar heyecanlanm ışlar, her şeye ilgi duymuşlardı. M anus daha önce videoda tavuklarla ilgili b ir film seyretmişti, Dublin 'den gelene kadar yol boyunca C ush 'ta göreceği tavukları anlatıp durm uştu . Son hafta larda Cathal, kafasını gençlik ve yaşlılık kav ram lar ına takm ıştı. Donegal'deki büyükannesi yaşlıydı; C ush 'tak i büyükannesin in yaşlı olup olmadığını sormuştu. Helen ona büyükannesin in Wexford'da o tu rduğunu an la tmıştı, büyükbüyükannesi ise C ush 'ta oturuyordu ve evet, yaşlıydı.
Çocuklar gelirken mayolarını, kovalarım ve küreklerini de almışlardı yanla rına , oysa orada yalnızca bir gece kalacaklardı. Helen onlara kayalık tan söz etti.
"Ama orada kum var mı?" diye sordu Cathal."Evet, hem de çok," diye yanıtladı onu Helen."C ush 'ta İngilizce mi konuşuyorlar?" diye sordu
Cathal."Hem de nasıl," diye yan ıt verdi Hugh.A rabadan inip büyükbüyükannelerin in evinin
önünde du ru r durmaz oğlanlar çevrelerine kuşku dolu gözlerle baktılar. Ev yıkılacak gibiydi; üst kattaki pencerelerden b irin in camı kırıktı. Büyükannesi kapıya çıktığında Helen ona iki oğlanın gözüyle baktı. B üyükannesinin kapıda du ruşunda teh d i tk â r bir hava vardı. Hugh ile Helen yaşlı kad ın ın yan ına
giderlerken oğlanlar yerlerinden kıpırdamadılar. Helen M am ıs 'un gerisin geri arabaya koşm asından korkuyordu ya da büyükannesine cadı demesinden ya da gittikçe genişleyen sözcük dağarcığından seçeceği bir başka sözcükle çağırmasından.
Oğlanlar eve girmek istemediler. Helen, M anus 'u alıp ona F urlong 'un tavukların ı göstermesini istediğinde, oradan ayrılmak için bir bahane çıkması Hugh'yu pek sevindirdi.
Helen C a th a l 'a içeri girmesini işaret etti. Oğlan m utfak ta dikilip he r şeyi inceledi, eleştiren gözlerle bakıyordu çevresine, sıkılganlıktan nasibini almamıştı.
"Ah, hık demiş baban ın b u rn u n d a n düşmüş H elen," dedi büyükannesi. "Nasıl da "benziyor!" Cathal ona soğuk soğuk baktı.
Hugh ile M anus döndüklerinde tavuk la ra yapılan ziyaretin pek başarılı olmadığı belli oldu.
"Hepsi de pistiler," dedi Manus."Dur hele," dedi Bayan Devereux, "Bayan Fur-
long onları her pazartesi su ve sabunla yıkar, sen yanlış günde geldin demek ki."
"Sen bu rada mı oturuyorsun?" diye sordu Manus.
Hugh, Aga'nın yan ın a oturdu, Helen, M anus ve Bayan Devereux de mutfak m asasının başına. Cathal o turm ak istemedi.
"Annen çok geçmeden gelir," dedi büyükannesi Helen'e.
"O senin de mi annen?" diye sordu Manus, bü- yükbüyükannesine.
"Yo, M anus," dedi Helen. "O benim annem , am a büyükannem in kızı. Anladın mı?"
M anus hiç hoşlanm am ış num arası yaparak suratın ı bu ruştu rdu . Bir şey anlamadığı zam an çok rahatsız olurdu.
"Sen burada mı oturuyordun?" diye sordu Helen'e.
"Yo, burası büyükannem in evi," dedi Helen."Burası çok pis kokuyor," dedi çocuk.Tavandaki lam banın yanı başından sarkan si
nek kâğıdını incelemeye başladı. Sonra C athal 'ı yan ına çağırdı.
"Sinekler ölmüş," dedi C athal, "hem de kâğıda yapışmışlar."
"Beni kaldırsana," dedi M anus, Hugh'ya."Uslu durun , M anus," dedi Helen, "büyükanne
nin evindeyiz.""Ölmüş sinekleri görmek istiyorum," dedi Ma
nus."Kâğıt yapış yapış," dedi Cathal."Leş gibi," diye ekledi Manus.Kediler pencerede gölündüler; büyükanne dışa
rı çıktı, onları kolunun a lt ına sıkıştırıp içeri getirdi. Kediler konukları görür görmez dolabın üzerindeki tünek le rine zıpladılar. M anus onları aşağı indirebilmek için yardım istedi; kedilerle oynamak istiyordu, am a Bayan Devereux ona kedilerin küçük oğlan la rdan hoşlanmadığını söyledi.
"O zam an neden içeri getirdin onları?" diye sordu çocuk, ters ters.
Hava ılık ve güneşliydi, Helen, H u g h 'n u n çocukları alıp deniz kıyısına götürm esinin herkes için en iyi çözüm olacağını düşündü. Kendisi de uçurum un başladığı yere kadar onlarla birlikte gidecekti.
Yoldayken Hugh da Helen de bir şey konuşmam aya özen gösterdiler, kovalar ve küreklerle çıkılan norm al bir gezintiymiş gibi davranıyorlardı. U çuruma yaklaşırlarken H ugh M anus 'u kucağına aldı, Helen de C a tha l 'm elini tu t tu . Tam u ç u ru m u n ken a r ın a gelmişlerdi ki b irden hava karardı, çocuklar şaşkınlık ve korku içinde aşağıya baktılar.
"Sahil burası mı?" diye sordu Manus."Evet, aşağıya inmek için basam akları kullana
cağız," dedi Helen."Hangi basamakları?"H elen basam akları ona gösterdi."En aşağıda da biraz atlıyorsun," dedi."Hiç hoşlanm adım ," dedi M anus."Aşağıya indin mi çok hoş oluyor. Deniz de Do-
negal'de olduğundan daha ılık.""Çok kirli," dedi Manus."Aşağıya inm ek zorunda mıyız?" diye sordu
Cathal."Hayır," dedi Helen. "Canınızın istediğini yapa
bilirsiniz."Helen çocukların DonegaPin uzun, kum lu sahil
lerine alışık olduklarının farkındaydı, kayalığın kireçli toprağını ve aşağıdaki kısacık sahili yadırgad ık ların ın da.
"Ama bana kalırsa aşağısından hoşlanacaksınız," dedi Helen.
"Burada ne kadar kalacağız?" diye sordu Cathal.
"Yalnızca bugün.""Gece kalmayacağız, değil mi?""Hayır, geç vakit geri döneceğiz."Oğlanlar orada öylece durdular, su ra tla r ı asıktı,
canları sıkılmıştı."Manus, aşağı inersen seni s ır t ım da taşırım,"
dedi Hugh."Hayır, ben omzuna binmek istiyorum.""Tamam.""Su soğuksa denize girmem."Cathal, Helen 'e bakarak başını iki yana salladı,
u çu ru m d an aşağı inmek istemediğini an la tm ak istiyordu.
"istersen benimle b irlikte geri dön, arabada oturup çizgi rom anın ı okursun."
"Direksiyonda oturabilir miyim?" diye sordu Manus.
"Geri döndüğünde," dedi Helen.C athal arabada o turup çizgi rom anın ı okurken
Helen 'le büyükannesi de H elen 'in annesin in gelmesini beklediler. H ugh 'y la M anus geri döndüklerinde Lily hâ lâ gelmemişti, H elen yan ında getirmiş olduğu soğuk yiyecekleri a rabadan eve taşıdı ve hepsi m asan ın çevresini aldılar. Büyükannesi çorba yapmıştı, ayrıca domuz pirzolası da pişirmek istiyordu, am a Helen kendi getirdiği yiyecekleri yemelerinde ısrar etti. Masayla m utfak dolabı a ras ında gidip gelirken aklına birden eskiden D eclan 'm eline tu tu ş tu ru la n söğüt desenli tabak lar geldi, tabak tak i soğan larla havuçları yemek istememişti. Keşke büyükannem çocukların yemediği bir şey -peynir ya da kabak- verse de nasıl bir tepki vereceklerini görsem, dedi içinden. Tiksindiklerini gösterirlerdi, o yiyeceğe bakm ak bile istemezlerdi.
Yemeklerini yediler, ü s tüne de çay içtiler, bir yandan da kulakları hep Lily'nin arabasın ın sesin- deydi. Cush 'taki kom şulardan söz açtılar, Hugh, üst ka ttak i kırık camı kap a tm ak için bir ka rton kesti, C a tha l çizgi rom anın ı okudu, M anus da kedileri kandır ıp tünedikleri yerden indirmeye çalıştı. H elen araya suskunluk girmemesi için elinden geleni yaptı.
C a thal 'ı tuvalete götürdüğünde çocuk evi dolaşıp dolaşamayacağını sordu, Helen de ona dolaşabileceğini söyledi. Alt ka tta , Helen ona Declan 'la kendisinin bir zam anlar o odalarda kaldıklarını söyleyince çocuğun m erakı uyandı. Am a annesine neden kendi evlerinde değil de bu rada kaldıklarını sordu
ğunda Helen kaçam ak bir yanıt verdi. Cathal ısrar edince de ona babasının ölmüş olduğunu anlattı .
"Peki baban yaşlı mıydı?" diye sordu çocuk."Hayır Cathal, gençti," dedi Helen."Öyleyse neden öldü?""Bazen olur bu.""Senin annen yaşlı mı?""Benden yaşlı, am a büyükanneden genç.""Peki ölmedi mi?""Hayır, onu göreceğiz."Çocuk H elen 'in söylediklerini kafasında ta r t t ı ,
ancak pek ta tm in olmuşa benzemiyordu."Declan küçükken M anus gibi miydi?""M anus'a çok benzerdi," dedi Helen."Babanın b u rn u n d an düşmüş ne demek?""Ona çok benziyor demek.""Ama baban öldü.""Yaşıyorken.""Onun fotoğraflarını çektiler mi?"Helen 'in annesi gelmedi, hava kararm aya baş
ladı. Sonunda evlerine dönmeye karar verdiler. Hugh, Cathal ve M anus arabaya gittiler.
"Sizler beni sevindirdiniz," dedi büyükannesi Helen'e. "Bu Lily'nin işine akıl sır ermez."
"Geldiğimizi söylersin," dedi Helen."Onu uyaracağım," dedi büyükanne, sonra bir
şey a ram ak istermiş gibi dolaba döndü.İlk kez bir sessizlik oldu. Helen konuşmak için
ağzını açınca büyükannesi a rkasına döndü."Hepimiz pek çok şeyle baş etmeye çalışıyoruz,"
diyerek H elen 'in sözünü kesti.Helen sustu."Sen ne diyecektin?" diye sordu büyükannesi."Bugün için sana teşekkür edecek, Dublin'e bizi
ziyarete gelmeni söyleyecektim."Büyükannesi H elen 'in yüzüne baktı.
"Bunca yıl sonra bunları senden duymak çok hoş," dedi. Sesinin tonu acıydı, h a t ta öfkeliydi.
Helen gülümsedi, dönüp evden dışarı çıktı.Arabada, Hugh m otoru çalıştırırken Helen camı
aşağı indirdi, Dublin 'e doğru yola ç ıkarlarken hepsi büyükanneye el salladılar, Hugh da kornaya bastı.
Büyükannesinin sözlerini Hugh'ya an la tm ad an önce bir şişe kırmızı şarabın yarıdan fazlasını içip gece geç saatleri bekledi Helen.
"Uzunca bir süre onlardan uzak dururuz," dedi Hugh.
Şimdiyse Helen onlarla aynı çatı altındaydı yine. Y a tak tan kalkıp eski aynada kendine baktı. Gözlerinin ne kadar yorgun göründüğünü fark etti. İçini çekti, kapıyı açıp dışarı çıktı, büyükannesin in evindeki annesiyle kardeşinin ve kardeşinin arkadaşının y an m a gitti.
D aha sonra, m utfakta o tu ru rla rken yoldan bir başka a raban ın sesini duydular. Bayan Devereux perdenin a rasından dışarı baktı. "Bak, biri daha geldi işte," dedi.
"Kim geldi büyükanne?""Kendin bak," dedi kadın. ,; ♦.Helen, gelenin Paul olduğunu gördü. Elinde bir
bavul vardı. P au l 'ün Larry ile konuştuğunu gördü-Jgj. . " . ! " . =«=._
"Biri gidip ilgilensin onunla," dedi büyükanne. Helen kapıya gitti, Paul ile Larry'yi alıp mutfa
ğa getirdi. Pau l 'ü büyükannesine tan ıştırd ı, büyükannesi Paul 'e dostça gülümsedi.
"Yol tahm in im den daha uzun sürdü," dedi Paul. "Burayı bulm ak pek zormuş. Neredeyse her evde durup sordum."
"Ah, u lu Tanrım , hepsi üzerim e çullanacaklar şimdi!" dedi büyükanne. "Sürü halinde üzerime gelecekler."
"Ne demek istiyorsun büyükanne?" diye sordu Helen.
"Komşular," dedi büyükannesi, "kokuyu alacaklar."
"Declan nasıl?" diye sordu Paul."Yatıyor," dedi Helen."Geldiğinden beri yemek yemedi," dedi büyü
kannesi."Yo, iştahı gelip gider," dedi Paul. "Ona temiz
giysiler getirdim, kullanacağı ilaçlar ve Complan da var."
"Xanax getirdin mi?" diye sordu Larry."Bir paket getirdim. Eski reçeteyi kullandım.""Xanax nedir?" diye sordu Helen."Onu biraz neşelendiriyor," dedi Larry."Neşelendiriyor," diye yineledi büyükannesi.
"Belki hepim izin alması gerek."H elen 'in annesi mutfağa girdi ve içeridekilere
hoşlanm ayan gözlerle baktı."Declan bir bardak süt istiyor, bir daha onu as
la öyle tek başına bırakmayın; a rkadaş la r ın ın üst ka ttak i konuk odasında kalıp kalam ayacakların ı da soruyor."
"Şu yeni gelen, önce arabasını yoldan içeri çeksin, yoksa u ç u ru m d a n aşağı yuvarlanır," dedi büyükanne.
"Paul," dedi Helen. "Onun adı Paul.""Onlara çarşafla ba ttan iye ç ıkarmam ız gerek,"
dedi büyükannesi. "Başka gelen olacak mı?""Dublin 'den dizi dizi arabalar gelecek," dedi H e
len."Kapıya bir tabela asıp pansiyon açıldı diyebili
riz," dedi büyükannesi.
Akşamüzeri, Larry ile Paul yatak odasındaki D eclan 'm yanında, Helen de m utfaktaki annesi ve büyükannesin in yanm dayken sesler duyuldu, sonra mutfağın kapısı vuruldu.
"Girin," dedi H elen 'in büyükannesi.Görünüşlerinden ve giyimlerinden kardeş ol
dukları belli olan iki o rta yaşlı kadın, Madge ile Es- sie Kehoe mutfağa girdiler ve daha konuşm aya başlam adan olan biteni anladılar.
"Dora, bu radan geçiyorduk, b ü tü n bu arabaları görünce iyi misin diye bakm aya geldik."
Büyükannesi gidip konukların açık bıraktığı mutfak kapısını kapa tırken Helen onu seyretti. "Sapasağlamım," dedi büyükanne.
"Çok mu konuğun var Dora?" diye sordu Madge.
"Günübirlik geldiler, Helen ile arkadaşları.""Kocası yok mu?""Yo, o Donegal'de.""Ya çocuklar?""Onlar da Donegal'de.""Donegal," diye yineledi Madge.Helen odadan çıktı, kardeşiyle a rkadaş la r ına
ses ç ıkarm am aların ı söyledi. Yukarı çıkıp sifonu gürültüyle çekti.
"H em en hem en her hafta gazetede senin haberlerini okuyoruz Lily," diyordu Essie, Helen mutfağa döndüğünde.
"Ah, Lily artık büyük kadın oldu," dedi Madge ortaya söyler gibi. " U G K 'd a 1 o."
"Kırmızı araba senin mi?" diye sordu Essie, H elen'e.
"Benim," dedi Helen.’ Uluslararası Gelişim Kurumu,
Deniz Fenerindeki Işık 145/10
"Ama durup bize yolu soran araba o," dedi Madge.
'Yo, beyaz araba Helen'inki," dedi Lily kararlı bir sesle.
"Kırmızı araba değil mi?""Değil.""Öyleyse kırmızı a raba kimin?""Benim arkadaşlarım ın, benim okulumda öğret
menler, Curracloe'da kalıyorlar. Yürüyüşe çıktılar," dedi Helen.
"O zaman dilerim yağmur yağmaz," dedi Mad- ge. Çaylarını içip çevrelerine bakmdılar. "Sen bu gece kalıyor musun?"
"Bilmiyorum," dedi Helen."Sen epeydir burada gece kalm am ıştın Lily,"
dedi Essie."Gelip gittiğimi görmemiş olabilirsin, Essie,"
dedi Lily."O görmezse Madge görür," dedi büyükanne ve
kapıya doğru baktı."Sen geçen yıldan beri gelmemiştin, değil mi
Helen?" diye sordu Essie, büyükannen in sözlerini duymazlıktan gelerek.
"Gelmemiştim.""Annenin yaptığı değişikliklere ne diyorsun,
Lily?" diye sordu Madge, radyatörleri işaret ederek."Çok hoş, çok hoş," dedi Lily.
stbe
K adınlar g ittik ten sonra Bayan Devereux parmağını dudaklarına götürüp pencereye yaklaştı. "Sakın konuşmayın! Arabaları inceliyorlar!"
Helen'le annesi cama gittiler."ikiniz de geri çekilin!" dedi büyükanne.
Kehoe kardeşler en sonunda gözden kaybolduklarında üç kadın gülmeye başladılar.
"Essie ile okul arkadaşıydık," dedi Lily. "Meraklı tu rşu cu n u n biriydi."
"Annesini tan ım ış olsaydın neden öyle olduğunu bilirdin," dedi Bayan.Devereux.
"Bunlarla nasıl geçinebiliyorsun büyükanne?" diye sordu Helen.
"Onlarla geçinmiyorum Helen," dedi büyükanne. "Onlara ne dediğimi duymadın mı? Öfkeden ku- duracaklardır şimdi."
"Babaları, yaşlı 'Baston Kehoe' onları ısırgano- tuyla döverdi," dedi Lily.
"Eh, b ü tü n yaptığı buysa kadın lar pek de fena sayılmazlar," dedi Bayan Devereux. "Şimdi sokağa çıkacaklar ve önlerine gelene dedikodumuzu yapacaklar. Bereket telefonları yok."
Neler olduğunu ötekilere an la tm ak için Declan 'm odasına giden Helen, içeridekilerin harare tl i h arare tl i konuştukların ı duydu. Duyduğu Larry 'n in sesiydi, bir şeyler anlatıyordu, öteki ikisi de onun sözünü kesiyorlar, gülüyorlar, Larry'yi kızdırıyorlardı. Helen onları rahatsız etmedi; odaya girmedi.
*
Büyükannesi pencerenin yan ında oturuyordu. Denizden vu ran solgun ışık eriyip gölgeler uzaymca Helen b ü tü n dikkatin i yaşlı kadının üzerinde topladı; onun beyaz saçlarını, uzun, ince yüzünü gözledi. Büyükannesi konuştuğunda sesi kesin ve kararlıydı.
"Ah, sizi a rabadan inerken gördüğümde," dedi Paul'e, "sizi gördüğümde, kendi kendime dedim ki: işte onlardan biri daha."
"Büyükanne, ne demek istiyorsun?" diye sordu Helen.
"Sanırım ne demek istediğimi biliyorsun H elen," dedi büyükanne.
"Eşcinselleri kastediyor," dedi Paul."Büyükanne, insan la r h akk ında böyle konuşa
mazsın. ""Onu a rabadan inerken gördüğümde..." yaşlı
kadın kendine kendine konuşur gibiydi, sanki h a tır lamak istediği bir şey vardı, "yürüyüşünde ya da dönüşünde bir şey vardı, bundan sonra nasıl bir yaşamı olacak, diye düşündüm , acaba nasıl biriydi." Başını kaldırıp odanın karşı tarafındaki H elen 'e baktı.
"Hepimiz için zor günler," dedi Helen."Onlar için zor Helen ve her zam an da zor ola
cak.""Sanırım yine eşcinselleri kastediyor," dedi Paul."Eh, ben m utluyum ," dedi Larry. "Burada ol
m ak ta n m u tlu değilim, am a yaşam ım m utlu benim."
" 'M utlu ' sözcüğü saçma bir sözcük," dedi Paul.Kimse konuşmadı. O loş m u tfak ta o tu rurla rken
deniz feneri yanıp sönmeye başladı. Büyükanne, bir ses ya da yaklaşan birini duymuş gibi cam dan dışarı baktı. Sonra yüzünü yine m utfaktakilere çevirdi. "Ben yaşlıyım, Helen, canım ın istediğini söylerim."
Helen büyükannesinden hâ lâ ko rk tuğunu fark etti, ona karşı gelemeyeceğini ya da meydan okuyamayacağını da. O danın karşı tarafındaki yaşlı kadına baktı, gözlerindeki öfkeyi, hoşnutsuzluğu onun görmeyeceğini biliyordu. Büyükannesi Paul'le Larry'ye, iki konuğuna döndü:
"Declan bize kend inden hiç söz etmedi. Biz onun Dublin 'de çok güzel bir yaşam sürdüğüne inanıyorduk. O nun has ta olduğunu bilen yoktu, sizlerden biri olduğunu da."
Bir süre hiç konuşmadı, am a az sonra söyleyeceği şey için güç top lam ak amacıyla kısa bir a ra verdiği belliydi.
"Ancak bildiğim bir şey vardı. Bir yıldır biliyorum bunu, kimseye söz etmedim, bir şey demedim. Declan geçen yaz buraya geldi. Arabasını epeyce uzak ta bırakmıştı; ben a raba sesi duymadım, am a nedense yola çıktım, u ç u ru m a doğru baktığım da onun bana doğru geldiğini gördüm. Bana uğram adan evin önünden geçmiş olmalıydı ya da Mike Redm o n d 'un evinin oradan aşağı inmiş ve sahilde yürüm üştü. Şimdi bana doğru yürüyordu, am a beni görmeyi beklemediği belliydi, sanırım görmek de istemiyordu; eğer ben yola çıkmış olmasaydım evimin önünden geçip gideceğine de emindim. Onu N oel'den beri görmemiştim ve sanırım bir yıldan beridir b u ra la ra uğram am ıştı . Bana yaklaştığında ağlamış olduğunu gördüm, öyle sıska, öyle tuhaftı ki, beni görmek istemiyormuş gibiydi. Küçücük bir çocukken bile çok sıcakkanlıydı Declan. Eve girdiğinde davranışını telafi etmeye çalıştı. Gülümsedi, şakalar yaptı, am a onu öyle gördüğümü asla u n u tam am . Burada çay içti, am a ikimiz de çok korkunç, çok ters bir şeyler olduğunu biliyorduk. O nun başının dertte olduğunu anlam ıştım , am a aklım a gelecek son şey AIDS'ti, oysa her şeyi düşünm üştüm ."
Deniz feneri ışığını salmaya başlamıştı; Helen yarı ka ran l ık ta soluğunu tu t tu . B üyükannesinin bun ları kendisine neden daha önce an la tm am ış olduğunu m erak ediyordu.
"Declan'm buraya geldiğini biliyordum," dedi Larry. "Tek başına D ublin 'den arabayla çıkar, genellikle Wicklow'a, dağlara giderdi; o yollarda kilometrelerce araba kullanırdı. Birkaç kez Wexford'a, annesin in evine gitti, am a hep geç saatte gidiyordu, hiç içeri girmezdi. Sanırım, annesin in onu orada, si
zin onu bulduğunuz gibi bulmasını umuyordu. Ama hiç karşılaşmadılar. Sonra Dublin 'e geri dönerdi."
"Bir şey olacağını biliyordum, olmasını bekledim," dedi Bayan Devereux, söylenenleri dinlememiş gibiydi.
Helen büyükannesin in artık susmasını istiyordu. Larry ile Paul'e, "Aileleriniz eşcinsel olduğunuzu biliyorlar mı?" diye sordu.
"Senin öykünü anlatsana," dedi Paul, Larry'ye."O kadar çok an la ttım ki," dedi Larry."Anlattırsana," dedi Paul, Helen'e."Büyükannem öykünü dinlemeye bayılır," dedi
Helen. Larry'yi konuştu rm ak için başka bir şey yapamayacağını biliyordu. "Haydi Larry," dedi, "hepimiz m erak ediyoruz."
"Pekâlâ," dedi Larry. "Ama sizi sıkarsam beni susturun. Mezun olduktan sonra Dublin 'de bir eşcinsel gruba katılmıştım; para top lam a kampanyası düzenledik, bir haber gazetesi çıkardık, toplantı üstü n e toplantı yapıyorduk. Ben de biraz yardımcı oldum, göz önündeydim; Mary Robinson eşcinsel erkeklerle lezbiyenleri Araş an U ach tarâ in 'e çağırdığında listeye benim adımı da koymuştu, hayır diyemedim. Büyük bir işti. Keyifle hazırlandık. Kulağa budalaca geldiğini biliyorum am a yasa hâlâ değiştirilmediği için bunun özel bir ziyaret olacağını düşünmüştük. Oysa b ü tü n gazeteciler oradaydı, radyocular ve televizyoncular da. Mary Holland gelmişti, RTE'den biri de, Charlie Bird değildi, adamın adını hatırlayamıyorum, am a onun saat altı haberlerinden olduğunu anlamıştım, B aşkan la çay içerken bizi filme alacaklardı."
"Ah, çok hoş biridir, şu Mary Robinson," dedi Bayan Devereux, "çok kaliteli biridir. Onun gibisine pek rastlanmaz."
"Evet, hepimiz sevdik onu," diye devam etti Larry, "ama bu n u n bana yararı olmadı. Bir pundu
na getirip dışarı sıvışabilir miyim diye düşünüp duruyordum. Gerçekten. O rtadan kaybolsam ne olur, diye geçirdim aklımdan. Bir daha arkadaşlar ım ın hiçbirinin yüzüne bakamazdım; am a bu, pek de yüksek bir bedel olmazdı. Çevreme göz attım , benim gibi düşünen başkası var mı diye bakındım, am a sanırım saklanm ak isteyen tek kişi bendim. Fotoğrafımızın çekilmesi ve filme alınmamız için sıra olmuştuk. Herkes gülümsüyor, rah a t davranıyordu. Sanırım ben bile gülümsedim. Ama rah a t değildim. Ailem durum um u bilmiyordu. Eve döndüm, Paul 'e te lefon edip arabasını ödünç aldım ve Tullam ore 'a gittim. Saat altı haberleri başlam adan az önce vardım oraya. Kapıyı çaldım, annem açtı; babam holdeydi. Ne söyleyeceğimi tasarlam ıştım , am a annem i görünce, tasarlad ık larım işe yaramadı, söyleyemedim. 'Saat altı haberlerin i izlemeyeceksiniz!' diye bağırdım yalnızca, o tu rm a odasına gidip televizyonun önüne dikildim."
"Peki sonra ne oldu?" diye sordu Helen.Larry içini çekip sustu."Olanları an la tm ak yaşam aktan daha zor.""Devam et," dedi Paul."Her neyse, ben orada dikilmiş du ru rken an
nem sorun ne, diye soruyordu, am a ona an la tam ı- yordum. Kanepede o tu ran babam, deli görmüş gibi bakıyordu bana. Belki annem e anlatabilirim , diye düşündüm, ama babam a anlatamazdım. Bu yüzden, annem le yalnız kalm ak istiyorum, dedim. Babam, sokağa çıkabileceğini söyledi am a ben çıkma dedim ona. Beni televizyonda görmüş olan birine rastlardı m utlaka. Ya dapub'a gider ve kendi gözleriyle televizyonda görürdü."
"Oğlunuz koca kız olmuş," dedi Paul."Kes sesini Paul!" dedi Larry."Peki sonra ne oldu?" diye sordu Helen.
"Babam mutfağa gitti, am a ben hâ lâ bir şey söyleyemiyordum; ansızın annem bana bakıp şöyle dedi: 'IRA'ya mı katılm ak istiyorsun?' K ulaklarım a inanam adım . Beni IRA'da düşünebiliyor musunuz? Tullam ore 'dan IRA'ya katılan biri olduğunu hiç sanmıyorum. Hepsi de m üthiş can sıkıcılar. Hayır, dedim anneme, hayır. Sonra da her şeyi anlattım ."
"Peki o ne dedi?" diye sordu Helen."Ne yaparsam yapayım her zam an onun oğlu
olacağımı söyledi, am a hem en a rabana atlayıp Dublin'e git, dedi bana, babamla o ilgilenecek ve daha sonra bana telefon edecekti. Beni evden göndermek için sabırsızlanıyordu. Bembeyaz kesilmişti, çok kaygılı görünüyordu. IRA'ya katılmış olsaydım daha m utlu olurdu, diye düşünüyorum."
"Yok canım," dedi Helen, "olur mu hiç?""Tamam, IRA'ya haksızlık etmeyelim," dedi
Larry. "Annem çok şaşırmış, dehşete düşmüştü herhalde. Erkek ve kız kardeşlerimin hiçbiri -evli olanlar bile- heteroseksüel olduklarını annem le babam a hâlâ söylemediler. Cinsellikten söz etmeyiz biz. Annem daha sonra bu konuda bana iyi davrandı, hâ lâ da öyledir, am a babam o gün bu gündür surat asıyor. IRA'ya katılmış olsaydım en azından konuşacak bir şeyimiz bulunurdu . H er şey daha normal olurdu."
"Paul ile sen birlikte mi yaşıyorsunuz?" diye sordu Helen.
"Onunla mı? Şaka ediyor olmalısın," dedi Larry.
"Delirir insan," dedi Paul."Ne zaman? Seninle olunca mı, onunla olunca
mı?" diye sordu Helen."Onunla," dedi Paul. "Belki ikimizle de.""Birlikte olduğun biri var mı Larry?" diye sordu
Helen.
"Anlat onlara Larry," dedi Paul."Yar, Helen," dedi Larry, "ama sana an la ta
mam. ""Haydi Larry," dedi Paul."Eminim ki dinledikleri Bayan Devereux'ye
yetmiştir," dedi Larry."A, benim için tasalanm ayın ," dedi yaşlı kadın.
"Hiçbir şey beni dehşete düşüremez. Siz de hayatın içinden benim geçtiğim gibi geçerseniz, bilmediğiniz pek bir şey kalmaz geriye."
"Ne tuhaf, böyle şeyleri k a ran l ık ta konuşmak daha kolay," dedi Larry. "G ünah ç ıkartır gibi, tek farkı, günah çıkarma hücresinde deniz feneri olmaması."
"Haydi anlat, hepimiz bekliyoruz," dedi Paul."P au l 'ün neler yaptığını da sonra öğreneceğiz,"
dedi Larry."Anlat şu hikâyeni," dedi Paul."Çok uzatırsam beni susturun," dedi Larry.
"Evimizin biraz aşağısında kalabalık bir aile oturuyor. Beş kızları, dört oğulları var. Annem lerle onlar ın aileleri arkadaş. Anneleriyle babaları çok dindar, babaları Vincent de Paul'e1 katılmış, anneleri de du rm adan novena söylüyor. Tatlı, norm al insanlar. En küçük oğulları Dublin 'de oturuyor. Şimdi onunla birlikteyim. Birkaç aydır sürüyor bu. Şu da var ki ben öteki üçüyle de birlikte oldum, yani öteki oğlanlarla. İkisi evli, am a belli ki evli olmaları onlara engel değil. Çok tuhaf, hepsi de farklılar. En gençleri müthiş."
Sözlerini bitirdiğinde kimse konuşmadı. Helen pencereden dışarı bakınca hafif bir ışık görüyordu, am a içerisi artık kapkaranlık olmuştu.1 İr la n d a K ato lik le rin in , yoksullara p a ra , giyecek ve yiyecek yard ım ı y ap a n k u ru lu şu.2 R om a K ato lik K ilisesi'nde belli b ir aziz için o k u n an b ir dua.
"Müthiş bir aile. Bence genlerinde bir şey olmalı, " dedi Paul, biraz sonra.
"Elbette genlerinde var," dedi Larry. 'Ye de te rilen pan to lon ların ın içinde."
"Duyacağımı duydum," dedi yaşlı kadın. Sesi sert ve gereğinden yüksek çıkmıştı, sanki yüce bir güçle konuşur gibiydi. "Dördü de ha! Bayağı kalabalıklar!"
"Şu sıralar annem in yeterince düşünecek şeyi var sanırım," dedi Helen.
"Duymak istemeyeceğinizi söylemiştim size Bayan Devereux," dedi Larry.
"Ah, kendini koru, sana öğüdüm bu, kendini koru ve dikkat et."
Tam o sırada biri ışığı yaktı, H elen 'in annesi kapıda duruyordu. "K aran lık ta ne yapıyorsunuz?" diye sordu.
Helen gözlerini kırpıştırdı, b irden vu ran güçlü ışık tan korunm ak için elleriyle gözlerini kapattı. A nnem keşke lambayı kapatsa, diye düşündü.
"Declan kustu, am a o kadar da kötü değil," dedi H e len 'in annesi. "Temizledim, halloldu, am a sanırım uyuyacak. U m arım uyur. K aran lık ta ne yaptığınızı anlayamıyorum."
"Konuşuyorduk, Lily, konuşuyorduk, havanın karardığını fark etmedik," dedi büyükanne.
"Ben kapıya geldiğimde ne söylüyordun?" diye sordu Lily.
"Çocuklara, zor günler geçirdiğimizi ve yanımızda olm aların ın iyi olduğunu söylüyordum," dedi büyükanne. Helen başını Larry'ye çeviren büyükannesine bakıyordu, haydi istersen sözümü yalanla, der gibiydi kadın. "Onlara söylediğim buydu, Lily," dedi büyükanne.
Yaşlı kadın ayağa kalkıp cam dan dışarı, geceye baktı. Sandalyesini geri itti, perdeleri ağır ağır çek
meye başladı, sonunda Larry ona yard ım a geldi. Larry yaklaşırken büyükanne ona vuracakmış gibi elini kaldırdı. Larry gülerek uzaklaştı kadın ın yanından.
*
Üst kattak i küçük odada Larry ile P a u l 'ü n yatak la r ı haz ır lan ırken Lily bir önceki gece uyuyama- dığını söyleyerek evdekilere veda etti, annesine de cep telefonunu açık tu tm as ı için söz verdirdi. Sabah geri dönecekti. Helen annesiyle birlikte arabaya kadar gitti.
"Buraya geldiğim ilk gece ben de uyuyam am ıştım," dedi.
"Bir sorun çıkarsa bana telefon edersin, olur mu?" dedi annesi.
"Bunca zam an sonra buraya geri dönm ek çok tu h a f geldi bana," dedi Helen.
Annesi m otoru çalıştırıp avluda geri m anevra yaparak arabayı çevirdi. Helen a raban ın yolundan çekildi.
