Upload
independent
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK
SANAYİİ ÖRNEĞİ
Doktora Tezi
Kemal Er
Ankara - 2005
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK
SANAYİİ ÖRNEĞİ
Doktora Tezi
Kemal Er
Tez Danışmanı Doç. Dr. Hayriye Erbaş
Ankara - 2005
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK SANAYİİ ÖRNEĞİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı : Doç.Dr. Hayriye Erbaş
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
Doç.Dr. Hayriye Erbaş................................. .........................................
Prf.Dr. Nilgün Çelebi..................................... ........................................
Prf.Dr. Ali Dönmez........................................ ........................................
Prf.Dr. Aytül Kasapoğlu................................ ........................................
Yrd.Doç.Dr. Fatih Güngör............................. .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi: 27.10.2005
Ö N S Ö Z
Bu tezin konusu ile ilgili ilk düşünceler, 1999 – 2000 eğitim öğretim
döneminde başlayan doktora eğitimime paralel olarak oluşmuştur. Söz konusu yıllar
ülkemizde de, post-modernizm ve küreselleşmeyle ilgili sorunların, esnek üretim
biçimlerinin, bu arada Toplam Kalite Yönetimi uygulamalarının, sürekli daha
yoğunlamasına tartışıldığı bir zamana işaret etmektedir. Ancak, konuyla ilgili
çalışmalara başlanmasına karar verilmesinde modayı takip etme şeklinde bir
anlayıştan yola çıkılmamıştır. İncelenen alana ilgi duyulmasının gerçek sebebi, ön
araştırmalarda, esnek üretim biçimleri temelinde gelişen ve yaygınlıkla uygulanmaya
başlanan Toplam Kalite Yönetimiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, başka
alanlara göre sosyolojik bakış açısının eksikliğinin görülmesidir. Bir diğer sebep de,
zamanımıza rastlayan kapitalist üretim mantığındaki gelişmelerin insanları
robotlaştırması, kendileri olmaktan uzaklaştırması, sistemin adamı durumuna
getirmesiyle ilgili tehlikelere dikkat çekilmek istenmesidir. Bu düşüncelerin
vurgulanması için de söz konusu alanın son derece elverişli olduğu düşünülmüştür.
Sosyal bilimlerle ilgili çalışmalar için oluşan bir beklenti de, yazarın temel
duruşunun, araştırmaya hangi kaygılara çözüm bulma amacıyla giriştiğinin, alana
yapacağı katkıların belirginleşmesidir. Kısaca bu tezde temel duruş olarak, insan
varlığına ve doğaya karşı duyarsızca işleyen kapitalizmin mantığına karşı; toplumun
tamamına verilen zararların yanında, özellikle, çalışanların, yoksulların, işsizlerin,
insan özgünlüğünün, doğanın korunmasının yanında bir tavır ortaya konmaya
çalışılmıştır. Bu durum daha çalışmanın başından anti kapitalist bir taraf oluş olarak
algılanabilir. Oysa, araştırma sürecinin başında sorunun kaynağı kapitalizmin
mantığı olarak görülmemiş, çalışmanın derinleştirilmesi kendiliğinden bu noktaya
getirmiştir. Söz konusu durum, tez danışmanım sayın Doç. Dr. Hayriye Erbaş
tarafından da izlenmiş, bu noktaya geliş zaman zaman kendileri tarafından da dile
getirilmiştir. Tüm bilimsel uzmanlık alanlarında tarafsızlığın korunması en başta yer
alan beklentilerdendir. Ancak, bilimsel anlamdaki incelemeler, sorunların
yoğunlaştığı yapılara araştırmacıyı daha ilgili duruma getirebilir. Burada, aynı
I
anlamdaki temel duruşla, bir taraf oluşun kaçınılmazlığı ise ortadadır. Bu da sosyal
bilimlerle uğraşanlarda bulunması gereken toplumsal sorumluluk bağlamında
düşünülmelidir. Tez yazarını bu araştırmaya iten temel kaygı, çok kısaca
küreselleşme ve post-modernist etkilerle belirsizleşmeye başlayan, toplumla ve
özellikle de çalışanlarla ilgili sorunlardır. Çalışmanın alana katkısı açısından ise,
başka araştırmacılara da katkı sağlaması amacıyla, merkezde sosyolojik bir nesne
olan çalışanların, esnek üretim biçimleri dolayımında uygulanan Toplam Kalite
Yönetimleri kapsamındaki durumlarının belirginleştirilmesi olmak üzere,
kapitalizmin mantığının çıkmazlarına karşı sosyolojik bir çözümleme yoluyla katkı
sağlaması hedeflenmektedir.
Bu çalışma, üzerinde uzun sayılacak bir dönemin izlerini taşımaktadır.
Gerçekte, bu izler tez yazarının doğumla başlayan yaşantı serüvenine kadar gidebilir.
Bu anlamda, ailede başlayan eğitim sürecimin (özellikle geniş kütüphanesiyle de
katkı sağlamış olan, babam Yaşar Er olmak üzere) değişik basamaklarında katkısı
olan herkes, özel bir teşekkürü hak eder. Ancak, tezin konusunun içeriğinin
oluşmasında katkılar, doktora eğitimiyle birlikte başlamıştır. Bu aşamada, gerek
alınan eğitimlerde, gerekse tezin daha nitelikli duruma gelmesinde, tezin yazılması
sırasındaki faydalı uyarı ve katkılarıyla yardımlarını esirgemeyen, tez danışmanım
sayın Doç. Dr. Hayriye Erbaş’ başta olmak üzere, önemli katkıları olmuş çok değerli
hocalarım, sayın Prf. Dr. Aytül Kasapoğlu, Prf. Dr. Nilgün Çelebi, Prf. Dr. Ali
Dönmez, Yrd. Doç. Dr. Necmettin Özerkmen’ e teşekkür borçluyum. Önerdiği
kaynaklar için Sayın Yrd.Doç.Dr. Fatih Güngör’ e; istatistikle ilgili konulardaki
yardımlarından dolayı öğretim görevlisi Murat Akyıldız’ a teşekkür ederim. Yine,
gerek alan araştırmasındaki görüşme ve ankete katılarak, gerekse araştırma
yapılmasını destekleyerek yardımları olmuş isimleri burada yazılamayan çalışanlar
ve yöneticilere içtenlikle teşekkür ederim.
Kemal Er
II
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa No
Önsöz ...................................................................................................................... I
İçindekiler................................................................................................................ III
Tablolar Listesi........................................................................................................ V
BÖLÜM I
GİRİŞ...................................................................................................................... 1
1.1. Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar............................................................5
1.2 Araştırmanın Problemi....................................................................................... 9
1.3 Tezin Konusu..................................................................................................... 9
1.4 Tezin Amaç ve Önemi....................................................................................... 9
1.5. Hipotezler......................................................................................................... 11
1.6 Tezin Yaklaşımı................................................................................................. 14
1.7 Tezin Kapsamı ve Sınırları................................................................................ 23
BÖLÜM II
KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE................................................... 25
2.1 Üretimin Örgütlenişinin Tarihsel Gelişimi........................................................ 25
2.1.1 Toplum Düzleminde............................................................................. 26
2.1.1.1 Sanayileşme Öncesi................................................................... 26
2.1.1.2 Sanayileşme Sonrası.................................................................. 37
2.1.1.2.1 İlk Oluşum Aşamasında................................................ 38
2.1.1.2.2 Fordist Üretim Sistemi Aşamasında.............................. 48
2.1.1.2.3 Post-Fordist Üretim Sistemi Aşamasında...................... 52
2.1.2 Örgüt Düzleminde................................................................................. 77
2.1.2.1 Fordist Üretim Organizasyonu.................................................. 78
2.1.2.2 Post-fordist Üretim Organizasyonu........................................... 82
2.2 Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar................................................ 88
2.2.1 Toplam Kalite Yönetimini Savunanların Görüşleri.............................. 113
2.2.2 Toplam Kalite Yönetimine Karşı Olanların Görüşleri.......................... 116
III
BÖLÜM III
YÖNTEM
3.1 Araştırma Evreni ve Örneklem.......................................................................... 128
3.2 Veri Toplama Teknikleri................................................................................... 129
3.2.3 Verilerin İşlenişi.................................................................................... 131
BÖLÜM IV
BULGULAR
4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum.......................................... 134
4.1.1 “A” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 136
4.1.2 “B” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 137
4.1.3 “C” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 138
4.1.4 “D” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 140
4.1.5 “E” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 141
4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim................................... 142
4.2.1 “A” İşletmesinin Durumu..................................................................... 142
4.2.2 “B” İşletmesinin Durumu..................................................................... 146
4.2.3 “C” İşletmesinin Durumu..................................................................... 150
4.2.4 “D” İşletmesinin Durumu..................................................................... 153
4.2.5 “E” İşletmesinin Durumu...................................................................... 157
4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları........................................... 161
4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaştırılması.......... 164
4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri............................................... 168
4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri............................................................... 187
4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları............................................. 193
4.8 Genel Değerlendirme........................................................................................ 197
4.8.1 Hipotezlerin Yorumlanması.................................................................. 197
4.8.2 Başka Araştırmalardan Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi......... 210
BÖLÜM V
SONUÇ................................................................................................................... 223
IV
ÖZET...................................................................................................................... 237
SUMMARY............................................................................................................ 239
KAYNAKÇA......................................................................................................... 241
EKLER
Ek-1 Anket Formu................................................................................................... 255
Ek-2 İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim Durumlarıyla İgili
Sorular............................................................................................................ 262
Ek-3 İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim Durumlarıyla İlgili
Sorulara Verilen Cevapların Analizi.............................................................. 264
Tablolar Listesi
Tablo 1: Çalışanların Cinsiyete Göre Dağılımı....................................................... 161
Tablo 2: Çalışanların Yaşa Göre Dağılımı.............................................................. 162
Tablo 3: Çalışanların Eğitim Durumuna Göre Dağılımı......................................... 162
Tablo 4: Çalışanların Toplam Çalışma Süresine Göre Dağılımı............................. 162
Tablo 5: Çalışanların Şu Anki İşyerlerinde Çalıştıkları Zamana Göre Dağılımı.... 163
Tablo 6: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre Dağılımı.................................. 163
Tablo 7: Çalışanların Gelir Grubuna Göre Dağılımı............................................... 163
Tablo 8: Cinsiyet Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.................................. 164
Tablo 9: Yaş Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım......................................... 165
Tablo 10: Eğitim Faktörüne Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.......................... 165
Tablo 11: Toplam İş Geçmişine Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım................... 166
Tablo 12: Şu Anki İşyerlerinde Çalışılan Zamana Göre İşletmeler Arasındaki
Dağılım..................................................................................................... 166
Tablo 13: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre İşletmeler Arasındaki
Dağılım..................................................................................................... 167
Tablo 14: Gelir Gruplarına Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım........................... 167
Tablo 15: İş Doyumuyla İlgili Tepkilerin Genel Dağılımı.......................................... 169
Tablo 16: İş Doyumu ve Cevapların İşletmelere Göre Dağılımı............................ 169
V
Tablo: 17: İş Doyumu ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı................ 170
Tablo 18: İş Doyumu ve Toplam Çalışma Süresine Göre Cevapların Dağılımı..... 170
Tablo19: İş Doyumu ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı............................... 171
Tablo 20: İş Doyumu ve Gelir Grubuna Göre Cevapların Dağılımı....................... 171
Tablo 21: İşletmelerde Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Ortalamaları ve
Ortalama Farkları..................................................................................... 172
Tablo 22: Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Genel Dağılımı................. 172
Tablo 23: İşletmelerde Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Ortalamaları ve
Ortalama Farkları..................................................................................... 173
Tablo 24: Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Genel Dağılımı............................. 174
Tablo 25: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin İşletmeler
Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.................................................... 174
Tablo 26: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin Genel
Dağılımı.................................................................................................... 174
Tablo 27: İkili İlişkilerin Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama
Farkları...................................................................................................... 175
Tablo 28: İkili İlişkilerin Durumunun Genel Dağılımı............................................... 175
Tablo 29: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları ..........................................................176
Tablo 30: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının Genel Dağılımı............... 177
Tablo 31: İşletmelerde Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Ortalamaları...................... 177
Tablo 32: Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Genel Dağılımı...................................... 177
Tablo 33: Çalışanların Kendilerine Verilen Değere Tepkisinin İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları ...............................................................178
Tablo 34: Çalışanların Kendilerine Verilen Değerle İlgili Sorulara Verilen Tepkilerin
Genel Dağılımı.......................................................................................... 178
Tablo 35: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 179
Tablo 36: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının Genel Dağılımı... 179
Tablo 37: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve
Ortalama Farkları...................................................................................... 180
Tablo 38: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun Genel Dağılımı.................... 181
VI
Tablo 39: İşletmelerde Sosyal Güvencelerin Etkisinin Ortalamaları.......................... 181
Tablo 40: Sosyal Güvencelerin Etkisinin Genel Dağılımı......................................... 181
Tablo 41: Dinlenebilme Durumuna Tepkinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama
Farkları...................................................................................................... 182
Tablo 42: Dinlenebilme Durumuna Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı................ 183
Tablo 43: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası Ortalamaları
ve Ortalama Farkları.................................................................................. 184
Tablo 44: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.............. 184
Tablo 45: Yükselme Olanaklarının İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.. 185
Tablo 46: Yükselme Olanaklarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı ..................... 185
Tablo 47: Kalite Uygulamalarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası Ortalamaları ve
Ortalama Farkları....................................................................................... 186
Tablo 48: Kalite Uygulamalarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı....................... 186
Tablo 49: Yabancılaşmayla İlgili Olarak Verilen Cevapların Genel Dağılımı........187
Tablo 50: Yabancılaşmaya Karşı Tepkilerin İşletmeler Arası Dağılımı................. 188
Tablo 51: Yabancılaşma ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı................. 188
Tablo 52: Yabancılaşma ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı......................... 189
Tablo 53: Yabancılaşma ve Gelir Gruplarına Göre Cevapların Dağılımı.............. 189
Tablo 54: Güçsüzlük (Powerlesness) ile İlgili Cevapların İşletmeler Arası Ortalamaları
ve Ortalama Farkları.................................................................................. 190
Tablo 55: Güçsüzlükle İlgili Verilen Cevapların Genel Dağılımı.......................... 190
Tablo 56: Anlamsızlık (Meaningless) ile İlgili Cevapların İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 191
Tablo 57: Anlamsızlıkla İlgili Cevapların Genel Dağılımı..................................... 191
Tablo 58: Kendine Yabancılaşma (Self Estrangement) ile İlgili Cevapların İşletmeler
Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.................................................. 192
Tablo 59: Kendine Yabancılaşma ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı................. 192
Tablo 60: Esnek Üretim Durumu ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı.................. 193
Tablo 61: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve
Ortalama Farkları..................................................................................... 194
Tablo 62: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin Genel Dağılımı.......................... 194
VII
Tablo 63: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 195
Tablo 64: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin Genel Dağılımı ... 196
Tablo 65: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.............................................................. 196
Tablo 66: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun Genel Dağılımı.......... 196
VIII
BÖLÜM I
GİRİŞ
Bu tezde, kapitalist üretim mantığında esnek üretim biçimleri temelinde
gelişen TKY uygulamaları, çalışanlar açısından, sosyolojik yaklaşımla araştırılarak
tartışılmaya çalışılmaktadır.1 Söz konusu çalışmanın, kuramsal çerçevesinde,
üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi mercek altına alınmakta, toplum düzleminde
ve örgüt düzleminde olmak üzere incelenmektedir. Daha sonra da TKY teorileri,
savunanların ve karşı olanların görüşleri dikkate alınarak tartışılmaktadır. Kuramsal,
kavramsal çerçeveye uygun olarak, elektronik sanayii örneğinde yapılan alan
araştırmasıyla bulguların değerlendirildiği bölümde de, elde edilen veriler analiz
edilmektedir. Çalışmanın daha iyi anlaşılabilmesi için, bazı ön açınımlar aşağıdaki
paragraflarda yer almaktadır.
Çalışanların, üretim organizasyonları içinde emek süreçlerinden
etkilenmeleri, içinde yaşanılan dünyadaki insanlara özgü sorunların bir parçasıyla
ilgili bulunmaktadır. Tezin içeriğinde de yer alan, emek, iş ve eylemi, Arendt,
“İnsanlık Durumu” adlı eserinde “Vita Aktiva” terimini anlamlandırmak için
önermektedir. Ona göre bu terimler, yeryüzünde insana içkin olarak yaşanılan temel
niteliklere işaret etmektedir. Bu ifadesinde “insan bedeninin biyolojik (yaşam)
sürecine karşılık gelen” bir etkinlik olarak emek/çalışma durumu, yaşamanın
kendisiyle ilgili ana temaları çağrıştırmaktadır. İş, doğadaki varoluşlardan farklı
olarak, “yapay” bir “şeyler” dünyası oluşturmaktadır. Eylem ise, “şeylerin veya
maddenin aracılığı olmadan” insanlar arasında gerçekleşen bir davranışta kendini
bulan tek etkinlik olmaktadır (1994: 17-20). Arendt’in “İnsanlık Durumu” yaşamın
kendisini açıklamaya çalışmakta, insanların doğumla başlayan serüvenlerinde,
doğayı mücadele ederek hayatlarına katmalarını, üretimleriyle birleştirmelerini, ama
aynı zamanda da ondan ve kendilerinden yabancılaşmalarını anlatmaktadır.
1 “TKY” kısaltması bundan sonraki satırlarda, “Toplam Kalite Yönetimi” yerine kullanılacaktır.
1
Arendt’ in yukarıda söz konusu edilen “İnsanlık Durumu” nda, “vita aktiva”
anlamlandırmalarında anlattıklarının temelinde de yine çalışanların emeği ile
gerçekleşen üretim vardır. Hiç kuşku yok ki, bu olmadan insan uygarlığının neslini
sürdürmesi dahi olanak dışıdır. Ancak, yine söz konusu alan, insanın insana zulüm
ettiği, en ağır çatışmalarda birbirini yok etmeye çalıştığı bir ortamda
gerçekleşmektedir. Oysa akıl varlığı olarak diğer canlılardan ayrılması gereken insan
duyarlılığının öne çıkması, hemcinsleriyle ve doğayla ilişkilerini yeniden
düzenlemesi gerekmektedir. Ki böyle bir anlayışa girmesi, gelecek kuşaklara her
açıdan sağlıklı bir dünya bırakmanın temel şartıdır. Ne yazık ki, TKY
uygulamalarının çalışanlara yansımalarını araştırmak için incelenen kapitalizmin
mantığının duyarsızca ve kabaca dünyayı metalaştırma girişimi, insanlığın
geleceğiyle ilgili hissedilmek istenen güveni yerle bir etmektedir. Çünkü maddesel
çıkarlar uğruna çevreyi/doğayı sorumsuzca katletmekte ve her ne pahasına olursa
olsun, daha çoğuna sahip olma hevesiyle kendini de yok etmeye dönük olan tavrını
sürdürmektedir. Toplum açısından bakıldığında ise, bir tarafta küçük ve mutlu
azınlık, diğer tarafta doğadaki canlıların kendi kaderine bırakılmışlığı gibi, kendi
kaderine terk edilmiş mutsuz çoğunluk bulunmaktadır.
Arendt’ in çerçevesini çizdiği “İnsanlık Durumu”, en küçükten en büyüğe
dünyaya gelen tüm canlıların hayatta kalabilmek için uğraş verdiği bir alan içerisinde
oluşmaktadır. Oysa söz konusu bu alan içinde insanların yaşamalarını
sürdürebilmeleri için gereksinim duydukları ekmek, iş, konut, hastahane, okuldan,
otomobil, dinlence/eğlence yerlerine kadar her şey sahiplenilmiştir. Moda olan
karşıdakini yok etme, insanlığından uzaklaşma pahasına en fazla tüketmek, en çok
kazanmak, en üstün olmaya çalışmaktır. İşte tam bu noktada araştırmanın içinde
yoğunlukla analiz edilen, kapitalizmin mantığı devreye girmektedir. Bu öyle bir
mantıktır ki, onun olduğu yerde başka ne varsa görüntüden ibaret kalmakta;
kapitalizmin sonsuz ufkunda, kural, kanun, hak, adalet, gelenek, görenek, kültür
dahil, ona göre biçimlenmekte; birey bir robota dönüşmekte; insanlar kafaları
oldukça karıştırılmış bir biçimde kendi öz benliklerini bulamamaktalar.
2
Bu tezde temel amaç, TKY’ nin kapitalizmin mantığında çalışanlar açısından
yaptığı etkiyi değerlendirmek olduğu hâlde, ek olarak “Temel Kavramlar ve Analitik
Ayrımlar” kısmında açıklanan “özne” kavramına da yer verilmiştir. Çünkü,
insanların hakları, özgürlükleri, sistemler ve toplumsal yapılar tarafından aşırı şekilde
belirlenip sınırlandırıldığında, belirli güç odakları tarafından çok rahatlıkla önceden
belirlenmiş amaçlar için kullanılabilmekte; insanlar kendileri olamamakta;
milyonlarca insan doğumla birlikte gelen haklara sahip olma, temel hak ve
güvencelerle yaşama kavramlarının gelişmediği bir ortamda, yaşadıkları koşullarla
ilgili söz sahibi olamamakta, sefalet içinde yaşamaktadırlar. Söz konusu durumda,
çalışanların işyerlerinde robotlaştırılması, çalışmada incelenen çoğu haklarının çeşitli
oyunlarla ortadan kaldırılması nasıl gerçekleşiyorsa, toplumun tamamında da aynı
süreçler işlemektedir. Yani içinde yaşanılan sistem içinde, insanların özgürlük
alanları, farklılıkları yok etmeye programlanmış bir yapıda, son derece hoşgörüsüz
şekilde tahrip edilmekte; aynı yapı yoksul insanların kaderlerine terk edilmesine
sebep olmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alınarak, araştırmada ileri sürülen
hipotezlerin paralelinde, çalışanlar esas alınarak kapitalist sistemin uygulamalarının
etkileri incelenmeye çalışılmaktadır.
Yukarıda anlatılanlar dikkate alındığında, TKY uygulamaları da yukarıda
anlatılan süreçlerden bağımsız bir temelde gerçekleşmemektedir. Oysa, söz konusu
yönetim biçimi ile ilgili incelenen teorisyenler, sanki kapitalizmin mantığından farklı
bir duruşları varmış gibi fikirler ileri sürmektedirler. Ancak, araştırma incelendiğinde
de görüldüğü gibi, insana ve topluma duyarsız bir zeminde gerçekleşen kapitalizmin
mantığına hem özünden bağlanıp, hem de bu kopuşu uygulamada başarmak olanaklı
olmamaktadır.
Yukarıda kısaca açıklanan temel üzerinde yer alan Tez’ in plânı ile ilgili,
şunlar aktarılabilir: Birinci bölüm, “Giriş” kısmına ayrılmıştır ve içerikleri çalışmada
belirginleşmiş olan, “Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar”, “Araştırma
Problemi”, “Tezin Konusu”, “Tezin Amaç ve Önemi”, “Hipotezler”, “Tezin
Yaklaşımı” , “Tezin Kapsamı ve Sınırları” kısımlarından oluşmaktadır.
3
Burada yapılan araştırmanın kuramsal ve kavramsal çerçevesine yer verilen
ikinci bölümünde ise, esnek üretim biçimlerinin ortaya çıkış mantığının ortaya
çıkarılması bakımından, üretimin tarihsel gelişim süreci içinde, ilk insanların
doğadaki yaşama mücadelesinden, daha sonra da emeğin başkalarının zenginliğine
ve gücüne katkıda bulunmasının tarihinden başlanarak; yani sanayileşme öncesi
dönemden sanayileşme sonrası döneme, (sanayi devrimi sonrası) kapitalizmin
gelişmesi sürecinde, fordizm, daha sonra post-fordizm, esnek üretim uygulamalarıyla
gelişen TKY olmak üzere gelinen aşama, çalışanlar ve toplum açısından
değerlendirilmektedir.
Yine aynı bölümde kuramsal açıdan, çalışanlara ve topluma etkileri
kapsamında, “sanayileşme”, “fordizm”, “post-fordizm”, “modernizm”, “post-
modernizm”, “küreselleşme”, “esnek üretimler”, “TKY”, “iş doyumu”,
“yabancılaşma”, “azgelişme”, “bağımlılık okulu”, “dünya sistemi”, “gelişme okulu”
gibi sosyal bilimler literatüründe yer alan kavramlar ve ilgili teoriler
ilişkilendirilmiştir. Ayrıca temel konu TKY’ nin çalışanlar açısından analizi
olduğundan, TKY’ nin kendisi hakkındaki teoriler ile birlikte; taraf oluşlar ve karşı
duruşlar analiz edilmekte, bu ilişkilerin kapitalizmin mantığındaki durumu bu
araştırmada incelenen süreçler, kavramlar da karşılaştırılarak gözden geçirilmektedir.
Üçüncü bölümde ise; yöntem üzerinde durulmakta, araştırma evreni ve
örneklem hakkında bilgi verilmekte, çalışmada kullanılan veri toplama teknikleri
detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Dördüncü bölümde, araştırmada yer alan bulguların değerlendirilmesi
amacıyla gözlem ve görüşmelerden, anket sonuçlarından elde edilen bilgiler analiz
edilmektedir. Ayrıca yine bu bölümdeki “Genel Değerlendirme” kısmında, verilerin
analiz edildiği bulgular kapsamında, başta ileri sürülen hipotezler test edilmekte;
özellikle büyük ölçekli işletmelerdeki çalışanları etkileyen sorunların
karşılaştırılması için, başka araştırmalarda ortaya çıkmış sonuçlar da değerlendirilip,
karşılaştırılarak konu zenginleştirilmeye çalışılmakta; ikinci bölümdeki kuramsal
4
kavramsal çerçeveyle birlikte yapılan yetkinleştirmeden de faydalanılarak, ortaya
çıkan sonuçlar yorumlanmaktadır.
Beşinci bölüm “sonuç” için ayrılmış olup, burada araştırmanın genel bir
değerlendirmesi yapılmakta, çalışmanın genelinden elde edilen bilgiler ışığında, söz
konusu inceleme alanı içinde katkılar sağlayacağı düşünülen öneriler
açıklanmaktadır.
1.1. Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar
Burada, konunun içeriğinde önemli yeri olması açısından, temel kavramlar
olarak, fordizm, post-fordizm, esnek üretim, TKY ve özne kavramlarına yer
verilmesi düşünülmüştür. Aslında bu kavramlar, daha geniş bir şekilde ilgili
konularda incelenmektedir. Ancak, çalışmanın buraya kadarki bölümünde söz
konusu kavramlar yeterince açıklanmadığından, burada açıklanması uygun olacaktır.
Sanayileşme sonrası dönemde, insanların ve toplumların yaşantılarında
önceki çağlara göre çok daha hızlı değişimlerin yaşandığı bir döneme girilmiştir. Bu
değişimlerin hızı ise, belirli dönemlerde daha da artmaktadır. Bilindiği gibi, etkisini
gittikçe artırarak yaşanan bu değişimlerde, önemli yeri olan gelişmelerden birisi de,
fordist üretim biçimi tarafından oluşturulmaktadır. Fordist üretim biçiminin belirgin
adımları, 1914’ te Henry Ford’ un fabrikasında model T’ siyle başlamıştır. Çalışanlar
açısından sistemin diğer özellikleri yanında en önemli özelliği, aynı görevlerin
mekanize edilmesi ve standartlaştırılıp basitleştirilmesiyle, yürüyen bant sisteminin
kurulmasıyla oluşturulmuştur. Söz konusu sürecin gerçekleşmesinde ise, bu zamana
kadar olan gelişmelerin önemli bir yeri olmuştur (Harvey, 1999: 147–149; Hall ve
Jacques, 1995: 47-49). Fabrikalarda yürüyen bant sisteminin kurulmasıyla birlikte,
çok daha ucuz ve fazla üretim yapabilme olanağı bulunmuştur. Üretimin artırılması
için ise, daha da çok işgücüne ihtiyaç duyulmuş, fabrikalarda oluşan emekçi
yığınlaşmalarıyla birlikte, işgörenlerin önceden beri sürüp giden sorunları, boyut
değiştirerek devam etmiştir. Ancak, geniş emekçi topluluklarının belirli saatlerde
işyerlerinde bir araya gelmesi, sendikal faaliyetlerin gelişmesi için uygun bir ortam
hazırlamıştır. Bu dönemde işgörenlerin daha önceden sürüp gelen çalışma koşulları,
5
sosyal güvenceler, ücretler gibi sorunları, zaman zaman uygulanan yasaların
karşısına geçerek de olsa, grevlerle kendini göstermiştir (Eldridge, 1972: 12-26).
Yine bu evrede, fordist üretim sisteminin yönetim ve organizasyonun
düzenlenmesinde, çalışanların performans takibinin de yapıldığı Taylor’ un bilimsel
yönetim ilkeleri olarak öne sürdüğü ilkelerle beslendiği görülmektedir (Person, 1972:
385-397).2 Kısaca belirtilirse, bu ilkeler, organizasyonlarda tüm hiyerarşi
basamaklarının ve görevlerinin belirginleştirilmesi, standartlarla çalışma, aynı
görevlerin mekanize edilmeleri, yürüyen bant sistemine göre çalışma gibi
uygulamalarla gerçekleşmiştir (Hall ve Jacques, 1995: 47-49). İlgili konuda
incelendiği gibi, söz konusu gelişmeler yansımalarını, toplumsal yapılarda, kurum ve
kuruluşlarda da bulmuştur.
Post-fordizm’ e gelince, kelime anlamı olarak fordizmden sonraki gelişmelere
işaret etmektedir. Ortaya çıkış sebebi, kapitalist sistemin krizlerine çözüm bulma
arayışıyla ilgilidir. 1973’ te yaşanan petrol krizi dünya ekonomik-sosyal sisteminde
yaptığı etkilerle böyle bir duruma örnektir. Burada dikkat edilmesi gereken en
önemli konu, söz konusu sistemin piyasalardaki rekabet koşullarıyla olan ilişkisidir.
Eğer kapitalist mantık, içine girdiği bunalıma çare bulamaz ise, çareyi değişimde
aramak zorunda kalmaktadır. Söz konusu süreçte bu değişim ise, fordist sistemin katı
ve esnekliğe izin vermeyen tutumuna karşı çıkmıştır (Harvey, 1999: 170). Yine post-
fordizm, araştırma içinde incelendiği gibi, ekonomik, sosyal, kültürel anlamda birçok
yapıyı etkisi altına almakta, sermaye sisteminin ayakta kalabilmesi için
organizasyonlardaki uygulamalardan, uluslararası ticarete kadar geniş bir alanda
etkide bulunmaktadır.
Bu tezde önemli kavramlardan biri de esnek üretim ile ilgilidir. Kapitalist
mantık çerçevesiyle birlikte değerlendirildiğinde, olabilecek en çok faydayı temin
edebilmek için organizasyonlardan, ticari ilişkilere kadar tüm yapıların gerektiği
şekilde esnetilmesini içermektedir. Makinelerin esnek kullanımına örnek olarak,
General Motorun 1980’ de tezgahlardaki boyayı değiştirmesi 9 saat alırken, yapılan 2 Konuyla ilgili olarak, önemli çalışmaları olan isimlerden birisi de Fayol’ dur ve Taylor’ la aynı dönemde yaşamıştır (Fayol, 2005)
6
geliştirmelerle Toyota’nın aynı işin zamanını iki dakikaya indirmesi verilebilir (Hall
ve Jacques, 1995: 51–57). Yani bu durumda aynı makine çok kısa bir zaman içinde
farklı bir işlev için hazırlanabilmektedir. Çalışanlarla ilgili olarak esnek üretim
uygulamaları ise, part-time çalıştırma, parça başı iş yaptırma, taşeronları kullanma,
geçici ya da mevsimlik işçileri kullanma, eve iş verme, vardiyalı çalışma gibi
yöntemlerle uygulanabilmektedir. Yine işgörenlerin, işyerlerinde farklı konularda da
eğitilmesi yoluyla, farklı bölümlerde de kullanılmalarının sağlanması esnek üretim
biçimlerinin bir parçasıdır. Sistemin işgörenlerle ilgili odağında ise, emeğin pazarlık
gücünün daraltılması bulunmaktadır. Ayrıca, işletmelerdeki katı hiyerarşik yapı
yerine, işgörenlerin katılımcılığının desteklenmesi de esnek üretim uygulamalarının
bir parçası olarak uygulanmaktadır.
Konu içindeki anlamının netleşmesi için, açıklanması düşünülen bir diğer
kavram da, TKY’ dir. Burada kavram hakkında öncelikle vurgulanması gereken,
fordist üretim biçimiyle karşılaştırıldığında, hemen hemen tüm iş ilişkilerinin
esnetilmesini içerdiğidir. Bu anlamda TKY, sadece, makinelerin, çalışma
zamanlarının, işgörenler tarafından yapılan işlerin esnekleştirilmesi değil, yönetim
anlayışından, organizasyon yapısına kadar olan herşeyin esnekleştirilmesi anlamını
kapsamaktadır. Ortaya çıkışı incelendiğinde ise, yine diğer üretim sistemleri gibi,
piyasa koşullarında rekabet edebilme gereksinimi için kapitalizmin karşılaştığı
krizlere karşı çözüm bulmak amacıyla geliştirildiği anlaşılmaktadır. TKY teorilerinin
merkezinde ise, Masaaki İmai’ inin geliştirmiş olduğu sürekli gelişme (kaizen)
kavramı yer almakta, organizasyonun/işletmenin çalışanlar dahil tüm yapının daha
nitelikli duruma getirilmesini açıklamaktadır (Özevren, 1997: 15). Yine, Kavrakoğlu
tarafından araştırma içinde yer alan alıntı tekrarlanırsa, “TK, müşterilerin
ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan bir yaklaşım olduğu kadar, maliyetleri de
düşüren bir yönetim tarzıdır. Başka bir anlatımla, TK hataları önlemeyi hedefler;
böylece bir taraftan müşteri hatasız ürünlere sahip olurken, diğer taraftan da üretici
kuruluşun (hatalı üretimden kaynaklanan) maliyetleri düşer” biçiminde
tanımlanmaktadır (Kavrakoğlu, 1994: 53). Tezde çözümlenmek istenen anlamı ise,
TKY’nin, insan varlığına duyarsız bir zeminde işleyen kapitalizme bağımlı olarak,
özellikle çalışanlar açısından olmak üzere, nasıl bir gelişme gösterdiğiyle ilgilidir.
7
Buradan anlaşılması gerektiği gibi, çalışanlar ve toplum açısından, sosyal devlet
anlayışının gelişmiş olduğu, insan haklarının yerleşmiş olduğu, yoksulluğu
kaldırmak için uğraş veren, doğaya karşı duyarlı bir işleyişin anlamlandırması
eleştirilmemektedir.
Burada konunun yeterli doygunlukta tartışılabilmesi için, son olarak “özne”
kavramına yer verilmek istenmektedir. Bu tezde özne kavramına dikkat çekilmek
istenmesinin sebebi, medya başta olmak üzere, ülkelerin resmi eğitim kuruluşları,
aile içi kültür alış verişi dahil, insanların bilinçlerine tek yönlü olarak etki yapıldığına
inanılmasıdır. Söz konusu durum ise, insanların kendileri olmalarının önüne
geçmektedir. Yani insanlar her ne kadar tam olarak kontrollü olmasa da, bilinçli
olarak robotlara dönüştürülmüş şekilde kullanılmaktadır. Sonuç olarak ise, gittikçe
kalabalıklaşan dünya insanları, çevrelerinde olup bitenlere karşı ancak başkaları
tarafından yönlendirilmiş tepkiler vererek hareket etmektedir. Özne kavramıyla ilgili
olarak Touraine, “birey, ancak, bir özgürlük, özgür bir ben üretimi mantığı adına
uygulanan toplumsal egemenliğe karşı çıkmakla, kendi’nin elinden kurtularak,
özneye dönüşür” demektedir (1994: 261). Ancak o vurgulanmaya çalışıldığı gibi
bireycilik karşıtı da değildir. Bu gizil anlamı eserinin başka bir sayfasında “özne fikri
birey fikrinin karşıtı değil, çok özel bir yorumudur” şeklinde belirterek daha net bir
şekilde ifade etmektedir. Yine onun sözleriyle özne, “bir muhalif, bir direnişçidir ve
ben kaygısının olabildiğince uzağında, özgürlüğün iktidar karşısında kendini
savunduğu yerde oluşur” (1994: 293-294).
Aslında Touraine’ in açıkladığı “özne” bireyden farklı olarak, her türlü
totalleştirici etkinin, toplumsal baskıların uzağında, insanın kendini bulduğu
noktadır. Özne toplumun eseri olan bireyden farklıdır, fakat bu topluma karşı olma
manasında da değildir. İnsanların kararlarını verirken; eylemde bulunurken;
yetkinleşerek, toplum baskısı, kültürü vb. kendileri dışındaki güçlerin etkisini
kaybettiği noktada oluşmaktadır. Ki bu durum, tezde incelendiği gibi, esnek üretim
biçimleri temelinde gelişen TKY’ nin kurum kültürü yaratmayı amaçlarken, sınıf
bilincinin oluşmasını engellemeye dönük yapısıyla da pekişmekte, insan
anlayışlarındaki farklılıkların belirsizleşmesi durumu ortaya çıkmaktadır.
8
1.2 Araştırmanın Problemi
Bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeler, dünyanın küresel bir pazar
hâline getirilmeye çalışılması, yaratılmaya çalışılan post-modernist kültür, yeterince
gelişememiş ülkeler göz önüne alındığında, buradaki araştırmada doğallıkla Türkiye’
de, çalışma hayatını önemli derecede etkilemektedir. Kapitalizmin üretim mantığında
dünyanın geleceğinin yeterli duyarlıkla değerlendirilmemesi nedeniyle, “doğa”,
“toplumlar” ve özneleşme kapsamındaki insan, zarar görmektedir. Söz konusu
duyarsızlık insanı ve doğayı bir yok oluşa doğru sürüklemektedir. Araştırmanın
merkezinde yer alan, esnek üretim biçimleri temelinde değerlendirilen TKY’ de, söz
konusu gelişmelerle birlikte bu aşamada öne çıkmakta, çalışanların durumunu
olumlu/olumsuz etkilemektedir. Yine TKY’ ni savunan yazarların, teorik açıdan
çalışanlar ve toplum açısından olumlu olduğunu ileri sürdükleri görüşlerine karşın,
uygulamada ortaya çıkan gerçeklerin, çalışanlara ve ek olarak da, özneleşmeye,
topluma etkilerinin incelenmesi, araştırmanın problemini oluşturmaktadır.
1.3 Tezin Konusu
Bu çalışmada, emek tarihinin temelinde, kapitalist üretim mantığında,
çalışanlar ve toplum açısından, esnek üretim uygulamaları kapsamında gelişen, TKY
teorileri iddialarının özellikle çalışanlar olmak üzere, ek olarak da “insan
özneleşmesine”, “topluma”, “doğaya” uygulamadaki yansımaları konu edilmektedir.
Yine belirtilen değerlendirmeler kapsamında, insanların doğa hâlindeki bölüşüm ve
egemenlik ilişkilerinden, sanayi devrimine, daha sonra fordist, post-fordist sistemlere;
oradan da esnek üretim biçimlerine, TKY’ ne kadar geniş bir perspektif çalışmayla
içselleştirilmektedir.
1.4 Tezin Amaç ve Önemi
Bu çalışmada, sosyal bilimlerin yeni gelişim ve değişimleri takip etmesi
gerektiği inancıyla, kapitalist üretim tarzının krizlerine çözüm bulmak amacıyla
ortaya çıkan esnek üretim biçimlerini, tarihsel gelişim içinde değerlendirmek; yine
9
aynı temel üzerinde gelişim göstererek, kapitalizmin üretim mantığında yoğun şekilde
uygulamaları görülen Toplam Kalite Yönetimini teorik çerçevesi ve uygulamalarıyla
çalışanlara olan etkileri açısından incelemek amaçlanmaktadır. Ancak yapılan
çalışmada, söz konusu süreçten sadece çalışanlar değil, insanların kendilerini özgür
benlikleriyle ifade edebilmesi; kendileri olabilmesi özgürlüğünün de, yani
“özneleşmenin” de, “toplum” ve “doğanın” da yeterince zarar gördüğü
anlaşılmaktadır. O nedenle bu konulardaki etkiler de incelenip analiz edilmeye
çalışılmıştır.
Fizik bilimlerde meydana gelen ilerlemeler paralelinde teknolojik gelişmeler,
iletişimde yaşanan yenilikler vb. birçok değişim, ulus devletlerin sınırlarını
zorlamakta; toplumsal yapı değişime uğramakta; ancak ivmesi artarak devam eden
yenilikler sosyal bilimler tarafından yeterince takip edilememektedir. Hatta
gelişmeler, toplumsal taraf oluşlar ve toplumsal karşı duruşlar tarafından ya tam
olarak olumlu kabul edilmekte, ya da tam olarak karşı olunmakta, ancak, konunun
analizi kısmı eksik kalmaktadır. Aynı bağlamda, esnek üretim biçimlerinin niçin bir
zorunluluk olarak kapitalist üretim mantığında ortaya çıktığının; esnek üretim
biçimleri temelinde gelişen Toplam Kalite Yönetiminin çalışanları nasıl etkilediğinin
sosyolojik yaklaşımla üzerinde yoğunlukla durulması gerekmektedir.
Bu tezin önemini artıran bir diğer sebep de; insan gruplarını, ilişkilerini,
toplumsal yapının tamamını inceleme nesnesi yapan sosyolojinin, esnek üretim
biçimleri ve TKY ile çok yakın ilişkisi olmasına rağmen, sosyologlar tarafından
yapılanlarının beklenildiği kadar olmamasıdır. Oysa burada sosyoloji, asıl üretimi
yapan insan olduğuna göre, hem verimi, hem de toplumsal bütünde insanın
mutluluğunu artırma açısından, emekçilerin hâlihazırdaki durumunu tespit ederek;
toplumsal bütündeki geniş halk kesimlerini daha görünür kılarak; önemli bir duruş
sağlayabilir.3 Sosyolojinin yapabileceği katkılar açık olduğu hâlde, konu ile ilgili alan
üzerinde yoğun çalışmalar ise, özellikle endüstri mühendisliği bölümleri, işletme
fakülteleri tarafından, kuruluşlarda verimi, kậrlılığı artırması bakımından ele
3 Bu araştırmada kullanılan “emekçi”, “çalışan”, “işgören” kelimeleri, kol ve beyinleriyle işlerini yapan her kademedeki tüm çalışanları niteleleyerek, birbirlerinin yerine aynı anlamda kullanılmaktadır.
10
alınmakta; yani işin rekabetle de ilişkili olan üretim kapasitesi, kalitesi gibi teknik
kısımlarıyla ilgilenilmekte; böylece birey ve toplumun incelenmesi eksik kalmakta;
bu da çalışan insan öğesinin, işsizlerin ve geniş halk kitlelerinin yeterince
araştırılamamasına yol açmaktadır.
Ayrıca ekonomist bakış açısının (yani burada kullanılan anlamıyla, üretim
ilişkilerini işletmenin “artık değer” üretiminden ibaret sayan yaklaşım) toplum ve
insan öğesini yeterli duyarlılıkta inceleyemediği gerçeği, konunun önemini
artırmaktadır. Çünkü bu bakış açısı, ekonomik gelişme ve kalkınma çizgisine ağırlık
vermektedir. Oysa ekonomik gelişmelerin de temel belirleyicisi olan insan ve insan
ilişkileri; mikro ve makro gruplar, toplumun tamamının mutluluğu durumu ihmal
edilmektedir. Yani işsizler, yoksullar, kadınlar, erkekler, kimsesiz çocuklar,
çalışanlar, sivil toplum örgütleri, memurlar, işçiler, köylüler, vb. toplumdaki tüm
insanlar, gruplar konusunda yeterli duyarlılık gösterilmemektedir. Yine “özne”
kavramı içerisinde incelenen, tüm insanlar için bir ihtiyaç ve gereklilik olan,
insanların özgürce her türlü denetimin uzağında kendilerini gerçekleştirme hakkı, bu
konulardaki tartışmaların dahi uzağında kalmaktadır. Burada sosyolojik bakış
açısından, kuşkusuz, belirtilen sorunların görünür kılınması, tespit edilmesi, çözüm
üretimine yardımcı olması beklenebilir.
Yine incelemeye çalışılan toplumsal bütünde meydana gelen gelişmeler, esnek
üretimlerle birlikte, toplumsal karşı duruşların sebeplerinin de anlaşılması yönünden
önemlidir. Ayrıca Toplam Kalite Yönetimi uygulayan ve araştırma içinde belirli
nitelikleriyle öne çıkan kuruluşlarda, çalışanların durumunun uygun araştırma
teknikleri ile değerlendirilerek incelenmesi, genellikle kar hırsı içinde görmezden
gelinen çalışanların durumunun ne olduğu sorusu bağlamında, alan üzerinde diğer
çalışanlar için de katkı sağlayacaktır.
1.5. Hipotezler
Bu araştırmada yer alan hipotezlerin oluşturulmasında “yabancılaşma”, “iş
doyumu”, “Toplam Kalite Yönetimi” başta olmak üzere, araştırmanın ikinci
11
bölümünde “Kuramsal ve Kavramsal Çerçeve” de yer alan kuramlardan, teorilerden
faydalanılmıştır. Aynı çerçevede hipotezlerin oluşturulmasında dikkat çeken bir şey
de, yapılan incelemeye göre, TKY’ teorisyenlerinin, özellikle “yabancılaşma”, “iş
doyumu” üzerine olan kuramlar olmak üzere, özellikle sosyoloji ve psikoloji
bilgisinden faydalanmış olduklarının görülmesidir. Aşağıda yer alan hipotezlerle,
TKY konusunda çalışan teorisyenlerin iş doyumu ve çalışanların yabancılaşmasıyla
ile ilgili olan iddiaları, uygulamadaki durumuyla test edilmek istenmektedir.4
Temel hipotez: Kapitalist üretim sisteminin yaklaşımlarının, çalışan iş
doyumunu, sosyal hak ve güvencelerini önemsemeyen bir yapıda gelişmesi sonucu;
aynı temel üzerinde gelişen TKY uygulamaları da, bu duyarsızlığın bir sonucu
olarak, araştırmanın odağında yer alan çalışanlar tarafından olumsuz tepkilerle
karşılanacaktır.
Yukarıda açıklanan temel hipotezle ilişkili olan alt hipotezler aşağıdadır:
TKY uygulamaları kapsamında çalışanların işlerinden aldıkları doyumla ilgili
hipotezler:
1. İşyerlerinde personelin kendi özlük hakları, sorunları ve işyerleri ile ilgili
kararlarda etkili olabilme durumlarını, “katılımı” teşvik etmeyen ortam, personel
tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır.
2. Yoksulluk sınırında çalışan işgörenler açısından, ücretlerin seviyesinin
düşüklüğü, çalışanların iş doyumuyla ilgili olumsuz tepkiler vermelerine sebep olur.
3. Bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın desteklenmemesi,
işgörenlerin emeklerinin takdir edilmemesinden doğan hoşnutsuzluğa dönüşerek,
çalışanların olumsuz tepki göstermesine sebep olur.
4 Bu bölümde yer alan hipotezlerle araştırılan konular, başka çalışmalarda da yer alan, çalışanların sorunları açısından bildik problemleri içermektedir. Burada ilgili hipotezlerin önemini artıran ise, TKY teorilerinin uygulamada nasıl işlediğini test etmesindedir.
12
4. Akrabalık, çıkar, hemşehrilik gibi ikili ilişkilerin ayrımcı nitelikte
kullanılması, çalışanların huzur ve iş doyumunu olumsuz yönde etkiler.
5. Çalışanların genel kültürünün, işyerleri ve işleriyle ilgili bilgilerinin
geliştirilmemesi, TKY teorileri açısından gerekli olan kültürleme, “kurum kültürü
yaratma” konusunda başarısızlığa sebep olacağından, işgörenlerin sisteme karşı
olumsuz tavır takınmalarına sebep olur.
6. Korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamları, çalışanların olumsuz
tepkiler vermesine sebep olur.
7. Çalışanların kişiliklerine değer verilmemesi, işgörenlerin olumsuz tepkiler
göstermesine sebep olur.
8. Yöneticilerin, çalışanların işleri ve kendileriyle ilgili sorunlarına karşı
ilgisiz kalmaları, işgörenlerin olumsuz tepkiler göstermesine sebep olur.
9. İşletmelerde çalışanların sorumluluk almamaları, TKY uygulamalarının
başarısı açısından işgörenlerin, sisteme karşı bir tutum içinde olduklarının göstergesi
olduğundan olumsuz tepkiler alınmasına sebep olur.
10. İşletmelerde çalışanların sosyal güvenceler konusunda hissettikleri
kaygılar, işgörenler tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır.
11. İşgörenlerin yeterli dinlenme ve tatil olanaklarının olmaması,
üzerlerindeki iş stresi ve baskıyı artıracağından olumsuz tepkiyle karşılanır.
12. İşyerlerinin çalışma ortamı, makineler, işyeri hekimi vb. olanaklar
açısından sağlıklı şartlar taşımaması, çalışanların iş doyumsuzluğuna sebep olur.
13
13. Çalışanların, işyerindeki bulundukları statüden daha yüksek kariyerlere
yükselemediği işletmelerde, çalışanlar iş doyumu açısından etkilenerek olumsuz
tepkiler verirler.
14. TKY uygulamaları, kapitalizmin üretim mantığı gereği, işgörenlerin
sosyal-ekonomik sorunlarını dikkate almaz, çalışanların faydasına gibi görünen
teorideki iddialarını uygulamaya taşıyamazsa, olumsuz tepkiler gösterilmesine sebep
olur.
Yabancılaşmayla ilgili hipotezler:
1. Çalışanlar, günlük görevlerini yerine getirirken, işyerindeki uygulamalarla
ne yapacakları çok katı bir biçimde belirlendiğinde; yaptıkları işlerle ilgili kararları
genellikle başkalarının verdiği durumlarda; işle ve işletmeyle ilişkiler açısından,
kendilerini uzaklaşmış ve yabancılaşmış olarak görürler.
2. İşgörenlerin çalıştıkları işletmenin belirli bir bölümünde soyutlanmış bir
biçimde istihdam edilmesi, üretim sisteminin bütününden uzaklaştırılması, işletme
tarafından hiçbir konuda fikirlerinin istenmemesi gibi durumlarda, çalışanlar
yaptıkları işin firmaları için önemini, amacını anlayamaz, işlerinin çevreleriyle, diğer
çalışanlarla, toplumla bağlantısını kuramaz, anlam veremezler ve olumsuz tepki
gösterirler.
3. Çalışanların işletmenin amaç ve hedeflerine anlam verememesi, çevresi
için değerini anlayamaması veya kendi kişiliği ile yaptığı üretim arasında,
işletmenin yönetim yapısı arasında çelişki olması durumunda, işgörenler kendileri
ve yaptıkları iş arasında yakınlık kuramazlar.
1.6 Tezin Yaklaşımı
Bu araştırmanın temel duruşu; tüm dünyayı etkisi altına alarak sosyal devlet
anlayışını, insan hak ve özgürlüklerini geçersiz kılma yolunda ilerleyen bir yapıda
14
küreselleşmenin etkileriyle daha da belirginleşerek gelişen kapitalist süreci; özellikle
esnek üretimler temelinde gelişen TKY uygulamalarında, çalışanlar açısından olmak
üzere, ek olarak da toplum, “özne” ve doğada yaptığı etkilerle sorgulama üzerine
kurulmuştur. Günümüzde yıkıcı şekilde ilerleyen bu durum, uluslararası boyutta
emperyalist hareketlilikte kendini göstermektedir. Görülen odur ki; tüm insanlığın
gözleri önünde, sermayenin sorumsuz girişimleri sayesinde, doğa, gelecekteki
nesillerin haklarından çalınarak tüketilmektedir. Toplum yine aynı mantıkla,
uluslararası sermayenin beklentilerine uygun şekilde, post-modernizm, küreselleşme,
esnek üretim uygulamalarının da katkısıyla kurgusal olarak biçimlendirilmektedir.
Bauman’ ın dikkat çektiği gibi, bu süreçte küresel sermayenin gücü karşısında, ulus
devletlerin de karşı koyması olanaklı değildir. Ulus devletler ekonomik
bağımsızlıklarını yitirmiş olduklarından, sermayenin koruyuculuğu görevini
üstlenmek zorunda bırakılmışlardır (1999: 76-80). Söz konusu durumun gerçek
anlamda kurgusal olması, insanlığın içinde yaşadığı sahte dünyanın farkında
olmaması, aldatılması anlamında önemlidir. Çünkü sermayenin yeni değişen
beklentilerine uygun olarak teorileştirilen istekler, bilinçli bir şekilde toplumların
yaşantılarına dahil edilmektedir.
Toplumları oluşturan geniş halk kitleleri, 21. yy’ ın başlarında olunmasına
rağmen, söz konusu gelişmelerle birlikte çaresizce olanları seyretmektedir. İnsanların
ise, medya ve bilinç oluşturucu tüm mekanizmalarla birlikte, aşırı şekilde beyni
yıkanmakta, sermayenin tüm dayatmalarını kabullenmek zorunda kalarak, özgür
iradeleriyle bir benlik geliştirip kendileri olamamaları sağlanmaktadır. Son derece
bilinçli yapılan bu beyin yıkama, öyle bir düzeye gelmektedir ki; sermayenin
sorumsuzca hareketleri, aslında en fazla sermayesi olana en fazla özgürlük verdiği
hâlde, Irak örneğinde görüldüğü gibi, tüm dünyayı özgürleştirme hareketi olarak
sunulabilmektedir. Yine olağan üstü bir akıllılıkla, yeterli bilinçten yoksun beyinlere,
teknolojinin tüm olanakları da kullanılarak, uluslararası güç odaklarının talepleri, tek
yol olarak gösterilmektedir. Bu durumda dünyanın en zenginlerinin çıkarları, geri
kalan nüfusun çıkarlarına eşit olarak anlaşılmaktadır.
15
Yukarıda anlatılanlar bu tezde benimsenen temel duruşu ifade etmektedir.
Temel amaç, açıklıkla görünen gerçeklerden yola çıkarak, sorunları tespit etmek ve
çözüm yolları üretmektir. Tarafsız kalınmaya çalışıldığından Marxizm, Liberalizm
gibi bir temel üzerinde sorunların çözüleceği iddiasında bulunulmamış; ancak,
toplumun özellikle ağır yaşama koşullarında yaşayan kesimlerinin, doğanın
korunmasının, insan özneleşmesinden yana olunmuştur. Böyle düşünülmesinde temel
etken, toplumsal sorunların çözümlenmesine öncelikle en hastalıklı kısımların
araştırılmasıyla başlanmasının gerekliliğine inanılmasıdır. Burada yapılan
incelemelerde, dünya tarihinde etkili olmuş tüm görüş ve düşünceler dikkate
alınmaya çalışılmıştır. Ancak tez yazarının anlatılan, vurgulanan düşünceleri
kapsamında bir taraf oluşun kaçınılmazlığı ortadadır.
Toplumsal sorunların çözümlenmesinde önemli olan bir konu da toplumsal
yapıyı iyi tanımaktır. Çünkü sosyoloji biliminin inceleme nesnesi bu yapı içinde
gerçekleşmektedir.5 Yine sosyal yapı, insan ve toplum nesnesiyle ilgili olduğundan,
fizik bilimlerde olduğu gibi daha kesin ve ölçümlere dayalı değerlendirme yapmak
oldukça zordur. Çünkü insan ilişkileri söz konusu olduğunda, mikro ve makro
toplumlarla ilgili çözümlemelerde, hangi araştırma yöntem ve teknikleri, nasıl
kullanılırsa kullanılsın, doğa bilimlerindekine benzer şekilde Comte ve Durkheim’ in
tersine tam anlamıyla kesin sonuçlara ulaşmak olası değildir (Giddens, 1994: 20-
21).6 Ancak, alan araştırmalarında elde edilen verilerin yüzde yüz bir kesinliği
göstermemesi, tespit edilen sorunsalların analiz edilmesini engellemez. Lyotard’ ın
ileri sürdüğü şekilde bilimsel verileri büyük anlatı kabul ederek geçersizleştirmek ise,
hâlihazırdaki metafizik karşıtı kazanımlara da zarar verici etki yapar (Lyotard, 1990:
38-42). Yine söz konusu durumdan dolayı, sosyolojinin bilim olması niteliğine gölge
düştüğü düşünülmemelidir. Ayrıca böylesi fikirleri ileri sürmek, gerçeklerin
çarpıtılmasıyla sosyolojinin bulgularına olan güveni sarsabileceğinden, özellikle
insanların mutsuz çoğunluğunun sorunlarının görmezden gelinmesi olmak üzere, tüm
toplumsal sorunların karmaşaya büründürülmesine sebep olabilir. Böyle bir durum,
5 Sosyal yapıyla ilgili örnek olarak, Blau’ nun görüşlerine göre, “toplumsal yapı kavramı, onu oluşturan parçalar ve bunların arasındaki ilişkilerin basit ve somut tanımlarıyla başlar.” Ona göre söz konusu parçalar ise, sınıflar ve gruplar olarak, kadınlar, erkekler, etnik gruplar vb. geniş bir yelpazedeki tüm ilişkileri içermektedir (Poloma, 1993: 92). 6 Ayrıca bk. (Kurtkan, 1978: 13-15).
16
yaratılmak istenen “esnek üretim”, “post-modernizm” vb. etkilerle birlikte
görünmezleşen insan ve toplulukların sorunlarının gittikçe çoğalmasına, toplum
içinde emniyetli, güvenli yaşamanın yok olmasına sebep olabilir.
Sosyolojik yaklaşım konusunda “natüralist”/“pozitif”, “yorumlayıcı”
(interpretative), “değerlendirici” (evaluative) bakış açılarını yansıtan araştırmalar
bulunmaktadır (Poloma, 1993: 14). Ancak söz konusu çalışmalar incelendiğinde,
hiçbirisinin tek başına tam bir kesinlikle toplumsal çözümlemeler için yeterli
olmadığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen, elde edilen verilerin bilimsel açıdan
yeterliliği düşünüldüğünde, uygun yöntemlerle yapılan araştırmaların sosyolojik
incelemeler için oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu da pozitivist/realist açıdan
değerlendirildiğinde, sosyolojik analizlerle ilgili geçerli ve önemli veriler sunabilir.7
Örneğin çalışanların sorunlarının tespit edilmesinde gerçeğe çok yakın analizler
yapılabilir. Ancak yapılan araştırmalar incelendiğinde, testleri yapılan hipotezlerle
genellemelere ulaşmak, inceleme nesnesi durumdan duruma değiştiğinden oldukça
zor görünmektedir. Çünkü söz konusu insan olduğunda, kolaylıkla belirlenip, kontrol
edilemeyen bir yapıyla karşılaşılmaktadır. O nedenle, sosyolojik araştırmalarda
“yorumlayıcı” ve “değerlendirici” yaklaşımların da, araştırmaları daha nitelikli bir
duruma getireceği düşünülmektedir.8 Yine, fizik bilimlerde olduğu gibi, ölçüm
niteliği daha fazla olan sonuçlara ulaşılamaması, toplum ve insanlarla ilgili temel
sorunlar açısından, sosyoloji araştırmalarında önemli bir sorun yaratmayacaktır.
Poloma’ ya göre, sosyolojik yaklaşımlarla ilgili olarak, bireyi ya da toplumu
önceleyen teoriler - kuramlar veya her ikisine de vurgu yapan tartışmalar
bulunmaktadır (1993: 13-24). Buradaki düşünceye göre, her üç bakış açısının da
toplumsal, bireysel gerçekleri çözümlemede önemli veriler sunduğuna
inanılmaktadır. Ancak, toplumsal gerçekliklerin araştırılmasında, bireye yapılan
vurgunun abartılmasının sosyal sorunların belirlenmesini gözden kaçırması durumu
vardır. O nedenle, toplumsal sorunların araştırılmasında bireysel ilişkileri tamamen
göz ardı etmemek kaydıyla, Durkheim’ ın da bildirdiği, toplumsal olguların ancak
başka toplumsal olgularla karşılaştırılabileceği fikrinde doğruluk payı olduğu 7 Pozitivist ve realist bakış açılarındaki farklılıklarla ilgili bk. (Keat, R. ve Ury, J., 1994: 9-49). 8Yorumlayıcı ve değerlendirici yaklaşımlar için bk. (Poloma, 1993: 341-357).
17
düşünülmektedir (Aron, 1989: 260). Çünkü bireyin sosyal davranışları en sonunda
genetik özelliklere kadar götürülebilir. Yine aynı kişinin değişik toplumsal
gruplardaki statü ve rollerinin araştırma yapılan gruptaki davranışa etkisini de
değerlendirmek oldukça zor bir iştir. Tüm bu sebepler, sosyoloji çalışmalarının
amacının, nesnesinin belirlenmesinin, araştırma yöntemlerindeki yaklaşımların
seçilmesinde temel alınması gerekliliğini düşündürmektedir.
Ayrıca sosyolojik çalışmalarda göz önünde bulundurulması gereken bir konu
da, toplumsal yapının insanlar arası ilişkilerde yapmış olduğu etkiyle ilgilidir. Sosyal
yapıda dağılan roller, işlevler dinamik bir süreçte hareket etmektedir. Toplumsal
yapının bireyi biçimlendirmesi de belirgindir. Ancak, söz konusu yapıların ve
hareketlerin de bireyler tarafından oluşturulduğu ortadadır. Buna rağmen bireyin
içinde bulunduğu ya da sonradan girdiği ortamlar, kapitalist sistemin katı kurallarıyla
önceden belirlenmiş olduğundan, değişime önemli bir direnç vardır. O nedenle
toplumsal yapılarda, değişimden daha çok uyum davranışlarının baskın çıktığı, yeni
oluşumlarınsa zaman istediği düşünülmektedir. Araştırmada yapılan incelemede,
(çalışanlar kapsamında) insan topluluklarının değişim isteklerinin bulunduğu, ancak,
yapının kararlı bir duruşta olmasının değişimi engellediği ortaya çıkmaktadır. Bu
durumda her iki etkenin de belirli ağırlığı olduğu söylenebilir.
Konuya toplumsal sınıfların incelenmesi açısından bakıldığında ise, genelde
post-modern teorilerle iddia edilen, her türlü belirlenmişliği reddederek toplumsal
nesneleri göreceleştirip yok eden, bilimsel bulguları aşırı küçümseyen yaklaşıma
güvenilmemektedir.9 Aynı paralelde anlam yitimi kapsamını da ele alan, sınıfsal
farklılıklardaki ayrımın üretim bölüşüm ilişkilerindeki değişimle birlikte yok olmuş
olduğu şeklindeki fikirlere, ortaya çıkan bazı değişimlerin hakkını vermek koşulluyla
değer verilmemektedir.10 Ancak, özellikle çağımızda, işlerin çeşitlenmesi, sanayi
sektörü, tarım sektörü, hizmet sektörü gibi, sektörlerdeki gelişmelerin 9 Lyotard’ ın görüşleri kapsamında, bilginin iktidar ilişkileriyle ilgili olarak dil oyunları kapsamında değerlendirilebileceğinde haklılık payı vardır. O, bilgiye ulaşma sürecinde “kanıtın nasıl sağlanabileceği”, “hakikatin şartlarını kimin belirleyeceği” sorularına verilecek cevapta şüphelerin ağırlığı olduğuna dikkat çeker, ancak, buradaki vurguyu tüm alanlarda bir güvenilemezlik havasına sokmak, olsa olsa sorunların anlaşılamamasına yardım eder. İlgili görüşleri incelemek için Bk. (Lyotard, 1990: 38-42). 10 Bu düşünceyi savunanlardan birisi de, Drucker’ dır (1993: 76-92).
18
yoğunluğundaki oranlarda çıkan değişimler; işgörenlerin beyaz yakalılar, mavi
yakalılar şeklinde ayrışması; yine işgörenlerin çeşitlenen iş koşulları dolayımında
farklı niteliklere sahip olması vb. yenilikler sebebiyle, geniş bir yelpazeye dayanan
sosyal-ekonomik koşulların hepsinin dikkate alınması gerektiğine inanılmaktadır.
Soruna sınıf ilişkileri açısından bakıldığında, üsteki paragrafta da açıklanmaya
çalışıldığı gibi, çeşitlenen işler ve meslekler bağlamında Marxist orijindeki yaklaşım
yeterli açıklama getirememektedir. Ancak, Marxist yaklaşımın çok sağlam olan
temel açınımları üzerinde, yeni değişimlerin değerlendirilmesi oldukça ufuk açıcı
olacaktır.11 Konuya buradan bakıldığında, bir tarafta son derece benzer özellikler
taşıyan işçi sınıfı, diğer tarafta da işveren sınıfı olmadığına göre, ortaya çıkan
değişimler daha dikkatli incelenmelidir. Çünkü bugünün toplumunda, işçiler dahi
kendi aralarında, çalıştıkları iş koluna, işyerinin niteliklerine, yaşadıkları ülkeye,
devlet sektöründe ya da özel sektörde istihdam edilmelerine; sosyal-ekonomik ve işle
ilgili koşullarına göre farklı özellikler göstermektedir. Ayrıca çalışanlar dendiğinde
yöneticiler, mühendisler, teknisyenler, ustalar, vasıfsız işçiler, büro işçileri, yazılım
işiyle uğraşanlar, hizmet sektörü çalışanları, tarım işçileri vb. akla gelen tüm
işgörenler kapsama alınmaktadır.
Yine yukarıda anlatılan durumlar, bir tarafta sermayeye hükmeden işverenler,
diğer tarafta da tüm işgörenlerin bulunduğu gerçeğini saklamaz. Patron adına çalışan
üst düzey yöneticiler de, aynı kapsamda temel görevleri her ne kadar işletme
sahibinin yerini almak olsa da, patrona karşı olan ağır sorumlulukları
düşünüldüğünde, onların da gerçekte biçimsel olarak da olsa, çalışanlar tarafında
olduğu sonucunu ortaya çıkartmaktadır. Ancak her meslek grubunun farklılaşmış,
ağırlık merkezleri değişmiş sorunlarının daha dikkatli incelenmesi gerekir. Örneğin,
bir vasıfsız işçi olarak çalışan işgörenle, mühendis kadrosunda çalışan bir kişinin
ücretlerle ilgili sorunlarının ağırlığı aynı olmayacak; her ikisinin de sıkıntı çekmesine
sebep olan etkenler değişik olacaktır.
11 Konuyla ilgili olarak bk. (Giddens, 1994: 55-78).
19
Buradan bir tarafta işveren sınıfının, bir tarafta da çalışan sınıfın durduğu
gerçeğinde haklılık olduğu düşünülebilir. Yine üst paragrafta anlatılanlar
kapsamında, bir tarafta emeğin her türünü ücret verim ilişkisi içerisinde kendi
çıkarlarına göre değerlendirmek işveren kesiminin; diğer tarafta da kendi sosyal –
ekonomik hak ve güvencelerindeki koşulları kendi çıkarlarına göre genişletmek de
çalışan kesimin uğraş alanı olacaktır.
Sınıfla ilgili teorilerde “azgelişme”, “küreselleşme” odaklı gelişmeler dikkate
alındığında, bugün için sorunu “çatışmacı” merkezde ele alanların verdikleri
açınımlar haklı çıkmaktadır. Ancak, söz konusu durum, araştırma içerisinde de
incelenen doğa halindeki insanın üretim ilişkilerinden daha vahşi koşulları
kapsamaktadır. İnsan her şeyden önce bir akıl varlığı olduğuna göre, sorunlara tüm
insanlığın çıkarlarının ortak olduğu noktasından bakmalıdır. Örneğin, bir fabrika
sahibinin son derece sorumsuz şekilde doğayı kirleten fabrikası, kendisine ve kendi
çocuklarına da zarar verecektir. Güçlü sermaye sahiplerinin, aç, işsiz, yoksul
yığınların sorunlarına kulak tıkamaları, kendilerine zarar veremese bile (ki bu bile
olanak dışıdır) kendilerinden sonra gelen aile fertlerinin güvenli ve sağlıklı
yaşamalarına karşı bir tehdit oluşturacaktır. Tüm bunlar bir tarafa, tüm insanlarda
olması gereken vicdan duygusu gereği, toplumsal sorunlara karşı duyarsız olmamak
gerekir. Söz konusu sorunlara çözüm üretimine ise, tüm hak ve özgürlüklerin
tanınmış olduğu bir ortamda, toplumsal sorunlara her iki sınıfın da birlikte sahip
çıkması, diyalogun, iletişimin, “empati” kurmanın gerçekleştirilmesi yoluyla
ulaşılabilinir.
Yukarıda anlatılan sebeplerle de ilişkili olarak, araştırmada, belirli bir
sosyolojik yaklaşımı yansıtmak yerine, araştırma yapılacak alanın nitelikleri göz
önüne alınmaya çalışılmıştır. Aynı kapsamda elde edilen verilerin daha sağlıklı
olmasını sağlayabilmek amacıyla, anket uygulamasının yanında gözlem ve
görüşmelerde ulaşılan veriler de değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ancak, araştırmada
elde edilen verilerin doğruluğuna güvenildiği hâlde, fizik bilimlerdeki netlikte
çıkarımlara ulaşmak oldukça zordur. Örneğin bu araştırmada, bağımsız değişken
olarak esnek üretim biçimleri temelinde gelişen TKY uygulamaları alınmış ve
20
bağımlı değişken olarak ise, çalışanların verdikleri tepkiler araştırılmaya çalışılmıştır.
Aynı kapsamda, karşılaşılan bazı zorluklar açıklanmaya çalışılacak olursa, öncelikle
bağımsız değişken olan TKY uygulamaları işletmeden işletmeye farklılıklar
göstermekte; yine bağımlı değişken olan çalışanların demografik özellikleri de,
işletmeden işletmeye farklılıklar göstermektedir. Bağımsız değişkendeki
farklılıkların etkisi, firmadan firmaya değişim gösterdiğinden, işletme durumlarıyla
ilgili yapılan analizlerle bu sorunun üstesinden gelinmeye çalışılmıştır. Bağımlı
değişken olan, çalışanların verdikleri tepkileri etkileyen işgören nitelikleri ise,
demografik sorulara verilen cevaplar, gözlem ve görüşmeler değerlendirilerek
çözümlenmeye çalışılmıştır. Ancak tüm bu önlemler, fizik bilimlerdeki kesinliğin
yakalanmasına yetmemektedir.
Yine alan araştırmasıyla ilgili sosyolojik yaklaşımı etkileyen bir durum da,
denetimsiz değişkenlerin etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın sağlığı açısından
yukarıda anlatılan tüm önlemler alınsa da, çok kesin verilere ulaşmak her zaman
belirli zorluklar taşımaktadır. Çünkü, işin içine bir de denetlenemeyen değişkenler
girmektedir. Örneğin yaş, eğitim durumu, cinsiyet vb. etkenlerin etkisini belirleseniz
bile, sosyolojik araştırmanın konusu olan kadın ve erkeklerin her birisinin ayrı ayrı
özgün kişilik yapıları, yani insani (human) özelliklerini denetleyebilmek, her insan
yetişkin bir birey olana kadar genetik özellikler dahil sayısız etkiyle biçimlendiğine
göre, oldukça zordur. Ancak burada yapılan araştırmayla, başka çalışmalardaki
veriler de değerlendirilmiş ve söz konusu denetlenemeyen niteliklerin, insanlar
üzerindeki etkilerinin sosyolojik analizlerde belirginleşmiş yorumlamaları tehlikeye
düşürecek durumda olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Örneğin, çalışanların
yabancılaşma tepkilerini gösterdiği etkiler, ortamda bulunulan çalışma ilişkilerine
göre, böyle tepkileri oluşturan koşullar oluşmuşsa, hemen tüm araştırmalarda
belirginleşmekte; öznel nitelikler çokça etkili olmamaktadır. Yine ücretler,
çalışanların katılımının desteklenmesi gibi birçok konuda, ciddi bir araştırma
yapılması şartıyla, çalışanların tepkileri benzer özellikler göstermektedir.
Burada TKY konusundaki temel duruşun açıklanması da uygun olacaktır.
TKY teorilerinde, araştırmada da incelendiği gibi, çalışanların işyerlerindeki
21
kendileriyle ve işletmeyle ilgili kararların alınmasına katılımının artırılmasından;
ömür boyu iş güvencesinden; artan verimliliğin çalışanların sosyal – ekonomik
haklarına yansıtılmasından; işgörenlerin eğitim seviyelerinin hem işle ilgili, hem de
genel kültür açısından yükseltilmesinden; yaratıcılığın teşvik edilmesinden;
çalışanların üretimde kullanılan makineler gibi değerlendirilemeyeceğinden;
işgörenlerin sağlık şartlarını zorlayacak şekilde çalıştırılmamasından; işletmede
çalışanlar arasında işbirliğinin birlik beraberliğin geliştirilmesinden vb. söz
edilmektedir.
Ayrıca toplumla ilgili TKY teorilerinde, sistem, bir kurtuluş reçetesi olarak
sunulmakta; kamu sektörü dahil her yerde, her kurumda çalışanların ve toplumun da
çıkarına olacak şekilde uygulanabileceği iddia edilmektedir. Yine artan verimlilik ve
kaliteli üretimle, işletmelerin iş kapasitesinin yükselmesi sebebiyle işsizlik sorunun
aşılmasına da yardımcı olunacağı açıklanmaktadır. Bundan başka söz konusu süreçte
halka verilen hizmetlerde, “müşteri memnuniyeti” denen yaklaşımla birlikte devlet
hizmetlerinin kalitesinin artacağı söylenmektedir. Söz konusu duruma göre, halka
hizmet veren kuruluşlar eğitimden sağlığa, güvenliğe kadar onlara nasıl daha kaliteli
hizmet sunabileceklerini araştıracak. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı tüm halkın daha
iyi eğitilmesi için çözümler üretecek; okullarda öğrencilerin daha fazla doyum
alabileceği nitelikli eğitim gerçekleştirilecek; çiftçinin daha kaliteli ve fazla ürün
alması için gerekli eğitim desteği verilecektir. Ayrıca tüm bunlar da sürekli gelişme,
iyileşme (kaizen) kapsamında daha sağlıklı verimli sonuçların üretilmesi
kapsamında, git gide her şeyin daha olumlu olduğu bir süreci başlatacaktır.
Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan, TKY teorileriyle birlikte ortaya çıkan
iddialar gerçeği yansıtmış olsa, yeni durumun en azından bir aşama olduğu
konusunda birleşilmesi gerekir. Ancak araştırma içinde de detaylı bir şekilde
incelendiği gibi, kapitalizmin üretim mantığında gerçekleşen sistem, çalışanlar ve
toplum açısından, beklenenin tam tersi sonuçlar elde edilmesine sebep olmaktadır.
Böyle olmasının sebepleri, çalışma içinde geniş bir açınımla incelenmektedir. Burada
özellikle TKY teorilerinde anlatılanlara değil, (Ki söz bu teorilerde de
eleştirilebilecek çok nokta vardır.) kapitalizmin üretim mantığında aldığı biçime
22
karşı çıkılmaktadır. Söz konusu sistemin çalışanlar ve toplum açısından somut
önerileri değerlendirilecekse, öncelikle kapitalizmin sosyal sorunlara karşı duyarsız
kalan, insan ilişkilerini alış veriş ilişkisine çeviren mantığına karşı durmakla işe
başlanmalıdır.
Yine TKY teorileri iddialarında dikkat çekilen bir konu da, uygulanmak
istenilen sistemin organizasyonun tüm birimlerinin aynı amaca yöneltilmesi
önerileriyle ilgilidir. Yani herhangi bir organizasyonun çalışanlarının, makinelerinin,
organizasyon yapısının toplamının aynı hedefe yönlendirilmesi gerekmektedir.
Burada emek süreçlerinin kalite çalışmaları içinde yerini alması ise, olmazsa olmaz
olarak karşılanmaktadır. Böyle bir şeyi başarabilmek için, TKY teorilerinde söz
edilen, çalışanların makinelerden farkının belirginleştirilmesini içeren mantığının
gerçek anlamda uygulamaya geçirilmesi gerekecektir. İşgörenlerin fordist üretim
mantığından bu şekilde bir dönüşümünü gerçekleştirebilmek içinse, sendikal haklar
dahil, onların tüm sosyal ekonomik haklarını tanımak ve çalışanların ilgili konularda
gelişimini içtenlikle destekleyici bir yaklaşıma sahip olmak gerekecektir. Aksi
takdirde tüm söylenenler kelime oyunlarından başka bir anlam ifade etmeyecektir.
1.7 Tezin Kapsamı ve Sınırları
Bu çalışma kapsamında, çalışanlar açısından TKY’nin değerlendirilmesi
merkezde kalmak şartıyla, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişiminden, TKY
uygulamaları dahil olmak üzere gelişen süreç değerlendirmeye alınmaktadır. Yine
ilgili sorunsal, özellikle çalışanlar açısından değerlendirilmekte, ek olarak da doğaya,
topluma, insan özneleşmesine etkisi açısından da tartışılmaktadır. Konunun fazlaca
dağılmaması için ise, kuramsal kavramsal çerçeve dahil, incelenen, araştırılan
konular tezin iddiaları kapsamında ele alınmaktadır. O nedenle, araştırmanın amacı
olarak, TKY teorilerinde anlatılanlar ve uygulamadaki durumu karşılaştırmak,
birincil önemde olduğundan, dünya çapında en önde gelen uzmanların görüşleri
öncelikle ele alınmıştır. Alan araştırması açısından da, söz konusu süreç elektronik
sanayiinde beş işletmede yapılan çalışmayla desteklenmektedir. Ayrıca, başka
23
araştırmalardan elde edilen bulgular da, çalışma kapsamında değerlendirmeye
alınmaktadır.
Burada yapılan araştırmada, tezin iddialarının tam anlamıyla sorgulanmasını
sağlayacak yeterliliğe ulaşılmasına çalışılmıştır. Ancak ekonomik sorunlar, zaman,
temel sınırlılıklar olarak gösterilebilir. Yine özellikle sosyolojik araştırmalara karşı
işletme yönetimlerinin çekingen tavrı, daha fazla işletmede alan araştırılması
yapılmasını önlemiştir. Firmalar bu tür bilimsel araştırma teklifleriyle
karşılaştıklarında, öncelikle kendi verimliliklerine katkısı açısından konuyu
değerlendirmekte ve çalışanlarının ne kadar iş zamanını alacağımızla ilgili ince
hesaplara girişmektedir. Birçokları da, özellikle de çalışan memnuniyetini inceleyen
çalışmalara işletme içi sorunlar açısından olumlu bakmamaktadır. Tüm bunlar da
yapılan araştırmanın kapsamı üzerinde etki yapmaktadır.
24
BÖLÜM II
KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Bu bölümde, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi ve TKY’ ne ilişkin
yaklaşımlar olmak üzere iki ana konu ele alınacaktır. Üretimin örgütlenişinin tarihsel
gelişimiyle ilgili bölümde, çalışanlar açısından yapılan inceleme toplum düzleminde
ve örgüt düzleminde ele alınmaktadır. Ayrıca burada konunun, sanayileşme öncesi
dönemden, post-fordist üretim aşaması dahil olmak üzere, gelinen aşamalarının
analizi yapılmaya çalışılmaktadır. TKY’ ne ilişkin yaklaşımlarla ilgili bölümde ise,
özellikle söz konusu teorilerle iddia edilen fikirler geniş kapsamlı olarak
değerlendirilmekte ve sistemi savunanlarla karşı olanların görüşlerine dikkat
çekilmeye çalışılmaktadır.
2.1 Üretimin Örgütlenişinin Tarihsel Gelişimi
Toplum düzleminde ve örgüt düzleminde araştırılan konuya, sanayileşme
öncesi dönemden başlanmakta; çalışanlar açısından insan emeğinin doğa hâlindeki
ilkel bölüşüm ilişkilerini içeren durumundan, bugünkü durumuna kadar gelen
süreçteki gelişmeler, özellikle kapitalist üretim mantığı çerçevesinde ele alınarak,
incelenmeye çalışılmaktadır.
Burada yapılan incelemelerin amacı, çalışanların sorunlarını emek tarihi
içinde araştırarak, farklı dönemlerde ortaya çıkan gelişmelerin, zamanımızdaki uzantı
ve etkilerini araştırmaktır. Aynı kapsamda, çalışanların bugünkü durumlarını daha iyi
değerlendirebilmek için, sermaye sisteminin mantığında esnek üretim, post-fordizm,
post-modernizm, küreselleşme terimleriyle açıklanmaya çalışılan değişimlerin
azgelişme sorunsalıyla da ilgili olarak, çalışanlar ve toplum açısından ne gibi
farklılıklar getirdiği, ya da getirmediği incelenmektedir.
25
2.1.1 Toplum Düzleminde
Bu bölüm, sanayileşme öncesi ve sanayileşme sonrası olmak üzere iki ana
başlık kapsamında ele alınacaktır. Sanayileşme öncesi dönemin incelenmesi, ilkel
bölüşüm ilişkileri içindeki insanın doğadaki diğer canlılar ve kendi hemcinsleriyle
ilişkilerinden başlamış, yerleşik hayata geçilmesi sonucu ortaya çıkan gelişmelerle
devam etmiştir. Burada incelenen konuyla, insanlığın sanayileşmeyle birlikte ortaya
çıkan gelişmelerden önce, toplum ve çalışanlar açısından, sanayileşme sonrası
dönemi de hazırlayan, ne gibi gelişmeler yaşadığı açıklanmaya çalışılmıştır. Söz
konusu tarih dönemine açıklık getirilmeye çalışılması, bugün de gündemde olan
kapitalist sistemin mantığının değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.
Sanayileşme sonrası dönem ise, araştırmada ilk oluşum aşamasından başlanarak
günümüze kadar gelen süreci değerlendirmektedir.
2.1.1.1 Sanayileşme Öncesi
İnsanlığın sanayi devrimi öncesi evresi milyonlarca yıllık bir zaman dilimine
işaret etmektedir. Bu dönem hakkında bilim adamlarının eriştikleri bilgilerle ilgili
bazı verilere ulaşmak, günümüzde ortaya çıkan gelişmeleri karşılaştırmak açısından
yeni düşünsel ufuklar açmaktadır. Çalışmada da, konuyla ilgisi açısından,
kapitalizmin mantığında Toplam Kalite Yönetimi’ ni tartışırken, özellikle ilkel
bölüşüm ilişkileri içinde yaşayan insanlara değinmeden geçilememiştir.
Tezde önemli bir yere sahip olan, insanların soylarını sürdürmeyle de
bağıntılı, hayata ilişkin olan katkıları, “üretim” kelimesiyle daha fazla anlamlılık
kazanmaktadır. Ve bu süreç, doğa hâlindeki insanların yapıp etmelerini, olaylar
karşısındaki tepkilerini de içine alan bir süreci kapsamaktadır. Kapitalist sistemdeki
çalışan insanların üretim ilişkileriyle, doğa durumunda var olma savaşı veren
insanların yabanıl hayata uygun davranışları arasında önemli benzerlikler ve
farklılıklar bulunmaktadır.
