Upload
kirikkaleturkey
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
XIX. YÜZYIL OSMANLI DÜŞÜNCE DÜNYASINDA ERKEN İSLAM TARİHİ
VE İKTİSADİ GELİŞME
Mert Can Erdoğan*
Tarihçilerin toplumsal ve siyasal koşullar çerçevesinde gelenek icat etmeleri yani
gündemlerindeki bir uygulamayı veya yaklaşımı meşrulaştırmak için kendilerine geçmişten
dayanak bulmaları, Osmanlı tarihi boyunca rastlanılan bir durumdur. Bu açıdan eski gibi
görünen ya da eski olma iddiasındaki “gelenekler”in kökenleri sıklıkla oldukça yakın geçmişe
dayanmaktadır. Geleneğin icadı kavramı her ne kadar ulus devletlerin, ulus tarihi yazmak için
kullandığı bir yöntem olarak bilinse de, tarihin çeşitli evrelerinde ve farklı siyasal sistemlerinde
çeşitli amaçlar için gelenekler icat edildiğini gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla bu çalışmada
geleneğin icadı1 kavramını hayali cemaatleri2 bir arada tutacak marşlar, hikâyeler ve semboller
üretmek için kullanılan birincil anlamının dışında kullanacağız. Bu çalışmada, kurumlara
meşruluk kazandırmak, inançları, değer yargılarını ve davranış kalıplarını topluma aşılayıp
aktarmak için icat edilen gelenekleri XIX. Yüzyıl Osmanlı düşünce dünyası içerisinde iktisadi
konular bağlamında ele alacağız.
XIX. Yüzyıl’a gelmeden önce de Osmanlı devlet adamları ve düşünürleri söylemlerine
meşruiyet kazandırmak için gelenek icat etmekteydiler. Bu açıdan XIX. Yüzyıl Osmanlı
düşünce hayatı, siyasal söylemin meşrulaştırılması konusunda bir kırılma teşkil etmiyordu. Zira
Osmanlı Devlet adamlarının ve düşünürlerin siyasal gündemleri doğrultusunda gelenek icat
etmeleri XV. Yüzyıl’a İstanbul’un fethine kadar uzanmaktaydı. Örneğin, XIV. Yüzyıl’da
kurulan diğer tüm Yakındoğu devletleri gibi Osmanlılar da hâkimiyetlerini Moğollara
dayandırıyorlardı3. 1326 tarihine kadar Osmanlı paraları İlhanlı hükümdarı adına basılmıştı.
Osman Gazi ve Orhan Gazi, Selçuklu Sultanına değil İlhanlı Hakanına bağlı kalmışlardı4. Fakat
XV. yüzyılda Anadolu’daki Moğol hâkimiyeti kalıcı olarak yok olduğunda, Osmanlılar
kendilerini Anadolu’nun meşru hâkimi ve Sünni İslam’ın koruyucusu olarak görmeye
başlamışlardı. Bundan ötürü de kendilerini Bağdat’ı yağmalayıp halifeyi katleden Moğollar
* Kırıkkale Üniversitesi F.E.F. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi 1 Eric Hobsbawn, Geleneğin İcadı, (Ankara, Agora Kitaplığı, 2006),s. 12 2 Bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Benedict Anderson, Hayali Cemaatler,(İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007) 3 Ahmet Zeki Velidî Togan, “ Die Vorfahren der Osmanen in Mittelasien, ” Zeitschrift der deutschen morgenl ä ndischen Gesellschaft 95 (1941), s. 367 – 373 4 Rudi Paul Lindner, Explorations in Ottoman Prehistory (Ann Arbor: University of Michigan Press, 2007), s. 93
yerine Anadolu’nun meşru hâkimi ve zamanında Sünni İslam’ın koruyucusu olmuş olan
Selçuklulara dayandırmayı uygun bulmuşlardı. Bu bağlamda Selçuklu sultanına bağlı bir
Osman Gazi portresi ve Selçuklu sultanının onayı ile başlayan bir kuruluş hikâyesi
benimsenmişti5.
Osmanlı düşünür ve devlet adamlarının gelenek icat etmeleri XV. yüzyıl ile sınırlı
kalmamıştır. XVII. Yüzyıl boyunca Osmanlı bürokratları, yazdıkları nasihatnamelerde
devşirme sistemi ve tımar düzeni gibi kurumların mükemmeliyet içerisinde bulundukları bir
“klasik çağ” tasvir ederek, kendi politik gündemleri ve dünya görüşlerine uygun gelenekler icat
etmişlerdir. Evvel zaman içinde var olmuş bu altın çağa ise ancak icat ettikleri geleneklere yani
kendi reform programlarına dönülerek ulaşılacağını öne sürmüşlerdir6.