D aha sonra, H ugh 'ya telefon etmek için gittiği Blackwater 'dan döndüğünde Declan'ı pijaması ve terlikleriyle Aga'm n yan ında o tu rur buldu. Paul, Larry ve büyükanne mutfak masasının başına oturmuşlar, Wexford People gazetesinde Lily'nin bilgisayar şirketinin tam sayfa ilan ına bakıyorlardı.
"Şu senin a n n en önemli biri," dedi Paul."Lily her zam an için bağımsızlığına düşkündü,"
dedi H elen 'in büyükannesi. "Bebekken bile, sarılm ak ya da kucağınıza o tu rtm ak için onu kollarınıza aldığınızda kendi başına emeklemek için yere bırakılmak isterdi, büyüdüğünde de kendi başına yürümek isterdi. Ne yapacağını ona asla söyleyemezdiniz. Sabahları kalk bile diyemezdiniz. Sizden önce kalkardı. Hep çok çalışkandı, çok zekiydi, üniversi
tede burs kazandı. Rahibeler onu severlerdi. Bunc- lody'deki FCJ'ye gidebilmesi için gereken parayı bulmak amacıyla tatilcilere kiraladım evimi ve biliyorsunuz, neredeyse rahibe oluyordu."
"Bunu hiç bilmiyordum," dedi Helen."Ah, rahibeler onu severlerdi," diye devam etti
büyükannesi, "son sınıftayken, Cadılar Bayramı ta tilinden sonra onu okula geri götürdüğümüzde, rahibeler bizimle görüşmek istediler; daha önce bizi hiç um ursam am ışlard ı, ah, burunları pek havadaydı o rahibelerin, bir Fransız ta r ika tm dand ıla r . Ye Rahibe Em m anuelle , hepsinin başı, bana, sanırım Lily'nin bir mesleği var, dedi. Ona gülümsedim, bunun bizim için büyük m utlu luk olduğunu söyledim. Arabaya binene kadar gülümseyip durdum , binince de büyükbabana Lily m anas t ıra girmesin diye Tan- rı'ya dua edeceğimi söyledim."
"Peki onun rahibe olmasını istemediniz mi?" diye sordu Paul.
"Lily'nin mi? Güzel kızımızın mı? Saçları kökünden kesilsin miydi? Bir başörtüsü, rüzgâr üfü- ren eski bir m anas t ır ve arkadaş olarak da t i t rek yaşlı rahibeler mi? İstemedim elbette! Geceler boyu uyumayıp onu nasıl engelleyebileceğimi düşündüm. Ona bir şey söyleyemeyeceğimizi biliyordum, onunla konuşm anın bir işe yaramayacağım da. Büyükbaban çok iyi bir adamdı, yerinin cennet olduğuna eminim; o bana, T a n r ı 'm n isteğine boyun eğmemizi söyledi, ben de ona, Lily'nin rahibe olmasını istemem em in de T a n r ı 'm n isteği olabileceğini ha t ı r la t tım."
"İyi etmişsin büyükanne," dedi Declan."Peki ne yaptın?" diye sordu Helen.Büyükannesi yere baktı, bir şey söylemedi.Ötekiler hiç konuşm adan ona bakıp sözüne de
vam etmesini beklediler.
"Çay yapayım," dedi büyükanne, "çok konuşuyorum. "
"Hayır çok değil, bize anlatmalısın ," dedi Declan.
"Çayı ben yaparım," dedi Helen."Sürekli düşündüm," dedi büyükanne, dudakla
rını yalayarak. "Bu işi du rdurm ak için Noel ta til in in sonuna kadar zamanım olduğunu biliyordum. Lily'yi de düşündüm. Kızlar hastabakıcılık oynarlarken en iyi hastabakıcı Lily olmak isterdi, elbise dikilmesi söz konusu olunca modelleri ve malzemeyi alır, beni b ü tü n gece uyutmazdı. Çevresindekiler ne yaparlarsa o da yapardı, am a kat kat fazlasını. Derslerinde de durum aynıydı. En iyi, en çalışkan öğrenci olmak isterdi. Gece gündüz rahibelerle birlikte olduğundan elbette o da rahibe olmak istiyordu. B ü tü n bun lar kafama dank edince birden ne yapacağımı buldum. Onu Noel tatili için gidip almamızdan önce oldu bu."
"Ne yap tın büyükanne?" diye sordu Helen, çaydanlığı doldururken.
"Lily'nin aklının çelinmesi gerekiyordu, hepsi bu. Kız kardeşim Statia, Breeli Bolger ailesinden biriyle evliydi, beş oğlu vardı, kızı yoktu; oğlanlar Wexford Eyaleti 'n in en çılgın gençleriydi, am a hepsi de hoş ve efendi çocuklardı; S tatia hepsini çok seviyordu, o benden daha yum uşak başlı biriydi, oğlan la r ın o rta lık ta boş boş dolaşıp partiler vermelerine -oysa o sıralarda kimse böyle bir şey yapmıyordu-, baba la rın ın arabasını alıp dansa gitmelerine, ertesi gün öğlene kadar eve dönm em elerine göz yumuyordu. Oğlanların Bolger tarafından kuzenleri vardı, onlar da bu çocuklar kadar berbattılar. Maçlardan, k ızlardan ve dans tan başka bir şey düşünmüyorlardı. Kuzenlerden üçü Wexford takımınday- dı.
"Bree'ye gittim. Büyükbabanı arabada bırakıp Statia ile konuştum; Statia anladı, an lam asa bile benim istediğimi yapardı. Ondan, N oel'den sonra Lily'yi yanına almasını ve Bolgerlerle birlikte ortalığa salıvermesini istedim. Böylece Lily'yi Aziz Ste- fan G ünü 'nde oraya götürdük. Biraz şaşırdıysa da hiçbir şeyden kuşkulanmadı. Okul açılmadan bir gün önce de onu oradan aldık. S ta tia onun bü tün danslara ve eğlencelere gitmesine izin verdi. Arabalara, kamyonetlere binip her yerde dolaştı Lily, Bol- gerli kuzinlerden ödünç aldığı giysileri giydi. Statia bana onun çılgın gibi olduğunu an la ttı . Danslara ka tı lan yaşlı çiftçileri an la tırken gülm ekten ölüyormuş. En iyi dans eden, en uyum lu kız Lily imiş. Kuzenleri herkesi tanıyordu, kuzenlerinin kuzinleri de kalan herkesi tanıyordu. Çok geçmeden Lily de herkesi tanıdı. Tıpkı rahibelerle olduğu gibiydi. Lily, birlikte olduğu insanlar gibi olmak istiyordu, tek farkı şimdi Ballindaggin'deki ya da Adams- town'daki dansa gitmek istemesiydi. O ndan ses çıkmayınca her şeyin yolunda olduğunu anladık."
"Büyükanne, onun başını derde sokmasından korkmadın mı?" diye sordu Declan.
"Devir farklıydı, Declan. Kuzenleri ona göz kulak oluyorlardı. Kimsenin kendisinden ya ra r lanm asına izin vermezdi zaten." ;-,
"Eminim vermezdi," dedi Helen, çayları koyarken.
"Böylece Lilly, FC J'ye döndü, am a zamanını oğlan la ra m ektup yazıp yatılı olmayan kızlarla dışarı yollamakla, yatakhanedeki kızları gece geç saatlere kadar uyu tm am akla geçirdi. Derslerine de çalışmış olmalı ki bursu kesilmedi, am a kafası değişmişti artık. Paskalya tatili için onu alıp eve götürmemizden önce bizi çağırdılar, öteki kızlara kötü örnek olduğunu, çok değiştiğini söylediler. Biz hiçbir değişiklik
fark etmedik, dedim, Rahibe Emmanuelle 'e . M anast ırda bir şey olmuş olmalı, dedim. Bana öyle bir baktı ki, am a ben de ona aynen öyle baktım . Benimle baş edemeyeceğini anlamıştı. İşte Lily'nin rahibe olmasını böyle engelledik."
"Hepimiz için büyük bir şans olmuş, değil mi?" diye sordu Helen.
"En azından o sırada böyle görünmüş olmalı," dedi Declan.
A LTI
Sabahleyin Helen annesini D eclan 'm odasında buldu, oğlunun başını avuçlarına almıştı.
"Çok erken dönmüş olmalısın," dedi Helen, der demez de annesini suçlar gibi konuştuğunu fark etti. "Yorgun görünüyorsun," diye ekledi, sesini yum uşa tm aya çalışarak.
"Declan bu sabah da iyi değildi," dedi annesi soğuk soğuk.
Declan gözlerini ona dikti. B u rn u n u n üzerindeki çürüğün rengi koyulaşmıştı, neredeyse mordu, daha da yayılmış görünüyordu; am a k ıp ırdam adan ya ta rken tu h af bir raha t l ık duyuyor gibiydi. Sanki ağrı çekmiyordu.
"Çocuklar kalktılar mı?" diye sordu Helen."Büyükannen karın lar ın ı doyuruyor," dedi an
nesi. "Havaya girdi - yeniden pansiyon işlettiğini sanıyor. Jam bon ve sosis var ve yum urtan ız ı nasıl istersiniz havalarında."
"Jam bonumuz olsaydı," dedi Declan, boğuk sesiyle, "jambonlu y um urta yerdik, am a ne yazık ki yum urtam ız yok."
"Beş yaşından beri söyler du rursun bunu," dedi Helen, gülerek, "ben de hiç komik bulmam."
"Git de ötekiler her şeyi silip süpürm eden sen de kahvaltını et," dedi annesi.
Deniz Fenerindeki Işık 161/11
Helen mutfağa girdiğinde Larry konuşuyor, büyükannesi de can kulağıyla onu dinliyordu. Paul H elen 'in içeri girdiğini gördü, am a öteki ikisi görmezlikten geldiler.
"Hayır Bayan Devereux," diyordu Larry, "hayır, duvar yıkmak pahalıya mal olmaz, kapıları genişletmek de. B ütün hepsini bin sterline yaptırabilirsiniz, am a ben sizin yerinizde olsaydım, nem giderici sistemi de koydururdum , döşemeyi meşe parke yapardım ya da en azından çam parke..."
"Bu adam hâ lâ konuşuyor mu?" diye sordu H elen.
"Kahvaltın fırının içinde," dedi büyükannesi."Büyükanne, inşallah onu dinlemiyorsundur,"
dedi Helen."Ama mutfak neresi olacak?" diye sordu büyü
kanne, Larry'ye."Yo," dedi Larry, "mutfağı olduğu yerde bıra
kın, am a içine bir rampa, bir de ray koyun.""Düşersem ne olur, onu konuşuyoruz, Helen,"
dedi büyükannesi, "ya da tekerlekli iskemlede olursam. Hem bu merdivenleri daha fazla inip çıkamayacağım herhalde."
"Yo," diye devam etti Larry, konuşması bölünmemiş gibi, "yatak odasıyla banyoyu Helen'le Dec- lan 'ın yatt ık ları yere alın, a ra la r ın d a kocaman, geniş bir kapı olsun, am a yemek odasının bir bölümünü de ka ta rak bu odaları iyice büyütün . Bahse girerim ki yemek odasını hiç kullanmıyorsunuzdur."
"Ölçü şeridini getirdin mi Larry?" diye sordu Helen, yerine o tururken.
Larry ona aldırmadı. "Duvarları kontrol ettim," diye devam etti. "Onları yıkmak yarım gün sürer. Ev yepyeni olur. Tanıyamazsınız."
Helen m ark e t te n alışveriş yapıp gazete ald ıktan ve H ugh 'ya telefon e tt ik ten sonra köyden döndü-
günde Larry mutfak m asasının üzerindeki büyük bir çizim defterine çizimler yapıyordu. Ölçü şeridi de yanı başındaydı.
"Onunla konuşulmuyor," dedi Paul. "Manyağın teki."
"Peki yatak nereye konacak?" diye sordu büyükanne , bu laşık tan başını kaldırarak. "Pencerenin yan ında olmasını istemiyorum."
"Çift kişilik mi tek kişilik mi?" diye sordu Larry.
"Bu çok kişisel bir soru," dedi Helen."Nasıl bir yatağım olsun dersin?" diye sordu bü
yükannesi, a rkasına dönerek, elleri köpük içindeydi.
"Ah, bu size kalmış bir şey," dedi Larry.
G üneş bu lu tla rdan sıyrılır sıyrılmaz Helen bir iskemle alıp evin önüne koydu ve oturup Irish Times'ı okumaya başladı. Annesi D eclan 'm odasından ç ıkana kadar beklemeyi, sonra Declan'ı yalnızken görmeyi tasarlıyordu. C athal ya da M anus böyle has ta olsaydı, ben de an n em in yaptığını yapardım herhalde, diye düşündü, am a çocuklar bunu isterler miydi, bundan emin değildi.
Paul gelip H elen 'in y a n m a oturdu. Sırtını evin A duvarına dayadı.
"Sence D eclan 'm du rum u iyi mi?" diye sordu Helen.
"Ne demek istiyorsun?""Sanırım annem gün ağardığından beri onun
yanında.""Hayır değil. Sen ka lkm adan az önce geldi," de
di Paul. "Ama odayı koruyor, D eclan 'm bela arkadaşlarını ondan uzak tu tuyo r gibi."
"Ye de bela ablasını.""Ye de bela büyükannesini," diye ekledi Paul,
gülerek.'Yo, ona bela diyemeyeceğim. Bana kalırsa doğ
ru sözcük 'kötü'.""Bu sabah formundasın," dedi Paul."Yıllar önce," dedi Helen, "biz çocukken, a n
nemle babam bir yere gitmişlerdi, büyükbabam da evde yoktu; büyükannem in eli pencereye sıkıştı, çerçeveyi de kaldıramıyordu. Kaç yaşında olduğumu bilmiyorum, herha lde altı ya da yediydim. Her neyse, büyükannem , hem de büyük bir zevk alarak an la t ır bunları, benim bu fırsattan yararlan ıp evdeki b ü tü n çekmeceleri karıştırdığımı, altüst ettiğimi söyler durur. Declan ise onun yan ında oturmuş, bir yandan ağlarken bir yandan da büyükannem i avutmaya çalışmış. Elbette ben b ü tü n bun ları yaptığımı hatırlayamıyorum. Hem bu olaydan böyle ya ra r lan madığıma da eminim. Am a büyükannem de şimdi aynı şeyi yapıyor, benim altı ya da yedi yaşındayken yaptığım şeyi; arkadaşın Larry ile birlikte çekmeceleri karıştırıyor."
"Ah, haydi ama, kadını rah a t bırak," dedi Paul. "Yalnız yaşıyor o. Gerçek, kanlı canlı bir m im arla her gün karşılaşmıyor. Larry b irin in evine girsin de hiç de uygun olmayan bir yere bir banyo koydurmalarını önermesin - olacak şey değil."
"Benim hakk ım da neler konuşuyorsunuz?" Larry dışarı çıkmış, güneşin a lt ında durmuştu.
"Helen'e senin göbek adının F ran k Lloyd Wright olduğunu söylüyordum," dedi Paul.
"Büyükannen, hepiniz yüzmeye gidin diyor," dedi Larry. "Bana bun ları verdi." Elindeki iki siyah naylon mayoyu gösterdi.
"Aman Tanrım, asla giymem bunları!" dedi Paul."Ben mayomu getirdim," dedi Helen.
"Büyükannen mayoları nereden bulmuş?" diye sordu Paul.
"Tatilcilerden kaldı, dedi bana.""Yabancılara tatilciler der," dedi Helen."Aman Tanrım , am m a da sıskalarmış!" dedi
Larry mayoları havaya kaldırıp. "40'lı y ıllarda popolar epeyce ufakmış demek."
"Mayolar 60'lı y ıllardan kalma," dedi Paul. "O yıllarda herifler popolarının sıkışmasına aldırmazlarmış."
"Declan'a bizimle gelmek isteyip istemediğini sorsak mı?" dedi Larry.
"Gir sor bakalım," dedi Helen.Larry dönene kadar konuşm adan beklediler."Uyuyor," dedi Larry. "Soramadım bile. Annene
bir fincan çay götürme sözü verdim.""Bekleriz," dedi Helen. "Gelirken havlu getir."Helen, Declan 'm arabasının bagajmdaki büyük
bir çan ta d a n mayosunu çıkardı, sonra üçü birlikte u çu ru m u n ken a r ın a doğru yürüdüler. Bu adam lar eşcinsel olmasalardı, diye düşündü Helen, onlarla birlikte sahile inm em ek için bir bahane bulurdum . İnseydim, fazlasıyla sinirli ve huzursuz olurdum. Hugh yan ında olmayınca nasıl davranacağını bilemezdi Helen, olunca da onun yan ından ayrılmazdı. Ancak sahile indiklerinde, Paul gömleğini çıkarınca, onun uzun s ırtın ın beyaz, pürüzsüz cildini görünce b ü tü n bun la r ın kendisi için ne kadar tu h a f ve yeni olduğunun farkına vardı Helen. Paul kendisini soyunurken görecek olsa, b u n u n onun için hiçbir an lamı olmayacaktı. Belki m erakı uyanırdı, am a H elen'in onu şimdi siyah naylon mayo içinde gördüğü zaman hissettiklerini hissetmezdi.
"Sona kalan korkaktır," diye bağıran Larry korkusuzca suya adım attı, am a birden durdu ve sanki
elektrik çarpmış gibi zıpladı. "Buz gibi, am an T anrım, buz gibi!" diye kükredi.
Paul acele etmeden girdi suya, am a o da durdu ve soğuktan ko runm ak istercesine kollarıyla bedenini sardı. Helen, onun yan ından geçerken ona su sıçratm am ak için kendisini zor tu t tu . Paul kızdırılmayacak kadar ciddi ve mesafeliydi. O nun kulağına 'korkak' diye fısıldamak istedi, am a güceneceğini düşündü.
"Haydi am a Paul," dedi, "sen kocaman adamsın."
"Ağzını bile açma," dedi Paul, t i t re rken . "Bu kadar soğuk olduğunu söylememiştin."
Larry yüzerek açılmaya başlamıştı. Helen de, yeterli derinliğe ulaştığında, elinden gelen çabayı ve kararlılığı göstererek suya daldı. Tekrar yüzeye çıktığında, P a u l 'ü n kendisini seyrettiğini bildiğinden, istifini bozmadan başını sallayıp saçlarmdaki suyu akıttı.
D aha sonra, kurulanıp hav lu ların ın üzerinde güneşlendiler.
"Büyükannen diyor ki," dedi Larry, "bacağını kırarsa ya da has ta lan ırsa kendisini hastaneye kapatır ve bırakmazlarmış, asla evine dönemezmiş. Bir kere hastanede yatmış ve karşısındaki ya tak ta kalan yaşlı kadın herkesin, h a t t a hemşirelerin bile, rahip olduğunu sanıyormuş; d u rm adan rahip şöyle, rahip böyle diye konuşuyormuş, büyükannen buna dayanamıyormuş. Ona da kaçık muamelesi yapmışlar orada."
"Kaçık zaten," dedi Helen."Tanrım, düşünsene, gerçekten korkunç bir şey
olurdu," dedi Larry."Kes şunu, Larry!" dedi Paul."Gerçekten," dedi Larry.
"Büyükannem u m u ru m d a değil," dedi Helen. "Yani onunla ilgileniyorum, am a şimdi değil. Şimdi, Declan 'ı o odadan çıkarm ak istiyorum."
"Belki de o odada annen le öyle kalm ak istiyordur," dedi Paul.
"Sahi mi?" diye sordu Helen."Bence Declan a n n e n in onu görmek istememe
sinden filan korkuyordu," dedi Paul. "Bence anne n in bilmesini ve kendisine yardım etmesini çok istiyordu, am a yine de ona söyleyemiyordu, şimdi ona her şeyi anlattı , annesi yan ında ve D eclan 'a yardım etmeye çalışıyor."
"Bu yardım küçük dozlarda olsa daha iyi olurdu, " dedi Helen, kuru bir sesle.
"Belki de Declan tam da bunu istiyordur," dedi Paul. "Bundan öyle çok söz etti ki."
"Annemle böyle bir odada kilitli kaldığımı bir düşünsene," dedi Larry. "Hizbullah 'm eline düşmeyi yeğlerdim."
"Kapa çeneni Larry, sen bize annen in hoş bir kadın olduğunu anlatırdın."
"Hasta olsaydım her şey farklı olurdu tabii.""Larry'ye du rm adan kapa çeneni demesene,"
dedi Helen.Paul ayağa kalktı, deniz kıyısına yürüdü, hiç
çekinmeden suya adım attı."Belki suya girince sakinleşir," dedi Larry."Nesi var?" diye sordu Helen."Sorunları var," dedi Larry."H asta mı?" diye sordu Helen, duraksayarak."Yo, öyle bir şey değil. Erkek arkadaş sorunu.
O nun erkek arkadaşı olmaya çalışmanın nasıl bir şey olduğunu hayal edebilir misin?"
"Pau l 'ün hoş biri olduğuna eminim.""Ah, tam bir k ahkaha makinesi, şu bizim Paul,
ilişkiler üzerine kitap okuyor."
"Başka da bir şey yapmıyor herhalde?""Bence öyle, bence daha fazlası gelmez elinden,
gerçekten," dedi Larry."Evet, bence de öyle," dedi Helen.
D aha sonra, Larry eve döndü, Helen'le Paul ise sahil boyunca güneye, Ballyconnigar ve Ballyva- loo'ya doğru yürüdüler. Hava pusluydu, am a güneş güçlüydü, ısıtıyordu.
"Yalnız mı yaşıyorsun?" diye sordu Helen.Paul ona sertçe baktı. İkisi de bu sorunun önce
den tasarlanm ış olduğunu biliyorlardı."Hayır, erkek a rkadaşım la birlikte Brüksel'de
yaşıyorum." Canı sıkılmış gibiydi."Bağışla, b u rn u m u sokmamalıydım," dedi H e
len."Yo, zararı yok," dedi Paul.Keatinglerin evine va rana kadar hiç konuşma
dılar; orada Helen Paul 'e toprak kaymasını açıklam aya koyuldu. Paul ilgilenmiş gibiydi, evde kimin yaşamış olduğunu, evin bu yan ın ın ne kadar zam anda kayalık tan aşağı çöktüğünü sordu.
Ballyconnigar'da derenin karşı kıyısına geçip yürümeye devam ettiler. D urup du ru rken bir başka soru daha sordu Helen: "Erkek arkadaşın İrlandalI mı?"
"Hayır, Fransız. Am a onunla İ r landa 'da tan ıştım."
"Nasıl tanıştınız?"N eden bu kadar m eraklı olduğunu bilemiyordu
Helen, am a Paul bu kez terslerse başka bir şey sormayacağım, dedi kendi kendine.
"İkimiz de on beş yaşındayken bir değiş-tokuş program ına katılmıştık."
"Peki sen..." Helen duraksadı, Paul onun ne sorduğunu an lam am ış gibi yüzüne baktı. "Sen..."
"Galiba ne demek istediğini biliyorum," dedi Paul. "Yo, yo, dört yıl sonraya kadar değil."
"Ama biliyor muydun?""Kendimin öyle olduğunu biliyordum, am a
onun olduğunu bilmiyordum, o da öyle.""Peki ne oldu?"Alçak kum tepeciklerinden birine sır tların ı da
yayıp o turdular. Paul kollarıyla dizlerini sardı, gözlerini denize dikti. "Kasabaya bir sürü Fransız öğrenci gelmişti," dedi, "hepsi de tenis ku lübüne yazıldılar, böylece gece gündüz hepimiz oradaydık. Maçlar, tu rn u v a la r filan yapılıyordu. Bizim -yani İ r landalI çocukların- birbirimize davranış biçimimiz Fransızları şaşırtmış, am a ben bunu sonradan fark ettim. Biz onların birbirleriyle el sıkışıp öpüşmelerine şaşırıyorduk, onlar da bizim du rm ad an küfürleşmemize. Geriye dönüp bakınca görüyorum ki, galiba biz böyle iletişim kuruyorduk. Saçını t ıraş e ttiren, bir kızla el ele tu tu şu rk en yaka lanan ya da zayıflık gösteren olursa, hangisi olursa olsun, herkes onunla alay eder, küfrederdi ve bu iş günlerce sürerdi."
"Declan'la sen de Larry'ye böyle davranıyorsunuz," dedi Helen.
"Bunu hak ediyor," dedi Paul."Özür dilerim, sözünü kestim.""Babamı tanımalıydın," diye devam etti Paul.
"Mühendistir, m atem atik problemleriyle de ilgilenir, m antığ ı da kuvvetlidir. Erkek kardeşlerim in hepsi mühendis. Biz konuşmayı öğrenir öğrenmez babam problem çözdürmeye başlardı. Büyüdüğümüzde de, bir şeye ka ra r vermemiz gerektiğinde, örneğin bayram parasını nasıl harcayacağımız, televizyon mu seyredeceğimiz yoksa ders mi çalışacağımız konusunda, sorunu yazdırır, sonra lehindeki ve
aleyhindeki n o k ta la n , arkadan da kararı yazdırırdı. Bu iş için hepim izin elinde küçük kâğıtlar bu lunurdu, sorunu nasıl çözdüğümüzü ona gösterdiğimizde pek m em n u n olurdu. Francois bizim yanım ızda kalmaya gelmeden önceki kış, bir kâğıt parçasına şunu yazdım: "Ben eşcinselim. Sınıfımdaki erkekler kızlar için neler hissediyorlarsa ben de onlar için onu hissediyorum." Sonra da o kâğıdı sakladım. Irish Times gazetesinde evli bir çiftin erkeğinin eşcinsel olduğunu, am a iki çocukları olana kadar b undan hiç söz etmediklerini okumuştum. M akalede, birlikte yaşamaya çalışacaklar diye yazıyordu, am a kadın kocasının kendisini sevmediğini biliyordu.
"O kâğıt parçasını elime alıp seçenekler yazıyordum: Bu du rum u yok sayabilirim. U n u tm ay a çalışabilirim. Şimdi sana söz edemeyeceğim en saçma şeyleri yazıyordum. Bir gece kâğıda, ak ran ım olan bir başka eşcinsel bulm aya çalışabileceğimi yazdım. Bu cüm lenin altını iki kez çizdiğimi hatırlıyorum, çünkü öteki seçeneklerin bir k ısm ından daha ılımlıydı.
"Çok geçmeden biri çıktı karşım a ya da ben çıktı sandım. O s ıra larda rugby oynuyordum, kulübümüz çok küçüktü ve duş filan da yoktu. Oyundan sonra elbiselerimizi sırtımıza geçiriyor, eve gidip duş alıyor, üs tüm üzü değiştiriyorduk. Yabancı sahada oynadığım ilk gün orada genel bir duş vardı, bizim tak ım daki çocuklardan b irin in -şimdi avukat o çocuk- duşta penis in in sertleştiğini gördük. Ben de budala gibi onun eşcinsel olması gerektiğini düşündüm. G erçekten yakışıklı biriydi, onu seyrettim, sonra bir akşam, bir m ünaza radan sonra onunla birlikte eve yürüdüm , ona neler söylediğimi bilmiyorum am a her ne söylediysem ne demek istediğimi anladı. İlgilenebileceğini söyledi, am a o gece olmazdı, orada bıraktık, ben de m utlu luk içinde eve git
tim . Biriyle tanışmıştım . O kâğıda artık ihtiyacım olmayacaktı.
"Sorun, o çocukla bir tü r lü doğru dürüst baş başa ka lam am am dı, h a t t a gündüz saatlerinde bile; oysa her yola başvuruyordum: Okuldan çıkana kadar bekliyor, teneffüslerde onu bulm aya çalışıyordum. H a t ta bir keresinde evine bile uğradım; ne zaman m alum konuyu açsam ya odadan çıkıyor ya da televizyonda kana ldan kana la geçiyordu. D urum u m u tsuzdu. Ama onun bu konuyu herkese an la ttığ ın ı bilmiyordum. Francois bize gelip benimle aynı odayı pay laşana kadar öğrenmedim de. F ranço is 'nm İngilizcesi o günlerde pek iyi değildi. H er neyse, bir gece hepimiz tenis kulübündeydik; hava, oyun oynanm ayacak kadar karanlık tı am a dansın başlam asına da henüz zam an vardı. Bu yüzden dağılmış oturuyorduk. H er zam anki gibi alaylı alaylı konuşuyor, birbirimize takılıyorduk. Biri F ranço is 'nm başka bir eve ta ş ın m ak istediğini söyleyince herkes coşkuyla karşıladı bu sözleri, h a t t a kızlar bile. Yemeklerden dolayı mı, diye sordu oradakilerden biri, alaycı alaycı. Hayır, dedi başka biri. P a u l 'ü n yaşlı annesi yüzünden mi? Hayır, dedi bir başkası. Sanki bu konuşmayı önceden tasarlam ış gibiydiler. Öyleyse nedeni ne, diye bağırdı biri. Nedeni, P a u l 'ü n sapık olması, dedi biri, hepsi birden gülüşüp bağrıştılar, sonunda içlerinden biri François 'ya -aslında o neler olup bitt iğ in in farkında değildi- 'Doğru değil mi Francois?' diye sordu. Çok kibar olan Francois da 'Evet,' dedi Fransız aksanıyla; herkes gülm ekten yerlere yattı.
"O gece, babam ın m an tık sistemi pek işe yaramadı. Eve döndüm, Francois geldiğinde ben yatmıştım. 'Bu çocuklar senin dostların değil,' dedi bana. Ne sordukların ı an lam am ış olduğunu b a n a açıklam aya çalıştı, am a ben bunu zaten biliyordum, ona da söyledim. Francois ışığı söndürüp yatağ ına girdi.
Ben ağlamaya başladım, o kalkıp yan ım a geldi, yatağ ım ın üzerine oturdu, beni avutm aya çalıştı, sonra yan ım a uzanıp dostum olduğunu söyledi, bir daha kulübe gitmeyeceğim, dedi. H er neyse, o yanım da ya ta rken , ağır ağır cinselliğinin uyandığını fark ettim. Elini pijamam ın a lt ına sokup om zum a dokundu. Am a cinselliği uyarılmış oğlanlardan bıkmıştım , bu yüzden Francois beni öperken bile taş gibi kalakaldım orada. Hiçbir şey olmadı, o da ileri gitmedi. Bir süre sonra da yatağ ına döndü."
"Sonra ne oldu?" diye sordu Helen."Birbirimize çok yakınlaştık, özellikle bir aylı
ğına onun F ransa 'dak i evine gittiğimde. Annesiyle babası gençtiler, Francois da tek çocuktu, ailesi bize yetişkin muamelesi yapıyordu. Bize çok zam an ayırıyor, çok nazik davranıyorlardı. Francois babamın kendis inden hoşlanm adığını düşünüyordu, çünkü babam sürekli olarak onunla dalga geçmişti. Ama F ranço is 'nm babası laf olsun diye konuşmazdı, hep nazik ve dürüsttü . O nların bu dürüstlüğüne bayılıyordum. Francois da öyleydi, sadık, ciddi ve kibardı. Bazen çok da komik oluyordu, tatsız biri değildi. O nun içi-dışı bir oluşunu seviyordum, yaptığı ve söylediği şeylerde dikkatli olmasını da. O nun da benden hoşlandığını biliyordum, bu da çok şaşırtıcıydı. Ailesi N orm and iya 'da deniz kıyısında bir ev kiraladı, orada denize girip tenis oynadık. Birbirimize asla dokunmuyorduk, am a F ransa 'dayken , İrlanda 'da hiçbir zam an yapmadığımız şeyleri yaptık, birbirimizin önünde soyunduk, aslında gerektiğinden de çok."
"Gerçek bir aşka benziyor," dedi Helen."Katıksız bir m u tlu lu k tu bence, evet öyleydi,"
dedi Paul. Gözlerini denize dikti, sonra yumdu.Helen ona daha sonra neler olduğunu sormak
istedi, am a yanlış dile getirilmiş bir tek sorunun bi
le P a u l 'ü n konuşmasını keseceğini hissetti, oysa H elen onun an la tm aya devam etmesini çok istiyordu. Paul konuşmayınca H elen onu teşvik etmek istemedi. Sonra Paul yeniden söze başladı:
"Ben Trinity'de üçüncü sınıfa başlarken Francois İ r landa 'ya geri geldi. Çok değişmişti, boyu uzamış, kilo almıştı. Yüzü incelmişti. Davranışları değişmiş, daha eğlenceli biri olmuştu. A radan geçen yıllarda mektuplaşm ıştık , am a zam anla m ektup lar seyrekleşmişti. Benim D un Laoghaire'de tek odalı bir evim vardı, onunsa Trin ity 'de eylül ayı boyunca kiraladığı bir dairesi; buluştuğum uz ilk gece, ken tte son otobüsü kaçırdık. Odasındaki ikinci y a ta k ta ya- tabileceğimi söyleyince önerisini kabul ettim. Tıpkı eski günlerdeki gibiydi, tek farkı ikimizin de artık neredeyse yirmi yaşında olmamızdı. Ben eşcinsel olduğum u biliyordum, am a bu konuda hiçbir şey yapm am ıştım , açık konuşacağım, mastürbasyon yapm ak dışında. Francois ise bir erkekle birlikte olmuştu , am a yalnızca bir tek kez. H er neyse, T rinity 'de geçirdiğimiz o gece yarı sarhoştuk, soyunup odada dolaştık. Birimizin ilk adımı atması gerekiyordu, am a bu ben olmayacaktım. Bir süre yattık , sonra bir sessizlik oldu, Fransızca olarak yatağım a gelip gelemeyeceğini sordu bana. Sözcükleri hâ lâ kulağımda, ne zam an ha tır la sak güleriz. Am a ben çok sinirliydim. H er şey çok fazlaydı, onu çok istiyordum ve her şey fazlasıyla gerçekti. Hayır, dedim ona, am a yarın olur. Benim evet dediğimi, onu geri çevirmediğimi anladığına emin oldum. K aran lık ta kolunu b a n a uzattı, bir süre iki yatağın a rasında el ele tu tu ş tu k . Ve ertesi gece ilk kez birlikte olduk."
"O zam andan beri birlikte misiniz?""O günü izleyen iki yıl içinde birbirimizi olabil
diğince çok gördük, sonra ben mezun olunca bir yıllığına Paris 'e gittim, arkas ından birlikte buraya
geldik, yine bir yıl için. Sekiz ya da dokuz yıldır birlikteyiz, am a son iki yıl çok sorunluydu."
Ayağa kalktılar, üstlerine başla r ına yapışan kum ları silkeleyip geriye, C ush 'a doğru yürümeye başladılar.