26
Bu bölümde, insanın doğa hâlindeki vahşi yaşantısındaki durumdan
başlanarak, yerleşik düzene geçip toprağı ekip biçmeye başladığı tarım toplumu dahil
gelinen evre incelenmeye çalışılacaktır. Böylece sanayi devrimine gelinceye kadarki
kapitalist sürecin alt bileşenleri, kendi kısıtları içerisinde anlamlandırılmış olacaktır.
Kapitalizm, ekonomik, sosyal anlamda, iktidar ilişkileri içinde baskın olarak,
insan öğesi olmadan düşünülememektedir. İnsanların kapitalist süreçte var olmaları
ise, bu döneme gelinceye kadarki aşamalardan bağımsız değildir. Bu süreçte,
doğanın koynunda mücadelesi ile neslini sürdürebilen canlılar içinde, doğa hâlinde
yaşayan ilk insanlar da, varlıklarını ancak diğer canlılardan en büyük üstünlükleri
olan akılları sayesinde sürdürebilmişlerdir. İnsanların topluluk hâlindeki
yaşantılarında, pek çok canlıda da görüldüğü gibi, her birey önce kendini, sonra
kendine en yakın olanlardan başlamak üzere grubunu üstün tutmaktadır. Bu durum,
insanlığın karanlıkta kalan milyonlarca yıllık tarihinden günümüze kadar böyle
devam etmektedir.
Konu açısından değerlendirilecek olursa, insanın doğa hâlindeki vahşi
durumu, yani güçlünün oyunun bütün kurallarını kendi lehine çevirmesi, kendisini
daha kuvvetli ve otorite sahibi kılmak için diğerlerini hiçe sayarak verdiği mücadele,
en ilkel şartlardan günümüze kadar gelmiştir. Oysa sağduyulu insan aklı, yaşadığımız
evrende hayvansı kanunların dışında, insana yakışır bir tavır görmek istemektedir.
Ancak görülen odur ki, insanlık genel görüntü açısından, iletişim hızının son derece
arttığı, teknolojinin neredeyse hayal sınırlarını aştığı bir zamanda bile, sosyal bilinç
yönünden henüz kendi egosunu aşamamış, hep diğerlerinin üstünde olma arzusunu
frenleyememiştir.
Bu çalışmada, kapitalizmin gerçekleşmesine etki eden insan özelliklerinin
sanayi devriminden çok öncelere, hatta doğal zorunluluğun şekillendirmiş olduğu ilk
insanlara kadar götürülebileceği savunulmaktadır. Yine araştırmanın spesifik
(belirlenmiş) alanını içeren kalite konusunun kökleri de bugünkü manada
sistemleştirilmiş olmamakla birlikte, tarihin epey erken zamanlarına rastlamaktadır.
27
Konunun daha belirgin hâle gelmesi için, insanın doğasına ulaşmak, bunun
için de insanlığın hâlen tamamen gizemini yitirmemiş çağlarından gün yüzüne
çıkarılabilen bilgiler üzerinde kısa bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
Leakey, “İnsanın Kökeni” adlı eserinde, bizzat insanın geçmişi ile ilgili fosil
araştırmalarından elde ettiklerini yazmıştır. 1984 yılında Doğu Afrika’da Turkana
gölü yakınlarında 1500 ton tortu çıkardıktan sonra, Turkana ismini taktıkları 9
yaşında ölmüş olduğunun belirlendiği, zamanımızdan 1,5 milyon önce yaşamış
eksiksiz insan bedenine ulaşmıştır. Turkana çocuğu bu araştırmaya göre, insan
evrimi tarihinde bir dönüm noktasına işaret eden Homo erectus’ un üyesidir. Leakey,
genetik ve fosil çalışmalarından elde edilen bulguların, insanın tarihinin yaklaşık
olarak yedi milyon yıl öncesine dayandığı bilgisini vermekte olduğunu anlatmaktadır
(1998: 8–11). Yine Leakey avcı toplayıcı toplumların gelişmelerini, zamanımızdan
10.000 yıl öncesinde tarım toplumunun başlangıcına kadar sürdürdüklerini
bildirmektedir (1998: 71). İnsanın doğadaki canlıları beslenmek için alet kullanarak
parçalamasıyla ilgili izlerle ilgili örnek olarak, İsaac’ ın araştırmasından aynı
kaynakta verilen örnekte de, 1,5 milyon önceye ait bir antilop bacağında keskin taş
izlerinin, bu devir yaşayan insanlarından kalma olduğu belirtilmektedir (1998: 82 –
83). 12
Yukarıdaki bilgiler, insanın yabani bir yaşam biçiminden geldiğini göstermesi
bakımından önemlidir. Bilindiği gibi doğadaki kurallar, etçil canlılar açısından,
ölmemek için öldürme prensibine göre çalışmaktadır. Yani bildik deyişle “büyük
balık küçük balığı yutmaktadır”. Kapitalist süreçte, önemli farklılıklar olmasına
rağmen, çalışmanın içinde de belirginleşeceği gibi, temel iç güdü son derece
benzerdir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, hayvanlar dünyasında öldürme,
üstünlük kurma, onların doğada var oluşlarının ve yaşama savaşlarının zorunlu
sonucudur. Oysa suje obje ilişkisini,13 doğayı ve diğer türdeşlerini inceleme nesnesi
yapabilen, felsefe tartışmalarının derinliklerine inebilen bir algı düzeyindeki insan
için, zaman boyunca yaşanıla gelenler çok daha büyük bir zalimlik ve utanç örneği
olarak gelişmektedir.
12 Ayrıca bk. (Şenel, 1998: 13-20). 13 Burada suje, doğayı, canlılar dünyasını bilen anlamlandıran insan, obje ise, doğadaki tüm canlı cansız nesneler anlamında kullanılmıştır. Daha fazla bilgi için bk. (Mengüşoğlu, 1983: 94 –95).
28
Bilindiği gibi, doğada canlılar yaşayabilmek için hem doğayla hem de
birbirleriyle mücadele ederek, var olma savaşı içinde, galip gelenin neslini sürdürme
hakkını da elde ettiği bir ortamda bulunmaktadır. Bu durum ilk insanlar içinde bir
istisna teşkil etmemektedir. Birçok sosyal bilimci, doğa hâlindeki insandan, sanayi
toplumunun şehir insanına ve zamanımıza kadar insanlığın gelişim aşamalarını tarih
içinde anlamlandırmaya çalışarak; ileri sürdükleri tezleri için bir çıkış yolu
aramışlardır. Bazıları doğa hâlindeki ilk insanların büyük olasılıkla çok daha eşitlikçi
özgür bir ortamda yaşadıklarını düşünmüşler, bazıları ise tamamen karşıt fikirler ileri
sürmüşlerdir.
Bu çalışmada da yapılan incelemeler sonucu, doğa halindeki insanların,
yaşadıkları koşullar göz önüne alınırsa, günümüzden çok daha barışçı ve eşitlikçi bir
sistem içinde var olduklarını kabul etmek şartıyla; önceleri diğer canlılar gibi bir
vahşet ortamında korku içinde yaşadıkları; hem kendi cinsleri hem de doğadaki diğer
canlılarla kavga verdikleri ve kendilerini ilkel şekilde korumaya çalıştıkları; güçleri
oranında ayakta kaldıkları fikri savunulmaktadır. Ancak dikkat çekilmeye çalışıldığı
gibi bu durum ilkel koşullarda yaşayan insanlar için doğal zorunluluğun sonucudur.
Yoksa kendini ve neslini sürdürmek için yaptığı avlanma, içinde bulunulan
koşulların zorunlu sonucu olarak görülürse, insan yapısının, doğadaki diğer canlılar
gibi, barışçı olduğu ileri sürülmektedir.
Giddens, Avcı toplayıcı toplumların geçimlerini avcılık, balıkçılık ve bazı
bitkilerin toplanmasıyla sürdürdüklerini belirtmektedir. Onun örneğinde bu
topluluklar, Afrika, Brezilya ve Yeni Gine’ nin çok az bir kısmındaki kıraç
bölgelerinde bulunmaktadır. Avcı toplayıcı grupların çoğunluğu batı kültürünün
yayılımı sebebiyle yok olmuştur. Giddens’ a göre Amerika, İngiltere gibi çağcıl
toplumlarla karşılaştırıldıklarında, avcı toplayıcı toplumlar çok daha barışçıdır (2000:
48–49). Giddens’ in bu düşünceleri burada açıklanmaya çalışılan fikirle de paralellik
göstermektedir. Zamanımızda konuyla ilgili yaşanan en görünür örnek ise, tüm
dünyanın gözünün önünde devam eden Irak’ ta yaşanan vahşettir. Bu örnekte, Irak’ ı
özgürleştireceğiz diye burayı işgal eden güçler, tüm dünyayla alay edercesine
binlerce insanın ölmesine, yaralanmasına sebep olmuşlar; hatta kendilerini dünyanın
29
en uygar toplumları olarak tanıtan bu devletler, basına da yansıdığı gibi ülkelerini
işgal ettikleri halktan olan esirlere işkence de etmişlerdir; bu olanlar medya yayın
organları vasıtasıyla tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir (Milliyet, 2004).
Giddens’ ın belirttiğine göre, avcı ve toplayıcı toplumlar için, çoğunluğu Orta
Afrika’da, Zaire’nin bir bölümünde yaşayan Mbuti pigmeleri hâlen 1960’ larda bu
durumda yaşarken yapılan bir araştırmaya göre verilen örnekte, bu toplulukların avcı
ve toplayıcı yaşama biçiminde oldukları, dört – beş aileden oluşan gruplar halinde
yaşadıkları, kendi yaşama alanlarındaki beslenme olanaklarını paylaştıkları, grup
üyelerinin anlaşmazlıklarda veya kendi tercihlerine göre diğer gruplara
geçebildikleri, yaşlıların çatışmaları önleyici rol oynadıkları, ancak herhangi bir
yöneticiye – şefe bağlı olmadan yaşadıkları anlatılmaktadır (Giddens, 2000: 50).
Yukarıda anlatılanlara göre, avcı toplayıcı toplulukların günümüze göre,
(doğal zorunluluk gereği, hayatta kalma amacı dışında) günümüz toplumları kadar
kapsamlı ve organize olmadıklarından, çok daha barışsever oldukları, toplumsal
üretimi daha adil paylaştıkları tezi doğru olarak görülmektedir. Yine Giddens’ ın
işaret ettiğine göre, ilkel kabilelerin beslenme bölgesi gereksinimlerini
karşılayamadığında durum değişmekte, her grup kendi bölgesini korumaya
çalışmaktadır (Giddens, 2000: 50). Söz konusu araştırmalar, topluluk halinde
yaşayan ilkel kabile düzeyindeki insanların, aslında kendi gereksinmelerini
karşılayabildiklerinde, mecbur kalmadıkça saldırgan değil barışçı davrandıkları
fikrini desteklemektedir. Bu da insanların genetik kodlarının, kendi türünü sürdürme
amacı dışında barışçı olduğunu göstermektedir.
Konuyla ilgili olarak incelemelerde bulunan Baechler ise, (1994: 60–70)
Marx’ ı eleştirerek giriştiği “Kapitalizmin Kökenleri” konusunda bazı açıklamaların
yetersizliğinden bahsetmektedir. Ona göre insanın doğası Rousseau’ daki gibi iyi
değildir; insanların arzuları sınırsız ve hırs da insana özgü bir durumdur. Ve hırs
çalışmaktan çok el koymaya, daha az zahmetle, daha fazla pay almaya
dayanmaktadır. Bu noktada Hobbes’ u örnek vermekte, gerçekte insanın sözleşme
dışında kalan toplumlarda, “insan insanın kurdudur” görüşüne eğilimli olduğunu
30
belirtmektedir. Bilindiği gibi, aynı konuda psikolojik insan doğasını biyolojik
temelde değerlendiren Freud’ da, benzer şekilde değerlendirmelerde bulunmuştur
(Köksal, 1998: 43). Freud’ a göre, insan dürtüleri hayvanlarınkilerle
karşılaştırıldığında, aynı özellikler göstermektedir. “Bencil, saldırgan ve cinseldir.”
Bu özelliklerle doğan insan, çevresel etmenler sonucunda, söz konusu dürtüler
üzerinde bir kontrol sağlar.
Hobbes’ a göre insanlar doğada eşit halde bulunmaktadır. Bu eşitlik ise, aynı
şeyi istemeleri durumunda aralarında sorun çıkmasına sebep olur. İnsanların doğal
yapıları da özgürlük ve başkalarına hükmetme üzerine kurulu olduğundan
birbirlerine güvenmeleri zorlaşır. Bunun sonucunda savaş çıkar, kimse kendisini
güvende hissedemez, insanlar tüm sorunlarını zor kullanarak çözmeye çalışırlar.
Bunun sonucunda tek çare bir egemen güce teslim olmak ve uzlaşamadığı konularda
onun adaletine güvenmektir. Yani “senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün
eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye
veya bu heyete bırakıyorum” mantığından hareket etmektedir (Gönenç, 2001: 14).
Giddens kır ve tarım toplumları ile ilgili olarak da Nuerler’ den
bahsetmektedir. Nuerler bazı tahılları yetiştirmekle beraber, özellikle sığır yetiştirme
üzerine geçimlerini sağlamaktadır. Daha yerleşik bir yaşama tarzına geçilmesi
vasıtasıyla avcı ve toplayıcılara nazaran grubun bazı üyelerinin servetleri ve eşitsizlik
artmaya başlamıştır. Bu tür topluluklarda şeflerin büyük otoritesi olduğu; aynı
biçimde yaşayan topluluklarla alış veriş yaptıkları; çoğunlukla başka gruplarla
savaşmak için bağlaşmalar kurdukları, bazen sığır çalmak için saldırılar
düzenledikleri, sığırlar yüzünden savaştıkları görülmektedir (Giddens, 2000: 51).
Giddens tarım toplumlarına örnek olarak da, Gururumba’ ları vermektedir.
Bu toplumlarda artık toprak sahibi olma öne çıkmakta, insanların konumlarını
diğerleri üzerindeki etkinlikleri belirlemekte; avcı toplayıcı kültürlere göre daha
fazla eşitsizliklerin görüldüğü bu topluluklarda şefler daha etkin olabilmektedir.
Ayrıca birikimin artmasıyla birlikte kendi ihtiyaçlarını karşılamak için tahıl
üretimlerinin yanında, ileri gelenleri, saygınlık tahılları da yetiştirmekte, aynı amaçla
31
kendilerince değerli olanı başkalarına hediye etmek için domuz besleyiciliği de
yapmaktadırlar (Giddens, 2000: 52). Burada tarım toplumlarıyla birlikte, diğer
insanlardan daha ilerde olma arzusunun belirgin bir şekilde öne çıktığı; daha iyi ve
arzulanabilir bir yaşantı için, ilk büyük çaplı mücadelelerin başladığı; geçimlerini
avcı ve toplayıcı olarak sürdüren topluluklardan sonra bir üst geçim sistemine
geçildikçe, insanların akıllarını ve güçlerini diğerleri üzerinde otorite kurma için
kullanma durumlarının arttığı söylenebilir.
Tarım toplumu ile ilgili Antik Çağ’ dan da örnekler vermek yerinde olacaktır.
Aristoteles, “Atinalıların Devleti” isimli eserinde, farklı miktarda tarımsal üretimler
ve temsil ettikleri güce göre toplumdaki rollerin biçimlenişini anlatmaktadır (1998:
2– 10). Bu zamandaki yönetim şeklini Aristoles bir oligarşi (oligarkhia) olarak
anlatmakta, yoksulların karıları ve çocuklarıyla birlikte, zenginler için köle olarak
çalıştırılmakta olduklarını; “polatlar” ya da “hektemerler” (altıda birciler) denen
insanların küçük bir azınlık elinde toplanmış olan tüm toprakların ekilip
biçilmesinden sorumlu tutulduğunu; ekip biçme faaliyeti sonunda ise, ürünün altıda
beşini toprak sahibine vermek zorunlulukları bulunduğunu; gerekli ürünü teslim
etmeyenlerin ise, karşılığında kendi bedenlerine de sahip çıkma hakları
olmadığından, köle olarak satıldıklarını bildirmektedir.
Bu durum Atina’ da Solon’ un iktidarına kadar böyle devam etmiştir
(Aristoteles, 1998: 2 - 10). Solon, borçluların şimdi ve gelecekte bedenlerinin rehin
edilmesini yasaklamış; ister devlete, ister özel kişilere olsun tüm borçların
bağışlandığını belirten kararlar çıkarmıştır. Aristoteles’ in anlattığına göre, Solon
dönemi en adaletli dönem olmasına rağmen, yine de o dönem Yunan toplumunun
çok sınıflı bulunduğu, sınıfa göre aynı site’deki haklardan faydalanabildikleri, önemli
devlet görevlerine ancak belli sınıftan insanların girebildiği görülmektedir. Yine
Solon’ un yönetiminin hem varlıklı olanlar, hem de yoksulları tatmin etmediği
belirtilmektedir. Çünkü emeklerinden başka hiçbir varlığı olmayan insanlar, o
dönemde de toprakların, tüm varlıkların eşit dağıtılmasını istemiş; varlıklı sınıf ise,
mevcut durumlarının daha da güçlendirilmesini, sağlamlaştırılmasını, mallarının her
türlü saldırıya karşı garantiye alınmasını istemiştir. O zaman da zengin kişilerin
32
yanlarındaki çalıştırdıkları kişilerin daha fazla haklar elde etmelerini, kendi
paylarının azalması olarak görmelerinden, bu tür taleplere karşı şiddetle karşı
çıktıkları görülmüştür.
Arendt’ de bu dönem ile ilgili yaptığı incelemelerde, “Emek harcamak
(çalışmak), zorunluluğun esiri olmak demekti ve bu esaret bizatihi insanın yaşam
koşullarına içkin bir durumdu” demektedir. Yine Arendt’in de belirttiği gibi; aynı
dönemde Aristo, Platon başta olmak üzere diğer birçok antik dönem düşün adamının,
toplumun ileri gelen varlıklı insanlarının; kölelerin yaptıkları işleri küçümsedikleri,
elleriyle çalışanlara değer vermedikleri, onları toplumsal iş bölümünde
zorunlulukların hakim olduğu bir yere yerleştirdikleri; kendileri kadar akıllı ve soylu
olmadıklarını düşündükleri bu insanları, ikinci sınıf insan olarak değerlendirdikleri
bilinmektedir (Arendt, 1994: 116-117).
Hançerlioğlu da araştırmasında “ilkel komünal” olarak değerlendirilen
toplumda, köle ve devlet olmadığını, savaş tutsaklarının bunların da beslenme sorunu
olmasın diye öldürüldüklerini, insanların ihtiyaçlarından fazlasını biriktirmeye
başlamalarından sonra, savaş tutsaklarının karın tokluğuna çalıştırılmalarıyla, köle ve
köleciliğin ortaya çıktığını, Atina kent devletinin dörtte üçünün köle olduğunu
belirtmektedir. Platon’ un hayal ülkesinde de sınıfların korunduğu görülmektedir.
(Platon devlet adlı eseriyle ilk “ütopya” yazarı olarak da bilinmektedir.) Tüm
grupları kendi içlerinde kapalı olan toplumu, üç sınıfa ayırmaktadır. “Yargıçlar,
askerler, çömlekçiler (çiftçiler, zanaatkarlar, eş deyişle halk)” ona göre çömlekçiler
yani halk zengin olmamalıdır. Onlar zengin olursa üretimi gerçekleştirecek kimse
bulunmaz. Onun “ütopya” devletinde mülkiyet zenginlik yaratmaması şartıyla sadece
çömlekçilere yani halka tanınmıştır. Yargıçlar ve askerlerin ise, görevlerini yerini
getirirken mal mülk hevesine kapılıp görevlerini ihmal etmemeleri için mal mülk
sahibi olmaları yasaklanmıştır (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).
Yine toplumu görev gruplarına ayıran Platon’ a göre her grubun vazgeçilmez
zorunlu görevleri vardır. Yani bu dünyaya efendi olmak için geldiyseniz, efendi
olacaksınız, köle olmaya geldiyseniz, köle olarak görevinizi ölene kadar en iyi
33
şekilde yapacaksınız. Devletin bekası için kiminle evlenmeniz gerekiyorsa onunla
evlenecek; hatta meydana gelecek çocukları bile, toplumdaki görevlerin eksiksiz
olarak yerine getirilmesi için gereken uygun cinsel birleşmelere göre yapacaksınız.
Asker ya da yargıç sınıfından iseniz, aklınızın ailenizde olmaması için
evlenemeyeceksiniz ve mal sahibi olamayacaksınız (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).
Görüldüğü gibi Platon’ un düşüncesinden hareket ettiğinizde, devlette
tanrının düzeninin korunması temel olduğu için, üzerinize düşen kader rolü
benimseyip, o uğurda, bu kölelik de demek olsa canla başla çalışmalısınız. Yani
Platona göre, buradaki anlatım düzenlenirse, bir heykelin bütün hâlde güzel olması
için, gözlerin kara olması gerekiyorsa kara olacaktır (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).
İş ilişkilerinin kökeninin incelenmesi açısından bir diğer önemli örnek Roma’
dır. Burada ezenlerle ezilenler arasında önemli kavgalar olduğu; bunlardan iki
tanesinin ise daha önemli olduğu bilinmektedir. Örnek ilk kavga ezilenlerin
soyundan geldiği hâlde, ezenlerin savunucusu konumundaki Çiçeron ve ezenlerin
soyundan geldiği hâlde ezilenlerin savunucusu Katilina arasındadır (İ.Ö. 109 – 61).
İkinci kavga ise, Spartaküs isimli köle tarafından çıkarılan ayaklanma sonucu
yaşanmıştır. Hançerlioğlu, insan sömürüsünün doruklarına ulaştığı bu iki karşıt güç
arasındaki iş ilişkilerini şu şekilde aktarmaktadır:
“Roma’ da büyük çiftliklerin işletilmesi kölelerin gücüne dayanıyordu. Roma, gittikçe
gelişen zenginliğini kölelere borçluydu. Kölelerin sağladıkları üstün bir mutluluğa erişen
Roma, ne var ki bu mutluluğu ödemekte pek cimriydi. Romalı kölelerin yaşayışı, Romalı
hayvanların yaşayışından daha kötüydü. Tanınmaları için kızgın demirle göğüsleri
damgalanıyor, kaçmamaları için kalın zincirlerle birbirlerine bağlanıyorlardı. Romalı
soyluları eğlendirmek için birbirleriyle dövüştürülüyor, birbirlerini boğazlamak zorunda
bırakılıyorlardı. Vahşi hayvanların önüne atılıp parçalattırılmaları da başka bir eğlence
biçimiydi” (Hançerlioğlu, 1993: 132 – 133).
İnsanların özgürleşme hareketi ve insanın doğası ile ilgili araştırmalar da
çalışma hayatı ile yakından ilişkilidir. Bu konuda önemli bir tarihsel şahsiyet de
Rousseau’ dur (Rousseau, 1996: 29). Kısaca ondan yapacağımız birkaç alıntı da
aydınlatıcı olacaktır.
34
“İnsan özgür doğar, oysa her yanda zincire vurulmuş durumda. Kendilerini başkalarının
efendisi sananlar bile onlardan daha az köle değil. ...... Bir halk eğer boyun eğmek
zorundaysa ve eğiyorsa iyi ediyordur; fakat boyunduruğunu silkip atabilecek duruma gelir
gelmez silkip atarsa daha iyi eder; çünkü özgürlüğünü elinden alan, bunu hangi hakka
dayanarak yapmışsa aynı hakka dayanarak onu geri almaya hakkı vardır ya da özgürlüğünün
elinden alınması bir haksızlıktır.” Ancak sorunun asıl kaynağında insana doğal şartlarda
tanınmış bir hak olmadığından, Rousseau çözümünü anlaşmalara bağlamakta, asıl problemin
bu anlaşmaların neler olduğunu bilmede düğümlendiğine işaret etmektedir.
Rousseau insanların köle olarak çalıştırılması ile ilgili de, “Bir insanın
kendini karşılıksız verdiğini söylemek, saçma ve us dışı konuşmak olur; böyle bir
davranış meşru olmadığı gibi geçersizdir de; çünkü bunu yapanın aklı başında
olamaz.” ....... “her insan kendini karşılıksız verebilse bile çocuklarını devredemez;
çünkü onlar özgür birer insan olarak doğarlar” demektedir (1996: 37 - 40). Burada
insanlığın doğa durumundan toplumsal anlaşmaya vardığı süreci de Rousseau şöyle
açıklamaktadır (1996: 45 – 48). Doğa durumunda yaşayan insanların karşılaştıkları
engelleri alt edebilmelerini sağlayacak tek şartın, “olmayan güçleri yoktan var
edemeyeceklerine” göre tek çareleri kalmaktadır. O da karşılaştıkları sorunlara karşı
güçlerini birleştirmek. Tabii bu da güç birliği için, gerekli olan bir sözleşmeyle,
bireylerin hem kendi hem de topluluktaki diğer kişiler adına bazı davranışlarından
feragat etmesini gerektirmektedir. Burada söz konusu olan, toplumsal sözleşmenin
kurallarına uymak için kendi çıkarlarından fedakârlık yapmaktır. Ve her birey de
kendi malını canını korumak için, genel istence uyarak kendini güven içinde
hissedebilecektir.
Yukarıda anlatılan insanlar arası egemenlik biçimleri, topluluklardan
topluluklara değişen farklılarla birlikte, tarım toplumunun baskın niteliklerinin
görüldüğü dönemler boyunca da devam etmiştir. Toplumsal yaşantıda dini etkilerin
doruğa çıktığı, ortaçağ olarak bilinen zaman diliminde de, tarımsal faaliyetlerin
üretim bölüşüm ilişkilerinin temelini oluşturduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki
bağların temelini ise, bir tarafta topraklara sahip olan feodal efendiler, diğer tarafta
ise, bu toprakları işleyerek hayatta kalabilen çalışanlar oluşturmaktadır. Bloch
konuyla ilgili olarak “feodal toplumda karakteristik insan ilişkisi, bir astın en
35
yakınındaki şefe bağlanması olmuştu. Böylece oluşan bağlar, belirlenmesi mümkün
olmayan şekilde dallanıp budaklanıp, basamak basamak en küçükleri en büyüklere
bağlamaktaydılar” demektedir (1983: 547).
Yine Bloch’ un anlattıklarına göre, özellikle ortaçağ Avrupası göz önüne
alındığında, söz konusu itaate dayalı ilişkiler, genel geçer ilke sabit kalmak koşuluyla
değişik biçimlerde uygulanmıştır. Bu dönemde mallara sahip olma, ya da toprağa
bağlı çalışana sahip olma hemen hemen aynı görülmektedir. İş ilişkileri açısından
bakıldığında ise, toplumda büyük toprak sahibi olmaları sebebiyle statü ve hakları
biçimlenmiş özgür olan insanlar, toprağa bağlı köleleştirilmiş şekilde çalışanlar
yanında, kendi toprağını ekip biçen özgür köylüler de bulunmaktadır. Ancak söz
konusu durumların hepsi de bir aidiyetler çizgisi içinde gelişmektedir. Çoğu kere
insanlar daha güvenli yaşamak amacıyla kendileri bir efendiye (vassala) bağlanma
konusunda istekli olmuşlardır. Genellikle bu tür ilişkiler içerisinde emek gücü ise,
tarlada çalıştırma, hayvanların bakımının sağlanmasında kullanma, ev hizmetlerinde
bulundurma ya da ihtiyaç duyulduğunda efendinin malını ve canını koruma şeklinde
kullanılabilmiştir (Bloch, 1983: 318-323).
Yine incelenen dönem, Durkheim’ e göre değerlendirilecek olursa, henüz iş
bölümünün sanayi devrimiyle oluşan gelişmelerdeki gibi gerçekleşmemiş olduğu,
“mekanik dayanışma” şeklinin, yani benzeşen ilişkilerin güçlü bulunduğu,
geleneklerin etkisini ağırlıklı olarak gösterdiği, kültürel ve fikirsel açıdan insanların
birbirlerine daha yakın olduğu bir devri ifade etmektedir. Topluluktaki insanların, bu
benzeşmeyle kolayca birbirlerinin yerini alabildiği görülmektedir. Ayrıca çalışma
ilişkilerini düzenleyen kanunlar ise, kuşaktan kuşağa geçen kurallar olarak
aktarılmaktadır. Yine bu toplumda birey özgürlüklerinin son derece kısıtlı olduğu
anlaşılmaktadır (Durkheim, 1997: 31-64).
Bu bölümde anlatılanlardan doğa hâlindeki insanların nesillerini sürdürmenin
dışında savaşmadıkları, öldürmedikleri gereksinmeleri dışında biriktirmedikleri ve
tüketmedikleri görülmektedir. Oysa toprağa bağlanıp biriktirmeye başladıktan sonra
ise, birbirlerinin üzerinde egemenlik kurmaya çalıştıkları; kendi çıkarları
36
doğrultusunda varlıklı, güçlü insanların yoksulları çoğu durumda karın tokluğuna
olmak üzere, inanılmaz zulüm metotlarıyla kullandıkları görülmektedir. Hazlitt’ in
analizine göre de, (1973: bölüm: 1) yoksulluk problemi tarihin başlangıcından bu
yana sorun olarak devam etmektedir. Böyle olmasının sebeplerinin başında nüfus
artışına paralel olarak insanların ihtiyaçlarını karşılayamamaları gelmektedir.
Yoksulluk süreci Antik Yunan’ da, Roma’ da, sanayi devrimiyle birlikte de devam
etmiş, günümüzde de dünyanın farklı bölgelerinde çoğu Asya, Afrika’ ülkesinde
olduğu gibi açlık düzeyinde devam etmektedir. İnsanların yerleşik hayata
geçmeleriyle birlikte, varlıklıların tüm güçlerini kendi rahatlarını devam ettirmek için
harcadıkları, aşırı zor durumda kalan diğer insanların ise, zaman zaman ayaklanarak
efendilerine karşı savaştıkları anlaşılmaktadır.
Bu anlayışın böyle gelişmesinde, kadercilik anlayışının etkisinin büyük
olduğu görülmektedir. Aristoteles ve Platon’ a değinilirken de anlatıldığı gibi, birileri
pek bir değeri olmayan, ancak soyluların rahat etmesi için de gerekli olan kol emeği
ile gerçekleşen işleri yapmalıdır. Eğer bir insan dünyaya kendi bedeni üzerinde dahi
hakkı olamayacak bir durumdan geldiyse, sadece karın tokluğuna çalışarak topluluk
düzeni için, ölünceye kadar çilesini çekmelidir. İnsanlar toplum sözleşmesi ile yasa
devletine tabi olduklarında ise, en azından can güvenliklerinin korunması şartıyla
ellerinden gelen özveriyi yapacaklar, kaderlerine razı olarak hayatlarını
sürdüreceklerdir. Sanayileşmenin oluşturucu sebeplerinden de sayılabilecek, bitmek
tükenmek bilmez daha fazlasını elde etme hırsı, tüm bir barbarlıkla gelişecek;
dünyayı, doğayı keşfedecek; yeni makine ve aletler başarılarını taçlandırarak
sanayileşme döneminin oluşmasına katkı sağlayacaktır. Ne var ki, akıl varlığı olan
insanın en azından son derece vahşi güdüleri yerine, kapitalist üretim mantığı
temelinde vicdanının sesini dinlemesi mümkün olmayacaktır.
2.1.1.2 Sanayileşme Sonrası
Kapitalizmin mantığını açıklamak için bu bölüme kadar, doğa halindeki
insandan başlanılarak, tarım toplumundaki gelişmeler ele alınmış ve sanayi
devrimine kadarki süreç incelenmeye çalışılmıştır. Bu değerlendirmenin sebebi,
37
kapitalizmin kendisine özgün karakteri belirgin olmasına rağmen, onun da kökeni
incelenmeden çalışanlar açısından yapılacak değerlendirmelerin eksik kalacağının
düşünülmesidir. Bu bölümde konu incelenirken, feodal sistemin çökmesi ile ilgili
sebepler değerlendirilecek; sanayi devrimi ile ilgili önemli gelişmelere yer verilecek;
kapitalist düşünce tarzının çalışanlarla kurduğu ilişkiler üzerinde yoğunlaşılacak ve
literatürden de faydalanılarak konu düzenlenmeye çalışılacaktır.
2.1.1.2.1 İlk Oluşum Aşamasında
Sanayileşme sonrası dönemin ilk oluşum aşamasında, en önemli etkenler
arasında, kültür bilim dünyasında ortaya çıkan gelişmelerin ağırlıklı etkisi olduğu
görülmektedir. O nedenle burada, bilim ve teknolojide yaşanan ilerlemelerin üretimin
örgütlenişinin tarihsel gelişimindeki yerini incelemeye başlamak yerinde olacaktır.
İnsanlık tarihinde çağlar ilerledikçe, özellikle belirli karanlık dönemler
çıkarıldığında, yeni buluşların ve insan kültüründeki ilerlemelerin de etkisiyle daha
hızlı gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. Sanayi toplumunda da, bilimde meydana
gelen ilerlemelerin “dönemsel devir hızı”14 açısından, önceki çağlara göre hızlı bir
gelişmeyi temsil ettiği açıktır. Ancak köylülerin şehirlere akın etmesi, buhar gücüyle
çalışan tekstil fabrikalarının işlemeye başlaması, bilimde meydana gelen yenilikler
vb. gelişmeler önceki dönemlere çok şey borçludur.
Aslında dünya tarihinin değişik dönemlerinde farklı uygarlıkların kültür,
bilim dünyasına önemli katkılar yaptığı görülmektedir. Yine yapılan incelemelerde
görünen bir gerçek de, tarihin değişik dönemlerinde farklı uygarlıkların diğerlerinden
daha ileri gitmiş olduklarıdır. Burada, çok kısaca, geçmiş dönemlerdeki bu
uygarlıkları da incelemek, bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmelerin üretimin
örgütlenişine etkisini araştırmak yanında, dünyadaki kültüre ve gelişmelere hiçbir
uygarlığın tek başına sahip çıkma hakkının bulunmadığı konusunu belirginleştirmek
açısından da faydalı olacaktır.
14 Drucker, bu durumu “dönüşüm” kelimesiyle anlatmıştır. Tarihin her devresindeki değişimlerin ve ilerlemelerin aynı hızda olmadığını anlatmak için kullanmıştır. Özellikle teknolojide meydana gelen yenilikler, geçmiş tarihlerle kıyaslandığında, insanların hayatlarını inanılmaz ölçüde değiştirmiştir. Bk. (Drucker, 1993: 9 – 23).
38
Yine bir gelişmeyi nitelemesi bakımından, kapitalizmin de belirli bir kültürün
eseri olduğunu iddia etmek yanlıştır. Ancak bilim ve kültürdeki ilerlemelerin
sahiplenildiği gibi, kapitalizmin de üstün olduğunu vurgulama anlamında batı
dünyası tarafından sahiplenildiği görülmektedir. Bu gelişmeleri çok kısaca bilim ve
kültürdeki ilerlemelerle açıklayabilmek açısından, Yıldırım’ ın konuyla ilgili verdiği
bilgiler dikkate değerdir (1983). M.Ö 3000 yıllarında Mezopotamya’ da Sümer
uygarlığı, ilk önemli uygarlık olarak ortaya çıkmaktadır. Sümerlerin tarım ve
hayvancılıkta ileri gittiği, teknolojide de zamanlarında daha gelişmiş oldukları, bakır
elde edebildikleri, alaşım yoluyla kalay ve bronz elde edebildikleri görülmektedir.
Bir başka uygarlık Mısır uygarlığıdır. M.Ö 1800’li yıllarda karmaşık cebir ve
geometri problemlerini çözdükleri, tıp konusunda, mumya işlerinde çalışmalar
yaptıkları bilinmektedir. Ayrıca çok iyi bilinen piramitler, bu devir hakkında
günümüze eski Mısır hakkında önemli fikirler sunmaktadır. Yine M.Ö. 6. – 7. yy da
etkileri görülmeye başlayan antik Yunan uygarlığının, diğer uygarlıklardan elde
ettikleri bilgileri daha düzenli hâle getirip, yeniden yorumlayarak aşama sağladıkları
bilinmektedir. Örneğin Antik Yunan’ da, hakkında bilgi edinilebilen ilk kişilerden
Thales’ te, Mısır ve diğer ülkelere yaptığı gezilerde önemli bilgiler elde etmiştir
(Yıldırım, 1983: 18-26). Bir sonraki dönem de ise, Avrupa ortaçağında karanlık bir
dönem yaşanırken, özellikle M.S. 800 – 1100 yılları arasında Müslümanların çağa
göre çok parlak bir dönem yaşadıkları, İslam dünyasında meydana getirilmiş
eserlerin çevrilerek, Avrupa’nın bilimsel gelişmesinde önemli katkılar sağladığı
bilinmektedir (Yıldırım, 1983: 62-76).
Avrupa’ da bilimsel uyanış ise, 11.yy’ da belirginleşmeye başlamış, 13. yy’
da en yüksek noktasına ulaşmış; 16.yy’ dan başlayarak ise, deneye, matematiğe
dayalı modern bilim dönemi başlamıştır. 1850’ lerde İngilizlerin büyük kısmını
fabrika işçisi hâline getiren Endüstri devrimini hazırlayan iki önemli etken ise,
teknolojinin uygulama alanında kendisini gösterebilmesini sağlayan bilgi birikiminin
oluşması ve ticaret olanaklarının artmasıdır (Yıldırım, 1983: 136-147). Hemen
belirtilmesi gerekir ki, burada anlatılan insanlık tarihindeki binlerce yıllık gelişmeler,
bugünden bakıldığında çok küçük ilerlemeler olarak görülmesine rağmen, kendi
39
içerisindeki değeri çok yüksektir. Ayrıca başlı başına, konunun çok dışında,
incelenebilecek ilginç detaylara sahiptir.
Yukarıdaki satırlarda anlatılanlar, sanayi toplumunda bilim ve teknolojide
meydana gelen ilerlemelere giriş yapma açısından, iki önemli noktaya işaret
etmektedir. Bunlardan birisi, sanayi devrimini hazırlayan şartlardan ilki olan insan
kültür dünyasındaki gelişmelerin belirli bir toplumun değil, tüm dünyaya ait olduğu
gerçeği, ikincisi ise, sanayi devrimini hazırlayan ilerlemelerin yakın dönemlerdeki
gelişmelerle ilişkisidir.
Birçok araştırmacı, sanayi devriminin başlangıcı konusunda James Watt’ ın
1765’ te buhar makinesini bulmasını ve girişimcilerinde üretimde kullanmaya
başlamasını vermektedir. Sanayi devrimiyle birlikte gelen teknolojik değişimler, bu
süreci tanımlamak için yeterli değildir. Sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel alanlarda
meydana gelen değişimler de, gelinen her aşamanın tamamlayıcısı olmuştur. Adam
Smith’ in 1776 daki “Milletlerin Serveti” isimli yapıtı, bu devrin ekonomisini
anlatması bakımından, 1789’ daki Fransız Devrimi, siyasal boyuttaki yaşananları
açıklaması bakımından önemli gelişmelerin başında gelmektedir15 (Erkan, 1994:3-4).
Çalışma hayatında bilim ve teknolojinin meydana getirdiği etkiler
yadsınamaz durumdadır. Ve bu süreç de gittikçe gelişerek devam etmektedir. Göker
bu konuda Leon M. Lederman’ dan aktarımla “Bilim teknolojiyi doğurur; Bilim daha
çok bilim üretmek için doğurduğu teknolojiyi kullanır; Daha çok bilim daha çok
teknoloji üretir” demektedir (1995: 57). Gerçekten de bilimi dokumasını, üretmesini
bilen toplumlar, elde ettikleri bilgi ile beraber daha çok teknoloji, daha çok
teknolojiyle beraber daha çok bilim ve daha çok bilimle daha çok teknoloji üreterek
hızla ilerlemektedir. Bu ülkelerde çalışan insanların da, gelişmelerden belli ölçüde
faydalandıkları, gelişmekte olan ülkelere göre daha çok sosyal, ekonomik güvenceye
sahip oldukları görülmektedir. Ancak yeni gelişmelerde asıl temeli oluşturan payın,
15 Ayrıca bk. (Imamichi, 1994).
40
bu ülkelerde meydana gelen düşünsel devrimin insanlar tarafından benimsenmesi
etkisiyle olduğu ve bunun sonucu olarak fiziki bilimlerin gelişmesinin sağlandığı
unutulmamalıdır.
Yukarıda sanayi devrimini hazırlayan bilim ve teknolojideki gelişmelerin,
toplumsal yapıdaki değişime etkisi çok kısaca değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu
değişimlerin çalışanlar dünyasında direk etkiler yaptığı görülmektedir. Burada da söz
konusu etkenlerde insan akıl ve mantığının gerçekleşme şeklinin, otorite ilişkilerinin
şekillenmesi bağlamında kurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle Sanayileşme
sonrası ilk oluşum aşaması değerlendirilirken, öncelikle çalışanlara kapitalist
sistemin bakış tarzı ve mantığının incelenmesi yararlı olacaktır.
Erkan, sanayi toplumunu tanımlarken, (1994: 4 - 5) sanayi devrimiyle gelişen
teknolojilerin, üretimde, ekonomik alanda git gide artarak kullanılmasıyla, yeni sosyal
yapıların oluşmasının sağlandığını, ortaya çıkan yeni toplumsal yapının ise, “sanayi
toplumu” olarak adlandırıldığını anlatmaktadır. Ona göre tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçiş ise şöyle açıklanabilir: Bu dönemde, tarım dışında küçük el sanatları,
özellikle üretimin evlerde el tezgahlarıyla yapılmasıyla gelişmiştir. Tarım toplumunda
köle olarak çalışan köylüler özgürleşerek, emeklerini ücret karşılığı satan endüstri
işçisi olmuşlar; tarım toplumuna uygun olan geniş aile yapısı, çekirdek aileye
dönüşmüş; fabrikaların açılmaya başlaması ile, kentlerde evden yapılan üretim
tarzının değişmesi sonucu, buralarda insan trafiğinin artması gerçekleşmiştir. Böylece
sanayi toplumuna geçişte, toprak sahibi aristokratların önemi azalırken, bunların
yerine sermayeye hükmeden burjuvazi, toplumda değerlenen yeni yerin sahibi
olmuştur.
Sanayi devrimiyle birlikte kapitalist süreçte yaşananlar, burjuvanın
yükselişinin engellenemez bir sonucu gibidir. Çünkü burjuva sınıfı olağan üstü bir
girişimcilik ve para kazanma hırsıyla yanıp tutuşmakta; önünde hiçbir engel
istememekte; bütün gücüyle biriktirerek, işini büyütmektedir. Sınırsız bir büyüme
isteği tüm teknoloji, devletin yasaları dahil olmak üzere bundan böyle gücü temsil
eden burjuvanın elinde olmaktadır. Bu durumu açıklayan en önemli yapıtlardan birisi
41
de, Goethe’nin Faust’ u dur. Burada anlatılan girişimci, tamamen aç gözlü, elde
ettikleriyle bir türlü yetinemeyen, arzularını gerçekleştirmek için hiçbir kural ve ahlak
tanımayan biridir. Onun en önemli amacı kazanmak, kazanmaktır 16 (1999).
Yine Weber, sermaye sahiplerinin tutumlarını anlama açısından, sanayi
devriminin ilk oluşumuyla da ilişki kurulabilecek, Protestanlığın, kapitalistin bakış
tarzı ile uyumunu göstermek için, ismini anmadığı bir yazarın dilinden, bu mantığın
daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayan, şu dizeleri kaleme almıştır:
“Çağdaş bir yazar da bu iki mezhebin ekonomik yaşam karşısındaki tutumlarını şöyle dile
getirmeye çalışmıştır: Katolik.... daha sakindir. Daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır.
Çok az bir geliri de olsa, olanaklı en emin yaşam biçimini, sonunda onur ve zenginlik
getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih eder. Atasözü şakayla karışık, ya
iyi yiyin ya da rahat uyuyun der. Buna göre, Protestanlar iyi yerlerken Katolikler rahat
uyumak isterler” (Weber, 2002: 36).
Protestanlık açısından burada anlatılan zenginlik için tehlikeli yaşam biçimi,
Weber’ in diğer açıklamalarıyla birleştirildiğinde, dini açıdan israf etmeksizin
yapılan kazanmayla ilgili girişimler için geçerlidir. Öyle görülmektedir ki; sanki
Tanrı, Protestanlara dünya nimetlerine tedbirli yaklaşmayı; çileci bir hayat şeklini
emrederken, biriktirme, ticaret yapma ve bunlar için girişilen çabalar konusunda tam
tersi mücadeleci bir davranış şeklini emretmiştir. Yani yiyecek, giyecek, cinsellik
gibi nefisleriyle ilgili konularda son derece tedbirli olan bu insanlar, para kazanma
konusunda rahatlıkla riske girebilmektedirler.
Weber bu durumu “asketik Protestanlık” la ilgili açıklamalarda belirtmiştir.
Burada asketisizm; kendini dine adayarak, dünya nimetlerinden vazgeçme olarak
açıklanmaktadır (2002; 75). Burada konunun daha iyi anlaşılması açısından,
Weber’in kapitalizmin gelişim sürecine etkisini açıklamak için, ele aldığı “asketik
Protestanlık” ile ilgili olarak anlattıklarını incelemek yerinde olacaktır. Ona göre,
“asketik Protestanlık” mal sahibi, varlık sahibi olmanın beraberinde gelen zevklere
16 Aynı bilgiye kapitalizmin mantığının anlatımını pekiştirmesi sebebiyle, biraz daha geniş olmak üzere “fordist üretim” sistemiyle ilgili bölümde de yer verilmiştir.
42
karşı çıkmıştır. Aşırı ve lüks tüketimi özellikle sınırlandırmıştır. Ancak, mal
kazanmayı geleneksel ahlak anlayışının yasaklarından kurtarırken, daha çok
biriktirmenin Tanrı’ nın buyruğu olarak görülmesini sağlamıştır (Weber, 2002; 133-
134).
Hançerlioğlu’ nun çalışanlar konusunda Voltaire’ den şu aktardıkları da,
kapitalist mantığı anlamlandırma açısından ilgi çekicidir. “hiçbir şeyi olmayan bir
sürü insanlar bulunmalıdır.” Çünkü “hâli vakti yerinde bir adam kendi toprağını
bırakıp sizinkini sürmeye elbette gelmeyecektir. Hem bir çift kunduraya ihtiyacınız
olursa bunu size danıştay başkanı yapamaz” Ayrıca Hançerlioğlu yine Voltaire’ nin
yapıtlarından şöyle bir genel düşünce çıkarmaktadır. “Ayak takımı hiçbir zaman
akıldan yararlanamayacaktır. Bu sınıfın kendisini aydınlatmaya ne vakti ne de
yeteneği vardır. Aydınlanmış monarşi bunları yönetir” (1993: 268). Burada da
görüldüğü gibi, kapitalist mantığın temelinde dünyaya gelen insanların sermayelerine
göre sınıflara ayrılması yatmaktadır ve eğer ayak takımından bir ailede dünyaya
geldiyseniz, yanında çalıştığınız insanlar, size türlü çile çektiren sorunlarınıza karşı
son derece duyarsız olsa bile, onların rahat etmesi için canla başla çalışmak sizin asli
göreviniz olacaktır.
Wallerstein, sanayileşmenin ilk oluşum aşamasına da ışık tutacak şekilde,
modern dünya sisteminin M.S. 1450 civarlarında başladığını belirterek, çıkış
noktasını Batı Avrupa olarak tespit etmektedir. Modern dünya sisteminin, bu bölgede
Rönesans, Gutenberg devrimi ve Protestan reformu gibi aynı zamana rastlayan büyük
gelişmelerle birlikte; yine Batı Avrupa’da ortaya çıkan ‘Kara ölüm’ sonucu, köylerin
terk edilmesinin, (Wüstungen) senyörlerin gelirlerindeki önemli bir azalmanın
sonucu ortaya çıktığını anlatmaktadır. Ayrıca bir sistemin devam edebilmesinin
ancak zorunlu ayarlamaları yapabilmesine bağlı olduğunu; feodal sistemin de
temelinde “üç kilit kurum” senyörler, devlet ve kilisenin bulunduğunu; bunların
çökmesi ile feodal sistemin çöktüğüne inandığını belirtmektedir. Bu kurumların
çöküşünü ise, “demografik çöküş”, çiftçilerin azalması; gelirlerin azalması; kiraların
düşmesi; ticaretin küçülmesi; serfliğin çökmesi; köylülerin kendi ekonomik
durumlarının iyileştirilmesini büyük toprak sahiplerine kabul ettirmelerini ve bu
43
sebepten senyörlerin gelirlerinin, gücünün büyük ölçüde azalmasını sebep olarak
göstermektedir. Ayrıca devletlerin ve senyörlerin gelirlerinin azalmasından dolayı,
kendi zararlarını karşılamak için aralarında çatışma çıktığını, bu durumunda
soyluların yok edilerek köylülerin güçlenmesine yaradığını, kilisenin de ekonomik
zayıflama ve senyörlerin zor durumda olmasından, içerden saldırıya maruz kaldığını
belirtmektedir (Wallerstein, 2000: 143-144).
Sanayileşmeyle ilgili konu açısından bakıldığında, işgörenlerin durumunu
kapitalizmin mantığında şekillenen süreçte analiz etme açısından, en önemli
eserlerden birisi de Marx tarafından ortaya konmuştur. Ünlü ‘Kapitalinde’ iş ilişkileri
mal ve o çağın makineleşmesinin getirdikleri üzerine epeyce bir materyal sunmuş;
ayrıca daha çok kazanma uğruna kapital sahiplerinin engellenmedikleri takdirde en
ahlaksızca insanları nasıl sömürdüklerini birçok örnekle ortaya koymuştur.
Emekçilerin sanayileşmenin ilk oluşum aşamasında, durumlarını analiz edebilme
açısından bu yapıttan kısaca birkaç alıntı yapılması uygun olacaktır. İlk örnek
Nottigham şehir meclisi salonunda, 1860 yılında belediye başkanı Broughton Cartol’
un yaptığı konuşma ile ilgilidir. “9 ve 10 yaşındaki çocuklar gece yarısından sonra
saat 2, 3 veya 4’ te kötü ve pis yataklarından zorla alınıp geceleyin saat 10, 11, 12 ye
kadar çalıştırılıyorlar. Ellerine verilen ücret ancak canlarını tende tutacak kadar bir
şey. Elleri, kolları ve bütün vücutları harap oluyor, kavruk ve güdük yaratıklar hâline
geliyorlar” bir başka işçi aynı bölümde, çalışmasını şöyle anlatmaktadır: “Hafta
içinde her gün sabahları saat 6’ da işe gelir, ... hafta içinde her gün akşamları saat 9’
a kadar çalışırım. Demek ki, yedi yaşında bir çocuk için günde on beş saatlik bir
çalışma!” .... Bir başka çocuk, bu kez on iki yaşında J. Muray, dan Marx şunları
aktarmaktadır: “Tekerleği çevirir ve kalıp işine bakarım. Sabahları saat 6’ da, bazen
4’ te gelirim. Bu sabah saat 6’ ya kadar bütün gece çalıştım. Dün geceden beri
uyumadım’ Diğer 8, 9 çocuk da benimle beraber bütün gece çalıştılar” (1974: 360 -
369). Burada verilen örnekler, insan aklının eseri olan makineleşmeyle birlikte,
emekçiler üzerinden sürdürülen etkinliklerin ulaştığı çarpıcı boyutları
göstermektedir. Yine Erkan, bu dönemi anlatırken “günde 16 saat boğaz tokluğuna
çalışan ve hiçbir güvencesi olmayan yığınlar oluşmuştu” demektedir (1994: 4-5).
44
Sanayileşme sonrası dönemdeki ilk oluşum aşamasında, çalışanların
sorunlarının çok uzun bir zaman diliminde ve hatta 19.yy da da devam ettiği
görülmektedir. Hobsbawm, 19.yy. da çalışanların durumunu anlatırken,
“On dokuzuncu yüzyılda işçilerin yaşamına egemen olan tek etken varsa o da güvensizlikti.
Hafta başında işe başlarken, ne kadar kazanacaklarını bilmiyorlardı. O sırada yaptıkları işin
ne kadar süreceğini ya da işlerini kaybettiklerinde yeni bir iş bulup bulamayacaklarını,
bulsalar bile, çalışma koşullarının ne olacağını bilmiyorlardı. Başlarına gelebilecek kazadan
ya da hastalıktan nasıl etkileneceklerini bilmiyorlardı ve orta yaşlarında vasıfsız emekçiler
için kırklarında daha vasıflı olanlar içinse ellilerinde bir yetişkinin yapabileceği işleri tam
olarak yapamayacaklarını bilseler bile, bu yaştan sonra başlarına ne geleceğini bilmiyorlardı”
demektedir (Hobsbawm, 1998 : 239-240).
Sayın’ ın aktardığına göre, İngiltere’ de sanayi devriminin başlangıç yıllarına
bakıldığında, işgörenlere sorulmaksızın oluşturulan yasalarla, sosyal güvence diye
hiçbir şey olmayan bir ortamda, işçilerin her türlü örgüt kurmalarının yasaklanmış
olduğu, sermaye çevreleri içinse her türlü özgürlüğün mevcut olduğu görülmektedir.
Bu dönemde işçilerin rahatça sömürülebilmesi için, çalışma karnesi uygulaması;
patrondan izinsiz iş değiştirme yasaklaması; aylak gezen işçilere polis tarafından
çalışma karnesi sorulması; çalışma karnesi olmayanların işyerlerine teslim edilmesi
vb. önlemler alındığı görülmektedir (Sayın, 2002: 301). Burada Sayın’ ın anlattığı
durum insanları köle yapmanın bir başka türünden başka bir şey değildir. İnsanları
köle yapmak ise, Proudhon’ un fikirlerinde çok iyi bir şekilde ifade edildiği gibi,
insanları köle yapma anlamında cinayetle eş, mal sahibi olma ise, kaynağının
haksızca sahip olmaya dayanması sebebiyle soygundur (1999: 12).
Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi, hırs, başkalarından üstün olma,
diğerleri üzerinde iktidar kurma gibi insanlara özgü bazı psikolojik nitelikler,
kapitalizmi ve dolayımıyla burjuvaziyi ortaya çıkaran temel etmenlerdir. Wallerstein,
kapitalizmin birikimi en üst düzeye çıkarmak gibi akılcı bir niyete sahip olduğunu
belirterek; “Ancak girişimciler için akılcı olanın emekçiler içinde akılcı olması
zorunluluğu yoktur. Daha da önemlisi, kolektif bir grup olarak tüm girişimciler için
akılcı olanın verili her girişimci için de akılcı olması zorunluluğu bulunmamasıdır”
demektedir (2002: 15).
45
Buradaki birkaç cümlenin de özetlediği gibi, sermaye kurduğu sistemi, en
akılcı ve vazgeçilmez olarak sunarken, hem çalışanlar açısından, hem de kendi
rakipleri için, bütün kültür birikimini de kendine mal ederek kendi çıkarlarına uygun
olarak kurduğu bu düzeni, en mükemmel oluşum olarak sergilemektedir. Oysa iş
verenler açısından bakıldığında kâr oranını maksimuma çıkarmanın en vazgeçilmez
yolu, daha az işçiyle, daha az ücretle daha çok üretim yapmaktır. Çalışanlar açısından
bakıldığında ise, özellikle sosyal devlet anlayışı gelişmemiş ülkeler açısından, aynı
durum, işsizlik, yokluk, açlık, sefalet demektir. Piyasada tutunamayan girişimciler
için de, devletin etkin önlemler alamadığı ülkelerde, aynı durum hazırdaki varlığını
kaybetme, geleceğe güvenle bakamama, haksız rekabetin ezikliğine katlanma
demektir.
Sanayi devrimi ile birlikte kapitalist üretim biçiminde çalışanların durumunda
çok önemli veriler sunan ve tespitlerde bulunan Marx, hem o dönem hem de
zamanımıza işgörenler açısından ışık tutacak veriler sunmuştur. Bunların başında,
sermaye sahibinin emekçiler üzerinden elde ettiği geliri analiz eden “artık değer
teorisi” gelmektedir (1998: 444 – 456). 17 Onun bu konuda ileri sürdüğü artık değer
teorisi kısaca şu şekilde açıklanabilir. Örneğin bir fabrikada, bir işçiye ödenen günlük
ücret on milyon olsun, bu ücret çalışanın emeğini kiralamak için verilen bir paradır.
Oysa çalışanın bedeniyle “günümüzde beyin emeği de ağırlıklı” üretimini
dönüştürdüğü iş verenin kârına dönüşen değer, işyeri ile ilgili masraflar da
çıktığında, işin durumuna makineleşme ve makinelerin otomatikleştirilmesi ile de
bağıntılı olarak aynı değildir. Bu aradaki fark ise artık değeri oluşturmaktadır. Yine
aynı biçimde bu işyerinde üç yüz kişi çalışıyorsa, toplam artık değer bir kişiden elde
edilen artık değerin üç yüz ile çarpımından oluşacaktır.
17 Marx, üretimin tamamının oluşturulmasında emeğin rolünü temel etken olarak öne sürmektedir.
Ancak, benzer şekilde, bu kısmıyla doğallıkla Marx’ınki kadar kapsamlı olmasa da, aynı düşünceler
çok önce İbn-i Haldun tarafından da ileri sürülmüştür. O bu konuda “..kişilerin çalışarak ve emek sarf ederek
ele geçirdikleri ve topladıkları para ve mal, zanaat ve sanayide çalışmak suretiyle elde edilirse, bu
kazançların ve topladıkları mal ve paranın iş ve emeğin kıymetinden ibaret olduğu meydandadır”
demektedir (Kongar, 1981:63).
46
İş bölümü konusunda da incelemelerde bulunan Marx, iş verenin işi parçalara
bölerek, hem çalışana bir ve tek aynı işi yaptırarak, daha fazla üretim yaptırdığını,
hem de makinelerin daha fazla verimli kullanılmasını sağladığını belirtmektedir.
Çalışanlar açısından bu durumu şu kelimelerle ifade etmektedir: “Ömrü boyunca bir
ve aynı basit işi yapan bir işçinin bütün vücudu bu işin otomatik, uzmanlaşmış bir
aleti hâline gelmiştir, ve bu nedenle bu işçi işini yaparken birbiri peşi sıra bir dizi işi
yapan bir zanaatçıdan daha az zaman harcar” (1974: 492 – 512).
Yine iş bölümü konusunu Durkheim’de, sosyolojik açıdan
değerlendirmektedir. Organik dayanışmayla ilişkilendirdiği fikirlerinde, mekanik
dayanışmada anlattıklarının tersine, iş parçalara bölünmüş, farklılaşmış, bireysel
ilişkiler daha özgürleşmiş, geleneklerin etkisi azalmış, yazılı kayıtların, hukuksal
işlemlerin önemi artmıştır. Toplumsal yaşayışta, gelişen iş bölümüyle birlikte ise,
herkesin diğerinin ürettiğine muhtaç olduğu bir üretim, değişim sistemi ortaya
çıkmıştır. Bu gelişmelerin oluşmasında ise, sanayi toplumunun yapısı etkili olmuştur
(Durkheim, 1997: 101-146).
Bu aşamada ortaya çıkan gelişmelerin muhafazakâr bir yapıda gerçekleşmesi,
kamuda bulduğu yansımalarla da pekişmiştir. Artan üretim ve buna bağlı olarak
gelişen ticaret, şehirlerin, ülkelerin sınırlarını da aşmasıyla birlikte, malî içerikli bir
piyasanın genişlemesine de katkı sağladı. Malî tekniklerin gelişmesi, pazarlarda
oluşan borsalar, vb. hareketlilik ticari kapasitenin artması da bu dönemde gerçekleşti.
Yine sermaye hareketlerinde oluşan değişimler, yeni haber alma gereksinmeleri
ortaya çıkararak, meslekî düzeydeki iletişimin beklentilerine uygun düzenlemeler
getirdi. Bu haberleşme ağı, genel halkın dışında gerçekleşen bir bilgilendirmeyi
içeriyordu. Söz konusu süreçte ilgili yapının bürokratik temele oturtulması ve devlet
güvencesi sağlanması öne çıkarak, modern devletin önemli parçası olan
vergilendirme sistemiyle birlikte kamusal alandaki kurumlaştırmalar yaygınlaştırıldı
(Habermas, 1999: 74–91). Anlaşılacağı gibi, kamusal alanda ortaya çıkan değişimler,
egemenlerin haklarının hukuksal düzenlemelerle biçimleştirilmesi, güvencelerinin
artırılması, yapının tüm toplumsal uygulamaları içerecek şekilde disipline sokulması
şeklinde bu dönemde sistemleştirildi.
47
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi, sanayileşmenin ilk oluşum
aşamasında, sermaye sahipleri, emekçilerin üretimlerini son derece ustalıkla “artık
değere” dönüştürerek, kendi gelirlerini artırma açısından acımasızca da olsa,
meydana gelen gelişme ve değişimlerin temel dinamiğini oluşturmuşlardır. Ancak
çalışanlar açısından incelendiğinde ise, bu devre, kol emeği ile geçinen insanların en
fazla ezildikleri, yıprandıkları, tamamen sosyal güvencelerden yoksun kaldıkları bir
dönem olmuştur. Köleci toplum yapılarıyla karşılaştırılabilecek bu zaman diliminde
yaşananlar, sermaye sahiplerinin akıllarını en acımasızca ve organize şekilde,
çalışanların emeği üzerindeki denetimlerini artırmak için kullandıkları bir devreye
işaret etmektedir.
Tüm bu gelişmeler yanında, çalışanların bazı temel sosyal-ekonomik hakları
elde etmeye başlamaları da yine bu dönem içinde gerçekleşmiştir. Şehirlerde ve
fabrikalarda meydana gelen kalabalıklaşma, sosyalist düşüncelerin de etkisiyle sınıf
bilincinin doğmasında etken olmuş; işgörenlerin elde ettikleri haklarda önemli
gelişmeler olmuştur.
2.1.1.2.2 Fordist Üretim Sistemi Aşamasında
Fordist üretim sistemi kavramının sembolik doğuş yılı olarak 1914 verilmekte
ve ismini de Henry Ford’ un otomobil fabrikalarında yaptığı uygulamalardan
almaktadır. Ancak fordizm Henry Ford’ un başlı başına bir bulgusu değildir. Onun iş
örgütlenmesi ve teknoloji yönünden meydana getirdiği gelişmeler, birçok yerleşmiş
uzantının sonucudur. Ford, var olan emek gücünün uygulamadaki yerini iş
bölümünün organizasyonunu yeniden düzenleyerek, verim artışını sağlama yoluyla
gerçekleştirmiştir. Yeni uygulamaların teorik çerçevesinde, Taylor’un bilimsel
yönetimin ilkelerinden faydalanılmış, pratikte ise, işçilerin yürüyen bir bant
sisteminde sabitlenip işin parçalara bölünmesiyle, üretimde inanılmaz katlamalar
meydana gelmesi sağlanmıştır.18 Ford sisteminin amacı; işin yeniden düzenlenmesi
sayesinde kârlılığı artırmanın yanında, meydana getireceği gelir artışı ve boş zaman
18 Taylor’ un fikirlerinin geniş bir açınımı için bk. (Person, 1972).
48
sayesinde, büyük şirketlerin gittikçe artan üretimlerine karşı tüketici bulmaktır.19
Kapitalist sistemde her zaman rastlandığı gibi, bu dönemde de fazla üretime karşı
pazar arayışı sorunu ortaya çıkmış, bir ara çalışanların tüketiciliğe teşvik edilmesi de
denenmiş, hatta işçilerin ücretlerini artırma yoluyla da piyasa canlandırılmaya
çalışılmıştır. Ancak, o dönemdeki işçilerde henüz oluşturulamamış olan tüketici
kültürü kalıpları sebebiyle, bunu uygulamaya geçirenler başarılı olamamıştır (Harvey, 1999: 147–149).
Yine devlet, mevcut sistemin getirdiği dışlanmışlar ile ilgili sorunlarda da
devreye girmek zorunda kalmıştır. Çünkü toplumun sahip olduğu refah düzeyinden
yeterince faydalanamayan bu dışlanmışlar, sosyal patlamalar şeklinde tepkilerini
göstermişlerdir. Sınıflar arasındaki oluşan bu aşırı farklılıkları, en aza indirebilmek
için devletler hukuki tedbirler ve gelirin yeniden dağılımı gibi düzenlemelerle
mevcut sorunları aşmaya çalışmıştır. Böylece Fordizm, gittikçe örgütlenmeye
başlayan emekçiler karşısında, karşı karşıya kalınılan kriz durumunu aşmaya
çalışmak için gitgide mevcut refahtan daha çok pay dağıtmak, insanların konut,
sağlık, eğitim, vb. sorunlarını çözmek zorunda kalmıştır (Harvey, 1999: 162).
Ancak bu durum çalışanların karşılaştığı güçlükler için yeterli kapsayıcılıkta
gerçekleşmemiştir. İşgörenlerin sayıca git gide artmalarıyla birlikte süregelen
sıkıntılar, fordist üretim sistemi döneminde sendikaların yaygınlaşması için uygun
bir zemin meydana getirmiştir. Bu dönemde çalışanlar, çalışma şartları, ücretler vb.
sorunlarla karşılaştıklarında zaman zaman mevcut yasaların karşısına geçerek de
olsa, grevlerle haklarını aramaya çalışmışlardır (Eldridge, 1972: 12-26).
Harvey’ in Marx temelinde anlattıklarına göre, kapitalist üretim tarzının üç
ana özelliği şöyledir: 1. Kapitalizmde, hangi ekolojik ve jeopolitik şartlarda olunursa
olunsun, toplumsal ekonomik ve politik durumlar ne olursa olsun, asıl amaç
19 Genellikle fordist üretim sisteminin Taylor’ un fikirlerinden beslendiği bilinmesine rağmen, Fayol’ da konu üzerinde onunla aynı dönemlerde önemli çalışmalar yapmıştır. Özellikle yönetimin genel ilkeleriyle ilgili olarak, iş bölümü, otorite, disiplin-gözetim, kumanda birliği, personel ücretleri, merkeziyet, hiyerarşi, çalışanlar arasında birlik, üzerinde durduğu önemli konulardandır (Fayol, 2005). Tezde, TKY’ ne ilişkin yaklaşımların değerlendirildiği konu başlığında, karşılaştırma amacıyla daha fazla bilgi verilmektedir.
49
büyümedir. Bu üretim tarzında temel erdem olan büyüme gerçekleştirildiği sürece
sorun yoktur. Tersi durum ise, kapitalizmin krizine işaret etmektedir. 2. Sermaye her
zaman ihtiyaç duyduğu emeği kullanmak zorundadır. Yani burada kullanılan emek
bir değer yaratacaktır, ancak kapitalist kârın oluşması ve büyümesi için hiçbir zaman
yaratılan değer ile aynı olmayacaktır. 3. Kapitalist sistemin krizlerini nispeten
önlemede baş vurulan diğer bir olgu da, teknolojik ve organizasyonel yeniliklerin
mutlak zorunluluğudur (Harvey, 1999: 199–206).
Harvey, Marx’ ın yukarıda anlatılan kapitalist üretim tarzının üç önemli
şartının her zaman sorunlu ve krize yönelik, tutarsız, çelişik olduğunu
vurgulamasının doğru bir tespit olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre “aşırı birikim”,
“atıl emek”, “atıl sermaye” bir arada bulunduğu hâlde, buhrandan çıkmak için faydalı
hiçbir şey yapamaz. Burada söz konusu sorun, üretimde meydana gelen aşırı meta
birikimi, emek de meydana gelen aşırı birikim ve dolayımında meydana gelen
işsizlik, buhranın ana sorunlarını oluşturmaktadır (Harvey, 1999: 199–206).
Fordist üretimin kültürel temeli ise, “modernizm” kavramıyla açıklanarak
toplum yapısı şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Yukarıdaki paragraflar dikkate
alınarak incelendiğinde kolayca anlaşılacağı gibi, aslında modernlik demek bu açıdan
bakıldığında kapitalist sistemin beklentilerinin gerçekleştirileceği kültürel yapıları
kurmak demektir. Yani sanayi devrimiyle birlikte de yaşandığı gibi, fordizmin
gelişmesini sağlayacak kültürün, tüketim kalıplarının, toplum yapısının ve hatta aile
yapısının yeni sisteme göre biçimlendirilmesini kapsamaktadır.
Berman’ a göre modernizm; yaşam koşulları içerisindeki mekânın, zamanın
olumlu ya da olumsuz olarak yaşanışı ve içinde bulunulan koşulların durmadan
parçalanarak değiştirilmesi olarak ifade edilmektedir. Yine Berman’ a göre, modern
olmak için Marx’ ın ifadesiyle “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir evrenin parçası
olmak gerekmektedir. Burada, her türlü kalıp, dinsel doğma, ya da değişmez büyük
gerçek kabul edilen yargılar modernlikle beraber yok olmaktadır. Yani
sanayileşmenin gerekleri için “katı olan her şey buharlaşmakta” yeni biçimlere
girmektedir (Berman, 1994: 118-119; Harvey, 1999: 23-24).
50
Konuyla ilgili olarak yine, aydınlanma düşüncesi incelenirse, amaçladığının
tersine, daha fazla özgürlük yerine, insanlığın kurtuluşu adına evrensel bir baskı
oluşturduğu görülebilir. Buna örnek olarak; Horkheimer ve Adorno’ nun
“Aydınlanmanın Diyalektiğin” de anlatıldığı gibi, öne çıkarılmak istenen akılcılıkla
bir hakimiyet ve baskı mantığı getirebilir. Horkheimer ve Adarnoya göre bu
durumdan çıkmanın yolu, “doğanın isyanıyla” mümkün olabilir. Buradan doğanın
karşı çıkması olarak kastedilen, insan doğasının isyanının, kullanılmak istenen saf
araçsı akla karşı koymasıdır. Yani insan doğasında var olan kişilik ve kültürün karşı
koymasıyla, bu ezici baskı durumundan insan kurtuluşunun sağlanabilmesidir
(Harvey, 1999: 199–206). Burada anlatılanlar “kavramlar ve analitik ayrımların
anlatıldığı” kısımdaki insanların kendisi olmasının önündeki engellerin kaldırılması
anlamındaki “özne” kavramıyla değerlendirilirse, daha büyük bir anlam
kazanmaktadır.
Modernitenin düzenleyen, plânlayan, rasyonellik adına akıl böyle emrediyor
teziyle, insanları denetim altına alan baskıcı tarzı, yukarıdaki fikirler karşılaştırılınca
da görüldüğü gibi; kapitalizmin anlatmaya çalıştığımız mantığıyla da uyuşmakta,
mevcut bütün kurgularını kendi çıkarları doğrultusunda meydana getirmekte, ancak
kalabalık içerisinde bireyi kaybetmektedir. Kapitalizm uluslararası düzeyde de
burjuva ve emekçi ilişkisine benzer ilişkiler kurmakta, yeterince gelişememiş ülkeleri
kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Bu anlamda bakıldığında modernite ve
post-modernite teorileri olarak kullanılan teoriler de, kapitalizmin mantığına hizmet
etmektedir.
Fordist üretim sistemi, bu araştırmada konunun örgüt düzleminde
değerlendirildiği bölümde de netleşeceği gibi, çalışanları montaj hattında, yürüyen
bant sisteminde sabitlerken, onları işyeri ve toplum ortamında yabancılaştırmakta;
kapitalist sistemin uygulanışının bir gereği olan ucuz iş gücü sağlamak için, dışarıda
karın tokluğuna çalışmaya hazır milyonlarca yoksula gereksinim duymaktadır.
51
2.1.1.2.3 Post-Fordist Üretim Sistemi Aşamasında
Yakın zamanlı yapılan araştırmalarda, teknolojinin de ilerlemesi bağlamında
uluslararası düzeyde bazı ülkelerden bile daha büyük sermaye sahiplerinin oluştuğu
görülmektedir. Bu durum işgörenler ve işverenlerin gelirlerinin karşılaştırılmasıyla,
tarih incelendiğinde de anlaşıldığı gibi, her yeni zaman diliminde işverenlerin arayı
kat kat aşmasıyla sonuçlanmaktadır. Kapitalist mantığın gereği olarak her zaman
yedek işçi deposu görevini gören bir işsizler ordusu, yoksullar ordusu ise büyük
kentlerin uç semtlerinde (getto/varoş denilen yerler) marjinalleşmiş bir hâlde yaşam
kavgası vermektedir. Gelişen süreçte bu milyonlarca insan çelişik bir ikilem içinde,
adına post-fordizm, post-modernizm, esnek üretim, küreselleşme vb. denilen
kavramların yerleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda görünmez hâle gelmektedir.
Araştırma kapsamında daha iyi açıklanmaya çalışıldığı gibi, tüm bu kavramlarla
uygulanmaya konan stratejiler çağın uygarlığına yakışmayacak şekilde, toplam
işgörenlerin çıkarlarına karşıt bir gelişim göstermektedir.
Yukarıda anlatılan durumlar dikkate alındığında, sanayi devriminden bu
yana çalışanlar için, kapitalizmin temel mantığı aynı kalmak üzere herhangi bir
değişim olmadığını, hiçbir yapıda farklılık gerçekleşmediğini söylemek de yanlış
olacaktır. Sanayileşme sonrası dönemin ilk oluşum aşaması anlatılırken incelenen
işgörenlerin içinde bulundukları şartlar hatırlanırsa, bugünkü durumla çok büyük
farklılıklar olduğu anlaşılabilir. Söz konusu gelişmelerle ilgili olarak, işgörenlerin
çalıştıkları işlerin, iş kollarının çeşitlenmesine bağlı olarak, çalışanların iş
koşullarının ve iş doyumunun değişmesi gösterilebilir. Beyaz yakalı olarak bilinen
büro vb. işlerde çalışanlarla, mavi yakalı olarak bilinenlerin oranlarındaki değişimler;
ayrıca önce tarım sektöründe çalışanların çok yüksek oranda olmasına rağmen,
zamanla sanayi sektöründeki belirgin oransal artış, daha sonra hizmet sektöründe
ortaya çıkan artışlar bu duruma örnek olarak verilebilir (Goldhorpe, Lockwood,
Bechhofer, vd., 1973).
Ancak, gerçekten de yukarıda anlatılan değişimler ortaya çıkmış olduğu
hâlde, burada anlatılanlarla geçmişe göre beklendiği şekilde olumlu gelişmeler
52
olduğu anlatılmak istenmemektedir. Çünkü temel iddia şudur: Evet kapitalizmin
çalışanlar açısından uygulanışında yüzeysel değişimler yaşanmıştır. Özellikle
gelişmiş ülkelerde yaşayan emekçiler, sosyal-ekonomik açıdan daha iyi bir durumda
olabilir. Kimse polis gözetiminde işyerlerine teslim edilmiyor. Ancak tüm bunlar,
daha önce de değinildiği gibi, vahşi kapitalizmin, bırakınız yapsınlarcı tavrının,
sadece sermayesi, gücü olandan yana işleyen mantığıyla birlikte gündeme getirilen
temelinde, olumlu değişimler ortaya çıkarmamaktadır. Aynı şekilde, iş gücünün
pazarlık koşullarını zorlaştırmak için, tüm dünyada son derece sağlıksız koşullarda
yaşayan milyonlarca yoksulun dramlarına çare üretmemektedir.
Post-fordist sistem, üretim organizasyonun her ne kadar yeniden
düzenlenmesi ile ilgili ise de, bu çalışmada konunun daha geniş kapsamlı olduğu
vurgulanmak istenmektedir. Çünkü tüm üretim biçimleri yalnızca üretim alanındaki
faaliyetler, çalışanların sistemdeki görevleri vb. durumlarla açıklanamaz. Her üretim
biçimi insanlara bir yaşama biçimi, moda, kültür, üretim-tüketim kalıbı, sosyal-
ekonomik siyasal anlayışı da dikte etmekte, hatta tüm dünyayı kendi gelişmesi adına
yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Burada, post-fordizm çalışanlar ve toplum
açısından incelenirken, aslında kapitalist üretim mantığında önemli bir farklılık
getirmeyen, “modernizm”, “post-modernizm” “esnek üretim”, “azgelişmişlik”,
“küreselleşme”, gibi kavramların birbirleriyle ilişkisi içinde tartışılması da yerinde
olacaktır.
Çalışanlar açısından fordizm, geliştirdiği fabrikalaşma ve sanayi üretimi ile
birlikte geniş çaplı işçi kitlelerini de beraber getirmiştir. Bu da sendikal hareketler
için uygun bir kaynak meydana getirmektedir. Ancak teknolojinin yönünün
değişmesi, çalışma hayatında fabrika dışı üretim biçimlerinin de gelişmesine sebep
olmuştur. Harvey bu konuda, küçük ev içi üretimlerini, küçük atölyeleri, ayrıca
1970’ lerde görülmeye başladı dediği, 1980’ ler de azalmak bir tarafa daha da
çoğaldılar şeklinde ifade ettiği, terleme atölyelerini “sweat shop” örnek vermektedir.
Oysa sendikal hareketler, belirli merkezlerde işçilerin sayılarının artmasıyla
güçlenmektedir (Harvey, 1999: 176).
53
Yine Harvey’ e göre, 1960’ ların ortalarında fordizm içinde önemli sorunlar
oluşmaya başladığı anlaşılmaya başlamıştır. Aynı zamanda Japon ve Avrupa
ekonomilerinin kendilerini toparladıkları, iç pazarlarını doyurmaları sonucu, fazla
üretimlerini dışarıya satmak istedikleri bir dönem oluşmuştur. Bunda da sırasıyla
otomazisyon, robotlaşma, sibernetik vb. yeni teknolojilerin kullanılmasının etkisi
olmuştur. Ayrıca, bu dönem, fordist yönetim ve rasyonelizasyonun etkisiyle
gerçekleştirilen daha az işçiye ihtiyaç duyma sonucu, gittikçe daha fazla işçinin işten
atıldığı bir zamana rastlamıştır. Sonuç olarak da, sermayenin yeni üretim teknikleri
ve teknoloji kullanımını yaygınlaştırmaya başlamasıyla, 1968’ de Avrupa’ da ve
Amerika’ da sisteme karşı koymalar başlamıştır (Harvey, 1999: 164 -165).
Böylelikle gerçekleşen sürecin, çalışanlar açısından mantığını anlamada,
Bauman’ ın verdiği örnekler de durumu açıklar niteliktedir. Burada, İngiltere’de
Thatcher zamanında Tory yıllık konferansında tüm rant sahibi insanların, kendi
çıkarlarını da ilgilendiren, yol yapımı, su, kanalizasyon, yerel yönetim gibi vergileri
desteklerken; aynı iş adamlarının toplumsal gelir dağılımı ve sosyal sigorta gibi
konulara bakışlarında açığa çıktığı gibi, kaderlerinden sorumlu olmadıklarını
düşündükleri alt tabakada kalmış insanlar için bir şey yapmak istememeleri
anlatılmaktadır (Bauman, 1999: 14). Yani sermaye kendi mantığı gereği, kendinden
başkasına yaşama hakkı tanımamakta; kapitalist sınıfın ileri gelenleri ise, yaşanılan
dünyada birilerinin fakir olmasının sebebinin, birilerinin aşırı zenginliği sebebiyle
olduğu gerçeğini anlamak istememektedir. 20
Yine aşağıya Bauman’ın, Woollacott’ dan aktarmasından alınan bir diğer
örnek de yukarıda yazılanları destekler niteliktedir (1999: 66).
“İsveç-İsviçre ortaklığı olan Asea Brown Boveri şirketi Batı Avrupalı işgücünde 57.000
kişilik bir azaltmaya gideceğini, bu arada Asya'da yeni iş alanları yaratacağını duyurdu. Bu
duyurunun ardından Electrolux, çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika'da olmak üzere, küresel
işgücünde % ll' lik bir kesintiye gideceğini ilan etti. Tam on gün içinde, üç Avrupa firması
20 Burada dünyaya geliş sebebiyle insanların hepsinin eşit haklara sahip oldukları, ancak mülkiyet sistemi ve üretim sistemlerinin kurdukları otoriteyle birlikte, bu eşitliğin bozulduğu düşüncesi vurgulanmak istenmektedir. Söz konusu otorite ve sınıfların haksızca oluşumu ile ilgili daha fazla bilgi için bk. (Engels, 1974).
54
personel sayısında yeni Fransa ve Britanya hükümetlerinin istihdam yaratma önerilerinde
sözü edilen rakamlarla kıyaslanabilecek kadar büyük işçi çıkardı. Bilindiği gibi Almanya'da,
beş yılda 1 milyon kişi işini kaybetti ve bu ülkenin şirketleri Doğu Avrupa, Asya ve Latin
Amerika'da büyük işletmeler kurmakla meşgul. Eğer Batı Avrupa endüstrisi kitlesel olarak
Batı Avrupa dışında bir yerde yeniden kuruluyorsa, o zaman işsizlik sorunu konusunda en iyi
hükümet politikasının ne olacağına dair bütün tartışmaların sınırlı bir anlama geleceğini
görmek zorundayız.”
Alıntıdaki örnekte de görüldüğü gibi sermaye, post-fordizm, esnek üretim
anlayışları çerçevesinde hammadde, emek vb. şartları değerlendirmekte ve en fazla
artık değeri elde edeceği olanakların peşinden koşmaktadır. Buradan belirginleşen
süreçte, gelişmiş ülkelerde yaşanan yüksek refah seviyesinin de aslında geniş çaplı
olarak yeterince gelişememiş ülkelerdeki emek gücü üzerinden sağlandığı
görülmektedir. Yani uluslararası sermayenin baskısı sebebiyle, ekonominin
hükümetlerin kontrolünün dışına çıktığı anlaşılmaktadır. Bu da, uluslararası
devleşmiş güçlere karşı sorunların gittikçe artmaması için, toplumların, ulus-
devletlerin daha duyarlı ve bilinçli olması gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Post-fordizm’ in çalışanlar açısından incelenmesi gereken önemli bir
bağlantısını da, esnek üretim biçimleri oluşturmaktadır. Konuyla ilgili olarak,
Harvey’ e göre, 1960’ ların ortalarında fordizm içinde önemli sorunlar oluşmaya
başladığı anlaşılmaya başlamıştır (1999, 164). Sonuç olarak kapitalist mantık bu
krizden kurtulmak için de, arayış içine girmiş, sermaye hareketleri vb., iş yönetimi
dahil olmak üzere esnek yapılar geliştirerek sorunu aşmaya çalışmıştır. Hall’ da,
esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşmasıyla ilgili olan süreci anlatırken, kısaca,
otomazisyon, robotlaşma, sibernetik vb. yeni teknolojilerin kullanılmasının sonucu,
Japon ve Avrupa ekonomilerinin kendilerini toparladıkları, iç pazarlarını
doyurdukları, ortaya çıkan fazla üretimlerini ise dışarıya satmak istedikleri bir
dönemin oluştuğunu belirtmektedir. Yine ona göre bu dönemde, fordist yönetim ve
rasyonelizasyonun etkisiyle, gerçekleştirilen daha az işçiye ihtiyaç duyma sonucu,
gittikçe daha fazla işçinin işten atıldığı bir zamana rastlanmıştır. 1968’ de Avrupa’
da, Amerika’ da sisteme karşı koymalar, sermayenin yeni üretim teknikleri ve
55
teknoloji kullanımlarını yaygınlaştırmaya başlaması ortaya çıkmaya başlamıştır
(Hall; Jacques, 1995: 51).
