23

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkarlarına Nasihatleri

  • Upload
    rteu

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Ahilik

Editör

Yrd. Doç. Dr. Baki ÇAKIR • Arş. Gör. İskender GÜMÜŞ

Kırklareli Üniversitesi

Kırklareli - 2011

Kırklareli Üniversitesi Yayınları: 1

Yayın KoordinatörüYrd. Doç. Dr. Baki Çakır

Yayın EditörüYrd. Doç. Dr. Yakup Yılmaz

Yayın İncelemeYrd. Doç. Dr. Cemil Erarslan

EditörYrd. Doç. Dr. Baki Çakır

Arş. Gör. İskender Gümüş

Kapak TasarımıYrd. Doç . Dr. Mehmet Han Ergüven

Abdurrahim Yüce

Kapak Fotoğrafİstanbul Kapalı Çarşı

İç DüzenAbdurrahim Yüce

Baskı Sayısı1. Basım

Baskı Adedi2000

ISBN978-605-87598-2-4

Baskı TarihiEkim 2011

Baskı YeriErkam Matbaası

Organize Sanayi BölgesiTurgut Özal Cad.No: 117/2 A-D

İkitelli / İstanbul

Yayıncı adresi:Kırklareli Üniversitesi RektörlüğüKültür Merkezi A Blok / KIRKLARELİTel: 0 288 212 96 70 (10 Hat)Fax: 0 288 212 96 79Web: www.kirklareli.edu.tr

© KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİBu kitabın bütün yayın hakları Kırklareli Üniversitesi´ne aittir.

Ahilik

VII

İÇİNDEKİLER

Takdim .............................................................................................................. III

Önsöz ................................................................................................................ V

Resimler Listesi .............................................................................................. VIII

Ortaçağ Batı Avrupa Esnaf Loncaları ve Ahi Teşkilatı- Kökenler ve Özerklik -Cengiz ŞEKER .................................................................................................... 1

Ahiliğin Anadolu’daki Gelişim SüreciMefail HIZLI ...................................................................................................... 17

Ahilik ve Günümüze YansımalarıZekeriya KURTULMUŞ ..................................................................................... 41

Ahilik ve Çağdaş Uygulamalar Arasında Mesleki Teknik Eğitim SistemimizÖmer ÖZYILMAZ .............................................................................................. 55

Modern Dönemde Üretim – Paylaşım ve Tüketim Sürecinin Örgütlenmesi ve Ahilik Kurumunun MirasıGülfettin ÇELİK ................................................................................................. 68

Osmanlı’da Esnaf Teşkilatı Üzerine Bazı DüşüncelerRaşit GÜNDOĞDU ............................................................................................ 75

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkarlarına NasihatleriMehmet Sait ÇALKA ......................................................................................... 79

Resmi Belgelerde Osmanlı EsnafıBaki ÇAKIR ........................................................................................................ 97

Mehmet Sait
Vurgu

79

Safî Mustafa Efendi’ninOsmanlı Esnaf ve Sanatkarlarına Nasihatleri

Mehmet Sait ÇALKA*

Klasik Türk edebiyatında, Osmanlı’nın sosyo-kültürel yapısını en iyi bir şekilde yan-sıtma özelliği bulunan nasi-hatname geleneği, XI. yüzyıl-da yazılmış olan Yusuf Has Hâcib’in (Ö. 1077) Kutatgu Bilig (yazılışı: 1069-70) adlı eserinden başlayarak XIX. yüzyıla kadar yazılan nasi-hatnamelere kadar gelişimini sürdürmüştür.

Genellikle ahlak konusunda yazılan nasihatname ve fütuvvetnamelerde, ahla-kın felsefi yanından çok pratiği üzerinde durulur, yapılması veya yapılmaması ge-rekenler doğrudan açıklanır. Nasihat edilirken doğrudan Kur ' an ve Hadis’in yanı

* Öğretim Görevlisi, Rize Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi.

Resim 19: Tulumbacılar

Ahilik

80

sıra, deyim ve atasözlerinden, mahalli ve milli unsurlardan da yararlanılır. Nasihatnamelerde genellikle iyi, güzel ve yararlı olan hususlar doğrudan tavsi-ye edilir ve öğütler birer beyitle somutlaştırılır. Beğenilmeyen davranış ve huylar, toplum için zararlı sayılan hususlar da yine birer öğüt cümlesi içerisinde ifade edilir.

İşte biz bu çalışmamızda, adına sadece Bursalı Mehmed Tahir Bin Rıf’at’ın Ahlâk Ki-

taplarımız adlı eserinde rastladığımız1 Safî Mustafa Efendi’nin H. 1120/M. 1708 yılında kaleme aldığı Gülşen-i Pend mesnevisinde esnaf ve sanatkarlara yaptığı na-sihatler üzerinde durmaya çalışacağız. Bir Ahilik hizmeti olarak kaleme alındığını düşündüğümüz ve birçok yönüyle fütuvvetname özelliği bulunan bu mesnevide, çeşitli esnaf ve sanatkarlar olan, sahaflara, katiplere, hattatlara, doktorlara, göz doktorlarına, cerrahlara, kimyagerlere, sarraflara, tüccarlara ve attarlara yönelik ne şekilde nasihatlerde bulunulduğuna dikkat çekilecektir. Bilindiği gibi Ahilik, XIII. yüzyıldan itibaren yaklaşık 500 yıl Anadolu’da etkili olmuş bir teşkilatın adı-dır. Ahlaki, askeri ve siyasi alanların dışında, özellikle sosyal ve ekonomik alanlar-da oldukça etkili olan bu teşkilat; günümüzdeki sosyal güvenlik kuruluşları, esnaf ve sanatkar odaları, kooperatifçilik, sendikacılık, belediyecilik ve bütün bunların ötesinde iş ahlakını şekillendiren bir kurum olarak önemli işlevler görmüştür.2

Manzum nasihatnamelerin3 bir tür olarak edebiyatımızda ortaya çıkmasında İran şairi Feridüddin Attâr’ın Pend-nâme adlı eserinin büyük payı vardır. Birçok Türk şairi bu eseri manzum veya mensur tercüme veya şerh etmiştir. XV. asır şair-lerinden Abdî, bu eseri H. 865/M. 1447’de genişleterek Terceme-i Pend-i Attâr adıy-la Türkçe’ye çevirmiştir. Emir Unsuru’l-Maâlî Keykâvus bin İskender’in oğlu Gilân Şah için yazdığı Kâbus-nâme4, Sa’dî’nin Bostan ve Gülistan adlı eserleri de Divan

1. Bursalı Mehmed Tahir Bin Rıf’at, Ahlâk Kitaplarımız, Haz. Mahmut KAPLAN, Malatya 2002, ss. 47-48.

2. Nurettin ÖZTÜRK, “Ahilik Teşkilatı ve Günümüz Ekonomisi Çalışma Hayatı ve İş Ahlakı Açısından Değerlendirilmesi.” Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 7 (2007), ss. 43-56.

