277
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK SANAYİİ ÖRNEĞİ Doktora Tezi Kemal Er Ankara - 2005

Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlar Açısından Sosyolojik Analizi: Elektronik Sanayi Örneği

Embed Size (px)

Citation preview

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK

SANAYİİ ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Kemal Er

Ankara - 2005

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK

SANAYİİ ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Kemal Er

Tez Danışmanı Doç. Dr. Hayriye Erbaş

Ankara - 2005

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN ÇALIŞANLAR AÇISINDAN SOSYOLOJİK ANALİZİ: ELEKTRONİK SANAYİİ ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı : Doç.Dr. Hayriye Erbaş

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Doç.Dr. Hayriye Erbaş................................. .........................................

Prf.Dr. Nilgün Çelebi..................................... ........................................

Prf.Dr. Ali Dönmez........................................ ........................................

Prf.Dr. Aytül Kasapoğlu................................ ........................................

Yrd.Doç.Dr. Fatih Güngör............................. .........................................

.................................................................... .........................................

Tez Sınavı Tarihi: 27.10.2005

Ö N S Ö Z

Bu tezin konusu ile ilgili ilk düşünceler, 1999 – 2000 eğitim öğretim

döneminde başlayan doktora eğitimime paralel olarak oluşmuştur. Söz konusu yıllar

ülkemizde de, post-modernizm ve küreselleşmeyle ilgili sorunların, esnek üretim

biçimlerinin, bu arada Toplam Kalite Yönetimi uygulamalarının, sürekli daha

yoğunlamasına tartışıldığı bir zamana işaret etmektedir. Ancak, konuyla ilgili

çalışmalara başlanmasına karar verilmesinde modayı takip etme şeklinde bir

anlayıştan yola çıkılmamıştır. İncelenen alana ilgi duyulmasının gerçek sebebi, ön

araştırmalarda, esnek üretim biçimleri temelinde gelişen ve yaygınlıkla uygulanmaya

başlanan Toplam Kalite Yönetimiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, başka

alanlara göre sosyolojik bakış açısının eksikliğinin görülmesidir. Bir diğer sebep de,

zamanımıza rastlayan kapitalist üretim mantığındaki gelişmelerin insanları

robotlaştırması, kendileri olmaktan uzaklaştırması, sistemin adamı durumuna

getirmesiyle ilgili tehlikelere dikkat çekilmek istenmesidir. Bu düşüncelerin

vurgulanması için de söz konusu alanın son derece elverişli olduğu düşünülmüştür.

Sosyal bilimlerle ilgili çalışmalar için oluşan bir beklenti de, yazarın temel

duruşunun, araştırmaya hangi kaygılara çözüm bulma amacıyla giriştiğinin, alana

yapacağı katkıların belirginleşmesidir. Kısaca bu tezde temel duruş olarak, insan

varlığına ve doğaya karşı duyarsızca işleyen kapitalizmin mantığına karşı; toplumun

tamamına verilen zararların yanında, özellikle, çalışanların, yoksulların, işsizlerin,

insan özgünlüğünün, doğanın korunmasının yanında bir tavır ortaya konmaya

çalışılmıştır. Bu durum daha çalışmanın başından anti kapitalist bir taraf oluş olarak

algılanabilir. Oysa, araştırma sürecinin başında sorunun kaynağı kapitalizmin

mantığı olarak görülmemiş, çalışmanın derinleştirilmesi kendiliğinden bu noktaya

getirmiştir. Söz konusu durum, tez danışmanım sayın Doç. Dr. Hayriye Erbaş

tarafından da izlenmiş, bu noktaya geliş zaman zaman kendileri tarafından da dile

getirilmiştir. Tüm bilimsel uzmanlık alanlarında tarafsızlığın korunması en başta yer

alan beklentilerdendir. Ancak, bilimsel anlamdaki incelemeler, sorunların

yoğunlaştığı yapılara araştırmacıyı daha ilgili duruma getirebilir. Burada, aynı

I

anlamdaki temel duruşla, bir taraf oluşun kaçınılmazlığı ise ortadadır. Bu da sosyal

bilimlerle uğraşanlarda bulunması gereken toplumsal sorumluluk bağlamında

düşünülmelidir. Tez yazarını bu araştırmaya iten temel kaygı, çok kısaca

küreselleşme ve post-modernist etkilerle belirsizleşmeye başlayan, toplumla ve

özellikle de çalışanlarla ilgili sorunlardır. Çalışmanın alana katkısı açısından ise,

başka araştırmacılara da katkı sağlaması amacıyla, merkezde sosyolojik bir nesne

olan çalışanların, esnek üretim biçimleri dolayımında uygulanan Toplam Kalite

Yönetimleri kapsamındaki durumlarının belirginleştirilmesi olmak üzere,

kapitalizmin mantığının çıkmazlarına karşı sosyolojik bir çözümleme yoluyla katkı

sağlaması hedeflenmektedir.

Bu çalışma, üzerinde uzun sayılacak bir dönemin izlerini taşımaktadır.

Gerçekte, bu izler tez yazarının doğumla başlayan yaşantı serüvenine kadar gidebilir.

Bu anlamda, ailede başlayan eğitim sürecimin (özellikle geniş kütüphanesiyle de

katkı sağlamış olan, babam Yaşar Er olmak üzere) değişik basamaklarında katkısı

olan herkes, özel bir teşekkürü hak eder. Ancak, tezin konusunun içeriğinin

oluşmasında katkılar, doktora eğitimiyle birlikte başlamıştır. Bu aşamada, gerek

alınan eğitimlerde, gerekse tezin daha nitelikli duruma gelmesinde, tezin yazılması

sırasındaki faydalı uyarı ve katkılarıyla yardımlarını esirgemeyen, tez danışmanım

sayın Doç. Dr. Hayriye Erbaş’ başta olmak üzere, önemli katkıları olmuş çok değerli

hocalarım, sayın Prf. Dr. Aytül Kasapoğlu, Prf. Dr. Nilgün Çelebi, Prf. Dr. Ali

Dönmez, Yrd. Doç. Dr. Necmettin Özerkmen’ e teşekkür borçluyum. Önerdiği

kaynaklar için Sayın Yrd.Doç.Dr. Fatih Güngör’ e; istatistikle ilgili konulardaki

yardımlarından dolayı öğretim görevlisi Murat Akyıldız’ a teşekkür ederim. Yine,

gerek alan araştırmasındaki görüşme ve ankete katılarak, gerekse araştırma

yapılmasını destekleyerek yardımları olmuş isimleri burada yazılamayan çalışanlar

ve yöneticilere içtenlikle teşekkür ederim.

Kemal Er

II

İ Ç İ N D E K İ L E R

Sayfa No

Önsöz ...................................................................................................................... I

İçindekiler................................................................................................................ III

Tablolar Listesi........................................................................................................ V

BÖLÜM I

GİRİŞ...................................................................................................................... 1

1.1. Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar............................................................5

1.2 Araştırmanın Problemi....................................................................................... 9

1.3 Tezin Konusu..................................................................................................... 9

1.4 Tezin Amaç ve Önemi....................................................................................... 9

1.5. Hipotezler......................................................................................................... 11

1.6 Tezin Yaklaşımı................................................................................................. 14

1.7 Tezin Kapsamı ve Sınırları................................................................................ 23

BÖLÜM II

KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE................................................... 25

2.1 Üretimin Örgütlenişinin Tarihsel Gelişimi........................................................ 25

2.1.1 Toplum Düzleminde............................................................................. 26

2.1.1.1 Sanayileşme Öncesi................................................................... 26

2.1.1.2 Sanayileşme Sonrası.................................................................. 37

2.1.1.2.1 İlk Oluşum Aşamasında................................................ 38

2.1.1.2.2 Fordist Üretim Sistemi Aşamasında.............................. 48

2.1.1.2.3 Post-Fordist Üretim Sistemi Aşamasında...................... 52

2.1.2 Örgüt Düzleminde................................................................................. 77

2.1.2.1 Fordist Üretim Organizasyonu.................................................. 78

2.1.2.2 Post-fordist Üretim Organizasyonu........................................... 82

2.2 Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar................................................ 88

2.2.1 Toplam Kalite Yönetimini Savunanların Görüşleri.............................. 113

2.2.2 Toplam Kalite Yönetimine Karşı Olanların Görüşleri.......................... 116

III

BÖLÜM III

YÖNTEM

3.1 Araştırma Evreni ve Örneklem.......................................................................... 128

3.2 Veri Toplama Teknikleri................................................................................... 129

3.2.3 Verilerin İşlenişi.................................................................................... 131

BÖLÜM IV

BULGULAR

4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum.......................................... 134

4.1.1 “A” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 136

4.1.2 “B” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 137

4.1.3 “C” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 138

4.1.4 “D” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 140

4.1.5 “E” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum..................... 141

4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim................................... 142

4.2.1 “A” İşletmesinin Durumu..................................................................... 142

4.2.2 “B” İşletmesinin Durumu..................................................................... 146

4.2.3 “C” İşletmesinin Durumu..................................................................... 150

4.2.4 “D” İşletmesinin Durumu..................................................................... 153

4.2.5 “E” İşletmesinin Durumu...................................................................... 157

4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları........................................... 161

4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaştırılması.......... 164

4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri............................................... 168

4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri............................................................... 187

4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları............................................. 193

4.8 Genel Değerlendirme........................................................................................ 197

4.8.1 Hipotezlerin Yorumlanması.................................................................. 197

4.8.2 Başka Araştırmalardan Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi......... 210

BÖLÜM V

SONUÇ................................................................................................................... 223

IV

ÖZET...................................................................................................................... 237

SUMMARY............................................................................................................ 239

KAYNAKÇA......................................................................................................... 241

EKLER

Ek-1 Anket Formu................................................................................................... 255

Ek-2 İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim Durumlarıyla İgili

Sorular............................................................................................................ 262

Ek-3 İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim Durumlarıyla İlgili

Sorulara Verilen Cevapların Analizi.............................................................. 264

Tablolar Listesi

Tablo 1: Çalışanların Cinsiyete Göre Dağılımı....................................................... 161

Tablo 2: Çalışanların Yaşa Göre Dağılımı.............................................................. 162

Tablo 3: Çalışanların Eğitim Durumuna Göre Dağılımı......................................... 162

Tablo 4: Çalışanların Toplam Çalışma Süresine Göre Dağılımı............................. 162

Tablo 5: Çalışanların Şu Anki İşyerlerinde Çalıştıkları Zamana Göre Dağılımı.... 163

Tablo 6: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre Dağılımı.................................. 163

Tablo 7: Çalışanların Gelir Grubuna Göre Dağılımı............................................... 163

Tablo 8: Cinsiyet Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.................................. 164

Tablo 9: Yaş Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım......................................... 165

Tablo 10: Eğitim Faktörüne Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.......................... 165

Tablo 11: Toplam İş Geçmişine Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım................... 166

Tablo 12: Şu Anki İşyerlerinde Çalışılan Zamana Göre İşletmeler Arasındaki

Dağılım..................................................................................................... 166

Tablo 13: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre İşletmeler Arasındaki

Dağılım..................................................................................................... 167

Tablo 14: Gelir Gruplarına Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım........................... 167

Tablo 15: İş Doyumuyla İlgili Tepkilerin Genel Dağılımı.......................................... 169

Tablo 16: İş Doyumu ve Cevapların İşletmelere Göre Dağılımı............................ 169

V

Tablo: 17: İş Doyumu ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı................ 170

Tablo 18: İş Doyumu ve Toplam Çalışma Süresine Göre Cevapların Dağılımı..... 170

Tablo19: İş Doyumu ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı............................... 171

Tablo 20: İş Doyumu ve Gelir Grubuna Göre Cevapların Dağılımı....................... 171

Tablo 21: İşletmelerde Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Ortalamaları ve

Ortalama Farkları..................................................................................... 172

Tablo 22: Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Genel Dağılımı................. 172

Tablo 23: İşletmelerde Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Ortalamaları ve

Ortalama Farkları..................................................................................... 173

Tablo 24: Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Genel Dağılımı............................. 174

Tablo 25: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin İşletmeler

Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.................................................... 174

Tablo 26: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin Genel

Dağılımı.................................................................................................... 174

Tablo 27: İkili İlişkilerin Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama

Farkları...................................................................................................... 175

Tablo 28: İkili İlişkilerin Durumunun Genel Dağılımı............................................... 175

Tablo 29: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları ..........................................................176

Tablo 30: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının Genel Dağılımı............... 177

Tablo 31: İşletmelerde Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Ortalamaları...................... 177

Tablo 32: Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Genel Dağılımı...................................... 177

Tablo 33: Çalışanların Kendilerine Verilen Değere Tepkisinin İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları ...............................................................178

Tablo 34: Çalışanların Kendilerine Verilen Değerle İlgili Sorulara Verilen Tepkilerin

Genel Dağılımı.......................................................................................... 178

Tablo 35: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 179

Tablo 36: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının Genel Dağılımı... 179

Tablo 37: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve

Ortalama Farkları...................................................................................... 180

Tablo 38: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun Genel Dağılımı.................... 181

VI

Tablo 39: İşletmelerde Sosyal Güvencelerin Etkisinin Ortalamaları.......................... 181

Tablo 40: Sosyal Güvencelerin Etkisinin Genel Dağılımı......................................... 181

Tablo 41: Dinlenebilme Durumuna Tepkinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama

Farkları...................................................................................................... 182

Tablo 42: Dinlenebilme Durumuna Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı................ 183

Tablo 43: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası Ortalamaları

ve Ortalama Farkları.................................................................................. 184

Tablo 44: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.............. 184

Tablo 45: Yükselme Olanaklarının İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.. 185

Tablo 46: Yükselme Olanaklarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı ..................... 185

Tablo 47: Kalite Uygulamalarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası Ortalamaları ve

Ortalama Farkları....................................................................................... 186

Tablo 48: Kalite Uygulamalarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı....................... 186

Tablo 49: Yabancılaşmayla İlgili Olarak Verilen Cevapların Genel Dağılımı........187

Tablo 50: Yabancılaşmaya Karşı Tepkilerin İşletmeler Arası Dağılımı................. 188

Tablo 51: Yabancılaşma ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı................. 188

Tablo 52: Yabancılaşma ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı......................... 189

Tablo 53: Yabancılaşma ve Gelir Gruplarına Göre Cevapların Dağılımı.............. 189

Tablo 54: Güçsüzlük (Powerlesness) ile İlgili Cevapların İşletmeler Arası Ortalamaları

ve Ortalama Farkları.................................................................................. 190

Tablo 55: Güçsüzlükle İlgili Verilen Cevapların Genel Dağılımı.......................... 190

Tablo 56: Anlamsızlık (Meaningless) ile İlgili Cevapların İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 191

Tablo 57: Anlamsızlıkla İlgili Cevapların Genel Dağılımı..................................... 191

Tablo 58: Kendine Yabancılaşma (Self Estrangement) ile İlgili Cevapların İşletmeler

Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.................................................. 192

Tablo 59: Kendine Yabancılaşma ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı................. 192

Tablo 60: Esnek Üretim Durumu ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı.................. 193

Tablo 61: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve

Ortalama Farkları..................................................................................... 194

Tablo 62: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin Genel Dağılımı.......................... 194

VII

Tablo 63: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları........................................................... 195

Tablo 64: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin Genel Dağılımı ... 196

Tablo 65: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.............................................................. 196

Tablo 66: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun Genel Dağılımı.......... 196

VIII

BÖLÜM I

GİRİŞ

Bu tezde, kapitalist üretim mantığında esnek üretim biçimleri temelinde

gelişen TKY uygulamaları, çalışanlar açısından, sosyolojik yaklaşımla araştırılarak

tartışılmaya çalışılmaktadır.1 Söz konusu çalışmanın, kuramsal çerçevesinde,

üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi mercek altına alınmakta, toplum düzleminde

ve örgüt düzleminde olmak üzere incelenmektedir. Daha sonra da TKY teorileri,

savunanların ve karşı olanların görüşleri dikkate alınarak tartışılmaktadır. Kuramsal,

kavramsal çerçeveye uygun olarak, elektronik sanayii örneğinde yapılan alan

araştırmasıyla bulguların değerlendirildiği bölümde de, elde edilen veriler analiz

edilmektedir. Çalışmanın daha iyi anlaşılabilmesi için, bazı ön açınımlar aşağıdaki

paragraflarda yer almaktadır.

Çalışanların, üretim organizasyonları içinde emek süreçlerinden

etkilenmeleri, içinde yaşanılan dünyadaki insanlara özgü sorunların bir parçasıyla

ilgili bulunmaktadır. Tezin içeriğinde de yer alan, emek, iş ve eylemi, Arendt,

“İnsanlık Durumu” adlı eserinde “Vita Aktiva” terimini anlamlandırmak için

önermektedir. Ona göre bu terimler, yeryüzünde insana içkin olarak yaşanılan temel

niteliklere işaret etmektedir. Bu ifadesinde “insan bedeninin biyolojik (yaşam)

sürecine karşılık gelen” bir etkinlik olarak emek/çalışma durumu, yaşamanın

kendisiyle ilgili ana temaları çağrıştırmaktadır. İş, doğadaki varoluşlardan farklı

olarak, “yapay” bir “şeyler” dünyası oluşturmaktadır. Eylem ise, “şeylerin veya

maddenin aracılığı olmadan” insanlar arasında gerçekleşen bir davranışta kendini

bulan tek etkinlik olmaktadır (1994: 17-20). Arendt’in “İnsanlık Durumu” yaşamın

kendisini açıklamaya çalışmakta, insanların doğumla başlayan serüvenlerinde,

doğayı mücadele ederek hayatlarına katmalarını, üretimleriyle birleştirmelerini, ama

aynı zamanda da ondan ve kendilerinden yabancılaşmalarını anlatmaktadır.

1 “TKY” kısaltması bundan sonraki satırlarda, “Toplam Kalite Yönetimi” yerine kullanılacaktır.

1

Arendt’ in yukarıda söz konusu edilen “İnsanlık Durumu” nda, “vita aktiva”

anlamlandırmalarında anlattıklarının temelinde de yine çalışanların emeği ile

gerçekleşen üretim vardır. Hiç kuşku yok ki, bu olmadan insan uygarlığının neslini

sürdürmesi dahi olanak dışıdır. Ancak, yine söz konusu alan, insanın insana zulüm

ettiği, en ağır çatışmalarda birbirini yok etmeye çalıştığı bir ortamda

gerçekleşmektedir. Oysa akıl varlığı olarak diğer canlılardan ayrılması gereken insan

duyarlılığının öne çıkması, hemcinsleriyle ve doğayla ilişkilerini yeniden

düzenlemesi gerekmektedir. Ki böyle bir anlayışa girmesi, gelecek kuşaklara her

açıdan sağlıklı bir dünya bırakmanın temel şartıdır. Ne yazık ki, TKY

uygulamalarının çalışanlara yansımalarını araştırmak için incelenen kapitalizmin

mantığının duyarsızca ve kabaca dünyayı metalaştırma girişimi, insanlığın

geleceğiyle ilgili hissedilmek istenen güveni yerle bir etmektedir. Çünkü maddesel

çıkarlar uğruna çevreyi/doğayı sorumsuzca katletmekte ve her ne pahasına olursa

olsun, daha çoğuna sahip olma hevesiyle kendini de yok etmeye dönük olan tavrını

sürdürmektedir. Toplum açısından bakıldığında ise, bir tarafta küçük ve mutlu

azınlık, diğer tarafta doğadaki canlıların kendi kaderine bırakılmışlığı gibi, kendi

kaderine terk edilmiş mutsuz çoğunluk bulunmaktadır.

Arendt’ in çerçevesini çizdiği “İnsanlık Durumu”, en küçükten en büyüğe

dünyaya gelen tüm canlıların hayatta kalabilmek için uğraş verdiği bir alan içerisinde

oluşmaktadır. Oysa söz konusu bu alan içinde insanların yaşamalarını

sürdürebilmeleri için gereksinim duydukları ekmek, iş, konut, hastahane, okuldan,

otomobil, dinlence/eğlence yerlerine kadar her şey sahiplenilmiştir. Moda olan

karşıdakini yok etme, insanlığından uzaklaşma pahasına en fazla tüketmek, en çok

kazanmak, en üstün olmaya çalışmaktır. İşte tam bu noktada araştırmanın içinde

yoğunlukla analiz edilen, kapitalizmin mantığı devreye girmektedir. Bu öyle bir

mantıktır ki, onun olduğu yerde başka ne varsa görüntüden ibaret kalmakta;

kapitalizmin sonsuz ufkunda, kural, kanun, hak, adalet, gelenek, görenek, kültür

dahil, ona göre biçimlenmekte; birey bir robota dönüşmekte; insanlar kafaları

oldukça karıştırılmış bir biçimde kendi öz benliklerini bulamamaktalar.

2

Bu tezde temel amaç, TKY’ nin kapitalizmin mantığında çalışanlar açısından

yaptığı etkiyi değerlendirmek olduğu hâlde, ek olarak “Temel Kavramlar ve Analitik

Ayrımlar” kısmında açıklanan “özne” kavramına da yer verilmiştir. Çünkü,

insanların hakları, özgürlükleri, sistemler ve toplumsal yapılar tarafından aşırı şekilde

belirlenip sınırlandırıldığında, belirli güç odakları tarafından çok rahatlıkla önceden

belirlenmiş amaçlar için kullanılabilmekte; insanlar kendileri olamamakta;

milyonlarca insan doğumla birlikte gelen haklara sahip olma, temel hak ve

güvencelerle yaşama kavramlarının gelişmediği bir ortamda, yaşadıkları koşullarla

ilgili söz sahibi olamamakta, sefalet içinde yaşamaktadırlar. Söz konusu durumda,

çalışanların işyerlerinde robotlaştırılması, çalışmada incelenen çoğu haklarının çeşitli

oyunlarla ortadan kaldırılması nasıl gerçekleşiyorsa, toplumun tamamında da aynı

süreçler işlemektedir. Yani içinde yaşanılan sistem içinde, insanların özgürlük

alanları, farklılıkları yok etmeye programlanmış bir yapıda, son derece hoşgörüsüz

şekilde tahrip edilmekte; aynı yapı yoksul insanların kaderlerine terk edilmesine

sebep olmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alınarak, araştırmada ileri sürülen

hipotezlerin paralelinde, çalışanlar esas alınarak kapitalist sistemin uygulamalarının

etkileri incelenmeye çalışılmaktadır.

Yukarıda anlatılanlar dikkate alındığında, TKY uygulamaları da yukarıda

anlatılan süreçlerden bağımsız bir temelde gerçekleşmemektedir. Oysa, söz konusu

yönetim biçimi ile ilgili incelenen teorisyenler, sanki kapitalizmin mantığından farklı

bir duruşları varmış gibi fikirler ileri sürmektedirler. Ancak, araştırma incelendiğinde

de görüldüğü gibi, insana ve topluma duyarsız bir zeminde gerçekleşen kapitalizmin

mantığına hem özünden bağlanıp, hem de bu kopuşu uygulamada başarmak olanaklı

olmamaktadır.

Yukarıda kısaca açıklanan temel üzerinde yer alan Tez’ in plânı ile ilgili,

şunlar aktarılabilir: Birinci bölüm, “Giriş” kısmına ayrılmıştır ve içerikleri çalışmada

belirginleşmiş olan, “Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar”, “Araştırma

Problemi”, “Tezin Konusu”, “Tezin Amaç ve Önemi”, “Hipotezler”, “Tezin

Yaklaşımı” , “Tezin Kapsamı ve Sınırları” kısımlarından oluşmaktadır.

3

Burada yapılan araştırmanın kuramsal ve kavramsal çerçevesine yer verilen

ikinci bölümünde ise, esnek üretim biçimlerinin ortaya çıkış mantığının ortaya

çıkarılması bakımından, üretimin tarihsel gelişim süreci içinde, ilk insanların

doğadaki yaşama mücadelesinden, daha sonra da emeğin başkalarının zenginliğine

ve gücüne katkıda bulunmasının tarihinden başlanarak; yani sanayileşme öncesi

dönemden sanayileşme sonrası döneme, (sanayi devrimi sonrası) kapitalizmin

gelişmesi sürecinde, fordizm, daha sonra post-fordizm, esnek üretim uygulamalarıyla

gelişen TKY olmak üzere gelinen aşama, çalışanlar ve toplum açısından

değerlendirilmektedir.

Yine aynı bölümde kuramsal açıdan, çalışanlara ve topluma etkileri

kapsamında, “sanayileşme”, “fordizm”, “post-fordizm”, “modernizm”, “post-

modernizm”, “küreselleşme”, “esnek üretimler”, “TKY”, “iş doyumu”,

“yabancılaşma”, “azgelişme”, “bağımlılık okulu”, “dünya sistemi”, “gelişme okulu”

gibi sosyal bilimler literatüründe yer alan kavramlar ve ilgili teoriler

ilişkilendirilmiştir. Ayrıca temel konu TKY’ nin çalışanlar açısından analizi

olduğundan, TKY’ nin kendisi hakkındaki teoriler ile birlikte; taraf oluşlar ve karşı

duruşlar analiz edilmekte, bu ilişkilerin kapitalizmin mantığındaki durumu bu

araştırmada incelenen süreçler, kavramlar da karşılaştırılarak gözden geçirilmektedir.

Üçüncü bölümde ise; yöntem üzerinde durulmakta, araştırma evreni ve

örneklem hakkında bilgi verilmekte, çalışmada kullanılan veri toplama teknikleri

detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.

Dördüncü bölümde, araştırmada yer alan bulguların değerlendirilmesi

amacıyla gözlem ve görüşmelerden, anket sonuçlarından elde edilen bilgiler analiz

edilmektedir. Ayrıca yine bu bölümdeki “Genel Değerlendirme” kısmında, verilerin

analiz edildiği bulgular kapsamında, başta ileri sürülen hipotezler test edilmekte;

özellikle büyük ölçekli işletmelerdeki çalışanları etkileyen sorunların

karşılaştırılması için, başka araştırmalarda ortaya çıkmış sonuçlar da değerlendirilip,

karşılaştırılarak konu zenginleştirilmeye çalışılmakta; ikinci bölümdeki kuramsal

4

kavramsal çerçeveyle birlikte yapılan yetkinleştirmeden de faydalanılarak, ortaya

çıkan sonuçlar yorumlanmaktadır.

Beşinci bölüm “sonuç” için ayrılmış olup, burada araştırmanın genel bir

değerlendirmesi yapılmakta, çalışmanın genelinden elde edilen bilgiler ışığında, söz

konusu inceleme alanı içinde katkılar sağlayacağı düşünülen öneriler

açıklanmaktadır.

1.1. Temel Kavramlar ve Analitik Ayrımlar

Burada, konunun içeriğinde önemli yeri olması açısından, temel kavramlar

olarak, fordizm, post-fordizm, esnek üretim, TKY ve özne kavramlarına yer

verilmesi düşünülmüştür. Aslında bu kavramlar, daha geniş bir şekilde ilgili

konularda incelenmektedir. Ancak, çalışmanın buraya kadarki bölümünde söz

konusu kavramlar yeterince açıklanmadığından, burada açıklanması uygun olacaktır.

Sanayileşme sonrası dönemde, insanların ve toplumların yaşantılarında

önceki çağlara göre çok daha hızlı değişimlerin yaşandığı bir döneme girilmiştir. Bu

değişimlerin hızı ise, belirli dönemlerde daha da artmaktadır. Bilindiği gibi, etkisini

gittikçe artırarak yaşanan bu değişimlerde, önemli yeri olan gelişmelerden birisi de,

fordist üretim biçimi tarafından oluşturulmaktadır. Fordist üretim biçiminin belirgin

adımları, 1914’ te Henry Ford’ un fabrikasında model T’ siyle başlamıştır. Çalışanlar

açısından sistemin diğer özellikleri yanında en önemli özelliği, aynı görevlerin

mekanize edilmesi ve standartlaştırılıp basitleştirilmesiyle, yürüyen bant sisteminin

kurulmasıyla oluşturulmuştur. Söz konusu sürecin gerçekleşmesinde ise, bu zamana

kadar olan gelişmelerin önemli bir yeri olmuştur (Harvey, 1999: 147–149; Hall ve

Jacques, 1995: 47-49). Fabrikalarda yürüyen bant sisteminin kurulmasıyla birlikte,

çok daha ucuz ve fazla üretim yapabilme olanağı bulunmuştur. Üretimin artırılması

için ise, daha da çok işgücüne ihtiyaç duyulmuş, fabrikalarda oluşan emekçi

yığınlaşmalarıyla birlikte, işgörenlerin önceden beri sürüp giden sorunları, boyut

değiştirerek devam etmiştir. Ancak, geniş emekçi topluluklarının belirli saatlerde

işyerlerinde bir araya gelmesi, sendikal faaliyetlerin gelişmesi için uygun bir ortam

hazırlamıştır. Bu dönemde işgörenlerin daha önceden sürüp gelen çalışma koşulları,

5

sosyal güvenceler, ücretler gibi sorunları, zaman zaman uygulanan yasaların

karşısına geçerek de olsa, grevlerle kendini göstermiştir (Eldridge, 1972: 12-26).

Yine bu evrede, fordist üretim sisteminin yönetim ve organizasyonun

düzenlenmesinde, çalışanların performans takibinin de yapıldığı Taylor’ un bilimsel

yönetim ilkeleri olarak öne sürdüğü ilkelerle beslendiği görülmektedir (Person, 1972:

385-397).2 Kısaca belirtilirse, bu ilkeler, organizasyonlarda tüm hiyerarşi

basamaklarının ve görevlerinin belirginleştirilmesi, standartlarla çalışma, aynı

görevlerin mekanize edilmeleri, yürüyen bant sistemine göre çalışma gibi

uygulamalarla gerçekleşmiştir (Hall ve Jacques, 1995: 47-49). İlgili konuda

incelendiği gibi, söz konusu gelişmeler yansımalarını, toplumsal yapılarda, kurum ve

kuruluşlarda da bulmuştur.

Post-fordizm’ e gelince, kelime anlamı olarak fordizmden sonraki gelişmelere

işaret etmektedir. Ortaya çıkış sebebi, kapitalist sistemin krizlerine çözüm bulma

arayışıyla ilgilidir. 1973’ te yaşanan petrol krizi dünya ekonomik-sosyal sisteminde

yaptığı etkilerle böyle bir duruma örnektir. Burada dikkat edilmesi gereken en

önemli konu, söz konusu sistemin piyasalardaki rekabet koşullarıyla olan ilişkisidir.

Eğer kapitalist mantık, içine girdiği bunalıma çare bulamaz ise, çareyi değişimde

aramak zorunda kalmaktadır. Söz konusu süreçte bu değişim ise, fordist sistemin katı

ve esnekliğe izin vermeyen tutumuna karşı çıkmıştır (Harvey, 1999: 170). Yine post-

fordizm, araştırma içinde incelendiği gibi, ekonomik, sosyal, kültürel anlamda birçok

yapıyı etkisi altına almakta, sermaye sisteminin ayakta kalabilmesi için

organizasyonlardaki uygulamalardan, uluslararası ticarete kadar geniş bir alanda

etkide bulunmaktadır.

Bu tezde önemli kavramlardan biri de esnek üretim ile ilgilidir. Kapitalist

mantık çerçevesiyle birlikte değerlendirildiğinde, olabilecek en çok faydayı temin

edebilmek için organizasyonlardan, ticari ilişkilere kadar tüm yapıların gerektiği

şekilde esnetilmesini içermektedir. Makinelerin esnek kullanımına örnek olarak,

General Motorun 1980’ de tezgahlardaki boyayı değiştirmesi 9 saat alırken, yapılan 2 Konuyla ilgili olarak, önemli çalışmaları olan isimlerden birisi de Fayol’ dur ve Taylor’ la aynı dönemde yaşamıştır (Fayol, 2005)

6

geliştirmelerle Toyota’nın aynı işin zamanını iki dakikaya indirmesi verilebilir (Hall

ve Jacques, 1995: 51–57). Yani bu durumda aynı makine çok kısa bir zaman içinde

farklı bir işlev için hazırlanabilmektedir. Çalışanlarla ilgili olarak esnek üretim

uygulamaları ise, part-time çalıştırma, parça başı iş yaptırma, taşeronları kullanma,

geçici ya da mevsimlik işçileri kullanma, eve iş verme, vardiyalı çalışma gibi

yöntemlerle uygulanabilmektedir. Yine işgörenlerin, işyerlerinde farklı konularda da

eğitilmesi yoluyla, farklı bölümlerde de kullanılmalarının sağlanması esnek üretim

biçimlerinin bir parçasıdır. Sistemin işgörenlerle ilgili odağında ise, emeğin pazarlık

gücünün daraltılması bulunmaktadır. Ayrıca, işletmelerdeki katı hiyerarşik yapı

yerine, işgörenlerin katılımcılığının desteklenmesi de esnek üretim uygulamalarının

bir parçası olarak uygulanmaktadır.

Konu içindeki anlamının netleşmesi için, açıklanması düşünülen bir diğer

kavram da, TKY’ dir. Burada kavram hakkında öncelikle vurgulanması gereken,

fordist üretim biçimiyle karşılaştırıldığında, hemen hemen tüm iş ilişkilerinin

esnetilmesini içerdiğidir. Bu anlamda TKY, sadece, makinelerin, çalışma

zamanlarının, işgörenler tarafından yapılan işlerin esnekleştirilmesi değil, yönetim

anlayışından, organizasyon yapısına kadar olan herşeyin esnekleştirilmesi anlamını

kapsamaktadır. Ortaya çıkışı incelendiğinde ise, yine diğer üretim sistemleri gibi,

piyasa koşullarında rekabet edebilme gereksinimi için kapitalizmin karşılaştığı

krizlere karşı çözüm bulmak amacıyla geliştirildiği anlaşılmaktadır. TKY teorilerinin

merkezinde ise, Masaaki İmai’ inin geliştirmiş olduğu sürekli gelişme (kaizen)

kavramı yer almakta, organizasyonun/işletmenin çalışanlar dahil tüm yapının daha

nitelikli duruma getirilmesini açıklamaktadır (Özevren, 1997: 15). Yine, Kavrakoğlu

tarafından araştırma içinde yer alan alıntı tekrarlanırsa, “TK, müşterilerin

ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan bir yaklaşım olduğu kadar, maliyetleri de

düşüren bir yönetim tarzıdır. Başka bir anlatımla, TK hataları önlemeyi hedefler;

böylece bir taraftan müşteri hatasız ürünlere sahip olurken, diğer taraftan da üretici

kuruluşun (hatalı üretimden kaynaklanan) maliyetleri düşer” biçiminde

tanımlanmaktadır (Kavrakoğlu, 1994: 53). Tezde çözümlenmek istenen anlamı ise,

TKY’nin, insan varlığına duyarsız bir zeminde işleyen kapitalizme bağımlı olarak,

özellikle çalışanlar açısından olmak üzere, nasıl bir gelişme gösterdiğiyle ilgilidir.

7

Buradan anlaşılması gerektiği gibi, çalışanlar ve toplum açısından, sosyal devlet

anlayışının gelişmiş olduğu, insan haklarının yerleşmiş olduğu, yoksulluğu

kaldırmak için uğraş veren, doğaya karşı duyarlı bir işleyişin anlamlandırması

eleştirilmemektedir.

Burada konunun yeterli doygunlukta tartışılabilmesi için, son olarak “özne”

kavramına yer verilmek istenmektedir. Bu tezde özne kavramına dikkat çekilmek

istenmesinin sebebi, medya başta olmak üzere, ülkelerin resmi eğitim kuruluşları,

aile içi kültür alış verişi dahil, insanların bilinçlerine tek yönlü olarak etki yapıldığına

inanılmasıdır. Söz konusu durum ise, insanların kendileri olmalarının önüne

geçmektedir. Yani insanlar her ne kadar tam olarak kontrollü olmasa da, bilinçli

olarak robotlara dönüştürülmüş şekilde kullanılmaktadır. Sonuç olarak ise, gittikçe

kalabalıklaşan dünya insanları, çevrelerinde olup bitenlere karşı ancak başkaları

tarafından yönlendirilmiş tepkiler vererek hareket etmektedir. Özne kavramıyla ilgili

olarak Touraine, “birey, ancak, bir özgürlük, özgür bir ben üretimi mantığı adına

uygulanan toplumsal egemenliğe karşı çıkmakla, kendi’nin elinden kurtularak,

özneye dönüşür” demektedir (1994: 261). Ancak o vurgulanmaya çalışıldığı gibi

bireycilik karşıtı da değildir. Bu gizil anlamı eserinin başka bir sayfasında “özne fikri

birey fikrinin karşıtı değil, çok özel bir yorumudur” şeklinde belirterek daha net bir

şekilde ifade etmektedir. Yine onun sözleriyle özne, “bir muhalif, bir direnişçidir ve

ben kaygısının olabildiğince uzağında, özgürlüğün iktidar karşısında kendini

savunduğu yerde oluşur” (1994: 293-294).

Aslında Touraine’ in açıkladığı “özne” bireyden farklı olarak, her türlü

totalleştirici etkinin, toplumsal baskıların uzağında, insanın kendini bulduğu

noktadır. Özne toplumun eseri olan bireyden farklıdır, fakat bu topluma karşı olma

manasında da değildir. İnsanların kararlarını verirken; eylemde bulunurken;

yetkinleşerek, toplum baskısı, kültürü vb. kendileri dışındaki güçlerin etkisini

kaybettiği noktada oluşmaktadır. Ki bu durum, tezde incelendiği gibi, esnek üretim

biçimleri temelinde gelişen TKY’ nin kurum kültürü yaratmayı amaçlarken, sınıf

bilincinin oluşmasını engellemeye dönük yapısıyla da pekişmekte, insan

anlayışlarındaki farklılıkların belirsizleşmesi durumu ortaya çıkmaktadır.

8

1.2 Araştırmanın Problemi

Bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeler, dünyanın küresel bir pazar

hâline getirilmeye çalışılması, yaratılmaya çalışılan post-modernist kültür, yeterince

gelişememiş ülkeler göz önüne alındığında, buradaki araştırmada doğallıkla Türkiye’

de, çalışma hayatını önemli derecede etkilemektedir. Kapitalizmin üretim mantığında

dünyanın geleceğinin yeterli duyarlıkla değerlendirilmemesi nedeniyle, “doğa”,

“toplumlar” ve özneleşme kapsamındaki insan, zarar görmektedir. Söz konusu

duyarsızlık insanı ve doğayı bir yok oluşa doğru sürüklemektedir. Araştırmanın

merkezinde yer alan, esnek üretim biçimleri temelinde değerlendirilen TKY’ de, söz

konusu gelişmelerle birlikte bu aşamada öne çıkmakta, çalışanların durumunu

olumlu/olumsuz etkilemektedir. Yine TKY’ ni savunan yazarların, teorik açıdan

çalışanlar ve toplum açısından olumlu olduğunu ileri sürdükleri görüşlerine karşın,

uygulamada ortaya çıkan gerçeklerin, çalışanlara ve ek olarak da, özneleşmeye,

topluma etkilerinin incelenmesi, araştırmanın problemini oluşturmaktadır.

1.3 Tezin Konusu

Bu çalışmada, emek tarihinin temelinde, kapitalist üretim mantığında,

çalışanlar ve toplum açısından, esnek üretim uygulamaları kapsamında gelişen, TKY

teorileri iddialarının özellikle çalışanlar olmak üzere, ek olarak da “insan

özneleşmesine”, “topluma”, “doğaya” uygulamadaki yansımaları konu edilmektedir.

Yine belirtilen değerlendirmeler kapsamında, insanların doğa hâlindeki bölüşüm ve

egemenlik ilişkilerinden, sanayi devrimine, daha sonra fordist, post-fordist sistemlere;

oradan da esnek üretim biçimlerine, TKY’ ne kadar geniş bir perspektif çalışmayla

içselleştirilmektedir.

1.4 Tezin Amaç ve Önemi

Bu çalışmada, sosyal bilimlerin yeni gelişim ve değişimleri takip etmesi

gerektiği inancıyla, kapitalist üretim tarzının krizlerine çözüm bulmak amacıyla

ortaya çıkan esnek üretim biçimlerini, tarihsel gelişim içinde değerlendirmek; yine

9

aynı temel üzerinde gelişim göstererek, kapitalizmin üretim mantığında yoğun şekilde

uygulamaları görülen Toplam Kalite Yönetimini teorik çerçevesi ve uygulamalarıyla

çalışanlara olan etkileri açısından incelemek amaçlanmaktadır. Ancak yapılan

çalışmada, söz konusu süreçten sadece çalışanlar değil, insanların kendilerini özgür

benlikleriyle ifade edebilmesi; kendileri olabilmesi özgürlüğünün de, yani

“özneleşmenin” de, “toplum” ve “doğanın” da yeterince zarar gördüğü

anlaşılmaktadır. O nedenle bu konulardaki etkiler de incelenip analiz edilmeye

çalışılmıştır.

Fizik bilimlerde meydana gelen ilerlemeler paralelinde teknolojik gelişmeler,

iletişimde yaşanan yenilikler vb. birçok değişim, ulus devletlerin sınırlarını

zorlamakta; toplumsal yapı değişime uğramakta; ancak ivmesi artarak devam eden

yenilikler sosyal bilimler tarafından yeterince takip edilememektedir. Hatta

gelişmeler, toplumsal taraf oluşlar ve toplumsal karşı duruşlar tarafından ya tam

olarak olumlu kabul edilmekte, ya da tam olarak karşı olunmakta, ancak, konunun

analizi kısmı eksik kalmaktadır. Aynı bağlamda, esnek üretim biçimlerinin niçin bir

zorunluluk olarak kapitalist üretim mantığında ortaya çıktığının; esnek üretim

biçimleri temelinde gelişen Toplam Kalite Yönetiminin çalışanları nasıl etkilediğinin

sosyolojik yaklaşımla üzerinde yoğunlukla durulması gerekmektedir.

Bu tezin önemini artıran bir diğer sebep de; insan gruplarını, ilişkilerini,

toplumsal yapının tamamını inceleme nesnesi yapan sosyolojinin, esnek üretim

biçimleri ve TKY ile çok yakın ilişkisi olmasına rağmen, sosyologlar tarafından

yapılanlarının beklenildiği kadar olmamasıdır. Oysa burada sosyoloji, asıl üretimi

yapan insan olduğuna göre, hem verimi, hem de toplumsal bütünde insanın

mutluluğunu artırma açısından, emekçilerin hâlihazırdaki durumunu tespit ederek;

toplumsal bütündeki geniş halk kesimlerini daha görünür kılarak; önemli bir duruş

sağlayabilir.3 Sosyolojinin yapabileceği katkılar açık olduğu hâlde, konu ile ilgili alan

üzerinde yoğun çalışmalar ise, özellikle endüstri mühendisliği bölümleri, işletme

fakülteleri tarafından, kuruluşlarda verimi, kậrlılığı artırması bakımından ele

3 Bu araştırmada kullanılan “emekçi”, “çalışan”, “işgören” kelimeleri, kol ve beyinleriyle işlerini yapan her kademedeki tüm çalışanları niteleleyerek, birbirlerinin yerine aynı anlamda kullanılmaktadır.

10

alınmakta; yani işin rekabetle de ilişkili olan üretim kapasitesi, kalitesi gibi teknik

kısımlarıyla ilgilenilmekte; böylece birey ve toplumun incelenmesi eksik kalmakta;

bu da çalışan insan öğesinin, işsizlerin ve geniş halk kitlelerinin yeterince

araştırılamamasına yol açmaktadır.

Ayrıca ekonomist bakış açısının (yani burada kullanılan anlamıyla, üretim

ilişkilerini işletmenin “artık değer” üretiminden ibaret sayan yaklaşım) toplum ve

insan öğesini yeterli duyarlılıkta inceleyemediği gerçeği, konunun önemini

artırmaktadır. Çünkü bu bakış açısı, ekonomik gelişme ve kalkınma çizgisine ağırlık

vermektedir. Oysa ekonomik gelişmelerin de temel belirleyicisi olan insan ve insan

ilişkileri; mikro ve makro gruplar, toplumun tamamının mutluluğu durumu ihmal

edilmektedir. Yani işsizler, yoksullar, kadınlar, erkekler, kimsesiz çocuklar,

çalışanlar, sivil toplum örgütleri, memurlar, işçiler, köylüler, vb. toplumdaki tüm

insanlar, gruplar konusunda yeterli duyarlılık gösterilmemektedir. Yine “özne”

kavramı içerisinde incelenen, tüm insanlar için bir ihtiyaç ve gereklilik olan,

insanların özgürce her türlü denetimin uzağında kendilerini gerçekleştirme hakkı, bu

konulardaki tartışmaların dahi uzağında kalmaktadır. Burada sosyolojik bakış

açısından, kuşkusuz, belirtilen sorunların görünür kılınması, tespit edilmesi, çözüm

üretimine yardımcı olması beklenebilir.

Yine incelemeye çalışılan toplumsal bütünde meydana gelen gelişmeler, esnek

üretimlerle birlikte, toplumsal karşı duruşların sebeplerinin de anlaşılması yönünden

önemlidir. Ayrıca Toplam Kalite Yönetimi uygulayan ve araştırma içinde belirli

nitelikleriyle öne çıkan kuruluşlarda, çalışanların durumunun uygun araştırma

teknikleri ile değerlendirilerek incelenmesi, genellikle kar hırsı içinde görmezden

gelinen çalışanların durumunun ne olduğu sorusu bağlamında, alan üzerinde diğer

çalışanlar için de katkı sağlayacaktır.

1.5. Hipotezler

Bu araştırmada yer alan hipotezlerin oluşturulmasında “yabancılaşma”, “iş

doyumu”, “Toplam Kalite Yönetimi” başta olmak üzere, araştırmanın ikinci

11

bölümünde “Kuramsal ve Kavramsal Çerçeve” de yer alan kuramlardan, teorilerden

faydalanılmıştır. Aynı çerçevede hipotezlerin oluşturulmasında dikkat çeken bir şey

de, yapılan incelemeye göre, TKY’ teorisyenlerinin, özellikle “yabancılaşma”, “iş

doyumu” üzerine olan kuramlar olmak üzere, özellikle sosyoloji ve psikoloji

bilgisinden faydalanmış olduklarının görülmesidir. Aşağıda yer alan hipotezlerle,

TKY konusunda çalışan teorisyenlerin iş doyumu ve çalışanların yabancılaşmasıyla

ile ilgili olan iddiaları, uygulamadaki durumuyla test edilmek istenmektedir.4

Temel hipotez: Kapitalist üretim sisteminin yaklaşımlarının, çalışan iş

doyumunu, sosyal hak ve güvencelerini önemsemeyen bir yapıda gelişmesi sonucu;

aynı temel üzerinde gelişen TKY uygulamaları da, bu duyarsızlığın bir sonucu

olarak, araştırmanın odağında yer alan çalışanlar tarafından olumsuz tepkilerle

karşılanacaktır.

Yukarıda açıklanan temel hipotezle ilişkili olan alt hipotezler aşağıdadır:

TKY uygulamaları kapsamında çalışanların işlerinden aldıkları doyumla ilgili

hipotezler:

1. İşyerlerinde personelin kendi özlük hakları, sorunları ve işyerleri ile ilgili

kararlarda etkili olabilme durumlarını, “katılımı” teşvik etmeyen ortam, personel

tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır.

2. Yoksulluk sınırında çalışan işgörenler açısından, ücretlerin seviyesinin

düşüklüğü, çalışanların iş doyumuyla ilgili olumsuz tepkiler vermelerine sebep olur.

3. Bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın desteklenmemesi,

işgörenlerin emeklerinin takdir edilmemesinden doğan hoşnutsuzluğa dönüşerek,

çalışanların olumsuz tepki göstermesine sebep olur.

4 Bu bölümde yer alan hipotezlerle araştırılan konular, başka çalışmalarda da yer alan, çalışanların sorunları açısından bildik problemleri içermektedir. Burada ilgili hipotezlerin önemini artıran ise, TKY teorilerinin uygulamada nasıl işlediğini test etmesindedir.

12

4. Akrabalık, çıkar, hemşehrilik gibi ikili ilişkilerin ayrımcı nitelikte

kullanılması, çalışanların huzur ve iş doyumunu olumsuz yönde etkiler.

5. Çalışanların genel kültürünün, işyerleri ve işleriyle ilgili bilgilerinin

geliştirilmemesi, TKY teorileri açısından gerekli olan kültürleme, “kurum kültürü

yaratma” konusunda başarısızlığa sebep olacağından, işgörenlerin sisteme karşı

olumsuz tavır takınmalarına sebep olur.

6. Korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamları, çalışanların olumsuz

tepkiler vermesine sebep olur.

7. Çalışanların kişiliklerine değer verilmemesi, işgörenlerin olumsuz tepkiler

göstermesine sebep olur.

8. Yöneticilerin, çalışanların işleri ve kendileriyle ilgili sorunlarına karşı

ilgisiz kalmaları, işgörenlerin olumsuz tepkiler göstermesine sebep olur.

9. İşletmelerde çalışanların sorumluluk almamaları, TKY uygulamalarının

başarısı açısından işgörenlerin, sisteme karşı bir tutum içinde olduklarının göstergesi

olduğundan olumsuz tepkiler alınmasına sebep olur.

10. İşletmelerde çalışanların sosyal güvenceler konusunda hissettikleri

kaygılar, işgörenler tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır.

11. İşgörenlerin yeterli dinlenme ve tatil olanaklarının olmaması,

üzerlerindeki iş stresi ve baskıyı artıracağından olumsuz tepkiyle karşılanır.

12. İşyerlerinin çalışma ortamı, makineler, işyeri hekimi vb. olanaklar

açısından sağlıklı şartlar taşımaması, çalışanların iş doyumsuzluğuna sebep olur.

13

13. Çalışanların, işyerindeki bulundukları statüden daha yüksek kariyerlere

yükselemediği işletmelerde, çalışanlar iş doyumu açısından etkilenerek olumsuz

tepkiler verirler.

14. TKY uygulamaları, kapitalizmin üretim mantığı gereği, işgörenlerin

sosyal-ekonomik sorunlarını dikkate almaz, çalışanların faydasına gibi görünen

teorideki iddialarını uygulamaya taşıyamazsa, olumsuz tepkiler gösterilmesine sebep

olur.

Yabancılaşmayla ilgili hipotezler:

1. Çalışanlar, günlük görevlerini yerine getirirken, işyerindeki uygulamalarla

ne yapacakları çok katı bir biçimde belirlendiğinde; yaptıkları işlerle ilgili kararları

genellikle başkalarının verdiği durumlarda; işle ve işletmeyle ilişkiler açısından,

kendilerini uzaklaşmış ve yabancılaşmış olarak görürler.

2. İşgörenlerin çalıştıkları işletmenin belirli bir bölümünde soyutlanmış bir

biçimde istihdam edilmesi, üretim sisteminin bütününden uzaklaştırılması, işletme

tarafından hiçbir konuda fikirlerinin istenmemesi gibi durumlarda, çalışanlar

yaptıkları işin firmaları için önemini, amacını anlayamaz, işlerinin çevreleriyle, diğer

çalışanlarla, toplumla bağlantısını kuramaz, anlam veremezler ve olumsuz tepki

gösterirler.

3. Çalışanların işletmenin amaç ve hedeflerine anlam verememesi, çevresi

için değerini anlayamaması veya kendi kişiliği ile yaptığı üretim arasında,

işletmenin yönetim yapısı arasında çelişki olması durumunda, işgörenler kendileri

ve yaptıkları iş arasında yakınlık kuramazlar.

1.6 Tezin Yaklaşımı

Bu araştırmanın temel duruşu; tüm dünyayı etkisi altına alarak sosyal devlet

anlayışını, insan hak ve özgürlüklerini geçersiz kılma yolunda ilerleyen bir yapıda

14

küreselleşmenin etkileriyle daha da belirginleşerek gelişen kapitalist süreci; özellikle

esnek üretimler temelinde gelişen TKY uygulamalarında, çalışanlar açısından olmak

üzere, ek olarak da toplum, “özne” ve doğada yaptığı etkilerle sorgulama üzerine

kurulmuştur. Günümüzde yıkıcı şekilde ilerleyen bu durum, uluslararası boyutta

emperyalist hareketlilikte kendini göstermektedir. Görülen odur ki; tüm insanlığın

gözleri önünde, sermayenin sorumsuz girişimleri sayesinde, doğa, gelecekteki

nesillerin haklarından çalınarak tüketilmektedir. Toplum yine aynı mantıkla,

uluslararası sermayenin beklentilerine uygun şekilde, post-modernizm, küreselleşme,

esnek üretim uygulamalarının da katkısıyla kurgusal olarak biçimlendirilmektedir.

Bauman’ ın dikkat çektiği gibi, bu süreçte küresel sermayenin gücü karşısında, ulus

devletlerin de karşı koyması olanaklı değildir. Ulus devletler ekonomik

bağımsızlıklarını yitirmiş olduklarından, sermayenin koruyuculuğu görevini

üstlenmek zorunda bırakılmışlardır (1999: 76-80). Söz konusu durumun gerçek

anlamda kurgusal olması, insanlığın içinde yaşadığı sahte dünyanın farkında

olmaması, aldatılması anlamında önemlidir. Çünkü sermayenin yeni değişen

beklentilerine uygun olarak teorileştirilen istekler, bilinçli bir şekilde toplumların

yaşantılarına dahil edilmektedir.

Toplumları oluşturan geniş halk kitleleri, 21. yy’ ın başlarında olunmasına

rağmen, söz konusu gelişmelerle birlikte çaresizce olanları seyretmektedir. İnsanların

ise, medya ve bilinç oluşturucu tüm mekanizmalarla birlikte, aşırı şekilde beyni

yıkanmakta, sermayenin tüm dayatmalarını kabullenmek zorunda kalarak, özgür

iradeleriyle bir benlik geliştirip kendileri olamamaları sağlanmaktadır. Son derece

bilinçli yapılan bu beyin yıkama, öyle bir düzeye gelmektedir ki; sermayenin

sorumsuzca hareketleri, aslında en fazla sermayesi olana en fazla özgürlük verdiği

hâlde, Irak örneğinde görüldüğü gibi, tüm dünyayı özgürleştirme hareketi olarak

sunulabilmektedir. Yine olağan üstü bir akıllılıkla, yeterli bilinçten yoksun beyinlere,

teknolojinin tüm olanakları da kullanılarak, uluslararası güç odaklarının talepleri, tek

yol olarak gösterilmektedir. Bu durumda dünyanın en zenginlerinin çıkarları, geri

kalan nüfusun çıkarlarına eşit olarak anlaşılmaktadır.

15

Yukarıda anlatılanlar bu tezde benimsenen temel duruşu ifade etmektedir.

Temel amaç, açıklıkla görünen gerçeklerden yola çıkarak, sorunları tespit etmek ve

çözüm yolları üretmektir. Tarafsız kalınmaya çalışıldığından Marxizm, Liberalizm

gibi bir temel üzerinde sorunların çözüleceği iddiasında bulunulmamış; ancak,

toplumun özellikle ağır yaşama koşullarında yaşayan kesimlerinin, doğanın

korunmasının, insan özneleşmesinden yana olunmuştur. Böyle düşünülmesinde temel

etken, toplumsal sorunların çözümlenmesine öncelikle en hastalıklı kısımların

araştırılmasıyla başlanmasının gerekliliğine inanılmasıdır. Burada yapılan

incelemelerde, dünya tarihinde etkili olmuş tüm görüş ve düşünceler dikkate

alınmaya çalışılmıştır. Ancak tez yazarının anlatılan, vurgulanan düşünceleri

kapsamında bir taraf oluşun kaçınılmazlığı ortadadır.

Toplumsal sorunların çözümlenmesinde önemli olan bir konu da toplumsal

yapıyı iyi tanımaktır. Çünkü sosyoloji biliminin inceleme nesnesi bu yapı içinde

gerçekleşmektedir.5 Yine sosyal yapı, insan ve toplum nesnesiyle ilgili olduğundan,

fizik bilimlerde olduğu gibi daha kesin ve ölçümlere dayalı değerlendirme yapmak

oldukça zordur. Çünkü insan ilişkileri söz konusu olduğunda, mikro ve makro

toplumlarla ilgili çözümlemelerde, hangi araştırma yöntem ve teknikleri, nasıl

kullanılırsa kullanılsın, doğa bilimlerindekine benzer şekilde Comte ve Durkheim’ in

tersine tam anlamıyla kesin sonuçlara ulaşmak olası değildir (Giddens, 1994: 20-

21).6 Ancak, alan araştırmalarında elde edilen verilerin yüzde yüz bir kesinliği

göstermemesi, tespit edilen sorunsalların analiz edilmesini engellemez. Lyotard’ ın

ileri sürdüğü şekilde bilimsel verileri büyük anlatı kabul ederek geçersizleştirmek ise,

hâlihazırdaki metafizik karşıtı kazanımlara da zarar verici etki yapar (Lyotard, 1990:

38-42). Yine söz konusu durumdan dolayı, sosyolojinin bilim olması niteliğine gölge

düştüğü düşünülmemelidir. Ayrıca böylesi fikirleri ileri sürmek, gerçeklerin

çarpıtılmasıyla sosyolojinin bulgularına olan güveni sarsabileceğinden, özellikle

insanların mutsuz çoğunluğunun sorunlarının görmezden gelinmesi olmak üzere, tüm

toplumsal sorunların karmaşaya büründürülmesine sebep olabilir. Böyle bir durum,

5 Sosyal yapıyla ilgili örnek olarak, Blau’ nun görüşlerine göre, “toplumsal yapı kavramı, onu oluşturan parçalar ve bunların arasındaki ilişkilerin basit ve somut tanımlarıyla başlar.” Ona göre söz konusu parçalar ise, sınıflar ve gruplar olarak, kadınlar, erkekler, etnik gruplar vb. geniş bir yelpazedeki tüm ilişkileri içermektedir (Poloma, 1993: 92). 6 Ayrıca bk. (Kurtkan, 1978: 13-15).

16

yaratılmak istenen “esnek üretim”, “post-modernizm” vb. etkilerle birlikte

görünmezleşen insan ve toplulukların sorunlarının gittikçe çoğalmasına, toplum

içinde emniyetli, güvenli yaşamanın yok olmasına sebep olabilir.

Sosyolojik yaklaşım konusunda “natüralist”/“pozitif”, “yorumlayıcı”

(interpretative), “değerlendirici” (evaluative) bakış açılarını yansıtan araştırmalar

bulunmaktadır (Poloma, 1993: 14). Ancak söz konusu çalışmalar incelendiğinde,

hiçbirisinin tek başına tam bir kesinlikle toplumsal çözümlemeler için yeterli

olmadığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen, elde edilen verilerin bilimsel açıdan

yeterliliği düşünüldüğünde, uygun yöntemlerle yapılan araştırmaların sosyolojik

incelemeler için oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu da pozitivist/realist açıdan

değerlendirildiğinde, sosyolojik analizlerle ilgili geçerli ve önemli veriler sunabilir.7

Örneğin çalışanların sorunlarının tespit edilmesinde gerçeğe çok yakın analizler

yapılabilir. Ancak yapılan araştırmalar incelendiğinde, testleri yapılan hipotezlerle

genellemelere ulaşmak, inceleme nesnesi durumdan duruma değiştiğinden oldukça

zor görünmektedir. Çünkü söz konusu insan olduğunda, kolaylıkla belirlenip, kontrol

edilemeyen bir yapıyla karşılaşılmaktadır. O nedenle, sosyolojik araştırmalarda

“yorumlayıcı” ve “değerlendirici” yaklaşımların da, araştırmaları daha nitelikli bir

duruma getireceği düşünülmektedir.8 Yine, fizik bilimlerde olduğu gibi, ölçüm

niteliği daha fazla olan sonuçlara ulaşılamaması, toplum ve insanlarla ilgili temel

sorunlar açısından, sosyoloji araştırmalarında önemli bir sorun yaratmayacaktır.

Poloma’ ya göre, sosyolojik yaklaşımlarla ilgili olarak, bireyi ya da toplumu

önceleyen teoriler - kuramlar veya her ikisine de vurgu yapan tartışmalar

bulunmaktadır (1993: 13-24). Buradaki düşünceye göre, her üç bakış açısının da

toplumsal, bireysel gerçekleri çözümlemede önemli veriler sunduğuna

inanılmaktadır. Ancak, toplumsal gerçekliklerin araştırılmasında, bireye yapılan

vurgunun abartılmasının sosyal sorunların belirlenmesini gözden kaçırması durumu

vardır. O nedenle, toplumsal sorunların araştırılmasında bireysel ilişkileri tamamen

göz ardı etmemek kaydıyla, Durkheim’ ın da bildirdiği, toplumsal olguların ancak

başka toplumsal olgularla karşılaştırılabileceği fikrinde doğruluk payı olduğu 7 Pozitivist ve realist bakış açılarındaki farklılıklarla ilgili bk. (Keat, R. ve Ury, J., 1994: 9-49). 8Yorumlayıcı ve değerlendirici yaklaşımlar için bk. (Poloma, 1993: 341-357).

17

düşünülmektedir (Aron, 1989: 260). Çünkü bireyin sosyal davranışları en sonunda

genetik özelliklere kadar götürülebilir. Yine aynı kişinin değişik toplumsal

gruplardaki statü ve rollerinin araştırma yapılan gruptaki davranışa etkisini de

değerlendirmek oldukça zor bir iştir. Tüm bu sebepler, sosyoloji çalışmalarının

amacının, nesnesinin belirlenmesinin, araştırma yöntemlerindeki yaklaşımların

seçilmesinde temel alınması gerekliliğini düşündürmektedir.

Ayrıca sosyolojik çalışmalarda göz önünde bulundurulması gereken bir konu

da, toplumsal yapının insanlar arası ilişkilerde yapmış olduğu etkiyle ilgilidir. Sosyal

yapıda dağılan roller, işlevler dinamik bir süreçte hareket etmektedir. Toplumsal

yapının bireyi biçimlendirmesi de belirgindir. Ancak, söz konusu yapıların ve

hareketlerin de bireyler tarafından oluşturulduğu ortadadır. Buna rağmen bireyin

içinde bulunduğu ya da sonradan girdiği ortamlar, kapitalist sistemin katı kurallarıyla

önceden belirlenmiş olduğundan, değişime önemli bir direnç vardır. O nedenle

toplumsal yapılarda, değişimden daha çok uyum davranışlarının baskın çıktığı, yeni

oluşumlarınsa zaman istediği düşünülmektedir. Araştırmada yapılan incelemede,

(çalışanlar kapsamında) insan topluluklarının değişim isteklerinin bulunduğu, ancak,

yapının kararlı bir duruşta olmasının değişimi engellediği ortaya çıkmaktadır. Bu

durumda her iki etkenin de belirli ağırlığı olduğu söylenebilir.

Konuya toplumsal sınıfların incelenmesi açısından bakıldığında ise, genelde

post-modern teorilerle iddia edilen, her türlü belirlenmişliği reddederek toplumsal

nesneleri göreceleştirip yok eden, bilimsel bulguları aşırı küçümseyen yaklaşıma

güvenilmemektedir.9 Aynı paralelde anlam yitimi kapsamını da ele alan, sınıfsal

farklılıklardaki ayrımın üretim bölüşüm ilişkilerindeki değişimle birlikte yok olmuş

olduğu şeklindeki fikirlere, ortaya çıkan bazı değişimlerin hakkını vermek koşulluyla

değer verilmemektedir.10 Ancak, özellikle çağımızda, işlerin çeşitlenmesi, sanayi

sektörü, tarım sektörü, hizmet sektörü gibi, sektörlerdeki gelişmelerin 9 Lyotard’ ın görüşleri kapsamında, bilginin iktidar ilişkileriyle ilgili olarak dil oyunları kapsamında değerlendirilebileceğinde haklılık payı vardır. O, bilgiye ulaşma sürecinde “kanıtın nasıl sağlanabileceği”, “hakikatin şartlarını kimin belirleyeceği” sorularına verilecek cevapta şüphelerin ağırlığı olduğuna dikkat çeker, ancak, buradaki vurguyu tüm alanlarda bir güvenilemezlik havasına sokmak, olsa olsa sorunların anlaşılamamasına yardım eder. İlgili görüşleri incelemek için Bk. (Lyotard, 1990: 38-42). 10 Bu düşünceyi savunanlardan birisi de, Drucker’ dır (1993: 76-92).

18

yoğunluğundaki oranlarda çıkan değişimler; işgörenlerin beyaz yakalılar, mavi

yakalılar şeklinde ayrışması; yine işgörenlerin çeşitlenen iş koşulları dolayımında

farklı niteliklere sahip olması vb. yenilikler sebebiyle, geniş bir yelpazeye dayanan

sosyal-ekonomik koşulların hepsinin dikkate alınması gerektiğine inanılmaktadır.

Soruna sınıf ilişkileri açısından bakıldığında, üsteki paragrafta da açıklanmaya

çalışıldığı gibi, çeşitlenen işler ve meslekler bağlamında Marxist orijindeki yaklaşım

yeterli açıklama getirememektedir. Ancak, Marxist yaklaşımın çok sağlam olan

temel açınımları üzerinde, yeni değişimlerin değerlendirilmesi oldukça ufuk açıcı

olacaktır.11 Konuya buradan bakıldığında, bir tarafta son derece benzer özellikler

taşıyan işçi sınıfı, diğer tarafta da işveren sınıfı olmadığına göre, ortaya çıkan

değişimler daha dikkatli incelenmelidir. Çünkü bugünün toplumunda, işçiler dahi

kendi aralarında, çalıştıkları iş koluna, işyerinin niteliklerine, yaşadıkları ülkeye,

devlet sektöründe ya da özel sektörde istihdam edilmelerine; sosyal-ekonomik ve işle

ilgili koşullarına göre farklı özellikler göstermektedir. Ayrıca çalışanlar dendiğinde

yöneticiler, mühendisler, teknisyenler, ustalar, vasıfsız işçiler, büro işçileri, yazılım

işiyle uğraşanlar, hizmet sektörü çalışanları, tarım işçileri vb. akla gelen tüm

işgörenler kapsama alınmaktadır.

Yine yukarıda anlatılan durumlar, bir tarafta sermayeye hükmeden işverenler,

diğer tarafta da tüm işgörenlerin bulunduğu gerçeğini saklamaz. Patron adına çalışan

üst düzey yöneticiler de, aynı kapsamda temel görevleri her ne kadar işletme

sahibinin yerini almak olsa da, patrona karşı olan ağır sorumlulukları

düşünüldüğünde, onların da gerçekte biçimsel olarak da olsa, çalışanlar tarafında

olduğu sonucunu ortaya çıkartmaktadır. Ancak her meslek grubunun farklılaşmış,

ağırlık merkezleri değişmiş sorunlarının daha dikkatli incelenmesi gerekir. Örneğin,

bir vasıfsız işçi olarak çalışan işgörenle, mühendis kadrosunda çalışan bir kişinin

ücretlerle ilgili sorunlarının ağırlığı aynı olmayacak; her ikisinin de sıkıntı çekmesine

sebep olan etkenler değişik olacaktır.

11 Konuyla ilgili olarak bk. (Giddens, 1994: 55-78).

19

Buradan bir tarafta işveren sınıfının, bir tarafta da çalışan sınıfın durduğu

gerçeğinde haklılık olduğu düşünülebilir. Yine üst paragrafta anlatılanlar

kapsamında, bir tarafta emeğin her türünü ücret verim ilişkisi içerisinde kendi

çıkarlarına göre değerlendirmek işveren kesiminin; diğer tarafta da kendi sosyal –

ekonomik hak ve güvencelerindeki koşulları kendi çıkarlarına göre genişletmek de

çalışan kesimin uğraş alanı olacaktır.

Sınıfla ilgili teorilerde “azgelişme”, “küreselleşme” odaklı gelişmeler dikkate

alındığında, bugün için sorunu “çatışmacı” merkezde ele alanların verdikleri

açınımlar haklı çıkmaktadır. Ancak, söz konusu durum, araştırma içerisinde de

incelenen doğa halindeki insanın üretim ilişkilerinden daha vahşi koşulları

kapsamaktadır. İnsan her şeyden önce bir akıl varlığı olduğuna göre, sorunlara tüm

insanlığın çıkarlarının ortak olduğu noktasından bakmalıdır. Örneğin, bir fabrika

sahibinin son derece sorumsuz şekilde doğayı kirleten fabrikası, kendisine ve kendi

çocuklarına da zarar verecektir. Güçlü sermaye sahiplerinin, aç, işsiz, yoksul

yığınların sorunlarına kulak tıkamaları, kendilerine zarar veremese bile (ki bu bile

olanak dışıdır) kendilerinden sonra gelen aile fertlerinin güvenli ve sağlıklı

yaşamalarına karşı bir tehdit oluşturacaktır. Tüm bunlar bir tarafa, tüm insanlarda

olması gereken vicdan duygusu gereği, toplumsal sorunlara karşı duyarsız olmamak

gerekir. Söz konusu sorunlara çözüm üretimine ise, tüm hak ve özgürlüklerin

tanınmış olduğu bir ortamda, toplumsal sorunlara her iki sınıfın da birlikte sahip

çıkması, diyalogun, iletişimin, “empati” kurmanın gerçekleştirilmesi yoluyla

ulaşılabilinir.

Yukarıda anlatılan sebeplerle de ilişkili olarak, araştırmada, belirli bir

sosyolojik yaklaşımı yansıtmak yerine, araştırma yapılacak alanın nitelikleri göz

önüne alınmaya çalışılmıştır. Aynı kapsamda elde edilen verilerin daha sağlıklı

olmasını sağlayabilmek amacıyla, anket uygulamasının yanında gözlem ve

görüşmelerde ulaşılan veriler de değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ancak, araştırmada

elde edilen verilerin doğruluğuna güvenildiği hâlde, fizik bilimlerdeki netlikte

çıkarımlara ulaşmak oldukça zordur. Örneğin bu araştırmada, bağımsız değişken

olarak esnek üretim biçimleri temelinde gelişen TKY uygulamaları alınmış ve

20

bağımlı değişken olarak ise, çalışanların verdikleri tepkiler araştırılmaya çalışılmıştır.

Aynı kapsamda, karşılaşılan bazı zorluklar açıklanmaya çalışılacak olursa, öncelikle

bağımsız değişken olan TKY uygulamaları işletmeden işletmeye farklılıklar

göstermekte; yine bağımlı değişken olan çalışanların demografik özellikleri de,

işletmeden işletmeye farklılıklar göstermektedir. Bağımsız değişkendeki

farklılıkların etkisi, firmadan firmaya değişim gösterdiğinden, işletme durumlarıyla

ilgili yapılan analizlerle bu sorunun üstesinden gelinmeye çalışılmıştır. Bağımlı

değişken olan, çalışanların verdikleri tepkileri etkileyen işgören nitelikleri ise,

demografik sorulara verilen cevaplar, gözlem ve görüşmeler değerlendirilerek

çözümlenmeye çalışılmıştır. Ancak tüm bu önlemler, fizik bilimlerdeki kesinliğin

yakalanmasına yetmemektedir.

Yine alan araştırmasıyla ilgili sosyolojik yaklaşımı etkileyen bir durum da,

denetimsiz değişkenlerin etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın sağlığı açısından

yukarıda anlatılan tüm önlemler alınsa da, çok kesin verilere ulaşmak her zaman

belirli zorluklar taşımaktadır. Çünkü, işin içine bir de denetlenemeyen değişkenler

girmektedir. Örneğin yaş, eğitim durumu, cinsiyet vb. etkenlerin etkisini belirleseniz

bile, sosyolojik araştırmanın konusu olan kadın ve erkeklerin her birisinin ayrı ayrı

özgün kişilik yapıları, yani insani (human) özelliklerini denetleyebilmek, her insan

yetişkin bir birey olana kadar genetik özellikler dahil sayısız etkiyle biçimlendiğine

göre, oldukça zordur. Ancak burada yapılan araştırmayla, başka çalışmalardaki

veriler de değerlendirilmiş ve söz konusu denetlenemeyen niteliklerin, insanlar

üzerindeki etkilerinin sosyolojik analizlerde belirginleşmiş yorumlamaları tehlikeye

düşürecek durumda olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Örneğin, çalışanların

yabancılaşma tepkilerini gösterdiği etkiler, ortamda bulunulan çalışma ilişkilerine

göre, böyle tepkileri oluşturan koşullar oluşmuşsa, hemen tüm araştırmalarda

belirginleşmekte; öznel nitelikler çokça etkili olmamaktadır. Yine ücretler,

çalışanların katılımının desteklenmesi gibi birçok konuda, ciddi bir araştırma

yapılması şartıyla, çalışanların tepkileri benzer özellikler göstermektedir.

Burada TKY konusundaki temel duruşun açıklanması da uygun olacaktır.

TKY teorilerinde, araştırmada da incelendiği gibi, çalışanların işyerlerindeki

21

kendileriyle ve işletmeyle ilgili kararların alınmasına katılımının artırılmasından;

ömür boyu iş güvencesinden; artan verimliliğin çalışanların sosyal – ekonomik

haklarına yansıtılmasından; işgörenlerin eğitim seviyelerinin hem işle ilgili, hem de

genel kültür açısından yükseltilmesinden; yaratıcılığın teşvik edilmesinden;

çalışanların üretimde kullanılan makineler gibi değerlendirilemeyeceğinden;

işgörenlerin sağlık şartlarını zorlayacak şekilde çalıştırılmamasından; işletmede

çalışanlar arasında işbirliğinin birlik beraberliğin geliştirilmesinden vb. söz

edilmektedir.

Ayrıca toplumla ilgili TKY teorilerinde, sistem, bir kurtuluş reçetesi olarak

sunulmakta; kamu sektörü dahil her yerde, her kurumda çalışanların ve toplumun da

çıkarına olacak şekilde uygulanabileceği iddia edilmektedir. Yine artan verimlilik ve

kaliteli üretimle, işletmelerin iş kapasitesinin yükselmesi sebebiyle işsizlik sorunun

aşılmasına da yardımcı olunacağı açıklanmaktadır. Bundan başka söz konusu süreçte

halka verilen hizmetlerde, “müşteri memnuniyeti” denen yaklaşımla birlikte devlet

hizmetlerinin kalitesinin artacağı söylenmektedir. Söz konusu duruma göre, halka

hizmet veren kuruluşlar eğitimden sağlığa, güvenliğe kadar onlara nasıl daha kaliteli

hizmet sunabileceklerini araştıracak. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı tüm halkın daha

iyi eğitilmesi için çözümler üretecek; okullarda öğrencilerin daha fazla doyum

alabileceği nitelikli eğitim gerçekleştirilecek; çiftçinin daha kaliteli ve fazla ürün

alması için gerekli eğitim desteği verilecektir. Ayrıca tüm bunlar da sürekli gelişme,

iyileşme (kaizen) kapsamında daha sağlıklı verimli sonuçların üretilmesi

kapsamında, git gide her şeyin daha olumlu olduğu bir süreci başlatacaktır.

Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan, TKY teorileriyle birlikte ortaya çıkan

iddialar gerçeği yansıtmış olsa, yeni durumun en azından bir aşama olduğu

konusunda birleşilmesi gerekir. Ancak araştırma içinde de detaylı bir şekilde

incelendiği gibi, kapitalizmin üretim mantığında gerçekleşen sistem, çalışanlar ve

toplum açısından, beklenenin tam tersi sonuçlar elde edilmesine sebep olmaktadır.

Böyle olmasının sebepleri, çalışma içinde geniş bir açınımla incelenmektedir. Burada

özellikle TKY teorilerinde anlatılanlara değil, (Ki söz bu teorilerde de

eleştirilebilecek çok nokta vardır.) kapitalizmin üretim mantığında aldığı biçime

22

karşı çıkılmaktadır. Söz konusu sistemin çalışanlar ve toplum açısından somut

önerileri değerlendirilecekse, öncelikle kapitalizmin sosyal sorunlara karşı duyarsız

kalan, insan ilişkilerini alış veriş ilişkisine çeviren mantığına karşı durmakla işe

başlanmalıdır.

Yine TKY teorileri iddialarında dikkat çekilen bir konu da, uygulanmak

istenilen sistemin organizasyonun tüm birimlerinin aynı amaca yöneltilmesi

önerileriyle ilgilidir. Yani herhangi bir organizasyonun çalışanlarının, makinelerinin,

organizasyon yapısının toplamının aynı hedefe yönlendirilmesi gerekmektedir.

Burada emek süreçlerinin kalite çalışmaları içinde yerini alması ise, olmazsa olmaz

olarak karşılanmaktadır. Böyle bir şeyi başarabilmek için, TKY teorilerinde söz

edilen, çalışanların makinelerden farkının belirginleştirilmesini içeren mantığının

gerçek anlamda uygulamaya geçirilmesi gerekecektir. İşgörenlerin fordist üretim

mantığından bu şekilde bir dönüşümünü gerçekleştirebilmek içinse, sendikal haklar

dahil, onların tüm sosyal ekonomik haklarını tanımak ve çalışanların ilgili konularda

gelişimini içtenlikle destekleyici bir yaklaşıma sahip olmak gerekecektir. Aksi

takdirde tüm söylenenler kelime oyunlarından başka bir anlam ifade etmeyecektir.

1.7 Tezin Kapsamı ve Sınırları

Bu çalışma kapsamında, çalışanlar açısından TKY’nin değerlendirilmesi

merkezde kalmak şartıyla, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişiminden, TKY

uygulamaları dahil olmak üzere gelişen süreç değerlendirmeye alınmaktadır. Yine

ilgili sorunsal, özellikle çalışanlar açısından değerlendirilmekte, ek olarak da doğaya,

topluma, insan özneleşmesine etkisi açısından da tartışılmaktadır. Konunun fazlaca

dağılmaması için ise, kuramsal kavramsal çerçeve dahil, incelenen, araştırılan

konular tezin iddiaları kapsamında ele alınmaktadır. O nedenle, araştırmanın amacı

olarak, TKY teorilerinde anlatılanlar ve uygulamadaki durumu karşılaştırmak,

birincil önemde olduğundan, dünya çapında en önde gelen uzmanların görüşleri

öncelikle ele alınmıştır. Alan araştırması açısından da, söz konusu süreç elektronik

sanayiinde beş işletmede yapılan çalışmayla desteklenmektedir. Ayrıca, başka

23

araştırmalardan elde edilen bulgular da, çalışma kapsamında değerlendirmeye

alınmaktadır.

Burada yapılan araştırmada, tezin iddialarının tam anlamıyla sorgulanmasını

sağlayacak yeterliliğe ulaşılmasına çalışılmıştır. Ancak ekonomik sorunlar, zaman,

temel sınırlılıklar olarak gösterilebilir. Yine özellikle sosyolojik araştırmalara karşı

işletme yönetimlerinin çekingen tavrı, daha fazla işletmede alan araştırılması

yapılmasını önlemiştir. Firmalar bu tür bilimsel araştırma teklifleriyle

karşılaştıklarında, öncelikle kendi verimliliklerine katkısı açısından konuyu

değerlendirmekte ve çalışanlarının ne kadar iş zamanını alacağımızla ilgili ince

hesaplara girişmektedir. Birçokları da, özellikle de çalışan memnuniyetini inceleyen

çalışmalara işletme içi sorunlar açısından olumlu bakmamaktadır. Tüm bunlar da

yapılan araştırmanın kapsamı üzerinde etki yapmaktadır.

24

BÖLÜM II

KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Bu bölümde, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi ve TKY’ ne ilişkin

yaklaşımlar olmak üzere iki ana konu ele alınacaktır. Üretimin örgütlenişinin tarihsel

gelişimiyle ilgili bölümde, çalışanlar açısından yapılan inceleme toplum düzleminde

ve örgüt düzleminde ele alınmaktadır. Ayrıca burada konunun, sanayileşme öncesi

dönemden, post-fordist üretim aşaması dahil olmak üzere, gelinen aşamalarının

analizi yapılmaya çalışılmaktadır. TKY’ ne ilişkin yaklaşımlarla ilgili bölümde ise,

özellikle söz konusu teorilerle iddia edilen fikirler geniş kapsamlı olarak

değerlendirilmekte ve sistemi savunanlarla karşı olanların görüşlerine dikkat

çekilmeye çalışılmaktadır.

2.1 Üretimin Örgütlenişinin Tarihsel Gelişimi

Toplum düzleminde ve örgüt düzleminde araştırılan konuya, sanayileşme

öncesi dönemden başlanmakta; çalışanlar açısından insan emeğinin doğa hâlindeki

ilkel bölüşüm ilişkilerini içeren durumundan, bugünkü durumuna kadar gelen

süreçteki gelişmeler, özellikle kapitalist üretim mantığı çerçevesinde ele alınarak,

incelenmeye çalışılmaktadır.

Burada yapılan incelemelerin amacı, çalışanların sorunlarını emek tarihi

içinde araştırarak, farklı dönemlerde ortaya çıkan gelişmelerin, zamanımızdaki uzantı

ve etkilerini araştırmaktır. Aynı kapsamda, çalışanların bugünkü durumlarını daha iyi

değerlendirebilmek için, sermaye sisteminin mantığında esnek üretim, post-fordizm,

post-modernizm, küreselleşme terimleriyle açıklanmaya çalışılan değişimlerin

azgelişme sorunsalıyla da ilgili olarak, çalışanlar ve toplum açısından ne gibi

farklılıklar getirdiği, ya da getirmediği incelenmektedir.

25

2.1.1 Toplum Düzleminde

Bu bölüm, sanayileşme öncesi ve sanayileşme sonrası olmak üzere iki ana

başlık kapsamında ele alınacaktır. Sanayileşme öncesi dönemin incelenmesi, ilkel

bölüşüm ilişkileri içindeki insanın doğadaki diğer canlılar ve kendi hemcinsleriyle

ilişkilerinden başlamış, yerleşik hayata geçilmesi sonucu ortaya çıkan gelişmelerle

devam etmiştir. Burada incelenen konuyla, insanlığın sanayileşmeyle birlikte ortaya

çıkan gelişmelerden önce, toplum ve çalışanlar açısından, sanayileşme sonrası

dönemi de hazırlayan, ne gibi gelişmeler yaşadığı açıklanmaya çalışılmıştır. Söz

konusu tarih dönemine açıklık getirilmeye çalışılması, bugün de gündemde olan

kapitalist sistemin mantığının değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.

Sanayileşme sonrası dönem ise, araştırmada ilk oluşum aşamasından başlanarak

günümüze kadar gelen süreci değerlendirmektedir.

2.1.1.1 Sanayileşme Öncesi

İnsanlığın sanayi devrimi öncesi evresi milyonlarca yıllık bir zaman dilimine

işaret etmektedir. Bu dönem hakkında bilim adamlarının eriştikleri bilgilerle ilgili

bazı verilere ulaşmak, günümüzde ortaya çıkan gelişmeleri karşılaştırmak açısından

yeni düşünsel ufuklar açmaktadır. Çalışmada da, konuyla ilgisi açısından,

kapitalizmin mantığında Toplam Kalite Yönetimi’ ni tartışırken, özellikle ilkel

bölüşüm ilişkileri içinde yaşayan insanlara değinmeden geçilememiştir.

Tezde önemli bir yere sahip olan, insanların soylarını sürdürmeyle de

bağıntılı, hayata ilişkin olan katkıları, “üretim” kelimesiyle daha fazla anlamlılık

kazanmaktadır. Ve bu süreç, doğa hâlindeki insanların yapıp etmelerini, olaylar

karşısındaki tepkilerini de içine alan bir süreci kapsamaktadır. Kapitalist sistemdeki

çalışan insanların üretim ilişkileriyle, doğa durumunda var olma savaşı veren

insanların yabanıl hayata uygun davranışları arasında önemli benzerlikler ve

farklılıklar bulunmaktadır.

26

Bu bölümde, insanın doğa hâlindeki vahşi yaşantısındaki durumdan

başlanarak, yerleşik düzene geçip toprağı ekip biçmeye başladığı tarım toplumu dahil

gelinen evre incelenmeye çalışılacaktır. Böylece sanayi devrimine gelinceye kadarki

kapitalist sürecin alt bileşenleri, kendi kısıtları içerisinde anlamlandırılmış olacaktır.