Yukarıdaki birkaç örnekle açıklamaya çalıştığımız üzere Osmanlı yönetici eliti yüzyıllar
boyunca gelenek icadı üzerinden siyasal söylemlerini geliştirmiş ve bu amaçla tarih yazmıştır.
XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı aydınlarının içinde bulunduğu dünya büyük bir
dönüşüm içerisindeydi. Başta bürokratlar olmak üzere ülkenin tüm okuryazar kesimleri bu
dönüşümü açıklama ve bir yaklaşım geliştirme çabası içeresindeydiler. Bu süreçte hemen her
görüşten aydınlar fikirlerini ve yaklaşımlarını savunmak için tarihten dayanak noktaları
aramaya başlamışlardı. Fakat bu arayış özellikle ortaçağ İslam tarihine yönelmekteydi. Osmanlı
aydınları çok çeşitli konulardaki yaklaşımlarına erken İslam tarihinden gelenek icat ederek
meşruiyet kazandırıyorlardı. Erken İslam tarihine yönelik ilgi hem siyasi hem de iktisadi ve
toplumsal düşünceyi kapsamaktaydı. Siyasal düşünce bağlamında hem anayasa ve meclis talep
eden reformistler hem de halife-sultanın mutlak hâkimiyetini savunan monarşistler erken İslam
tarihinden örnekler vermekteydiler7. Bu çalışmada ise yukarıda ifade edildiği üzere geç dönem
Osmanlı aydınının, iktisadi konularda erken İslam tarihine yönelik ilgisini ele almaya
çalışacağız.
XIX. Yüzyıl’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılı güçler karşısındaki askeri ve iktisadi
zayıflığı Osmanlı düşünce hayatının temel konusu haline gelmişti. Tanzimat bürokratları bu
zayıflığı gerçekleştirecekleri reformlar ile aşabileceklerini ve devleti eski gücüne
5 Baki Tezcan, “The Memory of the Mongols in Early Ottoman Historiography” Writing History at the Ottoman Court, Editing Past, Fashioning the Future, (USA Indiana, Indiana University Press: 2013), 6 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Rıfa’at Ali Abou-El-Haj, Modern Devletin Doğası,(İstanbul, İmge Yayınları: 2000),57 Douglas A. Howard, “Osmanlı Nasihatname Türleri ve Mit”, Erken Modern Osmanlılar ed. Virgina H. Aksan ve Daniel Goffman, (İstanbul, Timaş Yayınları: 2011), 195 7 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Sadeleştiren: Hüseyin Rahmi Yananlı, İstanbul: Huzur Yayınevi, 2011, 264
ulaştırabileceklerini düşünüyorlardı8. Osmanlı bürokratları bu iyimserlik ve özgüven içerisinde
çok kapsamlı iktisadi düzenlemeler gerçekleştirdiler. Bu düzenlemeler dönemin Avrupa’sında
da kabul gören klasik iktisadi tezlere dayanıyor ve iktisadi hayatta mutlak serbestiyi
hedefliyordu. Osmanlı iktisadi hayatındaki geleneksel yapı 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılması ile zaten ilk darbeyi almıştı. Geleneksel lonca teşkilatının temel koruyucuları olan
Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, iktisadi serbestinin önündeki önemli bir engel kalkmıştı.
Bu gelişmeyi 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Antlaşması takip etti. Bu antlaşma ile
Osmanlı Devleti, Batı ülkeleri ile serbest ticarete başlanmıştı. Antlaşma ile aynı zamanda yed-
i vahid usulü yani devlet tekelleri de kaldırılmış oluyordu. Balta Limanı Antlaşması’ndan bir
sene sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla ise müsadere usulü kaldırılıyor ve Osmanlı Devleti
büyük oranda iktisadi serbestiye geçiyordu.
Devletin geçirdiği bu yapısal dönüşümün meşruluk kazanması noktasında ise, Tanzimat
bürokratları Kanuni veya Selçuklu devirlerinden çok daha uzak bir geçmişe yönelmişlerdi.
Avrupa medeniyeti ile yakınlaşılan ve hem iktisaden hem de siyaseten yeni bir yapılanma içine
girilen bu dönemde, yeni kurulan kurumlara meşruluk kazandırmak, yeni değer yargılarını ve
davranış kalıplarını topluma aşılayıp aktarmak için erken İslam tarihinden gelenek icat
edilmeye başlanmıştı.
Bu bağlamda Cevded Paşa önemli bir örnektir. Cevded Paşa 1853 yılında Tanzimat
bürokrasisi tarafından, 1774-1825 yılları arasının resmi tarihini yazmakla görevlendirilmişti.