3. Geniş bilgi için bkz. Mahmut KAPLAN, “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”, Türkler, C. 11, Ankara 2002, ss. 794 -798.

4. Bu eserin II. Murad adına 1427’de yapılmış manzum tercümesi için bkz. Adem CEYHAN, Bedr-i Dilşâd’ın Murat-nâmesi, İstanbul 1997.

Resim 20: Osmanlı’da Seyyar Satıcılar

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

81

Edebiyatında nasihatnamelere örneklik ve kaynaklık etmiştir.

İşte bu kaynak eserlere ba-kılarak, Anadolu sahası Klasik Türk Edebiyatında XIV. asırda Ahmed Fakih’in Çarh-nâme’si; XV. asırda Ahmed-i Dâ‘î’nin Vasiyyet-i Nuşirevân-ı Âdil Be Pusereş adlı mesnevisi; XVI. asırda Şemsî’nin Deh Murg’u, Hızrî’nin Ab-ı Hayât’ı, Emirî’nin Gülşen-i Ebrâr’ı ve Şemseddin-i

Sivâsî’nin Gülşen-Âbâd’ı; XVII. asırda Urfalı şair Nâbî’nin, oğlu Ebu’l-hayr Meh-med Çelebi için kaleme aldığı Hayriye’si; XVIII. asırda Sünbül-zâde Vehbî’nin oğlu Lutfullah için yazdığı Lütfiyye’si ve Vassâf Abdullah Efendi’nin Hayâl-i Behcet-Abâd’ı; son olarak XIX. asırda Yozgatlı Hüznî’nin oğluna hitaben yazdığı Nasihat-nâme’si ve Şeyh Mehmed Nûrî’nin Pend-nâme-i Şeyh Mehmed Nûrî’si gibi eserler telif edilmiş ve nasihatname geleneği sürdürülmüştür.

Manzum nasihatnameler hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, Safî Musta-fa Efendi’nin Gülşen-i Pend mesnevisinde sırasıyla sahaflara, katiplere, hattatla-ra, doktorlara, göz dok torlarına, cerrahlara, kimyagerlere, sarrafl ara, tüccarlara ve aktarlara yönelik na sihatlerini şu şekilde ifade edebiliriz:

1. Sahaflara NasihatOsmanlı döneminde kitap satan kişiler olan

sahafların cahil olmaması gerektiği, sahip olduğu kitaplardan mümkün olduğu kadar çok yararlan-maları gerektiği üzerinde durulan bu bölümde, her kitabın en azından hangi ilim dalına ait ol-duğunu bilme lüzumuna dikkatler çekilmektedir. Kendini bu şekilde yetiştirmeyen, kitaplardan istifade etmeyen sahaflar, Kur ' an’da geçen ifa-deyle sırtına kitap yüklenmiş merkeplere benze-tilmiştir.5

5. Kur ' an’da geçen ayetin meali şöyledir: “Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir” Cuma, 62/5.

Resim 21: Osmanlı’da Sırık Hamalları

Resim 22:İstanbul Sahaflar Çarşısı Kapısı

Ahilik

82

Sakın sahhâf-ı câhil olma zîrâHimârun yehmilü esfârâdur6 7

Ne fenden olduğun bil her kütübünKi metn-i şerhi ol temyîze kâdir7

Sahafa, kitap satarken aç gözlü davranmamasını, ilmi isteyene merhametle yaklaşmasını ve özellikle alım satımlar esnasında yalandan uzak durmasını tav-siye eden müellif, sahafların birçoğunun paraya karşı hırslı olduğunu belirtmek-te ve bu durumu eleştirmektedir.

Tama‘kâr olma tâlib-i ilme rahm itKi sahhâf züll ü hırsa mübtelâdur8 9

Dürûğ itme sakın bey ü şirâdaKi sermâyen harâm eyler hebâdur9

Sahaflardan özellikle Allah kelamına, Kur ' an-ı kerim’e çok saygı göstermele-rini isteyen Safî Mustafa Efendi, değerce tüm kitapların üstünde olan Kur ' an-ı kerim’in, sahaf raflarında da en üst raflarda olmasını, şirazeleri çözülmüş Kur 'an-ı kerim sahifelerinin ise ayaklar altına düşürülmemesine özen gösterilmesini istemektedir.

Kelâmullâh alırsun izzet ileKütüb fevkına vaz eyle ulâdur1011

Hazer kıl zîr-i pâ itme ki zîrâSana îrâs eder nekbet hatâdur11

2. Katiplere Nasihat

Matbaanın kullanılmadığı dönemlerde kitapların çoğaltılması ve resmi yazı işleri-nin yürütülmesi görevi, katiplere aitti. Bu yönleriyle katiplerin, iyi bir şekilde eğitim almış olmaları gerekmekteydi. Bilgi sahibi olmaları gereken en önemli alan ise Sarf ve Nahiv gibi gramer konularıydı. İşte Musta-fa Efendi de bu bölümde, bir katibin nasıl bir bilgi yapısına ve hangi özelliklere sahip olması gerektiğini sıralamaktadır.

Eğer kâtib isen imlâya sa‘y itKi sermâye debîre imlâdur12

6. 21b/648. Himârun yehmilü esfârâ: Sırtına kitap yüklenmiş eşekler.

