10
XIX. YÜZYIL OSMANLI DÜŞÜNCE DÜNYASINDA ERKEN İSLAM TARİHİ VE İKTİSADİ GELİŞME Mert Can Erdoğan * Tarihçilerin toplumsal ve siyasal koşullar çerçevesinde gelenek icat etmeleri yani gündemlerindeki bir uygulamayı veya yaklaşımı meşrulaştırmak için kendilerine geçmişten dayanak bulmaları, Osmanlı tarihi boyunca rastlanılan bir durumdur. Bu açıdan eski gibi görünen ya da eski olma iddiasındaki “gelenekler”in kökenleri sıklıkla oldukça yakın geçmişe dayanmaktadır. Geleneğin icadı kavramı her ne kadar ulus devletlerin, ulus tarihi yazmak için kullandığı bir yöntem olarak bilinse de, tarihin çeşitli evrelerinde ve farklı siyasal sistemlerinde çeşitli amaçlar için gelenekler icat edildiğini gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla bu çalışmada geleneğin icadı 1 kavramını hayali cemaatleri 2 bir arada tutacak marşlar, hikâyeler ve semboller üretmek için kullanılan birincil anlamının dışında kullanacağız. Bu çalışmada, kurumlara meşruluk kazandırmak, inançları, değer yargılarını ve davranış kalıplarını topluma aşılayıp aktarmak için icat edilen gelenekleri XIX. Yüzyıl Osmanlı düşünce dünyası içerisinde iktisadi konular bağlamında ele alacağız. XIX. Yüzyıl’a gelmeden önce de Osmanlı devlet adamları ve düşünürleri söylemlerine meşruiyet kazandırmak için gelenek icat etmekteydiler. Bu açıdan XIX. Yüzyıl Osmanlı düşünce hayatı, siyasal söylemin meşrulaştırılması konusunda bir kırılma teşkil etmiyordu. Zira Osmanlı Devlet adamlarının ve düşünürlerin siyasal gündemleri doğrultusunda gelenek icat etmeleri XV. Yüzyıl’a İstanbul’un fethine kadar uzanmaktaydı. Örneğin, XIV. Yüzyıl’da kurulan diğer tüm Yakındoğu devletleri gibi Osmanlılar da hâkimiyetlerini Moğollara dayandırıyorlardı 3 . 1326 tarihine kadar Osmanlı paraları İlhanlı hükümdarı adına basılmıştı. Osman Gazi ve Orhan Gazi, Selçuklu Sultanına değil İlhanlı Hakanına bağlı kalmışlardı 4 . Fakat XV. yüzyılda Anadolu’daki Moğol hâkimiyeti kalıcı olarak yok olduğunda, Osmanlılar kendilerini Anadolu’nun meşru hâkimi ve Sünni İslam’ın koruyucusu olarak görmeye başlamışlardı. Bundan ötürü de kendilerini Bağdat’ı yağmalayıp halifeyi katleden Moğollar * Kırıkkale Üniversitesi F.E.F. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi 1 Eric Hobsbawn, Geleneğin İcadı, (Ankara, Agora Kitaplığı, 2006),s. 12 2 Bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Benedict Anderson, Hayali Cemaatler,(İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007) 3 Ahmet Zeki Velidî Togan, “ Die Vorfahren der Osmanen in Mittelasien, ” Zeitschrift der deutschen morgenl ä ndischen Gesellschaft 95 (1941), s. 367 – 373 4 Rudi Paul Lindner, Explorations in Ottoman Prehistory (Ann Arbor: University of Michigan Press, 2007), s. 93

XIX. Yüzyıl Osmanlı Düşünce Dünyasında Erken İslam Tarihi ve İktisadi Gelişme

Embed Size (px)

Citation preview

XIX. YÜZYIL OSMANLI DÜŞÜNCE DÜNYASINDA ERKEN İSLAM TARİHİ

VE İKTİSADİ GELİŞME

Mert Can Erdoğan*

Tarihçilerin toplumsal ve siyasal koşullar çerçevesinde gelenek icat etmeleri yani

gündemlerindeki bir uygulamayı veya yaklaşımı meşrulaştırmak için kendilerine geçmişten

dayanak bulmaları, Osmanlı tarihi boyunca rastlanılan bir durumdur. Bu açıdan eski gibi

görünen ya da eski olma iddiasındaki “gelenekler”in kökenleri sıklıkla oldukça yakın geçmişe

dayanmaktadır. Geleneğin icadı kavramı her ne kadar ulus devletlerin, ulus tarihi yazmak için

kullandığı bir yöntem olarak bilinse de, tarihin çeşitli evrelerinde ve farklı siyasal sistemlerinde

çeşitli amaçlar için gelenekler icat edildiğini gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla bu çalışmada

geleneğin icadı1 kavramını hayali cemaatleri2 bir arada tutacak marşlar, hikâyeler ve semboller

üretmek için kullanılan birincil anlamının dışında kullanacağız. Bu çalışmada, kurumlara

meşruluk kazandırmak, inançları, değer yargılarını ve davranış kalıplarını topluma aşılayıp

aktarmak için icat edilen gelenekleri XIX. Yüzyıl Osmanlı düşünce dünyası içerisinde iktisadi

konular bağlamında ele alacağız.

