26
TC İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ 1815 Viyana Düzeninin Kurulması Tarihsel Olarak Uluslararası Sistemin Evrimi Recep Serhat Saru No:2501130950 İSTANBUL 2013

1815 Viyana Düzeninin Kurulması: Tarihsel olarak uluslararası sistemin evrimi

Embed Size (px)

Citation preview

TC

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

1815 Viyana

Düzeninin

KurulmasıTarihsel Olarak Uluslararası

Sistemin Evrimi

Recep Serhat SaruNo:2501130950

İSTANBUL

2013

Doc.Dr. Burak Samih Gülboy

Yüksek Lisans Siyasi Tarih Vize Projesi

Özet

Uluslararası sistem 1648 Westphalia Düzeninden beri eşit

egemenlik anlayışı ile şekillenmiş ve kendisini her geçen gün

dönüştürmüştür. Bu dönüşüm içerisinde gerçekleşen sosyal

sınıfların yükseliş ve düşüşleri, ülke yönetimlerinde oynanan

aktif rollerde ve anlayışlarda değişimlere neden olmuş, bu da

doğrudan doğruya uluslararası sistemin dönüşmesine yol

açmıştır. Bu çalışmada tarihsel olarak uluslararası sistemin

hem düşünsel, hem niteliksel, hem de somut olaylarla

dönüşümünün Viyana Kongresi sonrası oluşan sisteme kadar evrimi

incelenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Uyumu, Fransız Devrimi, Westphalia Düzeni,

Uluslararası Sistem

1648 Westphalia Düzeninden 1815 Viyana Düzenine kadar olan

süreçte var olan uluslararası yapı, Viyana Kongresi sonrası

kendi içinde bazı değişimler geçirmiştir. Eski düzen ile yeni

düzenin bir arada sürdürülmeye çalışıldığı Viyana yapısal

sistemi bünyesinde hem eski(1648-1789), hem de Fransız

Devrimi’nin etkisiyle yeni(1789-1815) karakteristikleri

bünyesinde barındırmaya çalışmıştır.

Westphalia Öncesi Sistem

1648’e kadar var olan katı monarşi ve Papalığın yadsınamaz

etkisinin birinci kırılma noktası Otuz Yıl Savaşları’nı sona

erdiren Westphalia görüşmeleridir. Bu dönemden önce var olan

uluslararası yapı kendi içinde iki farklı iktidar alanı

barındırmaktaydı.1 Bunlardan bir tanesi ruhani iktidarı

bünyesinde barındıran ve Tanrı’nın insanlarla olan bağına

aracılık ettiğini savunan kiliseydi. Kilise, XII.yy’a kadar

sadece ruhani otoriteye hükmetmekle kalmamış, aynı zamanda

dünyevi otoriteyi de meşrulaştırıcı bir konumda yer almıştır.

İktidarını direkt olarak Tanrı’dan aldığını savunan kilise bunu

diğer yönetenler üzerinde bir güç olarak kullanmış, kendisinden

icazet alınmayan yönetimleri ve eylemleri geçersiz sayma

hakkına erişmiştir.

Diğer bir iktidar alanı ise özellikle XII. yy sonrası

güçlenmeye başlayan ve otoritesini kendi toprakları üzerinde

mutlak hale getiren krallardır. Krallar yönetim şeması gereği

başlangıçta “eşitler arasında birinci” anlayışı ile toprak

aristokrasisinin ve soyluların belirlediği en nüfuzlu kişiler

olmaktaydı. Ancak bu durum ilerleyen zamanlarda kralların elde

ettiği yetkiler ile beraber mutlak bir hal almaya ve diğer

soylular üzerinde bir hâkimiyet yaratmaya başlamıştır.2 Güç,

elbette ki boyunduruk altına girmeme isteğini beraberinde

getirmiş, özellikle artan ticari gelişmeler ile birlikte

kendinden üstteki Papalık otoritesine karşı itirazlarda

bulunmaya başlamıştır.

İki iktidar alanı arasındaki bu mücadele gün geçtikçe

hiddetlenmiş ve girişilen mücadeleler sonrasında Papalığın

yetkilerinin kısıtlanması anlayışı güçlenmiştir. “Çifte

1 Hatta 12.yy’a kadar bu iktidar alanları sadece Papalığın elinde toplanmıştı. Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker, Tanrı Devletinden Kral-Devlete, 5.baskı, İmge Yayınevi, 2008, Ankara, s.12. 2 İbid. s.96

kılıçlar”3 kuramıyla ifade edilen bu durum dinin reformule

edilmesi gerekliliğinin ilk kez yüksek sesle dile getirilmesine

yol açmıştı. İlerleyen zamanlarda reformcular ve mutlakçılar

arasında girişilen güç mücadelesi Otuz Yıl Savaşları’na yol

açmıştır.

Bu savaşlar neticesinde kilise, dünyevi otoriteyi ve din

özgürlüğünü resmen tanımıştır. Bununla birlikte Westphalia

Anlaşması, Papanın imzası olmadan mutabakata varılmış bir

metindir.4 Bu durum artık devletin kilisenin üzerinde başat bir

güç haline geldiğini ve ruhani iktidarın sınırlandırıldığı

anlamını taşır. Devletin başat güç haline gelmesi beraberinde

anarşiyi getirmiştir. Daha önceki düzende hâkim hegemon güç

olan Papalık, sistem içinde bir üst otorite kurumu olarak

ülkeler arasındaki anarşiyi belirli bir noktaya kadar önleyici

bir işleve sahipti, ancak yeni düzende meydana getirilen

egemenlik anlayışı ülkeleri kendi toprakları üzerinde tek hâkim

güç yapmakta ve onları belirli bir üst otoriteden bağımsız

kılmaktaydı. 1648’in tarihsel süreç içinde bu denli önemli

kabul edilmesinin en büyük nedeni uluslararası sistem içinde

anarşiyi meydana getirecek ortamı oluşturmasından

kaynaklanmaktadır. Bu tarihten sonra yükselmeye başlayan

monarşik ulus devletler, artık kendi çıkarları için mücadele

etmeye başlayacaklar ve politik hareketlerini bu anlayış

3 492-496 yılları arasında papalık yapmış olan Gelasius tarafından ortaya atılan bu kuram, XII.yy sonrası yeniden gündeme gelmiş ve ruhani iktidar ile laik iktidarın sınırları konusunda yeni görüşler ortaya çıkarmıştır. Güçlerini arttıran laik iktidarların üzerlerinde bir ikinci hegemonya kuranpapalığı istememesi sonucu krallık savunucuları tarafından yeniden formüle edilerek Reform hareketinin belirleyicilerinden olmuştur. 4 Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, 18.baskı, İmge Yayınevi, Nisan 2009, s.99.

