Transcript

Yıl.

4 S

ayı.3

9 T

emm

uz

20

16

15

FİKİR SANAT VE EDEBİYATTATÖRE

Aylık Fikir Sanat Edebiyat Dergisi

Yıl:4 Sayı:39 Temmuz 2016ISSN: 2146-7773

İmtiyaz Sahibive

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüÖmer Faruk BEYCEOĞLU

EditörProf. Dr. Vahit TÜRK

Yayın Danışmanıİsa KOCAKAPLAN

Halkla İlişkilerBurak İ. BEYCEOĞLU

0.507.430 45 23

Sanat DanışmanlarıCoşkun ÇOKYİĞİT

Özcan ÖZCAN

DüzeltmenSongül CANSIZ

İdare YeriÇınarlı Mah. 61017 Sk. No.1 Güven Apt. K.3/5

Seyhan / ADANA0.538.351 24 28

İletiş[email protected]

Basım YeriZirve Basın-Yayın-Matbaacılık

Tepebağ Mah. 27021 Sk. 9/A Zemin KatSeyhan / ADANA

Tlf. 0.322.352 4175

Fiyatı: 15 TL

Yayımlanan yazıların muhtevasına ait sorumluluk yazarlarına aittir

Yayımlanacak yazılar üzerinde yazardan müsaade alınarak düzeltmeler yapılabilir.

Gönderilen yazılar yayımlansın, yayımlanmasın iade edilmez.

İ Ç İ N D E K İ L E R

TÖRE’den

Ülkücünün Zafer SırlarıNecmettin HACIEMİNOĞLU / 04

Yüreğimde Sen Bahaeddin KARAKOÇ / 06

Anadolu’nun Edebiyatı Nedir, Neyi Anlatır?İsa KOCAKAPLAN / 07

Demedi DemeKenan ÇARBOĞA / 10

Bayburt Şikesteleri-2Fırat KIZILTUĞ / 11

Anadolu’da Bir Ana: Halide Nusret ZORLUTUNAHatem TÜRK / 13

SorgulamaMustafa Burak DOĞU / 18

Akbudun Karabudun ya da Akkemik KarakemikAhmet YOZGAT / 19

Yüreğimde Binlerce Şiir Kanıyor Ahmet EROĞLU/ 22

Aydedeler KurultayıNimetullah SUCU / 24

Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden Ayrılma Hareketleri - IIİlhan ASLAN / 36

GelecekOğuz Ata ALTAYLI / 39

Günçiçek-Eylül SancılarıMualla YASDIMAN / 40

F İ K İ R S A N A T V E E D E B İ Y A T T A T Ö R E

13

Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden, ilk kadın şair ve yazarlarından Halide Nusret Zorlutuna (1901–10 Haziran 1984), hür-riyet taraftarı, sürgündeki gazeteci Avnul-lah Kâzımî1 ile Ayşe Nazlı Zorlu Hanım’ın kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. II. Meşrutiyet’in getirmiş olduğu bayramhavası içinde babasının mutasarrıf atanmasıyla Kerkük’te eğitim hayatına başlayan sanatçı, Arapça ve Farsçayı buradaöğrenir. 1917’de Talebe Defteri dergisi-nin açtığı bir yarışmada babasının ölümü üzerine yazdığı “Ağlayan Kahkahalar” adlı öyküsüyle birincilik elde eder.2 Şairlik ve yazarlığının temelini oluşturan

_________________________

* Giresun Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi [email protected]

1 “1899’da kardeşi şâir Süleyman Tevfik ile birlikte ‘Mürüv-vet’ gazetesini çıkartan Mehmet Selim Bey, bu gazetedeki bir makalesi yüzünden tevkif edileceğini sezerek İstanbul dışına kaçmıştır. 1900 yılının sonlarında Avnullah Kazımî adıyla İstanbul’a dönen Mehmet Selim Bey, ‘Müşir Fuat Paşa Vakası’nda yakalanarak Sivas’a sürülmüş, buradan kaç-maya teşebbüs ettiği için Sinop’a nakledilmiş ve ancak İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönebilmiştir.” Bk. Zeki Gürel, (1988), Halide Nusret Zorlutuna, Kültür Bakanlığı, Ankara, s. 1. Fedakârân-ı Millet Cemiyeti Reisi Süleymaniyeli