"Ne açıdan sorunluydu?""Francois ile b irlikte olmaya başladığımızda an
nesiyle babası inanılm az davrandılar," diye an la tm aya devam etti Paul. "Bizim için kocam an bir çift kişilik yatak alıp F ranço is 'nm odasına yerleştirdiler. Francois eşcinsel olması yüzünden onlarla bir dakika bile sorun yaşam adı sanırım. Annesiyle babasını sık sık görüyorduk. Ya cumartesi geceleri onlarda kalıyor ya da pazar günleri görüşüyorduk. En iyi arkadaşlarım ızda H er ikisi de bir araba kazasında öldüler. Â nında öldüler, neredeyse iki yıl oldu, henüz kırklı yaşlarındaydılar. Bir yan yoldan çıkı- yorlarmış, a rk a la r ın d an gelen araba onlara çarpıp öne, bir kam yonun a lt ına fırlatmış. Bu olayın ardından dünyamız yıkıldı. Annesi de babası da tek çocuk olduklarından yakın akrabaları yoktu; ne kuzenleri vardı F ranço is 'nm ne de teyzeleri. Ben olmasaydım Francois tek başına kalacaktı, am a bir süre sonra ben de ona yardım edemez oldum, çünkü kendisini terk edeceğim düşüncesine tah a m m ü l edemez olmuştu.
"Terk etmeyeceğim, dedim. Onu ikna etmeye çalıştım, çok geçmeden düzeleceğine inanıyordum, işinden izin almıştı, yeniden başladığında daha iyi du rum da olacağını sanıyordum, am a iyileşmedi, ça- lışamıyordu da -devlet m em u ru d u r- bu yüzden süresiz izin aldı. Kendisini te rk edeceğime inanıyordu, bir süre sonra ne dersem diyeyim inanm az oldu. İşteyken telefonum çalıyor, h a t t ın öteki ucundak i kişi telefonu su ra tım a kapatıyordu, am a ben onun beni
kontrol ettiğini biliyordum. Perişan oluyordu; bir dan ışm ana ve bir terapiste gitti, am a yararı olmadı.
"Sonra benim Paris 'te bir konferansa katılm am gerekti. Gideceğimi ona çok önceden söyledim, kurtu lam adığ ım bir işti. Balıkçılık üzerine üç günlük bir konferanstı. Son gün ben çevirmen kulübesin- deyken F ranço is 'nm salona girdiğini gördüm. Perişan ve tu h a f görünüyordu, aklını kaçırmış gibiydi. Çok öfkelendim. Aşağı koşup onu yakaladım , yukarı getirip yan ım a o tu rt tum . G erçekten öfkelenmiştim ona ve artık daha fazla dayanam ayacağım ı an lamıştım. Otele dönünce galiba fazlaca bağırdım ona, daha önce hiç kimseye böyle davranm am ıştım sanırım, kendine gelmesi gerektiğini söyledim. Tek söz e tm eden yatağa gittiğimizi hatır lıyorum . Yine hiç konuşm adan Brüksel'e giden trene bindik, aramızda he r şeyin bitmiş olduğunu anladım.
"Bir süre ayrı kalmayı denem em izin iyi olacağını düşündüm ve birkaç gün kafamda bu düşünceyi evirip çevirdim, am a budalaca bir plandı. Ona yardım etmemiş, onu yüzüstü bırakm ış olacaktım; şimdi ayrılırsak bir daha asla bir araya gelmeyeceğimizi de biliyordum. H er şeyin ters gittiği bir günün gecesinde ona beni sevip sevmediğini sorduğumu hatırlıyorum; seviyorum, dedi. Ben de seni seviyorum, dedim ona, yalnız ka lm ak tan ko rk tuğunu biliyorum, seni bırakmayacağımı k a n ıt lam ak için ne m üm künse yaparım, dedim. Bunu gerçekten istediğimi sana göstereceğim, dedim. Ve gerçekten de böyle düşünüyordum ." Paul sustu, elleriyle gözlerini kuruladı. Ayağa kalkıp H elen 'e baktı.
"Ne yaptın?" diye sordu Helen.Cush 'tak i u ç u ru m u n dibindeki sert kum lara
o turdular, ta t l ı ta t l ı k ırılan dalgaları, ufuktaki pusu ve huzur verici gökyüzünü seyrettiler.
"İki şey yaptım. Onu eve getirdim ve kardeşlerim dahil olmak üzere b ü tü n aileme yeniden tanış-
tird im , p a r tn e r im ve sevgilim olduğunu söyledim. O güne kadar eşcinsel olduğumu kız kardeşim den başka bilen yoktu; her şey çok güç ve çok duygusal oldu. Sonunda her şey ta tlıya bağlandı, ne tuhaftır ki özellikle de babam sayesinde. İlk yaptığım şey buydu."
"Ya İkincisi?" diye sordu Helen."Belki bu an la t t ık la r ım la canını sıkıyorum.
Larry 'den de beterim .""Yo, devam et," dedi Helen."Birlikte Brüksel'e döndük, Francois ne zaman
benim onu te rk e tm em den söz etse aynı şeyi söylüyordum ona: 'B unun doğru olmadığını sana kanıtlam ak için ne m üm künse yaparım .' H â lâ işine başlam am ıştı, hâ lâ morali bozuktu; Kom isyon'dan döndüğümde onun b ü tü n gün y a ta k tan çıkmamış olduğunu görüyordum, tü r lü tü r lü hap la r yutuyordu, am a ben kendi kendim e ona yardım etmeye çalışmalıyım, diyordum. Annesiyle babasının bir fotoğrafını bü y ü ttü rü p çerçeveletmiştik. Bir mezar taşı seçtik. Eşyalarını elden geçirdik. Bir slogan söyler gibi ona durm adan , 'B unun doğru olmadığını sana k a n ıt lam ak için ne m üm künse yaparım ,' diyordum. 'Seni te rk etmeyeceğim.'
"İkimiz de Brüksel'de çarşamba geceleri toplan an bir Katolik eşcinseller g rubuna katılmıştık. Declan b u n u duyunca gülm ekten yerlere yattı, ona orada konuşu lan la rdan bir kısmını an la ttığ ım da daha da çok güldü. O gruba İsa 'n ın Haçlıları adını takm ıştı. Oraya gittiğimize inanam ıyordu. Ama biz gittik, iyi arkadaşlık lar kurduk orada; oradakilerden b irkaç ına -b u n u gizli olarak yapm am gerekti, çünkü grup ta bazı eylemciler kiliseye kızgındı- Brüksel'de ya da başka bir yerde bizi kutsayacak bir rah ip bulup bulamayacağımızı sordum. Konuştu k la r ım d an biri eski bir rahipti, b irin i tanıdığını
söyledi bana, onu arayacak, öğrenecek, sonra gelip bize bilgi verecekti. Geri geldiğinde bana, tanıdığı rah ib in bu olayın arkasında bir reklam num aras ı olm asından çekindiğini söyledi; gidip o rahibi görmeli ve bu isteğimin siyaset ya da reklam amaçlı olmadığını anlatmalıydım.
"Söz konusu rah ip bunağın tekiydi, tıraşı berbatt ı , üstü başı kepek içindeydi, gür, çalı gibi kaşları vardı. Brüksel'in o güne kadar hiç ayak basmadığım bir semtinde, yıkık dökük bir evde oturuyordu. Dostça davranm adı am a ona boşu boşuna gönderilmediğimi biliyordum. Bana son kez ne zam an gün ah ç ıkartt ın filan gibi sorular sordu. Yıllar önce, dedim. 'Ya takdis tö ren i? ' dedi. Çok uzun zam an oldu, dedim. Bana bağırıp çağırdı, kiliseden y a ra r la n m ak istiyorsun, dedi. O nunla ta r t ışm ak istemiyordum. Bana telefon edeceğini söyleyerek kapı dışarı etti.
"Birkaç akşam sonra telefon etti, bizi o turduğumuz evde ziyaret edeceğini söyledi. Gelip karşımıza o turdu ve ikimize baktı. N e gülümsedi ne de dostça davrandı. Ters bir sesle bize sorular sordu. Sonra ayağa kalktı. Bu işi üç koşulla yapacağını söyledi; birincisi, tö renden önce adamakıllı günah çıkartacaktık; İkincisi, bir yıl boyunca her pazar günü kilisedeki ayine ve kom ünyona katılacaktık; ve üçüncü- sü, bu işten hiç kimseye söz etmeyecektik. Üçüncü isteğinin olanaksız olduğunu söyledik ona, iki kişiye söylemeliydik bunu, am a onların kimseye an la tm ayacakların ı garan ti edecektik; gerçekten de birkaç gün içinde D ec lan 'ave benim kız kardeşime durum u anlattık . Rahip bir şeyler hom urdan ıp gitti, birkaç gün sonra da arayıp gününü ve saatin i bildirdi.
"Bir kez daha evimize gelerek çok önemli bir şey söyleyeceğini bildirdi. Sözcüklerini dikkatle se-
Deniz Fenerindeki Işık 177/12
çiyordu: Bizi ku tsam ak yerine evlendirmeye hazırdı. 'Eğer istediğiniz buysa evlilik tö ren in i yapmaya hazırım ,' dedi. Biz de ona, istediğimizin bu olduğunu, am a bu n u n yapılabileceğini sanmadığımızı söyledik. 'Yapılabilir,' dedi, 'am a bu çok ciddi bir adım dır ve eğer içinizde bir kuşkunuz varsa bana söylemelisiniz.' Bunu istediğimize inand ırd ık onu. Bir gün bize telefon edip halayına çıkıp çıkmayacağımızı sordu. Bunu düşündük, dedik. 'Törenden sonra birkaç saatinizi boş b ırakın , ' dedi. O akşam ın geç saatlerinde Barcelona'ya kalkan bir uçak ta yer ayırttık, o gün cumartesiydi, bir haftalığına da lüks bir otelde oda tu t tu k . Kendimize elbiseler satın alıp saçlarımızı kestirdik. Eksik olan tek şey fotoğrafçıydı, bir de orgcu ve konuklar. O sabah bavullarımızı topladık, bir taksiye atlayıp rah ib in evine gittik. Kapıda beklerken Francois kıkır kıkır gülüyordu. Annesiyle babasının ö lüm ünden bu yana ilk kez böyle gülüyordu, gözlerimi ondan alamıyordum.
"Rahip ayrı ayrı günah çıkarttırd ı bize, sonra bizi yan yana getirdi ve emin misiniz diye bir kez daha sordu. Em in olduğumuzu söyledik. Bir yan kapıdan bizi ufak bir kiliseye soktu, sonra kapıyı kilitledi. Kilise yaldızlar içindeydi, b ü tü n ışıkları yakınca içerisi ışıl ışıl, pırıl pırıl oldu. Rahip tören giysilerini giyip dualar okudu, bizi takdis etti, sonra da evlendirdi. Karı koca sözcükleri yerine 'eş' sözcüğünü kullandı. H er şeyi hazırlamıştı. Çok ağırbaşlı ve ciddiydi. Kutsal R u h 'u n ışığını üzerimizde hissettik; Declan bunun duyduğu en çılgın şey olduğunu söyledi, sanırım sen de böyle düşünüyorsundur."
"Hiç de öyle düşünmüyorum ," dedi Helen."Çok özel bir lütfa kavuşmak için seçilmiş oldu
ğumuzu düşünüyorduk. Üçümüz de diz çöküp uzun uzun dua ettik."
"Rahip bunu neden yaptı? Nasıl bir geçmişi vardı?"
"Hiç sormadık ve hiç öğrenmedik de. R ahip ten neredeyse daha kılıksız ve onun kadar sevimsiz bir ev sahibi vardı, am a tö renden sonra b u n a hiç aldırmadık, çünkü çok m utluyduk. H er neyse, peder bizi yemeğe davet etti; tam Babette'in Ziyafetinden fırlamış gibiydi yemek. O filmi görmüş m uydun?"
"Hayır," dedi Helen."En mükellef bir ziyafetin en olmadık insanlar
için hazırlandığı bir film. Rahibin ev sahibi, tabak tabak kazciğeri, ıstakoz, karides ve doldurulm uş bir şeyler taşıdı sofraya, a rkas ından da bezeler ve m uhteşem peynirler ve pederin e tiketini ç ıkartm ış olduğu bir şarap -şarab ın bir servet değerinde olduğunu biliyorduk- ve de şampanya. Peder b u n la ra elini bile sürmedi diyebilirim, arkasına yaslanıp eski bir H ıristiyan B irader1 gibi ellerini küçük göbeğinin üzerinde kavuşturdu; h a t t a gülümser gibiydi. Yiyebildiğimizi yedik. Tabaklar geldikçe kum ru gibi cıvıldıyorduk, o da b undan hoşlanıyordu, oysa b ü tü n bunları pişiren ev sahibi bir kez bile suratım ıza bakmadı. Sonunda rah ip kadehini kaldırıp çok tu- h a fb i r şey söyledi. Dedi ki: 'Katolik Kilisesi'ne hoş geldiniz.' Biz de kadehlerimizi rahibe ve ev sahibine kaldırdık, am a o, kendisine değil H azreti İsa'ya te şekkür etmemiz gerektiğini söyledi. Ancak biz Hazreti İsa'ya kadeh ka ld ırm an ın uygun olmadığını düşündük, şansımızı fazla zorlamamalıydık. Başımızı tam am an lam ında sallayıp oradan ayrıldık, havaa lan ına gittik. O gece otelde yatağımıza yattığımızda, 'Bu bizim karı koca olarak ilk gecemiz,' dedim, Francois da b a n a hangim izin koca hangim izin karı olduğunu sordu. 'Işığı kapa t da göstereyim sana,' dedim. G ü lm ek ten katıldık, böylece yeni hayatımız* Yoksulların eğitimiyle ilgilenen, eski b ir Katolik ta rika t Üyesi.
başlamış oldu. Francois zam an zam an huysuzlaşsa da, bu olay bir dönüm noktasıydı ve şimdi birbirimize çok yakınız. Y anından ay rı lm am dan nefret ediyor, am a Declan'ı seviyor ve anlayış gösteriyor."
Mike R edm ond 'un evinin ya n ın d a kayalık tan yukarı t ırm and ıla r , kenarına o turdular; a lt larındaki deniz geniş, durgun ve masmavi uzanıyordu.
"Bütün bu zam an içinde Declan 'ı gördüğün oldu mu?" diye sordu Helen.
"İki yıldır Brüksel'e gelmedi, sorunlarım olduğunu biliyordu, hem iyi de değildi, am a ondan önce sık sık gelirdi. U zun hafta sonlarında gelirdi, bizi b a r la ra ve kulüplere sürüklerdi; belli bir saatte bizi bırakır, sabahın ilk saatlerinde eve yarı boğulmuş bir köpek gibi dönerdi. O nunla ilgili en iyi anılarım sabah saatlerine ait: Yatağımızın ayakucuna girerdi. Küçük bir oğlan çocuğu gibiydi, konuşur, uyuklar, ayaklarımızla oynardı. Francois onu evlat edineceğini söyleyip şaka yapardı, şaka olsun diye ona bir çocuk pijaması bile almış, katlayıp yatağının üzerine koymuştu. Francois D eclan 'ın ziyaretlerinden hoşlanırdı. Genellikle cum artesi öğle sonralar ında telefon çalar ve cuma gecesinden, h a t t a Declan o hafta erken gelmişse perşembe gecesinden kalma biri D eclan 'la konuşm ak isterdi; Declan ise hiç yüz vermezdi ona. Katolik eşcinsel ku lübünden bütü n arkadaşlarımızı yoklardı, içlerinden birkaçı gerçekten tu tu ld u D eclan 'a -herkes tu tu lu rd u ona-; bir-iki hafta sonu onlara takılırdı; bir dahaki gelişinde, yaptığı ya da söylediği bir şeyden, onun artık filancanın telefonlarına yanıt vermeyeceğini anlardık; böylece hiç kimseye onun gelişlerinden söz etmemeyi öğrendik. Sonra her şey yeniden başlardı; b u n a kendi de gülerdi. Declan okula bir gitse ve emekleyen akran larıy la buluşsa düzelecek, derdi Francois; Declan da onu beslememizden, an la ttık la
rını dinlememizden, ona bakm am ızdan ve onu eski âş ık larından korum am ızdan hoşlanırdı. Bizim başkalarıyla ilişkiye girmememize şaşar kalırdı. Erkek film oyuncularının adların ı sıralar, onlarla yatıp yatmayacağımızı sorardı. 'Pekâlâ, Hud filmindeki Paul N ew m an,' derdi, biz başımızı iki yana sallardık; 'Arzu Tramvayındaki M arlon Brando,' derdi, biz yine başımızı sallardık; 'Beklenmeyen Misafir,' derdi, biz bir kez daha başımızı sallardık. Sonra sıkılır -çok kolay sıkılırdı- Albert Reynolds'un, Le P en 'in ya da H elm ut K ohl 'ün adlarını sıralardı."
Paul ile Helen eve döndüklerinde Larry 'n in arabasının gitmiş olduğunu gördüler, Lily'nin arabasıysa henüz o rta larda yoktu. Mutfak kapısını açtıklar ında iki kedi dolabın tepesindeki yerlerine zıpladılar. Evde kimse yoktu.
"Declan has ta mı acaba?" diye sordu Helen. "Acaba onu hastaneye götürmeleri mi gerekti?"
"Az sonra öğreniriz," dedi Paul.D eclan 'm yattığı odaya gidip yatağın yanındaki
çekmeceye baktı."Yo, b ü tü n ilaçları burada . İlaçlarını a lm adan
hiçbir yere gitmez o.""Belki de alışverişe çıkmışlardır," dedi Helen.Büyükannesinin fırının yanında, bir kabın için
de bıraktığı çorbayı ısıttı, sonra da ekmek kızartıp çay hazırladı. M asanın üzerine iki kâse koyup fırına gitti.
"Brüksel'deki şu rah ip var ya..." M asanın başında o tu rm ak ta olan Pau l 'e baktı.
"Evet?""Papa onun hakk ında neler biliyor?"
Paul gözlerini kısıp Helen'e baktı. "Declan da tıpkı böyle şeyler söyler, sesinin tonu da aynen böy- ledir, sanki ağzının içinde buz tu tuyorm uş gibi."
"Merak etmiştim de," dedi Helen."Senin ailenden bir başka kişinin daha böyle
şeyler söylediğini duym ak istemiyorum. Olan biten her şeyi sana anlattığ ım için pişm anım şimdi. Senin gibi insanların çocuk yetiştirmesine izin verilmemeli bence." Esefle gülümsedi.
"Ah yo, Paul, özür dilerim, gerçekten özür dilerim."
"İşte bu ülkeyi bu yüzden terk ettim, bu gibi laflar yüzünden. Fransızlar, h a t t a Belçikalılar hiç böyle konuşmazlar."
"Gerçekten de çok alıngansın," dedi Helen."Yine başlıyorsun işte.""Yine de, Papa b u n u bir duysa neler olur düşün
sene!""Seni dinlemiyorum." Paul elleriyle kulaklarını
tıkadı.*
D aha sonra, evin önünde güneşin hâlâ vurduğu bir yere şezlong çıkardılar. Sakin bir gündü, ufukta bembeyaz bulu tlar vardı, birkaç gündür hava hiç bu kadar sıcak olmamıştı.
"Ne kadar güzel burası," dedi Paul."Sanırım haklısın," dedi Helen, "yabancı biri
için herhalde öyledir. Ama benim yalnızca kötü an ılarım var burada."
"Annenle ve büyükannenle iyi geçindiğin oldu mu hiç?"
"Küçük bir kızken ve başka da seçeneğim yokken, oldu."
"Aranız ne zam an bozuldu?""Yıllar önce."
"Neden?""Bazen bunu bilip bilmediğimden emin olamıyo
rum.""Ama çatışma ne zam an başladı?""Burası pek pansiyona benzemez," dedi Helen,
"ama eskiden büyükannem le büyükbabam şu gördüğün barakaya taşın ırlardı, iki odası vardı. Senin de bildiğin gibi üst k a t ta üç buçuk yatak odası var, aşağıda da iki. Bir odaya koca bir aile yerleşirdi; burası t ım arhaneye dönerdi, bü tün insan la rın sabah, öğle, akşam doyurulması gerekirdi. Mezun olmadan önceki yaz b u rada bir ay çalıştım. Büyükannem bana para Öderdi, annem le Declan pazar günleri gelirlerdi, her şey yolundaydı. Bu yüzden, ertesi yaz, ü n i versiteye başlam adan önce yine gelip çalışmayı kabul ettim. Am a o a rada büyükbabam ölmüş, büyükannem de bam başka biri olup çıkmıştı. Ben buraya gelir gelmez büyükannem işten elini eteğini çekti ve bana emirler yağdırmaya başladı, gözünün önünden de ayırmıyordu. Bir gece, sabah kahvaltısı için sofrayı k u rm a d a n Blackwater'a gittim, döndüğüm de büyükannem yatm am ış beni bekliyordu, kendisine yaptığım m uam ele için söylenip durdu. Büyükbabam öleli çok olmadığını biliyordum, am a büyükannem in böyle yapm asına gerek yoktu. Yazın sonunu zor getirdim, yaz bittiğinde ben de tükenm iştim .
"UCD'yi ilk gördüğümde sevdim. Hugh ile oradaki ilk yarıyılımda tan ış tım , çıkmaya başladık, her şey çok güzeldi, oysa sorunlarımız davard ı , çünkü Enniscorthyli Katolik kızlar Donegalli erkeklerle kolay kolay yatmazlardı. Hugh, ilk yılın sonunda yazın çalışmak üzere, Donegal'den bir sürü arkadaşıyla birlikte Amerika 'ya gidecekti, orada iş bulmuşlardı. Benim de birlikte gitmemi istedi, ben de gelirim, dedim. Duym ak hoşuna gider belki, o günlerde artık doğum kontrol hapı almaya başlamıştım.
Paskalya tatil i sırasında, annem e A m erika 'dan söz açtığımda, kendini kaybetti, büyükannem in ne yapacağını sordu. 'Birini bulması için birkaç ay var önünde,' dedim. T e k i kimi bulacak?' diye sordu annem. 'Kimi bu lursa bulsun, büyükannem le çalışması için ahm ak olması gerek,' dedim. Bana nasıl bağırıp çağırdığını, söylenenleri iyice an lam am ış olabilirim diye a rkam dan Dublin 'e gelen m ektup ları t a h m in edebilirsin. Annem , harçlığımı kesmekle filan tehd it etmiyordu beni, am a babam la ve büyükbabam la ilgili bir sürü şey sıralıyordu; kendilerin in -yani annem le b ü y ü k a n n e m in - yalnız kaldıklarını, yak ın la rın ın desteğine ihtiyaç duyduklarını, b u n u n yerine h akare te uğrayıp en sevdikleri insan tarafından yüzüstü b ırakıld ıkların ı yazıyordu. Berbat şeylerdi, ben de pes ettim . Hugh 'ya kendisiyle birlikte gidemeyeceğimi söyledim; buraya geldiğimde yaşlı cadı benimle tek kelime konuşmadı. Pansiyon müşter i doluydu. Büyükannem basit bir sorum u bile yanıtlamıyordu. İlk ay boyunca domuz bu d u n d an başka bir şey satın almadı; tem m uz sıcağında, öğlen vakti pa ta tes ve kabakla haşlam r, verilirdi, akşam saat a ltıda da soğuk olarak, yan ında yarım domates ve birkaç sala ta yaprağıyla sunulurdu. M üşteriler -ki bu n la rd an bazılarına insan demek bile güç- elimde yemekle göründüğümde h o m u rd a n m ay a başlarlardı.
"Büyükannemle ben mutfak m asasın ın üzerine listeler b ırakm aya başladık, y u m u rta ya da tuvalet kâğıdı kalmadığını böyle haber veriyorduk birbirimize. Bir gün, ta t i l in bitmesine bir hafta kadar kala, yastığımın üzerine bir çikolata b ıraktı. Bu, soğuk savaşın b itm ekte olduğunun işaretiydi. Gitme zam anım geldiğinde benimle uygarca konuşmaya başlamıştı. İşin kötüsü, ertesi yıl yine gittim oraya.
"ilk yaz ta t i l in in sonunda, UCD'ye döndüğümde, k a n t in in m erdiveninden inerken, H u g h 'n u n arkadaşlarıy la o turduğunu gördüm. Başını çevirdi, beni görmemiş gibi yaptı. Hiç değilse elini sallayacağını, y an ım a geleceğini, birlikte kahve içeceğimizi düşünm üştüm ; yaz boyunca bana bir tek ka rt atmıştı. Y anındakiler in hepsi Am erika 'ya gidenlerdi, paraları vardı, kendilerine güvenleri de, kam pusta hem en göze çarpıyorlardı. Öte yandan küçük fare, büyükannesinden korkmuştu, üzerinde eski giysiler vardı, rah ibelerin yönettiği Loreto B inası 'na geri dönm üştü , erkek arkadaşını yitirmişti, üç-dört yıl onun la bir araya gelemeyecekti, am a kü tüphaneye giderken kimseye belli e tm eden ona başıyla selam vermeye alışmıştı. Hugh hep bir yerlere gidiyor olurdu. Ben de derslerime gömüldüm."
"Ertesi yıl," dedi Paul, "buraya yine geldiğini ona söyledin mi?"
"B unun son olacağını biliyordum, çünkü bir sonraki yıl sonbaharda bitirm e sınavlarına girecektim. Yine de işim kolay değildi. Ertesi yaz büyükannem benim le konuştu elbette; beni kızdıracak olursa onun la şimdi öğretmenlere karşı kullandığım kesin, anlaşılır ta rzda konuşuyordum, büyükannem b u n u n la baş edemiyordu."
"Evet, çok ü rkü tücüydün herhalde," dedi Paul; gülüştüler.
"Fırsatı kaçırmıştım. A m erika 'da iki yaz geçirmek isterdim, buradaysa elime ne geçti, bu ikisine, yani annem le büyükannem e karşı duyduğum hınçtan başka. Am a gelecek sefer onlara karşı hazırlık- lıydım artık."
"Gelecek sefer ne oldu?" diye sordu Paul."Stajımı Synge Sokağı'nda yaptım, Brothers ba
na iş teklif etti, ben de kabul ettim . İngilizce yabancı dil dersini de almıştım, yazın İspanyol öğrencilere
ders verdim. Annemle büyükannem e bu haberi çok önceden verdim, tam gün çalışacağımı değil de yazın ders vereceğimi bildirdim. B unun anlam ı, benim Dublin 'de kalm am , pa ra kazanm am, sabahları çalışmam , Baggot Sokağı'ndaki bir b inan ın en üst ka tında, m anzarası ta Pigeonhouse'a kadar uzanan, kir pas içinde am a sevdiğim bir odamın olmasıydı. O yaza ilişkin anılarım çok iyi, çok özgürdüm. Şimdi oralar epeyce değişti, am a eskiden akşam ın belli bir saatine kadar Pembroke'a, Doheny & Nesbitt 's 'e ya da T oner 's 'a gidebilirdin ve kimse de seni rahatsız etmezdi. Annemle büyükannem benim öğretmenlik yapm ak üzere eve döneceğimi sanıyorlardı, bunu biliyordum, am a dönmeyecektim ve on lara bunu söylememiştim.
"Yıl sonu gelmeden çok önce annem bana Wex- ford'daki ya da Enniscorthy de dahil yakın yerlerdeki okullarda boş kadro var mı diye araştıracağını söylemişti. Hiçbir şey söylememek konusunda oldukça dikkatli olduğumu hatırlıyorum. Tartışmak istememiştim. Synge Sokağı'ndaki işten onlara hiç söz etmedim. Temmuz ayında aldığım bir m ektupta annem iyi haberleri olduğunu, her şeyin ayarlandığını ve Rahibe Teresa 'n ın beni eylülden itibaren kabul e tm ekten m utlu luk duyacağım yazıyordu. Resmi bir görüşme için oraya gitmem gerekecekti, ama bu sorun olmayacaktı."
"Böyle iş verilir mi?" diye sordu Paul."Bir din okulunu yönetirsen canın ne isterse
onu yapabilirsin. Ben de annem e m ektup yazıp işe girmiş olduğumu söyledim, teşekkür ettim. Ertesi gün de ikisi kalkıp Dublin'e geldiler; işten döndüğümde onları Baggot Sokağı'ndaki evimin önünde arabada beni beklerken buldum, yüzleri bembeyazdı. Düşünsene, ha rika bir yaz günü Baggot Soka- ğı'nda salına salma yürürken birden karşım da o iki
çılgın kadını buluyorum, arabada oturmuş, o değerli park yerini işgal ediyorlar. Eve girmediler, beni Shelbourne Oteli 'ne sürüklediler, yolda giderken her ikisinin de süslenip püslenmiş olduklarını fark ettim. Beni o turtup , onların deyişiyle, aklımı başıma getirmeye çalıştılar. İki yaz boyunca o ağır ve sıkıcı işte çalışmış olmakla onların eline düşmüştüm. Rahibe Teresa aşağı, Rahibe Teresa yukarı oldu. 'Benim işim var,' dedim onlara, 'işe ihtiyacım yok.' 'Dublin 'de yeteri kadar kaldın,' dedi büyükannem , 'okulunu bitirdin, şimdi de annen ve baban gibi sen de eve dönmelisin. A nnen in de artık biraz dinlenme zamanı geldi.' O nların p lanının, büyükannem için olduğu gibi annem için de kendimi kul köle etmem, h a t ta bir ona bir ötekine gidip gelmem olduğunu fark ettim. Y anlarında kâğıt ve zarf getirmişlerdi, Synge Sokağı'na bir m ektup yazarak oradaki işi kabul etmeyeceğimi bildirmemi, Rahibe Teresa'ya da kendisine uyan bir zam anda görüşmeye gelebileceğimi yazmamı istiyorlardı.
" 'Hiçbir şey yazmam,' dedim o ikisine. Onlar ise çaya bahane buluyorlar, du rm adan sandviç ısmarlıyorlardı. 'Sana yakın insanlar a ras ında daha rah a t edersin,' dedi büyükannem . 'Kimse art ık bana ne yapacağımı söylemesin,' dedim. 'Sana ne yapacağını söyleyen yok,' dedi annem . 'İkimizin de çok işi var ve bunca yolu senin aklını başına getirmek için geldik.' Onları duymalıydın; am a istedikleri elbette benim onları şuraya buraya taşımam , gelen mesajları almam, yemeklerini pişirmemdi. B ütün bun lar olurken Declan nerelerdeydi peki? Üniversitedeki eczacılık eğitiminin ilk yılının yaz tatilindeydi; peki ne yapıyordu? Büyükannesinin sözümona pansiyonunun yerlerini mi siliyordu? Hayır, Londra 'da Leices- ter M eydanı'ndaki bir s inem anın gişesinde çalışıyordu, ve kendisi de söyler ya, hayatın ı yaşıyordu."
"Bütün bun ları biliyorum," dedi Paul."O ikisi, böyle iyi bir fırsatı tepm em e izin ver
meyeceklerini söylediler. Bir süre daha dinledim onları, sonra çan tam la ceketimi alıp tuvale te gittim, oradan da sokağa çıkıp otelden uzaklaştım. Bir İngilizce gazete satın aldım, South King Sokağı'ndaki S innott 's 'a gittim, portakal suyumu içip gazetemi okudum. H erhalde bekleyip bekleyip gitmişlerdir. Böylece her şey sona erdi."
"Sonra ne zam an gördün onları?""Pek gördüm sayılmaz.""Ama görmüş olmalısın.""Ertesi Noel'de gördüm, çünkü Declan bana uğ
radı ve kendisiyle birlikte onlara gitm em i istedi, ben de gittim. Çok soğuk karşıladılar beni. Bulaşıkları y ıkam am a yardım etmek isteyen Declan'ı engellemek istediklerinde neredeyse tükürüyordum . Bir sonraki Noel'de yine geldim buraya. Onları görmemeye alıştım, onları görmemenin beni daha m u tlu ettiğini fark e ttim ve kendi m utlu luğum benim için önemli oldu.
"Evleneceğimi de haber vermedim onlara, çocuklarım ın doğum unu da. H u gh 'nun ailesi düğünlere bayılır, büyük bir düğün istemediğimizi öğrenince pek şaşırdılar, am a biz Dublin'deki bir n ikâh dairesinde sessizce evlendik, sonra da Donegal'de büyük bir parti verildi."
"Düğününe gelmelerini neden istemedin?" diye sordu Paul.
"O ikisinin sura tın ı karşımda görmeye dayanamayacaktım. Hepsi bu. Declan 'a söyledim, o da onlara söyledi. Gebe kalınca da D eclan 'a söyledim, sanırım o da onlara bildirdi. Ama annem ne Hugh'yla ne de çocuklarla tanıştı."
"Evleneli kaç yıl oldu?""Yedi yıl."
"Uzun bir zaman olduğunu biliyordum. İnsan yakın olduklarıyla bu kadar uzun zaman görüşmeden duram az. Ama geçen yaz bir şey olmamış mıydı?" diye sordu Paul.
"Geçen yaz Declan büyük bir barışma ayarladı," dedi Helen. "Bir geceliğine buraya Hugh ve çocuklarla birlikte geldim, annem de Wexford'dan arabayla gelecekti, am a gelmedi. Büyükannem onun ad ına özürler diledi. Sanırım sonradan hepsi onu çok eleştirdiler ki bir gün bana telefon etti ve bir cum artesi günü kasabada, Brown Thom as'da buluştuk, bana o mağazadaki en pahalı m antoyu aldı. Oğlanlara da a rm ağanlar aldı, onlar da annem e te şekkür m ektupları yazdılar. Bu yazın sonunda yine hepimiz geçen yazın tek ra rı olarak buraya gelmeyi planladık, am a bu kez annem de gelecekti."
"Bütün bun ların on yıldır süregeldiğini ve neden in in de Shelbourne'daki o ta r t ışm a olduğunu mu söylüyorsun şimdi sen?" diye sordu Paul.
"Evet, öyle," dedi Helen, sertçe."Seni sevdikleri için eve dönm eni istemiş olabi
lecekleri hiç aklına gelmedi mi?""Hayır, gelmedi. Eve dönmemi istemelerinin
nedeni bu değildi.""Annenin, onun tanım adığı insanlarla Ameri
ka'ya g itm enden rahatsız olabileceği hiç aklına gelmedi mi?"
"Sen kimin tarafmdansın?" diye sordu Helen."Onları düğününe çağırm am anın nedenini an
layamıyorum, bunca zam andır onları görmemenin nedenin i de. Bana an la t tık la r ın pek m antık lı değil."
"Sana anlattığım nedenler yüzünden onlara kızgındım. "
Yoldan bir araba sesi duydular. Helen saatine baktığ ında neredeyse beş olduğunu gördü. Evin önündeki avluya arabayla girerlerken büyükannesi
ile Larry onlara gülümseyip el salladılar am a Paul konuşm asını kesmedi.
"Sana iş bulm aya çalışıyorlardı," dedi Paul. "Onları bir yıl ya da iki yıl boyunca pek sık göremediğini söylemiş olsaydın seni anlardım . Am a on yıl geçmiş ve sen çocuklarını annen le ve büyükannenle görüştürmemişsin! Vay canına, üçün ü zü n arasında öyle bir şey olmalı ki, öyle bir şey ki..."
Larry gelip karş ı la r ına dikilince Paul sustu. Büy ükanne a rabadan bir çan ta çıkarıyordu.