Kapitalizm, ekonomik, sosyal anlamda, iktidar ilişkileri içinde baskın olarak,

insan öğesi olmadan düşünülememektedir. İnsanların kapitalist süreçte var olmaları

ise, bu döneme gelinceye kadarki aşamalardan bağımsız değildir. Bu süreçte,

doğanın koynunda mücadelesi ile neslini sürdürebilen canlılar içinde, doğa hâlinde

yaşayan ilk insanlar da, varlıklarını ancak diğer canlılardan en büyük üstünlükleri

olan akılları sayesinde sürdürebilmişlerdir. İnsanların topluluk hâlindeki

yaşantılarında, pek çok canlıda da görüldüğü gibi, her birey önce kendini, sonra

kendine en yakın olanlardan başlamak üzere grubunu üstün tutmaktadır. Bu durum,

insanlığın karanlıkta kalan milyonlarca yıllık tarihinden günümüze kadar böyle

devam etmektedir.

Konu açısından değerlendirilecek olursa, insanın doğa hâlindeki vahşi

durumu, yani güçlünün oyunun bütün kurallarını kendi lehine çevirmesi, kendisini

daha kuvvetli ve otorite sahibi kılmak için diğerlerini hiçe sayarak verdiği mücadele,

en ilkel şartlardan günümüze kadar gelmiştir. Oysa sağduyulu insan aklı, yaşadığımız

evrende hayvansı kanunların dışında, insana yakışır bir tavır görmek istemektedir.

Ancak görülen odur ki, insanlık genel görüntü açısından, iletişim hızının son derece

arttığı, teknolojinin neredeyse hayal sınırlarını aştığı bir zamanda bile, sosyal bilinç

yönünden henüz kendi egosunu aşamamış, hep diğerlerinin üstünde olma arzusunu

frenleyememiştir.

Bu çalışmada, kapitalizmin gerçekleşmesine etki eden insan özelliklerinin

sanayi devriminden çok öncelere, hatta doğal zorunluluğun şekillendirmiş olduğu ilk

insanlara kadar götürülebileceği savunulmaktadır. Yine araştırmanın spesifik

(belirlenmiş) alanını içeren kalite konusunun kökleri de bugünkü manada

sistemleştirilmiş olmamakla birlikte, tarihin epey erken zamanlarına rastlamaktadır.

27

Konunun daha belirgin hâle gelmesi için, insanın doğasına ulaşmak, bunun

için de insanlığın hâlen tamamen gizemini yitirmemiş çağlarından gün yüzüne

çıkarılabilen bilgiler üzerinde kısa bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.

Leakey, “İnsanın Kökeni” adlı eserinde, bizzat insanın geçmişi ile ilgili fosil

araştırmalarından elde ettiklerini yazmıştır. 1984 yılında Doğu Afrika’da Turkana

gölü yakınlarında 1500 ton tortu çıkardıktan sonra, Turkana ismini taktıkları 9

yaşında ölmüş olduğunun belirlendiği, zamanımızdan 1,5 milyon önce yaşamış

eksiksiz insan bedenine ulaşmıştır. Turkana çocuğu bu araştırmaya göre, insan

evrimi tarihinde bir dönüm noktasına işaret eden Homo erectus’ un üyesidir. Leakey,

genetik ve fosil çalışmalarından elde edilen bulguların, insanın tarihinin yaklaşık

olarak yedi milyon yıl öncesine dayandığı bilgisini vermekte olduğunu anlatmaktadır

(1998: 8–11). Yine Leakey avcı toplayıcı toplumların gelişmelerini, zamanımızdan

10.000 yıl öncesinde tarım toplumunun başlangıcına kadar sürdürdüklerini

bildirmektedir (1998: 71). İnsanın doğadaki canlıları beslenmek için alet kullanarak

parçalamasıyla ilgili izlerle ilgili örnek olarak, İsaac’ ın araştırmasından aynı

kaynakta verilen örnekte de, 1,5 milyon önceye ait bir antilop bacağında keskin taş

izlerinin, bu devir yaşayan insanlarından kalma olduğu belirtilmektedir (1998: 82 –

83). 12

Yukarıdaki bilgiler, insanın yabani bir yaşam biçiminden geldiğini göstermesi

bakımından önemlidir. Bilindiği gibi doğadaki kurallar, etçil canlılar açısından,

ölmemek için öldürme prensibine göre çalışmaktadır. Yani bildik deyişle “büyük

balık küçük balığı yutmaktadır”. Kapitalist süreçte, önemli farklılıklar olmasına

rağmen, çalışmanın içinde de belirginleşeceği gibi, temel iç güdü son derece

benzerdir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, hayvanlar dünyasında öldürme,

üstünlük kurma, onların doğada var oluşlarının ve yaşama savaşlarının zorunlu

sonucudur. Oysa suje obje ilişkisini,13 doğayı ve diğer türdeşlerini inceleme nesnesi

yapabilen, felsefe tartışmalarının derinliklerine inebilen bir algı düzeyindeki insan

için, zaman boyunca yaşanıla gelenler çok daha büyük bir zalimlik ve utanç örneği

olarak gelişmektedir.

12 Ayrıca bk. (Şenel, 1998: 13-20). 13 Burada suje, doğayı, canlılar dünyasını bilen anlamlandıran insan, obje ise, doğadaki tüm canlı cansız nesneler anlamında kullanılmıştır. Daha fazla bilgi için bk. (Mengüşoğlu, 1983: 94 –95).

28

Bilindiği gibi, doğada canlılar yaşayabilmek için hem doğayla hem de

birbirleriyle mücadele ederek, var olma savaşı içinde, galip gelenin neslini sürdürme

hakkını da elde ettiği bir ortamda bulunmaktadır. Bu durum ilk insanlar içinde bir

istisna teşkil etmemektedir. Birçok sosyal bilimci, doğa hâlindeki insandan, sanayi

toplumunun şehir insanına ve zamanımıza kadar insanlığın gelişim aşamalarını tarih

içinde anlamlandırmaya çalışarak; ileri sürdükleri tezleri için bir çıkış yolu

aramışlardır. Bazıları doğa hâlindeki ilk insanların büyük olasılıkla çok daha eşitlikçi

özgür bir ortamda yaşadıklarını düşünmüşler, bazıları ise tamamen karşıt fikirler ileri

sürmüşlerdir.

Bu çalışmada da yapılan incelemeler sonucu, doğa halindeki insanların,

yaşadıkları koşullar göz önüne alınırsa, günümüzden çok daha barışçı ve eşitlikçi bir

sistem içinde var olduklarını kabul etmek şartıyla; önceleri diğer canlılar gibi bir

vahşet ortamında korku içinde yaşadıkları; hem kendi cinsleri hem de doğadaki diğer

canlılarla kavga verdikleri ve kendilerini ilkel şekilde korumaya çalıştıkları; güçleri

oranında ayakta kaldıkları fikri savunulmaktadır. Ancak dikkat çekilmeye çalışıldığı

gibi bu durum ilkel koşullarda yaşayan insanlar için doğal zorunluluğun sonucudur.

Yoksa kendini ve neslini sürdürmek için yaptığı avlanma, içinde bulunulan

koşulların zorunlu sonucu olarak görülürse, insan yapısının, doğadaki diğer canlılar

gibi, barışçı olduğu ileri sürülmektedir.

Giddens, Avcı toplayıcı toplumların geçimlerini avcılık, balıkçılık ve bazı

bitkilerin toplanmasıyla sürdürdüklerini belirtmektedir. Onun örneğinde bu

topluluklar, Afrika, Brezilya ve Yeni Gine’ nin çok az bir kısmındaki kıraç

bölgelerinde bulunmaktadır. Avcı toplayıcı grupların çoğunluğu batı kültürünün

yayılımı sebebiyle yok olmuştur. Giddens’ a göre Amerika, İngiltere gibi çağcıl

toplumlarla karşılaştırıldıklarında, avcı toplayıcı toplumlar çok daha barışçıdır (2000:

48–49). Giddens’ in bu düşünceleri burada açıklanmaya çalışılan fikirle de paralellik

göstermektedir. Zamanımızda konuyla ilgili yaşanan en görünür örnek ise, tüm

dünyanın gözünün önünde devam eden Irak’ ta yaşanan vahşettir. Bu örnekte, Irak’ ı

özgürleştireceğiz diye burayı işgal eden güçler, tüm dünyayla alay edercesine

binlerce insanın ölmesine, yaralanmasına sebep olmuşlar; hatta kendilerini dünyanın

29

en uygar toplumları olarak tanıtan bu devletler, basına da yansıdığı gibi ülkelerini

işgal ettikleri halktan olan esirlere işkence de etmişlerdir; bu olanlar medya yayın

organları vasıtasıyla tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir (Milliyet, 2004).

Giddens’ ın belirttiğine göre, avcı ve toplayıcı toplumlar için, çoğunluğu Orta

Afrika’da, Zaire’nin bir bölümünde yaşayan Mbuti pigmeleri hâlen 1960’ larda bu

durumda yaşarken yapılan bir araştırmaya göre verilen örnekte, bu toplulukların avcı

ve toplayıcı yaşama biçiminde oldukları, dört – beş aileden oluşan gruplar halinde

yaşadıkları, kendi yaşama alanlarındaki beslenme olanaklarını paylaştıkları, grup

üyelerinin anlaşmazlıklarda veya kendi tercihlerine göre diğer gruplara

geçebildikleri, yaşlıların çatışmaları önleyici rol oynadıkları, ancak herhangi bir

yöneticiye – şefe bağlı olmadan yaşadıkları anlatılmaktadır (Giddens, 2000: 50).

Yukarıda anlatılanlara göre, avcı toplayıcı toplulukların günümüze göre,

(doğal zorunluluk gereği, hayatta kalma amacı dışında) günümüz toplumları kadar

kapsamlı ve organize olmadıklarından, çok daha barışsever oldukları, toplumsal

üretimi daha adil paylaştıkları tezi doğru olarak görülmektedir. Yine Giddens’ ın

işaret ettiğine göre, ilkel kabilelerin beslenme bölgesi gereksinimlerini

karşılayamadığında durum değişmekte, her grup kendi bölgesini korumaya

çalışmaktadır (Giddens, 2000: 50). Söz konusu araştırmalar, topluluk halinde

yaşayan ilkel kabile düzeyindeki insanların, aslında kendi gereksinmelerini

karşılayabildiklerinde, mecbur kalmadıkça saldırgan değil barışçı davrandıkları

fikrini desteklemektedir. Bu da insanların genetik kodlarının, kendi türünü sürdürme

amacı dışında barışçı olduğunu göstermektedir.

Konuyla ilgili olarak incelemelerde bulunan Baechler ise, (1994: 60–70)

Marx’ ı eleştirerek giriştiği “Kapitalizmin Kökenleri” konusunda bazı açıklamaların

yetersizliğinden bahsetmektedir. Ona göre insanın doğası Rousseau’ daki gibi iyi

değildir; insanların arzuları sınırsız ve hırs da insana özgü bir durumdur. Ve hırs

çalışmaktan çok el koymaya, daha az zahmetle, daha fazla pay almaya

dayanmaktadır. Bu noktada Hobbes’ u örnek vermekte, gerçekte insanın sözleşme

dışında kalan toplumlarda, “insan insanın kurdudur” görüşüne eğilimli olduğunu

30

belirtmektedir. Bilindiği gibi, aynı konuda psikolojik insan doğasını biyolojik

temelde değerlendiren Freud’ da, benzer şekilde değerlendirmelerde bulunmuştur

(Köksal, 1998: 43). Freud’ a göre, insan dürtüleri hayvanlarınkilerle

karşılaştırıldığında, aynı özellikler göstermektedir. “Bencil, saldırgan ve cinseldir.”

Bu özelliklerle doğan insan, çevresel etmenler sonucunda, söz konusu dürtüler

üzerinde bir kontrol sağlar.

Hobbes’ a göre insanlar doğada eşit halde bulunmaktadır. Bu eşitlik ise, aynı

şeyi istemeleri durumunda aralarında sorun çıkmasına sebep olur. İnsanların doğal

yapıları da özgürlük ve başkalarına hükmetme üzerine kurulu olduğundan

birbirlerine güvenmeleri zorlaşır. Bunun sonucunda savaş çıkar, kimse kendisini

güvende hissedemez, insanlar tüm sorunlarını zor kullanarak çözmeye çalışırlar.

Bunun sonucunda tek çare bir egemen güce teslim olmak ve uzlaşamadığı konularda

onun adaletine güvenmektir. Yani “senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün

eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye

veya bu heyete bırakıyorum” mantığından hareket etmektedir (Gönenç, 2001: 14).

Giddens kır ve tarım toplumları ile ilgili olarak da Nuerler’ den

bahsetmektedir. Nuerler bazı tahılları yetiştirmekle beraber, özellikle sığır yetiştirme

üzerine geçimlerini sağlamaktadır. Daha yerleşik bir yaşama tarzına geçilmesi

vasıtasıyla avcı ve toplayıcılara nazaran grubun bazı üyelerinin servetleri ve eşitsizlik

artmaya başlamıştır. Bu tür topluluklarda şeflerin büyük otoritesi olduğu; aynı

biçimde yaşayan topluluklarla alış veriş yaptıkları; çoğunlukla başka gruplarla

savaşmak için bağlaşmalar kurdukları, bazen sığır çalmak için saldırılar

düzenledikleri, sığırlar yüzünden savaştıkları görülmektedir (Giddens, 2000: 51).

Giddens tarım toplumlarına örnek olarak da, Gururumba’ ları vermektedir.

Bu toplumlarda artık toprak sahibi olma öne çıkmakta, insanların konumlarını

diğerleri üzerindeki etkinlikleri belirlemekte; avcı toplayıcı kültürlere göre daha

fazla eşitsizliklerin görüldüğü bu topluluklarda şefler daha etkin olabilmektedir.

Ayrıca birikimin artmasıyla birlikte kendi ihtiyaçlarını karşılamak için tahıl

üretimlerinin yanında, ileri gelenleri, saygınlık tahılları da yetiştirmekte, aynı amaçla

31

kendilerince değerli olanı başkalarına hediye etmek için domuz besleyiciliği de

yapmaktadırlar (Giddens, 2000: 52). Burada tarım toplumlarıyla birlikte, diğer

insanlardan daha ilerde olma arzusunun belirgin bir şekilde öne çıktığı; daha iyi ve

arzulanabilir bir yaşantı için, ilk büyük çaplı mücadelelerin başladığı; geçimlerini

avcı ve toplayıcı olarak sürdüren topluluklardan sonra bir üst geçim sistemine

geçildikçe, insanların akıllarını ve güçlerini diğerleri üzerinde otorite kurma için

kullanma durumlarının arttığı söylenebilir.

Tarım toplumu ile ilgili Antik Çağ’ dan da örnekler vermek yerinde olacaktır.

Aristoteles, “Atinalıların Devleti” isimli eserinde, farklı miktarda tarımsal üretimler

ve temsil ettikleri güce göre toplumdaki rollerin biçimlenişini anlatmaktadır (1998:

2– 10). Bu zamandaki yönetim şeklini Aristoles bir oligarşi (oligarkhia) olarak

anlatmakta, yoksulların karıları ve çocuklarıyla birlikte, zenginler için köle olarak

çalıştırılmakta olduklarını; “polatlar” ya da “hektemerler” (altıda birciler) denen

insanların küçük bir azınlık elinde toplanmış olan tüm toprakların ekilip

biçilmesinden sorumlu tutulduğunu; ekip biçme faaliyeti sonunda ise, ürünün altıda

beşini toprak sahibine vermek zorunlulukları bulunduğunu; gerekli ürünü teslim

etmeyenlerin ise, karşılığında kendi bedenlerine de sahip çıkma hakları

olmadığından, köle olarak satıldıklarını bildirmektedir.

Bu durum Atina’ da Solon’ un iktidarına kadar böyle devam etmiştir

(Aristoteles, 1998: 2 - 10). Solon, borçluların şimdi ve gelecekte bedenlerinin rehin

edilmesini yasaklamış; ister devlete, ister özel kişilere olsun tüm borçların

bağışlandığını belirten kararlar çıkarmıştır. Aristoteles’ in anlattığına göre, Solon

dönemi en adaletli dönem olmasına rağmen, yine de o dönem Yunan toplumunun

çok sınıflı bulunduğu, sınıfa göre aynı site’deki haklardan faydalanabildikleri, önemli

devlet görevlerine ancak belli sınıftan insanların girebildiği görülmektedir. Yine

Solon’ un yönetiminin hem varlıklı olanlar, hem de yoksulları tatmin etmediği

belirtilmektedir. Çünkü emeklerinden başka hiçbir varlığı olmayan insanlar, o

dönemde de toprakların, tüm varlıkların eşit dağıtılmasını istemiş; varlıklı sınıf ise,

mevcut durumlarının daha da güçlendirilmesini, sağlamlaştırılmasını, mallarının her

türlü saldırıya karşı garantiye alınmasını istemiştir. O zaman da zengin kişilerin

32

yanlarındaki çalıştırdıkları kişilerin daha fazla haklar elde etmelerini, kendi

paylarının azalması olarak görmelerinden, bu tür taleplere karşı şiddetle karşı

çıktıkları görülmüştür.

Arendt’ de bu dönem ile ilgili yaptığı incelemelerde, “Emek harcamak

(çalışmak), zorunluluğun esiri olmak demekti ve bu esaret bizatihi insanın yaşam

koşullarına içkin bir durumdu” demektedir. Yine Arendt’in de belirttiği gibi; aynı

dönemde Aristo, Platon başta olmak üzere diğer birçok antik dönem düşün adamının,

toplumun ileri gelen varlıklı insanlarının; kölelerin yaptıkları işleri küçümsedikleri,

elleriyle çalışanlara değer vermedikleri, onları toplumsal iş bölümünde

zorunlulukların hakim olduğu bir yere yerleştirdikleri; kendileri kadar akıllı ve soylu

olmadıklarını düşündükleri bu insanları, ikinci sınıf insan olarak değerlendirdikleri

bilinmektedir (Arendt, 1994: 116-117).

Hançerlioğlu da araştırmasında “ilkel komünal” olarak değerlendirilen

toplumda, köle ve devlet olmadığını, savaş tutsaklarının bunların da beslenme sorunu

olmasın diye öldürüldüklerini, insanların ihtiyaçlarından fazlasını biriktirmeye

başlamalarından sonra, savaş tutsaklarının karın tokluğuna çalıştırılmalarıyla, köle ve

köleciliğin ortaya çıktığını, Atina kent devletinin dörtte üçünün köle olduğunu

belirtmektedir. Platon’ un hayal ülkesinde de sınıfların korunduğu görülmektedir.

(Platon devlet adlı eseriyle ilk “ütopya” yazarı olarak da bilinmektedir.) Tüm

grupları kendi içlerinde kapalı olan toplumu, üç sınıfa ayırmaktadır. “Yargıçlar,

askerler, çömlekçiler (çiftçiler, zanaatkarlar, eş deyişle halk)” ona göre çömlekçiler

yani halk zengin olmamalıdır. Onlar zengin olursa üretimi gerçekleştirecek kimse

bulunmaz. Onun “ütopya” devletinde mülkiyet zenginlik yaratmaması şartıyla sadece

çömlekçilere yani halka tanınmıştır. Yargıçlar ve askerlerin ise, görevlerini yerini

getirirken mal mülk hevesine kapılıp görevlerini ihmal etmemeleri için mal mülk

sahibi olmaları yasaklanmıştır (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).

Yine toplumu görev gruplarına ayıran Platon’ a göre her grubun vazgeçilmez

zorunlu görevleri vardır. Yani bu dünyaya efendi olmak için geldiyseniz, efendi

olacaksınız, köle olmaya geldiyseniz, köle olarak görevinizi ölene kadar en iyi

33

şekilde yapacaksınız. Devletin bekası için kiminle evlenmeniz gerekiyorsa onunla

evlenecek; hatta meydana gelecek çocukları bile, toplumdaki görevlerin eksiksiz

olarak yerine getirilmesi için gereken uygun cinsel birleşmelere göre yapacaksınız.

Asker ya da yargıç sınıfından iseniz, aklınızın ailenizde olmaması için

evlenemeyeceksiniz ve mal sahibi olamayacaksınız (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).

Görüldüğü gibi Platon’ un düşüncesinden hareket ettiğinizde, devlette

tanrının düzeninin korunması temel olduğu için, üzerinize düşen kader rolü

benimseyip, o uğurda, bu kölelik de demek olsa canla başla çalışmalısınız. Yani

Platona göre, buradaki anlatım düzenlenirse, bir heykelin bütün hâlde güzel olması

için, gözlerin kara olması gerekiyorsa kara olacaktır (Hançerlioğlu, 1993: 96 – 101).

İş ilişkilerinin kökeninin incelenmesi açısından bir diğer önemli örnek Roma’

dır. Burada ezenlerle ezilenler arasında önemli kavgalar olduğu; bunlardan iki

tanesinin ise daha önemli olduğu bilinmektedir. Örnek ilk kavga ezilenlerin

soyundan geldiği hâlde, ezenlerin savunucusu konumundaki Çiçeron ve ezenlerin

soyundan geldiği hâlde ezilenlerin savunucusu Katilina arasındadır (İ.Ö. 109 – 61).

İkinci kavga ise, Spartaküs isimli köle tarafından çıkarılan ayaklanma sonucu

yaşanmıştır. Hançerlioğlu, insan sömürüsünün doruklarına ulaştığı bu iki karşıt güç

arasındaki iş ilişkilerini şu şekilde aktarmaktadır:

“Roma’ da büyük çiftliklerin işletilmesi kölelerin gücüne dayanıyordu. Roma, gittikçe

gelişen zenginliğini kölelere borçluydu. Kölelerin sağladıkları üstün bir mutluluğa erişen

Roma, ne var ki bu mutluluğu ödemekte pek cimriydi. Romalı kölelerin yaşayışı, Romalı

hayvanların yaşayışından daha kötüydü. Tanınmaları için kızgın demirle göğüsleri

damgalanıyor, kaçmamaları için kalın zincirlerle birbirlerine bağlanıyorlardı. Romalı

soyluları eğlendirmek için birbirleriyle dövüştürülüyor, birbirlerini boğazlamak zorunda

bırakılıyorlardı. Vahşi hayvanların önüne atılıp parçalattırılmaları da başka bir eğlence

biçimiydi” (Hançerlioğlu, 1993: 132 – 133).

İnsanların özgürleşme hareketi ve insanın doğası ile ilgili araştırmalar da

çalışma hayatı ile yakından ilişkilidir. Bu konuda önemli bir tarihsel şahsiyet de

Rousseau’ dur (Rousseau, 1996: 29). Kısaca ondan yapacağımız birkaç alıntı da

aydınlatıcı olacaktır.

34

“İnsan özgür doğar, oysa her yanda zincire vurulmuş durumda. Kendilerini başkalarının

efendisi sananlar bile onlardan daha az köle değil. ...... Bir halk eğer boyun eğmek

zorundaysa ve eğiyorsa iyi ediyordur; fakat boyunduruğunu silkip atabilecek duruma gelir

gelmez silkip atarsa daha iyi eder; çünkü özgürlüğünü elinden alan, bunu hangi hakka

dayanarak yapmışsa aynı hakka dayanarak onu geri almaya hakkı vardır ya da özgürlüğünün

elinden alınması bir haksızlıktır.” Ancak sorunun asıl kaynağında insana doğal şartlarda

tanınmış bir hak olmadığından, Rousseau çözümünü anlaşmalara bağlamakta, asıl problemin

bu anlaşmaların neler olduğunu bilmede düğümlendiğine işaret etmektedir.

Rousseau insanların köle olarak çalıştırılması ile ilgili de, “Bir insanın

kendini karşılıksız verdiğini söylemek, saçma ve us dışı konuşmak olur; böyle bir

davranış meşru olmadığı gibi geçersizdir de; çünkü bunu yapanın aklı başında

olamaz.” ....... “her insan kendini karşılıksız verebilse bile çocuklarını devredemez;

çünkü onlar özgür birer insan olarak doğarlar” demektedir (1996: 37 - 40). Burada

insanlığın doğa durumundan toplumsal anlaşmaya vardığı süreci de Rousseau şöyle

açıklamaktadır (1996: 45 – 48). Doğa durumunda yaşayan insanların karşılaştıkları

engelleri alt edebilmelerini sağlayacak tek şartın, “olmayan güçleri yoktan var

edemeyeceklerine” göre tek çareleri kalmaktadır. O da karşılaştıkları sorunlara karşı

güçlerini birleştirmek. Tabii bu da güç birliği için, gerekli olan bir sözleşmeyle,

bireylerin hem kendi hem de topluluktaki diğer kişiler adına bazı davranışlarından

feragat etmesini gerektirmektedir. Burada söz konusu olan, toplumsal sözleşmenin

kurallarına uymak için kendi çıkarlarından fedakârlık yapmaktır. Ve her birey de

kendi malını canını korumak için, genel istence uyarak kendini güven içinde

hissedebilecektir.

Yukarıda anlatılan insanlar arası egemenlik biçimleri, topluluklardan

topluluklara değişen farklılarla birlikte, tarım toplumunun baskın niteliklerinin

görüldüğü dönemler boyunca da devam etmiştir. Toplumsal yaşantıda dini etkilerin

doruğa çıktığı, ortaçağ olarak bilinen zaman diliminde de, tarımsal faaliyetlerin

üretim bölüşüm ilişkilerinin temelini oluşturduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki

bağların temelini ise, bir tarafta topraklara sahip olan feodal efendiler, diğer tarafta

ise, bu toprakları işleyerek hayatta kalabilen çalışanlar oluşturmaktadır. Bloch

konuyla ilgili olarak “feodal toplumda karakteristik insan ilişkisi, bir astın en

35

yakınındaki şefe bağlanması olmuştu. Böylece oluşan bağlar, belirlenmesi mümkün

olmayan şekilde dallanıp budaklanıp, basamak basamak en küçükleri en büyüklere

bağlamaktaydılar” demektedir (1983: 547).

Yine Bloch’ un anlattıklarına göre, özellikle ortaçağ Avrupası göz önüne

alındığında, söz konusu itaate dayalı ilişkiler, genel geçer ilke sabit kalmak koşuluyla

değişik biçimlerde uygulanmıştır. Bu dönemde mallara sahip olma, ya da toprağa

bağlı çalışana sahip olma hemen hemen aynı görülmektedir. İş ilişkileri açısından

bakıldığında ise, toplumda büyük toprak sahibi olmaları sebebiyle statü ve hakları

biçimlenmiş özgür olan insanlar, toprağa bağlı köleleştirilmiş şekilde çalışanlar

yanında, kendi toprağını ekip biçen özgür köylüler de bulunmaktadır. Ancak söz

konusu durumların hepsi de bir aidiyetler çizgisi içinde gelişmektedir. Çoğu kere

insanlar daha güvenli yaşamak amacıyla kendileri bir efendiye (vassala) bağlanma

konusunda istekli olmuşlardır. Genellikle bu tür ilişkiler içerisinde emek gücü ise,

tarlada çalıştırma, hayvanların bakımının sağlanmasında kullanma, ev hizmetlerinde

bulundurma ya da ihtiyaç duyulduğunda efendinin malını ve canını koruma şeklinde

kullanılabilmiştir (Bloch, 1983: 318-323).

Yine incelenen dönem, Durkheim’ e göre değerlendirilecek olursa, henüz iş

bölümünün sanayi devrimiyle oluşan gelişmelerdeki gibi gerçekleşmemiş olduğu,

“mekanik dayanışma” şeklinin, yani benzeşen ilişkilerin güçlü bulunduğu,

geleneklerin etkisini ağırlıklı olarak gösterdiği, kültürel ve fikirsel açıdan insanların

birbirlerine daha yakın olduğu bir devri ifade etmektedir. Topluluktaki insanların, bu

benzeşmeyle kolayca birbirlerinin yerini alabildiği görülmektedir. Ayrıca çalışma

ilişkilerini düzenleyen kanunlar ise, kuşaktan kuşağa geçen kurallar olarak

aktarılmaktadır. Yine bu toplumda birey özgürlüklerinin son derece kısıtlı olduğu

anlaşılmaktadır (Durkheim, 1997: 31-64).

Bu bölümde anlatılanlardan doğa hâlindeki insanların nesillerini sürdürmenin

dışında savaşmadıkları, öldürmedikleri gereksinmeleri dışında biriktirmedikleri ve

tüketmedikleri görülmektedir. Oysa toprağa bağlanıp biriktirmeye başladıktan sonra

ise, birbirlerinin üzerinde egemenlik kurmaya çalıştıkları; kendi çıkarları

36

doğrultusunda varlıklı, güçlü insanların yoksulları çoğu durumda karın tokluğuna

olmak üzere, inanılmaz zulüm metotlarıyla kullandıkları görülmektedir. Hazlitt’ in

analizine göre de, (1973: bölüm: 1) yoksulluk problemi tarihin başlangıcından bu

yana sorun olarak devam etmektedir. Böyle olmasının sebeplerinin başında nüfus

artışına paralel olarak insanların ihtiyaçlarını karşılayamamaları gelmektedir.

Yoksulluk süreci Antik Yunan’ da, Roma’ da, sanayi devrimiyle birlikte de devam

etmiş, günümüzde de dünyanın farklı bölgelerinde çoğu Asya, Afrika’ ülkesinde

olduğu gibi açlık düzeyinde devam etmektedir. İnsanların yerleşik hayata

geçmeleriyle birlikte, varlıklıların tüm güçlerini kendi rahatlarını devam ettirmek için

harcadıkları, aşırı zor durumda kalan diğer insanların ise, zaman zaman ayaklanarak

efendilerine karşı savaştıkları anlaşılmaktadır.

Bu anlayışın böyle gelişmesinde, kadercilik anlayışının etkisinin büyük

olduğu görülmektedir. Aristoteles ve Platon’ a değinilirken de anlatıldığı gibi, birileri

pek bir değeri olmayan, ancak soyluların rahat etmesi için de gerekli olan kol emeği

ile gerçekleşen işleri yapmalıdır. Eğer bir insan dünyaya kendi bedeni üzerinde dahi

hakkı olamayacak bir durumdan geldiyse, sadece karın tokluğuna çalışarak topluluk

düzeni için, ölünceye kadar çilesini çekmelidir. İnsanlar toplum sözleşmesi ile yasa

devletine tabi olduklarında ise, en azından can güvenliklerinin korunması şartıyla

ellerinden gelen özveriyi yapacaklar, kaderlerine razı olarak hayatlarını

sürdüreceklerdir. Sanayileşmenin oluşturucu sebeplerinden de sayılabilecek, bitmek

tükenmek bilmez daha fazlasını elde etme hırsı, tüm bir barbarlıkla gelişecek;

dünyayı, doğayı keşfedecek; yeni makine ve aletler başarılarını taçlandırarak

sanayileşme döneminin oluşmasına katkı sağlayacaktır. Ne var ki, akıl varlığı olan

insanın en azından son derece vahşi güdüleri yerine, kapitalist üretim mantığı

temelinde vicdanının sesini dinlemesi mümkün olmayacaktır.

2.1.1.2 Sanayileşme Sonrası

Kapitalizmin mantığını açıklamak için bu bölüme kadar, doğa halindeki

insandan başlanılarak, tarım toplumundaki gelişmeler ele alınmış ve sanayi

devrimine kadarki süreç incelenmeye çalışılmıştır. Bu değerlendirmenin sebebi,

37

kapitalizmin kendisine özgün karakteri belirgin olmasına rağmen, onun da kökeni

incelenmeden çalışanlar açısından yapılacak değerlendirmelerin eksik kalacağının

düşünülmesidir. Bu bölümde konu incelenirken, feodal sistemin çökmesi ile ilgili

sebepler değerlendirilecek; sanayi devrimi ile ilgili önemli gelişmelere yer verilecek;

kapitalist düşünce tarzının çalışanlarla kurduğu ilişkiler üzerinde yoğunlaşılacak ve

literatürden de faydalanılarak konu düzenlenmeye çalışılacaktır.

2.1.1.2.1 İlk Oluşum Aşamasında

Sanayileşme sonrası dönemin ilk oluşum aşamasında, en önemli etkenler

arasında, kültür bilim dünyasında ortaya çıkan gelişmelerin ağırlıklı etkisi olduğu

görülmektedir. O nedenle burada, bilim ve teknolojide yaşanan ilerlemelerin üretimin

örgütlenişinin tarihsel gelişimindeki yerini incelemeye başlamak yerinde olacaktır.

İnsanlık tarihinde çağlar ilerledikçe, özellikle belirli karanlık dönemler

çıkarıldığında, yeni buluşların ve insan kültüründeki ilerlemelerin de etkisiyle daha

hızlı gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. Sanayi toplumunda da, bilimde meydana

gelen ilerlemelerin “dönemsel devir hızı”14 açısından, önceki çağlara göre hızlı bir

gelişmeyi temsil ettiği açıktır. Ancak köylülerin şehirlere akın etmesi, buhar gücüyle

çalışan tekstil fabrikalarının işlemeye başlaması, bilimde meydana gelen yenilikler

vb. gelişmeler önceki dönemlere çok şey borçludur.

Aslında dünya tarihinin değişik dönemlerinde farklı uygarlıkların kültür,

bilim dünyasına önemli katkılar yaptığı görülmektedir. Yine yapılan incelemelerde

görünen bir gerçek de, tarihin değişik dönemlerinde farklı uygarlıkların diğerlerinden

daha ileri gitmiş olduklarıdır. Burada, çok kısaca, geçmiş dönemlerdeki bu

uygarlıkları da incelemek, bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmelerin üretimin

örgütlenişine etkisini araştırmak yanında, dünyadaki kültüre ve gelişmelere hiçbir

uygarlığın tek başına sahip çıkma hakkının bulunmadığı konusunu belirginleştirmek

açısından da faydalı olacaktır.

14 Drucker, bu durumu “dönüşüm” kelimesiyle anlatmıştır. Tarihin her devresindeki değişimlerin ve ilerlemelerin aynı hızda olmadığını anlatmak için kullanmıştır. Özellikle teknolojide meydana gelen yenilikler, geçmiş tarihlerle kıyaslandığında, insanların hayatlarını inanılmaz ölçüde değiştirmiştir. Bk. (Drucker, 1993: 9 – 23).

38

Yine bir gelişmeyi nitelemesi bakımından, kapitalizmin de belirli bir kültürün

eseri olduğunu iddia etmek yanlıştır. Ancak bilim ve kültürdeki ilerlemelerin

sahiplenildiği gibi, kapitalizmin de üstün olduğunu vurgulama anlamında batı

dünyası tarafından sahiplenildiği görülmektedir. Bu gelişmeleri çok kısaca bilim ve

kültürdeki ilerlemelerle açıklayabilmek açısından, Yıldırım’ ın konuyla ilgili verdiği

bilgiler dikkate değerdir (1983). M.Ö 3000 yıllarında Mezopotamya’ da Sümer

uygarlığı, ilk önemli uygarlık olarak ortaya çıkmaktadır. Sümerlerin tarım ve

hayvancılıkta ileri gittiği, teknolojide de zamanlarında daha gelişmiş oldukları, bakır

elde edebildikleri, alaşım yoluyla kalay ve bronz elde edebildikleri görülmektedir.

Bir başka uygarlık Mısır uygarlığıdır. M.Ö 1800’li yıllarda karmaşık cebir ve

geometri problemlerini çözdükleri, tıp konusunda, mumya işlerinde çalışmalar

yaptıkları bilinmektedir. Ayrıca çok iyi bilinen piramitler, bu devir hakkında

günümüze eski Mısır hakkında önemli fikirler sunmaktadır. Yine M.Ö. 6. – 7. yy da

etkileri görülmeye başlayan antik Yunan uygarlığının, diğer uygarlıklardan elde

ettikleri bilgileri daha düzenli hâle getirip, yeniden yorumlayarak aşama sağladıkları

bilinmektedir. Örneğin Antik Yunan’ da, hakkında bilgi edinilebilen ilk kişilerden

Thales’ te, Mısır ve diğer ülkelere yaptığı gezilerde önemli bilgiler elde etmiştir

(Yıldırım, 1983: 18-26). Bir sonraki dönem de ise, Avrupa ortaçağında karanlık bir

dönem yaşanırken, özellikle M.S. 800 – 1100 yılları arasında Müslümanların çağa

göre çok parlak bir dönem yaşadıkları, İslam dünyasında meydana getirilmiş

eserlerin çevrilerek, Avrupa’nın bilimsel gelişmesinde önemli katkılar sağladığı

bilinmektedir (Yıldırım, 1983: 62-76).

Avrupa’ da bilimsel uyanış ise, 11.yy’ da belirginleşmeye başlamış, 13. yy’

da en yüksek noktasına ulaşmış; 16.yy’ dan başlayarak ise, deneye, matematiğe

dayalı modern bilim dönemi başlamıştır. 1850’ lerde İngilizlerin büyük kısmını

fabrika işçisi hâline getiren Endüstri devrimini hazırlayan iki önemli etken ise,

teknolojinin uygulama alanında kendisini gösterebilmesini sağlayan bilgi birikiminin

oluşması ve ticaret olanaklarının artmasıdır (Yıldırım, 1983: 136-147). Hemen

belirtilmesi gerekir ki, burada anlatılan insanlık tarihindeki binlerce yıllık gelişmeler,

bugünden bakıldığında çok küçük ilerlemeler olarak görülmesine rağmen, kendi

39

içerisindeki değeri çok yüksektir. Ayrıca başlı başına, konunun çok dışında,

incelenebilecek ilginç detaylara sahiptir.

Yukarıdaki satırlarda anlatılanlar, sanayi toplumunda bilim ve teknolojide

meydana gelen ilerlemelere giriş yapma açısından, iki önemli noktaya işaret

etmektedir. Bunlardan birisi, sanayi devrimini hazırlayan şartlardan ilki olan insan

kültür dünyasındaki gelişmelerin belirli bir toplumun değil, tüm dünyaya ait olduğu

gerçeği, ikincisi ise, sanayi devrimini hazırlayan ilerlemelerin yakın dönemlerdeki

gelişmelerle ilişkisidir.

Birçok araştırmacı, sanayi devriminin başlangıcı konusunda James Watt’ ın

1765’ te buhar makinesini bulmasını ve girişimcilerinde üretimde kullanmaya

başlamasını vermektedir. Sanayi devrimiyle birlikte gelen teknolojik değişimler, bu

süreci tanımlamak için yeterli değildir. Sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel alanlarda

meydana gelen değişimler de, gelinen her aşamanın tamamlayıcısı olmuştur. Adam

Smith’ in 1776 daki “Milletlerin Serveti” isimli yapıtı, bu devrin ekonomisini

anlatması bakımından, 1789’ daki Fransız Devrimi, siyasal boyuttaki yaşananları

açıklaması bakımından önemli gelişmelerin başında gelmektedir15 (Erkan, 1994:3-4).

Çalışma hayatında bilim ve teknolojinin meydana getirdiği etkiler

yadsınamaz durumdadır. Ve bu süreç de gittikçe gelişerek devam etmektedir. Göker

bu konuda Leon M. Lederman’ dan aktarımla “Bilim teknolojiyi doğurur; Bilim daha

çok bilim üretmek için doğurduğu teknolojiyi kullanır; Daha çok bilim daha çok

teknoloji üretir” demektedir (1995: 57). Gerçekten de bilimi dokumasını, üretmesini

bilen toplumlar, elde ettikleri bilgi ile beraber daha çok teknoloji, daha çok

teknolojiyle beraber daha çok bilim ve daha çok bilimle daha çok teknoloji üreterek

hızla ilerlemektedir. Bu ülkelerde çalışan insanların da, gelişmelerden belli ölçüde

faydalandıkları, gelişmekte olan ülkelere göre daha çok sosyal, ekonomik güvenceye

sahip oldukları görülmektedir. Ancak yeni gelişmelerde asıl temeli oluşturan payın,

15 Ayrıca bk. (Imamichi, 1994).

40

bu ülkelerde meydana gelen düşünsel devrimin insanlar tarafından benimsenmesi

etkisiyle olduğu ve bunun sonucu olarak fiziki bilimlerin gelişmesinin sağlandığı

unutulmamalıdır.

Yukarıda sanayi devrimini hazırlayan bilim ve teknolojideki gelişmelerin,

toplumsal yapıdaki değişime etkisi çok kısaca değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu

değişimlerin çalışanlar dünyasında direk etkiler yaptığı görülmektedir. Burada da söz

konusu etkenlerde insan akıl ve mantığının gerçekleşme şeklinin, otorite ilişkilerinin

şekillenmesi bağlamında kurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle Sanayileşme

sonrası ilk oluşum aşaması değerlendirilirken, öncelikle çalışanlara kapitalist

sistemin bakış tarzı ve mantığının incelenmesi yararlı olacaktır.

Erkan, sanayi toplumunu tanımlarken, (1994: 4 - 5) sanayi devrimiyle gelişen

teknolojilerin, üretimde, ekonomik alanda git gide artarak kullanılmasıyla, yeni sosyal

yapıların oluşmasının sağlandığını, ortaya çıkan yeni toplumsal yapının ise, “sanayi

toplumu” olarak adlandırıldığını anlatmaktadır. Ona göre tarım toplumundan sanayi

toplumuna geçiş ise şöyle açıklanabilir: Bu dönemde, tarım dışında küçük el sanatları,

özellikle üretimin evlerde el tezgahlarıyla yapılmasıyla gelişmiştir. Tarım toplumunda

köle olarak çalışan köylüler özgürleşerek, emeklerini ücret karşılığı satan endüstri

işçisi olmuşlar; tarım toplumuna uygun olan geniş aile yapısı, çekirdek aileye

dönüşmüş; fabrikaların açılmaya başlaması ile, kentlerde evden yapılan üretim

tarzının değişmesi sonucu, buralarda insan trafiğinin artması gerçekleşmiştir. Böylece

sanayi toplumuna geçişte, toprak sahibi aristokratların önemi azalırken, bunların

yerine sermayeye hükmeden burjuvazi, toplumda değerlenen yeni yerin sahibi

olmuştur.

Sanayi devrimiyle birlikte kapitalist süreçte yaşananlar, burjuvanın

yükselişinin engellenemez bir sonucu gibidir. Çünkü burjuva sınıfı olağan üstü bir

girişimcilik ve para kazanma hırsıyla yanıp tutuşmakta; önünde hiçbir engel

istememekte; bütün gücüyle biriktirerek, işini büyütmektedir. Sınırsız bir büyüme

isteği tüm teknoloji, devletin yasaları dahil olmak üzere bundan böyle gücü temsil

eden burjuvanın elinde olmaktadır. Bu durumu açıklayan en önemli yapıtlardan birisi

41

de, Goethe’nin Faust’ u dur. Burada anlatılan girişimci, tamamen aç gözlü, elde

ettikleriyle bir türlü yetinemeyen, arzularını gerçekleştirmek için hiçbir kural ve ahlak

tanımayan biridir. Onun en önemli amacı kazanmak, kazanmaktır 16 (1999).

Yine Weber, sermaye sahiplerinin tutumlarını anlama açısından, sanayi

devriminin ilk oluşumuyla da ilişki kurulabilecek, Protestanlığın, kapitalistin bakış

tarzı ile uyumunu göstermek için, ismini anmadığı bir yazarın dilinden, bu mantığın

daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayan, şu dizeleri kaleme almıştır:

“Çağdaş bir yazar da bu iki mezhebin ekonomik yaşam karşısındaki tutumlarını şöyle dile

getirmeye çalışmıştır: Katolik.... daha sakindir. Daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır.

Çok az bir geliri de olsa, olanaklı en emin yaşam biçimini, sonunda onur ve zenginlik

getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih eder. Atasözü şakayla karışık, ya

iyi yiyin ya da rahat uyuyun der. Buna göre, Protestanlar iyi yerlerken Katolikler rahat

uyumak isterler” (Weber, 2002: 36).

Protestanlık açısından burada anlatılan zenginlik için tehlikeli yaşam biçimi,

Weber’ in diğer açıklamalarıyla birleştirildiğinde, dini açıdan israf etmeksizin

yapılan kazanmayla ilgili girişimler için geçerlidir. Öyle görülmektedir ki; sanki

Tanrı, Protestanlara dünya nimetlerine tedbirli yaklaşmayı; çileci bir hayat şeklini

emrederken, biriktirme, ticaret yapma ve bunlar için girişilen çabalar konusunda tam

tersi mücadeleci bir davranış şeklini emretmiştir. Yani yiyecek, giyecek, cinsellik

gibi nefisleriyle ilgili konularda son derece tedbirli olan bu insanlar, para kazanma

konusunda rahatlıkla riske girebilmektedirler.

Weber bu durumu “asketik Protestanlık” la ilgili açıklamalarda belirtmiştir.

Burada asketisizm; kendini dine adayarak, dünya nimetlerinden vazgeçme olarak

açıklanmaktadır (2002; 75). Burada konunun daha iyi anlaşılması açısından,

Weber’in kapitalizmin gelişim sürecine etkisini açıklamak için, ele aldığı “asketik

Protestanlık” ile ilgili olarak anlattıklarını incelemek yerinde olacaktır. Ona göre,

“asketik Protestanlık” mal sahibi, varlık sahibi olmanın beraberinde gelen zevklere

16 Aynı bilgiye kapitalizmin mantığının anlatımını pekiştirmesi sebebiyle, biraz daha geniş olmak üzere “fordist üretim” sistemiyle ilgili bölümde de yer verilmiştir.

42

karşı çıkmıştır. Aşırı ve lüks tüketimi özellikle sınırlandırmıştır. Ancak, mal

kazanmayı geleneksel ahlak anlayışının yasaklarından kurtarırken, daha çok

biriktirmenin Tanrı’ nın buyruğu olarak görülmesini sağlamıştır (Weber, 2002; 133-

134).

Hançerlioğlu’ nun çalışanlar konusunda Voltaire’ den şu aktardıkları da,

kapitalist mantığı anlamlandırma açısından ilgi çekicidir. “hiçbir şeyi olmayan bir

sürü insanlar bulunmalıdır.” Çünkü “hâli vakti yerinde bir adam kendi toprağını

bırakıp sizinkini sürmeye elbette gelmeyecektir. Hem bir çift kunduraya ihtiyacınız

olursa bunu size danıştay başkanı yapamaz” Ayrıca Hançerlioğlu yine Voltaire’ nin

yapıtlarından şöyle bir genel düşünce çıkarmaktadır. “Ayak takımı hiçbir zaman

akıldan yararlanamayacaktır. Bu sınıfın kendisini aydınlatmaya ne vakti ne de

yeteneği vardır. Aydınlanmış monarşi bunları yönetir” (1993: 268). Burada da

görüldüğü gibi, kapitalist mantığın temelinde dünyaya gelen insanların sermayelerine

göre sınıflara ayrılması yatmaktadır ve eğer ayak takımından bir ailede dünyaya

geldiyseniz, yanında çalıştığınız insanlar, size türlü çile çektiren sorunlarınıza karşı

son derece duyarsız olsa bile, onların rahat etmesi için canla başla çalışmak sizin asli

göreviniz olacaktır.

Wallerstein, sanayileşmenin ilk oluşum aşamasına da ışık tutacak şekilde,

modern dünya sisteminin M.S. 1450 civarlarında başladığını belirterek, çıkış

noktasını Batı Avrupa olarak tespit etmektedir. Modern dünya sisteminin, bu bölgede

Rönesans, Gutenberg devrimi ve Protestan reformu gibi aynı zamana rastlayan büyük

gelişmelerle birlikte; yine Batı Avrupa’da ortaya çıkan ‘Kara ölüm’ sonucu, köylerin

terk edilmesinin, (Wüstungen) senyörlerin gelirlerindeki önemli bir azalmanın

sonucu ortaya çıktığını anlatmaktadır. Ayrıca bir sistemin devam edebilmesinin

ancak zorunlu ayarlamaları yapabilmesine bağlı olduğunu; feodal sistemin de

temelinde “üç kilit kurum” senyörler, devlet ve kilisenin bulunduğunu; bunların

çökmesi ile feodal sistemin çöktüğüne inandığını belirtmektedir. Bu kurumların

çöküşünü ise, “demografik çöküş”, çiftçilerin azalması; gelirlerin azalması; kiraların

düşmesi; ticaretin küçülmesi; serfliğin çökmesi; köylülerin kendi ekonomik

durumlarının iyileştirilmesini büyük toprak sahiplerine kabul ettirmelerini ve bu

43

sebepten senyörlerin gelirlerinin, gücünün büyük ölçüde azalmasını sebep olarak

göstermektedir. Ayrıca devletlerin ve senyörlerin gelirlerinin azalmasından dolayı,

kendi zararlarını karşılamak için aralarında çatışma çıktığını, bu durumunda

soyluların yok edilerek köylülerin güçlenmesine yaradığını, kilisenin de ekonomik

zayıflama ve senyörlerin zor durumda olmasından, içerden saldırıya maruz kaldığını

belirtmektedir (Wallerstein, 2000: 143-144).

Sanayileşmeyle ilgili konu açısından bakıldığında, işgörenlerin durumunu

kapitalizmin mantığında şekillenen süreçte analiz etme açısından, en önemli

eserlerden birisi de Marx tarafından ortaya konmuştur. Ünlü ‘Kapitalinde’ iş ilişkileri

mal ve o çağın makineleşmesinin getirdikleri üzerine epeyce bir materyal sunmuş;

ayrıca daha çok kazanma uğruna kapital sahiplerinin engellenmedikleri takdirde en

ahlaksızca insanları nasıl sömürdüklerini birçok örnekle ortaya koymuştur.

Emekçilerin sanayileşmenin ilk oluşum aşamasında, durumlarını analiz edebilme

açısından bu yapıttan kısaca birkaç alıntı yapılması uygun olacaktır. İlk örnek

Nottigham şehir meclisi salonunda, 1860 yılında belediye başkanı Broughton Cartol’

un yaptığı konuşma ile ilgilidir. “9 ve 10 yaşındaki çocuklar gece yarısından sonra

saat 2, 3 veya 4’ te kötü ve pis yataklarından zorla alınıp geceleyin saat 10, 11, 12 ye

kadar çalıştırılıyorlar. Ellerine verilen ücret ancak canlarını tende tutacak kadar bir

şey. Elleri, kolları ve bütün vücutları harap oluyor, kavruk ve güdük yaratıklar hâline

geliyorlar” bir başka işçi aynı bölümde, çalışmasını şöyle anlatmaktadır: “Hafta

içinde her gün sabahları saat 6’ da işe gelir, ... hafta içinde her gün akşamları saat 9’

a kadar çalışırım. Demek ki, yedi yaşında bir çocuk için günde on beş saatlik bir

çalışma!” .... Bir başka çocuk, bu kez on iki yaşında J. Muray, dan Marx şunları

aktarmaktadır: “Tekerleği çevirir ve kalıp işine bakarım. Sabahları saat 6’ da, bazen

4’ te gelirim. Bu sabah saat 6’ ya kadar bütün gece çalıştım. Dün geceden beri

uyumadım’ Diğer 8, 9 çocuk da benimle beraber bütün gece çalıştılar” (1974: 360 -

369). Burada verilen örnekler, insan aklının eseri olan makineleşmeyle birlikte,

emekçiler üzerinden sürdürülen etkinliklerin ulaştığı çarpıcı boyutları

göstermektedir. Yine Erkan, bu dönemi anlatırken “günde 16 saat boğaz tokluğuna

çalışan ve hiçbir güvencesi olmayan yığınlar oluşmuştu” demektedir (1994: 4-5).

44

Sanayileşme sonrası dönemdeki ilk oluşum aşamasında, çalışanların

sorunlarının çok uzun bir zaman diliminde ve hatta 19.yy da da devam ettiği

görülmektedir. Hobsbawm, 19.yy. da çalışanların durumunu anlatırken,

“On dokuzuncu yüzyılda işçilerin yaşamına egemen olan tek etken varsa o da güvensizlikti.

Hafta başında işe başlarken, ne kadar kazanacaklarını bilmiyorlardı. O sırada yaptıkları işin

ne kadar süreceğini ya da işlerini kaybettiklerinde yeni bir iş bulup bulamayacaklarını,

bulsalar bile, çalışma koşullarının ne olacağını bilmiyorlardı. Başlarına gelebilecek kazadan

ya da hastalıktan nasıl etkileneceklerini bilmiyorlardı ve orta yaşlarında vasıfsız emekçiler

için kırklarında daha vasıflı olanlar içinse ellilerinde bir yetişkinin yapabileceği işleri tam

olarak yapamayacaklarını bilseler bile, bu yaştan sonra başlarına ne geleceğini bilmiyorlardı”

demektedir (Hobsbawm, 1998 : 239-240).

Sayın’ ın aktardığına göre, İngiltere’ de sanayi devriminin başlangıç yıllarına

bakıldığında, işgörenlere sorulmaksızın oluşturulan yasalarla, sosyal güvence diye

hiçbir şey olmayan bir ortamda, işçilerin her türlü örgüt kurmalarının yasaklanmış

olduğu, sermaye çevreleri içinse her türlü özgürlüğün mevcut olduğu görülmektedir.

Bu dönemde işçilerin rahatça sömürülebilmesi için, çalışma karnesi uygulaması;

patrondan izinsiz iş değiştirme yasaklaması; aylak gezen işçilere polis tarafından

çalışma karnesi sorulması; çalışma karnesi olmayanların işyerlerine teslim edilmesi

vb. önlemler alındığı görülmektedir (Sayın, 2002: 301). Burada Sayın’ ın anlattığı

durum insanları köle yapmanın bir başka türünden başka bir şey değildir. İnsanları

köle yapmak ise, Proudhon’ un fikirlerinde çok iyi bir şekilde ifade edildiği gibi,

insanları köle yapma anlamında cinayetle eş, mal sahibi olma ise, kaynağının

haksızca sahip olmaya dayanması sebebiyle soygundur (1999: 12).

Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi, hırs, başkalarından üstün olma,

diğerleri üzerinde iktidar kurma gibi insanlara özgü bazı psikolojik nitelikler,

kapitalizmi ve dolayımıyla burjuvaziyi ortaya çıkaran temel etmenlerdir. Wallerstein,

kapitalizmin birikimi en üst düzeye çıkarmak gibi akılcı bir niyete sahip olduğunu

belirterek; “Ancak girişimciler için akılcı olanın emekçiler içinde akılcı olması

zorunluluğu yoktur. Daha da önemlisi, kolektif bir grup olarak tüm girişimciler için

akılcı olanın verili her girişimci için de akılcı olması zorunluluğu bulunmamasıdır”

demektedir (2002: 15).

45

Buradaki birkaç cümlenin de özetlediği gibi, sermaye kurduğu sistemi, en

akılcı ve vazgeçilmez olarak sunarken, hem çalışanlar açısından, hem de kendi

rakipleri için, bütün kültür birikimini de kendine mal ederek kendi çıkarlarına uygun

olarak kurduğu bu düzeni, en mükemmel oluşum olarak sergilemektedir. Oysa iş

verenler açısından bakıldığında kâr oranını maksimuma çıkarmanın en vazgeçilmez

yolu, daha az işçiyle, daha az ücretle daha çok üretim yapmaktır. Çalışanlar açısından

bakıldığında ise, özellikle sosyal devlet anlayışı gelişmemiş ülkeler açısından, aynı

durum, işsizlik, yokluk, açlık, sefalet demektir. Piyasada tutunamayan girişimciler

için de, devletin etkin önlemler alamadığı ülkelerde, aynı durum hazırdaki varlığını

kaybetme, geleceğe güvenle bakamama, haksız rekabetin ezikliğine katlanma

demektir.

Sanayi devrimi ile birlikte kapitalist üretim biçiminde çalışanların durumunda

çok önemli veriler sunan ve tespitlerde bulunan Marx, hem o dönem hem de

zamanımıza işgörenler açısından ışık tutacak veriler sunmuştur. Bunların başında,

sermaye sahibinin emekçiler üzerinden elde ettiği geliri analiz eden “artık değer

teorisi” gelmektedir (1998: 444 – 456). 17 Onun bu konuda ileri sürdüğü artık değer

teorisi kısaca şu şekilde açıklanabilir. Örneğin bir fabrikada, bir işçiye ödenen günlük

ücret on milyon olsun, bu ücret çalışanın emeğini kiralamak için verilen bir paradır.

Oysa çalışanın bedeniyle “günümüzde beyin emeği de ağırlıklı” üretimini

dönüştürdüğü iş verenin kârına dönüşen değer, işyeri ile ilgili masraflar da

çıktığında, işin durumuna makineleşme ve makinelerin otomatikleştirilmesi ile de

bağıntılı olarak aynı değildir. Bu aradaki fark ise artık değeri oluşturmaktadır. Yine

aynı biçimde bu işyerinde üç yüz kişi çalışıyorsa, toplam artık değer bir kişiden elde

edilen artık değerin üç yüz ile çarpımından oluşacaktır.

17 Marx, üretimin tamamının oluşturulmasında emeğin rolünü temel etken olarak öne sürmektedir.

Ancak, benzer şekilde, bu kısmıyla doğallıkla Marx’ınki kadar kapsamlı olmasa da, aynı düşünceler

çok önce İbn-i Haldun tarafından da ileri sürülmüştür. O bu konuda “..kişilerin çalışarak ve emek sarf ederek

ele geçirdikleri ve topladıkları para ve mal, zanaat ve sanayide çalışmak suretiyle elde edilirse, bu

kazançların ve topladıkları mal ve paranın iş ve emeğin kıymetinden ibaret olduğu meydandadır”

demektedir (Kongar, 1981:63).

46

İş bölümü konusunda da incelemelerde bulunan Marx, iş verenin işi parçalara

bölerek, hem çalışana bir ve tek aynı işi yaptırarak, daha fazla üretim yaptırdığını,

hem de makinelerin daha fazla verimli kullanılmasını sağladığını belirtmektedir.

Çalışanlar açısından bu durumu şu kelimelerle ifade etmektedir: “Ömrü boyunca bir

ve aynı basit işi yapan bir işçinin bütün vücudu bu işin otomatik, uzmanlaşmış bir

aleti hâline gelmiştir, ve bu nedenle bu işçi işini yaparken birbiri peşi sıra bir dizi işi

yapan bir zanaatçıdan daha az zaman harcar” (1974: 492 – 512).

Yine iş bölümü konusunu Durkheim’de, sosyolojik açıdan

değerlendirmektedir. Organik dayanışmayla ilişkilendirdiği fikirlerinde, mekanik

dayanışmada anlattıklarının tersine, iş parçalara bölünmüş, farklılaşmış, bireysel

ilişkiler daha özgürleşmiş, geleneklerin etkisi azalmış, yazılı kayıtların, hukuksal

işlemlerin önemi artmıştır. Toplumsal yaşayışta, gelişen iş bölümüyle birlikte ise,

herkesin diğerinin ürettiğine muhtaç olduğu bir üretim, değişim sistemi ortaya

çıkmıştır. Bu gelişmelerin oluşmasında ise, sanayi toplumunun yapısı etkili olmuştur

(Durkheim, 1997: 101-146).

Bu aşamada ortaya çıkan gelişmelerin muhafazakâr bir yapıda gerçekleşmesi,

kamuda bulduğu yansımalarla da pekişmiştir. Artan üretim ve buna bağlı olarak

gelişen ticaret, şehirlerin, ülkelerin sınırlarını da aşmasıyla birlikte, malî içerikli bir

piyasanın genişlemesine de katkı sağladı. Malî tekniklerin gelişmesi, pazarlarda

oluşan borsalar, vb. hareketlilik ticari kapasitenin artması da bu dönemde gerçekleşti.

Yine sermaye hareketlerinde oluşan değişimler, yeni haber alma gereksinmeleri

ortaya çıkararak, meslekî düzeydeki iletişimin beklentilerine uygun düzenlemeler

getirdi. Bu haberleşme ağı, genel halkın dışında gerçekleşen bir bilgilendirmeyi

içeriyordu. Söz konusu süreçte ilgili yapının bürokratik temele oturtulması ve devlet

güvencesi sağlanması öne çıkarak, modern devletin önemli parçası olan

vergilendirme sistemiyle birlikte kamusal alandaki kurumlaştırmalar yaygınlaştırıldı

(Habermas, 1999: 74–91). Anlaşılacağı gibi, kamusal alanda ortaya çıkan değişimler,

egemenlerin haklarının hukuksal düzenlemelerle biçimleştirilmesi, güvencelerinin

artırılması, yapının tüm toplumsal uygulamaları içerecek şekilde disipline sokulması

şeklinde bu dönemde sistemleştirildi.

47

Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi, sanayileşmenin ilk oluşum

aşamasında, sermaye sahipleri, emekçilerin üretimlerini son derece ustalıkla “artık

değere” dönüştürerek, kendi gelirlerini artırma açısından acımasızca da olsa,

meydana gelen gelişme ve değişimlerin temel dinamiğini oluşturmuşlardır. Ancak

çalışanlar açısından incelendiğinde ise, bu devre, kol emeği ile geçinen insanların en

fazla ezildikleri, yıprandıkları, tamamen sosyal güvencelerden yoksun kaldıkları bir

dönem olmuştur. Köleci toplum yapılarıyla karşılaştırılabilecek bu zaman diliminde

yaşananlar, sermaye sahiplerinin akıllarını en acımasızca ve organize şekilde,

çalışanların emeği üzerindeki denetimlerini artırmak için kullandıkları bir devreye

işaret etmektedir.

Tüm bu gelişmeler yanında, çalışanların bazı temel sosyal-ekonomik hakları

elde etmeye başlamaları da yine bu dönem içinde gerçekleşmiştir. Şehirlerde ve

fabrikalarda meydana gelen kalabalıklaşma, sosyalist düşüncelerin de etkisiyle sınıf

bilincinin doğmasında etken olmuş; işgörenlerin elde ettikleri haklarda önemli

gelişmeler olmuştur.

2.1.1.2.2 Fordist Üretim Sistemi Aşamasında

Fordist üretim sistemi kavramının sembolik doğuş yılı olarak 1914 verilmekte

ve ismini de Henry Ford’ un otomobil fabrikalarında yaptığı uygulamalardan

almaktadır. Ancak fordizm Henry Ford’ un başlı başına bir bulgusu değildir. Onun iş

örgütlenmesi ve teknoloji yönünden meydana getirdiği gelişmeler, birçok yerleşmiş

uzantının sonucudur. Ford, var olan emek gücünün uygulamadaki yerini iş

bölümünün organizasyonunu yeniden düzenleyerek, verim artışını sağlama yoluyla

gerçekleştirmiştir. Yeni uygulamaların teorik çerçevesinde, Taylor’un bilimsel

yönetimin ilkelerinden faydalanılmış, pratikte ise, işçilerin yürüyen bir bant

sisteminde sabitlenip işin parçalara bölünmesiyle, üretimde inanılmaz katlamalar

meydana gelmesi sağlanmıştır.18 Ford sisteminin amacı; işin yeniden düzenlenmesi

sayesinde kârlılığı artırmanın yanında, meydana getireceği gelir artışı ve boş zaman

18 Taylor’ un fikirlerinin geniş bir açınımı için bk. (Person, 1972).

48

sayesinde, büyük şirketlerin gittikçe artan üretimlerine karşı tüketici bulmaktır.19

Kapitalist sistemde her zaman rastlandığı gibi, bu dönemde de fazla üretime karşı

pazar arayışı sorunu ortaya çıkmış, bir ara çalışanların tüketiciliğe teşvik edilmesi de

denenmiş, hatta işçilerin ücretlerini artırma yoluyla da piyasa canlandırılmaya

çalışılmıştır. Ancak, o dönemdeki işçilerde henüz oluşturulamamış olan tüketici

kültürü kalıpları sebebiyle, bunu uygulamaya geçirenler başarılı olamamıştır (Harvey, 1999: 147–149).

Yine devlet, mevcut sistemin getirdiği dışlanmışlar ile ilgili sorunlarda da

devreye girmek zorunda kalmıştır. Çünkü toplumun sahip olduğu refah düzeyinden

yeterince faydalanamayan bu dışlanmışlar, sosyal patlamalar şeklinde tepkilerini

göstermişlerdir. Sınıflar arasındaki oluşan bu aşırı farklılıkları, en aza indirebilmek

için devletler hukuki tedbirler ve gelirin yeniden dağılımı gibi düzenlemelerle

mevcut sorunları aşmaya çalışmıştır. Böylece Fordizm, gittikçe örgütlenmeye

başlayan emekçiler karşısında, karşı karşıya kalınılan kriz durumunu aşmaya

çalışmak için gitgide mevcut refahtan daha çok pay dağıtmak, insanların konut,

sağlık, eğitim, vb. sorunlarını çözmek zorunda kalmıştır (Harvey, 1999: 162).

Ancak bu durum çalışanların karşılaştığı güçlükler için yeterli kapsayıcılıkta

gerçekleşmemiştir. İşgörenlerin sayıca git gide artmalarıyla birlikte süregelen

sıkıntılar, fordist üretim sistemi döneminde sendikaların yaygınlaşması için uygun

bir zemin meydana getirmiştir. Bu dönemde çalışanlar, çalışma şartları, ücretler vb.

sorunlarla karşılaştıklarında zaman zaman mevcut yasaların karşısına geçerek de

olsa, grevlerle haklarını aramaya çalışmışlardır (Eldridge, 1972: 12-26).

Harvey’ in Marx temelinde anlattıklarına göre, kapitalist üretim tarzının üç

ana özelliği şöyledir: 1. Kapitalizmde, hangi ekolojik ve jeopolitik şartlarda olunursa

olunsun, toplumsal ekonomik ve politik durumlar ne olursa olsun, asıl amaç

19 Genellikle fordist üretim sisteminin Taylor’ un fikirlerinden beslendiği bilinmesine rağmen, Fayol’ da konu üzerinde onunla aynı dönemlerde önemli çalışmalar yapmıştır. Özellikle yönetimin genel ilkeleriyle ilgili olarak, iş bölümü, otorite, disiplin-gözetim, kumanda birliği, personel ücretleri, merkeziyet, hiyerarşi, çalışanlar arasında birlik, üzerinde durduğu önemli konulardandır (Fayol, 2005). Tezde, TKY’ ne ilişkin yaklaşımların değerlendirildiği konu başlığında, karşılaştırma amacıyla daha fazla bilgi verilmektedir.

49

büyümedir. Bu üretim tarzında temel erdem olan büyüme gerçekleştirildiği sürece

sorun yoktur. Tersi durum ise, kapitalizmin krizine işaret etmektedir. 2. Sermaye her

zaman ihtiyaç duyduğu emeği kullanmak zorundadır. Yani burada kullanılan emek

bir değer yaratacaktır, ancak kapitalist kârın oluşması ve büyümesi için hiçbir zaman

yaratılan değer ile aynı olmayacaktır. 3. Kapitalist sistemin krizlerini nispeten

önlemede baş vurulan diğer bir olgu da, teknolojik ve organizasyonel yeniliklerin

mutlak zorunluluğudur (Harvey, 1999: 199–206).

Harvey, Marx’ ın yukarıda anlatılan kapitalist üretim tarzının üç önemli

şartının her zaman sorunlu ve krize yönelik, tutarsız, çelişik olduğunu

vurgulamasının doğru bir tespit olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre “aşırı birikim”,

“atıl emek”, “atıl sermaye” bir arada bulunduğu hâlde, buhrandan çıkmak için faydalı

hiçbir şey yapamaz. Burada söz konusu sorun, üretimde meydana gelen aşırı meta

birikimi, emek de meydana gelen aşırı birikim ve dolayımında meydana gelen

işsizlik, buhranın ana sorunlarını oluşturmaktadır (Harvey, 1999: 199–206).

Fordist üretimin kültürel temeli ise, “modernizm” kavramıyla açıklanarak

toplum yapısı şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Yukarıdaki paragraflar dikkate

alınarak incelendiğinde kolayca anlaşılacağı gibi, aslında modernlik demek bu açıdan

bakıldığında kapitalist sistemin beklentilerinin gerçekleştirileceği kültürel yapıları

kurmak demektir. Yani sanayi devrimiyle birlikte de yaşandığı gibi, fordizmin

gelişmesini sağlayacak kültürün, tüketim kalıplarının, toplum yapısının ve hatta aile

yapısının yeni sisteme göre biçimlendirilmesini kapsamaktadır.

Berman’ a göre modernizm; yaşam koşulları içerisindeki mekânın, zamanın

olumlu ya da olumsuz olarak yaşanışı ve içinde bulunulan koşulların durmadan

parçalanarak değiştirilmesi olarak ifade edilmektedir. Yine Berman’ a göre, modern

olmak için Marx’ ın ifadesiyle “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir evrenin parçası

olmak gerekmektedir. Burada, her türlü kalıp, dinsel doğma, ya da değişmez büyük

gerçek kabul edilen yargılar modernlikle beraber yok olmaktadır. Yani

sanayileşmenin gerekleri için “katı olan her şey buharlaşmakta” yeni biçimlere

girmektedir (Berman, 1994: 118-119; Harvey, 1999: 23-24).

50

Konuyla ilgili olarak yine, aydınlanma düşüncesi incelenirse, amaçladığının

tersine, daha fazla özgürlük yerine, insanlığın kurtuluşu adına evrensel bir baskı

oluşturduğu görülebilir. Buna örnek olarak; Horkheimer ve Adorno’ nun

“Aydınlanmanın Diyalektiğin” de anlatıldığı gibi, öne çıkarılmak istenen akılcılıkla

bir hakimiyet ve baskı mantığı getirebilir. Horkheimer ve Adarnoya göre bu

durumdan çıkmanın yolu, “doğanın isyanıyla” mümkün olabilir. Buradan doğanın

karşı çıkması olarak kastedilen, insan doğasının isyanının, kullanılmak istenen saf

araçsı akla karşı koymasıdır. Yani insan doğasında var olan kişilik ve kültürün karşı

koymasıyla, bu ezici baskı durumundan insan kurtuluşunun sağlanabilmesidir

(Harvey, 1999: 199–206). Burada anlatılanlar “kavramlar ve analitik ayrımların

anlatıldığı” kısımdaki insanların kendisi olmasının önündeki engellerin kaldırılması

anlamındaki “özne” kavramıyla değerlendirilirse, daha büyük bir anlam

kazanmaktadır.

Modernitenin düzenleyen, plânlayan, rasyonellik adına akıl böyle emrediyor

teziyle, insanları denetim altına alan baskıcı tarzı, yukarıdaki fikirler karşılaştırılınca

da görüldüğü gibi; kapitalizmin anlatmaya çalıştığımız mantığıyla da uyuşmakta,

mevcut bütün kurgularını kendi çıkarları doğrultusunda meydana getirmekte, ancak

kalabalık içerisinde bireyi kaybetmektedir. Kapitalizm uluslararası düzeyde de

burjuva ve emekçi ilişkisine benzer ilişkiler kurmakta, yeterince gelişememiş ülkeleri

kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Bu anlamda bakıldığında modernite ve

post-modernite teorileri olarak kullanılan teoriler de, kapitalizmin mantığına hizmet

etmektedir.

Fordist üretim sistemi, bu araştırmada konunun örgüt düzleminde

değerlendirildiği bölümde de netleşeceği gibi, çalışanları montaj hattında, yürüyen

bant sisteminde sabitlerken, onları işyeri ve toplum ortamında yabancılaştırmakta;

kapitalist sistemin uygulanışının bir gereği olan ucuz iş gücü sağlamak için, dışarıda

karın tokluğuna çalışmaya hazır milyonlarca yoksula gereksinim duymaktadır.

51

2.1.1.2.3 Post-Fordist Üretim Sistemi Aşamasında

Yakın zamanlı yapılan araştırmalarda, teknolojinin de ilerlemesi bağlamında

uluslararası düzeyde bazı ülkelerden bile daha büyük sermaye sahiplerinin oluştuğu

görülmektedir. Bu durum işgörenler ve işverenlerin gelirlerinin karşılaştırılmasıyla,

tarih incelendiğinde de anlaşıldığı gibi, her yeni zaman diliminde işverenlerin arayı

kat kat aşmasıyla sonuçlanmaktadır. Kapitalist mantığın gereği olarak her zaman

yedek işçi deposu görevini gören bir işsizler ordusu, yoksullar ordusu ise büyük

kentlerin uç semtlerinde (getto/varoş denilen yerler) marjinalleşmiş bir hâlde yaşam

kavgası vermektedir. Gelişen süreçte bu milyonlarca insan çelişik bir ikilem içinde,

adına post-fordizm, post-modernizm, esnek üretim, küreselleşme vb. denilen

kavramların yerleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda görünmez hâle gelmektedir.

Araştırma kapsamında daha iyi açıklanmaya çalışıldığı gibi, tüm bu kavramlarla

uygulanmaya konan stratejiler çağın uygarlığına yakışmayacak şekilde, toplam

işgörenlerin çıkarlarına karşıt bir gelişim göstermektedir.

Yukarıda anlatılan durumlar dikkate alındığında, sanayi devriminden bu

yana çalışanlar için, kapitalizmin temel mantığı aynı kalmak üzere herhangi bir

değişim olmadığını, hiçbir yapıda farklılık gerçekleşmediğini söylemek de yanlış

olacaktır. Sanayileşme sonrası dönemin ilk oluşum aşaması anlatılırken incelenen

işgörenlerin içinde bulundukları şartlar hatırlanırsa, bugünkü durumla çok büyük

farklılıklar olduğu anlaşılabilir. Söz konusu gelişmelerle ilgili olarak, işgörenlerin

çalıştıkları işlerin, iş kollarının çeşitlenmesine bağlı olarak, çalışanların iş

koşullarının ve iş doyumunun değişmesi gösterilebilir. Beyaz yakalı olarak bilinen

büro vb. işlerde çalışanlarla, mavi yakalı olarak bilinenlerin oranlarındaki değişimler;

ayrıca önce tarım sektöründe çalışanların çok yüksek oranda olmasına rağmen,

zamanla sanayi sektöründeki belirgin oransal artış, daha sonra hizmet sektöründe

ortaya çıkan artışlar bu duruma örnek olarak verilebilir (Goldhorpe, Lockwood,

Bechhofer, vd., 1973).

Ancak, gerçekten de yukarıda anlatılan değişimler ortaya çıkmış olduğu

hâlde, burada anlatılanlarla geçmişe göre beklendiği şekilde olumlu gelişmeler

52

olduğu anlatılmak istenmemektedir. Çünkü temel iddia şudur: Evet kapitalizmin

çalışanlar açısından uygulanışında yüzeysel değişimler yaşanmıştır. Özellikle

gelişmiş ülkelerde yaşayan emekçiler, sosyal-ekonomik açıdan daha iyi bir durumda

olabilir. Kimse polis gözetiminde işyerlerine teslim edilmiyor. Ancak tüm bunlar,

daha önce de değinildiği gibi, vahşi kapitalizmin, bırakınız yapsınlarcı tavrının,

sadece sermayesi, gücü olandan yana işleyen mantığıyla birlikte gündeme getirilen

temelinde, olumlu değişimler ortaya çıkarmamaktadır. Aynı şekilde, iş gücünün

pazarlık koşullarını zorlaştırmak için, tüm dünyada son derece sağlıksız koşullarda

yaşayan milyonlarca yoksulun dramlarına çare üretmemektedir.

Post-fordist sistem, üretim organizasyonun her ne kadar yeniden

düzenlenmesi ile ilgili ise de, bu çalışmada konunun daha geniş kapsamlı olduğu

vurgulanmak istenmektedir. Çünkü tüm üretim biçimleri yalnızca üretim alanındaki

faaliyetler, çalışanların sistemdeki görevleri vb. durumlarla açıklanamaz. Her üretim

biçimi insanlara bir yaşama biçimi, moda, kültür, üretim-tüketim kalıbı, sosyal-

ekonomik siyasal anlayışı da dikte etmekte, hatta tüm dünyayı kendi gelişmesi adına

yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Burada, post-fordizm çalışanlar ve toplum

açısından incelenirken, aslında kapitalist üretim mantığında önemli bir farklılık

getirmeyen, “modernizm”, “post-modernizm” “esnek üretim”, “azgelişmişlik”,

“küreselleşme”, gibi kavramların birbirleriyle ilişkisi içinde tartışılması da yerinde

olacaktır.

Çalışanlar açısından fordizm, geliştirdiği fabrikalaşma ve sanayi üretimi ile

birlikte geniş çaplı işçi kitlelerini de beraber getirmiştir. Bu da sendikal hareketler

için uygun bir kaynak meydana getirmektedir. Ancak teknolojinin yönünün

değişmesi, çalışma hayatında fabrika dışı üretim biçimlerinin de gelişmesine sebep

olmuştur. Harvey bu konuda, küçük ev içi üretimlerini, küçük atölyeleri, ayrıca

1970’ lerde görülmeye başladı dediği, 1980’ ler de azalmak bir tarafa daha da

çoğaldılar şeklinde ifade ettiği, terleme atölyelerini “sweat shop” örnek vermektedir.

Oysa sendikal hareketler, belirli merkezlerde işçilerin sayılarının artmasıyla

güçlenmektedir (Harvey, 1999: 176).

53

Yine Harvey’ e göre, 1960’ ların ortalarında fordizm içinde önemli sorunlar

oluşmaya başladığı anlaşılmaya başlamıştır. Aynı zamanda Japon ve Avrupa

ekonomilerinin kendilerini toparladıkları, iç pazarlarını doyurmaları sonucu, fazla

üretimlerini dışarıya satmak istedikleri bir dönem oluşmuştur. Bunda da sırasıyla

otomazisyon, robotlaşma, sibernetik vb. yeni teknolojilerin kullanılmasının etkisi

olmuştur. Ayrıca, bu dönem, fordist yönetim ve rasyonelizasyonun etkisiyle

gerçekleştirilen daha az işçiye ihtiyaç duyma sonucu, gittikçe daha fazla işçinin işten

atıldığı bir zamana rastlamıştır. Sonuç olarak da, sermayenin yeni üretim teknikleri

ve teknoloji kullanımını yaygınlaştırmaya başlamasıyla, 1968’ de Avrupa’ da ve

Amerika’ da sisteme karşı koymalar başlamıştır (Harvey, 1999: 164 -165).

Böylelikle gerçekleşen sürecin, çalışanlar açısından mantığını anlamada,

Bauman’ ın verdiği örnekler de durumu açıklar niteliktedir. Burada, İngiltere’de

Thatcher zamanında Tory yıllık konferansında tüm rant sahibi insanların, kendi

çıkarlarını da ilgilendiren, yol yapımı, su, kanalizasyon, yerel yönetim gibi vergileri

desteklerken; aynı iş adamlarının toplumsal gelir dağılımı ve sosyal sigorta gibi

konulara bakışlarında açığa çıktığı gibi, kaderlerinden sorumlu olmadıklarını

düşündükleri alt tabakada kalmış insanlar için bir şey yapmak istememeleri

anlatılmaktadır (Bauman, 1999: 14). Yani sermaye kendi mantığı gereği, kendinden

başkasına yaşama hakkı tanımamakta; kapitalist sınıfın ileri gelenleri ise, yaşanılan

dünyada birilerinin fakir olmasının sebebinin, birilerinin aşırı zenginliği sebebiyle

olduğu gerçeğini anlamak istememektedir. 20

Yine aşağıya Bauman’ın, Woollacott’ dan aktarmasından alınan bir diğer

örnek de yukarıda yazılanları destekler niteliktedir (1999: 66).

“İsveç-İsviçre ortaklığı olan Asea Brown Boveri şirketi Batı Avrupalı işgücünde 57.000

kişilik bir azaltmaya gideceğini, bu arada Asya'da yeni iş alanları yaratacağını duyurdu. Bu

duyurunun ardından Electrolux, çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika'da olmak üzere, küresel

işgücünde % ll' lik bir kesintiye gideceğini ilan etti. Tam on gün içinde, üç Avrupa firması

20 Burada dünyaya geliş sebebiyle insanların hepsinin eşit haklara sahip oldukları, ancak mülkiyet sistemi ve üretim sistemlerinin kurdukları otoriteyle birlikte, bu eşitliğin bozulduğu düşüncesi vurgulanmak istenmektedir. Söz konusu otorite ve sınıfların haksızca oluşumu ile ilgili daha fazla bilgi için bk. (Engels, 1974).

54

personel sayısında yeni Fransa ve Britanya hükümetlerinin istihdam yaratma önerilerinde

sözü edilen rakamlarla kıyaslanabilecek kadar büyük işçi çıkardı. Bilindiği gibi Almanya'da,

beş yılda 1 milyon kişi işini kaybetti ve bu ülkenin şirketleri Doğu Avrupa, Asya ve Latin

Amerika'da büyük işletmeler kurmakla meşgul. Eğer Batı Avrupa endüstrisi kitlesel olarak

Batı Avrupa dışında bir yerde yeniden kuruluyorsa, o zaman işsizlik sorunu konusunda en iyi

hükümet politikasının ne olacağına dair bütün tartışmaların sınırlı bir anlama geleceğini

görmek zorundayız.”

Alıntıdaki örnekte de görüldüğü gibi sermaye, post-fordizm, esnek üretim

anlayışları çerçevesinde hammadde, emek vb. şartları değerlendirmekte ve en fazla

artık değeri elde edeceği olanakların peşinden koşmaktadır. Buradan belirginleşen

süreçte, gelişmiş ülkelerde yaşanan yüksek refah seviyesinin de aslında geniş çaplı

olarak yeterince gelişememiş ülkelerdeki emek gücü üzerinden sağlandığı

görülmektedir. Yani uluslararası sermayenin baskısı sebebiyle, ekonominin

hükümetlerin kontrolünün dışına çıktığı anlaşılmaktadır. Bu da, uluslararası

devleşmiş güçlere karşı sorunların gittikçe artmaması için, toplumların, ulus-

devletlerin daha duyarlı ve bilinçli olması gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.

Post-fordizm’ in çalışanlar açısından incelenmesi gereken önemli bir

bağlantısını da, esnek üretim biçimleri oluşturmaktadır. Konuyla ilgili olarak,

Harvey’ e göre, 1960’ ların ortalarında fordizm içinde önemli sorunlar oluşmaya

başladığı anlaşılmaya başlamıştır (1999, 164). Sonuç olarak kapitalist mantık bu

krizden kurtulmak için de, arayış içine girmiş, sermaye hareketleri vb., iş yönetimi

dahil olmak üzere esnek yapılar geliştirerek sorunu aşmaya çalışmıştır. Hall’ da,

esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşmasıyla ilgili olan süreci anlatırken, kısaca,

otomazisyon, robotlaşma, sibernetik vb. yeni teknolojilerin kullanılmasının sonucu,

Japon ve Avrupa ekonomilerinin kendilerini toparladıkları, iç pazarlarını

doyurdukları, ortaya çıkan fazla üretimlerini ise dışarıya satmak istedikleri bir

dönemin oluştuğunu belirtmektedir. Yine ona göre bu dönemde, fordist yönetim ve

rasyonelizasyonun etkisiyle, gerçekleştirilen daha az işçiye ihtiyaç duyma sonucu,

gittikçe daha fazla işçinin işten atıldığı bir zamana rastlanmıştır. 1968’ de Avrupa’

da, Amerika’ da sisteme karşı koymalar, sermayenin yeni üretim teknikleri ve

55

teknoloji kullanımlarını yaygınlaştırmaya başlaması ortaya çıkmaya başlamıştır

(Hall; Jacques, 1995: 51).

Yine 1973’ te yaşanan petrol şoku, kapitalist dünyada stagflasyonun

(üretimde durgunluk, fiyatlarda enflasyon) ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu nedenle

1970’ li ve 1980’ li yıllarda, toplumsal ve ekonomik dar boğazdan çıkabilmek için

yollar araştırılmaya çalışıldı. Bu aşamada Harvey’ in kullandığı anlamıyla, Fordizm’

in katı tutumuna karşı tam bir çatışma durumu olarak belirlenen “esnek birikim”

uygulamaları görülmeye başladı. Ona göre esneklik, “Emek süreçleri, iş gücü

piyasaları, ürünler ve tüketim kalıpları bakımından esnekliğe yaslanır. Temel

özelliklerinden biri, yepyeni üretim sektörlerinin, finans hizmetlerinde yepyeni

yöntemlerin, yeni piyasaların ortaya çıkması ve hepsinden önemlisi ticari, teknolojik

ve örgütsel yeniliklerin temposunun önemli ölçüde hızlanmış olmasıdır” (Harvey,

1999: 170).