üzerinden şekillendireceklerdir. Fransa’nın Katolik bir devlet

olmasına rağmen Otuz Yıl Savaşlarında kendi çıkarları için

Protestanların yanında yer alması gibi, uluslararası arenadaki

Machiavellist bakış açısı gün geçtikçe yükselecektir. Sistemin

genel tarihi sürecini gösterirken sistemin genel karakteristik

özelliklerine de değinmek, Viyana Kongresi sonrası oluşan

yapıyı anlamlandırabilmemiz için gereklidir.

1648-1789 Sisteminin Karakteristik Özellikleri

Westphalia sonrası yeniden inşa edilen sistem elbette ki

ilk başlarda kesin bir istikrar getirmemiştir. Özellikle XVIII.

yy ilk yıllarına kadar yeni sistemin öğelerinin birbiri ile

uyum içinde çalışması tam manasıyla mümkün olamamıştır. Bunun

en büyük sebebi yeni sistem içindeki aktörlerin değişen sisteme

karşı nasıl bir tutum içinde olacaklarını tam olarak

öngöremeyişi ve yeni anarşik sistemin etki-tepkilerinin tam

manasıyla bilinmemesidir. Kralların kendi üzerlerindeki ilahi

egemenliği kırıp kendi egemenliklerini yaratmış olmaları, kendi

topraklarını ve bu dönemde toprak üzerinden tanımlanan

güçlerini genişletme isteklerini doğurmuştur. Bu güdülenme

askeri-ekonomik ve sosyal olarak yapılan düzenlemeler ile

meydana çıkmıştır. Artık kendi toprakları üzerinde yegâne

hâkimiyet kuran krallar, kendi otoritelerini

sağlamlaştırabilmek, müttefik elde etmek, ekonomik olarak

gelişmek gibi amaçlar dolayısıyla diğer toprak sahipleriyle ve

diğer krallar ile çıkarcı ilişkiler içerisine girme ihtiyacı

hissetmişler, bunu da en kolay yoldan, yani evlilik, yoluyla

sağlamaya çalışmışlardır. Burada karşımıza sistemin ilk

karakteristik özelliği olan “hanedanlık anlayışı” çıkar.

Hanedanlık anlayışı, soylulara herhangi bir savaşa

başvurmadan topraklarını genişletme imkânı vermekteydi. Bununla

birlikte kan esasına dayalı soyluluk kendi iç dinamiklerini

meydana getirmiş ve kendisiyle diğer halk arasına bir sınır

koymuş durumdaydı. Bu dönemde sıradan bir kimsenin geçirgen

olmayan bir örtü dolayısıyla sınıf atlaması oldukça zordu. Bu

durum da hanedan ilişkilerinin kendi içinde bir düzen

yaratmasına vesile olmuş ve en önemli diplomasi araçlarından

birisi haline getirmiştir.

Hanedanlık anlayışı kendisinin doğal bir sonucu olarak

“monarşiyi” doğurur. Bu dönemin bir diğer karakteristiği ise bu

sebeple monarşidir. Monarşi; bir hanedandan gelen hükümdarın

sahibi olduğu topraklar üzerindeki tüm tasarruflarıdır. Bu

topraklar ona miras yoluyla kalmıştır ve o da kendi

hanedanından bir üyeye bu toprakları miras olarak bırakacaktır.

Dünyevi iktidarı temsil eden krallar kendi toprakları

üzerindeki tüm dünyevi tasarrufları yapma yetkisine de

sahiptiler. Vergi koyma, savaş açma, pazarlık yapma, toprak

verme, asker toplama gibi hakları vardı. Kuralları oluşturur,

onları uygular ve cezalandırma mekanizmasının işlemesini

sağlarlardı. Ortaçağ’ın en önemli mevhumu olan mutlak monarşi

işte bu özellikleri bünyesinde barındırıyordu. Monarşiler kendi

güvenliklerini sağlamak için belirli güç merkezlerinde toplanma

eğilimindeydiler.5

Yine bu dönemin bir diğer en önemli karakteristiği ise

yeni bulunan kıtalardaki toprak savaşları, yani sömürgeciliktir.

İspanyol ve Portekizlilerin başlattığı yeni ticaret yolları ve

toprak arayışı, yeni kıtaların bulunmasına yol açmıştır. Bu

durum ucuz malların Avrupa’ya sevkiyatıyla müthiş bir

zenginleşme kaynağı yarattı. Sömürgecilik, egemenleşmiş

devletler ile birlikte yukarıda bahsedilen güç kazanma

güdülerinin etkisiyle doruk noktaya ulaşmıştır. Özellikle

İngiltere ve Fransa’nın müthiş bir yarış içine girdiği yeni

sömürgeler elde etme ve eldeki sömürgeleri koruma konusunda

birbirleri arasında savaşa dönüşmüştür. Sömürgelerden akan

zenginlikler Avrupa içinde yeni bir sınıfın, yani tüccar

sınıfının ortaya çıkmasına büyük bir katkı sağlamıştır. Bu yeni

sınıf, soylu olmayan fakat soylular kadar zengin olan bir

tabaka olduğu için kendilerini politik alanda da göstermek

niyetindeydiler. Burjuva olarak adlandırılan tüccar sınıfının

iktidarın bir parçası olabilmek için verdikleri mücadele

Fransız devrimi esnasında kendini göstermiştir.

