48
d e r g i s i ISSN: 2147-642 Sayı: 13 Nisan 2014 اَ وهُ مُ تْ ي مَ اء سَ مْ س لاِ إِ هِ ونُ ن دِ مَ ونُ دُ بْ عَ ا تَ مِ نِ إٍ انَ طْ لُ ن سِ ا مَ هِ بُ هّ ل �لَ لَ نز ا ممُ كُ اآؤَ �آبَ وْ مُ نتَ كِ لَ ذُ اه يِ إ لاِ إْ و�ُ دُ بْ عَ ت لاَ رَ مِ هّ لِ ل لاِ إُ مْ كُ حْ �لَ ونُ مَ لْ عَ يَ لاِ اس �لنَ رَ ثْ ك نِ كَ لَ وُ م يَ قْ �لُ ين �لد“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yusuf Suresi 40.Ayet

Bizbiriz dergisi 13 sayi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yusuf Suresi 40.Ayet 13.Sayı http://www.bizbiriz.org.tr

Citation preview

Page 1: Bizbiriz dergisi 13 sayi

d e r g i s i ISSN: 2147-642 • Sayı: 13 • Nisan 2014

يتموها �أسماء سم ما تعبدون من دونه �إلا

ا �أنزل �لله بها من سلطان �إن �أنتم و�آباآؤكم م

�إياه ذلك تعبدو� �إلا لله �أمر �ألا �لحكم �إلا

ين �لقيم ولكن �أكثر �لناس لا يعلمون �لد“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı

birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Yusuf Suresi 40.Ayet

Page 2: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 13 sayi

İletişim çağının baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde, insanlar kime inanacağına şaşırmış vaziyetteler. Haber kaynakları her türlü sahtekârlığa açık. Kaynakları elinde tuttuğunu zannedenler her türlü uydurmaya prim verir hale geldiler.

Siyahı beyaz göstermek artık çok kolay…

Zalimin mazlum, haramın helal olarak gösterilmesi bir tuş kadar yakınımızda…

Ana kriter nedir...

Mihenk taşımız ne olmalıdır…

* * *

Haber aldığımız kaynakları araştırmak inancımızın gereği…

Fasık, münafık, kafir… farkeder mi…

Namaz kılar, oruç tutar, sadaka-zekat verir, gün boyu göz yaşı döker ama yalancılık hastalığından da vaz geçemez…

Mü’minin düşmanları aynı safta birleştiğine göre ve mü’min olaylara feraset ile bakmak mecburiyetinde olduğuna göre mü’mine düşen “her duyduğuna inanmamak” değil midir…

* * *

Kişi sevdiği ile beraberdir.

Kişi sevdiğine, sevdiğinden ikram eder.

* * *

Siz dostlarımıza sevdiklerimizden ikram etmenin gayretindeyiz. Değişmeler doğruları önce kendi

hayatımıza ana kriter yapmanın ve sizlere ikram

etmenin gayreti le 13.sayının hazırlıklarını tamamlayıp

huzurunuza geldik.

Biz, helal olanı, hakk olanı, doğru olanı, dürüst olanı

yani Allah Rızasına uygun olanı seviyoruz ve ikram

ediyoruz.

Fitne-fücur üreten fasıkların oyunlarına feraset ile

bakıyor, Rabbimiz gazaba gelmesin diye titriyoruz…

“Fasık alim, zalim idareci, cahil sofu dinin afetidir”

(Deylemi) inancıyla hepsinin şerrinden Allah’a

sığınıyoruz.

* * *

Yazılacak çok şey var ama “editör” imzası ile yazınca

bu kadarına imkan oluyor. Bir de arife tarif gerekmiyor.

Her şey ayan ve dahi beyan olarak ortada duruyor.

BİZBİRİZ okuyucuları olaylara feraset ile bakıyor.

Ak iplik ile kara ipliğin ayrıştığı saati iyi bilen dostlara

selam olsun.

* * *

Biz, 13. sayıyı çok sevdik. Sizin de seveceğinize

inanıyoruz.

13 sayısına uğursuzluk addeden Hristiyanlara inat

her şey çok güzel olacak.

Dualarımız olmasa ne işe yararız ki…

Allah’a emanet olalım inşaallah.

Editörden

“Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat/6)”

Page 4: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 5: Bizbiriz dergisi 13 sayi

3Bizbiriz Dergisi

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adınaYön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan

Editör ve Yazı İşleri MüdürüKadir Aydın

Grafik – TasarımYasin Candan

FotoğrafEmre Bezirci

Reklam KoordinatörüAhmet Navruz

Yayın KuruluHamide ErbayAyşe TunçSelman BaharZehra BilmenFaruk KulÜmmü Haram

Baskı TarihiNisan 2014

Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Ferhuniye Mah. Ulaşbaba Cad. Aras İş Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.

İçindekiler

1 Editörden

4 Batı’da İslam Algısı

7 Zilzâl Sûresi Tefsiri

9 Namazda Kıraat

11 Hadis

13 Asrın Üveysi…

16 İmam-ı Musa-i Kazım Radıyal-lahu Anh Hazretlerinin Hayatı

19 Kevser Suresi

21 SOHBET

27 El Beyruni

30 Namaz

33 “Bayram gibi bir ölüm...”

35 Arapça Rabcaya Götürür

37 Haydar

38 İlginç Bilgiler

39 Tarihte Mart Ayı Olayları

41 Çocuk

12 17 33

Page 6: Bizbiriz dergisi 13 sayi

4 Bizbiriz Dergisi

Sevgili Kardeşlerim;

Bu yazımızda Batı’nın İs-lam üzerine yönelen algılarından, bu algı-nın negatiflik ve po-zitiflik derecesinden

ve daha özelde ise Batı’da oluşan İslam’a dair algıların sebeplerinden bahsetmeye çalışacağız.

Fakat bunun için ilk önce, Batı ile kastettiğimiz kültürel coğrafyanın sınırlarını çizmek doğru olacaktır. Batı genelde tüm Avrupa’yı, Avrupa’dan uzak bir coğrafyada yer almasına karşın Rusya’yı ve Amerika Kıtasında ABD ve Kanada’yı ifade etmektedir. Özelde ise kısaca Avrupa’nın merkez ülkelerine (İngiltere, Almanya, Fransa...) kültürel bir çağrışımla Batı denmektedir. Buradan hareketle Batının bir yansıması olarak Batı’nın karşıtı olan fakat aynı zamanda Batı’yla ilişikli olan birde Doğu olacaktır. Doğu ise, özellikle Orta Doğu ve Anadolu baz alınarak genel anlamı ile dinsel bir temayı çağrıştıracak şekilde Müslüman

ülkeleri tanımlamak için seçilmiştir.

Tarih boyunca insan toplulukları “öteki” ayrımı ile hayatlarına bir mana katmaya, güçlerini diri tutmaya çalışmışlardır. Kendileri gibi olanları dost kabul edip, bir takım farklılıkları olanları “öteki” ilan etmişlerdir. Öteki bu noktada sıkça kullanacağımız bir kavramdır. Öteki, bir insanın ya da grubun başka bir insanı ya da grubu düşman ilan etmeden önceki sınıflandırmasıdır. Yani insanlar karşı tarafı aslında hemen düşman ilan etmez. İlk başta kendinden farklı gördüğü ve tehdit olarak algıladığı karşı tarafı ötekileştirir. Ötekileştirmek temkinli bir yaklaşımın sonucudur ve bu aşamada saldırı yoktur. Sınır koyma, kendinden uzaklaştırma vardır. Fakat tehdit gelebileceği ön yargısı gerçeğe dönüşmüşse bu uzaklaşma ve sınır koyma netleşir. Bu durumda da saldırı boyutu (ateşli saldırının öncülleri olarak fikri manadaki saldırı) ortaya çıkarak karşı taraf düşman ilan edilir.

İşte ön yargıların bir grubu

diğerine düşman edebilecek

boyuta ulaşmasında büyük bir

aktör ve bu aktörün kullandığı

çok önemli bir araç vardır. Bu

aktör medya, kullandığı araç ise

algı yönetimidir. Algı yönetimi

insanların olayları nasıl anlaması

gerektiğini dizayn edebilmek

için bilinçaltlarına oynamaktır.

Yani önce bilinçaltında bir imaj

kurgulanır sonra bu kurgulanan

imaja göre bilinçaltını harekete

geçirecek haberler servis edilir.

Böylece medya halkın bilinçaltına,

kendi hedefine yönlendirecek

mesajını vermiş olur. Batı medyası

1990’ların başından bu yana

İslam karşıtı ve İslam’ın temsilcisi

gördükleri için Türk karşıtı bir algı

yönetimine başvurmaktadır.

Batı’da İslam AlgısıSelman Bahar

Page 7: Bizbiriz dergisi 13 sayi

5Bizbiriz Dergisi

Çünkü Batı 90’dan önce yani İki Kutuplu Dünya Sistemi’nin var olduğu yıllarda bir “öteki” arayışında değildi. Zaten Batı’nın ötekisi olarak Sovyetler Birliği vardı. Yani dost-düşman ayrımı 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki Soğuk Savaş yıllarında ideolojik bir ayrımdı. Bir yanda Kapitalizm, diğer yanda Komünizm vardı. Ama Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Batı “öteki” boşluğunu 19. yy.dan önce olduğu gibi yine İslam’la doldurarak kültürel bir dost-düşman ayrımına geri dönüş yaptı.

Burada vurgulamak istediğimiz önemli nokta Batı’nın İslam’ı ve mensuplarını nasıl ötekileştirdiğidir. Bu yüzden medya kanalının faaliyetleri çok önemlidir. Çünkü algı yönetiminde çok kritik bir yer tutan stereotipler medya aracılığıyla halka servis edilmektedir. Yeri gelmişken stereotip kavramını da tanımlayalım. Bir toplum bilimci olan Quasthoff stereotipi şu şekilde açıklıyor:

“ Stereotip, bir sosyal gruba ya da onun bir üyesine yönelik yaygın inancın sözel ifadesidir. Mantıksal açıdan yargı niteliği taşıyan stereotip haksız, basitleştirilmiş ve genelleştirilmiş şekilde duygusal değerlendirici eğilimle bir sosyal gruba ya da onun üyesi bireylere belirli nitelikler atfetmektedir..”

Yani medya “öteki” olan İslam için bir takım stereotipler seçerek bilinçaltında negatif bir İslam imajı kurguluyor. Tabi ki bunu da 90’lardan sonra daha fazla göz önünde olduğu için Türk kimliği üzerinden yapıyor. Özellikle işçi göçleriyle Avrupa’ya giden Türk ailelerin birinci nesillerinin Avrupa’da yaşadıkları uyumsuzlukları malzeme olarak kullanan Batı medyası; “Türkler cahil ve uyumsuzdur.”, “Türkler barbar insanlardır.”, “Türkler baskıcı Müslümanlardır.” gibi stereotiplerle Türkleri ve nezdinde Müslümanları cahil, barbar, suçlu, kalitesiz birer ucuz iş gücü olarak kimlikleştirmiştir.

Ne yazık ki stereotip oldukça dirençlidir ve ön yargının üstünde bir işleve sahiptir, bu yüzdende stereotipin oluşturduğu imaj kolayca yıkılmaz. Çünkü söz gelimi bir Alman eğer “Türkler barbardır.” stereotipiyle bir Türkü ötekileştirmişse, iyi birkaç Türk’le karşılaşsa bile bunu bir istisna sayacak ve ön yargısını eleştirmeye girişmeyecektir. Bu yüzden Batı medyası algıları harekete geçirmek adına haber servis ederken stereotip kurgulamaya çok önem verir ve bunun için izlediği bazı yollar vardır.

Bunlardan ilki anlatılan olayı sadece bir boyutuyla ele almaktır. Bu boyutun seçimi dikkatlerin hangi konuya yoğunlaştırılmak istendiğine bağlıdır. Medya belirli

simgeler kullanarak insanların algısında kendi amacına hizmet edebilecek gerçeklikler kurgulamaktadır. Burada amaç insanların izledikleri haberden en yoğun olanı seçerek asıl mesajın bilinçaltlarına gönderilmesini sağlamaktır. Buna örnek olarak; Almanya’da Türklerin çoğunlukta olduğu bir semtte çıkan basit bir komşu kavgasının “Müslüman Türkler yaşadıkları semti birbirine kattı.” olarak verilmesidir. Bu şekilde verilen bir haber izleyicinin kavga ile Müslüman’ı birbiriyle ilişkilendirerek bilinçaltında kodlamasına sebep olacaktır. Bir sonraki haberde sadece “Türklerin arasında tartışma çıktı.” dense bile izleyicinin zihninde Müslümanların kavga etmesi canlanacaktır.

Bir başka nesnel gerçeklik kurgulama yöntemi ise haberin servisi esnasında bilgi yerine bolca görüntü kullanmak ve bilgi ile görüntüyü bilinçaltında ilişkilendirmektir. Basit bir açıklamayla olumsuz bir çağrışım oluşturabilecek bir haber, o haberle doğrudan alakası olmayan karakterleri, kurumları, değerleri lekelemek için kullanılır. Bu yönteme; ilk örnekte verdiğimiz Türk kavgası haberinin servisinde görüntü olarak camilerin kullanılması, çarşaflı kadınların, sakallı erkeklerin sokakta yürürken ki görüntülerinin verilmesi misal olarak verilebilir. Böylece Avrupalı bir kişi çarşıda, pazarda çarşaflı bir Müslüman gördüğünde bilinçaltındaki İslamofobik çağrışımlar aktive olacak. İki adım uzaktan yürümeye gayret edecek veya hepten yolunu değiştirecek, ya da daha tehlikeli bir ihtimal olarak üstünlük kurmaya çalışacaktır.

Batı medyasının algıları yönetmek adına başvurduğu en bilindik yöntemlerden birisi ise kamuoyunda yerleşik hale gelmiş konularla kolayca bağlantı kurulabilecek olayların haber olarak seçilmesidir. Kamuoyunda yerleşiklik kazanmış konular terör, işsizlik, örtünme, şiddet, kamusal suçlar gibi konulardır. Medya bir olayın haber değeri taşıması için konusunun bu konulara yakın ve faillerinin mümkünse Müslüman Türk olmasına bakarak haber seçer. Faili meçhul bir terör saldırısı mı oldu, son dakika haberi şu şekilde verilir; “ A yerinde, şu saatte gerçekleşen saldırının faillerinin şu Müslüman terörist grubu olduğundan şüpheleniliyor...” daha sonra faillerin Müslümanlarla uzaktan yakından alakası olmadığı ortaya çıksa bile ilk tepki bu şekilde kodlandırıldığı için iyi Müslümanlarda bir nebze dahi olsa bu imajın altına sürüklenir. Avrupalı halkın bilinçaltına Müslümanlarla ilgili bir şüphe sokulmuştur ve bu algı uzunca bir zamanda aklanası değildir.

İşte bu tip medya yöntemleri sürekli bir ön yargı, klişe ve stereotip üretmek üzere kullanılan ve halkta

Page 8: Bizbiriz dergisi 13 sayi

6 Bizbiriz Dergisi

yansımalarının ırkçılık ve İslamofobi olarak ortaya çıktığı çok tehlikeli bir sorundur. Bu tehlike 2000’lerde yeniden yapılanarak devam etmektedir.