Yine 1973’ te yaşanan petrol şoku, kapitalist dünyada stagflasyonun
(üretimde durgunluk, fiyatlarda enflasyon) ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu nedenle
1970’ li ve 1980’ li yıllarda, toplumsal ve ekonomik dar boğazdan çıkabilmek için
yollar araştırılmaya çalışıldı. Bu aşamada Harvey’ in kullandığı anlamıyla, Fordizm’
in katı tutumuna karşı tam bir çatışma durumu olarak belirlenen “esnek birikim”
uygulamaları görülmeye başladı. Ona göre esneklik, “Emek süreçleri, iş gücü
piyasaları, ürünler ve tüketim kalıpları bakımından esnekliğe yaslanır. Temel
özelliklerinden biri, yepyeni üretim sektörlerinin, finans hizmetlerinde yepyeni
yöntemlerin, yeni piyasaların ortaya çıkması ve hepsinden önemlisi ticari, teknolojik
ve örgütsel yeniliklerin temposunun önemli ölçüde hızlanmış olmasıdır” (Harvey,
1999: 170).
Esnek üretim biçimlerinin ve Toplam Kalite Yönetiminin özel sektörde
uygulama örneklerinin yanında, kamu sektöründe uygulanması için de yoğun
çalışmalar yapılmaktadır. Bu durum piyasanın özelleştirme talepleriyle
desteklenmekte, devleti hantallıktan kurtarmanın şartı olarak gösterilmektedir. Oysa
böylece devletin vatandaşlarına karşı olan sorumlulukları, vermek zorunda olduğu
güvenceler göz ardı edilmiş olmaktadır. Kalitenin artırılması için vatandaşların
müşteri olarak düşünülmesinin arkasında ise, devletin bazı sorumluluklarından
kurtarılması, devlet hizmetinin de fiyat ve kalite dengesi anlayışına göre sunulması
anlayışı yatmaktadır.
Bu durumun politik anlayışa yansıması, seçmenlerin de müşteri olarak
algılanmasıyla kendini göstermektedir. Bu durumda partiler çoğunluğun çıkarlarına
göre hareket etmek yerine, daha fazla oy almalarını sağlayacak etkili gruplar
üzerinden politikalar üretmektedirler (Gül, 1999: 73). Burada belirtilen durum yeni
liberal politikalarla desteklenmektedir. Yeni liberal politikaların yol açtığı
gelişmeler, Gül’ ün de açıkladığı gibi, devletin, vatandaşlarının tercihlerine, özel
hayatlarına, seçimlerine tümden karşı çıkmasıyla sonuçlanmakta; yani devlet
56
bireylerin özgürlük alanlarının iyice kısıtlanmasına yardımcı olmuş olmaktadır.
Burada devlet organizasyonun, her görevinde vatandaşını para karşılığı hizmet
götürülen bir müşteri olarak kabul etmesinin tehlikeleri görmezden gelinmektedir.
Oysa devlet organizasyonundan beklenen görevlerin karşılığı ölçülemeyecek kadar
önemlidir. Örneğin, bu anlayış söz konusu olduğunda, uyuşturucu bağımlısı ve
çevresine zararlı durumdaki bir genç için devlet görevlileri, biri bu kişinin hastane ve
kolluk güçlerinin masraflarını ödeyene kadar çevresine zarar vermesine seyirci
kalacaktır. (Gül, 1999: 81) İstenirse konuyla ilgili örnekler sayısız şekilde artırıla
bilinir. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, devletin güvenlik, sağlık, eğitim gibi
birçok görevinde vatandaşını müşteri kabul etmesinin tehlikeleri telâfi edilir gibi
değildir.
Post-fordizm’ le birlikte tartışılması gereken bir konu da, ulus-devlet ve
küreselleşme ilişkisiyle ilgilidir. Post-fordist üretim sisteminin desteklediği
küreselleşme bağlamı incelendiğinde, ulus-devletlerin egemenliklerinin zayıflatıldığı
görülmektedir. Kazgan, ulus-devletlerin yetkilerinin uluslararası sermaye hesabına
aşındırılmasıyla ilgili olarak iki önemli durumdan bahsetmektedir. Bunlardan birisi,
ulus-devletlerin ekonomideki yetkilerine IMF, DTÖ, OECD gibi uluslar üstü
kurumların ağırlıklı etkisiyle kurulan baskıyla ilişkilidir. İkincisi ise, merkezi devlet
otoritesi yetkilerinin, yerel yönetimlerin sorumluluk alanına bırakılmasıyla, bu
yerlerin de uluslararası sermayeye karşı dayanıksızlaştırılmasıyla ilgili
bulunmaktadır (Kazgan, 2000: 34).
Küreselleşme sürecinde yaşanan bir önemli sorun da, ülkeler arasındaki
gelişme hızından kaynaklanmaktadır. Ekonomik açıdan güçlü devletler, bu
güçlerinden faydalanarak çok daha hızlı ilerleyebildikleri hâlde, yeterince
gelişemeyen ülkeler bu hızla rekabet edememenin acısını çekmektedirler. Bu açıdan
bakıldığında, konu hakkında bazı söylemlerinde değişime uğradığı görülmektedir.
Önceden kullanılan birinci dünya, ikinci dünya, üçüncü dünya deyimlerinin yerine
hızlı dünya ve yavaş dünya deyimleri kullanılmaktadır. Tözüm’ ün tanımlamasına
göre; “Hızlı dünya değişime, teknolojiye, homojenleşmeye, demokratikleşmeye,
enformasyonun paylaşılmasına açık, sınırlara karşı ve her geçen gün artan bir
57
ivmeyle büyümeyi hedefleyen dünyadır. Yavaş Dünya ise, bu dünyanın dışında
yaşamayı seçenlerin” (Tözüm, 2002: 162).
Farklı gelişmişlik düzeyleri sürekli, azgelişmiş ülkelerin zararına işleyen bir
süreci meydana getirmektedir. Hatta kriz dönemlerinde bile, gelişmiş ülkelerin kendi
çıkarlarını korumayı bildikleri görülmektedir. Örneğin 1973-1974 ve 1979-1980’
deki petrol fiyatlarında meydana gelen aşırı dalgalanmalar, petrol ithal eden ülkeler
açısından önemli finansman, ödemeler dengesi sorunları yaratmıştır. Bunun
karşılığında petrol ihraç eden ülkeler ise, elde ettikleri dolarları dünya ölçeğinde
etkili finans kuruluşlarına yatırmışlardır. Bu finans kuruluşları ise, kendilerinde
biriktirilen “petro-dolarları” gelişmekte olan ülkelere kredi olarak vermişler, yani
kendilerinin olmayan sermayeyle bile, azgelişmiş ülkeler üzerinden para
kazanmışlardır (Tözüm, 2002: 153).
Ülkeler arasındaki gelişme hızlarından kaynaklanan farklılıklar, yukarıda ve
bu araştırmanın bazı bölümlerinde de anlatıldığı gibi, tüm tarih dönemlerinde az
gelişmiş ülkeler açısından, yoksulluk, sömürülme ve yıkımla biten sonuçlar ortaya
çıkarmaktadır. Ülkemiz tarihi de incelendiğinde benzer gelişmelerin dün ve bugün
yaşandığı görülmektedir. Bir zamanlar dünyanın o zamanki “süper gücü”
denebilecek Osmanlı İmparatorluğu, çok çeşitli sebeplerle duraklama ve zayıflama
dönemlerine girdikten sonra, kendisine göre gelişmiş durumda bulunan Avrupa
devletlerinin neredeyse oyuncağı durumuna getirilmiş; bu bağımlılık onu, kendi
vergilerini dahi yabancı ulusların topladığı aciz bir devlet konumuna getirmiştir.
Aydoğan, konuyla ilgili yapıtında, Osmanlı İmparatorluğundan günümüze, özellikle
de yeterince doğruları göremeyen devlet adamlarının katkısıyla, ülkemizin nasıl geri
bırakılıp, sömürüldüğünü incelemektedir. Burada anlatılanlar arasında, 1838 Balta
Limanı Antlaşması’yla, Osmanlı’ nın yabancıların çıkarları doğrultusunda açık pazar
durumuna getirilmesinin hikayesi önemli dersler içermektedir. Bugün de, yine dış
egemenlerin istekleri, menfaatleri doğrultusunda işleyen gümrük birliği sürecinin,
önceki örnekle olan benzerliği dikkat çekicidir (Aydoğan, 2002: 13-19). 21
21 Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle ilgili kapsamlı bir araştırma için bakanız (Cem, 1977).
58
Post-fordist ilkelerle birlikte geliştirilen küreselleşmenin yeterince
gelişemeyen ülkelere etkileri, farklı bakış açılarıyla dile getirilmektedir. Rodrik’ e
göre, gelişmekte olan ülkelerin geleneksel kalkınma endişelerinin yerini diğerleriyle
rekabet edebilme amacı almaktadır. O olumlu bir bakış tarzı ile birlikte, ekonomide
dünyaya açılmanın pek çok yararlar getirebileceğini ileri sürerek, “Ülke içinde
karşılaştırılabilir bir maliyetle edinilmesi mümkün olmayan yatırım mallarının ve ara
malların ithali, daha gelişmiş ülkelerden fikir ve teknoloji transferi ve yabancı
tasarruflara ulaşabilme olanağı, pek çok yoksul ülkenin hızlı büyümenin önündeki
geleneksel engelleri aşmasına yardım edebilir. Ama bunlar yalnızca ‘potansiyel’
yararlardır ve ancak ülke içinde tamamlayıcı politika ve kurumlar geliştirildiğinde
tam olarak gerçekleştirilebilirler” demektedir (Rodrik, 2000: 13). Rodrik’ in
fikirlerine göre küreselleşme ülke içi politika ve kurumların geliştirilmesi şartıyla,
azgelişmiş ülkelerin yararına sonuçlar üretecektir.
Fukuyama’ nın görüşlerine göre ise, liberal sistemi kabul etme ve
küreselleşme açısından en doğru sistem bulunmuş, yine kendi söylemiyle tarihin
sonu gelmiştir. Fukuyama bunu söylerken ülkeden ülkeye farklı uygulamalar
olabileceğini kabul etmekte ancak, temelde bir değişim yaşanmayacağını dünya
ekonomisine tam entegre olmayı başaran ülkelerin yaşanacak gelişmelerden kârlı
çıkacağını ifade etmektedir. Yine ona göre tüm bunlar kültürel bir zeminde
gerçekleşecek, sosyal erdemler, güven gibi konular ekonomik, sosyal ilerlemelerde
öne çıkacaktır. Yani ona göre geleceği, işletmeler, bireyler ülkeler arasında oluşacak
güven ve dayanışma yönlendirecek, bu yardımlaşmadan zor durumda bulunanlar
gerekli güveni vermesi şartıyla olumlu etkilenecektir. Ayrıca konuyla ilgili olarak,
Fukuyama’ nın Huntington’ un görüşlerini değerlendirmesi de önemlidir. O
Huntington’ un görüşlerini “Dolayısıyla günümüzdeki çatışmaların faşizm,
sosyalizm ve demokrasi gibi sistemler arasından değil, Batılı, İslamcı, Konfüçyüsçü,
Japon, Hindu gibi belli başlı kültürel gruplar arasında patlak vermesi olasıdır”
diyerek aktarmakta, onun fikirlerinde haklı olduğunu ancak, Huntington’ un
görüşlerinin zayıf tarafının kültürel farkların mutlaka çatışmayla sonlanacağı fikrinde
olduğunu söylemektedir (2000: 19-27). Oysa, kısaca, Fukuyama’ nın görüşleri
azgelişme açısından değerlendirildiğinde, liberal sistem içinde dünya ekonomisine
59
tam entegre olmak demek, hiçbir kural koymadan ulus-devletin sınırlarını yabancı
sermayeye açmak demektir. Huntington’ un belirttiği kültürlerin çatışması da
gerçekte, uluslararası sermayeler ve yerli sermayelerin kontrolünde oluşmaktadır. Bu
tür anlaşmazlıklar, en basit örnekle silah sanayisini besleyerek, söz konusu ekonomik
çevrelerin çıkarlarına göre kullanılmaktadır.
Post-fordizm, küreselleşme, post-modernizm bağıntısı içinde azgelişme
açısından da önemli bir yere sahiptir. Küreselleşme açısından dünyanın gelişmiş
cephesi her ne kadar azgelişmiş ülkelere büyük abi edasıyla şefkat gösteriyormuş
pozisyonuna girse de, bu oryantalist bakışın azgelişmeye zarardan başka faydası
olmayacağı ortadadır. Yine bunun ilk sebebini de, küreselleşmenin hangi sebeplere
dayandığında aramak gerekmektedir. Burada asıl sebep, azgelişmiş ülkelerin de
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarılması olmadığına göre, sorunun cevabını
kapitalizmin üretim fazlasına, bunalımına aradığı ve kendine göre de bulduğu
çözümde aramak gerekmektedir.
Kapitalizm anlatılan sebepler dolayımında yaşadığı krizlere her zaman çözüm
arayışına girmiştir. Yeni dönemde bu krizlerin aşılmasında, 1980’ lerden sonra
öncelikle gelişmiş ülkelerden başlayarak, esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşması,
teknolojide meydana gelen gelişmeler, bilgisayarların ve internetin yaygın olarak
kullanılmaya başlaması, ulaşım ve iletişimde sağlanan kolaylıklar vb. sebepler
önemli bir avantaj sağlamıştır. Bu anlatılanlardan başka süreci hızlandıran bir sebep
de, 1989’ da Doğu Bloğunun çökmesiyle yaşanmaya başlamıştır. Bu zamandan
sonra meydana gelen gelişmelerde, tek hakim güç olarak, silahlı gücünü kendi
amaçları doğrultusunda acımasızca kullanarak, tüm dünyada hakimiyet kurmaya
çalışan Amerika’nın diğer gelişmiş ülkelerden daha etkili rolü olduğu görülmektedir
(Sayın, 2002: 299).
Post-fordist üretim sistemi ile ilişkili olarak gelişen küreselleşme, asıl etkinlik
alanını azgelişmiş ülkeler bağlamında göstermektedir. Küreselleşmeyle birlikte
azgelişmişlik Türkiye açısından da değerlendirilecek olursa, konu ulus-devletin
sınırlarının aşındırılmasıyla daha ilgili olacaktır. Etnik, dini kökenli ayrımcılık
60
yoluyla ulus devletlerin etkilerinin azaltılmasıyla ilgili olarak Sayın, “etnik ve dinci
akımların kendilerini korumaya yönelik olarak verdikleri savaşım, küreselleşmeye
karşı görünüyor olsa da, özünde ulus-devletin zayıflamasına yol açmaktadır. Sonuç
olarak geleneksel, modern savaşımından en kârlı çıkan taraf, tarafsız olarak görülen
küreselleşme olacaktır” demektedir (2002: 300). Burada da görüldüğü gibi, post-
fordist temelde gelişen küreselleşme, etnik, dini farklılıkları bile fazlaca sansasyona
sebep olmadan kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmektedir.
Ulus devletlerin zayıflaması beraberinde ortaya çıkan bir sorun da,
vatandaşların sosyal güvencelerle korunmasıyla ilgilidir. Ulus devletler, genelde az
çok farklılıklar görülse de, batıda görülen bir yaklaşımla, vatandaşlık hakkı olanlara
karşı, özellikle sosyal güvencelerle ilgili olarak, insana yaraşır düzeyde bir yaşama
alanı, sağlık, iş, eşitlik, eğitim gibi olanaklar sağlama yönünden güvenli görülüyordu.
Ayrıca iş dünyasıyla ilgili olarak da, II. Dünya savaşından sonra Keynes’ yen
kuramların etkisiyle, sermaye, işgücü arasında uzlaşma yönünde bir teşvik
görülmekteydi (Sayın, 2002: 301). Ancak, küreselleşmeyle birlikte gelen esnekleşme
baskıları, sosyal güvenceler açısından tamamen sermayenin istediği yönde eğilim
göstermekte, ulus-devletlerin yerli sermayeleri de aynı gelişmeleri desteklemektedir.
Yine, post-fordist ilkeler beraberinde uluslararası sermaye, emek gücünün
ucuz olduğu ülkelerde parça parça yeni fabrikalar kurarak, aynı malı birçok ülkede
birden üretebilmekte; iletişim ağları sayesinde işyerlerini merkezden
denetleyebilmektedir. Bu aşamada artık çalışılan mekân ve zaman kavramı da
değişime uğramıştır. Yeni gelişen durumlar paralelinde bir zamanlar Türkiye gibi
ulusal (ithal ikamesi stratejileri vb.) sermayeyi koruma altına alan azgelişmiş ülkeler,
artık uluslararası sermayenin gelmesi için ellerinden gelen kolaylığı sağlamaya
çalışmaktadırlar. Bu durumun tek istisnası ise milli güvenlik boyutunda dikkat
çekmektedir. Çünkü milli güvenlik dendiğinde askeri sırlar konusu gündeme
gelmektedir. Oysa, gelişen elektronik yapı, bilgisayar teknolojisinde kullanılan
yazılımların tek elden üretilmesi, işletim sistemlerindeki kodların çözülmesiyle
birlikte, bu kodları ellerinde tutanlar açısından bir üstünlük durumu oluşturmaktadır.
Aynı açıdan bitki ve hayvan doğasıyla ilgili genetik kodların belirli güç odaklarınca
61
çıkar amaçlı olarak kullanılabilmesi de, önemli bir tehlike olarak durmaktadır
(Kennedy, 1996: 165).
Kapitalist mantık sürecinde gerçekleşen “küreselleşme” olgusu ile birlikte
sınırlar erimektedir, fakat neden, hangi amaca hizmet etmek için soruları
sorulmadığında, asıl sorun gözden kaçmakta ve merkezi temsil eden gelişmiş
devletlerin, uluslararası sermayenin istekleri bir bir gerçekleşmektedir. Tüm gelişmiş
ülkeler içinde ise, Amerika’ nın dünyaya kafa tutar bir tarzda, 11 Eylül intihar
saldırısı bahanesiyle Irak’ ı işgal etmesi, dünyanın bu süper güç tarafından tek
merkezli hâle getirilmesi isteğinin somut bir göstergesi olmaktadır. Halliday’ in
deyişiyle Amerika “iş birliği çağrısı yaptığında buna karşı itiraz etmenin çok zor
olduğu ortaya çıkmıştır” (Halliday, 2002: x).
Bu çalışmada da savunulan görüşler doğrultusunda Wallerstein de, “Modern
dünya sistemi kapitalist bir dünya ekonomisidir; yani bazen değer yasası adı da
verilen sonsuz sermaye biriktirme dürtüsünün hükmü altındadır” demektedir. Dünya
sistemi olarak betimlediği kapitalizmin başlangıç zamanını ise, on altıncı yüzyıla
dayandırmakta ve etkili olduğu yerleri, Rus ve Osmanlı İmparatorlukları hariç olmak
üzere Avrupa’nın büyük kısmı ile Amerika kıtasının bazı bölümleri olarak
göstermektedir (2000: 44 - 45).
Yine, doğru olduğuna inanılan bir yaklaşımla, Wallerstein bir sistemi
diğerinden ayıran “Differentia specifica” (ayırt edici farklılık) olması gerektiğine
işaret etmektedir. Modern dünya sistemini kapitalist sistemle açıklayarak bu “ayırt
edici farklılık” durumunu, sonsuz sermaye biriktirme ile belirtmektedir. Buradan
kapitalist sistemi şu şekilde tanımlamaktadır: “Bütün kurumları, sermaye birikimine
öncelik veren herkesi orta vadede ödüllendirmeye ve başka öncelikleri hayata
geçirmeye çalışan herkesi de orta vadede cezalandırmaya göre donatılmış bir
sistemdir kapitalist sistem.” Ayrıca bu sistemi ayakta tutmak için ise, “kurulmuş
kurumlar kümesi, coğrafî olarak ayrı üretim faaliyetlerini birbirine bağlayan ve bir
bütün olarak sistemdeki kâr oranlarını optimize edecek şekilde işleyen meta
zincirlerini, bir devletler arası sistem içinde birbirine bağlanmış modern devlet
62
yapıları şebekesini, toplumsal yeniden üretimin temel birimleri olarak gelirleri bir
havuzda toplayan haneler yaratılmasını, son olarak bu yapıları meşrulaştıran ve
sömürülen sınıfların huzursuzluklarını kontrol altında tutmaya çalışan entegre bir
jeokültürü içerir” demektedir (Wallerstein, 2000: 145).
Yine aynı çalışmada gelişmiş ve yeterince gelişememiş ülkeler arasındaki
ilişkiyi anlamlandırmak için, “kapitalist dünya sistemi, merkez-çevre ilişkilerinin
hakim olduğu bir dünya ekonomisi ve devletlerarası bir sistem çerçevesi içindeki
egemen devletlerin oluşturduğu bir siyasi yapı tarafından kurulur” denmektedir
(Wallerstein, 2000: 44 - 45).
Kapitalist üretim mantığında şekillenen fordizm gibi, post-fordizm de
azgelişme bağlamında değerlendirildiğinde, konulara yaklaşım tarzında
belirginleşmektedir. Burada, azgelişmişlik tarafından bakışla değerlendirildiğinde,
sorunlardan birisi de, batının öteki olarak adlandırdığı toplumlara karşı geliştirdiği
stratejilerde ortaya çıkmaktadır. Vermeye çalıştığı imaja ters olarak batı, diğer
ülkelerin de kendi seviyesine gelmesi ile ilgilenir görünürken, amaç olarak kendi
ekonomisinin bunalımını aşmayı benimsemektedir. Bu konularda batının akla gelen
açmazları şunlardır:
a) Yeterince gelişememiş ülkelere, sözde doğru buldukları fikirleri dikte
etmeye çalışmaktadırlar, ancak, nedense yapılan araştırmalarda da görüldüğü
gibi, tüm önerilerinin kendi çıkarlarına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca,
bu bölüm içinde açıklandığı gibi, kendileri ulus-devletlerin ticari sınırlarının
açılmasını talep ettikleri hâlde, kendileri rekabet koşullarına göre sınırlar
koymaktadırlar. 22
b) Her azgelişmiş ülkenin, gelişme stratejilerini de etkileyecek, öznel
durumları olduğunu görmek istememektedirler.
c) Kendi gelişmelerinin diğerlerinin gelişmesine yaptığı bozucu etkiyi
değerlendirememektedirler.
22 Bk. (Kennedy, 1996: 181-182; Ercan, 1996: 104-105)
63
d) Gelişmenin ve küreselleşmenin bedelinin ne olacağı konusunda açık
değildirler.
Bütün bunlar düşünülerek ortaya çıkan gerçekle birlikte, yeterince
gelişememiş ülkelerin yararları göz önüne alınırsa; kendi sosyal, ekonomik
yapılarıyla ilgili özgün politikalar üretmek zorunlulukları ortaya çıkmaktadır. Şurası
da kesindir ki, gelişme çizgisinde dış etkilerin çok önemli etkisini kabul etmekle
birlikte, yeterince gelişememiş ulus devletlerin içinde bulundukları fasit çemberden
çıkışlarını kendi dinamikleri sağlayabilecektir. Bu dinamiklerde değişim ise,
sorgulayıcı ve yeniden yapılandırmacı bir bakışla, kültürel toplumsal, siyasal,
ekonomik yapı dahil tümden bir değişikliği gerektirmektedir.
Küresel etkilere çaresizce açık kalan azgelişmiş ülkeler açısından bakıldığında,
oyunun baş rol aktörleri ile ilgili şu örnek verilebilir: Holton, McGrew’ den verdiği
örnekte, oyunu yazanların özellikle basın yoluyla kamu oyuna ve hükümet
uygulamalarına nasıl etki edebildiklerini anlatmaktadır. Bu örnekte, körfez savaşı
sırasında, basında petrol fiyatlarında artış yapılacağı, ulaşım araçlarında daha pahalıya
seyahat edileceği üzerine kurulu haberler yayınlanmaya başlamıştır. Bu haberler
sonucunda ise, gerçekten de öngörülenler olmuş, sanal olarak yaratılan haberler küresel
güçlerin çıkarlarına uygun şekilde bir ortam hazırlamış, fiyatlarda meydana gelen
dalgalanmalar uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu
örnekte de görüldüğü üzere, uluslararası sermaye, spekülatif haberler yoluyla dahi,
yeterince gelişememiş ülkelerin ekonomilerini, kendi işine geldiği gibi
yönlendirebilmektedir (Holton, 1998: 113).
Küreselleşmeyle ilgili bir başka gerçek de göç ve göçmenlerle ilgili olarak
ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler tavır olarak kendi mallarını pazarlama
konusunda önemli dayatmalarla gelirken, sermayenin, bilginin, dolayısıyla e-ticaretin
küreselleşmesine ses çıkarmazken, emeğin küreselleşmesine ise karşı çıkmaktadırlar.
Erbaş, bu konuda kapitalizmin dünya çapında yeniden yapılanmasıyla birlikte
sermaye ve emeğin ilişkisiyle ilgili olarak, “yaygın olarak kabul gören düşünce,
sermayenin küresel yayılma/dolaşma konusunda serbest olduğu; buna karşın emeğin
dolaşımının serbest olmadığı biçimindedir” demektedir (2002: 174).
64
Yine, kapitalizmin mantığında gelişen Post-fordizm ile ilgili olarak çalışanlar
açısından azgelişme, bir başka önemli sorun daha ortaya çıkarmaktadır. Çalışanlar,
emeklerini ücret karşılığı kiralayan insanlar olarak, tüm dünyada aynı biçimde
hayatlarını kazanmaktadırlar. Ancak, ülkeden ülkeye işgörenler arasında önemli
farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle azgelişme çerçevesinden bakıldığında, ücretler,
sendikalaşma, sosyal sigorta, işyeri koşullarının insan sağlığına uygunluğu vb.
azgelişmiş ülkelerde acı veren bir durum olarak, çalışanlar üzerinde daha fazla bir
baskı oluşturmaktadır. Azgelişmeyi çalışanlar açısından değerlendirmeden önce,
post-fordizmle ilişkisi bakımından azgelişmenin kendisiyle ilgili analizlerde
bulunmak faydalı olacaktır.
Ragnar Nurkse' nin bu konudaki görüşlerine göre, fakirlik üç kısır çember
yaratmaktadır (Ercan, 1996: 94).23 Bu üç kısır çemberi ise, şu şekilde maddelemek
mümkündür:
a. Gelişememiş küçük bir pazar vardır.
b. Üretkenlik düzeyi düşük, verim yetersizdir.
c. Sermaye birikimi gereken seviyede değildir.
Nurkse' nin görüşlerine göre; azgelişmiş ekonomilerin bir yol bulup
gelişememesi, bu maddelerdeki sebeplerin devamlı bir suretle birbirlerini
etkilemeleri sebebi ile olmaktadır.
Nurkse burada; kalkınmış ekonomileri, geniş bir pazara ve dolayısıyla bunu
da, üretkenlikte yüksek bir düzey oluşmasına bağlarken, üretimde kullanılan sermaye
birikiminin de büyük ölçekli süreçte etkisi olduğunu anlatmak istemektedir. Ona göre
kalkınamamış bir ekonomide, bu durumun sebebi, pazarın küçük olması, bunun da
neticesi olarak üretkenlik seviyesinin düşük olması, üretkenlik seviyesinin düşük
olmasının sebebi ise, sermaye birikiminin yetersiz olmasıdır.
23 Ayrıca bk. (Nurkse, 1970: 4-11)
65
Yukarıda açıklanmaya çalışılan Nurkse’ nin fikirlerine göre, kısaca, fakirliğin
sebebi yine fakirliktir. Bu şekilde üçüncü dünya meselelerine kafa yoran birçok
oryantalist, ekonomist, sosyolog vardır. Tanınmış birkaç tanesinin ismi anılacak
olursa, ekonomistlerden Ragner Nurkse, Colin Clark, W. W. Rostow, sosyologlardan
Durkheim, Weber verilebilir. Burada verilen tüm bu isimler ve yazının kapsamı
gereği sayılmayan konu üzerinde çalışmış birçok batılı uzman, meseleye kendilerine
göre farklı bakış açılarından bakmakla birlikte, ortak olarak batının söylemini dile
getirmişlerdir. 24
Azgelişme - küreselleşme açısından değerlendirildiğinde, bir başka konu da,
gelişmiş ülkelerin dünyanın kirlenmesine yaptıkları büyük katkıyla ilgilidir. Dünyayı
en çok kirleten, en fazla artığa sahip merkezi küresel güçler, doğayı sonsuz kâr
tutkusu içinde sömürmekte, ancak, çevreye verdikleri zararı telâfi etmekte son derece
duyarsız davranmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak, Prages’ in anlattığı gibi global
çevre kirliliği, büyük nükleer reaktör kazaları tehlikesi, yaşanılan dünyayı tuzaklarla
dolu bir hâle getirmekte, aynı şekilde yiyecek kaynaklarının ve denizlerin zarar
görmesi buralardan elde edilen besinleri sağlıksız duruma getirmektedir. O yaptığı
çalışmada, yaşadığımız dünyayı tehlikeye sokan bu tuzakları anlatmaya
çalışmaktadır (1978: 186–188).25
Yine, bugün gelişmiş ülkelerdeki bilinç düzeyinin yüksek olması sebebiyle,
üretim adına çevrenin kirletilmesi zorlaştırılmakta ya da yüksek maliyet
getirilmektedir. Sonuçta uluslararası sermaye, hem iş gücünün ucuz olması
sebebiyle, hem de çevreye verilen zarar açısından fazla külfete katlanmadığı
Bangladeş, Çin, Kamboçya, Vietnam gibi ülkeleri tercih etmektedir (Sayın, 2002:
94-95). Bu anlamda ortadaki duyarsızlıktan dolayı dünyadaki üretimin büyük kısmını
sağlayan en gelişmişler, en çok kirletenler olarak ortaya çıkmakta; ne yazık ki
verdikleri zararı bu duruma katlanmak zorunda kalan, yeterince gelişememiş ülke
insanları çekmek zorunda kalmakta; ayrıca bu süreçte global çevre kirliliği de
artmaktadır.
24 Kalkınma modelleri ve azgelişmişlik sorunu için ayrıca bk. (İlkin, 1974). 25 Ayrıca bk. (Wallerstein, 2000: 94-99).
66
Ayrıca, kendisini dünyanın daha gelişmiş kısmının temsilcisi gibi gören
gelişmiş ülkeler, hepsi aynı tonda saldırgan olmasa da, kültür ve uygarlık adına ne
varsa kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Dahası bu durum sadece söylemde
kalmamakta, geri kalan dünyanın sömürgeleştirilmesi için de mantıksal bir temel
oluşturumunda kullanılmaktadır. Benhabib’ in eserinde Aristo ve İletişimsel etikçiyi
konuşturduğu kısımda anlatılanlar, aynı duruma, geçmişle kurulan ilginç benzerlik
açısından örnek olarak verilebilir. Metindeki karşılıklı diyalogun bir yerinde Aristo,
farklılık üzerine kurduğu mantığında Perslileri barbarlıkla suçlamaktadır. Onların
“anayasal hükümetleri yok, karıları köleler gibi, tanrıları o kadar çok farklı ki”
demekte; Perslilerin kendilerini yönetecek akıl ve idareyi kullanacak karar verme
yetisine sahip olmadıklarını, dolayısıyla tüm eksiklik ve hatalarına karşı üstün
gördüğü Yunanlılar için köleleştirilmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. İletişimsel
etikçi ise Perslilerin farklılığı “onları daha az insan kılmıyor” demekte, Yunanlıların
da her zaman aynı kültür durumunda bulunmadıklarını bildirerek, sayılan sebeplerin
söz konusu köleleştirme için gerekçe olamayacağını açıklamaktadır. “İletişimsel
etikçi” Perslilerin kültürlerini de benimsememektedir. Ancak, buna çarenin, onların
hataları konusunda Platon usulü bir diyaloglar vasıtasıyla sağlanabileceğini iddia
etmektedir (Benhabib, 1999: 76-77).
Gelişmiş ülkelerin aslında kendilerine biçtikleri bu üstünlük kumaşının her
zerresinde yeterince gelişememiş, direk ya da dolaylı olarak sömürgeleştirdikleri
ülkelerin zenginliklerinin, emeklerinin payı olduğu açıktır. Bunun bir örneği de
ülkemizde 1950’ lerden sonra başlayan dış yardımlar örneğinde görülmektedir. Bu
dönemden sonra alınan dış krediler, yardımlar, hem Mustafa Kemal Atatürk
önderliğinde gerçekleştirilmiş olan devrimler sayesinde elde edilen
bağımsızlığımızın yitirilmesine yol açmış, hem de ekonomimizin bir türlü
düzelememesinin temel sebeplerinden olmuştur (Eroğul, 1998: 214-215). Bu konuda
Ercan’ ın Kenedy’ nin demecinden verdiği örnek, Amerika açısından sermaye
transferi konusundaki görüşle, söz konusu durumu çok iyi açıklamaktadır. “Dış
yardım ABD’ nin dünya genelinde kontrol ve etkisini sürdürmesinin bir yöntemidir
ve tamamen çökmüş ya da komünist bloğa girme yolundaki ülkeler göz önüne
alındığında sürdürülmelidir” (Ercan, 1996: 102).
67
Yukarıdaki paragraflardan da anlaşıldığı gibi; gelişme, uygarlık, kültür vb.
adına ne varsa batı tarafından haksızca sahiplenilmekte, kendi çıkarlarına uygun
şekiller verilip kullanılmaktadır. Oysa bilindiği gibi dünya tarihi, dünya kültürü
değişik uygarlıkların izlerinin karışımıyla doludur. İncelendiğinde görüleceği gibi, ne
tarihsel bağlamda, ne de azgelişme bağlamında, doğu olmadan, batının batı olması
asla olanaklı değildir. Yine Kenedy’ nin demecinde de itiraf edildiği gibi, gelişmiş
ülkeler yardım da verseler, bunu kendi çıkarlarını ilgilendirmesi sebebiyle, “güç ve
kontrol ilişkileri” sebebiyle yapmaktadırlar.
Yapılan araştırmalardan, gelişme yazını tarafından iddia edilen fikirlerin,
gelişmiş ülkelerin çıkarları ile uyuşum içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu söylemlerin
paralelinde güçlerini yeterince gelişememiş ülkeler üzerinden elde ettikleri
sömürüyle perçinleştiren gelişmiş ülkeler, olanlarla ilgili olarak hiçbir sorumluluk
hissetmemektedir. Gelişme yazınının ileri sürdüğü fikirler, azgelişmenin ülkeden
ülkeye olan farklı yapısını; ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, geleneksel,
bölgesel, gelir düzeyi ve dağılımındaki vb. farklılıklarını; gelişmiş ülkelerin
azgelişmeyi artırıcı etkisini değerlendiremediğinden başarılı olamamıştır. Yeterince
gelişememiş ülkelerde, bu sebepten dolayı, tepki olarak kendi durumlarını daha iyi
ortaya koyabilecek “bağımlılık okulu” nun teorileri önemli ölçüde etkili olmuştur.
Dünya sistemini geliştiren “Wallerstein” e göre bağımlılık okulunun anahtar
kavramı bağımlılık, esas olarak eleştirel bir kavramdır. Ve gelişmiş ülkeler ile
azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını karakterize etmektedir. Bu ilişkiler,
azgelişmiş ülkeler ya da uydulardaki gelişme çizgisindeki gibi güç ve kontrol
ilişkileridir” (Ercan, 1996: 142).
Marxist bir açıdan bağımlılık okulunu etkileyen P. Baran ise; azgelişmiş
ülkelerin sömürüldüğünü ve aldıkları desteğin bir aldatmaca olduğunu ileri sürdüğü
fikirlerinde, “azgelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş kapitalist ülkelerin
egemen çıkarlarına kesinlikle ve temelinden ters düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelere
birçok önemli hammaddeyi gönderen, bu ülkelerin şirketlerine büyük karlar ve
68
yatırım alanları sağlayan geri kalmış dünya, çok gelişmiş kapitalist Batı için her
zaman vazgeçilmez bir dayanak ‘hinterlant’ olmuştur” demektedir (Ercan, 1996:
147-148). Yine açıkça anlaşılacağı gibi, bu durum da, post-fordizmin üretimin
mekânında yaptığı değişikliklerle, piyasaları esnekleştirmesi sonucu ortaya
çıkmaktadır.
Chossudovsky, ulus-devletlerin küresel etkiler yoluyla nasıl devre dışı
bırakıldığını, “pazarların küresel şirketler için büyümesi, iç ekonominin
parçalanmasını ve tahrip edilmesini gerektirir. Para ve meta hareketlerinin önündeki
engeller kaldırılır, kredi sistemi kuralsızlaştırılır, toprak ve devlet mülkiyeti
uluslararası sermaye tarafından devralınır” diyerek açıklamaktadır. Ona göre
yoksulluk, insan üretimiyle ilgili kaynakların ve maddi kaynakların son derece az
oluşuyla ilişkili değil; işsizliği de artıran, emek maliyetlerinin tüm dünyada
küçülmesini sağlayan küresel aşırı arz sistemi sonucu ortaya çıkmaktadır (1999: 18-29).
Naisbitt’ ise aynı konuda, “Dünya ekonomik açıdan birleşirken parçaları
sayıca artıyor, küçülüyor ve önem kazanıyor. Global ekonomi büyürken parçalarının
boyutu küçülüyor. ...... Komünizmin yok olması, milli devletin gerilemesi, tek pazarlı
dünya ekonomisinin oluşması, dünyaya demokrasinin yayılması ve yeni
telekominakasyon devrimi ile birlikte bireyler, aileler, şirketler ve kurumlar için
doğan fırsat ve olasılıklar daha önce hiç olmadığı kadar büyük. Global paradoks bize,
bireyler olarak hepimizin önündeki fırsatların, insanlık tarihindeki daha önce hiç
olamadıkları kadar büyük olduklarını söylüyor” demektedir (1994: 216). Ona göre
yukarıdaki açıklamalarından da anlaşıldığı gibi, küreselleşme küçük işletmelerin
artmasını getirmekte, bu da iş ve önemli kazançlar sağlamak için yeni fırsatlar
oluşmasını sağlamaktadır. Ancak burada gözden kaçan onun bahsettiği küçülen
işletmelerin yine büyük işletmelerin parçaları olduğu, dolayısıyla aslında büyüyenin
küçük şirketlerin değil, büyük uluslararası işletmelerin olduğudur. Aslında küçük
işletmelerin çoğalması, evde yapılan üretim, başka ülkelerde yapılan üretimler, esnek
üretimler vb. merkez sermayenin daha da büyümesini sağlarken, tam tersine
emeğiyle çalışanları sendikasız güvencesiz bir ortama sürüklemektedir.
69
Yukarıdaki paragraflarda verilenlerden, yazın dünyasına yansıyan ekonomi
tabanlı açıklamalar iki taraftan eleştirilebilinir. Bunlardan birisi görüntüsü ne olursa
olsun, bu tarz açıklamalar yeterince gelişememiş ülkelerdeki deneyimler göz önüne
alındığında, azgelişmişliğin yönünü gelişmeye döndürmesine yetmemektedir. Ayrıca
batı bakışlı bu görüşlerin kendi gelişmelerini sağlarken de, bugün kendi ötekilerine
verdikleri tavsiyelerin tam tersini uyguladıkları bilinmektedir. Örneğin bugün
piyasaların esnekleşmesini talep eden post-fordist üretim ilişkileri, azgelişmiş
ülkelere önerdikleri pazar ekonomisi şartlarında, dünyanın toplamını bir pazar olarak
görmelerine rağmen, kendileri gelişmelerini tamamlayana kadar, dışarıyla
yarışamayacakları ürünlerin ülkelerine girişine, Japonya ve İngiltere başta olmak
üzere sınırlamalar getirmişlerdir (Kennedy, 1996: 181-182; Ercan, 1996: 104-105).
Ülkemizde de “ithal ikamesi stratejisi” olarak bilinen bu yöntem, belirli bir
zamana kadar yoğunlukla uygulanmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1996: 60 - 62).
Ancak, bu durum söz konusu ülkelerdeki uygulamalar gibi, yazık ki ülkemizi
başarıya götürmemiştir. Bunun böyle olmasının sebeplerinden birisi, sermaye
çevresinin ucuz maliyetle çok kâr elde etmek istemesidir. Sorun “ithal ikamesi
stratejisi” çerçevesinde düşünüldüğünde, dışarıyla rekabet ihtiyacı duymayan iç
sanayi açısından, az maliyetle yüksek kâr elde etme arzusu tarafından
şekillendirilmektedir. Burada ithal ikamesi stratejisinin ülkemizde yanlış kullanıldığı;
mevcut uygulama sebebiyle, Türk sanayisinin kolaycılığa kaçtığı; ithal teknoloji
kullanarak kendi teknolojisini kendisi üretir bir seviyeye gelmeye çalışmadığı;
tersine tekelleşerek, kalitesiz üretimde bulunduğu hâlde, en yüksek ve kolay
kazanıma yöneldiği anlaşılmaktadır.
Bir diğer ekonomi tabanlı açıklamalar, kişi başına gelir, milli gelir gibi
ekonomik göstergeler ile açıklanmaktadır. Ancak hem azgelişme, hem de
toplumların durumları hakkında yapılan araştırmalarda ulaşılması düşünülen
gerçeklerde, bir isnat yakalanamamaktadır. Bunun da sebebini ülkelerin
değerlendirilmesinde, toplumların birbirlerinden farkını oluşturan, sosyal, kültürel,
geleneksel, bölgesel, siyasal, ekonomik vb. tüm alanlarda birden farklılıkların
görülmemesi, araştırılmaması oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi, gelişmeyle ilgili
70
sorunları ekonomiye indirgeyen bu tarz bir ele alışın, toplumla ilgili gerçeklerde
yetersiz kalacağı açıktır.
Aynı bağlamda, insanların düşüncelerindeki farklılığa dikkat çeken bir
araştırmada Inkenes ve Smith’ in ulaştığı sonuçlar ilgi çekicidir. Onlar, modern ve
geleneksel insan arasındaki farklılığı azgelişmiş ülkelerde altı bin kişilik bir örnekle
yaptıkları anket çalışmalarına göre, modern insanların özellikleri açısından şöyle
sıralamaktadırlar:
a. “Yeni deneyimlere hazır olma ve yeniliklere açıklık.
b. Acil olanların dışındaki şeylere karşı ilgi.
c. Diğer insanların düşüncelerine karşı daha demokratik davranma.
d. Geçmişten çok geleceğe yönelik olma.
e. Kendi hayatını plânlamaya muktedir olmak.
f. Çevreye hükmedebileceğine ve amaçlarına ulaşabileceğine olan inanç.
g. Dünyanın hesaplanabilir ve bu nedenle de kontrol edilebilir olduğunu kabul etmek.
h. Diğerlerinin, örneğin kadın ve çocukların, yaşama haklarının bilincinde olmak.
i. Bilim ve teknolojinin başarısına güvenmek.
j. Adil dağılıma olan inanç şeklinde sıralamışlardır” (Ercan, 1996: 110-111).
Azgelişmiş ülkelerde yapılan bu araştırmada, geleneksel yapıya uygun
insanların modern olmayan davranış kalıpları gösterilmek istenmektedir. Ancak
burada unutulmaması gereken, bu değerlerin başlı başına bir veri kabul
edilemeyeceğidir. Çünkü aslında bu elde edilen sonuç, konu içinde de incelendiği
gibi, azgelişmeye etki eden faktörlerin bir kısmını ifade etmektedir. Örneğin dışsal
etkilerin bu duruma katkısının değeri azımsanmamalıdır. Yine de, ülkelerin
gelişmesine etki eden dinamikler içerisinde, yukarıda modern insanla geleneksel
insan arasındaki farkta da görüldüğü gibi; aslında azgelişmenin en temel unsurlarının
başında gelen, azgelişmiş, çağın kültür ve deneyim birikiminden, bilimsel bakış
tarzından yeterince yararlanamayan ülke insanlarının etkisi azımsanmamalıdır.
Çünkü ülkelerdeki değişim insanların beyninde başlamaktadır.
Bu durumu açıklamaya verilecek en belirgin örnek, kendi özgün yapısı içinde
Japonya’ dır. Kuşkusuz burada bu ülkede sömürü yoktur, her şey insan haklarına
71
uygundur vb. her şeyin mükemmel olduğu söylenmek istenmemektedir. Üstelik
yukarıda açıklanan modern insan özellikleriyle Japonya’ daki durumun ne kadar
özdeşleştirilebileceği de oldukça kuşkuludur. Ancak bir takım doğmalardan
kurtulmanın katkısı, kendilerine özel kültürleri içinde, kendi benimsedikleri yollarda
kararlılıkla yürümeleri örnek alınacak değerdedir. Yine 1950’ lere kadar dünya
ekonomi sistemi içerisinde bir varlık gösteremeyen bu ülke, önemli ölçüde doğal
şartlar açısından da dezavantaja sahip olmasına rağmen, kendi dogmatik olmayan ve
gelişmenin önünü açan kültürlerinin de etkisiyle, araştırma geliştirme ve eğitime
verdikleri değer sayesinde, insan aklının ulaşabileceği başarma gücüne hiçbir şeyin
bahane olamayacağını göstermiştir.26 İslam dünyasında da, Kur’an ve hadislerde
verilen mesajlarla eğitimin ve sürekli gelişmenin öncelendiği bilinmektedir. Ancak
bir Japonya örneğinin buralarda neden yaşanamadığı, çok derin ve ayrı bir
çalışmanın konusu olmak durumundadır.
Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi; gelişme sosyolojisi de, yazın
dünyasında karşıtını inceleme etkileme anlayışı içerisinde bir tavır sergilemiştir.
Modernin karşısına getirilen geleneksel bağlamında, daha dar kapsamlı bu tip
araştırmalarda, toplumların ikilikler dışındaki gerçeklikleri görünmemektedir. Yine
burada modern toplumlar geleneksel toplumlar karşıtlığında, azgelişmiş ülkelerin
kendilerine has dinamikleri değerlendirilememektedir. Ülkelerden ülkelere meydana
gelmiş bulunan farklılıklar bir yana, bölgesel düzeyde olan farklılıklar hiç
görülmemekte; toplumsal yapıyı anlamaktan çok uzak olan bu anlayış da,
azgelişmişlik yönünden gerçekçi bir yaklaşımdan uzak görünmektedir.
Post-fordizm’in çalışanlara ve topluma etkisi açısından değerlendirilmesi
gereken bir konu da “Post-modern” ile ilgili tartışmalardır. Post-fordizm, bazılarına
göre, üretimde esnek yöntemlerin de uygulanmasıyla meydana getirdiği değişimleri,
“post-modernizm” denilen modernden kopuşu simgeleyen yeni bir kültür ve felsefe
anlayışıyla dile getirmiştir. Bazılarına göre, bu süreç modernin devamı olarak mantık
ve temel nitelikler açısından herhangi bir değişim getirmemiştir. Başka diğerlerine
göre ise, gelişmeler modernden tam bir kopuşa işaret etmektedir. Buradan konunun
26 Japonların kültürel özellikleriyle ilgili bk. (Güvenç, 1995).
72
çok farklı boyutlarda ve algılayışlarda değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Langman,
post-modernizmi özellikle teknoloji etkisiyle meydana gelen gelişmeler paralelinde
vurgulamakta; “Bu değişimler ‘post endüstri toplumu’ (Bell, 1973), ‘geç kapital’
(Mandel, 1975) ‘üçüncü dalga’ (Toffler,1990) ve/ya da ‘organize olmayan kapital
(Lash ve Ury, 1987) olarak teorize edildi” demektedir. Langman, konuyu ileri
bilgisayar teknolojileri, elektronik kapsamında, sosyal, ekonomik, politik, kültürel
yaşamımızda, getirdiği değişimlerle birlikte tekno-kapitalizm ve siber-feodalizm
anlamlandırmasıyla tartışmaktadır (1998: 342–364). Drucker da konu toplumu
“kapitalizm sonrası toplum” olarak adlandırmaktadır (1993). Bu ve benzer
anlamlandırmalar karşılaştırıldığında, aslında kapitalizmin mantığında hiçbir sapma
olmadığı gerçeğinin gizlenmeye çalışıldığı düşünülmektedir.
Erbaş ise, konuyla ilgili olarak, modern ile post-modernin farklılığına ilişkin
üç farklı yorumdan söz etmektedir. Buna göre: “1) Post-moderni modernin bir
devamı olarak görüp ve dolayısıyla da, son otuz yıllık toplumsal değişimi modernden
bir kopuş olarak değil, onun bir uzantısı olarak kabul eden yorum. 2) Onu modernden
radikal bir kopuş olarak yorumlayan ve dolayısıyla da post-moderni moderne
alternatif olarak gören yorum. 3) Bu iki karşıt yorum dışında modern ve post-
modernin iç içe geçmişliğini benimseyen yorum” (1999: 21). Bu araştırmada söz
konusu yorumlardan birincisi savunulmakta, modernite düzleminde ortaya çıkan
yüzeysel gelişmelerin bir kopuş olarak değerlendirilemeyeceği, çünkü kapitalizmin
mantığında bir değişim olmadığı düşünülmektedir.
Harvey’ in görüşleri de yine bu araştırmada benimsenen fikirlere yakın
görünmektedir. Ona göre tahmini olarak 1972’ den itibaren zaman ve mekânı
algılayışımızda yeni hakim biçimlerin ortaya çıkışıyla birlikte, bir köklü değişim
yaşanmaktadır. Ancak, bu gelişmeler, post-kapitalist, post-endüstriyel toplumların
oluşması anlamında değil, kapitalizmin yüzeysel görünümlerinde meydana gelen
bazı değişiklikler olarak görülmektedir (1999: 7). 1970’ li yıllarda Jonathan Raban’
ın Londra şehrinden esinlendiği “Yumuşak Kent”, “Soft City” isimli kitabı, kenti tüm
hiyerarşilerin, değer türdeşliklerinin çözüldüğü bir “üslûpların pazar yeri”, her türlü
konunun belirli bir belirlenim olmadan yer aldığı bir “ansiklopedi” olarak alıyor.
73
Raban’ a göre “kişisel kimlik” de, “insanların istedikleri gibi davranma ve istedikleri
gibi olma konusunda göreli olarak özgür oldukları bir alandı.” Kent verdiği biçim ve
meydana getirdiği etkileşimle birlikte, bizim ona verdiğimiz biçime göre bize de
şekil vermektedir. Şehir yaşamı yaratıcı bir oyuna benzemesi itibarı ile sanatsal bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Raban, kent yaşantısında her şeyin yolunda gittiğini söylemek
istememektedir. İnsanların bir çoğu yaşantılarını anlamlandıran şeyleri, ilişkide
bulundukları diğer insanları yitirmektedirler. Yine şehir hayatının bu zamanında
cinayet ve şiddet kaynaklı karmaşa her an sıkıntısı duyulan bir kargaşa durumu
yaratmaktadır. Harvey, post-modernizm teriminin anlamı konusunda, kimsenin
anlaşamadığını söyledikten sonra, genelde nasıl anlaşıldığını belirtmek için de;
“belki bir istisnayla: ‘post-modernizm,’ ‘modernizm’ e karşı bir tepki, ondan bir
kopuş olarak anlaşılmakta” demektedir (1999: 17 - 21). Burada kent örneğinde de
görüldüğü gibi, tüm hiyerarşilerin, türdeşliklerin çözülmesiyle birlikte bir kargaşa
durumu meydana gelmiş; toplumlarda insanların nasıl yaşadığı, hangi zorluklarla
savaşmak zorunda kaldığı belirginliğini yitirmiştir. Söz konusu durum ise, kolayca
anlaşılacağı gibi toplumsal baskı gruplarının, sendikal hareketlerin zayıflamasıyla
birlikte büyük sermaye sahiplerinin beklentilerinin elde edilmesine olanak
sağlamıştır.
Gerçekten de, önceleri sanatta ifade bulan post-modernizm, modernin
sınırlayan, belirleyen, plânlayan boğucu havasına karşı bir tepki olarak doğmuştur.
Bu anlamda “anything goes” her şey uyar, her şey gider türü bir anlayış getirmiş;
nasıl ki, post-modern sanatta, ona her bakan o eseri kendisine göre değerlendiriyorsa;
post-modernizm de merkezi tek otoriteli bakış tarzının karşısına çok yönlü, “ademi
merkezci” bakış açılarının gelmesini sağlamış ve en önemli katkıyı da bu yönüyle
yapmıştır. Çünkü toplumdaki insanlar adına, akıl adına doğrular tayin edenler,
aslında bu tavırlarıyla, yaptıkları psikolojik ve direkt baskılar ile, getirdikleri
kurgusal düzenlemelerle bireysel özgürlük alanını yok ederek, insanların
karşılaştırmalı gerçeklere ulaşmalarına engel olmuşlar; modernitenin mekanizasyon
anlayışı içerisinde insanı yok etmişler; sistemin robotları, makinelerinin dişlileri gibi
74
görmüşlerdir. Bu da toplumlardan gerçeklerin gizlenmesi, halkların yararı yerine, bu
gizlilikten çıkarı olan belirli kimselerin çıkarına hizmet eden ilişkilerin gelişmesini
getirdiğinden, bütünsel anlamda, toplumların ve ulusların zararına işlemiştir.
İnsanları birey olmaktan uzaklaştıran, özgürlük alanlarını daraltan bu yapılar,
oluşturdukları koşulsuz otorite sistemlerinde, soygunların, yolsuzlukların gizlenmesi
anlamında önemli işlevler yapmış ve üçüncü dünya toplumlarının gerilemesine
yoksullaşmasına da yıkıcı katkılar sağlamışlardır.
Toplumsal yapıda ağırlıkla teknoloji kaynaklı gelişmelerle ilgili olarak
Zohar’ da Kuantum fiziğini esas alarak farklı bir yorum getirmektedir. Ona göre
toplum küçük parçalar ve bütün ilişkisinden oluşmakta, küçük parça orijinalinin tüm
özelliklerini taşımaktadır. Burada söz konusu olan, küçük parçacıklar hâlinde her
yere saçılmış etnik, dini, ekonomik, siyasal vb. tüm farklıların ortak bir payda da
buluşmasıdır. Mekanist Newton fiziğine göre düzenlenen kesin doğru - kesin yanlış,
siyah - beyaz ikilemlerine, hiyerarşik toplum yapısına karşıt, Kuantum fiziği
temelinde farklılık ve çoğulluk üzerine kurulmuş bir toplumsal yapı anlatılmaya
çalışılmaktadır (Zohar; Marshall, 1994: 1-15). Böylelikle bir taraftan post-modern
tavır bireyleri özgürleştirirken, onları parçalamış, toplum içinde kaybetmiş, sınıf
bilincinin gerilemesine sebep olarak, her türlü haksızlığa karşı gelişmesi gereken
örgütlü hareketlerin etkisini geriletmiştir. Yani yeni durum da daha farklı başka
sakıncalar getirmekte, sendikal hareketlerin etkinliğini yitirmesine çalışmakta;
insanların sadece birey olarak yaşamaları sonucu toplum sorunlarından
uzaklaşmalarına sebep olmakta; sivil toplum örgütleri son Irak olaylarında da
görüldüğü gibi yeterli baskıyı yapamamakta; bilinçsiz ve duyarsız bir yaşantıyı
öncelemektedir. Gelişmeler de bire bir göstermektedir ki, iletişim devrimi de yeni
gelişmelere karşı çare olamamakta, sosyal devleti, dünya barış ve huzurunu yok
etmeye çalışan uluslararası güçler, insanlık yeni bir duyarlılık durumunu
yakalayamadığından, işlerine gelen düzenlemeyi yapabilmektedirler.
Post-fordist temelde gerçekleşen post-modern teorilerin başta gelen
savunucularından olan Lyotard da, Boudrilard’ dan farklı olarak, vurguyu toplumdan
bilgi biçimine kaydırmaktadır. Post-modern toplumu teknolojilerde meydana gelen
75
gelişmelerin sonucu olarak görmekte; Modernitenin akıl merkezli, her aşamada
merkantalizmi öne çıkaran düşünce yapısına karşı çıkmakta; pozitif bilimin verilerini
de büyük anlatı kabul ederek, güvenilir bulmamakta, büyük anlatıların bundan böyle
yıkıldığını ifade etmektedir. Erbaş’ ın ifadesiyle o, “post-modernizmi modernitenin
büyük umutlarının sona erdiği, geçmişin totalleştirici toplumsal teorilerini, özgürlük,
eşitlik, adalet, evrim, rasyonalizasyon ve devrim gibi büyük ideallerin anlamını
yitirdiği bir durumun adı olarak “post-modern durum” kullanmaktadır” (1999: 23).
Burada anlatılmaya çalışıldığı gibi; post-modernizm denen kavram, Harvey,
Habermas, Jameson, gibi yazarların da ortak kanıda olduğu üzere, kapitalizmden
kesin ve ani bir kopuşa işaret etmemektedir. Lyotard türü bir post-modernizm ise,
büyük anlatıların sonunun geldiğini söylemesi yönüyle ve pozitif bilimi de bu
fikirlerin içerisine koymasından, sanal bir dünyada yaşanıldığı izlenimi verdiğinden,
mantıklı görülmemektedir. Ayrıca bilimin değerinin bu tarz bir gözden düşürülüşü,
insanlığı orta çağ karanlığına götürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Çünkü böyle bir durum madem ki bilimde kesinlik yok, yaşadığımız dünyada bir
hayalden ibaret, hiçbir şeyin de değeri yok gibi anlayışların gelişmesine sebep
olmaktadır. Oysa bilimin kendi yanılgılarını bulması, onun bir üstünlüğü olarak
anlaşılmalı, yaşadığımız dünyaya verebildiğimiz bu kadar anlamın da yine bilim
sayesinde olduğu unutulmamalıdır.
Yukarıda anlatılan durum özellikle post-fordist anlayış ve küreselleşme
açısından da önem taşımaktadır. Çünkü bu anlayış yerleştiği takdirde ortaya çıkan
anlam yitimi bağlamında, ulusal sınırların ve sosyal devletin aşılması da
kolaylaşmaktadır. Post-modern anlatılar, post-fordist üretim ilişkileri içinde,
küreselleşme cephesinden bakış tarzıyla, sanki birbirleri için üretilmiş olduklarını
ispatlar biçimde taban tabana uyuşmaktadır. Sanki bu tablo öyle bir izlenim
vermektedir ki, Post-modernizm ve Küreselleşme omuz omuza vermiş, tüm
durumların belirginsizleştiği ortamları önce kurgulamakta, sonra uluslar arası
sermayenin beklentilerine uygun kıvamda mayalanmayı elde ettikten sonra hayata
geçirmektedir.
76
Yine teknolojide meydana gelen gelişmeler ve çağın gereği olarak sunulan
küreselleşme, azgelişmiş ülkelere bir fırsat olarak sunulmakta; sermayenin dolaşımı
anlamında ekonomik sınırların kaldırılması talep edilmektedir. Ayrıca, çok uluslu
şirketler konusunda, bu işletmelerin milliyetsizliği öne çıkarılmaya çalışılmakta,
tarafsız bir konum içinde oldukları iddia edilmektedir. Ancak bu işletmelerin Somel’
in vurguladığı gibi, “malikleri vardır ve bu maliklerin milliyeti vardır.” Bu aşamada
söz konusu işletmelerin araştırma-geliştirme faaliyetlerini nerede yaptıkları, elde
ettikleri sermayeyi hangi ülkede topladıkları, hangi ülkelere hangi olumlu olumsuz
etkileri yaptıkları önem taşımaktadır (2002: 143).
Bu bölümde yapılan incelemelerle, sanayileşme sonrası dönemin toplum
düzleminde, özellikle de çalışanlar açısından ve azgelişmeyle de bağıntılı olan
durumu araştırılmak istenmiştir. Görülen o dur ki, sanayileşmenin ilk dönemlerinden
başlayarak her ne kadar çalışanların kazanımlarında farklılıklar oluşmuşsa da;
kapitalist üretim sisteminin mantığının, insanları, doğayı, toplumları istismar etmede
kararlılık gösterdiği anlaşılmaktadır. Yine konu içinde incelendiği gibi, post-fordist
üretim biçimi, esnek üretim teknikleri, küreselleşme, post-modernizm etkileri ise bu
süreci desteklemektedir. Ortaya çıkan durumda, özellikle çalışanlar açısından
meydana gelen gelişmeler, sonraki bölümde yapılan araştırmaların katkısıyla biraz
daha belirginleşecek ve Toplam Kalite Yönetiminin çalışanlar açısından sosyolojik
analizinin yapılmasına katkı sağlayacaktır.
2.1.2 Örgüt Düzleminde
Önceki bölümde, konuyla ilişkili olarak toplum düzleminde ortaya çıkan
gelişmeler değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ise, özellikle çalışanları daha
çok etkileyen işyerlerindeki organizasyonlarla ilgili durumlar araştırılmaktadır. Aynı
kapsamda konu fordist üretim organizasyonu ve post-fordist üretim organizasyonu
olmak üzere, iki alt başlık altında değerlendirilmektedir. Burada, özellikle çalışanlar
açısından, her iki organizasyon biçiminde oluşan farklılıklar geniş bir açıdan
değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
77
2.1.2.1 Fordist Üretim Organizasyonu
Bu bölümde, fordist üretim organizasyonun özellikle çalışanlar açısından
tartışılması amaçlanmaktadır. Fordizm’in geliştiği süreçte, piyasanın ve emeğin
rasyonalizasyonunda, Batı Avrupa’daki sendikaların reddettiği Taylor’ist, fordist
üretim teknolojilerini sağ ve sol sahiplenmiştir. Öyle ki, Lenin dahi bu üretim
biçimini övmüştür. Çünkü merkeze bağlı, üretimi artıran, akılcılığı öne çıkaran bu
görüş, o kanaldaki sol görüş için de uygun görülmüştür (Harvey, 1999: 150).
Merkeziyetçiliği de içine alan Fordizm’ in organizasyonların yapısı ile de ilgili olan
bazı temel özellikleri aşağıdaki şekilde maddelenebilir:
a) Ürünlerin, her parçanın ve görevin standartlaştırılması,
b) Aynı görevlerin mekanize edilebilmeleri,
c) Bilimsel idare ya da Taylorizm’ le yeni üretim teknikleri ve organizasyonun düzenlenmesi,
d) Yürüyen bant sistemi (Hall ve Jacques, 1995: 47).
Çalışanlar açısından ise, uyguladığı yöntem ve tekniklerle, Fordizm’ in işleri,
bir makinenin başında sıradan işler hâle getirerek niteliksizleştirmesi, işçilerin
aldıkları ücretlerin azalmasına sebep olmuştur. Sosyal hayatta sorunlara sebep olan bu
durum, devletin toplumsal hayata müdahalesini zorunlu hâle getirmiş; her ne kadar
devletten devlete, sosyal hayata verilen destek değişmişse de, genelde kitle üretimi ve
kitle tüketimi, ayrıca istihdamı, sağlığı, sosyal sigortayı, eğitimi bir sorunsal olarak
göz önüne almayı gerektirmiştir (Harvey, 1999: 158–159).
Ayrıca fordist sistem temel düşüngüsü gereği, bir malın üretildiği kadar
tüketileceği fikri ile hareket ediyordu. Ancak çok kere yeteri kadar tüketici
bulamayan bu mallar, depolarda beklemek zorunda kalıyor. Bu da, hem depolama
maliyetinden dolayı, ürünün genel maliyetini artırıyor, hem de satılamayan mallar
dolayısıyla işletmelerin zor durumlara düşmelerine sebep oluyordu. Bu durumlarda
da yine kurtarıcı olarak devlet görülüyor, mevcut tıkanıklığı sermaye sınıfının lehine,
toplumun bir kısım kaynaklarının ayrılması pahasına çözmesine çalışılıyordu. Yine
taleplerdeki ani düşüşlerin yarattığı çaresizlik, zaman zaman sisteme dahil olan
firmaların korkulu rüyasıydı. Bu yüzden mevcut girişimci sınıfın varlığını
78
koruyabilmesi için, Fordizm, ulusal ve korunmuş bir pazara ihtiyaç duymaktaydı
(Hall ve Jacques, 1995: 48).
Sistemde tıkanıklık ve çatışma meydana getiren bir başka etken; Taylorizmin
ve Fordizmin bir arada nitelikli işleri kaldırması, kafa ve kol emeğini birbirinden
ayırması, işçilerin bir makinenin parçaları gibi görülmeleri vb. sebepler tarafından
oluşturuldu. Bu durum, bilimsel yönetimin sınıf yapısı içinde gelişimi konusunda
etkili oldu. Emeğin vasıfsızlaştırılmasıyla ortaya çıkan değişimler sonucu ise,
çalışanlar çok rahatlıkla birbirlerinin yerini alabilecek duruma getirilmiş oldu. 27
Fordist sistemle bu kadar geniş bir şekilde etkileşimi olan Taylorizm, idari ve
destek birimler arasındaki ilişkilerin yapılandırılması – merkeze bağlı hiyerarşik
organizasyon – tüm plânlamaların uzmanlaşması – standartlar ve talimatlar ile
çalışma – insiyatif yokluğu gibi belli özellikler gösteriyordu (Hall ve Jacques, 1995:
48–49). Ancak, toplum hayatında bu insanı makine gibi gören, özgürlüğünü daraltan,
robotlaştıran sistem; karşılığını yaygınlaşan grevler, ağırlaşan toplumsal sorunlarla
buldu. Karşılaşılan güçlüklerin üstesinden gelmek için, yeni çıkış yolları bulunulmak
zorundaydı. Gelişmiş ülkeler için bu çıkış yolu, kapitalizmin temel mantığının
değişmemesinden dolayı, kısmen üretim ilişkilerinin esnetilmesi, kısmen de yeni
teknolojiler sayesinde aşılmaya çalışıldı. Yeni gelişmeler bilgi eksenli bir durumu
gösteriyor, değişen işgören yapısı, üretim yapısı, piyasa rekabet şartları vb. sebepler
yönetim metotlarının da değişmesini gerektiriyordu.
Fordist üretim sisteminin organizasyonlarda kurduğu bu aşırı belirlenmiş,
hiyerarşik ve baskıcı sistem ise, çalışanlar açısından işyerinde “yabancılaşma”
kavramıyla anlatılan oluşumlara sebep olmuştur. (Söz konusu kavram, bir sonraki
konu olan post-fordist üretim organizasyonu için de önemlidir.) Bu araştırmanın
uygulama bölümünde yabancılaşma ölçeğinden faydalanılan Mottaz, yedi ayrı
meslek grubundan toplam 1313 çalışanla yaptığı çalışmada Seeman, Blauner gibi
birçok araştırmacının çalışmasını araştırarak, “güçsüzlük”, “anlamsızlık” ve “kendine
yabancılaşma” boyutları ile konuyu incelemiştir (1981: 515–529). Onun bulgularına 27 Daha geniş bilgi için bk. (Urry, 1987: 254–276).
79
göre, her iş meslek grubunun içinde, kişisel iş değerleri ile ilgili algılar, yapılan işte
kendine yabancılaşmanın farklı düzeylerini üretmektedir. İş ilişkilerinde
yabancılaşmaya etki eden bir diğer faktör ise, teknoloji, yapısal durum ve iş
koşullarıyla ilgilidir. 28
Yabancılaşma konusunda yapılan ilk araştırmalardan birisini gerçekleştiren
Seeman ise, 1959 da yapmış olduğu çalışmada, “güçsüzlük”, “anlamsızlık”,
“kuralsızlık”, “yalıtılma”, “kendine yabancılaşma” boyutlarını incelemiştir (Erbaş,
1986: 7–28). Aşağıda da incelendiği gibi, bu boyutlar başka araştırmacıların da
dikkatini çekmiş ve onun kurduğu temel üzerinde yeni çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Blauner da 1966’ da basılan çalışmasında, yabancılaşmayı güçsüzlük,
anlamsızlık, sosyal yabancılaşma, kendine yabancılaşma olarak incelemiştir. Burada
Seeman’ ın araştırmasından farklı olarak “sosyal yabancılaşma” boyutu incelenmiş;
Seeman’ın araştırmasında ise, “kuralsızlık boyutu” ve “yalıtılma boyutu”
incelenmiştir. Ancak, burada “yalıtılma boyutu” “sosyal yabancılaşmayla” benzer
içeriğe sahip olduğundan, tek farklılık “kuralsızlık” ile ilgili olarak
değerlendirilebilir. Blauner, “güçsüzlük” boyutunu çalışanların iş aktiviteleri
üzerinde çok az bir kontrol sahibi olmaları ile; anlamsızlık boyutunu üretim
faaliyetlerinin tamamı düşünüldüğünde, çalışanların kendi yaptıkları işlerin katkısını
çok az hissettiklerinde, kendilerinin organizasyondaki rollerini görememeleriyle;
“yalıtılma” boyutunu, çalışma ortamında kendi kimliklerini hissetmemelerinden,
işletmenin amaçlarına kendilerini yakın görememeleriyle; kendine yabancılaşma
boyutunu ise, çalışanların yaptıkları işle kendileri arasında bağlantı olmamasıyla
ifade etmektedir (Blauner, 1966: 15-32).
Mottaz’ ın yapmış olduğu çalışmada, yabancılaşmanın etkisini ölçmek için
öğretmen, Polis, fabrika işçileri gibi değişik meslek gruplarındaki yabancılaşma
ölçülmek istenmiştir. Mottaz’ ın bu gruplarla ilgili olarak elde ettiği bulgularda ise,
her meslek grubunda farklı düzeyde yabancılaşma olduğu görülmektedir. Yine, onun
bulgularından, mavi yakalılardan beyaz yakalı ve profesyonellere kadar aralarında
28 Ayrıca bk. (Duygulu, 1999).
80
farklılıklar olduğu; beyaz yakalıların, profesyonellerin, mavi yakalılara göre
kendilerini daha iyi ifade ettikleri anlaşılmaktadır. Güçsüzlük ve anlamsızlık
boyutlarındaki değişimler ile ilgili bulgular ise, kendine yabancılaşma faktörüyle
benzer sonuçlar göstermektedir. Burada bir bulgu da, çalışanların denetleme yoluyla
idare edilmesinin, fabrika işçilerinde kendine yabancılaşmayı artırdığıyla ilgilidir.
Mottaz’ a göre belki bu durumun sebebi, işgörenlerin denetleyici idare şeklini,
kendilerinin çok sınırlı olan özerkliklerine bir zorla müdahale olarak görmesidir
(1981: 515–529).
Yabancılaşma konusunda değinilmeden geçilemeyecek önemli bir kişi de
Marx’ tır. İşe yabancılaşma yanında farklı yönleri de inceleyen Marx’ a göre,
yabancılaşma, dört temel özelliğe sahiptir. Bunlar: “İnsanın ‘doğadan’,
‘kendisinden’, ‘türsel varlığından’ ‘başkalarından yabancılaşması” dır. Ona göre
üretim yapan emekçi, üretiminin satılmasıyla ondan uzaklaşmaktadır. Kendi emeği
ise, karşılığını çok az aldığı bir metaya dönüşmekte, dolayısıyla ürettiği şeyle ortaya
çıkan bu dönüşüm, emeği ile ürettiği arasında bir yabancılaşma durumunu meydana
getirmektedir (Swingewood, 1998: 88-90; Esin, 1982, 32-115). Marx’ ta
yabancılaşmadan daha fazla bahsetmek, konunun amacını aşacağından burada daha
fazla değinilmeyecektir.
Fordist üretim sistemi, getirdiği tüm etkilerle birlikte, yukarıda da incelendiği
gibi, organizasyonlarda yabancılaşmayı güçlendirmekte, çalışanların katı hiyerarşiye
dayalı ilişkiler içinde vasıfsızlaşmasına da hizmet etmekte, işgörenleri
programlanmış robotlar şeklinde kullanmaya çalışmaktadır. Burada verilecek canlı
bir örnek de, konun daha belirginleşmesi açısından uygun olacaktır. Konu hakkında
görüşülen kişiler, bir kamu kuruluşunda fabrika seviyesi üretim merkezinde
çalışmaktadırlar. Bu kişilerin fordist üretim sistemine göre şekillenmiş ilişkiler içinde
gerçekleşen, yöneticileriyle aralarındaki diyalog şu şekilde gerçekleşmiştir:29
Söz konusu örnekte, işgörenler işi direk yapan ve kontrol eden kişiler olarak
üretimin kalitesiyle ilgili bir tespitte bulunmuştur. Bu tespite göre, üretimde 29 Söz konusu örnek ile ilgili çalışma, tezin yazarı tarafından 1997 yılında yapılmıştır ve yayınlanmamıştır.
81
kullanılan malzemelerden dışardan alınanların sürekli ikinci kalite olması sebebiyle,
istenen kalite düzeyinin yakalanması mümkün olmamaktadır. Yine, ortaya çıkan
istenmeyen durumlar sebebiyle ise, sorumluluk çalışanlara yüklenmekte, böylelikle
zor durumda kalınmaktadır. Ayrıca, önemli ölçüdeki devletin parasının sokağa
atılması durumu ortaya çıktığından, ülkeye de zarar verilmiş olunmaktadır. Bu tespit
üzerine bu örnekteki çalışanlar işyerine ve devlete faydalı olmak amacıyla
yöneticilerine giderek durumu aktarmışlar ve şöyle bir cevap almışlar: “Sizin
göreviniz düşünmek değil, söylenileni yapmaktır. Kafanızı böyle şeylere yorana
kadar, gidin işinize bakın.” Söz konusu işgörenler bunları aktardıktan sonra,
uğradıkları hayal kırıklığıyla birlikte işten soğuduklarını anlatmış, şimdi ne
söylerlerse onu yaptıklarını, fazladan hiçbir şeye bakmadıklarını bildirmişlerdir.
Yukarıda anlatılan örnek, fordist üretim sistemine göre eğitilmiş yöneticinin
çalışanlarla ilişkilere bakış tarzını açıklaması açısından da önemlidir. Ancak,
aşağıdaki satırlarda izlenen konularda ve TKY ile ilgili incelemelerde de görüleceği
gibi, piyasa rekabet koşulları gereği çalışanlardan en çok verimi sağlama zorunluluğu
oluştuğu için, teorik açıdan da olsa, yeni yöneticilerin işgörenlere karşı tavırlarında
tam tersi anlayışların ön görüldüğü anlaşılmaktadır.
2.1.2.2 Post-fordist Üretim Organizasyonu
Fordist uygulamada organizasyonlar açısından ne kadar üretilirse o kadar
tüketimi varsayan depolama ve maliyet sebepleriyle meydana gelen sorunlar;
perakendeciliğin, market tipi organizasyonun yaygınlaşmasıyla aşılmaya
çalışılmıştır. Bu sorunların aşılmasında adına “Just in time” “tam zamanında üretim”
denilen tekniklerin kullanılmasıyla önemli çözümler getirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca
teknolojinin de etkisiyle, tasarıma göre değişen müşteri isteklerine cevap verme
yoluyla, esnek üretim olanakları oluşmaya başlamıştır (Hall ve Jacques, 1995: 51 –
57). Bu aşamada TKY çalışmalarının da gündeme yerleştiği görülmektedir.
Market sistemine göre binlerce kalem ürün, değişen müşteri taleplerine göre,
bilgisayarların da yardımı ile şekillendirilmektedir. Örneğin binlerce kalem ürünün
82
ne kadar tüketildiği bu sayede bilinmekte ve eksilen mallar hemen sipariş verilerek
yerleri doldurulmaktadır. Yine esnek üretimin geliştirilmesi sayesinde, General
Motorun 1980’ de tezgâhlardaki boyayı değiştirmesi 9 saat alırken, Toyota aynı işi
iki dakikada yapmaya başlamış; ayrıca süreç içindeki işlemlerde sadeleştirme
yaparak, örnek tiplerin gövdede sadeleştirilmesini 5000’ den 500’ e kadar indirmiştir
(Hall ve Jacques, 1995: 51–57). Japonya kaynaklı bu gelişmede ise, ABD’ li
Deming’ in Japonya da uygulamaya geçirilen “Toplam Kalite Yönetimi” olarak
benimsenen teorisinin çok büyük etkisi olmuştur.
Konu çalışanlar açısından değerlendirildiğindeyse, araştırma içerisinde de
incelendiği gibi, esnek üretimlerin tüm dünyada yaygınlaştığı, bunun sonucunda ise,
özellikle işgücünün evde çalışma, vardiyalı çalışma, geçici çalışma, taşeronlara iş
yaptırma vb. sebeplerle örgütlenme olanağı bulamadığı görülmektedir. Bu da
uluslararası sermayenin dilediği serbestlikte hareket etmesi için uygun bir ortam
hazırlamaktadır.
Esnek birikim diğer taraftan yüksek işsizlik düzeyleri, vasıfların yok edilmesi
ve yeniden oluşturulması, değişen piyasa koşullarına ayak uydurabilme ihtiyacıyla
birlikte, iş verenin duruma göre bazen standarttan daha fazla çalıştırma, bazen daha
az çalıştırma yöntemlerini kullanmasını getirmiştir. Değişen iş koşullarına
uyabilmek için bir diğer seçenek de, sürekli istihdam yerine, yarım zamanlı, geçici
zamanlı, ya da taşeron firmalar ile ilişki kurarak bir istihdam türünün belirlenmesine
yol açmıştır. Bütün bunlar ise sendikaların etkinliklerinin önünde önemli derecede
engeller yaratılmasını kolaylaştırmıştır (Harvey, 1999: 171).
Çalışanları zamanımızdaki gelişmeler paralelinde inceleyen Drucker için
çalışanların önemi, artırdıkları verimle ilgili olarak artmaktadır. Çalışmasında,
konuyla ilgili olarak Taylor’dan da örnek vererek, bu beklentisini açıklamaktadır.
Ona göre Taylor’un emekçilerin verimliliğini artırma yöntemleri, kol gücünü daha
fazla üretim yapacak şekilde kullanabilmesi açısından ilginçtir. Bu yöntem kısaca
şöyledir: İşçilerin bir ürünün meydana getirilmesinde yaptıkları eylemler analiz
edilir. Gereksiz olanlar çıkarıldığında sadece o ürünün ortaya çıkarılması için gerekli
83
eylemler kalır. Daha sonra meydana getirilmesi plânlanan ürünün oluşturulmasında
bu hareketler en basit şekilde plânlanır. Sonra da makinelerin işin daha pratik ve
uygun hâle getirilmesi için düzenlenmesi de yapıldığında, kol emekçisinin verimliliği
de artırılmıştır. Taylor’ un yöntemi olarak bilinen “iş yönetimi veya analizi”
yöntemleri, özel bir maharet olarak algılanan el maharetlerinin, basit ve tekrarlanan
hareketler dizisine dönüşmesini sağlamıştır. Bu hareketler dizisini üstün hâle getiren
ise, bilgiyi bu alanda uygulamak olmuştur (2000: 153-154).
Post-fordist organizasyonda çalışanlardan beklentiler Drucker’ ın
açıklamalarında somutlaşmaktadır. Ona göre bilgi işçisinin verimliliğini belirleyen
altı temel özellik bulunmaktadır. Bunlar :
“ a. Bilgi işçisinin verimliliği Görev nedir? Sorusunu sormamızı ister.
b. Bilgi işçisinin verimliliği kendi verimliliğinin sorumluluğunu kendi üzerine yüklememizi
ister. Bilgi işçileri kendilerini yönetmek zorundadır.
c. Sürekli yenilik, bilgi işçisinin işinin, görevinin ve sorumluluğunun bir parçasıdır.
a. Bilgi işi, bilgi işçisi tarafından sürekli öğrenmeyi, ama aynı derecede sürekli öğretmeyi
gerektirir.
b. Bilgi işçisinin verimliliği sadece çıktı miktarıyla ilgilenmez. Kalite de en az o kadar
önemlidir.
c. Son olarak, bilgi işçisinin verimliliği, bilgi işçisine “maliyetten” ziyade “varlık” olarak
bakılmasını ve davranılmasını gerektirir. Bilgi işçisinin kurum için çalışmayı, tüm diğer
fırsatlara tercih etmesini gerektirir” demektedir (Drucker, 2000: 158).
Burada da görüldüğü gibi Drucker, özellikle verimlilik üzerinde durmakta,
yeni işçi tipinden beklenilenleri tek tek sıralamaktadır. Anlaşıldığına göre,
işletmelerin rekabet yeteneklerini artırmak için, çalışanlardan daha fazla fedakârlık
beklenmektedir. Drucker’ ın görüşlerine göre, bu gidiş olumluya doğru bir gidiştir.
Yeni sektörlerin ve ekonominin büyümesinin de etkisiyle tahmin edilenin tersine
daha çok kişiye iş bulunacak, toplumlar daha rahat bir biçimde yaşayacaklardır. Oysa
daha önceki bölümlerde de incelendiği gibi, emeği en ucuz değere mal etme
açısından, sürekli bir işsizler ordusunun dışarıda hazır iş gücü olarak beklemesi
kapitalist uygulamaların olmazsa olmazıdır. Yani bu durum öncelikle kapitalizmin
mantığı ile çelişik durumdadır.
84
Post-fordist uygulamalara esnek üretim yapılarıyla birlikte etkinlik
kazandıran en önemli faktör ise, gelişen bilimin tetiklediği ileri teknolojilerdir.
Ortaya çıkan gelişmelerle birlikte yeni teknolojilerin daha çok da bilişim sektörünün;
bilgiyi kullanmak zorunluluğunu giderek artıran, tüm fizik ve sosyal alanları
biçimlendirmeye çalışan yapısı öne çıkmaktadır. Ancak içinde yaşanılan çağda,
bilginin aşırı kuralsız ve düzensiz kullanılmasının meydana getirdiği kaos da beraber
yaşanmaktadır. Yine bilginin sınır tanımak istemeyen yapısının, pazar ekonomisi
tarafından acımasızca kullanılması, tüm bilgi sisteminde gelişmiş ülkelerden yana
sınırların aşılmasını getirmektedir.
Harvey organizasyonlarda yaşanan değişimlerle de ilgili olarak, 1973’ ten
sonra Kapitalizm’ in yüzey görünümünde bütünsel bir değişimin yaşandığını, ancak
kapitalizmin mantığının, krizinin devam ettiğini savunuyor. Ona göre, yeni
gelişmelerin esnek üretim konusunda meydana getirdiği tartışmalarda üç konum ileri
sürülmekte; bunlardan birincisi Piore, Sabel ve onları izleyenler tarafından
savunuluyor. “Buna göre, yeni teknolojiler, çalışma ilişkilerinin ve üretim
sistemlerinin bütünüyle farklı toplumsal, ekonomik ve coğrafî temelde yeniden
oluşmasını olanaklı kılıyor.” İkincisine göre esneklik fikrinin “işgücü piyasalarında”
ve “üretim organizasyonlarında” politik olarak uzlaştırılması görülmektedir. Harvey’
in aktardığına göre, Pollert bu konuda bir meydan okumayla, “esnek işgücü fikrinin
keşfi, uysallığı ve geçici çalışmanın yayılmasını yücelten ve bunları kaçınılmaz
gösteren bir ideolojik taarruzun parçasıdır” demektedir. Bu anlamda belirtilen
esneklik bir gerçeklik olarak durmaktadır. Üçüncü durumda ise, “esnek teknolojiler
ve organizasyonel biçimler” her yerde “hegemonik” hâle gelmemiştir. Fordizm de
her yerde aynı anda var olmamıştı şeklinde bir düşünce bulunmaktadır (1999: 215–
217).