Bu dönemin bir diğer karakteristiği ise elbette ki güç

dengesidir.6 Güç dengesi hanedanlar arasındaki yatay ve düşey

olarak belirlenen bir sistemdi. Hanedanların kendi vassalları

ile olanı düşey, birbiri arasında olanları ise yatay güç

5 John Baylis, Steve Smith, Patricia Owens- The Globalization of World Politics:An Introduction to International Relations, içinde David Armstrong, "The Evolution of International Society", New York, 2008, OxfordUniversity Press, s.46-47.6 Robert Jervis, "From Balance to Concert: A Study of International SecurityCooperation", World Politics, Vol.38, No.1, 1985, s60-62. (58-79)

dengesini oluşturmaktaydı. Bu dönemin kıta Avrupa’sında en

önemli iki güç merkezi Habsburglar ve Bourbonlar'dır. Bu

hanedanlıklar hariç, Avrupa dışında bir de Rusya ve

İngiltere’deki güç merkezleri göze çarpmaktaydı. Sistemin

aktörleri kendi çıkarlarına göre ittifaklar ve evlilikler

yoluyla kazanım sağlamaya çalışmaktaydılar.

Fransız Devrimi Öncesi Sistem İçindeki Mücadeleler

1648-1789 dönemi Avrupa devletler sistemi devletler

arasındaki güç eşitliği bakımından en benzer özelliklere sahip

olduğu dönemdir.7 Bu dönemin en aktif devleti olan Fransa, XIV.

Louis yönetiminde sistemin tümüne hâkim olma girişimlerinde

bulunmuş fakat bu girişimler İngiltere öncülüğündeki diğer

hanedanlıklar tarafından engellenmiştir. Dönemin en önemli

olayı İspanyol Veraset Savaşlarıdır.8 İspanyol kralı II.

Charles öldüğünde İspanyol topraklarını, tahtları

birleştirmemek şartıyla, kendi kız kardeşlerinden biriyle evli

bulunan XIV. Louis’in oğluna bırakmıştı. Eğer Louis bu vasiyeti

kabul etmezse aynı şartlar altında topraklar, II. Charles’ın

diğer kız kardeşiyle evli bulunan Habsburg İmparatoru’nun

oğluna kalacaktı. Fransa kralı bunu kabul ettiğinde ise

Avrupa’daki ilk güç dengesi kırılmış oldu. Fransa, İspanya’nın

deniz aşırı toprakları ile birlikte büyük bir güç haline

gelmiş, bu durumdan rahatsız olan Habsburglar, Hollanda,

İngiltere, Portekiz, Brandenburg ve Savua dukalıklarının

katıldığı büyük bir ittifak kurmuşlardır.9 Yapılan savaş

7 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkilere Giriş, Der Yayınları, 3.basım, Ağustos 2009, İstanbul, s.24. 8 Sander, s.105.9 Sander s.106.

sonucunda yapılan 1713 Utrecht Barışı ile İspanya’nın deniz

aşırı toprakları parçalanmış ve taht yine XIV. Louis’in

torununa kalmıştı. Utrecht barışı Avrupa’da güç dengesini

yeniden sağlamış ve 1740 yılındaki Avusturya Veraset

Savaşları’na kadar denge korunmuştur.10 İspanya Veraset

Savaşları dönemin tüm karakteristik özelliklerini içinde

barındırması sebebiyle ve kurulan düzenin yeniden kesinleşmesi

sebebiyle önemlidir.

Bu dönemde güç dengesini bozan bir diğer önemli gelişme

koloniler üzerindeki hâkimiyet konusunda ortaya çıkan ve

İngiltere’nin üstünlüğü ile sona eren Yedi Yıl Savaşlarıdır.

Yedi Yıl Savaşları(1756-1763) sadece koloni hâkimiyetinin

İngiltere’ye geçmesi dolayısıyla değil, aynı zamanda Fransa’nın

bu mağlubiyet sonrası içine girdiği ekonomik bunalımın Fransız

Devrimi’nin tetikleyicilerinden biri olması yönüyle de

önemlidir. Bu savaşın öncesindeki kadın varis sebebiyle ortaya

çıkan Avusturya Veraset Savaşları(1740-1748) ise Orta

Avrupa’daki toprak kazanımlarını belirlemiştir. Bu iki büyük

savaş neticesinde koloni hâkimiyeti İngiltere’nin eline

geçerken, Orta Avrupa’da daha önce etkili olmayan Prusya önemli

güç haline gelmiştir. Yedi Yıl Savaşları ve Avusturya Veraset

Savaşları sonrası oluşan durumda İngiltere-Prusya, Avusturya-

Fransa arasında yapılan ittifaklarla yeni güç dengesi

sağlanmıştır.11

Yedi Yıl Savaşları güç dengesinde yeniden şekillenmeye yol

açmasının yanında, dönemin devrimsel gelişmelerini tetikleyici

10 Sander s.107. 11 Sander, Ibid.

bir unsurdur. Ekonomik olarak hem İngiltere’nin, hem de

Fransa’nın bozulması neticesinde ortaya çıkan hoşnutsuzluklar

ve savaşın finansmanı için koyulan ekstra vergiler iki ülkede

de rahatsızlıklar doğurmuştur. İngiltere savaşın yarattığı

ekonomik bunalımı ortadan kaldırmak isterken Amerikan

Bağımsızlık Savaşı’nın çıkmasına engel olamamıştır. Yedi Yıl

Savaşları’nın sonucunda kaybettiği Kuzey Amerika kolonilerinin

intikamını almak isteyen Fransa, İngilizlere karşı yapılan

Amerikan Devrimi’ni hem düşünsel hem de ekonomik anlamda destek

vermiştir. Ancak bu durum Fransa için, kolonilerini kaybetmiş

ve düşünsel hareketlerle doruk noktaya ulaşan anavatandaki

hoşnutsuzlukları daha da arttırmış, Amerikan Devrimi diğer tüm

uluslarda olduğu gibi Fransa’da da krala karşı büyük kitlesel

hareketlere yol açmıştır.