Bu dönem, Tanzimat çağının hemen öncesiydi. Dolayısıyla Cevded Paşa, tarihini yazarken,
Tanzimat düzeninin açıklamasını yapabilir ve bu düzeni savunabilirdi9. Bu bağlamda, Cevded
Paşa eserinde tarihi olayları ele alıp yorumlarken bunu Tanzimat’ın idari, içtimai ve iktisadi
düzenlemelerini meşrulaştıracak şekilde yapmıştı. Örneğin İktisadi açıdan Tanzimat öncesi
dönemin müdahaleci ve tekelci ekonomik anlayışını eleştirmek, Cevded Paşa için Tanzimat
döneminde gelişen iktisadi serbestiyi savunmanın mantıklı bir yoluydu. Bu bağlamda Cevded
Paşa III. Selim dönemi Osmanlı deniz gücünü ele alırken, donanma ile ticaret filosu arasındaki
ilişkiye değinmektedir. Cevded Paşa’ya göre “asakir-i bahriye kolay yetişmediğinden”, ancak
ülkenin ticaret filosu güçlü olduğu takdirde, sefer sırasında “istenildiği kadar nefer-i bahriye
8 Şerif Mardin, “Tanzimat Fermanı’nın Manası: Bir İzah Denemesi” Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu içinde derleyen Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu,(Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2008) s. 150 9 Chistoph K. Neumann, Araç Tarih Amaç Tanzimat Tarih-i Cevded’in Siyasi Anlamı, (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 1999)
tedarik” edilebilirdi10. Bu bağlamda ticaret hacmini genişletmek ve ticaret filosunu büyütmek
için ise iktisatta serbesti şarttı. Zaten Cevded Paşa’ya göre iktisadi serbestinin gerekliliği tüm
akıl sahibi insanlar tarafından da kabul edilmekteydi11. Eğer III. Selim devrinde yed-i vahid
ilkesi kaldırılmış olsa ve Osmanlı tüccarı desteklenseydi, denizaşırı ticaretin Osmanlı tüccarı
lehine büyümesi mümkün olabilirdi.12 Ancak yed-i vahid uygulamasının kaldırılması ve iktisadi
serbestiye geçilmesinin özellikle İstanbul’daki fiyat istikrarını bozacağı korkusuyla iktisadi
serbestiye geçilememişti13. Fakat Cevded Paşa, iktisatta devlet müdahalesini eleştirirken
kullandığı temel dayanak Avrupalı klasik iktisatçıların eserleri değildi. Medrese tahsili olan ve
hadis konusunda oldukça donanımlı olan Cevded Paşa, iktisadi görüşlerini meşrulaştırmak için
Osmanlı düşünür ve devlet adamlarının yüzyıllardır görmezden geldiği bir hadise başvurmuştu.
Bu hadis “Narhı koyan ancak Allah’tır” diyerek pazarda oluşan fiyat dalgalanmalarının devlet
tarafından denetlenemeyeceğini vurguluyordu. Rivayete göre Medine’de oluşan bir kıtlık
sonucunda ahali Peygamber’e başvurarak ondan narh oluşturmasını talep etmişlerdi. Bu durum
karşısında İmam Begavi’ye göre Peygamber şöyle cevap vermişti:
“Narh koymayınız, zira narh koyan, kullarına; darlık ve bolluk veren onları
rızıklandıran Cenabı Haktır. Benim, Allah’a bütün niyazım, sizlerden bir ferdin benden kan ve
mal hususunda bir isteği olmayarak, kendisine mülaki olmamdan ibarettir.”14
Aynı hikâyeye yer veren İbn-ül Esir’e göre ise, Peygamber narh talep eden ahaliye
“Eşyayı ucuzlatan ve pahalılaştıran Allah’tır, o sebeple kimseye itiraz etmek düşmez ve narh
koymak da caiz olmaz.” cevabını vermişti.15 Pazar dengelerini tamamen kabullenerek herhangi
bir müdahaleyi reddeden bu yaklaşım klasik iktisatçılarca öne sürülen görünmez bir elin
piyasayı denetlediği fikriyle şaşırtıcı derecede benzerlik taşımaktadır. Fakat İslam’ın ilk
yüzyıllarına hâkim olan bu yaklaşım sonraki yüzyıllarda adım adım terkedilmiş ve yerini
giderek yoğunlaşan bir müdahaleciliğe bırakmıştı. Müdahalecilik fikrinin gelişmesiyle ise