XIX. Yüzyıl’a gelmeden önce de Osmanlı devlet adamları ve düşünürleri söylemlerine

meşruiyet kazandırmak için gelenek icat etmekteydiler. Bu açıdan XIX. Yüzyıl Osmanlı

düşünce hayatı, siyasal söylemin meşrulaştırılması konusunda bir kırılma teşkil etmiyordu. Zira

Osmanlı Devlet adamlarının ve düşünürlerin siyasal gündemleri doğrultusunda gelenek icat

etmeleri XV. Yüzyıl’a İstanbul’un fethine kadar uzanmaktaydı. Örneğin, XIV. Yüzyıl’da

kurulan diğer tüm Yakındoğu devletleri gibi Osmanlılar da hâkimiyetlerini Moğollara

dayandırıyorlardı3. 1326 tarihine kadar Osmanlı paraları İlhanlı hükümdarı adına basılmıştı.

Osman Gazi ve Orhan Gazi, Selçuklu Sultanına değil İlhanlı Hakanına bağlı kalmışlardı4. Fakat

XV. yüzyılda Anadolu’daki Moğol hâkimiyeti kalıcı olarak yok olduğunda, Osmanlılar

kendilerini Anadolu’nun meşru hâkimi ve Sünni İslam’ın koruyucusu olarak görmeye

başlamışlardı. Bundan ötürü de kendilerini Bağdat’ı yağmalayıp halifeyi katleden Moğollar

* Kırıkkale Üniversitesi F.E.F. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi 1 Eric Hobsbawn, Geleneğin İcadı, (Ankara, Agora Kitaplığı, 2006),s. 12 2 Bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Benedict Anderson, Hayali Cemaatler,(İstanbul, Metis Yayıncılık, 2007) 3 Ahmet Zeki Velidî Togan, “ Die Vorfahren der Osmanen in Mittelasien, ” Zeitschrift der deutschen morgenl ä ndischen Gesellschaft 95 (1941), s. 367 – 373 4 Rudi Paul Lindner, Explorations in Ottoman Prehistory (Ann Arbor: University of Michigan Press, 2007), s. 93

yerine Anadolu’nun meşru hâkimi ve zamanında Sünni İslam’ın koruyucusu olmuş olan

Selçuklulara dayandırmayı uygun bulmuşlardı. Bu bağlamda Selçuklu sultanına bağlı bir

Osman Gazi portresi ve Selçuklu sultanının onayı ile başlayan bir kuruluş hikâyesi

benimsenmişti5.

Osmanlı düşünür ve devlet adamlarının gelenek icat etmeleri XV. yüzyıl ile sınırlı

kalmamıştır. XVII. Yüzyıl boyunca Osmanlı bürokratları, yazdıkları nasihatnamelerde

devşirme sistemi ve tımar düzeni gibi kurumların mükemmeliyet içerisinde bulundukları bir

“klasik çağ” tasvir ederek, kendi politik gündemleri ve dünya görüşlerine uygun gelenekler icat

etmişlerdir. Evvel zaman içinde var olmuş bu altın çağa ise ancak icat ettikleri geleneklere yani

kendi reform programlarına dönülerek ulaşılacağını öne sürmüşlerdir6.

Yukarıdaki birkaç örnekle açıklamaya çalıştığımız üzere Osmanlı yönetici eliti yüzyıllar

boyunca gelenek icadı üzerinden siyasal söylemlerini geliştirmiş ve bu amaçla tarih yazmıştır.

XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı aydınlarının içinde bulunduğu dünya büyük bir

dönüşüm içerisindeydi. Başta bürokratlar olmak üzere ülkenin tüm okuryazar kesimleri bu

dönüşümü açıklama ve bir yaklaşım geliştirme çabası içeresindeydiler. Bu süreçte hemen her

görüşten aydınlar fikirlerini ve yaklaşımlarını savunmak için tarihten dayanak noktaları

aramaya başlamışlardı. Fakat bu arayış özellikle ortaçağ İslam tarihine yönelmekteydi. Osmanlı

aydınları çok çeşitli konulardaki yaklaşımlarına erken İslam tarihinden gelenek icat ederek

meşruiyet kazandırıyorlardı. Erken İslam tarihine yönelik ilgi hem siyasi hem de iktisadi ve

toplumsal düşünceyi kapsamaktaydı. Siyasal düşünce bağlamında hem anayasa ve meclis talep

eden reformistler hem de halife-sultanın mutlak hâkimiyetini savunan monarşistler erken İslam

tarihinden örnekler vermekteydiler7. Bu çalışmada ise yukarıda ifade edildiği üzere geç dönem

Osmanlı aydınının, iktisadi konularda erken İslam tarihine yönelik ilgisini ele almaya

çalışacağız.