Mehmed Avnullah el-Kâzımî, 6 Şevval 1323 (4 Aralık 1905)’te sürgün yeri olan Sivas’tan Sinop’a yeniden sürgün edilmiş, kürek cezasına çarptırılmıştır. Buradan arkadaşlarıyla kaç-maya çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Meşrûtiyet’in ikinci kez ilanının ardından 1 Rebiulevvel 1327 (23 Mayıs 1909)’de padişah iradesiyle Kerkük mutasarrıflığına atanmıştır. 26 Rebiulahir 1327(17 Mayıs 1909)’da Kerkük mutasarrıfıyken Divan-ı Harbce yargılanmak üzere İstanbul’a gönderilmesine karar verilir. Ailesine, “eşkıya takibi”ne gittiğini söyleyen Avnullah el-Kâzımî, Kerkük – Musul - Halep yoluyla İstanbul’a gelir. Avnullah el-Kâzımî’nin ailesine maaş bağlanmış, kendisi de yargılama sonucunda beraat etmiş, hakları iade edilmiştir. Daha sonra 28 Şaban 1327(14 Eylül 1909)’da yerine Mazhar Bey atanmıştır. 5 Şevval 1336 (14 Temmuz 1918) tarihli bir belgede Kerkük Mutasarrıfı merhum Avnullah el Kâzımî’nin ailesine yardım edilmesi ifadesinden bu tarihten önce öldüğü anlaşılır. Gazeteci ve dava adamı olan Avnullah el-Kâzımî’nin Sinop cezaevindeki bir fotoğrafı, yaşadığı hayat hakkında az da olsa bilgi vermektedir. Bk. Foto, “Cemiyetimizin Reyis-i Müntehibi Esseyid Avnullah el-Kâzımî Bey’in Sinop Zindanındaki Vaziyetlerinden”, Hukuk-ı Umumiye, Y. 1, nr. 2 (4 Eylül 1324 / 17 Eylül 1908), s. 1

2 Genç bir kızın, babasının taze mezarına yatıp ağlamasını anlatan öykünün son paragrafı şu şekildedir: “Aradan iki saat geçmiş, gökyüzünde ay epeyce yükselmişti; artık orman da aydınlanıyordu. O sırada beyaz entarili kız doğruldu. Dalların arasından yavaş yavaş süzülen ışıkların altında yeni, taze bir mezar belirdi. Ve genç kız o toprak yığınına kapanarak “Babacığım, dedi, sen sağ iken sen varsın diye gülerdim. Şimdi de yoksun diye gülüyorum!”…

Ve acı, zehirli kahkahalarla güldü, güldü!..” bk. Nusret’ül Kazımî, “Ağlayan Kahkahalar”, Talebe Defteri, Y. 2, nr. 36, (15 Mart 1333 / 15 Mart 1917), s. İç Kapak

ANADOLU’DA BİR ANA: HALİDE NUSRET ZORLUTUNA•

Hatem TÜRK*

Hepsi canıma yakın: Bozkırı da, bağı da…Kalamış koyu kadar güzel Ağrı dağı da!Sevinci çiçek açmış, dertleri kor içinde!

Yurdumun dört bucağı sarmaşıyor içimde! (Zorlutuna 2008: 107)

F İ K İ R S A N A T V E E D E B İ Y A T T A T Ö R E

Kerkük’ten sonra 1919’da yeniden İstanbul’a gelen Halide Nusret’in yaşantısı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Türk edebiyatının da görüntüsünü arz eder. Zira II. Meşrutiyet’le birlikte memlekete getirilen kısmî özgürlük havasının bütün vatan sathına yayılması amacıyla hürriyet kahramanlarının önce uzak şehirlere gitmesi ve ardından yeniden İstanbul’da toplanması genel bir durumdur, denilebilir. Dolayısıyla onun yaşantısına babası Avnullah el-Kâzımî’yi de dâhil etmek gerekir.