Aydınlanma döneminin getirdiği düşünsel hareketlerin de

bir sonucu olarak Amerikan ve Fransız Devrimleri, kendisinden

önce var olan tüm sistemleri derinden etkiledi. Özellikle

burjuva çağının başlangıcını oluşturması bakımından bu iki

devrim hayati bir nitelik taşımaktadır.12

Fransız Devrimi’nden Viyana’ya

Fransız Devrimi ve sonrasında gerçekleşen savaşlar Avrupa

içinde devrim öncesi ve devrimden sonra kurulacak olan

sistemler arasında bir “ara sistem” yaratmıştır. Bu dönem

boyunca saldırgan bir dış politika izleyen Fransa’ya karşı

kurulan yedi adet koalisyon, sitemin bundan sonraki süreçte

12 Igor Diakonof, Tarihin Yörüngeleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayn., çev:Mete Tunçay, İstanbul, 2004, s.258

işleyişini belirleyen müttefikliklerin zeminini

oluşturmuştur.13 Napolyon’un en son olarak mağlup edildiği

yedinci koalisyona kadar olan müttefiklikler, genel itibariyle

derin güvensizlik, kişisel menfaat ve kişisel faydacılık

anlayışları üzerinden kuruluyordu.14 Yedinci koalisyondan sonra

ise sistemdeki müttefiklik anlayışı, sistemin sürdürülmesinin diğer

kişisel çıkarlardan daha önemli olduğunun anlaşılmasıyla şekil

değiştirmiştir. Fransız Devrimi ve Napolyon savaşları müttefik

güçlerin bozulan dengeyi yeniden düzenlenmesine ilişkin klasik

bir örnek teşkil etmektedir.15 Bir başka görüşe göre ise Viyana

Kongresi’nde güç dengesi yeniden düzenlememiş, onun yerine

yepyeni ve kararlı bir sistem kurmuştur.16

Viyana’da kurulan sistemin aslında kendi içerisinde hem

yeni hegemonik öğeleri, hem de bu hegemonik öğeler arasındaki

güç dengesinin yeniden tesis edilmesini sağlamaya çalıştığı

söylenebilir. Devrim fikirlerinin tüm Avrupa’da egemen

olmasının monarşileri korumak için önlenmesi ve eğer Fransa

gibi ikinci bir sistemi tehdit edici aktör ortaya çıkarsa,

sistemin devamlılığının nasıl korunacağına yönelik önlemler

alınmaya çalışılmıştır. Yani hem monarşilerin hakimiyetinin

sürdürülmesi hem de statükonun devamlılığı amaçlanmıştır. Bu

yönüyle Viyana sistemi eski ve yeni anlayışların bir arada

bulunduğu bir ara sistemdir. 13 Philip G. Dwyer, "Self-Interest versus Common Cause: Austuria, Prussia and Russia against Napoleon", The Journal of Strategic Studies, vol.31, No.4, 2008, s.605 (605-632)14 İbid. 15 Paul Schroeder, "Historical Reality vs Neorelist Theory", International Security, Vol.19, No.1, Summer 1994, s.120 (108-148)16 Jack S. Levy, "The Therotical Foundation of Paul Schroeder’s International System", The International History Review, Vol.16, No.4, 1994 s.731. (715-744)

Viyana sistemi oluşturulurken dönemin önemli devlet

adamları eski sistemin monarşi anlayışını ve onun değerlerini

yeni sistemin statükocu anlayışına katmaktan kaçamamışlardır.17

Düşünce sistemleri içinde monarşik yönetim modelinin yerini

alan Fransız Devrimi fikirlerine karşı kendi ülkelerini ve tüm

Avrupa’yı koruma altına alma yoluna gitmişler ve bu amaçta

bütün büyük devletler olarak mutabık kalabilmişlerdir.

Westphalia’da kurulan egemen eşitlik anlayışının XVI ve

XVII.yy’larda halen daha tam olarak sağlanamadığını bize

gösteren bu durum, Viyana düzenlemeleri ile beraber ise

sistemin hiyerarşik yapısını meşrulaştırmıştır.18

1789 öncesi süreç içinde gerek Fransa gerekse de tüm

Avrupa’da büyük bir fikirsel hareketlilik olduğu görülmüştür.

Yasama, yürütme ve yargı ayrımını öngören Montesquieu, suç ve

ceza üzerine döneme göre radikal fikirleri olan Beccaria, büyük

Fransız ansiklopedisinin yazarları Diderot ve D’Alembert,

insanın mekanik olduğunu söyleyen, Tanrı ve ruh anlayışını

reddeden Holbach, büyük düşünür Voltaire ve insanın doğuştan

iyi olduğunu ve kötülüklerin toplumun akılsızca örgütlenmiş

yapısından kaynaklandığını öne süren Rousseau, gibi düşünürleri

okuyan toplumlar artık sadece tarihsel süreçte bir sonraki

aşamaya atlamaya değil bir devrime de hazır haldeydi.19 17 H.M.Scott, "Paul W. Schreoder’s International System: The View from Vienna", The International History Review, Vol.16, No.4, 1994, s.669. (663-680)18 Peter M.R. Stirk, "The Westphalian Model and Sovereign Equality", Review of International Studies, No.38, 2012, s.651. ve 659. (641-660).19 Igor Diakonoff, ibid. 258-259. Igor Diakonof tarihsel süreci 8 farklı aşamaya ayırır ve bu aşamaların bütün toplumlar için ortak olarak atlanmadığını söyler. Yani Avrupa bugün sekizinci aşamayı yaşarken, dünya üzerinde halen daha beşinci aşamada olan toplumlar vardır. Bu devrimler sürecini de kendisine göre altıncı aşamanın(Ortaçağ-Sonrası) bitişini simgelediğini söylemek gerekir. Ancak bu bitiş ona göre kesin bir geçişi değil bir geçiş sürecini doğurmuştur.

Fransız Devrimi gerçekleştiğinde, içerideki devrim

fikirlerinin Fransa dışına da yayılması anlayışı başlamıştı.