"Ne an lattığ ın ı bilmiyorum ama," dedi Larry, "yüzünde o komik, kendini beğenmiş, çok bilmiş ifade var. Avluya girer girmez gördüm bunu ve senin yerinde olsaydım Helen, fırsat varken uzaklaşırdım bu adam dan. Ben onu oyalarım, sen kaç. Sırf onu dinlemekle akıllarını kaç ıran la r var! Şu çenesinin kendini beğenmiş biçimine bak! Tanrım ! Geldiğimiz için çok şanslısın!"
"İr landa 'dan ayrılm am ın neden lerinden biri," dedi Paul, ayağa kalkarken , "bu kaba, küçümseyici ve basit ahm ak lardan uzaklaşmaktı."
Arabaya gitti ve Bayan Devereux 'nun paketleri eve taş ım asına yardım etti.
"Bağışla," dedi Larry. "Bunu neden söylediğimi bilmiyorum. Ama söyleme gereği duydum."
"Neredeydiniz?" diye sordu Helen."Wexford'a gittik, banyolara baktık ve b ü tü n
iyi evli çiftler gibi kendimizi süperm arke tte bulduk. Aklıma gelmişken, sana neler anlatıyordu?"
"Nedenlerden söz ediyordu.""Evet, bu işten iyi anlar. A nnen Wexford'a gitti
mi?""Declan'la bir yerlere gitti. Sizin hep birlikte
gitmiş olabileceğinizi düşündük.""Yo, biz giderken onlar buradaydı."
Ötekiler dolaşırlarken Helen m utfak ta bir fincan koyu kahve içti. P a u l 'ü n gözlerini üzerinde hissediyordu, geçen günlerde olduğundan çok daha fazla onun soru larından uzak durmak, h a t t a bu evden tüm üyle çıkıp gitmek istiyordu. Paul'le a ra la r ın d a geçenlerden rahatsız olmuştu; Paul ona kendisiyle ilgili gerçeği anlatm ış, Helen ise kaçam aklı konuşm uştu. Şimdi H elen 'in sözcüklere dökmeye, kendi ağzından dökülmesine ihtiyaç duyduğu bir şey vardı. Helen kendisine bir fincan kahve daha hazırladı ve Paul m utfak tan çıkınca o da peşinden gitti. Kalbinin güm bürdeyerek atışını duyabiliyordu. P au l 'ü m erdivenin dibinde durdurdu . "Seninle konuşm alıyım," dedi ona. Peşinden arkadaki ya tak odasına gelmesini işaret etti. Odaya girince Helen kapıyı kapattı. Gidip yatağın üzerine oturdu, Paul ise pencerenin yan ında ayakta durdu.
"Sen bana annem le büyükannem i sordun, ben de sana bazı şeyler an la t tım , am a anla tm adığ ım şeyler kaldı, anlaşılması daha güç şeyler bunlar, am a belki de denemeliyim. Sen bana karşı çok dürüst ve açık davrandığın için kendimi kötü hissediyorum."
"Başka bir şey olduğunu biliyordum," dedi Paul. "Böyle dediğim için um ar ım gücenmezsin."
"Yo, beni gücendirmedin." Helen kahvesini bitirip konuşm aya başladı:
"Yedi-sekiz yıl önce D ublin 'in batıs ındaki yeni bir devlet okulunda rehber öğretmen ve okul-aile ilişkisi görevlisi olarak çalışıyordum. Okulda bir kız vardı, öğrenciydi, kendini kesiyordu. On beş yaşlarındaydı. Bedeninin açıkta olmayan yerlerini kesiyordu. A rkadaşlarından biri gelip bana d u rum u anlattı; gidip kıza sordum bunu; önce ağlayıp inkâr etti, sonra da duyduğum un doğru olduğunu söyledi. Hiçbir deneyimim olm am asına karşın bu olayla ilgi
lenmek zorunda kaldım. Ailesiyle konuştum ancak yararı olmadı. O aileyi ziyarete gittiğimde evde tu haf bir atmosfer vardı. B ü tün bun lar benim için yeniydi, orta sınıftan gelme terbiyeli bir kızdım; o evde yoksullukla karışık bir sessizlik ve korku vardı, benim gibi in san la ra karşı duyulan bir t ü r nefret de. Kızın kendisi de bir m uam maydı. Öğretmenleri sınıfta parlak bir öğrenci olduğunu söylüyorlardı, benimle yaptığı görüşmelerde de son derece dengeli ve zeki davranmıştı.
"Yapmak istemediği tek şey, kendine yaptığı şey hakk ında konuşm aktı. K am u sağlığı sistemine bağlı bir psikiyatr bu ldum ona, çünkü kızın iyileşmesi için daha fazla yardım gerekeceğini hissediyordum. O nunla konuşursak ve iş fazla ileri gitmeden bu işe bir son vermesi gerektiğine onu ikna edebilirsek düzelebilirdi. B unun kulağa çok aptalca geldiğini biliyorum. O s ıra larda henüz acemiydim, ellili yaşlarında, ayakkabısız dolaşan, sakallı bir adam olan psikiyatrın sözlerine epeyce kulak verdim. Kıza yardım e tm en in zam an alacağını, çok önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu, b u n u ortadan ka ld ırm an ın pek kolay olmayacağını söyledi.
"Kızı seanslara götürüp getiriyordum, olanlar hakk ında onunla konuşuyordum, psikiyatrla da. B ütün bun lar kendim hakk ında düşünm em e yol açtı, annem le ya da büyükannem le barışm a ihtiyacı duymadığımı, zarar gören parçalarım ı bir kenara b ırakıp çürümeye te rk ettiğimi düşündüm . Babam öldüğünde dünyam yarı yarıya yıkılmıştı, am a ben b u n u n farkında değildim. Sanki yüzüm ün yarısı parça lan ıp kopm uştu, am a ben konuşup gülümsemeyi sürdürüyordum, böyle bir şeyin olmadığını ya da yüzüm ün yeniden yerine geleceğini düşünüyordum. Babam öldüğünde, annem ve büyükannem le yalnız kaldım. O nların kendi sorunları olduğunu bi
liyorum, belki bana yardım edemezlerdi, belki zarar çoktan gerçekleşmişti, am a onlar beni r a h a t la tm a dılar, avutm adılar. Bu iki kadın, benim gömdüğüm parçalar ım dır, benim gözümde onlar budur, ikisi de; işte bu yüzden hâ lâ onların benden uzak du rm alarını istiyorum."
H elen 'in sesi sert ve kısıktı. Eli titriyordu."Annem bana hiç kim senin sevgisine güvenme-
meyi öğretti, çünkü kendisi her zam an sevgisini geri çekmeye hazırdı. Benim gözümde sevmek ve yitirmek b irbirine bağlıydı, evet öyleydi. H ugh ile yaşam am ın ve çocuklarımı yetiştirebilm em in tek yolu, annem le büyükannem i kendim den uzak tu tm ak tı .
"B unun yanlış olduğunu biliyordum, sonsuza kadar böyle devam edemeyeceğimi biliyordum, am a onlarla karşı karşıya gelecek, h a t t a onları görebilecek cesaretim yoktu. Şimdi hepimiz buradayız, bir bak onlara: Beni yine ellerine geçirmek istiyorlar. O nlarla benim aram daki olay, öğrenciyken yaz ta t illerimi nasıl geçirdiğim ya da hangi işe girdiğim değil.
"Bütün bunları, bana sorduğun için anlatıyorum. Am a anlayış ya d a y a rd ım beklemiyorum, çünkü b u n la ra Declan 'm ihtiyacı var. Başka biri olsa yum uşardı, am a ben yum uşam adım . Bu insanlarla, yani annem le ve büyükannem le geçinmek, onlara nazik dav ranm ak zorundayız, çünkü Declan burada. Mutfağa gidip Declan geri dönmüş mü diye baksak iyi olur."
Helen sözlerini bitirdiğinde yüzü bembeyazdı. Paul ona sarıldı ve sakinleşene kadar bırakm adı.
"Onlarla barışsam mı yoksa on lardan uzaklaş- sam mı bilemiyorum," dedi Helen. "Ama gerçekten yapm ak istediğim şey, eğer illa bilmek istiyorsan, şu..." Gülümsedi.
"İstiyorum," dedi Paul, sesinde pişmanlık vardı.
Deniz Fenerindeki Işık 193/13
"Annemi arabayla ezmek isterdim, evet gerçekten yapmayı arzuladığım şey bu." Helen acı acı gülüp kapıyı açtı.
ite
Saat sekiz buçuğa doğru Declan 'la annesi döndüler. Yemek odasının penceresinden bakan Helen annesin in D eclan 'm arabadan inm esine yardım ettiğini gördü. Paul ile birlikte ön kapıya gitti.
"Banyoya gitmek istiyor," dedi annesi."Bir sorun mu oldu?" diye sordu Paul."Eve dönene kadar bir şeyi yoktu, a rabada kus
tu.""Ben temizlerim," dedi Paul."Kusura bakm a Paul," dedi Declan. Üst kattaki
banyoya yöneldi."Çok hüzünlü bir gündü Helen," dedi annesi.
"Evden ve bahçeden söz ediyorduk, hep onun hafta sonları geleceğini, bun larla ilgileneceğini düşünürdüm. Şimdiye kadar bir kerecik geldi. Ama bugün her şeyi gördü, ne kadar iyiydi. Onu bürom a götürdüm; yeniden elden geçirilmesinden bu yana orayı görmemişti. Gelecek hafta yapılacak işlerin talim atın ı b ırakm am gerekiyordu."
Declan m erdivenin üst başından seslenerek te miz çamaşır ve giysi isteyince annesi onları almaya gitti. Annesinin az önce kendisiyle konuşurkenki tavrı Helen 'i şaşırtmış, h a t ta ü rk ü tm ü ş tü , hem yakın, hem samimiydi annesi. Çocukluktan bu yana ağzına koymadığı bir .şeyin tad ın a bakm ak gibiydi ya da yirmi yıldır u n u tu lm u ş bir şeyi koklam ak gibi. Hem korku veriyordu bu tavır hem de güven.
M utfakta büyükannesi camın k e n a r ın a oturm uş dışarı bakıyordu, kediler kucağmdaydı. Helen'i gö
rü r görmez ikisi de fırlayıp dolabın ü s tüne çıktılar, oysa Larry bir süredir mutfaktaydı.
"Kimi insan la r kedilerden hoşlanır, kimi kediler de insan la rdan , am a b un lar her zam an aynı kişiler olmazlar," dedi büyükannesi.
"Wexford'dan bir şey aldın mı?" diye sordu Helen.
"Ah, her şeyin tazesini aldık, taze ekmek, taze yum urta , taze balık ve taze et. Hepsini süperm arke tten aldık. D önerken yolda Larry'ye, 'Tıpkı deniz kıyısında bir çiftlikte yaşıyor gibi olduk,' dedim."
Paul gelip kapıda durdu. "Declan Ballycönni- gar'da kısa bir yürüyüş yapm ak istiyormuş. Arabada kustuğunu ak lından çıkarıp a tm ak istediğini söylüyor. Annesi de onunla gidecek."
Larry ile Helen de onlara ka tı lm ak istediklerini söylediler.
"Onlara söyleyin, ben evde kalacağım," dedi Bayan Devereux. "Bir de sorun bakalım, akşam yemeğinde somon balığı mı kuzu pirzolası mı isterler. H er şeyin ne kadar taze olduğunu da söyleyin. "
Declan pek fazla bir şey yiyemeyeceğini, am a somonun tad ın a bakacağını söyledi. Helen, annesi ve Declan, Declan 'm arabasına, Larry ile Paul de Larry'ııin a rabasına b inerlerken yaşlı kadın durup onları seyretti. Avluda m anevra yaparlarken onlara el salladı.
"Helen," dedi Lily, a rka kanepeden, "büyükannene kendine bakmasını söylesen keşke. Doğru düzgün bir telefon, h a t ta ufacık bir şey bile büyük bir ilerleme sayılır."
"Kocam, bizim ailenin k ad ın la r ına zorla bir şey yaptırılmayacağım söylüyor," dedi Helen.
"Ama o bizi tan ım ıyor ki," dedi annesi."Senden söz ettim," dedi Helen.
Birden başını kaldırınca dikiz aynasında annesinin yüzünü gördü; gözleri irileşmiş gibiydi, korunmasız ve savunmasızdılar, huzursuzca Helen'i izliyorlardı. Annesinin gözlerinin aynada mı böyle görü ndüğünü yoksa doğrudan bakınca da mı öyle olduğunu an lam ak için bir an arabayı yavaşlatıp arkaya dönmek geldi H elen 'in içinden. Aynaya yeniden göz attığ ında annesi gözlerini yere eğmişti.
Ballyconnigar'da Keating 'in o topark ına girdiler, Larry ile Paul de a rka lar ındak i boş yere park ettiler. A rabalardan inip küçük t a h t a köprüden geçtiler, azalan gün ışığında güneye doğru yürüdüler. Tuskar 'daki deniz feneri çalışmaya başlamıştı, durdular, fenerin ışığının bir kavisle yaklaşm asını izlediler.
"Burada eskiden iki tan e fener gemisi vardı," dedi annesi. "Ötekinin ne işe yaradığını bilmiyorum , am a sanırım İr landa Denizi o sıra çok işlekti ve bazı yerleri de tehlikeliydi. Tam şuradaydı, yo biraz daha kuzeyde, C ush 'a ve büyük an n en in evine yakındı. Hatırlıyor m usun Helen?"
"Hatırlıyorum anne, am a o zam an çocuktuk.""İrlanda Elektrik İdaresi ku l lan ım dan çıkardı
onu. Tam olarak ne zam an olduğunu hatır lam ıyorum," dedi annesi.
"Adı neydi?" diye sordu Paul."Blackwater Fener Gemisi'ydi. Tuskar Fene-
r i 'nden daha zayıftı ışığı. Sanırım dayanıklı olsun diye Tuskar'ı bir kayan ın ü s tüne inşa etmişlerdi. Yine de iki tan e fener olması hoşum a gidiyordu. H erha lde teknoloji gelişti ve bir de art ık eskisi kadar çok gemi çalışmıyor. Blackwater Fener Gemisi. O nun hep orada kalacağını düşünürdüm ."
Ağır ağır Ballyvaloo'ya doğru yürüdüler. Helen annesin in yanındaydı, öteki üçü önden gittiler, Larry ile Paul, Declan 'ı a ra la r ına aldılar, onu ses
sizce koruyorlardı. Helen, deniz fenerinin ışığının kendisinin hesapladığı dakikada parlam adığını fark etti. Işığın hep daha çabuk görüneceğini sanıyordu.
"Ben gençken, b üyükannen in evindeki yatağımda yata rken ," dedi annesi, "Tuskar 'ın erkek, Black- water F ene r G em isi 'n in de kadın olduğuna inan ırdım, çiftleşmeye çağırır gibi, birbirlerine ve öteki deniz fenerlerine işaretler gönderdiklerini hayal ederdim. Erkek olanı güçlü ve sağlamdı, dişi olanıysa daha zayıf am a daha düzenliydi; bazen, karanlık iyice çökmeden ışığını göndermeye başlardı. Ben de onların birbirlerine seslendiklerini düşünürdüm ; erkeğin güçlü, dişininse sadık olması çok ta tm in edici bir duyguydu. Küçük bir kızın ya tağ ında ya ta rken bunları düşündüğünü hayal edebiliyor m usun H elen? Ve b ü tü n b u n la r doğru çıkmadı. Babanın sonsuza kadar yaşayacağını düşünürdüm . Acı bir deneyim oldu benim için." Helen annesine baktığ ında onun yum ruk la rın ı sıktığını gördü. "Babanla şimdi burada bir dakikacık karşılaşabilseydim keşke, bu sahilde yanım ızdan geçmesine izin verilebilseydi, burada, gece inm ek üzereyken. Konuşmasaydı, yalnızca bize baksaydı. Başımıza neler geldiğini bilebil- seydi ya da görebilseydi ya da bir bakışta anlayabil- seydi. Bana aldırma, ka ram sar şeyler söylüyorum, am a Tuskar fener gemisine bakarken düşündüğüm şeyler bunlar.
"Geri dönsek iyi olur," diye devam etti annesi, "eminim hepiniz acıkmışsınızdır, Declan 'la benim için çok uzun bir gündü, eminim sizler için de öyle olmuştur."
Beşi de döndüler ve k u m un içinden açtığı yol yıldan yıla değişen dereye doğru ilerlediler. Sahilde onlardan başka kimse yoktu; bu geç saatte kimse yürüyüşe çıkmaz ya da yüzmeye gelmezdi, otoparkta da onlarınk inden başka araba yoktu. Declan ar-
kadaşlarınm arabas ına binip H elen 'i annesiyle baş başa bırakınca Helen şaşırdı. A nnem e benden söz etmiş olmalı, diye düşündü Helen, bizi barış tırm aya çalışmış olmalı. Şimdi birlikteyiz, diye düşündü H elen, kendini tu h a f hissediyordu. M arşa bastı ve sonra L arry 'n in arabasını çalıştırmasını bekledi. Ağır ağır onun peşinden gitti, farlarını yakmıştı, gece inerken C ush 'a doğru yol aldılar.
sfe
Geri döner dönmez H elen 'in içini bir huzursuzluk kapladı, Dublin 'e geri dönmek için bir bahane bulabilir miyim, diye düşündü. A nnesin in tavrındaki bu yum uşam aya karşı koymak olanaksızdı. Onun, yatıştırıcı bir ses tonuyla, samimi bir havayla kendisine yeniden yaklaşm ak istediğini seziyordu Helen. Buna dayanamazdı. D eclan 'ın arabasının a n a h ta r la r ın ı aldı, evden dışarı süzüldü ve arabayla Blackwater'a gitti.
Köydeki telefon kulübesinden H u g h 'n u n num arasını çevirdi. Telefonu H u g h 'n u n annesi açtı, H elen kocasını öyle bir telaşla istedi ki kad ın h a t ı r sormayı bir yana bırakıp hem en oğlunu çağırdı.
"Her şey yolunda mı?" diye sordu Hugh."Hayır, değil. B uradan k u r tu lm a k istiyorum.""Declan nasıl?" diye sordu Hugh."Bir değişiklik yok.""Çocuklar derin uykuda," dedi Hugh."Seninle gelmediğim için deliyim ben. Bunu bir
daha asla yapmayacağım. Onları bir daha böyle bırakabileceğimi sanmıyorum."
"Helen, yalnızca birkaç günlük bir şey bu.""Onların iyi olup olmadığım nereden anlaya
caksın?"
"Elbette anlarım," dedi Hugh. "İyiler. Tatilde- ler. Çok geçmeden seni göreceklerini biliyorlar."
"Babam has ta landığ ında bizi bu rada b ırakm anın da doğru olduğunu düşünm üşlerdi."
"Arada büyük bir fark var," dedi Hugh. "Ben babalarıyım, ben yanlarındayım . Sanki ben yokmuşum gibi söz ediyorsun onlardan. B ütün gün onlarla ilgileniyorum ben."
H elen dinledi am a bir şey söylemedi."Senin yapacağın şey," diye devam etti Hugh,
"onca yıl önce baban senin y an ında olsaydı her şeyin nasıl olacağını kafanda can land ırm an . Hem oğlan la r la konuşurken kaygılandığını belli etme, yoksa onlar da kaygılanırlar. Şu anda hiçbir sorunları yok. En ufak bir şey olsa ben sana haber veririm."
"Belki de ben kendim için kaygılanıyorumdur. Belki de sana bundan söz e tm ek ten korkuyorum- dur."
"Ben hep buradayım, istersen oraya gelirim, bir gün için bile olsa."
"İşin en kötü yanı, annem in b a n a yum uşak davranm ası."
"Bence bu iyi bir haber.""Her şeyi iyiye yo rm ak tan vazgeç.""Ne yapacaksın? Kalacak mısın?""Bir gün daha kalacağım," dedi Helen. "Sabah
seni yine ararım . Seninle konuşm ak iyi geliyor."
YEDÎ
O gece, y a tm ad an önce Declan odasına bir yatak daha konmasını istedi; Larry ile Paul üst k a t ta açılır kapan ır bir ya tak buldular, yatağı söküp aşağı taşıdılar, D ec lan 'm ya tağ ın ın yan ında tek ra r kurdular. Helen gelip bir sandalyeye oturdu ve o ikisinin yatağı k u rm alar ın ı izledi.
"Burada yatm am ı ister misin?" diye sordu Dec- lan'a.
"Belki. Bilmiyorum. Bazen uyanıyorum, pek kolay değil."
"Bana seslenebilirsin. Yandaki odadayım.""Seslenirsem herkes uyan ır ya da sen kötü bir
şey olduğunu sanırsın.""Hayır sanmam . Birine ihtiyaç duyarsan beni
çağır. Cathal ile M anus beni hep uyandırırlar .""Babalarını uyand ırm azlar mı?""Bazen," dedi ve gülümsedi Helen, "ama baba
ları uykucunun tekidir.""Her neyse, bu gece bir tan e Xanax alacağım,
herhalde iyi gelir. İşe yaram azsa Paul ya da Larry bu rada yatabilir."
"Annemin gösterdiği ilgi sana nefes aldırmıyor mu?" diye sordu Helen.
"Bütün bun lar güç geliyor ona. O nun evine gitmek istemediğim için bozuluyor. Beni bugün oraya
götürdü, oraya gitseydim beni nerede yatıracağını, arkadaşlarım için ne kadar bol yer olduğunu gösterdi. Senden hiç söz etmedi. Ama çok geçmez sana da bir oda ayırır orada. Pau l 'den yeni bir sözcük öğrendim, annem i tan ım lam ak için."
"Neymiş bu sözcük?" diye sordu Helen."Sözcük 'm uhtaç '," dedi Declan. "Annem m uh
taç, daha önce hiç böyle olmamıştı. Yani son bir yıldır filan m uhtaç oldu."
"Bugün, sahilde yürürken," dedi Helen, "annem farklıydı, yumuşaktı, h a t ta hüzünlüydü, bana sarılacağını hissediyorum, benim elimdense büzülmekten başka bir şey gelmiyor, öte yandan Larry ile Paul'e karşı tam bir cadıydı."
"Evet, onlar da bunu unutam ıyorlar . Ama büyükannem hakk ından geliyor, öyle değil mi?"
"Büyükannem," dedi Helen, "büyüleyici."
Larry gece H elen 'i uyandırdı, D eclan 'm yanm a birini istediğini söyledi. Declan 'm odasına telaşla koşarken bir an için sanki yirmi yıl önceki Helen" oldu. Bir anlık bir şeydi bu, ama gerçekti ve neredeyse mükemmeldi; bu an ın ın kendisini bu kadar az ra hatsız etmesi, iki durum arasındaki bağlan tın ın bu kadar doğal görünmesi Helen'i şaşırttı.
S ırtına bir kazak geçirip Declan 'm odasına gitti, yatağının y an m a oturdu.
"Bütün evi ayağa kaldırmışım gibi geliyor bana," dedi Declan. "Xanax'm etkisi geçti. Bir tane daha alm am ın yararı yok."
Açılır kapanır y a tak ta Larry yatmıştı. Şimdi Declan da o da ya tak la r ında sırtüstü yatmışlar, ellerini başlarının a lt ında kavuşturmuşlardı. Helen ise D eclan 'm yatağının ucunda oturuyordu. Denizin
uzak tan gelen kükremesini, pervanelerin incecik k a n a t la r ın ın pencere cam larına vurm asını dinliyorlar, am a konuşmuyorlardı. Helen yorgundu, yatağıma dönüp uyum ak istiyorum desem ne derler acaba, diye düşündü.
"Gidebilecek gerçek bir evim olsun isterdim," dedi Declan, "yani kendime ait bir ev. Aydınlık ve tertem iz bir yer."
"Apartm an dairesi bile mi?" diye sordu Helen."Apartm an dairesi bile," dedi Declan."Gelecek hafta bir tane bulalım mı sana," diye
sordu Helen."Benim demek istediğim kendime ait olsun,
kendim boyamış, döşemiş olayım.""Ama yaparız bunu," dedi Helen. "Boyarız, dö
şeriz, aydınlık ve tertemiz olur.""Belki," dedi Declan. "Sen ne diyorsun Larry?""Ben varım," dedi Larry.Helen m utfak ta çay yaptı, Lily de yanm a geldi,
her şey yolunda mı diye m erak etmişti. Helen anne sine bir fincan çay verdi, D eclan 'm uyum ak üzere olduğunu, onu rahatsız etmesinin yanlış olacağını söyledi. Helen 'in çayı bittiğinde uykusu daha da bastırmıştı.
"Gidip biraz yatacağım," dedi Declan'a. "Bana ihtiyacın olursa uyandır. Eğer istiyorsan arabaya atlayıp Dublin 'e gider, sana bir a p a r tm a n dairesi tu ta r , dayayıp döşerim Declan. Bir düşün."
Uyandığında saat sabahın dokuzu olmuştu. Keşke evin arka kapısı olsaydı da kimseye bir şey demeden sessizce sıvışıp arabaya binseydim, Black- w ater 'a gitseydim, telefonumu edip gazetemi alabil- seydim, diye düşündü Helen. Ne çare ki mutfağa gi
dip herkese göğüs germek zorundaydı. Bu insanlarla kıyaslayınca Hugh, Cathal ve M an u s 'u n ne kadar kolay insan la r oldukları geldi aklına, ilişkilerinin ne k ad a r düzenli, ta lep le r in in ne kadar basit ve ölçülü olduğu. Y atak tan kalkıp ayak pa rm ak la r ın ın u c u n a basarak banyoya giderken m utfak ta farklı görüşlerin birbiriyle çatışmaya başladığına, tu h af talep le r in ve ittifakların, hiç k im senin anlayamayacağı güçlerin hareke te geçmiş olduğuna emindi. Yakında, bir-iki günlüğüne de olsa, bu evden uzaklaşacağını düşündü ve olası bir kaçışı hayal etmeye başlayınca da içi raha tlad ı , kendini d a h a güvende hissetti.
Cumartesiydi. Declan kalkmış, Aga 'n ın yanındaki koltuğa o turm uştu , ilaçlarını yutuyordu. Larry bulaşık yıkıyordu, ötekiler de mutfak m asasının başında oturuyorlardı.
"Gazeteyi almak için köye gidiyorum," dedi Helen.
"Gazete geldi zaten, sağ ol," dedi büyükannesi."Hugh'ya telefon etmem gerek.""Ona dün gece telefon ettin," dedi annesi."Ben köye gidiyorum," dedi Helen, sesi t i t rem e
den."Helen kafasına koyduğunu her zam an yapar,"
dedi büyükannesi."Seninle geleyim," dedi Larry, elleri köpük için
deydi."Hayır, gidiyorum, tek başım a gidiyorum, çok
kalm am," dedi Helen. Mutfak kapısını a rkasından çekti.
D ec lan 'm Dublin 'deki dairesini boşalttığını biliyordu, am a böylelikle ona buna m uh taç olacağı şimdiye dek H elen 'in ak lına gelmemişti. E lbette Dec- lan 'a Dublin 'de bahçeli, geniş pencereli, r a h a t bir daire kiralayabilirlerdi. Bu işi annesin in üs tlenm e
sinin ve her şeyi ayarlam asın ın çok daha iyi olacağını biliyordu Helen. Eve döndüğünde bu düşünceyi annesin in kafasına sokmaya çalışacaktı.
Telefon ettiğinde H ugh hâ lâ yatıyordu, am a oğlan la r kalkmışlardı; H u g h 'n u n annesine oğlanlarla görüşüp görüşemeyeceğini sordu.
Telefona önce C atha l geldi."Nasılsın?" diye sordu Helen."İyiyim," dedi çocuk, sakince."D ün akşam erken yatm ıştın ," dedi Helen."Sanırım.""İyi vakit geçiriyor m usun?""Evet." Sesi yorgundu."Yatağın ra h a t mı?" diye sordu Helen."Evet.""Yakında oraya geleceğim, sen de bana görüle
cek her yeri gösterirsin.""M anus'la konuşm ak istiyor musun? Telefonu
elimden almaya çalışıyor," dedi Cathal."Tamam, babana aradığımı söylersin."M anus telefona geldi. "Balık tu tm ay a gidiyo
ruz," dedi."Kaç saatliğine?" diye sordu Helen.
r ; "Bütün sabah," diye yanıtlad ı oğlu."Baban uyuyor mu?" diye sordu Helen."O gelmeyecek. Joe Amca götürecek bizi.""Oltanız var mı?""Buradakileri ku llanm am ıza izin verdiler. Ama
artık gitmeliyiz.""Pek aceleniz var galiba," dedi Helen."D aha sonra yine a ra r mısın?" diye sordu oğlu.
Büyük adam gibi konuşm aya çalışıyordu."Evet, ararım ." Helen güldü. "D aha sonra yine
ararım ."M anus telefonu kapattı.
Helen gazeteyi aldı, köprünün üstünde arabanın içinde oturup başlıkları okudu, sa3'faları çevirdi. Kiralık Evler bölüm üne göz gezdirdi ve annesin in bu işten, ev sahipleriyle ve kira kon tra tlarıy la uğraşm ak tan hoşlanacağını fark etti.
Helen geri döndüğünde Lily evin önündeki yoldaydı. Helen'i görünce el salladı, yavaşlasın diye bayrakla işaret verir gibiydi. Helen arabayı yokuş aşağı annesine doğru sürdü.
"Declan'm bir gözü görmez oldu," dedi annesi.Helen arabayı park etti, annesiyle birlikte eve
girdi. Declan m utfakta daha önce oturduğu yerdeydi.
"Ne oldu?" diye sordu Helen."Bir süredir bu gözümün görmesinin azaldığını
hissediyordum, şimdi de tümüyle gitti. Gidecekti zaten; am a öteki sağlam, o garantiye alındı. Hepsi bu."
"Helen söyle ona, doktoru çağırmalıyız," dedi annesi.
"Declan, doktoru aramalıyız," dedi Helen."Doktorun yapacağı bir şey yok," dedi Declan.
"Paul'esor, o bilir.""Paul doktor değil," dedi annesi."Kocaman bir k itap okudu o, yeni tedavi yön
tem lerin in hepsini biliyor. Sor ona," dedi Declan.Paul mutfak m asasının başında oturuyordu."Arabada birkaç kitap var. İstersen onları sana
göstereyim, am a Declan 'm söylediklerinin hepsi doğru."
"Ne kadar sakin," dedi büyükanne. "Şuna bak. Ben olsam deliye dönerdim."
"Ben de dönm üştüm ," dedi Declan. "Hem sakin filan değilim. Yalnızca öyle görünüyorum."
"Waterford'da iyi bir gözcü var," dedi büyükannesi.
"Dünyanın sonu değil ya," dedi Declan. "Bir tek gözüm var, am a iyi görebiliyorum. Sol gözüm komik mi görünüyor?"
"Hayır, çok normal görünüyor," dedi Helen."Evet, gidip yatayım da bunu unu tay ım . B urnu
mu, ağzımı ya da ayak p a rm ak la r ım dan birini kaybedersem hepinize bildiririm."
"İlaçlarını aldın mı?" diye sordu annesi.Declan durup baktı annesine."Tıpkı annem gibi konuştun," dedi.
Declan odadan çıkınca Lily, Paul 'e , "D urum u ciddi mi?" diye sordu.
"Hayır, Declan haklı, bir süredir vardı. Bir şeyin başlangıcı değil de sonu bu. Öteki gözünü daha sıkı kontrol edecekler şimdi, am a gelecek haftadan önce bunu yapamazlar."
"Doktora haber vermemiz gerekmez mi?" diye sordu Lily.
"Cumartesi sabahı mı? Yo, onu r a h a t bırakalım."
"Ah, Declan söylediğinde öyle kork tum ki," dedi büyükanne. "En korktuğum şey. İn san ın gözleri en değerli şeyleridir. Declan 'm gözleri de çok güzel. N u r içinde yatsın, babasının gözleri de çok güzeldi. Lily bana du rm adan onun gözlerini anlatırdı."
"Declan onun y an ına gömülecek," dedi Lily."Sanırım Declan yakılmak istiyor," dedi Larry."A, bu rada şimdiye dek hiç kimse yakılmadı,"
dedi Bayan Devereux."Ama Declan yakılmak istediğini söylüyor," de
di Larry."Hayır, o da herkes gibi gömülecek," dedi Ba
yan Devereux. "Bu yakılma düşüncesi kafasına nereden girdi bilmem."
Üst k a t ta n çarpılan bir kapının sesi gelene kadar hiç kimse konuşmadı.
"Tanrım, şunu dinleyin! Tanrım dinleyin!" dedi Bayan Devereux, ayağa kalkarken.
"Ne oldu anne," dedi Lily, "ne oldu?""H atır lam an gerek Lily. Annem le kız kardeşim
Sta tia b u n a çok inanırlard ı. K apının çarpılması bana onu ha tır la t t ı . Aileden biri ölmeden önce kapıya iki kez vurulurdu. S tatia ölmeden önceki gece bunu açık seçik duym uştum . Babanı uyandırıp , haydi kalkıp Bree'ye gidelim, demiştim, çünkü Sta tia ile ilgili işaret gelmişti. Annem de de aldım bu işareti, nur içinde yatsın, hepimiz aldık."
"Babamda da aldın mı?" diye sordu Helen.'Yo, düşünüyorum da, almadım. Eski inanışlar
bunlar, artık kimse böyle şeylerden söz etmiyor, komşular etmiyor. Başka aileler de aldılar bu işareti bizim gibi, b ir in in ölmekte olduğunu gösteren bu özel uyarıyı. Galiba özel bir yetiydi bu, am a artık kimse b una inanmıyor. U nu tu lup gitti."
"Ama siz inanıyordunuz, değil mi?" diye sordu Paul.
"İnanıyordum," dedi Bayan Devereux. "Hâlâ inanıyorum. Annem ölürken duyduğumu biliyorum, Statia ölürken de duymuştum, am a o zam andan beri duymadım galiba. Bu uyarın ın ne an lam a geldiğini bilmiyorum artık, am a ne olursa olsun, böyle bir şey artık aynı an lam a gelmiyordur. Ne olduğunu bilmiyorum."
"Yukarıda kap ın ın çarpılmasının da böyle bir işaret mi olduğunu düşündün?" diye sordu Helen.
"Bana onu ha tır la t t ı , hepsi bu," dedi Bayan De- vereux, pencereye gidip perdelerin a ras ından dışarı baktı.
Helen annesin in konuşmadığını, huzursuz olduğunu gördü. O nun da eskiden bu sesi duyup duymadığını sormak istedi am a vazgeçti.
"insanın çocukları olmasının getirdiği şeylerden biri," dedi annesi, sanki onları dinlemiyormuş da bir başkasıyla konuşuyormuş gibi, "onlar için çok korkmanızdır. Ben D eclan 'm yetersiz olduğunu hissetmişimdir hep. Kolayca uyanır, kolayca ağlardı, okuldan korkardı, kolayca hastalanırdı. Bir yere kendi başına gittiğini gördüğümde hep daha güçlü olmaya ihtiyaç duyduğunu hissederdim ya da onu gözetecek biri olmalıydı. Bu duygudan hiç kurtula- madım. Helen hep öbür çocukları yönetirdi. O nun için kaygılanmaya hiç gerek yoktu. Ama Declan, onun için hep kaygılandım."