Esnek Üretimle ilgili çalışmalar ülkemizde de devam etmekte ve başta
TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu) tarafından da
desteklenmektedir. Gupta’ dan alıntılanan tanımla, “esneklik, üretim sisteminin
piyasadaki değişiklere hızlı ve etkili şekilde uyum sağlayabilmesiyle ilgili bir
85
kavramdır” (Göker ve Kıral, 1996: 16). Esneklikten anlaşılanlar ise şu ana
başlıklarda yer almaktadır:
a. Tezgah esnekliği: Üretim tezgahlarında farklı parçaların işlenebilmesi için kolay ve hızlı
değişiklik yaparak makinelerin hazır duruma getirilmesini ifade etmektedir.
b. Üretim süreci (Process) esnekliği: Üretim sisteminin farklı parçalardan, değişik
malzemeleri üretebilme kapasitesiyle ilgilidir.
c. Ürün esnekliği: Üretim sisteminin farklı malzemeler üretmeye olan yatkınlığıdır.
d. İş akımı (Routing) esnekliği: Sistemin parçalarından “elemanlarından” birinin zarar
görmesi ya da çalışmaması hâlinde sürecin aksamadan devam edebilmesi durumudur.
e. Hacim esnekliği: Üretim sisteminin değişik miktarlarda üretim yapabilme kapasitesidir.
f. Genişleyebilme esnekliği: Üretim sisteminin, üretim yerlerinin değişimlere ve büyümeye
olan yatkınlığı olarak anlaşılmaktadır.
g. İşlemsel (Operational) esneklik: Üretimi yapılan parçaların sırasına işlemsel açıdan
müdahale edebilme yeteneği olarak belirlenmektedir (Göker ve Kıral, 1996:16-17).
Harvey ise, post-fordist üretimle de ilişkili olarak, esnek birikimin temelinde
katılıkla çatışmasını görmekte, uzun süre değişmeyeceği var sayılan kalıpların, her
anki değişimlere uyacak biçimde şekillendirilebileceklerini değerlendirmektedir.
Yine onun anlattığına göre, üretimde meydana gelen esnekliğin, emek güçlerinin
zamansal değerlendirilmesinde de etkili olduğu görülmektedir. Makineleşmenin bir
verisi olarak, daha az sayıdaki kişiyle daha çok üretimde bulunma ve bu sebepten
oluşan sorunların aşılması için ise, değişik yöntemler denenmek zorunda
kalmaktadır. Bu aşamada, içinde bulunulan durumdan çıkmak için, daha kısa zamanlı
çalışma, vardiya usulü çalışma, geçici işçilerden yararlanma, kadın iş gücünün yarım
zamanlı çalışma özentisinin kullanılması, ana kadrolar dışındaki işlerde taşeronlardan
yararlanılması gibi çözümler bulunulmaya çalışılmıştır (Harvey, 1999: 170–171).
Yine gerektiği zaman, ortam ve koşulların durumuna göre, düşük ücretli
emek gücünden yararlanmak için, üçüncü dünyaya yönelinmiş; iş piyasaları- üretim
ve tüketim kalıpları bakımından esnekliğin getirdiği olanaklardan yararlanılmıştır.
Ayrıca yeni durumlar hızlı karar vermeyi, piyasanın şartlarına anında uymayı,
yaşamsal bir zorunluluk hâline getirmiştir. Teknolojinin de kullanım alanının
genişlemesiyle “just in time,” “envanter – akım – teslimat” sistemi kullanılmış, yine
86
modaya uyma, en son teknolojiden faydalanma arzusu, reklam faktörünün de
etkisiyle git gide gelişmiştir. Finansal faaliyet ve akımların yükselmesi, bu alandaki
kesin kuralların kalkması, ademi merkezci işletmelerin çoğalması, yeni
düzenlemelerin (regülasyon) meydana getirilmesi, küreselleşme bağlamında,
sermayenin de küreselleşmesi ile birlikte meydana gelmiş ve sınırları aşarak gücünü
artırmaya çalışmıştır (Harvey, 1999: 179–180).
Harvey’ in açıkladığı gibi, çok uluslu şirketlerin durumu hakkında yaşanılan
bir gelişme de, para kazanmaya atfedilen önem sonucu; ana ürünlerin dışında
kaynaklara yönelimle olmuştur. Fortune dergisinde yapılan araştırmada, en büyük
500 firma çalışanlarının şirketlerinin adını duyurdukları, ana ürünlerin üretiminde
çalışmak yerine, farklı ürünlerin üretiminde çalıştıkları belirlenmiştir. Böyle
olmasının sebebi, marka olarak tanındıkları ürünü reklam amaçlı kullanma gereğidir.
Ancak temel amaç para kazanmak olduğundan, diğer fırsatları değerlendirmenin de
yüksek getirisi bulunmaktadır (Harvey, 1999: 182). Bir başka yönden ise, paranın
uluslararası dolaşımı çeşitli muhasebe tekniklerinin kullanılmaya başlanmasıyla
birlikte, paradan para kazanılan üretime girmeyen bir rant oluşumuna sebep
olmuştur. Söz konusu şirketler bu paradan para kazandıran sistemde “spekülatif” kâr
oranlarını artırmak için, en yetenekli beyinlere el atarak kârlarını katlamaya
çalışmışlardır (Harvey, 1999: 187–188).
Post-fordist tabanlı sistemlerin organizasyonlarda kullanılması bu bölümde de
görüldüğü gibi, esnek üretimler beraberinde kapitalizmin mantığında bir değişime
sebep olmamıştır. Bu uygulamalar sosyal devlet yapısının küresel güçlerce deforme
edilmesine sebep olmuş; işsizlik sorununu, iş güvencesi sorununu, sendikal haklar
sorununu pekiştirmiş; toplumu kendi mantığı çerçevesinde biçimlendirmiştir. Bu
araştırmanın özel alanını oluşturan TKY’ de, Post-fordist uygulamalar beraberinde
gündeme gelen esnek üretimler temelinde şekillenmiştir. Yine aşağıdaki bölümde
yapılacak incelemelerle çalışanlar ve toplum açısından söz konusu üretim sistemi
incelenmeye çalışılacaktır.
87
2.2 Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar
Kalite kavramı içinde bulunduğumuz zaman diliminde çok daha fazla
gündemde olmasına rağmen, yeni ortaya çıkmış bir olguya işaret etmemektedir.
Tarihsel süreçte kavram, daha spesifik bir içerikte kullanılmıştır. Günümüzde ise,
konu içinde daha derinlemesine inceleneceği gibi, bir sistem yaklaşımıyla her alanda
yapılan işlerle ilgili süreçlerin tümünün sürekli iyileştirme anlayışını yansıtmaktadır.
Kalite anlayışı, bilinen tarihin hemen her döneminde özellikle bazı milletlerde daha
baskın olmak üzere işlevini sürdürmüştür. Bunun en önemli ispatı, yüzyıllar
öncesinden gelen burada sayılamayacak kadar çok olan paha biçilmez tarihi
eserlerdir. Ancak yazılı kayda geçmesi açısından ilk referans, M.Ö 3000 yıllarında
Babil’ de Hammurabi kanunlarınadır. Burada kaliteye verilen önemi anlatması
açısından “eğer bir adam ev yaparsa ve bu ev çökerse ve ölen olursa yapan da
öldürülmelidir” denmektedir (Özevren, 1997: 6).
İnsanlar çağlar boyunca yönetim konusuyla ilgilenmişler, toplulukların,
orduların, devletlerin, şehirlerin, köylerin idaresi için bazı kurallar üzerinde
çalışmışlardır. Ancak, 19.yy ve 20.yy’ da bu konuda bilimsel çalışmaların daha da
belirginleştiği, artan sanayi kolları ve fabrika yönetimlerinin, çalışanlarının
organizasyonuyla, yönetim şekliyle daha çok ilgilenmeye başladığı görülmüştür.
Araştırmanın devamında TKY teorileri kapsamında inceleneceği gibi, dikkat çeken
başka bir durum ise, söz konusu teorilerin fordist üretim sistemine karşıt şekilde,
esnek üretim biçimleri temelinde bir gelişme göstermesidir. Yine, yönetime
bilimsellik kazandırılmasında, TKY’ den önceki bazı fikir adamlarının değerli
katkıları olmuştur. Konunun daha net açıklanabilmesi için, bilimsel yönetim
konusundaki bazı düşünceler aşağıda açıklanmaktadır.
Bilimsel araştırmalar incelendiğinde, yönetim anlayışında ilk önemli
değerlendirmelerden birisi, sanayileşme ile birlikte Weber’in bürokrasi anlayışında
ortaya çıkmaktadır. Burada ileri çıkan yönetim ilkeleri şunlardır :
“Otorite ve sorumluluğun organizasyonda açık olarak belirlenmesi,
Görevlerin, yapılacak işlerin önceden tespit edilmesi ve plânlanması, sürekli kontrol ve teftiş
88
Organizasyonda yazılı kuralların oluşturulması ve saklanması
Yöneticilerin seçimle değil, atama yoluyla işbaşına getirilmesi,
Emir ve komuta zinciri içerisinde hiyerarşik bir organizasyon yapısı oluşturulması,
Çalışanların resmi bir sınavdan ve belirli bir eğitim seminerinden sonra işe kabul edilmesi”
(Aktan, 1997: 23).
Yönetim biliminin ilk öncüllerinden birisi kabul edilen Fayol ise, “Yönetim
İlkeleri” isimli bir yapıt yayınlamıştır. O’ da Weber gibi “otorite, merkeziyetçilik,
hiyerarşi” gibi konular üzerinde durmuş ve aşağıda yazılan ilkeleri öne sürmüştür:
“İş bölümü ve uzmanlaşmaya dayalı yönetim yapısı,
Yönetimin otorite ve sorumluluğa sahip olması,
Yönetimde disiplinin hakim olması,
Çalışanların bir kişiden alacakları emir ve talimat doğrultusunda hareket etmeleri,
Organizasyondaki ünitelerin ya da bölümlerin tek bir hedef ve plân doğrultusunda hareket
etmeleri,
Organizasyon çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulması,
Organizasyonda kararların merkezden alınması,
İşgücünün istihdamında sürekliliğin sağlanması; sık sık işten çıkarmaların söz konusu
olmaması,
Çalışanların yaratıcılığının ön plâna çıkarılması,
Çalışanlara adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda davranılması,
Organizasyonda iş birliği ruhu içerisinde birlikte çalışma isteğinin yerleştirilmesi” (Aktan,
1997: 23). 30
Ayrıca Fayol’un “iskele tahtası” olarak bilinen kuruluş içi dikey çalışma
ilişkileri yanında yatay ilişkilerin de geliştirilmesini önermesi, bireylerin ve
bölümlerin arasındaki rekabetin çok zaman kuruluşun zararına işleyebileceğini ileri
sürmesi, bu alanda yaptığı önemli katkılardandır (Weaver, 1998: 15-16). Fayol’ un
bu konudaki tespitleri, TKY ve esnek üretim felsefesi üzerine çalışan uzmanların da,
vurguladığı bir durum olması açısından önem taşımaktadır.
Fayol’ dan başka yönetim üzerine çalışan önemli isimlerden birisi olan
Taylor da, kendisi de işçilikten geldiğinden, başka bir ifadeyle söylenirse,
çekirdekten işe başlamış olduğundan, üretim merkezlerindeki sorunları daha iyi
inceleme olanağı bulmuştur. Bu nedenle işçilerin gerekli üretimi 30 Ayrıca bk. (Fayol, 2005: 23-52).
89
sağlayamadıklarında asıl sorunun plânlama, doğru eğitim alamama, araç gereçlerdeki
eksiklikler, teşviklerle ilgili sorunlar vb. yönetimden kaynaklandığını savunmuştur.
Ayrıca işe alınacak kişilerin yetenekli kişilerden dikkatle seçilmesi ve eğitilmesi
gerektiğini, iş plânlamasının işlevsel usta başları kanalıyla yapılması gerektiği
düşüncesini dile getirmiştir. Weaver’ a göre, bu yüzden Taylor’ un işlerin takibinin
denetçiler tarafından yapılmasını savunduğu düşüncesiyle, “bütün beyinler
geleneksel bir kurumun tepesinde yer alır” fikrine kaynaklık ettiği düşünülmektedir
(Weaver, 1998: 13-14). Bu araştırmada fordist üretim biçimi anlatılırken Taylor’dan
epeyce bahsedilmiş olduğundan burada da aynı bilgiler tekrarlanmayacaktır.
Yönetim bilimi konusunda 1950’ lere gelindiğinde, eski yönetim biçimine
karşıt bir felsefeyle TKY çalışmaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Japonya’ da
William Edwards Deming’ in katkılarıyla yapılan çalışmaların dikkati çekmesiyle,
başka ülkelerde de ilgi çekip geliştirilmesi yönünde girişimlerde bulunulmuştur.
Ancak burada konuyla ilgili daha önce Amerika’ da görülen bazı gelişmelerin de
üzerinde durulmalıdır. Bunlardan birisi, 1930’ lu yıllarda Amerika’da Bell
Telephone’da istatistikçi olarak çalışan Walter A. Shewerhart’ın “istatistik kalite
kontrol” araştırmalarıdır. O, bu çalışmalarıyla istatistiği üretime uygulayan ilk
kişilerden birisi olmuştur. Ancak, bu konuda en çok öne çıkan isim ise, Deming
olmuş ve Japonya’ ya davet edilerek, buradaki mühendislerle çalışmaya başlamış;
getirdiği yönetim felsefesinin Japon kültürüne yakın olmasının da katkısıyla,
buradaki gelişmelerde önemli rol oynamıştır. Daha sonra kalite konusunda öne çıkan
isimlerden olan Juran’ da, Japonya’ ya davet edilmiş ve faydalı çalışmalarda
bulunmuştur (Özevren, 1997: 6-17).
Tezin ilerleyen bölümlerinde yer alan tartışmalarda da görüleceği gibi, TKY
teorisinde de Fayol ve Taylor’ dan esintiler bulmak olasıdır. Yukarıda yer alan kısa
girişten sonra, TKY ile ilgili yaklaşımlar incelenebilinir. Önce de belirtildiği gibi,
Toplam Kalite Yönetiminin en tanınmış ismi Deming olmuştur. Deming, özellikle
istatistik konusunda önemli çalışmalar yapmıştır. Daha sonra 1950’ de Japon Bilim
Adamları ve Mühendisleri Birliği (JUSE) tarafından konferanslar vermek üzere
Japonya’ ya davet edilmesiyle fikirlerini uygulama olanağı bulmuş, uzun yıllar
boyunca sayısız konferanslar ve eğitimler düzenlemiştir. Japonlar da, Deming’ den
90
öğrendiklerini tüm ülke çapında yaygınlaştırarak önemli gelişmeler kat etmişlerdir.
Aguayo’ya göre, Birlik beraberliğe de oldukça yatkın olan bu millet, “Japon malı
topan malı” denilerek alay edilen mallarını, 1980’ lere gelindiğinde, ürünlerine
gururla “Made in Japan” yazacak duruma getirmişlerdir (1994: 7–11). Burada
unutulmaması gereken ise, söz konusu başarının, emekçi sınıfın, (TKY’ ne karşı
olanların görüşlerinin anlatıldığı bölümde açıklandığı gibi) çok ağır şartlarda
çalıştırılmasıyla sağlandığıdır. Bilindiği gibi esnek üretimler temelindeki işle ilgili
hemen her sürecin yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan sistem, tüm dünyada git gide
yaygınlaşmıştır.
Yukarıdaki satırlarla yönetim bilimi ve TKY’ nin gelişim süreciyle ilgili bir
giriş yaptıktan sonra bu sistemin daha geniş analizi yapılabilir. TKY’ nin ne olduğu
konusunda farklı yazarlar tarafından yapılmış birçok açıklama mevcuttur. Bu
açıklamalardan biri Kavrakoğlu tarafından şu şekilde verilmektedir (1994: 53) : “TK,
müşterilerin ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan bir yaklaşım olduğu kadar,
maliyetleri de düşüren bir yönetim tarzıdır. Başka bir anlatımla, TK hataları
önlemeyi hedefler; böylece bir taraftan müşteri hatasız ürünlere sahip olurken, diğer
taraftan da üretici kuruluşun (hatalı üretimden kaynaklanan) maliyetleri düşer”
demektedir.
Yine çalışanlar açısından bakıldığında, TKY uygulama farklılıklarının
sistemin algılanışında farklılıklar oluşturduğu anlaşılmaktadır. Wilkinson’ a göre,
TKY, teknoloji desteğinde, makineleşme, düzenli ve sisteme dayalı ölçümler,
süreçlerin istatistiksel olarak kontrolü, performans değerlendirme teknikleriyle
birlikte uygulandığında, katı, otoriter bir tarz olarak; karşıt olarak işletme
çalışanlarının eğitimlerine ağırlık verilmesi, işgörenlerin kararların alınmasına
katılmaları, işletme çalışanlarının iş doyumu üzerinde çalışılması, ödüllendirmede
fırsatların eşitliği ilkesine bağlı kalınması, takım çalışmalarında gönüllülük esasına
dikkat edilmesi çerçevesindeki uygulamalarda esnek ve yumşak bir uygulama olarak
ortaya çıkmaktadır (Suğur, Nichols ve Suğur, 2004). Böyle bir yaklaşım buradaki
çalışma açısından düşünüldüğünde, yalnızca işletmeler arasındaki farklılıkları
değerlendirmede faydalı olacaktır. Ancak, esnek üretimler temelinde, TKY
91
uygulamalarının sebep olduğu emek süreçlerini incelemede ise yetersiz kalacaktır.
Çünkü araştırma incelendiğinde de anlaşılacağı gibi; söz konusu yaklaşım, sorunun
tarihsel kökenlerine yerleştirilmesi için ileri sürülen tabloyu açık bırakacak, kalite
yönetimlerinin yumşak tarzda uygulanmasındaki mantığın çalışanlar ve toplum için
gerçekte neler getirdiği konusunun anlaşılmasını olanaksızlaştıracaktır.
TKY’ yi savunanların üzerinde durdukları önemli konulardan birisi de,
yönetimin kalitesiyle ilgilidir. Bu sebepten dolayı sistemi “Toplam Yönetimin
Kalitesi” olarak ananlar da olmuştur (Argun, 2000). Yani yeni yönetim sisteminde,
teoride anlatılanlara göre, işletmede çıkan sorunlar karşısında direk tüm hatayı
işgörenlerin üstüne yıkma yerine yönetimin sorumluluğu üstlenmesi, hatayı kendinde
araması gerekmektedir. Bu anlamda TKY teorisyenlerine göre, çalışanlar açısından
güvene dayalı, katılımcı, yeni değişimleri öğrenme konusunda dinamik, takım
çalışmasını öne çıkaran, işgörenlerin rollerini genişletici bir tarz liderlik Taylorizm’ e
bir alternatif olarak öne çıkarılmaktadır (Taina, 2000). Yine yönetimin kalitesini
artırmak için değerlendirilmesi gereken bir kavram da liderliktir. Liderlikten kast
edilen yukarıda ve konunun devamında anlatılanlarla uyuşum içindedir. Söz konusu
sisteme göre liderlik kavramının kurumda olgunlaşması ve tüm çalışanların da yeni
değişimlere ayak uydurabilmesi için yapılması gereken ise, işletmeyi öğrenen
organizasyon hâline getirmek olmaktadır (Trofino, 2000).
TKY sistemi tüm üretim sistemlerindeki gibi, verimi artırma açısından
emekçi merkezli bir işlev üstlenmektedir. Rekabet edebilmek için yüksek kaliteli iş
gerekmektedir. Bunu sağlamak için ise, çalışanların eğitiminin, işlerini yapmak için
gereken ustalıklarının, kuruma bağlılıklarının artırılması gerekmektedir. Dolayısıyla
insan sermayesi üzerinde yükselen bu sistem, çalışanların işlerinden aldıkları
doyumla, kendilerini işlerinde güvende hissetmeleriyle direk bağlantılı olmaktadır
(Barling, Kelloway, vd. 2003: 276–283). Konuyla ilgili olarak Murata ve Harison,
“Çalışanların refahı konusunda, üst düzey yöneticilerin atölye görevlilerinden daha
fazla sorumluluk hissetmeleri gerekir; yoksa şirket çalışanlarının bireysel verimini
artırmada başarı sağlayamazlar” demektedir (Murata ve Harison, 1995: 11-12).
92
Kalite konusunda en tanınmış isimlerden biri olan Juran, “kalite” yi
müşterinin beklenti ve istekleriyle üretimin özelliklerinin buluşturulması olarak
anlamaktadır. Bu da ona göre rekabet edebilme ve kârlarını artırma açısından müşteri
doyumunun temelini oluşturur (Juran, GodFrey ve Blanton, 1999: 2.2). Bu tanım
müşteri kavramının ortaya çıktığı bütün bir tarih kapsamında temel bir gerçeklik
olarak öne sürülebilir. Ona göre, üretimin özellikleriyle müşteri ihtiyaçlarının
buluşturulması müşteri memnuniyetini artıracak, rekabet ortamında ürünlerin
satılabilmesi sağlanacak, bunun sonucunda satış gelirlerinin artmasıyla birlikte
piyasa payı artacak ve en önemlisi de kaliteli üretimle birlikte maliyet düşecektir.
Yine işletme açısından yüksek kaliteyle birlikte, ürünün kalitesiz çıktısının verdiği
hatalı ürünlerin tekrar düzeltilmesi için harcanan kayıplar azalacak; işyerinin alanı
daha verimli kullanılacak; garanti sorumluluklarından doğan zararlar azalacak;
müşteri doyumunun artmasıyla birlikte yeni müşteriler kazanılacak; üretilen ürün ilk
üretim aşamasında bizzat işi yapanlar tarafından tam doğrulukla yapıldığından, son
kontrolde ürünün tekrar yeniden hata düzeltme işleminden oluşan zararlarının önüne
geçilmiş olacaktır. Ayrıca, esnek üretim metotları kullanıldığından, müşteri
isteklerine uygun olarak hazırlanan yeni ürünlerin piyasaya sürülmesi hızlanacaktır.
Bunların sonucunda ürünün maliyetinin düşmesi ve rekabet edebilme gerçekleşmiş
olacaktır (Juran, GodFrey ve Blanton, 1999: 2.2-2.3).
TKY konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Deming’ in aşağıda
açıklanmaya çalışılacak ünlü 14 maddesi ile devam etmek yerinde olacaktır (1996:
19-79). Deming, piyasa şartlarında var olmak için, kalite yönetimi açısından özellikle
Amerikan yönetim tarzının içine düştüğü uçurumdan kurtulması yönüyle, 14
maddesinin uygulanmasından başka çare olmadığını ileri sürmektedir. Bu 14 madde,
kalite çalışmaları açısından araştırma kapsamında öğrenilenler ve Deming’ in
anlattıklarının da katkısıyla, aşağıdaki şekilde yorumlanmıştır:
1. Ürünü ve hizmeti geliştirme, hedef sürekliliği yaratma: Burada anlatılmak
istenen düşüncenin, araştırma içinde de geçen Japonların “kaizen” dedikleri sürekli
gelişme fikri ile yakından ilişkisi vardır. Piyasa şartlarında Rekabet etme, var olma
savaşı verme, daha iyi ve yeni işler yapma için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bir
93
işletmede hedef sürekliliği yaratma ise, tüm çalışanların aynı hedefe yönlendirilmesi
ile başarılabilmektedir. Tüm bunların işlerliğinin kazandırılması için de, işgörenler
başta olmak üzere, organizasyonun tamamının esnekleştirilmesi gerekmektedir.
Ancak uygulamada birçok işyerinde işteki ve sosyal yaşantılarındaki sorunları
anlaşılmayan, yanlış değerlendirilen çalışanlar, bozuk sistemin hatasını ödemek
zorunda bırakılmaktadır.
2. Yeni yönetim felsefesini benimseme: Burada İçinde yaşanılan ekonomik
çağın eski yönetim tarzının değişmesini gerektirdiği; bunun da ancak yöneticilerin
yönetim konusundaki eski düşüncelerini değiştirmekle mümkün olacağı anlatılmak
istenmektedir. Deming’ konu ile ilgili olarak çağın ve müşteri beklentilerinin
değiştiğini işaretle Japonya’dan bazı örnekler vermektedir. Onun burada bir tren
tarifesi ile ilgili olarak anlattıkları, her türlü aksiliğe, kalitesiz ürünlere alıştırılmış
yeterince gelişememiş ülke insanlarının, inanç sınırlarını zorlayacak niteliktedir.
Anlattığı örneklerden biri şöyledir:
“17:25 Taku’ dan hareket
19:23 Hakata’ya varış
Trenden trene aktarma
19:24 Hakata’ dan hareket (Osakaya doğru, 210 Km saat)
Yine bir fabrika ziyareti için alınan bir tren tarifesi ise şöyle aktarılmaktadır:
“09:03 Trene binin. 08:58 ve 09:01 deki trenlere aldırmayın.
09:57 Trenden inin.”
Yukarıdaki alıntıda görülen örnek, insanlara duyulan saygı anlayışıyla da
yakından ilgilidir ve çağın müşterisinin kandırılmak istemediğini anlatmaya
çalışmaktadır. Bu konuda verilen bir diğer ilgi çekici örnek ise şöyledir: Bir bira
üreticisi ürettiği biralar için kutu almaktadır. Bozuk çıkan kutular ise, hiçbir ek
ödeme istenmeksizin yenileriyle değiştirilmektedir. Bu da bira satıcısı tarafından
memnuniyetle karşılanmaktadır. Oysa değiştirilen her bira kutusu, kutu üreten
şirketin maliyetlerini artırmakta ve bu maliyet kutuyu alan bira üreticisine,
dolayısıyla müşteriye ödettirilmektedir. Deming tüm bunları anlatırken, yeni yönetim
felsefesini benimsemenin önemine vurgu yapmaktadır.
94
3. Kalitenin sağlanması için denetimlere güvenmekten vazgeçme: Kalitenin
sağlanması klasik biçimlerdeki gibi olmaz, burada ürünün üretim aşamasında hatasız
yapılması ve son kontrole gerek kalmaması anlayışının geliştirilmesi anlatılmak
istenmekte; özetle, kalitenin kontrollerle sağlanamayacağı, üretim prosesinin
(süreçlerinin) geliştirilmesiyle sağlanabileceği anlatılmak istenmektedir.
4.Madde: Burada Deming “İşi etiket bazında ödüllendirmekten vazgeçin.
Bunun yerine, toplam maliyeti düşürün. Her kalem malzeme için tek bir tedarikçiyle
çalışın, uzun süreli, bağlılık ve güvene dayalı bir ilişki kurun.” demektedir. Etiket
bazında ödüllendirme konusunda dikkat çekilmek istenen nokta, dış tedarikçilerden
alınan malzeme ve araçların piyasanın en iyisi olmasının çok şey ifade
etmeyeceğidir. Çünkü piyasanın en iyisi olan bir ürün o işletmedeki kullanım alanına
uygun olmayabilecektir. Ya da eğer bu ürün işletmedeki başka bir malzemeye
takılıyorsa, o malzemeyle bir bütün oluşturmayıp, yeni uyarlama masrafları
gerektirdiğinde yanlış yapılmış bir satın alma seçimini işaret edecektir. Tedarikçi
konusunda ise; işletmelerin tek bir işletmeyle uzun süreli ve güvene dayalı bir ilişki
kurması önerilmektedir. Burada, işletmelerin kendi üretimleri için dışarıdan temin
ettikleri parçalar ve malzemelere göndermede bulunularak, kaliteyi bunlarda
etkileyeceğine göre, aynı kalite yönetimi anlayışıyla ilgili olarak, bu firmalarla da
uyuşumun gerekliliğine dikkat çekilmek istenmektedir. Çünkü son çıktıda kalite
seviyesinin düşmesinin sonucu, yeniden düzeltme işlemlerine ayrılacak zaman ve
malzeme, ıskarta vb. zararların yanında, en sonda da bedelinin belirlenmesi olanaksız
olan müşteri kaybedilmesine sebep olacaktır. Söz konusu sorunlardan da çalışanların
sorumlu tutulmakta olduğu, firmaların gelir kayıplarının da çalışanlardan çıkarılmaya
çalışıldığı anlatılmaktadır.
5. Kaliteyi ve verimi artırma, maliyetleri düşürme : Burada yapılan her işte
sürekli olarak en iyiyi arama anlayışının yerleştirilmesi, üretim ve hizmet sisteminin
her zaman geliştirilmesi anlatılmak istenmektedir. Bu da, TKY konusunda “kaizen”
denilen sürekli geliştirmeyle yakından ilgilidir. Yapılan bir üretimle ilgili akla
gelebilecek tüm diğer işler, bağlantılar, işletme içi bölümler, firma dışı ilişkiler dahil
olmak üzere sürekli iyileştirme ve geliştirmeyi kastetmektedir. Böylece yapılan her
95
işte işletmenin belirtilen kalite durumunu yakalaması, kaliteyi artıracak ve
maliyetleri düşürecektir.
6. İş başında eğitimi kurumlaştırma: Kalite çalışmalarının en önemli bacağını
eğitim oluşturmaktadır. Çünkü, kalite yönetim tarzı bu araştırmada ve başka
incelenen araştırmalarda da, ancak belirli bir seviyede ön eğitimi olan çalışanlarla
başarılabilmektedir. İşletmelerin bu yönetim tarzını uygulamak istemeleri
durumunda sürekli ve programlı bir eğitim sistemi kurmaları şart olmaktadır. Bu
yönetim sisteminde en önemli değer nitelikli insan olarak görülmektedir. Deming’in
değindiği gibi Japon’ ların ömür boyu iş anlayışıyla hareket etmesi, plânlarını uzun
dönemli yapmaları ve bu araştırmada da değinilen kültürleri onlara bir ayrıcılık
tanımaktadır. Deming, bu konuyu anlatırken “Yönetim, üretim işçisinin işini severek
yapmasını engelleyen sorunları anlamak ve çözmek zorundadır” demektedir. Yine
bir işçiyle yapılan görüşmeden aktardığı örnekte ise; yönetimin sorumluluğunda olan
işle ilgili eğitimin yarattığı sorunların, çalışanlar için geliştirilen bir eğitim programı
olmadığından, işçilerin üzerine kaldığından bahsetmektedir. Böyle bir durumda,
çalışanların tam bilmedikleri işleri yaparken, kalite düzeyi yüksek üretim yapılması
beklenmektedir.
Kalite yönetimlerinde, eğitimin kullanılmasının bir başka sebebi ise, kurum
kültürü yaratmadır. Çünkü, bu sisteme göre beklenen iyileştirmelere tüm çalışanların
katılımının sağlanması, işletme hedeflerinin benimsenmesi beklenmektedir. Weaver’
da bu durumun önemini anlatmak için “Kuruluşun verimliliğini artırma yönündeki
her girişim yeterli kültürel desteğe sahip olmadığı takdirde silinip gidecektir”
demektedir (1998: 120).31 Tüm bunların sonucunda da işgörenlerin niteliklerinde
önemli değişmeler olacak, hâlihazırdaki yapı esnekleştirilerek dolayısıyla yetki ve
sorumluluklar geliştirilecektir.
7. Liderliği kurumlaştırma: Burada kendinden korkulan yönetici yerine,
sorunları paylaşmasını bilen, çalışanların fikirlerinden de faydalanarak, onların
işlerini daha rahat yapmasını sağlayan, rehberlik eden, işleri kolaylaştırmaya çalışan
31 Ayrıca bk. (Kit-Fai, 2001; Parker, 2000: 126 – 129).
96
lider yöneticiliğin kurumlaştırılmasından söz edilmektedir. Yani yöneticinin yaptığı
gözetimlerdeki en önemli amacı, insanların, makine, alet ve süreçlerle işlerini
yaparken daha nitelikli üretim yapabilmeleri için yardımcı olmaktır. Anlatılmak
istenen ise lider yönetici olma gerekliliğidir. İşyerindeki liderlik de, ancak yapılan
işleri iyi öğrenme ve çalışanların süreçlerini kolaylaştırma, hatalara sebep olan başka
bölümler, sistemle ilgili sorunlar, eğitim problemleri, malzemelerden kaynaklanan
sorunlar, çalışanların motivasyonu vb. tüm konularda çalışanların önünü açmayla
olmaktadır.
8. Korku engelini yok etme: Korku personeli yalan söylemeye sevk eder, dile
getirilmeyen sorunlar çözülemeyeceği için de, firmanın zarar etmesine sebep olur.
Herkesin tedirginlikten ne yapacağını şaşırması yerine, işine gücüne bakması
isteniyorsa, korku yok edilmelidir. Eski tarz yönetim biçimlerinde, azarlanma,
işinden olma, küçük görülme vb. korku sebebiyle işgörenler aksaklıkları ve sistemle
ilgili sorunları söylemekten çekinirler.
Eski tarz yöneticinin ilgilendiği şeyler, sonuçlar ve sayılar üzerine
odaklanmaktadır. Sayılar üzerine değerlendirme yapmak ise, söz konusu yöneticilere
göre, ortaya çıkan hatalardan hangi işgörenlerin sorumlu olduklarını bulmak anlamına
gelmektedir. Çözüm ise, çalışanların üzerinde korkuya dayalı baskıdan geçmektedir.
Böyle bir bakış tarzına göre, sorunların gerçek sebebiyle ilgili çalışanlardan işle ilgili
bir şeyler öğrenmek, ona karşı borçlu kalmak, kendisinden çekinilmeyen yönetici
olmak demektir. Haksız bir şekilde, baskı gören işgörenler açısından ise, söz konusu
hakaret dolu davranışlara karşılık olarak verilecek tek cevap, etliye sütlüye
karışmamaya çalışmak, iş yapmak yerine iş gününü tamamlamaktır.
Yine bu tarz yöneticilere göre çalışanlar, kendilerine söylenilenleri yapsınlar
diye ücret almaktadır. Yani onlara göre, çalışanlar üretim için makineler nasıl
çalışıyorsa öyle çalışmalı, işin yapılış yöntemleri ve ortaya çıkan sorunların sebepleri
üzerine kafa yormamalıdır. Ancak burada insanların robot olmadığı
programlanamayacakları unutulmaktadır. Ve onları robot olarak gördüğünüzde,
işletmenin zarar etmesine sebep olan hiçbir konuyu size haber vermemeleri doğal
97
karşılanmalıdır. Oysa eski tarz yönetim biçiminin kaçınılmaz sonuçlarından birisi de;
yöneticinin kendi bilgi ve yetersizliğini adına disiplin denen korkuya dayalı
çalıştırma biçimiyle kapatmak zorunda olmasıdır. Çünkü eski tarz yönetici kendi
bilgisizliği ortaya çıkmasın diye, ulaşılmaz olmak zorundadır. Ağırlaştırılmış bir
disiplin söz konusu uygulamaların olmazsa olmazıdır. O nedenle yöneticiler
haksızken bile, onların haklı olduğu savunulmaya çalışılır. Söz konusu ortamlarda
işletmelerin ya da kurumların zarar etmesi, işgörenlerin işten atılmalarına veya zor
durumda kalmalarına sebep olmaz, ancak, şefleriyle, amirleriyle sorun yaşamak
oldukça sıkıntılara sebep olur. O nedenle, çalışanlara biçilen rol de işletme ya da
kurumları için çalışmak olarak değil, amirleri için çalışmak olarak belirlenmiş olur.
Böyle yöneticiler, kalite çalışmalarında, kendisine yaklaşılmaya cesaret
edilemeyen, çalışanların karşılaştıklarında uzakta durmak zorunda oldukları
kişilerdir. Ancak bu durum böyle bir yöneticinin kişisel hatası sonucu
oluşmamaktadır. Tüm çalışanlarla işbirliği yaparak çalışmış olsa, tahmin edileceği
gibi, işgörenlerle yüz göz olmakla suçlanacak, disiplinsizliği teşvik ettiği söylenecek,
bu tarz yöneticiye alışmamış çalışanlarca da belki önceleri yadırganacak ve
kendileriyle yapmak istediği işbirliği birçok açıdan yanlış anlaşılacaktır. Ayrıca bu
şekildeki yönetici, yönetmeyle ilgili edinmiş olduğu bilgileri kendisi geliştirmemiş,
eğitim aldığı okullarda hatta toplum ve ailede öyle öğretilmiştir. Yine dikkat
edileceği gibi, söz konusu yapıda değişim yapmak, ancak, hâlihazırdaki yapıların
esnetilmesiyle olanaklı olacaktır.
9. İşletmelerde çeşitli birimler ve bölümler arasındaki engelleri yok etme:
Birçok işletmede görülen en önemli aksaklık, birbirine iş ilişkisiyle bağlantılı olan,
hiyerarşiyi de içine alan, departmanlar arasındaki rekabettir. Burada önerilen de,
organizasyondaki birbirleriyle resmi ve hiyerarşiye dayalı bağlantıları olan bölümler
arasındaki ilişkilerin esnetilmesiyle ilişkilidir. Departmanlar eski tarz yönetim
biçiminde, başka bölümlerin kendi katkılarıyla daha başarılı olmasını ve
yönetimlerin de bunu kendilerine karşı bir koz olarak kullanmalarını istemezler.
Aslında çalışanların ve bölümlerin eski yönetim tarzı tarafından rekabete sokulması
işletmelerin başarısında en önemli engellerdendir. Bu durumda bölümler bir bütünün
98
parçası gibi hareket etmeyecekler, kendileri yönetimin gözüne girmek için en iyi
olmaya çalışacaklardır. Sonuçta ise kendileri en iyi olsa bile, bütün düşünüldüğünde
beklenen uyuşmanın olmaması sebebiyle, beklenen başarı sağlanamayacaktır. Yani
en son üretime geçildiğinde, belki tek tek parçalar iyi olsa bile birbiriyle uyumlu
çalışmayan, niteliksiz bir ürün elde edilme olasılığı artacaktır.
10. Sisteme ait olan hataları çalışanlara yüklemekten vazgeçme: Bu konuda
Deming şöyle demektedir: “Çalışanları sıfır kusur ve yeni üretkenlik düzeyleri için
yönlendirmeye çalışan sloganlardan, öğütlerden, hedeflerden kurtulun. Bu tür öğütler
yalnızca düşmanca ilişkiler yaratır, çünkü düşük kalite ve üretkenliğin başlıca
nedenleri sisteme aittir ve dolayısıyla çalışanların yapabileceği bir şey yoktur.”
Sorunların kaynağına inilmedikçe, sloganlar bir işe yaramayacaktır. Deming burada
bazı sloganlardan örnekler vermiştir: “İlk seferinde doğru yap.” “Hep birlikte daha
iyiye.” “Kaliteli işçi olun. İşinizden gurur duyun.” Oysa Deming’ in belirttiği gibi,
gelen malzeme hatalı olduğunda, makineler düzgün çalışmadığında ve hata yapmaya
sebep olan daha birçok sebep var olduğunda, ilk seferinde nasıl doğru yapılacaktır.
Yine hiç kimsenin çalışanların sorunlarıyla ilgilenmediği bir işyerinde, işçiler kimin
için hep birlikte en iyiye yönleneceklerdir. Deming, bu sloganla ilgili olarak, işçilerin
kendisine bu sloganın kendilerini çıldırttığını söylediklerini aktarmaktadır.
11.a. İş yerlerindeki standartların ve kotaların kaldırılması: Standartlar ve
kotalar çalışanların kendilerini robot gibi bir makine olarak görmelerini, yaptıkları işi
sevmemelerini, işlerinden gurur duymamalarını sağlamaktadır. Standart ve kotalar
sonucu, hizmet ve üründeki kalite düşmektedir. Ki bu da, rekabet ortamında bir
işletme için göze alınamayacak maliyet demektir. Burada Deming’in verdiği bir
örnekten yola çıkılırsa, hava yollarında görevli bir bayan saatte 25 görüşme yapmak
zorundadır. Ayrıca bunun yanında müşterilere son derece kibar olmalı, müşterileri
acele ettirmemelidir. Oysa bilgisayarlardan istediği bilgiye ya yavaş ulaşmakta ya da,
bazen de hiç ulaşamamaktadır. Bu durumda bir çalışan kotayı mı doldurmalı, yoksa
müşteriye daha sıcak bir hizmet mi vermelidir?32
32 İş yerlerindeki standartlar ve kotalara bir de sürekli iyileştirme çalışmaları eklendiğinde çalışanlar
açısından karşılaşılan bir diğer sorun da, daha fazla işi aynı ücret karşılığı yapmalarına karşı
99
Yukarıda yazılanlardan, kalite yönetimlerinin standartlarla çalışmayı
kaldırdığı anlaşılmamalıdır. Aksine konunun burasında incelenen bir araştırmaya
göre, Taylor’ cu sistemin fordist üretimdeki standart anlayışının devam ettiği dikkat
çekmektedir. Bu çalışmada, Toyota fabrikalarında uygulanan tekniklerle ilgili
yapılan incelemeye göre, standartlar vazgeçilmez olarak görülmektedir. Söz konusu
standartların işlerlik kazanması için ise, tüm mühendis ve çalışanların eğitilmesi
sağlanmaktadır. Farklı olarak buradaki standart anlayışının dinamik bir yapıyla
birlikte geliştiği anlaşılmaktadır. Çünkü, söz konusu standartlar, çalışanların da
katıldığı sürekli iyileştirme takımları yoluyla yapılan sürekli geliştirmeler sonucunda,
daha ileri bir duruma getirildiğinde yeni standartların devreye girmesiyle
oluşturulmaktadır. Ayrıca, buradaki anlayışa göre, sıfır hata prensibi benimsenmiş
olduğundan, sorunun kaynağının tespit edilmesi için, süreçlerin ve çalışanların
yönetim tarafından sürekli izlendiği anlaşılmaktadır (Liker, 2004: bölüm 12). Bu
izlemede mühendis ve şeflerin yanında elektronik kameralardan da
faydalanılmaktadır. Çalışanlar açısından ise, bu izlemenin tam zamanında üretim
anlayışı gereği, zayıf halka olarak kendilerinin görülebileceği endişesini yaratacağı
kesin görülmektedir. Böylelikle görüldüğü gibi, fordist üretimle karşılaştırıldığında,
burada, işgörenler üzerinde fazla ve disiplinli çalışmaları için daha büyük bir baskı
oluştuğu anlaşılmaktadır.
11.b. Hedeflerle ve sayılarla yönetmekten vazgeçme: Burada yukarıdaki
maddede çalışanlar açısından meydana gelen sorunlarla, yöneticilerin de zor
durumda kaldıkları anlaşılmaktadır. Üretimi yüzde on artırma hedefi yöneticinin
önüne konduğunda, buna olumlu cevap vermek zorundadır. Ancak eksik olan, bunun
nasıl, hangi yöntemle ve sistemle başarılacağının bilinmemesi; meydana gelen
kalitesiz üretimin işletmeye açtığı zararın muhasebe hesaplarında görülmemesi;
gösterdikleri dirençle oluşur. Weaver bu konuda dirençle karşılaşılmaması için, sürekli iyileştirme
sonucu kimseden daha önce çalıştığından daha fazla iş beklenmediğinin vurgulanmasının yararlı
olacağını belirtir. Ona göre işçileri ikna etmek için, öncelikle çalışanlardan yararsız ve zamanı
gereksiz kullanmaya sebep olan işlerin saptanması istenmelidir. Bunun sonucunda kazanılan zamanla
ise, çalışanların temel sorumluluklarıyla ilgilenmesi yeterliliği sağlanmış olacak, böylece işten
duyulan doyum da artmış olacaktır (Weaver, 1998:59-60).
100
satışlardaki düşüşün gerçek sebebinin piyasa şartları değil; kötü yönetim olduğunun
gözden kaçmasıdır.
Bu durumun işgörenlere yansıması ise performans ölçme, bazı bölümleri ya
da kişileri öne çıkartarak çalışanlar üzerinde baskı yapmayla oluşmaktadır. Oysa bu
durum çalışanlar arasında sorunlara, işyerine ve birbirlerine kırgınlıklara sebep
olmaktadır. İşletmenin vaat etmiş olduğu ödüllerden, ya da ücret artışlarından
faydalanan çalışanlar açısından, böyle bir durum olumlu etkilere sebep olsa bile,
diğer işgörenler bu durumu kendileri gereken gayreti ve çalışmayı göstermiyor
olarak görüldükleri için kızgınlıkla karşılar. Bu durumda bir işletmede verimliliğin
artırılması süreçlerin ve kalitenin iyileştirilmesi konusunda, bunun karşılığı olarak
aynı amaca yönelmesi beklenen çalışanlar, asla işbirliği yapmaya yanaşmayacaktır.
Çünkü büyük işletmelerin hepsinde, bir ürünün ortaya çıkarılmasında işletmedeki
tüm çalışanların ayrı ayrı katkısı bulunmakta, ancak ödüllendirmeler eşit olarak
yansımamaktadır.
Burada da görüldüğü gibi, performansa dayalı çalışanları değerlendirme,
işletmeler için beklenenin tam tersi sonuçlar alınmasına sebep olabilmektedir.
Weaver, bu konuda çocuklarınız arasında işbirliği olmasını mı, yoksa rekabet
olmasını mı tercih ederdiniz demektedir (1998: 52). Eğer rekabet olsun derseniz, iki
kardeşte birbirlerinin başarılı olmasını istemeyecek, birbirlerine hiçbir konuda
yardım etmeyeceklerdir. Örneğin bir kardeş ders çalışırken diğeri müziğin sesini
sonuna kadar açacak, büyük kardeş küçüğüne yardım edebileceği bir durumda
bundan kaçınacaktır. Bu durum işletmelerde bölümler ve bireyler arasında da
böyledir. Bölümler yaptıkları çalışmalarla diğer bireylerin, bölümlerin işlerini
kolaylaştırdıklarında, bu durumun kendilerine takdir yerine tekdirle döneceğini
öğrenmişlerdir. Bu yüzden mesleklerini diğerlerinden daha iyi öğrenmiş, beceri
kazanmış işgörenler, kendi bilgilerini diğer çalışanlarla paylaşmak istemezler.
12. Çalışanların saat hesabıyla işlerinden gurur duymasının engellenmemesi:
Birçok işyerinde uygulanan performansa bağlı çalışma şekli, Deming’ in de işaret
ettiği gibi, çalışanların en çok şikayetçi oldukları konulardandır. Çünkü bu tarz
101
çalışma işgörenler üzerinde sürekli bir baskı oluşturur. Çok zaman işçiler başka
örnekleri de görerek, işten çıkarılma korkusu duyarlar. Tek çare ise, sayısal hedefleri
yakalamaktır. Bozulmak üzere olan bir makinenin bakımı, ertelenebilir, ama sayısal
hedefler ertelenemezler. 33
13. Güçlü bir eğitim ve kişisel gelişme programı başlatma: TKY çalışmaları
çalışanlar için kişisel gelişim ve eğitim tabanlı olarak ön görülmektedir. Burada,
insana yapılan eğitim yatırımının, faydası sonradan görülen, ancak her türlü gelişme
için en doğru yatırım olduğu anlatılmak istenmektedir. Kalite çalışmaları ile iç içe
olan bazı işletmeler, yeterince deneyim sahibi olduktan sonra, eğitimli personelle
çalışmanın ayrıcalığını ve kolaylıklarını fark ettikleri için, işe ilk alımlarda özellikle
sisteme uyum sağlayabilecek, bilgi tabanı ve kültürü yeterince gelişmiş kişileri
değerlendirmektedirler.
14. İşletmedeki herkesin beklenen dönüşümün gerçekleşmesi için
çalışmasının sağlanması: Bu madde TKY konusunu anlatan uzmanlarca “kalite
herkesin sorumluluğudur” sloganı ile anlatılmaktadır. Ancak bu tez araştırmasında,
33 Bu araştırmadan önce, gözlem yapılan bir işyerinde böyle bir örneğe rastlanmıştır. Söz konusu
işletmede elektronik kapılar yardımıyla, çalışanların çay içme ve dinlenme odasında geçirdikleri
zaman, ayrıca doldurmak zorunda oldukları Cumartesi – Pazar ve akşam mesai saatleri bilgisayar
programı yardımıyla ölçülüyordu. Bu zaman dilimlerinde belirlenen standartlardan sapma gösterenler,
kolayca işlerinden olabiliyordu. Yönetimin bu tavrı sonucu, işgörenler, dinlenme vakitlerini
çalıştıkları bölümde geçirmeye başladılar. Ancak çalışanların dinlenme zamanı eskiye göre daha çok
artmış oldu. Ve bu uygulama sonunda işletmenin kazandığı tek şey, meydana gelen moral bozukluğu
ve yöneticilerin kendi kendini aldatmasının kaçınılmazlığı olmuştur.
Ayrıca yönetim, kendi geliştirdiği başka bir performans ölçme metoduyla da çalışanların işlerine son
verebiliyordu. Bu performans ölçme yönteminin sonucu olarak; çalışanların performanslarının
düşmesi konusunda yönetimin kendi hataları, sistemden kaynaklanan hatalar, bazı çalışanların
kendilerine düşen iş gereği olan aksilikler işgörenlere ödetiliyordu. Oysa insanlar çalıştıkları işlere bir
anlam vermek, yaptıklarıyla gurur duymak istemektedirler. Yöneticiler ve Mühendislerin de işlerinden
gurur duyma konusunda aynı sıkıntıya zorunlu olarak ortak olduklarını burada unutmamak gerekir.
Aynı işletmede en sık karşılaşılan durum da, kısa dönemli başarılar peşinden koşma; verimliliği
sadece hedefler ve beklenen sayılarla görme olarak özetlenebilir. Böyle bir durumdaysa, hangi
kademede çalışılırsa çalışılsın, insanların yaptıkları işten mutluluk duymaları beklenmemelidir.
102
çalışanların TKY çalışmalarına katılması konusunda, kendilerinin gelir ve sosyal
ihtiyaçlar gibi sorunlarıyla ilgilenilmediğinde, gönüllü katılımlarının mümkün
olmadığı görülmektedir.34
Aslında takımların oluşturulmasında her ne kadar gönüllük esası vurgulansa
da, araştırmanın uygulama bölümündeki bulgulardan da anlaşılacağı gibi, bu
çalışmalara katılmayanların işletmelerine destek çıkmayanlar olarak görülmesi
doğaldır. Ekip çalışmalarının desteklenmesinin asıl sebebi ise, işçilerin işlerini ve
işletmeyi sahiplenmesi sonucu, daha çok artık değer üretebilmelerinin sağlanmak
istenmesidir. Bu da doğal bir beklentidir. Ancak çalışanların asıl sorunu, yeni
tekniklerle daha fazla çalışmaya zorlanmalarına rağmen, emeklerinin karşılığını
alamamaları noktasında düğümlenmektedir.
Bu tez araştırmasının ve uygulama bölümündeki hipotezlerin geçerliliğinin
anlaşılması, TKY konusundaki iddiaların yeterli doygunlukta açıklanmasına bağlıdır.
O nedenle bu sistemi anlamak için incelemelere devam etmek yerinde olacaktır.
TKY konusunda en çok dile getirilen isimlerin başında olan Deming, Aguayo’ nun
araştırmasında da tartışılmış ve standart firma ile Deming tarzı firma arasındaki
farklar aşağıda yer aldığı gibi karşılaştırılmıştır (1994: 28 – 29).
34 TKY çalışmaları genelde işgörenleri de sisteme dahil etmek için, gönüllü katılımın esas olduğu,
“Kalite Takımları” “Kalite Çemberleri” “Süreç İyileştirme Ekipleri” vb. adlarla anılan teknikleri
kullanmaktadır. Örneğin, Bacdayan’ ın çalışmasında, söz konusu ekip çalışması “Kalite Geliştirme
Takımları” adını almaktadır. Kalite çalışmaları için birincil önemde olan bu takımlara katılımın,
gönüllük esasına dayalı olması gerekmektedir. Ancak, birçok işletmede kurum kültürüyle de ilişkili
olarak, vakit kaybı olarak değerlendirilmekte ve başarılı olamamaktadır. Bacdayan’ ın bir takım
lideriyle yaptığı görüşmede, çalışanlar için en iyi projenin, kendi hayatlarını en çok kolaylaştıran proje
olduğu açıklanmakta, beklentinin işletmenin ve çalışanların birlikte kazanması olduğu belirtilerek,
takım üyelerinin konuyu sadece müşteriler için harcanan bir çaba olarak değerlendirdikleri
vurgulanmaktadır (Bacdayan, 2001).
103
Kaliteye Deming Bakış Tarzı
Standart Firma Deming Firması
Kalite pahalıdır. Kalite maliyetleri düşürür. (Kalite müşteri kazandırır,
ayrıca yinelenen işlemler, depolama maliyetleri vb.
engellemesi nedeniyle işletmenin daha çok kâr
etmesini sağlar.)
Kontrol kalitenin anahtarıdır. Kontrol çok geç bir aşama. Eğer işçiler kusursuz
ürünler çıkarırsa, kontrole gerek kalmaz. (Bunun
başarılması için, eğitim, işgörenlerin sorunlarının
anlaşılması, çalışanların memnun edilmesi,
zorunludur.)
Kaliteyi uzmanlar ve denetimciler
getirir.
Kalite yönetim kurulunda oluşur. (Sorunların çoğu
yönetim hatasından kaynaklanır, yani yönetim kurulu
gerekli yeterliliğe sahip olmayan işletmeler, bu
konuda başarılı olamazlar.)
İmalat dış uzmanlarca iyileştirilebilir.
Bundan sonra sistemde değişiklik
yapılmaz. İşçi katkısı olmaz.
Metotlar hiçbir zaman en iyi değildir, her zaman
geliştirilebilirler. (Geliştirme sürekli ve sonsuza
kadar yapılmalıdır.)
İş standartları, kotalar ve amaçlar
üretime Yardımcı olur.
Bütün iş standartlarını ve kotaları dışlamamız
gerekir. (Kotalar ve her türlü denetim motivasyonu
bozar, kalite düşmesine, bedeli hesaplanamayacak
maliyetlere sebep olur.)
Korku ve ödül, motivasyonu
sağlamak için ideal yollardır.
Korku felaket getirir. (Korku olan işyerinde birlik
beraberlik olmaz, sürekli iyileştirme yapılamaz ve
çalışanlar işletme yönetimine hataları iletmez.)
İnsanlara eşya gibi davranılabilinir.
Gerektiğinde daha fazlası satın
alınabilir, ihtiyaç azaldığında
bırakılabilir.
İnsanların, işlerinde kendilerini güven içinde
Hissetmeleri şarttır. (Çalışanlara piyasa şartlarına
göre alınıp satılabilecek bir mal gibi bakanlar,
onlardan sürekli geliştirme anlayışı içinde gönül
birliği bekleyemezler.)
En iyi performans gösterenleri
ödüllendirmek ve en kötülerini
cezalandırmak büyük üretim ve
yaratıcılık getirir.
Bütün varyasyonlar sisteme bağlıdır. Ortalama
performansın altı ve üstündekileri yargılama,
cezalandırma ve ödüllendirmeye dayanan kalıplaşmış
sistemler ekip çalışmasına ve firmaya zarar verir.
104
En ucuz olanı satın al Kaliteli olanı satın al. (Kaliteli olmayan
malzemelerle yapılan üretimden, nitelikli çıktı
olmaz. Sonuçta, kalitesiz ürünle birlikte piyasanın
kaybedilmesiyle karşılaşılır.)
Malzeme sağlayan firmaları birbirine
düşür.
Malzeme sağlayan firmalarla beraber çalış. (Ucuz
mal elde etme anlayışı ile çok firmayla çalışmak,
kalitesi düşük malzemelere, bu da işletmenin gelir
kaybına sebep olur.)
Sadece fiyatı üzerinde düşün
malzeme firmalarını sık sık değiştir.
Kaliteyi ve maliyeti düzeltmek için zaman ayır ve
bilgiden yararlan. Malzeme firmalarıyla uzun dönem
ilişkilerini geliştir.
Kâr, geliri yüksek, gideri düşük
tutarak elde edilir.
Kâr sadık müşteriler sayesinde elde edilir. (En iyi
reklam, mutlu müşteriler sayesinde olur.)
Kâr bir firmanın en önemli
göstergesidir.
Bir firmayı sadece kâra dayalı yönetmek, bir arabayı
dikiz aynasına bakarak sürmeye benzer. Sana nerede
olduğunu söyler, ama nereye doğru gittiğini
söylemez. (Kâr bugün ne durumda olduğunuzu ifade
eder; ancak, rekabet ortamında uzun dönemli plânlar
yapılması şarttır.)
*Tablodaki Parantez içleri, Deming’ in kendisinin ve Aguayo’ nun kaynakçada yer
alan eserlerindeki açıklamalarının dikkate alınmasıyla yorumlanmıştır.
Deming, kalite konusuna kendisine özgü bir çizgi getirmiştir. Özellikle TKY
açısından değişimin önemine dikkat çekmiştir. “Out of the Crisis” isimli eserinin ön
sözünde “Bu kitabın amacı, Amerikan yönetim tarzını kökten değiştirmektir”
şeklinde yazmıştır. Amerika’nın önemli bir düşüş yaşadığına dikkat çekerek, TKY
uygulamalarını işaretle, “Tüm bu çalışmalar katkıda bulunur, ama sadece hastanın
ömrünü uzatır, çöküşünü durduramaz. Yalnızca Amerikan yönetim tarzının ve
endüstri ile ilişkilerin değiştirilmesi, Amerikan endüstrisindeki düşüşe son verebilir
ve yeniden dünya lideri olma şansı yaratabilir” demektedir (1996: xi – xii). Onun bu
söyledikleri, değişimleri, gelişmeleri takip edemeyen toplumların ilerleyemeyeceği
fikirleriyle ilgilidir.
105
Deming, Japonya’ daki değişimler ile ilgili olarak da, 1948-1949’ larda Bell
Laboratuvarları mühendisleri tarafından sağlanan literatürün bir grup Japon
mühendisince incelenmesinin bir başlangıç olduğunu, bu kaynaklar içinde ise
Shewhart’ ın “İmal Edilen Ürünün Kalite Kontrolü” (1931) kitabının önemli yer
tuttuğunu belirtmekte; oradaki çalışmaların 1950’ lere gelindiğinde üst düzey
yönetim kurullarının tahtasına çizilen, aşağıdaki şekilde birbirini izleyen bir döngü
ile gösterildiğini anlatmaktadır (1996: 2-3). Ona göre burada açıklananlar, Japonlar
için bir yaşam biçimi olmuştur. Bu şekli, çalışmaya aşağıdaki şekilde aktarabiliriz:
“Kaliteyi artır Maliyetler düşer, çünkü işi yeniden yapma oranı,
hatalar, gecikmeler, terslikler azalır; makine zamanı ve materyal daha iyi kullanılır.
Üretkenlik artar. Yüksek kalite ve düşük fiyatla pazarı ele geçir
varlığını sürdür. İşte kal. Daha fazla iş yarat”
Yukarıda da görüldüğü gibi, Deming’ e göre kaliteyi artırmak demek
maliyetleri düşürerek işlerin niteliğini yükseltmek demektir. Maliyetleri işlerin
niteliğine göre düşürerek ise, üretkenliği artırmak, piyasada kalmak, pazarı ele
geçirmek sağlanmış olur. Bunların gerçekleştirilmesinde ise, üretimde hataların
meydana geldiği süreçlerin istatistiksel teknikler kullanılarak ölçülmesi; sadece
ölçmeyle de kalmayıp, belirlenen sorunlar hakkında iyileştirmeler yapılması; yine de
yetinilmeyip bu gelişmelere tüm çalışanları katarak, meşhur 14 maddesinde de
anlattığı gibi, iyileştirme konusunda kurumca hedef sürekliliği yaratmak
gerekmektedir. Deming bu eserinde, (Out of the Crisis) krizden çıkışı ve geçici
başarılar yerine sürekli başarılı olmanın yollarını anlatmaktadır. Bu anlattıklarını
pekiştirmek için ise, gerçek yaşamdan verdiği başarı örneklerini, istatistik verilerle
aktarmaktadır (1996).
Deming, özellikle başarıyla yönetme işinin yöntemini öğrenmek gerektiği
üzerinde durmakta; işletmeleri ve ülkeyi ileri götürmenin tek çaresinin bu olduğuna
işaret etmektedir. Aslında onun açıklamalarının, gerçek yaşamdan istatistiksel
örneklerle, kalitesizliğin bedelini anlatmak üzerine kurulmuş olduğu söylenilebilinir.
Verdiği örneklerden önemli bir kısmı da, hatalı ürünler ve onların tekrar düzeltilmesi
106
için gereken depolama maliyetleri, müşteri memnuniyetsizliği vb. masraflar üzerine
kurulmaktadır. O burada birçok işletmenin içinde bulunduğu krizi yeni makinelerle
aşmaya çalıştıklarını, ancak sorunun gerçek kaynağını bilmemelerinden, yeni
makinelerin de ihtiyaçlarını karşılayamaması ve yeni sorunlar çıkartmaları sonucu,
başarısız olduklarını anlatmaktadır. Bazı kuruluşların da üretkenliği, başarısızlığı
ölçme seviyesinde kaldıklarını belirtmekte; oysa yapılması gerekenin bu veriler
sonucunda, nasıl iyileştirme yapılabileceğine karar vermek olduğunu anlatmaktadır.
Burada şu örneği vermektedir: “Üretkenlik ölçümleri kaza istatistikleri gibidir: Evde,
işte, yolda meydana gelen kaza sayısını verirler, ama bu kazaların nasıl azaltılacağını
söylemezler” (Deming, 1996: 13).
Deming kalite ve üretkenliği artırmak için yapılan bir yanlışı da, herkesin
elinden geleni yapması anlayışında görmektedir. Böyle ilkelerin yönlendirmesi
olmadan herkes elinden geleni yapmaya çalıştığında, insanlar bilinçsiz olarak sağa
sola saldırmakta ve büyük bir kargaşaya sebep olmaktadır. Bu hatayı önlemek için
ona göre, bilgi donanımlı olmak, ayrıca uyumlu bir ekip ve iyi bir ekip lideri
gerekmektedir. Genellikle işletmeler bir şeyleri değiştirmek gereğini, ancak ciddi
sorunlarla karşılaştıklarında hissetmektedirler. Deming’ e göre bu durumda
yönetimler kendilerine, beş yıl sonra nerede olmayı umduklarını, ayrıca belirledikleri
hedefe nasıl ve hangi yöntemle ulaşabileceklerini sormalıdırlar (1996; 15-16).
Deming’in işaret ettiği kalite adına yapılan bir başka yanlışlık da, özellikle
hissedarların etkili olduğu işletmelerde kısa vadeli kâr beklentisidir. Ona göre
hissedarlar hisselerinin bugünkü büyüklüğüyle değil, beş on yıl sonra hisselerinin
olup olmayacağı ile de ilgilenmelidir (1996; 17).
Weaver’da, (1998) TKY sistemini anlama açısından konuya çok önemli
katkılar sağlayacak bir araştırma yapmıştır. O nedenle burada özel bir yer vermek
uygun olacaktır. Onun araştırmasında yönetim konusunda geçirilen aşamalar ve bu
aşamalara sebep olan etkenler mercek altına alınmaktadır. Ayrıca buradaki
tartışmaların, yönetimde meydana gelen gelişmelerle, kapitalist üretim mantığında
değişim olup olmadığının belirlenmesi açısından da yararı olacaktır.
107
Weaver, TKY’ uygulamalarına gelinen süreci, dört aşamada
değerlendirmektedir. Bu aşamalar sırasıyla geleneksel aşama, müşteri bilinci
aşaması, süreç iyileştirme aşaması ve yenilik yapma aşaması olarak
değerlendirilmektedir. Onun fikirleri, aşağıda inceleneceği gibi, TKY teorisiyle
uygulamadaki farklılığın karşılaştırılması açısından da önemli veriler sunacaktır.
Geleneksel işletmelerdeki en büyük hatalardan birisi, çalışanların patronlarını
mutlu etmelerinin beklenmesidir. Müşterilere karşı davranış şeklinde ise, “bizim
elimizden gelen bu umarız beğenirsin” anlayışı yaygındır (Weaver, 1998: x). Bu tip
kuruluşlarda yetkili kişileri memnun etmek, müşteriyi memnun etmekten daha
önemlidir. Yöneticilerin uyguladıkları yöntemler, müşteri kaybetmeye sebep olsa da,
alttaki çalışanlar, daha önceki tecrübelerinden durum hakkında üstlerini
uyarmalarının ters bir davranışla karşılanacağını beklediklerinden, sessiz kalmayı
tercih ederler.35
Geleneksel yönetim tarzıyla ile ilgili ele alınması gereken bir başka konu ise,
işletmenin yeterli gördüğü kazancı temin edememesi ile ilgilidir. İşletmenin ortakları
yıl sonunda önceden belirlenmiş bir oranda kâr elde etmek istemektedirler. Genel
müdürlerin görevi ise, ne yapıp yapıp bu karı işletme sahiplerine kazandırmaktır.
İşletmenin istenilen oranda gelir elde edebilmesi içinse bazı yollar vardır. Bunlardan
35 Böyle olmasının sebebi, organizasyon yapısının çok katı kurallar ve hiyerarşik bir sisteme göre
düzenlenmiş olmasıdır. Bu tip kurulan yapılar başta ordular, devlet daireleri, dinsel kurumlar vb.
yüzyıllardır uygulanmaktadır. Bu sistemde herkesin görev ve sorumluluklarının bulunduğu bir
hiyerarşi zinciri bulunmaktadır. Bu tarz, Weber’in açıklamasını yapmış olduğu gibi, “büroların
organize edilmesi hiyerarşi ilkesine uygundur; yani alt kademedeki her büro, bir üst kademedeki
büronun denetim ve gözetimi altındadır.” şeklinde açıklanmaktadır (Weaver, 1998: 8). Buradaki
yetkilendirme sonucu, en alttaki çalışanlara gelince sıfır yetki kalmaktadır. İletişim ise, yukarıdan
aşağıya doğru üst bölümlerden alt bölümlere doğru yapılmaktadır. Geri bildirim, alt bölümlerden üst
bölümlere yönelimli işlemektedir. Otorite kaynağı, Krallarla karşılaştırılabilir şekilde, özel mülk
sahibidir. Weaver bu konuda, “bugün mülk sahibi olmak, kelle uçuramamanız ve vergi toplamak
yerine ödemek zorunda kalmanız dışında, sizi neredeyse bir kral konumuna getirir” demektedir
(Weaver, 1998: 10).
108
en önemlisi, emek üzerinde daha fazla baskı uygulamayla ilişkilidir. Geleneksel
yönetimle çalışan işletmelerde, o kuruluşun tüm birimleri ve çalışanları kendi işlerini
eksiksiz yaparsa sorun çıkmayacağı anlayışı yaygındır. Dolayısıyla işletmelerde
böyle bir durum olduğunda, ortaya çıkan açık, çalışanlardan çıkarılmaya çalışılır. Bu
durum da kuşkusuz, hem işsiz kalan işçiler ve onların aileleri bakımından, hem de
duyarlı yöneticiler açısından hoş bir durum değildir. Weaver’ da yönetimden
kaynaklanan sözü edilen sorunların faturasının işgörenlere çıkartılmasının doğru
olmadığını bildirmektedir (1998: 32).
İkinci aşamaya gelindiğinde, “müşteriler konuk ya da alıcı olarak
isimlendirilir” müşteri şikayet bölümleri kurulur, personel “çalışma arkadaşı” ya da
“ortak” adını alır. Bu insanlar değişen şirket politikası bağlamında, müşteri
kazanmaya yönelimli önemli eğitimlere tabi tutulurlar. Bu da şirketin rekabet
edebilmesinde ve iflastan kurtulmasında çoğu şirket için bir can simidi görevini
yapar (Weaver, 1998: x).
Genel müdürler bir süre sonra, müşteri bilinci aşamasında yapılanların da
rekabet koşullarında müşteriyi elde tutmak için yeterli olmadığını anlarlar. Bundan
sonra yapılacak kaliteyi daha çok yükseltmek, daha çok müşteri memnuniyeti
sağlayacak önlemleri almaktır. Bu durumda iş doyumu sağlanmış ve iyi eğitilmiş
personel ihtiyacı öne çıkmaktadır. Weaver’ın söylediği gibi, “yüksek kaliteli
malzemeler, uygun araç ve makineler, uzun bir sürecin sonucunda geliştirilmiş
yöntemler ile memnun edici çalışma koşulları gibi diğer faktörlerin bulunması da bir
gerekliliktir” (1998: xi). Ayrıca genel müdürler, söz konusu süreç iyileştirme
aşamasında, sistemde dikey olarak yürütülen işlerin yanında, yatay olarak
gerçekleştirilen çalışmaların da önemini kavrarlar. Yani eş statüdeki bölümlerin
rekabet yerine işbirliğini tercih ederek, birbirlerinin işlerini daha iyi yapmalarını
sağlamanın önemini anlarlar.
Daha ileriki aşamada “çapraz işlevli süreçleri” iyileştirmek için, üst
yönetimle aynı düzeyde çalışan bir kalite kurulu işletme yapısında yerini alır. Bu
amacı gerçekleştirmenin yolu da, üretim aşamasının her sürecinde müşteriye
109
hizmetin son olarak verileceği noktaya kadar olan süreçlerin iyileştirilmesidir. Çünkü
kaliteli çıktı almanın şartı, o zamana kadar gelinen aşamaların geliştirilmesidir. Yine
bu nedenle takımlar kurularak sürekli iyileştirme çizgisinin yakalanmasına çalışılır
(Weaver, 1998: xi).
Yine genel müdürler, bir süre sonra bu zamana kadar yapılanların da
istedikleri hedefler için yeterli olmadığını anlarlar. Bu da yenilik yapma aşamasıdır.
Bunu başarmak için de, müşterilerin hayallerinin ötesinde olan yenilikleri
gerçekleştirmek gerekir (Weaver, 1998: xii). Weaver’ ın anlattıklarına uygun olarak,
yenilik yapma aşaması için, bulunabilecek oldukça fazla örnek arasından bugün
piyasada bulunan “dünya radyo” olarak bilinen radyolar örnek verilebilir: Bunları
üretenler diğerleri gibi standart ve belirli bir bölgedeki kanalları çekebilen radyolar
üretiyor olsalardı, kalite düzeyi yüksek üretim yapsalar bile, rakiplerinin önüne
geçmeleri olanaklı olmayacaktı.
Weaver, “Yenilik aşamasında” bu çalışmada da yer aldığı gibi, kalite
konusunda en çok benimsenmiş yazarlardan Deming’ i anarak, işletmelerin neler
yapmaları gerektiğini açıklamaktadır. Müşterilerin iyileştirme talepleriyle, yenilik
yapma konusundaki farkı şöyle anlatır: “Müşteriler ürünlerinizin çok pahalı
olduğundan, ellerine çok geç ulaştığından ya da çabuk bozulduğundan şikayet
edebilirler. Bunlar iyileştirme talepleridir ve sizin bunlarla ilgili bir şeyler yapmanız
mümkündür.” Onun anlatmak istediği yenilik yapmanın başka bir şey olduğudur. Ve
Deming’ den şu kelimeleri aktarır: “Müşterilerinizin memnun ve sadık olmaları
yeterli değildir, çünkü karşılarına daha iyi bir şey çıktığı anda sizi terk edeceklerdir.”
Burada yenilik aşaması için ifade edilen, elektrik ışığı, fotoğraf, telgraf, telefon,
otomobil, otomobil lastiği, entegre devreler vb. de olduğu gibi, müşteri istekleriyle
icat edilmemiş örneklerdekine benzer gelişmelerin sağlanmasıdır (Weaver, 1998:
256-257). Bu aşamada esas olan müşterilerin hiç aklına bile gelmeyen yenilikler
bularak, onların hayatlarını, işlerini kolaylaştırmaktır.
Yukarıda Weaver’ dan yararlanılarak, yönetimle ilgili aşamaların
anlatılmasından sonra, konuyu ilgilendiren diğer bilgilerin de tartışılması yerinde
110
olacaktır. Çalışanlar açısından önemli olan bir konu da, iş güvencesiyle ilgilidir.
İstenen kalitede olmaması sebebiyle tekrar yapılan işler, gereksiz bürokrasi, gereksiz
işler, gereksiz depolama, fazlalıklar, hatalar, gecikme gibi konularda artan
verimlilikle beraber, personele duyulan ihtiyaç da azalmaktadır. Weaver, bu
durumda, klasik yönetim şeklinde olduğu gibi, yöneticilerin eleman çıkartmaya
çalışmasının diğer çalışanların sisteme olan güvenlerini de azaltacağından, beklenen
başarının engelleneceğini söylemekte; küçülen iş gücü ihtiyacı sorunu için emekli
olanların, ya da çeşitli nedenlerle işten ayrılanların yenilerini almamayı, ya da bu
durumdaki personeli şirketin kendi içerisindeki çalışma alanlarında değerlendirmeyi
öğütlemektedir (1998: 280 – 282). Ersen’ de, benzer şekilde, yapısal ortam, fiziksel
ortam, sosyal ortam olarak belirlediği kaliteyle ilgili ortam ve koşullardaki
iyileştirmeleri verimlilikle ilişkilendirmekte, özellikle çalışanların motivasyonu
üzerinde durmaktadır (1997: 78–80). Ancak burada anlatılanlar da, iddia edilenin
tersine, daha az personelle daha çok ve daha kaliteli iş yapmak anlamına gelmekte,
çalışanların esnek kullanımıyla da ilgili olan bu durumlar, genel işsizliği artırıcı bir
etkide bulunmaktadır.
TKY uygulamalarıyla ilgili bir konu da, “benchmarking” denilen rakipler
arası karşılaştırmayla ilgilidir. Bu teknikle önerilen, elde edilen veriler açısından,
firmaların üretimlerinin ve kalitelerinin birbiriyle karşılaştırılmasıdır. Ayrıca
benchmarkingle birlikte, müşterinin hayatında kolaylık ve yenilik getirmesi
açısından, dış müşteri memnuniyeti ölçümlerinin de karşılaştırılması gerektiği
anlatılmaktadır (Spencer, Loomba ve Arvinder, 2001). Söz konusu durum çalışanlar
açısından düşünüldüğünde kolayca anlaşılacağı gibi, işletmenin rekabet edebilmesi
için daha fazla özveri ve verimli çalışma demektir.
Burada bir de, ISO 9000 serisi standartlar olarak anılan uluslararası
standartların açıklanması gerekmektedir. ISO 9000 serisi standartlar, birçokları
tarafından TKY ile eşdeğer sanılarak yanlış anlaşılmıştır. Bu çalışmada da ISO 9000
standardı, araştırma yapılan işletmelerde anket çalışmasının yapılabilmesi için temel
şart olarak aranmıştır. Böyle olmasının sebebi, ISO 9000 serisi standartların, TKY
uygulamanın ilk şartını oluşturmasıdır. Ancak, TKY uygulamak, konu içinde de
111
anlatıldığı gibi, birçok uzmanın görüşüne göre, çok daha kapsamlı, uzun ve plânlı
çalışmaları gerektirmektedir. Burada yapılan analizlerde, konumuzu ilgilendirdiği
kadarıyla bu bilgiler aktarılmaya çalışılmaktadır.
Kalite konusunda standart ihtiyacı ile ilgili ilk bilgilere, askeri kalite standardı
oluşturma çalışmalarında rastlanmaktadır. Birinci dünya savaşında silah ve silah
destek malzemelerine duyulan ihtiyaç için beklenen kalite standardı, söz konusu
çalışmaların hızlandırılmasında etken olmuştur. Amerika, İngiltere ve Fransa gibi
ülkelerde öne çıkan bu ilk standartlarla ilgili ihtiyaca, 1950’ lerde başlayan uzay
programları, askeri amaçlı yatırımlar dolayısıyla ileri teknoloji gerektiren silah
projelerinin sebep olduğu ortaya çıkmaktadır. Amerikan Savunma Departmanı
tarafından 1963 de yayınlanarak yürürlüğe giren "MIL-Q-9858A" standardı; “Avrupa
Topluluğu Konseyi” nin 1969 da “malın tesliminden önce ürünün kural ve tüzüklere
uygunluğu, karşılıklı kabul edilen kontrol şartlarına göre yerine getirilecektir”
kuralını işleme geçirmesi, ISO 9000 standardına temel olan aşamalardır (Yong ve
Wilkinson, 2001; Seddon, 2000).
Burada dikkat çeken bir başka gelişmede, 1950 lerde başlayan İngiliz
Savunma Bakanlığı ve NATO tarafından bir başka askeri kalite standardının ticari
uygulamalara dönüştürülmüş benzeri olan, 1979 da ortaya çıkan “BS 5750 Kalite
Yönetim Sistemi” dir. Söz konusu standart, 1985 deki geliştirmelerle birlikte, Avrupa
Topluluğu Konseyi’ nin "Yeni Teknik Uyum ve Standardizasyon Kavramı" nı
yayınlamasıyla gerçekleşmiş; 1987 de ise, BS 5750 standardının rehberliğinde ilk
ISO olan ISO 9000 standardı uygulanmak üzere yayınlanmıştır. Uluslararası
Standardizasyon Organizasyonu (ISO) merkezi Cenevre’de bulunmaktadır. İleri
endüstri ülkelerinin, uluslararası ticaretlerinde karşılıklı olarak bekledikleri, kalite
standartlarını temsil etmektedir. ISO 9000 standardı süreç (proses) temelinde kurulan
bir sistem olarak, üretimdeki son çıktıyı temsil etmemektedir. Ürünün meydana
gelmesini sağlayan süreçlerin kontrol altına alınıp, sürekli iyileştirme bağlamında
geliştirilmesiyle kaliteyi artırma amacı gütmektedir (Yong ve Wilkinson, 2001;
Seddon, 2000).
112
1994 de ortaya çıkan ISO 9001 belgesi araştırma-geliştirme, tasarım, üretim,
dağıtım, montaj ve servis hizmeti veren firmalar için, ISO 9002 tasarım yapmayan
ama üretim, sevkıyat, montaj ve servis hizmeti veren firmalar için, ISO 9003 ise
nakliye ambarları ve dağıtım hizmeti veren firmalar için uygun karşılanmaktadır.
Burada ISO 9000 serisi standartların farklı işlevleri, niçin işletmelerin bu standarda
ihtiyaç duyduklarıyla, faydalarının ne olacağı, işletmelerin misyon ve vizyonuyla
uyuşumunun nasıl olacağıyla ilişkilidir. Yine işletmelerin değişime hazır olup
olmadıkları ve TKY ile bağlantı içinde, bu gelişmeleri sağlayabilmek için başta
süreçlerin kontrol edilmesi olmak üzere yapılması gerekenler, söz konusu
standartların rehberliği açısından önem taşımaktadır (Stith, 2001).
ISO standartları yukarıda da anlatıldığı gibi, TKY sistemi iş süreçlerinin temel
gereksinimlerini karşılamak üzere, süreçlerin (proseslerin) denetim altına alınmasını
sağlamaya çalışmaktadır. Bu konuda yapılan son çalışmalar ise, ISO 9000: ISO 2000
revizyonu çalışmalarda olduğu gibi, TKY sistemini gerçekleştirme iddiasında
bulunmakta, ele aldığı konular içinde çalışan iş doyumu, yönetimin sorumluluğu vb.
dahil TKY içeriğinde anlatılanların çoğunu kapsamaktadır (Baş, 2003).
Yukarıda anlatılan bölümde, TKY teorileri kapsamındaki iddialar özellikle
çalışanlar açısından değerlendirilmeye alınmıştır. Görüldüğü üzere, söz konusu
sistemle birlikte getirilmek istenen yaklaşımlar, fordist-taylorist sistemle birlikte
yerleşmiş yönetim ilkelerinin esnekleştirilmesi paralelinde gerçekleşmektedir. Bu
sistemin teorik ve uygulamadaki sorunsallarının tartışılmasına diğer bölümlerde
devam edilecektir.
2.2.1 Toplam Kalite Yönetimini Savunanların Görüşleri
Yukarıdaki bölümde TKY teorik çerçevesi ile anlatılmaya çalışılmıştır.
Aslında bu açıklamalarla TKY’ ni savunanların görüşlerine de önemli ölçüde yer
verilmiştir. O nedenle, bu kısmın TKY’ ye karşı olanların görüşlerinin anlatıldığı
bölüme göre kısa tutulması plânlanmıştır. Aşağıda yapılan incelemelerle konuya
devam edilecek, farklı bakış açıları değerlendirilmeye çalışılacaktır.
113
Teorik açıdan bakıldığında bu sistem, çalışanları müşteri kavramı içerisinde,
yani “iç müşteri” görmektedir. Araştırmada değerlendirmeye alınan uzmanların
fikirlerinde de görüldüğü gibi; çalışanların mutlu, huzurlu bir çalışma ortamında,
güven içinde çalışmasının şirketler için kaçınılmaz olduğu ileri sürülmektedir. Yine
bu teorisyenlere göre çalışanlar “iç müşteriler” yeterince tatmin edilmediklerinde,
“dış müşterinin” memnun edilmesi olanaklı olmayacaktır. Yani işletmenin ürün ve
hizmetlerinden faydalanan müşteriler, kaliteli ürünlere kavuşamayacaklar, bunun
sonucunda da, diğer şirketlerle yarışılamayacaktır (Ersen, 1997: 71-72). Sermaye için
bu durum; kalite konusunda başarı sağlayamayan işletmelerin piyasada kalamaması
anlamında, yeni değişmeler ve gelişmeleri zorunlu kılmaktadır.
Kavrakoğluna göre, 1960' lı yıllardan sonra sanayileşmiş ülkelerde bir arz
fazlalığı ortaya çıktı. Müşterileri kazanmaya çalışan üreticiler, “yüksek kalite, bol
çeşit, geniş hizmet ve çeşitli kolaylıklar sağlamak için” kıyasıya bir yarış içine
girdiler. Burada dikkatleri Japonya’ ya çeken Kavrakoğlu, Japonya’ nın, 1945-75
yılları arasında birinci kümeye çıkması temelinde yatan sanayileşmesinde etken
olarak, Japonya’ nın yeni yöntem olarak "Toplam Kalite" yaklaşımını benimsemesini
göstermektedir. Bu sistem onlara maliyet, hız, esneklik ve mamulleri daha kaliteli ve
ucuza elde etme olanağı sağlamış, bu sayede de uluslararası rekabette Japonlar çok
iyi bir durumu yakalamışlardır. Ona göre çok kısaca özetlenecek olursa, verimlilik,
kalite yeni yöntemlerle kullanılırsa, bizim de uluslararası yarışta en sonlarda olan
yerimizi en başlara taşımamamız için herhangi bir sebep yoktur (1994: 114-118).
Yukarıda değerlendirilen çalışmalarda da görüldüğü gibi, bilgi ve gelişmiş teknoloji
kaynaklı TKY’ yi de içine alan, esnek üretim biçimleri, bir kurtuluş reçetesi olarak
sunulmaktadır.
