67
2 ci isik kitabi TASSAVUF/ TASSARUR / ALEMLER/

ISIK KITABI 2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

solaris akademisi bilgi kitabi ögreti serisi 2 2012 doguslari korman türkmen /siux korman düzenleyen raji khan solaris academy shamanic and overnatural sciences Olympos turkey

Citation preview

Page 1: ISIK KITABI 2

2 ci isik kitabi TASSAVUF/ TASSARUR / ALEMLER/

Page 2: ISIK KITABI 2
Page 3: ISIK KITABI 2

1968 Ankara doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatı, Fars Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans yaptım.

Mevlana ve tasavvuf üzerine araştırmalarım mevcuttur. "The Essence of Rumi's Masnevi" = Mevlana'nın Mesnevisi'nin Özü adlı eserin yazarı olan Prof. Dr. Erkan Türkmen'in oğluyum.

Astroloji, metafizik, doğu ve tasavvuf felsefesi, parapisikoloji, Ufoloji, uzay bilimleri, bio enerji dallarında araştırma ve incelemele yapıyorum.

Antalyada kurdugumuz akademinin „AKADEMI SHAMANIC VE ÜSTÜN ILIMLER „yaz ögretmenligi isik ve bilgi ve ögretim üyeligi ve alternative healing yapiyorum

Bilgilerin cogu bize aktarilmistir veya Channeling „isik @kanalindan nakledilmistir

Isik ve Bilgi herkesindir tüm canlialr mutluluk ve sihatta kalsin

Siux Korman

RAJI KHAN LAY OUT SOLARIS AKADEMIE SHAMANIC AND OVERNATURAL SCIENCES OLYMPOS TURKEY+KIEL GERMANY

Page 4: ISIK KITABI 2
Page 5: ISIK KITABI 2

GAMA ISINLARI

Gama ışını, gama-ışını veya gamma ışıması (simge:γ), atom altı parçacıkların etkileşiminden kaynaklanan, belirli bir titreşim sayısına sahip elektromıknatıssal ışınımdır; genelde uzayda gerçekleşen çekirdeksel tepkimelerin sonucunda üretilirler.

 

Page 6: ISIK KITABI 2

 

İlk defa, Paul Villard adlı Fransız kimyager-fizikçi, radyum ile çalışırken gama fotonlarını farketti. Villard'ın farkettiği bu fotonlara, Rutherford gama ışınımı adını vermiştir. Bu ışınlar atom çekirdeğinin enerji seviyelerindeki farklılıklardan meydana gelir. Çekirdek bir alfa veya bir beta parçacığı çıkarttıktan sonra genellikle kararlı bir durumda olmaz. Fazla kalan çekirdek enerjisi bir elektromanyetik radyasyon halinde yayınlanır. Gama ışınları, beta ışınlarından daha yüksek enerjili ve dolayısıyla daha girici (nüfuz edici) ışınlardır. g ile sembolize edilirler.

 

Gama ışınları, diğer elektromıknatıssal ışınlar arasında, en yüksek titreşim sayısına ve en düşük dalga boyuna sahiptirler. Taşıdıkları enerji (erke) düzeyi nedeniyle yaşayan hücrelere önemli zarar verirler. Gama ve x ışınlarının, alfa ve beta parçacıklarına göre madde içine nüfuz etme kabiliyetleri çok daha fazla, iyonlaşmaya sebep olma etkileri ise çok daha azdır. İyonize etme gücünün daha düşük olması, onun kalın cisimlerden kolayca geçmesini sağlar. Gamma ışını, birkaç santimetre kalınlığındaki kurşun tuğlalarla ve sadece belli bir kısmı durdurulabilir. Madde içerisinden geçerken üstel bir fonksiyon şeklinde bir şiddet azalmasına uğrarlar. Yüksüz olduklarından elektrik ve manyetik alanda sapma göstermezler.

Ekolojik Yaşam  -  18.04.2008 - 00:54 

İnsanlar bu dünyada yanlız değiller, en iyi dostlarımızı unutmayalım; hayvanat ve nebatat. İnsan kendini yanlız hissetmesin diye Allah bizlerle birlikte diğer canlıları da bir uyum içersinde yaratmıştır ve dünyaya çeşitliliği ve cenneti bahşetmiştir.

Page 7: ISIK KITABI 2

Tüm canlılar; hayvanlar ve bitkiler olmasaydı dünya gerçekten de sıkıcı bir yer olmaz mıydı? Ağaçlar ve bitkilerdeki renkler ve çeşitlilik dünyayı adeta bir Cennetin görüntüsü vermektedi. Denizlerde yaşayan balıklar ve diğer canlılar ise masmavi gezegenimiz için ayrı bir Cennet.

Tüm bunlarda elbette bir yaradılış sebebi vardır ve tüm canlılar birbirini dengeler. Hayvanlar olmasaydı insanlar olmazdı, ağaçlar ve bitkiler olmasaydı oksijen alamazdık, boğulur giderdik. İnsan yaradılış bakımından ağaç gibidir ve nefes alır. Hayvanlar bizim en iyi dostlarımızdır ve bize etlerinden, kürklerinden ve sütlerinden verirler. Yani biz hayvanları sevmez isek, kendimizi de sevemeyiz. Kediye nankör deriz ama hayvanları sevmeyince acaba gerçek nankör kim olur? Allah Kuran'da her daim bizim Yaradılan varlıklar üzerinde düşünmemizi ister ve bizlere: Sizler ne kadar az düşünüyorsunuz diye de uyarır. Öyleyse önce Yaradılanı sevelim Yaradandan ötürü, tüm varlıkları sevmeyi öğrenelim, dünyada yanlız olmadığımızı hatırlayalım ve hayvanlarla, bitkilerle ve diğer tüm canlıları sevip, saygı gösterelim. O zaman diğer tüm canlıların da bizlere aynı şekilde sevgi ve saygı gösterdiğini göreceğiz.

İşte bu bir yaradılış dengesidir. Bu dengeyi bozmaya çalışırsak kıyamet bizi bulacaktır. Diğer canlıları sevmeyen kendisini de sevemez, başkalarını sevmek ise yine aslında tüm canlıları sevmekle mümkündür.

Karıncayı bile ezmemeye özen gösteren Peygamber Efendimiz Hz Muhammad SAV ve önceki peygamberler (özellikle Nuh Peygamber), Mevlana, Yunus Emre gibi kamil insanlar, sürekli etraflarına, canlılara ve diğer insanlara faydalı olmayı öğütlemişlerdir. Bizi biz yapan tüm kainatın varlığıdır. Mikro alemlerde (içimizdeki hücreler) ve Makro alemlerde (Sonsuz Uzay ve Kainat) her daim Allah ile birdir. Allah ile bir olan kişi tüm canlıları sever ve korur.

Önce kendimizi sevmeyi öğrenelim, sonra içi dışı bir olan canlıları sevelim ki diğer insanları sevme kudretine erişelim. Ama her şeyden önemlisi de gerçek dostumuzu, yani Allah'ı unutmayalım ve her daim onun ile bir olalım. Mana alemleri herkese açık değildir, bu yüzden canlıları, yaradılanı tanıyalım ve sevmek için uğraşalım. Zira tüm canlılar Allah'ı zikretmektedir. İnsan da, başı boş yaratılmış bir varlık değildir, unutmayalım.

Page 8: ISIK KITABI 2

Ekolojik Yaşam  -  12.12.2006 - 11:26 

İnsan doğasının en vazgeçilemez ihtiyacı olan suyun içersinde mevcut olan sır nedir? Su olmadan neden hayat olamaz? Suyun aklı ve hissi var mıdır?

Suyun faydaları saymakla bitmez. Zira, bildiğimiz gibi vücudumuzun % 70’i sudan oluşmaktadır ve hayatta kalma mücadelesinde su kadar önemli başka bir şey yoktur.

Dünya, suyun termal özellikleri sayesinde dengeli bir iklime sahiptir. Suyun gizli ısısının ve termal kapasitesinin diğer sıvılara göre çok yüksek olması, denizlerin karalara göre daha geç ısınıp daha geç soğumalarını sağlar. Bu nedenle Dünya'da kara üzerindeki ısı farklılıkları en sıcak yer ile en soğuk yer arasında 140°C'ye kadar çıkarken, denizlerin ısı farklılığı en fazla 15-20°C arasında değişir. Aynı durum gece-gündüz arasındaki ısı farkında da yaşanır. Suyun bu kendine özgü termal özellikleri sayesinde, kış ile yaz ya da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı daima insanların ve diğer canlıların dayanabileceği bir sınırda kalmaktadır. Dünya üzerindeki su miktarı karalara oranla daha az olmuş olsaydı, gece ile gündüz sıcaklıkları arasındaki fark çok artacak, karaların büyük kısmı çöle dönecek ve yaşam imkansızlaşacak ya da en azından çok zorlaşacaktı. Ya da suyun termal özellikleri farklı olsaydı, yine yaşama son derece elverişsiz bir gezegen ortaya çıkacaktı.

Yani özetlemek istersek; su öncelikle Dünya'nın ısısını düzenlemeye ve dengelemeye yarar, canlıların bedenlerinin ısı dengesinin mükemmel bir biçimde korunmasını sağlar ve meteorolojik çevirimleri destekler. Tüm bu etkiler, olabilecek en yüksek uygunlukta gerçekleşmektedir ve başka hiçbir madde bu yönden su ile karşılaştırılamaz.

Page 9: ISIK KITABI 2

Son yıllarda, suyun daha önceden bilinmeyen bir özelliğinin anlaşılmasına yarayan gelişmeler de olmuştur. Bu özelllik, proton iletkenliği’dir ve sadece suya has bir özellik olarak gözlemlenmiştir. Proton iletkenlik özelliği, suyun biyolojik-enerji transferi ile hayatın kökeni açısından çok büyük öneme sahiptir.

İnsanı hayrete düşüren Su Kristalleri ve Su’da mevcut olan pozitif akıl, bilim adamlarını bu yönde çalışmalara yüneltmiştir. Suyun içersinde gizli olan ilahi formül, yeni bir enerji çağı açarak bilimde yeni bazı fikirlerin doğmasına öncülük etmiştir.

Japon Bilim Adamı Prof.Dr. Masaru Emoto, içinde 70’ten fazla kristal resmi bulunan “Su Kristalleri” adlı kitabında şunları kaydetmiştir: “Su, cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su, çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir.” Prof.Dr. Masaru Emoto, Su kristalleriyle ilgili çalışmalarına iki önemli olayın rol aldığını bunlardan birisinin manyetik rezonens analiz cihazının, canlı organizmalardaki belli frekanslarını ölçmesi ve diğeri ise kar tanelerinin hiçbirisinin birbirine benzememesidir.

Prof.Dr.Masaru Emoto, üç yıl kadar önce mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetmiş ve bunları fotoğraflamıştır. Bu araştırmalara göre su kristalleri, dış çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz ve kavramlara da tepki vermektedir. Ayrıca, suyun hisleri ve şuuru da kaydettiğini ortaya çıkarmıştır. Emoto, araştırmalarıyla suyun sadece hafızasının ve bilgi taşıyıcı özelliğinin olmadığını, aynı zamanda kâinatın dilini ve gerçek sevgi titreşimini de yansıttığını ispatlamaktadır.

Sonuçta, Su pozitif bir doğal enerjidir ve yapı itibariyle suyun içersinde gizli bir ilim mevcuttur. Prof.Dr.Masaru Emoto, suya positif bilgi yüklediğinde ortaya çıkan şekiller yine positif, negatif yüklediğinde ise ortaya çıkan şekiller negatif olmuştur. Ortaya çıkan bu şekiller, suyun bir madde olmaktan daha çok, içersinde derin bir matematiksel (boyutsal) bilginin olduğunu kanıtlamaktadır. Yani güzel sözlerin veya rahatlatıcı bir müziğin, insan bedenine ve ruhuna faydalı olması gibi, suda da mevcut olan biyolojik sistem aynıdır. Suda mevcut olan bu ekolojik denge, hem bitkiler ve hem de tüm canlılar için Yaratıcı tarafından bizlere bahşedilmiş bir mucizeden ibarettir.

Çiçekler ile de konuştuğumuz zaman veya anne karnında (suda yüzen) bebek ile konuştuğumuzda bizi duyacaktırlar. Bunun asıl sebebi yine sudur, yani çiçekler suya muhtaçtır, bebekler de aynı şekilde anne karnında suda yaşarlar ve tüm seslere karşı aşırı duyarlıdırlar.

İleriki zamanlarda su ile yeni tedavi yöntemleri artacaktır. Zira su, stres karşıtı hormonların üretimini artıran, bağışıklık sistemini uyaran, kan dolaşımı ve metabolizmayı canlandıran bir şifadır.