XIX. Yüzyıl’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılı güçler karşısındaki askeri ve iktisadi

zayıflığı Osmanlı düşünce hayatının temel konusu haline gelmişti. Tanzimat bürokratları bu

zayıflığı gerçekleştirecekleri reformlar ile aşabileceklerini ve devleti eski gücüne

5 Baki Tezcan, “The Memory of the Mongols in Early Ottoman Historiography” Writing History at the Ottoman Court, Editing Past, Fashioning the Future, (USA Indiana, Indiana University Press: 2013), 6 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Rıfa’at Ali Abou-El-Haj, Modern Devletin Doğası,(İstanbul, İmge Yayınları: 2000),57 Douglas A. Howard, “Osmanlı Nasihatname Türleri ve Mit”, Erken Modern Osmanlılar ed. Virgina H. Aksan ve Daniel Goffman, (İstanbul, Timaş Yayınları: 2011), 195 7 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Sadeleştiren: Hüseyin Rahmi Yananlı, İstanbul: Huzur Yayınevi, 2011, 264

ulaştırabileceklerini düşünüyorlardı8. Osmanlı bürokratları bu iyimserlik ve özgüven içerisinde

çok kapsamlı iktisadi düzenlemeler gerçekleştirdiler. Bu düzenlemeler dönemin Avrupa’sında

da kabul gören klasik iktisadi tezlere dayanıyor ve iktisadi hayatta mutlak serbestiyi

hedefliyordu. Osmanlı iktisadi hayatındaki geleneksel yapı 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın

kaldırılması ile zaten ilk darbeyi almıştı. Geleneksel lonca teşkilatının temel koruyucuları olan

Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, iktisadi serbestinin önündeki önemli bir engel kalkmıştı.

Bu gelişmeyi 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Antlaşması takip etti. Bu antlaşma ile

Osmanlı Devleti, Batı ülkeleri ile serbest ticarete başlanmıştı. Antlaşma ile aynı zamanda yed-

i vahid usulü yani devlet tekelleri de kaldırılmış oluyordu. Balta Limanı Antlaşması’ndan bir

sene sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla ise müsadere usulü kaldırılıyor ve Osmanlı Devleti

büyük oranda iktisadi serbestiye geçiyordu.

Devletin geçirdiği bu yapısal dönüşümün meşruluk kazanması noktasında ise, Tanzimat

bürokratları Kanuni veya Selçuklu devirlerinden çok daha uzak bir geçmişe yönelmişlerdi.

Avrupa medeniyeti ile yakınlaşılan ve hem iktisaden hem de siyaseten yeni bir yapılanma içine

girilen bu dönemde, yeni kurulan kurumlara meşruluk kazandırmak, yeni değer yargılarını ve

davranış kalıplarını topluma aşılayıp aktarmak için erken İslam tarihinden gelenek icat

edilmeye başlanmıştı.

Bu bağlamda Cevded Paşa önemli bir örnektir. Cevded Paşa 1853 yılında Tanzimat

bürokrasisi tarafından, 1774-1825 yılları arasının resmi tarihini yazmakla görevlendirilmişti.

Bu dönem, Tanzimat çağının hemen öncesiydi. Dolayısıyla Cevded Paşa, tarihini yazarken,

Tanzimat düzeninin açıklamasını yapabilir ve bu düzeni savunabilirdi9. Bu bağlamda, Cevded

Paşa eserinde tarihi olayları ele alıp yorumlarken bunu Tanzimat’ın idari, içtimai ve iktisadi

düzenlemelerini meşrulaştıracak şekilde yapmıştı. Örneğin İktisadi açıdan Tanzimat öncesi

dönemin müdahaleci ve tekelci ekonomik anlayışını eleştirmek, Cevded Paşa için Tanzimat

döneminde gelişen iktisadi serbestiyi savunmanın mantıklı bir yoluydu. Bu bağlamda Cevded

Paşa III. Selim dönemi Osmanlı deniz gücünü ele alırken, donanma ile ticaret filosu arasındaki

ilişkiye değinmektedir. Cevded Paşa’ya göre “asakir-i bahriye kolay yetişmediğinden”, ancak

ülkenin ticaret filosu güçlü olduğu takdirde, sefer sırasında “istenildiği kadar nefer-i bahriye

8 Şerif Mardin, “Tanzimat Fermanı’nın Manası: Bir İzah Denemesi” Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu içinde derleyen Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu,(Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2008) s. 150 9 Chistoph K. Neumann, Araç Tarih Amaç Tanzimat Tarih-i Cevded’in Siyasi Anlamı, (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 1999)

tedarik” edilebilirdi10. Bu bağlamda ticaret hacmini genişletmek ve ticaret filosunu büyütmek

için ise iktisatta serbesti şarttı. Zaten Cevded Paşa’ya göre iktisadi serbestinin gerekliliği tüm

akıl sahibi insanlar tarafından da kabul edilmekteydi11. Eğer III. Selim devrinde yed-i vahid

ilkesi kaldırılmış olsa ve Osmanlı tüccarı desteklenseydi, denizaşırı ticaretin Osmanlı tüccarı

lehine büyümesi mümkün olabilirdi.12 Ancak yed-i vahid uygulamasının kaldırılması ve iktisadi

serbestiye geçilmesinin özellikle İstanbul’daki fiyat istikrarını bozacağı korkusuyla iktisadi

serbestiye geçilememişti13. Fakat Cevded Paşa, iktisatta devlet müdahalesini eleştirirken

kullandığı temel dayanak Avrupalı klasik iktisatçıların eserleri değildi. Medrese tahsili olan ve

hadis konusunda oldukça donanımlı olan Cevded Paşa, iktisadi görüşlerini meşrulaştırmak için

Osmanlı düşünür ve devlet adamlarının yüzyıllardır görmezden geldiği bir hadise başvurmuştu.