7. 22a/663. Kütüb: Kitaplar. Temyîz: Seçmek, iyiyi kötüden ayırmak.

8. 21b/649. Tama‘kâr: Aç gözlü. Rahm: Merhamet. Züll: Alçalma. Mübtelâ: Belâlı, düşkün, tutkun.

9. 22a/667. Dürûğ: Yalan. Bey ü şirâ: Alım satım.

10. 22a/664. Kelâmullâh: Allâh’ın sözü. Fevk: Üst. Vaz eylemek: Koymak. Ulâ: Yüce.

11. 22a/666. Hazer kıl: Sakın!. Zîr-i pâ: Ayak altı. Îrâs: Sebep olmak. Nekbet: Musibet.

12. 22a/668. Sa‘y itmek: Çalışmak, gayret etmek. Debîr: Yazar.

Resim 23: Osmanlı’da Katip

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

83

Bölümün devamında, katibin yazısının kalem gibi düzgün ve hattının şirin olması gerektiğine değinen müellif, kötü yazının göze hoş gelmeyeceği gibi ayrı-ca okunamayacağını da hatırlatmaktadır. Kötü bir katibin elinde kalemin inleyip bağırdığını, mürekkebin ise ağladığını ifade eden müellif, kalem ve mürekkebin o cahil katibe ah ettiğini belirtmektedir.

Hattı şîrîn olur kâmil debîrinKi nâkıs olsa zişt [ü] nâ-revâdur13 14

Kalem feryâd edip ağlar mürekkeb Ki ol câhil debîrden âh-vâdur14

Devlet kademesinde çalışan divan katibi, defterdar, hazine katibi, vaka-nüvis gibi katiplerin, alanlarında cahil olmamasının yanında, devletine sa-dık ve dürüst olmaları gerektiği, emir verilmeden hiçbir şeyi kaleme alma-maları lazım geldiği üzerinde de duran Mustafa Efendi, katiplerin bu özel-

liklere sahip olmaları durumunda hiçbir devletin Osmanlı’ya galip gelemeyeceğini ifade etmektedir.

Bilâ-fermân biri bir nokta koymaz Kalem vaz eylemezler asdikâdur15 16

Biri birisine merbût u mazbûtDeğildir bir düvel bu zabta kâdir16

3. Hattatlara Nasihat

Hattat, güzel yazı yazan anla-mına gelen, kurutulmuş ve eğri kesilmiş kamış kalem ile Arap veya Fars harflerini kullanarak yazı ya-zan, hat sanatı ile uğraşan sanatçı-lara verilen isimdir. İşte hattatlara nasihat bölümünde hattatların mesleklerinin kıymetini bilmeleri gerektiği ile ilgili öğüt veren müel-lif, harfin ve kalemin bütün mah-lukattan önce yaratıldığına dikkat-leri çekmekte ve manevi yönden kalemin özelliklerini sıralamakta-dır. Müellif, Allah’ın kudretli eliyle

13. 22b/671. Şîrîn: Tatlı. Debîr: Yazar. Nâkıs: Eksik. Zişt: Çirkin, kötü.

14. 22b/679.

15. 23a/692. Asdikâ: Sadıklar.

16. 23a/693. Merbût u mazbût: Birbirine sıkı sıkıya bağlı. Düvel: Devletler.

Resim 24: Hat Yazımı

Ahilik

84

dünyada olacak olan tüm olayların Levh-i Mahfuz’da kaleme alındığını hatır-latmakta ve kalemin, Allah’ın sanatının başlangıcı olduğunu ifade etmektedir.

Eger Hattât isen bil kadr-i kilkiKi hâme mebde-i sun-ı Hudâ’dur17

Yed-i kudretle tahrîr itdi levhaİlâ yevmi’l-kıyâm n’olursa sâdır18

Bölümün devamında kalemle ilgili müellifin şu ifadeleri bulunmaktadır: Ka-lem, mana hazinesinin tılsımını açar, şeker kamışından çıkan bal gibi kalem-den de tatlı sözler çıkar. Dünyayı düzene sokan, hayır ve şerrin ortaya çıkmasında kalemden çıkan sözler etkilidir. Kalem ile dost düş-man; düşman da dost olabilir.

Kalem verdi nizâmı bu cihânaKi hayr u şerr kalemden oldu sâdır19

Müellif, kalemin cahil kimselerin eline geçmesi halinde yazılanların ha-talarla dolu olacağını, maharetli ve salih bir ele geçmesi halinde ise yazılanların hatasız ve göze hoş geleceğini ifade et-mektedir.

Hatâ tesvîd eder dest-i şakîdeYed-i sâlihde ammâ bî-hatâdur20

Kalemle ilgili bu görüşlerinden sonra hat yazısı ve hattatlarla ilgili nasihat-lerine geçen müellif, hattın güzelliğini ve süsünü yine kalemden aldığını ifade etmektedir. Müellife göre Kur ' an-ı kerim, hat ile yazıldı ve hat ile okundu, bu yüzden çocuklara hattın öğretilmesi gerekmektedir. Sözlerini, Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin sözleriyle destekleyen müellif, iktibas yoluyla onların sözlerini beyitlerinde kullanmıştır. Hz. Peygamber bu konuda; “Evlatlarınıza okuma ve yazmayı ikram ediniz” diye buyurmuştur. Hz. Ali’nin ise bu konudaki sözü şöy-ledir: “Yazı ilmin yarısıdır.”

17. 24b/745. Kadr: Kadir, kıymet. Kilk: Kalem. Hâme: Kalem. Mebde: Başlangıç. Sun‘-ı Hudâ: Allâh’ın sanatı.

18. 24b/747. Yed-i kudret: Kudret eli. Tahrîr: Yazmak. İlâ yevmi’l-kıyâm: Kıyamete kadar. Sâdır:Meydana gelen, Ortaya çıkan.

19. 25a/761. Hayr u şerr: İyilik ve kötülük.

20. 25a/770. Tesvîd: Yazma, karalama. Dest: El. Şakî: Kötü kişi. Yed: El. Bî-hatâ: Hatasız, kusursuz.