Osmanlı döneminde psikiyatrik bozuklukların tedavisinde su sesi kullanılırken, günümüzde suyun her türlü özelliği ayrı bir hastalık reçetesi olarak kabul edilmektedir. Günümüzde suyun tedavi amaçlı kullanılma yöntemleri arasında suyla yıkama, su akıtımı, basınçlı su fışkırtma masajları, suda yürüme, banyodan saunaya kadar varan hidro ve termoterapi yöntemleri gelmektedir. Suya dokunmak, su ile temas içinde olmak bağışıklık sistemini uyarmakta, stres karşıtı hormonların üretimini hızlandırmaktadır. Suyun cilde teması sinir uçlarını uyarmakta ve nevraljiden (sinir iltihabı) migrene, kas tutulmasından eklem atrozlarına kadar bir çok soruna çözüm olduğu keşfedilmiştir. Ayrıca, damar çeperlerini de etkileyen su, varisleri

Page 10: ISIK KITABI 2

rahatlatıyor, dolaşım bozukluklarını düzeltiyor. Sonuçta su, günümüzde çeşitli hastalıklarda tıbbi tedavi yöntemlerinin yanında, aynı zamanda destekleyici olarak da kullanılabilen doğal şifa kaynağıdır. Bu yüzden İslam dininde abdest almanın çok önemli yeri vardır. Abdest alırken insan hem bedenen, hem de ruhen tedavi olacaktır.

Sonuç olarak Allah, su ile bize hayat vermiş ve yediğimiz her türlü besini suyla topraktan bitirmiştir. Allah, Kuran'da insanlara su hakkında şöyle buyurmuştur:

“Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır”. (Nahl Suresi, 10-11)

Felsefe  -  19.08.2009 - 03:54 

Page 11: ISIK KITABI 2

Yunus Emre : "Yaradılanı hoş gör Yaradan'dan ötürü" diyerek, tüm evrendeki yaratılmış olan varlıkları yaradanın Allah olduğunu ve bu yüzden her canlıyı hoş görmek gerektiğini bizlere özetlemiştir.

Yaradan herseyin özüdür, tektir ve büyüktür. Ondan olan her canlıyı bu yüzden hoş görmek gerekmektedir.Eğer dış dünyamızdaki canlılar ve diğer insanlar olmasaydı, yaşadığımız dünya çekinmez ve sıkıcı bir yer olmazmıydı?

Her insan farklı bir düşünce yapısı içerisindedir ve farklı bir ruha sahiptir. Hiçbir insan tıpatıp aynı düşünce ve karakterde yaratılmamıştır. İnsan, yaratılış itibariyle, hata yapmaya ve nefsine uyarak günah işlemeye müsaid bir yapı içersindedir.

O halde en yakınımızdan en uzağımıza kadar tüm insanların kusur içinde olacaklarını bilip, bu kusurlarına karşı tahammül göstermenin adı hoşgörüdür. Hoşgörü insanlar arasındaki sevgi bağlarını kurar, dostlukları geliştirir, bir huzur ve mutluluk toplumu meydana getirir. Hoşgörüden uzak yaşayan insanlar ise, kendi gibi düşünmeyenlere kin ve nefretle bakıp, dünyayı cehenneme çevirirler. Oysa, inanmış ve gerçekten iman etmiş bir insanın (kamil insan) ruhunda ve özünde düşmanlık, kin ve vahşet asla yoktur.

İslam dini hoşgörü ve sevgi dinidir. Gerçek bir müslüman olmak istiyorsak her canlıyı ve her insanı hataları ile kabul ederek hoş görmeli ve sevmeye çalışmamız gerekmektedir. Dünya hayatının bir gün gelip geçeceğini, her canlının bir gün Yaradılana geri döndürüleceğini bilerek, buna göre davranmalı ve her daim Allah'a şükretmeiyiz. Zira, bizler başıboş yaratılmış varlıklar değiliz. Her bir insanın ve hatta her bir canlının bir yaradılma sebebi vardır. Tüm varlıklar ve insanlar özde aynıdır ve Allah tarafından dünya denilen yaşadığımız mekanda yaradılmıştır. Eğer biz diğer canlıları ve insanları hoş görmez, onlara kötü davranır ve hor görürsek, Allah'a karşı gelmiş oluruz. Zira Yaradan İnsanı ve diğer canlıları en güzel surette yaratm

Page 12: ISIK KITABI 2

Belirli bir görüşe bağlanıp Tanrı’ya ulaşmaya çalışan kimselere mutasavvıf denir. Daha sonra mutasavvıflara sofi adı verilmişir. Sofi kelimesi; kimine göre Sof = pamuktan, Saf (tertemiz)den; kimine göre ise Yunanca sofos’tan (yani Tanrının bildiğini bilen kimse) gelmektedir. Sofilere göre evrende tek varlık Tanrıdır. Var görünen her şey O’nun yansımasıdır (Tanrı göklerin ve yerin nurudur).

Page 13: ISIK KITABI 2

‘Tasavvuf’ sözcüğü bu kökten alınmadır. Tasavvuf İslam inancına göre kurulan mistisizmdir. Tasavvuf, Allah’ın tekliğine (Vahdet-i Vücud) inanır. Tasavvuf felsefesinde, Tanrı kavramı ve işleri akıl dışıdır. Bu sebeple, diğer dinlerde mevcut olan mistisizme inanışlarından farklıdır ve daha fazla tekamül etmiştir. Tasavvufun temeli, ilahi aşk ve Tanrı’nın yaratıklarını sevmeye dayanır. İbadetten daha ziyade, kalp temizliğini ön plana çıkarır. Diğer bir deyişle, insan sevgisine ve üstün ahlaka önem verir. Benlik ve maddi gururları arka plana atar. Yani ‘Ben’ yerine ‘Biz’i önemsetir.

Bizim ruhumuz en yüce ruh olarak yaratılmış ve bu gezegene bir beden (varlık gemisi) ile birlikte gönderilmiştir.

Ruh olmaz ise beden bir işe yaramaz, ruhumuz bizleri aydınlatan ve yüceltendir. Varlık bilincine ulaşmış insanlar, ruhun ne denli güçlü bir Yaradılış mucizesi olduğunu gayet iyi bilir ve hayata daha üstün bir manevi göz (ruh gözü) ile bakarlar. Bizler başıboş yaratılmış varlıklar değiliz…

İnsanı ruh ve beden olarak yaratan Allah her şeye Kadirdir ve insanı en güzel surette yaratmıştır. Kendi nurundan bizlere bahşetmiş ve insanı yaratılanların en üstünü kılmıştır.

İnsan yaradılışı mucizesi bütün alemlere bildirilmiş ve insana hizmet başlamıştır. Melekler, üstün enerjili ruhlar her daim insana yardım ve koruma sözünü vermişlerdir. Amaç bu olunca, insan ruh olarak, ışık varlıkları arasında yüce bir öze sahip, beden ve ruh ile dengelenmiş bir varlık olarak; dünya denilen gezegene yaşaması için gönderilmiştir.

Varlıklar içinde bu denli bir enerjiye sahip insan, neden varlığından bi haberdir? Yahut neden bu dünyanın güzelliklerini kendi bedeni ile yaşamayı seçer? Acaba gerçekten de bu dünyadaki güzellikler ve duyularımıza hitap eden nesneleri bizler sadece bedenen mi hissederiz? Elbette hayır, bütün yaradılan nebatat, hayvanat, minalller, toprak, su, ateş, hava, gökyüzü, okyanus ve içinde yaşayan canlılar vb.. sonsuz varlık ve nesneler bizlere Allah tarafından verilmiş hediyelerdir. Asıl hisler ise önce beden ve daha sonra ruhumuz tarafından algılanırlar. Beden ruha açılan bir kapıdır, yada ruh bedene.. aradaki fark ise Kapı olmadan ruha ulaşılamaz, yani beden ve ruh dengesini bir arada tutmayı başarabilirsek, o zaman neden yaşadığımızı ve bu dünyaya ne amaçla geldiğimizi anlayabiliriz.

O halde, Mevlana’nın da dediği gibi bu dünyalık hislerimizden vazgeçer ve diğer hislerimiz ile (manevi hisler) hissetmeye başlarsak, bu dünyanın aslında sadece bedenimiz ve ruhumuz için cezbedici bir yer olduğunu anlar, fakat bu cezbedicilik de kalmayıp, asıl olan öze ulaşmaya gayret ederiz. Zira, yaradılan herşeyin özünde bir sır ve bilgi (Yaradıcı bilgisi) gizlidir. O gize ulaşmak, bu dünyalık hislerimiz ile mümkün değildir, ruhumuz ile yaradılanların gizli manevi bilgileri ile bütünleşerek, bir enerji varlığı olduğumuzu anlayabilirsek, bütün dünyayı ve hatta kainatı daha iyi hissedebilir ve kavrayabiliriz.

Page 14: ISIK KITABI 2

Felsefe  -  06.11.2008 - 00:18 

Latince'de "yuvarlak" anlamına gelen inciler, göllerde ve denizlerde yaşayan farklı yumuşakça türleri tarafından üretilirler. Bu yumuşakça türleri arasında istiridyeler, tarakdişler ve midyeler vardır. Tüm canlılarda yaradılış gereği, vücutlarına giren yabancı ve toksin maddelere karşı kendilerini korumalarını sağlayan biyolojik özellikler mevcuttur. Örneğin, insanlardaki bazı özel hücreler, yabancı maddelere karşı saldırıya geçerler ve anti toksin salgılarlar, aynı şekilde bazı yumuşakçalarda da benzer durum mevcuttur.

İnci yapabilen midye ve istiridyelerin vücutlarına giren yabancı maddeler (örneğin, kum taneleri yada asalaklar), zarar vermemeleri için bir maddeyle kaplanırlar. Örneğin, bir midyeyi ele alalım. Midyenin içine yabancı bir madde girdiğinde, iç organları çevreleyen koruyucu tabakadan (manto) özel bir madde olan sedef salgılanmaya başlar. Salgılanan sedefin yabancı maddenin etrafını kaplaması sonucunda inci tanesi oluşur. Zaman içersinde sedef katmanlarının üst üste eklenmesiyle oluşan inciler büyük oranda kalsiyum karbonat ve çok az miktarda da yağmur suyu içerirler.

Farklı tiplerde olabilen inciler, temelde renkleri, biçimleri ve ışık yansıta özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Bu sınıflandırmaya göre incilere değer biçilir. Bir inci ne kadar büyük, ne kadar beyaz ve yuvarlaksa o kadar değerli kabul edilir. Birkaç milimetrelik inciler olabildiği gibi, boyları 6 cm'ye ulaşabilen dev inciler de olabilir. İncilerin büyüklüğü, rengi, içinde oluştuğu midyenin yaşına ve bulunduğu ortamın özelliklerine bağlı olarak değişim gösterebilir ve hiçbir inci tanesi bir diğerine benzemez. Örneğin yaşlı midyelerin ürettikleri inciler, genç midyelerin ürettiklerine göre daha büyük olurlar. İnci tanelerinin sedefli katmanları üzerinden yansıyan ışık, gökkuşağına benzer bir görüntünün oluşmasını sağlar. İnciler sadece beyaz renkte olmazlar. Siyah, kahverengi, gri, pembe, kırmızı, mavi, yeşil, eflatun, sarı yada beyaz renklerde de olabilirler.

Bir insanı midye misali düşünürsek, midye kabuğunu beden olarak ele almamız doğru bir benzetme olacaktır. İnci tanesi ise İnsanın ruhu gibidir. Yani İnsan bedenen su ve topraktan yaratılmış ve daha sonra ruh ile bütünleşmiş, hem maddi (beden) hem de manevi (ruh) olan bir varlıktır. Ana unsurlardan toprak ve suyun birleşmesi ile dünyada yaşamayı sürdüren İnsan, öldükten sonra yine toprak ve suya karışır, daha sonra midyedeki sedef misali yeniden doğar ve manevi dünyalarda (cennetlerde) saf bir enerji olarak tekrardan diriltilir ve Allah tarafından kendisine bahşedilen ruhu ile inci gibi olur, manevi alemlerde renk saçar. Aslında insanın bedenen ölmesi sadece onun sadece kabuk değiştirmesidir, gerçek mevcudiyet ise öteki alemlerde olacaktır. İnci gibi ışık saçan nurlu varlık (Ruh) İnsanın bedeni ile olgunlaşır, acı çeker, dengeyi bulur ve hamlıktan kurtularak manevi bir inci olur. Allah'ın sonsuz yaradılış kudreti ile tekrardan var olur. Allah hepimizi bir inci gibi ışık saçan varlık olarak yaratmıştır, maddi bedenimizi de sedef gibi yaratmıştır. Eğer dünyada hem maddi bedenimizin ve hem de manevi varlığımızın değerini bilebilirsek, o zaman dünyalık bedenimizden (yani sedeflikten) kurtulur diğer alemlerde inci tanesi misali rengarenk ışık saçarız.