Bu yeniden yapılanma, habere konu olacak kişi ve kurumlarla ilgilidir. Medya 90’-2000 arasında daha çok işçi Türklere yani Avrupa’da cahil konumundaki birinci nesile odaklanırken, 2000’lerden sonra ikinci ve üçüncü nesilin birinci nesile nazaran daha üst düzeyde meslek gruplarına dahil olmasıyla artık yeni bir odaklanma noktasına ihtiyaç duymaya başladı. Çünkü artık “Türkler cahildir, başarısızdır.” ön yargısı toplumda geçerliliğini yitirmeye başlamıştı. Daha iyi bir stereotip kurabilmek için 2001’de Batı’nın eline iyi bir koz geçmişti: 11 Eylül saldırısı... Artık kimlikleştirme tamamıyla İslam ve terörizm üzerinden kurgulanmaya başlanmıştı. Haberlerde bıyıklı Türkler yerine sakallı Müslümanlar gösterilmeye, Türklerin karıştığı olaylar bir Türkün eylemi olarak değil mensup olduğu Müslümanlık üzerinden verilmeye başlandı. Algılar; şiddet, baskı, karşıtlık gibi kötü unsurları İslam’la bağdaştırmaya yönelik dizayn edilmeye başlandı.

Başlarda kültürel bir çekişme olarak yeniden ortaya çıkarılan Doğu-Batı çatışması medyanın algı yönetimiyle beraber ideolojik düzleme, yani daha çok siyasal ve sistemsel bir düzleme çekildi. Bu durumun

belirtileri Batı toplumlarında, İslam’ı bir dinden çok, Avrupa’yı yok etme yarışına girmiş bir ideoloji olarak algılamak şeklinde ortaya çıktı.

Özet olarak; çizdiğimiz genel çerçevede vurgulamaya çalıştığımız asıl durum Batı’nın İslam’ı ötekileştirmesi değil, bunu yaparken ötekileştirdiği unsurların netliği ve doğruluğunun olmayışıdır. Mevzu, yalanlar üzerine bir düşmanlık inşa eden, güçler dengesini korumaya çalışan Avrupa devletlerinin çıkarlarıdır. Yani medya bir haberi asıl boyutuyla değil de dolaylı bir boyutunu asıllaştırarak ele alırken, doğru olarak algılanmasını istediği bir gerçek kurgulama amacındadır. Burada neyin haber olduğu da önemli değildir, yönlendirici medya için asıl önemli olan kurgulanan yapay gerçeğin etki derecesidir.

Sonuç olarak ortaya çıkan tez bizi, İslam âleminin dış dünyayı algılarken daha temkinli olması gereğine götürür ki bu tez şöyle ifade edilebilir; “Medyanın gerçeklik olarak servis ettiği her haber doğru olmayabilir, hele konu İslam ve Müslümanlarsa doğru olmama ihtimali yüksek bir derecededir.”

Page 9: Bizbiriz dergisi 13 sayi

7Bizbiriz Dergisi

Sûre adını ilk âyette ge-çen, kıyâmet sırasında-ki büyük yer sarsıntısı-nı ifade eden fiilin mas-darından, “zilzâl” kelime-

sinden almıştır. “Zelzele” adıyla da anılmaktadır. Mushaftaki sıralama-da doksan dokuzuncu, iniş sırasına göre doksan üçüncü sûredir. Nisâ sûresinden sonra, Hadîd sûresinde önce Medine’de inmiştir. Ancak üs-lup bakımından Mekke’de inen sûrelere benzediği için, Mekke’de indiğine dair rivayetler de vardır.

Sûrede kıyâmet kopması sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının ardından kıyâmet gününde yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılmaktadır; ayrıca dünyada işlenen hayır ve şerrin karşılığının ahirette ödül veya ceza olarak alınacağı bildirilmektedir.1

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

“Yer o dehşetli sarsıntıyla sarsıldığında;”

“Zilzâl”, yerin hareket-i arz (yer hareketi) dediğimiz zangır zangır sarsıntısıdır. “Zell” hareket anlamı ifade etmekte, “zelzele” ve “zilzâl” onun daha şiddetlisi manasında tekrarı ifade etmektedir.2 İlk âyet

1 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.667.

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân

kıyâmet gününün ne kadar dehşet verici bir gün olduğunu ve o sırada nelerin meydana geleceğini anlatarak, insanların o gün için hazırlık yapmaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Âyette bahsedilen kıyâmet depremine, Hacc sûresinin “Şüphesiz kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir” (Hacc,22/1) âyetinde, Vâkıa sûresinin “Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği zaman” (Vâkıa, 56/4-5) âyetinde ve daha başka âyetlerde de yer verilmektedir. Kıyâmet kopacağı gün sûrun birinci defa üflenmesiyle yer küresinde şiddetli sarsıntılar meydana gelecek, dağlar yerlerinden kopup savrulacak ve dünyanın mevcut düzeni yıkılarak alt üst olacaktır.

“Ve yer ağırlıkları dışarıya attığında”

Âyette “ağırlık” olarak ifade edilen “eskâl” kelimesi, “sekal”in çoğuludur. “Kamus”ta, misafirin yani yolcunun ağırlık denilen eşya ve ailesine, sahibinin çoğunlukla kullanmayıp koruduğu güzel ve kıymetli şeye denir. Âyetteki ifade birkaç şekilde yorumlanmıştır:

İçindeki hazineleri dışarı çıkarması, b) kabirlerdeki ölülerin dirilip dışarı çıkması, c) yer

Dili, c.IX, s. 370.

altındaki madenler, gazlar ve lavların dışarı çıkması. Müfessirler yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması olayının sûrun ikinci defa üflenmesiyle gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Yerkürede meydana gelen bu dehşet verici olayı gören insanın halini ise bir sonraki âyet anlatmaktadır.

“Ve insan, “ne oluyor buna” dediğinde;

Bu ifade insanın korku ve şaşkınlığını ifade etmektedir. O zelzele ve yerin altındakilerin çıkarılmasını gören her insan, o günün dehşetinin büyüklüğüne şaşırarak “bu yere ne oluyor”, “nedir bu hal” diye telaşa düşecektir. Çünkü daha önce bu derecede şiddetli bir sarsıntı görülmemiştir.3

“O gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır.”

Âyetler üç ayrı şekilde yorumlanmıştır:

Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste, Resûlullah (s.a.v): “İşte o gün yer, üstünde olan biten herşeyi anlatır.” âyetini okudu ve

3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.668-669.

Zilzâl Sûresi TefsiriHamide Erbay

Kıyâmet Gününün Dehşetli Sarsıntısı

Page 10: Bizbiriz dergisi 13 sayi

8 Bizbiriz Dergisi

sonra yerin ne haber vereceğini biliyor musunuz? dedi. Orada bulunan sahabeler Allah ve Resûlü en iyisini bilir, dediler. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Yerin vereceği haberler her erkek ve kadının üzerinde neler işlediklerini haber verip şahitlik etmesidir, şu ve şu amelleri şu ve şu gün yaptı, demesidir. (Tirmizî, Kıyâme, 7) b) O gün Allah’ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır. c) Yer, adeta o büyük sarsıntıyla dünyanın son bulduğunu ve ahiretin geldiğini haber verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önünde bulundurarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamasıdır.

6- “İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar halinde çıkarlar.”

“Farklı gruplar halinde” diye çevirdiğimiz “eştât” kelimesine a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre, iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir görünüşte olması; b) insanların inanç ve amellerine göre farklı gruplar oluşturması; c) Yeryüzünün farklı bölgelerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir. Âyetin bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek de mümkündür. Burada asıl anlatılmak istenen, daha kabirlerinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın ahiretteki durumunu, akıbetini, iyiler arasında mı yoksa kötülerle mi birlikte olacağını belirleyen şeyin, bizzat kendisinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı olduğudur. “Amelleri görmek” tefsirlerde iki şekilde yorumlanmıştır: a) Amel defterlerindeki kayıtları görmek; b) Yapılanların ödül veya ceza olarak karşılığını görmek.

7-8- “Kim zerre miktar hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür”, “Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür”

Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunun hesabının verileceğini ve karşılığının ödül veya ceza şeklinde alınacağını ifade etmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) de “Bir yarım hurma veya bir güzel sözle olsun ateşten korunun” (Buhârî, “Edep”; 34, “Zekât”,

10; “Tevhid”,36) buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah’tan bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en küçük bir hayrın dahi onu ateşten koruyabileceğini ortaya koymuştur.4

Rivayet edildiğine göre sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî şöyle nakletmiştir; “Bu âyetler nâzil olunca ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, ben her amelimi görecek miyim? “Evet” dedi. “Büyüğe büyük” dedim. O da “evet” buyurdu. “Küçüğe küçük” dedim. O da “evet” buyurdu. “Vay anamın ağladığına” dedim. “Sevin ey Ebu said!” buyurdu. Çünkü iyilik on katından yedi yüz katına kadardır. Allah dilediğini daha da katlar. Kötülük ise misli iledir veya Allah onu bağışlar. Sizden hiçbiriniz kendi ameli ile kurtulamaz. Sen de mi kurtulamazsın Ey Allah’ın Resûlü dedim, ben de, ancak Allah katından beni rahmetine daldırırsa müstesna, buyurdu.5

İnanmayanların dünyada yaptıkları iyiliklerin hükümsüz, ahiret hayatı bakımından faydasız olduğunu bildiren âyetler (mesela bk.Nûr 24/39), “zerre miktarı da olsa iyiliğin karşılığının görüleceği”ni bildiren bu ayetle çelişir gibi görülmüş ve şu yorumlar yapılmıştır: a) İnançsızlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada görürler, ahirete bir şey kalmaz. b) Mümine de inkarcıya da yaptıkları gösterilir; müminin küçük günahları bağışlanır, iyilikleri ödüllendirilir. Kafirin iyi amelleri reddedilir; çünkü bunları Allah rızası için yapmamıştır, günahları ise ceza ile karşılanır. c) İnanmayanın ameli de hesaba girer, inkarına ait büyük günahından düşülür ama iyilikleri bu günahı karşılayamaz ve bu bakımdan boşa gider. d)

Mümin bütün iyiliklerinin, inkarcı da bütün kötülüklerinin karşılığını görür.6

4 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.669.

5 İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, c.XV, s.8570.

6 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.670.

Page 11: Bizbiriz dergisi 13 sayi

9Bizbiriz Dergisi

Değerli Kardeşim;

Namazda kıraat ederken her re-katta okunan Fâtiha sûresinin ve arkasından ek-

lenmek üzere birkaç sûrenin iyi ez-berlenmesi ve okuyuşlarda titiz davranılması gerekeceği malum-dur. Bununla birlikte, Kur’an okur-ken çeşitli sebeplerle okuma hata-sı yapılabilir. Bu okuyuş hataları ve dil sürçmesi fıkıhda “zelletü’l-karî” olarak adlandırılır. Arapça bilme-yenler için telaffuz ve hareke prob-lemi, dilin dönmemesi söz konusu-dur. Alimler okuyuşta yapılan ha-taların, kıraat şartının yerine gelip gelmediğine, dolayısıyla namazın sahih olup olmadığına etkisi üze-rinde düşünmüş ve bunun için bir-takım ölçüler getirmişlerdir. Sıklık-la karşılaşılabilecek bazı durumlara ilişkin hükümler şöyledir:

1. Namazın rükünlerinden biri olan kıraati ifa ederken Kur’an’ın bir kelimesinin dahi anlam bozulacak şekilde kasten değiştirilmesi

halinde namaz bozulur. Kasıtsız olarak yanlışlık yapmak durumunda esas alınacak ölçü, değiştirilen lafzın Kur’an lafızlarından olup olmadığına bakılmasıdır. Eğer Kur’an lafızlarından olmayan bir lafız okunmuş olursa namaz bozulur. Okunan şey Kur’an lafızlarından olduğu sürece zabt ve i‘rabında ve mânada bir bozukluk (halel) olsa bile namaz fâsid olmaz. Yine kelime sonlarındaki hareke yanlışları, anlamı değiştirse bile namaz bozulmaz. 

2. Bir harf yerine başka bir harf okumak: Bu harfler sin ve sad harfi gibi mahreç yakınlığı bulunan harflerden ise namaz bozulmaz. Meselâ, “Allahü’s-samed” diyecek yerde “Allâhü’s-semed” demek “felâ takher” diyecek yerde “felâ tekher” demek, “fethun karîb” diyecek yerde “fethun garîb” demek namazı bozmaz. Fakat âlimlerin çoğunluğu “Allahü ehad” yerine “Allahü ehat” okumanın namazı bozacağı görüşünde oldukları için, İhlâs sûresini okurken “dâl” harfini,

“te” gibi okumamaya dikkat etmek gerekir. 

3. Mahreç yakınlığı olmamakla birlikte bazı harfler yaygın olarak karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu bulunan bu çeşit harflerin birbiri yerine geçirilmesi durumunda namaz bozulmaz. Meselâ “dât” yerine “dâl”, “zâl” veya “zı” harfinin okunması böyledir. 

4. Şeddeli harfi şeddesiz veya şeddesiz harfi şeddeli, uzun okunacak yerde kısa veya kısa okunacak yerde uzun, idgam yapılacak yerde idgamsız veya idgam yapılmayacak yerde idgam yaparak okumakla namaz bozulmaz. Meselâ “iyyâke na‘büdü” diyecek yerde “iyâke na‘büdü” demekle namaz bozulmaz. 

5. Kelimenin bir parçası kesilse, meselâ “elhamdü…” diyecekken, unutmak veya nefesi yetmemek veya nefesi bir sebeple tıkanmaktan dolayı, “el…” deyip, durduktan sonra “elhamdü…” denilse veya okunacak kelime hatıra gelmeyip

Namazın kıraatinde yapılan hatalar (Zelletü’l-kâri) hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Namazda okunan surelerde, yapılan harf, hareke, tecvit hataları namazı bozar mı?

Namazda KıraatAyşe Tunç

Fıkıh Köşesi

Page 12: Bizbiriz dergisi 13 sayi

10 Bizbiriz Dergisi

başka bir kelimeye geçilse namaz bozulmaz. Çünkü bu durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan bir durum (umûm-ı belvâ) vardır. 

6. Eğer âyete bir harf ilâve edilse, mâna değişmiyorsa namaz bozulmaz. Buna mukabil, “Allahüekber” ifadesinin başına bir “e” harfi eklenecek olsa, anlam bütünüyle değişeceği ve inanç noktasından riskli bir anlam çıkacağı için namaz bozulur. Çünkü “Allahüekber” sözünün anlamı, “Allah en büyüktür” şeklinde olup başına “e” harfi eklendiği zaman “Allah en büyük müdür?” şekline dönüşmektedir. 

7. Anlam bozulmadığı takdirde kelimelerin yerinin değişmesiyle namaz bozulmaz. Meselâ “fîhâ zefîrun ve şehîkun” yerine “fîhâ şehîkun ve zefîrun” okunmasıyla namaz bozulmaz. Fakat anlam değişirse namaz bozulur.