10 Cevded Paşa, Tarihi Cevded, İkinci Tab, cilt 6 (Dersaadet Matbaa-i Osmaniye, 1309), s. 69 11 “mecra-ı ticaretin tevsi’iyle sefain-i ticariyyenin teksiri maksadına şah-rah vüsul serbesti ticaret kaidesi olduğu müsellim erbaba ukul olması”, age, s.70 12 “yedd-i vahid usulü olvakit ilga olunup Devlet-i aliyye tüccarına gümrükçe bazu İmtiyazat verilmiş olsa mizan ticaretin devlet-i aliyye tüccarı yeddine nakli kabil idi.” age, s.70 13 “Ancak evvel zaman devlet-i aliyye istanbulda erzakın ucuz fiyat ile satılmasını mütekefil ve vükelayı devlet daima İstanbul ahalisinin mekulat ve meşrubatını tehyie ve tedarik ile müştagil olmağın herkes mahsulatını fiyat-ı tabiisiyle istediğine satsın diyerek serbesti- ticaret kapısının küşat etse İstanbul hakının azim güftügü edecekler dergar olmasiyle fitne ve fesat tahaddüs edebilmek mülahazasına mebni bu tarik-i sahiha gidilemeyeğinden” age, s.70 14 İmam Begavi, Mişkaet-el Mesabih, Mirkat şerhi, birinci fasıl, Sabri Ülgener, “İslam Hukuk ve Ahlak Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri” Makaleler, (İstanbul, Der Yayınları, 2006), s,87 içinde 15 İbn-ül Esir, Niyaye, cilt 2, Mısır 1311 s. 162 agm, s. 86 içinde
dönemin önde gelen âlim ve düşünürleri narhı yasaklayan hadisi görmezden gelerek devletin
piyasayı düzenlemesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu bağlamda, müdahalecilik fikri Osmanlı
Devleti’nden çok önce İslam düşüncesine egemen olmaya başlamıştır. İmam Gazzali, iktisadi
düzende insanların farklı meslek gruplarını icra ederken nefislerine uyarak cimrilik ettiklerini
hırs ve açgözlülük içinde birbirlerine düşman olduklarını söylemiş, kendi hakkına razı
olmayanların önüne geçmek için devlet müdahalesinin gerektiğini ifade etmişti16.
Osmanlı âlim ve düşünürleri ise, iktisadi hayatta zaten güçlenmekte olan devlet
müdahaleciliği fikrini benimseyerek, XVI. Yüzyıl’dan XIX. Yüzyıl’a değin narhın ne kadar
önemli ve gerekli olduğunu vurgulamışlardır. Bu bağlamda, klasik Osmanlı düşüncesini
derinden etkilemiş âlim ve devlet adamlarının eserleri, devlet müdahaleciliği fikrinin klasik
Osmanlı iktisat düşüncesindeki ağırlığını göstermektedir. Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman’ın
vezirlerden Lütfi Paşa, devlet adamlarına nasihatler verdiği kitabında narhın oldukça önemli
olduğunu vurgulayarak vezirin narhı sürekli kontrol etmesi gerektiğini, narhın özellikle
fukaranın korunması için önemli olduğunu ifade etmiştir17. Bu yüzden Lütfi Paşa’ya göre
“Sadrazam olan kimesne narhtan gâfil” olmamalı ve “Müstakîm adamlar İstanbul’u ve
Galata’yı gezip şehrin narhı nice olur haber” almalıdır18.
Lütfi Paşa’ya benzer bir şekilde, Gelibolulu Mustafa Ali’de Fusul-i hall-i akit ve usul-i
hare ü nakit adlı risalesinde narhın gerekliliğini vurgulamaktadır. Gelibolulu’ya göre “narh’a
mukayyet olup her nesneyi değer pahasıyla sattırmak, narhı gözetmeyip alış veriş edenleri
buldurup hem satana ve hem alana siyaset” etmek gerekmektedir. Aksi halde “herkes istediği
gibi alır ve satar helâl aşına tama-ı ham ile zehir katar ve Padişahların hizmetine ve seferine
varmayan erazil-i nâs küllî mala malik olur, a’yan-ı memleketten olup riayetleri vacip olan
ekâbir fakir olup iflas yoluna salik” olurdu.19
Gelibolulu ve Lütfi Paşa’nın tutumlarından anlaşılacağı üzere, Osmanlı devlet adamları
pratik gayeler ve ahlaki duyarlılıklarla, narh karşıtı hadisleri görmezden gelerek narhı
savunmuşlardır. Üstelik bu konuda ilmiye mensupları da benzer bir tutum sergilemiş narhı ve
16 “Bir şahıs bu cümle sanayii işlemek mümkün olmayıp belki Allah-u Teâlâ’nın iradesiyle kimi bir sanata ve kimi diğer sanata tâyin olunup dönlü âlem birbirine muhtaç oldu. Ve nefs-i insanda cimrilik ve hırs ve tama galip olmakla bazı bazının masalihin görmeyip ihtiyacın def’etmiyerek mabeyinlerinde husumet ve adavet zahir oldu. Her kişi kendi hakkına razı olmayıp birbirinin malına kast eyledi. Pes, imdi bu ecilden üç san’at lâzım oldu ki biri siyaset ve saltanattır ve biri kaza ve hükümettir ve biri fıkıhtır ki ol kanun-i şeriattır.” Ülgener, agm içinde, s. 104 17 “Ahval-i narh-ı umûr, mühimme-yi âlemdir; ânınla muhkem mukayyed olmak gerek. Erbâb-ı mansıbın kimi pirinç bâzirgânı ve kimisin hânesi ‘attâr dükkânı olmamak gerek; narh masâlih-i fukaradır” Lütfi Paşa, Asafname, hazırlayan Mübahat Kütükoğlu, (İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1991), s. 106 18 Age,s. 107 19 Gelibolulu Mustafa Ali, Fusul-i hall-i akit ve usul-i hare ü nakit”, Ülgener, agm içinde s, 106