Page 15: ISIK KITABI 2
Page 16: ISIK KITABI 2

Felsefe  -  01.11.2007 - 23:37 

Tüm kozmik evreni oluşturan metafizik evrenler arasında sürekli geçişi sağlayan kozmik astral geçiş kapıları vardır. Bu kapılardan geçerek daha ileriye veya daha üst boyutlara geçmek; hatta orada yaşayan bilinç ötesine sahip varlıkları ziyaret etmek ve onlarla birlikte bir güç oluşturarak kozmik bilince sahip olmak mümkündür.Ana kapı insanın bilinç ötesi (astral beden) chakraları ile olur. Daha üst boyutlara geçiş ise (8. boyut ve daha sonra ileri seviye mor ötesi alemler) ana tac chakra merkezinden öteye geçmek suretiyle gerçekleşebilir.

Astral geçiş kapıları tüm insanlara açık olup, sadece üst bilgi (levh-i mahfuz bilgisi) ile yönetilmekte ve insanlara her daim sonsuz bilgiler verilmektedir. Yeter ki, doğru kapıyı bulmamız için bize yol gösterilmiş ve anahtarı elimize verilmiş olsun. Tüm alemlere geçiş ancak ileri seviyede bir bilgi ile mümkündür ve ancak ilm-i ledun sayesinde olacaktır. Kapılar sonsuzdur ve birbiri ardınca açılırlar. Kozmik evrene açılan bu kapılardan; bir boyutdan diğer boyuta ışık hızı ile geçmek mümkündür. Bu üst evrenlerde kozmik enerji ve ışık dünyadakinden daha fazla ve yoğundur. Sistemin dışına çıkıldığından, zaman kavramı yok olmuştur.

İnsan sonsuz kozmik evren içersinde bir balık misali astral ruhu ile bu kapılardan geçer ve diğer mor ötesi kozmik evrenlere açılan kapılardan, uzay araçları ile ışık hızında seyahat edebilir. İnsana bu bilgi ve yücelik, Allah tarafından direk bahşedilmiştir. Ruhen gerçekte, ne kadar yüce bir varlık olduğumuzu anlamamız için, bu kapılardan geçmek ve üst mertebelere çıkmak gerekir. Aksi takdirde dünyada esir kalır ve hayatımızı boşa harcamış oluruz. Sonsuzluk içerisinde yüzen bir balık olduğumuzu düşünürsek, neden bir akvaryum içersinde kalmak isteyelim?

Page 17: ISIK KITABI 2

Felsefe  -  15.10.2007 - 23:51 

Mevlana'nın Mesnevisi'nin ilk on sekiz beyti Mesnevinin anahtarı gibidir. Eflaki Dede'nin ifadesine göre (Eflakis.739) Mevlana bu 18 beyti kendisi yazmış ve diğer beyitleri ise müridi ve can dostu Hüsamettin Çelebi'ye dikte ettirmiştir. Bu yüzden 18 beyit ve 18 sayısı Mevleviler arasında kutsal sayılmıştır.

Mesnevi'nin ilk on sekiz beytinin ilk beyti doğru şekli ile şöyledir:Bişnu in ney çun şikayet mi kunadEz cudayiha hikayet mi kunad

Doğru Tercümesi: Dinle bu neyden, şikayet etmede, ayrılıkları dile getirmekte.

Mesnevi'nin asıl nüshasında birinci beyitde "şikayet mi kunad" ve "hikayet mi kunad" şeklinde olduğu halde daha sonraki nüshalarda bu yer değiştirmiştir. Halbuki burada "hikayet mi kunad" 'in anlamı hikaye ediyor değil, uzun uzun anlatıyor olmalıdır. "Şikayet mi kunad"'in anlamı ise aslından (Allah'tan) ayrıldığı için şikayet etmektedir olmalıdır.

Gelelim Mesnevi'nin ilk 18 beytinin düz ve mecazi anlamlarına:

Page 18: ISIK KITABI 2

1- "Dinle bu neyden ki şikayet ediyor, ayrılıklardan bahsediyor".

Bu beyitde ney istiare olarak kullanılmıştır ve Allah'ın nefesini içinde hissetmeye başlayan ve O'nun (Allah) ayrılığından dolayı acı çeken insan kastedilmektedir.

Mevlana'nın neyi seçmesi tesadüfi değildir. Ku'ran'da Tanrı Hz. Adem'i ilk yarattığında ona kendi nefesinden üflediğinden Mevlana neyi seçmiştir.

2- "Beni kamışlıktan kopardıklarından bu yana, kadın ve erkek (herkes) sesimden dolayı ağlamaktadır".

Bu beyitde 'Ney' kavramına bağlıdır. Ney asıl yerinden (kamışlık) ve ilahi nur ile susuzluğu giderilen mana aleminden koparıldıktan sonra, artık gerçek huzuru bulamıyor. Yani, ruh (Tanrı nefesi) Allah'a ve maddi beden ise maddeye (dünyalık şeylere) meyil gösterdiğinden beden ile ruh arasında bir çekişme vardır.

3- "Benim gibi delik deşik olmuş bir sine gerek; ki ayrılığın arzusunu ve acısını ona anlatabileyim".

Allah aşkı ile tutuşmamış bir insanın gönlü ayrılık ızdırabından ne anlar? Bu ızdırabı anlayan kişinin önce ney misali içinin maddeden sıyrılmışcasına boş ve daha sonra da göğsünün delik deşik olması gerekir. Bu hali yaşamayan ve bilmeyen kişi, manevi aşkı da anlayamaz.

4- "Kim ki aslından uzak düşerse, ona tekrar ulaşmak için fırsat arar".

Evrende herşey aslına yönelir. İnsanın ruhu da aynı şekilde aslı olan Allah'a yönelir ve bunun için daima fırsat arar.

5- "Ben her türlü toplumda ağlar oldum; iyi halli ve kötü hallilerin dostu oldum".

Ney hem iyi hallilerin ve hemde dünyalıkların dostudur. Allah aşkıyla yanan aşıklara feyz verir ve aşkı bilmeyenlere de hitap ederek onların dertlerine de ortak olur.

6- "Herkes kendi anlayışına göre dostum oldu; içimdeki sırları hiç aramaz oldu".

Herkes ney'in zahiri şekline bakarak karar verdi, fakat onun ağlama ve inleme nedeninin gerçek sırrını anlamak istemedi.

7- "Sırrım feryadımdan ayrı değildir; fakat ne kulakta ve ne gözde o nur mevcut değildir".

İnsanın ruhu kendisinden uzak değildir, ama bunu görecek manevi göz ve his gerekir. Yani, Ney'in (Allah aşığının) ayrılık feryadını duymak ve görmek için manevi kulak ve göz gereklidir.

8- "Ruh bedenden ve beden ise ruhdan ayrı değildir; fakat çoğu bunu görecek niteliklere sahip değildir".

Beden ve Ruh arasında sürekli bir bağlantılı vardır ve yaradılış gereği iç içedir. Fakat çoğu insanda bu manevi dengeyi anlayabilecek kapasite yoktur.

Page 19: ISIK KITABI 2

9- "Neyin bu sesi aslında ateştir, hava değil; bu ateşe sahip olmayan yok olsa da kaygı yoktur".

Sıradan insan (beşer) için neye üflenen nefes havadan ibarettir. Fakat Allah aşığına göre bu nefes değil, içini yakan aşk ateşidir. Böyle bir ateşe sahip olmayan insan ise yok olsa da, keşke o ilahi hakikate erişsebilse.

10- "Neye düşen aşkın ateşidir, nefes değil; şaraptaki coşkunluk da aşktan başka bir şey değil".

Şarabın oluşmasındaki kimyasal olaylar gibi, manevi sarhoşluktan dolayı da insan aşk ile coşar ve gerçek aşktan dolayı yanar ve olgunlaşır.

11- "Ney dostundan uzak kalmış kimsenin yoldaşıdır; Onun perdeleri bizim de perdelerimizi yırtmıştır".

Ney çalındığı zaman, onun sesini gizlemek mümkün değildir. Aynı şekilde, Allah'a aşık olan kimse için de duyguları ve sırları gizlemek mümkün değildir.

12- "Ney gibi hem zehir hem de panzehir az bulunur; Ney gibi sırdaş ve özlem duyulan bir dost az bulunur".

Ney manevi aşktan mahrum olanlara zehir etkisi yapar ve bu kişileri dünya esaretlerinden kurtarmak ve manevi alemlere yönelmeleri için ise bir panzehir olur. Aşık olanlar için ise ney hem sırdaş ve hem de özlem duyulan bir dostdur.

13- "Ney kanlı yollardan bahseder; Leyla ve Mecnun'un hikayesini hatırlatır".

Aşk yolunda gidenler için zor yollar vardır ve kolay değildir. Zira benliği terk ederek ilahi aşka girmek için birçok maddi şeyden arınmak gereklidir. Benliği aşmak, Mecnun ve Leyla aşkı misali zorluklardan geçmek gerekir.

14- "Bu sırların sırdaşı ancak kendinden geçmiş kişidir; dile gereken ise, onu anlayacak kulak sahibi bir kişidir".

Mana alemlerine girmek ve bu alamlerdeki sırları anlamak ancak gerçek aşk ile mümkündür. Manevi alemleri anlamak ise yine manevi bilgilere (ilm-i ledun) ulaşmakla olur.

15- "Gam ve hüzün içinde geçip gidiyor günler; gamlarla yoldaş olup akıyor günler".16- "Günler geçip gidiyorsa kaygılanma, de ki "gitsin"; Ey tertemiz Dostum, Sen kal, zira Sen bana yetersin".

Allah'a aşık olan insan için ömrün tükenmesi ve zamanın geçip gitmesi kaygı verici değildir. Yeter ki Allah sevgisi gönlünü terk etmiş olmasın. İnsanın gerçek dostu Allah'tır ve Yunus Emre'nin : "Bana Seni gerek Seni" dediği gibi, Allah her daim herkesin gerçek dostudur. İlahi aşkın yüceliğine eren kişi, tüm kaygılardan arınmıştır ve birtek Allah'a yönelmiştir.

17- "Balıktan başka her şey suya doyar; rızıksız olanın günü geçmez uzar gider".

Allah aşığı denizdeki balık gibidir, her daim yeni arayışlarda bulunur ve yeni alemleri keşfeder. Bu yaradılışın sırrını farkedemeyen kişi için ise bu dünyada zaman zor geçer ve

Page 20: ISIK KITABI 2

gerçek manevi alemlerin rızkı o insanlara verilmez, rızık bulabilme kaygısı ve endişesi o insanları yorar ve usandırır.

18- "Ham olan kimse, olgun olanın halinden anlamaz; öyle ise sözü kısa kesmek gerek vesselam".

Neyin dile getirdiği manevi duyguları ancak belli mertebelerden geçmiş olan Allah aşıkları anlayabilirler. Mevlana'nın Mesnevisi'ndeki sözleri anlayabilmek için yine aşk ile yanan, Allah'a gönül bağlamış olgun kişi gerekir. Ham olan dünyalık insanların bu ilahi aşkı anlaması ve takdir etmesi mümkün olmadığından dolayı ona selam vererek sözü uzatmamak gerekir.

Kaynak: Prof.Dr.Erkan TURKMEN, "Mevlana Mesnevisi'nin Evrenselliği" adlı kitabı, NKM

Page 21: ISIK KITABI 2

Felsefe  -  19.09.2007 - 10:39 

Mevlana 6 ciltlik eseri olan Mesnevisi'nde bizlere dünya hayatının gelip geçici olduğunu ve dünyalık şeylere esir olmamamız gerektiğini ve gerçek ve kalıcı olanın ise Allah sevgisi olduğunu anlatmak istemiştir. Mevlana insanın gerçek gıdasının dünyalık şeyler değil de, Allah sevgisi olduğunu aşağıdaki beyitlerde anlatmaktadır:

1-Allah ile olmayan kişi yalnızdır:Eğer herkesleysen ve Bensiz isen, hiç kimseyle değilsinEğer benimleysen ve hiç kimseyle değilsen herkeslesin.

2-Ey oğul hür ol, maddenin esiri olma:Ey oğul bağlanma hür olmaya bak, Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri kalacaksın?Denizi bir kovaya boşaltmaya çalışsan da, Kova, bir günlük ihtiyacını alır ancak.

3-Aşırı madde sevgisi insanı batırır:Gemiye su girince gemi batar, Altına su verilince gemi yüzer.

4-Dünya uyanıklığı aldatıcıdır:Uyanık görünen kişi aslında derin uykudadır, Uyanıklılığı, uykusundan daha beterdir.Varlığın Tanrı ile uyanık değilse, Uyanıklığın, hapishanedeki uyanıklık gibidir.

5-Diken(maddeci bir insan) için bu dünya yeterlidir:Bir diken için sonbahar bahardır, hayattır.Onun gözünde yakut da, taş da aynıdır.