8. Bir kimse namazda fâhiş hata ile okuduktan sonra, dönüp yeniden düzgün şekilde okursa namazı câiz olur.

9. Kıraat esnasında az veya çok miktarda âyet atlamakla namaz bozulmaz. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre

Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz.1

10. Peltek konuşan bir kimsenin, “ra” harfini “ga” veya “lâm” yahut “yâ” olarak telaffuz etmesi, yani ancak öyle okuyup söyleyebilmesi namazını bozmaz. Mesela “Rabbi’l-âlemîn” yerine “Labbi’l-âlemîn” demesi gibi… Böyle bir kimse “ümmî” (okuma yazması olmayan) mesabesinde sayılır.

Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) müezzini Bilâl-i Habeşî (r.a.) de peltek idi; “şın”ı “sin” olarak okuyorlardı. İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri onun bu halini şöyle nakleder: 

“Bir haberde anlatıldığına göre, ‘Sînu Bilâlin Indellahi Şînün’: Bilâl’in Sin’i Allah katında Şın’dir…”  2

1 İSAM

2 el-Mektubat, 3, 100

Page 13: Bizbiriz dergisi 13 sayi

11Bizbiriz Dergisi

Ebu Hureyre (ra) Muham-med Mustafa (sav)’den beyan ediyor ki:

“ Ü m m e t i m d e n kesinlikle kader

konusunda bilir bilmez konuşmamalarını istiyorum.”

Allah’ın Rasulü (sav) bizden ne istiyormuş? Kader konusunda bilir bilmez konuşmamamızı istiyor ve hadisin devamında:

“Kader konusunda ümmetimin ancak ahir zamanda kötüleri iler geri konuşur.” diyor. 1

Aklı ermez hayra şerre fakat kader öyleydi, kader böyleydi, der. Kader konusunda muhabbet etmeyeceksiniz. Kader başa gelen bunu bileceksiniz. Çünkü ahir zamanda kaderle ilgili olarak ümmetin kötüleri konuşurmuş. Yani bugünlerde veyahut bugünlerden sonra ileriki zamanlarda. Şimdi devr-i alemde şöyle bir zaman

1 Cmai’üs-Sağir Hadis No; 5429

vardır, bütün alimler bugünü anlatır. Ama Yunus Emre’me baktığında diyor ki:

‘Seni de hesaba çeken bir Molla Kasım gelir.’

Bak geleceği anlatıyor. Ve gelecekte hakikaten olacakları bilir gibi söylüyor. Mesela:

Hamur ile hamr tuttu cihanı, Kötü işler yapan kıymetli oldu.Peygamber yerine geçen hocalar,Bu halkın başına zahmetli oldu diyor.

Bakın şimdi peygamber yerine konan hocalar var, demek ileride bu şekle geleceğini Yunus Emre’m haber veriyor. Ama bizim halk anlamak istemiyor.

Üstad ile talebe arbade kılar, kendi kendisine savaş açar, arkasından ileri-geri konuşur, öbürkü yalakalık yapar. Veyahut onunla işte bende bak nasıl idare ediyorum, gördün mü değil mi?

Neye idare ediyorsun? Yüzünüze çarpıla çarpıla yüzsüzleştiniz iyice. Dünyalığı versin de bir gitsinler diye yapılan bazı hareketler vardır insanlara değil mi? Dünyalıkları artsın, hesapları zor olsun diye mi? Yok. Allah hesaplarımızı kolay eylesin. Bi-gayri hisab cennete girenlerden eylesin Allah-u Teala. Lakin şunu iyi anlayın hakikaten Yunus Emre’m gibi söylemek, bakın birçok kitapta tevil edile edile romana döndü. Bakın geçmişin kitabını tevil edeceğiz diye uğraşıyorlar. Fransız kahin vardı Nostradamus. Adam söylemiş,

تى �أن لا يتكلمو� فى �لقدر ولا عن �أبي هريرة)ض(قال: قال رسول �لله )ص( عزمة على �أممان تي فى �آخر �لز شر�ر �أم يتكلم فى �لقدر �إلا

HadisN. Aktaş

Page 14: Bizbiriz dergisi 13 sayi

12 Bizbiriz Dergisi

gitmiş beyitlerini.

Tevil edeceğiz diye akla karayı seçerler. Yalanı söylerler, anlamadan söylerler sonra da vazgeçer o sonraymış canım biz onu anladık ama şöyle anladık derler. Bizim müslüman alimlerin kitaplarını da bu hale getirdiler. Kardeş o devirde söylemiş, gitmiş adam. Dedikodu kitabı haline gelmiş. O devri kapatmış yani, bitti. O çeşmeden su akmıyor.

Gittik biz pirimiz, üstadımız Aziz Mahmud Hüdayi Hz.’ nin oraya:

- Buradan zemzem akardı bir zamanlar..

- Şimdi akıyor mu?

- Yok.

Ha şöyle de söylemek lazım bir daha ki sefere gittiğimiz zaman biz o çeşmeden su içtik, su verdiler yani su geldi. Sonra dediler ki:

- Bu su. Dedik:

- Biz zemzem niyetine içtik.

Artık su mudur, zemzem midir bilemem lakin o su akmıyor artık.

Yapacağınız şey dedikodu kitabı haline gelecek.

Dünya çapında söylerseniz yöresel değil, ileriye dönük hareket ederseniz dünyanızı da ahretinizi de kurtaracaksınız. Ahretinizi kurtaracak ameller işlemeye çalışın. Yani niyetiniz hayır, akıbetiniz hayır olur inşallah.2

2 On hafta sohbetleri 5.cilt/ Abdullah Murad Şükrüoğlu

Page 15: Bizbiriz dergisi 13 sayi

13Bizbiriz Dergisi

Kim Rabbine kul olur?

Alem ona seyran olur!

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Allah-u Teala bir kulu sevdi mi tüm aleme sevdirir. İsmi çağları aşar. Anıldığı, anla-tıldığı yerlerde Allah

ve Rasul aşkı, muhabbeti coşar. Za-man mekan elinde dürülür, emrine olur musahhar.

Nasıl ki çiçekler türlü türlü her biri ayrı tüter, nasıl ki dört mevsim ayrı geçer, nasıl ki gökkuşağı yedi renk işte Allah-u Teala’nın veli kulları da öylece rengarenktir. Kimi lale olur, kimi sümbül. Kimi boynun büker sarıçiçeğim der, kimi hicabından kızarır güle döner. Ehlullahın her biri ayrı tüten, ayrı açan çiçektir hakikat bahçesinde. Rahman olan Allah azze ve cellenin nazar ettiği gönülleri ise cennettir.

Üveysilik hakikat bahçesinin nadide gülüdür. Usulü, yöntemi bilinmez. Silsile ile verilmez. İcazeti doğrudan Hak katındandır. Allah-u Teala seçer ve kudret eliyle irşad eder. İşte bu yüzden Üveysilik bir tarikat değildir. Hakka götüren yolların en mahremi, en safisi ve sultanı olan bir makamdır.

Üveysilik Üveys el Kareni (rh) ile başlayan bir hakikat meşrebidir.

Belli bir tarikata mensup olmaksızın, yüce Allah’ın hidâyeti ve irşadiyle velayet mertebesine ulaşan Sûfilere «Üveysî» denmektedir...Bu dahi, Üveys hazretlerinin hiç kimsenin yol göstermesi olmadan sadece Aziz ve Celîl olan Allah’ın hidayet ve irşadiyle velayet derecesine ulaştığından kaynaklanır.

Üveysilik nedir?

Üveysîlik hakkında ilk bilgiyi veren Feridüddin-i Âttar’dır. 

Attar der ki:

- «Evliyadan bir kısım kimseler vardır ki, onlara Üveysîler adı verilir. Kendilerinin herhangi bir pirden ve mürşidden nasip almaya ihtiyaçları yoktur. Bu çok ulvî, çok yüce bir makamdır ve ancak Allah’ın dilediği kullarına ihsan olunur.»

O halde «Üveysî» demek, arada bir vasıta olmaksızın yüce Allah’ın inâyetiyle doğrudan doğruya feyiz alan velî demektir. Bunu elde etmek de büyük bir sıdk ve teslimiyetle olur. Gönül neş’esiyle dolmak, manevî zevkin en yüksek derecesine ulaşmak elbette kolay değil. Zaten kolay olsaydı, dünya velilerle dolardı...

Üveysi olan zatlardan birkaçı şu mübareklerdir;

Selçuklular devrinin meşhur

şeyhlerinden Ebu’l Kasım cürcanidir. Silsile-i şerifi Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine ulaşır. Bunun yanı sıra Kübrevilik tarikatının kurucusu olan, Moğol istilası sırasında şehit düşen Harezmli şeyh Necmüddin-i Kübra Hazretleri de üveysilikle tanınmıştır. Necmeddin-i Kübra Hazretleri gibi Moğol istilası sırasında vefat eden Feriduddini Attar hazretlerinin de kendisi bizzat üveysiydi.

Bütün çağlar boyunca İslam tasavvufunun en meşhur siması olan Muhyiddin b.el-Arabî Hazretleri de üveysiydi.

Tasavvuf dünyasının büyük âlimlerinden İmam Rabbani Hazretleri şöyle buyuruyor;

Behâüddîn-i Buhârî’nin üstadı Seyyid Emir Külâl hazretleri idi. Fakat Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî’nin ilminden istifade ettiği için aynı zamanda üveysi idi.

Bayezidi Bestami hazretleri Caferi Sadık hazretlerinden, Ebu-l Hasan Harakani, Bayezidi Bestami Hazretlerinden, Ebu Said Ebu Hayr, Ebu-l Hasan Harakani’den İbrahim bin Ethem, Veysel Karani Hazretlerinden, Bilal Nadir-i Hazretleri Ukkaşe (R.A) hazretlerinin ilminden istifade etmiştir.

İlmi ehline sorun fehvasınca bu konuyu ehline soralım. 

Asrın Üveysi…Z. Bilmen

Tasavvuf

Page 16: Bizbiriz dergisi 13 sayi

14 Bizbiriz Dergisi

Asrımızın üveysi Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) Üveysilik hakkında şunları söyler;

“Üveysiyi Allah azze ve celle bizzat kendine seçer ve bizzat irşad eder. Gönlüne hakikati ilham eder. Arıya ilham eden Allah-u Teala ona da ilham eder. Haramı ve helali ledün ilminden belletir. Şeriat ilmini bilmeyen, yaşamayan üveysi olmaz. Bir ayağı şeraitte iken diğeriyle alemi seyran eder. Allah zül Celal kıskançtır, kimi kullarını hiçbir aracı koymadan sadece kendine seçer. Habibine dahi ulaştırmadan kendine ulaştırır. Bu yüzden Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur;

“Yemen tarafından bana Hak kokusu geliyor.”

İşte bu ancak Hak erlerinin makamıdır. Bu makamı Allah-u Teala’nın söylettiği bir vecizede şöyle ifade ederler;

Kimi mürşid vardır, yol açar gider.

Kimi mürşid vardır, açılan yolda gider.

Açılan yolu takip edene, tarikat ehli derler.

Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olana Muhammedi derler.

Bir silsileyi takip eden, bir mürşide intisab etmiş,

ders halkasında yetişmiş ve mürşid makamına ulaşan kişi, tarikat mürşididir. Mürşidinin yolunu, usulünü devam ettirir. Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olup, hayatta bulunan bir mürşide intisab etmeden seyr-i süluk eden kişi ise yol açar, bir usul ortaya koyar, pir olur. Muhammedi mürşid sünneti ihya eder. Bid’atlerden ve hurafelerden dini temizler. Onlardan şeraite muhalif bir fiil südur etmez.

Biz şeriatin içindeyiz.

Ne bir milim içinde, ne bir milim dışında

Tam orta yerindeyiz.

Dillerinden hak ve hakikat zuhur eder;

Hak söyler dilim her zaman,

Susturmasın dilerim yaradan.

Daim Hakkın huzurunda dururlar;

Biz beden elbisemizle halkın arasında dururuz, ruhumuzla hak’ta oluruz.

Alim olan Allah’ın ilmiyle konuşurlar;

“Ledün ilmi alanlar,

Hem satırdan hem sadırdan okurlar.”

Page 17: Bizbiriz dergisi 13 sayi

15Bizbiriz Dergisi

Silsile-i İbadillah’in piri, asrımızın üveysi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hazretleri bizzat Hak Teala’nın hidayetine, inayetine mazhar olmuştur. Zulumatın ardından bir gecede Allah-u Teala’nın nuruyla aydınlanmış, Allah (cc)’ın ayetlerini, Muhammed Mustafa (sav)’in sünnetini gösteren kandil olmuştur. Bir şeyhefendinin terbiyesinde yetişmemiş, ders halkasında bulunmamışlardır. Rasulullah (sav)’e intisab etmişlerdir. Bundan sonra mana aleminde Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin Uşşaki Hazretleri, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretleri ile görüşüp, ilimlerinden istifade etmişlerdir. Yakaza halinde üç sefer Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin Uşşaki Hazretlerinin ismini duyarlar. Eyup Sultan Hazretlerini sağ zannederek sorarlar:

-İstanbul’da kime sorsan gösterir, derler. Ta ki öğrenip kabirlerini ziyaret ettiklerinde mana aleminde görüştüklerini anlarlar.

Hidayet geldikten sonra yedi sene boyunca Pir Hüsameddin Uşşaki Hazretlerini sorarlar. Eyüp Sultan Hazretlerini ziyarete geldikleri bir sırada bahçesinde lokma tatlısı dağıtan kişilerle karşılaşırlar. Hepsinin üzerinde haydari ve sarık vardır. Aralarında geçen konuşma sonrasında Pir Hüsameddin diye ismini duyduğu kişinin Pir Hüsamettin Uşşaki olduğunu öğrenirler. Bu oalyı şöyle anlatırlar;

Kim olduklarını sordum.

-Biz uşşakiyiz, dediler.

-Uşşaki kimdir, şeyhiniz kim, dedim.

-Pir Hüsamettin, dediler.

-Tamam beni ona götürün, dedim.

Bir hoca efendinin yanına götürdüler;

-Sen o değilsin, dedim.

-Madem tanımıyorsun nereden biliyorsun, dedi.

-Senden o muhabbet, o koku gelmiyor, beni Pir Hüsameddin’e götürün, dedim. Dediler ki;

-Götüremeyiz. O mübarek Osmanlı döneminde vefat etti.

Hüsameddin Uşşaki Hazretleriyle de mana aleminde görüştüklerini öğrenmişlerdi. Yine İstanbul’a gelişlerinde Haydarpaşa’dan Eminönü’ne geçmek için vapura binmişlerdir. Süleymaniye’ye varıp, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (rh)’i ziyaret edeceklerdir. Dışarıda oturmuşlar, denizi, martıları temaşa ederken,

yanlarına sakallı bir yaşlı zat gelir. Tanışırlar, sarılırlar. Amca;

-Ben de Gümüşhane’den Ahmed Ziyaüddin, diye kendini tanıtır. Muhabbet eder ve kendilerine nasihat eder.

Eminönü’ne varıp da bu yaşlı zat ayrılınca, kabrini ziyarete gittikleri mübarekle görüştüklerini anlarlar.