devlet müdahalesini savunmuşlardı. Süleymaniye müderrislerinden Kınalızade Ali Efendi,
cemiyet hayatının düzenlenmesinde devletin rolünü “pes hâkim-i kahir gerek ki def’i zulüm
eyleye” diyerek savunmuş ve ancak bu şekilde kişilerin arasındaki “muamelat ve maruzat rıza
ile vaki” olacağını belirtmişti20. Osmanlı hukukuna yüzyıllarca yön vermiş olan şeyhülislam
Ebussud Efendi ise fetvalarında; “şeyhülislam fetvası ve sultanın emri ile konulan narha
uymayan kişinin şiddetle cezalandırılması ve tövbe edene kadar hapse atılmasını” salık
vermişti21.
Örnekleri bir araya getirdiğimizde bürokrasinin zirvesine ulaşmış bir vezirin, devlet
işleyişi üzerine kapsamlı çalışmalar yapmış bir mütefekkirin, ülkenin en itibarlı medresesinde
hocalık yapmış bir müderrisin ve Osmanlı Şer’i hukukuna nizam veren bir şeyhülislamın narh
konusunda benzer fikirlere sahip olduklarını görüyoruz. Vazifeleri farklı olsa da hiçbiri narhı
yasaklayan hadise gönderme yapmamış bilakis narhın önemini ve gerekliliğini vurgulamışlardı.
Üstelik zikrettiğimiz şahsiyetler yazdıkları eserlerle kendilerinden sonra gelen düşünür ve
devlet adamlarına kaynaklık ederek geleneksel Osmanlı düşüncesinin temellerini
oluşturmuşlardır.
Osmanlı devlet adamları ve düşünürleri tarafından yüzyıllarca görmezden gelinen narhı
yasaklayan hadisin XIX. Yüzyıl’ın ikinci yarısında Cevded Paşa tarafından yeniden
keşfedilmesi unutulmuş bir geleneğin yeniden ihdas edilmesinin güzel bir örneğidir. Narhı
yasaklayan hadise atıfta bulunarak “Ticarete cebir olunamayacağı bi-iştibah [şüphesiz] idi. Ne
çare ki kibri gurur daima insana bu veçhile perde-i gaflet olur”22 diyen Cevded Paşa iktisadi
yaklaşımını erken İslam tarihine atıfta bulunarak meşrulaştırmıştı.
Osmanlı ekonomisi Avrupa ekonomisiyle kaynaştıkça, Osmanlı devlet adamları ve
düşünürleri için yeni bir mesele ortaya çıkıyordu. Her milletin daha başarılı olduğu alanda
uzmanlaşmasını öngören klasik iktisat kuramı gereği Osmanlı Devleti’nin de üretimini daha
mahir olduğu alanlara kaydırması gerekiyordu. Bu manada üretiminin hangi alanlara
kaydırılacağı sorusu ise Osmanlı aydınların zihinlerini meşgul ediyordu. Tartışmanın asıl
yoğunlaştığı nokta tarıma mı yoksa sanayiye mi yatırım yapılacağı sorusuydu. Bu noktada kimi
20 Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai, 1832 İstanbul, s. 77 21 “Su’al: Zeyd, otun, on ikiye ve on üçe ve dahi ziyâde akçaya mu’âmele eylese, “fî zamâninâ emr-i sultânî ve şeyh-ul-islâm müfti-z-zamân hazretlerinin fetvâ-i şerîfleri olup otun on bir buçuktan ziyadeye verilmemek üzeredir.” deyu beyyine olunduktan sonra, ısgâ’ etmeyip ısrar eylese şer’an ne lazım olur? Cevap: Ta’zîr-i şedid ve habs-i medîd lâzımdır. Tevbesi zâhir olucak ıtlak olunur” Ertuğrul Düzdağ, Şeyhulislam Ebussud Efendi Fetvaları, (İstanbul, Kapı Yayınları, 2012), s. 206 22 Cevded Paşa, Tarihi Cevded, İkinci Tab, cilt 10 (Dersaadet Matbaa-i Osmaniye, 1309), s. 50
iktisatçılar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu verimli topraklar ve uygun hava koşullarını öne
sürerek tarıma ağırlık verilmesini savunuyorlardı, üstelik Osmanlı Devleti’nin endüstri
kurabilecek kadroları ve birikimi de yoktu. Sanayiyi savunanlar ise yaklaşımlarını yine Erken
İslam tarihinden gelenek icat ederek meşrulaştırmaktaydılar.