6-İyi niyetler, gül bahçesine benzer:Ey kardeşim!sen tepeden tırnağa kadar düşüncesin, Gerisi kemikler ve dokulardan ibarettir.Eğer düşüncelerin gül gibiyse sen gül bahçesisin, Eğer dikenler gibiysen sen diken bahçesisin.

7-İnsanın gerçek gıdası, Allah sevgisidir:Allah aşıklarının dışındaki halk, çocuk gibidir, İnsanın gerçek gıdası, Allah'ın nurudur.O'nu hayvan gıdası ile beslemek doğru mudur?Üstün kişinin gıdası yüceliktir, ululuktur, O ne bir vasıta, ne de bir boğazın kuludur.

8-Allah sevgisi her şeyin üstündedir:Aşk milleti, bütün milletlerden ayrıdır, Aşıkların milleti de, dini de Allah'tır.

Page 22: ISIK KITABI 2

Referans: Prof. Dr. Erkan Turkmen

Felsefe  -  06.07.2007 - 17:46 

İnsan ruh ve beden (Yin ve Yang) ahengi ile bütünleşmiş ve üstün özelliklerle yaratılmış bir varlıktır.Doğuştan itibaren süregelen ve süregiden hayatımız içersinde manevi evrenlerden ruhumuza zuhur eden ilahi nur (holy spirit) tüm varlıklardan bizi üstün kılar. Peki neden insan tüm bu vasıflarına rağmen, zalim ve kötü olur? Dünya hayatı neden insanları kendisine fazlaca celb eder? Halbuki gerçek mutluluk insanın kendi iç huzurudur. Her daim Yaradan ile bir olan bizim ruhumuzdur. Dış kabukta kalan insan ise, içi göremez ve bu manevi duygulardan ve huzurdan mahrum kalır.

Evrim süreçleri ve evrenin ritmleriyle uyum içersinde olamayan bir insan mutsuz olur. Gerçek mutluluk, idrakin genişlemesiyle gelen anlayış ve yapılması gerekenler yapıldıktan sonra duyulan iç huzur duygusudur. İç huzura kavuşmak isteyen her insan, yaşamın amaçlarıyla bütünleşmelidir.

Gerçek huzur ve doyuma ruhun barış içinde olmasıyla ulaşılır ki, bu da asıl varlığımızın isteklerinin deneyimlenmesine şuurlu olarak katılmak, daha doğrusu teslim olmakla kalıcı hâle gelir. Ruhun isteklerine şuurlu katılım demek; nefsi kontrol altına almak, madde cazibesinin etkisinde fazla kalmamak, ruhsal yasalara (sevgi, saygı, merhamet, şefkat, hoşgörü, yardımlaşma-dayanışma) uygun yaşamak demektir.

Tüm bu vasıflar çerçevesinde insan; "Yaradılanı hoş gör, Yaradandan ötürü" diyen Yunus Emre gibi fiziksel alemlerden çıkarak, manevi alemlerde huzur bulan "Kamil İnsan" mertebesine ulaşmayı kendisine hedeflemelidir. Materyalizm ve bencillik duygularımız ön plandayken asla manevi alemlere yolculuk edemez, başıboş yaratılmış bir insan misali, sadece bu dünyanın ritmi ve huzuru içersinde hapsolmuş, zavallı bir varlık oluruz. Tüm maddi ve manevi bilgileri bir araya getirebilirsek, görürüz ki aslında Yaradan ve Yaradılan aynı özelliklere sahiptirler ve asla hiçbir varlık boş yere yaratılmamıştır. Herşey Allah'ın varlığı ile bir bütün içersindedir ve Ona hizmet eder. Hiç inanmıyorum diyen bir insan bile kalben Allah'ı zikreder, ama bunun farkına varamaz. Bu yüzden, asla hiç kimseyi hor görmeyelim ve

Page 23: ISIK KITABI 2

hayatımızı insanlara, canlılara ve tüm evrendeki varlıklara hizmet etmeye adayalım. Ancak iç huzuru bu şekilde bulabilmek mümkün olacaktır.

Yunus Emre'nin dediği gibi: "Ne varlığa sevinirim, nede Yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum, bana Seni gerek Seni" derken manevi almelere dalarak, iç huzura ulaşmak ile ancak gerçek huzuru bulabileceğimizi bizlere anlatmaya çalışmıştır.

Allah hepimizi nuru ile yüceltsin ve bu alemde gerçek huzuru bulabilmemiz için bize ışık göstersin.... Sevgiyle kalın.

Felsefe  -  06.07.2007 - 10:15 

Ruh için aşağıdaki tanımlar yapılır:

“Can. Canlılık. Nefes. Cebrail (as.)...” “Bir kanun-u zîvücud-u haricî.” (Hariçte müstakil bir varlığı bulunan bir kanun.) (Sözler)“Emir âleminden olup, beden ülkesini idare etmesi için kendisine müstakil bir varlık verilen bir kanun. Bedenden ayrılınca da varlığını devam ettirebilen lâtif bir cisim.”

Ruh hakkında neler biliyoruz? Ruhun kendisini bilemiyoruz. Ancak bazı özelliklerinden söz edebiliriz. Beden, anne karnında belli bir olgunluğa erişince, ruh verilir. İnsan diğer canlılar gibi doğar, gelişir ve elbette ölür. Ölmek kaçınılmaz gerçektir. Yanlız aslında ruhun ölmesi diye bir şey yoktur ve ruh sonsuza kadar kalıcı bir enerjidir. Bu yüzden ölümden sonra gerçek görevimiz başlar. Ölüm yeniden doğup, kabuk değiştirip bu dünyada yaşadığımız güzel şeyleri diğer alamelerde devam ettirmektir.

Gerçek Kamil İnsan ölümün yeniden diriliş olduğunu bilir ve Peygamber efendimiz Hz Muhammad A.S. "ölmeden evvel ölünüz" hadisi şerifi ile dünyaya bağlı kalmaz, dünyanın gelip geçici bir yer olduğunu bilir ve diğer insanlara bildirmekle görevlidir. Asıl amaç bu dünyada yaşadığımız ve tecrübe edindiğimiz bilgiler ve pozitif duygular neticesinde, ruhu yüceltmek ve ruhun bedeni terk etmesi ile diğer alemlerdeki sonsuz enerjilere yükselmektir.

Bu bakımdan aslında ölüm diye bir şey yoktur. Her İnsan bedenen ölecek, fakat ruhen ise sonsuza dek yaşayacaktır. Yunus Emre: "Bir ben vardır bende Benden içeru" derken kısa ama özlü olan bu sözü ile insanlara kendinizi dünyaya bağlamayın, ruhunuzu arayın ve ruh enerjiniz ile kendinizi yüceltin demek istemiştir.

Page 24: ISIK KITABI 2

Beden ölüme mahkumdur, ruh ise bedenden ayrı değildir. Fakat beden bir kabuktur, insan da bedenen öldükten sonra kabuk değiştirip gerçek ruhuna ve amacına kavuşmuş olacaktır ve yücelecektir.

Ruh Allah tarafından bizlere direk olarak verilmiş saf, temiz ve uzay gibi sürekli genişleyen ve artan, rengi mora yakın olan pozitif bir Bio enerjidir. Sürekli gelişir ve artan enerjisi ile birlikte yücelir. İşte asıl İnsanın yaradılış sebebi de budur. Yani Ruhumuzu yüceltmemiz gerek, dünyada ise yaşadığımız hayatımızın geçici olduğunu, bedenimizin bir gün toprak olacağını, bu yüzden gelip geçici dünya hayatımızda bedenimizi ve ruhumuzu iyi amaçlarda kullanmamız gerektiğini bilmek gerekir. Aksi takdirde iyi amaçlara hizmet edilmez ise ölüm o İnsan için gerçekten ölüm olacaktır (Kabir azabı çekecektir).

Ruh, sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir. Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz; tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekanı ve zamanı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine engel olmaz.

Ruh, şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle plânlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Faaliyetleri bedenle sınırlıdır. Ölüm, onun beden zindanından kurtulup, hürriyetine kavuşmasıdır. O zaman bedene ihtiyacı kalmaz. Gözsüz görür, kulaksız işitir, beyinsiz düşünür. Mahşere kadar bedensiz bekler. Ahirette yeniden ve yeni bir bedene kavuşur.

Allah dostları ve aşıkları (Kamil İnsan), şehitler asla ölmezler. Onların Ruhu toprağa gömülemez...

Felsefe  -  21.12.2006 - 11:28 

Sufilere göre tüm yaradılış, ilahidir. Sufi psikolojisi ise bir psikokozmolojidir. Sufi psikolojisiyle kozmoloji arasında yakın bağ vardır ve bu insana varoluşun kozmik bilinç boyutlarını anlama fırsatı verir.

Cennet ve diğer alemlere yükselebilmek için gerekli olan şey ise: "Ölmeden evvel ölmek" öğüdüdür ve bu ise insanının manevi dünyada yeniden dirilmesidir.

Page 25: ISIK KITABI 2

Tasavvuf, insanın ruh ve iç hakikatini yücelterek, Allah’ı bulma yoludur. Sufilere göre, insan bir "alem-i sagir"dir, yani mikrokozmos (zübde-i alem) dir. Bu yol gerçek benliğe ulaşma veya "İnsanı-kamil" olma yolculuğundan ibarettir. İnsan bu yola çıktığında karşılaşacağı engelleri aştığında, kainatın aynası olacaktır.

Psikokosmoloji çerçevesi içinde tasavvuf ise, yeniden doğuş veya kişinin doğallığını yeniden kazanmasıdır. Yani, mutlak gerçeğin (Hakikat Makamı) kişinin kendi içinde açığa çıkarılması ve gerçek özüne dönmesidir.

İnsan, en güzel bir biçimde yaratılmıştır (Ahsen-i takvim). Ancak daha sonra bu ilahi aslından ayrılmış ve uzaklaşmıştır. İnsan bu bakımdan içinde hem bir mükemmellik ilkesi barındırır, hem de kopuşla birlikte başlayabilecek bir bozulma. Sufiler, tüm tarihsel değişim ve dönüşümlere karşın insan tabiatının bu iki nokta arasında bir sarkaç misali salındığını düşünürler.

Tasavvuf’da insan ebedi olanı ve ölümsüzlüğü arar. Mükemmele doğru değişmek ve takrar var olmak ister. Yani, insan bu dünyada yaşadığı ancak yinede onu aşmak istediği için bir arayışa koyulur.

Bu yola çıkanın iki hedefi vardır: 1 -Şimdiki durumun erimesi, yokedilmesi (Fena) 2-Yeniden bütünleşme (Beka). Benlik fena-fillah süreci ile aşılır ve beka ile kozmik benlikte yeniden doğar. Bu yola çıkan bir Sufi, Allah ile birleşmek ve O’na kavuşmak için yoğunlaşır. Burada, iç sorgulama (muhasebe ve murakabe) kişiyi nefs-i emmare'nin tuzaklarından koruyucu bir işlev üstlenir. Sürekli bir iç savaş sözkonusudur, bu savaş bizi doğrudan etki eder ve değiştirir, zihni bilgeliğe yönlendirir ve varoluşun çeşitli katmanlarında yeniden doğdurur ve yüceltir. Böylece Sufiler bilincin perdelerini bir bir kaldırırlar ve nihai hedefe ulaşırlar. Bilinç ötesindeki bilgilerin açığa çıkarılmasıyla ise, Sufi sonsuz bilgiye (Levh-i Mahfuz’da var olan sonsuz bilgi) doğrudan ulaşmış olur. Bu mevkiye ulaşan bir Sufi’nin zihni aydınlatır (ruh beyni ile düşünme gücü), görüş mesafesi artar ve evrensel güvenle birlikte kuşkular tamamen yok olur.

Page 26: ISIK KITABI 2

Felsefe  -  20.12.2006 - 14:28 

Evrenin oluşum ve gelişimini incelediğimizde, maddenin sürekli değişim içinde olduğunu, yıldızların, güneşin, dünyanın ve insanların ergeç öleceği yada yok olacağı bir gerçektir. Sonuçta hiç bir şey kalıcı değildir ve sonsuz kozmik alemde akar gider. Madde maddeye etki yapar, nesnelerde böyle büyür ve gelişirler, daha sonra kozmik evrende yeniden varolurlar.

Ölüm ve kıyamet ise gerçektir ve kaçınılmazdır. Fakat asla bir son değil, tam tersine bir başlangıçtır. Lucretius, Dünya'nın da ölüme mahkûm olduğunu söylüyordu, fakat çağdaş düşünürler kadar karamsar değildi. Lucretius’a göre, nesnelerin ölümü, son değil, tam tersine bir başlangıçtı. Ona göre var oluştaki sürekliliğin, yaşamdaki kesintisizliğin bir ifadesiydi: Bir şiirinde şöyle yazıyordu: “Bir zamanlar bizi oluşturan tohumlar, ölümle birlikte, kanatlanıp uçarlar. Kimi toprağa karışır, kimi toz zerrecikleri gibi havalarda dolaşır. Ama bunlar yitik değil, parçalanmıştır ve unufaktır. Yaşam sürer gider, çünkü ölen madde değil de candır”.