Esnek üretim biçimlerinin ve Toplam Kalite Yönetiminin özel sektörde

uygulama örneklerinin yanında, kamu sektöründe uygulanması için de yoğun

çalışmalar yapılmaktadır. Bu durum piyasanın özelleştirme talepleriyle

desteklenmekte, devleti hantallıktan kurtarmanın şartı olarak gösterilmektedir. Oysa

böylece devletin vatandaşlarına karşı olan sorumlulukları, vermek zorunda olduğu

güvenceler göz ardı edilmiş olmaktadır. Kalitenin artırılması için vatandaşların

müşteri olarak düşünülmesinin arkasında ise, devletin bazı sorumluluklarından

kurtarılması, devlet hizmetinin de fiyat ve kalite dengesi anlayışına göre sunulması

anlayışı yatmaktadır.

Bu durumun politik anlayışa yansıması, seçmenlerin de müşteri olarak

algılanmasıyla kendini göstermektedir. Bu durumda partiler çoğunluğun çıkarlarına

göre hareket etmek yerine, daha fazla oy almalarını sağlayacak etkili gruplar

üzerinden politikalar üretmektedirler (Gül, 1999: 73). Burada belirtilen durum yeni

liberal politikalarla desteklenmektedir. Yeni liberal politikaların yol açtığı

gelişmeler, Gül’ ün de açıkladığı gibi, devletin, vatandaşlarının tercihlerine, özel

hayatlarına, seçimlerine tümden karşı çıkmasıyla sonuçlanmakta; yani devlet

56

bireylerin özgürlük alanlarının iyice kısıtlanmasına yardımcı olmuş olmaktadır.

Burada devlet organizasyonun, her görevinde vatandaşını para karşılığı hizmet

götürülen bir müşteri olarak kabul etmesinin tehlikeleri görmezden gelinmektedir.

Oysa devlet organizasyonundan beklenen görevlerin karşılığı ölçülemeyecek kadar

önemlidir. Örneğin, bu anlayış söz konusu olduğunda, uyuşturucu bağımlısı ve

çevresine zararlı durumdaki bir genç için devlet görevlileri, biri bu kişinin hastane ve

kolluk güçlerinin masraflarını ödeyene kadar çevresine zarar vermesine seyirci

kalacaktır. (Gül, 1999: 81) İstenirse konuyla ilgili örnekler sayısız şekilde artırıla

bilinir. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, devletin güvenlik, sağlık, eğitim gibi

birçok görevinde vatandaşını müşteri kabul etmesinin tehlikeleri telâfi edilir gibi

değildir.

Post-fordizm’ le birlikte tartışılması gereken bir konu da, ulus-devlet ve

küreselleşme ilişkisiyle ilgilidir. Post-fordist üretim sisteminin desteklediği

küreselleşme bağlamı incelendiğinde, ulus-devletlerin egemenliklerinin zayıflatıldığı

görülmektedir. Kazgan, ulus-devletlerin yetkilerinin uluslararası sermaye hesabına

aşındırılmasıyla ilgili olarak iki önemli durumdan bahsetmektedir. Bunlardan birisi,

ulus-devletlerin ekonomideki yetkilerine IMF, DTÖ, OECD gibi uluslar üstü

kurumların ağırlıklı etkisiyle kurulan baskıyla ilişkilidir. İkincisi ise, merkezi devlet

otoritesi yetkilerinin, yerel yönetimlerin sorumluluk alanına bırakılmasıyla, bu

yerlerin de uluslararası sermayeye karşı dayanıksızlaştırılmasıyla ilgili

bulunmaktadır (Kazgan, 2000: 34).

Küreselleşme sürecinde yaşanan bir önemli sorun da, ülkeler arasındaki

gelişme hızından kaynaklanmaktadır. Ekonomik açıdan güçlü devletler, bu

güçlerinden faydalanarak çok daha hızlı ilerleyebildikleri hâlde, yeterince

gelişemeyen ülkeler bu hızla rekabet edememenin acısını çekmektedirler. Bu açıdan

bakıldığında, konu hakkında bazı söylemlerinde değişime uğradığı görülmektedir.

Önceden kullanılan birinci dünya, ikinci dünya, üçüncü dünya deyimlerinin yerine

hızlı dünya ve yavaş dünya deyimleri kullanılmaktadır. Tözüm’ ün tanımlamasına

göre; “Hızlı dünya değişime, teknolojiye, homojenleşmeye, demokratikleşmeye,

enformasyonun paylaşılmasına açık, sınırlara karşı ve her geçen gün artan bir

57

ivmeyle büyümeyi hedefleyen dünyadır. Yavaş Dünya ise, bu dünyanın dışında

yaşamayı seçenlerin” (Tözüm, 2002: 162).

Farklı gelişmişlik düzeyleri sürekli, azgelişmiş ülkelerin zararına işleyen bir

süreci meydana getirmektedir. Hatta kriz dönemlerinde bile, gelişmiş ülkelerin kendi

çıkarlarını korumayı bildikleri görülmektedir. Örneğin 1973-1974 ve 1979-1980’

deki petrol fiyatlarında meydana gelen aşırı dalgalanmalar, petrol ithal eden ülkeler

açısından önemli finansman, ödemeler dengesi sorunları yaratmıştır. Bunun

karşılığında petrol ihraç eden ülkeler ise, elde ettikleri dolarları dünya ölçeğinde

etkili finans kuruluşlarına yatırmışlardır. Bu finans kuruluşları ise, kendilerinde

biriktirilen “petro-dolarları” gelişmekte olan ülkelere kredi olarak vermişler, yani

kendilerinin olmayan sermayeyle bile, azgelişmiş ülkeler üzerinden para

kazanmışlardır (Tözüm, 2002: 153).

Ülkeler arasındaki gelişme hızlarından kaynaklanan farklılıklar, yukarıda ve

bu araştırmanın bazı bölümlerinde de anlatıldığı gibi, tüm tarih dönemlerinde az

gelişmiş ülkeler açısından, yoksulluk, sömürülme ve yıkımla biten sonuçlar ortaya

çıkarmaktadır. Ülkemiz tarihi de incelendiğinde benzer gelişmelerin dün ve bugün

yaşandığı görülmektedir. Bir zamanlar dünyanın o zamanki “süper gücü”

denebilecek Osmanlı İmparatorluğu, çok çeşitli sebeplerle duraklama ve zayıflama

dönemlerine girdikten sonra, kendisine göre gelişmiş durumda bulunan Avrupa

devletlerinin neredeyse oyuncağı durumuna getirilmiş; bu bağımlılık onu, kendi

vergilerini dahi yabancı ulusların topladığı aciz bir devlet konumuna getirmiştir.

Aydoğan, konuyla ilgili yapıtında, Osmanlı İmparatorluğundan günümüze, özellikle

de yeterince doğruları göremeyen devlet adamlarının katkısıyla, ülkemizin nasıl geri

bırakılıp, sömürüldüğünü incelemektedir. Burada anlatılanlar arasında, 1838 Balta

Limanı Antlaşması’yla, Osmanlı’ nın yabancıların çıkarları doğrultusunda açık pazar

durumuna getirilmesinin hikayesi önemli dersler içermektedir. Bugün de, yine dış

egemenlerin istekleri, menfaatleri doğrultusunda işleyen gümrük birliği sürecinin,

önceki örnekle olan benzerliği dikkat çekicidir (Aydoğan, 2002: 13-19). 21

21 Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle ilgili kapsamlı bir araştırma için bakanız (Cem, 1977).

58

Post-fordist ilkelerle birlikte geliştirilen küreselleşmenin yeterince

gelişemeyen ülkelere etkileri, farklı bakış açılarıyla dile getirilmektedir. Rodrik’ e

göre, gelişmekte olan ülkelerin geleneksel kalkınma endişelerinin yerini diğerleriyle

rekabet edebilme amacı almaktadır. O olumlu bir bakış tarzı ile birlikte, ekonomide

dünyaya açılmanın pek çok yararlar getirebileceğini ileri sürerek, “Ülke içinde

karşılaştırılabilir bir maliyetle edinilmesi mümkün olmayan yatırım mallarının ve ara

malların ithali, daha gelişmiş ülkelerden fikir ve teknoloji transferi ve yabancı

tasarruflara ulaşabilme olanağı, pek çok yoksul ülkenin hızlı büyümenin önündeki

geleneksel engelleri aşmasına yardım edebilir. Ama bunlar yalnızca ‘potansiyel’

yararlardır ve ancak ülke içinde tamamlayıcı politika ve kurumlar geliştirildiğinde

tam olarak gerçekleştirilebilirler” demektedir (Rodrik, 2000: 13). Rodrik’ in

fikirlerine göre küreselleşme ülke içi politika ve kurumların geliştirilmesi şartıyla,

azgelişmiş ülkelerin yararına sonuçlar üretecektir.

Fukuyama’ nın görüşlerine göre ise, liberal sistemi kabul etme ve

küreselleşme açısından en doğru sistem bulunmuş, yine kendi söylemiyle tarihin

sonu gelmiştir. Fukuyama bunu söylerken ülkeden ülkeye farklı uygulamalar

olabileceğini kabul etmekte ancak, temelde bir değişim yaşanmayacağını dünya

ekonomisine tam entegre olmayı başaran ülkelerin yaşanacak gelişmelerden kârlı

çıkacağını ifade etmektedir. Yine ona göre tüm bunlar kültürel bir zeminde

gerçekleşecek, sosyal erdemler, güven gibi konular ekonomik, sosyal ilerlemelerde

öne çıkacaktır. Yani ona göre geleceği, işletmeler, bireyler ülkeler arasında oluşacak

güven ve dayanışma yönlendirecek, bu yardımlaşmadan zor durumda bulunanlar

gerekli güveni vermesi şartıyla olumlu etkilenecektir. Ayrıca konuyla ilgili olarak,

Fukuyama’ nın Huntington’ un görüşlerini değerlendirmesi de önemlidir. O

Huntington’ un görüşlerini “Dolayısıyla günümüzdeki çatışmaların faşizm,

sosyalizm ve demokrasi gibi sistemler arasından değil, Batılı, İslamcı, Konfüçyüsçü,

Japon, Hindu gibi belli başlı kültürel gruplar arasında patlak vermesi olasıdır”

diyerek aktarmakta, onun fikirlerinde haklı olduğunu ancak, Huntington’ un

görüşlerinin zayıf tarafının kültürel farkların mutlaka çatışmayla sonlanacağı fikrinde

olduğunu söylemektedir (2000: 19-27). Oysa, kısaca, Fukuyama’ nın görüşleri

azgelişme açısından değerlendirildiğinde, liberal sistem içinde dünya ekonomisine

59

tam entegre olmak demek, hiçbir kural koymadan ulus-devletin sınırlarını yabancı

sermayeye açmak demektir. Huntington’ un belirttiği kültürlerin çatışması da

gerçekte, uluslararası sermayeler ve yerli sermayelerin kontrolünde oluşmaktadır. Bu

tür anlaşmazlıklar, en basit örnekle silah sanayisini besleyerek, söz konusu ekonomik

çevrelerin çıkarlarına göre kullanılmaktadır.

Post-fordizm, küreselleşme, post-modernizm bağıntısı içinde azgelişme

açısından da önemli bir yere sahiptir. Küreselleşme açısından dünyanın gelişmiş

cephesi her ne kadar azgelişmiş ülkelere büyük abi edasıyla şefkat gösteriyormuş

pozisyonuna girse de, bu oryantalist bakışın azgelişmeye zarardan başka faydası

olmayacağı ortadadır. Yine bunun ilk sebebini de, küreselleşmenin hangi sebeplere

dayandığında aramak gerekmektedir. Burada asıl sebep, azgelişmiş ülkelerin de

gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarılması olmadığına göre, sorunun cevabını

kapitalizmin üretim fazlasına, bunalımına aradığı ve kendine göre de bulduğu

çözümde aramak gerekmektedir.

Kapitalizm anlatılan sebepler dolayımında yaşadığı krizlere her zaman çözüm

arayışına girmiştir. Yeni dönemde bu krizlerin aşılmasında, 1980’ lerden sonra

öncelikle gelişmiş ülkelerden başlayarak, esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşması,

teknolojide meydana gelen gelişmeler, bilgisayarların ve internetin yaygın olarak

kullanılmaya başlaması, ulaşım ve iletişimde sağlanan kolaylıklar vb. sebepler

önemli bir avantaj sağlamıştır. Bu anlatılanlardan başka süreci hızlandıran bir sebep

de, 1989’ da Doğu Bloğunun çökmesiyle yaşanmaya başlamıştır. Bu zamandan

sonra meydana gelen gelişmelerde, tek hakim güç olarak, silahlı gücünü kendi

amaçları doğrultusunda acımasızca kullanarak, tüm dünyada hakimiyet kurmaya

çalışan Amerika’nın diğer gelişmiş ülkelerden daha etkili rolü olduğu görülmektedir

(Sayın, 2002: 299).

Post-fordist üretim sistemi ile ilişkili olarak gelişen küreselleşme, asıl etkinlik

alanını azgelişmiş ülkeler bağlamında göstermektedir. Küreselleşmeyle birlikte

azgelişmişlik Türkiye açısından da değerlendirilecek olursa, konu ulus-devletin

sınırlarının aşındırılmasıyla daha ilgili olacaktır. Etnik, dini kökenli ayrımcılık

60

yoluyla ulus devletlerin etkilerinin azaltılmasıyla ilgili olarak Sayın, “etnik ve dinci

akımların kendilerini korumaya yönelik olarak verdikleri savaşım, küreselleşmeye

karşı görünüyor olsa da, özünde ulus-devletin zayıflamasına yol açmaktadır. Sonuç

olarak geleneksel, modern savaşımından en kârlı çıkan taraf, tarafsız olarak görülen

küreselleşme olacaktır” demektedir (2002: 300). Burada da görüldüğü gibi, post-

fordist temelde gelişen küreselleşme, etnik, dini farklılıkları bile fazlaca sansasyona

sebep olmadan kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmektedir.

Ulus devletlerin zayıflaması beraberinde ortaya çıkan bir sorun da,

vatandaşların sosyal güvencelerle korunmasıyla ilgilidir. Ulus devletler, genelde az

çok farklılıklar görülse de, batıda görülen bir yaklaşımla, vatandaşlık hakkı olanlara

karşı, özellikle sosyal güvencelerle ilgili olarak, insana yaraşır düzeyde bir yaşama

alanı, sağlık, iş, eşitlik, eğitim gibi olanaklar sağlama yönünden güvenli görülüyordu.

Ayrıca iş dünyasıyla ilgili olarak da, II. Dünya savaşından sonra Keynes’ yen

kuramların etkisiyle, sermaye, işgücü arasında uzlaşma yönünde bir teşvik

görülmekteydi (Sayın, 2002: 301). Ancak, küreselleşmeyle birlikte gelen esnekleşme

baskıları, sosyal güvenceler açısından tamamen sermayenin istediği yönde eğilim

göstermekte, ulus-devletlerin yerli sermayeleri de aynı gelişmeleri desteklemektedir.

Yine, post-fordist ilkeler beraberinde uluslararası sermaye, emek gücünün

ucuz olduğu ülkelerde parça parça yeni fabrikalar kurarak, aynı malı birçok ülkede

birden üretebilmekte; iletişim ağları sayesinde işyerlerini merkezden

denetleyebilmektedir. Bu aşamada artık çalışılan mekân ve zaman kavramı da

değişime uğramıştır. Yeni gelişen durumlar paralelinde bir zamanlar Türkiye gibi

ulusal (ithal ikamesi stratejileri vb.) sermayeyi koruma altına alan azgelişmiş ülkeler,

artık uluslararası sermayenin gelmesi için ellerinden gelen kolaylığı sağlamaya

çalışmaktadırlar. Bu durumun tek istisnası ise milli güvenlik boyutunda dikkat

çekmektedir. Çünkü milli güvenlik dendiğinde askeri sırlar konusu gündeme

gelmektedir. Oysa, gelişen elektronik yapı, bilgisayar teknolojisinde kullanılan

yazılımların tek elden üretilmesi, işletim sistemlerindeki kodların çözülmesiyle

birlikte, bu kodları ellerinde tutanlar açısından bir üstünlük durumu oluşturmaktadır.

Aynı açıdan bitki ve hayvan doğasıyla ilgili genetik kodların belirli güç odaklarınca

61

çıkar amaçlı olarak kullanılabilmesi de, önemli bir tehlike olarak durmaktadır

(Kennedy, 1996: 165).

Kapitalist mantık sürecinde gerçekleşen “küreselleşme” olgusu ile birlikte

sınırlar erimektedir, fakat neden, hangi amaca hizmet etmek için soruları

sorulmadığında, asıl sorun gözden kaçmakta ve merkezi temsil eden gelişmiş

devletlerin, uluslararası sermayenin istekleri bir bir gerçekleşmektedir. Tüm gelişmiş

ülkeler içinde ise, Amerika’ nın dünyaya kafa tutar bir tarzda, 11 Eylül intihar

saldırısı bahanesiyle Irak’ ı işgal etmesi, dünyanın bu süper güç tarafından tek

merkezli hâle getirilmesi isteğinin somut bir göstergesi olmaktadır. Halliday’ in

deyişiyle Amerika “iş birliği çağrısı yaptığında buna karşı itiraz etmenin çok zor

olduğu ortaya çıkmıştır” (Halliday, 2002: x).

Bu çalışmada da savunulan görüşler doğrultusunda Wallerstein de, “Modern

dünya sistemi kapitalist bir dünya ekonomisidir; yani bazen değer yasası adı da

verilen sonsuz sermaye biriktirme dürtüsünün hükmü altındadır” demektedir. Dünya

sistemi olarak betimlediği kapitalizmin başlangıç zamanını ise, on altıncı yüzyıla

dayandırmakta ve etkili olduğu yerleri, Rus ve Osmanlı İmparatorlukları hariç olmak

üzere Avrupa’nın büyük kısmı ile Amerika kıtasının bazı bölümleri olarak

göstermektedir (2000: 44 - 45).

Yine, doğru olduğuna inanılan bir yaklaşımla, Wallerstein bir sistemi

diğerinden ayıran “Differentia specifica” (ayırt edici farklılık) olması gerektiğine

işaret etmektedir. Modern dünya sistemini kapitalist sistemle açıklayarak bu “ayırt

edici farklılık” durumunu, sonsuz sermaye biriktirme ile belirtmektedir. Buradan

kapitalist sistemi şu şekilde tanımlamaktadır: “Bütün kurumları, sermaye birikimine

öncelik veren herkesi orta vadede ödüllendirmeye ve başka öncelikleri hayata

geçirmeye çalışan herkesi de orta vadede cezalandırmaya göre donatılmış bir

sistemdir kapitalist sistem.” Ayrıca bu sistemi ayakta tutmak için ise, “kurulmuş

kurumlar kümesi, coğrafî olarak ayrı üretim faaliyetlerini birbirine bağlayan ve bir

bütün olarak sistemdeki kâr oranlarını optimize edecek şekilde işleyen meta

zincirlerini, bir devletler arası sistem içinde birbirine bağlanmış modern devlet

62

yapıları şebekesini, toplumsal yeniden üretimin temel birimleri olarak gelirleri bir

havuzda toplayan haneler yaratılmasını, son olarak bu yapıları meşrulaştıran ve

sömürülen sınıfların huzursuzluklarını kontrol altında tutmaya çalışan entegre bir

jeokültürü içerir” demektedir (Wallerstein, 2000: 145).

Yine aynı çalışmada gelişmiş ve yeterince gelişememiş ülkeler arasındaki

ilişkiyi anlamlandırmak için, “kapitalist dünya sistemi, merkez-çevre ilişkilerinin

hakim olduğu bir dünya ekonomisi ve devletlerarası bir sistem çerçevesi içindeki

egemen devletlerin oluşturduğu bir siyasi yapı tarafından kurulur” denmektedir

(Wallerstein, 2000: 44 - 45).

Kapitalist üretim mantığında şekillenen fordizm gibi, post-fordizm de

azgelişme bağlamında değerlendirildiğinde, konulara yaklaşım tarzında

belirginleşmektedir. Burada, azgelişmişlik tarafından bakışla değerlendirildiğinde,

sorunlardan birisi de, batının öteki olarak adlandırdığı toplumlara karşı geliştirdiği

stratejilerde ortaya çıkmaktadır. Vermeye çalıştığı imaja ters olarak batı, diğer

ülkelerin de kendi seviyesine gelmesi ile ilgilenir görünürken, amaç olarak kendi

ekonomisinin bunalımını aşmayı benimsemektedir. Bu konularda batının akla gelen

açmazları şunlardır:

a) Yeterince gelişememiş ülkelere, sözde doğru buldukları fikirleri dikte

etmeye çalışmaktadırlar, ancak, nedense yapılan araştırmalarda da görüldüğü

gibi, tüm önerilerinin kendi çıkarlarına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca,

bu bölüm içinde açıklandığı gibi, kendileri ulus-devletlerin ticari sınırlarının

açılmasını talep ettikleri hâlde, kendileri rekabet koşullarına göre sınırlar

koymaktadırlar. 22

b) Her azgelişmiş ülkenin, gelişme stratejilerini de etkileyecek, öznel

durumları olduğunu görmek istememektedirler.

c) Kendi gelişmelerinin diğerlerinin gelişmesine yaptığı bozucu etkiyi

değerlendirememektedirler.

22 Bk. (Kennedy, 1996: 181-182; Ercan, 1996: 104-105)

63

d) Gelişmenin ve küreselleşmenin bedelinin ne olacağı konusunda açık

değildirler.

Bütün bunlar düşünülerek ortaya çıkan gerçekle birlikte, yeterince

gelişememiş ülkelerin yararları göz önüne alınırsa; kendi sosyal, ekonomik

yapılarıyla ilgili özgün politikalar üretmek zorunlulukları ortaya çıkmaktadır. Şurası

da kesindir ki, gelişme çizgisinde dış etkilerin çok önemli etkisini kabul etmekle

birlikte, yeterince gelişememiş ulus devletlerin içinde bulundukları fasit çemberden

çıkışlarını kendi dinamikleri sağlayabilecektir. Bu dinamiklerde değişim ise,

sorgulayıcı ve yeniden yapılandırmacı bir bakışla, kültürel toplumsal, siyasal,

ekonomik yapı dahil tümden bir değişikliği gerektirmektedir.

Küresel etkilere çaresizce açık kalan azgelişmiş ülkeler açısından bakıldığında,

oyunun baş rol aktörleri ile ilgili şu örnek verilebilir: Holton, McGrew’ den verdiği

örnekte, oyunu yazanların özellikle basın yoluyla kamu oyuna ve hükümet

uygulamalarına nasıl etki edebildiklerini anlatmaktadır. Bu örnekte, körfez savaşı

sırasında, basında petrol fiyatlarında artış yapılacağı, ulaşım araçlarında daha pahalıya

seyahat edileceği üzerine kurulu haberler yayınlanmaya başlamıştır. Bu haberler

sonucunda ise, gerçekten de öngörülenler olmuş, sanal olarak yaratılan haberler küresel

güçlerin çıkarlarına uygun şekilde bir ortam hazırlamış, fiyatlarda meydana gelen

dalgalanmalar uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu

örnekte de görüldüğü üzere, uluslararası sermaye, spekülatif haberler yoluyla dahi,

yeterince gelişememiş ülkelerin ekonomilerini, kendi işine geldiği gibi

yönlendirebilmektedir (Holton, 1998: 113).

Küreselleşmeyle ilgili bir başka gerçek de göç ve göçmenlerle ilgili olarak

ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler tavır olarak kendi mallarını pazarlama

konusunda önemli dayatmalarla gelirken, sermayenin, bilginin, dolayısıyla e-ticaretin

küreselleşmesine ses çıkarmazken, emeğin küreselleşmesine ise karşı çıkmaktadırlar.

Erbaş, bu konuda kapitalizmin dünya çapında yeniden yapılanmasıyla birlikte

sermaye ve emeğin ilişkisiyle ilgili olarak, “yaygın olarak kabul gören düşünce,

sermayenin küresel yayılma/dolaşma konusunda serbest olduğu; buna karşın emeğin

dolaşımının serbest olmadığı biçimindedir” demektedir (2002: 174).

64

Yine, kapitalizmin mantığında gelişen Post-fordizm ile ilgili olarak çalışanlar

açısından azgelişme, bir başka önemli sorun daha ortaya çıkarmaktadır. Çalışanlar,

emeklerini ücret karşılığı kiralayan insanlar olarak, tüm dünyada aynı biçimde

hayatlarını kazanmaktadırlar. Ancak, ülkeden ülkeye işgörenler arasında önemli

farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle azgelişme çerçevesinden bakıldığında, ücretler,

sendikalaşma, sosyal sigorta, işyeri koşullarının insan sağlığına uygunluğu vb.

azgelişmiş ülkelerde acı veren bir durum olarak, çalışanlar üzerinde daha fazla bir

baskı oluşturmaktadır. Azgelişmeyi çalışanlar açısından değerlendirmeden önce,

post-fordizmle ilişkisi bakımından azgelişmenin kendisiyle ilgili analizlerde

bulunmak faydalı olacaktır.

Ragnar Nurkse' nin bu konudaki görüşlerine göre, fakirlik üç kısır çember

yaratmaktadır (Ercan, 1996: 94).23 Bu üç kısır çemberi ise, şu şekilde maddelemek

mümkündür:

a. Gelişememiş küçük bir pazar vardır.

b. Üretkenlik düzeyi düşük, verim yetersizdir.

c. Sermaye birikimi gereken seviyede değildir.

Nurkse' nin görüşlerine göre; azgelişmiş ekonomilerin bir yol bulup

gelişememesi, bu maddelerdeki sebeplerin devamlı bir suretle birbirlerini

etkilemeleri sebebi ile olmaktadır.

Nurkse burada; kalkınmış ekonomileri, geniş bir pazara ve dolayısıyla bunu

da, üretkenlikte yüksek bir düzey oluşmasına bağlarken, üretimde kullanılan sermaye

birikiminin de büyük ölçekli süreçte etkisi olduğunu anlatmak istemektedir. Ona göre

kalkınamamış bir ekonomide, bu durumun sebebi, pazarın küçük olması, bunun da

neticesi olarak üretkenlik seviyesinin düşük olması, üretkenlik seviyesinin düşük

olmasının sebebi ise, sermaye birikiminin yetersiz olmasıdır.

23 Ayrıca bk. (Nurkse, 1970: 4-11)

65

Yukarıda açıklanmaya çalışılan Nurkse’ nin fikirlerine göre, kısaca, fakirliğin

sebebi yine fakirliktir. Bu şekilde üçüncü dünya meselelerine kafa yoran birçok

oryantalist, ekonomist, sosyolog vardır. Tanınmış birkaç tanesinin ismi anılacak

olursa, ekonomistlerden Ragner Nurkse, Colin Clark, W. W. Rostow, sosyologlardan

Durkheim, Weber verilebilir. Burada verilen tüm bu isimler ve yazının kapsamı

gereği sayılmayan konu üzerinde çalışmış birçok batılı uzman, meseleye kendilerine

göre farklı bakış açılarından bakmakla birlikte, ortak olarak batının söylemini dile

getirmişlerdir. 24

Azgelişme - küreselleşme açısından değerlendirildiğinde, bir başka konu da,

gelişmiş ülkelerin dünyanın kirlenmesine yaptıkları büyük katkıyla ilgilidir. Dünyayı

en çok kirleten, en fazla artığa sahip merkezi küresel güçler, doğayı sonsuz kâr

tutkusu içinde sömürmekte, ancak, çevreye verdikleri zararı telâfi etmekte son derece

duyarsız davranmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak, Prages’ in anlattığı gibi global

çevre kirliliği, büyük nükleer reaktör kazaları tehlikesi, yaşanılan dünyayı tuzaklarla

dolu bir hâle getirmekte, aynı şekilde yiyecek kaynaklarının ve denizlerin zarar

görmesi buralardan elde edilen besinleri sağlıksız duruma getirmektedir. O yaptığı

çalışmada, yaşadığımız dünyayı tehlikeye sokan bu tuzakları anlatmaya

çalışmaktadır (1978: 186–188).25

Yine, bugün gelişmiş ülkelerdeki bilinç düzeyinin yüksek olması sebebiyle,

üretim adına çevrenin kirletilmesi zorlaştırılmakta ya da yüksek maliyet

getirilmektedir. Sonuçta uluslararası sermaye, hem iş gücünün ucuz olması

sebebiyle, hem de çevreye verilen zarar açısından fazla külfete katlanmadığı

Bangladeş, Çin, Kamboçya, Vietnam gibi ülkeleri tercih etmektedir (Sayın, 2002:

94-95). Bu anlamda ortadaki duyarsızlıktan dolayı dünyadaki üretimin büyük kısmını

sağlayan en gelişmişler, en çok kirletenler olarak ortaya çıkmakta; ne yazık ki

verdikleri zararı bu duruma katlanmak zorunda kalan, yeterince gelişememiş ülke

insanları çekmek zorunda kalmakta; ayrıca bu süreçte global çevre kirliliği de

artmaktadır.

24 Kalkınma modelleri ve azgelişmişlik sorunu için ayrıca bk. (İlkin, 1974). 25 Ayrıca bk. (Wallerstein, 2000: 94-99).

66

Ayrıca, kendisini dünyanın daha gelişmiş kısmının temsilcisi gibi gören

gelişmiş ülkeler, hepsi aynı tonda saldırgan olmasa da, kültür ve uygarlık adına ne

varsa kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Dahası bu durum sadece söylemde

kalmamakta, geri kalan dünyanın sömürgeleştirilmesi için de mantıksal bir temel

oluşturumunda kullanılmaktadır. Benhabib’ in eserinde Aristo ve İletişimsel etikçiyi

konuşturduğu kısımda anlatılanlar, aynı duruma, geçmişle kurulan ilginç benzerlik

açısından örnek olarak verilebilir. Metindeki karşılıklı diyalogun bir yerinde Aristo,

farklılık üzerine kurduğu mantığında Perslileri barbarlıkla suçlamaktadır. Onların

“anayasal hükümetleri yok, karıları köleler gibi, tanrıları o kadar çok farklı ki”

demekte; Perslilerin kendilerini yönetecek akıl ve idareyi kullanacak karar verme

yetisine sahip olmadıklarını, dolayısıyla tüm eksiklik ve hatalarına karşı üstün

gördüğü Yunanlılar için köleleştirilmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. İletişimsel

etikçi ise Perslilerin farklılığı “onları daha az insan kılmıyor” demekte, Yunanlıların

da her zaman aynı kültür durumunda bulunmadıklarını bildirerek, sayılan sebeplerin

söz konusu köleleştirme için gerekçe olamayacağını açıklamaktadır. “İletişimsel

etikçi” Perslilerin kültürlerini de benimsememektedir. Ancak, buna çarenin, onların

hataları konusunda Platon usulü bir diyaloglar vasıtasıyla sağlanabileceğini iddia

etmektedir (Benhabib, 1999: 76-77).

Gelişmiş ülkelerin aslında kendilerine biçtikleri bu üstünlük kumaşının her

zerresinde yeterince gelişememiş, direk ya da dolaylı olarak sömürgeleştirdikleri

ülkelerin zenginliklerinin, emeklerinin payı olduğu açıktır. Bunun bir örneği de

ülkemizde 1950’ lerden sonra başlayan dış yardımlar örneğinde görülmektedir. Bu

dönemden sonra alınan dış krediler, yardımlar, hem Mustafa Kemal Atatürk

önderliğinde gerçekleştirilmiş olan devrimler sayesinde elde edilen

bağımsızlığımızın yitirilmesine yol açmış, hem de ekonomimizin bir türlü

düzelememesinin temel sebeplerinden olmuştur (Eroğul, 1998: 214-215). Bu konuda

Ercan’ ın Kenedy’ nin demecinden verdiği örnek, Amerika açısından sermaye

transferi konusundaki görüşle, söz konusu durumu çok iyi açıklamaktadır. “Dış

yardım ABD’ nin dünya genelinde kontrol ve etkisini sürdürmesinin bir yöntemidir

ve tamamen çökmüş ya da komünist bloğa girme yolundaki ülkeler göz önüne

alındığında sürdürülmelidir” (Ercan, 1996: 102).

67

Yukarıdaki paragraflardan da anlaşıldığı gibi; gelişme, uygarlık, kültür vb.

adına ne varsa batı tarafından haksızca sahiplenilmekte, kendi çıkarlarına uygun

şekiller verilip kullanılmaktadır. Oysa bilindiği gibi dünya tarihi, dünya kültürü

değişik uygarlıkların izlerinin karışımıyla doludur. İncelendiğinde görüleceği gibi, ne

tarihsel bağlamda, ne de azgelişme bağlamında, doğu olmadan, batının batı olması

asla olanaklı değildir. Yine Kenedy’ nin demecinde de itiraf edildiği gibi, gelişmiş

ülkeler yardım da verseler, bunu kendi çıkarlarını ilgilendirmesi sebebiyle, “güç ve

kontrol ilişkileri” sebebiyle yapmaktadırlar.

Yapılan araştırmalardan, gelişme yazını tarafından iddia edilen fikirlerin,

gelişmiş ülkelerin çıkarları ile uyuşum içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu söylemlerin

paralelinde güçlerini yeterince gelişememiş ülkeler üzerinden elde ettikleri

sömürüyle perçinleştiren gelişmiş ülkeler, olanlarla ilgili olarak hiçbir sorumluluk

hissetmemektedir. Gelişme yazınının ileri sürdüğü fikirler, azgelişmenin ülkeden

ülkeye olan farklı yapısını; ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, geleneksel,

bölgesel, gelir düzeyi ve dağılımındaki vb. farklılıklarını; gelişmiş ülkelerin

azgelişmeyi artırıcı etkisini değerlendiremediğinden başarılı olamamıştır. Yeterince

gelişememiş ülkelerde, bu sebepten dolayı, tepki olarak kendi durumlarını daha iyi

ortaya koyabilecek “bağımlılık okulu” nun teorileri önemli ölçüde etkili olmuştur.

Dünya sistemini geliştiren “Wallerstein” e göre bağımlılık okulunun anahtar

kavramı bağımlılık, esas olarak eleştirel bir kavramdır. Ve gelişmiş ülkeler ile

azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını karakterize etmektedir. Bu ilişkiler,

azgelişmiş ülkeler ya da uydulardaki gelişme çizgisindeki gibi güç ve kontrol

ilişkileridir” (Ercan, 1996: 142).

Marxist bir açıdan bağımlılık okulunu etkileyen P. Baran ise; azgelişmiş

ülkelerin sömürüldüğünü ve aldıkları desteğin bir aldatmaca olduğunu ileri sürdüğü

fikirlerinde, “azgelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş kapitalist ülkelerin

egemen çıkarlarına kesinlikle ve temelinden ters düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelere

birçok önemli hammaddeyi gönderen, bu ülkelerin şirketlerine büyük karlar ve

68

yatırım alanları sağlayan geri kalmış dünya, çok gelişmiş kapitalist Batı için her

zaman vazgeçilmez bir dayanak ‘hinterlant’ olmuştur” demektedir (Ercan, 1996:

147-148). Yine açıkça anlaşılacağı gibi, bu durum da, post-fordizmin üretimin

mekânında yaptığı değişikliklerle, piyasaları esnekleştirmesi sonucu ortaya

çıkmaktadır.

Chossudovsky, ulus-devletlerin küresel etkiler yoluyla nasıl devre dışı

bırakıldığını, “pazarların küresel şirketler için büyümesi, iç ekonominin

parçalanmasını ve tahrip edilmesini gerektirir. Para ve meta hareketlerinin önündeki

engeller kaldırılır, kredi sistemi kuralsızlaştırılır, toprak ve devlet mülkiyeti

uluslararası sermaye tarafından devralınır” diyerek açıklamaktadır. Ona göre

yoksulluk, insan üretimiyle ilgili kaynakların ve maddi kaynakların son derece az

oluşuyla ilişkili değil; işsizliği de artıran, emek maliyetlerinin tüm dünyada

küçülmesini sağlayan küresel aşırı arz sistemi sonucu ortaya çıkmaktadır (1999: 18-29).

Naisbitt’ ise aynı konuda, “Dünya ekonomik açıdan birleşirken parçaları

sayıca artıyor, küçülüyor ve önem kazanıyor. Global ekonomi büyürken parçalarının

boyutu küçülüyor. ...... Komünizmin yok olması, milli devletin gerilemesi, tek pazarlı

dünya ekonomisinin oluşması, dünyaya demokrasinin yayılması ve yeni

telekominakasyon devrimi ile birlikte bireyler, aileler, şirketler ve kurumlar için

doğan fırsat ve olasılıklar daha önce hiç olmadığı kadar büyük. Global paradoks bize,

bireyler olarak hepimizin önündeki fırsatların, insanlık tarihindeki daha önce hiç

olamadıkları kadar büyük olduklarını söylüyor” demektedir (1994: 216). Ona göre

yukarıdaki açıklamalarından da anlaşıldığı gibi, küreselleşme küçük işletmelerin

artmasını getirmekte, bu da iş ve önemli kazançlar sağlamak için yeni fırsatlar

oluşmasını sağlamaktadır. Ancak burada gözden kaçan onun bahsettiği küçülen

işletmelerin yine büyük işletmelerin parçaları olduğu, dolayısıyla aslında büyüyenin

küçük şirketlerin değil, büyük uluslararası işletmelerin olduğudur. Aslında küçük

işletmelerin çoğalması, evde yapılan üretim, başka ülkelerde yapılan üretimler, esnek

üretimler vb. merkez sermayenin daha da büyümesini sağlarken, tam tersine

emeğiyle çalışanları sendikasız güvencesiz bir ortama sürüklemektedir.

69

Yukarıdaki paragraflarda verilenlerden, yazın dünyasına yansıyan ekonomi

tabanlı açıklamalar iki taraftan eleştirilebilinir. Bunlardan birisi görüntüsü ne olursa

olsun, bu tarz açıklamalar yeterince gelişememiş ülkelerdeki deneyimler göz önüne

alındığında, azgelişmişliğin yönünü gelişmeye döndürmesine yetmemektedir. Ayrıca

batı bakışlı bu görüşlerin kendi gelişmelerini sağlarken de, bugün kendi ötekilerine

verdikleri tavsiyelerin tam tersini uyguladıkları bilinmektedir. Örneğin bugün

piyasaların esnekleşmesini talep eden post-fordist üretim ilişkileri, azgelişmiş

ülkelere önerdikleri pazar ekonomisi şartlarında, dünyanın toplamını bir pazar olarak

görmelerine rağmen, kendileri gelişmelerini tamamlayana kadar, dışarıyla

yarışamayacakları ürünlerin ülkelerine girişine, Japonya ve İngiltere başta olmak

üzere sınırlamalar getirmişlerdir (Kennedy, 1996: 181-182; Ercan, 1996: 104-105).

Ülkemizde de “ithal ikamesi stratejisi” olarak bilinen bu yöntem, belirli bir

zamana kadar yoğunlukla uygulanmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1996: 60 - 62).

Ancak, bu durum söz konusu ülkelerdeki uygulamalar gibi, yazık ki ülkemizi

başarıya götürmemiştir. Bunun böyle olmasının sebeplerinden birisi, sermaye

çevresinin ucuz maliyetle çok kâr elde etmek istemesidir. Sorun “ithal ikamesi

stratejisi” çerçevesinde düşünüldüğünde, dışarıyla rekabet ihtiyacı duymayan iç

sanayi açısından, az maliyetle yüksek kâr elde etme arzusu tarafından

şekillendirilmektedir. Burada ithal ikamesi stratejisinin ülkemizde yanlış kullanıldığı;

mevcut uygulama sebebiyle, Türk sanayisinin kolaycılığa kaçtığı; ithal teknoloji

kullanarak kendi teknolojisini kendisi üretir bir seviyeye gelmeye çalışmadığı;

tersine tekelleşerek, kalitesiz üretimde bulunduğu hâlde, en yüksek ve kolay

kazanıma yöneldiği anlaşılmaktadır.

Bir diğer ekonomi tabanlı açıklamalar, kişi başına gelir, milli gelir gibi

ekonomik göstergeler ile açıklanmaktadır. Ancak hem azgelişme, hem de

toplumların durumları hakkında yapılan araştırmalarda ulaşılması düşünülen

gerçeklerde, bir isnat yakalanamamaktadır. Bunun da sebebini ülkelerin

değerlendirilmesinde, toplumların birbirlerinden farkını oluşturan, sosyal, kültürel,

geleneksel, bölgesel, siyasal, ekonomik vb. tüm alanlarda birden farklılıkların

görülmemesi, araştırılmaması oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi, gelişmeyle ilgili

70

sorunları ekonomiye indirgeyen bu tarz bir ele alışın, toplumla ilgili gerçeklerde

yetersiz kalacağı açıktır.

Aynı bağlamda, insanların düşüncelerindeki farklılığa dikkat çeken bir

araştırmada Inkenes ve Smith’ in ulaştığı sonuçlar ilgi çekicidir. Onlar, modern ve

geleneksel insan arasındaki farklılığı azgelişmiş ülkelerde altı bin kişilik bir örnekle

yaptıkları anket çalışmalarına göre, modern insanların özellikleri açısından şöyle

sıralamaktadırlar:

a. “Yeni deneyimlere hazır olma ve yeniliklere açıklık.

b. Acil olanların dışındaki şeylere karşı ilgi.

c. Diğer insanların düşüncelerine karşı daha demokratik davranma.

d. Geçmişten çok geleceğe yönelik olma.

e. Kendi hayatını plânlamaya muktedir olmak.

f. Çevreye hükmedebileceğine ve amaçlarına ulaşabileceğine olan inanç.

g. Dünyanın hesaplanabilir ve bu nedenle de kontrol edilebilir olduğunu kabul etmek.

h. Diğerlerinin, örneğin kadın ve çocukların, yaşama haklarının bilincinde olmak.

i. Bilim ve teknolojinin başarısına güvenmek.

j. Adil dağılıma olan inanç şeklinde sıralamışlardır” (Ercan, 1996: 110-111).

Azgelişmiş ülkelerde yapılan bu araştırmada, geleneksel yapıya uygun

insanların modern olmayan davranış kalıpları gösterilmek istenmektedir. Ancak

burada unutulmaması gereken, bu değerlerin başlı başına bir veri kabul

edilemeyeceğidir. Çünkü aslında bu elde edilen sonuç, konu içinde de incelendiği

gibi, azgelişmeye etki eden faktörlerin bir kısmını ifade etmektedir. Örneğin dışsal

etkilerin bu duruma katkısının değeri azımsanmamalıdır. Yine de, ülkelerin

gelişmesine etki eden dinamikler içerisinde, yukarıda modern insanla geleneksel

insan arasındaki farkta da görüldüğü gibi; aslında azgelişmenin en temel unsurlarının

başında gelen, azgelişmiş, çağın kültür ve deneyim birikiminden, bilimsel bakış

tarzından yeterince yararlanamayan ülke insanlarının etkisi azımsanmamalıdır.

Çünkü ülkelerdeki değişim insanların beyninde başlamaktadır.

Bu durumu açıklamaya verilecek en belirgin örnek, kendi özgün yapısı içinde

Japonya’ dır. Kuşkusuz burada bu ülkede sömürü yoktur, her şey insan haklarına

71

uygundur vb. her şeyin mükemmel olduğu söylenmek istenmemektedir. Üstelik

yukarıda açıklanan modern insan özellikleriyle Japonya’ daki durumun ne kadar

özdeşleştirilebileceği de oldukça kuşkuludur. Ancak bir takım doğmalardan

kurtulmanın katkısı, kendilerine özel kültürleri içinde, kendi benimsedikleri yollarda

kararlılıkla yürümeleri örnek alınacak değerdedir. Yine 1950’ lere kadar dünya

ekonomi sistemi içerisinde bir varlık gösteremeyen bu ülke, önemli ölçüde doğal

şartlar açısından da dezavantaja sahip olmasına rağmen, kendi dogmatik olmayan ve

gelişmenin önünü açan kültürlerinin de etkisiyle, araştırma geliştirme ve eğitime

verdikleri değer sayesinde, insan aklının ulaşabileceği başarma gücüne hiçbir şeyin

bahane olamayacağını göstermiştir.26 İslam dünyasında da, Kur’an ve hadislerde

verilen mesajlarla eğitimin ve sürekli gelişmenin öncelendiği bilinmektedir. Ancak

bir Japonya örneğinin buralarda neden yaşanamadığı, çok derin ve ayrı bir

çalışmanın konusu olmak durumundadır.

Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi; gelişme sosyolojisi de, yazın

dünyasında karşıtını inceleme etkileme anlayışı içerisinde bir tavır sergilemiştir.

Modernin karşısına getirilen geleneksel bağlamında, daha dar kapsamlı bu tip

araştırmalarda, toplumların ikilikler dışındaki gerçeklikleri görünmemektedir. Yine

burada modern toplumlar geleneksel toplumlar karşıtlığında, azgelişmiş ülkelerin

kendilerine has dinamikleri değerlendirilememektedir. Ülkelerden ülkelere meydana

gelmiş bulunan farklılıklar bir yana, bölgesel düzeyde olan farklılıklar hiç

görülmemekte; toplumsal yapıyı anlamaktan çok uzak olan bu anlayış da,

azgelişmişlik yönünden gerçekçi bir yaklaşımdan uzak görünmektedir.

Post-fordizm’in çalışanlara ve topluma etkisi açısından değerlendirilmesi

gereken bir konu da “Post-modern” ile ilgili tartışmalardır. Post-fordizm, bazılarına

göre, üretimde esnek yöntemlerin de uygulanmasıyla meydana getirdiği değişimleri,

“post-modernizm” denilen modernden kopuşu simgeleyen yeni bir kültür ve felsefe

anlayışıyla dile getirmiştir. Bazılarına göre, bu süreç modernin devamı olarak mantık

ve temel nitelikler açısından herhangi bir değişim getirmemiştir. Başka diğerlerine

göre ise, gelişmeler modernden tam bir kopuşa işaret etmektedir. Buradan konunun

26 Japonların kültürel özellikleriyle ilgili bk. (Güvenç, 1995).

72

çok farklı boyutlarda ve algılayışlarda değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Langman,

post-modernizmi özellikle teknoloji etkisiyle meydana gelen gelişmeler paralelinde

vurgulamakta; “Bu değişimler ‘post endüstri toplumu’ (Bell, 1973), ‘geç kapital’

(Mandel, 1975) ‘üçüncü dalga’ (Toffler,1990) ve/ya da ‘organize olmayan kapital

(Lash ve Ury, 1987) olarak teorize edildi” demektedir. Langman, konuyu ileri

bilgisayar teknolojileri, elektronik kapsamında, sosyal, ekonomik, politik, kültürel

yaşamımızda, getirdiği değişimlerle birlikte tekno-kapitalizm ve siber-feodalizm

anlamlandırmasıyla tartışmaktadır (1998: 342–364). Drucker da konu toplumu

“kapitalizm sonrası toplum” olarak adlandırmaktadır (1993). Bu ve benzer

anlamlandırmalar karşılaştırıldığında, aslında kapitalizmin mantığında hiçbir sapma

olmadığı gerçeğinin gizlenmeye çalışıldığı düşünülmektedir.

Erbaş ise, konuyla ilgili olarak, modern ile post-modernin farklılığına ilişkin

üç farklı yorumdan söz etmektedir. Buna göre: “1) Post-moderni modernin bir

devamı olarak görüp ve dolayısıyla da, son otuz yıllık toplumsal değişimi modernden

bir kopuş olarak değil, onun bir uzantısı olarak kabul eden yorum. 2) Onu modernden

radikal bir kopuş olarak yorumlayan ve dolayısıyla da post-moderni moderne

alternatif olarak gören yorum. 3) Bu iki karşıt yorum dışında modern ve post-

modernin iç içe geçmişliğini benimseyen yorum” (1999: 21). Bu araştırmada söz

konusu yorumlardan birincisi savunulmakta, modernite düzleminde ortaya çıkan

yüzeysel gelişmelerin bir kopuş olarak değerlendirilemeyeceği, çünkü kapitalizmin

mantığında bir değişim olmadığı düşünülmektedir.

Harvey’ in görüşleri de yine bu araştırmada benimsenen fikirlere yakın

görünmektedir. Ona göre tahmini olarak 1972’ den itibaren zaman ve mekânı

algılayışımızda yeni hakim biçimlerin ortaya çıkışıyla birlikte, bir köklü değişim

yaşanmaktadır. Ancak, bu gelişmeler, post-kapitalist, post-endüstriyel toplumların

oluşması anlamında değil, kapitalizmin yüzeysel görünümlerinde meydana gelen

bazı değişiklikler olarak görülmektedir (1999: 7). 1970’ li yıllarda Jonathan Raban’

ın Londra şehrinden esinlendiği “Yumuşak Kent”, “Soft City” isimli kitabı, kenti tüm

hiyerarşilerin, değer türdeşliklerinin çözüldüğü bir “üslûpların pazar yeri”, her türlü

konunun belirli bir belirlenim olmadan yer aldığı bir “ansiklopedi” olarak alıyor.

73

Raban’ a göre “kişisel kimlik” de, “insanların istedikleri gibi davranma ve istedikleri

gibi olma konusunda göreli olarak özgür oldukları bir alandı.” Kent verdiği biçim ve

meydana getirdiği etkileşimle birlikte, bizim ona verdiğimiz biçime göre bize de

şekil vermektedir. Şehir yaşamı yaratıcı bir oyuna benzemesi itibarı ile sanatsal bir

durum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Raban, kent yaşantısında her şeyin yolunda gittiğini söylemek

istememektedir. İnsanların bir çoğu yaşantılarını anlamlandıran şeyleri, ilişkide

bulundukları diğer insanları yitirmektedirler. Yine şehir hayatının bu zamanında

cinayet ve şiddet kaynaklı karmaşa her an sıkıntısı duyulan bir kargaşa durumu

yaratmaktadır. Harvey, post-modernizm teriminin anlamı konusunda, kimsenin

anlaşamadığını söyledikten sonra, genelde nasıl anlaşıldığını belirtmek için de;

“belki bir istisnayla: ‘post-modernizm,’ ‘modernizm’ e karşı bir tepki, ondan bir

kopuş olarak anlaşılmakta” demektedir (1999: 17 - 21). Burada kent örneğinde de

görüldüğü gibi, tüm hiyerarşilerin, türdeşliklerin çözülmesiyle birlikte bir kargaşa

durumu meydana gelmiş; toplumlarda insanların nasıl yaşadığı, hangi zorluklarla

savaşmak zorunda kaldığı belirginliğini yitirmiştir. Söz konusu durum ise, kolayca

anlaşılacağı gibi toplumsal baskı gruplarının, sendikal hareketlerin zayıflamasıyla

birlikte büyük sermaye sahiplerinin beklentilerinin elde edilmesine olanak

sağlamıştır.

Gerçekten de, önceleri sanatta ifade bulan post-modernizm, modernin

sınırlayan, belirleyen, plânlayan boğucu havasına karşı bir tepki olarak doğmuştur.

Bu anlamda “anything goes” her şey uyar, her şey gider türü bir anlayış getirmiş;

nasıl ki, post-modern sanatta, ona her bakan o eseri kendisine göre değerlendiriyorsa;

post-modernizm de merkezi tek otoriteli bakış tarzının karşısına çok yönlü, “ademi

merkezci” bakış açılarının gelmesini sağlamış ve en önemli katkıyı da bu yönüyle

yapmıştır. Çünkü toplumdaki insanlar adına, akıl adına doğrular tayin edenler,

aslında bu tavırlarıyla, yaptıkları psikolojik ve direkt baskılar ile, getirdikleri

kurgusal düzenlemelerle bireysel özgürlük alanını yok ederek, insanların

karşılaştırmalı gerçeklere ulaşmalarına engel olmuşlar; modernitenin mekanizasyon

anlayışı içerisinde insanı yok etmişler; sistemin robotları, makinelerinin dişlileri gibi

74

görmüşlerdir. Bu da toplumlardan gerçeklerin gizlenmesi, halkların yararı yerine, bu

gizlilikten çıkarı olan belirli kimselerin çıkarına hizmet eden ilişkilerin gelişmesini

getirdiğinden, bütünsel anlamda, toplumların ve ulusların zararına işlemiştir.

İnsanları birey olmaktan uzaklaştıran, özgürlük alanlarını daraltan bu yapılar,

oluşturdukları koşulsuz otorite sistemlerinde, soygunların, yolsuzlukların gizlenmesi

anlamında önemli işlevler yapmış ve üçüncü dünya toplumlarının gerilemesine

yoksullaşmasına da yıkıcı katkılar sağlamışlardır.

Toplumsal yapıda ağırlıkla teknoloji kaynaklı gelişmelerle ilgili olarak

Zohar’ da Kuantum fiziğini esas alarak farklı bir yorum getirmektedir. Ona göre

toplum küçük parçalar ve bütün ilişkisinden oluşmakta, küçük parça orijinalinin tüm

özelliklerini taşımaktadır. Burada söz konusu olan, küçük parçacıklar hâlinde her

yere saçılmış etnik, dini, ekonomik, siyasal vb. tüm farklıların ortak bir payda da

buluşmasıdır. Mekanist Newton fiziğine göre düzenlenen kesin doğru - kesin yanlış,

siyah - beyaz ikilemlerine, hiyerarşik toplum yapısına karşıt, Kuantum fiziği

temelinde farklılık ve çoğulluk üzerine kurulmuş bir toplumsal yapı anlatılmaya

çalışılmaktadır (Zohar; Marshall, 1994: 1-15). Böylelikle bir taraftan post-modern

tavır bireyleri özgürleştirirken, onları parçalamış, toplum içinde kaybetmiş, sınıf

bilincinin gerilemesine sebep olarak, her türlü haksızlığa karşı gelişmesi gereken

örgütlü hareketlerin etkisini geriletmiştir. Yani yeni durum da daha farklı başka

sakıncalar getirmekte, sendikal hareketlerin etkinliğini yitirmesine çalışmakta;

insanların sadece birey olarak yaşamaları sonucu toplum sorunlarından

uzaklaşmalarına sebep olmakta; sivil toplum örgütleri son Irak olaylarında da

görüldüğü gibi yeterli baskıyı yapamamakta; bilinçsiz ve duyarsız bir yaşantıyı

öncelemektedir. Gelişmeler de bire bir göstermektedir ki, iletişim devrimi de yeni

gelişmelere karşı çare olamamakta, sosyal devleti, dünya barış ve huzurunu yok

etmeye çalışan uluslararası güçler, insanlık yeni bir duyarlılık durumunu

yakalayamadığından, işlerine gelen düzenlemeyi yapabilmektedirler.

Post-fordist temelde gerçekleşen post-modern teorilerin başta gelen

savunucularından olan Lyotard da, Boudrilard’ dan farklı olarak, vurguyu toplumdan

bilgi biçimine kaydırmaktadır. Post-modern toplumu teknolojilerde meydana gelen

75

gelişmelerin sonucu olarak görmekte; Modernitenin akıl merkezli, her aşamada

merkantalizmi öne çıkaran düşünce yapısına karşı çıkmakta; pozitif bilimin verilerini

de büyük anlatı kabul ederek, güvenilir bulmamakta, büyük anlatıların bundan böyle

yıkıldığını ifade etmektedir. Erbaş’ ın ifadesiyle o, “post-modernizmi modernitenin

büyük umutlarının sona erdiği, geçmişin totalleştirici toplumsal teorilerini, özgürlük,

eşitlik, adalet, evrim, rasyonalizasyon ve devrim gibi büyük ideallerin anlamını

yitirdiği bir durumun adı olarak “post-modern durum” kullanmaktadır” (1999: 23).

Burada anlatılmaya çalışıldığı gibi; post-modernizm denen kavram, Harvey,

Habermas, Jameson, gibi yazarların da ortak kanıda olduğu üzere, kapitalizmden

kesin ve ani bir kopuşa işaret etmemektedir. Lyotard türü bir post-modernizm ise,

büyük anlatıların sonunun geldiğini söylemesi yönüyle ve pozitif bilimi de bu

fikirlerin içerisine koymasından, sanal bir dünyada yaşanıldığı izlenimi verdiğinden,

mantıklı görülmemektedir. Ayrıca bilimin değerinin bu tarz bir gözden düşürülüşü,

insanlığı orta çağ karanlığına götürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektedir.

Çünkü böyle bir durum madem ki bilimde kesinlik yok, yaşadığımız dünyada bir

hayalden ibaret, hiçbir şeyin de değeri yok gibi anlayışların gelişmesine sebep

olmaktadır. Oysa bilimin kendi yanılgılarını bulması, onun bir üstünlüğü olarak

anlaşılmalı, yaşadığımız dünyaya verebildiğimiz bu kadar anlamın da yine bilim

sayesinde olduğu unutulmamalıdır.

Yukarıda anlatılan durum özellikle post-fordist anlayış ve küreselleşme

açısından da önem taşımaktadır. Çünkü bu anlayış yerleştiği takdirde ortaya çıkan

anlam yitimi bağlamında, ulusal sınırların ve sosyal devletin aşılması da

kolaylaşmaktadır. Post-modern anlatılar, post-fordist üretim ilişkileri içinde,

küreselleşme cephesinden bakış tarzıyla, sanki birbirleri için üretilmiş olduklarını

ispatlar biçimde taban tabana uyuşmaktadır. Sanki bu tablo öyle bir izlenim

vermektedir ki, Post-modernizm ve Küreselleşme omuz omuza vermiş, tüm

durumların belirginsizleştiği ortamları önce kurgulamakta, sonra uluslar arası

sermayenin beklentilerine uygun kıvamda mayalanmayı elde ettikten sonra hayata

geçirmektedir.

76

Yine teknolojide meydana gelen gelişmeler ve çağın gereği olarak sunulan

küreselleşme, azgelişmiş ülkelere bir fırsat olarak sunulmakta; sermayenin dolaşımı

anlamında ekonomik sınırların kaldırılması talep edilmektedir. Ayrıca, çok uluslu

şirketler konusunda, bu işletmelerin milliyetsizliği öne çıkarılmaya çalışılmakta,

tarafsız bir konum içinde oldukları iddia edilmektedir. Ancak bu işletmelerin Somel’

in vurguladığı gibi, “malikleri vardır ve bu maliklerin milliyeti vardır.” Bu aşamada

söz konusu işletmelerin araştırma-geliştirme faaliyetlerini nerede yaptıkları, elde

ettikleri sermayeyi hangi ülkede topladıkları, hangi ülkelere hangi olumlu olumsuz

etkileri yaptıkları önem taşımaktadır (2002: 143).

Bu bölümde yapılan incelemelerle, sanayileşme sonrası dönemin toplum

düzleminde, özellikle de çalışanlar açısından ve azgelişmeyle de bağıntılı olan

durumu araştırılmak istenmiştir. Görülen o dur ki, sanayileşmenin ilk dönemlerinden

başlayarak her ne kadar çalışanların kazanımlarında farklılıklar oluşmuşsa da;

kapitalist üretim sisteminin mantığının, insanları, doğayı, toplumları istismar etmede

kararlılık gösterdiği anlaşılmaktadır. Yine konu içinde incelendiği gibi, post-fordist

üretim biçimi, esnek üretim teknikleri, küreselleşme, post-modernizm etkileri ise bu

süreci desteklemektedir. Ortaya çıkan durumda, özellikle çalışanlar açısından

meydana gelen gelişmeler, sonraki bölümde yapılan araştırmaların katkısıyla biraz

daha belirginleşecek ve Toplam Kalite Yönetiminin çalışanlar açısından sosyolojik

analizinin yapılmasına katkı sağlayacaktır.

2.1.2 Örgüt Düzleminde

Önceki bölümde, konuyla ilişkili olarak toplum düzleminde ortaya çıkan

gelişmeler değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ise, özellikle çalışanları daha

çok etkileyen işyerlerindeki organizasyonlarla ilgili durumlar araştırılmaktadır. Aynı

kapsamda konu fordist üretim organizasyonu ve post-fordist üretim organizasyonu

olmak üzere, iki alt başlık altında değerlendirilmektedir. Burada, özellikle çalışanlar

açısından, her iki organizasyon biçiminde oluşan farklılıklar geniş bir açıdan

değerlendirilmeye çalışılmaktadır.

77

2.1.2.1 Fordist Üretim Organizasyonu

Bu bölümde, fordist üretim organizasyonun özellikle çalışanlar açısından

tartışılması amaçlanmaktadır. Fordizm’in geliştiği süreçte, piyasanın ve emeğin

rasyonalizasyonunda, Batı Avrupa’daki sendikaların reddettiği Taylor’ist, fordist

üretim teknolojilerini sağ ve sol sahiplenmiştir. Öyle ki, Lenin dahi bu üretim

biçimini övmüştür. Çünkü merkeze bağlı, üretimi artıran, akılcılığı öne çıkaran bu

görüş, o kanaldaki sol görüş için de uygun görülmüştür (Harvey, 1999: 150).

Merkeziyetçiliği de içine alan Fordizm’ in organizasyonların yapısı ile de ilgili olan

bazı temel özellikleri aşağıdaki şekilde maddelenebilir:

a) Ürünlerin, her parçanın ve görevin standartlaştırılması,

b) Aynı görevlerin mekanize edilebilmeleri,

c) Bilimsel idare ya da Taylorizm’ le yeni üretim teknikleri ve organizasyonun düzenlenmesi,

d) Yürüyen bant sistemi (Hall ve Jacques, 1995: 47).

Çalışanlar açısından ise, uyguladığı yöntem ve tekniklerle, Fordizm’ in işleri,

bir makinenin başında sıradan işler hâle getirerek niteliksizleştirmesi, işçilerin

aldıkları ücretlerin azalmasına sebep olmuştur. Sosyal hayatta sorunlara sebep olan bu

durum, devletin toplumsal hayata müdahalesini zorunlu hâle getirmiş; her ne kadar

devletten devlete, sosyal hayata verilen destek değişmişse de, genelde kitle üretimi ve

kitle tüketimi, ayrıca istihdamı, sağlığı, sosyal sigortayı, eğitimi bir sorunsal olarak

göz önüne almayı gerektirmiştir (Harvey, 1999: 158–159).

Ayrıca fordist sistem temel düşüngüsü gereği, bir malın üretildiği kadar

tüketileceği fikri ile hareket ediyordu. Ancak çok kere yeteri kadar tüketici

bulamayan bu mallar, depolarda beklemek zorunda kalıyor. Bu da, hem depolama

maliyetinden dolayı, ürünün genel maliyetini artırıyor, hem de satılamayan mallar

dolayısıyla işletmelerin zor durumlara düşmelerine sebep oluyordu. Bu durumlarda

da yine kurtarıcı olarak devlet görülüyor, mevcut tıkanıklığı sermaye sınıfının lehine,

toplumun bir kısım kaynaklarının ayrılması pahasına çözmesine çalışılıyordu. Yine

taleplerdeki ani düşüşlerin yarattığı çaresizlik, zaman zaman sisteme dahil olan

firmaların korkulu rüyasıydı. Bu yüzden mevcut girişimci sınıfın varlığını

78

koruyabilmesi için, Fordizm, ulusal ve korunmuş bir pazara ihtiyaç duymaktaydı

(Hall ve Jacques, 1995: 48).

Sistemde tıkanıklık ve çatışma meydana getiren bir başka etken; Taylorizmin

ve Fordizmin bir arada nitelikli işleri kaldırması, kafa ve kol emeğini birbirinden

ayırması, işçilerin bir makinenin parçaları gibi görülmeleri vb. sebepler tarafından

oluşturuldu. Bu durum, bilimsel yönetimin sınıf yapısı içinde gelişimi konusunda

etkili oldu. Emeğin vasıfsızlaştırılmasıyla ortaya çıkan değişimler sonucu ise,

çalışanlar çok rahatlıkla birbirlerinin yerini alabilecek duruma getirilmiş oldu. 27

Fordist sistemle bu kadar geniş bir şekilde etkileşimi olan Taylorizm, idari ve

destek birimler arasındaki ilişkilerin yapılandırılması – merkeze bağlı hiyerarşik

organizasyon – tüm plânlamaların uzmanlaşması – standartlar ve talimatlar ile

çalışma – insiyatif yokluğu gibi belli özellikler gösteriyordu (Hall ve Jacques, 1995:

48–49). Ancak, toplum hayatında bu insanı makine gibi gören, özgürlüğünü daraltan,

robotlaştıran sistem; karşılığını yaygınlaşan grevler, ağırlaşan toplumsal sorunlarla

buldu. Karşılaşılan güçlüklerin üstesinden gelmek için, yeni çıkış yolları bulunulmak

zorundaydı. Gelişmiş ülkeler için bu çıkış yolu, kapitalizmin temel mantığının

değişmemesinden dolayı, kısmen üretim ilişkilerinin esnetilmesi, kısmen de yeni

teknolojiler sayesinde aşılmaya çalışıldı. Yeni gelişmeler bilgi eksenli bir durumu

gösteriyor, değişen işgören yapısı, üretim yapısı, piyasa rekabet şartları vb. sebepler

yönetim metotlarının da değişmesini gerektiriyordu.

Fordist üretim sisteminin organizasyonlarda kurduğu bu aşırı belirlenmiş,

hiyerarşik ve baskıcı sistem ise, çalışanlar açısından işyerinde “yabancılaşma”

kavramıyla anlatılan oluşumlara sebep olmuştur. (Söz konusu kavram, bir sonraki

konu olan post-fordist üretim organizasyonu için de önemlidir.) Bu araştırmanın

uygulama bölümünde yabancılaşma ölçeğinden faydalanılan Mottaz, yedi ayrı

meslek grubundan toplam 1313 çalışanla yaptığı çalışmada Seeman, Blauner gibi

birçok araştırmacının çalışmasını araştırarak, “güçsüzlük”, “anlamsızlık” ve “kendine

yabancılaşma” boyutları ile konuyu incelemiştir (1981: 515–529). Onun bulgularına 27 Daha geniş bilgi için bk. (Urry, 1987: 254–276).

79

göre, her iş meslek grubunun içinde, kişisel iş değerleri ile ilgili algılar, yapılan işte

kendine yabancılaşmanın farklı düzeylerini üretmektedir. İş ilişkilerinde

yabancılaşmaya etki eden bir diğer faktör ise, teknoloji, yapısal durum ve iş

koşullarıyla ilgilidir. 28

Yabancılaşma konusunda yapılan ilk araştırmalardan birisini gerçekleştiren

Seeman ise, 1959 da yapmış olduğu çalışmada, “güçsüzlük”, “anlamsızlık”,

“kuralsızlık”, “yalıtılma”, “kendine yabancılaşma” boyutlarını incelemiştir (Erbaş,

1986: 7–28). Aşağıda da incelendiği gibi, bu boyutlar başka araştırmacıların da

dikkatini çekmiş ve onun kurduğu temel üzerinde yeni çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

Blauner da 1966’ da basılan çalışmasında, yabancılaşmayı güçsüzlük,

anlamsızlık, sosyal yabancılaşma, kendine yabancılaşma olarak incelemiştir. Burada

Seeman’ ın araştırmasından farklı olarak “sosyal yabancılaşma” boyutu incelenmiş;

Seeman’ın araştırmasında ise, “kuralsızlık boyutu” ve “yalıtılma boyutu”

incelenmiştir. Ancak, burada “yalıtılma boyutu” “sosyal yabancılaşmayla” benzer

içeriğe sahip olduğundan, tek farklılık “kuralsızlık” ile ilgili olarak

değerlendirilebilir. Blauner, “güçsüzlük” boyutunu çalışanların iş aktiviteleri

üzerinde çok az bir kontrol sahibi olmaları ile; anlamsızlık boyutunu üretim

faaliyetlerinin tamamı düşünüldüğünde, çalışanların kendi yaptıkları işlerin katkısını

çok az hissettiklerinde, kendilerinin organizasyondaki rollerini görememeleriyle;

“yalıtılma” boyutunu, çalışma ortamında kendi kimliklerini hissetmemelerinden,

işletmenin amaçlarına kendilerini yakın görememeleriyle; kendine yabancılaşma

boyutunu ise, çalışanların yaptıkları işle kendileri arasında bağlantı olmamasıyla

ifade etmektedir (Blauner, 1966: 15-32).

Mottaz’ ın yapmış olduğu çalışmada, yabancılaşmanın etkisini ölçmek için

öğretmen, Polis, fabrika işçileri gibi değişik meslek gruplarındaki yabancılaşma

ölçülmek istenmiştir. Mottaz’ ın bu gruplarla ilgili olarak elde ettiği bulgularda ise,

her meslek grubunda farklı düzeyde yabancılaşma olduğu görülmektedir. Yine, onun

bulgularından, mavi yakalılardan beyaz yakalı ve profesyonellere kadar aralarında

28 Ayrıca bk. (Duygulu, 1999).

80

farklılıklar olduğu; beyaz yakalıların, profesyonellerin, mavi yakalılara göre

kendilerini daha iyi ifade ettikleri anlaşılmaktadır. Güçsüzlük ve anlamsızlık

boyutlarındaki değişimler ile ilgili bulgular ise, kendine yabancılaşma faktörüyle

benzer sonuçlar göstermektedir. Burada bir bulgu da, çalışanların denetleme yoluyla

idare edilmesinin, fabrika işçilerinde kendine yabancılaşmayı artırdığıyla ilgilidir.

Mottaz’ a göre belki bu durumun sebebi, işgörenlerin denetleyici idare şeklini,

kendilerinin çok sınırlı olan özerkliklerine bir zorla müdahale olarak görmesidir

(1981: 515–529).

Yabancılaşma konusunda değinilmeden geçilemeyecek önemli bir kişi de

Marx’ tır. İşe yabancılaşma yanında farklı yönleri de inceleyen Marx’ a göre,

yabancılaşma, dört temel özelliğe sahiptir. Bunlar: “İnsanın ‘doğadan’,

‘kendisinden’, ‘türsel varlığından’ ‘başkalarından yabancılaşması” dır. Ona göre

üretim yapan emekçi, üretiminin satılmasıyla ondan uzaklaşmaktadır. Kendi emeği

ise, karşılığını çok az aldığı bir metaya dönüşmekte, dolayısıyla ürettiği şeyle ortaya

çıkan bu dönüşüm, emeği ile ürettiği arasında bir yabancılaşma durumunu meydana

getirmektedir (Swingewood, 1998: 88-90; Esin, 1982, 32-115). Marx’ ta

yabancılaşmadan daha fazla bahsetmek, konunun amacını aşacağından burada daha

fazla değinilmeyecektir.

Fordist üretim sistemi, getirdiği tüm etkilerle birlikte, yukarıda da incelendiği

gibi, organizasyonlarda yabancılaşmayı güçlendirmekte, çalışanların katı hiyerarşiye

dayalı ilişkiler içinde vasıfsızlaşmasına da hizmet etmekte, işgörenleri

programlanmış robotlar şeklinde kullanmaya çalışmaktadır. Burada verilecek canlı

bir örnek de, konun daha belirginleşmesi açısından uygun olacaktır. Konu hakkında

görüşülen kişiler, bir kamu kuruluşunda fabrika seviyesi üretim merkezinde

çalışmaktadırlar. Bu kişilerin fordist üretim sistemine göre şekillenmiş ilişkiler içinde

gerçekleşen, yöneticileriyle aralarındaki diyalog şu şekilde gerçekleşmiştir:29

Söz konusu örnekte, işgörenler işi direk yapan ve kontrol eden kişiler olarak

üretimin kalitesiyle ilgili bir tespitte bulunmuştur. Bu tespite göre, üretimde 29 Söz konusu örnek ile ilgili çalışma, tezin yazarı tarafından 1997 yılında yapılmıştır ve yayınlanmamıştır.

81

kullanılan malzemelerden dışardan alınanların sürekli ikinci kalite olması sebebiyle,

istenen kalite düzeyinin yakalanması mümkün olmamaktadır. Yine, ortaya çıkan

istenmeyen durumlar sebebiyle ise, sorumluluk çalışanlara yüklenmekte, böylelikle

zor durumda kalınmaktadır. Ayrıca, önemli ölçüdeki devletin parasının sokağa

atılması durumu ortaya çıktığından, ülkeye de zarar verilmiş olunmaktadır. Bu tespit

üzerine bu örnekteki çalışanlar işyerine ve devlete faydalı olmak amacıyla

yöneticilerine giderek durumu aktarmışlar ve şöyle bir cevap almışlar: “Sizin

göreviniz düşünmek değil, söylenileni yapmaktır. Kafanızı böyle şeylere yorana

kadar, gidin işinize bakın.” Söz konusu işgörenler bunları aktardıktan sonra,

uğradıkları hayal kırıklığıyla birlikte işten soğuduklarını anlatmış, şimdi ne

söylerlerse onu yaptıklarını, fazladan hiçbir şeye bakmadıklarını bildirmişlerdir.

Yukarıda anlatılan örnek, fordist üretim sistemine göre eğitilmiş yöneticinin

çalışanlarla ilişkilere bakış tarzını açıklaması açısından da önemlidir. Ancak,

aşağıdaki satırlarda izlenen konularda ve TKY ile ilgili incelemelerde de görüleceği

gibi, piyasa rekabet koşulları gereği çalışanlardan en çok verimi sağlama zorunluluğu

oluştuğu için, teorik açıdan da olsa, yeni yöneticilerin işgörenlere karşı tavırlarında

tam tersi anlayışların ön görüldüğü anlaşılmaktadır.

2.1.2.2 Post-fordist Üretim Organizasyonu

Fordist uygulamada organizasyonlar açısından ne kadar üretilirse o kadar

tüketimi varsayan depolama ve maliyet sebepleriyle meydana gelen sorunlar;

perakendeciliğin, market tipi organizasyonun yaygınlaşmasıyla aşılmaya

çalışılmıştır. Bu sorunların aşılmasında adına “Just in time” “tam zamanında üretim”

denilen tekniklerin kullanılmasıyla önemli çözümler getirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca

teknolojinin de etkisiyle, tasarıma göre değişen müşteri isteklerine cevap verme

yoluyla, esnek üretim olanakları oluşmaya başlamıştır (Hall ve Jacques, 1995: 51 –

57). Bu aşamada TKY çalışmalarının da gündeme yerleştiği görülmektedir.

Market sistemine göre binlerce kalem ürün, değişen müşteri taleplerine göre,

bilgisayarların da yardımı ile şekillendirilmektedir. Örneğin binlerce kalem ürünün

82

ne kadar tüketildiği bu sayede bilinmekte ve eksilen mallar hemen sipariş verilerek

yerleri doldurulmaktadır. Yine esnek üretimin geliştirilmesi sayesinde, General

Motorun 1980’ de tezgâhlardaki boyayı değiştirmesi 9 saat alırken, Toyota aynı işi

iki dakikada yapmaya başlamış; ayrıca süreç içindeki işlemlerde sadeleştirme

yaparak, örnek tiplerin gövdede sadeleştirilmesini 5000’ den 500’ e kadar indirmiştir

(Hall ve Jacques, 1995: 51–57). Japonya kaynaklı bu gelişmede ise, ABD’ li

Deming’ in Japonya da uygulamaya geçirilen “Toplam Kalite Yönetimi” olarak

benimsenen teorisinin çok büyük etkisi olmuştur.

Konu çalışanlar açısından değerlendirildiğindeyse, araştırma içerisinde de

incelendiği gibi, esnek üretimlerin tüm dünyada yaygınlaştığı, bunun sonucunda ise,

özellikle işgücünün evde çalışma, vardiyalı çalışma, geçici çalışma, taşeronlara iş

yaptırma vb. sebeplerle örgütlenme olanağı bulamadığı görülmektedir. Bu da

uluslararası sermayenin dilediği serbestlikte hareket etmesi için uygun bir ortam

hazırlamaktadır.

Esnek birikim diğer taraftan yüksek işsizlik düzeyleri, vasıfların yok edilmesi

ve yeniden oluşturulması, değişen piyasa koşullarına ayak uydurabilme ihtiyacıyla

birlikte, iş verenin duruma göre bazen standarttan daha fazla çalıştırma, bazen daha

az çalıştırma yöntemlerini kullanmasını getirmiştir. Değişen iş koşullarına

uyabilmek için bir diğer seçenek de, sürekli istihdam yerine, yarım zamanlı, geçici

zamanlı, ya da taşeron firmalar ile ilişki kurarak bir istihdam türünün belirlenmesine

yol açmıştır. Bütün bunlar ise sendikaların etkinliklerinin önünde önemli derecede

engeller yaratılmasını kolaylaştırmıştır (Harvey, 1999: 171).

Çalışanları zamanımızdaki gelişmeler paralelinde inceleyen Drucker için

çalışanların önemi, artırdıkları verimle ilgili olarak artmaktadır. Çalışmasında,

konuyla ilgili olarak Taylor’dan da örnek vererek, bu beklentisini açıklamaktadır.

Ona göre Taylor’un emekçilerin verimliliğini artırma yöntemleri, kol gücünü daha

fazla üretim yapacak şekilde kullanabilmesi açısından ilginçtir. Bu yöntem kısaca

şöyledir: İşçilerin bir ürünün meydana getirilmesinde yaptıkları eylemler analiz

edilir. Gereksiz olanlar çıkarıldığında sadece o ürünün ortaya çıkarılması için gerekli

83

eylemler kalır. Daha sonra meydana getirilmesi plânlanan ürünün oluşturulmasında

bu hareketler en basit şekilde plânlanır. Sonra da makinelerin işin daha pratik ve

uygun hâle getirilmesi için düzenlenmesi de yapıldığında, kol emekçisinin verimliliği

de artırılmıştır. Taylor’ un yöntemi olarak bilinen “iş yönetimi veya analizi”

yöntemleri, özel bir maharet olarak algılanan el maharetlerinin, basit ve tekrarlanan

hareketler dizisine dönüşmesini sağlamıştır. Bu hareketler dizisini üstün hâle getiren

ise, bilgiyi bu alanda uygulamak olmuştur (2000: 153-154).

Post-fordist organizasyonda çalışanlardan beklentiler Drucker’ ın

açıklamalarında somutlaşmaktadır. Ona göre bilgi işçisinin verimliliğini belirleyen

altı temel özellik bulunmaktadır. Bunlar :

“ a. Bilgi işçisinin verimliliği Görev nedir? Sorusunu sormamızı ister.

b. Bilgi işçisinin verimliliği kendi verimliliğinin sorumluluğunu kendi üzerine yüklememizi

ister. Bilgi işçileri kendilerini yönetmek zorundadır.

c. Sürekli yenilik, bilgi işçisinin işinin, görevinin ve sorumluluğunun bir parçasıdır.

a. Bilgi işi, bilgi işçisi tarafından sürekli öğrenmeyi, ama aynı derecede sürekli öğretmeyi

gerektirir.

b. Bilgi işçisinin verimliliği sadece çıktı miktarıyla ilgilenmez. Kalite de en az o kadar

önemlidir.

c. Son olarak, bilgi işçisinin verimliliği, bilgi işçisine “maliyetten” ziyade “varlık” olarak

bakılmasını ve davranılmasını gerektirir. Bilgi işçisinin kurum için çalışmayı, tüm diğer

fırsatlara tercih etmesini gerektirir” demektedir (Drucker, 2000: 158).

Burada da görüldüğü gibi Drucker, özellikle verimlilik üzerinde durmakta,

yeni işçi tipinden beklenilenleri tek tek sıralamaktadır. Anlaşıldığına göre,

işletmelerin rekabet yeteneklerini artırmak için, çalışanlardan daha fazla fedakârlık

beklenmektedir. Drucker’ ın görüşlerine göre, bu gidiş olumluya doğru bir gidiştir.

Yeni sektörlerin ve ekonominin büyümesinin de etkisiyle tahmin edilenin tersine

daha çok kişiye iş bulunacak, toplumlar daha rahat bir biçimde yaşayacaklardır. Oysa

daha önceki bölümlerde de incelendiği gibi, emeği en ucuz değere mal etme

açısından, sürekli bir işsizler ordusunun dışarıda hazır iş gücü olarak beklemesi

kapitalist uygulamaların olmazsa olmazıdır. Yani bu durum öncelikle kapitalizmin

mantığı ile çelişik durumdadır.

84

Post-fordist uygulamalara esnek üretim yapılarıyla birlikte etkinlik

kazandıran en önemli faktör ise, gelişen bilimin tetiklediği ileri teknolojilerdir.

Ortaya çıkan gelişmelerle birlikte yeni teknolojilerin daha çok da bilişim sektörünün;

bilgiyi kullanmak zorunluluğunu giderek artıran, tüm fizik ve sosyal alanları

biçimlendirmeye çalışan yapısı öne çıkmaktadır. Ancak içinde yaşanılan çağda,

bilginin aşırı kuralsız ve düzensiz kullanılmasının meydana getirdiği kaos da beraber

yaşanmaktadır. Yine bilginin sınır tanımak istemeyen yapısının, pazar ekonomisi

tarafından acımasızca kullanılması, tüm bilgi sisteminde gelişmiş ülkelerden yana

sınırların aşılmasını getirmektedir.

Harvey organizasyonlarda yaşanan değişimlerle de ilgili olarak, 1973’ ten

sonra Kapitalizm’ in yüzey görünümünde bütünsel bir değişimin yaşandığını, ancak

kapitalizmin mantığının, krizinin devam ettiğini savunuyor. Ona göre, yeni

gelişmelerin esnek üretim konusunda meydana getirdiği tartışmalarda üç konum ileri

sürülmekte; bunlardan birincisi Piore, Sabel ve onları izleyenler tarafından

savunuluyor. “Buna göre, yeni teknolojiler, çalışma ilişkilerinin ve üretim

sistemlerinin bütünüyle farklı toplumsal, ekonomik ve coğrafî temelde yeniden

oluşmasını olanaklı kılıyor.” İkincisine göre esneklik fikrinin “işgücü piyasalarında”

ve “üretim organizasyonlarında” politik olarak uzlaştırılması görülmektedir. Harvey’

in aktardığına göre, Pollert bu konuda bir meydan okumayla, “esnek işgücü fikrinin

keşfi, uysallığı ve geçici çalışmanın yayılmasını yücelten ve bunları kaçınılmaz

gösteren bir ideolojik taarruzun parçasıdır” demektedir. Bu anlamda belirtilen

esneklik bir gerçeklik olarak durmaktadır. Üçüncü durumda ise, “esnek teknolojiler

ve organizasyonel biçimler” her yerde “hegemonik” hâle gelmemiştir. Fordizm de

her yerde aynı anda var olmamıştı şeklinde bir düşünce bulunmaktadır (1999: 215–

217).

Esnek Üretimle ilgili çalışmalar ülkemizde de devam etmekte ve başta

TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu) tarafından da

desteklenmektedir. Gupta’ dan alıntılanan tanımla, “esneklik, üretim sisteminin

piyasadaki değişiklere hızlı ve etkili şekilde uyum sağlayabilmesiyle ilgili bir

85

kavramdır” (Göker ve Kıral, 1996: 16). Esneklikten anlaşılanlar ise şu ana

başlıklarda yer almaktadır:

a. Tezgah esnekliği: Üretim tezgahlarında farklı parçaların işlenebilmesi için kolay ve hızlı

değişiklik yaparak makinelerin hazır duruma getirilmesini ifade etmektedir.

b. Üretim süreci (Process) esnekliği: Üretim sisteminin farklı parçalardan, değişik

malzemeleri üretebilme kapasitesiyle ilgilidir.

c. Ürün esnekliği: Üretim sisteminin farklı malzemeler üretmeye olan yatkınlığıdır.

d. İş akımı (Routing) esnekliği: Sistemin parçalarından “elemanlarından” birinin zarar

görmesi ya da çalışmaması hâlinde sürecin aksamadan devam edebilmesi durumudur.

e. Hacim esnekliği: Üretim sisteminin değişik miktarlarda üretim yapabilme kapasitesidir.

f. Genişleyebilme esnekliği: Üretim sisteminin, üretim yerlerinin değişimlere ve büyümeye

olan yatkınlığı olarak anlaşılmaktadır.

g. İşlemsel (Operational) esneklik: Üretimi yapılan parçaların sırasına işlemsel açıdan

müdahale edebilme yeteneği olarak belirlenmektedir (Göker ve Kıral, 1996:16-17).