Hak dostlarından bahsetmek rahmet, bereket saçar. Anlatıldıkça gönüllere safa verir. Üveys makamında olanlarının ise her halleri muhabbet, aşk ve hikmettir. Ne kadar anlatsak ancak ummanda bir katre eder. Allah erlerini en iyi kendi kelamları anlatır. Çünkü onları Allah azze ve celle söyletir. Abdullah Murad Şükrüoğlu Sultanımızın hikmet pınarı sadrından satırlara dökülen şu mısralar Hak erbabına hakikat anlatır;

Gül muhammed (s.a.v)’dir.

Dikenli dal ise şeriat.

Tarikat dikenli dalda gülü görmektir.

Marifet gülün sahibine dönmektir.

Hakikat ise güle dönüşmektir.

Üveysilikten ancak bir nebze anlatılabilir. O da erbabının izni ve diliyle. Destur aldık Pirimizden, ab-ı hayat pınarlarından birkaç damla serpiştirdik. Sürç-ü lisan etmişizdir, affola.

Allah Celle Celaluhu amme nevaluhu, Abdullah Murad Şükrüoğlu hazretlerinin sırrının kudsiyetini arttırsın. Amin. Bizleri şefaat hakkı verildiği gün şefaatlerine nail eylesin. Amin.

Selam olsun Hak erlerine…

فى �مان �لله

Page 18: Bizbiriz dergisi 13 sayi

16 Bizbiriz Dergisi

Esbab-ı Kiram’ın sohbe-tinde bulunmakla şeref-lenen, Tabiin devrinin yüksek âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri On iki İmam’ın yedin-cisidir. Hicret-i Nebeviyye’nin 128. (M. 745) senesi Safarül hayrın ye-dinci Pazar günü Haremeyni Muh-teremeyn arasında bulunan “Evba” mevkiinde ve İbrahim İbn Velid’in saltanatı zamanında doğmuştur. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin oğlu, İmam-ı Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’nin ba-basıdır. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in torunu olup, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile Fatımetüzzehra Radı-yallahu anh annemizin evlatların-dandır.

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin çocuklarından oldu-ğu için “Seyyid”dir. Asıl adı “Musa bin Cafer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib”tir. Künyeleri “Ebül Hasan” ve “Ebu İbrahim”dir. “Kazım”, “Sabır”, “Salih”, “Emin” gibi birçok lakabları vardır. En meşhuru “Kazım”dır. O’na yu-muşak huylu olduğundan, kendisi-

ne kötülük yapanlara dahi kızma-yıp onları bağışladığından, gazabı-na hâkim olduğundan “Kazım” laka-bı verilmiştir. Muhterem annesinin adı “Humeyde-i Berberiyye”dir.

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyalla-hu anh Hazretleri usuli zikri ve ta-rikatı, babası İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nden alarak Esrar-ı Ahmediyye’yi cami ve Envari Kudsiyyeyi lami bir kutbi ci-han ve sahibi zaman olmuştur. Yük-sek bir âlim ve büyük bir evliyadır. Din bilgilerinde ictihad derecesine yükselmişti. Her ilimde İmam, Üs-dad ve büyük bir rehberdi. Çok iba-det eder, geceyi hep namazla geçi-rirdi. Bu hallerinden dolayı kendisi-ne “Salih kul” adını vermişlerdi. Tari-kat ilminde ve Ehl-i Sünnet’in göz-bebeğidir. Tarikat ilmini Nebiler Ne-bisi Sallallahu aleyhi vesellem efen-dimizden sonra On iki İmam Efen-dilerimiz ve tasavvuf âlimleri öğre-tip kalplere akıttılar. On iki İmam Efendilerimizin her biri Ehl-i Sünnet itikadındaki Müslümanların göz-bebeğidir. Onların hepsini sevme-yi Yüce Allah (CC) Hazretleri’ni se-venlerin hepsi dünya ve ahiret sa-adetlerinin sermayesi bilmişlerdir. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesel-lem Efendimizin üç vazifesinden

biri de tasavvuf marifetlerini, bil-gilerini öğretmek ve kalplere yer-leştirmekti. Fıkıh işlerini öğreten âlimlere “Fukaha” denildi. Tasavvuf bilgilerinin de Nebiler Nebisi’nden (SAV) itibaren Seyyid-i Silsile-i Me-şayih Efendilerimiz zamanımıza ka-dar gelmesine vesile olmuşlardır.1

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADI-YALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞE-HADETİ

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyal-lahu anh Hazretleri Din-i Mübin-i Ahmediyye’nin yükselmesine ve Ümmet-i Muhammed’in irşadına çalışmış, yirmibeş sene üç ay ka-dar İmamet-i Kübra’da bulunarak Hicret-i Nebeviyye’nin 186 (M. 802) Saferül Hayrın 25.nci Cuma günü, Bağdat’da Abbasilerin 5.nci halife-si Harun Reşit O’nu zindana attır-dı. Zindanda şehiden irthali dari Fir-devs olmakla Bağdat’da, Bağdat’ın kuzeybatısında “Kazimiyye” mahal-lesinde defnolunmuştur. Bu ma-halle, Dicle nehrinden beş kilomet-re içerdedir. Büyük ve çok süslü bir türbesi ve hemen yanında büyük bir cami vardır. Müslümanların en çok ziyaret ettiği türbelerden biri-dir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Rah-metullahi aleyh Hazretleri’nin tür-

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu Anh Hazretlerinin Hayatı

Burak Çınar

Sahabe-i Güzin

Page 19: Bizbiriz dergisi 13 sayi

17Bizbiriz Dergisi

besine yakındır. İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri’nin zamanında Ehl-i Beyt’ten olanlara maa-lesef birçok haksızlıklar yapışmıştır. Zamanın sultanları tarafından birkaç kere hapse atılmış ve hapiste iken ve-fat etmiştir. Hâlbuki Hazreti İmam’ın dünyaya düşkün-lüğü yoktur. Züht ve takvası çoktu. Affı ve ihsanı, kerem ve cömertliği ile meşhurdur.

Hazreti İmam Medine-i Münevvere’de otururdu. Siyasete hiç karışmadığı halde Abbasi Halifelerinden Muhammed Mehdi, kendisini Medine’den Bağdat’ ge-tirterek hapsetmiş, bir müddet sonra İmam-ı Ali (KV) Hazretleri’ni rüyada görmüştür. Kendisine Muhammed (Kıtal) Suresi 22’nci ayetini okudular: “Demek ki, iradeyi ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve ak-rabalık bağlarını kesip atacaksınız.” Bu Ayet-i Kerime’yi duyar duymaz Hazreti İmam’ı hapisten çıkararak kendi-sine ve evlatlarına karşı isyan etmeyeceğine yemin tek-lif etmiş, Hazreti İmam: “Bu işi asla yapmam ve şanıma da yakıştırmam.” buyurunca doğru söylediğini tasdik etmiş ve Medine’ye dönmesine izin vermişti. Sonra ha-life Harun Reşit Hicri 179. (M. 795) yılında umreden dö-nerken Medine’ye uğramış, Hazreti İmam’ı yanına alıp Bağdat’a getirmiştir.

Ardı arkası kesilmeyen hadiselerin sona ermesi dü-şüncesi ile tekrar hapsettirmiştir. “Bağdat Tarihi” kitabı-nın yazarının rivayetine göre, Hazreti İmam’ı ölünce-ye kadar hapiste tutmuştur. Diğer rivayete göre, Harun Reşit de gördüğü korkulu bir rüya üzerine onu hapis-ten çıkararak Medine’ye göndermiştir. Ancak Bağdat’ta vefat etmiş olması, hatibin rivayetini kuvvetlendirmek-tedir. Hatta zehirleterek vefat ettiği de rivayet olunur. Yedi sene zindanda kaldı. Hapishanede iken Harun Reşit’e yazdığı mektupta şöyle dedi: “Benden belâ ve

musibet son bulmayacak, buna karşılık sen de daima rahat ve genişlik içinde olacaksın. Yalnız şunu unutma ki, sonu gelmeyen ahirete sen de, ben de gideceğiz.”

Yahya bin Halid Bermeki tarafından hurma içinde zehir verilerek öldürüldüğü rivayet olunmaktadır. Ze-hir verildiği gün İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri: “Bana bu gün zehir verdiler. Yarın vücudum sararacak, sonra yarısı kızaracaktır. Ertesi gün de siyah olacaktır. O zaman vefat ederim.” buyurmuştur. Dedik-leri aynen olmuştur.

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZ-RETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin hayatı, faziletlerle, üstünlüklerle doludur. Sevdiklerin-de ibret veren ve yol gösteren keramet ve mankıbeleri çoktur. Ruhlara gıda olan sözleri o kadar çoktur ki, ba-zıları kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönül-den gönüle akıp gelmiştir.

..........................................

Bir gün İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nden zamanın halifesi Harun Reşit sordu: “Sizler, kendinizin Ehl-i Beyt’ten olduğunuzu söylüyor ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zürriyetinizdeniz diyorsunuz. Hâlbuki aslında biz de-dem Abbas (RA) Hazretleri’nden dolayı Resulûllah Sal-lallahu aleyhi vesellem efendimizin soyundanız, siz de İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin evlat-larısınız. İnsanların nesebi ve soyu baba ile devanı eder.” Hazreti İmam cevabında buyurdu ki: “Allah-ü Teâlâ Haz-retleri Enam Suresi 84’üncü ayetinde şöyle buyuruyor: ‘İbrahim Peygamber’in zürriyetinden olan Davud, Sü-

Page 20: Bizbiriz dergisi 13 sayi

18 Bizbiriz Dergisi

leyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun biz iyileri böyle-ce mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyya ve İsa.’ Bu Ayet-i Kerime’de İsa Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan sayılıyor. Hâlbuki İsa Aleyhisselam’ın babası olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bununla bir-likte annesi tarafından İbrahim Aleyhisselam’ın zürri-yetinden sayılmaktadır. Öyleyse, bizlerde annemiz Fa-tımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri tarafından Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin so-yundan sayılırız.” buyurdu.

..........................................

İshak bin Ammar söyle anlatıyor: “İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Harun Reşit tarafın-dan hapsedildiği zaman, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rah-metullahi aleyh Hazretleri’nin iki talebesi Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani Rahmetullahi aleyh hazretleri zi-yaretine gitmişlerdi. Maksatları Hazreti İmam’ın ilmin-den sorup denemek istiyorlardı. Tam o sırada hapis-hanenin nöbetçisi yanına geldi ve: “Ey mübarek efen-dim! Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ih-tiyacınız varsa getireyim.” dedi. Hazreti İmam: “Bir ihti-yacım yoktur.” dediler. Sonra Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani’ye dönerek: “Ben bu adama hayret ediyorum. Yarın döneceğini zannediyor. Hâlbuki onun eceli gel-miştir ve yarın ölecektir.” dedi. İmam-ı Azam Ebu Hani-fe Radıyallahu anh Hazretleri’nin iki talebesi de Hazre-ti İmam’ın böyle söylemesine hayret ettiler ve: “Biz bu zatı zahiri ilimlerden imtihan etmek istedik. İmam ise batını ilimden bize haber veriyor. Bunun bu sözünü de-neyelim.” diyerek kalkıp gittiler. Adamın evine yakın bir yere nöbetçi koydular ve ona: “Bu evde bir şey gördü-ğün zaman gelip bize haber ver.” dediler. Gece yarısın-da evde bir ağlama sesi yükselmeye başladı. Nöbet-çi gelip hemen haber verdi. İmam-ı Ebu Yusuf ile Mu-hammed Şeybani geldiği zaman ev sahibinin öldüğü-nü gördüler. Hazreti İmam için olan hayretleri ve onun büyüklüğü hakkında zanları bir kat daha arttı.”

..........................................

Yahya bin Hasen anlattı: “Medine-i Münevvere’de bi-risi Hazreti İmam’a eziyet edip kırıcı sözlcr söylüyordu. Onu sevenler, ona devamlı: “Bize izin ver, şuna haddini bildirelim.” diyorlardı. Hazreti İmam onları bu hareket-ten men ediyordu. Bir gün kendisine hakaret eden şah-sın nerede olduğunu sordu. Medine-i Münevvere’nin civarında bir yerde olduğunu söylediler. Hazreti İmam bineğine binerek onun tarlasına doğru gitti, tarlaya gir-di. O şahıs “Tarlaya basma!” diye bağırdı. Hazreti İmam yanına kadar gelip yanına oturdu. “Ne kadar zararın

oldu?” deyince o şahıs: “Yüz dinar.” deyip “Sen kaç dinar umuyordun?” diye sorunca Hazreti İmam da o şahsa üç yüz dinar verdi. Hazreti İmam’a hakarette bulunan şa-hıs bu cömertlik karşısında Hazreti İmam’ın başını öptü ve ayrıldılar. Hazreti İmam oradan ayrılınca Mescid-i Nebeviyye’ye gitti. O şahısla orada yine karşılaştı. Ken-dini seven yakınları o şahsı orada görünce üzerine yü-rümek istediler. Hazreti İmam onlara: “Hangisi hayırlı? Sizin yaptığınız mı, yoksa benim istediğim mî? Ben ona yakınlık göstermek suretiyle ıslah olmasını düşünmüş-tüm.” dedi.

..........................................

Hazreti İmam’ın kız kardeşi şöyle anlatıyor: “O, yat-sı namazını kıldığı zaman, Allah-ü Teala Hazretleri’ne hamd eder, bu hali gece bitinceye kadar devam ederdi. Gece bitince tekrar kalkar sabah namazını kılardı. Son-ra bir miktar zikir ile Allah-u Teala Hazretleri’ni anmak-la meşgul olur, bu durumu güneş doğuncaya kadar de-vam ederdi. Sonra, kuşluk vaktinde kuşluk namazı kılar, zevalden öncesine kadar uyur, kalkınca dişlerini mis-vaklar, abdest alır ikindiye kadar namaz kılar, nama-zı bitince kıbleye doğru dönerek akşam namazına ka-dar Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni zikrederdi. Sonra kalkar akşam ile yatsı arası namaz kılardı. Bu onun her gün-kü âdeti idi.

..........................................

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yük-sek nesebine sahip olan Ehl-i Beyt’in büyüklerinden-dir. Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyizlerin çoklu-ğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhurdur. Hikmetli söz-lerinden biri de şöyledir: Buyurdular ki: “Arkadaşlık et-tiğin biri, önceleri hali haline uyar, sonraları kalbine sı-kıntı verirse, hemen kendine bak. Kendi eğriliğini anlar-san, hemen tövbe et, doğru olduğunu anlarsan, bilesin ki o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz düşün. Hemen ondan ayrılma. Onu yalnız başına bırak-ma. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nden bir dü-zelme gelinceye kadar bekle.”

..........................................

Rivayet edilir ki, Musa bin Cafer el Haşimi Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Mescid-i Nebeviye gi-rip, gecenin ilk vaktinde secdeye vardı. Secdede şöyle dediği duyuldu: “Ya Rabbi! Günahım çok, fakat senin af-fın büyük.” Bunu sabaha kadar tekrar ederdi.1

1-İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 321, 322, 323, 324

Page 21: Bizbiriz dergisi 13 sayi

19Bizbiriz Dergisi

Kevser SuresiN. Aktaş

Kevser suresi, Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında indirilmiştir. Kuran’ın en kısa süresidir ve üç ayetten oluşur. Adını, ilk ayetin sonunda yer alan ve genel olarak “çok hayır” anlamına gelen “kevser” kelimesinden alır.