Lucretius'un bu dizeleri evrenin tek değişmez yasasını gözler önüne sermektedir: yaşamın milyarlarca yıldır kesintisiz sürdüğü gerçeği. Lucretius'un dile getirdiği başka gerçekler de var. Mesela, düşüncelerini inceleyince evreni oluşturan gezegenler, yıldızlar ve yıldız sistemleri içinde insana düşünen yaratıklara özel bir önem verdiğini görüyorsunuz. Sanki çağdaş, bir inancı dile getiriyor ve "kıyamet" gününden sonra bile bilimin katkılarıyla, insan yaşamının süreceği inancını bildiriyor.

Dünyanın sonunu getirecek doğal afetler de malesef kaçınılmazdır ve insanların artan ölçüde enerjiye ihtiyaç duydukları, kaynağı ne olursa olsun bu enerjinin kullanılması ile de çevreyi tehdit ettiği bilinen bir gerçektir.

Page 27: ISIK KITABI 2

Enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılan fosil yakıtlarının havadaki karbon dioksit yoğunluğunu artırdığı, yoğunluğun belli bir düzeyin altında tutulması gerektiği biliniyor. Bilim adamları, yerküresi ısısının 5-10 derece santigrad yükselmesinin bile ölümcül tehlikeler getireceği yönünde hemfikirlerdir. Yerküresi ısısında meydana gelebilecek böylesi geçici bir yükselmenin bile Kuzey ve Güney kutuplarındaki buzulları çözeceği ve dünyadaki su düzeyinin 100-120 metre yükseleceğini ve dünyanın çok büyük bölümünün sular altında kalacağını bildiriyorlar. Kıyamet Günü'nü başka doğal afetler de olacaktır. Yer sarsıntıları, yanardağ patlamaları ve gelgit dalgalarının, yeryüzünü oluşturan tabakaların hareketinden kaynaklandığı biliniyor. Her biri yüzlerce kilometre kalınlığında ve milyonlarca kilometre kare alanında olan bu tabakaların, yılda 4 santimetre hızla yer değiştirdikleri de saptanmıştır.

Maya Uygarlığı kahinlik, astronomi ve astroloji üzerinde çok gelişmiş bir uygarlıktı. Maya tabletleri (Maya takviminde) bu tufanın çok yakın bir gelecekte olacağı insanlara bildirilmiştir. Yıl olarak ise çok yakın bir gelecek bildirilmekte: 21 Aralık 2012... Fakat 2012 yılı ve sonrası insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak, bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Yani Mayalılar bu yıldan sonra insanlığın artık gelişeceğini ve uzay çağına gireceğini bize bildirmişlerdir. Nitekim, buzların erimesi ile de ortaya gizli Atlantis bilgileri’nin çıkması ile de teknoloji daha da gelişecek ve eski uygarlıklar gibi insanlık tekrar en üst seviyeye çıkabilecektir.

Felsefe  -  19.12.2006 - 18:50 

Yin ve Yang , doğayı ve kozmik evrenin temelini oluşturan yasaları açıklayan bir denge kuramıdır ve temelinde, doğa ve evrendeki her şeyin karşıtlık ilişkileri, dengeleri veya ilkeleri içinde yürüdüğünü tespit etmektir. Temeli uzak doğudaki bir çok kültürün ortak yaşam birikimine ve “I Ching” adı verilen eski bir felsefi kitaba dayanır. I Ching, enerjilerin birbirine dönüşüm ilkelerinden, ayrıntılı biçimde söz etmektedir.

Yin ve Yang'ın Başlıca İlkeleri şunlardır:

Evrendeki her şey "Karşıt iki kutup ilişkisi" içindedir ve birbirinden bağımsız olamazlar. Oluşumların birbirinden ayrılamaz iki görünümü vardır, yani "Yin" ve "Yang" görünümü.

Yin ve yang karşıt kutuplarının oluşması bir arada gerçekleşmiştir.

Kutuplar küçük oranda olsa bile karşıtını da içinde barındırır. Gecenin içinde aydınlık ve sıcağın, gündüzün içinde de soğuk ve gölge bölgelerin olması veya dişi görünümün içinde erkek, erkek görünümün içinde dişi olması gibi. Tai Chi veya yin yang işaretinin içindeki küçük çemberler bu özelliği simgelemektedir.

Karşıtlar, birbiri ile durmayan bir geçişme veya dönüşme ilişkisi içindedirler. Yani tam bir denge hiç bir zaman gerçekleşmez. Yin ve Yang sembolünü 3 boyutlu inceleyecek olursak, aslında siyah kısmın (Yin) daha aşağı tabakalarda ve beyaz kısmının ise (Yang) daha üst boyutlarda olduğunu görürüz. Bu da bize Yang’ın, yani positif enerjinin) bütün kozmik alemde daima daha üstün olduğu görüşünü verecektir. Yani mikro ve makro evrende iyi güç ve enerji her zaman kötünün üzerinde olacaktır.

Page 28: ISIK KITABI 2

Eğer huzurlu bir denge kurmak istersek, positif bio enerji dalgalarımızı (Yang) her zaman en üst seviyelerde tutmak gerekir. Aksi takdirde (Yin) bizi aşağıya doğru çekecektir.

Felsefe  -  06.12.2006 - 17:54 

Yaşadığımız çağ bir enerji çağıdır. Peki bu çağa uymak ve enerjimizi arttırmak için neler yapmamız gerekir? Daha güçlü olan ruh enerjimizi nasıl ön plana çıkarabiliriz? İnsan bilinç ötesine (Astral Beden ile seyahat) nasıl geçebilir?

Bu sorulara bir cevap bulmak istiyorsak, öncelikle bilmemiz gereken şey İnsan’ın bir Kozmik enerji olduğu gerçeğidir.

Sonsuz ve genişleyen uzaya: “Makro Kozmos” adı veriyoruz. Bir de insan ruhunda mevcut olan enerji uzayları vardır ki buna da: “Mikro Kozmos” adı verilmektedir. Makro Kozmos’da var olan tüm mevcudiyet ve bilgi, Mikro Kozmos’da da vardır. İşte insan’ın en büyük özelliği

Page 29: ISIK KITABI 2

bu kozmik bilgiye sahip olmasıdır. Yani insan, sonsuzlukda bir noktadır, fakat aynı zamanda da kainatın efendisidir.

Modern bilim, insan organizmasının sadece moleküllerden oluşan fiziksel bir yapısının olmayıp, tam tersine insan’ın tüm evrende olduğu gibi onun da bir enerji alanına (Mikro Kozmos Enerjisi) sahip olduğunu doğrulamaktadır. İnsan sadece fiziksel bir beden olarak yaratılmamış, aynı zamanda insana bir Ruh enerjisi verilmiştir. Yani bizler, enerjiden ibaretiz ve sürekli hareket halinde olan Mikro ve Makro enerji denizinde yaşıyoruz ve balık misali bu enerjinin içinde yüzen enerji varlıklarıyız.

Enerji; kendini madde olarak değil de hareketle gösteren bir kuvvettir. Herkesin kabul edeceği gibi görünmese de, gerçek olan bir kuvvet vardır ve bu kuvvet enerjidir. Bu noktadan hareketle evrende bulunan yegane şeyin, aslında "enerji" olduğunu söyleyebiliriz. "Einstein'ın izafiyet teorisinin" önemli sonuçlarından biri de, enerjiyle maddenin, birbirinin yerini tutabileceği kabulüdür.

İnsanda mevcut olan Enerji Alanı (Aura; canlıların etrafını saran enerji ışınları) bedenin koruyucu "enerji katmanıdır". Enerji Alanını, vücutta enerji noktaları (7 adet chakra) oluşturur. Bu fizik dışı bedene "Astral Beden" denir. Astral beden zaman zaman fizik bedenimizi terk edebilir. Buna da "Astral Seyahat" denir. Bilimin ilerlemesiyle birlikte sahip olunan teknoloji ile Batılı araştırmacılar insanda var olan bu enerji alanlarını inceleme ve ölçme imkanı bulmuşlardır. Önceleri gizemli olan bu olay şimdi bilim dünyasında görüntülerle yerini almaya başlamış ve hatta etrafa yaydığımız bio enerjinin resimleri bile çekilmiştir.

Bedendeki ve ellerdeki “enerji akış noktaları” yani chakralar, bizlere ilahi bazı işaretleri hatırlatmaktadır: 7 Enerji Merkezi, 7 kat sema (cennetler); 7 hayati noktada 7 hayati salgı bezi gibi...

Doğada mevcut olan şekilleri ve insanların çizmiş oldukları motifleri inceleyecek olursak, 7 'nin sırrının hemen hemen her yerde mevcut olduğunu görürüz. Kar taneleri, çiçekler, kilim motiflerimiz, çini süslemeler, Camilerin içersinde mevcut olan İslam motiflerinde hep bu 7 enerji merkezleri işlenmiştir.

Mesela, kristallerden yansıyan 7 rengin insana müspet etkileri vardır. Camdan bir fanus, kristal prizma şeklinde yapılır ve altına bir traş bıçağı konursa bu bıçak, ömür boyu kullanılabilir. Jilet hiçbir zaman paslanmayacaktır. Piramitlerin içindeki cesetler işte bu sır yüzünden çürümemiştir. Binaların tepesi piramit şeklinde olsa insanların ömürleri uzayacaktır. Cam kristallerde saklanan sular, şerbet ve gıdalar çok özellikler kazanırlar ve şifa verirler.

Camilerin içinde de kristaller mevcuttur. Osmanlı dönemi camilerinin içinde mevcut olan kristallerin yönleri ve şekilleri tesadüfi değildir. Camilerin üstünün kubbe şeklinde olması, kozmostan gelen enerjinin o yuvarlaktan içeri girmeleri ve camidekilerin huzurlu olmasını sağlamak için yapılmıştır.

Kristaller şekline, yönlendirilmesine göre canlı cansız her şeyi etkileme gücüne sahiptirler. Bu da onun tedavi edici bir özelliği olmasından kaynaklanmaktadır. Kristal taşlı yüzüklerde bulunan enerji de insan sağlığına etki etmektedir. Oturduğunuz yerde başınıza piramit bir şapka veya yuvarlak köşeli bir örtü ile örtmek sizin “enerji boyutunuz”da yüksek bir farklılık ortaya çıkaracaktır.

Page 30: ISIK KITABI 2

İnsanların saçlarının anten gibi, başının da yuvarlak ve kubbe gibi olması Yaratıcı'nın planının çok ince düşünülmüş, insanlığa ibret dersi verecek bir parçasıdır. İşte aslında İslamiyetde ve diğer dinlerde başı örtmek bu kozmik enerjiyi toplamak içindir. Çünkü insanda bulunan en önemli ve hassas chakra başıdır. İşte bu yüzden Yunus Emre: “Ayak idik, Baş olduk, uçtuk Elhamdulillah” demiştir.

Makro Kozmostan gelen ve orada daima mevcut olan bio enerji; yeryüzünde bulunan insan organizmasının hücrelerine, bitki tohumlarına, yani çevremizde bulunan bütün canlılara "moleküler" seviyede etki etmektedir.

Sonuç olarak, insan ancak ruhen maneviyata erişebilir ve yine ruhu ile gerçek dünyayı, doğayı, Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünme iradesi bulabilir. Huzurlu bir dünya ve insanlık için “Yaratıcı Güç”le, düşünce gücümüzle vicdanımızı bağlantılandırıp, oluşturulan bu rabıtanın kopmamasını sağlayarak huzurun artmasını temin edebiliriz. Bunun için de her daim Allah’a bağlı olmak ve O’nun yüce iradesine sığınmak gerekir. Buna tasavvufta İlm-i ledun ve ilahi aşk ile Akl-ı Kül’e bağlanmak denir.

Akl-ı Kül olunca "Kamil İnsan" mertebesine ulaşırız ve o zaman her daim mevcut olan kozmik enerjisini (Bio Enerji) hissetmek mümkün olacaktır. "Kamil İnsan" mertebesinde olmak demek, ruhen Allah’a yakınlaşmak demektir. O her daim bizlerledir ve bize şah damarımızdan bile daha yakındır. Bunu hissederek sonsuz güce erişebilir ve hatta beden beynimizden çıkarak, gerçek manevi ilmin mevcut olduğu Kozmik Ruh enerjisine (Matrix) sahip olabiliriz. İşte o zaman insan, hakikat mertebesine ulaşmış olacak ve ana bilgisayar “Levh-i Mahfuz”da mevcut olan sınırsız bilgi insana verilecektir. Her daim huzur bulmak için tek yapmamız gereken şey bu kozmik enerjinin bir parçası olarak yaşamaktır. Ruhen var olmayan bir boşlukta yaşarsak bu bahsettiğimiz Kozmik Bilinç ve bilgi bizlere verilmeyecektir.