Resim 25: Sülüs hat örneği

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

85

Ekrimû evlâdeküm bil-kitâbehKi emreden Resûl-i kibriyâdur 2122

Lisân-ı Hazret-i Şîr-i Hudâ’danOlup el-hattu nısfu’l-ilm sâdır22

Kaynaklarda genelde “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese”23 olarak tanımlanan hat, Mustafa Efendi’ye göre en itibarlı sanatlar-dandır. Bu sanatı icra eden ilk insan ise İdris Peygamberdir. İdris Peygamberden sonra ise yirmi çeşit hat yazısı ortaya çıkarılmıştır.

Cihânda hattı tahrîr eden evvelKi ol İdrîs nebi kim ibtidâdur24

Hat yazısının birçok çeşidi olduğunu ancak en tanınan şekillerinin altı çeşit yazı olduğunu belirten müellif, aklam-ı sitte, şeş kalem gibi isimlerle adlandırı-lan Sülüs, Nesih, Rika, Celi, Kırma, Talik yazılarını icra eden sanatçı sayısının çok az olduğunu ifade etmektedir.

Sülüs, Nesh, Rikâ, Celî, Kırma Ta‘lîkBu şeş hattı yazanlar şimdi nâdir25

Mustafa Efendi’nin hattatlara en önemli na-sihati, Kur ' an-ı kerim’i güzel bir hat yazısıyla yazmaları üzerine olmuştur. Öyle ki, güzel hat ile yazılan Kuran-ı kerim okundukça onun hat-tatı da, Allah’ın yanında yüksek mertebelere eri-şecek, mahşer gününde Kur ' an-ı kerim o hatta-ta şefaat edecektir. Yine müellife göre, güzel bir hatla yazılacak olan bir besmelenin hürmetine dahi, Allah o hattatın yerini cennet kılacaktır.

Saâdetdür kelâm-ı Hakk’a hizmetKi izz ü şânı bâlâter ulâdur26 2728 Mahâret ile tahrîr eyle dâimSana ferdâ şefî ü rehnümâdur27

Yazıp Bismillâhı hüsn-i hatt’ıleKi lutf-ı Hak’la cennet sana câdur28

21. 25b/782. Ekrimû evlâdeküm bi’l-kitâbeh: Çoçuklarınıza okuma yazma öğreterek ikramda bulununuz.

22. 25b/783. Lisân: Dil. Şîr-i Hudâ: Allâh’ın arslanı anlamına gelen Hz. Ali’nin lakabı. El-hattu nısfu’l-ilm: Yazı ilmin yarısıdır (Hz. Ali). Sâdır: Meydana gelmek, ortaya çıkmak.

23. M. Uğur DERMAN, “Hat”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 16, İstanbul 1995.

24. 25b/785-786. İbtidâ: İlk, başlangıç.

25. 26a/796. Şeş: Altı.

26. 26a/801. Kelâm-ı Hak: Allâh’ın sözü. İzz ü şân: İzzet ve şan. Bâlâter: Pek yüksek, daha yüksek. Ulâ: Yüksek

27. 26a/802. Tahrîr: Yazmak. Ferdâ: Yarın. Şefî: Şefaatçı. Rehnümâ: Yol gösterici.

28. 26b/807. Hüsn-i hat: Güzel yazı, hat yazısı. Lutf-ı Hak: Allâh’ın ikramı. Câ: Yer

Resim 26: Bir Hat Örneği

Ahilik

86

Son olarak ise hattatların güzel hatlarıyla övünmemesi, gururlanmaması ge-rektiği, hattatların tevazu sahibi olması ve cahil olmaması lazım geldiği üzerin-de duran müellif, nitekim bu nasihatlerden ancak akıllı olan hattatların hisse alabileceklerini dile getirmiştir.

Sakın hüsn-i hattına olma mağrurO nefsin hükmü bir hatt-ı hatâdur29 30

Tevâzudan tulû eyler muhabbet Ki Mahbûbü’l-kulûb ol ey bahâdur30

4. Tabiplere Nasihat

Tabipler zümresine de önemli nasihatler sunan müellif, öncelikle tabiplerin mizaca göre hareket et-mesini, nabza göre davranmasını bilmeleri gerektiğini ifade etmiş-tir. Hiç şüphesiz hastalar, genel-likle çaresizliklerinden dolayı si-nirli tavırlar sergileyebilmektedir. Dolayısıyla bu noktada doktora önemli görevler düşmektedir. İşte müellife göre de bu görevlerin ba-şında yumuşak huylu davranmak, herkesin huyuna göre hareket et-mek ve tatlı sözlü olup hastaları rahatlatmak gelmektedir.

Tabîb isen nabz-gîr ol alîleKi tab-ı hastaya sıhhat-resâdur31 32

Kelâm-ı telh verir haşyet marîzaKi her güftâr-ı şîrîn hoş devâdur32

Tabiplerin feraset denilen sezişlerinin de olması gerektiğini, bu özelliğe sa-hip olan tabibin zeki, işinin ehli ve hünerli olduğunu ifade eden müellif, buna karşın ahmak olunması durumunda ise tabiplerin işlerinin gösterişten başka bir şey olamayacağını vurgulamaktadır.

29. 26b/808. Mağrur: Gururlu.

30. 26b/813. Tulûeylemek: Ortaya çıkmak. Mahbûbü’l-kulûb: Gönüllerin sevdiği.

31. 34b/1072. Nabz-gîr: Mizaca göre hareket etmesinden anlayan. Alîl: Hasta.

32. 34b/1073. Telh: Acı. Haşyet: Korku. Marîz: Hasta. Güftâr: Söz.

Resim 27: Hasta Muayenesi

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

87

Tabâbette ferâset şarttır evvelEtibbâ gerçi hep tıbb-âşinâdur33 34

Tabîb eden zekâvetdür tabîbiTabîb-i ahmakın kârı hevâdur34

Dönemin tabiplerine bir eleştiri hükmünü de taşıyan bu bölümle müellif, okuyucusuna özellikle müslüman doktorların yanına gitmelerini veya onları ça-ğırmalarını öğütlemektedir. Mustafa Efendi, yabancı doktorların vereceği ilaçla-rın hiçbir fayda veremeyeceğine inanmakta; bunların hastaya ihanet edip yanlış ilaç dahi verebileceğini zikretmektedir.