TKY konusu açıklanırken yapılan alıntılarda da görüldüğü gibi, aslında bu
konuda çalışan bazı teorisyenler, söz konusu sistemin hem toplumlar hem de
çalışanlar açısından çok olumlu sonuçlar doğuracağını iddia etmektedir. Ülkemizde
kalite konusundaki çalışmalarıyla önde gelen isimlerden olan Argun, “Ve Patron
İnsanı Keşfetti” isimli makalesinde, klasik yönetim biçiminin patronla işçi arasında
aşılmaz duvarlar inşa ettiğini, oysa yeni sistemin patronla işgöreni işbirliği yapar hâle
114
getirdiğini iddia etmektedir. Bunları söylerken çalışanların ücretlerinin belirli bir
düzeye getirilmesinin temel sorun olduğunu belirtmekte, eğer ücret yeterliliği
sağlanamazsa aklı yaşam kavgasında kalan insanların kendilerini işlerine
veremeyeceklerini belirtmektedir.36 Yine ona göre, tüm üretim çalışanların önemli
katkısıyla yapıldığına göre, işyeri ortamında işgörenlere saygı gösterilmesi onların
güdülenmesi için son derece önemli olacaktır (Argun, 1998a; Argun, 1998b).
Burada ayrıca, TKY sisteminin gelişmekte olan ülkeler açısından da
değerlendirilmesi gerekmektedir. TKY’ nin bu sistemin ileri gelen savunucularınca
gelişmekte olan ülkelere de tavsiye edildiği görülmektedir. Crosby, gelişmekte olan
ülkelerin ekonomilerinin sürdürülebilir bir gelişme göstermesi için, üretim ve
hizmetlerde kaliteyi artırmalarının tek yol olduğunu söylemektedir. Feigenbaum’ da
benzer şekilde kalite çalışmalarının dışında kalan bir organizasyonun ayakta
kalamayacağını vurgulayarak, gelişmekte olan ekonomiler için yarışan dünya
şartlarında fazladan bir uğraş olmayıp, gerekli bir strateji olduğunu ileri sürmektedir
(Djerdjour, 2000). Ancak bu araştırmada esnek üretimler değerlendirilirken daha
geniş biçimde incelendiği gibi, konu esnek üretimler bağlamında düşünüldüğünde,
kaliteyi geliştirmek bu tip ülkelerde yaygın işsizlik, yoksulluk, sendikasız ve
güvencesiz çalışma sorunlarıyla ilgili tam tersi etkiler getirmektedir.
Bu yönetim biçimi, her ne kadar araştırma kapsamında çalışanların
beklentilerine cevap veremese de, çalışma içinde daha iyi anlaşılacağı gibi; kurum
kültürü oluşturmayı; çalışanların yönetime katılmasını; hemen her konuda 36 Bir çalışanın ücretten tatmin olması konusunda direk o işyerinden aldığı ücret, tam bir fikir
vermeyebilir. Çünkü geçim sıkıntısı, ailenin toplam geliri, kişi sayısı, ailenin harcama eğilimi,
yaşadıkları çevre vb. ile değerlendirildiğinde anlamlı olacaktır. Ayrıca, ücretlerin tatmin etme durumu
konusunda, yeterince gelişememiş ülke çalışanlarının düşük ücretler, işsizlik baskısı vb. sebeplerle
oldukça sıkıntı çektikleri bilinmektedir. Ancak, Weaver da, bu konuda gelişmiş bir ülke olarak bilinen
ABD’ den verdiği örnekle, değişmez bir şekilde asgari ücret alan ya da tıbbi bakım olanakları
olmayan, gelir durumu son derece düşük milyonlarca ABD’ liyi göstermekte ve bu kişiler için de,
ücretlerin en önemli motivasyon aracı olduğunu anlatmaktadır (Weaver, 1998: 65). Söz konusu durum
değerlendirildiğinde ise, bölgesel farklılıkların da dikkate alınmasının gerekli olduğu ortaya
çıkmaktadır.
115
çalışanlarla birlikte karar almayı; çalışma ortamını demokratikleştirmeyi; iddialara
göre fordist sistemin düğün pastası şeklindeki hiyerarşik yapısını ters yüz etmeyi
gerektirmektedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, söz konusu kapitalist sistemin
mantığı olduğunda, önemli açmazlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yukarıda anlatılanlar ve TKY teorisiyle ilgili bölümde anlatılanlar
incelendiğinde, çalışanlar ve toplum açısından burada açıklananlar kapsamında, çok
önemli olumlu gelişmeler öngörüldüğü düşünülebilir. Ancak, aşağıdaki bölümde ve
araştırmanın uygulama kısmında yapılan çalışmalarda da görüldüğü gibi, ileri
sürülen tezin iddiası doğrultusunda, burada anlatılanların gerçeklikle hiçbir ilişkisi
olmadığı anlaşılacaktır. Bunun da sebebi hep vurgulandığı gibi, kapitalizmin
mantığında hiçbir değişim olmamasıyla yakından ilgilidir. Oysa söz konusu
teorilerde ciddiyetten bahsedilebilmesi için, açıkça kapitalizmin mantığına karşı bir
duruşun görülmesi gerektiği düşünülmektedir.
2.2.2 Toplam Kalite Yönetimine Karşı Olanların Görüşleri
Esnek üretim ve TKY, çalışanlar açısından en fazla etkiyi sendikal hareketler
üzerinde yapmıştır. O nedenle de en büyük tepkiyi sendikal hareketlerden görmesi
doğaldır. Bunun en açık örneği, esnek üretimler konusunda başı çeken Japonya’ da,
görülmektedir. Buradaki anlayışta sendikaların bağımsız hareket edebilme ve
bağımsız örgütlenme konusunda yeterince başarılı olamadıkları, daha çok “şirket
sendikacılığı” denilebilecek bir sendikacılık anlayışıyla hareket edebildikleri
görülmektedir. Tüm dünyada esnek üretimler, küreselleşme etkileri sonucu azalan
sendikaların gücü Japonya’ da da kendini göstermektedir. Profesör Fijumura
Japonya’ da, sendika liderlerinin yönetime geliş kaynakları ve seçilmeleri süreci ile
bağlantı kurarak, değişen endüstri yapısının, işletmelerin küçülmesinin de etkisiyle,
1976’ dan bu yana sendikalaşma oranının 1983’ de % 30’ a ve 1998’ de % 22.4’ e
kadar olmak üzere düzenli olarak düştüğünü bildirmektedir (1999). Yine Japonya’
da sendikalı çalışanların oranı 2001 verilerine göre, % 20.7’ ye düşmüştür. Bir
önceki yılla karşılaştırıldığında, toplamda 11.21 milyon olan sendikalı çalışan sayısı,
320.000 kişilik bir düşüş göstermiştir (Ministry of Health, 2002).
116
Sendikalaşmanın önünde önemli bir engel olan part-time çalışanların oranı
tüm ülkelerde olduğu gibi Japonya’ da da artmaktadır. Bu ülkedeki durum
karşılaştırıldığında, part-time çalışanların oranı 1995 de toplamda % 14.9’ dan 2001’
de % 22.1; erkeklerde, 1995’ de % 5.6’ dan 2001’ de % 9.0’ a; bayanlarda ise aynı
dönemde % 29.8’ den, % 40,3’ e çıktığı görülmektedir (Ministry of Health, 2002).
Kezuka, Japonya’ da part-time çalışmayı yasal sorunlar içinde inceleyerek, Avrupa’
da bu konuların yasal bakışla, iş güvenliği ile ilgili olarak ve bayanların
çalışmasındaki direk olmayan ayrımcılık çerçevesinde incelendiğini; Japonya’ da ise
bu konuların iş güvenliği ve cinsiyet ayrımında göz önüne alınmadığını belirtmekte,
bu part-time çalışanların genelde düzenli olmayan çalışanlar anlamında
değerlendirildiğini aktarmaktadır. Burada düzenli çalışanların part-time işgörenlerle
kıyaslandığında kıdem sistemine göre olan ücretleri ve yaşamsal ihtiyaçlarıyla
sorunları açısından güven içinde oldukları, düzensiz çalışanların ise ücretlerle ilgili
sorunların yanında emeklilik durumları, gelecekle ilgili plânları vb. konularda
problemli oldukları değerlendirilmektedir (Kezuka, 2000). Yukarıda açıklanan bilgilerden de anlaşıldığı gibi, TKY sisteminin ana vatanı
Japonya’ da sendikalaşma oranının çok düşük olduğu, emeğin esnek üretime katkı
sağlayacak şekilde kullanılmasının teşvik edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum ise,
işgörenlerin kalite bahanesiyle daha fazla çalıştırıldığı, kurum kültürü, birlik
beraberlik bahanesiyle karşılığını alamadıkları fedakârlıklara sürüklendikleri
iddialarını güçlendirmektedir. Bu konuyla ilgili olarak sınıf tabanlı olarak yapılan bir
değerlendirmede de, aynı konuya işaret edilmekte, aslında sorunun kaliteye ya da
ISO’ ların kendisine karşı olmak olmadığı açıklanmakta; ancak TKY bağlantısı
içinde, işçiler arasında kurum kültürü, kalite, işletmenin geleceğinden sorumlu olma
gibi fikirlerin işçiler arasında yayılması kaydıyla, işçi sınıfının daha fazla
sömürülmesi için, sınıf bilincinin unutturulmaya çalışılarak bu amaca uygun ortam
hazırlanması eleştirilmektedir (Moralı, 2002).
Bu durumun sınıf bilincinin yok olması tehlikesi açısından önem taşıdığı
ortadır. Çünkü çalışan kesimin karşılık beklemeden, işletmeye kattıklarından pay
almadan, tükenircesine çalışmaları; gerçek sorun olan kapitalizmin mantığı içinde
yüksek işsizlik ve düşük ücretler çemberinde çaresizce kalma anlamına gelmektedir.
117
İşçi sınıfı açısından sınıf bilincinin aşındırılması demek, her türlü sendikal, sosyal
hak ve güvencelerinin sallantıda olması, en kötüsü de dünyaya gelmekle hak edilmiş
olunan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle de tanınmış insanca yaşama hakkının
son derece kaderci bir şekilde sermaye sahiplerinin vicdanına bırakılması demektir.
Ki dilencinin sadaka beklemesi benzeri olan bu durum, insanlık bilinci oluşmuş her
bireyin onurunu oldukça zedeleyecek bir durumdadır.
Konuyla ilgili olarak, Wilkinson ve Willmott, Deming gibi önemli kalite
savunucularının fikirlerini de eleştirel açıdan değerlendirdikleri çalışmalarında,
kapitalist iş verenlerin kendilerine bağlı yöneticiler yoluyla üretim ve verimliliği
artırmaya çalıştıklarını anlatmakta, bunun da çalışanların katkısıyla başarılmaya
çalışıldığını bildirmektedirler. Onların açıklamalarına göre, kalite yönetimleri
Deming’ in de açıkladığı gibi, zayıf performans ile ilgili olarak, sistem ve
yönetimden kaynaklanan hataları sorumlu tutmaktadır. Yani bu duruma göre, söz
konusu kalite uzmanlarının önerileri dikkate alınırsa, beklenen hedeflere ulaşmak
sorun olmayacaktır. Wilkinson ve Willmott’ a göre durum çalışanlar tarafından
yorumlandığında ise, konuya farklı bir bakış açısının hakim olduğu, işgörenlerin
beklentilerinin odağında güvenlik, ücretler ve iş koşullarının öncelikli bulunduğu
açıklanmaktadır (1995: 8-11).
Yine, Özdemir tarafından yapılan ve TKY uygulamalarının olumsuz
taraflarına dikkat çekilen bir araştırmada da, hegomonik fabrika rejiminde mavi
yakalı işçilerin durumunun sorgulandığı açıklanmaktadır. Söz konusu araştırmada
alanla ilgili veriler, bir otomobil fabrikasında yapılan çalışmayla elde edilmiştir.
TKY uygulamalarının oldukça ciddiye alındığı bu fabrikada, yöneticilerin işçilerle
aynı mavi yakalı üniformaları giydikleri, yemeklerde ve dinlenme zamanlarında aynı
ortamları paylaşarak çalışanlarla ilgili sorunları daha yakından incelemeye
çalıştıkları anlatılmaktadır. Burada açıklananlardan anlaşıldığına göre, incelenen
fabrikada, yönetim işçilerden olanaklı olan en fazla verimi almak için, bilinen tüm
TKY teorilerini uygulamaya geçirmeye çalışmaktadır. Bu duruma, takım
çalışmalarıyla işgörenlerin sorumluluklarının ağırlaştırılması, performans
değerlendirme yöntemlerinin uygulanmasıyla işçiler arasındaki rekabetin artırılması
118
örnek olarak verilebilir. Araştırmada yapılan incelemede, söz konusu uygulamalar
sonucunda çalışanların fazla mesaiye hayır diye bilme, kalite çemberlerine katılmayı
ret etme olanaklarının güçleştiği; ayrıca yapılan uygulamalar sonucu sendikaların
etkinliklerinin önemli ölçüde zayıfladığı anlatılmaktadır (Özdemir, 2000:241-258).
Benzer şekilde Yıldırım tarafından yapılan, TKY uygulamalarının eleştirel
açıdan değerlendirildiği bir çalışmada ise, kalite yönetimlerinin çalışanlar açısından
olumlu/olumsuz özellikleri üzerinde inceleme yapılmaktadır. Burada yapılan
araştırmada, TÜSİAD-KalDer kalite ödülünü kazanan işletmelerle ilgili yapılan
incelemeye göre, bu işletmelerde çalışanların Türkiye şartlarına göre yüksek ücret ve
iyi çalışma koşullarına sahip oldukları açıklanmaktadır. Aynı araştırmada lastik
üretimi yapan Brisa işletmesiyle ilgili verilen bilgilere göre, “biz bir aileyiz”
sloganıyla birlikte biz ruhu geliştirilmeye çalışılmakta; yöneticiler ve çalışanlar kır
yürüyüşleri, piknikler, bisiklet gezintileri vb. faaliyetlere birlikte katılmakta;
işletmede yöneticilerin oda kapıları açık tutulmakta; yöneticilerle işgörenler aynı
dinlenme ve yemek salonlarını kullanmaktadırlar. Tüm bu vb. uygulamalar,
çalışanlarla işbirliğini geliştirmek amacıyla yapılmaktadır. Ancak, yine aynı
işletmeyle ilgili yapılan incelemeye göre, ücretler, şirket kuralları ve politikaları, üst
yönetimin karar verme yetkisinde olduğu konular, sosyal haklar vb. sorunların
çember toplantılarında tartışılması yasaktır. Yine söz konusu çalışmada incelendiği
gibi, TKY uygulamaları sendikal faaliyetler üzerinde önemli etkilerde
bulunmaktadır. Buna göre, bazı işletmeler sendikaları dışlarken bazıları ise işbirliği
eğiliminde hareket etmektedir. Ayrıca, bazı sendikalar tamamen firma içi bir kuruma
dönüşebilmekte, işletme yönetimiyle sendika arasında bir anlaşmazlık olmaması,
gerek işletme yönetimi gerekse sendika yöneticileri tarafından örnek bir uyumluluk
olarak gösterilebilmektedir (Yıldırım, 2000:261-278 ).
Gelinen süreçte esnek üretimler bağlamında sendikaların da tutarlı bir yol
izleyemedikleri ortaya çıkmakta, ayrıca sendikalar ve sendikacılar arasında da farklı
bakış açıları olduğu anlaşılmaktadır. Uluslararası Hür İşçi Sendikaları
Konfederasyonu (ICFTU) Sendikal Haklar Bölümü Başkanı G. Martens,
küreselleşme ile ilgili değerlendirmelerinde, küreselleşmenin emeğin kazanımlarını
sürekli azalttığını; sendikal hareketlerin yaşama olanaklarını zayıflatıp, sistemden
119
silmeye çalıştığını; buna karşılık sermayenin gücünü artırdığını; gelişmesi için uygun
ortamlar yarattığını açıklamaktadır (Martens’ den aktaran Engin, 1999: 8) Engin,
yukarıda alıntıladığı gibi, kitabının başka bölümlerinde de küreselleşme ve esnek
üretim biçimlerinin sendikal hareketleri engelleyici etkileri üzerinde durmaktadır.
Ancak, sorunu daha çok kurumsal düzeydeki iç uyumsuzluklarda görerek, problemin
kurumsal değişikliklerdeki eksikliklerden kaynaklandığını ifade etmekte, “Kurumlar
hangi yapısal değişimleri gerçekleştirdiler de, kan kaybı globalleşmeye
yükleniliyor?” demektedir. Engin, buradaki açıklamalarıyla sendikal hareketlerdeki,
küreselleşme, esnek üretim vb. sebeplerle olan gerilemeye, sendikaların ortaya çıkan
değişimlere uyum gösterememesini sebep göstermektedir (Engin, 1999: 15).
Oysa burada konusu geçen küreselleşmenin, Engin’ in söylediği kadar
masum olması olanaklı değildir. Tersine, araştırma içinde de açıklandığı gibi,
kapitalizmin mantığında, plânlı bir şekilde emek gücünü en fazla artık değere
dönüştürebileceği uluslararası çareler üretmekte; esnek üretim taleplerini öne
çıkararak, ulus-devlet yurttaşlarının sahip oldukları sosyal güvencelerin kendi
kaderine terk edilmesini talep etmektedir. Düz mantıkla değerlendirildiğinde
yeterince gelişemeyen ülkeler açısından bu sorun, zaten çok kısıtlı olan sosyal-
ekonomik güvencelerin iyice kısıtlanarak yoksul insanların daha da ezilmesi demek
olmaktadır. Sendikal hareketler açısından da bu durum, yeni gelişmeler paralelinde,
yeni politikalar üretme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonun (ICFTU) yansıttığı
fikirler de, Küreselleşmeyle birlikte TKY ve esnek üretimlere karşı duruşlar
açısından önemlidir. Burada yansıtılan görüşlere göre, sermaye, günümüzde çok
değişik taktiklerle ve esnek olarak hareket etmektedir. Üretimin farklı ülkelere,
bölgelere kaydırılması, işçi istihdamının da yer değiştirmesine sebep olmakta, bu da
çalışanların toplu pazarlık yöntemiyle hak aramasına engel olmaktadır. Yine
işletmelerin işin belli bölümlerini dışarıya vermeleri, sözleşmeli çalışma yöntemlerini
kullanmaları, yarı zamanlı çalışanlardan faydalanmaları vb. yollarla emeğin esnek
istihdamı, özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde, mevcut hukuk sistemlerindeki
boşlukların da katkısıyla çalışanların daha fazla sömürülmelerini kolaylaştırmaktadır.
120
Ayrıca dünyanın geleceğinin biçimlenmesine katkı sağlayan siyasi liderlerin,
istihdamı artıracağı, yaşam standartlarını yükselteceği iddiasıyla bu gelişmeleri
onaylaması, tam tersi bir etki yaparak zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ekonomik
gelişme farkının artmasına sebep olmuş, zenginliklerin küçük bir uluslararası
azınlığın ellerine geçmesine hizmet etmiş, çalışanların neredeyse tüm dünyada iş
güvencelerinin gittikçe azalmasına, yaşam standartlarının daha da gerilemesine sebep
olmuştur (ICFTU, 2003).
Esnek üretimlere bir başka karşı çıkış da, ülkemizde sıkça rastlanan kriz
ortamları sebebiyle ortaya çıkan gelişmelerle ilgilidir. Nicel İşçi Araştırmaları
Merkezi tarafından, İstanbul'un Anadolu ve Avrupa yakaları, Kocaeli- Gebze ve
Bursa ile İzmir kentlerinde yer alan DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasında
örgütlü 12 fabrikada yapılan anket çalışmasına göre kriz bahanesiyle, işletmelerin
çalışanları etkileyen hangi yöntemleri kullandıkları araştırılmıştır. Burada
cevaplayıcıların % 61'i kriz beraberinde işletmelerinde yeni uygulamaların yaşama
geçirildiğini bildirmiştir. Bu uygulamalar: "yıllık izinlerin öne alınması" (% 24), "işçi
çıkarmalar" (% 13.6), "taşeronlaştırma" (% 9), "ücretsiz izne çıkarma" (% 5.3),
"ücretlerin ve çalışma saatlerinin birlikte azaltılması ya da ücretlerin ödenmemesi"
(%4.2)” şeklinde ortaya çıkmıştır. Yine aynı araştırmaya göre kriz ortamında
sendikaların etkinliklerinde bir azalma olup olmadığı sorulmuş, ankete katılanların
% 53’ ü sendikanın etkinliklerinin azaldığını belirtmiş, sendikalarına duydukları
güvende azalmayla ilgili soruya ise, işgörenlerin % 49’ u azalma olduğu yönünde
cevap vermiştir (Nicel İşçi Araştırmaları Merkezi, 2001).
Yine sendikal hareketlerin bir başka karşı çıkış noktası ise, hükümetlerin
yaptıkları özelleştirme uygulamalarıyla ortaya çıkmaktadır. Bu durumun ortaya
çıkma sebeplerinin başında, mevcut üretim yapısında yeterli sayıda çalışan istihdamı
sağlayamamanın ağırlığı bulunmaktadır. Böyle durumdaki bir yapı özelleştirme
uygulamalarıyla desteklendiğinde sendikalı işçi sayısında hızlı düşüşlere sebep
olmuş, sendikalarsa gerektiği gibi mücadele yöntemleri geliştirememiş, etkinlik
sağlayamamıştır. Hatta bazı sendikaların beklenmedik bir tavırla bu oluşumu
destekledikleri görülmüştür (Akkaya, 2003).
121
Esnek üretim uygulamalarının, özel sektör yanında, özellikle gerekli sosyal
reformları düzenlemeden, kamudaki uygulamalarla da hayata geçirilmeye
çalışılması, çalışanlar açısından tartışılması gereken önemli bir konudur. Devlet
Personel Başkanlığının “Kamu Personel Reformu” na göre, ne kadar yürürlüğe
konabileceği de belli olmamakla birlikte, esnek üretim tekniklerini kullanmak
amacıyla önemli oranda çalışan sayısını düşürmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu
amaçla, incelenen araştırmaya göre, yapılmaya çalışılan bazı düzenlemeler şöyledir:
“Yeni düzenlemeler ile kadro karşılığı sözleşmeli personel uygulaması kaldırılıyor.
Devlette asli ve sürekli görevler belirleniyor ve bu çalışanlar, tüm kamu
çalışanlarının belli bir oranını geçemeyecek hâlde sınırlanıyor. Kurumlar arası
personel aktarımının önü açılıyor. Yarım gün, nöbet usulü çalışma v.b. formlarla
esnek çalışma modeli yerleştiriliyor. Maaş ve ücret sistemi çalışma koşullarına göre
sadeleştiriliyor. Performansa dayalı ücret sistemine geçiliyor.” Burada izlenen
mantık ise, yine bu araştırmada konu hakkında çalışan komisyonlardaki bir yetkilinin
sözleriyle "Yarım gün çalışan birini neden tam gün istihdam ediyoruz” şeklinde
özetlenmektedir (Yılmaz, 2004).
Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, sendikaların önünde
önemli engeller durmaktadır. Esnek üretimler bağlamında da değerlendirilebilecek
Engin’ in üzerinde durduğu, sendikalaşmanın önündeki engellerden bazıları
önemlidir. Bu maddeler şunlardır (1999: 20): 37
“Devletin ‘sosyal’ vasfından giderek uzaklaşması”
“İşverenlerin sürekli sendikasızlaştırma girişimleri”
“Sendika yöneticilerinin aynı zamanda siyaset yapamamaları”
“Giderek yaygınlaşan işten çıkarmalar”
“Taşeronluk sisteminin yaygınlaştırılması”
“Esnek üretim, kuralsızlaştırma, yüksek işsizlik oranı, kaçak işçilik, yabancı uyruklu işçiler
gibi faktörlerin tehdidi”
“Çağdaş bir sosyal güvence olan ‘İşsizlik sigortasının’ gerçek anlamda olmaması”
“Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarının iç hukuka yansıtılmaması”
“Özelleştirme uygulamalarında istihdam ve iş güvencesi koşulunun olmaması”
“Çalışan kitlelerin örgütlülük bilinçlerinin zenginleşememesi ve örgütlerine sahip
çıkmaması” 37 Parantez içindeki yorumlar bu tezin yazarına aittir.
122
“Sendikaların üretim, verimlilik ve kalitedeki rolü ve etkinliliğinin ortaya konamaması veya
belirgin olmaması” (Sendikalar böyle bir süreçte, çalışanların daha fazla özveride bulunması
yoluyla artırılan verimlilikte, ancak işgörenlerin haklarının da genişletilmesi koşuluyla
olumlu katkıda bulunabilir.)
“İşveren-sendika ilişkilerinde hâla muhalif ve çatışmacı izlerin devam ediyor olması”
(İşveren - sendika ilişkilerinde çatışmacı izlerin devam ediyor olması, karşıt çıkarların temsil
edilmesi sebebiyle doğaldır. Ancak, bu çağda bile, insan olmanın bir gereği olan, o nedenle
de son derece kutsal olan hak arama savaşının bazılarının içlerine sinememesi son derece
anormaldir. Haksız ve güvencesiz bir ortamda çalışmak, ancak köleliğin devam ettiği
sistemleri çağrıştırabilir.)
“Sendikaların ‘yeni işçi tipine’ yönelik inşalarının olmaması ve bu yeni işçi tipini
kucaklayamayışı”
“Endüstriyel demokrasi’ kavramının yeni yönetim tarzlarında nasıl olacağına ilişkin muhteva
geliştirilememesi, buna ilişkin bir ‘model’ sunulamayışı”
“Yeni işçi tipine uygun ‘yeni örgütlenme formatları’ nın ortaya konulamaması”
Yukarıdaki alıntıda, Engin’ in sendikalaşmayla ilgili tespit ettiği sorunlardan
önemli görülenlere yer verilmiştir. Engin’ in çalışanların karşı karşıya kaldıkları yeni
emek süreçleriyle ilgili görüşleri ise şöyledir: “hiyerarşiye öncelik veren, çalışanları
katı bir emir komuta zinciri içinde sadece kendilerine verilen görevleri yapmakla
yükümlü kişiler olarak gören, işçi-işveren ilişkilerini bir taraf kazanırken diğer
tarafın kaybettiği bir güç çatışması olarak ele alan anlayış, yerini çalışanların takım
ruhu içinde ve sürekli gelişme yaklaşımıyla yönetime katıldığı, işçi-işveren
ilişkilerini karşılıklı çıkarların dengelediği ve güç birliğine dayalı yaklaşımların
yansıtıldığı ilişkiler olarak gören anlayışa terk etmeye başlamıştır” demektedir (1999:
118). Ancak Engin’ in bu sözleriyle bahsettiği işveren ve işçi dayanışması; bir takım
işletme hedefleri, kriz ortamı bahanesi, dışardaki işsizlik oranı, topluluğu koruma vb.
bahanelerin gündeme getirilmediği; özne haklarının (insanların kendilerini özgür
iradeleriyle ifade haklarının) korunduğu bir ortamda, sözleşmenin her iki tarafının
birbirlerinin hak ve hukuklarına saygı duymaları şartıyla, yasal güvencelerin
desteğinde gelişmiş sendikal hareketlerle sağlanabilir.
Engin, Toplam Kalite Yönetimi Hakkında da şu açıklamayı yapmaktadır:
“Toplam Kalite Yönetiminin özünde, örgütler ve bu örgütlerin iç müşterilerini
oluşturan çalışanlar arasındaki ilişkilerde, baskıcı, çatışmacı, tepkici, katı, hiyerarşik,
123
denetimi ve farklılaşmayı esas alan yaklaşım değil; işbirliğine yönelik çalışmayı, ortak
çıkarlara dayalı, uzun vadeli ilişkileri, uyumu, takım çalışmasını ve müşteri tatminine
yönelik önceliklerin gözetilmesini esas alan yaklaşım yatmaktadır” (1999: 24). 38
Yukarıda Engin’ in anlattıkları, kuşkusuz söz konusu yönetim biçiminin
teorisiyle ilgili olmalıdır. Çünkü bu araştırmanın bulgular bölümünde de incelendiği
gibi, iddia edilenin tersine çatışmacı, katı hiyerarşik, baskıcı sistem devam
etmektedir. Ayrıca teoride anlatıldığı gibi uygulansa bile, TKY uygulamaları, esnek
üretimler temelinde gerçekleştirildiğinden; daha fazla işin daha az işçiyle
yaptırılmasını, esnek çalışma zamanlarını, taşeronlara iş yaptırma vb. yaklaşımları
benimsediğinden; yine hep vurgulandığı gibi, bunu kapitalist sistemin mantığına
bağlı kalarak uygulamaya çalıştığından, çalışanların sorunlarına çözüm olarak
sunulması olanaksız görülmektedir.
Diğer taraftan, işverenlerin yeni yönetim teknikleriyle çalışanların örgütlü
mücadele olanaklarını kısıtlamalarına karşın, sendikal hareketlerin ise üye tabanlarını
geliştirecek yeni örgütlenme metotları üzerine hazırlanacakları yerde, çok yerde
kendi aralarındaki sorunlara yoğunlaştıkları anlaşılmaktadır. Uçkan, (2004) konuyla
ilgili, sendikalar arası rekabet konusunu incelediği araştırmasında;
“Aynı konfederasyona bağlı olan iki sendikanın güçlerini birleştirerek tek bir örgüt çatısı
altında toplanacakları yerde, birbirlerinin örgütlenme güçlerini kırmak için hasmane bir
tutum sergileyerek kıyasıya rekabet etmeleri, Türkiye'de sendikal birliğin ve dayanışmanın
sağlanması konusunda sendikaların gerekli bilince henüz ulaşamadıklarını göstermektedir.
Türkiye'deki sendikalar arası rekabet, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sendikaların hizmet
kalitelerini ve yelpazelerini genişleten ve toplam sendikalı işçi sayısını arttırmaya yönelik
yapıcı bir rekabet değil; birbirlerinin üyelerini çalmaya yönelik yıkıcı bir rekabettir”
demektedir.
Sendikaların karşılaştıkları güçlüklerle ilgili olarak en büyük sorunlarını hızla
üye kaybetmeleri oluşturmaktadır. Yukarıda anlatılan sebepler ve sendikaların
kendilerini yenileyip alternatif politikalar geliştirememeleri bunun başta gelen
38 Engin’ in buradaki görüşleri, profesyonel bir sendikacının görüşlerini yansıtması açısından değerlendirilmelidir.
124
sebeplerindendir. Bu süreç içinde çoğu sendika ise, yeni üyeler kazanma, örgütler
oluşturma yerine, örgütlü bir yerin kendi sendikaları adına örgütlemesini yapmayı
veya kendilerinin örgütlenmesini destekleyen işverenlerle işbirliği yapmayı tercih
etmektedirler. Sendikalı üye sayısında yaşanan bu düşmede, 1985’lerden sonra
ağırlığını daha da hissettiren “geleneksel sektörler” olarak tanınan tarım ve sanayide
çalışan oranındaki gittikçe artan azalmanın da dikkate alınması gerekmektedir.
Örneğin Amerika’ da sendikalar, çok sayıda işçi çalışan imalat sektöründeki daralma
dolayımında, farklı sektörlerdeki çalışanları örgütlemek için yeni stratejiler
geliştirmeye çalışmaktadırlar. “The 24 hour union” olarak adlandırdıkları (24 saat
sendikacılık) işçilere daha fazla hizmet sağlamak için yeni yöntemlerin kullanılması
anlayışını ifade etmekte; ayrıca “trades and skills orientation” ise sendika üyelerinin
pazarlık gücünün artırılması kapsamında, çalışanların niteliklerinin artırılması
çalışmalarını açıklamaktadır (Şenkal, 1998: 16-27).
Sendikaların gelişen süreçte etkinlik alanlarını genişletebilmeleri ile ilgili
olarak önemli bir öneri de Touraine’ den gelmektedir. O sendikal hareketlerle ilgili
olarak, “sendikal eylem, olumlu bir biçimde, işçilerin özerkliğinin güçlendirilmesine
doğru yönlendirilmediği ve özellikle de, Taylor’cu patronların o kaba iddiasıyla, yani
“size düşünesiniz diye para vermiyoruz” la mücadele etmediğinde de toplumsal
hareket olmaz.” demektedir (1994: 268).
Touraine’ in buradaki yaklaşımı tüm emekçi sınıf için oldukça büyük bir
değer taşımaktadır. Gerçekten de çalışanların özerkliğinin güçlendirilmesi ve
kazanımlarının artırılması, onların insan onuruna yakışır bir şekilde dimdik
durmalarıyla, büro emekçileri dahil olmak üzere sınıf çıkarlarının korunmasıyla
yakından ilgilidir. Ayrıca burada bahsedilen çalışanları makinenin dişlileri, bir robot
gibi görerek onurlarını küçültüp aşağılayan sistemle mücadele etmek, sendikaların
değerlendirmesi gereken konuların başında gelmektedir. Çünkü çalışan insanlar
yalnızca emeklerinin karşılığı olan maddi değerleri hak etmemekte, ayrıca insan
onurlarının korunmasını da hak etmektedir.
125
Bu araştırmada incelenerek eleştirmek istenilen bir konu da, Weaver’ ın da
iddia ettiği TKY’ nin daha çok insanı iş sahibi yapacağı öngörüsüdür (1998: 279-
291). Onun ileri sürdüğü gibi, kaliteli ürünler talep artışları paralelinde kuşkusuz bazı
işyerlerinin iş hacimlerini büyütmelerine sebep olacak, hatta yeni işçi almalarını
sağlayacaktır. Yine ISO standartları, TKY form ve evraklarıyla ilgili kayıtlarla
ilgilenilmesi için olan zorunluluk da, belki personel sayısını artıracaktır. Ancak bu
iddialar kapitalizmin mantığıyla ters düşmekte, çünkü kapitalizm, düşük ücretle işçi
çalıştırmak için dışarda bir işsizler ordusunun bulunmasını gerektirmektedir. Bunun
kanıtı dünyada giderek artan işsizlik oranlarıdır. Ayrıca üretim veriminin artması da,
daha az çalışanla daha çok üretimde bulunmak demektir ki, bu da toplam çalışan
sayısında bir düşüş anlamına gelir.
Tanınmış yönetim grularından olan Drucker’ da yukarıda değinilen yönde,
işsizlik sorunuyla ilgili, örneğin hizmetler sektörünün gelişmesi, büro işlerine artan
talep gibi, sebeplerle işsizliğin beklendiği kadar olmayacağını iddia etse de; (1993:
12-16) özellikle sosyal devlet anlayışının yeterince gelişmemiş bulunduğu azgelişmiş
ülkeler bakımından istatistiklere bakıldığında, bu fikrin hiç de doğru olmadığı,
işsizliğin arttığı ortada duran bir gerçekliktir. Çünkü, yeni gelişen sektörler, işler,
üretim merkezleri, her ne kadar işsizliği belli bir ölçüde azaltmakta ise de, teknoloji,
emek ve yeni iş yapma yöntemleri gibi katkılarla, daha az çalışanla daha çok üretimi
yapmak olanaklı duruma gelmektedir. Yine küreselleşme ve esnek üretim kalıpları
içerisinde dayatılan sistemin de, sosyal devlet anlayışını kaldırmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda liberalist iddialarla gündeme gelen bireyi
özgürleştirme, piyasaları serbestleştirme politikaları da, işçi işveren ilişkilerinde
uygulanmaya çalışılmaktadır. Yani milyonlarca işsizin bulunduğu bir ortamda
işçilerle işveren bir araya gelmekte aç ve çaresiz kalmaktan korkan emekçiler,
sermaye sahiplerinin tek taraflı dayattığı ücret ve çalışma şartlarını kabul etmek
zorunda kalmaktadırlar. Burada işin dramatik boyutu, açlık sefillik çekmemek için
işverenin tüm tekliflerini düşünmeden kabul etmek zorunda kalan işçilerin, herhangi
bir şikayetlerinde şartları baştan kabul ettiklerinin ileri sürülmesidir. Yine böyle bir
ortamda araştırmanın girişinde bahsedilen “özne” anlayışının gerçekleşebilmesi ise
hiç olanaklı görünmemektedir.
126
Yukarıdaki bölümde ve post-fordist esnek üretimler kapsamında anlatılan
işsizlik sorunuyla ilgili olarak, toplumda ve aile yapılarında da önemli gelişmeler
yaşanmaktadır. Geçici çalışmaların yoğunlaşması sebebiyle, hem işi olan hem de işi
olmayan insanlar çoğalmakta; farklı çalışma saatleri bireylerin ve ailelerin gündelik
yaşama düzenlerini, zamanı algılayışlarını bozmakta; toplam işsizlik sorununu
artırmaktadır. Bu sorunlar kriz dönemlerinde yaşandığı gibi, Türkiye’ de güçlü aile
bağlarıyla önlenmeye çalışılmaktadır. Yani işsiz kalan bireyler ya ailelerinden destek
görmekte, ya da geniş aile yapısına geri dönüp anne babalar, dedeler, torunlar birlikte
yaşamaya çalışmaktadırlar. Böyle bir olanağı bulunmayanların hâli ise, insanlık
onurunu hayli zedeleyecek düzeydedir.
127
BÖLÜM III
YÖNTEM
Tezin yöntemi belirlenirken, konunun yeterli doygunlukta araştırılabilmesi
için öncelikle nasıl bir kuramsal ve uygulamalı çalışma yapılması gerektiği, benzer
nitelikli tezler de incelenerek bir ön kaynak taramasıyla araştırılmıştır. Bu ön
çalışmadan elde edilen bilgiler de değerlendirilerek, ulaşılmak istenen nokta emekle
ilgili olduğundan, bakış açısı olarak emeğin tarih içindeki gelişiminin
değerlendirilmesine karar verilmiştir. Daha sonra da, tespit edilen kaynaklar üzerinde
çalışmaya başlanmıştır. Alan araştırmasıyla ilgili bakış açısı olarak ise, yalnızca
ankete dayalı çalışmalarda bazı eksiklikler olduğu fark edildiğinden, gözlem,
görüşme cetveli gibi uygulamalarla çıkan sonuçların karşılaştırılması yoluna
gidilmiştir. Nitel verilerle ilgili yapılan analizlerde, beş işletmede de aynı sorular
üzerinde çalışılarak, eşit karşılaştırma yapılmaya özen gösterilmiş, ancak, hangi
işletmede kiminle ne konuşulduğunu aktarmak, çok fazla yer kaplayacağından böyle
bir yol izlenmemiş; kalite uzmanları, çalışanlar, yöneticiler tarafından verilen
cevaplardan anlaşılanlar aktarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca her firmada incelenen
belgeler ve yapılan gözlemler de bu analizlerde kullanılmıştır. Yöntem hakkında
detaylı bilgi aşağıdaki başlıklarda anlatılmaktadır.
3.1 Araştırma Evreni ve Örneklem
Çalışmanın kuramsal, kavramsal çerçevesinde, kapitalizmin üretim
mantığında gelişen süreçte, esnek üretim yöntemleri temelinde gerçekleşen TKY ile
ilgili iddialar bulunmaktadır. Bu iddiaların üretim tarihindeki izlerini bulup
karşılaştırmak için ise, kapitalizmin üretim mantığının kökenlerine de kısaca inilmesi
gerekmiştir. O nedenle de doğa hâlindeki insanın neslini sürdürmek için verdiği
mücadeleden, tarım toplumundaki üretim ilişkilerine, sanayileşmeye kadar gelişen
128
sürece de kısaca değinilmiştir. Yine esnek üretim biçimleri zemininde TKY’ nin
kapitalizmin üretim mantığından farklı gelişen bir süreç olup olmadığını incelemek
için, sanayileşme sonrası ilk oluşum dönemi, fordist ve post-fordist üretim aşaması
tartışma kapsamına alınmıştır. Ayrıca, TKY’ nin gelişme sürecinde çalışanlar ve
toplum açısından, araştırmayla ilgili olan, azgelişme, küreselleşme, modernizm, post-
modernizm, yabancılaşma gibi kavramlar irdelenmiştir.
Alan araştırması için ise; örneğin temsil yeteneği taşıması, yeterli olması
kuralları dikkate alınmaya çalışılarak; Kalite Derneğinden elde edilen, 3627 ISO
9000 serisi kalite belgesi almış şirket araştırma evreninin tamamı olarak, incelemeye
tabi tutulmuş; KOBİ (küçük orta boy işletmeler) sınıfında yer almaları, TKY çalışıp
çalışmadıkları; üretim sektöründe direk işgören olarak çalışan en az 30 personeli
olması; esnek üretim bağlamında gelişen teknoloji ile ilişki kurmaları durumu;
çalışma Ankara bölgesinde yapılacağından, il sınırları dahilinde üretim merkezleri
olup olmadığı değerlendirilmiştir. Ön inceleme sonucunda, yukarıda anlatılan
koşullar çerçevesinde, daha uygun özellikler taşıdığı için alan araştırmasının
elektronik sanayiinde yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kapsamda örneklem olarak,
elektronik sanayii örneğinde, belirtilen koşullarda olmaları kaydıyla, Ankara
dahilinde internet ve bilinmeyen numaralar kanalıyla adres bilgilerine ulaşılabilen
tüm işletmelerle görüşülmüş, araştırmanın yapılmasını kabul eden toplam beş
işletmede, Kasım 2003 ile mayıs 2004 tarihleri arasında alan araştırması
gerçekleştirilmiştir. 39 İzinli, istirihatli ya da firma dışında görevli olanlar hariç,
üretimle ilgili tüm personelin (ankete katılmayı kabul etmeyen birkaç çalışan hariç)
alan araştırmasına katılımı sağlanmıştır.
3.2 Veri Toplama Teknikleri
Kuramsal, kavramsal çerçevenin incelendiği bölüm, kaynak tarama tekniği ile
elde edilen bilgilerin metin içinde tartışılması ile oluşturulmuştur. Araştırmanın tipi
olarak genelleyici özellik taşıyabilmesi ve çıkarımlarda bulunmaya elverişliliği
39 Alan araştırması yapılmasını kabul etmeyen işletmelerden bir kısmı, soru sayısını fazla bulmuş, bir kısmı da çalışan iş doyumundan çok, verimlilik gibi teknik araştırmalarla ilgilendiklerini, burada yapılan çalışmanın kendilerine katkısının olmayacağından kabul edemeyeceklerini bildirmişlerdir.
129
sebebiyle “ilişki kurucu araştırma tipi” benimsenmiştir. Çalışmada kapitalizmin
mantığında, esnek üretim sistemleri temelinde gelişen TKY bağımsız değişken
olarak, çalışanların bu duruma bağlı etkilenimleriyle verdikleri tepkiler ise bağımlı
değişken olarak alınmıştır. Ayrıca çalışmanın bir sosyolojik analizi içermesi
sebebiyle, aynı süreçten toplumun etkilenişi de değerlendirilmiştir.
Araştırmaya başlamadan önce görüşme sorularının ve anketin geçerlilik testi,
çalışma içinde “A” işletmesi olarak geçen firmada test edilmiş, bu kapsamda gerekli
olan küçük bazı düzeltmeler yapılmıştır. Daha sonra, önceki başlıkta anlatılmış olan
koşullara göre seçilmiş olan firmalardan, araştırma için olumlu yanıt veren toplam
beş elektronik sanayii işletmesinde, gözlem, görüşme, anket teknikleri birlikte
uygulanmış ve elde edilen bilgilerin karşılaştırılması yapılmıştır. Elde edilen
verilerin analizinde ise, SPSS “Statistical Package for Social Sciences”, “Sosyal
Bilimler için İstatistik Paketi” programı kullanılmıştır. Anket soruları
değerlendirilirken, negatif soruların değerleri pozitife çevrilmiştir. Yüzdelik
dilimlerdeki farklılığın gösterilmesinde kullanılan düşük, orta, yüksek değerleri;
ankete verilen cevaplarda görülen, çok düşük, düşük, orta, yüksek, çok yüksek
değerlerinin daha net açıklanabilmesi için “SPSS” de yeniden düzenlenmesiyle
oluşturulmuştur.
Yapılan gözlemler, görüşmeler ve görüşme soru cetveline göre yapılan
analizler kısaca şöyledir:
Burada öncelikle işletmeler arasında ortak olan noktalar, genel olarak
değerlendirilmiştir.40 Bu bölümün alt başlıklarında ise, yine gözlem ve görüşme
tekniğine göre belirlenmiş olan işletmelerin daha özel nitelikleri verilmeye
çalışılmıştır. Daha sonra, yukarıdaki değerlendirmeler de göz önüne alınarak,
görüşme soru cetveline göre esnek üretim ve TKY ile ilgili tek tek işletmelerin durumu
verilen cevaplara göre analiz edilmiştir.41 Görüşme cetveli, toplam “19” soru olmak
üzere, ankete verilen cevapları etkileyebileceği düşünülen, işletmelerin TKY ve
esnek üretim uygulamaları üzerine kurulmuştur. Bu sorular, işletmenin esnek üretim
40 İncelenen konu başlığı: “4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum” 41 İncelenen konu başlığı: “4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim”
130
ve TKY uygulamadaki durumunun çalışanlara etkisini, anket sorularına verilen
cevaplarla analiz ederek, karşılaştırmayı amaçlamaktadır.
3.2.3 Verilerin İşlenişi
Anket sorularının hazırlanmasında ilk “8” soruluk kısım, 7. ve 8. sorular
birleşik olmak üzere demografik sorulardan oluşmaktadır. İkinci bölümde yer alan
“44” soruluk kısım, 14, 15 ve 28. sorular hariç olmak üzere, TKY uygulamaları
kapsamında çalışanların iş doyumuyla ile ilgili olarak, araştırma içinde teorik
çerçevesiyle genişçe tartışılan TKY’ yi savunanların iddiaları dikkate alınarak
hazırlanmıştır. (Burada son madde analizinin karşılığında iki soru olmak üzere ve
diğer her madde için 3’ er soru olmak üzere toplam 14 madde sorgulanmaktadır.)
Ayrıca, bu bölümdeki soruların oluşturulmasına katkısı olması için, iş doyumu
konusundaki önemli ölçeklerden 100 soruluk Minnesota iş doyumu anketi
“Minnesota Satisfaction Questionnaire” de Telman’ ın çalışmasından incelenerek,
TKY’ ni savunanların iş doyumu konusundaki iddialarıyla karşılaştırılmıştır (1988:
257-260).42 Burada, TKY kapsamındaki iş doyumuyla ilgili iddialarla, Minnesota
ölçeğindeki sorgulamaların çoğunun son derece benzer olduğu görülmüştür. Bu
durum, TKY teorisyenlerince iş doyumu konusunun çalışanları sisteme kazandırmak
için araştırıldığını göstermektedir. Yine aynı bağlamda soruların araştırdığı cevaplar
ve kuramsal çerçeve incelendiğinde de anlaşılacağı gibi, TKY uygulamaları, iş
süreçlerinin, organizasyon yapısının, yönetim anlayışının tümden esnetilmesi
iddiasındadır. Aynı kapsamda değerlendirilen, yukarıda hariç tutulan 14, 15 ve 28.
sorular ise, iş doyumu konusunun dışında bir içerikle, işletmelerdeki esnek üretimle
ilgili direk koşulları araştırmak için hazırlanmıştır. Bu sorularla, esnek üretim
uygulamaları ile ilgili olarak, işgörenlerin esnek zamanlı çalıştırılması, makinelerin
esnek kullanımı, işyerinde yapılan işlerde çalışanların farklı bölüm ve işlerde de
değerlendirilmesi durumu araştırılmaktadır. Ankettin son bölümünde yer alan, 21
soru ise, “3” madde ve her madde karşılığında “7” soru olmak üzere, önceki
sorularda uygulanan biçimsel özelliklere göre düzenlenerek, daha önce Erbaş (1986:
121-123) tarafından kullanılmış olan, Mottaz’ ın yabancılaşma ölçeğinden yapılan
42 Ayrıca bk. (Weis; Dawis, 1967).
131
çeviriyle oluşturulmuştur (1981: 515– 529).43 Nicel verilerin analizi ile ilgili yapılan
işlemler maddelenerek aşağıdaki paragraflarda verilmiştir.
Demografik sorulara verilen cevapların genel durumu ile ilgili analizler:44
Burada varılmak istenen amaç, araştırmaya katılan tüm çalışanlar hakkında elde edilen
bilgileri analiz etmektir. Bu aşamada demografik sorular, SPSS programı yardımıyla
cevapların yüzdelerinin dikkate alınması ile araştırılmıştır. İlgili anket soruları, tezin
sonunda eklerde verilen ankette, ilk “8” soruluk kısımda yer almaktadır. Burada yer alan
“8” sorudan 7 ve 8. soru birlikte düşünülmesi gerektiğinden, gruplandırması yapılarak
tek soru olarak değerlendirilmiştir.
Demografik sorulara verilen cevapların işletmeler arasındaki durumunu
karşılaştırmak için yapılan analiz:45 İşletmeler arasında çalışanların cinsiyet, yaş, gelir
durumları, çalıştığı kadro vb. sorulara verdikleri cevaplar, dikkate alınarak elde edilen
bilgilerin, yine SPSS programı yardımıyla çapraz tablo kullanılarak karşılaştırılmasıyla
elde edilmiştir.
TKY uygulamalarında iş doyumuyla ilgili tepkilerin genel dağılımını incelemek
için yapılan analiz: Burada yapılan çözümlemede, öncelikle TKY’ ne, ankete katılanların
tamamının verdiği cevapları değerlendirebilmek için, SPSS programının “compute”
komutu kullanılarak 14 maddenin tek sütunda toplanması işlemi yapılmıştır. Daha sonra,
verilen cevapları kategorik duruma getirmek için, “recode” komutuyla yeniden kodlanan,
tek sütunda yeniden düzenlenmiş değişkenin yüzdelik durumu değerlendirilmiştir. 46
Yine demografik durumun TKY ile ilgili verilen cevaplara etkisini
değerlendirmek için, yukarıdaki paragrafta anlatıldığı gibi, tek sütunda kategorik hâle
getirilmiş aynı değişken dikkate alınarak, işletmeler ve demografik sorular, çapraz tablo
(chi-square) testine göre incelenip, anlamlı çıkanlar analiz edilmiştir.
TKY teorileri iddiaları çerçevesinde oluşturulmuş olan konulara “maddelere”
verilen cevaplarla, işletmeler arasındaki organizasyon yapıları, demografik farklılıklar ve 43 Ayrıca bakınız, (Erbaş, 1986: 121-123) 44 İncelenen konu başlığı: “4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları” 45 İncelenen konu başlığı:“4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaştırılması” 46 İncelenen konu başlığı: “4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri”
132
uygulamadaki değişimlerin etkisini değerlendirebilmek için yapılan analiz: Burada,
öncelikle işletmelerde araştırılan konulara verilen cevapların, işletmelerdeki tek tek
ortalama durumunu göstermek için, sürekli değişkenler kullanılarak varyans analizi
(ANOVA) çıktısında tanımlayıcılar (Descriptives) bölümünden faydalanılarak, ortalama,
standart sapma, sayı değerleri ve yine aynı ANOVA çıktısında yer alan, 0,05 anlamlılık
düzeyindeki “Post Hoc Tests” Tukey tablosunda yer alan ortalama farkları bir tablo
yardımıyla analiz edilmiştir. İlgili yorumlarda görüşme soru cetveli, gözlem teknikleriyle
yapılan araştırmalar da dikkate alınarak kullanılmıştır. Yine, işletmeler arasındaki
farklılığın dışında, çalışanların toplamının her madde (toplam 14 konu) verdikleri
cevapların yüzdesi de ayrı bir tabloda gösterilerek, her iki tablodan elde edilen
sonuçların karşılaştırılması yapılmıştır. 47
Yabancılaşmanın çalışanlara etkilerini değerlendirmek için yapılan analiz:
Burada da yukarıdaki paragrafta, TKY uygulamalarına çalışanların işletmeler arasındaki
farklılık açısından verdiği tepkilerin değerlendirilmesinde kullanılan analizlerin aynısı,
bu seferde TKY uygulaması yapılan işletmelerdeki yabancılaşmayla ilgili maddelere
verilen cevapların durumunu (Mottaz’ ın ölçeğinden 21 sorunun değerlendirildiği 3
konu) karşılaştırarak uygulanmıştır. 48
İşletmelerde esnek üretim uygulama durumlarını değerlendirmek için yapılan
analiz: Burada yapılan analizde, demografik etkenlerin esnek üretime etkisi hariç, önceki
iki bölümde izlenen tekniklerin aynısı, işletmelerde esnek üretimle direk etkisinin
olabileceği varsayılan, çalışma zamanının, makinelerin, işyerlerindeki bölümlerin esnek
kullanılması durumu için hazırlanan üç soruyla araştırılmıştır. 49
47 İncelenen konu başlığı: “4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri” 48 İncelenen konu başlığı: “4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri” 49 İncelenen konu başlığı: “4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları”
133
BÖLÜM IV
BULGULAR
Bu bölümde yapılan çalışmanın amacı, gözlem ve görüşmelerden elde edilen
verilerle, anket aracılığıyla toplanan verilerin analizlerini karşılaştırarak
yorumlamaktır. Ayrıca “4.8 Genel Değerlendirme” kısmında, yapılan araştırmanın
genel bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Yine aynı bölümde, başka araştırmalardan
elde edilen bilgiler de çalışmanın zenginleştirilmesi için analiz edilmektedir. Bu
analiz çalışanların TKY ve esnek üretimler karşısındaki durumlarını açıklamada
faydalı olacağı gibi; burada yapılan araştırmanın KOBİ sınıfındaki işletmelerde
yapılmış olmasından dolayı, büyük sanayi işletmelerindeki işgörenlerin durumunun
yorumlanması açısından da katkı sağlayacaktır.
Daha önce, yapılan analizlerle ilgili açıklamalar, yöntemin işlendiği bölümde
ele alınmıştır. Araştırmada incelenen bulgular aşağıdaki başlıklarda analiz
edilmektedir.
4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Araştırmaya katılan işletmelerin hepsi de elektronik sanayiindedir. Ancak
kendi aralarında üretimleri ve organizasyon yapıları açısından farklılıkları
bulunmaktadır. İşletmeler arasındaki bu farklılıklar, işin ağır beden işçiliği gerektirip
gerektirmemesi, çalışma ortamının düzeni, temizliği, dinlenme yerlerinin ihtiyacı
karşılaması, spor yapma olanağı, işletme yönetimin çalışanlara karşı izlediği politika
ve tutumlar, yapılan işe göre ücretlerden alınan doyum gibi sıralanabilir. Bu
farklılıklar araştırmanın gözlem ve görüşmelerden elde edilen verileriyle, anket
sorularının analizine de yansımaktadır.
İşletmelerin tamamında ortak olan bir durum da, üretilen malzemelerde
kullanılan temel parçaların başka firmalardan elde edilmesidir. Örneğin tüm
134
firmalarda bobin telleri, değişik kalınlıktaki kablolar kullanılmaktadır, bunların
hiçbirisi aynı işletmede üretilmemekte, malzeme alımı da genelde her seferinde
başka başka firmalardan sağlanmaktadır. Yapılan üretime göre bu malzemeler çeşitli
vidalardan, özel hazırlanmış sac levhalara kadar bin bir çeşitten oluşmaktadır.
Burada dikkat çeken bir durum ise, TKY teorilerinde anlatıldığı şekilde hiçbir
işletmenin malzeme alınan firmalarla, kalite prensiplerine uygun gerçekleştirilen
işbirliği içinde olmamasıdır.
Genelde işletmeler bu alış verişlerde istedikleri ürünü en ucuza almaya
çalışmaktadırlar. Bu durumun sakıncaları, son ürünün kalitesini etkilemesi açısından
kalite teorilerinde uzun uzun anlatılmaktadır. Örneğin araştırma yapmamızı kabul
etmeyen büyük sanayi koluna ait, beyaz eşya sanayiinde etkili olan bir işletmeye
malzeme sağlayan bir firmada, insan kaynakları müdürünün anlattığına göre, bu
büyük sanayi işletmesiyle birçok konuda birlikte çalışmaktalar ve üretimleri, iş
süreçleri sık sık denetlenmektedir. Bu bilgi, işletmelerin TKY’ ni ne kadar
gerçekleştirebildikleriyle ilgili değerlendirme açısından önemlidir.
Burada dikkati çeken bir durum da, çalışanların üreteceği artık değerden
olabildiğince fazla faydalanmak için, fordist üretim sisteminde uygulaması
gerçekleştirilen yürüyen bant sisteminin incelenen işletmelerin hiçbirisinde
kullanılmamasıdır. Bu durumda, işletmelerin büyüklüğü ve üretimlerinin kapasite
değerleri etkili olmaktadır. Ancak şöyle bir durum göze çarpmaktadır: Üretilen
malzemelerin hiçbirisi tamamen tek bir çalışanın katkısıyla yapılmamaktadır.
Dolayısıyla yine burada da çalışanların kendi önlerinde biriken işleri, hem daha
nitelikli, hem de hızlı bir biçimde işlemden geçirmeleri beklenmektedir.
Ayrıca burada elde edilen bilgileri etkileyen bir durum da, alan araştırmasının
ekonomik krizin etkisini sürdürdüğü bir zamana rastlamasıdır. Yine krizlerin en
büyük etkiyi çalışanların ücretleriyle ilgili pazarlık gücünü azaltarak, sorunlarını
ağırlaştırmasında göstermesi burada da dikkati çekmektedir.
Araştırma yapılan işletmelerde yapılan görüşmelere göre, hiçbirisinde
sendikal haklarla ilgili bir çalışmanın olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun en büyük
135
sebeplerinden birisi, incelenen firmaların KOBİ sınıfında olması ve büyük sanayi
işletmelerine göre az sayıda çalışan istihdam etmesidir. Bir başka sebebi ise,
ekonomik kriz ve aşırı işsizlik sorunudur.
Aşağıdaki başlıkların altında yer alan açıklamalarla, araştırma yapılan
işletmelerin organizasyon yapısı ve genel durumuyla çalışma açısından önemli
görünen bilgiler açıklanmaya çalışılmıştır.
4.1.1 “A” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanlarıyla yapılan
görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:
Yerleşim yeri: Sincan Organize Sanayii /Ankara – Aynı işletmenin diğer
üretim merkezi: Tekno-kent ODTÜ/Ankara
Üretimi yapılan cihazlar: Çok çeşitli elektronik kartlar, helikopter
simülasyonu, osiloskop, bilgisayar mantığı temelinde kurulu farklı kapasite ve
büyüklükteki cihazlar üretilmektedir.
Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: Bu işletme çalışma ortamı olarak bir
laboratuvarı andırmakta, son derece temiz ve uygun sıcaklıktadır. İş yeri ve çalışma
yerleri düzenli ve modern şekilde düzenlenmiştir. Yapılan işe göre bölümler düzenli
şekilde ayrılmış, masaların, ışıklandırmanın kullanılan malzemelerin işgörenler
açısından rahatlatıcı olduğu görülmüştür. Üretimde çalışanların ağır bir kol emeği
kullanmalarına gerek kalmamakta; dışardaki müşterilere teknik servis hizmeti veren
personel dahil, firma hakkında iyi bir izlenim vermek için kravatlı ve düzgün
giyinmek zorunluluğu bulunmaktadır. Çalışanların çay, kahve içme yerleri
dinlenebilmeleri açısından rahatlatıcı durumdadır. İşgörenler kendi aralarında
birleşerek futbol, voleybol faaliyetleriyle firma yakınlarındaki spor olanaklarını
değerlendirebilmektedir. Yapılan görüşmelere ve anket çalışmasından elde edilen
verilere göre, özellikle “B”, “C”, “D” işletmesine göre olmak üzere çalışanların
136
ücret durumu da daha iyidir. Tüm bunlar da, çalışanların işlerinden aldıkları doyumu
olumlu açıdan etkilemektedir.
İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar : Çalışanlar işlerine işletmenin
servisleri ile gelmekte, yönetim kademesindekilerle çalışanlar birlikte yemek
yemekte, yiyeceklerin kalitesine ve temizliğine dikkat edilmektedir. Personel
motivasyonu için geziler, piknikler, kokteyl, mesai dışı toplu yemek tipi
organizasyonlar düzenlenmektedir. Bireysel ödüllendirme sistemi yerine, firmanın
kazandığı başarıların çalışanların tamamıyla paylaşıldığı belirtilmektedir.
Kalite çalışmaları : Kalite ISO 9000 belgesine sahipler, ayrıca ISO 2000
belgesi üzerinde çalışmaktalar. Kalite çalışmalarını süreç bazlı olarak
uygulamaktalar. Hazırlanmış dosyalardan gösterdikleri, işletmelerine uygun olarak
geliştirdikleri bir performans ve kalite ölçüm sistemleri var. Ayrıca ileri teknoloji
ürünleri üzerine üretim yaptıklarından, AR-GE uygulamalarını takip etmeye
çalıştıklarını bildirmekteler. Kalite müdürü, TKY temelinde çalışanların katılımını
sağlama üzerinde yoğunlaştıklarını, bunu sağlamak için de, tüm firma kapsamında,
çok zaman alan bir süreç olan kurum kültürü yaratma üzerinde çalıştıklarını
belirtmektedir.
4.1.2 “B” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan
görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:
Yerleşim yeri: Sincan Organize Sanayii
Üretimi yapılan cihazlar: Bu firmada özellikle büyük sanayi tipi olmak üzere,
çeşitli büyüklük ve kapasitedeki transfarmotör, elektrikli ayraçlar, şehir elektriği ile
ilgili elektrikli cihazlar üretilmektedir.
Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu : İş ortamı işin gereği olarak büyük
torna, matkap, sac kesme makineleri, elektrikli kaynak makinesi vb. makineler yoğun
137
olarak kullanıldığından son derece gürültülü. İşgörenler kol emeği ağırlıklı olarak
yaptıkları işlerinde, yağlı paslı aletlerin çıkardıkları bazı zararlı gazları teneffüs
ederek çalışmak zorundalar. Çalışanlar özellikle düşük ücretlerden ve ağır çalışma
koşullarından şikayet etmekte, üst yönetimden sorunlarına karşı bekledikleri
yaklaşımı bulamadıklarını belirtmekteler. Zaten var olan işsizlik sorunuyla birlikte,
sorunları daha da artıran ekonomide devam eden kriz şartlarının etkisinin, kendilerini
zor durumda bıraktığını anlatmaktalar.
İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: Bu işletmede de öğle yemeği ve
çalışanlar için servis araçları hizmeti bulunmakta. Ayrıca yakacak, ev taşıyanlara
araç sağlanması vb. çalışanların ihtiyaçları konusunda yardım sağlanmaya
çalışılmakta olduğu belirtilmektedir.
Kalite çalışmaları: ISO 9000 standardı belgeleri var. Kalite çalışmaları
istatistik tekniklerle hatalı ürün ve işlemlerin incelenmesiyle oluşturuluyor. Ancak,
süreçlerin kontrol altına alınarak iyileştirme yapılabildiği bir sistemleri yok. Tüm
çalışmalarının ISO 9000 standardı kapsamındaki temel gereksinimlerin
karşılanmasından oluştuğu bildirilmekte. İşletme yönetiminin, AR-GE çalışmalarını
benimsemediği söylenmekte. Bunun da sebebi olarak, ürün pazarlanan piyasanın
kaliteli ürün yerine, ucuz ama işgören mamuller istemesi olduğu bildirilmektedir.
Kalite kısmı sorumlusu, çalışanların eğitim seviyeleri ve almış oldukları kültür
sebebiyle kalite çalışmalarına mesafeli durduklarını belirtmekte. Çalışanlar ise, bunun
en önemli sebebinin yönetimle aralarındaki sorunlar olduğunu söylemektedir. Yapılan
görüşmelerde de çalışanlarla yönetim arasında iletişim yetersizliği ve güvensizlik
sorunu belirginleşmektedir.
4.1.3 “C” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan
görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:
Yerleşim yeri: Ahlatlıbel yakınları / Ankara
138
Üretimi yapılan cihazlar: Burada, “B” firmasında olduğu gibi, farklı
boyutlarda sanayi tipi yüksek kapasiteli transformatör ve elektrikli devreler, ayraçlar
vb. elektrikli aletler üretilmektedir.
Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: Çalışma ortamı, işin yapılış şekli
sebebiyle gürültülü, işgörenler yağlı, paslı bir ortamda el emeği ağırlıklı
çalışmaktalar. İşyeri çalışma alanları, bazı bölümlerin ayrılmış olması ve düzeni
açısından “B” işletmesinden biraz daha iyi durumda görünmekte. İşgörenler en
önemli sorunları arasında düşük ücretler bulunmakta olduğunu, özellikle ekonomide
yaşanan kriz sebebiyle, hiç işsiz kalmaktansa buradaki şartlarla mutlu olmaya
çalıştıklarını, köyde yaşamalarının kendileri için önemli bir teselli olduğunu
belirtmekteler. Burada çalışanların çoğunluğunun da, genç çalışanlardan oluşması,
geleceğe güvenle bakmalarında, ilerde özellikle aile sorumluluğunu almalarıyla
birlikte nasıl geçineceklerini düşünmeleri açısından önemli bir sorun olmaktadır.
Ancak köy yaşantısında geçim şartlarının daha uygun olması, onlar için bir avantaj
sağlamaktadır.
İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: İşletme yöneticisiyle yapılan
görüşmede, piyasa şartlarında rekabet edebilme ve ekonomik krizin etkisi sebebiyle
çalışanlara asgari ücret civarında bir ödeme yapabildikleri, diğer motivasyon
araçlarına da yine malî sebeplerle başvuramadıkları belirtilmektedir. Burada da
işletme çalışanları için yemek ve servis hizmeti sağlanmaktadır.
Kalite çalışmaları: ISO 9000 standardının gereği olan temel çalışmalar burada
da görülmektedir. Çalışanlar hem daha nitelikli olmaları, hem de yeni yönetim
tekniklerine uyum sağlayabilmeleri amacıyla genelde meslek liselilerden seçiliyor.
İşe alınan personel öncelikle teorik, daha sonra pratik olmak üzere yapacakları iş ve
kalite konusunda iki haftalık bir eğitimden geçiriliyor. Ayrıca kalite konusunda her
yıl eğitimler düzenlenerek, kalite bilincinin geliştirilmeye çalışıldığı söyleniyor.
Kalite geliştirme konusunda piyasayı takip ettiklerini, ancak daha nitelikli ürün yurt
dışından hammadde ithal edilmesini gerektirdiğinden, bunun da maliyetleri artırması
sebebiyle, piyasaya koşullarına göre hareket ettiklerini belirtiyorlar. Yine kendi
ürünlerinin kalite geliştirme çalışmalarında işgörenlerin katkısının, sorunların tespiti
139
aşamasında kaldığı, ancak mühendislik uygulamalarla iyileştirmeler yapılabildiği
açıklanıyor.
4.1.4 “D” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan
görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:
Yerleşim yeri : Sincan Organize Sanayii / Ankara
Üretimi yapılan cihazlar: Bu işletmede temel üretimi, çeşitli elektronik
kartlar, kartlı tip elektrik ve doğal gaz saatleri, bilgisayar teknolojisi üzerine yapılan
çalışmalar oluşturmaktadır. Ayrıca akıllı kart özelliği olmayan çeşitli elektrik ve gaz
saatleri de üretilmektedir.
Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: “D” işletmesinde çalışanlar “B” ve
“C” işletmesi ile karşılaştırıldığında, yaptıkları üretim sebebiyle daha temiz ve
sağlıklı bir ortamda çalışmaktadırlar. “D” işletmesi, “A” ve “E” işletmesindeki
çalışma ortamı ile karşılaştırıldığında ise, daha kötü bir durumda bulunmaktadır. Bu
işletmede üst katlarda, özel tezgahlarda bayan işgörenlerin elektronik kartlar üzerinde
yaptıkları işlemlerle üretimde bulundukları, erkeklerin ise, zemin katta daha ağır bir
işçilik gerektiren elektronik kartlı ve kartsız, elektrik, gaz tüketimini ölçen cihazlar
üzerinde çalıştıkları görülmektedir. Çalışanlarının daha çok gençlerden oluştuğu,
eğitim seviyelerinin işe alınmada işletme tarafından tercih edildiği bildirilmektedir.
İşletmede değişik statüde çalışanların mevcut olduğu, bayan emeğinden de
yoğunlukla faydalanıldığı göze çarpmaktadır. Ancak bayanların yaptıkları üretim
açısından erkeklerle farklı alanlarda çalıştıkları görülmektedir. Yapılan yüz yüze
görüşmelerde, çalışanlar tarafından en büyük sorun olarak, ücretlerle ilgili sıkıntılar
ileri sürülmektedir. Çalışanların ifadelerinden, yetersiz ücretler ve dışarıdaki işsizlik
tehdidi sebebiyle geleceklerine güvenle bakamadıkları, karamsar biçimde kaderlerine
razı oldukları anlaşılmakta; özellikle daha gençler tarafından, ömür boyu bu
yaşantıdan kurtulamayacakları düşüncesiyle, “bizim kaderimiz böyle” vb.
konuşmalara ağırlık verildiği gözlenmektedir.
140
İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar : Çalışanlar için, öğle yemeği ve
mesai geliş gidişlerde servis aracı hizmeti dışında bir olanak sağlanmadığı
bildirilmiştir.
Kalite çalışmaları : Diğer firmalarda da görüldüğü gibi, bu işletmede de, ISO
9000 standartları rekabetin olmazsa olmaz şartı olarak değerlendirilmektedir.
Çalışanlar ve kalite uzmanıyla yapılan görüşmede, tüm çalışanların ISO 9000
standardı ve TKY’ den haberdar olduğu, ancak bunu yaptıkları işte beklendiği şekilde
kullanamadıkları anlatılmaktadır. Bu durumda çalışanların işlerinden sağladıkları iş
doyumu ve eğitim etken olmaktadır.
4.1.5 “E” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum
Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan
görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:
Yerleşim yeri : Sincan Organize Sanayii / Ankara
Üretimi yapılan cihazlar : “E” işletmesi, inşaat sektöründe Türkiye çapında ve
yurt dışında önemli büyüklükte otel, turistik tesisler, fabrikalar, iş merkezleri vb. işler
yapan bir şirketin yan kuruluşu olarak çalışmaktadır. Bu sebepten üretim olarak
elektrikli ayraçlar, elektrik devreleri, binaların elektrik sistemlerine kumanda eden
büyüklü küçüklü panolar, çeşitli plastik elektrik boruları, vb. genelde inşaat
sektörünün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik malzemeler üretilmektedir.
Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu : Çalışma ortamının düzeni olarak “B” ve
“C” işletmesinde görülen gürültü, hava kirliliği, yağ pas burada görülmemektedir. Bina
yerleşim ve iç düzeni açısından da bu işletmelerden düzenli ve sağlıklıdır. İşletme içindeki
üretim yerleri birbirlerinden düzenli şekilde ayrılmıştır. Bu durum yapılan üretimle ve
firmanın olanaklarıyla da yakından ilgilidir. Çalışanlar, “B”, “C” işletmesine göre daha hafif
beden işçiliği isteyen işler yapmakta; ekonomik açıdan da “B”, “C”, “D” işletmesine göre
daha fazla ücretle çalışmaktadırlar. Bu durum, kalite çalışmalarıyla ilgili çalışmalarının yeni
olmasının söylenmesine rağmen, nicel verilerin analiz edildiği bölümde de görüldüğü gibi,
141
çalışan iş doyumunun “B”, “C”, “D” firmalarına göre daha olumlu olmasını da
sağlamaktadır.
İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: Yemek servisi ve işe geliş gidiş için
plânlanmış araç hizmeti burada da sağlanmaktadır. Bundan başka çalışanların dinlenme
yerlerinin “B”, “C”, “D” işletmesine göre daha düzenli olduğu, öğlen tatilinde spor yapma
olanaklarının bulunduğu görülmüştür.
Kalite çalışmaları: Bu firmada da rekabet şartları gereği ve ihalelere girişte istenmesi
sebebiyle, ISO 9000 standartları olmazsa olmaz koşul olarak görülmektedir. Ancak kalite
çalışmalarının en alt kademede çalışandan en üst kademede çalışanlara kadar bir kültür
değişimi gerektirdiği, bunun da önemli zorluklar içerdiği belirtilmektedir. İşletme tarafından
üretim kısmına personel alımlarında, eğitim durumuna özellikle dikkat edildiği, meslek
lisesi, teknik lise, meslek yüksek okulları mezunlarının tercih edildiği bildirilmektedir. İşe
alınanlar ve çalışanların zaman zaman teknik eğitime alındığı, kalite konusunda işgörenlerin
bilgilendirilmesine karşılık, henüz sistemli bir eğitime başlanılmadığı belirtilmektedir.
4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim
4.2.1 “A” İşletmesinin Durumu
İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline göre
hazırlanmış olan sorulara, “A” firmasından alınan cevaplar şu şekilde açıklanabilir: 50
Kalite eğitiminin sıklık durumu: Ayda ortalama 1 saat kalite ve teknik
eğitim verildiği belirtiliyor. Ayrıca çalışanların kendilerini geliştirebilmeleri için
gerekli ortam, kitap, bilgisayar, vb. dökümanlara sahip oldukları görülüyor. Üst
yönetimde önemli miktarda mühendis bulunması ve bunların da çoğunun yeni
yönetim teknikleri, kalite konusunda bilgili olmaları, çalışanların büyük kısmının
meslek ya da teknik lise mezunu olmaları, diğer işletmelere göre mühendis oranının
yüksekliği eğitim konusunda duyarlılığı artırmaktadır.
50 Burada elde bilgiler, görüşme cetveli sorularının üç çalışanla ve iki ayrı kalite uzmanıyla görüşülmesi sonucu yapılan değerlendirmesine göre yorumlanmıştır.
142
Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: İşletmede ortaya çıkan
sorunların çözülmesi için veya iyileştirmeler sağlama nedeniyle oluşturulması
beklenen kalite çemberleri yerine, firmada yapılan işler üzerinde süreç iyileştirme
çalışmaları yöntemlerinin benimsendiği bildirilmiştir. Bu durum, üzerinde çalıştıkları
çeşitli istatistik tabloları ve dosyalar incelenerek görülmüştür.
İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Personelin
tamamının bu çalışmalara katıldığı, kaliteyi müşteri memnuniyeti olarak algılama
yönünde kurum kültürü geliştirmeye çalıştıklarını belirtmişlerdir. Demografik
sorulara verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi, bu işletmedeki eğitim seviyesinin
yüksek olması, iş ortamının uygunluk durumu kalite çalışmaları için bir avantaj
sağlamaktadır.
Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili
işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bireysel ödüllendirmenin diğer
çalışanlar üzerinde olumsuz etki yapabilmesi sebebiyle tercih edilmediğini, bunun
yerine çalışanların genel ekonomik durumunu işletme olanakları doğrultusunda
artırmaya çalıştıklarını; temiz bir işyeri ortamı konusunda hassas davrandıklarını;
motivasyonu artırmak için kokteyl, özel geziler, yemekler düzenlediklerini; dört çeşit
son derece temiz ve kaliteli öğle yemeği çıkardıklarını; (Bu durum bizce de
görülmüştür.) mesai servis araçlarıyla ilgili, rahat geliş gidiş için önlemler almaya
çalıştıklarını ifade etmişlerdir.
Çalışanların öneri sistemine katılması: Öneri sisteminin henüz kurulmamış
olduğu, ancak şu an için bu durumun verdiği açığın giderilmesi için, işgörenlerin
kendi sorunlarının ve üretimde kalite, verimlilik vb. önerilerin iletişim kurularak
değerlendirilmeye çalışıldığı belirtilmiştir. 51
Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:
Kalite sistemlerindeki “akış diyagramı”, “pareto diyagramı”, “balık kılçığı” vb.
51 Genelde kalite çalışmalarında öneri sistemi; çalışanların geliştirilmiş bir forma kimliklerini deşifre etme zorunluluğu olmadan, sorunları ve çözüm önerilerini yazarak, özel hazırlanmış öneri kutularına atmalarıyla gerçekleştirilmektedir.
143
problem çözme tekniklerinin kullanılmadığı, ancak personelin eğitim seviyeleri
yeterli olduğundan, yapılan işlerle ilgili tutulan kayıtlar yoluyla istatiksel analiz
yapılıp, sorunlara çözüm aranmaya çalışıldığı belirtilmiştir.
İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve
hedeflerin belirlenmesi hakkında: Bu konuda hazırlanmış dökümanlar, işletmede
konuyla ilgili tüm çalışmaların yapıldığını, çalışanların takip etmesinin de
sağlandığını göstermektedir.
İşletme tarafından dış müşteri doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: İşletmenin dış
müşteri doyumunu içeren belirlenmiş bir çalışması bulunmamaktadır. Ancak
müşterilerden işgörenler aracılığıyla alınan geri bildirimlerin, değerlendirilmesi
yoluyla sorunların incelenmeye çalışıldığı bildirilmiştir. Ayrıca dış müşteri
doyumunun bir kurum kültürü olarak benimsetilmesine çalışıldığı açıklanmıştır.
Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması:
Çalışanlardan alınan geri bildirim doğrultusunda, süreçlerde ortaya çıkan aksaklıklar
istatiksel olarak incelenerek, yapılması gereken iyileştirmelerin belirlenmeye
çalışıldığı bildirilmiştir.
Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:
Üst yönetim ve patron tarafından rekabet edebilme açısından, ihalelerde de aranan
şartlardan olduğu için desteklendiği bildirilmiştir.
İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi: Düzenli olarak iç müşteri iş
doyumunun anketlerle ölçülmediğini, ancak çalışanlarla iletişim ortamının iyi olması
sebebi ile, yönetim tarafından iç müşteri iş doyumunun yakından takip edilmekte
olduğu; bu amaçla çalışanların iş ortamı sıcaklığı, yemekler, mesai servis araçları, iş
ortamı temizliği, çalışanların işlerinde karşılaştıkları sorunlar vb. ile yakından
144
ilgilendiklerini bildirmişlerdir. Yapılan gözlemler ve çalışanlarla yapılan kısa
görüşmeler de bu anlatılanları doğrular niteliktedir.
İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:
Çalışanlar TKY uzmanlarının anlattıkları teknikleri içeren istatistikleri kullanmayı
bilmemektedir. Bunun yanı sıra, üretimleri ile ilgili basit istatistikleri
değerlendirebilmekte ve hatalar konusunda geri bildirimde bulunabilmektedirler.
Yine eğitim seviyelerinin yüksek olması bu durum içinde kolaylık sağlamaktadır.
İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler, üretim hatalarının
yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite
tekniklerinin kullanılması: Bu konuyla ilgili olarak, iki ayrı yerde yerleşmiş olan
işletmedeki, iki ayrı kalite uzmanının koordinesi sonucu işlerin takip edildiği
bildirilmiştir. Çıkan sorunların denetim altına alınabilmesi için, çalışanların da geri
bildirimlerinin alınarak, problemli süreçler incelenerek, iyileştirme yolları üzerinde
gerektiğinde mühendislerin de değerlendirmeleri alınarak; iş akış şemaları, istatistik
analizler, raporlar vb. çalışmalarla sorunlara çözüm bulunmaya çalışıldığı
anlatılmıştır.
İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik
gelişmelerin takip edilmesi durumu: İşletmenin elektronik sanayii içerisinde ve
üretimlerinin ileri teknoloji gerektirmesi sebebi ile, (simülasyon, bilgisayar
teknolojilerine dayalı üretim vb.) zorunlu olarak yeni teknolojileri takip etmekte
olduklarını bildirmişlerdir.
İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin
bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Çok sık olmamak
şartıyla ve belirli bir bölümde uzmanlaşmaları şartıyla çalışanların farklı bölümlerde
de değerlendirildiği bildirilmiştir.
İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen
müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Kullandıkları
145
makinelerin önemli bir bölümünün değişik ürün dizaynı, cihazlar ve yeni teknolojik
gelişmelere uygun olan elektronik teçhizatlardan oluştuğu bildirilmiştir. Yapılan
gözlemde de kullanılan makinelerin farklı elektronik kartlar ve devreler üzerinde
işlem yapabilecek şekilde olduğu gözlenmiştir.
İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time
çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: İş yükünün çok fazla olmaması
sebebiyle genelde vardiyalı çalışma, fazla mesai durumlarına gereksinim
duymadıklarını bildirmişlerdir. Aldıkları projeler kapsamında, yapılan işlerin belli bir
teknik yeterlilik de istemesi sebebiyle, dışarıya iş verme şeklinde uygulamaları
bulunmamaktadır. Yine işin teknik niteliği gereği, düzenli çalışan personele ihtiyaç
duyulduğundan, part-time (parça zamanlı) çalışanlardan faydalanmadıklarını
açıklamışlardır.
4.2.2 “B” İşletmesinin Durumu
İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline
göre hazırlanmış olan sorulara, “B” firmasından alınan cevaplar şu şekilde
açıklanabilir:52
Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Ortalama ayda bir saat teknik
konular başta olmak üzere çalışanlara eğitim verdiklerini, ancak çalışanların eğitim
seviyelerinin düşük olması sebebi ile beklenen başarıyı yakalayamadıklarını
bildirmişlerdir.
Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Kalite çemberi ve süreç
iyileştirme çalışmalarının bulunmadığını bildirmişlerdir.
İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Çalışanların
kalite çalışmalarına genel değerlendirmeyle yüzde otuzluk bir kısmının katıldığı,
çalışanların iş ve yaşam koşulları ile ilgili problemler sebebiyle, özellikle üst 52 Bu bölüm için elde edilen bilgiler, öncelikle 3 çalışanla görüşülmüş ve kalite uzmanıyla da tekrar yapılan değerlendirmeye göre yazılmıştır.
146
yönetime karşı duydukları tepki nedeniyle, kalite çalışmalarına karşı direnç
gösterdikleri bildirilmiştir.
Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili
işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu konuda bireysel ödül sisteminin
tercih edilmediği, bunun yerine tüm personelin faydalanabileceği şekilde yakacak
yardımı, mesai servis aracı, eşya taşıma, düzenli ve temiz yemek vb. konularda
yardımcı olunmaya çalışıldığı bildirilmektedir.
Çalışanların öneri sistemine katılması: Öneri sistemi konusunda öneri
kutularının iş alanlarına yerleştirildiği, formlarının hazırlandığı, ancak çalışanların
ciddiye almadıklarını, bu yüzden çok az öneri gelmekte olduğunu bildirmişlerdir.
Yine bu durumda, yönetimle çalışanlar arasındaki sorunların etken olduğu
söylenebilir.
Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:
Genel eğitim seviyesinin düşük olması sebebi ile, çalışanların TKY uygulamalarında
görülen problem çözme tekniklerini kullanamadıkları bildirilmektedir.
İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerlerinin, Amaç ve
hedeflerinin belirlenmesi hakkında: İşletmenin Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç
ve Hedeflerinin belirlenerek iş yerinin çeşitli yerlerindeki tablolara asıldığı
görülmektedir.
İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman
aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Dış
müşteri memnuniyetinin ölçülmesi ile ilgili olarak herhangi bir çalışma
yapılmamaktadır. Bu konuda müşterilerin kaliteli ve daha pahalı ürünler yerine ucuz
fakat işlerini görebildikleri ürünleri tercih etmelerinin etken olduğu, garanti
kapsamında geri dönen ürünlerdeki hatalar üzerinde çalışıldığı söylenmektedir. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması:
Çalışanların yönetime karşı ücretlerle ilgili sorunları sebebiyle karşı bir tutum içinde
147
olmalarından ve eğitim seviyesinin düşük olması sebeplerinden, süreç iyileştirme
çalışmalarının yapılamamakta olduğu söylenmektedir.
Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:
Üst yönetimin verimliliği artırması ve ihalelere girmede önemli bir şart olmasından
dolayı, özellikle de ISO standartları açısından TKY çalışmalarına olumlu baktığı
bildirilmektedir.
İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: İşletme tarafından iç
müşteri iş doyumunun ölçülmesi ile ilgili olarak bir uygulamalarının olmadığını;
özellikle çalışanların sorunlarını çözmede ekonomik sebeplerin rol oynadığını; ancak
rekabet şartları gereği bu konuda çalışanların yararına fazla bir değişiklik
yapamadıklarını bildirmişlerdir.
İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:
TKY kapsamında istatistik teknikler kullanılmamakta, ancak üretimde meydana gelen
hatalı ürünlerin azaltılması amacıyla, kalite yönetimi tarafından incelemelerin
yapılmakta olduğu; daha az hatalı ürün çıkmasını sağlamak için iş süreçlerindeki
aksaklıkların incelenmeye çalışıldığı bildirilmiştir. Ancak bu da çalışanların değil
mühendislerin çalışmalarıyla yapılmaktadır.
İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler, üretim hatalarının
yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite
tekniklerinin kullanılması hakkında: Kalite yönetimi tarafından bu tür üretim
hatalarının incelenmeye çalışıldığı, ancak çalışanların katkısı alınarak sorunları
ortadan kaldırıcı, düzeltici bir çalışma yapılamadığı bildirilmiştir. Söz konusu durum,
kalite uzmanlarının vurguladığı önleyici kalite tekniklerinden, yangın çıkınca
söndürülmesi aşamasında kalmakta, yangının çıkmasını engelleyici aşamaya
gelememektedir.
İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik
gelişmelerin takip edilmesi durumu: Üretim piyasa ihtiyaçlarına göre
148
değerlendirildiğinden, ayrıca ARGE çalışmalarının büyük yatırım gerektirmesi
sebebiyle, bu tür çalışmaların yapılamamakta olduğu bildirilmiştir. Rekabet
açısından zorlandıkları bir ürün çıktığında ise, bu ürünün bir numunesinin alınarak
mühendisler tarafından incelendiği ve ona benzer özellikler taşıyan bir modelin
üretiminin sağlandığı söylenmiştir.
İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin
bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Genellikle standart
bir ürün üzerinde çalışılması sebebiyle, her çalışanın belirli bir alanda
uzmanlaşmasının daha doğru olduğu belirtilmekte, ancak benzer branşlarda yer
değişmesi gerek duyuldukça yapılmakta denilmektedir. Bu da çalışanların iş
yerinde esnek kullanımının tercih edilmediğini göstermektedir.
İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve
değişen müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Kullanılan
makinelerin çok amaçlı olarak kullanıma hizmet verecek şekilde olduğu
bildirilmiştir. Buradaki makineler yapılan gözlemde de yürüyen bant sisteminde
olduğu gibi sadece bir iş için plânlanmamıştır. Değişik malzemeler üretme
kapasitesine sahip, torna tezgahları, değişik cinste kaynak makineleri, matkaplar,
caraskallar, demir ve sac kesme makineleri, elektronik ölçü cihazları vb. şeklinde
bulunmaktadır. Ancak, söz konusu makineler üretim çok çeşitli olmadığından,
belirli işlerde kullanılmaktadır.
İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time
çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Günlük mesai şartlarında işler
yetiştiğinden vardiyalı çalışma, fazla mesai uygulamalarına geçilmediğini;
dışarıya iş verme durumunda kaldıkları bir işlerinin olmadığını; part-time
şeklinde çalışanları bulunmadığını bildirmişlerdir.
149
4.2.3 “C” İşletmesinin Durumu
İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline
göre hazırlanmış olan sorulara, “C” firmasından alınan cevaplar şu şekilde
açıklanabilir:53
Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Bu işletmede çalışanların
genellikle meslek lisesi mezunlarından seçildiği belirtilmektedir. İşe alınanların hem
kalite konusunda, hem de meslekî konuda kapsamlı bir eğitime tabi tutuldukları
bildirilmektedir. Eğitimin süresi ise, iki aylık bir zaman dilimini kapsamaktadır.
Ayrıca, ihtiyaç duyuldukça işletme tarafından tüm personele kalite ve teknik
konularda pekiştirme eğitimleri verildiği söylenmektedir.
Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Kalite çemberi çalışması
yerine, sorun çıkan süreçlerde inceleme yapılarak, iyileştirmeler yapıldığı
anlatılmıştır. Ayrıca çalışanlardan gelen iyileştirme önerilerinin dikkate alındığı,
ancak, çalışanların bu konuda katılımlarının sorunların tespiti düzeyinde kaldığı
belirtilmiştir. İyileştirme çalışmaları ile ilgili örnek olarak, trafoların soğutulmasında
kullanılan yağ kaçaklarının rakip firmalarda ve kendilerinde önemli bir sorun olduğu,
ancak, süreçlerin incelenmesi sonucu hata oranları tespit edilerek, işi yapma
yöntemlerinde ve malzemelerde sağlanan yenilikler sonucu piyasa şartlarında bir
üstünlük sağlandığı anlatılmıştır.
İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: İşgörenlerin
kalite çalışmalarına katılmaları için, verilen eğitimlerde de kalitenin herkesin işi
olduğunun anlatıldığı ancak, çalışanlardan beklendiği kadar bir ilgi gelmediği
bildirilmiştir. Çalışanlarla yapılan görüşmelerde de, çalışanların kendi koşullarından
memnun olmamaları sebebiyle, verilen işleri yapmak haricinde başka bir çalışmaya
karşı ek bir yük getireceği için sıcak bakmadıkları anlaşılmaktadır. Eğitim anlamında,
burada çalışanların yüzde yüzü kalite çalışmalarından haberdar oldukları hâlde,
gerekli iletişim ve motivasyon eksikliğinden beklenen verim alınamamaktadır. 53 Bu bölüm için işletmeden elde edilen bilgiler, soruların dört çalışanla görüşülmesi ve aynı zamanda kalite koordinatörlüğü işini de yürüten işletme yöneticisiyle yapılan görüşmeye göre değerlendirilmiştir.
150
Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili
işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Herhangi bir ödüllendirme sisteminin
olmadığı, ancak çalışanlara öğle yemeği, mesai geliş gidişlerinde servis aracı
sağlama, özel durumlarda firma araçlarından faydalandırma gibi konularda yardımcı
olunduğu anlatılmıştır. İşletme yöneticisiyle yapılan görüşmede, asıl problem olan
çalışanların ekonomik durumu konusunda, genelde ancak asgari ücret civarında bir
ödeme yapabildikleri, ekonomik krizin de etkisiyle çalışan giderlerinin artmasının
piyasa rekabet koşullarında olanaklı olmadığı açıklanmıştır.
Çalışanların öneri sistemine katılması: İşletmede bir öneri sistemi
çalışmasının olmadığı, ancak, çalışanlarla sorunların tespiti konusunda iletişimde
bulunularak iyileştirmeler yapılmaya çalışıldığı bildirilmiştir. Burada yapılan
iyileştirmenin ise, daha çok çalışanların iş doyumunu etkileyecek konular üzerinde
değil, yapılan işlerin verimliliği ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:
Çalışanların TKY kapsamında olan problem çözme tekniklerini kullanamadıkları,
ancak yönetimin katkısıyla sorunların belirlenerek istatistik ve analizlerin yapıldığı,
eğitim seviyelerinin yeterli olmasının da katkısıyla işgörenlerin bu konuda verilen
talimatlara uygun hareket ettikleri bildirilmiştir.
İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve
hedefleri belirlenmesi hakkında: TKY çalışmalarının bir gereği gibi düşünülen
Vizyon, Misyon, Değerler, Amaç ve hedefler bu işletmede de belirlenerek,
dökümanlara yansıtılmıştır.
İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman
aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında; Dış
müşteri memnuniyetinin ölçülmesi ile ilgili olarak özel bir çalışmaları olmadığını,
ancak, müşteri şikayetlerinin dikkate alındığını, mühendislik çalışmalarla yapılan
süreç geliştirme yöntemleriyle daha kaliteli üretim yapmaya çalıştıklarını
belirtmişlerdir.
151
Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Bu konuda
verilen bilgilere göre de, süreç iyileştirme çalışmaları üst yönetimin desteği ile
mühendisler tarafından yapılmakta, gerektiğinde sorunların tespiti konusunda
çalışanların da fikirleri alınmaktadır.
Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:
ISO 9000 serisi standartların ihalelerde istenmesi ve rekabet şartlarının zorlaması
sebebi ile üst yönetimin TKY çalışmalarını desteklediği bildirilmiştir.
İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: Bu konuda iç müşteri
iş doyumu üzerine bir çalışmaları olmadığını, çalışanların öğle yemeği, mesai
servisleri vb. sorunlarıyla ilgilenildiğini, daha fazla iç müşteri iş doyumunun daha
fazla maliyet gerektirdiğini, bunun da özellikle kriz ortamında mümkün olmadığını
belirtmişlerdir.
İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:
TKY çalışmalarında kastedildiği manada çalışanların istatistik teknikleri
kullanamadığı ancak, işgörenlerin genel eğitim seviyesinin yüksek olması sebebi ile
süreçlerdeki aksamaların takip edilebildiği, hata oranlarının saptandığı bildirilmiştir.
İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının
yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite
tekniklerinin kullanılması hakkında: Bu konuda, TKY kapsamındaki teknikler
kullanılarak bir çalışma yapılmamakta olduğu, ancak üst yönetim ve mühendisler
aracılığıyla süreçler takip edilerek sorunların düzeltilmeye çalışıldığı açıklanmaktadır.
İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik
gelişmelerin takip edilmesi durumu: İşletmenin üretimi ile ilişkili olarak dünyada
meydana gelen gelişmelerin üst yönetim tarafından takip edildiği, örneğin
Japonya’dan ithal edilebilecek bir malzeme ile daha küçük, daha verimli trafolar
yapma olanaklarının bulunduğunu, ancak genellikle üretimlerinin iç piyasa ve çok az
152
da Kuzey Kıbrıs’la ilişkili olmasından dolayı, piyasanın daha kaliteli, daha pahalı ürünler
yerine daha ucuz ve kullanılabilen malzemeleri tercih etmesi sebebi ile, teknolojik
yenileşmenin işletme şartlarıyla uyum sağlamadığını belirtmişlerdir.
İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin
bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Öncelikle çalışanların belirli
bir konuda uzmanlaşmalarının sağlanmaya çalışıldığını, ancak işletmede çalışanların
bazen diğer bölümleri destekleme ihtiyacı olduğunda yer değiştirebildiklerini
belirtmişlerdir. Bunu sağlamak için, benzer işleri yapanlar arasında, kısa süreli
eğitimlerle işgörenler arasında yer değiştirmesi yaptırıldığı açıklanmıştır.
İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen
müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede yapılan
üretim de “B” firmasındaki üretimle çok benzemekte ve orada kullanılan makineler gibi
buradakiler de esnek kullanıma uygun görülmektedir. Yine burada da çok amaçlı
kullanıma uygun olan, torna tezgahları, değişik tipteki kaynak makineleri, matkaplar,
malzemeleri tespit etmekte kullanılan aparatlar, bazı ölçüm cihazları vb. kullanılmaktadır.
Ancak, üretimi yapılan cihazlar belirli olduğundan makinelerin bu özelliklerinden fazlaca
faydalanmadıkları bildirilmiştir.
İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time
çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: İşletme yöneticisi ve çalışanlarla yapılan
görüşmelerde, vardiyalı çalışma, fazla mesai uygulamalarının aşırı iş yoğunluğu
bulunmadığından çok az uygulandığı; işletmenin üretimiyle ilgili olarak dışarıya iş
verme şeklinde bir uygulamalarının olmadığı, yine yapılan üretimin zorladığı teknik
koşullar sebebiyle, part-time çalışanlardan faydalanılmadığı açıklanmıştır.
4.2.4 “D” İşletmesinin Durumu
İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline
göre hazırlanmış olan sorulara, “D” firmasından alınan cevaplar şu şekilde
açıklanabilir:54
54 Bu bölümdeki bilgilerin yazılmasında, üç iş gören ve kalite koordinatörünün sorulara verdiği cevaplar değerlendirilmiştir.
153
Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Bu işletmede yapılan
görüşmelerde, iki ayda bir saat kalite, teknik konular veya işletme ili ilgili konularda
eğitim verildiği, çalışanların çoğunluğunun verilen eğitimleri anlayabilecek seviyede
olmasından, faydalı olduğunun değerlendirildiği bildirilmiştir. Kalite uzmanı konuyla
ilgili olarak, “sistemi ilk kurduğunuzda insanlara çala düzen çalışmak daha kolay
geldiğinden bir tepki ile karşılaşıyorsunuz. Ancak yararlarını, artılarını, onların çeşitli
sıkıntılarını ele alıp, bunlar çözülecek dendiğinde daha sıcak bakılmaya başlanıyor.
Kalite çalışmalarında veri alabilmek çok önemli. Veri olacak ki değerlendirip bir
sonuca ulaştıracaksınız. Problemli yerleri bulup çözüm bulma çalışmalarına
girişeceksiniz. Verileri elde etmek yani insanlara kayıt yaptırmak, form doldurmak
zor geliyor. Ancak zamanla, eğitimlerle hepsi halloluyor. Görev ve Sorumlulukların
netleşmesine genelde insanlar olumlu bakıyor” demektedir.
Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Bu işletmede de
diğerlerinde olduğu gibi, TKY çalışmalarında sözü edildiği şekilde bir çember
çalışması olmadığı, ancak süreçlerde meydana gelen sorunların, yönetim tarafından
takip edilip, kontrol altına alınmaya çalışıldığı bildirilmiştir.
İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: İşgörenlerin
bildirdiklerinden anlaşıldığına göre, eğitim alma manasında çalışanların tamamı kalite
çalışmalarına katılmakta, ancak, firma içi iletişim eksikliği, iş doyumu yetersizliği,
yaşama koşullarındaki sorunlar sebebiyle, burada da kalite çalışmalarına yönetimin
beklediği ilginin gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili
işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu işletmede de çalışma yapılan diğer
kuruluşlardaki gibi, toplu ya da bireysel bir ödüllendirme sistemi yoktur. İşletmenin
başarısının çalışanlara sosyal – ekonomik açıdan yansıması, piyasa rekabet
koşullarında çalışan maliyeti açısından uygunsuz olarak değerlendirilmektedir.
Çalışanların öneri sistemine katılması: Kalite uzmanınca, bu işletmede
yürürlüğe konulmuş bir öneri sistemi olduğu, ancak çalışanların katılımının
154
sağlanamadığı, yılda 3-5 den fazla öneri gelmediği; bu durumun çalışanların iş
doyumu ve eğitimiyle ilgili olduğu bildirilmiştir.
Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:
Çalışanlar bu işletmede de TKY kapsamında problem çözme tekniklerini
kullanamamaktadır. Ancak yaptıkları işlerle ilgili formlarla tuttukları kayıtlar
aracılığıyla, hatalı ürünlerin oluşmasındaki süreçlerin tespit edilmesinde, faydalı
oldukları ve mühendislerin de katkısıyla, meydana gelen sorunları çözmeye
çalıştıkları belirtilmiştir.
İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve
hedefleri belirlemesi: Bu işletmede de diğerlerinde olduğu gibi Vizyon, Misyon,
Değerler, Amaç ve hedeflerin belirlenmiş olduğu, metin olarak dosya ve tablolara
yansıtılmış olduğu görülmüştür.
İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman
aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Bu
işletmede de dış müşterinin üretimlerinden elde edilen doyumuyla ilgili bir çalışma
olmadığı, ancak, firmaya bildirilen müşteri şikayetlerinin değerlendirilmeye alınarak
sorunların çözülmeye çalışıldığı bildirilmektedir.
Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Kalite
çalışmalarından beklendiği şekilde işgörenlerin katkısıyla süreç iyileştirme çalışması
yapılmadığı, ancak yönetimin belirlediği süreçlerde belirlenen hatalar üzerinde
mühendislerin katkısıyla düzeltmeler yapıldığı bildirilmiştir.
Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:
Burada da, üst yönetim tarafından, girilen ihalelerin olmazsa olmazları arasında ISO
9000 standartlarının olmasından ve ayrıca rekabet şartları gerektirdiğinden, TKY
çalışmalarının desteklendiği bildirilmiştir.
İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: Bu işletmede kalite
yönetimi tarafından, iç müşteri iş doyumunun anket yardımıyla belirlenmeye
155
çalışıldığı, ancak işletme olanaklarının, özellikle ekonomik kriz sebebiyle işgörenlerin
beklentilerine yeterince cevap vermediği bildirilmiştir.
İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu: Bu
işletmede de TKY kapsamında çalışanların da tam katılımının sağlandığı, istatistik
tekniklerin kullanılması durumu uygulanamamaktadır. Ancak işgörenlerin genelde
genç insanlardan oluşması, genel eğitim seviyesinin yüksek olmasının da katkısıyla
süreçlerle ilgili veriler kayıt altına alınmakta ve kalite yönetimi tarafından
değerlendirilmektedir.
İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının
yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite
tekniklerinin kullanılması hakkında: Bu işletmede de kalite uzmanı ve çalışanlarla
yapılan görüşmeye göre, TKY teorilerinde anlatıldığı şekilde gerekli teknikleri
kullanarak, çalışanları da içine alacak şekilde bir uygulama yapılmamakta, ancak
kalite yönetimi tarafından süreçlerde meydana gelen sorunlar incelenmekte ve yapılan
mühendislik çalışmalarla çıkan sorunlara karşı önlem alınmaya çalışılmaktadır.
İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik
gelişmelerin takip edilmesi durumu: Konuyla ilgili olarak kalite uzmanı tarafından,
özellikle elektronik kartlar ve bilgisayar sistemleri üzerinde çalışmaları sebebiyle,
yeni teknolojileri takip ettikleri bildirilmiştir. Bu işletmede yapılan üretim sebebiyle
“B” ve “C” işletmesine göre daha ağırlıklı teknoloji kullanıldığı görülmektedir.
Yapılan gözlemlere göre “A” firmasıyla karşılaştırıldığında ise, “A” firmasında
bilgisayar teknolojisi simülasyon gibi daha nitelikli uzmanlık isteyen konularda
çalışılması sebebiyle daha ileri bir durum söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin
bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Bu işletmede de
çalışanların belirli konularda uzmanlaşmasına dikkat edildiği, ancak gerektiğinde
çalışanların birbirlerinin yerini doldurabilmesi için birden fazla işleri öğrenmesinin
sağlandığı bildirilmiştir.
156
İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen
müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede kullanılan
cihaz ve makinelerin üretimde meydana gelen değişimleri takip etmede kullanıma
uygun olmasına dikkat edildiği, yapılan üretimlerin elektronik kartlar ve bilgisayar
teknolojilerini içermesinin bu durumu zorunlu kıldığı bildirilmiştir. Burada kullanılan
malzemelerin de bir çoğu elektronik ölçme cihazları, pense, tornavida, anahtar
takımları, üretilen cihazların tespitine yarayan çeşitli aparatlar vb. genel kullanıma
uygun cihazlardır. Ancak, yapılan üretim belirli olduğundan, genelde her cihaz belirli
işleri yapmakta kullanılmaktadır.
İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time
çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Piyasanın da ekonomik krizin
etkisiyle durgun olması sebebiyle, işletmede çok gerekmedikçe fazla mesai, vardiyalı
çalışma uygulamasına gidilmediği, işgörenlerin genelde normal mesai koşullarında
çalıştıkları bildirilmiştir.
4.2.5 “E” İşletmesinin Durumu
İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline
göre hazırlanmış olan sorulara, “E” firmasından alınan cevaplar şu şekilde
açıklanabilir:55
Kalite eğitiminin sıklık durumu: Kalite eğitimi konusunda çalışmalarının
yeni olduğunu, bu konuda çalışanlara şimdiye kadar çok az eğitim verildiği, işe
alınanların eğitim düzeyine dikkat edildiği, üretim kısmında çalışacakların meslek
liseliler ve meslek yüksek okulu bitirenler arasından seçildiği bildirilmiştir. Ayrıca,
işletme içi eğitimlerin genelde meslekî teknik konularda yapıldığı, özellikle
oluşturulan teknik kitaplıkla da çalışanların mesleklerini öğrenmelerine katkı
sağlandığı açıklanmıştır.
55 Bu bölümde elde edilen bilgiler, beş çalışanla soruların görüşülmesi ve kalite uzmanıyla yapılan görüşmeye göre değerlendirilmiştir.
157
Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Bu işletmede de TKY
uygulamalarıyla ilgili olarak anlatılan, çalışanların da katıldığı, sürekli geliştirme ve
iyileştirmelerin yapıldığı, bir çalışma görülmemektedir. Ancak süreçler üzerinde
çalışmalar yapılmakta; çalışanlar tarafından yapılan işlerle ilgili kayıtlar tutulmakta;
sorunlar yöneticiler, bölüm şefleri tarafından incelenerek gerekli önlemler alınmaya
çalışılmaktadır. Ayrıca her yapılan üretimde, belirlenen standartlara uyulup
uyulmadığının kontrol edildiği bildirilmektedir.
İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Kalite
çalışmalarına çalışanların da dahil edilmesi ile ilgili gelişmelerin çok yeni olması
sebebiyle katılımın az olduğu, işgörenlerin alışmış oldukları sistemde devama daha
istekli oldukları belirtilmiştir.
Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili
işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu konuda çalışanların toplu ya da
bireysel olarak ödüllendirilmesiyle ile ilgili, düzenlenmiş bir ödüllendirme
sistemlerinin bulunmamakta olduğu; ancak işgörenlerle yapılan görüşmelerde
işletmenin başarısının kendileri için olan öneminin vurgulandığı; bu durumun
işletmenin sunduğu olanaklar ve çalışanlara piyasa koşullarının üstünde verilen
ücretlerle desteklendiği bildirilmiştir.
Çalışanların öneri sistemine katılması: Kalite güvence kısmı sorumlusu ve
çalışanlarla yapılan görüşmeye göre, işletme düzeyinde çalışan önerilerinin gerekli
düzenlemeler yapılarak değerlendirildiği bir sistem bulunmamaktadır. Ancak
yöneticiler ve bölüm şeflerinin zaman zaman her türlü sorunla ilgili olarak,
çalışanlarla iletişim kurmakta olduğu bildirilmektedir.
Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:
Burada da, görüşülen kalite yöneticisinin bildirdiğine göre, kalite çalışmaları
kapsamında hedeflendiği şekilde, işgörenler tarafından problem çözme teknikleri
kullanılamamakta; ancak çalışanlar yapılan işlerdeki hata oranlarını, yaptıkları işlerle
ilgili kayıtları değerlendirerek hesaplayabilmektedir. Sorunların çözülmesiyle ilgili
158
iyileştirmeler ise, yönetim ve mühendislerce yapılan geliştirme çalışmalarıyla
yapılmaya çalışılmaktadır.
İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve
hedefleri belirlemesi hakkında: Kalite çalışmalarının en başında yer alması
sebebiyle, bu işletmede de diğerlerinde olduğu gibi, Vizyon, Misyon, Değerler,
Amaç ve Hedeflerin belirlenmiş olduğu, çalışanların da bilgilenmesi için işyerindeki
bazı yerlerdeki tablolara yansıtılmış bulunduğu görülmüştür.
İşletme tarafından dış müşteri doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Dış müşteri
doyumunun burada da sistemli bir şekilde ölçülmemekte olduğu, ancak garanti
sözleşmeleri kapsamındaki müşteri şikayetlerinin değerlendirilmeye alınarak, müşteri
isteklerinin belirlenmeye çalışıldığı bildirilmektedir.
Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Kalite
uzmanı ve çalışanlarla yapılan görüşmeye göre, burada da, işgörenlerin katkısıyla
kalite teknikleriyle uygulanması önerilen şekilde, süreç iyileştirme çalışması
yapılmadığı, ancak, yönetim ve bölüm şeflerince süreçlerin sürekli izlenmesi
yoluyla, ortaya çıkan sorunların çözümünün araştırıldığı bildirilmiştir.
Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:
Burada da üst yönetim diğer işletmelerde olduğu gibi, ihaleler ve piyasa koşulları
gereği olarak kalite çalışmalarını desteklemektedir. Ancak, kalite sorumlusuyla
yapılan görüşmeden anlaşıldığına göre, üst yönetimde bulunanların dikkatlerini daha
çok kendi yaptıkları işleri eski bildikleri şekilde yapmaya verdikleri anlaşılmaktadır.
İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla
ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi: Kalite uzmanı ve çalışanlarla
yapılan görüşmelerde, çalışanların iş doyumunu artırmak için, özellikle yemekler ve
mesai servis araçlarıyla ilgili anketler düzenlenerek işgörenlerin bu konulardaki
159
sorunlarında yoğunlaşıldığı söylenmiştir. Daha kapsamlı olarak çalışanların iş
doyumunun ölçüldüğü çalışmalar yapılmamaktadır.
İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:
Kalite uygulamalarında anlatıldığı şekilde, yapılan işlerle ilgili olarak çalışanlar
tarafından istatistik teknikler kullanılamamakta, ancak süreçlerle ilgili çalışanların
üretimle ilgili kayıtlarındaki bilgiler raporlaştırılarak tutulmakta ve bu raporlardan elde
edilen bilgiler istatistik değerler haline getirilerek, sorunlar tespit edilmeye
çalışılmaktadır.
İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının
yakından izlenmesi, bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite
tekniklerinin kullanılması: Kalite uzmanıyla yapılan görüşmeye göre, TKY
teorilerinde anlatıldığı biçimde, çalışanların da sürece katıldığı önleyici kalite teknikleri
kullanılamamakta, ancak çalışanların tuttukları kayıtlarla da belirlenmiş olan hatalar
üzerinde yöneticiler ve bölüm şeflerince önlem alınmaya çalışılmaktadır.
İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik gelişmelerin
takip edilmesi durumu: Piyasa rekabet şartlarının gereği olarak yeni teknolojilerin
takip edildiği, ancak ARGE manasında bir çalışmaları olmadığı söylenmiştir.
İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin
bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Çalışanlarla yapılan
görüşmeye göre, genellikle farklı işlerde çalıştırılmıyorlar, ancak zaman zaman başka
işleri de yapmaları sağlanarak, gerektiğinde kısa süreli olarak diğer işleri de öğrenmeleri
sağlanıyor.
İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen
müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede de genelde
kullanılan malzemeler birden fazla işte kullanılabilecek özelliktedir. Bazı plastik
maddelerin yapımında kullanılan kalıplar gibi malzemeler başka bir üretimde
kullanılamazken, elektronik ölçü aletleri, tornavida, pense, yıldız ve açık ağız anahtar
takımı, üretilen pano ve elektrikli devrelerin üzerinde işlem gördüğü aparatlar belirli bir
esnek kullanıma sahip özelliktedir.
160
İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time
çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Çalışanlar, piyasa şartlarının durgun
olması sebebiyle çok fazla olmasa da, gerektiğinde vardiyalı çalışma ve fazla mesai
yaptıklarını söylemektedirler. Kalite güvence sorumlusuyla yapılan görüşmeye göre,
kendi yaptıkları işlerden dışarıya iş verme şeklinde bir uygulama söz konusu değildir.
Ancak üretimde kullandıkları malzemelerin bir kısmı dışardan hazır gelmektedir. Bu tür
malzemelerin temini için ise, tek bir firmayla kalite prensiplerine uygun geliştirilen bir
çalışmaları yoktur. Part-time çalışma ise, yapılan işin teknik özellikleri ve kurulmuş olan
düzeni gereği uygulanmamaktadır.
4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları
Bu kısımda yapılan çalışmanın amacı, araştırma kapsamındaki işletmelerde
çalışanların cinsiyet, yaş, eğitim, toplam çalışma süresi, ortalama gelir vb. işletmeden
işletmeye olan farklılıklarını araştırılan konuları etkilemesi açısından
değerlendirmektir. Ancak bu incelemeyi yapmadan önce, işletmelerin tamamındaki
demografik yapıyı da, analiz etmek faydalı olacaktır.
Tablo 1: Çalışanların Cinsiyete Göre Dağılımı.
Cinsiyet S %Erkek 187 79.2Kadın 49 20.8Toplam 236 100.0
Tablo: 1’ de de görüldüğü gibi, araştırmaya katılanlar arasında erkeklerin
oranının % 79.2, kadınların ise % 20.8 olduğu tespit edilmiştir. Bu durum araştırma
kapsamında çalışanların büyük çoğunluğunun erkeklerden oluştuğunu
göstermektedir.
Tablo 2: Çalışanların Yaşa Göre Dağılımı.
Yaş grubu S % 18-25 114 48.3 26-35 82 34.7 36-45 29 12.3 46 ve üstü 11 4.7 Toplam 236 100.0
161
Toplam çalışanlar arasında, 18-25 yaş işgörenlerin oranı % 48,3; 35 yaşını
geçmemiş olanların oranı, % 83 dir. Bu durum araştırmanın yapıldığı sanayi kolunda
çalışanların büyük kısmının genç insanlardan oluştuğunu göstermektedir.
Tablo 3: Çalışanların Eğitim Durumuna Göre Dağılımı.
Eğitim durumu S % Diploması yok 5 2.1 İlkokul 28 11.9 Ortaokul 20 8.5 Lise 127 53.8 Yüksek okul 24 10.2 Üniversite 29 12.3 Yüksek lisans 3 1.3 Toplam 236 100.0
Burada lise mezunlarının % 53.8 ile en büyük oranı oluşturduğu
görülmektedir. Lise üstü eğitimi olanların oranı ise % 23.8 dir. Eğitim seviyesinin
genel olarak beklenenden yüksek olmasının sebebi, elektronik sanayiinde teknik
sebeplerle daha nitelikli çalışana ihtiyaç duyulmasıyla ilgilidir. Ayrıca kalite
sistemlerine de eğitimli personelin daha kolay uyum sağlayacağı düşünülmektedir.
Konuyla ilgili yapılan görüşmelerde de, tüm işletmeler yeni işe alınanlarda eğitim
düzeyine mutlaka dikkat ettiklerini bildirmiştir.
Tablo 4: Çalışanların Toplam Çalışma Süresine Göre Dağılımı.
Çalışma süresi S % İki yıldan az 49 20.8 2-8 112 47.5 9-14 39 16.5 15-20 17 7.2 21 yıldan fazla 19 8.1 Toplam 236 100.0
Tablo 4’ e göre, toplanan yüzdelerden incelendiğinde 2-8 yıldan az iş hayatı
geçmişine sahip olanların oranı, yüzde 68.2’ ye, 9-14 yıldan az çalışma geçmişine sahip
olanlar % 84.7’ ye kadar çıkmaktadır. Bu durum, genelde, araştırma yapılan işletmelerde
çalışanların iş geçmişlerinin çok yüksek olmadığını göstermektedir.
162
Tablo 5: Çalışanların Bulundukları İşyerlerinde Çalıştıkları Zamana Göre
Dağımı.
Çalışma süresi S % İki yıldan az 106 44.9 2-8 107 45.3 9-14 17 7.2 15-20 5 2.1 21 yıldan fazla 1 0.4 Toplam 236 100.0
Tablo 5’ den incelendiğinde, 2-8’ yıla kadar çalışanların oranı yüzde 90.2’ olarak
görülmektedir. Bu durum tablo 4 verileriyle karşılaştırılarak değerlendirildiğinde de
görüldüğü gibi, araştırma kapsamında çalışanların iş geçmişleri daha yüksek olduğu
hâlde, özellikle şu anki işletmelerinde uzun süreli bir geçmişlerinin olmadığı
anlaşılmaktadır.
Tablo 6: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre Dağılımı.
Kadrosu S % Vasıfsız işçi 77 32.6 Usta işçi 69 29.2 Teknisyen 61 25.8 Mühendis 29 12.3 Toplam 236 100.0
Çalıştığı kadroya göre, vasıfsız işçi % 32.6, usta işçi % 29.2, teknisyen % 25.8,
mühendis % 12.3 dür. Tablo 6’ ya göre vasıfsız işçi yüzdesi çıkarıldığında % 67.4 oranı
kalmaktadır. Bu sonuçlar elektronik sanayiinde çalışanların genelde nitelikli personel
olduğunu göstermektedir. Aslında bu oran görüşmelerden elde edilen sonuçlarla
değerlendirildiğinde, nitelikli çalışanlar açısından daha da yüksektir. Ancak iş ilişkileri
sebebiyle işletmeler tarafından çalışanlar için yapılan tanımlama, böyle bir sonuç elde
edilmesini ortaya çıkarmaktadır.
Tablo 7: Çalışanların Gelir Grubuna Göre Dağılımı.
Gelir grubu S % Düşük 120 50.8 Orta 57 24.2 Yüksek 59 25.0 Toplam 236 100.0
163
Gelir ortalamasına göre, düşük gelir grubunda olanların oranı, % 50.8, orta gelir
grubunda olanlar 24.2, yüksek 25.0 olarak görülmektedir. Yukarıdaki tablodaki oranlar,
çalışanların kendi aralarındaki duruma göre yapılan karşılaştırmayla ortaya çıkmıştır.
Yine, söz konusu yüzdeler yorumlanırken, nitel verilerin analiz edildiği kısımda yer alan,
bazı işletmelerin asgari ücret uyguladıkları bilgisi dikkate alınmalıdır. Bu durum göz
önüne alındığında, düşük gelir grubundaki işgörenlerin çok daha yüksek olduğu
değerlendirilebilir. Burada çalışanların gelir grubu, ücretlerin işgörenlerin yaşantısına
etkisini araştırmak amacıyla, ailenin toplam gelirine göre kişi sayısı değerlendirilerek
oluşturulmuştur.
4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaş-
tırılması Yukarıdaki bölümde, işgörenlerin tüm işletmelerdeki demografik durumu göz
önüne alınarak değerlendirme yapıldıktan sonra, bu bölümde ise, çalışanların
işletmeler arası demografik durumu karşılaştırılacaktır. 56
Tablo 8: Cinsiyet Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.
Erkek Kadın Toplam İşletmeler S % S % S % İşletme A 31 88.6 4 11.4 35 100 İşletme B 45 95.7 2 4.3 47 100 İşletme C 45 100 0 0.0 45 100 İşletme D 36 48.0 39 52.0 75 100 İşletme E 30 88.2 4 11.8 34 100 Toplam 187 49 236
X2= 67.586 s.d.4 P<00
Cinsiyet durumuna göre değerlendirildiğinde, işletme “D” hariç firmalarda
çalışanların oldukça büyük kısmının erkek olduğu görülmektedir. İşletme “D” de %
52.0 oranıyla, bayan işçilerin daha fazla olması, burada yapılan işle ilgili olup, bayan
çalışanların elektronik kartlar üzerine olan bir işle uğraşmalarıyla ilişkilidir. Aynı
yerde erkek işçiler ise, daha ağır işlerde çalışmaktadırlar. Yine SPSS programı “chi-
56 Çapraz tablolarla ilgili olan “P” değeri, P<00, P<01, P<05 olması durumuna göre, sıfır ve altına işaret ettiğinde daha büyük bir anlamlılığı göstermektedir. Bu duruma göre, P<00 en anlamlı farklılığı göstermektedir.
164
square” testine göre de, P<00 olduğundan işletmeler arasındaki farkın önemli bir
anlamlılıkta bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 9: Yaş Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.
18-25 yaş 26-35 yaş 36’ üstü Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 10 28.6 15 42.9 10 28.5 35 100 İşletme B 23 48.9 12 25.5 12 25.5 47 100 İşletme C 27 60.0 16 35.6 2 4.4 45 100 İşletme D 49 65.3 23 30.7 3 4.0 75 100 İşletme E 5 14.7 16 47.1 13 38.2 34 100Toplam 114 82 40 236X2 = 45.703 s.d.8 P<00
Yaş durumuna göre işletmeler karşılığında, 35 yaşa kadar olan çalışanların
işletmelerin tamamında ağırlıklı bir yüzdeye sahip olduğu görülmektedir. İşletme
“C” ve “D” de genç çalışan oranının yüksekliği daha da belirgindir. Daha önce
demografik durumun genel değerlendirmesinde de belirtildiği gibi, bu durum,
işletmelerin genç ve eğitimli personelden daha fazla verim beklemeleriyle ilgilidir.
Ayrıca genç ve eğitimli insanların yeni yönetim teknikleri ve kalite sistemlerine daha
uyumlu olacaklarının düşünülmesi de bu durumda etken olmaktadır. Ayrıca “Chi-
Square” testi de, P<00 olduğundan, yaş faktörüne göre işletmeler arasında önemli bir
anlamlılık bulunduğunu göstermektedir.
Tablo 10: Eğitim Faktörüne Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.
İlkokul Ortaokul Lise Yük. Ok. Üniversite Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 3 8.6 1 2.9 10 28.6 6 17.1 15 42.8 35 100 İşletme B 11 23.4 7 14.9 25 53.2 2 4.3 2 4.3 47 100 İşletme C 2 4.4 5 11.1 37 82.2 0 0.0 1 2.2 45 100 İşletme D 10 13.4 4 5.3 45 60.0 12 16.0 4 5.3 75 100 İşletme E 7 20.6 3 8.8 10 29.4 4 11.8 10 29.4 34 100 Toplam 33 20 127 24 32 236 X2 = 77.681 s.d.16 P<00
Eğitim konusunda lise ve üstü eğitimi olanlar değerlendirildiğinde, çalışanların
eğitiminin en düşük “B” işletmesinde, en yüksek ise “A” işletmesinde olduğu, diğer üç
işletmedeki oranların birbirine yakın olduğu görülmektedir. Bu durum, işletme
yönetiminin yaklaşımıyla ilgili olduğu kadar, üretimin yapısıyla da yakından ilişkilidir.
165
Yine tabloda görüldüğü gibi, “chi-square” testi de, P<00 olduğundan söz konusu farkın
işletmeler arasındaki önemli bir anlamlılığına işaret etmektedir. Tablo 11: Toplam İş Geçmişine Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.
0-2 yıl 2-8 yıl 9-14 yıl 15-20 yıl 21 + yıl Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 7 20.0 13 37.1 7 20.0 1 2.9 7 20.0 35 100 İşletme B 6 12.8 20 42.6 11 23.4 3 6.4 7 14.9 47 100 İşletme C 16 35.6 19 42.2 7 15.6 3 6.7 0 0.0 45 100 İşletme D 17 22.7 46 61.3 8 10.7 3 4.0 1 1.3 75 100 İşletme E 3 8.8 14 41.2 6 17.6 7 20.6 4 11.8 34 100Toplam 49 112 39 17 19 236X2 = 44.338 s.d.16 P<00
Toplam çalışma süresine göre, “C” ve “D” işletmelerinde 8 yıla kadar
çalışanlar değerlendirildiğinde, % 77’ den oran olarak fazlasının bu durumda olduğu
görülmektedir. Diğer üç işletmede ise, aynı oran % 50 civarında bulunmaktadır.
İşletmeler arasındaki farklılık “chi-square” testiyle incelendiğinde de, P<00 olduğu
için, önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır. Tablo 12: Şu Anki İşyerlerinde Çalışılan Zamana Göre İşletmeler Arasındaki
Dağılım.
0-2 yıl 2-8 yıl 9-14 yıl 15-20 yıl 21 + yıl Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 21 60.0 13 37.1 1 2.9 0 0.0 0 0.0 35 100 İşletme B 20 42.6 22 46.8 2 4.3 2 4.3 1 2.1 47 100 İşletme C 27 60.0 13 28.9 5 11.1 0 0.0 0 0.0 45 100 İşletme D 31 41.3 39 52.0 5 6.7 0 0.0 0 0.0 75 100 İşletme E 7 20.6 20 58.8 4 11.8 3 8.8 0 0.0 34 100Toplam 106 107 17 5 1 236X2 = 33.113 s.d.16 P<01
Şu anda çalıştıkları işletmede toplam çalışma durumları incelendiğinde, bütün
işletmelerde 8 yıla kadar çalışanların % 80 ve 90’ larda olduğu görülmektedir. Bu
istatistik, işletme çalışanlarının genelde yeni personellerden oluştuklarını
göstermektedir. Oysa tablo incelendiğinde, iş geçmişleri açısından, tüm işletmelerin
8 yılın üzerinde bir faaliyete sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bu durum piyasa
şartları sebebiyle, elektronik sanayiinde sık iş değiştirmek zorunda kalınmasıyla da
166
yakından ilgilidir. İşletmeler arasındaki farklılık çapraz tabloya göre de, P<01 olduğu
için anlamlı görülmektedir.
Tablo 13: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre İşletmeler Arasındaki
Dağılım.
Vasıfsız işçi Usta işçi Teknisyen Mühendis Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % İşletme A 0 0.0 1 2.9 23 65.7 11 31.4 35 100 İşletme B 12 25.5 27 57.4 6 12.8 2 4.3 47 100 İşletme C 14 31.1 21 46.7 9 20.0 1 2.2 45 100 İşletme D 49 65.3 7 9.3 15 20.0 4 5.3 75 100 İşletme E 2 5.9 13 38.2 8 23.5 11 32.4 34 100Toplam 77 69 61 29 236 X2 = 138.119 s.d.12 P<00
İşletmelerde çalışanların kariyerleri/kadroları incelendiğinde, “A”
işletmesinde personelin % de 100’ ünün, “E” de 94.1’inin, “B” de 74.5’inin, “C” de
68.9 unun, “D” de 34.7’ sinin nitelikli (usta işçi ve üstü) oldukları görülmektedir.
Yine teknisyen ve üstü değerlendirildiğinde özellikle “A” da olmak üzere, “E”
firmasında da diğerlerine göre kariyerlerin daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. “D”
işletmesinde nitelikli personel oranı, beklenenden düşük görülmüştür. Bunun sebebi,
burada çalışanların çoğunluğunun benzer işleri yapmaları ve yönetimin işgörenleri
değerlendirme şeklidir. Çapraz tabloya göre de, P<00 olduğundan, işletmelerin
kadroları arasında da önemli derecede anlamlı bir farklılık olduğu görülmektedir.
Tablo 14: Gelir Gruplarına Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.
Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 0 0.0 11 31.4 24 68.6 35 100İşletme B 32 68.1 12 25.5 3 6.4 47 100İşletme C 29 64.4 11 24.4 5 11.1 45 100İşletme D 48 64.0 15 20.0 12 16.0 75 100İşletme E 11 32.4 8 23.5 15 44.1 34 100
Toplam 120 57 59 236 X2 = 72.332 s.d.8 P<00
167
Gelir ortalamasına göre değerlendirildiğinde, “A” işletmesinde düşük gelir
oranı % 0.0; orta gelir 31.4; yüksek gelir oranı ise % 68.6 dır. “B”, “C” ve “D”
işletmesinde düşük gelir aralığı % 64.0 ile % 68.1 arasındadır. Bu işletmelerde orta
gelir aralığı yaklaşık % 20 ile % 25.5 arasındadır. Yüksek gelir aralığı ise, yaklaşık
% 6.4 ile % 16.0’ lardadır. “E” işletmesinde düşük gelir aralığında bulunanların oranı
% 32.4, orta gelir grubunda olanlar 23.5; yüksek gelir grubunda olanlar 44.1 dir. Bu
durum “A” işletmesinde açık ara gelir ortalamasının yüksek olduğunu; “E”
işletmesinde çalışanların gelir ortalamasının ise, görece “A” hariç diğer üç işletmeye
göre yüksek olduğunu; kalan üç firmada ise gelir ortalamasının önemli ölçüde düşük
olduğunu göstermektedir. Çapraz kareye göre de, P<00 olduğundan işletmeler
arasında gelir farklılığının önemli bir anlamlılığı bulunduğu anlaşılmaktadır.
4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri
Bu bölümde TKY’ nin araştırma yapılan işletmelerdeki durumu, çalışanların
verdikleri tepkiler açısından değerlendirilmek istenmektedir. Yine burada işletmeler
arasındaki farklılıklar, TKY esnek üretim uygulama durumlarıyla ilgili görüşme
cetvelinden elde edilen verilerle karşılaştırılarak, daha anlamlı yorumlar
geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca çapraz tablo analizlerinin incelenmesine göre,
çalışanların demografik özelliklerinin de maddelere verilen cevapları etkilediği
anlaşılmaktadır. Önem derecesine göre bu etkiler de, konu içinde
yorumlanmaktadır.57
Burada yapılan analizlerde, yöntem kısmında anlatıldığı gibi, öncelikle
işletmelerde çalışanların tamamına göre, iş doyumuyla ilgili tepkilerin genel dağılımı
araştırılmaktadır. Sonra ise, çapraz tablo kullanılarak işletmeler arasındaki
farklılıkların TKY konusundaki iş doyumunu nasıl etkilediği incelenmektedir. Daha
sonra, demografik soruların TKY iş doyumunu etkilemesi anlamlı çıkan sonuçlar
açısından yorumlanmaktadır. Bundan sonra, TKY iddiaları kapsamında hazırlanmış
olan konulara verilen cevaplarla, işletmeler arasındaki anlamlı farklılıkları belirlemek 57 Çapraz tablolarla ilgili olan “P” değeri, P<00, P<01, P<05 olması durumuna göre, sıfır ve altına işaret ettiğinde daha büyük bir anlamlılığı göstermektedir. Bu duruma göre, P<00 en anlamlı farklılığı göstermektedir.
168
amacıyla, SPSS programı yardımıyla varyans analizi (ANOVA) çıktısında, 0.05 anlamlılık
düzeyindeki değerlendirmeye göre yeniden tablolaştırılarak, anlamlı çıkan sonuçlar kendi
aralarında analiz edilmektedir. İşletmeler arasındaki anlamlı çıkan bu sonuçların
incelenmesinden sonra ise, firmalar arasındaki farklılıklardan başka, çalışanların tamamının
tek tek maddelere verdikleri tepkileri değerlendirmek amacıyla, verilen tepkilerin yüzdelik
durumu dikkate alınarak, bir taraftan madde analizlerine verilen tepkilerdeki işletmeler
arasındaki anlamlı ilişkilere dikkat çekilirken, diğer taraftan çalışanların tamamının
sorgulanan konular hakkındaki düşüncelerinin dağılımı karşılaştırılarak yorumlanmaya
çalışılmaktadır.
Tablo 15: İş Doyumuyla İlgili Tepkilerin Genel Dağılımı.
S % Düşük 139 58.9 Orta 56 23.7 Yüksek 41 17.4 Toplam 236 100.0
Tablo 15’ de, TKY teorileri iddiaları kapsamında hazırlanmış olan 14 konu
başlığıyla ilgili olarak, toplam 41 sorunun kategorik hâle getirilmiş durumuna verilen
cevapların sayı ve yüzdelik durumu görülmektedir. Burada da görüldüğü gibi KOBİ
sınıfında beş işletmede yapılmış olan araştırmanın genel sonuçlarına göre, TKY
teorilerindeki iddiaların tersine, iş doyumu konusunda çalışanlar açısından olumlu bir
gelişme olmadığı, önemli orandaki işgörenin sorgulanan konularda olumsuz tutum içinde
olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 16: İş Doyumu ve Cevapların İşletmelere Göre Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 16 45.7 6 17.1 13 37.1 35 100 İşletme B 33 70.2 9 19.1 5 10.6 47 100 İşletme C 25 55.6 13 28.9 7 15.6 45 100 İşletme D 55 73.3 14 18.7 6 8.0 75 100 İşletme E 10 29.4 14 41.2 10 29.4 34 100 Toplam 139 56 41 236 100
X2 =32.360 s.d.8 P<00
Tablo 16, TKY uygulamaları kapsamındaki 14 madde analizinin tek bir madde
şeklinde kategorik hâle getirilmiş durumunu, işletmeler arasındaki uygulama farklılıkları
169
açısından göstermektedir. Çıkan sonuç çapraz tabloya göre değerlendirildiğinde de, P<00
olduğu için işletmeler arasında önemli bir farklılık olduğu, kuruluşlar arasındaki uygulama
farklılıklarının çalışanların işlerinden aldıkları doyuma yansıdığı, özellikle “A” ve “E”
işletmesinde daha yüksek bir düzeyde iş doyumu bulunduğu anlaşılmaktadır. TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve demografik duruma göre verilen
cevapların anlamlılık durumu: Burada aşağıda incelenen tablolarda görüldüğü gibi, demografik etkenlerin iş
doyumunu, çıkan sonuçların anlamlığı açısından, çapraz tabloya göre etkilemesi
incelenmektedir. Yine demografik etkenler, 14 madde analizinin tek bir madde de kategorik
hâle getirilmiş durumuna göre sorgulanmaktadır.
Tablo 17: İş Doyumu ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Eğitim S % S % S % S % Diplomasız 3 60.0 0 .0 2 40.0 5 100 İlkokul 20 71.4 4 14.3 4 14.3 28 100 Ortaokul 13 65.0 4 20.0 3 15.0 20 100 Lise 80 63.0 35 27.6 12 9.4 127 100 Yüksekokul 15 62.5 5 20.0 4 16.7 24 100 Üniversite 8 24.1 9 27.6 16 48.3 32 100 Toplam 139 56 41 236 X2 =38.116 s.d.12 P<00
Yukarıdaki çapraz tablo 17’ deki sonuçlara göre, üniversite ve üstü eğitim alanların
işle ilgili koşullarının düzeyinin de etkisiyle, daha fazla iş doyumuna sahip oldukları
görülmektedir. Çapraz tabloya göre de, P<00 olduğundan, TKY uygulamaları kapsamındaki
iş doyumuyla eğitim faktörü arasında önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 18: İş Doyumu ve Toplam Çalışma Süresine Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Toplam çalışma S % S % S % S %2 yıldan az 32 65.3 14 28.6 3 6.1 49 1002-8 64 57.1 28 25.0 20 17.9 112 1009-14 25 64.1 5 12.8 9 23.1 39 10015-20 10 58.8 6 35.3 1 5.9 17 10021 yıldan fazla 8 42.1 3 15.8 8 42.1 19 100
Toplam 139 56 41 236 X2 =17.766 s.d.8 P<05
170
Tablo 18’ de de görüldüğü gibi, toplam çalışma süresine göre iş doyumu
incelendiğinde, düşük ve yüksek değerlerin oranları dikkate alındığında, özellikle 21
yıldan fazla çalışanların daha olumlu durumda olduğu görülmektedir. Yine çapraz
kare sonuçlarına göre bakıldığında, P<05 olduğuna göre, çok açık olmamakla
birlikte, anlamlı bir farklılık bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 19: İş Doyumu ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam S % S % S % % Kadro S 60 77.9 14 18.2 3 3.9 100 Vasıfsız işçi 77 43 62.3 15 21.7 11 15.9 100 Usta işçi 69
Teknisyen 29 47.5 19 31.1 13 21.3 61 100 Mühendis 7 24.1 8 27.6 14 48.3 29 100
Toplam 139 56 41 236 X2 =39.481 s.d.6 P<00
Tablo 19’ da TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve kadrolara göre cevapların
dağılımı incelenmektedir. Buna göre, düşük ve yüksek değerler dikkate alındığında
kariyerdeki yükselmeye bağlı olarak iş doyumunun arttığı, kariyerdeki düşmeye bağlı olarak
da azaldığı görülmektedir. “Chi-square” testine göre de P<00 olduğundan kadrolarla iş
doyumu arasında önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 20: İş Doyumu ve Gelir Grubuna Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Gelir grubu S % S % S % S % Düşük 82 63.3 25 20.8 13 10.8 120 100 Orta 39 68.4 11 19.3 7 12.3 57 100 Yüksek 18 30.5 20 33.9 21 35.6 59 100 Toplam 139 56 41 236 X2 =29.311 s.d.4 P<00
Tablo 20’ ye göre, TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve gelir grubuna göre
cevapların dağılımı incelendiğinde, yüksek gelir grubundaki ankete katılanlar tarafından
verilen cevapların, diğer gelir gruplarıyla karşılaştırıldığında daha olumlu olduğu
görülmektedir. Yine “chi-square” analizi sonucu da, P<00 olduğundan, gelir durumunun iş
doyumuyla ilgili önemli bir anlamlılık ortaya çıkardığını anlatmaktadır.
TKY uygulamaları kapsamında iş doyumuyla ilgili madde analizleri ve
cevapların işletmelere göre karşılaştırılması:
171
Aşağıda yer alan kısımda, TKY uygulamaları kapsamında iş doyumuyla ilgili
toplam 14 madde analiziyle, işletmeler arasındaki farklılıklar ANOVA tablolarına
göre incelenmekte, ayrıca çalışanların tamamının her konuya verdiği cevapların
genel durumu diğer bir tabloyla analiz edilmektedir. Tabloların oluşturulması ile
ilgili bilgiler, “3.2 Veri Toplama Teknikleri” kısmında açıklanmıştır. 58
1. Çalışanların işletme yönetimine, kararların alınmasına katılımı.
Tablo 21: İşletmelerde Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.59
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.34 2.222 İşletme B 47 6.77 2.451 İşletme C 45 7.60 2.649 İşletme D 75 5.93 2.446 İşletme E 34 8.06 2.534 Toplam 236 7.08 2.619
İşletme A İşletme C İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
Ort.F. Anl.
İşletme B 1.58 .037 İşletme D 1.67 .004 İşletme D 2.13 .000 İşletme D 2.41 .000
Tablo 22: Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Genel Dağılımı.
S % Düşük 104 44.1 Orta 82 34.7 Yüksek 50 21.2 Toplam 236 100.0
Bu konu başlığında, işletmelerin, kalite çalışmalarına katılımın sağlanması
konusunda işgörenlerin fikir ve önerilerine verdiği değer ile, işgörenlerin buna
tepkileri değerlendirilmek istenmektedir. TKY teorileri kapsamında çalışanların her
türlü sorunla ilgili işletme yönetimine katılabilmesi, fikirlerini rahatça ifade
58 ANOVA tablolarıyla ilgili yapılan analizlerdeki vurgularla da gösterilmeye çalışıldığı gibi, burada ortalama farkı olarak gösterilen değerler büyüdükçe, daha anlamlı bir ilişki olduğu; ayrıca anlamlılık açısından da, 0,05 = 0,050 karşılığı olarak, sıfır değerine yaklaştıkça daha önemli bir farklılık bulunduğu anlaşılmalıdır. 59 Tablolarda ortalama “ort.”, standart sapma “standart s.”, ortalama farkı “ort.f.”, anlamlılık “anl.” olarak kısaltılmıştır.
172
edebilmesi gerekir. Yapılan analizde ortaya çıkan sonuca göre, Tablo: 21
incelendiğinde, işletme “A” ortalama farkının “ANOVA” analizinde işletme “B” ve
işletme “D” ye göre anlamlı olduğu görülmektedir. Bu durum, işletme “A” nın
özellikle işletme “D” den olmak üzere, çalışan katılımının sağlanması konusunda
daha başarılı olduğunu göstermektedir. İşletme “C” ile “E” nin ortalama farkı da,
işletme “D” ye göre anlamlıdır ve buradan işletme “C” ile “E” nin çalışanların
katılımı konusunda “D” işletmesiyle karşılaştırıldığında, daha başarılı olduğu
anlaşılmaktadır. Tablo 22’ e göre firmaların genel durumuna bakıldığında ise,
işgörenlerin katılımı konusunda olumsuz düşünenler % 44.1 iken, olumlu düşünenler
% 21.2 de kalmaktadır.
Elde edilen verilerden de görüldüğü üzere, kalite uygulamaları, çalışanların
işletmenin yönetimine, kararların alınmasına katılımı konusunda işgörenler
tarafından olumlu karşılanabilecek bir duruma işaret etmemektedir. Ancak, yukarıda
incelenen ANOVA tablosu, demografik sorulara verilen cevaplar, gözlem ve
görüşmelerden elde edilen veriler, diğerlerine göre daha olumlu özellikler taşıyan
“A” ve “E” işletmesi çalışanlarının tepkileri açısından, daha olumlu durumda
olduğunu göstermektedir.
2. Ücretlerin çalışanların iş doyumuna yansıma durumu.
Tablo 23: İşletmelerde Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Ortalamaları
ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 6.63 2.116 İşletme B 47 5.83 1.915 İşletme C 45 5.09 1.730 İşletme D 75 5.19 2.154 İşletme E 34 7.26 2.874 Toplam 236 5.81 2.275
İşletme A İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl. İşletme C 1.54 .014 İşletme B 1.43 .028 İşletme D 1.44 .011 İşletme C 2.18 .000 İşletme D 2.08 .000
173
Tablo 24: Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Genel Dağılımı.
S % Düşük 158 66.9 Orta 66 28.0 Yüksek 12 5.1 Toplam 236 100.0
Tablo 23’ de de görüldüğü gibi, işletme “A” ortalama farkı, işletme “C” ve “D”
ye göre ve işletme “E” nin de, sırasıyla işletme “C”, “D” ve “B” den ücretlerin yarattığı
iş doyumuyla ilgili olumlu bir farklılığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 24’ e göre,
işletmelerdeki ücret politikasını ise, % 66.9’ u yetersiz, sadece yüzde 5.1’ i yeterli
bulmaktadır. Yukarıda yazılanlardan da anlaşıldığı gibi, çalışanların çok küçük bir kısmı
ücretlerini yeterli bulmaktadır. Buradan anket sorularına verilen cevaplarda da açığa
çıktığı gibi, çalışanların beslenmeleriyle ilgili temel ihtiyaç maddelerini satın
alabilmeleri, sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri, tatil yaparak dinlenebilmeleri
açısından sorunlu oldukları ortaya çıkmaktadır. 3. Bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın teşvik edilmesi. Tablo 25: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin
İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 8.23 2.680 İşletme B 47 6.94 2.682 İşletme C 45 7.51 2.825 İşletme D 75 6.23 2.160 İşletme E 34 7.50 2.502 Toplam 236 7.09 2.604
İşletme A Ort.F. Anl. İşletme D 2.00 .001 Tablo 26: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin
Genel Dağılımı.
S % Düşük 94 39.8 Orta 101 42.8 Yüksek 41 17.4 Toplam 236 100.0
174
Tablo: 25’ de, işletme “A” nın, işletme “D” ye göre ortalama farkının daha
yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre “A” işletmesinin diğer işletmelerden konuyla
ilgili olarak anlamlı bir farklılığı olmamasına rağmen, işletme “D” den bilgi, beceri,
yetenek ve öz verili çalışmanın teşvik edilmesi açısından, daha olumlu durumda olduğu
anlaşılmaktadır. Tablo 26’ ye göre, aynı durum işletmelerin tamamı göz önüne
alındığında, çalışanların % 39.8’ i tarafından olumsuz karşılanmakta, % 17.4’ ünceyse
olumlu karşılanmaktadır.
TKY teorilerinde de incelendiği gibi, işgörenlerin bilgi, beceri, yetenek ve
özverili çalışmalarının takdir edilmesi önemlidir. Ancak yukarıda da incelendiği gibi,
konu hakkında anlatılanların tersine, incelenen işletmeler bu konuda etkisi belirginleşen
bir çalışma yapmamaktadır. Çalışanların daha özverili davranması tüm işletmeler
tarafından beklendiği hâlde, işgörenlerin özverisinin karşılığının takdir edilmesi
gündeme geldiğinde yeterli duyarlılık gösterilmemektedir.
4. İkili ilişkilerin durumu.
Tablo 27: İkili İlişkilerin Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama
Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 9.4 2.626İşletme B 47 9.3 2.035İşletme C 45 9.8 2.262İşletme D 75 8.0 2.424İşletme E 34 8.8 2.480Toplam 236 8.9 2.440
İşletme D Ort.F. Anl. İşletme A -1.33 .049 İşletme B -1.27 .033 İşletme C -1.80 .001
Tablo 28: İkili İlişkilerin Durumunun Genel Dağılımı.
S % Düşük 32 13.6 Orta 105 44.5 Yüksek 99 41.9 Toplam 236 100.0
175
Tablo 27’ e göre, işletme “D”, sırasıyla “C”, “B” ve “A” işletmesiyle
karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılıkta görülmektedir. Bu duruma göre, ikili
ilişkiler değerlendirildiğinde “E” firmasıyla ilgili anlamlı bir farklılık yoktur. Çıkan
sonuçlar açısından, özellikle “D” işletmesi dost, hemşehri, akraba, çıkar, din, mezhep vb.
ilişkiler açısından daha sorunlu görünmektedir. Tablo 28’ a bakarak aynı karşılaştırma
işletmelerin tamamı için değerlendirildiğinde, % 13.6’ sı tarafından olumsuz, % 41.9’ ı
tarafından olumlu karşılanmaktadır.
Yukarıdaki analize göre “D” işletmesinde rastlanan durumun bir istisna olduğu
değerlendirilirse, bu konuda işletmelerin kalite çalışmalarına uygun bir tutum içinde
oldukları, en azından belirgin bir sorun yaşamadıkları düşünülebilir. Söz konusu durum,
hem kapitalizmin hem de fordist üretim sisteminin mantığına göre de uygundur. Çünkü
sermayenin önceliği ikili ilişkilerden çok, çıkarlarını maksimize etme üzerinedir. Ve bu
düşünceden hareket edilirse, ikili ilişkiler ancak, işgörenlerin birbirlerine düşürülerek
birleşmesini önlemek için bilinçli şekilde uygulanırsa mantıklı olabilir. Kalite teorileri
açısından düşünüldüğünde ise, bu araştırmada TKY konusu içinde de kuramsal
boyutuyla incelendiği gibi, işletmelerdeki yatay ilişkiler ve çalışanların birlikte uyumlu
bir üretim yapabilmesi açısından, yukarıda çıkan değerlerin daha olumlu olması beklenir.
5. Çalışanların bilgi ve becerisinin artırılması. Tablo 29: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 6.89 2.564 İşletme B 47 5.66 2.530 İşletme C 45 7.16 2.364 İşletme D 75 5.47 2.107 İşletme E 34 7.44 2.549 Toplam 236 6.32 2.499
İşletme D İşletme B Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
İşletme A -1.42 .032 İşletme C -1.50 .024 İşletme C -1.69 .002 İşletme E -1.78 .029 İşletme E -1.97 .001
176
Tablo 30: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının Genel Dağılımı.
S %Düşük 133 56.4Orta 76 32.2Yüksek 27 11.4Toplam 236 100.0
Tablo: 29’ a göre, işletme “D” nin “A”, “C” ve “E” işletmesinden,
çalışanların bilgi ve becerisinin artırılması konusunda daha olumsuz durumda
olduğu; “B” işletmesinin de, “C”, “E” işletmelerine bakarak daha olumsuz bir
duruma sahip olduğu söylenebilir. Firmaların tamamındaki durumun görüldüğü tablo
30’ a göre ise, çalışanların % 56.4 bu konuda olumsuz değerlendirmede bulunurken,
% 11.4’ ü olumlu değerlendirmede bulunmaktadır.
Yukarıda yapılan analiz incelendiğinde, çalışanların genel kültür ve işle ilgili
bilgilerinin artırılmasında, firmalar tarafından yeterli olanakların sağlanmadığı
görülmektedir. Oysa TKY teorileri açısından bakıldığında, bu sorun işletmelerin en
başta önem vermesi gereken konulardandır. Aslında tümü yetersiz olduğu hâlde,
işletmeler arasında diğerine göre daha iyi durumda olanlar yukarıdaki analizde
görülmektedir. 6. Korku ve tedirginliğin çalışanlara etkisi.
Tablo 31: İşletmelerde Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Ortalamaları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 9.0 1.571İşletme B 47 9.1 2.395İşletme C 45 8.7 2.402İşletme D 75 8.0 2.399İşletme E 34 9.0 2.187Toplam 236 8.7 2.293
Tablo 32: Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Genel Dağılımı.
S % Düşük 46 19.5 Orta 98 41.5 Yüksek 92 39.0 Toplam 236 100.0
177
Tablo 31’ de işletmelerin ortalamaları ve standart sapma durumları
görülmektedir. Bu konuda çıkan sonuca göre, ANOVA analizinde, işletmeler arasında
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Firmaların genelinin değerlendirildiği tablo 32’
ye göre ise, işgörenlerin bu konuda % 19.5’ u olumsuz, % 39’ u olumlu değerlendirmede
bulunmaktadır. Burada yapılan analizde korku ve tedirginlik konusunda olumlu tepki
gösterenler, olumsuz tepkide bulunanlardan oran olarak daha fazla olmasına rağmen,
orta derecede etkilenmeyi anlatan yüzdelik değer dikkate alındığında, yine de sorunun
çalışanları etkilediği anlaşılmaktadır. TKY teorilerine göre incelendiğindeyse, beklendiği
kadar olumlu etkilerin yaratılamadığı görülmektedir. 7. Çalışanların kendilerine verilen değere tepkisi. Tablo 33: Çalışanların Kendilerine Verilen Değere Tepkisinin İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.40 2.452 İşletme B 47 6.96 2.612 İşletme C 45 7.69 2.457 İşletme D 75 6.45 2.361 İşletme E 34 8.79 2.471 Toplam 236 7.42 2.592
İşletme E İşletme A Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
İşletme B 1.84 .009 İşletme D 1.95 .001 İşletme D 2.34 .000
Tablo 34: Çalışanların Kendilerine Verilen Değerle İlgili Sorulara Verilen
Tepkilerin Genel Dağılımı.
S %Düşük 87 36.9Orta 98 41.5Yüksek 51 21.6Toplam 236 100.0
Tablo 33’ e göre, çalışanların kendilerine verilen değer konusunda sırasıyla,
işletme “E” nin işletme “B” ve “D” ye, işletme “A” nın da “D” ye göre daha olumlu
olması açısından anlamlı bir farklılığa sahip oldukları görülmektedir. Tablo 34’ de,
178
firmaların tamamındaki verilen cevaplar karşılaştırıldığında, çalışanların bu konuda
% 36.9’ u olumsuz tepkide bulunurken, % 21.6’ sı olumlu tepki göstermektedir.
İşgörenler açısından, işletmenin kendilerine sağladığı maddi olanakların
yanında, iş doyumu açısından, manevi değerlerin de önemli bir yeri vardır. İşgörenler
de tüm diğer insanlar gibi, yaşantılarının önemli bir zamanını geçirdikleri işlerinde
saygı görmek isterler. TKY teorileri de incelendiğinde, çalışanların kendi aralarında
ve yönetimle çalışanlar arasında, saygı, sevgi ilişkisinin geliştirilmesi; yöneticilerin
çalışanların fikirlerine önem vermesi önerilir. Buradan amaç birlik beraberliği
sağlamak, ortak akıldan faydalanmak, çalışanların motivasyonunu sağlamaktır.
Ancak yine uygulamaya bakıldığında, TKY uygulamaları açısından beklendiği
şekilde olumlu bir cevap alınamadığı görülmektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar
açısından ise, yine “B” ve “D” firmalarında daha olumsuz bir durum yaşandığı
anlaşılmaktadır.
8. Çalışanların sorunlarına yöneticilerin yaklaşımı.
Tablo 35: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının İşletmeler
Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 7.6 2.363 İşletme B 47 6.5 2.205İşletme C 45 7.4 2.380İşletme D 75 6.7 2.393İşletme E 34 8.0 2.309Toplam 236 7.1 2.382
İşletme B Ort.F. Anl. İşletme E -1.53 .033 Tablo 36: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının Genel
Dağılımı.
S % Düşük 90 38.1 Orta 104 44.1 Yüksek 42 17.8 Toplam 236 100.0
179
Tablo 35’ e göre, çalışanların sorunlarına yöneticilerin yaklaşımı konusunda
anket sorularına verilen cevaplar incelendiğinde, işletme E’nin, “B” işletmesinden
daha olumlu olduğu görülmektedir. Diğer işletmeler arasında anlamlı bir fark
olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak, bu benzeşme, tablo 36’ daki genel tepkilerin
yüzdelik dağılımları dikkate alındığında, olumsuz yönde değerlendirilmesi gereken
bir etkiyi açıklamaktadır. Tablo 36’ da, Firmaların genel durumuna bakıldığında ise,
çalışanların % 38.1’ i olumsuz tepki gösterirken, % 17.8’ i olumlu tepki
göstermektedir.
Yukarıda ortaya çıkan sonuçlar, yöneticilerin çalışanların işlerini
kolaylaştırma ve işgörenlerin sorunlarıyla ilgilenme konusunda yeterli güveni
veremediklerini göstermektedir. TKY teorilerinde de, yöneticilerin hem işle ilgili,
hem de iş dışı ilişkilerde çalışanların sorunlarıyla ilgilenmeleri tavsiye edilmektedir.
Buradaki beklentiye göre, yöneticiler işgörenler üzerinde baskı kurmak, onların
hatalarını bulmaya çalışmak yerine, işgörenlerin hata yapmasına sebep olan sorunlar
üzerinde yoğunlaşmalı, çalışanların işlerini kolaylaştırma konusunda onlarla işbirliği
yapmalıdır. Ancak, yine araştırmadaki sonuçlara bakıldığında, uygulamadaki
durumun beklentilerin çok uzağında olduğu anlaşılmaktadır.
9. Çalışanların iş yerinde sorumluluk alma durumu.
Tablo 37: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 10.83 1.757 İşletme B 47 10.23 2.688 İşletme C 45 10.69 2.363 İşletme D 75 9.45 2.668 İşletme E 34 11.00 2.103 Toplam 236 10.27 2.478
İşletme D Ort.F. Anl.İşletme A -1.38 .047İşletme E -1.55 .019
180
Tablo 38: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun Genel Dağılımı.
S % Düşük 17 7.2 Orta 72 30.5 Yüksek 147 62.3 Toplam 236 100.0
Tablo 37’ de ortaya çıkan sonuçlara göre, işletme “E” ve “A” nın “D”
firmasına göre, iş yerinde çalışanların sorumluluk almaları açısından daha olumlu
bir durumda olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 38’ de, tüm işletmelere bakıldığında
aynı konuda, çalışanların % 7.2’ si olumsuz düşünce belirtirken, % 62.3’ ü
sorumluluk almayla ilgili olumlu tepki göstermektedir. Çalışanların iş yerlerinde, sorumluluk almaları, firmalarını her türlü
zarardan korumaya çalışmaları açısından her zaman beklenen bir durumdur. Oysa
TKY teorilerince söz konusu edilen durum daha farklı beklentileri de içerir.
İşgörenlerin yaptıkları işleri aynı zamanda yönetmelerini, iş süreçlerini takip
etmelerini, üretimde kaliteyi artırmak için yeni yöntem ve fikirler bulmaya
yoğunlaşmalarını ister. Söz konusu beklentiler göz önüne alındığında, elde edilen
sonuçların biraz daha olumsuz değerlendirilmesi gerektiği ortaya çıkar.
10. Sosyal güvencelerin çalışanlara etkisi.
Tablo 39: İşletmelerde Sosyal Güvencelerin Etkisinin Ortalamaları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 6.80 2.644İşletme B 47 6.81 2.319İşletme C 45 6.53 2.242İşletme D 75 6.59 2.200İşletme E 34 7.35 2.058Toplam 236 6.76 2.279
Tablo 40: Sosyal Güvencelerin Etkisinin Genel Dağılımı.
S % Düşük 106 44.9 Orta 103 43.6 Yüksek 27 11.4 Toplam 236 100.0
181
Tablo 39’ da sosyal güvencelerin etkisi, ortalama ve standart sapma değerleriyle
birlikte görülmektedir. Sosyal güvencelere çalışanların tepkisi konusunda, anket
sorularına verilen cevaplara göre, bu konuda işletmeler arasında anlamlı bir fark
olmadığı anlaşılmaktadır. O nedenle ANOVA tablosuyla işletmelerin durumu
gösterilmemiştir. Tablo 40’ a göre, firmaların tamamı değerlendirildiğindeyse,
çalışanların % 44.9’ u olumsuz tepki gösterirken, % 11.4’ ü olumlu tepki
göstermektedir.
Sosyal güvenceler, çalışanların işleriyle ilgili güvenlerinin artmasına sebep olur.
Her an işten çıkarılma tehdidi yaşayan, geleceklerine güvenle bakamayan çalışanların
işlerinde yeterli verimliliği gösterebilmesi de mümkün değildir. TKY teorilerine göre de,
çalışanlar için ömür boyu iş güvencesi ve çalışanların sağlıklarıyla ilgili hassasiyet
gösterilmesi, işgörenlerin dinlenebilme olanaklarının geliştirilmesi tavsiye edilmektedir.
Ancak yukarıdaki analizde de görüldüğü gibi, TKY teorilerinde anlatılanların tersine,
uygulamada işgörenlerin hiç de güven içinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Araştırma
sonuçlarına göre, işletmeler arasında da anlamlı bir farklılığın görülmemesi, bu konuda
tüm işletmelerde sorun yaşandığını göstermektedir.
11. Çalışanların dinlenebilme durumuna tepkisi.
Tablo 41: Dinlenebilme Durumuna Tepkinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve
Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 7.94 2.235 İşletme B 47 7.94 2.047 İşletme C 45 8.33 2.111 İşletme D 75 7.83 1.804 İşletme E 34 9.53 1.830 Toplam 236 8.21 2.049
İşletme E Ort.F. Anl. İşletme A 1.59 .009 İşletme B 1.59 .004 İşletme D 1.70 .000
182
Tablo 42: Dinlenebilme Durumuna Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.
S % Düşük 53 22.5 Orta 125 53.0 Yüksek 58 24.6 Toplam 236 100.0
Tablo 41’ da çalışanların dinlenebilme durumlarına tepkisi açısından,
işletme “E” nin “A”, “B” ve “D” firmalarına göre daha olumlu bir durumda
olduğu görülmektedir. Tablo 42’ de görüldüğü gibi, İşletmelerin tamamı
değerlendirildiğinde ise, çalışanların bu konuda % 22.5’ i olumsuz tepki
gösterirken, % 24.6’ sı olumlu tepki göstermektedir.
İşgörenler için en önemli konulardan birisi de, işinde dinlenebilmeyle
ilgilidir. Bu dinlenebilme, iş günü içindeki dinlenme saatlerinin uygun olanaklar
vermesi, yıllık tatil imkanlarının yeterli olması, hafta sonu tatillerinin yeterli
olması gibi durumlar açısından düşünülebilir. Dinlenebilme kapitalist üretim
mantığında işverenler açısından bakıldığında, özellikle bir sonraki iş gününde
çalışanlardan tekrar faydalanabilmeyi içerir. İşgörenler açısından bakıldığında ise,
izinli günlerin saatlerinin yeterliliği yanında, bu izinli zamanlarda dinlenebilecek
ekonomik şartların da değerlendirilmesini gerektirir. Yine TKY teorileri de
çalışanlara insanca değer verilmesi gerektiği üzerinde durarak, insanların
ihtiyaçlarının makinelerden çok daha çeşitli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak
yine yukarıda araştırma sonuçlarına bakıldığında, çalışanların içinde yaşadıkları
şartların kalite teorindeki beklentilerle uyuşmadığı görülmektedir. İşletmeler
arasındaki farklılıklar değerlendirildiğindeyse, genelde diğer madde analizlerine
göre de olumsuz tepkiler alınan “D”, “B” işletmelerinin yanında bu konuda “A”
işletmesinde de çalışanlar açısından ağırlıklı bir sorun yaşandığı anlaşılmaktadır.
183
12. Çalışanların, iş yerinin sağlık koşullarına tepkisi.
Tablo 43: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.46 2.267 İşletme B 47 6.72 2.184 İşletme C 45 8.91 2.172 İşletme D 75 6.95 2.382 İşletme E 34 10.12 1.935 Toplam 236 7.96 2.528
İşletme A İşletme B İşletme C Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
Ort.F. Anl.
İşletme B 1.73 .005 İşletme C -2.19 .000 İşletme D 1.96 .000 İşletme D 1.51 .009 İşletme E -3.39 .000 İşletme E -1.66 .018 Tablo 44: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.
S %Düşük 74 31.4Orta 94 39.8
Yüksek 68 28.8Toplam 236 100.0
Tablo 43’ de görüldüğü gibi, çalışanların iş yerindeki sağlık koşullarına tepkisi
açısından, işletme “A” nın “B” ve “D” ye göre olumlu, “E” işletmesine göre olumsuz
anlamda bir farklılık taşıdığı anlaşılmaktadır. İşletme “B” nin “C” ve “E” işletmelerinden
olumsuz anlamda, işletme “C” nin de, “D” işletmesinden olumlu anlamda farklı bulunduğu
görülmektedir. Tablo 44’ e göre, firmaların geneli değerlendirildiğindeyse, işgörenlerin %
31.4’ ü iş yerlerini sağlıkla ilgili şartlar açısından yetersiz bulurken, % 28.8’ i yeterli
bulmaktadır. Çalışanlar için çok önemli konulardan birisi de, işyerinin makineler ve çevrenin
düzeni açısından insan sağlığını tehdit eder durumda olmamasıdır. Ayrıca işyerinde
çalışanların sağlıklarıyla ilgili bir problemle karşılaştıklarında, ilk yardım malzemelerinin
bulunması, işyeri hekimi gibi olanaklar da, çalışanların motivasyonunda önemli bir konudur.
TKY teorileri açısından işyerinin temizliği, düzeni ve yukarıda da açıklanan sağlık koşulları,
çalışanların motivasyonu açısından tavsiye edilir bir durumdur. Ancak yukarıda incelenen
araştırma sonuçlarına göre, yine teoriyle uygulamanın uyuşmadığı görülmektedir. İşletmeler
arasındaki farklılıklar değerlendirildiğinde, “B” ve “D” işletmelerinde başka maddelere
verilen olumsuz cevapların bu konuda da tekrarlandığı anlaşılmaktadır. “A” işletmesinin “E”
184
işletmesine göre beklenmeyen olumsuz anlamlığı ise, kadro ve eğitim seviyesindeki
farklılıktan doğan beklenti farklılığıyla açıklanabilir.
13. Yükselme olanaklarının durumu. Tablo 45: Yükselme Olanaklarının İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama
Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 8.91 2.174İşletme B 47 7.19 2.428İşletme C 45 7.38 2.279İşletme D 75 6.79 2.384İşletme E 34 7.94 2.386Toplam 236 7.46 2.431
İşletme A Ort.F. Anl.İşletme B 1.72 .010İşletme C 1.54 .032İşletme D 2.13 .000
Tablo 46: Yükselme Olanaklarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı.
S %Düşük 84 35.6Orta 101 42.8Yüksek 51 21.6Toplam 236 100.0
Tablo 45’ e göre, yükselme olanaklarının durumu açısından, işletme “A” nın
sırasıyla işletme “D”, “B” ve “C” ye göre daha olumlu durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı şartlar firmaların tamamı göz önüne alınarak, tablo 46’ da ortaya çıkan sonuçlara
göre değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 35.6’ sı yükselme konusundaki işletme
politikasına olumsuz tepki verirken, % 21.6’sı olumlu tepki göstermektedir.
İşgörenler açısından önemli bir motivasyon aracı da, çalışmalarının karşılığını
yükselme olanakları sonucu takdir edilerek alabilmektedir. Çalışanların çoğunluğu
işletmelerinde bulundukları pozisyonda sürekli kalmak istemezler. TKY teorileri
açısından da, işgörenlerin yönetime ve iş süreçlerine beyinleriyle katılmaları oranında,
aldıkları eğitimi işlerine yansıtabilmeleri, aynı zamanda işletmenin başarısı için de
kaçınılmaz bir durumdur. Ancak, yine bu durum yukarıdaki paragraftaki verilerden de
anlaşıldığı gibi, araştırılan işletmeler değerlendirildiğinde sadece bir teori olarak
kalmaktadır. Çünkü çalışanların büyük bir çoğunluğu beklendiği şekilde yükselme
olanaklarından hoşnut görünmemektedir. Bu bölümde incelenen diğer verilerin de, belli
185
firmalardaki durumun daha olumsuz olduğunu göstermesi, gözlem ve görüşmelerle ilgili
yapılmış olan analizleri doğrular niteliktedir.
14. Kalite uygulamalarına çalışanların genel tepkisi.
Tablo 47: Kalite Uygulamalarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 5.89 2.111İşletme B 47 5.43 1.691İşletme C 45 6.29 1.727İşletme D 75 5.29 1.822İşletme E 34 6.32 1.590Toplam 236 5.75 1.832
İşletme D Ort.F. Anl. İşletme C -1.00 .029 İşletme E -1.03 .046
Tablo 48: Kalite Uygulamalarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı.
S % Düşük 58 24.6 Orta 135 57.2 Yüksek 43 18.2 Toplam 236 100.0
Kalite uygulamalarına çalışanların genel tepkisi açısından tablo 47’ ye
bakıldığında, işletme “C” ve “E” nin işletme “D” ye göre daha olumlu bir durumda
olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 48’ e bakılarak, işletmelerin tamamı
değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 24.6’ sı kalite çalışmalarını genel olarak
olumsuz karşılarken, % 18.2’ si olumlu karşılamaktadır.
Bu durum aslında yapılan gözlem ve görüşmelerin de doğruladığı gibi,
çalışanların bir kısmının çok da bilinçli olmamakla birlikte, TKY uygulamalarının iş
yükünü artırırken kendi olanaklarıyla ilgili gelişme getirmediğinin farkında olduğunu
göstermektedir. Böyle olmasının sebebi ise, yine sürecin kapitalizmin mantığında
işlemesi ve insanı makine gibi görüp, tüm hesapları artık değeri en fazlaya çıkarma
186
üzerine yapmasıdır. Ayrıca yukarıda incelenen madde, genel tutumu ölçmek için
hazırlanmış olduğundan, TKY teorileriyle ilgili olan diğer 13 maddeyi de test etmesi
açısından önemlidir. Çıkan sonuç, anketin bu bölümündeki soruların uyuşum içinde
olduğunu göstermektedir.
4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri
Aşağıda çalışanların yabancılaşmaya karşı verdikleri tepkiler, TKY
uygulamalarında oluşan etkileri araştırabilmek için incelenmiştir. Konunun
analizinde, önceki bölümde kullanılan yöntemlerin aynısı kullanılmıştır. Burada
yapılan analiz için Mottaz’ ın yabancılaşma ölçeğinden faydalanılmıştır (1981: 515–
529). Mottaz’ın yabancılaşma ölçeği, önceki bölümdeki soruların şekli yapısına
uygun olarak ingilizceden çevrilip yeniden düzenlenmiştir. Bu yeniden
düzenlemenin ise, ölçeğin özüne zarar vermemesine özellikle özen gösterilmiştir.
Aşağıda yapılan değerlendirmeler incelenirken, “2.1.2.1 Fordist Üretim
Organizasyonu” konusunda yabancılaşmayla ilgili anlatılanlar ve “2.2 Toplam Kalite
Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar” bölümünde anlatılanlar dikkate alınmalıdır.
Tablo 49: Yabancılaşmayla İlgili Olarak Verilen Cevapların Genel Dağılımı.
S % Düşük 50 21.2 Orta 75 31.8 Yüksek 111 47.0 Toplam 236 100
Tablo 49’ de görüldüğü gibi, çalışanların görece büyük bir oranının
yabancılaşmayla ilgili etkilerden olumsuz yönde etkilenmediği anlaşılmaktadır.