Bu açıdan Mehmet Emin Şerif’in Tercüman-ı Ahval’de çıkan “Sanayi ve Ziraattan
Kangısının Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair” yazısı önemli bir örnektir23. Mehmet Emin,
bu yazısında klasik iktisat kuramının ulusların üstün oldukları sahalarda üretim yapmasına
yönelik tezini değerlendirmiştir. Bu yaklaşıma göre sanayi üretimi için her şeyden evvel insan
aklına ihtiyaç olduğunu dile getiren Mehmet Emin, bu konu da Osmanlıların oldukça üstün
olduklarını dile getirmiştir. Mehmet Emin’e göre eğer “kabiliyet aranılıyor ise Osmanlılar
Avrupalılardan dün hilkat olduğu müsellem olduğundan başka belki zekâ ve fatanetde [zihin
açıklığı] öte gelir.”. Mehmet Emin’e göre bu duruma en büyük delil İslamiyet’in geçmiş
başarılarıdır24. Zira yüzyıllar önce İslamiyet sanayi ve eğitim açısından ilerlemiş iken,
Avrupalılar her iki konuda da oldukça gerideydi. Bu durumun en çarpıcı örneği ise tarih
kitaplarında yazan bir hikâyeydi. Bu hikâyede “Asya ahalisinden” ve Abbasi halifelerinden
Harun Reşid, Fransa Kralı Şarlman’a hediye olarak gönderdiği mahsulat ve “sanayi ürünleri”
arasına bir çalar saat eklemiştir. Fakat iki medeniyet arasında ki gelişmişlik farkı o kadar
büyüktür ki, Fransa Kralı ve maiyeti Müslümanların ürettikleri bu çalar saatin ne olduğunu
anlayamamış ve onu bir tür “eşya-ı garibe” olarak addetmişlerdi. Mehmed Emin’e göre bu
hikâyeden çıkarılacak sonuç Osmanlı ahalisinin eğitime ve ilme gerekli alakayı göstermesi
durumunda sadece ziraatta değil sanayide de ilerleyip gelişebileceğidir. Bu şekilde Mehmed
Emin, sanayi konusundaki fikirlerini erken İslam tarihinden bir başarı hikâyesi ile
meşrulaştırmış ve ülke için uzak geçmişten de olsa bir sanayi geleneği icat etmiştir.
Uzak geçmişteki başarılara atıfta bulunarak, günün icraatları meşrulaştırmanın bir diğer
önemli örneği de 1870 yılında gerçekleşen Darülfünun açılışıdır. Bu okulun açılışı Tanzimat
bürokratları için büyük anlam ifade ediyordu. Nitekim hükümetin de katıldığı bu açılış sırasında
Osmanlı düşünür ve devlet adamları ateşli konuşmalar yapmıştı. Daha sonra resmi gazete de
yayımlanan bu konuşmalarda yine İslamiyet’in ilk devirlerine yapılan önemli göndermeler
mevcuttu. Bu açıdan Maarif Nazırı Mehmed Esad Safved Paşa ve Cemaleddin Afgani’nin
konuşmaları özellikle öne çıkmaktaydı. Safved Paşa bilimsel gelişmeleri takip etmenin
23 Mehmet Emin Şerif, “Sanayi ve Ziraattan Kangısının Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair” Tercüman-ı Ahval, 69(1861), s. 3 24 “buna dahi evvelce irat olunan sıfat askeriye islamiyeden büyük bir delil aleni olamaz.” Agm. S,3
Kuran’da ve hadislerde sıkça tekrarlandığını ifade ederek ilme ve fenne gerekli alakayı
göstermenin dinin gereği olduğunu söylemekteydi. Fakat Safved Paşa’nın konuşmasında
ağırlıklı olarak yer verdiği konu İslam’ın ilk yüz yıllarında yakalanan iktisadi ve bilimsel
başarıydı. Safved Paşa’ya göre “Eski Yunanlılardan sonra ilmin kadir ve meziyet ve şerefini