Page 31: ISIK KITABI 2

Tarih  -  01.12.2006 - 11:27 

Astek ve Maya Uygarlıkları çok ileri bir uygarlıktı. Saf enerjiyi açığa çıkarmak ve yansıtmak için kristalleri kullanıyorlardı. Maya uygarlığına ait 13 adet kafatası da bugün insanları hayrete düşürüyor. Zira bu kafataslarında sanki yaşayan bir enerji var ve bu yoğun enerjinin var olduğu veya ne amaca hizmet ettiği henüz kanıtlanamadı. Bilinen tek şey ise, bu kristallere uygulanan ışık enerjisinin kristallere yansıyarak açığa çıkan enerjinin tek bir noktadan ilerlediği ve yayıldığı. Bu kristal kafa taslarında mevcut olan enerjiyi incelemek için HB firmasını harekete geçmiş bile ve üzerinde çalışmalar yapmaya başlamış. Bakalım neler bulacaklar...

İleriki zamanlarda IBM firması kristal enerjisi ile çalışan ve sonsuz depolama gücüne sahip olan bilgisayarlar yaparsa şaşırmayın. Kristal Hard Disklerde bulunan datalar sonsuza kadar kalıyor ve hiç silinmiyor. Bu bir keşif olursa o zaman gelecekte artık bilgi saklamak için Astek Uygarlığı gibi kristal enerjisini kullanmaya başlayacağız ve Mikro Dalga sistemleri ile kristalleri bir araya getirebilirsek ilerde uzaya seyahat eden Ufo larımız bile olacağı kanısındayım.

İnsan yeni bilgilere ve buluşlara daima açık olması gerek. Bunun için ise, ileriyi düşünmek ve görme gücü lazım.

Meksika ve Orta Amerika’da bulunan kristal kafatasları en anlaşılmaz sanat eserlerinden biridir. Maya ve Aztek kalıntılarında bulunan bu kafatasları, bazı ufologlar tarafından dünyadışı ziyaretçilerle ilişkilendiriliyor.

En tanınmış kristal kafatası, 1927’de Mitchell – Hedges tarafından Belize’de Maya kalıntılarında bulunmuştur. Bir kafatasında, alttan bakıldığında, bir uzay gemisi kristalin içinde görülebiliyormuş. Bazı müzik ve rekler hatta bir ufoya ait hologram görüntüler bu kafatasından saçılabilir.

Kafatasları birbirinden farklıdır. Gerek yapıldıkları zaman, gerekse kafatası şekli sebebiyle farklıdırlar. Ametist kafatası ünlüdür. Koyu mor renkli ametistten yapılmıştır. Bu kafatası uzun bir beyin boşluğuna sahiptir ve günümüz çizimleriyle uzaylı bir tür olan “grilere ” benzemektedir.

Kristal kafatasları hakkında bir çok teori vardır. Bir teoriye göre, bunların anlamı ancak bütün kafatasları bulunduğunda ortaya çıkacak.

Bu kafatasları söz konusu olunca eski Kızılderili ve Maya efsaneleri şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Geleneklere göre, 13 gerçek kristal kafatası vardır. Bunlar dünyaya, dünyadışı ziyaretçiler tarafından getirilmişlerdir. Bu eserler, insanlık hakkında önemli bilgiler

Page 32: ISIK KITABI 2

içermektedirler. Hatta söylentilere göre bazı kafatasları “konuşabilmektedir”. Bu iki kültürün diğer bir ortak yanı ise, kristal kafataslarının mesajının anlaşılacağı tarih: 2012 YILI.

Michell – Hedges kafatası Hewlett – Packard şirketinin bilim adamları tarafından incelendiğinde, yaşı hakkında bir sonuca ulaşılamadı. Ancak elektriksel alanın artmasına yol açtığı anlaşılmıştır. Dikkati çeken diğer bir şeyde, bugünkü bilgisayar teknolojisinin geliştirilmesinde kristal araştırmalarının rolü olduğudur. Bazılarının düşündüğüne göre bu kafatasları, dünya dışı bir uygarlık tarafından dünyaya getirilmiş ve içine, bugün henüz çözemediğimiz şifrelenmiş bilgiler koymuşlardır.

Bir çok medyum, bu kristal kafataslarıyla deneyler yaptılar ve tarif edemedikleri bir güç hissettiklerini söylediler. Diğer bazı kişilere göre, bu kafataslarının birinin sahibi Joke Van Dieton, bunu iyileştirme amacına yönelik kullandı ve iddia ettiğine göre beynindeki tümör iyileşmiş.

Bazıları bu kafataslarının iyi karakterlerinden o kadarda emin değiller. Adrian G. Gilbert ve Maurice M. Cotterell, kitaplarında, Mitchell – Hedges kafatasının Maya rahipleri tarafından insanları yakmak için “yakma camı” olarak kullanıldığını düşünüyorlar. Başka Maya efsanelerine göre kafatası ölümü simgeliyordu.

Yapılan bilimsel bir analize göre Mitchell-Hedges kafatasının, o günkü ilkel teknoloji kullanılarak zımpara ile bu hale getirilebilmesi için, bir kişinin durmadan 300 yıl bu kristal parçasını zımparalaması gerekiyordu. Sonuç olarak, Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.

Kristal kafatasları

Page 33: ISIK KITABI 2

Yoga / Meditasyon  -  20.08.2007 - 23:55 

Yaşadığımız evrende 4 Ana Renk ve unsur mevcuttur: Mavi - Yeşil (toprak ile su) ve Sarı - Kırmızı (Hava ile Ateş)

Pozitif Renkler ve Unsurlar: Mavi ile Yeşildir, yani toprak ile su.

Yaşadığımız evrende iki tür bioenerji (Yin ve Yang) ve bu enerjileri kapsayan iki tür etmen mevcuttur. Örneğin en üst seviyeye ulaşan bir insan (Kamil İnsan) ruh vücudunun rengi pozitif bir boyuta sahip olan Mor Ötesi ışınlar yayar. Bu ana renklerden mavi rengin bir üst boyutudur. Pozitif renklerden Yeşil renk ise su rengidir. Su duruluğun ve temizliği ifade eder ve bu renk insana huzur verir. Baktıkça içimiz rahatlar, sanki içimizden birşeyler akıyormuş gibi hissederiz.

Page 34: ISIK KITABI 2

İnsan yaradılış gereği bu pozitif enerjilerin birleşmesi ile yaratılmıştır. Yani insan su ile toprağın karışımından vücut bulmuştur. Allah insanı yaratırken bu unsurları birleştirmiş ve insanı bir balçıktan yaratmıştır. İnsanlar doğduğunda bu pozitif unsurlara (yani toprak ve su) sahiptir. Sonradan insana hava ve ateş gibi diğer boyuta ait iki unsur verilir. Bebeğin doğduktan sonra hava ile temas etmesi ve ağlaması da bu yüzdendir. Yani insan vücudu dünyaya ait olan bu iki unsurdan biri olan hava ile tanışmıştır artık.

Negatif Renkler ve Unsurlar: Sarı ile Kırmızı, yani hava ile ateş.

Sarı havanın rengidir ve insana bu unsur doğduktan sonra verilir. Her insan doğduktan sonra have ile temas eder. Anne karnındaki bir bebek hava ile temas etmediğinden bu unsuru dünya ile tanıştığında vücuduna alır. Kırmızı renk ise ateşin rengidir ve negatifte en üst boyut olan Kızıl Ötesi alemin ışınlardır. İnsan bu kızıl ötesi alemden gelen ateş unsuru ile sonradan tanışır.

Tüm Ana Unsurlar birbirleri ile bütünlüğe sahiptir ve bir renk diğer rengin tamamlayıcısıdır.

Yani Pozitif Unsurlar olmadan, Negatif Unsurlar da olmayacaktır, yada tam tersi Negatif Unsurlar yine Pozitif Unsurların bir arada bulunması ile bütünlük sağlarlar. İnsan Mavi, Yeşil, kırmızı ve sarı ana renklerin birleşmesi sonucu gerçekleşen bir bioenerjik varlıktır.

Yoga / Meditasyon  -  22.08.2007 - 22:17 

Kozmik Evrende enerji tekdir. Enerjiyi negatif ya da pozitif yapan insan bilincidir. Beden ve Ruh bir bütün olarak yaratılmıştır. Bedenimizle yapabileceğimiz şeyler sınırlı olmasına

Page 35: ISIK KITABI 2

rağmen, İnsan Ruhunu geliştirdikçe bu sistemin dışına çıkarak Takyon Evrenlerde seyahat edebilecek kadar Metafizik bir varlıktır.

Tüm evreni saran ve etkisi altına alan sistemin ana merkezi insandır. Zira insan ruhu ile diğer varlıklardan üstün yaratılmış ve sonsuz kâinatın bilgisi insana verilmiştir. Bu evrende tek ve değişmez gücün varlığının bir eseri olduğumuza göre, kâinatın efendisi olmamamız için herhangi bir sebep yoktur. Yeter ki asıl amacımız ve tüm hayatımız Ruhumuz ile hissetmek ve Ruhumuz ile yaşamak olsun. Kâinat ve diğer sistemler sonsuz bir enerjiye sahiptir ve Makro evrende her daim ışık vardır. Aynı şekilde, insanın ruhunda da Mikro evrenler ve sonsuz Takyon Enerjiler mevcuttur. Manevi alemlere girerek bu Takyon Enerjisini yaşamak mümkündür.

Manevi alemlerden gelen Takyon (Nur) enerjisi her daim tüm varlıklara hiç durmadan eşit olarak dağıtılır. Tüm evren bu ışık sayesinde parlar ve enerji kapıları girmek isteyenler için her daim açıktır. Yeter ki Allah'a yönelelim ve her daim O'nu zikredelim. Zaten hiç inanmıyorum diyen bir insan bile kalben sürekli olarak Allah'ı zikretmektedir, ama bunun farkında değildir. Evrende her şey Allah’ı ve O’nun sonsuz Nuru (Takyon Enerjisi) ile bir bütünlük içersindedir. Asla hiçbir varlık O’nun enerjisi dışına çıkamaz. Allah her daim nuru ile bizi aydınlatsın ve bize nur kapılarını açsın..

Bilim  -  13.10.2010 - 00:04 

Eski uygarlıkların (Maya, Astek) bilim alanında gelişme göstererek ileride bizim anlayabileceğimiz türde ne gibi ilimler ile uğraşmışlardı? Biz şu an öğrendiğimiz bilimler (Matematik, Fen, Kimya, Fizik, Astroloji vb.) haricinde daha ne gibi bilimler vardı ve uygulanıyordu? Biz bunları ne zaman öğrenebileceğiz?

Page 36: ISIK KITABI 2

Bu sorulara şu an cevap vermek ve mantıksal olarak yorumlamak zor. Bu tür bilimler daha ileriki yıllarda, özellikle 2012 yılından sonra hızla gelişecek ve artacaktır. Mesela Matematiği ele alalım. İleride daha net anlayacağımız ve uygulayacağımız bilimler arasında Soyut Astro Matematik geliyor. Matematik kavramsal olarak gelişerek bir üst bilime ulaşacaktır, yani Astro Matematik veya Astro Fizik Matematiği olarak gelişecektir. Daha ileriki yılarda, Metafiziksel alanda yapılacak olan gelişmeler sayesinde Astro Uzay Matrix Matematiği ve Fen Bilimleri ortaya çıkacaktır. Bunlar arasında Metafizik, Metakimya, MetaMatematik (Meta Uzay Matematiği), Metageometri, Meta Arkeoloji, Meta Tıp, Meta Astroloji vb. bilimler gelişecektir. Biz şu an bu tür bilimleri bilmiyoruz, ileride bu tür bilimler ile daha çok uğraşacağımız kanısındayım.

2012 ve daha sonraki yıllarda yeni kuşak dünya ve iletişimi de etkileyecek olan bu tür bilimler sayesinde insanlık bir üst boyuta, yani foton kuşağına ulaşmış olacaktır. Özellikle Matematiksel kavramlarda hızla gelişme olacaktır, Metafiziksel boyutda kavramsal Matematiğin dışına, yani Matrix uzay Matematiğini kavrar hale geleceğiz. Tıp Bilimlerinde gelişerek, Meta Tıp sayesinde ruhen bedenimizi aydınlatarak, tedavi etme yöntemine gidebileceğiz. Meta Astral Işık (ruh ve yansımaları) Bilmi sayesinde, beden hareket etme kabiliyetinde gelişmeler ortaya çıkacak ve bedenimizle ruhumuz adeta bir olacaktır.

Şu an kullanılan bazı ışık enerji sistemleri ve terapiler hızla gelişecek ve daha üstün bir boyut alacaktır. Meta Psikoloji ve Astral Terapi Bilimleri'nde kullanılacak olan Astro Terapi ve Astro Uyku (şu an hipnoz deniyor) uygulamaları sayesinde insan kendisini ruhen ve bedenen daha zinde ve sağlıklı hissedebilecektir.