"Declan bir süre uyur, Lily," dedi Bayan Deve- reux. "D ün gece iyi uyuduğunu hiç sanmıyorum."
"Dublin'de nerede kalıyor?" diye sordu Helen."Larry 'nin evinde kalıyor ya da bir arkadaşı
mızda, Georgina'da, onun kocam an bir evi var," dedi Paul.
"Bunu yapabiliriz, değil mi anne?" dedi Helen. "Ona bir ev tutabiliriz."
Annesi dalgın dalgın başını salladı; belli ki Dec- lan 'ın çocukluğundan biraz daha söz etmek ya da biri ölürken uyarı olarak kapının vurulması konusundan uzak durm ak istiyordu. Helen ev konusunu yanlış zam anda ortaya attığını biliyordu, bu konuyu yeniden açmak zor olacaktı.
Declan sabah bir süre uyuduk tan sonra midesinin ağrıdığını söyleyerek uyandı. Helen ile Larry onun yatak çarşafını ve yastık kılıflarını değiştirirlerken dışarıda yağmur çiselemeye başlamıştı; Declan odasındaki ko ltukta titreyerek oturdu.
"Declan, sana Dublin 'de bir daire ya da küçük bir ev tu tm am ızı istiyorsan söylemen yeter, anne-
Deniz Fenerindeki Işık 209/14
m in yanında söyle, biz de buluruz, bu hafta buluruz."
"Sağ ol Hellie," dedi Declan, "bunu düşüneceğim."
Kendini yatağa bırakıp inledi. B u rnunun çevresindeki çürük her geçen gün büyüyor gibiydi. "Beni yalnız bırakın," dedi, "yeniden uyum aya çalışacağım."
"Olmaz," dedi Helen. "Uyanık kalm aya çalış ki bu gece uyuyabilesin. Biraz yan ında kalalım."
"Tamam, patroniçe," dedi Declan, gülerek, "ama uyuyakalabilirim."
Larry ona Irish Times gazetesini getirdi, Declan gazetenin sayfalarını karıştırdı, sonra elinden bıraktı. Yatağın ayakucuna o turan Larry, Helen ile Declan'a, evi büyükanneleri için daha rah a t bir durum a getirmek konusundaki p lanların ı an lattı .
Öğleden sonra Declan tuvalete on beş dakikada bir gitmeye başladı, geri döndüğünde bitkin görünüyordu. Midesinin hâ lâ ağrıdığını söylüyordu. Helen ile Larry onun yan ında o tu rurla rken Paul dışarıdaki odada bekledi. Öbür kadın lar m utfakta kaldılar.
"Şu göz olayı ne tu h af bir şey," dedi Declan. "Bitmesi beni rah a t la t t ı . Gözümün önünde bir sürü şey uçuşuyordu, am a şimdi hiçbir şey görmüyorum. İşin bu yanı bitti yani."
Ötekiler başlarını salladılar. Yerecek yanıt bulmak çok güçtü. Bir süre sonra Helen mutfağa gitti, yerini Paul'e bıraktı.
Helen mutfağın kapısını açtığında annesi cümlesinin ortasındaydı. Susup fincanını masaya bıraktı.
"Söyle ona," dedi büyükanne, "söyle haydi.""Neyi söylesin?" diye sordu Helen."Diyordum ki Helen," dedi annesi, "keşke giysi
lerle, mobilyalarla, renklerle filan daha çok ilgile- 210
nen bir kızım olsaydı. Geçen gün evime geldiğinde evin renkleriyle ya da neyi nereye koymam gerektiğiyle ilgili bir şeyler önermiş olsaydın çok hoşuma giderdi. Yatak odama gelip gardırobuma baksaydın, hiç giymediğim bir elbiseyi ya da tayyörü ya da ceketi eline alıp çok beğendiğini söyleseydin ne kadar sevinirdim."
"Öyleyse yeni bir kıza ihtiyacın var senin," dedi Helen. "Bunca p a ra n var, neden satın almıyorsun?"
'Yo, Helen, çok sertsin," dedi büyükannesi. "Annen senin üst başla pek ilgilenmediğini söylüyordu yalnızca."
"Evime gelip beni ziyaret eden, evimle, bahçem le ve giysilerimle ilgilenen bir kız olmanı çok arzulardım," dedi annesi.
"Evin çok hoş," dedi Helen, soğuk soğuk."Declan dün bahçemi sevdi, onu nasıl daha iyi
durum a getirebileceğim hakk ında bir sürü şey önerdi," dedi Lily.
"Ne yazık ki ben Declan değilim," dedi Helen."Declan nasıl?" diye sordu büyükannesi."Berbat bir ishal başlıyor," dedi Helen."Tanrım, zavallı adam," dedi büyükannesi. "Diz
çöküp onun için dua etsek iyi olacak.""Aman beni bu işe sokma büyükanne, bir sakın
cası yoksa," dedi Helen."Ben seninle birlikte sonra dua ederim anne,"
dedi Lily."Ah, ben kendi başıma dua ederim. Size ne oldu
bilemiyorum.""Anne," dedi Helen, "oğullarımdan birin in iyi
bir müzisyen olmasını çok isterdim, babası da isterdi, am a değiller, ikisi de değil; biz de onları oldukları gibi kabul etmek zorundayız. Sanırım birin in kız olmasını da isterdim, kızım olmasını çok isterdim, am a bunu düşünmüyorum . Senin istediğin gibi biri
olmasam bile keşke sen de benimle yetinseydin. Benim başka biri olmamı istemekten keşke vazgeç- sen."
"Helen, ben seni her zaman kabullendim," dedi annesi.
"Ne güzel bir açıklama, sağ ol," dedi Helen."Helen, Lily, kesin artık ve anlaşın," dedi Ba
yan Devereux.
Akşama doğru Paul mutfağa geldiğinde kaygılı görünüyordu.
"Bu ishal geldi mi gitmek bilmiyor," dedi. "Durdurm ak için bir şeyler aldı, am a pek yararı olmadı herhalde."
"Ne yapmamız gerek?" diye sordu Helen."Um arım geçer, am a yarm a kadar kesilmezse
hastaneye geri dönmesi gerekir.""Yediği bir şeyden mi acaba?" diye sordu Bayan
Devereux."Hayır, bir yıldır midesinden epeyce sorunu ol
du," dedi Paul. O çıkınca üç kadın mutfak masasının başına oturdular.
"Bu genç adam çok bilmiş," dedi Lily."Sanırım D eclan 'm çektiklerine bizden çok o
katlandı," dedi Helen."Bence hiçbir şey insanın ailesinin yerini doldu-
ramaz," dedi Lily.Helen, acaba annem beni s inirlendirm ek ve kış
k ırtm ak için m ahsus mu böyle yapıyor, diye düşündü.
"Declan arkadaş bakım ından oldukça şanslı," dedi Helen.
"Ötekiler bak ım ından değil demek ki," dedi annesi.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu Helen."Onu yoldan ç ıkaranlar da olmuştur. Acaba
şimdi neredeler?""Onun yol gösterilmeye fazla ihtiyacı olduğunu
sanmam ," dedi Helen."Declan benim evimden ayrıldığında herkesin
gurur duyacağı bir genç adamdı," dedi Lily."Aynı zam anda eşcinseldi," dedi Helen."Sizin ikinizin bir a rada olmaması gerek," dedi
Bayan Devereux."Ama o iki arkadaşın ın sağlıklı olup Declan 'm
has ta olması tu h a f değil mi? Şimdi Declan 'm yanında olmak onlara kolay geliyordur," dedi Lily.
"Ne demek istediğini anlayamadım," dedi H elen.
"Büyükannen bana onlardan birin in kendisi hakk ında pek bayağı şeyler an lattığ ın ı söyledi. Bereket ben yan odadaydım. Yoksa onu bu radan kovardım. Siz de gülüp onu kışkırtmışsınız!" dedi Lily.
"Büyükannem dahil," dedi Helen."Ah Helen, sonradan konuşulan ları düşününce,
büyükbabanı ve bu m utfak ta böyle şeyler söylendiğini canlandırdım kafamda," dedi büyükannesi.
Helen annesine döndü: "Eğlenceliydi, sen burada değildin ve konuşulanları duymadın, ahlak dersi verm enin anlamı yok," dedi.
"Öğretmenlik taslama," dedi Lily." insanlara hoşgörü göstermeyi öğrenmelisin,"
dedi Helen. "Benim yanımda, nasıl bir kız evlat istediğini a n la tm an da gerçekten çok tu h a f doğrusu."
"Arkandan söylesem daha mı hoşuna giderdi?" diye sordu Lily.
"Evet, öylesi daha hoşuma giderdi," dedi Helen."Benimle ve hayatım la ilgilenmeni çok ister
dim, " dedi Lily.
H elen annesin in yüzünün, tıpkı bir akşam önce a rabada olduğu gibi değiştiğini fark etti. Ansızın savunmasız, çaresiz göründü annesi, yanıt bulam ayacağı sözü bekler gibiydi. Gözlerine yaş doluyordu.
"Anne, bunu yapacağım," dedi Helen. "Bütün b u n la r geçince bunu yapacağım, am a benim başka biri olmamı dilemekten vazgeç."
"Hugh ve çocuklarınla tan ışm ak da istiyorum," dedi Lily.
"Küçük olanı tam bir felaket," dedi büyükanne."Annemi seveceklerine eminim," dedi Helen."Severler mi Helen? Bence sevmezler." Lily ağ
lam aya başladı. Bayan Devereux gelip ona sarıldı."Seveceklerine eminim," diye yineledi Helen.Lily gözlerini sildi, çan tas ından ayna çıkartıp
gözünün makyajını tazelemeye başladı. Helen onun bir şey daha söylemeye hazırlandığını anladı. "Bizi düğününe çağırmam an," diye yeniden söze başladı Lily, "önemsiz bir şey değildi, kaçırdığımız birkaç saatlik bir şey değildi. Biz seni gülümserken, m u tluyken görmedik, istediğin bir şeyi elde ederken, sevdiğin ve seni seven biriyle birlikte olurken görmedik. Fotoğraf varsa bile onu da görmedik. Seni bebeklerinle de görmedik. B ütün bun lar ı kaçırdık."
Ağlamanın ve anlayış görm enin annesine güç ve cesaret verdiğini görüyordu Helen. Sanki hiç k im senin kendisine karşı çıkmayacağına ya da karşılık vermeyeceğine inanm ış gibi konuşuyordu. Helen a rkasına yaslandı, konuşm adan önce gülümsedi.
"Düğünüm e gelmenizi istemedim. Beni paraca desteklememeniz ya da hiç ilginiz olmadığı halde üzerimde hak iddia etmemeniz benim için önemliydi. Beni gülümserken ya da m utluyken görmeniz için bir ömür boyu yanımzdaydım, kendi başımızay- ken benimle ilgilenmediğinize göre herkesin önünde
beni sahiplenmenize izin verecek değildim. Ama önemsiz bir şey olmadığı konusunda haklısın."
"Yeteri kadar konuştunuz," dedi Bayan Deve- reux. "Helen, annen le babanin seni sevdiği kadar sevilen çocuk görmedim hiç, her yere götürür, her şeyi verirlerdi sana. Pazar günleri buraya gelirlerdi, senin iki adım a tm an ı, söylediğin sözcükleri ya da dişlerinin çıkmasını gururla an la tır la rd ı. Senin kadar ilgi gören çocuk yoktur."
"Özür dilerim büyükanne, Declan 'm has ta olduğunu biliyorum, böyle yak ınm am huysuzluk ve şım arıklık sayılır."
"Neden yakmıyorsun?" diye sordu annesi."Beni olduğum gibi sevmemenden yakmıyorum,
değişmemi istiyorsun. Benden hoş lanm am andan yakmıyorum aslında."
"Helen, bir so runun olduğunda sana yardımcı olmak için her şeyi yüzüstü bırakacağıma, sana yardıma koşacağıma inanm ıyor musun?"
"Ama benim senden istediğim bu değil ki. Sanki karş ında yard ım a m uh taç bir insan varmış gibi yapıyorsun. Ben böyle bir insan değilim ki; beni böyle düşünm ek ten ve bana b irtak ım şeyler bindirm ekten vazgeç."
"Sen çok soğuk bir insansın, Helen," dedi anne si.
"Benim hakk ım da ne istersen söyleyebilirsin, kulağa doğruymuş gibi gelir," dedi Helen.
"Biliyor m usun, baban öldükten sonra bana hiç yaklaşmadın. Eve geldiğimde, ve bunu ilk kez cenaze tören inde fark ettim, gözlerini benden kaçırırdın. Üçümüz düzenimizi yeniden kurduğum uzda uzak duruyordun, bana sevgi göstermiyor, hiçbir şey anlatmıyor, eve a rkadaş getirmiyordun; kafa kafaya verip fısır fısır konuşan ya da televizyon izleyen kızlar olmadı evimizde. Sen ders çalışır, zam anında ya
ta r ya da evin içinde hayalet gibi dolaşır, bizi yargılardın." Annesi dik dik bakıyordu; sesi nefret doluydu.
"Babam hastayken," dedi Helen, "bizi bu rada onca zam an bırakıp bir kez bile görmeye gelmemeni hiç anlayamadım."
"Şimdi her şeyi kurcalam aya gerek var mı?" diye sordu büyükannesi.
"Babana ne olduğunu bilmiyorsun," dedi Lily, "ne kadar kork tuğunu, ben her gün y a n ında olmama rağm en has tanede kendini ne kadar yalnız hissettiğini, nasıl bocaladığını bilmiyorsun. Başka seçeneğim yoktu. Bunca yıl senin içini kem iren bu muydu?"
"Declan'la ben kendimizi terk edilmiş hissediyorduk, evet, büyükbabam la büyükannem in bize çok iyi dav ranm ala rına rağm en terk edilmiş hissediyorduk, bilmek istediğin buysa. Evet, senin söylediğin gibi bunca yıl içimin kemirildiği de sanırım doğru. Benim içime işledi bu." Helen ağlam ak üzereydi.
"Ve içinde taşıdın," dedi annesi."Ondan sonra sana asla güvenmedim, hepsi bu.
Uzak durduğum ve b a n a yakınlaşam adığın doğru değil. Sen hiç benim tarafım da olmadın."
"Senin için elimden geleni yaptım," dedi annesi. "Sense bana bir santim bile yaklaşmadın. Sınav sonuçların geldiğinde bile şöyle bir bakard ın , gülüm- semezdin bile. Ama b ü tü n bun lar geçmişte kaldı. Seni kendi evinde görmek, orada farklı olup olmadığını görmek isterdim."
"O eski yazlardan birini hatırlıyorum," dedi H elen, "üniversiteden m ezun olmuştum, Baggot Soka- ğı'ndaki evde yalnızdım. Bir yemek kitabı almıştım; köşeyi dönünce, Pem broke 'un yan ında ha r ika bir m anav vardı, her şey tazeydi, otlar, b a h a ra t la r ve
daha önce hiç görmediğim sebzeler vardı. Oraya ve Stephen's G reen 'e giderdim; sabah uyan ınca önümde koca bir gün olurdu, güneşte yürür, bir şeyler pişirir, gazete ya da kitap okurdum. O mahalleyi, özgürlüğüm ü, sessizliği severdim; evlenmesem de, arkadaşım olmasa da hiç değilse bu kadarın ı elde etmiş olacağım diye düşünürdüm . K urtu lm uş olacağım. H â lâ böyle hissediyorum, hissetmediğimi söylem emin an lam ı yok. K urtu lduğum u hissediyorum."
"Neden kurtu ldun?" diye sordu annesi."Senden.""Ben sana ne yaptım?" diye sordu annesi."Bilmiyorum, am a senin de düğün konusunda
söylediğin gibi, önemsiz bir şey değildi.""Öyleyse çocuklarının beni görmesini neden is
tiyorsun?""Çünkü böyle sürdüremeyiz."Helen pencereye gitti.B üyükannesin in daha önce hazırladığı sandviç
ler bir tabağa istiflenmişti. Helen çorbayla sandviçlerin hazır olduğunu söylemek üzere D eclan 'ın odasına gitti.
Declan, iki kişinin çorbayla sandviçleri kendi odasında yemelerini istedi. Yalnız ka lm ak istemiyordu. Helen ile Larry onun yan ında kaldılar.
"Az önce annem le tartışıyordum ," dedi Helen."Ailendeki kad ın larla ilgili bir gözlemim var,"
dedi Larry, "her şeyi kendileri yönetiyormuş gibi konuşuyorlar."
"Yönetirler," dedi Declan. "Ama onları erkeklerin y a n ında hiç görmedin. Yani gerçek erkeklerin demek istiyorum, bizim gibilerin değil. O rta lık ta gerçek erkekler varsa çenelerini kapatıp çay pişirirler."
"Saçmalama," dedi Helen, gülerek. "Annem hayatı boyunca çenesini kapatm am ıştır , büyükannemin çay pişirmesi de bir güç gösterisidir."
Declan tuvalete giderken kendisi dönene kadar konuşm am aların ı istedi. Hiçbir şey kaçırm ak istemiyordu. Larry ile Helen sessizce yemeklerini yediler.
Declan döndüğünde Larry sözüne devam etti: "Bahse girerim ki orta lık ta erkekler olsaydı bile bu kad ın lar pek değişmezdi. Aynı havada devam ederlerdi."
"Birbirleriyle dalaşırlardı," dedi Declan. "Sizin kavganızın konusu neydi?"
"Annemin düğünüm e neden davet edilmediği konusunda tartışıyorduk," dedi Helen.
"Ah, evet, bunu daha önce duym uştum ," dedi Declan.
"Büyükannen, annenle senin birbirinize çok benzediğinizi söylüyor," dedi Larry.
"Saçmalık bu, " dedi Helen. "Ben ona hiç benzemem."
Helen ile Larry 'nin odada kaldıkları bir saat boyunca Declan tuvalete beş-altı kez gitti, her dönüşünde de yorgun ve bitkin görünüyordu, yatağa kıvrılıyor, gözlerini kapatıyordu. Sabahki çisenti durm uştu am a toprak hâ lâ ıslaktı. Helen, Declan'a eliyle dokununca ateşi olduğunu anladı. Oda çok sıcak, diye düşündü, havası çok boğucu. Pencereyi açtı.
Mutfağa gidince Paul'e Declan 'm kötülemekte olduğunu söyledi.
"Bir yerde," dedi Paul, "hastaneye dönmesi gerekecek, am a hastanelerde hafta sonlarında hiçbir
şey yapılmaz, bu yüzden pazartesiye kadar oraya dönm esinin bir anlamı yok."
H elen annesine baktı am a o gözlerini kaçırdı. Helen, onun kendisiyle konuşmadığını anladı.
Helen oradakilere tek başına kıyı boyunca Ballyconnigar'a yürüm ek istediğini, sonra Blackwa- te r 'a kadar gideceğini söyleyerek Pau l 'den kendisini bir buçuk saat sonra oradan almasını istedi. Ayakkabılarını değiştirip sır t ına bir kazak almak üzere odasına gitti.
Mutfağa döndüğünde annesi, "Belki sana söylediğim şeyler üzerinde düşünürsün," dedi.
Helen onu yan ıt lam adan dışarı çıktı.Kayalığın yağmuru iyice çekmiş yam acından
aşağı inerken, annesine sarılmak, başını omzuna koyup ağlamak, onu bağışlamak ve yeni bir ilişkiye başlam ak için öğleden sonra bir a ra bir fırsat doğmuş olduğunun, am a bunu kaçırdığının farkına vardı. Urperdi. Birçok kişi, diye düşündü, bunu yapmayı isterdi, tam anlamıyla barışm a yolunda ileri adım atardı. Nemli kum lara ayak basarken bu düşünce onu yine ü rpertti .
Geçmişle ilgili konuşm alarda Helen 'i raha t bırakm ayan, an lam ak ta güçlük çektiği bir sahne vardı. Annesi, kocasının ölüsüyle birlikte Dublin 'den geldiği gün, ka tedralin önünde Helen onu aylardır ilk kez gördüğünde onu ne kadar soğuk ve uzak bulduğunu annesine söyleyememişti, küçük bir kız böyle birine asla sarılamaz, ondan asla teselli bekleyemezdi. Helen o akşam törene ka tı lan la rı ya da tabutu seyrettiği kadar annesini de seyretmişti. Annesi bam başka biri olmuştu. Helen orada diz çöktüğünde D eclan 'm neden getirilmediğini anlamıştı; eteklerine yapışan küçük bir erkek çocuğuyla annesi bu havasını, insanların arasındaki bu gururlu tavırlarını koruyamazdı. Yaşça büyük bir kız çok daha kolay
lıkla uzak ta tu tu labilird i. Büyükannesi ya da halala r ın d an biri onunla ilgilenebilirdi.
Helen o gece evin in san la rla dolup taştığını, çay fincanlarının, sandviçlerin elden ele geçirildiğini, d u rm a d a n yeni in san la rın geldiğini hatırlıyordu. Helen büyükannesin in y an ın d an ayrılmamış, kendi ya tak odasında yabancı b irin in yatır ılm am asın ı sağlamıştı. En nefret ettiği şey de in san la rın kendisine gösterdikleri aşırı yakınlaşmaydı; yabancılar H e len 'in adını biliyor, babası yeni öldüğünden kendisine karşı anlayışla dolu oldukları düşüncesini ona hissettiriyorlardı. Pa rm ak lar ıy la onu gösterip kim olduğunu söylüyorlardı. D aha konuklar gelir gelmez keşke çıkıp gitseler, demişti Helen. Annesi karşı çıkmıştı.
Babasının ö lüm ünü izleyen günler düş gibi geçti, sanki kötü basılmış film karelerine geçirilmişlerdi. Babasının bedeni, kendisini seven herkesten uzakta , m ezarında ilk uzun günlerini geçirirken annesi bu tu h a f olayın merkezindeydi, soğukkanlılığını koruyarak insanlarla görüşüyor, sakince konuşuyordu. Kızı onu merdivenin dibinden gözlüyor ya da her kapı açılışında bir an onunla göz göze geliyordu; sura tın ı asıyor, b ü tü n bu insan la r gittiğinde benim le baş başa kalacaksın, am a bunu henüz bilmiyorsun, diye düşünüyordu. Ve bir-iki hafta sonra, özellikle de okul açıldığında gerçekten de böyle oldu. C ush 'a gitmedikleri günlerde, Declan yatınca, H elen şöminenin karşısına uzanır, ya tağ ına gitmeden önce yarım saat televizyon izlerdi. Annesi karşısına o turur, Helen'le nasıl konuşacağını, nasıl davranacağını bilemezdi; H elen 'in büyükannesiyle arasında gelişen sıcak dostluktan eser olmazdı. Helen de annesine yardımcı olmazdı; televizyonu kapatır , gözlerini ateşe dikip gerinirdi. Kendini hiç zorlam adan annesiyle arasında bir engel oluşturuyordu, aşılma
sı güç bir engel. Annesi ona gülümser, yorgun m usun, diye sorardı; Helen başını sallayıp ertesi günün kitap ların ı hazırlardı, sonra esneyip odasına giderdi, orası onun dünyasıydı, ya tağ ına uzanır, alt ka ttaki huzursuz insanı düşünürdü . D aha o günlerde bile çekip gitmeyi düşünürdü .
Dalgaların sahile vurup çatladığı, çekilip yeniden vurduğu yere yaklaştı. Orada kendisinden başka kimse yoktu. Burasıyla Ballyconnigar arasındaki sahili dolduran küçük taş la r ın nereden geldiğini m erak etti. K a rad an mı denizden mi geliyorlardı? Kayalığın yüzeyindeki ç am urun ve kireçli toprağın içine mi gömülüydüler? Ve sonra kayan ın üst tabakası dökülünce ya da kocam an bir kaya parçası kopup aşağı düşünce deniz o taşları temizleyip buraya mı yığıyordu?
Dalganın, taş la ra çarpıp onları t a k m a dişler gibi tak ırda tm asına , sonra geri çekilmesine kulak verdi. Babasının ö lüm ünü izleyen günlerde, cenaze kalabalığı ve sandviç yiyiciler g itt ik ten sonra, Lily, Helen, Declan, büyükannesi ve büyükbabası baş başa kaldıklarında, Lily annesin in mutfağındaki m asanın başına oturur, hiç d u rm ad an saf saf konuşurdu: B ütün dertlerini, b ü tü n u m u tla r ın ı dışa vu rurdu. Helen onu dinleyemezdi; görünüm ün ağır ağır yok olduğu bu sahile indiği günlerin anısı belleğinde capcanlıydı; denizin kendilerine daha da hızlı yaklaşmasını, evi ve çayırları içine almasını, büyükbabasıyla büyükannesin in yaşadığı yeri h a r i ta dan silmesini dilemişti. Öfkeli ve kudurm uş denizin ağır ağır kasabaya yaklaştığını, her şeyin çözülüp yavaşça yok olduğunu, suların ölüleri m ezarlarından çıkardığını, evlerin ufalanıp yıkıldığını, arabaların azılı denize sürüklendiğini, sonunda o rtada bu m üth iş kaostan başka bir şey kalmadığını hayal etmişti.
Annesini gözünün önüne getirdi, şimdi mutfaktak i m asan ın başına o turm uş kendisine biraz daha çay hazırla ttırıyordu herhalde. Lily'nin, daha küçük bir kızken, canı ne isterse onu yapm an ın yolunu bulm uş olduğunu düşünü rdü Helen; Lily, canı kimi ya da neyi isterse ondan hoşlanırdı herhalde ve her istediğine peki denirdi. Yıllarca kimse onun la ta r t ışm am ış ya da onu du rdurm aya çalışmamıştı, şimdi de tam üç gündür Pau l ile Larry'ye basbayağı kaba davranıyor, düşmanlığını açıkça belli ediyordu. Eve döner dönmez, diye düşündü Helen, annem i kendine getireceğim, Pau l ile Larry'ye karşı kibar olmaya zorlayacağım onu, yan ında kimse yokken Declan'ı yalnız b ırakm ayan iki arkadaşı olarak görmesini isteyeceğim. Am a Lily'yi değiştirmeyi düşünm enin budalalık olduğunu Helen biliyordu; ne kadar bağırsa da, onu u tand ıracak şeyler söylese de bir yararı olmazdı. En iyisi annesini yalnız bırakm aktı, ona k a tlanm aya çalışıp uzak ta tu tm ak t ı , çünkü artık hiçbir şey onu değiştiremez ya da ıslah edemezdi. Çok geçti.
Helen, K eatinglerin evinin y ık ın tıla r ına göz gezdirdi. Sökülmüş duvar kâğıtlarına, döşeme ta h ta la r ına , rüzgâra ve denize açık kalmış yıkık odalara bakm ak için bir kez daha durdu. H erhangi bir şey için dua edebilmeyi istedi - Declan 'm iyileşmesi için ya da daha kötüleşmemesi için dua edebilirdi. Ama park edilmiş a raba la r ın a ras ından ve sonra da çayırlardan geçerken dua edemediğini anladı. Yalnızca dilekte bulunabilirdi; yol boyunca köye doğru yürürken, olacaklar geciktirilebilse ya da durduru- labilse diye yürekten yakardı.
Yürürken aklı hâ lâ annesindeydi; b irden son dört-beş gündür karşıs ında gördüğü Lily portresin in b ü tü n önyargılarını doğruladığının farkına vardı. Anlayış beklemekle ilgi istemenin o umarsız karışı-
mıydı bu tablo; kâh sıcak, kâh soğuk olabilme, insanı sevgiye boğup sonra da işim var diye sırtını dönme yeteneğiydi. Helen kireç ocağının y a n ından geçerken cenaze kalabalığının ü s tü n d en annesin in başını görür gibi oldu, sonra da onu C ush 'tak i mutfak m asasının başında o tu rurken gözünde canlandırdı; her iki tabloda da annesin in yüzünde bir keder ve çaresizlik, am a en çok da onu artık asla r a h a t bırakmayacak bir korku gördü.
Helen, annesin in yüzünde gördüğü bu korkuyu, kederi ve çaresizliği kendisinin hiçbir zam an ta tm a yacağını anladı. Babasının ö lüm ünü izleyen yıl içinde ne olursa olsun, hiçbir şeyi kendine dert e tm em eyi öğrenmişti. Şimdi de buna karşı koyuyordu işte: kendi içinde öldürmüş olduğu, annesin in içindense eksiksizce, en ufak bir pişmanlık göstermeden yüzeye çıkan bu şeye. Annesinin, kendi dışında herkese yönelttiğini gördüğü, herkesin içinde sergilediği, am a yalnızken pek göstermediği b ü tü n duyguları, şimdi C ush 'tak i m asan ın başında yeniden ortaya çıkmıştı. Ve Helen 'in , bu duyguların sahibiyle dost< olması isteniyordu.
H ugh olsaydı gülümser, her şeyi fazla ciddiye alıyorsun, derdi Helen'e. Ona kalırsa zam an her şeyin ilacıydı. Hugh onun annesiyle ve büyükannesiyle görüşmesini istiyordu, ancak bun u n , kendisinden ödün vermesi an lam ına gelmesini kabul etmiyordu. "Annenle konuş, ancak bunu yapabilirsin," diyordu.
H u g h 'n u n babası öldüğünde onlar evleneli bir yıldan fazla olmuştu. Helen, tanıdığı o kısa süre içinde H u g h 'n u n babasını sevmişti, çocuklarının -o sırada C a th a l 'a gebeydi- dedelerini tanıyam ayacak- la rm a da çok üzülm üştü. H u g h 'n u n babası, iriyarı, güler yüzlü, sevimli bir adamdı, naaşı evin holünde üstü açık bir tab u ta konulm uştu . Yüzünde tatlı , hu zurlu bir ifade vardı. H elen 'in kayınvalidesi tabu-
tu n y an ında oturm uş, a ra sıra dönüp kocasına bakıyordu ya da onun yüzüne dokunuyordu, sanki hayrand ı ona ya da o yüzde pek büyük b ir değişiklik olm adığına em in olmak istiyordu. H u g h 'n u n kız kardeşleriyle erkek kardeşleri hole girip çıkıyor, durup ta b u ta ya da b ab a la rın ın eline dokunuyorlard ı. H epsi de durup durup ağlıyor, sırayla yalnızca m um ların ayd ın lattığ ı b ab a la rın ın ta b u tu n u n y an ın d a oturuyorlardı; b ab a la rın ın cildi titre k ışık ta balm um u- na benziyordu, varlığı gitgide siliniyor, gölgelere karışıyordu.
H u g h 'n u n ailesinde hiç kimse H elen gibi bakm ıyordu olanlara. H e len 'in gözleri, h e r şeye göz kulak olan, h e r şeyi sanki kendi b aş la rın a gelmiyor- m uşçasm a ele a lan kuzenler, yeğenler, teyzeler, amcalar ya da kardeşler aradı. Ama bu cenazede H elen dışında böyle dav ranan yoktu; hepsi de kendileri olm aya verm işlerdi kend ilerin i, bu da H elen 'i şaşırttı ve etkiledi. Keşke ben de babam ın cenazesinde böyle olsaydım, dedi, keşke herkesi gözlemleyeceğime, ilk kez görüyorm uşçasına annem i inceleyeceğime, böyle olsaydım, dedi. B lackw ater'a giden yolda döner kavşaktan geçerken, babam ın ö lüm ünü izleyen günlerde onun yasını açıkça tu tm u ş olsaydım şimdi ne k adar farklı olurdum acaba, diye düşündü. Acaba daha m utlu olur m uydu?
Köyde, P au l'ü E tch ingham 'm pub'mm önünde buldu. Paul çok huzursuzdu.
"H astaneye telefon etsem iyi olur, diye düşündüm ," dedi, "ama konuşacak kimseyi bulam adım , bu yüzden Louise'i evinden aradım , am a o da dışarı çıkmış. H er an geri dönebilirm iş, am a çok kalm ayacakmış, bu yüzden aram ayı sürdürm eliym işim . Bir-iki geceliğine de olsa büyükannen in cep telefon u n u açık tu tm ası gerekecek."
"Declan gerçekten çok m u hasta?" diye sordu Helen.
"D aha akşam olm adan böyleyse geceleyin ishali a rtab ilir, ateşi yükselebilir ve baş ağrıları başlayabilir."
"Şimdi başı ağrıyor mu?""Başlıyor.""Ya ateşi kaç?""Şu anda 39 derece, akşam ın bu erken saati için
oldukça yüksek, vücudu su kaybetm iş olabilir.""Peki hastanede ne yapılabilir?""Baş ağrısı a rta rsa , hafif dozda morfin verebilir
ler, b ir de iğne yapabilirler, am a reçete yazması ya da iğneyi yapm ası için b ir doktora ihtiyaç var."
"Doktor gibi konuştun ," dedi Helen."D eclan 'm bu d u ru m u n a birkaç kez tan ık ol
dum , Louise'i de tan ıyorum ," dedi Paul.Bir süre sonra Louise'le bağlan tı kurdu Paul.
H elen onun kad ın la konuşm asını izledi, kaşların ı çatıyor, dinliyor, yine konuşuyordu. Sonunda telefonu k ap a ttı. "Saat onda geri dönecekm iş," dedi. "D urum kötüleşirse onu yine arayacağız. D eclan 'ı serin tu tm alıy ız . İshal Louise'i kaygılandırdı, daha önceki baş ağ rıların ın ne k adar kötü olduğunu da biliyor. O na ihtiyacım ız olursa saat onda telefon edeceğiz."
C ush 'a dönerken hiç konuşm adılar. Eve girer girmez D eclan 'm odasından sesler duydular. Paul H e len 'in y an ından geçip odaya gitti, yolunda gitm eyen bir şeyler olduğunu anlam ıştı.
H elen 'in annesiyle büyükannesi ya tağ ın yan ında dikiliyor, D eclan da, "Tam am , bir şey yok, iyiyim," diyordu.
"Ufak bir kaza geçirdi," dedi Larry, P au l'e , odadan çıkm aları için ona işaret etm işti. "Sanırım bütü n yatağı pisletm iş, kusm uş da."
Deniz Fenerindeki Işık 225/15
Paul ya tak odasına döndü. "Herkes dışarı çıksa iyi olacak," dedi. Bayan Devereux'ye, "Lütfen tem iz çarşaf getirebilir m isiniz?" diye sordu. Sonra Lily'ye dönüp duşu açm asını, suyun yeterince sıcak olmasına d ikkat etm esini söyledi. L arry 'den de bir leğen suyla sabun bulm asın ı istedi. Sesi sert, h a tta buyurgandı. "Odayı boşaltır mısınız? B urasın ın fazla kalabalık olmaması gerek."
Lily yerinden k ıp ırdam ayınca Paul ona çıkm asını işaret etti. "Biraz yalnız kalabilirsek gerçekten daha iyi olacak," dedi.
"Seninle d ışarıda konuşabilir miyim?" dedi Lily.
H elen onların peşinden m utfağa gitti."D aha sonra konuşsak?" dedi Paul."Benimle bu to n la konuşm aya kalkışmayın!" di
ye bağırdı Lily."D aha sonra konuşalım ," dedi P au l, sakince.