Ancak buna karşı olarak Jakobenler, bu fikirlerin toplum içinde

derinleştirilmesini arzuluyorlardı. Jakobenler bu arzularında

başarıya ulaştılar ve sadece Girondinleri konvansiyondan

atmakla kalmayıp, kralı da idam ettiler.20 Dönemin mutlak

monarşik yönetim şekilleri göz önüne alındığında bir monarkın

idam edilmesi hiç de kabul edilebilir bir şey değildi. Kraliçe

Marie Antoinette’ın Habsburg hanedanına mensup olması ve onun

da idam edilmesi eski dönemin hanedanlık ilişkileri gereği

prestij kırıcı bir casus belli olduğu için 1792 yılında Avusturya

ve Prusya koalisyonunun Fransa’ya savaş açmasına neden oldu.

Birinci koalisyon olarak adlandırılan bu girişim başlarda

Fransa’nın iç meselelerinde yaşadığı huzursuzluklar sebebiyle

başarılı olacak gibi gözükse de, sonradan iç çatışmaları terör

yoluyla bastıran Jacobin yönetiminin genç bir Korsikalı general

olan Napolyon Bonaparte tarafından dağıtılmasıyla Fransız

Devrim Ordularının ilerleyişi başlamıştır.21 Fransa kazandığı

başarılar sonrası fethettiği topraklar üzerinde devrim

modellerine uygun yönetim şekilleri kuruyordu. Ancak bu durum

diğer monarşik ülkeler tarafından tehdit edici bulundu ve

ikinci koalisyon olarak adlandırılan karşı saldırılar başladı.

İngiltere, Osmanlı, Rusya ve Avusturya tarafından oluşturulan

bu koalisyon, Fransızların gerilemesine yol açtı ve iç

çatışmaları yeniden hareketlendirdi. Yenilgilerin Direktuvar

yönetiminin sorumluluğu olarak görülmesi, 1804 yılında Napolyon

20 Diakonoff, ibid, s.26721 Diakonoff, ibid, s.268.

Bonaparte’ın imparatorluğunu ilan etmesiyle sonuçlandı.22

Napolyon, Papayla anlaşıp imparatorluk tacını taktı ve yeni

yasal düzenlemeleri yürürlüğe koydu.

Bu tarihten sonra Avrupa sistemi içinde saldırgan

politikasını arttıran Fransa’nın hareketine hız verdiğini

görüyoruz. Hem monarşi karşıtı fikirler ile yola çıkan, hem

soylu bir hanedandan gelmeyip kral tacı takan, hem de diğer

devletlerden farklı olarak ulus bilinciyle oluşturulmuş güçlü

bir orduya sahip olan Fransa, Avrupa kıtası içinde zaferler

kazanmakta ve kazandığı zaferler ile doğru orantılı olarak

düşmanlar da kazanmaktaydı.

1810 yılına gelindiğinde Belçika, Hollanda, İtalya’nın bir

bölümünde Napoleon’un kendisi ve Alman-İspanyol-İtalyan

bölgelerindeki bazı devletlerde Napoleon’un kendi hanedanından

erkek kardeşleri ve kayın biraderleri hüküm sürüyordu. Napoleon

İsviçre’nin, Ren Konfederasyonu’nun ve Varşova Dukalığı’nın

koruyucusu durumundaydı ve Kutsal Roma İmparatorluğu’nun

evlilik yoluyla müttefikiydi.23 Bu resimde rahatlıkla

görülebildiği gibi Fransa’nın tek rakibi olarak İngiltere ve

Rusya vardı. Ancak Rusya’yla imzalanan Tilsit Barışı ile nüfuz

bölgeleri paylaşılmıştı. Napoleon İngilizleri yenebilmek için

uygulamaya koyduğu Kıta Ablukası24 politikasını Rusya’ya

dayatmış, fakat Rusya’nın buna uymaması sonucunda yeniden savaş

çıkmıştır. Napolyon Rusya ile giriştiği savaşı kaybetmiş ve

Elbe Adasına sürülmüştür. Ancak daha sonra oradan da kaçan ve22 Sander, ibid. s.171.23 Diakonoff, ibid. s.271.24 Charles J. Esdaile, "De-constructing the French Wars: Napoleon as Anti-Strategist", The Journal of Strategic Studies, Vol.31, No.4, 2008, s.519-520. (515-552)

Fransa’yı yeniden ele geçiren Napolyon, 1815 yılında Belçika’da

kesin olarak Waterloo Savaşında yenildi ve Saint Helena’ya

sürüldü.

Viyana Düzeni

Devrim savaşlarının ardından Avrupa’nın içinde bulunduğu

durum tam manasıyla bir güvensizlik ve tereddüt durumuydu.25

Daha önce hiç karşılaşılmayan bir biçimde düşünsel hareketler

kıtada yayılıyor, bunun yanında bir ülkenin bütün sistemi

domine etmeye yönelik girişimlerde bulunması ihtimali ülkeleri

endişelendiriyordu. Napolyon’un kendi güvenliklerini ve sistemi

tehdit etmesinin ardından ülkeler bir araya gelerek ona karşı

bir ittifak içine girmişlerdi. Statükonun korunması her anlamda

birincil bir güdülenme etkisi yaratmış ve ülkeler bir araya

gelmek için “ortak düşman” algısını oluşturmuşlardır.

Devrim savaşları sürecinde bozulan güçler dengesinin en

önemli nedenlerinden bir tanesi, küçük veya daha zayıf

ülkelerin kendi güvenliği için güçlü olanın yanında yer

almaya26 yönelmesidir.27 Bu ülkelerin dış politikalarındaki

değişim, Fransa’nın 1813 yılında Rusya’ya yenilmesine kadar

sürmüş ve bu sefer kazananın yanında yer alma güdüsü Rusya

lehine işlemiştir. 28 Paul Schroeder’e göre Viyana Düzeni,

dengenin kolektif olarak korunmasını öngörür.29 Jack Levy’e25 Philip Dwyer, ibid, s.697.26 Bu duruma “bandwagonning” denmektedir. 27 Shroeder, "Historical...", s.121. 28 Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için; Frederick C. Schneit, "Kings,Clients and Satelles in the Napoleonic Imperium", The Journal of Strategic Studies, Vol.31, No.4, 2008, ss.571-604. 29 Schroeder, ibid., s.128.