Bu hadis “Narhı koyan ancak Allah’tır” diyerek pazarda oluşan fiyat dalgalanmalarının devlet

tarafından denetlenemeyeceğini vurguluyordu. Rivayete göre Medine’de oluşan bir kıtlık

sonucunda ahali Peygamber’e başvurarak ondan narh oluşturmasını talep etmişlerdi. Bu durum

karşısında İmam Begavi’ye göre Peygamber şöyle cevap vermişti:

“Narh koymayınız, zira narh koyan, kullarına; darlık ve bolluk veren onları

rızıklandıran Cenabı Haktır. Benim, Allah’a bütün niyazım, sizlerden bir ferdin benden kan ve

mal hususunda bir isteği olmayarak, kendisine mülaki olmamdan ibarettir.”14

Aynı hikâyeye yer veren İbn-ül Esir’e göre ise, Peygamber narh talep eden ahaliye

“Eşyayı ucuzlatan ve pahalılaştıran Allah’tır, o sebeple kimseye itiraz etmek düşmez ve narh

koymak da caiz olmaz.” cevabını vermişti.15 Pazar dengelerini tamamen kabullenerek herhangi

bir müdahaleyi reddeden bu yaklaşım klasik iktisatçılarca öne sürülen görünmez bir elin

piyasayı denetlediği fikriyle şaşırtıcı derecede benzerlik taşımaktadır. Fakat İslam’ın ilk

yüzyıllarına hâkim olan bu yaklaşım sonraki yüzyıllarda adım adım terkedilmiş ve yerini

giderek yoğunlaşan bir müdahaleciliğe bırakmıştı. Müdahalecilik fikrinin gelişmesiyle ise

10 Cevded Paşa, Tarihi Cevded, İkinci Tab, cilt 6 (Dersaadet Matbaa-i Osmaniye, 1309), s. 69 11 “mecra-ı ticaretin tevsi’iyle sefain-i ticariyyenin teksiri maksadına şah-rah vüsul serbesti ticaret kaidesi olduğu müsellim erbaba ukul olması”, age, s.70 12 “yedd-i vahid usulü olvakit ilga olunup Devlet-i aliyye tüccarına gümrükçe bazu İmtiyazat verilmiş olsa mizan ticaretin devlet-i aliyye tüccarı yeddine nakli kabil idi.” age, s.70 13 “Ancak evvel zaman devlet-i aliyye istanbulda erzakın ucuz fiyat ile satılmasını mütekefil ve vükelayı devlet daima İstanbul ahalisinin mekulat ve meşrubatını tehyie ve tedarik ile müştagil olmağın herkes mahsulatını fiyat-ı tabiisiyle istediğine satsın diyerek serbesti- ticaret kapısının küşat etse İstanbul hakının azim güftügü edecekler dergar olmasiyle fitne ve fesat tahaddüs edebilmek mülahazasına mebni bu tarik-i sahiha gidilemeyeğinden” age, s.70 14 İmam Begavi, Mişkaet-el Mesabih, Mirkat şerhi, birinci fasıl, Sabri Ülgener, “İslam Hukuk ve Ahlak Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri” Makaleler, (İstanbul, Der Yayınları, 2006), s,87 içinde 15 İbn-ül Esir, Niyaye, cilt 2, Mısır 1311 s. 162 agm, s. 86 içinde

dönemin önde gelen âlim ve düşünürleri narhı yasaklayan hadisi görmezden gelerek devletin

piyasayı düzenlemesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu bağlamda, müdahalecilik fikri Osmanlı

Devleti’nden çok önce İslam düşüncesine egemen olmaya başlamıştır. İmam Gazzali, iktisadi

düzende insanların farklı meslek gruplarını icra ederken nefislerine uyarak cimrilik ettiklerini

hırs ve açgözlülük içinde birbirlerine düşman olduklarını söylemiş, kendi hakkına razı

olmayanların önüne geçmek için devlet müdahalesinin gerektiğini ifade etmişti16.

Osmanlı âlim ve düşünürleri ise, iktisadi hayatta zaten güçlenmekte olan devlet

müdahaleciliği fikrini benimseyerek, XVI. Yüzyıl’dan XIX. Yüzyıl’a değin narhın ne kadar

önemli ve gerekli olduğunu vurgulamışlardır. Bu bağlamda, klasik Osmanlı düşüncesini

derinden etkilemiş âlim ve devlet adamlarının eserleri, devlet müdahaleciliği fikrinin klasik

Osmanlı iktisat düşüncesindeki ağırlığını göstermektedir. Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman’ın

vezirlerden Lütfi Paşa, devlet adamlarına nasihatler verdiği kitabında narhın oldukça önemli

olduğunu vurgulayarak vezirin narhı sürekli kontrol etmesi gerektiğini, narhın özellikle

fukaranın korunması için önemli olduğunu ifade etmiştir17. Bu yüzden Lütfi Paşa’ya göre

“Sadrazam olan kimesne narhtan gâfil” olmamalı ve “Müstakîm adamlar İstanbul’u ve

Galata’yı gezip şehrin narhı nice olur haber” almalıdır18.