İstanbul’daki eğitimine devam eden Halide Nusret, babasının ölümünden sonra geçim kaygısıyla öğretmenlik yapmaya başlar. Dindar bir ailenin ferdi olan sanatçının öğretmenlik mesleğini benimsemesi, onun tüm hayatının da bu minvalde yürümesinisağlar. Eşi Binbaşı Aziz Vecihi Bey de onun sanatçı portresini tamamlayan bir unsurolur. İstanbul’dan sonra Edirne’de de sevilenbir öğretmen olarak halkın içine giren HalideNusret’i gerçek anlamda bir “çalıkuşu” addetmek gerekir.3 Halide Nusret, İşgal İstanbul’unda İstanbul Kız Lisesi’nde öğretmendir. 1930’dan sonra ise hiç yabancılık çekmeyeceği yurdun değişik bölgelerinde mesleğini yapmaya devam eder. Öğretmenlik heyecanlarını “Benim Küçük Dostlarım” adlı kitabında anlatır. “Memle-ketin sıkışık, karanlık günleriydi. Milletçe mutsuzduk. Bir yanda güya öğrenimime devam etmeye çalışıyor, bir yandan da özelbir lisenin ilk kısmında öğretmenlik yapıyor-dum. O zor yılların karanlığı içinde tek mutlu hatıra o okuldan; o okulda geçen günlerdir.”(Zorlutuna 2010: 18) ifadeleriylebaşladığı anılarında Halide Nusret Zorlutuna,Anadolu’da geçen öğretmenlik yıllarında öğrencileriyle edindiği tecrübeleri anlatmak-tadır. Türk edebiyatında benzerine kolay rast-lanmayacak tarzda bir öğretmenin öğrenci

portrelerini anlattığı bu kitapta yazar, döne-min insan profiline de ayna tutmaktadır. Kırklareli, Kars, Karaman, Urfa, Maraş, Sarıkamış, Ankara, onun öğretmenlik yaptığı Anadolu şehirleridir. 33 yıllık öğretmenlik yaşantısını 1957’de noktalayan şair ve yazar, geri kalan ömrünü çocukları Hüseyin Avnul-lah Ergün ve Emine Işınsu’ya olduğu gibi memleketin tüm çocuklarına ve annelerine analık yaparak geçirir. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve yayın organlarına omuz verir. Bütün bunların sonucunda pek çok onurun4 da sahibiyken imanlı bir Müslüman kadını kimliğiyle çocuklarına “Gerçek bir Müslü-man olunuz. Doğru ve namuslu olunuz.” (Tuncer: 2012: 32) vasiyetiyle Türk mil-letinin yeni başkentinde vefat etmiştir.

Halide Nusret’in, babasından başlamak üzere, yaşantısı ve eserleri, Anadolu’ya yönelişin önemli bir örneğidir.

Küller

Sanatçının ilk romanı Küller, 1919’da Ümit Mecmuası’nda tefrika edildikten sonrakitap olarak 1921’de yayınlanmıştır. O zamankadın yazarların azlığından dolayı beklenen-

______________________3 Şiirlerinde karşı cinse olan alakanın yok denecek kadar

az olduğunu iddia eden Mehmet Çınarlı, sanatçılarla ilgili anılarında Halide Nusret’in Anadolu’ya öğretmen olarak gitmesini Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’na benzetmekte ve arada-ki farkları da göstermektedir. Bk. Mehmet Çınarlı, (1979), Sanatçı Dostlarım, Ötüken, İstanbul, s. 149.