göre ise 1813-15 arasında rekabetçi güç dengesi mücadelesi,

Viyana Kongresi sonrası uluslararası hukuk tarafından

desteklenen karşılıklı tanınma hakları ve iyi huylu hegemonya

paylaşımını baz alarak uluslararası sistemde politik dengenin

sağlanmasıyla sona ermiştir.30 Aynı zamanda Levy sistemin

geçirdiği değişimi analiz ederken, dış politika pratiklerinin

öğrenilmiş davranış kalıpları yarattığını ve liderlerin dünya

görüşünün bir tezahürü olduğunu söylerken; görüşlerin yapısal

değişimler olmadan da değişebileceğini ve bu durumun

uygulamalarda da değişime yol açacağını, dolayısıyla da

sistemde bir değişim meydana getirdiğini söyler.31

Genel olarak akademisyenlerin ortak görüşüne göre sistemin

en istikrarlı sürdürüldüğü dönemin Viyana Kongresi ve Kırım

Savaşı arasındaki dönemdir. Bunun çeşitli nedenleri ve

karakteristikleri vardır. Bunlardan bir tanesi

uluslararasındaki büyük güçler çekişmesinin doğası bir değişime

uğramıştır. Yapısal istikrarsızlıkları gidermeye yönelik güç

dengesi kurgusu oluşturulmuştur. Bu noktada politik ahlakta da

bir takım iyileştirmeler de buna katkı sağlamıştır. Yedi Yıl

Savaşları sonrası kendilerini birer büyük güç haline getiren

Rusya ve Prusya’nın büyük güç olmaya adapte olması bu durumu

taçlandıran önemli bir gelişmedir.32

Sistemin istikrarlı hale gelmesinde bir diğer etken ise

savaşın değişen doğasıdır.33 Daha önceki dönemde savaşların

30 Jack Levy, ibid, s.731. 31 Jack Levy, ibid.32 Scott, ibid, s.66933 Süleyman Erkan, "Savaş ve Barış Bağlamında XIX. Yüzyıl Uluslararası İlişkileri'nin Özellikleri", SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 22, 2010, s.99-105. (93-115)

sonuç odaklı çözümler üretmediğini, onun yerine kabul ürettiği

görülmekteydi. Bu durumun yanında Viyana Kongresi ve Kırım

Savaşı arasındaki çağı uluslararası meselelerdeki sivil bir çağ

olarak da adlandırabiliriz. Diplomasi bu dönemde askeri

olayların üzerinde bir konumdadır. 34 Bundan önceki sistem

içinde savaşlar küçük ölçekli kazançlar sağlarken, özellikle

Napolyon’un diplomasiyi de bir savaş gibi kullanmasından sonra

savaşlar kesin sonuçlar vermeye başlamıştır.35

Westphalia döneminde farklı güçlerdeki devletler kendi güç

ve rollerini tanıyorlardı. Sisteme ve sistem içindeki

meşruiyete uyum sağlamaktalardı. Bunun yanında bunu sadece

kendilerine odaklı olarak değil, çevrelerindeki güçlere ve

onlarla olan ilişkileri anlamında da gerçekleştirme

eğilimindeydiler. Tüm Westphalia sistemi boyunca küçük

devletler kendilerine yönelen tehditlerin farkındaydılar. Açık

tehditler genellikle toprak talepleri veya veraset sistemi

dolayısıyla gerçekleşmekteydi. Ancak Fransız devrimi sonrasında

algılanan tehdit anlayışı değişikliğe uğramış ve öngörülebilir

olmaktan çıkmıştır.36 Bunun yanında artık savaş, bir devletin

gerekli güce ulaştığında sistemi dönüştürmek için

kullanabileceği bir araç olduğunu kanıtlamıştır.

Sistemin bu denli güvensiz bir hal alması başat güçlerin

kendi güvenlikleri için yeni bir sistem kurmasını gerekli

kılmaktaydı. Bu yüzden dönemin önemli devlet adamları

önderliğinde, Metternich başta olmak üzere, kurulan bir

gönüllülük ve kolektiflik anlayışıyla kurulmuştur. Eski34 Scott, İbid. 674.35 Scott, ibid 677.36 Schroeder s.124-125

sistemin kurulu düzeni tehdit eden devletlere karşı etkin

işleyen bir güvenlik mekanizması bulunmayışı sebebiyle yeni

sistem barışın korunarak sistemi dönüştürmekten kolektif olarak

vazgeçilmesiyle kurulmuştur. Bu durumda sistemi tehdit edici

görülen her girişim büyük güçlerin ortak harekâtları ve ortak

müdahalecilik ile meşrulaştırılmak suretiyle her hangi birisi

tarafından bastırılmıştır. Artık bu sistem lineerlikten çıkıp,

sistematik bir düşünceye evirilmiştir. Liderler kendi

güvenliklerinin sistemin güvenliği ile doğrudan bağlı

olduklarını anlamışlar ve sorun çözme sistematik bir biçimde

gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. 37

(Şekil 1: 1815 Viyana Kongresi Sonrası Avrupa’nın Haritası)

37 Levy, ibid, s.741.

Yeni sistem yapısal olarak beş büyük güçten oluşmaktadır.

Ancak bu güç, ülkeler arasında eşit olarak bölünmez, bunun

yerine paylaşılan bir hegemonya yaratır.38 Şekil 1’de görüldüğü

üzere kıtanın iki yanında Rusya ve İngiltere bulunmaktadır.

Bunlar kendi güvenlikleri için ikinci bir müttefike ihtiyaç

duymayacak denli güçlü bir konuma sahiptirler. İkisinin de Orta

Avrupa’daki üç büyük güç olan Avusturya-Prusya-Fransa’nın

toplam gücünden daha etkin bir gücü vardır.39 İngiltere

denizler üzerinde ve kolonilerinde hegemon güç konumundayken,

Rusya ise Doğu Avrupa ve tüm kuzey Asya üzerinde bir

hegemonyası vardır. Her iki devletin de Kuzey Afrika’da,

Balkanlar’da, Akdeniz’de ve Osmanlı üzerinde etkin konumları ve

çıkarları vardır.