Lütfi Paşa’ya benzer bir şekilde, Gelibolulu Mustafa Ali’de Fusul-i hall-i akit ve usul-i

hare ü nakit adlı risalesinde narhın gerekliliğini vurgulamaktadır. Gelibolulu’ya göre “narh’a

mukayyet olup her nesneyi değer pahasıyla sattırmak, narhı gözetmeyip alış veriş edenleri

buldurup hem satana ve hem alana siyaset” etmek gerekmektedir. Aksi halde “herkes istediği

gibi alır ve satar helâl aşına tama-ı ham ile zehir katar ve Padişahların hizmetine ve seferine

varmayan erazil-i nâs küllî mala malik olur, a’yan-ı memleketten olup riayetleri vacip olan

ekâbir fakir olup iflas yoluna salik” olurdu.19

Gelibolulu ve Lütfi Paşa’nın tutumlarından anlaşılacağı üzere, Osmanlı devlet adamları

pratik gayeler ve ahlaki duyarlılıklarla, narh karşıtı hadisleri görmezden gelerek narhı

savunmuşlardır. Üstelik bu konuda ilmiye mensupları da benzer bir tutum sergilemiş narhı ve

16 “Bir şahıs bu cümle sanayii işlemek mümkün olmayıp belki Allah-u Teâlâ’nın iradesiyle kimi bir sanata ve kimi diğer sanata tâyin olunup dönlü âlem birbirine muhtaç oldu. Ve nefs-i insanda cimrilik ve hırs ve tama galip olmakla bazı bazının masalihin görmeyip ihtiyacın def’etmiyerek mabeyinlerinde husumet ve adavet zahir oldu. Her kişi kendi hakkına razı olmayıp birbirinin malına kast eyledi. Pes, imdi bu ecilden üç san’at lâzım oldu ki biri siyaset ve saltanattır ve biri kaza ve hükümettir ve biri fıkıhtır ki ol kanun-i şeriattır.” Ülgener, agm içinde, s. 104 17 “Ahval-i narh-ı umûr, mühimme-yi âlemdir; ânınla muhkem mukayyed olmak gerek. Erbâb-ı mansıbın kimi pirinç bâzirgânı ve kimisin hânesi ‘attâr dükkânı olmamak gerek; narh masâlih-i fukaradır” Lütfi Paşa, Asafname, hazırlayan Mübahat Kütükoğlu, (İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1991), s. 106 18 Age,s. 107 19 Gelibolulu Mustafa Ali, Fusul-i hall-i akit ve usul-i hare ü nakit”, Ülgener, agm içinde s, 106

devlet müdahalesini savunmuşlardı. Süleymaniye müderrislerinden Kınalızade Ali Efendi,

cemiyet hayatının düzenlenmesinde devletin rolünü “pes hâkim-i kahir gerek ki def’i zulüm

eyleye” diyerek savunmuş ve ancak bu şekilde kişilerin arasındaki “muamelat ve maruzat rıza

ile vaki” olacağını belirtmişti20. Osmanlı hukukuna yüzyıllarca yön vermiş olan şeyhülislam

Ebussud Efendi ise fetvalarında; “şeyhülislam fetvası ve sultanın emri ile konulan narha

uymayan kişinin şiddetle cezalandırılması ve tövbe edene kadar hapse atılmasını” salık

vermişti21.

Örnekleri bir araya getirdiğimizde bürokrasinin zirvesine ulaşmış bir vezirin, devlet

işleyişi üzerine kapsamlı çalışmalar yapmış bir mütefekkirin, ülkenin en itibarlı medresesinde

hocalık yapmış bir müderrisin ve Osmanlı Şer’i hukukuna nizam veren bir şeyhülislamın narh

konusunda benzer fikirlere sahip olduklarını görüyoruz. Vazifeleri farklı olsa da hiçbiri narhı

yasaklayan hadise gönderme yapmamış bilakis narhın önemini ve gerekliliğini vurgulamışlardı.

Üstelik zikrettiğimiz şahsiyetler yazdıkları eserlerle kendilerinden sonra gelen düşünür ve

devlet adamlarına kaynaklık ederek geleneksel Osmanlı düşüncesinin temellerini

oluşturmuşlardır.

Osmanlı devlet adamları ve düşünürleri tarafından yüzyıllarca görmezden gelinen narhı

yasaklayan hadisin XIX. Yüzyıl’ın ikinci yarısında Cevded Paşa tarafından yeniden

keşfedilmesi unutulmuş bir geleneğin yeniden ihdas edilmesinin güzel bir örneğidir. Narhı

yasaklayan hadise atıfta bulunarak “Ticarete cebir olunamayacağı bi-iştibah [şüphesiz] idi. Ne

çare ki kibri gurur daima insana bu veçhile perde-i gaflet olur”22 diyen Cevded Paşa iktisadi

yaklaşımını erken İslam tarihine atıfta bulunarak meşrulaştırmıştı.