Bunun gibi bilimleri ilerki yılarda daha iyi anlayıp uygulama fırsatı bulacağız.. Daha üstün bir varlık olduğumuz bilincine ulaşmayı kim istemez? Şu an hayal dediğimiz şeyler, ileride gerçek olacaktır.

Küresel Isınma  -  27.11.2008 - 16:29 

Teorilere göre 10. gezegen olan Nibiru (NASA'nın 2001 KX76 olarak katalogladığı ve 2003 yılında adı Ixion olarak değiştirilen gezegen) güneş etrafındaki 3657 yıllık her dönüşünüde dünya'ya yakın olarak gelip geçerken dünya üzerinde çeşitli ve olağanüstü felaketlere sebep olabilmektedir. Bu seferki geçişi ise muhtemelen 2012 yılında gerçekleşecektir.

Güneş ve Ay'ı saymazsak 9 gezegenden oluşan güneş sistemimizde Nibiru 10. Gezegen olmaktadır.

Son yıllarda bilim adamları, güneş sistemimizdeki gezegenlerin parlaklıklarındaki ve manyetik çekim güçlerindeki artışları, Jüpiter, Uranüs ve

Page 37: ISIK KITABI 2

Neptün gezegenlerinin atmosferlerindeki sıradışı değişikliklerini dünya üzerinden teleskoplarla izleyebilmektedirler.

Son zamanlarda tüm dünya'da görülen atmosferik anormallikler ve çeşitli büyüklükteki depremlerin yoğunluk kazanması ile ilgili açıklamalar bu 10. gezegenin gelişi ile alakalıdır. Peki bu gezegen ile alakalı olarak zaman içerisinde neler olmuş ve gelişmiştir?

(1976) : Zecheria Sitchin'in 12. Gezegen kitabı piyasaya çıktı. ve 3 yıl sonra

(1979) Amerikan Astronomi Birliği Planet X projesini başlattı.

(1981) : Pluto'nun yörüngesinde saptanan düzensizlikler üzerine 10. gezegenin var olup olmaması üzerine araştırmalar başlatıldı.

(1982) : NASA resmi olarak 10. gezegenin varlığını kabul etti.

(1983) : Nibiru NASA'ya ait IRAS (Infrared Astronomical Satellite) uydusu ile 10. gezegen ilk defa görüldü.

(1992) : Kuiper Kuşağı üzerinde ilk çalışmalar David Jewitt ve Jane Luu tarafından Hawaii Üniversitesinde başlatıldı. O tarihten günümüze değin 400 kadar Kuiper Bölgesi Nesnesi saptandı.

(1998) : 1970'li yılların başında gönderilen uzay araçlarının uzaklaşma hızlarındaki azalmalar dikkat çekti (Pioneer 10, Pioneer 11) ve 90'lı yılların başında bunun nedeni anlaşılamadı. Daha sonra ise bunun 2001 KX76'nın çekim gücünden kaynaklandığı öğrenildi.

(2000) : NEOS (Near Earth Objects) projesi kapsamında dünya yaşamını tehlikeye sokabilecek olası cisimler üzerinde çalışmalar başlatıldı.

(Şubat 2001) : Kuiper Kuşağı çevresinde dolanan CR105 isimli kuyrukluyıldızın yörüngesindeki belirgin düzensizlikler üzerinde çalışmalar başlatıldı.

Düzensizliklere orada büyük bir gezegenin sebep olacağı sonucuna varıldı.

(4 Nisan 2001) : Arizona Lowell Gözlem Merkezince 2001 KX76 olarak Robert Millis ve arkadaşları tarafından kataloglandı.

(7 Ocak 2001) : İsviçre'deki Neuchatel gözlem evinde de gözlendi. Bilimadamları keşiflerini basına duyurduktan bir hafta sonra haberin asılsız olduğunu belirttiler.

(11 Nisan 2001) : National Optical Astronomy Observatory (NOAO) tarafından onuncu gezegen, Trans Neptunian Object (TNO) 28976 = 2001 KX76 olarak onaylandı.

(23 Ağustos 2001) : ESO 2001 KX76'nın Ceres'ten daha büyük olduğunu duyurdu.(2001) : Deep Ecliptic Survey isimli proje kapsamında Nibiru'nun ilk dijital resimleri çekildi. Nibiru'nun albedosu, rengi ve diğer özellikleri saptandı.

(2003) : 10. Gezegenin yaklaşmasının etkisiyle dünyanın her tarafında çeşitli büyüklüklerde depremler olmaya başladı. Can kaybına yolaçmayan bu depremlerin sayıları artmaya başladı.

Page 38: ISIK KITABI 2

1980'li yılların ortalarından itibaren meydana gelen Güneş'teki anormallikler sebebi anlaşılamamıştı. Nibiru'nun etkisi ile Güneş'teki değişiklikler dünyadaki tüm güneş gözlemevlerinde incelenmeye başlandı.

(17 Nisan 2003) : 2001 KX76'nin ismi “Ixion” olarak değiştirildi.

Peki ileriki tarihlerde neler gerçekleşecek ve bizleri neler bekliyor?

Maya takviminin sonu olan: 21 Aralık 2012 yılı ve sonrası (foton enerji yılı) dünya ve diğer gezegenlerde yüksek enerjili fotonlar sayesinde oluşan büyük bir kuşağın başlangıç yılı olacak ve doğa üstü olaylar meydana gelecektir. İnsanlığın değişme yılı başlangıcı (ışık çağı) sayılacak olan 2012 yılı ve sonrası, güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın da ozon tabakası onarılmış olacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçebilecektir. İnsanlar daha üstün bir DNA sistemine sahip olabilecekler ve tüm insanların chakra'ları açılarak, duyuları ve algılamaları artacak ve insanlar birbirlerinin düşüncesini okuyabilecektir. Bu olay ilk önce kısa süren bir kaosa neden olabilecektir, fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalan ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçebileceklerdir. İnsanlar birbirlerinin auralarını görebilecekler ve üstün DNA'ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık dahi kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecek güçte olacaklar. Dünya'da kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada güzel vakit geçirecekler. Başka boyuta gitmeye karar verenler ise bir anda ortadan kaybolabilecekler ve ışık boyutunda seyahat edebileceklerdir. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek.

Foton kuşağını ilk kez ingiliz astronom Edmund Halley (1656-1742) yılında Pleiades takımyıldızlarını kuşatan gazımsı bir kuşak olarak gözlemlemiştir. Fredrick Wilhelm Bessel ise foton kuşağının dönüş hızını keşfetmiştir (herbir yüzyılda 5.5 derece saniye). Jose Comas Sol Pleiades takımyıldızındaki güneş sistemlerini keşfetmiştir. Paul Otto Hesse foton kuşağının kalınlığını saptamış (2000 ışık yılı). Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Yani, yaklaşık olarak her 12.500 yılda bir güneş sistemimiz bu foton kuşağının içine girer. Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürer. Yani, foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmektedir. Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer.

Foton kuşağının kendisinin de aurası vardır ve ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında dünyamız ve tüm güneş sistemimiz zaten girmiş durumdadır. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunmaktayız. Dünyamız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girmiştir. 2012 yılında ise (üçüncü enerji seviyesine girmesi sırasında) bir müddet karanlıkta kalacağız. Üçüncü enerji seviyesine (foton kuşağının kendisinin bulunduğu esas enerjili kısım) girildiğinde ise karanlık artık sona erecektir.

2012 yılı (foton enerji yılı) ve sonrası yaşanacak olaylar:

21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş başlamış olacak ve tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması ve tam karanlık meydana gelecek. Daha sonraki günlerde atmosfer basıncının düşmesi ile ve Güneş'in yeterli ısıtamaması ve dünya ikliminin soğuması sebebiyle buzul çağı soğukları başlayacak.

Page 39: ISIK KITABI 2

Daha ilerki günlerde atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması gerçekleşerek, foton etkisi başlayacak ve yıldızların yeniden gökyüzünde belirecektir. En sonunda ise kör bölgeden çıkarak ana foton kuşağına giriş başlayacak ve tüm canlılar güçlenip zindeleşecekler. Dünya ikliminin ısınması ile foton ışınıyla çalışan gemiler ile uzayda yolculuk yapmaya başlayacağız. Telepati ve telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı ile de uzaylılar gibi süperbilinçli olacağız.

Kısaca, foton enerji kuşağı (2012 yılı ve sonrası) dünya'daki tüm yaşam için çok büyük faydaları olan, yüksek enerjili fotonlardan oluşan devasa bir kuşak olacaktır. Güneş sistemimiz bu kuşağa girdiği zaman tekrar çıkması ise 2000 sene sürecektir. 2000 yıl boyunca sürecek olan bu safhada elektrik enerjisi ile çalışacak araca ihtiyaçta olmayacak. Zira süperbilinç halinde olma hali ve foton enerjisini çok iyi derecede kullanabilecek teknolojiye sahip olabileceğiz.

Planet Ixion

Page 40: ISIK KITABI 2

Kültürler  -  20.12.2006 - 18:58 

Maya uygarlığı dünyanın en gelişmiş uygarlığıydı. Dünyanın güneşin çevresinde 365 gün periyodla döndüğünü ve astrolojik takvimi, matematik, diş dolgusunu, çamur sıvayı ve mimariyi, gelişmiş yazı sistemini v.b. bilen Mayalar´ın çok ileri düzeyde bir bilim ve kültürlere sahiptiler.

Maya’ların MS. 250-900 arasında yaşadıklarını ve en gelişmiş yazı sistemini bulduklarını, matematik ve astroloji le ilgilendiklerini, astrolojik takvimler oluşturduklarını ve piramitler inşaa ettiklerini biliyoruz. Maya kültüründe en çarpıcı husus, matematik ve astronomi bilmeleri ve yıldız gözlemciliği yapmaları ve zaman hesaplama gibi konularda da ileri düzeyde bilgileri olduğudur.

Arkeologlar, Mayaların gerçekten farklı bir toplum olduğunu, onların günlük yaşamlarından çıkarmışlardır. Genelde inşa edilen evler tek odalı ve çamur sıvalıydı. El sanatlarında da çok ileri düzeydeydiler ve gelişmiş bir estetik anlayışları da vardı.

Mayalılar tarımcılıkda da çok ileri bir seviyeye gitmişlerdi. Mayalar bataklıkları kurutmuşlar, tarım açısından işe yaramaz toprakları çok üretken tarlalara dönüştürmüşlerdi. Ayrıca tepe yamaçlarında teraslar kurmuşlar ve mümkün olan en çok verimi elde etmeye çalışmışlardı.

Çok başarılı bir şekilde takvim hesaplamaları, piramitleri, altın işlemedeki başarıları inceleyenleri hayrete düşürmüştür. Nasıl yok oldukları dahil olmak üzere, pek çok gizemi barındırılar. Fakat Maya çöküşünü araştırırsak bunun daha çok ekolojik, siyasal ve toplumsal unsurların birleşiminden kaynaklandığını görüyoruz.

Page 41: ISIK KITABI 2

Yoga / Meditasyon  -  20.12.2006 - 17:12 

Astral Beden ile seyahat etmek, rüyalar alemine girmek midir? Yoksa insan gerçekte var olan bu rusal gücü ile her yere seyahat edebilir mi?

Page 42: ISIK KITABI 2

Eski çağlardan beri uyuyan insanların, bedenlerinden ayrılıp gezdikleri ve geri geldikleri düşünülürdü. Günümüzde modern bilim ise, uykunun kademeleri olduğunu ve bu kademelerin de uyku boyunca birbirlerine geçtiğini keşfetmiştir.

Beynin yaydığı dalgalar alfa, beta gibi farklı dalga boylarında seyretmektedir. Rüya halinde ise beyinde meta alfa veya beta dalgaları oluşturmaktadır ve bu güç sayesinde insan astral bedeni ile seyahata çıkabilir ve diğer alemlere seyahat edebilir.

Düşlerimizi kimilerimiz anımsıyor, kimilerimizse ise hiç rüya görmediğini düşünüyor. Bunun sebebi ise metafizik alemlerde her şeyin değişken ve farklı boyutlarda olduğudur.

Dünya 4 elementin tesiri altındadır ve bu alemden diğer alemlere ancak Astral beden ile geçmek mümkündür.

Rüya görmek veya Astral alemlere geçmek, bu dört elementin ötesini hissetmek için bir açılan bir kapıdır.