"Görülecek işim var."D eclan 'm odasına döndü, Larry su dolu bir le
ğenle P au l'ü bekliyordu. Bayan Devereux tem iz çarşafları getirm işti. Larry ü st k a ta çıkıp duşu açtı. H elen m utfak ta kaldı, cam dan dışarıyı seyrediyordu.
"Bu adam kendin i ne sanıyor!" dedi annesi.H elen içini çekti.Büyükannesi m utfağa gelip o turdu. "B ütün çar
şafları dışarıda bir kovaya koyduk. Paul, biraz suda d u rd u k ta n sonra onları yıkayacağını söyledi. Çok iyi biri değil mi?"
H elen büyükannesin in annesin i m ahsus kışkırttığ ın ı hissetti.
"Çarşafları a rab am ın bagajına koyarız, eve dönünce onları çam aşır m akinem e a tarım ," dedi Lily.
"Eh, şimdi bunu söyleyeceğine zam an ında yapsaydın ya," dedi Bayan Devereux.
H elen an n esin in m asan ın başında sessizce öfkelenm esini izlerken Pau l içeri girdi.
"Baş ağrısı artıyor," dedi Paul. "B edeninin susuz kalm am ası için çokça su içmesi gerek. Köydeyken keşke ona 7-Up alsaydım."
"Siz ne cüretle benim le öyle konuştunuz!" Lily ayağa kalkıp P a u l 'ü n karşısına dikildi. "Buradaki konum unuzun ne olduğunu sanıyorsunuz!"
"Bakın," dedi P au l, "odaya girer girmez Declan 'm d u ru m u n d an çok u tand ığ ım h issettim , yalnız kalm ası gerektiğine k a ra r verdim , siz odadan çıkarken geri dönm enizi istediğini de duym adım ."
"Bize kalırsa sizin b u rad a işiniz yok," dedi Lily.H elen sözünü kesmeye çalıştıysa da Lily devam
etti: "Belki de sizin ve arkadaşın ızın b u rad an çekip gitm e zam anı gelm iştir."
"Şimdi, hem en mi?" diye sordu P au l, sabırla. "Sırf siz istiyorsunuz diye mi?"
"M üm kün olduğunca çabuk, evet," dedi Lily."Sırf siz istiyorsunuz diye, öyle mi?" diye sordu
Paul bir kez daha."Eh, b u rad a o tu ran benim ," dedi Lily."Hayır, o turm uyorsun ," diye araya girdi Helen."Burası annem in evi," dedi Lily."Declan, Larry ile benim buraya gelmemizi iste
di," dedi Paul. "Biz ikimiz, Larry benden daha fazla, onun en güç zam an la rın d a y an ında olduk, ailesinden kim senin o rta lık ta görünm ediği zam anlarda."
"O rta lık ta yoktuk, çünkü bize bir şey söylenmedi, " dedi Lily.
"Acaba neden size hiçbir şey söylenmedi? Bize ayak bağı olacağınıza ve anlam sız ta r tışm a la ra gireceğinize belki bu konu üzerinde düşünseniz daha iyi olur," dedi Paul.
H elen onun çok ileri gittiğini hissetti, am a Paul, serinkanlılığını koruyor, kendini kontrol ediyor, söylediği her şeyi ta r ta ra k söylüyordu.
"Ben ayak bağı olm adım ," dedi Lily."Ama b an a öyle geldi," dedi Paul."Ben onun annesiyim!" diye bağırdı Lily.Pau l om uzlarını silkti. "Declan yetişk in biri, ba
şı m ü th iş ağrıyor, b ir şey içmeye ih tiyaç duyuyor ve bu tü r isteri k riz lerin in sırası değil."
"Gidecek misiniz?" diye sordu Lily."Beni dinleyin Bayan Breen," dedi P au l, "Dec
lan b u rad a olduğu sürece ben de b u rad a kalacağım , bunu kafanıza soksamz iyi olur, buradayım çünkü bunu o istedi, b u rad a olmamı isterken sizin hakk ınızda hiç de hoş olm ayan ve benim yinelem eyeceğim sözcükler ve ifadeler kullandı. Am a sizin için kaygılanıyor, sizi seviyor ve onayınızı istiyor. Aynı zam anda çok hasta. Bu nedenle kendinize acım akta n vazgeçin Bayan Breen. D eclan b u rad a kalıyor, ben de b u rada kalıyorum, Larry de b u rada kalıyor. Birimiz giderse hepim iz gideriz, b a n a inanm ıyorsanız D eclan 'a sorun."
"Hiç de hoş olm ayan derken neyi kastediyorsunuz?" diye sordu Lily.
"Declan neredeyse otuz yaşında ve bazı şeyleri size an la tm ay a korkuyor. T anrı aşkına!" dedi Paul. "Şimdi b u n la ra zam anım yok. Larry cep telefonu çalışabilecek mi, pili şarj olabilecek mi?"
Lily ağlam aya başlam ıştı, üst k a ta g itti. H elen m utfak tan çıktı, gidip D eclan 'm y a tağ ın ın üzerine oturdu.
"Ne oldu?" diye sordu Declan."Annem Paul ile ta r tış tı ," dedi Helen."H a ta etmiş. P au l ta r tışm a la rı hep kazanır, in
san ın ne söyleyeceğini önceden bilir," dedi Declan. E llerin i gözlerinin üzerine koydu, gerildi. "Ağrı dalga dalga geliyor," dedi, tuvalete gitm ek üzere yata k ta n kalktı. "Kendim i yine çok kötü hissediyorum."
H elen m erdivenin a lt başında büyükannesiyle karşılaştı.
"Biraz acım asızdı," dedi Helen."Ah, a n n en in bir şeyi yok," dedi büyükannesi.
"Ağlaya ağlaya düzelir. W exford'daki güzel evinden insan ları dışarı a tab ilir, am a b u rad an atam az. Zam anı gelince herkes kendi gider."
M utfağa döndüler, Larry cep telefonunu şarj etmeye çalışıyordu.
"Sizleri kırdıysam beni bağışlayın," dedi Paul."Ballyvalden'de biri vardı," dedi Bayan Deve-
reux, "sırtını sağlam a a lm adan kavgaya girm e, derdi. Lily de böyle yaptı."
"Birinizde to rn av id a ya da çakı var mı?" diye sordu Larry. "Şu prizi kontro l etm eliyim ."
Bayan D evereux elini ön lüğünün cebine a ttı. "Bende bir bıçak var."
"B üyükanne o bir sustalı!" dedi H elen.Bayan Devereux yaym a basınca su sta lın ın bıça
ğı açıldı. Tehlikeli b ir şeye benziyordu. Yaşlı kadın sustalıyı Larry'ye verdi.
"B üyükanne neden sustalı taşıyorsun?" diye sordu Helen.
"Helen, yalnız yaşayan, saldırıya uğrayan yaşlı in san la rla ilgili p rogram ları izledin mi bilm em . Bir a ra b u ra la rd a b u n d an başka bir şeyden söz edilmiyordu; K ehoeler evlerin in çevresinde neredeyse bir hendek kazdılar, B lackw ater'daki polisler de tan ık oldukları tu h a f şeyler yüzünden az kalsın ak ılların ı kaçırm ak üzerelerdi, in sa n la r ban a kendim i nasıl koruduğum u soruyorlardı. H uzurum yoktu ve ta h m in edebileceğin gibi, Lily sabah akşam buraya geliyor, alarm sistem lerin i ta n ı ta n b roşürler getiriyordu. Ç ıldıracaktım . A m a ben televizyonda bunu gör-
\
m üştüm -sustalıyı işaret e tti- , gözüme s ilah tan daha iyi bir şey gibi göründü. Kalkıp Wexford'a gittim , Parle T optancısı'nda Bay Parle 'ye bunu sordum , bana bun ları stok larında b u lu n d u rm ad ık la rını söyledi. Çok tehlikeliym işler, W exford'da kimse b un ları stokta tu tm azm ış. Ben de ona neden sustalı istediğimi an la ttım . Sanırım bunu to ru n u m ya da yeğenim için arm ağan olarak alm ak istediğim i sanm ıştı. Ama ona açıklayınca yüzü değişti, benim için bir tan e sipariş vereceğini söyledi, susta lıların biçim leri ve boyutları hak k ın d a konuştuk onunla. K endim i savunm ak istem em konusunda ban a hak verdi. Sustalılar h ak k ın d a pek çok şey biliyordu. Birkaç hafta sonra P a rle 'n in d ükkân ına gittim , yepyeni pırıl pırıl sustalı beni bekliyordu."
"Ama büyükanne," dedi H elen, "sen bunu kullanabilir inisin?"
"K ullanm ak mı Helen? Yayına basm ak yetiyor."
"Peki ya eve biri saldırırsa?" diye sordu Helen."Onu bıçaklarım Helen. Onu p aram p arça ede
rim ," dedi büyükannesi."Vay canına, bu işi gerçekten yapacak gibisi
niz," dedi Larry."Hepimiz sizden ders almalıyız Bayan Deve-
reux," dedi Paul. "İyi ki buraya zorla girmeye kalkışm adım . "
"D eclan'm bu susta lıdan haberi var mı?" diye sordu Larry.
"Yok," dedi Bayan Devereux."Gidip ona an latay ım . Bu pil de yarım saate ka
dar dolar."Larry kapıda Lily ile çarpıştı. Lily m utfağın
öbür ucundaki Paul'e , "Declan sizin onun en iyi arkadaşı olduğunuzu, size kaba davranm am am ı söyledi, ben de onun isteğini yerine getireceğim," dedi. .
"Aslında en iyi arkadaşı benim ," dedi Larry."Aslında siz küçük bir köpek yavrususunuz,"
dedi Bayan Devereux, gülüm süyordu."Tam am , sizi anlıyorum , b e n d e üzgünüm ," dedi
Paul, Lily'ye."Declan lavaboya kusup duruyor," dedi Lily.
"Baş ağrısın ın a rttığ ın ı söylüyor, şimdi yine banyoda."
"Saat kaç oldu?" diye sordu Paul."Saat dokuz," dedi Helen."Saat onda Louise'i cep te lefonundan arayaca
ğız," dedi Paul.
Akşam yemeği yen irken sırayla D eclan 'm yan ın d a nöbet tu ttu la r . D eclan d u rm ad an banyoya gidip geliyordu.
Saat ona çeyrek kala Paul cep telefonunun çalışıp çalışm adığına bak tı. Louise ihtiyaç duyarsa arayabilsin diye Bayan Devereux'ye, B lackw ater'daki dok to runun adını ve telefonunu sordu.
"D urun hele bakalım ," dedi Bayan Devereux. "Yıllardır yaşlı doktor F ren ch 'in hastasıydım , şimdi oğluna da gidiyorum, benim hakk ım da kendi bildiğim den fazlasını b ilir onlar, A llah selam et versin ikisi de kocakarı gibi m eraklıd ırlar. H akk ım da daha fazla bir şey öğrenm elerini istem iyorum ."
"Tam am da," dedi Paul, "başka b ir doktor bulabilm em iz için telefon rehberiniz de yok, m eslekler rehberi de."
Paul, B ilinm eyen N u m a ra la r Servisi'ni arayarak B lackw ater'm kuzeyindeki K ilm uckridge 'in polis m erkezinin telefonunu öğrendi; telefona çıkan polis, P au l'e iki p ratisyen hekim in telefonunu verdi, o gece nöbetçi olan doktorun n um arasın ı da.
"Amma da beceriklisin," dedi H elen, P a u re .Paul, Louise'e. telefon etti, eve dönünce cep tele
fonunu aram ası için mesaj b ırak tı. Bayan Devereux herkese çay koyarken H elen annesin in P au l'e gülümsemeye çalıştığını fark etti.
Cep telefonu tiz bir sesle çalm aya başlayınca iki kedi tüned ik le ri yerden fırladılar, dolabın üst raflarında d u ran tabak çanağı yere düşürdüler, hepsi yere çarpıp param parça oldu; kediler odanın öteki ucuna koştular, Bayan D evereux 'nun bağırışları a rasında kapıdan dışarı kaçtılar. "Ev başım ıza yıkılacak, " dedi Bayan Devereux.
Paul telefonu hole gö türürken Lily annesin i yatış tırm aya çalıştı. H elen de yerdeki kırık çanak çömleği toplam aya başladı.
Lily annesini zorla yerine o tu rtm uştu ; "Kediler sessiz bir yaşam sürmeye alışkınlar," dedi Bayan Devereux. "Bardağı ta ş ıran dam la olmuş olmalı. E lektrik li m ikser aldığım da da aynı şey olmuştu, iki m etre havaya sıçram ışlardı, ikisi de, am a o zam an bir şey kırm am ışlardı. Tam iki gün eve girm ek istem em işlerdi."
M utfağın dört bir yan ına saçılmış olan kırıkların büyük bölüm ü toplanıp süpürü ldük ten sonra Paul içeri girdi ve K ilm uckridge'den D oktor Kirwan ad ında b irin in geleceğini bildirdi; Louise onunla konuşm uştu , doktor ne yapılacağını biliyordu, içlerinden b irin in Wexford'a, nöbetçi eczaneye gidip Declan için düşük dozda morfin alması gerekecekti.
Larry, D eclan 'm odasından geldiğinde Paul ona neler olduğunu an la ttı.
"O tab ak lard an biri bana neredeyse altm ış yıl önce düğün hediyesi olarak gelen yemek tak ım ın ın bir parçasıydı," dedi Bayan Devereux.
"Bu kediler beş p a ra etmez," dedi Larry. "Yakalarsak boğalım onları."
"Küçük köpek yavrusu, seni tan ım layacak en iyi sözcük bu," dedi Bayan Devereux.
"İki kedi böyle dolabın ü stü n d e d u ru r mu zaten ," dedi Larry. "Er geç her şeyi kırıp dökeceklerdi."
"Bence onlar bu kalabalık tan hoşlanm adılar," dedi Bayan Devereux. "Şu berbat telefon bir kez daha çalarsa neler olur bilmem."
"İki haşlanm ış kedi, G arre t ile C harlie," dedi Larry. "O lanları kaçırdığım a çok bozuldum ."
D oktor geldiğinde D eclan banyodaydı. Ağır ağır alt k a ta indi, üzerinde paçalı don ve bir tişö rt vardı. H e len 'in gözüne inanılm az derecede zayıf göründü. D oktor onunla birlik te ya tak odasına gitti; ötekiler yemek odasında ya da m utfak ta kaldılar. Helen, an nesin in ü stü n ü değiştirm iş olduğunu gördü. Büyükannesi doktoru karşılam ak üzere ön kapıya gelmeyip m utfak ta kalınca H elen onun doktora görünm ek ya da ta n ın m a k istem ediğini anladı.
D oktor D eclan'ı m uayene e ttik te n sonra yemek odasındaki m asan ın başında dikilip reçete yazdı. Başını çevreleyen karm akarışık saçları kötü tıraş edilm işti. Sanki biri adam ın başın ın çevresine bir çanak tu tu p m akasla işe girişmişti. H elen, P au l'ü n de aynı şeye baktığını gördü.
"Bağırsaklarını bir süre düzene sokacak bir iğne yazdım ona. Bolca sıvı alm ası gerek. Bu reçete m orfin içindir. Eve dönünce eczacıya telefon edeceğim, morfini hazırlayacak. Eczane Wexford Kasabas ın d ak i lim anda, İrlanda B ankası'nm hem en yanında. "
"Burası pek uzakm ış," dedi doktor, Lily ona parasın ı öderken.
"Geldiğiniz için teşekkü r ederiz," dedi Lily.D oktor arabasın ın m oto runu çalıştırır çalıştır
maz P au l ile Larry, onun saçını an la tm ak için Dec- la n 'in odasına koştular.
"Onca pa ra kazand ığ ına göre doğru dürüst bir tıra ş olsa ya," dedi Larry. "Ben o rta lık ta böyle do- laşsaydım herkes ban a gülerdi, am a o doktor olduğu için kim se bir şey demiyor."
Bayan Devereux ya tak odasına geldi."Ben onun babasını tan ırd ım , yaşlı Breezy Kir-
w an 'i," dedi. "Çok hoş b iridir. Annesi de hoştur, Ou- la rtlı G eth ings ailesinden. O ğlunun da buraya döndüğünü bilm iyordum ."
"Babasının saçı da böyle mi?" diye sordu Larry. Bayan Devereux'ye dok torun saçını ta r if etti.
"Aman, kesin şu saç konusunu. Bence evlenmek için p a ra b irik tiriyor o, iyi de bir örnek oluyor, keşke başkaları da onun gibi yapsa."
D eclan sakinleşm işti. Larry ile Paul, hap la rı alm ak üzere Wexford'a g ittiler. Bayan Devereux evin önüne çıktı, alçak sesle kedileri çağırm aya koyuldu. Lily ile H elen de ya tak odasında o tu rdu lar; Lily D eclan 'm a ln ın a bir paket donm uş bezelye koydu. "Bu ağrını bir süre hafifletir," dedi. D eclan 'm yastığını düzeltip saçlarını geriye a ttı.
H elen D eclan 'm odasında huzursuz olm uştu; annesi hâ lâ kendisiyle konuşm uyordu. H elen orada değilmiş gibi D eclan 'la konuşm aya başlam ıştı.
"H elen, baban hasta land ığ ında seni ve onu terk ettiğ im i söylüyor." K onuşurken L ily 'nin sesi yum uşak ve tatlıyd ı, sanki o ikisi hâ lâ çocuktu ve yatm adan önce onlara hoş bir m asal an latıyordu . "Ben hep m ektup yazıyordum," dedi, "büyükanneniz de
sizi ziyaret edersem h u zu ru n u zu n kaçacağını, bu rada m utlu olduğunuzu, düzeninizin bozulm am asınm daha iyi olacağını, ben gelirsem sizi yeni b aştan sakinleştirm esi gerekeceğini söylüyordu. İşte bu yüzden gelip sizi görmedim. O na sorabilirsiniz, size anlatır. Ben gelmek istiyordum , babanız da gelmemi istiyordu, bir günlüğüne bile olsa; am a büyükanneniz bunu, yani benim gelm emi sonra da gitm em i kaldıram ayacağınızı söylüyordu. D uygularınız altü s t olacaktı."
Lily ağlam ak üzereydi, am a H elen D eclan 'm gözlerini annesine dikm iş olduğunu gördü, kardeşin in bakışları sertti. O nun annelerine inan ıp in an m adığını m erak e tti H elen. Kendisi inanm ıyordu.
"N eden cenaze tö ren i sırasında beni B yrnelarm evinde b ırak tın ve hiç gelip görmedin?" diye sordu Declan.
"O zam an herkes bunu öğütlem işti bana; baban ın ölüm ünü kavrayam ayacak kadar küçük olduğunu söylemişlerdi, ta b u tu ve m ezarı da göremeyecek yaştaydın. Ve Declan, o günlerde seni görseydim perişan olurdum , perişan olurdum ." Ağlıyordu, D eclan yum uşadı, onun elini tu ttu . "Declan, H elen, başka b ir şey yapam azdım ," dedi Lily. D aha da sesli ağlıyordu şimdi.
H elen büyükannesin in odaya girdiğini fark etm edi. Onu gördüğünde büyükannesi Lily'ye sarılmış, iki yana sallıyordu.
"Bu gözyaşları akacak Lily," dedi ona. "Bu gözyaşları akacak, yapacak bir şeyimiz de yok."
H ap lar etkisini hem en göstermedi. Sabaha karşı birle iki a rasında D eclan 'm ağrıları dayanılm az b ir hal aldı. H elen, Lily, Paul ve Larry k a ra n lık ta
sırayla D eclan 'm y an ın d a o tu rdu lar, am a ona ne dokunabiliyor ne de o nun la konuşabiliyorlardı.
Saat ü ç ten sonra D eclan 'm ağrısı hafiflemeye başladı. Bir uyku hapı, bir de Xanax aldı ve eğer şansım varsa sabaha k adar uyuyabilirim , dedi.
H elen yatağ ına ya ttığ ın d a H ugh ile oğlanları ve D onegal'den söylenen avutucu sözleri düşündü. C athal ile M anus iyiydiler; anne le rin in yokluğunu fark etm iyorlardı, iyi vak it geçiriyorlardı. H elen, ya ta ğında yatarken , oğ lan lardan biri ya da h e r ikisi kendisini çok kötü hissetse, beni özlese, am a duyguların ı gizlemeyi, belli etm em eyi öğrenm iş olsa, ya- km m asa, ben nereden bileceğim, diye düşündü. M anus nasıl yakınacağını bilirdi herhalde, am a C athal bilmezdi. O sabah telefonda bir şey söylemediği gibi o zam an da söylemezdi. H elen H ugh 'yu düşündü, onun ne kadar yum uşak başlı ve güvenilir olduğunu, kendisin in ve oğlan ların onu ne k adar sevdiğini. G ecenin içinde, o rada ya ta rken , bir an H u g h 'n u n aşk ın ın ateşini h issetti, yaşad ık ların ın h içb irin in çocuklarına yansım ayacağına em in oldu. C athal ile M an u s 'u n kend ilerin i h a y a tta daha güvende hissetm eleri, büyükannesin in evindeki gelgitlerin hiçbirinden etk ilenm em eleri için çok daha iyi düşünm eye, daha dikkatli olm aya k a ra r verdi. Yan dönüp uyum aya çalışırken, kendisine yakın olan herkesin, bu karm akarışık , çözülemeyen ilişkilere k a tla n m a yı ve onlarla baş etm eyi çoktandır öğrenm iş olması gerektiğini anladı. Y um rukların ı sıktı, çocuklarını korum ak için elinden geleni yapacağına yem in etti.
SEKİZ
H elen bağ ırışlara ve k a h k a h a la ra uyandığ ında saat dokuzu geçmişti. Kulak verince b ir a raban ın m o to ru n u n çalıştığını duydu, başka sesler de vardı. A nnesin in m erdivenden indiğini ve b ir şeyler bağırdığını duydu. Acaba kediler geri mi döndüler, diye düşündü ya da sabah güneş doğunca ek b in a la rd an b irin in dam ında mı ortaya çıkm ışlardı? M otor sesi yeniden duyuldu, sanki biri arabayı ça lış tırm ak ta güçlük çekiyordu.
K alk ınca gidip D eclan 'm odasına göz a ttı, am a y a tak boştu. Yemek odasının penceresinden bakınca evin önünde neler olduğunu gördü. B üyükannesi L arry 'n in arabasın ı ku llanm aya çalışıyordu; Larry ön k o ltu k ta ona araba kullanm ayı öğretiyordu. Büyükannesi m arşa basıyor, m otoru çalıştırıyor, vitese tak ıyor ve ansızın sarsılarak h a re k e t ettiriyordu arabayı, sonra da m otor duruyordu.
D eclan ile Paul sabah güneşinde o tu rm uş onları seyrediyorlar, k a h k ah a la r atıp el çırpıyorlardı. Lily ön kapıdaydı, H elen de onun y an m a gitti.
"Arabayı bir yere toslayacak, sonra da suçu başkasına atacak," dedi Lily.
"Pek uzağa gidemez," dedi H elen.Bu kez, Bayan Devereux, arabayı du rd u rm ad an
yavaşça bahçe kapısına doğru götürm eyi başarm ış-
ti. Cam ı açıp, "Lily, Paul, H elen," diye seslendi, "arabaların ızı alıp yola çıkarın . B urada kıpırdayacak yer yok."
"K ıpırdam aya korkuyoruz. Hepim izi öldürürsün!" dedi Lily.
"H elen, haydi çabuk ol!" diye seslendi büyükannesi.
Larry vitesleri b ir kez daha an la tırk e n büyükan n e onu dikkatle dinliyordu. H elen, büyükannesin in sabırsız bakışları a ltın d a D eclan 'm arabasını döndürdü , Lily ile Paul de onu izlediler.
H elen eve girerken büyükannesi, "Helen, to puksuz ayakkabılarım !" diye bağırdı. "Holdeler."
H elen holde b ir çift topuksuz ayakkabı buldu, alıp bahçeye çıkardı. B üyükannesi ayağındaki ayakkabıları çıkarm ıştı bile, onları H e len 'in eline tu tu ş tu rd u , sonra hem en Larry'ye dönüp vites kolu h ak k ın d a bir şey sordu.
"Haydi büyükanne!" diye bağırdı Declan. Sıska bacak ların ı b irb irine dolam ıştı.
H erkesin bakışları a ltında Bayan D evereux arabayı yeniden çalıştırdı. Vites değiştirip ayağını frenden çekti. Arabayı ha reke t e ttird i, sonunda araba sarsılm aya başladı. "Şimdi ne yapacağım ?" diye bağırdı Larry'ye.
"G öster büyükanne, göster!" diye bağırdı Declan.
A raba stop etti. B üyükanne dudak ların ı sıktı, gözlerini karşıya dikti. Sonra a rab an ın kapısını açtı, kendisini seyredenlere döndü. "Hepiniz içeri girin bakayım! H epiniz böyle beni seyrederseniz hiçbir şey öğrenem em . Hiç kimse böyle öğrenemez."
"Bu öğrenm e işini ciddiye alıyor," dedi Helen. "Ben şaka sanm ıştım ."
"A rsalardan gelen parayı eline geçirdi geçireli kafayı ü şü ttü ," dedi Lily. "Ü şüttü! Kış gelince gör
sen onu, su ra tın ı asar, kimseyle konuşm az, Peder O 'Brien da geçen yıl yaptığı gibi ban a telefon eder, annem in aynı günde ikinci kez elinde bir fileyle B lackw ater'a y ü rü rk en görüldüğünü söyler; karşılaştığı in san la rla da konuşm az."
"Ciddi misin?" diye sordu Helen."Üşütm üş!" dedi Lily yine. "S ta tia diye bir kız
kardeşi vardı, sen çok küçük tün , ha tırlam azsın . Bir N oel'de beni onun yanm a, Bree'ye gönderm işti. Berb a t günler geçirdim orada. O da kafadan çatlak tı. O ailede herkes kafadan ça tlak tı. Bu yüzden onu bu rada bir başına bırakıyorum diye beni suçlam a, elimden bir şey gelmez."
"Ben seni suçlam ıyorum ," dedi Helen."O zam an dün yaptığ ın neydi peki?" diye sordu
annesi.
D eclan yatağ ına dönm üştü. Paul, Lily ve H elen b irlik te kahvaltı ederlerken Larry ile Bayan Deve- reux direksiyon dersine devam ettiler.
"D eclan'a," dedi P au l, "bugün St. Jam es H asta- nesi'ne geri dönmesi gerektiğini söyledim, am a kendini şimdiki gibi iyi hissederse b u rad a kalacağını söyledi. D eclan 'ın m idesi Louise'i kaygılandırıyor; pek çok şeye işaret edebilir bu durum ; hangisi olursa olsun tedavi edilmesi gerekir, am a önce birçok te s tte n geçirilmesi şart."
"Testleri bugün yapabilirler mi?" diye sordu Lily, kibarca.
"Hayır, am a sabah erkenden başlayabilirler. Louise artık belirtileri örtbas etm ek istemiyor, bu yüzden sorunu ne olduğunu bilm eden tedavi etm eyecek. "
"Yani tedavi için hap mı verecek?" diye sordu Lily.
"Evet," dedi Paul.P au l ile Lily m asan ın iki ucundan b irb irlerine
b a k tıla r ve keyifsizce başların ı salladılar. K onuşm a sürerken H elen yeniden çay hazırladı. Bir süre sonra Larry ile Bayan D evereux de m utfağa geldiler.
"Kafamı k a rış tıran şu birinci vites," diyordu Bayan Devereux.
"İkinci ya da üçüncü vites de karıştırab ilir, hiç şaşırm am ," dedi Lily.
"Yo, Bayan Breen," dedi Larry, "çok iş var onda. Babam annem e a rab a kullanm asın ı daha geçen yıl öğretti."
"Geçici sürücü belgesi a lm an gerekecek," dedi Helen.
"E lbette, H elen, bu sorun değil," dedi büyükannesi. "Ben sana The B allagh 'dan K itty W alsh'm geçen yıl ne yaptığ ın ı an la tm ad ım mı? H em öyle kör ki b u rn u n u n ucu n u bile göremiyor, yalanım yok. Gözcüye randevusundan b ir gün önce gitm iş, gözlük çerçevelerine bakacağını söylemiş -b an a b u n ları kız kardeşi W innie a n la t tı - , kapı açıkken b ü tü n harflere iyice bakm ış, h an i şu doktorun okuttuğu harflere. H arfleri bir kâğıda yazmış, eve gidip hepsini ezberlem iş. E rtesi gün gözcü ona iltifa tlar etm iş görebildiği için; oysa dok tora ödediği p a ra n ın rengini bile seçemiyormuş. Şimdi de o rta lık ta M azda'sıyla deli gibi cirit atıyor. O nun geldiğini görürsen kendin i k en a ra at. K ırmızı b ir M azda."
"Biri onu ihbar etm eli," dedi Lily."Bana b un ları W innie an la ttı , b u n u n korkunç
bir şey olduğunu söylüyor. Ama K itty laf anlam az ki. A nneleri yaşlı cad ın ın biriydi, doksan yaşm a kadar yaşadı. K itty çok şeye katland ı, annesi ölür ölmez de araba aldı, başka bir şey ona u n u ttu ra m a z d ı o lanları. O nun için sakın yoluna çıkmayın!"
Saat on b ire çeyrek kala Bayan Devereux, H elen, Lily ve P au l, saat on birdeki ayin için Blackwa- te r 'a gittiler.
"Ayinden sonra doğruca arabaya döneceksiniz," dedi Bayan Devereux. "Kırtasiyecide oyalanm anızı ya da onun la b u n u n la konuşm anızı istem iyorum ."
H elen on yıldan fazladır, pansiyonda son çalıştığı yazdan bu yana, B lackw ater'da ayine katılm am ıştı. Saat on b ir ayinindeki gö rün tü ak lından çıkmıştı: B aşlarında eşarpları, şalları ya da süslü şapkalarıy la k ad ın la r kilisenin bir tara fında , tak ım elbiseli erkekler - h a t ta delikanlılar bile tak ım elbise giyerlerdi- öbür ta ra fın d a du ru rla rd ı; b ü tü n yüzlerde huşu ve huzursuzluk okunurdu, herkes sessizce çevresini gözlerdi, h e r şey iddiasız ve demode görünürdü . Y abancılar dışında oradaki saygı havasını ve uyum u bozan olmazdı, bun lar D ub lin 'den ya da kasaba lardan gelirlerdi, kiliseye girerler, b ü tü n aile bir a rad a o tu ru rla rd ı, üstlerinde yazlık k ılıklar olurdu.
Ayin başladığında, Helen yanı başındaki P au l'ün dua ettiğ in i fark e tti; y an ıtla rı şaşırm adan, yüksek sesle veriyordu. B üyükannesi, annesi ve Paul ko- m ünyona g ittiler, am a H elen a rkasına yaslandı, ko- m ünyona k a tıla n la rın kendilerin i e ttik le ri duaya vererek, başların ı öne eğerek kilisenin içinden geçm elerin i izledi. P a u l'ü n çok iddiasız giyinm iş olduğunun fark ına vardı, o yöreden bir çiftçinin oğlu sanabilirlerd i onu, top lum un orta direğiydi sanki.
Ayin b ite r bitm ez büyükannesi dirseğiyle H elen 'i d ü rttü . "Haydi yürü, kalabalık boşalm adan acele edelim."
H elen ile büyükannesi kiliseden çıkan ların oluşturduğu kuyruğa katılırla rken , yarım yam alak tan ıd ığ ı in san la r H elen 'e gülüm sediler. Keşke büyükannem ve annem gibi başım a b ir şey örtseydim,
Deniz Fenerindeki Işık 241/16
diye düşündü H elen. N edense göze ba ttığ ın ı hissetti, sanki başı açık gelmekle ve kom ünyona katılm am akla b ir mesaj verm eye çalışıyordu. K ilisenin kap ısına u laşır ulaşm az büyükannesi bileğine yapıştı ve H e len 'in d ikkatin i çeken kimse olm asın diye te laşlı telaşlı konuşm aya başladı. Lily önden yürüm üştü , Paul ise hem en arkalarm daydı.
A rabaya bindik lerinde, "Y anlarından geçip gittiğim iz için," dedi Bayan Devereux, "herkes köpürecek. B ü tün yıl su ra tım a bakm ayan insan la r, şimdi y an ım da Lily ile H elen 'i görünce ellerinden gelse beni y an la rın d a alıkoyarlardı. H elen, P au l'ü de sen in kocan sanacaklar. Ne de efendi biriyle evlenmiş diyecekler. Senin h akk ında ne söyleyeceklerini bilem em Lily."
"Eh, şu rah ip senin canını epeyce sıkabilir. Adı h e r neyse," dedi Lily.
"Arabayı çalıştır," dedi Bayan Devereux, Paul'e, "ve hem en sür. Bize yol verm ek zorundalar."
"Kendi a raban olunca yol verm ek nasıl olur öğren irsin büyükanne," dedi Helen.
"Önce iyice çalışm am gerek," dedi büyükannesi.Eve döndüklerinde D eclan 'la L arry 'n in sahile
gitm ek için her şeyi hazırlam ış o ldukların ı gördüler. Am a Bayan Devereux gitm ek istem edi, y ıllardır oraya inm ediğini, b ir inerse bir dah a yukarı çıkam ayacağını ileri sürdü. "Hem," dedi, "orada kimbi- lir k im ler vardır, insan ları dinlem ek canım ı sıkabilir."
Declan, şortu, sandaletleri ve tişö rtü içinde incecik ve bembeyaz görünüyordu. L ily 'n in elindeki sepette bir term os çay, sandviçler ve bisküviler vardı. Yola ç ıkarlarken Bayan D evereux 'nun kedilere seslendiğini duydular, onları kand ırıp eve getirm eye çabalıyordu, am a kediler ortaya çıkm adılar.
Birkaç gündür kay a lık tan kopan çam ur ve kireçtaşı karışım ı iri p a rça la r sahile yuvarlanm ıştı, deniz kıyıya vurup bu kaya p a rça la rın ı yaladıkça ta ş la r çözülecekti. Üç-beş gün sonra da geride taşla rd an başka b ir şey kalm ayacak tı, sonunda onlar da, ya da bir kısmı, kışın ve ilkbaharda denize sürüklenecekler ya da k u m lara göm üleceklerdi.
Lily iri kaya p a rç a la r ın d a n b irin in a rkasına geçip eski m oda bir mayo giydi, onu evin bir yerinde bulm uş olmalıydı. Sahilin aşağı ta ra fında birkaç aile daha vardı, am a oldukça uzaktaydılar. H elen yere b ir kilim serdi, D eclan da üzerine uzandı, am a annesi birkaç ad ım da sahili aşıp suya girerken doğru lup oturdu, Lily durup dua ederken ve hiç duraksam adan yüzmeye başla rken onu seyretti.
"Annen çok yürekli b ir kadın," dedi Larry."Paul'de kendi dengini buldu," dedi Declan.
"Paul herkesin an nesin in içine T an rı korkusunu salabilir."
"Beni ra h a t b ıraksanıza. Sözüm m eclisten dışarı H elen, şu Declan piçi beni b ü tü n gece uyutm adı." Pau l, D eclan 'a gülümsedi.