Ancak TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde, bu oranın beklentilerle
uyuşmadığı da açıktır. 60
60 Bu sonuçlarla ilgili olarak daha geniş bir analiz için “4.8 Genel Değerlendirme” bölümünde yabancılaşmayla ilgili hipotezlerin değerlendirilmesine bakılmalıdır.
187
Tablo 50: Yabancılaşmaya Karşı Tepkilerin İşletmeler Arası Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 1 2.9 6 17.1 28 80.0 35 100 İşletme B 8 17.0 16 34.0 23 48.9 47 100 İşletme C 10 22.2 17 37.8 18 40.0 45 100 İşletme D 29 38.7 25 33.3 21 28.0 75 100 İşletme E 2 5.9 11 32.4 21 61.8 34 100
Toplam 50 75 111 236 X2 =39.481 s.d.8 P<00
Tablo 50’ deki düşük ve yüksek aralıklarındaki veriler dikkate alındığında,
anket soruları pozitife çevrilmiş olduğundan, yabancılaşmanın en az “A” ve “E”
işletmesinde sorun olduğu, en fazlada “D” işletmesinde sorun olduğu
anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılık “chi-square” ye göre incelendiğinde
ise, P<00 olduğundan firmalar arasında önemli derecede anlamlı bir farklılık
bulunduğu anlaşılmaktadır.
Demografik sorulara göre, yabancılaşmaya karşı verilen tepkiler: Buradaki başlıkta, toplam 21 soru 3 maddede incelenen yabancılaşma
konusunun tek bir madde hâlinde kategorik hâle getirilmiş durumu, çapraz tablo
kullanılarak, çalışanların demografik durumlarına göre anlamlı çıkan sonuçlar
açısından değerlendirilmektedir. Tablo 51: Yabancılaşma ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Eğitim S % S % S % S % İlkokul 12 36.4 9 27.3 12 36.4 33 100 Ortaokul 6 30.0 6 30.0 8 40.0 20 100 Lise 27 21.3 49 38.6 51 40.1 127 100 Yüksekokul 4 16.7 4 16.7 16 66.6 24 100 Üniversite 1 3.1 7 21.9 24 75.0 32 100
Toplam 50 75 111 236 X2 =23.847 s.d.8 P<01
188
51’ de incelendiği gibi, ankete katılanların verdikleri cevaplar dikkate
alındığında, eğitim düzeyi yükseldikçe yabancılaşmaya karşı olumsuz tutumların
azaldığı anlaşılmaktadır. Yine çapraz tabloya göre de, P<01 olduğundan anlamlı bir
ilişki olduğu görülmektedir.
Tablo 52: Yabancılaşma ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Kadro S % S % S % S % Vasıfsız işçi 30 39.0 30 39.0 17 22.1 77 100 Usta işçi 13 18.8 24 34.8 32 46.4 69 100 Teknisyen 6 9.8 14 23.0 41 67.2 61 100 Mühendis 1 3.4 7 24.1 21 72.4 29 100
Toplam 50 75 111 236 X2 =42.607 s.d.6 P<00
Tablo 52’ de de görüldüğü gibi, çalışanların vasıflarının artması,
yabancılaşmaya karşı daha olumlu tepkiler vermelerine sebep olmaktadır. Yine
çapraz tabloya göre, P<00 olduğundan, kadrolarla yabancılaşma arasında önemli
derecede bir anlamlılık olduğu görülmektedir.
Tablo 53: Yabancılaşma ve Gelir Gruplarına Göre Cevapların Dağılımı.
Düşük Orta Yüksek Toplam Gelir grubu S % S % S % S % Düşük 34 28.3 42 35.0 44 36.7 120 100 Orta 12 21.1 17 29.8 28 49.1 57 100 Yüksek 4 6.8 16 27.1 39 66.1 59 100
Toplam 50 75 111 236 X2 =16.893 s.d.4 P<01
Tablo 53’ de de görüldüğü gibi, gelir grubunun yükselmesiyle
yabancılaşmaya karşı olan tepkiler daha olumlu olmaktadır. Yine çapraz tabloya göre
de, P<01 olduğundan, yabancılaşmayla gelir grubu arasında anlamlı bir ilişki
bulunduğu görülmektedir.
Yabancılaşmayla ilgili madde analizlerine göre, (toplam 3 konu) işletmeler
arasında verilen tepkilerin karşılaştırılması:
189
Yöntem bölümünde daha geniş açıklandığı gibi, yabancılaşmayla ilgili konulara
karşı verilen tepkiler, burada ANOVA tablolarına göre işletmeler arasındaki farklılıklar
açısından analiz edilmekte ve her konuya firmaların tamamında çalışanların verdikleri
tepkilerle birlikte değerlendirme yapılmaktadır. 1. Güçsüzlük (Powerlesness). Tablo 54: Güçsüzlük (Powerlesness) ile ilgili Cevapların İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 22.23 4.590 İşletme B 47 18.60 3.651 İşletme C 45 19.29 4.934 İşletme D 75 16.75 4.691 İşletme E 34 20.76 5.087 Toplam 236 18.99 4.945
İşletme A İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
İşletme B 3.63 .004 İşletme D 4.02 .000 İşletme C 2.94 .039 İşletme D 5.48 .000
Tablo 55: Güçsüzlükle İlgili Verilen Cevapların Genel Dağılımı.
S % Düşük 55 23.3 Orta 157 66.5 Yüksek 24 10.2 Toplam 236 100.0
Tablo 54’ e göre işletme “A” nın, sırasıyla “D”, “B” ve “C” işletmelerine
göre daha olumlu bir durumda olduğu; işletme “E” nin ise “D” ye göre daha olumlu
olduğu anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili işletmelerin tamamında, tablo 55’ e bakılarak
yapılan değerlendirmeye göre ise, çalışanların % 23.3’ü olumsuz tepki verirken, %
10.2’ si olumlu tepki vermektedir.
TKY teorisyenlerince de, çalışanların işletmeyle ilgili kararlara
katılmalarının, yaptıkları işlerle ilgili insiyatif kullanabilmelerinin sağlanması
gerekliliği anlatılmaktadır. İşgörenler, yaptıkları işlerle ilgili kararları kendileri
190
vermediklerinde, fikirlerini işlerinde uygulayamadıklarında, yaptıkları işler sürekli
başkaları tarafından yönlendirildiğinde, kendilerini güçsüz hissederek
yabancılaşmaktadırlar. Bu durumda da, TKY’ nin katılımcılığı artıracağı,
işgörenlerin yaptıkları işle ilgili yetkileri genişleteceği iddiaları geçerli
olmamaktadır.
2. Anlamsızlık (Meaningless).
Tablo 56: Anlamsızlık (Meaningless) İle İlgili Cevapların İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 28.91 3.425 İşletme B 47 25.40 4.387 İşletme C 45 26.78 5.764 İşletme D 75 23.95 6.153 İşletme E 34 27.50 4.114 Toplam 236 26.03 5.395
İşletme D İşletme A Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
İşletme A -4.97 .000 İşletme B 3.51 .021 İşletme C -2.83 .031 İşletme E -3.55 .009
Tablo 57: Anlamsızlıkla İlgili Cevapların Genel Dağılımı.
S %Düşük 11 4.7Orta 82 34.7Yüksek 143 60.6Toplam 236 100.0
Tablo 56’ ya göre “D” işletmesinin “A”, “E” ve “C” firmalarına göre daha
sorunlu bir durumda olduğu; “B” işletmesinin de “A” ile karşılaştırıldığında daha
olumsuz bir durumda bulunduğu anlaşılmaktadır. Firmaların tamamı tablo 57’ ye
bakılarak göz önüne alındığında ise, işgörenlerin, % 4.7’ si olumsuz tepki verirken %
60.6’ sı olumlu tepki vermektedir.
Yukarıda yapılan analize göre çalışanların büyük bir kısmının yaptıkları işin,
toplum ve firmaları açısından önemini bildiklerini, kendi yaptıkları işle diğer iş
191
arkadaşlarının yaptıkları iş arasındaki bağıntıyı anladıklarını göstermektedir.
Buradaki sonucun olumlu çıkmasında, araştırma yapılan işletmelerin KOBİ sınıfında
olmasının, çalışanların yaptıkları işin bütün süreçlerini yakından görüp anlamalarının
etkisi vardır. Dolayısıyla çıkan olumlu sonuçlar, TKY uygulamalarıyla ilgili değil,
tamamen işletmelerde yapılan işlerin kendine özgü nitelikleriyle ilgilidir.
3. Kendine yabancılaşma (Self estrangement).
Tablo 58: Kendine Yabancılaşma (Self Estrangement) ile İlgili Cevapların
İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 25.17 3.092 İşletme B 47 22.30 3.563 İşletme C 45 21.04 4.587 İşletme D 75 19.60 5.112 İşletme E 34 22.35 4.512 Toplam 236 21.64 4.723
İşletme A İşletme D Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.
İşletme B 2.87 .030 İşletme B -2.70 .010 İşletme C 4.13 .000 İşletme E -2.75 .022 İşletme D 5.57 .000
Tablo 59: Kendine Yabancılaşma ile ilgili Cevapların Genel Dağılımı.
S %Düşük 23 9.7Orta 164 69.5Yüksek 49 20.8Toplam 236 100.0
Tablo 58 incelendiğinde, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “C”, “B”
işletmelerine göre daha olumlu bir durumda olduğu; işletme “B” ve “E” nin de “D”
ile karşılaştırıldığında daha olumlu bulunduğu görülmektedir. Çalışanlar açısından,
kendine yabancılaşma konusunda firmaların tamamı, tablo 59’ a bakılarak
değerlendirildiğindeyse, % 9.7’ si olumsuz tepki verirken, % 20.8’ i olumlu tepki
vermektedir. Yine tablodaki sonuçlardan orta değerin büyüklüğüne de dikkat
edilmelidir.
Buradaki analizde, çalışanların yaptıkları işin kendilerine bir iş başarmanın
zevkini ne kadar verdiği; kişisel başarı duygusunu ne derece artırdığı; yapılan işin
192
kendini geliştirme olanağı verip vermediği; işin kendilerine ilginç gelip gelmediği;
yaratıcılık isteyip istemediği sorgulanmaktadır. Yani alınan olumlu cevaplar,
çalışanların yaptıkları işle kendi kişilikleri arasında olumlu ilişkiler kurabildiklerinin
göstergesi durumundadır. TKY teorileri açısından incelendiğinde de sorgulanan
konuların tamamı, işgörenler açısından, olumlu yönde tavsiyelerle aktarılmaktadır.
Oysa burada incelenen işletmeler kapsamında değerlendirildiğinde, elde edilen
başarının beklenenin çok altında olduğu anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki
farklılıklar ise, yapılan tüm değerlendirmeler göz önüne alındığında rahatça
anlaşılmaktadır.
4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları
Çalışma içinde, TKY teorilerinin incelenmesinden de anlaşıldığı gibi, fordist
üretim ilişkileri ile karşılaştırıldığında, sistemin uygulanabilmesi için tamamıyla
esnekliğe gitmek gerektiğinin önerildiği ortaya çıkmaktadır. O nedenle, bu bölüm
değerlendirilirken, kuramsal kavramsal çerçevede anlatılanlar göz önüne alınarak,
aslında TKY ile ilgili analizlerin de esnek üretim anlayışıyla ilişkisi olduğu
unutulmamalıdır. Bunların yanında, çalışanların sendikal ve sosyal haklarını direk
etkilemesi açısından, esnek üretim biçimleriyle desteklenen, iş zamanlarının,
makinelerin, iş yerlerinde çalışanların esnek kullanımı önemlidir. Bu açıdan
araştırma yapılan işletmelerde, söz konusu iş ilişkilerinin durumu aşağıdaki
analizlerle incelenmektedir. Burada uygulanan analizler, daha önce yöntem
bölümünde verilen bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır.
Tablo 60: Esnek Üretim Durumu ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı.
N %Düşük 81 34.3Orta 120 50.8Yüksek 35 14.8Toplam 236 100
Tablo 60’ da, esnek üretim durumuyla ilgili çalışanların verdiği cevapların
genel dağılımı görünmektedir. Tablodan da izlendiği gibi, esnek üretimle ilgili
araştırılan konularda önemli bir yoğunluk yaşanmadığı anlaşılmaktadır. Sonucun
böyle çıkması, araştırma yapılan işletmelerin KOBİ sınıfında yer almaları sebebiyle,
193
“4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum”, “4.2 İşletmelerde Toplam
Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim” bölümlerinde, firmaların incelenen özellikleriyle
yakından ilgilidir. Yine aşağıda yapılan analizler, konunun daha sağlıklı
değerlendirilmesinde yararlı olacaktır. 1. Fazla mesai ve vardiyaların etkisi. Tablo 61: Fazla Mesai ve Vardiyaların etkisinin İşletmeler Arası Ortalamaları
ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 2.94 1.235 İşletme B 47 2.89 1.272 İşletme C 45 3.47 1.198İşletme D 75 3.17 1.245İşletme E 34 2.44 1.078Toplam 236 3.03 1.248
İşletme E Ort.F. Anl. İşletme C -1.03 .002 İşletme D -.73 .032
Tablo 62: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin Genel Dağılımı.
N %Düşük 75 31.8Orta 83 35.2Yüksek 78 33.1Toplam 236 100.0
Yukarıdaki tablo 61 ve 62’ de, esnek zamanlı çalışma ilişkilerinden fazla
mesai ve vardiyaların durumu incelenmekte, ancak, yine esnek zamanlı çalışma
biçimleriyle ilgili olan dışarıya iş verme (taşeronla çalışma), part-time çalışanlardan
faydalanma gibi iş yapma biçimleri ayrı sorular hazırlanıp değerlendirilmemektedir.
Bunun sebebi, anket ön araştırmasında incelenen işletmelerde, böyle çalışma
biçimlerinin uygulanmamasıdır.
Tablo 61’ deki ANOVA tablosunda incelendiği gibi, esnek zamanlı çalışma
açısından, işgörenler “C” ve “D” işletmesinde, “E” firmasına göre daha olumlu
etkilenmektedir. Buna göre işletmelerin tamamı tablo 62’ ye bakılarak
incelendiğindeyse, çalışanların % 31.8’ i olumsuz tepki gösterirken, % 33.1’ i
194
olumlu tepki göstermektedir. Anket sorusu, ve araştırmanın nitel verilerindeki ilgili
analiz dikkate alındığında, çıkan sonucun “E” işletmesinde fazla mesai ve vardiyalı
çalışma yöntemlerinin daha fazla uygulanmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki sonuçlara göre, çalışanların genelde fazla mesai ve vardiyalardan
hoşnut oldukları anlaşılmamalıdır. Bu durum, görüşme cetvelindeki sorulara
işletmeler tarafından verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi, kriz etkisiyle
piyasanın daha fazla üretimi desteklememesi sebebiyle, bu tür standart dışı esneyen
saatlerde çalışmanın çok sınırlı olması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Yani
çalışanların verdikleri cevaplar, işletmelerinde bu tür çalışma şekillerinin çok seyrek
uygulanması sebebiyle fazla etkilenmediklerini açıklamaktadır. “E” işletmesinde
daha fazla görülen olumsuz etki ise, bu işletmede diğerlerine göre bu tür çalışma
şeklinin daha fazla uygulanmasıyla ilgilidir. Bu durum konu başlığı “4.6 Genel
Değerlendirme” de, başka araştırmalardan elde edilen verilerin incelenmesinden de
ortaya çıktığı gibi, özellikle büyük sanayi işletmelerinde yapılan araştırmalarda, TKY
uygulamalarında çalışanlar açısından istenmeyen bir durum olarak ortaya
çıkmaktadır.
2. Makinelerin esnek üretim amaçlı kullanılabilme durumu.
Tablo 63: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin İşletmeler
Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 3.23 .910 İşletme B 47 2.19 .947 İşletme C 45 2.33 1.168 İşletme D 75 2.57 1.055 İşletme E 34 2.76 1.017 Toplam 236 2.58 1.075
İşletme A Ort.F. Anl. İşletme B 1.04 .000 İşletme C .90 .001 İşletme D .66 .018
195
Tablo 64: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin Genel
Dağılımı.
N %Düşük 100 42.4Orta 96 40.7Yüksek 40 16.9Toplam 236 100.0
Tablo 63’ e bakılarak incelendiğinde, makinelerin esnek kullanımı açısından işletme
“A” nın “B”, “C” ve “D” firmalarına göre elverişli durumda olduğu görülmektedir. Tablo
64’ e göre, işletmelerin tamamında makinelerin esnek kullanım durumu ise, makinelerin
belirli oranda esnek kullanıma uygunluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Yukarıdaki sonuca göre, “A” işletmesinde makinelerin esnek kullanımının daha
fazla olduğu anlaşılmaktadır. Gözlem ve görüşmelerden incelendiğine göre de, aralarında
farklılıklar bulunmasına rağmen, belirli işlerde daha etkin kullanılsalar da, tüm işletmelerde
kullanılan makinelerin çoğu birden fazla iş yapacak durumdadır. TKY teorisyenleri de
konuyla ilgili olarak, işletme verimliliği açısından, makinelerin esnek üretim amaçlarını
gerçekleştirecek niteliklerde olmasını tavsiye etmektedir.
3. Farklı bölümlerde farklı iş yapma durumu. Tablo 65: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun İşletmeler Arası
Ortalamaları ve Ortalama Farkları.
İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 3.1 1.105İşletme B 47 2.3 1.196İşletme C 45 2.5 1.036İşletme D 75 2.5 1.002İşletme E 34 2.6 1.012Toplam 23 2.6 1.085
İşletme A Ort.F. Anl.İşletme B .82 .006
Tablo 66: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun Genel Dağılımı.
N % Düşük 109 46.2 Orta 80 33.9 Yüksek 47 19.9 Toplam 236 100.0
196
Çalışanların farklı bölümlerde farklı iş yapabilmesi açısından tablo 65’ e
bakıldığında, “A” işletmesinin, “B” işletmesine göre daha elverişli bir ortama sahip
olduğu görülmektedir. Bu konuyla ilgili işletmelerin tamamı, tablo 66’ ya göre
değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 53.8’ i orta ve üstü değerlere göre, belirli
oranda farklı işleri yaptıkları şeklinde cevap vermekte, % 46.2’ si farklı işler
yapmadıkları cevabını vermektedirler.
İşgörenlerin farklı bölümlerde farklı işleri yapabilecek durumda olması,
işverenler tarafından tercih edilen bir durumdur. Çünkü zaman zaman değişik
sebeplerden oluşabilecek iş gücü açığı, bu yolla sorun olmaktan çıkarılabilir. Böylece
işveren yedek iş gücü hesabı yapıp, personel sayısını ona göre düzenleme ihtiyacı
duymayacağından, daha az çalışanla işletmesindeki devamlılığı sağlayabilir.
İşgörenler açısından ise, dışardaki işsiz oranını artırıcı ve çalışanların pazarlık
gücünü azaltıcı bir etkiye sahiptir. Burada da görüldüğü gibi, işgörenlerin önemli bir
kısmı farklı bölümlerde iş yapabilecek durumdadır. TKY teorisyenlerince de, işletme
verimliliği açısından, işyerinin farklı bölümlerinde esnek çalışma biçimlerinin
uygulanması önerilmektedir. Yine söz konusu süreç kapitalist mantıkta
uygulandığında, işgörenlerin kendi katkılarıyla daha az işçiyle çalışma olanağı
sağladığından, dışardaki işsizliği artırıcı bir rol oynayacaktır.
4.8 Genel Değerlendirme
Bu bölümde yapılacak çalışmayla iki amaç gerçekleştirilmek istenmektedir.
Bunlardan birincisi, giriş bölümünde yer alan hipotezlerin, elde edilen bulgularla
birlikte yorumlanmasını sağlamak; ikincisi ise, bu tezde incelenen işletmelerden
farklı organizasyon yapılarına sahip firmalarda yapılan bazı araştırmaların da,
konunun analizine katkıda bulunması için, elde edilen bilgilerle birlikte
karşılaştırmasını yapmaktır.
4.8.1 Hipotezlerin Yorumlanması
Temel hipotezde, “Kapitalist üretim sisteminin yaklaşımlarının, çalışan iş
doyumunu, sosyal hak ve güvencelerini önemsemeyen bir yapıda gelişmesi sonucu;
197
aynı temel üzerinde gelişen TKY uygulamaları da, bu duyarsızlığın bir sonucu
olarak, araştırmanın odağında yer alan çalışanlar tarafından olumsuz tepkilerle
karşılanacaktır” denilmektedir.
Yukarıdaki temel hipotezde iddia edilen şudur: Öyle görünmektedir ki, içinde
yaşanılan toplumda sanattan ekonomiye kadar akla gelen her şey, kapitalizmin
mantığı tarafından biçimlendirilmektedir. Buna insanların tek tek bireyler olarak,
kapitalist sistemin üretim, tüketim kalıplarına uygun bir kültüre göre
biçimlendirilmesi örnek olarak verilebilir. Böylece insanların kendilerini, etki altında
kalmadan, özgün kimlikleriyle gerçekleştirmeleri zorlaşmaktadır. Ayrıca aynı mantık
çalışanlar açısından iş doyumunu azaltmakta, yabancılaşmayı artırmakta; toplumsal
açıdan sosyal devlet anlayışını görmezden gelmektedir. Bu sorun ise, toplumların
içinden çıkamayacağı sorunları oluşturmaktadır. İş doyumunun, yabancılaşmanın
dikkate alınmaması sonucu çalışanlar, işlerinde huzursuzluk yaşamakta, evlerine
giderken hem işyerlerinde gün boyu karşılaştıkları sorunları, hem de çalışmalarının
karşılığı olan yeterli ücreti alamamanın yükünü birlikte götürmektedirler. Yine
sosyal devlet anlayışının yeterince önemsenmemesi sonucu, sokaklar topluma faydalı
olacak şekilde yetişememiş insanlarla dolmakta, işsiz insanlar, yoksullar,
kendilerini sürükleyen akıntıya göre hareket etmek zorunda kalmaktadırlar.
Burada anlatılan durumlar ise, kapitalizmin bir açmazı, krizi olarak belirgin
şekilde durmaktadır. Toplum ve insanlarla ilgili sorunlara yeterli duyarlılıkla sahip
çıkmayan sermaye sahipleri açısından ise, aynı sorunlar kendi can ve mal
güvenliklerini de tehlikeye atmak sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca toplumun genel
huzuru da tehlikeye girmekte, ortaya çıkan sorunlar devletleri, kolluk güçlerini de zor
durumda bırakmaktadır. Diğer taraftan toplumda varlıklı insanların dışında kalan
mutsuz çoğunluk açısından bakıldığında ise, dünyaya gelen her insanın hakkı olarak
tanınması gereken temel güvencelerden dahi yoksun olmanın sıkıntısı yaşanmaktadır.
Oysa dünyaya gelen her insanın, (dünyayı hiç kimse kendisi tek başına yoktan var
etmediğine göre) yeryüzündeki nimetlerden pay istemekte hakkı vardır. Burada, tabii
ki dünyada ne varsa eşit bir şekilde tüm insanlar arasında pay edilmelidir denmek
istenmiyor. Ancak her insanın doğumla birlikte en azından “insan hakları evrensel
198
bildirgesinde” de belirtilen temel haklarla, kişiliğine saygı içinde, insanca yaşama
hakkı olduğuna işaret edilmek isteniyor (Duben, 1994: 45 - 46). Unutmamalıdır ki,
şu anda toplumun varlıklı kişileri olan birileri yeryüzündeki zenginlikleri ellerinde
tutmamış olsalardı, bir başka birileri, toplumun belki de en yoksul katmanlarında
yaşayanlar onların yerinde olabileceklerdi.
Araştırmanın sorgulanan bu temel önermesi bağlamında, TKY uygulamaları
değerlendirildiğinde, her ne kadar çalışanlar açısından söz konusu sistem, bu
mantıktan farklı bir felsefe bakış açısı getirdiğini iddia ediyor görülse de, aşağıdaki
tek tek alt hipotezler incelendiğinde de görüleceği gibi, aslında kapitalizmin
mantığının temelinde bir farklılık olmadığından, bir aldatmacadan ileriye
gidememektedir. Çünkü bu sistemler, ilgili bölümlerde de incelendiği gibi,
araştırmanın odağındaki çalışanların hak ve güvencelerinde bir gelişme ortaya
çıkaramamaktadır.
TKY uygulamalarıyla ilgili iş doyumu ve yabancılaşmayla ilgili aşağıda yer
alan tek tek alt hipotezler incelendiğinde de aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmakta,
yukarıda açıklanan temel hipotezin açıklanmasına da katkı sağlamaktadır.
TKY uygulamaları kapsamında çalışanların işlerinden aldıkları doyumla ilgili
hipotezlerin analizi:
Birinci hipotezde, “işyerlerinde personelin kendi özlük hakları, sorunları ve
işyerleri ile ilgili kararlarda etkili olabilme durumlarını, “katılımı” teşvik etmeyen
ortam, personel tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır” denilmektedir. Yapılan
analizlerde elde edilen değerlerle incelendiğinde, bu hipotezde ileri sürülen durumun,
araştırmanın sonuçlarına göre yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir. Firmaların
genel durumuna bakıldığında, işgörenlerin katılımı konusunda olumsuz düşünenler
% 44.1 iken, olumlu düşünenler % 21.2 de kalmaktaydı. Ayrıca bu konuda işletme
“A”, “E” ve “C” den elde edilen veriler, işletme “B” ve “D” den elde edilen verilere
göre daha olumluydu. 61
61 Yapılan analizlerle ilgili tablolar, bulgularla ilgili bölümden incelenebilir.
199
TKY uygulamaları, bu araştırmada ilgili konuda da incelendiği gibi, (2.2
Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar) teorik olarak çalışan katılımının işle
ilgili kararlarda ve kendileriyle ilgili kararlarda artırılmasını, işletme yönetiminde,
işgörenlerin yaptıkları işlerde söz sahibi olmalarını öngörüyordu. Araştırma
sonuçlarında görüldüğü gibi, TKY teorilerinde anlatılanlarla, bu hipotezde incelenen
durum arasında tam bir karşıtlık olduğu anlaşılmaktadır. Yine işletmelerin bu şekilde
katılımı teşvik etmeyen yapısı, çalışanların kendilerini ifade etmelerini, özgür
benliklerini oluşturmalarını, yani “özneleşme” lerini güçleştirmektedir. Buradan
fordist üretim sisteminin hiyerarşik yapısının sürdüğü; kalite sistemlerinde iddia
edildiği gibi, çalışanlarla yönetimin değil, çalışanların yönetiminin devam ettiği,
işgörenlerin katılımının sözde kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, verilen tepkilerden,
katılım konusunda, bazı işletmelerde diğerlerine göre işyerinin ortamı, üretimin
yapısı ve demografik etkilerin etkisiyle daha olumlu bir durum olduğu
belirginleşmektedir.
İkinci hipotezde “yoksulluk sınırında çalışan işgörenler açısından, ücretlerin
seviyesinin düşüklüğü, çalışanların iş doyumuyla ilgili olumsuz tepkiler vermelerine
sebep olur” denilmektedir. Yapılan analizdeki sonuca göre, ücretlerden sağlanan
doyum konusunda, tüm işletmelerde çalışanların toplamı değerlendirildiğinde %
66.9’ u yetersiz, sadece yüzde 5.1’ i ücretleri yeterli bulmaktadır. İşletmeler
arasındaki farklılıklara bakıldığında, “A” ve “E” işletmesindeki ücretlerden sağlanan
doyumun diğerlerine göre daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.
Yine TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde, daha verimli iş
çıkartılabilmesi için, işgörenlerin ücretlerin önemine dikkat çekilmekte, işletmenin
artan verimliliği ve başarılarının çalışanlara da yansıtılmasından söz edilmektedir.
Ancak yukarıdaki kısa analiz ve araştırmanın ilgili bölümlerindeki veriler
incelendiğinde, bu maddenin de uygulamada bir geçerliliğe sahip olmadığı
anlaşılmaktadır. Yine hipotezde vurgulandığı gibi, çalışanların en fazla tepkilerini
iletecekleri konu başlıklarından biri olması varsayımı doğrulanmakta; işgörenlerin
işletmelerce kaliteyi ve verimi artırmada yoğunlaşmaları beklenirken, bu durumun
200
ücretlerdeki artışla karşılığını bulamadığı anlaşılmaktadır. Burada da işletmelerin
ücret politikalarındaki olumlu farklılığın, işgörenler tarafından ankete verilen
cevaplara yansıtılmış olduğu görülmektedir.
Üçüncü hipoteze göre, “bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın
desteklenmemesi, işgörenlerin emeklerinin takdir edilmemesinden doğan
hoşnutsuzluğa dönüşerek, çalışanların olumsuz tepki göstermesine sebep olur”
denilmektedir. Bu hipotezde, işletmelerin tamamı göz önüne alındığında, çalışanların
% 39.8’ i tarafından olumsuz karşılanmakta, % 17.4’ ün ceyse olumlu
karşılanmaktadır. İşletmeler arasındaki durumda ise, sadece işletme “A” ve işletme
“D” karşılaştırıldığında anlamlı bir ilişki görülmekte, işletme “A” nın daha olumlu
durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Yine burada da TKY teorileri açısından, çalışanların bilgi, beceri, yetenek ve
öz verili çalışmasının desteklenmesi gerektiği ön görüldüğü hâlde, alınan sonuçlar
uygulamada tersine bir durum olduğunu göstermektedir. İşgörenlerin işlerindeki
çalışmalarının kendilerine takdir olarak dönmemesi, iş doyumunu da etkileyerek
verimliliğe de etkide bulunmaktadır. Burada da işletmeler arasındaki farklılık
çalışanların tepkileriyle belirginleşmektedir.
Dördüncü hipoteze göre, “akrabalık, çıkar, hemşehrilik gibi ikili ilişkilerin
ayrımcı nitelikte kullanılması, çalışanların huzur ve iş doyumunu olumsuz yönde
etkiler” denilmektedir. Alınan sonuçlara göre ise, işletmelerin tamamı
değerlendirildiğinde, söz konusu hipotez işgörenlerin % 13.6’ sı tarafından olumsuz,
% 41.9’ u tarafından olumlu karşılanmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılık
açısından bakıldığında ise, özellikle işletme “D” nin daha sorunlu olduğu
anlaşılmaktadır.
TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde işletmelerin birlik, beraberliği
geliştirmesi, tüm personelle olumlu ikili ilişkileri ilerletmesi, işyerindeki ilişkilerin
objektif kurallara göre düzenlenmesi tavsiye edilmektedir. Analiz sonucu çıkan
sonuçlar, işletmelerde hipotezle ilgili belirgin bir sorun yaşanmadığını
201
açıklamaktadır. İlgili analizin yorumlanmasında daha geniş bir şekilde yer aldığı
gibi, söz konusu durum aslında fordist üretim sistemi açısından da, girişimcinin
beklentilerine uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Ancak TKY beklentileri
açısından incelendiğinde, orta değerin büyüklüğünden de anlaşıldığı gibi, yeterli
düzeyde olumlu olmadığı anlaşılmaktadır. İşletme “D” de ortaya çıkan sonuç ise,
işletme yönetiminin aslında kendi çıkarlarıyla da çelişen bir tutum içinde olduğunu
göstermektedir.
Beşinci hipoteze göre, “çalışanların genel kültürünün, işyerleri ve işleriyle
ilgili bilgilerinin geliştirilmemesi, TKY teorileri açısından gerekli olan kültürleme
konusunda başarısızlığa sebep olacağından, işgörenlerin sisteme karşı olumsuz tavır
takınmalarına sebep olur” denilmektedir. Burada, firmaların tamamındaki duruma
göre, çalışanların % 56.4 olumsuz değerlendirmede bulunurken, % 11.4’ ü olumlu
değerlendirmede bulunmaktadır. İşletmeler arasındaki fark açısından ise, işletme
“A”, “C” ve işletme “E” nin, “B” , “D” işletmelerine göre daha olumlu bir durumda
olduğu görülmektedir.
Yine TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde çalışanların her konuda
kültürlerinin, bilgilerinin geliştirilmesinin işletmelerin faydalarına olduğu,
işgörenlerin bu yolla artırılan kalitelerinin firmalarındaki işlerine de yansıyacağı
vurgulanmaktadır. Ancak, araştırma sonuçları değerlendirildiğinde, bu hipoteze göre
de, TKY teorileriyle uygulamanın uyuşmadığı anlaşılmaktadır. Oysa, kalite teorileri,
çalışanların verimliliğini, başarısını, sürekli gelişme “kaizen” mantığına uygun
üretim yapılabilmesini, insan kalitesinin yükseltilmesiyle ilişkilendirmektedir. Yine,
TKY sistemlerinin başarısıyla ilgili olarak, çalışanlar arasında, vizyon, misyon,
değerler yardımıyla kurum kültürünü geliştirmek için, eğitim bilgilenme olmazsa
olmaz koşul olarak görülmektedir. İşletmeler arasındaki farklılık, yukarıda da
verilmiş araştırma sonuçlarına göre, çalışanların tepkileriyle de belirginleşmektedir.
Altıncı hipotezde, “korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamları,
çalışanların olumsuz tepkiler vermesine sebep olur” denilmektedir. Bu hipoteze göre
firmaların geneli değerlendirildiğinde, işgörenlerin % 19.5’ u olumsuz, % 39’ u
202
olumlu değerlendirmede bulunmaktadır. Firmaların karşılaştırılmasında ise,
aralarında anlamlı bir farklılık görülmemektedir.
TKY teorilerinde korku ve tedirginliğin yok edilmesi gerektiği
vurgulanmaktadır. Korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamlarında
çalışanların olumlu katkılarını almak olanaklı olmaz. Böyle durumlarda çalışanlar,
genelde sorun yaşamamak için yöneticilere karşı, oluşan hataların gerçek sebeplerini
söylemezler, yaptıkları işlerde kalite yerine gösterişe kaçarlar, problemlerin gerçek
sebepleri bulunamadığından verim azalır. Alınan sonuçlar TKY teorileri açısından
değerlendirildiğinde, elde edilen verilere göre, yeterli başarı sağlanamadığı
anlaşılmaktadır.
Yedinci hipotezde, “çalışanların kişiliklerine değer verilmemesi, işgörenlerin
olumsuz tepkiler göstermesine sebep olur” denilmektedir. Bu hipoteze göre,
firmaların tamamı incelendiğinde, çalışanların % 36.9’ u olumsuz tepki gösterirken,
% 21.6’ sı olumlu tepki göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık açısından ise,
işletme “A” ve “E” deki durumun, “B”, “D” işletmelerine göre daha olumlu olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu konuda TKY teorilerine göre yöneticilerin çalışanların fikirlerine,
yaptıkları işlere saygı duyması; onların kişiliklerini, onurlarını zedeleyici
tutumlardan kaçınılması; işgörenlerin fikirlerinin değerlendirildiğinin gösterilmesi;
çalışanların işle ilgili olmayan sorunlarıyla da ilgilenilmesi gerektiği
açıklanmaktadır. Ancak, ortaya çıkan verilerden de anlaşıldığı gibi, bu konuda da
TKY teorileriyle, uygulamalarının birbirini tutmadığı anlaşılmaktadır. Analizlere
göre, işletmeler arasında çıkan farklılığa burada da dikkat edilmelidir.
Sekizinci hipotezde, “yöneticilerin, çalışanların işleri ve kendileriyle ilgili
sorunlarına karşı ilgisiz kalmaları, işgörenlerin olumsuz tepkiler göstermesine sebep
olur” denilmektedir. Bu hipotezle ilgili firmaların genel durumuna bakıldığında,
çalışanların % 38.1’ i olumsuz tepki gösterirken, % 17.8’ i olumlu tepki
göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık açısından bakıldığında ise, diğer
203
firmalar arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmazken, işletme “E” nin “B” ye göre
daha olumlu durumda olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yine TKY teorileri açısından incelendiğinde de, çalışanların işleriyle ve
sosyal yaşantılarıyla ilgili sorunlarda yöneticilerin duyarlı davranması gerektiği
vurgulanmaktadır. Ayrıca, yöneticilere disiplin peşinde koşan lider yerine,
çalışanların işlerini yaparken karşılaştıkları sıkıntılarda onların önünü açan, kolaylık
sağlayan, işbirliği yapan lider olunulması önerilmektedir. Bu durum için, TKY
teorilerinde, çalışanları yönetme değil, çalışanlarla yönetim deyimleri
kullanılmaktadır. İşgörenlere bu kadar ihtiyaç duyulmasının sebebini ise, TKY
sisteminin temelini teşkil eden sözlerden olan “toplam” kelimesiyle de ilgili,
organizasyonun toplamı ve onun en önemli parçası işgörenler olmadan sistemin
başarısının olası olmaması oluşturmaktadır. Ancak, yine uygulamaya bakıldığında,
burada da beklenenin tam tersine sonuçlar alındığı anlaşılmaktadır. İşletmeler
arasında farklılık açısından değerlendirildiğindeyse, firmaların hiçbirisinde bu
konuda, beklendiği şekilde aralarında farklılığı ortaya koyacak olumlu bir durum
olmadığı anlaşılmaktadır.
Dokuzuncu hipotezde, “işletmelerde çalışanların sorumluluk almamaları,
TKY uygulamalarının başarısı açısından sorun meydana getirir.” denilmektedir.
Bu hipotezle ilgili olarak, tüm işletmelere bakıldığında, çalışanların % 7.2’ si
olumsuz düşünce belirtirken, % 62.3’ ü sorumluluk almayla ilgili olumlu tepki
göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından bakıldığında, özellikle
“A”, “E” firmalarına göre, “D” işletmesinin daha sorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
TKY teorileri açısından değerlendirildiğindeyse, kalite tüm çalışanların
sorumluluğu olarak görülerek, yöneticilerin de işgörenlerin sorumluluk almalarını
desteklemeleri önerilmektedir. Özellikle çalışanların kalite çalışmalarında
işbirliği yapması gerekliliğine dikkat çekilerek, firmaların vizyon, misyon, amaç
ve hedeflerinin işgörenlere kurum kültürü yoluyla benimsettirilememesi hâlinde,
gerekli başarının sağlanamayacağı öngörülmektedir. Yukarıda incelenen hipoteze
göre ise, burada da kalite uygulamalarının beklenen başarıyı gösteremediği
204
anlaşılmaktadır. Çünkü TKY teorileri iddialarına göre, orta değerdeki tepkilerin
daha düşük, olumlu tepkilerin daha büyük oranda çıkması beklenirdi. Yine
işletmeler arasındaki farklılık değerlendirildiğinde, “D” firmasının çalışanlarının
daha olumsuz cevaplar vermesi, çalışanların işleriyle ilgili sorumluluk
almamasından değil, görüşme sorularına verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi,
işletmeye karşı olan iş doyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır.
Onuncu hipotezde, “işletmelerde çalışanların sosyal güvenceler konusunda
hissettikleri kaygılar, işgörenler tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır”
denilmektedir. Bu hipoteze göre, firmaların tamamı değerlendirildiğinde,
çalışanların % 44.9’ u olumsuz tepki gösterirken, % 11.4’ ü olumlu tepki
göstermektedir. İşletmelerin birbiri arasındaki farklılık açısından ise, konuyla
ilgili anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamaktadır.
TKY teorilerinde, firmaların başarısı için, işgörenler için ömür boyu iş
güvencesi; aile dayanışması benzeri ilişkiler; bir iş kolunda fazla işçi açığı çıksa bile,
esnek iş uygulamalarıyla, gerektiğinde eğitimlerle, çalışanların başka bölümlerde
çalıştırılması vb. uygulamalar önerilmektedir. Burada, çalışanların işlerindeki
kaliteyi artırarak, firmalarının daha ileriye gitmesine çalışmaları sağlanmaya
çalışılmakta, söz konusu amaç için işgörenlerin sosyal güvenceler açısından da
doyuma ulaştırılması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Ancak araştırma sonuçlarında
da görüldüğü gibi, uygulama boyutuna bakıldığında, işgörenler açısından TKY
teorilerinin tam tersine bir durumla karşılaşıldığı ortaya çıkmaktadır. İşletmeler
arasında bu konuda anlamlı bir farklılığın olmaması ise, çalışanlar açısından sorunun
daha da ağır boyutlarda olduğunu açıklamaktadır. Yine işletmelerin hiçbirisinde
sendikal faaliyete rastlanılmaması, dikkate alınması gereken bir durumdur. Buradaki
analizde de, TKY yönetimi uygulamalarının kapitalist sistemin, toplum ve insanlara
ilişkin duyarsız yapısını, devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
On birinci hipotezde “işgörenlerin yeterli dinlenme ve tatil olanaklarının
olmaması, üzerlerindeki iş stresi ve baskıyı artıracağından olumsuz tepkiyle
karşılanır” denilmektedir. Bu hipoteze göre işletmelerin tamamı değerlendirildiğinde,
205
çalışanların % 22.5’ i olumsuz tepki gösterirken, % 24.6’ sı olumlu tepki
göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, “E” işletmesinden
elde edilen cevapların, “A”, “B”, “D” işletmesine göre daha olumlu olduğu
anlaşılmaktadır.
Konuyla ilgili TKY teorileri değerlendirildiğinde ise, insanların makinelerle
bir tutulamayacağına dikkat çekilmektedir. Çalışanların sosyal olanaklarının
geliştirilmesi, dinlenme ve izin ihtiyaçlarının duyarlılıkla ele alınması kapsamında,
teorik açıdan işgörenler açısından bu durum da TKY teorileri açısından desteklendiği
hâlde, uygulamada burada da yeterli doyumun sağlanamadığı anlaşılmaktadır.
On ikinci hipotezde, “işyerlerinin çalışma ortamı, makineler, işyeri hekimi
vb. olanaklar açısından sağlıklı şartlar taşımaması, çalışanların iş doyumsuzluğuna
sebep olur.” denmektedir. Bu hipoteze göre, firmaların geneli değerlendirildiğinde,
işgörenlerin % 31.4’ ü iş yerlerini sağlıkla ilgili şartlar açısından yetersiz bulurken,
% 28.8’ i yeterli bulmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, işletme
“A” nın “B” ve “D” ye göre olumlu, “E” işletmesine göre olumsuz, işletme “B” nin
“C” ve “E” işletmelerinden olumsuz, işletme “C” nin de, “D” işletmesinden olumlu
anlamda farklı olduğu anlaşılmaktadır.
TKY teorileri açısından da, işgörenler bir değer olarak görülmekte ve
çalışanların motivasyonlarının artırılması üzerinde önemli ölçüde durulmakta,
işyerlerinin düzeni, sağlıklı şartlar içermesi gerektiği anlatılmaktadır. Yine elde
edilen veriler ışığında uygulamaya bakıldığında ise, bu hipotezin de çalışanlar
açısından olumlu bir durum ortaya çıkarmadığı görülmektedir.
On üçüncü hipotezde, “çalışanların, işyerindeki bulundukları statüden daha
yüksek kariyerlere yükselemediği işletmelerde, çalışanlar iş doyumu açısından
etkilenerek olumsuz tepkiler verirler” denmektedir. Buradaki hipoteze göre,
firmaların tamamı göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, çalışanların % 35.6’ sı
yükselme konusundaki işletme politikasına olumsuz tepki verirken, % 21.6’ sı
olumlu tepki göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, sırasıyla
206
verilirse, işletme “A” nın, işletme “D”, “B” ve “C” ye göre daha olumlu durumda
olduğu anlaşılmaktadır.
TKY teorileri açısından, işgörenlerin yükselebilmeleri, önlerinde hedef
bulunması, çalışanların işletmelerinin geleceği için çalışmaları açısından önemli bir
motivasyon aracıdır. Kuşkusuz işgörenlerin yükselebilmeleri, işyerleri açısından
olduğu gibi, kendileri için de bir takım faydalar getirecektir. Yine araştırmanın
sonuçlarına göre incelendiğinde, burada da TKY teorileriyle uygulamanın
uyuşmadığı görülmektedir. Yani işgörenlerin verimliliği artırmaları istenmekte,
ancak çalışanların motivasyonu için önemli olan konular göz ardı edilmektedir.
On dördüncü hipotezde, “TKY uygulamaları, kapitalizmin üretim mantığı
gereği, işgörenlerin sosyal-ekonomik sorunlarını dikkate almaz, çalışanların
faydasına gibi görünen teorideki iddialarını uygulamaya taşıyamazsa, olumsuz
tepkiler gösterilmesine sebep olur” denmektedir. Bu hipoteze göre işletmelerin
tamamı değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 24.6’ sı kalite çalışmalarını genel
olarak olumsuz karşılarken, % 18.2’ si olumlu karşılamaktadır. İşletmeler arasındaki
farklılık açısından ise, “C”, “E” işletmesiyle “D” işletmesi arasında anlamlı bir ilişki
olduğu ve “C”, “E” firmalarının daha olumlu durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Bu hipoteze göre verilen cevaplar, kalite çalışmalarından beklenen etkinin
işgörenler üzerinde yaratılamadığını göstermektedir. Aslında bu hipotez diğer
hipotezlere verilen cevaplarla da uyumlu bulunmaktadır. Buraya kadar çıkan
sonuçlarla, bu hipotez arasında bir bağlantı kurulduğunda da ortaya çıktığı gibi,
aslında temel sorunun herhangi bir yönetim şeklinden çok, bu yönetim sisteminin
uygulanmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Yani sonuçların olumsuz çıkmasının
asıl sebebi, kapitalizmin mantığının tüm duyarsızlığıyla iş ilişkilerini etkilemesidir.
TKY uygulamaları ise, işgörenler açısından teorideki iddialarını, söz konusu temel
üzerinde işlediğinden pratikte yerine getirememekte; hatta işgörenlerin yükünü
artırıcı bir etki oluşturduğundan, tam tersi sonuçlar elde edilmesine katkı
sağlamaktadır.
207
Özellikle verimliliği artırma için, yeni tekniklerin öğrenilmesini, daha
dikkatli ve fazla çalışmayı gerektiren sistem, işgörenlerle yapılan görüşmelerde,
sosyal – ekonomik haklarında bir değişme getirmemesi sebebiyle eleştirilmektedir.
Hatta bazı yerlerde, yöneticilerin kalite konusunda çalışanlarla yaptıkları
toplanmalarda, ücretlerle ilgili taleplerin patronla ilgili bir konu olduğunu,
dolayısıyla böyle sorunların dile getirilmesinin uygun olmayacağının başlangıç
konuşmalarında söylendiği bildirilmektedir.
Yabancılaşmayla ilgili hipotezlerin analizi:
Birinci hipotezde yabancılaşmanın “güçsüzlük” boyutuyla ilgili olarak,
“çalışanlar, günlük görevlerini yerine getirirken, işyerindeki uygulamalarla ne
yapacakları çok katı bir biçimde belirlendiğinde; yaptıkları işlerle ilgili kararları
genellikle başkalarının verdiği durumlarda; işle ve işletmeyle ilişkiler açısından,
kendilerini uzaklaşmış ve yabancılaşmış olarak görürler” denmektedir. Bu hipoteze
göre, işletmelerin tamamında yapılan değerlendirmede, çalışanların % 23.3’ü
olumsuz tepki verirken, % 10.2’ si olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki
farklılık değerlendirildiğindeyse, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “B” ve “C”
işletmelerine göre daha olumlu, “E” işletmesinin de, “D” firmasından daha olumlu
bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda incelenen hipotez, yabancılaşmanın güçsüzlük boyutu ile ilgili
olarak hazırlanmıştır. Konu olarak da, çalışanların işleriyle ilgili kararları hep
başkalarının verdiği, kendi kararlarını çalışanların yaptıkları işlere uygulayamadıkları
durumları içine almaktadır. Yine bu hipotezde incelenen konunun, TKY iş
doyumuyla ilgili birinci hipotezdeki çalışanların katılımı konusundaki incelemeyle
de ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Burada görüldüğü gibi, araştırma içinde TKY
teorileriyle ilgili olarak anlatılanların da, yabancılaşma sorunuyla yakın ilgili olduğu
açığa çıkmaktadır. TKY teorileri yetki ve sorumlulukların işgörenler tarafından da
sahiplenilmesini, işletme yönetimlerinin çalışanlara karşı iletişime açık olmasını
önermektedir. Buradaki araştırma sonucuna göre söz konusu hipotezden olumlu
sonuç elde edilmiş olsaydı, çalışanların olumlu tepkileri çok daha yüksek çıkmalıydı.
208
Ancak görüldüğü gibi, yine TKY teorileriyle uygulamalarının uyuşmadığı ortaya
çıkmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından bakıldığında ise, yine belirli
işletmelerde ortaya çıkan daha olumlu ya da olumsuz durumların, önceki
hipotezlerde ortaya çıkan sonuçlarla benzerliğine dikkat edilmelidir.
İkinci hipotezde, “işgörenlerin çalıştıkları işletmenin belirli bir bölümünde
soyutlanmış bir biçimde istihdam edilmesi, üretim sisteminin bütününden
uzaklaştırılması, işletme tarafından hiçbir konuda fikirlerinin istenmemesi gibi
durumlarda, çalışanlar yaptıkları işin firmaları için önemini, amacını anlayamaz,
işlerinin çevreleriyle, diğer çalışanlarla, toplumla bağlantısını kuramaz, anlam
veremezler ve olumsuz tepki gösterirler” denmektedir. Bu hipotezle ilgili olarak
firmaların tamamı göz önüne alındığında, işgörenlerin, % 4.7’ si olumsuz tepki
verirken % 60.6’ sı olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık
açısından değerlendirildiğindeyse, “D” işletmesinin “A”, “C” ve “E” firmalarına göre
daha sorunlu, “B” işletmesinin de “A” işletmesiyle karşılaştırıldığında daha olumsuz
bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Burada incelenen hipotez, yabancılaşmanın “anlamsızlık” boyutuyla ilgili
olarak hazırlanmıştır. Hipotezden de anlaşıldığı gibi, çalışanların, üretimin sadece
küçük bir parçasıyla ilgili olduğu durumlarda; işgörenler üretimin tamamında olup
bitenleri izleyemediklerinde, yapılan işlerle ilgili çalışanların fikirlerinin alınmaması
durumunda, bu tür bir yabancılaşma oluşmaktadır. TKY teorileri açısından
bakıldığında ise, işletmedeki üretimle ilgili işlerin tamamından çalışanların haberdar
olması önerilmekte; dikey hiyerarşiye dayalı iş yapma şekli yerine, bölümler arasında
işbirliğine dayalı, iş yapma şekli önerilmektedir. Yukarıdaki paragraftaki analizler
incelendiğinde ise, çalışanların önemli bir bölümünün bu hipoteze olumlu cevap
verdiği görülmektedir. Ancak söz konusu başarının TKY uygulamalarının başarısı
olarak görülmesi doğru olmayacaktır. Çünkü, burada çıkan sonuçlar işletmelerin
KOBİ sınıfında yer alması sebebiyle, firmaların yapılarının büyük sanayi
işletmelerine göre, daha az karmaşık olmasıyla ilgilidir. Ayrıca incelemesi yapılan bu
işletmelerde, bir yürüyen bant düzeneği olmadığı, yapılan tüm işlerin çalışanların
gözleri önünde meydana geldiği dikkate alınmalıdır. İşletmeler arasındaki farlılık
209
açısından bakıldığında, yine “D” ve “B” firmalarında sorunun daha ağır yaşanması
dikkat çekicidir.
Üçüncü hipotezde, “çalışanların işletmenin amaç ve hedeflerine anlam
verememesi, çevresi için değerini anlayamaması veya kendi kişiliği ile yaptığı üretim
arasında, işletmenin yönetim yapısı arasında çelişki olması durumunda, işgörenler
kendileri ve yaptıkları iş arasında yakınlık kuramazlar” denmektedir. Bu hipotezle
ilgili olarak firmaların tamamı değerlendirildiğinde, işgörenlerin % 9.7’ si olumsuz
tepki verirken, % 20.8’ i olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık
açısından değerlendirildiğindeyse, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “C” ve “B”
işletmelerine göre daha olumlu, “E”, “B” firmalarının da, “D” işletmesiyle
karşılaştırıldığında daha olumlu bir durumda olduğu görülmektedir.
Burada incelenen hipotez ise, yabancılaşmanın “kendine yabancılaşma”
boyutuyla ilgili olarak oluşturulmuştur. Yabancılaşmanın bu boyutu, yukarıda da
açıklandığı gibi, çalışanların yaptıkları üretimle kendi kişilikleri arasında bir uyum
kuramamalarıyla ortaya çıkmaktadır. Yine TKY teorileri değerlendirildiğinde,
çalışan motivasyonun artırılması, işgörenlerin yaptıkları işleri sürekli gelişme çizgisi
içinde, heyecanla daha yüksek kalite seviyelerine yükseltmeleri öngörüldüğüne göre,
ortaya çıkan sonuçların daha olumlu olması gerekirdi. Ancak araştırmada incelendiği
gibi, beklenen başarının sağlanamadığı burada da görülmektedir.
4.8.2 Başka Araştırmalardan Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi
Esnek üretim ve Toplam Kalite Yönetimi ile ilgili önemli bulduğumuz
çalışmalardan birisi de, 3. ulusal sosyoloji kongresinde yer alan, Demir, Nichols ve
Suğur’ un yaptığı ortaklaşa çalışmadır (Demir, Nichols ve Suğur, 2002: 84–96). Söz
konusu araştırmanın büyük sanayi işletmelerinde yapılmış olması, yürüyen bant
sisteminin bulunması, çalışanların sendikalı olması, TKY uygulamalarının daha
sistematize edilmiş olması gibi farklılıkları vardır.
210
Bu çalışmanın beyaz eşya iş kolunda, üç fabrikada toplam 153 işçi ve 142
yöneticiyle yapılmış olduğu, bildirilmektedir. Buradan elde edilen bilgilere göre,
dikkat çeken bazı değerlendirmeler şöyledir: Kalite yönetimlerinin üzerinde durduğu
en önemli konulardan olan ekip çalışması konusunda, üç fabrikada çalışanların % 80’
i olumlu görüşler bildirmektedir. Ekip çalışması konusunda ulaşılan bulgulara göre,
işçilerin büyük bir kısmı ekip çalışmasının yeni beceriler kazandırdığı görüşündedir.
Ekip çalışmasının fazla bir iş yükü getirip getirmediği konusunda, işçiler çoğunlukla,
fazla iş yükü getirmediğini açıklıyorlar. Yine aynı araştırmaya göre, fabrikalar
arasında oranlarda farklılık olsa da, çalışanların yarısının yöneticileri ayrı bir ekip
olarak algılamadığı belirtilmektedir. Ancak yine çalışanların % 23-39 gibi önemli bir
kısmı ise, ekip çalışmasının daha fazla çalışmaya neden olduğu, işçilerin birbirlerine
baskı yapmasına sebep olduğu görüşünde birleşiyor.
Bu araştırmada, yöneticilerle olan ilişkilere verilen bir örnek de ilgi çekicidir.
Bir çalışan, genç mühendislerin kendilerini kanıtlamaları için, makinelerin hızında
üretime zorlandıklarını, makinelerin 23 saniyede yaptıkları işin aynısının, sürekliliği
olan şekilde kendilerinden beklendiğini, kendilerine robot gibi davranıldığını ifade
etmektedir. Dikkat edilirse böyle bir bilgi, KOBİ sınıfında yapılmış olan bu tezin
alan araştırması kısmında incelenen işletmelerde, yürüyen bant sistemi
bulunmadığından bulunmamaktadır.
Çalışanların bağımsız hareket edebilmeleri ile ilgili bir soruya karşılık ise,
başka bir çalışan, “Bağımsız karar veremiyorsun. Bağımsız karar verdin mi, adamın
hoşuna gitmediğinde ağzına geleni söyler” demekte, verdikleri kararın yönetimin
çıkarlarına uymaması durumunda, hoş karşılanmayacağını tahmin etmektedir.
Buradaki bilgi, tarafımızdan yapılan araştırma sonuçlarında elde edilenlerle benzer
olarak görülmektedir.
Yine aynı yayında, aynı kişiler tarafından ele alınan bir başka makalede ise,
(Demir, Nichols ve Suğur, 2002: 312–327) bu araştırmada kullanılabilecek bazı
sonuçlar özetle şöyledir: Bu çalışmada yer alan bilgilere göre, yöneticiler ofislerinde
ya da evlerinde olan üretim hattına bağlı bir bilgisayarla, sanki işçinin yanındaymış
211
gibi, sorunları tespit edebilmekte, gerektiğinde gece yarısı gelip soruna müdahale
edebilmektedir. Yani çalışmaları makinelerin hızına ayarlanmış işgörenlerin, aynı
tempoda işlerine devam etmeleri sağlanmaktadır. Böyle bir çalışma işyerinin üretimi
açısından bakıldığında, daha fazla ve kaliteli üretim yoluyla işletmenin gelirlerini
artırma açısından faydalı olabilir. Ancak, bu aşırı denetimin, çalışanları
robotlaştırdığı da, aynı yazarların makalesinde bir işçinin sözlerinden aktarıldığı gibi
gerçektir. Çünkü, burada makinelerin insanların performansına göre ayarlanması
gerekirken, insanların makinelerin performansına göre ayarlanması durumu ortaya
çıkmaktadır.
Bu araştırmada bir farklılık da, kalite çemberleriyle aynı işlevleri yerine
getiren sürekli iyileştirme gruplarının bulunmasıdır. Oysa bu tezdeki araştırmada
takım çalışmalarına rastlanmamış, süreçlerde yapılan kontrollarla süreç iyileştirme
yapıldığı tespit edilmişti. Ayrıca bu fabrikalarda, öneri sistemlerinin kurulmuş
olduğu ve önerileri faydalı bulunanlara küçük ev eşyalarının ödül olarak verildiği
anlatılmaktadır. Takım çalışmalarının geliştirilmiş olması, TKY uygulamaları
açısından artı bir değer olarak görülebilir. Ancak burada anlatıldığına göre takım
liderleri yönetim tarafından seçilmekte ve görevleri arasında iş süreçlerinin kontrol
edilmesi de bulunmaktadır. Yine burada çalışanların aldığı çeşitli eğitimler yoluyla,
sorunları belirlemek için aynı birimdeki işgörenlerin bir araya gelmesiyle, “beyin
fırtınası” yöntemini kullanabildikleri, “paretto diyagramı”, “balık kılçığı” gibi
tekniklere göre kalite çemberi çalışmaları yapabildikleri anlaşılmaktadır.
Yine aynı araştırmaya göre, bazı çalışanların kalite konusunda aldıkları
eğitimlere olumlu tepkiler verdikleri de dikkat çekmektedir. Aynısı aktarılırsa burada
bir işçi şunları aktarmaktadır. “Kalite ile ilgili eğitimleri almak benim hayatımı
kökünden değiştirdi. Yalnızca fabrikada değil aile hayatım bile kalite çemberleri
sayesinde değişti. Bu tür eğitimler aldıktan sonra benim oğlumla ve eşimle olan
ilişkilerim eskisinden çok daha farklı olmaya başladı. Artık onlara eskisi gibi sinirli
davranmıyorum. Ailemi ilgilendiren bir karar alırken mutlaka eşimin fikrini
soruyorum” demektedir. Aynı fabrikadan bir başka işçi ise özetle kalite
çalışmalarının kendisinde, işyerinde ve dışardaki hayatında her şeyin en kalitelisini
212
yapma alışkanlığı geliştirdiğini açıklamaktadır. Ancak aşağıda yer alan paragraftaki
bilgilere göre ise, uygulama açısından farklı değerlendirmeler bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Çalışanların bir kısmı ise, olumsuz karşıladıkları durumları aynı araştırmaya
göre ifade etmektedir. Bir montaj işçisi, yöneticilerin tutumuna göre oluşan
farklılıklar konusunda, bazı yöneticilerin bir sorunla karşılaşıldığında, “bu hattın
horozu benim, ben ne dersem o olur” tarzı yaklaşımlar sergilediğini açıklamaktadır.
Yine aynı konuyla ilgili olarak, bir işçinin aynı fabrikadaki bir Alman yönetici ile
Türk yöneticiyi karşılaştırması da ilginçtir. Kısaca alıntılarsak bu çalışan şöyle
söylemektedir: “Bizim amirlerimiz sabah işe gelirken işçilere ‘Günaydın’ bile
demeye tenezzül etmezler. Ne bir ‘Merhaba’ derler ne de Nasılsınız? ...... Oysa
Alman mühendisler öyle mi? Onlar sabah gelirken mutlaka ‘Günaydın’ ya da
‘Merhaba’ derler. Hatta gelip elimizi bile sıkarlar. Bizi insan yerine koyarlar” Bir
başka çalışan amirlerinin en tipik özelliklerini sağa sola emirler yağdırmak olarak
belirtmektedir. Yine Alman yöneticilerin Türk yöneticiler hakkındaki izlenimleri
konusunda, bir Alman yönetici, kısaca kendi fikirlerini şu şekilde ifade etmektedir:
“Türk yöneticileri son derece küstah. Hepsi hiyerarşiye aşık insanlar. .......... İşçilere
emir vermeyi çok seviyorlar. Emir verirlerken de o işin öncesi ve sonrası hakkında
işçiye hiçbir bilgi vermiyorlar. ........ işçilere karşı berbat bir şekilde davranıyorlar”
demektedir.
Yine verilen bir örnekteki insan kaynakları yöneticisinin söyledikleri de,
TKY konusunda anlatılan teoriler açısından oldukça eleştirilebilir görülmektedir. Bu
kişi şöyle söylemektedir:
“Açık kapı toplantılarında üretim ile ilgisi olmayan konularda konuşan işçilere sinir
oluyorum. Neymiş efendim; servis otobüsleri çok eskiymiş, yok efendim servis otobüslerinde
sigara içilmesine izin verilmesinmiş. Biz onlardan üretim ile ilgili konularda konuşmalarını
istiyoruz. Ama bazı işçiler bunun hâlen farkında değil.”
Alıntıya göre, TKY teorilerinde anlatılanların değil, tezde incelenen kapitalist
üretim sisteminin mantığının yansıtıldığı, oldukça belirgin olarak görülmektedir.
Kalite yönetimleri esnek yönetim biçimleri olarak bilinmesine karşın, yine buradaki
213
araştırmada, “üç firmada da TKY uygulamalarının esnek ya da yumuşak bir tarzda
değil tam tersine katı, merkeziyetçi ve otoriter bir şekilde uygulanmaktadır”
denilerek açıklandığı görülmektedir.
Yukarıda incelenen araştırmanın sonuçları, özellikle bu tez çalışmasında
incelenen işletmelerdeki farklılıkların etkisinin de belirginleşmesi açısından
değerlendirmeye alınmıştır. Görüldüğü gibi KOBİ sınıfında yapılan bir çalışmayla,
büyük sanayi işletmesinde yapılan bir araştırmada bazı farklılıkların bulunduğu
anlaşılmaktadır. Büyük sanayi işletmesinde, organizasyon açısından görev
paylaşımlarının, yürüyen bant sistemi vb. nin de katkısıyla, daha çok netleşmiş
olduğu; kalite uygulamalarının, verilen eğitimlerin de etkisiyle çalışanlar açısından
çok daha ileri bir seviyede uygulanabildiği anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki bir
farklılık ta, burada sendikal etkinliklerin de bulunmasıdır.
Çalışanların tepkileri karşılaştırıldığında, daha önce de konu edildiği gibi,
TKY uygulamaları arasında da önemli farklılıklar bulunmaktadır. Yukarıdaki
araştırmada bazı işçilerin söylemlerinde de ortaya çıktığı gibi, işletmedeki çalışma
ortamından, yöneticilerin tutumlarına kadar çalışanları etkileyen durumlar elde edilen
araştırma sonuçlarında etkili olmaktadır. Aslında ortaya çıkan sorunlar burada da,
kapitalist üretim mantığının insan öğesini dikkate almadan kullanılmasıyla
oluşmaktadır.
Araştırmada değerlendirilmek istenilen bir inceleme de, Güngör tarafından
yapılmıştır. Buradaki çalışmada teknoloji, emek süreçleri, esnek üretim biçimleri ve
TKY, büyük sanayi işletmesi örneğinde, otomobil sektöründeki bir fabrika ortamında
incelenmektedir. Karşılaştırılmak istenen bazı bulgular kısaca aşağıda verilmiştir:
Bu araştırmayla ilgili değerlendirilebilecek analizlerden birisi, TKY ile ilgili
ekip, takım çalışmaları açısından yapılmıştır. Ortalama olarak 15 kişiden oluşan bu
ekip çalışmalarının yoğunluklu bir durumda olduğu bildirilmektedir. Duruma göre
farklı işleri de yapabilmesi ön görülen işgörenler, ekip çalışmalarının da katkısıyla
ortalama 4-5 işi yapabilecek duruma gelmektedirler. Bu konudaki sorulardan çıkan
214
analiz de özetlenirse, çalışanların yüzde 80’i ekip çalışmasının daha nitelikli bir
operatör olmalarını sağladığını düşünmekte; yüzde 58’ i şikayetlerini
aktarabilmelerine yardımcı olduğunu düşünmekte, yüzde 52’ lik kısmı fabrikanın bir
üyesi olmalarını algılamalarına sebep olduğunu; yüzde 78’ i daha çok çalışmalarını
sağladığını; yine yüzde 78’ lik kısmı operatörlerin birbirlerine baskı yapmalarında
etken olduğunu düşünmektedir. Buradaki sonuçlarda da görüldüğü gibi, ekip
çalışması, yukarıda yazılı oranlara göre, işgörenler tarafından bazı olumlu tepkilerle
ifade edildiği hâlde, aynı zamanda işçilerin üzerindeki iş yükünü artırmakta ve
birbirleri üzerinde baskı yapmalarına sebep olmaktadır (Güngör, 2003: 110-112).
Aynı çalışmayla ilgili bir farklılık ta, yine öğrenilen takım çalışmaları sonucu
işgörenlerin rotasyona tabi tutulmaları, yani zaman zaman başka işlerde
çalıştırılmayla ilgilidir. Araştırmada yapılan görüşmelerde hep aynı işi yapmanın
psikolojik ve fizyolojik zararları anlatılmakta, çalışanların yeteneklerinin
geliştirilmesi için olumlu yanları olduğu söylenmektedir. Ancak burada da bazı özel
yetenek gerektiren işlerde rotasyona gidilmemesi durumunun da gösterdiği gibi,
aslında yapılanların işçilerin sağlığından çok, işletmenin sağlayacağı faydanın
dikkate alınmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmanın yazarı da bu konuda
aynı şekilde yorum yapmaktadır (Güngör, 2003: 114).
Bu araştırmanın görüşme tekniğinin uygulandığı kısımda, çalışma
açısından ilgi çeken bazı bulgular da özet olarak şöyledir: Çalışanlar, tüm TKY
çalışmalarından da beklendiği şekilde, daha fazla üretim, kalite ve verimlilik için
teşvik edilmektedir. Bu amaçla işçilerin rotasyonla birbirlerinin yerinde
çalıştırılması sağlanmakta, böylece bir önceki süreçte çalışmış olan işgören
diğerinin hatasını yakalayabilmekte, yakalayamadığı zaman zor durumda
kalabilmektedir. Herhangi bir işçi yeni bir teknikle daha hızlı ve verimli
çalışıyorsa, bu derhal ekip liderleri veya kameralar vasıtasıyla tespit edilerek,
diğerlerinin de aynı işi bu yöntemle yapması sağlanmaktadır.
Bu konuda görüşmeye katılan iki takım liderinin anlattıkları da, konu
açısından önemlidir. “..... Bazı arkadaşlar, işimi iyi yapıyorum, zamanında
215
yapıyorum diyor. Ama sen zaten onun karşılığında ücretini zaten alıyorsun. Yani
başlıca görevin bu. Ama bunun haricinde sen kalkıp da zamanı azaltmak için,
kaliteyi artırmak için, verimliliği artırmak için.... bazı şeyleri yapıyorsan, görülür
yani. Nitekim görülüyor” (Tiel Cevat) (Güngör, 2003: 126). (Tiel kelimesi,
tim/takım lideri manasında kullanılmaktadır.) Bir başka takım lideri ise aynı
konuda, “ne bileyim yani, gerçekten, yaptığın iş haricinde başka şeyler verme
çabasında mısın.... bir adam var ki ben ona izin veriyorum, gitmiyor adam, iznini
hak etmiş (olmasına rağmen) (Tiel Orhan)” (Güngör, 2003: 126).
Burada karşılaşılan bir farklılık da, performansa dayalı ücret ve kıdem artışı
uygulamasında görülmektedir. Çalışanların işlerini hangi verimlilikte yaptıkları ise,
tavana yerleştirilmiş kameralar ve takım liderlerinin sürekli gözlemleriyle tespit
edilmektedir. Yukarıda yazılanlardan da anlaşıldığı gibi, söz konusu durumlar
çalışanların üzerinde kalite ve hız için sürekli ağır bir yük oluşturmaktadır. Ancak
performansa dayalı çalışma dolayısıyla, işgörenler açısından sorun bu kadarla da
kalmamaktadır. Bazı işgörenlerin anlattıklarından anlaşıldığına göre, işçilerin
birbirlerine karşı güveni azalmakta, zaman zaman şeflerin, yöneticilerin gözüne
girme anlayışı öne çıkmakta, çok çalışma ve bilgili olmanın yerini, ücret ve kıdem
artışı sağlamak için başkalarının açığını arama alabilmektedir (Güngör, 2003: 119).
Güngör, tezinin sonuç bölümünde şunları söylemekte:
“Bu çalışmanın gözlem ve tespitleri, Japon tarzı esnek üretim modelinin, akademik ve
popüler düzlemlerdeki yaygın iddia ve kanaatlerin aksine, imalat işçilerine kayda değer
vasıflar kazandırmadığını, tersine, üretim ve iş sürecinin “rasyonelleştirilmesine” dönük
Taylorist pratikleri derinleştirdiğini, iş yoğunluğunu ve çalışma temposunu artırdığını,
emeğin sermayeye gerçek tabiiyetini pekiştirmek yolunda işçilerin kendi zihinsel ve duygusal
emeklerini de seferber eden yeni mekanizmalar geliştirdiğini ve bütün bunların rızadan
ziyade hem üretim hem de üretim dışı alanlardaki baskıya dayalı yöntemlerle vücut
bulduğunu ortaya koyuyor” demektedir (Güngör, 2003: 128).
Güngör’ ün büyük sanayi işletmesinde yaptığı araştırmada da görüldüğü gibi,
gerçekte, TKY uygulamaları adı altında fordist üretim sistemi Taylor’ un sınırlarını
çizdiği yapının devamında, kapitalist mantık temelinde devam etmekte, çalışanlardan
216
daha yüksek nasıl performans alınabileceği üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Bu
yapılırken uygulamada işgörenlerin makinelerle olan ayırtları dikkate alınmamakta;
onlardan insansal özelliklerini bir tarafa bırakıp, sistemin dişlisi olmaları
beklenmektedir. Aslında bu tarz yaklaşım, TKY teorilerindeki ömür boyu istihdam
yaklaşımının da uygulamada geçerli olmadığını, rekabet edemeyen çalışanların
kolaylıkla işlerinden atılabildiğini göstermektedir. Yani, iyi olmanız yetmemekte, en
iyiler arasında değilseniz, sistemin dişlileri arasında ezilmeniz kaçınılmaz olmakta;
sosyal devlet anlayışı olmayan bir ülkede yaşıyorsanız kaderinize terk edilmeniz
gündeme gelmektedir.
Türkiye’nin esnek üretim biçimleri uygulanan, en büyük lastik
fabrikalarından birisinde çalışanlara uygulanan bir anket çalışmasında da, (Pişkin,
1998; 142-153) bu tez araştırması açısından değerlendirilebilecek faydalı bazı
bulgular şöyledir:
Sorulara cevap veren çalışanlardan % 33,3’lük bir kısmı yaptıkları işin çeşidi
ve sayısında artış olduğunu söylemektedir. % 66,6’ sı ilgili konuya cevap
vermemiştir. Burada sorulara cevap verenlerin ise, % 100’ lük kısmının işin çeşidi ve
sayısında artış olduğunu söyledikleri bildirilmektedir. Cevap vermeyenlerin oranının
yüksek oluşu bir yana bırakılırsa, işin çeşidi ve sayısındaki artış çalışanların daha
fazla iş öğrenmek zorunda kaldıklarını da göstermektedir.
İşyerinde size verilenden daha fazla sorumluluk almak ister misiniz
şeklindeki bir soruya ise, çalışanlardan % 40’ ı evet, % 53’ lük bir kısmı hayır cevabı
vermiştir. % 6,6 lık kısım cevap vermemiştir. Bu araştırmadaki yoruma göre, hayır
cevabının fazla çıkması, bu işyerindeki yoğun tempoyla ilişkilidir.
Yeni yönetim tekniklerinin uygulanmasıyla birlikte, işyerinde “yeni bir iş
yapmayı öğrendiniz mi?” sorusuna işçilerin % 100’lük kısmı evet cevabı
vermişlerdir. Bu cevap, esnek üretim biçimlerinin çalışanların birçok işi
öğrenmesi yoluyla söz konusu işletmede uygulandığını göstermektedir.
217
Yeni yönetim teknikleriyle işçilerin yorgunluk durumunu ölçmek isteyen
bir soruya karşılık ise, çalışanların % 53,3’ lük kısmı eskiden daha çok
yorulduklarını, % 40’ lık kısmı şu anda daha çok yorulduklarını söylemiştir. %
6,6’ lık kısım cevap vermemiştir. Bu soruya işin önceden daha çok yorduğu
cevabının alınması, gelişen teknoloji yoluyla yeni makinelerin kullanılması, yeni
iş yapma tekniklerinin öğrenilmesinin etkisiyle açıklanabilir. TKY uygulamaları
da bu örnekte, yeni yöntemlerin geliştirilmesi yoluyla bir katkı sağlamış olabilir.
Bu çalışmada bir başka soru da işlerini şimdi mi, yoksa geçmişte mi daha çok
sevdikleriyle ilgilidir. Bu soruya işçilerin % 93’ ü şimdi cevabını vermiş, % 6,6’ sı
ise cevap vermemiştir. Bu durum yöneticilerin iş yerindeki ve iş ilişkilerindeki
düzenlemelerle çalışanların motivasyonuyla ilgilendiklerini, başarılı bir yönetim
sergilediklerini göstermektedir.
Ücretler konusundaki bir soruya karşılık, yeni yönetim tekniklerinin
uygulanmasıyla maaşlarında artış olduğunu söyleyen çalışanların oranı % 53’ tür. %
33’ lük kısmı hayır cevabı vermiş, % 13, 3’ ü cevap vermemiştir. Çalışanlar için,
özellikle Türkiye’ de işgörenlere verilen ücretler dikkate alınırsa, ücretlerinde artış
olduğunu söyleyenlerin oranının yüksek olmasına rağmen, yukarıda incelenen işin
artan çeşitliliği dikkate alındığında, çalışanların ücretleriyle ilgili yeterli iş doyumu
alamadıkları anlaşılmaktadır.
İşyerinde “üretim hakkında başından sonuna kadar bilgi sahibi misiniz.”
şeklindeki bir soruya, çalışanların % 86,6’ sı evet cevabı vermiş, % 13,3 cevap
vermemiştir. Söz konusu cevap, yabancılaşmayla ilgili analizler dikkate alındığında,
yabancılaşmanın “anlamsızlık” boyutuyla ilgili, işgörenler açısından fazla bir sorun
yaşanmadığını göstermektedir. Bu durum dikkate alındığında, elde edilen sonuç
işletme yönetiminin çalışanlar üzerindeki başarılı ilgisiyle açıklanabilir.
“İşletmede yaptığınız iş hakkında sizin görüş ve düşünceleriniz alınıyor mu.”
şeklindeki bir soruya, işçilerin % 80’ i evet cevabı vermiş, % 13,3’ ü cevap
vermemiştir. Yine söz konusu cevap, bu tez araştırmasındaki “çalışanların işletme
218
yönetimine, kararların alınmasına katılımı” konusuna verilen cevaplarla
karşılaştırıldığında, bu işletmede işgörenlerin fikirlerine daha çok değer verildiği
şeklinde yorumlanabilir.
Burada değerlendirilebilecek bir başka soru da, “sizi en çok mutlu edecek
olan olay hangisidir” şeklindeki sorudur. Bu soruya cevap olarak çalışanların “% 40’ı
iş güvenliğinin sağlanması, % 33’ ü fabrikanın daha sağlıklı çalışma koşullarına
sahip olması, % 13,3 ücretlerimize zam yapılması, % 6,6’ sı en verimli çalışan işçi
seçilmem şeklinde cevap vermiştir. % 6,6’ sı bu soruya cevap vermemiştir.” Söz
konusu soruda, ücret artışlarıyla ilgili beklentinin düşük oranda olması yanıltıcı
olmamalıdır. Özellikle araştırma yapılan iş yerinin bir lastik fabrikası olduğu
düşünülürse, çalışanlar tarafından birinci önceliğin sağlıkla ilgili istekleri
açıklaması doğaldır.
Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Dr. Gündüz Ulusoy Koordinesiyle, TÜSİAD,
(Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği) BEYSAD, (Beyaz Eşya Yan Sanayicileri
Derneği), Boğaziçi Üniversitesi ortak çalışmasıyla, 20 işletmenin katılımıyla beyaz
eşya yan sanayiinde yapılan araştırmaya göre, çalışmamız açısından önem taşıyan
bazı bulgular da aşağıda verilmektedir: (Bu araştırmanın 1997 – 1998 – arasında
yapılan araştırmalarla ilgili olarak, 1999 yılında rapor hâline getirildiği
anlaşılmaktadır.)
Aşağıda yer alan bilgiler, Türkiye’ de beyaz eşya yan sanayiindeki yirmi
işletmenin kalite uygulamalarındaki durumunu göstermesi açısından önemlidir
(TÜSİAD, 1999: 150 - 156).
Araştırma yapılan firmalarda, insan kaynakları yönetimiyle çalışanlar için
kariyer plânlaması, eğitim ve geliştirme üzerinde çalışmalar yapan işletme oranı %
30 olarak görülmektedir.
Bu firmaların % 80’ i çalışanlarının farklı işleri yapabilmeleri ve yeniliklere
hızla uyum sağlamalarını, gelişebilmeleri için çok önemli saymaktadır.
219
Yine bu araştırmaya göre, hiyerarşi açısından yukarıdan aşağıya, aşağıdan
yukarıya personelin kuracağı ilişkilerdeki ast-üst engellemesinin kaldırılması ve
ayrıca bölümler arasında iletişimsizliği yok etme üzerine yapılan değerlendirmeye
göre, ancak % 50’ si başarılı olmuştur.
Çalışanların yönetime katkısı olması için, üretim personelinden gelen fikirleri
sürekli ve etkin olarak kullanma oranı ise, işletmelerin % 60’ ı tarafından
sağlanabilmektedir.
Yine bu araştırmaya göre, işyeri sağlığı ve güvenliği uygulamalarına güvenen
işletme oranı % 50’ dir.
Firmaların % 25’i ise işyerinde meydana gelen kaza sayısı ve maliyetini takip
etmemektedir.
Çalışan güdülenmesi, iş doyumu ile ilgili olarak düzenli ölçüm ve
metodolojiye göre çalışma yapan işletme oranı % 10’ olarak görülürken, çalışanların
morali ve tutumu ile ilgili yılda en az bir kere ölçüm yapan firma oranı % 80
olmaktadır.
Bu araştırmaya göre, işletmelerin kalite durumu açısından önemli bir gösterge
olan “öz değerlendirme” konusunda çalışan firma oranı olması beklenenin çok
altında % 25 olarak gerçekleşmektedir.
Katılım grupları ve problem çözme grupları şeklinde uygulanan kalite
çemberlerine üretim işçilerinin katılımı, işletmelerin % 40’ ına göre % 5 gibi bir
orana sahiptir. Ancak, firmaların % 85’ i bu oranın son iki yılda artığını
belirtmektedir. Yine bu çalışmaya göre, bazı işletmeler son yıllarda yeni işe
alınacaklarda eğitim durumunu dikkate aldıklarını, böylece kalite çalışmalarına
katılımın artığını belirtmektedir (TÜSİAD, 1999: 191).
220
Çalışmada yer alan işletmelerin İmalat işçisi adedi yüzdesine göre, kalite
kontrol elemanları oranı, firmaların % 53’ ünde, % 2 ile % 10 arasında değişmektedir
(TÜSİAD, 1999: 192). Ki bu durum, incelenen işletmelerde beklenen kalite
verimliliğine ulaşılamadığını göstermektedir. Çünkü, TKY teorilerinde son kontrolde
ürünün kontrol edilmesi yerine, üretimin yapılma sürecinin kontrol altına alınarak,
sıfır hatayla işlemlerin gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Başka bir deyişle son
kontrole ne kadar az ihtiyaç duyuluyorsa, üretim süreçleri o kadar uygun işliyor
demektir. Söz konusu durum, ISO 9000 standartlarıyla da gerçekleştirilmeye
çalışılmaktadır.
Yine ISO sertifikaları konusunda ise, ürün ve süreç kalitesini etkilediği
görüşüyle, bu firmaların % 46’ sı hazırda bulunan sertifikalarına bir yenisini
eklemeye çalışmakta; kalite sertifikası olmayan işletmelerin % 86’ sı sertifika almaya
çalışmaktadır. Avrupa Birliği uyum kriterleriyle de ilgili olan, çevre korunması ve
düzenlenmesiyle ilgili ISO 14001 kalite standardının ise, araştırma yapılan
işletmelerin henüz çok küçük bir kısmında dikkate alınmaya başladığı
anlaşılmaktadır (TÜSİAD, 1999: 193).
Yukarıda yer alan bilgilerden de belli olduğu üzere, Türkiye’ de beyaz eşya
yan sanayiindeki yirmi işletmenin rekabet etmenin olmazsa olmaz koşulu olarak
görülen kalite uygulamaları konusunda, çalışmaya oldukça niyetli olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak araştırmada elde edilen sonuçlar da gösterdiği üzere, kalite
çalışmalarından beklenen sonuçların çok azının gerçekleştirilebildiği anlaşılmaktadır.
Söz konusu durum, bu tezde incelenen işletmelerdeki yetersizliklerle benzer
paralellikleri göstermektedir.
Bu araştırmanın uygulama bölümüyle ilgili beş işletmede yapılan
araştırmada, öncelikle, işletmenin organizasyon yapısının; işletmenin KOBİ ya da
büyük sanayi işletmesi olmasının; yönetimin yaklaşımının; üretimin yapısının; iş
koşullarının aşırı kol emeği gerektirip, gerektirmemesinin; işin insan sağlığını tehdit
etme durumunun; çalışanın kendisiyle ilgili demografik özelliklerin verilen cevapları
etkilediği görülmektedir.
221
Ayrıca gerçekten TKY uygulaması yapılan işletmelerde, fordist üretim
sisteminden farklı bir değişimin gerçekleşmiş olduğu konular varsa, bu değişimin
gerçekleşmesi, gerek bu tezin uygulama bölümündeki bulgular da, gerekse, başka
araştırmalardan elde edilen analizlerde, farklılıklar oranında belirginleşmektedir.