Müselmân bir tabîbi eyle da‘vetTabîb-i mü ' minîn râst u revâdur 35 36

Tabîbân-ı Yehûd u Rûm u Efrencİlâcı mü ' minîne nâ-sezâdur36

Ederler her müdâvâda ihânetKi pendi cümle zarra mübtelâdur37

Bölümün sonunda ise müslüman tabiplerin müslüman olmayan tabiplere benzememelerini, gaddar olmamalarını isteyen Mustafa Efendi, aç gözlülüğün müslüman bir tabibe yakışmayacağını, bu yüzden müslüman tabiplerin insaflı ve merhametli olmaları gerektiğini vurgulamaktadır.

Tabîb-i müslim olmaz böyle gaddârKi tîmâr u ilâcı rast-devâdur

38

Tabîbâ munsıf ol rahmet alîleTama mümin tabîbe nâ-revâdur38

5. Göz Doktorlarına Nasihat

Osmanlı’da göz doktorlarına veya gözleri iyileştirmek için gözlere sürme süren doktorlara kahhâl adı verilirdi. Bu bölümde ise yine tabipler zümresinden olan kahhallere yani göz doktorlarına nasihat eden Mustafa Safî Efendi, göz

33. 35a/1074. Tabâbet: Doktorluk. Ferâset: Anlama kabiliyeti. Evvel: İlk önce. Etibbâ: Doktorlar. Tıbb-âşinâ: Tıpta bilgili.

34. 35a/1076. Zekâvet: Zeki oluş, zeyreklik. Hevâ: Gösteriş

35. 35a/1085. Râst u revâ: Doğru dürüst.

36. 35a/1086. Nâ-sezâ: Uygun olmayan.

37. 35a/1087. Müdâvâ: İlaç yapma. Pend: Nasihat. Zarr: Zarar. Mübtelâ: Düşkün, tutkun, tutulmuş.

38. 35b/1104-1105. Munsıf: İnsaflı. Alîl: Hasta.

Resim 28:Göz Hekiminin Hasta Muayenesi

Ahilik

88

doktorlarının öncelikle göz hastalıkları çeşitlerini ve söz konusu hastalıklara hangi ilacın veya sürmenin en uygun düşeceğini bilmeleri gerektiği üzerinde durmaktadır.

Eger kahhâl isen emrâz-ı ayneRemed illetin ol teşhîse kâdir39 40

İlâcın bilmeyen kahhâl-ı câhilİlâc itmek göze ayn-ı hatâdur40

Özellikle göz için verilen ilacın dozunun da iyi ayarlanması gerektiğini söyle-yen müellif, ilacın az veya çokluğunun hastayı gözünden edeceğini belirtmekte-dir. Zira bir çok göz hastasının gözü yanlış ilaçlardan kör olmaktadır.

İlâc ile bulur sıhhat göz ammâİlâcın kesreti âhir ezâdur41 42

Remed illetlerinden nice merdinUyûnı keç ilâclardan amâdur42

Zamanın göz hekimlerine hastaların gözlerine meçhul sürmeyi çekmemesi-ni, her gördüğü siyah toprağın sürme olduğunu zannetmemesi gerektiğini söy-lemektedir. Müellife göre göz hekimi, daha önce denenmiş olan sürmeleri kul-lanmalı ve en fazla da Hazreti Peygamber’in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme olan ismid taşını kullanmalıdır.

Sakın meçhul olan ekhâli çekmeKi her esved gubâr sanma halâdur 43 44

Mücerreb kuhlu tekhîl eyle dâimOl ismid kuhlu eyle tutiyâdur44

Bölümün devamında müellif, sürmeyi çekerken Hazret-i Peygamber’e salavat getirmenin unutulmaması gerektiğini de hatırlatmakta ve salavatın göze cila ol-duğunu ifade etmektedir. Bölümün sonunda ise Mustafa Efendi, okuyucusuna kalbini masivadan yani Allah’ın dışındaki şeylerden temizlemesi halinde göz hastalıkları illetlerinden kurtulacağını öğütlemektedir.

Elinde âleti bir âhen-i milKi göz ihrâcına tîr-i kazâdur45 46

Muvahhid ol dilin pâk it sivâdanRemed illetleri senden cüdâdur46

39. 36a/1107. Kahhâl: Göze sürme çeken, göz doktoru. Emrâz-ı ayn: Göz hastalıkları. Remed: Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı.

40. 36a/1108. Ayn-ı hatâ: Hatanın ta kendisi.

41. 36a/1112-1113. Kesret: Çokluk. Âhir: Daha sonra, sonunda. Ezâ: Eziyet.

42. 36a/1113. Uyûn: Gözler. Keç: Doğru olmayan, eğri.

43. 36b/1123. Ekhâl: Sürmeler. Esved: Siyah. Gubâr: Toprak. Halâ: boş, gereksiz

44. 36b/1124. Mücerreb: Tecrübe edilmiş. Kuhl: Sürme. Tekhîl: Sürme çekmek. İsmid: Hz. Peygamber’in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme taşı. Tutiyâ: Kendisinden sürme üretilen çinko elementi.

45. 36b/1131. Âhen: Demir. Mil: Göze sürme çekmek için kullanılan iğnemsi âlet. Tîr: Ok.

46. 36b/1138. Muvahhid: Allah’ın birliğine inanan. Sivâ: Başka, gayrı, diğer.

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

89

6. Cerrahlara Nasihat

Daha önceki bölümün bir devamı niteliğinde olan bu bölümde Mus-tafa Efendi, cerrahların öncelikle hastalar için kullandıkları yatakların temiz; neşter vb. alet ve edevatların ise keskin ve kullanışlı olması ge-rektiğini ifade etmektedir. Mustafa Efendi’ye göre bir cerrahın maharet ve kabiliyeti, aletleri kullanmasında gösterdiği ustalıkla ölçülmelidir.