Harvey ise, post-fordist üretimle de ilişkili olarak, esnek birikimin temelinde

katılıkla çatışmasını görmekte, uzun süre değişmeyeceği var sayılan kalıpların, her

anki değişimlere uyacak biçimde şekillendirilebileceklerini değerlendirmektedir.

Yine onun anlattığına göre, üretimde meydana gelen esnekliğin, emek güçlerinin

zamansal değerlendirilmesinde de etkili olduğu görülmektedir. Makineleşmenin bir

verisi olarak, daha az sayıdaki kişiyle daha çok üretimde bulunma ve bu sebepten

oluşan sorunların aşılması için ise, değişik yöntemler denenmek zorunda

kalmaktadır. Bu aşamada, içinde bulunulan durumdan çıkmak için, daha kısa zamanlı

çalışma, vardiya usulü çalışma, geçici işçilerden yararlanma, kadın iş gücünün yarım

zamanlı çalışma özentisinin kullanılması, ana kadrolar dışındaki işlerde taşeronlardan

yararlanılması gibi çözümler bulunulmaya çalışılmıştır (Harvey, 1999: 170–171).

Yine gerektiği zaman, ortam ve koşulların durumuna göre, düşük ücretli

emek gücünden yararlanmak için, üçüncü dünyaya yönelinmiş; iş piyasaları- üretim

ve tüketim kalıpları bakımından esnekliğin getirdiği olanaklardan yararlanılmıştır.

Ayrıca yeni durumlar hızlı karar vermeyi, piyasanın şartlarına anında uymayı,

yaşamsal bir zorunluluk hâline getirmiştir. Teknolojinin de kullanım alanının

genişlemesiyle “just in time,” “envanter – akım – teslimat” sistemi kullanılmış, yine

86

modaya uyma, en son teknolojiden faydalanma arzusu, reklam faktörünün de

etkisiyle git gide gelişmiştir. Finansal faaliyet ve akımların yükselmesi, bu alandaki

kesin kuralların kalkması, ademi merkezci işletmelerin çoğalması, yeni

düzenlemelerin (regülasyon) meydana getirilmesi, küreselleşme bağlamında,

sermayenin de küreselleşmesi ile birlikte meydana gelmiş ve sınırları aşarak gücünü

artırmaya çalışmıştır (Harvey, 1999: 179–180).

Harvey’ in açıkladığı gibi, çok uluslu şirketlerin durumu hakkında yaşanılan

bir gelişme de, para kazanmaya atfedilen önem sonucu; ana ürünlerin dışında

kaynaklara yönelimle olmuştur. Fortune dergisinde yapılan araştırmada, en büyük

500 firma çalışanlarının şirketlerinin adını duyurdukları, ana ürünlerin üretiminde

çalışmak yerine, farklı ürünlerin üretiminde çalıştıkları belirlenmiştir. Böyle

olmasının sebebi, marka olarak tanındıkları ürünü reklam amaçlı kullanma gereğidir.

Ancak temel amaç para kazanmak olduğundan, diğer fırsatları değerlendirmenin de

yüksek getirisi bulunmaktadır (Harvey, 1999: 182). Bir başka yönden ise, paranın

uluslararası dolaşımı çeşitli muhasebe tekniklerinin kullanılmaya başlanmasıyla

birlikte, paradan para kazanılan üretime girmeyen bir rant oluşumuna sebep

olmuştur. Söz konusu şirketler bu paradan para kazandıran sistemde “spekülatif” kâr

oranlarını artırmak için, en yetenekli beyinlere el atarak kârlarını katlamaya

çalışmışlardır (Harvey, 1999: 187–188).

Post-fordist tabanlı sistemlerin organizasyonlarda kullanılması bu bölümde de

görüldüğü gibi, esnek üretimler beraberinde kapitalizmin mantığında bir değişime

sebep olmamıştır. Bu uygulamalar sosyal devlet yapısının küresel güçlerce deforme

edilmesine sebep olmuş; işsizlik sorununu, iş güvencesi sorununu, sendikal haklar

sorununu pekiştirmiş; toplumu kendi mantığı çerçevesinde biçimlendirmiştir. Bu

araştırmanın özel alanını oluşturan TKY’ de, Post-fordist uygulamalar beraberinde

gündeme gelen esnek üretimler temelinde şekillenmiştir. Yine aşağıdaki bölümde

yapılacak incelemelerle çalışanlar ve toplum açısından söz konusu üretim sistemi

incelenmeye çalışılacaktır.

87

2.2 Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar

Kalite kavramı içinde bulunduğumuz zaman diliminde çok daha fazla

gündemde olmasına rağmen, yeni ortaya çıkmış bir olguya işaret etmemektedir.

Tarihsel süreçte kavram, daha spesifik bir içerikte kullanılmıştır. Günümüzde ise,

konu içinde daha derinlemesine inceleneceği gibi, bir sistem yaklaşımıyla her alanda

yapılan işlerle ilgili süreçlerin tümünün sürekli iyileştirme anlayışını yansıtmaktadır.

Kalite anlayışı, bilinen tarihin hemen her döneminde özellikle bazı milletlerde daha

baskın olmak üzere işlevini sürdürmüştür. Bunun en önemli ispatı, yüzyıllar

öncesinden gelen burada sayılamayacak kadar çok olan paha biçilmez tarihi

eserlerdir. Ancak yazılı kayda geçmesi açısından ilk referans, M.Ö 3000 yıllarında

Babil’ de Hammurabi kanunlarınadır. Burada kaliteye verilen önemi anlatması

açısından “eğer bir adam ev yaparsa ve bu ev çökerse ve ölen olursa yapan da

öldürülmelidir” denmektedir (Özevren, 1997: 6).

İnsanlar çağlar boyunca yönetim konusuyla ilgilenmişler, toplulukların,

orduların, devletlerin, şehirlerin, köylerin idaresi için bazı kurallar üzerinde

çalışmışlardır. Ancak, 19.yy ve 20.yy’ da bu konuda bilimsel çalışmaların daha da

belirginleştiği, artan sanayi kolları ve fabrika yönetimlerinin, çalışanlarının

organizasyonuyla, yönetim şekliyle daha çok ilgilenmeye başladığı görülmüştür.

Araştırmanın devamında TKY teorileri kapsamında inceleneceği gibi, dikkat çeken

başka bir durum ise, söz konusu teorilerin fordist üretim sistemine karşıt şekilde,

esnek üretim biçimleri temelinde bir gelişme göstermesidir. Yine, yönetime

bilimsellik kazandırılmasında, TKY’ den önceki bazı fikir adamlarının değerli

katkıları olmuştur. Konunun daha net açıklanabilmesi için, bilimsel yönetim

konusundaki bazı düşünceler aşağıda açıklanmaktadır.

Bilimsel araştırmalar incelendiğinde, yönetim anlayışında ilk önemli

değerlendirmelerden birisi, sanayileşme ile birlikte Weber’in bürokrasi anlayışında

ortaya çıkmaktadır. Burada ileri çıkan yönetim ilkeleri şunlardır :

“Otorite ve sorumluluğun organizasyonda açık olarak belirlenmesi,

Görevlerin, yapılacak işlerin önceden tespit edilmesi ve plânlanması, sürekli kontrol ve teftiş

88

Organizasyonda yazılı kuralların oluşturulması ve saklanması

Yöneticilerin seçimle değil, atama yoluyla işbaşına getirilmesi,

Emir ve komuta zinciri içerisinde hiyerarşik bir organizasyon yapısı oluşturulması,

Çalışanların resmi bir sınavdan ve belirli bir eğitim seminerinden sonra işe kabul edilmesi”

(Aktan, 1997: 23).

Yönetim biliminin ilk öncüllerinden birisi kabul edilen Fayol ise, “Yönetim

İlkeleri” isimli bir yapıt yayınlamıştır. O’ da Weber gibi “otorite, merkeziyetçilik,

hiyerarşi” gibi konular üzerinde durmuş ve aşağıda yazılan ilkeleri öne sürmüştür:

“İş bölümü ve uzmanlaşmaya dayalı yönetim yapısı,

Yönetimin otorite ve sorumluluğa sahip olması,

Yönetimde disiplinin hakim olması,

Çalışanların bir kişiden alacakları emir ve talimat doğrultusunda hareket etmeleri,

Organizasyondaki ünitelerin ya da bölümlerin tek bir hedef ve plân doğrultusunda hareket

etmeleri,

Organizasyon çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulması,

Organizasyonda kararların merkezden alınması,

İşgücünün istihdamında sürekliliğin sağlanması; sık sık işten çıkarmaların söz konusu

olmaması,

Çalışanların yaratıcılığının ön plâna çıkarılması,

Çalışanlara adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda davranılması,

Organizasyonda iş birliği ruhu içerisinde birlikte çalışma isteğinin yerleştirilmesi” (Aktan,

1997: 23). 30

Ayrıca Fayol’un “iskele tahtası” olarak bilinen kuruluş içi dikey çalışma

ilişkileri yanında yatay ilişkilerin de geliştirilmesini önermesi, bireylerin ve

bölümlerin arasındaki rekabetin çok zaman kuruluşun zararına işleyebileceğini ileri

sürmesi, bu alanda yaptığı önemli katkılardandır (Weaver, 1998: 15-16). Fayol’ un

bu konudaki tespitleri, TKY ve esnek üretim felsefesi üzerine çalışan uzmanların da,

vurguladığı bir durum olması açısından önem taşımaktadır.

Fayol’ dan başka yönetim üzerine çalışan önemli isimlerden birisi olan

Taylor da, kendisi de işçilikten geldiğinden, başka bir ifadeyle söylenirse,

çekirdekten işe başlamış olduğundan, üretim merkezlerindeki sorunları daha iyi

inceleme olanağı bulmuştur. Bu nedenle işçilerin gerekli üretimi 30 Ayrıca bk. (Fayol, 2005: 23-52).

89

sağlayamadıklarında asıl sorunun plânlama, doğru eğitim alamama, araç gereçlerdeki

eksiklikler, teşviklerle ilgili sorunlar vb. yönetimden kaynaklandığını savunmuştur.

Ayrıca işe alınacak kişilerin yetenekli kişilerden dikkatle seçilmesi ve eğitilmesi

gerektiğini, iş plânlamasının işlevsel usta başları kanalıyla yapılması gerektiği

düşüncesini dile getirmiştir. Weaver’ a göre, bu yüzden Taylor’ un işlerin takibinin

denetçiler tarafından yapılmasını savunduğu düşüncesiyle, “bütün beyinler

geleneksel bir kurumun tepesinde yer alır” fikrine kaynaklık ettiği düşünülmektedir

(Weaver, 1998: 13-14). Bu araştırmada fordist üretim biçimi anlatılırken Taylor’dan

epeyce bahsedilmiş olduğundan burada da aynı bilgiler tekrarlanmayacaktır.

Yönetim bilimi konusunda 1950’ lere gelindiğinde, eski yönetim biçimine

karşıt bir felsefeyle TKY çalışmaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Japonya’ da

William Edwards Deming’ in katkılarıyla yapılan çalışmaların dikkati çekmesiyle,

başka ülkelerde de ilgi çekip geliştirilmesi yönünde girişimlerde bulunulmuştur.

Ancak burada konuyla ilgili daha önce Amerika’ da görülen bazı gelişmelerin de

üzerinde durulmalıdır. Bunlardan birisi, 1930’ lu yıllarda Amerika’da Bell

Telephone’da istatistikçi olarak çalışan Walter A. Shewerhart’ın “istatistik kalite

kontrol” araştırmalarıdır. O, bu çalışmalarıyla istatistiği üretime uygulayan ilk

kişilerden birisi olmuştur. Ancak, bu konuda en çok öne çıkan isim ise, Deming

olmuş ve Japonya’ ya davet edilerek, buradaki mühendislerle çalışmaya başlamış;

getirdiği yönetim felsefesinin Japon kültürüne yakın olmasının da katkısıyla,

buradaki gelişmelerde önemli rol oynamıştır. Daha sonra kalite konusunda öne çıkan

isimlerden olan Juran’ da, Japonya’ ya davet edilmiş ve faydalı çalışmalarda

bulunmuştur (Özevren, 1997: 6-17).

Tezin ilerleyen bölümlerinde yer alan tartışmalarda da görüleceği gibi, TKY

teorisinde de Fayol ve Taylor’ dan esintiler bulmak olasıdır. Yukarıda yer alan kısa

girişten sonra, TKY ile ilgili yaklaşımlar incelenebilinir. Önce de belirtildiği gibi,

Toplam Kalite Yönetiminin en tanınmış ismi Deming olmuştur. Deming, özellikle

istatistik konusunda önemli çalışmalar yapmıştır. Daha sonra 1950’ de Japon Bilim

Adamları ve Mühendisleri Birliği (JUSE) tarafından konferanslar vermek üzere

Japonya’ ya davet edilmesiyle fikirlerini uygulama olanağı bulmuş, uzun yıllar

boyunca sayısız konferanslar ve eğitimler düzenlemiştir. Japonlar da, Deming’ den

90

öğrendiklerini tüm ülke çapında yaygınlaştırarak önemli gelişmeler kat etmişlerdir.

Aguayo’ya göre, Birlik beraberliğe de oldukça yatkın olan bu millet, “Japon malı

topan malı” denilerek alay edilen mallarını, 1980’ lere gelindiğinde, ürünlerine

gururla “Made in Japan” yazacak duruma getirmişlerdir (1994: 7–11). Burada

unutulmaması gereken ise, söz konusu başarının, emekçi sınıfın, (TKY’ ne karşı

olanların görüşlerinin anlatıldığı bölümde açıklandığı gibi) çok ağır şartlarda

çalıştırılmasıyla sağlandığıdır. Bilindiği gibi esnek üretimler temelindeki işle ilgili

hemen her sürecin yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan sistem, tüm dünyada git gide

yaygınlaşmıştır.

Yukarıdaki satırlarla yönetim bilimi ve TKY’ nin gelişim süreciyle ilgili bir

giriş yaptıktan sonra bu sistemin daha geniş analizi yapılabilir. TKY’ nin ne olduğu

konusunda farklı yazarlar tarafından yapılmış birçok açıklama mevcuttur. Bu

açıklamalardan biri Kavrakoğlu tarafından şu şekilde verilmektedir (1994: 53) : “TK,

müşterilerin ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan bir yaklaşım olduğu kadar,

maliyetleri de düşüren bir yönetim tarzıdır. Başka bir anlatımla, TK hataları

önlemeyi hedefler; böylece bir taraftan müşteri hatasız ürünlere sahip olurken, diğer

taraftan da üretici kuruluşun (hatalı üretimden kaynaklanan) maliyetleri düşer”

demektedir.

Yine çalışanlar açısından bakıldığında, TKY uygulama farklılıklarının

sistemin algılanışında farklılıklar oluşturduğu anlaşılmaktadır. Wilkinson’ a göre,

TKY, teknoloji desteğinde, makineleşme, düzenli ve sisteme dayalı ölçümler,

süreçlerin istatistiksel olarak kontrolü, performans değerlendirme teknikleriyle

birlikte uygulandığında, katı, otoriter bir tarz olarak; karşıt olarak işletme

çalışanlarının eğitimlerine ağırlık verilmesi, işgörenlerin kararların alınmasına

katılmaları, işletme çalışanlarının iş doyumu üzerinde çalışılması, ödüllendirmede

fırsatların eşitliği ilkesine bağlı kalınması, takım çalışmalarında gönüllülük esasına

dikkat edilmesi çerçevesindeki uygulamalarda esnek ve yumşak bir uygulama olarak

ortaya çıkmaktadır (Suğur, Nichols ve Suğur, 2004). Böyle bir yaklaşım buradaki

çalışma açısından düşünüldüğünde, yalnızca işletmeler arasındaki farklılıkları

değerlendirmede faydalı olacaktır. Ancak, esnek üretimler temelinde, TKY

91

uygulamalarının sebep olduğu emek süreçlerini incelemede ise yetersiz kalacaktır.

Çünkü araştırma incelendiğinde de anlaşılacağı gibi; söz konusu yaklaşım, sorunun

tarihsel kökenlerine yerleştirilmesi için ileri sürülen tabloyu açık bırakacak, kalite

yönetimlerinin yumşak tarzda uygulanmasındaki mantığın çalışanlar ve toplum için

gerçekte neler getirdiği konusunun anlaşılmasını olanaksızlaştıracaktır.

TKY’ yi savunanların üzerinde durdukları önemli konulardan birisi de,

yönetimin kalitesiyle ilgilidir. Bu sebepten dolayı sistemi “Toplam Yönetimin

Kalitesi” olarak ananlar da olmuştur (Argun, 2000). Yani yeni yönetim sisteminde,

teoride anlatılanlara göre, işletmede çıkan sorunlar karşısında direk tüm hatayı

işgörenlerin üstüne yıkma yerine yönetimin sorumluluğu üstlenmesi, hatayı kendinde

araması gerekmektedir. Bu anlamda TKY teorisyenlerine göre, çalışanlar açısından

güvene dayalı, katılımcı, yeni değişimleri öğrenme konusunda dinamik, takım

çalışmasını öne çıkaran, işgörenlerin rollerini genişletici bir tarz liderlik Taylorizm’ e

bir alternatif olarak öne çıkarılmaktadır (Taina, 2000). Yine yönetimin kalitesini

artırmak için değerlendirilmesi gereken bir kavram da liderliktir. Liderlikten kast

edilen yukarıda ve konunun devamında anlatılanlarla uyuşum içindedir. Söz konusu

sisteme göre liderlik kavramının kurumda olgunlaşması ve tüm çalışanların da yeni

değişimlere ayak uydurabilmesi için yapılması gereken ise, işletmeyi öğrenen

organizasyon hâline getirmek olmaktadır (Trofino, 2000).

TKY sistemi tüm üretim sistemlerindeki gibi, verimi artırma açısından

emekçi merkezli bir işlev üstlenmektedir. Rekabet edebilmek için yüksek kaliteli iş

gerekmektedir. Bunu sağlamak için ise, çalışanların eğitiminin, işlerini yapmak için

gereken ustalıklarının, kuruma bağlılıklarının artırılması gerekmektedir. Dolayısıyla

insan sermayesi üzerinde yükselen bu sistem, çalışanların işlerinden aldıkları

doyumla, kendilerini işlerinde güvende hissetmeleriyle direk bağlantılı olmaktadır

(Barling, Kelloway, vd. 2003: 276–283). Konuyla ilgili olarak Murata ve Harison,

“Çalışanların refahı konusunda, üst düzey yöneticilerin atölye görevlilerinden daha

fazla sorumluluk hissetmeleri gerekir; yoksa şirket çalışanlarının bireysel verimini

artırmada başarı sağlayamazlar” demektedir (Murata ve Harison, 1995: 11-12).

92

Kalite konusunda en tanınmış isimlerden biri olan Juran, “kalite” yi

müşterinin beklenti ve istekleriyle üretimin özelliklerinin buluşturulması olarak

anlamaktadır. Bu da ona göre rekabet edebilme ve kârlarını artırma açısından müşteri

doyumunun temelini oluşturur (Juran, GodFrey ve Blanton, 1999: 2.2). Bu tanım

müşteri kavramının ortaya çıktığı bütün bir tarih kapsamında temel bir gerçeklik

olarak öne sürülebilir. Ona göre, üretimin özellikleriyle müşteri ihtiyaçlarının

buluşturulması müşteri memnuniyetini artıracak, rekabet ortamında ürünlerin

satılabilmesi sağlanacak, bunun sonucunda satış gelirlerinin artmasıyla birlikte

piyasa payı artacak ve en önemlisi de kaliteli üretimle birlikte maliyet düşecektir.

Yine işletme açısından yüksek kaliteyle birlikte, ürünün kalitesiz çıktısının verdiği

hatalı ürünlerin tekrar düzeltilmesi için harcanan kayıplar azalacak; işyerinin alanı

daha verimli kullanılacak; garanti sorumluluklarından doğan zararlar azalacak;

müşteri doyumunun artmasıyla birlikte yeni müşteriler kazanılacak; üretilen ürün ilk

üretim aşamasında bizzat işi yapanlar tarafından tam doğrulukla yapıldığından, son

kontrolde ürünün tekrar yeniden hata düzeltme işleminden oluşan zararlarının önüne

geçilmiş olacaktır. Ayrıca, esnek üretim metotları kullanıldığından, müşteri

isteklerine uygun olarak hazırlanan yeni ürünlerin piyasaya sürülmesi hızlanacaktır.

Bunların sonucunda ürünün maliyetinin düşmesi ve rekabet edebilme gerçekleşmiş

olacaktır (Juran, GodFrey ve Blanton, 1999: 2.2-2.3).

TKY konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Deming’ in aşağıda

açıklanmaya çalışılacak ünlü 14 maddesi ile devam etmek yerinde olacaktır (1996:

19-79). Deming, piyasa şartlarında var olmak için, kalite yönetimi açısından özellikle

Amerikan yönetim tarzının içine düştüğü uçurumdan kurtulması yönüyle, 14

maddesinin uygulanmasından başka çare olmadığını ileri sürmektedir. Bu 14 madde,

kalite çalışmaları açısından araştırma kapsamında öğrenilenler ve Deming’ in

anlattıklarının da katkısıyla, aşağıdaki şekilde yorumlanmıştır:

1. Ürünü ve hizmeti geliştirme, hedef sürekliliği yaratma: Burada anlatılmak

istenen düşüncenin, araştırma içinde de geçen Japonların “kaizen” dedikleri sürekli

gelişme fikri ile yakından ilişkisi vardır. Piyasa şartlarında Rekabet etme, var olma

savaşı verme, daha iyi ve yeni işler yapma için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bir

93

işletmede hedef sürekliliği yaratma ise, tüm çalışanların aynı hedefe yönlendirilmesi

ile başarılabilmektedir. Tüm bunların işlerliğinin kazandırılması için de, işgörenler

başta olmak üzere, organizasyonun tamamının esnekleştirilmesi gerekmektedir.

Ancak uygulamada birçok işyerinde işteki ve sosyal yaşantılarındaki sorunları

anlaşılmayan, yanlış değerlendirilen çalışanlar, bozuk sistemin hatasını ödemek

zorunda bırakılmaktadır.

2. Yeni yönetim felsefesini benimseme: Burada İçinde yaşanılan ekonomik

çağın eski yönetim tarzının değişmesini gerektirdiği; bunun da ancak yöneticilerin

yönetim konusundaki eski düşüncelerini değiştirmekle mümkün olacağı anlatılmak

istenmektedir. Deming’ konu ile ilgili olarak çağın ve müşteri beklentilerinin

değiştiğini işaretle Japonya’dan bazı örnekler vermektedir. Onun burada bir tren

tarifesi ile ilgili olarak anlattıkları, her türlü aksiliğe, kalitesiz ürünlere alıştırılmış

yeterince gelişememiş ülke insanlarının, inanç sınırlarını zorlayacak niteliktedir.

Anlattığı örneklerden biri şöyledir:

“17:25 Taku’ dan hareket

19:23 Hakata’ya varış

Trenden trene aktarma

19:24 Hakata’ dan hareket (Osakaya doğru, 210 Km saat)

Yine bir fabrika ziyareti için alınan bir tren tarifesi ise şöyle aktarılmaktadır:

“09:03 Trene binin. 08:58 ve 09:01 deki trenlere aldırmayın.

09:57 Trenden inin.”

Yukarıdaki alıntıda görülen örnek, insanlara duyulan saygı anlayışıyla da

yakından ilgilidir ve çağın müşterisinin kandırılmak istemediğini anlatmaya

çalışmaktadır. Bu konuda verilen bir diğer ilgi çekici örnek ise şöyledir: Bir bira

üreticisi ürettiği biralar için kutu almaktadır. Bozuk çıkan kutular ise, hiçbir ek

ödeme istenmeksizin yenileriyle değiştirilmektedir. Bu da bira satıcısı tarafından

memnuniyetle karşılanmaktadır. Oysa değiştirilen her bira kutusu, kutu üreten

şirketin maliyetlerini artırmakta ve bu maliyet kutuyu alan bira üreticisine,

dolayısıyla müşteriye ödettirilmektedir. Deming tüm bunları anlatırken, yeni yönetim

felsefesini benimsemenin önemine vurgu yapmaktadır.

94

3. Kalitenin sağlanması için denetimlere güvenmekten vazgeçme: Kalitenin

sağlanması klasik biçimlerdeki gibi olmaz, burada ürünün üretim aşamasında hatasız

yapılması ve son kontrole gerek kalmaması anlayışının geliştirilmesi anlatılmak

istenmekte; özetle, kalitenin kontrollerle sağlanamayacağı, üretim prosesinin

(süreçlerinin) geliştirilmesiyle sağlanabileceği anlatılmak istenmektedir.

4.Madde: Burada Deming “İşi etiket bazında ödüllendirmekten vazgeçin.

Bunun yerine, toplam maliyeti düşürün. Her kalem malzeme için tek bir tedarikçiyle

çalışın, uzun süreli, bağlılık ve güvene dayalı bir ilişki kurun.” demektedir. Etiket

bazında ödüllendirme konusunda dikkat çekilmek istenen nokta, dış tedarikçilerden

alınan malzeme ve araçların piyasanın en iyisi olmasının çok şey ifade

etmeyeceğidir. Çünkü piyasanın en iyisi olan bir ürün o işletmedeki kullanım alanına

uygun olmayabilecektir. Ya da eğer bu ürün işletmedeki başka bir malzemeye

takılıyorsa, o malzemeyle bir bütün oluşturmayıp, yeni uyarlama masrafları

gerektirdiğinde yanlış yapılmış bir satın alma seçimini işaret edecektir. Tedarikçi

konusunda ise; işletmelerin tek bir işletmeyle uzun süreli ve güvene dayalı bir ilişki

kurması önerilmektedir. Burada, işletmelerin kendi üretimleri için dışarıdan temin

ettikleri parçalar ve malzemelere göndermede bulunularak, kaliteyi bunlarda

etkileyeceğine göre, aynı kalite yönetimi anlayışıyla ilgili olarak, bu firmalarla da

uyuşumun gerekliliğine dikkat çekilmek istenmektedir. Çünkü son çıktıda kalite

seviyesinin düşmesinin sonucu, yeniden düzeltme işlemlerine ayrılacak zaman ve

malzeme, ıskarta vb. zararların yanında, en sonda da bedelinin belirlenmesi olanaksız

olan müşteri kaybedilmesine sebep olacaktır. Söz konusu sorunlardan da çalışanların

sorumlu tutulmakta olduğu, firmaların gelir kayıplarının da çalışanlardan çıkarılmaya

çalışıldığı anlatılmaktadır.

5. Kaliteyi ve verimi artırma, maliyetleri düşürme : Burada yapılan her işte

sürekli olarak en iyiyi arama anlayışının yerleştirilmesi, üretim ve hizmet sisteminin

her zaman geliştirilmesi anlatılmak istenmektedir. Bu da, TKY konusunda “kaizen”

denilen sürekli geliştirmeyle yakından ilgilidir. Yapılan bir üretimle ilgili akla

gelebilecek tüm diğer işler, bağlantılar, işletme içi bölümler, firma dışı ilişkiler dahil

olmak üzere sürekli iyileştirme ve geliştirmeyi kastetmektedir. Böylece yapılan her

95

işte işletmenin belirtilen kalite durumunu yakalaması, kaliteyi artıracak ve

maliyetleri düşürecektir.

6. İş başında eğitimi kurumlaştırma: Kalite çalışmalarının en önemli bacağını

eğitim oluşturmaktadır. Çünkü, kalite yönetim tarzı bu araştırmada ve başka

incelenen araştırmalarda da, ancak belirli bir seviyede ön eğitimi olan çalışanlarla

başarılabilmektedir. İşletmelerin bu yönetim tarzını uygulamak istemeleri

durumunda sürekli ve programlı bir eğitim sistemi kurmaları şart olmaktadır. Bu

yönetim sisteminde en önemli değer nitelikli insan olarak görülmektedir. Deming’in

değindiği gibi Japon’ ların ömür boyu iş anlayışıyla hareket etmesi, plânlarını uzun

dönemli yapmaları ve bu araştırmada da değinilen kültürleri onlara bir ayrıcılık

tanımaktadır. Deming, bu konuyu anlatırken “Yönetim, üretim işçisinin işini severek

yapmasını engelleyen sorunları anlamak ve çözmek zorundadır” demektedir. Yine

bir işçiyle yapılan görüşmeden aktardığı örnekte ise; yönetimin sorumluluğunda olan

işle ilgili eğitimin yarattığı sorunların, çalışanlar için geliştirilen bir eğitim programı

olmadığından, işçilerin üzerine kaldığından bahsetmektedir. Böyle bir durumda,

çalışanların tam bilmedikleri işleri yaparken, kalite düzeyi yüksek üretim yapılması

beklenmektedir.

Kalite yönetimlerinde, eğitimin kullanılmasının bir başka sebebi ise, kurum

kültürü yaratmadır. Çünkü, bu sisteme göre beklenen iyileştirmelere tüm çalışanların

katılımının sağlanması, işletme hedeflerinin benimsenmesi beklenmektedir. Weaver’

da bu durumun önemini anlatmak için “Kuruluşun verimliliğini artırma yönündeki

her girişim yeterli kültürel desteğe sahip olmadığı takdirde silinip gidecektir”

demektedir (1998: 120).31 Tüm bunların sonucunda da işgörenlerin niteliklerinde

önemli değişmeler olacak, hâlihazırdaki yapı esnekleştirilerek dolayısıyla yetki ve

sorumluluklar geliştirilecektir.

7. Liderliği kurumlaştırma: Burada kendinden korkulan yönetici yerine,

sorunları paylaşmasını bilen, çalışanların fikirlerinden de faydalanarak, onların

işlerini daha rahat yapmasını sağlayan, rehberlik eden, işleri kolaylaştırmaya çalışan

31 Ayrıca bk. (Kit-Fai, 2001; Parker, 2000: 126 – 129).

96

lider yöneticiliğin kurumlaştırılmasından söz edilmektedir. Yani yöneticinin yaptığı

gözetimlerdeki en önemli amacı, insanların, makine, alet ve süreçlerle işlerini

yaparken daha nitelikli üretim yapabilmeleri için yardımcı olmaktır. Anlatılmak

istenen ise lider yönetici olma gerekliliğidir. İşyerindeki liderlik de, ancak yapılan

işleri iyi öğrenme ve çalışanların süreçlerini kolaylaştırma, hatalara sebep olan başka

bölümler, sistemle ilgili sorunlar, eğitim problemleri, malzemelerden kaynaklanan

sorunlar, çalışanların motivasyonu vb. tüm konularda çalışanların önünü açmayla

olmaktadır.

8. Korku engelini yok etme: Korku personeli yalan söylemeye sevk eder, dile

getirilmeyen sorunlar çözülemeyeceği için de, firmanın zarar etmesine sebep olur.

Herkesin tedirginlikten ne yapacağını şaşırması yerine, işine gücüne bakması

isteniyorsa, korku yok edilmelidir. Eski tarz yönetim biçimlerinde, azarlanma,

işinden olma, küçük görülme vb. korku sebebiyle işgörenler aksaklıkları ve sistemle

ilgili sorunları söylemekten çekinirler.

Eski tarz yöneticinin ilgilendiği şeyler, sonuçlar ve sayılar üzerine

odaklanmaktadır. Sayılar üzerine değerlendirme yapmak ise, söz konusu yöneticilere

göre, ortaya çıkan hatalardan hangi işgörenlerin sorumlu olduklarını bulmak anlamına

gelmektedir. Çözüm ise, çalışanların üzerinde korkuya dayalı baskıdan geçmektedir.

Böyle bir bakış tarzına göre, sorunların gerçek sebebiyle ilgili çalışanlardan işle ilgili

bir şeyler öğrenmek, ona karşı borçlu kalmak, kendisinden çekinilmeyen yönetici

olmak demektir. Haksız bir şekilde, baskı gören işgörenler açısından ise, söz konusu

hakaret dolu davranışlara karşılık olarak verilecek tek cevap, etliye sütlüye

karışmamaya çalışmak, iş yapmak yerine iş gününü tamamlamaktır.

Yine bu tarz yöneticilere göre çalışanlar, kendilerine söylenilenleri yapsınlar

diye ücret almaktadır. Yani onlara göre, çalışanlar üretim için makineler nasıl

çalışıyorsa öyle çalışmalı, işin yapılış yöntemleri ve ortaya çıkan sorunların sebepleri

üzerine kafa yormamalıdır. Ancak burada insanların robot olmadığı

programlanamayacakları unutulmaktadır. Ve onları robot olarak gördüğünüzde,

işletmenin zarar etmesine sebep olan hiçbir konuyu size haber vermemeleri doğal

97

karşılanmalıdır. Oysa eski tarz yönetim biçiminin kaçınılmaz sonuçlarından birisi de;

yöneticinin kendi bilgi ve yetersizliğini adına disiplin denen korkuya dayalı

çalıştırma biçimiyle kapatmak zorunda olmasıdır. Çünkü eski tarz yönetici kendi

bilgisizliği ortaya çıkmasın diye, ulaşılmaz olmak zorundadır. Ağırlaştırılmış bir

disiplin söz konusu uygulamaların olmazsa olmazıdır. O nedenle yöneticiler

haksızken bile, onların haklı olduğu savunulmaya çalışılır. Söz konusu ortamlarda

işletmelerin ya da kurumların zarar etmesi, işgörenlerin işten atılmalarına veya zor

durumda kalmalarına sebep olmaz, ancak, şefleriyle, amirleriyle sorun yaşamak

oldukça sıkıntılara sebep olur. O nedenle, çalışanlara biçilen rol de işletme ya da

kurumları için çalışmak olarak değil, amirleri için çalışmak olarak belirlenmiş olur.

Böyle yöneticiler, kalite çalışmalarında, kendisine yaklaşılmaya cesaret

edilemeyen, çalışanların karşılaştıklarında uzakta durmak zorunda oldukları

kişilerdir. Ancak bu durum böyle bir yöneticinin kişisel hatası sonucu

oluşmamaktadır. Tüm çalışanlarla işbirliği yaparak çalışmış olsa, tahmin edileceği

gibi, işgörenlerle yüz göz olmakla suçlanacak, disiplinsizliği teşvik ettiği söylenecek,

bu tarz yöneticiye alışmamış çalışanlarca da belki önceleri yadırganacak ve

kendileriyle yapmak istediği işbirliği birçok açıdan yanlış anlaşılacaktır. Ayrıca bu

şekildeki yönetici, yönetmeyle ilgili edinmiş olduğu bilgileri kendisi geliştirmemiş,

eğitim aldığı okullarda hatta toplum ve ailede öyle öğretilmiştir. Yine dikkat

edileceği gibi, söz konusu yapıda değişim yapmak, ancak, hâlihazırdaki yapıların

esnetilmesiyle olanaklı olacaktır.

9. İşletmelerde çeşitli birimler ve bölümler arasındaki engelleri yok etme:

Birçok işletmede görülen en önemli aksaklık, birbirine iş ilişkisiyle bağlantılı olan,

hiyerarşiyi de içine alan, departmanlar arasındaki rekabettir. Burada önerilen de,

organizasyondaki birbirleriyle resmi ve hiyerarşiye dayalı bağlantıları olan bölümler

arasındaki ilişkilerin esnetilmesiyle ilişkilidir. Departmanlar eski tarz yönetim

biçiminde, başka bölümlerin kendi katkılarıyla daha başarılı olmasını ve

yönetimlerin de bunu kendilerine karşı bir koz olarak kullanmalarını istemezler.

Aslında çalışanların ve bölümlerin eski yönetim tarzı tarafından rekabete sokulması

işletmelerin başarısında en önemli engellerdendir. Bu durumda bölümler bir bütünün

98

parçası gibi hareket etmeyecekler, kendileri yönetimin gözüne girmek için en iyi

olmaya çalışacaklardır. Sonuçta ise kendileri en iyi olsa bile, bütün düşünüldüğünde

beklenen uyuşmanın olmaması sebebiyle, beklenen başarı sağlanamayacaktır. Yani

en son üretime geçildiğinde, belki tek tek parçalar iyi olsa bile birbiriyle uyumlu

çalışmayan, niteliksiz bir ürün elde edilme olasılığı artacaktır.

10. Sisteme ait olan hataları çalışanlara yüklemekten vazgeçme: Bu konuda

Deming şöyle demektedir: “Çalışanları sıfır kusur ve yeni üretkenlik düzeyleri için

yönlendirmeye çalışan sloganlardan, öğütlerden, hedeflerden kurtulun. Bu tür öğütler

yalnızca düşmanca ilişkiler yaratır, çünkü düşük kalite ve üretkenliğin başlıca

nedenleri sisteme aittir ve dolayısıyla çalışanların yapabileceği bir şey yoktur.”

Sorunların kaynağına inilmedikçe, sloganlar bir işe yaramayacaktır. Deming burada

bazı sloganlardan örnekler vermiştir: “İlk seferinde doğru yap.” “Hep birlikte daha

iyiye.” “Kaliteli işçi olun. İşinizden gurur duyun.” Oysa Deming’ in belirttiği gibi,

gelen malzeme hatalı olduğunda, makineler düzgün çalışmadığında ve hata yapmaya

sebep olan daha birçok sebep var olduğunda, ilk seferinde nasıl doğru yapılacaktır.

Yine hiç kimsenin çalışanların sorunlarıyla ilgilenmediği bir işyerinde, işçiler kimin

için hep birlikte en iyiye yönleneceklerdir. Deming, bu sloganla ilgili olarak, işçilerin

kendisine bu sloganın kendilerini çıldırttığını söylediklerini aktarmaktadır.

11.a. İş yerlerindeki standartların ve kotaların kaldırılması: Standartlar ve

kotalar çalışanların kendilerini robot gibi bir makine olarak görmelerini, yaptıkları işi

sevmemelerini, işlerinden gurur duymamalarını sağlamaktadır. Standart ve kotalar

sonucu, hizmet ve üründeki kalite düşmektedir. Ki bu da, rekabet ortamında bir

işletme için göze alınamayacak maliyet demektir. Burada Deming’in verdiği bir

örnekten yola çıkılırsa, hava yollarında görevli bir bayan saatte 25 görüşme yapmak

zorundadır. Ayrıca bunun yanında müşterilere son derece kibar olmalı, müşterileri

acele ettirmemelidir. Oysa bilgisayarlardan istediği bilgiye ya yavaş ulaşmakta ya da,

bazen de hiç ulaşamamaktadır. Bu durumda bir çalışan kotayı mı doldurmalı, yoksa

müşteriye daha sıcak bir hizmet mi vermelidir?32

32 İş yerlerindeki standartlar ve kotalara bir de sürekli iyileştirme çalışmaları eklendiğinde çalışanlar

açısından karşılaşılan bir diğer sorun da, daha fazla işi aynı ücret karşılığı yapmalarına karşı

99

Yukarıda yazılanlardan, kalite yönetimlerinin standartlarla çalışmayı

kaldırdığı anlaşılmamalıdır. Aksine konunun burasında incelenen bir araştırmaya

göre, Taylor’ cu sistemin fordist üretimdeki standart anlayışının devam ettiği dikkat

çekmektedir. Bu çalışmada, Toyota fabrikalarında uygulanan tekniklerle ilgili

yapılan incelemeye göre, standartlar vazgeçilmez olarak görülmektedir. Söz konusu

standartların işlerlik kazanması için ise, tüm mühendis ve çalışanların eğitilmesi

sağlanmaktadır. Farklı olarak buradaki standart anlayışının dinamik bir yapıyla

birlikte geliştiği anlaşılmaktadır. Çünkü, söz konusu standartlar, çalışanların da

katıldığı sürekli iyileştirme takımları yoluyla yapılan sürekli geliştirmeler sonucunda,

daha ileri bir duruma getirildiğinde yeni standartların devreye girmesiyle

oluşturulmaktadır. Ayrıca, buradaki anlayışa göre, sıfır hata prensibi benimsenmiş

olduğundan, sorunun kaynağının tespit edilmesi için, süreçlerin ve çalışanların

yönetim tarafından sürekli izlendiği anlaşılmaktadır (Liker, 2004: bölüm 12). Bu

izlemede mühendis ve şeflerin yanında elektronik kameralardan da

faydalanılmaktadır. Çalışanlar açısından ise, bu izlemenin tam zamanında üretim

anlayışı gereği, zayıf halka olarak kendilerinin görülebileceği endişesini yaratacağı

kesin görülmektedir. Böylelikle görüldüğü gibi, fordist üretimle karşılaştırıldığında,

burada, işgörenler üzerinde fazla ve disiplinli çalışmaları için daha büyük bir baskı

oluştuğu anlaşılmaktadır.

11.b. Hedeflerle ve sayılarla yönetmekten vazgeçme: Burada yukarıdaki

maddede çalışanlar açısından meydana gelen sorunlarla, yöneticilerin de zor

durumda kaldıkları anlaşılmaktadır. Üretimi yüzde on artırma hedefi yöneticinin

önüne konduğunda, buna olumlu cevap vermek zorundadır. Ancak eksik olan, bunun

nasıl, hangi yöntemle ve sistemle başarılacağının bilinmemesi; meydana gelen

kalitesiz üretimin işletmeye açtığı zararın muhasebe hesaplarında görülmemesi;

gösterdikleri dirençle oluşur. Weaver bu konuda dirençle karşılaşılmaması için, sürekli iyileştirme

sonucu kimseden daha önce çalıştığından daha fazla iş beklenmediğinin vurgulanmasının yararlı

olacağını belirtir. Ona göre işçileri ikna etmek için, öncelikle çalışanlardan yararsız ve zamanı

gereksiz kullanmaya sebep olan işlerin saptanması istenmelidir. Bunun sonucunda kazanılan zamanla

ise, çalışanların temel sorumluluklarıyla ilgilenmesi yeterliliği sağlanmış olacak, böylece işten

duyulan doyum da artmış olacaktır (Weaver, 1998:59-60).

100

satışlardaki düşüşün gerçek sebebinin piyasa şartları değil; kötü yönetim olduğunun

gözden kaçmasıdır.

Bu durumun işgörenlere yansıması ise performans ölçme, bazı bölümleri ya

da kişileri öne çıkartarak çalışanlar üzerinde baskı yapmayla oluşmaktadır. Oysa bu

durum çalışanlar arasında sorunlara, işyerine ve birbirlerine kırgınlıklara sebep

olmaktadır. İşletmenin vaat etmiş olduğu ödüllerden, ya da ücret artışlarından

faydalanan çalışanlar açısından, böyle bir durum olumlu etkilere sebep olsa bile,

diğer işgörenler bu durumu kendileri gereken gayreti ve çalışmayı göstermiyor

olarak görüldükleri için kızgınlıkla karşılar. Bu durumda bir işletmede verimliliğin

artırılması süreçlerin ve kalitenin iyileştirilmesi konusunda, bunun karşılığı olarak

aynı amaca yönelmesi beklenen çalışanlar, asla işbirliği yapmaya yanaşmayacaktır.

Çünkü büyük işletmelerin hepsinde, bir ürünün ortaya çıkarılmasında işletmedeki

tüm çalışanların ayrı ayrı katkısı bulunmakta, ancak ödüllendirmeler eşit olarak

yansımamaktadır.

Burada da görüldüğü gibi, performansa dayalı çalışanları değerlendirme,

işletmeler için beklenenin tam tersi sonuçlar alınmasına sebep olabilmektedir.

Weaver, bu konuda çocuklarınız arasında işbirliği olmasını mı, yoksa rekabet

olmasını mı tercih ederdiniz demektedir (1998: 52). Eğer rekabet olsun derseniz, iki

kardeşte birbirlerinin başarılı olmasını istemeyecek, birbirlerine hiçbir konuda

yardım etmeyeceklerdir. Örneğin bir kardeş ders çalışırken diğeri müziğin sesini

sonuna kadar açacak, büyük kardeş küçüğüne yardım edebileceği bir durumda

bundan kaçınacaktır. Bu durum işletmelerde bölümler ve bireyler arasında da

böyledir. Bölümler yaptıkları çalışmalarla diğer bireylerin, bölümlerin işlerini

kolaylaştırdıklarında, bu durumun kendilerine takdir yerine tekdirle döneceğini

öğrenmişlerdir. Bu yüzden mesleklerini diğerlerinden daha iyi öğrenmiş, beceri

kazanmış işgörenler, kendi bilgilerini diğer çalışanlarla paylaşmak istemezler.

12. Çalışanların saat hesabıyla işlerinden gurur duymasının engellenmemesi:

Birçok işyerinde uygulanan performansa bağlı çalışma şekli, Deming’ in de işaret

ettiği gibi, çalışanların en çok şikayetçi oldukları konulardandır. Çünkü bu tarz

101

çalışma işgörenler üzerinde sürekli bir baskı oluşturur. Çok zaman işçiler başka

örnekleri de görerek, işten çıkarılma korkusu duyarlar. Tek çare ise, sayısal hedefleri

yakalamaktır. Bozulmak üzere olan bir makinenin bakımı, ertelenebilir, ama sayısal

hedefler ertelenemezler. 33

13. Güçlü bir eğitim ve kişisel gelişme programı başlatma: TKY çalışmaları

çalışanlar için kişisel gelişim ve eğitim tabanlı olarak ön görülmektedir. Burada,

insana yapılan eğitim yatırımının, faydası sonradan görülen, ancak her türlü gelişme

için en doğru yatırım olduğu anlatılmak istenmektedir. Kalite çalışmaları ile iç içe

olan bazı işletmeler, yeterince deneyim sahibi olduktan sonra, eğitimli personelle

çalışmanın ayrıcalığını ve kolaylıklarını fark ettikleri için, işe ilk alımlarda özellikle

sisteme uyum sağlayabilecek, bilgi tabanı ve kültürü yeterince gelişmiş kişileri

değerlendirmektedirler.

14. İşletmedeki herkesin beklenen dönüşümün gerçekleşmesi için

çalışmasının sağlanması: Bu madde TKY konusunu anlatan uzmanlarca “kalite

herkesin sorumluluğudur” sloganı ile anlatılmaktadır. Ancak bu tez araştırmasında,

33 Bu araştırmadan önce, gözlem yapılan bir işyerinde böyle bir örneğe rastlanmıştır. Söz konusu

işletmede elektronik kapılar yardımıyla, çalışanların çay içme ve dinlenme odasında geçirdikleri

zaman, ayrıca doldurmak zorunda oldukları Cumartesi – Pazar ve akşam mesai saatleri bilgisayar

programı yardımıyla ölçülüyordu. Bu zaman dilimlerinde belirlenen standartlardan sapma gösterenler,

kolayca işlerinden olabiliyordu. Yönetimin bu tavrı sonucu, işgörenler, dinlenme vakitlerini

çalıştıkları bölümde geçirmeye başladılar. Ancak çalışanların dinlenme zamanı eskiye göre daha çok

artmış oldu. Ve bu uygulama sonunda işletmenin kazandığı tek şey, meydana gelen moral bozukluğu

ve yöneticilerin kendi kendini aldatmasının kaçınılmazlığı olmuştur.

Ayrıca yönetim, kendi geliştirdiği başka bir performans ölçme metoduyla da çalışanların işlerine son

verebiliyordu. Bu performans ölçme yönteminin sonucu olarak; çalışanların performanslarının

düşmesi konusunda yönetimin kendi hataları, sistemden kaynaklanan hatalar, bazı çalışanların

kendilerine düşen iş gereği olan aksilikler işgörenlere ödetiliyordu. Oysa insanlar çalıştıkları işlere bir

anlam vermek, yaptıklarıyla gurur duymak istemektedirler. Yöneticiler ve Mühendislerin de işlerinden

gurur duyma konusunda aynı sıkıntıya zorunlu olarak ortak olduklarını burada unutmamak gerekir.

Aynı işletmede en sık karşılaşılan durum da, kısa dönemli başarılar peşinden koşma; verimliliği

sadece hedefler ve beklenen sayılarla görme olarak özetlenebilir. Böyle bir durumdaysa, hangi

kademede çalışılırsa çalışılsın, insanların yaptıkları işten mutluluk duymaları beklenmemelidir.

102

çalışanların TKY çalışmalarına katılması konusunda, kendilerinin gelir ve sosyal

ihtiyaçlar gibi sorunlarıyla ilgilenilmediğinde, gönüllü katılımlarının mümkün

olmadığı görülmektedir.34

Aslında takımların oluşturulmasında her ne kadar gönüllük esası vurgulansa

da, araştırmanın uygulama bölümündeki bulgulardan da anlaşılacağı gibi, bu

çalışmalara katılmayanların işletmelerine destek çıkmayanlar olarak görülmesi

doğaldır. Ekip çalışmalarının desteklenmesinin asıl sebebi ise, işçilerin işlerini ve

işletmeyi sahiplenmesi sonucu, daha çok artık değer üretebilmelerinin sağlanmak

istenmesidir. Bu da doğal bir beklentidir. Ancak çalışanların asıl sorunu, yeni

tekniklerle daha fazla çalışmaya zorlanmalarına rağmen, emeklerinin karşılığını

alamamaları noktasında düğümlenmektedir.

Bu tez araştırmasının ve uygulama bölümündeki hipotezlerin geçerliliğinin

anlaşılması, TKY konusundaki iddiaların yeterli doygunlukta açıklanmasına bağlıdır.

O nedenle bu sistemi anlamak için incelemelere devam etmek yerinde olacaktır.

TKY konusunda en çok dile getirilen isimlerin başında olan Deming, Aguayo’ nun

araştırmasında da tartışılmış ve standart firma ile Deming tarzı firma arasındaki

farklar aşağıda yer aldığı gibi karşılaştırılmıştır (1994: 28 – 29).

34 TKY çalışmaları genelde işgörenleri de sisteme dahil etmek için, gönüllü katılımın esas olduğu,

“Kalite Takımları” “Kalite Çemberleri” “Süreç İyileştirme Ekipleri” vb. adlarla anılan teknikleri

kullanmaktadır. Örneğin, Bacdayan’ ın çalışmasında, söz konusu ekip çalışması “Kalite Geliştirme

Takımları” adını almaktadır. Kalite çalışmaları için birincil önemde olan bu takımlara katılımın,

gönüllük esasına dayalı olması gerekmektedir. Ancak, birçok işletmede kurum kültürüyle de ilişkili

olarak, vakit kaybı olarak değerlendirilmekte ve başarılı olamamaktadır. Bacdayan’ ın bir takım

lideriyle yaptığı görüşmede, çalışanlar için en iyi projenin, kendi hayatlarını en çok kolaylaştıran proje

olduğu açıklanmakta, beklentinin işletmenin ve çalışanların birlikte kazanması olduğu belirtilerek,

takım üyelerinin konuyu sadece müşteriler için harcanan bir çaba olarak değerlendirdikleri

vurgulanmaktadır (Bacdayan, 2001).

103

Kaliteye Deming Bakış Tarzı

Standart Firma Deming Firması

Kalite pahalıdır. Kalite maliyetleri düşürür. (Kalite müşteri kazandırır,

ayrıca yinelenen işlemler, depolama maliyetleri vb.

engellemesi nedeniyle işletmenin daha çok kâr

etmesini sağlar.)

Kontrol kalitenin anahtarıdır. Kontrol çok geç bir aşama. Eğer işçiler kusursuz

ürünler çıkarırsa, kontrole gerek kalmaz. (Bunun

başarılması için, eğitim, işgörenlerin sorunlarının

anlaşılması, çalışanların memnun edilmesi,

zorunludur.)

Kaliteyi uzmanlar ve denetimciler

getirir.

Kalite yönetim kurulunda oluşur. (Sorunların çoğu

yönetim hatasından kaynaklanır, yani yönetim kurulu

gerekli yeterliliğe sahip olmayan işletmeler, bu

konuda başarılı olamazlar.)

İmalat dış uzmanlarca iyileştirilebilir.

Bundan sonra sistemde değişiklik

yapılmaz. İşçi katkısı olmaz.

Metotlar hiçbir zaman en iyi değildir, her zaman

geliştirilebilirler. (Geliştirme sürekli ve sonsuza

kadar yapılmalıdır.)

İş standartları, kotalar ve amaçlar

üretime Yardımcı olur.

Bütün iş standartlarını ve kotaları dışlamamız

gerekir. (Kotalar ve her türlü denetim motivasyonu

bozar, kalite düşmesine, bedeli hesaplanamayacak

maliyetlere sebep olur.)

Korku ve ödül, motivasyonu

sağlamak için ideal yollardır.

Korku felaket getirir. (Korku olan işyerinde birlik

beraberlik olmaz, sürekli iyileştirme yapılamaz ve

çalışanlar işletme yönetimine hataları iletmez.)

İnsanlara eşya gibi davranılabilinir.

Gerektiğinde daha fazlası satın

alınabilir, ihtiyaç azaldığında

bırakılabilir.

İnsanların, işlerinde kendilerini güven içinde

Hissetmeleri şarttır. (Çalışanlara piyasa şartlarına

göre alınıp satılabilecek bir mal gibi bakanlar,

onlardan sürekli geliştirme anlayışı içinde gönül

birliği bekleyemezler.)

En iyi performans gösterenleri

ödüllendirmek ve en kötülerini

cezalandırmak büyük üretim ve

yaratıcılık getirir.

Bütün varyasyonlar sisteme bağlıdır. Ortalama

performansın altı ve üstündekileri yargılama,

cezalandırma ve ödüllendirmeye dayanan kalıplaşmış

sistemler ekip çalışmasına ve firmaya zarar verir.

104

En ucuz olanı satın al Kaliteli olanı satın al. (Kaliteli olmayan

malzemelerle yapılan üretimden, nitelikli çıktı

olmaz. Sonuçta, kalitesiz ürünle birlikte piyasanın

kaybedilmesiyle karşılaşılır.)

Malzeme sağlayan firmaları birbirine

düşür.

Malzeme sağlayan firmalarla beraber çalış. (Ucuz

mal elde etme anlayışı ile çok firmayla çalışmak,

kalitesi düşük malzemelere, bu da işletmenin gelir

kaybına sebep olur.)

Sadece fiyatı üzerinde düşün

malzeme firmalarını sık sık değiştir.

Kaliteyi ve maliyeti düzeltmek için zaman ayır ve

bilgiden yararlan. Malzeme firmalarıyla uzun dönem

ilişkilerini geliştir.

Kâr, geliri yüksek, gideri düşük

tutarak elde edilir.

Kâr sadık müşteriler sayesinde elde edilir. (En iyi

reklam, mutlu müşteriler sayesinde olur.)

Kâr bir firmanın en önemli

göstergesidir.

Bir firmayı sadece kâra dayalı yönetmek, bir arabayı

dikiz aynasına bakarak sürmeye benzer. Sana nerede

olduğunu söyler, ama nereye doğru gittiğini

söylemez. (Kâr bugün ne durumda olduğunuzu ifade

eder; ancak, rekabet ortamında uzun dönemli plânlar

yapılması şarttır.)

*Tablodaki Parantez içleri, Deming’ in kendisinin ve Aguayo’ nun kaynakçada yer

alan eserlerindeki açıklamalarının dikkate alınmasıyla yorumlanmıştır.

Deming, kalite konusuna kendisine özgü bir çizgi getirmiştir. Özellikle TKY

açısından değişimin önemine dikkat çekmiştir. “Out of the Crisis” isimli eserinin ön

sözünde “Bu kitabın amacı, Amerikan yönetim tarzını kökten değiştirmektir”

şeklinde yazmıştır. Amerika’nın önemli bir düşüş yaşadığına dikkat çekerek, TKY

uygulamalarını işaretle, “Tüm bu çalışmalar katkıda bulunur, ama sadece hastanın

ömrünü uzatır, çöküşünü durduramaz. Yalnızca Amerikan yönetim tarzının ve

endüstri ile ilişkilerin değiştirilmesi, Amerikan endüstrisindeki düşüşe son verebilir

ve yeniden dünya lideri olma şansı yaratabilir” demektedir (1996: xi – xii). Onun bu

söyledikleri, değişimleri, gelişmeleri takip edemeyen toplumların ilerleyemeyeceği

fikirleriyle ilgilidir.

105

Deming, Japonya’ daki değişimler ile ilgili olarak da, 1948-1949’ larda Bell

Laboratuvarları mühendisleri tarafından sağlanan literatürün bir grup Japon

mühendisince incelenmesinin bir başlangıç olduğunu, bu kaynaklar içinde ise

Shewhart’ ın “İmal Edilen Ürünün Kalite Kontrolü” (1931) kitabının önemli yer

tuttuğunu belirtmekte; oradaki çalışmaların 1950’ lere gelindiğinde üst düzey

yönetim kurullarının tahtasına çizilen, aşağıdaki şekilde birbirini izleyen bir döngü

ile gösterildiğini anlatmaktadır (1996: 2-3). Ona göre burada açıklananlar, Japonlar

için bir yaşam biçimi olmuştur. Bu şekli, çalışmaya aşağıdaki şekilde aktarabiliriz:

“Kaliteyi artır Maliyetler düşer, çünkü işi yeniden yapma oranı,

hatalar, gecikmeler, terslikler azalır; makine zamanı ve materyal daha iyi kullanılır.

Üretkenlik artar. Yüksek kalite ve düşük fiyatla pazarı ele geçir

varlığını sürdür. İşte kal. Daha fazla iş yarat”

Yukarıda da görüldüğü gibi, Deming’ e göre kaliteyi artırmak demek

maliyetleri düşürerek işlerin niteliğini yükseltmek demektir. Maliyetleri işlerin

niteliğine göre düşürerek ise, üretkenliği artırmak, piyasada kalmak, pazarı ele

geçirmek sağlanmış olur. Bunların gerçekleştirilmesinde ise, üretimde hataların

meydana geldiği süreçlerin istatistiksel teknikler kullanılarak ölçülmesi; sadece

ölçmeyle de kalmayıp, belirlenen sorunlar hakkında iyileştirmeler yapılması; yine de

yetinilmeyip bu gelişmelere tüm çalışanları katarak, meşhur 14 maddesinde de

anlattığı gibi, iyileştirme konusunda kurumca hedef sürekliliği yaratmak

gerekmektedir. Deming bu eserinde, (Out of the Crisis) krizden çıkışı ve geçici

başarılar yerine sürekli başarılı olmanın yollarını anlatmaktadır. Bu anlattıklarını

pekiştirmek için ise, gerçek yaşamdan verdiği başarı örneklerini, istatistik verilerle

aktarmaktadır (1996).

Deming, özellikle başarıyla yönetme işinin yöntemini öğrenmek gerektiği

üzerinde durmakta; işletmeleri ve ülkeyi ileri götürmenin tek çaresinin bu olduğuna

işaret etmektedir. Aslında onun açıklamalarının, gerçek yaşamdan istatistiksel

örneklerle, kalitesizliğin bedelini anlatmak üzerine kurulmuş olduğu söylenilebilinir.

Verdiği örneklerden önemli bir kısmı da, hatalı ürünler ve onların tekrar düzeltilmesi

106

için gereken depolama maliyetleri, müşteri memnuniyetsizliği vb. masraflar üzerine

kurulmaktadır. O burada birçok işletmenin içinde bulunduğu krizi yeni makinelerle

aşmaya çalıştıklarını, ancak sorunun gerçek kaynağını bilmemelerinden, yeni

makinelerin de ihtiyaçlarını karşılayamaması ve yeni sorunlar çıkartmaları sonucu,

başarısız olduklarını anlatmaktadır. Bazı kuruluşların da üretkenliği, başarısızlığı

ölçme seviyesinde kaldıklarını belirtmekte; oysa yapılması gerekenin bu veriler

sonucunda, nasıl iyileştirme yapılabileceğine karar vermek olduğunu anlatmaktadır.

Burada şu örneği vermektedir: “Üretkenlik ölçümleri kaza istatistikleri gibidir: Evde,

işte, yolda meydana gelen kaza sayısını verirler, ama bu kazaların nasıl azaltılacağını

söylemezler” (Deming, 1996: 13).

Deming kalite ve üretkenliği artırmak için yapılan bir yanlışı da, herkesin

elinden geleni yapması anlayışında görmektedir. Böyle ilkelerin yönlendirmesi

olmadan herkes elinden geleni yapmaya çalıştığında, insanlar bilinçsiz olarak sağa

sola saldırmakta ve büyük bir kargaşaya sebep olmaktadır. Bu hatayı önlemek için

ona göre, bilgi donanımlı olmak, ayrıca uyumlu bir ekip ve iyi bir ekip lideri

gerekmektedir. Genellikle işletmeler bir şeyleri değiştirmek gereğini, ancak ciddi

sorunlarla karşılaştıklarında hissetmektedirler. Deming’ e göre bu durumda

yönetimler kendilerine, beş yıl sonra nerede olmayı umduklarını, ayrıca belirledikleri

hedefe nasıl ve hangi yöntemle ulaşabileceklerini sormalıdırlar (1996; 15-16).

Deming’in işaret ettiği kalite adına yapılan bir başka yanlışlık da, özellikle

hissedarların etkili olduğu işletmelerde kısa vadeli kâr beklentisidir. Ona göre

hissedarlar hisselerinin bugünkü büyüklüğüyle değil, beş on yıl sonra hisselerinin

olup olmayacağı ile de ilgilenmelidir (1996; 17).

Weaver’da, (1998) TKY sistemini anlama açısından konuya çok önemli

katkılar sağlayacak bir araştırma yapmıştır. O nedenle burada özel bir yer vermek

uygun olacaktır. Onun araştırmasında yönetim konusunda geçirilen aşamalar ve bu

aşamalara sebep olan etkenler mercek altına alınmaktadır. Ayrıca buradaki

tartışmaların, yönetimde meydana gelen gelişmelerle, kapitalist üretim mantığında

değişim olup olmadığının belirlenmesi açısından da yararı olacaktır.

107

Weaver, TKY’ uygulamalarına gelinen süreci, dört aşamada

değerlendirmektedir. Bu aşamalar sırasıyla geleneksel aşama, müşteri bilinci

aşaması, süreç iyileştirme aşaması ve yenilik yapma aşaması olarak

değerlendirilmektedir. Onun fikirleri, aşağıda inceleneceği gibi, TKY teorisiyle

uygulamadaki farklılığın karşılaştırılması açısından da önemli veriler sunacaktır.

Geleneksel işletmelerdeki en büyük hatalardan birisi, çalışanların patronlarını

mutlu etmelerinin beklenmesidir. Müşterilere karşı davranış şeklinde ise, “bizim

elimizden gelen bu umarız beğenirsin” anlayışı yaygındır (Weaver, 1998: x). Bu tip

kuruluşlarda yetkili kişileri memnun etmek, müşteriyi memnun etmekten daha

önemlidir. Yöneticilerin uyguladıkları yöntemler, müşteri kaybetmeye sebep olsa da,

alttaki çalışanlar, daha önceki tecrübelerinden durum hakkında üstlerini

uyarmalarının ters bir davranışla karşılanacağını beklediklerinden, sessiz kalmayı

tercih ederler.35

Geleneksel yönetim tarzıyla ile ilgili ele alınması gereken bir başka konu ise,

işletmenin yeterli gördüğü kazancı temin edememesi ile ilgilidir. İşletmenin ortakları

yıl sonunda önceden belirlenmiş bir oranda kâr elde etmek istemektedirler. Genel

müdürlerin görevi ise, ne yapıp yapıp bu karı işletme sahiplerine kazandırmaktır.

İşletmenin istenilen oranda gelir elde edebilmesi içinse bazı yollar vardır. Bunlardan

35 Böyle olmasının sebebi, organizasyon yapısının çok katı kurallar ve hiyerarşik bir sisteme göre

düzenlenmiş olmasıdır. Bu tip kurulan yapılar başta ordular, devlet daireleri, dinsel kurumlar vb.

yüzyıllardır uygulanmaktadır. Bu sistemde herkesin görev ve sorumluluklarının bulunduğu bir

hiyerarşi zinciri bulunmaktadır. Bu tarz, Weber’in açıklamasını yapmış olduğu gibi, “büroların

organize edilmesi hiyerarşi ilkesine uygundur; yani alt kademedeki her büro, bir üst kademedeki

büronun denetim ve gözetimi altındadır.” şeklinde açıklanmaktadır (Weaver, 1998: 8). Buradaki

yetkilendirme sonucu, en alttaki çalışanlara gelince sıfır yetki kalmaktadır. İletişim ise, yukarıdan

aşağıya doğru üst bölümlerden alt bölümlere doğru yapılmaktadır. Geri bildirim, alt bölümlerden üst

bölümlere yönelimli işlemektedir. Otorite kaynağı, Krallarla karşılaştırılabilir şekilde, özel mülk

sahibidir. Weaver bu konuda, “bugün mülk sahibi olmak, kelle uçuramamanız ve vergi toplamak

yerine ödemek zorunda kalmanız dışında, sizi neredeyse bir kral konumuna getirir” demektedir

(Weaver, 1998: 10).

108

en önemlisi, emek üzerinde daha fazla baskı uygulamayla ilişkilidir. Geleneksel

yönetimle çalışan işletmelerde, o kuruluşun tüm birimleri ve çalışanları kendi işlerini

eksiksiz yaparsa sorun çıkmayacağı anlayışı yaygındır. Dolayısıyla işletmelerde

böyle bir durum olduğunda, ortaya çıkan açık, çalışanlardan çıkarılmaya çalışılır. Bu

durum da kuşkusuz, hem işsiz kalan işçiler ve onların aileleri bakımından, hem de

duyarlı yöneticiler açısından hoş bir durum değildir. Weaver’ da yönetimden

kaynaklanan sözü edilen sorunların faturasının işgörenlere çıkartılmasının doğru

olmadığını bildirmektedir (1998: 32).

İkinci aşamaya gelindiğinde, “müşteriler konuk ya da alıcı olarak

isimlendirilir” müşteri şikayet bölümleri kurulur, personel “çalışma arkadaşı” ya da

“ortak” adını alır. Bu insanlar değişen şirket politikası bağlamında, müşteri

kazanmaya yönelimli önemli eğitimlere tabi tutulurlar. Bu da şirketin rekabet

edebilmesinde ve iflastan kurtulmasında çoğu şirket için bir can simidi görevini

yapar (Weaver, 1998: x).

Genel müdürler bir süre sonra, müşteri bilinci aşamasında yapılanların da

rekabet koşullarında müşteriyi elde tutmak için yeterli olmadığını anlarlar. Bundan

sonra yapılacak kaliteyi daha çok yükseltmek, daha çok müşteri memnuniyeti

sağlayacak önlemleri almaktır. Bu durumda iş doyumu sağlanmış ve iyi eğitilmiş

personel ihtiyacı öne çıkmaktadır. Weaver’ın söylediği gibi, “yüksek kaliteli

malzemeler, uygun araç ve makineler, uzun bir sürecin sonucunda geliştirilmiş

yöntemler ile memnun edici çalışma koşulları gibi diğer faktörlerin bulunması da bir

gerekliliktir” (1998: xi). Ayrıca genel müdürler, söz konusu süreç iyileştirme

aşamasında, sistemde dikey olarak yürütülen işlerin yanında, yatay olarak

gerçekleştirilen çalışmaların da önemini kavrarlar. Yani eş statüdeki bölümlerin

rekabet yerine işbirliğini tercih ederek, birbirlerinin işlerini daha iyi yapmalarını

sağlamanın önemini anlarlar.

Daha ileriki aşamada “çapraz işlevli süreçleri” iyileştirmek için, üst

yönetimle aynı düzeyde çalışan bir kalite kurulu işletme yapısında yerini alır. Bu

amacı gerçekleştirmenin yolu da, üretim aşamasının her sürecinde müşteriye

109

hizmetin son olarak verileceği noktaya kadar olan süreçlerin iyileştirilmesidir. Çünkü

kaliteli çıktı almanın şartı, o zamana kadar gelinen aşamaların geliştirilmesidir. Yine

bu nedenle takımlar kurularak sürekli iyileştirme çizgisinin yakalanmasına çalışılır

(Weaver, 1998: xi).

Yine genel müdürler, bir süre sonra bu zamana kadar yapılanların da

istedikleri hedefler için yeterli olmadığını anlarlar. Bu da yenilik yapma aşamasıdır.

Bunu başarmak için de, müşterilerin hayallerinin ötesinde olan yenilikleri

gerçekleştirmek gerekir (Weaver, 1998: xii). Weaver’ ın anlattıklarına uygun olarak,

yenilik yapma aşaması için, bulunabilecek oldukça fazla örnek arasından bugün

piyasada bulunan “dünya radyo” olarak bilinen radyolar örnek verilebilir: Bunları

üretenler diğerleri gibi standart ve belirli bir bölgedeki kanalları çekebilen radyolar

üretiyor olsalardı, kalite düzeyi yüksek üretim yapsalar bile, rakiplerinin önüne

geçmeleri olanaklı olmayacaktı.

Weaver, “Yenilik aşamasında” bu çalışmada da yer aldığı gibi, kalite

konusunda en çok benimsenmiş yazarlardan Deming’ i anarak, işletmelerin neler

yapmaları gerektiğini açıklamaktadır. Müşterilerin iyileştirme talepleriyle, yenilik

yapma konusundaki farkı şöyle anlatır: “Müşteriler ürünlerinizin çok pahalı

olduğundan, ellerine çok geç ulaştığından ya da çabuk bozulduğundan şikayet

edebilirler. Bunlar iyileştirme talepleridir ve sizin bunlarla ilgili bir şeyler yapmanız

mümkündür.” Onun anlatmak istediği yenilik yapmanın başka bir şey olduğudur. Ve

Deming’ den şu kelimeleri aktarır: “Müşterilerinizin memnun ve sadık olmaları

yeterli değildir, çünkü karşılarına daha iyi bir şey çıktığı anda sizi terk edeceklerdir.”

Burada yenilik aşaması için ifade edilen, elektrik ışığı, fotoğraf, telgraf, telefon,

otomobil, otomobil lastiği, entegre devreler vb. de olduğu gibi, müşteri istekleriyle

icat edilmemiş örneklerdekine benzer gelişmelerin sağlanmasıdır (Weaver, 1998:

256-257). Bu aşamada esas olan müşterilerin hiç aklına bile gelmeyen yenilikler

bularak, onların hayatlarını, işlerini kolaylaştırmaktır.

Yukarıda Weaver’ dan yararlanılarak, yönetimle ilgili aşamaların

anlatılmasından sonra, konuyu ilgilendiren diğer bilgilerin de tartışılması yerinde

110

olacaktır. Çalışanlar açısından önemli olan bir konu da, iş güvencesiyle ilgilidir.

İstenen kalitede olmaması sebebiyle tekrar yapılan işler, gereksiz bürokrasi, gereksiz

işler, gereksiz depolama, fazlalıklar, hatalar, gecikme gibi konularda artan

verimlilikle beraber, personele duyulan ihtiyaç da azalmaktadır. Weaver, bu

durumda, klasik yönetim şeklinde olduğu gibi, yöneticilerin eleman çıkartmaya

çalışmasının diğer çalışanların sisteme olan güvenlerini de azaltacağından, beklenen

başarının engelleneceğini söylemekte; küçülen iş gücü ihtiyacı sorunu için emekli

olanların, ya da çeşitli nedenlerle işten ayrılanların yenilerini almamayı, ya da bu

durumdaki personeli şirketin kendi içerisindeki çalışma alanlarında değerlendirmeyi

öğütlemektedir (1998: 280 – 282). Ersen’ de, benzer şekilde, yapısal ortam, fiziksel

ortam, sosyal ortam olarak belirlediği kaliteyle ilgili ortam ve koşullardaki

iyileştirmeleri verimlilikle ilişkilendirmekte, özellikle çalışanların motivasyonu

üzerinde durmaktadır (1997: 78–80). Ancak burada anlatılanlar da, iddia edilenin

tersine, daha az personelle daha çok ve daha kaliteli iş yapmak anlamına gelmekte,

çalışanların esnek kullanımıyla da ilgili olan bu durumlar, genel işsizliği artırıcı bir

etkide bulunmaktadır.

TKY uygulamalarıyla ilgili bir konu da, “benchmarking” denilen rakipler

arası karşılaştırmayla ilgilidir. Bu teknikle önerilen, elde edilen veriler açısından,

firmaların üretimlerinin ve kalitelerinin birbiriyle karşılaştırılmasıdır. Ayrıca

benchmarkingle birlikte, müşterinin hayatında kolaylık ve yenilik getirmesi

açısından, dış müşteri memnuniyeti ölçümlerinin de karşılaştırılması gerektiği

anlatılmaktadır (Spencer, Loomba ve Arvinder, 2001). Söz konusu durum çalışanlar

açısından düşünüldüğünde kolayca anlaşılacağı gibi, işletmenin rekabet edebilmesi

için daha fazla özveri ve verimli çalışma demektir.

Burada bir de, ISO 9000 serisi standartlar olarak anılan uluslararası

standartların açıklanması gerekmektedir. ISO 9000 serisi standartlar, birçokları

tarafından TKY ile eşdeğer sanılarak yanlış anlaşılmıştır. Bu çalışmada da ISO 9000

standardı, araştırma yapılan işletmelerde anket çalışmasının yapılabilmesi için temel

şart olarak aranmıştır. Böyle olmasının sebebi, ISO 9000 serisi standartların, TKY

uygulamanın ilk şartını oluşturmasıdır. Ancak, TKY uygulamak, konu içinde de

111

anlatıldığı gibi, birçok uzmanın görüşüne göre, çok daha kapsamlı, uzun ve plânlı

çalışmaları gerektirmektedir. Burada yapılan analizlerde, konumuzu ilgilendirdiği

kadarıyla bu bilgiler aktarılmaya çalışılmaktadır.

Kalite konusunda standart ihtiyacı ile ilgili ilk bilgilere, askeri kalite standardı

oluşturma çalışmalarında rastlanmaktadır. Birinci dünya savaşında silah ve silah

destek malzemelerine duyulan ihtiyaç için beklenen kalite standardı, söz konusu

çalışmaların hızlandırılmasında etken olmuştur. Amerika, İngiltere ve Fransa gibi

ülkelerde öne çıkan bu ilk standartlarla ilgili ihtiyaca, 1950’ lerde başlayan uzay

programları, askeri amaçlı yatırımlar dolayısıyla ileri teknoloji gerektiren silah

projelerinin sebep olduğu ortaya çıkmaktadır. Amerikan Savunma Departmanı

tarafından 1963 de yayınlanarak yürürlüğe giren "MIL-Q-9858A" standardı; “Avrupa

Topluluğu Konseyi” nin 1969 da “malın tesliminden önce ürünün kural ve tüzüklere

uygunluğu, karşılıklı kabul edilen kontrol şartlarına göre yerine getirilecektir”

kuralını işleme geçirmesi, ISO 9000 standardına temel olan aşamalardır (Yong ve

Wilkinson, 2001; Seddon, 2000).

Burada dikkat çeken bir başka gelişmede, 1950 lerde başlayan İngiliz

Savunma Bakanlığı ve NATO tarafından bir başka askeri kalite standardının ticari

uygulamalara dönüştürülmüş benzeri olan, 1979 da ortaya çıkan “BS 5750 Kalite

Yönetim Sistemi” dir. Söz konusu standart, 1985 deki geliştirmelerle birlikte, Avrupa

Topluluğu Konseyi’ nin "Yeni Teknik Uyum ve Standardizasyon Kavramı" nı

yayınlamasıyla gerçekleşmiş; 1987 de ise, BS 5750 standardının rehberliğinde ilk

ISO olan ISO 9000 standardı uygulanmak üzere yayınlanmıştır. Uluslararası

Standardizasyon Organizasyonu (ISO) merkezi Cenevre’de bulunmaktadır. İleri

endüstri ülkelerinin, uluslararası ticaretlerinde karşılıklı olarak bekledikleri, kalite

standartlarını temsil etmektedir. ISO 9000 standardı süreç (proses) temelinde kurulan

bir sistem olarak, üretimdeki son çıktıyı temsil etmemektedir. Ürünün meydana

gelmesini sağlayan süreçlerin kontrol altına alınıp, sürekli iyileştirme bağlamında

geliştirilmesiyle kaliteyi artırma amacı gütmektedir (Yong ve Wilkinson, 2001;

Seddon, 2000).

112

1994 de ortaya çıkan ISO 9001 belgesi araştırma-geliştirme, tasarım, üretim,

dağıtım, montaj ve servis hizmeti veren firmalar için, ISO 9002 tasarım yapmayan

ama üretim, sevkıyat, montaj ve servis hizmeti veren firmalar için, ISO 9003 ise

nakliye ambarları ve dağıtım hizmeti veren firmalar için uygun karşılanmaktadır.

Burada ISO 9000 serisi standartların farklı işlevleri, niçin işletmelerin bu standarda

ihtiyaç duyduklarıyla, faydalarının ne olacağı, işletmelerin misyon ve vizyonuyla

uyuşumunun nasıl olacağıyla ilişkilidir. Yine işletmelerin değişime hazır olup

olmadıkları ve TKY ile bağlantı içinde, bu gelişmeleri sağlayabilmek için başta

süreçlerin kontrol edilmesi olmak üzere yapılması gerekenler, söz konusu

standartların rehberliği açısından önem taşımaktadır (Stith, 2001).

ISO standartları yukarıda da anlatıldığı gibi, TKY sistemi iş süreçlerinin temel

gereksinimlerini karşılamak üzere, süreçlerin (proseslerin) denetim altına alınmasını

sağlamaya çalışmaktadır. Bu konuda yapılan son çalışmalar ise, ISO 9000: ISO 2000

revizyonu çalışmalarda olduğu gibi, TKY sistemini gerçekleştirme iddiasında

bulunmakta, ele aldığı konular içinde çalışan iş doyumu, yönetimin sorumluluğu vb.

dahil TKY içeriğinde anlatılanların çoğunu kapsamaktadır (Baş, 2003).

Yukarıda anlatılan bölümde, TKY teorileri kapsamındaki iddialar özellikle

çalışanlar açısından değerlendirilmeye alınmıştır. Görüldüğü üzere, söz konusu

sistemle birlikte getirilmek istenen yaklaşımlar, fordist-taylorist sistemle birlikte

yerleşmiş yönetim ilkelerinin esnekleştirilmesi paralelinde gerçekleşmektedir. Bu

sistemin teorik ve uygulamadaki sorunsallarının tartışılmasına diğer bölümlerde

devam edilecektir.

2.2.1 Toplam Kalite Yönetimini Savunanların Görüşleri

Yukarıdaki bölümde TKY teorik çerçevesi ile anlatılmaya çalışılmıştır.

Aslında bu açıklamalarla TKY’ ni savunanların görüşlerine de önemli ölçüde yer

verilmiştir. O nedenle, bu kısmın TKY’ ye karşı olanların görüşlerinin anlatıldığı

bölüme göre kısa tutulması plânlanmıştır. Aşağıda yapılan incelemelerle konuya

devam edilecek, farklı bakış açıları değerlendirilmeye çalışılacaktır.

113

Teorik açıdan bakıldığında bu sistem, çalışanları müşteri kavramı içerisinde,

yani “iç müşteri” görmektedir. Araştırmada değerlendirmeye alınan uzmanların

fikirlerinde de görüldüğü gibi; çalışanların mutlu, huzurlu bir çalışma ortamında,

güven içinde çalışmasının şirketler için kaçınılmaz olduğu ileri sürülmektedir. Yine

bu teorisyenlere göre çalışanlar “iç müşteriler” yeterince tatmin edilmediklerinde,

“dış müşterinin” memnun edilmesi olanaklı olmayacaktır. Yani işletmenin ürün ve

hizmetlerinden faydalanan müşteriler, kaliteli ürünlere kavuşamayacaklar, bunun

sonucunda da, diğer şirketlerle yarışılamayacaktır (Ersen, 1997: 71-72). Sermaye için

bu durum; kalite konusunda başarı sağlayamayan işletmelerin piyasada kalamaması

anlamında, yeni değişmeler ve gelişmeleri zorunlu kılmaktadır.

Kavrakoğluna göre, 1960' lı yıllardan sonra sanayileşmiş ülkelerde bir arz

fazlalığı ortaya çıktı. Müşterileri kazanmaya çalışan üreticiler, “yüksek kalite, bol

çeşit, geniş hizmet ve çeşitli kolaylıklar sağlamak için” kıyasıya bir yarış içine

girdiler. Burada dikkatleri Japonya’ ya çeken Kavrakoğlu, Japonya’ nın, 1945-75

yılları arasında birinci kümeye çıkması temelinde yatan sanayileşmesinde etken

olarak, Japonya’ nın yeni yöntem olarak "Toplam Kalite" yaklaşımını benimsemesini

göstermektedir. Bu sistem onlara maliyet, hız, esneklik ve mamulleri daha kaliteli ve

ucuza elde etme olanağı sağlamış, bu sayede de uluslararası rekabette Japonlar çok

iyi bir durumu yakalamışlardır. Ona göre çok kısaca özetlenecek olursa, verimlilik,

kalite yeni yöntemlerle kullanılırsa, bizim de uluslararası yarışta en sonlarda olan

yerimizi en başlara taşımamamız için herhangi bir sebep yoktur (1994: 114-118).

Yukarıda değerlendirilen çalışmalarda da görüldüğü gibi, bilgi ve gelişmiş teknoloji

kaynaklı TKY’ yi de içine alan, esnek üretim biçimleri, bir kurtuluş reçetesi olarak

sunulmaktadır.

TKY konusu açıklanırken yapılan alıntılarda da görüldüğü gibi, aslında bu

konuda çalışan bazı teorisyenler, söz konusu sistemin hem toplumlar hem de

çalışanlar açısından çok olumlu sonuçlar doğuracağını iddia etmektedir. Ülkemizde

kalite konusundaki çalışmalarıyla önde gelen isimlerden olan Argun, “Ve Patron

İnsanı Keşfetti” isimli makalesinde, klasik yönetim biçiminin patronla işçi arasında

aşılmaz duvarlar inşa ettiğini, oysa yeni sistemin patronla işgöreni işbirliği yapar hâle

114

getirdiğini iddia etmektedir. Bunları söylerken çalışanların ücretlerinin belirli bir

düzeye getirilmesinin temel sorun olduğunu belirtmekte, eğer ücret yeterliliği

sağlanamazsa aklı yaşam kavgasında kalan insanların kendilerini işlerine

veremeyeceklerini belirtmektedir.36 Yine ona göre, tüm üretim çalışanların önemli

katkısıyla yapıldığına göre, işyeri ortamında işgörenlere saygı gösterilmesi onların

güdülenmesi için son derece önemli olacaktır (Argun, 1998a; Argun, 1998b).

Burada ayrıca, TKY sisteminin gelişmekte olan ülkeler açısından da

değerlendirilmesi gerekmektedir. TKY’ nin bu sistemin ileri gelen savunucularınca

gelişmekte olan ülkelere de tavsiye edildiği görülmektedir. Crosby, gelişmekte olan

ülkelerin ekonomilerinin sürdürülebilir bir gelişme göstermesi için, üretim ve

hizmetlerde kaliteyi artırmalarının tek yol olduğunu söylemektedir. Feigenbaum’ da

benzer şekilde kalite çalışmalarının dışında kalan bir organizasyonun ayakta

kalamayacağını vurgulayarak, gelişmekte olan ekonomiler için yarışan dünya

şartlarında fazladan bir uğraş olmayıp, gerekli bir strateji olduğunu ileri sürmektedir

(Djerdjour, 2000). Ancak bu araştırmada esnek üretimler değerlendirilirken daha

geniş biçimde incelendiği gibi, konu esnek üretimler bağlamında düşünüldüğünde,

kaliteyi geliştirmek bu tip ülkelerde yaygın işsizlik, yoksulluk, sendikasız ve

güvencesiz çalışma sorunlarıyla ilgili tam tersi etkiler getirmektedir.