Sure müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.s)’i rahatsız edip üzdükleri bir sırada, nazil olmuş, Yüce Allah bu sûre ile, Peygamber (s.a.s)’e manevi bir güç ve kuvvet vermiştir. Yüce Allah bu surede, Hz. Muhammed (s.a.s)’in oğlunun vefatı münasebeti ile kendisine: “Sonu kesik, adı sanı unutulacak” gibi sözleri söyleyenleri tenkid etmekte ve asıl onların sonunun acı olduğunu açıklamaktadır. Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.s)’ın adı, ondört asırdır dünyanın her köşesinde hürmet ve saygı ile

anılmakta, günde beş vakit okunan ezanlarda Allah’ın adı ile beraber zikredilmektedir. Surenin inişine dair hadis şöyledir:

Resulullah (sav) bir gün mecsidde iken hafif bir uyku kestirmesi yaptı, sonra gülerek başını kaldırdı. Kendisine:

“Ey Allah’ın Resulü, niçin gülüyorsunuz?” diye sorulunca: “ Bana az önce şu süre nazil oldu” deyip besmele çekti, sonuna kadar Kevser süresini okudu:

“Bismillahirrahmanirrahim! Ey Muhammed! Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir” Resulullah kıraati tamamlayınca sordu: “Kevser’in ne olduğunu biliyor musunuz?” Biz:

“Allah ve Resulü bilir” dedik.

Resulullah (sav) açıkladı:

“Bu bir nehirdir, Rabbim

onu bana vaadetmiştir, O nehir

üzerinde pek çok hayırlar var. Bu

bir havuzdur da. Kıyamet günü

ümmetim onun başında (su içmek

üzere) toplanacak. Bu havuzdaki

maşrapalar gökteki yıldızlar kadar

çoktur. Derken içlerinden bir kul

çıkarılıp atılacak. Ben müdahale

edip:

“Ey Rabbim (onu niye atıyorsun)

o benim ümmetimdendir?”

diyeceğim. Ancak Cenab-ı Hakk:

“Bunlar senden sonra ne bid’atler

işlediler senin haberin yok”

diyecek.”1

1 Buhari, Tefsir, Rikak 53; Müslim, Salat 53, (400); Tirmizi,Tefsir, Kevser

RAHMAN ve RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

1- Muhakkak ki biz sana Kevser’i verdik.2- Öyleyse Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes.3- Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.

Page 22: Bizbiriz dergisi 13 sayi

Zan

net

mey

in k

i; K

ur’an

sad

ece

ilim

dir

, bil

mey

en c

ahil

dir

.Si

z ya

şam

aya

çal

ışın

, All

ah b

ilm

ediğ

iniz

i öğ

retm

eye

veki

ldir

.

Page 23: Bizbiriz dergisi 13 sayi

21Bizbiriz Dergisi

İbn Abbas (ra) Muhammed Mustafa (sav)’den rivayet ediyor;

“Kur’an-ı kıraat etmek bakımından insanların en güzeli Kur’an-ı okuyunca hüzünlenen kimsedir.” 3

Diğer bir hadis-i şeriflerde Habib-i Kibriya Muhammed (sav) şöyle beyan ediyor;

“Kur’an hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz veya kendinizi ağlamaya zorlayınız.2

“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet duyan adamdan dinlenir.”6

Günümüzde Kur’an-ı Kerim-i güzel okuma yarışmaları yapılıyor. Bu yarışmalarda Kur’an çeşitli makamlarla okunuyor. Bunun caiz hatta gerekli olduğuna ise şu hadis-i şerif delil gösteriliyor. Konuyu hadisler ışığında, kaynaklarıyla inceleyelim;

Bera (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;

“Kur’an-ı Kerim’i sesinizle güzelleştirin.” 7

Burada kastedilen kıraat sırasında sesi yükseltmektir.

Diğer bazı hadislerde;

“Kur’an ile teganni etmeyen bizden değildir.”

buyrulmuştur.8

Bu hadislerde Rasulullah (sav) in teganni kelimesi

ile kastettiği şey;

“Kur’an ile yetinmektir.” 9

Bu en doğru manadır. Zira aksi takdirde Kur’an’ı

teganni ile okumayan neden bu tehdide muhatap

olsun? Ebu Hureyre (ra) ile bazı alimler de;

“Kur’an’ı yüksek sesle okumaktır” dediler. 10

Adı geçen alimler bazı bidatçilerin bu hadisteki

“teganni” kelimesini kendilerinin ezgi gibi Kuran

okumalarına delil getirmelerine şiddetle karşı

çıkmışlardır.11

Nitekim böyle bir saptırmaya ihtimal vermeyecek

kadar sarih ibareler vardır ve sesi dalgalandırarak elhan,

SOHBET

يطان �لرجيم بسم �لله �لرحم �عوذ بالله من �لش ن �لرحيم

ورتل �لقر�آن ترتيلا

“Kur’ an’ ı tane tane (tertil ile) oku.” 1

�حسن �لناس قر�ة من قر�أ �لقران يحزن به

Anlamayı kaybedip, feraseti yitirdiniz.Harflere takılıp, manayı bitirdiniz…

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Page 24: Bizbiriz dergisi 13 sayi

22 Bizbiriz Dergisi

ezgi ve melodilerle, bir harf eksilmek veya artırmak şeklinde uzatmayla Kur’an okumanın haram oluşunda icma vardır.12

Abis el Gıfari, Amr bn. Abese, Ebu Hureyre (ra) ve Avf Bin Malik (ra)’den rivayet edilen hadislerde;

Rasulullah (sav) kendisinden sonra ümmeti için korktuğu bazı hasletler saydı, sonunda buyurdu ki;

“…bir de şu kavimden uzağım; onlar Kur’an’ı şarkı gibi okurlar, bir kimseyi ilim sahibi olmadığı halde sırf şarkı gibi Kur’an okuduğu için imamlığa geçirirler.” 13

Sehl bn. Sad ve Cabir (ra)’dan;

“Rasulullah (sav) bizler Kur’an okuyorken yanımıza çıktı, aramızda Arap da, Acem de vardı Buyurdu ki;

“Okuyun, her okuyuş güzeldir İleride bir kavim gelecektir ki bunlar, Kur’an’ın kelime ve lafızlarını okun yontulması gibi yontacaklar, ondan hasıl olacak ecri ahirete bırakmayıp dünyada alacaklar.”14

Nevfel bn. Iyas’tan;

“Bizler Ömer (ra)’ın zamanında mescitte durur, grup grup olurduk. İnsanlar ise gruplardan en güzel sesli olanlara meylederdi. Bunun üzerine Ömer (ra);

“Görüyorum ki Kur’an’ı nağmeler gibi okuyorlar. Vallahi şayet gücüm yetseydi onların bu hallerini değiştirirdim.” dedi.”15

Enes (ra), insanların sonradan ihdas ettikleri bu ezgilerle Kur’an okuyan birini bundan nehyetmiştir.16

Muhammed bn. Sirin (ra) dedi ki;

“Önceki alimler (sahabeler ve tabiin) şu ezgilerin sonradan ortaya çıkarılmış bidat olduğu görüşündeydiler.”17

Salim bn. Abdullah (ra), birisinin lahinlerle Kur’an okuduğunu işitince;

“Bu şarkıdır, bu şarkıdır.” diyerek orayı terk etmiştir.18

Huzeyfe (ra) anlatıyor;

“Rasulullah (sav) buyurdular ki;

“Kur’an’ı Arap lahn’ı ve Arap sesleri üzere okuyun Sakın ha fasıkların ve Yahudilerle hıristiyanların lahn’ı üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavim gelecek ki, onlar Kur’an’ı okurken, şarkı ve matem tercii gibi terci’ ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır) gırtlaklarından öte geçmez Kalpleri fitne ve fesada uğramıştır. Böylelerinden hoşlanan kimselerin kalpleri de fitne ve fesad içindedir.”19

Ebu’d Derda (ra)’den;

“Sizleri Kur’an’ı tahrif eden, onu okuyuşta haddi aşan, Kur’an ile dalga geçenlerden sakındırırım!”20

Katade (ra) anlatıyor;

“Hz Enes (ra)’e Hz. Peygamber (sav)’in kıraatından sordum. Şu cevabı verdi;

“Rasulullah (sav) medleri (uzun heceleri) uzatırdı.”

Sonra örnek olarak Bismillahirrahmanirrahim’i

Page 25: Bizbiriz dergisi 13 sayi

23Bizbiriz Dergisi

okudu ve uzatılacak yerleri belirgin şekilde uzattı. Bismillaahi’yi uzattı, errahmaan’ı uzattı, er rahiim’i uzattı.”21

Şu hadise gelince;

Abdullah İbnu Muğaffel (ra) anlatıyor;

“Rasulullah (sav)’i devesinin üstünde Fetih Suresi’ni okurken gördüm sureyi terci’ üzere okuyordu.” 22

Bu tercii (sesi kaldırıp indirme) ile okuma, Rasulullah (sav)’in üzerine binmiş olduğu devenin hareketinden kaynaklanmıştır. Bu sadece binek üzerindeyken istek dışı olarak terci yapmanın caiz oluşunu gösterir. Başka yerde caiz değildir.23

Esma (ranh) anlatıyor;

“Seleften hiç kimse Kur’an-ı Kerim’in tilaveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı.”24

İmam Nevevi (rh)’ye soruldu;

“Şimdi Dımeşk’te bazı cahiller cenaze üzerine teganni ile harfleri birbirine katarak, fazladan harf ekleyip uzatarak Kur’an okuyorlar. Bu kötü bir hareket midir?”

Cevabında dedi ki;

“Cenaze üzerine bu şekilde Kur’an okunması çok çirkin bir şeydir. Alimlerin ittifakı ile haramdır. Bu hususta İmam Maverdi ve başkaları icma olduğunu söylediler. Hatta yöneticilerin üzerine, bunlara mani olmaları, tövbeye çağırmaları ve cezalandırmaları gerekir. Bu her müslümana vaciptir.”25

“Kur’an’ı böyle haram tegannilerle okumak bir takım cahil, aşağılık ve zalim kimselerin müptela olduğu bir musibettir. Onlar cenaze ve mevlit gibi bidat merasimlerinin okuyucularıdırlar. İşte bu açıkça haram olan bir bidattir. Kadılar kadısı Maverdi’nin de dediği gibi böyle okuyuşu dinleyen de fasık olur.”26

Ezanda bile lahin yapmak caiz olmaz; birisi Ömer(ra)’e geldi ve;

“Ben seni Allah için seviyorum” dedi Ömer (ra) ise;

“Ben de sana Allah için buğzediyorum. Duyduğuma göre sen ezan okurken teganni ve lahin yapıyorsun.”27

Burada anlattıklarımızdan sonra şu hadisi şerifi çokça tekrarlamak gerekir;

“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet duyan adamdan dinlenir.”28

Allah’tan korkarak Kur’an okuyanın, kelamın haşyetinden azaları titrer. Sizin en güzel okuyanınız, en takvalı olanınız, Kur’an’ı hayatına tatbik edeninizdir. Kur’an-ı Kerim’ i okurken ağlayamıyorsanız ağlar gibi yapın. Ağlayamaz da insan, çaba sarf eder, ağlar gibi yapmaya gayret eder. Allah-u Teala muhakkak taklidinizi tahkike çevirecektir. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’i okurken nerede ağlanacak, nerede sevinilecek, nerede istiğfar edilecek, nerede şükredilecek, nerede zikredilecek şuuruna erdirsin.

Rasulullah (sav) Kur’an ayetlerinin anlamına göre hareket ederdi. Kur’an’ı Rabbiyle konuşur gibi okurdu. Yeri gelince Allah’ın rahmetini diler, yeri gelince Allah’a sığınırdı. Huzeyfe (ra) anlatıyor;

“Rasulullah (sav), gece namazını kıldı. Namazdaki okuyuşunda bir rahmet ayeti geçtiği zaman Allah’ tan rahmet dilerdi, bir azap ayeti geçtiği zaman da Allah’a sığınırdı. Allah’ın noksanlıklardan uzak ve temiz olduğunu bahseden bir ayet geçtiği zaman da Allah’ı tesbih ederdi.”

Hayret edilecek yerde “Sübhanallah” dermiş. Tin ve Kıyamet Sureleri’ nin bitiminde;

اهدين بلى و�نا على ذلك من �لش“…Elbette (Rabbim) ben de buna şahitlerdenim.”29

Dermiş.

Rahmetli hocam Kur’an okurken biz onun yüzüne bakarak anlardık. Azap ayetlerinde yüzü gerilir, gözünde

Page 26: Bizbiriz dergisi 13 sayi

24 Bizbiriz Dergisi

korku ifadesi belirirdi. Rahmet ayeti geldiğinde yüzüne güneş doğar gibi aydınlanırdı. Gözyaşı hiç dinmezdi. Siz nasıl dinlerseniz sizi de öyle dinleyecekler, siz nasıl severseniz sizi de öyle sevecekler, siz nasıl eleştirirseniz, sizi de öyle eleştirecekler. Siz ne yaparsanız öyle yaşayacaksınız. O zaman Kur’an- ı Kerim’i yaşayarak okuyacaksınız.

Allah ve Rasulü (sav)’in yolunu tutanlara selam olsun. Hak ve hakikatten ayrılamamak için Allah’a yemin olsun. Rabbim sıratı müstakimden ayırmasın. Ahir ve akıbetimizi hayırlı eylesin. Kur’an’ı kendi nefsiyle tefsir etmekten Allah-u Teala cümlemizi ve bizleri muhafaza eylesin. Kendine yakışır kul, Habibine ümmet eylesin, amin.

Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 5 kitabından alıntıdır.

Dipnotlar

1 Müzemmil - 4

2 Ramuz El- Ehadis s;18/13

3 İbn Mace, İkametü’s Salah, 176

4 Ramuz El- Ehadis, s;488/8

5 Buhari ﴾Tevhid 52﴿; Ebu Davud﴾1468﴿; Nesai ﴾2/179,180﴿; İbnu Mace﴾1342﴿

6 Buhar, Tevhid 44; Ebu Davud, vitr 20; Darimi ﴾1498﴿; Ahmed ﴾1/172﴿; Hakim ﴾1/569﴿] ve “Allah, Kur’an ile teganni eden bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi.” Buhari ﴾6/107﴿; Müslim ﴾1/545﴿; Darimi ﴾1496﴿

7 Darimi ﴾1499, 3491﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/529﴿; Tahavi, Müşkilül Asar ﴾2/130﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s.103 vd﴿; Nevevi, Tıbyan ﴾s78﴿; Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Şerhi ﴾4/347﴿; Kurtubi ﴾1/10﴿; Et-Tizkar ﴾s.123﴿ Bunu Süfyan Bin Uyeyne, Ebu Ubeyd, Şube, Eyyub, Tahavi, Darimi, Beyhaki, Kurtubi, İbni Kesir, Nevevi ve pek çok alim böyle izah etmişlerdir.