"H elen bu rada olmasaydı P au l'ü gıdıklardık," dedi Declan. "Onu g ıdıklarsan bam başka biri oluyor."
"P au l'ü n gıdık lanm asın ı görmeyi çok isterdim ," dedi Helen. "Ama annem dönene kadar beklesek daha iyi olur."
M ayosunu önceden giymiş olan Paul ayağa kalk tı, kum salı geçip denize girdi. Soğuk su baldırla rın a kadar yükselince durdu , dalga vurdukça kaçm ak için zıplam aya başladı. Sonunda Larry ile Declan 'm yüreklendirici bağ ırm aları a rasında açıldı. H elen de ona katıldı; epeyce aç ıld ık tan sonra, bir y andan üşüm em ek için sürekli h a rek e t ederken bir y andan da şo rtunu h â lâ ç ıkarm am ış olan D eclan 'm ,
y an ında Larry ile sahilde dolaşm asını seyretti. Dokto rla rın göğsüne soktukları tüp yüzünden D eclan 'm yüzemeyeceğini biliyordu.
G üneş çekilip sahile gölgeler inince Larry, Paul ve Declan eve döndüler, H elen 'i annesiyle baş başa b ırak tıla r. Hava h â lâ ılık ve bulutsuzdu, yalnızca uzak ta , ufukta birkaç bu lu t vardı. İki kadın mayoların ı çıkarıp günlük giysilerini s ır tla rın a geçirdikten sonra bir süre k ilim in üzerinde hiç konuşm adan y a ttıla r. Biraz sonra, H elen 'in içi geçmek üzereydi ki Lily konuşm aya başladı.
"D eclan'm daha fazla dayanacağını sanmıyorum ," dedi. "Ne tuhaf, hepim iz bu şoku hazm ettik , h a t ta a rtık alıştık bile. Yaşam ın bir parçası bu. Bazen Declan babanı andırıyor, yüzünün bir ifadesinden ya da dönüş biçim inden öyle geliyor bana."
"Babam ölmeden önce zayıf mıydı?" diye sordu Helen.
"Göze çarpacak kadar değildi, yo. Declan gibi değildi. Ama yatağın içinde o turup gülmesi, konuşm ası D eclan 'a benziyordu, aslında gülmesi değil de konuşm ası. Ye elbette o kadar h asta olduğunu da bilm iyordu baban."
"Ama sen biliyordun?"'Yo, aslında ben de bilm iyordum . Herkes bana
söylendiğini sanmış, am a hiç kimse söylemedi; am eliy a ttan sonra cerrah beni görmek isteyince ofisine gittim , am a onu bulam adım , bir tü rlü bulam adım . Ben de vazgeçtim. Baban hastanede farklıydı. Buralılar gibiydi, fazla konuşm azdı, başkala rın ın konuşm asını beklerdi, am a in san la rla b irlik te olmayı severdi, onları dinlerdi ve hiç yalnız kalm azdı. H asta neyi ıssız bulurdu, am a onun için yeni bir dünyaydı orası, her şeye dikkat eder, herkesi h a tır la rd ı, ben hastaneye gittiğim de b an a gece olup b iten her şeyi an la tırd ı. Ben kuzenim P at Bolger'in evinde kalı
yordum, eve bir sürü insan gelip gidiyordu; benim de babana an la tacak haberlerim oluyordu; babanla b irlik te gazete okur, konuşurduk. K arşıki ya tak tak i adam, bu k adar çok konuşan in san la r görmedim hiç, derdi. H er şeyi p lan lard ık , daha sonra neler yapacağımızı.
"M üm kün olursa bir çocuğumuz dah a olsun istiyorduk," diye devam etti H elen 'in annesi, "h a tta iki çocuk, ikinci b ir aile k u ra r gibi; babanı iyileştirdiği için T anrı'ya teşekkür amacıyla. Bir oğlumuz ve bir kızımız daha olsun diyorduk ya da önce kız sonra oğlan. H er şeyi ince ince planlıyorduk, onun la yıllard ır evli olm am a karşın onun h akk ında pek çok şey öğrendim. O rada kendim ize küçük bir dünya kurm uştuk . B abanın yatağı pencerenin yan ında, köşedeydi, hem şireler girip çıkıyor, doktorlar girip çıkıyor, bense on lara h içbir soru sorm uyordum . Belki baban ın h asta olduğunu bildiğim den soru sorm akta n kaçm ıyordum , am a aslında bilm iyordum ; bir gün hem şirelerin baban ın yanındaki işlerini b itirm elerin i bekleyerek koridorda bir aşağı bir yukarı yürüyordum ki rah ibelerden biri yan ım a geldi ve kendisiyle b irlik te şapele gidip dua etm ek isteyip istem ediğim i sordu. Rahibe orada m um lar yaktı, dizlerim izin üzerine çöktük.
"'M eryem A na'ya dua edeceğiz,' dedi, 'm utlu ve huzur içinde ölsün diye.' N 'apayım , ben de onunla b irlik te dua ettim , benim elimi tu ttu , bense onun beni başka biriyle karıştırd ığ ın ı sanıyordum . Sakin görünüm lü, kendi halinde, yaşlı bir kadındı, hasta neye gelir gelmez fark etm iştim onu, o da beni fark etm işti; onun bir h a ta yapm adığını biliyordum , yine de sordum yanılıp yanılm adığım . Beni dan ışm ana götürdü, danışm an kibirli, kaba adam ın biriydi, bana ayıracak zam anı da yoktu. Sonra baban ın yanm a dönm ek ve hiçbir şey yokm uş gibi davranm ak zo-
randa kaldım . O na bir iğne yapm ışlardı, o iğneden sonra iyice güçten düştü, iki gün içinde de öldü; o öldük ten sonra, eğer o rahibe olmasaydı ne yapardım bilmem.
"Babanı bırakam ıyordum . Perdeleri kapayıp beni onun la yalnız b ırakm aların ı istedim , am a durm adan içeri girip gitm em gerektiğini söylüyorlardı. Onu bir daha görmeyeceğimi biliyordum . Rahibe beni alıp yine şapele götürdü, orada baban için dua ettim , am a dua etm ek b ir işe yaram adı, o gün öyle bir karan lığa düştüm ki böyle bir şey olabileceğini hiç bilmezdim."
"Babam ın çok h as ta olduğunu büyükannem e önceden haber verm iş miydin?"
"Eh, hasta olduğunu biliyordu.""Ölmekte olduğunu biliyor muydu?""Ben de bilm iyordum ki. Öğrendiğim anda bü
yükannene de b ild irird im herhalde ya da ertesi gün. H er şeyi P a t Bolger'e havale etm iştim . Ama babanız bir-iki gün içinde öldü. Çok gençti, yeni bir hay ata başlam aya hazırdı, eve dönmeyi dört gözle bekliyordu. O benim hayatım ın ışığıydı, seni ve Dec- lan 'ı da çok seviyordu. Sizleri gözünün önünden ayırm ak istemezdi. Am a artık buz gibi olm uştu, yok olm uştu.
"Onun cansız bedenini koğuştan çıkard ık ların da kilisede bir yem in ettim , Declan ile senin için elim den geleni yapacağım a, baban yan ım da olsaydı ikimiz b irlik te nasıl davranacaksak öyle davranm aya çalışacağım a kendi kendim e söz verdim . E lim den geleni yapacağım a söz verdim , am a şimdi geriye bakınca pek başarılı olduğum u sanm ıyorum ."
Gözlerini denize diken Lily 'nin elleri titriyordu . Son sözlerini öyle yavan, heyecansız ve hüzün lü bir ses touuyla söylemişti ki H elen 'in içinden ona yanıt
verm ek gelmedi. Sahile vuran dalgaların sesini d inleyerek o turdular. Sonunda H elen konuştu.
"D üşünüyordum da," dedi, "ara sıra bana babamı an ım sa tan bir oğlum var, senin D eclan hakk ında söylediğin gibi, başını yana çevirmesi babam ı andırıyor. "
"Hangi oğlun?" diye sordu annesi."C athal, büyük olan, sakin bir çocuk, buralı er
kekler gibi, konuşm am ak hoşuna gidiyor. Öteki oğlum sa onun tam tersi."
"Siz küçükken Declan da senin tam tersindi. C um artesi ya da pazar sabahları baban ikinizi ya tağa alm aya bayılırdı. Bense hiç istem ezdim , am a sen in sesini duyar duymaz alır yatağa getirirdi, sen gelince D eclan da m u tlaka peşinden gelirdi. Sen ses çıkarm az, başparm ağını em erdin, am a D eclan üzerimize çıkar, babasın ın ku lak ların ı çeker ya da ayağını gıdıklardı, sense gürü ltüden nefret ederdin, hepimiz y a ta k ta n ka lkana kadar D eclan azardı."
"Ben hep tek çocuk olmak istem işim dir, özellikle de o yaştayken," dedi Helen.
"Bense bir kız kardeşim olsun isterdim ," dedi annesi. "B üyükannen evlat edinmeyi denedi. Buna hazırdı da, sonra tüv it tayyörlü bir kadın gelip -kim olduğunu bilm iyorum , m üfettiş gibi bir şeydi her- h a ld e - evimiz denize çökünce evlat edindiğimiz çocuğun nerede yaşayacağını sordu, hem sigortamız var mıydı? E lbette yoktu. A nnem köpürdü. 'B urada çocuk yetiştirem ezsiniz,' dedi kadın annem e. Evlat edinm e isteğimize olumsuz yanıt verildi. Büyükannen m üth iş kızdı; işte o kış hiçbirim izle konuşm adı, benim le de büyükbabanla da."
"Kız kardeşin olsaydı her şey bam başka olurdu, değil mi?" diye sordu Helen.
"Olurdu, evet olurdu," dedi annesi düşünceli düşünceli pişm anlık duyarcasm a. Bir süre konuşm adı, sonra başını iki yana sallayıp kaşların ı çattı.
"Ne oldu?" diye sordu Helen."Cenazeyle ilgili o larak unu tam ad ığ ım bir şey
var," dedi annesi. "Bu konuda konuşm ak güç geliyor. D ublin 'den eve dönm üştüm , baban çok gençti, herkes ban a bakıyor, beni gözlüyordu, bu da nedense u ta n ç veriyordu bana. K ulağa saçm a geliyor, değil mi? Öyle geldiğini biliyorum , am a öyle hissettim , öyle teşh ir ediliyorm uş gibi, belki de uygun sözcük bu değil. Baban ö ldükten sonra eve döndüğümüz günlerde u tanç gibi bir şey hissettim ."
"Ama öyle görünm üyordun," dedi Helen."Nasıl göründüğüm ü bilm iyorum . O günleri, za
m an ı geri döndürm eye çalışm akla geçirdim. Belki du rdu rm aya çalışm akla da, çünkü her şey sona erd ik ten ve in san lar g ittik ten sonra yalnız kalacağım ı biliyordum , yalnız uyuyacağım ı, geceleri yalnız geçireceğimi; seninle ve D eclan 'la da tek başım a uğraşacaktım . Ve üstesinden gelem edim , gelemediğimi biliyorsun. B ütün b un ları neden şimdi düşündüğüm ü bilm iyorum . Sanırım D eclan yüzünden."
Akşam yaklaştıkça sahil serinledi. H elen ile annesi kilim i katlad ılar, iri kaya parçasın ın üzerinde yarı kurum uş olan m ayolarıyla hav lu ların ı topladılar, M ike R edm ond 'un evinin yan ındak i yarığa kadar yürüdüler, orada yardan yukarı tırm an d ıla r.
D ar yolları izleyerek evlerine dönerlerken H elen bir an durdu.
"D aha önce farkına varm adığım b ir şey var, aklım a şimdi geldi," dedi. "Ben hep senin babam ı alıp gö türdüğünü ve bir daha geri getirm ediğini düşünm üştüm . Bunun m antıksız olduğunu biliyorum, am a öyleydi, öyle hissetm iştim . Babam ı bir yerde kilit a ltın a soktuğunu, nerede olduğunu bildiğini, h e r şeyin senin suçun olduğunu düşünürdüm . Z ihnim in gerisinde bir yerde buna inan ırd ım ."
Lily durduğu yerde ürperdi.
"Ben hiç kimseyi k ilit a ltın a sokm adım Helen," dedi, yorgun bir sesle. "Baban kollarım da öldü. O nun ölüşünü seyrettim . Eve onsuz döndüğüm ü biliyorum. Yapabileceğim bir şey yoktu."
"Biliyorum anne, biliyorum ," dedi H elen, an n esin in koluna girdi, yürüm eye devam ettiler.
Yolun yukarısından M adge ile Essie K ehoe 'n in geldiğini gördüler.
"Bir şey söyleme," dedi Lily."Az önce," dedi M adge Kehoe yaklaşınca, "Do-
ra 'n ın evindeydik, nerede olduğunuzu m erak ettik.""D ora b irin i öldürecek," diye söze karış tı Essie,
"onu durdurm alısın ız. N eredeyse arabayla çukura düşüyordu."
"Ah, o eskiden çok iyi araba ku llan ırd ı," dedi Lily. "Kısa sürede yeniden öğrenir."
H elen annesin in sözlerinin doğru olm adığını biliyordu; K ehoelerin de bunu bild ik lerin i sezdi.
"The Ballaghlı K itty W alsh'i duydunuz mu, hem annesin in ölüsü henüz soğum am ışken?" diye sordu Madge; çabuk çabuk, soluk soluğa konuşm uştu.
"Bir yasa olmalı," dedi Essie. Az önce tan ık olduk ları şey her ikisini de çok heyecanlandırm ıştı.
"Yasa var," dedi M adge, "am a sorun polislerde, onu durdurm uyorlar."
"Polisleri göremeyecek kadar kör. Görse de durm azdı," dedi Essie. "Şimdi de D ora a raba kullan ıyor."
"Ah, annem in yola ç ıkm asına daha zam an var," dedi Lily. H elen an nesin in sesinin kayıtsız çıktığına d ikkat e tti, nazik bile sayılabilirdi.
Kehoe kardeşlerin gözleri Lily'den H elen 'e gitti. "Kocanız hâlâ D onegal'de mi?" diye sordu Essie.
H elen başıyla evetledi."Declan ne kadar zayıf görünüyor," dedi Madge.
"Biraz kilo alm azsa evlenecek kız bulam ayacak.""Ah, D eclan 'm k a ra r verm esini bekleyen kızlar
vardır," dedi Essie ve acı acı gülümsedi.Lily de H elen de bir şey söylemediler; iki kız
kardeş gereksiz gevezelik etm iş olduklarını fark etmiş gibiydiler. Bir-iki saniye hiçbir şey demediler, sonunda H elen ile L ily 'n in yollarına devam etm ek istediklerini anladılar. Sessizliği bozan Madge oldu:
"Bundan sonra kim direksiyona geçecek acaba? Yaşlı A rt M urphy ya da K ate Pender mi?"
"Geçici sürücü belgelerini alm aları pek kolay olmaz," dedi Lily gülerek.
"Yargıç da tuhaf, tehlikeli bir sürücü," dedi Madge.
"Hepimiz çok dikkatli olmalıyız," dedi H elen ve adım atacak gibi yaptı.
"D ora'ya araba kullanm ayı öğreten adam kim?" diye sordu Essie.
"D eclan 'm bir arkadaşı," dedi Helen."Demek öyle?" dedi Essie. "Senin okulunda öğ
re tm en mi?"H elen yan ıt verm edi. 1"Tanrım , ne de kalabalıksınız!" diye devam etti
Essie.Kehoe kardeşler, acaba alm am ız gereken başka
bilgiler var mı diye H elen 'le annesin in yüzlerini gözlüyorlardı.
"Gitsek iyi olacak," dedi Lily."Dönm eden önce bizi arayın," dedi Madge."Çaya bekleriz," dedi Essie.K ehoelerin duymayacağı kadar uzak laştık ların
da, "B unlar deli, her zam an deliydiler," dedi Lily.
"Böyle in san larla b irlik te okula gitm ediğin için diz çöküp T anrı'ya dua etm elisin Helen. Bu Essie'yi bir gün öyle bir çim dikledim ki babası eve gelip beni şikâyet etti. T anrım , b u rada çocukluğum u geçirirken çekip gideceğim gün gelsin diye dört gözle beklerdim! Şu ikisini görmek bile canım ı sıkm aya yetiyor."
H elen 'le Lily eve vard ık larında direksiyon dersi yeni bitm işti. Bayan Devereux ile Larry araban ın yan ında duruyorlardı; Declan ile Paul ise kapın ın önünde iskemlede oturuyorlardı. H elen, D eclan 'm yüzünün neredeyse yemyeşil olduğunu fark etti, daha önce onu hiç bu kadar b itk in ve gergin görmem işti. Ama yine de gülüm süyordu, gülüyordu. H elen ona bakarken çökmemek için çaba harcadığını fark etti.
"Haydi gösterin şunlara," dedi Larry, Bayan Devereux'ye.
"Kehoelere rastladık," dedi Lily."Sana hayran kalm ışlar," dedi H elen büyükan
nesine."Haydi," diye 3'ineledi Larry.Bayan Devereux, L arry 'n in a rabasına bindi, ka
pıyı kapa ttı, d ikkatin i iyice topladı. K ontağı açtı ve m otoru bir dakika çalıştırdı. Vitese tak ark en , el fren in i ind irirken ve sonra arabayı yavaşça ve sarsılm adan bahçe kapısına doğru götürürken , kendisini seyreden kimse yokmuş gibi davrandı. Yola çıkm aya haz ırlan ırken araba sarsılm aya başladı, m otor durdu. Yeniden çalıştırdı; m otor uğuldadı, uğuldadı, sonunda egzoz borusundan koyu, k a ra bir dum an çıktı. Araba köşeyi dönüp yoldan yukarı gitmeye başladı. Herkes arabayı görebilmek için bahçe kapısına yöneldi. Bayan Devereux arabayı sarsarak dur
durdu , el frenini çekti ve L arry 'n in y an ın a gelmesini bekledi. Yan koltuğa geçti, arabayı geri çevirip eve götürm e işini Larry'ye b ırak tı. A raba evin önünde du runca Bayan Devereux inip ü s tü n ü başını silkeledi. Larry, Paul, D eclan ve H elen onu alkışladılar, Lily ise hiç k ıp ırdam adan , taş kesilmiş gibi duruyordu.
"Şimdi keyfî yerinde," diye fısıldadı H elen 'e, "am a kışın gelmesini bekle, B lackw ater'daki telefon kulübesinden bana bar bar b ağ ıracak tır ya da Moll T rot gibi sokakları arşm layacaktır."
A kşam a doğru D eclan iyice keyifsizleşti. M utfakta çay içerlerken herkesten uzak ta , A ga'nm yan ındak i k o ltuk ta oturdu. H afta boyunca olduğundan daha kötü bir durum daydı ve H elen herkesin b u n u n farkında olduğunu an lam ıştı. D eclan konuşmuyor, gözlerini karşıya dikip bakıyordu; ötekiler de susuyorlardı, sonunda Larry konuştu am a Bayan D evereux 'nun araba kullanışı ve ked ilerin o rtadan kayboluşu hakk ında şakalar yaparak sessizliği bozm ak tan başka bir am acı olmadığı belli oldu. G ülen olmadı, Larry'ye yan ıt veren de; Larry de vazgeçti ve su ra tın ı asıp oturdu, onun bu hali H elen 'i daha da raha tsız etti.
Ç ayların ı iç tik ten sonra Bayan Devereux ikinci fincan çayları sorun yaptı kendine. O a rad a m utfaktak i herkes sırayla tuvalete gidip gelm işti. Oradaki gergin atmosferi yum uşatm aya çalışan Paul, Dec- lan 'a ya tağ ına gitm ek isteyip istem ediğini sordu.
"Hayır, yatm ak istem iyorum , Pau l, yatm ak istem iyorum . Beni ra h a t bırak. B urada olm am sorun m u yara tıyo r sana?"
H elen P a u l'ü n yüzünün kızardığını gördü; onu ilk kez böylesine çaresiz görüyordu. Pau l h içbir şey söylemedi. Bayan Devereux lavabonun içinde fincan larla tab ak ların ı tak ırdatıyordu .
"Bırak şunları. Ben sonra yıkarım ," dedi Helen.B üyükannesi pencereye gidip dışarı baktı. 'Ye
meği biraz geç yeriz," dedi. "Şimdi gücüm kalm adı.""Yemeği ben hazırlarım ," dedi Helen.Declan hâ lâ konuşm uyordu, hiçbiriyle ilgilen
m iyordu da. Yüzü sararm ıştı; b u rn u n u n üzerindeki çürük yanağ ına doğru yayılmış, çirkinleşm iş, rengi koyulaşm ıştı. H elen D eclan 'm saçların ın ne kadar seyreldiğini ilk kez fark etti. D eclan bacak bacak ü stü n e a ttı, sonra ayak bileğini bacağına bir kez daha doladı, sıskalığı iyice ortaya çıkm ıştı. M utfaktaki loş ışıkta, D eclan H elen 'in gözüne nedense güzel göründü, yüzünün ve beden in in zayıflığına karşın , bir tablodaki figür gibiydi, gözlerinin a ltı çökm üştü, tıra ş bıçağının değmediği yerlerde koyu renkli tüyler vardı. H elen 'in gözleri onun uzun, kem ikli parm ak la rın a gitti.
Declan H elen 'in kendisine baktığ ın ı görm üştü, H elen başını çevirdi. O arada, m u tfak ta büyükannesinden başka kimse kalm am ıştı. Bayan Devereux sürekli olarak pencereye gidip duruyordu, ansızın b irin in gelmesini bekler gibiydi, sonra yeniden pata te s soymaya başladığı evyenin başına dönüyordu. H elen büyükannesine yard ım a giderken D eclan 'm yüzünün daha önce avluda olduğu gibi o hasta lık lı, yeşilimsi rengi aldığını fark etti.
H elen 'le büyükannesi sebzeleri h az ırla rken Lily m utfağa girip çıkıyordu; D eclan ise sessizce o turmuş, gözlerini karşıya dikm işti. D ec lan 'a her ne oluyorsa bu, m utfağın havasına da yansıyordu; bu yüzden iki kadın, ç ıkard ık ları her sesin -sebzelerin ayıklanm ası, ten cere le rin tak ırdam ası, m usluk ların
açılıp kapatılm ası-, acı çekerken d ikkatin i olabildiğince top lam aya çalışan D eclan 'ı raha ts ız ettiğ in i, sin irlendirdiğini, çabasını engellediğini fark ettiler.
H elen m utfak ta daha fazla duram adı. Ç ıkarken kapıyı a rk asın d an kapam ak geldi içinden, içerde D eclan 'la büyükannesinden başka kimse yoktu, am a b u n u n düdüklü ten ceren in kapağını kapam akla bir olduğunu hissetti. Kapıyı aralık b ırak tı.
Larry ile Pau l yem ek odasm daydılar."Larry bu gece geri dönüyor," dedi Paul, "işinin
başına dönm esi gerek. Ben daha kalacağım . Sanırım D eclan 'm d a y a r ın gitmesi gerek."
"Akşam yem eğinden sonra giderim ," dedi Larry.
Et fırında cızırdarken, sebzeler h aşlan ırk en ve kokular mutfağı do ldururken Declan çevresiyle ilgilenm eden, hiç k ıp ırdam adan oturdu, gözlerini karşısındaki sabit bir nok taya dikm işti, acıdan ya da öfkeden patlayacak gibi duruyordu. Larry ile Paul dışarıda beklerlerken, H elen 'le annesi, D eclan için de tabak koymaya özen göstererek m utfak ta sofrayı kurdu lar, oysa onun kendilerine katılm ayacağını biliyorlardı; o sırada Larry ile Paul d ışarıda kaldılar. K ad ın lar çıkardıkları he r sesin D eclan 'm sin irlerin i gerdiğini b ild ik lerinden usul usul sessizce ha reke t e ttiler. Bayan Devereux bir kaba süt doldurdu, dışarı çıkıp kediler gelir diye kabı su n d u rm an ın y an ın a b ırak tı.
Sonunda sofraya o tu rdu lar. D ec lan 'a da yer ayırdılar, am a o on lara katılm adı, on lar da gel dem ediler. Yiyecekleri elden ele geçirirlerken Declan 'm som urtkan varlığı kendini sürekli h isse ttiriyordu.
"Bir şeyler yem ek istemez m iydin Declan?" diye sordu Lily.
"Hayır, beni ra h a t b ırak ın ," dedi Declan, başını ka ld ırm adan .
"R ahat b ırak ın onu," dedi büyükannesi. "O benim tavşanım ."
H elen, Paul ile L arry 'n in ne k adar huzursuzlaş- tığ ın ın farkındaydı. D eclan 'm keyfinin kaçm ası, onları çaresiz b ırakm ıştı; ailesi orada olmasaydı arkadaşları onun için bir şeyler yapabilirlerdi, H elen bunu hissetti, am a m utfak tak i işaretler, b ağ lan tıla r a rtık çok karışık ve karm aşık tı, hiç k im senin aklına söyleyecek bir şey gelmiyordu, herkesin ü stüne tuhaf, çaresizlik dolu b ir hüzün çökm üştü.
Larry gitmeye hazırland ığ ında D eclan yerinden k ıp ırdam adı. Larry çan tasın ı holde b ırak tı, m utfağa gelip D eclan 'm saçlarını karıştırd ı. D eclan bir an L arry 'n in elini tu t tu ve sıktı, am a başını çevirip ona bakm adı, bir şey de söylemedi.
Larry, yemek odasında Bayan Devereux ile evin tad ila tı için yapılan p lan la rı görüştü. "B ütün ölçüleri aldım , sizin ne istediğinizi biliyorum , p lan ları çizeceğim, b u radan iyi bir u s ta buluruz, gerçekten güvenebileceğimiz birin i, ben konuşurum . B ütün bu p lan la r bedava olacak. Z enginden al, yoksula ver, ben bunu derim . A lınm ak yok."
H elen, k a ra n lık ta d u ran an nesin in bu sözleri kuşkuyla dinlediğini gördü.
"Ah, sana çok m in n e tta rım ," dedi Bayan Deve- reux. "Sen olm asaydın ne yapardım bilm iyorum ."
"Kış gelm eden bu işi bitirm elisiniz," dedi Larry."Ah, tabii, tabii," diye yan ıtlad ı onu Bayan De-
vereux."Önüm üzdeki hafta onaylam anız için size çizim-
leri postalarım , ustayı bu lunca da buraya gelirim.""Ah, çok naziksin.""Ama istediğinizin bu olduğundan em in olma
nız gerekir," diye devam etti Larry.
"Haydi Lar," dedi P au l. "Gece yarısı oldu, sen h â lâ konuşuyorsun."
L arry a rabasına bindiğinde iki kedi sundurm an ın ça tıs ında bir görünüp kayboldular, tiz bir sesle m iyavlayıp yola çıkan konuğu gözetlediler. Bayan D evereux içeri koşup on lar için b ir kaba yeniden süt doldurdu. Y anm a H elen ve P au l'ü de a la rak evin önünde bir aşağı bir yukarı dolaştı, sonra tek başına yola çıkıp yürüdü, kedilere seslendi, am a on ların yen iden bir yerlere sak land ık la rın ı an lay ınca eve döndü.
D eclan 'm m ide k ram p la rı başladığında hava neredeyse kararm ış, T u sk a r 'm ışığı da evin önyüzünü yalam aya başlam ıştı. H elen önce hafif hafif kasılm a la r olduğunu fark etti, D eclan ağzını açıp soluk alıyor, soluğunu tu tuyo rdu ; d ak ika lar ilerledikçe H elen, D eclan 'm h e r kasılm ada paniğe kapıldığını gördü.
H erkes D eclan 'la konuşm ayı denedi. Lily önünde diz çöktü, ellerini tu t tu , am a D eclan ona bakm adı, konuşm adı da. P au l m utfak m asasın ın başında sessizce oturuyor, D eclan 'ı gözlüyordu. Bayan Deve- reux bulaşık yıkadı, yerleri sildi, sonra kedileri a ram ak üzere yeniden dışarı çıktı. H elen penceren in y an ın d a ayak ta duruyordu.
"Işığı k ap a tab ilir m isiniz?" diye sordu Declan.Gökyüzü h â lâ hafifçe aydın lık tı, bu yüzden bir
süre sonra, yarı k a ran lığ a gözleri alışınca m utfakta- kileri seçmeye başladılar. D eclan a rtık düzenli a ra lık larla inlem eye başlam ıştı. Evyenin a ltındak i leğenin y an m a getirilm esin i istedi, çok geçmeden, h e r kasılm ayla b irlik te öğürmeye ve leğene kusm aya başladı, ilk kusuşunda başın ı a rkaya devirip bağırdı. H elen y an m a yak laştığ ında uzak laşm asın ı işaret
e tti ona. Sürekli derin derin soluk alıyor, b ir sonraki k asılm an ın gelm esini bekliyor, m idesin i tu tuyor, kasılm a başlayınca inliyor, geçince de başın ı geriye atıyordu.
H elen P au l'e işa re t ederek onu dışarı çağırdı; Lily ile Bayan D evereux önden yem ek odasına gitm işlerdi. M utfak kap ısın ı aralık b ırak tıla r , y an ın dan ayrıld ık ların ı D ec lan 'm fark etm iş olduğunu biliyorlardı.
"Siz b u rada beklerseniz," dedi Paul, "ben onun la konuşurum . Louise'e herhalde telefon edemeyiz, geç oldu, bu rad ak i doktoru arayabiliriz, am a o da ne yapılacağını bilmez. Ben ne olduğunu biliyorum galiba; h e r zam anki, çıkm ak için fırsat ko llayan enfeksiyonlardan biri, tedavisi var. Çok u zu n sürerse, geçmeyecek gibi olursa, o zam an D ec lan 'm D ublin 'e dönm esi gerekir, a rabay la ya da am bulansla."
H elen P a u l 'ü n kend i otoritesinden, kend i sesin in tın ıs ın d a n zevk aldığını h issetti. Annesiyle büyükannesi onu saygıyla dinliyorlardı, ne yapılacağın ı bildiği için ona m in n e tta rd ıla r . P au l sessizce m utfağa dönüp kapıyı kapadı. K ad ın la r yem ek odasında beklediler.
"Sizi b ilm em am a ben dua edeceğim," dedi Bayan Devereux.
"Acaba ilk kez mi böyle acı çekiyor?" diye sordu Lily.
"Bence ilk değil," dedi Helen."Acısının hafiflemesi için dua edin," dedi Bayan
Devereux. Yere diz çöküp başını eğdi, am a H elen 'le annesi yerlerinden k ıp ırdam adılar.
M utfak ta b ir şeyler olm asını bekliyorlardı, ara sıra öğürtü sesleri, gevezelikler geliyordu ku lak la rına, acıyla bağ ırm alar da. H elen P a u l 'ü n D eclan 'a ne söylediğini ta h m in edem iyordu. K ardeşin i tan ıd ığı bunca yıl boyunca onun hiç so m u rttu ğ u n u ya da
Deniz Fenerindeki Işık 257/17
kabalık, huysuzluk yaptığını görm em işti. O rada oturup beklerken, daha önce Paul konuşurken onun kendini beğenmiş ve bencil olduğunu düşündüğü için pişm anlık duydu. Paul olmasaydı çaresiz kalacakların ı, D eclan 'la başa çıkam ayacakların ı, ne yapacakların ı bilem eyeceklerini anladı.
Yarım saat sonra Paul m utfak tan çıktı, Declan da ona yaslanm ıştı. "Tuvalete gitm ek istiyor," dedi Paul, "sonra da yatağına."
Paul D eclan 'm m erdiveni çıkm asına yardım etti. Lily ile H elen D eclan 'ın odasına giderek yatağını düzelttiler, yastık ların ı yerleştirdiler, ışığı söndürüp yemek odasındaki lambayı açık b ırak tılar. Yemek odasında oturup D eclan 'ın banyoda işinin b itm esini beklediler. Pau l tem iz pijama istem ek için seslendiğinde yeniden D eclan 'ın odasına gidip çantas ında pijama arad ılar. H elen pijamayı üst k a ta götü rü p banyo kapısın ın aralığ ından P au l'e uza ttı. D uşun sesini duyabiliyordu.
"İşimiz bitm ek üzere," diye fısıldayan Paul kapıyı yine kapadı.
Declan m erdivenden inerken yine arkadaşına yaslanm ıştı, adım a tm ak acı veriyorm uş gibi her basam akta durup soluk alm ak için ağzını açıyordu.
"Şimdi iyisin D eclan, şimdi iyisin," dedi büyükannesi, Paul D eclan 'ı yatak odasına götürürken.
"Çok ateşi var," dedi Paul. "Bir çarşaf yeter. Su içmesi gerek, buzunuz varsa, suyun içine buz da a tın , leğenle havlu da getirin."
D eclan yatağ ına ya ta rken T uskar'm ışığı odan ın duvarını yalayıp geçti.
"Perdeleri çekmemizi ister m isin Declan?" diye sordu Helen.
"Hayır," diye fısıldadı Declan, "am a gitmeyin, burada kalın, olur mu?"
"Elbette," dedi Helen. "Gidip su getireceğim, iyi misin?"
"Hayır," dedi Declan, H elen 'in gözlerine bakarak. "Keşke bitse bu iş."
"iyileşeceksin," diyen H elen söylediğine ân ında pişm an oldu. D eclan 'm elini tu ttu , bu kadar budalaca bir şeyi nasıl söylediğine hâlâ şaşırıyordu. Declan gözlerini ona dikm işti, H elen gülümsemeye çalıştı, am a ne yapacağını bilemiyordu. Annesi gelene kadar D eclan 'm yan ında kalıp elini tu ttu .
&
Gece yarısından sonra D eclan 'm m ide kram pları yeniden başladı. Çok terliyordu; H elen 'le annesi onun yatağ ın ın y an ında o tu rm uşlard ı, annesi elindeki havluyla a ln ındak i te ri siliyordu. Declan bir süredir sakindi, gözleri açıktı, köşedeki siperlikli lam banın ışığı odayı aydınlatıyordu. Ansızın göğsü inip kalkm aya başladı, doğrulup oturdu , midesini tu ttu , kram pı engellemek istercesine bastırd ı, ard ından kesik kesik inlem eye başladı, sonunda sakinleşti.
H elen, m utfak ta o tu ran P au l'ü çağırdı, sonra yatağ ın başucundaki yerini ona devretti. Declan gözlerini kapam ıştı. Pau l H elen 'e bir paket buz ya da bir paket donm uş bezelye getirm esini söyledi, D eclan 'm ateşini düşürm ek istiyordu. H elen büyükannesin i m utfak ta buldu, tek başına m asan ın başında oturm uş, ellerin in üzerindeki dam arları inceliyordu.
"Sanırım uzun bir gece olacak," dedi büyükanne.
"Çok hasta," dedi H elen."O nun için dua ediyorum. Sence bunu ona söy
leyebilir miyiz?"