Bu yönetim biçimi, her ne kadar araştırma kapsamında çalışanların

beklentilerine cevap veremese de, çalışma içinde daha iyi anlaşılacağı gibi; kurum

kültürü oluşturmayı; çalışanların yönetime katılmasını; hemen her konuda 36 Bir çalışanın ücretten tatmin olması konusunda direk o işyerinden aldığı ücret, tam bir fikir

vermeyebilir. Çünkü geçim sıkıntısı, ailenin toplam geliri, kişi sayısı, ailenin harcama eğilimi,

yaşadıkları çevre vb. ile değerlendirildiğinde anlamlı olacaktır. Ayrıca, ücretlerin tatmin etme durumu

konusunda, yeterince gelişememiş ülke çalışanlarının düşük ücretler, işsizlik baskısı vb. sebeplerle

oldukça sıkıntı çektikleri bilinmektedir. Ancak, Weaver da, bu konuda gelişmiş bir ülke olarak bilinen

ABD’ den verdiği örnekle, değişmez bir şekilde asgari ücret alan ya da tıbbi bakım olanakları

olmayan, gelir durumu son derece düşük milyonlarca ABD’ liyi göstermekte ve bu kişiler için de,

ücretlerin en önemli motivasyon aracı olduğunu anlatmaktadır (Weaver, 1998: 65). Söz konusu durum

değerlendirildiğinde ise, bölgesel farklılıkların da dikkate alınmasının gerekli olduğu ortaya

çıkmaktadır.

115

çalışanlarla birlikte karar almayı; çalışma ortamını demokratikleştirmeyi; iddialara

göre fordist sistemin düğün pastası şeklindeki hiyerarşik yapısını ters yüz etmeyi

gerektirmektedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, söz konusu kapitalist sistemin

mantığı olduğunda, önemli açmazlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yukarıda anlatılanlar ve TKY teorisiyle ilgili bölümde anlatılanlar

incelendiğinde, çalışanlar ve toplum açısından burada açıklananlar kapsamında, çok

önemli olumlu gelişmeler öngörüldüğü düşünülebilir. Ancak, aşağıdaki bölümde ve

araştırmanın uygulama kısmında yapılan çalışmalarda da görüldüğü gibi, ileri

sürülen tezin iddiası doğrultusunda, burada anlatılanların gerçeklikle hiçbir ilişkisi

olmadığı anlaşılacaktır. Bunun da sebebi hep vurgulandığı gibi, kapitalizmin

mantığında hiçbir değişim olmamasıyla yakından ilgilidir. Oysa söz konusu

teorilerde ciddiyetten bahsedilebilmesi için, açıkça kapitalizmin mantığına karşı bir

duruşun görülmesi gerektiği düşünülmektedir.

2.2.2 Toplam Kalite Yönetimine Karşı Olanların Görüşleri

Esnek üretim ve TKY, çalışanlar açısından en fazla etkiyi sendikal hareketler

üzerinde yapmıştır. O nedenle de en büyük tepkiyi sendikal hareketlerden görmesi

doğaldır. Bunun en açık örneği, esnek üretimler konusunda başı çeken Japonya’ da,

görülmektedir. Buradaki anlayışta sendikaların bağımsız hareket edebilme ve

bağımsız örgütlenme konusunda yeterince başarılı olamadıkları, daha çok “şirket

sendikacılığı” denilebilecek bir sendikacılık anlayışıyla hareket edebildikleri

görülmektedir. Tüm dünyada esnek üretimler, küreselleşme etkileri sonucu azalan

sendikaların gücü Japonya’ da da kendini göstermektedir. Profesör Fijumura

Japonya’ da, sendika liderlerinin yönetime geliş kaynakları ve seçilmeleri süreci ile

bağlantı kurarak, değişen endüstri yapısının, işletmelerin küçülmesinin de etkisiyle,

1976’ dan bu yana sendikalaşma oranının 1983’ de % 30’ a ve 1998’ de % 22.4’ e

kadar olmak üzere düzenli olarak düştüğünü bildirmektedir (1999). Yine Japonya’

da sendikalı çalışanların oranı 2001 verilerine göre, % 20.7’ ye düşmüştür. Bir

önceki yılla karşılaştırıldığında, toplamda 11.21 milyon olan sendikalı çalışan sayısı,

320.000 kişilik bir düşüş göstermiştir (Ministry of Health, 2002).

116

Sendikalaşmanın önünde önemli bir engel olan part-time çalışanların oranı

tüm ülkelerde olduğu gibi Japonya’ da da artmaktadır. Bu ülkedeki durum

karşılaştırıldığında, part-time çalışanların oranı 1995 de toplamda % 14.9’ dan 2001’

de % 22.1; erkeklerde, 1995’ de % 5.6’ dan 2001’ de % 9.0’ a; bayanlarda ise aynı

dönemde % 29.8’ den, % 40,3’ e çıktığı görülmektedir (Ministry of Health, 2002).

Kezuka, Japonya’ da part-time çalışmayı yasal sorunlar içinde inceleyerek, Avrupa’

da bu konuların yasal bakışla, iş güvenliği ile ilgili olarak ve bayanların

çalışmasındaki direk olmayan ayrımcılık çerçevesinde incelendiğini; Japonya’ da ise

bu konuların iş güvenliği ve cinsiyet ayrımında göz önüne alınmadığını belirtmekte,

bu part-time çalışanların genelde düzenli olmayan çalışanlar anlamında

değerlendirildiğini aktarmaktadır. Burada düzenli çalışanların part-time işgörenlerle

kıyaslandığında kıdem sistemine göre olan ücretleri ve yaşamsal ihtiyaçlarıyla

sorunları açısından güven içinde oldukları, düzensiz çalışanların ise ücretlerle ilgili

sorunların yanında emeklilik durumları, gelecekle ilgili plânları vb. konularda

problemli oldukları değerlendirilmektedir (Kezuka, 2000). Yukarıda açıklanan bilgilerden de anlaşıldığı gibi, TKY sisteminin ana vatanı

Japonya’ da sendikalaşma oranının çok düşük olduğu, emeğin esnek üretime katkı

sağlayacak şekilde kullanılmasının teşvik edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum ise,

işgörenlerin kalite bahanesiyle daha fazla çalıştırıldığı, kurum kültürü, birlik

beraberlik bahanesiyle karşılığını alamadıkları fedakârlıklara sürüklendikleri

iddialarını güçlendirmektedir. Bu konuyla ilgili olarak sınıf tabanlı olarak yapılan bir

değerlendirmede de, aynı konuya işaret edilmekte, aslında sorunun kaliteye ya da

ISO’ ların kendisine karşı olmak olmadığı açıklanmakta; ancak TKY bağlantısı

içinde, işçiler arasında kurum kültürü, kalite, işletmenin geleceğinden sorumlu olma

gibi fikirlerin işçiler arasında yayılması kaydıyla, işçi sınıfının daha fazla

sömürülmesi için, sınıf bilincinin unutturulmaya çalışılarak bu amaca uygun ortam

hazırlanması eleştirilmektedir (Moralı, 2002).

Bu durumun sınıf bilincinin yok olması tehlikesi açısından önem taşıdığı

ortadır. Çünkü çalışan kesimin karşılık beklemeden, işletmeye kattıklarından pay

almadan, tükenircesine çalışmaları; gerçek sorun olan kapitalizmin mantığı içinde

yüksek işsizlik ve düşük ücretler çemberinde çaresizce kalma anlamına gelmektedir.

117

İşçi sınıfı açısından sınıf bilincinin aşındırılması demek, her türlü sendikal, sosyal

hak ve güvencelerinin sallantıda olması, en kötüsü de dünyaya gelmekle hak edilmiş

olunan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle de tanınmış insanca yaşama hakkının

son derece kaderci bir şekilde sermaye sahiplerinin vicdanına bırakılması demektir.

Ki dilencinin sadaka beklemesi benzeri olan bu durum, insanlık bilinci oluşmuş her

bireyin onurunu oldukça zedeleyecek bir durumdadır.

Konuyla ilgili olarak, Wilkinson ve Willmott, Deming gibi önemli kalite

savunucularının fikirlerini de eleştirel açıdan değerlendirdikleri çalışmalarında,

kapitalist iş verenlerin kendilerine bağlı yöneticiler yoluyla üretim ve verimliliği

artırmaya çalıştıklarını anlatmakta, bunun da çalışanların katkısıyla başarılmaya

çalışıldığını bildirmektedirler. Onların açıklamalarına göre, kalite yönetimleri

Deming’ in de açıkladığı gibi, zayıf performans ile ilgili olarak, sistem ve

yönetimden kaynaklanan hataları sorumlu tutmaktadır. Yani bu duruma göre, söz

konusu kalite uzmanlarının önerileri dikkate alınırsa, beklenen hedeflere ulaşmak

sorun olmayacaktır. Wilkinson ve Willmott’ a göre durum çalışanlar tarafından

yorumlandığında ise, konuya farklı bir bakış açısının hakim olduğu, işgörenlerin

beklentilerinin odağında güvenlik, ücretler ve iş koşullarının öncelikli bulunduğu

açıklanmaktadır (1995: 8-11).

Yine, Özdemir tarafından yapılan ve TKY uygulamalarının olumsuz

taraflarına dikkat çekilen bir araştırmada da, hegomonik fabrika rejiminde mavi

yakalı işçilerin durumunun sorgulandığı açıklanmaktadır. Söz konusu araştırmada

alanla ilgili veriler, bir otomobil fabrikasında yapılan çalışmayla elde edilmiştir.

TKY uygulamalarının oldukça ciddiye alındığı bu fabrikada, yöneticilerin işçilerle

aynı mavi yakalı üniformaları giydikleri, yemeklerde ve dinlenme zamanlarında aynı

ortamları paylaşarak çalışanlarla ilgili sorunları daha yakından incelemeye

çalıştıkları anlatılmaktadır. Burada açıklananlardan anlaşıldığına göre, incelenen

fabrikada, yönetim işçilerden olanaklı olan en fazla verimi almak için, bilinen tüm

TKY teorilerini uygulamaya geçirmeye çalışmaktadır. Bu duruma, takım

çalışmalarıyla işgörenlerin sorumluluklarının ağırlaştırılması, performans

değerlendirme yöntemlerinin uygulanmasıyla işçiler arasındaki rekabetin artırılması

118

örnek olarak verilebilir. Araştırmada yapılan incelemede, söz konusu uygulamalar

sonucunda çalışanların fazla mesaiye hayır diye bilme, kalite çemberlerine katılmayı

ret etme olanaklarının güçleştiği; ayrıca yapılan uygulamalar sonucu sendikaların

etkinliklerinin önemli ölçüde zayıfladığı anlatılmaktadır (Özdemir, 2000:241-258).

Benzer şekilde Yıldırım tarafından yapılan, TKY uygulamalarının eleştirel

açıdan değerlendirildiği bir çalışmada ise, kalite yönetimlerinin çalışanlar açısından

olumlu/olumsuz özellikleri üzerinde inceleme yapılmaktadır. Burada yapılan

araştırmada, TÜSİAD-KalDer kalite ödülünü kazanan işletmelerle ilgili yapılan

incelemeye göre, bu işletmelerde çalışanların Türkiye şartlarına göre yüksek ücret ve

iyi çalışma koşullarına sahip oldukları açıklanmaktadır. Aynı araştırmada lastik

üretimi yapan Brisa işletmesiyle ilgili verilen bilgilere göre, “biz bir aileyiz”

sloganıyla birlikte biz ruhu geliştirilmeye çalışılmakta; yöneticiler ve çalışanlar kır

yürüyüşleri, piknikler, bisiklet gezintileri vb. faaliyetlere birlikte katılmakta;

işletmede yöneticilerin oda kapıları açık tutulmakta; yöneticilerle işgörenler aynı

dinlenme ve yemek salonlarını kullanmaktadırlar. Tüm bu vb. uygulamalar,

çalışanlarla işbirliğini geliştirmek amacıyla yapılmaktadır. Ancak, yine aynı

işletmeyle ilgili yapılan incelemeye göre, ücretler, şirket kuralları ve politikaları, üst

yönetimin karar verme yetkisinde olduğu konular, sosyal haklar vb. sorunların

çember toplantılarında tartışılması yasaktır. Yine söz konusu çalışmada incelendiği

gibi, TKY uygulamaları sendikal faaliyetler üzerinde önemli etkilerde

bulunmaktadır. Buna göre, bazı işletmeler sendikaları dışlarken bazıları ise işbirliği

eğiliminde hareket etmektedir. Ayrıca, bazı sendikalar tamamen firma içi bir kuruma

dönüşebilmekte, işletme yönetimiyle sendika arasında bir anlaşmazlık olmaması,

gerek işletme yönetimi gerekse sendika yöneticileri tarafından örnek bir uyumluluk

olarak gösterilebilmektedir (Yıldırım, 2000:261-278 ).

Gelinen süreçte esnek üretimler bağlamında sendikaların da tutarlı bir yol

izleyemedikleri ortaya çıkmakta, ayrıca sendikalar ve sendikacılar arasında da farklı

bakış açıları olduğu anlaşılmaktadır. Uluslararası Hür İşçi Sendikaları

Konfederasyonu (ICFTU) Sendikal Haklar Bölümü Başkanı G. Martens,

küreselleşme ile ilgili değerlendirmelerinde, küreselleşmenin emeğin kazanımlarını

sürekli azalttığını; sendikal hareketlerin yaşama olanaklarını zayıflatıp, sistemden

119

silmeye çalıştığını; buna karşılık sermayenin gücünü artırdığını; gelişmesi için uygun

ortamlar yarattığını açıklamaktadır (Martens’ den aktaran Engin, 1999: 8) Engin,

yukarıda alıntıladığı gibi, kitabının başka bölümlerinde de küreselleşme ve esnek

üretim biçimlerinin sendikal hareketleri engelleyici etkileri üzerinde durmaktadır.

Ancak, sorunu daha çok kurumsal düzeydeki iç uyumsuzluklarda görerek, problemin

kurumsal değişikliklerdeki eksikliklerden kaynaklandığını ifade etmekte, “Kurumlar

hangi yapısal değişimleri gerçekleştirdiler de, kan kaybı globalleşmeye

yükleniliyor?” demektedir. Engin, buradaki açıklamalarıyla sendikal hareketlerdeki,

küreselleşme, esnek üretim vb. sebeplerle olan gerilemeye, sendikaların ortaya çıkan

değişimlere uyum gösterememesini sebep göstermektedir (Engin, 1999: 15).

Oysa burada konusu geçen küreselleşmenin, Engin’ in söylediği kadar

masum olması olanaklı değildir. Tersine, araştırma içinde de açıklandığı gibi,

kapitalizmin mantığında, plânlı bir şekilde emek gücünü en fazla artık değere

dönüştürebileceği uluslararası çareler üretmekte; esnek üretim taleplerini öne

çıkararak, ulus-devlet yurttaşlarının sahip oldukları sosyal güvencelerin kendi

kaderine terk edilmesini talep etmektedir. Düz mantıkla değerlendirildiğinde

yeterince gelişemeyen ülkeler açısından bu sorun, zaten çok kısıtlı olan sosyal-

ekonomik güvencelerin iyice kısıtlanarak yoksul insanların daha da ezilmesi demek

olmaktadır. Sendikal hareketler açısından da bu durum, yeni gelişmeler paralelinde,

yeni politikalar üretme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonun (ICFTU) yansıttığı

fikirler de, Küreselleşmeyle birlikte TKY ve esnek üretimlere karşı duruşlar

açısından önemlidir. Burada yansıtılan görüşlere göre, sermaye, günümüzde çok

değişik taktiklerle ve esnek olarak hareket etmektedir. Üretimin farklı ülkelere,

bölgelere kaydırılması, işçi istihdamının da yer değiştirmesine sebep olmakta, bu da

çalışanların toplu pazarlık yöntemiyle hak aramasına engel olmaktadır. Yine

işletmelerin işin belli bölümlerini dışarıya vermeleri, sözleşmeli çalışma yöntemlerini

kullanmaları, yarı zamanlı çalışanlardan faydalanmaları vb. yollarla emeğin esnek

istihdamı, özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde, mevcut hukuk sistemlerindeki

boşlukların da katkısıyla çalışanların daha fazla sömürülmelerini kolaylaştırmaktadır.

120

Ayrıca dünyanın geleceğinin biçimlenmesine katkı sağlayan siyasi liderlerin,

istihdamı artıracağı, yaşam standartlarını yükselteceği iddiasıyla bu gelişmeleri

onaylaması, tam tersi bir etki yaparak zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ekonomik

gelişme farkının artmasına sebep olmuş, zenginliklerin küçük bir uluslararası

azınlığın ellerine geçmesine hizmet etmiş, çalışanların neredeyse tüm dünyada iş

güvencelerinin gittikçe azalmasına, yaşam standartlarının daha da gerilemesine sebep

olmuştur (ICFTU, 2003).

Esnek üretimlere bir başka karşı çıkış da, ülkemizde sıkça rastlanan kriz

ortamları sebebiyle ortaya çıkan gelişmelerle ilgilidir. Nicel İşçi Araştırmaları

Merkezi tarafından, İstanbul'un Anadolu ve Avrupa yakaları, Kocaeli- Gebze ve

Bursa ile İzmir kentlerinde yer alan DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasında

örgütlü 12 fabrikada yapılan anket çalışmasına göre kriz bahanesiyle, işletmelerin

çalışanları etkileyen hangi yöntemleri kullandıkları araştırılmıştır. Burada

cevaplayıcıların % 61'i kriz beraberinde işletmelerinde yeni uygulamaların yaşama

geçirildiğini bildirmiştir. Bu uygulamalar: "yıllık izinlerin öne alınması" (% 24), "işçi

çıkarmalar" (% 13.6), "taşeronlaştırma" (% 9), "ücretsiz izne çıkarma" (% 5.3),

"ücretlerin ve çalışma saatlerinin birlikte azaltılması ya da ücretlerin ödenmemesi"

(%4.2)” şeklinde ortaya çıkmıştır. Yine aynı araştırmaya göre kriz ortamında

sendikaların etkinliklerinde bir azalma olup olmadığı sorulmuş, ankete katılanların

% 53’ ü sendikanın etkinliklerinin azaldığını belirtmiş, sendikalarına duydukları

güvende azalmayla ilgili soruya ise, işgörenlerin % 49’ u azalma olduğu yönünde

cevap vermiştir (Nicel İşçi Araştırmaları Merkezi, 2001).

Yine sendikal hareketlerin bir başka karşı çıkış noktası ise, hükümetlerin

yaptıkları özelleştirme uygulamalarıyla ortaya çıkmaktadır. Bu durumun ortaya

çıkma sebeplerinin başında, mevcut üretim yapısında yeterli sayıda çalışan istihdamı

sağlayamamanın ağırlığı bulunmaktadır. Böyle durumdaki bir yapı özelleştirme

uygulamalarıyla desteklendiğinde sendikalı işçi sayısında hızlı düşüşlere sebep

olmuş, sendikalarsa gerektiği gibi mücadele yöntemleri geliştirememiş, etkinlik

sağlayamamıştır. Hatta bazı sendikaların beklenmedik bir tavırla bu oluşumu

destekledikleri görülmüştür (Akkaya, 2003).

121

Esnek üretim uygulamalarının, özel sektör yanında, özellikle gerekli sosyal

reformları düzenlemeden, kamudaki uygulamalarla da hayata geçirilmeye

çalışılması, çalışanlar açısından tartışılması gereken önemli bir konudur. Devlet

Personel Başkanlığının “Kamu Personel Reformu” na göre, ne kadar yürürlüğe

konabileceği de belli olmamakla birlikte, esnek üretim tekniklerini kullanmak

amacıyla önemli oranda çalışan sayısını düşürmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu

amaçla, incelenen araştırmaya göre, yapılmaya çalışılan bazı düzenlemeler şöyledir:

“Yeni düzenlemeler ile kadro karşılığı sözleşmeli personel uygulaması kaldırılıyor.

Devlette asli ve sürekli görevler belirleniyor ve bu çalışanlar, tüm kamu

çalışanlarının belli bir oranını geçemeyecek hâlde sınırlanıyor. Kurumlar arası

personel aktarımının önü açılıyor. Yarım gün, nöbet usulü çalışma v.b. formlarla

esnek çalışma modeli yerleştiriliyor. Maaş ve ücret sistemi çalışma koşullarına göre

sadeleştiriliyor. Performansa dayalı ücret sistemine geçiliyor.” Burada izlenen

mantık ise, yine bu araştırmada konu hakkında çalışan komisyonlardaki bir yetkilinin

sözleriyle "Yarım gün çalışan birini neden tam gün istihdam ediyoruz” şeklinde

özetlenmektedir (Yılmaz, 2004).

Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, sendikaların önünde

önemli engeller durmaktadır. Esnek üretimler bağlamında da değerlendirilebilecek

Engin’ in üzerinde durduğu, sendikalaşmanın önündeki engellerden bazıları

önemlidir. Bu maddeler şunlardır (1999: 20): 37

“Devletin ‘sosyal’ vasfından giderek uzaklaşması”

“İşverenlerin sürekli sendikasızlaştırma girişimleri”

“Sendika yöneticilerinin aynı zamanda siyaset yapamamaları”

“Giderek yaygınlaşan işten çıkarmalar”

“Taşeronluk sisteminin yaygınlaştırılması”

“Esnek üretim, kuralsızlaştırma, yüksek işsizlik oranı, kaçak işçilik, yabancı uyruklu işçiler

gibi faktörlerin tehdidi”

“Çağdaş bir sosyal güvence olan ‘İşsizlik sigortasının’ gerçek anlamda olmaması”

“Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarının iç hukuka yansıtılmaması”

“Özelleştirme uygulamalarında istihdam ve iş güvencesi koşulunun olmaması”

“Çalışan kitlelerin örgütlülük bilinçlerinin zenginleşememesi ve örgütlerine sahip

çıkmaması” 37 Parantez içindeki yorumlar bu tezin yazarına aittir.

122

“Sendikaların üretim, verimlilik ve kalitedeki rolü ve etkinliliğinin ortaya konamaması veya

belirgin olmaması” (Sendikalar böyle bir süreçte, çalışanların daha fazla özveride bulunması

yoluyla artırılan verimlilikte, ancak işgörenlerin haklarının da genişletilmesi koşuluyla

olumlu katkıda bulunabilir.)

“İşveren-sendika ilişkilerinde hâla muhalif ve çatışmacı izlerin devam ediyor olması”

(İşveren - sendika ilişkilerinde çatışmacı izlerin devam ediyor olması, karşıt çıkarların temsil

edilmesi sebebiyle doğaldır. Ancak, bu çağda bile, insan olmanın bir gereği olan, o nedenle

de son derece kutsal olan hak arama savaşının bazılarının içlerine sinememesi son derece

anormaldir. Haksız ve güvencesiz bir ortamda çalışmak, ancak köleliğin devam ettiği

sistemleri çağrıştırabilir.)

“Sendikaların ‘yeni işçi tipine’ yönelik inşalarının olmaması ve bu yeni işçi tipini

kucaklayamayışı”

“Endüstriyel demokrasi’ kavramının yeni yönetim tarzlarında nasıl olacağına ilişkin muhteva

geliştirilememesi, buna ilişkin bir ‘model’ sunulamayışı”

“Yeni işçi tipine uygun ‘yeni örgütlenme formatları’ nın ortaya konulamaması”

Yukarıdaki alıntıda, Engin’ in sendikalaşmayla ilgili tespit ettiği sorunlardan

önemli görülenlere yer verilmiştir. Engin’ in çalışanların karşı karşıya kaldıkları yeni

emek süreçleriyle ilgili görüşleri ise şöyledir: “hiyerarşiye öncelik veren, çalışanları

katı bir emir komuta zinciri içinde sadece kendilerine verilen görevleri yapmakla

yükümlü kişiler olarak gören, işçi-işveren ilişkilerini bir taraf kazanırken diğer

tarafın kaybettiği bir güç çatışması olarak ele alan anlayış, yerini çalışanların takım

ruhu içinde ve sürekli gelişme yaklaşımıyla yönetime katıldığı, işçi-işveren

ilişkilerini karşılıklı çıkarların dengelediği ve güç birliğine dayalı yaklaşımların

yansıtıldığı ilişkiler olarak gören anlayışa terk etmeye başlamıştır” demektedir (1999:

118). Ancak Engin’ in bu sözleriyle bahsettiği işveren ve işçi dayanışması; bir takım

işletme hedefleri, kriz ortamı bahanesi, dışardaki işsizlik oranı, topluluğu koruma vb.

bahanelerin gündeme getirilmediği; özne haklarının (insanların kendilerini özgür

iradeleriyle ifade haklarının) korunduğu bir ortamda, sözleşmenin her iki tarafının

birbirlerinin hak ve hukuklarına saygı duymaları şartıyla, yasal güvencelerin

desteğinde gelişmiş sendikal hareketlerle sağlanabilir.

Engin, Toplam Kalite Yönetimi Hakkında da şu açıklamayı yapmaktadır:

“Toplam Kalite Yönetiminin özünde, örgütler ve bu örgütlerin iç müşterilerini

oluşturan çalışanlar arasındaki ilişkilerde, baskıcı, çatışmacı, tepkici, katı, hiyerarşik,

123

denetimi ve farklılaşmayı esas alan yaklaşım değil; işbirliğine yönelik çalışmayı, ortak

çıkarlara dayalı, uzun vadeli ilişkileri, uyumu, takım çalışmasını ve müşteri tatminine

yönelik önceliklerin gözetilmesini esas alan yaklaşım yatmaktadır” (1999: 24). 38

Yukarıda Engin’ in anlattıkları, kuşkusuz söz konusu yönetim biçiminin

teorisiyle ilgili olmalıdır. Çünkü bu araştırmanın bulgular bölümünde de incelendiği

gibi, iddia edilenin tersine çatışmacı, katı hiyerarşik, baskıcı sistem devam

etmektedir. Ayrıca teoride anlatıldığı gibi uygulansa bile, TKY uygulamaları, esnek

üretimler temelinde gerçekleştirildiğinden; daha fazla işin daha az işçiyle

yaptırılmasını, esnek çalışma zamanlarını, taşeronlara iş yaptırma vb. yaklaşımları

benimsediğinden; yine hep vurgulandığı gibi, bunu kapitalist sistemin mantığına

bağlı kalarak uygulamaya çalıştığından, çalışanların sorunlarına çözüm olarak

sunulması olanaksız görülmektedir.

Diğer taraftan, işverenlerin yeni yönetim teknikleriyle çalışanların örgütlü

mücadele olanaklarını kısıtlamalarına karşın, sendikal hareketlerin ise üye tabanlarını

geliştirecek yeni örgütlenme metotları üzerine hazırlanacakları yerde, çok yerde

kendi aralarındaki sorunlara yoğunlaştıkları anlaşılmaktadır. Uçkan, (2004) konuyla

ilgili, sendikalar arası rekabet konusunu incelediği araştırmasında;

“Aynı konfederasyona bağlı olan iki sendikanın güçlerini birleştirerek tek bir örgüt çatısı

altında toplanacakları yerde, birbirlerinin örgütlenme güçlerini kırmak için hasmane bir

tutum sergileyerek kıyasıya rekabet etmeleri, Türkiye'de sendikal birliğin ve dayanışmanın

sağlanması konusunda sendikaların gerekli bilince henüz ulaşamadıklarını göstermektedir.

Türkiye'deki sendikalar arası rekabet, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sendikaların hizmet

kalitelerini ve yelpazelerini genişleten ve toplam sendikalı işçi sayısını arttırmaya yönelik

yapıcı bir rekabet değil; birbirlerinin üyelerini çalmaya yönelik yıkıcı bir rekabettir”

demektedir.

Sendikaların karşılaştıkları güçlüklerle ilgili olarak en büyük sorunlarını hızla

üye kaybetmeleri oluşturmaktadır. Yukarıda anlatılan sebepler ve sendikaların

kendilerini yenileyip alternatif politikalar geliştirememeleri bunun başta gelen

38 Engin’ in buradaki görüşleri, profesyonel bir sendikacının görüşlerini yansıtması açısından değerlendirilmelidir.

124

sebeplerindendir. Bu süreç içinde çoğu sendika ise, yeni üyeler kazanma, örgütler

oluşturma yerine, örgütlü bir yerin kendi sendikaları adına örgütlemesini yapmayı

veya kendilerinin örgütlenmesini destekleyen işverenlerle işbirliği yapmayı tercih

etmektedirler. Sendikalı üye sayısında yaşanan bu düşmede, 1985’lerden sonra

ağırlığını daha da hissettiren “geleneksel sektörler” olarak tanınan tarım ve sanayide

çalışan oranındaki gittikçe artan azalmanın da dikkate alınması gerekmektedir.

Örneğin Amerika’ da sendikalar, çok sayıda işçi çalışan imalat sektöründeki daralma

dolayımında, farklı sektörlerdeki çalışanları örgütlemek için yeni stratejiler

geliştirmeye çalışmaktadırlar. “The 24 hour union” olarak adlandırdıkları (24 saat

sendikacılık) işçilere daha fazla hizmet sağlamak için yeni yöntemlerin kullanılması

anlayışını ifade etmekte; ayrıca “trades and skills orientation” ise sendika üyelerinin

pazarlık gücünün artırılması kapsamında, çalışanların niteliklerinin artırılması

çalışmalarını açıklamaktadır (Şenkal, 1998: 16-27).

Sendikaların gelişen süreçte etkinlik alanlarını genişletebilmeleri ile ilgili

olarak önemli bir öneri de Touraine’ den gelmektedir. O sendikal hareketlerle ilgili

olarak, “sendikal eylem, olumlu bir biçimde, işçilerin özerkliğinin güçlendirilmesine

doğru yönlendirilmediği ve özellikle de, Taylor’cu patronların o kaba iddiasıyla, yani

“size düşünesiniz diye para vermiyoruz” la mücadele etmediğinde de toplumsal

hareket olmaz.” demektedir (1994: 268).

Touraine’ in buradaki yaklaşımı tüm emekçi sınıf için oldukça büyük bir

değer taşımaktadır. Gerçekten de çalışanların özerkliğinin güçlendirilmesi ve

kazanımlarının artırılması, onların insan onuruna yakışır bir şekilde dimdik

durmalarıyla, büro emekçileri dahil olmak üzere sınıf çıkarlarının korunmasıyla

yakından ilgilidir. Ayrıca burada bahsedilen çalışanları makinenin dişlileri, bir robot

gibi görerek onurlarını küçültüp aşağılayan sistemle mücadele etmek, sendikaların

değerlendirmesi gereken konuların başında gelmektedir. Çünkü çalışan insanlar

yalnızca emeklerinin karşılığı olan maddi değerleri hak etmemekte, ayrıca insan

onurlarının korunmasını da hak etmektedir.

125

Bu araştırmada incelenerek eleştirmek istenilen bir konu da, Weaver’ ın da

iddia ettiği TKY’ nin daha çok insanı iş sahibi yapacağı öngörüsüdür (1998: 279-

291). Onun ileri sürdüğü gibi, kaliteli ürünler talep artışları paralelinde kuşkusuz bazı

işyerlerinin iş hacimlerini büyütmelerine sebep olacak, hatta yeni işçi almalarını

sağlayacaktır. Yine ISO standartları, TKY form ve evraklarıyla ilgili kayıtlarla

ilgilenilmesi için olan zorunluluk da, belki personel sayısını artıracaktır. Ancak bu

iddialar kapitalizmin mantığıyla ters düşmekte, çünkü kapitalizm, düşük ücretle işçi

çalıştırmak için dışarda bir işsizler ordusunun bulunmasını gerektirmektedir. Bunun

kanıtı dünyada giderek artan işsizlik oranlarıdır. Ayrıca üretim veriminin artması da,

daha az çalışanla daha çok üretimde bulunmak demektir ki, bu da toplam çalışan

sayısında bir düşüş anlamına gelir.

Tanınmış yönetim grularından olan Drucker’ da yukarıda değinilen yönde,

işsizlik sorunuyla ilgili, örneğin hizmetler sektörünün gelişmesi, büro işlerine artan

talep gibi, sebeplerle işsizliğin beklendiği kadar olmayacağını iddia etse de; (1993:

12-16) özellikle sosyal devlet anlayışının yeterince gelişmemiş bulunduğu azgelişmiş

ülkeler bakımından istatistiklere bakıldığında, bu fikrin hiç de doğru olmadığı,

işsizliğin arttığı ortada duran bir gerçekliktir. Çünkü, yeni gelişen sektörler, işler,

üretim merkezleri, her ne kadar işsizliği belli bir ölçüde azaltmakta ise de, teknoloji,

emek ve yeni iş yapma yöntemleri gibi katkılarla, daha az çalışanla daha çok üretimi

yapmak olanaklı duruma gelmektedir. Yine küreselleşme ve esnek üretim kalıpları

içerisinde dayatılan sistemin de, sosyal devlet anlayışını kaldırmaya çalıştığı

anlaşılmaktadır. Bu kapsamda liberalist iddialarla gündeme gelen bireyi

özgürleştirme, piyasaları serbestleştirme politikaları da, işçi işveren ilişkilerinde

uygulanmaya çalışılmaktadır. Yani milyonlarca işsizin bulunduğu bir ortamda

işçilerle işveren bir araya gelmekte aç ve çaresiz kalmaktan korkan emekçiler,

sermaye sahiplerinin tek taraflı dayattığı ücret ve çalışma şartlarını kabul etmek

zorunda kalmaktadırlar. Burada işin dramatik boyutu, açlık sefillik çekmemek için

işverenin tüm tekliflerini düşünmeden kabul etmek zorunda kalan işçilerin, herhangi

bir şikayetlerinde şartları baştan kabul ettiklerinin ileri sürülmesidir. Yine böyle bir

ortamda araştırmanın girişinde bahsedilen “özne” anlayışının gerçekleşebilmesi ise

hiç olanaklı görünmemektedir.

126

Yukarıdaki bölümde ve post-fordist esnek üretimler kapsamında anlatılan

işsizlik sorunuyla ilgili olarak, toplumda ve aile yapılarında da önemli gelişmeler

yaşanmaktadır. Geçici çalışmaların yoğunlaşması sebebiyle, hem işi olan hem de işi

olmayan insanlar çoğalmakta; farklı çalışma saatleri bireylerin ve ailelerin gündelik

yaşama düzenlerini, zamanı algılayışlarını bozmakta; toplam işsizlik sorununu

artırmaktadır. Bu sorunlar kriz dönemlerinde yaşandığı gibi, Türkiye’ de güçlü aile

bağlarıyla önlenmeye çalışılmaktadır. Yani işsiz kalan bireyler ya ailelerinden destek

görmekte, ya da geniş aile yapısına geri dönüp anne babalar, dedeler, torunlar birlikte

yaşamaya çalışmaktadırlar. Böyle bir olanağı bulunmayanların hâli ise, insanlık

onurunu hayli zedeleyecek düzeydedir.

127

BÖLÜM III

YÖNTEM

Tezin yöntemi belirlenirken, konunun yeterli doygunlukta araştırılabilmesi

için öncelikle nasıl bir kuramsal ve uygulamalı çalışma yapılması gerektiği, benzer

nitelikli tezler de incelenerek bir ön kaynak taramasıyla araştırılmıştır. Bu ön

çalışmadan elde edilen bilgiler de değerlendirilerek, ulaşılmak istenen nokta emekle

ilgili olduğundan, bakış açısı olarak emeğin tarih içindeki gelişiminin

değerlendirilmesine karar verilmiştir. Daha sonra da, tespit edilen kaynaklar üzerinde

çalışmaya başlanmıştır. Alan araştırmasıyla ilgili bakış açısı olarak ise, yalnızca

ankete dayalı çalışmalarda bazı eksiklikler olduğu fark edildiğinden, gözlem,

görüşme cetveli gibi uygulamalarla çıkan sonuçların karşılaştırılması yoluna

gidilmiştir. Nitel verilerle ilgili yapılan analizlerde, beş işletmede de aynı sorular

üzerinde çalışılarak, eşit karşılaştırma yapılmaya özen gösterilmiş, ancak, hangi

işletmede kiminle ne konuşulduğunu aktarmak, çok fazla yer kaplayacağından böyle

bir yol izlenmemiş; kalite uzmanları, çalışanlar, yöneticiler tarafından verilen

cevaplardan anlaşılanlar aktarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca her firmada incelenen

belgeler ve yapılan gözlemler de bu analizlerde kullanılmıştır. Yöntem hakkında

detaylı bilgi aşağıdaki başlıklarda anlatılmaktadır.

3.1 Araştırma Evreni ve Örneklem

Çalışmanın kuramsal, kavramsal çerçevesinde, kapitalizmin üretim

mantığında gelişen süreçte, esnek üretim yöntemleri temelinde gerçekleşen TKY ile

ilgili iddialar bulunmaktadır. Bu iddiaların üretim tarihindeki izlerini bulup

karşılaştırmak için ise, kapitalizmin üretim mantığının kökenlerine de kısaca inilmesi

gerekmiştir. O nedenle de doğa hâlindeki insanın neslini sürdürmek için verdiği

mücadeleden, tarım toplumundaki üretim ilişkilerine, sanayileşmeye kadar gelişen

128

sürece de kısaca değinilmiştir. Yine esnek üretim biçimleri zemininde TKY’ nin

kapitalizmin üretim mantığından farklı gelişen bir süreç olup olmadığını incelemek

için, sanayileşme sonrası ilk oluşum dönemi, fordist ve post-fordist üretim aşaması

tartışma kapsamına alınmıştır. Ayrıca, TKY’ nin gelişme sürecinde çalışanlar ve

toplum açısından, araştırmayla ilgili olan, azgelişme, küreselleşme, modernizm, post-

modernizm, yabancılaşma gibi kavramlar irdelenmiştir.

Alan araştırması için ise; örneğin temsil yeteneği taşıması, yeterli olması

kuralları dikkate alınmaya çalışılarak; Kalite Derneğinden elde edilen, 3627 ISO

9000 serisi kalite belgesi almış şirket araştırma evreninin tamamı olarak, incelemeye

tabi tutulmuş; KOBİ (küçük orta boy işletmeler) sınıfında yer almaları, TKY çalışıp

çalışmadıkları; üretim sektöründe direk işgören olarak çalışan en az 30 personeli

olması; esnek üretim bağlamında gelişen teknoloji ile ilişki kurmaları durumu;

çalışma Ankara bölgesinde yapılacağından, il sınırları dahilinde üretim merkezleri

olup olmadığı değerlendirilmiştir. Ön inceleme sonucunda, yukarıda anlatılan

koşullar çerçevesinde, daha uygun özellikler taşıdığı için alan araştırmasının

elektronik sanayiinde yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kapsamda örneklem olarak,

elektronik sanayii örneğinde, belirtilen koşullarda olmaları kaydıyla, Ankara

dahilinde internet ve bilinmeyen numaralar kanalıyla adres bilgilerine ulaşılabilen

tüm işletmelerle görüşülmüş, araştırmanın yapılmasını kabul eden toplam beş

işletmede, Kasım 2003 ile mayıs 2004 tarihleri arasında alan araştırması

gerçekleştirilmiştir. 39 İzinli, istirihatli ya da firma dışında görevli olanlar hariç,

üretimle ilgili tüm personelin (ankete katılmayı kabul etmeyen birkaç çalışan hariç)

alan araştırmasına katılımı sağlanmıştır.

3.2 Veri Toplama Teknikleri

Kuramsal, kavramsal çerçevenin incelendiği bölüm, kaynak tarama tekniği ile

elde edilen bilgilerin metin içinde tartışılması ile oluşturulmuştur. Araştırmanın tipi

olarak genelleyici özellik taşıyabilmesi ve çıkarımlarda bulunmaya elverişliliği

39 Alan araştırması yapılmasını kabul etmeyen işletmelerden bir kısmı, soru sayısını fazla bulmuş, bir kısmı da çalışan iş doyumundan çok, verimlilik gibi teknik araştırmalarla ilgilendiklerini, burada yapılan çalışmanın kendilerine katkısının olmayacağından kabul edemeyeceklerini bildirmişlerdir.

129

sebebiyle “ilişki kurucu araştırma tipi” benimsenmiştir. Çalışmada kapitalizmin

mantığında, esnek üretim sistemleri temelinde gelişen TKY bağımsız değişken

olarak, çalışanların bu duruma bağlı etkilenimleriyle verdikleri tepkiler ise bağımlı

değişken olarak alınmıştır. Ayrıca çalışmanın bir sosyolojik analizi içermesi

sebebiyle, aynı süreçten toplumun etkilenişi de değerlendirilmiştir.

Araştırmaya başlamadan önce görüşme sorularının ve anketin geçerlilik testi,

çalışma içinde “A” işletmesi olarak geçen firmada test edilmiş, bu kapsamda gerekli

olan küçük bazı düzeltmeler yapılmıştır. Daha sonra, önceki başlıkta anlatılmış olan

koşullara göre seçilmiş olan firmalardan, araştırma için olumlu yanıt veren toplam

beş elektronik sanayii işletmesinde, gözlem, görüşme, anket teknikleri birlikte

uygulanmış ve elde edilen bilgilerin karşılaştırılması yapılmıştır. Elde edilen

verilerin analizinde ise, SPSS “Statistical Package for Social Sciences”, “Sosyal

Bilimler için İstatistik Paketi” programı kullanılmıştır. Anket soruları

değerlendirilirken, negatif soruların değerleri pozitife çevrilmiştir. Yüzdelik

dilimlerdeki farklılığın gösterilmesinde kullanılan düşük, orta, yüksek değerleri;

ankete verilen cevaplarda görülen, çok düşük, düşük, orta, yüksek, çok yüksek

değerlerinin daha net açıklanabilmesi için “SPSS” de yeniden düzenlenmesiyle

oluşturulmuştur.

Yapılan gözlemler, görüşmeler ve görüşme soru cetveline göre yapılan

analizler kısaca şöyledir:

Burada öncelikle işletmeler arasında ortak olan noktalar, genel olarak

değerlendirilmiştir.40 Bu bölümün alt başlıklarında ise, yine gözlem ve görüşme

tekniğine göre belirlenmiş olan işletmelerin daha özel nitelikleri verilmeye

çalışılmıştır. Daha sonra, yukarıdaki değerlendirmeler de göz önüne alınarak,

görüşme soru cetveline göre esnek üretim ve TKY ile ilgili tek tek işletmelerin durumu

verilen cevaplara göre analiz edilmiştir.41 Görüşme cetveli, toplam “19” soru olmak

üzere, ankete verilen cevapları etkileyebileceği düşünülen, işletmelerin TKY ve

esnek üretim uygulamaları üzerine kurulmuştur. Bu sorular, işletmenin esnek üretim

40 İncelenen konu başlığı: “4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum” 41 İncelenen konu başlığı: “4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim”

130

ve TKY uygulamadaki durumunun çalışanlara etkisini, anket sorularına verilen

cevaplarla analiz ederek, karşılaştırmayı amaçlamaktadır.

3.2.3 Verilerin İşlenişi

Anket sorularının hazırlanmasında ilk “8” soruluk kısım, 7. ve 8. sorular

birleşik olmak üzere demografik sorulardan oluşmaktadır. İkinci bölümde yer alan

“44” soruluk kısım, 14, 15 ve 28. sorular hariç olmak üzere, TKY uygulamaları

kapsamında çalışanların iş doyumuyla ile ilgili olarak, araştırma içinde teorik

çerçevesiyle genişçe tartışılan TKY’ yi savunanların iddiaları dikkate alınarak

hazırlanmıştır. (Burada son madde analizinin karşılığında iki soru olmak üzere ve

diğer her madde için 3’ er soru olmak üzere toplam 14 madde sorgulanmaktadır.)

Ayrıca, bu bölümdeki soruların oluşturulmasına katkısı olması için, iş doyumu

konusundaki önemli ölçeklerden 100 soruluk Minnesota iş doyumu anketi

“Minnesota Satisfaction Questionnaire” de Telman’ ın çalışmasından incelenerek,

TKY’ ni savunanların iş doyumu konusundaki iddialarıyla karşılaştırılmıştır (1988:

257-260).42 Burada, TKY kapsamındaki iş doyumuyla ilgili iddialarla, Minnesota

ölçeğindeki sorgulamaların çoğunun son derece benzer olduğu görülmüştür. Bu

durum, TKY teorisyenlerince iş doyumu konusunun çalışanları sisteme kazandırmak

için araştırıldığını göstermektedir. Yine aynı bağlamda soruların araştırdığı cevaplar

ve kuramsal çerçeve incelendiğinde de anlaşılacağı gibi, TKY uygulamaları, iş

süreçlerinin, organizasyon yapısının, yönetim anlayışının tümden esnetilmesi

iddiasındadır. Aynı kapsamda değerlendirilen, yukarıda hariç tutulan 14, 15 ve 28.

sorular ise, iş doyumu konusunun dışında bir içerikle, işletmelerdeki esnek üretimle

ilgili direk koşulları araştırmak için hazırlanmıştır. Bu sorularla, esnek üretim

uygulamaları ile ilgili olarak, işgörenlerin esnek zamanlı çalıştırılması, makinelerin

esnek kullanımı, işyerinde yapılan işlerde çalışanların farklı bölüm ve işlerde de

değerlendirilmesi durumu araştırılmaktadır. Ankettin son bölümünde yer alan, 21

soru ise, “3” madde ve her madde karşılığında “7” soru olmak üzere, önceki

sorularda uygulanan biçimsel özelliklere göre düzenlenerek, daha önce Erbaş (1986:

121-123) tarafından kullanılmış olan, Mottaz’ ın yabancılaşma ölçeğinden yapılan

42 Ayrıca bk. (Weis; Dawis, 1967).

131

çeviriyle oluşturulmuştur (1981: 515– 529).43 Nicel verilerin analizi ile ilgili yapılan

işlemler maddelenerek aşağıdaki paragraflarda verilmiştir.

Demografik sorulara verilen cevapların genel durumu ile ilgili analizler:44

Burada varılmak istenen amaç, araştırmaya katılan tüm çalışanlar hakkında elde edilen

bilgileri analiz etmektir. Bu aşamada demografik sorular, SPSS programı yardımıyla

cevapların yüzdelerinin dikkate alınması ile araştırılmıştır. İlgili anket soruları, tezin

sonunda eklerde verilen ankette, ilk “8” soruluk kısımda yer almaktadır. Burada yer alan

“8” sorudan 7 ve 8. soru birlikte düşünülmesi gerektiğinden, gruplandırması yapılarak

tek soru olarak değerlendirilmiştir.

Demografik sorulara verilen cevapların işletmeler arasındaki durumunu

karşılaştırmak için yapılan analiz:45 İşletmeler arasında çalışanların cinsiyet, yaş, gelir

durumları, çalıştığı kadro vb. sorulara verdikleri cevaplar, dikkate alınarak elde edilen

bilgilerin, yine SPSS programı yardımıyla çapraz tablo kullanılarak karşılaştırılmasıyla

elde edilmiştir.

TKY uygulamalarında iş doyumuyla ilgili tepkilerin genel dağılımını incelemek

için yapılan analiz: Burada yapılan çözümlemede, öncelikle TKY’ ne, ankete katılanların

tamamının verdiği cevapları değerlendirebilmek için, SPSS programının “compute”

komutu kullanılarak 14 maddenin tek sütunda toplanması işlemi yapılmıştır. Daha sonra,

verilen cevapları kategorik duruma getirmek için, “recode” komutuyla yeniden kodlanan,

tek sütunda yeniden düzenlenmiş değişkenin yüzdelik durumu değerlendirilmiştir. 46

Yine demografik durumun TKY ile ilgili verilen cevaplara etkisini

değerlendirmek için, yukarıdaki paragrafta anlatıldığı gibi, tek sütunda kategorik hâle

getirilmiş aynı değişken dikkate alınarak, işletmeler ve demografik sorular, çapraz tablo

(chi-square) testine göre incelenip, anlamlı çıkanlar analiz edilmiştir.

TKY teorileri iddiaları çerçevesinde oluşturulmuş olan konulara “maddelere”

verilen cevaplarla, işletmeler arasındaki organizasyon yapıları, demografik farklılıklar ve 43 Ayrıca bakınız, (Erbaş, 1986: 121-123) 44 İncelenen konu başlığı: “4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları” 45 İncelenen konu başlığı:“4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaştırılması” 46 İncelenen konu başlığı: “4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri”

132

uygulamadaki değişimlerin etkisini değerlendirebilmek için yapılan analiz: Burada,

öncelikle işletmelerde araştırılan konulara verilen cevapların, işletmelerdeki tek tek

ortalama durumunu göstermek için, sürekli değişkenler kullanılarak varyans analizi

(ANOVA) çıktısında tanımlayıcılar (Descriptives) bölümünden faydalanılarak, ortalama,

standart sapma, sayı değerleri ve yine aynı ANOVA çıktısında yer alan, 0,05 anlamlılık

düzeyindeki “Post Hoc Tests” Tukey tablosunda yer alan ortalama farkları bir tablo

yardımıyla analiz edilmiştir. İlgili yorumlarda görüşme soru cetveli, gözlem teknikleriyle

yapılan araştırmalar da dikkate alınarak kullanılmıştır. Yine, işletmeler arasındaki

farklılığın dışında, çalışanların toplamının her madde (toplam 14 konu) verdikleri

cevapların yüzdesi de ayrı bir tabloda gösterilerek, her iki tablodan elde edilen

sonuçların karşılaştırılması yapılmıştır. 47

Yabancılaşmanın çalışanlara etkilerini değerlendirmek için yapılan analiz:

Burada da yukarıdaki paragrafta, TKY uygulamalarına çalışanların işletmeler arasındaki

farklılık açısından verdiği tepkilerin değerlendirilmesinde kullanılan analizlerin aynısı,

bu seferde TKY uygulaması yapılan işletmelerdeki yabancılaşmayla ilgili maddelere

verilen cevapların durumunu (Mottaz’ ın ölçeğinden 21 sorunun değerlendirildiği 3

konu) karşılaştırarak uygulanmıştır. 48

İşletmelerde esnek üretim uygulama durumlarını değerlendirmek için yapılan

analiz: Burada yapılan analizde, demografik etkenlerin esnek üretime etkisi hariç, önceki

iki bölümde izlenen tekniklerin aynısı, işletmelerde esnek üretimle direk etkisinin

olabileceği varsayılan, çalışma zamanının, makinelerin, işyerlerindeki bölümlerin esnek

kullanılması durumu için hazırlanan üç soruyla araştırılmıştır. 49

47 İncelenen konu başlığı: “4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri” 48 İncelenen konu başlığı: “4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri” 49 İncelenen konu başlığı: “4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları”

133

BÖLÜM IV

BULGULAR

Bu bölümde yapılan çalışmanın amacı, gözlem ve görüşmelerden elde edilen

verilerle, anket aracılığıyla toplanan verilerin analizlerini karşılaştırarak

yorumlamaktır. Ayrıca “4.8 Genel Değerlendirme” kısmında, yapılan araştırmanın

genel bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Yine aynı bölümde, başka araştırmalardan

elde edilen bilgiler de çalışmanın zenginleştirilmesi için analiz edilmektedir. Bu

analiz çalışanların TKY ve esnek üretimler karşısındaki durumlarını açıklamada

faydalı olacağı gibi; burada yapılan araştırmanın KOBİ sınıfındaki işletmelerde

yapılmış olmasından dolayı, büyük sanayi işletmelerindeki işgörenlerin durumunun

yorumlanması açısından da katkı sağlayacaktır.

Daha önce, yapılan analizlerle ilgili açıklamalar, yöntemin işlendiği bölümde

ele alınmıştır. Araştırmada incelenen bulgular aşağıdaki başlıklarda analiz

edilmektedir.

4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Araştırmaya katılan işletmelerin hepsi de elektronik sanayiindedir. Ancak

kendi aralarında üretimleri ve organizasyon yapıları açısından farklılıkları

bulunmaktadır. İşletmeler arasındaki bu farklılıklar, işin ağır beden işçiliği gerektirip

gerektirmemesi, çalışma ortamının düzeni, temizliği, dinlenme yerlerinin ihtiyacı

karşılaması, spor yapma olanağı, işletme yönetimin çalışanlara karşı izlediği politika

ve tutumlar, yapılan işe göre ücretlerden alınan doyum gibi sıralanabilir. Bu

farklılıklar araştırmanın gözlem ve görüşmelerden elde edilen verileriyle, anket

sorularının analizine de yansımaktadır.

İşletmelerin tamamında ortak olan bir durum da, üretilen malzemelerde

kullanılan temel parçaların başka firmalardan elde edilmesidir. Örneğin tüm

134

firmalarda bobin telleri, değişik kalınlıktaki kablolar kullanılmaktadır, bunların

hiçbirisi aynı işletmede üretilmemekte, malzeme alımı da genelde her seferinde

başka başka firmalardan sağlanmaktadır. Yapılan üretime göre bu malzemeler çeşitli

vidalardan, özel hazırlanmış sac levhalara kadar bin bir çeşitten oluşmaktadır.

Burada dikkat çeken bir durum ise, TKY teorilerinde anlatıldığı şekilde hiçbir

işletmenin malzeme alınan firmalarla, kalite prensiplerine uygun gerçekleştirilen

işbirliği içinde olmamasıdır.

Genelde işletmeler bu alış verişlerde istedikleri ürünü en ucuza almaya

çalışmaktadırlar. Bu durumun sakıncaları, son ürünün kalitesini etkilemesi açısından

kalite teorilerinde uzun uzun anlatılmaktadır. Örneğin araştırma yapmamızı kabul

etmeyen büyük sanayi koluna ait, beyaz eşya sanayiinde etkili olan bir işletmeye

malzeme sağlayan bir firmada, insan kaynakları müdürünün anlattığına göre, bu

büyük sanayi işletmesiyle birçok konuda birlikte çalışmaktalar ve üretimleri, iş

süreçleri sık sık denetlenmektedir. Bu bilgi, işletmelerin TKY’ ni ne kadar

gerçekleştirebildikleriyle ilgili değerlendirme açısından önemlidir.

Burada dikkati çeken bir durum da, çalışanların üreteceği artık değerden

olabildiğince fazla faydalanmak için, fordist üretim sisteminde uygulaması

gerçekleştirilen yürüyen bant sisteminin incelenen işletmelerin hiçbirisinde

kullanılmamasıdır. Bu durumda, işletmelerin büyüklüğü ve üretimlerinin kapasite

değerleri etkili olmaktadır. Ancak şöyle bir durum göze çarpmaktadır: Üretilen

malzemelerin hiçbirisi tamamen tek bir çalışanın katkısıyla yapılmamaktadır.

Dolayısıyla yine burada da çalışanların kendi önlerinde biriken işleri, hem daha

nitelikli, hem de hızlı bir biçimde işlemden geçirmeleri beklenmektedir.

Ayrıca burada elde edilen bilgileri etkileyen bir durum da, alan araştırmasının

ekonomik krizin etkisini sürdürdüğü bir zamana rastlamasıdır. Yine krizlerin en

büyük etkiyi çalışanların ücretleriyle ilgili pazarlık gücünü azaltarak, sorunlarını

ağırlaştırmasında göstermesi burada da dikkati çekmektedir.

Araştırma yapılan işletmelerde yapılan görüşmelere göre, hiçbirisinde

sendikal haklarla ilgili bir çalışmanın olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun en büyük

135

sebeplerinden birisi, incelenen firmaların KOBİ sınıfında olması ve büyük sanayi

işletmelerine göre az sayıda çalışan istihdam etmesidir. Bir başka sebebi ise,

ekonomik kriz ve aşırı işsizlik sorunudur.

Aşağıdaki başlıkların altında yer alan açıklamalarla, araştırma yapılan

işletmelerin organizasyon yapısı ve genel durumuyla çalışma açısından önemli

görünen bilgiler açıklanmaya çalışılmıştır.

4.1.1 “A” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanlarıyla yapılan

görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:

Yerleşim yeri: Sincan Organize Sanayii /Ankara – Aynı işletmenin diğer

üretim merkezi: Tekno-kent ODTÜ/Ankara

Üretimi yapılan cihazlar: Çok çeşitli elektronik kartlar, helikopter

simülasyonu, osiloskop, bilgisayar mantığı temelinde kurulu farklı kapasite ve

büyüklükteki cihazlar üretilmektedir.

Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: Bu işletme çalışma ortamı olarak bir

laboratuvarı andırmakta, son derece temiz ve uygun sıcaklıktadır. İş yeri ve çalışma

yerleri düzenli ve modern şekilde düzenlenmiştir. Yapılan işe göre bölümler düzenli

şekilde ayrılmış, masaların, ışıklandırmanın kullanılan malzemelerin işgörenler

açısından rahatlatıcı olduğu görülmüştür. Üretimde çalışanların ağır bir kol emeği

kullanmalarına gerek kalmamakta; dışardaki müşterilere teknik servis hizmeti veren

personel dahil, firma hakkında iyi bir izlenim vermek için kravatlı ve düzgün

giyinmek zorunluluğu bulunmaktadır. Çalışanların çay, kahve içme yerleri

dinlenebilmeleri açısından rahatlatıcı durumdadır. İşgörenler kendi aralarında

birleşerek futbol, voleybol faaliyetleriyle firma yakınlarındaki spor olanaklarını

değerlendirebilmektedir. Yapılan görüşmelere ve anket çalışmasından elde edilen

verilere göre, özellikle “B”, “C”, “D” işletmesine göre olmak üzere çalışanların

136

ücret durumu da daha iyidir. Tüm bunlar da, çalışanların işlerinden aldıkları doyumu

olumlu açıdan etkilemektedir.

İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar : Çalışanlar işlerine işletmenin

servisleri ile gelmekte, yönetim kademesindekilerle çalışanlar birlikte yemek

yemekte, yiyeceklerin kalitesine ve temizliğine dikkat edilmektedir. Personel

motivasyonu için geziler, piknikler, kokteyl, mesai dışı toplu yemek tipi

organizasyonlar düzenlenmektedir. Bireysel ödüllendirme sistemi yerine, firmanın

kazandığı başarıların çalışanların tamamıyla paylaşıldığı belirtilmektedir.

Kalite çalışmaları : Kalite ISO 9000 belgesine sahipler, ayrıca ISO 2000

belgesi üzerinde çalışmaktalar. Kalite çalışmalarını süreç bazlı olarak

uygulamaktalar. Hazırlanmış dosyalardan gösterdikleri, işletmelerine uygun olarak

geliştirdikleri bir performans ve kalite ölçüm sistemleri var. Ayrıca ileri teknoloji

ürünleri üzerine üretim yaptıklarından, AR-GE uygulamalarını takip etmeye

çalıştıklarını bildirmekteler. Kalite müdürü, TKY temelinde çalışanların katılımını

sağlama üzerinde yoğunlaştıklarını, bunu sağlamak için de, tüm firma kapsamında,

çok zaman alan bir süreç olan kurum kültürü yaratma üzerinde çalıştıklarını

belirtmektedir.

4.1.2 “B” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan

görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:

Yerleşim yeri: Sincan Organize Sanayii

Üretimi yapılan cihazlar: Bu firmada özellikle büyük sanayi tipi olmak üzere,

çeşitli büyüklük ve kapasitedeki transfarmotör, elektrikli ayraçlar, şehir elektriği ile

ilgili elektrikli cihazlar üretilmektedir.

Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu : İş ortamı işin gereği olarak büyük

torna, matkap, sac kesme makineleri, elektrikli kaynak makinesi vb. makineler yoğun

137

olarak kullanıldığından son derece gürültülü. İşgörenler kol emeği ağırlıklı olarak

yaptıkları işlerinde, yağlı paslı aletlerin çıkardıkları bazı zararlı gazları teneffüs

ederek çalışmak zorundalar. Çalışanlar özellikle düşük ücretlerden ve ağır çalışma

koşullarından şikayet etmekte, üst yönetimden sorunlarına karşı bekledikleri

yaklaşımı bulamadıklarını belirtmekteler. Zaten var olan işsizlik sorunuyla birlikte,

sorunları daha da artıran ekonomide devam eden kriz şartlarının etkisinin, kendilerini

zor durumda bıraktığını anlatmaktalar.

İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: Bu işletmede de öğle yemeği ve

çalışanlar için servis araçları hizmeti bulunmakta. Ayrıca yakacak, ev taşıyanlara

araç sağlanması vb. çalışanların ihtiyaçları konusunda yardım sağlanmaya

çalışılmakta olduğu belirtilmektedir.

Kalite çalışmaları: ISO 9000 standardı belgeleri var. Kalite çalışmaları

istatistik tekniklerle hatalı ürün ve işlemlerin incelenmesiyle oluşturuluyor. Ancak,

süreçlerin kontrol altına alınarak iyileştirme yapılabildiği bir sistemleri yok. Tüm

çalışmalarının ISO 9000 standardı kapsamındaki temel gereksinimlerin

karşılanmasından oluştuğu bildirilmekte. İşletme yönetiminin, AR-GE çalışmalarını

benimsemediği söylenmekte. Bunun da sebebi olarak, ürün pazarlanan piyasanın

kaliteli ürün yerine, ucuz ama işgören mamuller istemesi olduğu bildirilmektedir.

Kalite kısmı sorumlusu, çalışanların eğitim seviyeleri ve almış oldukları kültür

sebebiyle kalite çalışmalarına mesafeli durduklarını belirtmekte. Çalışanlar ise, bunun

en önemli sebebinin yönetimle aralarındaki sorunlar olduğunu söylemektedir. Yapılan

görüşmelerde de çalışanlarla yönetim arasında iletişim yetersizliği ve güvensizlik

sorunu belirginleşmektedir.

4.1.3 “C” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan

görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:

Yerleşim yeri: Ahlatlıbel yakınları / Ankara

138

Üretimi yapılan cihazlar: Burada, “B” firmasında olduğu gibi, farklı

boyutlarda sanayi tipi yüksek kapasiteli transformatör ve elektrikli devreler, ayraçlar

vb. elektrikli aletler üretilmektedir.

Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: Çalışma ortamı, işin yapılış şekli

sebebiyle gürültülü, işgörenler yağlı, paslı bir ortamda el emeği ağırlıklı

çalışmaktalar. İşyeri çalışma alanları, bazı bölümlerin ayrılmış olması ve düzeni

açısından “B” işletmesinden biraz daha iyi durumda görünmekte. İşgörenler en

önemli sorunları arasında düşük ücretler bulunmakta olduğunu, özellikle ekonomide

yaşanan kriz sebebiyle, hiç işsiz kalmaktansa buradaki şartlarla mutlu olmaya

çalıştıklarını, köyde yaşamalarının kendileri için önemli bir teselli olduğunu

belirtmekteler. Burada çalışanların çoğunluğunun da, genç çalışanlardan oluşması,

geleceğe güvenle bakmalarında, ilerde özellikle aile sorumluluğunu almalarıyla

birlikte nasıl geçineceklerini düşünmeleri açısından önemli bir sorun olmaktadır.

Ancak köy yaşantısında geçim şartlarının daha uygun olması, onlar için bir avantaj

sağlamaktadır.

İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: İşletme yöneticisiyle yapılan

görüşmede, piyasa şartlarında rekabet edebilme ve ekonomik krizin etkisi sebebiyle

çalışanlara asgari ücret civarında bir ödeme yapabildikleri, diğer motivasyon

araçlarına da yine malî sebeplerle başvuramadıkları belirtilmektedir. Burada da

işletme çalışanları için yemek ve servis hizmeti sağlanmaktadır.

Kalite çalışmaları: ISO 9000 standardının gereği olan temel çalışmalar burada

da görülmektedir. Çalışanlar hem daha nitelikli olmaları, hem de yeni yönetim

tekniklerine uyum sağlayabilmeleri amacıyla genelde meslek liselilerden seçiliyor.

İşe alınan personel öncelikle teorik, daha sonra pratik olmak üzere yapacakları iş ve

kalite konusunda iki haftalık bir eğitimden geçiriliyor. Ayrıca kalite konusunda her

yıl eğitimler düzenlenerek, kalite bilincinin geliştirilmeye çalışıldığı söyleniyor.

Kalite geliştirme konusunda piyasayı takip ettiklerini, ancak daha nitelikli ürün yurt

dışından hammadde ithal edilmesini gerektirdiğinden, bunun da maliyetleri artırması

sebebiyle, piyasaya koşullarına göre hareket ettiklerini belirtiyorlar. Yine kendi

ürünlerinin kalite geliştirme çalışmalarında işgörenlerin katkısının, sorunların tespiti

139

aşamasında kaldığı, ancak mühendislik uygulamalarla iyileştirmeler yapılabildiği

açıklanıyor.

4.1.4 “D” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan

görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:

Yerleşim yeri : Sincan Organize Sanayii / Ankara

Üretimi yapılan cihazlar: Bu işletmede temel üretimi, çeşitli elektronik

kartlar, kartlı tip elektrik ve doğal gaz saatleri, bilgisayar teknolojisi üzerine yapılan

çalışmalar oluşturmaktadır. Ayrıca akıllı kart özelliği olmayan çeşitli elektrik ve gaz

saatleri de üretilmektedir.

Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu: “D” işletmesinde çalışanlar “B” ve

“C” işletmesi ile karşılaştırıldığında, yaptıkları üretim sebebiyle daha temiz ve

sağlıklı bir ortamda çalışmaktadırlar. “D” işletmesi, “A” ve “E” işletmesindeki

çalışma ortamı ile karşılaştırıldığında ise, daha kötü bir durumda bulunmaktadır. Bu

işletmede üst katlarda, özel tezgahlarda bayan işgörenlerin elektronik kartlar üzerinde

yaptıkları işlemlerle üretimde bulundukları, erkeklerin ise, zemin katta daha ağır bir

işçilik gerektiren elektronik kartlı ve kartsız, elektrik, gaz tüketimini ölçen cihazlar

üzerinde çalıştıkları görülmektedir. Çalışanlarının daha çok gençlerden oluştuğu,

eğitim seviyelerinin işe alınmada işletme tarafından tercih edildiği bildirilmektedir.

İşletmede değişik statüde çalışanların mevcut olduğu, bayan emeğinden de

yoğunlukla faydalanıldığı göze çarpmaktadır. Ancak bayanların yaptıkları üretim

açısından erkeklerle farklı alanlarda çalıştıkları görülmektedir. Yapılan yüz yüze

görüşmelerde, çalışanlar tarafından en büyük sorun olarak, ücretlerle ilgili sıkıntılar

ileri sürülmektedir. Çalışanların ifadelerinden, yetersiz ücretler ve dışarıdaki işsizlik

tehdidi sebebiyle geleceklerine güvenle bakamadıkları, karamsar biçimde kaderlerine

razı oldukları anlaşılmakta; özellikle daha gençler tarafından, ömür boyu bu

yaşantıdan kurtulamayacakları düşüncesiyle, “bizim kaderimiz böyle” vb.

konuşmalara ağırlık verildiği gözlenmektedir.

140

İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar : Çalışanlar için, öğle yemeği ve

mesai geliş gidişlerde servis aracı hizmeti dışında bir olanak sağlanmadığı

bildirilmiştir.

Kalite çalışmaları : Diğer firmalarda da görüldüğü gibi, bu işletmede de, ISO

9000 standartları rekabetin olmazsa olmaz şartı olarak değerlendirilmektedir.

Çalışanlar ve kalite uzmanıyla yapılan görüşmede, tüm çalışanların ISO 9000

standardı ve TKY’ den haberdar olduğu, ancak bunu yaptıkları işte beklendiği şekilde

kullanamadıkları anlatılmaktadır. Bu durumda çalışanların işlerinden sağladıkları iş

doyumu ve eğitim etken olmaktadır.

4.1.5 “E” İşletmesinde Organizasyon Yapısı ve Genel Durum

Bu işletmeyle ilgili çalışanlar, yöneticiler, kalite uzmanıyla yapılan

görüşmeler ve firmada yapılan gözlemlerden not edilen bilgiler şöyledir:

Yerleşim yeri : Sincan Organize Sanayii / Ankara

Üretimi yapılan cihazlar : “E” işletmesi, inşaat sektöründe Türkiye çapında ve

yurt dışında önemli büyüklükte otel, turistik tesisler, fabrikalar, iş merkezleri vb. işler

yapan bir şirketin yan kuruluşu olarak çalışmaktadır. Bu sebepten üretim olarak

elektrikli ayraçlar, elektrik devreleri, binaların elektrik sistemlerine kumanda eden

büyüklü küçüklü panolar, çeşitli plastik elektrik boruları, vb. genelde inşaat

sektörünün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik malzemeler üretilmektedir.

Çalışma ortamı ve işgörenlerin durumu : Çalışma ortamının düzeni olarak “B” ve

“C” işletmesinde görülen gürültü, hava kirliliği, yağ pas burada görülmemektedir. Bina

yerleşim ve iç düzeni açısından da bu işletmelerden düzenli ve sağlıklıdır. İşletme içindeki

üretim yerleri birbirlerinden düzenli şekilde ayrılmıştır. Bu durum yapılan üretimle ve

firmanın olanaklarıyla da yakından ilgilidir. Çalışanlar, “B”, “C” işletmesine göre daha hafif

beden işçiliği isteyen işler yapmakta; ekonomik açıdan da “B”, “C”, “D” işletmesine göre

daha fazla ücretle çalışmaktadırlar. Bu durum, kalite çalışmalarıyla ilgili çalışmalarının yeni

olmasının söylenmesine rağmen, nicel verilerin analiz edildiği bölümde de görüldüğü gibi,

141

çalışan iş doyumunun “B”, “C”, “D” firmalarına göre daha olumlu olmasını da

sağlamaktadır.

İşletmenin çalışanlara sağladığı olanaklar: Yemek servisi ve işe geliş gidiş için

plânlanmış araç hizmeti burada da sağlanmaktadır. Bundan başka çalışanların dinlenme

yerlerinin “B”, “C”, “D” işletmesine göre daha düzenli olduğu, öğlen tatilinde spor yapma

olanaklarının bulunduğu görülmüştür.

Kalite çalışmaları: Bu firmada da rekabet şartları gereği ve ihalelere girişte istenmesi

sebebiyle, ISO 9000 standartları olmazsa olmaz koşul olarak görülmektedir. Ancak kalite

çalışmalarının en alt kademede çalışandan en üst kademede çalışanlara kadar bir kültür

değişimi gerektirdiği, bunun da önemli zorluklar içerdiği belirtilmektedir. İşletme tarafından

üretim kısmına personel alımlarında, eğitim durumuna özellikle dikkat edildiği, meslek

lisesi, teknik lise, meslek yüksek okulları mezunlarının tercih edildiği bildirilmektedir. İşe

alınanlar ve çalışanların zaman zaman teknik eğitime alındığı, kalite konusunda işgörenlerin

bilgilendirilmesine karşılık, henüz sistemli bir eğitime başlanılmadığı belirtilmektedir.

4.2 İşletmelerde Toplam Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim

4.2.1 “A” İşletmesinin Durumu

İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline göre

hazırlanmış olan sorulara, “A” firmasından alınan cevaplar şu şekilde açıklanabilir: 50

Kalite eğitiminin sıklık durumu: Ayda ortalama 1 saat kalite ve teknik

eğitim verildiği belirtiliyor. Ayrıca çalışanların kendilerini geliştirebilmeleri için

gerekli ortam, kitap, bilgisayar, vb. dökümanlara sahip oldukları görülüyor. Üst

yönetimde önemli miktarda mühendis bulunması ve bunların da çoğunun yeni

yönetim teknikleri, kalite konusunda bilgili olmaları, çalışanların büyük kısmının

meslek ya da teknik lise mezunu olmaları, diğer işletmelere göre mühendis oranının

yüksekliği eğitim konusunda duyarlılığı artırmaktadır.

50 Burada elde bilgiler, görüşme cetveli sorularının üç çalışanla ve iki ayrı kalite uzmanıyla görüşülmesi sonucu yapılan değerlendirmesine göre yorumlanmıştır.

142

Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: İşletmede ortaya çıkan

sorunların çözülmesi için veya iyileştirmeler sağlama nedeniyle oluşturulması

beklenen kalite çemberleri yerine, firmada yapılan işler üzerinde süreç iyileştirme

çalışmaları yöntemlerinin benimsendiği bildirilmiştir. Bu durum, üzerinde çalıştıkları

çeşitli istatistik tabloları ve dosyalar incelenerek görülmüştür.

İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Personelin

tamamının bu çalışmalara katıldığı, kaliteyi müşteri memnuniyeti olarak algılama

yönünde kurum kültürü geliştirmeye çalıştıklarını belirtmişlerdir. Demografik

sorulara verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi, bu işletmedeki eğitim seviyesinin

yüksek olması, iş ortamının uygunluk durumu kalite çalışmaları için bir avantaj

sağlamaktadır.

Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili

işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bireysel ödüllendirmenin diğer

çalışanlar üzerinde olumsuz etki yapabilmesi sebebiyle tercih edilmediğini, bunun

yerine çalışanların genel ekonomik durumunu işletme olanakları doğrultusunda

artırmaya çalıştıklarını; temiz bir işyeri ortamı konusunda hassas davrandıklarını;

motivasyonu artırmak için kokteyl, özel geziler, yemekler düzenlediklerini; dört çeşit

son derece temiz ve kaliteli öğle yemeği çıkardıklarını; (Bu durum bizce de

görülmüştür.) mesai servis araçlarıyla ilgili, rahat geliş gidiş için önlemler almaya

çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Çalışanların öneri sistemine katılması: Öneri sisteminin henüz kurulmamış

olduğu, ancak şu an için bu durumun verdiği açığın giderilmesi için, işgörenlerin

kendi sorunlarının ve üretimde kalite, verimlilik vb. önerilerin iletişim kurularak

değerlendirilmeye çalışıldığı belirtilmiştir. 51

Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:

Kalite sistemlerindeki “akış diyagramı”, “pareto diyagramı”, “balık kılçığı” vb.

51 Genelde kalite çalışmalarında öneri sistemi; çalışanların geliştirilmiş bir forma kimliklerini deşifre etme zorunluluğu olmadan, sorunları ve çözüm önerilerini yazarak, özel hazırlanmış öneri kutularına atmalarıyla gerçekleştirilmektedir.

143

problem çözme tekniklerinin kullanılmadığı, ancak personelin eğitim seviyeleri

yeterli olduğundan, yapılan işlerle ilgili tutulan kayıtlar yoluyla istatiksel analiz

yapılıp, sorunlara çözüm aranmaya çalışıldığı belirtilmiştir.

İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve

hedeflerin belirlenmesi hakkında: Bu konuda hazırlanmış dökümanlar, işletmede

konuyla ilgili tüm çalışmaların yapıldığını, çalışanların takip etmesinin de

sağlandığını göstermektedir.

İşletme tarafından dış müşteri doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: İşletmenin dış

müşteri doyumunu içeren belirlenmiş bir çalışması bulunmamaktadır. Ancak

müşterilerden işgörenler aracılığıyla alınan geri bildirimlerin, değerlendirilmesi

yoluyla sorunların incelenmeye çalışıldığı bildirilmiştir. Ayrıca dış müşteri

doyumunun bir kurum kültürü olarak benimsetilmesine çalışıldığı açıklanmıştır.

Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması:

Çalışanlardan alınan geri bildirim doğrultusunda, süreçlerde ortaya çıkan aksaklıklar

istatiksel olarak incelenerek, yapılması gereken iyileştirmelerin belirlenmeye

çalışıldığı bildirilmiştir.

Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:

Üst yönetim ve patron tarafından rekabet edebilme açısından, ihalelerde de aranan

şartlardan olduğu için desteklendiği bildirilmiştir.

İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi: Düzenli olarak iç müşteri iş

doyumunun anketlerle ölçülmediğini, ancak çalışanlarla iletişim ortamının iyi olması

sebebi ile, yönetim tarafından iç müşteri iş doyumunun yakından takip edilmekte

olduğu; bu amaçla çalışanların iş ortamı sıcaklığı, yemekler, mesai servis araçları, iş

ortamı temizliği, çalışanların işlerinde karşılaştıkları sorunlar vb. ile yakından

144

ilgilendiklerini bildirmişlerdir. Yapılan gözlemler ve çalışanlarla yapılan kısa

görüşmeler de bu anlatılanları doğrular niteliktedir.

İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:

Çalışanlar TKY uzmanlarının anlattıkları teknikleri içeren istatistikleri kullanmayı

bilmemektedir. Bunun yanı sıra, üretimleri ile ilgili basit istatistikleri

değerlendirebilmekte ve hatalar konusunda geri bildirimde bulunabilmektedirler.

Yine eğitim seviyelerinin yüksek olması bu durum içinde kolaylık sağlamaktadır.

İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler, üretim hatalarının

yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite

tekniklerinin kullanılması: Bu konuyla ilgili olarak, iki ayrı yerde yerleşmiş olan

işletmedeki, iki ayrı kalite uzmanının koordinesi sonucu işlerin takip edildiği

bildirilmiştir. Çıkan sorunların denetim altına alınabilmesi için, çalışanların da geri

bildirimlerinin alınarak, problemli süreçler incelenerek, iyileştirme yolları üzerinde

gerektiğinde mühendislerin de değerlendirmeleri alınarak; iş akış şemaları, istatistik

analizler, raporlar vb. çalışmalarla sorunlara çözüm bulunmaya çalışıldığı

anlatılmıştır.

İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik

gelişmelerin takip edilmesi durumu: İşletmenin elektronik sanayii içerisinde ve

üretimlerinin ileri teknoloji gerektirmesi sebebi ile, (simülasyon, bilgisayar

teknolojilerine dayalı üretim vb.) zorunlu olarak yeni teknolojileri takip etmekte

olduklarını bildirmişlerdir.

İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin

bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Çok sık olmamak

şartıyla ve belirli bir bölümde uzmanlaşmaları şartıyla çalışanların farklı bölümlerde

de değerlendirildiği bildirilmiştir.

İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen

müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Kullandıkları

145

makinelerin önemli bir bölümünün değişik ürün dizaynı, cihazlar ve yeni teknolojik

gelişmelere uygun olan elektronik teçhizatlardan oluştuğu bildirilmiştir. Yapılan

gözlemde de kullanılan makinelerin farklı elektronik kartlar ve devreler üzerinde

işlem yapabilecek şekilde olduğu gözlenmiştir.

İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time

çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: İş yükünün çok fazla olmaması

sebebiyle genelde vardiyalı çalışma, fazla mesai durumlarına gereksinim

duymadıklarını bildirmişlerdir. Aldıkları projeler kapsamında, yapılan işlerin belli bir

teknik yeterlilik de istemesi sebebiyle, dışarıya iş verme şeklinde uygulamaları

bulunmamaktadır. Yine işin teknik niteliği gereği, düzenli çalışan personele ihtiyaç

duyulduğundan, part-time (parça zamanlı) çalışanlardan faydalanmadıklarını

açıklamışlardır.

4.2.2 “B” İşletmesinin Durumu

İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline

göre hazırlanmış olan sorulara, “B” firmasından alınan cevaplar şu şekilde

açıklanabilir:52

Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Ortalama ayda bir saat teknik

konular başta olmak üzere çalışanlara eğitim verdiklerini, ancak çalışanların eğitim

seviyelerinin düşük olması sebebi ile beklenen başarıyı yakalayamadıklarını

bildirmişlerdir.

Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Kalite çemberi ve süreç

iyileştirme çalışmalarının bulunmadığını bildirmişlerdir.

İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Çalışanların

kalite çalışmalarına genel değerlendirmeyle yüzde otuzluk bir kısmının katıldığı,

çalışanların iş ve yaşam koşulları ile ilgili problemler sebebiyle, özellikle üst 52 Bu bölüm için elde edilen bilgiler, öncelikle 3 çalışanla görüşülmüş ve kalite uzmanıyla da tekrar yapılan değerlendirmeye göre yazılmıştır.

146

yönetime karşı duydukları tepki nedeniyle, kalite çalışmalarına karşı direnç

gösterdikleri bildirilmiştir.

Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili

işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu konuda bireysel ödül sisteminin

tercih edilmediği, bunun yerine tüm personelin faydalanabileceği şekilde yakacak

yardımı, mesai servis aracı, eşya taşıma, düzenli ve temiz yemek vb. konularda

yardımcı olunmaya çalışıldığı bildirilmektedir.

Çalışanların öneri sistemine katılması: Öneri sistemi konusunda öneri

kutularının iş alanlarına yerleştirildiği, formlarının hazırlandığı, ancak çalışanların

ciddiye almadıklarını, bu yüzden çok az öneri gelmekte olduğunu bildirmişlerdir.

Yine bu durumda, yönetimle çalışanlar arasındaki sorunların etken olduğu

söylenebilir.

Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:

Genel eğitim seviyesinin düşük olması sebebi ile, çalışanların TKY uygulamalarında

görülen problem çözme tekniklerini kullanamadıkları bildirilmektedir.

İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerlerinin, Amaç ve

hedeflerinin belirlenmesi hakkında: İşletmenin Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç

ve Hedeflerinin belirlenerek iş yerinin çeşitli yerlerindeki tablolara asıldığı

görülmektedir.

İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman

aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Dış

müşteri memnuniyetinin ölçülmesi ile ilgili olarak herhangi bir çalışma

yapılmamaktadır. Bu konuda müşterilerin kaliteli ve daha pahalı ürünler yerine ucuz

fakat işlerini görebildikleri ürünleri tercih etmelerinin etken olduğu, garanti

kapsamında geri dönen ürünlerdeki hatalar üzerinde çalışıldığı söylenmektedir. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması:

Çalışanların yönetime karşı ücretlerle ilgili sorunları sebebiyle karşı bir tutum içinde

147

olmalarından ve eğitim seviyesinin düşük olması sebeplerinden, süreç iyileştirme

çalışmalarının yapılamamakta olduğu söylenmektedir.

Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:

Üst yönetimin verimliliği artırması ve ihalelere girmede önemli bir şart olmasından

dolayı, özellikle de ISO standartları açısından TKY çalışmalarına olumlu baktığı

bildirilmektedir.

İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: İşletme tarafından iç

müşteri iş doyumunun ölçülmesi ile ilgili olarak bir uygulamalarının olmadığını;

özellikle çalışanların sorunlarını çözmede ekonomik sebeplerin rol oynadığını; ancak

rekabet şartları gereği bu konuda çalışanların yararına fazla bir değişiklik

yapamadıklarını bildirmişlerdir.

İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:

TKY kapsamında istatistik teknikler kullanılmamakta, ancak üretimde meydana gelen

hatalı ürünlerin azaltılması amacıyla, kalite yönetimi tarafından incelemelerin

yapılmakta olduğu; daha az hatalı ürün çıkmasını sağlamak için iş süreçlerindeki

aksaklıkların incelenmeye çalışıldığı bildirilmiştir. Ancak bu da çalışanların değil

mühendislerin çalışmalarıyla yapılmaktadır.

İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler, üretim hatalarının

yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite

tekniklerinin kullanılması hakkında: Kalite yönetimi tarafından bu tür üretim

hatalarının incelenmeye çalışıldığı, ancak çalışanların katkısı alınarak sorunları

ortadan kaldırıcı, düzeltici bir çalışma yapılamadığı bildirilmiştir. Söz konusu durum,

kalite uzmanlarının vurguladığı önleyici kalite tekniklerinden, yangın çıkınca

söndürülmesi aşamasında kalmakta, yangının çıkmasını engelleyici aşamaya

gelememektedir.

İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik

gelişmelerin takip edilmesi durumu: Üretim piyasa ihtiyaçlarına göre

148

değerlendirildiğinden, ayrıca ARGE çalışmalarının büyük yatırım gerektirmesi

sebebiyle, bu tür çalışmaların yapılamamakta olduğu bildirilmiştir. Rekabet

açısından zorlandıkları bir ürün çıktığında ise, bu ürünün bir numunesinin alınarak

mühendisler tarafından incelendiği ve ona benzer özellikler taşıyan bir modelin

üretiminin sağlandığı söylenmiştir.

İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin

bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Genellikle standart

bir ürün üzerinde çalışılması sebebiyle, her çalışanın belirli bir alanda

uzmanlaşmasının daha doğru olduğu belirtilmekte, ancak benzer branşlarda yer

değişmesi gerek duyuldukça yapılmakta denilmektedir. Bu da çalışanların iş

yerinde esnek kullanımının tercih edilmediğini göstermektedir.

İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve

değişen müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Kullanılan

makinelerin çok amaçlı olarak kullanıma hizmet verecek şekilde olduğu

bildirilmiştir. Buradaki makineler yapılan gözlemde de yürüyen bant sisteminde

olduğu gibi sadece bir iş için plânlanmamıştır. Değişik malzemeler üretme

kapasitesine sahip, torna tezgahları, değişik cinste kaynak makineleri, matkaplar,

caraskallar, demir ve sac kesme makineleri, elektronik ölçü cihazları vb. şeklinde

bulunmaktadır. Ancak, söz konusu makineler üretim çok çeşitli olmadığından,

belirli işlerde kullanılmaktadır.

İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time

çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Günlük mesai şartlarında işler

yetiştiğinden vardiyalı çalışma, fazla mesai uygulamalarına geçilmediğini;

dışarıya iş verme durumunda kaldıkları bir işlerinin olmadığını; part-time

şeklinde çalışanları bulunmadığını bildirmişlerdir.

149

4.2.3 “C” İşletmesinin Durumu

İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline

göre hazırlanmış olan sorulara, “C” firmasından alınan cevaplar şu şekilde

açıklanabilir:53

Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Bu işletmede çalışanların

genellikle meslek lisesi mezunlarından seçildiği belirtilmektedir. İşe alınanların hem

kalite konusunda, hem de meslekî konuda kapsamlı bir eğitime tabi tutuldukları

bildirilmektedir. Eğitimin süresi ise, iki aylık bir zaman dilimini kapsamaktadır.

Ayrıca, ihtiyaç duyuldukça işletme tarafından tüm personele kalite ve teknik

konularda pekiştirme eğitimleri verildiği söylenmektedir.

Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Kalite çemberi çalışması

yerine, sorun çıkan süreçlerde inceleme yapılarak, iyileştirmeler yapıldığı

anlatılmıştır. Ayrıca çalışanlardan gelen iyileştirme önerilerinin dikkate alındığı,

ancak, çalışanların bu konuda katılımlarının sorunların tespiti düzeyinde kaldığı

belirtilmiştir. İyileştirme çalışmaları ile ilgili örnek olarak, trafoların soğutulmasında

kullanılan yağ kaçaklarının rakip firmalarda ve kendilerinde önemli bir sorun olduğu,

ancak, süreçlerin incelenmesi sonucu hata oranları tespit edilerek, işi yapma

yöntemlerinde ve malzemelerde sağlanan yenilikler sonucu piyasa şartlarında bir

üstünlük sağlandığı anlatılmıştır.

İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: İşgörenlerin

kalite çalışmalarına katılmaları için, verilen eğitimlerde de kalitenin herkesin işi

olduğunun anlatıldığı ancak, çalışanlardan beklendiği kadar bir ilgi gelmediği

bildirilmiştir. Çalışanlarla yapılan görüşmelerde de, çalışanların kendi koşullarından

memnun olmamaları sebebiyle, verilen işleri yapmak haricinde başka bir çalışmaya

karşı ek bir yük getireceği için sıcak bakmadıkları anlaşılmaktadır. Eğitim anlamında,

burada çalışanların yüzde yüzü kalite çalışmalarından haberdar oldukları hâlde,

gerekli iletişim ve motivasyon eksikliğinden beklenen verim alınamamaktadır. 53 Bu bölüm için işletmeden elde edilen bilgiler, soruların dört çalışanla görüşülmesi ve aynı zamanda kalite koordinatörlüğü işini de yürüten işletme yöneticisiyle yapılan görüşmeye göre değerlendirilmiştir.

150

Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili

işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Herhangi bir ödüllendirme sisteminin

olmadığı, ancak çalışanlara öğle yemeği, mesai geliş gidişlerinde servis aracı

sağlama, özel durumlarda firma araçlarından faydalandırma gibi konularda yardımcı

olunduğu anlatılmıştır. İşletme yöneticisiyle yapılan görüşmede, asıl problem olan

çalışanların ekonomik durumu konusunda, genelde ancak asgari ücret civarında bir

ödeme yapabildikleri, ekonomik krizin de etkisiyle çalışan giderlerinin artmasının

piyasa rekabet koşullarında olanaklı olmadığı açıklanmıştır.

Çalışanların öneri sistemine katılması: İşletmede bir öneri sistemi

çalışmasının olmadığı, ancak, çalışanlarla sorunların tespiti konusunda iletişimde

bulunularak iyileştirmeler yapılmaya çalışıldığı bildirilmiştir. Burada yapılan

iyileştirmenin ise, daha çok çalışanların iş doyumunu etkileyecek konular üzerinde

değil, yapılan işlerin verimliliği ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.

Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:

Çalışanların TKY kapsamında olan problem çözme tekniklerini kullanamadıkları,

ancak yönetimin katkısıyla sorunların belirlenerek istatistik ve analizlerin yapıldığı,

eğitim seviyelerinin yeterli olmasının da katkısıyla işgörenlerin bu konuda verilen

talimatlara uygun hareket ettikleri bildirilmiştir.

İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve

hedefleri belirlenmesi hakkında: TKY çalışmalarının bir gereği gibi düşünülen

Vizyon, Misyon, Değerler, Amaç ve hedefler bu işletmede de belirlenerek,

dökümanlara yansıtılmıştır.

İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman

aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında; Dış

müşteri memnuniyetinin ölçülmesi ile ilgili olarak özel bir çalışmaları olmadığını,

ancak, müşteri şikayetlerinin dikkate alındığını, mühendislik çalışmalarla yapılan

süreç geliştirme yöntemleriyle daha kaliteli üretim yapmaya çalıştıklarını

belirtmişlerdir.

151

Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Bu konuda

verilen bilgilere göre de, süreç iyileştirme çalışmaları üst yönetimin desteği ile

mühendisler tarafından yapılmakta, gerektiğinde sorunların tespiti konusunda

çalışanların da fikirleri alınmaktadır.

Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:

ISO 9000 serisi standartların ihalelerde istenmesi ve rekabet şartlarının zorlaması

sebebi ile üst yönetimin TKY çalışmalarını desteklediği bildirilmiştir.

İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: Bu konuda iç müşteri

iş doyumu üzerine bir çalışmaları olmadığını, çalışanların öğle yemeği, mesai

servisleri vb. sorunlarıyla ilgilenildiğini, daha fazla iç müşteri iş doyumunun daha

fazla maliyet gerektirdiğini, bunun da özellikle kriz ortamında mümkün olmadığını

belirtmişlerdir.

İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:

TKY çalışmalarında kastedildiği manada çalışanların istatistik teknikleri

kullanamadığı ancak, işgörenlerin genel eğitim seviyesinin yüksek olması sebebi ile

süreçlerdeki aksamaların takip edilebildiği, hata oranlarının saptandığı bildirilmiştir.

İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının

yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite

tekniklerinin kullanılması hakkında: Bu konuda, TKY kapsamındaki teknikler

kullanılarak bir çalışma yapılmamakta olduğu, ancak üst yönetim ve mühendisler

aracılığıyla süreçler takip edilerek sorunların düzeltilmeye çalışıldığı açıklanmaktadır.

İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik

gelişmelerin takip edilmesi durumu: İşletmenin üretimi ile ilişkili olarak dünyada

meydana gelen gelişmelerin üst yönetim tarafından takip edildiği, örneğin

Japonya’dan ithal edilebilecek bir malzeme ile daha küçük, daha verimli trafolar

yapma olanaklarının bulunduğunu, ancak genellikle üretimlerinin iç piyasa ve çok az

152

da Kuzey Kıbrıs’la ilişkili olmasından dolayı, piyasanın daha kaliteli, daha pahalı ürünler

yerine daha ucuz ve kullanılabilen malzemeleri tercih etmesi sebebi ile, teknolojik

yenileşmenin işletme şartlarıyla uyum sağlamadığını belirtmişlerdir.

İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin

bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Öncelikle çalışanların belirli

bir konuda uzmanlaşmalarının sağlanmaya çalışıldığını, ancak işletmede çalışanların

bazen diğer bölümleri destekleme ihtiyacı olduğunda yer değiştirebildiklerini

belirtmişlerdir. Bunu sağlamak için, benzer işleri yapanlar arasında, kısa süreli

eğitimlerle işgörenler arasında yer değiştirmesi yaptırıldığı açıklanmıştır.

İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen

müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede yapılan

üretim de “B” firmasındaki üretimle çok benzemekte ve orada kullanılan makineler gibi

buradakiler de esnek kullanıma uygun görülmektedir. Yine burada da çok amaçlı

kullanıma uygun olan, torna tezgahları, değişik tipteki kaynak makineleri, matkaplar,

malzemeleri tespit etmekte kullanılan aparatlar, bazı ölçüm cihazları vb. kullanılmaktadır.

Ancak, üretimi yapılan cihazlar belirli olduğundan makinelerin bu özelliklerinden fazlaca

faydalanmadıkları bildirilmiştir.

İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time

çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: İşletme yöneticisi ve çalışanlarla yapılan

görüşmelerde, vardiyalı çalışma, fazla mesai uygulamalarının aşırı iş yoğunluğu

bulunmadığından çok az uygulandığı; işletmenin üretimiyle ilgili olarak dışarıya iş

verme şeklinde bir uygulamalarının olmadığı, yine yapılan üretimin zorladığı teknik

koşullar sebebiyle, part-time çalışanlardan faydalanılmadığı açıklanmıştır.

4.2.4 “D” İşletmesinin Durumu

İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline

göre hazırlanmış olan sorulara, “D” firmasından alınan cevaplar şu şekilde

açıklanabilir:54

54 Bu bölümdeki bilgilerin yazılmasında, üç iş gören ve kalite koordinatörünün sorulara verdiği cevaplar değerlendirilmiştir.

153

Kalite eğitiminin sıklık durumu hakkında: Bu işletmede yapılan

görüşmelerde, iki ayda bir saat kalite, teknik konular veya işletme ili ilgili konularda

eğitim verildiği, çalışanların çoğunluğunun verilen eğitimleri anlayabilecek seviyede

olmasından, faydalı olduğunun değerlendirildiği bildirilmiştir. Kalite uzmanı konuyla

ilgili olarak, “sistemi ilk kurduğunuzda insanlara çala düzen çalışmak daha kolay

geldiğinden bir tepki ile karşılaşıyorsunuz. Ancak yararlarını, artılarını, onların çeşitli

sıkıntılarını ele alıp, bunlar çözülecek dendiğinde daha sıcak bakılmaya başlanıyor.

Kalite çalışmalarında veri alabilmek çok önemli. Veri olacak ki değerlendirip bir

sonuca ulaştıracaksınız. Problemli yerleri bulup çözüm bulma çalışmalarına

girişeceksiniz. Verileri elde etmek yani insanlara kayıt yaptırmak, form doldurmak

zor geliyor. Ancak zamanla, eğitimlerle hepsi halloluyor. Görev ve Sorumlulukların

netleşmesine genelde insanlar olumlu bakıyor” demektedir.

Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Bu işletmede de

diğerlerinde olduğu gibi, TKY çalışmalarında sözü edildiği şekilde bir çember

çalışması olmadığı, ancak süreçlerde meydana gelen sorunların, yönetim tarafından

takip edilip, kontrol altına alınmaya çalışıldığı bildirilmiştir.

İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: İşgörenlerin

bildirdiklerinden anlaşıldığına göre, eğitim alma manasında çalışanların tamamı kalite

çalışmalarına katılmakta, ancak, firma içi iletişim eksikliği, iş doyumu yetersizliği,

yaşama koşullarındaki sorunlar sebebiyle, burada da kalite çalışmalarına yönetimin

beklediği ilginin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili

işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu işletmede de çalışma yapılan diğer

kuruluşlardaki gibi, toplu ya da bireysel bir ödüllendirme sistemi yoktur. İşletmenin

başarısının çalışanlara sosyal – ekonomik açıdan yansıması, piyasa rekabet

koşullarında çalışan maliyeti açısından uygunsuz olarak değerlendirilmektedir.

Çalışanların öneri sistemine katılması: Kalite uzmanınca, bu işletmede

yürürlüğe konulmuş bir öneri sistemi olduğu, ancak çalışanların katılımının

154

sağlanamadığı, yılda 3-5 den fazla öneri gelmediği; bu durumun çalışanların iş

doyumu ve eğitimiyle ilgili olduğu bildirilmiştir.

Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:

Çalışanlar bu işletmede de TKY kapsamında problem çözme tekniklerini

kullanamamaktadır. Ancak yaptıkları işlerle ilgili formlarla tuttukları kayıtlar

aracılığıyla, hatalı ürünlerin oluşmasındaki süreçlerin tespit edilmesinde, faydalı

oldukları ve mühendislerin de katkısıyla, meydana gelen sorunları çözmeye

çalıştıkları belirtilmiştir.

İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve

hedefleri belirlemesi: Bu işletmede de diğerlerinde olduğu gibi Vizyon, Misyon,

Değerler, Amaç ve hedeflerin belirlenmiş olduğu, metin olarak dosya ve tablolara

yansıtılmış olduğu görülmüştür.

İşletme tarafından dış müşteri memnuniyetinin belirli zaman

aralıklarıyla ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Bu

işletmede de dış müşterinin üretimlerinden elde edilen doyumuyla ilgili bir çalışma

olmadığı, ancak, firmaya bildirilen müşteri şikayetlerinin değerlendirilmeye alınarak

sorunların çözülmeye çalışıldığı bildirilmektedir.

Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Kalite

çalışmalarından beklendiği şekilde işgörenlerin katkısıyla süreç iyileştirme çalışması

yapılmadığı, ancak yönetimin belirlediği süreçlerde belirlenen hatalar üzerinde

mühendislerin katkısıyla düzeltmeler yapıldığı bildirilmiştir.

Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:

Burada da, üst yönetim tarafından, girilen ihalelerin olmazsa olmazları arasında ISO

9000 standartlarının olmasından ve ayrıca rekabet şartları gerektirdiğinden, TKY

çalışmalarının desteklendiği bildirilmiştir.

İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi hakkında: Bu işletmede kalite

yönetimi tarafından, iç müşteri iş doyumunun anket yardımıyla belirlenmeye

155

çalışıldığı, ancak işletme olanaklarının, özellikle ekonomik kriz sebebiyle işgörenlerin

beklentilerine yeterince cevap vermediği bildirilmiştir.

İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu: Bu

işletmede de TKY kapsamında çalışanların da tam katılımının sağlandığı, istatistik

tekniklerin kullanılması durumu uygulanamamaktadır. Ancak işgörenlerin genelde

genç insanlardan oluşması, genel eğitim seviyesinin yüksek olmasının da katkısıyla

süreçlerle ilgili veriler kayıt altına alınmakta ve kalite yönetimi tarafından

değerlendirilmektedir.

İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının

yakından izlenmesi ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite

tekniklerinin kullanılması hakkında: Bu işletmede de kalite uzmanı ve çalışanlarla

yapılan görüşmeye göre, TKY teorilerinde anlatıldığı şekilde gerekli teknikleri

kullanarak, çalışanları da içine alacak şekilde bir uygulama yapılmamakta, ancak

kalite yönetimi tarafından süreçlerde meydana gelen sorunlar incelenmekte ve yapılan

mühendislik çalışmalarla çıkan sorunlara karşı önlem alınmaya çalışılmaktadır.

İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik

gelişmelerin takip edilmesi durumu: Konuyla ilgili olarak kalite uzmanı tarafından,

özellikle elektronik kartlar ve bilgisayar sistemleri üzerinde çalışmaları sebebiyle,

yeni teknolojileri takip ettikleri bildirilmiştir. Bu işletmede yapılan üretim sebebiyle

“B” ve “C” işletmesine göre daha ağırlıklı teknoloji kullanıldığı görülmektedir.

Yapılan gözlemlere göre “A” firmasıyla karşılaştırıldığında ise, “A” firmasında

bilgisayar teknolojisi simülasyon gibi daha nitelikli uzmanlık isteyen konularda

çalışılması sebebiyle daha ileri bir durum söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin

bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Bu işletmede de

çalışanların belirli konularda uzmanlaşmasına dikkat edildiği, ancak gerektiğinde

çalışanların birbirlerinin yerini doldurabilmesi için birden fazla işleri öğrenmesinin

sağlandığı bildirilmiştir.

156

İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen

müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede kullanılan

cihaz ve makinelerin üretimde meydana gelen değişimleri takip etmede kullanıma

uygun olmasına dikkat edildiği, yapılan üretimlerin elektronik kartlar ve bilgisayar

teknolojilerini içermesinin bu durumu zorunlu kıldığı bildirilmiştir. Burada kullanılan

malzemelerin de bir çoğu elektronik ölçme cihazları, pense, tornavida, anahtar

takımları, üretilen cihazların tespitine yarayan çeşitli aparatlar vb. genel kullanıma

uygun cihazlardır. Ancak, yapılan üretim belirli olduğundan, genelde her cihaz belirli

işleri yapmakta kullanılmaktadır.

İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time

çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Piyasanın da ekonomik krizin

etkisiyle durgun olması sebebiyle, işletmede çok gerekmedikçe fazla mesai, vardiyalı

çalışma uygulamasına gidilmediği, işgörenlerin genelde normal mesai koşullarında

çalıştıkları bildirilmiştir.

4.2.5 “E” İşletmesinin Durumu

İşletmelerin kalite ve esnek üretim durumları ile ilgili görüşme soru cetveline

göre hazırlanmış olan sorulara, “E” firmasından alınan cevaplar şu şekilde

açıklanabilir:55

Kalite eğitiminin sıklık durumu: Kalite eğitimi konusunda çalışmalarının

yeni olduğunu, bu konuda çalışanlara şimdiye kadar çok az eğitim verildiği, işe

alınanların eğitim düzeyine dikkat edildiği, üretim kısmında çalışacakların meslek

liseliler ve meslek yüksek okulu bitirenler arasından seçildiği bildirilmiştir. Ayrıca,

işletme içi eğitimlerin genelde meslekî teknik konularda yapıldığı, özellikle

oluşturulan teknik kitaplıkla da çalışanların mesleklerini öğrenmelerine katkı

sağlandığı açıklanmıştır.

55 Bu bölümde elde edilen bilgiler, beş çalışanla soruların görüşülmesi ve kalite uzmanıyla yapılan görüşmeye göre değerlendirilmiştir.

157

Kalite çemberi çalışmalarının durumu hakkında: Bu işletmede de TKY

uygulamalarıyla ilgili olarak anlatılan, çalışanların da katıldığı, sürekli geliştirme ve

iyileştirmelerin yapıldığı, bir çalışma görülmemektedir. Ancak süreçler üzerinde

çalışmalar yapılmakta; çalışanlar tarafından yapılan işlerle ilgili kayıtlar tutulmakta;

sorunlar yöneticiler, bölüm şefleri tarafından incelenerek gerekli önlemler alınmaya

çalışılmaktadır. Ayrıca her yapılan üretimde, belirlenen standartlara uyulup

uyulmadığının kontrol edildiği bildirilmektedir.

İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi: Kalite

çalışmalarına çalışanların da dahil edilmesi ile ilgili gelişmelerin çok yeni olması

sebebiyle katılımın az olduğu, işgörenlerin alışmış oldukları sistemde devama daha

istekli oldukları belirtilmiştir.

Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili

işletmenin ödüllendirme sistemi hakkında: Bu konuda çalışanların toplu ya da

bireysel olarak ödüllendirilmesiyle ile ilgili, düzenlenmiş bir ödüllendirme

sistemlerinin bulunmamakta olduğu; ancak işgörenlerle yapılan görüşmelerde

işletmenin başarısının kendileri için olan öneminin vurgulandığı; bu durumun

işletmenin sunduğu olanaklar ve çalışanlara piyasa koşullarının üstünde verilen

ücretlerle desteklendiği bildirilmiştir.

Çalışanların öneri sistemine katılması: Kalite güvence kısmı sorumlusu ve

çalışanlarla yapılan görüşmeye göre, işletme düzeyinde çalışan önerilerinin gerekli

düzenlemeler yapılarak değerlendirildiği bir sistem bulunmamaktadır. Ancak

yöneticiler ve bölüm şeflerinin zaman zaman her türlü sorunla ilgili olarak,

çalışanlarla iletişim kurmakta olduğu bildirilmektedir.

Çalışanların problem çözme tekniklerini kullanabilmeleri konusunda:

Burada da, görüşülen kalite yöneticisinin bildirdiğine göre, kalite çalışmaları

kapsamında hedeflendiği şekilde, işgörenler tarafından problem çözme teknikleri

kullanılamamakta; ancak çalışanlar yapılan işlerdeki hata oranlarını, yaptıkları işlerle

ilgili kayıtları değerlendirerek hesaplayabilmektedir. Sorunların çözülmesiyle ilgili

158

iyileştirmeler ise, yönetim ve mühendislerce yapılan geliştirme çalışmalarıyla

yapılmaya çalışılmaktadır.

İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve

hedefleri belirlemesi hakkında: Kalite çalışmalarının en başında yer alması

sebebiyle, bu işletmede de diğerlerinde olduğu gibi, Vizyon, Misyon, Değerler,

Amaç ve Hedeflerin belirlenmiş olduğu, çalışanların da bilgilenmesi için işyerindeki

bazı yerlerdeki tablolara yansıtılmış bulunduğu görülmüştür.

İşletme tarafından dış müşteri doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerinin değerlendirilmesi hakkında: Dış müşteri

doyumunun burada da sistemli bir şekilde ölçülmemekte olduğu, ancak garanti

sözleşmeleri kapsamındaki müşteri şikayetlerinin değerlendirilmeye alınarak, müşteri

isteklerinin belirlenmeye çalışıldığı bildirilmektedir.

Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılması: Kalite

uzmanı ve çalışanlarla yapılan görüşmeye göre, burada da, işgörenlerin katkısıyla

kalite teknikleriyle uygulanması önerilen şekilde, süreç iyileştirme çalışması

yapılmadığı, ancak, yönetim ve bölüm şeflerince süreçlerin sürekli izlenmesi

yoluyla, ortaya çıkan sorunların çözümünün araştırıldığı bildirilmiştir.

Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemesi durumu:

Burada da üst yönetim diğer işletmelerde olduğu gibi, ihaleler ve piyasa koşulları

gereği olarak kalite çalışmalarını desteklemektedir. Ancak, kalite sorumlusuyla

yapılan görüşmeden anlaşıldığına göre, üst yönetimde bulunanların dikkatlerini daha

çok kendi yaptıkları işleri eski bildikleri şekilde yapmaya verdikleri anlaşılmaktadır.

İşletme tarafından iç müşteri iş doyumunun belirli zaman aralıklarıyla

ölçülüp, istek ve beklentilerin değerlendirilmesi: Kalite uzmanı ve çalışanlarla

yapılan görüşmelerde, çalışanların iş doyumunu artırmak için, özellikle yemekler ve

mesai servis araçlarıyla ilgili anketler düzenlenerek işgörenlerin bu konulardaki

159

sorunlarında yoğunlaşıldığı söylenmiştir. Daha kapsamlı olarak çalışanların iş

doyumunun ölçüldüğü çalışmalar yapılmamaktadır.

İşletmede yapılan işler için istatistik tekniklerin kullanılması durumu:

Kalite uygulamalarında anlatıldığı şekilde, yapılan işlerle ilgili olarak çalışanlar

tarafından istatistik teknikler kullanılamamakta, ancak süreçlerle ilgili çalışanların

üretimle ilgili kayıtlarındaki bilgiler raporlaştırılarak tutulmakta ve bu raporlardan elde

edilen bilgiler istatistik değerler haline getirilerek, sorunlar tespit edilmeye

çalışılmaktadır.

İşletmede meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hatalarının

yakından izlenmesi, bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite

tekniklerinin kullanılması: Kalite uzmanıyla yapılan görüşmeye göre, TKY

teorilerinde anlatıldığı biçimde, çalışanların da sürece katıldığı önleyici kalite teknikleri

kullanılamamakta, ancak çalışanların tuttukları kayıtlarla da belirlenmiş olan hatalar

üzerinde yöneticiler ve bölüm şeflerince önlem alınmaya çalışılmaktadır.

İşletmede verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik gelişmelerin

takip edilmesi durumu: Piyasa rekabet şartlarının gereği olarak yeni teknolojilerin

takip edildiği, ancak ARGE manasında bir çalışmaları olmadığı söylenmiştir.

İşletmede çalışanların esnek kullanılmasına bağlı olarak işgörenlerin

bölümlerinin değiştirilmesi, vb. tekniklerin kullanılması: Çalışanlarla yapılan

görüşmeye göre, genellikle farklı işlerde çalıştırılmıyorlar, ancak zaman zaman başka

işleri de yapmaları sağlanarak, gerektiğinde kısa süreli olarak diğer işleri de öğrenmeleri

sağlanıyor.

İşletmede makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen

müşteri taleplerine uyumlu üretim yapılabilmesi durumu: Bu işletmede de genelde

kullanılan malzemeler birden fazla işte kullanılabilecek özelliktedir. Bazı plastik

maddelerin yapımında kullanılan kalıplar gibi malzemeler başka bir üretimde

kullanılamazken, elektronik ölçü aletleri, tornavida, pense, yıldız ve açık ağız anahtar

takımı, üretilen pano ve elektrikli devrelerin üzerinde işlem gördüğü aparatlar belirli bir

esnek kullanıma sahip özelliktedir.

160

İşletmede vardiyalı çalışma, fazla mesai, dışarıya iş verme, part-time

çalışma vb. tekniklerin kullanılma durumu: Çalışanlar, piyasa şartlarının durgun

olması sebebiyle çok fazla olmasa da, gerektiğinde vardiyalı çalışma ve fazla mesai

yaptıklarını söylemektedirler. Kalite güvence sorumlusuyla yapılan görüşmeye göre,

kendi yaptıkları işlerden dışarıya iş verme şeklinde bir uygulama söz konusu değildir.

Ancak üretimde kullandıkları malzemelerin bir kısmı dışardan hazır gelmektedir. Bu tür

malzemelerin temini için ise, tek bir firmayla kalite prensiplerine uygun geliştirilen bir

çalışmaları yoktur. Part-time çalışma ise, yapılan işin teknik özellikleri ve kurulmuş olan

düzeni gereği uygulanmamaktadır.

4.3 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıkları

Bu kısımda yapılan çalışmanın amacı, araştırma kapsamındaki işletmelerde

çalışanların cinsiyet, yaş, eğitim, toplam çalışma süresi, ortalama gelir vb. işletmeden

işletmeye olan farklılıklarını araştırılan konuları etkilemesi açısından

değerlendirmektir. Ancak bu incelemeyi yapmadan önce, işletmelerin tamamındaki

demografik yapıyı da, analiz etmek faydalı olacaktır.

Tablo 1: Çalışanların Cinsiyete Göre Dağılımı.

Cinsiyet S %Erkek 187 79.2Kadın 49 20.8Toplam 236 100.0

Tablo: 1’ de de görüldüğü gibi, araştırmaya katılanlar arasında erkeklerin

oranının % 79.2, kadınların ise % 20.8 olduğu tespit edilmiştir. Bu durum araştırma

kapsamında çalışanların büyük çoğunluğunun erkeklerden oluştuğunu

göstermektedir.

Tablo 2: Çalışanların Yaşa Göre Dağılımı.

Yaş grubu S % 18-25 114 48.3 26-35 82 34.7 36-45 29 12.3 46 ve üstü 11 4.7 Toplam 236 100.0

161

Toplam çalışanlar arasında, 18-25 yaş işgörenlerin oranı % 48,3; 35 yaşını

geçmemiş olanların oranı, % 83 dir. Bu durum araştırmanın yapıldığı sanayi kolunda

çalışanların büyük kısmının genç insanlardan oluştuğunu göstermektedir.

Tablo 3: Çalışanların Eğitim Durumuna Göre Dağılımı.

Eğitim durumu S % Diploması yok 5 2.1 İlkokul 28 11.9 Ortaokul 20 8.5 Lise 127 53.8 Yüksek okul 24 10.2 Üniversite 29 12.3 Yüksek lisans 3 1.3 Toplam 236 100.0

Burada lise mezunlarının % 53.8 ile en büyük oranı oluşturduğu

görülmektedir. Lise üstü eğitimi olanların oranı ise % 23.8 dir. Eğitim seviyesinin

genel olarak beklenenden yüksek olmasının sebebi, elektronik sanayiinde teknik

sebeplerle daha nitelikli çalışana ihtiyaç duyulmasıyla ilgilidir. Ayrıca kalite

sistemlerine de eğitimli personelin daha kolay uyum sağlayacağı düşünülmektedir.

Konuyla ilgili yapılan görüşmelerde de, tüm işletmeler yeni işe alınanlarda eğitim

düzeyine mutlaka dikkat ettiklerini bildirmiştir.

Tablo 4: Çalışanların Toplam Çalışma Süresine Göre Dağılımı.

Çalışma süresi S % İki yıldan az 49 20.8 2-8 112 47.5 9-14 39 16.5 15-20 17 7.2 21 yıldan fazla 19 8.1 Toplam 236 100.0

Tablo 4’ e göre, toplanan yüzdelerden incelendiğinde 2-8 yıldan az iş hayatı

geçmişine sahip olanların oranı, yüzde 68.2’ ye, 9-14 yıldan az çalışma geçmişine sahip

olanlar % 84.7’ ye kadar çıkmaktadır. Bu durum, genelde, araştırma yapılan işletmelerde

çalışanların iş geçmişlerinin çok yüksek olmadığını göstermektedir.

162

Tablo 5: Çalışanların Bulundukları İşyerlerinde Çalıştıkları Zamana Göre

Dağımı.

Çalışma süresi S % İki yıldan az 106 44.9 2-8 107 45.3 9-14 17 7.2 15-20 5 2.1 21 yıldan fazla 1 0.4 Toplam 236 100.0

Tablo 5’ den incelendiğinde, 2-8’ yıla kadar çalışanların oranı yüzde 90.2’ olarak

görülmektedir. Bu durum tablo 4 verileriyle karşılaştırılarak değerlendirildiğinde de

görüldüğü gibi, araştırma kapsamında çalışanların iş geçmişleri daha yüksek olduğu

hâlde, özellikle şu anki işletmelerinde uzun süreli bir geçmişlerinin olmadığı

anlaşılmaktadır.

Tablo 6: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre Dağılımı.

Kadrosu S % Vasıfsız işçi 77 32.6 Usta işçi 69 29.2 Teknisyen 61 25.8 Mühendis 29 12.3 Toplam 236 100.0

Çalıştığı kadroya göre, vasıfsız işçi % 32.6, usta işçi % 29.2, teknisyen % 25.8,

mühendis % 12.3 dür. Tablo 6’ ya göre vasıfsız işçi yüzdesi çıkarıldığında % 67.4 oranı

kalmaktadır. Bu sonuçlar elektronik sanayiinde çalışanların genelde nitelikli personel

olduğunu göstermektedir. Aslında bu oran görüşmelerden elde edilen sonuçlarla

değerlendirildiğinde, nitelikli çalışanlar açısından daha da yüksektir. Ancak iş ilişkileri

sebebiyle işletmeler tarafından çalışanlar için yapılan tanımlama, böyle bir sonuç elde

edilmesini ortaya çıkarmaktadır.

Tablo 7: Çalışanların Gelir Grubuna Göre Dağılımı.

Gelir grubu S % Düşük 120 50.8 Orta 57 24.2 Yüksek 59 25.0 Toplam 236 100.0

163

Gelir ortalamasına göre, düşük gelir grubunda olanların oranı, % 50.8, orta gelir

grubunda olanlar 24.2, yüksek 25.0 olarak görülmektedir. Yukarıdaki tablodaki oranlar,

çalışanların kendi aralarındaki duruma göre yapılan karşılaştırmayla ortaya çıkmıştır.

Yine, söz konusu yüzdeler yorumlanırken, nitel verilerin analiz edildiği kısımda yer alan,

bazı işletmelerin asgari ücret uyguladıkları bilgisi dikkate alınmalıdır. Bu durum göz

önüne alındığında, düşük gelir grubundaki işgörenlerin çok daha yüksek olduğu

değerlendirilebilir. Burada çalışanların gelir grubu, ücretlerin işgörenlerin yaşantısına

etkisini araştırmak amacıyla, ailenin toplam gelirine göre kişi sayısı değerlendirilerek

oluşturulmuştur.

4.4 İşletmelerde Çalışanların Demografik Farklılıklarının Karşılaş-

tırılması Yukarıdaki bölümde, işgörenlerin tüm işletmelerdeki demografik durumu göz

önüne alınarak değerlendirme yapıldıktan sonra, bu bölümde ise, çalışanların

işletmeler arası demografik durumu karşılaştırılacaktır. 56

Tablo 8: Cinsiyet Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.

Erkek Kadın Toplam İşletmeler S % S % S % İşletme A 31 88.6 4 11.4 35 100 İşletme B 45 95.7 2 4.3 47 100 İşletme C 45 100 0 0.0 45 100 İşletme D 36 48.0 39 52.0 75 100 İşletme E 30 88.2 4 11.8 34 100 Toplam 187 49 236

X2= 67.586 s.d.4 P<00

Cinsiyet durumuna göre değerlendirildiğinde, işletme “D” hariç firmalarda

çalışanların oldukça büyük kısmının erkek olduğu görülmektedir. İşletme “D” de %

52.0 oranıyla, bayan işçilerin daha fazla olması, burada yapılan işle ilgili olup, bayan

çalışanların elektronik kartlar üzerine olan bir işle uğraşmalarıyla ilişkilidir. Aynı

yerde erkek işçiler ise, daha ağır işlerde çalışmaktadırlar. Yine SPSS programı “chi-

56 Çapraz tablolarla ilgili olan “P” değeri, P<00, P<01, P<05 olması durumuna göre, sıfır ve altına işaret ettiğinde daha büyük bir anlamlılığı göstermektedir. Bu duruma göre, P<00 en anlamlı farklılığı göstermektedir.

164

square” testine göre de, P<00 olduğundan işletmeler arasındaki farkın önemli bir

anlamlılıkta bulunduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 9: Yaş Faktörüne Göre İşletmeler Arası Dağılım.

18-25 yaş 26-35 yaş 36’ üstü Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 10 28.6 15 42.9 10 28.5 35 100 İşletme B 23 48.9 12 25.5 12 25.5 47 100 İşletme C 27 60.0 16 35.6 2 4.4 45 100 İşletme D 49 65.3 23 30.7 3 4.0 75 100 İşletme E 5 14.7 16 47.1 13 38.2 34 100Toplam 114 82 40 236X2 = 45.703 s.d.8 P<00

Yaş durumuna göre işletmeler karşılığında, 35 yaşa kadar olan çalışanların

işletmelerin tamamında ağırlıklı bir yüzdeye sahip olduğu görülmektedir. İşletme

“C” ve “D” de genç çalışan oranının yüksekliği daha da belirgindir. Daha önce

demografik durumun genel değerlendirmesinde de belirtildiği gibi, bu durum,

işletmelerin genç ve eğitimli personelden daha fazla verim beklemeleriyle ilgilidir.

Ayrıca genç ve eğitimli insanların yeni yönetim teknikleri ve kalite sistemlerine daha

uyumlu olacaklarının düşünülmesi de bu durumda etken olmaktadır. Ayrıca “Chi-

Square” testi de, P<00 olduğundan, yaş faktörüne göre işletmeler arasında önemli bir

anlamlılık bulunduğunu göstermektedir.

Tablo 10: Eğitim Faktörüne Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.

İlkokul Ortaokul Lise Yük. Ok. Üniversite Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 3 8.6 1 2.9 10 28.6 6 17.1 15 42.8 35 100 İşletme B 11 23.4 7 14.9 25 53.2 2 4.3 2 4.3 47 100 İşletme C 2 4.4 5 11.1 37 82.2 0 0.0 1 2.2 45 100 İşletme D 10 13.4 4 5.3 45 60.0 12 16.0 4 5.3 75 100 İşletme E 7 20.6 3 8.8 10 29.4 4 11.8 10 29.4 34 100 Toplam 33 20 127 24 32 236 X2 = 77.681 s.d.16 P<00

Eğitim konusunda lise ve üstü eğitimi olanlar değerlendirildiğinde, çalışanların

eğitiminin en düşük “B” işletmesinde, en yüksek ise “A” işletmesinde olduğu, diğer üç

işletmedeki oranların birbirine yakın olduğu görülmektedir. Bu durum, işletme

yönetiminin yaklaşımıyla ilgili olduğu kadar, üretimin yapısıyla da yakından ilişkilidir.

165

Yine tabloda görüldüğü gibi, “chi-square” testi de, P<00 olduğundan söz konusu farkın

işletmeler arasındaki önemli bir anlamlılığına işaret etmektedir. Tablo 11: Toplam İş Geçmişine Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.

0-2 yıl 2-8 yıl 9-14 yıl 15-20 yıl 21 + yıl Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 7 20.0 13 37.1 7 20.0 1 2.9 7 20.0 35 100 İşletme B 6 12.8 20 42.6 11 23.4 3 6.4 7 14.9 47 100 İşletme C 16 35.6 19 42.2 7 15.6 3 6.7 0 0.0 45 100 İşletme D 17 22.7 46 61.3 8 10.7 3 4.0 1 1.3 75 100 İşletme E 3 8.8 14 41.2 6 17.6 7 20.6 4 11.8 34 100Toplam 49 112 39 17 19 236X2 = 44.338 s.d.16 P<00

Toplam çalışma süresine göre, “C” ve “D” işletmelerinde 8 yıla kadar

çalışanlar değerlendirildiğinde, % 77’ den oran olarak fazlasının bu durumda olduğu

görülmektedir. Diğer üç işletmede ise, aynı oran % 50 civarında bulunmaktadır.

İşletmeler arasındaki farklılık “chi-square” testiyle incelendiğinde de, P<00 olduğu

için, önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır. Tablo 12: Şu Anki İşyerlerinde Çalışılan Zamana Göre İşletmeler Arasındaki

Dağılım.

0-2 yıl 2-8 yıl 9-14 yıl 15-20 yıl 21 + yıl Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % S % İşletme A 21 60.0 13 37.1 1 2.9 0 0.0 0 0.0 35 100 İşletme B 20 42.6 22 46.8 2 4.3 2 4.3 1 2.1 47 100 İşletme C 27 60.0 13 28.9 5 11.1 0 0.0 0 0.0 45 100 İşletme D 31 41.3 39 52.0 5 6.7 0 0.0 0 0.0 75 100 İşletme E 7 20.6 20 58.8 4 11.8 3 8.8 0 0.0 34 100Toplam 106 107 17 5 1 236X2 = 33.113 s.d.16 P<01

Şu anda çalıştıkları işletmede toplam çalışma durumları incelendiğinde, bütün

işletmelerde 8 yıla kadar çalışanların % 80 ve 90’ larda olduğu görülmektedir. Bu

istatistik, işletme çalışanlarının genelde yeni personellerden oluştuklarını

göstermektedir. Oysa tablo incelendiğinde, iş geçmişleri açısından, tüm işletmelerin

8 yılın üzerinde bir faaliyete sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bu durum piyasa

şartları sebebiyle, elektronik sanayiinde sık iş değiştirmek zorunda kalınmasıyla da

166

yakından ilgilidir. İşletmeler arasındaki farklılık çapraz tabloya göre de, P<01 olduğu

için anlamlı görülmektedir.

Tablo 13: Çalışanların Bulundukları Kadroya Göre İşletmeler Arasındaki

Dağılım.

Vasıfsız işçi Usta işçi Teknisyen Mühendis Toplam İşletmeler S % S % S % S % S % İşletme A 0 0.0 1 2.9 23 65.7 11 31.4 35 100 İşletme B 12 25.5 27 57.4 6 12.8 2 4.3 47 100 İşletme C 14 31.1 21 46.7 9 20.0 1 2.2 45 100 İşletme D 49 65.3 7 9.3 15 20.0 4 5.3 75 100 İşletme E 2 5.9 13 38.2 8 23.5 11 32.4 34 100Toplam 77 69 61 29 236 X2 = 138.119 s.d.12 P<00

İşletmelerde çalışanların kariyerleri/kadroları incelendiğinde, “A”

işletmesinde personelin % de 100’ ünün, “E” de 94.1’inin, “B” de 74.5’inin, “C” de

68.9 unun, “D” de 34.7’ sinin nitelikli (usta işçi ve üstü) oldukları görülmektedir.

Yine teknisyen ve üstü değerlendirildiğinde özellikle “A” da olmak üzere, “E”

firmasında da diğerlerine göre kariyerlerin daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. “D”

işletmesinde nitelikli personel oranı, beklenenden düşük görülmüştür. Bunun sebebi,

burada çalışanların çoğunluğunun benzer işleri yapmaları ve yönetimin işgörenleri

değerlendirme şeklidir. Çapraz tabloya göre de, P<00 olduğundan, işletmelerin

kadroları arasında da önemli derecede anlamlı bir farklılık olduğu görülmektedir.

Tablo 14: Gelir Gruplarına Göre İşletmeler Arasındaki Dağılım.

Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 0 0.0 11 31.4 24 68.6 35 100İşletme B 32 68.1 12 25.5 3 6.4 47 100İşletme C 29 64.4 11 24.4 5 11.1 45 100İşletme D 48 64.0 15 20.0 12 16.0 75 100İşletme E 11 32.4 8 23.5 15 44.1 34 100

Toplam 120 57 59 236 X2 = 72.332 s.d.8 P<00

167

Gelir ortalamasına göre değerlendirildiğinde, “A” işletmesinde düşük gelir

oranı % 0.0; orta gelir 31.4; yüksek gelir oranı ise % 68.6 dır. “B”, “C” ve “D”

işletmesinde düşük gelir aralığı % 64.0 ile % 68.1 arasındadır. Bu işletmelerde orta

gelir aralığı yaklaşık % 20 ile % 25.5 arasındadır. Yüksek gelir aralığı ise, yaklaşık

% 6.4 ile % 16.0’ lardadır. “E” işletmesinde düşük gelir aralığında bulunanların oranı

% 32.4, orta gelir grubunda olanlar 23.5; yüksek gelir grubunda olanlar 44.1 dir. Bu

durum “A” işletmesinde açık ara gelir ortalamasının yüksek olduğunu; “E”

işletmesinde çalışanların gelir ortalamasının ise, görece “A” hariç diğer üç işletmeye

göre yüksek olduğunu; kalan üç firmada ise gelir ortalamasının önemli ölçüde düşük

olduğunu göstermektedir. Çapraz kareye göre de, P<00 olduğundan işletmeler

arasında gelir farklılığının önemli bir anlamlılığı bulunduğu anlaşılmaktadır.

4.5 Toplam Kalite Yönetiminin Çalışanlara Etkileri

Bu bölümde TKY’ nin araştırma yapılan işletmelerdeki durumu, çalışanların

verdikleri tepkiler açısından değerlendirilmek istenmektedir. Yine burada işletmeler

arasındaki farklılıklar, TKY esnek üretim uygulama durumlarıyla ilgili görüşme

cetvelinden elde edilen verilerle karşılaştırılarak, daha anlamlı yorumlar

geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca çapraz tablo analizlerinin incelenmesine göre,

çalışanların demografik özelliklerinin de maddelere verilen cevapları etkilediği

anlaşılmaktadır. Önem derecesine göre bu etkiler de, konu içinde

yorumlanmaktadır.57

Burada yapılan analizlerde, yöntem kısmında anlatıldığı gibi, öncelikle

işletmelerde çalışanların tamamına göre, iş doyumuyla ilgili tepkilerin genel dağılımı

araştırılmaktadır. Sonra ise, çapraz tablo kullanılarak işletmeler arasındaki

farklılıkların TKY konusundaki iş doyumunu nasıl etkilediği incelenmektedir. Daha

sonra, demografik soruların TKY iş doyumunu etkilemesi anlamlı çıkan sonuçlar

açısından yorumlanmaktadır. Bundan sonra, TKY iddiaları kapsamında hazırlanmış

olan konulara verilen cevaplarla, işletmeler arasındaki anlamlı farklılıkları belirlemek 57 Çapraz tablolarla ilgili olan “P” değeri, P<00, P<01, P<05 olması durumuna göre, sıfır ve altına işaret ettiğinde daha büyük bir anlamlılığı göstermektedir. Bu duruma göre, P<00 en anlamlı farklılığı göstermektedir.

168

amacıyla, SPSS programı yardımıyla varyans analizi (ANOVA) çıktısında, 0.05 anlamlılık

düzeyindeki değerlendirmeye göre yeniden tablolaştırılarak, anlamlı çıkan sonuçlar kendi

aralarında analiz edilmektedir. İşletmeler arasındaki anlamlı çıkan bu sonuçların

incelenmesinden sonra ise, firmalar arasındaki farklılıklardan başka, çalışanların tamamının

tek tek maddelere verdikleri tepkileri değerlendirmek amacıyla, verilen tepkilerin yüzdelik

durumu dikkate alınarak, bir taraftan madde analizlerine verilen tepkilerdeki işletmeler

arasındaki anlamlı ilişkilere dikkat çekilirken, diğer taraftan çalışanların tamamının

sorgulanan konular hakkındaki düşüncelerinin dağılımı karşılaştırılarak yorumlanmaya

çalışılmaktadır.

Tablo 15: İş Doyumuyla İlgili Tepkilerin Genel Dağılımı.

S % Düşük 139 58.9 Orta 56 23.7 Yüksek 41 17.4 Toplam 236 100.0

Tablo 15’ de, TKY teorileri iddiaları kapsamında hazırlanmış olan 14 konu

başlığıyla ilgili olarak, toplam 41 sorunun kategorik hâle getirilmiş durumuna verilen

cevapların sayı ve yüzdelik durumu görülmektedir. Burada da görüldüğü gibi KOBİ

sınıfında beş işletmede yapılmış olan araştırmanın genel sonuçlarına göre, TKY

teorilerindeki iddiaların tersine, iş doyumu konusunda çalışanlar açısından olumlu bir

gelişme olmadığı, önemli orandaki işgörenin sorgulanan konularda olumsuz tutum içinde

olduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 16: İş Doyumu ve Cevapların İşletmelere Göre Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 16 45.7 6 17.1 13 37.1 35 100 İşletme B 33 70.2 9 19.1 5 10.6 47 100 İşletme C 25 55.6 13 28.9 7 15.6 45 100 İşletme D 55 73.3 14 18.7 6 8.0 75 100 İşletme E 10 29.4 14 41.2 10 29.4 34 100 Toplam 139 56 41 236 100

X2 =32.360 s.d.8 P<00

Tablo 16, TKY uygulamaları kapsamındaki 14 madde analizinin tek bir madde

şeklinde kategorik hâle getirilmiş durumunu, işletmeler arasındaki uygulama farklılıkları

169

açısından göstermektedir. Çıkan sonuç çapraz tabloya göre değerlendirildiğinde de, P<00

olduğu için işletmeler arasında önemli bir farklılık olduğu, kuruluşlar arasındaki uygulama

farklılıklarının çalışanların işlerinden aldıkları doyuma yansıdığı, özellikle “A” ve “E”

işletmesinde daha yüksek bir düzeyde iş doyumu bulunduğu anlaşılmaktadır. TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve demografik duruma göre verilen

cevapların anlamlılık durumu: Burada aşağıda incelenen tablolarda görüldüğü gibi, demografik etkenlerin iş

doyumunu, çıkan sonuçların anlamlığı açısından, çapraz tabloya göre etkilemesi

incelenmektedir. Yine demografik etkenler, 14 madde analizinin tek bir madde de kategorik

hâle getirilmiş durumuna göre sorgulanmaktadır.

Tablo 17: İş Doyumu ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Eğitim S % S % S % S % Diplomasız 3 60.0 0 .0 2 40.0 5 100 İlkokul 20 71.4 4 14.3 4 14.3 28 100 Ortaokul 13 65.0 4 20.0 3 15.0 20 100 Lise 80 63.0 35 27.6 12 9.4 127 100 Yüksekokul 15 62.5 5 20.0 4 16.7 24 100 Üniversite 8 24.1 9 27.6 16 48.3 32 100 Toplam 139 56 41 236 X2 =38.116 s.d.12 P<00

Yukarıdaki çapraz tablo 17’ deki sonuçlara göre, üniversite ve üstü eğitim alanların

işle ilgili koşullarının düzeyinin de etkisiyle, daha fazla iş doyumuna sahip oldukları

görülmektedir. Çapraz tabloya göre de, P<00 olduğundan, TKY uygulamaları kapsamındaki

iş doyumuyla eğitim faktörü arasında önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 18: İş Doyumu ve Toplam Çalışma Süresine Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Toplam çalışma S % S % S % S %2 yıldan az 32 65.3 14 28.6 3 6.1 49 1002-8 64 57.1 28 25.0 20 17.9 112 1009-14 25 64.1 5 12.8 9 23.1 39 10015-20 10 58.8 6 35.3 1 5.9 17 10021 yıldan fazla 8 42.1 3 15.8 8 42.1 19 100

Toplam 139 56 41 236 X2 =17.766 s.d.8 P<05

170

Tablo 18’ de de görüldüğü gibi, toplam çalışma süresine göre iş doyumu

incelendiğinde, düşük ve yüksek değerlerin oranları dikkate alındığında, özellikle 21

yıldan fazla çalışanların daha olumlu durumda olduğu görülmektedir. Yine çapraz

kare sonuçlarına göre bakıldığında, P<05 olduğuna göre, çok açık olmamakla

birlikte, anlamlı bir farklılık bulunduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 19: İş Doyumu ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam S % S % S % % Kadro S 60 77.9 14 18.2 3 3.9 100 Vasıfsız işçi 77 43 62.3 15 21.7 11 15.9 100 Usta işçi 69

Teknisyen 29 47.5 19 31.1 13 21.3 61 100 Mühendis 7 24.1 8 27.6 14 48.3 29 100

Toplam 139 56 41 236 X2 =39.481 s.d.6 P<00

Tablo 19’ da TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve kadrolara göre cevapların

dağılımı incelenmektedir. Buna göre, düşük ve yüksek değerler dikkate alındığında

kariyerdeki yükselmeye bağlı olarak iş doyumunun arttığı, kariyerdeki düşmeye bağlı olarak

da azaldığı görülmektedir. “Chi-square” testine göre de P<00 olduğundan kadrolarla iş

doyumu arasında önemli bir anlamlılık bulunduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 20: İş Doyumu ve Gelir Grubuna Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Gelir grubu S % S % S % S % Düşük 82 63.3 25 20.8 13 10.8 120 100 Orta 39 68.4 11 19.3 7 12.3 57 100 Yüksek 18 30.5 20 33.9 21 35.6 59 100 Toplam 139 56 41 236 X2 =29.311 s.d.4 P<00

Tablo 20’ ye göre, TKY uygulamaları kapsamında iş doyumu ve gelir grubuna göre

cevapların dağılımı incelendiğinde, yüksek gelir grubundaki ankete katılanlar tarafından

verilen cevapların, diğer gelir gruplarıyla karşılaştırıldığında daha olumlu olduğu

görülmektedir. Yine “chi-square” analizi sonucu da, P<00 olduğundan, gelir durumunun iş

doyumuyla ilgili önemli bir anlamlılık ortaya çıkardığını anlatmaktadır.

TKY uygulamaları kapsamında iş doyumuyla ilgili madde analizleri ve

cevapların işletmelere göre karşılaştırılması:

171

Aşağıda yer alan kısımda, TKY uygulamaları kapsamında iş doyumuyla ilgili

toplam 14 madde analiziyle, işletmeler arasındaki farklılıklar ANOVA tablolarına

göre incelenmekte, ayrıca çalışanların tamamının her konuya verdiği cevapların

genel durumu diğer bir tabloyla analiz edilmektedir. Tabloların oluşturulması ile

ilgili bilgiler, “3.2 Veri Toplama Teknikleri” kısmında açıklanmıştır. 58

1. Çalışanların işletme yönetimine, kararların alınmasına katılımı.

Tablo 21: İşletmelerde Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.59

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.34 2.222 İşletme B 47 6.77 2.451 İşletme C 45 7.60 2.649 İşletme D 75 5.93 2.446 İşletme E 34 8.06 2.534 Toplam 236 7.08 2.619

İşletme A İşletme C İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

Ort.F. Anl.

İşletme B 1.58 .037 İşletme D 1.67 .004 İşletme D 2.13 .000 İşletme D 2.41 .000

Tablo 22: Yönetime, Kararların Alınmasına Katılımın Genel Dağılımı.

S % Düşük 104 44.1 Orta 82 34.7 Yüksek 50 21.2 Toplam 236 100.0

Bu konu başlığında, işletmelerin, kalite çalışmalarına katılımın sağlanması

konusunda işgörenlerin fikir ve önerilerine verdiği değer ile, işgörenlerin buna

tepkileri değerlendirilmek istenmektedir. TKY teorileri kapsamında çalışanların her

türlü sorunla ilgili işletme yönetimine katılabilmesi, fikirlerini rahatça ifade

58 ANOVA tablolarıyla ilgili yapılan analizlerdeki vurgularla da gösterilmeye çalışıldığı gibi, burada ortalama farkı olarak gösterilen değerler büyüdükçe, daha anlamlı bir ilişki olduğu; ayrıca anlamlılık açısından da, 0,05 = 0,050 karşılığı olarak, sıfır değerine yaklaştıkça daha önemli bir farklılık bulunduğu anlaşılmalıdır. 59 Tablolarda ortalama “ort.”, standart sapma “standart s.”, ortalama farkı “ort.f.”, anlamlılık “anl.” olarak kısaltılmıştır.

172

edebilmesi gerekir. Yapılan analizde ortaya çıkan sonuca göre, Tablo: 21

incelendiğinde, işletme “A” ortalama farkının “ANOVA” analizinde işletme “B” ve

işletme “D” ye göre anlamlı olduğu görülmektedir. Bu durum, işletme “A” nın

özellikle işletme “D” den olmak üzere, çalışan katılımının sağlanması konusunda

daha başarılı olduğunu göstermektedir. İşletme “C” ile “E” nin ortalama farkı da,

işletme “D” ye göre anlamlıdır ve buradan işletme “C” ile “E” nin çalışanların

katılımı konusunda “D” işletmesiyle karşılaştırıldığında, daha başarılı olduğu

anlaşılmaktadır. Tablo 22’ e göre firmaların genel durumuna bakıldığında ise,

işgörenlerin katılımı konusunda olumsuz düşünenler % 44.1 iken, olumlu düşünenler

% 21.2 de kalmaktadır.

Elde edilen verilerden de görüldüğü üzere, kalite uygulamaları, çalışanların

işletmenin yönetimine, kararların alınmasına katılımı konusunda işgörenler

tarafından olumlu karşılanabilecek bir duruma işaret etmemektedir. Ancak, yukarıda

incelenen ANOVA tablosu, demografik sorulara verilen cevaplar, gözlem ve

görüşmelerden elde edilen veriler, diğerlerine göre daha olumlu özellikler taşıyan

“A” ve “E” işletmesi çalışanlarının tepkileri açısından, daha olumlu durumda

olduğunu göstermektedir.

2. Ücretlerin çalışanların iş doyumuna yansıma durumu.

Tablo 23: İşletmelerde Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Ortalamaları

ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 6.63 2.116 İşletme B 47 5.83 1.915 İşletme C 45 5.09 1.730 İşletme D 75 5.19 2.154 İşletme E 34 7.26 2.874 Toplam 236 5.81 2.275

İşletme A İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl. İşletme C 1.54 .014 İşletme B 1.43 .028 İşletme D 1.44 .011 İşletme C 2.18 .000 İşletme D 2.08 .000

173

Tablo 24: Ücretlerin İş Doyumuna Yansımasının Genel Dağılımı.

S % Düşük 158 66.9 Orta 66 28.0 Yüksek 12 5.1 Toplam 236 100.0

Tablo 23’ de de görüldüğü gibi, işletme “A” ortalama farkı, işletme “C” ve “D”

ye göre ve işletme “E” nin de, sırasıyla işletme “C”, “D” ve “B” den ücretlerin yarattığı

iş doyumuyla ilgili olumlu bir farklılığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 24’ e göre,

işletmelerdeki ücret politikasını ise, % 66.9’ u yetersiz, sadece yüzde 5.1’ i yeterli

bulmaktadır. Yukarıda yazılanlardan da anlaşıldığı gibi, çalışanların çok küçük bir kısmı

ücretlerini yeterli bulmaktadır. Buradan anket sorularına verilen cevaplarda da açığa

çıktığı gibi, çalışanların beslenmeleriyle ilgili temel ihtiyaç maddelerini satın

alabilmeleri, sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri, tatil yaparak dinlenebilmeleri

açısından sorunlu oldukları ortaya çıkmaktadır. 3. Bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın teşvik edilmesi. Tablo 25: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin

İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 8.23 2.680 İşletme B 47 6.94 2.682 İşletme C 45 7.51 2.825 İşletme D 75 6.23 2.160 İşletme E 34 7.50 2.502 Toplam 236 7.09 2.604

İşletme A Ort.F. Anl. İşletme D 2.00 .001 Tablo 26: Bilgi, Beceri, Yetenek ve Öz Verili Çalışmanın Teşvik Edilmesinin

Genel Dağılımı.

S % Düşük 94 39.8 Orta 101 42.8 Yüksek 41 17.4 Toplam 236 100.0

174

Tablo: 25’ de, işletme “A” nın, işletme “D” ye göre ortalama farkının daha

yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre “A” işletmesinin diğer işletmelerden konuyla

ilgili olarak anlamlı bir farklılığı olmamasına rağmen, işletme “D” den bilgi, beceri,

yetenek ve öz verili çalışmanın teşvik edilmesi açısından, daha olumlu durumda olduğu

anlaşılmaktadır. Tablo 26’ ye göre, aynı durum işletmelerin tamamı göz önüne

alındığında, çalışanların % 39.8’ i tarafından olumsuz karşılanmakta, % 17.4’ ünceyse

olumlu karşılanmaktadır.

TKY teorilerinde de incelendiği gibi, işgörenlerin bilgi, beceri, yetenek ve

özverili çalışmalarının takdir edilmesi önemlidir. Ancak yukarıda da incelendiği gibi,

konu hakkında anlatılanların tersine, incelenen işletmeler bu konuda etkisi belirginleşen

bir çalışma yapmamaktadır. Çalışanların daha özverili davranması tüm işletmeler

tarafından beklendiği hâlde, işgörenlerin özverisinin karşılığının takdir edilmesi

gündeme geldiğinde yeterli duyarlılık gösterilmemektedir.

4. İkili ilişkilerin durumu.

Tablo 27: İkili İlişkilerin Durumunun İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama

Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 9.4 2.626İşletme B 47 9.3 2.035İşletme C 45 9.8 2.262İşletme D 75 8.0 2.424İşletme E 34 8.8 2.480Toplam 236 8.9 2.440

İşletme D Ort.F. Anl. İşletme A -1.33 .049 İşletme B -1.27 .033 İşletme C -1.80 .001

Tablo 28: İkili İlişkilerin Durumunun Genel Dağılımı.

S % Düşük 32 13.6 Orta 105 44.5 Yüksek 99 41.9 Toplam 236 100.0

175

Tablo 27’ e göre, işletme “D”, sırasıyla “C”, “B” ve “A” işletmesiyle

karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılıkta görülmektedir. Bu duruma göre, ikili

ilişkiler değerlendirildiğinde “E” firmasıyla ilgili anlamlı bir farklılık yoktur. Çıkan

sonuçlar açısından, özellikle “D” işletmesi dost, hemşehri, akraba, çıkar, din, mezhep vb.

ilişkiler açısından daha sorunlu görünmektedir. Tablo 28’ a bakarak aynı karşılaştırma

işletmelerin tamamı için değerlendirildiğinde, % 13.6’ sı tarafından olumsuz, % 41.9’ ı

tarafından olumlu karşılanmaktadır.

Yukarıdaki analize göre “D” işletmesinde rastlanan durumun bir istisna olduğu

değerlendirilirse, bu konuda işletmelerin kalite çalışmalarına uygun bir tutum içinde

oldukları, en azından belirgin bir sorun yaşamadıkları düşünülebilir. Söz konusu durum,

hem kapitalizmin hem de fordist üretim sisteminin mantığına göre de uygundur. Çünkü

sermayenin önceliği ikili ilişkilerden çok, çıkarlarını maksimize etme üzerinedir. Ve bu

düşünceden hareket edilirse, ikili ilişkiler ancak, işgörenlerin birbirlerine düşürülerek

birleşmesini önlemek için bilinçli şekilde uygulanırsa mantıklı olabilir. Kalite teorileri

açısından düşünüldüğünde ise, bu araştırmada TKY konusu içinde de kuramsal

boyutuyla incelendiği gibi, işletmelerdeki yatay ilişkiler ve çalışanların birlikte uyumlu

bir üretim yapabilmesi açısından, yukarıda çıkan değerlerin daha olumlu olması beklenir.

5. Çalışanların bilgi ve becerisinin artırılması. Tablo 29: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 6.89 2.564 İşletme B 47 5.66 2.530 İşletme C 45 7.16 2.364 İşletme D 75 5.47 2.107 İşletme E 34 7.44 2.549 Toplam 236 6.32 2.499

İşletme D İşletme B Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

İşletme A -1.42 .032 İşletme C -1.50 .024 İşletme C -1.69 .002 İşletme E -1.78 .029 İşletme E -1.97 .001

176

Tablo 30: Çalışanların Bilgi ve Becerisinin Artırılmasının Genel Dağılımı.

S %Düşük 133 56.4Orta 76 32.2Yüksek 27 11.4Toplam 236 100.0

Tablo: 29’ a göre, işletme “D” nin “A”, “C” ve “E” işletmesinden,

çalışanların bilgi ve becerisinin artırılması konusunda daha olumsuz durumda

olduğu; “B” işletmesinin de, “C”, “E” işletmelerine bakarak daha olumsuz bir

duruma sahip olduğu söylenebilir. Firmaların tamamındaki durumun görüldüğü tablo

30’ a göre ise, çalışanların % 56.4 bu konuda olumsuz değerlendirmede bulunurken,

% 11.4’ ü olumlu değerlendirmede bulunmaktadır.

Yukarıda yapılan analiz incelendiğinde, çalışanların genel kültür ve işle ilgili

bilgilerinin artırılmasında, firmalar tarafından yeterli olanakların sağlanmadığı

görülmektedir. Oysa TKY teorileri açısından bakıldığında, bu sorun işletmelerin en

başta önem vermesi gereken konulardandır. Aslında tümü yetersiz olduğu hâlde,

işletmeler arasında diğerine göre daha iyi durumda olanlar yukarıdaki analizde

görülmektedir. 6. Korku ve tedirginliğin çalışanlara etkisi.

Tablo 31: İşletmelerde Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Ortalamaları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 9.0 1.571İşletme B 47 9.1 2.395İşletme C 45 8.7 2.402İşletme D 75 8.0 2.399İşletme E 34 9.0 2.187Toplam 236 8.7 2.293

Tablo 32: Korku ve Tedirginliğin Etkisinin Genel Dağılımı.

S % Düşük 46 19.5 Orta 98 41.5 Yüksek 92 39.0 Toplam 236 100.0

177

Tablo 31’ de işletmelerin ortalamaları ve standart sapma durumları

görülmektedir. Bu konuda çıkan sonuca göre, ANOVA analizinde, işletmeler arasında

anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Firmaların genelinin değerlendirildiği tablo 32’

ye göre ise, işgörenlerin bu konuda % 19.5’ u olumsuz, % 39’ u olumlu değerlendirmede

bulunmaktadır. Burada yapılan analizde korku ve tedirginlik konusunda olumlu tepki

gösterenler, olumsuz tepkide bulunanlardan oran olarak daha fazla olmasına rağmen,

orta derecede etkilenmeyi anlatan yüzdelik değer dikkate alındığında, yine de sorunun

çalışanları etkilediği anlaşılmaktadır. TKY teorilerine göre incelendiğindeyse, beklendiği

kadar olumlu etkilerin yaratılamadığı görülmektedir. 7. Çalışanların kendilerine verilen değere tepkisi. Tablo 33: Çalışanların Kendilerine Verilen Değere Tepkisinin İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.40 2.452 İşletme B 47 6.96 2.612 İşletme C 45 7.69 2.457 İşletme D 75 6.45 2.361 İşletme E 34 8.79 2.471 Toplam 236 7.42 2.592

İşletme E İşletme A Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

İşletme B 1.84 .009 İşletme D 1.95 .001 İşletme D 2.34 .000

Tablo 34: Çalışanların Kendilerine Verilen Değerle İlgili Sorulara Verilen

Tepkilerin Genel Dağılımı.

S %Düşük 87 36.9Orta 98 41.5Yüksek 51 21.6Toplam 236 100.0

Tablo 33’ e göre, çalışanların kendilerine verilen değer konusunda sırasıyla,

işletme “E” nin işletme “B” ve “D” ye, işletme “A” nın da “D” ye göre daha olumlu

olması açısından anlamlı bir farklılığa sahip oldukları görülmektedir. Tablo 34’ de,

178

firmaların tamamındaki verilen cevaplar karşılaştırıldığında, çalışanların bu konuda

% 36.9’ u olumsuz tepkide bulunurken, % 21.6’ sı olumlu tepki göstermektedir.

İşgörenler açısından, işletmenin kendilerine sağladığı maddi olanakların

yanında, iş doyumu açısından, manevi değerlerin de önemli bir yeri vardır. İşgörenler

de tüm diğer insanlar gibi, yaşantılarının önemli bir zamanını geçirdikleri işlerinde

saygı görmek isterler. TKY teorileri de incelendiğinde, çalışanların kendi aralarında

ve yönetimle çalışanlar arasında, saygı, sevgi ilişkisinin geliştirilmesi; yöneticilerin

çalışanların fikirlerine önem vermesi önerilir. Buradan amaç birlik beraberliği

sağlamak, ortak akıldan faydalanmak, çalışanların motivasyonunu sağlamaktır.

Ancak yine uygulamaya bakıldığında, TKY uygulamaları açısından beklendiği

şekilde olumlu bir cevap alınamadığı görülmektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar

açısından ise, yine “B” ve “D” firmalarında daha olumsuz bir durum yaşandığı

anlaşılmaktadır.

8. Çalışanların sorunlarına yöneticilerin yaklaşımı.

Tablo 35: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının İşletmeler

Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 7.6 2.363 İşletme B 47 6.5 2.205İşletme C 45 7.4 2.380İşletme D 75 6.7 2.393İşletme E 34 8.0 2.309Toplam 236 7.1 2.382

İşletme B Ort.F. Anl. İşletme E -1.53 .033 Tablo 36: Çalışanların Sorunlarına Yöneticilerin Yaklaşımının Genel

Dağılımı.

S % Düşük 90 38.1 Orta 104 44.1 Yüksek 42 17.8 Toplam 236 100.0

179

Tablo 35’ e göre, çalışanların sorunlarına yöneticilerin yaklaşımı konusunda

anket sorularına verilen cevaplar incelendiğinde, işletme E’nin, “B” işletmesinden

daha olumlu olduğu görülmektedir. Diğer işletmeler arasında anlamlı bir fark

olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak, bu benzeşme, tablo 36’ daki genel tepkilerin

yüzdelik dağılımları dikkate alındığında, olumsuz yönde değerlendirilmesi gereken

bir etkiyi açıklamaktadır. Tablo 36’ da, Firmaların genel durumuna bakıldığında ise,

çalışanların % 38.1’ i olumsuz tepki gösterirken, % 17.8’ i olumlu tepki

göstermektedir.

Yukarıda ortaya çıkan sonuçlar, yöneticilerin çalışanların işlerini

kolaylaştırma ve işgörenlerin sorunlarıyla ilgilenme konusunda yeterli güveni

veremediklerini göstermektedir. TKY teorilerinde de, yöneticilerin hem işle ilgili,

hem de iş dışı ilişkilerde çalışanların sorunlarıyla ilgilenmeleri tavsiye edilmektedir.

Buradaki beklentiye göre, yöneticiler işgörenler üzerinde baskı kurmak, onların

hatalarını bulmaya çalışmak yerine, işgörenlerin hata yapmasına sebep olan sorunlar

üzerinde yoğunlaşmalı, çalışanların işlerini kolaylaştırma konusunda onlarla işbirliği

yapmalıdır. Ancak, yine araştırmadaki sonuçlara bakıldığında, uygulamadaki

durumun beklentilerin çok uzağında olduğu anlaşılmaktadır.

9. Çalışanların iş yerinde sorumluluk alma durumu.

Tablo 37: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 10.83 1.757 İşletme B 47 10.23 2.688 İşletme C 45 10.69 2.363 İşletme D 75 9.45 2.668 İşletme E 34 11.00 2.103 Toplam 236 10.27 2.478

İşletme D Ort.F. Anl.İşletme A -1.38 .047İşletme E -1.55 .019

180

Tablo 38: İş Yerinde Sorumluluk Alma Durumunun Genel Dağılımı.

S % Düşük 17 7.2 Orta 72 30.5 Yüksek 147 62.3 Toplam 236 100.0

Tablo 37’ de ortaya çıkan sonuçlara göre, işletme “E” ve “A” nın “D”

firmasına göre, iş yerinde çalışanların sorumluluk almaları açısından daha olumlu

bir durumda olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 38’ de, tüm işletmelere bakıldığında

aynı konuda, çalışanların % 7.2’ si olumsuz düşünce belirtirken, % 62.3’ ü

sorumluluk almayla ilgili olumlu tepki göstermektedir. Çalışanların iş yerlerinde, sorumluluk almaları, firmalarını her türlü

zarardan korumaya çalışmaları açısından her zaman beklenen bir durumdur. Oysa

TKY teorilerince söz konusu edilen durum daha farklı beklentileri de içerir.

İşgörenlerin yaptıkları işleri aynı zamanda yönetmelerini, iş süreçlerini takip

etmelerini, üretimde kaliteyi artırmak için yeni yöntem ve fikirler bulmaya

yoğunlaşmalarını ister. Söz konusu beklentiler göz önüne alındığında, elde edilen

sonuçların biraz daha olumsuz değerlendirilmesi gerektiği ortaya çıkar.

10. Sosyal güvencelerin çalışanlara etkisi.

Tablo 39: İşletmelerde Sosyal Güvencelerin Etkisinin Ortalamaları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 6.80 2.644İşletme B 47 6.81 2.319İşletme C 45 6.53 2.242İşletme D 75 6.59 2.200İşletme E 34 7.35 2.058Toplam 236 6.76 2.279

Tablo 40: Sosyal Güvencelerin Etkisinin Genel Dağılımı.

S % Düşük 106 44.9 Orta 103 43.6 Yüksek 27 11.4 Toplam 236 100.0

181

Tablo 39’ da sosyal güvencelerin etkisi, ortalama ve standart sapma değerleriyle

birlikte görülmektedir. Sosyal güvencelere çalışanların tepkisi konusunda, anket

sorularına verilen cevaplara göre, bu konuda işletmeler arasında anlamlı bir fark

olmadığı anlaşılmaktadır. O nedenle ANOVA tablosuyla işletmelerin durumu

gösterilmemiştir. Tablo 40’ a göre, firmaların tamamı değerlendirildiğindeyse,

çalışanların % 44.9’ u olumsuz tepki gösterirken, % 11.4’ ü olumlu tepki

göstermektedir.

Sosyal güvenceler, çalışanların işleriyle ilgili güvenlerinin artmasına sebep olur.

Her an işten çıkarılma tehdidi yaşayan, geleceklerine güvenle bakamayan çalışanların

işlerinde yeterli verimliliği gösterebilmesi de mümkün değildir. TKY teorilerine göre de,

çalışanlar için ömür boyu iş güvencesi ve çalışanların sağlıklarıyla ilgili hassasiyet

gösterilmesi, işgörenlerin dinlenebilme olanaklarının geliştirilmesi tavsiye edilmektedir.

Ancak yukarıdaki analizde de görüldüğü gibi, TKY teorilerinde anlatılanların tersine,

uygulamada işgörenlerin hiç de güven içinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Araştırma

sonuçlarına göre, işletmeler arasında da anlamlı bir farklılığın görülmemesi, bu konuda

tüm işletmelerde sorun yaşandığını göstermektedir.

11. Çalışanların dinlenebilme durumuna tepkisi.

Tablo 41: Dinlenebilme Durumuna Tepkinin İşletmeler Arası Ortalamaları ve

Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 7.94 2.235 İşletme B 47 7.94 2.047 İşletme C 45 8.33 2.111 İşletme D 75 7.83 1.804 İşletme E 34 9.53 1.830 Toplam 236 8.21 2.049

İşletme E Ort.F. Anl. İşletme A 1.59 .009 İşletme B 1.59 .004 İşletme D 1.70 .000

182

Tablo 42: Dinlenebilme Durumuna Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.

S % Düşük 53 22.5 Orta 125 53.0 Yüksek 58 24.6 Toplam 236 100.0

Tablo 41’ da çalışanların dinlenebilme durumlarına tepkisi açısından,

işletme “E” nin “A”, “B” ve “D” firmalarına göre daha olumlu bir durumda

olduğu görülmektedir. Tablo 42’ de görüldüğü gibi, İşletmelerin tamamı

değerlendirildiğinde ise, çalışanların bu konuda % 22.5’ i olumsuz tepki

gösterirken, % 24.6’ sı olumlu tepki göstermektedir.

İşgörenler için en önemli konulardan birisi de, işinde dinlenebilmeyle

ilgilidir. Bu dinlenebilme, iş günü içindeki dinlenme saatlerinin uygun olanaklar

vermesi, yıllık tatil imkanlarının yeterli olması, hafta sonu tatillerinin yeterli

olması gibi durumlar açısından düşünülebilir. Dinlenebilme kapitalist üretim

mantığında işverenler açısından bakıldığında, özellikle bir sonraki iş gününde

çalışanlardan tekrar faydalanabilmeyi içerir. İşgörenler açısından bakıldığında ise,

izinli günlerin saatlerinin yeterliliği yanında, bu izinli zamanlarda dinlenebilecek

ekonomik şartların da değerlendirilmesini gerektirir. Yine TKY teorileri de

çalışanlara insanca değer verilmesi gerektiği üzerinde durarak, insanların

ihtiyaçlarının makinelerden çok daha çeşitli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak

yine yukarıda araştırma sonuçlarına bakıldığında, çalışanların içinde yaşadıkları

şartların kalite teorindeki beklentilerle uyuşmadığı görülmektedir. İşletmeler

arasındaki farklılıklar değerlendirildiğindeyse, genelde diğer madde analizlerine

göre de olumsuz tepkiler alınan “D”, “B” işletmelerinin yanında bu konuda “A”

işletmesinde de çalışanlar açısından ağırlıklı bir sorun yaşandığı anlaşılmaktadır.

183

12. Çalışanların, iş yerinin sağlık koşullarına tepkisi.

Tablo 43: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 8.46 2.267 İşletme B 47 6.72 2.184 İşletme C 45 8.91 2.172 İşletme D 75 6.95 2.382 İşletme E 34 10.12 1.935 Toplam 236 7.96 2.528

İşletme A İşletme B İşletme C Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

Ort.F. Anl.

İşletme B 1.73 .005 İşletme C -2.19 .000 İşletme D 1.96 .000 İşletme D 1.51 .009 İşletme E -3.39 .000 İşletme E -1.66 .018 Tablo 44: İş Yerinin Sağlık Koşullarına Verilen Tepkilerin Genel Dağılımı.

S %Düşük 74 31.4Orta 94 39.8

Yüksek 68 28.8Toplam 236 100.0

Tablo 43’ de görüldüğü gibi, çalışanların iş yerindeki sağlık koşullarına tepkisi

açısından, işletme “A” nın “B” ve “D” ye göre olumlu, “E” işletmesine göre olumsuz

anlamda bir farklılık taşıdığı anlaşılmaktadır. İşletme “B” nin “C” ve “E” işletmelerinden

olumsuz anlamda, işletme “C” nin de, “D” işletmesinden olumlu anlamda farklı bulunduğu

görülmektedir. Tablo 44’ e göre, firmaların geneli değerlendirildiğindeyse, işgörenlerin %

31.4’ ü iş yerlerini sağlıkla ilgili şartlar açısından yetersiz bulurken, % 28.8’ i yeterli

bulmaktadır. Çalışanlar için çok önemli konulardan birisi de, işyerinin makineler ve çevrenin

düzeni açısından insan sağlığını tehdit eder durumda olmamasıdır. Ayrıca işyerinde

çalışanların sağlıklarıyla ilgili bir problemle karşılaştıklarında, ilk yardım malzemelerinin

bulunması, işyeri hekimi gibi olanaklar da, çalışanların motivasyonunda önemli bir konudur.

TKY teorileri açısından işyerinin temizliği, düzeni ve yukarıda da açıklanan sağlık koşulları,

çalışanların motivasyonu açısından tavsiye edilir bir durumdur. Ancak yukarıda incelenen

araştırma sonuçlarına göre, yine teoriyle uygulamanın uyuşmadığı görülmektedir. İşletmeler

arasındaki farklılıklar değerlendirildiğinde, “B” ve “D” işletmelerinde başka maddelere

verilen olumsuz cevapların bu konuda da tekrarlandığı anlaşılmaktadır. “A” işletmesinin “E”

184

işletmesine göre beklenmeyen olumsuz anlamlığı ise, kadro ve eğitim seviyesindeki

farklılıktan doğan beklenti farklılığıyla açıklanabilir.

13. Yükselme olanaklarının durumu. Tablo 45: Yükselme Olanaklarının İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama

Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 8.91 2.174İşletme B 47 7.19 2.428İşletme C 45 7.38 2.279İşletme D 75 6.79 2.384İşletme E 34 7.94 2.386Toplam 236 7.46 2.431

İşletme A Ort.F. Anl.İşletme B 1.72 .010İşletme C 1.54 .032İşletme D 2.13 .000

Tablo 46: Yükselme Olanaklarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı.

S %Düşük 84 35.6Orta 101 42.8Yüksek 51 21.6Toplam 236 100.0

Tablo 45’ e göre, yükselme olanaklarının durumu açısından, işletme “A” nın

sırasıyla işletme “D”, “B” ve “C” ye göre daha olumlu durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Aynı şartlar firmaların tamamı göz önüne alınarak, tablo 46’ da ortaya çıkan sonuçlara

göre değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 35.6’ sı yükselme konusundaki işletme

politikasına olumsuz tepki verirken, % 21.6’sı olumlu tepki göstermektedir.

İşgörenler açısından önemli bir motivasyon aracı da, çalışmalarının karşılığını

yükselme olanakları sonucu takdir edilerek alabilmektedir. Çalışanların çoğunluğu

işletmelerinde bulundukları pozisyonda sürekli kalmak istemezler. TKY teorileri

açısından da, işgörenlerin yönetime ve iş süreçlerine beyinleriyle katılmaları oranında,

aldıkları eğitimi işlerine yansıtabilmeleri, aynı zamanda işletmenin başarısı için de

kaçınılmaz bir durumdur. Ancak, yine bu durum yukarıdaki paragraftaki verilerden de

anlaşıldığı gibi, araştırılan işletmeler değerlendirildiğinde sadece bir teori olarak

kalmaktadır. Çünkü çalışanların büyük bir çoğunluğu beklendiği şekilde yükselme

olanaklarından hoşnut görünmemektedir. Bu bölümde incelenen diğer verilerin de, belli

185

firmalardaki durumun daha olumsuz olduğunu göstermesi, gözlem ve görüşmelerle ilgili

yapılmış olan analizleri doğrular niteliktedir.

14. Kalite uygulamalarına çalışanların genel tepkisi.

Tablo 47: Kalite Uygulamalarına Verilen Tepkilerin İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 5.89 2.111İşletme B 47 5.43 1.691İşletme C 45 6.29 1.727İşletme D 75 5.29 1.822İşletme E 34 6.32 1.590Toplam 236 5.75 1.832

İşletme D Ort.F. Anl. İşletme C -1.00 .029 İşletme E -1.03 .046

Tablo 48: Kalite Uygulamalarına Verilen Cevapların Genel Dağılımı.

S % Düşük 58 24.6 Orta 135 57.2 Yüksek 43 18.2 Toplam 236 100.0

Kalite uygulamalarına çalışanların genel tepkisi açısından tablo 47’ ye

bakıldığında, işletme “C” ve “E” nin işletme “D” ye göre daha olumlu bir durumda

olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 48’ e bakılarak, işletmelerin tamamı

değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 24.6’ sı kalite çalışmalarını genel olarak

olumsuz karşılarken, % 18.2’ si olumlu karşılamaktadır.

Bu durum aslında yapılan gözlem ve görüşmelerin de doğruladığı gibi,

çalışanların bir kısmının çok da bilinçli olmamakla birlikte, TKY uygulamalarının iş

yükünü artırırken kendi olanaklarıyla ilgili gelişme getirmediğinin farkında olduğunu

göstermektedir. Böyle olmasının sebebi ise, yine sürecin kapitalizmin mantığında

işlemesi ve insanı makine gibi görüp, tüm hesapları artık değeri en fazlaya çıkarma

186

üzerine yapmasıdır. Ayrıca yukarıda incelenen madde, genel tutumu ölçmek için

hazırlanmış olduğundan, TKY teorileriyle ilgili olan diğer 13 maddeyi de test etmesi

açısından önemlidir. Çıkan sonuç, anketin bu bölümündeki soruların uyuşum içinde

olduğunu göstermektedir.

4.6 Yabancılaşmanın Çalışanlara Etkileri

Aşağıda çalışanların yabancılaşmaya karşı verdikleri tepkiler, TKY

uygulamalarında oluşan etkileri araştırabilmek için incelenmiştir. Konunun

analizinde, önceki bölümde kullanılan yöntemlerin aynısı kullanılmıştır. Burada

yapılan analiz için Mottaz’ ın yabancılaşma ölçeğinden faydalanılmıştır (1981: 515–

529). Mottaz’ın yabancılaşma ölçeği, önceki bölümdeki soruların şekli yapısına

uygun olarak ingilizceden çevrilip yeniden düzenlenmiştir. Bu yeniden

düzenlemenin ise, ölçeğin özüne zarar vermemesine özellikle özen gösterilmiştir.

Aşağıda yapılan değerlendirmeler incelenirken, “2.1.2.1 Fordist Üretim

Organizasyonu” konusunda yabancılaşmayla ilgili anlatılanlar ve “2.2 Toplam Kalite

Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar” bölümünde anlatılanlar dikkate alınmalıdır.

Tablo 49: Yabancılaşmayla İlgili Olarak Verilen Cevapların Genel Dağılımı.

S % Düşük 50 21.2 Orta 75 31.8 Yüksek 111 47.0 Toplam 236 100

Tablo 49’ de görüldüğü gibi, çalışanların görece büyük bir oranının

yabancılaşmayla ilgili etkilerden olumsuz yönde etkilenmediği anlaşılmaktadır.

Ancak TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde, bu oranın beklentilerle

uyuşmadığı da açıktır. 60

60 Bu sonuçlarla ilgili olarak daha geniş bir analiz için “4.8 Genel Değerlendirme” bölümünde yabancılaşmayla ilgili hipotezlerin değerlendirilmesine bakılmalıdır.

187

Tablo 50: Yabancılaşmaya Karşı Tepkilerin İşletmeler Arası Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam İşletmeler S % S % S % S % İşletme A 1 2.9 6 17.1 28 80.0 35 100 İşletme B 8 17.0 16 34.0 23 48.9 47 100 İşletme C 10 22.2 17 37.8 18 40.0 45 100 İşletme D 29 38.7 25 33.3 21 28.0 75 100 İşletme E 2 5.9 11 32.4 21 61.8 34 100

Toplam 50 75 111 236 X2 =39.481 s.d.8 P<00

Tablo 50’ deki düşük ve yüksek aralıklarındaki veriler dikkate alındığında,

anket soruları pozitife çevrilmiş olduğundan, yabancılaşmanın en az “A” ve “E”

işletmesinde sorun olduğu, en fazlada “D” işletmesinde sorun olduğu

anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılık “chi-square” ye göre incelendiğinde

ise, P<00 olduğundan firmalar arasında önemli derecede anlamlı bir farklılık

bulunduğu anlaşılmaktadır.