8 Darimi﴾1496﴿

9 İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s. 108﴿

10 İbni Kesir, Fezailul Kuran ﴾s.113﴿; Kurtubi ﴾1/16﴿; et-Tizkar ﴾s129﴿; İbni Kudame, el Muğni ﴾1/459﴿

11 Taberani, Mucemul Kebir﴾3/211,18/3437,51﴿; Taberani, Mucemul Evsat﴾1/212,2/106﴿; Abdurrazzak﴾2/488﴿; Ha-kim﴾3/501﴿; İbni Ebi Şeybe﴾7/329﴿; Haris Bin Ebi Üsame, Müsned﴾2/640﴿; Ahmed﴾3/494,6/22﴿; Beyhaki, Şuab﴾2/541﴿; Deylemi﴾2328﴿; Buhari, Tarihul Kebir﴾7/80﴿; Bezzar, Mecmauz-Zevaid﴾2/316,4/199, 5/245, 7/323, 10/206﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’an﴾s112﴿; Suyuti, el-Havi﴾1/252﴿]

12 Ebu Davud ﴾830﴿; Beyhaki, Şuabul İman﴾ 2/538539﴿; Buhari, Tarihul Kebir ﴾8/191﴿; Cemül Fevaid ﴾7354﴿; İbni Ebi Şeybe’den; Metalibul Aliye ﴾3492﴿

13 Buhari Halku Efalil İbad ﴾259 İbni Sad ﴾5/59﴿ Muhammed Bin Nasr Kıyamul Leyl ﴾s.171﴿

14 Darimi ﴾3505﴿; İbni Ebi Şeybe ﴾10/466﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’an ﴾s.112﴿

15 Darimi﴾3506﴿

16 Darimi﴾3498﴿

17 Taberani,Evsat ﴾7/183﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/540﴿; Hakiym et-Tirmizi, Nevadir ﴾3/255﴿; Zehebi, el Muktena ﴾2/58﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’an ﴾s.111﴿; Kurtubi ﴾1/17﴿; et Tizkar ﴾s.130﴿; Mecmauz Zevaid ﴾7/169﴿; Suyuti el-İtkan ﴾1/256﴿; Mişkat ﴾2207﴿; Rezin’den; Cemül Fevaid ﴾7361﴿; Suyuti, Camiu’s Sağir ﴾1339﴿; Feyzu’l-Kadir ﴾2/65﴿; Beyhaki bunu birkaç tarikten rivayet etti Zayıf olduğu da söylendi Lakin şahitleri vardır.

18 Beyhaki, Şuab ﴾2/541﴿

19 Buharî ﴾Fedaili’l-Kur’ an 42, 29﴿; Buhari, Halku Ef’alil İbad ﴾298﴿; Ebu Davud ﴾1465﴿; Begavi, Şerhus Sunne ﴾4/481﴿; Mu-hammed İbnul Muzaffer, Garaibu Şube ﴾s113﴿

20 Buhari,(Fedailu’l-Kur’ an 24, 30; Meğazi 48, Tefsir, Feth 1, Tevhid 50﴿; Müslim ﴾794﴿; Ebu Davud ﴾1467﴿

21 İbni Kesir, Fazailul Kur’ an ﴾s.139﴿

22 Rezîn’den; Cemül Fevaid﴾7370﴿; Bağavî Tefsiri﴾7/238﴿

23 Nevevi Fetava ﴾s.5455﴿

24 Nevevi, Tıbyan ﴾s79﴿

25 Abdurrazzak ﴾1852﴿; Taberani ﴾13059﴿; Tahavi ﴾4/128﴿; Se-rahsi, Mebsut ﴾1/138﴿; Sahiha ﴾42﴿

26 Ramuze’ l Ehadis, (s;488/8)

27 Enbiya, 56.

Page 27: Bizbiriz dergisi 13 sayi

EFENDİN VAR SENİN

Kem söyleme ey dil, can kemter olurCana candan yakın Efendin var senin.Sermesti can, yarın olur pürnur olur,Derde derman sunan Efendin var senin. Şükrüoğlu derler Hakk katında namına, Abdullah Murad olan Efendin var senin.

Gülü kırma, bülbül-i şeyda lal olur,Hazan düşer gülistana, hem gam olur,Kim fasl-u bahar, nehara muhtaç olur,Bağbana vasıl olan Efendin var senin. Şükrüoğlu derler Hakk katında namına, Abdullah Murad olan Efendin var senin.

Canı yakma, nar-ı cihanda taş olur, Zevk-ü sefa olur, can perişan olur,Aşk-ü vefa, nur-u cana irşad olur,Müride mürşid olan Efendin var senin. Şükrüoğlu derler Hakk katında namına, Abdullah Murad olan Efendin var senin.

Terk-i can ile aşk her dem dem olur,Sıdk-ı hal ile aşk her dem cuş olur,Hakikat ehline aşk her dem hoş olur,Her deme dem olan Efendin var senin. Şükrüoğlu derler Hakk katında namına, Abdullah Murad olan Efendin var senin.

Kul emin olunca dil cana yar olur,Dil ölür yar bulur cana canan olur,Mestane bulur aşıkane can olur,Haline hem hal olan Efendin var senin. Şükrüoğlu derler Hakk katında namına, Abdullah Murad olan Efendin var senin.

M.Emin DOĞAN

Page 28: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 29: Bizbiriz dergisi 13 sayi

27Bizbiriz Dergisi

Asıl adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el- Beyrûnî olan Beyrûnî bü-yük bir Müslüman

Türk fen bilginidir.973´de Kâs´ta dogdu. Daha kücük yastayken Harzemsahlar’ınsarayiyla irtiba-ta gecti. Meshur Metematikci Emir Ebû Nasr Mansûr bin Ali bin Irak´in eğitimine girdi. Abdüssamed bin Samet el-Hâkim ve Ibn Sina´dan dersler aldi. Bu arada siyaset ala-nında da faaliyetlere giristi. Prens ve hükümdarlardan itibar gördü. Beyrûnî Kâs Harzemsahi Muham-med bin Ahmed bin Irak´in yanin-da bulundu. Onu oldukca severdi. 995´de öldürülünce üzüntüsünden dolayi “dünya makam ve mevkile-rini” terkederek kendini îlme verdi-gini söyler. Bu ayni zamanda onun hükümdar yaninda ne kadar yük-sek bir mevkî kazandiginida göste-rir. Daha sonra Beyrûnî Cürcân Har-zemsahi Me´mun bin Me´mun un yaninda müsâvir ve vezir olarak bu-lundu.

Gazneli Mahmûd´un Hindistan’a gitmesinden sonra Hindistan´a gitti. Gazneli Mahmud nezdindeki mevkiî de oldukca büyüktü. Sultan Mahmûd onu hazine genel Müdürü yapti. Orada Sankstritce ögrendi. Bu

arada matematik, astronomi, fizik, ve tabiî ilimlerle cografya üzerinde calismalar yapti. Tip ve deneysel fizikle de ugrasti. Kendi kurdugu metod ve kendi yaptigi âletlerle madenlerin özgül agirliklarini cok yaklasik olarak hesapladi. Geride 120´yi askin eser birakarak 1051´de Gazne´de vefat etti. Daha 17 yasindayken verimli deney ve gözetimlere girisen Beyrûnî´de büyük bir ilim aski görülür. O kadar ki, Kâs yakinlarinda bir köyde yaptigi ilk rasatlarinda ciplak gözle günese bakmaktan gözleri hastalanmis, daha sonra sudaki aksinden faydalanarak calismalarini sürdürmüstür.

Beyrûnî Arapca, Farsca, Ibranice, Rumca, Süryanice ve yunancaya vâkiftir. Beyrûnî kültür hazinesini zirveye cikaran isimlerdendir. Beyrûnî ile Ibnî Sinâ arasindaki yazismalar yazismalar günümüz fizik kavramlarinin cogunun ayrintili cözümlerini ihtiva etmektedir. Tipki Einstein ile Bohr arasindaki yazismalari andirmaktadir. Beyrûnî ve Ibnî Sinâ´nin ilmî metodlarla ilgili yorumlari okunacak olursa öylesine orijinal bir mantik yapisiyla karsilasilir ki, insan bu metinlerin günümüzde yazildigini zanneder. Beyrûnî Aristo(M.Ö 383-322)´nun

geocentrizm, teorisini süpheyle karsiladi.Arastirmalari neticesinde tenkitlerde bulundu.

Beyrûnî sehirlerin enlem ve boylamlarini da tesbit etmistir. Maverâünnehir ile Sind´in boylam dairelerindeki hatalari düzeltmistir. Günes, ay ve dünyanin hareketleri, usturlab îmali, aksam karanligi ve günes tutulmasi esnasinda meydana gelen hâdiseler hakkinda verdigi bilgiler bilhassa kayda deger. Gazne´de kibleyi dogru olarak tesbit etmekle,Müslümanlara yaptigi hizmetlere bir yenisi eklenmistir. Ilmiyle dine hizmet etmis olmaktan büyük bir mutluluk duydugunu belirtmistir.

Beyruni, Sultan Mahmud´un yardimlariyla Hindistan´da Nendene sehri yakininda calismalarda bulundu ve sonunda yerin capini ölcmeye muvafak oldu.Ayni zamanda Beyrûnî dünyanin capinin ölcülmesiyle alâkali olarak cok üstün bir görüs ortaya atmistir. Bugün bile matematik ölcüler bakimindan son derece dogru olan bu kanun Avrupa´da “Beyrûnî Kurali” olarak adlandirilmaktadir.

Onun ünlü astronomi deneylerinden birisi de Hindistan´da bir dagda yaptigi yükseklik ölcüsüdür.

El BeyruniFaruk Kul

Müslüman Bilim Adamları

Page 30: Bizbiriz dergisi 13 sayi

28 Bizbiriz Dergisi

Ayrica Beyrûnî günesin batis anindaki egimini ölcmüs, Usturlab adindaki kitabinda bu husustaki kuralini ve tecrübesini ayrıntılı olarak anlatmistir.

Beyrûnî ayrica, planisfer (yildizlar ve sahalari), yildizlarin hareketlerini gösteren küreler hakkinda eserler yazmistir. Sultan Mes´ud´a da astronomi tablolari yapmistir. Ta o zamanlarda Ümit Burn´nun varligindan bahsetmesi enteresandir. Beyrûnî, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa hakkinda da genis bilgi sâhibidir. Amerika kitasinin ve Japonya´nin varligindan ilk defa söz eden de Beyrûnî olmustur. Demek ki Beyrûnî,Amerika kitasini 1492 yilinda kesfeden Kristof Colomb´dan 500 sene önce haber vermis oluyor. Dünyanin yuvarlak olusunda tereddüt etmedigi gibi, dünyanin dönüsünü, hatta yer cekiminin varligini ortaya koymustur. Beyrûnî, tabiattaki kanunlarin degiskenligini ortaya cikarma metodunu Galile ile paylasmistir.

Beyrûnî optikle ilgilenmis, isinlarin görülen cisimden aksettigini ve göze dogru geldigini belirtmistir. Isigin da bir hizi bulundugunu ve bunun sesin hizindan daha fazla oldugunu ifade etmistir.

Hicbir seyi ihmâl etmeyen, her seye yeteri kadar yer veren Kur´ân-i Kerîm, Arz´in yuvarlak olduguna, döndügüne ve yercekimi bulunduguna da isaret ediyor.

Bir Âyet-i Kerîmede Cenab-i ALLAH söyle buyuruyor:

“Bundan sonra yeri elips seklinde yayip dösedi.” (Nâziât,30) Âyette “elips seklinde yayip dösedi” mânâsi “dehâ” kelimesiyle ifade edilmistir. Arapca´da deve kusu yumurtasina da “dehâ” denilmektedir. Dolayisiyla Arz, deve kusu yumurtasina benzetilmistir. Bu ise dünyamizin deve kusu yumurtasi gibi kutuplarinin basik, ekvatorunun siskin olduguna isaret etmektedir. Dünyamizin tam küre biciminde degil , deve kusu yumurtasi gibi elips seklinde oldugu bugün ilmen bilinmektedir. Islâm âlimleri dünyanin yuvarlak olusu hususunda o kadar kesin kanaat sâhibidirler ki, bunu inkâr etmeyi dine karsi islenmis büyük bir cinayet, büyük bir suc sayarlar. Günümüzden yüz sene kadar önce yazilan “Muhakemat” adli eserin 49 ve 59. sayfalarinda özetle su satirlara yer verilir:

“ Yerin yuvarlakligi konusunda Islâm âlimleri fikir birligi etmislerdir. Bu konuda süphen varsa “Makasit” ve “Mevafik” isimli eserlere bak. Göreceksin ki, müellifleri Sa´d ve Seyyid, bir top gibi küreyi ellerinde tutmuslar, her tarafi seyrediyorlar. Eger o kapiyi acamadinsa Im^m-i Râzî´nin “Mefâtîh-ül Gayb” adli tefsirini oku, o dâhî imamin dersini dinle. Yine kalbin kanaat etmez de Arz´in yuvarlakligina inanamazsan, Ibrahim Hakki´nin arkasina düs, Hüccet-ül Islâm Imâm-i Gazâli´nin yanina git, görüsünü sor. Dünyanin yuvarlakligi konusunda tartisma varmidir? de onun söyle dedigini isiteceksin:”Kim Arz´in yuvarlakligi gibi kesin bir delille sâbit olan bir mes´eleyi dinî himâye etmek maksadiyla inkâr ve reddetse dine büyük bir cinayette bulunmus olur. Zira bu sadakat degil, hiyanettir.” Eger okuma yazman yok da , Gâzâli´nin bu fetvasini okuyamiyorsan, asrimizin âlimlerinden birisi olan Hüseyin-i Cisrî´nin sözünü dinle! Onun yüksek sesle Arz´in yuvarlakligini inkâr edeni tehdit etmekle kalmayip hic cekinmeden: “Kim dine dayarak onu koruma yolunda dünyanin dündügünü inkâr etse o ancak ahmak bir dost olur. Azili bir düsmandan daha cok dîne zarar verir,dedigini göreceksin”

Dünya´nin dönüsüyle ilgili âyetlerden bir-ikisi sudur:

“Gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder.” (´raf,57) Gece ile gündüzün birbirini takip edebilmesi, dünyanin ayni anda hem gecenin hem de gündüzün olabilmesi icin:

1.Dünyanin yuvarlak olmasi

2.Kendi eksini etrafinda dönmesi lâzimdir.