Bu sistemin işleyişinde her ülkenin rolleri birbirinden

farklıdır ve o rolleri oynamalıdır. Oynamaması durumunda sistem

bir güvenlik tehdidi içine girecek ve Napolyon savaşları gibi

büyük savaşlara neden olabilecek büyüklüğe ulaşabilecektir.

İngiltere sistem içindeki hegemon güç olarak sistemin

devamlılığının garantörlüğünü yapmak, küçük devletleri koruma

altına almak, anayasal özgürlükleri sağlamak, ticareti teşvik

etmek gibi rolleri oynamıştır. Rusya ise Avrupa monarşilerinin

koruyucusu rolündedir. Bu ülkelerin devrimsel hareketlere karşı

garantörlüğü ve yine İngiltere rolü gibi küçük ülkelerin

çıkarları doğrultusunda koruma rollerine sahiptir. Avusturya

ise Kıta Avrupa’sında iki büyük güç olan Prusya ve Fransa

arasında bir denge rolü üstlenmiştir.

38 Levy, ibid, s.732.39 Levy, ibid.

Hegemon güçlerin yanında, özelikle büyük güçler arasında

oluşturulan tampon bölgeler oluşturulmuştur. Bunların

tarafsızlıkları tüm büyük güçler tarafından garanti altına

alınmıştır. Bu ülkeler üzerinden genellikle ticari

bağlantıları, siyasi çıkarları ve büyük devletlerden birinin

sistemi tehdit edici eylemlerini önlemek amaçlanmıştır.

Birleşik Hollanda, Luxemburg, İsviçre gibi ülkeler bu

kategoridedirler.

Bunun yanında Kırım Savaşı’na kadar sistem dışında

bırakılan Osmanlı Devleti’nin ise boğazların büyük güçlerin

herhangi birinin eline geçmesinin önlenmesi ve Balkanlar’da ve

Hindistan yolu üzerinde büyük güçler arasında bir tampon bölge

oluşturma rolü vardı. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na kadar

çeşitli büyük güçlerin garantörlüğünde toprak bütünlüğünün

korunması bu bölge için en önemli hassasiyet olmuştur. Bu

politika Kırım Savaşı sırasında en iyi biçimiyle görülür. Ancak

Kırım Savaşı’nın kurulmuş olan Viyana düzenini de yıprattığı

göz önüne alınırsa bu tarihten sonra Osmanlı toprakları büyük

güçler arasında bir müzakere malzemesi olarak görülmüş ve

toprak bütünlüğünü koruma politikasından vazgeçilmiştir.

Viyana düzeninde küçük Alman devletleri kendi arasında bir

konfederasyon haline getirilmiş ve bunların kendi aralarında

birleşmesinin önüne geçilmesi için çeşitli ülkelere

garantörlükler verilmiştir. Aynı zamanda Fransa ve Rusya

arasında bir tampon bölge oluşturulmuştur. Alman

konfederasyonun belirleyiciliği bir tampon bölge olmazının

yanında mutlakiyetçi Doğu ile liberal Batı arasında da bir

sınır oluşturmasıydı.

Ancak sistem içindeki aktörlere verilen bu rollerin

kontrol edilebilmesi için bir ittifak sisteminin kurulması

gerekliydi. Bu sebeple Rusya önderliğinde kurulan üç büyük

mezhebin temsilci ülkeleri sayılan Avusturya-Prusya ve Rusya

arasında bir Kutsal İttifak kurulmuştur.40 Bu ittifak mutlak

monarşilerin korunmasını ve tehditlere karşı bir müttefiklik

ilişkisiyle din ortaklığında buluşulmasını ifade eder. Ancak

statükonun sürdürülebilirliği ve Avrupa’nın tümünü

kapsayabilmesi için bu ittifakın dışında kalan İngiltere’nin de

sisteme dâhil edilmesi gerekiyordu. Bu durumu sağlayabilmek

için Kutsal İttifak ve İngiltere, Fransa’ya karşı oluşan ortak

düşman algısı çerçevesinde bir araya gelmişlerdir.

Bu sistem içinde en önemli rolün kime ait olduğu konusunda

da bir tartışma mevcuttur. Paul Schroeder bu sistemde en önemli

rolün Avusturya’da olduğunu belirtirken, Levy ise bu rolün

İngiltere tarafından oynandığını düşünür.41 Ancak kabul etmek

gerekir ki bu sistem içinde kendi gücünden daha fazla rol alan

devlet Avusturya’dır. İngiltere kendi kolonilerine odaklanarak

Avrupa’ya karşı görkemli bir izolasyon42 politikası uygularken,

Avusturya; Alman Konfederasyonu’nun Prusya ile ortak olarak

organizasyonu ve liderliğinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun

toprak bütünlüğünün korunmasından korunmasından, İtalya’nın

kuzeyinin Fransa’ya karşı güvenliğinden ve kontrolünden ve

Rusya ve Fransa arasında dengeleyici güç olmaktan sorumluydu.

40 Paul W. Schroeder, "The 19th Century International System: Changes in theStructure", World Politics, Vol.39, No.1, 1986, s. 4. (1-26)41 Levy, ibid, s. 737.42 Kendi çıkarlarını sistem dışında tutmak ve ada ülkesi olmasından dolayı kendi çıkarına ters düşmeyen bir durumda kıtayı yalnız bırakmak.

Yani bu sistem içinde devletlerin gücünden çok onların rolleri

önemlidir. 43

Ancak Levy’e göre bu hegemonya teorisine ters bir

durumdur. Levy, XVIII. yy’da anahtar rolün İngiltere'ye ait

olduğunu savunur. Yeni sistem içinde karakteristik olan

“politik düşüncenin dönüşümü”dür. Güç dengesi yönteminin,

istikrarsızlık ve başarısızlıklara neden olarak savaşlara sebep

olduğunu söyler. Sorunların çözümünde konferans diplomasisi

uygulamaya konmuştur ve masada süreci yöneten İngiltere

olmuştur.44 Avusturya’nın ise kendi rolünün oynanmasına

ihtiyaç vardır çünkü tarihsel olarak sistemin ona getirdiği

hanedanlık anlayışı dolayısıyla kendi güvenliği buna bağlıdır.