Eğer cerrâh isen cerh it cürûhıBisâtın tîz ü pâk olmak sezâdur47

Cemî-i âletin keskin ü tîz itKi âlât ile cerrâh ustâdur47

Tedavi için ahmak cerrahın yanına gidilmemesi gerektiğini okuyucusuna öğütleyen müellif, böyle cerrahların ne kan almayı bildiğini, ne damar kesmeyi becerdiğini, ne de diş çekmeyi başardığını ifade etmektedir. Müellife göre, bir yerden kan almaya kalkıştığında damarın nerede olduğunu dahi göremeyecek kadar cahil olan böyle cerrahlara güvenilmemelidir.

Gabî cerrâha diş gösterme zinhârGörünce cümle esnânın hebâdur48 49

Edince fasdı kan akmaz damardan Ki zîrâ neşteri regden cüdâdur49

7. Ledünni İlimlerle Uğra-şanlara Nasihat

Ledünni ilimlere sahip olan insanlar, hafayayı, yani gizlilikleri açık bir halde göreceği gibi, ilahi sırlara da sahip olurlar. Bu ilimle-rin hocası Hazret-i Peygamber’dir. Bu ilmin ehli ise evliya ve asfiya-lardır. Ledünni ilimler başlangıçta faydalı ilimler arasında iken, daha

47. 37a/1139-1140. Cürûh: Yaralar. Bisât: Döşek. Tîz ü pâk: Temiz.

48. 37a/1153. Gabî: Anlayışsız. Zinhâr: Kesinlikle. Esnân: Dişler.

49. 37a/1157. Fasd: Kan alma, hacamat. Reg: Damar.

Resim 29: Dağlama ile Tedavi Etme

Resim 30: Bir Ledünni Alim

Ahilik

90

sonraki yüzyıllarda fal gibi muzır ve faydasız işlerde kullanılmaları dolayısıyla tasvip edilmeyen ilimler arasına girmiştir.

Mustafa Efendi bu bölümlerde ilm-i Nücûm,50 ilm-i Remil,51 ilm-i Cifir52 ve ilm-i Vefk53 ile uğraşanlardan bu ilimlerin zararlı yönleriyle değil de faydalı yön-leriyle ilgilenmelerini istemiştir. Örneğin zamanın müneccimlerinin yalancı

olduğunu ifade eden müellif, semadan yalan yere haber getirdiğini bildiren mü-neccimin mahşer gününde yüzünün ka-rartılacağını ifade etmektedir.

Yalan yere haber [veren] semâdanKi kâzib-i ru-siyeh hem bed-likâdur54

Müneccimlerin takvim oluşturma, namaz vakitlerini belirleme, kutsal gün ve geceleri tespit etme gibi faydalı gö-revlerinin olması gerektiğini söyleyen Mustafa Efendi, müneccimin gelecekten haber vermesi halinde ise tüm söyledik-lerinin yalan ve iftiralarla dolu olduğu-nun bilinmesi gerektiğini hatırlatmak-tadır.

Müneccimlik abes lâf ile olmaz Ki eflâk u burûc ilm-i ûlâdur55 56

Rasad gözle çıkar nevrûza takvîmHesâbda ol dürüst erkâma kâdir56

Gıyâba hükmederse bir müneccimKelâmı cümle kizb ü iftirâdur57

50. İlm-i Nücum, yıldızların hareket ve hâllerini tetkikle uğraşan, mevki ve harekâtından mâna ve hüküm çıkaran ilim. Bu ilimle uğraşanlara da müneccim denir.

51. Remil, kum falı, bir takım nokta ve çizgilerle fala bakmak işi. Bu ilimle uğraşanlara remmâl denir.

52. İlm-i Cifir, harflere verilen sayı değeri ile geleceğe veya geçen hâdiselere, ibarelerden tarih veya isme dâir işaretler çıkarma ilmidir. Bu ilimle uğraşanlara ceffâr denir.

53. Vefk, dua veya tılsım ilmidir. Bu ilimle uğraşanlara veffâk denir.

54. 38a/1186. Kâzib: Yalancı. Ru-siyeh: Kara yüzlü. Bed-likâ: Kötü yüzlü.

55. 38b/1188. Abes: Gereksiz, boş iş. Eflâk: Felekler, gökler. Burûc: Burçlar.

56. 38b/1190. Rasad: Gözetlemek, beklemek. Erkâm: Rakamlar.

57. 38b/1201. Gıyâb: Gelecek. Kizb ü iftirâ: Yalan ve iftira.

Resim 31: Rasathane

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

91

Remil bahsinde ise müellif, bu ilimle uğraşanların remil yaparken zihinlerini toplamaları gerektiğini ve remil için yan-larına gelenlere yanlış bir bilgi vermeme-lerini, dürüst olmalarını öğütlemektedir.

Hatâ itmez remil hükmünde kâmilDürüst müstehric ü kâmil-nevâdur58

Remil ilminin ustası Hazret-i Danyal’dır ve bu ilmin sırrı noktalarda gizlidir. Noktalara bakarak hüküm veren remmâl, o işin hayırlı mı yoksa hayırsız mı olacağına dair fikir beyan etmektedir. Mustafa Efendi, bu ilimle uğraşanlardan hayrı veya şerri saklamamalarını, muha-taplarına remilden hissettikleri şeyi doğ-ru bir şekilde aktarmalarını istemektedir.

Remilden nokta yoğ iken cihândaPeyamber Dâniyal’dan oldı sâdır59 60

Sakın ketm itme hayr u şerri söyleKi sâil hayr u şerre âşinâdur60

Harflerin sırları ile uğraşan cifir ilmi bahsinde ise Mustafa Efendi, özellikle ceffârın cifir sırlarını herkese açıklama-masını, cifir ilmini ahmak ve cahillere öğretmemesini öğütlemektedir. Mü-ellife göre cifir ilminin ustası, Hazret-i Peygamber’in “İlim şehrinin kapısı”61 ola-rak nitelendirdiği Hazret-i Ali’dir.

Mukaddem ilm-i cifri eden izhârDer-i ilm Aliy-yi Murtzâ’dur62

58. 39b/1209. Müstehric: Yorumcu.

59. 39b/1208. Sâdır: Ortaya çıkan.