takdir edenler Arablar olup halife-i Abbasiyyeden Harun el Reşid ve Me’mun zamanlarında
ulum ve fünun hakkında gösterilen rağbet” önemli eser ve buluşların önünü açmıştı. Safved
Paşa’ya göre bilimsel alandaki sayısız buluşun yanı sıra25, bu dönemde Müslümanlar “nice
sanayinin icadına bais ve badi bulunmuşlardı [yol açmışlardı]”. Özellikle kâğıt ve barut imalatı
ile pamuk üretimi gibi iktisadi atılımlar yapan Müslümanlar çağdaşlarının iktisadi açıdan
oldukça ilerisine geçmişlerdi. Safved Paşa’ya göre Osmanlılar da kuruluşlarını takip eden ilk
iki yüzyılda sanata ve ilme değer vermiş ve bu sayede yükselmişlerdi26. Fakat daha sonra adım
adım içine kapanan Osmanlı ve İslam âlemi, Batı karşısında gerilemiş ve fakirleşmişti. Safved
Paşa bu konuşmasıyla Darülfünunu meşrulaştırırken, onu bir Batılılaşma aracı olarak değil, tam
tersine eski güzel günleri ve doğru alışkanlıkları ihya edecek bir vasıta olarak sunuyordu.
Darülfünun açılışında İslam’ın geçmiş başarılarına atıfta bulunan bir diğer isim de
Cemaleddin Afganiydi. “Kardeşlerimiz” diyerek söze başlayan Afgani halkı “gaflet
uykusundan” uyanmaya çağırıyordu. Zira “İslam milleti mertebece en kuvvetli, kıymetçe en
değerli” idi. “Akıl, dirayet ve ferasetçe çok yüksekti. Mücahide ve çalışma bakımından en çetin
şeylere göğüs germekteydi.” Fakat “sonradan millet rahata ve tembelliğe” dalmış, “medrese
köşelerinde” kalmıştı. Bu yüzden de “iyilik nurları” sönmüş “maarif bayrakları” silinmişti.
Nihayet “İslam milletlerinin bazıları, başka milletlerin istilaları altına” düşmüş, “aziz olan
millet zelil” olmuştu. Tüm bunların sebebi “uyanık bulunmamak, tembellik yapmak, az çalışmak
ve dirayetsizlik” idi. Afgani’ye göre bu durumdan kurtulmak için İslam’ın ilk yüzyıllarında
olduğu gibi eğitime değer vermek ve çok çalışmak gerekliydi. Bu iki konu açısından da
Darülfünun ’un açılışını heyecanla karşılayan Afgani halkı bu tarz girişimleri desteklemeye
davet ediyordu27.
25 Mehmed Esad Safved Paşa, “Maarif-i Umumiye Nazırı Devletlü Paşa Hazretleri Tarafından İrad Olunan Nutuk”, Takvim-i Vekayi 1192, Zilkade 22 1286, s. 1 26 . “Ve ibtida kağıdın çinlilerden alınarak her yerden ve badehu pamuk ziraatinin intişarından pamuk ve ketenden ve barun evvel be evvel onlar tarafından istimali ve tehri-i kıble-i şerife için pusula icadı dahi Arablara nisbet olunmakdadır” agm, s. 1 27 Cemaleddin Afgani, “Darülfünunun küşadında hazır bulunmuş olan Afgani Cemaleddin Efendi’nin İrad Olunan Nutku”, Takvim-i Vekayi 1193, Zilkade 20 1286, s. 1 Yazının Türkçe çevirisi için bakınız: Osman Keskinoğlu, “Cemaleddin Afgani”, Ankara Üniversitesi İ.F.M., X(1962), s.91-102
Toparlayacak olursak, bu çalışmada ele aldığımız Cevded Paşa, Mehmed Emin Şerif
Efendi, Mehmed Esad Safvet Paşa ve Cemaleddin Afgani Osmanlı Devleti’nin içinde
bulunduğu iktisadi sıkıntıları, Tanzimat öncesinde yapılan hatalı uygulamalara bağlıyorlardı.