Hepsinin ötesinde ortaya çıkan gerçek ise, başta ileri sürülen tezi doğrular
biçimde, kapitalizmin üretim mantığının kaba bir şekilde uygulanışıyla, çalışanların
önemli sorunları olduğudur. Çünkü bu mantığın, başta da söylendiği gibi, ne
özneleşme kapsamında söz edilen insanların kendini gerçekleştirebilmelerine saygısı
vardır ne de topluma ve bireye saygısı vardır. Sermayenin düzeni, yukarıda yapılan
araştırmada da görüldüğü gibi, çalışanların daha fazla öz veride bulunmasını
sağlamaya çalışmakta, çoğu işgörenlerin iyi niyetli yaklaşımları da beklenen karşılığı
bulamamaktadır.
TKY uygulamaları açısından değerlendirildiğindeyse ortaya çıkan gerçek
şudur: TKY tek başına çalışanlar açısından sorun olan bir durumu ifade
etmemektedir. Hatta bu konudaki teorisyenlerin iddiaları doğru olsa, TKY ile ilgili
bölümde de incelendiği gibi, fordist üretim sistemine göre çalışanlar açısından
devrim sayılabilecek nitelikler taşımaktadır. Ancak, söz konusu yönetim sistemi,
kapitalizmin mantığında bir değişim gerçekleştirilmeden uygulandığında, bu tezde
yapılan araştırmaların sonuçlarına göre değerlendirildiğinde de görüldüğü gibi; TKY
iddialarının tersine esnek üretim anlayışı temelinde, işgörenlerin daha fazla
yıpratılmasından, kullanılmasından ileriye gidememektedir.
222
BÖLÜM V
SONUÇ
Üzerinde çalışılan tez, kuramsal kavramsal çerçeve ve alan araştırması
bölümü olmak üzere iki ana bölüm üzerinde ele alınmaktadır. Kuramsal kavramsal
çerçevede, özellikle hipotezlerle bağlantılı olan kaynaklar üzerinde yoğunlaşılmış,
bulgular sonucunda test edilmesi beklenen konularla ilgili bir temel oluşturmaya
çalışılmıştır. Alan araştırmasında da, yine tezin temel iddiaları kapsamında
yoğunlaşılmış, söz konusu verilerin detaylı bir şekilde analizi amaçlanmıştır.
Çalışanlar, genel değerlendirme bölümünden de anlaşıldığı gibi, araştırmanın
hipotezleri bağlamında incelenen konulara, aslında TKY uygulamalarına göre değil
kendilerinin koşullarını ilgilendirmesi açısından bakmakta; ister TKY anlayışı
sebebiyle olsun, isterse işletmedeki yönetim anlayışı veya firmadaki koşulların
uygunluguyla olsun, olumlu koşullara olumlu cevap vermektedirler. Bu da
göstermektedir ki, işgörenler açısından iş doyumu işletmeler için önem taşıyorsa,
fordist üretim sistemi temelinde devamlılık gösteren kapitalist üretim sistemi
anlayışıyla ilgili firmalar önemli bir esneklik geliştirmek zorunda kalacaktır. Aşağıda
yer alan satırlarda, araştırmanın özellikle çalışanlar ve toplum açısından ulaştığı
gerçekler üzerinde durulmakta, oluşturulan öneriler dikkatlere sunulmaktadır.
Bugünün dünyasında, ülke sermayelerinin büyük kısmı silahlanmaya veya
güvenlikle ilgili yatırımlara ayrılmak zorunda kalmaktadır. Silahlanmaya son verilip
tüm insanlığın refahı ve geleceği için çalışmak yerine, güçlü ekonomilerin güçsüz
ekonomileri sömürerek denetimlerine almalarına çalışılmaktadır. Oysa aşağıda
incelenecek araştırmalarda da görüldüğü gibi, doğal ve teknolojik kaynaklar dikkatli
kullanıldığında, tüm insanlığın birlikte kalkınması, gelişmesi için bir engel yoktur.
Hatta, şu anda işi mesleği olmayan, açlıkla pençeleşen milyonlarca insanın yaşama
koşulları düzeltilip, eğitile bilse, belki de hedeflenin de ötesinde tüm dünyada toptan
bir kalkınma sağlanabilecektir.
223
Işıklı’ nın araştırmasından elde edilen bilgilere göre, dünyadaki en varlıklı
200 kişinin birikimi, iki milyar insanın toplam gelirinden daha fazladır. Yine burada
incelenen Birleşmiş Milletlerden elde edilen bilgilere göre, dünyadaki zenginliğin
yarısına sahip 400 milyarderin kazançlarından yüzde 4 vergi alına bilse, tüm
dünyadaki yoksulluk ve sağlık sorunu ortadan kaldırılabilecektir (2001). Burada
açıklanan değerler insanlık açısından oldukça dramatik bir duruma işaret etmektedir.
Demek ki dünyada varlıklı geçinen insanlar, vicdan denilen bir şeyleri varsa, kendi
yaşantılarını milyarda bir etkilemeyecek bir fedakârlıkta bulunmayı kabul etseler, o
takdirde tüm insanlık yine üretime dönecek şekilde sağlıklı bir şekilde
geliştirilebilecek ve onlar da daha huzurlu, güvenli, kazanca da dönüşümü olan bir
dünyada yaşama olanaklarına kavuşa bileceklerdir.
İnsanlığın içinde yaşadığı kurgusal rolü dağıtanlar, ne yazık ki, insanların
birbirlerine zulmetmelerinden haz aldıklarını kanıtlarcasına, küreselleşmenin
ağırlaşan etkisiyle birlikte, piyasanın görünmeyen düzenleyici elinin adalet
dağıtacağı, üretimin artırılmasıyla yoksulluğun da kalkmış olacağı vb. iddialarla
insanların zekalarıyla alay etmektedirler. Oysa yoksulluğu kaldıran, üretimin artması
yanında, sosyal devlet anlayışının, gelirin yeniden dağıtımı politikalarının
uygulanmasıdır. Bu da alternatifi yokmuş gibi gösterilen, kapitalist mantık
çerçevesinde olası değildir. Çünkü, söz konusu mantık, artan yoksullaşmayı emeğin
pazarlık gücünü kırmak için kullanmaya programlanmıştır. Işıklı’ nın araştırmasına
göre, “1960' ta, dünya nüfusunun en zengin ülkelerde yaşayan yüzde 20' sinin
zenginliği en yoksul ülkelerde yaşayan yüzde 20' sinin 30 katı iken, 1995' de 82 katı
olmuştur” (2001).
Yine çalışanlar açısından ortaya çıkan değişimlerin yönünü ortaya çıkarmak
için, Sayın’ ın aktardığı bilgiler gidişatı gösterici olmaktadır. Burada açıklanan
verilere göre, 1975 – 1995 yılları arasında Amerika’ nın zenginliği % 60 artmıştır.
Buna karşılık artan bu varlıktan halkın ancak % 1’ i faydalana bilmiştir. Türkiye’ de
de 1980’ li yıllarda GSMH yılda % 5.3 oranında artarken, işçi – memur maaşlarının
1980’ li yıllar aralığındaki payı % 34.8’ den, % 18.3’ e inmiştir (2002: 310).
224
Türkiye ile ilgili Aktan’ ın araştırmasındaki veriler de, yukarıda anlatılanları
kanıtlayan başka bir örnektir. Burada aktarılan veriler şöyledir: “Kentsel alanlarda
1987 yılında en yoksul % 20’lik kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 5.43 iken,
bu oran 1994 yılında yüzde 4.3’ e inmiştir. Beşinci yüzde yirmilik bölümü temsil
eden en zenginlerin payında ise bir artış olmuştur. 1987 yılında en zenginlerin milli
gelirden aldıkları pay yüzde 50.93 iken, bu oran 1994 yılında yüzde 57.22’ ye
yükselmiştir” (2002: 2). Burada aktarılan verilerin de gösterdiği gibi, üretimin,
zenginliğin artması, gelirin topluma yaygınlaşmasını sağlamamaktadır.
Yukarıda anlatılanların etkileri, kendilerini artan yoksulluk yanında,
insanların ortalama yaşama umudunda ve okur yazarlık durumunda da
göstermektedir. UNDP (United Nations Development Programe) Human
Development Report verilerine göre, gelişmiş ülkelerde 2002 yılı değerlerine göre
doğumda ortalama yaşama umudu ortalama seksenler civarındayken, azgelişmiş
ülkelerde 40 – 50 arası yaşlara kadar inebilmekte, okur yazarlık oranı ise, gelişmiş
ülkeler ve dağılan sosyalist rejimlerde yüzde 98’ lere tırmanırken, azgelişmiş
ülkelerde yüzde 40’ lara kadar gerilemektedir. Bu kaynağa göre Türkiye’ de
doğumda ortalama yaşama beklentisi % 70.4 görünürken, okur yazarlık oranı ise, %
86.5 olarak görülmektedir (2004: 139–142).
Bugünün dünyasında değerlendirilmesi gereken bir konu da, insanlığın
geleceğiyle ilgili olan, otomatikleşme, robotlaşma, sibernetik devrimi vb. teknolojide
yaşanan gelişmelerle ilgilidir. Bu konuda Göker, Kosolapov’ dan şunları
aktarmaktadır: “... Bugün her vardiya çıkışında bir insan selinin aktığı fabrika
kapılarında, 21. yüzyılda yalnızca 10 – 15 kişi görünecek. Üstelik, fabrikanın üretimi
bugünkünün katlarca üstünde olacak. Bu insanlar, bütün üretim prosesini elektronik
aygıtlarla programlayacak, denetleyecek. Fabrika tam otomatik olacak ve pratik
olarak işçi bulunmayacak” (1995: 18-19).
Yukarıdaki paragraflarda anlatılan kapitalist mantık böyle sürüp giderse ve
bir gün dünyadaki uluslararası güçlü sermayeler, insan emeğine göre daha pahalı
225
olduğu için kullanmadıkları bu teknolojileri daha da geliştirerek, çalışanların
emeğinden ucuza satın alabilirlerse ne olacaktır? Örneğin, belki dünyadaki bütün
işler, tüm insanların binde birinin emeğiyle yapılabilir hâle gelirse, geri kalan binde
dokuz yüz doksan dokuz insanın her açıdan güvenli bir hayat sürmesi sağlanabilecek
midir? Buna söz konusu sermaye sahipleri razı olacak mıdır? Milyonlarca işsiz, aç
insan, doğadaki hayvanların ölmemek için tek yol olarak saldırmayı seçmek zorunda
kalması gibi, suç işlemeye başlar ve onlar için bu yol bir alışkanlık hâlini alırsa, yine
bu insanlar kendileri gibi işsiz kalmış, ileri teknolojileri kullanmasını da son derece
iyi bilen kişileri de yanlarına alırlarsa, kıran kırana olan bu savaş dünyada
yaşanabilecek bir alan bırakacak mıdır? Aynı şekilde sosyal devlet anlayışı, insan
hak ve özgürlükleri tanımayan temelde ilerleyen kapitalist mantığı savunanlar,
doğadaki rekabet benzeri kıran kırana rekabeti yasal (meşru) görürlerken, yine
doğadaki koşullar benzeri bir iç güdüyle hareket eden, kendi yarattıkları koşulların
sonucu olan, ölmemek için kendilerine saldıran insanları nasıl suçlayacaklardır?
Burada anlatılanlar kapsamında, bugün de, çağımızda ileri endüstri
uygarlığının, içinde yaşadığımız dünyayı biz içindekiler için çekilmez hâle getirme
konusunda tehlikeli sinyaller verdiği görülmektedir. Ekolojik dengenin bozulması,
atmosfer, okyanus deniz ve doğanın sorumsuzca kirletilmesi, doğal kaynakların
tüketilmesi, kontrol edilmeyen teknoloji sebebiyle su kaynaklarının, nehirlerin,
göllerin kirletilmesi, gelecek kuşakların yaşama olanaklarını kısıtlamaktadır. Yine
ileri sanayi uygarlığının kapitalizmin mantığında toplumu sürüklediği tehlike, aile
bağlarında ortaya çıkan kırılma, toplu yaşamadaki geri gidiş, hukuku, dikkate
almama, ethik, ve kültürel sorunlar, etnik ve dini bağların pekiştirilmeye çalışılması,
kanunlara saygısızlık, cinsiyet ayrımcılığı, yoksulluk, suç, vahşi insan davranışları,
psikolojik hastalıklarda artış bugün de yüz yüze kalınan sorunlardır (Kassiola, 1990:
4-6). Söz konusu durum şimdiden duyarlı insanları kaygılandırmaktadır. Duyarsız
görünenler de bir zaman gelecek kaygılanacaktır. Ancak o zaman umula ki, her şeyi
düzeltmek için çok geç kalınmış olmasın.
Konunun incelenmesinde en önemli noktayı, kapitalist sistemin mantığının
araştırılması oluşturmuştur. Çünkü, bugünün dünyasında yaşanan tüm gerçekler
226
kapitalist temel üzerine kurulup geliştiğine göre, o temelin sağlam olması üzerinde
gelişen oluşumların da dimdik durmasına sebep olacak, eğer temel sağlam değilse
üstünde gerçekleşen oluşumlarda güvenli olmayacaktır. Yani, bir Anadolu deyişiyle
“süt sağlam ise, ondan yapılan yoğurt da sağlıklı olacaktır.”
Araştırma kapsamında da netleştirilmeye çalışıldığı gibi, tezin sorguladığı
alanın sınırlandırılması gerektiğinden, özellikle TKY konusunda ileri sürülen
teorilere karşı bir tavır içine girilmemiş; özellikle kapitalist sistemin üretim
mantığında aldığı biçim tartışılmaya açılmış, söz konusu sistemin çalışanlar, toplum,
açısından değerlendirilebilecek tüm iddialarının, elde edilen bulgularla uygulamadaki
durumu incelenmeye çalışılmıştır.
Ortaya çıkan önemli gerçek şudur ki; burada değerlendirilen araştırmalar
kapsamında geniş bir şekilde açıklandığı gibi, TKY uygulamalarının kapitalizmin
üretim mantığında çalışanlar açısından, toplumla ilişkili olarak, doğanın
korunmasıyla ilgili ya da çalışanların tüm bilinç oluşturucu baskıların olabildiğince
uzağında kendilerini ifade edebilmeleriyle, (özneleşme) ilgili olarak olumlu
değişimlere sebep olmadığı anlaşılmaktadır.
Tüm insanlar dünyaya gelişlerinde diğer hemcinsleriyle eşit haklara
sahiptirler, hiç kimse evrenin yaratıcısından kendisine özel bir hak verilmediğine
göre, zenginliğini, mevkisini kullanarak sınırsız haklara sahip olduğunu iddia
edemez. Yaşanılan dünya, doğadaki diğer canlılarla birlikte, insanlığın ortak
malıdır. Böyleyken bireyler doğumlarıyla birlikte içinde ailelerinin varlıkları,
statüleri yoluyla farklı yaşantılara, işlere, kazançlara sahip olurlar. Oysa, insani
duyarlılığın, sosyal devlet anlayışının gelişmediği kapitalizmin üretim mantığı,
geliştirdiği bilinçle birlikte, her insanda olması gereken duyarlılığı bir tarafa
bırakarak, emekçilere ve yoksullara alınıp satılabilen bir mal, ya da meta değeri olan
bir varlık olarak bakar. Ancak ne doğaya ne de insanlara sorumsuzca davranmak
kimsenin hakkı değildir. Kişilerin varlıklarına, yeteneklerine, bilgilerine bağlı statü
ve rolleri kabul edilebilir. Ancak bu kabullenişin koşulu, (büyük sermaye sahipleri
hiçbir şeyi kendileri yoktan var etmediklerine, yine kendi varlıkları da başka
227
insanların emeğiyle oluştuğuna göre) varlık sahibi kişilerin de doğaya ve diğer
insanlara hak ettikleri saygıyı göstermeleri olmalıdır.
Bu tez çalışmasıyla, buraya kadar elde edilen bulgular dikkate alınarak
geliştirilen temel öneriyi şöyle özetlemek olanaklıdır: Kapitalizmin üretim mantığı,
piyasanın son derece kuralsızca serbestleştirilmesi, birikim yapmanın her çeşidinin
olağan sayılması, insan hak ve özgürlüklerinin, sosyal devlet anlayışının hiçe
sayılması anlamında bir gelişim göstermektedir. Böyle devam etmesi ise, aynı temel
üzerine kurulacak tüm yapıların, TKY dahil, olumsuz gelişmelere sebep olmasına
sebep olacaktır. O nedenle devletlerin yönetiminden, işletme yönetimlerinden, aile
ilişkilerine kadar geniş bir açıda yeni öneriler getiren TKY teorileri iddialarında
samimiyet taşınıyorsa, öncelikle yukarıda yazılan kapsamda kapitalist sistemin
mantığında önemli bir karşı duruşun gerçekleştirilmesi, söz konusu yapının çalışanlar
ve toplumdan yana taraf olarak esnetilmesi gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan temel öneri dikkate alınmak koşuluyla, özellikle TKY
teorileri olmak üzere, araştırma sonucunun çalışanlara ve topluma faydalı bir durumu
içermesi, ayrıca işletmelerde verimliliğin artması açısından aşağıda belirtilen alt
önerilerin değerlendirilmesi uygun olacaktır:
a. TKY uygulamalarının kendi mantığı açısından da bir tutarlılık geliştirmesi
açısından, tüm toplumdaki ve işyerlerindeki demokratikleştirme, şeffaf toplum
yaratma, katılımcılık çalışmalarının artırılmasıyla ilgili, insanların kendilerini ifade
edebilme yeteneklerini de yükseltip, yaratıcılığı artıran ciddi önlemler üzerinde
çalışılması uygun olacaktır.
b. Özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde yaşayan çalışanlar ekonomik
sorunlar sebebiyle, aşırı sağlıksız bir yaşantıya mahkum olmaktadır. Bu durum ise,
çalışanların hem işlerindeki verimlerini etkilemekte, hem de sağlıksız şartlarda
yetişmek zorunda kalan çocuklar sebebiyle, toplumların geleceklerindeki
olumsuzlukları beslemektedir. Çünkü bugünün dünyasında görülen önemli
gerçeklerden birisi de, ülkelerin toplumların gelişmesinin iyi eğitim alabilmiş,
228
sağlıklı koşullarda yetişen insanlara bağlı olduğudur. Yine eğitimin insan
özgürlüğüne bir saldırı anlamı taşımaması için ise, olabildiği kadar tarafsızlığının
sağlanması gerekir. Ayrıca yoksullaşmanın ortaya çıkardığı diğer tehlikeler de göz
önüne alındığında, sorunun büyüklüğü anlaşılır. Tüm bu problemlere çözüm üretmek
ise, gelir dağılımında adaletin sağlanmasıyla olur.
c. Günümüz toplumunda, bilgi, beceri ve yeteneklerin geliştirilmesiyle insan
niteliklerinin artırılması, özellikle yeterince gelişemeyen toplumlar açısından birinci
önceliğe sahip olmalıdır. Çünkü ileri toplumlar seviyesine gelebilmek için, en temel
koşul, her alanda yetişmiş eğitilmiş insanlara sahip olunarak gerçekleştirilebilir. Aynı
bağlamda işletmelerin uluslararası piyasa şartlarında yarışabilmeleri için de, bu koşul
olmazsa olmazlardandır. Çalışanların, toplumun, bilgi, beceri, yeteneklerinin
geliştirilmesi, eğer farkına varabilirlerse, işletmelerin gelecekleri açısından da
vazgeçilmez olacaktır. Çünkü, onlara gelecekte de piyasa şartlarında var olacakları
garantisini kimse veremeyecektir.
d. Çalışanların işletmelerinde verimli ve iş doyumu yüksek olarak işlerini
yapabilmelerinin bir koşulu da ikili ilişkiler konusunda incelenebilir. Akrabalık,
çıkar, hemşehrilik vb. ilişkilerin ayrımcılık anlamında gelişmesi, işletmeye zarar
verecektir. Yine, fordist üretim ve TKY uygulamalarında çokça görüldüğü gibi,
çalışanların birbirlerini denetlemesi vb. yollarla, daha fazla öz verili çalışma
konusunda baskı yapılması, sonunda işletmelerin zararına olacak gelişmelere sebep
olacaktır. Tersine, işletmelerdeki birlik beraberliğin, dostluğun, sevginin, saygının,
paylaşmanın güçlendirilmesi ise, hem çalışanlar hem de işletme açısından faydalı
sonuçları beraberinde getirecektir.
e. Çalışanları etkileyen bir konu da, işletmede korku ve tedirginliğe sebep
olacak bir ortam bulunmasıdır. Böyle durumlarda çalışanların işlerinden aldıkları
doyum engellenmiş, ayrıca onların hak ve özgürlükleri de sınırlandırılmış olacaktır.
İşletmeler açısından ise, tedirgin olarak işgören çalışanlar, beklendiği şekilde kaliteli
üretim yapamayacak, işletmelerine sahip çıkmayacak, firmalarının daha da başarılı
olmasına hizmet etmeyeceklerdir. Ayrıca, oluşan hatalar gizlenerek, aynı hataların
229
sürekli şekilde tekrarlanmasına sebep olunmuş olacaktır. Böyle bir durumdan
kurtulmak için ise, çalışanlarla gerçek anlamda işbirliğinin gerçekleştirilmesi; hatayı
kimin yaptığı yerine, hata oluşumunu sağlayan etkenlerin ortadan kaldırılması;
“insan hata yapabilir” anlayışının yerleştirilmesi gerekecektir.
f. Toplumlardaki bireylerin, çalışanların kişiliklerinin, kendilerini ifade
edebilmelerinin, yaratıcılıklarını geliştirmenin bir koşulu da, onların kişiliklerine,
onurlarına, fikirlerine verilen değerle ilişkilidir. Bu durum, insan özneleşmesinin
(diğer etkenlerle birlikte) gerçekleştirilmesine de katkı sağlar. Her insan (insan
hakları evrensel bildirgesinde de yer aldığı gibi) dünyaya gelmekle, kendisine saygı
gösterilmesini ve yaşadığı ülkede sosyal yaşantısını sürdürebilmesiyle ilgili
desteklemeleri hak eder (Duben, 1994: 41–47). Başkalarına saygı göstermemenin tek
istisnası ise, onların kendilerine gösterilen saygıyı, diğerlerinin hak ve özgürlüklerini
engelleme amaçlı kullanmaları olabilir. Yani kendileri demokratik özgürlükleri
kullanıp, bu özgürlükler sayesinde güçlenirken, başkalarının özgürlüklerine aynı
saygıyı göstermeyenlere karşı önlem almak da, kişi özgürlüğünü, “özneyi”
kurtarmanın tek yoludur. Kalite çalışmalarında istendiği öne sürülen, kendine
güvenen, yaratıcılığı yüksek insanlar da, ancak böyle bir yapıda gelişebilir. Bu
konulara dikkat edilmesi bireylerin yaratıcılıklarına, kişiliklerinin geliştirilmesine
katkı sağlayacağından, hem işletmeler hem de toplum açısından daha verimli
gelişmeleri üretecektir.
g. Kapitalist üretim mantığı gereği gerçekleşen, topluma, doğaya ve insana
karşı olan duyarsızlık, tüm toplumda ve işyerlerinde sorumsuz ilişkilerin artmasını
pekiştirmektedir. Gelişmelerin böyle devam etmesi ise, toplumların ve insanlığın
ortak malı olan doğanın geleceğini tehlikeye atmaktadır. Tüm toplumda Sorumluluk
anlayışının yaygınlaştırılması ise, kendini geliştirebilme olanaklarından yoksun
bireylerin de, sağlıklı koşullarda yetişip nitelikli insanlar olmalarını sağlayacağından,
bu da toplumsal üretim ve refahın yaygınlaşmasına, işletmelerde verimin artmasına
sebep olacaktır. Böyle bir durumun gerçekleştirilmesi için ise, bu araştırmada
üzerinde durulan diğer önerilerle birlikte, kapitalist sistemin insana, topluma, doğaya
duyarlı bir donanımla yeniden inşa edilmesi gerekecektir.
230
ğ. Özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde daha ağırlıklı olarak görülen
sorunlardan birisi de sosyal güvencelerle ilgilidir. Araştırmada incelenen KOBİ
işletmeleri bağlamında yapılan gözlem ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre,
hemen hiç sendikalaşma çalışmasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, başka
araştırmalardan elde edilen bilgiler değerlendirildiğindiyse, büyük sanayi
işletmelerinde sendikal faaliyetlerin gerçekleşebildiği, ancak hazırdaki durumda
etkili bir sendikacılık yapılamadığı anlaşılmaktadır.
Yeterli iş güvencesinin bulunmaması, sağlıkla ilgili olanaklar vb. sosyal
güvencelerde karşılaşılaşılan sorunlar çalışanları önemli ölçüde tedirgin etmektedir.
Serbest piyasa anlayışı içinde, çalışanların pazarlık güçlerinin son haddine kadar
kısıtlanmaya çalışılması ise, bu konudaki sorunları artırmaktadır. Oysa, işgörenlerin
hak ve güvencelerden yoksun bir yaşama mahkum edilmesi, araştırmada Roma
örneğinde anlatılanları akla getirmektedir. Çünkü hak ve güvencelere sahip olmamak
köleliğin biçim değiştirmiş bir türüne denk gelir. Roma örneğinde kendi vücutları
üzerinde dahi hakları olmayan insanlar, zevk için ölesiye dövüştürülüyor, hayvanlar
gibi kızgın demirlerle damgalanıyordu. Tamamen yanlış olan bugünün
uygulamalarında ise, sosyal hak ve güvencelere, sendikalaşmaya karşı sergilenen
tutum, tamamen insana saygısızlık temelinde gerçekleşmektedir. Kapitalist sistem
tarafından istihdam konusunda ileri sürülen serbest piyasa şartlarındaki emeğin
özgürlüğü savunuları ise, işsizliğin son derece önemli bir sorun olduğu bir ortamda,
tamamen haksız, saygısız bir aldatmacayı içermektedir. Bu konularda önlem
alınmaması ise, araştırmada anlatılanlar paralelinde toplumsal sorunları
artıracağından, gelişmeyi engelleyeceğinden, insanlığın geleceğinde tahmin
edilemeyecek kadar büyük zararların oluşmasını beraberinde getirecektir.
h. Çalışanları etkileyen en önemli konulardan birisi de, işyerlerinin
çalışanların sağlıkları açısından elverişli olup olmamasıyla ilişkilidir. Çok ağır ve
tehlikeli koşullarda çalışmak zorunda kalan işgörenler, hiçbir ücret karşılığı geri
getirilemeyecek sağlıklarını kaybetmektedirler. Bazı durumlarda, yönetici ya da
patron baskısıyla birleşen sağlıksız iş yeri koşulları işkence hâlini alabilmektedir.
231
Genellikle böyle durumlarda önlem alınmamasına, söz konusu değişiklerin daha
fazla maliyet getirmesi sebep gösterilmektedir. Oysa, Kalite çalışmalarından daha da
önce, işyerleriyle ilgili sağlıklı şartların geliştirilmesi, çalışan huzuru ve verimini de
artıracak, bu da işletmeye fayda olarak dönebilecektir.
ı. Aşama kaydede bilme, bilgilerini gelecek nesillere aktara bilme, yükselme
isteği, insanlığın bugünlere gelmesini de sağlayan bir güdülenmeyle ilişkilidir.
Yapılan çalışmalarda, işgörenlerin ve toplumdaki diğer insanların kendi başarılarıyla
ilgili ulaşmak isteyecekleri bir hedefleri olmadığında, günlük yaşantılarında ve
işlerinde yeterince verimli davranamadıkları ortaya çıkmaktadır. Toplumda ve
işyerlerinde insanlardaki bu arzuları olumlu yönde güçlendirmek, insanlığın
karşılaşması olası sorunların da aşılmasında faydalı olacaktır. Ancak, bu
uygulamaların insanlar arasında iş birliğini güçlendirecek, hakça kurallara göre
belirlenmiş olması gerekecektir. Söz konusu durumda başarı sağlandığında, tüm
toplumun, işletmelerin gerçek anlamda nitelikli kimseler tarafından yönetilmesi
sağlanacağından, ilerlemede dinamik bir süreç başlamış olacak, çıkar hesaplarına ya
da yaşa göre yönetim kademelerine gelinmesinin yerini, bilgi, yetenek ve öz veri
alacaktır. Böyle bir şey uygulamada gerçekleştirilebilirse, TKY teorilerinde konu
içinde açıklanmış bulunan “Toplam Yönetimin Kalitesi” deyimi anlam kazanacaktır.
i. Yükselen işsizlik sorunuyla ilgili olarak, TKY teorilerinde, artırılan
kalitenin rekabet koşullarında öne geçmeyi getirmesiyle, daha fazla iş ve işyerinin
oluşmasını sağlayacağı, bunun da işsizliği azaltacağı iddia edilmektedir. Oysa
kapitalist sistemin mantığı gereği, iş gücünün piyasa şartlarındaki pazarlık gücünü
kısıtlamak gerekmektedir. Ayrıca TKY uygulamalarıyla, daha gelişmiş makineleri
kullanma ve işi yapmada geliştirilen yöntemlerle verimliliğin artırılması, daha az
çalışanla daha çok iş çıkartılabilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu durumun söz
konusu iddiayla çelişikliği ortadadır. TKY uygulamalarıyla gerçek anlamda,
toplumun faydasına bir şeyler yapılmak isteniyorsa, bu tür dayanaksız iddialardan
vazgeçilmeli, nasıl ve hangi yollarla sosyal - ekonomik sorunların aşılabileceği,
gelirin yeniden dağıtımı politikaları dahil ne gibi önlemler alınabileceği
araştırılmalıdır.
232
j. Bilim ve aklın öngördüğü yolda gitmek, insanlığın içinde bulunduğu
durumdan kurtulması için tek umuttur. Buradan bakışla gelişe bilmek için, bilimsel
çalışmaların yeterli kaynak ayrılarak desteklenmesinin büyük önem taşıyacağı
ortadır. Ancak söz konusu araştırma desteği sadece fizik bilimlerle ilgili olarak değil,
fizik bilimlerdeki ilerlemeler, sosyal bilimlerin insan ve topluma katkıları olmadan
faydalı olamayacağına göre, sosyal bilimler için de düşünülmelidir.
k. İnsan hak ve özgürlüklerini artırmak, şeffaf bir toplum yaratmak, hem
toplumsal güveni sağlamak, hem de gelişme, kalkınmayı gerçekleştirme açısından en
temel konulardandır. Bu durumun gerçekleştirilemediği toplumlarda, ülke
kaynaklarının nerelere nasıl harcandığı, gerçekte kimin ülkenin zararına ya da
yararına çalıştığı bilinemez. O nedenle her türlü yolsuzluk heveslilerinin amaçlarına
en rahat ulaşabildikleri toplumlar otokratik, teokratik toplumlar olup, hemen her türlü
bilgi kolayca milli sır hâline getirilip gizlenmeye çalışabilir. Herkesin herkesten
korkar hâle getirildiği böyle toplumlarda, insanların bir takım doğruları görmezden
gelmeleri gerektiği, siyasetle uğraşmamaları gerektiği vb. beyinlere bol bol işlenir.
Bu durum toplumumuzda da “etliye sütlüye karışmamak” deyimiyle halk arasında
bol bol gündeme getirilir. İnsanların “özneleşmesi” açısından da son derece önemli
olan bu konuda çalışmalar yapılması, hem kamudaki halkla ilişkiler, hem de
işyerlerindeki huzur ve verim açısından önemlidir.
İnsanlığın tüm insanların daha mutlu olacağı şekilde daha fazla
ilerleyememesinin başında, dokunulamaz eleştirilemez olarak gösterilen değerler
bulunur. Eleştirilemeyen, dokunulamayan bu doğmalar yoluyla, insanların kendi
özgün benliklerini yaratabilmelerine, korkusuzca çekinmeden araştırma
yapabilmelerine engel olmaya çalışılır. Burada söz konusu edilen özgürlüğün ise tek
bir sınırı olabilir. O da, bizim özgürlüğümüzün, başkalarının özgürlüğünün başladığı
noktada bittiği yerdir. Örnek olarak bazı şeriat özlemcilerinin bir kısmı tarafından,
sanki onların dünya ve dinle ilgili yorumları evrenin yaratıcısı tarafından direk olarak
onaylanmış gibi; başkalarının da insan olduklarını ve farklı düşüne bileceklerini
hesaba katmadan, demokrasinin verdiği özgürlükleri yine onu yok etmek için
233
kullanmalarına müsaade edilemez. Kasapoğlunun cümlesiyle “....Ancak demokrasi,
iktidara geldiğinde kendini yok edecek akımlara izin verecek kadar cömert olamaz”
(Kasapoğlu, 1996: 116).
l. Araştırmada da incelenen kapitalist, emperyalist sürecin, yeterince
gelişemeyen ülkelerde ve Türkiye’ de oynamak istediği oyunlar ortadır. Bu
emperyalist güçlere, tüm dünyaya da örnek olacak şekilde, Türkiye’ de Atatürk ve
onun devrimleriyle cevap verilmiştir. Onun “Tam Bağımsızlık” anlayışı konusunda
ülkemize bıraktığı mirasa sahip olunabilseydi, bugün Türkiye uluslararası güçlerin
oyunlarına karşı bu kadar zayıf kalmayacaktı. Onun ilkelerine sahip çıkılabilseydi,
gelir dağılımı arasındaki bu derece farklılıklar oluşmayacak, şu anda karşı karşıya
olunan toplumsal ekonomik sorunlar bu kadar büyümeyecekti. Buradaki öneriyle,
Türkiye devletinin ve toplumunun çıkarları açısından Kemalizm’e sahip çıkılması
önerilmektedir. Ancak bunu yaparken, Kemalizm’e karşı da en büyük tehlikenin onu
Tanrısallaştırmaya, putlaştırmaya, doğma hâline getirmeye çalışanlardan geleceği
unutulmamalıdır. Onun özü, kendi direktiflerinde de aktardığı gibi, toplumun
yararları gözetilmek şartıyla sürekli gelişmeden, değişmeden, ilerlemeden yana onu
aşmak olarak anlaşılmalıdır. TKY teorilerinde anlatılan “kaizen” de uygulama
alanında doğru bir şekilde gerçekleştirile bilse bundan başka bir şey değildir. 62
m. TKY uygulamaları konusunda iddialı olanlar için önemli bir öneri de,
“toplam” kelimesinin anlamını da içeren, organizasyonda üretimi etkileyen tüm
değerler yanında, olmazsa olmaz olan çalışanların göz ardı edilmemesi üzerine
dikkatle eğilmeleridir. Tersine hareket etmeleri ise, işgörenlerin de karşı bir tavır
içine girecekleri varsayılırsa, böyle davrananların da zararına olacaktır.
62 Atatürk, bir doktrin adamı değildir ve doktrinlere de karşıdır. Onun fikirsel uğraşısı, değişme ve gelişmelerin takip edilmesinden yanadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “kendisine, ‘Paşam, bu partinin doktrini yok’ dediği zaman, ona verdiği yanıt: “Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi donduruz” olmuştur (Aydemir’ den aktaran Kongar, 1983: 325). Burada söz konusu edilen değişme dikkate alındığında, değişimin bir geriye gidişi de ifade edebileceği unutulmamalıdır. Kongar’ ın örneğinden açıklanırsa, atomun parçalanması teknolojiyle ilgili büyük bir gelişmedir. Ancak atomun bomba olarak insanları yok etmede bir savaş aracı olarak kullanılması ya da insanların faydasına elektrik ve ısı üretiminde kullanılması durumu vardır. Konu insan insan çelişkisi içerisinde değerlendirildiğinde, ideolojik bir seçimi kapsamakta ve ayrıca değişimin yönünün iki tarafı olduğunu öne çıkarmaktadır (Kongar, 1981: 22-23). Böylelikle ilerici değişim söz konusu edildiğinde, insanların küçük bir azınlığı yerine tamamının çıkarlarını gözeten, daha çok insana özgürlük ve haklar getiren değişimlerin ilerici değişimler, tersinin gerici değişimler olduğu söylenebilir.
234
n. Yukarıda yer alan tüm önerilerin dikkate alınması, tüm bilinç
oluşturucuların olabildiğince uzağında, bu çalışmada “özneleşme” olarak söz edilen
insanların kendilerini gerçekleştirebilmeleri açısından da önemlidir. “Özneleşme” nin
bu kadar ciddiye alınmasının temel sebebi, insanlığın beklenen gelişimi için olmazsa
olmazlardan sayılmasıdır. Tüm insanları programlamaya çalışan toplumsal sistemler
içerisindeki yapılardan kurtulup, insan yaratıcılığını, ufkunu geliştirmenin, insan
özneleşmesini sağlamaktan başka yolu yoktur. Aksi takdirde dünyada yaşayan bizler,
robotların özel bir biçimde formatlanmış hâlinden başka bir şey olamayacağız.
Ancak bunu başarmak o kadar da kolay değildir. Açıklaması yapılan bilinç
oluşturucuların etkisinden kurtulabilmek, kendi doğrularımızı üretebilmek zorlu bir
yoldan geçilmesini gerektirecektir. Üstelik konuyla ilgili yüzde yüz başarının elde
edilmesi de olası görünmemektedir. Ancak, robotlaşmadan kurtulmak için, anlatılan
konuda uğraş vermeden başka bir çare de yoktur.
Açıklanan önerinin işlerliğe sahip olması için, olmazsa olmazlardan en
önemlileri olarak ise, tüm toplumun sosyal – ekonomik durumunun geliştirilmesi ve
özellikle de özgür eğitimin gerçekleştirilmesinin önemine değinilmeden
geçilemeyecektir. Sosyal – ekonomik konularda ilerleme olmadan hiçbir konuda
ilerleme olamayacağı ortadır. Özgür eğitim ise, tüm tartışılmazları ve yasakları da
içine alacak şekilde geniş bir hoşgörüyü gerektirmektedir. Burada, insanlığa zararlı
sapkınlıkların tek boyutlu eğitimden beslendiği, farklı ve aykırı görüşlerin
değerlendirilememesinin beyin yıkamaya sebep olduğu, bireyleri kendi aklına göre
değil başkalarının aklına göre biçimlendirdiği unutulmamalıdır. Bunun örneklerinden
birisi, din ve dini anlayışlar hakkındaki farklı görüşleri, tarafsızca öğretmek yerine,
tek boyutlu insan yetiştirme yönündeki çabalardır. Ayrıca bir başka örnek olan,
kapitalist kültürlemeye tez içinde yeterince değinilmiştir. Oysa, oldukça korkakça
olan söz konusu tutumun, kendisine ve diğer insanlara güvensizliği de böylelikle
açığa çıkmaktadır.
Son söz olarak söylemek gerekirse, araştırmada da incelendiği gibi, kapitalist,
liberal politikaların güçlü ve güçsüzü eşit yarışma olanaklarının olmadığı bir ortamda
235
rekabete zorlaması, beklendiği gibi, bir tarafta artan refah, diğer tarafta ise artan
yoksulluk ve sefalete yol açmaktadır. Söz konusu TKY teorileri de, çalışanların
durumunda kapsamlı bir iyileştirme teklifiyle geldiği hâlde, uygulamada araştırmada
incelenen mantık sebebiyle tamamen bir aldatmaca durumunu almakta, ayrıca esnek
üretim temelinde gelişen ilişkiler sebebiyle işgörenlerin sendikal faaliyetler başta
olmak üzere, birçok sosyal hak ve güvencelerinde geriye gidişe sebep olmaktadır.
TKY sistemini savunanlar, bu araştırmada da incelenen, söz konusu sistemin
çalışanlar, toplum ve insanlık için faydalı olacağına inanıyorlar ve bu düşüncelerinde
dürüstseler, öncelikle uygulama alanında kendi anlattıklarıyla hiç uyuşmayan
oluşumlara çare arayışına girişmelidirler. Ancak, sistemlerini kurdukları temel olan
kapitalizm, bizzat kendisi krize dönük ve insani duyarlılıktan da yoksun olduğuna
göre, burada, söz konusu anlayışta esnekliğe gitmeden bunu başarmaları olanaksız
olarak görülmektedir. Aynı kapsamda, burada yapılan eleştirilerin dikkate
alınmasının, TKY ile ilgili sorunların da incelenmesine katkı sağlayacağı
düşünülmektedir. Asıl hata, TKY’ nin kendisiyle ilgili değil, büründürüldüğü biçimle
ilgilidir. Burada şu söylenebilir: İnsanlığın adı her ne olursa olsun, tüm oluşumları
güzelleştirmek, faydalı hâle getirmek için yeni arayışlara ihtiyacı vardır. Ancak daha
baştan temelde sorun varsa, binanın ayakta sağlam durması olanaksızlaşmaktadır.
236
ÖZET
Bilindiği gibi, bugünün dünyasında, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel tüm
yapılar kapitalizmin mantığına göre şekillendirilmiş bulunmaktadır. Ancak, bu tezde
de incelendiği gibi, söz konusu sermaye sistemi mantığının çalışanlara, topluma,
doğaya son derece duyarsızca yaklaştığı anlaşılmaktadır. Bu duyarsızlık o kadar ileri
gitmektedir ki, insanların bilinçlerindeki doğru, yanlış kavramları dahi etki altına
alınmakta, insanlar kendi doğrularıyla hareket edemeyen kalabalıklara
dönüştürülmektedir.
Her gün haber kaynaklarından ve uzmanların araştırmalarından elde edilen
bilgiler, (tezde de incelendiği gibi) sorunların giderek artığının bir göstergesidir.
Açık olarak görüldüğü gibi, içinde yaşanılan dünya, doğasıyla ve insanıyla
sorumsuzca tehlikeye atılmaktadır. Tezde TKY sistemine gelinen süreci açıklamak
için tartışılan, kapitalizmin krizleri sonucu geliştirilen, fordist, post-fordist üretim
ilişkileri de, sermaye sistemi için geçici çareler bulmasına rağmen, anlatılan
sorunlara çözüm getirememektedir. Aynı bağlamda TKY sistemi, uygulandığı her
alanda, farklı bir bakış açısı getirdiği iddiasında bulunmaktadır. Ancak, üzerinde
durduğu temel, kontrol edilemeyen kapitalist süreçteki esnek üretimler olduğundan
çelişiktir. Burada sorgulanan konu da, söz konusu çelişkiye odaklanmaktadır.
Bu tezde, yukarıda anlatılan mantıkla çerçevelenmiş olan TKY, teori ve
uygulamadaki durumuyla incelenmektedir. Araştırılan konu, sorunu sosyolojik
yaklaşımla, çalışanlar açısından tartıştığından, emeğin üretim bölüşüm tarihini de
dikkate almak gerekmiştir. O nedenle konuya insanların ilkel koşullardaki
yaşantısından başlanmış, zamanımıza kadar gelen süreç değerlendirmeye alınmıştır.
Bu süreçte ise, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi toplum düzleminde ve örgüt
düzleminde olmak üzere; sanayileşme öncesi, sanayileşme sonrası (sanayi devrimi
sonrası) olarak incelenmiş, daha sonra TKY’ ne ilişkin yaklaşımlara yer verilmiştir.
Yine konuyla bağlantılı olarak, fordizm, post-fordizm, azgelişme, küreselleşme, post-
modernizm, yabancılaşma kavramları da, kuramsal açıdan tartışılmıştır.
237
Tezin sonraki bölümünde, alan araştırmasının yöntemi hakkında bilgi
verilmektedir. Daha sonraki bulgular ile ilgili bölümde ise, elektronik sanayiinde beş
işletmede uygulanmış olan gözlem, görüşme ve anket tekniklerinin analizi
yapılmaktadır. Aynı bölümün genel değerlendirme kısmında da, elde edilen veriler
çalışmanın hipotezleriyle test edilmektedir. Yine burada çıkan sonuçlar başka
araştırmalardan elde edilen bilgilerle karşılaştırılmaktadır. Sonuç bölümünde ise,
tezin kuramsal kavramsal çerçevesi dahilinde yapılan incelemelerle, alan araştırması
bulguları birlikte karşılaştırılarak, öneriler getirilmektedir.
238
SUMMARY
As known, in today’s world, all structures, social, economic, political,
cultural are shaped according to capitalism logic. But, as examined in this thesis, it is
understood that the discussed capital system treats to employee, nature, society
insensitively. This insensitivity goes to that level, even human’s perception of the
concept like truth or false is influenced. People become crowd who cannot behave
with their own truth.
Information which got from news research of specialist, everyday, are the
indication that the problems are increasing. As obviously seen, the world in which
we live is thrown to danger irresponsively and people is thrown in to danger.
Although the fordist and post- fordist production relations, which are developed for
the result of capitalism crisis, which are discussed in this thesis to explain the process
that comes to TQM (Total Quality Management) system, find temporary solution for
the capital system, they cannot give solution to the problem which are discussed. In
same context TQM system claims that it brings different view to the every field to
which it is imposed. But because of the foundation on which it stands is flexible
productions, which cannot be controlled in capitalist process, it is contradictory. The
subject questioned, here, focuses on this contradiction.
The TQM framed by the logic, which is discussed in above paragraphs, is
analysed, in this thesis, with its theoretical and practical conditions. Because the
researched subject discusses the problem from the point of employee with
sociological approach, it is required to take into consideration of the history of
labour’s production and sharing. Because of this reason the subject is started with
life of people under primitive conditions and the process that reaches to our time is
evaluated. In this process, the historical development of the organization of
production is analysed on the basis of society and organization as before
industrialization and after industrialization (after industrial revolution), there after
approaches to TQM is discussed. Again, in connection with the subject, the concepts
239
like fordism, postfordism, underdevelopment, globalism, post-modernism, alienation
are discussed from the point of theoretical.
In the later section of the thesis, information is given about the method of the
field research. In the relevant section with later findings, the analyses of the methods
of the observations, conversation, surveys, made in five business enterprises of the
electronic industry, are executed. In the general evaluation part of the same section,
provided data are tested with the hypothesis of study. And again findings from here
are compared with the results of another studies. In the final section of thesis,
researches made in the theoretical frame of thesis are compared with the findings of
the field study and suggestions are made.
240
KAYNAKÇA
Aydoğan, M., (2002), Avrupa Birliğinin Neresindeyiz (Tanzimattan Gümrük
Birliğine), 2.basım, İstanbul: Kum Saati Yayınları.
Aguayo, R., (1994), Japon Mucizesinin Mimarı, Çev. Y. Kaan Tunçbilek. 1.basım,
İstanbul: Form Matbaacılık.
Arendt, H., (1994), İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener, 1.basım, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Aristoteles, (1998), Atinalıların Devleti, Yayına Hazırlayan Egemen Berköz,
1.basım, Çağdaş Matbaacılık.
Aktan, C., C., (1997), Değişim ve Yeni Global Yönetim, İstanbul: Mes Yayınları.
Aktan, C., C., (2002), Türkiye’ de Gelir Dağılımında Adaletsizlik Sorunu,
Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu
Yayını.
Argun, T., (1998), Ve Patron İnsanı Keşfetti, Kasım, http://www.bilgiyonetimi.org.
Argun, T., (1998b), Patron, Yönetici, Lider, Nisan, http://www.bilgiyonetimi.org.
Argun, T., (2000), Toplam Yönetim Kalitesi, http://www.bilgiyonetimi.org.
Aron, R., (1989), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, 2.basım, Çev. Korkmaz
Alemdar, Bilgi Yayınevi.
Akkaya, Y., (2003), Özelleştirme ve Sendikal Politikalar, Makale, Yorum,
Tartışma, http://www.sendika.org.
241
Bacdayan, P., (2001), Quality Improvement Teams That Stall Due To Poor
Project Selection: An Exploration Of Contributing Factors, Total Quality
Management, Vol. 12.
Barling, J., Kelloway, K., E. ve İversion, D., R., (2003), High-Quality Work, Job
Satisfaction, and Occupational Injuries, Journal of Applied Psychology,
Vol.88, No. 2.
Baş, T., (2003), ISO 9000: 2000 Kalite Yönetim Sistemi, 3.basım, İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
Bauman, Z., (1999), Küreselleşme, Çev. Abdullah Yılmaz, 1.basım, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Beachler, J., (1994), Kapitalizmin Kökenleri, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 2. basım,
Ankara: İmge Kitabevi.
Benhabib, Ş., (1999), Modernizm, Evrensellik ve Birey, 1.basım, Çev. Mehmet
Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Berman, M., (1994), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev. Ümit Altuğ – Bülent
Peker, 1.basım, İstanbul: İletişim Yayınları.
Blauner, R., (1966), Alienation and Freedom The Factory Worker and His
Industry, 2.basım, Chicago: The University of Chicago.
Bloch, M., (1983), Feodal Toplum, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 1.basım, Ankara:
Savaş yayınları.
Büyüköztürk, Ş., (2002), Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, 2. basım,
Ankara: Pegem Yayıncılık.
242
Cem, İ., (1977), Türkiye’ de Geri Kalmışlığın Tarihi, 6. basım, İstanbul: Cem
Yayınevi.
Chossudovsky, M., (1999), Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç,
1.basım, İstanbul: Çivi Yazıları.
Clark, C., (1957), Conditions of Economic Progress, 3. basım, London: Macmillan
and Co. Ltd., New York, St. Martin’ s Press.
Comte, A., (2000), Positive Philosophy, İngilizce’ye Çev. Martineau Harriet,
Batoche Books.
Demir, E., Nichols, T. ve Suğur, N., (2002), Sanayide Yeniden Yapılanmanın
Emek Süreçleri Üzerindeki Etkisi: Beyaz Eşya Sanayiinde Ekip
Çalışması, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi 2- 4 Kasım 2000 Eskişehir,
Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları.
Drucker, P., (1993), Kapitalizm Sonrası Toplum, Çev. Zülfü Dicleli, 1.basım, Su
Basın Yayın A.Ş.
Drucker, P., (1995), Gelecek İçin Yönetim, Çev. Fikret Üçcan. 3.basım, İstanbul:
Türkiye İş bankası Kültür Yayınları.
Duben, A., (1994), Human Rights and Democratization, The Role of Local
Governments and NGOs, 1. basım, İstanbul: Kent Basımevi.
Durheim, E., (1997) The Division of Labor in Society, Çev. W. D. Halls, New
York: Macmillan Publishers.
Dalgıç, A., C., İSO 9000:2000 Kalite Yönetimi Sistemi,
http://www1.gantep.edu.tr/~dalgic/iso.htm.
243
Deming, W., E., (1996), Krizden Çıkış. Çev. Cem Akaş. 1.basım, İstanbul: Arçelik
A.Ş.
Demir, E., Nichols, T. ve Suğur, N., (2002), Türkiye’ de İnsan Kaynakları
Yönetimi ve Yerel Stratejiler: Beyaz Eşya Sektörü Üzerine Bir
Araştırma, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi 2- 4 Kasım 2000 Eskişehir,
Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları.
Djerdjour, M., (2000), Implementation Of Quality Programmes In Developing
Countries: A Fiji Islands Case Study , Total Quality Management, January
Vol. 11, Issue 1.
Duygulu, E., (1999), Yabancılaşma Olgusuna Yönelik Karşılaştırmalı Bir
İnceleme, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 1,
Sayı:3.
Eldridge, J., (1972), Industrial Disputes Essays In The Sociology Of Industrial
Relations, 2.basım, New York: Humanities Press.
Engels, F., (1974), Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökenleri, Çev. Kenan
Somer, 3.basım, Ankara: Sol Yayınları.
Ergün, M., (1995), SPSS for Windows, 1.basım, Ankara: Ocak Yayınları.
Eroğul, C., (1998), Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 3.basım, Ankara: İmge
Kitabevi.
Esin, P., (1982), İş bölümü, Yabancılaşma ve Sosyal Politika Kuramsal Bir
Yaklaşım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 502.
Engin,Y., (1999), Sendikacılık Sivil Toplum ve Yeni Duruşlar, 1. basım, Ankara:
Öz İplik-İş Sendikası Eğitim Yayınları.
244
Erbaş, H., (1986), Social Relations And Attitudes Towards Work Among
Turkish Industrial Workers The Case of Ankara Sugar Factory’s
Workers, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, The Institute of Social Sciences,
Ankara, Middle East Technical University.
Erbaş, H., (1999), Metodoloji Tartışmaları Işığında Göç ve Etnisite, Sosyolojisi
Dergisi, Sayı 2, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Erbaş, H., (2002), Küresel Kriz ve Marjinalleşme Sürecinde Göç ve Göçmenler,
Doğu Batı Dergisi, Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları
Ercan, F., (1996), Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik, 1.basım, İstanbul:
Sarmal Yayınevi.
Erkan, H., (1994), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, 2.b. Ankara: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
Ersen, H., (1997), Toplam Kalite ve İnsan Kaynakları Yönetimi İlişkisi. 2.basım,
İstanbul: Sim Matbaacılık.
Fayol, H., (2005), Genel ve Endüstriyel Yönetim, 1.basım, Çev. M.Asım
Çalıkoğlu, Ankara: Adres Yayınları.
Fujimura, H., (1999), The Origins and Destinations of Japan's Union Leaders,
Japan Labor Bulletin, Vol.38 No.5 May 1, http://www.jil.go.jp/bulletin/.
Fukuyama, F., (2000), Güven, Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, 2.basım,
Çev. Ahmet Buğdaycı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Giddens, A., (1994) Sosyoloji Eleştirel Bir Yaklaşım, 3. basım, Çev. M. Ruhi
Esengün, İsmail Öğretir, İstanbul: Birey Yayıncılık.
245
Giddens, A., (2000), Sosyoloji, yayına hazırlayanlar: Hüseyin Özel – Cemal Güzel
1.basım, Ankara: Ayraç Yayınevi.
Goethe, J., W., (1999), Faust, Çev. Yüksel Pazarkaya, Çağdaş Matbaacılık
Yayıncılık Ltd. Şti.
Goldhorpe, J., H., Lockwood, D., Bechhofer, F., vd, (1973), The Affluent Worker
in The Class Structure, 4.basım, New York: Cabridge University Press.
Göker, A. ve Kıral, Ç., (1996), Esnek Üretim/Esnek Otomasyon Sistem ve
Teknolojileri, 2.basım, Bilim ve Teknoloji Strateji ve Politika Çalışmaları,
TÜBİTAK BTP.
Göker, A., (1995), Bilim Teknoloji Sanayi Üçlemesi, 1.basım İstanbul: Sarmal
Yayınevi.
Gönenç, A., A., (2001), Sivil Toplum Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi,
www.altkitap.com.
Gül, S., S., (1999), Kamu Yönetiminde Kalite, Piyasa ve Müşteri Anlayışlarının
İdeolojik Temelleri, Kamu Yönetiminde Kalite 2.Ulusal Kongresi 21-22
Ekim.
Güngör, F., (2003), Teknoloji ve Emek: Türkiye’ de Otomobil Sektörü,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Güven, S., (1996), Toplum Biliminde Araştırma Yöntemleri, 6.basım, Bursa: Bursa Ezgi
Kitabevi.
Güvenç, B., (1995), Japon Kültürü. 5.basım, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
246
Habermas, J., (1999), Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora, Mithat
Sancar, 2. basım, İstanbul: İletişim Yayınları.
Hall, S. ve Jacques, M., (1995), Yeni Zamanlar, 1.basım, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Halliday, F., (2002), 2000’ lerde Dünya Tehlikeler ve Vaatler, 1.basım, Yayına
Hazırlayan Müsemma Sabancıoğlu, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Hançerlioğlu, O., (1993), Düşünce Tarihi, 5. basım, İstanbul: Remzi kitabevi.
Harvey, D., (1999), Post Modernliğin Durumu, Çev. Sungur Savran, 2.basım.,
İstanbul: Metis Yayınları.
Hazlitt, H., (1973), The Conquest of Poverty, The Henry Hazlitt Foundation in
Cooperation with The Foundation for Economic Education Free-Market.net:
The Freedom Network, http://www.hazlitt.org.
Hobsbawm, E.J, (1998), Sermaye Çağı, Çev. Bahadır Sina Şener, 1.Basım, Ankara:
Dost Kitabevi Yayınları.
Holton, R. J., (1998), Globalization and the Nation-State, 1.basım, Great Britain,
Macmillan Press Ltd.
http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/html/eng/ceko/isikli_globalization2.htm
Işıklı, A., (2001), Küresel Saldırı, Devlet ve Sendikalar, Emek Platformu'nun
Emek Politikaları Sempozyumu.
ICFTU, (2003), (Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu), Sendikalar
İçin Küreselleşme Rehberi –1, Çev. Gaye Yılmaz, No: 34, Disk Yayınları,
Ocak.
247
Imamichi, T., (1994), The Nature and Challenge of Technology, The Council for
Research in Values and Philosophy, USA, Library of Congress Cataloging-
in-Publication, Cultural Heritage And Contemporary Change Series III Asia,
Volume 11.
İlkin, A., (1974), Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi, 1.basım, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Yayınları.
Juran, M., J., GodFrey, B., A., (1999), Juran’s Quality Handbook, 5.basım, United
States of America: McGraw-Hill.
Kasapoğlu, A., (1996), Din Siyaset İlişkisi Öğrenci Gençlik Üzerine Bir Siyasal
Kültür Araştırması, 1.basım, Sosyoloji dergisi, Ankara: A.Ü. Basımevi.
Kassiola, J., J., (1990), The Death of Industrial Civilization The Limits to
Economic Growth and the Repoliticization of Advenced Indusrtial
Society, 1.basım, State University of New York Press.
Kavrakoğlu, İ., (1994), Toplam Kalite Yönetimi. 2.basım, İstanbul: Kalder
Yayınları.
Kazgan, G., (2000), Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen, 3.basım,
İstanbul: Bilgi İletişim Grubu Yayıncılık ve Haber Ajansı.
Keat, R. ve Ury, J., (1994), Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün Çelebi,
1.basım, Ankara: İmge Kitabevi.
Kennedy, P., (1996), Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Çev. Fikret Üçcan, 2.
basım, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Kepenek, Y. ve Yentürk, N., (1996), Türkiye Ekonomisi, 8. basım, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
248
Kezuka, K., (2000), Legal Problems Concerning Part-time Work in Japan, Japan
Labor Bulletin, Vol.39-No.9 September, http://www.jil.go.jp/bulletin/.
Kit-F., P., (2001), Cultural Influences On Total Quality Management Adoption
In Chinese Enterprises: An Empirical Study, Carfax Publishing Company,
Total Quality Management, Vol. 12, Issue.
Kongar, E., (1981), Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, 1.basım,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kongar, E., (1983), Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk, 1. basım,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Köksal, F., (1998), Evrim Kuramı ve Sosyal Bilimler, Sempozyum Bildirileri,
Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, 1.basım, İstanbul: Metis Yayınları.
Kurtkan, A., (1978), Sosyal İlimler Metedolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları.
Liker, J., (2004), K., The Toyota Way: 14 Management Principles From The
World’ s Greatest Manufacturer, New york: McGraw Hill.
Lyotard, J., F., (1990), Postmodern Durum, Çev. Ahmet Çiğdem, 1.basım, İstanbul:
Ara Yayıncılık.
Langman, L., (1998), Bakhtin The Future: Techno-Capital and Cyber-
Feudalism, Finland, University of Jyvaskyla.
Leakey, R., (1998), İnsanın Kökeni, Çev. Sinem Gül, 1.basım., İstanbul: Varlık
Yayınları.
Marx, K., (1974), Kapital, Çev. Mehmet Selik, 2.basım, Ankara: Odak Yayınevi.
249
Mengüşoğlu, T., (1983), Felsefeye Giriş, 3.basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Milliyet Gazetesi, (21 Mayıs 2004), ABD İşkence Fotoğrafları.
Ministry of Health, (2002), Labor-Management Relations, Japan Labor Bulletin,
Vol.41-No.03, Mart, http://www.jil.go.jp/bulletin/.
Moralı, D., (2002), Yapay Gündem: ISO 9000 ve TKY İşçi Sınıfı Perspektifi Ne
Olmalı?, http://www.marksist.com.
Mottaz, J., C., (1981), Some Determinants of Work Alienation, The Sociological
Quarterly, volume 22, No: 4.
Murata, K. ve Harison, A., (1995), Japon Yönetim Teknikleri. Çev. Özden Arıkan.
1.basım, İstanbul: Rota Yayınları.
Naisbitt, J., (1994), Global Paradoks, Çev. Sinem Gül, 1.basım, İstanbul: Birleşik
Basın Dağıtım.
Nicel İşçi Araştırmaları Merkezi, (2001), Kriz Konjonktüründe İşçi Eğilimleri
Araştırması Ön Araştırma Raporu.
Nurkse, R., (1970), Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries
and Patterns of Trade and Development, 4. basım, New York: Oxford
University Press.
Özdemir, Y, G., Başkaldırı, Onay ya da Boyun Eğme?: Hegemonik Fabrika
Rejiminde Mavi Yakalı İşçilerin Hikayesi, Toplum ve Bilim, 86. sayı,
Birikim Yayınları
Özevren, M., (1997), Toplam Kalite Yönetimi Temel Kavramlar ve
Uygulamalar, 1. basım, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
250
Parker, M., (2000), The Sociology of organizations and The Organization of
Sociology: Some Reflections on The Making of a Division of Labour, The
Sociological Review, Volume: 48, No:1 February, Blackwell Publishers.
Person, S., H., (1972), Scientific Management in American Industry, The Taylor
Society, Easton Hive Puhlishing Company.
Pişkin, H., (1998), Modern Yönetim Tekniklerine İşçi İşveren Sendikalarının
Bakış Açısı ve Konu ile ilgili Karşılaştırmalı Bir Araştırma,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Polama, M., M., (1993), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. Hayriye Erbaş,
1.basım, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Prages, D., (1978), Global Ecopolitics, United States of America: Duxbury Press.
Proudhon, P., J., (1999), What is Property? An Inquiry into the Principle of
Right and of Government. Electronic Text Center, University of Virginia
Library Copyright, http://etext.lib.virginia.edu/.
Rodrik, D., (2000), Yeni Küresel Ekonomi ve Gelişmekte Olan Ülkeler, Çev.
Sultan Gül, 1.basım, İstanbul: Sabah Kitapları.
Rousseau, J., J., (1996), Toplum sözleşmesi. Çev. Alpagut Erenulu, Ankara: Öteki
yayınevi.
Sayın, Ö., (2002), Küreselleşme Sürecinde Sermaye-İşgücü İlişkisi, III. Ulusal
Sosyoloji Kongresi 2-4 Kasım 2000 Eskişehir, Ankara: Sosyoloji Derneği
Yayınları.
251
Seddon, J., (2000), ISO 9001 Quality Manual The Vanguard Standards A
systems thinkers guide to interpretation and use of ISO 9000:2000
http://www.lean-service.com/6.asp.
Shipley, D., (2002), ISO 9000 Makes Integrated Systems User Friendly, Quality
Progress, American Society For quality, Temmuz.
Somel, C., (2002), Azgelişmişlik Perspektifinden Küreselleşme, Doğu Batı
Dergisi, Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları
Spencer, M., S., Loomba, A., (2001), Total Quality Management Programmes At
Smaller Manufacturers: Benchmarking Techniques And Results, Total
Quality Management, Vol. 12, Issue 5.
Stith, J., (2001), Implementing a Value-Added Iso 9000 Program Using the 7
Infrastructures For Mobilizing Change, Center For Quality Of
Management, Volume 10, Number 1, Summer.
Suğur, N., Theo, N. ve Suğur, S., (2004), Türkiye’ de Toplam Kalite Yönetimi
Uygulamaları: Beyaz Eşya, Otomotiv ve Tekstil Sektörü Üzerine Bir Araştırma, A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 59, Sayı 2. http://www.politics.ankara.edu.tr/sbfdergisi.php.
Swingewood, A., (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Osman
Akınbay, 1.basım, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Sencer, M. ve Irmak, Y., (1984), Toplum Bilimlerinde Yöntem, 2. basım, İstanbul:
Say Kitap Pazarlama.
Şenel, A., (1998), Siyasal Düşünceler Tarihi, 7. basım, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Şenkal, A., (1998), Globalleşen Dünyada Sendikalar arası Rekabet, Çimento
İşveren Dergisi, sayı 5, cilt 12.
252
Taina, S., M., (2000), Leadership Strategies For Gaining Business Excellence
Through Total Quality Management: A Finnish Case Study, Total
Quality Management, Vol.11, Issue 2.
Telman, N., (1988), Endüstride Görülen İş Tatminsizliği ve Bunun yabancılaşma
Duygusu ile Olan İlişkisi, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Toffler, A., (1996), Şok, Gelecek Korkusu, Çev.Selami Sargut, 4. basım, İstanbul:
Altın Kitaplar Yayınevi.
Touraine, A., (1994), Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, 1.basım, İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.
Tözüm, H., (2002), Küreselleşme: Gerçek mi, Seçenek mi?, Doğu Batı Dergisi,
Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları
Trofino, A.J., (2000), Transformational Leadership: Moving Total Quality
Management To World-Class Organizations, By: Trofino, A.J.,
International Nursing Review, December, Vol. 47, Issue 4.
TÜSİAD, (1999), Rekabet Stratejileri Dizisi, Beyaz Eşya Yan Sanayiinde
Rekabet Stratejileri ve İş Mükemmelliği, İstanbul.
Uçkan, B., (2004), Türkiye’deki Sendikalar arası Rekabete Çarpıcı Bir Örnek:
Kristal-İş ile T.Çimse-İş Arasındaki Mücadele, www.isguc.org.
UNDP , (2004), “United Nations Development Programe” Human Development
Report, USA, New York, http://hdr.undp.org.
Ury, J., (1987), Class and Space The Making of Urban Society, The Growth of
Scientific Management: Transformations in Class Structure and Class
Strugle, 1.basım, London: Routledge Kegan Paul Ltd.
253
Wallerstein, I., (2000), Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev. Tuncay Birkan, 1.basım,
İstanbul: Metis Yayınları. Wallerstein, I., (2002), Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, 3. basım,
İstanbul: Metis Yayınları. Weaver, N., C., (1998), Toplam Kalite Yönetiminin Dört Aşaması. Çev. Tuncay
Birkan, Osman Akınbay, 2.basım, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Weber, M., (2002), Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Zeynep Gürata,
3.basım, Ankara: Ayraç Yayınevi. Weis, D., J., Davis, R., W., vd, (1967), Manuel for The Minnesota Satisfaction
Questionnaire, Minnesota Studies in Vocational Rehabilitation, XXII.
Wilkinson, A. ve Willmott, H. (1995) Introduction, In Wilkinson, A. and Willmott, H. (eds.): Making quality critical: new perspectives on organizational change. London: Routledge [www.jbs.cam.ac.uk/people/faculty/pdfs/willmott_intro_making_quality.pdf]
Yıldırım, C., (1983), Bilim Tarihi, 2.basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yıldırım, E., (2000) Türkiye’deki Toplam Kalite Uygulamalarının İşçiler ve
Endüstri İlişkileri Üzerindeki Etkileri, Toplum ve Bilim, 86. sayı, Birikim
Yayınları
Yılmaz, O., (2004), Personel Rejimi Düzenlemeleri ve Çalışma Yaşamı,
www.sendika.org.
Yong, J. ve Wilkinson, A., M., (2001), Rethinking Total Quality
Management, Total Quality Management, Vol. 12, Issue 2.
Zohar, D. ve Marshall, I., (1994), The Quantum Society Mind, Physics and a New
Social Vision, 2.basım, London: Harper Collins Publishers.
254
ANKET FORMU
Araştırma Danışmanı Öğretim Üyesi : Doçent Doktor Hayriye ERBAŞ
Araştırmayı Yapan Bilgileri : Doktora Öğrencisi Kemal ER
Hangi Kurum Adına Yaptığı : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalı
Araştırmanın Amacı ve Önemi : Bu çalışma, sadece bilimsel amaçlarda kullanılmak üzere, bir Doktora Tezi
için hazırlanmaktadır. Aşağıdaki sorulara vereceğiniz her cevap, siz çalışanların sorunlarının anlaşılmasında ve
çözülmesinde bilimsel katkılar sağlayacak; ayrıca konu üzerinde eğitim görenler içinde faydalı olacaktır.
Anketin Cevaplanmasında Dikkat Edilmesi Gerekenler : Aşağıdaki anket sorularını cevaplandırırken,
sadece kendi durumlarınızı düşünerek sorulara cevap vermeniz beklenmektedir. Adınız ve soyadınızın yazılmasına
ihtiyaç yoktur. Aşağıdaki soruların doğru cevabı olmayıp, sizlerin fikirlerini değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır.
İşletmenizde olmayan durumlar için cevap bölmesine hiç ya da yok yazabilirsiniz. İlk sekiz soru sizin iş tecrübeniz,
cinsiyetiniz gibi durumların cevaplarınıza etkisini ölçmek amacı taşımaktadır. Soruları cevaplarken size en yakın
gelen seçeneğin solundaki paranteze çarpı işareti koyunuz. Soruların bitimindeki açıklamayı okuyarak eklemek
istediklerinizi yazabilirsiniz.
1. Cinsiyetiniz : ( ) Erkek ( ) Bayan
2. Yaşınız : ( ) 18 - 25 ( ) 26 - 35 arası ( ) 36 - 45 arası ( ) 46’ üstü
3. Eğitim durumunuz ile ilgili sahip olduğunuz diploma :
( ) Bir diploma sahibi değilim ( ) İlkokul ( ) Orta okul ( ) Lise
( ) Yüksek Okul ( ) Üniversite ( ) Yüksek lisans ( ) Doktora
4. Burada ve başka işlerde çalıştığınız yaklaşık toplam süre :
( ) 2’ yıldan az ( ) 2 - 8 ( ) 9 - 14 ( ) 15 - 20 ( ) 21 yıldan fazla
5. Bu işyerinde çalıştığınız yaklaşık toplam süre :
( ) 2’ yıldan az ( ) 2 - 8 ( ) 9 - 14 ( ) 15 - 20 ( ) 21 yıldan fazla
6. Aşağıdakilerden hangisine dahilsiniz?
( ) Vasıfsız işçi ( ) Usta işçi ( ) Teknisyen ( ) Mühendis ( ) Diğer, belirtiniz ...................
7. Ailenizin aylık ortalama toplam geliri (arazi, kira gelirleri, eş çalışması vb. dahil) ne kadardır?
( ) 300 – 500 milyon TL. ( ) 501 milyon – 1 milyar TL. ( ) 1milyar bir milyon TL. – 1,5 milyar TL. ( ) 1 milyar
beş yüz bir milyondan fazla
8. Aynı ev içinde beraber oturduğunuz kişi sayısı nedir?
…………………………
255
1 İşlerinizi yaparken sizin yöntem ve
fikirlerinize ne düzeyde değer verilir?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
2 İş yerinden elde ettiğiniz gelir, ailenizle
birlikte beslenme ihtiyaçlarınızı ne kadar
karşılamaktadır?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
3 İşletmenizin performans değerlendirme
sisteminin çalışanla, çalışmayanı doğru
belirlediğine ne kadar güvenirsiniz?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
4 İşe girerken dost, hemşehri, akraba, çıkar
vb. ilişkiler ne kadar etkili olur?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
5 İşletmeniz, genel kültürünüzü geliştir-
menizi ne kadar destekler?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
6 Daha çok ve kaliteli üretim için,
kendinizi ne kadar baskı altında
hissediyorsunuz?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
7 İşletmeniz, günlük işlerinizde, yorulma,
özel sorunlar veya sağlık sorunlarınız
olabileceğini ne kadar hesaba katar?
( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla
8 İşlerinizde karşılaştığınız sorunların
çözümünde, yönetici konumundaki
kişiler ne düzeyde yardımcı olmaktadır?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
9 Kuruluşunuzda yapılan işlerle ilgili
olarak üzerinize sorumluluk alıp, her
şeyin daha iyi olması için ne kadar çaba
sarf edersiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
10 Emeklilik ile ilgili güvencelerinizi ne
düzeyde yeterli buluyorsunuz?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
11 Yıllık tatil imkanlarını ne kadar yeterli
buluyorsunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
12 Sizce iş ortamınız tehlikelerden ne kadar
arındırılmıştır?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
256
13 Aldığınız eğitimler ve çalışmalarınız
mesleğinizde ilerlemenizi ne düzeyde
etkiler?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
14 Fazla mesai ve vardiya tipi çalışma
şekilleri işletmenizde uygulanıyorsa sizi
ne kadar olumsuz etkilemektedir? Bu tip
çalışma şekilleri işletmenizde uygulan-
mıyorsa bu soruya cevap vermeyiniz.
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
15 Yaptığınız iş, farklı bölümlerde farklı
işler yapmanız için ne kadar uygundur?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
16 İş yerinde, çalışma şartlarının iyileştiril-
mesi ile ilgili kararlarda ne kadar etkili
oluyorsunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
17 İş yerinden elde ettiğiniz gelir, aileniz ile
birlikte sinema, tiyatro, tatil, eğitim gibi
sosyal ihtiyaçlara ne kadar yetmektedir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
18 İşlerinizi daha iyi yapmaya çalışmanız,
yöneticiler tarafından ne kadar takdir
edilir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
19 İş yerindeki yükselmeler, dost, hemşehri,
akraba, çıkar vb. ilişkiler yerine; beceri,
eğitim, etkin çalışabilme gibi kriterlere
göre ne düzeyde gerçekleştirilmektedir?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
20 İşleriniz ile ilgili konularda, eğitim vb.
yollarla kendinizi geliştirebilmeniz için
işletmeden ne kadar destek görürsünüz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
21 İşletmenizde günlük işlerinizi yaparken,
(hatalarınızın bulunacağı, izleneceğiniz
vb. sebeplerle) kendinizi ne kadar
tedirgin hissedersiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
257
22 Sizin fikirleriniz yöneticiler tarafından ne
kadar dinlenmekte ve değerlendirmeye
alınmaktadır?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
23 İşletmenizde yönetici konumundaki
kişiler, sizlerin, kreş, dinlenme tesisleri
vb. ihtiyaçlarıyla ne düzeyde ilgilenmek-
tedir?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
24 Yöneticileriniz çalıştığınız bölümde
belirli işleri sizin takip etmenizi ne kadar
destekler?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
25 Size verilmiş güvencelerle işinizi
kaybetmeyeceğinize ne düzeyde güven
duymaktasınız?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
26 İş yerinizde, çalışma yerleri ve
makineleri, sağlığınız açısından ne
düzeyde yeterli bulmaktasınız?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
27 İşletmeniz tarafından, çalışanların
bulundukları durumdan daha yüksek
kariyerlere yükselmesi ne kadar
desteklenir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
28 İş yerinizde kullandığınız / kullanılan
makineler, farklı cihazlar yapmanız için
veya aynı cihazı değişik özelliklerde
üretmeniz için ne kadar uygundur?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
29 Kalitenin artırılmasında önerileriniz ne
kadar dikkate alınır?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
30 Firmanızın gelir ve üretim artışı, sizin
aylığınızı, sosyal imkanlarınızı ne
düzeyde etkiliyor?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
31 Sizin sosyal, ekonomik haklarınız,
gösterdiğiniz başarıyla ne kadar ilgilidir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
258
32 İş yerinizdeki arkadaşlıklar ve dostluk-
larda hemşehrilik, mezhep, dini anlayış
vb. durumlar ne düzeyde etkili olmak-
tadır?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
33 Meslekî gelişiminiz için gerekli olan,
uzman eğitimci, kitap, eğitim odası, vb.
ne kadar yeterlidir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
34 İş yerinizdeki yöneticiler, hatalarınızla
ilgili olarak ne kadar hoş görülüdür?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
35 İşletmenizde, yöneticileriniz size karşı ne
düzeyde saygılı davranmaktadır?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
36 Yöneticileriniz, işlerinizi daha iyi
yapmanız için, sizlerle iletişim kurarak,
ne düzeyde kolaylık sağlar?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
37 İş yerinizdeki kalitenin artırılmasında
kendinizi ne düzeyde sorumlu hisseder-
siniz?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
38 Sendikal faaliyetlerde bulunmuş olsanız,
bu durumun üzerinizde olumsuz baskı-
lara sebep olmayacağına ne kadar
güvenirsiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
39 Fazla mesai, vardiyaya kalma gibi
durumlar dinlenmenize ne kadar engel
oluyor?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
40 Öğle tatili ve çay arası gibi dinlenme
zamanlarını ne kadar yeterli buluyor-
sunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
41 İşletmenizde, sağlık birimi, iş yeri
hekimi vb. olanakları ne düzeyde yeterli
bulmaktasınız?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
259
42 İşinizde yükselebilmeniz için yapmanız
gerekenler, sizlere ne kadar açıklıkla
belirtilmiştir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
43 Genel olarak düşündüğünüzde kalite
çalışmaları, siz çalışanların durumunda
ne kadar olumlu etkilere sahip olmuştur?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
44 İş yerinizde uygulandığı şekliyle Kalite
çalışmalarını, başka işyerlerinin de
gerçekleştirmesini, çalışanları açısından
ne kadar olumlu buluyorsunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
Aşağıdaki soruları yukarıdakilere benzer şekilde kendinize sorarak cevaplayınız.
1 Günlük görevinizi yerine getirirken ne
kadar serbest davranma imkanına
sahipsiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
2 İş hayatınızda yaptığınız iş, bir iş
başarmanın zevkini ne düzeyde veriyor?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
3 Yaptığınız iş, çalıştığınız kuruluşun
başarısı için ne kadar önemli bir yere
sahiptir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
4 Görevinizi yerine getirirken, kendi
düşüncelerinizi uygulama olanağınız ne
düzeydedir?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
5 Yaptığınız iş, ne kadar önemi ve değeri
olan bir iştir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
6 İş hayatınızda ödül olarak para ne kadar
önemlidir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
7 İş hayatınızda yöneticilerinize danış-
madan kararları ne kadar kendiniz
alırsınız?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
8 Yaptığınız işlerin amacını ne kadar
anlarsınız?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
260
9 İş hayatınızda yaptığınız iş, size kişisel
başarı duygusunu ne düzeyde
sağlamaktadır?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
10 Günlük işlerinizi yoluna koyup,
düzenlemede sizin yapacaklarınız ne
düzeydedir?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
11 İşiniz size ne kadar kendinizi geliştirme
imkanı verir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
12 İşinizin çevreniz için önemini ne kadar
hissedersiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
13 Çalıştığınız kuruluş açısından yaptığınız
işin önemini ne düzeyde biliyorsunuz?
( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
14 Yaptığınız işlerle ilgili olarak, gerektiği
zaman değişiklik yapabilme imkanına
ne kadar sahipsiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
15 Yaptığınız iş ne düzeyde ilginç bir iştir? ( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek
16 Günlük hayatta yaptığınız işlerin ne
kadarı başkaları tarafından belirlenir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
17 Yaptığınız işin, işyerinizdeki diğer
çalışanların yaptığı işlerle ilgisini ne
kadar biliyorsunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
18 Yaptığınız iş, ne kadar yaratıcılık
isteyen bir iştir?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
19 İş yerinizde işinizi yaparken kararların
ne kadarını kendiniz verirsiniz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
20 Yaptığınız işin önemini ne kadar
biliyorsunuz?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
21 İş hayatınızda yaptığınız işler için hüner
ve kabiliyetlerinizi kullanmanıza ne
kadar gerek vardır?
( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla
Bu araştırmaya yaptığınız katkıdan dolayı teşekkür ederim. Anket sorularıyla ilgili başka eklemek
istedikleriniz varsa, kağıdın devamına veya arkasına yazabilirsiniz.
261
İŞLETMELERİN TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ VE ESNEK ÜRETİM DURUMLARIYLA İLGİLİ SORULAR:63
1. İşletmenizde ne kadar sıklıkla kalite eğitimi yapılmaktadır? (Haftada 1 saat, Ayda 1 saat
vb.)
Belirtiniz ................................
2. Kalite çemberleri çalışmaları yapılmakta mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
3. Önceki soruya cevabınız evet ise, yılda ortalama kaç adet çember çalışması
neticelendirilmektedir.
........................
4. İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi (yüzde olarak) nasıldır?
........................
5. Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili işletmenizin
ödüllendirme sistemi var mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
6. İşletmenizde uygulamaya konulmuş bir öneri sistemi var mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
7. Önceki soruya cevabınız evet ise, yılda ortalama ne kadar öneri gelmektedir?
Yukarıdaki soruya cevabınız hayır ise, başka bir yöntemlerle öneriler değerlendiriliyor
mu?
.........................
8. Kalite çalışmalarına katılan çalışanlar problem çözme tekniklerini kullanabilmekte
midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
9. İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve hedefleri belirlenmiş
midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
10. İşletme tarafından dış müşteri memnuniyeti belirli zaman aralıklarıyla ölçülüp, istek ve
beklentileri değerlendirilmekte midir?
63 Soruların analizinde ek açıklamalar ve gözlemler de dikkate alınmıştır.
262
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
11. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılmakta mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
12. Üst yönetim TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemekte midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
13. İşletmeniz tarafından iç müşteri iş doyumu belirli zaman aralıklarıyla ölçülüp, istek ve
beklentileri değerlendirilmekte midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
14. İşletmenizde yapılan işler için istatistik teknikleri kullanılmakta mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
15. İşletmenizde meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hataları yakından izlenmekte
ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite teknikleri kullanılmakta mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
16. İşletmenizde verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik gelişmeler takip
edilmekte midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
17. İşletmenizde çalışanların esnek kullanılmasına bağlı, işgörenlerin bölümlerinin
değiştirilmesi vb. teknikler uygulanmakta mıdır?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
18. İşletmenizde makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen müşteri
taleplerine uyumlu üretim yapılabilmekte midir?
( ) Evet ( ) Hayır
Açıklama:
19. İşletmenizde vardiyalı çalışma, dışarıya iş verme, fazla mesai, part-time çalışma vb.
tekniklerin kullanılma durumu nasıldır?
………………………………………
263
İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve esnek üretim durumlarıyla ilgili sorulara
verilen cevapların analizi:
1. Kalite eğitiminin sıklık durumu % İŞLETME A 80 İŞLETME B 40 İŞLETME C 60 İŞLETME D 60 İŞLETME E 40
2. Kalite çemberi çalışmalarının durumu % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 3. İşletmelerde TKY çalışmalarına katılma düzeyi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 60 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 4. Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin ödüllendirilmesi % İŞLETME A 80 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 80 5. Çalışanların öneri sistemine katılması % İŞLETME A 40 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 40 6. Problem çözme tekniklerinin kullanılabilmesi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40
264
7. Vizyon, Misyon, Değerler, Amaç ve hedefler % İŞLETME A 80 İŞLETME B 80 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 8. Dış müşteri doyumu, istek ve beklentileri çalışması % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 9. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 10. Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkısı % İŞLETME A 100 İŞLETME B 60 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 11. İç müşteri iş doyumunun ölçülüp, değerlendirilmesi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 60 12. İstatistik tekniklerin kullanılması % İŞLETME A 80 İŞLETME B 20 İŞLETME C 60 İŞLETME D 60 İŞLETME E 60
265
13. Önleyici kalite tekniklerinin kullanılması % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 14. Yeni teknolojik gelişmelerin takip edilmesi % İŞLETME A 100 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 80 İŞLETME E 60 15.Çalışanların işyerinde esnek kullanılması % İŞLETME A 80 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 60 İŞLETME E 60 16.Makinelerin esnek kullanımı % İŞLETME A 80 İŞLETME B 80 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 17. Esnek zamanlı iş gücü kullanımı % İŞLETME A 40 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40
266