4 Defne, Ayşe, Töre gibi dergilerin kurucusu Halide Nusret Zorlutuna’ya 1975’te “Kadının Sosyal Hayatının İnceleme ve Araştırma Derneği” tarafından ‘Ümmü’l Muharrirat’ (Kadın Yazarların Annesi) unvanı verilmiştir. Yazar bundan başka, Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halk Evleri, Muallim-ler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, Çocuk Esirgeme Ku-rumu, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti gibi kurumların çalışmalarına katkı sağlamıştır. Türk Dil Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. Bk. Bk. Zeki Gürel, (1988), Halide Nusret Zor-lutuna, Kültür Bakanlığı, Ankara, s. 9-10.

14

F İ K İ R S A N A T V E E D E B İ Y A T T A T Ö R E

15

den fazla ilgi uyandıran eser, sanatçının özel yaşantısından izler taşıması yönüyle de ayrıca dikkat çekicidir. Roman, mekân yönüyle ayrıntılı ve tatmin edici düzeyde olmamakla birlikte İstanbul dışına çıkmasıyla dikkate değerdir. Teknik olarak mektup ve anıların çerçevelediği romanda Beyrut, İstanbul ve Avrupa (İsviçre, Roma) mekân unsurunu ifade eder. Romanda ilki 12 Mart 1332 - Bey-rut (25 Mart 1916) ve sonuncusu 25 Hazi-ran 1332 – Roma (8 Temmuz 1916)’tarihini taşıyan mektuplardan zamanın yaklaşık 3.5 ay olduğu anlaşılır. Ancak vaka zamanını geri dönüşler belirler. II. Meşrutiyet’in ilanı sürecini de içine alan “bundan otuz otuz beş sene evvel” (Zorlutuna 2012: 44) ifadesinden de anlaşılacağı gibi daha uzun bir zaman dili-midir.

Roman kahramanı Ali Namık, Beyrut eşrafından birinin oğluyken İstanbul’da “ikmal-ı tahsil” için Mülkiye okuyup eğitiminin son birkaç ayında Suzan’ı tanımış ve ailesini apar topar İstanbul’a çağırarak burada evlenip memleketlerinegeri dönmüşlerdir. Aşağıdaki cümleler, yazarın babası ve eşi için uzak olmayanyaşantının kurmacadaki ifadelerdir:

“Hürriyet için onunla beraber çok çalışmış, büyük tehlikeler atlatmıştık. Meşrutiyet ilân edilince beni müstacel telgrafla İstanbul’dan istediler. Kabine hep samimi arkadaşlarımdan müteşekkildi. Dâhiliye nezaretine beni bekliyorlardı. Ve bu kendimi bildiğimden beri istediğim bir şeydi. Bir nazır olarak elimde böyle büyük bir memlekete istediğim feyiz hayatı vermek… Bu ne saadetti!..” (Zorlutuna 2012: 47)

Taşrada yetişmiş bir hürriyet sevdalısıyla İstanbullu bir kızın evliliği başlangıçta çok iyi gider. Suzan da memleket sevdalısıdır:

“Sonra bende sanat aşkı, biliyorsun ki bir hastalık halini almıştı. Onun haricinde mem-leket sevgisinden başka bir aşka tahammül

edemem sanıyordum. Ben sade güzel İstanbul ile kemanımı ve fırçamı sevmek için yaratılmış gibiydim.” (Zorlutuna 2012: 54)

Halide Nusret, babasının Meşrûtiyetçiliğini “Bir Devrin Romanı”nda “Babamı, ‘Kahraman-ı Hürriyet’ diye bazen evimizin önünde, bazen sokakta alkışlıyorlar, ‘yaşasın’ diye bağırıyorlardı.” (Zorlutuna 1978: 24) ifadeleriyle anlatır.