Tanzimat öncesinin hatalı uygulamaları ve davranış kalıpları Müslümanları İslamiyet’in ilk
yüzyıllarındaki refahlarından ve zenginliklerinden kopararak fakir ve güçsüz bir duruma
sürüklemişti. Bu noktada farklı düşünürler farklı konulara ağırlık vermekle beraber, her biri
gündemlerindeki reformları İslamiyet’in ilk devirlerine yansıtarak yaklaşımlarını
meşrulaştırmaktaydılar. Bu bağlamda yukarıda ele almaya çalıştığımız üzere, Cevdet Paşa
Peygamber dönemindeki iktisadi serbestiyi vurgulayıp yüzyıllardır kullanılmayan bir hadisi
gün yüzüne çıkartırken Mehmed Emin Şerif ilk Müslümanların sanayi kurmadaki becerisinin
altını çiziyordu. Safvet Paşa bilimsel atılım sayesinde çeşitli sanayi kollarında gösterilen
ilerlemeyi tekrarlarken Cemaleddin Afgani ilk Müslümanların sahip oldukları çalışkanlığı ve
eğitim aşkını övüyordu.
Farklı düşünürler farklı konuları öne çıkarsa da yukarıda ele aldığımız meselelerin
tamamı Tanzimat Devleti’nin hedeflediği toplumsal ve iktisadi dönüşümün parçalarıydılar.
Devlet adamları ve düşünürler yeni kurumlara meşruluk kazandırmak, yeni değer yargılarını ve
davranış kalıplarını topluma aşılayıp aktarmak için İslamiyet’in ilk asırlarına gönderme
yapmıştılar. İslamiyet’in ilk dönemlerinin bir meşruiyet zemini olarak kullanılması Osmanlı-
Türk düşünce hayatında 1920’li yılların sonuna kadar değişen yoğunlukta devam etmiş,
iktisadi, toplumsal ve siyasi konuları içermişti. Siyasal söylemdeki tarihsel referans noktasının
bu kadar uzun süre sabit kalışı, 1920’li yıllara değin Osmanlı-Türk düşüncesinin temel
amacının devletin ihyası olmasına bağlanabilir. Bu açıdan siyasal söylemde nereden gelenek
icat edildiği üzerine yapılacak çalışmalar hâkim devlet felsefesini ve ideolojisini anlamamıza
olanak verecektir.
KAYNAKÇA
Cemaleddin Afgani. «Darülfünunun küşadında hazır bulunmuş olan Afgani Cemaleddin Efendi’nin İrad
Olunan Nutku.» Takvim-i Vekayi, no. 1193 (1286).
Cevded Paşa. Tarih-i Cevded. İkinci Tab (Tertib-i Cedid). Cilt 6. Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1309.
—. Tarih-i Cevded. İkinci Tab (Terkib-i Cedid). Cilt 10. Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1309.
Düzdağ, Ertuğrul. Şeyhülislam Ebussud Efendi Fetvaları. İstanbul: Kapı Yayınları, 2012.
Hobsbawn, Eric. Geleneğin İcadı. Ankara: Agora Kitaplığı, 2006.
Howard, A. Dougles. «Osmanlı Nasihatname Türleri ve Mit.» Erken Modern Osmanlılar içinde, yazan
Virginia Aksan. İstanbul: Timaş Yayınları, 2011.
Keskinoğlu, Osman. «Cemaleddin Afgani.» Ankara Üniversitesi İ.F.M., 1962: 91-102.
Kınalızade Ali Efendi. Ahlak-ı Alai. İstanbul, 1832.
Lindner, Rudi Paul. Explorations in Ottoman Prehistory. Ann Arbor: University of Michigan Press,
2007.
Lütfi Paşa. Asafname. Düzenleyen: Mübahat Kütükoğlu. İstanbul: Edebiyat Fakultesi Mecmuası, 1991.
Mardin, Şerif. Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2008.
Mehmed Emin Şerif. «Sanayi ve Ziraattan Kangısnın Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair.» Tercüman-ı
Ahval, no. 69 (1861).
Mehmed Esad Safved Paşa. «Maarif-i Umumiye Nazırı Devletlü Paşa Hazretleri Tarafından İrad
Olunan Nutuk.» Takvim-i Vekayi, no. 1192 (1286).
Neumann, Christoph K. Araç Tarih Amaç Tanzimat: Tarih-i Cevded'in Siyasi Anlamı. İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi. İslam Tarihi. Düzenleyen: Hüseyin Rahmi Yananlı. İstanbul:
Huzur Yayınevi, 2011.
Tezcan, Baki. «The Memory of the Mongols in Early Ottoman Historiography.» Writing History at the
Ottoman Court içinde. Indiana: Indiana University Press, 2013.
Togan, Ahmet Zeki Velidi. «Die Vorfahren der Osmanen in Mittelasie.» Zeitschrift der deutschen
morgenl ändischen Gesellschaft, 1941: 367-373.
Ülgener, Sabri. «İslam Hukuk ve Ahlak Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri.» Makaleler içinde.
İstanbul: Der Yayınları, 2006.