Osmanlı ekonomisi Avrupa ekonomisiyle kaynaştıkça, Osmanlı devlet adamları ve

düşünürleri için yeni bir mesele ortaya çıkıyordu. Her milletin daha başarılı olduğu alanda

uzmanlaşmasını öngören klasik iktisat kuramı gereği Osmanlı Devleti’nin de üretimini daha

mahir olduğu alanlara kaydırması gerekiyordu. Bu manada üretiminin hangi alanlara

kaydırılacağı sorusu ise Osmanlı aydınların zihinlerini meşgul ediyordu. Tartışmanın asıl

yoğunlaştığı nokta tarıma mı yoksa sanayiye mi yatırım yapılacağı sorusuydu. Bu noktada kimi

20 Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai, 1832 İstanbul, s. 77 21 “Su’al: Zeyd, otun, on ikiye ve on üçe ve dahi ziyâde akçaya mu’âmele eylese, “fî zamâninâ emr-i sultânî ve şeyh-ul-islâm müfti-z-zamân hazretlerinin fetvâ-i şerîfleri olup otun on bir buçuktan ziyadeye verilmemek üzeredir.” deyu beyyine olunduktan sonra, ısgâ’ etmeyip ısrar eylese şer’an ne lazım olur? Cevap: Ta’zîr-i şedid ve habs-i medîd lâzımdır. Tevbesi zâhir olucak ıtlak olunur” Ertuğrul Düzdağ, Şeyhulislam Ebussud Efendi Fetvaları, (İstanbul, Kapı Yayınları, 2012), s. 206 22 Cevded Paşa, Tarihi Cevded, İkinci Tab, cilt 10 (Dersaadet Matbaa-i Osmaniye, 1309), s. 50

iktisatçılar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu verimli topraklar ve uygun hava koşullarını öne

sürerek tarıma ağırlık verilmesini savunuyorlardı, üstelik Osmanlı Devleti’nin endüstri

kurabilecek kadroları ve birikimi de yoktu. Sanayiyi savunanlar ise yaklaşımlarını yine Erken

İslam tarihinden gelenek icat ederek meşrulaştırmaktaydılar.

Bu açıdan Mehmet Emin Şerif’in Tercüman-ı Ahval’de çıkan “Sanayi ve Ziraattan

Kangısının Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair” yazısı önemli bir örnektir23. Mehmet Emin,

bu yazısında klasik iktisat kuramının ulusların üstün oldukları sahalarda üretim yapmasına

yönelik tezini değerlendirmiştir. Bu yaklaşıma göre sanayi üretimi için her şeyden evvel insan

aklına ihtiyaç olduğunu dile getiren Mehmet Emin, bu konu da Osmanlıların oldukça üstün

olduklarını dile getirmiştir. Mehmet Emin’e göre eğer “kabiliyet aranılıyor ise Osmanlılar

Avrupalılardan dün hilkat olduğu müsellem olduğundan başka belki zekâ ve fatanetde [zihin

açıklığı] öte gelir.”. Mehmet Emin’e göre bu duruma en büyük delil İslamiyet’in geçmiş

başarılarıdır24. Zira yüzyıllar önce İslamiyet sanayi ve eğitim açısından ilerlemiş iken,

Avrupalılar her iki konuda da oldukça gerideydi. Bu durumun en çarpıcı örneği ise tarih

kitaplarında yazan bir hikâyeydi. Bu hikâyede “Asya ahalisinden” ve Abbasi halifelerinden

Harun Reşid, Fransa Kralı Şarlman’a hediye olarak gönderdiği mahsulat ve “sanayi ürünleri”

arasına bir çalar saat eklemiştir. Fakat iki medeniyet arasında ki gelişmişlik farkı o kadar

büyüktür ki, Fransa Kralı ve maiyeti Müslümanların ürettikleri bu çalar saatin ne olduğunu

anlayamamış ve onu bir tür “eşya-ı garibe” olarak addetmişlerdi. Mehmed Emin’e göre bu

hikâyeden çıkarılacak sonuç Osmanlı ahalisinin eğitime ve ilme gerekli alakayı göstermesi

durumunda sadece ziraatta değil sanayide de ilerleyip gelişebileceğidir. Bu şekilde Mehmed

Emin, sanayi konusundaki fikirlerini erken İslam tarihinden bir başarı hikâyesi ile

meşrulaştırmış ve ülke için uzak geçmişten de olsa bir sanayi geleneği icat etmiştir.