60. 39b/1224. Ketm: Gizlemek, saklamak. Hayr u şer: İyilik ve kötülük. Sâil: Soru soran.

61. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. C. 6, Ankara 2001, s. 244.

62. 39b/1230. İzhâr: Ortaya çıkmak, çıkarmak. Der-i ilm: İlim kapısı.

Resim 32: Burç Haritası

Resim 33: Harf Haritası

Ahilik

92

Gabî vü câhile gösterme zinhârKi fehmitmezler onlar bî-rehâdur63

Ederler sırr-ı cifri âleme fâşKi cifrin sırrı ketm olmak revâdur6464

Ledünni ilimlerden ilm-i vefk ile ilgili bahsinde ise müellif, tılsım yapan veffâkın nelere dikkat etmesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Bu ilmin ustası-nın da yine Hazret-i Ali olduğunu ifade eden müellif, veffakın, tılsımı oluştu-racak olan harflerin hesabını ve özel anlamlarını iyi bilmesi gerektiğini öğütle-mektedir. Süresi biten tılsımın ise yakmak suretiyle imha edilmesi gerektiğini söyleyen Mustafa Efendi, tılsımın imha edilmediği takdirde belalara sebebiyet verebileceğini hatırlatmaktadır.

Bu ilm-i vefkı da vaz eden evvelVelâyet kânı şâh-ı evliyâdur65 66

Buhurâtı ve mîzân u hesâbıDürüst olmazsa ol vefkın hebâdur66

Dakîka fevt olursa sâatindenO vefkı hark bi’n-nâr it belâdur67

8. Kimyagerlere NasihatKimya, basit cisimlerin özellikleri-

ni, bu cisimlerin birbirlerine olan tesir-lerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen bir ilimdir. Bu ilimle uğra-şanlara ise kimyager denmektedir. İşte bu bölümde Mustafa Efendi, kimya il-miyle uğraşanlara nasihatlerini sırala-mıştır. Öncelikle kimyagerlerin kimya ilmini bir eğlence aracı olarak görme-mesi gerektiğini dile getiren Musta-fa Efendi, kimyagerlerin simyacılara özenerek altın oluşturma gayretlerine girişip bu uğurda vakitlerini ve mal varlıklarını kaybetmemeleri hakkında nasihat vermektedir.

63. 40a/1235. Gabî vü câhil: Anlayışsız ve cahil. Zinhar: Kesinlikle. Fehmetmez: Anlamaz. Bî-rehâ: Kurtuluşa eremeyen.

64. 40a/1236. Fâş: Meydana çıkarmak, açıklamak. Ketm: Saklamak, gizlemek, sır tutmak.

65. 40a/1243. Vaz: Ortaya koymak. Evvel: İlk önce. Velâyet: Velilik. Kân: Kaynak.

66. 40a/1248. Buhurât: Yakılarak güzel kokular elde edilen ot ve sâir şeyler. Mîzân: Ölçü.

67. 40a/1249. Fevt olursa: Geçerse. Hark bi’n-nâr: Ateşte yakmak.

Resim 34: Kimyahane

Kaynak: Süheyl Ünver, G. Mesara Arşivi.

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

93

Eger kimyâ-ger isen ey hıred-mendBu lu‘bet huş-mende nâ-sezâdur6869

Ümîd-i zerle suzân itme mâlın Ki gayba hâzırı vermek hatâdur69

Kimyagerlerin bazılarının genellikle yerin altında, bodrumlarda çalışmala-rını sürdürmelerine de değinen müellif, böyle yerlerin havasız ve tozlu olması dolayısıyla sağlıksız ortamlar olduğunu belirtmektedir. İlerleyen beyitlerde ise Mustafa Efendi, kimyagerlerin böyle sağlıksız ortamlarda çokça kalmaları ve çe-şitli kimyevi maddelerle meşgul olmaları sonucu başta uyuz olmak üzere birçok hastalığa maruz kalabildiklerini ifade etmektedir.

Kapanmışdır muzîk bir zîr-i zemîne Ki bir menfes yeri yok bî-hevâdur70 71

Kararmışdır yüzü kömür tozundanMüzehher sevbi münşi bî-nakâdur71

9. Sarrafl ara NasihatBu bölümde altın ve

gümüş sarrafına hitap eden müellif, sarrafa al-tın ve gümüşe kul köle olmamasını, aksi takdir-de Allah’tan uzaklaşa-cağını öğütlemektedir. Mustafa Efendi’ye göre sarraf, ömrünün tümü-nü para, altın ve gümüş düşüncesiyle ve hırsıyla geçirmemeli, dünyaya bağlanmamalı, bu dün-yanın geçici olduğunu bilip diğer dünyaya ha-zırlıklı olmalıdır.

Zer ü sîme sakın sen bende olma Ki abd-i sîm ü zer Hak’dan cüdâdur7273

Muhabbet itme dünyâya sakın sen Harîs olma ser-i küll-i hatâdur73

68. 40b/1255. Hıred-mend: Akıllı, anlayışlı. Lu‘bet: Oyun. Huş-mend: Akıllı kimse. Nâ-sezâ: Uygun olmayan.

69. 41a/1267-1268. Zer: Altın. Suzân: Yakan, ateşe veren. Gayb: Gelecek.

70. 41a/1279. Muzîk: Dar. Menfes: Hava alınacak yer. Bî-hevâ: Havasız.

71. 41a/1280. Müzehher: Çiçekli. Sevb: Giysi. Münşi: Yapan, eden. Bî-nakâ: Kirli, temiz olmayan.

72. 42b/1316. Zer ü sîm: Altın ve gümüş. Bende: Köle. Abd: Kul; Cüdâ: Uzak.

73. 42b/1321. Harîs: Hırslı.

Resim 35: Diyarbakır Kuyumcular Çarşısı

Ahilik

94

Bölümün sonunda sarrafların birçoğunun cimri olduğuna dikkat çeken müellif, sarrafın cömert olup parasını bol bol hayırlı işlerde harcamasını öğütlemekte cö-mertliğin, hesap günü sıkıntısına en büyük ilaç olacağını vurgulamaktadır.