Page 31: Bizbiriz dergisi 13 sayi

29Bizbiriz Dergisi

Diger bir ayette de daha acik bir sekilde dünyanin dönüsü söyle anlatilir: “Sen daglari görür, onlari yerinde durur sanirsin. Halbuki onlar bulut gecer gibi gecer gider.”(Nahl,88) Kur´ân-i Kerim dünyamizin diger gezegen ve yildizlarin cekme ve itme gücüne de su âyetle isaret etmektedir: “(ALLAH)gökleri ve sizin göremiyeceginiz bir direkle yaratti.”(Lokman,10)

Bu cekme ve itme kuvvetlerinin birbirlerinin esit ve dengeli olusunu da su âyetle bildirir:

“Gögü yükseltti ve mîzâni koydu (ölcüyü kurdu, iki sey arasinda denge ve esitligi sagladi.”(Rahmân,7)

Beyrûnî jeolojik degisiklikler hakkinda da fikir beyan etmistir. O ancak asrimizda ele alinabilen karalarin kuzeye dogru kayma fikrini 9,5 asir önce savunmustu. Beyrûnî arkadasi Ebû Sehl´le birlikte dünyanin hareketi ve kara parcalari hakkinda da kitap yazdi. Fakat bu kitap günümüze kadar gelememistir. Bugünkü Arabistan cölünün denizin cekilmesiyle meydana geldigini, bunu kazida cikan tas ve fosillerin delil oldugunu ifade etmistir. Indus vâdisinin de alüvyonlarla dolmus eski bir deniz havzasi oldugunu belirtmistir.Tahdîdü Nihayet-il Emâkin adli eserinde jeolojiyle ilgili enteresan bilgiler bulunmaktadir.

Beyrûnî´nin botanikle de ilgileniyordu. Geometriyi botanige uygulamis, bitki ve hayvanlarda üreme konularina temas etmis, kuslarla ilgili enteresan gözlemlerde bulunmus, ciceklerin yapraklarinin sayisi hakkinda görüs ortaya koymus, cicek yapraklarinin 3,4,5,6 yahut 18 olabilecegini, fakat hicbir zaman 7 veya 9 olamayacagini ifade etmistir. Beyrûnî tarihte de isim yapmistir.

Beyrûnî´nin tarih calismalarinin cogu, dinler tarihi sahasinda olmustur. O cok ilgi duydugu bu alana bircok yenilikler getirmistir. Ancak zamanindan 8-9 asir sonra bagimsiz bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi, bu ilmin öncüsü durumunda olan Beyrûnî´ye cok sey borcludur. Memleketimizde oldukca yeni ve Bati´da bir-iki asirdir mesgul olunan bu ilim dalinda Beyrûnî´nin calismalari oldukca basarilidir. Hinduizm, Budizm, Zerdüst, Maniheizm, Sâbiilik, Eski Yunan dini, Yahûdilik, Sâmirilik, Hiristiyanlik ve Islâmiyethakkinda verdigi bilgiler cok kiymetlidir.

Beyrûnî cebir, geometri ve cografya konularinda bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmis, âyette bahsi gecen konunun yorumlarini yapmis, ilimle dini birlestirmistir. Müsbet ilimlerle ilâhî bilgilere daha iyi nufûz edebilecegini söylemistir. Beyrûnî ilmi

ögrenmekten maksadinin hakki ve hakîkati bulma oldugunu su sözleriyle belirtir:

“Anlattiklarim arasinda gercek disi olanlar varsa ALLAH´a tövbe ederim. Razi olacagi seylere sarilmak hususunda ALLAH´tan yardim dilerim. Bâtil olan seyleri ögrenip onlardan korunmak icin de ALLAH´tan hidayet isterim. Iyilik O´nun elindedir.” Beyrûnî, Müslüman icin ilmin üstünlügünü belirtirken onu taklit yoluyla degil, arastirmayla elde etmesini tavsiye ediyor ve ilimsiz, mârifetsiz, tefekkürsüz ibadetin eksik olacagini belirtiyor.

Beyrûnî, daha önce de belirttigimiz gibi, hemen hemen ilmin her dalinda eser vermekle taninmis bir âlimdir. Bilebildigimiz kadariyla, kücüklü-büyüklü eserlerinin sayisi 180 kadardir. Bunlardan saadece 18´i astronomi hakkindadir. Günümüze kadar gelen eserlerinin sayisi ancak yirmiküsür kadardir.

Kaynak

http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/beyruni

Page 32: Bizbiriz dergisi 13 sayi

30 Bizbiriz Dergisi

NAMAZIN FARZLARI

Namazın on iki farzı vardır.

Namazın farzları, namazın dışındaki

farzlar ve namazın içindeki farzlar

olarak iki gruba ayrılır şöyle ki:

a) Namazın Şartları

1. Hadesten tahâret

2. Necâsetten tahâret

3. Setr-i avret

4. İstikbâl-i kıble

5. Vakit

6. Niyet

b) Namazın Rükünleri

1. İftitah tekbiri

2. Kıyam

3. Kıraat

4. Rükû

5. Secde

6. Ka‘de-i ahîre şeklinde sıralanır.

Hadesten Teharet, Necasetten

Teharet ve Setr-i Avret’i geçtiğimiz

sayıda izah etmiştik.

İstikbâl-i Kıble

İstikbâl-i kıble, namaz kılarken

kıbleye yönelmek demektir

İslâm’ın ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis’e (Kudüs’e) doğru kılınıyordu. Ancak, hicretten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’de namaz kılarken mümkün mertebe Kâbe’yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i Esved arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe’ye hem de Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yönelmiş olurdu. Hicretten sonra Medine’de Mescid-i Aksa’ya yöneldiğinde Kâbe’nin arka tarafta

NamazAyşe Tunç

İlmihal

بسم �لله �لرحمن �لرحيمماء فلنولينك قبلة ترضاها فول وجهك شطر �لمسجد �لحر�م قد نرى تقلب وجهك في �لسبهم وحيث ما كنتم فولو� وجوهكم شطره و�إن �لذين �أوتو� �لكتاب ليعلمون �أنه �لحق من ر

ا يعملون وما �لله بغافل عم

“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)

Page 33: Bizbiriz dergisi 13 sayi

31Bizbiriz Dergisi

kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe’ye çevrilmesini içten arzu ediyordu. Çünkü Kâbe, Hz. İbrahim (a.s)’in kıblesiydi.

Hicretin 2’inci yılı, Şaban ayının 15′inci günü Rasûlullah (s.a.s.) Medine’de Selemeoğulları Yurdu’nda öğle namazı kıldırırken, ikinci rek’atın sonunda:

“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.”1 anlamındaki âyet nâzil oldu.

Rasulullah (s.a.s.) yönünü hemen Kudüs’ten Mescid-i Harâm’a çevirdi. Kudüs’e doğru başlanılan namazın, son iki rek’atı, Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu yüzden Selemeoğulları mescidine “Mescid-i Kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) denilmiştir.

Kâbe, yeryüzünde kurulan ilk mesciddir. Allahu Tealâ buyuruyor:

“İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek ve âlemler için bir hidayet kaynağı olan Kâbe’dir.”2

1 Bakara Sûresi 2/144.

2 Âl -i İmran, 96.

Kâbe, Kur’an’da geçtiği üzere Beyt, Beytullah, Beytü’l-Haram, Mescidü’l- Haram gibi isimlerle de anılmıştır. Halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama adıyla bilinmektedir.

Kâbe denilince sadece bilinen bina değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer kastedilir. Kâbe’yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe’ye yönelir. Kâbe’den uzakta olan kişi ise Kâbe’nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir, yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir.

Namazın amacı, kalbin mâsivâdan (Allah’tan başka her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah (c.c)’a yönelmesidir. Elbette ki Allah (c.c) herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat kalbin huzur ve sükûnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü Allah’ın evi olan Kâbe’ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de, Allah (c.c)’ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah (c.c)’a yöneltmeliyiz.

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi gerekir.

Kâbe’nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa veya sola sapmalar, kıbleden sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa “kıbleye yönelme” şartı aksamış olur.

Page 34: Bizbiriz dergisi 13 sayi

32 Bizbiriz Dergisi

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgâr gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar.

Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını tamamlar.

Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine katlanmadan (ictihad etmeden) rastgele bir tarafa yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû Yûsuf’a göre her iki durumda da iade etmesi gerekmez.

İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar.

Her biri kendi tespit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını kılarlar.

Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye dönmesi gerekir.

Hastalık, düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa döner.3

Binek Üzerinde Kıbleye Yönelme

Normal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz kılmak câizdir.

Farzlara gelince, genellikle fıkıhçılarımızın, özellikle de Hanefi fıkıhçılarının görüşü şudur:

Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü (zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılamaz. Çünkü farzların belli vakitleri vardır. O vakitlerde biraz durup

3 İSAM

namazı kılmak zor değildir.4 Cabir b. Abdillah hadisinde:

“Rasulullah (s.a.s.) bineği üzerinde iken, kendisini ne tarafa çevirirse o tarafa doğru nafile kılardı. Farz kılmak istediğinde ise bineğinden iner ve kıbleye dönerek kılardı.”5 denmektedir. Vitir için indiği rivayeti de vardır.6

Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi; inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu bulunması; ortalığın yağmur ve çamur olması; ihtiyar olup inip binmede yardımcısının bulunmaması; bineğinin huysuz olması vb. durumlar, özür olarak görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir.

El-Hindî Ibn Asakir’den Rasûlullah (s.a.s)’ın çok çamurlu bir hengamda bir merkep üzerinde farz kıldığını nakleder. Buna göre namaz vakitlerinde durmayan bir otobüs yolcusu, koltuğunda ima ile farzlarını kılabilecek ve bu, şehir dışı için bir ruhsat olmuş olacaktır. İma ederken ön koltuğa secde etme yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp rükû için biraz, secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Ama yolcu, işin fetvasından önce azimeti deneyecek, şoförü güzellikle iknaya çalışacak, gerekirse yolculardan da destek arayacak, duraklarda namaz kılmayanları huzursuz edecek şekilde geç kalmayacak, diğerlerini namazdan ve namaz kılandan nefret ettirmeyecektir. Böyle bir endişe söz konusu ise bütün sünnetleri bırakıp sadece farzları kılacaktır. Ama şoföre hatırlatma işini her seferinde yapacak ve gerekirse tutumunu, ilerideki yolculuklarında firma seçimi için ölçü alacağını sezdirecek, ama kesinlikle çekişmeye ve tartışmaya girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı arabada kılmak için bir özür sayılabilir.

Gemide, uçakta namaz kılan kimse mümkünse kıbleye doğru döner; gemi yön değiştirdikçe kendisinin de kıble tarafına dönmesi gerekir.

4 Serahsî, I/250; Ibn Hümâm, I/463; Ayrıca bk: Ali el-Kârî, Irsâdü’s-Sâri, 41.

5 el-Hindî, Kenzü’l-Ummal.

6 Serahsî, I/249.

Page 35: Bizbiriz dergisi 13 sayi

33Bizbiriz Dergisi

O gün ki ziyareti-miz, Konya’ya yakın bir köy iken sonradan mahalle olmuş

eski bir yerleşim birimine idi. Kışın, bahara yakın günlerinden birinin akşamında yollara düştük. Bu eski köy, şimdiye dek gittiğimiz mahal-lelerden daha geniş bir alana ya-yılmıştı. Ahırları, samanlıkları, av-luların içindeki müstakil evleriyle gerçek bir köydü hala... Görüntü-sü köydü ama havası kirli duman kokusuyla şehrin ağır havasından farksızdı. Ciğerlerimize dalan ağır kömür kokusu ve iyiden iyiye ken-dini hissettiren akşamın ayazı eşli-ğinde ziyaretimize başladık.

Çaldığımız kapıları açanlar kimi zaman büyük bir coşkuyla kimi zaman şaşkınlıkla karşıladılar bizi. Biz kendimizi tanıtınca, hele ki mübarek hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s)’nun talebeleri olduğumuzu söyleyip hocamızın sohbet kitaplarını takdim edince hepside çok mutlu oluyor, memnuniyetlerini ifade ediyorlardı.

Çaldığımız kapıların birini Arapça konuşan genç bir adam açmıştı. O erkek kardeşimizle sohbet ederken, hanım kardeşlerimizle bizde evin hanımıyla görüşmek için avludan içeri girdik. Bizi daha kapıdan girerken “ehlen ve sehlen; hoşgeldiniz” diyerek yedi sekiz yaşlarında küçük bir kız çocuğu, ondan birkaç yaş küçük ve birkaç yaş büyük erkekli kızlı çok sayıda çocuk karşıladı. Biz Arapça sorular sorduk, o yedi sekiz yaşındaki kız cevap verdi. O sordu, biz cevap verdik. Bizden Türkçe konuşmamızı istedi. “Ben Türkçe biliyorum, buyurun” diyerek çat pat türkçesiyle bizi ısrarla evlerine davet ediyordu. Ev, “Ev demeye bin şahit ister.” dedikleri cinstendi. Bu eve “harabe” demek daha uygundu. Aile, Suriye’deki iç savaş sebebi ile Türkiye’ye iltica etmiş, birkaç zaman öncede Konya’nın bu ücra mahallesine yerleşmiş. Bu köhne ev, kendi vatanlarından, yurtlarından daha güvenli olmuş onlar için. Kendi halkını çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden kıran bombalarla

kimyasal silahlarla ölüm yağdıran bir diktatörün zulmünden kaçıp, Türkiye’ye sığınmış, dokuz çocuklu bir aile. İçimiz sızladı. Keşke “kardeşlerimiz bize kucak açar” diyerek geldikleri bu şehirde onlara daha iyi imkânlar sağlayabilseydik. Vatanlarında yaşadıkları vahşetten sonra bu harabe ev onlara belki de cennetten bir köşe gibi geliyordu. İçeriden ha bire çocuk çıkıyor, öylede sıcakkanlılar ki. Bizi karşılayan küçük kızın adı Meryem’miş. Bizi ısrarla eve davet ediyor. O elimizden, eteğimizden çekiştirip bizi evlerine sokmaya çalışırken öbür kardeşleri de sevinçle gülücükler saçıyorlar.

“Anneniz yok mu?” diyoruz. Kapı aralığından anneleri beliriyor. Yarı Arapça yarı Türkçe konuşup tanışıyoruz. Getirdiğimiz yardımları bırakıp vedalaşıyoruz. Anneleri ziyaretimizden duyduğu memnuniyeti ifade ediyor, mahcup bir eda ile. Fakat çocuklar o kadar masum, o kadar tatlılar ki dökük saçık kıyafetleri, dağınık saçları, çıplak ayakları ile ellerimizden

“Bayram gibi bir ölüm...”Ümmü Haram

Şehrin Görünmeyen Yüzü

Page 36: Bizbiriz dergisi 13 sayi

34 Bizbiriz Dergisi

eteğimizden çekiştirmeye devam ediyorlar. Kara gözlerinin içi gülüyor. Huzursuz, mutsuz, umutsuz şehir çocuklarının aksine o kadar mutlu görünüyorlar ki; onların o halini hatırlayınca şimdi bile gözümüzde bir tebessüm beliriyor. Bize içimizi sızlatan derin bir hüzünle yüzümüzde yayılan ılık bir tebessümü aynı anda yaşatan bu küçüklerin başlarını okşayarak oradan ayrılıyoruz.