Uzak geçmişteki başarılara atıfta bulunarak, günün icraatları meşrulaştırmanın bir diğer

önemli örneği de 1870 yılında gerçekleşen Darülfünun açılışıdır. Bu okulun açılışı Tanzimat

bürokratları için büyük anlam ifade ediyordu. Nitekim hükümetin de katıldığı bu açılış sırasında

Osmanlı düşünür ve devlet adamları ateşli konuşmalar yapmıştı. Daha sonra resmi gazete de

yayımlanan bu konuşmalarda yine İslamiyet’in ilk devirlerine yapılan önemli göndermeler

mevcuttu. Bu açıdan Maarif Nazırı Mehmed Esad Safved Paşa ve Cemaleddin Afgani’nin

konuşmaları özellikle öne çıkmaktaydı. Safved Paşa bilimsel gelişmeleri takip etmenin

23 Mehmet Emin Şerif, “Sanayi ve Ziraattan Kangısının Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair” Tercüman-ı Ahval, 69(1861), s. 3 24 “buna dahi evvelce irat olunan sıfat askeriye islamiyeden büyük bir delil aleni olamaz.” Agm. S,3

Kuran’da ve hadislerde sıkça tekrarlandığını ifade ederek ilme ve fenne gerekli alakayı

göstermenin dinin gereği olduğunu söylemekteydi. Fakat Safved Paşa’nın konuşmasında

ağırlıklı olarak yer verdiği konu İslam’ın ilk yüz yıllarında yakalanan iktisadi ve bilimsel

başarıydı. Safved Paşa’ya göre “Eski Yunanlılardan sonra ilmin kadir ve meziyet ve şerefini

takdir edenler Arablar olup halife-i Abbasiyyeden Harun el Reşid ve Me’mun zamanlarında

ulum ve fünun hakkında gösterilen rağbet” önemli eser ve buluşların önünü açmıştı. Safved

Paşa’ya göre bilimsel alandaki sayısız buluşun yanı sıra25, bu dönemde Müslümanlar “nice

sanayinin icadına bais ve badi bulunmuşlardı [yol açmışlardı]”. Özellikle kâğıt ve barut imalatı

ile pamuk üretimi gibi iktisadi atılımlar yapan Müslümanlar çağdaşlarının iktisadi açıdan

oldukça ilerisine geçmişlerdi. Safved Paşa’ya göre Osmanlılar da kuruluşlarını takip eden ilk

iki yüzyılda sanata ve ilme değer vermiş ve bu sayede yükselmişlerdi26. Fakat daha sonra adım

adım içine kapanan Osmanlı ve İslam âlemi, Batı karşısında gerilemiş ve fakirleşmişti. Safved

Paşa bu konuşmasıyla Darülfünunu meşrulaştırırken, onu bir Batılılaşma aracı olarak değil, tam

tersine eski güzel günleri ve doğru alışkanlıkları ihya edecek bir vasıta olarak sunuyordu.

Darülfünun açılışında İslam’ın geçmiş başarılarına atıfta bulunan bir diğer isim de

Cemaleddin Afganiydi. “Kardeşlerimiz” diyerek söze başlayan Afgani halkı “gaflet

uykusundan” uyanmaya çağırıyordu. Zira “İslam milleti mertebece en kuvvetli, kıymetçe en

değerli” idi. “Akıl, dirayet ve ferasetçe çok yüksekti. Mücahide ve çalışma bakımından en çetin

şeylere göğüs germekteydi.” Fakat “sonradan millet rahata ve tembelliğe” dalmış, “medrese

köşelerinde” kalmıştı. Bu yüzden de “iyilik nurları” sönmüş “maarif bayrakları” silinmişti.

Nihayet “İslam milletlerinin bazıları, başka milletlerin istilaları altına” düşmüş, “aziz olan

millet zelil” olmuştu. Tüm bunların sebebi “uyanık bulunmamak, tembellik yapmak, az çalışmak

ve dirayetsizlik” idi. Afgani’ye göre bu durumdan kurtulmak için İslam’ın ilk yüzyıllarında

olduğu gibi eğitime değer vermek ve çok çalışmak gerekliydi. Bu iki konu açısından da

Darülfünun ’un açılışını heyecanla karşılayan Afgani halkı bu tarz girişimleri desteklemeye

davet ediyordu27.

25 Mehmed Esad Safved Paşa, “Maarif-i Umumiye Nazırı Devletlü Paşa Hazretleri Tarafından İrad Olunan Nutuk”, Takvim-i Vekayi 1192, Zilkade 22 1286, s. 1 26 . “Ve ibtida kağıdın çinlilerden alınarak her yerden ve badehu pamuk ziraatinin intişarından pamuk ve ketenden ve barun evvel be evvel onlar tarafından istimali ve tehri-i kıble-i şerife için pusula icadı dahi Arablara nisbet olunmakdadır” agm, s. 1 27 Cemaleddin Afgani, “Darülfünunun küşadında hazır bulunmuş olan Afgani Cemaleddin Efendi’nin İrad Olunan Nutku”, Takvim-i Vekayi 1193, Zilkade 20 1286, s. 1 Yazının Türkçe çevirisi için bakınız: Osman Keskinoğlu, “Cemaleddin Afgani”, Ankara Üniversitesi İ.F.M., X(1962), s.91-102

Toparlayacak olursak, bu çalışmada ele aldığımız Cevded Paşa, Mehmed Emin Şerif

Efendi, Mehmed Esad Safvet Paşa ve Cemaleddin Afgani Osmanlı Devleti’nin içinde

bulunduğu iktisadi sıkıntıları, Tanzimat öncesinde yapılan hatalı uygulamalara bağlıyorlardı.