Romanı idare eden serüven, daha çok Ali Namık Bey’in kıskançlık krizleri etrafında gelişir. Başlangıcından beri Türk romanında olabildiğince seyrek görülen erdemli yaşantı, masumiyet ve insanla vatan sevgisinin birlikteliğiyle bu erdemleri canı pahasına muhafaza etme, romanın genel omurgasını oluşturur. Bu yönüyle Türk romanının başlangıç dönemi için son derece özel bir yerini işgal eden Küller’de roman unsurların zenginliğinden bahsetmek zordur. Örneğin aşağıdaki alıntının dışında mekâna ait duyarlılığa pek rastlanmaz:

“Sıcağa tahammül edemedim, tekrar pen-cereyi açtım, Namık! Ay doğmuş; yıldızlar deminki kadar küstah değil. Yarım ay, büyük tabiata sanki kendi malûl ruhunda bir hüzün anlamış. Her şeyde baygın, dalgın, sisli bir müphemiyet var. Karşıda fıstık ormanları beyaz bir zulmet vücuda getiriyor. Bahr-iSefid gökyüzünü, sakat ayı ve müphem yıldızlarıyla içine almış gibi… Her şey ne güzel, ne güzel Namıkçığım, fakat ben korkuyorum.” (Zorlutuna 2012: 66)

Romanın önemli unsurlarından biri de yazarının özel bir dikkatiyle olsa gerektir ki “sadakat ve annelik” olgusunun yüceliğine önem vermesidir. Hayatının önemli bir kısmı kadın hakları, kadın eğitimi ile iç içe geçmiş yazarın bu ilk romanında içinde pek çok fırtına geçmesine rağmen bu değerlerinden taviz vermeyen Suzan, erdemleriyle zamanın aile yaşantısına da alternatif bir rol model

F İ K İ R S A N A T V E E D E B İ Y A T T A T Ö R E

sunmaktadır.

Romanın ismi, kıskançlık krizleri sonra-sında eşi tarafından öldürülen Suzan’ın Namık’ın kız kardeşi Semra’ya verdiği 20 defterin Semra tarafından yakılmasından sonra ortaya çıkan küllerinden gelir. Bir öfke anında yaktığı defterlerin küllerini toplayan Semra, bunu daha sonra da ağabeyi Namık’a vermiş, o da kalan hayatında öldürdüğü eşin-den miras bu küllere önem atfetmiştir.

Sisli Geceler

Halide Nusret’in bir romancı olarak ken-disini bulduğu kitap “Sisli Geceler”dir. İlk olarak 1922’de yayınlanan romanda vaka zamanı da Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Roman,Doktor Fikret ve Zehra’nın ilişkileri düzle-minde ilerler. İstanbul’da yaşayan iki genç, birbirini severek evlenirler ve dönemin modasına uyup Anadolu’ya geçerler. Ro-manda bu durum “Yardım içinmiş… Şimdi gençlerde bu moda var!”(Zorlutuna 2002: 44) ifadeleriyle anlatılır. Gençler, birbirleriniçok sevdikleri gibi İstanbul’dan da çok sıkılırlar. Fikret’in aşağıdaki ifadeleri, “İşgal İstanbulu”ndaki pek çok vatanseverin genel görüşünü yansıtır:

“Haklısın Zehra, ben de zindana kapanmış bir insanın ıstırabını her dakika duymaktayım. Anadolu’ya geçince ‘Ergastula’dan Pirene-lere kaçan esir Jeminüs gibi “Hürrüm!...” diye haykıracağım!... Hem orada sen ve ben, ne çok iş görebiliriz Zehra.” (Zorlutuna 2002: 50)

Hem Zehra hem de Fikret İstanbul’dan bunalmıştır. Romanın erdemli kadın kahramanı Zehra’nın yaşantısında üst üste gelen felaketler onun Anadolu hayalini daha da güçlendirmiştir:

“Yangın gecesinden sonra Zehra tam birhafta kendini bilememişti. Gözlerini açtığı zaman basık tavanlı, karanlık bir odada,

ağlamaktan kızarmış iki çift göz görmüştü: Annesiyle dadısı!.. Dadısının evine sığınmış-lardı! Fakat uzun zaman burada kalamazlardı. Zehra iyileşince o civarda küçük bir evin iki odasını kiralamışlardı. Zehra büyük bir arzuy-la başladığı mektebi yarı yerde terke mecbur olmuştu, hayatını kazanması lazımdı; fakat iş de yoktu. İstanbul’un ihtikâr ve ihtiyaç içinde kıvrım kıvrım kıvrandığı zamanları; güzel İstanbul beşeri sefaletin canlı bir tim-sali olmuştu.” (Zorlutuna 2002: 53-54)

Genç çift, büyük bir heyecan içinde Anadolu’ya gider. Her ikisi de milli mücadele içinde bulunmaktan büyük bir onur duymakta ve etrafa faydalı olmaya çalışmaktadır. Fikret, cepheye gidince ilk zamanlarda Zehra evde kalır. Burada eşini özlemekle birlikte Ana-dolu insanını tanımaya ve onlardan yararlan-maya çalışır. Zehra, eşinin ablası Sacide’ye yazdığı mektupta “Burada ne çok dul anne, ne çok yetim yavru ve ne çok hasta insan var! […] Bizim en fazla elimizden gelen sevmek, okşamak, teselli ve tedavi etmek.” (Zorlutuna 2002: 56) diyerek Anadolu’nun panoramasını gösterir.

Şair olarak Halide Nusret, bu durumu “Güneş Doğarken” adlı şiirinde şu şekilde ifade eder:

“Şu yanda yaralı bir delikanlı,Ötede matemli bir taze dul var.Bütün gözler yaşlı, ufuk dumanlı,Her göğsün altında bir yara kanar…”

(Zorlutuna 2008: 32)

Zehra, aralarında şehit vermeyeni olma-yan buradaki kadınların metanetine hayretler içinde bakmaktadır. Onu en çok etkileyen ise Saliha kadın adlı birinin öyküsüdür. Saliha kadın eşi Ahmet’le mutlu bir şekilde yaşarken bir süre sonra köye gelen başka bir kadın yüzünden huzurları kaçar. Eşi onunla gönül eğlendirerek Saliha kadını yüz üstü bırakır ve bu kadınla kaçar. Köyün başka erkekleri peşlerine düşer ve aralarında çatışma çıkar.

16

F İ K İ R S A N A T V E E D E B İ Y A T T A T Ö R E

17

Ayşe ölür, Ahmet’i ise yaralı olarak Saliha kadına getirirler. Saliha kadın duruma çok üzülse de onu iyileştirir.

İstanbul’daki Sacide ise Zehra’ya başkentin vaziyetini anlatmakta ve ona gıpta ettiğini tekrarlamaktadır:

“Güzel İstanbul şimdi renksiz manasız bir memleket oldu… Zati bir yere de çıkmıyo-rum. […] Gazete bile okumuyorum Zehra.Sansür eliyle delik deşik olmuş zavallı gazetelerimiz, âsâbı bozmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Bizi bu esaretten, bu zilletten kurtaracak olan büyük zaferi, bilsen nasıl bekliyoruz!..” (Zorlutuna 2002: 73)

Anadolu’daki mücadele, İstanbul’dakiler için adeta umuttur. İstanbul ise, pek çok açıdan çıkmazlar içindedir. O yüzden de roman kahramanları çoğunlukla Zehra ve Fikret’in macerasını takdir eder. Romanda Anadolu, temizliği, ümidi ve çözümü; İstanbul, sis’i, bunalımı, çıkmaz ve ümitsizliği ifade etmek-tedir. Fikret ve Zehra huzuru Anadolu’da bulduktan sonra yeniden İstanbul’a gittikle-rinde sisli gecelerin içine düşerler. Roman-daki sadakatin temsilcisi Zehra, ikinci kez Anadolu’ya kaçmak ve belalardan kurtul-mak ister. Ankara’daki küçük, sevimli evi, mütevazı yaşantısını ve mesut günlerini özler. Oysa kocası bu sefer Anadolu’ya gitmek iste-meyip “Sisli Geceler”de harap olma kaderini tercih eder.5 Romanın mazlum kahramanı ise Fikret’in kardeşi, Ahmet Nüzhet’tir. Ken-disini hiçbir zaman sevmemiş olan karısı Mine’nin kardeşi Fikret’i sevdiğinin ortaya çıkması, Fikret’in de ona cevap vermesi hu-zurlu giden aileyi tıpkı İstanbul’un havası gibi mahveder. Ahmet Nüzhet sonunda cep-heye giderek İzmir’in kurtuluşuna katılır. Zehra’ya bir mektupla mirasını ve vasiyetini bırakır. Vasiyetinde Zehra’nın kendisinden kalan parayla İzmir’de bir hastane bir de okul yapmasını, burada şehit çocuklarına bakmasını, onlara annelik yapmasını ister. Zehra da önceden hayali olan bu girişimi