Demografik sorulara göre, yabancılaşmaya karşı verilen tepkiler: Buradaki başlıkta, toplam 21 soru 3 maddede incelenen yabancılaşma

konusunun tek bir madde hâlinde kategorik hâle getirilmiş durumu, çapraz tablo

kullanılarak, çalışanların demografik durumlarına göre anlamlı çıkan sonuçlar

açısından değerlendirilmektedir. Tablo 51: Yabancılaşma ve Eğitim Durumuna Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Eğitim S % S % S % S % İlkokul 12 36.4 9 27.3 12 36.4 33 100 Ortaokul 6 30.0 6 30.0 8 40.0 20 100 Lise 27 21.3 49 38.6 51 40.1 127 100 Yüksekokul 4 16.7 4 16.7 16 66.6 24 100 Üniversite 1 3.1 7 21.9 24 75.0 32 100

Toplam 50 75 111 236 X2 =23.847 s.d.8 P<01

188

51’ de incelendiği gibi, ankete katılanların verdikleri cevaplar dikkate

alındığında, eğitim düzeyi yükseldikçe yabancılaşmaya karşı olumsuz tutumların

azaldığı anlaşılmaktadır. Yine çapraz tabloya göre de, P<01 olduğundan anlamlı bir

ilişki olduğu görülmektedir.

Tablo 52: Yabancılaşma ve Kadrolara Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Kadro S % S % S % S % Vasıfsız işçi 30 39.0 30 39.0 17 22.1 77 100 Usta işçi 13 18.8 24 34.8 32 46.4 69 100 Teknisyen 6 9.8 14 23.0 41 67.2 61 100 Mühendis 1 3.4 7 24.1 21 72.4 29 100

Toplam 50 75 111 236 X2 =42.607 s.d.6 P<00

Tablo 52’ de de görüldüğü gibi, çalışanların vasıflarının artması,

yabancılaşmaya karşı daha olumlu tepkiler vermelerine sebep olmaktadır. Yine

çapraz tabloya göre, P<00 olduğundan, kadrolarla yabancılaşma arasında önemli

derecede bir anlamlılık olduğu görülmektedir.

Tablo 53: Yabancılaşma ve Gelir Gruplarına Göre Cevapların Dağılımı.

Düşük Orta Yüksek Toplam Gelir grubu S % S % S % S % Düşük 34 28.3 42 35.0 44 36.7 120 100 Orta 12 21.1 17 29.8 28 49.1 57 100 Yüksek 4 6.8 16 27.1 39 66.1 59 100

Toplam 50 75 111 236 X2 =16.893 s.d.4 P<01

Tablo 53’ de de görüldüğü gibi, gelir grubunun yükselmesiyle

yabancılaşmaya karşı olan tepkiler daha olumlu olmaktadır. Yine çapraz tabloya göre

de, P<01 olduğundan, yabancılaşmayla gelir grubu arasında anlamlı bir ilişki

bulunduğu görülmektedir.

Yabancılaşmayla ilgili madde analizlerine göre, (toplam 3 konu) işletmeler

arasında verilen tepkilerin karşılaştırılması:

189

Yöntem bölümünde daha geniş açıklandığı gibi, yabancılaşmayla ilgili konulara

karşı verilen tepkiler, burada ANOVA tablolarına göre işletmeler arasındaki farklılıklar

açısından analiz edilmekte ve her konuya firmaların tamamında çalışanların verdikleri

tepkilerle birlikte değerlendirme yapılmaktadır. 1. Güçsüzlük (Powerlesness). Tablo 54: Güçsüzlük (Powerlesness) ile ilgili Cevapların İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 22.23 4.590 İşletme B 47 18.60 3.651 İşletme C 45 19.29 4.934 İşletme D 75 16.75 4.691 İşletme E 34 20.76 5.087 Toplam 236 18.99 4.945

İşletme A İşletme E Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

İşletme B 3.63 .004 İşletme D 4.02 .000 İşletme C 2.94 .039 İşletme D 5.48 .000

Tablo 55: Güçsüzlükle İlgili Verilen Cevapların Genel Dağılımı.

S % Düşük 55 23.3 Orta 157 66.5 Yüksek 24 10.2 Toplam 236 100.0

Tablo 54’ e göre işletme “A” nın, sırasıyla “D”, “B” ve “C” işletmelerine

göre daha olumlu bir durumda olduğu; işletme “E” nin ise “D” ye göre daha olumlu

olduğu anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili işletmelerin tamamında, tablo 55’ e bakılarak

yapılan değerlendirmeye göre ise, çalışanların % 23.3’ü olumsuz tepki verirken, %

10.2’ si olumlu tepki vermektedir.

TKY teorisyenlerince de, çalışanların işletmeyle ilgili kararlara

katılmalarının, yaptıkları işlerle ilgili insiyatif kullanabilmelerinin sağlanması

gerekliliği anlatılmaktadır. İşgörenler, yaptıkları işlerle ilgili kararları kendileri

190

vermediklerinde, fikirlerini işlerinde uygulayamadıklarında, yaptıkları işler sürekli

başkaları tarafından yönlendirildiğinde, kendilerini güçsüz hissederek

yabancılaşmaktadırlar. Bu durumda da, TKY’ nin katılımcılığı artıracağı,

işgörenlerin yaptıkları işle ilgili yetkileri genişleteceği iddiaları geçerli

olmamaktadır.

2. Anlamsızlık (Meaningless).

Tablo 56: Anlamsızlık (Meaningless) İle İlgili Cevapların İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 28.91 3.425 İşletme B 47 25.40 4.387 İşletme C 45 26.78 5.764 İşletme D 75 23.95 6.153 İşletme E 34 27.50 4.114 Toplam 236 26.03 5.395

İşletme D İşletme A Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

İşletme A -4.97 .000 İşletme B 3.51 .021 İşletme C -2.83 .031 İşletme E -3.55 .009

Tablo 57: Anlamsızlıkla İlgili Cevapların Genel Dağılımı.

S %Düşük 11 4.7Orta 82 34.7Yüksek 143 60.6Toplam 236 100.0

Tablo 56’ ya göre “D” işletmesinin “A”, “E” ve “C” firmalarına göre daha

sorunlu bir durumda olduğu; “B” işletmesinin de “A” ile karşılaştırıldığında daha

olumsuz bir durumda bulunduğu anlaşılmaktadır. Firmaların tamamı tablo 57’ ye

bakılarak göz önüne alındığında ise, işgörenlerin, % 4.7’ si olumsuz tepki verirken %

60.6’ sı olumlu tepki vermektedir.

Yukarıda yapılan analize göre çalışanların büyük bir kısmının yaptıkları işin,

toplum ve firmaları açısından önemini bildiklerini, kendi yaptıkları işle diğer iş

191

arkadaşlarının yaptıkları iş arasındaki bağıntıyı anladıklarını göstermektedir.

Buradaki sonucun olumlu çıkmasında, araştırma yapılan işletmelerin KOBİ sınıfında

olmasının, çalışanların yaptıkları işin bütün süreçlerini yakından görüp anlamalarının

etkisi vardır. Dolayısıyla çıkan olumlu sonuçlar, TKY uygulamalarıyla ilgili değil,

tamamen işletmelerde yapılan işlerin kendine özgü nitelikleriyle ilgilidir.

3. Kendine yabancılaşma (Self estrangement).

Tablo 58: Kendine Yabancılaşma (Self Estrangement) ile İlgili Cevapların

İşletmeler Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S. İşletme A 35 25.17 3.092 İşletme B 47 22.30 3.563 İşletme C 45 21.04 4.587 İşletme D 75 19.60 5.112 İşletme E 34 22.35 4.512 Toplam 236 21.64 4.723

İşletme A İşletme D Ort.F. Anl. Ort.F. Anl.

İşletme B 2.87 .030 İşletme B -2.70 .010 İşletme C 4.13 .000 İşletme E -2.75 .022 İşletme D 5.57 .000

Tablo 59: Kendine Yabancılaşma ile ilgili Cevapların Genel Dağılımı.

S %Düşük 23 9.7Orta 164 69.5Yüksek 49 20.8Toplam 236 100.0

Tablo 58 incelendiğinde, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “C”, “B”

işletmelerine göre daha olumlu bir durumda olduğu; işletme “B” ve “E” nin de “D”

ile karşılaştırıldığında daha olumlu bulunduğu görülmektedir. Çalışanlar açısından,

kendine yabancılaşma konusunda firmaların tamamı, tablo 59’ a bakılarak

değerlendirildiğindeyse, % 9.7’ si olumsuz tepki verirken, % 20.8’ i olumlu tepki

vermektedir. Yine tablodaki sonuçlardan orta değerin büyüklüğüne de dikkat

edilmelidir.

Buradaki analizde, çalışanların yaptıkları işin kendilerine bir iş başarmanın

zevkini ne kadar verdiği; kişisel başarı duygusunu ne derece artırdığı; yapılan işin

192

kendini geliştirme olanağı verip vermediği; işin kendilerine ilginç gelip gelmediği;

yaratıcılık isteyip istemediği sorgulanmaktadır. Yani alınan olumlu cevaplar,

çalışanların yaptıkları işle kendi kişilikleri arasında olumlu ilişkiler kurabildiklerinin

göstergesi durumundadır. TKY teorileri açısından incelendiğinde de sorgulanan

konuların tamamı, işgörenler açısından, olumlu yönde tavsiyelerle aktarılmaktadır.

Oysa burada incelenen işletmeler kapsamında değerlendirildiğinde, elde edilen

başarının beklenenin çok altında olduğu anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki

farklılıklar ise, yapılan tüm değerlendirmeler göz önüne alındığında rahatça

anlaşılmaktadır.

4.7 İşletmelerde Esnek Üretim Uygulama Durumları

Çalışma içinde, TKY teorilerinin incelenmesinden de anlaşıldığı gibi, fordist

üretim ilişkileri ile karşılaştırıldığında, sistemin uygulanabilmesi için tamamıyla

esnekliğe gitmek gerektiğinin önerildiği ortaya çıkmaktadır. O nedenle, bu bölüm

değerlendirilirken, kuramsal kavramsal çerçevede anlatılanlar göz önüne alınarak,

aslında TKY ile ilgili analizlerin de esnek üretim anlayışıyla ilişkisi olduğu

unutulmamalıdır. Bunların yanında, çalışanların sendikal ve sosyal haklarını direk

etkilemesi açısından, esnek üretim biçimleriyle desteklenen, iş zamanlarının,

makinelerin, iş yerlerinde çalışanların esnek kullanımı önemlidir. Bu açıdan

araştırma yapılan işletmelerde, söz konusu iş ilişkilerinin durumu aşağıdaki

analizlerle incelenmektedir. Burada uygulanan analizler, daha önce yöntem

bölümünde verilen bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır.

Tablo 60: Esnek Üretim Durumu ile İlgili Cevapların Genel Dağılımı.

N %Düşük 81 34.3Orta 120 50.8Yüksek 35 14.8Toplam 236 100

Tablo 60’ da, esnek üretim durumuyla ilgili çalışanların verdiği cevapların

genel dağılımı görünmektedir. Tablodan da izlendiği gibi, esnek üretimle ilgili

araştırılan konularda önemli bir yoğunluk yaşanmadığı anlaşılmaktadır. Sonucun

böyle çıkması, araştırma yapılan işletmelerin KOBİ sınıfında yer almaları sebebiyle,

193

“4.1 İşletmelerin Organizasyon Yapısı ve Genel Durum”, “4.2 İşletmelerde Toplam

Kalite Yönetimi ve Esnek Üretim” bölümlerinde, firmaların incelenen özellikleriyle

yakından ilgilidir. Yine aşağıda yapılan analizler, konunun daha sağlıklı

değerlendirilmesinde yararlı olacaktır. 1. Fazla mesai ve vardiyaların etkisi. Tablo 61: Fazla Mesai ve Vardiyaların etkisinin İşletmeler Arası Ortalamaları

ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 2.94 1.235 İşletme B 47 2.89 1.272 İşletme C 45 3.47 1.198İşletme D 75 3.17 1.245İşletme E 34 2.44 1.078Toplam 236 3.03 1.248

İşletme E Ort.F. Anl. İşletme C -1.03 .002 İşletme D -.73 .032

Tablo 62: Fazla Mesai ve Vardiyaların Etkisinin Genel Dağılımı.

N %Düşük 75 31.8Orta 83 35.2Yüksek 78 33.1Toplam 236 100.0

Yukarıdaki tablo 61 ve 62’ de, esnek zamanlı çalışma ilişkilerinden fazla

mesai ve vardiyaların durumu incelenmekte, ancak, yine esnek zamanlı çalışma

biçimleriyle ilgili olan dışarıya iş verme (taşeronla çalışma), part-time çalışanlardan

faydalanma gibi iş yapma biçimleri ayrı sorular hazırlanıp değerlendirilmemektedir.

Bunun sebebi, anket ön araştırmasında incelenen işletmelerde, böyle çalışma

biçimlerinin uygulanmamasıdır.

Tablo 61’ deki ANOVA tablosunda incelendiği gibi, esnek zamanlı çalışma

açısından, işgörenler “C” ve “D” işletmesinde, “E” firmasına göre daha olumlu

etkilenmektedir. Buna göre işletmelerin tamamı tablo 62’ ye bakılarak

incelendiğindeyse, çalışanların % 31.8’ i olumsuz tepki gösterirken, % 33.1’ i

194

olumlu tepki göstermektedir. Anket sorusu, ve araştırmanın nitel verilerindeki ilgili

analiz dikkate alındığında, çıkan sonucun “E” işletmesinde fazla mesai ve vardiyalı

çalışma yöntemlerinin daha fazla uygulanmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki sonuçlara göre, çalışanların genelde fazla mesai ve vardiyalardan

hoşnut oldukları anlaşılmamalıdır. Bu durum, görüşme cetvelindeki sorulara

işletmeler tarafından verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi, kriz etkisiyle

piyasanın daha fazla üretimi desteklememesi sebebiyle, bu tür standart dışı esneyen

saatlerde çalışmanın çok sınırlı olması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Yani

çalışanların verdikleri cevaplar, işletmelerinde bu tür çalışma şekillerinin çok seyrek

uygulanması sebebiyle fazla etkilenmediklerini açıklamaktadır. “E” işletmesinde

daha fazla görülen olumsuz etki ise, bu işletmede diğerlerine göre bu tür çalışma

şeklinin daha fazla uygulanmasıyla ilgilidir. Bu durum konu başlığı “4.6 Genel

Değerlendirme” de, başka araştırmalardan elde edilen verilerin incelenmesinden de

ortaya çıktığı gibi, özellikle büyük sanayi işletmelerinde yapılan araştırmalarda, TKY

uygulamalarında çalışanlar açısından istenmeyen bir durum olarak ortaya

çıkmaktadır.

2. Makinelerin esnek üretim amaçlı kullanılabilme durumu.

Tablo 63: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin İşletmeler

Arası Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 3.23 .910 İşletme B 47 2.19 .947 İşletme C 45 2.33 1.168 İşletme D 75 2.57 1.055 İşletme E 34 2.76 1.017 Toplam 236 2.58 1.075

İşletme A Ort.F. Anl. İşletme B 1.04 .000 İşletme C .90 .001 İşletme D .66 .018

195

Tablo 64: Makinelerin Esnek Üretim Amaçlı Kullanılabilmesinin Genel

Dağılımı.

N %Düşük 100 42.4Orta 96 40.7Yüksek 40 16.9Toplam 236 100.0

Tablo 63’ e bakılarak incelendiğinde, makinelerin esnek kullanımı açısından işletme

“A” nın “B”, “C” ve “D” firmalarına göre elverişli durumda olduğu görülmektedir. Tablo

64’ e göre, işletmelerin tamamında makinelerin esnek kullanım durumu ise, makinelerin

belirli oranda esnek kullanıma uygunluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Yukarıdaki sonuca göre, “A” işletmesinde makinelerin esnek kullanımının daha

fazla olduğu anlaşılmaktadır. Gözlem ve görüşmelerden incelendiğine göre de, aralarında

farklılıklar bulunmasına rağmen, belirli işlerde daha etkin kullanılsalar da, tüm işletmelerde

kullanılan makinelerin çoğu birden fazla iş yapacak durumdadır. TKY teorisyenleri de

konuyla ilgili olarak, işletme verimliliği açısından, makinelerin esnek üretim amaçlarını

gerçekleştirecek niteliklerde olmasını tavsiye etmektedir.

3. Farklı bölümlerde farklı iş yapma durumu. Tablo 65: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun İşletmeler Arası

Ortalamaları ve Ortalama Farkları.

İşletmeler S Ort. Standart S.İşletme A 35 3.1 1.105İşletme B 47 2.3 1.196İşletme C 45 2.5 1.036İşletme D 75 2.5 1.002İşletme E 34 2.6 1.012Toplam 23 2.6 1.085

İşletme A Ort.F. Anl.İşletme B .82 .006

Tablo 66: Farklı Bölümlerde Farklı İş Yapma Durumunun Genel Dağılımı.

N % Düşük 109 46.2 Orta 80 33.9 Yüksek 47 19.9 Toplam 236 100.0

196

Çalışanların farklı bölümlerde farklı iş yapabilmesi açısından tablo 65’ e

bakıldığında, “A” işletmesinin, “B” işletmesine göre daha elverişli bir ortama sahip

olduğu görülmektedir. Bu konuyla ilgili işletmelerin tamamı, tablo 66’ ya göre

değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 53.8’ i orta ve üstü değerlere göre, belirli

oranda farklı işleri yaptıkları şeklinde cevap vermekte, % 46.2’ si farklı işler

yapmadıkları cevabını vermektedirler.

İşgörenlerin farklı bölümlerde farklı işleri yapabilecek durumda olması,

işverenler tarafından tercih edilen bir durumdur. Çünkü zaman zaman değişik

sebeplerden oluşabilecek iş gücü açığı, bu yolla sorun olmaktan çıkarılabilir. Böylece

işveren yedek iş gücü hesabı yapıp, personel sayısını ona göre düzenleme ihtiyacı

duymayacağından, daha az çalışanla işletmesindeki devamlılığı sağlayabilir.

İşgörenler açısından ise, dışardaki işsiz oranını artırıcı ve çalışanların pazarlık

gücünü azaltıcı bir etkiye sahiptir. Burada da görüldüğü gibi, işgörenlerin önemli bir

kısmı farklı bölümlerde iş yapabilecek durumdadır. TKY teorisyenlerince de, işletme

verimliliği açısından, işyerinin farklı bölümlerinde esnek çalışma biçimlerinin

uygulanması önerilmektedir. Yine söz konusu süreç kapitalist mantıkta

uygulandığında, işgörenlerin kendi katkılarıyla daha az işçiyle çalışma olanağı

sağladığından, dışardaki işsizliği artırıcı bir rol oynayacaktır.

4.8 Genel Değerlendirme

Bu bölümde yapılacak çalışmayla iki amaç gerçekleştirilmek istenmektedir.

Bunlardan birincisi, giriş bölümünde yer alan hipotezlerin, elde edilen bulgularla

birlikte yorumlanmasını sağlamak; ikincisi ise, bu tezde incelenen işletmelerden

farklı organizasyon yapılarına sahip firmalarda yapılan bazı araştırmaların da,

konunun analizine katkıda bulunması için, elde edilen bilgilerle birlikte

karşılaştırmasını yapmaktır.

4.8.1 Hipotezlerin Yorumlanması

Temel hipotezde, “Kapitalist üretim sisteminin yaklaşımlarının, çalışan iş

doyumunu, sosyal hak ve güvencelerini önemsemeyen bir yapıda gelişmesi sonucu;

197

aynı temel üzerinde gelişen TKY uygulamaları da, bu duyarsızlığın bir sonucu

olarak, araştırmanın odağında yer alan çalışanlar tarafından olumsuz tepkilerle

karşılanacaktır” denilmektedir.

Yukarıdaki temel hipotezde iddia edilen şudur: Öyle görünmektedir ki, içinde

yaşanılan toplumda sanattan ekonomiye kadar akla gelen her şey, kapitalizmin

mantığı tarafından biçimlendirilmektedir. Buna insanların tek tek bireyler olarak,

kapitalist sistemin üretim, tüketim kalıplarına uygun bir kültüre göre

biçimlendirilmesi örnek olarak verilebilir. Böylece insanların kendilerini, etki altında

kalmadan, özgün kimlikleriyle gerçekleştirmeleri zorlaşmaktadır. Ayrıca aynı mantık

çalışanlar açısından iş doyumunu azaltmakta, yabancılaşmayı artırmakta; toplumsal

açıdan sosyal devlet anlayışını görmezden gelmektedir. Bu sorun ise, toplumların

içinden çıkamayacağı sorunları oluşturmaktadır. İş doyumunun, yabancılaşmanın

dikkate alınmaması sonucu çalışanlar, işlerinde huzursuzluk yaşamakta, evlerine

giderken hem işyerlerinde gün boyu karşılaştıkları sorunları, hem de çalışmalarının

karşılığı olan yeterli ücreti alamamanın yükünü birlikte götürmektedirler. Yine

sosyal devlet anlayışının yeterince önemsenmemesi sonucu, sokaklar topluma faydalı

olacak şekilde yetişememiş insanlarla dolmakta, işsiz insanlar, yoksullar,

kendilerini sürükleyen akıntıya göre hareket etmek zorunda kalmaktadırlar.

Burada anlatılan durumlar ise, kapitalizmin bir açmazı, krizi olarak belirgin

şekilde durmaktadır. Toplum ve insanlarla ilgili sorunlara yeterli duyarlılıkla sahip

çıkmayan sermaye sahipleri açısından ise, aynı sorunlar kendi can ve mal

güvenliklerini de tehlikeye atmak sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca toplumun genel

huzuru da tehlikeye girmekte, ortaya çıkan sorunlar devletleri, kolluk güçlerini de zor

durumda bırakmaktadır. Diğer taraftan toplumda varlıklı insanların dışında kalan

mutsuz çoğunluk açısından bakıldığında ise, dünyaya gelen her insanın hakkı olarak

tanınması gereken temel güvencelerden dahi yoksun olmanın sıkıntısı yaşanmaktadır.

Oysa dünyaya gelen her insanın, (dünyayı hiç kimse kendisi tek başına yoktan var

etmediğine göre) yeryüzündeki nimetlerden pay istemekte hakkı vardır. Burada, tabii

ki dünyada ne varsa eşit bir şekilde tüm insanlar arasında pay edilmelidir denmek

istenmiyor. Ancak her insanın doğumla birlikte en azından “insan hakları evrensel

198

bildirgesinde” de belirtilen temel haklarla, kişiliğine saygı içinde, insanca yaşama

hakkı olduğuna işaret edilmek isteniyor (Duben, 1994: 45 - 46). Unutmamalıdır ki,

şu anda toplumun varlıklı kişileri olan birileri yeryüzündeki zenginlikleri ellerinde

tutmamış olsalardı, bir başka birileri, toplumun belki de en yoksul katmanlarında

yaşayanlar onların yerinde olabileceklerdi.

Araştırmanın sorgulanan bu temel önermesi bağlamında, TKY uygulamaları

değerlendirildiğinde, her ne kadar çalışanlar açısından söz konusu sistem, bu

mantıktan farklı bir felsefe bakış açısı getirdiğini iddia ediyor görülse de, aşağıdaki

tek tek alt hipotezler incelendiğinde de görüleceği gibi, aslında kapitalizmin

mantığının temelinde bir farklılık olmadığından, bir aldatmacadan ileriye

gidememektedir. Çünkü bu sistemler, ilgili bölümlerde de incelendiği gibi,

araştırmanın odağındaki çalışanların hak ve güvencelerinde bir gelişme ortaya

çıkaramamaktadır.

TKY uygulamalarıyla ilgili iş doyumu ve yabancılaşmayla ilgili aşağıda yer

alan tek tek alt hipotezler incelendiğinde de aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmakta,

yukarıda açıklanan temel hipotezin açıklanmasına da katkı sağlamaktadır.

TKY uygulamaları kapsamında çalışanların işlerinden aldıkları doyumla ilgili

hipotezlerin analizi:

Birinci hipotezde, “işyerlerinde personelin kendi özlük hakları, sorunları ve

işyerleri ile ilgili kararlarda etkili olabilme durumlarını, “katılımı” teşvik etmeyen

ortam, personel tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır” denilmektedir. Yapılan

analizlerde elde edilen değerlerle incelendiğinde, bu hipotezde ileri sürülen durumun,

araştırmanın sonuçlarına göre yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir. Firmaların

genel durumuna bakıldığında, işgörenlerin katılımı konusunda olumsuz düşünenler

% 44.1 iken, olumlu düşünenler % 21.2 de kalmaktaydı. Ayrıca bu konuda işletme

“A”, “E” ve “C” den elde edilen veriler, işletme “B” ve “D” den elde edilen verilere

göre daha olumluydu. 61

61 Yapılan analizlerle ilgili tablolar, bulgularla ilgili bölümden incelenebilir.

199

TKY uygulamaları, bu araştırmada ilgili konuda da incelendiği gibi, (2.2

Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Yaklaşımlar) teorik olarak çalışan katılımının işle

ilgili kararlarda ve kendileriyle ilgili kararlarda artırılmasını, işletme yönetiminde,

işgörenlerin yaptıkları işlerde söz sahibi olmalarını öngörüyordu. Araştırma

sonuçlarında görüldüğü gibi, TKY teorilerinde anlatılanlarla, bu hipotezde incelenen

durum arasında tam bir karşıtlık olduğu anlaşılmaktadır. Yine işletmelerin bu şekilde

katılımı teşvik etmeyen yapısı, çalışanların kendilerini ifade etmelerini, özgür

benliklerini oluşturmalarını, yani “özneleşme” lerini güçleştirmektedir. Buradan

fordist üretim sisteminin hiyerarşik yapısının sürdüğü; kalite sistemlerinde iddia

edildiği gibi, çalışanlarla yönetimin değil, çalışanların yönetiminin devam ettiği,

işgörenlerin katılımının sözde kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, verilen tepkilerden,

katılım konusunda, bazı işletmelerde diğerlerine göre işyerinin ortamı, üretimin

yapısı ve demografik etkilerin etkisiyle daha olumlu bir durum olduğu

belirginleşmektedir.

İkinci hipotezde “yoksulluk sınırında çalışan işgörenler açısından, ücretlerin

seviyesinin düşüklüğü, çalışanların iş doyumuyla ilgili olumsuz tepkiler vermelerine

sebep olur” denilmektedir. Yapılan analizdeki sonuca göre, ücretlerden sağlanan

doyum konusunda, tüm işletmelerde çalışanların toplamı değerlendirildiğinde %

66.9’ u yetersiz, sadece yüzde 5.1’ i ücretleri yeterli bulmaktadır. İşletmeler

arasındaki farklılıklara bakıldığında, “A” ve “E” işletmesindeki ücretlerden sağlanan

doyumun diğerlerine göre daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Yine TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde, daha verimli iş

çıkartılabilmesi için, işgörenlerin ücretlerin önemine dikkat çekilmekte, işletmenin

artan verimliliği ve başarılarının çalışanlara da yansıtılmasından söz edilmektedir.

Ancak yukarıdaki kısa analiz ve araştırmanın ilgili bölümlerindeki veriler

incelendiğinde, bu maddenin de uygulamada bir geçerliliğe sahip olmadığı

anlaşılmaktadır. Yine hipotezde vurgulandığı gibi, çalışanların en fazla tepkilerini

iletecekleri konu başlıklarından biri olması varsayımı doğrulanmakta; işgörenlerin

işletmelerce kaliteyi ve verimi artırmada yoğunlaşmaları beklenirken, bu durumun

200

ücretlerdeki artışla karşılığını bulamadığı anlaşılmaktadır. Burada da işletmelerin

ücret politikalarındaki olumlu farklılığın, işgörenler tarafından ankete verilen

cevaplara yansıtılmış olduğu görülmektedir.

Üçüncü hipoteze göre, “bilgi, beceri, yetenek ve öz verili çalışmanın

desteklenmemesi, işgörenlerin emeklerinin takdir edilmemesinden doğan

hoşnutsuzluğa dönüşerek, çalışanların olumsuz tepki göstermesine sebep olur”

denilmektedir. Bu hipotezde, işletmelerin tamamı göz önüne alındığında, çalışanların

% 39.8’ i tarafından olumsuz karşılanmakta, % 17.4’ ün ceyse olumlu

karşılanmaktadır. İşletmeler arasındaki durumda ise, sadece işletme “A” ve işletme

“D” karşılaştırıldığında anlamlı bir ilişki görülmekte, işletme “A” nın daha olumlu

durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Yine burada da TKY teorileri açısından, çalışanların bilgi, beceri, yetenek ve

öz verili çalışmasının desteklenmesi gerektiği ön görüldüğü hâlde, alınan sonuçlar

uygulamada tersine bir durum olduğunu göstermektedir. İşgörenlerin işlerindeki

çalışmalarının kendilerine takdir olarak dönmemesi, iş doyumunu da etkileyerek

verimliliğe de etkide bulunmaktadır. Burada da işletmeler arasındaki farklılık

çalışanların tepkileriyle belirginleşmektedir.

Dördüncü hipoteze göre, “akrabalık, çıkar, hemşehrilik gibi ikili ilişkilerin

ayrımcı nitelikte kullanılması, çalışanların huzur ve iş doyumunu olumsuz yönde

etkiler” denilmektedir. Alınan sonuçlara göre ise, işletmelerin tamamı

değerlendirildiğinde, söz konusu hipotez işgörenlerin % 13.6’ sı tarafından olumsuz,

% 41.9’ u tarafından olumlu karşılanmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılık

açısından bakıldığında ise, özellikle işletme “D” nin daha sorunlu olduğu

anlaşılmaktadır.

TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde işletmelerin birlik, beraberliği

geliştirmesi, tüm personelle olumlu ikili ilişkileri ilerletmesi, işyerindeki ilişkilerin

objektif kurallara göre düzenlenmesi tavsiye edilmektedir. Analiz sonucu çıkan

sonuçlar, işletmelerde hipotezle ilgili belirgin bir sorun yaşanmadığını

201

açıklamaktadır. İlgili analizin yorumlanmasında daha geniş bir şekilde yer aldığı

gibi, söz konusu durum aslında fordist üretim sistemi açısından da, girişimcinin

beklentilerine uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Ancak TKY beklentileri

açısından incelendiğinde, orta değerin büyüklüğünden de anlaşıldığı gibi, yeterli

düzeyde olumlu olmadığı anlaşılmaktadır. İşletme “D” de ortaya çıkan sonuç ise,

işletme yönetiminin aslında kendi çıkarlarıyla da çelişen bir tutum içinde olduğunu

göstermektedir.

Beşinci hipoteze göre, “çalışanların genel kültürünün, işyerleri ve işleriyle

ilgili bilgilerinin geliştirilmemesi, TKY teorileri açısından gerekli olan kültürleme

konusunda başarısızlığa sebep olacağından, işgörenlerin sisteme karşı olumsuz tavır

takınmalarına sebep olur” denilmektedir. Burada, firmaların tamamındaki duruma

göre, çalışanların % 56.4 olumsuz değerlendirmede bulunurken, % 11.4’ ü olumlu

değerlendirmede bulunmaktadır. İşletmeler arasındaki fark açısından ise, işletme

“A”, “C” ve işletme “E” nin, “B” , “D” işletmelerine göre daha olumlu bir durumda

olduğu görülmektedir.

Yine TKY teorileri açısından değerlendirildiğinde çalışanların her konuda

kültürlerinin, bilgilerinin geliştirilmesinin işletmelerin faydalarına olduğu,

işgörenlerin bu yolla artırılan kalitelerinin firmalarındaki işlerine de yansıyacağı

vurgulanmaktadır. Ancak, araştırma sonuçları değerlendirildiğinde, bu hipoteze göre

de, TKY teorileriyle uygulamanın uyuşmadığı anlaşılmaktadır. Oysa, kalite teorileri,

çalışanların verimliliğini, başarısını, sürekli gelişme “kaizen” mantığına uygun

üretim yapılabilmesini, insan kalitesinin yükseltilmesiyle ilişkilendirmektedir. Yine,

TKY sistemlerinin başarısıyla ilgili olarak, çalışanlar arasında, vizyon, misyon,

değerler yardımıyla kurum kültürünü geliştirmek için, eğitim bilgilenme olmazsa

olmaz koşul olarak görülmektedir. İşletmeler arasındaki farklılık, yukarıda da

verilmiş araştırma sonuçlarına göre, çalışanların tepkileriyle de belirginleşmektedir.

Altıncı hipotezde, “korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamları,

çalışanların olumsuz tepkiler vermesine sebep olur” denilmektedir. Bu hipoteze göre

firmaların geneli değerlendirildiğinde, işgörenlerin % 19.5’ u olumsuz, % 39’ u

202

olumlu değerlendirmede bulunmaktadır. Firmaların karşılaştırılmasında ise,

aralarında anlamlı bir farklılık görülmemektedir.

TKY teorilerinde korku ve tedirginliğin yok edilmesi gerektiği

vurgulanmaktadır. Korku ve tedirginliğin hakim olduğu işyeri ortamlarında

çalışanların olumlu katkılarını almak olanaklı olmaz. Böyle durumlarda çalışanlar,

genelde sorun yaşamamak için yöneticilere karşı, oluşan hataların gerçek sebeplerini

söylemezler, yaptıkları işlerde kalite yerine gösterişe kaçarlar, problemlerin gerçek

sebepleri bulunamadığından verim azalır. Alınan sonuçlar TKY teorileri açısından

değerlendirildiğinde, elde edilen verilere göre, yeterli başarı sağlanamadığı

anlaşılmaktadır.

Yedinci hipotezde, “çalışanların kişiliklerine değer verilmemesi, işgörenlerin

olumsuz tepkiler göstermesine sebep olur” denilmektedir. Bu hipoteze göre,

firmaların tamamı incelendiğinde, çalışanların % 36.9’ u olumsuz tepki gösterirken,

% 21.6’ sı olumlu tepki göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık açısından ise,

işletme “A” ve “E” deki durumun, “B”, “D” işletmelerine göre daha olumlu olduğu

anlaşılmaktadır.

Bu konuda TKY teorilerine göre yöneticilerin çalışanların fikirlerine,

yaptıkları işlere saygı duyması; onların kişiliklerini, onurlarını zedeleyici

tutumlardan kaçınılması; işgörenlerin fikirlerinin değerlendirildiğinin gösterilmesi;

çalışanların işle ilgili olmayan sorunlarıyla da ilgilenilmesi gerektiği

açıklanmaktadır. Ancak, ortaya çıkan verilerden de anlaşıldığı gibi, bu konuda da

TKY teorileriyle, uygulamalarının birbirini tutmadığı anlaşılmaktadır. Analizlere

göre, işletmeler arasında çıkan farklılığa burada da dikkat edilmelidir.

Sekizinci hipotezde, “yöneticilerin, çalışanların işleri ve kendileriyle ilgili

sorunlarına karşı ilgisiz kalmaları, işgörenlerin olumsuz tepkiler göstermesine sebep

olur” denilmektedir. Bu hipotezle ilgili firmaların genel durumuna bakıldığında,

çalışanların % 38.1’ i olumsuz tepki gösterirken, % 17.8’ i olumlu tepki

göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık açısından bakıldığında ise, diğer

203

firmalar arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmazken, işletme “E” nin “B” ye göre

daha olumlu durumda olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yine TKY teorileri açısından incelendiğinde de, çalışanların işleriyle ve

sosyal yaşantılarıyla ilgili sorunlarda yöneticilerin duyarlı davranması gerektiği

vurgulanmaktadır. Ayrıca, yöneticilere disiplin peşinde koşan lider yerine,

çalışanların işlerini yaparken karşılaştıkları sıkıntılarda onların önünü açan, kolaylık

sağlayan, işbirliği yapan lider olunulması önerilmektedir. Bu durum için, TKY

teorilerinde, çalışanları yönetme değil, çalışanlarla yönetim deyimleri

kullanılmaktadır. İşgörenlere bu kadar ihtiyaç duyulmasının sebebini ise, TKY

sisteminin temelini teşkil eden sözlerden olan “toplam” kelimesiyle de ilgili,

organizasyonun toplamı ve onun en önemli parçası işgörenler olmadan sistemin

başarısının olası olmaması oluşturmaktadır. Ancak, yine uygulamaya bakıldığında,

burada da beklenenin tam tersine sonuçlar alındığı anlaşılmaktadır. İşletmeler

arasında farklılık açısından değerlendirildiğindeyse, firmaların hiçbirisinde bu

konuda, beklendiği şekilde aralarında farklılığı ortaya koyacak olumlu bir durum

olmadığı anlaşılmaktadır.

Dokuzuncu hipotezde, “işletmelerde çalışanların sorumluluk almamaları,

TKY uygulamalarının başarısı açısından sorun meydana getirir.” denilmektedir.

Bu hipotezle ilgili olarak, tüm işletmelere bakıldığında, çalışanların % 7.2’ si

olumsuz düşünce belirtirken, % 62.3’ ü sorumluluk almayla ilgili olumlu tepki

göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından bakıldığında, özellikle

“A”, “E” firmalarına göre, “D” işletmesinin daha sorunlu olduğu anlaşılmaktadır.

TKY teorileri açısından değerlendirildiğindeyse, kalite tüm çalışanların

sorumluluğu olarak görülerek, yöneticilerin de işgörenlerin sorumluluk almalarını

desteklemeleri önerilmektedir. Özellikle çalışanların kalite çalışmalarında

işbirliği yapması gerekliliğine dikkat çekilerek, firmaların vizyon, misyon, amaç

ve hedeflerinin işgörenlere kurum kültürü yoluyla benimsettirilememesi hâlinde,

gerekli başarının sağlanamayacağı öngörülmektedir. Yukarıda incelenen hipoteze

göre ise, burada da kalite uygulamalarının beklenen başarıyı gösteremediği

204

anlaşılmaktadır. Çünkü TKY teorileri iddialarına göre, orta değerdeki tepkilerin

daha düşük, olumlu tepkilerin daha büyük oranda çıkması beklenirdi. Yine

işletmeler arasındaki farklılık değerlendirildiğinde, “D” firmasının çalışanlarının

daha olumsuz cevaplar vermesi, çalışanların işleriyle ilgili sorumluluk

almamasından değil, görüşme sorularına verilen cevaplarda da belirginleştiği gibi,

işletmeye karşı olan iş doyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır.

Onuncu hipotezde, “işletmelerde çalışanların sosyal güvenceler konusunda

hissettikleri kaygılar, işgörenler tarafından olumsuz tepkiyle karşılanır”

denilmektedir. Bu hipoteze göre, firmaların tamamı değerlendirildiğinde,

çalışanların % 44.9’ u olumsuz tepki gösterirken, % 11.4’ ü olumlu tepki

göstermektedir. İşletmelerin birbiri arasındaki farklılık açısından ise, konuyla

ilgili anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamaktadır.

TKY teorilerinde, firmaların başarısı için, işgörenler için ömür boyu iş

güvencesi; aile dayanışması benzeri ilişkiler; bir iş kolunda fazla işçi açığı çıksa bile,

esnek iş uygulamalarıyla, gerektiğinde eğitimlerle, çalışanların başka bölümlerde

çalıştırılması vb. uygulamalar önerilmektedir. Burada, çalışanların işlerindeki

kaliteyi artırarak, firmalarının daha ileriye gitmesine çalışmaları sağlanmaya

çalışılmakta, söz konusu amaç için işgörenlerin sosyal güvenceler açısından da

doyuma ulaştırılması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Ancak araştırma sonuçlarında

da görüldüğü gibi, uygulama boyutuna bakıldığında, işgörenler açısından TKY

teorilerinin tam tersine bir durumla karşılaşıldığı ortaya çıkmaktadır. İşletmeler

arasında bu konuda anlamlı bir farklılığın olmaması ise, çalışanlar açısından sorunun

daha da ağır boyutlarda olduğunu açıklamaktadır. Yine işletmelerin hiçbirisinde

sendikal faaliyete rastlanılmaması, dikkate alınması gereken bir durumdur. Buradaki

analizde de, TKY yönetimi uygulamalarının kapitalist sistemin, toplum ve insanlara

ilişkin duyarsız yapısını, devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

On birinci hipotezde “işgörenlerin yeterli dinlenme ve tatil olanaklarının

olmaması, üzerlerindeki iş stresi ve baskıyı artıracağından olumsuz tepkiyle

karşılanır” denilmektedir. Bu hipoteze göre işletmelerin tamamı değerlendirildiğinde,

205

çalışanların % 22.5’ i olumsuz tepki gösterirken, % 24.6’ sı olumlu tepki

göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, “E” işletmesinden

elde edilen cevapların, “A”, “B”, “D” işletmesine göre daha olumlu olduğu

anlaşılmaktadır.

Konuyla ilgili TKY teorileri değerlendirildiğinde ise, insanların makinelerle

bir tutulamayacağına dikkat çekilmektedir. Çalışanların sosyal olanaklarının

geliştirilmesi, dinlenme ve izin ihtiyaçlarının duyarlılıkla ele alınması kapsamında,

teorik açıdan işgörenler açısından bu durum da TKY teorileri açısından desteklendiği

hâlde, uygulamada burada da yeterli doyumun sağlanamadığı anlaşılmaktadır.

On ikinci hipotezde, “işyerlerinin çalışma ortamı, makineler, işyeri hekimi

vb. olanaklar açısından sağlıklı şartlar taşımaması, çalışanların iş doyumsuzluğuna

sebep olur.” denmektedir. Bu hipoteze göre, firmaların geneli değerlendirildiğinde,

işgörenlerin % 31.4’ ü iş yerlerini sağlıkla ilgili şartlar açısından yetersiz bulurken,

% 28.8’ i yeterli bulmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, işletme

“A” nın “B” ve “D” ye göre olumlu, “E” işletmesine göre olumsuz, işletme “B” nin

“C” ve “E” işletmelerinden olumsuz, işletme “C” nin de, “D” işletmesinden olumlu

anlamda farklı olduğu anlaşılmaktadır.

TKY teorileri açısından da, işgörenler bir değer olarak görülmekte ve

çalışanların motivasyonlarının artırılması üzerinde önemli ölçüde durulmakta,

işyerlerinin düzeni, sağlıklı şartlar içermesi gerektiği anlatılmaktadır. Yine elde

edilen veriler ışığında uygulamaya bakıldığında ise, bu hipotezin de çalışanlar

açısından olumlu bir durum ortaya çıkarmadığı görülmektedir.

On üçüncü hipotezde, “çalışanların, işyerindeki bulundukları statüden daha

yüksek kariyerlere yükselemediği işletmelerde, çalışanlar iş doyumu açısından

etkilenerek olumsuz tepkiler verirler” denmektedir. Buradaki hipoteze göre,

firmaların tamamı göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, çalışanların % 35.6’ sı

yükselme konusundaki işletme politikasına olumsuz tepki verirken, % 21.6’ sı

olumlu tepki göstermektedir. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından ise, sırasıyla

206

verilirse, işletme “A” nın, işletme “D”, “B” ve “C” ye göre daha olumlu durumda

olduğu anlaşılmaktadır.

TKY teorileri açısından, işgörenlerin yükselebilmeleri, önlerinde hedef

bulunması, çalışanların işletmelerinin geleceği için çalışmaları açısından önemli bir

motivasyon aracıdır. Kuşkusuz işgörenlerin yükselebilmeleri, işyerleri açısından

olduğu gibi, kendileri için de bir takım faydalar getirecektir. Yine araştırmanın

sonuçlarına göre incelendiğinde, burada da TKY teorileriyle uygulamanın

uyuşmadığı görülmektedir. Yani işgörenlerin verimliliği artırmaları istenmekte,

ancak çalışanların motivasyonu için önemli olan konular göz ardı edilmektedir.

On dördüncü hipotezde, “TKY uygulamaları, kapitalizmin üretim mantığı

gereği, işgörenlerin sosyal-ekonomik sorunlarını dikkate almaz, çalışanların

faydasına gibi görünen teorideki iddialarını uygulamaya taşıyamazsa, olumsuz

tepkiler gösterilmesine sebep olur” denmektedir. Bu hipoteze göre işletmelerin

tamamı değerlendirildiğindeyse, çalışanların % 24.6’ sı kalite çalışmalarını genel

olarak olumsuz karşılarken, % 18.2’ si olumlu karşılamaktadır. İşletmeler arasındaki

farklılık açısından ise, “C”, “E” işletmesiyle “D” işletmesi arasında anlamlı bir ilişki

olduğu ve “C”, “E” firmalarının daha olumlu durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Bu hipoteze göre verilen cevaplar, kalite çalışmalarından beklenen etkinin

işgörenler üzerinde yaratılamadığını göstermektedir. Aslında bu hipotez diğer

hipotezlere verilen cevaplarla da uyumlu bulunmaktadır. Buraya kadar çıkan

sonuçlarla, bu hipotez arasında bir bağlantı kurulduğunda da ortaya çıktığı gibi,

aslında temel sorunun herhangi bir yönetim şeklinden çok, bu yönetim sisteminin

uygulanmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Yani sonuçların olumsuz çıkmasının

asıl sebebi, kapitalizmin mantığının tüm duyarsızlığıyla iş ilişkilerini etkilemesidir.

TKY uygulamaları ise, işgörenler açısından teorideki iddialarını, söz konusu temel

üzerinde işlediğinden pratikte yerine getirememekte; hatta işgörenlerin yükünü

artırıcı bir etki oluşturduğundan, tam tersi sonuçlar elde edilmesine katkı

sağlamaktadır.

207

Özellikle verimliliği artırma için, yeni tekniklerin öğrenilmesini, daha

dikkatli ve fazla çalışmayı gerektiren sistem, işgörenlerle yapılan görüşmelerde,

sosyal – ekonomik haklarında bir değişme getirmemesi sebebiyle eleştirilmektedir.

Hatta bazı yerlerde, yöneticilerin kalite konusunda çalışanlarla yaptıkları

toplanmalarda, ücretlerle ilgili taleplerin patronla ilgili bir konu olduğunu,

dolayısıyla böyle sorunların dile getirilmesinin uygun olmayacağının başlangıç

konuşmalarında söylendiği bildirilmektedir.

Yabancılaşmayla ilgili hipotezlerin analizi:

Birinci hipotezde yabancılaşmanın “güçsüzlük” boyutuyla ilgili olarak,

“çalışanlar, günlük görevlerini yerine getirirken, işyerindeki uygulamalarla ne

yapacakları çok katı bir biçimde belirlendiğinde; yaptıkları işlerle ilgili kararları

genellikle başkalarının verdiği durumlarda; işle ve işletmeyle ilişkiler açısından,

kendilerini uzaklaşmış ve yabancılaşmış olarak görürler” denmektedir. Bu hipoteze

göre, işletmelerin tamamında yapılan değerlendirmede, çalışanların % 23.3’ü

olumsuz tepki verirken, % 10.2’ si olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki

farklılık değerlendirildiğindeyse, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “B” ve “C”

işletmelerine göre daha olumlu, “E” işletmesinin de, “D” firmasından daha olumlu

bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda incelenen hipotez, yabancılaşmanın güçsüzlük boyutu ile ilgili

olarak hazırlanmıştır. Konu olarak da, çalışanların işleriyle ilgili kararları hep

başkalarının verdiği, kendi kararlarını çalışanların yaptıkları işlere uygulayamadıkları

durumları içine almaktadır. Yine bu hipotezde incelenen konunun, TKY iş

doyumuyla ilgili birinci hipotezdeki çalışanların katılımı konusundaki incelemeyle

de ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Burada görüldüğü gibi, araştırma içinde TKY

teorileriyle ilgili olarak anlatılanların da, yabancılaşma sorunuyla yakın ilgili olduğu

açığa çıkmaktadır. TKY teorileri yetki ve sorumlulukların işgörenler tarafından da

sahiplenilmesini, işletme yönetimlerinin çalışanlara karşı iletişime açık olmasını

önermektedir. Buradaki araştırma sonucuna göre söz konusu hipotezden olumlu

sonuç elde edilmiş olsaydı, çalışanların olumlu tepkileri çok daha yüksek çıkmalıydı.

208

Ancak görüldüğü gibi, yine TKY teorileriyle uygulamalarının uyuşmadığı ortaya

çıkmaktadır. İşletmeler arasındaki farklılıklar açısından bakıldığında ise, yine belirli

işletmelerde ortaya çıkan daha olumlu ya da olumsuz durumların, önceki

hipotezlerde ortaya çıkan sonuçlarla benzerliğine dikkat edilmelidir.

İkinci hipotezde, “işgörenlerin çalıştıkları işletmenin belirli bir bölümünde

soyutlanmış bir biçimde istihdam edilmesi, üretim sisteminin bütününden

uzaklaştırılması, işletme tarafından hiçbir konuda fikirlerinin istenmemesi gibi

durumlarda, çalışanlar yaptıkları işin firmaları için önemini, amacını anlayamaz,

işlerinin çevreleriyle, diğer çalışanlarla, toplumla bağlantısını kuramaz, anlam

veremezler ve olumsuz tepki gösterirler” denmektedir. Bu hipotezle ilgili olarak

firmaların tamamı göz önüne alındığında, işgörenlerin, % 4.7’ si olumsuz tepki

verirken % 60.6’ sı olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık

açısından değerlendirildiğindeyse, “D” işletmesinin “A”, “C” ve “E” firmalarına göre

daha sorunlu, “B” işletmesinin de “A” işletmesiyle karşılaştırıldığında daha olumsuz

bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Burada incelenen hipotez, yabancılaşmanın “anlamsızlık” boyutuyla ilgili

olarak hazırlanmıştır. Hipotezden de anlaşıldığı gibi, çalışanların, üretimin sadece

küçük bir parçasıyla ilgili olduğu durumlarda; işgörenler üretimin tamamında olup

bitenleri izleyemediklerinde, yapılan işlerle ilgili çalışanların fikirlerinin alınmaması

durumunda, bu tür bir yabancılaşma oluşmaktadır. TKY teorileri açısından

bakıldığında ise, işletmedeki üretimle ilgili işlerin tamamından çalışanların haberdar

olması önerilmekte; dikey hiyerarşiye dayalı iş yapma şekli yerine, bölümler arasında

işbirliğine dayalı, iş yapma şekli önerilmektedir. Yukarıdaki paragraftaki analizler

incelendiğinde ise, çalışanların önemli bir bölümünün bu hipoteze olumlu cevap

verdiği görülmektedir. Ancak söz konusu başarının TKY uygulamalarının başarısı

olarak görülmesi doğru olmayacaktır. Çünkü, burada çıkan sonuçlar işletmelerin

KOBİ sınıfında yer alması sebebiyle, firmaların yapılarının büyük sanayi

işletmelerine göre, daha az karmaşık olmasıyla ilgilidir. Ayrıca incelemesi yapılan bu

işletmelerde, bir yürüyen bant düzeneği olmadığı, yapılan tüm işlerin çalışanların

gözleri önünde meydana geldiği dikkate alınmalıdır. İşletmeler arasındaki farlılık

209

açısından bakıldığında, yine “D” ve “B” firmalarında sorunun daha ağır yaşanması

dikkat çekicidir.

Üçüncü hipotezde, “çalışanların işletmenin amaç ve hedeflerine anlam

verememesi, çevresi için değerini anlayamaması veya kendi kişiliği ile yaptığı üretim

arasında, işletmenin yönetim yapısı arasında çelişki olması durumunda, işgörenler

kendileri ve yaptıkları iş arasında yakınlık kuramazlar” denmektedir. Bu hipotezle

ilgili olarak firmaların tamamı değerlendirildiğinde, işgörenlerin % 9.7’ si olumsuz

tepki verirken, % 20.8’ i olumlu tepki vermektedir. İşletmeler arasındaki farklılık

açısından değerlendirildiğindeyse, işletme “A” nın sırasıyla “D”, “C” ve “B”

işletmelerine göre daha olumlu, “E”, “B” firmalarının da, “D” işletmesiyle

karşılaştırıldığında daha olumlu bir durumda olduğu görülmektedir.

Burada incelenen hipotez ise, yabancılaşmanın “kendine yabancılaşma”

boyutuyla ilgili olarak oluşturulmuştur. Yabancılaşmanın bu boyutu, yukarıda da

açıklandığı gibi, çalışanların yaptıkları üretimle kendi kişilikleri arasında bir uyum

kuramamalarıyla ortaya çıkmaktadır. Yine TKY teorileri değerlendirildiğinde,

çalışan motivasyonun artırılması, işgörenlerin yaptıkları işleri sürekli gelişme çizgisi

içinde, heyecanla daha yüksek kalite seviyelerine yükseltmeleri öngörüldüğüne göre,

ortaya çıkan sonuçların daha olumlu olması gerekirdi. Ancak araştırmada incelendiği

gibi, beklenen başarının sağlanamadığı burada da görülmektedir.

4.8.2 Başka Araştırmalardan Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi

Esnek üretim ve Toplam Kalite Yönetimi ile ilgili önemli bulduğumuz

çalışmalardan birisi de, 3. ulusal sosyoloji kongresinde yer alan, Demir, Nichols ve

Suğur’ un yaptığı ortaklaşa çalışmadır (Demir, Nichols ve Suğur, 2002: 84–96). Söz

konusu araştırmanın büyük sanayi işletmelerinde yapılmış olması, yürüyen bant

sisteminin bulunması, çalışanların sendikalı olması, TKY uygulamalarının daha

sistematize edilmiş olması gibi farklılıkları vardır.

210

Bu çalışmanın beyaz eşya iş kolunda, üç fabrikada toplam 153 işçi ve 142

yöneticiyle yapılmış olduğu, bildirilmektedir. Buradan elde edilen bilgilere göre,

dikkat çeken bazı değerlendirmeler şöyledir: Kalite yönetimlerinin üzerinde durduğu

en önemli konulardan olan ekip çalışması konusunda, üç fabrikada çalışanların % 80’

i olumlu görüşler bildirmektedir. Ekip çalışması konusunda ulaşılan bulgulara göre,

işçilerin büyük bir kısmı ekip çalışmasının yeni beceriler kazandırdığı görüşündedir.

Ekip çalışmasının fazla bir iş yükü getirip getirmediği konusunda, işçiler çoğunlukla,

fazla iş yükü getirmediğini açıklıyorlar. Yine aynı araştırmaya göre, fabrikalar

arasında oranlarda farklılık olsa da, çalışanların yarısının yöneticileri ayrı bir ekip

olarak algılamadığı belirtilmektedir. Ancak yine çalışanların % 23-39 gibi önemli bir

kısmı ise, ekip çalışmasının daha fazla çalışmaya neden olduğu, işçilerin birbirlerine

baskı yapmasına sebep olduğu görüşünde birleşiyor.

Bu araştırmada, yöneticilerle olan ilişkilere verilen bir örnek de ilgi çekicidir.

Bir çalışan, genç mühendislerin kendilerini kanıtlamaları için, makinelerin hızında

üretime zorlandıklarını, makinelerin 23 saniyede yaptıkları işin aynısının, sürekliliği

olan şekilde kendilerinden beklendiğini, kendilerine robot gibi davranıldığını ifade

etmektedir. Dikkat edilirse böyle bir bilgi, KOBİ sınıfında yapılmış olan bu tezin

alan araştırması kısmında incelenen işletmelerde, yürüyen bant sistemi

bulunmadığından bulunmamaktadır.

Çalışanların bağımsız hareket edebilmeleri ile ilgili bir soruya karşılık ise,

başka bir çalışan, “Bağımsız karar veremiyorsun. Bağımsız karar verdin mi, adamın

hoşuna gitmediğinde ağzına geleni söyler” demekte, verdikleri kararın yönetimin

çıkarlarına uymaması durumunda, hoş karşılanmayacağını tahmin etmektedir.

Buradaki bilgi, tarafımızdan yapılan araştırma sonuçlarında elde edilenlerle benzer

olarak görülmektedir.

Yine aynı yayında, aynı kişiler tarafından ele alınan bir başka makalede ise,

(Demir, Nichols ve Suğur, 2002: 312–327) bu araştırmada kullanılabilecek bazı

sonuçlar özetle şöyledir: Bu çalışmada yer alan bilgilere göre, yöneticiler ofislerinde

ya da evlerinde olan üretim hattına bağlı bir bilgisayarla, sanki işçinin yanındaymış

211

gibi, sorunları tespit edebilmekte, gerektiğinde gece yarısı gelip soruna müdahale

edebilmektedir. Yani çalışmaları makinelerin hızına ayarlanmış işgörenlerin, aynı

tempoda işlerine devam etmeleri sağlanmaktadır. Böyle bir çalışma işyerinin üretimi

açısından bakıldığında, daha fazla ve kaliteli üretim yoluyla işletmenin gelirlerini

artırma açısından faydalı olabilir. Ancak, bu aşırı denetimin, çalışanları

robotlaştırdığı da, aynı yazarların makalesinde bir işçinin sözlerinden aktarıldığı gibi

gerçektir. Çünkü, burada makinelerin insanların performansına göre ayarlanması

gerekirken, insanların makinelerin performansına göre ayarlanması durumu ortaya

çıkmaktadır.

Bu araştırmada bir farklılık da, kalite çemberleriyle aynı işlevleri yerine

getiren sürekli iyileştirme gruplarının bulunmasıdır. Oysa bu tezdeki araştırmada

takım çalışmalarına rastlanmamış, süreçlerde yapılan kontrollarla süreç iyileştirme

yapıldığı tespit edilmişti. Ayrıca bu fabrikalarda, öneri sistemlerinin kurulmuş

olduğu ve önerileri faydalı bulunanlara küçük ev eşyalarının ödül olarak verildiği

anlatılmaktadır. Takım çalışmalarının geliştirilmiş olması, TKY uygulamaları

açısından artı bir değer olarak görülebilir. Ancak burada anlatıldığına göre takım

liderleri yönetim tarafından seçilmekte ve görevleri arasında iş süreçlerinin kontrol

edilmesi de bulunmaktadır. Yine burada çalışanların aldığı çeşitli eğitimler yoluyla,

sorunları belirlemek için aynı birimdeki işgörenlerin bir araya gelmesiyle, “beyin

fırtınası” yöntemini kullanabildikleri, “paretto diyagramı”, “balık kılçığı” gibi

tekniklere göre kalite çemberi çalışmaları yapabildikleri anlaşılmaktadır.

Yine aynı araştırmaya göre, bazı çalışanların kalite konusunda aldıkları

eğitimlere olumlu tepkiler verdikleri de dikkat çekmektedir. Aynısı aktarılırsa burada

bir işçi şunları aktarmaktadır. “Kalite ile ilgili eğitimleri almak benim hayatımı

kökünden değiştirdi. Yalnızca fabrikada değil aile hayatım bile kalite çemberleri

sayesinde değişti. Bu tür eğitimler aldıktan sonra benim oğlumla ve eşimle olan

ilişkilerim eskisinden çok daha farklı olmaya başladı. Artık onlara eskisi gibi sinirli

davranmıyorum. Ailemi ilgilendiren bir karar alırken mutlaka eşimin fikrini

soruyorum” demektedir. Aynı fabrikadan bir başka işçi ise özetle kalite

çalışmalarının kendisinde, işyerinde ve dışardaki hayatında her şeyin en kalitelisini

212

yapma alışkanlığı geliştirdiğini açıklamaktadır. Ancak aşağıda yer alan paragraftaki

bilgilere göre ise, uygulama açısından farklı değerlendirmeler bulunduğu

anlaşılmaktadır.

Çalışanların bir kısmı ise, olumsuz karşıladıkları durumları aynı araştırmaya

göre ifade etmektedir. Bir montaj işçisi, yöneticilerin tutumuna göre oluşan

farklılıklar konusunda, bazı yöneticilerin bir sorunla karşılaşıldığında, “bu hattın

horozu benim, ben ne dersem o olur” tarzı yaklaşımlar sergilediğini açıklamaktadır.

Yine aynı konuyla ilgili olarak, bir işçinin aynı fabrikadaki bir Alman yönetici ile

Türk yöneticiyi karşılaştırması da ilginçtir. Kısaca alıntılarsak bu çalışan şöyle

söylemektedir: “Bizim amirlerimiz sabah işe gelirken işçilere ‘Günaydın’ bile

demeye tenezzül etmezler. Ne bir ‘Merhaba’ derler ne de Nasılsınız? ...... Oysa

Alman mühendisler öyle mi? Onlar sabah gelirken mutlaka ‘Günaydın’ ya da

‘Merhaba’ derler. Hatta gelip elimizi bile sıkarlar. Bizi insan yerine koyarlar” Bir

başka çalışan amirlerinin en tipik özelliklerini sağa sola emirler yağdırmak olarak

belirtmektedir. Yine Alman yöneticilerin Türk yöneticiler hakkındaki izlenimleri

konusunda, bir Alman yönetici, kısaca kendi fikirlerini şu şekilde ifade etmektedir:

“Türk yöneticileri son derece küstah. Hepsi hiyerarşiye aşık insanlar. .......... İşçilere

emir vermeyi çok seviyorlar. Emir verirlerken de o işin öncesi ve sonrası hakkında

işçiye hiçbir bilgi vermiyorlar. ........ işçilere karşı berbat bir şekilde davranıyorlar”

demektedir.

Yine verilen bir örnekteki insan kaynakları yöneticisinin söyledikleri de,

TKY konusunda anlatılan teoriler açısından oldukça eleştirilebilir görülmektedir. Bu

kişi şöyle söylemektedir:

“Açık kapı toplantılarında üretim ile ilgisi olmayan konularda konuşan işçilere sinir

oluyorum. Neymiş efendim; servis otobüsleri çok eskiymiş, yok efendim servis otobüslerinde

sigara içilmesine izin verilmesinmiş. Biz onlardan üretim ile ilgili konularda konuşmalarını

istiyoruz. Ama bazı işçiler bunun hâlen farkında değil.”

Alıntıya göre, TKY teorilerinde anlatılanların değil, tezde incelenen kapitalist

üretim sisteminin mantığının yansıtıldığı, oldukça belirgin olarak görülmektedir.

Kalite yönetimleri esnek yönetim biçimleri olarak bilinmesine karşın, yine buradaki

213

araştırmada, “üç firmada da TKY uygulamalarının esnek ya da yumuşak bir tarzda

değil tam tersine katı, merkeziyetçi ve otoriter bir şekilde uygulanmaktadır”

denilerek açıklandığı görülmektedir.

Yukarıda incelenen araştırmanın sonuçları, özellikle bu tez çalışmasında

incelenen işletmelerdeki farklılıkların etkisinin de belirginleşmesi açısından

değerlendirmeye alınmıştır. Görüldüğü gibi KOBİ sınıfında yapılan bir çalışmayla,

büyük sanayi işletmesinde yapılan bir araştırmada bazı farklılıkların bulunduğu

anlaşılmaktadır. Büyük sanayi işletmesinde, organizasyon açısından görev

paylaşımlarının, yürüyen bant sistemi vb. nin de katkısıyla, daha çok netleşmiş

olduğu; kalite uygulamalarının, verilen eğitimlerin de etkisiyle çalışanlar açısından

çok daha ileri bir seviyede uygulanabildiği anlaşılmaktadır. İşletmeler arasındaki bir

farklılık ta, burada sendikal etkinliklerin de bulunmasıdır.

Çalışanların tepkileri karşılaştırıldığında, daha önce de konu edildiği gibi,

TKY uygulamaları arasında da önemli farklılıklar bulunmaktadır. Yukarıdaki

araştırmada bazı işçilerin söylemlerinde de ortaya çıktığı gibi, işletmedeki çalışma

ortamından, yöneticilerin tutumlarına kadar çalışanları etkileyen durumlar elde edilen

araştırma sonuçlarında etkili olmaktadır. Aslında ortaya çıkan sorunlar burada da,

kapitalist üretim mantığının insan öğesini dikkate almadan kullanılmasıyla

oluşmaktadır.

Araştırmada değerlendirilmek istenilen bir inceleme de, Güngör tarafından

yapılmıştır. Buradaki çalışmada teknoloji, emek süreçleri, esnek üretim biçimleri ve

TKY, büyük sanayi işletmesi örneğinde, otomobil sektöründeki bir fabrika ortamında

incelenmektedir. Karşılaştırılmak istenen bazı bulgular kısaca aşağıda verilmiştir:

Bu araştırmayla ilgili değerlendirilebilecek analizlerden birisi, TKY ile ilgili

ekip, takım çalışmaları açısından yapılmıştır. Ortalama olarak 15 kişiden oluşan bu

ekip çalışmalarının yoğunluklu bir durumda olduğu bildirilmektedir. Duruma göre

farklı işleri de yapabilmesi ön görülen işgörenler, ekip çalışmalarının da katkısıyla

ortalama 4-5 işi yapabilecek duruma gelmektedirler. Bu konudaki sorulardan çıkan

214

analiz de özetlenirse, çalışanların yüzde 80’i ekip çalışmasının daha nitelikli bir

operatör olmalarını sağladığını düşünmekte; yüzde 58’ i şikayetlerini

aktarabilmelerine yardımcı olduğunu düşünmekte, yüzde 52’ lik kısmı fabrikanın bir

üyesi olmalarını algılamalarına sebep olduğunu; yüzde 78’ i daha çok çalışmalarını

sağladığını; yine yüzde 78’ lik kısmı operatörlerin birbirlerine baskı yapmalarında

etken olduğunu düşünmektedir. Buradaki sonuçlarda da görüldüğü gibi, ekip

çalışması, yukarıda yazılı oranlara göre, işgörenler tarafından bazı olumlu tepkilerle

ifade edildiği hâlde, aynı zamanda işçilerin üzerindeki iş yükünü artırmakta ve

birbirleri üzerinde baskı yapmalarına sebep olmaktadır (Güngör, 2003: 110-112).

Aynı çalışmayla ilgili bir farklılık ta, yine öğrenilen takım çalışmaları sonucu

işgörenlerin rotasyona tabi tutulmaları, yani zaman zaman başka işlerde

çalıştırılmayla ilgilidir. Araştırmada yapılan görüşmelerde hep aynı işi yapmanın

psikolojik ve fizyolojik zararları anlatılmakta, çalışanların yeteneklerinin

geliştirilmesi için olumlu yanları olduğu söylenmektedir. Ancak burada da bazı özel

yetenek gerektiren işlerde rotasyona gidilmemesi durumunun da gösterdiği gibi,

aslında yapılanların işçilerin sağlığından çok, işletmenin sağlayacağı faydanın

dikkate alınmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmanın yazarı da bu konuda

aynı şekilde yorum yapmaktadır (Güngör, 2003: 114).

Bu araştırmanın görüşme tekniğinin uygulandığı kısımda, çalışma

açısından ilgi çeken bazı bulgular da özet olarak şöyledir: Çalışanlar, tüm TKY

çalışmalarından da beklendiği şekilde, daha fazla üretim, kalite ve verimlilik için

teşvik edilmektedir. Bu amaçla işçilerin rotasyonla birbirlerinin yerinde

çalıştırılması sağlanmakta, böylece bir önceki süreçte çalışmış olan işgören

diğerinin hatasını yakalayabilmekte, yakalayamadığı zaman zor durumda

kalabilmektedir. Herhangi bir işçi yeni bir teknikle daha hızlı ve verimli

çalışıyorsa, bu derhal ekip liderleri veya kameralar vasıtasıyla tespit edilerek,

diğerlerinin de aynı işi bu yöntemle yapması sağlanmaktadır.

Bu konuda görüşmeye katılan iki takım liderinin anlattıkları da, konu

açısından önemlidir. “..... Bazı arkadaşlar, işimi iyi yapıyorum, zamanında

215

yapıyorum diyor. Ama sen zaten onun karşılığında ücretini zaten alıyorsun. Yani

başlıca görevin bu. Ama bunun haricinde sen kalkıp da zamanı azaltmak için,

kaliteyi artırmak için, verimliliği artırmak için.... bazı şeyleri yapıyorsan, görülür

yani. Nitekim görülüyor” (Tiel Cevat) (Güngör, 2003: 126). (Tiel kelimesi,

tim/takım lideri manasında kullanılmaktadır.) Bir başka takım lideri ise aynı

konuda, “ne bileyim yani, gerçekten, yaptığın iş haricinde başka şeyler verme

çabasında mısın.... bir adam var ki ben ona izin veriyorum, gitmiyor adam, iznini

hak etmiş (olmasına rağmen) (Tiel Orhan)” (Güngör, 2003: 126).

Burada karşılaşılan bir farklılık da, performansa dayalı ücret ve kıdem artışı

uygulamasında görülmektedir. Çalışanların işlerini hangi verimlilikte yaptıkları ise,

tavana yerleştirilmiş kameralar ve takım liderlerinin sürekli gözlemleriyle tespit

edilmektedir. Yukarıda yazılanlardan da anlaşıldığı gibi, söz konusu durumlar

çalışanların üzerinde kalite ve hız için sürekli ağır bir yük oluşturmaktadır. Ancak

performansa dayalı çalışma dolayısıyla, işgörenler açısından sorun bu kadarla da

kalmamaktadır. Bazı işgörenlerin anlattıklarından anlaşıldığına göre, işçilerin

birbirlerine karşı güveni azalmakta, zaman zaman şeflerin, yöneticilerin gözüne

girme anlayışı öne çıkmakta, çok çalışma ve bilgili olmanın yerini, ücret ve kıdem

artışı sağlamak için başkalarının açığını arama alabilmektedir (Güngör, 2003: 119).

Güngör, tezinin sonuç bölümünde şunları söylemekte:

“Bu çalışmanın gözlem ve tespitleri, Japon tarzı esnek üretim modelinin, akademik ve

popüler düzlemlerdeki yaygın iddia ve kanaatlerin aksine, imalat işçilerine kayda değer

vasıflar kazandırmadığını, tersine, üretim ve iş sürecinin “rasyonelleştirilmesine” dönük

Taylorist pratikleri derinleştirdiğini, iş yoğunluğunu ve çalışma temposunu artırdığını,

emeğin sermayeye gerçek tabiiyetini pekiştirmek yolunda işçilerin kendi zihinsel ve duygusal

emeklerini de seferber eden yeni mekanizmalar geliştirdiğini ve bütün bunların rızadan

ziyade hem üretim hem de üretim dışı alanlardaki baskıya dayalı yöntemlerle vücut

bulduğunu ortaya koyuyor” demektedir (Güngör, 2003: 128).

Güngör’ ün büyük sanayi işletmesinde yaptığı araştırmada da görüldüğü gibi,

gerçekte, TKY uygulamaları adı altında fordist üretim sistemi Taylor’ un sınırlarını

çizdiği yapının devamında, kapitalist mantık temelinde devam etmekte, çalışanlardan

216

daha yüksek nasıl performans alınabileceği üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Bu

yapılırken uygulamada işgörenlerin makinelerle olan ayırtları dikkate alınmamakta;

onlardan insansal özelliklerini bir tarafa bırakıp, sistemin dişlisi olmaları

beklenmektedir. Aslında bu tarz yaklaşım, TKY teorilerindeki ömür boyu istihdam

yaklaşımının da uygulamada geçerli olmadığını, rekabet edemeyen çalışanların

kolaylıkla işlerinden atılabildiğini göstermektedir. Yani, iyi olmanız yetmemekte, en

iyiler arasında değilseniz, sistemin dişlileri arasında ezilmeniz kaçınılmaz olmakta;

sosyal devlet anlayışı olmayan bir ülkede yaşıyorsanız kaderinize terk edilmeniz

gündeme gelmektedir.

Türkiye’nin esnek üretim biçimleri uygulanan, en büyük lastik

fabrikalarından birisinde çalışanlara uygulanan bir anket çalışmasında da, (Pişkin,

1998; 142-153) bu tez araştırması açısından değerlendirilebilecek faydalı bazı

bulgular şöyledir:

Sorulara cevap veren çalışanlardan % 33,3’lük bir kısmı yaptıkları işin çeşidi

ve sayısında artış olduğunu söylemektedir. % 66,6’ sı ilgili konuya cevap

vermemiştir. Burada sorulara cevap verenlerin ise, % 100’ lük kısmının işin çeşidi ve

sayısında artış olduğunu söyledikleri bildirilmektedir. Cevap vermeyenlerin oranının

yüksek oluşu bir yana bırakılırsa, işin çeşidi ve sayısındaki artış çalışanların daha

fazla iş öğrenmek zorunda kaldıklarını da göstermektedir.

İşyerinde size verilenden daha fazla sorumluluk almak ister misiniz

şeklindeki bir soruya ise, çalışanlardan % 40’ ı evet, % 53’ lük bir kısmı hayır cevabı

vermiştir. % 6,6 lık kısım cevap vermemiştir. Bu araştırmadaki yoruma göre, hayır

cevabının fazla çıkması, bu işyerindeki yoğun tempoyla ilişkilidir.

Yeni yönetim tekniklerinin uygulanmasıyla birlikte, işyerinde “yeni bir iş

yapmayı öğrendiniz mi?” sorusuna işçilerin % 100’lük kısmı evet cevabı

vermişlerdir. Bu cevap, esnek üretim biçimlerinin çalışanların birçok işi

öğrenmesi yoluyla söz konusu işletmede uygulandığını göstermektedir.

217

Yeni yönetim teknikleriyle işçilerin yorgunluk durumunu ölçmek isteyen

bir soruya karşılık ise, çalışanların % 53,3’ lük kısmı eskiden daha çok

yorulduklarını, % 40’ lık kısmı şu anda daha çok yorulduklarını söylemiştir. %

6,6’ lık kısım cevap vermemiştir. Bu soruya işin önceden daha çok yorduğu

cevabının alınması, gelişen teknoloji yoluyla yeni makinelerin kullanılması, yeni

iş yapma tekniklerinin öğrenilmesinin etkisiyle açıklanabilir. TKY uygulamaları

da bu örnekte, yeni yöntemlerin geliştirilmesi yoluyla bir katkı sağlamış olabilir.

Bu çalışmada bir başka soru da işlerini şimdi mi, yoksa geçmişte mi daha çok

sevdikleriyle ilgilidir. Bu soruya işçilerin % 93’ ü şimdi cevabını vermiş, % 6,6’ sı

ise cevap vermemiştir. Bu durum yöneticilerin iş yerindeki ve iş ilişkilerindeki

düzenlemelerle çalışanların motivasyonuyla ilgilendiklerini, başarılı bir yönetim

sergilediklerini göstermektedir.

Ücretler konusundaki bir soruya karşılık, yeni yönetim tekniklerinin

uygulanmasıyla maaşlarında artış olduğunu söyleyen çalışanların oranı % 53’ tür. %

33’ lük kısmı hayır cevabı vermiş, % 13, 3’ ü cevap vermemiştir. Çalışanlar için,

özellikle Türkiye’ de işgörenlere verilen ücretler dikkate alınırsa, ücretlerinde artış

olduğunu söyleyenlerin oranının yüksek olmasına rağmen, yukarıda incelenen işin

artan çeşitliliği dikkate alındığında, çalışanların ücretleriyle ilgili yeterli iş doyumu

alamadıkları anlaşılmaktadır.

İşyerinde “üretim hakkında başından sonuna kadar bilgi sahibi misiniz.”

şeklindeki bir soruya, çalışanların % 86,6’ sı evet cevabı vermiş, % 13,3 cevap

vermemiştir. Söz konusu cevap, yabancılaşmayla ilgili analizler dikkate alındığında,

yabancılaşmanın “anlamsızlık” boyutuyla ilgili, işgörenler açısından fazla bir sorun

yaşanmadığını göstermektedir. Bu durum dikkate alındığında, elde edilen sonuç

işletme yönetiminin çalışanlar üzerindeki başarılı ilgisiyle açıklanabilir.

“İşletmede yaptığınız iş hakkında sizin görüş ve düşünceleriniz alınıyor mu.”

şeklindeki bir soruya, işçilerin % 80’ i evet cevabı vermiş, % 13,3’ ü cevap

vermemiştir. Yine söz konusu cevap, bu tez araştırmasındaki “çalışanların işletme

218

yönetimine, kararların alınmasına katılımı” konusuna verilen cevaplarla

karşılaştırıldığında, bu işletmede işgörenlerin fikirlerine daha çok değer verildiği

şeklinde yorumlanabilir.

Burada değerlendirilebilecek bir başka soru da, “sizi en çok mutlu edecek

olan olay hangisidir” şeklindeki sorudur. Bu soruya cevap olarak çalışanların “% 40’ı

iş güvenliğinin sağlanması, % 33’ ü fabrikanın daha sağlıklı çalışma koşullarına

sahip olması, % 13,3 ücretlerimize zam yapılması, % 6,6’ sı en verimli çalışan işçi

seçilmem şeklinde cevap vermiştir. % 6,6’ sı bu soruya cevap vermemiştir.” Söz

konusu soruda, ücret artışlarıyla ilgili beklentinin düşük oranda olması yanıltıcı

olmamalıdır. Özellikle araştırma yapılan iş yerinin bir lastik fabrikası olduğu

düşünülürse, çalışanlar tarafından birinci önceliğin sağlıkla ilgili istekleri

açıklaması doğaldır.

Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Dr. Gündüz Ulusoy Koordinesiyle, TÜSİAD,

(Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği) BEYSAD, (Beyaz Eşya Yan Sanayicileri

Derneği), Boğaziçi Üniversitesi ortak çalışmasıyla, 20 işletmenin katılımıyla beyaz

eşya yan sanayiinde yapılan araştırmaya göre, çalışmamız açısından önem taşıyan

bazı bulgular da aşağıda verilmektedir: (Bu araştırmanın 1997 – 1998 – arasında

yapılan araştırmalarla ilgili olarak, 1999 yılında rapor hâline getirildiği

anlaşılmaktadır.)

Aşağıda yer alan bilgiler, Türkiye’ de beyaz eşya yan sanayiindeki yirmi

işletmenin kalite uygulamalarındaki durumunu göstermesi açısından önemlidir

(TÜSİAD, 1999: 150 - 156).

Araştırma yapılan firmalarda, insan kaynakları yönetimiyle çalışanlar için

kariyer plânlaması, eğitim ve geliştirme üzerinde çalışmalar yapan işletme oranı %

30 olarak görülmektedir.

Bu firmaların % 80’ i çalışanlarının farklı işleri yapabilmeleri ve yeniliklere

hızla uyum sağlamalarını, gelişebilmeleri için çok önemli saymaktadır.

219

Yine bu araştırmaya göre, hiyerarşi açısından yukarıdan aşağıya, aşağıdan

yukarıya personelin kuracağı ilişkilerdeki ast-üst engellemesinin kaldırılması ve

ayrıca bölümler arasında iletişimsizliği yok etme üzerine yapılan değerlendirmeye

göre, ancak % 50’ si başarılı olmuştur.

Çalışanların yönetime katkısı olması için, üretim personelinden gelen fikirleri

sürekli ve etkin olarak kullanma oranı ise, işletmelerin % 60’ ı tarafından

sağlanabilmektedir.

Yine bu araştırmaya göre, işyeri sağlığı ve güvenliği uygulamalarına güvenen

işletme oranı % 50’ dir.

Firmaların % 25’i ise işyerinde meydana gelen kaza sayısı ve maliyetini takip

etmemektedir.

Çalışan güdülenmesi, iş doyumu ile ilgili olarak düzenli ölçüm ve

metodolojiye göre çalışma yapan işletme oranı % 10’ olarak görülürken, çalışanların

morali ve tutumu ile ilgili yılda en az bir kere ölçüm yapan firma oranı % 80

olmaktadır.

Bu araştırmaya göre, işletmelerin kalite durumu açısından önemli bir gösterge

olan “öz değerlendirme” konusunda çalışan firma oranı olması beklenenin çok

altında % 25 olarak gerçekleşmektedir.

Katılım grupları ve problem çözme grupları şeklinde uygulanan kalite

çemberlerine üretim işçilerinin katılımı, işletmelerin % 40’ ına göre % 5 gibi bir

orana sahiptir. Ancak, firmaların % 85’ i bu oranın son iki yılda artığını

belirtmektedir. Yine bu çalışmaya göre, bazı işletmeler son yıllarda yeni işe

alınacaklarda eğitim durumunu dikkate aldıklarını, böylece kalite çalışmalarına

katılımın artığını belirtmektedir (TÜSİAD, 1999: 191).

220

Çalışmada yer alan işletmelerin İmalat işçisi adedi yüzdesine göre, kalite

kontrol elemanları oranı, firmaların % 53’ ünde, % 2 ile % 10 arasında değişmektedir

(TÜSİAD, 1999: 192). Ki bu durum, incelenen işletmelerde beklenen kalite

verimliliğine ulaşılamadığını göstermektedir. Çünkü, TKY teorilerinde son kontrolde

ürünün kontrol edilmesi yerine, üretimin yapılma sürecinin kontrol altına alınarak,

sıfır hatayla işlemlerin gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Başka bir deyişle son

kontrole ne kadar az ihtiyaç duyuluyorsa, üretim süreçleri o kadar uygun işliyor

demektir. Söz konusu durum, ISO 9000 standartlarıyla da gerçekleştirilmeye

çalışılmaktadır.

Yine ISO sertifikaları konusunda ise, ürün ve süreç kalitesini etkilediği

görüşüyle, bu firmaların % 46’ sı hazırda bulunan sertifikalarına bir yenisini

eklemeye çalışmakta; kalite sertifikası olmayan işletmelerin % 86’ sı sertifika almaya

çalışmaktadır. Avrupa Birliği uyum kriterleriyle de ilgili olan, çevre korunması ve

düzenlenmesiyle ilgili ISO 14001 kalite standardının ise, araştırma yapılan

işletmelerin henüz çok küçük bir kısmında dikkate alınmaya başladığı

anlaşılmaktadır (TÜSİAD, 1999: 193).

Yukarıda yer alan bilgilerden de belli olduğu üzere, Türkiye’ de beyaz eşya

yan sanayiindeki yirmi işletmenin rekabet etmenin olmazsa olmaz koşulu olarak

görülen kalite uygulamaları konusunda, çalışmaya oldukça niyetli olduğu

anlaşılmaktadır. Ancak araştırmada elde edilen sonuçlar da gösterdiği üzere, kalite

çalışmalarından beklenen sonuçların çok azının gerçekleştirilebildiği anlaşılmaktadır.

Söz konusu durum, bu tezde incelenen işletmelerdeki yetersizliklerle benzer

paralellikleri göstermektedir.

Bu araştırmanın uygulama bölümüyle ilgili beş işletmede yapılan

araştırmada, öncelikle, işletmenin organizasyon yapısının; işletmenin KOBİ ya da

büyük sanayi işletmesi olmasının; yönetimin yaklaşımının; üretimin yapısının; iş

koşullarının aşırı kol emeği gerektirip, gerektirmemesinin; işin insan sağlığını tehdit

etme durumunun; çalışanın kendisiyle ilgili demografik özelliklerin verilen cevapları

etkilediği görülmektedir.

221

Ayrıca gerçekten TKY uygulaması yapılan işletmelerde, fordist üretim

sisteminden farklı bir değişimin gerçekleşmiş olduğu konular varsa, bu değişimin

gerçekleşmesi, gerek bu tezin uygulama bölümündeki bulgular da, gerekse, başka

araştırmalardan elde edilen analizlerde, farklılıklar oranında belirginleşmektedir.

Hepsinin ötesinde ortaya çıkan gerçek ise, başta ileri sürülen tezi doğrular

biçimde, kapitalizmin üretim mantığının kaba bir şekilde uygulanışıyla, çalışanların

önemli sorunları olduğudur. Çünkü bu mantığın, başta da söylendiği gibi, ne

özneleşme kapsamında söz edilen insanların kendini gerçekleştirebilmelerine saygısı

vardır ne de topluma ve bireye saygısı vardır. Sermayenin düzeni, yukarıda yapılan

araştırmada da görüldüğü gibi, çalışanların daha fazla öz veride bulunmasını

sağlamaya çalışmakta, çoğu işgörenlerin iyi niyetli yaklaşımları da beklenen karşılığı

bulamamaktadır.