Tanzimat öncesinin hatalı uygulamaları ve davranış kalıpları Müslümanları İslamiyet’in ilk

yüzyıllarındaki refahlarından ve zenginliklerinden kopararak fakir ve güçsüz bir duruma

sürüklemişti. Bu noktada farklı düşünürler farklı konulara ağırlık vermekle beraber, her biri

gündemlerindeki reformları İslamiyet’in ilk devirlerine yansıtarak yaklaşımlarını

meşrulaştırmaktaydılar. Bu bağlamda yukarıda ele almaya çalıştığımız üzere, Cevdet Paşa

Peygamber dönemindeki iktisadi serbestiyi vurgulayıp yüzyıllardır kullanılmayan bir hadisi

gün yüzüne çıkartırken Mehmed Emin Şerif ilk Müslümanların sanayi kurmadaki becerisinin

altını çiziyordu. Safvet Paşa bilimsel atılım sayesinde çeşitli sanayi kollarında gösterilen

ilerlemeyi tekrarlarken Cemaleddin Afgani ilk Müslümanların sahip oldukları çalışkanlığı ve

eğitim aşkını övüyordu.

Farklı düşünürler farklı konuları öne çıkarsa da yukarıda ele aldığımız meselelerin

tamamı Tanzimat Devleti’nin hedeflediği toplumsal ve iktisadi dönüşümün parçalarıydılar.

Devlet adamları ve düşünürler yeni kurumlara meşruluk kazandırmak, yeni değer yargılarını ve

davranış kalıplarını topluma aşılayıp aktarmak için İslamiyet’in ilk asırlarına gönderme

yapmıştılar. İslamiyet’in ilk dönemlerinin bir meşruiyet zemini olarak kullanılması Osmanlı-

Türk düşünce hayatında 1920’li yılların sonuna kadar değişen yoğunlukta devam etmiş,

iktisadi, toplumsal ve siyasi konuları içermişti. Siyasal söylemdeki tarihsel referans noktasının

bu kadar uzun süre sabit kalışı, 1920’li yıllara değin Osmanlı-Türk düşüncesinin temel

amacının devletin ihyası olmasına bağlanabilir. Bu açıdan siyasal söylemde nereden gelenek

icat edildiği üzerine yapılacak çalışmalar hâkim devlet felsefesini ve ideolojisini anlamamıza

olanak verecektir.

KAYNAKÇA

Cemaleddin Afgani. «Darülfünunun küşadında hazır bulunmuş olan Afgani Cemaleddin Efendi’nin İrad

Olunan Nutku.» Takvim-i Vekayi, no. 1193 (1286).

Cevded Paşa. Tarih-i Cevded. İkinci Tab (Tertib-i Cedid). Cilt 6. Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1309.

—. Tarih-i Cevded. İkinci Tab (Terkib-i Cedid). Cilt 10. Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1309.

Düzdağ, Ertuğrul. Şeyhülislam Ebussud Efendi Fetvaları. İstanbul: Kapı Yayınları, 2012.

Hobsbawn, Eric. Geleneğin İcadı. Ankara: Agora Kitaplığı, 2006.

Howard, A. Dougles. «Osmanlı Nasihatname Türleri ve Mit.» Erken Modern Osmanlılar içinde, yazan

Virginia Aksan. İstanbul: Timaş Yayınları, 2011.

Keskinoğlu, Osman. «Cemaleddin Afgani.» Ankara Üniversitesi İ.F.M., 1962: 91-102.

Kınalızade Ali Efendi. Ahlak-ı Alai. İstanbul, 1832.

Lindner, Rudi Paul. Explorations in Ottoman Prehistory. Ann Arbor: University of Michigan Press,

2007.

Lütfi Paşa. Asafname. Düzenleyen: Mübahat Kütükoğlu. İstanbul: Edebiyat Fakultesi Mecmuası, 1991.

Mardin, Şerif. Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, 2008.

Mehmed Emin Şerif. «Sanayi ve Ziraattan Kangısnın Hakkımızda Hayırlı Olduğuna Dair.» Tercüman-ı

Ahval, no. 69 (1861).

Mehmed Esad Safved Paşa. «Maarif-i Umumiye Nazırı Devletlü Paşa Hazretleri Tarafından İrad

Olunan Nutuk.» Takvim-i Vekayi, no. 1192 (1286).

Neumann, Christoph K. Araç Tarih Amaç Tanzimat: Tarih-i Cevded'in Siyasi Anlamı. İstanbul: Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 1999.

Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi. İslam Tarihi. Düzenleyen: Hüseyin Rahmi Yananlı. İstanbul:

Huzur Yayınevi, 2011.

Tezcan, Baki. «The Memory of the Mongols in Early Ottoman Historiography.» Writing History at the

Ottoman Court içinde. Indiana: Indiana University Press, 2013.

Togan, Ahmet Zeki Velidi. «Die Vorfahren der Osmanen in Mittelasie.» Zeitschrift der deutschen

morgenl ändischen Gesellschaft, 1941: 367-373.

Ülgener, Sabri. «İslam Hukuk ve Ahlak Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri.» Makaleler içinde.

İstanbul: Der Yayınları, 2006.