"Ben söylerim," dedi Helen.H elen, Lily ve P au l, D eclan 'm odasında o turup
sancın ın gelmesini onun la b irlik te beklediler, Declan m idesini tu tu p acı acı inledikçe de onu avutm aya çabaladılar. Ama bir-iki saat sonra k ram p lar hafifledi, Declan da gözlerini kapa tıp yatağ ına uzandı. H em bolca terliyor hem de ü rperiyordu , üşüyor mu ateşi mi var, anlaşılm ıyordu.
D eclan sakinleştiğinde, H elen büyükannesini ya tağ ına gitmeye razı e tti. Bir süre sonra kendisi de yatm aya karar verdi. Paul ile Lily, D eclan uyuyana k adar bekleyeceklerini söylediler. Paul m utfak ta H elen 'in kulağına, k ram p ların geçtiğini sanm adığını, yalnızca a ra verdiğini söyledi. Geceleyin ya da ertesi gün yeniden başlayacak larına em indi. D ublin 'e dönmesi gerektiğini daha önce D eclan 'a an la tmış, am a D eclan dönm ek istem ediğini söylemişti.
H elen tam uykuya dalm ıştı ki D eclan 'm bağırdığını duydu. Kalkıp giyindi. Saat neredeyse sabah ın üçüydü. Annesiyle Paul, k a ran lık odada yatağın y an ında oturuyorlardı. Bu kez ağrı, daha önce olduğu gibi dalga dalga gelmiyor gibiydi. Declan şimdi elini m idesinin üzerinden çekem iyordu. Gözlerini açınca duyduğu korku belli oldu. K onuşm aya çabaladı, bir şeyler m ırıldand ı, am a ne dediği an laşılm adı. Su isteyip istem ediğini sordular, am a o istem em dercesine başını iki yana salladı. H elen, ellerinden bir şey gelmeyeceğini anladı, yalnızca onun yan ında kalabilirlerdi; m idesinde h e r ne oluyorsa, kötüye gidiyordu. Sonraki yarım saat boyunca D eclan 'ı tuvalete taşıd ılar. Paul de onun la b irlik te içeri giriyor, o a rada H elen 'le Lily çarşafları değiştiriyorlar, odayı
havalandırıyorlar, sabahlığıyla çıkagelen Bayan Devereux'ye gidip yatm ası için ısrar ediyorlardı.
D eclan y a tak ta , üzerinde bir tek çarşafla ya tıyordu. Su içer içmez leğene kusuyor, m idesin in bulan tıs ından sıska bedeni sarsılıyordu. Yan dönmeye çalıştı, am a becerem edi, yine sırtü stü ya ttı. A ra sıra ağrı yoğunlaşıyor, D eclan kendi kend ine ağlıyor, onu avutm ak m üm kün olmuyordu.
Paul, H elen 'e m utfağa gelmesini işaret e tti yine. "U yum ayacak," dedi, "ve buradayken iyileşmeyecek de. Sabah sekiz ya da sekiz b u çu k tan önce hastaneye g itm en in de an lam ı yok. D em ek ki sabah a ltı-a ltı buçuk gibi yola çıkmalıyız. Ben kendi arabam ı alacağım, sen de onunkin i alırsın. A nnen in ne yapm ak istediğini bilem em , am a isterse D eclan 'ı alıp kendi arabasıyla gidebilir ya da ikim izden biriyle gelebilir. Ben önden gidip hastaney i haberdar edebilirim filan ya da istersen D eclan 'ı da ben alabilirim. "
"Gitm eyi kabul e tti mi?""Gitm esi gerektiğini biliyor.""D aha önce de böyle kötü olmuş m uydu?""Evet."H elen yatak odasına döndüğünde D eclan 'm m i
desine yine k ram p girm işti, bu kez daha da kötüydü. Bir sonraki kasılm ayı beklerken ağzının içinde bir şeyler geveliyor, H elen 'in çözemediği sözcükler m ırıldanıyordu. Am a Lily onun yüzünü ve a ln ın ı silip elini tu ta rk e n , onun la alçak sesle konuşurken , D eclan kesik kesik konuşm aya başladı; b ir sonraki kasılm a başladığında, H elen onun ne söylediğini ilk kez anladı.
"Anneciğim, anneciğim , yardım et ban a anneciğim, " diyordu Declan.
H elen odadan çıkm ak istedi; ayak bağı olduğunu hissetm işti. "Anneciğim, anneciğim , yardım et,"
diye bağırırken D eclan 'm sesinin tonu yalvarır gibiydi, çocuksu, çaresizdi. Lily onun kulağ ına H elen 'in duyam adığı sözcükler fısıldadı.
H elen ayak p a rm ak la rın ın u cu n a basarak odadan çıktı, m utfak ta P au l'e ya tak odasında neler olduğunu a n la tırk en gözlerine yaşlar doldu.
"Declan uzun zam andır söylemek istiyordu bunu," dedi Paul, "ya da bu n a benzer bir şeyi. Şimdi içi ra h a t edecek."
Şafak, doğudan, denizin üzerinden ağır ağır, dura du ra söktü. P encereden bakan H elen, ka ra bu lu tların arasında kopuk kopuk soluk ışıklar gördü. Saat dört buçuktu; şafağın bu kadar erken söktüğünü bilm iyordu. M utfağın penceresinden bakıp ışığın çoğalm asını bekledi, am a tan ık olduğu şey bir ışıltıdan, günün başladığını be lirten bir işa re tten başka bir şey değildi; bir süre gökyüzünde başka bir değişiklik olmadı. H elen şimdi kendin i yalnız, herkesten soyutlanm ış hissediyordu ve öylesine b itk indi ki, H ugh, C athal ve M anus için ne hissettiğ in i to- parlayam ıyordu, hayal bile edemiyordu. O anda, o penceren in yanında, yüreğinde dünyaya karşı k a tılık tan başka bir şey hissetm iyordu.
Hava biraz ayd ın lan ınca sırtına bir kazak geçirdi, deniz kıyısına doğru indi. H ava soğuktu, doğudan keskin, incecik bir rüzgâr esiyordu. U çurum un kıyısında durup denize baktı; u zak ta dalgalar kabarıyor, yavaş yavaş biçim alıp yaklaşıyor, ölgün kıvrım la r halinde sahile vurup geri çekiliyorlardı.
D enizin rengi koyu m etalik bir maviydi; ufukta kara yağm ur b u lu tla rı vardı, am a güneş kendini göstermeye başlam ıştı, ortalık aydınlanm ış sayılırdı. G örünürde kimse yoktu; çevre evlerdeki insan la
rın uyan ıp ka lkm alarına , güne b aşlam ala rın a daha zam an vardı. Helen onları u y k u ların ın sıcaklığına göm ülm üş olarak ya da y a ta k ta yavaşça dönerken, şafağın aydınlığında bir anlığ ına uyanıp sonra yeniden uykuya dalarken hayal etti.
D aha bir süre bu gö rünüm ün içine kimse girmeyecekti; deniz usulca kükreyecek, geri çekilişine bir tan ık ya da seyirci olm ayacaktı. H e len 'in bakm asına da ihtiyacı yoktu denizin, ve şu saatlerde, diye düşündü H elen, ya da gecenin uzun saatlerinde , deniz tam olduğu gibiydi, devasa ve dokunulm az. Sanki b ü tü n hafta olup b iten le r kendisini bu sonuca götü rm ü ş gibi, H elen birden in san la ra hiç ihtiyaç olm adığ ın ın farkına vardı, insan olup olm am ası hiç önem li değildi. D ünya dönmeye devam edecekti. D eclan 'ı m ahvetm ekte olan, şafak vakti um arsızca bağ ırm asına yol açan virüs ya da büyükannesin in evinde H elen 'in zihnine üşüşen an ıla r ve yansım alar ya da ailesine karşı duyduğu, am a toparlayam a- dığı sevgi, b ü tü n bun lar hiçti ve şimdi, H elen kayalığın u cu n d a du ru rken de hiç gibi görünüyorlardı gözüne.
H ayaller ve yank ıla r ve acılar ve küçük özlemler ve önyargılar. D enizin baş eğmez sertliği karşısında b u n ların hiçbir anlam ı yoktu. Rüzgârın ve yağm urun aşındırdığı, denizin sürükleyip götürdüğü k ireç taşından , çam urlu to p ra k tan ve kayanın kuru kilinden çok daha az değerliydi bun lar. Yalnızca u n u tu lm a la rı değildi söz konusu olan; bun lar varla yok arasıydılar, önemsizdiler; bu serin şafak üzerinde, sabahın ilk ışık larında parlayan su ların durgun güzelliğiyle H elen 'i şaşırttığı bu ıssız, dingin deniz m anzarası üzerinde hiçbir etk ileri olmayacaktı, in san la r hiç olmasaydı çok daha iyi olurdu, diye düşündü H elen, dünyan ın bu dönüşünün , parıldayan denizin ve sabah m eltem in in hiçbir tanığı ol
m asaydı, hiç kimse hissetm ese, ha tırlam asa , ölmese ya da sevmeye çalışmasaydı. G üneş, kara yağm ur b u lu tla r ın ın a rasından sıyrılana kadar H elen uçuru m u n kıyısında kaldı.
M utfakta, büyükannesi A ga'nın başındaydı; sabahlığ ını h â lâ ç ıkartm am ıştı. "Çay var," dedi, "am a belki sen taze dem lem ek istersin."
H elen m asaya oturdu. Ev soğuktu, b u h ar kokusu onu yıllar öncesine götürdü. Elleriyle yüzünü kapadı. Pau l m utfağa gelince H elen 'e uyum ası gerektiğ in i söyledi, bir saat kadar sonra D ublin 'e yola çıkacaklard ı, araba ku llanacaksa biraz uyum alıydı.
"Declan uyuyor mu?" diye sordu Helen."Hayır, am a sakinleşti, ağrısı da yok, ancak bu
n u n ne kadar süreceğini bilm em ."H elen odasına giderken D eclan 'm odasının ka
p ısın ın kapalı olduğunu gördü, içeriden hiç ses gelm iyordu. Kapıyı aralık bırakıp yatağ ına uzandı, yorganı üzerine çekti. Y atak ta büzüldü, yüzünü yastığa gömdü. U yuklam aya başlam ıştı, b ir a ra sıçrayarak uyandı, sonra yine içi geçti. Kül rengi ışıkta y a ta rk en bir daha asla ha reke t etm ek istem ediğini hissetti; düşüncelerini D eclan 'm ağ rılarında ve onu D ublin 'e götürm e gereği üzerinde top lam aya çalıştı; sonunda uyuyakalınca düşünde a raba kullandığını gördü, gözlerini açm azsa bir yere çarpacağını bildiği için uyan ık kalm aya çalışıyordu. D ireksiyona yapışm ıştı, am a karşıdan gelen bir şey görm üyordu, hem en uyanm azsa arabayı parçalayacağını, kendisin in de yara lanacağ ın ı anladı. Ç arpışm aya hazırlan dı, am a tepesine dikilenin Paul olduğunu fark etti; Paul ona D eclan 'm k ram p ların ın yeniden başladığını, beklem enin bir an lam ı olmadığını, kendisin in önden gideceğini, H elen 'le annesin in D eclan 'ı alıp
onun arabasıyla a rk ad an gelm elerini, arabayı nöbetleşe ku llanm aların ı söylüyordu.
H elen te r içinde olduğunu hissetti, duş alm aya, ü s tü n ü değiştirm eye ihtiyacı vardı, am a giyecek te miz bir şeyi kalm adığını biliyordu, tem iz çam aşırı bile kalm am ıştı. Yarı uyur yarı uyanık du ru m d a eşya ların ı topladı, acaba m utfağa gidip büyükannem i de D ublin 'e götürm eyi tek lif etsem mi, diye düşündü -büyükannesi P a u l'ü n arabasıyla gelebilir, H elen 'in evinde ka lab ilird i- am a ona bunu tek lif etm eyeceğinin farkındaydı H elen; büyükannesi b u rad a kalacak, kedileri için tasa lanacak , her zam anki gibi sert ve tok sözlü görünecek, oysa konuk lar onun yalnızlığını yoğunlaştırıp derin leştirm iş olacaktı.
Declan hâlâ yatak tayd ı. H elen onun odasına girdiğinde Paul de oradaydı; H elen D eclan 'm acı içinde, cılız bir sesle fısıldadığını duydu.
"Az sonra ayağa kalkm aya çalışacak," dedi Paul."Yola çıkabilecek du rum da m ısın D eclan?" diye
sordu Helen.D eclan başıyla evetledi. "Az sonra kalkarım ,"
dedi.
H elen m utfağa gittiğinde büyükannesin in mavi benekli, açık renkli bir elbise giymiş olduğunu gördü, üzerine de lacivert bir angora h ırk a alm ıştı. D ud ak la rın a açık renk dudak boyası sürm üş, hafif bir makyaj yapm ıştı. Sanki on larla b irlik te D ublin 'e geliyordu da güzel görünm ek istem işti; am a H elen aslında onun geride b ırakılıyorm uş gibi görünm ek istem ediğini biliyordu.
D eclan 'm arabaya binm esine yardım ederlerken, Lily arka ko ltuk ta , onun y an ında o tu rm ak ta ısrar etti. Paul ile H elen, Bayan D evereux 'nun verdiği iki yastık la D eclan 'ı ra h a t ettirm eye çalıştılar, am a D eclan ra h a t o tu ram adı, gözlerini kapatıp kol
tuğa yığıldı. L ily 'nin ön koltuğa geçmesini önerdi- lerse de o yerinden kıpırdam adı, D eclan 'a yakın olm ak istediğini söyledi.
Bayan Devereux dışarı çıkıp a raba la rın yan ında durdu.
"Dikkatli sürün, uykunuz gelirse de durun," dedi.
"Telefonunu açık tu t," dedi Lily."Aman şu telefon!""Açık tu t!" diye yineledi Lily.D eclan a raban ın a rka camını indirdi."Her şey için teşekkürler büyükanne," dedi cılız
sesiyle."Kendine dikkat et, Declan, kendine dikkat et."B üyükannesinin gözleri yaşlıydı.Yola ç ık tık larında saat altı buçuktu , Paul ön
den gidiyordu. B lackwater'i a rkada b ırak ır b ırakmaz Lily yastık ları kucağına koydu, Declan da başını yastık lara dayadı. H âlâ ağrısı vardı. H elen dikiz aynasından bakınca annesin in D eclan 'm yüzünü okşadığını gördü.
"Korkunç ağrım var," dedi Declan Lily'ye, sesi ağlamaklıydı.
"Her şey yoluna girecek," dedi Lily. "Paul hastanede yatağ ın ın hazır olacağını, ne yapılacağını oradakilerin bildiğini söylüyor, hepim iz yan ında olacağız."
Gorey ve A rklow 'dan geçip kuzeye doğru giderlerken H elen nedense uykusunun açıldığını hissetti; durursa ya da uykuyu fazla düşünürse dinlenm e ihtiyacı duyacağını biliyordu, oysa D eclan 'm ağrısı artınca ve arka k o ltuk ta kusm aya çalıştıkça H elen duram ayacağını anladı, hastaneye u laşana kadar durm am alıydı.
"Her şey düzelecek Declan," diyordu annesi. "Düzelecek."
R athnew ile Ashford arasındaki dönemeçli yola geldiklerinde D eclan 'm ağrısı dayanılm az oldu.
"Tam olarak neren ağrıyor?" diye sordu Lily. "Burası, burası," dedi Declan."Midesi mi?" diye sordu Helen."Evet, hâ lâ midesi, am a fazla kalm adı. N ere
deyse geldik."D eclan yine kusm aya çalıştı, am a içi kupkuruy
du. H elen, d ikkatin i önündeki yoldan ayırm am aya çalışarak araba ku llan ırken D eclan 'm altın ı ıslatmış olduğunu anladı. D ikkatlice, kim senin fark etm em esini dileyerek, cam ını açtı.
A rkadan gelen ses H elen 'i şaşırttı. Annesi şarkı söylüyordu, oysa H elen çocukluğundan beri böyle bir şey duym am ıştı; h â lâ şarkı söyleyip söyleyemediğini, kendinden em in olam adan, kontrol ediyo - m uşçasm a usul usul başlayan Lily 'nin, üst no talarda incelip titreyen sesi sonra yükseldi, güçlendi. H elen ile Declan henüz çok küçükken, henüz aynı odayı paylaşırlarken onlara geceleri söylediği bir şarkıydı bu:
Dromore Şatosunun çevresinde ekim rüzgârları inliyorAma yüksek tavanlı salonlarda huzur var, a phâiste bheag a stör',Sonbahar rüzgârları yavaşlayıp susabilir ama senBir ilkbahar goncasısın.
Ye sonra, boğuk, alçak bir sesle şark ın ın nakara tın ı söyledi.
N a k a ra tı bir kez söyledikten sonra sustu. "Helen, bana yardım et," deyip ikinci k ıtaya başladı. H elen şark ın ın sözlerini biliyordu, okul korosunda1 K üçük yavrum , ta tlım .
söylerlerdi bu şarkıyı. A nnesine katıld ı ve birlikte şarkıyı sonuna kadar söylediler.
Bray'den gelip kente giren sabah trafiğine karış tık la rın d a ak ılla rına gelen b ü tü n şark ıları söylediler -B rahm s'ın N inn i's in i, Sessiz Gece'yi, K ırpık Ç ocuk 'u-, D eclan 'sa hareketsiz yatıyordu. Stillor- gan 'a yak laşırlarken trafik ışıkları H elen 'i ü rk ü ttü , k ırm ızıda çok uzun du ru rsa uyuyakalacağm dan korkuyordu ya da yola devam edemeyeceğinden.
"Başka bir şey bulsana H elen," dedi annesi."Keşke daha çok şarkı sözü bilseydim," dedi H e
len. "Sen bir şey bul, ben sana katılırım ."H astaneye vard ık larında, ilk ziyaretinde Dec
lan 'm kalm ış olduğu binaya nasıl gidildiğini h a tırlayam adı H elen. St. Jam es H astan es i'n in b inaları geniş bir arazideydi, döner kavşaktan sonra yaklaştığı b in a la r m odern tarzdaydı, D eclan 'm kalm ış olduğa kanada benzem iyorlardı. D eclan 'a , doğrul da b an a yardım cı ol, demek geçti ak lından , am a araban ın arkasındak i sessizlikten onun u y um ak ta olduğunu anladı. M odern bir o topark buldu, bariyerin kalkm asını bekledi. İçeri girip arabayı park etti. "Nereye gideceğimizi öğreneyim," diye fısıldadı annesine. D eclan 'm başı yastık ta ra h a ttı . Annesiyse kıpırdayam ıyordu. H elen a rab an ın kapısını usulca k ap a ttı, h a s ta n e n in an a girişine yöneldi.
Başvuru m asasındaki görevliyle konuşm aya başladığında ne söyleyeceğini bilem ediğini fark etti. Görevli ona hastanede AİDS koğuşu olm adığını söylüyordu, bir klinik vardı am a o da pazartesi günleri kapalıydı. D anışm an Dr. Louise P a rre ll 'in b ü tü n hastanede h asta la rı vardı. K ardeşiniz çok hastaysa, dedi görevli, Acil'e gö türün . H elen daha önce gelmiş olduğu binayı ta r if etm eye çalıştı, am a görevli a rtık ondan sıkılm aya başlam ıştı, yardım e tm ek ten vazgeçmek üzereydi. H elen çok yorgundu, ansızın için
den b ir öfke yükseldiğini hissetti, kendini zorlayıp arkasın ı döndü.
O b inadan çıkıp sağa dönmeye k a ra r verdi. H er yeri işaret eden tab e la la r vardı, am a hiçbiri ona ta n ıdık gelmedi. P a u l 'ü n kendisini eski b in an ın girişinde beklem ekte olduğunu biliyordu, H e len 'in beceriksizliğine sin irlenecekti Paul. A nnem akıllılık edip arabada kalsa, diye geçirdi aklından.
Başka bir b inada b ir hadem e buldu, adam m asan ın başında o tu rm uş gazete okuyordu, H elen 'i görm esine rağm en o yaklaşırken başını kald ırm adı. H elen geri dönüp b in ad an çıktı. D üşünm eye çalıştı: O gün Pau l'le b irlik te hastaneye nasıl girm işti? Doğru yönde olduğuna inanıyordu, am a em in değildi. Başvuru m asasındaki görevliden, beni iç h a t te lefonundan Louise ile ya da ya rd ım cıla rından biriyle görüştürm esini isteyebilirdim , diye düşündü; bir hadem eye daha ras tla rsam beni Louise ile görüştürm esini isterim , dedi kendi kendine. Bir başka b inaya girdi, am a orasın ın m utfak bölüm ü olduğunu görünce sin irinden neredeyse ağlayacaktı.
D eclan 'm dah a önce kaldığı b in an ın girişinde P au l'ü bu lduğunda a rtık konuşam az durum daydı. Paul onu alıp bir koridora götürdü, orada tekerlekli b ir iskem le hazır bekliyordu. "Başka b ir şey oldu m u?" diye sordu.
"Olmadı, am a a raba çok uzakta.""Bir hadem e bulup D eclan 'ı tekerlek li iskem
leyle buraya getirtiriz," dedi Paul. "O kadar da uzak olamaz. Ü cretli o topark ta mı?"
H elen başını salladı."Tamam. Bunu halledebiliriz."O nlar arabaya u laş tık la rın d a D eclan uyandı.
H içbir şey söylemedi, bulunduğu yer onu şaşırtm ış gibiydi. G üçlük çekm eden arka k o ltu k tan çıktı, te kerlekli iskemleye oturdu . H adem e dizlerine bir
battan iye ö rttü , h a s ta n e n in bahçesinden geçerlerken Paul de D eclan 'ın çan tasın ı taşıdı. Lily ile H elen a rkadan geliyorlardı.
H astanedek i odaya vard ık larında Paul çantayı hadem eye uzattı.
"Artık bize ih tiyaçları yok," dedi. "Testler yapılacak, h a tta belki de u yu tacak lar onu. Bizim b u rada beklem em izin y ararı yok."
H elen a rtık annesiyle baş başa kaldığını anladı, onları ay ıran yalnızca arabaydı. "Telefon etm em gerek," dedi.
Paul onu lobideki telefon kulübesine götürdü, o a rada annesi de tuvale te gitti. H elen num aray ı çevirdi, telefonu H ugh açtı. H elen ona nerede bu lunduk ların ı ve neler olduğunu an la ttı.
"Sesin çok kötü geliyor," dedi Hugh."Kötü bir gece geçirdik.""Oraya gelmemi ister misin?" diye sordu Hugh.H elen bir şey söylemedi."Böyle bir başına yapam azsın. Sana yardım et
mem e izin verm elisin.""Oğlanlar ne olacak?""O nlar iyi, m utlu . Bırak oraya geleyim.""Hayır, ikimiz b irden ayrılm am alıyız y an la rın
dan.""Helen, neden sana yardım etm em e izin verm i
yorsun? Oraya gelmek dört buçuk saatim i alır, o kadar."
"Hugh, gece çok kötü şeyler geldi aklım a.""Şimdi yola çıkayım," dedi H ugh, "seni görü
rüm , geceyi D ublin 'de geçiririm ve yarın seni alıp buraya getiririm . Çocukları görürsün, sonra arabayı alıp geri dönersin, böylece oradan bir gece bile uzaklaşm am ış olursun."
Yine sustu Helen."Helen," dedi Hugh.
"Hugh, şimdi gelebilir m isin buraya?""Birkaç dakika içinde yola çıkarım , iki-üç gibi
orada olurum . H astaneye mi geleyim, eve mi?" Rah a tlam ış gibiydi, hevesi sesinden okunuyordu.
"Eve."H elen lobide P au l'le b irlik te annesin i bekledi."Ben eve gidip yatacağım ," dedi Paul. "Öğleden
sonra gelirim . A nnene, o zam an görüşeceğimizi söyle."
"Sana m innetta rız ," dedi H elen. Paul ayrılm adan önce H elen 'e sarıldı.
Annesi, sanki bir tarafın ı incitm iş gibi ağır ağır yürüdü H elen 'e doğru.
"Benim evime gidip biraz dinlenelim ," dedi H elen.
"Yanım da tem iz giysi yok.""Evde tem iz giysim var," dedi H elen. "Ya da is
tersen alışveriş m erkezine gideriz. H ugh Done- gal'den geliyor."
"H ugh mu? Ah H elen, onun la karşılaşm am ın sırası değil."
"Başka seçeneğin yok," dedi H elen ve annesini alıp h a s ta n e n in bahçesinden geçirdi.
H elen arabaya binince dayanılm az b ir yorgunluk hissetti. O topark tan geri geri ç ıkarken dönüp arkaya bakabilm ek için kendini zorlam ası gerekti. D eclan 'm o anda nerede olduğunu m erak e tti, yatağında mıydı acaba yoksa doktorlar test mi uyguluyorlardı. H astaneden çıkm adan annem le ben ona bir no t bırakm alıydık, diye düşündü, daha sonra gelip onu göreceğimizi söylemeliydik. Arabayı vitese tak ıp ağır ağır bariyere doğru sürdü. "Elli pens gerekiyor. Elli pensin var mı?" diye sordu annesine.
Annesi çan tasın ı karıştırıp bozuk pa ra cüzdanını buldu. H elen 'e bir elli pens u za ttı, o da camı indirip parayı deliğe soktu. Bariyer kalktı.
"Öbür otoparka gitm eliydik," dedi H elen. "Orası bedava."
Ilık, puslu bir sabahtı, güneş açacağa benziyordu. H e len 'in ak lına okula telefon edip sekreteriyle konuşm ası gerektiği geldi, çarşam ba günkü randevuları ip tal etm esini istemeliydi. Şimdi uyum ak tan başka b ir şey istem iyordu, H ugh gelm eden hiç olm azsa bir-iki saat uyum alıydı.
"Ne tuhaf," dedi annesi, "zam an nasıl uçup gidiyor. Şimdi sen beni D ublin 'de arabay la götürüyorsun, sen küçük bir kızken D eclan 'la seni D ublin 'e götürdüğüm üz gün geldi aklım a, ikiniz de en iyi giysilerinizle tre n e binm iştiniz."
H elen, Thom as Sokağı'yla P a trick Sokağı'ndan geçip C lanbrassil Sokağı'na saptı.
"Tren u çu ru m u n o kadar k ıyısından geçerdi ki denize düşeceğini sanırdık," dedi H elen.
"En m u tlu günlerim izdi," dedi annesi. "Declan 'la sen b irb irin izden çok farklıydınız, am a bu gezilerde birbirinize benzerdiniz. Bir gece önce ikiniz de uyuyam azdınız, sabah da baban la benden çok önce kalkard ın ız, eve dönerken ikiniz de yorgun luk tan tükenm iş olurdunuz."
"Bana en tu h a f gelen şey," dedi H elen, "babam ın D ublin 'de sokakta nasıl karşıdan karşıya geçtiğiydi. Bize evde önce sola, sonra sağa, sonra yine sola bakm am ız öğretilm işti. Bir a raba geldiğini görünce ya da u zak tan sesini duyunca beklem em iz söylenm işti. Ama D ublin 'de, babam yola iner, mesafeyi hesap eder, a raba la r yaklaşırken karşıya geçmeye başlardı, sonra da on ların önünden yana kaçardı. D eclan 'la ben gözlerimize inanam azdık ."
"Declan ile senin ayrı ayrı sevdiğiniz şeyler olduğunu hatırlıyorum . Sen bu n ların ne olduğunu, hatırlıyor m usun?" diye sordu annesi.
Helen, Tem pleogue'ye doğru sürüyordu arabayı. "H ayır ha tırlam ıyorum ," dedi, "Moore Sokağı ve H ayvanat Bahçesi miydi?"
"Hayır. Moore Sokağı'nı ve H ayvanat Bahçe- si'ni ikiniz de severdiniz. Başka bir şeydi. Declan, H enry Sokağı'ndaki W oolworth m ağazasının self- service lokantasın ı severdi. Oraya girince gözleri parlard ı. Bilirsin, b irkaç kez onu geleneksel lokanta la ra götürm üştük , on lardan nefret ederdi; sabır- sızlanırdı, yem eklerin gelm esinin neden o kadar uzun sürdüğünü anlayam azdı. W oolworth'e gidince tepsisini alır, canı ne isterse seçer, hem en yiyebilirdi. Sense farklıydın, lo k an ta la rd an hoşlan ırd ın , sabırlıydın, sipariş verm eyi, beklemeyi, çevrene bakınm ayı severdin. Böylece Woolworth, D eclan 'm ödülü olurdu ve oraya g ittik ten sonra ya da gitm eden önce sen ödülünü alırdın."
Templeogue y ak ın ında trafik ışık larında durdular.
"Yürüyen m erdivenler," diye devam etti annesi, "sen Clery ve A rno tt m ağazalarındaki yürüyen m erdivenlere bayılırdın. D eclan ise korkardı. M erdivene adım artıram azdık ona. Sen b ü tü n gün o m erdivenlerle çıkıp inebilirdin. H atırlıyor m usun?"
"Evet, ha tırlıyorum , am a galiba ben de self-ser- v ice 'ten hoşlanırdım ."
"Evet am a D eclan kadar değil," dedi annesi, "ikinizin H ayvanat Bahçesi'nde ve h av aa lan ın d a çekilmiş fotoğrafları var bende. Bazılarını sana vereyim de oğullarına göster. H er ikiniz de çok m utlu görünüyorsunuz fotoğraflarda. Biraz zam an geçsin de öyle vereyim fotoğrafları, çünkü o fotoğraflarda D eclan 'ı görmek şimdi hepim izi fazlasıyla üzer."
Deniz Fenerindeki Işık 273/18
Annesi durup içini çekti. "Declan ölürken b ü tü n o acılarla b irlik te ru h u n d a o m u tlu luğun bir parçası da bu lunsa keşke."
Eve varm ak üzerelerdi. H elen uykuya olduğu kadar sessizliğe de ihtiyacı olduğunu biliyordu; acı veren an ılar istem iyordu, annesin in arabadaki ta tlı sesli sevecenliğini de. A nnesinin kendi evine gelmesi de ü rkü tüyordu onu.
Eve vard ık larında H elen arabayı park ederken annesi, "D eclan'ı biraz avutabilm iş olsak Helen," dedi. "Sence bunu yapabildik mi?"
"Belki kafası raha tlam ış tır ," dedi Helen. "U m arım öyledir. Bilmiyorum."
Annesi a ra ş tıran gözlerle baktı ona, biraz daha em in olmaya ihtiyaç duyduğu belliydi. Helen, an n esinin rah a tlam asın ı sağlayacak, huzursuzluğunu giderecek bir şeyler bulup söylemeye çalıştı.
"Geldik, geldik işte," dedi. "Haydi içeri girelim."
Annesi yerinden kıpırdam adı, gözlerini H elen 'e dikti, yan ıt bekler gibiydi.
"Sanırım elimizden geleni yaptık," dedi H elen ve arabadan indi. Bahçe kapısında durup annesini bekledi. Onu bahçe yolundan yavaşça geçirip evin kapısına kadar götürdü.
"Evet, haklısın," dedi annesi yorgun bir sesle, "daha başka ne yapabilirdik?"
Ev soğuk ve tu h a f geldi H elen 'e, koridordan geçerken tanım adığı bir yere girmiş gibi oldu. Annesine çay hazırlam ak zorunda kalm am ak için neler vermezdi. B urasın ın kendi evi olduğunu, bu rada o turduğunu, bu evi elinden kim senin alam ayacağını düşünm eye çalıştı. Ama annesin in karan lık gölgesinden kurtu lam ıyordu. M utfağa girince dönüp arkasından gelen annesine baktı, onun çaresiz ve b itkin görüntüsü H elen 'i şaşırttı. İlk geldiklerinde ko
ridordan geçip m utfağa doğru y ü rü rle rken arkasından gelen kad ın ın güçlü, her şeye b u rn u n u sokan, H elen 'in kendi yaşam ına sahip olm asını engellemeye k a ra rlı biri olduğunu düşünm üştü . Oysa annesi şaşkın ve ü rkek görünüyordu.
"Ne hoş Helen, ne hoş, ne kadar aydınlık burası," dedi annesi. Sesi alçak ve hüzünlüydü.
H elen çay haz ırla rken annesi m asada oturdu. Süt kalm am ış olduğunu fark edince gidip almayı önerdi H elen, am a Lily sütsüz içeceğini söyledi.
"Declan bana bu evi an la tm ıştı, nasıl olduğunu biliyordum ," dedi, "am a b u rada olmak çok hoş."
"Yukarı çıkıp yatağını hazırlam alıyım ," dedi Helen.
"Dur, hem en gitm e," dedi annesi. "Yanımda kal. K onuşm asan da olur. Bazen annem in yanm day- ken, keşke konuşm ak zorunda olm asam diye düşünürüm . "
"Büyükannem konuşm ayı sever," dedi Helen."B üyükannen beni yoruyor," dedi annesi, "şim
di seninle yeniden konuşm aya başlam ışken aynı şeyi sana yapm ak istem iyorum ."
"Birkaç dakika daha kalayım.""Bazen cum artesi günleri D ublin 'e gelirim ," de
di annesi. "Senin evine çaya gelmeyi çok isterim . Gece kalırım demek istem iyorum . Ben annem in evinde k a lm ak tan nefret ederim . Burası senin evin, an n en in her şeye b u rn u n u sokmasını istemezsin."
Ç ayından bir yudum aldı, içini çekti, bahçeye baktı. K onuşurken gözlerini uzağa dikm işti. "Çocukları görür, sonra eve dönerim . Yeni açılan kestirm e yoldan gidersem çok da uzun sürmez. Bana dayanm a gücü veren de bu, Helen, ben şimdi bunun hayalini kuruyorum ; seninle ben b u rada konuşm adan oturabileceğiz, çocukların oyununu seyredebileceğiz, H ugh m utfağa girip çıkacak. Ben kalkıp gide
bileceğim, h e r şey kolay, kendiliğ inden olacak. Ben şimdi b u n u n hayalini kuruyorum ."
"Çok hoş bir düşünce," dedi H elen. "Geldiğinde süt bu lunduracağ ım a söz veririm ."
"Artık yatalım ," dedi annesi. "Söylemek istediklerim i söyledim."
K alk tı, fincanıyla tabağını m usluğa götürdü."H ugh geldiğinde dinlenm iş olmalıyız," dedi.
"D aha sonra da gidip D eclan 'ı görürüz, am a önce biraz uyuyalım , biraz uyuyalım."
Colm Toibin _ Deniz Fenerindeki Işık Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.UYARI:www.kitapsevenler.comKitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olara Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığın Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum. Tü Bilgi paylaşmakla çoğalır.Yaşar Mutlu
İLGİLİ KANUN:5846 sayılı kanun'un "Altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya y Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
Bu e-kitap görme engelliler için düzenlenmiştir.Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırla Bu kitaplar, size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek, lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...Teşekkürler.N e Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.www.kitapsevenler.comTarayanın notu.Bireysel kütüphanemi bilgisayar ortamına geçirirken Taradığım kitapları kitapsevenlerle paylaşmak istedim.Bu Kitap Sadece Görme Engellilerin İstifade Etmesi İçin www.kitapsevenler.com Web Sitesine Teslim Edilmiştir.BelisaColm Toibin _ Deniz Fenerindeki Işık