Sahî ol nakdini bezl eyle peşînSehâvet derd-i uhrâya devâdur74

10. Tüccarlara NasihatDaha önceki bahiste sarraflara yönelttiği nasihatlerin bir benzerini tüccarlara

da yönelten müellif, tüccarların dürüst olmalarını, doğru ve helal yoldan ticaret yapmalarını, ticaret esnasında asla yalan söylememeleri gerektiğini, aksi takdirde tüm malın haram olacağını öğütlemektedir. Müellifin bu nasihatleri bize Hazret-i Peygamber’in şu hadisini hatırlatmaktadır. Kaynaklarda geçen hadis şöyledir: “Emin, dürüst, müslüman tacir, kıyamet günü şehitlerle birliktedir.”7576 77

74. 42b/1330. Sahî: Cömert. Bezl: Dağıtmak, bol bol vermek. Sehâvet: Cömertlik. Derd-i uhrâ: Diğer dünyanın derdi. Devâ: İlaç, çare.

75. Canan, Kütüb-i Sitte, C. 17, s. 243.

76. 43a/1333. Reh-i râst: Doğru yol. Düruğ: Yalan.

77. 43a/1334. Yek: Bir. Dirhem: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü, şimdiki üç gram ağırlık. Kizb: Yalan.

Resim 36: Lüleburgaz Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı (1608)Kaynak: Polonyalı Seyyah Simeon’nun seyahatnamesinden.

Safî Mustafa Efendi’nin Osmanlı Esnaf ve Sanatkârlarına Nasihatleri

95

Ticâret kıl reh-i râstdan ticâretHelâl oldu düruğ itmek hatâdur76

Eger yek dirheminde kizb olursaAsl-ı mâlun harâm eder belâdur77

Bölümün devamında müellif, tüccara aç gözlü olmamasını, azla yetinmesini, malını satarken insaflı olmasını öğütlemiş ve dünya malının arkasında hırsla koşmanın zararlarını sıralamıştır. Bölümün sonunda ise, bu geçici dünyanın ge-çici mallarına takılmak yerine, hiç tükenmeyen diğer dünyanın mallarına müş-teri olunması gerektiğini ifade etmiştir.

Tama‘kâr olma kâni ol kalîleKi bî-insâfın emvâli hebâdur7879

Metâ-ı bî-fenâya müşterî olBu dünyânın metâı hep fenâdur79

11. Aktarlara Nasihat

Mustafa Efendi bu bölümde her ne kadar aktarlara (attâr) na-sihat etse de, aslında iman haki-katlerinin, din hakikatlerinin ya-yılması için eser verilmesi gerek-tiğini ifade etmektedir. Ona göre asıl güzel koku, Allah’ın birliğine inanan ruhlarda, kalbin içinde bulunan tevhid kokusudur. Baki olan koku hakikat kokusudur ve bu kokuyu herkesin koklaması için eserler te’lif edilmesi gerekti-ğini vurgulamaktadır.

Eger attâr isen neşr eyle ıtrınKi tîbin âlemi ancak zekâdur80

Fenâ bûyun meşâmından baîd itHakîkat tîbını şemm it bekâdur8181

Dili tathîr ider bûy-ı hakikatKalır kalbinde bâkî bî-fenâdur82

78. 43a/1336. Tama‘kâr: Aç gözlü. Kâni: Azla yetinen. Kalîl: Az. Bî-insâf: İnsafsız. Emvâl: Mallar.

79. 43a/1345. Metâ: Mal. Bî-fenâ: Yok olmayan.

80. 47b/1464. Bûy: Koku.

81. 47b/1468. Meşâm: Burun. Baîd: Uzak. Şemm: Koklamak.

82. 47b/1469. Tathîr: Temizlemek. Bûy-ı hakikat: Hakikat kokusu.

Resim 37: Mısır Çarşısında Bir Aktar Dükkanı

Ahilik

96

12. Her Sanat Ehline Nasihat

Bu bahiste müellif, hemen her sanat ehlinin hisse alabileceği nasihatlerde bulunmuştur. Ona göre sanat ehli, her şeyden önce temiz olmalıdır. Ehl-i sanat, sanatında usta olmalı, sahte iş yapmamalı, dünya işine saplanıp ibadetini aksat-mamalı, beş vakit namazını terk etmemelidir.

Eger bir san‘at ehliysen nazîf olSana halk diyeler pâk ustâdur83 84

Metâ-ı kalba kimse rağbet etmez Sakın kalp işleme kârun hevâdur84

İbâdet kıl bahâne itme kârıKi abdün cümle rezzâkı Hudâ’dır85

Kaynakça

BURSALI MEHMED TAHİR BİN RIFAT. Ahlak Kitaplarımız. Haz. Mahmut Kap-lan. Malatya, 2002.

CANAN, İbrahim. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. Ankara, 2001.CEYHAN, Adem. Bedr-i Dilşâd’ın Murat-nâmesi. İstanbul, 1997.ÇALKA, Mehmet Sait. ‘‘Mustafa Safî Efendî ve Gülşen-i Pend Mesnevisi’’. (Ya-

yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Manisa, 2007.

DERMAN, M. Uğur. “Hat”. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), C.16. İstanbul, 1995.

DEVELLİOĞLU, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük. Ankara, 1986. KAPLAN, Mahmut. “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”. Türkler, C.

11. Ankara, 2002. ss. 794-98.ÖZTÜRK, Nurettin, “Ahilik Teşkilatı ve Günümüz Ekonomisi Çalışma Hayatı ve

İş Ahlakı Açısından Değerlendirilmesi”. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilim-ler Enstitüsü Dergisi, S. 7 (2007). ss. 43-56.

PARLATIR, İsmail. Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. Ankara, 2007.ŞEMSEDDİN SAMİ. Kâmûs-ı Türkî, 3. b. İstanbul, 1978.--------. Kâmûsu’l-Alâm, 6 cilt. İstanbul, 1306-1316.

83. 48a/1478. Nazîf: Temiz. Pâk üstâ: Temiz usta.

84. 48a/1482. Metâ-ı kalb: Sahte eşya.

85. 48a/1483. Abd: Kul. Rezzâk: Rızık veren. Hudâ: Allâh.