Nitekim Mevlana uyku (astral beden) hakkında şöyle der:

"Uykuda (Astral Bedende) şu dört element çarmıhından kurtulurum; Şu daracık yerden ruh yaylasına sıçrarım.” Mevlana, Mesnevi VI/222

Maya ve Astek uygarlığında Astral veya ruhsal bedenin bilincini canlı tutarak, kullanma gücüne sahiptiler. Kristal enerjisinin çok amaçlı kullanılması sayesinde, bu Astral seyahat mümkündü. Astek ve daha sonra Mısır piramitlerini astral enerji gücü ile inşa etmişlerdir. Astek tapınakları ve piramitlerinde özel inşa edilmiş inisiyasyon odaları ve rüya lahitleri mevcuttu. Astek Uygarlığı Astral yansıma gücünü kullanarak, kozmik evrende seyahat edebilme yeteneğine de sahiptiler.

Page 43: ISIK KITABI 2

Alternatif Enerji  -  01.12.2006 - 15:13 

Atlantis, kaybolan Mu kıtası...

Bir zamanlar Astek ve Maya Uygarlıkları'nın yaşadığı Mu kıtası ve gizemi hala çözülemedi.

Astekler çok ileri uygarlık olarak Mu kıtasında yaşıyorlardı. Daha sonra kendi içlerinde mevcut olan iyi ve kötü rahiplerin savaşmaları sonucunda Mu Kıtası su altına gömülmüştür. Yani Astekler kendi kendilerinin sonunu getirmişlerdir. Bu savaş çok yüksek teknolojilerle olmuş, kristal enerjisini kullanarak kristal bombası yapmışlar ki bu şu an hidrojen bombası kadar güçlü olsa gerek. En sonunda da koskoca Mu Kıtası bir anda yok olmuş.

Peki o kadar teknoloji ve bilgi nereye gitti? Suların altında gömülü mü? Eğer suların altındaysa nerede?

Halan araştırılıyor ve Mu Kıtası kayıp... Acaba Mayalıların takviminde denilene göre, 2016 yılından sonra ortaya çıkacak olan tufandan sonra sular çekilince mi ortaya çıkacak acaba

Page 44: ISIK KITABI 2

merak ediyorum. Eğer bu doğru ise büyük bir tufan bizi bekliyor, 2015 yılından sonra kıtaların yeri mi değişecek? Kutupların eriyip de altında yatan gelişmiş medeniyetlerin kalıntıları mı çıkacak acaba su yüzüne? Bu bana yakın bir zamanda olacakmış hissi veriyor. Zira kutuplar erimeye başladı bile. Atlantis kutupların altında olabilir mi?

2016 yılı ve sonrası bu kaybolmuş medeniyetin izlerini bulacağız ve ilerleme bu yıllardan sonra başlayacak. Zira Mayalıların dediklerine göre insanlık, çağ atlayacağı yerde gerilemiştir. İlerleme ise daha sonra olacaktır. Yani 2016 yılı ve sonrası ilerleme ve gelişme dönemine girecek dünya. Kaybolmuş Astek Uygarlığı'na ait olan dev kristaller çıkacak su üstüne ve bu kristallerin içersinde gizli olan bilgiler. Zira kristal enerjisi Astekler tarafından son derece önemli idi ve bilgiler bu kristallerde toplanmaktaydı. Hatta Asteklerin kristal enerjisini kullanarak uzayda seyahat eden gemileri bile varmış.

IBM firması yeni geliştirdiği bilgisayarda kristali kullanmak suretiyle silinmeyen ve milyonlarca bilgiyi depolayan bir Hard Disk yaptı bile. İşte Astek uygarlığı da bu kristal enerjisini kullanarak bilgi depolamış olabilir. Bu kayıp Mu kıtası ve kristal bilgileri ortaya çıkınca, insanlık Uzay Çağı'na başlayacak gibi görünüyor. Bizler görürmüyüz bilemem ama bizden sonra gelecek olan torunlarımız artık Uzay Çağı'nda yaşayacak, diğer gezegenlere seyahat imkanları olacak.

İnançlar  -  18.12.2006 - 14:25 

Mu uygarlığı büyük ve gelişmiş bir imparatorluktu ve unvanı, güneşin oğlu adı verilen "Ra Mu" idi. İmparatorluğunun diğer bir adı da "Güneş İmparatorluğu" idi. Mu dilinde "Ra" kelimesi, güneş anlamına gelmekteydi ve daha sonra Mu'nun kolonisi olan Mısır uygarlığı da, güneş tanrısına yine "Ra" adını vermişlerdir.

İmparatorlukta hem bilim adamı hem de rahip sayılan"Naacaller" bulunmaktaydı ve bu rahipler, yönetici sınıfı teşkil etmekteydiler. Naacaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dinden ibaretti. Naacaller bu dini anlatırken, anlaşılması daha kolay olan sembolleri kullanmayı tercih etmişlerdi. Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsamaktaydı. Naacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tanrının geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmekteydi. Mu dinine göre Tanrı, o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi.

Naacal öğretisinde Güneş sembolü, aslında doğrudan Tanrı değildi; sadece onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Semboller vasıtasıyla tek Tanrıcılığı öğreten dinin büyük rahibi, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak

Page 45: ISIK KITABI 2

"Güneşin Oğlu" unvanını taşımaktaydı.

Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları mevcut değildi; güneş ışıklarının doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu ve bunlara "şeffaf mabetler" adı verilmekteydi. Bu da bir tür semboldü ve Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı anlatmaktaydı.

"Ra"nın, yani tek Tanrının kollektif simgesi bir üçgen içindeki daireden ibaretti. İçiçe geçmiş iki ters üçgen ise, Tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunu, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunu simgelemekteydi. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye ve Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuşu veya geriye dönüşü simgelemekteydi. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız ise, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti gösterir ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal eğilimden kurtulmak zorundadır.

Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden itibaren (cansız varlıktan mükemmele); yani İnsan-ı Kamil'e ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri kutsaldır. Zira, üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında dar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının evreni simgeler. Üçgen içindeki göz ise, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini anlatmaktadır.

Mu dininde dört temel güç (ateş,have,su ve toprak) gibi, dört temel kavram mevcuttur:

- Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya geri döner ve onunla birleşir.

Naacal öğretisine göre, Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir.

Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, dört temel gücün kainatın düzenini oluşturması teorisidir. Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, "dört büyük inşaatçı", "dört büyük mimar" veya "dört büyük geometri üstadı" olarak adlandırılır. Bu dört temel element olan: ateş, hava, su ve toprak'dır.

Page 47: ISIK KITABI 2

MAYA 2,7 işareti               

NUMMMERN Yucatec Maya 1 = hun 2 = tr 3 = öküz 4 = Can 5 = ho 6 = uac 7 = UUC 8 = uaxac 9 = Bolon 10 = Lahun 11 = Buluç 12 = lahca = 10 + 2 13 = oxlahun = 3 + 10 14 = canlahun = 4 + 10 15 = holahun = 5 + 10 16 = uaclahun = 6 + 10 17 = uuclahun = 7 + 10 18 = uaxaclahun = 8 + 10 19 = bolonlahun = 9 + 10 20 = hunkal = 1 x 20 21 = huntukal = 1 + 20 22 = catukal = 2 + 20 23 = oxtukal = 3 + 20 24 = cantukal = 4 + 20 25 = hocakal = 5-2 x 20 26 = uactukal = 6 + 20 27 = uuctukal = 7 + 20 28 = uaxactukal = 8 + 20 29 = bolontukal = 9 + 20 30 = lahuncakal = 10 2 x 20 31 = buluctukal = 11 + 20

Page 48: ISIK KITABI 2

32 = lahcatukal = 12 + 20 33 = oxlahuntukal = 13 + 20 34 = canlahuntukal = 14 + 20 35 = holahuncakal için 2x20 = 15 36 = uaclahuntukal = 16 + 20 37 = uuclahuntukal = 17 + 20 38 = uaxaclahuntukal = 18 + 20 39 = bolonlahuntukal = 19 + 20 40 = cakal = 2 x 20 41 = huntuyoxkal (1 ila 60) 50 = lahunyoxkal (10-60) 60 = oxkal (3x20) 80 = cankal (4x20) 100 = hokal (5x20) 120 = uackal (6x20) 140 = uuckal (7x20) 160 = uaxackal (8x20) 180 = bolonkal (9x20) 200 = lahunkal (10x20) 220 = buluckal (11x20) 240 = lahcakal (12x20) 260 = oxlahunkal (13x20) 280 = canlahunkal (14x20) 300 = holahunkal (15x20) 320 = uaclahunkal (16x20) 340 = uuclahunkal (17x20) 360 = uaxaclahunkal (18x20) 380 = bolonlahunkal (19x20) 400 = hunbak (1x400) 500 = hotubak 5x20 400 600 = lahuntubak 10x20 400 700 = holahuntubak 15x20 400 800 = cabak 2x400 900 = hotuyoxbak 5x20 3x400 için 1000 = lahuntuyoxbak (3x400 için 10x20) 8.000 = hun pic = 160,000 hun KALAB 3200.000 = hun kinchil 64.000.000 = hun ALAU  

Eski Halkların yaşamiRunes

Rünler Kökeni HUNLARA dayanan tarih öncesi ve erken Avrupa tarihi alfabesi

Page 49: ISIK KITABI 2

Khun gelen rünleri-Schriftsy TEMS bugün canlı kültürler arasında bir benzerlik vardır, Moğolca ve Eski Turc taş yazıları Kuhn Kuhn, veya Hunlar

Khun + (Rune böylece arama benzer), yazılarının ses dede vardı Khun (Kitabeleri Korkut türk bir destan Steinbeschriften stand still) artık Japonca Moğol dilleri ile ilgili olan eski TASYAZITLARI Türkistan ve, ve hatta Anadolu.. yukarıdan aşağıya doğru yazılır Eski GÖK türkce gibi

Kuzey Celtic rünleri Gotik yazılarını öncelikle yanı sıra etkisi Mısır hiyeroglif anlamı çok benzer (ama kullanılmıyor!) Karakterler kullanılır. Rünleri, tek tek harfleri ek olarak, bu önemi bir dünya ifade içerir.

Runes/RUNLAR sihirli büyü olarak da ilsisim alfabesi olarak kullandikalri da tarihte işaret edildi. Önceki-onu ve daha az sadece içerdekilerin biliyorum, bugün pagan çevrelerinde kullaniliyor hala . Ama bile antik karanlıkta rünik karakter sık sık görülürdü

Bunlar özel işaretler taslara kazilmis kaldı bu nedenle Dünyamiszda Kendimi sadece eski Furthark 24 rünleri ile (yani çok rünik sistemi vardır!), Şimdi üç bölme AETS olarak tanıtmak istedikleri, gereksiz ve tertipleyerek genellikle ezoterik Rune "özel" dil olarak kullanıyorum ... Ayrıca Rune "X" aslında doğru denir gibi kavramsal tanımı, orada sayısız sistemlerdir. Nordic "adresinden İzlandaca, Danca, Norveççe ve Almanca hakkında alındı Neu-her şey ve o-laubt mümkündür ... Rünleri oldukça basit ve anlaşılır - sizin için her şeyi okumak, tüm yorumlar Ve iyi niyetli öneri karşısında "iyi" (için "kötü" ama "iyi niyetli değildir") bireysel insan ekli Ekle - bu yüzden kendini ne olduğunu daha iyi tanır!

RUNLAR /HUN ALFABESIYLE ruhsal iletisim Fali

Page 50: ISIK KITABI 2

Rünleri ne demek biliyor

Böylece kendinizi ve kendi yolunu bulmak biliyorum! Runes

  

Feo (Fehuz) 1. Rune - Fire / Yaratılış     Ur (Uruz 2.) Rune - Urkraft / yaban öküzü     Perş (Thurisaz 3.) Rune - Dev / Forces of Nature    

Page 51: ISIK KITABI 2

Asa (Ansuz 4.) Rune - Rüzgar anlam /     Rit (Radyo) 5. Rune - Riding / Seyahat     Kaan (Kenaz) 6. Rune - Ayna / tekne     Gibo (Gebo) 7. Rune - girin / Hospitality     Wunna (Wunjo) 8. Rune - neşe / sevinç Hagalaz     Hagal (Hagalaz) 9. Rune - Hail / aşma     Değil (Naudiz) 10. Rune - Acil / Uygula     ISS (İsa) 11. Rune - Soğutma Donma /     Jar (Jera) 12. Rune - Harvest / kader     Eo (Eiwaz) 13. Rune - Yew / Dönüşüm     Purt (Peorð) 14. Rune - Doğum / güvenlik     Akiz (Algiz) 15. Rune - Yaşam tujja     Sig (Sowilo) 16. Rune - Sun / yaşam enerjisi Tiu Runes     Tiu (Tiwaz) 17. Rune - Adalet / Sadakati     Birk (Berkana) 18. Rune - Birch / kadınlık     Ekku (Ehwaz) 19. Rune - At / Ortaklık     Maan (Mannaz) 20 Rune - İnsan / denge     Lagu (Laguz) 21. Rune - Deniz / bilge     Ing (ingwaz) 22. Rune - dinlenme / bereket     DAAG (Wunjo) 23. Rune - Yarı / telafi     Odal (Wunjo) 24. Rune - ev / barınak