Sistem ilk krizini 1820 yılında İspanya’da yaşanan

ayaklanmayla yaşar. Bu kriz aynı zamanda bir testtir. İngiltere

bu sorunun İspanya’nın kendi iç sorunu olduğuna diğerlerini

ikna eder ve sorun çözülür. İspanya’da yaşanan ayaklanma krala

karşı yürütülmesine rağmen İngiltere’nin çıkarları

doğrultusundadır. Bu durumu bilmelerine rağmen diğer büyük

güçler soruna müdahale etmezler. Ancak aynı dönemde Napoli’de

de benzer bir ayaklanma çıkınca ülkeler konferansa çağırılır ve

sorun için ortak bir çözüm yolu aranır. Bu yol Avusturya’nın

müdahalesi ile sonuçlanır, fakat Avusturya, sorunu askeri bir

müdahale ile çözmüş ve Napoli’nin içyapısına dokunmamıştır.

Meşru bir zeminde müdahale gerçekleştirilmiş ve sistemin

yürürlülüğü ispatlanmıştır. İspanya sorunu ise 1822 yılında

Verona’da yapılan konferans ile çözülür ve oradaki müdahale

43 Scröeder, ibid, s.128.44 Levy, ibid, s.739-740

yetkisi de Fransa’ya verilir. Savaş tazminatlarını üç yıl

içinde ödeyen Fransa, sisteme yeniden entegre edilmiş ve bu

mesele aynı zamanda Fransa için de bir test durumuna gelmiştir.

Fransa müdahaleyi yapar ve aynı Avusturya gibi iç işlerine

karışmadan çıkar. Sistem artık meşruluğunu kazanmış ve Kırım

Savaşı’na kadar devam eden bundan sonraki süreçte sorunlar

benzer şekilde konferans diplomasisi ve meşru müdahalecilik

yoluyla ortak bir platformda karara bağlanmıştır.

Sonuç olarak, uluslararası sistemin evrimi devletlerin

eşit egemenlik anlayışına sahip olarak Papalığın dini

otoritesinden kurtulmasıyla, çıkar temelli bir yapıya bürünerek

hanedanlık ilişkileri üzerinden yürütülmüştür. Ancak Fransız

Devrimi sonrasında ortaya çıkan koşullar sistem içindeki

hanedanlık anlayışını törpüleyerek ulusçuluk akımlarının ortaya

çıkmasına neden olmuştur. Güç dengesini bozucu eylemlerle

hareket eden devletlerin ve milliyetçi akımların monarşik

düzeni tehdit etmesinin önlenmesi gayesiyle konferans

diplomasisi ve sistem güvenliğini ortak hareket ederek sağlama

yoluna gidilmiştir. Sistemdeki ülkelerin kendi çıkarlarından

feragat edip sistemin ortak güvenliğini kendi güvenliklerinin

ön koşulu olarak görmeleri güç dengesi sistemini oluşturmuştur.

Ancak bu şekildeki çok kutuplu bir sistemin idaresi oldukça

zordur ve birçok kez sistem büyük bir güç tarafından tehdit

edilmiştir. Bir sistemin oluşturulması sistem kurulmadan önce

gerçekleşen mücadelenin kazananlarının ortak çıkarlarına göre

kurulmasıyla mümkündür. Galipler dışında yeni aktörlerin sistem

içinde başat konuma gelmesi çoğunlukla önlenebilmiştir, ancak

sistemin kurucularından bir tanesinin sistemi tehdit edici

eylemleri bunun kadar kolay olmamaktadır. Bu çalışmanın kapsamı

dışında kalan dönemde Avrupa güç dengesine Almanya ve İtalya

gibi iki büyük güç daha eklenecek ve bu çok kutupluluk

dolayısıyla ülkeler arasındaki çıkarları ortaklaştırabilmenin

güçlükleri iki büyük dünya savaşını siyasi tarihe ekleyecektir.

KaynakçaAğaoğulları, Mehmet Ali ve Levent Köker. Tanrı Devletinden Kral-Devlete.

5.Baskı. Ankara: İmge Yayınevi, 2008.

Armstrong, David. «The Evolution of International Society.» John Baylis, Steve Smith, Patricia Owens. The Globalizations of World Politics: An Introduction to International Relations. New York: Oxford Univercity Press, 2008. 36-54.

Diakonoff, Igor. Tarihin Yörüngeleri. Çev. Mete Tunçay. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.

Dwyer, Phillip G. «Self-Interest versus Common Cause: Austuria, Prussia and Russia against Napoleon.» The Journal of Strategic Studies 4.31 (2008): 605-632.

Erkan, Süleyman. «Savaş ve Barış Bağlamında XIX. Yüzyıl Uluslararasıİlişkileri'nin Özellikler.» SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 22 (2010): 93-115.

Esdaile, Charles J. «De-constructing the French Wars: Napoleon as Anti-Strategist.» The Journal of Strategic Studies 4.31 (2008): 515-552.

Jervis, Robert. «From Balance to Concert: A Study of International Security Cooperation.» World Politics 1.38 (1985): 58-79.

Levy, Jack. «Therotical Foundation of Paul Schroeder’s InternationalSystem.» The International History Review 4.16 (1994): 715-744.

M, H Scott. «Paul W. Schreoder’s International System: The View fromVienna.» The International History Review 4.16 (1994): 663-680.

Sander, Oral. Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918'e. 18.Baskı. Ankara: İmge Yayınevi, 2009.

Schneit, Frederick C. «Kings,Clients and Satelles in the Napoleonic Imperium.» The Journal of Strategic Studies 4.31 (2008): 571-604.

Schroeder, Paul. «Historical Reality vs Neorelist Theory.» International Security 1.19 (1994): 108-148.

—. «The 19th Century International System: Changes in the Structure.» World Politics 1.39 (1986): 1-26.

Sönmezoğlu, Faruk. Uluslararası İlişkilere Giriş. 3.Basım. İstanbul: Der Yayınları, 2009.

Strink, Peter. «The Westphalian Model and Sovereign Equality.» Review of International Studies 38 (2012): 641-660.