TKY uygulamaları açısından değerlendirildiğindeyse ortaya çıkan gerçek

şudur: TKY tek başına çalışanlar açısından sorun olan bir durumu ifade

etmemektedir. Hatta bu konudaki teorisyenlerin iddiaları doğru olsa, TKY ile ilgili

bölümde de incelendiği gibi, fordist üretim sistemine göre çalışanlar açısından

devrim sayılabilecek nitelikler taşımaktadır. Ancak, söz konusu yönetim sistemi,

kapitalizmin mantığında bir değişim gerçekleştirilmeden uygulandığında, bu tezde

yapılan araştırmaların sonuçlarına göre değerlendirildiğinde de görüldüğü gibi; TKY

iddialarının tersine esnek üretim anlayışı temelinde, işgörenlerin daha fazla

yıpratılmasından, kullanılmasından ileriye gidememektedir.

222

BÖLÜM V

SONUÇ

Üzerinde çalışılan tez, kuramsal kavramsal çerçeve ve alan araştırması

bölümü olmak üzere iki ana bölüm üzerinde ele alınmaktadır. Kuramsal kavramsal

çerçevede, özellikle hipotezlerle bağlantılı olan kaynaklar üzerinde yoğunlaşılmış,

bulgular sonucunda test edilmesi beklenen konularla ilgili bir temel oluşturmaya

çalışılmıştır. Alan araştırmasında da, yine tezin temel iddiaları kapsamında

yoğunlaşılmış, söz konusu verilerin detaylı bir şekilde analizi amaçlanmıştır.

Çalışanlar, genel değerlendirme bölümünden de anlaşıldığı gibi, araştırmanın

hipotezleri bağlamında incelenen konulara, aslında TKY uygulamalarına göre değil

kendilerinin koşullarını ilgilendirmesi açısından bakmakta; ister TKY anlayışı

sebebiyle olsun, isterse işletmedeki yönetim anlayışı veya firmadaki koşulların

uygunluguyla olsun, olumlu koşullara olumlu cevap vermektedirler. Bu da

göstermektedir ki, işgörenler açısından iş doyumu işletmeler için önem taşıyorsa,

fordist üretim sistemi temelinde devamlılık gösteren kapitalist üretim sistemi

anlayışıyla ilgili firmalar önemli bir esneklik geliştirmek zorunda kalacaktır. Aşağıda

yer alan satırlarda, araştırmanın özellikle çalışanlar ve toplum açısından ulaştığı

gerçekler üzerinde durulmakta, oluşturulan öneriler dikkatlere sunulmaktadır.

Bugünün dünyasında, ülke sermayelerinin büyük kısmı silahlanmaya veya

güvenlikle ilgili yatırımlara ayrılmak zorunda kalmaktadır. Silahlanmaya son verilip

tüm insanlığın refahı ve geleceği için çalışmak yerine, güçlü ekonomilerin güçsüz

ekonomileri sömürerek denetimlerine almalarına çalışılmaktadır. Oysa aşağıda

incelenecek araştırmalarda da görüldüğü gibi, doğal ve teknolojik kaynaklar dikkatli

kullanıldığında, tüm insanlığın birlikte kalkınması, gelişmesi için bir engel yoktur.

Hatta, şu anda işi mesleği olmayan, açlıkla pençeleşen milyonlarca insanın yaşama

koşulları düzeltilip, eğitile bilse, belki de hedeflenin de ötesinde tüm dünyada toptan

bir kalkınma sağlanabilecektir.

223

Işıklı’ nın araştırmasından elde edilen bilgilere göre, dünyadaki en varlıklı

200 kişinin birikimi, iki milyar insanın toplam gelirinden daha fazladır. Yine burada

incelenen Birleşmiş Milletlerden elde edilen bilgilere göre, dünyadaki zenginliğin

yarısına sahip 400 milyarderin kazançlarından yüzde 4 vergi alına bilse, tüm

dünyadaki yoksulluk ve sağlık sorunu ortadan kaldırılabilecektir (2001). Burada

açıklanan değerler insanlık açısından oldukça dramatik bir duruma işaret etmektedir.

Demek ki dünyada varlıklı geçinen insanlar, vicdan denilen bir şeyleri varsa, kendi

yaşantılarını milyarda bir etkilemeyecek bir fedakârlıkta bulunmayı kabul etseler, o

takdirde tüm insanlık yine üretime dönecek şekilde sağlıklı bir şekilde

geliştirilebilecek ve onlar da daha huzurlu, güvenli, kazanca da dönüşümü olan bir

dünyada yaşama olanaklarına kavuşa bileceklerdir.

İnsanlığın içinde yaşadığı kurgusal rolü dağıtanlar, ne yazık ki, insanların

birbirlerine zulmetmelerinden haz aldıklarını kanıtlarcasına, küreselleşmenin

ağırlaşan etkisiyle birlikte, piyasanın görünmeyen düzenleyici elinin adalet

dağıtacağı, üretimin artırılmasıyla yoksulluğun da kalkmış olacağı vb. iddialarla

insanların zekalarıyla alay etmektedirler. Oysa yoksulluğu kaldıran, üretimin artması

yanında, sosyal devlet anlayışının, gelirin yeniden dağıtımı politikalarının

uygulanmasıdır. Bu da alternatifi yokmuş gibi gösterilen, kapitalist mantık

çerçevesinde olası değildir. Çünkü, söz konusu mantık, artan yoksullaşmayı emeğin

pazarlık gücünü kırmak için kullanmaya programlanmıştır. Işıklı’ nın araştırmasına

göre, “1960' ta, dünya nüfusunun en zengin ülkelerde yaşayan yüzde 20' sinin

zenginliği en yoksul ülkelerde yaşayan yüzde 20' sinin 30 katı iken, 1995' de 82 katı

olmuştur” (2001).

Yine çalışanlar açısından ortaya çıkan değişimlerin yönünü ortaya çıkarmak

için, Sayın’ ın aktardığı bilgiler gidişatı gösterici olmaktadır. Burada açıklanan

verilere göre, 1975 – 1995 yılları arasında Amerika’ nın zenginliği % 60 artmıştır.

Buna karşılık artan bu varlıktan halkın ancak % 1’ i faydalana bilmiştir. Türkiye’ de

de 1980’ li yıllarda GSMH yılda % 5.3 oranında artarken, işçi – memur maaşlarının

1980’ li yıllar aralığındaki payı % 34.8’ den, % 18.3’ e inmiştir (2002: 310).

224

Türkiye ile ilgili Aktan’ ın araştırmasındaki veriler de, yukarıda anlatılanları

kanıtlayan başka bir örnektir. Burada aktarılan veriler şöyledir: “Kentsel alanlarda

1987 yılında en yoksul % 20’lik kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 5.43 iken,

bu oran 1994 yılında yüzde 4.3’ e inmiştir. Beşinci yüzde yirmilik bölümü temsil

eden en zenginlerin payında ise bir artış olmuştur. 1987 yılında en zenginlerin milli

gelirden aldıkları pay yüzde 50.93 iken, bu oran 1994 yılında yüzde 57.22’ ye

yükselmiştir” (2002: 2). Burada aktarılan verilerin de gösterdiği gibi, üretimin,

zenginliğin artması, gelirin topluma yaygınlaşmasını sağlamamaktadır.

Yukarıda anlatılanların etkileri, kendilerini artan yoksulluk yanında,

insanların ortalama yaşama umudunda ve okur yazarlık durumunda da

göstermektedir. UNDP (United Nations Development Programe) Human

Development Report verilerine göre, gelişmiş ülkelerde 2002 yılı değerlerine göre

doğumda ortalama yaşama umudu ortalama seksenler civarındayken, azgelişmiş

ülkelerde 40 – 50 arası yaşlara kadar inebilmekte, okur yazarlık oranı ise, gelişmiş

ülkeler ve dağılan sosyalist rejimlerde yüzde 98’ lere tırmanırken, azgelişmiş

ülkelerde yüzde 40’ lara kadar gerilemektedir. Bu kaynağa göre Türkiye’ de

doğumda ortalama yaşama beklentisi % 70.4 görünürken, okur yazarlık oranı ise, %

86.5 olarak görülmektedir (2004: 139–142).

Bugünün dünyasında değerlendirilmesi gereken bir konu da, insanlığın

geleceğiyle ilgili olan, otomatikleşme, robotlaşma, sibernetik devrimi vb. teknolojide

yaşanan gelişmelerle ilgilidir. Bu konuda Göker, Kosolapov’ dan şunları

aktarmaktadır: “... Bugün her vardiya çıkışında bir insan selinin aktığı fabrika

kapılarında, 21. yüzyılda yalnızca 10 – 15 kişi görünecek. Üstelik, fabrikanın üretimi

bugünkünün katlarca üstünde olacak. Bu insanlar, bütün üretim prosesini elektronik

aygıtlarla programlayacak, denetleyecek. Fabrika tam otomatik olacak ve pratik

olarak işçi bulunmayacak” (1995: 18-19).

Yukarıdaki paragraflarda anlatılan kapitalist mantık böyle sürüp giderse ve

bir gün dünyadaki uluslararası güçlü sermayeler, insan emeğine göre daha pahalı

225

olduğu için kullanmadıkları bu teknolojileri daha da geliştirerek, çalışanların

emeğinden ucuza satın alabilirlerse ne olacaktır? Örneğin, belki dünyadaki bütün

işler, tüm insanların binde birinin emeğiyle yapılabilir hâle gelirse, geri kalan binde

dokuz yüz doksan dokuz insanın her açıdan güvenli bir hayat sürmesi sağlanabilecek

midir? Buna söz konusu sermaye sahipleri razı olacak mıdır? Milyonlarca işsiz, aç

insan, doğadaki hayvanların ölmemek için tek yol olarak saldırmayı seçmek zorunda

kalması gibi, suç işlemeye başlar ve onlar için bu yol bir alışkanlık hâlini alırsa, yine

bu insanlar kendileri gibi işsiz kalmış, ileri teknolojileri kullanmasını da son derece

iyi bilen kişileri de yanlarına alırlarsa, kıran kırana olan bu savaş dünyada

yaşanabilecek bir alan bırakacak mıdır? Aynı şekilde sosyal devlet anlayışı, insan

hak ve özgürlükleri tanımayan temelde ilerleyen kapitalist mantığı savunanlar,

doğadaki rekabet benzeri kıran kırana rekabeti yasal (meşru) görürlerken, yine

doğadaki koşullar benzeri bir iç güdüyle hareket eden, kendi yarattıkları koşulların

sonucu olan, ölmemek için kendilerine saldıran insanları nasıl suçlayacaklardır?

Burada anlatılanlar kapsamında, bugün de, çağımızda ileri endüstri

uygarlığının, içinde yaşadığımız dünyayı biz içindekiler için çekilmez hâle getirme

konusunda tehlikeli sinyaller verdiği görülmektedir. Ekolojik dengenin bozulması,

atmosfer, okyanus deniz ve doğanın sorumsuzca kirletilmesi, doğal kaynakların

tüketilmesi, kontrol edilmeyen teknoloji sebebiyle su kaynaklarının, nehirlerin,

göllerin kirletilmesi, gelecek kuşakların yaşama olanaklarını kısıtlamaktadır. Yine

ileri sanayi uygarlığının kapitalizmin mantığında toplumu sürüklediği tehlike, aile

bağlarında ortaya çıkan kırılma, toplu yaşamadaki geri gidiş, hukuku, dikkate

almama, ethik, ve kültürel sorunlar, etnik ve dini bağların pekiştirilmeye çalışılması,

kanunlara saygısızlık, cinsiyet ayrımcılığı, yoksulluk, suç, vahşi insan davranışları,

psikolojik hastalıklarda artış bugün de yüz yüze kalınan sorunlardır (Kassiola, 1990:

4-6). Söz konusu durum şimdiden duyarlı insanları kaygılandırmaktadır. Duyarsız

görünenler de bir zaman gelecek kaygılanacaktır. Ancak o zaman umula ki, her şeyi

düzeltmek için çok geç kalınmış olmasın.

Konunun incelenmesinde en önemli noktayı, kapitalist sistemin mantığının

araştırılması oluşturmuştur. Çünkü, bugünün dünyasında yaşanan tüm gerçekler

226

kapitalist temel üzerine kurulup geliştiğine göre, o temelin sağlam olması üzerinde

gelişen oluşumların da dimdik durmasına sebep olacak, eğer temel sağlam değilse

üstünde gerçekleşen oluşumlarda güvenli olmayacaktır. Yani, bir Anadolu deyişiyle

“süt sağlam ise, ondan yapılan yoğurt da sağlıklı olacaktır.”

Araştırma kapsamında da netleştirilmeye çalışıldığı gibi, tezin sorguladığı

alanın sınırlandırılması gerektiğinden, özellikle TKY konusunda ileri sürülen

teorilere karşı bir tavır içine girilmemiş; özellikle kapitalist sistemin üretim

mantığında aldığı biçim tartışılmaya açılmış, söz konusu sistemin çalışanlar, toplum,

açısından değerlendirilebilecek tüm iddialarının, elde edilen bulgularla uygulamadaki

durumu incelenmeye çalışılmıştır.

Ortaya çıkan önemli gerçek şudur ki; burada değerlendirilen araştırmalar

kapsamında geniş bir şekilde açıklandığı gibi, TKY uygulamalarının kapitalizmin

üretim mantığında çalışanlar açısından, toplumla ilişkili olarak, doğanın

korunmasıyla ilgili ya da çalışanların tüm bilinç oluşturucu baskıların olabildiğince

uzağında kendilerini ifade edebilmeleriyle, (özneleşme) ilgili olarak olumlu

değişimlere sebep olmadığı anlaşılmaktadır.

Tüm insanlar dünyaya gelişlerinde diğer hemcinsleriyle eşit haklara

sahiptirler, hiç kimse evrenin yaratıcısından kendisine özel bir hak verilmediğine

göre, zenginliğini, mevkisini kullanarak sınırsız haklara sahip olduğunu iddia

edemez. Yaşanılan dünya, doğadaki diğer canlılarla birlikte, insanlığın ortak

malıdır. Böyleyken bireyler doğumlarıyla birlikte içinde ailelerinin varlıkları,

statüleri yoluyla farklı yaşantılara, işlere, kazançlara sahip olurlar. Oysa, insani

duyarlılığın, sosyal devlet anlayışının gelişmediği kapitalizmin üretim mantığı,

geliştirdiği bilinçle birlikte, her insanda olması gereken duyarlılığı bir tarafa

bırakarak, emekçilere ve yoksullara alınıp satılabilen bir mal, ya da meta değeri olan

bir varlık olarak bakar. Ancak ne doğaya ne de insanlara sorumsuzca davranmak

kimsenin hakkı değildir. Kişilerin varlıklarına, yeteneklerine, bilgilerine bağlı statü

ve rolleri kabul edilebilir. Ancak bu kabullenişin koşulu, (büyük sermaye sahipleri

hiçbir şeyi kendileri yoktan var etmediklerine, yine kendi varlıkları da başka

227

insanların emeğiyle oluştuğuna göre) varlık sahibi kişilerin de doğaya ve diğer

insanlara hak ettikleri saygıyı göstermeleri olmalıdır.

Bu tez çalışmasıyla, buraya kadar elde edilen bulgular dikkate alınarak

geliştirilen temel öneriyi şöyle özetlemek olanaklıdır: Kapitalizmin üretim mantığı,

piyasanın son derece kuralsızca serbestleştirilmesi, birikim yapmanın her çeşidinin

olağan sayılması, insan hak ve özgürlüklerinin, sosyal devlet anlayışının hiçe

sayılması anlamında bir gelişim göstermektedir. Böyle devam etmesi ise, aynı temel

üzerine kurulacak tüm yapıların, TKY dahil, olumsuz gelişmelere sebep olmasına

sebep olacaktır. O nedenle devletlerin yönetiminden, işletme yönetimlerinden, aile

ilişkilerine kadar geniş bir açıda yeni öneriler getiren TKY teorileri iddialarında

samimiyet taşınıyorsa, öncelikle yukarıda yazılan kapsamda kapitalist sistemin

mantığında önemli bir karşı duruşun gerçekleştirilmesi, söz konusu yapının çalışanlar

ve toplumdan yana taraf olarak esnetilmesi gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan temel öneri dikkate alınmak koşuluyla, özellikle TKY

teorileri olmak üzere, araştırma sonucunun çalışanlara ve topluma faydalı bir durumu

içermesi, ayrıca işletmelerde verimliliğin artması açısından aşağıda belirtilen alt

önerilerin değerlendirilmesi uygun olacaktır:

a. TKY uygulamalarının kendi mantığı açısından da bir tutarlılık geliştirmesi

açısından, tüm toplumdaki ve işyerlerindeki demokratikleştirme, şeffaf toplum

yaratma, katılımcılık çalışmalarının artırılmasıyla ilgili, insanların kendilerini ifade

edebilme yeteneklerini de yükseltip, yaratıcılığı artıran ciddi önlemler üzerinde

çalışılması uygun olacaktır.

b. Özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde yaşayan çalışanlar ekonomik

sorunlar sebebiyle, aşırı sağlıksız bir yaşantıya mahkum olmaktadır. Bu durum ise,

çalışanların hem işlerindeki verimlerini etkilemekte, hem de sağlıksız şartlarda

yetişmek zorunda kalan çocuklar sebebiyle, toplumların geleceklerindeki

olumsuzlukları beslemektedir. Çünkü bugünün dünyasında görülen önemli

gerçeklerden birisi de, ülkelerin toplumların gelişmesinin iyi eğitim alabilmiş,

228

sağlıklı koşullarda yetişen insanlara bağlı olduğudur. Yine eğitimin insan

özgürlüğüne bir saldırı anlamı taşımaması için ise, olabildiği kadar tarafsızlığının

sağlanması gerekir. Ayrıca yoksullaşmanın ortaya çıkardığı diğer tehlikeler de göz

önüne alındığında, sorunun büyüklüğü anlaşılır. Tüm bu problemlere çözüm üretmek

ise, gelir dağılımında adaletin sağlanmasıyla olur.

c. Günümüz toplumunda, bilgi, beceri ve yeteneklerin geliştirilmesiyle insan

niteliklerinin artırılması, özellikle yeterince gelişemeyen toplumlar açısından birinci

önceliğe sahip olmalıdır. Çünkü ileri toplumlar seviyesine gelebilmek için, en temel

koşul, her alanda yetişmiş eğitilmiş insanlara sahip olunarak gerçekleştirilebilir. Aynı

bağlamda işletmelerin uluslararası piyasa şartlarında yarışabilmeleri için de, bu koşul

olmazsa olmazlardandır. Çalışanların, toplumun, bilgi, beceri, yeteneklerinin

geliştirilmesi, eğer farkına varabilirlerse, işletmelerin gelecekleri açısından da

vazgeçilmez olacaktır. Çünkü, onlara gelecekte de piyasa şartlarında var olacakları

garantisini kimse veremeyecektir.

d. Çalışanların işletmelerinde verimli ve iş doyumu yüksek olarak işlerini

yapabilmelerinin bir koşulu da ikili ilişkiler konusunda incelenebilir. Akrabalık,

çıkar, hemşehrilik vb. ilişkilerin ayrımcılık anlamında gelişmesi, işletmeye zarar

verecektir. Yine, fordist üretim ve TKY uygulamalarında çokça görüldüğü gibi,

çalışanların birbirlerini denetlemesi vb. yollarla, daha fazla öz verili çalışma

konusunda baskı yapılması, sonunda işletmelerin zararına olacak gelişmelere sebep

olacaktır. Tersine, işletmelerdeki birlik beraberliğin, dostluğun, sevginin, saygının,

paylaşmanın güçlendirilmesi ise, hem çalışanlar hem de işletme açısından faydalı

sonuçları beraberinde getirecektir.

e. Çalışanları etkileyen bir konu da, işletmede korku ve tedirginliğe sebep

olacak bir ortam bulunmasıdır. Böyle durumlarda çalışanların işlerinden aldıkları

doyum engellenmiş, ayrıca onların hak ve özgürlükleri de sınırlandırılmış olacaktır.

İşletmeler açısından ise, tedirgin olarak işgören çalışanlar, beklendiği şekilde kaliteli

üretim yapamayacak, işletmelerine sahip çıkmayacak, firmalarının daha da başarılı

olmasına hizmet etmeyeceklerdir. Ayrıca, oluşan hatalar gizlenerek, aynı hataların

229

sürekli şekilde tekrarlanmasına sebep olunmuş olacaktır. Böyle bir durumdan

kurtulmak için ise, çalışanlarla gerçek anlamda işbirliğinin gerçekleştirilmesi; hatayı

kimin yaptığı yerine, hata oluşumunu sağlayan etkenlerin ortadan kaldırılması;

“insan hata yapabilir” anlayışının yerleştirilmesi gerekecektir.

f. Toplumlardaki bireylerin, çalışanların kişiliklerinin, kendilerini ifade

edebilmelerinin, yaratıcılıklarını geliştirmenin bir koşulu da, onların kişiliklerine,

onurlarına, fikirlerine verilen değerle ilişkilidir. Bu durum, insan özneleşmesinin

(diğer etkenlerle birlikte) gerçekleştirilmesine de katkı sağlar. Her insan (insan

hakları evrensel bildirgesinde de yer aldığı gibi) dünyaya gelmekle, kendisine saygı

gösterilmesini ve yaşadığı ülkede sosyal yaşantısını sürdürebilmesiyle ilgili

desteklemeleri hak eder (Duben, 1994: 41–47). Başkalarına saygı göstermemenin tek

istisnası ise, onların kendilerine gösterilen saygıyı, diğerlerinin hak ve özgürlüklerini

engelleme amaçlı kullanmaları olabilir. Yani kendileri demokratik özgürlükleri

kullanıp, bu özgürlükler sayesinde güçlenirken, başkalarının özgürlüklerine aynı

saygıyı göstermeyenlere karşı önlem almak da, kişi özgürlüğünü, “özneyi”

kurtarmanın tek yoludur. Kalite çalışmalarında istendiği öne sürülen, kendine

güvenen, yaratıcılığı yüksek insanlar da, ancak böyle bir yapıda gelişebilir. Bu

konulara dikkat edilmesi bireylerin yaratıcılıklarına, kişiliklerinin geliştirilmesine

katkı sağlayacağından, hem işletmeler hem de toplum açısından daha verimli

gelişmeleri üretecektir.

g. Kapitalist üretim mantığı gereği gerçekleşen, topluma, doğaya ve insana

karşı olan duyarsızlık, tüm toplumda ve işyerlerinde sorumsuz ilişkilerin artmasını

pekiştirmektedir. Gelişmelerin böyle devam etmesi ise, toplumların ve insanlığın

ortak malı olan doğanın geleceğini tehlikeye atmaktadır. Tüm toplumda Sorumluluk

anlayışının yaygınlaştırılması ise, kendini geliştirebilme olanaklarından yoksun

bireylerin de, sağlıklı koşullarda yetişip nitelikli insanlar olmalarını sağlayacağından,

bu da toplumsal üretim ve refahın yaygınlaşmasına, işletmelerde verimin artmasına

sebep olacaktır. Böyle bir durumun gerçekleştirilmesi için ise, bu araştırmada

üzerinde durulan diğer önerilerle birlikte, kapitalist sistemin insana, topluma, doğaya

duyarlı bir donanımla yeniden inşa edilmesi gerekecektir.

230

ğ. Özellikle yeterince gelişemeyen ülkelerde daha ağırlıklı olarak görülen

sorunlardan birisi de sosyal güvencelerle ilgilidir. Araştırmada incelenen KOBİ

işletmeleri bağlamında yapılan gözlem ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre,

hemen hiç sendikalaşma çalışmasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, başka

araştırmalardan elde edilen bilgiler değerlendirildiğindiyse, büyük sanayi

işletmelerinde sendikal faaliyetlerin gerçekleşebildiği, ancak hazırdaki durumda

etkili bir sendikacılık yapılamadığı anlaşılmaktadır.

Yeterli iş güvencesinin bulunmaması, sağlıkla ilgili olanaklar vb. sosyal

güvencelerde karşılaşılaşılan sorunlar çalışanları önemli ölçüde tedirgin etmektedir.

Serbest piyasa anlayışı içinde, çalışanların pazarlık güçlerinin son haddine kadar

kısıtlanmaya çalışılması ise, bu konudaki sorunları artırmaktadır. Oysa, işgörenlerin

hak ve güvencelerden yoksun bir yaşama mahkum edilmesi, araştırmada Roma

örneğinde anlatılanları akla getirmektedir. Çünkü hak ve güvencelere sahip olmamak

köleliğin biçim değiştirmiş bir türüne denk gelir. Roma örneğinde kendi vücutları

üzerinde dahi hakları olmayan insanlar, zevk için ölesiye dövüştürülüyor, hayvanlar

gibi kızgın demirlerle damgalanıyordu. Tamamen yanlış olan bugünün

uygulamalarında ise, sosyal hak ve güvencelere, sendikalaşmaya karşı sergilenen

tutum, tamamen insana saygısızlık temelinde gerçekleşmektedir. Kapitalist sistem

tarafından istihdam konusunda ileri sürülen serbest piyasa şartlarındaki emeğin

özgürlüğü savunuları ise, işsizliğin son derece önemli bir sorun olduğu bir ortamda,

tamamen haksız, saygısız bir aldatmacayı içermektedir. Bu konularda önlem

alınmaması ise, araştırmada anlatılanlar paralelinde toplumsal sorunları

artıracağından, gelişmeyi engelleyeceğinden, insanlığın geleceğinde tahmin

edilemeyecek kadar büyük zararların oluşmasını beraberinde getirecektir.

h. Çalışanları etkileyen en önemli konulardan birisi de, işyerlerinin

çalışanların sağlıkları açısından elverişli olup olmamasıyla ilişkilidir. Çok ağır ve

tehlikeli koşullarda çalışmak zorunda kalan işgörenler, hiçbir ücret karşılığı geri

getirilemeyecek sağlıklarını kaybetmektedirler. Bazı durumlarda, yönetici ya da

patron baskısıyla birleşen sağlıksız iş yeri koşulları işkence hâlini alabilmektedir.

231

Genellikle böyle durumlarda önlem alınmamasına, söz konusu değişiklerin daha

fazla maliyet getirmesi sebep gösterilmektedir. Oysa, Kalite çalışmalarından daha da

önce, işyerleriyle ilgili sağlıklı şartların geliştirilmesi, çalışan huzuru ve verimini de

artıracak, bu da işletmeye fayda olarak dönebilecektir.

ı. Aşama kaydede bilme, bilgilerini gelecek nesillere aktara bilme, yükselme

isteği, insanlığın bugünlere gelmesini de sağlayan bir güdülenmeyle ilişkilidir.

Yapılan çalışmalarda, işgörenlerin ve toplumdaki diğer insanların kendi başarılarıyla

ilgili ulaşmak isteyecekleri bir hedefleri olmadığında, günlük yaşantılarında ve

işlerinde yeterince verimli davranamadıkları ortaya çıkmaktadır. Toplumda ve

işyerlerinde insanlardaki bu arzuları olumlu yönde güçlendirmek, insanlığın

karşılaşması olası sorunların da aşılmasında faydalı olacaktır. Ancak, bu

uygulamaların insanlar arasında iş birliğini güçlendirecek, hakça kurallara göre

belirlenmiş olması gerekecektir. Söz konusu durumda başarı sağlandığında, tüm

toplumun, işletmelerin gerçek anlamda nitelikli kimseler tarafından yönetilmesi

sağlanacağından, ilerlemede dinamik bir süreç başlamış olacak, çıkar hesaplarına ya

da yaşa göre yönetim kademelerine gelinmesinin yerini, bilgi, yetenek ve öz veri

alacaktır. Böyle bir şey uygulamada gerçekleştirilebilirse, TKY teorilerinde konu

içinde açıklanmış bulunan “Toplam Yönetimin Kalitesi” deyimi anlam kazanacaktır.

i. Yükselen işsizlik sorunuyla ilgili olarak, TKY teorilerinde, artırılan

kalitenin rekabet koşullarında öne geçmeyi getirmesiyle, daha fazla iş ve işyerinin

oluşmasını sağlayacağı, bunun da işsizliği azaltacağı iddia edilmektedir. Oysa

kapitalist sistemin mantığı gereği, iş gücünün piyasa şartlarındaki pazarlık gücünü

kısıtlamak gerekmektedir. Ayrıca TKY uygulamalarıyla, daha gelişmiş makineleri

kullanma ve işi yapmada geliştirilen yöntemlerle verimliliğin artırılması, daha az

çalışanla daha çok iş çıkartılabilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu durumun söz

konusu iddiayla çelişikliği ortadadır. TKY uygulamalarıyla gerçek anlamda,

toplumun faydasına bir şeyler yapılmak isteniyorsa, bu tür dayanaksız iddialardan

vazgeçilmeli, nasıl ve hangi yollarla sosyal - ekonomik sorunların aşılabileceği,

gelirin yeniden dağıtımı politikaları dahil ne gibi önlemler alınabileceği

araştırılmalıdır.

232

j. Bilim ve aklın öngördüğü yolda gitmek, insanlığın içinde bulunduğu

durumdan kurtulması için tek umuttur. Buradan bakışla gelişe bilmek için, bilimsel

çalışmaların yeterli kaynak ayrılarak desteklenmesinin büyük önem taşıyacağı

ortadır. Ancak söz konusu araştırma desteği sadece fizik bilimlerle ilgili olarak değil,

fizik bilimlerdeki ilerlemeler, sosyal bilimlerin insan ve topluma katkıları olmadan

faydalı olamayacağına göre, sosyal bilimler için de düşünülmelidir.

k. İnsan hak ve özgürlüklerini artırmak, şeffaf bir toplum yaratmak, hem

toplumsal güveni sağlamak, hem de gelişme, kalkınmayı gerçekleştirme açısından en

temel konulardandır. Bu durumun gerçekleştirilemediği toplumlarda, ülke

kaynaklarının nerelere nasıl harcandığı, gerçekte kimin ülkenin zararına ya da

yararına çalıştığı bilinemez. O nedenle her türlü yolsuzluk heveslilerinin amaçlarına

en rahat ulaşabildikleri toplumlar otokratik, teokratik toplumlar olup, hemen her türlü

bilgi kolayca milli sır hâline getirilip gizlenmeye çalışabilir. Herkesin herkesten

korkar hâle getirildiği böyle toplumlarda, insanların bir takım doğruları görmezden

gelmeleri gerektiği, siyasetle uğraşmamaları gerektiği vb. beyinlere bol bol işlenir.

Bu durum toplumumuzda da “etliye sütlüye karışmamak” deyimiyle halk arasında

bol bol gündeme getirilir. İnsanların “özneleşmesi” açısından da son derece önemli

olan bu konuda çalışmalar yapılması, hem kamudaki halkla ilişkiler, hem de

işyerlerindeki huzur ve verim açısından önemlidir.

İnsanlığın tüm insanların daha mutlu olacağı şekilde daha fazla

ilerleyememesinin başında, dokunulamaz eleştirilemez olarak gösterilen değerler

bulunur. Eleştirilemeyen, dokunulamayan bu doğmalar yoluyla, insanların kendi

özgün benliklerini yaratabilmelerine, korkusuzca çekinmeden araştırma

yapabilmelerine engel olmaya çalışılır. Burada söz konusu edilen özgürlüğün ise tek

bir sınırı olabilir. O da, bizim özgürlüğümüzün, başkalarının özgürlüğünün başladığı

noktada bittiği yerdir. Örnek olarak bazı şeriat özlemcilerinin bir kısmı tarafından,

sanki onların dünya ve dinle ilgili yorumları evrenin yaratıcısı tarafından direk olarak

onaylanmış gibi; başkalarının da insan olduklarını ve farklı düşüne bileceklerini

hesaba katmadan, demokrasinin verdiği özgürlükleri yine onu yok etmek için

233

kullanmalarına müsaade edilemez. Kasapoğlunun cümlesiyle “....Ancak demokrasi,

iktidara geldiğinde kendini yok edecek akımlara izin verecek kadar cömert olamaz”

(Kasapoğlu, 1996: 116).

l. Araştırmada da incelenen kapitalist, emperyalist sürecin, yeterince

gelişemeyen ülkelerde ve Türkiye’ de oynamak istediği oyunlar ortadır. Bu

emperyalist güçlere, tüm dünyaya da örnek olacak şekilde, Türkiye’ de Atatürk ve

onun devrimleriyle cevap verilmiştir. Onun “Tam Bağımsızlık” anlayışı konusunda

ülkemize bıraktığı mirasa sahip olunabilseydi, bugün Türkiye uluslararası güçlerin

oyunlarına karşı bu kadar zayıf kalmayacaktı. Onun ilkelerine sahip çıkılabilseydi,

gelir dağılımı arasındaki bu derece farklılıklar oluşmayacak, şu anda karşı karşıya

olunan toplumsal ekonomik sorunlar bu kadar büyümeyecekti. Buradaki öneriyle,

Türkiye devletinin ve toplumunun çıkarları açısından Kemalizm’e sahip çıkılması

önerilmektedir. Ancak bunu yaparken, Kemalizm’e karşı da en büyük tehlikenin onu

Tanrısallaştırmaya, putlaştırmaya, doğma hâline getirmeye çalışanlardan geleceği

unutulmamalıdır. Onun özü, kendi direktiflerinde de aktardığı gibi, toplumun

yararları gözetilmek şartıyla sürekli gelişmeden, değişmeden, ilerlemeden yana onu

aşmak olarak anlaşılmalıdır. TKY teorilerinde anlatılan “kaizen” de uygulama

alanında doğru bir şekilde gerçekleştirile bilse bundan başka bir şey değildir. 62

m. TKY uygulamaları konusunda iddialı olanlar için önemli bir öneri de,

“toplam” kelimesinin anlamını da içeren, organizasyonda üretimi etkileyen tüm

değerler yanında, olmazsa olmaz olan çalışanların göz ardı edilmemesi üzerine

dikkatle eğilmeleridir. Tersine hareket etmeleri ise, işgörenlerin de karşı bir tavır

içine girecekleri varsayılırsa, böyle davrananların da zararına olacaktır.

62 Atatürk, bir doktrin adamı değildir ve doktrinlere de karşıdır. Onun fikirsel uğraşısı, değişme ve gelişmelerin takip edilmesinden yanadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “kendisine, ‘Paşam, bu partinin doktrini yok’ dediği zaman, ona verdiği yanıt: “Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi donduruz” olmuştur (Aydemir’ den aktaran Kongar, 1983: 325). Burada söz konusu edilen değişme dikkate alındığında, değişimin bir geriye gidişi de ifade edebileceği unutulmamalıdır. Kongar’ ın örneğinden açıklanırsa, atomun parçalanması teknolojiyle ilgili büyük bir gelişmedir. Ancak atomun bomba olarak insanları yok etmede bir savaş aracı olarak kullanılması ya da insanların faydasına elektrik ve ısı üretiminde kullanılması durumu vardır. Konu insan insan çelişkisi içerisinde değerlendirildiğinde, ideolojik bir seçimi kapsamakta ve ayrıca değişimin yönünün iki tarafı olduğunu öne çıkarmaktadır (Kongar, 1981: 22-23). Böylelikle ilerici değişim söz konusu edildiğinde, insanların küçük bir azınlığı yerine tamamının çıkarlarını gözeten, daha çok insana özgürlük ve haklar getiren değişimlerin ilerici değişimler, tersinin gerici değişimler olduğu söylenebilir.

234

n. Yukarıda yer alan tüm önerilerin dikkate alınması, tüm bilinç

oluşturucuların olabildiğince uzağında, bu çalışmada “özneleşme” olarak söz edilen

insanların kendilerini gerçekleştirebilmeleri açısından da önemlidir. “Özneleşme” nin

bu kadar ciddiye alınmasının temel sebebi, insanlığın beklenen gelişimi için olmazsa

olmazlardan sayılmasıdır. Tüm insanları programlamaya çalışan toplumsal sistemler

içerisindeki yapılardan kurtulup, insan yaratıcılığını, ufkunu geliştirmenin, insan

özneleşmesini sağlamaktan başka yolu yoktur. Aksi takdirde dünyada yaşayan bizler,

robotların özel bir biçimde formatlanmış hâlinden başka bir şey olamayacağız.

Ancak bunu başarmak o kadar da kolay değildir. Açıklaması yapılan bilinç

oluşturucuların etkisinden kurtulabilmek, kendi doğrularımızı üretebilmek zorlu bir

yoldan geçilmesini gerektirecektir. Üstelik konuyla ilgili yüzde yüz başarının elde

edilmesi de olası görünmemektedir. Ancak, robotlaşmadan kurtulmak için, anlatılan

konuda uğraş vermeden başka bir çare de yoktur.

Açıklanan önerinin işlerliğe sahip olması için, olmazsa olmazlardan en

önemlileri olarak ise, tüm toplumun sosyal – ekonomik durumunun geliştirilmesi ve

özellikle de özgür eğitimin gerçekleştirilmesinin önemine değinilmeden

geçilemeyecektir. Sosyal – ekonomik konularda ilerleme olmadan hiçbir konuda

ilerleme olamayacağı ortadır. Özgür eğitim ise, tüm tartışılmazları ve yasakları da

içine alacak şekilde geniş bir hoşgörüyü gerektirmektedir. Burada, insanlığa zararlı

sapkınlıkların tek boyutlu eğitimden beslendiği, farklı ve aykırı görüşlerin

değerlendirilememesinin beyin yıkamaya sebep olduğu, bireyleri kendi aklına göre

değil başkalarının aklına göre biçimlendirdiği unutulmamalıdır. Bunun örneklerinden

birisi, din ve dini anlayışlar hakkındaki farklı görüşleri, tarafsızca öğretmek yerine,

tek boyutlu insan yetiştirme yönündeki çabalardır. Ayrıca bir başka örnek olan,

kapitalist kültürlemeye tez içinde yeterince değinilmiştir. Oysa, oldukça korkakça

olan söz konusu tutumun, kendisine ve diğer insanlara güvensizliği de böylelikle

açığa çıkmaktadır.

Son söz olarak söylemek gerekirse, araştırmada da incelendiği gibi, kapitalist,

liberal politikaların güçlü ve güçsüzü eşit yarışma olanaklarının olmadığı bir ortamda

235

rekabete zorlaması, beklendiği gibi, bir tarafta artan refah, diğer tarafta ise artan

yoksulluk ve sefalete yol açmaktadır. Söz konusu TKY teorileri de, çalışanların

durumunda kapsamlı bir iyileştirme teklifiyle geldiği hâlde, uygulamada araştırmada

incelenen mantık sebebiyle tamamen bir aldatmaca durumunu almakta, ayrıca esnek

üretim temelinde gelişen ilişkiler sebebiyle işgörenlerin sendikal faaliyetler başta

olmak üzere, birçok sosyal hak ve güvencelerinde geriye gidişe sebep olmaktadır.

TKY sistemini savunanlar, bu araştırmada da incelenen, söz konusu sistemin

çalışanlar, toplum ve insanlık için faydalı olacağına inanıyorlar ve bu düşüncelerinde

dürüstseler, öncelikle uygulama alanında kendi anlattıklarıyla hiç uyuşmayan

oluşumlara çare arayışına girişmelidirler. Ancak, sistemlerini kurdukları temel olan

kapitalizm, bizzat kendisi krize dönük ve insani duyarlılıktan da yoksun olduğuna

göre, burada, söz konusu anlayışta esnekliğe gitmeden bunu başarmaları olanaksız

olarak görülmektedir. Aynı kapsamda, burada yapılan eleştirilerin dikkate

alınmasının, TKY ile ilgili sorunların da incelenmesine katkı sağlayacağı

düşünülmektedir. Asıl hata, TKY’ nin kendisiyle ilgili değil, büründürüldüğü biçimle

ilgilidir. Burada şu söylenebilir: İnsanlığın adı her ne olursa olsun, tüm oluşumları

güzelleştirmek, faydalı hâle getirmek için yeni arayışlara ihtiyacı vardır. Ancak daha

baştan temelde sorun varsa, binanın ayakta sağlam durması olanaksızlaşmaktadır.

236

ÖZET

Bilindiği gibi, bugünün dünyasında, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel tüm

yapılar kapitalizmin mantığına göre şekillendirilmiş bulunmaktadır. Ancak, bu tezde

de incelendiği gibi, söz konusu sermaye sistemi mantığının çalışanlara, topluma,

doğaya son derece duyarsızca yaklaştığı anlaşılmaktadır. Bu duyarsızlık o kadar ileri

gitmektedir ki, insanların bilinçlerindeki doğru, yanlış kavramları dahi etki altına

alınmakta, insanlar kendi doğrularıyla hareket edemeyen kalabalıklara

dönüştürülmektedir.

Her gün haber kaynaklarından ve uzmanların araştırmalarından elde edilen

bilgiler, (tezde de incelendiği gibi) sorunların giderek artığının bir göstergesidir.

Açık olarak görüldüğü gibi, içinde yaşanılan dünya, doğasıyla ve insanıyla

sorumsuzca tehlikeye atılmaktadır. Tezde TKY sistemine gelinen süreci açıklamak

için tartışılan, kapitalizmin krizleri sonucu geliştirilen, fordist, post-fordist üretim

ilişkileri de, sermaye sistemi için geçici çareler bulmasına rağmen, anlatılan

sorunlara çözüm getirememektedir. Aynı bağlamda TKY sistemi, uygulandığı her

alanda, farklı bir bakış açısı getirdiği iddiasında bulunmaktadır. Ancak, üzerinde

durduğu temel, kontrol edilemeyen kapitalist süreçteki esnek üretimler olduğundan

çelişiktir. Burada sorgulanan konu da, söz konusu çelişkiye odaklanmaktadır.

Bu tezde, yukarıda anlatılan mantıkla çerçevelenmiş olan TKY, teori ve

uygulamadaki durumuyla incelenmektedir. Araştırılan konu, sorunu sosyolojik

yaklaşımla, çalışanlar açısından tartıştığından, emeğin üretim bölüşüm tarihini de

dikkate almak gerekmiştir. O nedenle konuya insanların ilkel koşullardaki

yaşantısından başlanmış, zamanımıza kadar gelen süreç değerlendirmeye alınmıştır.

Bu süreçte ise, üretimin örgütlenişinin tarihsel gelişimi toplum düzleminde ve örgüt

düzleminde olmak üzere; sanayileşme öncesi, sanayileşme sonrası (sanayi devrimi

sonrası) olarak incelenmiş, daha sonra TKY’ ne ilişkin yaklaşımlara yer verilmiştir.

Yine konuyla bağlantılı olarak, fordizm, post-fordizm, azgelişme, küreselleşme, post-

modernizm, yabancılaşma kavramları da, kuramsal açıdan tartışılmıştır.

237

Tezin sonraki bölümünde, alan araştırmasının yöntemi hakkında bilgi

verilmektedir. Daha sonraki bulgular ile ilgili bölümde ise, elektronik sanayiinde beş

işletmede uygulanmış olan gözlem, görüşme ve anket tekniklerinin analizi

yapılmaktadır. Aynı bölümün genel değerlendirme kısmında da, elde edilen veriler

çalışmanın hipotezleriyle test edilmektedir. Yine burada çıkan sonuçlar başka

araştırmalardan elde edilen bilgilerle karşılaştırılmaktadır. Sonuç bölümünde ise,

tezin kuramsal kavramsal çerçevesi dahilinde yapılan incelemelerle, alan araştırması

bulguları birlikte karşılaştırılarak, öneriler getirilmektedir.

238

SUMMARY

As known, in today’s world, all structures, social, economic, political,

cultural are shaped according to capitalism logic. But, as examined in this thesis, it is

understood that the discussed capital system treats to employee, nature, society

insensitively. This insensitivity goes to that level, even human’s perception of the

concept like truth or false is influenced. People become crowd who cannot behave

with their own truth.

Information which got from news research of specialist, everyday, are the

indication that the problems are increasing. As obviously seen, the world in which

we live is thrown to danger irresponsively and people is thrown in to danger.

Although the fordist and post- fordist production relations, which are developed for

the result of capitalism crisis, which are discussed in this thesis to explain the process

that comes to TQM (Total Quality Management) system, find temporary solution for

the capital system, they cannot give solution to the problem which are discussed. In

same context TQM system claims that it brings different view to the every field to

which it is imposed. But because of the foundation on which it stands is flexible

productions, which cannot be controlled in capitalist process, it is contradictory. The

subject questioned, here, focuses on this contradiction.

The TQM framed by the logic, which is discussed in above paragraphs, is

analysed, in this thesis, with its theoretical and practical conditions. Because the

researched subject discusses the problem from the point of employee with

sociological approach, it is required to take into consideration of the history of

labour’s production and sharing. Because of this reason the subject is started with

life of people under primitive conditions and the process that reaches to our time is

evaluated. In this process, the historical development of the organization of

production is analysed on the basis of society and organization as before

industrialization and after industrialization (after industrial revolution), there after

approaches to TQM is discussed. Again, in connection with the subject, the concepts

239

like fordism, postfordism, underdevelopment, globalism, post-modernism, alienation

are discussed from the point of theoretical.

In the later section of the thesis, information is given about the method of the

field research. In the relevant section with later findings, the analyses of the methods

of the observations, conversation, surveys, made in five business enterprises of the

electronic industry, are executed. In the general evaluation part of the same section,

provided data are tested with the hypothesis of study. And again findings from here

are compared with the results of another studies. In the final section of thesis,

researches made in the theoretical frame of thesis are compared with the findings of

the field study and suggestions are made.

240

KAYNAKÇA

Aydoğan, M., (2002), Avrupa Birliğinin Neresindeyiz (Tanzimattan Gümrük

Birliğine), 2.basım, İstanbul: Kum Saati Yayınları.

Aguayo, R., (1994), Japon Mucizesinin Mimarı, Çev. Y. Kaan Tunçbilek. 1.basım,

İstanbul: Form Matbaacılık.

Arendt, H., (1994), İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener, 1.basım, İstanbul:

İletişim Yayınları.

Aristoteles, (1998), Atinalıların Devleti, Yayına Hazırlayan Egemen Berköz,

1.basım, Çağdaş Matbaacılık.

Aktan, C., C., (1997), Değişim ve Yeni Global Yönetim, İstanbul: Mes Yayınları.

Aktan, C., C., (2002), Türkiye’ de Gelir Dağılımında Adaletsizlik Sorunu,

Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu

Yayını.

Argun, T., (1998), Ve Patron İnsanı Keşfetti, Kasım, http://www.bilgiyonetimi.org.

Argun, T., (1998b), Patron, Yönetici, Lider, Nisan, http://www.bilgiyonetimi.org.

Argun, T., (2000), Toplam Yönetim Kalitesi, http://www.bilgiyonetimi.org.

Aron, R., (1989), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, 2.basım, Çev. Korkmaz

Alemdar, Bilgi Yayınevi.

Akkaya, Y., (2003), Özelleştirme ve Sendikal Politikalar, Makale, Yorum,

Tartışma, http://www.sendika.org.

241

Bacdayan, P., (2001), Quality Improvement Teams That Stall Due To Poor

Project Selection: An Exploration Of Contributing Factors, Total Quality

Management, Vol. 12.

Barling, J., Kelloway, K., E. ve İversion, D., R., (2003), High-Quality Work, Job

Satisfaction, and Occupational Injuries, Journal of Applied Psychology,

Vol.88, No. 2.

Baş, T., (2003), ISO 9000: 2000 Kalite Yönetim Sistemi, 3.basım, İstanbul: Sistem

Yayıncılık.

Bauman, Z., (1999), Küreselleşme, Çev. Abdullah Yılmaz, 1.basım, İstanbul:

Ayrıntı Yayınları.

Beachler, J., (1994), Kapitalizmin Kökenleri, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 2. basım,

Ankara: İmge Kitabevi.

Benhabib, Ş., (1999), Modernizm, Evrensellik ve Birey, 1.basım, Çev. Mehmet

Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Berman, M., (1994), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev. Ümit Altuğ – Bülent

Peker, 1.basım, İstanbul: İletişim Yayınları.

Blauner, R., (1966), Alienation and Freedom The Factory Worker and His

Industry, 2.basım, Chicago: The University of Chicago.

Bloch, M., (1983), Feodal Toplum, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 1.basım, Ankara:

Savaş yayınları.

Büyüköztürk, Ş., (2002), Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, 2. basım,

Ankara: Pegem Yayıncılık.

242

Cem, İ., (1977), Türkiye’ de Geri Kalmışlığın Tarihi, 6. basım, İstanbul: Cem

Yayınevi.

Chossudovsky, M., (1999), Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç,

1.basım, İstanbul: Çivi Yazıları.

Clark, C., (1957), Conditions of Economic Progress, 3. basım, London: Macmillan

and Co. Ltd., New York, St. Martin’ s Press.

Comte, A., (2000), Positive Philosophy, İngilizce’ye Çev. Martineau Harriet,

Batoche Books.

Demir, E., Nichols, T. ve Suğur, N., (2002), Sanayide Yeniden Yapılanmanın

Emek Süreçleri Üzerindeki Etkisi: Beyaz Eşya Sanayiinde Ekip

Çalışması, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi 2- 4 Kasım 2000 Eskişehir,

Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları.

Drucker, P., (1993), Kapitalizm Sonrası Toplum, Çev. Zülfü Dicleli, 1.basım, Su

Basın Yayın A.Ş.

Drucker, P., (1995), Gelecek İçin Yönetim, Çev. Fikret Üçcan. 3.basım, İstanbul:

Türkiye İş bankası Kültür Yayınları.

Duben, A., (1994), Human Rights and Democratization, The Role of Local

Governments and NGOs, 1. basım, İstanbul: Kent Basımevi.

Durheim, E., (1997) The Division of Labor in Society, Çev. W. D. Halls, New

York: Macmillan Publishers.

Dalgıç, A., C., İSO 9000:2000 Kalite Yönetimi Sistemi,

http://www1.gantep.edu.tr/~dalgic/iso.htm.

243

Deming, W., E., (1996), Krizden Çıkış. Çev. Cem Akaş. 1.basım, İstanbul: Arçelik

A.Ş.

Demir, E., Nichols, T. ve Suğur, N., (2002), Türkiye’ de İnsan Kaynakları

Yönetimi ve Yerel Stratejiler: Beyaz Eşya Sektörü Üzerine Bir

Araştırma, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi 2- 4 Kasım 2000 Eskişehir,

Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları.

Djerdjour, M., (2000), Implementation Of Quality Programmes In Developing

Countries: A Fiji Islands Case Study , Total Quality Management, January

Vol. 11, Issue 1.

Duygulu, E., (1999), Yabancılaşma Olgusuna Yönelik Karşılaştırmalı Bir

İnceleme, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 1,

Sayı:3.

Eldridge, J., (1972), Industrial Disputes Essays In The Sociology Of Industrial

Relations, 2.basım, New York: Humanities Press.

Engels, F., (1974), Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökenleri, Çev. Kenan

Somer, 3.basım, Ankara: Sol Yayınları.

Ergün, M., (1995), SPSS for Windows, 1.basım, Ankara: Ocak Yayınları.

Eroğul, C., (1998), Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 3.basım, Ankara: İmge

Kitabevi.

Esin, P., (1982), İş bölümü, Yabancılaşma ve Sosyal Politika Kuramsal Bir

Yaklaşım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 502.

Engin,Y., (1999), Sendikacılık Sivil Toplum ve Yeni Duruşlar, 1. basım, Ankara:

Öz İplik-İş Sendikası Eğitim Yayınları.

244

Erbaş, H., (1986), Social Relations And Attitudes Towards Work Among

Turkish Industrial Workers The Case of Ankara Sugar Factory’s

Workers, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, The Institute of Social Sciences,

Ankara, Middle East Technical University.

Erbaş, H., (1999), Metodoloji Tartışmaları Işığında Göç ve Etnisite, Sosyolojisi

Dergisi, Sayı 2, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

Erbaş, H., (2002), Küresel Kriz ve Marjinalleşme Sürecinde Göç ve Göçmenler,

Doğu Batı Dergisi, Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları

Ercan, F., (1996), Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik, 1.basım, İstanbul:

Sarmal Yayınevi.

Erkan, H., (1994), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, 2.b. Ankara: Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları.

Ersen, H., (1997), Toplam Kalite ve İnsan Kaynakları Yönetimi İlişkisi. 2.basım,

İstanbul: Sim Matbaacılık.

Fayol, H., (2005), Genel ve Endüstriyel Yönetim, 1.basım, Çev. M.Asım

Çalıkoğlu, Ankara: Adres Yayınları.

Fujimura, H., (1999), The Origins and Destinations of Japan's Union Leaders,

Japan Labor Bulletin, Vol.38 No.5 May 1, http://www.jil.go.jp/bulletin/.

Fukuyama, F., (2000), Güven, Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, 2.basım,

Çev. Ahmet Buğdaycı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Giddens, A., (1994) Sosyoloji Eleştirel Bir Yaklaşım, 3. basım, Çev. M. Ruhi

Esengün, İsmail Öğretir, İstanbul: Birey Yayıncılık.

245

Giddens, A., (2000), Sosyoloji, yayına hazırlayanlar: Hüseyin Özel – Cemal Güzel

1.basım, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Goethe, J., W., (1999), Faust, Çev. Yüksel Pazarkaya, Çağdaş Matbaacılık

Yayıncılık Ltd. Şti.

Goldhorpe, J., H., Lockwood, D., Bechhofer, F., vd, (1973), The Affluent Worker

in The Class Structure, 4.basım, New York: Cabridge University Press.

Göker, A. ve Kıral, Ç., (1996), Esnek Üretim/Esnek Otomasyon Sistem ve

Teknolojileri, 2.basım, Bilim ve Teknoloji Strateji ve Politika Çalışmaları,

TÜBİTAK BTP.

Göker, A., (1995), Bilim Teknoloji Sanayi Üçlemesi, 1.basım İstanbul: Sarmal

Yayınevi.

Gönenç, A., A., (2001), Sivil Toplum Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi,

www.altkitap.com.

Gül, S., S., (1999), Kamu Yönetiminde Kalite, Piyasa ve Müşteri Anlayışlarının

İdeolojik Temelleri, Kamu Yönetiminde Kalite 2.Ulusal Kongresi 21-22

Ekim.

Güngör, F., (2003), Teknoloji ve Emek: Türkiye’ de Otomobil Sektörü,

Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Güven, S., (1996), Toplum Biliminde Araştırma Yöntemleri, 6.basım, Bursa: Bursa Ezgi

Kitabevi.

Güvenç, B., (1995), Japon Kültürü. 5.basım, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları.

246

Habermas, J., (1999), Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora, Mithat

Sancar, 2. basım, İstanbul: İletişim Yayınları.

Hall, S. ve Jacques, M., (1995), Yeni Zamanlar, 1.basım, İstanbul: Ayrıntı

Yayınları.

Halliday, F., (2002), 2000’ lerde Dünya Tehlikeler ve Vaatler, 1.basım, Yayına

Hazırlayan Müsemma Sabancıoğlu, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Hançerlioğlu, O., (1993), Düşünce Tarihi, 5. basım, İstanbul: Remzi kitabevi.

Harvey, D., (1999), Post Modernliğin Durumu, Çev. Sungur Savran, 2.basım.,

İstanbul: Metis Yayınları.

Hazlitt, H., (1973), The Conquest of Poverty, The Henry Hazlitt Foundation in

Cooperation with The Foundation for Economic Education Free-Market.net:

The Freedom Network, http://www.hazlitt.org.

Hobsbawm, E.J, (1998), Sermaye Çağı, Çev. Bahadır Sina Şener, 1.Basım, Ankara:

Dost Kitabevi Yayınları.

Holton, R. J., (1998), Globalization and the Nation-State, 1.basım, Great Britain,

Macmillan Press Ltd.

http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/html/eng/ceko/isikli_globalization2.htm

Işıklı, A., (2001), Küresel Saldırı, Devlet ve Sendikalar, Emek Platformu'nun

Emek Politikaları Sempozyumu.

ICFTU, (2003), (Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu), Sendikalar

İçin Küreselleşme Rehberi –1, Çev. Gaye Yılmaz, No: 34, Disk Yayınları,

Ocak.

247

Imamichi, T., (1994), The Nature and Challenge of Technology, The Council for

Research in Values and Philosophy, USA, Library of Congress Cataloging-

in-Publication, Cultural Heritage And Contemporary Change Series III Asia,

Volume 11.

İlkin, A., (1974), Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi, 1.basım, İstanbul: İstanbul

Üniversitesi Yayınları.

Juran, M., J., GodFrey, B., A., (1999), Juran’s Quality Handbook, 5.basım, United

States of America: McGraw-Hill.

Kasapoğlu, A., (1996), Din Siyaset İlişkisi Öğrenci Gençlik Üzerine Bir Siyasal

Kültür Araştırması, 1.basım, Sosyoloji dergisi, Ankara: A.Ü. Basımevi.

Kassiola, J., J., (1990), The Death of Industrial Civilization The Limits to

Economic Growth and the Repoliticization of Advenced Indusrtial

Society, 1.basım, State University of New York Press.

Kavrakoğlu, İ., (1994), Toplam Kalite Yönetimi. 2.basım, İstanbul: Kalder

Yayınları.

Kazgan, G., (2000), Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen, 3.basım,

İstanbul: Bilgi İletişim Grubu Yayıncılık ve Haber Ajansı.

Keat, R. ve Ury, J., (1994), Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün Çelebi,

1.basım, Ankara: İmge Kitabevi.

Kennedy, P., (1996), Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Çev. Fikret Üçcan, 2.

basım, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Kepenek, Y. ve Yentürk, N., (1996), Türkiye Ekonomisi, 8. basım, İstanbul: Remzi

Kitabevi.

248

Kezuka, K., (2000), Legal Problems Concerning Part-time Work in Japan, Japan

Labor Bulletin, Vol.39-No.9 September, http://www.jil.go.jp/bulletin/.

Kit-F., P., (2001), Cultural Influences On Total Quality Management Adoption

In Chinese Enterprises: An Empirical Study, Carfax Publishing Company,

Total Quality Management, Vol. 12, Issue.

Kongar, E., (1981), Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, 1.basım,

İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kongar, E., (1983), Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk, 1. basım,

İstanbul: Remzi Kitabevi.

Köksal, F., (1998), Evrim Kuramı ve Sosyal Bilimler, Sempozyum Bildirileri,

Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, 1.basım, İstanbul: Metis Yayınları.

Kurtkan, A., (1978), Sosyal İlimler Metedolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi

Yayınları.

Liker, J., (2004), K., The Toyota Way: 14 Management Principles From The

World’ s Greatest Manufacturer, New york: McGraw Hill.

Lyotard, J., F., (1990), Postmodern Durum, Çev. Ahmet Çiğdem, 1.basım, İstanbul:

Ara Yayıncılık.

Langman, L., (1998), Bakhtin The Future: Techno-Capital and Cyber-

Feudalism, Finland, University of Jyvaskyla.

Leakey, R., (1998), İnsanın Kökeni, Çev. Sinem Gül, 1.basım., İstanbul: Varlık

Yayınları.

Marx, K., (1974), Kapital, Çev. Mehmet Selik, 2.basım, Ankara: Odak Yayınevi.

249

Mengüşoğlu, T., (1983), Felsefeye Giriş, 3.basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Milliyet Gazetesi, (21 Mayıs 2004), ABD İşkence Fotoğrafları.

Ministry of Health, (2002), Labor-Management Relations, Japan Labor Bulletin,

Vol.41-No.03, Mart, http://www.jil.go.jp/bulletin/.

Moralı, D., (2002), Yapay Gündem: ISO 9000 ve TKY İşçi Sınıfı Perspektifi Ne

Olmalı?, http://www.marksist.com.

Mottaz, J., C., (1981), Some Determinants of Work Alienation, The Sociological

Quarterly, volume 22, No: 4.

Murata, K. ve Harison, A., (1995), Japon Yönetim Teknikleri. Çev. Özden Arıkan.

1.basım, İstanbul: Rota Yayınları.

Naisbitt, J., (1994), Global Paradoks, Çev. Sinem Gül, 1.basım, İstanbul: Birleşik

Basın Dağıtım.

Nicel İşçi Araştırmaları Merkezi, (2001), Kriz Konjonktüründe İşçi Eğilimleri

Araştırması Ön Araştırma Raporu.

Nurkse, R., (1970), Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries

and Patterns of Trade and Development, 4. basım, New York: Oxford

University Press.

Özdemir, Y, G., Başkaldırı, Onay ya da Boyun Eğme?: Hegemonik Fabrika

Rejiminde Mavi Yakalı İşçilerin Hikayesi, Toplum ve Bilim, 86. sayı,

Birikim Yayınları

Özevren, M., (1997), Toplam Kalite Yönetimi Temel Kavramlar ve

Uygulamalar, 1. basım, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.

250

Parker, M., (2000), The Sociology of organizations and The Organization of

Sociology: Some Reflections on The Making of a Division of Labour, The

Sociological Review, Volume: 48, No:1 February, Blackwell Publishers.

Person, S., H., (1972), Scientific Management in American Industry, The Taylor

Society, Easton Hive Puhlishing Company.

Pişkin, H., (1998), Modern Yönetim Tekniklerine İşçi İşveren Sendikalarının

Bakış Açısı ve Konu ile ilgili Karşılaştırmalı Bir Araştırma,

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Polama, M., M., (1993), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. Hayriye Erbaş,

1.basım, Ankara: Gündoğan Yayınları.

Prages, D., (1978), Global Ecopolitics, United States of America: Duxbury Press.

Proudhon, P., J., (1999), What is Property? An Inquiry into the Principle of

Right and of Government. Electronic Text Center, University of Virginia

Library Copyright, http://etext.lib.virginia.edu/.

Rodrik, D., (2000), Yeni Küresel Ekonomi ve Gelişmekte Olan Ülkeler, Çev.

Sultan Gül, 1.basım, İstanbul: Sabah Kitapları.

Rousseau, J., J., (1996), Toplum sözleşmesi. Çev. Alpagut Erenulu, Ankara: Öteki

yayınevi.

Sayın, Ö., (2002), Küreselleşme Sürecinde Sermaye-İşgücü İlişkisi, III. Ulusal

Sosyoloji Kongresi 2-4 Kasım 2000 Eskişehir, Ankara: Sosyoloji Derneği

Yayınları.

251

Seddon, J., (2000), ISO 9001 Quality Manual The Vanguard Standards A

systems thinkers guide to interpretation and use of ISO 9000:2000

http://www.lean-service.com/6.asp.

Shipley, D., (2002), ISO 9000 Makes Integrated Systems User Friendly, Quality

Progress, American Society For quality, Temmuz.

Somel, C., (2002), Azgelişmişlik Perspektifinden Küreselleşme, Doğu Batı

Dergisi, Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları

Spencer, M., S., Loomba, A., (2001), Total Quality Management Programmes At

Smaller Manufacturers: Benchmarking Techniques And Results, Total

Quality Management, Vol. 12, Issue 5.

Stith, J., (2001), Implementing a Value-Added Iso 9000 Program Using the 7

Infrastructures For Mobilizing Change, Center For Quality Of

Management, Volume 10, Number 1, Summer.

Suğur, N., Theo, N. ve Suğur, S., (2004), Türkiye’ de Toplam Kalite Yönetimi

Uygulamaları: Beyaz Eşya, Otomotiv ve Tekstil Sektörü Üzerine Bir Araştırma, A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 59, Sayı 2. http://www.politics.ankara.edu.tr/sbfdergisi.php.

Swingewood, A., (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Osman

Akınbay, 1.basım, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Sencer, M. ve Irmak, Y., (1984), Toplum Bilimlerinde Yöntem, 2. basım, İstanbul:

Say Kitap Pazarlama.

Şenel, A., (1998), Siyasal Düşünceler Tarihi, 7. basım, Ankara: Bilim ve Sanat

Yayınları.

Şenkal, A., (1998), Globalleşen Dünyada Sendikalar arası Rekabet, Çimento

İşveren Dergisi, sayı 5, cilt 12.

252

Taina, S., M., (2000), Leadership Strategies For Gaining Business Excellence

Through Total Quality Management: A Finnish Case Study, Total

Quality Management, Vol.11, Issue 2.

Telman, N., (1988), Endüstride Görülen İş Tatminsizliği ve Bunun yabancılaşma

Duygusu ile Olan İlişkisi, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Toffler, A., (1996), Şok, Gelecek Korkusu, Çev.Selami Sargut, 4. basım, İstanbul:

Altın Kitaplar Yayınevi.

Touraine, A., (1994), Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, 1.basım, İstanbul:

Yapı Kredi Yayınları.

Tözüm, H., (2002), Küreselleşme: Gerçek mi, Seçenek mi?, Doğu Batı Dergisi,

Sayı 18. Ankara: Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları

Trofino, A.J., (2000), Transformational Leadership: Moving Total Quality

Management To World-Class Organizations, By: Trofino, A.J.,

International Nursing Review, December, Vol. 47, Issue 4.

TÜSİAD, (1999), Rekabet Stratejileri Dizisi, Beyaz Eşya Yan Sanayiinde

Rekabet Stratejileri ve İş Mükemmelliği, İstanbul.

Uçkan, B., (2004), Türkiye’deki Sendikalar arası Rekabete Çarpıcı Bir Örnek:

Kristal-İş ile T.Çimse-İş Arasındaki Mücadele, www.isguc.org.

UNDP , (2004), “United Nations Development Programe” Human Development

Report, USA, New York, http://hdr.undp.org.

Ury, J., (1987), Class and Space The Making of Urban Society, The Growth of

Scientific Management: Transformations in Class Structure and Class

Strugle, 1.basım, London: Routledge Kegan Paul Ltd.

253

Wallerstein, I., (2000), Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev. Tuncay Birkan, 1.basım,

İstanbul: Metis Yayınları. Wallerstein, I., (2002), Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, 3. basım,

İstanbul: Metis Yayınları. Weaver, N., C., (1998), Toplam Kalite Yönetiminin Dört Aşaması. Çev. Tuncay

Birkan, Osman Akınbay, 2.basım, İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Weber, M., (2002), Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Zeynep Gürata,

3.basım, Ankara: Ayraç Yayınevi. Weis, D., J., Davis, R., W., vd, (1967), Manuel for The Minnesota Satisfaction

Questionnaire, Minnesota Studies in Vocational Rehabilitation, XXII.

Wilkinson, A. ve Willmott, H. (1995) Introduction, In Wilkinson, A. and Willmott, H. (eds.): Making quality critical: new perspectives on organizational change. London: Routledge [www.jbs.cam.ac.uk/people/faculty/pdfs/willmott_intro_making_quality.pdf]

Yıldırım, C., (1983), Bilim Tarihi, 2.basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Yıldırım, E., (2000) Türkiye’deki Toplam Kalite Uygulamalarının İşçiler ve

Endüstri İlişkileri Üzerindeki Etkileri, Toplum ve Bilim, 86. sayı, Birikim

Yayınları

Yılmaz, O., (2004), Personel Rejimi Düzenlemeleri ve Çalışma Yaşamı,

www.sendika.org.

Yong, J. ve Wilkinson, A., M., (2001), Rethinking Total Quality

Management, Total Quality Management, Vol. 12, Issue 2.

Zohar, D. ve Marshall, I., (1994), The Quantum Society Mind, Physics and a New

Social Vision, 2.basım, London: Harper Collins Publishers.

254

ANKET FORMU

Araştırma Danışmanı Öğretim Üyesi : Doçent Doktor Hayriye ERBAŞ

Araştırmayı Yapan Bilgileri : Doktora Öğrencisi Kemal ER

Hangi Kurum Adına Yaptığı : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalı

Araştırmanın Amacı ve Önemi : Bu çalışma, sadece bilimsel amaçlarda kullanılmak üzere, bir Doktora Tezi

için hazırlanmaktadır. Aşağıdaki sorulara vereceğiniz her cevap, siz çalışanların sorunlarının anlaşılmasında ve

çözülmesinde bilimsel katkılar sağlayacak; ayrıca konu üzerinde eğitim görenler içinde faydalı olacaktır.

Anketin Cevaplanmasında Dikkat Edilmesi Gerekenler : Aşağıdaki anket sorularını cevaplandırırken,

sadece kendi durumlarınızı düşünerek sorulara cevap vermeniz beklenmektedir. Adınız ve soyadınızın yazılmasına

ihtiyaç yoktur. Aşağıdaki soruların doğru cevabı olmayıp, sizlerin fikirlerini değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır.

İşletmenizde olmayan durumlar için cevap bölmesine hiç ya da yok yazabilirsiniz. İlk sekiz soru sizin iş tecrübeniz,

cinsiyetiniz gibi durumların cevaplarınıza etkisini ölçmek amacı taşımaktadır. Soruları cevaplarken size en yakın

gelen seçeneğin solundaki paranteze çarpı işareti koyunuz. Soruların bitimindeki açıklamayı okuyarak eklemek

istediklerinizi yazabilirsiniz.

1. Cinsiyetiniz : ( ) Erkek ( ) Bayan

2. Yaşınız : ( ) 18 - 25 ( ) 26 - 35 arası ( ) 36 - 45 arası ( ) 46’ üstü

3. Eğitim durumunuz ile ilgili sahip olduğunuz diploma :

( ) Bir diploma sahibi değilim ( ) İlkokul ( ) Orta okul ( ) Lise

( ) Yüksek Okul ( ) Üniversite ( ) Yüksek lisans ( ) Doktora

4. Burada ve başka işlerde çalıştığınız yaklaşık toplam süre :

( ) 2’ yıldan az ( ) 2 - 8 ( ) 9 - 14 ( ) 15 - 20 ( ) 21 yıldan fazla

5. Bu işyerinde çalıştığınız yaklaşık toplam süre :

( ) 2’ yıldan az ( ) 2 - 8 ( ) 9 - 14 ( ) 15 - 20 ( ) 21 yıldan fazla

6. Aşağıdakilerden hangisine dahilsiniz?

( ) Vasıfsız işçi ( ) Usta işçi ( ) Teknisyen ( ) Mühendis ( ) Diğer, belirtiniz ...................

7. Ailenizin aylık ortalama toplam geliri (arazi, kira gelirleri, eş çalışması vb. dahil) ne kadardır?

( ) 300 – 500 milyon TL. ( ) 501 milyon – 1 milyar TL. ( ) 1milyar bir milyon TL. – 1,5 milyar TL. ( ) 1 milyar

beş yüz bir milyondan fazla

8. Aynı ev içinde beraber oturduğunuz kişi sayısı nedir?

…………………………

255

1 İşlerinizi yaparken sizin yöntem ve

fikirlerinize ne düzeyde değer verilir?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

2 İş yerinden elde ettiğiniz gelir, ailenizle

birlikte beslenme ihtiyaçlarınızı ne kadar

karşılamaktadır?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

3 İşletmenizin performans değerlendirme

sisteminin çalışanla, çalışmayanı doğru

belirlediğine ne kadar güvenirsiniz?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

4 İşe girerken dost, hemşehri, akraba, çıkar

vb. ilişkiler ne kadar etkili olur?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

5 İşletmeniz, genel kültürünüzü geliştir-

menizi ne kadar destekler?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

6 Daha çok ve kaliteli üretim için,

kendinizi ne kadar baskı altında

hissediyorsunuz?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

7 İşletmeniz, günlük işlerinizde, yorulma,

özel sorunlar veya sağlık sorunlarınız

olabileceğini ne kadar hesaba katar?

( ) Çok az ( ) Az ( ) Orta ( ) Fazla ( ) Çok fazla

8 İşlerinizde karşılaştığınız sorunların

çözümünde, yönetici konumundaki

kişiler ne düzeyde yardımcı olmaktadır?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

9 Kuruluşunuzda yapılan işlerle ilgili

olarak üzerinize sorumluluk alıp, her

şeyin daha iyi olması için ne kadar çaba

sarf edersiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

10 Emeklilik ile ilgili güvencelerinizi ne

düzeyde yeterli buluyorsunuz?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

11 Yıllık tatil imkanlarını ne kadar yeterli

buluyorsunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

12 Sizce iş ortamınız tehlikelerden ne kadar

arındırılmıştır?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

256

13 Aldığınız eğitimler ve çalışmalarınız

mesleğinizde ilerlemenizi ne düzeyde

etkiler?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

14 Fazla mesai ve vardiya tipi çalışma

şekilleri işletmenizde uygulanıyorsa sizi

ne kadar olumsuz etkilemektedir? Bu tip

çalışma şekilleri işletmenizde uygulan-

mıyorsa bu soruya cevap vermeyiniz.

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

15 Yaptığınız iş, farklı bölümlerde farklı

işler yapmanız için ne kadar uygundur?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

16 İş yerinde, çalışma şartlarının iyileştiril-

mesi ile ilgili kararlarda ne kadar etkili

oluyorsunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

17 İş yerinden elde ettiğiniz gelir, aileniz ile

birlikte sinema, tiyatro, tatil, eğitim gibi

sosyal ihtiyaçlara ne kadar yetmektedir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

18 İşlerinizi daha iyi yapmaya çalışmanız,

yöneticiler tarafından ne kadar takdir

edilir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

19 İş yerindeki yükselmeler, dost, hemşehri,

akraba, çıkar vb. ilişkiler yerine; beceri,

eğitim, etkin çalışabilme gibi kriterlere

göre ne düzeyde gerçekleştirilmektedir?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

20 İşleriniz ile ilgili konularda, eğitim vb.

yollarla kendinizi geliştirebilmeniz için

işletmeden ne kadar destek görürsünüz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

21 İşletmenizde günlük işlerinizi yaparken,

(hatalarınızın bulunacağı, izleneceğiniz

vb. sebeplerle) kendinizi ne kadar

tedirgin hissedersiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

257

22 Sizin fikirleriniz yöneticiler tarafından ne

kadar dinlenmekte ve değerlendirmeye

alınmaktadır?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

23 İşletmenizde yönetici konumundaki

kişiler, sizlerin, kreş, dinlenme tesisleri

vb. ihtiyaçlarıyla ne düzeyde ilgilenmek-

tedir?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

24 Yöneticileriniz çalıştığınız bölümde

belirli işleri sizin takip etmenizi ne kadar

destekler?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

25 Size verilmiş güvencelerle işinizi

kaybetmeyeceğinize ne düzeyde güven

duymaktasınız?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

26 İş yerinizde, çalışma yerleri ve

makineleri, sağlığınız açısından ne

düzeyde yeterli bulmaktasınız?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

27 İşletmeniz tarafından, çalışanların

bulundukları durumdan daha yüksek

kariyerlere yükselmesi ne kadar

desteklenir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

28 İş yerinizde kullandığınız / kullanılan

makineler, farklı cihazlar yapmanız için

veya aynı cihazı değişik özelliklerde

üretmeniz için ne kadar uygundur?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

29 Kalitenin artırılmasında önerileriniz ne

kadar dikkate alınır?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

30 Firmanızın gelir ve üretim artışı, sizin

aylığınızı, sosyal imkanlarınızı ne

düzeyde etkiliyor?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

31 Sizin sosyal, ekonomik haklarınız,

gösterdiğiniz başarıyla ne kadar ilgilidir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

258

32 İş yerinizdeki arkadaşlıklar ve dostluk-

larda hemşehrilik, mezhep, dini anlayış

vb. durumlar ne düzeyde etkili olmak-

tadır?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

33 Meslekî gelişiminiz için gerekli olan,

uzman eğitimci, kitap, eğitim odası, vb.

ne kadar yeterlidir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

34 İş yerinizdeki yöneticiler, hatalarınızla

ilgili olarak ne kadar hoş görülüdür?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

35 İşletmenizde, yöneticileriniz size karşı ne

düzeyde saygılı davranmaktadır?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

36 Yöneticileriniz, işlerinizi daha iyi

yapmanız için, sizlerle iletişim kurarak,

ne düzeyde kolaylık sağlar?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

37 İş yerinizdeki kalitenin artırılmasında

kendinizi ne düzeyde sorumlu hisseder-

siniz?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

38 Sendikal faaliyetlerde bulunmuş olsanız,

bu durumun üzerinizde olumsuz baskı-

lara sebep olmayacağına ne kadar

güvenirsiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

39 Fazla mesai, vardiyaya kalma gibi

durumlar dinlenmenize ne kadar engel

oluyor?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

40 Öğle tatili ve çay arası gibi dinlenme

zamanlarını ne kadar yeterli buluyor-

sunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

41 İşletmenizde, sağlık birimi, iş yeri

hekimi vb. olanakları ne düzeyde yeterli

bulmaktasınız?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

259

42 İşinizde yükselebilmeniz için yapmanız

gerekenler, sizlere ne kadar açıklıkla

belirtilmiştir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

43 Genel olarak düşündüğünüzde kalite

çalışmaları, siz çalışanların durumunda

ne kadar olumlu etkilere sahip olmuştur?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

44 İş yerinizde uygulandığı şekliyle Kalite

çalışmalarını, başka işyerlerinin de

gerçekleştirmesini, çalışanları açısından

ne kadar olumlu buluyorsunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

Aşağıdaki soruları yukarıdakilere benzer şekilde kendinize sorarak cevaplayınız.

1 Günlük görevinizi yerine getirirken ne

kadar serbest davranma imkanına

sahipsiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

2 İş hayatınızda yaptığınız iş, bir iş

başarmanın zevkini ne düzeyde veriyor?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

3 Yaptığınız iş, çalıştığınız kuruluşun

başarısı için ne kadar önemli bir yere

sahiptir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

4 Görevinizi yerine getirirken, kendi

düşüncelerinizi uygulama olanağınız ne

düzeydedir?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

5 Yaptığınız iş, ne kadar önemi ve değeri

olan bir iştir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

6 İş hayatınızda ödül olarak para ne kadar

önemlidir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

7 İş hayatınızda yöneticilerinize danış-

madan kararları ne kadar kendiniz

alırsınız?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

8 Yaptığınız işlerin amacını ne kadar

anlarsınız?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

260

9 İş hayatınızda yaptığınız iş, size kişisel

başarı duygusunu ne düzeyde

sağlamaktadır?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

10 Günlük işlerinizi yoluna koyup,

düzenlemede sizin yapacaklarınız ne

düzeydedir?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

11 İşiniz size ne kadar kendinizi geliştirme

imkanı verir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

12 İşinizin çevreniz için önemini ne kadar

hissedersiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

13 Çalıştığınız kuruluş açısından yaptığınız

işin önemini ne düzeyde biliyorsunuz?

( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

14 Yaptığınız işlerle ilgili olarak, gerektiği

zaman değişiklik yapabilme imkanına

ne kadar sahipsiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

15 Yaptığınız iş ne düzeyde ilginç bir iştir? ( )Çok düşük ( )düşük ( )Orta ( )Yüksek ( )Çok yüksek

16 Günlük hayatta yaptığınız işlerin ne

kadarı başkaları tarafından belirlenir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

17 Yaptığınız işin, işyerinizdeki diğer

çalışanların yaptığı işlerle ilgisini ne

kadar biliyorsunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

18 Yaptığınız iş, ne kadar yaratıcılık

isteyen bir iştir?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

19 İş yerinizde işinizi yaparken kararların

ne kadarını kendiniz verirsiniz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

20 Yaptığınız işin önemini ne kadar

biliyorsunuz?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

21 İş hayatınızda yaptığınız işler için hüner

ve kabiliyetlerinizi kullanmanıza ne

kadar gerek vardır?

( )Çok az ( )Az ( )Orta ( )Fazla ( )Çok fazla

Bu araştırmaya yaptığınız katkıdan dolayı teşekkür ederim. Anket sorularıyla ilgili başka eklemek

istedikleriniz varsa, kağıdın devamına veya arkasına yazabilirsiniz.

261

İŞLETMELERİN TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ VE ESNEK ÜRETİM DURUMLARIYLA İLGİLİ SORULAR:63

1. İşletmenizde ne kadar sıklıkla kalite eğitimi yapılmaktadır? (Haftada 1 saat, Ayda 1 saat

vb.)

Belirtiniz ................................

2. Kalite çemberleri çalışmaları yapılmakta mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

3. Önceki soruya cevabınız evet ise, yılda ortalama kaç adet çember çalışması

neticelendirilmektedir.

........................

4. İşletme çalışanlarının TKY çalışmalarına katılma düzeyi (yüzde olarak) nasıldır?

........................

5. Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin değerlendirilmesi ile ilgili işletmenizin

ödüllendirme sistemi var mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

6. İşletmenizde uygulamaya konulmuş bir öneri sistemi var mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

7. Önceki soruya cevabınız evet ise, yılda ortalama ne kadar öneri gelmektedir?

Yukarıdaki soruya cevabınız hayır ise, başka bir yöntemlerle öneriler değerlendiriliyor

mu?

.........................

8. Kalite çalışmalarına katılan çalışanlar problem çözme tekniklerini kullanabilmekte

midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

9. İşletmenin TKY kapsamında Vizyon, Misyon, Değerleri, Amaç ve hedefleri belirlenmiş

midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

10. İşletme tarafından dış müşteri memnuniyeti belirli zaman aralıklarıyla ölçülüp, istek ve

beklentileri değerlendirilmekte midir?

63 Soruların analizinde ek açıklamalar ve gözlemler de dikkate alınmıştır.

262

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

11. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları yapılmakta mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

12. Üst yönetim TKY çalışmalarına katkı sağlayıp, desteklemekte midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

13. İşletmeniz tarafından iç müşteri iş doyumu belirli zaman aralıklarıyla ölçülüp, istek ve

beklentileri değerlendirilmekte midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

14. İşletmenizde yapılan işler için istatistik teknikleri kullanılmakta mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

15. İşletmenizde meydana gelen hatalar, eksiklikler ve üretim hataları yakından izlenmekte

ve bu hataların tekrar oluşmaması için önleyici kalite teknikleri kullanılmakta mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

16. İşletmenizde verimi ve kaliteyi artırma açısından, yeni teknolojik gelişmeler takip

edilmekte midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

17. İşletmenizde çalışanların esnek kullanılmasına bağlı, işgörenlerin bölümlerinin

değiştirilmesi vb. teknikler uygulanmakta mıdır?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

18. İşletmenizde makinelerin esnek kullanımı açısından, çok amaçlı ve değişen müşteri

taleplerine uyumlu üretim yapılabilmekte midir?

( ) Evet ( ) Hayır

Açıklama:

19. İşletmenizde vardiyalı çalışma, dışarıya iş verme, fazla mesai, part-time çalışma vb.

tekniklerin kullanılma durumu nasıldır?

………………………………………

263

İşletmelerin Toplam Kalite Yönetimi ve esnek üretim durumlarıyla ilgili sorulara

verilen cevapların analizi:

1. Kalite eğitiminin sıklık durumu % İŞLETME A 80 İŞLETME B 40 İŞLETME C 60 İŞLETME D 60 İŞLETME E 40

2. Kalite çemberi çalışmalarının durumu % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 3. İşletmelerde TKY çalışmalarına katılma düzeyi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 60 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 4. Yaratıcılığın, başarının ve üretkenliğin ödüllendirilmesi % İŞLETME A 80 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 80 5. Çalışanların öneri sistemine katılması % İŞLETME A 40 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 40 6. Problem çözme tekniklerinin kullanılabilmesi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40

264

7. Vizyon, Misyon, Değerler, Amaç ve hedefler % İŞLETME A 80 İŞLETME B 80 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 8. Dış müşteri doyumu, istek ve beklentileri çalışması % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 9. Çalışanların katkısıyla süreç iyileştirme çalışmaları % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 10. Üst yönetimin TKY çalışmalarına katkısı % İŞLETME A 100 İŞLETME B 60 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 11. İç müşteri iş doyumunun ölçülüp, değerlendirilmesi % İŞLETME A 60 İŞLETME B 20 İŞLETME C 20 İŞLETME D 20 İŞLETME E 60 12. İstatistik tekniklerin kullanılması % İŞLETME A 80 İŞLETME B 20 İŞLETME C 60 İŞLETME D 60 İŞLETME E 60

265

13. Önleyici kalite tekniklerinin kullanılması % İŞLETME A 60 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40 14. Yeni teknolojik gelişmelerin takip edilmesi % İŞLETME A 100 İŞLETME B 20 İŞLETME C 40 İŞLETME D 80 İŞLETME E 60 15.Çalışanların işyerinde esnek kullanılması % İŞLETME A 80 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 60 İŞLETME E 60 16.Makinelerin esnek kullanımı % İŞLETME A 80 İŞLETME B 80 İŞLETME C 80 İŞLETME D 80 İŞLETME E 80 17. Esnek zamanlı iş gücü kullanımı % İŞLETME A 40 İŞLETME B 40 İŞLETME C 40 İŞLETME D 40 İŞLETME E 40

266