başarıyla uygular. Anadolu’da bir okul açar ve şehit çocuklarını okutur.

“En aziz hatırası en sevimli çağımınYüzünde gölgesi var gül yüzlü bayrağımın,‘ANA VATAN’ demişler adına toprağımın,Sen vatanlaştırırsın bastığın yeri anne!”

(Zorlutuna 2008: 274)

Çocukluğunun ilk dönemi babasından ayrı geçen Halide Nusret’in mutasarrıf babasının görevi gereği Kerkük’te başladığı eğitimi, İstanbul’da devam etmiş, aynı zamanda bura-da öğretmenlik mesleğine başlamıştır. Asker eşinin görevi gereği Anadolu’nun pek çok yerinde görev icra eden muharrir şair Halide Nusret Zorlutuna, öğretmenlik ve anneliği sanatının merkezine koymuş, bu değerler uğruna önemli işler yapmıştır. Bu değerlerle vatan sevgisini örtüştürerek anı, roman, şiir dallarında pek çok eser vermiştir.

_________________________5 Romandaki “sis” olgusu Tevfik Fikret’in “Sis” ve Yahya

Kemal’in “Siste Söyleyiş” adlı şiirlerini çağrıştırmaktadır. Bu konu, önceki yazılarda söz konusu edildiğinden tekrar edilme-yecektir. Bk. Hatem Türk, “Türk Edebiyatında Anadolu’ya Geri Dönüş: Osmanlı’nın Sonu, İstanbul’da Sefalet” Töre, Y. 3, nr. 26 (Haziran 2005), s. 54 – 45.

KaynaklarÇınarlı, Mehmet, (1979), Sanatçı Dostlarım, Ötüken,

İstanbul.Foto, “Cemiyetimizin Reyis-i Müntehibi Esseyid Avnul-

lah el-Kâzımî Bey’in Sinop Zindanındaki Vaziyetlerinden”, Hukuk-ı Umumiye, Y. 1, nr. 2 (4 Eylül 1324 / 17 Eylül 1908), s. 1.

Gürel, Zeki, (1988), Halide Nusret Zorlutuna, Kültür Bakanlığı, Ankara.

Tuncer, Hüseyin (2012) “Halide Nusret Zorlutuna’nın Hayat Yolculuğu” Küller (Halide Nusret Zorlutuna), Timaş, İstanbul.

Zorlutuna, Halide Nusret, (1978) Bir Devrin Romanı, Kül-tür Bakanlığı, Ankara.

Zorlutuna, Halide Nusret, (2002) Sisli Geceler, Kültür Bakanlığı, Ankara.

Zorlutuna, Halide Nusret, (2008) Bütün Şiirleri, Timaş, İstanbul.

Zorlutuna, Halide Nusret, (2010) Benim Küçük Dostlarım, Timaş, İstanbul.

Zorlutuna, Halide Nusret, (2012) Küller, Timaş, İstanbul.Zorlutuna, Halide Nusret, (Nusret’ül Kazımî), “Ağlayan

Kahkahalar”, Talebe Defteri, Y. 2, nr. 36, (15 Mart 1333), s. İç Kapak