O gün son çaldığımız kapıyı seksen sekiz yaşında bir nine açtı. Küçükten az daha büyük bir arsanın kenarına yapılmış bir evde yalnız yaşayan tatlı mı tatlı bir teyze. Bahçesinin duvarı yok, kocasının sağlığında tırnaklarıyla kazıyarak yaptıkları bu küçük ev hayli eski görünüyor. Otuz üç sene önce dul kalmış. Oğlu da kızları da varmış ama hepsi kendi düzenini kurmuş, ondan payına yalnızlık düşmüş. O yaşına rağmen geçen yıla kadar iki dönümlük bahçesini eker, kendi geçimini sağlarmış. “Artık gücüm yetmiyor.” diyor. Çıplak ayaklarıyla çıkmış kapıya “Üşümeyin.” diyoruz. “Üşümem.” diyor. Fotoğraf çekmek istiyoruz. “Ama üstüm başım pek iyi değil.”diyor. Yine de telefonlarımıza çok mahcup birkaç poz veriyor. Yüzündeki her bir çizgi, feri sönmüş gözlerindeki donuk bakış ibret alınacak büyük bir işaret... “Benim imanla göçmekten başka gayri ne isteğim olabilir. Dua edin beni unutmayın.” diyor. Bizde dua istiyor, elini öpüp onu Allah’a emanet ederek ayrılıyoruz.

Aracımıza doğru ilerlerken N.Fazıl’ın su beyiti geçiyor içimizden;

Bu dünyada renk nakış lezzet ne varsa küsüm,

Gözümde son marifet Azrail’e tebessüm.

Zaten bugün gayemiz şu dünya sürgününden

Rabbimize imanla göçmek değil mi? Abdullah Murad

Şükrüoğlu(k.s) hocamız;

“Biz bu dünyaya iman ile göçmeye geldik.”

buyururlar. Mübarek hocamızın da sıkça okudukları

Necip Fazıl’ın

“O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e

hoşgeldin diyebilmekte hüner”

beyiti düşüyor aklımıza. Rabbimizden teyzemiz

tüm Ümmet-i Muhammed için hüsnü hateme diliyoruz.

Tek amacımız saidler olarak yaşayıp şehitler olarak

Rabbimize kavuşmak... Rabbim nail eylesin. Âmin.

Azrail’i tebessüm ile karşılayıp “Hoşgeldin”

diyebilmek, Rabbimizin didarına vasıl olabilmek için

Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s) hocamızın tavsiyesi

düşüyor aklımıza:

“Olursa dünyada göğsünde iman

Ahirette görürsün didarı ayan

Olmazsa karnında haram dilinde yalan

Olur, göğsünde iman, ölümün sana bayram”

Ölümü bayram olanlardan olmamız dileğiyle.

Allah’a emanet olalım...

Page 37: Bizbiriz dergisi 13 sayi

35Bizbiriz Dergisi

Arapça Rabcaya GötürürN. Aktaş

الهوايات

د؟م ح ا ا ي ك ت ااي و ا ه علي: م ة ل اس ر م ل ا ر ف لس ، ا ة اء ر ق ل : ا ة ير ث ي ك ت ااي و د : ه م ح ا ؟ت ن ا ك ت ااي و اه م د : و م ح ا

ا ض ي ا ة اء ر ق ال و ت لا ح الر و ة اض ي لر ي : ا ت ااي و علي: ه ن؟س ح اي ك ات اي و ا ه م علي : و

ة ر ك و ة اح ب لس ا ع اب و الط ع م ي : ج ات اي و حسن : ه م د ق ال

Page 38: Bizbiriz dergisi 13 sayi

36 Bizbiriz Dergisi

؟كت اي و ا ه م

ةاض ي لر ا م د ق ال ة ر ك ة اء ر ق ال

ةاح ب لس ا ع اب و الط ع م ج ة ل اس ر م ل ا

م س لر ا ةي وس ر ف ل ا ر ف ا لس

م ج ع ا ل م

اق ق ة ج ش ق ش ة ك ب ش

اط ط ج ا ق م ق م

Page 39: Bizbiriz dergisi 13 sayi

37Bizbiriz Dergisi

Fıçı gelmişti Haydarın karısı-nı koydular ilk olarak. İğneleri ya-vaş yavaş sokmaya başladılar. İçer-den ayetel kürsi okuduğunu görün-ce iyice sinirleniyorlardı. Muham-met elini açıp saldırmaya çalışıyor-du ki. Duyulan bir ses ile Samuelin kafası parçalanmış yere yığılmştı. Muhammed tekbire başladı o anda iki asker daha yere serildi kurşunun nerden geldiği belli olmuyordu. Ke-fere askerleri şaşkın bir şekilde sak-lanıyorlar pencereden uzak durma-ya çalışıyorlardı. Ama kafasından kurşunu yiyen cehennemi boylu-yordu. Üzerine yığılan askerden ka-saturayı alan Muhammed ellerini çözüp kendini sipere attı ve ateş et-meye başladı. O kadar asker çaresiz kalmış cehenneme gidiyordu.

…………….

Haydar askerleri indirdikçe ci-ğerinin soğuduğunu hissediyor-du. Birden penceresiz tarafa kaçan onlarca askerin arkasındaki bom-ba kasalarını gördü. Muhammed ile eşine nasıl haber edeceğini düşün-dü ve Müminin ferasetini hatırladı ve önce Muhammedin sipere son-rada bombaların dibine ateş etti. İnşallah anlar Muhammedde hep-sini cehenneme yollarım diye dua ediyordu.

…………….

Gelen sniper kurşununa şaşıran Muhammed sonrada boşa atılması-na önce anlam verememiş sonrada Haydarı ele mi geçirdiler diye düşü-nürken gözü kasalara takıldı ve gü-lümsedi. Hemen Haydarın eşini fıçı-dan çıkarıp arka kapıdan ateş ede-rek koşmaya başladılar.

Muhammedgilin dışarı çıktığı-nı gören Haydar önce bir besmele çekti sonra Allah’a şükrederek silahı ateşledi. Büyük bir gürültü ile pat-layan cephaneler depoyu havaya uçurmuş ve askerleri yok etmişti…

Hemen tüfeği toplayıp ayakla-nan Haydar ensesinde bir metalin soğukluğunu hissetti. Bu alışkın ol-duğu bir sıcaklıktı. Kurşun atmamış soğuk bir namlu. Gülümsedi çünkü esir olmayacak gerekirse şehit ola-caktı. İçinden;’’Ne büyüksün Rab-bim evladım ölünce üzüldüm ama bana bugün şehitliği nasip edecek-sin ya sana şükürler olsun’’ diye se-viniyordu. Yalnız arkasındaki kişi ne ses ediyor nede hareket ediyordu. Kafasından plan yapmaya başlayan Haydar tek bir deneme şansı oldu-ğunu biliyordu. Ya arkasındakinden hızlı olup silahı alıp öldürecekti onu tabi tek başına ise yada arkasındaki daha hızlı davranıp onu şehit ede-cekti. Tekrar şükretti ve ‘’Her halu-karda kazanan benim’’ dedi ve ha-rekete geçti..

HaydarAhmet Navruz

Page 40: Bizbiriz dergisi 13 sayi

38 Bizbiriz Dergisi

İlginç BilgilerAhmet Navruz

Bir yılan 3 yıl uyuyabilir. Bal bozulmayan tek gıdadır. Ördeğin sesi yankı yapmaz.İnsan yılda en az bin 460

rüya görür.

Deniz yıldızlarının beyni yoktur.

Üzüm mikrodalga fırında patlar.

İnsan kalbi dakikada 60-80 defa çarpar.

Bir bardak sıcak su, buzdolabında soğuk sudan

daha çabuk donar.

İçtiğimiz sular 3 milyar yaşındadır.

Karınca 2 hafta su altında yaşayabilir.

MEHMET

Türkiye’de Mehmet adında 1 milyon 229 kişi var.

İnsanın kalça kemiği betondan daha sağlamdır.

Dünyada insanlardan daha çok tavuk var.

Sabahları elma kahveden daha fazla uykunuzu açar.

Otomobil sayısı insan sayısından 3 kat daha hızlı

artıyor.

Page 41: Bizbiriz dergisi 13 sayi

39Bizbiriz Dergisi

Tarihte Mart Ayı OlaylarıAbdülkadir Aydın

2 Mart 2 Mart 1855'te Rusya İmparatoru Çar II. Nikolas, intihar etmişti. Buna sebep, Kırım savaşı'nda Türkiye-İngiltere-Fransa'ya yenilmiş olmasıydı. Türkiye'yi parçalamak için açtığı istila savaşında çar, ağır malubiyetlere uğratılmış ve harbi kaybetmişti.

3 Mart 3 Mart 1924'te Cumhuriyet Hükümeti tarafından hilafet kaldırıldı.

3 Mart 1878'de Ayastefanos'ta Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra Berlin muahedesiyle tadil edilmiştir.) Ruslar, İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada Ayastefanos'ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk toprakları üzerinde bir leke gibi duran bu abide 1914'te, Türk milleti tarafından kazmalarla, bombalarla ve toplarla yıkılmıştır.

3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.

3 Mart 1918'de Brest-Litovsk antlaşması imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.

4 Mart 4 Mart 1925'te TBMM tarafından İstiklal Mahkemeleri'nin teşkiline dair olan kanun kabul edilmişti. Bunu hakkında bizzat konuşan Atatürk, bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi için tatbik edileceğini bildirmişti.

6 Mart 6 Mart 1920'de Türk dilinin sadeleşmesi ve gelişmesi uğrunda pek büyük hizmetleri olan Ömer Seyfettin ölmüştü.

8 Mart 8 Mart 1403'te IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid vefat etmişti. Timurlenk'le yaptığı Ankara Meydan Muharebesi'nde mağlup ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış, bu acıya dayanamayarak kahrından ölmüştü. Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım'a katiyen bir esir muamelesi yapmamış ve öldüğü haberini duyunca da yazık, cihan bir kahraman kaybetti” demekten kendini alamamıştı.

9 Mart 9 Mart 1764'te Laleli Camii, ibadete açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü. Camii yaptıran III. Mustafa ile oğlu III. Selim, camiin önündeki türbede gömülüdür.

11 Mart 11 Mart 1917'de Bağdat düşmüştü. 6. Türk Ordusu, çetin vuruşmalardan sonra, bu tarihi şehri, İngiliz-Hint kuvvetlerine bırakmak zorunda kaldı.

12 Mart 12 Mart 1921'de İstiklal Marşı TBMM'de Milli Marş” olarak kabul edildi.

12 Mart 1918'de kahraman Erzurum düşman işgalinden kurtarılmıştır.

14 Mart 14 Mart 1827'de II. Sultan Mahmut, askeri hekim ve cerrah yetiştirmek üzere Tıbhane ve Cerrahhaneyi açmıştı.

Page 42: Bizbiriz dergisi 13 sayi

40 Bizbiriz Dergisi

15 Mart 15 Mart 1921'de Sadrazam Talat Paşa, Berlin'de bir komitacı tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya Savaşı'nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim Paşa'dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat Paşa, harp sonunda iktidar mevkiini bırakarak vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde kalmıştı. Bütün hayatında mert ve temiz kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir devlet adamı idi.

16 Mart 16 Mart 1583'te daha çok Feridun Bey” diye tanınan Damat Ahmet Feridun Paşa ölmüştü. Feridun Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip ve devlet adamlarındandı. Münşe'atu's Selatıyn” veya Feridun Bey Münşeatı” diye bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını ve onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser, 15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından birisidir. Nişancılığa kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni'nin kızı Mihrimah sultan'ın Rüstem Paşa'dan olan kızı Ayşe Hanım Sultan'la evlenmişti ki, bu prenses, devrinin en zengin hanımı sayılıyordu.

16 Mart 1920'de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf kuvvetleri İstanbul'u işgal etmişti. İstanbul, kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923'e kadar sessiz sedasız ve bütün acılarını sindire sindire yaşadı. Fakat Anadolu'da doğan kurtuluş hareketine içten içe bağlandı, yardıma koştu.

18 Mart 18 Mart 1915'te İngilizlerin ve Fransızların mühim deniz kuvvetleri ile Çanakkale Boğazı'nı geçmeye teşebbüsleri, Türk'ün zaferi ve düşmanların önemli zaiyat vererek geri çekilmeleri ile sonuçlanmıştı. Çanakkale'yi denizden geçemeyen düşman karadan zorlamaya karar vermiş ve kara harpleri yapılmıştı. Bunun sonucu da malumdur. Yine Türk'ün zaferiyle bitmiştir.

18 Mart 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı son içtimaını yapmıştır.

19 Mart 19 Mart 1534'te Hafsa Valide Sultan ölmüştür. Yavuz'un zevcesi, Kanuni Sultan Süleyman ile Hadice Sultan'ın annesi olan Hafsa Valide Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı I. Mengli (Benli) Giray'ın kızıdır. Meziyetleri ile tanınmıştır. Sultan Selim Camii'nde, Yavuz'un türbesinin yanındaki türbede gömülüdür.

19 Mart 1877'de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak teşrii vazifesini görmeye başlamıştı. Mithat Paşa ve arkadaşlarının ısrarıyla II. Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci kanun 1876'da ilan edilen Kanun-i Esasi'nin hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine Abdülhamit'in emriyle 13 Şubat 1878'de feshedilmiştir.

25 Mart 25 Mart 1821'de Yunanistan istiklalini ilan etmişti.

27 Mart 27 Mart 1854'te İngiltere ve Fransa, Rusya'ya savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus saldırısına uğrayan ve kendisini başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa Reşit Paşa'nın pek parlak diplomasisi sayesinde, Avrupa'nın iki büyük liberal devletini de, amansız düşmanına karşı savaşa sokmuştu.

30 Mart 30 Mart 1856'da Paris Sulh Muahedesi imzalanmıştı. Türkiye'ye haksız saldıran Ruslara karşı İngiltere, Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım'da beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi. İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin sonucunda lehimize pek çok hükümleri bulunan Paris Muahedesi imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun da Avrupa Devletleri gibi istiklaline sahip olduğu taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz kabul edilse de sonradan gözleri dönerek toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir. Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Tabi geldikleri gibi de gitmişlerdir.)

31 Mart 31 Mart 1517'de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire'de Yavuz Sultan Selim'in huzuruna kabul edilmişti. Yavuz, Tumanbay'a eşit bir hükümdar muamelesi yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta oturtmuştur.

Page 43: Bizbiriz dergisi 13 sayi

41Bizbiriz Dergisi

ÇOCUKHüsna Sezgin

Namaz Kılmayı Öğreniyorum !

BİLMECELER

YANTARAFTA VERİLEN ŞEMADA BOŞ BIRAKILAYAN YERLERİ DOLDURUNUZ.

AYETİ CELİLE

"Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir" [Hûd sûresi (11), 114]

Bir nedir? Beş nedir? Kabedeki taş nedir? Dil ile verilir, Sadaka denilir.

Son sözümüz o olsun, Ruhumuz nurlarla dolsun…

Ağız kapalıdır Yenmez içilmez… İslam’ın şartıdır, Asla vazgeçilmez

Bir dalda beş meyve İkisi gün görür İkisi gün görmez.

Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu: - Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben sana gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir. Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı. - Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.

SORU

1-) Bakalım matematiğinize güveniyor musunuz?

İşte, kolay bir soru:

Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna göre elimde hangi çiçekten kaç tane bulunmaktadır?

Cevaplar gelecek sayıda...

Page 44: Bizbiriz dergisi 13 sayi

42 Bizbiriz Dergisi

Page 45: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 46: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 47: Bizbiriz dergisi 13 sayi
Page 48: Bizbiriz dergisi 13 sayi